festivalden - Tiyatro Dergisi

Transkript

festivalden - Tiyatro Dergisi
ay
cep
Tiyatro... Tiyatro...
Sayı: 4 MAYIS/1991
ÜCRETSİZDİR
FESTİVAL ÖZEL SAYISI
Mayıs ayında İstanbul renkli bir Tiyatro Şöleni yaşayacak.
Uluslararası 3.İstanbul Tiyatro Festivali,
Bakırköy Belediyesi 1.Uluslararası
Gençlik Tiyatro Şenliği, Kağıthane Belediyesi
Amatör Tiyatro Şenliği,
M.Eğitim Vakfı-Hürriyet Gazetesi'nin İstanbul
Liselerarası Tiyatro Şenliği bütün ay boyunca, yerli yabancı
birçok oyunu değişik biçim ve yorumlarla
İstanbul sahnelerine taşıyacak.
Ayrıca ITI (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü)'nin
iki yılda bir yapılan kongresi bu yıl. 26 Mayıs 1 Haziran
arasında, yabancı 300-400 delegenin
katılımı ile İstanbul'da gerçekleşecek.
İstanbul Şehir Tiyatrolarının 7.Gençlik Günleri,
İstanbul Opera ve Balesinin 1.Gençlik Günleri de,
Mayıs ayında çeşitli sahne sanatlarının
gösterimi ile devam edecek.
Bütün bu etkinlikleri dergimize sığdırmak olanaksızdı.
Biz, ağırlığı Uluslararası 3. İstanbııl Tiyatro Festivali'ne
vermek yolunu seçtik.
Derginin sayfa adedini bu defa 48'e çıkarıyor
ve dergiyi daha nitelikli kâğıda, iç sayfalan da renkli
olarak basıyoruz. Dergi, 32 sayfa ve 3.hamur kâğıtla yayıma
başladığında bu köşede, Yazı İşleri Müdürümüz
Mustafa Demirkanlı "... dergimiz önümüzdeki aylarda
daha kalın, kuşe kapak, belki de birinci hamur olarak
çıkmanın yollarını bulacaktır: amaçlıyoruz, umul ediyoruz."
diye yazmıştı. Böylece dergimiz yaşamının
4. ayında, amaçladığı bu hedeflere yaklaşmış oluyor.
Bunun nedeni ise, tiyatrocu dostlarımız ve okurlarımızın
dergiye gösterdikleri ilgi, bizleri özendirme ve
cesaretlendirmeleridir. Katkılarını esirgemeyen bütün kişi ve
kurumlara, tiyatro sanatı adına, teşekkür etmek istiyorum.
Dergimiz. Haziran-Temmuz ve Ağustos-Eylül aylarında,
ikişer aylık sayılar halinde çıkacak, Ekim ayından başlayarak,
tekrar aylık düzenine geçecektir.
Yeni tiyatrolu günlerde buluşmak üzere... Sevgilerle...
pe
cy
a
Sahibi ve Yayın Yönetmeni:
Boyut Yayınevi Tic. ve San.Ltd.Şti. adına
T. Yılmaz ÖĞÜT
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Mustafa DEMİRKANLI
Danışma Kurulu:
• Orhan ALKAYA • Rutkay AZİZ
• Tuncer CÜCENOĞLU • Genco ERKAL
• Fikret İLKİZ • Yılmaz ONAY • Işık YENERSU
Bu Sayıda Katkısı Olanlar:
• Ufuk AKBAHARER • Kâzım AKSAR • Hayati
ASILYAZICI • Musa AYDOĞDU • Metin BALAY
• Orhan DURU • Dikna ERDEN • Ferda ERDOĞAN
• Işıl KASAPOĞLU • Zihni KÜÇÜMEN • Ertuğrul
KÜRKÇÜ • Özdemir NUTKU • Özlem ÖĞÜT
• Seçkin SELVİ • TİYAP • Rengin UZ • Zeynep ÜSKÜL
• Ayşegül YÜKSEL
Teknik Yönetmen: Sinan ŞANLIER
Kapak Tasarımı: Yücel TANYERİ
Reklam ve Halkla İlişkiler: Kemal DEMİRKANLI
Adres: Oba Sok. No:9/l Cihangir-İstanbul
Tel: (9-1) 149 87 37-38 Fax: (9-1) 149 02 18
Ankara Temsilcisi: Koray ERGUN
Ankara Büro: Ihlamur Sok No:7 Yenişehir
Tel: (9-4) 125 02 56
İzmir Temsilcisi: Ali Rıza ÖZBİLGİÇ
İzmir Büro: 155. Sok. 5/A Hatay
Tel: 9-51-43 01 39
Samsun Temsicisi: M.Kaya ODABAŞI
Samsun Büro: İstiklal Cad.64/5
Tel: 9-36-12 25 12
Ofset hazırlık: Tem Yapım • 149 87 37
Basıldığı Yer: Gelişim Yayınları A.Ş. • 169 66 80
Merhaba
T. Yılmaz Öğüt
4
HABERLER
oyunları bir kitapta toplanıp Çağıltı Yayınları tarafından
yayımlandı.
Yeşil Gece, Reşat Nuri Güntekin'in aynı adlı romanın
dan oyunlaştırılan ve "Laiklik" konusunu işleyen bir oyun.
Cücenoğlu, Kumarbazlar'da ise Gogol'un aynı adlı
bir perdelik farsından yola çıkarak, oyun kahramanların
aslından çok farklı kişiler, tiyatro yazan ve aktör yapmış
ayrıca oyunu iki perde olarak yazmış. Tiyatro yapabilme
için çete kurup para elde etmek isteyen iki tiyatrocunun se
rüveni Kumarbazlar..
• AVNİ DİLLİGİL ÖDÜLLERİ
İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARININ KAMYON
TİYATROSU.
pe
cy
a
İzmir Büyükşehir Belediyesi "Şehir Tiyatroları", Özdemir Nutkunun yönetiminde 24 Nisan 1991 Çarşamba
günü Konak Meydanı'nda, Ülkü Ayvaz'ın Yaşasın Gökku­
şağı adlı çocuk oyunuyla tiyatro yaşamına girdi. Ülkemizin
bu ilk kamyon tiyatrosu, HER AN, HER YERDE TİYAT­
RO! sloganıyla Nisan sonundan itibaren İzmir'in uzak
semtlerine, civar ilçe ve köylerine tiyatroyu halkın ayağına
götürmeye başladı. Özdemir Nutku'nun deyişiyle, Kam­
yon Tiyatro, "bugüne dek tiyatroya gidememiş çocukları­
mıza da hizmet verecek!". Aynı zamanda "sokak tiyatrosu"
aracı olarak da kullanılacak olan kamyonun, kapaklan açı­
lınca 6.5 m. x 6.5 m.lik bir sahnesi, çeşitli amaçlarla kulla­
nılacak bir balkonu ile iki makyaj odası var. Aracın elektri­
ği onunla birlikte gezen bir elektronik kamyonun
jeneratörlerinden sağlanıyor. Dışarıdan küçük görünen,
ama kapakları açılınca yeterince oyun alanına sahip olan
bu Kamyon Tiyatro İzmir'de büyük ilgi gördü.
İlk gösterisini Konak Meydanında yüzlerce küçük se­
yircinin önünde düzenleyen Kamyon Tiyatro, 27-28 Nisan
günlerinde Salihli'deki Çocuk Şenliğine katıldı ve Salihli
dışında, Durasallı ile Kavaklıdere köylerinde de temsiller
verdi. Daha sonra İzmir'in çeşitli banliyölerinde turne prog­
ramı hazırlayan Kamyon Tiyatro'ya olan talep gün geçtikçe
daha da artmaktadır. Muğla, Dalaman, Denizli, Aydın,
Bergama'dan sürekli istek gelmektedir. İzmir Büyükşehir
Belediyesi'nin bu girişimi İzmir ve Ege Bölgesinde büyük
bir ilgi uyandırmıştır.
İzmir Şehir Tiyatroları "Çocuk Bölümü"nün ilk oyunu
olan Ülkü Ayvaz'ın "Yaşasın Gökkuşağı" adlı yapıtı, 1987
yılında Büyük Millet Meclisi'nin "Çocuk Oyunları Yarışması"nda birincilik ödülü kazanmıştı. Oyun, totaliter rejim­
lerdeki insanların özvarlığını yok eden tekdüze ve kişilikle­
ri silen toplum düzenini eleştiren bir masal.
"Tiyatro... Tiyatro Dergisi" olarak Türkiye'nin bu ilk
KAMYON TİYATRO'suna başarılar diliyoruz.
Avni Dilligil Ödülleri, jüri üyeleri Hayati Asılyazıcı,
H. Şevket Ataseven, Hami Çağdaş, Yaşar İlksavaş, Seçkin
Selvi, Kami Suveren, Dikmen Gürün Uçarer ve başka
Nüzhet Birsel tarafından şu şekilde dağıtıldı:
Başarılı yerli yazar: (Bulunamadı).
Başarılı yapım: (Bulunamadı).
Başarılı çeviri: Gencay Gürün (Çılgın Sonbahar).
Başarılı yönetmen: Oben Güney (Görüşme-Kutlami
Çağrı).
Başarılı kadın oyuncu: Nevra Serezli (Çılgın Sonbi
har) ve Aliye Uzunatağan (Bay Hiç).
Başarılı erkek oyuncu: Zafer Ergin (Yüzyüze).
Başarılı yardımcı kadın oyuncu: Jüride Kural (KA
Kardeşleri).
Başarılı yardımcı erkek oyuncu: Taner Birsel(Dan
ton'ün Ölümü).
Başarılı dekor, kostüm: Naz Erayda(Faustofeles, B
Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü).
Başarılı ışık: Önder Arık(Danton'un Ölümü).
Jüri onur ödülü: Müşfik Kenter.
Jüri özel ödülü: Kafesten Bir Kuş Uçtu.
Jüri özendirme ödülü: Kerem Kurdoğlu.
• TUNCER CÜCENOĞLU'NUN
3 OYUNU 1 KİTAPTA...
Tiyatro Yazarları Derneği Genel Sekreteri yazar Tuncer Cücenoğlu'nun daha önce birçok tiyatroda oynanmış ve
kitap halinde basılmış KADINCIKLAR adlı oyunu ile hiç
oynanmamış YEŞİL GECE ve KUMARBAZLAR adlı
BULUNMAZ
TİYATRO
TÜM
ŞENLİKLERE
KATILMAK
İSTİYOR
Bulunmaz Tiyatro her pazar Ümraniye Kültür Merke
zinde repertuarındaki oyunları dönüşümlü olarak sergileni
yor; kendi sahneleri olan Nazım Hikmet Sahnesinde ise ti
yatro eğitimi yapıyor. Bu arada Anadolu turneleri
sürüyor.
Topluluk tüm şenlik ve festivallerden çağrı gelirse
gösterilere katılmayı kabul etmeyi ilke olarak benimsedik
lerini açıklıyor. Topluluk çağrı aldığı İstanbul Şehir Tiyat
rosu Gençlik Günleri ve Altındağ Belediyesi Tiyatro Şenli
ğine katılıyor.
5
HABERLER
(Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) Kongresine katı­
lacak.
Bu yılki şenlikte, Kağıthane Belediye Tiyatrosu, Fatih
Halkevi Tiyatro Kolu, Trakya Tıp Sahnesi, ESEK, İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu, Ortaköy
Halk Sahnesi, İTÜ Amatör Tiyatro Topluluğu, İstanbul Li­
sesi Oyuncuları, Sarıyer H.E.M Tiyatro Kolu, Marmara
Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Tiyatro Kulübü, İstan­
bul Sahnesi, Bursa Ekim Tiyatrosu, Çağdaş Oyuncular ka­
tılıyor. Şenlikte ayrıca çocuk oyunları da sergilenecek.
(Yer: Gültepe Tiyatro Salonu, -Karakol yanıSorumlu: Lale Ulutepe, Tel. 1733233, fax:1731930)
• ALMANYA'DA TÜRK TİYATROM
TOPLULUĞUNUN ETKİNLİKLERİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİNİN
TİYATRO ÇALIŞMALARI ÇEVRE
KÖYLERDE DE SERGİLENECEK
pe
cy
a
Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü, öğretim
yılının başından beri çalıştıkları Haşmet Zeybek'in "Düğün
ya da Davul" adlı oyununu 27 Mart'ta Üniversite Kampüsünde sergiledikten sonra kent merkezinde de halka sundu­
lar. Topluluk bu oyunu Tarsus, ODTÜ Şenliği ve Ege Üni­
versitesi Şenliğine de götürüyor.
Topluluğun programında, köy seyirlik oyunu biçiminde
sergiledikleri bu oyunu köylere götürmek de var. Topluluk,
oyundan sonra, seyircilerin tiyatroya bakış açısını, kültürel
birikimini beklentilerini saptamak üzere "Seyirci Araştır­
maları" yapıyor. Köydeki gösterilerde de bu araştırmalar
sürecek. Araştırmaların ilginç sonuçlarını ve yapılacak de­
ğerlendirmeleri, bölüm okutmanı Sayın Nurhan Tekerek
yayınlanmak üzere dergimize gönderecek; biz de bu bilgi­
leri ilerki sayılarımızda okurlarımıza ileteceğiz.
Uzun yıllardır Almanya'nın Berlin kentinde sahnesini
Türk ve Alman seyircilere açmakta olan TİYATROM adlı
Türk tiyatrosu Berlin Parlamentosundan aldığı parasal des­
tekle etkinliklerini sürdürmekte.
TİYATROM'da Mayıs/91 ayında Slawomir Mrozek'in
POLİSLER adlı oyunu ile BİR DELİNİN GÜNLÜĞÜ adlı
oyunu Türkçe olarak sergilenecek.
Slavomir Mrozek, 2. Dünya Savaşı sonrası Avru­
pa'sında en çok sergilenen yazarlardan biri. POLİSLER
oyunu Türkiye'de de daha önce sahneye konmuş ve hemen
yasaklanmıştı. Oyunda, siyasi polisin tutuklayacak insan
bulamadığı bir ülkede, polisin içine düştüğü durumun kara
mizahı yapılmakta. Selçuk Sazak'ın yönettiği oyunda B.
Eren, A. Cansever, T. Kalender, Y. Arman, L. Beceren ve
İ. Üner oynuyor.
Gogol'un BİR DELİNİN GÜNLÜĞÜ adlı tek kişilik
ünlü oyununu ise Alex Novak yönetmiş. Sunan; Erhan
Yener. Bu prodüksiyon Türkiye'de de sahnelenmişti.
(Adres, TİYATROM, Alte Jakopstr. 12, 1000 Berlin
61.
Tel:030-652020)
• ANKARA-GENÇLİK PARKI'NDA
1200 KİŞİLİK TİYATRO
Ankara Büyükşehir Belediyesi, Gençlik Parkı içindeki
Açıkhava Tiyatrosunu yeniden çağdaş mimari bir yapıya
kavuşturuyor. Halen 700 kişilik olan yer sayısı 1200'e çıka­
rılıyor; sahne 15 m. boyunda 12 m. derinlikte düzenlenip
üstü çelik konstrüksiyonla örtülecek ve yeni bir ses düzeni
kurulacak. Sahne arkasında da soyunma, makyaj odaları,
duşlar ve dekor depoları inşa edilecek.
Tiyatro'nun Haziran ayı içinde açılması bekleniyor.
• AMATÖR TİYATROLAR İÇİN
KAĞITHANE BELEDİYESİ,
2. BAHARA MERHABA
ŞENLİĞİNİ DÜZENLEDİ.
Kağıthane Belediyesi Gültepe'de yaptığı ve hizmete aç­
tığı salonda, Amatör Tiyatrolar Çevresi (AÇT) ile ortakla­
şa olarak 20 kadar amatör tiyatronun katıldığı 2. Bahara
Merhaba Şenliğini
29 Nisan'da başlattı. Şenlik 18
Mayıs'a kadar tiyatro gösterileri, çocuk oyunları, panellerle
sürecek.
AÇT, 1981'den beri süregelen etkinliklerini, ülke dışına
uluslararası düzeye yaymak amacı ile de bu yıl 29 Haziran6 Temmuz arasında Norveç'te yapılacak olan 20. IATA
• AÇOK'TA GENÇLİK OYUNU
AÇOK, çalışmalarını mevsim başından beri Ümraniye
Kültür Merkezinde sürdürüyor. Bu sahnede çocuk oyunları
oynayan AÇOK topluluğu Beni Anlayan Yok adlı gençlik
oyununu da Mayıs ayında bu sahnede ve 30 Mayıs'ta Şehir
Tiyatrolarının düzenlediği 7.Gençlik Günleri'nde sergileye­
cek.
HABERLER
Fesitval'de
6
Tiyatro Attis neden yok?
Barış, dostluk
ve
sanat
rumladı.
Gerekçelerini kendilerinden öğren­
mek istediğimiz Attis'in yönetmeni Terzopoulos'u aradığımızda Atina'da bula­
madık. Bu günlerde başlayan Patnas
Festivali'nin koordinatörlüğünü üstlen­
miş olduğu için Patnas'daymış.
Tiyatro Attis'in Festivale katılma­
maları hakkındaki görüşlerini sorduğu­
muz Festival Komitesi herhangi bir
yorum yapmayacaklarını belirtti. TürkYunan Dostluk Derneği Başkanı Ekrem
Akurgal ise; "Şehzadebaşın'daki elim
olay hakkında daha önce gazetelerde
üzüntülerimizi dile getirmiştik. Bu tür
olaylar dünyanın heryerinde oluyor. Bu
tip olaylar bize karşı olduğu zaman mü-
pe
cy
a
Tiyatro Festivali'ne katılacağı ilan
edilmiş olan Yunanistan'ın Tiyatro Attis
topluluğu bu yıl İstanbul'a gelmiyor.
Geçen yıl
festivalde Evripidis'in
Bakkhalar'ını sergileyen ve büyük ilgi
gören Theodoros Terzopulos'un yönet­
tiği Tiyatro Attis bu yılki festivale ka­
tılmayacağını bildirdi. Festival komite­
sine katılmama gerekçesini bildirmeyen
topluluk, Yunanistan'da dağıttığı basın
bildirisinde "onlarca Yunanlı aileyi
ölüm acısına boğan trajik İstanbul oto­
büs yangını olayının kararı almaya
neden olduğu"nu belirtiyor.
Atina'da yayınlanan Eleftherotipia
gazetesi Attis'in kararını sanatsal du­
yarlılığın sonucu; Ta Nea gazetesi ise
trajik olayın sanata etkisi olarak yo­
sebbiplerinin Yunan halkını temsil etti­
ğini düşünmüyoruz.
Geçen hafta Ankara'da Theodorakis'in Zorba The Greek adlı eseri daki­
kalarca ayakta alkışlandı. Tiyatro Attis'de İstanbul Tiyatro Festivalinde oynayabilseydi eminimki aynı sevgiyi gö­
recekti.
Yunanlı turistlerin nasıl bir sevgi ve
muhabbetle karşılandıklarının sonsuz
örnekleri var." diyerek duygu ve düşün­
celerini açıkladı.
Tiyatro Attis, Patnas yerine İstan­
bul'a gelseydi, Heiner Miller'in Medeamaterial'ini oynayacak ayrıca festival
etkinlikleri içinde Heiner Miller, Wolfgang Storch, Thedoros Terzopulos ve
oyuncularının yer aldığı bir tiyatro
atölyesi açacaktı.
Sanat evrenseldir. Halklar arasında­
ki barış dostluk ve sevginin bir kanıtı
olan bu tür uluslararası festivallerin
önemi, her ülke insanın oyunlarını kendi
dillerinde oynamaları, insanların bu
oyunları izlemek için tiyatro salonlarına
koşmaları ve oyunların sonunda tüken­
meyen alkışları ile ortaya çıkmıyor mu?
Bu nedenle biz dostça, Tiyatro
Attis İstanbul'a gelseydi de Heiner Mil­
ler'in Medeamaterial'ini izleyebilseydik diyoruz.
7
HABERLER
Oyun, iki komşu ülkenin sınırında geçiyor; sınırın, bir­
birini anlayan iki insanın dostluğunu engelleyemeyeceği
anlatılıyor. Duvarların yıkıldığı, sınırların kaldırıldığı gü­
nümüzde, insanlar arasındaki mevcut sınırın aslında hoşgö­
rüsüzlük olduğu vurgulanıyor.
Oyunda Uğur İşbilir, Erkan Kalkan, Oğuz Ural, Bülent
Düzgünoğlu, Hakan Şahin, Göngör Varlı, Ferhat Karaçak
ve Turgut Denizer oynuyor.
• PİR SULTAN ABDAL AVRUPA'DA
Ankara Birlik Tiyatrosu'nun şimdiye dek 12'ye varan
mahkeme kararı ile oynadığı Pir Sultan Abdal adlı oyunu
1 Mayıs'tan başlayarak Avrupa'da Viyana, Münih, Hannover, Hamburg, Zürih, Frigburg, Stuttgard, Brüksel, Londra
ve Paris kentlerinde sergilenecek.
• İSTANBUL LİSELERARASI
TİYATRO ŞENLİĞİ
Biga Belediyesi, Kültür ve Sanat merkezi olarak 1000
kişilik salon yaptırdı. Belediye Başkanının verdiği bilgiye
göre, burada tiyatro, film, opera ve bale gösterileri ile ser­
giler, paneller ve açık oturumlar düzenlenecek.
Salonun açılışı, 4 Mayıs günü Nokta Tiyatrosunun
"En Büyük Megalomon, Başka Büyük Yok" adlı müzikli
kabareyi oynaması ile yapılacak.
•ANKARA'DA " DEVLET TİYATROLARI
ANKARA TİYATRO ŞENLİĞİ"
Devlet Tiyatroları'nın 6 merkezinden birer oyununun
katılımı ile 3. Ankara Tiyatro Şenliği, 2 Mayıs- 15 Mayıs
arasında Ankara'da yapılacak.
Şenlikteki oyunlar:
Ankara D.T.: Yüzyüze (Yeni Sahne), 2-3 Mayıs
Adana D.T. : 72. Koğuş (Büyük Tiyatro), 4-5 Mayıs
Bursa D.T. : Kördöğüşü (Küçük Tiyatro), 7-8 Mayıs
İzmir D.T.
: Bir Ümit İçin (Şinasi Sahnesi), 9-10
Mayıs
Diyarbakır D.T. : İbiş'in Rüyası (Şinasi Sahnesi), 11-12
Mayıs
Trabzon D.T. : Müfettiş (Küçük Tiyatro), 14-15 Mayıs
cy
a
Milli Eğitim Vakfı'nın Hürriyet Gazetesi ile birlikte dü­
zenlediği, 11. İstanbul Liselerarası Tiyatro Şenliği, 4 Mayıs-5
Haziran arasında 52 lisenin katılımı ile yapılacak.
Şenlik sonunda 10 lise, "Övgü Ödülü" alacak. "Şenlik
Büyük Ödülü" de 2 topluluğa verilecek.
İstanbul ve Anadolu yakasında iki grup olarak yapılan ya­
rışmanın jürisi Devlet Tiyatrosu sanatçılarından oluşuyor.
• BİGA BELEDİYESİ 1000 KİŞİLİK
SALON İNŞA ETTİ.
Ö Z E L TİYATROLAR T U R N E D E
pe
Tiyatroların Nisan ayında başlayan turneleri Mayıs ayında
da devam ediyor. Aşağıda, tiyatroların Mayıs-Haziran turnele­
rini veriyoruz.
KUZGUNCUK SAHNESİ
AÇILMADAN KAPANDI
Salih Kalyon'un tiyatrosunu (AÇT) yeniden Kuzgun­
cuk Sahnesi'nde açacağını geçen sayımızda bildirmiştik.
Kuzguncuk'ta Cengiz Bektaş tarafından inşa edilen bu yeni
salon, Salih Kalyon'la aralarındaki anlaşmazlık nedeni ile,
23 Nisan Çocuk Bayramı'nda AÇT'ye kapatıldı.
Fotoğraf çocukların bu olaya tepkilerini yansıtıyor.
ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE
MUHSİN ERTUĞRUL ANILDI
Tiyatromuzun ustası Muhsin Ertuğrul, ölümünün 12.
yıldönümünde, 2 Nisan'da Zincirlikuyu'daki mezarı başın­
da anıldı.
Törene eşi Handan Ertuğrul ve yakınları ile İstanbul
Şehir Tiyatroları adına sahne müdürü Münir Kutluğ katıldı.
Törende büyük Usta'nın tiyatromuzun yapılanması ve
çağdaşlaşması için yaptığı unutulmaz hizmetleri anlatıldı.
• Enis Fosforoğlu Tiyatrosu:
Kıbrıs, GAP yöresi, Adana, Mersin, Alanya, İzmit,
Zonguldak.
• Tevfik Gelenbe Tiyatrosu:
Bolu, Nevşehir, Mersin, Elazığ, Malatya, Diyarbakır.
• Cihat Tamer-Ercan Yazgan Tiyatrosu:
16 Mayıs'a kadar Ankara(Batı Sineması); 1-10 Haziran,
Karadeniz Bölgesi
• Hadi Çaman-Yeditepe Oyuncuları::
13 Mayıs; Bursa, 21 Mayıs-9 Haziran; Ankara
(AST Salonu).
• Nokta Tiyatrosu:
Keşan, Çan, Biga, Ayvalık, Edremit, Salihli, Selçuk,
Aydın, Muğla, Denizli, Alanya, Adana, Mersin, Tarsus,
Antakya, Elazığ, Malatya, Tokat, Amasya, Çorum.
•AST:
2-25 Mayıs, Samsun, Diyarbakır, Antep, Antakya, İsken
denin, Adana, Mersin, İzmir.
• Dostlar Tiyatrosu:
1-18 Mayıs; Ankara (AST Salonu),
13 Mayıs; Samsun (Konak Sineması).
• Dormen Tiyatrosu:
2 Haziran'a kadar, Ankara (Gölbaşı Sineması).
• Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu:
20 Mayıs'a kadar, Ankara (T.A.D. Salonu).
• Bulunmaz Tiyatro:
15-16 Mayıs; Zonguldak, 31 Mayıs; Antakya, 1-8 Hazi
ran; Ağrı, Patnos, 10-15 Haziran; Ankara ve ilçeleri.
•Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu:
11 Mayıs'a kadar, İzmir.
• Ortaoyuncular:
17 Mayıs-17 Haziran, Ankara (Kızılırmak Sineması).
FESTİVALDEN
8
Rustaveli Tiyatrosunun Brecht yorumu üzerine
Brecht'e tutunmak,
suya tutunmak
Metin Balay'ın oyunun yorumu üzerine
incelemesini; Gürcü Tiyatrosunu yakın­
dan tanıyan ve Yönetmen R.Sturua'nın
yirmibeş yıllık dostu olan Hayati Asılyazıcı'nın Gürcü Tiyatrosu ve R.Sturua
üzerine
yazısını;
oyunun
yazarı
B.Brecht'in bu oyununa ait anılarından
arkadaşımız tiyatro yönetmeni ve oyun
yazarı Yılmaz Onay'ın derlemesini sunu­
yoruz.
Metin Balay
Daha 1938 yılında Brecht, gerçekçi­
liğin Balzac gibi yazmak olduğunu söy­
leyenlere karşı şöyle diyordu:
"Balzac'a tutunun önerisi şu öğüde
benziyor: Suya tutunun!"
Son yıllarda artık ülkemizde de izle­
me şansını elde etmeye başladığımız
modern Brecht yorumlan, aynı sözün
artık Brecht için de söylenmeye başlan­
dığını gösteriyor. Geçen
yıl izlediğimiz Theater
A.D.Ruhr'un Üç Kuruş­
luk Operası'ndan sonra
Rustaveli Tiyatrosu'nun
Kafkas Tebeşir Dairesi
de böylesi bir çalışma.
Zaman giderek daha
büyük bir hızla akıyor,
dünya giderek daha baş
döndürücü bir hızla deği­
şiyor. Bu nesnel değişim­
lerin içinde insanda gi­
derek daha büyük ve
daha derin sorunlarla
karşı karşıya kalıyor.
Belki daha doğru bir de­
yişle bazı eski sorulan
yanıtlayabilmek giderek
daha
da
zorlaşıyor.
Brecht' in "Kafkas Tebe­
şir Dairesi"de böylesi bir
sorunun üzerinde duru­
yor: "Bir çocuğun anası
onu
doğuran
mıdır,
yoksa onu besleyip bü­
yüten, ona emek harca­
yan mı?" Bu soru bütün
öyküyü içine alan çerçe­
veyle de, yani oyun için­
de oyunun yardımıyla
sorun bir üretim aracı
üzerindeki
mülkiyetin
kullanımla belirlenmesi­
ne dönüşüyor.
Ama oyun sadece
pe
cy
a
F
estivale katılmakta olan
Gürcistan'ın Tiflis kentin­
deki Rustaveli Tiyatrosu,
Brecht'in Kafkas Tebeşir
Dairesi'ni değişik bir yo­
rumla sunacak. Gürcü Ti­
yatrosu, eğitici yanları, toplumsal eleşti­
rileri çok olan, gerçek bir "Ulusal
Tiyatro" yapısına sahip ve kökleri
Yunan Tiyatrosuna yaşıt denebilecek bir
tiyatro...
Rustaveli Tiyatrosu, Gürcistan'da ti­
yatro dalında eğitim veren Rustaveli Ti­
yatro Akademisi'ne sahip bir kuruluş.
Bu akademide, Rustaveli'nin ünlü sanat­
çıları öğretim üyeliği yapmakta. Tiyat­
ronun 1500 kişilik bir salonu ve 300 ki­
şilik bir kadrosu bulunuyor.
Tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni
Robert Sturua'nın sahneye koyduğu Kaf­
kas Tebeşir Dairesi, 50 kişilik bir kadro
ile oynanıyor. Aşağıda bu oyunu video
kaydından izlemiş olan arkadaşımız
bundan mı söz ediyor. Kesinlikle hayır!
Hatta analık davası Brecht'in deyimiyle
sadece ve sadece gerilim yaratmak için
bir motif olarak kullanılıyor, mülkiyet
meselesi çözüme ulaştıktan sonra oyun
içinde oyunun başlaması da bunun bir
göstergesi. Peki başka nelerin üzerinde
duruyor? Brecht'in hemen hemen tüm
oyunlarında olduğu gibi büyük, tarihsel
ve politik olayların, gelişmelerin sokak­
taki insanın yaşamını nasıl etkilediğin­
den söz ediyor.
Burada Rustaveli Tiyatrosu'nun ye­
niliği, hiç eskimemiş üstelik yeni tanım­
lar arayan dünyamızda belki de daha da
önem kazanmış bulunan bu içeriği yorumlayış
tarzından
kaynaklanıyor.
Brecht'in Halk ozanı günümüzün bir
Sirk Sunucusu'na dönüşüyor. Ama
gerek oyun içinde oyunun, gerekse de
çerçeveyi oluşturan ön oyunun kişileri
birer masal kahramanı gerçekliği kaza­
nıyor. Masal kahramanı oluyorlar ama
masalsı olmuyorlar. Çünkü dürtüleri ve
yönelişleri son derece gerçekçi.
İşte Rustaveli Tiyatrosu gerçek olan­
la, kurgusal, yapıntı olanın birleşimin­
den Brecht için kendince böyle yeni bir
tarz oluşturuyor. Masalla gerçek, şiirle
günlük konuşma, fantaziyle sıradan
olan, duygusallıkla mantıksallık birbirle­
rini yabancılaştırarak yan yana varolu­
yorlar. Bu arada folklorik olmadan
yerel halk danslarını beceriyle kullanı­
yorlar. Galiba sırları da geleneksel form­
ları kullanmada politik tercih yapmaları,
geleneksel olandan özellikle bir estetik
yaratmaya yönelmemeleri. Ama böylece
çok modern bir estetik yaratmış oluyor­
lar aslında.
Dekorun ve müziğin bu yaratıya kat­
kılarının ne denli büyük olduğunu ancak
dile getirebilirim, yoksa bir değerlendir­
me yapmak uzmanlığım değil. Ama
oyunculuk konusunda, özellikle de
böyle yeni bir Brechtçi oyunculuk dili
açısından tüm oyuncular bize iyi bir
ders sunuyorlar. Brecht'in oyunculuk
üzerine yazdığı kuramsal yazılarını oku­
yup da bunun nasıl olabileceğini düşü­
nenler ve bir türlü gözlerinin önünde
canlandıramayanlar için Rustaveli Tiyat­
rosu canlı bir örnek sergiliyor. Oyuncu­
lar, rahat, esnek... En gergin anlarda bile
rollerini göstere göstere oynuyorlar.
Böylece Brecht'in sözünü ettiği Galile'nin ünlü bakış açısı'nın insan davra­
nışları ve tutumları alanına nasıl aktarıl­
dığını somut olarak görüyor ve
yaşıyoruz. Oyunculukta her ayrıntının
inceden inceye yapılmış bir tasarımın
ürünü olduğu açıkça belli oluyor.
Klasik kalıpçılara göre hiç de
Brechtiyen denemeyecek bu çalışma,
Balzac için söylediklerinin kendisi için
de doğru olduğunu ortaya koyuyor:
Brecht'e tutunmak, suya tutunmak de­
mektir. Yalnız suyun nereye aktığını
kestirmek kolay değil... Bu konuda
ancak deneyler yapmak mümkün. Rusta­
veli Tiyatrosu'nun yaptığı da çok değerli
bir deney. •
cy
a
pe
10
FESTİVALDEN
Brecht'ten birkaç not
"Duygu satamayan A d a m "
Yılmaz ONAY
Yönetmene dair...
tışma neredeymiş, gerilim neredeymiş,
et, can neredeymiş, vs. vs. Hamlet'teki
karmaşık ve cesur yapı özelliğini anlatmaya çalıştım, nafile... Winge ile ara­
baya binerlerken konuşuyorlardı: 'Hiç
bir zaman başarı kazanamayacak bu
adam. Hiç bir duygu yaratamıyor, öz­
deşleşmeye bile vardıramıyor. Bundan
da bir kuram çıkarıyor sonra. Manyak
bu, daha da beter olacak.' "
Brecht'in "manyak"lığı, "başarı
kazanamadığı", "daha da beter oldu­
ğu" ortada, değil mi? Festivalde
Brecht'in oyununu izleyeceğiz, kırkbeş yıl sonra.. Ya öteki "sanat satıcı­
ları?"... Onlar neredeler?
6.6.44. -"Dün öğleden sonra Kaf­
kas Tebeşir Dairesi'ni bitirip Rainer'e
gönderdim."
12.6.44. -"Gorelik gene tutturdu,
'bir dramda gerilim olmalı, doruk ol-
cy
a
Brecht ve Kafkas Tebeşir Dairesi
oyununa ilişkin olarak izleyicilerin ve
okurların zaten bildikleri pek çok
şeye burada birkaç satırla katkı sağ­
lamak pek mümkün değil. Ama oyu­
nun yazılış süreci içinde Brecht'in
"Çalışma Günlüğü"nden bazı notları
aktarmak ilginç olabilir sanıyorum.
Örneğin 1943 Kasım ortası ile 1944
Mart ortası arasında, Broadway ile
Tebeşir Dairesi üstüne kontrat yapıl­
dığını, çalışmanın başladığını ve "bir­
kaç yeni pantolon satın aldığını" be­
lirtiyor.
28.5.44. -"Sanki Tunguz steplerine
oyun yazıyorsun. Gorelik geldi, pek
önem verdiği Auerbach adlı Amerikalı
bir yapımcı-yazarla birlikte. Winge,
Kafkas Tebeşir Dairesi'nin aksiyonunu
anlattı. Gorelik, işin özünü sordu,
sonra yapıyı eleştirmeye kalktılar. Ça-
Robert Sturua'ya
uzaktan bakıyorum
pe
Hayati ASIL YAZICI
Gürcistan'ın Akademik Dram Ti­
yatrosu olan Rustaveli Tiyatrosu,
bütün Sovyet tiyatroları arasında
önde gelen topluluklardan biridir.
Sovyet tiyatro yönetmenlerinin doruk
adlarından biri de Tiflis'teki Rustave­
li Tiyatrosu'nun Genel Sanat Yönet­
meni Robert Sturua'dır. Gürcis­
tan'ın, Sovyetler Birliği'nin ışık saçan
sanatçılarındandır. Gürcü Tiyatrosu'nu aydınlatan, yaptığı yorumlarla
insan düşüncesinin boyutunu genişle­
ten, oyuncuları yaratıcı yöntemle ha­
zırlayan Robert Sturua, olağanüstü
bir sanatçıdır. Oyuncuyu etkiler, onu
yaratıya yöneltir, araştırıcıdır. Sahne
sanatının araştırıcılığını, tiyatro ile
yaşamın akışını keskin bireşimle (sen­
tezle), yapıtın içeriğine göre kimi
zaman tipleştirmeleri ve yaşam çö­
zümlemelerini bütün yönleriyle sah­
nelediği oyunlarda büyük bir yetkin­
lik ve ustalıkla kullanır. Sürekli
yükselen estetik anlayışı oyunların ey­
leminde (aksiyonunda) şiirsel gerçek­
çiliğe dönüşür.
Robert Sturua'yı ilk kez 1967 yı­
lında Tiflis'teki Şota Rustaveli Tiyat-
rosu'nda ilk sahnelediği Hanuma adlı
müzikli oyunundaki çok başarılı ça­
lışması ile tanıdım. Eski bir Gürcü
oyunu olan "Hanuma", Sturua'nın
biçeminde olağanüstü bir çıkış nokta­
sıydı. Böylece, ilk denemesi onu kısa
sürede tanıtmaya yetti. Böyle bir ba­
şarıyı gösterdiğinde yaşı yirmi dört
ya da yirmi beşti.
Oyundan sonra, Robert Sturua ve
oyuncularla görüştüm. Tiyatronun
Genç Sanat Yönetmeni Arçil Çıkhartişvili'ydi. Sovyetlere ve Gürcistan'a
tiyatro araştırmaları yapmak için gel­
miştim. Rustaveli Tiyatrosu İdari
İşler yönetmeni Dorian Kitia'nın
yakın ilgisi ile her oyunun bitiminde
yönetmen ve oyuncularla bir araya
geliyorduk. Oyun çalışmalarını, Rus­
taveli Tiyatrosu'nda sahnelenecek
yeni oyunların provalarını izliyor­
dum. Bitişik binada Rustaveli Tiyatro
Akademisi'nde çok köklü bir eğitim
sürdürülmekteydi. Anılan akademiye
sürekli gitmeye başladım. Gürcü Ti­
yatrosu'nun biçemini (üslubunu) an­
lamakta zorlandığımı söyleyemem.
Haberli geldiğimden çok iyi bir
malı, özdeşleşme olmalı' diye. Oyuna
duygusal olarak kendini kaptırmazsa
bir şey anlayamazmış. Birine kendini
kaptırdın mı daha da anlayamaz olur­
sun, diye tartışmaya girdim, ama duvar­
la konuşuyorum sanki. 'Hikâyeyi sat­
mak' saplantısından ayırmak olanaksız
onu ve tabiî duygu satmak, şok satmak
saplantısından da..."
15.8.44. -"Almanlar hâlâ savaşıyor,
çünkü egemen sınıf hâlâ egemen."
1.9.44. -"Kafkas Tebeşir Daire­
si'nin ön oyununu ve son oyununu ye­
niden yazdım.
Tuhaf; kaygı ve huzursuzluk insa­
nın omuzlarını nasıl öne düşürüyormuş. Normal zamanda onları dik tutan
ne?"
Brecht de, öteki sürgün Almanlar
gibi, ABD'de düşman yabancılar sayı­
lıyordu ve akşamları 20.00'den sonra
evinde olmak zorundaydı. Gezmesi
izne bağlıydı, vb. Sonunda bilindiği
gibi sorguya da çekildi. Oysa bugün
önümüzde Brecht'in insanlığa malolmuş yapıtları duruyor.
Bu değerli yapıtlardan birini İs­
tanbul'da sahneleyecek olan Rustaveli
tiyatro topluluğuna başarılar diliyo­
rum. •
repertuvar uygulamasından yararla­
nıyordum. Robert Sturua ile sürekli
bir araya gelip, tiyatro üstüne tartışı­
yorduk. Tanıdıkça bu gencin çok ni­
teliklere sahip olduğunu anlıyordum.
Tiflis'in tüm atak sanatçıları ile iyi ar­
kadaştı. Onları tanımaya başladıkça,
Sturua'yı ayrı bir yere koyuyordum.
Resim, müzik, heykel dalının genç ye­
teneklerini bulup tanıştırıyordu beni.
Birgün Gürcü, birgün Yunan ya da
başka bir ülkenin yazarını Gürcü Ti­
yatrosu ile tanıyordum. Robert Stu­
rua'nın büyük yeteneği, her oyuna
yansıyordu. En çok onun çalışmaları­
nı gördüm.
1968 yılında, ilk kez Rustaveli Ti­
yatrosu'nun konuğu olarak Tif­
lis'teydim. Üç hafta boyunca, hergün
ayrı bir oyun gördüm. Moskova, Le­
ningrad'da ünlü yönetmenlerin oyun­
larını izlemiştim. Bunların en genciy­
di Robert Sturua. Yaptığı işler,
sahnelediği oyunlar uluslararası dü­
zeydeydi.
Bütün
çalışmalarını
görüyor,
güçlü yorumlarını izliyordum. Ulusal
oyunlara çok önem veriyordu. Yunan
tragedya ve komedyası üstüne yeni
değerlendirmeler yapıyordu. Bir Shakespeare tutkunu idi. Geniş repertuvarı ile, bu denli genç yaşta ünlü yö­
netmenlerle yaşıyordu.
1969'da
Rustaveli
Tiyatrosu
Genel Sanat Yönetmenliğine getirildi.
Başarıları bunu gerektiriyordu. •
pe
cy
a
FESTİVALDEN
12
Royal National Theatre
Oyun : Tartuffe
Yazarı: Fransız
Tiyatro : İngiliz
Yönetmen ve oyuncular : Hintli
'Kültürler karşılıklı birbirlerini
beslemişlerdir"
a
Jatinder Verma
Jatinder Verma İngiltere'ye
1968'de geldi. York ve Sussex Üni­
versitelerinde tarih öğrenimi gör­
dükten sonra 1976'da İngiltere'nin
önde gelen Asya tiyatrosu toplulu­
ğunun (Tara Arts) kurucuları arasın­
da yer aldı. Topluluk çoğunu
pe
İ
arasındaki benzerlikten söz edili­
yor; Hint müziği, dansı, yaşam biçi­
mi oyuna değişik bir yorum getiri­
yor.
Aşağıda, oyunun Hintli yönetme­
ni Jatender Verma'nın İngiltere'deki
tiyatro yaşamını kısaca anlatan bir
yazıyı ve kendisi ile yapılmış bir rö­
portajı sunuyoruz.
cy
ngiltere'nin ünlü tiyatro toplu­
luğu Royal National Theatre
(NT), yönetmeni ve tüm oyun­
cularının hintli olduğu bir
ekiple, Moliere'in fars türün­
deki ünlü oyunu Tartuffe'ü, Hindis­
tan tarihi ve yaşamına uyarlanmış
bir prodüksiyonla sunuyor.
Oyunu, Hint asıllı yönetmen Jatinder Verma Hint tarihi, sanatı ve
tiyatrosundan izler taşıyan bir bi­
çimde sahneye uygulamış. Molie­
re'in
Fransa'da
17
yüzyılda
M.Louis döneminde geçen oyunu,
17 yüzyıl Hindistan'ına aktarılmış.
Oyunda, 17.Yüzyılda Hindu ve
Sih'leri ortadan kaldırmak için uğ­
raşan Moğol İmparatoru Aurangzeb'in davranışları ile Fransa'da
Protestanlara yapılan davranışlar
Verma'nın yazdığı ya da uyarladığı
40'ı aşkın oyun sahneye koymuştur.
Genellikle Asyalıların deneyimleri
üzerine kurulan oyunlar arasında
Gandhi'nin Londra'daki yaşamını
konu alan Salt of Life (Yaşamın
Tuzu); Newham'daki işsiz Asyalı
gençlerin öyküsünü dile getiren
Chilli in You Eyes (Gözlerindeki
Kırmızı Biber) ile 4.yüzyıl Sanskrit
klasiği The Broken Thigh (Kırık
Kalça) ve Gogol'ün Müfettiş'i sayı­
labilir.
Söyleşi
Son üç oyununuzda: Hint ve Av­
rupa tiyatrolarını kaynaştırma ya
da keşfetmeye girişerek Avrupa kla-
ı13
FESTİVALDEN
Ben Avrupa edebiyatıyla yetiştim. Hint tiyatrosunu benim için ilgi
çekici kılan burada metnin, sözün,
hareket, kostüm ve makyajla birlikte oluşan büyük bütünün parçaların­
dan biri olması. Kültürler her zaman
birbirlerinden karşılıklı beslenmiştir. Örneğin Gogol'e esin kaynağı
olan Rus Kukla Tiyatrosuyla Kuzey
ve Hindistan'daki benzer gelenekler
ırasında bağ vardır. Aynı şekilde
Moliere'in çokça dayandığı italyan
popüler comtnedia dell'arte'siyle
batı Hindistan'ın bhavai halk tiyatrosu arasında büyük benzerlikler
bulunur. Avrupa ile Hindistan arasindaki bağıntıları keşfedilme olanağı aklımı çeliyor ve beni büyülü­
yor... ve benim bugün İngiltere'deki
yaşamımın gerçek anlamı da burada. Dolayısıyla Avrupa metinleri
üzerinde çalışmakta kendine özgü
)ir şey yok, bu bir kaçınılmazlık.
La Tartuffe
ve Mürai
"Komedyanın görevi, insanları
eğlendirerek düzeltmektir."
(Tartuffe'ün yasaklanması dolayısıyla,
Molieretn XIV. Louis'ye yazdığı mektuptarı)
Zihni K Ü Ç Ü M E N
Bilindiği üzere asıl adı Jean
Baptiste Poquelin olan Moliere'in
(1622-1673) Tartuffe adlı oyunu
yazması ve oynaması o dönemde
büyük tepkilere yol açmıştı. Versailles Sarayında ilk üç perdesi oyna­
nan Tartuffe, Saint Sacrement adlı
gizli bir dini topluluğun baskısıyla
Fransa Kralı XIV.Louis tarafından
yasaklandı. Kralın ileri sürdüğü ge­
rekçe şudur: "Oyununuzdaki sahte
dindar ile gerçek dindarlar arasında
öyle benzerlikler var ki gerçek din­
darlar da bundan gocunabilir. Bu
nedenle Kral, o sayın uyruklarını
düşünerek, oyundan alacağı hazdan
kendini mahrum etmeye karar ver­
miştir."
İnsanları dinsizlikle suçlayıp
mal, mülk ve miraslarına el koyan
sahte dindarlara Tartuffe oyunu
ağır bir darbe indirdi ve oyun skandala neden oldu. Sürekli olarak gös­
terilebilmesi ancak 1669'da gerçek­
leşebilen oyunun ana teması şudur:
Tartuffe adında sahte bir sofu,
Paris'te
saygın
bir
adamın,
Orgon'un evine yerleşir. Onun saflı­
ğından yararlanarak, ailesi dahil,
her şeyine el koymaya çalışırken
maskesi düşürülür.
Oyun ilk olarak dilimize Ahmet
Vefik Paşa tarafından manzum ola­
rak çevrildi ve onun kurduğu Bursa
Tiyatro'sunda oynandı (1879-1882).
Tartuffe rolü de bir Molla'ya yeril­
di. (Bkz. M.And, Tanzimat ve İstib­
dat Döneminde Türk Tiyatrosu,
s. 179) Komedi, 5 Fasıl ve 85 sayfa
olmak üzere 1880'li yıllarda eski
harflerle basıldı. İkinci baskısı ise
1933'de Kanaat Kütüphanesi tara­
fından yapıldı.
1927-28 tiyatro mevsiminde, ise
Tartuffe. S.Rauf ve M.Kemal
Küçük tarafından MÜRAİ adıyla
pe
İngiltere'de Asya tiyatrosu yapmak mümkün mü?
Evet. Asya tiyatrosu dediğimde
>en oyuncuların tamamının beyaz
olmamasını anlamıyorum. Sözünü
ettiğim şey metnin kökeni ya da
»yunun içeriği de değil. Burada söz
konusu olan kullanılan formlar,
annede yaratılacak özgün dilden
öz ediyorum.
Türkiye'de Tartuffe
Tartuffe ile ilgilenmenizin nedeni?
Tartuffe dinsel iki yüzlülüğü
konu alan bir oyun. 1664'te ilk sah­
teye konulduğunda XIV.Louis tarafından yasaklanmıştı (Moliere
oyunu yeniden yazmak zorunda kalmış, daha sonraki bütün Tartuffe
baskıları 1669'da yazılan üçüncü yapımı esas almıştır). Oyunun bugün
ABD'de ya da dünyanın başka yerlrinde -en bilinen örneğini İngiltede'deki Salman Rushdi olayının
oluşturduğu- dinsel temelciliğin
yükselişiyle ilişkili olduğu gözle görülebilir. Ayrıca Moliere'in sonradan görme, yükselme hırsı içindeki,
Ünümüzün yuppielerini andıran sınıftan insanların ikiyüzlülüklerini
ve sergileme amacını güttüğünü düşünüyorum.
(*) Nadir Tharani'nin Jatender
Verma'yla yaptığı görüşmeden Ertuğrul
Kürkçü tarafından çevrilmiştir.
uyarlandı ve Darülbedayi'de (İst.
Bel. Şehir Tiyatrosu) sergilendi.
Oyunu Muhsin Ertuğrul yönetti.
"Sahte Sofu'yu Behzat Butak oyna­
dı. Oyun, aynı tiyatroda V.R.
Zobu'nun yönetimi ve B.Butak'ın
aynı rolü oynamasıyla 1947'de yi­
nelendi. 1982-83 mevsiminde, gene
V.R.Zobu'nun yönetiminde, bu kez
Mürai'yi Dinçer Çekmez oynadı.
Mürai1969'da Ankara Meydan
Sahnesi'nde de sergilendi, bu sahne­
de Mürai'yi Zihni Göktay oynadı.
cy
a
siklerini yeniden kurdunuz. Bu yola
girmenizin nedenlerini açıklar mısı­
nız?
Tartuffe'ün dilimizdeki ikinci
özgün çevirisini Orhan Veli Kanık
yaptı. Oyun bu çeviri ile İstanbul
Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda bu­
güne dek üç kez sergilendi:
1952-53 Yönetmen: Max Meinecke. Tartuffe:H.Kemal Gürmen.
1964-65 Yönetmen: Coşkun
Tunçtan. Tartuffe: Toron Karacaoğlu.
1975-76 Yönetmen ve Tartuffe:
Mücap Ofluoğlu.
Devlet Tiyatrosu ise, Tartuffe'ü
ilk kez 1947-48 mevsiminde sahne­
lemiş, oyunu Nüzhet Şenbay sahne­
ye koymuş, Tartuffe rolünü de
Saim Alpago oynamıştır (Oyun aynı
tiyatroda ikinci kez 1980-81 mevsi­
minde yinelendi. Sahneye koyan:
J.L.Martin Barbaz. Tartuffe: Bozkurt Kuruç).
Ülkemizde en başarılı Tartuffe
yorumları, bizce, M.Meinecke ve
J.L.M.
Barbaz'ın
yorumlarıdır.
Fransa'da ise önce L.Jouvet sonra
da, R.Planchon'un yorumlan hâlâ
aşılmış değildir. Bu yorumlar, örnek
Tartuffe yorumları olarak, tiyatro
okullarında gösterilir. Bu bakımlar­
dan şimdi İngiliz'lerin bu yeni yoru­
mu tiyatro çevrelerince ilgiyle bek­
lenmektedir.
14
FESTİVALDEN
Übü'nün yönetmeniyle söyleşi:
"Budalalık zamana
bağlı d e ğ i l "
Zeynep ÜSKÜL
Übü'ye özgün bir biçim getiriyorsu­
nuz. Bu biçim içinde yeni bir yorum da
getiriyor musunuz? Bu yalnız bir biçim
zenginliği mi?
Übü Baba, geleneksel olarak, armut
biçiminde bir mask takan "devasa" bir
kişilik olarak sunulmuştur. Biz, onu
masksız, d ü n ü n veya bugünün bir insanı
olarak sunmayı tercih ettik ve iktidara
karşı Übü Baba- Übü Ana çiftinin iliş­
kisini ayrıcalıklı kılmayı istedik. Ü b ü ,
Fransız Edebiyatı'nın masalsı bir kişili­
ğine dönüştü a m a bu aynı zamanda bir
komedyen için yorumlanacak harika bir
roldür d e . Bu, Lady Macbeth'e çok
yakın olan Ü b ü Ana için de geçerlidir.
Başlangıçta a m a ç Babette Masson ve
Guilhem Pellegrin'i aynı sahnede bu­
luşturmaktı ama sonunda bu oyunun d e -
pe
cy
katılıyor.
Übü,
kural
tanımayan
utanmaz,
obur, bayağı, doymak bilmez, iktidar
olmak için herşeyi yapan kocaman göv­
deli, armut kafalı bir adam. Grotesk ti­
yatro
biçiminin
önemli. örneklerinden
biri olan
Übü yazıldığından bugüne
güncelliğini yitirmedi. Her zaman tüm
ülkelerde
birbirinden farklı yorumlarla
ortaya çıktı. Bu defa N.A.D. topluluğu
yalnız iki kişiyle Übü Ana-Übü Baba, ile
oynuyor oyunu. Askerler, halk, saray yö­
neticileri, konuklar ve diğerleri sebze­
lerle, meyvelerle, eşyalarla, kuklalarla
simgesel
olarak
sahnede
görülecekler.
Tabii hepsi Übü Ana ile Übü baba'nın
oyuncakları
olarak.
Bu ilginç gösteriyi oynayan ve uyar­
layan Guilhem Pellegrin ile Paris'ten
fax aracılığıyla arkadaşımız bir görüş­
me yaptı.
Aşağıda bu söyleşiyi ve ülkemizde
Übü'yü
Üzbik Baba olarak dilimize
uyarlayan Orhan Duru'nun oyuna ait
yazısını
sunuyoruz.
a
F
ransa'dan N.A.D.A. Tiyatro
Topluluğu, ülkemizde daha
önce iki kez farklı yorumlar­
la oynanmış olan Alfred
Jarry'nin 1896 'da
yazdığı
Übü adlı oyunu ile festivale
ğişik yönlerini daha sonra keşfettik.
Alfred Jarry ile bugünün dünyas,
arasında nasıl bir bağlantı kurabiliriz?
Biçim açısından Alfred Jarry z a m a n ı n d a n ö n c e sürrealist, D a d a hareke­
tinin ve hatta Absürd Tiyatronun öncü­
sü oldu. İçerik açısından, budalalık ne
yazık ki z a m a n a bağlı değil ve bu oyu­
n u n başlıca konusudur. (İnsan 1896'dan
bu yana çok gelişti mi ve son savaş ger­
çekten sonuncu m u ? ) Jarry'nin oyunu
her zamankinden günceldir.
Bu oyun hiçbir yerde hem de her
yerde geçiyor diyorsunuz. Bu sözünü:
günümüzün modern demokrasi kralları­
nı da içeriyor mu?
Bu, her şeyden ö n c e her tür diktatörl ü k biçimini ve insanların herhangi bir
iktidar ya da otorite tarafından öldürül­
düğü her yeri içerir.
Oyunun
bu yorumunun
günümüı
Türk seyircisi tarafından özel olarak al­
gılanacak yanları olabilir. Ne dersiniz?
H e r h a l d e , Türk halkının bu oyunu
nasıl algılayacağım öğrenmek bizim
için de ilginç olacak. •
15
FESTİVALDEN
"Hergün yeni Übü'lük örnekleri ile
karşılaşıyoruz"
ÜBÜLEŞMEK
Orhan DURU
T
pe
cy
a
oplumumuz ve bu toplu­
mu yönetenler giderek
daha çok Übü'leşiyor. Ya
da bana öyle geliyor.
Belki de her büyük sanat
yapıtının yarattığı bir etki bu. Kendi­
mizi ya da çevremizi ona benzetiyo­
ruz ve sık sık benzerlikler buluyoruz.
1873-1907 yıllları arasında yaşamış
olan Fransız yazarı Alfred Jarry'nin
geriye bıraktığı en ünlü tiyatro yapıtı
'ÜBÜ'de böylesine derinden kavrıyor
insanı. Jarry başkalarının da söyledi­
ği gibi Lautreamont ya da Raimbaud
ile bağlaşık olarak düşünülebilir. On­
ların şiirde yaptıklarını o daha derin­
den tiyatro alanında gerçekleştirdi.
ÜBÜ bizim kuşağı da derinden
etkiledi. Bugün de etkilerini sürdürü­
yor. Son yıllarda serpilen ve gelişen
güldürü dergilerinde sık sık übüsel
yaklaşım örnekleri görüyorum. Kara­
göz ve Ortaoyunu geleneğinden
gelen toplumumuz ve aydın kesim de
Jarry'yi ya da onun başyapıtı 'Übü'yü
tanımasa bile yabancılık çekmez.
İnsan 'Übü'nün kabalığında, ağzı bo­
zukluğunda, eşeysel esprilerinde Rabelais'den İtalyan Commedia del
Arte'sine, oradan bizim geleneksel
gölge oyunumuz Karagöz'e uzanan
bir çizgi yakalayabilir kolayca.
Türk seyircisi Übü ile ilk kez
1962 yılının Ekim ayında Arena Tiyatrosu'nda karşılaştı. Çeviriyi Asaf
Çiğiltepe yapmıştı ve oyunu o koy­
muştu sahneye. Übü Baba rolünü
Ergun Köknar, Übü Ana rolünü Ani
Şahnazar oynamıştı. Çiğiltepe'nin
daha sonraki yıllardaki tiyatro yaşa­
mının ve daha pek çok sahne sanatçı­
sının ilk başarılı sınavı olmuştu bu
oyun. Übü'de rol alan kadrodan kimi
adları sıralayalım burada: Başar Sa­
buncu, Mehmet Güleryüz, Tunca
Yönder, Ege Ernart, Tolga Aşkıner,
Atilla Tokatlı, Tuncer Necmioğlu ve
başkaları.
Nerdeyse 30 yıl öncesinin bu ti­
yatro serüveni, devlet dışındaki sanat
ağırlıklı özel tiyatronun gelişmesinde
ilk başarılı adımlardan biri oldu, ya­
rattığı tartışmalar ve getirdiği yeni
atılımla.
Alfred Jarry'nin yaşamı Übü ile
başladı ve Übü ile bitti aşırı alkol tut­
kunluğuyla. Daha okul sıralarında ta­
sarladığı Übü tipi ile uğraştı hep.
Fransızların geleneksel kukla tiyatro­
su Guignol'la özleştirdi uğraşını.
Übü Roi Paris'te ilk olarak sahneye
konulduğunda kuklalarla oynandı.
Bugünlerde İstanbul'da bir Fransız
topluluğu tarafından izleyeceğimiz
Übü'de de kuklalardan yararlanıla­
cak.
Bu noktada kendi kişisel Übü
maceramı da anlatmak zorundayım.
Yıllar önce Jarry ve Übü üzerinde
uğraşmaya başladım. Uyarladığım
kimi tiyatro yapıtları 'Durdurun Dün­
yayı İnecek var.' ve 'Sınırdaki Ev'
gibi çalışmalarımdan sonra Genco
Erkal için bir Übü uyarlaması hazır­
ladım. Jarry Fransızca'nın gizli ve
çevrilmesi güç köşelerinde, argo ve
sövgü arasında dolaştığı için bu uyar­
lamayı yaparken hem Übü'nün adını
değiştirme, hem de kendi toplumu­
muz koşullarına uydurma yolunu
seçtim. Böylece ortaya 'Üzbik Baba'
çıktı. Genco Erkal'ın unutamayaca­
ğım katkılarıyla Üzbik Baba iki yıl
önce konuldu sahneye. Bir dönem
oynadı.
Geçenlerde Genco Erkal şunu
söyledi bana: "Biz Üzbik Baba'yı
biraz erken sahneye koymuşuz. Ne
kadar çok şey oluyor bugünlerde
Üzbik'lik."
Übü'de ilginç olan nokta insanoğ­
lunun açgözlülüğünü, sömürgenliği­
ni, zayıflıklarını, korkularını abartılı
bir biçimde ortaya koyması. Bu çeşit
yaklaşım Grotesque olarak da nite­
lendirilebilir. Kral Übü ve eşi Übü
Ana, benim uyarlamamdaki Üzbik
Baba ve Üzbik Ana, ikisi de pis, tem­
bel, açgözlü, herşeyi isteyen zevksiz,
kaba saba, kısacası iğrenç kişiler.
Bunların tek düşünceleri başkalarını
soymak, yönetimi ele geçirip herkesi
hapislere atmak, insanları savaşa sü­
rükleyip onları kırdırmak ve gene de
bir köşeye sıkıştırıldıklarında maz­
lum görünüp yalvarıp yakarmak.
Lüks düşkünlükleri ve aydın düş­
manlıkları ise gem vurulmaz boyut­
larda. Ama Jarry'in sıradan insanlara,
halka, topluma ya da ezilenlere daha
yumuşak baktığı sanılmasın. Übü'de
popülizm yok. Übü'de öteki tipler de,
halkı temsil edenler de farklı değil.
Kısacası bir hanzolar, kırolar, magandalar ortamı.
Hergün yeni Übü'lük örnekleri ile
karşılaşıyoruz ve bizim Üzbik
Baba'nın gelecekteki yeni versiyonu
giderek zenginleşiyor. •
cy
a
pe
FESTİVALDEN
17
Kent Oyuncularında glastnost sonrası bir oyun
İdealist öğretmenle
çağdaş gençliğin
çatışması
Y
Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarı öğrencileri Hakan
Gerçek ve Aslı Oyken ile, ortaya
yeni bir oyun çıkarmak için uğraşı­
yorlar. Arkadaşımız kendisi ile önü­
müzdeki sezona da kalacak, festiva­
lin bu yeni oyunu ve oyundaki roller
üzerine konuştu.
Rengin UZ
Siz, birinci tiyatro festivaline,
uzun süre yasaklanmış bir Sovyet
oyunu olan, Aleksander Galin'in
"Şafak Yıldızları" ile katıldınız. Bu
yıl yine yasaklanmış bir Sovyet
pe
cy
a
ıldız Kenter ve öğrenci­
leri, Tiyatro Festivali
için, Sovyetler Birli­
ği'nde, "Perestroyka"ya
kadar yasaklanan, Sov­
yet kadın yazarı Ludmila Razumovskaya'nın "Sevgili Yelena Sergeyevna" adlı oyununu hazırlıyor.
"Sevgili Yelena Sergeyevna",
60'lı yılların idealist eğitimini
almış, belli bir kültür ve inançla ye­
tişmiş matematik öğretmeni ile lise
son sınıf öğrencileri arasında geçi­
yor...
Yıldız Kenter, İstanbul Üniversi­
tesi Devlet Konservatuarında öğ­
rencileri Ziya Kürküt, Bora Seçkin,
oyunu "Sevgili Yelena Sergeyevna"yı oynuyorsunuz. Bu oyunu hiç
tanımıyoruz. Biraz bilgi verir misi­
niz?
Sevgili Yelena Sergeyevna,
"Böyle Sovyet öğrencisi olamaz"
gerekçesi ile yasaklanmış bir oyun.
Lise son sınıftan dört öğrenci, öğret­
menlerinin doğum gününü kutlamak
üzere onun evine gelirler. Öğrenci­
ler, öğretmenlerinden yazılı kağıtla­
rının bulunduğu kasanın anahtarını
isterler. Kadın anahtarı vermemekte
diretir.. Oyunda, bugünkü gençliğin
bazı değer yargılarını hiçe saymala­
rı çok çarpıcı bir biçimde işlenmiş.
Aslında oyunda çok çarpıcı bir top­
lum eleştirisi de var. Sevgili Yelena
Sergeyevna'yı çok evrensel boyutlu
buluyorum.
Siz kendi rolünüz ve oyundaki
dört öğrenci karakteri için ne diye­
ceksiniz?
Benim oynadığım Matematik
Öğretmeni Yelena Sergeyevna,
60'lı yıllarda yetişmiş, belli inançla­
rı, daha doğrusu kalıplaşmış inanç­
ları olan, dürüst, olumlu bir kadın;
idealist bir kuşaktan geliyor. Öğren­
cileri, kendisi ile alay ediyor ve ona
pe
cy
a
FESTİVALDEN
"Antigone" diyorlar. Oyunun so­
nunda kadın, kendini insan olarak
da hoca olarak da yetersiz buluyor;
çocuklarda iyi bir taraf olduğunu da
görüyor. Ludmila Razumovskaya'nın oyununda dört enfes karakter
var. Lelya'nın, yani kızın, tek istedi­
ği daha iyi bir yaşam, diplomat
olmak isteyen Valodya'nın aslında
nota ihtiyacı yok, o yalnızca gücünü
kanıtlamak istiyor; kibar görünüşü­
ne rağmen, içlerinde en diabolik
19
olanı da o. Kızın nişanlısı Paşa,
cesur görünmeye çalışıyor ama as­
lında korkuyor, oluşmamış bir kişi­
liği var. Vitya, Ziraat Fakültesine
girmek istiyor, içkici, zayıf, toplu­
mun döküntüsü denen türden. Dört
öğrenci kişiliği de çok zor roller..
Siz de 36 yıldır- konservatuarda
hocalık yapıyorsunuz. Acaba, oyun­
da canlandırdığınız öğretmen tipi
ile benzerlikleriniz var mı ?
Ben herşeyden önce oyuncu-
Çevirmen oyunun yazarını anlatıyor:
PERESTROYKA İLE
GELEN ÖZGÜRLÜK
Rengin UZ
gerçekleşecektir' düşüncesi ile oyun
yazmaya devam etti...
Gerçek oyun yazarlığı, 1978'de
kaleme aldığı, üç kuşaktan, üç kadını
anlattığı Aynı Çatı Altında oyunu ile
başladı. Sansür kurulunun oyunlarını
yasaklarken hep 'Sen tiyatro yazarı
değil, eleştirmensin' gerekçesini gös­
termesi üzerine, kendini Moskova
Üniversitesi Tiyatro Yazarlığı Yüksek
Okulu'nda buldu.
Okuldan mezun olduktan sonra,
1980 yılında, dönemin Kültür Bakan­
lığına başvurup, bir anlaşma imzala­
dı. Bakanlık, kendisinden, Sovyet
gençliğinin sorunlarını yansıtan bir
oyun yazmasını istedi. Böylece, Lud­
mila Razumovskaya'nın, Kültür Ba­
kanlığında tam bir şok yaratacak
Sevgili Yelena Sergeyevna oyunu
doğdu... Sansür, oyuna 'Ülkemizde
pe
cy
a
"Sevgili Yelena Sergeyevna"nm
1948 doğumlu Sovyet kadın yazarı
Ludmila
Razumovskaya,
oyunu
Türkçeleştiren
Belgi
Paksoy'un
dostu. İki yıl önce tanışmışlar ve kısa
sürede arkadaş olmuşlar.
Sözü, Belgi Paksoy'a bırakmadan
önce, Razumovskaya'nın yaşam öy­
küsüne bir göz atalım... Yazar, Sov­
yetler Birliği'nin Baltık Cumhuriyet'lerinden Letonya'nın başkenti
Riga'da doğdu. Küçük yaşta babasını
kaybettikten sonra, annesi ve annean­
nesi ile birlikte, Leningrad'ın kasaba
ve banliyölerinde yaşadı. Yıllar sonra,
Sovyetler Birliği'nin sanat merkezi
Leningrad'a taşınabildiler. Birinci
eşinden bir kızı olan Ludmila'nm
ikinci eşi, tiyatro yönetmeni. Aslında
tiyatro oyuncusu olmak isteyen yazar,
1974'de, Leningrad Üniversitesi Ti­
yatro Fakültesi Tiyatro Eleştir­
menliği bölümünden mezun
oldu...
Bundan sonraki gelişmeleri,
Kent Oyuncularının iki yıl önce
Festivalde sergilediği Aleksander Galin'in "Şafak Yıldızları"nı da dilimize kazandıran
Belgi Paksoy'dan dinliyoruz:
"Ludmila Razumovskaya,
tiyatro eleştirilerini yaparken,
oyun yazmaya başladı. Yazdığı
ilk oyun olan Aile, 1976-77 ti­
yatro sezonunda repertuara
alındı. Sosyal yaşamın geçtiği
dar boğazın aile bireylerini
nasıl etkilediğini anlatan bu
oyunu övgü aldı. Ancak sansür
kurumları tarafından yasaklan­
dı. İşte bu olaydan sonra Lud­
mila 'Yazar-tiyatro buluşması ergeç
yum, hocalığım oyunculuğumdan
sonra başladı. Cari Ebert ve Nuret­
tin Sevin, benim hoca olmamı iste­
diler. Ben Yelena Sergeyevna'yı
çok iyi anlıyorum, ama olaya daha
doruktan, daha objektif bakabiliyo­
rum. Onun inançlarından gelen belli
kalıplar var. Kadın "Ben kağıtları
değiştirmem, kasanın anahtarını
vermem" diyor, ben de böyle yapar­
dım. •
böyle bir gençlik yok' diyerek kesin­
likle karşı çıktı ve tabii oynanmasına
izin verilmedi. Yazar, oyununda acı
bir toplum eleştirisi yapıyor; tarih
önünde, geleceğe yönelik bazı ön yar­
gılar taşıyan bir toplumun eleştirisi
bu... Oyun, tekste ufak tefek değişik­
lik yapılarak, kaçamak olarak önce
Riga'da, sonra Leningrad'da oynan­
dı. Oyunla ilgili açık oturumlar, pa­
neller düzenlendi. Bir süre sonra Sov­
yetler
Birliği'nin
tüm
Cumhuriyet'lerinde oynanmaya baş­
landı. İşte o zaman sansür kurulu yal­
nız Sevgili Yelena Sergeyevna'ya
değil, yazarın diğer tüm oyunlarının
da sergilenmesine yasak koydu. Lud­
mila yazarlıktan da menedildi. Top­
raksız Bahçe adlı oyunu provadan
kaldırıldı. O da, çağdaş meslektaşları
gibi, Sovyetlerin yasaklı yazarlar, ya
da siyah bantlı yazarlar kuşağına
girdi. Perestroyka'dan sonra, Sevgili
Yelena Sergeyevna tüm Sovyetler'de
oynadı, büyük yankı uyandırdı. Cum­
huriyetler kendi tiyatroları ile bu
oyunu Avrupa turnelerine götürdü­
ler. Oyun birçok dile çevrildi.
1986'da Eldar Rizonov tarafından
filme alındı ama oyunu kadar başarılı
olamadı.
Son olarak çağdaş bir yorumla
Medeayı yazan Ludmila'nm en çok
istediği, bu rolü tiyatroda kendinin
oynaması "
L.Razumovskaya (solda), çevirmen Belgi Paksoy'
cy
a
pe
FESTİVALDEN
21
Kent oyuncularında Baydur'un
yeni oyunu"Maskeli Süvari"
Üretimsiz insanların
bunalımı
K
Rengin UZ
Müşfik bey, siz Memet Bay­
dur'un ülkemizde sergilenen ilk
oyunu olan "Limon" u sahneye koy­
dunuz. Sizin Baydur'u çok sevdiğini­
zi biliyorum. Nasıl tanıştınız anlatır
mısınız?
Adalet Ağaoğlu, sekiz, dokuz yıl
önce Mehmet Baydur'un Limon
oyununu okumuş, oyunu bizim ti­
yatroya vermesini söylemiş. Bir
süre buluşamadık, sonra bir araya
gelebildik ve çok eski tanış çıktık.
Memet'in babası Suat Nazif benim
basketbol koçumdu. Memet o sıra­
lar bebekti herhalde. Limon bizim
tiyatronun kadrosuna uygun olmadı­
ğı için, oyunu Devlet Tiyatrosuna
verdi. Ben de oyunu orada sahneye
koydum. Limon Ankara Sanat Ku­
rumunun en iyi oyun ve en iyi yö­
netmen ödülünü kazandı. Memet,
her zaman yazdığı oyunları önce
bana verir.
Siz, iki yıl önce, yine İstanbul Ti­
yatro Festivalinde Baydur'un "Yal­
pe
cy
a
ent Oyuncuları, 3.
Uluslararası İstanbul
Festivaline iki oyunla
katılıyor. Müşfik Kenter ve arkadaşları, fes­
tivalde, Memet Baydur'un Maskeli
Süvari adlı oyununu sergileyecek.
Memet Boydur yirmi yıldır yazı
yazıyor... Dört yıl kaldığı KenyaNairobi'de Goethe Institute'ün, Sinema-Video
bölümünü
yönetti.
Kenya Institute of Mass Communication'da Sinema Tarihi dersleri
verdi...
Baydur'un ilk oyunu Limon
1984-85 sezonunda, İstanbul Devlet
Tiyatrosunda, Müşfik Kenter'in reji­
si ile oynandı. Sonra, İstanbul Şehir
Tiyatrosu yazarın Cumhuriyet Kı­
zı, İstanbul Devlet Tiyatrosu Yan­
gın Yerinde Orkideleri sergiledi.
Müşfik Kenter,
Uluslararası
1 .İstanbul Tiyatro Festivalinde,
Memet
Baydur'un
Yalnızlığın
Oyuncakları adlı üç kişilik oyununu
sergilemişti. Bu kez, aynı yazarın
Maskeli Süvari'sini hem sahneye
koyuyor, hem Maskeli Süvari rolü­
nü üstleniyor.
nızlığın Oyuncakları"nı sergiledi­
niz. Kendilerini yalnızlığa hapset­
miş üç insanın hikayesi, seyirciyi
pek sarmadı, oyun ne yazık ki pek
seyirci bulamadı..
"Yalnızlığın
Oyuncakları",
benim de çok sevdiğim, Memet
Baydur'un da "en iyi oyunum" dedi­
ği bir oyundu. Toplumun, nasıl bir
baskı altına alınıp, nasıl yaşlandırıldığını, nasıl tepkisiz hale getirildiği­
ni anlatıyordu. Seyirciye bu çok
ağır geldi...
Memet Baydur'da, bir tiyatro ya­
zarı olarak sizi çeken özellik nedir?
Memet Baydur, oyun kişilerini
çok güzel konuşturuyor. Dialoglar
çok sağlam, esprileri düzeyli. Ayrı­
ca ben yalnız Baydur'un değil, genç
oyun yazarlarının oyunlarının oy­
nanması gerektiğine inanıyorum.
Siz, sahneye koyduğunuz, oyna­
dığınız oyunların içeriğinden söz et­
meyi sevmiyorsunuz, yine de, "Ti­
yatro Tiyatro" Dergisi okurları için
"Maskeli Süvari"den ve kadrodan
biraz söz eder misiniz?
Maskeli Süvari yazarın daha
hafif bir oyunu. İnsanların, kendi
kendilerine iç hesaplaşması gibi birşey... Tabii bunlar, belli bir yaşam
düzeyine gelmiş insanlar... Maskeli
Süvari antik bir açıkhava tiyatrosu­
nun barında geçiyor, yukardan sü­
rekli opera sesleri geliyor. Oyun,
ikisi kadın, üç arkadaş, bir barmen
ve Maskeli Süvari arasında geçiyor.
Hiç bir üretimde bulunmayan bu in­
sanlar, bunun sıkıntısını da duyu­
yor, bu nedenle Maskeli Süvariyi
biraz da kendileri yaratıyorlar...
Oyunda, benden ve Kadriye'den
başka, konservatuardan öğrencim
olan, daha önce Yalnızlığın Oyun­
caklarında birlikte oynadığımız
Hakan Gerçek ile karısı Çiçek, bir
de Devlet Tiyatrosundan bu oyun
için kadromuza katılan konuk oyun­
cu Zekai Müftüoğlu var. Zekai ile,
yıllar önce "Cyrano de Bergerac"
oyununda da yine birlikte olmuştuk.
Uluslararası Tiyatro Festivali­
nin bu yıl üçüncüsü gerçekleşiyor,
siz Festivale iki kez, bizden aynı
oyun yazarının oyunu ile katılıyor­
sunuz. Bu bir rastlantı mı ?
Festivalde yerli oyun oynamak
gereğine inanıyorum. Üstelik bu yıl,
Uluslararası ITI Kongresi nedeniy­
le, yabancı birçok yazar, tiyatro
adamı Türkiye'de olacağı için, onla­
ra bizden bir oyun sergilemek daha
hoş. •
a
cy
pe
FESTİVALDEN
23
Yazarından "Maskeli Süvari"
" M i z a h Duygusunu
sitirmemiş seyirciye
merhaba."
Festivalde, Kent oyuncularının
oynayacağı Maskeli Süvari adlı
oyunun yazarı Memet Baydur'la
Maskeli Süvari ve diğer oyunları
üzerine Madrid'ten fax aracılığı ile
yapmış olduğumuz görüşmeyi sunu­
yoruz.
Özlem ÖĞÜT
pe
cy
a
Sayın Memet Baydur, "Maskeli
Süvari" adlı oyununuz ilk kez sahne­
leniyor. Yayımlanmadığı için de, se­
yirci oyunla Festival süresi içinde
ilk kez tanışacak. Sizden,
yeni oyununuzun ana te­
ması ya da aktarmak iste­
diği mesajı hakkında
bilgi alabilir miyiz?
Oyun, evrensel an­
lamda bir karakteristik
yapıya mı sahip?
Maskeli
Süvari,
"sanat-seviciler" üstüne
yazılmış bir oyun olacak­
tı. Eğlenerek, öfkelene­
rek, hüzünlenerek bu in­
sanları
anlamaya,
çözmeye çalışan bir oyun
yazmak istiyordum. Ya­
zarken ayrımına vardım
ki, sanat-seviciler üstüne
olduğu kadar, başka şey­
ler üstüne de bir oyun çı­
kıyordu ortaya. Çocuklu­
ğumun
kitaplarına,
kahramanlarına gönder­
meler, selamlar, şapka çı­
karmalar var oyunun
içinde.. Üç Silahşörler,
Cyrano de Bergerac,
Zorro, Pekos Bill, Fantoma, Mandrake, Ten­
ten ilk aklıma gelenler. Bu gönder­
melere bakarak oyunun, sizin
deyiminizle "evrensel anlamda bir
karakteristik yapısı" olduğunu söy­
lemek, zorlama ve özenti olur gibi­
me geliyor. Maskeli Süvari de,
bütün diğer oyunlarım gibi, yerel ol­
mayan bir temayı, dünyanın herhan­
gi bir yerinde geçebilecek bir olayı,
ancak Türkçe yazan birinin yapabi­
leceği şekilde anlatıyor.
Oyunda "Maskeli Süvari" bir
simge mi?
Maskeli Süvari bir simge değil.
Daha çok bir imge olduğu söylene­
bilir. Uç bin yıldır olup biten herşeyi anımsayacak kadar güçlü bir bel­
leği olan ve bu zaman parçasının
hesabını hem kendinden, hem çev­
resinden, yoluna çıkan insanlardan
soran birisi, ancak imgesel olanla
anlatılabilir artık günümüzde ne
yazık ki..
Oyunlarınızı yurt dışında yazı­
yorsunuz.
Ülkemizdeki olaylara
uzaktan bakan biri olarak yaratım­
da zorluk çektiğinizi düşündüğünüz
oluyor mu?
İlk oyunum Limon'u yazarken
de (Ankara'da, 1981 yılında), son
oyunlarım olan Vladimir Komarov'u ve Düdüklüde Kıymalı
Bamya'yı yazarken de (Madrid'de,
1991 yılında), ülkemize uzaktan
bakan biri olarak da, ülkemize çok
yakından bakan birisi olarak da, ha­
yatımda hiçbir gün, hiçbir dönemde
"yaratımda zorluk çekmedim". Yaz­
dığım herşeyi çabuk, kolay ve ara­
lıksız çalışarak yazdım, zorlanma­
dan. Hem benim tek ve asıl ülkem,
memleketim Türkiye'dir. Dil her
zaman, her yerde benimle beraber­
di. Böyle olunca, oyunları Adıya­
man'da ya da Afrika'da, Nazilli'de
ya da Paris'te yazmak önemli olmu­
yor. Seçtiğiniz konuyu, nasıl bir
dille anlattığınız belirliyor oyunların
özünü. Dil ideolojiyi de belirliyor
böylece.
Oğuz
Atay'ın,
Can
Yücel'in, Edip Cansever'in, Sait
Faik'in, Melih Cevdet Anday'ın dil­
lerini düşünün bir.
Oyunlarınız yurt dışında da oy­
nanıyor mu, veya oynanması ve ya­
yımlanması için bağlantılar var mı?
Kadın İstasyonu adlı
oyunum bu yıl Marsilya'da
Toursky tiyatrosunda Richard Martin ekibi tarafın­
dan sahnelecek. Yangın
Yerinde Orkideler yine bu
yıl İngiltere'de yayınlanı­
yor, oynanması ihtimali
var. Vladimir Komarov
ise, Alber Saban tarafından
İspanyolcaya çevrildi. Valencia ve Lizbon'da iki ayrı
tiyatroda
inceleniyor.
Kadın İstasyonu önümüz­
deki yıl, Richard Martin Ti­
yatrosu ile Barselona, Na­
poli, Kartaca ve Patras'da
oynanacak. Beni asıl ilgi­
lendiren,
oyunlarımızın
Türkçe oynanması.
Oyun ilk kez sahneye çı­
kacağından doğal olarak,
üzerine yazılmış yazı ve
eleştiriler
bulunmuyor.
Oyuna gidecek seyirciye
dergimiz aracılığı ile ulaş­
tırmak istediğiniz bir sözü­
nüz var mı ?
Mizah duygusunu yitirmemiş, ciddi ciddi ve kıkır kıkır
gülmesini bilen, trajik olanın gü­
lünçlüğünü de göz önünden eksik
etmeyen, gerçekleri halının altına
süpürttürmeyen seyirciye merha­
ba..
24
AYIN KONUSU
Festival üzerine Cevat Çapanla söyleşi
"Festival heyecan verici
bir olaya dönüştürülmeli"
Ş
pe
cy
imdiye kadar sezon içinde İstan­
bul'da oynayan oyunların festi­
vale girememesi ieklinde bir
kural vardı, bu festivalde o kırıl­
mış. Ben iyi olmuş diyorum, da­
raltıcı oluyordu. Daha önce bir-iki kişi­
lik oyunlar geliyordu şimdi ansamble
getirebilir olmuş.
Evet, onun üzerinde duruldu. Benim
de katıldığım danışma kurallarındaki
toplantılarda genel eğilim festivalin ni­
teliğini yükseltmek uluslararası bir ti­
yatro festivali olmasını sağlamak. Aslın­
da bazı tiyatroların programları dolu ve
getiremiyoruz.
Sanıyorum, bu kez ağır basan toplu­
luk Gürcistan'dan gelen Rustavelli Tiyatro'su. Bu tiyatronun son yıllarda
hem Kafkas Tebeşir Dairesi oyunuyla
hem de Kral Lear oyunuyla Avrupa'da
ve Amerika'da çok başarı kazanmış bir
topluluk. Böyle bir topluluğun Türki­
ye'de Brecht'i oynaması, Kafkas Tebe­
şir Dairesini oynaması, sanıyorum ki ti­
yatro olayı sayılabilir. O bakımdan
festivalin böyle bir ağırlığı var.
İkinci önemli topluluk İngiltere Ulu­
sal Tiyatrosu'nun Tartuffe'le katılması
ilginç bir katılım bu. Londra'daki İngiliz
Ulusal Tiyatrosu bir Fransız eserle,
Moliere'in Tartuffe'siyle katılıyor, ama
Tartuffe çevirisiyle değil, bir uyarlamasıyla katılıyor. Yani bu oyunu bir kere
Asyalı oyuncular oynuyor. Büyük Bri­
tanya'da sanat konusunda şöyle bir poli­
tika izleniyor son 5-10 yıldır. Özellikle
Londra, Birmingham gibi büyük şehir­
lerde sayıları azımsanmayacak etnik
gruplar var. Zaten Hintliler, Pakistanlı­
lar eskiden beri oralarda çok sayıda.
Hem merkezi yönetim, hem yerel yöne­
timler bu etnik grupların kültür etkin­
liklerini yapmaları için para desteği sağ­
lıyorlar. Bu artık Ulusal Tiyatroda bir
Asyalı grubun orada oyun oynaması,
turneye çıkmasına kadar varmış, bu
bence önemli bir aşama.
Fransa'dan kim geliyor?
Üçüncü yabancı topluluk da Fran­
sa'dan geliyor. Benim elimde çok somut
bilgiler yok Fransa'dan gelen haberler
iyi
prodüksiyon
olduğuna
dair.
UBU'nun da Türkiye'de hem bilinen
hem de önemli bir oyun olması yönün­
den sanıyorum olumlu bir özellik festi­
val için.
Yerli topluluklar için ne söyleyecek­
a
Yılmaz ONAY
siniz?
Yerli toplulukların da nitelikleri
üzerinde önemle duruldu. İlk defa festi­
valde göreceğimiz oyunlar var. Bunlar­
dan biri Müfettiş. Nazım Hikmet'in
İvan İvanoviç'in Bakırköy Belediye Ti­
yatrosu hazırlıyor. Her ikisi doğrudan
festival için yapılan prodüksiyonlar.
Bunlar festivali canlı ve heyecanlı kıla­
bilecek katılımlar. Bunun dışında da
Kenter Tiyatrosu da iki yeni oyunla ka­
tılıyor. Biri Memet Baydur'un oyunu
Maskeli Süvari, Sevgili Yelena Sergeyevna adlı oyun ise Sovyet yapıtı.
Ankara'dan AST, Gorki'nin Ayakta­
kımı Arasında oyunuyla katılıyor.
Gene Ankara'dan Devlet Tiyatrosu Ka­
festen Bir Kuş Uçtu ve Şeytan Çel­
mesi ile geliyor.
Bu festivalin bir yeniliği de amatör
tiyatrolar gibi işe başlayan hatta amatör
tiyatro olarak varlığını sürdüren Bilsak
Tiyatro Atölyesi'nin İşte Baş İşte
Gövde, İşte Kanatlar oyununu progra­
mına alması. Bu oyunun çok dar biryerde oynanmış olması, 25 kişilik bir sa­
londa oynanması yüzünden festival
programına alınıp daha geniş seyirci kit­
lesine ulaştırılması amaçlandı.
İşte belki daha önceki kural olsaydı,
İstanbul'da oynandığı için giremeyecek­
ti.
Evet, böyle bir seçim benzer tiyatro
kuruluşları için de bir çeşit yüreklendir­
me sayılabiliyor. Festivalde gerçekleşe­
ceğini umduğumuz başka bir önemli
olay yaşanacaktı ama sanıyorum bu ger­
çekleşmeyecek. Havel'in gelmesi söz
konusuydu. Şeytan Çelmesi geliyor
Devlet Tiyatrosu'ndan, buradan da
Genco Erkal'ın oynadığı Buruk Ezgi
oynayacak. Böyle genel bir bakışla fes­
tivalin çok değişik türde oyunlarla karşı­
mıza çıkacağı geniş, zengin bir yelpa­
zesi var. Bunların arasında klasikler de
var . Modern klasikler diyelim Brecht
gibi, Gorki gibi Jarry gibi, daha eski
klasikler var Moliere'in Tartuffe'ü gibi.
Bu bakımdan da ilginç bir yanı var festi­
valin.
Zaten klasiklerin sürekli değişik yo­
rumlarla oynanması zenginliğine bir şe­
kilde kavuşmamızı bekliyorduk. Devlet
Tiyatroları, Şehir Tiyatroları bunu bir
ölçüde yapıyorlardı. Biz önce hem ko­
miteye hem festivalimizin yöneticilerine
bu hızlı gelişmeleri için teşekkür edelim
Bu festival İstanbul Film Festivalinin
boyutunda olamaz, ama üç yabancı top­
luluk değil de 15-20 yabancı topluluk
gelemez mi? Karşılaştığınız zorluklar
nedir ve neden buna ulaşılamıyor?
Bir kere, film festivalinin programı­
nın zengin olmasını sağlamak para açı­
sından çok güç değil. Yani gösterilmesi­
ni istiyor o filmleri yapan şirketler onlar
için bir reklam oluyor, festivalin yarış­
malı bir festival olmasının da bir payı
var. Festivalin 10 yıllık bir geçmişi ol­
ması festivali
dünya festi­
valler bağla­
mında önemli
bir festival ha­
line getiriyor.
İstanbul Film
Festivali dün­
yada önemse­
nen bir film
festivali. Ti­
yatro Festivali
ise Uluslara­
rası bir Tiyat­
ro
Festivali
olmasına rağ­
men
henüz
uluslararası
önemini ka­
nıtlamış değil,
bunun neden­
leri var. Bir
kere çok daha
güç koşullar­
da gerçekleşi­
yor. Böyle bir
festivali ger­
çekleştirmek
çok daha pa­
halı, ayrıca
böyle bir fes­
tivale devletin
katkısı şimdi­
lik çok fazla
olmuyor.
Zaten sanıyo­
rum
şimdi
devletin poli­
tikası da sanat
ve kültür et­
kinliklerinde
bir çeşit sponsor desteğini sağlamak. İs­
tanbul Festivali,yani Haziranda başla­
yan sanat festivali, o da uluslararası
önemi olan bir festival ve o çok daha
büyük destek sağlayabiliyor, devletin
katkısı daha büyük oluyor, ayrıca çok
daha fazla sponsor bulabiliyor, bankalar
o konuda daha büyük yardımcı oluyor­
lar.
Tiyatro Festivalinin müzik ağırlıklı
İstanbul Festivali ya da gençliğin çok
desteklediği Film Festivalinin yanında o
25
AYIN KONUSU
a
Geçmiş iki yıla oranla bu gelişmeleri
gözönüne alarak bundan sonraki yıllar­
daki hızı düşünürsek herhalde uluslara­
rası toplulukların davetinde daha önem­
li, hızlı gelişmeler olacak diyebiliriz.
Öyle sanıyorum. Şöyle bir olumlu
gelişme de var. Memet Baydur Madrit'te oturuyor, eşinin orada görevli ol­
ması yüzünden oradaki tiyatro çevrele­
riyle olan ilişkilerinde çok olumlu
gelişmeler sağlayabilmiş. Akdenizliler
Tiyatrolar Birliğinde Yönetim Kuruluna
girmiş, onlarla bir takım yakın bağları
var. Akdeniz ülkelerindeki tiyatro festi­
vallerinde Türk topluluklarının katılma­
sı böylece sağlanabiliyor. Buradan bir
takım yakınlıklar doğuyor. İstanbul Ti­
yatro Festivaline katılmak isteyen tiyat­
ro topluluklarının sayısı da artıyor. Bu
yüzden Fransa'dan gelmek isteyenler
var, sanıyorum Memet Baydur'un oyu­
nunu Marsilya'da oynayacak bir tiyatro
topluluğu var, onlar gelmek istiyorlar
gelecek yıl. İspanya'dan topluluklar ge­
lebilir. Ayrıca İtalya'dan, öbür Akdeniz
ülkelerinden, Kuzey Afrika'daki bazı ül­
kelerden tiyatro toplulukları gelebilir.
Sanıyorum gelecek yıl herhalde Yunanistanda katılabilir. Bu arada Sovyetler'den de gelmek isteyen başka toplu­
luklar var. Örneğin Perm diye bir
şehirden Sovyetlerden gelmek isteyen
bir tiyatro topluluğu var. İki kişilik bir
oyunla gelmek istiyorlar, ama onlardan
önce Gürcistan'dan gelen toplulukta an­
laşma yapıldığı için o topluluk henüz bir
bağlantı sağlayamadı. Çekoslovakya,
Macaristan, Polonya gibi ülkelerde de
çok ilginç tiyatro toplulukları var ve sa­
nıyorum bu ülkelerden de gelecek festi­
vallerde çok pahalı olmayan, daha ucuz
tiyatro toplulukları getirmek mümkün
cy
kadar büyük bir şansı yok şimdilik.
Bunda tiyatronun geçirdiği genel bunalı­
mın da payı olabilir. Festivalin tiyatro
mevsiminin sonuna gelmesinin payı ola­
bilir. Gerçekten çok heyecan verici bir
olay haline getirmek lazım bu festivaliki hem seyircisinden büyük bir destek
görsün hem de seyircinin gösterdiği bu
büyük ilgiyi desteklemek gereğini duy­
sun bankalar, para sahipleri, büyük ser­
maye. Bunun sağlanması gerekiyor.
Tiyatro canlı olduğu için zorluklan
var. Size bir örnek vereyim. Bu festivale
Rus tiyatrosunun gelmesi söz konusuy­
du, daha önce Türkiye'ye gelmiş olan
bir tiyatro topluluğu bu. Türkiye'de çok
sevilen, başarılı bir tiyatro topluluğu.
Bu topluluğun
bir ya da iki
oyunla gelmesi
sözkonusuydu.
Festival komi­
tesi çok istek­
liydi bu tiyat­
ronun gelmesi
için. Ama o ti­
yatrodaki çalı­
şanların iste­
dikleri ücretler
çok olmuş, o
tiyatronun bu­
raya gelmesi­
nin maliyeti o
kadar yüksekti
ki gelemezdi.
O tiyatroyu ge­
tiremedik bu
festivale.
pe
Atina'dan
Attis Tiyatro­
su gelecekti, il­
ginç bir oyun­
la, onlar da bu
otobüs yangını
olayını bahane
ederek gelme­
diler.
Belki
kendileri
bu
kararı verme­
diler ama ora­
daki
kamu
oyunun baskısı
yüzünden gele­
mediler.
Oysa tam
tersi olabilirdi.
O
gerginliği
yumuşatabilirl
erdi.
Sanatın böyle bir gücü olduğunu
göstermeleri gerekir sanatçıların. Bu
çeşit yapay bir gerginlik çıktığı zaman
sanatçıların bunların çok sanat dışı, ya­
ratıcılık dışı engelleme olduğunu düşü­
nüp onu yumuşatmak için fazla bir çaba
göstermeleri yerinde olurdu.
Hatırlar mısınız, daha önceleri İs­
tanbul Gençlik Festivali sırasında Kıb­
rıs gerginliğinin en alevli yıllarıydı ama
Yunan Gençlik Toplulukları gelirdi.
olur sanıyorum; çünkü o ülkelerden ti­
yatro topluluğu getirmek daha kolay.
Gelen yabancı toplulukların Festi­
val süresince kalmaları ve birbirleriyle
kontakt kurmaları planlanıyor mu?
Bu yıl Eleştirmenler Birliği şöyle
bir karar aldı. Üç ya da dört söyleşi top­
lantısı yapacak. Bunlardan biri Memet
Baydur'un 25 Mayıstaki oyunundan
sonra yapılacak, o oyunla ve genel ola­
rak festivalle ilgili bir söyleşi olacak.
Daha sonra 31 Mayısta saat 11'de
AKM'nin fuayesinde bir söyleşi olacak.
2 Haziran Taksim Tiyatrosu'nun fuaye­
sinde saat 18'de bir söyleşi olacak. 5
Haziran'da da AKM'nin fuayesinde saat
ll'de bir genel değerlendirme toplantısı
olacak. Bu festivalin bir zenginleştiren
iki olay daha var. ITI'nın kongresinin
burada yapılması, bu vesileyle dünyanın
birçok yerinden ITI'nın temsilcileri bu­
rada bulunacak ve onların tiyatroyla il­
gili çalışmaları olacak, tiyatroyla ilgili
bildiriler okunacak, bir doğaçlama sean­
sı olacak. Ayrıca Uluslararası Eleştir­
menler Birliği'nin yönetim kurulu top­
lantısı da yapılacak. 15 kadar değişik
ülkeden eleştirmenler gelecek. Onlar da
festivali zenginleştiren bir katılım sağla­
yacaklar sanıyorum.
Okuma tiyatrosu dediğimiz kalemi
festival bünyesi içine bir şekilde sokma
düşüncesi var mı?
Bu öneri festival komitesinin toplan­
tılarında dile getirildi ve olumlu karşı­
landı. Hatta Rutkay Aziz bir öneriyle
de okuma tiyatrosunun festivalin kapsa­
mında yer almasını önerdi. Aslında
böyle birşey olabilir. Belki de böyle ayrı
okuma seanslarının düzenlenmesini sağ­
layabilecek bir hazırlığı yoktu festival
komitesinin. •
ITI'nın 2 4 . Dünya Kongresi
İstanbul'da yapılıyor
Bilindiği gibi, merkezi Paris'te bu­
lunan ve 1948 yılı Haziran ayında ku­
rulmuş olan Milletlerarası Tiyatro
Enstitisünün (kısaltılmış adı ITI) 24.
Dünya Kongresi bu yıl yurdumuzda
yapılıyor. 60 ülkeden 300 - 400 tiyatro
adamının katılacağı kongre 26. Mayıs
1991 günü AKM Salonlarında yapıla­
cak açılış ile başlayacak ve 1 Haziran
1991 günü Rumelihisarın'daki Türk
Günü gösterileriyle sona erecek.
Uzmanlık alanlarındaki komisyon
çalışmaları ve genel kurul toplantıla­
rının yanısıra Türkiye'den Ayşegül
Yüksel, Özdemir Nutku, Sevda Şener,
Metin And, İlber Oltaylı, Ayşin Can­
dan tarafından İngilizce bildirilerinin
sunulacağı Türkiye Kültürler Kuşağı
konulu Colloquium, Cevat Çapan'ın
başkanlığında, 30 Mayıs'da Swiss
otelde gerçekleştirilecek.
Dikna Erden
Kongre dolayısiyle NTC'nin dü­
zenlediği doğaçlama atölye çalışmala­
rı bu yılki kongrenin ağırlığını oluş­
turmakta. Çetin İpekkaya'nın Genel
koordinatörlüğünü üstlendiği çalış­
malar AKM'deki 5 atölyede 18 Mayıs
- 31 Mayıs arasında yapılacak. Türki­
ye'den 15, diğer ülkelerden 40 sanat­
çının katıldığı çalışmaları Tunus'tan
Muhammed Driss, Kore'den Jeong
Ok Kim, Fransa'dan Pierre Debauche, Japonya'dan Akiko Hattori, Shigeyuki Toshima ve Türkiye'den Çetin
İpekkaya yönetecekler.
Yunus Emre'nin yaşam ve ozanlı­
ğının temel konu olarak ele alındığı
özel atölye çalışmasının ise Etlen Stewart yönetiyor. 31 Mayıs 1991 Cuma
günü sergilenecek doğaçlama gösteri­
lerinden başka kongre boyunca çeşitli
etkinliklere de yer verilecek. •
a
pe
cy
FESTİVALDEN
27
Bilsak Tiyatro Atölyesi
"Umuda açılan
kapılar"
pe
cy
Seçkin SELVİ
Gerçekten yabancılaşıyor muyuz
hep birlikte, yoksa daha mı yakınlaşıyoruz bazı kavramlara, bazı davra­
nışlara?..
Bir yığın ölümü yaşamış olanlar
için ne kadar da aşina görüntüler,
konuşmalar. Kuşkusuz aşina olma­
yan yanlan da var. Örneğin, o kla­
sik ölü evi sahnesinin vazgeçilmez
aksesuarı olan "hanımefendinin di­
zindeki battaniye" yok. Oysa soylu­
luğun damıttığı bir ince yas belirtisi­
dir, ancak "bey" öldükten sonra
başköşedeki koltuğa oturmayı hak
gören hanımefendinin dizlerindeki
battaniye. Ve kapıdan her yeni gire­
ne "Aaah, sizi ne kadar severdi" ile
başlayan ve mutlak avutulmayı bek­
leyen minik bir dövünme. Bunlar o
cumbalı odada yok. Zira orada "ha­
nımefendi" yok. İki kadın var yal­
nızca. Biri emektar bir gündelikçi,
can yoldaşı, alttan alta hem baştan
çıkarıcı, hem rakip. Öteki ölenin ka­
a
D
ört genç insanın yedi
aylık bir dramaturji ça­
lışması ve sahne, dekor,
giysi tasarımı sonunda
ortaya
çıkan,
yazar
Sevim Burak'ın, İşte Baş İşte
Gövde İşte Kanatlar adlı oyunu iki
mevsimdir
BİLSAK'ta
oynandı.
Genç bir grubun bu özgün tiyatro
çalışmasını, Seçkin Selvi'nin Milli­
yet Sanat Dergisinde çıkan yazısın­
dan aldığımız bir bölümle tanıtıyo-
Sevim'in sırtında o uzun, vişne
çürüğü ya da siyah kadife ev giysi­
lerinden biri var. Yüzükleri, yüzük­
leri, yüzükleri, bilezikleri ve gümüş
kolyeleri. Ömer mavi helezonlara
buladığı fırçasını tualin önüne bıra­
kıyor. Sohbete dalıyoruz. Cihan­
gir'deki
evdeyiz
sanki.
Evet,
Cihan­
gir'de bir evdeyiz
gerçekten, cumba­
sı ve eteği dantelli
patiska perdeleri,
cumba
boyunca
uzanan sediri, eski
çerçeveler yerleşti­
rilmiş aynalarıyla
bir Cihangir evi.
Yoksa bir Kuzgun­
cuk evi mi?..
Cumbalı odada
iki kadın. Bir de
ölü. Öyle upuzun
yatıyor beyaz çar­
şafın altında. Oda­
nın öteki ucunda
yaklaşık yirmi kişi.
Camus'nün
"Ya­
bancı"sı
o
iki
kadın mı, odanın
karşı kıyısında otu­
ran yirmi kişi mi?..
rısı, ama dengi dengine bir evlilik
değil onlarınki. "Evlatlık" gelmiş o
eve. "Evini temiz tutar, ocağına ten­
cere vurur, temiz pak bakarsın,
adam da nikahına alır seni. Ölünce
de parası pulu kalır," demişler getir­
mişler. Adı Melek. Kuşkusuz ger­
çek adı değil. Biz çok hassasızdır ya
ad değiştirme konularında, evlatlık
alınca kol gibi bileklerini kesip ka­
fasını kazıttıktan sonraki ilk iş, o ya­
kışıksız Güllü, Yeter, Dursune, Gül­
süm
adını
değiştirip
"Neşe",
"Aynur", "Suna" gibilerden bir ad
takmaktır. Gerekçesi de hazırdır,
"Yavrum, bugüne kadar yüzün gül­
memiş, adın Neşe olsun ki, sen de
hep neşeli ol." Melek ile Nivart'ın
ölünün yattığı odada konuştukları,
yaşadıkları, dalga dalga bu çağrı­
şımları getiriyor. Kibarca, kendileri­
ne öğretildiği biçimde yemeğe baş­
layıp sonunda bileklerine kadar
tabağın içine gömülerek avuç avuç
yemek yemeleri. Konu komşunun
taşıdığı yemekler midir bunlar,
günün birinde tatmayı umarak
yaşam boyu sürdürülmüş bir özlem
mutfağının ürünleri midir, gidenin
bıraktıklarını silip süpürmek midir,
saygıdan çok korku duyulan bir ki­
şinin baskısından bir anda kurtuluvermenin özgürlüğünü yaşamak
mıdır, bilinmez. Ama nedeni ne
olursa olsun, çeşitlemelerini her ce­
naze evinde gördüğümüz bir yemek
düzeni bu.
a
cy
pe
FESTİVALDEN
29
Bakırköy Belediye Tiyatrosundan Nazım Hikmet
Bürokrasiden
çıkan insanlar
cy
Zeynep ÜSKÜL
piyesin geçtiği mekan ya da ülke
belli oluyor. Ama tabii bu piyesin
evrensel olmasını engelleyen bir şey
değil. Zaten zannediyorum ki
Nazım Hikmet de sadece Sovyetler
Birliği'ni ve oradaki insanları eleştinmek için yazmadı. Piyesi biraz
daha derin, daha dikkatli okuyunca
bu alt metin ortaya çıkıyor. Nazım
Hikmet'in yazmak istediği daha
mutlu yaşamak için bir organizasyo­
nu yaratan insanların zamanla o or­
ganizasyonun esiri olmaları. Bütün
problem Sovyetler Birliği'ni eleştir­
mekten çıkıp, sistemi uygulayan in­
sanlara yöneltmek. Bu yüzden de
biz bu piyeste insanı hedef aldık,
bütün dirimselliğiyle, cinselliğiyle,
bütün boyutlarıyla, psikolojisiyle,
sosyal bir varlık olmasıyla.
İvan İvanoviç diye yarlığı yok­
luğu tartışılan biri var, İvan İvano­
viç bürokrasinin ruhu , ecinnisi gibi
bir şey. Binlerce yıldır geleneği olan
bürokrasi İvan İvanoviç gibi bir
felsefe üretmiş. Bu felsefenin içinde
ne var? Bu felsefe insana varıncava
a
B
akırköy Belediye Ti­
yatrosu , İstanbul Ti­
yatro
Festivaline
Nazım Hikmet Ran'ın
İvan İvanoviç Var
Mıydı Yok Muydu adlı oyunuyla ka­
tılıyor. Oyunun yönetmenliğini Ke­
nan Işık reji asistanlığını Ali Düşenkalkar, kostümlerini Gönül Sipahioğlu, dekoratörlüğünü ise Cem
Köroğlu yapıyor. Kenan Işık'la ti­
yatronun salonunda bir prova ara­
sında arkadaşımız yaptığı söyleşiyi
sunuyoruz..
pe
İvan İvanoviç Var Mıydı Yok
Muydu Sovyetler Birliği 'nde geçen
ama her yerde de geçebilen bir
oyun. Siz bunu günümüze nasıl
uyarladınız? Sovyetler Birliği'nde
mi geçiyor yoksa mekan belirsiz mi?
Piyesteki isimler Petrof, Lucia,
İvan İvanoviç olunca ister istemez
kadar kurallarını saptamış, taşlaş­
mış, fosilleşmiş kurallar bunlar. Bu
kuralları yapan çatan ruh, zihniyet
İvan İvanoviç. Bunun örnekleri
dünya edebiyatında çok vardır:
Faust, Mefisto ikilemi, bu tarz iki­
lemler zaten insanoğlunun varlığın­
dan beri olan ikilemler. Bu piyes şu
ya da bu toplulukta geçiyor olabilir
ama, şu ya da bu sistemde, toplum­
da geçiyor olması pek fazla bir şeyi
değiştirmiyor. O sistemdeki insanın
kimliği çok önemli, yani demokrat
sistemlerde ve de öteki sistemlerde
insanlar nasıl? Bu çok önemli.
Siz nasıl bir yorum getirdiniz
oyuna?
Piyesteki bu temayı, sahnede ha­
rekete dönüştürmeye bir konsept
içerisinde gayret ediyorum, başka
bir şey yapılamaz. Teknik bir takım
şeyler var tabii, tüm piyeslerde oldu­
ğu gibi. Bu piyes aşağı yukarı
1955'de yazılmış. 1955'te yazılması­
na rağmen çok çağdaş bir biçim kul­
lanılmış. Biz de bu üslubu genişlet­
tik, buna uygun bir dramatürji
çalışması yaptık. Bu dramatürji ça­
lışması içerisinde, piyes okunduğu
zaman pek görülmeyen bazı şeyler
daha net ortaya çıktı.
Bu genç kadroyla çalışmak sizin
için nasıl bir deneyim oldu?
Bakırköy Belediye Tiyatrosu ku­
ruluşunda bir yenilik var, bir alter­
natif olma isteği var. Alternatif ti­
yatrolara her zaman ihtiyaç vardır.
Kurumlaşmış köklü tiyatrolar var­
dır, onlar köklü tiyatro anlayışıyla
tiyatro yaparlar; bir de geleceğin ti­
yatrosunu oluşturacak olan bir genç
grup vardır. Tiyatro yeniliğe açık bir
sanattır. Tiyatro bugünden yarına
değişmek, yenileşmek ihtiyacında
olan bir sanattır. Tiyatro asla tutucu
olamaz.
Tiyatroda sahneye çıkılır ve bir
estetik anlayış içinde insanoğluna
olan biten durum hakkında bir takım
yorumlar sunulur. Bu genç kadro bu
anlayışı biraz sarsabilir, değiştirebi­
lir. Türkiye'de böyle tiyatrolar da
var. Örneğin Bilsak Tiyatro Atöl­
yesi son bir kaç yıldır bu tarz çalış­
malar yapıyor.
Birlikte bu piyesi hazırladığım
arkadaşlar çok genç, sahne bakımın­
dan söylüyorum çok deneyimsiz, ya
bir ya ikinci oyunlarını oynayan
genç oyuncular bunlar. Onlarla bu
piyesi çalışmak benim için çok yön­
lendirici, heveslendirici oldu.
Oyunla hazırlamayı düşündüğü-
a
pe
cy
31
FESTİVALDEN
nüz dekor arasında nasıl bir uyum
olacak?
Nazım Hikmet oyunu çok keskin
bir eleştiri, aynı zamanda çok hoş
bir eleştiri olarak yazmış. Altına bir
dalga geçme döşemiş. Bana sorarsa­
nız, biz bunu dekora da yansıtabilirsek, seyirciye de geçecek .
Bürokrasinin
fosilleşmişliğini
dekorun içinde de bulabilirsiniz
Ama biz isteriz ki arka plana 150200 tane yanan petrol kuyusu izleni­
mini da uyandıralım insanda. Çünkü
savaş önemli, savaşa karar veren in­
sanlar kimler?Kim imza atıyor, kim
atmıyor.Dünya bugünden yarına de-
ğişirkin hep olumlu değişmesi
lazım. Geleceğinin daha olumlu
oluşması adına sanatçılar sanatsal
üretime yönelirler, bu insanda bir iç­
güdüdür zaten. Özellikle sanatçılar
bu kaygıyı her zaman taşımışlardır.
Erimiş bitmiş ve biraz tedirgin
edici atmosfer ama yaşamayan bir
atmosfer
olacak.Dosyalar
sanki
1000 yıldır hiç ellenmemiş gibi duracak.Bir hoparlör, yeni açmaya ça­
lışan bir bitki, bir bürokrat masası.
Nesnelerin birbirleriyle uyumsuz
luğu Nazım Hikmet'in metnin altına
döşediği ironiyi yansıtacaklar.Bu
kasketli ve hasır şapkalı tipinin ça-
Nazım Üzerine
en iyisi"
a
"Yolda ölmek
Yılmaz ONAY
"15 Nisan 1955. Nazım bugün,
yine Mayakovski'nin anısına, bu kez
Aktörler Evi'nde bir konuşma daha
yaptı. Coşkuyla karşıladılar onu.
Şöyle dedi: '...1951 yılında Mosko­
va'ya geldiğimde, ertesi gün tiyatro­
ya gidip Mayakovski'nin bir oyunu­
nu görmek istedim. Fakat yirmi
yıldır artık Mayakovski'nin oynan­
madığını söylediler bana. Maya­
kovski'nin oyun yazarlığı çetindir;
fakat Sovyet tiyatrosu nasıl onsuz
yapabilir?"
Aynı soruyu ben şimdi kendimi­
ze sormak istiyorum: "Türk tiyatro­
su nasıl hâlâ Nazım'sız yapabilir?"
Fevralski, bir anısında şunları
anlatıyor: "Oyunun (Ferhat ile
Şirin) açılış gösterisinde şöyle bir
olay oldu. Gösterinin bitiminde
Nazım ve ben, salon fuayesinden
geçiyorduk. Biri genç, biri yaşlı iki
kadın yanına gelerek Türkçe konuş­
maya başladılar onunla. Kadınlarla
birlikte olan bir adam, bir kıyıda du­
rarak kadınlarla Nazım'ın bu görüş­
mesini açık bir hoşnutsuzlukla izli­
yordu. Konuşma bittikten sonra
Nazım, her üçünün de Türk elçilik­
lerinde çalıştığını söyledi. Oyun, iki
kadının öylesine hoşlarına gitmiş ki,
Türkiye'de yasa dışı ilân edilen biri
olmasına karşın, yazara o sevinçleri-
pe
cy
A.Fevralski, Nazım'dan Anıları'nın 29 Nisan 1954 günlü notunda
şöyle yazmış: "Nazım 24 Mayısta
Dünya Barış Konseyinin Berlin'deki
oturumuna hazırlanıyor. Ve genel­
likle çok yolculuk yapmak niyetin­
de: 'Yolda ölmek en iyisi' diyor."
Geçirdiği enfarktüsün ardından
sürekli göğüs ağrılarının sıkıntısı
içinde çalışıyor Nazım: "Kendimi
hiç bir zaman bu kadar kötü hisset­
medim. Sevgili elde edilemez oldu­
ğunda daha şiddetle sevilir; çalışa­
madığı zaman da insan özellikle
çalışmak istiyor ve kafada bir yığın
düşünce oluyor. Yine de çok yazı­
yorum, ama bunları daktiloya çek­
mek gerek. Bu ise güç bir şey. Solu­
ğum
tıkanıyor."
Ve
yazdığı,
tasarladığı, üstünde çalıştığı şeyle­
rin çoğu sahne için. Yani Nazım,
bizde bilinsin bilinmesin, kabul
edilsin edilmesin, tiyatroya çok
önem vermiş ve çok değerli yapıtlar
sunmuş bir yazarımız. Bizim bu
gerçeği tanıyıp tanımamamız, onun
değil bizim sorunumuz olmalı.
Fevralski'nin anılarının büyük
çoğunluğu da Nazım'ın oyun yazar­
lığı, oyunları, sahnelenişleri üstüne
düşünceleri, yani tiyatro dünyası üs­
tüne. (Cem Yay. 1979. Çev.
A.Behramoğlu).
tışması gibi. İvanlar gibi. İvanların
biri otoriteyi temsil ediyorsa öteki o
çok köklü aristokrasiyi simgeliyor.
Cansız nesnelerin içinde de bir can­
lılık var, bir hareket var, bir kımıltı,
bir yaşam.
Oyunu da çok severek hazırlı­
yorsunuz anladığım kadarıyla.
Aslında dışarda pek oyun yapma
heveslisi değilim. Devlet Tiyatrosu'nda alıştığım bir atmosfer var ve
o nisbeten daha rahat bir imkan sağ­
lıyor. Tanımadığınız insanlarla ne
yapacağınız belli olmuyor. Fakat bu
arkadaşlar çok genç ve birlikte bir
şey üretmeye yatkınlar. •
ni bildirmekten kendilerini alama­
mışlar."
Bu festivalde Nazım'dan bir
oyunun daha sahnelenmesi çok se­
vindirici. "İvan İvanoviç Var
mıydı Yok muydu?" oyunu, Nazım
hayattayken sık sık oynanmış. Çe­
koslovakya'da, Polonya'da, adlar ve
ayrıntılar yerel koşullara uyarlan­
mış. Hatta Demokratik Almanya'da
oyunun adı bile değişik: "Meier
Kimdir?" Bunları, özellikle bu oyu­
nun asal esprisinin bugün ters anla­
şılması kaygısına karşı belirtmek is­
tiyorum.
"Filip Filipçek Var mıydı Yok
muydu?" adıyla oyunu Çekoslovak­
ya'da oynanırken Nazım oyunlarının
topluca yayınlandığı kitapla ilgilen­
mekteydi. Kalp rahatsızlığı ona
ancak bir yıl daha ömür bırakmıştı.
1963'te, yolda değil belki ama, yaz­
maya yetişemediği pek çok eser yo­
lunda ve ulusunun, ülkesinin özlemi
içinde öldü. "Son zamanlarda kor­
kunç bir eğilim duyuyorum yalınlı­
ğa", diyordu, "Tiyatroda, insanı
görmeye engel olan her şey sinirlen­
diriyor beni.. İnsan, insanlardan
uzaklaştıkça tumturaklılığa, karışık­
lığa, uydurmasyona kayar.. Çağdaş
kapitalist devletin elinde çok güçlü
ajitasyon aygıtı var. Ve belli bir dö­
nemde bu aygıt halkı etkileyebilir.
Hitler için böyle olmuştu bu, şimdi
de bu çağdaş Amerika'da olduğu
gibi. 'Halk' kavramı fiziksel emeğin
üstünlüğüyle bağımlı bir şey".
Batı gezisinden dönüşünde söy­
lediği bir iki tümceyle bitirmek isti­
yorum yazıyı: "Korkunç can sıkıcı
oralar. Her insan ayrı yaşıyor; çev­
ren hep düşmanla dolu sanki."
Nazım'ın oyunlarının repertuvarlarımızı doldurarak yükselteceği
günlerin umuduyla... •
32
FESTİVALDEN
İstanbul Şehir Tiyatrosunda Gogol
Müfettiş'in
prova notları
Işıl K A S A P O Ğ L U
a
E
sahneye bölünmüş. Her sahne başlı ba­
şına bir olay. Bir bütünlüğün içine sığ­
dırmamız gereken 52 ayrı küçük oyun.
52 ayrı mizansen. 52 ayrı durum. 52
ayrı hareket. Yıllardan beri hep duyar­
dım Müfettiş'i sahnelemenin zorluğu­
n u , ama masada okurken bir türlü anla­
yamazdım nedenlerini. Şimdi anlıyo­
rum.
Oyunun festivalde çıkmasının daha
uygun
olduğu
bildirildi.
Müfettiş
Mayıs-Haziran'da yapılacak İstanbul
Tiyatro Festivali'nde sergilenecek. Bu
karara hem seviniyor hem üzülüyoruz.
Festivalde oynamak iyi. Değişik bir se­
yirci, belki de uluslararası bir seyirciyle
çalışmamızı gösterme olanağı var.
M a r t - İlk Günler
Her sahneyi ayrı çalışıyoruz. Sahne­
d e , ayakta çalışmalarımız, çözümleri­
miz bittikten sonra masaya oturuyor,
teksti, mizansenlerimizi tartışıyoruz.
Prova zamanımızın uzunluğu nedeniyle
her oyuncu sadece kendi
sahnesi için tiyatroya ge­
liyor. Bu da diğer sahne­
leri görmesini engelli­
yor. Oyunu dışarıdan
tamamıyla görebilen tek
kişi benim. Zaten yönet­
menin en büyük görevi
de bu değil mi? Oyuncu
ne verebilirse yönetmen
de bu verilerle çalışabilir
ancak. Tersi de geçerli
elbette. Yönetmen ne ve­
riyor ki oyuncular vere­
bilsin? Burada yönetme­
nin görevleri daha da
açıklık kazanıyor. Yö­
netmen
şurdan
girburdan çık' t a n ç o k
oyunculan içine atabile­
ceği bir dünya yaratmak­
la görevli. Oyuncu ola­
rak
yaratabileceklerini
sonuna
kadar
sö­
mürmek. G e r e k t i ğ i n d e
provoke
ederek
daha
ileri gitmelerini sağla­
mak.
pe
cy
kim, K a s ı m , Aralık 1 9 9 0 :
Üç aydır İstanbul'dayım.
Müfettiş projemin sonucu
hâlâ belli değil. Üç ay önce
başlaması gereken provalar
bir takım küçük detaylar nedeniyle bir
türlü başlayamıyor.
15 Ocak
Gereken onay geldi. Gogol'ün Müfettiş'i Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde Mart 1991'de seyirci
karşısına çıkacak.
17 Ocak
Oyuncu arkadaşlarımla ilk tanış­
m a m . 32 kişilik ekibimizde daha önce
çalışma fırsatı bulduğum sadece iki kişi
var. Şehir Tiyatroları'nda distribüsyon
yapabilmek için bir çok faktörü gözön ü n e almak gerekiyor. Müfettiş için
çok iyi bir ekip kurulabildi. Sevinçli­
yim.
Şubat - İkinci Yarı
Müfettiş beş perde ve tam elli iki
M a r t - İkinci Yarı
Dekor, kostüm konu­
sunda bir hayli yol aldık.
Başta dekor için düşün-
düğümüz baskı makinesinden teknik
olanaklar yüzünden vazgeçtik.
Üç duvarın da oyun boyunca daralacağı ve sonunda bütün oyunculan or­
kestra çukuruna döken bir dekor söz
konusuydu. Gerçekleştiremedik. Bir
rüşvetçi evinden yola çıkmaya karar
verdik. Bir d e p o , binlerce eşyayla dolu
bir d e p o . Kostümler için "Sırtına altın
eyer taksan da eşşek gene eşşektir" ata­
sözü çok yardımcı oldu bize. Kostüm­
lerimiz şeffaf. Ne giyerlerse giysinler
içlerinin pisliği ortada. İyi ışıklandırabilirsek yorumumuza çok uygun bir
dünya yaratabileceğimiz kostümleri­
mizle. Kaymakam ve Müfettiş rolleri­
nin tekstleri çok uzun. Savaş'ın da
Toron ağabeyin de tekst ezberlemek
için verdikleri çaba olağanüstü. Müzik
konusunda da epey ilerledik. Direkt
müzik kullanıyoruz. Hatta daha da ileri
giderek oyuncularla orkestra elemanlarıasında bir alışveriş yaratmaya ça­
balıyoruz.
N i s a n - İlk Günler
Çok az zaman kaldı. Ekibimizin bir
bölümü Mayıs ayı içinde Azerbeycan'a
Lüküs Hayat t u r n e y e gidiyor. Ç o k
zorlanacağız. Hepimiz için geçerli gün
oyunun seyirci karşısına çıkacağı 3 H a ­
ziran. D a h a önce oyunun çıkması
hemen h e m e n imkansız.
N i s a n - İkinci Yarı
Dekorumuzun ilk parçalan geldi.
Kullanmaya başladık. Bir prova sıra­
sında ne kadar çok malzeme gelirse o
kadar fazla çalışma imkanı doğuyor.
Kullanılmayan, süs dekorları sevmiyo­
rum. Dekor bir oyuncu gibi oynamalı.
Dekor da, müzik t e , kostüm d e , ışık da
benim birer oyuncum. Ekibin diğer ele­
manları gibi onları da sonuna kadar sömürebilmeliyim... Uğraşıyorum.
Mayıs yaklaşıyor. T ü m arkadaşları­
mın ç a l ı ş m a l a r ı n a hayranım. Sürekli
birbirlerinden etkileniyorlar. Tiyatroda
da güzel olan bu değil mi zaten. Sahne
üstündeki iletişim çok önemli. Birisi
oynayınca diğerleri de o n a yetişmek
için daha iyi oynuyor. Bu bir diğerini
etkiliyor... vs..vs... Herşey birbirine o
kadar bağlı ki... Başka hiçbir sanat da­
lında görülemeyecek bir birliktelikten
doğuyor tiyatro. Her elemanın birbirle­
rine gizli zincirlerle bağlı olduğu elele
bir sanat.
Tiyatro yapabildiğim için çok se­
vinçliyim.
M a y ı s - İ l k günler
Azerbeycan turnesi başladı. Şehir
Tiyatroları'nda son oyunlar da bitti.
Festivale oyun hazırlayan bizler "biz
bize" kaldık. Bütün ekibe bir hafta tatil
verdik. Provalara yeniden 13 Mayıs'ta
başlayacağız.
Oyunumuz daha çıkmadı. Oyunu­
muz 3 Haziran günü çıkacak seyircile­
rin karşısına. Oyun hakkında söylene­
cekleri de onlar söyleyecekler.
FESTİVALDEN
33
Gogol üzerine
"Palto"dan çıkan
gerçekçilik
Fikret İLKİZ
alay etmiştir. Buna rağmen, Çar
oyundan sonra "Herkes oyundan ge­
rekli hissesini aldı, ben de herkesten
çok tabii" diyerek oyunu hoşgörü
ile karşılamış ve bütün bakanlarına
oyunu görmelerini önermişti.
Oyunda taşralı memurlar kor­
kuyla bekledikleri için, şık giyimli
bir gevezeyi müfettiş zannetmişler­
dir. Yönetimdeki tüm kokuşmuşluk­
lar ve aksaklıkları ortaya çıkmasın
diye müfettişe ziyafetler çekmişler­
dir. Gogol taşralı memurlara korku
salan böyle bir müfettiş tipini çizer­
ken, rüşvet alıp vermenin tirajikomik yanlarını günümüze kadar
ustalıkla taşımıştır. Gözyaşı ile kah­
kahayı
"Müfettiş"te buluşturan
Gogol, gerçek müfettişin çıkagel­
mesi ile taşralı memurların yaşadığı
korku ve şaşkınlığı anlatırken, yoz­
laşmış bürokrasinin yönetime ege­
men olan kokuşmuşluğunu iğneleyi­
ci dili ile eleştirmiştir.
Gerici basın ve bürokrasi, Müfettiş'in oynanmasından dolayı,
pe
cy
a
31 Mart 1809'da doğan Gogol,
orta halli bir toprak sahibinin oğlu­
dur. Palto adlı öyküsünde; büyük
bir özveriyle aldığı şık paltosu çalı­
nınca üzüntüden ölen küçük bir me­
murun, "küçük insan"ın, trajedisini
"büyük" ayrıntıları ile işlediğinde,
Dostoyevski, tüm Rus gerçekçileri­
nin "Gogol'un paltosu altından"
çıktığını söylemişti.. Asıl ünü 1842
yılında yayınlanan Ölü Canlar'dır.
Büyük bir bölümü Roma'da yazılan
bu eserde, sertlik düzeni ve devlet
yönetimindeki adaletsizlikleriyle fe­
odal Rusya anlatılıyordu. Gogol'un
toplu yapıtlarının ilk basımı da aynı
yıl gerçekleştirilmiştir. Puşkin onun
ilk kitabı için "İşte sevinç, açık yü­
reklilik, içtenlik taşıyan, özentisiz,
duygu, şiir dolu bir ses" demişti.
Büyük yazarın en önemli eserle­
rinden olan Ölü Canlar'dan başka,
yaşamında büyük önem taşıyan, 27
yaşındayken yazdığı Müfettiş'te
Gogol, Çar I.Nikolay döneminin
yozlaşmış bürokrasisi ile acımasızca
Gogol'a aşırı tepki gösterince,
Gogol Rusya'dan ayrılmak zorunda
kaldı. 1842 yılına kadar Roma'da
yaşadı. Dinsel eğilimlerine uygun
ortam bulduğu için de, Tanrı'nın
ona verdiği büyük yeteneği yalnızca
güldürme
yoluyla
kullanmanın
doğru olmadığını, Ruslar'a kötü bir
dünyada doğru yolu göstermekle gö­
revli olduğunu ve yeteneğini bu
yönde de kullanması gerektiğine
inanmaya başladı. Bu nedenle baş
yapıtı
sayılan
Ölü
Canlar'ı
barte'nin İlahi Komedyası tarzında
sürdürmeye karar verdi. Böyle bir
kurtarıcılık görevini üstlendi. Dine
daha çok bağlandı; çileci bir yaşam
biçimini seçti. 1848'de Filistin'e gi­
derek kutsal topraklan ziyaret etti.
Moskova'ya yerleştiğinde bağnaz
bir rahibin etkisi altına girmişti.
Onun emriyle de, Ölü Canların ta­
mamlandığı sanılan ikinci bölümü­
nün el yazmalarını yaktı. Ve yarı çıl­
gın bir halde 4 Mart 1852'de öldü.
Yaşamının ve düşüncelerinin bu
denli garip ve kararsız yönlerine
karşılık, Gogol'un Müfettiş, Ölü
Canlar, Palto gibi yapıtlarından
yola çıkılarak Rus Edebiyatı'nda
"doğal okulun" ilkeleri bulunabilmiştir. Romantik veya "gösterişli"
okuldan ayrılış Gogol ile başlamış­
tır. Gogol, dünyaya Rusya'yı doğal­
lığı ve kendi yüzüyle gösteren ilk
yazardır. Gerçeklik içinde yatan
"yergideki kahkahayı" oya gibi işle­
yen Gogol için dünya coşkulu bir
sahne olabilmiştir. •
34
FESTİVALDEN
Ankara Sanat Tiyatrosu: Ayaktakımı Arasında
"Sanatımızda
tekrar insana
dönüş"
pe
cy
28 yıllık yaşamı içinde, AST'ın
Maksim GORKİ 'nin yapıtlarıyla
önemli bir yakınlığı oldu. Buradan
başlayalım...
AST'ın 28 yıllık yaşamında
Gorki AST'ın sahnesine sık sık indi.
1970 öncesine baktığımızda, benim
AST'ta olmadığım dönemler, eski
arkadaşlardan duyduğum kadarı ile,
son derece düzeyli bir çalışma olan
Küçük Burjuvalar oynanmış. 1968
yıllarının AST dergilerini karıştırır-
sak Ayak Takımı Arasında'nın sık
sık gündeme getirildiğini görü­
rüz. 1974 yılında AST'ta, Gorki'nin
romanından Brecht'in tiyatroya
uyarladığı Ana oyununu görürüz.
1980'den sonra, Gorki'nin oyunun­
dan Peter Stein'ın yaptığı dramatik
çalışma metninden ortaya çıkan Yaz
Misafirleri var. Yaz Misafirleri'nden sonra Sonuncular adlı
oyunu sahneledik. Ve bu yıl da
Ayak Takımı Arasında...
1991'in Türkiye'sinde Ayak Takı­
mı Arasında sence nereye oturuyor?
Giderek Batı tiyatrosu yeni tek­
niklerle göz boyamacılığı temel aldı­
ğı bir sanat anlayışının çürümeleri
içinde iken ve böylece insanın kendi
öz varlığı kaybolurken, sanatımızda
tekrar "insan"a dönmenin ve bunun
sanat politikamız olarak belirlenme­
sinin gerekliliğine inandım. Olaya
böyle baktığımızda, Gorki kadar
insan'ı tartışan, insanı derinlemesine
yakalayan, dünya planında çok az
yazar var sanırım. Ataol Behramoğlu'nun deyişiyle, oyundakiler diptekiler'dir. Çok farklı yerlerden gel­
a
A
nkara Sanat Tiyatrosu'nun
Ocak/91'den
beri, Ankara'da kendi
sahnesinde
oynadığı
Gorki'nin Ayak Takımı
Arasında adlı oyununu, dergimizin
birinci sayısında, oyunun yönetmeni
Kazım Akşar'la yaptığımız bir söyle­
şi ile tanıtmıştık. Bu sayımızda,
AST'a yaklaşık yirmi yıllık emeği
geçen ve bu oyunda "Aktör'ü oyna­
yan AST'ın Genel Sanat Yönetmeni,
Rutkay AZİZ'le Orhan Alkaya'nın
oyun ve AST üzerine yaptıkları söy­
leşiyi sunuyoruz.
miş o dipteki insanlar sonuçta bir
insan arıyorlardı. Ben de tiyatro
sahnesinde, kaybolan bu insan öğe­
sinin sanatsal sıcaklığını Gorki'de
nasıl buluruz, nasıl gündeme getiri­
riz düşüncesinden yola çıktık ve bu
oyunu seçtik.
AST ekip tiyatrosu geleneğini
koruma konusunda daima direnç
göstermiştir. Bu oyunda da bu görü­
lüyor mu sence?
Son yıllarda AST sahnesindeki
oyunlara şöyle bir baktığımızda,
eserdeki rollerin oyuncularıyla bu­
luştuğu ve takım oyunculuğunun dü­
zeyini böyle yükselten bir çalışma­
mız olmamıştı. Bu açıdan büyük bir
mutluluk duyuyorum. Başka bir se­
vindirici yön de, oyundaki 17 kişilik
kadro içindeki 7 arkadaşımızın
bizim kurslarımızdan yetişmiş staj­
yerlerimiz olması. Amatör tiyatro
kursu açma gerekliliğine 1973 yılın­
da karar vermiştik. Bu kararı alır­
ken, bizlerin de bir gün tükenebileceğimizi, bunun da AST'ın tükenişi
olabileceğini düşünmüş ve ne yapıp
edip yeni insanların yetişmesine
emek vermeyi kararlaştırmıştık. Bu,
o günden beri AST'ta devam etti.
Ama üzülerek söyleyeyim, AST sa­
lonunda, ekonomik nedenlerle, tiyat­
ro saatleri dışında sinema oynuyor;
bu nedenle sahne boş kalmadığından
bu yeni insanların yetişmesinde du­
raksamaya girdik; bu bugünden yarı­
na bizi üzüyor. Gelecekte belki de
AST sahnesinin yanı sıra, bir atölye­
de, yeni insanları AST'a ve Türk ti­
yatrosuna kazandırmak için eğitim­
den geçirmeyi planlıyoruz. Bunu,
salt AST'ın çıkarı adına
değil, Türk tiyatrosunun
kazanımı adına söylüyo­
rum.
Ayak Takımı Arasın­
da seyirciden nasıl bir
tepki aldı?
AST'ın 318 koltuğu
var. Ankara'da 67 oyun
oynadık. Oyun bu sürede
yaklaşık 300 kişilik bir
seyirci ortalaması yaka­
ladı. Ankara'da haftada 6
oyun oynadıktan sonra,
boş günlerde İzmit, Ada­
pazarı, Kartal, Eskişehir,
Balıkesir, Bursa gibi
turne yaptığımız yerler
de oldu. Her yerde um­
duğumuzun ötesinde bir
seyirci kitlesi ile buluş­
manın onurunu yaşa­
dık.
a
pe
cy
FESTİVALDEN
36
Yönetmen oyunu ve kendini anlatıyor
Traji-komiği
aradım
ve sosyal olayları hatta devrimi anla­
tırken bile asık suratlı olmaya bence
pek gerek yok. Bu nedenle ben yaşam
koşullarının zor olduğu bu ortamda
trajedi-komiği vermeye çalıştım, ters­
leme yoluyla izleyiciyi düşünmeye
sevketmek önemliydi benim için...
Sonuçta da seyirci AST'ın salo­
nundan hep gülümseyerek ve tabii
biraz da gözleri dolarak ayrıldı; biz de
bunu istiyorduk zaten...
***
1953 yılında Burhaniye'de doğ­
dum. İlk, orta ve lise öğrenimimi An­
kara'da tamamladım. Lise'den sonra,
ailemin izin vermemesi nedeni ile
Konservatuara girmedim, bir yıl bir
bankada memur olarak çalıştım. Asla
memur olamayacağımı öğrenince, bir
yıl sonra Konservatuar sınavlarına
girip kazandım, beş yıl sonra da Yük­
sek Bölüm'den mezun oldum.
Devlet Tiyatrosu'nda birçok oyun­
da oynadım. Oyunculuğun yanı sıra
yönetmenlikle de ilgilenmek istiyor­
dum. İlk denemem Bilge Eranus'un
cy
a
İnsan psikolojisine ve çok yakın
ve sıcak bakan bir ülke edebiyatına,
Rus edebiyatına, çok ilgi ve sempati
duyuyorum. Bu nedenle, Dostoyevski'nin Beyaz Geceler adlı romanını
oyunlaştırdım ve Devlet Tiyatrosu'nda sahneye koydum. Gorki'nin
Ayak Takımı Arasında adlı oyunu
büyük bir keyifle sahneledim.
Ayak Takımı Arasında'daki tip­
ler, kendi ördükleri küçük yalan ağları
içinde hırsları, sevgileri ile; küçük
mutluluklar arkasına saklanıp gülüm­
semeleri ile dip'te yaşayan insanlar.
1900 yılların başlarındaki Rusya'nın
panoramasını bu tipler oldukça etkili
olarak çizmekte. Biliyorsunuz bu yüz­
yılın başında Rusya'da büyük toplum­
sal, sosyal olaylar yaşanmıştır. Dün­
yanın tonlarca sorunu altında hiçbir
şey yapmadan sürüngen gibi yaşayan
bu insanların yaşamın keyifli yanları­
na gülümseyerek bakabildiklerini gös­
termek istedim. Oyunu asık suratlı, sı­
kıntılı bir atmosferde sergilemekten
hep kaçındım; çok önemli toplumsal
Kazım AKŞAR
Maksim Gorki yazarlığı;
pe
"Açık bırakılan f i n a l ve
seyirciyi düşünmeye
zorlamak"
Toplumcu gerçekçilik yönteminin
kurucusu olan Maksim Gorki, zorlu
geçen çocukluk yıllarını, Nijni Novgorod'a büyük babasının evinde, babasız
olarak yaşadı.' 1877-79 yıllarında okula
gitti, ardından annesinin ölümü üzerine
1879'da, 'yabancı insanlar arasında'
yaşam kavgasına girdi (Ekmeğimi Ka­
zanırken). Gorki bu yollarda, ayak işle­
rine koşturma, bulaşıkçılık, çıraklık,
fırın işçiliği, liman işçiliği, bekçilik,
bahçıvanlık, gibi çeşitli işlere girip
çıktı;
sonra
Kazan'da
halkçıdevrimci'lerle ilişkisi oldu, 1888'de tu­
tuklandı, salıverildikten sonra da polis
takibinden kurtulamadı.
Gorki'nin 1900'lerde dram ve tiyat­
ro ilgisini, Çehov ve Moskova Sanat
Tiyatrosu destekledi. İlk dönemin eser­
lerinde
Gorki,
1905
burjuvademokratik devrim öncesindeki Rus
toplumundan kesitler vermektedir;
oyunlarda temel konu devrimdir. Sınıf­
lar, toplumsal kesimler ve tek tek kişi­
ler, Rusya'nın yazgısını belirlemedeki
etkinlikleriyle sınavdan geçirilir.
Oyun yazan olarak dünya çapında­
ki ününe Gorki, Ayak Takımı Arasın­
da oyunu ile kavuştu. Çoğunlukla yan­
lış olarak doğalcı (natüralist), bir
«çevre» oyunu gibi yorumlanan bu
oyunuyla, modern toplumun temel so­
runlarının ortaya getirildiği bir toplum­
sal felsefî eser yarattı; Aşk, kıskançlık
ve ölüm kaynaklı geleneksel çatışma­
nın yerini bu oyunda, yaşamın anlamı
üstüne, acıma duygusunun yalanı ve
hakikat üstüne açılan tartışma aldı. Bu
tartışma, toplumun iyileştirilmesi için
çaba verirken temel yapıda hiçbir deği­
şiklik öngörmeyen tüm toplumsal ütop­
yalarla ve tüm bireyci, anarşist başkal­
dırı ve özgürlük tasarımlarıyla bir
hesaplaşmadır. Zorunlu devrimci çö-
Misafir adlı oyunu oldu.
"Bilgi-görgü" hakkını kullanarak
bir yıllığına İngiltere'ye gittim. Natio­
nal Theatre'de Peter Hall'ın yönettiği
oyunları provadan sonuna kadar izle­
dim. Bu tiyatroda yönetmenlerin
devam ettiği Studio'da, Workshop
çalışmalarına katıldım.
Yurda döndükten sonra, sırasıyla
Ayyar Hamza, Leonce ile Lena,
Beyaz Geceler ve Ayak Takımı Ara­
sında oyunlarını yönettim.
Halen Devlet Tiyatrosu sanatçısıyım ve Ankara Dil-Tarih, Coğrafya
Fakültesi Tiyatro Oyunculuk Bölü­
münde öğretim görevlisi olarak çalış­
maktayım. •
zümler oyunda gösterilmemiştir, bitiş
açık bırakılmıştır, seyirci sonradan bu
yönde daha ötesini düşünmeye zorlan­
maktadır.
Çehov'un ardından Gorki, dram bi­
çimini daha ileriye doğru geliştirdi,
yeni, modern bir dram tarzı yarattı.
Gorki, birey ile toplum arasındaki çe­
lişmeleri artık aşk ve mülkiyet çerçeve­
sinde dönen özel yaşam ortamında
değil, gerçekliğin çelişkilerinin insan
üzerindeki dolaysız etkileri içinde orta­
ya getirdi, açık dram biçimiyle yakınlık
kurdu. Hatta Gorki, daha sonraki dram­
larında hem geniş bir tarihsel tabloya
ve hem de tarihin psikolojik dramdaki
izdüşümüyle
yansıtılmasına
ulaştı.
Gorki'nin dili, titiz, incelikli, yoğun dü­
şünsel, zenginlikli, özdeyişsel ve sim­
gesel tarzda bir dildir. Onun oyunların­
daki yeni gerçeklik alanları, yeni
devrimci fikirler, daha yüksek tiyatrosal gereklilikleri de ortaya getirmiştir.
Bu oyunlar, düşünen ve siyasal bağlılık
duyan oyuncular ister, yani ifade bi­
çimleri ister. Gorki'nin oyunlarının ilk
oynanışları, batıda da, sahne doğalcılı­
ğından, derin bir gerçekçi tiyatro sana­
tına geçişi belirlemiştir...
(Thealer Lexikon'dan özetlenerek akta­
rılmıştır.)
a
pe
cy
a
cy
pe
39
FESTİVALDEN
Devlet tiyatrosundan: Kefesten bir kuş uçtu
"Kişisel özgürlük
mücadelesi
pe
Bu oyunun film olarak çok başa­
rılı olması, oyunu sahnelerken sizi
bir stres altına soktu mu? Filmin
başarısı, izleyicilerin oyundan bek­
lentilerini nasıl etkileyebilir?
Sanmıyorum. Oyunu sahneler­
ken filmden hiç yararlanmadım.
Çok bilinen bir film. Belki de bu ne­
denle insanlar film izlemek istiyor.
Umarım, insanlar filmini gördükleri
için oyuna gelmemezlik etmezler.
a
Günseli ÖNAL
Bence oyunun teksti, filmden çok
daha güçlü ve önemli bir çalışma.
Ben, film hakkında konuşmuyorum.
Film filmdir. Büyük başarı elde etti­
ğini hepimiz biliyoruz. Fakat oyun
çok daha güçlü. Bürokrasinin ve
güç kullanmaktan zevk alan bürok­
ratların insanların kişilikleri üzerine
yaptığı baskı, sanırım oyunda film­
den daha güçlü vurgulanıyor.
Oyunda, filmden farklı noktalar
bulacak mı izleyici? İzleyiciyi bekle­
yen sürprizler var mı?
Evet, oyun filmden daha deği­
şik. Sanırım filmden daha şaşırtıcı,
daha çarpıcı ve daha dramatik.
Bu oyunu daha önce de sergile­
miş miydiniz?
Bu oyun İngiltere'de hiç sahne­
lenmedi. Ben daha önce sahneleme­
dim. Oyunla ilgili çalışmaları ta­
mamlayana değin de filmini
izlemedim. Oyunu okuduğumda,
"Kafesten Bir Kuş Uçtu"nun, bürok­
rasinin kişilikler üzerine yaptığı
baskıyı ele alması nedeniyle çok
önemli bir oyun olduğunu gördüm.
Çünkü, bu tür baskılar sadece bir ül­
cy
N
isan sayımızda K.Kessey- D. Wassermann'ın
Kafesten Bir Kuş Uç­
tu adlı oyunundaki
başrolü oynayan D. T.
Genel Müdürü Bozkurt Kuruç'la
yaptığımız görüşmeyi yayımlamıştık.
Bu sayıda, oyunun İngiliz yönetneni B.Coleman'la yapılmış ve
Cumhuriyet Gazetesinde 10.11.90
günü yayımlanmış söyleşiden bir
bölüm sunuyoruz.
kede değil, her ülkede oluyor.
Oyunu nasıl sahneye koyacağıma
karar vermeden de filmi izlemek,
filmin etkisinde kalmak istemedim.
Oyunun filminden daha çarpıcı
ve şaşırtıcı olduğunu söylediniz.
Benzerlikler neler?
Karakterlerin çoğu aynı fakat
oyunda filmden daha fazla karakter
var. Kadro değişik. Çünkü şu anda
zenci bir oyuncumuz yok. Bu ne­
denle oyuncu kadromuz değişik
olmak zorundaydı. Oyunculara
zenci görünümü verebilirdik. Fakat
bunu tercih etmedim. Çünkü bu çok
Amerikanvari olurdu.
Mc Murphy karakterini nasıl yo­
rumladınız?
Mc Murphy, kısıtlamalara, ku­
rallara karşı kişisel özgürlüğü için
mücadele ediyor.
Oyundaki Mc Murphy karakteri­
ni yorumlarken, Ankara'da "Ameri­
kan Tiyatrosu" üzerine bir seminer
veren San Francisco
Amerikan
Konservatuarı Tiyatro Bölümü ho­
calarından Prof. Arthur Ballet'in,
"Amerikalıların karakter yapısı hak­
kında genellikle iki yaygın kavram
bulunduğunu" söylediğini anımsa­
tan Coleman şöyle diyor:
"Bunlardan birincisi, delidolu ve
her yerde rağbet gören, kovboy tipi­
nin simgesi olan "dışa dönük" Ame­
rikalı. Diğeri ise, sakin ve hassas
"içe dönük" Amerikalı tipi. Bu
Amerikan dramı da bu kalıplara
uygun iki değişik yapının, karşılıklı
olarak birbirlerini nasıl etkiledikleri­
ni sergiliyor. Mc Murphy'nin "dışa
dönük" karakteri canlandırdığı bu
oyunda, hem özgün ro­
mancının, hem de sahneye
adapte eden yazarın, bu
kavramları vurgulamada
hayli ileri gittiğini görüyo­
ruz. Yazarlar, mekan ola­
rak seçtikleri akıl hastane­
sinde,
demode
ve
basmakalıp fikirlere daima
meydan okuyan, "dışa
dönük" Mc Murphy'nin
hasta diye kapatıldığı bu
yerde, nasıl büyük bir
asiye dönüştüğünü göster­
mektedirler. Aslında, Mc
Murphy'nin
sorguladığı
gibi, "deli kimdir", "akıllı
kimdir" ve "bu yargıları
belirleyen kimdir", akıl
hastanesindekiler, aslında
biz dışardakilerden daha
mı az akıllıdır? •
cy
a
pe
FESTİVALDEN
41
Devlet Tiyatrosu: Havel'den Şeytan Çelmesi
" Y a z a r ı n görevi
yönlendirmek değil
uyarmaktır"
U
Musa AYDOĞDU
Ama bunlara öyle değişik biçimlerde
bakıyor ki, bu çelişkiler ister istemez
oyunu somut olmaktan çıkarıp soyut
ve absürd bir biçime sokuyor. Örne­
ğin Şeytan Çelmesi...
Havel'in bu oyunu, öteki oyunla­
rından biraz daha farklı gibi geldi
bana, Absürd sanki derinlere çekil­
miş, çok daha gizlide kalmış...
Evet evet, bu oyun ötekilerden
farklı. Benim en çok sevdiğim, en
çağdaş oyunu bu. Çünkü Havel soyut
tiyatro içinde değil, soyut tiyatro
O'nda başka bir biçim ve anlam kaza­
nıyor. Nitekim öteki absürd yazarlar
da farkında bunun. Bu yüzden Miller
ve Becket'in O'na yazıp adadıkları
oyunları var. Yani biçim olarak, içerik
olarak çok çağdaş bir oyun bu. Benim
ilgimi çeken de bu.
Düşünün bir; bu
oyundaki ana fikir;
totaliter bir baskı­
nın üst düzey ku­
rumları
ve
üst
düzey kişileri üze­
rindeki
değişimi
anlatmak olmasına
rağmen, oyunda bu
konuya ilişkin ne
bir tartışmaya ne de
bir konuşmaya rast­
lamak
mümkün
değil. Ama burada­
ki kurum ve kişile­
rin nasıl bir yozlaş­
ma içinde oldukları
o kadar güzel veri­
liyor ki; ister iste­
mez seyirciler de
bu
yozlaşmanın
içine çekiliyor.
cy
a
luslararası
3.İstanbul
Tiyatro Festivaline An­
kara'dan katılan oyun­
lardan biri de, Devlet
Tiyatroları'nın sahnelediği Şeytan Çelmesi. Halen Çekoslo­
vakya Devlet Başkanı olan Vaclav
Havel'in yazdığı bu oyunun yönetme­
ni Semih Sergen. Aşağıda yönetmenle
oyun üzerine yapılan söyleşiyi sunu­
yoruz.
pe
Havel, ülkemizde özellikle son yıl­
larda popüler olan ve "absürd tiyatro"ya yeni ve kendine özgü bir biçim
getiren bir yazar. Bu konu için ne der­
siniz?
Bence oyuna başlamadan önce
Havel'den sözetmek gerekir. O diyor
ki; "Seyircinin, içerdiği gerçeklikle
kolayca özdeşleşebileceği, ama yine
de belli bir yapaylığı ve sahteliği se­
zebileceği, dengesini bıçağın ucunda
bulabileceği diyaloglar yazmak hoşu­
ma gidiyor." O'nun sanata ilişkin gö­
rüşlerini açıklayan bu cümle bence
çok önemli! Demek ki tiyatronun iyi
bir yapısı olacak, gerçekliği olacak,
beni içerisine alacak ama sürükleyip
götürmeyecek, tiyatroda olduğumu
unutturmayacak ve zaman zaman
buna güvenme diye de uyaracak!
Ben böyle anlıyorum Havel'i.
Havel "absürd tiyatro"ya yeni bir
dil yeni bir biçim getiren yazar olarak
tanımlanıyor. O, Becket, İenesco, Pinter, Arden vb. absürd yazarlardan
farklı bir biçimde değerlendiriliyor;
hatta "Havel absürdü" gibi çok iddialı
bir deyimle de tanımlanıyor..."
Evet. Sizin de belirttiğiniz gibi,
Havel'in absürdüyle diğerlerininki
çok başka. Çünkü onlar kelimeden
yola çıkarak, insandan yola çıkarak,
bir takım rutinlerden, gündelik yaşam­
dan kaynaklanarak, tarihsel gerçekler­
den, gelişmelerden yorum getirmişler­
dir. Oysa Havel, olayı ve kelimeleri
anlamlarının dışında kullanmıyor.
Sanırım
Havel'in
farklılığı
ve ustalığı da bura­
dan ortaya çıkıyor?
Evet evet. Oyun
bizdeki Tübitak vb.
bir bilim kurulu­
şunda, hem de ül­
kenin en saygın bir
bilim kuruluşunda
geçiyor.
Koskoca
bu bilim kuruluşunda bilimin dışında
herşey konuşuluyor ve tartışılıyor
ama böyle hep boş şeyler. O zaman
diyorsunuz ki; kardeşim böylesi bir
kurum, böylesi bir sistem çökmez de
kim çöker, ne çöker? İşte Havel'in us­
talığı burada! Biliyorsunuz, oyun bo­
yunca dıştan bakıldığında herşey sa­
pasağlam ayakta; ne bir yıkıntı var, ne
de bir çöküntü. Yani fiili bir şey yok.
Oysa çoktan çökmüş.
Bu oyunda altını çizdiğiniz ana
düşünce bir sistemin çökmesi miydi?
Hayır. Doğrusunu isterseniz bu
beni hiç ilgilendirmedi; beni özündeki
tiyatro ilgilendirdi. Çünkü benim dü­
şündüğüm tiyatroda mutlak yarar un­
suru ön plandadır. Dolayısıyla bunda
ilgimi çeken kişilik sapmasıdır. Yani
kişinin kendisinin de farkına varmadı­
ğı, çarkın içine giripte zamanla kişili­
ğini yitirmesi olayı çok etkiledi beni.
Bu benim için çok önemli. Ama yine
de bunun altını çizerek göstermedim.
Çok istediğim halde yapmadım.
Havel "Bir tiyatro yazarının görevi
yönlendirmek
değil,
uyarmaktır"
diyor. "Yol göstermek politikacının
işidir" diye de vurguluyor. Yani hiç
bir zaman ey okuyucu ya da seyirci
sen benim gibi düşüneceksin demiyor.
FESTİVALDEN
42
Dostlar Tiyatrosundan
Merhaba
ve Buruk Ezgi
B
MERHABA
pe
cy
u
yıl yapılacak olan
Uluslararası 3. İstanbul
Tiyatro
Festivali'nin
daha önce yapılanlardan
ve daha sonra yapılacak­
lardan ayrı bir özelliği var. Festival'in yer aldığı tarihlerde İstan­
bul'da iki önemli uluslararası tiyatro
toplantısı düzenlendi. Bunlardan
biri Türkiye Eleştirmenler Birliği'nin girişimi ile yapılacak olan
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri
Birliği'nin Yönetim Kurulu Toplan­
tısı. Bu toplantıya çeşitli ülkelerden
onbeş önemli tiyatro adamı katılı­
yor. İkincisi ise Unesco'ya bağlı
Uluslararası Tiyatro Enstitüsü'nün
iki yılda bir değişik bir ülkenin ev
sahipliğiyle gerçekleştirilen Genel
Kongresi. Uluslararası Tiyatro Ens­
titüsü Türkiye Milli Merkezi'nin dü­
zenlediği bu Kongre'ye 500 dolayın­
da ünlü tiyatro adamının katılması
bekleniyor. Kongre'ye çağrılı onur
konuklarından biri de Çekoslovak­
ya'nın yeni devlet başkanı, ünlü
yazar Vaclav Havel. Böylece Türki­
ye'nin tarihinde ilk kez, Türk tiyatrosu'nun ürünlerini, Türk tiyatrocuları­
nın
ulaştıkları
çizgiyi,
Türk
tiyatrosuna özgü yazarlık, sahnele­
me ve oyunculuk özelliklerini bütün
dünyaya tanıtmak için eşi bulunmaz
bir fırsat ele geçirilmiş oluyor.
a
Ayşegül YÜKSEL
Usta Yazarlardan, İronik İnsan
Manzaraları...
"Merhaba", Genco Erkal'ın dramaturjisini
yaptığı, sahnelediği,
müzik ve projeksiyon kullanımıyla
sunduğu tek
kişilik bir gösteri.
Daha önce yurt dışında da sergilen­
miş olan bu çalışmada Nazım Hik­
met, Aziz Nesin, Haldun Taner ve
Bertolt Brecht'in yapıtlarından alı­
nan bölümler "düşüncede bütünleyi­
ci" olmayı amaçlayan bir anlayışla
birleştirilmiş. Erkal, çağdaş bir
meddah kişiliğiyle sunduğu oyunun
kurgusunu yaparken sürekli bir gül­
dürü düzeni oluşturmaktan özellikle
kaçınmış. Güldürücü bölümleri
daha ağır başlı bölümlerin izleme­
siyle, her bölümün bir önceki bölü­
mün "yadırgatıcısı" olma işlevini
görmesi sağlanıyor. Oyunu "Merha­
ba" diyerek başlatıp "Selam" diye­
rek noktalayan Erkal, bir kılıktan
çıkıp bir başka kılığa büründüğü
öteki bölümlerde yer yer epikgöstermeci, yer yer de dramatik bir
anlatıma başvuruyor.
"Merhaba"da, üç tersinleme us­
tası Nesin, Taner ve Brecht'in şair,
şarkı, skeç ve düzyazı parçaları çok
hızlı geçişlerle birbirini izlerken,
Nazım Hikmet'in şiirleri kimi
zaman diğer parçalarla yanyana
içice yer alıyor, kimi zaman da gös­
terinin özel bölümlerini oluşturuyor.
"Merhaba" da, "insan"ın toplum
içindeki konumu çeşitli boyutlarıyla
irdeleniyor: Aldanan, aldatan, ezi­
len, ezen, sevgiye, barışa, ya da nef­
rete, savaşa yönelen, gerçekleri göğüsleyen ya da yalanlarla avunan
"insan" görüntülerinin tersinleyici
(ironik) bir yaklaşımla bir araya getirilişiyle yansıtılan toplumsal düze­
nin çarpıklığı aşama aşama dile ge­
tiriliyor.
BURUK
EZGİ
Baskı rejimlerinde aydınların
kıstırılmışlığı...
Vaclav Havel'in Buruk Ezgi 'si,
gerek içerik gerekse biçim bağla­
mında yüzyılımızın tiyatrosuna yeni
özellikler getirmiş çeşitli büyük ya­
zarların katkısının, olgun ve yaratıcı
bir yaklaşımla değerlendirildiği vu­
rucu bir yapıt. Havel bu oyununda,
Beckett ve Pinter'in tiyatroda bir
anlatım tekniğine dönüştürdüğü "yi­
neleme" öğesini, Pinter'in tüm
oyunlarında kullandığı "sorgulama"
tekniğini ustalıkla değerlendirirken,
Ionesco'nun tüm yapıtlarında uygu­
ladığı, "dil"i inşanı tutsak eden
yaman bir baskı aracı olarak kullan­
ma yöntemini benimsiyor. "Buruk
Ezgi"de, "dil", bireyin kimliğini ve
kendisi hakkındaki düşüncelerini
başkalarının "klişe" anlatımlarıyla
FESTİVALDEN
rince değil, en yakınındaki kişilerin
de zorlayıcı tutumu karşısında bu
rolü oynamak durumunda kalan Le­
opold, ince bir kara gülmece anlayı­
şıyla, trajikomik boyutta çizilmiş.
cy
a
belirleyen amansız bir canavar ola­
rak dikiliyor karşımıza.
Buruk Ezgi'de üç ayrı izlek
(tema) içice işleniyor. Oyun ilk düz­
lemde, baskı rejiminin düşünce öz­
gürlüğünü kısıtladığı bir politik or­
tamda,
gözaltı,
sorgulama,
tutuklama
süreçleriyle
yüzyüze
gelen aydın bireyin yaşadığı karaba­
sanın öyküsü. Daha genel bir an­
lamda ise çağdaş dünyanın gücünü
yitirerek edilgen bir konuma gelen
bireyin
açmazları
sergileniyor.
Havel, Kafka-Beckett-Pinter çizgi­
sinde gelişen, "bireyin kıstırılmışlığı" olgusunu düşünsel ve duygusal
düzeyde özdeşleşebileceğimiz bir
yaklaşımla kotarıyor. Oyunda işle­
nen üçüncü izlek ise, toplumsalpolitik-ekonomik bunalımlar içinde
bocalayan toplumların, "umut ışığı"
olarak görülen bireylerden "kahra­
man" yaratma ve bu "kahraman"lara
grotesk bir sorumluluk duygusu
yükleme eğilimi. "Buruk Ezgi"nin
başkişisi olan, bilim adamı-yazar
Leopold işte bu tür bir "kahraman".
Yalnızca toplumun çeşitli kesimle­
Havel'in kara gülmecesi gerçekçi
ve uyumsuz tiyatro anlatımlarını
aynı söylem düzleminde buluşturu­
yor. •
Havel'in oyun yazarlığı üzerine
pe
Usta bir sistem
eleştiricisi
Orhan ALKAYA
Son yirmi yılın büyük bölümünü
hapishanelerde geçiren uzman mu­
halif Vaclav Havel ülkesinde iktida­
ra. Türkiye'de tiyatro çevrelerinde
de gündeme geldi. Oysa Havel
böyle bir politik ilgiye gereksinmiyecek kadar önemli bir oyun yazarı­
dır. Geç olsa da oyunlarının yayın­
lanması, sahnelenmesi çok güzel.
Havel programatik bir yazar ve
oyunlarında benzer temaları işliyor;
kullandığı karakter figürleri büyük
paralellikler gösteriyor. Şeytan Çel­
mesi, Buruk Ezgi ve Bildirim de
adeta içice geçmiş büyük yakınlık­
ları olan 3 oyun.
Buruk Ezgi iktidarla muhalefe­
tin kesiştiği bir noktayı, birey üze­
rinde otorite kurma ve bireye mis­
yon yükleme temasını işliyor.
Şeytan Çelmesi ise, bilimsel nes­
nelliği ve bilimsel düşüncenin sınır­
lan üzerine bir sorgulama. Üç oyun
da zengin yan temalarla beslenerek
gelişiyor.
, Buruk Ezgi'nin kahramanı Dok­
tor Leopold Kopriva toplumsal ma­
rifetin simgesi haline getirilmiştir.
(bu yanıyla Haveli de düşündürür).
Ama konumunu sorgulamış ve so­
nunda kendine yabancılaşma noktasına varmıştır. Hiçbir yaratıcı söz ve
düşünce üretemeyecek duruma gel­
diğinde, tepki duyduğu yönlendir­
meler zincirinin istemlerine uygun
davranacak ve bunu kendi bireysel
davranışı sanacaktır.
Şeytan
Çelmesinin
Doktor
Henry Foustka (bu ad açıkça
Faust'a gönderme yapar) ise, bir
bilim kurumunda çalışırken simya
ve büyüye ilgi duyucak, bu yöneliş­
lerini örtbas etmek için bir aldatma­
caya giriştiği sirada aldatıldığını farkedecektir.
V. Havel, gerek dilin anlamsal
kalıplarını ve buyurgan yapılanma­
sına düzenlediği usta işi saldırılarla,
gerek getirdiği sistem eleştirisiyle,
gerek yabancılaşmış bireyin arka
planını irdelemesiyle, güçlü ve sati­
rik bir eleştiri üretiyor. Bunu,
Brecht oyunlarında görülen mate­
matik kusursuzlukta bir kurguyla
yapıyor üstelik. Günümüz tiyatro
edebiyatının en zeki, en ilginç
yazar-Ianndan biri Havel.
(*) Cumhuriyet Kitap'ın 2 Mart 1990
tarihli sayısından, kısaltılarak alınmıştır.
44
FESTİVALDEN
Bakırköy Belediyesi
1 .Uluslararası
Gençlik
Tiyatro Festivali
1
pe
cy
956 Yazında Türkiye Milli
Talebe Federasyonu ilk kez
uluslararası tiyatro şenliği
düzenlemiştir. Her yıl gittik­
çe gelişen, daha çok sayıda
yabancı topluluğun ilgisini çeken bu
Şenlik 1968 yılına kadar süregel­
miştir.
Sözkonusu Uluslararası Şenlik'in en büyük katkılarından biri
karşılıklı kültür alışverişinin gençler
arasında olumlu sonuçlar ortaya çı­
karmasıdır. Ayrıca, gençlik tiyatro­
larının sayıları ve çalışmaları artmış
nitelik yönünden daha olumlu uygu­
lamalar yaşamıştır. 1960'lı yıllar
Türk Tiyatrosunun nitel ve nicel en
verimli dönemi olup gerek yeni ti­
yatroların kurulmasında, gerekse
genç oyuncu ve yönetmenlerin ye­
tişmesinde Şenliğin katkıları şüphe­
siz yadsınamaz.
Bu deneylerin ışığında, Bakır­
köy Belediye Tiyatroları, Tiyatro
Akademileri'nin kültürel alışverişle­
rini ve genç tiyatrocuların birlikteli­
ğini sağlamak amacı ile 1-12 Hazi­
ran
tarihleri
arasında
1.
Uluslararası Tiyatro Gençlik Festivali'ni düzenlemektedir.
Festival'e Avusturya'dan Viyana
Müzik ve Güzel Sanatlar Yükseko­
kulu (Max Reinhardt Seminar) Jura
Seyfer'in yazıp Nikolaus Windiscn
Spoerk'in yönettiği Vıneta isimli
oyunla katılıyor. Oyunun dekorları­
nı dünyaca ünlü dekoratör Josef
Sveboda gerçekleştirmiş.
Hollanda'dan Amsterdam Güzel
Sanatlar Yüksekokulu Moliere'in
yazıp D.Arthur Opstaole Afa Welcher'un yönettiği Scapın ile tek kişi­
lik bir kabare gösterisi olan Blues'a
Çağrı isimli oyunlarla katılıyor.
İngiltere'den Londra Guilehall
Müzik ve Tiyatro Okulu W. Shakespeare'in yazıp Jane Collinmes'in yö­
nettiği Beğendiğiniz Gibi isimli
a
Zeliha BERKSOY
Amsterdam Güzel Sanatlar Yüksekokulu Moliere'den Scapin
İsviçre'den Zürih Tiyatro Akade­
misi W. Shakespeare'in yazıp Urs
Schaub'un yönettiği Bir Yazdönümü Gecesi Rüyası isimli oyunla ka­
tılıyor. Topluluk ayrıca Teme
Oyunculuk Çalışmaları konulu bir
workshop yapacak.
Macaristan'dan Budapeşte Dev­
let Tiyatrosu Gençlik Grubu M
Mihlay'in yazıp Csekonai Vitez'ir
yönettiği Dul Bayan Karnyo Ve
İki Serseri isimli oyunla katılacak.
Sovyetler Birliği'nden Moskova
Krasnaya
Presaya
Tiyatrosu
Çehov'un yazıp Jury Kenexen
ko'nun yönettiği Üç Kızkardeş ya
da Martı isimli oyunların biri ile
Azerbeycan'dan Yuğ Tiyatro
Stüdyosu Şehriyar'ın yazıp Vagıp
İbrahimoğlu'nun yönettiği Selan
adlı oyun ile,
Buta Kukla Tiyatrosu ise Arşırı
Mal Alan adlı oyun ile katılıyor.
Ülkemizden ise, İstanbul Üni
versitesi Devlet Konservatuarı Ti
yatro Bölümü, Goldeni'nin yazıp
Yıldız Kenter'in yönettiği Yalancı,
Mimar Sinan Üniversitesi Dev
let Konservatuarı Tiyatro Bölümü
Turan Oflazoğlu'nun yazıp Zelihi
Berksoy ile Okan Bayülgen'in yö
nettiği III.Selim,
Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bö
lümü W. Shakespeare'in yazıp
Andre Jarnecki'nin yönettiği Bir
Yazdönümü Gecesi Rüyası,
Hacettepe Üniversitesi Devle
Konservatuarı Tiyatro Bölümü B
Brecht'in yazıp Andre Jarnecki'niı
yönettiği Üç Kuruşluk Opera
ile Aristofanes'in yazıp Leyla
Barutan'ın yönettiği Kuşlar,
Dokuz Eylül Üniversitesi
Devlet Güzel Sanatlar Fakültesi
Sahne ve Görüntü Sanatları Bö
lümü Çehov'un yazıp Özdemir
Nutku'nun yönettiği Kül Atında
ki Kor isimli oyunlar ile katıla
caklar.
Gösteriler Ses Tiyatrosu, Ka
raca Tiyatrosu, A.Naşit Kültü
Merkezi, Aziz Nesin Sahnesi ve
Cemal Reşit Rey Konser Salo
nu'nda Workshoplar ise Yıldız
Saray Tiyatrosu'nda yapılacaktır
Zamana ekilen kültür ve
sanat tohumlarının yeni sürgüm
olan "1. Uluslararası Tiyatro
Gençlik Festivali "nin ülke Ti
yatrosuna yeni ufuklar kazandı
racağı inancı ile tüm tiyatro se
venlere iyi seyirler diliyorum.. •
45
FESTİVALDEN
Gençlik Festivali'nden bir oyun
Kül Altındaki Kor
"Burjuva evliliğinin
anatomisi"
Özdemir Nutku
Çekhov sahnelemenin
önlenemeyen çekimi
Deneme topluluğumuzun bu yıl
sahnelediği Kül Altındaki Kor yeni
bir düzenlemedir. Yazarın Kuğunun
Şarkısı adlı oyunu arasına, onun üç
tek bölümlük oyunu organik bir bi­
çimde kurgulanmıştır. Bunlar alaca­
ğını istemeye gelen bir adamın evin
dul hanımına evlenme teklifi yapma­
sına değin gelişen Ayı, bir küçük bur­
juva düğününü gösteren Düğün ve
evli bir küçük adamın buruk yaşamı­
nı özetleyen Sayfiye'de Yaz'dır. Bu
tek bölümlük oyunlar Kuğunun Şar­
kısındaki yaşlı aktörün anıları olarak
kurgulanmıştır. Bunlar gerekli yerler­
de birer geriye, anılara dönüş olarak
ele alınmıştır. Her üç oyun bir burju­
va evliliğinin üç evresini gösterir; evleme teklifi, düğün ve evlilikten
sonra...
Oyunumuz tiyatralliği vurgula­
mak için çıplak sahnede oynanmakta-
pe
cy
akırköy Belediyesi'nin
düzenlemiş
olduğu
Uluslararası
Tiyatro
Gençlik Şenliği 'ni Zelihe Berksoy'un yazısı ile
tanıtmaya çalıştık. Dergimizin diğer
bölümlerini İstanbul Tiyatro Festivali'ne ayırdığımızdan Bakırköy Beledi­
yesi'nin bu şenliğini yeteri kadar tanıtamamanın üzüntüsünü taşıyoruz.
Tiyatro Gençlik Şenliği'ne katılan
ülkemiz üniversitelerinden Dokuz
Eylül Ünevirsitesi'nin oyunundan söz
ederek bu şenliğe katılacak olan
bütün genç toplulukları sevgi ile se­
lamlamak istedik.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi'nin Tiyatro Bölü­
mü Başkanı Prof. Özdemir Nutku'nun
yönettiği Kül Altındaki Kor adlı Çekhov'un dört oyunundan derlenmiş bu
çalışmayı,. yönetmenin, dramaturgi
ve dekor çalışması yapan grupların
kısa anlatımları ile tanıtıyoruz.
a
B
dır. Kulis perdeleri ve frizler kalk­
mış, sahnenin gizli bırakılan yerleri
seyircinin gözleri önüne serilmiştir.
Arkada kostüm, manken ve aksesuvarları taşıyan raflar, kalörifer panel­
leri, dört bir yanda ışıldaklar, kablo­
lar, iki yanda hopörlörler, vb... Oyun
başladığında sahne bir temsil sonra­
sındaki dağınıklığı, yalnızlığı içinde­
dir ve yaşlı aktörümüz Svetlovidov
sahnede sızmıştır. •
Oyunun Dramaturgisi
üzerine
Cekhov'un tek perdelik dört oyu­
nunun organik bir düzen içinde hazır­
landığı Kül Altındaki Kor adlı kolaj
çalışma, oyunların belli bölümlerinin
birbirine eklenmesi ile oluşturuldu.
Yaşlanmış bir aktörün yalnızlığı­
nı anlatan Kuğunun Şarkısı, taşra
ilişkilerini ele alan Ayı, insanlararası
kopuk ilişkileri veren Düğün ve er­
keğin evlilik sonrası konumunu anla­
tan Sayfiye'de Yaz, Çekhov mantığı
ile birleştirilice ortaya Kül Altındaki
Kor adlı bir kolaj çıktı. Ana kanevayı oluşturan Kuğunun Şarkısı'ndaki
yaşlı aktörün, geçmişini ve anılarını
hatırlaması, Ayı, Düğün ve Sayfi­
ye'de Yaz adlı oyunlarla gerçekleşti­
rilmiş oldu. Bazı bölümlerin dramati­
ze edilerek canlandırılması da
uygulanan bir başka yenilikti.
Oyun, bir aktörün insan olarak
yaşamını irdelerken; yaşanan düzen
içinde insanın kendisine ve çevresine
nasıl yabancılaştığını anlatmayı amaç
edinir. Bu amacı da Çekhov'un gözle­
ri ile izlediğimiz insanlarla gerçekleş­
tirmeye çalıştık. •
Deniz Turhan- Özlem Turan
Oyunun dekor
tasarımı
Özdemir Nutku'nun yönettiği, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi
Sahne- Görüntü Sanatları Bölümü Tiyatro Anasanat dalı öğrencilerinin sahnelediği
Cekhov'un "Kül Altındaki Kor" adlı oyunundan bir sahne.
Dekor tasarımı, aktörün yaşamına
giren kişilikleri göstermeci nitelikte
sahneye getiren stilize büyük raflar
üzerinde yoğunlaştı. Bu raflara yerle­
şen, eşyalar arasında kalmış karakter­
ler, anılma sıraları geldiğinde raflar­
dan inip yaşlı aktörün hayalinde
yaşam kazanıyorlar.
Bu yorumda, Mobilyalar dönemin
otantik stilini yansıtmadı. Fakat bir
yaşam kesiti sunan atmosfere yardım­
cı olmasına çalıştık. •
Ayşen Doğan - Zuhal Soy
F E S T İ V A I.
GÜN/SAAT
OYUN ADI
P R O G R A M I
TİYATRO
SALON
pe
cy
a
19.5.91-20.30
Kefesten Bir Kuş Uçtu
Devlet Tiyatrosu
Taksim Sahnesi
20.5.91-20.30
Kefesten Bir Kuş Uçtu
Devlet Tiyatrosu
Taksim Sahnesi
21.5.91-20.30
İşte Baş, İşte Gövde
Bilsak Tiyatro Atölyesi
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
22.5.91-20.30
İşte Baş, İşte Gövde
Bilsak Tiyatro Atölyesi
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
23.5.91-20.30
Maskeli Süvari
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
23.5.91-20.30
Kefesten Bir Kuş Uçtu
Devlet Tiyatrosu
Taksim Sahnesi
24.5.91-20.30
Kefesten Bir Kuş Uçtu
Devlet Tiyatrosu
Taksim Sahnesi
24.5.91-20.30
Maskeli Süvari
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
24.5.91-20.30
Şeytan Çelmesi
Devlet Tiyatrosu
A.K.M. Büyük S.
25.5.91-20.30
Şeytan Çelmesi
Devlet Tiyatrosu
A.K.M. Büyük S.
25.5.91-20.30
Kefesten Bir Kuş Uçtu
Devlet Tiyatrosu
Taksim Sahnesi
25.5.91-15.30
Maskeli Süvari
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
25.5.91-20.30
Buruk Ezgi
Dostlar Tiyatrosu
A.K.M. Oda Tiyatrosu
26.5.91-15.30
Buruk Ezgi
Dostlar Tiyatrosu
A.K.M. Oda Tiyatrosu
26.5.91-15.30
Maskeli Süvari
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
28.5.91-20.30
Tartuffe
Royal National Theatre
Taksim Sahnesi
29.5.91-20.30
Tartuffe
Royal National Theatre
Taksim Sahnesi
29.5.91-18.00/20.30
Ayaktakımı Arasında
AST
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
30.5.91-20.30
Tartuffe
Royal National Theatre
Taksim Sahnesi
30.5.91-20.30
Sevgili Yelena Sergeyevna
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
30.5.91-20.30
Ayaktakımı Arasında
AST
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
31.5.91-18.00/20.30
Ayaktakımı Arasında
AST
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
31.5.91-20.30
Sevgili Yelena Sergeyevna
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
31.5.91-20.30
İvan İvanoviç
Bakırköy Belediye T.
Taksim Sahnesi
31.5.91-20.30
Merhaba
Dostlar Tiyatrosu
A.K.M. Konser Salonu
01.6.91-20.30
Merhaba
Dostlar Tiyatrosu
A.K.M. Konser Salonu
01.6.91-15.30
Sevgili Yelena Sergeyevna
Kent Oyuncuları
Kenter Tiyatrosu
01.6.91-20.30
Kafkas Tebeşir Dairesi
Rustaveli Tiyatrosu
A.K.M Büyük S.
01.6.91-20.30
İvan İvanoviç
Bakırköy Belediye T.
Taksim Sahnesi
02.6.91-20.30
Kafkas Tebeşir Dairesi
Rustaveli Tiyatrosu
A.K.M Büyük S,
02.6.91-20.30
İvan İvanoviç
Bakırköy Belediye T.
Taksim Sahnesi
03.6.91-20.30
Müfettiş
İstanbul Şehir Tiyatrosu
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
04.6.91-20.30
Müfettiş
İstanbul Şehir Tiyatrosu
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
04.6.91-20.30
Übü
N.A.D.A (Fransa)
Taksim Sahnesi
05.6.91-20.30
Übü
N.A.D.A (Fransa)
Taksim Sahnesi
05.6.91-15.30/20.30
Müfettiş
İstanbul Şehir Tiyatrosu
Muhsin Ertuğrul Sahnesi
BİLET FİYATLARI:
TAM: 25.000 TL.-20.00 TL.-15.00 TL. ÖĞRENCİ: En düşük ücret kademesinden %50 indirim
Festival Komitesi
Açıklaması
Uluslararası 3. İstanbul Tiyatro Festivali düzen­
leme komitesi adına Koza GÖKBUGET'in 3 Mayıs
günü yaptığı basın toplantısında 19. Mayıs-5. Hazi­
ran arasında yapılacak festivale, yurt dışından 4 top­
luluğun (sonradan, Yunanistan'ın gelmeyeceği öğre­
nildi), yurt içinden 9 farklı tiyatro topluluğunun 14
ayrı oyunla katılacaklarını söyledi.
Vaclav Havel'in, çok az bir olasılıkla, Devlet Tiyatrosu'nun oynayacağı Şeytan Çelmesi oyununa
geleceğini bildirdi. Dostlar Tiyatrosu'nun sunacağı
Merhaba adlı oyunun Türkçe, İngilizce, Fransızca
ve İspanyolca ile önceden oynanan oyundan farklı
yorumla oynanacağını, diğer bütün oyunların kendi
orjinal dilleri ile sergileneceğini ve bu yıl anında çe­
viri (simultane çeviri) yapılmayacağını, oyundan
önce kısa bir özet (sinopsis) dağıtılacağını açıkladı.
Yabancı toplulukların oyun gününden iki gün
önce gelip oyundan bir önceki gün prova yapacakla­
rını bildirdi. •
.
|
a
pe
cy
a
cy
pe