GEZİ EYLEMLERİ VE DEMOKRATİKLEŞME SORUNU
Transkript
GEZİ EYLEMLERİ VE DEMOKRATİKLEŞME SORUNU
Gezi’nin Hatırlattığı Hak: Barışçıl Toplantı İyimser Bir “Gezi” Yazısı Demokratikleşme ve Barış Süreci Kerem ALTIPARMAK Av. Hakan LAMPER Av. Kezban HATEMİ 3 6 12 kocaeli barosu BÜLTENİ Sayı 3 / Yıl 2013 GEZİ EYLEMLERİ VE DEMOKRATİKLEŞME SORUNU Başkan’dan Av. M. TAMER SOLAKOĞLU KOCAELİ BAROSU BAŞKANI Sevgili Meslektaşlarım; Bültenimizin bu sayısını ülkemizin son yıllarda yaşadığı en önemli toplumsal olay olan “ Taksim Gezi Parkı Eylemleri “ne ayırdık. Taksim Gezi Parkı’nda, Topçu Kışlası adı altında AVM yapılmasını protesto eden vatandaşlarımızın, kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet kullanılarak dağıtılmak istenilmesiyle başlayan eylemler neredeyse tüm kentlerimize yayılarak günlerce sürmüştür. Ülkemiz genelinde çeşitli illerde yapılan eylemler sırasında beş vatandaşımız ve bir polis memurumuz ölmüş, 8163 vatandaşımız ve 900 polis memurumuz yaralanmış, 126 vatandaşımız da tutuklanmıştır. Siyasi iktidar gezi eylemlerini, iktidara karşı faiz lobisi ve uluslar arası güçler tarafından ülkemizin gelişmesini engellemek için çıkarılmış dış mihraklı olaylar olarak değerlendirirken, eylemciler ve muhalefet ise, bu eylemleri hiç bir politik amaç gütmeyen ve apolitik gençlerin yeşiline, çevresine, kentine, özgürlüklerine sahip çıkma hareketi olarak değerlendirmiştir. Devamı Sayfa 2’de Kanada Basınında Gezi Parkı Serbülent TURAN Devamı Sayfa 7’de Gezi’ye Dair Stj. Av. Yiğit TİMUR Devamı Sayfa 8’de Meslektaşlarımıza Gezi Eylemlerini ve Sonrasını Sorduk Röportajlar Devamı Sayfa 14’te Sinema Rehberi Av. Nesrin AKTAŞ Devamı Sayfa 20’de 2 KENTSEL DÖNÜŞÜM KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ “TAKSİM GEZİ PARKI PROTESTO OLAYLARI” Başkan’dan BASIN AÇIKLAMASI Av. M. TAMER SOLAKOĞLU KOCAELİ BAROSU BAŞKANI Gezi eylemlerini herkes kendi bakış açısından farklı değerlendirebilir. Bu eylemlerin çıkışı, gelişimi ve sonuçları ile ilgili olarak çeşitli görüş ve düşünceler ileri sürebilir. Ancak siyasal iktidarın son zamanlarda bireysel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk devletini baskı altına almaya yönelik politikalar uygulamaya başladığı düşüncesi toplumda önemli ölçüde taraftar bulduğu için, Taksim Gezi Parkı Eylemleri ülke genelini sarmış ve bu kadar ağır bilanço oluşmuştur. Gezi eylemleri ülkemizde geçmişte olduğu gibi, siyasal iktidara ve egemen görüşe muhalefet eden, farklı görüş ve düşünceleri dile getirmeye çalışan girişimlerin siyasal iktidarlar tarafından şiddetle bastırıldığını ve demokratikleşme sorunumuzun devam ettiğini göstermiştir. yeniden değerlendirilmesine ve demokrasimiz hakkında olumsuz düşüncelerin oluşmasına sebep olmuştur. Bu anlamda, 1940’lı yıllarda çok partili hayata geçişte başlayan ve askeri darbelerle sık sık kesintiye uğrayan genç demokrasimizi güçlendirmek için, kişi hak ve özgürlüklerine müdahalenin sınırlarını yeniden belirlemek, çoğunluklu değil çoğulcu demokrasiyi işletmek, tek tip insan yetiştirme gayretinden vazgeçmek gerekmektedir. Bunun için de, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan tüm kurum ve kurallarıyla işleyen demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin inşasını temel alarak iktidarıyla, muhalefetiyle bu yönde çaba sarf etmemiz gerekmektedir. Saygılarımla. Bu eylemlere siyasal iktidarın göstermiş olduğu sert tavır demokrasi kültürümüzün tüm dünya tarafından Sahibi Kocaeli Barosu Adına Baro Başkanı Av. M. Tamer SOLAKOĞLU Yazı İşleri Müdürü Av. Çiğdem DEMİRCAN Yönetim Yeri Ankara Karayolu No: 111 Kocaeli Plaza K:5 İzmit/KOCAELİ 0262 321 41 12 - 0262 324 56 56 0262 321 13 90 www.kocaelibarosu.org.tr kocaeli@barobirlik.org.tr Baskı - Tasarım Şen Matbaa Özveren Sokak 25/A-B Demirtepe - Ankara Tel: 0312 230 54 50 Faks: 0312 229 64 54 e-posta: senmatbaa@gmail.com www.senmatbaa.com Taksim Gezi Parkı’ nda topçu kışlası görünümlü AVM yapılmasına yönelik girişimi protesto etmek üzere, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımız tarafından başlatılan eylemler, kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet kullanılarak bastırılmak istenilmiştir. Bunun sonucunda, İstanbul’ da başlayan eylemler, neredeyse ülkemizin tüm kentlerine yayılmıştır. Çağdaş, demokratik devletin temel ilkelerinden biri, vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkıdır. Bu hak, yapılacak işlerle ilgili vatandaşların bilgilenmeleri, sürece dahil edilmeleri ve onaylarının alınmalarını kapsar. Taksim Gezi Parkı Projesi de kent insanına sorulmadan, onayı alınmadan gündeme getirilmiştir. Vatandaşların kamu işlerine sevk ve idaresine katılma hakkı gözetilmeksizin yapılan işler antidemokratik olmaya mahkumdur. Demokratik hukuk devletinde kişi hak ve özgürlükleri, devlet tarafından öncelikle korunması gereken haklardandır. Hukuk devletinde kişiler haklarını kamu düzenini bozmadan barışçıl bir şekilde arayabilirler. Bu anlamda, kentini, sokağını, ağacını, yeşilini korumak isteyen ve bunun için demokrasinin sağladığı özgürlük ortamında var olan protesto hakkını kullanan vatandaşlarımıza kolluk güçleri tarafından orantısız güç ve şiddet kullanılmıştır. Kolluk güçlerinin gösterdiği tavır ve şiddet demokratik hukuk devletinde kabul edilemez. Demokratik haklarını kullanan vatandaşlarımıza yönelik kolluk güçleri tarafından yapılan müdahaleler ne yazık ki, olayları ve gerginliği arttırmış, vatandaşlarımız ile kolluk güçlerini karşı karşıya getirmiştir. Kocaeli Barosu olarak; Siyasi iktidarı, vatandaşlarımızın demokratik taleplerini dikkate almaya ve demokratik tepkilere karşı demokrasinin özünde olan hoşgörüyü hayata geçirmeye davet ediyoruz. Kolluk güçlerinin, vatandaşlarımızın kamu düzenini bozmayan barışçıl gösterilerine müdahale etmemeleri gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz. Vatandaşlarımıza demokratik taleplerini barışçıl bir biçimde ifade etmelerinin meşru olduğunu telkin ederek, provakatif eylemlerden kaçınmalarını istiyor ve herkesi sağduyulu olmaya çağırıyoruz. GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 3 GEZİ’NİN HATIRLATTIĞI HAK: BARIŞÇIL TOPLANTI Kerem ALTIPARMAK* A nayasa’da açıkça herkesin izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bulunmasına rağmen, Türkiye’de sıklıkla “izinsiz toplantı” kavramının kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. Yetkililerin, toplantının demokratik bir hak olduğunu ancak bunun gösterilen zaman ve yerde yapılması gerektiğini vurgulamaları bir yana, medyada da “izinsiz toplantıların” dağıtıldığını duymak şaşırtıcı değildir. Öyle ki, bu yaklaşım nedeniyle, on yıllardır ülkenin Güneydoğu’sunda neredeyse bütün siyasal toplantılar şu veya bu şekilde yasaya aykırı bulunup dağıtılırken “izinsiz toplantılar”ın dağıtıldığı şeklinde haberleştirilmektedir. Gezi Parkı eylemleri sırasında, yüzbinlerce insan bu kez Batı’daki büyük şehirlerin merkezlerine inince benzer bir dilin tedavüle sokulduğunu görebiliyoruz. Bu dil kısaca şöyle özetlenebilir: “İzinsiz toplantıya tabii ki müdahale edilecekti”, “Parkta oturulmasına, paçavraların asılmasına ne kadar müsaade edilebilirdi?”, “Provokatörler vardı, artık bunlara barışçıl eylem denemezdi”, “Polis tabii ki kuvvet kullanarak yasadışı toplantıları dağıtacaktı”, “Toplanmak isteyen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasasına göre toplanmalıydı”. Oysa yasaklana yasaklana unutulan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özü bu iddiaların tamamının yanlış olduğunu gösteriyor. Gezi olayları, birçok şey gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını da tekrar düşünmemizi mümkün kılıyor. Barışçıl Toplantı İzin Gerektirir mi? Anayasa’nın 34. maddesine göre “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Bu nedenle izin almanın bir koşul olamayacağı açık. Bununla birlikte, bu hüküm anıldığında, hemen aynı maddenin 3. fıkrası hatırlatılıyor. 3. fıkraya göre: “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” Burada bahsedilenin 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası olduğu, bu yasadaki usullere uyulmasının gerekli olduğu sıklıkla ifade ediliyor. 2911 sayılı Yasa ve barışçıl toplantı üzerinde etkisine ilişkin bir kaç hususu açıklamak gerekir. 2911 sayılı Yasa, Anayasadaki izinsiz toplantı hakkını ortadan kaldıramaz. Nitekim, Yasa izin değil bildirim koşulu getirmektedir (Bkz. md. 10). İkincisi, bu Yasa, 12 Eylül müdahalesinin hemen ardından çıkarılmış bir darbe yasasıdır ve demokratik değerleri koruduğunu söylemek zordur. Üçüncü olarak, 2911 sayılı Yasaya dayalı toplantı ve gösteri yürüyüşü engellemeleri defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bulunmuştur. Bu nedenle, bu yasanın Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca insan hakları sözleşmelerine ve AİHM içtihadına uyumlu bir şekilde yorumlanması zorunludur. Bu açıdan insan hakları hukuku bakımından barışçıl gösteriye ilişkin aşağıdaki ölçütlerin mutlaka gözetilmesi gerekir. Anayasa 34/3 Düzenleme Gerektiriyor, Kısıtlama Değil Anayasanın 34. maddesinden anlaşılabileceği gibi yasal düzenlemenin amacı sadece “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller”i düzenlemek olabilir. Bir başka deyişle bu yasanın asli amacı, yasaya aykırı davrananların cezalandırılması değil, Anayasa’da koruma altına alınan bir hakkın başka ve hak ve özgürlüklerle uyumlu bir şekilde kullanılmasını sağlayacak güvenceleri düzenleme altına almaktır. Her ne kadar bu düzenleme içinde yasal koşulları ihlal edenlere bazı yaptırımlar öngörülebilirse de, kural barışçıl toplantının yapılması, istisnası bunun sınırlandırılmasıdır. Bu nedenle, koşullara her uymayan toplantıyı, sırf yasaya * Kerem Altıparmak, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi Bu yazı 03.07.2013 tarihinde Bianet’ te yayımlanmıstır. aykırı diye şiddet kullanarak dağıtmak izinsiz toplantı hakkını anlamsız bırakacaktır. 2911 sayılı Yasanın da bu şekilde yorumlanması mümkün değildir. AİHM, toplantı ve gösteri yürüyüşünün bildirime ve hatta izne tabi olmasızın toplantı hakkını düzenleyen 11. maddenin ruhuna aykırı olmadığını düşünmektedir. Bu yükümlülük, bir yandan başkalarının hakkını korumayı hedeflerken bir yandan da barışçıl gösteri yapacakların haklarını güvence almayı mümkün kılar. Örneğin, önceden bildirilmiş bir toplantı için trafik düzenlemesi yapılması mümkün olurken, diğer yandan göstericilerin zarar görmesi halinde acil müdahale etmek için ambülans bulundurmayı da olanaklı kılar. Ancak yukarıda belirtildiği gibi yapılacak düzenlemenin amacı yasadışı toplantıları dağıtmak değil, barışçıl toplantıları başka hak ve özgürlüklerle birlikte mümkün kılmaktır. Bu nedenle, Devletler toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme görüntüsü altında, bu hakka yönelik makul olmayan dolaylı sınırlandırmalardan da kaçınmak zorundadır[1]. 2911 sayılı Yasa, AİHS’e aykırı olarak sözleşmede korunan barışçıl toplanma özgürlüğünü kısıtlayan gizli engellerle[2] doludur. Gerek idare, gerekse mahkemeler bu engelleri Sözleşme ile uyumlu bir şekilde yorumlamak yükümlülüğü altındadır. Gezi Parkı eylemleri, bu gizli engellerin tipik örneklerini sergilemektedir. 2911 Sayılı Yasa’nın 10. maddesi toplantı yapılabilmesi için 48 saat önceden bildirim yapılması gerekliliği getirmekte, 22. maddesi ise parklarda toplantı yapılmasını yasaklamaktadır. Aynı şekilde, 7. madde açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar saat 23.00’e kadar sürebileceğini düzenlemektedir. Eğer bu hükümler lafzi olarak yorumlanırsa, bir parkın yıkımına karşı çıkanların, o parkta değil ve fakat örneğin Çağlayan’da eylem yapması gerekir. Aynı şekilde, 48 saat önce bildirim verilmesi gerektiği için tüm ağaçlar sökülünceye kadar toplantı ve gösteri 4 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI yapılması mümkün olmayacaktır. Saat 23.00 kuralı uygulanırsa, Başbakan’ın yurtdışından dönüşünde yaptığı Havaalanı toplantısı otomatik olarak yasadışı hale gelecektir. 2911 sayılı Yasa örneklerinin gösterdiği gibi ilk başta yasak değil düzenleme gibi gözüken kurallar toplantı ve gösteri yürüyüşünü anlamsız hale getirebilir. Bu gibi durumlarda, düzenlemeyi yapan yasa değil, doğrudan temel hakkı güvenceye alan Anayasa/insan hakları sözleşmesi uygulama alanı bulur. AİHM, mevcut olaya anında cevap verme gereğinin doğduğu bazı özel durumlarda, anında toplanma hakkının bildirim ödevinin önüne geçebileceğini kabul etmektedir.[3] Özellikle, o an yapılmayan eylem daha sonra anlamsız hale gelecekse, bildirim yükümlülüğe uyulmaması toplantı özgürlüğünün doğal sonucudur[4]. Gezi Parkında başlatılan eylem de tam bu niteliktedir. Parkın yıkılmasından sonra eylemin bir anlamı kalmayacaktır. Benzer bir durumu yer bakımından da vurgulamak gerekir. 1 Mayıs tarihsel önemi nedeniyle Taksim’de kutlanmalıdır. Yasal yer olarak gösterilen Çağlayan, Kadıköy gibi yerler verilmek istenen mesajın engellenmesi anlamına gelir.[5] Yasadışı Olsa da Barışçıl Toplantı Engellenemez Bir toplantı, yasada öngörülen koşulları yerine getirmese bile, şiddet içermediği sürece salt bu nedenle müdahale edilemez. Bazı toplantı ve gösteriler hiçbir şekilde kamu düzenini bozmayabilir, kamu düzenine zarar vermeyebilir. Halka açık bir alanda gerçekleştirilen çoğu toplantı ise günlük yaşamın akışını belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabilir. Ancak AİHM, söz konusu düzeni bozan durumun bile, tek başına, toplanma özgürlüğü hakkına yönelik müdahaleyi haklı kılamayacağı kanaatindedir. Mahkemeye göre, yasadışı hale gelmişse bile şiddet kullanılmayan bir toplantıya, 11. maddede korunan toplanma hakkı anlamını tamamen yitirmemesi için belirli bir ölçüde hoşgörü gösterilmelidir.[6] Bu söylenenlerden şu alt sonuçları çıkarmak mümkündür: i. Yasadışı olsa bile şiddet içermeyen toplantıya hoşgörü gösterilmeli, hemen müdahale edilmemelidir. ii. Belirli bir hoşgörü kavramı, birden fazla ölçütü dikkate almayı gerektirir. Toplantının kamusal tartışmaya katkısı ve önemi, verilen süre içerisinde mesajın verilip verilmediği, toplantının devamının başka kişilerin hak ve özgürlüklerine etkisi gibi. Gezi Olayları bu açıdan da ilginçtir. Onbinlerce kişinin katıldığı ve toplumu KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ yakından ilgilendiren gösterilerin gerçekleştiği sırada, salt trafiğin tıkandığı gerekçesiyle güç kullanarak toplantının dağıtılması toplantı hakkını ihlal edecektir. Dahası, eylemin başkalarının hak ve özgürlüklerini kısıtlama düzeyi düştükçe, hoşgörü yükümlülüğü arttığı için ilk günlerde parkta oturan eylemcilere karşı gerçekleştirilen ağır müdahalelerin, toplantı hakkının özüne dokunduğunu söylemek mümkündür. Barışçıl Toplantının Süresi Barışçıl bir toplantının ilelebet devam ettirilip ettirilemeyeceği de önemli bir sorundur. Teorik olarak, başkalarının hakkını ve kamu düzenini etkilemediği sürece barışçıl toplantı hakkı sınırsız süreyle yürütülebilir. Cisse/Fransa davasında yasadışı 200 göçmen, iki ay süreyle Paris Aziz Bernard Kilisesini işgal etmiştir. Eylem barışçıl olduğu için Kiliseye gidenlere zarar vermemiş ve kamu düzenini bozmamıştır. AİHM 2. ayın sonunda yapılan müdahaleyi, açlık grevine girenlerin sağlık durumlarının bozulmuş olması ve sıhhiye koşullarının tamamen yetersiz kalması nedeniyle zorunlu görmüştür.[7] Çiloğlu ve Diğerleri/Türkiye davasında ise Cumartesi annelerinin 176. kez Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği toplantıya yapılan müdahale istenen mesajın verilmiş olması ve bu eylemin trafiği ve kamu düzenini etkilediği gerekçesiyle sözleşmeye uygun bulunmuştur.[8] Karşıoy yazan yargıçların da saptadığı gibi Mahkeme kendi içtihadı ile çelişkili bir şekilde sınırlandırma gerekçelerini geniş yorumladığı bu kararda, önemli bir noktanın altını çizmiştir. Kamu düzenini bozduğu iddia edilen bir toplantı, barışçıl olduğu sürece mesaj verilinceye kadar sürdürülebilir. Gezi Parkında yapılan eylem için başkalarının veya bizzat eylemcilerin hakkının çiğnendiği iddiasını ileri sürmek mümkün değildir. Parkın başkalarının da hizmetine açılması iddiası ise zaten eylemin parkın yıkılmasına ilişkin iddialar nedeniyle gerçekçi gözükmemektedir. Ülke çapında yapılan eylemler söz konusu olduğunda ise gösterilerin süresi ile taleplerin önemi arasındaki ilişkiye dikkat çekmek gerekir. Burada makul bir süre vermek zor olsa da, kolluğun ilk günden itibaren yoğun kuvvet kullandığı düşünüldüğünde toplantı hakkının süreç boyunca ağır bir şekilde ihlal edildiğini tespit etmek mümkündür. Müdahalenin Yöntemleri Sınırsız Olamaz Hak ve özgürlüklerin bazı istisnai hallerde sınırlandırılabilir olması, bu sınırlandırmanın dilendiği şekilde yapılabileceği anlamına gelmez. Bir toplantıya kuvvetle müdahale edildiğinde müdahaleden etkilenebilecek insanları üç gruba ayırmak mümkündür: Barışçıl gösteri ve toplantı yapanlar, barışçıl gösteriye şiddet karıştıranlar ve olaya dışarıdan katılanlar. Türkiye’de, kolluk güçlerinin toplantıları dağıtmasının rutin iki gerekçesi bulunmaktadır. Bunlardan biri, toplantının yasa dışı olmasıdır. Yukarıda açıklandığı gibi barışçıl bir toplantının salt yasadışı olduğu için şiddet kullanılarak dağıtılması insan haklarına aykırıdır. İkinci rutin gerekçe, provokatörlerin göstericilerin içine karışarak şiddete yöneldikleridir. AİHM, konuya ilişkin ilk içtihatlarından itibaren, hak sahibi kişi kendi davranışları ile hukuka aykırı bir eylemde bulunmadıysa, çok önemli olan toplantı hakkının başkalarının eylemleri nedeniyle kısıtlanamayacağını belirtmektedir.[9] Genel olarak barışçıl niteliğini kaybetmeyen bir toplantıda yer yer şiddet olayları gerçekleşmişse, kendi şiddet olaylarına karışmayan kişi, toplantıyı terk etmediği için cezalandırılamaz. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösteri yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır.[10] Mahkeme, bir kişinin, kendisi davranış ve niyetlerinde barışçıl kaldığı bir gösteri sırasında başkalarının arazi şiddet eylemleri veya cezalandırılabilir davranışları nedeniyle toplantı hakkını kullanmaktan mahrum bırakılamayacağını belirtmektedir.[11] Bu içtihat şu şekilde açıklığa kavuşturulabilir. Devletler, sadece kamu malını ve düzenini değil ve fakat barışçıl gösteride bulunanları da şiddete başvuranlardan korumak zorundadır. Kamu düzeni, Devletin vatandaşlardan korunduğu değil insanların temel hak ve özgürlüklerini maksimum düzeyde kullanabildiği bir düzeni ifade eder. Bu nedenle, barışçıl bir şekilde başlayan bir eyleme bir şekilde şiddet bulaştıysa, alınacak önlem tüm gösteriyi sonlandırmak değil ve fakat mümkünse şiddete başvuranları, barışçıl eylemcilerden ayıracak kolluk önlemleri almaktır. Gün ve Diğerleri davasında belirtildiği gibi barışçıl bir gösterinin sonunda bazı kimselerin bu fırsatı kullanarak şiddete başvurmaları, niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplanma hakkına müdahaleyi haklı kılmaz.[12] Gezi olaylarında bir kez daha görülen, kolluk kuvvetlerinin genel yaklaşımı bu ilkelerle tamamen çatışma halindedir. Olaylar boyunca, kolluk hedef gözetmeksizin, şiddete başvuran başvurmayan ayrımı yapmaksızın, yoğun bir şekilde gaz ve tazyikli su kullanmıştır. Bu araçların gerçek amacının şiddete başvuranları caydırmak olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü kulla- GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ nıldığı ifade edilen 130.000’i aşkın gaz bombası onbinlerce barışçıl göstericiyi etkilemiş, bazı kişiler doğrudan gaz kapsülünden yaralanmış, toplam yaralı sayısı 8000’leri bulmuştur. Böylesi bir müdahalenin yukarıda ilkeleri ortaya koyulan, barışçıl gösterici-şiddete başvuran gösterici ayrımını yapmadığı açıktır. O nedenle, “şiddete başvuranlar vardı, gaz kullanmaktan başka çaremiz yoktu” açıklamasının da bir geçerliliği yoktur. Gösteriye katılmayan ama dışarıda olmasına rağmen etkilenen kişilerin durumu da dikkate alınmalıdır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması şüphesiz başkalarının hak ve özgürlükleri ile çatışabilir. Bununla birlikte, salt başkalarının rahatsız olması, bu hakkın sınırlanması meşru kılmaz[13]. Ne var ki, kolluk güçleri, toplantıya katılmayanların toplantıya yapılacak müdahaleden zarar görmemesi için gerekli organizasyonel önlemleri almak zorundadır. DİSK ve KESK davasında Hükümet, bazı göstericilerin Şişli Etfal Hastanesine gizlendiğini, bu nedenle Hastaneye yönelik gaz bombası kullanıldığını iddia etmiştir. AİHM, bu müdahalenin zorunlu ve orantılı olduğunu söylemenin imkansız olduğunu belirtmiştir.[14] Gezi Olayları sırasında, başta Divan Oteli olmak üzere, kapalı alanlara yönelik saldırıların tamamında aynı durum geçerlidir. İçeride bulunan kişilerin sağlık durumları gözetilmeksizin, kapalı alanlara yönelik gaz atılması hem toplantı ve gösteri yürüyüşünün hem de kötü muamele görmeme yasağının ihlali anlamına gelir.[15] Gazın keyfi ve yoğun kullanımı başka sorunlara da yol açmaktadır. Herkes evden çıkarken gideceği merkezi yerde polisin gaz kullanabileceğini hesaba katmak zorunda değildir. Yaşlılar, çocuklar, sağlık sorunları olanlar toplantıya katılmasalar bile keyfi gaz kullanımından yoğun bir şekilde etkilenmektedir. Polisin, akrep ismi verilen araçlarla ara sokaklara gaz atması ile bırakınız dışarı çıkıp olaylardan etkilenenleri, yaz sıcağında camını açan birçok insan gaz kullanımından olumsuz etkilenmiştir. Nihayet, müdahalenin meşru olduğu, şiddete başvuranlara yönelik kuvvet kullanılması durumunda bile kullanılacak gücün sınırları iyi çizilmelidir. Sinek öldürmek için balyoz kullanılması ifadesi, Türkiye’deki toplantılara yapılan müdahaleler için kullanılabilir. Bir kişinin bedensel bütünlüğüne yapılan saldırı ile kamu düzenin sağlanması arasında bir tartı işlemi yapılamaz. Kolluk, yapacağı müdahalede kötü muameleye başvurmamak zorundadır. [16] Dahası, Türkiye’deki cezasızlık so- rununun bir uzantısı toplantılara yapılan müdahalelerdeki şikayetlerde görülmektedir. Toplantı sonrasında gerçekleşen gözaltı işlemlerinde kötü muamele gördüğünü söyleyen kişilerin yaptıkları başvurular, savcılar tarafından toplantının illegal olması gerekçesiyle reddedilmektedir.[17] Oysa bu gibi davalarda incelenmesi gereken tek şey toplantının illegal olup olmaması değildir. Evet yasal bir toplantıya müdahale eden polis suç işlemiş olacaktır. Ancak, yasaya aykırı olan bir toplantıya müdahale eden polisin de, yakalanan kişi şiddete başvurmuş olsa bile, dilediği gibi davranma imkanı yoktur. Her bir vakada, somut olarak kullanılan şiddetin müdahalenin gerektiği sınırlar içerisinde kalıp kalmadığı incelenmelidir. Gezi olayları sırasında, yapılan gözaltılar da orantısız güç kullanıldığı sıklıkla ifade edilmiştir. Bunun kanıtlandığı durumlarda Türk Ceza Kanununun 256. maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu işlenmiş olacaktır. Bununla birlikte, olaylara ilişkin bazı iddia ve görüntülerin işkence suçundan incelenmesi gerekir. Adından da anlaşılabileceği gibi 256. maddenin uygulanabilmesi için kolluğun zor kullanma yetkisine sahip olması gereklidir. Kolluğun zor kullanma yetkisi yoksa ve insanlar üzerinde şiddet kullanıyorsa, diğer koşulları da taşıması koşuluyla burada artık işkence suçundan bahsetmek gerekir.[18] Antalya’da bir otoparkta yakalanan ve hiçbir direniş göstermeyen iki gencin dayak görüntülerinin 256. madde kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda polisin zor kullanma yetkisi yoktur, eylem tipik bir işkence suçudur. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale somut gerekçe gerektirir Barışçıl toplantıyı dağıtmak için göstericiler taş attı vs. gibi genel ifadelerin kullanılması yeterli değildir. Hükümet bunu iddia ettiği takdirde, kimin nasıl bir şekilde şiddet kullandığını göstermelidir.[19] DİSK ve KESK davasında, 1 Mayıs 2008’de izinsiz olarak İşçi Bayramı’nı Taksim’de kutlamak isteyen gruplara polis müdahale etmiş, Hükümet bu müdahalenin nedenlerinden biri olarak göstericilerin taş atmasını göstermiş ancak bu iddiasını destekleyecek hiçbir veri sunamamıştır.[20] Benzer bir şekilde, Gün vd./Türkiye davasında Hükümet, 2004-2011 yılları arasında gerçekleşen olaylara ilişkin istatistikler sunarak toplantı hakkını kısıtlamanın neden gerekli olduğunu göstermeye çalışmıştır. AİHM, somut vakada nasıl bir zorunluluk olduğunun araştırılmadığı durumda genel istatistiklere dayanarak sınırlamaya gitmenin 5 kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.[21] Gezi olayları açısından bakıldığında da, bir yerde bir tarihte taş atılması nedeniyle her toplanmaya şiddetle cevap verilebileceği anlamına gelmez. Her bir şiddet kullanımının, genel ve muğlak sözlerden bağımsız olarak, neden gerekli olduğunun delilleri ile gerekçelendirilmesi gerekir. “Elimizde şiddet görüntüleri var, provokatörler var, yine benzer oyunlar oynanacak” şeklinde gerekçelere dayanarak toplantı hakkının kısıtlanması mümkün değildir. Genel Nitelikli Toplantı Yasağı Koyulamaz Gösterileri yasaklayan genel kararlar alınması kural olarak mümkün değildir. Böyle bir kısıtlama, ancak ve ancak daha hafif önlemlerle giderilemeyecek derecede ağır risklerin var olması halinde kabul edilebilir. Şiddete teşvik ve demokratik ilkelerin reddi durumları hariç, yetkililer açısından şoke edici ve kabul edilemez görüş ve kelimeler kullanılması, meşru kabul edilemeyecek taleplerin ileri sürülmesi nedeniyle toplantı özgürlüğünü kısıtlayan genel önlemler alınması demokrasiyi tehlikeye düşürecektir.[22] AİHM, Cizre’de Abdullah Öcalan’ın gözaltına alınmasının yıldönümü nedeniyle tüm toplantıların ertelenmesine ilişkin kararı, böyle bir riskin bulunmaması nedeniyle Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.[23] Benzer bir durumun, belki fazlasıyla, Gezi olaylarına ilişkin bir daha toplantı yapılmasına izin verilmeyeceği gibi beyanlar açısından da bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu tür genel kısıtlamalar, toplantı hakkının özüne aykırıdır. Sonuç Gezi olayları, yukarıda örneklediğimiz insan hakları içtihadından daha geniş bir kitleyi ve talepleri ilgilendirmektedir. Süreç boyunca dile getirilen taleplerin çok geniş bir kitlenin siyasi talepleri olduğu çok açıktır. Tamamen spontane bir şekilde birleşen toplulukların, 2911 Yasada öngörülen düzenleme kurulu oluşturma ve diğer koşulları yerine getirmemiş olması çok doğaldır. Bununla birlikte, bu durum, insanların toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını elinden almaya gerekçe olamaz. Gezi sonrasında yapılması gereken, yeni sosyal medya yasaları çıkarak ifade özgürlüğünü daha da boğmak değil, çoğulcu bir demokrasinin doğal gereği olan toplantı ve gösteri hakkını yeniden tanımak ve genişletmektir. (KA/EKN) 6 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ İYİMSER BİR“GEZİ” YAZISI Av. Hakan LAMPER O n yıldan uzun süredir daha çok öğlen yemeklerinde bir araya geldiğimiz, yaklaşık on kişilik bir meslektaş grubumuz var. Bir saatten fazla süren öğlen yemeklerimizde genellikle günlük siyasi gündeme ilişkin konuları konuşuyoruz. Bu grupta AKP li, CHP li, BDP li, MHP li si ile siyasi yelpazenin hemen her kesiminden arkadaşımız var. Zaman zaman tansiyon ve sesimizin tonu yükselse de kalp kırmamaya, telafisi mümkün olmayacak kırılganlıklara sebep olmamaya özen göstererek birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Ülke genelinde asla bir araya gelemeyen siyasi düşünceleri yıllardır en azından öğlen yemeklerinde bir araya getiriyor, karşılıklı olarak birbirimizden öğreniyor, etkileşiyor ve farkında olmadan birbirimizi dönüştürüyoruz. Aynı geminin içinde, aynı yöne gitmek zorunda olan insanlarız. Kuşkusuz bu birlikteliği sağlamanın yolunun karşılıklı saygı ve tahammül olduğunun bilinci ile “yalnız ve güzel ülkem” insanının da buna çok ihtiyacı olduğunu da arada sırada içtenlikle ve özlemle dile getiriyoruz. Bir aydan uzun süredir devam eden “Gezi” gündemi ister istemez masamızın birincil konusunu oluşturunca konu özelindeki toplumsal ayrışma masamızı da etkiledi. Asla toplumda görüldüğü gibi sert bir ayrışma yaşanmadı, aradaki çizgi bir nebze kalınlaşsa da kalıcı olmadı. Ancak kaçınılmaz olarak ton sertleşti, hararet yükseldi. Sorumlu konumda olan ve gündelik çıkarlar doğrultusundaki siyaseti her şeyin üstünde tutan siyasetçiler safları sıklaştırmak, kitlelerini kemikleştirmek uğruna soğuk savaş dönemi siyasetine devam ederken öne çıkarılan malzemeler ister istemez farklılıkları derinleştirip kitleleri birbirinden uzaklaştırıyor. Son derece sağduyulu ve temkinli yaklaşsak da masamız bu gerginlikten nasibini alıyor. Olayların tahlilini yaparken insanlar içinde ya da yakınında olduğu siyasi grubun olayları ele alış şekline sahip çıkmaya çalışsa da, çağın gerisinde kalmış siyasi anlayışlar taraftarlarını uzun süre peşinden sürükleyemiyor. Bu anlamda ne iktidarın “dış mihrak” senaryoları, ne de muhalefetin 80 öncesinde kalmış sloganları gelişen bir toplumun geleceğinde liderlik yapacak güce sahip değil. Seksen öncesinde adeta dondurulmuş olan solcular hala “faşizme karşı omuz omuza” sloganı ile kitleleri heyecanlandırmaya çalışsa da etkileri en fazla halay ve davul-zurnadan ibaret sendika eylemleri kadar oluyor. O nedenle yıllardır süregelen eski tip siyasi eylemlerden farklı olan gezi eylemleri dikkat çekiyor, etkili oluyor ve iktidarda tedirginlik yaratıyor. Günümüzdeki olaylar üzerinden kitlelere hitap ederken bir siyasi grubun diğerine karşı haklılığını ispatlama çabasının argümanları ne 27 Mayıs darbesi, ne de Sivas katliamı olmamalı. Hala bu argümanlara başvuruyor olmak en azından ulaşılmak istenen kitleyi fazlasıyla hafife almaktır. Bu toprakların tarihinde kuşkusuz çok haksızlık, çok adaletsizlik yaşandı. Gündelik siyaset yaparken kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaraları kanatmak belki siyaseten tırnak içinde bir başarı sağlayabilir, ancak yaralar kabuk bağlamadıkça bir arada huzurlu bir gelecek hayal etmek pek mümkün değildir. Toplumun gerisinde kalmış siyasi anlayışlar ve bunların temsilcileri ile yapılacak siyasetin bu toplumda “fayda” olarak karşılığının olmadığını, bu tarzın özellikle bizim gibi çok parçalı toplumlarda onarıl- maz hasarlara yol açabileceğini anlamak için daha fazla acıya ihtiyaç olduğunu hiç sanmıyorum. Yıllardır kalıplaşmış sloganların dışına çıkamayan siyasi literatürümüz Gezi Eylemcileri sayesinde renkli ve eğlenceli bir hale büründü. Siyasi arenada bol miktarda bulunan derinliksiz zekadan, anlamakta zorlandığı ve anlayamadığı için de küçümsediği kuşağın zeka ve espri dolu “Mustafa Keser’in askerleriyiz” sloganını tahlil etmesini beklemiyoruz elbet. Ancak farklı kesimleri birbirine düşman etmenin bu topluma fayda sağlamayacağını anlamak için de fazla zeki olmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Ortalık duruldukça, yaşanan siyasi atmosferi öğlen yemeklerinde tartışırken bazen fazla gerilen ve kırıcı olabilen arkadaşlarımın bir arada olabilmek ve gönül almak için gösterdiği çaba umut verirken, aynı naiflikten yoksun siyasilerin geçmişe ait ilkelliklerinden bir mahcubiyet hissetmemesi tabi ki insanın moralini bozuyor. Ancak her şeye rağmen toplumun sığ siyasi anlayışları aşabileceğine olan inancı yitirmemek, bu doğrultuda umudu diri tutmak gerekiyor. Bizim öğlen yemeği gurubu gezi eylemlerinin en hararetli döneminde dağılmadı. Zaman zaman yaşanan gerginlikler siyasi arenada ne yazık ki pek rastlanmayan medeni bir tartışma üslubu ile her seferinde aşıldı. Dilerim ki toplum da bir gün ortaçağda kalmış siyasetçileri ve anlayışlarını aşarak geleceği mutlu bir şekilde paylaşacaktır. Farklı kesimlerin bir arada barış ve huzur içinde yaşadığı günler siyasi arenada yaratılan dalgalar nedeni ile şimdilik uzak görünse de umutlu olmak, geminin rotasını bu doğrultudan hiç saptırmamak gerekiyor. Ne diyelim? Diren “masa”, çare Drogba… GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 7 KANADA BASININDA GEZİ PARKI Serbülent TURAN* T ürkiye ile arasındaki ciddi mesafeye rağmen Kanada basını da 31 Mayısta Gezi Parkı’nda başlayıp tum yurda yayılan protestolara duyarsız kalmadı. Haberlerin genel tonu Almanya’nın ünlü dergisi Der Spiegel’in 17 Haziran haberinin sertliğinde değilse de (Der Spiegel ‘Istanbul’da Nefret Söylemi: Erdoğan Ateşe Benzin Döküyor’1 başlıklı haberinde Başbakan Erdoğan’ı ‘son iki haftanın despotu’ ve ‘delirmiş bir despot görüntüsü çiziyor’ diye tarif etmişti) yine de güçlü bir eleştirel ton gözden kaçacak gibi değildi. Eleştirilerin özellikle, Erdoğan’in gösteriler karşısında takindigi anti-demokratik tutum ve polisin göstericilere orantısız güç kullanması konularına odaklandığı görüldü. Kanada’nın devlet televizyonu CBC (Canadian Broadcasting Corporation) Haziran ayı sonunda gösterilerin bilançosunu 78 şehirde 9000den fazla yaralı ve 4 ölü olarak verirken Kanada genelinde neredeyse bütün haberler olaylardan hükümeti ya da – daha sıklıkla – Başbakan’ı sorumlu tuttular. Gösterilerin ilk günü olan 31 Mayısta ülke’nin en çok satan gazetesi (yaklasik 1 milyon) Globe and Mail’de çıkan kısa bir haber ‘ağaçları korumak için yapılan barışçı gösterilerin polis tarafindan şiddetle dağıtılmasının Türkiye çapında hükümet karşıtı öfkeli gösterileri tetikledi’ğini yazdı. Protestoların hız kesmeden devam etmesi ve polis şiddetinin artması üzerine Kanada’daki haber kanallarının da ilgisi artmaya başladı. CBC hem televizyonda hem de radyoda yayımlanan 5 Haziran tarihli haberini ‘Erdoğan: Sultan mı Demokrat mı?’ başlığıyla verdi ve Başbakan’ı ‘yeminli düşmanı Beşar Esat’a benzemek’le suçladı. Ülkenin en yüksek satışlı ikinci gazetesi Toronto Star 11 Haziran’da Istanbul’daki yabancı gazeteci ve Insan Hakları Orgutleri’nden topladıkları bilgilerle polisin kalabalığa hedef gözeterek gaz bombası attığını ve hastanelere dahi saldırıldığını yazdı. 72 avukatın da tutuklandığını yazan gazete ‘Adeta Savaş’ ibaresini kullandı. Kanada’nın internet’teki haber kanallarından CJ News ise 14 Haziran’daki haberinde Türk basınının sessizliğine dikkat çekerek şunları yazdı: ‘gazetecilerin hükümetten aldıkları emirle mi sustuğu yoksa haberlerini tam bir itaat içerisinde kendilerinin mi sansürlediği hala belli değil.’ 15 Haziran’da Calgary Herald Gazetesi hem CNN Türk’teki penguen belgeselinden hem de BBC muhabirinin hükümet tarafından ajanlıkla suçlanmasından bahsederek ‘Erdoğan hükümeti protestoların boyutunu ve * UBC, Siyaset Bilimi, Doktora 1 Hateful Speech in Istanbul: Erdoğan Throws Fuel on Flames’, Der Spiegel, 17 June 2013; www.spiegel.de ne hakkında olduğunu saklamak için elinden gelen her şeyi yapıyor’ dedi. 18 Haziran’da CBC protestolara dair haberinde BM Insan Hakları Komisyonu Başkanı Navi Pillay’dan şu sözlere yer verdi: ‘kolluk kuvvetleri sorumlu tutulmalıdır ve hükümet polis tarafından uygulanan aşırı şiddet kullanımı ve diğer insan hakları ihlalleri mağdurlarına tazminat vermelidir.’ Son olarak 4 Temmuz tarihli hayli uzun haberinde Globe and Mail Gazetesi ‘son ayda Istanbul’da meydana gelen şiddet ve baskı’yı senelerdir Türkiye’nin Güneydoğu’sunda ‘Türklerin haberi olmadan yaşananlara’ benzetti ve Kürtler ve Aleviler ‘şimdi bizi anladınız mı? diye soruyor’ diye yazdı. Polis şiddetinden, ‘sindirilmiş medyanin oto-sansüründen’, protestocuların, gazetecilerin, avukat ve doktorların tutuklanmasından da uzun uzun bahseden gazete olayların Başbakan’ın kontrolünden çıktığını ve tüm saklama çabalarına rağmen Erdoğan hükümetinin karanlık yanını gösterdiğini yazdı. Basında yer alan bu haberlerin yanı sıra, sosyal medyada da Gezi Parkı’na kayda değer bir ilgi vardı. Kanada’nın önde gelen bazı Üniversitelerinde (York University, McGill University, University of British Columbia) öğrenciler video klipler hazirlayarak Gezi Parkı direnişine destek verdiler. Genel olarak bakıldığında Kanada basınının ve kamuoyunun Gezi Parkı olaylarını ilgiyle izlediği, polisin ve hükümetin sert tutumunun ise eleştirildiği söylenebilir. 8 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ GEZİ’YE DAİR Stj. Av. Yiğit TİMUR “tekerleği dönüyordu çağların yaklaşıyordu bize doğru bir yaratılmamış yarın” Dünyamıza hoş geldiniz. Hoş geldiniz, çünkü bu yeni dünyayı tanımıyordunuz. Yarattığınız başka bir evrenin içindeydiniz. Bu nedenle görmediklerinizi, göstermediniz de. Ama penguenlerin dünyasından başka hayatlar da vardı. Ve insanlar, yalnız olmadıklarını keşfettiler. ‘Vay be benim gibi binlercesi varmış’ diyecekler, yalnızlaştırıldıkları için kapıldıkları teklik hissinden sıyrılacaklardı. Çünkü insanlar artık hiç olmadıkları kadar iletişim halinde, sahip olduğu, bu yolla özünde eşitliğe evetler İzmir marşıyla uğurlanacaktı. dayanan, özgürlükçü bir yaşam biçi- Mini mini birlerimiz okuma yazma öğ- yorlardı, umduğunuz gibi gizli ajanda- mi, bir zihniyet meselesiydi. Ne var renemeden birinci sınıfı bitirecek, ga- ları da yoktu. Bir kişi için değil, herkes ki çağlayan savunmanın cüppeleriy- zetecilerimiz basın özgürlüğünde Çin için sokağa dökülmüşlerdi. Bir çatıları le yerlerde sürüklenmesi, Hipokrat’a ve İran’la yarışacaktı. Devlet büyükle- olmadığından seçmişlerdi sokakları kelepçe geçirilmesi demokrasiye yeğ rimiz sigaradan ekmeğin tuz oranına, belki de. Bir düşünceye sokamadıkça, tutulacaktı. ‘Mahkeme kararını bekle- çoluktan çocuğun sayısına, hostesle- bir kalıba girdiremedikçe, bir çatıya yeceğiz’ açıklaması olağan bir durum rin ruj rengine kadar hayatımıza mü- hapsedemedikçe velhasıl somut bir değilmiş gibi alkışlanacaktı. Güçler dahale edecek, bir vatman dahi ahlak düşman yaratamadıkça öfkelendiniz ayrılığı size engeldi nasıl olsa. Yedi dersi verir olucaktı. üstadım. Üstelik öfkenizden toplumun manşetin kiri, sabunlu ılık suyla çıka- Ne var ki, güneşin kavuruşundan tüm katmanları; sanatçılar, aydınlar, mayacak kadar çok olacak, demok- ağacın gölgesine sığınanlar, ulu bir yazanlar, çizenler, vekiller, hekimler, ratik talepler arzını yaratamayacak- çınarın köklerini yeşertti. Öyle ki ben- yargıçlar, avukatlar üzerlerine düşen tı. Vaat ettiğiniz ekonomik ve siyasal cileyin fidanlar can verdi de, öbek payı alacaklardı. Bunca insanın söy- liberalizme rağmen çoktan ikincisini öbek sürü sürü çığlık çığlık kır çiçek- lemine kulak vermek bir büyüklüktü, ilkine tercih ettiğiniz anlaşılacak, siya- leri, kilim kilim yayıldılar vatanın yaşla bir erdemlikti, bir demokrasi gereğiydi sal liberalizmi bir ayak bağı olarak gör- sulanmış topraklarına. Umut ve inanç oysa. Salt seçime indirgenemeyecek düğünüz ortaya çıkacaktı. Askeri ve- yüklü yüreklerin önünü ne sis perdele- olduğunu Irak ve Afganistan model- sayetten kurtulduğumuza dair naralar ri durdurabilecekti ne de yaban biber leriyle kolaylıkla kanıtlayacağımız de- atılırken siyasi vesayet altında kaldığı- tarlaları. Zira gelmişti kavurucu güne- mokrasi, her bireyin eşit oy hakkına mız su yüzüne çıkacak, yetmez ama şin süpernovası. eğitimli ve özgürlükçüydüler. Sandığınız gibi politikadan anlamı- FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ 9 “YARGIYA MÜDAHALE EDİLEMEZ” BASIN AÇIKLAMASI 22 Nisan 2013 tarihli Bizim Kocaeli Gazetesi’ nde, Kocaeli Adliyesi Hakimi Mesut ERBAŞ’ ın Halkevleri üyelerinin 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ na muhalefet nedeniyle gözaltına alınması sonrasında yapılan sorguları sonucunda tutuklamayarak serbest bırakması sonrasında, polis memurlarınca tutulan tutanağın Kocaeli Valiliği’ nce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ na gönderilerek, Hakim Mesut ERBAŞ’ tan şikayetçi olunduğu haberi yer almıştır. Belirtmek isteriz ki, 2911 Sayılı Kanuna muhalefet suçundan şimdiye kadar gözaltına alınan tüm şüpheliler haklarında başkaca suç isnadı bulunmadığı takdirde kanunda öngörülen hükümler çerçevesinde tutuksuz yargılanmaktadırlar. Her şeyden önce tutuklama kararı bir ceza değil, önlemdir. Kural değil, istisnadır. Tutuklama kararı insanların özgürlük hakkını kısıtladığı için, mahkemelerce son derece dikkatli verilmesi gereken kararlardandır. Bu sebeple, uluslararası hukukta, tutuklama kararı verilebilmesi için, kuvvetli suç işleme şüphesinin varlığını gösteren olgular ile birlikte, şüphelinin kaçma ve delilleri karartmasına yönelik kuvvetli şüphe hallerinin varlığının gerekli olduğu kabul edilmektedir. Ülkemizde ceza yargılaması sırasında keyfi ve gereksiz tutuklamaların önemli bir sorun teşkil ettiği, infaza dönüşmeye başlayan uzun tutukluluk süreleri sebebiyle kişilerin adil yargılama hakkının ihlal edildiği, yüksek sesle dile getirilmekte, bu sebeple yargı reformu kapsamında çıkartılan yargı paketleri ile tutuklama konusunda yeni düzenlemeler getirilmektedir. Halkevleri üyelerinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bı- rakılmaları sonrasında, mahkeme hakimi hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ na yapılan şikayet, yargıyı etkileme ve müdahale anlamına gelmektedir. Yargı bağımsızlığına saygı duymak ve yargı bağımsızlığına gölge düşürecek tutum ve davranışlardan özenle kaçınmak öncelikle kamu görevi yapan kişi ve kurumların titizlikle uyması gereken bir kuraldır. Yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiği her türlü tartışmanın dışındadır. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının gerekçesi yargının işlevini yerine getirirken her türlü egemen güce karşı korunmasıdır. Bu demokratik hukuk devleti anlayışının gereğidir. Çünkü herhangi bir harici etki ve baskıya karşı korunamadığı sürece hakim adaleti hukuka uygun olarak dağıtamaz. Hakimi tek bağlayıcı güç adalet anlayışı, hukuk ve vicdanı olmalıdır. Anayasamızın 138. maddesinde “ Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler ” denilerek yargı bağımsızlığı güvence altına alınmıştır. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ na yapılan şikayet sonrasında, yüksek kurulca Hakim Mesut ERBAŞ hakkında soruşturma açılması halinde bile, ilimizde yaşanabilecek benzer olaylarda Kocaeli Adliyesi’ ndeki tüm hakimlerin bundan etkilenerek farklı kararlar verebilecekleri açıktır. Bu anlamıyla, yüksek kurula yapılan şikayet, hakimlerin verecekleri tutuklama kararlarını etkilemeye yönelik açık bir müdahaledir. Kocaeli Barosu olarak, bağımsız yargıyı etkileme çabasını kınıyor, hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına her zaman sahip çıkacağımızı bir kez daha belirtiyoruz. 10 FAALİYETLER “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU” KONULU SEMİNER YAPILDI Baromuzun düzenlediği “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU” konulu seminer 11 Mayıs 2013 Cumartesi günü Gebze Ticaret Odası Konferans Salonu’nda yapıldı. Sempozyuma konuşmacı olarak Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet BAHTİYAR, Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Levent BİÇER, Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aytaç KÖKSAL ve Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra HAMAMCIOĞLU katıldılar. Meslektaşlarımız “YENİ TÜRK TİCARET KANUNU” konulu semineri ilgiyle izlediler. KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ KOCAELİ BAROSU 75. YIL KÜTÜPHANESİ AÇILIŞ TÖRENİ YAPILDI Baromuzun 75. Kuruluş Yıldönümü sebebiyle, meslektaşlarımızın katkılarıyla Yuvacık Levent Kırca - Oya Başar İlkokulu’ na yaptırılan “ KOCAELİ BAROSU 75. YIL KÜTÜPHANESİ “ nin açılış töreni 26 Nisan 2013 Cuma günü saat 10.00’ da Yuvacık Levent Kırca - Oya Başar İlkokulu’ nda yapıldı. Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’nin açılış törenine Baro Başkanımız Av. M. Tamer SOLAKOĞLU, Başiskele Kaymakamı Ali PARTAL, Başiskele İlçe Milli Eğitim Müdürü Cemil AKKAYA, Başiskele İlçe Emniyet Müdürü Adil ÖZTIRAK, Başiskele Belediye Başkan Yardımcısı Köksal AYABAKAN, Önceki Dönem Baro Başkanlarımızdan Av. Tacettin DEĞER, Av. M. Bora ULUÇ, Av. Ersayın IŞIK, Baro Yönetim Kurulu Üyelerimiz ve Baro Çocuk Hakları Merkezi Üyesi meslektaşlarımız katıldılar. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan açılış töreninde Yuvacık Levent Kırca Oya Başar İlkokulu öğrencileri Kütahya ve Trabzon yöresi halk oyunları gösterisi sergilediler. Oyunların ardından protokol konuşmalarına geçildi. Yuvacık Levent Kırca Oya Başar İlkokulu Müdür Vekili Halil Kocatürk konuşmasında, okullarına kazandırdığımız kütüphane sebebiyle Baromuza teşekkür etti. Baro Başkanımız Av. M. Tamer Solakoğlu da konuşmasında, 1938 yılında kurulan Baromuzun bu yıl 75. yıl kuruluş yıldönmünü kutladığımızı, Baromuzun kuruluşundan bugüne geçen süre içerisinde çağdaş demokratik hukuk devleti ve demokrasi hedefine ulaşmak için çalıştığını, ancak bu hedefe varabilmek için öncelikle çocuklarımızın iyi eğitim almaları gerektiğine inandıklarını, bu anlamda da bir sosyal sorumluluk olarak kuruluşumuzun 75. yılında bir kütüphane yaparak eğitime az da olsa katkıda bulunmak istediğimizi belirtti ve Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’ nin çocuklatımıza yararlı olmasını diledi. Konuşmaların ardından Başiskele Kaymakamı Ali Partal, Baro Başkanımız Av. M. Tamer Solakoğlu’na kütüphanenin yapılmasına sağladığı katkı için plaket takdim etti. Daha sonra törene katılan protokol üyeleri ve meslektaşlarımızca Kocaeli Barosu 75. Yıl Kütüphanesi’nin kurdelesini kesilerek kullanıma açıldı. KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ “ÇALIŞMA YAŞAMININ GÜNCEL SORUNLARI SEMPOZYUM V” YAPILDI Türkiye Barolar Birliği, Baromuz ve Kocaeli Üniversitesi tarafından düzenlenen ve bu yıl beşincisi gerçekleştirilen “ÇALIŞMA YAŞAMININ GÜNCEL SORUNLARI” konulu Sempozyum, 04 Mayıs 2013 Cumartesi günü Kocaeli Ticaret Odası Meclis Salonu’nda yapıldı. Kocaeli Barosu Çalışma Hukuku Komisyonu Başkanı Av. Dr. Murat ÖZVERİ, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. N. İlker ÇOLAK ve Kocaeli Barosu Başkanı Av. M. Tamer SOLAKOĞLU’ nun açılış konuşmalarıyla başlayan sempozyumda; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Bektaş KAR ve Melikşah Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat ŞEN “Atipik İstihdam Sözleşmelerinin Geçerliliği”konusunda, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Şahin ÇİL “Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Özlük Hakları” konusunda, Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet SEVİMLİ “Kısmi Süreli Çalışanların Özlük Hakları”konusunda, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU “Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Sosyal Güvenlik Hakkı” konusunda, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk AYDIN”Atipik İstihdam Biçimlerinde Çalışanların Sendika ve Toplu Sözleşme Hakkı (Profesyonel Futbolcuların Örgütlenme Deneyimleri Işığında)” konusunda tebliğler sundular. Sempozyuma Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Osman Güven ÇANKAYA, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı Necdet OKAY, Yargıtay’ ımızın İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Daireleri’ nin Başkan, Üye ve Tetkik Hakimleri, Akademisyenler, Hakimlerimiz, Baromuz ve diğer kentlerden gelen meslektaşlarımız ile öğrenciler katıldılar. FAALİYETLER 11 “2012 - 2013 DÖNEMİ STAJ EĞİTİM PROGRAMI SERTİFİKA TÖRENİ” YAPILDI Baromuzun 2012 – 2013 Dönemi Staj Eğitim Programı Sertifika Töreni 24 Haziran 2013 Pazartesi günü KYÖD Sosyal Tesisleri’nde yapıldı. Baro Başkanımız Av.M.Tamer SOLAKOĞLU’ nun ev sahipliğinde gerçekleşen sertifika törenine, Geçmiş Dönem Baro Başkanlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz, staj eğitim programında eğitim veren meslektaşlarımız ve stajyer avukatlarımız katıldı. Törende staj eğitiminde görev alan eğitimci meslektaşlarımıza teşekkür belgeleri ile, staj eğitim programını tamamlayan stajyer avukatlara sertifikaları verildi. Tören yapılan kokteyl ile sona erdi. 12 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ DEMOKRATİKLEŞME VE BARIŞ SÜRECİ Av. Kezban HATEMİ Bir Devletin Anayasasının, yasalarının, yargı kurumlarının olması o devleti hukuk devleti yapmaz ve o ülkede hukukun üstünlüğünü de sağlamaya yetmez. Nitekim Uluslararası İnsan Hakları Hukuku bu konuyu özel olarak ele almıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi insanın zulum ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için İnsan Haklarının Hukuk Düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik olduğunu vurgulamaktadır. Bu ve buna benzer düzenlemeler İnsan Haklarını güvence altına alma konusunda devletlere önemli sorunlar yüklemektedir. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi 12 Eylül 1980 sonrası büyük mağduriyetlerin yaşandığı ülkemizde bu mağduriyetlerin 1402 sy Kanun nedeni ile mağduru olan eşim Hüseyin Hatemi’nin büyük bir haksızlığa uğraması yargı kararı ile yeniden diğer meslektaşları ile üniversiteye dönmesi aşamasında bizim mağduriyetimizin Diyarbakır Cezaevinde yaşanan mağduriyetlerle mukayese dahi edilemeyeceğini idrak ettim. O zamandan beri genç bir hukukçu olarak her zaman mazlumun yanında yer almaya çalıştım bu güne kadar da , haksızlığa karşı mücadele verdim. Ülkemizdeki Kürk sorunu ile ilgili olarak bölgede yaşanan ve maliyeti insan olan hukuka aykırılıklar ve haksızlıklar ve cinayetler karşısında tavır aldım. Dolayısı ile bu konu bölgeyi de yakinen tanıyan bir hukukçu olarak hiç gündemimden düşmedi. Bugün içinde bulunduğumuz süreçte özellikle Uluslararası düzeyde Kürt sorunu çok tehlikeli yeni bir gelişmeyi potansiyel olarak bünyesinde barındırmaktadır. Kürt sorunu kürtler ile devlet arasıda bir siyasi sorun iken son dönemde sorun hızla bir Türk-Kürt gerilimine, çatışmasına ve toplumsal şiddet olaylarına dönüşme tehlikesi göstermektedir. Bu bağlamda toplumsal barışın tesis edilmesi ve sorunun taraflarının birbirleri ile konuşmalarının sağlanması amacı ile çözümün oluşturulmasında şüphesiz hükümete, medyaya, Kürt ve Türk siyasilerine, aydınlara ve Sivil Toplum Örgütlerine önemli roller düşmektedir. Ancak, hepimizin çok iyi bildiği gibi Türkiye’de gerçek anlamda Sivil Toplum Örgütü yoktur. Asıl olan kendiliğinden oluşan sivil insiyatiflerin bölgede kalıcı çözüm sürecini desteklemesi ve barış sürecine katkıda bulunmasıdır. Dolayısı ile Akil Adamların görevi ve işlevi hiçbir talimat almadan bölge halkının beklentilerini ve endişelerini hükümete aktarmak ve köprü olmakdan ibarettir. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında beliren ve sadece ekonomik ve kültürel alanı etkilemekle kalmayıp doğrudan siyaset yapma biçimini de değiştiren yeni küresel ortam ülkeleri çok yönlü bir adaptasyon zorunluğuyla karşı karşıya bıraktı. Bu yeni oluşum barışçı ve uzlaşmacı bir yaklaşımı da siyasetin kurallarını da demokrat bir çerçeve içinde yeniden oluşturdu. Türkiye bu yapılanmaya Uluslararası ilişkiler açından hızlı biçimde uymakla birlikte aynı başarı iç siyasette gerçekleştirilemedi. Uygulanması gereken Uluslararası normlar Türkiye Cumhuriyet projesi ve yö- netim geleneği açısından bir tehdit olarak algılandı. Böylece kuramsal olarak bilinen ancak nasıl yapacağını bilemeyen, bunları yapmaktan da idolojik olarak ürken bir devlet yaklaşımı ortaya çıktı ve devletin sıkıştığı en yoğun alan Kürt meselesi idi. Uzun yıllar süren şiddet ortamının yarattığı baskı ve şiddet dili Kürt siyasetini de tek düze hale getirdi. Kürt sorununu görmezden gelen bir devlet tavrı ile terör sorununa indirgedi. Anayasa’nın başlangıç bölümü, Vatandaşlığın Türklük üzerine inşa edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti kavramını Türk devletine indirgemişdi. Devletin Bölünmezliği anlayışı ise Türklüğün dışında kalan hiçbir kültürel kimliğin devlet tarafından eşitlik temelinde görülmemesi ile sonuçlandı. Bu zihniyetin altında oluşan Hukuk Sistemi Kürt Vatandaşlar açısından kötü niyet ve dışlanma olarak algılandı. Terör ve şiddet sebebi ile 40 bine yakın insanımız toprağa verildi. İşte bu siyaset yapma biçiminin sürdürülebilirliğinin imkansız olduğunu anlayan Hükümet SOSYAL RESTORASYON adını verdiği bir dönemi başlattığını söylemektedir. Doğrusu Güneydoğu bölgesinde çalışan biri olarak ciddi bir eleştiri almadığımız gibi son derece çoşku ve sevgi ile karşılaştık. GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Ancak eleştiri Demokratik toplumlarda ve hukuk devletinde demokratik bir reflekstir. Hakaret boyutuna geçmeyen her eleştiri şüphesiz sürece faydalıdır. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi hükümetin karşısında maalesef güçlü bir muhalefet yoktur. Hemen her konuda siyasiler sorunlara çözüm bulmak yerine sorun üretmektedir. Maalesef akil adamlar üzerinden muhalefet yapılmakta dolayısı ile bundan süreç zarar görmektedir. Böyle bir dönemde sorunu siyasetin kısır çekişmelerin konusu olmaktan çıkartmak ve demokratikleşme sürecinde Kürt sorununun Demokratik çözümüne yönelik somut öneriler üretmek büyük önem taşımaktadır. Akil insanların sürece katkısına gelince: Her bölgenin hassasiyetleri ve beklentileri dikkate alınmakta özellikle toplumu temsil eden çeşitli uzman, akademisyen , bölgede etkin kanaat önderleri, siyasi partiler, sivil toplum temsilcileri, vatandaş , esnaf, kadın kuruluşları ile derinlikli görüşmeler yapılarak bölgenin kronikleşmiş sorunları için konunun mağdurları ve aktörleri ile bilgi ve görüş alınmaktadır. Yapılan görüşmelerde toplumun hemen her kesimini kapsayıcı bir yöntem izlenmiş “radikal ve marjinal” addedilen guruplar ve görüşler dahi dikkate alınmıştır. Var olan farklı kesim ve kültürler arasında yapılan görüşmeler sonucunda farklı taleplere rağmen hemen hepsinin ortak talebi barıştan ve sürencin hızlanmasından yana olduğu gözlemlenmiştir. Bölgede Akil İnsanların görevlendirilmesi, beklentilerin ve endişelerin aktarılması ve böyle bir sivil insiyatifin ve araştırmanın başlatılması halkda ciddi beklentiler yarattığı gözlemlenmiştir. Şüphesiz hazırlanacak rapor Kamuoyu ile paylaşılacaktır. Tüm bölgelerde çalışan heyetler son derece şeffaf çalışmakta ve yazılı 13 ve görsel medya tarafından da yakinen takip edilmektedir. Barış süreci zor bir süreç olup sürecin doğası gereği gizli bazı hususlar gizli olabilir. Hukukçu kimliğimle Demokratik Sosyal Hukuk Devletinde ifade özgürlüğü ve temel hak ve hürriyetler karşı her türlü engellemeyi ve şiddeti kabul etmem mümkün değildir. Toplumsal barışı sağlamak için herşeyden önce Sivil Anayasa’nın ve buna bağlı hukuksal reformun yapılması sürecin doğasından kaynaklanan bir gerekliliktir. Şüphesiz heyetlerin bazı tavsiye ve öneriler raporda yer alacaktır. Süreç tahmin edilenin ötesinde son derece iyi ve verimli bir şekilde ilerlemektedir. Bu süreç içinde kamuoyunun endişelerinin azaldığı çok açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Teşekkürler. “SENDİKA HAKKI TEMEL BİR SOSYAL HAKTIR” BASIN AÇIKLAMASI Sanayiye doğasını, havasını, yaşam biçimini feda eden kentimize, bu fedakarlığı karşısında vaat edilen tek şey istihdam ve istihdama bağlı gelir artışı olmuştur. Kocaeli halkı, insana yakışan bir işte alın terini dökerek insanca yaşayabilme umudu ile sanayi için bedel ödemeyi göze almıştır. Ancak, kentimizde bugüne kadar çalışma hayatında yaşanan olumsuzluklar göze alınan bu bedelin karşılığı olmamıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO tarafından uygun iş; insanların yeteneklerine uygun bir işte kendileri ve aileleriyle birlikte insan onuruna yakışır bir ücretle çalıştıkları ve örgütlenme hakkını kullanabildikleri iş olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma uygun çalışma yaşamını şekillendirme gayretleri dünyada olanca hızı ile gelişmektedir. Dünyadaki bu gelişmeye rağmen üzülerek görüyoruz ki, gerek ülkemiz genelinde, gerekse kentimizdeki yaygın anlayışa göre insanca bir iş, işverenlerin keyiflerine göre ücretleri belirledikleri, çalışma koşullarını şekillendirdikleri bir iş olarak tanımlanmaktadır. İşçilerin örgütlenme hakkına saygı duymayan, örgütlenme hakkını kullandığı için işçileri işten çıkartan, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü ayaklar altına alıp, işçileri kendi istediği sendikaya üye olmaya zorlayan bir işveren anlayışını hukuken de, sosyal olarak da kabul etmek, anlayışla karşılamak bu günün dünyasında ve evrensel hukuk ilkeleri kapsamında olanaklı değildir. Ne yazık ki, geçmişte benzer örneklerine rastladığımız ve son birkaç ay içerisinde kentimizde de çağ dışı bu anlayışın kendisini kurumsal işyeri olarak tanımlayan işyerlerinde de uygulanmaya başladığını görmekteyiz. Bir işyerinde işçilerin sendika seçme özgürlüğüne müdahale edilerek, sendika üyesi işçiler işten çıkartılarak, işçiler işverenin desteklediği bir sendikaya üye olmaya zorlanmakta, diğer bir işyerinde ise sadece sendikaya üye oldukları için işçiler işten çıkartılmaktadırlar. Bu uygulamalar kabul edilebilir tutum ve davranışlar değildir. Belirtmek isteriz ki, örgütlenme ve sendika hakkı temel bir insan hakkıdır. Sendika özgürlüğü olmadan sendika hakkı olmaz. İşverenden, devletten bağımsız olmayan bir sendikaya da sendika denilemez. İşçiler sendikalı olma ya da olmama haklarını işverenden bağımsız olarak kullanma hakkına sahiptirler. Bu hakkın engellenmesi ise suç teşkil eder. Kocaeli Barosu olarak, tüm işverenleri işçilerin örgütlenme ve sendika hakkına saygılı olmaya çağırıyor, Anayasa’ dan ve evrensel hukuk ilkelerinden kaynaklanan temel hak ve özgürlüklerini kullanan emekçi kardeşlerimizin yanında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz. 14 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Meslektaşlarımıza Gezi Eylemlerini ve Sonrasını Sorduk Av. Kağan ÖZDEM Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Gezi Parkı eylemleri, parktaki ağaçların kesilmesine engel olmak için sivil ve pasif olarak direnen bir avuç gencin çadırlarının yakılması üzerine ve buna tepki olarak gelişen sivil protestoya son derece aşırı ve her türlü sınırları aşan polis müdahalesi ile patlak veren ve ülke çapında yayılan toplumsal protesto ve eylemlerdir. Gezi Parkı eylemleri, özellikle genç kesimin her türlü siyasi ögeden bağımsız olarak tepki vermesi noktasında önemsenmesi ve tüm siyasi aktörlerin ders çıkarması gereken eylemlerdir. Öte yandan hükümetin, yerel idarecilerin ve özellikle emniyet güçlerinin olayların büyümesini engellemek bir yana büyüten tavır ve davranışları Türkiye’de idarelerin sivil protestolara karşı ne kadar duyarsız ve tepkisel olduklarını da göstermektedir. Kuşkusuz ki demokrasilerde protestolar olacaktır, olmalıdır. Demokratik gelişmişliği gösteren de devletlerin sivil protestolara karşı gösterdikleri tahammül sınırlarıdır. Bu yönden gezi parkı eylemlerinin Türkiye’ deki demokratikleşme sürecine olumlu katkı sağladığı kanaatindeyim. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Şiddet içermeyen her türlü protesto doğal ve anayasal bir haktır. Gezi Parkı protestolarında Devletin son derece aşırı ve anlamsız müdahalelerde bulunduğu tartışılmayacak derecede gözler önündedir. Olayları sakinleştirmesi beklenen yöneticilerin olayları kışkırtıcı ve açıkça provakatif söylemleri tepkinin artmasına olayların büyümesine yol açmıştır. Kişilerin protesto da dahil anayasal haklarının kullanılmasının engellenmesi Demokratik bir Hukuk Devletinde kabul edilebilecek bir durum değildir. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Açıkça Türkiye’ de siyasetin Hukuk’un üstüne çıktığının ve yok saydığının çok acı ama açık bir göstergesidir. Şiddetle kınıyorum. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Türkiye de belirli bir kesimin sorunlarının çözülmeye (!!!) çalışıldığı süreç “Demokratik çözüm süreci” olarak adlandırılmakta. Ancak ülkemizde değişik kesimlerin farklı sorunları olduğu ve her kesim için ayrı demokratik çözüm süreçleri aramanın ve yaratmanın da anlamsız olduğu kanaatindeyim. Gezi Parkı Protestoları ülkedeki demokrasi ve hukuk sorununun tüm kesimler için ortak sorun olduğunu ortaya koyan gösteren çok önemli bir süreç bir gösterge olmuştur. Bu nedenle ortak çabanın Ülkemizdeki Demokrasi çıtasının yükseltilmesi yönünde olması bir gereklilik bir zorunluluktur. Ve bunun yolunun ülkedeki tüm kesimleri kapsayan ve gözeten sivil, demokratik ve çağdaş bir anayasadan geçtiği de muhakkaktır. Aksi halde ikinci sınıf demokrasimizle yarınlarımızı da kaybedeceğiz ve tüm siyasi aktörler de bu vebali taşıyacaklardır. Av. Erol PEKCAN Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz.? Niyet okumak gibi bir huyum yok ama soruların bir kısmının eksik ve maksatlı olduğunu ifade ederek sözlerime başlarsam kendime haksızlık etmemiş olurum. Genel olarak toplantı ve gösteri haklarının ve kullanılmasının demokratik mekanizmanın gelişmesi ve kurumsallaşmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. Toplumun her kesiminin düşüncesini, kaygılarını ifade etmesinin zemini her açıdan güvenlikli olmalıdır. Hakların ve düşüncelerin kullanılmadığı ve ifade edilmediği zeminler, herkes için kaygı vericidir. Çoğunluğun yönetimine herkes saygı göstermelidir. Buna mukabil azınlık hakları en az çoğunluk hakları kadar teminat altında olmalıdır. Haklar kullanılırken başkalarının ve kamunun hakları ihlal edilmemeli, devletin sınırlandırmaları ise keyfi değil hukuk kuralları içerisinde olmalıdır. Hakların kullanımında özgürlük esas, sınırlama istisna olmalıdır. Toplum kesimleri olarak ta her hak kullanımı varlığımıza bir tehdit olarak görmeyip özgüven, sabır ve tahammülle karşılayabilmeliyiz. Bu meyanda gezi parkı eylemlerinin başta yöneticiler olmak üzere herkes tarafından bütün yönleriyle sağlıklı bir şekilde okunmasında ve geleceğe dönük sonuçlar çıkarılmasında fayda görüyorum. Zaten yeterince kamplaşmış bir ülkeyiz. Gezi parkı eylemleri üzerinden toplumun yeni bir bölünmeler yaşaması hiç kimseye yarar sağlamaz. Bu toraklarda birlikte yaşama iradesi olan kişiler olarak kendimiz için istediğimizi başkaları için istemeli ve buna göre davranmalıyız. Mutlaka Gezi parkı eylemlerinin iç ve dış faktörlerini birlikte ve eşzamanlı değerlendirmemizde yarar vardır. Gezi eylemlerini ne salt komploya bağlamak nede tamamen masum ve demokratik eylemler olarak okumak yanlış ve eksik olur. Eylemlerin sebeplerini, gelişimini, amaçlarını, katılanlarını, yönlendirenlerini, fırsata dönüştürüp kullananları, bunun üzerinden hükümetle ve egemenlerle hesaplaşanları, siyasi yankılarını iyi analiz edersek ülke barışına, demokratikleşmeye katkı sağlayacak sonuçlar çıkarabiliriz. Bu olayları bütün yönleriyle en iyi şekilde okuması ve sonuçlar çıkarması gerekenin başında da iktidar partisinin geldiğini düşünüyorum. Çünkü tarihten gelen ana sorunlar başta olmak üzere ülkenin her ferdinin özgür, eşit, refah içinde onurluca yaşamasını sağlama görevi ona aittir. Diğer bir ifade küfe onun sırtındadır. Başkalarının sorumsuzluğu, iktidarın yükünü ve sorumluluğunu daha artırmaktadır. Korkuların gerçek olmaması algıların gerçek olmadığını göstermez. Yersiz ve haksız algıları bertaraf etmek devlete düşüyor. Bu olaylar sebebiyle hükümetin otoriterleşeceğinden korkanlar ve hatta ümit edenler İnşallah yanılacaklardır. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslolan devlet değil insandır. Kutsal olan da devlet değil insandır. Şeyh Edebalinin Osmangazi Nasihati olan “ Ey Oğul İnşanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” sözünü önemli buluyorum. Bu çerçevede insan hayatının önemini bilen kişiler olarak en şerefli varlık olan insana en başta hazreti insan gözüyle bakıyorum. İnsan insanın kurdu olmamalı. Bunun yanında devlet kötüdür, anlayışı ile hareket edip soyut bir mekanizma üzerinden farklı kesimlerle hesaplaşma içine girilmesini de doğru bulmuyorum. Gücü temsil eden devletin hukuk ve demokratik mekanizmalarca sınırlandırılmasının bireyin menfaatine olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Devlet yönetiminde bulunanlar bu gücü rakiplerini ezme ve sindirme amaçlı kul- GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ lanmamalıdır. Bu anlamda devlet yöneticilerinin eylemcilere karşı kullanılan dile ve yöntemlere azami derecede dikkat etmesi gerekir. Dostun gülü düşmanın taşından ağır olduğu gibi Dil yarası Kurşun yarasından ağırdır. Zafiyet içinde olmadan, suhuletle, kötülükleri dahi en güzel şekilde bertaraf etmek devlet yöneticileri, sorumluluk makamındaki diğer kişilere ve hatta toplumun her ferdine düşen bir görevdir. Bu çerçevede Gezi Parkı eylemlerinin başlangıcında polisin orantısız güç kullanması vicdan sahibi hiç kimse kabul edilemez bir durumdur. Hukuk dışına çıkan devlet memurlarının şeffaf bir şekilde cezalandırılması devleti yönetenlerin topluma karşı borcu ve ödevidir. Bu meyanda Eskişehirdeki olayda geç olsa hukuki sürecin şeffaf bir şekilde işlemesini önemsiyorum.Bilindiği üzere Hukuk devletinde ihkakı hak yasaktır. Hukuk devleti görevini yapmazsa meydan, Mısırda Baltacılara kaldığı ülkemizde de Palacılara kalır. Kaybeden ise hepimiz oluruz. Göstericilerin şiddete başvurmaları ise kendi masumiyetleri ve demokratik meşruiyetlerine gölge düşürmüştür. Eylemleri kendi meşruiyetinden çıkarıp AK Parti ve özellikle Başbakanı devirme isyanına çevirmek, Ankara ve Dolmabahçede eşzamanlı ve planlı şekilde Başbabanlık Ofisini ele geçirme eylemine dönüştürmek Devletin orantısız güç kullanımından daha fazla eylemlere zarar vermiş ve eylemlerin toplumsal ve demokratik meşruiyetini yok etmiştir. Esnafın zarara uğratılması, yerli ve yabancı turistlerinin seyahat özgürlüğü başta olmak üzere diğer anayasal haklarını kullanamamaları, orada yaşayanların rahatsı edilmeleri, kamu alan ve araçlarına zarar verilmesini kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca Gezi Parkı eylemlerine destek olmayanların siyasi linçe uğraması, aşağılanması, katılanlardan farlı düşünlerei de demokratik bir olup buna da eylemcilerin saygı göstermesi gerekmez mi? Eylemi desteklemek nasıl bir hak ise karşı olmakta bir haktır. Buradan hareketle her eylemi güvenlikçi bir anlayışla yasaklamak da doğru değildir. Barışçıl ve demokratik eylemlere müdahale edilememelidir. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz ? Avukatlık Mesleğinin toplumsal adaletin sağlanmasında ve hukuk devletinin yaşama geçirilmesinde önemi tartışma götürmez. Biz avukatlar şahsımız için ayrıcalık istemiyoruz. Mesleğimiz toplumsal saygınlığı bize ne kadar sorumluluk yüklüyorsa devlet yöneticilerine de o kadar sorumluluk yüklemektedir. Avukatlarda suç işleyebilir. Avukatlar içerisinde suç işeyenler olduğunda nasıl davranılacağı bellidir. Bu gibi durumlarda bu usullere titizlikle riayet edilmesi gerekir. Bu avukatlara sert biçimde müdahele edilerek Avukatın yaka paça götürülmesi hem devletin imajına hemde hukuk devletine zarar vermektedir. Bununla birlikte Gezi Eylemlerine destek amacıyla Adalet Hizmeti görülen Adliye içerisinde adalet hizmetine engelleyecek tarzda eylem yapmak ta bu eylemlere öncülük eden ve katılan Avukatlara yakışmamıştır. Kanaatime göre Avukatlar Cüppeleriyle eylemleri ancak kendi meslekleri ile ilgili sorunların çözümündeki eylemlerde kullanabilmeliler bunun dışındakilere ise cüppeleriyle katılmalarının doğru bulmuyorum. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Yaşanan bu olayları aşabilmenin yolu geriye gitmek değil daha ileriye doğru bir hamle yapmaktır. Hiç gerekçe hele ki gezi olayları Türkiye’ nin ayağındaki prangayı kıracak olan “ barış ve kardeşlik için birlikte çözüm sürecine “ ve Yeni ve yaşanabilir bir ülkeyi inşa sürecinin temeli olan demokratik ve katılımcı “ Yeni Anayasa” sürecini engelleme bahanesi olmamalıdır. Aksi halde sorumlular tarih ve tolum vicdanında mahkum olurlar. Bu tür olaylar gerekçe gösterilerek çözümü zamana bırakılmamalıdır. Aksine bu olaylar göstermiştir ki yukarıda bahsedilen konular dahil diğer ana sorunlarımızı hep beraber acilen çözmeliyiz. Bu yapamazsak bu topraklarda birlikte yaşamımız daha zorlaşır ve gelecek nesillere karşı da görevimizi yapmamış oluruz. Heleki her şeyin bize emanet olduğunu düşünen bizler bu konuda gövdemizi taşın altına koymalıyız. Herkes bizim gibi zorunda değilse de toplum genel vicdanı bu iki ana meselede çözüm makamımda olanların yanındadır. Bu büyük fırsatın kaçırılmayacağına inanıyor ve bu gibi ana meselelerin çözümüne öncülük eden başta Sayın Başbakan ve Hükümet ile BDP yetkilileri ve diğer STK ve kesimlere teşekkür ediyor, başarılar diliyorum. Ayrıca ülkenin önemli sorunları konusunda düşüncelerimizi paylaşmamıza vesile olan başta Baro Başkanımız ve yönetimi olmak üzere Dergiyi hazırlayan Yayın Komisyonu üyelerine teşekkür ediyor saygılar sunuyorum. Av. Bahar Gültekin CANDEMİR Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Gezi Parkı eylemleri ilk bakışta park ile ilgili hukuki sürece karşı hükümetin vaki mukavemetine bir tepki olarak gözükse de aslında halkın önemli bir kesiminin süreç içerisinde yaşanan anti demokratik yaklaşım ve uygulamalara duyduğu tepkinin bir tezahürüdür. Demokratikleşme sürecine bir katkısı olur mu bilememekle birlikte bu toplumsal hareket demokrasi özleminin bir sonucudur.Maalesef muhataplarınca doğru algılanmadığı sürece bu hareketin topluma yansıyan bir tezahürü olamayacağı kanaatindeyim .Ancak olumlu sonuçları önümüzdeki yıllarda muhakkak topluma yansıyacak ve 90 kuşağının 15 başlattığı ve hepimizi içine çeken bu hareket olgunlaşacak,organize olacak ve ülke yönetiminde söz sahibi hale gelecektir. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin eylemcilere karşı müdahalesinin, orantısız ve hukuka aykırı, evrensel tüm hukuki kuralları ihlal eden nitelikte olduğu ortadadır. Bununla birlikte Anayasa Madde 34.”Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”hükmü gereğince mevcut hükümet vatandaşın gezi parkı olaylarındaki toplantı ve yürüyüş hakkına müdahale de bulunmuştur. Yine gezi olayları ve diğer anti demokratik uygulamalar hakkında düşüncelerini açıklayan ve toplantılara katılan kimselere orantısız güç uygulayarak, Anayasa Madde 25 ‘. Düşünce ve kanaat hürriyeti’ ve Madde 26’ Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’ hükümlerini ihlal etmiştir Ayrıca bu hükümleri ihlal etmek sureti ile Anayasa Madde 15 de düzenlenen Temel Hak ve Özgürlüklerin istisnai olarak durdurulmasını öngören hükmüne aykırı davranmıştır. Bununla birlikte Anayasa 17 maddesine aykırı davranarak kişi dokunulmazlığı , maddi ve manevi varlığına hukuka aykırı bir şekilde müdahale etmiştir. Yine Anayasa Gezi Parkı ile ilgili açılan davada verilen Yürütmeyi Durdurma kararına rağmen Topçu Kışlasının yapılacağı ısrarla ifade edilerek, İdarenin Yargısal Denetimini düzenleyen Anayasanın 125. Maddesine aykırı hareket etmiştir. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu husus mevcut iktidarın hukuka, Yargıya ve Yargının unsurlarına bakış açısını ortaya koymaktadır. Bir süredir Avukatlara karşı devam eden hukuka aykırı politikanın devamı niteliğinde olan bu hareket çok üzücü ve düşündürücüdür. Hak arama özgürlüğünün garantörü durumundaki Avukatlar Adliyenin içerisinde darp edilmiş, ellerine kelepçe takılarak Adliye dışına çıkarılmıştır.Bu hareket ile Adalet darbe almış ve yaralanmıştır.Dolayısı ile konu ile ilgili olarak gerekli İdari ve Cezai takibatın ivedilikle yapılması ve sorumlular hakkında gerekli yaptırımların uygulanması sadece meslek onuru ve menfaati gereği değil Adaletin gereğidir Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Gezi olayları ile başlayan süreçte sergilenen tavır, toplumun önemli bir kesimi tarafından eleştirilen ve hükümet tarafından da anti demokratik, darbe Anayasası olarak nitelenen mevcut Anayasadaki Temel Hak ve Özgürlüklere ilişkin hükümlere dahi açıkça aykırı hareket edilmiş olması gerçekliği karşısında, mevcut hükümetin demokratik Anayasa söyleminin samimiyetinin tartışılması gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu anlamda güven bunalımı yaratıldığı ortadadır. Söylem ve eylem paralelliğinin olmayışı, yakın zamanda sergilenen ve sergilenmeye devam eden anti demokratik ve hukuka aykırı müdahaleler bu konudaki toplumsal iyimserliğe darbe vurmuştur. 16 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI Av. Mehmet Ali KARAASLAN Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 27 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yürütülen çalışmalara karşı görünürde Taksim Dayanışması isimli organizasyonun öncülüğünde başlatılan ve yaklaşık bir aylık periyotta başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin birçok bölgesinde muhtelif ölçeklerde sürdürülen sokak gösterilerinden geriye şimdilik, biri güvenlik görevlisi altı yurttaşın trajik ölümünün yanında yarım yüzyılı aşan demokratikleşme sürecine ilişkin fevkalade karamsar bir tablo kaldığı düşüncesindeyim. Sorunuzun bağlamından kopmamak adına olayların çıkış sebeplerine ilişkin değerlendirmede bulunmaksızın belirtmek gerekir ki Gezi Parkı dolayısıyla yaşanan sürecin sonunda toplumda uzun süredir yumuşak bir şekilde varlığını sürdüren kutuplaşmalar bir anda keskinleşti. Bireysel demokratik taleplerin dışavurumu olarak başlayan gösterilerin çok kısa bir süre içerisinde yerini demokratik süreçleri yok sayan ve muhtelif renk ve tonlarda totaliter rejimler kurgulayan marjinal parti ve örgütlerin önderlik ettiği mini bir ihtilal provası görüntüsüne bürünmesi, sıradan işinde gücünde insanların mesai saatlerinden sonra ciddi bir asayiş problemi haline gelmesi ülke tarihinde yeni bir sayfa olarak yerini aldı. Olayların meydana getirdiği gerginlik sonucu aileler, akrabalar, dostlar-arkadaşlar birbirleriyle ciddi iletişim problemleri yaşar hale geldiler. Tabiri caizse hayli uzun süren tek parti iktidarının yol açtığı görece politik istikrar sebebiyle ülkede sıkışan fay hatları bir depremle yeni yerlerine oturdu. Yaşananlar bir ülkenin ne kadar kısa sürede savaşa müsait bir ortama dönüşebileceğinin, birlikte yaşayan insanların bir anda nasıl kolayca birbirlerini yok etmek isteyebileceğinin mini bir ön gösterimi oldu. Yaşananlar, ülkemizde kahir ekseriyetle hadiselerin kendi bağlamından ziyade mensubiyetler üzerinden değerlendirildiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Yine sosyolojik olarak grup çıkarları uğruna feda edilemeyecek neredeyse hiçbir “değer”in olmadığı da kendini gösteren bir başka gerçeklik oldu. Bu çerçevede Taksim Dayanışması isimli organizasyon tarafından eylemlerin görünür gerekçesi olan Taksim Yayalaştırma Projesinin iptaline ilişkin açılan davada Mahkemece 6 Haziran 2013 tarihinde yürütmeyi durdurma kararı verildiğinin bilinmesine rağmen günlerce bu konuda hiçbir açıklama yapılmaması, aynı şekilde Mahkemenin de ge- KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ rekçeli yürütmeyi durdurma kararını resmen tebliğ etmek için yaklaşık 1 ay beklemesi, bu süreç içerisinde yaşananlar dikkate alındığında cevabı aranması gereken son derece manidar tutumlar olarak not edilmelidir. Bu minvalde hadiseler ve ortaya çıkardıkları sonuçların demokratikleşme süreçleriyle olumlu bir ilişkisinin olamayacağı açıktır. Çok kısa sürede çığırından çıkabilecek bir ülke görüntüsü ancak demokratik süreçlere tahammülsüzlüğün ve olgunluktan yoksunluğun ifadesi olabilir. 27 Mayıs’ta başlayıp Ramazan ayının ilk günlerine kadar devam eden ve şimdilik sona ermiş gibi görünen bu sürecin Türkiye’nin yarım asırlık demokratikleşme süreciyle olumlu bir etkileşim içerisinde olabilmesi sorumluluk sahibi tüm kişi ve kurumların nasıl bir ülke tasavvuruna sahip olduğu hususunda ivedilikle değerlendirmelerini yaparak yaşananlardan gerekli dersleri çıkarmaları ve demokratikleşmenin kendinden ziyade ötekiyle ilgili bir süreç olduğu hususunu bu kez altını daha da kalınca çizerek hatırda tutmalarıyla mümkün olabilecektir. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaklaşık bir aylık süreçte yaşanan eylemleri bütünüyle tek bir kategoride değerlendirmek doğru olmayacağı gibi kolluk kuvvetlerinin farklı zaman ve zeminlerde gerçekleştirdikleri müdahaleleri de tek bir kategoride değerlendirmek de doğru olmayacaktır. Yer yer çok kritik ve yerinde müdahalelerin kamu düzeninin sağlanmasında çok önemli işlev gördüğü gerçeği, çoklukla hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan, şiddet gösterisi şeklinde kendini gösteren orantısız kolluk müdahalelerinin gölgesinde kalmıştır. Özellikle bir müdahale aracı olarak gaz kullanımında ortaya çıkan fütursuzluk, yol açtığı sonuçlar itibariyle gösterilere ilişkin doğru-yanlış, haklı-haksız ayrımı yapmayı imkansız hale getiren ciddi bir sorun haline gelmiştir. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz ? Avukatların adliye binasından zorla alınarak emniyet müdürlüğüne götürülmesi, sorunuzda “gezi direnişi” olarak tavsif edilen sokak gösterilerinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken ve başlı başına suç teşkil eden bir adli ve idari eylemdir. En yüksek perdeden itiraz edilmesi ve sorumlularının hukuk önünde hesap vermeleri için gerekli tüm girişimlerin yapılması gereken bu uygulamanın tekrarının engellenmesi topyekün bir karşı koyuşla mümkündür. Bunun için de avukatlara yönelik bireysel ve idari hak ihlallerinde meseleyi hakkı ihlal edilen avukat/ların içinde bulunduğu durumu - sorunuzda olduğu gibi - olumlayarak veya başka mecralarda yapıldığı gibi olumsuzlayarak değil, bağlamından bağımsız olarak değerlendirmek ve bizatihi yasaların avukatlara tanıdığı hukuki korumanın ve dolayısıyla hukukun savunulması şeklinde ele almak ve bu doğrultuda tavır geliştirmek gerektiği düşüncesindeyim. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? İlk sorunuza ilişkin olarak ifade etmeye çalıştığım gibi her ne kadar yaşananların, katılımcıları tarafından mevcut kitle partilerinin dışarıda tutulduğu, yeni ve muhalif bir hareketin eseri gösteriler gibi görünse de esas itibariyle çoğunlukla marjinal parti ve örgütlerin önderlik ettiği sürdürülebilir politik bir hareket potansiyeli taşımaktan ziyade kutuplaşmaların ortaya çıkardığı, duygusal yönü önde marazi bir eylemsellik olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Bu nitelikteki bir hareketliliğin şimdi ya da tekrarı halinde‘demokratik çözüm sürecine‘ veya ‘yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olumlu ya da olumsuz bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Eylemleri ortaya çıkaran motivasyon Kürt sorununa veya gerçekleştirilmesi hedeflenen yeni toplumsal sözleşmeye dair herhangi bir ilgi/bağ içermemekte veya bunu dillendirmemektedir. Somut bir örnek olarak eylemlerin sözcülüğünü üstlenen Taksim Dayanışması isimli organizasyonun hiçbir açıklamasında ‘demokratik çözüm süreci‘ veya ‘yeni anayasa yapım çalışmaları’ kendisine yer bulabilmiş değildir. Esasen sosyal, siyasal, ekonomik veya bir başka düzlemde sınıfsal veya türdeş bir nitelik taşımayan kalabalıkların eylemsel birlikteliğinin söz konusu süreçlere etki edebilecek kararlı bir politik mecra haline gelmesi mümkün değildir. Bilakis demokratik çözüm sürecinde ve yeni anayasa çalışmalarında kaydedilecek her aşamanın hangi saikle olursa olsun yaşananların tekrar etmesine mani olacağı kanaatindeyim. Av. Şinasi SARI Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Elbette demokrasi testi yapılmıştır zannımca. İktidar gücünüz ne olursa olsun, demokrasi nin çoğunluğun diktası olarak kullanılmayacağına dair bir işaret olmuştur bu eylemler.Ancak; süreç demokratik zeminde iyi yönetilemediği ve çok başlılık olduğu için sonu başını nötrlemiştir bence.Zira, bu zeminden pay devşirmeye çalışan suiniyetli zihniyetlere fazlaca prim verilmiştir kanımca. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Orantısız güç kullanımı ve her zamanki gibi polisin bir noktadan sonra kontrolden çıkması söz konusu olmuştur. Bu durum anayasal zeminde meşruiyetini kaybetmiştir elbet.Her ne kadar ilk gün yapılan müdahaleler haksızlık teşkil etmiş ise de ( zaten eylemleri birden çığ gibi büyüten de bu olmuştur!); daha sonraki müdahalelerde sürecin kötü yönetilmesinden kaynaklı sabote edici tavırların da büyük katkısı olmuştur bu sertliğe. GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Avukatların hele ki adliye içinde gözaltına alınmasına elbette makul yaklaşamam, büyük saygısızlıktır ve sahipsizliktir bence. Ancak; avukatların da, hukuk rehberi olarak demokrasi ve insan hakları anlamında yapacakları eylem ve protestolarını daha demokratik,daha alt yapılı ve daha cübbelerine yakışır şekilde yapmaları lazım kanımca!Sadece bir grubun hamiliğinde ve militan edasıyla yapılan eylemlerde avukatlık mesleğine yakışmamakta, hepimizin ortak paydası olan saygınlığımıza gölge düşürmektedir!Ancak, tüm bunlara rağmen avukatların karga tulumba gözaltına alınması gibi yaklaşımlara asla tasvip etmem! Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Aslında her iki sürece de olumlu yansıması gereken bir süreç olması gerekir. Şöyle ki; bu süreçte okunması gereken dipnot; ‘demokrasilerde taleplere, azınlık talebi diye sırt çevrilemez’ mesajıdır. Ancak, tüm taraflar anlamında hala demokrasiyi sindirememiş bir toplum ve bu toplumu temsil eden siyasi aktörler mevcudiyetini en üst noktada hissettirdiğinden; toplum kutuplaşma anlamında daha ileri bir noktaya, biraz küllenmişken yeniden ayrılıkçı yapıya büründürülmüştür kanımca. Temennim her iki sürece katkı yapmasıdır ( olabilir de tabi, çünkü global durumu da göz ardı etmemek lazım. Zira; artık uluslar arası toplum yeni bir kimlik arayışında ve her coğrafyada bir demokrasi dirilişi var sanki). Ancak, ülkemiz anlamında maalesef siyasi oy ve koltuk kaygısıyla, bu gelişime toplum-taban yanıt vermeye çalışsa da siyasilerin buna müsaade edeceklerini pek zannetmiyorum! Her ne kadar Anayasa barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını güvence altına almış ise de; ülkemizde bu hakkın kullanılmasında devlet, 2911 sayılı yasada bulunan düzenlemeler ile sürekli fiili ve hukuki engeller çıkarmaktadır. Gezi parkı eylemleri de bu engellemelerin somut bir örneği olmuştur. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bilindiği gibi 2011 yılında Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapan meslektaşlarımız, yine 2013 yılının Şubat ayında, ÇHD Genel Başkanı ve ÇHD üyesi avukatlar gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Ancak bu uygulamalar, avukatlar arasında yeterince gündem oluşturmamıştı. Çağlayan Adliyesinde yapılan bu hukuksuz uygulama da, bu uygulamaların bir devamıdır. Avukatlara yönelik bu tür uygulamalar, aslında genel anlamda hak arama mücadelesine yönelik bir saldırıdır. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Ülkemizde hukuk dışı uygulamalar yeni değildir. Onlarca yıldır, ülkemizin bir kesiminde polis ve asker her türlü gösteriye çok sert şekilde müdahale ederek çok sayıda insanın ölümüne neden olmuştur. Ancak bu ölümler ülkenin diğer kesiminde hiçbir şekilde gündem yaratmamıştır. Gezi Parkı eylemlerinin belki de en önemli sonucu, insanların empati yapmaya başlamış olmasıdır. Bu durum çözüm süreci ve anayasa çalışmaları önündeki psikolojik engellerin kalkmasına yardımcı olacaktır. Av. Aysun KILIÇ Av. Ferit KUNT Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Gezi eylemleri sırasında farklı kültür ve siyasi görüşten olan birçok insan birlikte hareket etmiştir. Bu durum, ülkemizdeki sorunların çözümünde farklı kesimlerin ortak hareket edebileceğini göstermekle birlikte; bu eylemlere katılan bazı kesimlerin, bu süreci genel anlamda demokratik kaygıların dile getirilmesinden çok, Cumhuriyet Mitingleri benzeri bir eylem tarzına dönüştürme çabaları ayrıca bir çelişkidir. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Kanaatimce; ülkemizde demokratikleşme süreci değil; otokratikleşme süreci yaşanmaktadır. Bu süreç, vatandaşları demokratik haklarının kısıtlanacağı yönünde bir endişeye sevk etmiştir. Gezi Parkı Toplumsal Olayları bu farkındalığın da bir patlamasıdır. İktidarı elinde tutan siyasi güç, sanki anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi yokmuş gibi her fırsatta %50 çoğunluktan söz etmektedir. Gezi Parkı sürecinde yargının da anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı olarak verdiği bazı keyfi kararlar; yargının tarafsızlığını yitirdiğini yürütmenin emrine girdiği algısını kuvvetlendirmektedir. Zaten antidemokratik olarak seçim barajlarının yüksekliği nedeniyle TBMM’de oransız çoğunluğa sahip olan iktidar; yasama erkini torba yasalarla; 17 siyasi çıkarlar uğruna mevzuatı değiştirerek kötüye kullanmaktadır. Devlet yetkileri farklı görüşte olanları cezalandırmak; sindirmek; korkutmak için kullanılmaktadır. Kolluk güçlerinin özel güvenlik personeliyle organize olarak avukatlara yönelttiği keyfi, hukuksuz gözaltına alma ve şiddet ; devlet yetkisinin bir silah gibi kullanıldığını kanıtlamıştır. Ülkemizde artık anayasaya aykırı olarak kuvvetler birliği ilkesi fiili olarak uygulanmaktadır. Kuvvetler birliği ile yönetilen bir ülkenin demokratik olma olanağı yoktur. Gezi Parkı sürecinde yaşananlar ülkemizde Cumhurbaşkanının, bakanların, valinin yetkilerini kullamadıkları bir devlet yönetimi olduğunu kanıtlamıştır. Bu yönetim fiilen otokrasidir, diktatörlüktür. Gezi Parkı toplumsal olayı; ülkemizde demokrasinin kağıt üzerinde uygulandığını kanıtlamıştır. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? Demokrasi; her görüşten, inançtan, etnik kimlikten vb yurttaşların haklar ve yükümlülükler doğrultusunda; hukuk devleti ilkeleri içinde bir arada yaşamasını hedefler. Demokratik sistem; tam uygulanması halinde kullanmayı bile düşünmeyecekleri pek çok hakkı yurttaşlara tanınmıştır. Bunlardan birisi de herkesin önceden haber vermeden ve izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkıdır. Bu hak evrenseldir ve Türkiye’nin de taraf olduğu ve imzaladığı uluslararası belgelerle de pekişmiştir. Temel insal hakları arasında yer alır. Bu hak kısıtlanamaz, daraltılamaz, izne bağlanamaz. Yasalardaki “bildirim” yükümlülüğü “izin” anlamına gelmez. Bu nedenle güvenlik güçlerinin barışçıl gösterilere müdahalesi yasal değildir. Yurttaşların anayasal haklarının ihlalidir. Orantısız güç kullanması; müdahale araçlarının kullanım talimatları dışına çıkılarak bir silah gibi kullanılması; intikam hisleriyle kullanılması; kendilerine verilen devlet yetkisinin ideolojik amaçlarla kendi yurttaşına karşı zarar vererek cezalandırma amacını taşıyarak kullanılması da suçtur. Suç işleyenler kovuşturulmalı ve gereği yapılmalıdır. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Barolar yasaların yurttaşlara tanıdığı hakların savunucu olunca avukatlar diktatörleşen siyasi iktidarın hedefi haline geldi. Görselliğin “ her şey” olduğu günümüzde kameralarının önünde ; topluma avukatlar üzerinden korku salmak amacıyla kişisel görüşüme göre “avukatlık mesleğine” devlet yetkisi kullanılarak bir saldırı düzenlendi. Saldırı eşi görülmedik bir şekilde bir mesleğe ve sembollerine karşı gerçekleştirildi. Rastgele ve daha çok cüppeli avukatlara yöneltilerek göz dağı verildi. Üstelik bu saldırı yetkisiz özel güvenlik görevlileri ile eşgüdümlü olarak gerçekleştirildi. Diktatörlerin öncelikle avukatları susturmaya çalıştıkları tarihsel bir gerçektir. Ancak “Avukatlar tarih boyunca köle kullanmadılar ama hiç bir zaman da efendileri olmadı”. İktidarın bu gerçeği göz önünde tutması gerekir. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Gezi Parkı Toplumsal olaylarının; yeni anayasa çalışmaları sürecindeki gelişmelere dikkatleri daha çok yoğunlaştırcağına; anayasamızdaki demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerine yönelik değiştirme çabalarına karşı toplumsal bir direnç oluşturacağına inanıyorum. 18 GEZİ’NİN HATIRLATTIKLARI Stj. Av. Ali BEYAZ Gezi Parkı Eylemlerinin demokratikleşme sürecine katkısı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? İktidarı, icraatlarını ve yönetim anlayışını eleştirmek daha doğrusu eleştirebilmek demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Bunun temsili demokrasilerde sağlanabilmesi için gerekli en önemli vasıtalardan/haklardan biri şüphesiz toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilmesi olduğunu düşünmekteyim. Bu sayede yönetilenler yönetenleri ilk ağızdan uyarabilecekleri gibi yönetenler de olumlu-olumsuz geri bildirimler alabilecek, bu sayede mevcut durumlarını başka gözlerden görebilme şansını elde edebileceklerdir. Gezi direnişini gerçekleştiren çoğunluk olan benim de içinde bulunduğum 90’lı nesil; 80 darbesini öncesindeki keşmekeşi ve sonrasındaki baskıcı dönemi yaşayan ebeveynlerin çocukları olduğumuz için oldukça apolitik yetiştirildik. Bu eylem sayesinde siyasete bir şekilde müdahil olmaktan çekinen yaşıtlarım bu korkularını yendiği gibi, bu kadar güçlü ve dirençli muhalifleri olduğundan bihaber olan mevcut hükümet de halka rağmen halkın istemediği şeylerin yapılamayacağını yaşayarak görmüş oldu. Gezi direnişin ülkemizin demokrasisini en büyük katkısı bu olmuştur diye düşünüyorum. Eylemler sırasında devletin eylemcilere olan müdahalesini anayasal haklar bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ Gerek İzmit’te dahil olduğum gösterilerde, gerekse medyadan takip edebildiğim diğer yerlerdeki gösterilerde polisin eylemcileri dağıtmaya yönelik kullandığı ilk argüman “kanunsuz/izinsiz gösteri yapıyorsunuz” olmuştu. Oysa normlar hiyerarşisinin en üst kademesinde bulunan Anayasanın 34. maddesi açıkça “izin almaksızın” demek suretiyle izinsiz yürüyüşün mümkün olduğunu işaret ettiği halde, hiyerarşik olarak Anayasadan daha aşağıda bulunan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun bu izinsizlik ilkesine aykırı hükümlerine dayanılarak bu yürüyüşler ilgili idari birimler ve kolluk güçlerince anayasaya aykırı olarak kanunsuz ilan edilmiş, adeta yapılabilecek müdahaleler için “biz söylemiştik, siz kaşındınız” mesajı verilmek istenmiştir. Bu hataya düşen ya da bunu kasten gerçekleştiren sözde halka hizmet için didinen, hizmet sektöründe çalışan ve ücretleri halktan alınan vergilerle ödenen bu idari kurumlar ve kolluk güçleri, Anayasadaki bu düzenlemenin kanundan üstün olduğundan, Anayasanın 90. ve 13. maddelerinden haberdar dahi olmayan ya da suistimal edip kanunsuz davranan kalifiye olmayan, niteliksiz elemanlar olduklarını göstermiş oldular. Yine aynı kimseler yine hükümeti protesto edebilmek için hükümetten izin almamız gerektiğini düşünecek ve bunu dayatacak kadar trajikomik demokrasi anlayışına sahiptirler. Kısacası en sıradan insanlar dahi bu haklarını kullanabilmek için bu düzenlemelerin varlığının bilincindeyken, sırf bunları bilmeyen ya da görmezden gelen ve halkın üzerine sürülen kişi ve kuruluşlarca hak kaybına uğratılmaktadırlar. İstanbul Adalet Sarayı’nda Gezi Direnişine destek eylemleri esnasında 44 avukatın gözaltına alınması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu süreç boyunca yıllardır çevreden olumsuz geri bildirimler almış olduğum mesleğimle defalarca yeniden gurur duydum. Gerek yeni birlik başkanımızın gerekse olayların yaşandığı illerdeki baro başkanlarımızın anti-demokratik uygulamalara karşı olunduğu, orantısız güç kullanılması hususunda eylemcilere adli destekte bulunulacağı, gerekirse Uluslararası hukuk yollarına başvurulacağı beyanları; eylemlere katılan her yaştan ve her görüşten insanımız için ayrı bir cesaret ve güven kaynağı oldu. İlimizde de Gönüllü Avukatlar sa- yesinde karakollarda yaşanabilecek olası hukukdışı uygulamaların önüne geçilmiş oldu. Yani bu süreç boyunca sahaya pek fazla inmemiş olsalar da avukatlar ve barolar oldukça etkin rol aldılar. Bu nedenle aslında hiç olmaması gereken avukat göz altıları, oldukça demokratik ve çok sesli bir hareket olan gezi direnişinin bastırılması ve önüne geçilmesi için ne yazık ki iktidar tarafında atılması gerekli bir adımdı. Bu aynı zamanda kolluğun güç gösterisi yapıp halkı harekete katılmaktan korkutmak amacı da güdüyordu. Adeta eylemcilere “bakın sizi savunacak olanlar bile ne haldeler ve hiçbir devlet otoritesinin buna karşı olumsuz bir tutumu yok, avukatlara güvenmeyin” mesajı verilmişti. Ama şundan da eminim ki bu gözaltılar, baroların ve avukatların görevlerinin yaptıklarını gösterir emareler oldukları için benim adıma gurur vericidir, aynı zamanda anti-demokratik uygulamalara sessiz kalarak aslında haksızdan yana taraf olmadığımızın halkımız tarafından fark edildiğini düşünmekteyim. Gezi ile başlayan bu sürecin ‘demokratik çözüm sürecine ‘ ve ‘ yeni anayasa yapım çalışmalarına’ olası ile etkileri ile ilgili neler diyebilirsiniz? Bireysel olarak gerek demokratik çözüm sürecinin gerekse yeni sivil anayasa sözünün seçimlerden seçimlere beklenti içerisindeki kesimleri oylarını elde etmek için ortaya atılan konular olduğunu düşünmekteyim. Çünkü her iki konu da hemen hemen her akşam ana-akım medyanın ana haberleri ve tartışma programlarında dakikalarca yer edinebilecek kadar medyatik oldukları halde her ikisi hakkında da elle tutulur bir adım atılmış değildir. Gezi olaylarının da her zaman yapıldığı gibi mevcut iktidarca “mağduriyet” kisvesi altında suiistimali gerçekleşeceğinden bu iki süreçten bağımsız olarak Gezi Parkı eylemlerini desteklemeyenlerin oylarını sahip olmak adına kullanılacağını düşünmekteyim. Ayrıca uzun vadede yeni anayasayı hazırlayacak kurucu iktidar, bu tür halk hareketlerinin önünü almak ve daha sert bir biçimde bastırabilmek adına anayasa ve ilgili kanunlarda anti-demokratik düzenlemelere yer verebilme olasılığı da mevcuttur. Sanıyorum ki Gezi olaylarının doğrudan etkilerini ve bu iki süreç üzerindeki izlerini ancak uzun vadede görebileceğiz. KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ FAALİYETLER 19 “ÇAĞLAYAN ADLİYESİ’NDEKİ AVUKAT GÖZALTILARI” BASIN AÇIKLAMASI 11 Haziran 2013 günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’ nde, İstanbul Barosu üyesi meslektaşlarımıza çevik kuvvet tarafından açıkça hukuka aykırı müdahale yapılarak, 50’ den fazla meslektaşımız yerde sürüklenerek, yaka paça gözaltına alınmışlardır. Avukatların Rolüne Dair Havana Kuralları’ nın 14. maddesine göre, “Avukatlar müvekkillerinin haklarını korurken ve adaletin gerçekleşmesine çalışırken ulusal ve uluslararası hukukun tanıdığı insan haklarını ve temel özgürlükleri yüceltmeye çalışırlar.” 23. maddesine göre de, “Avukatlar özellikle hukukla adalet sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunması ile ilgili konularda tartışmalara katılma hakkına sahiptirler.” Bu ülkede yaşayan, bu toplumun içinden yetişen avukatların, ülkemizde veya kentimizde yaşanan olay ve gelişmeler ile ilgili olarak görüş açıklamaları, yapılan eylemlere katılmaları veya desteklemeleri avukatlık mesleğinin içeriğinde bulunmaktadır. Bu anlamıyla; İstanbul Barosu üyesi meslektaşlarımızın Çağlayan Adliyesi’ nde yapmak istedikleri tam da budur. Savunma, gerek bireyler gerekse toplumun bütünü için ortak ve vazgeçilmez nitelikte bir güvencedir ve yargılama faaliyetini demokratikleştiren hukuk güvenliğini sağlayan asli bir unsurdur. Bu nedenle savunma hakkı ulusal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmıştır. Ayrıca da Avukatlık Kanunu gereği avukatların suçüstü hali dışında gözaltına alınması – aranması özel usul ve esaslara tabidir. Tüm bu yasal düzenlemelere aykırı hareket ederek hukuku ayaklar altına alma çabasını şiddetle kınıyoruz. Muhalif eylemlere destek veren avukatların, siyasi dava ve dosyaları takip eden meslektaşların hukuk dışı yollarla gözaltına alınması sindirilmeye çalışılması son yıllarda rutin uygulama haline gelmiştir. Bu anlayış geçmişten günümüze üstünlerin hukukunu devam ettirme anlayışıdır. Bizim tüm kesimlerden tek dileğimiz ve talebimiz demokratik hukuk devletini hep birlikte kurmak ve yaşatmaktır. Herkesi ve her kesimi demokratik hukuk devletini tesis etmek için birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Önemli olan Çağlayan Adliyesi gibi Avrupa’ nın en büyük adliye binasını kurmak değil, dünyanın gıptayla bakacağı özgürlükçü hukuk devletini tesis etmektir. Son yıllarda savunma mesleğine yönelik müdahalelerin giderek arttığını görmekteyiz. Özellikle siyasi nitelikteki davalarda savunma hakkının kısıtlanması, celse cezaları, avukatların duruşma salonlarından çıkarılmaları ile başlayan süreç, avukatların gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları ile devam etmiştir. Dün yaşanan olay ise son noktadır. Bilinmelidir ki, avukatlık mesleğine yönelik bu tür müdahaleleri kabul etmemiz mümkün değildir. Bu tür müdahaleler bir kez daha yaşanmamalıdır, bu olayların sonuna kadar takipçisi olacağımızı kararlılıkla belirtiyor, İstanbul Barosu üyesi meslektaşlarımıza geçmiş olsun diyerek, sorumlular hakkında yasal işlem yapılmasını beklediğimizi kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. 20 FAALİYETLER KOCAELİ BAROSU BÜLTENİ AV. NESRİN AKTAŞ Sinema Rehberi PEKİ ŞİMDİ NEREYE? Nadiana Labaki nin yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı “peki şimdi nereye “ orta doğu dramını annelerin gözüyle anlatan harika bir film. 2011 yapımı ve Toronto film festivalinde halk ödülü almış. Sabahı ezan ve çan sesleri ile uyanan Lübnan’ın ücra bir köyünde geçer olaylar. Müslüman ve Hıristiyan çatışmalarından çok gözyaşı dökmüş, acı çekmiş anaların bir daha aynı olayların yaşanmaması için gösterdikleri çabayı anlatıyor. Köy halkı “vizontele” filmi gibi televizyonu ortak seyretmekteler. Tek fark farklı kanalları olması. Hıristiyan ve Müslüman çatışmaları yeniden alevlenmeye başlamıştır. Köyün kadınları, gelişmelerden habersiz köy erkeklerini çatışmaya sürüklememesi için, bir gece yarıısı uluyan kurtların ses- lerine rağmen, gizlice TV ve radyo vericilerini parçalarlar. Ukraynalı dansçı kızlar köye getirmek gibi daha birçok trajikomik önlemlere başvururlar. Ancak bu tür çözümlerin yetersiz kaldığını anlayan kadınların, son buldukları çare ibret verici. Erkekler bir sabah uyandıkların da annelerinin, eşlerinin din değiştirdiklerini görürler. Müslüman kadınlar başlarındaki başörtüyü çıkarmış, ellerinde Hıristiyan haçı ile istavroz çıkarırken, Hıristiyan kadınlar başörtüleri ile sabah namazı kılmaktadır. Erkekler şaşkındır ama durumu kabullenmekten başka çıkar yol bulamazlar. Bu arada çatışmada serseri bir kurşuna kurban gitmiş Hıristiyan genç köy halkının sırtında tabutla mezarlığa getirilir. Mezarlık yolunun bir tarafı Müslümanlara diğer tarafı Hıristiyanlara ait. Ellerinde tabut taşıyan halk şaşkındır, annelere dönüp sorarlar “peki şimdi nereye”. Traji komik işlenmiş olaylar, aslında ülkemiz coğrafyasına hiç de uzak bir konu değil. Ama her şey dışardan bir gözle bakınca daha iyi anlaşılıyor herhalde. Ülkemizde terör belasından anneler çocuklarının askere gitmesindense varını yoğunu vermeye hazır. Askerde çocuğu olan anneler çocuğunun terhis gününü yüreği elinde bekliyor. Hele çocuğunu yitirmiş annenin yüreğine düşen acının tarifini bile yapmak imkansız. Tabi bir da çatışmanın diğer tarafındaki annelerin yüreğini de insansak hissetmek gerekmez mi? Biliyoruz çok zor, kangren olmuş bu kanlı ve kirli davayı bitirebilmek. Ama imkansız değil. Örnekleri var İrlanda, İspanya yıllar süren uzlaşma çabalarıyla bu sorunu çözebilmişler. Neden biz de de olmasın. Hele ki 1000 yıllık ortak geçmiş, ortak gelenekler ve artık kimin hangi etnik kökenden geldiği anlaşılamayan soy silsileleri gibi birçok duygusal ve fiziksel konjonktüre rağmen.Öncelikle ; bu beceriksizliğin ve çözümsüzlüğün vebali siyasilerin ve aydınların üzerinde olacaktır. Ama çözümsüzlüğün günahını ve bedelini yine genç canlar ve gözü yaşlı geride kalanlar ödeyecektir. Acılar acılarla katılaşacaktır. Tarih yazarı Homeros “tarih yaşayanların geçmişlerini bilerek aynı hatayı yapmamaları için bilinmelidir” der. Kürt –Türk olgusuna resmi ve kurgusal tarih penceresinden yıllarca bakmak ve hala da slogan ideolojilerle bu bilgisizliğimizde diretmek, çatışmaları beslemekten başka bir şey değil. Nadia Labaki nin annelerin yüreğine gözleri çeviren filmini seyretmenizi tavsiye ederim.