Serbest Seçim Hakkı - İNSAN HAKLARI HUKUKU Mevzuat, Kararlar
Transkript
Serbest Seçim Hakkı - İNSAN HAKLARI HUKUKU Mevzuat, Kararlar
İNSAN HAKLARI AVRUPA SÖZLEŞMESİ Açıklama ve Önemli Kararlar 2. Cilt (İHAS 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14 Ek Protokol 1-1, 1-2, 1-3 maddeler) Prof. Dr. Osman Doğru Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dr. Atilla Nalbant İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde Hukukçu Bu kitap Avrupa Birliği, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte finanse edilen ve Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyinin Ortak Programı olan “Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Projesi” kapsamında basılmıştır. Projenin ihale makamı Merkezi Finans ve İhale Birimidir. İÇİNDEKİLER SERBEST SEÇİM HAKKI..................................................................817 AÇIKLAMA........................................................................................................... 817 Seçme hakkı ....................................................................................................... 819 Yurtdışında ikamet edenler .......................................................................... 819 Tutuklu ve hükümlüler ................................................................................. 820 Seçilme hakkı .................................................................................................... 820 Adaylık şartları............................................................................................. 821 Seçilmişlik sıfatının düşmesi........................................................................ 823 Seçim sistemleri.................................................................................................. 824 Seçimlerin örgütlenmesi ve yönetimi................................................................. 826 Siyasi partilere devlet yardımı...................................................................... 826 Seçimlerin yönetimi...................................................................................... 827 Medyadan yararlanma................................................................................... 828 ÖNEMLİ KARARLAR......................................................................................... 830 Yasama organı seçimi 02.03.1987 9267/81 MATHIEU-MOHIN ve CLERFAYT - BELÇİKA........ 830 Seçimlerde ülke barajı 08.07.2008 10226/03 YUMAK VE SADAK - TÜRKİYE [BD]................... 841 Seçilme yeterliliği 22.12.2009 27996/06 SEJDIC VE FINCI - BOSNA HERSEK [BD]............ 856 VII SERBEST SEÇİM HAKKI P1, md. 3: Serbest seçim hakkı Sözleşmeci Taraf Devletler yasama organının seçimi için, halkın düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı şartlarda, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt eder. AÇIKLAMA Sözleşme’ye Ek Birinci Protokolün 3. maddesi “serbest seçim” hakkını düzenlemektedir. Bu hak, Sözleşme’nin güvence altına aldığı tek siyasi haktır. Sözleşme’nin Başlangıcına göre, temel insan hakları ve özgürlükleri en iyi şekilde, “etkili bir siyasal demokrasi” tarafından korunabilir. Bu nedenle, serbest seçim hakkı “gerçek demokratik bir rejimde temel” bir haktır. Birinci Protokolün 3. Maddesi (“3. madde”), demokrasinin karakteristik bir prensibini içerdiğinden, bu madde Sözleşme sisteminde temel bir öneme sahiptir. Gerçekten de demokrasi, “Avrupa kamu düzeninin” aslî bir öğesini oluşturmaktadır ve 3. maddede güvence altına alınan haklar, hukukun üstünlüğü ile yönetilen etkin bir demokrasinin temellerinin kurulmasında ve korunmasında büyük önem taşımaktadır (Yumak ve Sadak, §105). 3. madde devletlere belirli bir “seçim sistemi” kabul etme zorunluluğu getirir tarzda yorumlanamaz. Bu düzenlemedeki koşullara uygun olmak kaydıyla, devletler istediği seçim sistemini seçebilirler. Sözleşme’de ve 1, 4, 6 ve 7. Protokoller’deki maddelerin hemen hepsinde, “Herkes ... hakkına sahiptir” veya “Hiç kimse” gibi terimler kullanılmıştır. Ancak 3. maddede, “Sözleşmeci Taraf Devletler ... taahhüt eder” ifadesi yer almaktadır. İlk başta bu ifadeden, 3. maddenin bireylere, Sözleşmeci Tarafların egemenlik yetkisi içinde bulunan “herkes için doğrudan güvence altına alınan” haklar ve özgürlükler tanımadığı (İrlanda, §239), fakat sadece devletler arasında bir yükümlülük doğurduğu sonucu çıkarılmıştır. Böyle bir tanımın doğal sonucu, bu düzenlemenin kişiler bakımından bir hak öngörmediği yorumu olur. Oysa bu yorum kabul görmemiştir; bu madde kişiler tarafından ileri sürülebilecek bir hak içermektedir; bu nedenle bireysel başvuru hakkına konu olabilir ve olmaktadır. Birinci Protokolün Başlangıcına göre bu Protokol, “Sözleşme’nin Birinci Bölümünde bulunanların yanında, başka bazı hak ve özgürlüklerin birlikte yerine getirilmesini” güvence altına almaktadır. Ayrıca bu Protokolün 5. maddesi şöyle demektedir: “Sözleşmeci Taraflar bu Protokolün 1, 2, 3 ve 4. maddelerini, Sözleşme’ye ilave maddeler olarak kabul ederler”. Sözleşme’nin 25. maddesi dâhil, Sözleşme’nin bütün hükümleri “buna göre uygulanır”. Dahası, Dördüncü Protokolün Başlangıcı, diğerlerinin yanında, Birinci Protokolün “1-3. maddeleri”nde korunan “haklar ve özgürlükler”den söz etmektedir. Birinci Protokolün hazırlık çalışmalarında da, bu Protokolün 3. maddesi bakımından bireysel başvuru hakkının kullanılmasını hariç tutma niyeti bulunduğu görülmemektedir. 817 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR Bu hakkı Mahkeme’nin yargı yetkisinden çıkarma fikri uzun bir süre tartışılmış, ancak sonunda terk edilmiştir. Ayrıca hazırlık çalışmalarında sık sık, “siyasal özgürlük”, “siyasal haklar”, “bireylerin siyasal hakları ve özgürlükleri”, “serbest seçim hakkı” ve “seçim hakkı” gibi terimler kullanılmıştır (Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §48-49). 3. maddenin devletlerarası taahhüt rengindeki ifade tarzı, Sözleşme’de ve Protokollerde yer alan diğer haklarla bu düzenlemede yer alan hak arasında esaslı bir fark bulunduğunu göstermez. Bu ifade tarzının nedeni üstlenilen taahhüde daha büyük bir ağırlık kazandırma isteği ile bu alandaki başlıca yükümlülüğün, kişisel ve siyasal hakların çoğunluğunda olduğu gibi müdahaleden çekinme veya müdahale etmeme değil, fakat devletin demokratik seçimler “yapmak” için, pozitif tedbirler alma şeklinde olmasıdır (Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §50). Mahkeme, “etkin” ve “edilgin” seçim hakları arasında bir ayrım yapmaktadır. Başka bir anlatımla, seçimlere bir seçmen olarak katılmak (seçme hakkı) etkin (aktif) bir katılma olarak nitelendirilirken, seçimlere seçilmek için aday olarak katılma (seçilme hakkı), edilgin (pasif) bir hak kullanımı olarak görülmektedir. Seçme hakkı, seçilme hakkına göre daha kuvvetle korunan bir haktır. Mahkeme, birçok kez, çoğulculuğun esas koruyucusu olan devletin çoğulculuğu güvence altına almak için oynadığı rolün önemini vurgulamıştır. Devlet, bu rolü yerine getirirken, “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklamasını sağlayacak koşullara uygun olarak” demokratik seçimler “düzenlemek” için pozitif tedbirler almak zorundadır (Yumak ve Sadak, §106). 3. maddenin düzenlediği haklar mutlak değildir. Bu madde, bu hakları açık terimlerle düzenlemeksizin, sadece tanımamakla yetindiğinden, zımni sınırlamalara yer bırakılmıştır (Golder, §38). Sözleşmeci Devletler kendi iç hukuk düzenlerinde seçme ve seçimlerde aday olma haklarını, 3. maddeye aykırı olmayan koşullara ya da sınırlamalara tabi tutabilirler. Devletler, bu konuda geniş bir takdir alanına sahiptirler; fakat Sözleşme’nin gereklerine uygunluk bakımından nihai kararı vermek, Mahkeme’ye düşen bir görevdir. Mahkeme, getirilen koşulların, bu hakların özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamadığına ve hakları etkililikten yoksun bırakmadığına kanaat getirmelidir. Ayrıca bu koşullar meşru bir amaç izlemelidir ve kullanılan araçlar bu meşru amaca ulaşmak bakımından orantısız olmamalıdır. Nihayet bu koşullar, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesini” engellememelidir ve bu hakkın özüne dokunmamalıdır (Mathieu-Mohin ve Clerfayd, §52). 3. madde, sadece “yasama organı” seçimlerine veya bu organın iki meclisi varsa, en azından bir meclisin seçime uygulanır. Ancak yasama organı, mutlaka ulusal parlamento anlamına gelmez; bu kelimenin, ilgili devletin anayasal yapısı ışığında yorumlanması gerekir. Eğer bir yerel meclisin ulusal meclise üye göndermesi söz konusu ise bu durumda bu düzenleme bu seçimlere de uygulanabilir. Örneğin Almanya, Avusturya, Belçika veya İsviçre gibi federal devletlerde federe devlet parlamentoları bu madde anlamında “yasama organı” olarak düşünülmektedir. Matthews – Birleşik Krallık davasında Mahkeme, “yasama organı” sözcüğünün sadece “ulusal parlamento” anlamına gelmediğine, bu sözcüğün, yukarıda da değinildiği gibi, ilgili devletin anayasal yapısına göre değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiştir. Olayda Birleşik Krallık’ın kolonisi Cebelitarık’ta yaşayan İngiliz vatandaşı D. Matthews, Avrupa Birliği organı Avrupa Parlamentosu seçimlerine seçmen olarak kaydedilme isteminde bulunmuş, oy kullanma hakkının Birleşik Krallıkla sınırlı olduğu gerekçesiyle talebi reddedilmiştir. Mahkeme bu davada Sözleşme’nin yaşayan bir belge olduğuna dikkat çekerek dinamik bir yorum yapmış ve Avrupa Parlamentosunun gelişim sürecini 818 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama izleyerek Maastricht’ten itibaren Parlamentonun siyasi bir kimlik kazandığını ve eski salt danışma organı durumundan çıkıp yetkilerini arttırdığını, bu nedenle bu madde açısından bu meclisi bir “yasama organı” olarak gördüğünü belirtmiştir. Böylelikle 3. madde, sadece ulusal yasama organları bakımından değil, uluslararası temsili yasama organları bakımından da uygulanabilirlik kazanmıştır. Seçme hakkı Mahkeme’ye göre, 3. maddenin “etkin” görünümlerinden birisi olan seçme ya da oy kullanma hakkı bir ayrıcalık değildir. 21. yüzyılda demokratik bir ülkede bu hakkın en geniş toplum kesimlerine tanınması temel ilkedir (Hirst (no 2), §59). 3. maddede düzenlenen haklar mutlak değildir. Bu madde, zımni sınırlandırmalara yer bırakmaktadır. Sözleşmeci Devletler bu hakkın sınırlandırılması bakımından belirli bir takdir alanına sahiptirler. Mahkeme, bu konuda devletlerin takdir yetkisinin geniş olduğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §52). Bununla birlikte, bu maddenin gereklerine uyulup uyulmadığını belirlemek, nihai olarak Mahkeme’ye düşmektedir. Mahkeme, sınırlamaların söz konusu hakların özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlamadığından, hakkı etkisiz kılmadığından ve kullanılan araçların orantısız olmadığından emin olmalıdır. Özellikle de getirilen bir koşul, yasama organının seçiminde halkın kendini özgürce ifade etmesine engel oluşturmamalıdır; diğer bir ifadeyle bu koşullar, evrensel oy hakkı yoluyla halkın iradesini belirlemeyi amaçlayan seçim usulünün bütünlüğü ve etkililiğini koruma amacını yansıtmalı ya da bu ilkelere ters düşmemelidir. Örneğin, asgari bir yaşın getirilmesi, seçim sürecine katılanların yeterince erişkin olmalarını sağlamak için göz önünde bulundurulabilir; bazı durumlarda ilgili ülkeyle yeterince sürekli veya yakın bağı olanları veyahut menfaat sahiplerini belirlemek için, seçmenlik ikametgâh gibi kriterlere bağlanabilir (Hilbe – Liechtenstein (k.k.); Melnychenko, §56). Mahkeme’ye göre “genel oy” hakkı ilkesinden bir sapma, bu yolla seçilmiş yasama organının ve yaptığı yasaların demokratik anlamdaki geçerliliğini zayıflatma tehlikesi taşır. Bu nedenle, toplumda var olan gruplardan birinin veya toplumdaki belirli bir kategorinin seçme hakkından yoksun bırakılması, bu maddenin temel ilkelerine uygun olmak zorundadır (Zdanoka [BD], §105; Aziz, §28). Bu değerlendirme, genel oy hakkına getirilen otomatik ve yaygın istisnalar bakımından da geçerlidir (Hirst (no 2), §62). Mahkeme Alajos Kiss – Macaristan davasında böylesi otomatik ve genel bir yasaklamayı, vesayet altına alınan kısıtlı kişiler bakımından da Sözleşme’ye aykırı bulmuştur. Her ne kadar böyle bir kısıtlama, eylemlerinin sonuçlarını değerlendirme yeteneğine sahip kişilerin oy verme hakkından yararlanması gibi meşru bir amaç izlese de, Mahkeme’ye göre hakları kısıtlanan kişilerin gerçek durumu incelenmeden getirilen otomatik bir kısıtlama Sözleşme ile bağdaşmamaktadır. Yurtdışında ikamet edenler Seçmenin ikametgâhına bağlı olarak, vatandaşı olduğu ülkede yaşamayan kişilerin seçme hakkının tanınmamasını, Mahkeme şimdiye kadar Sözleşme’ye aykırı bulmamıştır. Mahkeme’ye göre, bu eksiklik şu nedenlerle makul görülebilir: İlk olarak, yurt dışında yaşayan kişi ülkesinin siyasi gelişmelerinin doğrudan muhatabı olmayabilir ve bu konuları daha az tanıyabilir. İkinci olarak, ülke dışında yaşayan kişilerin, seçilecek adayların belirlenmesinde ve programlarının oluşturulmasında daha az etkileri vardır. Üçüncü olarak, yasama meclisini seçme hakkı ile bu meclisin kabul ettiği düzenlemelerden doğrudan etkilenme arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Dördüncü olarak, yasakoyucunun, yurtdışında yaşayan yurttaşların özellikle ve öncelikle yurtiçinde yaşayan yurttaşları ilgilendiren yasaların tartışılması ve kabulünde daha az ağırlığının olması gibi makul bir düşüncesi de olabilir (Hilbe, (k.k.); Sitaropoulos ve Giakoupoulos, §69). 819 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR Sitaropoulos ve Giakoupoulos – Yunanistan kararına konu olan olay, Fransa’da yaşayan ama Yunanistan seçimlerinde oy kullanamamaktan şikâyetçi olan Yunan vatandaşlarına ilişkindir. Mahkeme, bu davada yurt dışında yaşayan Yunanlıların ikamet ettikleri ülkelerde Yunan parlamento seçimleri için oy kullanamamalarının Sözleşme’ye aykırılık oluşturmadığına karar vermiştir. Mahkeme bu sonuca varırken, konuyla ilgili uluslararası ve ulusal hukuk belgelerinin devletlere yurt dışında yaşayan vatandaşlarının ülkedeki seçimlerde oy verme haklarını kullanmaları için düzenleme yapmasını gerektirecek bir yükümlülük yüklemediğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerde bu alanda bir uygulama birliğinin olmamasını da dikkate alır. Tutuklu ve hükümlüler Mahkeme Hirst (no 2) – Birleşik Krallık davasında, mahkûmların oy haklarının engellenmesinin Sözleşmeye aykırılık oluşturup oluşturmadığını incelemiştir. Bu davada Mahkeme, Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında bu konuya ilişkin bir ortak uygulama veya standart olmamasına karşın, mahkûmların oy hakkını engelleyen otomatik ve geniş kapsamlı sınırlamaların 3. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir. 2002 yılında Kanada’da karara bağlanan ‘Sauve – Kanada’ davasına da gönderme yapan Mahkeme, mahkûmların özgürlüklerinin ellerinden alınmasının onların Sözleşme tarafından güvence altına alınan bütün haklarını kaybettikleri anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme ayrıca cezanın çekilmesi ile seçme hakkının engellenmesi arasında mantıksal bir ilişkinin bulunmadığını vurgulamıştır. Hirst (no 2) kararından sonra Mahkeme, mahkûmların oy haklarının engellenmesi konusunda Scoppola (no 3) – İtalya kararında getirilen sınırlamayı, Sözleşme’ye aykırı bulmamıştır. Mahkeme’nin Scoppola (no 3) kararında Hirst (no 2) kararından farklı bir sonuca varmasına yol açan neden, iki ülkede mahkûmlara getirilen sınırlamanın kapsamı ve ceza çekme rejimlerinin farklılığıdır. Mahkeme, Scoppola (no 3) kararında (§96), Hirst (no 2) kararında koyduğu temel ilkeyi şu sözlerle yinelemiştir: “Mahkeme …, Hirst kararında belirlediği ilkeleri, özellikle de oy kullanma hakkına getirilen genel bir sınırlamanın, fark gözetmeden bir grup kişiye, bu kişilerin ceza sürelerine, cezaların niteliğine, işledikleri suçun ağırlığına ve niteliğine ve kişisel hallerine bakılmaksızın, sadece mahkûm oldukları için otomatik olarak uygulanmasının Birinci Protokolün 3. maddesi ile bağdaşmadığı ilkesini onaylar.” Ancak Mahkeme, Scoppola (no 3) kararında İtalya’da öngörülen sınırlamanın genel ve otomatik nitelikte olmadığını, suçun ağırlığı ve mahkûmun kişiliğine bağlı olduğunu ve yasakoyucunun farklı yarar ve dengeleri gözeten tedbirler aldığını belirtmiştir. İtalyan hukukunda mahkûmiyetten sonra oy hakkının sınırlandırılması, her ceza için geçerli değildir (ilke olarak üç yıl ve üstü hapis cezaları için geçerlidir) ve sadece sınırlı sayıda belirli suçları kapsamaktadır. Mahkeme, bu davada tasarlayarak adam öldürme gibi, ağır ceza gerektiren suçlardan mahkûm olan başvurucun bu haktan yoksun bırakılmasını Sözleşme’ye aykırı görmemiştir. Seçilme hakkı Mahkeme, 3. maddenin “pasif” unsuru olarak nitelenen seçimlerde aday olma hakkına getirilen kısıtlamaları, bu maddenin “aktif” unsuru olarak nitelenen oy kullanma hakkına getirilen kısıtlamalara göre daha ayrıntılı incelemeye tabi tutmaktadır. Mahkeme, seçilebilirlik ile ilgili kriterlerin belirlenmesi konusunda devletlerin geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme Zdanoka – Letonya [BD] kararında şöyle demiştir (§106): 820 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama “... bu kriterler, seçilenlerin bağımsızlığı ve aynı zamanda seçmenlerin özgürlüğü sağlanma gibi genel bir düşünceden kaynaklandığı halde, her devletin kendine özgü tarihi ve siyasi durumuna göre değişmektedir. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin seçim mevzuatlarında ve anayasalarında öngörülen birçok durum, bu konuda mümkün olan değişik tercihlerin varlığını göstermektedir. Bu nedenle, 3. maddenin uygulanması anlamında, tüm seçim yasalarının, ilgili ülkenin siyasi gelişimi ışığında değerlendirilmeleri gerekir”. Podkolzina – Letonya davasında Mahkeme, seçim yasalarının ilgili ülkenin siyasi gelişimi ışığında değerlendirilmesi gerektiğini ve bir sistemde kabul edilmeyen ayrıntının bir başka sistemde haklı görülebileceğini belirtmiştir. Ancak Mahkeme bu takdir alanının, 3. maddenin temel ilkesi olan “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncelerini serbestçe ifade etmesine” saygı ile sınırlı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme devletlerin takdir alanlarının sınırını belirlerken, Aziz – Kıbrıs davasında şu ifadeleri kullanmıştır (§28): “... devletler, kendi anayasal sistemlerinde, milletvekili seçimleri ile ilgili kuralları ve kendi meclislerinin oluşumunu belirleme konusunda geniş bir takdir yetkisine sahiptirler; çünkü bu konudaki kriterler, her devletin kendine özgü tarihi ve siyasi durumuna göre değişmektedir. Ancak Mahkeme, seçimlerle ilgili bazı kuralların şahıslara veya bir grup insana, özellikle yasama organındaki üyelerin seçilmesinde, siyasi yaşamın bir parçası olmayı yasaklamaması gerektiğini belirtmektedir; bu hak hem Sözleşme ile hem de tüm devletlerin anayasalarında güvence altına alınmıştır”. Adaylık şartları Zdanoka – Letonya [BD] davasında Mahkeme, demokratik sürecin bütünlüğünü korumak gibi meşru bir amacın ve bu amacı açıklayan çok istisnai tarihi nedenlerin bazen bir hakkı sınırlamayı haklı kılabileceğini belirtmiştir. Zdanoka davası, geçmişinde anayasa dışı etkinliklerde bulunduğu için seçimlere katılması engellenen bir başvurucunun şikâyeti hakkındadır. Başvurucuyla ilgili alınan tedbir, komünizm sonrası dönemde Baltık devletlerinde alınan, bu döneme özgü ve istisnai tedbirlerden birisidir. 1995 tarihinde kabul edilen bir yasa, 1991 yılından itibaren Letonya Komünist Partisi ile ilişkisini sürdüren kişilerin seçimlerde aday olmalarını yasaklamıştır. Mahkeme Dairesi bu davada 3. maddenin ihlal edildiğini belirlemiş, ancak davayı yeniden inceleyen Büyük Daire bu maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Büyük Daireye göre, bu sınırlama Letonya’nın çok istisnai koşullarıyla ilgilidir. Letonya, totaliter bir rejimden demokrasiye çok yakın zamanlarda geçmiştir; yeniden totaliter bir rejime geçme ihtimali demokrasi için gerçek bir tehdittir. Bu nedenle, uzun yıllardır demokratik rejimle yönetilen bir ülke için kabul edilemeyecek olan bu sınırlama Letonya için kabul edilebilir nitelikte görülebilir. Bu çerçevede Mahkeme, demokratik rejimin korunması ve yerleşmesi için gerekli tedbirlerin belirlenmesinde Letonya makamlarının geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir. Ancak Mahkeme, bu davada Letonya parlamentosunun bu sınırlamanın gerekliliğini incelemesini ve kısa bir süre sonra ortadan kaldırması gerektiğini de vurgulamıştır. Mahkeme, bu sınırlamaların ve engellemek istedikleri tehditlerin güncelliğini kaybetmesi durumunda, bunların Sözleşme ile uyumsuz hale gelebileceğini belirtmiştir. Sejdic ve Finci – Bosna-Hersek davası Roman ve Yahudi kökenli kişilere, üç “kurucu halk” grubuna dâhil olmadıkları gerekçesiyle yasama meclisi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olma imkânının tanınmaması hakkındadır. Bosna-Hersek Anayasası başlangıcında iki grup yurttaş ayrımı yapmaktadır: “Kurucu halklar” (Boşnak, Hırvat ve Sırp) ve “diğerleri” (Yahudi, Roman, diğer azınlıklar ve herhangi bir etnik gruba aidiyet beyan etmeyenler). Bosna-Hersek Meclisi ve Başkanlığı sadece üç kurucu halktan gelen üyelere açıktır. Mahkeme, bu davada bu istisnai tedbirin, etnik savaş sonrasında barışı 821 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR getirmek amacıyla alındığını ve bu nedenle meşru bir amaç izlediğini kabul etmiştir. Ancak Bosna-Hersek’te durumun belirli bir ölçüde düzelmesini de dikkate alan Mahkeme, bu istisnai tedbirin halen korunmasının herhangi bir nesnel ve makul nedeninin kalmadığını belirtmiş ve 3. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Adamsons – Letonya davasında Mahkeme, zamanın geçmesi ile birlikte, seçilme hakkına getirilmiş genel sınırlamayı haklı göstermenin güç olduğunu ve belirli bir şahsın yarattığı gerçek riskin dikkate alınmasını sağlayan “bireysel” bir değerlendirmenin yapılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, Melnychenko – Ukrayna kararında (§57), milletvekili seçimlerinde adaylık için aranacak şartların, oy kullanmak için aranan şartlara göre daha katı olabileceğini kabul etmiştir. Bu noktada, devletlerin soyut olarak (in abstracto) seçilme şartlarını belirlerken geniş bir takdir yetkisi bulunduğu doğru olmakla birlikte Mahkeme, bu hakların etkili olması ilkesi gereğince, seçilme usulünün, keyfi sınırlandırmaları engelleyebilecek güvenceler içermesi gerektiğini belirtmiştir (Podkolzına, §35). Podkolzina – Letonya davasında başvurucu 1998 parlamento seçimlerinde adaydır. Ancak dil müfettişlerinin iki kez yaptığı incelemeden sonra Letonya resmi diline yeterince hâkim olmadığı gerekçesiyle, ismi adaylar listesinden silinmiştir. Seçim mevzuatının adaylık için aradığı ön koşullardan birisi Letonya diline yeterince hâkim olunduğuna dair bir sertifika sunulmasıdır. Mahkeme bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, bir ulusal parlamentonun çalışma dilinin ne olacağına karar vermek her devletin mutlak takdir alanı içine girer. Ancak Mahkeme, bu kişinin ilgili mevzuatın öngördüğü koşulu yerine getirdiğini, Letonya resmi dilini bildiğini kanıtlayan resmi bir sertifikaya sahip olduğunu ve bu belgenin geçerliliğinin tartışma konusu olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle Mahkeme, bu kişinin dil düzeyinin incelenmesinin herhangi nesnel bir nedene dayanmadığı ve adayların seçilme yeterliliği bakımından gerekli koşulu yerine getirmesine karşın ulusal makamların ek bir koşul yarattıkları sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, başvurucunun isminin adaylar listesinden silinmesi orantısız bir müdahaledir. Krasnov ve Skuratov – Rusya davasında, başvurucuların Duma Meclisine seçilebilmek için sundukları adaylık dilekçelerinde seçmenleri yanıltıcı bilgi verdikleri gerekçesiyle adaylıkları kabul edilmemiştir. Krasnov bir ilçe meclisinde müdür olduğunu ileri sürmesine karşın, dilekçesini sunduğu tarihte bu görevinden alınmış bulunmaktadır. Skouratov ise, bir devlet üniversitesinde geçici süreli bölüm şefi olduğunu ileri sürmesine karşın, aynı bölümde profesörlüğe atanmıştır. Skouratov aynı zamanda Komünist Parti üyeliğini gizlemekle suçlanmıştır. Mahkeme, Krasnov’un gerçekten yanıltıcı bilgiler verdiğini belirtmiş ve bu nedenle Rus makamlarının aldığı kararı 3. maddeye aykırı bulmamıştır. Oysa Mahkeme’ye göre ulusal yargı yerleri, Skouratov için başvurucunun yanlış bilgi verdiği iddiası hakkında birbirleriyle çelişkili ve yasal temeli olmayan kararlar vermişlerdir. Ayrıca başvurucunun kötü niyetle yanıltıcı bilgi verdiği kanıtlanamamış ve geçici süreli bölüm başkanlığı ile profesörlük arasındaki farkın seçmeni nasıl yanılgıya düşüreceği açıklanamamıştır. Ayrıca Mahkeme, dosyadaki incelemede başvurucunun Komünist Parti üyeliğini gizlemediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu gerekçelerle Rus makamlarının aldığı kararın 3. maddeyi ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Sukhovetskyy – Ukrayna davasında başvurucu seçimlerde aday olmak için 218,10 Euro’ya karşılık gelen harcı ödeyemediği için aday olamamaktan şikâyetçi olmuştur. Mahkeme bu davada Sözleşme’nin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu sonuca varırken, Avrupa Konseyi’ne üye birçok devlette hayalci adayları caydırmak için 822 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama bu tarz tedbirlerin bulunduğunu belirtmiştir. Ukrayna’da talep edilen miktar, Avrupa’daki diğer örnekler arasında en düşük olanıdır. Mahkeme’ye göre bu tutar, aşırı ve gerçekten adaylık için başvurmak isteyen kişilerin aşamayacağı idari bir engel değildir. Seçilmişlik sıfatının düşmesi Mahkeme, seçilmiş kişilerin bu sıfatlarının ellerinden alınması şeklindeki ağır ve radikal bir tedbiri, ancak “zorlayıcı nedenlerin” haklı kılabileceğini belirtmiştir (Lykourezos, §52; Ilıcak, §30). İspanya’da kabul edilen 27 Haziran 2002 yasası hakkında Mahkeme’nin önüne üç dava gelmiştir (Herri Batasuna ve Batasuna – İspanya; Etxeberria ve Diğerleri – İspanya; Henrritarren Zerrenda – İspanya). Bu yasaya dayanılarak Herri Batasuna ve Batasuna partileri yasadışı ilan edilmiş ve kapatılmıştır. Bu kapatma kararı sonrasında yerel seçimlere katılmak için oluşturulmuş çeşitli aday gruplaşmaları, bu adaylar kapatılan partilerde görev yaptıkları gerekçesiyle iptal edilmiş ve seçimlere katılamamışlardır. Mahkeme bu davada önce parti kapatma kararını Sözleşme’nin 11. maddesi çerçevesinde incelemiş ve bu maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Herri Batasuna ve Batasuna – İspanya). Etxeberria ve Diğerleri kararında ise Mahkeme, 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme bu sonuca varırken, İspanyol yargı organlarının bu aday gruplaşmalarının ETA adlı terörist örgüte desteği nedeniyle kapatılmış Herri Batasuna ve Batasuna partilerinin etkinliklerini sürdürmek amacıyla kurulduklarının kanıtlandığına karar verdiklerini belirtmiştir. Bu davada Mahkeme ayrıca, İspanya’da ayrılıkçı siyasi partilerin yasaklanmadığını, aksine bu tarz partilerin Bask Özerk Bölgesi dâhil, birçok özerk bölge yönetiminde yer aldıklarını kaydetmiştir. Bu çerçevede Mahkeme, ayrılıkçı görüşlerin ifadesinin kendi başına bir devletin ülkesel bütünlüğü ve ulusal güvenliği için tehlike oluşturmadığını da hatırlatmıştır (§55). Paksas – Litvanya kararı ise, daha önce anayasaya ve yeminine aykırı hareket etme (impeachment) gerekçesiyle görevinden alınan Cumhurbaşkanının milletvekili seçilme yeterliliğini kaybetmesi hakkındadır. Mahkeme bu davada, getirilen sınırlamanın aşırı orantısız olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme ilk olarak, Litvanya’nın Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında Cumhurbaşkanının görevden alınması ile görevden alınan kişinin seçilme yeterliliğini kaybetmesi arasında otomatik bir ilişki kuran istisnai bir örnek olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, bu sınırlamanın belirli bir süre ile sınırlı olmaması nedeniyle orantısız bir müdahale olduğunu değerlendirmiştir. Diğer yandan bu sınırlama, bir anayasa hükmü olarak düzenlendiği için değiştirilmesi de çok güçtür. Mahkeme’ye göre, belirli bir tarihi bağlama ve kişiye bağlı bu tarz bir sınırlama, 3. madde ile bağdaşmamaktadır. Tanase – Moldova davasının konusu ise, 2008 yılından itibaren çifte vatandaşlığı bulunan Moldova vatandaşları meclise seçilseler dahi milletvekili sıfatının tanınmaması hakkındadır. Bu kişiler, ancak diğer vatandaşlıktan çıkma usulünü başlatacak olurlarsa milletvekili sıfatını kazanabilmektedirler. Romanya ve Moldova vatandaşı olan başvurucu, 2009 yılında milletvekili seçilmiş, ancak milletvekili sıfatını elde edememiştir. Mahkeme, bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu davada Moldova’da bulunan hem Romanya ve hem de Moldova vatandaşı olan geniş bir toplum kesiminin hedef alındığını ve bu kesimin seçilme hakkından yoksun bırakılmasının hedeflendiğini belirtmiştir. Bu tedbir, Moldova’nın bağımsızlığını ilan etmesinden 17 yıl ve çifte vatandaşlığa ilişkin mevzuatını yumuşatmasından 5 yıl sonra alındığı için, Moldova’nın ulusal güvenliği ve yasalarına saygı için alındığı gerekçesi yeterli görülmemiştir. 823 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR Sadak ve Diğerleri – Türkiye davasında Mahkeme, DEP’in kapatılması üzerine, bu partiye üye milletvekillerinin milletvekilliği sıfatlarının otomatik olarak düşürülmesini çok ağır bir tedbir olarak nitelendirmiş ve 3. maddeye aykırı görmüştür. Mahkeme’ye göre, DEP’in kapatılması ile birlikte başvurucuların milletvekilliği sıfatlarının düşürülmesi, kendilerinin siyasi etkinlikte bulunmalarını engelleme sonucunu doğurmuştur. Ilıcak – Türkiye davası, bir milletvekili olan başvurucunun Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Fazilet Partisi’nin kapatılmasıyla birlikte milletvekilliğinin düşürülmesi ve beş yıl süreyle herhangi bir siyasi faaliyet yürütme olanağından yoksun bırakılması hakkındadır. Mahkeme, bu davada 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme ilk olarak kendi rolünün, bu madde yer alan hükümlerin uygulanmasını gözetmek ve seçimlerde oy vermeye ve aday olmaya bağlı hakların özüne dokunulmaması, etkinliğini yitirmemesi, meşruiyetin koruması ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığının incelemesi olduğunu hatırlatmıştır. Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, özellikle yasama organlarının seçiminde halkın özgür iradesini sekteye uğratacak hiçbir engel yer almamalı, başka bir deyişle, genel oylama halkın isteğini yansıtmalı, etkin olmalı ve bütünlük önünde bir engel oluşturmamalıdır. Yine, halkın özgür iradesiyle yaptığı ve demokratik olarak tercihi ortaya koyduğu seçim sonuçları, demokratik düzeni “zorlayıcı nedenler” dışında, hiçbir değişikliğe uğramamalıdır. Ilıcak davasında Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 69(6). fıkrasına göre, Fazilet Partisinin “laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı” haline geldiğine kanaat getirmiş ve bu partinin kapatılmasına karar vermiştir. Aynı kararda başvurucu dâhil beş siyasetçiye beş yıllığına siyasi kısıtlamalar getirilmiştir. Mahkeme, başvurucunun siyasi haklarına getirilen geçici kısıtlamaların sonuç itibariyle Türk siyasi rejiminin laik yapısının korunmasını amaçladığını kaydetmiştir. Bu ilkenin Türkiye’deki demokrasi açısından önemi dikkate alındığında, Mahkeme bu önlemin kamu düzeninin korunması ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması meşru amaçlarını izlediğini belirtmiştir. Mahkeme bu tedbirin orantılılığı konusunda, başvurucunun siyasi haklarından geçici olarak yoksun bırakılmasında demokratik düzeni korumak bakımından “zorlayıcı nedenler” mevcut olup olmadığını incelemiş ve bu nedenlerin mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, olayların meydana geldiği dönemde yürürlükteki haliyle Anayasa’nın 69(9). fıkrasının kapsamı oldukça geniştir. Parti üyelerinin tüm görüş ve fiilleri, kapatma kararına zemin hazırlayan anayasaya aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşünü destekleyici nitelikte kabul edilmiş ve bu faaliyetlerin ağırlığı konusunda bir ayrıma gidilmemiştir. Mahkeme ayrıca başvurucu ile benzer durumda olan bazı parti üyelerinin ve özellikle parti genel başkanı ve yardımcısının başvurucunun maruz kaldığı şekliyle bir yaptırıma uğramamasını da dikkate almıştır (aynı yönde, Kavakçı – Türkiye). Seçim sistemleri Birinci Protokolün 3. maddesi, yasama organının seçilme yönteminin temel ögelerini belirlemiştir. Buna göre, yasama organı “halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda”, “makul aralıklarla” yapılan ve “gizli oy” ilkesine saygı gösteren “serbest” seçimler neticesinde belirlenmelidir. Bu koşullar dışında bu madde, orantılı temsil sistemi veya tek ya da iki dereceli çoğunluk sistemi gibi, “belirli bir seçim sistemini yürürlüğe koyma yükümlülüğü” getirmemiştir. Sözleşmeci Devletlerin bu konudaki mevzuatlarının yere ve zamana göre değiştiğini dikkate alan Mahkeme, Sözleşmeci Devletlerin bu konuda geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir. Ayrıca 3. madde bakımından bir seçim sistemi, ilgili ülkenin siyasal evriminin ışığında değerlendirilmelidir. Tercih edilen sistem, en azından “yasama organının seçiminde halkın kendi görüşlerini serbestçe ifade etmesini” güvence altına alan koşulları sağladığı 824 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama sürece, bir sistem bağlamında kabul edilemeyecek özellikler, diğer sistem bağlamında haklı görülebilir (Py – Fransa, §46). Diğer yandan seçim sistemleri, birbiriyle pek zor bağdaşan amaçların yerine getirilmesine çalışırlar. Bir tarafta halkın görüşlerinin adil ve doğru bir şekilde yansıtılması amaçlanmaktadır; diğer tarafta ise, yeterli düzeyde açık ve tutarlı bir siyasi iradenin ortaya çıkmasının sağlanması hedeflenmektedir. “Yasama organının seçimi için, halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda” ifadesi, temel olarak tüm vatandaşlara oy verme ve seçimlere katılma haklarını kullanırlarken eşit davranılması ilkesini içermektedir. Bununla birlikte, bu ilkeden tüm oyların seçimin sonuçları bağlamında aynı ağırlığı taşıması gerektiği veya tüm adayların eşit başarı şansına sahip olması gerektiği anlamı çıkmaz. Nitekim hiçbir seçim sistemi “boşa giden” oylar gerçeğini ortadan kaldıramaz (Yumak ve Sadak, §62). Sözleşme organları seçim barajları konusunu, üye devletlere tanınan takdir alanı bağlamında ele almış ve bu alanda devletlerin geniş bir serbestlikten yararlandıklarını belirtmiştir (Federacion nacionalista Canari – İspanya (k.k.); Etienne Tete – Fransa, Komisyon (k.k.); Marcel Fournier – Fransa (k.k.); Silvius Magnago ve Südtiroler Volkspartei – İtalya, Komisyon (k.k.)). Mahkeme, önüne bir seçim barajının serbest seçim hakkına uygunluğu konusunda bir başvuru geldiği takdirde, getirilen sınırlamaların serbest seçim hakkının kullanılmasını hakkın özünü zedeleyecek ölçüde ve etkisiz kılacak şekilde engellemediğine ve bu sınırlamaların meşru bir amacı gerçekleştirmek için konulduğuna ve kullanılan yöntemlerin bu meşru amaçla orantılı olduğuna kanaat getirmek zorundadır (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §52). Getirilen sınırlamalar ya da koşullar, yasama meclisinin seçiminde halkın görüşlerini serbestçe ifade etmesini engellememelidir. Bir diğer ifadeyle bu koşullar, genel oy hakkı aracılığıyla halkın arzusunun belirlenmesini amaçlayan bir seçim usulünün etkinliğini ve bütünselliğini sağlama kaygısını yansıtmak zorundadır (Melnichenko, §56). 3. madde bölgesel olarak yapılanmış partilere, ülkenin geri kalan kısmında kazanılan oylardan bağımsız olarak mecliste temsil imkân sağlayan bir seçim sistemi benimseme yükümlülüğü getirmez. Ancak eğer bir seçim sistemi bu tür bölgesel partilerin mecliste temsil edilmesini önlemeyi amaçlıyorsa bu madde bakımından sorun çıkabilir (Yumak ve Sadak, §124). Mahkeme’ye göre, genel oy hakkı ilkesinden herhangi bir şekilde ayrılma, seçim yasalarının ve seçilmiş olan yasama meclisinin demokratik geçerliliğini zayıflatma riski taşır. Bir grubun veya genel bir halk kategorisinin bu haktan yoksun bırakılması halinde, bu durum 3. maddenin temelini oluşturan amaçlarla bağdaşır olmak zorundadır (Aziz, §28). Aynı şekilde, bir kez halkın kanaatinin serbestçe ve demokratik bir şekilde ifade edilmiş olması halinde, seçim sisteminin düzenlenmesine dair sonradan yapılacak bir değişiklik, demokratik düzen açısından zorlayıcı nedenlerin mevcudiyeti ihtimali dışında, kabul edilemez (Lykourezos, §52). Yumak ve Sadak – Türkiye [BD] kararında Mahkeme, Türkiye’de yasama meclisi seçimlerinde uygulanan yüzde 10 barajını, 3. madde açısından incelemiş ve bu konuyu Türkiye’nin geniş takdir alanı bağlamında görerek bu maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Ancak varılan bu sonuç, Mahkeme’nin bu barajın “yüksek” olduğu saptamasını yapmaya engel olmamıştır. Mahkeme, bu kararının sonuç bölümünde şunları belirtir: “Sonuç olarak Mahkeme, genel olarak yüzde 10’luk seçim barajının aşırı yüksek olduğu kanısındadır. Bu bağlamda, barajın istisnai derecede yüksek seviyesini vurgulayan ve aşağı çekilmesini öneren Avrupa Konseyi organları ile mutabıktır; bu oranın indirilmesini tavsiye etmektedir. Bu baraj siyasi partileri, seçim sürecinin şeffaflığına katkıda bulunmayan taktikler izlemeye mecbur bırakmaktadır. Ancak mevcut davada Mahkeme, 825 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR söz konusu seçimlerin kendine özgü siyasi çerçevesi ışığında ve pratikteki etkilerini sınırlayan düzelticiler ve diğer güvencelerle birlikte değerlendirildiğinde, barajın esas olarak başvuruculara Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında tanınan hakkın özünü zedelediğine ikna olmamıştır.” Seçimlerin örgütlenmesi ve yönetimi Mahkeme birçok kararında, özgür seçimlerin, ifade özgürlüğünün ve özellikle siyasi tartışma özgürlüğünün bütün demokrasilerin temelini oluşturduğunu belirtmiştir (Yumak ve Sadak, §107). “Yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklama hakkı”, aynı zamanda toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü ve dolaylı olarak demokrasinin doğru bir şekilde işlemesi için gerekli bir örgütlenme şekli olan siyasi parti kurma özgürlüğünü güvence altına alan Sözleşme’nin 11. maddesiyle de bağlantılıdır. Bir ülkedeki halkın barındırdığı fikir akımlarını temsil eden siyasi partilerin yarattığı rekabet olmazsa, halkın fikirlerini ifade edebilmesi düşünülemez. Siyasi partiler, yalnızca siyasi kurumlar içerisinde değil, aynı zamanda medya sayesinde bu fikir akımlarını yansıtırken, demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışmaya yeri doldurulamaz bir katkıda bulunmaktadırlar (Yumak ve Sadak, §107). “Halkın düşüncesini özgürce açıklaması” ifadesi, seçimlerde bir veya daha fazla adayın seçilmesinde baskı uygulanmaması ve tercih sırasında seçmenlerin bir partiye ya da diğerine oy vermeye aşırı şekilde itilmemeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, aday ya da parti tercihlerinde, seçmenlere hiçbir şekilde baskı uygulanmamalıdır. “Tercih” kelimesi, siyasi partilere, seçimlerde adaylarını makul ölçülerde sunma fırsatı verilmesi gerektiği anlamına gelmektedir (Yumak ve Sadak, §108). Mahkeme, bir davanın 3. maddeye uygunluğu incelerken, temel olarak iki kritere odaklanmaktadır: Keyfiliğin veya orantısızlığın söz konusu olup olmadığı ve kısıtlamanın halkın görüşlerinin özgürce ifade etmesine müdahale oluşturup oluşturmadığı. Mahkeme, 3. maddede güvence altına alınan hakların etkili olması ilkesi gereğince seçilme usulünün, keyfi kararları engelleyebilecek derecede güvence içermesi gerektiğini belirtmiştir (Podkolzina, §35). Seçimlerin yönetimi konusunda Mahkeme, devlet memurlarının tarafsızlığının önemini belirtmiş ve bu ilkenin tamamlayıcısı olarak 3. maddede güvence altına alınan hakların gerçek bir demokrasi için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle, devletlerin seçimlerin serbest seçim hakkına saygı içinde düzenlenmesini sağlamak bakımından “pozitif yükümlülükleri” vardır. Bu çerçevede Mahkeme, seçimlerin şeffaf bir şekilde işleyen ve siyasi manipülasyonlara karşı tarafsız ve bağımsız kalabilen bir organ tarafından yönetilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir (Gürcistan İşçi Partisi, §101). Ancak Avrupa Konseyi üyeleri arasında bu organın çalışma ve üyelerinin belirlenme yöntemi hakkında yerleşmiş ortak bir uygulama mevcut değildir; tercihler her ülkenin siyasi veya tarihi koşullarına göre değişiklik göstermektedir. Bu nedenle Mahkeme, “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklama hakkı”na saygı göstermek kaydıyla, seçimlerin yönetimi alanında devletlerin geniş bir takdir alanına sahip olduğunu belirtmiştir (Gürcistan İşçi Partisi, §103). Siyasi partilere devlet yardımı Özgürlük ve Dayanışma Partisi – Türkiye davası, yasama meclisi seçimlerine katılıp yüzde 7’nin altında oy elde eden partilere devlet yardımı yapılmaması hakkındadır. Özgürlük ve Dayanışma Partisi, 1999 yasama meclisi seçimlerine katılma hakkı kazanmış bir parti olarak devlet yardımı almak için seçimler öncesinde başvuru yapmıştır. Ancak yasanın öngördüğü bir önceki seçimlerde yüzde 7 oy alma koşulunu yerine getirmediği 826 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama için bu talebi reddedilmiştir. Mahkeme önünde başvurucu parti, talebinin reddinin, 3. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlalini oluşturduğunu iddia etmiştir. Başvurucuya göre, hazine yardımından yararlanmayan bir siyasi parti, görüşlerini halka ulaştırmak bakımından, bu yardımdan yararlanan partilere göre daha dezavantajlı konumdadır. Mahkeme, bu davada öncelikle siyasi partilere hazine yardımı yapılmasının bu partileri özel bağışçılara bağımlı olmasını engellemeyi amaçladığını hatırlatmıştır. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerde bu yardım ya mutlak eşitlik ya da adil bir dağılım temelinde iki şekilde yapılmaktadır. Ancak bütün bu ülkelerde aday enflasyonunu önlemek amacıyla genellikle her zaman bir asgari seçmen desteği çıtası belirlenmektedir. Belirlenen asgari seçmen çıtasının ne olduğu konusunda devletler arasında bir ortak uygulama olmadığı gibi, bunu gösteren bir metin de mevcut değildir. Siyasi partilere hazine yardımında belirli bir çıta öngörülmesi, bir yandan çoğulculuğu koruyarak diğer yandan adayların gereksiz çoğalmasını önleyerek belirli bir meşru amaç izlemektedir. Türkiye’de bu çıta (yüzde 7) Avrupa Konseyi üyeleri devletler arasında en yüksek olanıdır. Ancak bu çıtanın yüksek olması hazine yardımında bir tekel oluşmasına yol açmamış ve birçok parti bu yardımdan yararlanmıştır. Ayrıca başvurucu partinin geçmiş seçimlerde elde ettiği oy oranı yüzde 7 oranının epeyce altındadır ve bu oy oranı ile diğer birçok Avrupa ülkesinde de hazine yardımına hak kazanamamaktadır. Başvurucu parti, Türkiye’deki seçmenlerin kayda değer bir desteğini aldığını kanıtlayamamıştır. Nihayet Mahkeme, Türkiye’de devletin siyasi partileri desteklemek için birçok başka tedbir aldığını (kimi vergi muafiyetleri, ulusal kanallarda propaganda yapma imkânı gibi) ve başvurucu partinin de bunlardan yararlandığını vurgulamıştır. Bu gerekçelerle Mahkeme, Sözleşme’nin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Seçimlerin yönetimi Gürcistan İşçi Partisi – Gürcistan davası, seçimlerin çok özel koşullarda yönetimi hakkındadır. Kasım 2003 tarihinde Gürcistan’da karma bir seçim sitemi ile genel seçimler düzenlenmiştir. Gürcistan İşçi Partisi bu seçimlerde yüzde 12,04 oranında oy almış ve nispi seçim sistemine göre, 150 üzerinden 20 milletvekili elde etmeye hak kazanmıştır. Ancak meclisin ilk toplantısı, hileli seçim olduğunu iddia eden kişilerin düzenlediği gösteriler nedeniyle kesintiye uğramış ve Cumhurbaşkanı istifa etmek zorunda kalmıştır (Güller Devrimi). Daha sonra Anayasa Mahkemesi, Kasım 2003 seçimlerini iptal etmiştir. Mart 2004’te Merkezi Seçim Komisyonunun gözetiminde yeni seçimler düzenlenmiştir. Bu Komisyon, Acaristan Özerk Cumhuriyeti’ndeki iki seçim çevresinin (Khulove Kobuleti) seçim sonuçlarını iptal etmiş ve burada yeni seçimlerin yapılmasına karar vermiştir. Ancak bu seçim çevresinde seçim sandıkları seçim günü kapalı kalmıştır. Aynı gün Merkezi Seçim Komisyonu seçim sonuçlarını açıklamış ve Gürcistan İşçi Partisi’nin yüzde 6,01 oranında oy alarak yüzde 7 ulusal barajın altında kaldığı ve bu nedenle mecliste temsil edilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Gürcistan İşçi Partisi davasında Mahkeme, ilk olarak seçmen listesi düzenleme yöntemine ilişkin başvurucu partinin şikâyetini incelemiş ve bu konuda 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme, seçmen listelerinin iyi hazırlanması ve yönetilmesinin seçimlerin sıhhati bakımından temel önemde olduğunu vurgulamış ve dava konusu liste hazırlama yönteminin birçok Avrupa ülkesinde kullanıldığını not etmiş ve ayrıca seçimlerin uluslararası kuruluşlar tarafından izlendiğini de belirtmiştir. Mahkeme, seçmen listeleri konusunu bu çerçevede inceleyerek, “halkın görüşünün özgür ifadesini sağlamak” konusunda devlete düşen “pozitif yükümlülüğün” yerine getirildiği sonucuna varmıştır (Gürcistan İşçi Partisi, §90). Mahkeme ikinci olarak, Merkezi Seçim Komisyonunun kompozisyonunu incelemiştir. Bu Komisyonun 15 üyesinin 7’sini (üstün oyu olan başkan dâhil) Cumhurbaşkanı ve onun mensup olduğu parti belirlemektedir. Mahkeme Komisyonun bu kompozisyonunu eleştirmiş ve Komisyon üyelerinin siyasi iktidarın 827 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR baskısına karşı bağımsız kalmalarının güç olabileceğini belirtmiştir. Ancak başvurucu partinin bu Komisyonun seçim hilesi yaptığı yönünde ciddi bir kanıt getirememesini dikkate alarak bu şikâyet konusunda da 3. maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Buna karşılık Mahkeme, iki seçim çevresinde seçmenlerin seçme hakkından yoksun kaldıkları gerekçesiyle Sözleşme’nin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme’ye göre, başvurucu parti bu iki seçim çevresinden gelebilecek oylara güvenme hakkına sahiptir. Oysa Komisyon, nedeni anlaşılamayan keyfi bir kararla, yasal temeli olmaksızın bu iki seçim çevresinde seçimleri iptal etmiştir. Mahkeme’ye göre, genel oy ilkesini hayata geçirmek konusunda devlete düşen “pozitif yükümlük” dikkate alındığında, bir devletin en kısa sürede bir meclise sahip olma meşru amacı Acaristan Cumhuriyeti’ndeki 60,000 seçmeni oy kullanma hakkından yoksun bırakmayı haklı göstermeye yetmemektedir. Medyadan yararlanma Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri – Rusya davası, Rusya’daki siyasi muhalefet partilerinin ve siyasetçilerinin, 2003 parlamento seçimleri sürecinde siyasi partilerin seçim kampanyalarından yeterince yararlanamadığı iddiası hakkındadır. Bu parti ve adaylar, önde gelen 5 TV kanalında kendilerine eşit yer verilmemiş olması nedeniyle seçimlerin serbest biçimde yapılmadığını ileri sürmüşlerdir. Mahkeme bu davada 3. maddenin, etkili bir siyasal demokrasinin temel bir ilkesi olduğunu hatırlatır. Mahkeme’ye göre, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda” deyimi, Sözleşme’nin 10. maddesinde korunan ifade özgürlüğünden ayrı olarak, esas itibarıyla bütün vatandaşların seçme ve seçilme haklarını kullanırken eşit muamele görme ilkesini ortaya koymaktadır. Mahkeme, Venedik Komisyonunun seçimlerde farklı siyasi partiler ve adaylara kamu makamlarının tarafsız davranması ve özellikle seçim kampanyası ve medyadan yararlanma bakımından “fırsat eşitliği” ilkesine uyulması gerektiğini belirttiğini de hatırlatmıştır. Somut olayda Mahkeme, şikâyeti devletin özgür seçimler konusundaki “pozitif” ve “negatif” yükümlülükleri açısından incelemiştir. Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri kararında Mahkeme, devletin denetlediği medya üzerinde farklı siyasi parti ve adaylara eşit ve tarafsız davranması gerektiği konusunda, başvurucuların Hükümet yanlısı bir medya yaratarak seçimleri manipüle ettiği yönündeki iddialarını kanıtlayamadığı sonucuna varmıştır. Bu sonuca varırken özellikle o sırada yürürlükte olan kanun ve usullerin, muhalefetin televizyon erişimlerine dair asgari süreleri güvence altına almasını ve devlet medyasının tarafsızlığı ilkesini öngörmesini dikkate almıştır. Mahkeme’ye göre, 2003 seçimlerinde ekrana çıkma konusunda eşitlik sağlanmamış olsa da, bu durum, seçimlerin Sözleşme anlamında “serbest” olmadığı sonucuna varacak düzeye ulaşmamıştır. Rusya Komünist Partisi ve Diğerleri davasında başvurucular hukuki düzenlemelerden değil, uygulamada 5 temel ulusal televizyon kanalının tarafsız davranmadığından şikâyet etmişlerdir. Mahkeme, başvurucuların bu şikâyetinin Yüksek Mahkeme tarafından incelendiğini ve bu mahkemenin başvurucuların iddialarını kanıtlayamadıkları sonucuna vardığını belirtmiştir. Kendisine sunulan bütün kanıtları değerlendiren Mahkeme, ulusal mahkemenin vardığı sonucun “keyfi” olduğunun ya da “açıkça makul” olmadığının ileri sürülemeyeceğini kabul etmiştir. Bu nedenle başvurucuların bu yöndeki iddialarını yeterince kanıtlayamadıkları gerekçesiyle reddetmiştir. Ancak Mahkeme incelemesinde bu sonuçla yetinmemiştir. Başvurucuların şikâyetini ayrıca 3. maddenin öngördüğü devletin pozitif yükümlülükleri açısından incelemiştir. Mahkeme’ye göre: “Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında devletin temel yükümlülüğü, diğer birçok medeni ve siyasi haklarda olduğu gibi, sadece bir şey yapmaktan kaçınma ya da 828 SERBEST SEÇİM HAKKI / Açıklama müdahalede bulunmama değil, ama aynı zamanda devletin “demokratik seçimler örgütleme” şeklinde pozitif yükümlülüğü de vardır” (§123). Mahkeme, bu pozitif yükümlülüğe dayanarak, seçimlerde medyanın rolü söz konusu olduğunda, devletin dengeleyici ve “serbest seçimlerle” uyumlu bir görevi olup olmadığı sorusunu sormuştur. Mahkeme bu bağlamda ilk olarak, devletin, kişilerin seçimlerin medya tarafından manipüle edildiği yönündeki şikâyetlerini inceleyecek etkili bir yol kurma şeklinde bir usul yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatmıştır. Somut olayda bu yükümlülük yerine getirilmiştir. Diğer yandan Mahkeme, çoğulculuğun sağlanması için ister istemez devletin bir takım pozitif yükümlülükleri olduğunu belirtmiştir. Bu noktada Mahkeme, farklı parti ve adayların medyadan yararlanmaları için belirli kurallar olduğunu kaydetmiştir. Ayrıca Rusya mevzuatı kamu medya kuruluşlarının tarafsızlığını ve bağımsızlığını güvence altına almıştır. Sonuç olarak Mahkeme, Rusya Devletinin muhalefette olan siyasi parti ve adaylarına Rusya televizyonlarında yer verilmesi ve Rus medyasının editoryal bağımsızlığını sağlamak için önlemler aldığını belirtmiştir. Bu düzenlemeler belki uygulamada partilerin ekranı kullanmaları konusunda gerçek bir eşitlik sağlayamamaktadır. Ancak Mahkeme, önüne gelen bütün kanıtları değerlendirerek ve devletin bu alandaki takdir alanını da dikkate alarak, bu durumun 3. maddenin ihlalini oluşturacak düzeye gelmediği sonucuna varmıştır. Namat Aliyev – Azerbaycan davasında başvurucu, parlamento seçimlerinde adaylığını koyduğu bölgede seçim gününde seçim kanununa yönelik bazı çok ciddi ihlaller yaşandığını ve usulsüzlükler yapıldığını, seçim bölgesindeki seçmenin gerçek eğilimini belirlemenin mümkün olmadığını ve serbest seçimlerde aday olma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Mahkeme, eğer bir adayın seçimlerde usulsüzlük olduğu yönünde savunulabilir bir şikâyeti varsa, bu şikâyetini sunabileceği bir yolun o ülke hukuk sisteminde olması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme’ye göre (§81): “… seçim hakları konusunda bireysel şikâyetlerin etkili bir şekilde inceleneceği ulusal bir sistemin varlığı serbest ve adil seçimler için temel güvencelerden biridir. Böyle bir sistem, bireysel haklardan oy vermek ve aday olmak haklarının etkili bir kullanımını sağlayacaktır, seçim sürecinde devletin idaresine dönük güveni koruyacaktır ve devletin Birinci Protokolün 3. maddesinden doğan pozitif yükümlülüğünü karşılayacak önemli bir araç oluşturacaktır. Gerçekten de, bütün seçim süreci boyunca demokratik seçimleri etkileyen olaylara karşı bu sorunları etkili bir şekilde inceleyen ulusal mercii olmazsa, devletin Birinci Protokolün 3. maddesinden ve bu maddenin güvence altına aldığı bireysel haklardan doğan yükümlülüğünün içi boşalacaktır.” 829 ÖNEMLİ KARARLAR 02.03.1987 9267/81 MATHIEU-MOHIN ve CLERFAYT - BELÇİKA ♦ yasama organı seçimi (Flaman bölgesindeki Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın seçildiği zaman Parlamentoda Fransızca yemin ederek Parlamentodaki Fransızca dil grubu üyesi olduğu için, bazı yasama fonksiyonlarına sahip Flaman Konseyi üyesi olamaması), serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık—azınlığa mensup seçmenler arasında farklı muamele (Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın Flaman meclisine üye olamaması nedeniyle farklı muamele, bu şikâyetin serbest seçim hakkı bakımından incelenip reddedilmiş olması) ■ serbest seçim hakkı DAVANIN ESASI I. Dava konusu olaylar A. Bayan Mathieu-Mohin 11. Fransızca konuşan bir Belçika vatandaşı olan bayan Mathie-Mohin, halen Brüksel’de yaşamaktadır; fakat Komisyon’a başvuru yaptığı sırada Vilvoorde’da oturmaktaydı. Vilvoorde, Brüksel seçim bölgesinde bir Flaman Bölgesi olan Halle-Vilvoorde ilçesinde kalan bir beldedir. Başvurucu, doğrudan genel seçimlerde Brüksel seçim bölgesinden, Parlamentonun iki Meclisinden biri olan Senato üyesi olarak seçilmiştir. Başvurucu, parlamento yeminini Fransızca yaptığı için, Flaman Konseyi üyesi olamamıştır. Öte yandan başvurucu, Fransız Topluluk Konseyi üyesi olmuş, fakat Valon (Walloon) Bölge Konseyi üyesi olamamıştır. Başvurucu 8 Aralık 1981 seçimlerinde yeniden seçilememiş, Ekim 1985 genel seçimlerinde aday olmamıştır. B. Bay Clerfayt 12. Fransızca konuşan bir Belçika vatandaşı olan bay Clerfayt, Sint-Genesius-Rode’da oturmaktadır. Vilvoorde gibi bu belde de, Halle-Vilvoorde ilçesinde ve Brüksel seçim bölgesinde kalmaktadır. Başkent Brüksel çevresindeki diğer beş beldeyle birlikte buraya, çok sayıda Fransızca konuşan sakininin bulunması nedeniyle, Parlamento tarafından “özel statü” verilmiştir. Bay Clerfayt, başlangıçtan beri, Brüksel Fransızca Konuşanların Demokratik Cephesi saflarında aktif olmuştur. Başvurucu 1968 yılından bu yana Brüksel’den, Parlamentonun Temsilciler Meclisine seçilmiştir. Başvurucu, Parlamentoda Fransızca yemin etmiştir; bu durum, kendisinin Flaman Konseyi üyesi olmasını engellemiştir. Öte yandan başvurucu, Fransız Topluluk Konseyi üyesi olmuş, fakat Valon Bölge Konseyi üyesi olamamıştır. 13. Bay Clerfayt, 28 Kasım 1983’te Temsilciler Meclisi Başkanından, bölge planlaması, arazi politikaları, destek konutları ve kamu yararına zorunlu satış konularından sorumlu Flaman Hükümet üyesine, Sint-Genesius-Rode’da ve Brüksel seçim bölgesinin diğer yörelerinde ortaya çıkan bazı sorunlarla ilgili soru sormak için izin istemiştir. Başvurucunun izin talebi, ertesi gün kabul edilemez görülerek, reddedilmiştir. Başvurucu bu izni, 13 Aralıkta, Flaman Konseyi Başkanından istemiş, 15 Aralıkta aynı cevabı almıştır. 830 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar II. Anayasal ve yasal ardalan 14. Belçika Krallığı başlangıçta, 1831’de, geniş özerkliğe sahip illere ve beldelere ayrılmış olmasına rağmen, üniter bir Devlet olarak görülmüş (1831 tarihli Anayasa, md. 1, 31 ve 108), fakat tedricen, federal bir örgütlenme tarzına doğru ilerlemiştir. 24 Aralık 1970 ve 17 Temmuz 1980 tarihli anayasal reformların başlıca kilometre taşlarını oluşturduğu bu değişim süreci, henüz tamamlanmamıştır. Bu değişim, merkezi milli kurumlar üzerindeki yansımalarının dışında, Bölgelerin ve Toplulukların kurulmalarıyla kendini göstermiştir; Halle-Vilvoorde ilçesinden seçilenlerin ve buradaki seçmenlerin durumu da etkilenmiştir. A. Merkezi milli kurumlardaki gelişme 15. Ulusal düzeydeki yasama yetkisi, Kral ve Parlamento tarafından kullanılır; Parlamento, Temsilciler Meclisi ve Senatodan oluşur (Anayasa, md. 20). Temsilciler Meclisinin 212 üyesi, dört yıl için, katılmanın zorunlu olduğu doğrudan ve genel seçimlerde, gizli oyla, orantılı temsil esasına göre seçilir (Anayasa md. 47, 48, 49(1) ve 51); Senatonun 116 üyesi, dört yıl için, bir kısmı yine genel seçimle ve bir kısmı bölge konseyleri veya kendi üyeleri tarafından seçilir (Anayasa, md. 53-55). Temsilciler Meclisinde her bir seçim bölgesi, ülke nüfusunun 212’ye bölünerek elde edilen ulusal paydaya kendi nüfusu bölündüğünde, çıkan sayı kadar sandalyeye sahiptir; kalan sandalyeler, en fazla artık oya sahip temsil edilmeyen nüfusun bulunduğu bölgelere gitmektedir (md. 49(2)). Bir adayın bir sandalye kazanabilmesi için, yaklaşık 20,000 oy alması gerekir; kesin sayı, bir seçim çevresinden diğerine, biraz değişmektedir. 16. Anayasada belirtilen bazı kararlar alınırken, her Meclisin seçilmiş üyeleri, kişisel olarak konuştukları dil ne olursa olsun, yasada öngörülen şekilde, Fransızca konuşan gurup ve Felemenkçe konuşan gurup olmak üzere, iki guruba ayrılmaktadır (Anayasa md. 32/ ek). Temsilciler Meclisinde Fransızca konuşan gurupta, kural gereğince, Fransızca konuşan seçim çevrelerinden seçilen üyeler ile Verviers seçim çevresinden seçilen üyeler yer almaktadır; buna karşılık Felemenkçe konuşan gurupta sadece Felemenkçe konuşan seçim çevrelerinden seçilen üyeler yer almaktadır; Brüksel seçim bölgesinden seçilen üyeler ise, Parlamentoda Fransızca veya Felemenkçe olarak yaptıkları yemine göre, Fransızca veya Felemenkçe gurubuna girmektedirler (3 Temmuz 1971 tarihli Yasa, md 1(1)). Senatodaki dil guruplarına da aynı kriterler uygulanır (aynı Yasa, md. 1(2)). 17. Dil gurupları, başka şeylerin yanında, şu kararların alınmasında rol oynarlar: bir yere özel bir statü vermek için o yeri idari şemadan çıkarma (Anayasa, md. 1/son); dil bölgelerinin sınırlarını düzeltme veya başka şekilde değiştirme (md. 3/ek); Topluluk Konseylerinin ve Hükümetlerinin kompozisyon ve görev şekillerini düzenleme (md. 59/ek ve (1) sonu); sözü edilen Konseylerin yetki kapsamını belirleme (md. 59/ek (2) sonu, 2.ek sonu ve 4. ek); bölge kurumlarının yetkilerini ve yetki alanlarını belirleme (md. 107 son bendi). Anayasa bu gibi durumlarda, “her iki Meclisteki her dil gurubunda oy çoğunluğu” aramaktadır; diğer şartlar ise şunlardır: “her guruptaki üyelerin çoğunluğu hazır bulunmalı” ve “iki dil gurubundaki evet oyların miktarı, toplam oy miktarının en az üçte ikisini bulmalı”dır. Bu şartlara ilave olarak, bazen “alarm zili” denilen, Anayasanın 38 ek maddesinde öngörülen bir sistem bulunmaktadır. Buna göre: 831 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR “Bütçe Yasaları ile nitelikli çoğunluk gerektiren Yasalar dışında, bir yasa tasarısının müzakereye sunulmasından sonra ve açık oturumda yapılacak son oylamadan önce, bir dil gurubu üyelerinin dörtte üçünün imzasıyla, yasa tasarısındaki bazı hükümlerin Topluluklar arasındaki ilişkilere ağır zarar verebileceğini belirten gerekçeli bir önerge verilebilir. Böyle bir durumda, Parlamentodaki işlemler ertelenir ve önerge Hükümete gönderilir; Hükümet bu önerge hakkında otuz gün içinde gerekçeli bir görüş sunar ve ilgili Meclisin ya bu görüş üzerinde veya muhtemelen değiştirilmiş olan Tasarı üzerinde oylama yapmasını talep eder. Bu usul, bir dil gurubu üyeleri tarafından bir tasarı hakkında birden fazla kullanılamaz.” Bu hükümler öncelikle, Fransızca gibi, ülkede azınlık dili konuşanları korumak için getirilmiştir. Öte yandan bir dil grubuna üyelik, parlamento görüşmeleri sırasında o dili kullanma yükümlülüğü yüklemez. Dahası, Anayasanın 32. maddesine göre Temsilciler Meclisi üyeleri ile Senato üyeleri, “sadece Parlamentoya seçildikleri il veya ilçe”yi değil, bir bütün olarak “ulusu temsil” ederler. 18. Hükümette “Başbakanın dışında”, “Fransızca konuşan Bakan sayısı kadar, Felemenkçe konuşan Bakan bulunur” (Anayasa, md. 86 ek). B. Bölgeler ve Topluluklar 1. Tanımlar (a) Dil bölgeleri 19. Anayasa 3. maddesine 24 Aralık 1970 tarihinde eklenen hükümle Belçika, “Fransızca dil bölgesi, Felemenkçe dil bölgesi, iki dilli Başkent Brüksel bölgesi ve Almanca dil bölgesi, olmak üzere, dört dil bölgesi”ne ayrılmıştır. Her belde, “bu bölgelerden birine girer”. Birinci dil bölgesi Hainaut, Lüksembourg, Namur illerini, Liege ilinin Almanca dil bölgesi beldeleri dışında kalan kısmını ve Brabant ilindeki Nivelles ilçesini kapsar; ikinci bölgede, Antwerp, Batı Flanders, Doğu Flanders, Limbourg illeri ve ayrıca Vilvoorde ve Sint-Genesius-Rode beldelerinin bulunduğu Halle Vilvoorde ilçesi ile Brabant ilinin Louvain ilçesi yer alır; üçüncü bölgede Brüksel ve çevresindeki on sekiz belde yer alır; dördüncü bölgede, Verviers’in yirmi beş beldesi yer alır (İdari konularda dillerin kullanılması hakkında Kanunların 3-6. maddeleri, bu kanunlar 18 Temmuz 1966’da bütünleştirilmiştir; bundan sonra “1966 tarihli Bütünleştirme Kanunları” şeklinde geçecektir). (b) Bölgeler 20. Dil bölgeleri, idari ve adli konularda olduğu gibi, eğitim alanında da kullanılacak diller hakkındaki yasaların uygulanacağı yerleri göstermeye yaramaktadır. Dil bölgelerinin kendi yetkileri veya kurumları yoktur. Bu nedenle, 24 Aralık 1970 tarihli anayasa değişikliğiyle kurulan ve bazen “siyasal” olarak nitelenen Bölgelerden farklıdır. 21. Anayasanın 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, Belçika’da “Valon Bölgesi, Flaman Bölgesi ve Brüksel Bölgesi olmak üzere, üç Bölge bulunmaktadır; bir “Alman Bölgesi” yoktur. 8 Ağustos 1980 tarihli Kurumsal Reform Hakkında Özel Yasa (bundan sonra “1980 tarihli Özel Yasa” diye geçecek), “geçiş dönemi için” ilk iki Bölgenin hudutlarını çizmektedir. Buna göre Flaman Bölgesi, tamamen Felemenkçe dil bölgesinde yer alan il ve ilçeleri içermektedir; Valon Bölgesi ise, Hainaut, Lüksembourg ve Namur illeri ve Nivelles 832 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar ilçesinin yanında, Almanca dil bölgesi beldelerini hariç tutmadan, bütün bir Liege ilini kapsamaktadır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 2) Öte yandan 1980 tarihli Özel Yasa, Brüksel Bölgesinden söz etmemektedir. Bu Bölgenin sınırları, “geçici Toplulukları ve bölge kurumları kuran”, 20 Temmuz 1979 tarihli bütünleştirme Yasanın 1. maddesinin son fıkrasında düzenlenmeye devam etmektedir. Bu sınırlar, “Başkent Brüksel’in idari sınırlarına” karşılık gelmektedir. 22. 1980 tarihli Özel Yasa, Anayasanın 59 ek ve 107. maddelerinde öngörülen özel çoğunluklarla (bk. yukarıda §17) kabul edilmiştir; bu kanunda daha sonra yapılacak değişiklik için aynı şey gerekir. Bu yasa Senatodan 22 aleyhte ve 3 çekimser oya karşılık 137 oyla, Temsilciler Meclisinde 19 aleyhte 5 çekimser oya karşılık 156 oyla kabul edilmiştir. (c) Topluluklar 23. Son olarak, 17 Temmuz 1980 değişiklik tarihli Anayasanın 3ter maddesinin 1. fıkrası, “Fransız Topluluğu, Flaman Topluluğu ve Almanca konuşanlar Topluluğu olmak üzere üç Topluluk” kurmuştur; bu toplulukların her birinin, Valon Topluluğu ve Flaman Topluluğu gibi, tüzel kişilikleri vardır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 3). 2. Yetki alanları (a) Bölgeler 24. 1980 tarihli Özel Yasanın 6(1). fıkrası, Anayasanın 107. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması için çıkarılmış olup, Valon ve Flaman Bölgelerinin bölgesel planlama, çevre, kırsal alandaki yenileştirmeler ve doğal kaynaklar, konut sağlama, su politikası, ekonomi politikası, enerji politikası, ikinci derece idari makamlar, istihdam politikası ve araştırma ve uygulama konularındaki yetkilerini, uzun ve ayrıntılı bir şekilde düzenlemektedir. Bu yasa, Brüksel Bölgesi için geçerli değildir; bu Bölge, bölgesel konularda veya yerel olarak görülebilecek konularda, ulusal Parlamentoya tabi olmaya devam etmektedir (9 Ağustos 1980 tarihli Kurumsal Reformlar Hakkında “genel” Yasa, md. 48 ile birlikte ele alınan 20 Temmuz 1979 tarihli “Bütünleştirme” Yasanın 2. maddesi). (b) Topluluklar 25. Anayasanın 59 ek 2 ve 3. fıkraları, Fransız ve Flaman Topluluklarına, kültürel konularda, eğitim (bazı istisnalar dışında), Topluluklar arası işbirliği, uluslararası kültürel işbirliği gibi, ilgili kişilerin yetkili makamlarla yerel resmi dil dışında kendi dilleriyle yazışabilecekleri (“matieres “personnalisables”) konularda ve dili kullanabilecekleri bazı alanlarda yetkiler vermektedir. 1980 tarihli Özel Yasanın 4. maddesi ve 5(1). fıkrası, kültürel konularda ve matieres personanalisables hakkında ayrıntılı hükümler içermektedir; matieres personanalisables, sağlık politikası, bireylere yardım, uygulamalı bilimsel araştırma ile ilgilidir. Bundan sonra daha da az sözü edilecek olan Almanca konuşan Topluluk, biraz daha az yetkiye sahiptir (Anayasa, md 59 ter 2-4 fıkralar). 3. Kurumlar (a) Tanımlar 26. Anayasanın 107. maddesinin ikinci fıkrası, gerekli bölgesel organları kurma görevini Parlamentoya bırakmıştır. Öte yandan Anayasanın 59 ek 1. fıkrası, Fransız Topluluğu ve Flaman Topluluğunun birer Konseyi ve birer Hükümeti (Executive) bulunmasını öngörmektedir. İkinci fıkraya göre bu Konseyler ve Hükümetler, “yasada gösterilen usul ve şartlarda, Valon Bölgesi ve Flaman Bölgesinin yetkilerini kullanabilirler”. 833 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR 27. Yasama organı bu bölgesel organları kurma yetkisini, sadece Flaman Bölgesi için kullanmıştır. “Flaman Konseyi” ve Flaman Hükümeti” olarak adlandırılan “Flaman Topluluğu Konseyi ve Hükümeti”, 1980 tarihli Özel Yasanın 1(1). fıkrasına göre, sadece Anayasanın 59 ekinde sıralanan konularda değil, fakat aynı zamanda, Flaman Bölgesinde Anayasanın 107. maddesinde sıralanan konularda da yetkilidir. Öte yandan, Topluluk konularında yetkili Fransız Topluluk Konseyi ve Hükümeti ile bölgesel konularda yetkili Valon Bölge Konseyi ve Hükümeti kurulmuştur (1980 tarihli Özel Yasa, md 1(2) ve (3)). 1980 tarihli Özel Yasanın 1. maddesinin 4. fıkrası, “Fransız Topluluk Konseyi ve Hükümeti”nin “Anayasanın 107. maddesinde belirtilen konularda bölgesel kurumların yetkisini” kullandığı gibi, bu iki Konseyi Valon Bölgesinde “birlikte karar verme”ye yetkili kılmıştır; fakat bu hüküm henüz uygulamaya geçmemiştir. 28. Brüksel Bölgesi, daha önce geçen 1979 tarihli Bütünleştirme Yasası tarafından düzenlenmeye devam etmektedir. Bu Bölgenin, Flaman Konseyi veya Valon Bölge Konseyi gibi bir yasama meclisi ve bu meclislerin seçtiği Hükümetler gibi bir Hükümeti bulunmamaktadır; bu Bölgenin sadece, kraliyet kararnamesiyle atanan bir “bakanlar komitesi” bulunmaktadır (md. 4) Hükümete göre bu durum, “bir ‘bekle ve gör’ durumu”dur. 1980 tarihli Özel Yasa haline gelecek olan yasa tasarı hakkında, 1980 yılında kendisinden görüş istenen Danıştay (Conseil de d’Etat) Yasama Bölümü, bu tasarının “ancak, Anayasanın 107. maddesinin Brüksel Bölgesi bakımından uygulanmasının ertelenmesi şartıyla anayasaya uygun olacağı, fakat iptal edilmemesi gerektiği, uygulamayı geciktirmenin makul bir süreyi aşmaması gerektiği” görüşünde olduğunu belirtmiştir. 29 Kasım 1985’te, bir ay önce göreve başlayan Hükümet, Devlet Reformu Çalışma Merkezi’nin, “Brüksel’in sorunlarına özel bir özen göstereceği”ni açıklamıştır. Bu Çalışma Merkezi, 14 Mart 1983 tarihli bir kraliyet kararnamesiyle kurulmuş olup, parlamenterlerden ve üniversitede eski veya görevdeki anayasa hukuku öğretim üyelerinden meydana gelmektedir. Çalışma Merkezi’nin görevi, “Devlet reformunun sürdürülmesi, değiştirilmesi ve geliştirilmesi” esaslarını hazırlamaktır. (b) Üyelik (i) Konseyler 29. Anayasa sadece, 59 ek 1. fıkrasında (Fransız ve Flaman Toplulukları), 59ter 1. fıkrasının 2. bendinde (Almanca konuşan Topluluk) ve 107. maddesinin ikinci fıkrasında (Bölgeler), Konseylerin seçilmiş temsilcilerden meydana geleceğini belirtmektedir. Üyelerin göreve nasıl geleceklerini belirlemek gerektiğinde, yasa, daimi bir sisteme dönüşümü kolaylaştırmak için, iki geçiş dönemi öngörmüştür. Komisyona başvurunun yapıldığı (5 Şubat 1981) birinci dönem, Parlamentonun her iki Meclisinin de tamamen yenilendiği 8 Kasım 1981’de sona ermiştir; henüz sona ermemiş olan ikinci dönem, Anayasanın Senato ile ilgili 53 ve 54. maddelerinin değiştirileceği tarihte sona erecektir. 30. Birinci geçiş döneminde Flaman Konseyi, Meclisin Felemenkçe dil gurupları üyelerinden, Fransız Topluluk Konseyi de, Meclisin Fransızca dil gurupları üyelerinden oluşmuştur; Valon Bölge Konseyi ise aynı Fransızca dil gurupları üyelerinin, ya Hainaut, Liege, Lüksembourg ve Namur illerinden seçilmiş ve ya alternatif olarak, Brabant’tan veya buna ek olarak, seçim günü Valon Bölgesinde ikametgahları varsa, Senato tarafından seçilmiş üyelerinden oluşmuştur. (1980 tarihli Özel Yasa, md. 28(1)). 31. Henüz sona ermeyen ikinci geçiş dönemi için: 834 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar - Flaman Konseyi, Temsilciler Meclisindeki ve Senatodaki seçmenler tarafından doğrudan seçilmiş olan, Felemenkçe konuşan gurup üyelerinden; - Fransız Topluluk Konseyi, Temsilciler Meclisindeki ve Senatodaki aynı şekilde seçilmiş olan, Fransızca konuşan gurup üyelerinden; ve - Valon Bölge Konseyi ise, Hainaut, Liege, Lüksembourg veya Namur illerinden veya Nivelles ilçesinden seçilmiş Senatörler veya Temsilciler olmaları şartıyla, her iki Meclisten, Fransızca konuşan gurup üyelerinden oluşmuştur. Bu hüküm, 1980 tarihli Özel Yasanın 29. maddesinde yer almakta ve başvurucuların şikayetleri özellikle bu hükme karşı yöneltilmiş bulunmaktadır (bk. aşağıda, §44). Bu madde, Anayasanın 59 ek ve 107. maddelerinin aradığı nitelikli çoğunlukla kabul edilmiştir. Senatoda 19 muhalefet, 4 çekimser oya karşılık 127 oy; Temsilciler Meclisinde 16 muhalefet, 2 çekimser oya karşılık 160 oy almıştır. 32. Daimi sistem yürürlüğe girdiğinde üç Konsey de, sadece doğrudan seçilmiş Senato üyelerinden meydana gelecektir; yani: - Flaman Konseyi, Felemenkçe dil gurubu Senatörlerinden; - Fransız Topluluk Konseyi, Fransızca dil gurubu Senatörlerinden; ve - Valon Bölge Konseyi ise, Hainaut, Liege, Lüksembourg veya Namur illeri ile Nivelles ilçesinden seçilmiş olmaları koşuluyla, Fransızca dil gurubu Senatörlerinden (1980 tarihli Yasa, md. 24 ve 25). 33. 1980 tarihli Özel Yasanın 50. maddesinin ilk fıkrası, “Brüksel seçim bölgesindeki seçmenler tarafından seçilmiş olup, seçildikleri tarihte, bir seçim bölgesi olarak bugün de bir çok ilçenin içinde kaldığı Başkent Brüksel’in (bk. aşağıda, §38) iki dilli bölgesinde ikamet eden Flaman Konseyi üyeleri” için özel bir hüküm getirmiştir. Buna göre bu üyeler, Topluluk konularında diğer üyelerle eşit konumda oldukları halde, “Flaman Konseyinde, Flaman Bölgesinin görevine giren konularda oy kullanamazlar”. (ii) Hükümetler 34. Üç Hükümet de, Konseylerin kendi üyeleri arasından seçilir (1980 tarihli Özel Yasa, md. 59 ve 60). Flaman Hükümetinin dokuz üyesi, Fransız Topluluk Hükümetinin üç üyesi ve Valon Bölge Hükümetinin altı üyesi vardır; Flaman Hükümetinin ve Fransız Topluluk Hükümetinin en az birer üyesi “Başkent Brüksel iki dilli bölgesinden” seçilir (md. 63). “Flaman Konseyinde, ne zaman Flaman Bölgesinin görev alanına giren bir konu görüşülecek olsa, Brüksel bölgesi seçmenleri tarafından seçilmiş olup, seçildikleri tarihte bir seçim bölgesi olarak bir çok ilçenin içinde kaldığı Başkent Brüksel’in iki dilli bölgesinde ikamet eden Flaman Konseyi üyeleri, danışman (advisory) sıfatıyla bulunur” (md. 76(1)). 35. Brüksel Bölgesi Bakanlar Komitesi (bk. yukarıda §28), “Hükümette (Cabinet) görüşüldükten sonra kraliyet kararnamesiyle” atanan ve meclis tarafından seçilmeyen üç üyeden oluşur. Bu üyeler, biri Başkanlık yapan bir Bakan ve “biri Başkanın dil gurubundan farklı bir dil gurubundan olan” iki Devlet Bakanıdır (1979 tarihli bütünleştirilmiş Yasa, md. 4(1)). (c) Yetkiler 36. Fransız ve Flaman Toplulukları, Valon ve Flaman Bölgeleri gibi, kararnameler (decree) çıkarma yetkisine sahip olup, bu yetki kendi kurumları tarafından ortaklaşa (jointly) kullanılır (Anayasa md 26 ek ve 59 ek 2, ek 3(2), 1980 tarihli Özel Yasa, md. 17 ve 18); 835 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR buna ek olarak, Hükümetlerin düzenlemeler (regulation) yapma yetkileri de vardır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 20). Hükümetler çalışmalarını, hangisi uygunsa, Fransızca veya Felemenkçe olarak tek dilde yürütürler; diğer dile çeviri yapılmaz. Bir kararname, “kanun gücüne” (the force of law) sahiptir; “yürürlükteki bir kanun hükmünü kaldırabilir (abrogate), değiştirebilir (amend), yerine başka hüküm koyabilir (replace), bir hüküm ekleyebilir (supplement) (1980 tarihli Özel Yasa, md. 19(2)). Buna göre 1970 ve 1980 tarihli anayasal reformlar, kural koyma (rule-making) yetkisini, üç ayrı yasama organına paylaştırmıştır; bunlar, ulusal Parlamento, Topluluk Konseyleri ve Bölge Konseyleridir. Bazı istisnalar dışında, Fransız Topluluk Konseyi kararnameleri Fransız dil bölgesinde, Topluluk konularındaki Flaman Konseyi kararnameleri Felemenkçe dil bölgesinde “ve ayrıca, faaliyetleri gereği münhasıran Topluluklardan birine ait görülen Başkent Brüksel’in iki dilli bölgesinde kurulmuş kurumlarda” uygulanır (Anayasa, md. 59 ek 4. fıkra); Valon Bölge Konseyinin kararnameleri Valon Bölgesinde ve bölgesel konularda Flaman Konseyinin kararnameleri Flaman Bölgesinde uygulanır (1980 tarihli Özel Yasa, md. 19(3)); Flaman Konseyi kararnamelerinde, “Anayasanın 59 ek veya 107. maddelerinde belirtilen konulardan birini”, bir başka deyişle, Topluluk veya bölgesel konuları düzenleyip düzenlemediklerini belirtilir (1980 tarihli Özel Yasa, md. 19(1) ikinci bendi). Anayasanın 107ter maddesi gereğince, “26. maddede sözü edilen yasalar (statutes), kararnameler (decrees) ve kurallar (rules) arasında ve farklı kararnameler veya kurallar arasında çatışmanın giderilme usulü, yasayla düzenlenir”. Bu tür çatışmaları (conflict) çözmekle görevli, “Belçika’nın bütünü için bir Uzlaştırma Mahkemesi (Court of Arbitration) kurulur”; bu mahkemenin üyelerinin seçimi, yetkisi ve yargılama usulü, kanunla düzenlenir (28 Haziran 1983 tarihli Yasa). C. Halle-Vilvoorde ilçesinde ikamet eden seçmenlerin ve seçilmiş temsilcilerin özel durumu 37. Halle-Vilvoorde ilçesi (administrative district) 1983’te kurulmuş olup, bugün, eski Brüksel ilçesinin iki dilli bölgelerinin dışında kalan, fakat “özel statülü altı çevre beldelerini” de kapsayan beldelerden meydana gelmektedir; bu beldelerden biri, Sint-GenesiusRode’dur (1966 tarihli Bütünleştirme Yasaları, md 3(2), 7 ve 23-31). Halle-Vilvoorde, Felemenkçe dil bölgesi ve Flaman Bölgesi içinde kalmaktadır; bu nedenle Flaman Konseyi ve Hükümetinin yetki alanı içindedir; burası, Fransız Topluluk kurumlarına ve Valon Bölgesi kurumlarına tabi değildir (bk. yukarıda §19, 21 ve 36). Bununla birlikte burada önemli ölçüde Fransızca konuşan azınlık bulunmaktadır; Hükümet tarafından da itiraz edilmeyen başvurucuların verdiği rakamlara göre, 1 Ocak 1982 tarihi itibarıyla 518,962 olan nüfusunun en az 100,000’i, Fransızca konuşan azınlık mensubudur. Fransızca konuşan kişiler, altı “çevre beldesi”nde çoğunluk oluşturduklarını ve bu beldelerin Brüksel Bölgesine bağlanması konusundaki taleplerinin Belçika Devleti tarafından reddedilmesi nedeniyle, isteklerine aykırı davranıldığını iddia etmektedirler. 38. Belçika’da seçim bölgeleri, genellikle ilçelere karşılık gelir (Seçim Kanunu, md. 87). Fakat bunun bir istisnası vardır. Başkent Brüksel ilçesi ile Halle-Vilvoorde ilçesi, parlamento ve yerel seçimlerde, Brüksel merkezi olarak, birlikte ve tek bir seçim bölgesi oluşturur (1966 tarihli bütünleştirme Yasası, md. 3(2), ikinci fıkra). Bu iki ilçede oylar birlikte sayılır ve bir ilçeden seçilen adayı diğer ilçeden seçilen adaydan ayırmak mümkün değildir. Başvurucular, Halle-Vilvoorde ilçesindeki Fransızca konuşan seçmenlerin sayıları ve yasal kotaları dikkate alındığında (bk. yukarıda, parag. 15 ve 37), bunların sadece kendi oylarıyla, Temsilciler Meclisine üç veya dört üye gönderebileceklerini ileri sürmüşlerdir. 836 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar 8 Kasım 1981 tarihli genel seçimlerde, Brüksel seçim bölgesinde 999, 601 kayıtlı seçmen bulunuyordu; bunlar 34 Temsilciler Meclisi üyesi ve 17 Senatör seçmişlerdir (1 Aralık 1972 tarihli Kraliyet Kararnamesi ve 19 Temmuz 1973 tarihli Yasa). 39. Fransızca konuşan adayların, Halle-Vilvoorde’da ikamet etsinler veya etmesinler, seçimlerde bu ilçeden aday olmalarını engelleyen bir şey yoktur; seçmenlerin de, Fransızca konuşsunlar veya konuşmasınlar, bu adaylara oy vermelerini engelleyen bir şey yoktur. Bu adaylar kişisel olarak hangi dilde konuşurlarsa konuşsunlar, seçildikleri taktirde parlamenter yeminini, isterlerse Fransızca, isterlerse Felemenkçe yapabilirler (bk. yukarıda §16). Seçilenler, başvurucular gibi Fransızca yemin ettikleri taktirde, Temsilciler Meclisinde veya Senatoda Fransızca dil gurubuna üye olmakta, bu durum kendilerinin, Halle-Vilvoorde ilçesiyle ilgili bir yetkisi bulunmayan Fransız Topluluk Konseyinde yer almalarını sağlamaktadır; fakat seçilenler, Topluluk veya bölgesel yetkilerini kullanırken, ne Flaman Konseyine ve ne de Valon Bölge Konseyinde yer alabilmektedirler (bk. yukarıda §30-32 ve 36). Bunun karşısında, seçilenler Felemenkçe yemin ettikleri taktirde, Felemenkçe dil gurubu üyesi olmakta ve böylece Flaman Konseyinde yer almakta, fakat Fransız Topluluk Konseyinde veya Valon Bölge Konseyinde yer alamamaktadırlar (bk. yukarıda §30-32); böylece, Anayasanın nitelikli çoğunluk aradığı konularda, Fransız dil grubunda oy verme hakkını kaybederler (bk. yukarıda §17). Aynı şekilde, Halle-Vilvoorde’daki Fransızca konuşan seçmenler, Flaman Konseyinde, Felemenkçe yemin etmiş parlamenterlerden başka üyeler tarafından temsil edilemezler. Adaylar, dahil olacakları dil gurubunu önceden açıklamak zorunda değildirler; genellikle de açıklamazlar. (...) HÜKÜM GEREKÇESİ I. Tek başına ele alınan Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlali iddiası 44. Başvurucular, bir süredir Flaman Konseyi üyeliğini düzenleyen 1980 tarihli Özel Yasanın 29(1). fıkrası hakkında (bk. yukarıda §31) iki yönden şikayette bulunmuşlardır. Başvurucular ilk olarak, uygulamada bu hükmün, Flaman Bölgesinde olduğu halde iki dilli Brüksel ilçesiyle birlikte tek bir seçim bölgesi oluşturan Halle-Vilvoorde ilçesindeki (bk. yukarıda §37-38) Fransızca konuşan seçmenlere, Flaman Konseyine Fransızca konuşan temsilciler seçme imkanı vermediğini, oysa Felemenkçe konuşan seçmenlerin Felemenkçe konuşan temsilcileri seçebildiklerini (bk. yukarıda §39/4) iddia etmişlerdir. Başvurucular, ikinci olarak bu hükmün, bu seçim bölgesinden seçilen ve Halle-Vilvoorde ilçesinin herhangi bir beldesinde ikamet eden bir parlamenterin, Temsilciler Meclisinde veya Senatoda Fransızca dil gurubuna dahil olması halinde, Flaman Konseyinde yer almasını önlediğini, ama Felemenkçe dil gurubuna dahil ve aynı beldelerden birinde ikamet eden seçilmiş temsilcilerin (bk. yukarıda §39), bu engelle karşılaşmadığını iddia etmiştir. Başvurucular bayan Mathie-Mohin ve bay Clerfayt’a göre bu durum, Birinci Protokolün 3. maddesini ihlal etmektedir. (...) 45. Komisyon, başvurucunun iddiasını esas itibarıyla kabul etmiştir. Hükümet bu iddiayı reddetmiştir. Hükümet, Halle-Vilvoorde ilçesinde ikamet edip Brüksel seçim bölgesinden seçilen Fransızca konuşan bir temsilcinin, Parlamentoda Felemenkçe yemin etmesi halinde, Flaman Konseyinde yer alacağını (bk. yukarıda §14, 21, 24, 28 ve 29) ve burada seçmenlerini temsil edeceğini belirtmiştir. 837 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR A. Birinci Protokolün 3. maddesinin yorumu 46. Mahkeme’den, Birinci Protokolün 3. maddesine göre yapılan şikayetlerle ilgili ilk kez bir karar vermesi istendiğinden, Mahkeme bu maddeye mevcut dava bağlamında verdiği anlamı açıklamayı gerekli görmektedir. 47. Sözleşme’nin Başlangıç’ına göre, temel insan hakları ve özgürlükleri en iyi şekilde, “etkili bir siyasal demokrasi” tarafından korunabilir. Birinci Protokolün 3. maddesi, demokrasinin karakteristik bir prensibini içerdiğinden, bu madde Sözleşme sisteminde birincil bir öneme sahiptir. 48. Sözleşme’de ve 1, 4, 6 ve 7. Protokoller’deki maddi hükümlerin hemen hepsinde, “Herkes (...) hakkına sahiptir” veya “Hiç kimse” gibi terimler kullanılmış iken, Birinci Protokolün 3. maddesinde, “Sözleşmeci Taraf Devletler (...) taahhüt eder” şeklinde bir ifade kullanılmaktadır. Bazen bu ifadeden, Birinci Protokolün 3. maddesinin bireylere, Sözleşmeci Tarafların egemenlik yetkisi içinde bulunan “herkes için doğrudan güvence altına alınan” haklar ve özgürlükler tanımadığı (İrlanda -- Birleşik Krallık, §239), fakat sadece Devletler arasında yükümlülüklere yol açtığı sonucu çıkarsanmıştır. Durum böyle olsaydı, bayan Mathie-Mohin ve bay Clerfayt’ın Komisyona yaptığı başvurular kabuledilebilir bulunmayacaktı; çünkü, Sözleşme’nin 25. maddesine göre, sadece hakları ve özgürlüklerinin ihlalinden dolayı mağdur olduğunu iddia eden bir kimse, Komisyona başvurma hakkına sahiptir. 49. Böylesi dar bir yorum, derinlemesine incelenme yapmayı gerektirmez. Birinci Protokolün Başlangıcı’na göre bu Protokol, “Sözleşme’nin Birinci Bölümünde bulunanların yanında, başka bazı hak ve özgürlüklerin birlikte yerine getirilmesini” güvence altına almaktadır; ayrıca bu Protokolün 5. maddesi şöyle demektedir: “Sözleşmeci Taraflar bu Protokolün 1, 2, 3 ve 4. maddelerini, Sözleşme’ye ilave maddeler olarak kabul ederler”; Sözleşme’nin 25. maddesi de dahil, Sözleşme’nin bütün hükümleri “buna göre uygulanır”. Dahası, Dördüncü Protokolün Başlangıcı, diğerlerinin yanında, Birinci Protokolün “1-3. maddeleri”nde korunan “haklar ve özgürlükler”den söz etmektedir. Birinci Protokolün hazırlık çalışmalarında da, bu Protokolün 3. maddesi bakımından bireysel başvuru hakkının kullanılmasını hariç tutma niyeti bulunduğu görülmemektedir; Mahkeme’nin yargı yetkisinden çıkarma fikri uzun bir süre tartışılmış, ancak sonunda terk edilmiştir. Ayrıca hazırlık çalışmalarında sık sık, “siyasal özgürlük”, “siyasal haklar”, “bireylerin siyasal hakları ve özgürlükleri”, “serbest seçim hakkı” ve “seçim hakkı” gibi terimler kullanılmıştır. 50. Birinci Protokolün 3. maddesinin “devletlerarası taahhüt rengindeki” ifade tarzı, Sözleşme’de ve Protokoller’de yer alan diğer haklarla bu düzenlemede yer alan hak arasında esaslı bir fark bulunduğunu göstermemektedir. Bu tür bir ifade tarzının nedeni daha çok, üstlenilen taahhüde daha büyük bir bağlılık kazandırma isteği ile söz konusu alandaki başlıca yükümlülüğün, kişisel ve siyasal hakların çoğunluğunda olduğu gibi çekinme veya müdahale etmeme değil, fakat Devletin demokratik seçimler “yapmak” için, pozitif tedbirler alma şeklinde olmasıdır. 51. Birinci Protokolün 3. maddesinde yer alan hakkın niteliği konusunda, Komisyon’un görüşünde bir gelişme olmuştur. Komisyon, serbest seçimler yapılmasında “kurumsal” hak düşüncesinden (X – Belçika [k.k.], no. 1028/61, Yearbook of the Convention, c. 4, s. 338), “genel seçimler” kavramına (X. – Almanya, no. 2728/66, Yearbook of the Convention, c. 10, s. 338) ve sonra sonuç olarak, yasama organı seçimlerinde “seçme” ve “seçimlerde aday olma” şeklinde, sübjektif katılım hakları kavramına (W, X, Y, Z – Belçika 838 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar [k.k.], no. 6745-6746/76, Yearbook of the Convention, c. 18, s. 244) geçmiştir. Mahkeme, bu son kavramı benimsemiştir. 52. Söz konusu haklar mutlak değildir. Birinci Protokolün 3. maddesi, bu hakları açık terimlerle düzenlemeksizin, sadece tanımamakla yetindiğinden, zımni sınırlamalara yer bırakılmıştır (mutatis mutandis, Golder, §38). Sözleşmeci Devletler kendi iç hukuk düzenlerinde, seçme ve seçimlerde aday olma hakkını, Birinci Protokolün 3. maddesiyle kural olarak engellenmemiş şartlara tabi tutabilirler (Collected Edition of the “Travaux Preparatoires”, c. III, s. 264, ve c. IV, s. 24). Sözleşmeci Devletler, bu konuda geniş bir takdir alanına sahiptirler; fakat Sözleşme’nin gereklerine uygunluk bakımından nihai kararı vermek, Mahkeme’ye düşen bir görevdir. Mahkeme, getirilen şartların, söz konusu hakların özünü zedeleyecek şekilde ve ölçüde kısıtlamadığına ve hakları etkililikten yoksun bırakmadığına kanaat getirmelidir; bu şartlar, meşru bir amaç izlemelidir ve kullanılan araçlar orantısız olmamalıdır (mutatis mutandis, Lithgow ve Diğerleri, §194). Ayrıca bu şartlar, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesini” engellememelidir. 53. Birinci Protokolün 3. maddesi, sadece “yasama organı” seçimlerine veya bu organın iki meclisi varsa, en azından bir meclisin seçime uygulanır (“Travaux Preparatoires, c. VIII, s. 46, 50, 52). Ancak yasama organı, mutlaka ulusal parlamanto anlamına gelmez; bu kelimenin, söz konusu Devletin anayasal yapısı ışığında yorumlanması gerekir. Mahkeme ilk olarak, 1980 yılında yapılan reformun, Temsilciler Meclisi ve Senato’ya ek olarak, Fransız Topluluk Konseyi ve Valon Bölge Konseyi ile birlikte Flaman Konseyini, Belçika “yasama organı”nın kurucu unsuru haline getiren yeterli gücü ve yetkiyi verdiğini (bk. yukarıda §24-25, 27 ve 37) kaydeder. Mahkeme önüne çıkan taraflar, bu noktada hemfikirdiler. 54. Birinci Protokolün 3. maddesi, “yasama organı”nı oluşturma yöntemi konusunda, sadece “halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda”, “makul aralıklarla” ve “gizli oyla”, “serbest” seçimleri öngörmektedir. Bunun dışında, orantılı temsil sistemi veya tek ya da iki dereceli çoğunluk sistemi gibi, “belirli bir seçim sistemini yürürlüğe koyma yükümlülüğü” getirmemiştir (“Travaux Preparatoires”, c. VII, s. 130, 202 ve 210 ve c. VIII, s. 14). Sözleşmeci Devletlerin bu konudaki mevzuatlarının yere ve zamana göre değiştiğini dikkate alan Mahkeme, burada da Sözleşmeci Devletlerin geniş bir takdir alanına sahip olduğunu görmektedir. Seçim sistemleri, bir yandan, halkın görüşlerini güvenilir ve adilane bir şekilde yansıtmak, öte yandan, yeterince açık ve sağlam bir siyasal iradenin ortaya çıkmasını sağlayacak surette günün fikirlerine kanal açmak gibi, bazen birbirleriyle pek zor uyuşan hedefleri gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu çerçevede, “yasama organının seçiminde halkın kendi düşüncelerini serbestçe ifade etmesinin güvence altına alındığı koşullarda” deyimi, Sözleşme’nin 10. maddesinde korunan ifade özgürlüğünden ayrı olarak, esas itibarıyla, bütün vatandaşların seçme ve seçilme haklarını kullanırken eşit muamele görme ilkesini ima etmektedir. Ancak buradan, seçimlerin sonucu bakımından bütün oyların eşit ağırlıkta olması gerektiği veya bütün adayların kazanmak için eşit şanslarının bulunması gerektiği sonucu çıkarılamaz. Aslında hiçbir seçim sistemi, “artık oyları” tamamen ortadan kaldıramaz. Birinci Protokolün 3. maddesi bakımından bir seçim sistemi, ilgili ülkenin siyasal evriminin ışığında değerlendirilmelidir; tercih edilen sistem, en azından “yasama organının seçiminde halkın kendi görüşlerini serbestçe ifade etmesini” güvence altına alan koşulları 839 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR sağladığı sürece, bir sistem bağlamında kabul edilemeyecek özellikler, diğer sistem bağlamında haklı görülebilir. B. Birinci Protokolün 3. maddesinin mevcut davada uygulanması 55. Mahkeme, başvurucuların şikayetlerini, yukarıdaki şekilde yorumlanmış olan Birinci Protokolün 3. maddesine göre incelemelidir. 56. Hükümet, Halle-Vilvoorde ilçesindeki Fransızca konuşan seçmenleri, kendileri gibi Fransızca konuşan, fakat parlamento yeminini Felemenkçe yapmak isteyen bir adaya bilerek oy vermelerini engelleyen hiçbir şey olmadığına işaret etmiştir. Bu aday seçildiğinde, kural gereği, Flaman Meclisinde yer alacak ve seçmenlerini temsil edecektir. Bu savunma belirleyici değildir. Tabi ki seçmenler, sadece dilleri ve kültürleriyle tanımlanmazlar; siyasal, ekonomik, sosyal, dinsel ve felsefi kanaatler de onların oylarını etkiler. Ancak dilsel tercihler, Belçika gibi bir ülkede, özellikle Brüksel’in çevre beldeleri gibi, sakinleri “duyarlı” olan bir alanda, vatandaşların oyunu etkileyen başlıca faktördür. Parlamentoda Felemenkçe yemin eden seçilmiş bir temsilci, Temsilciler Meclisinde veya Senatoda Fransızca dil gurubuna dahil olmayacaktır; bu guruplar, Felemenkçe dil gurupları gibi, Anayasanın nitelikli çoğunluk gerektirdiği alanlarda önemli rol oynamaktadırlar (bk. yukarıda §17). 57. Bununla birlikte 1980 tarihli Özel Yasa, Belçika Devletini, bölgesellik (territoriality) prensibine dayanan genel bir kurumsal sistem içine sokmuştur. Bu sistem, idari ve siyasi kurumları ve erklerin dağılımını kapsamaktadır. Henüz tamamlanmamış olan reform, karmaşık bir fren ve karşı ağırlık (checks and balance) sistemi vasıtasıyla, Kraliyetin çeşitli bölgesel ve kültürel toplulukları arasında bir denge (equilibrium) kurmayı tasarlamıştır. Bundan amaç, daha istikrarlı ve ademi merkeziyetçi örgütsel yapılar kurmak suretiyle, ülkedeki dil konusundaki münakaşaların patlamasını önlemektir. Kendisi meşru olan bu niyet, demokratik ulusal Parlamentodaki tartışmalarla ortaya çıkmış ve büyük çoğunluk tarafından desteklenmiş, 29. maddeyi de içeren Özel Yasanın çıkmasıyla gerçekleşmiştir (bk. yukarıda §22 ve 31). Söz konusu seçim sistemi incelenirken, sistemin genel bağlamı unutulmamalıdır. Yansıttığı niyetler ve Belçika parlamenter sistemi için davalı Devletin, ki sistem henüz tamamlanmadığı ve geçici olduğu için, daha da geniş olan takdir alanı göz önünde tutulacak olursa, sistem gayri makul gelmemektedir. Sistemin dilsel azınlıklar bakımından sonuçlarından biri, bu azınlıkların kendi bölgelerinin dilini kullanabilen ve kullanmak isteyen adaylara oy vermek zorunda olmalarıdır. Benzer bir gereklilik, bir çok Devletin seçimle ilgili düzenlemelerinde görülür. Tecrübeler böyle bir durumun, azınlıkların menfaatlerini mutlaka tehdit etmeyeceğini göstermektedir. Bu tespit, siyasi ve hukuki düzenin, örneğin nitelikli çoğunluk aramak suretiyle, uygunsuz veya keyfi değişikliklere karşı güvenceler sağlaması halinde (bk. yukarıda parag 17), bölgesellik sistemine imtiyazlar (concession) tanıyan bir sistem bakımından özellikle geçerlidir. Halle-Vilvoorde ilçesindeki Fransızca konuşan seçmenler, Felemenkçe konuşan seçmenlerle aynı yasal düzeyde oy kullanma ve seçimlerde aday olma hakkından yararlanmaktadırlar. Bu seçmenler sırf, parlamento yeminini Fransızca yapacak ve Bu nedenle, Temsilciler Meclisinde veya Senatoda Fransızca dil gurubuna dahil olacak ve sonra Fransız Topluluk Konseyinde yer alacak adaylara veya Felemenkçe yemin ederek Temsilciler Meclisinde veya Senatoda Felemenk dil gurubuna dahil olup Flaman Konseyinde yer alacak adaylara oy vermek zorunda olmaları nedeniyle, bu haklardan yoksun kalmış olmazlar. Bu, “yasama organının seçiminde halkın kendi görüşünü serbestçe ifade etmesine” aykırı düşen orantısız bir kısıtlama değildir (bk. yukarıda §51, 52 ve 53/son). 840 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Buna göre Mahkeme, Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır. II. Birinci Protokolün 3. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlali iddiası 58. Bayan Mathieu-Mohin ve bay Clerfayt ayrıca, kendileri gibi Halle-Vilvoorde ilçesinde ikamet eden seçilmiş temsilcilerin, Felemenkçe konuşan seçmenlerle karşılaştırıldığında, farklı muameleden dolayı mağdur olduklarını iddia etmişlerdir. Başvuruculara göre, “asimilasyon politikası”nın ve “yeniden Flaman fetih” politikasının bir sonucu olan bu farklı muamele, dile ve ulusal bir azınlığa mensup olmaya dayanan bir ayrımcılık olup, Birinci Protokolün 3. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 14. maddesine aykırıdır. 59. Yukarıda özetlenen iddialar, başvurucuların, tek başına ele alınan Birinci Protokolün 3. maddesi bakımından yaptıkları şikayetle aynıdır. Buna göre Mahkeme, sadece yukarıda reddettiği iddialarla ilgili gerekçelere gönderme yapmakla yetinecektir (bk. yukarıda §57). O gerekçeler, başvuruculara zarar veren bir “ayrımcılık” bulunmadığını ortaya koymaktadır. O halde, Sözleşme’nin 14. maddesi ihlal edilmemiştir. BU GEREKÇELERLE MAHKEME, 1. Beşe karşı on üç oyla, tek başına ele alınan Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edilmediğine; 2. Dörde karşı on dört oyla, Birinci Protokolün 3. maddesiyle birlikte ele alınan Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlal edilmediğine KARAR VERMİŞTİR. Yargıçlar Cremona, Bindschedler-Robert, Bernhardt, Spielmann ve Valticos’un karşı oy görüşleri ile yargıç Bernhardt’ın bir beyanı, yargıç Pinheiro Farinha’nın aynı yöndeki oy görüşü karara eklenmiştir. 08.07.2008 10226/03 YUMAK VE SADAK - TÜRKİYE [BD] ♦ seçimlerde ülke barajı (hukukilik: seçimlerden önce seçim barajı 2839 sayılı Kanunun 33. maddesinde yer aldığından başvurucuların aldıkları oy ne olursa olsun partilerinin barajı geçememesi halinde seçilemeyeceklerini biliyor olmaları; meşru amaç: barajın mecliste aşırı bölünmeyi engelleme ve yönetimde istikrarı sağlama gibi meşru bir amaca sahip olması; orantılılık: barajın toplumdaki siyasi alternatiflerin doğmasını engellememiş olması, barajın amacının küçük partilere kendilerini ülke düzeyinde ortaya koyma ve böylece ulusal siyasal projenin bir parçası olma imkanı tanıması, Türkiye’deki yüzde 10’luk barajın seçim barajı uygulayan Avrupa ülkeleri içinde en yükseği olması, buna göre istikrarlı parlamento çoğunluklarını ortaya çıkarma amacından ödün vermeksizin barajın düşürülmesi veya çeşitli siyasal eğilimlerin temsili için düzeltici karşı ağırlıklar getirilmesi arzu edilebilir olmakla birlikte devlete yeterli takdir alanı bırakılmasının gerekli olması) ■ serbest seçim hakkı DAVANIN ESASI Başvurcular 1962 ve 1959 doğumlu olup, Şırnak’ta yaşamaktadırlar. Başvurucular 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde Demokratik Halk Partisinin (DEHAP) Şırnak adayları olarak seçime katılmışlardır. Başvurucuların ikisi de seçilememiştir. 841 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR 3 Kasım 2002 tarihli milletvekili seçimleri 1999 yılındaki depremden sonra Türkiye’de iki defa ciddi ekonomik kriz meydana gelmiştir. Bu krizleri ilk olarak dönemin Başbakanının sağlık durumu ve ikinci olarak da üç siyasal partiden oluşan koalisyon hükümeti içindeki bölünmeler nedeniyle siyasal krizler takip etmiştir. Bunun üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi 31 Temmuz 2002 tarihinde verdiği kararla genel seçim tarihini öne çekerek, 3 Kasım 2002 tarihinde seçimlerin yapılmasına karar vermiştir. Eylül ayında üç sol parti, HADEP, EMEP ve SDP bir “İşçi, Barış ve Demokrasi Bloğunu” ve aynı zamanda yeni bir siyasal parti oluşumuna, DEHAP’ın kurulmasına karar vermiştir. Başvurucular yeni partinin önde gelen adayları olarak Şırnak ilinde seçim kampanyalarına başlamışlardır. 3 Kasım 2002 seçimlerinin sonuçlarına göre, DEHAP Şırnak ilinde kullanılan 103,111 oydan 47,449 oyu, yani yüzde 45.95’ni almıştır. Böyle olmakla birlikte, partinin yüzde 10’luk ulusal seçim barajını aşamaması nedeniyle, başvurucular seçilememişlerdir. Şırnak ili için ayrılan 3 sandalye aşağıdaki gibi paylaşılmıştır: 2 sandalyeyi oyların yüzde 14.05’ni (14,460) almış olan AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi, muhafazakar sağ parti) almıştır. Diğer sandalyeyi ise seçimlere bağımsız olarak katılan ve oyların yüzde 9.69’nu (9,914 oy) alan Bay Tatar kazanmıştır. Türkiye genelinde seçimlere katılan 18 partiden sadece AKP ve CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) yüzde 10’luk seçim barajını aşabilmiştir. Kullanılan oyların yüzde 34.26’ni alan AKP, millet meclisinde yüzde 66’ya karşılık gelen 363 sandalye kazanmıştır. Oyların yüzde 19.4’nü alan CHP ise millet mecilisinde yüzde 33’ne karşılık gelen 178 sandalye kazanmıştır. Ayrıca 9 adet bağımsız aday milletvekilli seçilmiştir. Bu seçimlerin sonuçları büyük bir siyasal karışıklık olarak yorumlanmıştır. Parlamentoda temsil edilmeyen seçmen oranı bir rekora ulaşmakla kalmamış (yaklaşık yüzde 45), buna ek olarak seçime katılmayanların oranı 1980’den buyana ilk defa yüzde 20’yi aşarak yüzde 22’yi bulmuştur. Sonuç olarak bu seçimlerden çıkan millet meclisi, çok partili sisteme geçildiği 1946 yılından bu yana, temsiliyet yönü en az olan meclis’tir. Ayrıca 1954 yılından bu yana ilk kez, sadece iki parti Meclis’te temsil edilmektedir. Bazı yorumcular millet meclisinin geniş temsil özelliğinin olmamasını, yüksek seçim barajının dışındaki ve ötesindeki çok sayıdaki etkenin birlikte doğurduğu bir sonuç olarak yorumlamışlardır. Örneğin siyasal ve ekonomik krizle ilişkilendirilen tepki oyu olgusu, 1999 parlamento seçimlerinde sandalye kazanan 5 parti, 2002 seçimlerinde yüzde 10’luk seçim barajına ulaşamamışlar ve sonuç olarak parlamentoda temsil edilme olanağından yoksun kalmışlardır. Yine aynı şekilde seçmenler arasındaki bölünmüşlük, sonuçlar üzerinde etkili olmuş ve seçim öncesi koalisyonlarına yönelik teşebbüsler de bir sonuç vermemiştir. 22 Temmuz 2007 tarihli milletvekili seçimleri (Daire kararından sonra) 4 Kasım 2007 tarihinde yapılması gereken genel seçimler, TBMM’nin Mayıs 2007 başlarında verdiği kararla, 22 Temmuz 2007 tarihi olarak belirlemiştir. Bu karar, 16 Mayıs 2007’de Ahmet Necdet Sezer’in yedi yıllık görev süresini tamamlamasının ardından, mecliste yeni bir Cumhurbaşkanı seçilememesinin neden olduğu siyasi krizin ardından verilmiştir. On dört siyasi partinin katıldığı bu seçimlerin iki özelliği bulunmaktadır. Öncelikle, Cumhurbaşkanlığı krizinin ardından seçmenler arasında bir seferberlik gözlenmiş, zira katılım oranı yüzde 84’e yükselmiştir. İkinci olarak, siyasi partiler yüzde 10’luk ulusal barajı aşabilmek için seçim öncesi iki stratejiye başvurmuştur. Demokratik Sol Parti (DSP), rakip 842 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar parti CHP bayrağı altında oylamaya katılmış ve bu yolla 13 sandalye kazanmıştır. Demokratik Toplum Partisi (DTP, Kürt yanlısı, sol parti), bağımsız adaylarını “Bin Umut” etiketi altında takdim etmiştir. Ayrıca sol kanattan belirli Türk adayları desteklemiştir. EMEP, SDP ve ÖDP (Özgürlük ve Demokrasi Partisi, sosyalist parti) gibi diğer küçük sol kanat grupları da bu hareketi desteklemiştir. Altmıştan fazla bağımsız aday, yaklaşık kırk il seçim bölgesinde seçimlere katılmıştır. Seçimlerde, AKP, CHP ve MHP, yüzde 10 barajını geçmiştir. AKP, oyların yüzde 46.58’ini alarak Meclisteki toplam sandalye sayısının yüzde 62’sini elde etmiş ve 341 sandalye kazanmıştır. CHP, oyların yüzde 20.88’ini alarak, Meclisteki toplam sandalye sayısının yüzde 20.36’sını elde etmiş ve 112 sandalye kazanmıştır; ancak, yukarıda bahsedilen 13 milletvekili, daha sonra CHP’den ayrılarak ilk partileri olan DSP’ye geri dönmüşlerdir. Oyların yüzde 14.27’sini alan MHP, meclisteki toplam sandalye sayısının yüzde 12.9’unu elde etmiş, 71 sandalye kazanmıştır. Bağımsızların güçlü çıkışı, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin temel özelliklerinden birisi olmuştur. Bağımsızlar, 1980 yılında TBMM sahnesinden yok olmuşlar, ancak 1999 yılında üç kişi ile yeniden mecliste görünmüşlerdir. 2002 yılında, toplam 260 bağımsız adaydan dokuz bağımsız milletvekili seçilmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, seçilen bağımsız milletvekili sayısı 27’dir. Yirmiden fazla “bin umut” adayı, oyların yaklaşık yüzde 2.23’ünü alarak Meclise girmeye hak kazanmış ve seçimlerden sonra DTP’ye katılmışlardır. (Meclis’te grup oluşturabilmek için gerekli asgari sayı olan) 20 milletvekili bulunan DTP, bu sayede bir meclis grubu oluşturabilmiştir. Ayrıca bir sosyalist (ÖDP eski başkanı), bir milliyetçi (Büyük Birlik Partisi eski başkanı) ve merkez sağdan bir milletvekili (ANAP eski başkanı) bağımsız olarak seçilmişlerdir. AKP hükümeti kurmuş ve yine mecliste mutlak çoğunluğu elde etmiştir. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk ve uygulama A. Anayasal ve yasal hükümler Anayasa Mahkemesi kararları Anayasa Mahkemesi 18 Kasım 1995 tarihli kararında (E. 1995/54, K/1995/59), 2839 sayılı yasanın 34(A) bendinin anayasaya uygunluğu hakkında karar verme olanağına sahip olmuştur. Aynı yasanın 33. maddesine atıfta bulunan bu bend “ulusal seçim bölgesinde” seçilen meclis üyelerine sandalyelerin ayrılması açısından ayrıca yüzde 10’luk bir seçim barajı getirmiştir. Anayasa Mahkemesi bir ulusal seçim bölgesi tesis eden hükümleri iptal etmiş buna karşın yüzde 10’luk ulusal barajın Anayasa’nın 67. maddesini ihlal etmediğini belirtmiştir. Konuyla ilgili kararın ilgili paragrafları şöyledir: “(...) Türkiye Devleti’nin biçiminin bir Cumhuriyet olarak belirlendiği Anayasa’da, Cumhuriyetin değiştirilemeyeceği öngörülen nitelikleri de demokratik düzenin seçildiğini göstermektedir. Devletin anayasal yapısı ulusal egemenliğe dayanmakla, bunun kaynağı olarak ulusal istenç, aracı olarak da özgür seçimler benimsenmektedir. Anayasa’nın değişik maddelerinde vurgulanan bu yeğleme, “Seçme, seçilme ve siyasî faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddede yoğunlukla ve ayrıntılı biçimde belirginleşmiştir. Maddenin değişik altıncı fıkrası, seçim yasalarının “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar” ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenleneceğini öngörmektedir. Amaç, seçmen istencinin yasama organına olabildiğince uygun yansımasıdır. Toplumsal istemlerin ve yeğlemelerin yasama organına tam olarak yansımasını sağlayacak yöntemleri içeren sistemlerin en uygununu, en doyurucusunu, başka bir anlatımla hiçbir yakınmaya yol açmayanını edinmek 843 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR olanaksız ise de yakınmaya en az neden olanı yeğlemek olanaklıdır. Seçimlerde ideal bir sistem bulunmamış olmakla birlikte ülke koşulları ve anayasal gerekler karşısında yasal düzenlemeleri gerçekleştirerek Anayasa’ya en uygununu almak ya da aykırı olanını bırakmak gerekir. Az oyla çok temsilci getiren, böylece sağladığı fazla milletvekilleriyle aşırı temsil durumunu getiren sistem Anayasa’nın temsilde adalet ilkesiyle bağdaşmaz. Temsilî demokrasilerin değişik alanlardaki yansıması, etkileriyle belli olmaktadır. İstikrar sağlayacağı sanılarak getirilen adaletsiz sistemlerin, toplumsal gelişmeleri önemli ölçüde engelleyen sonuçları olduğu bilimsel araştırmalarla açıklanmaktadır. Temsilde adaletin ağırlığı, yönetimde istikrarın temel koşuludur. Adalet, istikrar sağlar. Yalnızca istikrar düşüncesi, adalet olmayınca istikrarsızlık yaratır. Anayasa’nın gözetilmesini istediği “temsilde adalet ilkesi” serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm ögeleriyle özetlenmekte ve oyla orantılı temsilci sayısıyla yaşama geçirilmektedir. “Yönetimde istikrar ilkesi” ise, yürütmenin güçlü olmasını sağlayacak biçimde oyları yasama organına yansıtacak yöntemler olarak algılanmaktadır. “Baraj” olarak adlandırılan yeterlilik oranıyla sağlanmak istenen yönetimde istikrar, temsilde adalet gibi 4121 sayılı Yasa’yla gerçekleştirilen değişiklikle Anayasa’da yer almıştır. Kimi durumlarda birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin demokrasinin doğal aracı sayılan seçimlerde birbirini dengeleyecek ve tümleyecek biçimde birlikteliğine önem verilmelidir. Bunun için en az yakınılan seçim sisteminin uygulanması gerekmektedir. Bu iki ilkeyi her yönüyle olmasa da genelde bağdaştırmak, ülkelere göre değişmesi olağan bir durumdur. Bunu seçmek yasama organının yetkisinde olmakla birlikte bu yetki, yasanın biçimsel düzenlemesiyle değil, özüyle Anayasa’ya uygun olarak yaşama geçirmekte kullanılmalıdır. Anayasa da belirtilen “Hükümet istikrarının” sağlanması amacıyla ulusal bir baraj tesis edilmiştir. (…) Seçime katılan ve 2839 sayılı Yasa’nın 33. maddesinde öngörülen yüzde 10’luk ülke barajını aşan siyasî partilere verilecek ülke seçim çevresi milletvekilinin hesabında gözetilecek ölçünün yasama organının takdiriyle yürürlüğe konulduğu açıktır. Seçim sistemlerinin anayasal ilkelere ödünsüz uygunluğu yanında kimi zorunlu koşulları içermesi kaçınılmazdır. Sistemin doğasından kaynaklanan ve yüzdelerle konulan barajlar, ülke yönünden, seçme ve seçilme hakkını sınırlayıcı, olağandışı ölçülere varmadıkça uygulanabilir, kabul edilebilir ve aykırılığından söz edilemez belirlemelerdir. Yasama organının anayasal çerçeveye bağlı kalarak takdir ettiği sınırlama ve aşırı sayılmayacak düzeydeki baraja rakam ve oran olarak elatmak, yargısal denetimin amacıyla bağdaşmaz. Kaldı ki yüzde 10’luk baraj yönetimde istikrar ilkesine uygundur ve temsilde adalet ilkesiyle de bağdaşmaktadır.” Anayasa Mahkemesi’nin 3 yargıcı bu görüşleri kabul etmemiş ve yüzde 10’luk seçim barajının Anayasa’nın 67. maddesiyle uyumlu olmadığına karar vermiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi aynı kararında il barajı için mevcut olan illere düşen sandalyelerin belirlenmesinde kullanılan yüzde 25’lik seçim barajının (il barajı) geçersiz ve hükümsüz olduğuna karar vermiştir. Mahkeme böylesine bir barajın adil temsil ilkesi ile bağdaşmadığını belirtmiş ve şunu vurgulamıştır: “Anayasa’nın amaçladığı “yönetimde istikrar ilkesi” için milletvekili seçimlerinde bir ülke barajı öngörülmüşken, ayrıca her seçim çevresi için yeni bir barajın getirilmesi “temsilde adalet” ilkesiyle bağdaşmaz.” Önceki milletvekili seçimlerine kısa bir bakış Seçim sistemi Türkiye’de çok tartışılmış konulardan biridir; hala da oldukça tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir. 844 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Çoğunluk temsili sisteminin uygulandığı 1950, 1954 ve 1957 seçimleri, parlamentodaki çoğunluk ile muhalefet arasındaki kurumsal dengenin sağlanmasında başarılı olamamıştır. Bu dengesizlik 1960 darbesinin ana nedenlerinden birisi olarak gösterilmektedir. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi sonrasında parlamento, çoğulculuğu ve siyasal sistemi güçlendirmek amacıyla D’hont metodunu kullanarak nisbi temsil sistemini kabul etmiştir. Bunun bir sonucu olarak 1965 ve 1969 yıllarında yapılan seçimler küçük partilerin temsil edilmesini sağlamış ve Millet Meclisinde istikrarlı çoğunluklar yaratmıştır. Bununla birlikte 1973 ve 1977 seçimlerinde temel siyasal akımlar, geniş seçmen desteğine rağmen, istikrarlı hükümetler kuramamışlardır. Bu hükümet istikrasızlığı dönemi birbirini takip eden koalisyon oluşumları ile akılarda kalmış, koalisyonların her biri küçük partilerin hükümet politikası üzerindeki orantısız etkide bulunmaları nedeniyle oldukça kırılganlaşmıştır. 1980-1983 yılları arasındaki askeri rejimi takiben 13 Haziran 1983 tarihinde millet meclisi üyelerinin seçilmesine dair 2839 sayılı Kanun yürürlüğe girmiş, yasa iki barajlı nisbi temsil sistemini tekrar getirmiştir. Yüzde 10’luk ulusal seçim barajına seçim bölgesi barajı da (seçmen sayısının her bir seçim bölgesinde seçilecek sandalyeye göre bölünmesi) eklenmiştir. Anayasa Mahkemesi 1995 yılında bölge barajının iptaline karar vermiştir. 1983 yılındaki genel seçimlerde Anavatan Partisi (ANAP) Parlamento’da mutlak bir çoğunluk sağlamıştır. 29 Kasım 1987 Parlamento seçimleri Anavatan Partisinin, oyların yüzde 36.31 ile, istikrarlı bir meclis çoğunluğunu oluşturmasına olanak vermiştir. Aynı zamanda diğer iki parti de sandalye kazanmışlardır. Oyların yüzde 19’u, yüzde 10’luk ulusal seçim barajını aşamayan partiler lehine kullanılmıştır. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan seçimlerde 5 parti parlamento’da sandalye kazanmıştır. Bu durum özellikle seçimlere ortak listeyle girmeyi yasaklayan 2839 sayılı yasaya karşı hile anlamına gelen küçük siyasal partilerin (MÇP, IDP, HEP) diğer siyasal partilerin bayrağı altında seçime katılmış olmalarının bir sonucudur. Bu nedenle, yeni parlamentoda temsil edilmeyen siyasi partiler lehine kullanılan oy oranı yüzde 0.05’e düşmüştür. Hükümet iki partiden kurulu bir koalisyona dayanmıştır. Bu seçimlerde Halkın Emek Partisi’nin (HEP- Kürt yanlısı) 18 adayı SHP (sosyal demokrat) listesinden Parlamentoya seçilmişler sonrasında SHP’den istifa ederek kendi partilerindeki (HEP) görevlerine geri dönmüşlerdir. 24 Aralık 1995 tarihli genel seçimlerde 5 parti Parlamento’da sandalye kazanmıştır. Buna karşın bunlardan hiçbirisi parlamento çoğunluğuna sahip olamamış ve bir koalisyon hükmeti oluşturulmuştur. Parlamentoda temsil edilmeyen partiler lehine kullanılan oyların oranı yüzde 14’dür. Aynı şekilde 1999 Parlamento seçimleri hiçbir partinin parlamento çoğunluğunu elde edememesiyle sonuçlanmıştır. Millet Meclisinde 5 parti sandalye kazanmıştır. Üç partiden oluşan bir koalisyon hükümeti kurmuştur. Parlamentoda temsil edilmeyen partiler lehine kullanılan oyların oranı yüzde 18’dir. Halihazırda gerek mecliste gerekse de sivil toplumun önde gelen şahsiyetleri tarafından yüzde 10’luk barajın etkilerini düzeltmek amacıyla çok sayıda öneri ileri sürülmüştür. B. Konuyla ilgili Avrupa Konseyi belgeleri Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Komitesinin Raporu Hükümet, Türkiye’ deki Milletvekili Seçimlerini (3 Kasım 2002) İzleme Ad Hoc Komitesinin 20 Aralık 2002 tarihinde yayınlanan raporuna atıfta bulunmuştur. Raporun konuyla ilgili kısımları şunları ifade etmektedir: “Medya tarafından geniş bir şekilde bildirildiği üzere 18 partiden sadece ikisi TBMM’ye seçilebilmiştir; AKP ve CHP, yüzde 10’luk seçim barajını aşamamaları nedeniyle bu güne kadar mecliste temsil edilen diğer partileri dışarıda bırakmışlardır. Seçimlere kadar 845 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR hükümette olan siyasal parti oyların sadece yüzde 1’ni alabilmiştir. Ekonomik problemler seçimlerde belirleyici olmuştur. 362 sandalye ile AKP açısından açık ve mutlak bir çoğunluk ortaya çıkmış muhalefet için 179, bağımsız milletvekilleri için 9 sandalye ortaya çıkmıştır (bağımsız milletvekilleri iyi bir üne sahip oldukları küçük illerde seçilmişlerdir). 1999 seçimlerinde AKP’nin 59, CHP’nin ise 3 sandalye kazandığı hatırlanmalıdır. Bu durum ülke içinde istikrarsız ve karmaşık koalisyonlardan kaçınılacağı için muhtemelen çok iyi bir istikrar ortamı yaratacaktır. 4 Kasım 2002 tarihinde Türkiye’deki borsa yüzde 6.1 oranında artmıştır. Hal böyle olmakla birlikte bu sonuçlar oyların yüzde 44’nün Parlamento’da temsil hakkına sahip olmadığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle, sonuçlar daha önce hükümet eden 3 siyasal partinin tek bir sandalye bile kazanamaması nedeniyle tüm sisteme karşı açık bir protesto olarak algılanmak zorundadır!” Seçimlerde iyi pratik davranış kuralları Avrupa Konseyi seçim barajlarına dair herhangi bir bağlayıcı standart yayınlamamıştır. Bu mesele organizasyonu oluşturan metinler içinde de gündeme getirilmemiştir. Diğer taraftan Venedik Komisyonu tarafından kabul edilen Seçimlerde İyi Pratik Davranış Kuralları, konu açısından tavsiyelerde bulunmaktadır (bk. Venedik Komisyonu, “Seçimlerde İyi Pratik Davranış Kuralları: Açıklayıcı Rapor ve Rehber”). Genel bir prensip olarak Kurallar, doğrudan oy ilkesini gerektirmektedir. Buna karşın iki dereceli bir parlamento açısından meclislerden birisinin dolaylı oylarla seçilmesine olanak da vermektedir. Kullanılacak muhtemel seçim sistemi açısından Kuralların rehber ilkeleri her türlü sistemin seçilebileceğini belirtmiştir. Parlamenterler Meclisinin Kararı 1380 (2004) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 22 Haziran 2004 tarihinde kabul edilen “Yükümlülükler ve Taahhütlerin Türkiye tarafından Yerine Getirilmesi”ne dair 1380 sayılı Kararın (2004) 6 ve 23. paragrafları şöyledir: “6. Çoğulcu demokrasi açısından Parlamenterler Meclisi , Türkiye’nin çok partili bir sistem ile işleyen bir demokrasiye, serbest seçimlere ve kuvvetler ayrılığına sahip olduğunu kabul etmektedir. Buna karşın siyasal partilerin sıklıkla kapatılması ise gerçek bir endişe kaynağıdır. Parlamenterler Meclisi siyasal partiler hakkındaki Ekim 2001 Anayasa değişikliklerinin ve Mart 2002 tarihinde yürürlüğe konulan yasal düzenlemelerin kapatma gibi aşırı bir önlemin gelecekte kullanılmasını sınırlayacağını umut etmektedir. Parlamenterler Meclisi ayrıca, parlamentoda temsil edilmeleri öncesinde siyasal partilerden kullanılan oyların ulusal düzeyde yüzde 10’luk kısmını aşmalarının istenmesinin bir aşırılık olduğunu ve yurt dışında yaşayan Türklerin oy verme düzenlenmelerinin de değiştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. (...) Parlamenterler Meclisi Bu nedenle, Türkiye’yi, Türkiye’nin görevlileri tarafından uygulanmakta olan reform sürecinin bir parçası olarak: (...) ii. yüzde 10’luk seçim barajının aşağıya çekmeye ve yurt dışında yaşayan Türklerin sınırlara bizzat gelmeksizin oy kullanabilmeleri amacıyla seçim yasasını değiştirmeye davet etmektedir; (...)” 846 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar C. Karşılaştırmalı hukuk Her ne kadar oyların sınıflandırılması tiplerine ve seçim sistemine dair benzeşik bir sistem bulunmamasına rağmen, genel olarak üç ana tipe ayırmak mümkündür: çoğunluk oy sistemi, nisbi sistem ve karma sistem. Çoğunluk oy sisteminde kazananlar, karar turunda oyların çoğunluğunu alan aday veya adaylar listesidir. Bu tür oy sistemi açık bir parlamento çoğunluğuna sahip olan hükümetlere oy vermeyi olanaklı hale getirmektedir. Buna karşın aynı zamanda azınlıktaki siyasal partilerin temsil edilmesine karşı bir baskı oluşturmaktadır. Bu nedenle, örneğin İngiltere’de onlarca yıldır uygulanan ve iki baskın siyasal partinin varlığı ile birleştirilmiş olan tek bir milletvekili için tek dereceli çoğunluk sistemi, diğer partilere, almış oldukları oyalarla bağlantılı olarak birkaç sandalye verilmesi sonucu doğurmuştur. Başka örnekler de mevcuttur; örneğin Fransa’da çoğunluk sistemi seçimi iki dereceli bir sürece yaymıştır. En aşırı karşıtı olan nisbi sistemin amacı kullanılan oyların nisbi olarak sandalyelere dağıtılmasıdır. Nisbi temsil sistemi çeşitli siyasi güçleri çok daha yaklaşık bir şekilde yansıtmasından dolayı en adil sistem olarak değerlendirilmektedir. Hal böyle olmakla birlikte nisbi temsil sisteminin dezavantajı, sistemin seçmen desteğini almayı amaçlayanların bölünmesine neden olabilecek bir eğilime sahip olması ve bu nedenle, da istikrarlı parlamento çoğunluğunun yaratılmasını güçleştirmesidir. Halihazırda Avrupa’da en yaygın olarak kullanılan sistem nisbi sistemdir. Örnek vermek gerekirse Danimarka, İspanya, Estonya, İrlanda, Lüksembourg, Malta, Moldava, Norveç, Polonya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye nisbi sistemin bu veya öteki türlerinden birisini tercih etmiştir. Bu iki tip oy sisteminin çeşitli kombinasyonlarını içeren karma sistemlerde mevcuttur (örneğin İtalya, Litvanya, Rusya, Ukrayna ve Almanya). Nisbi sitemle seçilmiş olan yasama meclislerinde istikrarlı çoğunlukların sağlanabilmesi amacıyla yasal seçim barajları sıklıkla kullanılmaktadır. Barajlar “belirli veya değişkendir sandalyelerin paylaştırılmasında bir listenin veya adayın payını tespit eden seçim sonuçlarına göre tanımlanmaktadır”. Buna karşın barajlar tarafından oynanan rol her ülkedeki seçim sistemine ve barajların belirlenmesine göre değişkenlik göstermektedir. Düşük bir baraj sadece küçük grupların dışarıda bırakılmasına imkan verir ve istikrarlı çoğunluğun oluşturulmasını güçleştirir. Oysa ki siyasal parti sisteminin fazlasıyla parçalı olduğu durumlarda yüksek bir baraj pek çok oyun temsil hakkından mahrum bırakılmasına neden olur. Karma sistem bağlamında nisbi temsil sisteminin şu veya bu biçimini kullanan ve bir seçim barajı koymuş olan Avrupa Konseyi ülkeleri arasında aşağıda belirtilen örneklere rastlanabilir. İsveç’te bir siyasal partiye sandalye tahsis edilebilmesi için siyasal partinin yüzde 4’lük ulusal barajı ve yüzde 12’lik seçim çevresi barajını aşması gerekmektedir. Bulgaristan’da ulusal seçim barajı yüzde 8 olarak belirlenmiştir. Lihtenştayn’da ulusal oyların yüzde 8’nin alınması zorunludur. Danimarka’da siyasal partiler ya yüzde 2’lik ulusal barajı aşmalı yada ülkenin üç coğrafi bölgesinden ikisinde oyların çoğunluğunu almalıdır. Genel kural olarak, belirlenen barajlar yüksek barajları aşmak zorunda olan koalisyonlara aynı şekilde uygulanmaz. Örneğin Çek Cumhuriyetinde bir parti için öngörülen baraj yüzde 5’dir. Buna karşın bir koalisyon durumunda katılan her bir parti için baraj yüzde 5 artırılır. Romanya’da ise yüzde 5 olan temel baraj, koalisyon halinde yüzde 3 artırılır. Üç veya daha fazla partiden oluşan koalisyonlarda artırma oranı sadece yüzde 1’dir. Polonya’da seçim barajları yerel listeler için yüzde 5 ve ulusal listeler için yüzde 8’dir. Koalisyon için belirlenen seçim barajı parti sayısına bakılmaksızın yüzde 8’dir. Aynı 847 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR mantığın devamında Moldava’daki bağımsız adaylar açısından belirlenen seçim barajı yüzde 3’ten aşağıdadır. HÜKÜM GEREKÇESİ I. Büyük Dairenin yargılama yetkisinin kapsamı (...) II. Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edildiği iddiası Başvurucular, milletvekili seçimlerinde yüzde 10 seçim barajının uygulanmasının, yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesinin özgürce ifade edilmesine müdahale oluşturduğu iddiasında bulunmuşlardır. Başvurucular, bu şikayetlerini Birinci Protokolün 3. maddesine dayandırmışlardır. D. Mahkeme’nin değerlendirmesi 1. Sözleşme organlarının içtihatları oluşan genel ilkeler (a) Birinci Protokolün 3. maddesiyle ilgili Mahkeme’nin uyguladığı kriterler 105. Mahkeme ilk olarak, Birinci Protokolün 3. maddesinin gerçek bir demokrasinin temel bir ilkesine yer verdiğini, bu nedenle de Sözleşme sisteminde büyük önem taşıdığını vurgulamıştır (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §47). Gerçekten de demokrasi, “Avrupa kamu düzeninin” temel bir öğesini oluşturmakta ve Birinci Protokolün 3. maddesinde güvence altına alınan haklar, hukukun üstünlüğü ile yönetilen etkin bir demokrasinin temellerinin kurulmasında ve korunmasında büyük önem taşımaktadır (Zdanoka [BD], §98, 103). 106. Mahkeme birçok kez, çoğulculuğun esas koruyucusu olan devletin rolünü vurgulamış ve devletin bu rolünü yerine getirirken, “yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklamasını sağlayacak koşullara uygun olarak” demokratik seçimler “düzenlemek” için pozitif tedbirler almak zorunda olduğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §54; mutatis mutandis, Informationsverein Lentia ve Diğerleri, §38). 107. Özgür seçimler, ifade özgürlüğü ve özellikle siyasi tartışma özgürlüğü, bütün demokrasilerin temelini oluşturur (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §47; Lingens, §41, 42). “Yasama organının seçilmesinde halkın düşüncesini özgürce açıklama hakkı”, aynı zamanda toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü ve dolaylı olarak demokrasinin doğru bir şekilde işlemesi için gerekli bir örgüt kurma şekli olan siyasi parti kurma özgürlüğünü güvence altına alan Sözleşme’nin 11. maddesiyle de bağlantılı olan bir konudur. Bir ülke halkının barındırdığı fikir akımlarını temsil eden siyasi partilerin varlığının yarattığı rekabet olmazsa, halkın fikirlerini ifade edebilmesi düşünülemez. Siyasi partiler, yalnızca siyasi kurumlar içerisinde değil, aynı zamanda medya sayesinde bu fikir akımlarını yansıtırken, demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışmaya yeri doldurulamaz bir katkıda bulunurlar (Lingens, §43; Castells, §43; Türkiye Birleşik Komünist Partisi, §41). 108. Komisyon’un defalarca belirttiği gibi, “halkın düşüncesini özgürce açıklaması” ifadesi seçimlerin bir ya da daha fazla adayın seçilmesinde baskı uygulanmaması ve bu tercihte seçmenlerin bir partiye ya da diğerine oy vermeye aşırı şekilde itilmemeleri gerektiği anlamına gelmektedir (X – Birleşiki Krallık, no. 7140/75, Komisyon [k.k.]). Bu nedenle, aday ya da parti tercihlerinde seçmenlere hiçbir şekilde baskı uygulanmamalıdır. “Tercih” kelimesi, siyasi partilere, seçimlerde adaylarını makul ölçülerde sunma fırsatı verilmesi gerektiği anlamına gelmektedir (ibid.; X. – İzlanda, no. 8941/80, Komisyon, [k.k.]). 848 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar 109. Birinci Protokolün 3. maddesinin genel yorumu çerçevesinde, Mahkeme’nin içtihatında aşağıdaki ilkeler benimsenmiştir (...): (i) Birinci Protokolün 3. maddesi, belirli bir hak ya da özgürlükten çok, Sözleşmeci Tarafların, kişilerin fikirlerini özgürce ifade etmelerini garanti altına alan seçimler düzenleme yükümlülükleri şeklinde ifade edildiği için, ilk bakışta, hakları teminat altın alan diğer Sözleşme ve Ek Protokol maddelerinden farklı görünmektedir. Ancak, Protokolün 3. maddesine ilişkin hazırlık çalışmalarını (travaux preparatoires) ve bu maddenin Sözleşme bağlamında yorumlanma şeklini bir bütün olarak göz önüne alan Mahkeme, Birinci Protokolün 3. maddesinin, oy verme ve aday olma haklarını da içine alan kişi haklarını garanti altına aldığını tespit etmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt kararı). (ii) Birinci Protokolün 3. maddesinde yer alan haklar, mutlak değildir; “zmni sınırlamalar” tabidir ve Sözleşmeci Taraflar bu alanda geniş bir takdir alanına sahiptirler (Matthews [BD], §63; Labita [BD], §201). (iii) Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamındaki “zımni sınırlamalar” kavramı, bu madde ile güvence altına alınan haklara getirilen kısıtlamalar ile güdülen amacın bağlantısının belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Birinci Protokolün 3. maddesinde, 8-11. maddelerde olduğu gibi meşru amaçlar spesifik bir liste olarak sayılmadığı için, Sözleşmeci Taraflar bir kısıtlamayı haklı göstermek üzere bu listede yer almayan bir amaca atıfta bulunabilirler, yeter ki olayın şartlarında söz konusu amaç, hukukun üstünlüğü ilkesi ve Sözleşme’nin genel amaçları ile uyumlu olsun. Bu aynı zamanda, Sözleşme’nin 8-11. maddeler kapsamında kullanılan geleneksel “gereklilik” veya “toplumsal ihtiyaç baskısı” testlerinin uygulamaması anlamına gelmektedir. Mahkeme, bir davada müdahalenin Birinci Protokolün 3. maddesine uygunluğu incelerken, temel olarak iki kritere odaklanmaktadır: Keyfiliğin veya orantısızlığın söz konusu olup olmadığı ve kısıtlamanın halkın görüşlerinin özgür ifadesine müdahale teşkil edip etmediği. (iv) Her halükarda, Birinci Protokolün 3. maddesinin şartlarına uyulup uyulmadığı konusunda nihai olarak karar vermek Mahkeme’nin görevidir. Kısıtlamaların, söz konusu hakları, esaslarına zarar verecek ya da etkinliklerini yitirmelerine neden olacak ölçüde sınırlamadığına, meşru bir amaç güdülerek getirildiklerine ve uygulanan yöntemlerin orantısız olmadığına ikna olmalıdır (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §52). Özellikle bu tür koşullar, yasama organı seçimlerinde halkın hür iradesini sınırlamamalı; başka bir ifadeyle, genel oy kullanma hakkı vasıtasıyla halkın iradesini tespit etmeye yönelik seçim prosedürünün bütünlüğünü ve etkinliğini koruma ihtiyacını yansıtmalı veya bu ihtiyaca ters düşmemelidir (Hirst (No. 2), §62, Hilbe – Lihteynştayn [k.k.], no. 31981/96; Melnychenko, §56). Genel oy kullanma prensibinden şu ya da bu şekilde uzaklaşmak, yasama organının ve böylece seçilenlerin ve yürürlüğe konan kanunların demokratik geçerliliğini zayıflatma riski taşımaktadır (Hirst (No. 2), §62). (v) Birinci Protokolün 3. maddesinin “pasif” unsuru olarak tanımlanabilecek seçime aday olarak katılma hakkı konusunda ise Mahkeme, Birinci Protokolün 3. maddesinin “aktif” unsuru olarak tanımlanabilecek oy kullanma hakkına getirilen kısıtlamaları incelemesi gerektiği durumlara göre daha dikkatli davranmaktadır. Yukarıda sözü geçen Melnychenko kararında (§57) Mahkeme, milletvekili seçimlerine katılmak için aranacak şartların oy kullanmak için aranan şartlara göre daha katı olabileceğini belirtmiştir. Bu noktada, devletlerin soyut olarak (in abstracto) olarak seçilme şartlarını belirlerken geniş bir takdir yetkisi bulunduğu doğru olmakla birlikte, Mahkeme, bu hakların etkili olması ilkesi gereğince seçilme prosedürünün, keyfi kararları engelleyebilecek derecede güvence içermesi gerektiğini belirtmiştir (ibid. §59; mutatis mutandis, Podkolzına, §35). 849 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR (vi) Benzer şekilde Mahkeme, halkın iradesi özgür ve demokratik şekilde ifade edildikten sonra, demokratik düzen açısından emredici sebep yoksa, bu seçim tercihini tartışma konusu yapacak seçim sistemin değişikliği konusunda tereddütlerini ortaya koymuştur (Lykourezos, §52). (b) Seçim sistemleri ve barajları 110. Mahkeme, yasama organına ilişkin seçimlerde halkın özgür iradesinin saptanması için seçim sisteminin belirlenmesi konusunda Sözleşmeci Devletlerin geniş bir takdir alanına sahip olduklarını tekrarlar. Birinci Protokolün 3. maddesi, “halkın düşüncesinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde”, “makul aralıklarla” ve “gizli oyla” düzenlenen “özgür” seçimler koşullarını öngörmekle sınırlıdır. Bu şartlara bağlı kalarak, nisbi temsil veya bir ya da iki turlu çoğunluk sistemi şeklinde “belirli bir sistemin getirilmesi zorunluluğu” yaratmamaktadır (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §54). 111. Bu alana ilişkin kurallar, her bir devlete özgü tarihi ve siyasi unsurlara bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin seçim mevzuatlarının öngördüğü durumların çeşitliliği, seçeneklerin ne kadar çok farklı olduğunu göstermektedir. Protokolün 3. maddesinin uygulanması yönünden her seçim sistemi, ilgili ülkenin siyasi gelişimi ışığında değerlendirilmelidir; çünkü bir ülke için kabul edilemeyecek özellikler, bir diğeri için, en azından seçilen sistem, “yasama organı seçimlerinde halkın düşüncesinin özgürce ifade edilmesini” sağladığı sürece, kabul edilebilir olabilmektedir (Py – Fransa, §46). 112. Ayrıca, seçim sistemlerinden bazı durumlarda, bir yandan halkın düşüncesini adil şekilde yansıtmak, diğer yandan yeterli derecede net ve tutarlı bir siyasi iradenin ortaya çıkmasını teşvik edecek düşünce akımlarına yön vermek gibi, bazen birbirleri ile çok da uyumlu olmayan amaçları gerçekleştirmeleri beklendiği unutulmamalıdır. Birinci Protokolün 3. maddesinde, tüm oyların seçim sonuçları açısından aynı önemi haiz ya da tüm adayların eşit derecede galibiyet şansına sahip olması gerektiği öngörülmemektedir. Bu nedenle, hiçbir seçim sistemi “boşa giden oyları” ortadan kaldıramaz (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §54). 113. Seçim barajları hususunda, dava koşullarının mevcut dava koşullarına benzediği Silvius Magnago ve Südtiroler Volkspartei – İtalya kararında (no. 25035/94, 15 Nisan 1996) Komisyon, “Temsilciler Meclisi üyelerinin kalan yüzde 25’lik kısmının seçilmesi için gerekli olan yüzde 4’lük barajın” ve hatta “nispeten yüksek bir baraj belirlemiş olan bir sistemin”, devletlerin söz konusu husustaki geniş değerlendirme yetkisi dahilinde olduğu görüşünü açıklamıştır. Komisyon ayrıca benzer barajların, diğer Avrupa hukuk sistemlerinde de mevcut olduğunu belirtmiştir (Etienne Tete – Fransa, no. 11123/84, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sandalye kazanmak için gereken yüzde 5’lik seçim barajına ilişkin 9 Aralık 1987 tarihli Komisyon kararı, DR 54, sayfa 68). Son olarak, Komisyon, seçim barajlarının yeterince temsil edilen seçmen görüşlerinin öne çıkmasının teşvik etmesi gerektiği kanaatindedir. 114. Federacion nacionalista Canaria – İspanya kararında ([k.k.] no. 56618/00) Mahkeme, Kanarya Adaları Özerk Yönetimi’nde kullanılan nisbi temsil sisteminin bir unsurunu oluşturan seçim barajlarını incelemiştir. Alternatif olarak düzenlenen iki koşul mevcuttur: adaylar, belirli bir ada seçmenlerince kullanılan geçerli oyların en az yüzde 30’unu veya Özerk Yönetimin genelinde kullanılan oyların en az yüzde 6’sını almalıdır. Mahkeme, bu tür bir sistemin, “Başvurucu federasyon tarafından gösterilenlere benzer adayları men etmediğini, aksine daha küçük siyasi gruplara belirli derecede koruma sağladığını” gözlemlemiştir. 850 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar 115. Mahkeme son olarak, milletvekili seçimlerinde uygulanan yüzde 5’lik baraja ilişkin en son kararında (Partija “Jaunie Demokrati” ve Partija “Müsu Zeme” – Letonya, no 10547/07 ve 34049/07, 29 Kasım 2007), yeterince temsili niteliği olan düşünce akımlarını yeterli derecede teşvik etmesi ve mecliste aşırı bölünmeyi engellemesi nedeniyle, ilgili barajın Birinci Protokolün 3. maddesinin gereklerine aykırı olmadığına karar vermiştir. 2. Yukarıda kaydedilen ilkelerin mevcut davada uygulanması 116. Mahkeme, mevcut davada başvurucuların, seçim listesinde bulundukları DEHAP’ın, Şırnak seçmenlerinden aldığı yüzde 45.95’lik oya rağmen, 3 Kasım 2002 milletvekili seçimlerinde TBMM’ye seçilmemeleri nedeniyle Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia ettiklerini belirtmektedir. Ulusal oyların yüzde 6.22’sini alan partilerinin, yüzde 10’luk seçim barajına ulaşamadığını ve bu nedenle, mecliste temsil edilmekten yoksun bırakıldığını ifade etmişlerdir. 117. Mahkeme, ulusal barajın 2839 sayılı Kanun’un 33. maddesinde öngörüldüğünü ve meclisteki sandalyelerin, ulusal düzeyde farklı listeler ve adaylar arasında ne şekilde paylaşılması gerektiğini belirlediğini gözlemlemektedir. Bu, Birinci Protokolün 3. maddesinde öngörüldüğü üzere, başvurucuların seçim haklarına açıkça bir müdahale teşkil etmekte olup, bu hususta taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır. 118. Yukarıda kaydedilen ilkeler ışığında Mahkeme, öncelikle öngörülebilirliği taraflar arasında ihtilafa neden olmayan şikâyet konusu önlemin, meşru bir amaca hizmet edip etmediğini doğrulamalıdır. İkinci olarak, keyfilik olup olmadığını ve kullanılan yollar ile hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin mevcut olup olmadığını tespit etmelidir. Söz konusu iki kriteri uygulayarak, dava konusu sınırlamanın Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamındaki bireysel fikirlerin özgürce ifade edilmesi hakkının özüne zarar verip vermediğine karar vermelidir. (a) Meşru amaç 119. Mahkeme, diğer Sözleşme maddelerinin aksine, Birinci Protokolün 3. maddesinin kısıtlamalar ile gerçekleştirilmesi öngörülebilecek amaçları düzenlemediğini veya sınırlamadığını gözlemlemektedir. Bu nedenle, belirli bir davanın koşullarında belirli bir amaç, hukukun üstünlüğü ilkesine ve Sözleşme’nin genel amaçlarına uygun olması halinde, bu maddeye uygun olabilmektedir. 120. Başvurucular, halkın büyük kısmının mecliste temsil edilmesine ilişkin tercihlerini açıklamasını engellemesi nedeniyle, barajın meşru bir amaca hizmet etmediğini belirtmişlerdir. Hükümet, barajın amacının mecliste aşırı bölünmeyi önlemek ve böylece devletin istikrarını güçlendirmek olduğunu ileri sürerek iddiayı reddetmektedir. 121. Mahkeme’nin seçim sistemlerine ilişkin görevi, milletvekili seçimlerine ilişkin mevzuatın etkisinin, bir takım kişileri ya da grupları ülkenin siyasi hayatına katılmaktan alıkoymak olup olmadığına (Aziz, §28), belirli bir seçim sisteminin yol açtığı tutarsızlıkların keyfi ya da köyüniyetli olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ya da bir sistemin bir siyasi partiye ya da adaya diğerleri aleyhine seçim avantajı sağlayıp sağlamadığına karar vermektir (yukarıda geçen X – İzlanda). 122. Mahkeme, yüksek seçim barajlarının, seçmenlerin bir kısmının temsil edilmesine engel olabileceğini kabul etmektedir. Ancak bu durum tek başına, karar verilmesinde belirleyici değildir. Bu tür seçim barajları, yüksek bir baraj söz konusu olduğunda küçük partilerin zarar görmesine neden olabilse de, bireysel fikirlerin özgürce ifade edilmesine izin verdiği kabul edilen nisbi sisteme gerekli bir düzenleme sağlayabilmektedir (mutatis mutandis, Liberal Party, R ve P – Birleşik Krallık, no 8765/79, Komisyon [k.k.]). 851 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR 123. Türkiye’de yüzde 10’luk baraj, hangi seçim bölgesinde bulunduklarına bakılmaksızın tüm siyasi parti adaylarına fark gözetmeksizin uygulanan genel bir kuraldır. Seçim barajının uygulanmaya başlandığı 1983’den bu yana, çeşitli siyasi çizgilerde yer alan birçok parti, barajı aşamamış ve mecliste temsil edilmemiştir. 3 Kasım 2002 seçimleri bu duruma bir örnektir; yalnızca DEHAP değil, başvurucunun partisi ve birçok parti, özellikle (sırasıyla, kullanılan oyların yüzde 9.54, yüzde 8.36, yüzde 7.25 ve yüzde 5.13’ünü alan) DYP, MHP, GP ve ANAP mecliste sandalye elde edememiştir. 1991 ve 2007’de DEHAP ile aynı siyasi çizgide olan bir grup aday, farklı bir siyasi partiden ya da bağımsız aday olarak meclise girebilmişlerdir. 124. Ayrıca Türk seçim sistemi, birçok üye devletin seçim sistemi gibi, üniter devlet esasına dayanmaktadır. Anayasa’nın 80. maddesine uygun olarak, milletvekilleri “kendilerini seçen bölgeleri ya da kişileri” değil, “bütün ulusu” temsil etmektedirler; bu durum Türk Devleti’nin üniter yapısından kaynaklanmaktadır. Her il, mecliste en az bir milletvekili tarafından temsil edilmektedir. Kalan sandalyeler, şehirlerin nüfusuna göre dağıtılmaktadır; bu nedenle tüm ülke temsil edilmektedir. Burada, ülkenin anayasal yapısından kaynaklanan ve siyasi ve kurumsal kriterlere dayanarak yasakoyucu tarafından yapılmış bir tercih söz konusudur. Türk seçim sistemi bu haliyle, esasen bölgesel olarak yapılanmış partilere, ülkenin geri kalan kısmında kazanılan oylardan bağımsız olarak mecliste temsil imkânı sağlayan bir seçim sistemi benimseme yükümlülüğü getirmeyen Birinci Protokolün 3. maddesine aykırı değildir. Diğer yandan, eğer ilgili mevzuat, bu tür partilerin mecliste temsil edilmesini önlemeyi amaçlıyorsa bu madde bakımından sorun çıkabilir. 125. Son olarak, Sözleşme organları genellikle seçim barajlarının esasen ülke içindeki düşünce akımlarının yeterince temsili olanlarının ortaya çıkmasını teşvik etme amacı güttüğünü kabul etmektedir (Silvius Magnago ve Südtiroler Volkspartei ve Etienne Tete; Partija “Jaunie Demokrati” ve Partija “Müsu Zeme”). Sonuç olarak Mahkeme, söz konusu müdahalenin, mecliste aşırı ve zayıflatıcı bölünmeyi önlemeye ve bu nedenle, hükümet istikrarını kuvvetlendirmeye yönelik meşru bir amacı olduğu yönündeki Daire kararına katılmaktadır. (b) Orantılılık 126. Daire verdiği kararda, Anayasa Mahkemesi’nin 18 Kasım 1995 tarihli kararına atıfta bulunularak, seçim barajının bu haliyle toplum içindeki siyasi alternatiflerin ortaya çıkmasını engelleyemeyeceği için, yüksek olmasına rağmen, ulusal makamların geniş takdir yetkisini aşmadığına kanaat getirmiştir. Başvurucular bu karara itiraz etmişler, Hükümet, ise Mahkeme’den Daire’nin kararını onaylamasını istemiştir. 127. Mahkeme, Türkiye’de uygulanan yüzde 10’luk seçim barajının Avrupa’da uygulanan en yüksek seçim barajı olduğunu gözlemlemektedir. Mahkeme, söz konusu barajın orantısız olmadığını doğrulamak amacıyla öncelikle seviyesini diğer Avrupa ülkelerinde uygulanan barajlarla karşılaştırarak değerlendirecektir. Ardından, düzelticileri ve diğer koruyucuları inceleyecektir. i. Karşılaştırmalı hukuk unsurları 128. Başvurucular, mevcut davaya konu barajın, Avrupa ülkelerinin “ortak demokratik siyasi geleneklerine” uygun olmadığını söylemişlerdir. 129. Mahkeme, seçim barajlarının Avrupa seçim sistemleri içinde kabul gördüğünü ve seçim sistemi ile kullanıldıkları şartlara göre değişen farklı türleri bulunduğunu gözlemlemektedir. Üye devletlerde kabul edilen seçim barajlarının incelenmesi sonucunda, Türkiye haricinde yalnızca üç devletin, yüksek seçim barajı kabul ettiğini anlaşılmaktadır. Lihteynştayn seçim barajını yüzde 8, Rusya Federasyonu ve Gürcistan ise yüzde 7 olarak 852 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar tespit etmişlerdir. Devletlerin üçte biri yüzde 5’lik, on üçü ise daha düşük bir seçim barajı belirlemiştir. Nisbi seçim sistemine sahip diğer devletler baraj uygulamamaktadır. Barajlar da bir partiye ya da koalisyona uygulanmalarına göre değişmekte ve bazı ülkeler bağımsız adaylar için barajlar koymaktadır. 130. Mahkeme ayrıca, Türk ulusal seçim barajının istisnai şekilde yüksek olduğunu ve aşağı çekilmesi gerektiğini ifade eden Avrupa Konseyi organlarının görüşlerine önem vermektedir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, demokraside temsil olgusu ve barajlar arasındaki çözülmez bağı vurgulayan 18 Nisan 2007 tarihli kararında, “yerleşik demokrasilerde genel seçimlerde yüzde 3’ten yüksek seçim barajı olmaması gerektiğine” işaret etmiştir. Bu görüş, Parlamenterler Meclisi’nin 1791 (2007) sayılı tavsiye kararında yinelenmiştir. Ayrıca, Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye’ye ilişkin 1380 (2004) ve 1547 (2007) sayılı kararlarında ve AKPM‘de geçici bir komisyon tarafından hazırlanan “Türkiye’deki genel seçimlere ilişkin görüşler (22 Temmuz 2007)” raporunda Avrupa Konseyi organları Türkiye’nin seçim kanununu, yüzde 10’luk barajı aşağı çekecek şekilde düzenlemesini tavsiye etmiştir. 131. Ancak, seçim barajının etkileri, bir ülkeden diğerine değişiklik gösterebilir ve sistemler, farklı, hatta bazen karşıt siyasi amaçlar güdebilir. Bir sistem, partilerin mecliste adil temsil edilmesine odaklanmışken, bir başka sistem, hükümeti kurmakla görevlendirilen partinin milletvekillerinin mutlak çoğunluğuna sahip olabilmesi için meclisin küçük partilere bölünmesini engellemeyi hedefleyebilir. Bu amaçların hiçbirinin kendi içinde makul olmadığı söylenemez. Ayrıca, barajların oynadığı rol, seviyelerine ve her bir ülkedeki parti sistemine göre değişiklik göstermektedir. Düşük baraj, yalnızca çok küçük grupları dışarıda bırakır ve bu durumda istikrarlı çoğunlukların oluşması zordur; ama parti sisteminde bölünmenin yüksek olduğu durumlarda çok yüksek bir baraj, oyların önemli bir bölümünün temsil edilmemesine neden olur. 132. Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin seçim yasalarında öngörülen durumların çeşitliliği, bu konuya ilişkin muhtemel seçeneklerin çeşitliliğini ortaya koymaktadır. Ayrıca Mahkeme, başvurucuların savunduğu gibi yüzde 5’lik bir seçim barajının üye devletlerin genel uygulamasına daha uygun olduğunu kabul etmekle birlikte, hiçbir seçim barajını, kendisinin de dahil olduğu seçim sistemini göz önüne almadan değerlendiremeyeceği de açıktır. Ayrıca, her seçim yasasının ilgili ülkenin siyasi gelişimi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği daha önceden belirtilmiştir. Bunun nedeni, söz konusu sistem “yasama organı seçiminde halkın iradesinin özgürce ifadesini” garanti ettiği müddetçe, belli bir sistemce kabul edilemez olan detayların bir başka sistem çerçevesinde kabuledilebilir olabileceğidir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt, §54). Mahkeme, bu nedenle tartışma konusu sisteme getirilen düzelticileri ve diğer koruyucuların etkilerini değerlendirmelidir. ii. Düzelticiler ve diğer koruyucular 133. Hükümet, Türk seçim sisteminde seçim barajının olumsuz etkilerini dengeleyecek düzelticiler bulunduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, 22 Temmuz 2007 seçimlerinin teyit etmiş olduğu gibi, bağımsız adaylar olarak seçimlere katılmaları veya partileri DEHAP’ın diğer büyük partilerden biriyle seçim koalisyonu yapması halinde başvurucular, 3 Kasım 2002 seçimlerinde seçilebilirlerdi. 134. Mahkeme, başvurucuların seçim stratejisinin yukarıda kaydedilen türlerine başvurmalarının, kendilerine meclise seçilme şansı verdiği yönündeki Hükümet iddiasına itiraz etmediklerini kaydetmektedir. Ancak başvurucular, temsili demokrasilerde siyasi partilerin önemini vurgulayarak, bağımsız adayların ve kurulan koalisyonların, demokrasinin temel unsurları olan bağımsız siyasi partilerin yerini alamayacağını ileri sürmüşlerdir. 853 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR 135. Bu nedenle Mahkeme, Hükümet’in değindiği seçeneklerin barajın olumsuz etkilerini azaltacak yollar olarak kabul edilip edilemeyeceğine karar vermelidir. 136. Seçimlere bağımsız bir aday olarak katılma olasılığına ilişkin olarak Mahkeme, Daire kararının 71. paragrafında olduğu gibi, partiler tarafından siyasi tartışmaya yapılan yeri doldurulmaz katkıyı vurgulamaktadır. Bu siyasi oluşumlar, bir yandan vatandaşların seçim tartışmasına katılmak için kullanabilecekleri bir araç görevini görürken, diğer yandan da çeşitli siyasi programlara desteğin ifade edileceği bir kürsü görevini görmektedir (mutatis mutandis, Türkiye Birleşik Komünist Partisi ve Diğerleri, §25). Bu nedenle, genellikle yerel olarak konuşlanmış bağımsız adaylar gibi, diğer siyasi aktörlerden ayrılabilmektedirler. Mahkeme, benzer şekilde, Türkiye’de bağımsız adayların güvence parası yatırmalarının istenmesi, isimlerinin sınır kapılarına ve büyük havaalanlarına gönderilen oy pusulalarında yer almaması ve tüm siyasi partiler, televizyon ve radyo reklamına ayrılan sürede kendilerini ifade ederken seçim mesajları yayımlayamamaları gibi, siyasi partilere uygulanmayan bir dizi aleyhte kısıtlamalara ve koşullara maruz kaldıklarını tespit etmektedir. 137. Ancak Mahkeme, bu yöntemin uygulamada etkisiz olduğunun kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Özellikle 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, küçük partiler bağımsız adaylar vasıtasıyla barajın olumsuz etkisinden kurtulmuşlar ve bu yolla mecliste sandalye kazanabilmişlerdir. Örneğin, DEHAP’ın varisi olan DTP mecliste yirmi sandalye kazandıktan sonra bir meclis grubu oluşturabilmiştir. 138. Bu sonuç, esasen muhalefet partilerinin, kendi adları altında kendi adaylarını koymaktansa “bir parti tarafından desteklenen bağımsızlar” olarak adlandırılabilecek bir stratejiye yönelmelerinden kaynaklanmıştır. Bağımsızlara herhangi bir seçim barajı uygulanmaması, yukarıda kaydedilen kısıtlamalara rağmen bu seçim stratejisinin benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Ancak, bir adayın resmi olarak kendi siyasi partisi tarafından desteklenmesi durumu ile karşılaştırıldığında, bu durum kötünün iyisi olarak nitelendirilebilir. 139. Aynı durum, diğer siyasi gruplarla bir seçim koalisyonu oluşturma olasılığı için de geçerlidir. Mahkeme, bu hususta 2839 sayılı Kanun’un 16. maddesinin, partilerin ortak liste sunmalarına ve yasal koalisyonlar oluşturarak genel seçimlere katılmalarına izin vermediğini belirtmektedir. Hükümet’in de belirtmiş olduğu gibi siyasi partiler, bu yasağı aşmalarını sağlayan siyasi bir strateji geliştirmişlerdir. Bu stratejinin kullanılmasının, özellikle 1991 ve 2007 seçimlerinde somut sonuçları olmuştur. 20 Ekim 1991 seçimlerinden önce iki büyük siyasi parti bayrağı altında iki koalisyon oluşturulmuştur. Bu şekilde DEHAP’ın selefi olan HEP’in de dahil olduğu bazı küçük partiler mecliste on sekiz sandalye kazanmışlardır. Aynı seçim stratejisi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de meyvesini vermiştir. 140. Tabii ki 3 Kasım 2002 seçimlerinde verilen oyların yüzde 45.3’ünün (yaklaşık 14.5 milyon oyun) mecliste temsil edilmediği göz önünde bulundurulursa, bu seçim stratejilerinin yalnızca sınırlı bir etkisi olabilmektedir. Daire kararının 73. paragrafında da belirtilmiş olduğu gibi, seçmenlerin bu denli büyük bir kısmının mecliste temsil edilmemesi, demokratik idare ve siyasi sorumluluğun ana unsuru olan ve gerçekten demokratik bir siyasi rejim arzusunu en iyi şekilde yansıtması gereken yasama organının, temsili bir demokraside oynadığı hayati rolle bağdaşmamaktadır. 141. Öte yandan, birçok araştırmacının belirtmiş olduğu gibi Kasım 2002 seçimlerinin, pek çok nedeni olan bir kriz atmosferinde gerçekleştiği belirtilmelidir (ekonomik ve siyasi krizler, depremler, vb). Bu bağlamda, 1999 seçimleri ardından Koalisyon Hükümeti kurmuş olan üç partinin, yüzde 10’luk seçim barajına ulaşamaması ve bu nedenle mecliste temsil edilememeleri önemlidir. 142. Ayrıca, 1983’den bu yana yapılan milletvekili seçimlerinin incelenmesi sonucunda, Kasım 2002 seçimlerinden sonra gözlemlenen temsil yetersizliğinin, esasında kısmen 854 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar bağlamsal olabileceği ve yalnızca yüksek seçim barajına dayalı olmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada söz konusu seçimler hariç, mecliste temsil edilmeyen oyların oranının hiçbir zaman yüzde 19.4’ü geçmediği belirtilmelidir (1987’de yüzde 19.4, 1991’de yüzde 0.5, 1995’te yüzde 14 ve 1999’da yüzde 18). Bu oran, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde yüzde 13.1’e düşmüştür. 143. Sonuç olarak Mahkeme, seçim barajlarının amaçlarından biri olan mecliste bölünmeyi önleme amacına ters düşmesine rağmen, yüzde 10’luk yüksek seçim barajından etkilenen siyasi partilerin, barajların pratikteki etkilerinden bazılarını azaltabilecek stratejiler geliştirdiğini gözlemlemektedir. 144. Mahkeme, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin bu hususa ilişkin rolüne önem vermektedir. 1961 Anayasası’nın yürürlükte olduğu dönemde, Anayasa Mahkemesi kararında demokratik devlet ve çoğulculuk ilkelerini temel alarak, her bir seçim bölgesi içinde “basit baraj” uygulama fikrini reddetmiştir. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra, seçim sistemleri hususunda karar verirken, yasakoyucunun bu hususta sınırsız takdir yetkisi bulunmadığına ve “kişilerin fikirlerini özgürce ifade etmelerini kısıtlamaya yönelik, siyasi hayatı, bir siyasi partinin hegemonyasına sokan ya da çok partili sisteme zarar veren” tedbirler alamayacağına karar vermiştir. 145. Anayasa Mahkemesi, 18 Kasım 1995 tarihli kararında, 1968 içtihadını değiştirerek, şikâyet konusu barajın varlığının esasını, fonksiyonel olmayan ve mecliste aşırı bölünmeyi önleyecek nisbi temsil ilkesine getirilen bir düzeltici olarak incelemiştir. Barajların, “seçme ve seçilme hakkını” kısıtladığını kabul etmekle birlikte, normal ölçüleri aşmadıkları sürece kabul edilebileceklerine hükmetmiş ve yüzde 10’luk seçim barajının, anayasal ilkelere uygun olduğuna karar vermiştir. Diğer yandan, “adil olarak temsil edilme” ilkesine atıfla, iller düzeyinde yüzde 25’lik bir seçim barajı uygulanmasını iptal etmiştir. Bu çerçevede, adil olarak temsil edilme ve hükümet istikrarına ilişkin anayasal ilkelerin, birbirlerini dengeleyecek ve tamamlayacak şekilde bağdaştırılmaları gerektiğini teyit etmiştir. 146. Anayasa Mahkemesi’nin, adil olarak temsil edilme ve hükümet istikrarına ilişkin anayasal ilkeler arasında denge noktasını gözeterek, tartışma konusu seçim barajının aşırı etkilerini önlemek amacıyla yaptığı değerlendirme, söz konusu barajın etkileri nedeniyle, Birinci Protokolün 3. maddesinde öngörülen hakkın esasının ihlal edilmesine karşı bir koruyucu oluşturmaktadır. iii. Sonuç 147. Sonuç olarak Mahkeme, genel olarak yüzde 10’luk seçim barajının aşırı yüksek olduğu kanısındadır. Bu bağlamda, barajın istisnai derecede yüksek seviyesini vurgulayan ve aşağı çekilmesini öneren Avrupa Konseyi organları ile aynı fikirde olup, bu oranın indirilmesini tavsiye etmektedir. Bu baraj siyasi partileri, seçim sürecinin şeffaflığına katkıda bulunmayan taktikler izlemeye mecbur bırakmaktadır. Ancak, mevcut davada Mahkeme, söz konusu seçimlerin kendine özgü siyasi çerçevesi ışığında ve pratikteki etkilerini sınırlayan düzelticiler ve diğer koruyucularla birlikte değerlendirildiğinde, barajın esas olarak başvuruculara Birinci Protokolün 3. maddesi bağlamında tanınan hakkın esasına zarar verdiği hususunda ikna olmamıştır. Bu nedenle, söz konusu madde ihlal edilmemiştir. BU GEREKÇELERLE MAHKEME, Dörde karşı on üç oyla, Birinci Protokolün 3. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir. KARAR VERMİŞTİR. 855 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR 22.12.2009 27996/06 SEJDIC VE FINCI - BOSNA HERSEK [BD] ♦ seçilme yeterliliği (Roman ve Yahudi kökenli kişilere, üç “kurucu halk” grubuna dâhil olmadıkları için yasama meclisine ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olma imkânının tanınmaması) serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık—etnik ve dinsel kimlik nedeniyle farklı muamele (Bosna-Hersek Anayasası başlangıcında iki grup yurttaş ayrımı yapmaktadır, “Kurucu halklar” Boşnak, Hırvat ve Sırp’dır ve “diğerleri” Yahudi, Roman, diğer azınlıklar ve herhangi bir etnik gruba aidiyet beyan etmeyenlerdir, Bosna-Hersek Meclisinin ve Başkanlığın sadece üç kurucu halktan gelen üyelere açık olması) ♦ serbest seçim hakkı— ayrimcılık yasağı DAVANIN ESASI Dayton Barış Antlaşması, Bosna Hersek’teki barış için Dayton’da 21 Kasım 1995 tarihinde hazırlanan ve Paris’te 14 Aralık 1995 tarihinde imzalanan bir Antlaşmadır. Bosna Hersek Anayasası, Barış Antlaşması’nın ekidir. Anayasa, kendisine meşruiyet tanıyacak prosedürler yapılmadan hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Yabancı bir dilde (İngilizce) görüşülen ve yayınlanan Anayasa, ilgili ülkenin resmi dillerinde hiçbir zaman yayınlanmayan tek Anayasa’dır. Anayasa, Bosna Hersek’in devlet olarak hukuki varlığının korunmasını teyid etmekle birlikte kendi iç yapısını değiştirmektedir. Anayasa’ya göre Bosna Hersek iki devletten oluşmaktadır: Bosna Hersek Federasyonu ve Srpska Cumhuriyeti. Dayton Barış Antlaşması, Brcko bölgesindeki devletler arasındaki iç hudut çizgisi ile ilgili sorunu cevapsız bırakmış, ama taraflar bu sorunu mecburi bir hakeme götürmekte anlaşmışlardır (Dayton Barış Antlaşması’na Ek 2’nin V. Maddesi). 5 Mart 1999 tarihli hakem kararı, devletin tamamen egemenlik alanı içine konulan Brcko bölgesini kurmuştur. Anayasanın Giriş bölümü, Boşnakları, Hırvatları ve Sırpları “kurucu halklar” olarak kabul etmektedir. Devlet seviyesinde yetki bölümü ile ilgili anlaşmalar yapılmış ve bu anlaşmalar “kurucu halkların” bir tanesinin temsilcisinin iradesine karşı karar alınmasını imkansız hale getirmiştir. Böylece, asıl çıkarlar adına bir veto, devletler için bir veto, iki meclisli bir sistem (Bosna Hersek Federasyonu’ndan beş Boşnak ve beş Hırvat ve Srpska Cumhuriyeti’nden beş Sırp’tan oluşan bir Millet Meclisi ile) ve Bosna Hersek Federasyonundan bir Boşnak ve bir Hırvat ve Srpska Cumhuriyeti’nden bir Sırp’tan oluşan başkanlık heyeti (daha fazla detay için, bk. §12 ve 22) öngörülmüştür. Başvurucular 1956 ve 1943 yıllarında doğmuşlardır. Başvurucular geçmişte önemli kamu görevlerinde bulunmuşlar ve halen önemli görevlerde bulunmaya devam etmektedirler. Başvurucu Sejdic, halen AGİT’nın Bosna Hersek’teki misyonun Roman kontrolörlüğünü yapmaktadır; Bosna Hersek’in Roman Konseyi’nin (yerel Roman toplumunun yüksek temsilcisi) ve Romanlar için Danışma Konseyi’nin (yerel Roman toplumunu ve yetkili bakanları temsil eden ortak organ) üyesi olarak görev yapmıştır. Başvurucu Finci, halen Bosna Hersek’in İsviçre büyükelçisidir; daha önce değişik görevlerde, özellikle Bosna Hersek’in Dinlerarası Konseyi’nin başkanlığı görevinde ve ulusal kamu hizmeti ajansının şefliği görevinde bulunmuştur. Başvuruculardan biri kendini Roman kökenli, diğeri Yahudi kökenli olarak tanımlamaktadır. “Kurucu halkların” hiçbirine ait olmadıkları için Millet Meclisi (devlet parlamentosunun ikinci meclisi) üyeliğine veya devlet başkanlığına (kurula) aday olma nitelikleri yoktur. Başvurucu Finci, bu durumu 3 Ocak 2007 tarihinde resmen teyit etmiştir. 856 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar İlgili ulusal ve uluslararası hukuk ve uygulama A. Dayton Barış Antlaşması 21 Kasım 1995 tarihinde Dayton’a uzak olmayan (Amerika Birleşik Devletleri) WrightPatterson havaalanında hazırlanan ve 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te (Fransa) imzalanan Dayton Barış Antlaşması, Eski Yugoslavya ile ilgili uluslararası Konferansı’nın ve Diyalog grubunun desteği ile değişik zamanlarda yapılan kırk dört görüşmenin sonucunda ortaya çıkmıştır. Antlaşma 14 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe gitmiştir ve oniki ek içermektedir. 1. Ek 4 (Bosna Hersek Anayasası) Anayasa “Kurucu halklar” (Boşnaklara[1], Hırvatlara veya Sırplara ait olduğunu beyan eden grupları bir araya getirmektedir) ile “diğerleri” (etnik azınlıkların mensupları, herhangi bir gruba ait olmadığını beyan eden şahıslar, örnek olarak çünkü kendi etnik kökeninin dışından evlenen şahıslar, çünkü anne babalarının herbiri farklı etnik kökenden gelenler veya ayrıca farklı nedenler) arasında bir ayrım yapmaktadır. Eski Yugoslavya’da otosınıflandırma sistemine göre, bir gruba ait olma şahısların kendisi tarafından belirlenmekteydi. Dolayısıyla belirli bir dili bilme veya belirli bir dine ait olma gibi herhangi bir kriter istenmemekteydi. İlgili etnik grubun üyeleri tarafından kabul etme zorunluluğu da yoktu. Anayasa, insanların etnik kökenini belirleme konusunda herhangi bir hüküm içermemekteydi. Anayasa’yı kaleme alanlar görünüşe bakılırsa otosınıflandırma sisteminin yeterli olduğunu düşünmüşlerdir. Sadece kurucu haklardan birine ait olduğunu beyan eden şahıslar Millet Meclisine (Ulusal Parlamentonun ikinci meclisi) ve devletin başkanlık (heyetine) aday olabilmektedirler. Bu dava için ilgili Anayasa hükümleri şunlardır : Madde IV “Parlamenterler Meclisi iki meclisten oluşmaktadır : Millet Meclisi ve Temsilciler Meclisi. 1. Millet Meclisi. Millet Meclisi onbeş delegeden oluşmaktadır ; bunların üçte ikisi Federasyondan (beş Hırvat ve beş Boşnak) ve üçte biri Srpska Cumhuriyeti’nden (beş Sırp) oluşmaktadır. a) Federasyon tarafından belirlenen Hırvat ve Boşnak delegeler sırasıyla Federasyon’un Millet Meclisi’ndeki Hırvat ve Boşnak delegelerden seçilmektedir[2]. Srpska Cumhuriyeti’nin delegeleri Srpska Cumhuriyeti Millet Meclisi tarafından seçilmektedir[3]. b) En az, üç Boşnak delegenin, üç Hırvat delegenin ve üç Sırp delegenin etkili katılımı saklı kalmak kaydıyla Millet Meclisi’nin dokuz üyesi çoğunluğu oluşturmaktadır. 2. Temsilciler Meclisi. Temsilciler Meclisi kırkiki üyeden oluşmaktadır ; bunun üçte ikisi Federasyonun toprakları üzerinden ve üçte biri Srpska Cumhuriyeti’nin toprakları üzerinden seçilmektedir. a) Parlamenterler Meclisi’nin kabul edeceği bir seçim yasasının hükümlerine uygun bir şekilde yapılan seçimler sonucunda kendi Bölgeleri (Entité) tarafından doğrudan doğruya seçilirler. Ancak ilk seçimler Genel Çerçeve Antlaşması’nın 3. Ek’ine göre yapılır. b) Temsilciler Meclisi’nde bulunan tüm seçilmiş üyelerin çoğunluğu salt çoğunluğunu oluşturmaktadır. 3. Prosedürler 857 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR a) Her iki meclis, oluşumundan veya seçilmesinden en geç otuz gün içinde Sarayevo’da toplanmaktadır. b) Her Meclis kendi içtüzüğünü oyçokluğuyla kabul eder ve kendi üyeleri arasından bir Sırpı, bir Boşnağı ve bir Hırvatı Başkan, Başkan yardımcısı seçer ve Başkanlık sırayla diğerlerine geçer. c) Her türlü mevzuat için iki meclisin onayı gereklidir. d) Her iki meclisin kararları şahsen hazır bulunan oy kullanan şahısların çoğunluğu ile alınır. Delegeler ve üyeler, her Bölgenin topraklarından gelen oyların en az üçte birini içerecek bir çoğunlukta olması için mümkün olan herşeyi yaparlar. Delegeler ve üyeler her Bölgenin topraklarından gelen oyların en az üçte birini içermiyorsa, Başkan ve Başkan yardımcıları komisyon oluştururlar ve üç gün içinde seçimin teyidini almaya çalışırlar. Başarısızlık durumunda, karşı oyların eşit olmaması ve delegelerin veya Bölgelerin birinin seçilmiş üyelerinin üçte ikisinden fazla olmaması şartıyla kararlar hazır olanların ve oy kullananların çoğunluğuyla alınır. e) Parlamenterler Meclisi’ne sunulan bir karar projesi, yukarıda belirtilen 1 a) bendine uygun olarak seçilen Boşnak, Hırvat veya Sırp delegelerin çoğunluğu tarafından Boşnak, Hırvat veya Sırp halklarının asıl çıkarlarına aykırı olduğu beyan edilebilir. Millet Meclisi tarafından kabul edilebilmesi için, bu proje hazır olan ve oy kullanan Boşnak, Hırvat ve Sırp delegelerin çoğunluğunu gerektirir. f) Boşnak, Hırvat ve Sırp delegelerin çoğunluğu, e) bendi hükümlerinin uygulanmasına karşı çıkarsa, Millet Meclisi’nin Başkanı, uyuşmazlığı çözümlemek için hemen Boşnak, Hırvat ve Sırp delegeler tarafından seçilen üç delegeden oluşan karışık bir komisyonu toplantıya çağırır. Komisyon tarafından sorunun beş gün içinde çözümlenmemesi durumunda, sorun Anayasa Mahkemesi önüne getirilir ve Anayasa Mahkemesi acil bir prosedürle parlementonun prosedürünün uygunluğunu kontrol eder. g) Millet Meclisi’nin feshi, Başkan veya Meclis kararının Boşnak, Hırvat ve Sırp delegelerin en az ikisinin çoğunluğu tarafından kabul edilmesi şartıyla, Meclisin kendisi tarafından karar verilir. Ancak bu Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra ilk seçimlerde seçilmiş Millet Meclisi feshedilemez. h) Parlamenterler Meclisi’nin kararları ancak yayınlanmalarından sonra yürürlüğe girmektedirler. i) Her iki meclis kendi görüşmelerinin tutanaklarını yayınlarlar ve kendi içtüzüklerinde öngörülen istisnai durumlar hariç olmak üzere, görüşmeler halka açıktır. j) Parlamenterler Meclisi kapsamındaki çalışmalarından dolayı, delegelerin ve üyelerin sivil ve cezai sorumluluklarına gidilemez. 4. Yetkiler. Aşağıdaki yetkiler Parlamenterler Meclisi tarafından yerine getirilir : a) Başkanlık kararlarını yerine getirmek için gerekli yasaları yürürlüğe koymak veya bu Anayasa anlamında Meclisin sorumluluklarını yerine getirmek. b) Bosna Hersek kurumlarının işleyişi için ve kendi uluslararası sorumluluklarını yerine getirmek için gerekli kaynaklara ve gelir miktarlarına karar vermek. c) Bosna Hersek kurumlarının bütçesini onaylamak. d) Antlaşmaların onaylanmasını kabul etmek veya etmemek. e) Kendi görevlerini veya Bölgeler tarafından ortak irade ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek için tüm gerekli sorunları çözmek. 858 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Madde V “Bosna Hersek Başkanlığı üç üyeden oluşmaktadır ; Federasyon’un toprakları üzerinde doğrudan doğruya seçilen bir Boşnak ve bir Hırvat’tan ve Srpska Cumhuriyeti’nin toprakları üzerinde doğrudan doğruya seçilen bir Sırp’tan oluşmaktadır. 1. Seçim ve görev süresi a) Parlamenterler Meclisi tarafından kabul edilen bir seçim yasasının hükümlerine uygun olarak Başkanlığın üyeleri her Bölgede (Başkanlık için bir sandalye elde etmek için her seçmen oy kullanmaktadır) doğrudan doğruya seçilmektedirler. Ancak ilk seçim Genel Çerçeve Antlaşması’nın 3. Ek’ine göre yapılır. Başkanlık’taki her boş sandalye, ilgili Bölge tarafından Parlamenterler Meclisi’nin kabul etmesi gereken bir yasaya uygun olarak doldurulur. b) İlk seçimlerde Başkanlığa seçilmiş üyeler bu görevlerinde iki yıllık süre ile kalmaktadırlar ; sonraki üyelerin görev süreleri dört senedir. Üyeler kendi yerlerine seçilebilmek için aday olabilirler et sonradan dört yıllık bir süre için seçilirler. 2. Prosedürler a) Başkanlık, Başkanlığın tüm toplantıları için gerekli olan toplantıya çağırma süresini öngören içtüzüğü belirler. b) Başkanlığın üyeleri kendi aralarından Başkanı seçerler. İlk Başkanlık için, en fazla oyu alan kişi Bakan seçilir. Sonrasında IV §3. maddesinin hükümleri saklı kalmak kaydıyla Parlamenterler Meclisi Başkanı, sırayla ve başka sekilde seçilme yöntemini belirler. c) Başkanlık, Başkanlık tarafından verilen tüm kararların konsensüsle yapılması için çaba sarfeder (yani V §3 a)–c) maddesine bağlı sorunlar ile ilgili kararları). Ancak, sonraki d) bendindeki hükümler saklı kalmak kaydıyla ve konsensüs ile ilgili tüm çabalar başarısızlıkla sonuçlanırsa, bu kararlar iki üye tarafından kabul edilirler. d) Azınlıkta kalan Başkanlık üyesi, ilgili itiraz kararının kabulünü takiben üç gün içinde itirazını sunması şartıyla, bir Başkanlık kararının bu üyeyi seçen Bölgenin asıl çıkarlarına aykırı olduğunu beyan edebilir. Eğer bu beyan Srpska Cumhuriyeti topraklarını temsil eden üye tarafından yapılırsa, karar hemen Srpska Cumhuriyeti Milli Meclisi’ne sunulur; eğer bu beyan Boşnak delege veya Hırvat delege tarafından yapılırsa, karar hemen Federasyon Millet Meclisi’ne sunulur. Başvurulduktan on gün içinde bu beyan şahısların üçte iki oyuyla kabul edilmesi ihtimalinde, Başkanlık kararı etki ortaya çıkarmaz. 3. Yetkiler. Başkan aşağıdaki konulardan sorumludur ; a) Bosna Hersek’in dış politikasını yürütmek. b) Uluslararası ilişkilerde büyükelçileri ve Bosna Hersek’i temsil eden diğer temsilcileri atamak; bunların en fazla üçte ikisi Federasyon topraklarından gelebilir. c) Bosna Hersek’i Avrupa ve uluslararası kurumlarda ve organizasyonlarda temsil etmek ve Bosna Hersek’in üye olmadığı kurumlara ve organizasyonlara üyeliğini istemek. d) Bosna Hersek’in antlaşmalarını görüşmek, bunlara itiraz etmek ve Parlamenterler Meclisi’nin onayıyla bunları kabul etmek. e) Parlamenterler Meclisi’nin kararlarını uygulamaya koymak. f) Parlamenterler Meclisi’nin yıllık bütçesini, Bakanlar Kurulu’nun önerisi üzerine önermek. 859 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR g) Parlamenterler Meclisi’nin talebi üzerine en azından yılda bir defa, Başkanlığın harcamaları ile ilgili olarak Parlamenterler Meclisi’ne hesap vermek. h) Bosna Hersek’teki uluslararası organizasyonlar ve uluslararası hükümet dışı kuruluşlar ile gerekli kordinasyonu sağlamak. i) Kendi sorumluluklarını, Parlamenterler Meclisi tarafından kendisine verilen sorumlulukları veya Bölgelerin kabul ettiği sorumlulukları yerine getirmek için her türlü muhtemel gerekli görevleri yerine getirmek.” 13. Buradaki ilgili anayasal uzlaşmalar, ilerde Dayton Barış Antlaşmasını içerecek ilke antlaşmasında bulunmamaktadır (bkz., 26 Eylül 1995 tarihli yeni ilke antlaşmasının 6.1 ve 6.2 paragrafları). Görünüşe bakılırsa, uluslararası arabulucular, çatışmaya taraf bazı kesimlerin baskıcı ısrarları üzerine bu uzlaşmaları, çekingenerek ileriki bir aşamada kabul etmişlerdir (bkz Nystuen[4], Achieving Peace or Protecting Human Rights: Conflicts between Norms Regarding Ethnic Discrimination in the Dayton Peace Agreement, Martinus Nijhoff yayınları, 2005, s. 192, ve O’Brien[5], The Dayton Agreement in Bosnia: Durable Cease-Fire, Permanent Negotiation, in Zartman and Kremenyuk (yayınevi), Peace versus Justice: Negotiating Forward- and Backward-Looking Outcomes, Rowman & Littlefield yayınları, 2005, s. 105). 14. İlgili anayasal hükümlerin çok açık bir şekilde insan haklarına aykırı olduğunun farkında olan uluslararası arabulucular, Anayasa’yı dinamik bir belge yapmanın ve ilgili anayasal mekanizmaların zamanla kaybolması ihtimalini öngörmenin özellikle önemli olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle arabulucular Anayasa’ya II §2. maddesini yerleştirmişlerdir (bkz., Nystuen, yukarıda adı geçen eser, s. 100). Bu hüküm şu şekilde düzenlenmiştir : “İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nde ve Protokolleri’nde düzenlenen haklar ve özgürlükler Bosna Hersek’te doğrudan doğruya uygulanırlar. Bunlar, tüm hukuktan üstündür.” Bosna Hersek Anayasa Mahkemesi U 5/04 sayı ve 31 Mart 2006 tarihli ve U 13/05 sayı ve 26 Mayıs 2006 tarihli kararlarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Anayasa’dan üstün olmadığına karar vermiştir ; buna karşın AP 2678/06 sayı ve 29 Eylül 2006 tarihli kararında farklı bir sonuca varmıştır. Söz konusu kararda Anayasa Mahkemesi, davacının etnik kökeninden dolayı Bosna Hersek Başkanlığı’na aday olamaması konusunda ayrımcılık ile ilgili bir şikayeti çözümlemeye davet edilmiştir (Srpska Cumhuriyeti’nden bir Boşnak söz konusu idi). Anayasa Mahkemesi davayı esastan reddetmiştir. Çoğunluk kararının ilgili bölümü şu şekildedir (bu metin Anayasa Mahkemesi tarafından sunulan İngilizce olan kararın çevirisidir) : “18. Davacılar haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedirler ve Avrupa Sözleşmesi’nde ve Protokolleri’nde düzenlenen hakların ve özgürlüklerin Bosna Hersek’te doğrudan doğruya uygulandığını ve bunların tüm hukuktan üstün olduğunu belirtmektedirler. İlgililer Ilijaz Pilav’ın Bosna Hersek Başkanlığı’na adaylığının reddedilmesinin kendi ulusal/ etnik kökenine dayandığını ve burada, tüm haklardan yararlanma herhangi bir nedenle ve özellikle ulusal/etnik kökenine dayanılarak bir kamu makamı tarafından hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlandığını güvence altına alan Sözleşme’ye ek 12 Nolu Protokolün 1. maddesine aykırılık görmektedirler. (...) 22. Bosna Hersek Anayasası’nın V. madde metninin ve 2001 tarihli seçim yasasının 8. madde metninin sınırlayıcı nitelikte olduğuna kimse itiraz edememektedir çünkü bu hükümler, Srpska Cumhuriyeti’nde bulunan Boşnakların ve Hırvatların ve Bosna Hersek Federasyonu’nda bulunan Sırpların medeni hakları ve özellikle Bosna Hersek 860 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Başkanlığı’na aday olma hakkını sınırlamaktadır. Ancak, bu hükümlerin amacı, Başkanlığın kurucu olan bu halkların herbirinin temsilcilerinden oluşmasını güvence altına alacak şekilde kurucu halkların durumunu güçlendirmektedir. Bosna Hersek’te halihazırda varolan durum dikkate alındığında, başvurucuların adaylıklarının Srpska Cumhuriyeti’nde seçilen Sırplar gibi dikkate alınmayacağını öngören Anayasa’daki ve 2001 tarihli seçim yasasındaki sınırlama bugün meşrudur çünkü bu muamelenin objektif haklılığı bulunmaktadır. Dolayısıyla Bosna Hersek’te halihazırda varolan durum ile bu devletin anayasal düzeninin özel niteliği dikkate alındığında ve yürürlükteki anayasal ve yasal hükümler gözönünde bulundurulduğunda, Bosna Hersek Mahkemesi’nin ve Merkez Seçim Kurulu’nun ilgili kararları, Sözleşme’ye Ek 12 Nolu Protokolün 1. maddesi ile Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 25. maddesini ihlal etmemişlerdir, çünkü verilen söz konusu kararlar keyfi değildir ve hukuka dayanmaktadırlar. Bu durum, ilgili kararların meşru amaca yönelik olduğu, mantıklı gerekçelere dayandığı ve davacıların üzerine ağır bir yük getirmediği anlamına gelmektedir. Davacıların haklarına getirilen sınırlamalar varılan barışın ve diyaloğun korunması olan kamu çıkarının amaçları ile orantılıdır. Dolayısıyla Bosna Hersek Anayasası’ndaki ve 2001 tarihli seçim yasasındaki hükümlerin değiştirilmesine imkan veren şartlar yaratılmamıştır.” 15. Anayasa’ya yapılan değişiklikler konusunda, Anayasa’nın 10. maddesi şu şekildedir : “1. Prosedür. Bu Anayasa Temsilciler Meclisi’nde şahsen hazır bulunan oy kullananların üçte ikisinin çoğunluğuyla Parlamenterler Meclisi’nin kararıyla ancak değiştirilebilmektedir. 2. İnsan hakları ve temel özgürlükler. Bu Anayasa’ya yapılacak hiçbir değişiklik, Anayasa’nın II. maddesinde belirtilen hakları veya özgürlükleri ortadan kaldıramaz veya sınırlayamaz ve bu bendin hükümlerini değiştiremez.” 26 Mart 2009 tarihinde Parlamenterler Meclisi, ilk defa yukarıda belirtilen prosedüre uygun olarak Anayasa’yı değiştirmiştir. Söz konusu değişiklik Brčko Bölgesi’nin statüsü ile ilgilidir. 2. Ek 10 (Barış Antlaşması’nın uygulanmasının sivil yönleri ile ilgili Antlaşma) 16. Barış Antlaşması’nın uygulanmasının sivil yönleri ile ilgili Antlaşma, Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII Bölümüne dayanılarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayı ile barış sürecine aktif olarak devletlerin resmi olmayan grubu (barışı uygulama Konseyi olarak adlandırılır) tarafından kabul edilen Bosna Hersek’in uluslararası idarecisi olan Yüksek Temsilci’nin görevini belirlemektedir (bkz., Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1031 sayı ve 15 Aralık 1995 tarihli kararı). 17. Yüksek Temsilci’nin yetkilerinin geniş olması kabul edilmektedir (bkz., Berić ve diğerleri/Bosna Hersek (kabuledilebilirlik üzerine karar) nos 36357/04 ve diğerleri, CEDH 2007-XII). Yüksek Temsilci normal yasal düzenlemelerin ve Bölgelerin Anayasalarının değiştirilmesini defalarca dayatmıştır (Anayasa’dan farklı olarak Bölgelerin Anayasaları, Dayton Barış Antlaşması’nın parçası değiller). Ancak, devletin Anayasası’nın değiştirilmesini dayatıp dayatamayacağı sorunu daha az açıktır. Dayton Barış Antlaşması bu konuda herhangi bir hüküm içermemektedir ama devletin Anayasası’nda varolan bir kelime hatası ile ilgili bir olay, bu soruna negatif cevap vermek gerektiğini göstermektedir. Dayton Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden aylarca sonra, görüşmelere katılan birçok uluslararası hukukçu, Anayasa’nın V §2 c) maddesine yapılan göndermenin yanlış olduğunu farketmiştir (metnin V §3 a)-e) maddesine gönderme yapması gerekirken III §1 a)-e) maddesine gönderme yapmıştır). Kasım 1996 tarihinde Yüksek Temsilci Sayın Bildt, Amerika Dışişleri Bakanı Sayın Christopher’a bir mektup göndermiştir ve bu mektupta Dayton Barış Antlaşması’na 10 Ek’indeki hatanın düzeltilmesi önerisinde bulunmuştur. 861 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR Sayın Christopher, Yüksek Temsilci Sayın Bildt’in görevinin devletin Anayasası’nı kapsamadığını belirtmiştir (bkz., onların mektuplarının metinleri için Nystuen, yukarıda adı geçen eser, ss. 80-81). Kısa süre sonra, hata formel bir kararla düzeltilmiştir : Yüksek Temsilci sadece Bosna Hersek Başkanı’nı bilgilendirmiştir ve Devlet Anayasası’nın düzeltilmiş halini yayınlamıştır. Bu dava ile ilgili unsur, Yüksek Temsilcilerin yetkilerinin Devlet Anayasası’nı kapsamadığı konusudur. Bu durumun teyidini Yüksek Temsilci sıfatıyla Lord Ashdown’un Venedik Komisyonu önünde yaptığı konuşmada bulabiliriz (bkz., Venedik Komisyonu’nun 3 Kasım 2004 tarihli 60. toplantı raporu, CDL-PV(2004)003, s. 18). Söz konusu konuşma özellikle şu bölümü içermektedir : “Eğer Bosna Hersek, Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya üye olmak istiyorsa, işleyen bir devlet olduğunu zorunlu olarak göstermesi gerekiyor. Bosna Hersek’te politik kesimin üyeleri şimdiden bir seçim yapmakla karşı karşıya olduklarını farkediyorlar : halihazırdaki Anayasa’yı koruyup bunun ekonomik, sosyal ve politik alandaki sonuçlarına katlanmak veya kurumları işleyen Bosna Hersek’in refah ve istikrarlı bir ülke olması için ve Avrupa Birliği’ne girebilmesi için Anayasa’ya gerekli değişiklikleri yapmak. Bana göre, Bosna Hersek halkı Anayasa’nın kendi güvenlikleri ve refahları için engel olmasını istemeyecektir. Ama biz bu engeli onların yerine kaldırabiliz. Barışı uygulama Konseyi ve biribirini izleyen Yüksek Temsilciler (ben dahil olmak üzere) aynı pozisyonu savunmuşlardır : eğer taraflar Dayton Antlaşmaları’na saygı gösteriyorlarsa (ve bu konuda Srpska Cumhuriyeti’nin Lahey Mahkemesi ile işbirliği sorunu devam eder), Bosna Hersek Anayasası Bosna Hersek Parlamenterler Meclisi tarafından (ve uluslararası toplum tarafından değil) öngörülen prosedüre uygun olarak değiştirilebilir. Başka bir deyişle, Dayton Antlaşmaları’na saygı gösterilmesi şartıyla, Yüksek Temsilci’nin yetkileri bu Antlaşmalar sürdüğü süre içinde devam etmektedir ve Dayton Antlaşmaları’nın metinlerinde öngörülen anayasal düzende değişiklik yapmaya karar vermek Bosna Hersek halkına ve seçilmiş temsilcilerine aittir.” B. 2001 tarihli seçim yasası 18. 2001 tarihli seçim yasası (19 Eylül 2001 tarih ve 23/01 sayılı Bosna Hersek Resmi Gazetesi’nde yayınlanan ; değişiklikler şu Resmi Gazeteler’de yayınlanmıştır : 7/02 sayı ve 10 Nisan 2002, 9/02 sayı ve 3 Mayıs 2002, 20/02 sayı ve 3 Ağustos 2002, 25/02 sayı ve 10 Eylül 2002, 4/04 sayı ve 3 Mart 2004, 20/04 sayı ve 17 Mayıs 2004, 25/05 sayı ve 26 Nisan 2005, 52/05 sayı ve 2 Ağustos 2005, 65/05 sayı ve 20 Eylül 2005, 77/05 sayı ve 7 Kasım 2005, 11/06 sayı ve 20 Şubat 2006, 24/06 sayı ve 3 Nisan 2006, 32/07 sayı ve 30 Nisan 2007, 33/08 sayı ve 22 Nisan 2008 ve 37/08 sayı ve 7 Mayıs 2008) 27 Eylül 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İlgili hükümleri şu şekildedir : Madde 1.4 §1 “Bu yasaya uygun olarak onsekiz yaşına varan (18) tüm Bosna Hersek vatandaşlarının oy kullanma ve seçilme hakları vardır.” Madde 4.8 “Seçimlerde aday listelerine kabul edilmek için bir bağımsız aday Merkez Seçim Komisyonu’na en azından aşağıdaki hususları seçimlere katılım talebine eklemesi gerekmektedir : 1. Bosna Hersek Başkanlık seçimlerinde oy kullanmak için kayıtlı olan bin beşyüz kişinin imzası (1 500 imza); (...)” 862 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Madde 4.19 §5-7 “Her aday listesi, yazılı şahısların isimlerini ve soyisimlerini, kimlik kişisel numaralarını (JMBG numarası), onların daimi adreslerini, hangi kurucu halklardan birine veya “diğer” gruplara ait olduklarını, geçerli olan kimlik numaralarını, bu kimliğin verildiği yeri ve [bağlı oldukları] siyasi partinin genel başkanının veya koalisyon durumunda siyasi parti genel başkanlarının imzasını içermektedir. Her adayın listeye, adaylığı kabul beyanını, bu yasanın 1.10 §1(4) maddesindeki engel hali olmadığını teyid eden beyanı ve bu yasanın 15.7 maddesi anlamında malvarlığını belirten bir beyanı eklemesi gerekmektedir. Bu beyanların asıllarına uygun olduğunun belgelenmesi gerekmektedir. Bir önceki paragrafta belirtilen hangi kurucu halklardan birine veya “diğer” gruplara ait olma konusundaki beyanın, seçmen veya idari görev hakkının yerine getirilmesi için kullanılmaktadır. Bu beyan adayın bağlı olduğu seçim bölgesi için istenmektedir. Adayların hangi kurucu halklardan birine veya “diğer” gruplara ait olma konusundaki beyanda bulunmama hakları vardır. Ancak, böyle bir beyanın yokluğu, böyle bir beyanın zorunlu olduğu seçimle ilgili veya idari bir görev alma konusunda feragat anlamına gelir.” Madde 8.1 “Bosna Hersek Başkanlığı’nın Bosna Hersek Federasyonu’nun topraklarından – bir Boşnak ve bir Hırvat – seçilen üyeleri, Bosna Hersek Federasyonu’nun merkez seçim kayıtlarında kayıtlı ve oy vermeye çağrılan seçmenler arasından seçilirler. Bosna Hersek Federasyonu’nun merkez seçim kayıtlarında kayıtlı ve oy vermeye çağrılan bir seçmen, başkanlık için ya Boşnak üye için ya da Hırvat üye için oy kullanabilir, ikisi için oy kullanamaz. Aynı kurucu halkın adaylar arasında kullanılan oyların en yüksek oranını elde eden Boşnak aday ve Hırvat aday seçilmiş sayılırlar. Srpska Cumhuriyeti’nin – bir Sırp – Bosna Hersek Başkanlığı üyesi Srpska Cumhuriyeti’nin merkez seçim kayıtlarında kayıtlı ve oy vermeye çağrılan seçmenler arasından seçilir. Kullanılan oyların en yüksek oranını elde eden aday seçilmiş sayılır. Bosna Hersek Başkanlığı üyelerinin görev süresi dört (4) senedir.” Madde 9.12 a “Bosna Hersek Federasyonu’nun Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Boşnak ve Hırvat delegeleri, duruma göre, Millet Meclisi’nde bulunan Bosna Hersek Federasyonu’nun Hırvat delegeler grubu veya Boşnak delegeler grubu tarafından seçilirler. Bosna Hersek Federasyonu’nun Millet Meclisi’ndeki Boşnak ve Hırvat delegeleri, sırasıyla kendi kurucu halklarının delegelerini seçerler. Bosna Hersek Federasyonu’nun Millet Meclisi’ndeki Sırp delegeler ve “diğer” grupların delegeleri, Bosna Hersek Federasyonu’nun Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Boşnak ve Hırvat delegelerinin seçimine katılmazlar. Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Srpska Cumhuriyeti’nin üyeleri (beş Sırp), Srpska Cumhuriyeti’nin Millet Meclisi tarafından seçilirler. Srpska Cumhuriyeti’nin Millet Meclisi’nde bulunan Boşnak ve Hırvat delegeler ile “diğer” grupların delegeleri, Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Srpska Cumhuriyeti’nin üyelerinin seçimine katılırlar.” Article 9.12 c “Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Boşnak ve Hırvat delegelerin, her politik Bölgenin Boşnak delegeler grubunda veya Hırvat delegeler grubunda temsil edilecek şekilde 863 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR seçilmesi gerekmektedir. Bosna Hersek Federasyonu’nun Millet Meclisi’ndeki Boşnak delegeler grubunun her delegesinin veya Hırvat delegeler grubunun her delegesinin, Bosna Hersek Millet Meclisi’ne Boşnak delegeler listesinde veya Hırvat delegeler listesinde bir veya birden fazla kişinin isminin geçmesini isteme hakkı vardır. Her liste, Bosna Hersek Millet Meclisi’ne seçilmesi gereken delegelerden daha fazla aday içeremez.” Artıcle 9.12 e “Bosna Hersek Millet Meclisi’ndeki Srpska Cumhuriyeti’nin üyelerinin seçimi, Srpska Cumhuriyeti’nin Millet Meclisi’ndeki her siyasi partinin veya delegenin Bosna Hersek Millet Meclisi’ne aday Sırp delegeler listesinde bir veya birden fazla kişinin isminin geçmesini isteme hakkı olacak şekilde yapılır. Her liste, Bosna Hersek Millet Meclisi’ne seçilmesi gereken delegelerden daha fazla aday içeremez.” C. Birleşmiş Milletler 19. Birleşmiş Milletler kapsamında 21 Aralık 1965 tarihinde kabul edilen Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, Bosna Hersek için 16 Temmuz 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme’nin birinci maddesinin ilgili bölümleri şu şekildedir : “Bu Sözleşme anlamında “ırk ayrımcılığı” terimi, siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamına gelmektedir.” 5. maddenin ilgili bölümleri şu şekildedir : “Sözleşme’nin 2. maddesinde sayılan temel yükümlülüklere uygun olarak, Taraf Devletler her şekliyle ırk ayrımcılığını yasaklamak ve ortadan kaldırmak ve ırk, renk ya da ulusal veya etnik köken ayrımı yapmaksızın, özellikle aşağıdaki haklardan yararlanmada herkesin kanun önünde eşitlik hakkını garanti altına almak taahhüdünde bulunurlar : (...) c) Siyasi haklar, özellikle evrensel ve eşit oy hakkı temelinde seçimlere katılmak -seçme ve seçilme-, hükümette ve her düzeyde kamu yönetiminde yer almak ve kamu hizmetlerine eşit koşullarda girme hakkı ; (...)” Bu Sözleşme’nin uygulanmasını denetleyen bağımsız organ olan Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi tarafından Bosna Hersek ile ilgili “Sonuç Gözlemleri” özellikle şu bölümü içermektedir (11 Nisan 2006 tarihli belge, CERD/C/BIH/CO/6, §11) : “Komite çok ciddi bir şekilde ulusal Anayasa’nın IV. ve V. maddelerine göre, sadece belirli bir gruba ait şahısların, yasaya göre Bosna Hersek’in kurucu halklarından (yani Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar) birinin çoğunlukta olduğu bir Bölgede (yani Boşnak ve Hırvatların Bosna Hersek Federasyonu’nda ve Sırpların Srpska Cumhuriyeti’nde) Bosna Hersek Millet Meclisi’ne ve üçlü Bosna Hersek Başkanlığı’na aday olabilmesinin kendisini yüksek derecede kaygılandırdığını belirtmektedir. Dolayısıyla varolan hukuki yapı, Millet Meclisi’nden ve Başkanlık’tan kendisine “diğer” gruplara ait olarak tanımlayanları, yani ulusal azınlıklara veya Bosna, Hırvat ve Sırp olmayan etnik gruplara ait olan 864 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar şahısları safdışı bırakmaktadır. Her ne kadar Taraf Devlet’in asıl politik kurumlarının üç partili yapısı bunu haklı gösterebilse de, hatta bu durum silahlı çatışmalar sonucunda barışın tesisi için ilk başta gerekli olsa da Komite, bazı etnik grupları kayıran ve onlara tercihler ve öncelikler sunan hukuki hükümlerin Sözleşme’nin 1 ve 5 c) maddeleriyle uyumlu olmadığını kaydetmektedir. Komite ayrıca, varolan tercihlerin ve önceliklerin olmasını haklı kılan şartların ortadan kalktığının doğru olduğunu belirtmektedir (maddeler 1 4) ve 5 c)). Komite, Taraf Devletin etnik kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların eşit şartlarda oy kullanma ve aday olma haklarının kullanımı için ulusal Anayasa’nın ve seçim yasasının değiştirilmesi yönünde ciddi bir şekilde çağrıda bulunmaktadır.” 20. Birleşmiş Milletler kapsamında 16 Kasım 1966 tarihinde kabul edilen Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Bosna Hersek için 6 Mart 1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Sözleşme’nin ilgili hükümleri şu şekildedir : Madde 2 §1 “Bu Sözleşme’ye Taraf her Devlet, bu Sözleşme’de tanınan hakları ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya diğer bir fikir, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın, kendi toprakları üzerinde bulunan ve egemenlik yetkisine tabi olan bütün bireyler için güvence altına almayı bu ve haklara saygı göstermeyi taahhüt eder.” Madde 25 “Her vatandaş, bu Sözleşme’nin ikinci maddesindeki ayrımlara ve makul olmayan sınırlamalara tabi tutulmaksızın aşağıdaki haklara ve imkanlara sahiptir : a) Doğrudan veya seçilmiş temsilciler aracılığıyla kamu hizmetlerine katılma ; b) Seçmenlerin iradelerini serbestçe ifade etmeleri güvence altına alan, gizli olarak oy verildiği, genel ve eşit oya dayanan ve belirli aralıklarla yapılan dürüst seçimlerde oy kullanma ve seçilme ; c) Genel eşitlik şartları içinde kendi ülkesinin kamu hizmetlerine girme.” Madde 26 “Herkes, hukuk önünde eşittir ve hiç bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın hukuk tarafından eşit olarak korunma hakkına sahiptir. Hukuk bu alanda her türlü ayrımcılığı yasaklar ve herkese ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statü ile yapılan ayrımcılığa karşı etkili ve eşit koruma sağlar.” Bu Sözleşme’nin uygulanmasını denetleyen bağımsız uzmanlardan oluşan organ olan İnsan Hakları Komitesi tarafından Bosna Hersek ile ilgili “Sonuç Gözlemleri” özellikle şu bölümü içermektedir (22 Kasım 2006 tarihli belge no CCPR/C/BIH/CO/1, §8) : “Komite, 26 Nisan 2006 tarihinde Anayasa’nın değiştirilmesinin reddedilmesinden sonra, Anayasa’nın ve devletin seçim yasasının “diğer” grupların devletin kurucu halklarından (Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar) birine ait olmayan şahısların Bosna Hersek Millet Meclisi’ne ve üçlü Bosna Hersek Başkanlığı’na seçimi konusunda safdışı bırakmasından dolayı ciddi şekilde kaygı duymaktadır (maddeler 2, 25 et 26). Etnik kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların eşit bir şekilde Sözleşme’nin 25. maddesindeki hakları eşit olarak kullanımını güvence altına alacak bir seçim 865 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR sistemini uygulamaya koymak için Taraf Devlet’in, şeffaf bir şekilde ve tüm tarafları kapsayacak şekilde geniş bir katılım temelinde anayasal reform ile ilgili tartışmaları açması gerekmektedir.” D. Avrupa Konseyi 21. 24 Nisan 2002 tarihinde Avrupa Konseyi’ne üye olan Bosna Hersek özellikle, “Hukuk ile Demokrasi için Avrupa Konseyi Komisyonu (Venedik Komisyonu) ile birlikte ve Avrupa Konseyi’nin ilkeleri ışığında bir yıllık süre içinde seçim yasasını gözden geçirme ve gerektiğinde değiştirme” konusunda taahhütte bulunmuştur (bkz., Bosna Hersek’in Avrupa Konseyi’ne üyeliği ile ilgili görüş 234 (2002), 22 Ocak 2002 tarihinde Parlamenterler Meclisi tarafından kabul edilmiştir, §15 iv) b)). Sonrasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Bosna Hersek’e adaylığının kabulü sırasında kabul edilen bu yükümlülüğü hatırlatmıştır ve “etnik kökene dayalı temsilin yerine vatandaşlık ilkesine dayalı bir temsili koyarak “diğerlerinin” maruz kaldığı anayasal ayrımcılığı ortadan kaldırmak” için, Bosna Hersek’i Ekim 2010 tarihinden önce yeni bir Anayasa’yı kabul etmeye davet etmiştir (23 Haziran 2004 tarihli karar 1383 (2004), §3 ; 29 Haziran 2006 tarihli karar, 1513 (2006), §20 ; ve 30 Eylül 2008 tarihli karar, 1626 (2008), §8). 22. Anayasal sorunlarla ilgili Avrupa Konseyi’nin danışma organı olan Venedik Komisyonu, kendi çapında, bu konuda birçok görüş sunmuştur. Bosna Hersek’teki anayasal durum ve Yüksek Temsilci’nin yetkileri konusundaki görüşü (11 Mart 2005 tarihli belge, CDL-AD(2005)004) şu bölümleri içermektedir : “1. 23 Haziran 2004 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 1384 sayılı “Bosna Hersek’teki demokratik kurumların güçlendirilmesi” ile ilgili kararını kabul etmiştir. Bu kararın 13. paragrafı, Venedik Komisyonu’ndan Bosna Hersek’teki birçok anayasal sorunun incelemesini istemektedir. (...) 29.[Bosna Hersek] ağır ekonomik problemlerle karşı karşıya olan ve Avrupa ile bütünleşmeyi arzu eden geçiş aşamasında olan bir ülkedir. Ülke bu durumdan doğan zorluklarla ancak güçlü ve etkili bir hükümetle çıkabilir. Ancak devlet organlarının işleyişi ile ilgili anayasal kurallar güçlü bir hükümeti oluşturacak şekilde görünmemektedir, ama bu kurallar çoğunluğun diğer gruplar için zararlı olabilecek kararlar almasını engellemektedir. Bu çatışmalı ortamda sadece çoğunluk ilkesine dayanarak devletin işlemesi için etnik gruplar arasında güvenin olmamasını (ve halen de yok) anlayabiliriz. Bu durumda, tüm asıl gruplara, yani [BOSNA HERSEK’teki] kurucu halklara, anayasal kuralları kabul etmeye ve kendilerini bu kurallarla güvende hissetmeye imkan verecek belirli güvenceleri bulmak önemlidir. Dolayısıyla, [Bosna Hersek] Anayasası, sadece kendi çıkarlarına denk düşen yer bakımından uygulanan hükümler yoluyla değil ama aynı zamanda devlet organlarının oluşumunda ve bu organların işleyişi ile ilgili kurallar yoluyla kurucu halkların çıkarları korumayı sağlamaktadır. Bu durumda, bir taraftan tüm kurucu halkların çıkarlarını korumanın gerekliliği ve diğer taraftan, etkili bir hükümetin varlığının gerekliliği arasında dengeyi en iyi şekilde kurmak gerekmektedir. Ancak [Bosna Hersek] Anayasası kurucu halkların çıkarlarını güvence altına almak için birçok hüküm içermektedir : asıl çıkarlar adına Palamenterler Meclisi’nde oy kullanma, iki meclisli sistem ve etnik kökene dayalı toplu Başkanlık. Bu hükümlerin bir arada olmasının etkisi, etkili olmak isteyen bir hükümetin işini zorlaştırmaktadır, hatta imkansız hale getirmektedir. Şimdiye kadar, Yüksek Temsilci tarafından yerine getirilen önemli rolden dolayı sistem iyi veya kötü bir şekilde işledi. Ancak bu rol süreyle belirtilmemiştir. Asıl çıkarlar adına veto 866 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar 30. Kurucu halkların çıkarlarına aykırı olabilecek bir kararı her ne olursa olsun engellemek için oluşturulan en önemli mekanizma, asıl çıkarlar adına vetodur. Eğer Millet Meclisi’ndeki Boşnak, Hırvat veya Sırp temsilcilerin çoğunluğu, parlamenterler Meclisi’ne sunulan bir karar projesinin kendi halklarının asıl çıkarlarına aykırı olduğunu beyan ederlerse, bu kararın onaylanması için Boşnak, Hırvat veya Sırp temsilcilerin çoğunluğu bu karar lehine oy kullanmak zorundalar. Bir başka halkın temsilcilerinin çoğunluğu bu hükmün uygulanmasına karşı çıkabilir ; bu durumda uzlaşma prosedürü öngörülmüştür ve son olarak Anayasa Mahkemesi uygulanan prosedürün uygunluğu konusunda beyanda bulunur. Asıl çıkarlar adına vetonun tanımını veren (çok geniş [10]) Bölgelerin anayasalarından farklı olarak Anayasa’nın, bu kavramın tanımını yapmamasının gözlemlenmesi ilginçtir. 31. Bu prosedürün karar alma sürecini bloke etme riskini taşıdığı açıktır ve bu durum birçok muhattap tarafından teyid edilmiştir. Diğerleri bu riskin çok abartılmaması gerektiğini çünkü bu prosedürün çok nadir uygulandığını ve 25 Haziran 2004[11] tarihli kararında Anayasa Mahkemesi’nin bu kavramı yorumlamaya başladığını savunmaktadırlar. Gerçekten de karar, Mahkeme’nin asıl çıkarların parlamentonun her üyesinin taktirine bırakılacak tamamen subjektif ve Mahkeme’nin kontrolünden muaf olan bir kavram olduğu kanaatinde olmadığını göstermektedir. Tam tersine Mahkeme asıl çıkarlar adına vetoya başvurmayı haklı kılan argümanları incelemiştir, bir argümanı kabul etmiştir ve diğerini reddetmiştir. 32. Komisyon, asıl çıkarların güçlü ve belirli bir tanımının Anayasa’ya yazılması gerektiği kanaatinde değildir. Veto hakkı tarafından ortaya çıkacak asıl sorun onun kullanımı değildir, ama onun engelleyici etkisidir. İlgili tüm politikacılar vetonun kullanılabileceğinin tamamen farkında oldukları için, vetoya konu olabilecek bir sorun oylamaya bile sunulmamaktadır. Vetonun varlığından dolayı, özellikle sert bir pozisyon takınan ve tüm anlaşma yollarını kapatan bir delegasyon güçlü bir pozisyonda olmaktadır. Anayasa Mahkemesi sonraki kararlarında asıl çıkarların tanımını yapabileceği ve bu mekanizmaya bağlı riskleri düşürebileceği doğrudur. Ama bu durum çok zaman alacaktır ve ayrıca yüksek derecede politik etkileri olan bir görevi Anayasa metninde hangi yolu izleyeceğini belirtmeden, sadece Anayasa Mahkemesi’ne vermek yerinde görünmemektedir. 33.[Bosna Hersek]’teki halihazır durumda, asıl çıkarlar için vetoyu basit ve temiz bir şekilde ortadan kaldırmayı istemek çok gerçekçi görünmemektedir. Komisyon, asıl çıkarların güçlü ve belirli bir tanımının Anayasa metninde yazılması gerektiği kanaatinde değildir. Bu tanım kurucu halkların temsilcileri tarafından belirlenmesi gerekmektedir, ama bu tanım şuanda Bölgelerin anayasalarında yapılan tanımın aynısı olmaması gerekmektedir. Buradaki tanım asıl çıkarın pratikte hiçbir şey olmadığını belirtmeye imkan vermektedir. Bu tanımın çok geniş olmaması gerekmektedir, ama belirtilen haklar için belirli bir değerde olan haklar, özellikle dil, eğitim ve kültür gibi haklar üzerine kurulması gerekmektedir[12]. Bölgelerin Vetosu 34. Esas çıkarlar adına vetonun yanında Anayasa’nın IV.3.d) maddesi Bölgelerin birinin veya diğerinin delegasyon üyelerinin üçte ikisinin vetosunu öngörmektedir. Uygulamada SC [13] (Srpska Cumhuriyeti) durumunda sadece potansiyel bir faydaya dönüşen gibi görünen bu veto esas çıkarlar adına vetonun varlığıyla faydasız hale gelmiş gibi görünmektedir. İki meclisli sistem 35. Anayasa’nın IV. maddesi, aynı yetkilere sahip olan Temsilciler Meclisi ile Millet Meclisi’nden oluşan çift meclisli bir sistem öngörmektedir. Çift meclisli sistemler federal 867 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR devletlerin özellikleri olduğundan, [Bosna Hersek] Anayasası’nın iki meclis öngörmesi şaşırtıcı değildir. Ancak federal devletlerde, ikinci meclis genellikle küçük bölgeleri güçlü bir şekilde temsil etmeyi sağlama amacındadır. Meclislerden biri halkın nüfus ile ilgili rakamlarına dayanmasına rağmen diğerinde, ya tüm bölgeler aynı sayıdaki sandalyeye sahipler (Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre) ya da en azından küçük bölgeler gereğinden daha fazla temsil edilmektedirler (Almanya).[BOSNA HERSEK’]te durum tamamen farklıdır : her iki mecliste üyelerin üçte ikisi [BOSNA HERSEK’]ten gelmektedir. Aradaki tek fark, Millet Meclisi’nde sadece Federasyon’dan gelen Boşnaklar ve Hırvatlar ile SC’den gelen Sırplar temsil edilmektedir [14]. Millet Meclisi federal bir devletin karakterini taşımamaktadır, ama kurucu halkların çıkarlarını savunmak için ek bir mekanizmayı oluşturmaktadır. Anayasa’ya göre Millet Meclisi’nin asıl görevi, asıl çıkarlar adına vetonun kullanıldığı bir meclisin görevidir. 36. Bu hükmün yokluğu, Temsilciler Meclisi’nin yasama görevinin yerine getirildiği ve bir çoğunluğa ulaşmak için gerekli uzlaşmanın görüşüldüğü meclis haline gelmesidir. Millet Meclisi sadece üyelerinin veto haklarını kullandıkları bir meclisin negatif rolüne sahiptir çünkü üyeler, yasama çalışmalarından çok kendi halklarının çıkarlarını savunma görevleri olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla, asıl çıkarlar adına vetonun Temsilciler Meclisi’ne devredilmesi ve Millet Meclisi’nin ortadan kaldırılması tercih edilebilir. Bu durum prosedürleri rasyonalize edebilir ve herhangi bir halkın meşru çıkarlarına zarar vermeden yasaların kabul edilmesini kolaylaştırabilir. Bu durum ayrıca Millet Meclisi’nin ayrımcı oluşumu ile ilgili problemi de çözecektir. Toplu Başkanlık 37. Anayasa’nın V. maddesi, bir Boşnak, bir Hırvat ve bir Sırptan oluşan toplu ve dönüşen bir Başkanlık oluşturmaktadır. Başkanlık kararlarını konsensüs ile almaya çaba göstermektedir [madde V.2.c)]. Çoğunluk ile karar alınma durumunda, azınlıktaki üye asıl çıkarlar adına veto hakkını kullanabilir. 38. Toplu Başkanlık kesinlikle alışılagelmiş bir kurum değildir. Bir şahıs için devlet başkanını temsil görevlerini yerine getirmek daha kolaydır. Yürütme önceden bir kurul tarafından, Bakanlar Kurulu, korunmaktadır. İkinci bir kurul eklemek karar alma sürecini kolaylaştırmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karar alma süreçlerinin tekrar edilmesi riskini yaratmaktadır ve Bakanlar Kurulu ile Başkanlar Kurulu’nun görevlerini ayırdetmeyi zorlaştırmaktadır. Buna ek olarak, Başkanlık ya bakanlarda olan teknik bilgilere sahip değildir ya da önemli bir şahsiyet tarafından yerine getirilmektedir ve dolayısıyla ek bir bürokratik basamak yaratmaktadır. 39. Toplu Başkanlık işler durumda değildir ne de etkilidir.[Bosna Hersek’in] kapsamında toplu Başkanlığın da yine aynı şekilde kurucu halkların karar alma mekanizmalarına katılımlarının sağlanmasının gerekliliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle [Bosna Hersek] için tüm önemli yetkilere sahip olan bir Başkanı düşünmek zor görünmektedir. 40. Dolayısıyla en iyi çözüm yürütme yetkisini, kurul olarak yerine getirecek olan ve tüm kurucu halkların temsil edildiği Bakanlar Kurulunda toplamaktır. Bu durumda tek Başkan, Devlet Başkanı kabul edilebilir. Çok kökenli ülke olması gözönüne alındığında, doğrudan doğruya seçim yerine, Başkanın tüm hakların genel güveninden faydalanmasının güvence altına alındığı bir çoğunluk ile parlamento tarafından seçilmesi tercih edilir. Dönüşüm ile ilgili olarak, yeni seçilecek Başkan’ın eskisi ile aynı halktan gelmemesi gerektiğini belirten bir kural ekleyebiliriz. (...) 868 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar 74. Burada kurucu halklar arasında devlet organlarındaki görevlerin dağılımı, [BOSNA HERSEK’]te barışı tesis etmeye imkan veren Dayton Antlaşması’nın merkezi bir unsuruydu. Bu durumda ayrımcılık konusunda sorun çıkaran, ama barışı gerçekleştirmek için gerekli olan ve daha fazla insan kaydına engel olmayı amaçlayan normların meşruiyetini inkar etmek zordur. Dolayısıyla her ne kadar ayrımcılığı önleme amacında olan Anayasa’nın genel dinamiğine aykırı olsa da, bu kuralların o dönemlerde Anayasa metine yerleştirilmesi eleştirilemez. 75. Anayasa’nın yürürlüğe girmesinden beri [Bosna Hersek’]teki meydana gelen olaylar dikkate alındığında bu haklı neden yumuşatılması gerekmektedir.[Bosna Hersek’] Avrupa Konseyi’nin üyesi haline gelmiştir; dolayısıyla ülkenin Avrupa’nın ortak normları ışığında yargılanması gerekmektedir. Yukarıda gördüğümüz gibi, [BOSNA HERSEK’] teki durum olumlu yönde gelişmiştir, ama en basitinden çoğunluğa dayanan hükümetin oluşmasının ifadesi olmayan ve gücü ve görevleri etnik gruplar arasında bölen bir politik sistem dayatan unsurlar devam etmektedir. Dolayısıyla değişik grupların yeterli bir şekilde temsilini sağlayan seçim kurallarını oluşturmaya çalışmak meşru kalmaktadır. 76. Ancak, uluslararası normları çiğnemeden buna varamayız. Sorun çıkaran konsensüse dayanan demokrasi rejiminin kendisi değildir ama, sorun çıkaran bölgesel ve etnik kökene dayalı bir karışım ve özellikle zor durumda olan kişilerin bazı politik haklarının açıkça inkarıdır. Ülkenin politik dengesinin korunarak uluslararası normlarla uyumlu hale getirmek için, Başkanlık ile ilgili kuralları yeniden düzenlemek mümkün görünmektedir. 77. Örnek olarak Başkanlık’ta en fazla bir üyenin belirli bir halk kesimine veya “diğerleri” olarak kabul edilen kesimlere verilerek ve her iki Bölgenin temsilini güvence altına alacak bir seçim sistemini aynı zamanda oluşturarak, ayrımcı olmayan bir şekilde birçok etnik kompozisyonu güvence altına almak mümkündür. Veya Komisyon’un tercih edilebilir dediği yukarıda belirttiği radikal çözüm gibi, toplu Başkanlık ortadan kaldırılabilir ve yerine doğrudan doğruya seçilen ve sınırlı yetkileri olan bir Başkan oluşturulabilir. (...) 80. Millet Meclisi yasama yetkileri ile donatılmış bir meclistir. Bu nedenle, AİHS’ne Ek (bir) Nolu Protokolün 3. maddesi uygulanabilir ve dolayısıyla etnik kökene dayanan tüm ayrımcılık AİHS’nin 14. maddesinde yasaklanmıştır. Muhtemel bir haklı neden ile ilgili olarak, takdir ile ilgili aynı unsurlar Başkanlık içinde geçerlidir. Barış ve istikrar için Parlamento’da dengenin sağlanmaya çalışılması gerekmektedir ama bu amaç, ancak azınlık haklarına usulüne uygun bir şekilde saygı gösterilmesi ve bunu gerçekleştirmek için başka yolların bulunmaması durumunda etnik kökene dayalı ayrımcılık haklı gösterilebilir. Millet Meclisi için örnek olarak, her kurucu halkın temsilcileri için maksimum sandalye sayısı öngörebiliriz. Veyahut, Komisyonu’un tercih edilebilir dediği yukarıda belirttiği radikal çözüm uygulanabilir ve Millet Meclisi en basitinden ve tamamen ortadan kaldırılarak asıl ulusal çıkarlar ile ilgili mekanizma Temsilciler Meclisi’nde uygulanabilir.” Bosna Hersek Başkanlığı’nın seçimi için değişik öneriler konusundaki görüşü (20 Mart 2006 tarihli belge, CDL-AD(2006)004) şu bölümleri içermektedir : “1. 2 Mart 2006 tarihli mektubuyla Bosna Hersek Başkanlık Kurulu Başkanı Sayın Sulejman Tihić, Venedik Komisyonu’ndan kendi ülkesinin Başkanlık seçimleri ile ilgili üç öneriyi kapsayacak bir görüş sunmasını istemiştir. Bu talep, Bosna Hersek’teki asıl siyasi partiler arasında gelişen Anayasa reformu ile ilgili yapılan görüşmeler kapsamında yapılmıştır. Başkanlık seçimi sorunu halen toplu reformlar kapsamında bir anlaşmaya varmayı beklemektedir. (...) 869 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR Öneri I ile ilgili gözlemler 8. Öneri I, Bosna Hersek Federasyonu’nun topraklarından doğrudan doğruya seçilen bir Boşnakın ve bir Hırvatın ve Srpska Cumhuriyeti’nden doğrudan doğruya seçilen bir Sırp’tan oluşan Başkanlığın seçimi ve oluşumu ile ilgili varolan kuralları korumaktadır. Kendi görüşünde Komisyon, bu kuralların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 Nolu Protokolü ile uyumluluğu konusunda kaygıları olduğunu çünkü bu kuralların “diğerleri” ile Srpska Cumhuriyeti’nde olan Boşnak ve Hırvatların ve Federasyon’daki Sırpların Başkanlığa seçilmesini şekli anlamda engellediğini belirtmiştir. Dolayısıyla, bu kuralın bu haliyle korunması düşünülemez ve Öneri I in reddedilmesi gerekmektedir. Öneri II ile ilgili gözlemler 9. Anayasa’ya konulacak bir metin formunda yazılmayan ama muhtemel bir anayasal içerikle kaleme alınan Öneri II, adaylar arasında etnik yönden kriter koymadan iki Başkanlık üyesinin doğrudan doğruya Federasyon tarafından ve bir üyesinin Srpska Cumhuriyeti’nden seçilmesi sistemini korumaktadır. Bu şekilde Venedik Komisyonu’nun görüşünde eleştirilen ayrımcılık böylece kalkmış olacak ve bu önerinin kabul edilmesi ileri gitmek için bir adım olacaktır. Bu öneri ayrıca her 16 ayda Başkanlık Başkanı’nın el değiştirmesi sistemini içermektedir. Bir Başkanlık Kurulu sisteminde bu tedbir rasyonel görünmektedir. 10. Buna karşın, öneride Başkanlığın çok kökenli yapısı konusunda açıklık bulunmamaktadır. Başkanlık Kurulu oluşturulmuştur ve görünüşe bakılırsa, herhangi devlet organının bir tek kurucu halk tarafından baskın hale gelmesini engellemeyi güvence altına almak için, bu Kurul korunmaktadır. Halihazır öneriye göre örnek olarak, iki Boşnak üyenin üye Federasyon tarafından Başkanlığa seçilebilmesi mümkündür. Hukuki anlamda bu dezavantajı düzeltmek için, bu öneri kapsamında Başkanlığın bir üyesinden fazlasının kurucu halklardan birine veya “diğerlerine” ait olmayacağını düzenleyen bir tedbirin öngörülmesi yeterli olacaktır. Komisyon bu hükmün Anayasa’ya konulması, bu önerinin kabul edilmesi durumunda öngörüldüğünü anlamaktadır. 11. Ancak yüksek oranda oy toplayan adayların, Başkanlık’tan mahrum bırakılma sorunu muhtemelen ortaya çıkabilir. Federasyon’da iki Boşnakın seçimlerde başta olması çok güçlü bir ihtimaldir. Bu durumda en fazla oyu alan aday, daha az oy almış aday lehine Başkanlık’tan mahrum bırakılabilir. Bu sorunların açık bir şekilde Anayasa’da düzenlenmesi ve sıradan yasalar kapsamına girmemesi gerekmektedir. 12. Bir başka dezajantaj : Srpska Cumhuriyeti’ndeki Boşnaklar ve Hırvatlar ve Federasyon’daki Sırplar de facto bir şekilde hiçbir gerçekçi ihtimal olmadan kendi tercihlerine uygun olan bir adayı seçemeyeceklerdir. 13. Ayrıca Devlet Başkanı’nın seçimi Bölgeler seviyesinde yapılmaya devam edilmesine rağmen devletin güçlendirilmesini amaçlayan global yaklaşım kapsamında bu seçimin devlet seviyesinde yapılmasının tercih edilmesi gerekmektedir. 14. Diğer az önemli sorunlar arasında öneri, Başkanlık üyelerine bir siyasi partinin kapsamında yönetimde görev almalarına imkan tanımaktadır. Bu ihtimal, Başkanlık makamını bir yürütme organı haline getirmekten çok en yüksek ulusal görev yapan (kurul) haline getirme amacında olan anayasal reformun global amacı ile uyuşmuyor görünmektedir. 15. Özet olarak, halihazırdaki istisnai anayasal durumda, Öneri II net bir iyileştirme getirmektedir. Ancak, özellikle en yüksek oyu almayan bir adayın seçilme riski gibi dezavantajlar sunmaktadır. Ayrıca öneri, yetkilerin Bakanlar Konseyi’ne devredilmesini ve devletin güçlendirilmesini amaçlayan anayasal reformun global amacına yönelik değildir. 870 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar Öneri III 16. Öneri III bir şekilde halihazır anayasal durumdan ayrılmaktadır çünkü Başkanlık için karmaşık bir prosedürle, dolaylı yoldan bir seçim öngörmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Komisyon, sınırlı yetkilere sahip Başkan’ın dolaylı yoldan seçimini savunmaktadır. Kurul halinde yapılacak Başkanlık için bile Komisyon kendi tercihi olan dolaylı yoldan seçimleri korumaktadır. 17. Kendi pozisyonu herşeyden önce, anayasal değişikliğin amaçlarından bir tanesinin Başkanlığın yetkilerinin sınırlandırılmasına ve yürütme yetkilerinin Bakanlar Kurulu’nda toplanmasına dayanmaktadır. Eğer Başkanlık doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesinin meşruluğundan faydalanırsa, bu değişimi uygulamak daha zor olacaktır. 18. Ayrıca, dolaylı yoldan yapılan seçimler kapsamında Başkanlığın istenen çok kökenli yapısını güvence altına alacak mekanizmaları oluşturmak daha kolaydır. Bu seçimler kökenler arasındaki işbirliği ve anlaşma yolunu daha fazla açmasına rağmen, de facto bir şekilde etnik kökene dayalı doğrudan doğruya yapılan seçimler, tüm ülkenin çıkarlarını en iyi savunan adaya değil ama kurucu halkı en fazla savunan adaya oy vermeye teşfik etmektedir. 19. Son olarak öneri, seçimi devletin Parlamentosu’na vermektedir. Gerçekten de Devlet Başkanı’nın seçimlerinin bu derecede tutulması arzu edilmektedir ve devletin güçlendirilmesi iradesine uygundur. 20. Bu global yaklaşım perspektifinde, Öneri III tercih edilebilir görünmektedir. Ancak bu öneri bazı eksiklikler sunmaktadır. 21. Başlangıç için öneri, birçok aşama ve bir çıkmaza götürme ihtimalleri dikkate alındığında karışık görünmektedir. Atamalar Temsilciler Meclisi veya Millet Meclisi tarafından önerilebilir, adayların önerilmesi Millet Meclisi’nin farklı “yönetim kurulu” tarafından yapılmaktadır, listenin sonradan Millet Meclisi’ndeki bu farklı “yönetim kurulu” tarafından ve Temsilciler Meclisi tarafından onaylanması gerekmektedir. 22. Önerinin sınırları içinde, tüm halk tarafından doğrudan doğruya demokratik meşruiyeti olan organ olarak, Temsilciler Meclisi üzerinde daha fazla duran bir basitleştirilmiş prosedür tercih edilebilir. Adayları atama ihtimali Temsilciler Meclisi’nin üyelerine ait olması gerekmektedir. Her üç kurucu halkın çıkarlarına saygıyı güvence altına almak için, bu üç farklı “yönetim kurulu” bu adayların önseçimine katılabilirler. Ayrıca, Bosna Hersek’in tümünde halkın temsilcileri olarak bu üç üyenin meşruiyetten faydalanmasını sağlamak için, adayların listesinin Temsilciler Meclisi’nin çoğunluğu tarafından onaylanması gerekmektedir. 23. Buna ek olarak, Başkan ve Başkan yardımcısının sorumluluklarının ayrımını açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Halihazırdaki Öneri III zımni olarak üç farklı “yönetim kuruluna” bu önemli kararı alma yetkisini bırakmaktadır, çünkü Başkanı ve Başkan yardımcısını belirleyen liste Temsilciler Meclisi’ne, bu tercihin şeklini belirlemeden verilmektedir. Bu çözüm görünüş itibariyle en az belirtilen ve blokaja en az neden olabilecek çözümdür. Öneri II tarafından düşünülen dönüşümlü sistem daha gerçekçi bir sistem gibi görünmektedir. 24. Öneri III’ün diğer yönleri Venedik Komisyonu’nun pozisyonuna aykırıdırlar. Yukarıda belirtilen görüşünde Komisyon, Millet Meclisi’nin kaldırılmasını tercih etmektedir. Dolayısıyla ona Başkanlığın seçimi ile ilgili ağırlıklı rol vermek pozitif bir tedbir olarak kabul edilemez. “Yönetim kurullarına” verilen rol, kurucu bir halka ait olmayan adayların seçimini çok belirsiz hale getirmektedir. Ancak olayların bu hali bu öneriyle bağlı değildir ve siyasi durumu yansıtmaktadır. Öneri III en azından “diğerlerinin” 871 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR temsilcilerini Temsilciler Meclisi’nin oylamalarına katılmalarını güvence altına almaktadır ve Federasyon’da yaşayan Sırpların ve Srpska Cumhuriyeti’nde yaşayan Boşnaklar ile Hırvatların maruz kaldığı dejavantajı ortadan kaldırmaktadır. Gerçekten de, Parlamento’daki temsilciler bundan böyle kendi tercihlerine göre adayları seçebileceklerdir. 25. Başkanlık Kurulu kapsamında bile, dolaylı seçimleri yapmak için en iyi çözümler düşünmek mümkündür. Örnek olarak, Temsilciler Meclisi kapsamında aynı kurucu halka veya “diğerlerine” ait olmayan üç aday listesi düzenlenebilecektir ve oylama bu listeler arasında gerçekleşecektir. Ancak burada söz konusu olan ayrı bir öneridir, Öneri III’e yapılması istenen bir değişiklik değildir. 26. Özet olarak, Öneri III halihazır durum için net bir iyileştirme getirmektedir. Bu öneriyi 22 ve 23. paragraflarda ifade edildiği şekliyle düzenleme şartıyla, bu öneri ilk anayasal değişiklik için yeterli bir çözümdür (her ne kadar ideal olmasa da) Sonuçlar 27. Sonuç olarak Komisyon Bosna Hersek’teki siyasi partilerin gelecekteki Ekim 2006 seçimlerinden önce kapsamlı bir Anayasa reformuna girişmedeki cesaretlerinden dolayı memnuniyetini dile getirmektedir. Komisyon şimdilik reformun kabul edilmesinin sadece geçici nitelikte olduğunu ve bunun ülkenin her halükarda ihtiyacı olan kapsamlı bir reforma yönelik olarak ilk etap olduğunu kabul etmektedir. 28. Komisyona sunulan üç öneri ile ilgili olarak, ilkinin kabul edilmesi seçimler ve Başkanlığın oluşumu konusunda bir anayasal değişiklik başarısızlığı olacaktır ve dolayısıyla bundan kapsam dışında tutmak gerekmektedir. Buna karşın, II. ve III. Öneriler, bazı değişiklikler ve eklemeler hariç olmak üzere, bu aşamada önemli adımlar olarak kabul edilebilirler, ama hiçbir şekilde ideal çözümleri oluşturmamaktadırlar. 29. II. ve III. Öneriler arasında Komisyon - kararlı bir şekilde değil – yukarıda belirtilen değişiklikler saklı kalmak kaydıyla III. Öneriye öncelik tanımaktadır. Başkanlığın yetkilerini sınırlayan ve anayasal reformun amacına uygun olarak dolaylı yoldan yapılacak seçimin Başkanlık’taki dengeleri rahat bir şekilde korumaya imkan verecektir ve böylece alışılmamış bir kurum olma nedenine cevap olacaktır. Bosna Hersek Devleti’nin her yönüyle güçlendirilmesi amacına uygun olarak öneri ayrıca, seçimi devlet çapına transfer etmektedir. Ancak, bu konudaki anayasal reformun esas amacını gözden uzak tutmamak gerekmektedir : gelecekte sadece kendi kökeninin değil aynı zamanda tüm halkların genel güveninden faydalanmayı güvence altına alan seçilmiş tek bir Başkana sahip olmak. Bosna Hersek Anayasası’nda değişiklikler yapılması ile ilgili görüşü (12 Haziran 2006 tarihli belge, (CDL-AD(2006)019) şu bölümleri içermektedir : “1. 21 Mart 2006 tarihli mektubuyla Bosna Hersek Başkanlık Kurulu Başkanı Sayın Sulejman Tihić, Venedik Komisyonu’ndan, anayasal reformunun ilk aşamasının şekli ile ilgili Bosna Hersek siyasi parti genel başkanlarının 18 mart 2006 tarihinde vardıkları anlaşma ile ilgili bir görüş vermesini istemiştir. 2006 Ekim milletvekili seçimlerinde dikkate alınabilmesi için anayasal reformun acilen kabul edilmesi gerektiğinden, Venedik Komisyonu’nun görüşünü “kısa zaman zarfında” almayı arzu ettiğini belirtmiştir. Parlamenterler Meclisi ile ilgili Anayasa’nın II ve IV. maddelerinin değiştirilmesi 22. Değişikliğin asıl amacı, eşit olan iki meclisli sistemden, Millet Meclisi’nin (sonradan “CdP” olarak anılacaktır) sadece sınırlı yetkileri olan ve ulusal “asıl çıkarlara” tehtit durumunda vetoya ağırlık veren yeni bir sisteme geçmektir. Uygulamada Temsilciler Meclisi’ne (sonradan “CdR” olarak anılacaktır) öncelik veren maddenin yeni ekonomisi bu amacı gerçekleştirmektedir. Reform, Venedik Komisyonu önerileri yönünde bir 872 SERBEST SEÇİM HAKKI / Önemli Kararlar adımdır ve CdP’yi ortadan kaldırarak devlet kurumlarında karar alma mekanizmalarını rasyonalize etmekten ibarettir. (...) 24. d) paragrafı CdP’nin üye sayısını 15’ten 21’e çıkarmaktadır. Bu yükselmenin nedeni, bu Meclis’in durumu için daha az kesindir çünkü yetkileri net bir şekilde azaltılmıştır. Ancak, söz konusu olan sorun tamamen ulusal makamların takdir yetkilerine bağlıdır. Eğer ulusal makamlar, Meclis’in siyasi yelpazeyi temsil etmesi için bu üye oranını yükseltmenin gerekli olduğunu düşünüyorlarsa, bu tedbir haklı kılınabilir. 25. d) paragrafına göre bu Meclis’in üyelerinin niteliğinin üç kurucu halktan birine ait olan şahıslar ile sınırlı olması fazla sorun çıkarmaktadır. Kendi görüşünde Venedik Komisyonu, aynı ilke ile bu Meclisin önceki oluşumunun AİHS’nin 14. maddesine paralel olan AİHS’ne ek Birinci Protokolün 3. maddesi ile uyumlu görünmediğini hatırlatmaktadır. 26. Ancak reformdan sonra CdP, tümüyle artık bir yasama organı olmayacak, ama bir asıl ulusal çıkara tehdit olması durumunda veto ile ilgili sorunlarla ilgilenecektir. Dolayısıyla Birinci Protokolün 3. maddesi ve bu nedenle, AİHS’nin 14. maddesi uygulanmaya devam edeceklerdir. Bu hükmün 12 Nolu Protokol ile uyumluluğu aynı şekilde devam etmektedir. Bu Protokol ile ilgili içtihat yokluğundan dolayı bunu ancak tedbirli bir şekilde yorumlayabiliriz. (...) 27. Bu olayda meşru amacın, asıl ulusal bir çıkara tehdit olması durumunda vetonun kullanıldığı organ olarak bu Meclis’in asıl rolüne denk geldiğini kabul edebiliriz. Bosna Hersek Anayasası bu veto hakkının kullanımı hakkını sadece kurucu halklara vermeyi saklı tutmaktadır, diğer halklara bu hak kullanımı verilmemiştir. Bu bağlamda, diğer vatandaşların bu Meclis’te temsil edilmeleri bir zorunluluk olarak görünmemektedir. Bu Meclis’in diğer sorumluluklarının, yani Başkanlığın seçimlerine katılmanın ve Anayasa’ya yapılan değişikliklerin kabulünün, – eleştirebileceğimiz şekilde – ayrı etkileri yoktur. Bunlar CdP’nin düzeltici hüküm olarak işlediğini ve CdR’nin oluşumunda ifadesini bulan demokratik ilkenin uygulanmasının kurucu halklar arasında varolan dengeyi sarsmamasına dikkat ettiğini göstermektedir. Bu hükme ihtiyaç Bosna Hersek’te hissedildiğinden, bu ihtiyaç CdP’te temsil açısından diğer vatandaşlara farklı muamele yapılmasını haklı kılan bir meşru amaç olarak kabul edilme ihtimali vardır. Başkanlık ile ilgili Anayasa’nın V. maddesini değiştiren III. değişiklik 43. Bu değişiklikler Bakanlar Kurulu’nun yetkilerini güçlendirme, etkililiğini arttırma ve Venedik Komisyonu’nun tamamen görüşü yönünde Başkanlığın yetkilerinin kısıtlanması asıl amacını taşımaktadır. Komisyon ayrıca, Başkanlık Kurulu yerine tek bir Başkanın varlığını tercih etmektedir, ama şu andaki durum dikkate alındığında bu durum imkansızdır. Her halükarda III. değişiklik bu yönde ilk adımı atmaktadır. 46. İlk toplantısında Venedik Komisyonu, Başkanlık seçimi için üç değişik öneri üzerinde görüş bildirmiştir (CDL-AD(2006)004). Burada tartışmaları tekrar açmanın bir yararı yoktur. Ancak, CdP’nin önerisini teyidinin, CdR tarafından yapılan reddedilmesi durumunda ortaya çıkacak çıkmazdan çıkmaya imkan vermek için herhangi bir hükmün olmaması kaygı verici bir durumdur. (...)” 23. Avrupa Konseyi’nin ırkçılık, ırka dayalı ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlük alanlarında insan haklarına saygıyı denetleyen tarafsız organı Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu (ECRI), 13 Aralık 2002 tarihinde kabul edilen 7 sayılı genel politikası tavsiye kararında ırkçılığı, “ırk[6], renk, dil, din, milliyet veya 873 İHAS: AÇIKLAMA VE ÖNEMLİ KARARLAR ulusal veya etnik köken gibi bir temelin, bir kişi veya bir gruba yönelik hor görmeyi meşrulaştırdığı veya bir kişiye veya gruba üstünlük sağladığı inanç” olarak tanımlamaktadır. E. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) 24. 2006 yılında yapılan milletvekili seçimlerine ayrılan bir raporda Avrupa’da seçimlere ışık tutan teşkilat olan AGİT’in İnsan Hakları ve Demokratik Kurumlar Bürosu (BIDDH) şu ifadelerde bulunmuştur : “Bosna Hersek’te 1 Ekim tarihinde, 1995 tarihli Dayton Antlaşması’nda beri ilk genel seçimler tamamen Bosna Hersek makamları tarafından organize edilmiştir. Her ne kadar, özellikle oyların sayımı konusunda ek çabalar hala gerekliyse de, genel olarak bu seçimler demokratik seçimler konusunda uluslararası standartlara uygun olarak yapılmıştır. Global olarak, seçimler demokrasinin ve hukuk devletinin güçlenmesi için yeni bir ilerleme niteliğinde olmuştur. Ancak, aday olma hakkı ile ilgili etnik kökene dayalı yapılan sınırlamalar nedeniyle seçimler, bir kere daha Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS), Bosna Hersek’in Avrupa Konseyi nezdinde yaptığı taahhütlere ve 1990 yılında AGİT kapsamında imzalanan Kopenhak Belgesinin 7.3 maddesine aykırı olduğunu belirtilmiştir.” F. Avrupa Birliği 25. 2008 yılında Bosna Hersek, Avrupa Birliği ile İşbirliği ve İstikrar (ASA) Antlaşmasını imzalamıştır ve böylece Avrupa ile işbirliğine öncelik vereceği taahhüdünde bulunmuştur. Süresi iki yılla sınırlanan Bosna Hersek için anahtar önceliklerden bir tanesi, “Bosna Hersek Başkanlığı’nın üyeliklerine ve Millet Meclisi üyeliklerine aday olmak için, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa Konseyi’ne adaylık için yapılan taahhütlere uygun hale getirilmesi için seçim yasasında değişiklikler” yapması gerektiğidir (bkz., Bosna Hersek ile işbirliğini kapsayan ve 2006/55/CE kararını ortadan kaldıran ilkeler, öncelikler ve şartlar ile ilgili 18 Şubat 2008 tarih ve Konsey’in 2008/211/CE sayılı kararına ek belge, Avrupa Birliği Resmi Gazetesi, L80/21 (2008)). 14 Ekim 2009 tarihinde Avrupa Komisyonu yıllık strateji raporunu kabul etmiştir ve genişleme ile ilgili politikasını açıklamıştır. Bu tarihte yine, 2009 izleme raporları yayınlanmıştır ; bu raporlarda Komisyon’un servisleri, her aday ve potansiyel aday ülkenin (Bosna Hersek gibi) gelişmesini geçen yıl süresince değerlendirmektedir. HÜKÜM GEREKÇESİ Başvurucular Roman ve Yahudi kökenli olmaları nedeniyle Millet Meclisine ve Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı’na aday olmalarından şikayet etmektedirler. Başvurucular Sözleşme’nin 14. maddesini, 1 Nolu Protokolün 3. maddesini ve 12 Nolu Protokolün 1. maddesini öne sürmektedirler. Not: Bu kararın hüküm gerekçesi için Ayrımcılık Yasağı (14. Madde) altına bakınız. 874 İKİNCİ ciltte yer alan ÖNEMLİ KARARLAR SERBEST SEÇİM HAKKI 02.03.1987 9267/81 MATHIEU-MOHIN ve CLERFAYT - BELÇİKA................... 830 ♦ yasama organı seçimi (Flaman bölgesindeki Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın seçildiği zaman Parlamentoda Fransızca yemin ederek Parlamentodaki Fransızca dil grubu üyesi olduğu için, bazı yasama fonksiyonlarına sahip Flaman Konseyi üyesi olamaması), serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık—azınlığa mensup seçmenler arasında farklı muamele (Fransızca konuşan azınlık seçmenlerin oy verdiği adayın Flaman meclisine üye olamaması nedeniyle farklı muamele, bu şikâyetin serbest seçim hakkı bakımından incelenip reddedilmiş olması) ■ serbest seçim hakkı 08.07.2008 10226/03 YUMAK VE SADAK - TÜRKİYE [BD].............................. 841 ♦ seçimlerde ülke barajı (hukukilik: seçimlerden önce seçim barajı 2839 sayılı Kanunun 33. maddesinde yer aldığından başvurucuların aldıkları oy ne olursa olsun partilerinin barajı geçememesi halinde seçilemeyeceklerini biliyor olmaları; meşru amaç: barajın mecliste aşırı bölünmeyi engelleme ve yönetimde istikrarı sağlama gibi meşru bir amaca sahip olması; orantılılık: barajın toplumdaki siyasi alternatiflerin doğmasını engellememiş olması, barajın amacının küçük partilere kendilerini ülke düzeyinde ortaya koyma ve böylece ulusal siyasal projenin bir parçası olma imkanı tanıması, Türkiye’deki yüzde 10’luk barajın seçim barajı uygulayan Avrupa ülkeleri içinde en yükseği olması, buna göre istikrarlı parlamento çoğunluklarını ortaya çıkarma amacından ödün vermeksizin barajın düşürülmesi veya çeşitli siyasal eğilimlerin temsili için düzeltici karşı ağırlıklar getirilmesi arzu edilebilir olmakla birlikte devlete yeterli takdir alanı bırakılmasının gerekli olması) ■ serbest seçim hakkı 22.12.2009 27996/06 SEJDIC VE FINCI - BOSNA HERSEK [BD]....................... 856 ♦ seçilme yeterliliği (Roman ve Yahudi kökenli kişilere, üç “kurucu halk” grubuna dâhil olmadıkları için yasama meclisine ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olma imkânının tanınmaması) serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık—etnik ve dinsel kimlik nedeniyle farklı muamele (Bosna-Hersek Anayasası başlangıcında iki grup yurttaş ayrımı yapmaktadır, “Kurucu halklar” Boşnak, Hırvat ve Sırp’dır ve “diğerleri” Yahudi, Roman, diğer azınlıklar ve herhangi bir etnik gruba aidiyet beyan etmeyenlerdir, Bosna-Hersek Meclisinin ve Başkanlığın sadece üç kurucu halktan gelen üyelere açık olması) ♦ serbest seçim hakkı—ayrimcılık yasağı 881