Bir yardım görevlisinin çalışmaları `örnek` oluşturuyor Korunmasız

Transkript

Bir yardım görevlisinin çalışmaları `örnek` oluşturuyor Korunmasız
Sayı: 8
Ağustos 2006
Bir yardım görevlisinin
çalışmaları 'örnek' oluşturuyor
Korunmasız Gruplar Raporu
GEF Ulusal Diyalog Toplantısı
Ankara'da yapıldı
Küre Dağları
Ekoturizm Projesi
Bölgesel 'Binyıl Kalkınma
Hedefleri' Raporu
Bir yardım görevlisinin
çalışmaları 'örnek' oluşturuyor
UNDP, Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü'yle birlikte yürüttüğü, 124 bin dolarlık Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Projesi çerçevesinde, sosyal yardım
alanındaki iyi örnekleri or taya çıkarmaya, bunları internet ve
yazılı medya aracılığıyla yaymaya, bu iyi örneklerin
tar tışılmasına, diğer kurum, kuruluş ve ilgililerce örnek
alınmasına çalışıyor.
Ankara, Ağustos 2006
Türkiye'de, eskiden ‘Fak Fuk Fon' diye bilinen Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğü'ne bağlı 931 Vakıf var. Bunların hepsi eşit
statüde. Hepsinin görevleri ve yetkileri aynı. Hepsinin amacı, sosyal
güvenlikten yoksun kişilere, devletin sosyal sorumluluklarını yerine
getirmekte aracı olmak, devlet yardımlarını ihtiyacı olan kişilere dağıtmak.
Ancak bu vakıfların bulunduğu yerlerden sadece birinde, Edirne'de, yoksul
mahallelerde doğan çocuklarından bazılarına ‘Hicran' adı veriliyor. Bu
kentteki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Müdürü'nün adının da
‘Hicran' olması, hiç tesadüf değil!
Hicran Balı tam 16 yıldır Edirne'de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
Müdürlüğünde çalışıyor. Başarısı, yoksulların kendisine gösterdiği sevgi
dillere destan olmuş. Yardım ettiği kişilerden bazıları hapse düştüğünde,
yaptıkları el işlerini Hicran Hanım'ın adıyla mı süslememiş, okumasına
yardımcı olduğu, yol gösterdiği öğrenciler daha sonra, onun AB
fonlarından yararlanmak için hazırladığı proje dosyasının İngilizce'ye
çevrilmesine mi yardım etmemiş. Edirne'de bu öyküler uzayıp gidiyor.
Yoksul semtlerde yaşayan herkesin Hicran hanımla ilgili bir anısı var.
Biz de bu başarının sırlarını, Hicran Hanım'ın kendisine sorduk. Ama önce,
UNDP'nin, Vakıflarla ne ilgisi olduğuna değinelim.
UNDP'nin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'yla ilgisi:
UNDP, Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü'yle birlikte yürüttüğü, 124 bin dolarlık Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Projesi çerçevesinde, sosyal yardım alanındaki iyi örnekleri
ortaya çıkarmaya, bunları internet ve yazılı medya aracılığıyla yaymaya, bu
iyi örneklerin tartışılmasına, diğer kurum, kuruluş ve ilgililerce örnek
alınmasına çalışıyor. Hedef, Türkiye'nin sosyal yardım ağının, sosyal içerme
yönünde gelişmesi ve vatandaş odaklı hizmet sağlanabilmesi. Bu amaçla
bir internet sitesi kuran UNDP, yoksul yanlısı politikaların geliştirilmesine
katkıda bulunmak amacıyla, çeşitli seminerler ve çalıştaylar da düzenliyor.
İşte Edirne'deki Vakfın çalışmaları da, proje boyunca toplanacak olan iyi
örneklerden ilki. Her şeyden önce, Edirne'de Vakıf hizmetleri tam
anlamıyla kapsayıcı. Yoksul hedef kitlenin çoğunluğunu oluşturan Roman
vatandaşlar hizmet yelpazesini belirliyor. Benzer sosyal yapıların olduğu
iller için Edirne'de elde edilen kapsayıcılık gerçek bir örnek. Öte yandan,
birçok başka kentte olduğu gibi Edirne'de de Vakıf hizmetlerinin
kapsayıcılığı Vakıf yöneticilerinin iyi niyet ve kişisel çabalarında yatıyor gibi
görünüyor. İşte Edirne'deki Vakıf Müdürü Hicran Balı'nın bu konuda
söyledikleri:
Hicran Balı (H.B.): Vakıflarda ve yardım kuruluşlarında çalışan arkadaşlar,
genelde hep işimizin çok zor olduğundan, çok yoğun ve ağır şartlarda
çalıştığımızdan, mesai mefhumlarının olamadığından yakınıyor. Aynı
şartlarda çalıştığımız arkadaşlarla biraraya gelme fırsatı buldukça, ben de
hep, işimizin ne kadar hayırlı bir iş olduğunu, çaresiz kalan insanlara umut
olmanın ne kadar önemli olduğunu, onların sorunlarını çözümlemeye
vesile olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu, insanların çaresizlikten
değil de mutluluktan ağlarken gözlerinde parlayan ışıltıyı görmeye tanık
olduğumuzda neler hissettiğimi söylüyorum. Yaptığım çalışmalarda bu
duyguları her an yaşamak, temsil ettiğim Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Vakfı çalışmalarının kamuoyunda da beğeniyle takip
edilmesini sağlıyor sanırım. Hepimiz çalışıyoruz, hepimiz yoruluyoruz,
hepimiz emek veriyoruz, kendi hayatımızdan yaptığımız bazı fedakarlıklar
sonrası belki bazı ailelerin hayatlarını değiştiriyoruz. Çalıştığım süre
boyunca hizmet binalarımızda bazı eksiklikler olmuştu, ancak sorunun bir
parçası olmak yerine yetinmeyi bildik çözüm bulduk, önümüze çıkan
fırsatları değerlendirdik ve şu anda dört dörtlüğe yakın bir hizmet
binasında hiçbir eksiğimiz olmadan hizmet veriyoruz. Evim gibi
hissettiğim binamız yoksulların da evi gibi, kışın soğuklarda birçok kişi,
bizim bekleme odasında oturup zaman geçirir. Yoksul insanların
mutluluğunu, huzurunu sağlamak bizlerin elinde, biraz özveri, biraz
fedakarlık ve işi sahiplenme.
Birçok sorunu devlet vatandaş işbirliği ile çözüme kavuşturuyoruz. Mesela
bir kızımız üniversite sınavında Türkiye 57'ncisi olarak, Boğaziçi
Üniversitesi'ni kazanmıştı. Ama anne özürlüydü, babasının da zararlı
alışkanlıkları vardı, kızının eğitimine destek olmuyordu. Bu kızımız okula
gidemeyeceği düşüncesiyle ağlayarak bize geldi. Biz Vakıftan mevzuatlar
çerçevesinde az bir destek verdik, daha sonra bu kızımızın hayırsever bir
vatandaşımızdan aylık burs almasını sağladık. Bu kızımız şimdi Boğaziçi'ni
dereceyle bitirdi ve bir ay sonra da Amerika'da bir üniversitede öğretim
görevlisi olarak işe başlayacak. Bundan daha büyük mutluluk olabilir mi?
Bunun gibi bir çok örnek var, mesela Nevşehir'de okuyan bir kızımız vardı,
kardeşi de aynı üniversitede eğitim alıyordu. Aylık eğitim yardımları yaptık,
işsiz babasının istihdamını sağladık, hasta annesinin sosyal güvencesi oldu
ve tedavisi yapıldı. Kızımız şu anda Amerika'da İngilizcesini daha iyi
seviyeye getirmek için çalışıyor. Tabii biz burada adeta bir çekim merkezi
gibiyiz. Ayni veya nakdi her türlü yardım yapmak isteyenler, gerçek ihtiyaç
sahiplerine ulaşmak için, Edirne Valiliği aracılığıyla Vakfımıza geliyor.
Ama bence bizim esas başarımız, son zamanlarda uyguladığımız projeler.
Proje hazırlıyoruz, fon buluyoruz ve uyguluyoruz. Amacımız, insanlara
buranın bir sosyal güvenlik kuruluşu, ya da SSK ve Emekli Sandığı gibi her
ay düzenli ödeme yapan bir kuruluş olmadığını göstermek ve çalışabilecek
güçte olan insanların hayatlarını idame ettirebilmeleri amacıyla kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilecek hale gelmelerini sağlamak.
UNDP Türkiye: Peki bunu nasıl yapıyorsunuz?
H.B.: Son beş yıldır, verdiğimiz yardımların yanı sıra insanların iş
kurmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bu eğilimimizi görenler, bireysel iş
kurma çabasına girdi. Bu bireysel başvuruların çoğu Vakıf Mütevelli Heyeti
tarafından kabul edilerek Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğü'ne iletiliyor ve olumlu sonuçlar alınıyor. Projeler dışında küçük
çaplı iş kurma yardımları da yapılıyor. Burada amaç insanların becerileri
olan iş sahalarında çalışıp gelir elde etmelerini sağlamak. Tabii, bu konuda
belli bir yönetmelik yok, bu yardımların nasıl verileceğine vakıf mütevelli
heyeti karar veriyor. 15 günde bir yapılan toplantılarda tüm talepler
değerlendiriyor. Yakın zamanda hazırladığımız bir proje oldu: merkez
mahallelerimizin birinde suç oranı oldukça yükselmeye başlamıştı,
güvenlik ekiplerince operasyon gerçekleştirildi. Operasyon sonrası
mahalleye Vali Bey, Emniyet Müdürü ve Belediye Başkanı'yla gidilerek
sohbetler yapıldı, mahalle sakinlerine ne istedikleri sorulduğunda genelde
‘iş' dediler. İlk etapta Valilik, Emniyet Müdürlüğü ve Belediye Başkanlığı
tarafından eski tutuklu/hükümlülere, mahallede çıkan olaylara karışanların
bir kısmına istihdam imkanları sağladı.
Kentimizde inşaat, boya, badana gibi işler, genelde doğu bölgesinden
göçle gelen kişilerce yapıldığından, bu mahallede yaşayan işsiz kişilere
inşaat işleri üzerine eğitimler verilerek istihdamlarının sağlanabileceğini,
müzik yeteneği olanların da yeteneklerinin, teknik bilgilerden ziyade kendi
içlerinden yetişmiş ve örnek aldıkları kişilerden oluşan eğitmenlerce
geliştirilebileceğini düşündük. Bu iki konuda istihdama yönelik eğitim
projesi hazırladık. 18 kişiye darbuka, kanun, klarnet, org gibi müzik aletleri
ile ritm; 14 kişiye boya, badana, duvar örmesi, fayans döşemesi gibi işlerin
teorik ve pratik eğitimlerini verecek ve daha sonra da istihdam
edilmelerini sağlamaya çalışacağız.
Edirne'de Romanlar'ın oturduğu bir mahallede çıkan huzursuzluğa,
Emniyet Müdürü, Vali, Belediye Başkanı ve Vakıf hep birlikte el atmış.
Mahalleliyle gidip konuşmuşlar. Şikayetlerini dinlemişler. İş isteyenlere iş
bulmuşlar. İşe yerleştirilenlerden Türkün anlatıyor:
Türkün
Türkün: Sağ olsun Emniyet Müdürümüz, Valimiz, Belediye Başkanımız
gariplere iş buluyorlar. Sağ olsunlar, hepimize sahip çıkılmaya çalışılıyor.
UNDP Türkiye: Nerede işe girdiniz?
Türkün: Geçici işte. Belediyede.
UNDP Türkiye: Ama yine de yardım alıyorsunuz.
Türkün: Evet. Çocuk yardımı alıyoruz. Okul, erzak, odun kömür.
UNDP Türkiye: Çocuğunuz var mı?
Türkün: Var. 10 tane. İki tanesi okuyor. Gerisi büyük, evlenmiş, çoluk
çocuk sahibi...
UNDP Türkiye: Peki yardımlardan önce durumunuz nasıldı, şimdi nasıl?
Türkün: Valla önceleri açlıktan hırsızlık yapıyordu çocuklarımız, oraya
buraya saldırıyorlardı. Şimdi rahat, mahallemiz rahat. Devletimiz bize bir el
atmasa mahallemizin adam olacağı yoktu. 30 kişiyi işe soktu. Daha önce
cahil diye dışlanıyorduk, ama elimizden tutuldu, artık bir ayrımcılık
hissetmiyoruz.
UNDP Türkiye: Dünya Bankası'nın desteğiyle, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından ülke çapında başlatılan Sosyal
Riski Azaltma Projesi (SRAP) ve bu çerçevede verilen Şartlı Nakit
Transferleri (ŞNT) çalışmalarınızı ne yönde etkiledi?
H.B.: Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP) ilk başladığında, elimizde yerel
düzeyde yapılan çalışmalara pek örnek yoktu, dolayısıyla 2002 yılında
proje ilk başladığında çok fazla bir şey yapamadık. Projeyi özümsedikten
sonra, çeşitli alt projeler geliştirerek, kişilerin iş kurmalarına, hayata
atılmalarına destek olduk. Öncelikle kırsal bölgelerde hayvancılık
projelerine ağırlık verdik. Üç kere koyunculukla ilgili proje hazırladık. Bu
kapsamda, aile başına 10 koyun ve 1 koç verdik. 79 aile bundan yararlandı.
Koyunculukta iyi para var. Baktıktan sonra koyunların sayısını çok fazla
arttıranlar oldu. İlki 39 aileye karşılıksız olarak verildi. İkinci hazırladığımız
koyun olarak geri ödemeli oldu, yani 20 aileye koyunları verdikten 2 yıl
sonra aile başına üreyenlerden 2'şer tane geri aldık. Aldıklarımızı yine aynı
şartlarda yaşayan başka ailelere verdik. 20 kişi için uygulanan proje geri
dönüşümler sonrası 31 kişi oldu. En son hazırlanan ve geçen sene
uyguladığımız projede ise geri dönüşümleri nakdi olarak alacağız. Hemen
akabinde büyük baş hayvancılıkla ilgili talepler doğrultusunda nakdi geri
dönüşümlü proje hazırladık. Zaten projelerin hepsinde ilk yıl ödemesiz,
ikinci yıl ödemeye başlayıp 3 yılda ödemeleri faizsiz olarak tamamlıyorlar.
Tüm bu projelerde yüzde 95, hatta inekçilik projesinde yüzde 100
oranında geri dönüşüm sağladık. İş Kurumu ile Özelleştirme Sosyal Destek
programı kapsamında Tarım İl Müdürlüğü koordinesi ile “Meyve
Yetiştiriciliği ve (Örtü Altı Sebzecilik) Seracılık” ile ilgili 120 saatlik eğitim
projesi hazırladık. 20 kişiye meyvecilik/sebzecilik üzerine eğitim verdik.
Bunun bütün bütçesi İş-Kur tarafından karşılandı. Kişilere asgari ücretin
üçte biri kadar ücret ödendi, yol masrafları ödendi, yemek bedeli olarak bir
miktar yardım yapıldı. Kurs bitiminde %20 istihdam taahhüdümüz vardı,
biz bu %20 taahhüdümüzü onlara SRAP kapsamında bir meyvecilik projesi
hazırlayarak gerçekleştirdik. Bu bağlamda 3 kişiye yarı bodur elma bağı
kurduk, bir kişiye nektarin/şeftali bağı kurduk, bir kişiye de şaraplık bağ
projesi hazırladık. Belli dönemlerde izleme değerlendirmeleri oluyor,
gidiyoruz gayet güzel bakıyorlar, tek tük ürün vermeye başladılar. Meyve
bağları kurduklarımız para olarak geri ödeyecekler proje bütçesini
oluşturan meblağı.
Bunun dışında, yine Sosyal Riski Azaltma projesi çerçevesinde, ekonomik
nedenlerle dershaneye gidemeyen gençler için üniversiteye hazırlık kursu
düzenledik. Öğretmenlerin ücretlerini vakıf karşıladı, diğer masrafları SRAP
bütçesinden ödedik. 27 öğrencimiz üniversite sınavını kazandı.
UNDP Türkiye: SRAP kapsamındaki Şartlı Nakit Transferleri Edirne'de de
var mı?
H.B.: Evet. Bu proje çok hoşumuza gitti. Okula gitmeleri ve düzenli sağlık
kontrolünden geçmeleri şartıyla ilk ve ortaöğretim öğrencileri ile 0-6 yaş
grubu çocuklara nakdi yardımlar verilmeye başlandı. Zaten yapılan
karşılıksız yardımlara çok sıcak bakılmıyordu. Bizim için kurtarıcı oldu bu
proje. Şartlı Nakit Transferi'nden (ŞNT) yararlanan aileler, çocuklarını
düzenli olarak okula göndermeye, sağlık kontrollerini yaptırmaya
başladılar. Takip işlemlerinde okula devamsızlık tespit edilirse paranın
ödenmeyeceğini bildikleri için eskisinden çok daha hassas davranarak
çocuklarına olan ilgilerinin de arttığını gözlemledik. Bu arada kendileri de,
bireysel iş kurmalarına yardım etmemiz için başvuruda bulundular. ŞNT
çalışmalarına 2004 yılında başladık. Bu yıla kadar 2155 aileye ŞNT eğitim
ve sağlık yardımı yapıldı. Vakfımıza yapılan başvuruları değerlendirmeye
devam ediyoruz.
UNDP Türkiye: SRAP çerçevesinde geliştirdiğiniz başka projeler var mı?
H.B.: Evet, epeyce var. Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından
faaliyetleri devam ettirilen “Kirişhane Toplum Merkezi”, “Güzel Okulum”
projesi, “Vatandaş Odaklı Yönetişim” projesi birkaç örnek. Şu anda
faaliyete geçirmek için yoğun bir şekilde çalıştığımız, dezavantajlı
çocukların faydalanabileceği “Çocuk ve Gençlik Merkezi” projemiz var.
Tadilat işlemleri devam ediyor, tadilat bütçesinin bir bölümü SRAP
bütçesinden, bir bölümü de Valilik bütçesinden karşılanacak. Merkezde
bilgisayar, fotoğraf, resim ve tiyatro atölyeleri kuruyoruz. Eğitimden ve
sosyal etkinliklerden her çocuğun aynı şartlarda yararlanmasını, eşit
haklara sahip olmasını istiyoruz. Bina içinde bir yetişkin, bir çocuk
kütüphanesi hizmet vermeye devam edecek. Binanın çok büyük bir
bahçesi var. Biz üstünkörü düzenleyeceğiz, ondan sonra gençler orada ne
yapmak istiyorlarsa, Merkez görevlilerinin onayını aldıktan sonra
gönüllerince çalışacaklar. Sera yapmak istiyorlarsa sera yapacaklar,
kafeterya yapmak istiyorlarsa onu yapacaklar, yani hayal güçlerini
yeteneklerini Merkez faaliyete geçtikten sonra göreceğiz ve her türlü
desteği kendilerine vereceğiz. Merkezi kurduktan sonra, sürdürülebilirlik
kapsamında protokolle Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'ne devrediyoruz,
ama tüm kurum/kuruluşların, gençlerin ve STK'ların buluştuğu bir yer
olmasını umuyoruz.
UNDP Türkiye: Edirne'nin şen olması, burada yaşayan Romanlar'ın
yoğunluğundan olsa gerek. Peki Romanlar'ın kendine özgü davranışları
vakıf çalışmalarını nasıl etkiliyor.
H.B.: Romanlar neşeli insanlardır. Genelde günlük işlerde çalışmayı, o
gününün parasını çıkarmayı tercih ediyorlar. Ama bu istikrarlı bir kazanç
değil tabii. Biz ise, onların düzenli işleri, evleri olsun, belli yaşam
standartları olsun istiyoruz. Şu anda çoğu gerçekten çok yoksul, ama öte
yandan imkan verilirse, olumlu yönde değişebilirler.
Edirne'deki Vakfın önünde ne zaman yağmur suları ya da kar birikse,
Romanlar'dan Nejdet Bey çıkıp geliyor vakfa ve başlıyor temizlik, yol açma
çalışmalarına. İşsiz ama çalışmayı seviyor. Bunu gören vakıf müdürü de,
ona ufak tefek iş imkanları yaratmaya çalışıyor. Kendisinden dinleyelim:
Nejdet: Şimdi biz aylak adamız, iş güç yok. Abla bize yardımcı oluyor.
UNDP Türkiye: Nasıl duydunuz vakıf çalışmalarını?
UNDP Türkiye: Abla bize zaten geliyor, mahalle aralarında yardımcı
oluyor. Çocuklar okuyor. Devletimiz bize yardım etmese bunlar okuyamaz,
biz geçinemeyiz. İş yok.
UNDP Türkiye: Kaç çocuk var?
Nejdet: Bir kız bir oğlan. 2 yaşında birisi.
UNDP Türkiye:
Türkiye:Ne tür işler yapıyorsunuz?
Nejdet: Ablamız ne zaman ihtiyaç duysak yardıma koşuyor. Ben kurbağa
satıcılığı, hamallık gibi ne iş bulursam yaparım. Bir kermesten artan bu
takıları Vakıf bana verdi, şimdi ben parkta bunları satıyorum.
Devletimizden ve ablamızdan Allah razı olsun.
UNDP Türkiye: Vakfınızın SRAP dışında yararlandığı fonlar var mı?
H.B.: Tabii, mesela Avrupa Birliği fonlarından yararlanmak için bir proje
hazırladık. Aktif İşgücü Programı kapsamında hazırlanan projedeki amaç
Hazır Giyim Konfeksiyon Üretim Atölyesinde verilen makine ve dikiş
eğitimlerinden yararlanan kadınlarımızın istihdamını kolaylaştırarak
ekonomik özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamaktı. Hedef kitlemiz işsiz
kadınlar ve özrü çalışmasına engel olmayan özürlülerdi ki, bu projemizden
3 özürlü kadın yararlandı. Gayet başarılı oldular. Proje 2005 yılının ikinci
yarısında uygulandı. Bu kapsamda, 45'erlik gruplar halinde toplam 133
kadına üç grupta 45'er günlük eğitimler verildi. Eğitimlerden yararlanan
kadınların geliş-gidişleri sağlandı, öğle yemekleri temin edildi ve her birine
günlük 8 avro ücret ödendi. Bu kadınlardan bazıları bizden yardım
alanlardandı. Kocası terk eden, yoksulluk çeken kadınlar vardı aralarında.
Kursiyerlerin büyük bölümü, eğitimden hemen sonra iş buldu. Mesela
özürlü bir kızımız fabrikada çalışmaya başladı ve ilk defa para kazandı. Çok
mutlu olmuştu. Bir kısmı da, Edirne'de şu sıralarda açılacak olan tekstil
fabrikasının açılışını bekliyor. Halk Eğitim Merkezi ile yaptığımız koordineli
çalışmalar sonrası halen atölyelerde eğitim verilmekte. 100 kişilik eğitim
programı tamamlandı. Şu anda yeni başlayan programla 45 kişinin eğitimi
devam ediyor.
UNDP Türkiye: Peki AB'ye proje hazırlamak zor olmadı mı? İngilizce
biliyor musunuz?
HB: Ne yazık ki İngilizce bilmiyorum. Ama projeyi hazırladıktan sonra,
daha önce eğitimine destek verdiğimiz ve üniversiteyi dereceyle bitiren
bir kızımız, İngilizce'ye çevirilerde çok yardımcı oldu. Bunun yanında Milli
Eğitim Müdürlüğü öğretmenlerimizin de katkıları oldu. Proje hazırlamak
zor oldu, çünkü teknik konular çoktu. Raporlama işlemleri epey fazlaydı.
Ancak aldığımız desteklerle hepsi sonuçlandı. En güzel olanı ise birçok
kadının istihdam edilmesi. Bu sonuç her sıkıntıyı unutturuyor.
UNDP Türkiye:
yararlanıyor?
Edirne'de
genel
olarak
yardımlardan
kaç
kişi
H.B.: Her yıl sonunda yapılan yardım miktarlarını ile kişi bilgilerini
gösteren bir tablo hazırlıyoruz. 2005 yılında 26 bin 861 kişiye, toplam 1
milyon 256 bin YTL yardım yapıldı. Şu anda bir yoksulluk envanteri
oluşturmaya çalışıyoruz. Bir yıl öncesine kadar kayıtlarımız için bilgisayar
programı yoktu. Şimdi biz kendi çabamızla yeni bir sistem kurarak, dosya
bilgilerini bilgisayara kaydetmeye başladık. Her bilgiye rahatlıkla
ulaşabiliyoruz. Bir de dosyaları kendi aralarında ailelerin ihtiyaç
durumlarına göre A,B,C diye gruplandırdık. A grubu en ihtiyaç sahibi olan
dul, yaşlı, özürlü, çok çocuk sahibi olan aileleri kapsıyor. B grubu, şartlı
nakit transferinden yararlanıp günlük işlerde çalışanlar, hayatlarını bir
şekilde idame ettirebilenler, C grubu da reddedilenler, yani sosyal
güvencesi olanlar, ya da önceki yıllarda yardımlardan yararlanmış ancak
hayatta olmayanları kapsıyor. 2007 yılında Genel Müdürlüğümüz yeni bir
program hazırlıyor sanırım. Otomasyona geçildiğinde kimin ne aldığı
açıkça tüm Vakıflardan görülebilecek. Tabii vakıfta çalışan arkadaşlarımızın
çok hassas davranmaları gerekiyor. Bilgilerin hemen güncellenmesi ile
çalışmalarımızdaki başarının artacağına inanıyorum.
UNDP Türkiye: Yerel sivil toplum örgütleriyle ilişkileriniz var mı?
H.B.: Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, Ziraat Odası, Trakya Birlik,
diğer STK'ların temsilcileri, üyeleri bizim sürekli görüştüğümüz kişiler.
Bizim mevzuatımız dışında kalan bir şey olduğunda onlardan destek
istiyoruz. Bizi hiç geri çevirmiyorlar. Mesela bu yıl yaşadığımız sel
felaketinde, bazı acil ihtiyaçlar ortaya çıktı. Borsa başkanına
söylediğimizde hemen çocukların tüm okul ihtiyaçlarını karşıladı. Trakya
Birlik Yönetim Kurulu Başkanı aynı şekilde. Tabii bu kişiler bizim daha
önceki mütevelli heyeti üyelerimizdi. Bizimle daha önce çalıştıkları için
yapılan işleri biliyorlar ve genelde bizden gelen talepleri hiç geri
çevirmiyorlar. STK'lar yardım konusunda bir şeyler yapacakları zaman bize
gelebiliyorlar. Bizden bilgi alabiliyorlar, öngörüşme yapabiliyorlar, bir proje
hazırlayacaklarsa bizden destek isteyebiliyorlar. Önerilerde bulunuyoruz.
Türkiye genelinde çalışan yardım kuruluşları da, Edirne'ye ilk geldiklerinde
öncelikle Vakfa geliyor. Bizden isim listesi istiyorlar, destek istiyorlar,
koordineli çalışıyoruz.
Korunmasız Gruplar Raporu
UNDP tarafından yayımlanan yeni bir raporda, Avrupa Birliği'ne
katılmayı amaçlayan Balkan ülkelerinin Roman topluluklarına,
mültecilere ve ülke içinde yerinden olmuş kişilere daha fazla
yardım etmesi gerektiğine, ancak yardımların bütünleşik bir
yaklaşımla yapılması ve tüm toplumu hedef alması gerektiğine,
aksi takdirde bu yoksul ve toplum dışına itilmiş grupların daha
da dışlanacağına dikkat çekiliyor.
Ankara, Ağustos 2006
UNDP Raporu: “Roman topluluklarını ve yerinden olmuş kişileri
yoksulluktan kurtarmak için bütünleşik ve toplum-tabanlı yaklaşıma
ihtiyaç var.”
Balkanlar'daki korunmasız toplulukların
mücadelede daha fazla katılım gerekiyor.
sosyal
dışlanmışlıkları
ile
“Güneydoğu Avrupa'daki Roman Toplulukları ve Yerinden Olmuş Kişiler
Risk Altında” başlıklı raporda, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Hırvatistan,
Makedonya/Eski
Yugoslav
Cumhuriyeti,
Karadağ
(Montenegro), Romanya, Sırbistan ve BM yönetimindeki Kosova'da
yaşayan Roman toplulukları, mülteciler ve Ülke İçinde Yerinden Olmuş
Kişiler'in durumuna ilişkin ilk kez yapılan araştırmanın sonuçları yer alıyor.
Rapor, söz konusu bölgelerde yaşayan korunmasız grupların karşılaştığı
sorunlar hakkında geniş kapsamlı, istatistiksel veriler sunuyor; ve
hükümetlere, uluslararası topluma ve bizzat korunmasız grupların
temsilcilerine, bu yoksulluk ve dışlanmışlık kısır döngüsünü kırabilmeleri
için gerçekçi, pratik ve somut politika önerilerinde bulunuyor.
BM Genel Sekreter Yardımcısı ve UNDP Avrupa/Bağımsız Devletler
Topluluğu Bölge Direktörü Kalman Mizsei, raporun önsözünde
‘parçalanmalarla sonuçlanan on yıllık bir çatışmanın ardından, Balkan
bölgesi devletlerinin daha müreffeh bir geleceğe doğru bakarken,
toplumsal uyum ve birlikteliği de sağlaması ve nihayetinde AB'ye katılma
sürecinde, korunmasız ve mağdur toplulukları da unutmaması gerektiğini'
vurguluyor.
Kalman Mizsei şöyle diyor: “Karadağ'ın kısa bir süre önce bağımsız bir
devlet haline geldiği, Kosova'nın gelecekteki statüsünün belirlenmek
üzere olduğu, Bulgaristan ve Romanya'nın AB'ye katılım sürecine girdiği şu
dönemde, bu raporun yayımlanması bilhassa önem taşıyor. Balkanların
geleceğinin kararlaştırıldığı bu günlerde, bu hassas ve savaş yorgunu
bölgedeki sosyal uyumu ve bütünleşmeyi tehdit eden derin yoksulluk
uçurumlarını ortadan kaldırmak ve en korunmasız toplulukların
ihtiyaçlarına yanıt vermek için bize iyi bir fırsat sağlıyor.”
“Güneydoğu Avrupa'daki Roman Toplulukları ve Yerinden Olmuş Kişiler
Risk Altında” başlıklı rapor, analizlerini risk altındaki gruplarla sınırlı
tutmuyor – aynı zamanda, söz konusu gruplara yakın çevrelerde yaşayan
çoğunluk gruplarının sosyo-ekonomik durumunu ve statüsünü de
inceliyor. “Korunmasız bireylerin toplumun genelinden dışlanması, yerel
düzeyde gerçekleşen, diğer gruplarla sürekli ve günlük ilişkiler sırasında
yaşanan bir olgu. Korunmasız kişilerin topluma dahil edilmesini sağlamak
için, çoğunluk grupları ile korunmasız gruplar arasındaki ilişkileri iyi
anlamak zorundayız”, diyor raporun baş yazarı, Andrey Ivanov. “Roman
oplulukları ve Yerinden Olmuş Kişilerle aynı çevrede, yan yana yaşayan
çoğunluk grubuna ait nüfuslar, birçok durumda aynı riskleri taşıyor. Genel
tabloyu inceleyince, üzerinde çalışmamız ve çözmemiz gereken ortak
sorunları daha iyi belirleyebiliyoruz.”
Dolayısıyla, ‘Risk Altında' raporu, ‘hassas gruplara duyarlı, bölgesel-tabanlı'
yaklaşım politikasını savunuyor. Bu politika, korunmasız grupların özel
ihtiyaçlarını dikkate alıyor, ama bunlara yerel ve bölgesel çerçeveler içinde
çözümler getirmeye çalışıyor. Bu yaklaşım, ayırma değil, birleştirme
fırsatları sunuyor.
“Risk altındaki grupların belirgin ihtiyaçlarını hedef alan ama bütünleştirici
bir yaklaşımı benimseyen bu ‘tüm kesimleri kapsayıcı' politik
müdahalelerin önemi özellikle bu bölgede, yani trajik biçimde grup
kimliğinin etnik çizgilerle tanımlandığı ve çatışmaları tetiklediği bu
bölgede öne çıkıyor,” diye açıklıyor Kalman Mizsei.
On yıllık taahhüdün yerine getirilmesi
‘Risk Altında' raporu, UNDP'nin 2002'de yayımladığı ve Orta Avrupa'daki
Roman halkları konusunda yeni bir dönemi başlatan Bağımlılık
Tuzağından Kaçınmak adlı raporunun temelleri üzerine oturtuldu.
Bağımlılık Tuzağından Kaçınmak , insan hakları paradigmasını kalkınma
perspektifi ile birleştiren sayısal veriler ve bilgiler sağlayarak, Roman
topluluklarına dair daha derin ve içerikli bir bakış açısı sunuyordu.
Romanlar, çok çeşitlilik gösteren, geniş bir alana yayılmış topluluklar.
Avrupa'da 8 milyonluk bir nüfus oluşturdukları tahmin ediliyor. Ama
yaşadıkları tüm ülkelerde, nüfusun en yoksul, en sağlıksız, en eğitimsiz, en
zor iş bulan bireyleri Romanlar oluyor.
Bu durumu düzeltmek amacıyla, Orta ve Güneydoğu Avrupa hükümetleri,
2005 yılında ‘Romanların Topluma Dahil Edilmesi için 10 Yıl' adlı girişimi
başlatarak, ayrımcılığı ortadan kaldırma ve Romanlarla toplumun diğer
kesimleri arasındaki affedilmez açıklığı kapatma yolunda bir adım attılar.
'Risk Altında' raporunun benimsediği bölgesel-tabanlı kalkınma hedefi, bu
taahhüdü yerine getirmenin yollarını sunuyor.
“‘Romanların Topluma Dahil Edilmesi için 10 Yıl' girişimi, politika ve ilkesel
savunma düzeyinde birçok önemli başarı elde etti, ancak pratik
uygulamada daha yapılması gereken pek çok şey var,” diyen K. Mizsei, “Bu
raporda yer alan tavsiyeler, politik taahhütleri ve iyi niyetleri eyleme
dönüştürecek çabalara öncülük edebilir,” diye ekliyor.
UNDP, bu alanda ortağı olan Friedrich-Ebert-Stiftung ile birlikte, Kasım
2005'te bir konferans gerçekleştirerek, Doğu ve Güneydoğu Avrupa'daki
Roman halklarının sorunlarına çözüm bulma yollarını araştırmıştı. Bu
konferansın sonuçları Risk Altında raporunda yer alan tavsiyelere temel
oluşturdu.
‘Yerinden olmuş kişiler' sorununun çözümüne doğru
‘Risk Altında' başlıklı rapor, Roman halklarının sıkıntılarına çözüm
üretmenin yanı sıra, Balkan ülkelerindeki hassas grupların önemli bir
bölümünü oluşturan ‘yerinden olmuş bireylerin', yani Mültecilerin ve Ülke
İçinde Yerinden Olmuş Kişiler'in sorunlarına da eğiliyor. 1990'lı yıllar,
Balkanlar'ın yakın tarihindeki en sancılı dönemlerinden biri olmuştu.
Yugoslav Federasyonu'nun çöküşünü izleyen 10 yıl boyunca, bu bölge
şiddet ve etnik çatışmalarla çalkalanmış, milyonlarca kişinin yerini yurdunu
terk etmesine sahne olmuştu.
Romanlar'dan farklı olarak, Yerinden Olmuş Kişiler, yerlerinden olmadan
önce, ‘hassas/korunmasız kişiler' konumunda değillerdi. Çoğunluğunun
malı-mülkü, evi, işi vardı. Yerinden olma süreci onlara çifte darbe vurdu:
mülteci/sığınmacı olmanın yanı sıra, yerinden olan bu bireyler orta sınıf
statülerini kaybettiler ve sığındıkları toplumlarda en dışlanmış kişiler
haline geldiler. ‘Risk Altında' raporu, Yerinden Olmuş Kişilerin, tıpkı
Romanlar gibi, öncelikli ilgiye ihtiyacı olduğunu vurguluyor, onların
yoksulluğu ve dışlanmışlığı yenebilmek için kanuni statülerinin tanınması
gereğinin altını çiziyor.
Yerinden Olmuş Kişiler için insani yardım çalışmalarının sonuçlanma
aşamasına geldiği, ancak uygun kalkınma programlarının hala taslak
çalışmalarının yapıldığı bu günlerde, UNDP'nin raporu bölgedeki
mültecilerin ve yerinden olmuş kişilerin hassas sorunlarına eğilen daha
geniş çerçeveli bir uluslararası destek planının yaratılmasına dikkat
çekiyor. ‘Yerinden Olmuş Kişiler Sorunu için 10 Yıl' girişimi, bölge
hükümetlerinin bu sorunlara yaklaşımında sistematik bir çözüm sunabilir.
Kalman Mizsei, ‘Risk Altında' Raporu'ndaki önsözünü şu cümlelerle
bitiriyor: “Yerinden Olmuş Kişilerin ihtiyaçlarına cevap vermek için toplu ve
ortak bir çaba gerekiyor. Ama, inanıyorum ki, birlikte çalıştığımız sürece,
bu amaca ulaşmamız için 10 yıl gerekmeyecek.”
GEF Ulusal Diyalog Toplantısı
Ankara'da yapıldı
Türkiye'nin 1990'ların başından beri, BM çevrelerinde kısaca
‘GEF'
olarak
adlandırılan
Küresel
Çevre
Fonu'ndan
yararlanmasına rağmen, bununla ilgili ilk Ulusal Diyalog
Toplantısı 26-27 Haziran, 2006 tarihlerinde Ankara'da yapıldı.
Ankara, Ağustos 2006
Toplantının en önemli amaçlarından biri, GEF konusunda ülkedeki tüm
kamu kurum ve kuruluşlarını, sivil toplum örgütlerini, belediyeler ve
üniversiteleri bilinçlendirmekti. Bir diğer amacı, yeni yürürlüğe giren
Kaynak Tahsisi Sistemi (Resource Allocation Framework) çerçevesinde
iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik alanında ülke önceliklerinin
belirlenmesine yönelik bir çalışma başlatmaktı.
Yaklaşık 150 kişinin katıldığı toplantıda, UNDP, BM Çevre Programı (UNEP)
ve Dünya Bankası'nın yanısıra, Çevre Bakanlığı, ilgili kamu kurum ve
kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, il çevre ve orman
müdürlükleri ve belediyelerin temsilcileri vardı. İkinci günde, çalışma
gruplarına ayrılan katılımcılar, Türkiye'nin bu alandaki önceliklerini tespit
ettiler. Toplantı sonunda öne çıkan görüşleri, Çevre ve Orman Bakanlığı
Dış ilişkileri ve Avrupa Dairesi Başkanlığı'nda Dış Kaynaklı Projeler Şube
Müdürlüğü'nde çalışan Salih Ayaz'a sorduk. Toplantıyı başından sonuna
izleyen Ayaz'ın şubesi, Türkiye'deki GEF odak noktası olan müsteşar Prof.
Dr. Hasan Zulhi Sarıkaya adına, GEF ile ilgili tüm iş ve işlemleri yürütmekle
sorumlu:
Salih Ayaz (S.A.): Ulusal Diyalog Toplantısı'nda, GEF yetkilileri,
katılımcıları Küresel Çevre Fonu, bu fondan yararlanmak için hazırlanacak
projelerdeki döngü, Kaynak Tahsis Sistemi ve Kültür Destek Programı
(Culture Support Programme) konularında bilgilendirdi. Çevre Bakanlığı
da, biyolojik çeşitlilik, iklim değişikliği, toprak bozulması alanlarında
ülkemizdeki mevcut durum ve tespit ettiği öncelikleri, bunun yanında
ülkemizin GEF fonlarına yaklaşımları ve beklentileri, GEF koordinasyon
mekanizması gibi konularda sunumlar yaptı. Dört alanda; biyolojik
çeşitlilik, iklim değişikliği, toprak bozulması ve küçük destek programı
alanlarında çalışma grupları toplandı. Her bir grupta, en az 10-15 öncelik
belirlendi. Tabii ilk öncelik sırasına baktığımızda, enerji verimliliği ve
koruma başlıkları öne çıkıyor.
UNDP Türkiye: Peki toplantıya katılamayanlar adına soralım, Küresel
Çevre Fonu, GEF nedir?
S.A.: Küresel Çevre Fonu (yani Global Environment Fund), BM çatısı
altında 1991 yılında kurulan ve bağımsız bir finans kuruluşu olan, küresel
çevreye fayda sağlama amaçlı projeleri destekleyen bir fondur. GEF'in belli
başlı odak alanları var. Bunlar ilk başta biyolojik çeşitlilik, iklim değişikliği,
ondan sonra ozon tabakası ve uluslararası sular idi. Fakat 2002 yılında
Pekin'de yapılan 2. GEF Asamblesi'nde, toprak bozulması ile kalıcı organik
kirleticiler de, GEF'in odak alanı içine girdi. Bunlardan ülkemizle ilgili bir
şeye daha değinmek istiyorum: GEF'in bir işlevi de, 3 sözleşmenin finansal
mekanizması olmak, bunlar Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, İklim Değişikliği
Salih Ayaz
Çevre ve Orman Bakanlığı Dış
ilişkileri ve Avrupa Dairesi
Başkanlığı'nda Dış Kaynaklı Projeler
Şube Müdürlüğü Çalışanı
Çerçeve Sözleşmesi ve Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi. Biz bu 3
sözleşmeyi imzaladık ülke olarak. Yalnız 2002 yılında GEF'in kapsamına
giren kalıcı organik kirleticilerle ilgili Stockholm Sözleşmesi'ni
imzalamamıza rağmen, henüz onaylamadık. O yüzden, bu kapsamda
ülkemizce yapılan projelere desteği BM'den alamıyoruz. Ama onaylanması
yönünde ülke içinde girişimler devam ediyor.
UNDP Türkiye: GEF'in bütçesi nedir? Türkiye'ye düşen pay ne kadar?
S.A.: GEF'in bütçesi donör ülkeler ve ülke katkılarından oluşuyor.
Sözgelimi şu anda GEF'in dört yıllık, dördüncü aşamasının bütçesi, 3.2
milyar dolar civarında. Bu rakam hem bölgesel projelere, hem bireysel ülke
projelerine dağıtılıyor. 1 Haziran 2006'da yürürlüğe giren Kaynak Tahsis
Sistemi'nde ise, -iki odak alanında olacak: birincisi iklim değişikliği, diğeri
biyolojik çeşitlilik- ülkeler, bireysel olarak kaynak alıp proje yapamıyor.
Bulunduğumuz coğrafyada biyolojik çeşitlilik alanında ve iklim değişikliği
alanında zannedersem, sadece Türkiye ve Rusya bireysel olarak proje
yapıp kaynak tahsisi alabiliyor.
UNDP Türkiye: Ülkenin boyutlarıyla ilgili bir nedenden dolayı mı?
S.A.: Tabii bunun da hesaplanmasına yönelik bazı formüller var. Hem
boyutlarıyla ilgili, hem biyolojik çeşitlilik sözleşmesinin kapsadığı türlerle
ilgili çeşitli kriterleri var. Sorunuza dönersek, biyolojik çeşitlilik alanında 4
yıl boyunca Türkiye'ye ayrılan kaynak 4.7 milyon dolar. Yani bizim
yapacağımız projeler için alacağımız toplam miktar bu. İklim değişikliği
alanında ise 13.7 milyon dolar. Dediğim gibi diğer odak alanlar bu yeni
sisteme dahil olmadığı için, o konularda herhangi bir sınırlama yok. Ne
kadar uygun proje üretebilirsek, o kadar kaynak alabiliyoruz.
Diğer alanlar derken mesela ozon tabakasıyla ilgili fonlar genelde Rusya ve
civarına veriliyor. Oradan biz fon alamıyoruz. Uluslararası sular ile ilgili
sözleşmeyi biz imzalamadığımız için ondan zaten alamıyoruz. Toprak
bozulması odak alanı var, ki bakanlığımızda zannedersem bu konuda bir
kaç çalışma var. Bir de kalıcı organik kirleticiler var, ki sözleşme
imzaladıktan sonra herhalde o konuda da proje yapabiliriz.
UNDP Türkiye: Küresel Çevre Fonu'ndan kimler yararlanabilir? Sadece
hükümetler mi başvurabiliyor buna?
S.A.: GEF'in uyguladığı 3 proje tipi var. Bunlardan birincisi Küçük Destek
Programı. UNDP kanalıyla kullandırılan 50 bin dolara kadar projelerin
desteklendiği bir fon bu. Genelde sivil toplum kuruluşları, kamu kurum ve
kuruluşları, belediyeler ve üniversiteler bu fondan yararlanabiliyor.
UNDP Türkiye: Her yıl mı veriliyor? Nasıl veriliyor bunlar?
S.A.: Küçük Destek Programı ile ilgili, UNDP bünyesinde bir Ulusal
Koordinatör var. Bunun altında proje yönlendirme komitesi var. Bu
komitede, bizim bakanlıktan, yani GEF proje yürütücüsünden, Dışişleri
Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve
üniversitelerden uzmanlar var. Sivil Toplum Kuruluşları ilk önce Ulusal
Koordinatöre kendi proje fikirlerini sunuyor. Bunlar GEF formatına göre
Ulusal Koordinatör tarafından yönlendirilerek hazırlanıyor ve proje
yönlendirme komitesi önüne geliyor. Proje yönlendirme komitesi
bunlardan uygun gördüklerini onaylıyor ya da revize etmesi için geri
gönderiyor veya reddediyor.
UNDP Türkiye: Proje geldikçe mi toplantı yapılabiliyor?
S.A.: Yılda 2 ya da 3 kez yönlendirme komitesi toplanıyor. Her seferinde 3
ila 10 arasında proje olabiliyor. Mesela Nisan ayında yapılan toplantıya 4
proje gelmişti. Bir de proje değerlendirme gelmişti, proje değerlendirmeyi
kısaltılması için geri gönderdik. 4 projeden 2'sini onayladık, birini biraz
revize ettik, bütçesini kıstık, diğerini reddettik.
UNDP Türkiye: Yani, diğer AB fonlarına baktığımızda ya da BM'nin diğer
fonlarına baktığımızda, genelde hep ihaleler çerçevesinde geliyor projeler
ve hep bir teklif çağrısı olması gerekiyor. Sadece galiba burada bir teklif
çağrısı olmadan, sivil toplum kuruluşlarının geliştirdiği çevre koruma
konulu projelere fon ayrılabiliyor. Böyle bir imkan var diyebilir miyiz?
S.A.: Evet, yalnız bu kaynak da sınırlı. Özellikle GEF'in dördüncü
döneminde biraz daha sınırlandı. Ama Türkiye, Küçük Destek
Programı'ndan 90'lı yılların ortalarından bu yana yararlanabiliyor. Şu ana
kadar, 134 proje desteklendi. 134 projeye, yaklaşık 2 milyon 666 bin dolar
gibi bir kaynak GEF fonundan aktarıldı.
UNDP Türkiye: Genelde ne tür projeler fonlanıyor bu Küçük Hibe
Programı çerçevesinde?
S.A.: Küçük Hibeler, GEF'in kapsadığı tüm odak alanlarıyla ilgili projelere
verilebilir. Ama çoğunlukla şu ana kadar sunulan projeler, biyolojik
çeşitlilik ve iklim değişikliği alanında. Toprak bozulması alanındaki projeler
yeni yeni gelmeye başladı. Zaten bu alan, 2002 yılında bütçeye girdi yeni
bir odak alanı olarak.
UNDP Türkiye: Peki diğer konulara geçersek; bu bir bölümüydü GEF'in,
Küçük Ölçekli Projeler Bölümü'ydü.
S.A.: İkincisi, Orta Ölçekli Projeler. Orta ölçekli projelerin bütçesi 1 milyon
dolara kadar olabiliyor. Buna da tüm kamu kurum ve kuruluşları,
üniversiteler, sivil toplum kuruluşları kamu kuruluşlarıyla ortaklaşa
başvurabiliyor. Yani herkese açık bir fon. 1991 yılından beri veriliyor. Yalnız
bunun bir özelliği var, aynısı Büyük Ölçekli Projelerde de var, bunda sadece
projesini geliştiriyorsunuz. Proje fikrini geliştirdikten sonra PDF-A fonu,
yani projeyi hazırlatmak üzere danışman tutmak için belli oranda fon alma
hakkınız var. 50 bin dolara kadar PDF-A alabiliyorsunuz. Böylece projeyi
hazırlatmak için uzmanlar tutabiliyorsunuz. Büyük Ölçekli Projeler ise, 1
milyon dolardan fazla olan projeler. Bu fondan da, kamu kurumları
yararlanabiliyor. Bunun için de PDF-B ve PDF-C alma imkanınız var.
Zannedersem PDF-B çerçevesinde, 500 bin dolara kadar, PDF-C
çerçevesinde de, 1 milyon dolara kadar hazırlık yardımı alabiliyorsunuz.
Orta ve büyük ölçekli projeler, ilgili kamu kurum ve kuruluşları veya
belediyeler, üniversiteler tarafından geliştiriliyor. Söz konusu proje fikrinin
GEF'e uygun olup olmadığı bizim birimimizce ilk önce değerlendiriliyor.
Sonra, eğer GEF'in odak alanlarına giriyor ise, o konuyla ilgili Dışişleri
Bakanlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, Tarım Bakanlığı, Devlet Su İşleri gibi
diğer birimlerin görüşleri de soruluyor. Eğer onlar da uygun bulursa,
Türkiye'deki idari odak noktasının onayına sunarız. O da başvuruyu
hazırlar ve ilgili birime gönderir. Ondan sonra PDF-B, PDF-C aşamasına
geçilir ve proje hazırlanır. Daha sonra proje GEF sekreteryasına gönderilir.
Orada da uygun görülürse GEF sekreteryası ile Dışişleri Bakanlığı arasında
imzalanan bir protokol ile yürürlüğe girer.
UNDP Türkiye: Peki bugüne kadar Orta Ölçekli ya da Büyük Ölçekli
fonlardan yararlanabildi mi Türkiye?
S.A.: Şimdi bu çerçevede kaynaklar Hazine Müsteşarlığına, yani politik
odak noktasına gidiyor. Hazine Müsteşarlığından aldığımız bilgiye göre 33
milyon dolarlık bir kaynak taahhüdü alındı ‘91 yılından günümüze kadar.
Tabii tüm projeler henüz neticelenmediği için taahhütten
bahsedebiliyoruz ancak. Projeler uygulandığı sürece, belli dönemler
çerçevesinde taahhütler zaten yerine getiriliyor.
Türkiye'nin GEF projeleri
UNDP Türkiye: Ne tür projeleri var Türkiye'nin?
S.A.: Şu anda 8-10 projemiz var. Bir tane biyolojik çeşitlilik alanında orta
ölçekli proje, iki tane iklim değişikliği alanında büyük ölçekli proje
gönderdik. Her iki alanda da iki üç tane daha projemiz var. Uygulamada
ise, Karadeniz'le ve Akdeniz'le ilgili bölgesel projelerimiz var, Kafkas'larla
ilgili bir projemiz var. Balkan ülkeleriyle, toprak bozulmasıyla ilgili, İstanbul
Üniversitesi'nin yürüttüğü bir proje var.
UNDP Türkiye:
Türkiye:Türkiye'de geçen yıl uygulanmaya başlayan, ‘İklim
Değişikliği Alanında İlk Ulusal Bildirimin Hazırlanması' projesi de, GEF
tarafından destekleniyor değil mi?
S.A.: Evet ama ayrı bir bütçe kaleminden. Yani saydığımız küçük, orta ve
büyük ölçekli fonlar kapsamında değil o proje. GEF altında, bir de
faaliyetleri harekete geçirmek (enabling activities) için ayrılan bir bütçe
kalemi var. Bunun yanısıra, Temmuz ayında yürürlüğe giren “development
market place” bütçe kalemi var. Bu çerçevede de, 200 bin dolara kadar
olan projelere destek veriliyor. Bu fon da, özel kuruluşların, pazar
çeşitlerinin çoğaltılmasına yönelik veya ürettiklerinin satılmasına destek
veren bir fon. GEF'le, çevre korumayla bu konunun ilgisi yokmuş gibi
görünse de, aslında çok ilgili. Örneğin biyolojik, organik ürünler üretiyoruz.
Bunların pazarlanmasına, pazar payının geliştirilmesine yönelik bir fon bu.
UNDP Türkiye: Peki GEF'in kaynağı nereden geliyor?
S.A.: Donör ülkelerden. Yani kaynak sağlayan ülkelerden. En başta ABD.
Bir de ülke katkı payları var. Mesela biz de OECD ülkesi olduğumuz için
hem alıcı hem de verici ülkeyiz.
UNDP Türkiye: Türkiye ne kadar veriyor?
S.A.: Yılda yaklaşık 1.5 milyon dolar veriyoruz. Bugüne kadar, toplam 23
milyon küsur dolar vermeyi taahhüt ettik.
“ Türkiye'ye ayrılan fon, ülkedeki biyo-çeşitlilikle bağdaşmıyor ”
UNDP Türkiye: Peki fonlar, ülkelere hangi kriterlere göre ayrılıyor?
S.A.: Yeni yürürlüğe giren Kaynak Tahsis Sistemi'nin her iki odak alanında
da kullandığı kriterler var. Biyolojik çeşitlilikten örnek verirsek, 2 kriter
kullanıyor. Biri GEF biyolojik çeşitlilik faydalanma endeksi, diğeri de
biyolojik çeşitlilik proje performans endeksi. Birinci endekste hem karasal,
hem denizle ilgili biyolojik çeşitlilik türleri, örneğin ne kadar endemik tür
var, bunlarla ilgili belli kat sayılar var. Bununla ilgili bir rakam çıkartıyorlar.
Ondan sonra 2 yılda bir yapılan değerlendirmeler sonucunda GEF
performans endeksi, ülkeye ayrılan payı artırıyor ya da azaltıyor. Yani ne
kadar iyi proje yapılırsa, ya da ne kadar iyi puan alınırsa ülkenin puanı o
kadar artıyor. Dört yıllık dönem için ne kadar kaynak ayrılmışsa, en fazla o
kadarlık proje sunabiliyorsunuz. Aslında, Türkiye'ye ayrılan 4.7 milyon,
Türkiye'nin gerçekleriyle pek bağdaşmıyor. Çevre koruma alanında çalışan
‘Conservation International' adlı uluslararası kuruluşun, dünyada
belirlediği 25 “sıcak nokta” var. Bu, biyolojik çeşitlilikle ilgili. Bunlardan 3
tanesi, yani %10'dan daha büyük bir kesimi Türkiye'de. Akdeniz Havzası
(Mediterranean Basin) deniyor. Yani tüm Akdeniz, Tunus, İspanya, Fransa.
Ve Türkiye'de tüm Akdeniz sahili, Ege ve Marmara'yı kapsıyor. 11.700 tür
var burada. Yine bu kuruluşun sıcak bölge olarak adlandırdığı bölgeler
arasında, tüm Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu da var. Bir diğeri de
Kafkaslar Bölgesi. Bu da tüm Doğu Karadeniz'i kapsıyor. Yani Türkiye'nin
hemen hemen tamamı, biyolojik çeşitlilik alanında korunması gereken
alanlar. Bu durumda, Türkiye daha büyük bir payı hak ediyor aslında.
UNDP Türkiye: Peki indeksi oluşturan veriler Türkiye'den gitmiyor mu?
S.A.: Hayır, hayır. Zaten ona göre baktığınızda Türkiye'de 3.000'in üzerinde
endemik tür var ki, Avrupa'dan fazla. Türkiye'de toplam 10.000'e yakın tür
var. Tüm kuş yolları Türkiye'nin üzerinde. Yani bu veriler ışığında
değerlendirilse muhtemelen farklı olacak.
Küre Dağları Ekoturizm Projesi
GEF Küçük Destek Programı (SGP) tarafından desteklenen
projelerden biri Küre Dağları Ekoturizm Uygulama Projesi. Küre
Dağları Ekoturizm Derneği'nin (KED) hayata geçirdiği projenin
pilot uygulama alanı, Kastamonu-Bar tın Küre Dağları Milli Parkı
sınır alanında yer alan Zümrüt Köyü.
Ankara, Ağustos 2006
Proje kapsamında, iki köy evi geleneksel mimariye göre restore edilerek,
25 kişinin konaklayabileceği pansiyonlar olarak köylüler tarafından
işletilmeye başlandı. Eski okul ise ekoturizm ziyaretçi ve eğitim merkezi
olarak düzenlendi.
Proje yöneticisi ve KED Başkan Yardımcısı Dr. İsmail Menteş, ekolojik
turizmi “doğa ve yöre halkına duyarlı, bölgenin ekolojik hassasiyetini
korurken yöre insanına fayda sağlamayı ilke edinen bir model” olarak
tanımlıyor.
Küre Dağları Milli Parkı yaşlı ormanlar, kanyonlar, mağaralar, flora ve fauna
açısından çok zengin bir alan. Türkiye'de bilinen 132 memeli türünden
40'ı, ve 46'sı tehlike altında olan 147 kuş türü bu bölgede yaşıyor. Milli
park, Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) tarafından 'Önemli Bitki Alanı'
olarak tespit edilmiş.
Geleneksel geçim kaynağını ormancılığın oluşturduğu Zümrüt Köyü'nde,
bu proje ile tedricen hizmet ve turizm ekonomisine geçiliyor. “Yöre halkı
çok ağır şartlardaki orman işçiliği ile geçimini sağlarken, nispeten daha
rahat olan hizmet sektörü sayesinde ikinci bir geçim kaynağına kavuşacak.
Bölgedeki orman üstünde baskı azalacağı için yaşadıkları coğrafya uzun
dönemde korunmuş olacak,” diyen Dr. Menteş, proje faaliyetlerinde
kadınların rolünün özellikle altını çiziyor: “Zümrüt köyünde kadınlar daha
belirleyici konumda. Tüm toplantılara kadınlar ve gençler de katıldı. Zaten
kadın hayır derse, o işin olma şansı sıfırdır.”
Nitekim, Zümrüt kadınları gerek renkli yöresel giysileri, gerek iletişim
becerileri, gerekse hazırladıkları lezzetli reçel, pekmez ve diğer köy
ürünleri ve ürettikleri el sanatları ile köyün cazibe merkezini oluşturuyor.
Ata ve bisiklete binmeye, ve yürüyüş yapmaya uygun bir altyapının
geliştirildiği köyde, gençler de doğa kılavuzluğu yaparak ek gelir sağlıyor.
KED, Zümrüt köyünün başarısından sonra Küre Dağları'nda benzer
çalışmaları yaygınlaştırmayı hedefliyor.
Bölgesel 'Binyıl Kalkınma
Hedefleri' Raporu
Or ta ve Doğu Avrupa ve BDT ülkeleri, Binyıl Kalkınma Hedefleri
(Millennium Development Goals) doğrultusunda düzensiz
adımlarla ilerliyor.
Ankara, Ağustos 2006
“Ulusal Binyıl Kalkınma Hedefleri: Eylem için bir çerçeve” (National
Millennium Development Goals: A framework for action) başlıklı rapor
UNDP tarafından Haziran 2006'da yayınlandı. Rapor, Orta ve Doğu Avrupa
ve BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) ülkelerinin ulusal çapta
yürüttükleri, Binyıl Kalkınma Hedefleri (MDG) stratejilerinin genel bir
değerlendirmesini yapıyor ve her bir ülkenin kendine özgü kalkınma
sorunlarının ışığında, bu hedeflere ulaşmada kaydedilen ilerlemeleri
irdeliyor. “Eylem için bir çerçeve” adlı rapor, Orta ve Doğu Avrupa ve
BDT'de yer alan 32 ülke ve/veya bölgedeki kalkınma çabalarını gözden
geçiriyor. Birleşmiş Milletler tarafından 2000 yılında ilan edilen ‘Binyıl
Bildirgesi'nin (Millennium Declaration) yoksulluğu ortadan kaldırmak ve
sürdürülebilir insani kalkınmayı sağlamak açısından kritik sorunlar olarak
belirlediği yetersiz gelir, eğitim ve öğrenime erişim, kadın/erkek eşitliği,
sağlık koşulları, çevresel bozulma ve zayıf yönetişim alanlarındaki
gelişmelere odaklanıyor.
Raporun sonuçlarına göre, Avrupa Birliği üye devletleri Binyıl Kalkınma
Hedefleri'ne ulaşma yolunda hızla ilerliyorlar; ancak BDT'nin bazı ülkeleri
Afrika'da yaşanan düzeylerde yoksulluk çekiyor ve bu nedenle uluslararası
toplumun Afrika ülkelerine gösterdiği ölçüde ilgiye ihtiyaçları var.
BM Genel Sekreter Yardımcısı ve UNDP Avrupa ve BDT Bürosu Bölge
Direktörü Kalman Mizsei, raporun önsözünde, “BDT'ye dahil bazı Orta Asya
ülkelerinde yaşanan ulusal düzeyde Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşma
zorlukları, Afrika, Güney Asya veya Karayip'lerin düşük gelirli ülkelerinde
yaşanan kalkınma zorluklarından çok farklı değil. Uluslararası toplum,
Afrika'nın kalkınma sorunlarına gösterdiği duyarlılığı, aynı yoğunlukla bu
Orta Asya ülkeleri için de göstermelidir,” diyor.
“Ulusal Binyıl Kalkınma Hedefleri: Eylem için bir çerçeve” raporu, ülkelerin
ulusal Binyıl Hedefleri doğrultusunda kaydettiği gelişmeleri istatistiksel
tablolarla sayısal olarak belgeleyen ilk çalışma. Küresel düzeyde ortaya
konan Binyıl Kalkınma Hedefleri, Afrika'da ve Güneydoğu Asya'nın bir
bölümünde mevcut olan azgelişmişlik sorunlarına çözüm getirmeyi
amaçlıyordu, ancak Doğu Avrupa ve BDT'deki çok farklı özellikli
azgelişmişlik koşulları, bu hedeflerin söz konusu ülkelerin ulusal şartlarına
göre uyarlanması gereğini zorunlu kıldı.
Binyıl Kalkınma Hedefleri'nin (MDG), 2015 yılına kadar aşırı yoksulluğu
yarıya indirme, HIV/AIDS hastalığının yayılmasına son verme ve evrensel
düzeyde ilköğrenimin yaygınlaştırılmasının da bulunduğu sekiz ana amacı,
Eylül 2000'de BM Merkezi'nde gerçekleştirilen Binyıl Zirvesi'de tüm BM üye
ülkelerinin oybirliği ile kararlaştırdıkları planın temel hatlarını oluşturuyor.
“Binyıl Kalkınma Hedefleri”, dünyanın en yoksul toplumlarının ihtiyaçlarına
çözüm bulma yolunda, daha önce örneği görülmemiş ölçüde büyük bir
çabayı harekete geçirdi.
“Ulusal Binyıl Kalkınma Hedefleri: Eylem için bir çerçeve” raporu, ulusal
şartlara uyarlanan MDG hedeflerini, ülke-düzeyinde yoksulluğu yenmek
için kullanılan politika çerçevelerine entegre eden bir platform
oluşturuyor. “Buradaki temel sorun, Doğu Avrupa ve BDT ülkelerinde
sürdürülebilir kalkınmayı ve eşitsizlikleri yok etmeyi sağlamak için, ulusal
şartlara uyarlanan MDG hedeflerinin en iyi ne şekilde kullanılabileceğini
saptamak,” diyor, raporun baş yazarı Jacek Cukrowski.
Uluslararası kalkınma işbirliğinin yeni aktörleri
Avrupa Birliği'nin yeni üye devletleri, özellikle Güneydoğu Avrupa ve BDT
ülkelerine, sağlıkla piyasa ekonomileri ve demokratik sistemler kurmak için
gerekli politikaların ve kurumsal reformların oluşturulmasında sağladıkları
deneyim transferi ile kalkınma işbirliğine önemli katkılarda bulunuyorlar.
Bu ülkelerin sağladığı katkının küresel resmi kalkınma yardımı (Official
Development Assistance) içindeki parasal değeri küçük de olsa, yeni AB
üyesi devletlerin, geçiş dönemi müzakereleri ve 1990'ların kalkınma
mücadelesi sırasında edindikleri uzmanlık ve çıkardıkları dersler büyük bir
potansiyel etki yaratıyor. 1990'larda gerçekleştirdikleri gelişme
hamleleriyle dünyanın en büyük kalkınma başarısı örneklerine imza atan
bu, bir zamanların bağış alan ülkeleri, şimdi uluslararası kalkınma
işbirliğine sağladıkları uzmanlık ve bilgi birikimiyle yardım veren ülkeler
konumuna geldiler. Türk Hükümeti ve onun Uluslararası Kalkınma ve
İşbirliği İdaresi'nin sağladığı (daha geleneksel biçimli) teknik yardımları ve
Rusya Federasyonu'nun gelişmekte olan Afrika, Asya ve Latin Amerika
ülkelerine sağladığı teknik yardım ve borç silme katkısı, Orta ve Doğu
Avrupa ve BDT ülkelerinin, yeni veya gayri-geleneksel bağışçılar olarak,
uluslararası kalkınma işbirliğine verdiği desteğin başarılı örneklerini
oluşturuyor.
Raporda, söz konusu bölgenin kalkınma gündeminde, kamu ve özel sektör
kesimleri arasında işbirliği yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor. AB'ye
yeni katılan üye devletlerin deneyimlerine göre, özel sektör kuruluşları,
birçok kalkınma sorununu ortadan kaldırmada önemli bir rol oynuyor. Zira
özel sektör şirketleri, gerek tüketiciler ve hükümetlerden gelen baskılar
sonucu, gerekse yeni pazarlara girme amacıyla, sosyal sorunların
çözümünü iş geliştirme fırsatları olarak değerlendiriyor.
Kalman Mizsei'nin dediği gibi, “Giderek daha çok sayıda özel şirket,
hayırsever niyetlerle öz çıkarlarını birleştirerek, hükümetler ve sivil toplum
kuruluşlarıyla kamu-özel sektör ortaklıkları kuruyor ve böylece yeni
pazarlara girme ve sosyal hizmetlerin kalitesini iyileştirme olanağını
buluyor.” Örneğin, Kazakistan'da Chevron Texaco, Citibank ve UNDP bir
ortaklık oluşturarak, küçük ve orta-ölçekli işletmelerin geliştirilmesi için
çalışıyor. Polonya'da ise, PKN petrol rafinerisi Levi Strauss şirketi, yerel
hükümet ve UNDP ile ortaklık kurarak, sürdürülebilir kalkınma projeleri
için fon sağlıyor.
Kaynak: Ulusal Binyıl Kalkınma Hedefleri: Eylem için bir çerçeve raporu
Rapor, bölgedeki kalkınma trendleri hakkında karışık bir tablo sergiliyor.
Başarı örnekleri arasında, mutlak yoksulluğu ortadan kaldıran Çek
Cumhuriyeti ve Slovenya var. Bu ülkelerin ve diğer Orta Avrupa
devletlerinin şimdi önlerindeki mücadele, ekonomik eşitsizlikleri yenmek
ve Roman toplulukları gibi hassas grupları topluma entegre etmek.
Diğer ülkeler ise çok daha zorlu sorunlarla karşı karşıyalar. Tacikistan'ın kişi
başına gayri-safi yurtiçi hasılası (GSYİH) satın alma gücü paritesi olarak,
Ruanda, Uganda ve Fildişi Sahili'ndeki kişi başına GSYİH'den daha düşük.
Özbekistan'ın kişi başına GSYİH'si Sudan ve Kamerun'dakinden daha
düşük. Moldova ve Gürcistan'da nüfusun yaklaşık yarısı, mutlak yoksulluk
sınırı olan 2.15 Doların (A.B.D. Doları olarak ifade edilen satın alma gücü
paritesi) altında bir gelire sahip. 1990'ların sonunda, tahmini 23 milyon
insan (Orta Asya nüfusunun %40'ından fazlası) günde 4.30 Dolardan az bir
parayla yaşıyordu; 10 milyon kişi ise (günde 2.15 Dolardan az bir gelirle)
aşırı yoksulluk içindeydi.
Bölgedeki birçok ülke Binyıl Kalkınma Hedeflerini gerçekleştirebilmek için
yönetişim sistemlerini iyileştirmek zorunda. Yoksulluğun azaltılması,
cinsiyet eşitliği ve daha iyi sağlık ve eğitim koşullarının sağlanması
alanlarında en fazla ilerleme kaydeden ve aynı zamanda ekonomik
büyümeyi çevresel sürdürülebilirlik ile bağdaştıran ülkeler – yani AB'nin
yeni üye devletleri – ekonomik, politik ve sosyal reformları
gerçekleştirmede en başarılı ülkeler oldu.
Öte yanda, en büyük sosyal ve ekonomik sorunların gözlemlendiği ülkeler,
demokrasileri az gelişmiş, yüksek düzeyde yolsuzluk yapılan ve devlet
kapasiteleri zayıf ülkeler oldu.
Kalman Mizsei bu konuya ilişkin şöyle diyor, “Küreselleşmiş dünyamızda
toplumlar, en ilerici ve insancıl bir belge olan Binyıl Bildirgesine imza atan
liderlerinin, temiz ve dürüst hükümetlere önderlik etmesini bekliyorlar.”
Mizsei, raporun önsözünde şunları da ekliyor, “Bu rapor, gelişme
konusunda ülkelerarası bir karşılaştırma yapmayı amaçlamıyor. Onun
yerine, eylemi ve iş yapmayı harekete geçirmeyi amaçlıyor, ulusal
hedeflere ulaşmak için gereken reformları teşvik ediyor ve ülke çapında en
iyi uygulamaların gerçekleştirilmesini destekliyor. ‘Ulusal Binyıl Kalkınma
Hedefleri: Eylem için bir çerçeve' raporu ileriyi gösteren bir işaret
levhasıdır.”
Türkiye'nin Binyıl Kalkınma Hedefleri'ne ulaşma yolundaki performansını
görmek için, lütfen tıklayınız.
Kadın Zirvesi 31 Ağustos'ta
31 Ağustos-4 Eylül tarihleri arasında, Ürgüp'te, Yerel Gündem
21 Programı çerçevesinde, UNDP ve Ürgüp Belediye
Başkanlığı'nın desteğiyle, 5. Kadın Meclisleri Zir vesi yapılacak.
Ankara, Ağustos 2006
Açılış konuşmalarını Türkiye Yerel Gündem 21 Programı Koordinatörü
Sadun Emrealp, Ürgüp Yerel Gündem 21 Kadın Meclisi Başkanı Necla Kırcı,
Ürgüp Belediye Başkanı ve UNDP temsilcisinin yapacağı zirve
toplantılarında, Türkiye'nin önde gelen akademisyenleri, siyasetçileri,
kadın belediye başkanları, gazetecileri, yazarları, sanatçıları, iş kadınları,
sendika temsilcileri, sivil toplum ve kadın kuruluşları temsilcileri çeşitli
panel ve tartışmalara katılacak.
“Kadınların Siyasal ve Toplumsal Hayattaki Yeri”, “Karar Alma Süreçlerinde
Kadın Bakış Açısı ve Etkileri”, “Temsilde Kadın-Erkek Eşitliğini Sağlamak için
Gerekli Yasal Düzenlemeler: Kota” konulu panellere katılacak konuşmacılar
arasında, Şirin Tekeli, Fatma Girik, Ersin Kalaycıoğlu, Beyza Bilgin, Nilüfer
Göle, Elif Şafak, Suzan Sabancı'nın yanısıra, AKP, CHP, SHP, ANAP ve DYP'nin
kadın kolları başkanları da var.
Kadın Meclisleri Zirvesi'nde ayrıca, “Türkiye'de Siyasi Partilerde Kadın
Kolları: Görev ve İşlevleri nelerdir, Neler Getirdiler, Neler Götürdüler” ve
“Türkiye'de Kadın ve Siyasetin Tarihi Gelişimi” başlıklı tartışma oturumları
da yapılacak.
Çeşitli sergi, tiyatro oyunu, konser, şiir dinletisi, dans ve folklor gösterisi,
atölye çalışması ve Ürgüp'te bağbozumu ziyaretinin de yer alacağı zirve
etkinlikleri, 4 Eylül'de basın toplantısı ve bir bildirgeyle sona erecek.
Yerel Gündem 21 Kadın Meclisleri:
1992 yılında Rio'da düzenlenen Birleşmiş Milletler ‘Yeryüzü Zirvesi'nde,
“sürdürülebilir kalkınma” tüm insanlığın 21. yüzyıldaki ortak hedefi olarak
benimsendi. Bu doğrultuda, 21. yüzyılda çevre ve kalkınma sorunlarıyla
başa çıkılmasına ve sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşılmasına yönelik
ilke ve eylem alanlarını ortaya koyan “Gündem 21” başlıklı Eylem Planı tüm
BM üye ülkelerince kabul edildi.
Yerel düzeyde “sürdürülebilir kalkınma”ya yönelik katılımcı bir eylem
programı olan ‘Yerel Gündem 21', 1992 yılından bu yana, Avrupa ülkeleri
başta olmak üzere yaklaşık 140 ülkedeki binlerce kentte uygulanmakta.
Türkiye'deki ‘Yerel Gündem 21' programı, 1997 sonunda, UNDP'nin
desteği ile başlatıldı.
Gündem 21'in kadınlarla ilgili bölümleri ise, 1995'te Pekin'de yapılan BM 4.
Dünya Kadın Konferansı'nda benimsenen ‘Pekin Bildirgesi ve Eylem
Platformu'nun özünü oluşturdu. Bu bildirge, kadının toplumsal cinsiyet
eşitsizliğini dikkate alarak, “sürdürülebilir insani gelişme” sürecinin
vazgeçilmez önkoşulu olarak, “kadınların ekonomik ve sosyal gelişme
sürecinde yer almalarının, fırsat eşitliğinin ve kadın ve erkeklerin insan
merkezli sürdürülebilir gelişmenin hem uygulayıcıları, hem yararlanıcıları
olarak, tam ve eşit katılımının” zorunluluğunu vurguluyordu.
Halen Türkiye'de 40'ı aşkın kentte kadın çalışmaları tüm gücüyle devam
ediyor. ‘Yerel Gündem 21' kadın çalışmaları, kadınların toplumsal yaşamda,
üretim, iş, siyaset, kültür ve sanat alanlarında söz sahibi olmasını
hedefleyen YG-21 Kadın Meclisleri, Kadın Komisyonları ve Çalışma Grupları
tarafından sürdürülüyor.
Yeni Ufuklar, Eylül sayısında, özellikle siyaset konusunda etkin olan kadın
meclislerinin çalışmalarının aktarılacağı, ‘Kadın Meclisleri ve Siyaset'
konulu özel bir dosyaya yer verecek.
Türkiye, Gana'ya örnek oluyor
Bir grup Latin Amerika ülkesi, uydu iletişim sistemi kurmak için
işbirliği anlaşması imzalıyor.
Ankara, Ağustos 2006
Asya'da hint kamışı üreten bir çiftçi, kalkınmakta olan 50 ülkeden
araştırmacı, mucit, pazarlama ve diğer alanlardaki uzmanların oluşturduğu
bir ağın yardımıyla, yıllık gelirini acre başına (1 acre = 0.4 dönüm) 15 bin
dolar gibi astronomik bir rakama çıkartıyor.
Ve son olarak, Gana Cumhuriyeti'nden yüksek düzeyli bir misyon,
hükümet kararlarının başarıyla alınıp uygulanmasında Türkiye'nin
tecrübelerinden faydalanmak için Ankara'ya geliyor.
Bunlar Güney-Güney İşbirliği'nden (South-South Cooperation) birkaç
örnek. Güney-Güney İşbirliği, UNDP'nin Kalkınmakta Olan Ülkeler Arasında
Teknik İşbirliği'ni (Technical Cooperation among Developing Countries TCDC) geliştirmek için kurduğu özel bir birim. 1972'de kurulan TCDC'nin,
2003 yılında BM Genel Kurulu kararıyla ismi değiştirildi. Uluslararası iş
ilişkilerinde yeni bir gerçekliği yansıtması amacıyla, Güney-Güney İşbirliği
Özel Birimi (Special Unit for South-South Cooperation) adını alan kuruluş,
1978'de Buenos Aires'de yapılan TCDC Konferansının hazırlıklarını
koordine etmesi için kurulan birimden çok daha kapsamlı faaliyetler
gerçekleştiriyor günümüzde. Daha geniş bir kavram olan Güney-Güney
İşbirliği, kalkınmakta olan ülkeler arasında politik, ekonomik ve teknik
alanlarda çok yaygın ve çeşitli işbirliği çalışmaları yapıyor.
alkınmakta olan ülkeler için topluca “Güney” denmesi, 1970'li yıllardan
beri uluslararası ilişkilerde ‘kısaltmalar yaparken' yaygın olarak kullanılan
bir terim. Avustralya ve Yeni Zelanda dışında, dünyanın tüm endüstriyel
olarak gelişmiş ülkelerinin, gelişmekte olan ülkelerin kuzeyinde yer alması
gerçeğine dayanıyor. “Güney” terimi, kalkınmakta olan tüm ülkelerin
benzer olduğunu veya hepsinin tek bir kategoride toplanabileceğini ima
etmiyor. Terimin öne çıkarmak istediği husus, bu ülkelerin ekonomik,
sosyal ve politik alanlarda çok farklılıklar göstermekle birlikte, hepsinin bir
dizi hassasiyet ve kalkınma mücadelesi içinde olduğu.
Türkiye ise, kilit mevkide bulunan 22 ülkeden biri olarak, Kalkınmakta Olan
Ülkeler Arasında Teknik İşbirliği'nin uygulanmasında ve geliştirilmesinde,
kapasitesini ve deneyimini bölgedeki veya başka bölgelerdeki
kalkınmakta olan ülkelerle paylaşarak “öncü” bir rol üstlenmiş durumda.
Gana heyetinin Temmuz 2006'da yaptığı ziyaret de bunun bir örneği.
Gana Cumhurbaşkanı'nın Baş Danışmanı Mary Chinery-Hesse'nin
başkanlığındaki üst düzey Gana misyonu, Türkiye'nin hükümet
programlarını nasıl başarıyla izleyerek yürüttüğünü ve değerlendirdiğini
görmek için ülkemize geldi. Chinery-Hesse'nin kendi deyişiyle, bir “en iyi
uygulama örneği” arıyorlardı. Neden Türkiye'yi seçtiklerini sorduk.
Mar y Chiner y-Hesse (M.C.H.): Türkiye'yi seçtik, çünkü burada bir
Mar y Chiner y-Hesse
Gana Cumhurbaşkanı'nın Baş
Danışmanı
ekonomik performans mucizesi gerçekleştirildiği bilgisini aldık. Türkiye,
hükümet kararlarını takip etme ve uygulama alanlarında iyi bir sistem
geliştirmiş, dolayısıyla işler düzenli bir şekilde kotarılıyor. Ayrıca, Türkiye'de
sağlam bir geribildirim (feedback) sistemi de yerleşmiş, böylece
gerektiğinde politik kararlar düzeltilip ayarlanabiliyor ve sıkıntılar ortadan
kaldırılabiliyor. Sonuçta politik kararlar bilfiil uygulamaya dönüştürülüyor.
Bunları yerinde görmek için buraya geldik.
UNDP Türkiye: Sizin ülkenizde durum nasıl?
M.C.H.: Fena değil, ama daha iyi olabilir. Biz, ülke olarak kendimizi hızlı bir
kalkınma yoluna koyduk. Bu yüzden işleri her zamankinden farklı
yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Tempomuzu hızlandırmak, deyim
yerindeyse vites yükseltmek ve her şeyin eskiden olduğundan daha çabuk
yapılmasını istiyoruz. Öncelikle, Cumhurbaşkanımızın görev yetkilerini
kullanma sistemini gerçekleştirdik. Evet, sonuçta durum fena değil, ama
daha iyi olması gerekir. İşte, bu yüzden şimdi buradayız.
UNDP Türkiye: Türkiye'de umduğunuzu bulabildiniz mi? Buradaki
incelemeleriniz sonunda, ülkenize ne gibi ‘en iyi uygulama örnekleri'ni
götüreceksiniz?
M.C.H.: Türkiye'de çok iyi bir sistem oturtulmuş. Birçok alanda şunu
gördük ki, hükümet kararları gerektiği hızla gerçekleştiriliyor. Hükümet
politika ve faaliyetlerinin programlanması, örneğin sonuçları ölçen
göstergelerin planlanması, daha tasarım aşamasında belirleniyor.
Projelerin uygulanması ve izlenmesi de çok sıkı takip ediliyor. Gerçekten,
burada Gana'ya götüreceğimiz pek çok şey öğrendik.
UNDP Türkiye: Bu yardımlaşmada UNDP Türkiye ile UNDP Gana'nın
katkıları ne oldu?
M.C.H.: UNDP Gana bu ziyaret programını finanse etti; finanse etmekle
kalmadı, UNDP Türkiye Ofisi ile tüm irtibatı ve gerekli randevuları da
ayarladı. Bu bağlantılar bizim şartlarımıza çok uygun olarak düzenlenmişti.
Bundan sonra, Gana'da gerçekleştireceğimiz işlerde (bunlar ne olursa
olsun), UNDP Gana ve UNDP Türkiye şubelerinin hakkını vermemiz gerekir.
UNDP Türkiye: Türkiye'ye bu misyon ziyaretinizden sonra, ülkenizde
uygulayacağınız çalışmalar için yeni düzenlemelere ihtiyacınız olacak mı?
Yoksa, sadece sistemi kurmaya mı yönelik olacak çalışmalarınız?
M.C.H.: Hayır, farklı bir sistem kurmayacağım; daha ziyade Gana'da
mevcut olan sistemi uyarlayacağız. Burada çok önemli deneyimler, dersler
kazandık; şimdi işleri yürütme konusunda Gana'da gerekli değişiklikleri
yapacağız. Burada bir diğer önemli gelişme de, Güney-Güney İşbirliği'nde,
ilk elden yöneticilerin taahhütünü sağlamamız oldu. Burada çok üst düzey
yetkililerle tanıştık, hatta Başbakan Yardımcısı ile görüştük. Bize, Gana'ya,
teknik işbirliği ve teknik yardım sözü verdiler; böylece, zayıf olduğumuz
alanlarda daha hızlı bir gelişme sağlamamız mümkün olacak.
UNDP Türkiye: Kimlerle görüştünüz burada?
M.C.H.: Çok yoğun geçen iki günlük bir görev ziyaretiydi. Türkiye'nin
AB'ye katılım sürecinde görev alan bir grup yetkili ile görüştük. Çok ilginç
bir uygulama modelini bizimle paylaştılar. Ülkenin bir bütün olarak,
insanlarının büyük çoğunluğu ile desteklediği, inandığı bir amaç etrafında
biraraya gelmesi örneğiydi bu. Destek güçlü olunca insanlardan fedakarlık
yapmalarını istemek daha kolay oluyor. Benzersiz bir durumdu bu.
İçişleri Bakanlığı'nın, bölgesel ve yerel idarelerdeki ademi merkeziyetçilik
girişimlerinden sorumlu yetkilileri ile de görüştük. Bu konuda da birçok
şey öğrendik.
Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüştük. Çok faydalı oldu. Buraya
esas geliş amacımızın dışında, birçok başka alanda işbirliği fırsatları
gördük.
Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı ve tabii Başbakanlık yetkilileri ile
toplantılarımızdan da büyük yararlar elde ettik. Ziyaretimize yoğun bir ilgi
gösterdi herkes. Pek çok yüksek düzey yetkiliyle tanışma fırsatı bulduk.
İnsanlar açık, paylaşmaya hazır ve fevkalade konukseverdiler. Bize son
derece yardımcı olan UNDP Türkiye Temsilciliği'ne özellikle teşekkür
ediyoruz.
UNDP Türkiye: Bu, Güney-Güney İşbirliği'nin doğası gereği, öyle değil
mi?
M.C.H.: Evet, aynen öyle. Paylaşmak çok önemli, zira birimizin durumu,
diğerlerinkiyle benzerlikler gösterebiliyor. Türk hükümetini dinleyince,
aramızda pek çok ortaklıklar olduğunu gördük ve Türkiye'ye gelmekle
doğru bir seçim yaptığımızı daha iyi anladık. Bizimle bu ziyarete katılan
UNDP Gana Koordinatörü Daouda Toure'ye özellikle tekrar teşekkür
ediyorum. Bu ziyarette gerçekleştirilen faaliyetlerde UNDP'nin de katılımı
olsun istiyorduk. D. Toure'nin bizimle gelmesi çok önemliydi. Bu ziyareti
kolaylaştırdığı için kendisine müteşekkiriz.
Restorasyon Projesi'ne AB Ödülü
UNDP'nin yürüttüğü, Kıbrıs'ın Lefkoşe şehrindeki, 16. yüz yıla
ait Osmanlı Hamamı'nın restorasyon projesi, Avrupa Birliği'nin
en üst düzeydeki ‘kültür mirası ödülü'nü kazandı.
Ankara, Ağustos 2006
“Ömeriye Hamamları” projesi, her yıl verilen Avrupa Birliği Kültürel Miras/
Europa Nostra Ödülleri'nde, ‘Mimari Mirasın Korunması' kategorisinde
birincilik ödülünü aldı.
Ödül töreni, Madrid'teki Palacio Real de El Pardo sarayında, 27 Haziran
günü, İspanya Kraliçesi Sofia'nın huzurunda ve Avrupa Birliği Öğrenim,
Eğitim, Kültür ve Çok-dillilik Komisyon üyesi Jan Figel'in, UNDP
temsilcilerinin ve Lefkoşa Belediye Başkanı Michalakis Zambelas'ın
katılımıyla gerçekleştirildi.
Bu proje, UNDP'nin girişimi ve AB fonu ile desteklenen ‘Gelecek için
Ortaklık' programı'nın Lefkoşe Nazım Planı ile işbirliği sayesinde
gerçekleştirildi. 16. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı yöneticisi Lala
Mustafa Paşa tarafından, Lefkoşe şehrine bir armağan olarak inşa edilen
Ömeriye Hamamları, uzun yıllardır bakımsız kalmıştı.
UNDP'nin restorasyon projesi, sadece özgün binanın eski haline
getirilmesini amaçlamakla kalmıyor, hamamların tekrar kullanıma
açılmasını da hedefliyordu. Restore edilen tesisler, 2005'te kullanıma açıldı.