pdf - Wings
Transkript
pdf - Wings
Londra Ne zaman Londra dense The Clash’in London Calling şarkısı sanki bir yerden yankılanıyor. Ve o anda The Beatles’ın Abbey Road’da yürürken çekilmiş fotoğrafı gelir gözün önüne. Arkasına iki katlı kırmızı otobüsler görürüz. Hugh Grant bir sokak pazarından yürürken mevsimlerin geçişini hatırlarız. Birkaç gün sonra batacaklarını bilmeden, Amerika’ya doğru giden bir gemide İngiliz kadınlarını çay içer. Bütün bu imajlar beynimizde klişe şimşekleri gibi çakar çakar kaybolur. Geriye sadece Londra’ya gitme isteği kalır. Birkaç kişiye anlatır, etrafımıza adam toplamaya çalışırız. Herkes yüzünü buruşturup, soğuktan yağmurdan gözümüzü açamayız gibi bahaneler sürer. Ekibinizi topladıktan sonra bavulunuzu da toplamaya geçebilirsiniz. Ama yeni şapkanıza, çay paketlerinize ve viski şişenize yer bırakmayı unutmayın. Yol boyunca da, şehre varıp etrafa baktığınızda, yüzünüzde oluşacak, Diagon Alley’i görmüş Harry Potter ifadesini bir düşünün. Artık bu düşünce de aranızdaki inançsızları etkilemediyse, gerisini Londra’ya bırakın. O nasıl olsa, hiçbir çaba sarf etmeden etkilemeyi başaracaktır. NEREDE KALMALI? En İyiler Londra’nın bazı klasikleri var ki, fazla söze yer bırakmıyor. Tarihi binaları ve klasik lüks anlayışlarıyla bu oteller Londra denince akla ilk gelen isimler. Mandarin Oriental Hyde Park, The Savoy, Claridge’s ve Le Méridien 1 Londra Piccadilly bunlardan bazıları. Savoy’da çay saati, çay saatinin kendisi kadar gelenekselleşmiş neredeyse. Mandarin’e şapkasız gelmek hiç düşünülemez. Claridge, çay, şarap ve sigara kültürlerinin en zarif devam ettiricisi. Le Méridien Piccadilly ise klasik kabuğunun altındaki modern ve rahat tavrından ayrı düşünülemez. Değişiklik arayanlara önerilerimiz şöyle: Bulgari Hotel: Bulgari’nin de ismi pek çok alanda bir klasik. Ancak otel konusunda hâlâ genç oldukları söylenebilir. Bu gençlik, onlara gerçekten de gençlik güzellik sağlıyor. Siyah mermeri ve mermere benzer değerli madenleri her otellerinde kullanıyorlar. Mobilyaları, döşemeleri ve gümüş detaylarıyla Londra’nın köklü otellerine benzer bir stil yakalıyor. Restoran, bar ve lounge’un yanı sıra, aynı anda 20 kişiyi ağırlayabilen oldukça iddialı bir de puro barı var. Café Royal Hotel: Café Royal’in sadece bugüne kadarki ünlü ziyaretçilerini saysak, başka bir şey dememize gerek kalmayabilir. Oscar Wilde, Virginia Woolf, Winston Churchill, Brigitte Bardot ve Mick Jagger bizim seçtiğimiz isimler. Daha da ne yazarlar, oyuncular ve İngiliz soyluları, İngiltere’de burayı tercih etmiş bugüne kadar. Pek çok restorasyondan geçen otelin, tarihi dokusunu korumak çok zor olmuş. Farklı restoran ve bar seçenekleri sunan otele yalnızca çay için uğrayacaksanız, sizi Café 1865’de ağırlayacaklardır. W Londra: Leicester Meydanı’na yaklaştıkça uzaktan gördüğünüz o ilginç bina W London. Odalar tamamen stüdyo daire fikrinden yola çıkılarak düzenlenmiş. Odalar büyüdükçe lounge bölümleri ekleniyor ve banyolar çoğalıyor. Hatta Spa Suit adını verdikleri odalarda, misafirlerin kendi buhar odaları oluyor. Çok modern ve esprili bir 2 Londra otelcilik anlayışları olduğu ortada. Restoranı, gece kulübü ve spasıyla da hizmete hazır olan otelin bir de sinema servisi var. Otelin teknolojik sinema salonunda, yeni filmlerin veya nostaljik filmlerin gösterimini yakalamak mümkün. ME London: Turistik ve bir o kadar da civcivli bir semt olan Covent Garden’a ve tiyatrolar bölgesine yürüme mesafesinde olan yeni 5 yıldızlı bir otel. Şehrin tarihsel yapısının aksine modern çizgilere sahip binanın büyük camlardan yapılmış çatısı muhteşem Londra manzarasını izleme fırsatı sunuyor. Aynı modernizm ve netlik odaların dekorasyonunda da kullanılmış. Otelin içinde farklı mutfaklara ait restoranlar bulunuyor, fakat New York’ta da şubesi bulunan STK aralarında en popüler olanı. La Suite West: Büyük beş yıldızlı otellere alternatif yine beş yıldızlı bir butik otel. Meşhur İngiliz minimalist mimar Anouska Hempel’ın imzasını taşıyor. Odalar şehrin popüler semt isimleriyle adlandırılmış. Her birinde siyah ve beyaz kullanılarak zen bir ortam yakalanmış. Otelin en keyifli tarafı ise Hyde Park’ın karşısında olması. Sabah erken saatlerde koşu yapan İngilizlere katılıp Londra havasını soluyabilirsiniz. Bunlara Da Bakmaya Değer Knightsbridge Hotel: Tarihi dış dokusuna aldanmamakta fayda var. Burada her şey çok yeni ve henüz hiç kullanılmamış gibi görünüyor. Tüm odalar farklı bir konsepte göre dekore edilmiş. Ancak renk renk 3 Londra koltuklar, yastıklar ve perdeler tüm odaların ortak özelliği. Kahvaltıda çok başarılılar ancak otelin bir restoranı yok. Size yakınlardaki restoranlardan öneri sunabiliyorlar. Haymarket Hotel: Trafalgar Meydanı’nın hemen bir köşesinde bulunan bu oteli anlatacak sıfat bulmak zor. Son zamanların moda deyimi ‘hip’ sorunumuzu çözebilir. Ne minimalist ne de şatafatlı bir hali var. Canlı renkler, çeşitli desenler korkusuzca kullanılmış. Her bir odanın konsepti ayrı, dolayısıyla her birinin dekoru ve deseni de ayrı. Mutfağı da olan odalarda, her gün taze meyveler, sabahları klasik İngiliz kahvaltısı servis ediliyor. Ayrıca süitlerde iPad ve iMac kullanım imkânı, daha hızlı internet erişimi ve birden fazla banyo gibi konforlar da düşünülmüş. The Boundary: Otelin binası Viktoryen Dönem’de antrepo olarak kullanılıyormuş. Şu an içinde 3 restoran ve bar, 12 farklı tarzda hazırlanmış oda ve ek olarak 5 süit, İngiliz yiyecek marketi ve bir pastane bulunuyor. Otelin servis takımlarından çarşaflarına kadar her şey özel olarak yaptırılmış. Menüsünde ve dekorasyonunda İngiliz ve Fransız kültürünü başarılı bir şekilde bir araya getirmişler. Odaların her biri, sevimli bir filmden fırlamış çatı katı daireler gibi sıcak ve zevkli döşenmiş. Hazlitt’s: İsmini 18. yüzyılda burada yaşamış yazar Hazlitt’ten alan otel, Soho’da bulunuyor. Otel, tarihi yapısıyla bağlarını koparmamış. Şöminesi, karyolası, çalışma masası 18. yüzyıl ruhunu yansıtıyor. Banyodaki ahşap dolaplar ve büyük ayaklı küvetler de odalardaki konsepti tamamlıyor. Modern konforları, tarihsel dokuya çok başarılı bir şekilde uygulamışlar. İlginç bir şekilde burası Londralılar 4 Londra tarafından çok bilinmiyor. Eğer keşfedilmemişi ilk keşfeden olmak istiyorsanız, ısrarla tercih ediniz. The Adria: Londra’nın girişinde üç dört basamağı olan binalar şehrin sembollerinden gibi. İşte böyle bir binada kalma hayali olanlar için sıcak, şirin ve misafirlerine ‘evden uzakta ama evde’ hissi veren butik bir otel. Otelin sadece 22 odası bulunuyor. Her odaya numara yerine A’dan Z’ye isimler verilmiş. Dekorasyonda ise o isimleri çağrıştıracak objeler ve gri, meşe gibi sakin renkler kullanılmış. >>NEREDE YEMELİ? Öğle Yemeği İçin En İyi Adresler Le Pont de la Tour: Londra’nın en şık restoranlarından biri olan Le Pont de la Tour’un menüsü, adından tahmin edileceği gibi Fransız mutfağı ağırlıklı. Mahzenindeki şarap seçkisi bugüne kadar pek çok ödül almış. Günün farklı saatlerinde farklı menüler sunuluyor. Hepsinde de oldukça sofistike seçimler bir araya getirilmiş. Burası aynı zamanda, Tony Blair’in Bill Clinton’ı ağırladığı yer olarak da biliniyor. Restorana bağlı bir de şarküteri var. Burada sağlıklı malzemeler ve sıradışı şaraplar bulunabilir. St. John: Beyaz uzun örtüleri, arkadaki açık, fayanslı mutfağıyla tam bir lokanta havasında. İki arkadaşın kendi gönüllerine göre bir yer açmak isteyip de açtığı bir yer burası. Sonradan birkaç şube daha açmış olmalarına kendileri de şaşırıyor. Şu an bir de otelleri var. 5 Londra Chinatown’daki otelin içindeki restoran, bir Michelin yıldızı kazanmış. Zaman geçtikçe daha da çok isimlerinden söz ettirecekler gibi görünüyor. Şimdiden keşfetmek lâzım. Dönmeden kendi çaylarından da almakta fayda var. Jamie Oliver: Ünlü ‘naked’ Şef Jamie Oliver, İtalyan mutfağını çok sevdiğini her fırsatta dile getiriyor. Sırf İngiltere’de 10 tane İtalyan restoranı var. Ayrıca başka mutfakların yemeklerini sunan, kendi öğrencilerini seçerek yerleştirdiği restoranları da var. Sağlıklı, lezzetli ve modern tarifler denemek isteyenlerin mutlaka bu restoranlardan birini denemesi ve Jamie’nin beslenme devrimine katılması lazım. The Balcon: Hangi kategoriye yazsak bilemiyoruz. Sabah kahvaltıya, öğlen atıştırmaya, akşamüstü çaya, akşam yemeğe, herhangi bir saatte gidilebilecek bir yer. Uzun pencereleri, ferforje paravanları ve merdivenleriyle İngiliz ve Fransız stilini bir araya getiriyor. Bu beraberlik menüye de yansımış. Fransız bistro’su menüsüne bir İngiliz dokunuşu eklenmiş. Oldukça şık bir yer. Mildreds: Soho’da bulunan restoran, vejetaryen bir restoran. Ancak çokça etçil müdavimi de var. Bu da yemeklerinin ne kadar iyi olduğuna bir kanıt aslında. Şarap menüsündeki organik şaraplardan mutlaka denemeli. Burger and Lobster: Vejetaryen bir yer tanıttıktan hemen sonra Burger and Lobster’la karşınızdayız. Yine Soho’da bulunan restoran, Londralılarından sevdiği bir yer. Bilindik tatlar arayanlara özellikle tavsiye ediyoruz. 6 Londra Akşam Yemeği İçin En İyi Adresler Coya: Peru mutfağının tadına bakma fırsatınız hiç olmuş muydu? Çoğumuzun olmadığını düşünerek sizi Coya'ya, Londra'nın kalbindeki Peruluya davet ediyoruz. Başşef Sanjay Dwivedi 1 yıl boyunca Latin Amerika'yı gezip, Lima'da çalışıp Coya'nın menüsünü oluşturmak için ihtiyaç duyduğu ilhamın gelmesini beklemiş ve sonunda dönüp içinde 3 açık mutfakta yemeklerin piştiği bu mabedi ve unutulmaz lezzetlerini yaratmış. Bu arada içki menüsünde 40'tan fazla tekila ve rom çeşidi olduğunun notunu da düşelim! La Petite Maison: Fransız mutfağının en iyi örneklerinden biri olabilir. Çok sofistike bir stili ve menüsü var gerçekten de. Ancak fiyatları emsallerine göre çok daha uygun. Belli bir kıyafet kuralı yok. Günlük giysilerle öğlen yemeği yenebiliyor. İyi yemeği, iyi fiyata ve rahat bir ortamda sunmak her zaman bir araya gelmeyen şeyler. Bellamy’s: Bellamy’s klasik Fransız brasserie lezzetlerini, Amerikan bar dekorasyonuyla birleştirip çok da şık bir sonuç elde etmiş. Deniz ürünleri ön plana çıkıyor. Bar ve masa menüleri ayrı oluyor. Açıkta yapılan sandviçleri için de sıradışı malzemeler sıralıyorlar. Gündüz ufak atıştırmalıklar için barı tercih edilebilir. Ancak akşam için masa bulmak şart. The Ivy: 1917’de açılmış olan restoran Fransız mutfağının en seçme tariflerini sunuyor. Deniz ürünleri, en özel yemekleri olsa da vejetaryen menüleri de var. Özellikle ünlülerin çok sık gittiği bir yer olan The Ivy’de masa bulabilmek için haftalar önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. 7 Londra Olivocarne: İtalyan ve Sardunya mutfağının Londra temsilcisi, Olive restoran grubunun bir üyesi. Et severler için çağdaş ve geleneksel mutfağın yarattıklarını denemek için güzel bir adres. Dekorasyonda Sardunya kültürün etkileri hâkim. Menüsünde farklı soslarla marine edilmiş et yemeklerinin yanı sıra ev yapımı makarna çeşitlerini de denemek mümkün. Honky Tonk: Chelsea’de New York havası solumak isteyenler için keyifli bir restoran; aynı zamanda blues ve jazz barı. Menüsünde en çok tercih edilen ise lezzetli hamburgeri ve yanında servis edilen kızarmış patatesleri. Masayı tercih etmeyenler için barda servis yapıyorlar. Kalabalık başlangıç alternatiflerinden paylaşabilir, kavanozlarda sunulan birbirinden lezzetli kokteyllerden içebilirsiniz. La Bodega Negra: Londra’nın en popüler Meksika kafe ve restoranı. Ama dikkat, ikisi ayrı adreslerde. Menüsünde Meksika mutfağının klasiklerinden tacos, tostaditas ve 50 çeşide yakın tekila seçeneği bulunuyor. Akşam yemeği için restoran tarafını tercih etmekte fayda var. Kate Moss, Dita von Teese gibi bir ünlüyle yan yana oturma ihtimaliniz yüksek. Artesian: Mermer barı ve arkasındaki uzun aynalı barıyla geleneksel İngiliz barlarının dekorunu bugüne adapte etmiş. Restoran, deniz ürünlerinde oldukça başarılı. Menüsünde havyar, istiridye ve sushi seçenekleri özel bir yere sahip. Atıştırılmalı! 8 Londra Gail’s Bakery: Gail’s Bakery, ekmekleriyle gurur duyuyor. İyi bir ekmek için un, su, tuz ve maya yeterlidir diyorlar ve her tür katkı maddesinin reddediyorlar. Tüm ekmekler özel tariflere uygun olarak, elde yapılıyor. Ekmeklerin yanı sıra, kruasanlar, kekler, sandviçler ve elde yapılmış reçeller de sunuyorlar. Üç şubeleri var, bunlardan bir tanesi de Harvey Nichols’ın içinde. Fish & Chips Alternatifleri Sea Shell: Abbey Road ve Madame Tussaud yakınlarındaki bu restoran, bu geleneksel İngiliz fast food’unu, geleneklere bağlı kalarak servis ediyor. Kızarmış balık ve patatesin yanında, “Tanrı kraliçeyi korusun” yazan fincanda çayınızı içebilirsiniz. Balık modunda olmayanlar için de bir tavuk, bir de kırmızı et seçeneği sunuyorlar. Golden Fish Bar: 150 yıldır hizmet veren Golden Fish Bar, Londra’nın en lezzetli balıkçılarından biri. Sakın mütevazı görüntüsü ve fiyatlarının sizi yanıltmasına izin vermeyin. Özel tarifleriyle yapılan sos sayesinde, balığın dışı çıtır çıtır oluyor. Tam da olması gerektiği gibi. It is Tea Time, Indeed! Brown’s Hotel: Londra’nın şık ve modern otellerinden biri. Odaları otelden çok, modern birer ev rahatlığında. Burada kalmıyor olsanız bile, çay içmeye mutlaka gelmelisiniz. Londra’da çay içmek için en 9 Londra iyi adreslerden biri. Geleneksel dekorunun yarattığı hoş atmoferde, 17 çeşit çaydan dilediğinizi, yanında lokmalık tatlılarla tadabilirsiniz. Otel bir süre önce, bu çay odasının bir de “sağlıklı” versiyonunu sunmaya başladı. Tea Tox adını verdikleri çay servisinde, hafif yiyecekler ve tatlılar sunuluyor. The Delaunay: Klasik İngiliz tatlarını bir arada sunabilmek için özel olarak düşünülmüş. Kahvaltısından çay saatine ve tatlılarına kadar geleneksel tariflerin hepsini bir araya getirmişler. 11 çeşit çayın yanı sıra, çay saatiyle özdeşleşen tatlılardan da taze seçenekler sunuluyor. The Athenaeum: Londra ruhunu en iyi yansıtan otellerden biri. Güneşten maksimum verim alacak şekilde düzenlenmiş pencereleri ve sakin dekorasyonuyla gerçekten çok şık olan bu otelin bir de çay saati servisleri var ki, mutlaka denenmesi lazım. 2012 yılında “Çay Oscarları” olarak bilinen bir ödül alarak, Londra’nın en iyi çay mekânlarından biri olduğunu kanıtlamış. 15 çeşit çay, 3 çeşit çay karışımı ve 3 çeşit detox çayla çok geniş bir çay menüsü var. Bu çaylardan 3 tanesi, çok nadir bulunan çaylardan. Gurme bir çay deneyimi için mutlaka denemek lazım. Berkeley: Londra’nın çağdaş trendleri en çok takip eden oteli olabilir. Otelin iki restoranı, iki büyük şefe; Marcus Wareing ve Pierre Koffmann’a emanet edilmiş. Saat 13:00-17:30 arasında ise çay servisi yapılıyor. Berkeley’i en özel yapan yönü de işte bu çay servisi. Moda trendlerinden esinlenerek tüm ikramların konseptini belirliyorlar. Minik kurabiyeler, tatlılar, moda olan çantalar, ayakkabılar ve elbiselerin şeklinde. Modayı takip edebilmek için, menüyü her altı ayda bir değiştiriyorlar. 10 Londra >>GECE KUŞLARINA Gençlere Ve Ruhu Genç Kalanlara Mahiki: Mahiki, Polinezya inancında, yer altı dünyasına giden yol anlamına geliyor. Menüsü de bu kültürden esinlenerek oluşturulmuş. Kokteylleri çok meşhur. Gün batımı ve gece için iki ayrı kokteyl menüleri var. Yiyecek menüsünde de barbekü etler ve tropik meyveli soslar öne çıkıyor. Prens William, Rihanna, Kate Moss ve Leona Lewis gibi ünlü isimlerin tercih ettiği bir yer. Whisky Mist: Beyrut ve Londra’da iki şubesi bulunuyor. İsmi ise Kraliçe Victoria’dan geliyor. Kraliçe akşamları viski içmeyi çok severmiş. Viskisini yudumladığı bir akşam sis içinde bir geyik görmüş. Bu geyiği çok uzun zaman yakalamak için uğraşmış, sonunda da amacına ulaşmış. Hayvanı hep viski saatinden sonra ve sis içinde gördüğü için de adını Whisky Mist koymuş. Bugün Whisky Mist, konsept partilerle Londra eğlence hayatının en çılgın örneklerini sunuyor. Yani Kraliçe Victoria’nın tasvip etmeyeceği pek çok şeyi temsil ettiği söylenebilir. Cafe de Paris: 1924 yılında açılan kulüp, kabare kültürünü devam ettiren yerlerden biri. Aşırı korsajlı kostümleriyle dans eden ve akrobatik numaralar yapan grupları izlemek mümkün. Caz ve Latin müziği yapan grupların canlı performanslarını izlemek de mümkün. Her akşam arka arkaya 5-6 performans ekibi çıkıyor. Movida: Biri Londra’da, diğeri Dubai’de iki şubesi var. Londra şubesi bünyesinde, iki lounge salonu ve bir de kulüp barındırıyor. Oldukça 11 Londra iyi bir ses ve video sistemleri var. LED ışıklarla aydınlatılıyor. Dekoru Londra’nın ünlü sokak sanatçılarının eserleri tamamlıyor. Müzik ise ünlü dj’lere emanet ediliyor. Beyoncé, Jay-Z, Kanye West, Kate Moss, Jude Law, Lebron James, Ivana Trump, Justin Timberlake burayı tercih eden ünlülerden sadece birkaç tanesi. Aura: Mayfair’de bulunan kulübün işletmecileri oldukça ünlü isimler. Dekorasyonu sade ve tek rengin hâkimiyeti altında. Tavanda sürekli renk değiştiren ışıklar var. Bunlar dekorun renginin de daha farklı algılanmasına sebep oluyor. Masa ve sandalyeleri, lüks yatlara, özel jetlere ve kraliyet ailesinin mülklerine sipariş yapan bir firmaya yaptırmışlar. Mutfağı Avrupa mutfaklarının modern bir karışımından oluşuyor. İngiliz sosyetesinin tercih ettiği bir yer. Boujis London: Sosyetenin bir başka gözdesi olan Boujis, büyük bir tadilatın ardından yeni yüzüyle tekrar açıldı. Bir zamanlar Türkiye’den Londra’ya gidenlerin mutlaka gittikleri bir yerdi. Sanıyoruz eski hayranları, yeni halini görmek için uğramak isteyeceklerdir. Dstrkt: Londra’nın şık restoranlarından biri. Avrupa mutfaklarından çağdaş örnekler sunuluyor. Geç saatlerde gece kulübüne dönüşüyor. Aynı zamanda restoran olduğu için, bildiğimiz gece kulüpleri gibi değil. Çok şık ve klasik bir dekoru var. Gwyneth Paltrow, Stella McCartney, Jeremy Irons burada boy gösteren ünlü isimlerden. Bar Boulud: Bar Boulud, Mandarin Oriental Hyde Park’ın içinde bulunan bir restoran-bar. 26 sayfalık şarap menüsüne bakarak, geniş bir şarap seçkisini bir araya getirdiklerini söyleyebiliriz. Güzel bir 12 Londra yemeğin ardından, uzun saatler şarap eşliğinde muhabbet etmek isteyenlere özellikle tavsiye ediyoruz. Punk: Ünlü birisini görme ihtimaliniz çok yüksek değil. Ancak Londra’nın tüm stil sahibi gençleri eğlenmek için burayı tercih ediyor. Punk, Soho’daki mekânında sık sık temalı partiler de düzenliyor. İçeri girebilmek için önceden internet üzerinden kayıt yaptırmak gerekiyor. Müzikaller Londra da, en az Broadway kadar müzikalleriyle ünlü. En iyi oyuncular, en iyi bestekârlar ve en iyi yönetmenler burada izleyiciyle buluşuyor. Biletlerinizi internet üzerinden alabilir, böylece yer bulma ihtimalinizi artırabilirsiniz. Henüz görmediyseniz, artık birer klasik haline gelmiş olanlardan Mamma Mia, Lion King, Chicago, Billy Eliott, Les Miserables ve The Phantom of the Opera’yı öneririz. Eğer yenileri merak ediyorsanız kesinlikle Matilda’yı görmelisiniz. 2012’nin en çok konuşulan performanslarından biri oldu. The Bodyguard ve Book of Mormon da çok beğenilen ve iyi eleştiriler alan oyunlardan. Siz siz olun, şehre adımınızı atar atmaz programda neler varmış bir öğrenin... >>YA BAŞKA? Alışveriş 13 Londra Matches: Harvey Nichols’a benzer bir alternatif bir arıyorsanız, Matches, aradığınız yer. Balenciaga, Alexander McQueen, Richard Nicoll ve Christian Louboutin, işbirliği yaptıkları butiklerden sadece birkaçı. James Lock & Co. & Phillip Treacy: İngiltere ve şapka birbirlerini çağrıştıran ve bir araya her geldiklerinde viski ve puro içen yaşlı dostlar gibiler. James Lock & Co, orijinal bir İngiliz şapkası almak isteyenler için 1676’dan beri hizmet veriyor. Wolf & Badger: Londra yaşayan genç tasarımcıların ürünlerini bulabileceğiniz bir mağaza. Şapka, gözlük gibi aksesuarlar ve çay takımları da bulunuyor. Tatty Devine: Tatty Devine, tasarım takılar ve bereleri bir araya getiriyor. Burada işlerini bulabileceğiniz tasarımcıların bazılarını İstanbul’daki mağazalardan da tanıdığınızı fark edeceksiniz. Onların tarzına yakın, başka tasarımcılarla tanışmak için bir uğrayın. Darkroom: Genç ve radikal işler yapan tasarımcıların buluştuğu mağaza. Çantalar, takılar, havlular, yastıklar, defterler, ofis malzemeleri, ev eşyaları ve daha pek çok kategoride geleceği parlak tasarımcıların elinden çıkmış oldukça yaratıcı ve şık şeyler alabilirsiniz. Flashback ve Phonica: Londra’da plakçıları gezinmek adeta bir ritüeldir ve şehrin olmazsa olmazlarındandır. Şehri bütün yönleriyle keşfetmek isteyenler ve hali hazırda long play mecnunu olanlar, tura Flashback Plak ve Phonica 14 ile başlayabilirler. Dolaşırken Londra rastlayacağınız küçük dükkanların da sürpriz hazinelerle dolu olabileceğini unutmayın. Folklore: Ev ve yaşam alanında kullanışlı ve dikkat çekici ekolojik tasarımları mağazalarında sergileyen Danielle ve Rob Reid, ürünlerinin kalitesine ve dayanıklılığına özellikle dikkat ediyorlar. Ürünler arasında en ilgi çekici olanlar geri dönüşüme uygun kâğıt ve kartondan yapılmış lambalar. Eskimiş ahşap parçaları görünümlü duvar kâğıtları da alışılmışın epey dışında. Neal’s Yard Daily: Burayı gördükten sonra, kendi öz iradenizle ‘peynir ekmeğe talim etmek’ isteyeceksiniz. Bu kadar çok iyi peynir bir araya Fransa’dan sonra bir de burada bir araya getirilmiş olabilir. Cyber Candy: Cyber Candy, bilimkurgusal bir kaza sonucu, başka bir boyuta girmişsiniz hissi yaratabilir. Renk renk bir sürü şeker kutusunu bir arada görmek, insanın gözünü alıyor önce. Aslında, Noel Baba’nın bunca zaman size getirmediği çikolata ve şekerleri nereye sakladığını keşfetmiş bulunuyorsunuz. True Blood içecekleri, Darth Vader’lı, Pac-Man’li şekerler ve daha aklınıza gelebilecek her türlü diş düşmanı burada. Geo F Trumper: Londra’nın en iyi erkek berberi. Son derece oldschool bir berber dükkânı stili var. Kendi isimlerini taşıyan banyo ürünleri, sabunlar ve mendillerle, bir İngiliz beyefendisinin her türlü kişisel bakım ihtiyacını da karşılıyorlar. İster alışveriş için gidin, ister de yeni bir saç stili için. 15 Londra Kitap Alışverişi İngiltere’nin pek çok ünlü yayınevi var. Elbette Londra’da bunların kendi kitabevlerini bulmak mümkün. Ancak Notting Hill filmindeki gibi, yalnızca belli bir özelliğe sahip kitapları satan butik kitapçılar arıyorsanız birkaç seçeneği aşağıda bulabilirsiniz. Persephone Books: 20. yüzyılda basılmış ancak hak ettiği ilgiyi bulamamış, çoğunlukla da yazarı kadın olan kitapları yeniden basıyorlar ve Conduit Street’teki şirin dükkânlarında satışa sunuyorlar. Quinto Bookshop ve Skoob Books: İkinci el veya antika kitap arayanların kendilerini saatlerce kaybedebilecekleri iki dükkân. Quinto Bookshop, ikinci el kitaplara bir kat ayırmış olsa da daha çok antik kitap koleksiyonu için tercih edilebilecek bir yer. Skoob’da da tesadüfen antika kitaplar bulmak mümkün ancak daha çok ikinci el kitaplar bulunduruyorlar. Books for Cooks: Adından da anlaşılabileceği gibi yalnızca yemek kitapları satan bir yer. Ayrıca içerideki kitaplardan seçilip denenmiş lokmalık yiyecekler de oluyor. Claire de Rouen: Yalnızca fotoğraf sanatı üzerine kitapları ve fotoğraf kitapları satıyorlar. Clerkenwell Tales: Burada her aradığınızı bulamazsınız ama her kitabın güzel gözükeceğinden emin olabilirsiniz. Clerkenwell Tales, daha çok kapağı ve baskısı özel olarak tasarlanmış koleksiyonluk kitaplar satıyor. 16 Londra Daunt Books: Upuzun meşe rafları, kütüphane nostaljisi yaratıyor. Daunt Books’ta kitaplar yazar isimlerine veya kategorilerine göre değil ülkelere göre ayrılıyor. Dolayısıyla şiir, roman, seyahat ve yemek kitaplarını aynı rafta görme ihtimaliniz çok yüksek. Gosh!: Çizgi roman meraklılarının aklını başından alabilecek bir yer. İçeri girdiğinizde sakin olmaya çalışın. Müzeler Tate Modern, Tate British, Victoria & Albert, British Museum ve Natural History Museum’u gezdiyseniz, sıra bunlarda demektir: The Wallace Collection: The Wallace Collection, 25 galeride önemli eserleri bir araya getiriyor. Koleksiyonu daha çok 18. yüzyıl Fransız tabloları, mobilyalar ve porselen işlerden oluşuyor. Müze, Manchester Meydanı’nda; Fransız, İngiliz, Hollanda ve Flemenk ekollerinden eserler var. Bunların arasında Rembrandt ve Velazquez gibi sanatçılara ait eserler var. Müze 5500 parçanın üzerinde sanat eserine sahip. Tea Building: 1930’larda pastırma fabrikası olarak inşa edilmiş. Şimdilerde sanat menajerlerinin, moda tasarımcılarının ve sanatçıların bir araya geldiği bir bina. Burada hem atölyeleri var hem de galerileri. Hem birbirlerinin yaptıkları işleri takip edebiliyorlar, hem de işlerini takip eden insanlarla bir araya geliyorlar. 17 Londra Bilim Müzeleri: Londra’da tıp ve bilim üzerine çok ilginç müzeler var. Bunlardan Hunterian, Fleming Museum ve Freud’un müze evi Freud Museum en ilgi çekici olanlar. Çay ve Kahve Müzeleri: Bramah Çay ve Kahve müzesi, dünyada kahve ve çay tarihine adanmış ilk müze. Ayrıca Twinings’in de küçük bir müzesi var. Önünden geçerken içeri girip bakmakta fayda var. Gitmeden Önce Göz Atılacaklar Klasikleşme yolundaki filmler: ‘Love Actually’, ‘Match Point’, ‘Notting Hill’, ‘Bridget Jone’s Diary’ ve ‘Closer’, Londra’yla özdeşleşen filmler haline geldi. Çoğu Amerikan yapımı olsa da, şehrin nabzını iyi yansıttıkları söylenebilir. Bunlara ek olarak birkaç öneriyi ön plana çıkarmak istedik. ‘About A Boy’: Hugh Grant, kendisinden başka kimseyi umursamayan bir mirasyediyi oynuyor. Kendisine çaresizce model olabilecek birini arayan ergen bir çocuk, zorla hayatına giriyor. Tahmin edilebileceği gibi her ikisi de birbirinin hayatını etkiliyor, değiştiriyor. Hikâyesi çok orijinal olmasa da güzel anlatılmış bir komedi dram. Buradaki ergen çocuğun daha sonra ekranlara ‘Skins’deki Tony olarak döndüğünü de not düşelim. ‘28 Days Later’ ve ‘28 Weeks Later’: Post apokaliptik zombi filmlerinden hoşlanmayanların bile ilgisini çekmiş olan seri. Londra’nın nasıl bir yer olabileceği ihtimallerinden birini görmek için izlenebilir. 18 Londra ‘V for Vendetta’: V for Vendetta da Londra’yı konu alan bir başka distopik gelecek anlatısı. Wachowski kardeşlerin yapımcılığını üstlendiği filmde Natalie Portman önemli bir performans sergiliyor. ‘Alfie’: Bir romandan iki kere uyarlanan filmin her iki versiyonu da görülmeye değer. Londra’nın en çapkın erkeği Alfie’yi 1966 yılında Michael Caine ve 2004 yılında da Jude Law oynamıştı. ‘From Hell’:19. yüzyılın sonlarında geçen film, Viktoryen dönemin son izlerini, Sanayi Devrimi’nin etkilerini Londra ve Jack the Ripper üzerinden anlatıyor. İngiliz Yapımı Diziler İngilitere son yıllara dizileriyle Amerika kadar isminden söz ettirmeye başladı. Bunların bir kısmı da Londra’da geçiyor. ‘Coupling’ ve ‘Black Books’: Coupling artık eskimiş bir örnek. Daha sonra Amerikan versiyonu da yapıldı. Ancak İngiliz yapımını henüz izlemediyseniz izlemenizi öneririz. Black Books, ikinci el kitap satan aksi bir adam ve iki arkadaşının hikâyesini anlatıyor. Her ikisi de sitcom diziler olduğu için şehir pek görünmüyor. Ancak şehirdeki hayat hakkında ipuçları veriyorlar. ‘Misfits’: Son yılların en çok tartışılan ve konuşulan dizilerinden biri. Güneydoğu İngilitere’de geçen bu hikâyeyi mutlaka izlemelisiniz. ‘Neverwhere’: Neverwhere, Nail Gaiman’ın yazdığı, 1996’da gösterimi başlayan bir televizyon dizisi. Neil Gaiman, daha sonradan 19 Londra bu fantastik Londra hikâyesini roman haline getirdi. Hikâyenin televizyon dizisi, roman ve çizgi roman versiyonlarını bulmak mümkün. Aman Aman! Şemsiyenizi mutlaka yanınıza alın. Ya da varır varmaz, James Smith & Sons’dan bir şemsiye kapın. Sıkıcı Bilgiler Havaalanından şehir merkezine taksi 55-65£ civarında tutuyor. %10 bahşiş yeterli. Bazı restoranlarda, servis ücreti dâhil edildiğinden, hesabı kontrol edip ona göre hareket etmekte fayda var. Pek çok müzeyi herhangi bir ücret ödemeden gezmenizi sağlayan London Pass, 1 gün için 46£, 2 gün için 61£, 3 gün için 74£ ve 6 gün için 99£. Şehir içinde bisiklet kullanımı her geçen gün artıyor. Bisiklet kiralayan ve satan dükkânlara rastlamak mümkün. 20