Dergi Kasim
Transkript
Dergi Kasim
İÇİNDEKİLER SORUNLU ÖĞRETİM -3YENİDEN YAPILANMA -4TAHSİLDAR ÖĞRETMENLER -5YEREL YÖNETİMLER VE EĞİTİM -6YA BÜTÜNSÜN YA HİÇ (!) -7KRİZ ÜZERİNE -8RUHUMUZA SIZAN KADIN ÇIĞLIKLARI - 10 EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME - 11 YENİ DÖNEMDE DİN KÜLTÜRÜ ... - 13 BİLİM VE TEKNİK DÜNYASINDAN - 15 SANATA BAKIŞ - 16 OĞULA KARDEŞLİK VE BARIŞ MEKTUBU - 17 TÜRKİYE’NİN FOTOROMANI - 18 - ÖV-DER Tüm Öğrenci Velileri Dayanışma DerneğiGenel Merkezi Adına Sahibi Enver ÖNDER Yaygın Süreli Yayın Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail GÖKTAŞ Yayın Kurulu Mehmet ERÇEN - Bahar GÜLER Jale KİRMAN - Gülşah AYGÜN Tel-Fax: (0312) 362 58 99 E-Mail: ovder@mynet.com Web Sitesi:www.ovder.com Tasarım ve Mizanpaj H. Emre HAZIR Posta Çeki Hesabı: ÖV-DER/1014256 Yönetim Yeri ve İletişim Adresi Yeniankara sok. No: 6 İçcebeci- ANKARA Enver ÖNDER SORUNLU ÖĞRETİM 2008 -2009 Öğretim yılı eksikler tamamlanmadan ve yeni sorunlarla başladı. Öncelikle, bilimsellikten yoksun öğretim programları, her yıl günü kurtaracak değişiklikler yapılarak kurumsallaşmaktan uzaklaştırıldı. Eğitim, çağ dışı, çekicilikten yoksun içeriği nedeniyle öğrencilerde okula başlama coşkusu yaratamamaktadır. Öğretmenler, iş güvencesiz, geçici, sözleşmeli, vekil gibi niteliksizleştirme çabaları yetmiyormuş gibi, yeni yıla 150 bin açıkla girmektedir. Kalabalık sınıflarda, uzmanlık alanı olmaktan çıkarılmış eğitim işi; her bir kesimi kendi sorunları içinde kaybolan örgütsüz öğretmenlere bırakıldı. Öğretmen atamalarında fen bilimleri alanına 180 öğretmen atanırken yalnız din kültürü ve ahlak bilgisi dalına bunun yaklaşık üç katı kadar (530) öğretmen atandı. Çocuklarımızın yüzde 10’u okula gidemiyor. Okul öncesi eğitim yüzde 25’in üzerine çıkarılamadı. Ders kitapları, içeriği bilimsel olmayan, ırkçı, gerici ve cins ayrımcı yapıdan arındırılamadı. Üstelik büyük bir rant kapısı olarak, aynı kitaplar aynı yanlışlarla her yıl yeniden basılıp dağıtılmaktadır. Tutarlı, bilimsel ve toplumsal oydaşma ile hazırlanacak kitaplar 5 yıl süre ile okutulacaktı. Bu koşulların hiçbiri yerine getirilmediği için eğitimdeki kararlılık, süreklilik ve birleştiricilik ortadan kaldırıldı. Öğretmen dağılımındaki özensizlik, okulların fiziksel yetersizliği nedeniyle bir öğretmene düşen öğrenci sayısı bölgelere göre büyük dengesizlik göstermektedir. Okullarda, güvenli ve sağlıklı bir ortam sağlanamadığından, ilişkiler saygı ve sevgiye değil şiddete dayandığından çocuklar okuldan soğuyor. Ülke ortalamasına göre bir öğretmene 26 öğrenci düşüyor. Batı illerinde bu sayı 20’lere düşerken, doğu ve güneydoğu illerinde öğretmen başına 57 öğrenci düşüyor. Diğer koşulları bir yana bıraksak bile 20 öğrenciye öğrenim veren bir öğretmene karşılık, bunun yaklaşık üç katı öğrenci ile uğraşan öğretmenlerin bulunduğu bir ülkede, eğitimde fırsat eşitliğinden söz edilebilir mi.? Ulusal gelirden eğitime yeterince pay ayrılmadığı gibi, parasal kaynağa gereksinme duyulmadan yapılabilecek düzenlemeler bile, bilerek ve isteyerek göz ardı edilmektedir. Eğitimde yardımcı personel dağılımı, okulların gözden çıkarıldığını belgeler gibidir. 8 metrekarelik bürolarda üç tane yardımcı personel çalıştırılırken, binlerce öğrencinin öğrenim gördüğü okullara bir ya da iki hizmetli verilmektedir. Yazı işlerini yürütecek görevli ise parmakla gösterilecek denli azdır. Ders araç-gereçlerinin albenisini artırmak için kullanılan boya ve katkı maddeleri, zehirlenmelerden, kanserojen etkilenimlere dek yığınla sakınca taşımaktadır. Okullar karanlıkta, en merkezi yerlerde bile öğretmen atamalarının düzensizliği nedeniyle öğretmensizlik karmaşası yaşanıyor. İlköğretim okulundan üniversiteye dek, yeşil alan ve oyun alanı yoksunu okullarda çocuklarımız ve gençlerimiz temiz hava solumaya özlem duymaktadırlar. Okul servis araçları işletmecileri, rant kavgasını okul bahçelerine dek taşıyıp, biri birilerini kurşunlamaktadırlar. Denetimsiz, bakımsız servis araçları nedeni ile yollarda kırım yaşanmaktadır. Okullar gözümüz gibi korumamız gereken kamu kurumları değil bir cangıl gibi kendi yazgılarına terkedilmiş, çocuklarımızla birlikte kapanın elinde kalmakta ve cebini doldurmaktadır. ÖVDER | 3 YENİDEN YAPILANMA B izim gibi ülkelerde kapitalizmin yeniden yapılanma sürecinde kamu alanları, 1979 stand-by düzenlemesi ve 1980’den sonra Dünya Bankası’nın “yapısal uyum kredileri” ile yeniden yapılandırılmaya başlandı. “Yapısal uyum”un hedefi, özelleştirme, yerelleştirme, kuralsızlaştırma, ticarileştirme ve personel düzenlemesi biçiminde gerçekleştirilmektedir. Düzenlemeler bir taraftan yasalarla belirlenirken, bir taraftan da iletişim ve eğitim ile, kitleleri yönlendirmede kullanılmaktadır. Eğitimdeki yeniden yapılanma da bu hedefe hizmet için yapılmaktadır. Türkiye’deki yapılanmanın ayrı bir özelliği vardır. Bu yapılanmada din etkili bir araç olarak kullanılmaktadır. Kazanılmış haklar yerine “sadaka kültürü” her alana yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Bilimin yerini inanç, tartışmanın, eleştirinin, algılamanın yerini itaat anlayışı almaktadır. ORHAN YÜCE | ÖV-DER İZMİR ŞUBE BAŞKANI gun eğitim, değişimin hedefidir. Eğitimi, kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlemeye çalışan iktidarlar ve bugün de AKP hükümeti, insanın kapasitesini (akıl, duygu, beceri, yetenek vb) toplumsal yaşamın değil, sermayenin hizmetine sunmaya çalışıyor. Özellikle üniversiteler ve mesleki eğitim bu hizmette hayli ilerlemiş durumdadır. Ne ilköğretimde iy bir yurttaşlık için kişilik eğitimi veriliyor, ne de ortaöğretimde öğrencilerin yetenekleri ve ilgileri doğrultusunda yönlendirme yapılıyor. Bunların sonucu olarak yüksek öğretim de bilimsel verileri halka sunma görevi yapamıyor/ yapmıyor.Özellikle son 30 yıldır “yapısal uyum projeleri” ile eğitim bilimsel ve toplumsal değerlerinden uzaklaştırılmıştır. Piyasanın isteklerine bırakılarak, eğitimin ticarileşmesi sağlanmıştır. NİTELİKLİ EĞİTİM İÇİN YAPILANMA Çocukları en iyi tanıyan unsurlar olan ailelEğitim sisteminde yapılanma gerekier ve öğretmenler, bu eğitim anlayışında etkileyen yor. İnisiyatif ve işleyişin belirlendiği yer, okullar değil, etkilenen durumuna düşürülmüştür. olmalıdır. Okulların tarafı olan öğretmen-öğrenci veli eğitimin ana unsurları ve karar organı olmalıdır. Bugün kamu kaynakları verimli Bu yeniden yapılanma, bugünkü gibi eşitsizliğe değil, kullanılamıyorsa, doğa yok ediliyorsa, rekabete herkese eşit ve nitelikli eğitim için yapılmalıdır. sürüklenmiş ve bencilleşmiş birey yetiştirme Finansmanı vatandaşlardan adaletli toplanan vergilanlayışının sonuçlarından birdir. Gözü paradan başka erden sağlanan eğitim ve sağlık hizmetleri, demokrabir şey görmeyen sömürücü şirketlerin istediği de bu- tik toplum, bağımsız ve demokratik bir ülkenin tedur zaten. OKS-SBS-ÖSS-KPSS vb. merkezi sınavlar mel taşları niteliğinde olacaktır. çocuklarımızın ve gençlerimizin sadece gelecekler- inde daha iyi bir eğitim ya da daha iyi bir iş olanağını Bireyi, toplumu ve çevreyi merkezine alan bir belirleme sınavları değildir. Eleyici, dışlayıcı nitelik- te olan bu sınavlar, kamuyu ve toplumsal değerleri eğitim sistemi, emeğe, ülkeye ve dünyaya sömürü ve yok etme özelliği de taşımaktadır. Toplumsal eğitim savaşın değil; barışın, kardeşliğin ve dayanışmanın yerine, bireyci, piyasanın-şirketlerin-istemlerine uy- egemen olduğu bir yaşam biçimini sağlayacaktır. ÖVDER | 4 TARİH ÖĞRETMENİ HANDAN | 17 EYLÜL 2008 Ö ğretmenlerin Milli Eğitimin okullardaki neredeyse tahsildar memurları haline getirilmelerinden bahsetmek, bu durumla zaman zaman yüz yüze kalan biri olarak bunun bizi nasıl bir duygu içine soktuğunu anlatmak istiyorum. Öğretmenlik kutsal meslek diye kazınır beynimize daha ilkokul sıralarından itibaren. 'Öğretmenim canım benim, seni ben pek çok severim' şarkılarında geçen o güler yüzlü, tüm varlığı öğrencilerine bilgiyi vermek olan, adanmış kutsal insanlar denir bizler için. Aslında denirdi demek gerekir. Bugün öğrencilerin gözünde hiç bir kutsallığımız yok. O nağmeler eski zaman şiirlerinde kaldı. Haa! bir de önemli günlerde 'önemli' adamların ağzından -söylemiş olmak için- dökülüyor artık.Gücendiğim için söylemiyorum, öğrencinin gözünde değerimiz yok diye söylüyorum, çünkü bunu hak edecek niteliklerimizi de kaybediyoruz bizler. Bilgiyi ve bilimi veren, yol gösteren öğretmen olmayı çok önceleri yitirdik. Bize öğretmen olma yolunda verilen eğitim de dahil olmak üzere niteliksizleştirdiler. İdealist eğitmenler olma neredeyse hikaye kitaplarında kaldı. Öyle bir döngünün içinde öğütülüyoruz ki, aydın insan olmayı bırakın öğretelim bizler o vasfı kaybediyoruz ya da kaybettik mi demeliyim. TAHSİLDAR ÖĞRETMENLER kendimiz için değil birileri istediği için. Öyleyse önce biz değişmeliyiz. Tahsildarlık yapan öğretmenler deniyor, acıdır ama gerçektir. 10 yıllık öğretmenliğim boyunca bir çok kez ben de bununla karşı karşıya kaldım. Katkı payı denip sınıf öğretmenlerinin eline listeyi tutuşturduklarında gidip istemekten nasıl gocunmadık? "Beni buna zorlayamazsınız!" neden diyemedik? Okullarda verdiğimiz kurslar için kurs paralarını bize toplattıklarında neden karşı çıkamadık? Çıkamadık çünkü emir erinden farkımız kalmadı. Çıkamadık çünkü o üç kuruşa muhtaçtık. Çıkamadık çünkü anlamımızı unuttuk. Bunların hiç birisi bahane değil olamaz olmamalı. Öğretmenliğin anlamı bu değil. Ben öğretmenim anlamını yitirmiş binlerce öğretmenden biriyim.Ama artık, artık anlamını yitirmeye boyun eğen binlerce öğretmenden biri olmak istemiyorum. Eğitim deyince neyi anlarız? Sadece bilgiden mi ibarettir bu? İnsan olmak, karakter sahibi olmak nedir, haksızlığa baş eğmemek nedir, bunlar da eğitim değil midir? Peki biz öğrencilerimize ne kadarını veriyoruz bu söylediklerimin? Öğrencilerimizi bize itaat etmeye zorluyoruz. Çünkü biz de buna zorlanıyoruz. Onları dinlemiyor anlamıyoruz çünkü dinlenmiyoruz. Kendisine yapılan haksızlığa ses mi çıkardı bir çocuğumuz sus otur diyor gerekirse kurallar yönetmeliklere uydurup cezalandırıyoruz, çünkü biz de susup oturuyor, cezadan korkuyoruz. İnsan kendi gibi birini yetiştirir, bugün bizler de kendimiz gibi bir nesil yetiştiriyoruz ama ÖVDER | 5 YEREL YÖNETİMLER VE EĞİTİM B ugünün ve geleceğin en iyi biçimde eğitilmesi, yaşam becerileri kazandırılması merkezi yönetimin görev ve sorumluluğunda olmakla beraber, yerel yönetimlerin de ana görevlerinden biridir.Kent yaşamının iyileştirilmesi ve ortaklaştırılması, yerel kültürlerin yaşatılması belediyelerin ve yerel yönetimlerin eğitime verdiği önemle orantılıdır. Sağlıklı bir çevre, ortak yaşamdaki sorumluluk ve insanlar arasındaki doğru iletişim gibi değerler ve halkın bilgilendirilmesi, bilginin yaşanır hale gelmesi nitelikli eğitimle sağlanabilir.Çevreyi ve doğayı koruyan, geliştiren ve bunların oluşumu için görev alan, parkları kirletmeyen, ağaçları kırmayan, çevresine rahatsızlık vermeyen ve hizmetin niteliğini artıran, sürekliliğini sağlayan bireyler ancak nitelikli bir eğitimle mümkündür Toplumsal değerlere sahip olan bireylerin bulunduğu yerleşim yerlerinde, yerel yönetimlerin hizmetleri hem karşılık bulur, hem de daha kolay olur.Bu nedenledir ki, yerel yönetimler hizmetlerinin ağırlıklı kısmını eğitime ayırmalıdırlar. Ancak böyle bir hizmetle halkçı belediyecilik yapılabilir. İçme suyu, çevre temizliği, alt yapı vb gibi hizmetlerin kalıcı ve sürekli olabilmesi sağlayanlar, toplumsal değerlere sahip bireylerdir. Özellikle son 30 yıldır, devletin yeniden yapılandırılmasına paralel olarak, belediyeler ve yerel yönetimler de yeniden yapılandırılmaktadır. Mahalli idareler ve belediyeler yeniden yapılanırken, hizmetlerinin bir kısmını kamu hizmeti olmaktan çıkarıp, ticari işletmelere, çalışanlarını ÖVDER | 6 İZMİR ÖVDER da kadro dışı kısa süreli sözleşmeli çalıştırmaya dönüştürdüler.“Hizmetlerin yerelleştirilmesi” adı altında birçok hizmeti özelleştirdiler. Eğitim de bu alanlardan biridir. Eğitimde özelleştirilen alanlar sürekli artmaktadır. 5393 sayılı belediyeler yasasında, eğitime nasıl katkı sunulacağı, gelirlerin ne kadarının eğitime ayrılacağı ve bunların nasıl kullanılacağı gibi birçok belirsizlikler vardır. Böyle olmasın da yerel yönetimlerin eğitime sunduğu hizmetleri görev ve yasal çerçeve de değil de, bir keyfiyete ve sadakaya dönüştürmektedir. Sosyal bir devlet, hizmetlerini yardım ve sadaka üstüne değil, insan hakları ve yasal çerçeve üstüne oturtmalıdır. Sadaka kültürünün egemen olduğu bir toplumda, eğitim bir insan hakkı olarak değerlendirilmez.Devlet anlayışı ve AKP hükümetinin uygulamaları ile eğitim hizmetleri artık bu anlayışla sunulmaktadır. Şimdi yerel yönetimlerin eğitime katkıları da bu çerçevededir. Belediyeler, boy boy ilanlarla, ne kadar okulu badana yaptığını, ne kadar öğrenciye eğitim yardımı yaptığını, ne kadar eğitim aracı aldığını ve bunun gibi katkılarını görev olarak değil de, bir yardım anlayışı ile yaptığını sergilemektedirler. Yerel yönetimler yasası ile hizmetlerini uluslar arası şirketlere devretmiş belediyeler, halka değil şirketlere hizmet etmektedirler.Halkçı belediyecilik, hizmetlerini yardım ve bağışlar üstünden değil, görev ve sorumluluklar üstünden sunmayı amaçlar. Yerel yönetimlerin hizmetleri, semt meclisleri, mahalle meclisleri gibi yerel birimlerin istemleri üstünden bir kamu hizmeti olarak yürütülmesi, halk için yapılan belediyeciliğin gereklerinden biridir. BETÜL TEKİN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ B ir gruba ya da topluluğa ait olma ihtiyacı son zamanlarda insanların ekmek gibi, su gibi, hava gibi ihtiyacını duydukları bir şeye dönüşmeye başladı. Öyle ki tek başımıza yürümeye, konuşmaya, var olmaya olan inancımızı yavaş yavaş yitirmeye başladık. Bunları bizim yerimize birilerinin yapacağı fikrine adapte olmamız,(bazıları için) bir çok şeyde olduğu gibi, hiçte zor olmadı. YA BÜTÜNSÜN YA HİÇ (!) Ve setler iyice güçlendi... Ne zaman uyanırsak, ne zaman birey olduğumuz aklımıza gelirse o zaman setler yıkılacak ve uyanış toplumun her katmanında gerçekleşecektir. Hayata karşı duruşumuzu tamamlamamış oluşumuz "o"cular,"bu"cular,"şu"cular olma eğilimimizi tetikledi. Ve artık kendimize yönelttiğimiz soruların başında "ben kimlerdenim?" oldu. Kim olduğumuzu bilmeden kimlerden olduğumuzu cevaplamaya çalıştık. "Birilerinden olmak zorunda mıyım?" demek gelmedi aklımıza. Kime ve neye hizmet ettiğimizi düşünmeden önümüze gelen ilk yere ait olduk. "Evet ben de sizlerdenim." dedik. Geleni misafir gideni yolcu ettik. Bizden ne götürdüklerini neleri miras bıraktıklarını umursamadık, gık çıkarmadık hep uslu çocuk olduk. Daha onlar teklif etmeden biz onları vekil ilan ettik. Ve giderek boşaldık, içi boş bir et yığınına dönüştük. Bir sorun varsa çözen, oyun varsa bozan, kaçan varsa kovalayan olmayı bıraktık. Tek başımıza devam edebilmeyi, "Şu"cu olamasakta "Buyum!" diyebilmeyi beceremedik. Kutuplaşmayı okul, iş, sosyal çevre ve daha bir çok yere kendi ellerimizle soktuk. Birbirimize nasıl yabancılaşacağımızı hep beraber büyük bir zevkle öğrendik. Aramıza kalın setleri eşsiz bir hazla çektik. Düşmana değil kendimize diş bilemek daha ilgi çekici gelmeye başladı. Aydınlanmayı o hazza, düşünmeyi, sorgulamayı zevkle değiştik. İstenileni yaptık ve aradaki boşluk iyice açıldı. Bazı isteklerimizi bastırmak için elimizdeki pek çok şeyi feda ettik. Onlar kalabalaştı ve biz yalnızlaştık. İyiyi güzeli anlatmak artık pek olanaklı olmamaya başladı, sesimizi yetirememeye başladık. ÖVDER | 7 BAHAR GÜLER KRİZ ÜZERİNE T üm dünyayı etkileyen bir ekono- arada ABD mortgage piyasası, 10 trilyon dolar mik kriz herkesin dilinde bugünlerde. büyüklüğüyle dünyanın en büyük piyasası konuKah kanalların ekonomi servislerinin munda bulunuyor). Bankalar, halka, satın alacakları heyecanında, kah haberlerde, kah sohbetlerimizde, ev ve dairelerin bedelinin tamamı, hatta değerinin kah kaygılı ruh halimizde… Dünya ekonomik %110 oranında borçlanma fırsatı vermişti, ancak krizi, ivme kazanarak ilerliyor ve genelleşiyor. krediler bugünkü gibi geri ödenemedi. Değişken Bunu herkes söylüyor. Ama krizin üretim alanında faizlerle boçlanılmıştı, son iki yılda faiz oranları başladığı ve aslında finansal krizin bir sonuç olduğu arttı, faiz ödemeleri çok yüksek hale geldi, kregözden kaçırılıyor. Burjuva iktisatçılar, liberaller diler geri ödenemez oldu. Çünkü emperyalist meselenin sistemin kendisinde değil, uygulanan politikalar tüm halklar gibi Amerikan halkını da yanlış ekonomik politikalarda olduğu vurgulayıp yoksullaştırmıştır. Popüler kültürün “rüya ülkeduruyor. Oysa sonuçları nedenler gibi göstermek, si” Amerika’da 25 yıl içinde ücretler saat olarak krizin özünü gizlemektir. Böyle yapılarak sistem hesaplandığında sadece bir dolar artmıştır. Tabi üst aklanmaktadır. “Sorun böylelikle örneğin “serbest sınıflar için durum bunun tam tersidir. Amerikan piyasaya” fatura edilebilir, yerine daha az “serbest” egemen sınıfı günden güne zenginleşirken, halk bir karma kapitalist ekonomi koyulur ve böylece yoksullaşmaktadır. sorun çözülür!” Oysa biraz bilim, işi gözler önüne sermeye yetmektedir. Bu yaşanan bir aşırı üretim krizidir. Em- peryalist sistemin krizidir ve onun kaçınılmaz bir Emperyalist tekellerin en büyükleri arasında sonucudur. Sistemin yapısından kaynaklanır. Dev- yer alan Lehman Borthers ve Bear Stearns’ın if- let kapitalizmi ya da liberal bir kapitalizm modeli las etmesiyle, emperyalist finans dünyası adeta olması fark etmez, kriz kapitalist sistemin işleyişine sallandı. İflaslar, “tarihin en büyük banka iflası” özgü bir olgudur. Emperyalizmde bunalımlar, dönolarak nitelendirildi. Çünkü iflas eden şirket, emine özgü yanlar taşımasına karşın benzer karadünyanın 35. büyük tekeliydi. Üstelik iflasların kteristik özellikler gösterir. Bu anlamda bugünkü sürme ihtimali üzerine, Amerika’nın üçüncü krizin sonuçlarını tahmin edebilmek için geçmiş büyük yatırım bankası olan Merrill Lynch de, iflas dönemlerdeki krizlere bakmak yeterlidir. Daha korkusuyla başka bir tekele satıldı. Ardından ABD önce yaşanan bunalımların yarattığı sonuçların en yönetimi, 700 milyar dolarlık bir “ekonomik paket” önemlisi, “emperyalist ülkelerdeki göreceli sosyal açıklayarak krize devlet müdahalesinde bulundu. refahın yerini, giderek mutlaklaşan yoksullaşmaya 13 bankaya el konuldu, iki finans kurumu Fannie bırakması ve “sosyal refah devleti” politikalarının Mae, Freddie Mac, devletleştirildi. En büyük oto- terk edilmesi” olmuştur. Emperyalistlerin o zamotiv tekelleri olan Ford ve GM, durumlarını dü- man düzenledikleri bir toplantıda şu kararlar zeltmek için “devlet kredisi” talebinde bulundu… ABD‘deki konut edindirme sektörü mort- gage piyasası geçen yıl da krize girmişti (Bu ÖVDER | 8 alınmıştı: “Kamu harcamalarının sınırlandırılması, (...) seçmenlerin daha bir süre ekonomik büyüme ve refah artışı beklentisine girmeyecek şekilde eğitilmesi ve sancılı bir ekonomik adaptasyon Krizlerde “kapitalizm çöküyor” beklentisine girendönemine hazırlanması...” Kararın tercümesi ler vardır. Emperyalizm-halk çelişkisinde, bizim şuydu: Başta sağlık, eğitim, barınma-konut ol- cephemizden bir mücadele geliştirilmediği müdmak üzere her alandaki hakların budanması ve detçe, emperyalizm sarsıntılar geçirse de, kendi vergilerin ağırlaştırılması... Bunalımın yarattığı içinde çözümler üretir. Mesela burjuvazinin çeşitli en belirleyici sonuçlardan biri işsizlikti. Gelir kesimleri arasında güç kaymaları olur; bir kısım dağılımındaki dengesizlik daha da artmıştı. Bugün tekeller iflas ederken, başka tekeller güçlenir. Bade sürecin halklar açısından benzer bir gelişme tan tekellerin imdadına devlet veya IMF; Dünya seyri izleyeceğini söylemek mümkündür. Mesela Bankası, merkez bankaları yetişir. Tüm dünyada bizde, Son 15 yıl içerisinde üç büyük krizle karşı ve de geri bıraktırılmış ülkemizde tarih yoksulların karşıya gelinmiştir. 1994, 1999 ve 2001 yıllarında aleyhine ilerlerken, biz yoksullara uzanan tek el yaşanan krizlerin tümünde, işsizlik, zamlar, vergi ise , birlikte mücadele edeceklerimizin elleridir. artışları… dar gelirlilerin, üreticilerin ve ücretlile- O eller tarihi yeniden yazabilecek iradeye ve güce rin yaşamlarını zorlaştırmıştır. Bugün de zamlar art fazlasıyla sahiptir. Bunun farkına varabilmek bir arda gelmektedir. Örneğin, kısa süre önce elektriğe başlangıç olacaktır… zam yapıldı, yetmedi, bir kez daha zam kararı alındı. Böylece elektriğe yapılan zam oranı 2008 başından bu yana, yani 10 ayda yüzde 57’ye ulaştı. Ücretler, maaşlar artmıyor, fakat en temel ihtiyaçlarımız 10 ayda yüzde 57 zamlanabiliyor. Bu yaman çelişki, kriz bahane edilerek, olağanlaştırılıyor. Her tıkanma ya da her kriz, günlük yaşamımıza benzer şekillerde yansıyor. Emperyalist sistem doğası gereği sürekli bir kriz halindedir. Devrevi bunalımlar, bu krizin derinleştiği dönemlere tekabül eder. Mevcut krizi de böyle görmek gerekir. ÖVDER | 9 DENİZ ÇİYA | MARDİN’DEN DERSHANE ÖĞRENCİSİ RUHUMUZA SIZAN KADIN ÇIĞLIKLARI N e kadar kaçmak istesek de bilinçaltımıza gelip yerleşiyor, ruhumuza işliyor o çığlıklar... Neyse ki bitmiş tükenmişti evimize sızan şiddet. Bir erkektim oysa ben, bocalanıp duruyordum. Hala bilinçaltımda kol geziyor. Önce duydum, sonra yavaş yavaş kulaklarıma yaklaştı. Kulaklarım derken gözlerime, gözlerimden bedenime geldi. En son bugün gördüm. Oruç mu erkeğin kafasına vurmuş, hazmedememişlik mi pek bilmem; fakat sokaktan geçtiğimde erkek aldı eline terliği kadına vurmak üzereydi. O sahneyi görmek istemiyordum. Çok duymuş görmüştüm, bir kere de bedenime bedenime yaşamıştım. İçerden kızının bağırışı ‘baba, baba gel içeriye’ diye. Ama arkama baktığımda anladım ki bir aldırış yoktu. Hala ağız dalaşı yapıyorlardı. Belki de bu gece o Evde sofrada oturmuş yemeğimizi yerken konu açılıyor. ‘Falancanın kocası falancayı dövüyor’, ‘falanca suçsuz’, ‘koca ne yaptığını biliyor mu’ falan filan. Sonradan kulaklarım duyuyor. Karşıki evde çığlıklar, ‘nedir bu dünya’ diye iç geçirmelerim. Tanrının baba erkil önemi. Oysa ben de bir erkeğim, zalim olamıyorum. Ne anaerkil bir hayat, ne baba erkil bir hayat. Düpedüz sade bir hayat geçirmek istiyor ruhum. Tanrının değil, ruhumun istediği bir düzen. Çığlıklar ile birlikte bedeni gözüme gözüme yapışıyor. ‘dünya karanlık, vur kendini duvarlara’ iç geçirmelerim gene. Ama duvarlar sessiz, belki de kan hıçkırık dolu duvarlar. Kadın gözlerimin önünde yarı çıplak kendini dışarıya atıyor. Sokağın önünde, elalemin önünde. Olur mu böyle zalimlik, olur mu böyle kaba kuvvet. Eski çığlıklar hala devam edip, kadın gene karşıki evde dalaşırken her gün tokatlar evimize taşınıyor. Hiç olmasa bizimki kiralık bir şiddetti. Geçip kayboldu; fakat bilinçaltıma yerleşip kaldı. Kulaklarım şiddetin sesini duyar duymaz içeriye girişimle kendini bedenime bıraktı. Bedenime bedenime, ruhuma ruhuma. Akşamdı, kaçmak istemiştim. Debeleniyordum. Kaçamadım, geceye yaklaştık. Hıçkırıklar, battaniye altında gizli gözyaşı dökmeler ve korkuca bir uyku, bir karabasan… ÖVDER | 10 ev çığlıklar ile, o ev şiddetin son dozları ile. Belki de birisi benim gibi olmayacak, kaçacak. Pişman oluşlar yaşanacak, değişimler sürüp gidecek; ama bir hayat yok olmuş olacak. Evet bir erkeğim ben! Önce duydum, sonra yavaş yavaş kulaklarıma yaklaştı. Kulaklarım derken gözlerime, gözlerimden bedenime geldi. Şimdi de ruhumuzun istediği bir düzen istiyorum bütün anneler, kadınlar için. Hiç olmasa çocuklar için, kayıp giden hayatlar için kadın şiddetine son diyorum. Son deyişleri herkesten bekliyorum erkek yüreğimle veya bir nebze çocuk yüreğimle bekliyorum! Ve hala bir yerlerde çığlıklar duvarlarda kol geziniyor. BİLİYORUM! EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME E ğitimle ilgili temel bir sorun herkesin eğitim olanaklarından eşit bir şekilde yararlanamaması, yani fırsat eşitsizliğidir. Bu temel sorunun yanında bir o kadar önemli başka bir sorun ise yararlanılan bu eğitim olanaklarının, eğitim programlarının niteliğidir, bireyler üzerinde yarattığı psikolojik tahribattır. Egemenlik ilişkilerinin devamını sürdürmeye yönelik örgütlenmiş birçok kurum aracılığıyla birey bu tahribata maruz kalmaktadır. Aile de başlayan bu süreç daha sonraki yıllarda farklı şekillerde devam etmektedir. Çocuk ilk başta aile denen bir yapıyla karşılaşmakta ve aile bu egemenlik ilişkilerinin devamı için gereken rollere göre çocuğu biçimlendirir. Çocuk birey olma kimliğinin dışında ona yüklenen otoriter bir baba ya da baskıcı, katı disiplin anlayışına sahip bir anne kimliğine bürünür. Çocuk daha aile kurumunun içinde büyüklerine, kendinden daha güçlü olana itaat etmeyi öğrenir. Erken çocukluk döneminde kişiliğinin büyük bir kısmı buna göre şekillenen birey daha sonraki yıllarda okul kurumuyla karşılaşır. Okul ise onun yaşamını kuşatan ve bu rolleri içselleştirmeye dönük çok daha organizasyonlu bir kurumdur. Çünkü mevcut eğitim sistemi çocukları ezen, kişiliklerini bozan, kendine güveni, yaratıcılığı yok eden insanların yetişmesine neden olan bir kurumdur. Zaten aile içinde baskıcı ve dayatmacı ilişkileri yaşayan çocuklar okul ortamında bunların çok daha örgütlü biçimleriyle karşılaştıklarında da daha silik kendi kararlarına güven duy- JALE KİRMAN amayan ( hatta tek başına karar veremeyen) karamsar ve saldırgan bireyler haline gelmektedir. Çünkü eğitim bir bilim olarak değil bir terbiye aracı olarak görülmektedir. Bu süreçte kurallara en çok uyan, kendi yetenekleri göz ardı edilip ona sunular becerileri en iyi şekilde gerçekleştirenler en terbiye edilenlerdir. Bireyin bu edilgenleştirilme sürecinde en büyük pay ise okullardaki katı disiplin anlayışı ve uygulanan şiddettir. Yapılan araştırmalara göre her 4 öğretmenden 1 tanesi şiddete yönelmekte, her 100 çocuktan 40 tanesi fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Terbiye edilmenin yolunun şiddetten ve baskıdan geçtiğini gören çocuk terbiye etmenin yolunun da ezmekten ve yok etmekten geçtiğini düşünecektir elbette. Çünkü “ eğer bir çocuk kin ortamında büyüyorsa kavga etmeyi öğrenir.” Çünkü bu çocuk dövüştükçe alkışlanıp, paylaştıkça ve sevdikçe ayıplanmıştır. Çünkü bu ülkede şiddet alkış görmektedir. Tarihsel olarak bakıldığında eğitim kurumu da dahil olmak üzere mevcut kurumlar egemenlik ilişkilerine göre biçimlenmiş ve egemen ideolojinin devamlılığını sağlayacak insan tipi yaratmaya yönelik olmuştur. İlkel toplumlarda daha çok insanların toplumsallaşması amacıyla toplumun ileri gelenleri tarafından uygulanan bu süreç çok sistemli bir şekilde yürütülmemiştir. Köleci toplumlarsa eğitim hakkı sadece köle sahiplerinin, soylularındır. Seçkin bir ÖVDER | 11 kültürün soylu çocuklarına kazandırılması amacıyla eğitim verilir. Feodal toplumlarda eğitim kiliselerin denetiminde din adamları tarafından yapılmıştır. Profesyonel anlamda okul kavramı kapitalist toplumda ortaya çıkmıştır. Daha gelişmiş bir üretim anlayışı daha gelişmiş bir eğitim anlayışını zorunlu kılmıştır. Makineleri çalıştırabilmek için emekçilerin, çalışanları yönetebilmek ve üretilen malların pazarlanması içinde sermaye sahiplerinin eğitim alması gerekmektedir. Kapitalist toplumlarda sınıflarda yapılan eğim öğretmen merkezli olduğu için öğrencilerin gereksinimlerine yanıt vermekten çok uzaktır. Bunun sonucunda okul bir fabrika olarak görülmüştür. Girdisi ÖVDER | 12 de çıktısı da insan olan bir fabrika. Patronun gücünü sınıfta ki öğretmen temsil etmektedir. Oysaki bireyi özgürleştirici bir eğitim anlayışında öğrencilerin çok yönlü ve bütünlük içinde gelişmeleri ön planda olmalıdır. Herkesin yeteneklerine ve becerilerine, ilgi alanlarına, bireysel öğrenme özelliklerine göre düzenlenmiş bir öğretim planı uygulanmalıdır. Bu öğretme sürecinde en temel öğe öğrenci olduğuna göre temel sorumluluk ona ait olmalıdır. Öğrencinin etkin katılımı olduğu, söz karar mekanizması içinde etkin bir yere sahip olduğu bir anlayış hayata geçirilmelidir. Öğrenme, öğretmenin öğrenciye tek taraflı bir bilgi depolama süreci olarak algılanamaz. Öğrenme karşılıklı bir bilgi paylaşım sürecidir. Ve bu öğrencinin isteği olmadan yapılamaz. Daha ayrıntılı bir şekilde tartışılabilecek ve çoğaltılabilecek bu öneriler eğitimde baskıcı ve şiddete dayalı bir anlayışın dışında daha özgürlükçü bir anlayışın hayata geçmesine katkıda bulunabilir. YENİ DÖNEMDE DE DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS KİTAPLARI TEK BİR ANLAYIŞI DAYATMAKTADIR ! (Eğitim Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç’ın açıklamasıdır.) Y eni eğitim-öğretim yılında okutulan ders kitaplarıyla ilgili olarak incelemelerimizi sürdürdüğümüz ve kamuoyuyla paylaştığımız şu günlerde, önümüzde duran bir diğer önemli başlık da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarıdır. Bu yıl okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarının geçmiş yılların mirası üzerinden ilerlediğini söylemek mümkündür. Yine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders başlığı altında sadece İslam dinine ilişkin bilgiler verilmekte ve İslam’ın da tekil olarak tek bir anlayışı, farklı inançlara ve mezheplere mensup ailelerin çocuklarına yine “zorunlu” olarak dayatılmaktadır. Geçtiğimiz yıl, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay 8. Dairesi tarafından ders kitaplarındaki ayrımcılıkla ilgili olarak alınan kararlar ortadayken, yeni eğitimöğretim yılında da ders kitaplarındaki Sünni inancı esas alan içerik korunmuş ve ders müfredatında hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Bu doğrultuda, 4., 5., 6., 9. ve 10. sınıf ders kitapları geçtiğimiz yılki içerikle yeniden basılmış; 7., 8., 11. sınıf ders kitaplarındaki kimi kısımların ise yeniden yazıldığı gözlemlenmiştir. Lise eğitiminin 4 yıla çıkması nedeniyle bu yıl ilk kez 12. sınıf ders kitabı da kamuoyu ile paylaşılmıştır. Kitapta “Dünya Hayatı ve Ahiret”, “Dinlerde İbadetler” başlıklı ünitelerde sadece Sünni İslam inancı esas alınmış; “Dinlerde İbadet Yerleri” başlığı altındaysa cami ve mescitlerden söz edilmiş ancak cem evlerinden söz edilmemiştir. “İslam Düşüncesinde Tasavvufi Yorumlar” başlığını taşıyan ünitede ise “Alevilik ve Bektaşilik” sadece tasavvu- fi bir yorum olarak gösterilmiş, böylece Alevi inancı Sünniliğin içinde bir tarikat konumuna indirgenmiştir. Öte yandan kimi Alevi kaynaklarındaki ifadeler Sünni bakış açısıyla yorumlanarak metine dahil edilmiş ve böylece Alevilere de nasıl Alevi olmaları gerektiği yolunda telkinlerde bulunulmuştur. Öte yandan bir diğer ilginç başlık da, ABD emperyalizmi tarafından 11 Eylül sonrasında giderek gündeme getirilen ve Ilımlı İslam – Radikal İslam ayrımını temel alacak şekilde gelişen “Dinlerarası Diyalog” başlıklı girişimler de “Küreselleşen Dünyada Dinlerarası İlişkiler” başlığı altında metne dahil edilmiş ve Papalık tarafından yayınlanan Diyalog Bildirgesi’ne yer verilmiştir. Böylece diğer dinlerin kitapta yer bulma şansı, ancak uluslar arası düzeyde bu dinlerin yorumlanma biçimlerinin egemenler tarafından yönlendirilmesi kriterine bağlanmış olmaktadır. 7. sınıf ders kitabında ise “Ramazan ve Oruç İbadeti” başlığı altında verilen ünitede Alevilerin oruç ibadetine hiç değinilmemiş, Türkiye’de milyonlarca Alevi ve Bektaşi yurttaşın tuttuğu Muharrem ve Hızır oruçlarından tek cümleyle bile söz edilmemiştir. 8. Sınıf ders kitabı da diğer kitaplar gibi tek bir İslam yorumu doğrultusunda hazırlanmıştır. Kitapta kullanılan propaganda dili ve nesnellikten uzak yaklaşım, yetişme çağındaki öğrencileri dogmatizme yönlendirecek nitelikte olup, sorgulayıcı, araştırıcı özneler olmaları önünde set oluşturmaktadır. Öte yandan, kitabın 155. sayfasında “başkalarının inançlarına hoşgörülü olmak” başlıklı konuda Kilise, Cami ve Sinagog resimleri yer almış; fakat ÖVDER | 13 cem evlerine yer verilmemiştir. Baştan tamamen hiyerarşik bir modeli benimsesona ayrımcı ifadelerle dolu olan kitapta mektedir. Bu noktada Eğitim Sen olarak bir öğe oldukça dikkat çekicidir. sorunun çözümü için öncelikle zorunlu din derslerinin kaldırılmasını talep ediyoruz. MEB Ders Kitabından Örtünme Telkini Görüldüğü üzere Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında tek bir Kitabın 89. sayfasında “Müslüman inanç biçimi farklı noktalara göndermeltoplumlarda örtünme, dini bir gerekli- erde bulunularak öğrencilerin tümüne lik olarak kabul edilmiştir” ifadesine yer benimsetilmeye çalışılmakta ve inançların verilerek ve devamında çeşitli ayetlere özgürce yaşanması ve tercih edilmesi gönderme yapılarak örtünme telkininde noktasında tamamen hiyerarşik bir modbulunulmaktadır. Diğer yandan 9. sınıf eli benimsemektedir. Bu noktada Eğitim ders kitabında hiçbir inanca mensup ol- Sen olarak sorunun çözümü için öncelikle mayan insanlar aşağılanmaktadır. Üstün zorunlu din derslerinin kaldırılmasını talep varlık olabilmek için mutlaka bir inanca ediyoruz. sahip olmak gerektiği öne sürülmektedir. Dolayısıyla inançsız insanlar üstün olmanın zıddı olarak aşağı nitelemesine tabi kılınmaktadırlar. Kitap, dindar olmak dışında bir seçeneğin mümkün olmadığını belirterek kişisel tercihlere yaşam alanı tanımamak bakımından da anlamlıdır. Öte yandan bilim de, dinin hizmetinde, Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya dönük bir anlayış çerçevesinde araçlaştırılmakta ve şöyle denmektedir: “Aklı kullanarak bilgiye ulaşmak dini bir görevdir… Bu sayede o (insan), Allah’ın yüceliğini daha kolay kavrar.” (s. 124) Görüldüğü üzere Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında tek bir inanç biçimi farklı noktalara göndermelerde bulunularak öğrencilerin tümüne benimsetilmeye çalışılmakta ve inançların özgürce yaşanması ve tercih edilmesi noktasında ÖVDER | 14 BİLİM-TEKNİK DÜNYASINDAN 88 milyon yıllık dinozor fosili bulundu uzmandan oluşan ekibe başkanlık edecek ve küre Arjantin'in Patagonya bölgesinde 88 mily- sel ısınmayla ilgili olarak önemli deliller elde etmon sene öncesindeki dönemde yaşamış yeni bir dev eye çalışacak. dinozor türüne ait fosil bulundu. Fosil, Arjantin ve Hadow, yaptığı açıklamada, kutuplardaBrezilya'dan paleontologlar tarafından bulundu. ki buzulların ne zaman eriyip okyanus sularına Arjantin'deki Comahue Üniversitesi Pale- karışacaklarını tespit etmek için araştırmalar ontoloji Merkezi'nin yöneticisi Jorge Calvo, bunun yapacaklarını ifade etti. Bu konuda 16 ile 100 sene dünyada şimdiye kadar bulunan en büyük 3 dinozor arasında değişen tahminler var. fosilinden biri ve en bütün haldeki fosil olduğunu Seyahat Şubat ayı ortasında Alaska'dan söyledi. Calvo, iskeletin yüzde 70'lik bölümünün başlayacak. Ekip yaklaşık 2 bin kilometre yol kat bulunduğunu bildirdi. Titanosor ailesinden olan ederek Haziran ortasında coğrafi olarak Kuzey dinozorun bilhassa Patagonya'da yaşayan bir tür Kutbu olarak kabul edilen bölgeye varacak. olduğu ve 32-34 metre uzunluğunda olduğu kaydedildi. Paleontologlar ayrıca balık, kabuklu denHIV virüsü tek bir hücrede bile hayatta iz hayvanı, timsah benzeri 2 mahlukat ve birkaç başka dinozor fosili de buldu. kalabiliyor Saç telinden 200 kat ince pil HIV virüsünün antiretroviral tedaviyi tek bir hücrede atlattıktan sonra tedavinin ara verilmesi halinde yeniden bedende yayılabildiği saptandı. İsviçre’de gerçekleştirilen bir araştırma, virüsün ilaçların etkisiyle bağışıklık sisteminin yardımcı hücrelerinde yaşadığını gösterdi. 1990’lı yılların ortalarından bu yana uygulanan antiretroviral tedavi aslında çok etkili. Bilim insanları, saç telinden 200 kat daha ince güneş pilleri geliştirdi. Bu pillerin, geleceğin nano ölçekli ürünlerinde kullanılması bekleniyor. Ultra-mikroskobik teknolojiler, tüketicilere hitap eden ürünlerden vücutta hastalıkların teşhisine kadar pek çok alanda kullanılıyor. Fakat bu aletlerin çalışmasını sağlayacak güç, bilim adamlarının başını ağrıtıyordu. Harvard Üniversitesi'nden Charles Leiber ve arkadaşları, nano teknolojiyle geliştirdikleri silikon telle bu problemi ortadan kaldırdı. Bunların geliştirdiği piller, ışığı elektrik enerjisine dönüştürüyor. Çıplak gözle görülmeyecek incelikteki tellerden her biri 200 picowatt güç üretiyor. Bu piller, son derece etkili ve sürekli yenilenebiliyor. Leiber, alışılmış güç kaynaklarının "devasa, yenilemeyen ve pahalı" olduğunu ifade ederek geliştirdiği pillerin bir çığır açacağını kaydetti. Tedavi sırasında HIV bulaşmış T-hücrelerinin sayısı önemli ölçüde düşerek, saptanamayacak oranda azalmakta. Fakat tedavinin ara verilmesi halinde virüslü hücre sayısı da artıyor. Virüslerin tedaviyi ne şekilde atlattıkları bugüne kadar pek bilinmiyordu. Zürich Üniversite Hastanesi tıp uzmanları son olarak, tedavilerine birkaç kez ara verilen 20 HIV hastasını incelemişler. Genetik incelemelerle, tedaviye ara verildiğinde görülen virüslerin birbirine çok benBuzulların kalınlığı ölçülecek zedikleri ve bunların çok az sayıda virüsten türedikleri Kuzey Kutbu'na tek başına giden ilk anlaşılmış. Araştırmacılar bu nedenle virüsün sadekişi olan İngiliz kaşif Pen Hadow, Kuzey Kutbu ce birkaç hatta tek bir hücrede bile hayatta kalarak, yeniden bedene yayılabildiğini sanıyorlar. buzlarının kalınlığını ölçmek için bir seyahat gerçekleştireceğini açıkladı. Hadow, biri kadın 3 ÖVDER | 15 GÜLŞAH AYGÜN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ SANATA BAKIŞ S anat öğeleri çoğu zaman insanlara basitçe eğlence aktaran araçlar olarak görülüp boş zaman uğraşı düzeyine indirgendiğinden sanatın dönüştürücü ve geliştirici dinamikleri görülmez hale gelmiştir. Doğada bulunan diğer canlılar için barınmak, yiyecek bulmak, türlerini devam ettirmek gibi fizyolojik gereksinimlerin karşılanması yaşamak için yeterli olsa da biz insanlar için sadece bunlar yetmez. İnsan sosyal bir varlıktır ve var olmak için başka şeylere de ihtiyaç duyar. Kültürel, sanatsal, yaşamsal ve diğer bir dizi sosyal gereksinimleri insanda vazgeçilmez bir kimlik ortaya çıkarır. İnsanın insan olarak yaşamını sürdürebilmesi en temel ihtiyaçlarının yanı sıra bu “kimliğe” sahip olmasına da bağlıdır. İnsanların kendilerini, kültür ve geleneklerini anlatabilmeleri, bunları gelecek kuşaklara aktarmak için ortam sağlanması en temel haklarındandır. İyi ve yeterli bir eğitim sosyal yaşamlarını üretme, sosyal faaliyetlere katılımı da öyle… Sanat insanın kendini yeniden var edebileceği etkin araçlardan biri olduğu için egemenler tarafından da kendi sistemlerinin toplum üzerindeki hegemonyasını sağlayabilecek bir araç olarak görülmüştür. Bu nedenle sanat tarihinde çeşitli sanat disiplinlerinin ortaya çıkardığı ürünlere baktığımızda, sanatı bir ideolojik tavır alış biçimi, bir karşı koyuş ve ideoloji taşıyıcı olarak görebiliyoruz. Bu da sanat üzerindeki baskının nedenini anlaşılır kılar. Siyasi baskılar, sosyal çatışmalar, ekonomik çöküntüler, kültürel çözülme, dejenerasyonlar ve gerici-faşist eğitim sisteminin hüküm sürdüğü yer ve zamanlarda insan haklarının “sanat” boyutunun çözümü oldukça zordur. Kısıtlama ve baskılar nedeniyle tüm haklar gibi özgürce sanat yapmayı da engelleyen ambargolar vardır. Sanat bugün hapsedilmiştir. İnsanları sağır eden, görmesini engelleyen, duygusunu körelten şeyler sanat olamaz. Bunların üretiminde yer alan, insanların insanca yaşayabilecekleri bir dünya ÖVDER | 16 özleminin karşısına onu yozlaştırıcı ürünler sergileyen, halkının geleceğini konforlu-gösterişliçıkarcı bir yaşam düzeyi için pazarlayan, halka sırtını dönen, fırçasını sildiği bez parçasını dahi paraya çevirmek isteyen insanlar ise sanatçı değildir. Bahsettiğim gibi; sanata uygulanan baskılar ve getirilen yasaklamalar elbette yalnızca bu döneme ait değildir.80 öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi 12 eylül boyunca da en azgın yok etme saldırıları yaşandı. Emeği, mücadeleyi, direnmeyi, insanın çeşitli yaşamsal ve düşünsel yönlerini ifade eden onlarca heykel, resim, duvar resimleri tahrip edildi, yüzlerce kitap yakıldı, tiyatro oyunlarına, sinema filmlerine ve müzik kasetlerine yasaklar getirildi, sanatçı tutuklamaları arttı ve acısı yıllarca unutulmayacak işkenceler yapıldı. Zapt edilen yalnızca sokaklar olmadı tank paletleri beyinlerde de iz bıraktı ve egemenlerin “Yeni Türkiye” projelerine direnecekleri bir pürüz kalmadığını kestirdikleri bir anda şiddete ve zora dayalı ikna yöntemlerini geri plana atıp ön tarafa ideolojik ikna yöntemleri getirildi. İdeolojik saldırılar dönemi, toplumu tümden köleleştirmeyi hedefledi. Medyadan yayılan iktidar yanlısı propagandalarla bellekler silinmeye, tarih unutturulmaya çalışıldı ve “yükselen yeni değerleriyle” toplumsal alçalma dönemi başladı. Bu süreçte devletin ideolojik aygıtları büyük efor sarf etti. Bu toplumsal tahribatın sonuçlarından sayılabilecek gelişmelerin bir ucu sanat eserlerine yönelik saldırılarsa bir diğer ucunun da sanatı toplumsallığından uzaklaştıran sanatçı, sanat eseri ve halk arasında derin uçurumlar oluşturan, sanatı bir ticari faaliyete indirgeyen, köşe dönmeye çalışan anlayışlar ve bunun yanı sıra ekonomik zorlukları gerekçe göstererek ideallerini pazarlayan, yükselme eğilimleriyle sırtını döndüğü halkından sıkıştığı zamanlarda medet uman çevrelerdir. Bu çevrelerin körelttiği sanat, insanların gerçekleri görmemelerine de yardımcı olmaktadır. Bugün her sanatçının, sanat hakkına sahip çıkması, toplumun bir çok gerçeği görebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. EFTELYA HAZAL OĞULA KARDEŞLİK VE BARIŞ MEKTUBU OĞLUM!... Bilemezsin, ne zorlu iş kadın olmak… Gecenin karanlığında ışıklı bir pencere kesilmek; sehere kadar direnmek. Ne zorlu iş kadın olmak! Geleceği döl yolunda taşımak, bebeğin ilk çığlığıyla sonsuzluğu yaratmak, kollarını dönüştürüp salıncağa yeni bir yaşamı kollamak, korumak geceler boyu uykusuz gözlerinin nuruyla ödemek bir bebeğin gülücüklerini… hiçbir şey saklamadan, ayırmadan kendine göğüs germek haksızlıklara yalnızca sürsün diye yaşam; yaşasın diye dünya. Övünüyorum kadın doğuşumla ve senin annen oluşumla. Ellerin avucumda, adın dilimin ucunda oğlum, umudum… Sımsıcak uyumaktasın sen, bir dağ suyu gibi kayalar içinden fışkıran göklere, denizlere doğru büyümektesin şimdi sen… Bugün 1 Eylül…67 yıl önce Nazilerin Polonya’yı işgal ederek başlattığı ikinci büyük emperyalist paylaşım savaşının yıl dönümü bugün… Ardında milyonlarca ölü, yaralı, viran edilmiş kentler, acı ve gözyaşı bırakan insanlık tarihinin en kirli savaşının başladığı o vahşetin yıl dönümü… Dün Faşist Nazilerdi kıyım yapan, bugün emperyalistler… Dünya halkları onları çok iyi tanıyor. Dünyanın neresinde bir insanlık suçu işleniyorsa orada artık onlar… Onlar engerekler ve çıyanlardır; aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. Tanı onları, tanı da büyü. Savaşlar ve pazarlar çağıydı; sevgiye açılmayan yüreklerden geçtik; pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden, viran tarihten… Pazarlarda aynı kan, aynı paranın değiş tokuşunda karanlık çarşılar, aynı kanlı tarih her defasında. Dünyanın karanlık efendilerini gördük. İtalya’da Gladyo’yu, Fransa da Rüzgar gülü’nü, Almanya’da Sessiz Şebeke’yi, Türkiye’de Kontrgerilla’yı…Nato’yu; ateşi ve ihaneti gördük: Yugoslavya, Kosova, Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan’a götürdükleri “özgürlük ve barış!”ı gördük. Her şey “barış” adınaydı. Ölüm ve kanla sulanması çöl topraklarının. Zorbalık her yerdeydi. Hapishanelerde, tüfeklerin ağzında, karanlık ve dumanlı iddianamelerde, “hazır ol!”da, ateş komutu veren katılıkta değildi sadece… “milli çıkarlarımız için…” diye başlayan cümlelerde, gizlice aralanmış kapılarım ardında korkuyla fısıldanan haberlerdeydi. Oğlum, güzel oğlum, tuzağa düşmüş bir ceylanın bakışındaki hüzün değildir umut; kınalı keklik gibi ürkek bir kuş da değildir. Ne yalvar yakar olmuştur zulmün penceresinde ne de düşürmüştür kırların ve türkülerin onurunu yere… Bahara bir tomurcuk gibi patlayan öfkedir umut, barajını yıkan bir ırmaktır açılır, serpilir ve büyür kıyısında sevda..Emzirir aşkı ve büyütür gül nakışlı sabırdan Ferhat’ın direncini. Bin yılların sabır taşını çatlatır, açar bin yılların kapısını… Bahar gelir otlar büyür, ölüm de yapraklanır. Yatağı değişir ırmakların biz istersek. Solmasın güneşimiz kırık kalplerimizde, kendi yatağına çekilmesin nehirlerimiz. Bütün kötülükler geçer, yaşar iyi ve güzel olan. Asırlardır bu böyledir. Uzun bir geceden geçiyoruz, karanlık bir geceden. Yenildik! Denizlerin, dağların güzelliğini demir çizmeli hergeleler yemesin diye yeniden kalktık ayağa kaybettiklerimiz için. Geleceğiz üstesinden bu acıların da. Yıkılan evler, köprüler daha sağlam kurulacak, yeniden fabrikalardan yükselecek şarkılar, daha yürekten söylenecektir. Boşuna değil dökülen kan; tarihin akışından anlıyorum, kuvvet zamanla yıkılır. Oğlum, seni ve bizi aydınlatan ortak güneş üstüne yemin ederim ki aydınlık bir şafağa ulaşana dek susmayacağım. O gün gelsin neşemiz tazelensin de bir gör; dünyayı hele bir sen BARIŞ olsunda bir gör! Kapılma umutsuzluğa, yalnız değiliz. Baksana her yer biziz! ÖVDER | 17 DİREN ÖZGÜN | ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ TÜRKİYE’NİN FOTOROMANI H er zaman görsel öğeler işitsel öğelerden daha öğretici olmuştur. tada hiçbir şey yoktu ve her şey güllük İnsanlar duyduklarının yarısından fazlasını unuturken görsel öğelerde bu oran çok çok düşük seviyededir. Birçok görsel öğe gibi fotoğraflar da çok iyi birer etkileşim aracıdır. Örnek olarak deprem yaşamamış ama onca şey duymuş biri kafasında nice kurgular oluşturmasına rağmen gerçeği tezahür bile edemez ama depremle ilgili bir fotoğraf, onca sözden etkili bir şekilde gerçeği, bu yıkıcılığı anlamasına neden olur. Günümüz egemen medyasında sa- dece gösterilmek istenenler tozpembe sunulurken, bizlerin alternatif medyayı daha etkin bir şekilde kullanmamız, objektiflerimizi sokaklarda yaşanan gerçekliklere bunları hiçbir şekilde bahsetmiyordu. Sanki or- daha insanlara çok gülistanlıktı. Bu işleyiş tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de böyle gerçekleşmektedir. Başkalarının olmasını istedikleri, bizlere gerçeklik diye sunulmaktadır. Bu yazı da zaten, ülkemizde hiç kadraja giremeyenler ya da başkalarını çekerken arada yanlışlıkla arka planda gözüken ama görünmesi bile istenmeyen kişiler üzerine bir denemedir. Elimizde varsayalım ve bir kamera olduğunu objektiflerimizi ülkem- izden bazı manzaralara çevirelim. Eveeet… Medeniyetin pahalı giysiler, arabalar, pahalı cep telefonları… ve anlamına indirgendiği ülkemizde giysileşekilde ri ele alalım mesela. Bakalım, kamerayı çevirmemiz daha etkin ulaştırabilmemiz gerekir. Medyanın gücü giysilere çevirelim. Ne görüyorsunuz ilk inanılmaz boyuttadır. Bizim yaptıklarımızın başta? Önde makyajlı kızlar ve bakımlı bile insanlara ulaşabilmesi için medya gereklidir. Medyanın bizleri gösterebildiği bir şekilde yaşıyor gibiyiz. Bu öyle bir erkekler bir markadan başka marka- ya koşuşturu(lu)yorlar. Kameralar hep bunları gösteriyor zaten, biz biraz daha şey ki mesela 2002 yılında Venezuela’da arka taraflara doğru zoom yapıp oradakChavez’e darbe girişimi yapıldığında ilere bakalım. Arkada bir yerlerde ağır halk sokaklara dökülmüştü ve medya makinelerin arasında, tozların içinde bebundan hiçbir şekilde bahsetmiyordu.1 mbeyaz olmuş genç kızlar ve erkekler. milyonu aşkın kişi başkent Caracas’ta Daha çocuk denilebilecek yaştalar ve bir darbe girişimi yapan komutanların giysi fabrikasındalar. Bakıyoruz taşlama bulunduğu devlet meclisini basmıştı ve yapıyorlar ve bir şey bizi öksürtmeye ABD işbirlikçisi burjuva medya bundan başlıyor. Taşlama yaptıklarında oluşan tozların ciğerlerine yapışması böyle bir ÖVDER | 18 şeymiş demek ki. Her geçen gün orda Yaşayabilmelerinin azalan umutları giderek Kameramızı oradan alacakları donuklaşan paraya zorunlu bırakılmaları da en acı bakışları görüyoruz… oradan gerçek onlar için. Bu adaletsizliğe çocuğu hüzünlü bir şekilde alıp çok çok uzağına değil biraz için, kardeşi için, annesi için, nenesi için katlanmak zorunda bırakılanlar… daha yanına gidelim. Her gün görkem- li açılışlarla gülsularıyla denize indirilen kamerayı; kanser olmamak, çocuklarının Biraz daha öteye çeviriyoruz son model ve lüks olmalarıyla övünül- gelecek kuşakların kanser olmaması için en gemilerin olduğu, tersane sahipleri- siyanürle altın aramaya karşı mücadele nin ağzı kulaklarında sevinçli görüntül- eden aileler. Diğer tarafta; devletin yine erini de es geçip arka taraflara doğru ismini adeta dalga geçmek için seçtiği kameramızı yaklaştıralım. Az paralara, (Hayata Dönüş gibi), kentsel dönüşüm ile cehennem sıcağında çalışan, yeterli ön- belli kişilere rant getirmesi uğruna yerllemlerin alınmadığı (aslında önlemleri al- erinden, yaşamlarından edilen, kentlerde mak için gereken paranın oradaki işçilerin görülmesi istenmeyen ailelerin zorla kenhayatından daha değerli sayılması) ve tin ücra köşelerine konması. Bilinmezlik son derece sağlıksız koşullarda ümitsiz ile bırakılan kişiler… bir şekilde acaba bir sonraki kim olacak diye bekleyen yüzler… Hemen sonrasında kamerayı orada ölen bir işçinin çevresine ve ailesine çevirelim. Her daim medyanın buradaki ölümlerle ilgili haber yaparken hep es geçtiği işçi ailelerine bir bakalım. Hiçbir medyanın gösterme gereği duymadığı aileler. Orada ölenin istatistikî bir sayı olmadığı gerçeğinin göz ardı edildiği, ölmesiyle beraber umutların Başka bir tarafta ise okuyabilmek için bin bir işte sömürülen, düzene sıkı itaatleri istenen aksi halde ellerinden geleceklerinin alınması ile tehdit edilen öğrenciler…Nereye kamerayı çevirsek anlatılmayı bekleyen nice nice olaylar, gerçekler var. Her şey orada… Sokaklarda. Çok zor değil yapmanız gereken. Ya başınızı da birlikte yittiği ocaklarının söndüğü TV’den kaldırmayıp size dayatılan gerçeği mi kan parası adı altında aldıkları para- zlerinizle her şeyi göreceksiniz, görmey- aileler, buna isyan bile edemeyen geride kabullenecek ya da başınızı kaldırıp kalan aileler. Onlar ki o kadar taş kalpli pencereden dışarı bakacak ve kendi göya susuyorlar. Hayır! …Çünkü yapabi- enlere göstereceksiniz. Gerçekleri görlecekleri bir şey yok da ondan susuşları. meniz dileğiyle… ÖVDER | 19 ÖRGÜTLENME ÇAĞRIMIZDIR Eğitim bir insan hakkıdır. Yasa gereği eğitim parasız ve zorunludur. Gerek anayasada, gerekse uluslararası yasalarda okumak isteyen herkesi devletin okutması sosyal ve hukuksal bir görevdir. İlköğretimde kişilik eğitimi ağırlıklı olması gerekirken, sınava dayalı eğitim, bizi dershanelere yönlendirdi. Çocuğumuz bir yarış atı gibi birbiriyle rekabet ederek, sınavdan sınava koştu, bizde arkasından koşmak zorunda kaldık. Halbuki; •Eğitimde, dershaneler değil, okulun öne çıkması ve çocuklarımıza yetenekleri doğrultusunda eğitim verilmesi için koşturmalıyız. •Yüksek okullar ve üniversitelerin eğitim ve bilim yuvası olması gerektiğini istemeliyiz. •Sınava dayalı eğitim yerine, yaşam için eğitimi talep etmeli ve bu doğrultuda öğretmenlerimizle birlikte mücadele etmeliyiz. •Ödenek yok gerekçesi ile okullara hizmetli, memur ve öğretmen atanmadı. Okulun elektriği, suyu, temizliği, tebeşiri vb gibi birçok gideri bizlere yüklenmesine karşı, devletin almış olduğu verginin ve çeşitli adlar atında eğitime kestiği payların, okullara harcanması için mücadele etmeliyiz. Bir vatandaş ve veli olarak, şunları talep etmek en doğal insan hakkımızdır. •Okullarda hiçbir ad altında para toplanmamalıdır. Bunların yasal hiçbir dayanağı yoktur. Bağış isteğe bağlıdır. •Sınava, yarışa ve ezbere dayalı bir eğitim değil, dayanışmaya, paylaşmaya ve bilime dayalı bir eğitimi vermek demokratik bir devletin ana görevidir. Adaletli bir vergi sistemi, üretime dayalı bir ekonomi anlayışı eğitime, sağlığa ve sosyal hizmetlere yeterli ödeneği sağlayacaktır. •ÖVDER çocuklarımızın geleceği için eğitimin parasız, bilimsel ve demokratik olmasını istiyor. •Bu istemlerimizin karşılık bulması için velilerimizi ÖVDER ’de örgütlenmeye çağırıyoruz. İzmir ÖVDER