emanetiniz , emanetimizdir. ruhunuz şad olsun…

Transkript

emanetiniz , emanetimizdir. ruhunuz şad olsun…
EMANETİNİZ , EMANETİMİZDİR. RUHUNUZ ŞAD OLSUN…
(ÖZEL ASFA EĞİTİM KURUMLARI)
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ!
*Aç ve perişan halkın dişinden tırnağından artırarak devletine kazandırmak istediği ve parası peşin ödenmiş
iki savaş gemimize İngilizlerin göz göre el koyduğunu, tüm ültimatomlarımıza rağmen paramızı geri
ödemediklerini ve bu gemilere daha sonra askerlerini doldurarak Çanakkale’ye yolladıklarını…
*Sultan Abdülhamid’in olayları kırk yıl önceden görerek Çanakkale’deki tabyaları güçlendirdiğini ve elden
geçirdiğini, Bazı yeni tabyaları inşa ettirdiğini, O’nun yaptığı çalışmaların belki de savaşın seyrini
değiştirdiğini…
* Avustralya’nın ve Yeni Zelanda’nın gençlerinin “Avrupa’yı Almanlardan kurtarmak ve Avrupa’nın özgür
kalmasını sağlamak” propagandasıyla toplandığını, Bu gençlerin daha önce Gelibolu denilen yerin adını bile
duymadıklarını…
* Padişahın “Cihad” ilanını duyan ve Avustralya’da yaşayan iki zenci müslümanın, Türklerle savaşa giden
birliğe ateş açtığını ve orada şehit edildiklerini, Orada bulunan ve olayı yaşayan Avustralyalıların bu olayın
nedenini uzun süre anlayamadıklarını…
* İngiliz-Fransız donanmasının Gelibolu öncesi 200 yıldır hiç yenilmediğini, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi
donanması olarak bilindiğini, bu donanmanın bayraklarını gören Türklerin topukları yağlayıp kaçacaklarını
düşündüklerini, daha da trajik olanı bu düşünceye saplantı derecesinde inandıklarını…
* İngiliz-Fransız donanmasının seksen parça gemiyle boğaza saldırdığını, gemilerden birinin adının
“Agamemnon” olduğunu, Agamemnon’un binlerce yıl önce Truva’ya saldıran Yunan ordusunun kalleşçe
yöntemler kullanan komutanının adı olduğunu…
* Yüzlerce yıl Osmanlının ekmeğini yemiş olan ve Osmanlıdan sadece saygı ve hoşgörü görmüş olan gayr-i
müslimlerin, İngiliz-Fransız donanmasının gelmekte olduğunu haber alınca İstanbul’da sevinç gösterileri
yaptığını…
* Osmanlı Devletinin elinde sadece 26 deniz mayını kaldığını, Nusret (Yardım) gemimizin kaptanının
(Tophaneli Hakkı Binbaşı ) mayınları nereye ve ne zaman bırakması gerektiğini bir gece önce rüyasında bir
yüce kişi tarafından kendisine bildirildiğini, Bu mayınların hiç akla gelmeyecek biçimde Ertuğrul koyunda
kıyıya paralel olarak döküldüğünü, İngilizlerin boğazı defalarca dikine kontrol etmelerine rağmen bu
mayınları tespit edemediklerini çünkü Nusret’in bu mayınları son mayın kontrolünden sonra sabaha karşı
bıraktığını…
* Edremitli Seyit Onbaşının, Topun ağzına mermi süren vinç tesisatı bombardımanda kullanılamaz hale gelince
“Ya Allah Bismillah” diyerek üç tane 275 kiloluk mermiyi tek başına arka arkaya kaldırarak yatağa sürdüğünü
ve ateşlediğini, bu işlemi yapabilmesi için her defasına üç basamaklı metal bir merdivenden çıkması
gerektiğini, üçüncü atışta İngilizlerin “Ocean” zırhlısının dümenini parçaladığını, dümeni kırılan “Ocean”ın
sarhoş bir serseri gibi mayınlara sürüklendiğini bir mayına çarparak havaya uçtuğunu ve yirmi dakika içinde
battığını
* Bu olayın ertesinde bölük komutanının Seyit Onbaşıyı çağırttığını, aynı mermiyi kaldırmasını istediğini ancak
Seyit Onbaşının bunu başaramadığını Bunun üzerine Komutanın “Bu merminin tahtadan bir maketini
getirsinler, Bu yiğidin fotoğrafını çeksinler” diye emir verdiğini, Bu fotoğrafın hepimizin çok iyi bildiği ve Seyit
Onbaşının günümüze ulaşan tek fotoğrafı olduğunu…
* İngilizlerin 18 Mart faciasının suçlusu olarak mayın taramacıları sorumlu tuttuğunu, Hepsinin kurşuna
dizdirildiğini, savaş bittikten yıllar sonra her iki ordu arşivleri açıklanıp gerçekler öğrenilince bu askerlerin
ailelerinden özür dilendiğini, tazminat ödendiğini, iade-i itibar yapıldığını ve şerefli birer asker olarak
öldüklerini ilan ettiklerini…
* Mısırda toplanan askerlerin kayıtlarını tutan bir katibin sürekli “Australia and New Zealand Army Company/
Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birliği” yazmaktan sıkıldığını pratik bir çözüm olarak bu kelimelerin baş
harflerini alarak ANZAC kısaltmasını bulduğunu, bu kısaltmanın dünya tarihine geçtiğini…
* Bir bölgeye çıkarma yapan 2000 kişilik İngiliz ve Fransız bölüğünün o bölgede bulunan selvi ağaçlarını Türk
birliği sandıklarını, hepsinin kaçarak bölgeyi terk ettiklerini, bu olayın yıllar sonra kendi
raporlarından ve yazılı kaynaklarından öğrendiğimizi, kimsenin nasıl olupta 2000 kişinin aynı anda hayaller
gördüğünü açıklayamadığını…
* Savaş istatistiklerine göre bir m2′ye 6000 mermi düştüğünü, bu oranın dünya savaş tarihinin en yüksek
oranı olduğunu Havada iki merminin çarpışma ihtimalinin 600 milyonda bir olduğunu, bu çarpışan
mermilerden Çanakkale’de onlarca bulunduğunu Savaş Gazilerinin “Cehennem diye bir yer vardır .Biz orayı
gördük” dediklerini…
* Çanakkale’de doktorların askerlerden daha çok yorulduğunu, binlerce yaralıyla ilgilenmek zorunda
kaldıklarını, Ümitsiz vakalarla hiç ilgilenilmediğini ve kurtulma şansı olanlara öncelik verildiğini, Bir Türk
doktorun önüne kendi oğlunun getirildiğini, “Kurtulma şansı yok” diye oğlunu tedavi etmediğini, hemen bir
sonraki yaralıyı istediğini, yaralılardan ancak ertesi gün başını alabildiğini ve o zaman oğlunun mezarına
gidebildiğini…
* Savaşta Türk ordusunun tek bir pırpır uçağı olduğunu, bu uçağın arada sırada askere moral vermek için
uçtuğunu, bu uçağın tüm birliklerimizin sevgilisi olduğunu ve ona “Tek Kuyruk” adını taktıklarını…
* Ayrılırken hırsını alamayan İngiliz ve Avustralyalı askerlerin ölü Türk askerlerinin kafataslarını keserek
ülkelerine götürdüklerini Bu yenilgiyi asla unutamayacaklarını…
Kendi cenaze namazını kılan askerler...
Babamın dostlarındandı dimdik yürürdü.Hani Allah’tan başka kimsenin önünde eğilmemiş tipler vardır ya,
öyle biriydi. Ben çok küçüktüm, evimize misafir gelirdi. “Oğul” diye seslenirdi hep. Bağdaş kurmaz, diz çöker
öyle otururdu. Gaz lambası ışığında daha bir heybetli görünürdü gözüme. Hep bitip tükenmek bilmeyen harp
hatıraları anlatırdı. Çanakkale, Gazze, Kafkas cephelerini dolaşmış, Sakarya, Dumlupınar’da savaşmış. Ancak
İzmir’in kurtuluşundan sonra köyüne dönebilmişti. Anlattıklarında hep acı, kan, cefa vardı. Kolay mı
kazanılmıştı bu vatan? Ölüm neydi ki? Şerbet içmek kadar kolaydı. “Biz kendi cenaze namazımızı kendimiz
kıldık Çanakkale’de” derdi sık sık. Olur muydu?
Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperlerdekiler
ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Bütün asker süngü takmış siperden fırlamak
için hazır. Sinirler gergin! Bütün dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, Kelime-i Şehâdet getiriyor. Süre uzuyor.
Yüzbaşı erlere sesleniyor: “Yavrularım… Aslanlarım… Biraz sonra Cenab-ı Rabb’ül Alem’in huzuruna
varacağız. Abdestsiz gitmeyelim… Haydi!.. Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp, hep beraber
teyemmüm edelim…”
Teyemmüm edilir… Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı: “Çocuklarım! Sanıyorum biraz daha
bekleyeceğiz. Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için, hem de
vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım…” “Kabe Karşımızda…”
Arkadan Of’lu Ali çavuş bağırır… “ER KİŞİ NİYETİNE…?
O gün yapılan hücumda, kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti.
Onlar Allah’a verdiği sözü tuttular...
Ben hakkımı helâl ettim
Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü,
kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp
yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça
zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından: “Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula
yazdım… Arkadaşıma ulaştırın” Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “Ben...Ben köylüm Lapseki`li
İbrahim onbaşıdan 1 Mecit borç aldıydım...Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını
helal etsin”
“Sen merak etme evladım” der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komutanının
kollarında şehit olur ve son sözü de: “Söyleyin hakkını helal etsin” olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine
ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir
künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak
okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz
Bekir Çavuş
“Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onu cephenin ön saflarında
bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık. Ayağını
kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla
kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk. O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu.
Kalktım dışarıda bir ses:
Çanakkale Menzil Hastanesi’ndeki Türk yaralıları…
- Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu…Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:
- Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu? Bekir Çavuş mu?
- Evet. Ne oldu peki?
- Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor. Hemen koştum.
Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi
vardı.
- Aman Bekir Çavuş dedim. Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?
Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.
- Aman dedi. Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım! Tabi kalkacağım.
Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son
dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey
düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu.
Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:
- Emri yapamadım, oldu. Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı.” İlk Türk
Hemşiresi: SAFİYE HÜSEYİN (ELBİ)
KINALI HASAN :
Yüzbaşi Sirri Bey, ikindi vakti yeni gelen erati teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafi
kinalanmiş oldugunu görür ve takilir: “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik: Buraya gelmeden evvel, anam
kinalamişti komutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave eder.Komutanin istegi üzerine anasina haber salar,
“Niye benim saçimi kinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar:
“Ey gözümün nuru Hasan’ım,
Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor.Sen ecdadından, babandan aşağı
kalamazsın... Ben, senin anan isem.Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. Bu
vatanın ekmeği iliklerinde duruyor...
Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin...
Hasan’ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın
arasından vatana kurban adadım.Onun için saçını kınalamıştım...
El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın.
Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim...
Anan - Hatice”
İNSANLIK DERSİ :
Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna
döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş
sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü
süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca
unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını
sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde
annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap
duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O
anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin
göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi
de öldüler..."
Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı.
Çanakkale Içinde Vurdular Beni Türküsünün Hikayesi
Bu türkü Türk insanının hafızasında derin izler bırakmış bir olayın, yani büyük bir savaşın
atmosferinde meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu türkünün bir doğuş zamanı vardır. Ancak Çanakkale
türküsünün doğuş zamanına ilişkin bilgiler şu soruları sormamıza neden olmaktadır.
Çanakkale türküsü ne zaman doğmuştur? Yani bu türkü Çanakkale savaşları başlamadan önce mi
yoksa harp sırasında mı yakılmıştır? Aslında bize bu soruları sorduran elimizdeki bir mektuptur. Söz konusu
mektup Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine bir Bakış” adlı eserinde yer elmaktadır. Mektupu
yazan Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır. 1903 doğumlu olan Seyfullah savaşın arifesinde Çanakkale
Sultanisi (lisesi) 1. sınıf öğrencisidir. Seyfullah, Çanakkale’den gönderdiği ve üzerinde 29 Eylül 1914 tarihi
yazılı olan muktubunda şöyle der:
Sevgili Anneciğim,
Canımıza tak diyen iki yıllık gurbet hayatından artık kurtuluyoruz. Sana ve aileme kavuşacağım için
seviniyorum. Mektebimizi alıyorlar., hastane olacakmış, bizi de İstanbuldaki mekteplere dağıtacaklarmış.
Hocalarımızın çoğu da askerlik hizmetine gidiyorlar, büyük sınıflar da gönüllü yazılacaklarmış. Bugün Türkçe
hocamız sınıfa geldi, ama çok kalmadı, bize veda etti. Bize; “Zamanı gelince cephede yapılacak vatan
hizmetinin mektepte yapılan hizmetten kutsi olduğunu” söyledi.
Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor. “Çanakkale içinde Aynalıçarşı, Anne
ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar. At üstünde zabitler, top arabaları, mekkare ve deve
kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış. İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş.
Buraları bombardıman edeceklermiş. Bu bombardımanı görmek isterdim, ama yakında Çanakkaleden
ayrılacağız. Ama size kavuşacağım ben.
Beybabamın, sizin ellerinizi öper kardeşlerime selam ederim.
Oğlunuz Seyfullah.
Mektuptan öğrendiğimize göre henüz Çanakkale savaşı başlamadan önce Çanakkale’de harbe
hazırlanan askerler tarafından Çanakkale Türküsü söylenmektedir. Bu da bize türkünün doğuş zamanını harp
öncesine götürmemiz gerektiğini haber vermektedir. Türk müzik tarihi ve halk türküleri üzerine önemli
çalışmaları bulunan Mahmut Ragıp Kösemibal!in görüşleri de bu belgeyi destekler mahiyettedir. Kösemihal,
Musiki Mecmuası’nda bu türkünün Çanakkale savaşları sırasında yeniden hazırlanmış ve zamana uygun
mısralar araya katılmış bir türkü olduğunu, asıl türkünün “ilk iki kıtadan anlaşıldığı gibi” (Çanakkael içinde
vurdular beni/Nişanlımın çevresiyle sardılar beni; Çanakkale içinde aynalı çarşı/Ana ben gidiyorum düşmana
karşı) daha eski olup Çanakkale’de öldürülen bir delikanlının ağzından yakılmış bir ağıt olduğunu hatta Bay
Vahit Lütfi’nin bu türkünün 1. Dünya Savaşı’ndan çok önce söylendiğini kendisine anlattığını bildirir.
ÇANAKKALE İÇİN NE DEDİLER???????????????????????????????????????????????????????
“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir
misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
“Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körükörüne
yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekata dağıtıp körletmektir.
Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.”
İngiliz Başbakanı Asquith
“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat
şimdi bu işte müşterek bir harekatın zorunlu olduğunu anlıyorum.”
Churchill
"Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir
kale gibi dikilmişlerdir.”
Churchill
“... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se’bat cihetiyle takdir ve senaya liyakatı, her
şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet
gören pek cesur bir düşmamn taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat
mevkilerini muhafaza etmişlerdir.”
Alman Generali Liman von Sanders
“Avrupa’da hizbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklierle mukayese
edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde
onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada
bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı. Yerlerinde
kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün muharebe müddetince
yerlerinde kaldılar.”
General Tawshend
“Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza ettiğini, can çekişen
bir imparatorluk içinde kahraman bir milletin varlığını meydana koydu.”
General Fahri BELEN
“Müttefiklerin gayreti kalmamıştır. Türkiye insan menbalarını (kaynaklarını) sarf ederek
bitab (bitkin) kalmış, müttefikler, hissolunur derecede zayıflamamışlardır. Fakat
Çanakkale Muharebesi’nin Rusya’nın akibeti ve Balkanlar’daki tesiriyle Türkler müteselli
olabilirler.”
Larşer
“... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda haiz bulunduğu evsafın bidayette layikiyle
takdir edilmemiş olması, Ingilizler için felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman
muharip olduğunu, Ingilizler kendileriyle dövüştükten sonra bittecrübe anlamışlardır.”
Ingiliz Generali Oglander
“Yenilmez Ingiliz donanmasının uğradığı akibetten komutanlar değil, strateji kurallarını
ihmal eden devlet adamları sorumludur. Boğazlar ve Trakya bölgesinde altı Türk
kolordusu varken, donanmayı tahkim edilmiş bir Boğaz’dan geçirmek ve Boğaz kıyıları
işgal edilmeden beş tümenlik bir kuvvei seferiyeyi Istanbul’a getirmek planının şansı çok
azdı.”
General Fahri BELEN
“Çanakkale Savaşları, Avusturalya ordusunun gelişimine birçok etkide bulunmuştur. İlk
olarak Avusturalya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı tarafından değil, bir Avusturalyalı
subay tarafından idare edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve
Çanakkale olayları, bu uygulamayı başlattı.”
Avustralyalı Yarbay D. M. HORNER
“Çanakkale Savaşları, savaşa İngiliz bayrağı altında katılan Yeni Zelanda’nın uluslaşma
sürecine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1915’te Yeni Zelandalılar, kimliklerini İngiliz
İmparatorluğu içerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak gibi istekleri
yoktu.”
Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. PHİLLIPS
Kendileri koşarcasına ölüme giderken, hiçbirisinin karnı tok değildi. Onlara bu enerjiyi, bu gücü veren
Allah sevgisinden, vatan sevgisinden başka bir şey değildi. Öyle ki günün bazı öğünleri tamamen aç
olarak geçirilirdi. Onlar karşılığı sadece cennette alınacak bir fedakarlık için mücadele ettiler. Hiçbir
şeyi kendilerine bahane edinmeyerek…
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
M.AkifERSOY
ÇANAKKALE DESTANI
Yıl 1915
18′indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale’nin suyu,
Geçilmez bu boğaz…
Geçilmez bu boğaz…
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz…
Sen misin Mustafa Kemal’im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet’i Buvet’i…
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor…
Türk’üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..
Fahri ERSAVAŞ
BİR YOLCUYA
Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanının akıttığı yerdir.
Düşün ki, haşr olan kan, kemik eti
Yaptığı bu tümsek, amansız çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil ONAN
YİĞİDİM / ŞEHİDİM
Vatanın uğrunda can verilince
Rabbin huzurunda can dirilince
Her şey dile gelir sur üflenince
Toprak şöyle söyler dile gelince
Bakmakla bilinmez kıymetim/kadrim
Her karşı toprağım kutsaldır benim
Uğruma binlerce şehitler verdin
Al kanla yazıldı tarih defterim
Vurulup koynumda yatan yiğidim
Kıyamette elbet sana şahidim
Bu vatan uğruna gitti gençliğin
Göklerden verildi rütben şehidim
Vatan bir cehennem gibi yanıyor
Dünya bizi mağlup olmuş sanıyor
Suskun duran millet bir uyanıyor
İttifaklar Mehmetçiği tanıyor
Kahramanlar burda çoktur seçilmez
Şehitlik şerbeti kolay içilmez
Bir nefes anında umman geçilir
Bilinir ki Çanakkale geçilmez
Burası Türklerin ebedi yurdu
Her Mehmet bir tabur düşman vurdu
Böylece tüm dünya şanın duydu
Yedi Düvel mecbur selama durdu
Dinle beni dinle anla ey gencim
Yiğitler koynumda artar direncim
Atanın yazdı takvime göre
Seninle akranım ben de çok gencim
Huzurla şad olsun ruhu atanın
Pişman oldu soyu bana çatanın
Sonsuza dek sana kutsal vatanım
(Bu)Övünç binlerce kefensiz yatanın
Ey gencim ecdadın bedel ödedi
Uğratma namerdi yurduma dedi
Üzme sen Ata’nı incitme emi
Görevi ilahi bilincindendi
Şöhreti saygıyla söylenip geldi
Zeki İ. KIZILIŞIK