okumak için tıklayınız.
Transkript
okumak için tıklayınız.
3. Bölüm: Serbest Pazar Rekabeti Besler Otobiyografi yazarı, Patty’nin annesiyle babasına ilişkin olarak bu sayfalara bir şikâyet, hatta düpedüz suçlama sızmış olma ihtimalini göze alarak, burada Joyce ve Ray’e en azından bir şey için, yani, kız kardeşlerine yaptıkları gibi onu “sanatta yaratıcı olmaya” teşvik etmedikleri için derin bir minnet duyduğunu belirtir. Joyce ve Ray’in Patty’yi ihmal etmesi daha gençken canını ne kadar yakmış olursa olsun; şimdi kırklı yaşlarını süren ve New York’ta yaşayan, uzun süreli bir ilişkiyi yürütemeyecek kadar eksantrik ve/veya her şeye hakkı olduğunu sanan ve bir yandan kaderlerinde yazdığına inandırıldıkları sanatsal başarıyı elde etmeye uğraşırken, bir yandan da hâlâ anne babalarının yardımını kabul eden kız kardeşlerini düşününce, bu ihmal ona gittikçe daha merhametli görünüyor. Sonuçta, zeki ve olağan dışı sayılmaktansa, salak ve donuk sayılmak anlaşılan daha iyiydi. Böylece, Patty’nin birazcık bile yaratıcı olması, daha fazlasını beceremediği için utanç kaynağı haline gelmektense hoş bir sürpriz olup çıkıyordu. Genç Walter’ın en harika yanı, Patty’nin kazanmasını fazlasıyla istemesiydi. Eliza vaktiyle onun taraftarlığını kışkırtıcı bir tarzda yapmış, Walter ise ona kendini kötü hissettirmiş herkese karşı (annesi, babası, kardeşleri) damardan bir doz düşmanlık iğnesi yapmakla yetinmişti. Ve hayatın diğer alanlarında entelektüel olarak çok dürüst olduğu için, Patty’nin ailesini eleştirir ve Patty’nin onlara karşı benimsediği şüpheli rekabet programlarını onaylarken kusursuz bir inanılırlığa sahipti. Tam olarak Patty’nin aradığı erkek değildi belki, ama 132 o sıralar aşktan da fazla ihtiyacı olan şeyi, fanatik taraftarlığı sağlama konusunda kimse Walter’ın eline su dökemezdi. Patty’nin bir meslek edinmek ve spor sonrası hayatı için daha sağlam bir kimlik geliştirmek, farklı erkeklerle deneyim kazanmak ve genel olarak anne olmadan önce biraz daha olgunlaşmak için kendine zaman ayırmasının daha isabetli bir hareket olacağı artık aşikâr. Ama daha o zamandan, üniversitelerarası oyunculuk kariyeri bitmiş de olsa, kafasında hâlâ bir atış saati vardı, hâlâ bitiş düdüğünün kölesiydi, her zamankinden fazla kazanma ihtiyacı içindeydi. Ve kazanmanın yolu da –kız kardeşleriyle annesini yenmek için besbelli en iyi şansı– Minnesota’daki en kibar adamla evlenmek, ailesindeki herhangi birinin oturduğundan daha büyük, daha iyi ve daha ilginç bir evde oturmak, bebekler doğurmak ve anne olarak Joyce’un yapmadığı her şeyi yapmaktan geçiyordu. Walter da yeminli bir feminist olmasına ve her yıl Sıfır Nüfus Artışı grubundaki üyeliğini yenilemesine rağmen, onun bütün evcil programını kayıtsız şartsız bağrına bastı; çünkü Patty gerçekten de tam aradığı kadındı. Patty mezun olduktan üç hafta sonra evlendiler – otobüsle Hibbing’e gidişinden neredeyse tam bir yıl sonra. Patty’nin ailesinin ev sahipliği yapacağı, usulüne uygun bir düğünle Westchester’da değil de Hennepin ilçesi mahkemesinde evlenmek konusundaki azmine kaş çatıp o yumuşak, çekingen ama gene de inatçı tavrıyla bu kararlarını sorgulamak Walter’ın annesi Dorothy’ye düşmüştü. Dorothy, acaba, diye merak etti pes perdeden, Emerson’ları da işin içine katmak daha iyi olmaz mıydı? Patty’nin ailesine yakın olmadığını anlıyordu ama gene de acaba ileride onları böylesine önemli bir olayın dışında bıraktığı için pişmanlık duymaz mıydı? Patty Dorothy’ye bir Westchester düğünü tablosu çizmeye çalıştı: Joyce ve Ray’in en yakın arkadaşlarından iki yüz küsur kişi ve Joyce’a kampanyasında en fazla katkısında bulunmuş kişiler; Joyce’un, ortanca kardeşini nedime seçsin ve diğer kardeşinin de törende yorumsal bir dans sunmasına izin versin diye yapacağı baskı; Ray’in, Patty’nin basketbolcu arkadaşlarının duyacağı bir sesle lezbiyen şakası yapmasına yol açacak kadar aşırı şampanya tüketimi. Dorothy’nin gözleri doldu biraz, belki Patty’ye sempati duyduğu, belki de ailesi konusunda Patty’nin soğukluğu ve sertliği karşısında üzüldüğü için. Pes perdeden, acaba her 133 şeyin tam Patty’nin istediği gibi olacağı küçük, özel bir tören konusunda ısrar etmek mümkün olmaz mıydı, diye ayak diredi. Patty’nin düğünden kaçınmasının önemli nedenlerinden biri de düğün olursa Richard’ın Walter’ın sağdıcı olacağı gerçeğiydi. Bu konuda yürüttüğü mantık hem kısmen aşikâr nedenlere dayanıyordu hem de Richard ortanca kardeşini görürse neler olacağına dair korkularıyla ilgiliydi. (Otobiyografi yazarı artık nihayet delikanlılık edip kardeşin adını söyleyecek: Abigail.) Eliza’nın Richard’a sahip olması yeterince kötüydü; onun bir geceliğine bile olsa Abigail’le takıldığını görmek Patty’yi iyice kahrederdi. Bundan Dorothy’e söz etmediğini söylemeye gerek yok. Herhalde pek tören düşkünü biri olmadığını söyledi. Orta yolu bulmak adına baharda, evlenmeden önce Walter’ı ailesiyle tanıştırmaya götürdü. Onu ailesiyle tanıştırmaya biraz utandığını, daha da kötüsü, düğün istememe nedenlerinden birinin de bu olabileceğini kabul etmek otobiyografi yazarına acı veriyor. Walter’ı ikisinin özel dünyalarında çok anlam ifade eden ama kız kardeşlerinin, hele de Abigail’in ona yönelteceği eleştirel bakış altında ille de göze görünür olmayabilecek nitelikleri için seviyordu (ve hâlâ seviyor, seviyor). Sinirli kıkırdaması, çabucak kızaran yüzü, aşırı kibarlığı: Walter’ı genel olarak ele aldığında bu özellikleri Patty için gerçekten değerliydi. Hatta birer gurur kaynağıydı. Ama Patty’nin, görünüşe göre ailesine maruz kalınca şiddetle ortaya çıkan acımasız yanı, onun 1.93 boyunda, havalı bir adam olmayışına üzülmekten kendini alamıyordu. Haklarını vermek gerek, Joyce ve Ray, belki de Patty’nin heteroseksüel çıkmasından duydukları gizli rahatlamayla (gizli, çünkü kendi adına Joyce, büyük bir çaba sarfederek “farklılığı hoş karşılama”ya hazırdı) en iyi tavırlarını takındılar. Walter’ın New York’a hiç gelmediğini öğrenince, şehrin lütufkâr büyükelçileri kesildiler; Albany’de fazla meşgul olduğundan Joyce’un kendisinin ziyaret edemeyeceği müze sergilerini gezdirsin diye ikisi de Patty’yi sıkıştırdılar; sonra da akşam yemeği için Times’ın onayladığı lokantalarda onlarla buluştular – o sıralar hâlâ karanlık ve heyecan verici bir semt olan SoHo’daki bir lokanta dahil. Patty’nin, anne babasının Walter’la alay edeceğine dair kaygısı, Walter’ın taraf değiştireceği ve onlara neden 134 tahammül edemediğini anlayamayacağı kaygısına dönüştü: Asıl sorunun Patty olduğundan şüphe etmeye başlayacağı ve onun iyiliğine dair kör inancını –ki Patty bir yıldan az bir sürede bu inanca umarsızca güvenmeye başlamıştı– yitireceği kaygısı. Neyse ki, birinci sınıf bir lokanta tazısı olan ve yemeklerin çoğunda uygunsuz bir şekilde beşinci teker olan Abigail, aksiliğinin zirvesindeydi. İnsanların onu dinlemek dışında bir nedenle toplanacağını hayal etmekten aciz olduğu için New York tiyatro dünyası (tanımlamak gerekirse adaletsiz bir dünya, çünkü dublör hamlesinden beri burada hiç ilerleme kaydetmemişti); aşılması güç yaratıcı farklılıklarının olduğu “adi ve aşağılık” Yale profesörü; başrolünde parlak bir şekilde kendisinin oynadığı bir Hedda Gabler prodüksiyonunu şahsen finanse eden Tammy adlı bir arkadaşı; akşamdan kalmalar, kira denetimi ve kendi şarap kadehini arka arkaya dolduran Ray’in her şehvetli ayrıntısını talep ettiği, üçüncü kişilere ait rahatsız edici cinsel olaylar hakkında çene çalıp durdu. SoHo’daki son yemekte Abigail’in aslında Walter’a (ki Abigail’in her kelimesini kibarca dinlemişti) cömertçe gösterilmesi gereken ilgiyi çalmasından bezen Patty, kız kardeşine ansızın susup başkalarının konuşmasına izin vermesini söyledi. Bunu, çıt çıkarmadan çatal bıçaklarıyla ilgilendikleri rahatsız edici bir fasıla izledi. Sonra Patty, kuyudan su çekermişçesine komik jestler yaparak Walter’ın kendisi hakkında konuşmaya başlamasını sağladı. Ki geriye dönüp bakıldığında bu da bir hataydı çünkü Walter kamu politikası konusunda tutkuluydu ve gerçek politikacıların nasıl olduklarını bilmediği için eyalet meclisindeki bir kadının onun fikirlerini duymakla ilgileneceğini düşünüyordu. 135