Gençlik, 2012 Newroz`unu Önder Apo Newroz`u haline
Transkript
Gençlik, 2012 Newroz`unu Önder Apo Newroz`u haline
P STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n a Adar 2012 Hejmar:106 M e h a n e Gençlik, 2012 Newroz’unu Önder Apo Newroz’u haline getirmelidir YASEMİN ÇİFTÇİ Mazlum DOĞAN İçindekiler Newroz, zaferi kesinleştirmek........................................................................................ 2 Abdullah ÖCALAN Kürt gençleri 15 Şubat komplosuna eylemleri ile karşılık verdi.................................................................................................... 8 Stêrka CIWAN Edi Bes e, an azadî an azadî.......................................................................................... 12 Hidar FERAT Kürt Baharı .............................................................................................................................................. 16 Duran KALKAN Baharla birlikte nasıl yapacağımızı, ne yapacağımızı iyi biliyoruz....................................................................................... 23 Bahoz ERDAL Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü ................................. 28 Ulaş ARAS Katliam ve direniş Halepçe’den Roboski’ye.................................................................................................................................................... 31 Cemal ŞERİK Kadın ve 8 Mart.................................................................................................................................. 35 Stêrka CIWAN Her jinekî ciwan, bi serê xwe dikarê pêşengtiya ciwakê bike.......................................... 46 Awyar DİLXWAZ Şahadeta hevalê Egît ................................................................................................................ 46 Fahima DEŞTAN Zerrî girsa mi.................................................................................................................................................. 54 Adil MORDEM NEWROZ....................................................................................................................................................... 59 Stêrka CIWAN Les politiques classiques de l’état turc............................................................................... 61 Ali HAYIRLI Mizah ......................................................................................................................................................................64 Editörden Merhaba Güneş’in genç yoldaşları! Halkımızın diriliş ve özgürlük bayramı olan Newroz’u yeni bir baharın arifesinde karşılarken öncelikle bizlere özgürlük fikrini, iradesini, ruhunu ve direngenliğini aşılayan Önder APO’nun, halkımızın birliği ve özgürlüğümüzün meşalesi olan bu günü, bedenindeki Newroz ateşiyle daha derin anlamlara kavuşturan Çağdaş Kawa Mazlum Doğan yoldaş şahsında tüm Newroz şehitlerimizi minnetle anıyor, bizlere devrettikleri mirasın yılmaz birer bekçisi olacağımızın sözünü bir kez daha yineliyoruz. Halkımızın özgürlüğe en yakın olduğu 2012 Newrozu’nda da sömürgeci faşist güçler yeni bir saldırı konseptiyle baskılarını doruğa çıkarmışlardır. Zalim Dehaq’tan devraldıkları yok etme politikalarını günümüzde de sürdüren egemen güçler, bu yıl da hedeflerine özgürlüğün yaratıcısı Önder Apo’yu ve onun özgürlük yolunda ilerleyen Özgürlük Mücadelemizi almış durumdadırlar. 8 Mart’tan 21 Mart’a uzanan direniş köprüsünde halkımızın ve Önderliğimizin özgürlüğü için mücadelemiz büyüyerek geliştirmeliyiz. Bu temelde yediden yetmişe tüm Kürdistan halkı, başta kadınlar ve gençler olmak üzere meydanlardan taşarak en kitlesel bir şekilde, hiçbir engel tanımadan Önder Apo’yu sahiplenmeli ve 2012 Newrozu’nu bir Önder Apo Newrozu haline getirmelidir. Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adresi; sterkaciwan@yahoo.com.tr STÊRKA CİWAN ÖNDERLİK Newroz Zaferi Kesinleştirmek Abdullah ÖCALAN “Newroz mesajlarını ve kahramanlık şehitlerini başka türlü karşılayamazsın. Biz de bu yıla böyle bir karşılık vermek istedik. Ordu gerçekliğini ve savaşmasını bileceksin. Bunun anlayışı kadar, pratik ustalığını da kesinlikle göstereceksin. Bize çokça dayatıldığı gibi ordulaşmaya gelememeye, oldukça sudan bahanelerle adam kaybetmeye, eylemi zararla sonuçlandırmaya hiç birimizin hakkı yoktur” Adar 2012 21–28 Mart arasındaki haftayı Ulusal Kahramanlık Haftası olarak değerlendiriyoruz. Newroz şehitleri başta olmak üzere, ortaya serilen büyük kahramanlık örnekleri bizi anılarını özenle değerlendirmeye ve en önemlisi de sonuçlarını mutlaka özümsemeye mecbur bırakıyor. Kahramanlık eylemlerinin anlamını çok kısa sürede unutan ve gereklerini yerine getirmeyenler en büyük alçaklığı yaşamaktadır. Yine gafil olan odur ki, bu çok büyük anlam ifade eden kişilikleri, kendi yaşamında bir örnek olarak değerlendirmez ve kendine çok gerekli olan gücü buradan elde edemez. Yaşanan gerçeğe bakıyoruz; bu kadar büyük kahramanlık değerlerinin yanında bu kadar cücelik, bu kadar alçaklık, bu kadar gaflet yaşanıyor; bunlar en az kahramanlık değerleri kadar kendini konuşturuyor. Bu bir çelişkidir. Kahramanlığı düşünmemek, düşünüp de gereklerini yapmamak, en temel insani değerlerden vazgeçmek demektir. Bunu lafazanlıkla geçiştirmek, bunu mutlak emir derecesinde telaki etmemek ve üzerine düşeni yapmamak, kişilikçe belki de açık bir hainden ve gafilden daha tahripkar olmak demektir. Bütün çabalarımızın bir anlamı da, hemen hemen her şeyin önünde tutulması gereken bu değerleri, yaşamın tek etkili gücü 2 haline getirmek, mümkünse onun örgütünü ve eylemini sürekli kılmaktır. Bizi en çok bağlayan değer budur. Biz gelişme durumlarınızdan memnun değiliz, savaşanların savaşçılığından memnun değiliz; bunların kendilerini biraz doğru değerlendirdikleri kanısında da değiliz. Derinleşen çocukluktur, derinleşen kendini kandırmadır. Kişiliklerinizde bir savaş ustalığı, bir örgütlenme ustalığı fazla anlam bulmuyor. Tarih bizim için şimdiye kadar hep böyle yaptı. Fakat biz bu lanetli tarihi değiştirmek istiyorduk. Ancak bu lafla olmuyor, yaşadığınız yetersizliklerle aşılmıyor. Böylesi bir yiğitlik ve mertliği tanımıyoruz. Bunun altında, bir de bu büyük kahramanlık örneklerinin dayatıcılığı altında eziliyorum. İki yönlü baskı altındayız. Onların yaşamına anlam vermek, bir de bu düşkünlerin baskılarına dayanmak zordur. Size göre her şey basit ele alınabilir, rahat karşılanabilir, yenilmişsin, yenmişsin; bunlar o kadar mühim olmayabilir. “Laf var, bu yeter. Gözümü kapatırım fazla duymaya gelmem, derin anlamaya ne gerek var” diyorsunuz. Bu bir tarzdır. “Günü kurtardık mı, biraz da şerefi kurtardık mı yeter, daha ne isteniliyor” deniliyor. Biz kendimizi asla bu duruma düşürmeyeceğiz. Ne kadar dayatılırsa dayatılsın, kendimizi basit- STÊRKA CİWAN leştirmeyeceğiz. Bu aynı zamanda kendi payımıza bizim de bu kahramanlık değerlerine hesap vermemizdir. Başka türlü olmaz, başka türlü vicdan kaldırmaz. Ben Mazlum Doğanların böyle bir Newroz eylemini yapmasını istemedim veya beklemiyordum. Ama baskı o kadar şiddetlenmiş, yaşam o kadar kahredici bir noktaya gelip dayanmıştı ki, direnmenin bir tek yolu veya yaşamının bir tek yolu bir kibrit çöpüyle Newroz ateşini yakıp kendini feda etmek oluyor. Hiç şüphesiz bu büyük bir zayıflığı da ifade eder. Ama kendi içinde çok büyük bir kahramanlığı da sergiler. Bu konuda zayıflıkla kahramanlığın iç içe olduğu bir dönem, bir kişilikte yaşanmamıştır. Bu durum ulusal ve toplumsal gerçekliğin bu kadar sağırlaştırıcı ve köreltici ortamından tek başına bir kuvvet olarak direnmeyi ifade ediyor. Başka hiçbir çaresi yok, başka hiçbir imkanı yok. Sesini hiçbir yere duyuramazsın. Bugünü düşünmek, o zamanın yüreğini düşünmek çok büyük önem taşır. Biraz yürekli olmanız gerekiyor. Şehitlerin anısıyla yaşamak ve yetişmek, bugünü asla unutmamakla, bunun da ötesinde onu bireyin bir parçası yapmakla mümkün olur. Sizler öyle misiniz? Mazlum yoldaş çok iyi biliyordu ki, yüzyılların çok vahşi ve yok edici zoru, her şeyi götürecek; bir PKK umudu var, onun ışığı var ve bu söndürülmek istenecek! O dönemin güçlükleri o kadar dayatıcıdır ki, tarihin bu tip dönemlerinde, daha çok da bizim tarihimizde yapılan ya büyük bir perişanlık içinde bu kaderdir deyip sonunu beklemek, ya da çok kötü bir teslimiyet olmuştur. Mazlum yoldaş ikisini de yapmıyor; bir direniş geleneğinin son halkasını ve noktasını teşkil eden bir eylemliliğe girişiyor. Kendi içerisinde çok zayıf da olsa, bu bir eylemliliktir. Kadere boyun eğme olmadığı gibi, teslimiyetten de asla eser yoktur. Mazlum Doğan’ın yaktığı kıvılcım bugün önünde durulmaz bir savaş gerçeği olup çıkmıştır Biz bunu anlıyoruz. Bunun bir PKK direniş geleneği olduğuna eminim. Nitekim bu kıvılcım hem zindanı, hem de ülkeyi sardı. Bu kıvılcım bugün önünde durulmaz bir savaş gerçeği olup çıkmıştır. Onun büyüklüğü bura- dadır. O, zindana dayatılan büyük teslimiyetin altında yatan bütün bir ulusun çok sınırlı yaşam emarelerine, aslında ulus demeye bile insanın zorlandığı bir duruma son bir seslenişi, mümkünse son bir çabayla yaşamın yolunu aydınlatmayı ifade ediyor. 3 Biz daha o günden, bu eylem, ölümü kolaylaştırmıştır demiştik. 1980’lerin başlarında böylesine bir fedakarlıkla ölüme uzanmak düşünülemiyordu; ölmek çok zor geliyordu. Kaçış esastı, teslim olmak ortama egemendi. Zindan içinde daha büyük direnme zordu. Başlangıç işte böyle yapıldı. Hatta bu eylem için “bu bir köprü oluyor; bir tarihsel imha ve teslimiyet döneminden bir tarihsel direniş dönemine büyük bir geçiş köprüsüdür” dedik. Nitekim bunun doğru bir tanım olduğu, daha sonraki süreçte ortaya çıktı. Zindanda teslimiyeti yırtan direniş dalga dalga yayıldı ve bizim dağ direnişimizle birleşti. Düşmanın bütünüyle kapatmak istediği özgürlük kanallarımızla birleşti. Artık bir ulusun ölümsüzlüğü adına ne söylenebilecekse, öyle bir duruma gelindi. Biz Mahsum Korkmaz (Agit) yoldaşın anısı üzerine bir şeyler söyledik ve bu direniş şahadeti için “o, dağda beliren yaşam umudunun söndürülmesine karşı soylu bir çabaydı” dedik. Gerillanın sönmesinin, bir ulusun sönmesine eşit olduğunu Agit yoldaşın çok özverili bir kişilikle ve sonuna kadar layık bir yaşamla bu adımda ısrar ettiğini ve şahadetiyle bir dönemece damgasını vurduğunu; bundan sonrasına devam etme gücünün gösterilmesi gerektiğini, şehidin anısına mutlaka verilecek bir karşılığın olacaAdar 2012 STÊRKA CİWAN düşmanın bütün çabalarına rağmen, büyük umut sesinin, büyük umut kaynağının söndürülmemesi ve daha da parlatılmasıydı. Zekiye Alkan Diyarbakır’da devrimin zayıf olduğu gerçeğini görüyor ğını, karşılık verilmezse bu işin biteceğini söyledik. Bu şahadetin böyle bir anlamı vardı. İçinde komplo olur, içinde devlet olur, içinde yetersizlik olur, içinde zayıflık olur; dönemin kendisi, düşmanın büyük gücü olur. Tıpkı zindandaki direnişin zorluğu gibi, burada da öyle bir durumu yaşadık. Gelinecek yere kadar direnişle gelinmiş; ondan sonrası için de bir kişiden beklenen artık biraz bu kadar olabilir deniliyor. Bize büyük bir miras veya çok zorlu bir görev bırakılıyor. Bazı provokatif öğelerin, Agit Yoldaşın şahadetinden rahatlık bile duyduklarını çok iyi biliyoruz. Bunlar, “siz misiniz gerillayı geliştirmek isteyen, siz misiniz bu adımla başarı sağlayacağına inanan, işte en çok güvendiğiniz kişi de vuruldu, artık bir şey yapamazsınız”diyorlardı. Düşman da böyle reklam ediyordu. Biz o zaman da şöyle bir söz verdik; “böylesi bir şehidin anısına verilecek en anlamlı karşılık, bir yıl içinde gerilla takımlarına ve hatta bölüğüne yakın bir gücü ülkemizin dağlarında hareket ettirmektir” dedik. Bunu yaparsak, anıya gereken karşılığın iyi verilmiş olacağını belirttik. Nitekim bunu gösterdik. Aradan bir yıl geçmeden, bütün yetmezliklerine rağmen, böylesi grupları ulaştırabildik. Bu da Adar 2012 Savaş tarihimizde 1987 ve sonrası değerlendirildiğinde, bunun gerçek bir yaşamsal dönem olduğu; düşmanın korkunç baskılarına rağmen büyük bir direnme tutkusu, azmi, iradesi ve bilincinin gösterildiği görülecektir. Anıya bağlılık anlamını bulmuştur. Gerilla kalıcılaşarak, kendi şehidine en anlamlı karşılığı vermiştir, hâlâ gerillayı derinleştiriyoruz. Anıya bağlı kalmak bir görevdir ve gerekenler ne pahasına olursa olsun yerine getirilecektir. Yürüyen budur, yürüyen şehittir, emreden komuta oluyor. Daha sonra gelişen kitleselleşmemizin arkasından, Newroz’larda genç kızların kendilerini yakma olayları meydana geldi. Bu eylemler büyük kahramanlık eylemleridir. 1990 Newroz’unda Zekiye Alkan yoldaşın isyan ateşini bedeninde tutuşturmasıyla başlayan, 1992 Newroz’unda Rahşan Demirel yoldaşla, 1994 Newroz’unda da 4 Ronahi ve Berivan yoldaşlarla devam eden bu gelenek, kitleselleşmeye bir çağrı oluyor. Mazlum yoldaş nasıl partiye bağlı kalıp PKK’yi yaşamanın çağrısını yaptıysa, yine Mahsum yoldaş nasıl gerillaya bağlı kalıp onun çağrısı olduysa, bu genç kızlarımızın şahadeti de “serhıldana başlayın, bağlı kalın, ülkeye yönelin, yurtseverliğe yönelin, kitleselleşin ve bu anlamda alevi tutuşturun” çağrısıdır. Ferhat Kurtayların da kendilerini yakma olayı var. Yine Kemal Pirlerin ölüm orucu direnişi var. Onlar “Mazlum’un görevini biz yerine getirmeliydik. Dolayısıyla ölüm orucumuz bizim özeleştirimizdir”derler. Ferhatlar da “bu eylemleri biz yapmalıydık; bizim eylemimiz de bir özeleştiridir” biçiminde açıklamada bulunurlar. Özeleştiriler daha sonraki süreçte böyle telafi edilir. Kendini yakma, düşman çevreler veya yüzeysel bakanlar tarafından bir intihar biçiminde değerlendirilir, yazılıp-çizilir. Hayır! Nereden bakılırsa bakılsın, böyle bir eyleme kalkışan bir insanın, kendindeki direnme gücünü azamileştirmek ve sonsuzlaştırmak gibi bir özlemden geçtiğini biliyoruz. Genç kızlar fazla silahlı değiller. Böyle bir istekte bir örgütlendirme, bilinçlendirme ve eyleme geçme gücünde olamıyorlar. Bunun nedenleri çok çeşitlidir. Zekiye Alkan Diyarbakır’da devrimin zayıf olduğu gerçeğini görüyor. O zamanlar Diyarbakır sağırdır, fazla heyecana gelecek durumda değildir. Bir Newroz’u kutlayacak durumda bile değildir. Bir ateş gerekiyor, bir meşale gerekiyor. Zekiye yoldaş bunu böyle yorumlayıp kendini yakmayı uygun görüyor. Onun bu direnişi kitleselleşmek için olmuştur. Daha sonra vuku bulan Vedat Aydın’ın katledilmesinde, onun anlamlı bir gelişmenin ilk habercisi olduğu da anlaşılmıştır. STÊRKA CİWAN Yüz binlerce Diyarbakırlı meydanlara taşarak kutsal bir sürece damgasını vurmuştur. İzmir’de Rahşan Demirel’in kendini yakması vardır; o da İzmir kalesinin burçlarında bir meşaledir. Onun direnişi, metropoldeki Kürt kitlesine “vatana dönün yurtseverlikten vazgeçmeyin, dönüşünüz kesin olmalıdır” çağrısıdır. Onun eylemi kesinlikle bizim metropol kitlesine yaptığımız “ülkenize bağlı kalın, devrimci savaşa bağlı kalın”çağrısının yankı bulmasıdır. Bu direniş onun meşalesi oluyor. Büyük bir kahramanlık eylemidir. Gözyaşı dökerek, bazen sahte anma havalarına girerek, şehitlerin anısına karşılık verilemez Avrupa’daki son iki kahraman genç kızımızın eylemi de aynen böyledir. Bizim Avrupa’daki kitlemize yaptığımız bir çağrımız vardı,“1994 yılı ülkeye büyük yöneliş yılı olmalıdır. Düşüncede, ruhta ve adım adım fiziksel olarak dönüş yapın” dedik. Arkadaşlar bu mesajımı alıyorlar; çok planlı ve bilinçli bir biçimde onu bir eylem meşalesine dönüştürüyorlar. Nitekim bu meşale büyük bir oyunun kurbanı olan bu yurt dışındaki kitlemize, halkımıza çok güçlü çıkışı yaptırabiliyor. Bin yılların bütün işgalleri ve istilalarının dağlarımızdan söküp indiremediği halkımızın, özel savaşın en kabasından en incesine kadar çeşitli oyunlarıyla indirilmesi, metropol kentlerine ve Avrupa ülkelerine savrulması durdurulmak zorundaydı. Böylesine bir savruluşu durdurmak kolay değil. Bu ancak böylesine bir meşaleyle, genç kızlarımızın kendilerini birer meşale gibi yakmasıyla belki mümkündür veya öyle oluyor. Anlamı budur. Nereden bakılırsa bakılsın, derin bir görüşe ihtiyaç var, kendine gelmeye ihtiyaç var. Yürekler çok duyarsızlaşmış, insanlar pasifleşmiş, kendilerini çok düşürüyorlar, çok bencilleştirilmişler. Onları ancak kendilerine şok edici eylemle ayağa kaldırma gereği söz konusu 5 ve bunu yapıyorlar. Eminiz ki, bu mesaj da, bu çağrı da anlamını bulmuştur ve Daha da bulacaktır. Bazı canlar, bazı doğru fikirlere ve mesajlara kendilerini böyle katarak karşılık veriyorlarsa, bu fikirler ve açıklamalar ölümsüzdür. Görülüyor ki, her eylemin büyük bir kahramanlık değeri var; tarihsel, sosyal ve siyasal gerçeklikte bir dönüşüme yol açması durumu var. Bunun sadece bir şartı var; o da kendilerini bağlı hissedenlerin “ben de onların ardılıyım, onlara bağlıyım” diyenlerin bu dürüstlüğü göstermeleri; kendilerini şehitlerin uğruna varlıklarını adadıkları, amaca bağlı tutmaları, burada tutarlı ve dürüst olmalarıdır. Gerisi gelir, gerisi zafere kadar adım adım kazanılır. Biz böyle kalmaya söz verdik. Bu büyük bir duyarlılık ve tutarlılıkla mümkündür. Bu her şeyden önce kendisine verilen şeref sözünü ve düşünce gücünü eylem gücüne kavuşturmakla mümkündür. Gözyaşı dökerek, bazen sahte anma havalarına girerek, şehitlerin anısına karşılık verilemez. Örgüt gücü olarak, eylem gücü olarak, bütün düşman saldırılarını boşa çıkardıAdar 2012 STÊRKA CİWAN ğında bağlısın demektir. Bunun dışında bir bağlılık demagojidir veya ihanet kadar tahripkardır. Şehitlerin anılarına gereken ağırlığı vermek ve herkesi onlara bağlamak insanlık borcumuzdur Biz geçen kış boyu bu son günlere kadar kapsamlı bir partileşme dersiyle ve doğru örgütlenme anlayışıyla, aynı zamanda anıya bağlı olmanın doğru yolunu da gösterdik. “PKK’lileşelim ve Savaşı Kazanalım” dedik. Anıya başka türlü karşılık veremezsin. Bu, parti gücü haline gelmenle mümkündür. Onu bütün yönleriyle gösterdik ve ardından “doğru bir halk cepheleşmesine yaklaşalım” dedik. Kitleselleşme zafer için çok gereklidir. Bunun da kitleye doğru yaklaşımla, doğru kitle politikamızla, onun mutlaka yeterli örgütlenmesiyle bağlantıları vardır. Ona yüklendik. Başka çaresi yoktu. Newroz mesajlarını ve kahramanlık şehitlerini başka türlü karşılayamazsın. Biz de bu yıla böyle bir karşılık vermek istedik. Ordu gerçekliğini ve savaşmasını bileceksin. Bunun anlayışı kadar, pratik ustalığını da kesinlikle göstereceksin. Bize çokça dayatıldığı gibi ordulaşmaya gelememeye, oldukça sudan bahanelerle adam kaybetmeye, Adar 2012 eylemi zararla sonuçlandırmaya hiç birimizin hakkı yoktur. Bunu yapan lafazandır bunu yapan değerlerimizin düşmanıdır. Bunun gerekçesi de olamaz. Anılara bağlılığı böyle düşüneceksin, böyle gerçekleştireceksin. Doğru ordulaşıyor musun? O zaman sözünün erisin, gerisi laftır. Ordu gerçeğinde ucuz lafa yer yoktur. Ordu en yoğunlaşmış siyasettir, kişiliktir. Sözün eyleme en yakın biçimidir. Biz böyle değerlendirdik. Bizler bu şehitler anısına ve bütün şehitlerimizin yaşamdaki anlamına ısrarla bağlıyız. Onun ağır baskısı altındayız, ama ezilmemişiz. Yaptıklarımızı hâlâ yeterli görmüyorum. Asıl yapmak istediklerimizi bundan sonra yapacağımıza da eminiz. Buna dayanarak, hiç kimse bizden insaf beklemesin diyorum. Şehitlerin anısı söz konusu olduğunda, şehitlerin anısının gerekleri dışında, hiç kimse kendisine ucuz bir paye beklemesin. Biz her şeyde sıradan olabiliriz, her şeyde kendimize paye biçebiliriz, ama şehitlerin anıları söz konusu olduğunda akan sular durur, damarda akan kan durur. Ancak layık olduğunda kendine paye biçebilirsin. Bu böyledir ve PKK’nin gerçeği de budur. Böyle olduğunda anlayışla karşılarız, tutarlı kalmaya çalışırız. O çok zor koşullarda, 6 düşünülmesi çok zor şahadetleri başka türlü karşılayamayız. Hakilerden başlayan ve günde neredeyse bir kaç şehide mal olan şimdiki sürecin şehitlerine mecburuz. Şehitlerin anılarına gereken ağırlığı vermek ve herkesi onlara bağlamak insanlık borcumuzdur, şeref ve onur sözümüzdür, yaşamımızdır, başarı ve zafer yürüyüşümüzdür. Bu açıdan partileşmek, bir öncünün zaferi için ne kadar gerekiyorsa, o kadar partileşmek bu işin doğal gereğidir. Gereği kadar cepheleşmek, ordulaşmak ve savaşmak böyle bir şahadet anlayışının doğal sonucudur. Burada kendimizi disipline edeceğiz. Burada kendimize hakim olacağız ve gerekeni yapacağız. PKK tarihi böylesine bir tarihtir. PKK komutası böyle şehitlerin komutasıdır. Bunu bilmeyen daha iyi bilmeli, gereğini yapmayan kesin olarak yapabilmelidir ki, bu tarihe layık olduğunu gösterebilsin. Biz buna göz-kulak olacağız. Bizim yaptığımız bir iş de şehitlerin komutasına göz-kulak olmalıdır. Ve onu bütün çalışmalarımızın başında tutuyoruz. Anlamayan anlamalıdır. Şimdiye kadar gerekenler yapılmamışsa, özeleştiri olarak bundan sonra yapılmalıdır. Böyle yapılırsa, şehitlerin anılarının ezici baskısı altında kendimizi affedebiliriz; dürüst, şerefli ve onurlu bir kişi olma payesini kendimize yakıştırabiliriz. Ben bunun dışında hiçbir yol göremiyorum. Kendim de böyle olmaya büyük özen gösteriyorum. Bugün 30 Mart. Bugün bir de Kızıldere şehitlerinin yirmi ikinci yıldönümü. Böylesi anlamlı bir gün olma özelliğine sahiptir. Kızıldere şehitleri de hiç şüphesiz sıradan geçiştirilecek şehitler değildir. Kızıldere direnişi, her şeyden önce 12 Mart faşizmine, TC faşizmine karşı gelişen dönemin en soylu başkaldırısıdır. Bunun için halkların umutlu, inançlı ve bilinçli STÊRKA CİWAN kişilikleri direniyordu. Bu, teslim olmayan on yiğit devrimci önder kişiliğin başkaldırısıdır. Daha da somut olarak söylemek gerekirse, biz şehitlerin anısına bağlı olmanın gereğini daha o zaman iliklerimize kadar duyduk. Bu kadar çıkarsız, bu kadar zayıf olmalarına rağmen, dev gibi bir düzene başkaldırış ve isyan bayrağını çok büyük bir kahramanlıkla indirtmeme geleneğini o gün gördük. İdeolojik ve siyasal gerçekliği ne olursa olsun, örgüt ve eylem anlayışı ne denli kusurlar taşırsa taşısın, alçakça bir düzene, kendini halkların umutlarına ve kurtuluşuna amansızca dayatan bir faşizme karşı bir şeyler yapılması gerektiğine inanan ve ölümün üzerine bile bile yaman bir biçimde giden bu büyük topluluğu anmamak olmaz. Onların üzerine on binler yürüdü ve katledildiler. Biz, büyük bildiğimiz bu insanlar neden böyle hunharca katledildi diye sarsıldık. Yaşayanlar olarak sessiz ve derinden bir söz verdik ve gerisini getirmeliyiz dedik. O ilk amatör devrimcilik günlerimizde onların katledilmesini protesto ettik. Bu 12 Mart karanlığına karşı cesaretli bir adımdı. Tutuklandık, yatıp çıktık. Daha fazlasını yapmak istedik; Türk devrimciliğiyle yapmak istedik, olmadı, Kürdistan devrimciliğine yöneldik. Bilindiği gibi kesintisiz ve sürekli bir örgütü devreye sokmanın büyük hesabını o günlerde kendimiz için bir numaralı görev belledik ve bunu ısrarla takip ettik. Daha bu şehitlerin anısının üzerinden bir yıl geçmeden, bir Kürdistan kurtuluş grubu olmaya karar verdik. Bu da şehitlerin anısına bağlı olmanın bir gereğiydi, dürüst olmanın, devrimci söze bağlı olmanın bir gereğiydi ve yapılan da buydu. Hiç şüphesiz 12 Mart faşizmi bu direnişle yıkılmayacaktı. Ve faşizm üzerinden ezip geçecekti. Öyle de oldu. Ama bizimki, çok sıradan, fakat dü- rüstlüğünden vazgeçmemiş bazılarının kendini anlamlı kılması gösterdi ki, başlangıç ne kadar zayıf olursa olsun, dönem ne kadar aleyhte olursa olsun, eğer kararlılık ve süreklilik varsa işin sonu mutlaka gelir. Ve bir gün bu cellat başlarına gereken cevap verilir; çok güvendikleri orduları başlarına yıkılır, çözdürülür. İşte bugün görüyorsunuz ki, bu gerçekten mümkünmüş. Büyük bir sabırla, büyük intikam yeminiyle, onun adım adım büyük bilinci ve örgüt savaşçılığıyla, uzun vadeli yaşamın savaşımıyla, PKK’nin örgüt gerçeğinin ifadesiyle mümkünmüş. Türkiye devrimciliği kendi şehitlerine doğru sahip çıkmayı bilemediği için bu durumdadır Geçen yirmi iki yıl, aynı zamanda bizim hareketimizin fiili tarihidir. Bu direniş şehitlerine çok somut bağlıdır, onların sıcak direniş çağrılarından kaynaklanıyor. Şüphesiz bir de halkımızın gerçekliği vardır ve esastır. Yurtseverliğimiz vardır ve esastır. Ama bir de büyük direniş kaynağı olmasaydı, bu esaslar acaba hayat bağı bulabilir miydi? Kendi kaynaklarımızı inkar edemeyiz. Onlara sonuna kadar anlamını vermek ve gerekeni yapmak da tarihe saygılı olmanın vazgeçilmez bir gereğidir. Bu tarihin de altında yüzyılların halk direnişçileri vardı. Bu konularda kendiliğinden bu duruma gelmedi. Vietnam Devrimi, Küba Devrimi, Latin Amerika Devrimleri, bütün Asya, Ekim Devrimi’ni incelediler. Bunların mirasını Türkiye’ye, Kürdistan topraklarına taşırmaya çalıştılar. Onlar bu kadar büyük insanlık değerlerinin özümsenmiş ifadesiydiler. Onları böyle bir kapsamda değerlendiriyoruz. Nitekim bu aynı zamanda bizim de enternasyonalist anlayışımızın kanıtıdır. Bu mirasın bizim de 7 mirasımız olduğunu çok iyi biliyoruz. Biz kendimizi insanlığa böyle bağladık. Bunlar Anadolu toprağında ilk defa böylesine büyük bir direnişle yankılanıyor. Biz onu alıyoruz, şimdi dalga dalga bütün ülkemize ve giderek Ortadoğu’ya yaymaya çalışıyoruz. Şehitlerin anısına bir de böyle karşılık vermek vardır. Hiç şüphesiz Türkiye Solu dediğimiz, devrimci dediğimiz kesimler, bu şehitlerin anısına karşılık vermeliydi; ama veremediler. Bunlar bazı sesler çıkarmak istedilerse de, bu sesler bu direnişi karşılamak ve anlamaktan uzaktı. Bizim asıl eleştirimiz burada oldu. Layık olamıyor, gerekeni yapamıyorsunuz dedik. Ve bu eleştiri bizim eylemimiz oldu aynı zamanda. Türkiye devrimciliği kendi şehitlerine doğru sahip çıkmayı bilemediği için bu durumdadır; bir de ucuz vazgeçtiği ve unuttuğu için bu durumdadır. Bu devrimcilik aşırı sağ karşısında bir hiçtir. Kendi hayat kaynaklarına karşı bu kadar ilgisiz kalan ve gerekeni zamanında yapamayan daha da ezilip biter. Gerçekleşen bu oluyor. Bunlar tüm kardeşlik ve yardım çağrılarımıza rağmen, ses verecek durumda değiller. Neden? Çünkü şehitlerini böyle karşılıyorlar. Hüzün ondandır. Ama yine de bu direniş şehitlerinin anısının boşa gitmediği kesindir. Buna Deniz Geçmişlerin darağaçlarındaki büyük başkaldırısı ve teslim olmayan gür sesi de dahildir. Yine Kaypakkayaların işkencelerde ser verip sır vermeyen ve sonuna kadar direnen sesi de dahildir. Hepsine karşılık verilmiştir. Devrimci savaşımımız onların anısını mükemmel temsil ediyor. Biz bu savaşımı bu tarzda daha da derinleştirdikçe ve eksikleri kapattıkça, bu hiç şüphesiz zaferi de kesinleştirecektir. *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN HABER Kürt Gençleri 15 Şubat Komplosuna Eylemleri ile Yanıt Verdi Stêrka CIWAN “Komalên Ciwan Avrupa Örgütü tarafından gerçekleştirilen “Serokê me hebûna me ye, dem dema parastina hebûna me ye” eylem kampanyasının ikinci ayağı çerçevesinde Avrupa’nın birçok yerinde yürüyüşüler, işgal ve korsan eylemler gerçekleştiren Kürt gençleri PKK lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük talebinde bulundular” Adar 2012 Kürtler 13 yıldır olduğu gibi 2012 Şubat ayını da yine eylem ve direniş ile geçirdi. Eylemlerin öncü gücü olan Kürt gençleri gerçekleştirdikleri eylemler ile 15 Şubat komplosunu ve Kürt halkına yönelik saldırıları protesto ederek, direnişi yükseltme kararlılığını bir kez daha ortaya koydu. Komalên Ciwan Avrupa Örgütü tarafından gerçekleştirilen “Serokê me hebûna me ye, dem dema parastina hebûna me ye” eylem kampanyasının ikinci ayağı çerçevesinde Avrupa’nın birçok yerinde yürüyüşüler, işgal ve korsan eylemler gerçekleştiren Kürt gençleri PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük talebinde bulundular. Paris’te Kürt gençlerinden Roj’umuzu karartamazsınız eylemi Paris’te Kürt gençleri Roj TV yayınlarını durdurma kararı alan Eutelsat şirketine ait binayı işgal etti. 50’ye yakın genç Paris’te bulunan Eutelsat binasını girerek, Fransızca ‘sansüre hayır, özgür düşünce hakkı nerede’ ve Kürtçe ‘Roj tarî nabê’ pankartları açarak bir işgal eylemi gerçekleştirdi. Gençler Roj TV ‘nin yayınlarının Türk devleti ile yapılan anlaşmalar temelinde durdurulduğunu belirterek, yanlarında getirdikleri paraları sembolik anlamda yerlere attı. Fransızca ‘Ahlakınızı kaç 8 paraya sattınız’ sloganları atan gençler. Yanlarında getirdikleri bir televizyonu protesto amaçlı bina içerisinde yere atarak parçaladıktan sonra oturma eylemi başlattı. Bina’da uzun süre oturma eylemi gerçekleştiren gençlere daha sonra Fransız polisi müdahalede bulundu. Yapılan müdahalenin ardandan 20 genç gözaltına alındı. Gençler Zürih ve Köln’de düzenlenen şölenlerde bir araya geldi İsviçre’nin Zürih kentinde Komalên Ciwan tarafından düzenlenen gençlik şöleninde bine yakın Kürt genci biraraya geldi. Geceye KNK Başkanı Kemal Tahirizade, PJAK Başkanı Haci Ahmedi ve KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar konuk olarak katılırken, gecenin açılışında bir konuşma yapan Zübeyir Aydar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride değinerek, tecride karşı Kürt gençlerinin direnişi yükseltmesi gerektiğini belirtti. Yapılan konuşmalar ardından sanatçılar Pınar Yıldız, Kawa Urmiye, Delil Tofan hiphop, Koma Roj, Gula Sor Müzik, Yakup Yaprak, Semyan Adar ve Koma Folklorê Strazburge Ronahi sahne aldı. Gece çekilen halaylar ile son buldu. STÊRKA CİWAN Almanya’nın Köln kentinde de Kürt gençleri düzenledikleri şölende bir araya geldi. 3 binden fazla kişinin katıldığı şölene BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da katıldı. Avru- Gardeles’de bir araya gelen Kürt gençleri burada Komalen Ciwan, KCK ve çok sayıda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan posterleri açarak yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca sık sık pa’da Komalên Ciwan tarafından “Serokê me hebûna me ye, dem dema parastina hebûna me ye” şiarı ile başlatılan eylem kampanyası çerçevesinde gerçekleştirilen şölende PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük talep edildi. Etkinliğe bir mesaj gönderen Komalen Ciwan Avrupa Koordinasyonu, Kürt gençlerini AKP faşizmine karşı direnişe yükseltmeye çağırarak, “Avrupa’da yaşayan Kürt gençlerinin daha fazla örgütlenerek öncülük rolünü oynaması gerektiğini’ belirtti. Deniz Deman, Koma Beri, Xelil Xemgin, Simar, Hozan Axin, Yusuf û xweda’nın sahne aldığı etkinlikte oldukça coşkulu anlar yaşandı. Etkinlik, şarkılar eşliğinde çekilen halaylarla son buldu. Fransızca, Kürtçe ve Türkçe sloganlar atan gençler, tecride karşı öfkelerini sloganları ile dile getirdiler. Gardeles’de başlayan yürüyüş Strazbourg, Republiqe, Opera ve Bastille yollarını birbirine bağlayan dört yola ulaştığında gençler yolu trafiğe kapattı. Yaklaşık bir saat boyunca yolu trafiğe kapatan gençler burada Öcalan lehine sloganlar attı. Eylem daha sonra sorunsuz bir şekilde sonlandırıldı. Gerçekleştirilen ikinci yürüyüşte 200’e yakın Kürt genci, Villliers le bel, Arnouville, Goussainville, semtlerini birbirine bağlayan yolunu trafiğe kapattı. 20 dakika boyunca yolu trafiğe kapatan gençler, sık sık PKK lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar attı. Gençler daha sonra eylemlerini sorunsuz bir şekilde sonlandırdılar. Kürt gençleri, Komalen Ciwan tarafından ‘Seroke mê hebûna me ye, dem dema parastina hebûne ye’ şiarı ile başlatılan eylem kampanyası çerçevesinde Paris’in Drancy semtinde de bir yürüyüş gerçekleştirdi. Komalen Ciwan ve PKK bayrakları ile Öcalan posterleri açan gençler, Drancy belediyesine kadar yürüdüler. 80 gencin katıldığı yürüyüşte gençler sık sık Öcalan lehine sloganlar attı. Burada yolu trafiğe kapatan gençler bir süre sonra eylemlerini sonlandırdı. Almanya’da Kürt gençlerinden 15 Şubat eylemleri Almanya’nın birçok kentinde de 15 Şubat eylemleri vardı. Kürt gençleri gerçekleştirdikleri eylemlerde 15 Şubat komplosunu kınarken, Öcalan’a özgürlük talep ettiler. Paris’te Apocu gençlik eylemleri Fransa’nın başkenti Paris’te 100’e yakın Kürt genci PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde sürdürülen ve altıncı ayına giren tecridi, gerçekleştirdikleri yürüyüşler ile protesto etti. 9 Adar 2012 STÊRKA CİWAN Frankfurt: Frankfurt’da Kürt gençleri 15 Şubat uluslararası komplosunu protesto etmek için korsan yürüyüş gerçekleştirdi. Frankfurt’un en işlek caddelerinden birisi olan Hauptwache’da gerçekleştirilen ve 30 yakın gencin katıldığı eylemde Kürtçe ve Almanca sloganlar atıldı. Hamburg: Almanya’nın Hamburg kentinde de Kürt gençleri ey- Adar 2012 lemdeydi. Gençler Gülen cemaatinin yoğun olarak örgütlendiği Bergdorf, Wilhemsburg ve Altona bölgelerinde Gülen cemaatini deşifre eden afişleri asarken, bir sonraki gün Altona ve Wilhelmsburg bölgelerinde Almanca ‘Fethullah Gülen şeytanının maskesi düştü’, ‘Önderliğimizin özgürlüğü, bizim özgürlüğümüzdür’ pankartları astılar. Yine Hamburg’da Kürt gençleri15 Şubat uluslararası komplosunu protesto etmek için korsan yürüyüş gerçekleştirdi. Sternschanze meydanında bir araya gelen 30 yakın Kürt genci Kürtçe ve Almanca ‘Bijî Serok Apo’, "Bê serok jiyan nabe", “Almanya finanse ediyor, Türkiye vuruyor” sloganları atarak Rote Flora önüne kadar yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasının ardanda eylem sonlandırıldı. Darmstadt: Darmstadt şehrinde Baz Mordem Gençlik Komünü tarafından organize edilen yürüyüşe 200’e yakın Kürdistanlı katıldı. Luisen10 platz meydanında bir araya gelen Kürdistanlılar gerçekleştirdikleri eylem ile 15 Şubat komplosunu protesto etti. Eylemde sık sık Öcalan lehine sloganlar atıldı. Frankfurt: Frankfurt’da Kürt gençleri öncülüğünde Alte Oper meydan’ında 300’e yakın kişinin katılımı ile gerçekleştirilen yürüyüşte, 15 Şubat uluslararası komplosu protesto edildi. Alman sol örgütleri ve antifaşistlerin de katıldığı eylemde, Alte Oper meydanından Romerplatz meydanına kadar yürüyen eylemciler, burada bir basın açıklaması yaptı. Eylem gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından sonlandırıldı. Berlin: Berlin’de PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleşen 15 Şubat komplosunu protesto gösterisine yüzlerce kişi katıldı. Kent merkezinde gerçekleştirilen eylemde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın posterlerini açmak isteyen kitleye polisin izin vermemesi üzerine, kitle ile polisler arasında yürüyüş boyunca gerginlik yaşandı. Berlin’in turistik merkezlerinden Kudamm’daki Wittenberplatz meydanında başlayan yürüyüş, polisin tüm provakasyonlarına rağmen gerçekleştirildi. Yürüyüş yapılan basın açıklamasının ardından sorunsuz bir şekilde sonlandırıldı. STÊRKA CİWAN Köln: Köln kentinde gerçekleştirilen15 Şubat komplosunu protesto yürüyüşüne ise 400’e yakın Kürdistanlı katıldı. Köln Ebertplatz meydanında toplanan Kürdistanlılar komployu protesto etmek için bir yürüyüş düzenledi. Almanca ve Türkçe “Önder Apo’ya özgürlük”, “Evrimlerin, Fıratların, Mustafaların ruhuyla militanlaşalım, güneşimizi özgürleştirelim” pankartı açan kitle Öcalan lehinde sloganlar atarak Köln Rudolfplatz meydanına kadar yürüdü. Rudolfplatz meydanında yapılan basın açıklamasının ardından eylem sonlandırıldı. Freiburg: Almanya'nın Freiburg kentinde 15 Şubat komplosu Komalên Ciwan tarafından yapılan meşaleli bir yürüyüşle protesto edildi. Kartoffelplatz meydanında 'Abdullah Öcalan’a karşı gerçekleştirilen uluslararası komployu kınıyoruz!’ yazılı pankart açarak yürüyüşü geçen Kürt gençlerinin eylemine Alman otonomcuları da dayanışma amaçlı katıldı. Kürt gençlerinden işgal eylemleri Kürt gençlerinin gerçekleştirdiği işgal eylemleri 15 Şubat’ta da devam ettirildi. Kürt gençleri 15 Şubat komplosunu protesto etmek amacı gerçekleştirdiği işgal eylemlerinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük talebinde bulundu. Zürih: PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın esaretinin 14. yılında komployu protesto etmek isteyen Kürt gençleri, İsviçre’nin Zürih kentine bağlı Regensdorf’ta Zaman gazetesinin bürosunu işgal etti. Yaklaşık 25 gencin katıldığı eylemde, uzun süre büroyu işgal eden gençlere daha sonra İsviçre polisi müdahale ederek gençler gözaltına aldı. Marsilya: Fransa’nın Marsilya’da kentindeyse yaklaşık 100 Kürt genci PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik komployu protesto etmek için şehir merkezinde bulunan Noiaille karakolu önündeki dört yolu işgal etti. Yaklaşık 45 dakika süren eyleme daha sonra Fransız polisi müdahale etti. Herhangi bir gözaltının yaşanmadığı eylem sonlandırıldı. Paris: Fransa'nın başkenti Paris'te Kürt gençleri Zaman Gazetesi'nin bürosunu işgal etti. Zaman gazetesi çalışanlarının kendilerine yönelik sözlü ve fiziki saldırılarına özsavunma ile yanıt veren gençler, kısa sürede zaman gazetesinin haber merkezi de dahil, tüm odalarına girerek, bütün tekniki cihazları kullanılamaz hale getirdi. Eylem sonrası binada büyük çapta maddi hasar meydana geldi. Hamburg: Almanya’nın Hamburg kentindeyse Kürt gençleri Hamburg Eyalet Parlamentosunu işgal etti.15 Şubat komplosunu protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen eyleme, Alman anti-faşistleri de destek verdi. 15 gencin katıldığı eyleme müdahale eden Alman polisi, gençleri gözaltına aldı. Darmstadt: Darmstadt kentinde de 25 kürt genci Darmstatdt’ın en işlek caddelerinden biri olan Pespese anayolunu trafiğe kapattı. 15 11 dakika boyunca yolu trafiğe kapatan gençler, Öcalan’a özgürlük talebinde bulundular. Marsilya’da yüzlerce kişi Komalen Ciwan mitinginde bir araya geldi Fransa’nın güney kentlerinden Marsilya’da Komalên Ciwan öncülüğünde düzenlenen mitingde, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a karşı gerçekleştirilen uluslararası 15 Şubat komplosu kınandı. Mitinge çok sayıda Kürdistanlının yanı sıra, Kürt halkına yakınlığı ile bilinen Berberi halkı da destek verdi. Mitingde 9 yıl boyunca gizili bir şekilde Fas cezaevlerinde tutulan, Fas’lı devrimci Muhammed Nadrani bir konuşma yaparak, Kürt halkının haklı mücadelesinin yanında olduklarını dile getirdi. Nadrani konuşmasında devamla “ Kürt halkının haklı davasının yanındayız, benzer haksızlıklara biz Berberi halkı da uğradık.” diyerek, 13 yıldır 5 metre karelik hücresinde özgürlük mücadelesi veren Öcalan’a özgürlük talebinde bulundu. *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN PERSPEKTİF Edi Bes ê, An Azadî An Azadî Hidar FERAT “Kürt gençliği olarak bu baharda ülke ile buluşmak, bin yılların özlemini olan özgür Kürdistan’ın yaratıcıları olmak istiyorsak bu tarihi sürecin içerisinde kesinlikle yer almalıyız” Adar 2012 Direniş ile başlayan Şubat ayının eylemsel hattında Mart ayını karşılamaktayız. Hareketimiz 2012 yılına büyük bir misyon biçmiş, tüm hazırlıkların bu temelde ele alınarak, 2012 yılında görkemli bir mücadele sürecini yaratma ve Önderliği özgürleştirme hedefini önüne koymuştur. Kapsamlı hazırlıkların yapıldığı 2012 yılının eylemsel sürecinin başlangıcı olarak tanımlanan Şubat ayında gerçekleşecek eylemsellik bu anlamda büyük önem taşıyordu. Şubat ayında gerçekleştirilecek eylemlerin güçlü geçmesi bir bütünen bir yılı etkileyeceği bilinmekteydi. İşgalci AKP hükümeti cephesinde de bu durum bilindiği için Şubat ayı içerisinde başta Kürdistan olmak üzere Kürtlerin örgütlü olduğu tüm alanlarda geçekleştirilen operasyonlar ile bu direniş kırılmak istenmiştir. AKP hükümeti, askeriyesi ve polisi devreye sokarak 2009’dan bu yana başlatmış olduğu operasyonlara devam etmiş, 15 Şubat öncesi yüzlerce Kürdü gözaltına almış, onlarcasını tutuklamıştır. AKP iktidarı döneminde Kürdistan coğrafyası adeta açık bir cezaevine dönüştürülmesine rağmen, gerçekleştirilen eylemlerde büyük bir direniş örneği sergilenmiştir. Başta 12 kuzey Kürdistan olmak üzere, dört parça Kürdistan’da ve Avrupa’da yüzbinlerce Kürt Şubat ayında alanlara dökülerek, 15 Şubat komplosuna ve Önder Apo üzerindeki tecride karşı tepkisini ortaya koymuş, hiçbir gücün Kürt halkının özgürlük mücadelesinin önünde engel olamayacağını bir kez daha dile getirmiştir. Amed’den Afrin’e, Colemerg’den Hewler’e, Sine’den Strasbourg’a Kürtlerin örgütlü olduğu tüm alanlarda yüzbinler alanlara inmiş, devrimci halk savaşına hazır olduğunu dile getirmiştir. Bu anlamıyla Şubat ayında gerçekleştirilen eylemler, Amed Newroz ateşini tutuşturacak güçte, dağlardaki karları eriterek baharı getirecek kapsamda gerçekleşmiştir diyebiliriz. Özellikle Cenevre’de başlatılan ve Strasbourg’a kadar gerçekleştirilen uzun yürüyüş eylemi Kürtlerin 2012 yılında gerçekleştirecekleri direniş mücadelesine kapsamlı hazırlığının göstergesidir. Eksi otuz dereceyi aşan soğuklara rağmen ‘Öcalan’a özgürlük, Kürt halkına siyasi statü’ sloganı etrafında gerçekleştirilen yürüyüş ile Kürtler tüm dünyaya Özgürlük uğruna neleri gerçekleştireceğini göstermiştir. Yürüyüşün ardından Strasbourg’da gerçekleştirilen Önder Apo’ya özgür- STÊRKA CİWAN lük mitinginde atmış binden fazla Kürdistanlı hep bir ağızdan özgürlük sloganları atmıştır. Bahar ile direniş, direniş ile özgürlük gelişecek Kürt halkı Şubat ayı içerisinde gerçekleştirdiği görkemli direniş eylemlerinin ardından, şimdi görkemli bahar direnişine hazırlanıyor. Hareketimiz tarafından ilan edilen ‘edi bese, an azadi an azadi’ şiarı ile gerçekleştirilecek olan 2012 direniş mücadelesi ile artık birçok noktada netleşmenin sağlanacağı dile getirilmiştir. Hareketimiz AKP hükümetin tüm kirli yüzünün deşifre olduğunu dile getirerek, bundan sonra Kürtlerin AKP’nin oyalama siyasetine kanmayacağını, somut adımlar atılmadığı müddetçe Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi’nin direnişten asla taviz vermeyeceğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Gerillanın kış aylarında Çele’de gerçekleştirdiği eylem bunun en somut göstergesidir. Oldukça zorlu kış koşullarında gerçekleştirilen bu eylem Apocu gerillanın AKP’nin saldırılarına ve tecridine karşı fedayiane öfkesidir. Baharla birlikte karların erimesi ile gerillanın gerçekleştireceği eylemlerin dozajının anlaşılması açısından Çele eylemi oldukça çarpıcıdır. Bu eylem baharla birlikte kapsamlı bir direnişin gerçekleşeceğinin ve bu baharın gerilla baharı olacağının göstergesidir. AKP hükümeti ve onun hiçbir savaş ahlakını tanımayan ordusunun, gerillanın kış koşullarındaki hareket alanının kısıtlı olmasından yararlanarak kış boyunca her türlü tekniği kullanarak gerçekleştirdiği askeri operasyonların, bahar ile birlikte intikam mücadelesi halini alacağı herkesçe bilinmektedir. AKP hükümeti bunu tüm çevrelerde daha iyi bildiği için bahar öncesi bakanları aracılığı ile açıklamalar yapmakta, bir baharı daha Kürtleri oyalama politikasını nasıl devreye sokarım ın hesabını yapmaktadır. Son alarak AKP cephesinden ‘gerekirse devlet Öcalan ile yeniden görüşür’ açıklaması bunun somut göstergesidir. Bu açıklamayı AKP’ye yaptıran sebep 15 Şubat komplosuna karşı geliştirilen eylemlerin etkisi olduğu kadar, aynı zamanda AKP’yi saran bahar korkusudur. Ancak AKP Kürtlere karşı tüm politik kurnazlıklarını tüketmiş durumdadır. Kürtler artık bu 13 Osmanlı oyunlarına kanmayacaktır. Şu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki tasfiyeci AKP hükümeti tasfiye edilmeden Kürt sorununun çözümü mümkün değildir. Devrim genç yürekler ile yapılır Bu anlamı ile görkemli bir direniş mücadelesi bizleri beklemektedir. Üstelik bu baharda gerçekleştirilecek direniş, öyle dönemsel bir direniş olmayacağı gibi, sadece belirli bir alanın üstleneceği bir direniş de olmayacaktır. Tüm sahaların topyekun mücadele halinde olacağı bir direniş olacaktır. Gerilla eylemlerinden, halk serhildanlarına, gençlik ve kadın mücadelesinden, politik mücadeleye, diplomasiye tüm sahalarda direniş ruhu ile gerçekleştirilecek olan bu sürece tüm sahaların hazır olması gerekmektedir. Buna en fazla da gençliğin hazır olması gerekmektedir. Zira öncülük tanımlaması yapılan gençliğin bu direniş sürecinde üstleneceği misyon zaferin anahtarı niteliğindedir. Bu anlamda gençlik hareketinin kendisini bu sürece hazırlaması kaçınılmaz bir görevdir. İçerisine girilecek süreç oldukça tarihi görev ve Adar 2012 STÊRKA CİWAN sorumlulukları tüm Kürt gençliğinin önüne koymaktadır. 73 yaşındaki bir ana bunu anlayabiliyor ve eksi 30 dereceyi aşan soğuklarda 18 gün boyunca yürüyebiliyor ise Kürt gençliğinin bunu hayli hayli anlaması gerekiyor. Hiçbirimizin bireysel istemleri 73 yaşındaki bir ananın özgürlük istemi ile kıyaslanamaz. Önderliği esaret altında olan, 7 aya yakın süredir kendisinden haber alınamayan bir halkın gençliği olarak gerçekliğimizi görmemiz gerekmektedir. Ülkemiz her gün bombalanmakta, bizler uğruna yaşamlarını feda eden genç bedenler düşmanın haince pusularında şehit düşmekte, yüzlerce yaşıtımız zindanlara atılmakta, henüz çocuk yaşta kurşunlara dizilmekte, bombalanmakta, en ağır işkencelere maruz kalmakta iken, bizlerin direnmekten başka alternatifimiz yoktur. Bu direniş mücadelesinden kaçmak insanlık değerlerinden kaçmak anlamına gelmektedir. Bu sürece karşı gözlerimizi kapatmak, sağır taklidi yapmak, dilsizleşmek ihanetin en büyüğüdür, vicdansızlıktır. Bu dönemde en zor koşullardaki Kürt gencinin dahi yapabileceği bir şeyler olmalıdır. Ve bunu yaparken de geçmiş süreçlerde olduğu gibi birkaç Adar 2012 takvimsel eyleme katılarak değil, tüm zamanların ötesinde bir kararlılık ile bir adım daha ileriye atılarak yapmalıdır. Dün evinde oturanlar bugün alanlara inmelidir. Dün bir eyleme katılıyorsa, bugün bir eyleme öncülük yapmalıdır. Dün bir çalışan olarak mücadeleyi veriyorsa, bugün bir adım ötesine yürümelidir. Çünkü dün yaptıkları ile özgürlüğü sağlayamadı, ancak bugün bir adım ötesine geçerek yapacakları özgürlüğün kapısını aralayacaktır. Özellikle Avrupa gibi bir sahada mücadele veren biz Kürt gençleri açısından yapılacak onlarca görev bizleri beklemektedir. Baharla birlikte geliştirilecek direniş hamlesini kitlelere taşırmak, yabancı kamuoyunu duyarlı kılmak, Avrupa’daki yeşil Türkçü faşizme karşı mücadele etmek, kirli savaşta Türk devleti ve ordusu ile hareket eden, kurum ve kuruluşları teşhir etmek, bu kurumlara karşı eyleme geçmek bunların başlıcalarıdır. Kürdistan gençliği bunu sömürgeleştirilen bir ülke gerçekliğinde, tutuklamaları, iş- 14 kenceleri ölümleri göze alarak yapabiliyor ise aynı halkın sürgündeki gençliği bu koşullarda hayli hayli yapabilir, yapmalıdır. Bizleri onlardan ayıran nedir sorusuna yanıt aramak kendimizi sorgulamak açısından oldukça önemlidir. Bu baharı gençlik baharına çevireceğiz Yine Avrupa’da yaşayan Kürt gençliğinin örgütlendirilmesi ve ülke gerçekliğine kavuşturulması temel görev ve sorumluluklarımızdandır. Son olarak Strasbourg yürüyüşüne katılan altmış bini aşan kitlenin neredeyse yüzde yetmişinin gençlerden oluştuğunu göz önüne alacak olursak, mevcut durumda Avrupa’daki gençlik örgütlenmemiz oldukça zayıf kalmaktadır. Bu gençlere ulaşmak noktasında eksiklikler yaşanmaktadır. Binlerce genç Önderliği ve halkı için alanlara inmekte, kilometrelerce yolu tüketerek eyleme gelmekte ise STÊRKA CİWAN bu içerisinde taşıdığı Kürdistani değer yargılarının göstergesidir. Şimdi bizim görevimiz bu gençlere ulaşmak ve onları bir kez daha Önderliği ve halkı için bir adım daha ötesine taşıyacak bir mücadele sürecine sevk etmemizdir. Baharla birlikte gerillanın gerçekleştireceği görkemli direniş ile beraber birçok gencin doğallığında mücadeleye akma durumu yaşanacaktır. Bu gençlerin örgütlendirilmesi ve eğitilmesi de gençlik hareketinin temel görevi ve sorumluluğu olacaktır. Tüm bu gerçekliklerden hareket ile gençlik hareketinin kendisini bu döneme hazırlaması gerekmektedir. Tüm alanlarda, sahalarda örgütsel büyüme ve toparlanma en kısa zamanda gerçekleştirilmelidir. Zira 21 Mart ile beraber yoğun bir eylemsellik süreci bizleri beklemektedir. Tarih yeniden yazılmak için bizleri beklemektedir Bu konuda her Kürt gencinin bu sürece kendisini hazırlaması gerekmektedir. Dönem sadece birkaç takvimsel eylemsellik ile kurtarılacak bir dönem değildir. Önderliğimizin esareti birkaç turnuva ya da festival ile ortadan kaldırılamaz, kuşkusuz bunlar gerçekleşecektir. Ancak bunlar dahi bahar özgürlük hamlesine denk hale getirilerek gerçekleştirilmelidir. 2012 yılı Kürt halkının baharı olacaktır. Bu baharın en temel öncülüğü de Kürt gençliğinin eylemsel, örgütsel öncülüğü temelinde gerçekleşecektir. Bu anlamı ile Kürt gençliği, gençlik baharını bir halkın baharına çevirebilecek güç ve iradeye sahiptir. Yeter ki bu konuda doğru yol ve yöntem izlensin. Büyük bir mücadele yılına girerken şunu unutmamak gerekir ki kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur. Ancak kazanacak bir özgürlüğümüz, bir ülkemiz, özgürlüğünü sağlayacağımız bir Önderliğimiz ve vereceğimiz mücadele sonucunda yaşatacağımız onlarca gerillanın yaşamı söz konusudur. Sonuç olarak Avrupa’da yaşayan Kürt gençliği olarak bu baharda ülke ile buluşmak, bin yılların özlemi olan özgür Kürdistan’ın yaratıcıları olmak istiyorsak bu tarihi sürecin içerisinde kesinlikle yer almalıyız. Yüzyıllardır gerçekleşmeyeni gerçekleştirecek bir kuşak olmanın onuru bizlere bırakılmıştır. Tarih yeniden yazılmak için bizleri beklemektedir. Her bir Kürt genci bu süreci böyle algılamalı ve kendisine böyle yaklaşmalıdır. Bu süreç yüzlerce kahramanı yaratacak tarihi bir süreçtir. Bu bahar ile birlikte yüzlerce Agit, Erdal, Mordem ve Rüstem olmak gerekmektedir. Şimdi tercih yapma zamanıdır. Ya Avrupa topraklarında birer köle olarak yaşayacak, Avrupalıların ucuz iş gücü olacak, kapitalist sistemin içerisinde eriyip gideceğiz. Bunun sonucu olarak bin yıllardır yaratılamayanı yaratan 15 bir önderliğe ihanet edeceğiz. Bin yıllarca ülkesiz yaşamayı göze alarak tarihten silinmeyi göze alacağız. Ya da bir yıl görkemli bir direnişi son nefesimize kadar geliştirerek, Önderliğimizi özgürleştirecek, özgür bir ülkenin inşasının startını vererek kahramanlaşacağız, tarih yazacağız. Kürt gençliğinin artık tüm zamanlardan daha fazla bunu yaratacak gücü ve iradesi vardır. Bu baharla birlikte özgürlüğe en fazla yaklaşacağımız bir yılı yaşayacağız. Bu anlamda oldukça kritik bir döneme girerken, fedakarlık, mücadele ve zafer bizleri bekliyor. Değerli yoldaşlar! Direniş Newroz’u bizleri bekliyor. Ülkemiz, dağlarımız ve binlerce yoldaşımız bizleri bekliyor. Bahar bizi çağırıyor. Bu çağrıdan kaçılamaz. Şimdi kazanma zamandır. Newroz pîroz be Edî bes e, an Azadî an Azadî *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN DEĞERLENDİRME KÜRT BAHARI Duran KALKAN “2012 baharını her zamankinden daha çok bir Kürt baharı, özgürlük baharı, Newroz baharı haline getirmeyi sağlayacağız. Artık bunun gerisindeki bir tutumu kesinlikle kabul etmeyeceğiz. 2012 baharından itibaren kesin içinde girilen süreç Önder Apo'ya özgürlük, Kürdistan'a statü sürecidir” Adar 2012 Gerçi her bahar Kürt halkı ve Kürdistan için büyük önem taşıyor; bahar Kürt halkının mevsimi oluyor. Çünkü bahara ilk adımın atıldığı 21 Mart, Kürt yeni yılının ilk gününü ifade ediyor. Kürt halkı özgürlük bayramı olan Newroz’ları yaratarak her baharın kendi baharı haline getirilmesini sağlamış bir halk olma özelliği taşıyor. Newroz yeni günü, yeniden dirilişi, özgürlüğü, yeniden doğuşu ifade ediyor. Devletçi sistemin Dehaklarından halkların kurtuluşunu, özgürlüğe kavuşmasını ifade ediyor. Bu bakımdan da her bahar Kürtler için bir yeniden doğuş, diriliş, kendini yenileme, özgürlüğe yeniden adım atma anlamına geliyor. Özellikle Önder Apo ve PKK öncülüğündeki Özgürlük Hareketinin gelişimi bu tarihsel gerçeği güncel yaşamla daha da somutlaştırmış bulunuyor. Kürtleri baharlaşan halk haline, Newroz halkı haline getirmiş olmayı ifade ediyor. Mazlumların günü, Agîtlerin günü, Kürt halkının kahramanlık destanlarının yazıldığı, özgürlüğe yeniden doğuşlarının adımının atıldığı yeni başlangıcı içeriyor. Bu bakımdan da her baharın Kürt halkı açısından büyük bir anlam ve önemi var. Kendini yenilemeyi, kahramanlık destanları yazmayı, özgür ve demokratik yaşam doğrultusunda 16 yeni adımlar atmayı ifade ediyor. Kuşkusuz Newroz özgürlük bayramlarının yaratıldığı, Çağdaş Kawa Mazlum ve büyük komutan Agît direnişçiliğinin yaratıldığı baharlar, Martlar, Nisanlar, Mayıslar Kürtler açısından her zaman tarihi bir öneme sahip olduğu gibi, içinde bulunduğumuz 2012 yılında da daha derin bir anlam ve öneme sahip bulunuyor. Nasıl ki bundan 2600 yılı aşkın süre önce Kürtlerin ataları halklar için büyük özgürlük adımını atmayı başarmışsa, bugün de her bahar mevsiminde Kürt halkı kendisi için olduğu kadar komşu halklar ve insanlık için de yeni yeni özgürlük adımları atmayı başarıyor. Özellikle PKK ile birlikte baharların daha büyük anlam taşıdığı, Kürd’ün baharlaşan, Newrozlaşan halk haline geldiği tartışma götürmüyor. 4 Nisanlar Önder Apo’yu müjdeleyen günler olarak, 21 Mart ve 28 Martlar Mazlum ve Agît kahramanlığını müjdeleyen kahramanlık günleri olarak Kürt halkını daha büyük bir özgürlük mücadelesine çekiyor. Yine 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, bir başka değişle kadın özgürlük bayramı tüm kadınları Kürt halkı gibi özgürlük yolunda yeniden doğuş yapmaya götürüyor. Ve bunların hepsi 1 Mayıslarda emekçilerin kurtuluş ve özgürlük günüyle, birlik ve dayanışma STÊRKA CİWAN günüyle birleşerek gerçekten de birey ve toplum açısından tümüyle yeniden dirilmenin, ne pahasına olursa olsun özgür yaşama adım atmanın gerekçeleri haline geliyor. 2012 baharı Kürt halkının ve gençliğinin baharı olacak Biliyoruz ki, Mart, Nisan ve Mayıs aylarında Kürt halkı ve Kürt gençliği tarih boyunca gerçekten de kahramanlıklar yarattı. Özellikle de PKK ile birlikte bu kahramanlık gerçekliği daha somut, güncel ve yaşanır hale geldi. Yine biliyoruz ki, 6 Mayıslar Deniz Gezmişlerin idam günü olarak büyük değer taşıyor. Bir kahramanca direnme günü, duruş günü. 18 Mayısların Haki Karer’in, İbrahim Kaypakkaya’nın büyük direnme günü olma özelliği taşıyor. 2 Mayıs büyük komutan Mehmet Karasungur’un şahadet günü oluyor. Nisandaki Önderlik doğuşuyla, Mart’ın Ulusal Kahramanlık Haftası’na bunları da eklediğimizde bahar sürecinin Kürt halkı ve gençliği açısından ne büyük tarihsel anlam ifade ettiğini açıkça görüyoruz. Bu büyük kahramanlar, öncüler ardından belki de sayıları binleri geçen büyük kahramanlık destanlarını bu mevsimin her ayında, her haftasında, her gününde yazılmış olduğunu biliyoruz. Bu temelde bütün özgürlük mücadelesi şehitlerimizi, kahramanlarımızı saygı ve minnetle anarken, halkımızın yeni Newroz yılına girişini, özgürlük bayramlarını, kadınların özgürlük günlerini kutluyor ve 2012 yılının mücadele açısından kader belirleyiciliği içerisinde üstün başarılar diliyoruz. Görüldüğü gibi, 2012 baharına Kürt halkı ve gençliği olarak daha amansız bir mücadele içinde ve daha büyük bir umutla giriyoruz. 2012 baharının her zamankinden daha çok özgürlük baharı, Newroz baharı olacağı daha şimdiden açıkça görülüyor. Faşist-soykırımcı rejim böyle önemli günleri, bahar günlerini, özgür yaşam günlerini halkımız için zehir etmeye çalışırken, Kürt gençliği ve halkı olarak da her türlü düşman gücünü ve saldırısını kırarak, 2012 baharını her zamankinden daha büyük bir özgürlük dönemi haline getirme irade ve kararlılığımızı koruyoruz. Bu temelde faşist-soykırım rejimiyle Kürt halkı arasında yaşanan amansız mücadele, Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında çok yönlü bir biçimde sürüyor. Düşmanın baharları halkımıza zindan etmek istediğini, bu büyük diriliş, doğuş anlarını halkımız için katliam ve ölüm dönemlerine dönüştürme çabasında olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu gerçeği Önder Apo bize öğretti; geçen kırk yıllık mücadele deneyimi içinde çok net bir biçimde gördük ve öğrendik. Bu bakımdan da şimdiye kadar olduğu gibi, 2012 baharında da gençlik ve halk olarak, bir bütün Özgürlük Hareketi olarak düşmana karşı kinimiz, öfkemiz, nefretimiz daha büyük; mücadele iddiamız, azmimiz ve kararlılığımız daha fazla; özgür yaşamı yaratma iddia ve umudumuz her zamankinde daha güçlüdür. Dolayısıyla da 2012 baharının Kürt baharı olacağını, Kürt özgürlük devriminin her zamankinden daha büyük bir gelişme yaşayarak zafer yolunda kararlı adımlarla ilerleyeceğini netçe belirtiyoruz. Gerçekleştirilen tarihi bir direniş AKP hükümetinin 2011 hesapları alt üst etti Bu doğrultuda 2011 yılının da çok kapsamlı ve hayati önem taşıyan bir mücadelenin yaşanmış oluğunu biliyoruz. Maskesinin düştüğünü, gerçeğinin anlaşıldığını, oyun ve hilele17 rinin bozulduğunu gören ve anlayan AKP hükümetinin, amaçladığı imha ve tasfiyeyi başarabilmek için Türkiye’nin tüm imkanlarını ve uşaklık ettiği ABD ve Batı siteminin bütün güçlerini harekete geçirerek saldırı yürüttüğü bilinen bir gerçek. Gerçekten de 2011 yılının ikinci yarısında AKP’nin topyekun savaş konsepti temelinde yapmadığı saldırganlık kalmadı. Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye edebilmek için tüm gücü-nü ortaya koydu. Sadece Kuzey Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında ve yurtdışında da Kürt halkına saldırmayı temel görev bildi. Sadece gerillaya değil, halka, demokratik siyasete, en başta da Önderliğe dönük saldırı yürütmeyi temel görev olarak gördü. Sadece silahlı şiddetle saldırmadı, topyekun özel savaşın bütün boyutlarını harekete geçirerek bir saldırı yürüttü. Askeri alanda yasaklanmış silahlar dahil, (en son Roboskî katliamında görüldüğü gibi) sivil halkı da katledecek düzeyde her türlü yakıcı ve parçalayıcı silahlarla saldırı yaparken, onunla birlikte demokratik siyasete dönük siyasi soykırım operasyonlarını, Kürt gencine, kadınına hatta çocuğuna dönük faşist polis terörünü, Önder Apo üzerinde de ağırlaştırılmış tecrit ve imha sürecini geliştirdi. Dikkat edilirse saldırılar Kürt halkının tüm özgürlük değerlerini hedefledi. Kürdistan’ın tüm parçalarında ve yurtdışında sürdürülen geniş bir yelpazeye yayıldı. Her türlü yöntemi, aracı kullanan bir vahşet halini aldı. Bütün bunlarla AKP hükümeti güya Önder Apo’ya şantaj yaparak taviz kopartacak, Kürt halkını terörle ve zindanla korkutarak sindirecek, gerillayı suç teşkil eden silahlarla vurarak ezecek, böylece Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye edecekti. Buna dayanarak da amaçladığı Kürt Adar 2012 STÊRKA CİWAN soykırımını başarıya götürmeyi hedefliyordu. Hem de bunu Sri Lanka’nın Tamil’e yaptığı gibi yapabilmeyi, birkaç ay içerisinde geliştirecek topyekun bir operasyonla sonuca gitmeyi umut ediyordu. Bu doğrultuda ABD ve Avrupa Birliğinin gücünü NATO ittifakı temelinde kullandığı gibi, başta İran olmak üzere Ortadoğu gericiliğinin gücünü de sonuna kadar kullandı. Tabi bunlarla da yetinmedi; çeşitli işbirlikçi-hain çevreleri de besleyerek, destekleyerek psikolojik savaşı kapsamında Özgürlük Hareketimize dönük her türlü yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya geliştirmekten geri durmadı. Bütün bunlarla sözde 2011 yılını Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ve imha yılı haline getirecekti. Kürt soykırımını sonuca götürmenin önünü açmış olacaktı. Kürt halkı ve gençliği, Kürt kadını çok yönlü ve kahramanca bir direniş gösterdi Fakat gerçekler ortadadır. AKP faşizminin her türlü insanlık dışı yöntemi kullanarak geliştirdiği bu saldırganlığa karşı başta Önderliği ve gerillası olmak üzere, Kürt halkı ve Adar 2012 gençliği, Kürt kadını çok yönlü ve kahramanca bir direniş gösterdi. Bu AKP vahşetine karşı her şeyden önce Önder Apo direndi. 2011 Temmuz’undan bu yana Önder Apo’nun gösterdiği tutum AKP hükümetini temellerinden sarsacak, şaşkına döndürecek bir insanlık duruşunu ve özgürlük iradesini temsil ediyor, AKP’nin her türlü oyun, hesap ve planlarını bozmuş bulunuyor. AKP, İmralı’da on üç yıldır yürütülen insanlık dışı işkence durumunu, her türlü yaşam aracını bir baskı ve şantaja dönüştürerek zirveye ulaştırmış bulunuyor. Buna karşı insanüstü bir direnişin İmralı’da geliştiğini ve gerçekleştiğini görüyoruz. Bu büyük ve tarihi Önderliksel duruş adım adım bütün ülkeye yayılıyor, bütün toplumu sarıyor. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere her alandaki Kürt insanını ve demokratik çevreleri kucaklıyor. Onlara doğru özgür duruş, özgür yaşam, iradeli tutum yolunu gösteriyor. Bununla birlikte bu saldırganlığa karşı Kürt halkı çocuğuyla, genciyle, kadınıyla, yaşlısıyla kahramanca direniyor. AKP’nin ve Fethullah Gülen cemaatinin faşist polis terörüne karşı Kürtlerin bir bütün olarak gösterdiği direniş gerçekten de tarihin en büyük 18 kahramanlıklardan birisini ifade ediyor. AKP ve Gülen polisinin nasıl bir Kürt düşmanı, insanlık düşmanı, demokrasi düşmanı olduğunu netçe görüyoruz. Faşist saldırganlığın, soykırımcılığın ne olduğunu bu saldırılardan iyi anlıyoruz. Ama aynı düzeyde de özgür yaşamda iddialı ve iradeli olan Kürt insanının, gencinin ve kadınının özgür duruşunu, özgürlük için kahramanca direnişini görüyoruz. Böyle bir direnişle Fethullahçı faşist polisinin bütün zulmü başarısız kılınmış bulunuyor. Yine her türlü tutuklama, tehdit, baskıya rağmen Kürt demokratik siyasetinin, özgürlük değerlerine sahip çıkma temelinde sonuna kadar direnme kararlılığı içinde olduğu görülüyor. Altı binden fazla tutuklu olmasına rağmen bir çiviyi bile sökebilmiş değiller. Bu kadar baskı, zulüm ve işkenceye rağmen bir kişiyi bile Kürt ulusal demokratik mücadelesinden, özgürlük davasından caydırabilmiş değiller. Tersine, insanlar işkenceye, tutuklamaya güler yüzle gidiyorlar, zindanları kahramanca direnişleriyle aydınlatıyorlar. Çünkü kendilerine saldırının neyi amaçladığını, dolayısıyla bu tür saldırganlığa karşı direnmenin nasıl büyük bir anlam, değer ifade ettiğini çok iyi biliyorlar. O bilinçledir ki, Kemal Pir’in deyişiyle “özgür yaşamı uğruna ölecek kadar seven” bir tutumla her türlü ortamı faşist-soykırım rejimine karşı bir direnme alanı haline getirmeyi başarıyorlar. Elbette bütün bu direnişler içerisinde gerillanın dağdaki kahramanlığı destancadır. Kürt tarihinin destanlarla dolu olduğunu biliyoruz. Bu tarihi en güçlü geliştirenin de PKK direnişçiliği olduğu açık. PKK ile Kürt destanları günlük yaşam haline gelmiş durumda. PKK militanlarının zindandaki direnişi, dağdaki direnişi, STÊRKA CİWAN gerilla olarak, halk olarak direnişi gerçekten de kahramancadır, destancadır. Kürt tarihi büyük kahramanlık destanlarıyla dolu bir tarih haline gelmiştir. Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin direnişiyle, Agîtlerin, Zîlanların, Bêrîtanların direnişiyle, Bêrîvanların, Vedat Aydınların direnişiyle, günümüzde de Rüstem’lerin, Çiçeklerin, Alîşêrlerin, Rozerînlerin, Xebatların, Rubarların, Brûskların, Sîmkoların, Rûkenlerin, Armançların, Azizlerin direnişiyle, Ahmet ve Ronahîlerin direnişiyle Kürtlerin gerçekten de destan yaratan bir halk olduğu bir kere daha kanıtlanmış ve tüm insanlığa gösterilmiş bulunuyor. Var olmak için direniş kaçınılmazdır Kuşkusuz varolabilmek ve özgür yaşayabilmek için de Kürt halkının, Kürt gençliğinin de çok bilinçli, örgütlü ve iddialı bir biçimde bu topyekun faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı kahramanca direnmesi gerekiyor. Kürtlerin direnmekten başka varolabilmek için ellerinde bir seçenek yoktur. Varlıklarını koruyabilmek ve özgür yaşamı kazanabilmek için tüm güçlerini ortaya koyarak topyekun bir direniş içinde olmak zorundalar. Çünkü AKP hükümeti başka her hangi bir yolu bırakmamış bulunuyor. “Ne olursa olsun Türkiye’nin tüm imkanlarını, ekonomisini, doğal kaynaklarını, konjonktürünü, ordusunu, faşist gözü karalığını pazarlarım, bütün bunlardan elde ettiğim sonucu Kürtlere katliam saldırısı olarak yönelterek Özgürlük Hareketini imha eder, Kürt soykırımını başarırım” diyor. Kendi varlığını Kürd’ün yok edilmesinde görüyor. Kendi iktidarını Kürd’ün imha ve tasfiyesine bağlamış bulunuyor. Özgür Kürd’ü yok etmeye ant içmiş bulunuyor. Bunu AKP faşiz- minin akıl hocası olan Fethullah Gülen denen kişinin soykırım fetvalarında açıkça gördük. “Etraflarını kuşatın, köklerini kesin, evlerini ateşe verin, yakın, kurutun, yok edin onları” dedi. Beş yüz mü, beş bin mi, elli bin mi olur, ne kadar olurlarsa olsunlar hepsinin yok edilmesi gerektiğini söyledi. Hem de bunu dünyada demokrasi havariliği yapan ABD’nin başkentinde söyledi. Sırtını Amerikan emperyalizmine dayamış olarak yaptı. Dolayısıyla AKP’nin, Türkiye’deki siyasi İslamın nasıl faşist-soykırımcı bir gerçekliğe sahip olduğunu gösterdiği gibi, ABD’nin de Kürt soykırımının nasıl ortak bir gücü olduğunu ortaya koydu. Bu bakımdan da ABD-AKP ittifakının 2012 yılında sonuç alabilmek için tüm güçleriyle saldıracağı nettir. Zaten bu saldırıyı her cephede tüm güçleriyle yürütüyorlar. Kışın dondurucu soğuğu altında bu topyekun saldırganlıktan bir an bile geri durmadılar. Demokratik siyasete dönük tutuklamalarını kat kat arttırdıkları gibi, dağların doruklarında nerede bir gerilla bulup imha ederiz diye kurt sürüler gibi Kürt avına çıktılar. Önder Apo üzerindeki zulmü, işkenceyi, imhayı, her türlü görüşmeyi yasaklayacak düzeyde zirveye çıkardılar. Bu tutumlarını her alanda hala da devam ettiriyorlar. AKP’nin faşist-soykırımcı rejimine göre Kürt Özgürlük Hareketinin 2012 Haziran’ına kadar imha ve tasfiye edilmesi gerekiyor. 2012 yılının yarısına kadar Kürd’ün varlığını ve özgür geleceğini yok etmeyi önlerine hedef olarak koyduklarını açıkça söylüyorlar. Bu doğrultuda Önderliğe, halka, gerillaya, demokratik siyasete saldırdıkları gibi, her türlü faşist katliam yapmaktan, yurt dışında Kürt halkının sesi, kulağı olan Roj TV gibi televizyon kanallarını kapatmak 19 için tüm güçlerini harcamaktan geri durmuyorlar. Dikkat edilirse gerçekten de Kürt halkına yönelik topyekun bir saldırı var. Kürtlerin de bu topyekun saldırıya karşı 2011 yılında ki mücadele pratiğinden dersler çıkartarak direnip bu topyekun imha konseptini boşa çıkartmaları gerekiyor. Halk olarak varolabilmemiz ve özgür yaşama adım atabilmemiz kesinlikle buna bağlı bulunuyor. 2012 kader belirleyici bir yıl olacak Bu nedenle 2012 yılı adeta kader belirleyici bir yıl konumunda. Faşist-soykırımcı AKP rejimi tüm hesaplarını buna göre yapmış, umudunu buna bağlamış. 2012 yazına kadar Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye ederek önündeki engelleri temizleyip, Türkiye’deki iktidarını yıkılmaz biçimde perçinlemek istiyor. Bunun için de her türlü hileye, oyuna, yalana, dolana, psikolojik savaşa, katliama başvuruyor. Böyle bir saldırganlıkla sonuç alınmasının ancak bu süreçte olabileceğini sanıyor. Eğer mevcut saldırganlıkla sonuç alamazsa, artık Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi karşısında daha fazla direnemeyeceğini, AKP faşizminin de kendisinden önceki özel savaş yönetimleri gibi Kürt halk direnişi karşısında paramparça olup tarihin çöp sepetine atılacağını netçe görüyor. O bakımdan da varlığını, iktidarını Kürt Özgürlük Hareketinin imha ve tasfiyesine bağlamış bulunuyor. Böyle bir azgın saldırı içindedir. Bu bakımdan da Kürt halkının var olabilmesi, özgür yaşamının önünün açabilmesi de bu saldırganlığının kesinlikle kırılmasına ve boşa çıkartılmasına bağlı bulunuyor. Eğer Kürt halkı bunu kırarsa, işte o zaman varlığına dönük tehditler, tehlikeler yok edilmiş olacak. Bu temelde özgür ve demokratik yaşamının önü açılacak. Otuz yıldır yürüttüğü kahAdar 2012 STÊRKA CİWAN ramanca savaşın zafer sonuçları ortaya çıkacak. Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü gerçekleşecek. Böyle bir çözüm önünde engel oluşturtan beyaz Türkçü faşizm nasıl yenilgiye uğratıldıysa, bu direnişle yeşil Türkçü faşizm de yenilgiye uğratılarak Kürt sorununun demokratik çözümünü gerçekleştirecek bir Türkiye demokratikleşmesinin önü açılmış olacak. Bu bakımdan 2012 yılı AKP faşist iktidarı için adeta kader belirleyici bir yıl olduğu gibi, Kürt halkının varlığı ve özgür geleceği açısından da, Kürt Özgürlük Hareketinin başarısı açısında da kader belirleyici bir yıl olma özelliği taşıyor. İşte 2012 baharı böyle kader belirleyici yılın en keskin mücadele dönemini ifade ediyor. Adeta büyük düello dönemi, hesaplama dönemi. Faşist sömürgeci, soykırımcı rejimle Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesi ara- Adar 2012 sında keskin bir hesaplaşmanın her alanda ve her boyutta yaşanacağı netçe görülüyor. Komplo ile nihai hesaplaşma yılı 2012 yılının bir de uluslararası komplo ile nihai hesaplaşma yılı olma anlamında çok büyük bir önemi ve anlamı var. Dolayısıyla 2012 baharı böyle bir hesaplaşma baharı oluyor. Nitekim 15 Şubat’tan itibaren Kürt gençliği, Kürt kadını, tüm Kürt halkı uluslararası komployu paramparça etmek ve Önder Apo’yu sahiplenip özgür kılabilmek için yeni tarihi bir direniş başlatmış bulunuyor. Bu direniş İmralı sistemini kesinlikle ret ediyor. İmralı sistemiyle artık yaşamak istemiyor. Ne pahasına olursa olsun İmralı işkence sisteminin parçalanmasını ve dolayısıyla Önder Apo’nun özgür kılınmasını hedefli- 20 yor. Çünkü Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan’ın özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt halkının özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt kadınının özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü Kürt gençliğinin özgür ve demokratik geleceğe emin adımlarla yürüyüşüdür. Önder Apo bütün Kürt toplumunun özgürlük iradesi olduğu gibi, Kürdistan’ın da varolma ve özgür yaşama kimliğidir. Bu temelde 15 Şubat’tan itibaren başlayan yeni direnişin 2012 baharında hem uluslararası komployla hem de AKP’nin faşist-soykırımcı rejimiyle tarihi bir hesaplaşma dönemini ifade ettiği açıkça görülüyor. İçinde bulunduğumuz mücadele süreci böyle bir mücadele sürecidir. Kader belirleyicidir, tarih yazıcıdır, varlığı garantileyip özgür geleceği sağlayıcıdır. Dolayısıyla da tüm Kürt halkının, yine tüm Özgürlük Hareketinin bu gerçeklerin bilincinde olarak 2012 yılına yaklaşması ve onun bahar hamlesini buna uygun bir biçimde planlayıp geliştirmesi kesinlikle gerekiyor. Ne olursa olsun 2012 baharı Kürtler için her zamankinden daha büyük bir direnme, mücadele etme dönemi olma özelliği taşıyor. Dolayısıyla bu hayati dönemi mutlaka kazanmak, başarmak gerekiyor. Newrozları her zamankinden daha büyük bir özgürlük derinişi haline getirmek, 8 Martları kadın özgürlüğü temelindeki toplumsal özgürlüğün adım adım gerçekleştirildiği bir sürece dönüştürmek gerekiyor. 4 Nisanları Önder Apo ile yeniden özgür doğuşun ve bütünleşmenin sağlandığı ana çevirmek; Mayıs şehitler ayıyla birlikte de Kürt halkının varlığının ve özgür geleceğinin kahraman şehitlerimiz öncülüğünde kesinleştirildiğinin, garantilendiğinin ilanını yapabilmek gerekiyor. STÊRKA CİWAN 2012 yılının öncüsü Kürt gençliği olacaktır O halde 2012 baharı her zamankinden daha büyük bir mücadele dönemi olma özelliği taşıyor. Daha büyük umutlar taşıyor, daha büyük cesaret ve fedakarlıklar istiyor. Daha gözü pek olmayı, daha bilinçli, örgütlü ve planlı hareket etmeyi, daha büyük kahramanlıklar içine girmeyi gerektiriyor. Ne pahasına olursa olsun AKP’nin faşist-soykırımcı rejimini yenilgiye uğratarak, kapitalist modernitenin Kürtlere dayattığı soykırım rejimini, inkar ve imha sistemini kesinlikle yerle bir edecek bir sonucu elde etmeyi başarmak gerekiyor. İşte 2012 baharı Kürtler açısından böyle bir öneme sahip. Kürt halkının varlığı ve özgür geleceği açsısından böyle kader belirleyici bir tarihsel önemi ifade ediyor. Bir bütün halk olarak, Hareket olarak bu gerçekliği böyle algıladığımızı ve 2012 baharına bu temelde yaklaştığımızı açıkça ifade edebiliriz. Hareketimiz bu konuda kesin kararlıdır ve 2012 baharını her zamankinden daha büyük bir Kürt özgürlük baharı haline getirme noktasında iddiasını, kararlılığını, ısrarını her zamankinden daha fazla sürdürmektedir. Bu temelde de AKP faşizmini yenilgiye uğratmak için direniş mücadelesini her alanda; dağda, şehirde, zindanda, yurtdışında, nerede Kürt insanı varsa orada geliştirecektir. Bütün halkımızın, özelliklede gençliğin ve kadınların bu bahar sürecine bu temelde yaklaşım göstermeleri, kader belirleyici dönemin özgürlük mücadelesine başarıyla öncülük edebilmeleri gerekiyor. Kuşkusuz halkımızın karşı karşıya bulunduğu tarihi sorumluluk, mutlaka başarmakla yüzyüze olduğu tarihi görevler en çok da özgürlük müca- delesine öncülük eden Kürt gençliğinin sorumluluğu olarak ortaya çıkıyor. Kürt gençliğinin başarması gereken görevler oluyor. Kuşkusuz her alanda halk mücadele etmelidir. Bütün kesimleriyle; kadını, erkeği, yaşlısı, genci, içerdeki, dışarıdaki, değişik parçalardaki ve yurtdışındaki, nerede olursa olsun bütün halk ve tüm halk kesimleri direnmelidir. Çünkü topyekun bir direniş içerisindeyiz. Adı üzerinde, halk direnişi yürütüyoruz, Serhildan halindeyiz. Devrimci gençliğidir. Yine Özgür Kadın Hareketimizin “Önder Apo’ya özgürlük, soykırıma son” şiarıyla geliştirdiği direnişin en temel güçlerinden birisi Kürt gençliğidir. İşte bu temel de On dördüncü yılına girerken uluslararası komplo Kürt halkı tarafından daha büyük bir nefretle, öfkeyle ve daha kapsamlı bir eylemlilikle lanetlenmiş bulunuyor. Dolayısıyla da uluslararası komployu yenilgiye uğratma azim ve kararlılığı 8 Mart ve Newrozlarda doruklaşarak, bir direniş sürdürüyoruz. Dolayısıyla bu büyük devrimci direnişe tüm halk kesimleri kendi cephesinden katılmak, omuz vermek, başarısına katkı sunmak durumundadırlar. Fakat elbette böyle bir tarihi direniş sürecinde öncülük misyonu, rolü, görevi Kürt gençliğinindir. Çünkü sömürgeci faşist rejime karşı özgürlük mücadelesinin öncüsü Kürt gençliğidir. Çünkü uluslararası komploya karşı Önder Apo’yu sahiplenme, savunma ve özgürleştirme mücadelesinin öncüsü Kürt gençliğidir. Dolayısıyla da 2012 baharında “Önder Apo’ya özgürlük ve Kürdistan’a statü” şiarıyla geliştirdiğimiz mücadelenin öncüsü Kürt Nisan ve Mayıs aylarında AKP’nin bütün soykırımcı planlarını parçalayıp yenilgiye uğratacak bir sonucu almayı hedefliyor. Bunun da başarıyla gelişeceğini açıkça görüyoruz. Bu başarı Kürt gençliğinin eseri olacaktır. Kürt gençliği Kürdistan’ın dört parçasında olduğu gibi yurt dışında da halkın yürüttüğü özgürlük mücadelesine büyük bilinci, örgütlülüğü ve enerjisiyle, dinamizmiyle öncülük edecektir. Her türlü eylem biçimini içeren serhildanın öncü gücü olduğu gibi, AKP faşizmine karşı dağda gerilla direnişinin de büyük bir cesaret ve fedakarlıkla geliştiricisi olacaktır. Kürt halkı ve gençliği ne pahasına olursa olsun özgürlük 21 Adar 2012 STÊRKA CİWAN mücadelesinde ısrar ederek, her türlü bedeli ödeme temelinde mutlaka özgür yaşama ulaşma karar ve ısrarına sahiptir. Dolayısıyla da Agitlerin, Zilanların kahramanlık çizgisini sürdüren gerilla, 2011 yılında verdiği büyük şahadetlerin anısını da 2012 yılının zafer direnişinde yaşatma kararlılığına sahiptir. Yine Kürt gençliği gerilla direnişiyle birlikte, her türlü faşist saldırganlığa karşı halk direnişini dört parçada ve yurt dışında zengin eylem biçimleriyle örgütleme ve başarıya götürme kararlılığına, bilincine, iradesine sahiptir. Zafere tüm zamanlardan daha fazla yakınız Kürt halkının özgürlük direnişi uzun bir mücadele tecrübesine dayalı olarak 2012 yılına, onun bahar dönemine her zamankinden daha güçlü, daha iddialı ve daha hazırlıklı giriyor. Her bakımdan AKP’ye karşı direnme ve onu yenme gücüne sahip bulunuyor. Kuzeyde, Güneyde, Batıda varolan statüyü daha da ilerletecek adımlar atmaya, hamlesel çıkışlar yapmaya hazırlanıyor. Güney Kürdistan'daki gelişmeler kendisini bir adım daha ileri götürme gücüne ulaşmış bulunuyor. Kuzey Kürdistan'da ilan edilen demokratik özerkliğin inşası için Kürt halkı tüm kesimleriyle kahramanca direniyor. Batı Kürdistan'da halk son derece bilinçli ve örgütlü hale geldi ki gerçekten de Kürt özgürlük yapılanışı ve Kürt sorununun demokratik özerklik çözümünün gerçekleşmesi her yerden daha önce burada sağlanacağa benziyor. Böylece de bütün parçalardaki halk eşzamanlı, birlikte direniş halinde. Birbiriyle ulusal konferans çerçevesinde dayanışma halinde. Parçalar birbirini olumsuz yönde değil, olumlu yönde etkiliyor ve destekliyor. Bir ulusal konferansla bu daha planlı Adar 2012 hale getirilmek, stratejik bir duruşa kavuşturulmak isteniliyor. Eğer bu da gerçekleşirse Kürt sorununun çözümü için Kürt demokratik biriliğinin en ileri düzeyde gerçekleşeceği anlaşılıyor. Böyle bir birliğin komşu halkların demokratik güçleriyle birlik olacağı tartışmasızdır. Türkiye demokrasi hareketini yaratma, yine Irak’ta, Suriye’de, Arap demokrasisini geliştirme ve onlarla ittifak halinde olma, yine İran’da İslami rejimi demokratikleştirme yönünde adımlar atabilmede son derece önü açık, güçlü ve iddialı bir konumu sürdürüyor. Bütün bu boyutlarıyla Kürt halkının direnme güç ve iradesinin her zamankinden güçlü olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Çünkü Önderliği direniyor, demokratik siyaset dışarıda ve zindanda direniyor, faşist polis terörüne karşı Kürt halkı, gençleri, kadınları kahramanca direniyor. Daha çok elbette nicel ve nitel olarak gelişimini sürdürmüş, 2011 yılında Türk ordusuna öldürücü darbeler vurmuş olan Kürt gerillası daha güçlü bir biçimde direniyor. Bu gerilla ki Kürdistan'ın bütün stratejik alanlarına yayılmış, etkin ve sağlam bir mevzilenme ortaya çıkartarak modern gerillacılığın bütün tekniğini, tarzını etkili bir biçimde uygulayabilir bir hale gelmiş bulunuyor. İşte bu temelde Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketinin de her türlü faşist, soykırımcı saldırganlığa topyekun saldırganlığa karşı topyekun direnme gücüne sahip olduğu netçe görülüyor. Önderliğiyle, demokratik siyasetiyle, halkıyla, gerillasıyla topyekun direniş konumunda. Genciyle, kadınıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla, emekçisiyle, yediden yetmişe tüm insanlarıyla direnme konumunda. Kuzeyiyle, Güneyiyle, Doğusuyla, Batısıyla, yurtdışıyla her alanda direnme konumunda. Böyle bir direnme gücünün tarihin en haklı, en özgürlükçü, 22 en bilinçli ve planlı olan gücünün bu direnişte başarı kazanacağı tartışmasızdır. Kuşkusuz bu başarı da herkesimden çok Kürt gençliğinin eseri olacaktır. Serhildana öncülük eden ve gerillayı vareden Kürt gençliği, yeni özgür ve demokratik toplumu yaratmanın, demokratik ulusu inşa etmenin öncülüğü olarak gerçekten de halk tarihine yaraşır bir kahraman nesil olma özelliğini taşımaktadır. İşte bütün parçalardaki ve yurtdışındaki Kürt gençliğinin süreci böyle ele alması, 2011 yılının yarattığı büyük gelişmeler temelinde 2012 yılının kader belirleyiciliğini görmesi önem taşıyor. Bu temelde de tüm parçalarda ve yurtdışında üzerine düşen görev ve sorumlulukların derin bilincinde olarak bu tarihsel özgürlük hamlesini örgütleyip yürüten ve başaran olmayı bilmesi gerekiyor. Şimdiye kadar yürüttüğü mücadelesiyle böyle bir sonucu elde etmeyi hak etti, onun zeminini yarattı. Şimdi hak ettiği gelişmeleri zirveye taşıyarak, kalıcı sonuca dönüştürmenin zamanıdır ve bunu da başarıyla gerçekleştirecektir. Gençlik ve halk olarak 2011 yılında yeniden direnişe geçmeyi başardık. 2012 yılında da direnişte zaferi kazanmayı kesinlikle başaracağız. Bu temelde 2012 baharını her zamankinden daha çok bir Kürt baharı, özgürlük baharı, Newroz baharı haline getirmeyi sağlayacağız. Artık bunun gerisindeki bir tutumu kesinlikle kabul etmeyeceğiz. 2012 baharından itibaren kesin içinde girilen süreç Önder Apo'ya özgürlük, Kürdistan'a statü sürecidir. Bunu elde edebilmek için kesintisiz bir dirneişi ne pahasına olursa olsun başarı çizgisinde mutlakla sürdüreceğiz. Bu konuda şiarımız şudur: Edî Bes e! An Azadî, An Azadî! *** STÊRKA CİWAN RÖPORTAJ Baharla birlikte ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı iyi biliyoruz Bahoz ERDAL “Hiçbir genç başkasından beklentili bir ruh haline kapılmamalı, kendi inisiyatifi ile sürece yanıt olmanın eylemsel duruşu içinde olmalıdır. Sorumluluk duygusuna sahip bir genç nerede olursa olsun bir örgüt ve eylem gücü yaratabilme kudretine erişecektir. Apocu gençlik böyle olunur. Kendini sorumlu gören, sürecin sahip olduğu karakter üzerine yoğunlaşan bir genç hiçbir engele takılmadan, tarihi görevlerini rahatlıkla omuzlayabilir. Zaten Apocu gençlik yaşamı ve eylemiyle düşmanın korkulu rüyası haline gelmesini bilendir” Karlar eriyor ve bahar geliyor. Karların erimesi bir halkın 2012’de beklediği en temel durum bu olsa gerek. Oldukça yoğun siyasal gelişmelerin yaşandığı bir kışı geride bırakıyoruz. 2012 kışı boyunca AKP hükümetinin tüm saldırıları akıllara baharda ne olacak sorusunu getirdi. Baharda süreç nasıl olacak? Gerillanın konumu ne olacak? Kürt gençliğinin baharda üzerine düşen görev ve sorumlulukları nelerdir? Tüm bu soruların yanıtlarını HPG Komuta Konseyi Üyesi Dr. Bahoz Erdal’a sorduk. Gelişen siyasal süreç, bahar ve gençlik gündemleri ekseninde Bahoz Erdal ile yaptığımız röportajı sizler ile paylaşıyoruz. STERKACİWAN: Son siyasal gelişmeleri, Önder Apo üzerindeki tecridi ve AKP hükümetinin siyasi, askeri saldırılarını ele alacak olursak 2012’de bizi nasıl bir süreç bekliyor? BAHOZ ERDAL: Kapitalist modernite küresel düzeyde ekonomik ve mali kriz başta olmak üzere ciddi bir sistem tıkanması ve kaosu yaşarken, Ortadoğu bölgesinde ise toplumsal düzlemde köklü bir alt-üst oluş yaşanmaya devam etmektedir. Bu sistemin 20. yy da Ortadoğu’da oluşturduğu rejimlere karşı bölge halkının sabrının taştığı ve patlama noktasına geldiği görülmektedir. Sistem ya23 şadığı krizi aşmak için bölge halklarının değişim ve demokrasi ekseninde geliştirdiği direnişleri, halkların özgürlük eğilimine dönüşmemesi için kanlı ve farklı birçok politikayı devreye koymaya çalışmaktadır. Bu durum adeta Ortadoğu’da 3. dünya savaşı düzeyinde bir çekişmeyi ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Suriye kaynarken, Irak’ta ise ABD’nin karıştırıp deştiği siyasal, sosyal, kültürel, etnik ve mezhepsel sorunların hiçbiri çözülebilmiş değil. ABD tüm bu sorunları orta yerde bırakıp geri çekildi. İran’ın ne zaman, nasıl ve hangi düzeyde gelişmelerden etkileneceği tam olarak kestirilemiyor. Ancak her an dipten veya üstten gelecek dalgalarla bu rejim yıkılabilir. Zaten mevcut durumda böyle bir psikolojinin olduğu görülüyor. Türkiye’de ise İttihat Terakki’nin beyaz faşist zihniyetin hasta adam haline getirdiği devlet yapısını ve buna karşı müdahale olarak lanse edilen, ortaya çıkarılan AKP’nin köklü bir demokratikleşme yaratma yeteneğinde olmadığı, aksine kapitalist modernitenin Ortadoğu’da yürütmeye çalıştığını politikaları uygulamakla görevli bir Truva atı olduğu bugün net bir biçimde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kendini bölge için model güç olarak pazarlamaya çalışan AKP, aksine bölgede mevcut durumda yaşanmakta Adar 2012 STÊRKA CİWAN olan çoğu sorunların kaynağı, çözümsüzlüğü ve istikrarsızlığın en temel nedeni olduğu da netleşmiştir. Tüm bu bunalım ve sorunların yaşandığı bu bölgenin merkezinde olan Kürdistan’da ise çok yönlü, kapsamlı ve şiddetli bir mücadele ve çatışma yaşanmaktadır. Başta sömürgeci Türk devleti olmak üzere, Kürdistan’ı sömürge altında bulunduran bölge devletleri bir yandan Kürtleri parçalamaya, ezmeye, birbirine düşürmeye çalışırken, diğer taraftan ise uluslar arası alanda da Kürtler üzerinde uygulanmakta olan sömürgeci politikaları meşrulaştırmaya dönük diplomatik çalışmalar yürüterek, Kürdistan özgürlük hareketine karşı tasfiye konseptlerini uygulamaya çalışmaktadırlar. PKK, Kürdistan’ın en büyük, en etkili, en örgütlü ve en büyük temsiliyet gücüne sahip hareketi olduğu için Kürtlere karşı yürütülen saldırıların merkezine konulmasına neden olmuştur. 2011 yılından bu yana Önderliğimize, hareketimize ve halkımıza dönük geliştirilen ve bütün sınırları aşan saldırıları bu kapsamda görmek gerekmektedir. Zira AKP faşizmi bir taraftan Önderliğimize karşı Guantanomo’yu kat be kat aşan bir devlet terörünü uygularken, halkımızın örgütlü olduğu bütün zeminleri yok etmeye ve toplu tutuklama Adar 2012 terörünü son hızla sürdürmeye devam ederken, öte taraftan ise gerilla güçlerimize bütün gücüyle bir saldırı içinde bulunmaya devam etmektedir. Buna karşı başta Önderliğimiz olmak üzere, hareketimiz ve halkımız en zor koşullarda tarihi ve kutsal bir direniş yürütmektedir. Halkımıza ve hareketimize karşı yürütülen savaş çok yönlü, çok boyutlu olduğu için bizim de buna karşı çok yönlü, çok boyutlu ve her alanda bir direniş ile karşılık vermemiz hayati önemdedir. Özellikle bu yıl yaşanan siyasal gelişmeler ve Kürdistan’ın her dört parçasında ortaya çıkan direniş eksenli yeni koşullar devrim için uygun ortamı yeterince olgunlaştırmıştır. Geçmiş hiçbir süreç ve yılla karşılaştırılmayacak kadar dört parça Kürdistan iç içe geçmiş ve bütünleşmiştir. İlk defa her dört parçada da beraber devrim yapma olanağı ortaya çıkmış durumdadır. Özellikle Kuzey ve Batı Kürdistan’da derinlik ve yaygınlık kazanan direniş mücadelesi bu devrim sürecinin zirvesini temsil etmektedir. Uluslar arası sistemin yaşanan bu durum karşısında yanına bölgesel statükocu ve sömürgeci güçleri de alarak, halkımızın bu düzeye getirdiği mücadeleyi etsizleştirmeye çalışmasının nedeni budur. Ortadoğu bölgesi üzerinde 24 yeni bir dünya savaşı yürütülmesinin de ana ekseni aynı zamanda bu gerçeklik oluyor. Ortada olan bu gerçekliklerin gösterdiği gibi 2012 yılı Kürtler açısından kader tayin edici bir öneme sahiptir. Önderliğimize yönelik ağır tecrit, halkımıza dönük devlet terörünün en insanlık dışı boyutlara ulaşması ve gerillaya yönelik imha operasyonları bölgede yaşanan gelişmelerle yakından bağlantılıdır, hatta bu saldırılar aynı amaçlarla yapılmaktadır. Ortaya çıkan uygun koşullar ve yeni durum halkımızın ve tarihin seyrini değiştirecek kritik bir dönemeç ortaya çıkarmıştır. Kürtler ve Kürdistan’ın bölgede halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesine öncülük mü edecekleri, yoksa bölgesel ve uluslar arası güçlerin kullandığı yedek bir güç konumunda mı olacakları konusunu hareketimiz ve halkımızın yürüteceği mücadele düzeyi belirleyecektir. Gerçekten halkımız ve ülkemiz açısından hiçbir dönemde olmadığı kadar kazanma koşulları oluşmuşken, eğer güçlü, kapsamlı ve başarılı bir mücadele yürütmezsek, halkımız ve ülkemiz için büyük riskler ve katliamlarla bu güçlerin hesaplarına kurban edilme tehlikesi de aynı düzeyde vardır. Hiç şüphesiz ki bunun sonucunu belirleyecek olan hareketimizin yürüttüğü ve yürüteceği mücadele olacaktır. Bu yılı final sürecinin zirvesine dönüştürerek kazanmanın koşulları fazlasıyla mevcuttur. Çünkü Önderliğimiz ve hareketimiz tarafından geliştirilen hamlesel süreçlerle faşist AKP’nin gerçek yüzü net bir biçimde açığa çıkarıldı. AKP’nin Türk hükümetleri içinde gelmiş geçmiş en büyük hilebaz ve demagoji yöntemini en iyi kullanan hükümet olduğu biliniyor. AKP bu tür yöntem ve politikalarla Kürt halkı yanında Türk halkını da önemli oranda beklentide tutabiliyordu. Fakat artık Önderliğimiz, hareketimiz ve halkımız AKP’nin katışıksız faşist ve Kürt düş- STÊRKA CİWAN manı olduğu konusunda netleşmiş bulunuyor. Mücadelede netlik önemlidir. Uygulanan beklentide tutma ve kafalarda oluşturulan ‘acabalar’ tarzında soru işaretlerinin kaldırılmış olması bu açıdan önemlidir. Biz hareket olarak bundan sonra ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı iyi biliyoruz. Düşmanımız, Önderliğimize, hareketimize ve halkımıza karşı bir bütün ve topyekun olarak bir saldırı konsepti yürütüyor. Önderliğimiz başta olmak üzere, siyasal alana ve gerillaya dönük sınırsız saldırılar hala devam ediyor. Kürtlük kokan, Kürtlük adına olan her şey saldırı gerekçesi oluyor. Buna karşı çok yoğun ve tarihi bir direniş geliştirmek elbette başta gerilla olmak üzere tüm Kürtlerin boyun borcudur. Hareketimizin uyguladığı strateji gereği şimdiye kadar bazen gerilla, bazen de siyaset eksenli bir mücadele yürütülüyordu. Yeni süreçte, daha doğrusu devrimci halk savaşının yeni aşamasında ise gerilla öncülüğünde topyekun bir mücadele devreye girecektir. Çünkü Türk devleti ve AKP hükümetinin mevcut durumda yürütmekte olduğu ve hiçbir insani ahlak ve kurala sığmayan saldırılarına karşı gerilla öncülüğünde bir mücadele geliştirip başarıya ulaştırma dışında bir seçenek yoktur. Zira AKP faşizmi bu yıl içinde Kürt halkına yapabileceğinin en fazlasını yapmıştır. Önderlik üzerinde uygulanan ağır tecritten tutalım gerillaya dönük sınır tanımaz saldırılara, kitlesel tutuklamalardan, kimyasal silahları kullanmaya kadar elinden gelen her şeyi ve aracı kullanmıştır. AKP bundan sonra bu faşizan saldırıları daha fazla uzatma olanağı bulamaz. Bölgenin yeniden yapılandırıldığı bu dönemde AKP’nin acele edip sonuç almaya çalışmasının nedeni budur. O nedenle buna karşı şiddetli bir direniş geliştirmek Kürt halkı açısından tarihi öneme sahiptir ve insan olmanın temel koşulu da bu direniş süreci içerisinde yer almaktan geçiyor. BAHOZ ERDAL: Türk sömürgeci devleti kış boyunca, gerilla için kış koşullarının dezavantajını da fırsat bilerek bütün gücüyle Önderliğe, gerillaya ve halka saldırdı. Bu kış uluslar arası savaş kurallarını da çiğneyen yoğun operasyonlar sonucunda belki bazı kayıplar verdik, fakat ölçü, kural ve ahlak için bir taraftan baharın gelmesini istemezken, diğer taraftan ise bahar hamlemizin zayıf geçmesi için hazırlıklarımızı sabote etmek ve karlar erimeden operasyonlar yoğunlaştırarak, güçlerimize darbe vurmak istemektedir. Kitlesel tutuklamaların diğer nedeni de bu amacı taşımaktadır. Sömürgeci Türk devleti ve faşist AKP hükümetinin yürüttüğü ve yürüteceği saldırıların hiçbir biçimde mücadelemizi kesintiye uğratmayı bir yana, zayıflatması mümkün değildir. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi, AKP’nin bu saldırıları da halkımızın özgürlük özlemini yok edemez. Çünkü Kürdistan gerillası 28 yıllık pratik sa- tanımayan bu saldırılar her şeyden önce gerillanın kin ve öfkesini büyüttü. Gerillalarımız bu kışı güçlü ve sonuç alıcı bir direniş sürecini geliştirmenin hazırlık aşaması olarak değerlendirdi. Özellikle bu kış sürecinde bütün güçlerimiz Önderliğimizin Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtler savunması ekseninde derin bir eğitim sürecinden geçtiler, yıl pratiklerini sorguladılar. Bütün gerilla yapımız, faşist AKP ve Türk devletine karşı duydukları kin ve öfke ile onlardan tarihi hesap soracaklarına dair büyük kararlılık içerisinde bulunmaktadırlar. Düşman bunu bildiği vaşta yenilmez bir güç olduğunu herkese ispatlamıştır. Kaldı ki gerillalarımızın arkasında muazzam bir savaş tecrübesi ve bu tecrübeyi sonuç alıcı kılacak güçlü bir fedai ruh bulunuyor. Bu anlamda gerillalarımız geçmiş uzun yılların birikimi, tecrübesi, ideolojik-felsefi derinlik ve sahip oldukları kin ve öfke ile bu bahardaki hamleyi zafer hamlesine dönüştüreceklerdir. Kuşkusuz ki halkımızda gerilla öncülüğünde baharda başlatılacak yeni hamle sürecini sabırsızlıkla bekliyor. 2012 Newrozu Önderliği özgürleştirme ve demokratik özerkliği yaşanan bir STERKACİWAN: 2012 baharı HPG açısında ve Kürtler açısından nasıl bir bahar olacak, 2012 baharını geçmiş yıllardan ayıran özgünlükler nelerdir? 25 Adar 2012 STÊRKA CİWAN gerçekliğe dönüştürme hamlemizin startı verecektir. Bu açıdan bu yılki Newroz çok farklı bir Newroz olacaktır. Halkımız, Türk devletinin son yıllarda yürüttüğü soykırım operasyonlarının hesabını bu Newroz’da çok güçlü soracaktır. Halkımız, 8 Mart’tan başlayıp, Newroz’da zirveye çıkaracağı görkemli serhıldanlarla sömürgeci Türk devletinden hesap soran bir anlayış içinde olacaktır. Gerilla da kendi strateji ve taktik duruşuna uygun yaşadığı yoğunlaşma temelinde harekete geçip, bu baharı Kürtlerin devrim baharına dönüştürme hamlesine her zamankinden daha fazla öncülük edecektir. STERKACİWAN: Önder Apo üzerinde uygulanan tecride karşı Kürt gençliğinin görevleri nelerdir? BAHOZ ERDAL: Önderliğimize İmralı’da uygulanan vahşet ne Guantanamo’da, ne de Bağdat’taki Ebu Garip zindanlarındaki savaş esirlerine uygulanmıştır. Önderliğimizin yanı sıra halkımıza karşı da soykırımları aratmayan saldırılar süreklileşen bir tarzda ve aralıksız devam ediyor. Bu çağda halkımızın anadilinde eğitim hakkı bile hala kabul edilmiyor, hatta anadilini isteme katliam gerekçesine dönüştürülüyor. İçinde 70 yaşındaki analarımızın da bulunduğu binlerce yurtsever Kürt KCK operasyonları adı altında rehin alınıp zindanlara atılmaya devam ediliyor. Dünyanın neresinde, hangi coğrafya veya ülkesinde bir halka bu uygulamalar yapılırsa, doğal olarak ona karşı korkunç direnişler ortaya çıkacaktır. Zaten bu tür uygulamaları kabul eden, teslim olan bir halkın bu dünya üzerinde varlığını sürdürmesi mümkün değildir. O açıdan toplumsal özgürlükleri ve değer yargılarına bağlı olan bir halkın kapsamlı direnişle varlığını sürdürmesi kadar daha kutsal bir durum olamaz. Bu tür süreçler özellikle gençlere çok tarihi ve kapsamlı görevler yüklüyor. Bu nedenle kendine yurtsever, devrimci, demokrat hatta Müslüman diyen hiçAdar 2012 26 bir Kürt genci bu yapılan vahşetlere karşı sessiz kalmamalıdır. İçinde ülke ve halk sevgisi besleyen bir kişinin özellikle bir gencin yapılan bu faşizan katliamlara ve vahşetlere karşı kıyamet koparmayı andıran bir mücadele içerisine girmesi gerekiyor. Önderliğin ağır esaret koşullarında tutulmasına, halkımız üzerinde yürütülen soykırım operasyonlarına ve insani taleplerine karşı uygulanan faşizan şiddet uygulamalarına karşı hiçbir şey olmamış gibi davranması, sessiz kalması özgür yarınlarımız için büyük tehlike arz ediyor. Bir Kürt genci bu açıdan yapılanlar karşısında sıradan bir yaşamı asla kabul etmemelidir. Nasıl ki Arap aleminde gençler daha fazla özgürlük ve demokrasi adına yapılan serhıldanlara öncülük yapıyorsa, Kürdistan’ın dört parçası başta olmak üzere diasporada bulunan gençler de aynı biçimde bu tarihi kader tayin edici süreçte öncülük rollerini büyük bir istek ve heyecanla yerine getirebilmelidirler. Eğer bir Kürt genci halkına karşı yapılan bu zulüm ve saldırılar karşısında hala normal bireysel yaşamını sürdürüyorsa, devrimci-yurtseverliğini bırakalım, onun insanlığından şüphe duymak gerekiyor. Bunun paralelinde yapılan vahşet ve katliamlar karşısında kin duyguları kabarmayan bir gencin doğru bir sevgi sahibi olması da söz konusu olamaz. Yine aynı şekilde yapılanlara karşı kin duyguları ayaklanmayan bir gencin halkını, ülkesini, toprağını, kültürünü, kısacası toplumunu sevmesi de beklenemez. Bir insan zulme ve kötülüğe öfke beslediği ve bu öfkesini örgüt ve eyleme dönüştürdüğü oranda, sevgi duyguları anlam kazanır. Zaten öfkesi büyük olanların eylemleri de büyük STÊRKA CİWAN oluyor. Halk ve mücadele olarak içinde bulunduğumuz bu tarihi dönemde serhıldanın en radikal öncülüklerinden tutalım, gerillaya en kitlesel katılımlara kadar gençlerin esas alacakları direniş ile adeta kıyamet koparmayı andıracak bir eylem çizgisi geliştirmeleri bir zorunluluk haline gelmiş bulunuyor. Gelinen aşamada Önderlik üzerinde uygulanan tecridi kaldırmaya endeksli eylemsel çizgi bu sürecin ihtiyaçlarına yanıt olamaz. Çünkü dönem Önderliği özgürleştirme dönemidir. Bu açıdan yapılacak her eylem, atılacak her adım Önderliğin özgürlüğünü sağlamaya dönük olmalıdır. Bilindiği gibi Önderlik özgürleşmeden, halkımız üzerinde uygulanan katliam ve soykırım tehditleri de ortadan kalkmayacaktır. Her Kürt gencinin özellikle de Avrupa’da bulunan Kürt gençlerinin bu perspektif temelinde yeni hamle süreci içerisinde yerini alması ve hedef olarak gerillalaşmayı önüne koyması, halkımızın özgürlüğünü sağlaması açısından önemlidir. STERKACİWAN: 2012 yılının bir gerilla yılı olacağı öngörülüyor, bu anlamda Kürt gençliğinin gerillalaşmasının hem yıl açısında hem de genel anlamda önemi nedir? BAHOZ ERDAL: Önümüzde iki yol var: “Ölümler olmasın” safsatası adına ya teslimiyeti kabul edeceğiz, ya da kutsal ve tarihi bir direniş geliştirerek halkımızı yüzyıllardır özlemini duyduğu özgür yarınlara taşıyacağız. Bunun orta yolu yoktur. İnsanlık erdemleri ve değer yargılarından kopmayan hiç kimse, hiçbir güç teslimiyet gibi alçakça bir yaşamı kabul edemez, yani direnişten vazgeçemez. Dikkat edilirse bu tarihi süreçte, tarihi rol oynayacak olan gerilla olduğu için saldırıların merkezine konulan da gerilla oluyor. Düşmanımız çok iyi biliyor ki Kürdistan gerillası durduğu sürece Kürt halkının iradesi kırılamaz, teslim alınamaz. Düşmanın gerillaya bu kadar öfke duyması ve saldırmasının esas nedeni budur. Kürdistan gerillası Kürt gençliğinin en bilinçli, en örgütlü, en cesur, en temiz ve en güzel topluluğunu teşkil ve temsil ediyor. Zaten bu izahat gençliğin gerillaya katılımının ne anlama geldiğini yeterince ifade etmeye yetiyor. Madem ki düşman bütün gücüyle gerillaya yönelip imha etmeye çalışıyor, o zaman Kürt gençleri de kitlesel düzeyde akın, akın gerillaya katılmalı, gerillayı büyütmelidir. Hareketimizin önemli bir özelliği de düşman saldırılarını daha güçlü bir çıkışa vesile yapmasıdır. Bu anlamda gerillaya yönelik faşist saldırılar yaygınlaştıkça, gerilla zayıflama yerine daha da güçleniyor. Saldırılar gerillayı küçültmüyor, aksine büyütüyor, daraltmıyor, tersine genişletiyor. Apocu hareketin mayasında bu özellik her dönem ve süreçte geçerliliğini korumayı başardığı için Kürdistan Özgürlük Hareketi bu aşamaya kadar yenilmezliğini sürdürmüştür. Kürdistan gençliği özellikle bu kader tayin edici süreçte Avrupa’nın yoz, çürütücü, özünden uzaklaştırıcı, kökünden koparıcı yaşam tarzı ve zihniyetinden kendini kurtararak özgür durmakta ısrarın bir gereği olarak gerillalaşmayı önüne hedef koyması en erdemli ve tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Avrupa’da bulunan her Kürt gencinin özüyle yeniden buluşmak için yüzünü ülkesine, Kürdistan dağlarına çevirmesi bu açıdan anlamlıdır. Dini-imanı bütün bir Müslüman için Kabe neyse, tarihsel ihtişamıyla yeniden buluşmak isteyen bir Kürt genci için de Kürdistan dağları o dur. Kürdistan gençliği gerillaya aktif katılım sağlayarak halkının özgürlük davasını başarıya ulaştıracağını dostdüşman herkese göstermelidir. 27 STERKACİWAN: Son olarak gençlere çağrınız nedir? BAHOZ ERDAL: Kuşkusuz ki, 2011 yılında Avrupa yurtsever gençliğinin çalışmalarında belli düzeyde gelişmeler sağlandı. Bu anlamda çok sayıda güçlü eylemselliklerde oldu. Yapılan eylemsellikler ve aktivitelerin önemli rol oynadığı açıktır. Fakat sürecin sahip olduğu karakter ve özellik gereği 2012’de daha derin, geniş ve yaygın bir örgütlenme gerekiyor, bu anlamda daha geniş ve etkili bir eylemsellik süreci gerekiyor. Her şeyden önce bu dönemin ihtiyaçlarına yeterince yanıt olmak için her Kürt genci kendini mücadele, eylem ve örgütlenmeden sorumlu görmelidir. Zaten devrimciliğin en önemli özelliği sorumluluk ruhunun güçlü olmasıdır. Hiçbir genç başkasından beklentili bir ruh haline kapılmamalı, kendi inisiyatifi ile sürece yanıt olmanın eylemsel duruşu içinde olmalıdır. Sorumluluk duygusuna sahip bir genç nerede olursa olsun bir örgüt ve eylem gücü yaratabilme kudretine erişecektir. Apocu gençlik böyle olunur. Kendini sorumlu gören, sürecin sahip olduğu karakter üzerine yoğunlaşan bir genç hiçbir engele takılmadan, tarihi görevlerini rahatlıkla omuzlayabilir. Zaten Apocu gençlik yaşamı ve eylemiyle düşmanın korkulu rüyası haline gelmesini bilendir. Avrupa’da bulunan tüm gençlerimizin yeni hamle sürecinin çizgisine uygun örgütlenme anlayışı ve eylemsel aktivite geliştireceğine inanıyor, gerillalaşmayı en büyük hedef olarak önüne koyup özgür ortama gelerek pratikleştireceğine inanıyorum. Bu temelde Avrupa gençliği başta olmak üzere, tüm Kürdistan gençliğini selamlıyor, yeni hamle sürecinin en etkili öncü gücü olacakları inancıyla başarılar diliyorum. *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN GÜNCEL Öcalan’a özgürlük, Kürdistan’a siyasi statü Ulaş ARAS “Sürgün bir halkın ülkeye yürüyüşünün bir provasıydı gerçekleştirdikleri yürüyüş. Statü istiyorlardı. Ateşler içindeki bedeni ile Evrim yoldaşın kulaklarına fısıldadığı cümleler ile statü taleplerini anlattılar her durakta işitmemiş kulaklara. Evet, bu bir provaydı. Statü kazanacak bir halkın milyonlar ile ülkesine yürüyüşünün provasıydı” Adar 2012 Hava oldukça soğuk, eksi otuz dereceyi bulan soğukta bıyıkları ve saçları buz tutmuş, ayakları ayazdan donma noktasına gelmiş, elleri neredeyse kas katı kesilmiş. Ama O sıkı sıkı sarıldığı bayrağı bir an olsun indirmeden yürümeye devam ediyor. Beraberinde onlarcası, ellerindeki posterler ve bayraklar ayazda havanın esintisi ile dalgalanırken dillerinde hep aynı slogan ‘Biji Serok Apo’ kim bilir kaç yüz defa attıkları bu sloganı her bir defasında daha bir gür haykırıyorlar. Ayaklarının altındaki karlar kütürdeyerek ezilirken, arkalarındakilere yol açmaktalar. İsimleri Şenge, Cuma, Songül, Vedat Öznur, isimleri ‘uzun yürüyüşçüler’, isimleri ‘özgürlük yürüyüşçüleri’ her biri ayrı bir ülkeden gelerek, Cenevre’de buluştular. Yürüdükçe birlik oldular, Şenge ana attı ilk adımı, ardından Cuma heval, sonra Öznur Yoldaş ve diğerleri. Yol uzun yürünecek 18 günlük bir yürüyüş onları bekliyor. Yaşları mı? Yaşları yok. 18 yaşındaki bir gence şakayla karışık takılıyor Cuma heval “Vedat sen mimsin genç olan, ben miyim?” ve gerçekten de yaşları yok onların. Bakmayın siz haberlerde her gün geçen şu ‘yaşları 18 ila 73 arasında değişen yürüyüşçüler’ cümlesine yanlış yazımdır yazılanlar. Doğrusu ‘yaşları 28 18 ila 18 gibi yürüyen yürüyüşçüler’ olarak yazılacakken, haberi yapanlar bir redaktasyon hatasıdır tutturmuş gidiyorlar. Yine haberlerde geçen bir cümle ‘Kürtler ve dostları yürüyüşlerine devam ediyorlar’ sorsanız Henri’ye sen Vedat hevalin dostu musun diye? Vereceği yanıt net ‘hayır biz hepimiz Öcalan’ın yoldaşlılarıyız’ ya da Öznur Yoldaş yaptığı röportajda ‘bütün yoldaşlar büyük bir irade savaşı veriyor’ diyorsa eğer, hiç kusura bakmasın habercilerimiz derhal kendilerini gözden geçirsinler. Evet, onlar yaşları 18, isimleri ‘özgürlük yürüyüşçüleri’ olan, sa- STÊRKA CİWAN yıları her adımda milyon olan Öcalan’ın yoldaşları. Dedik ya hava oldukça soğuk, ama onların birçoğu dağlara alışkın, fakat bu kez yürünen Kürdistan dağları değil, İsviçre Alpleri eeee haliyle dağlar yabancı olunca soğuğu da yabancı oluyor. Vedat yoldaş ‘Kürdistan dağlarında arkadaşlar ne yapıyor acaba’ diye soruyor’, arkadan bir yanıt geliyor hemen ‘Bahara hazırlanıyorlar, Vedat Strasbourg’a ulaştığında onu nasıl bir eylemle selamlayalım diye yoğunlaşıyorlar’ ve gülümsemeler. Hava oldukça soğuk ama yürekler, sohbetler öyle sıcak ki yürüyüşçülerin yüzlerinden tebessüm eksik olmuyor. Avrupa Kürt Dernekleri Konfederasyon’unun (KON KURD) ‘Öcalan’a özgürlük, Kürt halkına siyasi statü’ sloganı ile başlatmış olduğu 18 günlük bu yürüyüş ile tarihi bir eylem gerçekleştirildi. Tarih 31 Ocak 2012’yi gösterirken Cenevre’de toplanan Öcalan’ın yoldaşları, 1 Şubat’ta yürüyüşlerine başladılar. Avrupa son 40 yılın en soğuk kışını yaşarken, onlar son 40 yılın en uzun yürüyüşü için yollara koyulmuşlardı bile. İlk günler soğuk havaya alışmak zorlayıcı olmadı değil, ama eylemin amacı büyük olunca kimse sesini çıkarmıyor. Eylemciler yüzlerine vuran soğuk havayla konuşuyor “ey ayaz şimdi sen beni yolumdan alı koymak için uğraşıyorsun ya, ama nafile bir uğraş içerisindesin, özgürlükleştirilecek bir ‘Güneş’im’ var benim, ben onun sıcaklığına yürüyorum. Çekil şimdi yolumdan” İlk günler böyle aşılıyor. Yürüyüşçüler gündüzleri ayazla konuşarak başladıkları yürüyüşlerinde, karlarla, buz ve esen rüzgarla konuştu, açlıkla ve yorgunlukla konuştu, her birini teker teker ikna ettiler. Hepsine söylenen şey aynıydı. 29 “özgürlüğe yürüyoruz oyalanacak vaktimiz yok” böylece tüm zorlukları bire birer ikna ettiler. Yeri gelmişken o haber yapan haberciye bir çift sözümüz daha var. “acımasız doğa koşularına rağmen yürüyüşlerine devam eden yürüyüşçüler” diyor ki, doğa acımasız değildir. Acımasız olan karşısında oturup baktığın cam ekran, bilgisayar ve duygudan yoksun yaptığın tekniki haberlerindir. Doğa bizi anladı diyor bir yürüyüşçü; 24 saat yanımızdaydı o, evet hava soğuktu ama biz bunun ‘Güneş’in’ esir olmasından kaynaklı olduğunu biliyorduk. Kar, tipi, ayaz hepsi üzerimize üzerimize geliyordu ama biz bu işin sonunda bahar olduğunu biliyorduk. Bilmediğimiz senin o bilgisayarın karşısında bunu ne kadar hissettiğindi. Yani sözün özü doğa acımasız değildi. O bizim sesimizi duydu, ama sen bir türlü sesimizi duymadın diyor. Haliyle duymayan haberci, duyuramaz da ‘acımasız habercilik koşullarına rağmen biz yine de yürümeye devam ettik.’ Her akşam başka bir sofraya konuk oldular yürüyüş boyunca. Soğuktan donan ellerin her akşam başka bir mekanda ovuşturarak ısıtırken anlatmaya devam ettiler, süreci, eylemlerinin amacını, ne istediklerini anlattılar Adar 2012 STÊRKA CİWAN îro çerxa şoreşê, fireh digerîne li qadên cîhanê, deng dilezîne destarê proleter, hûr diherîne ket xar û nû keran qada hildîne nav dîwarê zîndana, heya serê çîya hildin ala sor, berxwedan jiyan rê, ronahî rêberê me xwîna şehîdan rêberê me ye partîya kârkêran… uzun uzun. Tüm cümlelerin başlangıcı Öcalan ile başlarken, özgürlük ile noktalanıyordu. Hz İsa bile imreniyordu onlara, bunca havarisi olsaydı neleri yapabileceğini düşünerek. Evet Öcalan’ın havarileriydi onlar, ulaştıkları her durakta ondan bahsettiler, onu anlattılar ve onun için özgürlük taleplerini yenilediler. Sürgün bir halkın ülkeye yürüyüşünün bir provasıydı gerçekleştirdikleri yürüyüş, Statü istiyorlardı. Ateşler içindeki bedeni ile Evrim yoldaşın kulaklarına fısıldadığı cümleler ile statü taleplerini anlattılar her durakta işitmemiş kulaklara. Evet, bu bir provaydı. Statü kazanacak bir halkın milyonlar ile ülkesine yürüyüşünün provasıydı. Cemre yoldaş bir yandan yürürken bir yandan da o hayali kuruyordu. ‘Bir gün Önderliğimiz ve ülkemiz özgürleşecek ve biz Avrupa’dan milyonlar olarak Kürdistan’a doğru bir yürüyüş eyleyeceğiz. Tek tek sınırları aşacağız, sınırsız bir ülke bizi bekleyecek. Amed kadar her bir Adar 2012 durakta binler katılacak yürüyüşümüze, milyonların ‘uzun yürüyüşü’ diyecekler. Milyonların Kürdistan yürüyüşü, Önder Apo’ya ulaşma yürüyüşü. Amed şehrine insan seli akacak. Ve surlarda Özgürlük Güneş’i parıltılı gülümseyişi, o gür ses tonu ile bizi selamlayacak. “hoş geldiniz ülkenize, kazandık işte bakın, bu şehir bizim, bu ülke bizim, KAZANDIK” diyecek. Ve o anda irkiliyor işittiği ses ile en önlerden gelen Ozan Şemdin’in sesi ile önce İsmet heval ses veriyor sese, sonra Jinda heval, sonra diğerler ve diğerleri… Her sabahın şafağında koyuldukları yollarda, 18 gün boyunca marşlarla yürüdüler, halaylarla ısındılar. Ve uzun bir yolculuğun sonunda olaştıkları noktada onbiler oldular. Strasbourg’a akan insan selinin en önünde onlar yürüyor. Birkaç kilometrelik yoldan şikayet edenler onların kararlı adımlarını gördükçe sessizleşiyor. Uzun yürüyüşçülerin Strasbourg mesajı özetle tek bir cümle. “Biz bir halkız ve özgürlüğe susamışız, hiçbir güç özgürlüğe ulaşmamızı engelleyemeyecek” Ve başlarken atılan sloganı onbinler hep bir ağızdan haykırıyor Strasbourg meydanında “biji Serok Apo.” Şimdi gözler Amed Newrozunda. Uzun yürüyüş ile startı verilen direniş hamlesinin Kürdistan’ın başkentinde yakılacak Newroz ateşi ile dağlardaki karları eriteceği söyleniyor. İşte esas yürüyüş o zaman başlayacak, karlar eridikçe dağlardan patikalar Botan’a, Serhat’a, Amed’e doğru kıvrılacak. Gerillaların uzun yürüyüşünü milyonlar bekliyor… ‘Amed baharı’ ve ‘gerilla baharı’ Avrupa’nın soğuk havalarına rağmen yürünen bunca yol bahara yapılan bir çağrıdır. *** 30 STÊRKA CİWAN ANALİZ Katliam ve Direniş Halepçe’den Roboski’ye Cemal ŞERİK “Katliam ve bunun karşısında tek ve meşru yol/seçenek olan direniş gerçeğinin üzerinde durulmasını daha da bir gereklilik haline getirmiş olmaktadır” Kürt Halk tarihinde kalıcı izler bırakan anların/olayların yaşandığı aylar arasında Mart ayı öncelikli bir yere sahiptir. 21 Mart Kürt takviminde yılın ilk günü olarak kabul edilmektedir. Yine 21 Mart Kürtlerin “kutsal yurt tutma” mücadelesinin bir simgesi olan “Newroz” olarak anlam kazanmaktadır. Sadece bununla da sınırlı kalmayarak; sürekli olarak tarih içerisinde anlamına yeni yeni anlamlar yüklenmiştir. Çağdaş Kawa’laşan Mazlum Doğan (1982), Zekiye Alkan(1989), Rahşen Demirel(1991), Beriwan- Ronahi(1994) arkadaşalar’ın eylemleri gerçekleşmiş, ERNK(1985) ve KCK’nin (2005) kuruluş ilanları ve de Önder Apo’nun “Reber” olarak (2005) halk tarafından kabulü böylesi bir günde yaşanmıştır. Bunlarla birlikte 1992 Newroz’u başta Cizre, Şırnak ve Nusaybin olmak üzere onlarca Kürdün katledildiği bir gün haline getirilmiştir. Elbette Mart ayını 21 Mart ve Newroz’la sınırlandırmak da mümkün değildir. Başka anlamlarla da yüklüdür. Büyük Komutan Mahsum Korkmaz 28 Mart da(1986) katledilmiş, Halepçe katliamı 16 Mart’ta(1988) gerçekleşmiştir. Kürt Halk tarihi içerisinde Mart ayı, bu yaşanmışlıklarla birlikte ele alındığında bütünlüklü bir anlama kavuşmuş olmaktadır. Burada da bu bütünsellikli yaklaşıma 31 bağlı kalarak Mart ayının öne çıkan yönlerinden olan “katliam ve direniş” boyutu üzerinde duracağız. Özellikle böylesi bir boyutun öne çıkarılmasında, içerisinden geçmekte olduğumuz sürecin özelliklerinin rol oynadığını belirtmeliyiz. Bugün Kürt halkı kelimenin tam anlamıyla bir dönüm noktasında yol ayrımı içerisinde bulunmaktadır. Bu, direniş ve katliamların karşılıklı cephelerde konumlanılmış olunduğu gerçekliğini ifade etmektedir. Sömürgeci Türk Özel-kirli savaş rejimi yaşadığı tükenmişlik ve çaresizliğin bir sonucu elinde bulunan son gücünü kullanmakta ve Kürtlere karşı bir soykırımı dayatmaktadır. Bunu da uygulamaya koyduğu katliamlar serisi ile gerçekleştirmektedir. 2010 Yılında “Piyaniş” de, 2012 yılında “Geliyé Teyeré”de gerillaya ve “Roboski”de sivil halka karşı gerçekleştirilen katliamlar bunlar arasında yer almışlardır. Van’da yaşanan depremleri bile adeta katliam düzeyinde bir saldırı aracına dönüştürülmüş olması gerçekliği de Türk Özel-kirli savaş rejiminin bu gerçekliğinin bir göstergesi olma özelliğini taşımaktadır. Bunun karşısında ise bir bütün olarak Kürt halk direnişi gündeme gelmiş bulunmaktadır. Devrimci Halk Savaşı biçiminde kendini ifadeye kavuşturmuş olan bu Meşru Savunma Savaşı, gelinen aşamada İskenAdar 2012 STÊRKA CİWAN der’in kılıcı gibi “Goordiyon düğümünü” çözecek bir çözüm gücü/yöntemi ve seçeneği olma özelliği halini almıştır. Var olan bu gerçeklik; katliam ve bunun karşısında tek ve meşru yol/seçenek olan direniş gerçeğinin üzerinde durulmasını daha da bir gereklilik haline getirmiş olmaktadır. Kürt Halk Tarihinde Katliam ve Direniş Katliam ve direniş Kürt halk tarihinde sürekli olarak karşıtlık içerisinde olmuşlardır. Bu çerçeve de Kürt halkı işgalcilere ve katliamcılara karşı sürekli bir direniş göstermiştir. Gösterilen bu direnişlerde farklı biçimlerde kendini göstermiştir. Bunlar kimi zaman şiddetli karşı koyuşlar biçiminde yaşanırken, kimi zaman da kendini koruma biçiminde gerçekleşmiştir. Bunun sayısız örnekleri vardır. Özellikle de Arap Emevi hanedanlıkları döneminden itibaren Kürt tarihine geçen katliam ve direnişlerde bunu görmek mümkündür. Haccac-ı Zalim gibi Emevi komutanları Kürdistan’da tam bir katliam gerçekleştirmişlerdir. Eli kılıç tutabilecek yedi yaşından büyük Kürt erkekleri katliama tabi tutulmuştur. Geride kalıp da ele geçirebildikleri Kürt kadın ve çocuklarına el konulmuştur. Safavi ve Osmanlı hanedanları da Haccac’ı Zalimi izlemekten geri kalmamışlardır. 19 ve 20 yüz yıl Kürdistan’ında bunun sayısız örnekleri yaşanmıştır. 1925’ler ve 1940’lar arasında daha yoğun olarak da Kuzey Kürdistan tam bir soykırım alanı haline getirilmiştir. Daha sonra da bu soykırımlar farklı biçimlerde devam etmiştir. Doğu ve Güney Kürdistan’da yaşananlar da Kuzey Kürdistan’da yaşanmış olanlardan geri kalmamıştır. Doğu Kürdistan’da İran Şahı ve sonrasında yönetimi ele geçiren güçler baskıların dozunu sürekli arttırmışlar ve katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Kürdistan’da gerçekleştirilenlerinin bu katAdar 2012 liamlar içerisinde Güney Kürdistan’da yaşananlar ise uluslar arası kamuoyu tarafından en fazla bilinenler arasıda yer almıştır. İran ve TC devletleri egemenlikleri altında tuttukları Kürdistan parçalarında halkımız üzerinde gerçekleştirdikleri katliamları uluslar arası kamuoyundan bir yönüyle gizleyebilmişler ve konjonktürel durumun da sağladığı elverişlilikten yararlanarak tepkilerin gelişmesini frenleyebilmişlerdir. Irak rejiminin gerçekleştirdiği katliamlar ise, TC ve İran devletlerinin yapmış oldukları katliamlardan daha etkili bir şekilde kamuoyuna yansıyabilmiş ve tepkilerle karşılaşmıştır. O günkü konjonktürel durumun, İran-Irak devletleri arasında süren savaşın, Irak rejiminin karakteri ve Güney Kürdistan’da Kürdistani hareketlerin uluslar arası ilişki ve mücadelelerinde bunda rolü olmuştur. Bu yönleriyle Güney Kürdistan’da halkımızın yaşadığı katliamlar uluslar arası kamuoyunun bilincinde kalıcı izler bırakmışlardır. Bu katliamlarda uluslar arası sözleşmelerle yasaklanmış olan ve savaş suçu olarak kabul edilen kimyasal gaz ve bombalarında kullanılmış olması bunda etkili olmuştur. Bu katliamlar içerisinde Halepçe’de yaşanmış olanın etkisi diğerlerine oranla daha sarsıcı boyutlarda görülmüştür. Öyle ki, o süreçte uygulamaya konan soykırım planı Halepçe katliamı ile anılır bir hal almıştır. Halepçe Katliamı Halepçe katliamı 16 Mart 1988 tarihinde gerçekleştirilmiş olsa da; 23 Şubat tarihinde başlayan ve 6 Eylül 1988’ kadar süren Enfal soykırım harekatının önemli bir halkası olarak gerçekleştirilmiştir. Bu soykırım harekatı süresi içerisinde Başta Halepçe, 32 Duceyde, İnab, Hurmal, Sirva kasabaları dahil binlerce köy uçaklar tarafından bombalanmıştır. Kimyasal bombaların kullanıldığı bu saldırılardan kurtulan insanların büyük bir çoğunluğu tutsak alınmıştır. Tutsak alınanlar arasında bulunan kadınlar ve çocuklar özel kamplara gönderilirken, 15 yaşından büyük erkekler esir kamplarına götürülmüş ve bunlardan önemli bir kısmı bu kamplarda katledilmişlerdir. Enfal soykırım harekatı boyunca da, toplam iki yüz bine (200.000’e) yakın Kürt katledilmiştir. Enfal soykırım harekatının en vahşi bir şekilde yaşandığı yer ise Halepçe olmuştur. 16 Mart 1988’de Halepçe’ye yönelik saldırı da binlerce kişi yaşamını yitirmiştir. Uçaklar tarafında yapılan bombardımanlar aralıksız devam etmiştir. Sığınaklara ve çevreye dağılarak STÊRKA CİWAN kendini korumak isteyen insanlar üzerine Helikopterlerden ve uçaklardan kimyasal bombalar atılarak geride canlı namına hiçbir şey bırakmak istenilmemiştir. Bu saldırlar da Yirmi binden (20.000’den) fazla insan katledilirken, bundan çok daha fazla sayı da insan kimyasal gazların, bombaların etkisiyle yaralanmış ve sakat kalmışlardır. Sadece insanlarda katledilmemişlerdir. O coğrafya da canlı namına ne varsa onlarda bir kırıma tabi en fazla sarsan bir soykırım harekatı olarak tarihe geçen bir katliam yaşanmıştır. Halepçe’de gerçekleşen bu vahşeti Irak da Saddam Hüseyin rejimi gerçekleştirmiştir. Kimyasal Ali olarak anılan General Ali Hasan El Mecid gibi eli kanlı; sadist, faşist bir kişi ve onunla hareket eden güruh takımı bu katliamın yaşanmasında fiili ve aktif bir şekilde rol oynamıştır. Fakat tutulmuşlardır. Kimyasal gazlarla oradaki bitki örtüsü yok edilirken; adeta oralar bir daha otun bile yeşermeyeceği bir coğrafya haline getirilmek istenilmiş ve hayvan sürüleri de katledilmiştir. Aradan otuz dört(34) yıl gibi bir süre geçmesine rağmen bugün bile bu soykırımın etkileri hala devam etmektedir. Hala çocuklar sakat doğabilmektedirler ve toprağın yeşermediği yerler bulunmaktadır. Bu şekilde tam bir vahşetin yaşandığı Halepçe’de ikinci Dünya savaşında ABD’nin Nagaza’ki ve Hiroşima’ya karşı kullandığı Atom bombasından sonra Dünyayı gerçekleştirilen Enfal soykırım harekatının tek sorumlusu sadece bunlar değillerdir. Bunlar yargılanmış ve mahkum edilmişlerdir. Ancak yargılanması ve tarih önünde hesap vermesi gereken başkaları da bulunmaktadır. Halepçe’de kullanılan kimyasal bombaların yapımında kullanılan kimyasal maddeler; başta İsviçre, Belçika, Almanya vb. gibi Avrupa devletlerinde üretilmiş ve T.C devleti üzerinden Saddam Hüseyin rejimine ulaştırılmışlardır. Bunlar tamamen belgelenmiştir. O nedenledir ki, bu güçlerde Saddam Hüseyin rejiminin Halepçe’de gerçekleştirdiği katliamın suç ortakları durumundadırlar. Enfal soykırım harekatının özelde de Halepçe katliamının üzerinden 34 yıl geçti. Bu soykırım harekatı tarihe bir insanlık suçu olarak kaydedildi ve bundan sorumlu olarak kabul edilenlerde, tarih önünde ve toplum vicdanında yargılandılar. Ancak aradan geçen bunca zamana ve mahkumiyete rağmen Kürtlerin acıları bitmedi, yeni soykırım ve katliamları yaşamaya devam ettiler. 28 Aralık 2011 günü Şırnak’ın Qıleban ilçesinin Roboski kö33 yünde gerçekleştirilen bir katliam da bunlara eklenen yeni bir halka oldu. Halepçe’den Roboski’ye Aslında Roboski’de yapılan katliam, aradan geçen 34 yılı bulan bir süreye rağmen, Halepçe katliamını gerçekleştiren zihniyetin yeniden harekete geçmesinin bir sonucu olarak yaşanmıştır. Saddam Hüseyin 23 Şubat 1988 ve 6 Eylül 1988 tarihleri arasına kalan süre içerisin de gerçekleşen aralarında Halepçe’de gerçekleştirilen katliamında olduğu soykırım harekatının adını “Enfal operasyonu” olarak koymuştu. Saddam Hüseyin’in gerçekleştirdiği böyle bir soykırım harekatına koymuş olduğu “Enfal” adını nereden aldığını Kuranı Kerimi okuyan her insan bilmektedir. İnanmış bir Müslüman’a “Enfal nedir?” diye sorulsa, tereddütsüz vereceği cevap “Kuranı Kerimde geçen bir süredir” olacaktır. Bu Sure’nin içeriğinde Allah’ın bağlı ve onun Resulüne inanan kulları ile Allaha ve onun Resulüne inanç konusunda ikircikli konumda olanlar Adar 2012 STÊRKA CİWAN ve Allah’ın varlığını inkar edenlerin Allah katında yerinin ne olduğu belirtilmektedir. Enfal Sure’sinden burada yapacağımız kısa alıntılardan da anlaşılacağı gibi Allahın ödüllendirici, bağışlayıcı ve cezalandırıcı yönlerine dikkat çekilmektedir. Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: “Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. Senin Rabbin meleklere vahiy etmişti: Muhakkak ki; Ben, sizinle beraberim. Artık âmenû olanlara (Allah'a ulaşmayı dileyenlere) sebat verin (destek olun). Kâfirlerin kalplerine korku vereceğim. Artık boyunlarının üzerine vurun. Ve onların bütün parmaklarına vurun. “Bu, onların Allah'a ve O'nun (Allah'ın) Resûl'üne karşı gelmeleri sebebi iledir. Ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelirse, (bu taktirde) bundan sonra muhakkak ki; Allah'ın ikabı (azabı) şiddetlidir.” Saddam Hüseyin 23 Şubat 1988 ve 6 Eylül1988 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Kürt soykırımına “Enfal” adını verirken, aslında Kürtleri kendisine karşı koyan, kendisini de sure de belirtildiği gibi cezalandırıcı yerine koymuştur. Tabi ki böylesi bir yaklaşım ve kendine göre Kuran-ı Kerimi uyarlama bir Müslüman için işlenmiş olan en büyük günahlardan biri olarak kabul edilecektir. Fakat bugün, o zaman Saddam Hüseyin’in yaptığı gibi Kuranı Kerimi hala kendine göre uyarlayanlar var. Bunlar İslam adına fetvalar yayınlamaktan geri kalmıyorlar ve“Köklerini kurutun”, “evlerini-barklarını ateşler sarsın” vb diyerek katliam emirleri veriyorlar. 28 Aralık 2011 günü Şırnak’ın Qalaban ilçesinin Roboski köyünde gerçekleşen katliamda böylesi bir fetva ve emirin hemen ardından gerçekleşmiştir. Roboski katliamından önce ABD’de sırça köşkleri mekan tutmuş olan FetAdar 2012 hullah Gülen’in TV ekranlarına yansıyan görüntü ve konuşmaları olmuştu. Orada kendine göre yapmış olduğu İslam yorumu ve Türkiye’nin siyasal sorunları üzerine olan değerlendirmelerini takiben, Kürtleri hedef gösteren, katliam emrini veren fetvası yer alıyordu. Fethulah Gülen ve onun akıl hocalığını yaptığı AKP özel-kirli savaş hükümeti böylece Irak’taki Saddam Hüseyin ve onun iktidar güçlerinin Türkiye’de rolüne soyunmuş oldular. Saddam Hüseyin’de Kürtlere karşı başlattığı soykırım harekatını, Kuran-ı Kerimden aldığı Enfal Sure’sinin adıyla uygulamaya koymuş ve celladı Kimyasal Ali adıyla anılan General Ali Hasan El Mecid’i hareket geçirmişti. Bu ise tarihe “Enfal harekatı” olarak geçmiştir. Bugün ise Fethullah Gülen ve R.Tayyip Erdoğan’da İslam adını kullanarak Kürtlere karşı bir soykırım politikasını devreye koymuş ve Kimyasal Necdet diye anılan Türk Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’i harekete geçirmiştir. Bunu da Kuran-ı Kerimden okunan ayetlerin ve arkalarında saf tutmuş olan ordusunun “amin” sözlerinin eşliğinde başlatmışlardır. . Fethullah Gülen’in bu fetvasından sonra da önce “Geliyé Teyeré”de gerillaya, ardından da “Roboski”de sivil halka karşı katliamlar gerçekleştirilmiştir. Ve halende bu soykırım harekatı devam etmektedir. Sonuç olarak bugün Kuzey Kürdistan’da AKP özel-kirli savaş hükümeti tarafından bir soykırım politikası uygulanmaktadır. Uygulamaya konan bu soykırım politikası daha önce gerçekleştirilen katliamlardan daha kapsamlı ve birçok cepheden hareketle yürütülmektedir. İmha amaçlı askeri harekatlarla birlikte, siyasal soykırım saldırıları da devreye konulmuş bulunmaktadır. Tüm bunlar; ekonomik, kültürel ve ideolojik alanda yürütülen saldırılarla bütünlüklü bir şekilde sürdürülmektedir. Bunların 34 yanında her türlü işbirlikçi ve hain takımını da kullanmaktan geri kalmamaktadırlar. Bunlar arasında Kürtlüğü bir çıkar aracı ve sermaye olarak kullanmak isteyen Kemal Burkay, İbrahim Güçlü vb.leri de bulunmaktadır. Kürdistan halkı yeni bir Mart ayını böylesine dört bir yandan saldırıların yoğunlaştırıldığı bir kuşatma altında karşılamaktadır. Fakat Mart ayı da Kürt halk tarihinde böylesine zorlu süreçlerde gerçekleştirilen güçlü çıkışlarla, başkaldırılarla, direnişlerle anlam kazanan bir ay olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır. Demirci Kawa’nın, Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın direnişleri ve Kürt özgürlük ve demokrasi güçlerinin attığı tarihsel adımlar Mart ayı içerisinde gerçekleşmiştir. Bu anlamda Mart ayı, son derece haklı olarak; tüm katliamlara ve saldırılara karşı özgürlüğe doğru güçlü ve sağlam adımların atıldığı bir direniş ayı olma onuruna erişen bir ay olmuştur. Yeni bir Mart ayının daha içerisinde bulunuyoruz. Bu yılda Kürt halkı, 2012 yılının Mart ayına, öncesinden yaptığı hazırlıklarla girmiştir. Uluslar arası komplonun yıl dönümü olan 15 Şubat’a daha günler kala yapmış olduğu hazırlıklar doğrultusunda böyle biri girişi gerçekleştirmiştir. En ağır bedelleri ödeme pahasına da olsa meydanları doldurmuş ve Önderliğine sahip çıkmıştır. Tüm bunlar da Mart ayına girmeden günlerce öncesinde Mart ayının anlamına yakışır bir şekilde karşılanacağının birer habercisi olma özelliğini taşımıştır. Bu aynı zaman da başta 16 Mart 1988’de Halepçe’de en son olarak da 28 Aralık 2011 yılında Roboski’de gerçekleştirilen katliamlarda katledilen insanlarımız olmak üzere; huzurlarında saygıyla eğildiğimiz tüm şehitlerimizin anılarına olan bağlığımızın da bir gereği olmaktadır. *** STÊRKA CİWAN DOSYA KADIN VE 8 MART Stêrka CIWAN “1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında, Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerir. Kadın hakları hareketini, özellikle oy hakkını onurlandırmayı amaçlayan Kadınlar Günü önerisi oy birliği ile kabul edilir” 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihçesi çok hazindir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği savaşın temsili başlangıcı 8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York kentinde başlar. Konfeksiyon ve tekstil fabrikalarında çalışan 40.000 işçinin insanlık dışı çalışma koşullarına ve düşük ücrete karşı başlattığı grev, polisin saldırısıyla kanlı biter. Grevi kırmak ve başka alanlara da yayılmasını engellemek için acımasızca müdahale edilir ve dokuma işçileri fabrikaya kilitlenir. Fabrika yanmaya başlar. Yanan fabrikadan çıkamayan veya fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşamayan 129 kadın işçi yanarak can verir. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katılır. 1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın tüm kadınlar için Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırır. Kadınlara eşit hakların verilmesinin dünya barışını güçlendireceği kabul edilir. Bu olay Avrupa’da ve Amerika’da daha önceki yüzyıllarda yaşanan “Cadı Avcılığı”nın modern bir tekrarıdır; dahası Batı’nın kendini tehlikede his35 settiğinde neler yapabileceğini de göstermektedir. Takip eden yıllarda kadınlar sömürüye karşı örgütlenmeye başlar. 26-27 Ağustos 1910’da Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Kadınlar Günü gündeme alınır ve kabul edilir. Emekçi Kadınlar Günü birçok ülkede her yıl kutlanmaya başlar. İlk yıllarda belirli bir tarih saptanmamış olmasına karşın, her yıl ilkbaharda kutlanır. Emekçi Kadınlar Günü’nün 8 Mart olarak saptanması 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda kararlaştırılır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise 1977 yılında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul eder. Kadınlar dün olduğu gibi bugün de ikinci sınıf insanlar olarak görülmekte, dövülmekte, işkenceye tabi tutulmakta, tecavüze uğramakta, sömürülmekte, cinsel birer obje olarak kullanılmakta ve metalaştırılmaktadırlar. Bu insanlık dışı durumun baş sorumlusu tüm varlığı metalaştıran, insanlar arasındaki her türlü ahlaksal, toplumsal, insancıl ilişkiyi yok eden ve ekonomik ilişkiye dönüştürerek değersizleştiren mevcut ekonomik sistemdir. Adar 2012 STÊRKA CİWAN Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, hakim anlayış tüm dünyada kadınlarla ilgili gündemi çarpıtıyor, 8 Mart’ın içini boşaltıyor ve hatta bugün bile kadınlığı kullanarak sömürüsünü sürdürüyor. FEMİNİZİM Feminizm sözcüğü ‘femina’ Latince kadın anlamına gelen sözcükten türemiştir. 19.yy'da başlayıp içinde yasadığımız yüzyılda kadının toplumsal konumunun inanılmayacak kadar hızla değişmesi ile ilgilidir. İlk örgütlü kadın hareketi feminizm adıyla tanınmıştır. Venüs planeti sembolü aynı zamanda Feminizm hareketinin sembolüdür. Günlük yaşamımızda üzerinde en fazla tartışma yürütülen kavramlardan biri de feminizmdir. Bu kavram ekseninde çeşitli yorumlar yapılmakta ve tanımlamalar geliştirilmektedir. Kimilerine göre feminizm, kadınların hak ve hukukunu savunmanın adıdır. Kimilerine göre kadıncılıktır, erkek düşmanlığıdır. Kimilerine göre içinde ahlaki sapkınlığı barındıran, kadın egemenliğine dayanan bir eğilim ve harekettir. Ve kimilerine göre ise feminizm; kadının özgürlüğü için mücadele eden, ekonomik, siyasi, hukuksal olarak kadın erkek eşitliğini savunan, kadın özgürlüğünü salt bu hakların kazanılmasına indirgeyen değil, erkek egemen sistemin bir bütünen değiştirilip-dönüştürülmesi mücadelesini veren kadın hareketlerinin toplam ifadesidir. Bu açıdan çeşitli akımlardan oluşan feminizm, üzerinde düşünmeye ve tartışmaya değer çok önemli bir olgudur, konudur. Dünya’da Feminist hareketlerin ilk ortaya çıktığı süreç, 1789 Fransız devrimine denk gelen bir süreçtir. Feminist hareketlerin sönük de olsa ilk belirişi aydınlanma ve Rönesans sürecine dayansa da örgütlü, disiplinli ve etkili biçimleriyle Fransız devrimi Adar 2012 sürecinde ve sonrasında karşılaşıyoruz. Bu anlamda feminist hareketleri, 18. yüzyılın sonları ile 19. ve 20. yüzyıllara damgasını vuran sistem karşıtı hareketlerden biri olarak değerlendirmek gerekiyor. Feminizm Avrupa başta olmak üzere genel dünyada kadının bilinçlenmesinde, aydınlanmasında ve örgütlenmesinde önemli bir rolün sahibi olmuştur. Kadında belli oranda cins ve tarih bilincini geliştirmiş, erkek egemen zihniyet ve sistem sorgulamasını yaratmıştır. Feminist hareketlerin verdiği mücadele ile kadın, çeşitli hukuksal kazanımları elde etmiştir. Bu hakları kazanma uğruna çok büyük direnişler sergilenmiş ve çok büyük bedeller verilmiştir. Ancak maalesef feminist hareketler bütün bu mücadelelere rağmen kadını iktidar-devlet sisteminin ve erkek egemenliğinin denetiminden ve etkisinden çıkaramamışlardır. Bu noktada sorulması gereken temel bir soru şudur; Kadının bunca yüzyıllık direnişi neden eşit ve özgür bir yaşamı ortaya çıkaramadı? Erkeği egemen olmaktan, kadını ise köle olmaktan kurtaramadı? Feminist kadın hareketleri iktidar kıskacından kurtulamadıkları için mücadelelerinde ortaya çıkan duruş, sistem sınırları içinde hapsolma olmaktadır. Kadının özgürlüğü için mücadele yürüten kadın hareketleri şunu derse; erkek iktidarı eşitsizlik 36 yaratıyor, kadın iktidarı yaratmıyor. Erkeğin tek başına iktidar oluşu eşitsizlik yaratıyor ancak kadınla iktidarı paylaşması eşitsizlik sorununu çözüyor. Bu söylemin ve eylemin kendisi feminist kadın hareketlerinin en büyük yanlışı, yanılgısı ve trajedisi olmuştur. Fikirle zikir bir olunca da erkek egemenliğinin en yoğunlaşmış biçimi olan kapitalist modernitenin değirmenine su taşımanın ötesine geçilememiştir. Diğer yandan ise cins sorunu toplumsal sorunlardan ayrı ele alınmayacak kadar büyük bir toplumsal sorunlar yoğunluğudur. Cins sorunu sadece kadının sorunu değildir. Erkeğin ve tüm toplumun en başta gelen sorunudur. Bu sorunu ortaya çıkaran erkeğin iktidarı ise, o halde çözümü de kadının ve erkeğin özgürleşmesinde görmek gerekir. Gerçek şu ki; iktidar, kan hücresi gibi sürekli kendisini çoğaltan canlı bir olgudur. Mevcut durumda bu olgu kendisini tüm topluma yaymış durumdadır. Kadın özgürlük hareketleri kendilerini toplumdan yalıtıp toplumsal özgürleşmeyi önemsemedikleri müddetçe asla başarılı olamazlar. Kadın cinsi bu toplumun dışında ayrı bir gezegende yaşayamayacağına göre o halde toplumsal özgürleşmeyi de kendi programının ve mücadele stratejisinin temeli haline getirmek durumundadır. Erkek egemenliğine dayanan cinsiyetçi bir toplum çok güçlü bir ideolojik, siyasi, sosyal, ekonomik, ekolojik, demokratik mücadele verilmeden kadın erkek eşitliği ve özgürlüğü temelinde dönüştürülemez. Erkeğin ve toplumun dönüşümünden kopuk bir mücadelenin başarı şansı asla olamaz. Hiç şüphe yok ki bu mücadelenin yol açacağı tek sonuç, egemen erkeğin, cinsiyetçi toplumun, iktidarcı sistemin sınırlarında seyretmek olacaktır. STÊRKA CİWAN Dünya kadın mücadelesi öncüleri Kadınlar Günü`nün anası Clara Zetkin (1857 – 1933) “Uyanın, harekete geçin, savaşın! Bugünkü büyük tarihi durum sizleri cesaretsiz bulmasın. Dünün bilinmeyen milyonlarca köle kadınları, bugünün savaşçıları meydana çıkın ve ileri yürüyün!” Bir köy öğretmeninin kızı olan Clara, o dönemde Almanya’da kızlar için eğitim seçenekleri çok kısıtlı olmasına karşın, Leipzig’deki bir özel kadın öğretmenlik kursunda eğitim alır. Bu dönemde sosyalizm ile tanışır. İleriki yıllarda, Paris’te sürgündeyken, sosyalist toplumda kadının yerini sorgulamaya başlar. 1889’da Paris’te II. Enternasyonal’in Kuruluş Kongresi’nde Kadının Kurtuluşu İçin başlıklı konuşmasında Clara şöyle der: “Sosyalistler bilmek zorundadır ki; günümüzdeki ekonomik gelişmede kadınların çalışması bir zorunluluktur. Sosyalistler herşeyden önce bilmelidir ki, ekonomik bağımlılık veya bağımsızlık, sosyal kölelik veya özgürlükle ilintilidir.” Bu konuşma, “Kadın ve Sosyalizm” konusunu gündeme getiren bir ilk olarak tarihte yerini alır. Bir yıl sonra ülkesine döner. Kadın işçilerin konu edildiği Eşitlik adlı dergide yirmi beş yıl boyunca yazar. 1905’ten itibaren dergiyle birlikte iki ek hazırlanmaya başlar: “Analarımız ve Ev Kadınlarımız İçin”, “Çocuklarımız İçin”. 1907’de düzenlenen ilk uluslararası sosyalist kadınlar toplantısında Clara, uluslararası sekreter, çıkardığı Eşitlik dergisi ise uluslararası yayın organı seçilir. 1910 yılında Kopenhag’daki Sosyalist Kadınlar II. Enternasyonal Konferansı’nda Clara, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 67 yıl sonra (16 Aralık 1977) 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması kararlaştırır. ne de kadın ile erkek arasındaki ilişkileri bozmak amacında olduğunu” vurgulamak zorunda hisseder. Kadın mücadele tarihinde dönüm noktalarından birini oluşturan Kadın Haklarının Savunusu adlı kitabını 1792’de yayınlar. 1975’te kitabı yayınlayan Berta Rahm önsözde şöyle der: “Onu okuduğumda benden önce o kadar kadının bu öncüye niçin hayranlık duyduklarını veya kendilerine şu soruyu sorduklarını anladım: Niçin biz hâlâ daha ileri bir aşamada değiliz?” Mary Wollstonecraft (1759 – 1797) “Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat sona erecektir; ancak, iktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını; çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak.” Çocukluk yıllarından itibaren kadın erkek eşitsizliğinin farkında olan Mary, kısa yaşamı boyunca toplumsal dayatmalara karşı durur. Kadınların, erkeklere tanınan anlamda eğitim hakkından mahrum olmalarına, kendi yaşamlarına ilişkin karar alma süreçlerinde erkeğe bağımlı olmalarının dayatılmasına, itaat ve bir nevi kölelik temelindeki evlilik kurumuna isyanını yazılarında dile getirir. Kadınların, fırsat verildiğinde, bedensel ve zihinsel gelişimlerini sağlayıp, meslek edinebileceklerini, toplumsal kurumlarda yer alabileceklerini savunur. Kendi yaşamı da savunduklarının gerçeklenmesidir. Norm dışı yaşayan tüm kadınlar gibi o da acılar ve dışlanmalarla baş etmek zorunda kalır. Ayrıca sık sık “ne erkeklerin nefretini kazanmak 37 Adar 2012 STÊRKA CİWAN cası tarafından çocuklarından ayrılır, babasından kalan mirastan mahrum kalır ve toplumsal baskılara maruz kalır. Haksızlıklardan bunalan Flora, yaşadıklarını, gördüklerini ve taleplerini dile getiren yazılar yazmaya başlar. Yabancı Kadınları İyi Karşılamak Gerekliliği Üzerine başlıklı broşürde; “taşradan gelen, iş arayan, kocasından kaçan ya da fahişelikten kurtulmak isteyen kadınlar için sığınma evlerinin açılmasını önerir. Yalnız yaşayan kadınlar artık daha alt bir sınıf gibi görülmemelidir. Kadınlar aynı erkekler gibi yolculuklar yaparak kendilerini geliştirmek olanağından yararlanabilmelidir.” Erkek giysileri içinde girebildiği Avam Kamarası’nı, Londra’da gezdiği fabrikaları, gecekondu mahallelerini, hapishaneleri ve meyhaneleri Londra’da Gezintiler adlı kitabında anlatır. “Okuyucularına, yoksulluk, ezilmişlik ve sıkıntının (o zamanlar vâzedildiği ve inanıldığı gibi) gerekli olmadığını, giderilebileceğini anlatır.” Fuhuşu, cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin yarattığı bir felaket olarak görür. Ezilen işçiler için 1843’te Emekçilerin Birliği adlı bir manifesto yayınlar. Daha iyi çalışma koşulları, temsil hakkı gibi konularda kadın ve işçileri birlikte savaşmaya çağırır. Hiçbir yayıncı bunu yayınlamak istemez. Flora, Paris’i dolaşır, toplayabildiği parayla basılmasını sağlar. Fransa’da bir yolculuğa çıkar, kitaplarını, broşürlerini ve düşüncelerini insanlarla paylaşır. Birkaç ay sonra bitkin bir biçimde yaşamı sona erer. Flora Tristan (1803 – 1844) “Erdemlilik ya da suçluluk, önkoşul olarak, iyi ya da kötü davranmak arasında bir seçim yapma özgürlüğüne bağlıdır. Hiçbir şeye sahip olmayan, hiçbir şey yapamayan kadının, yaşamı boyunca ya kurnazlık ya da baştan çıkarma yoluyla açlıktan nasıl kurtulacağını kollamaktan başka ne çaresi vardır?” On yedi yaşında evlendirilen Flora, üçüncü çocuğuna hamile olduğu sırada, kumar nedeniyle borçlanmış olan kocası tarafından fahişeliğe zorlandığında evden kaçar. Her kadının kocasının mülkü sayıldığı; boşanma hakkı olmadığı; eğitim alma hakkı olmadığı; çalışma ve geçimini sağlama olanağı olmadığı o dönemde; kızına bir söz verir: “Sana yemin ederim, senin için daha iyi bir dünya yaratmak uğruna savaşacağım. Sen ne köle olacaksın, ne de parya.” Flora, ko- kendisini destekler. Çiftin büyük kızları Christabel ve Sylvia annelerinin tüm politik etkinliklerine katılırlar. 1903’te Emmeline’in evinde Bağımsız İşçi Partisi’nden kadınlarla yapılan toplantının sonunda, İngiltere’nin ilk militan feminist hareketini başlatacak olan kadınların Sosyal ve Politik Birliği’ni kurma kararı alınır. Eyleme geçme kararında, 1902’de tanıştıkları Amerikalı sufrajet Susan B.Anthony’nin büyük etkisi vardır. Dilekçelerle bir yere varamadıkları gerçeğiyle eyleme geçmeye karar verilir. Bir erkek alanı olan golf sahasının çimlerini asitle yakarak sloganlarını yazarlar: Votes For Women! (Kadınlar İçin Oy Hakkı). Toplantılarda erkeklerin konuşmasını sloganlarla keserler. Yargılanmayı göze alarak giriştikleri eylemlerinden dolayı ceza alanlardan ilki Christabel’dir. Annesinin hapis yerine para cezasını kabul etmesi yönündeki isteğini reddedip hapse girer. Ablasından sonra hapse giren Sylvia, “söz hakkımız olmayan bir devletin kurbanlarıyız” saptamasında bulunur. Birinci dünya savaşı İngiltere’deki feminist örgütleri dağıtır. Bu tarihlerde Sylvia’nın, savaş yanlısı olan anne ve ablası ile yolları ayrılır. Sylvia, bu kapitalist savaşı sorgular. Kadın hareketini sosyalizm ve işçi hareketiyle birleştirmeye çalışır. Yolları farklı da olsa Pankhurst’ler, Richard’ın “tutkusuz bir yaşamın değeri yoktur” şiarıyla zorlu bir mücadele verirler ve 1928’de İngiltere’de kadınlara genel seçim hakkı tanınmasındaki çabaları yadsınamaz. Emmeline Pankhurst (1858 – 1928) ve Sylvia Pankhurst (1882 – 1960) “Kadınlar özgür olsalardı, kanunları çiğnemek zorunda kalmazlardı!” Emmeline, çağının sorunlarına duyarlı ve açık fikirli bir çiftin ilk çocuğudur. Annesinin geceleri kendisine okuduğu Tom Amca’nın Kulübesi kitabı sayesinde “kölelik” ve “özgürlüğe kavuşmak” kavramlarıyla küçük yaşlarında tanışır. On dört yaşındayken annesiyle birlikte kadınların oy hakkı konulu bir toplantıya katılır ve kendisi de bu mücadeleye dâhil olur. 1889’da Emmeline’in önderliğinde, oy hakkı mücadelesi için daha radikal araçlarla savaşma isteğiyle The Women’s Franchise League (Kadınların Oy Hakkı Birliği) adlı grup kurulur. Eşi Richard Adar 2012 38 STÊRKA CİWAN Simone de Beauvoir (1908 – 1987) “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Paris’te Katolik okulunu tamamladıktan sonra, Sorbonne’da felsefe eğitimi alır. Elli yıl boyunca ortak yaşam süreceği Sartre ile bu dönemde tanışır. Kadın hareketi için önemli bir yeri olan üç ciltlik İkinci Cins adlı yapıtı üç yıllık çalışmasının ürünüdür. 1960’da Madeleine Chapsal’ın yaptığı röportajda Simone bu yapıtın çıkış noktasını şöyle dile getirir: “Günün birinde kendimi açıklama gereksinimi duydum. Düşünmeye başladım ve büyük bir şaşkınlıkla söyleyebileceğim ilk şeyin: Ben bir kadınım olduğunu gördüm.” Kendisini günümüz deyişiyle “kurtulmuş” kadınlardan biri olarak görse de; araştırmasının başlarında, o ana dek yaşamıyla ilgili farkına varmadığı noktaları keşfeder: “Dünya bir erkekler dünyası. Gençliğim efsanelerle, erkekler tarafından yaratılmış efsanelerle beslenmiş. Ve ben sanki bir erkekmişim gibi, buna hiçbir şekilde karşı çıkmamışım.” Kitabın yayınlanmasından sonra çok sert tepkiler almasını tarafsız üslubuna bağlar: “Yaralı bir ruhun kızgınlığını, feryadını daha duygusal bir yaklaşımla algılayabilirlerdi. Fakat benim tarafsızlığımı bağışlamıyorlar, aksine tarafsızlığımı, anlamıyormuş gibi davranıyorlar. Leyla Qasım Leyla Qasım, 1952 yılında Kerkük’te doğdu. İlk ve ortaöğrenimini gördükten sonra ailesiyle birlikte Bağdat’a göç etti. Bağdat’ta lise öğrenimini tamamlayan Qasım 20 yaşındayken Kürdistan Öğrenciler Birliği (YXK) ile tanıştı ve onlara destek verdi. Leyla Qasım bu dönemde peşmergelere katılma kararını verdi. Leyla Qasım I-KDP peşmergelerine katıldığı zaman Kürtler, özellikle Büyük Güney de hassas bir dönemden geçiyordu. 1974’ün baharında Baas rejimi Kürtlere karşı savaş açtı. Kürt ailelerini Bağdat’tan çıkardı. Irak rejimi Qeladize kentini bombaladı. Bombalama sonucunda 3 sivil yaşamını yitirdi. Daha sonra Halepçe’yi bombalayan rejim, birçok sivilin yaşamını yitirmesine neden oldu. Bu dönemde Leyla Qasım’a Kürt halkının sesini dünyaya duyurmak amacıyla bir uçak kaçırma görevi verildi. Ancak bu eylemde Leyla Qasım 4 arkadaşıyla birlikte 24 Nisan 1974’te yakalandı, Qasım ve 4 arkadaşı 13 Mayıs 1974 tarihinde idam edildi. Leyla Qasım yargılama sırasında mahkeme hakimine “Beni öldürün fakat şu gerçeği de bilin ki benim öldürülmemle binlerce Kürt uyanacak. Ben Kürdistan’ın özgürlüğü yolunda canımı feda ettiğimden dolayı sevinç ve gurur duymaktayım” dedi. İdam sehpasına giderken Ey Reqib’i okuyordu. 39 Adar 2012 STÊRKA CİWAN Kadın özgürlük mücadelesi Kürdistan’da bir devrimdir. Kürdistan’daki çürümüşlüğü aşmada bir panzehirdir. Kürdistan tekrardan kendini özgürlüğe koşan kadın ile özgür yaşama açmıştır. Kadın özgürlük ideolojisi ve partisi özgür yaşamın vazgeçilmez olguları haline gelmiştir. Kadın özgürlük mücadelesi Kürt erkeğine, kadına karşı saygılı, ölçülü ve demokratik yaklaşmayı öğretmiştir. Erkeğin, kadın kar- lede egemen, devlete karşı ise köle olan gerçeğiyle yüzleştirmiş, özgür, kadına dost ve arkadaş bir erkeğin nasıl olabileceğini öğretmiştir. Bilinçlenen, iradeleşen Kürt kadını, Kürt erkeğini de bilinçlendirmiş, demokratik çizgiye çekmiştir. Kadın özgürlük çizgisinin geliştirilmesinde ve mücadelesinin yükselmesinde Önder Apo’nun büyük emek ve çabaları çok belirleyici bir rol oynamıştır Mart’ta zihnindeki egemenliği öldürmek için kendini ateşe veren Sema şısında kendisini disipline etmesini, zihniyet ve kişiliğini değiştirme arayış ve çabasına girmesini, kadınla özgür ve eşit temelde ilişkilenmesini sağlamıştır. Kadın özgürlük mücadelesi Kürt erkeğine gerçek namusun kadın bedeninde ve cinselliğinde olmadığını, gerçek namusun özgür yaşam ve özgür ülke olduğunu öğretmiştir. Erkeği, ai- Yüce’yi hatırlarız. Bizden biridir çünkü. İçimizin derinliklerinden bir parçadır ve özgürlük mücadelesinin değerleriyle yüceleşen, zirveye ulaşma iddiasında olan, Önderliğimizi kendisine tek merkez, tek güneş bilen bir kadın yüreğidir. Yaşanmış bitmiş olanın güncelleşmesi, gelecek zamanlar içerisindeki KÜRT KADINI VE 8 MART Adar 2012 40 rengini koruması, yaşantıların bir miras oluşturması ve bir öncü rol oynaması ile bağlantılıdır. Ki bu anlamda Ortadoğu’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü’ne gerçek ve en güçlü anlamı veren Önderliğimizdir, Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesidir. Kürdistan tarihi isyanlarla doludur. Her isyanın ardında bıraktığı acılar kadar değerler de olmuştur. PKK, ana toprağında yeşeren, çoğalan özgürlük çıkışlarıyla, kahraman öncüleriyle, yarattığı kurumlarla ve özgürlük kültürüyle, Ortadoğu kadınını layık olduğu anlama ulaştırma iddiasını yaşamsallaştırmış bir harekettir. Dünya kadın tarihinde önemli bir yeri olan 8 Mart’ı bugüne taşımak salt bu günü sloganlaştırmak değildir. Çığlığını yükseltmek önemli olurken çığlık gerekçelerini ortadan kaldırmak ve özgürlük kültürü yaratmak esas amaç olmaktadır. Bu anlamda Kürdistan özgürlük mücadelesi içerisinde atılan ve mücadelenin zirveleşmesinin göstergesi olan adımlar yüzyıllar önce atılan adımların zirveleşmesidir diyebiliriz. 8 Mart 1995 tarihinde toplanan I.Ulusal Kadın Kongresi’nde, Yekitiya Azadiya Jinên Kurdistan (YAJK) adıyla, kadın özgün örgütlülüğünün kurulması bu anlamda tarihsel bir adımdır. YAJK bünyesinde verilen mücadelenin ve yürütülen çalışmaların büyük bir kadınlık bilinci yarattığı, yüzlerce öncü militanı açığa çıkardığı ve toplumsal alanda güçlü bir örgütlülük bilinci yarattığı bir gerçeği, bugün tüm dünyanın dile getirdiği bir STÊRKA CİWAN gerçektir. Bu gelişmeler, dolan bir kaptan taşarcasına sürmüş ve bu taşma Önderliğimiz tarafından büyük denizlere yol açacak adımların da zemini haline getirilmiştir. 8 Mart 1998 günü Önderlik tarafından kamuoyuna ilan edilen Kadın Kurtuluş İdeolojisi Kürt kadınının özgürlük mücadelesinde gösterdiği başarıyı ve özgürlük öncülüğüne aday kimliğini evrenselleştiren bir adım olarak tarihte yerini alır. Karmaşıklaşan sistemin boğuculuğundan, yaşanan yüzyıl kaosundan, kendini yaratarak, yenileyerek ve enerjisini bu uğurda dinamik olarak değerlendirme gücüyle çıkmak, verili tarih içerisine yerleştirilen kölelik eğilimini, özgürlüğe çevirmek şarttır. Bu da ancak kadının özgürlüğünün toplumun özgürlüğü olduğu gerçeğinden yola çıkarak kadının kurtuluşunu hedefleyen, toplumsal cinsiyetçiliğin aşılıp kadın özüyle yeni bir yaşam yaratma adımlarını atan Kadın Kurtuluş İdeolojisi ile mümkündür. Kürdistan kökenli bu özgürlük adımının tarihsel önemi, tarihi seyir içinde şahlanan analitik zekânın duygusal zekâyla dengelenmesini amaçlamasından kaynaklanır. Bir bütün insanlık değerlerinin, egemenine köle olan bir erkeksiliğe mahkûm olmaktan çıkarılarak kadın rengiyle uyumlu kılınması ve farklılıkların birlikteliğini yaratarak insan yaşamının ilksel-ilkesel değerlere dönüşümünü sağlamayı hedeflemesi kadın kurtuluş ideolojisinin tarihi yerini belirler. Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilanı, sanki dünyada sadece erkekler yaşıyormuş gibi ya da dünya erkekler için yaratılmışmış gibi bir kandırmacayla tamamlanan kadın konumsuzluğunu radikal bir reddediştir. 80’ler sonrası zayıflayan kadın hareketlerinin eşitlikçilik söyleminden ziyade kadının kurtuluşunu hedeflemek, kadın eksenli yaşam ilkesini esas almak, evrensel anlamda köleliğin sorgulanmasında nirengi noktasıdır. Küçük hedefler belirleme yerine kadının ufkunu bir kurtuluş ideolojisiyle büyütmedir. Kadın kurtuluş ideolojisi salt kadın-erkek eşitliği sağlamak amacıyla ya da salt kadın cinsinin kurtuluşuyla sınırlı değildir. Yeni yaşam bakış açı- toplumsallığına dönüş yapması ve bu ideolojiyle öngörülen dönüşümü kendinde somutlaştırması amaçlanır. İşte bu yeni yaşamın kıvılcımlarıdır Sema arkadaşın yüreğini tutuşturup saç tellerine kadar alevlerle yıkayan. Sema arkadaş Kadın kurtuluş ideolojisinin ilanı ardından eylem gerçekleştirerek bedeniyle 8 Mart’tan 21 Mart’a uzanan ateşten bir köprü olduğunu belirtmiş, kadın özgürlük ideolojisini ve Zilan arkadaşın yarattığı çizgiyi sahiplenmenin ilk pratik adımı olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesindeki sayısız kahraman şehidin ve direnişçi kadın militanın emeklerinin kanalize olduğu Zilan çizgisine, O’nun kendini yaratma gerçekliğine göre yaşamanın sıyla yoğrulan bir kültür yaratarak toplumsal düzlemde değişim ve dönüşüm yapmak, burada temel yaratıcı güç olan kadının, kendi doğasına, ilk savaşımını verir Sema arkadaş. Mektupları ve raporları bu savaşımın ayrıntılarını günışığına sunar. Sema arkadaş, kişiliğini hücre hücre çözerek 41 Adar 2012 STÊRKA CİWAN kendini özgürleştirme çabasının zirvede verildiği bir örnektir. O’nun şahsında geri-geleneksel kadın ile özgürleşmeye yönelen kadının derin bir iç mücadelesi vardır. Raporlarında belirttiği “Sonuç olarak kendimdeki iç savaşın adını, kadın olarak özgürleşme isteği, iddiası ile birçok geleneksel dürtü ve eğilim arasında gidip-gelen bir kadının iç savaşı olarak tanımlıyorum” sözleri O’nun kendini ele alışının duygusallıktan ve bireyciliğin kendine yönelen pozitif yargılarından uzak olduğunu gösterir. Kendine karşı duygusal ya da acımasız değil gerçekçi olduğu her satırda hissedilir. Sema arkadaşın eylemi Dünya Emekçi Kadınlar Günü olan 8 Mart’ın anlamını Kürdistanî halkların diriliş günü olan Newroz günü ile birleştirir. Anlamsız tekrarlara dönüşen yaklaşımlar günün anlamını içeriksizleştirmektedir. Tüm günlerin erkeklerin olduğu ve bir günün de kadına verilebileceği türünden boş sözler derin bir çözümsüzlüğün ve yanılgının ifadesidir. Kendi köleliğine yabancılığın bir yansımasıdır. Çünkü bugün erkek egemen dünyanın bilânçosu en egemenlikli kurumlara ve en erkek erkeklere dahi ağır gelmektedir. Savaşlar, katliamlar, her şeye yansıyan doğal dengesizlikler, ekonomik ve ekolojik krizler, ayrımcılık ve parçalanmaların süreklileşen çoğalımı ve daha birçok şey. İflasa giden dünyanın bilânçosunu bu sayfalara çıkarmak mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. Bu durum giderek evrensel bir katliamı şekillendirmektedir. Bu katliamı en güçlü erkekler dahi üstlenmemekte, dahası bu pisliği insani yöntemlerle temizlemeyi akıllarının ucundan dahi geçirmemektedirler. Kısacası erkeklere ait olan hiçbir şey olmadığını görmek ve egemenliğin bu sanal güç histerisinden kurtulmak gerekmektedir. Bu bir ilk adım olabilir. İlk ama en önemli bir adım… Bu durum ağırlıklı olarak erkekler için değil kadınlar için de daha büyük bir mücadeleyi gerektirir. Egemenlik kadar kendi köleliğiyle savaşmak, yaşam karşısında güçlü bir duruş gerektirir. Kadındaki gönüllü kölelik, en benim diyen erkeğin dahi en güçlü egemenlik silahı olmaktadır. Köleliğinin erkeğin elinde bir silah olmasındansa, kendi özgürlük yolunda ilerlemek hiçbir kadının reddedeceği bir durum değildir. Bu anlamda 8 Mart’ı güncelleştirmek, günümüzde yaşatmak ve anlamını büyütmek için başta kendi gelenekselliğini ve egemenliği tanıyıp reddetmek ve bunun mücadelesini örgütlü bir tarzda vermek gerekmektedir. Her anı Özgürlük değerlerimizin yaratıcısı olan Önderliğimizle yaşamak ve Önderliğimizin özgürlüğü için mücadele etmeyi bir yaşam biçimi olarak belirlemek, şehitlerimizi özgürlük değerlerinde yaşatmak ve uğruna canlarını verdikleri hayallerini gerçekleştirmek, anlamlı yaşamın temel şartıdır. Ancak bu yolla geçmişin anlamını yüceltir, geleceği de ütopyaların gerçekleştiği zamanlar haline getirebiliriz. Dağda, şehirde, köyde ya da herhangi bir yerde her anı özgürce yaşamanın tek koşulu vardır. Bu da kölelikten an be an kendini sıyırmak, iradesiyle doğru ve ilkeli yaşam mücadelesi vermektir. Ancak bu şekilde acı çeken kadınlar olmaktan kurtulabiliriz. Ve ancak özgürleşerek çekilen acıları anlamlı bir yaşama katık edebiliriz. *** Adar 2012 42 STÊRKA CİWAN ANI BELKİ Zerdeşt TOLHİLDAN “Bakmayın gözlerinin kenarında biriken kırışıklara. Onlar genç ömrünün taşıdığı, asırlar boyu halkının çektiği acıların toplamıydı. Nerden mi biliyorum? Çünkü bu kare aslında hepimiziz, ben, sen, biz, hepimiz” Bir resim, gerçek yaşamdan alınmış bir fotoğraf karesi. Bu fotoğraf karesinde yaşamın gerçek anlamı. Anda somut bulan, anlamın güzelliğini yakalamanın sureti. Neydi an’ı bu kadar anlamlı kılan? Neydi verdiği, bizim aldığımız mesaj? Bu an karede somutunu bulurken, tüm durma hallerini ihlal eden bakışa sahip kişinin düşüncesi neydi? Makinenin düğmesine basarken ki düşüncesi neydi bu kareyi çekenin? Ama belli ki ne çeken ne de çekilen habersiz yapılacak yorumlardan. Cevabı kendi beninde saklıydı. Yorgun bir günün en orta yerinde an’a sıkıştırılmış koskoca bir öyküydü saklı olan. Bir ‘belki’ ekliyorum cümleme. Cümlemi uzatsın diye değil. Kuracağım cümleyi biraz daha anlamlı kılsın diye… Ve şunu söylemek istedi ‘belki’ de: Vesikalık olmayacaktı bakışlar ve güzelliğin özüne ulaşmanın berraklığını örtemeyecek solgun nefesler. ‘Belki’si çok olur akışkan haldeki yaşamımızın. Anlamı derinlerde aramamıza yardımcı olur çoğu zaman. Belirsizliğine yaşamın, bir kapı aralanır ve yolu gösterilir görünmeyenin. Göz önüne serer karanlıklarda mahsur kalmış nice düşünüşü ve aldanmışlıklarımızla yüzleşmeyi sağlar çoğu zaman biz istemesek de. 43 Cesaret edip, düşünce sınırlarımı zorlayarak ben de bir yorum türetiyorum. Kendimi bu fotoğraf karesinde, sonsuzluğa evirilen bu anda sınırsızlığın kanatlarına bırakıyorum. Tüm sıradanlıklarımdan sıyrılarak derin bir nefes alıp, coşkunluğunu tatmak istiyorum andaki güzelliğin. Güzelliğine erişip, çocukluğumun en berrak yanıyla buluşmasını sağlamak için, tebessümünü eklerim sözlerimin en başına. Kelime dağarcığımı genişletiyorum. Söylenmiş olandan öte, hiç denenmemiş, henüz bakir kelimelere sarılmaktır içimden geçen. Kimisi beyhude diyecek, çok önceden dilden süzülüp yatağını bulmuştu belki de. Her şeye rağmen benim cesaret edemeyip günahkâr dilimde can bulmamış olana başvurmak ve sese dönüştürmektir amacım. Cüretimi aşıyorsam, çocuk duygularıma bağışlayın. Her zaman çocuk olunmaz ne de olsa! Hele hele çocuk duygularını beslemek, ilk günkü saflığında korumak ve yaşamın en vazgeçilmez anlarına sığdırmak kolay değildi. Gözbebeklerinde isyan, derinden gelen bir haykırış. Bir isyanın eseriydi kendisi de. Çok önceden bastırılmak, susturulmak istenmişti geleceği. Çocuk hayalleri, bir ömürdür beslediği özlemleri, bir an olsun tereddüt etmeden uğruna ölümlere gideceği amaçları toplanmış bakışında. Adar 2012 STÊRKA CİWAN Bakışında bir geçmişin ağır yükünü görür gibiyim. Geçmişine sarılır gibi sarılmış silahına. Ağırdır silahı, geçmişi gibi... Geçmişinin gölgesinden sıyrılıp, güneşin gülen gözlerine uzanmak istercesine bir bakış fırlatmış. Ben bakışında ısınmak isterken nerden geldiğini anlamadığım bir rüzgârın hışmına uğrar, savrulurum dilsiz bir zaman aralığına doğru. Saçlarında gezinen rüzgârın sihirli dokunuşlarıyla bir gülüş fırlatıyordu göğe doğru. Neydi onu bu kadar içten gülümseten? Yoldaşına bakarken gördüğü bitimsiz umut, doğanın cömertçe sunduğu sonsuz güzellik, hiç bırakmamacasına sarıldığı bisivingi… Ya da bizim görüş mesafemize sığmayan, bizim göremeyip sadece onun geniş hayaller dünyasının dışa yansıması mıydı? Hangisi olabilirdi? Hiçbiri mi? Ya da hepsi mi? Tabii hiçbiri olabileceği gibi, hepsi de olabilir. Bir ‘belki’ daha ekliyorum kurduğum düz cümlenin hiç fark etmeyen bir yerine. Göstermek istiyordu ‘belki’ de o andaki sonsuz coşkunluğu… Güneş tararken saçlarını, avuçlarına alıp güneş ışınlarını, tenine sürüyordu. Bir bağ var aralarında. Güneş ve ten, ten ve ışınlar, ışınlar ve gülüş… Rüzgâr emzirmiş sanki gülüşünü ve gülüşünde umutlar yeşertiyor yeni güne doğru. Yağmur barındırıyor sanki teni, teni toprak kokan gülüşler ço-ğaltıyor yarının şafaklarına. Ben de bağımlısı olmak istiyorum bu anın. Bu anın yağmuruyla ıslanmak, rüzgârıyla kurumak ve güneş ışınlarıyla ısınmak istiyorum. İsteklerimi sıralarken biraz utangaç halde bir sonraki cümlemin en başına bir ‘belki’ ekliyorum. ’Belki’ de; Eylüllü, güneşin en zirvede olduğu bir günde teninde can bulmuştu güneş ve rengini almıştı güneşten. Kaşları çatık tüm bakışlara inat, yüreğin derinliklerinden gelen sevinç çığlığını dışa vuruyordu dudakları. Adar 2012 44 STÊRKA CİWAN Notasız bir melodi kulaklarıma gelir gibi olur. Bir akış hissederim yüreğimin derinliklerine doğru. İçime yerleşmiş tüm serseri bekleyişlere uzanıp, tutuyor elinden. Seçip en yalnız dalı kahrını silkeliyor. Bademe çalan gözler, gözlerde yıldız deryası. Alıp ömrümü, sunak taşına bırakıyorum. Gidip de gelmemecesine benden uzaklaşan nice düşü, gözlerinde birikmiş yıldızlara asıyorum. Gülüşümü ay gibi parlayan gözbebeklerinde kutsarım. Belki firarisi olurum bu yaşamın. Varsın olsun, ben de adımı yazdırayım kaçaklar listesine. Önünde duran koskoca bir ömre bakar gibi, umarsız ve acılardan arınmış halde kilitlemiş gözlerini. Neye mi? Bir çiçek, bir kelebek, bir sincap… Ya da özgürlük halayına tutuşmuş yoldaşlarının sevinci… Ya da hiçbiri! En ummadık anda bir ‘belki’ eklerim kurduğum cümlenin en uzak yanına. Özlem okunuyor birazda, terleyen gözbebekleri bundan ‘belki’ de. Çocuk gülüşümüzü toprak rengindeki tenimizde hep barındıracağız. Gözlerinin kenarında biriken kırışıklara ilişir bakışlarım. Nedenini sorgularken, yasaklı ülkemin, daha doğdukları ilk günden beri sabıkalı olan çocukları aklıma gelir. O tozlu topraklı sokaklarında ülkemin, yalın ayak koşturan çocukları. Her şeye rağmen umudu yüreklerinden eksiltmeyen ve içten gülümsemelerini esirgemeyen çocuklar. Alın teri saflığında geleceğe uzanan, geleceklerini kan kızıllığında düşlerle kuran çocuklar. Bir daha cesaret edip, kendimden bir şeyler katmak isterim bu kareye. Haddimi aşıyorsam eğer bağışlayın ne olur. Ama bu sefer ‘belki’sini eksik bırakıyorum bu cümlemin. Bakmayın gözlerinin kenarında biriken kırışıklara. Onlar genç ömrünün taşıdığı, asırlar boyu halkının çektiği acıların toplamıydı. Nerden mi biliyorum? Çünkü bu kare aslında hepimiziz, ben, sen, biz, hepimiz… Süt yerine barut kokusuyla büyümüş, anne ninnisi yerine mermi sesleriyle uyuyan, dili, renkleri, özlemleri, düşleri yasaklanmış bizlerin fotoğraf karesidir. Özgür yaşam arayışına baş koyan, onurlu yarınların sahibi olmak isteyen bizim, dağlı çocukların anda somutunu bulmuş resmidir. Kendi olmanın, kendi gibi gülmenin, kendi gibi gülüp-ağlamanın, kendi sesinde haykıran, kendi renginde sevinipüzülmenin gurunu yaşayan bizlerin, Güneşin asil çocuklarının fotoğrafıdır. Evet, biliyorum. Çünkü aynı yolun yolcusuyuz hepimiz. Biz olmanın güzelliğine erişenlerin diyarında, yıldızlarla dansa tutuşan, rüzgârla yolculuklara koyulan, yağmurlarda uslanmaz umutlarımızla zamana kafa tutan ve Güneşin gülen gözlerinde yarının şafaklarına uzananlarız biz. Biz Medyalıyız. Demirci Kawaların, Zerdeştlerin, Şex Saitlerin, Seyit Rızaların torunlarıyız biz. Biz Kürdis45 tanlıyız. Denizlerin, Mahirlerin, Çağdaş Kawa Mazlum Doğanların, Tanrıça Zilanların, teslimiyeti kendi köhnemiş nefesinde boğan Beritanların yoldaşlarıyız biz. Biliyorum çünkü Önder APO’nun fedaileriyiz biz. Zaman umursamaz halde ilerlerken, parmaklarının arasında sımsıkı tuttuğu silahıyla yüceliyordu hayalleri. Bir fotoğraf karesinde somut bulan an’ın güzelliği, güzelliğin anlamı, anlamın özü… Siz onu bir de dolunayda görün, gamzeler birikir yanaklarında ve gülüşünde selama durur şafaklar. Nerden mi biliyorum? Dolunayla olan son buluşmamızdan… Kendinden bir şeyler bulur mutlaka herkes. Bakmasını biliyorsa, bakarken biz olabiliyorsa yürek ve yürekten hissediyorsa gülen gözlerin sırrını, bulur bir parçasını umutlarının. Özgür yaşam kervanı durmayacak. Yükümüz ağır olsa da ısrarcısıyız gelecek güzel günlerin. Çocuk gülüşümüzü toprak rengindeki tenimizde hep barındıracağız. Ve tüm sınırları ihlal edip, çığlığımızı yedi arşa duyuracağız. Çünkü; özgür yaşam tutkunu, gerillalarız biz. *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN JIN Her jinek ciwan, bi serê xwe dikare pêşengtiya civakê bike Awyar DİLXWAZ “Dema ku em bizivirin 5 hezar sal berê, di serdema civaka xwezayî de, jin niha wekî roja me ya îro jiyan nake, di civaka xwezayî de, jin civakê bi rêvedibe û jiyan bi awayekê adil pêşve diçe” Adar 2012 Di nav vê pergala kapîtalîst de, mirov her ku diçe jê kiftê dike, bi nêrîn û analîzên Rêber Apo êdi em dikarin hîn bêhtir bidahûrînin û li himberî vê yekê têbikoşin. Dema mirov pergala kapîtalîst binirxîne di vê mirov ji kurahiya wê dest pê bike, ku mirov ji dîroka wê dest pê neke, mirov nikare roja îro jî, binirxîne û şîrove bike. Weke mirovekî, bi taybetî jî, weke jinekî ciwan pêwîste em fêm bikin, ev pergala ku îro dixwaze cîhanê birêve bibe, bûye sedema gelek tiştên tên jiyandin. Em dikarin di roja xwe ya îro de jî, hê van sedem û pirsgirêkan bibînin. Bi taybetî, em dikarin bêjin ev pergala em jê re dibêjin modernîteya kapîtalîst, ti mafekî jiyanê di destê jinê de nehiştiye, herdem jinê weke amûrekê bi kar aniye û bikartîne. Ji ber vê, heger tu bixwazibî civakekî an jî, neteweyiyekî têk bibî û nirxên giranbiha yên wê civakê tine bikî, divê destpêkê tu jinên vî civakê bê maf bihêlî û bixî bin desthilatdariya zilamê serdest. Di roja me ya îro de jî, bi taybetî polîtîkayên li ser jinên ciwan tên meşandin gelekî eşkerene, lê belê di fêmkirin, analîz û deşifre kirina van polîtîkayan de, em weke jin, jinên ciwan çawa ne û çawa digirin dest, ev mijara gotinê ye. Çima jinên ciwan? Ji ber ku di taybetmendariyên ciwanan de, hertim di nava liv û tevgerê de bûyîn, lêgerîn, bê hesab ketina nav 46 kar, mêjiyê wê ji hertiştî re vekiriye û zû digire, ji ber vê yekê jî, êrîşên pergalê yekser li ser ciwanan tê meşandin. Dema ku mirov van taybetmendariyên ciwanan dijmêrê, mirov hertim bi rihêkî ciwan dixwaze bimîne, ji ber ku di nav civakê de, bi taybetî yê herî baş û xwezayiye ku mirov bikaribe bibe mînak. Lê belê, em van taybetmendariyên xwe çawa bi awayekî rast li gorî xwezayiya xwe bikar bînin, ji bo nekeve bin xizmeta pergala kapîtalîst? Ji bo em nebin hedef û armanca pergalê, emê çawa karibin van taybetmendariyên xwe, li gorî xwezayî û rastiyên civaka xwe, analîze bikin? Berî hertiştî em weke jinên Ciwan, di nav mînakên jiyanê û rojanê de, wê pergalê dikarin bidahûrînin, ji ber êrîşa herî zêde li ser jinên ciwan tê meşandin. Bi fikir û remanên Rêber Apo em îro dikarin hê hêsantir van polîtîkayan fêmbikin. Dema ku em bizivirin 5 hezar sal berê, di serdema civaka xwezayî de, jin niha wekî roja me ya îro jiyan nake, di civaka xwezayî de, jin civakê bi rêvedibe û jiyan bi awayekê adil pêşve diçe. Herwiha jin di nava civakekî de, tiştê herî giranbiha û pîroz e, ji ber vê yekê Rêber Apo dibêje « heta jin azad nebe, civak jî azad nabe » ev hevoka bêhempa ku ji me re hertiştî bi awayekî zelal radixe berçavan, divê me bixe nava lêhûrbûnên giranbiha. STÊRKA CİWAN Cihê ku jin weke xwedawend pîroz dihat dîtin, cihê ku jin bi her awayî bi xwezayê re yek bû, cihê jin jiyana civakê birêve dibir, îro jî dibe amûr û objeyên pergala desthilatdarî ya serdema baviksalarî. Ji bo em vê dîroka 5 hezar salî berevajî bikin û civakekî azad, ehlaqî û Polîtîk avabikin, pêwîste em vê desthilatdariya zilam û pergala kapîtalîst nêhêlin xwe li ser me ferz bike. Weke jinên Ciwan 2 nasnameyên me hene, yek ji wan nasnameya me ya jin e û ya din jî, nasnameya ciwantiyê ye, ev herdû nasname him pêşengtiyê ji me re dihêle, him jî bareke datîne ser milên me. Ji bo em jî, di nava dîrokê de rol û mîsyonekê baş bileyizin, divê em hertim li hemberî vê zihniyeta baviksalarî têbikoşin. Em ne neçarin weke dapîr û dayikên xwe jiyan bikin, berevajî vê em dikarin bi helwest û têkoşîna xwe, li hemberî vê zîhniyetê mîrasekî ji nifşên pey xwe re bihêlin. Her roj bi sedan jinên ciwan tên qetilkirin, bi darê zorê tên zewicandin, tên sinetkirin û tên recimkirin, em nikarin li hemberî ewqas zextan çavên xwe bigirin û di bin siya desthilatdariyê de, jiyana xwe berdewam bikin. Her jineke ciwan bi serê xwe dikare pêşengtiya civakê bike, dikare li hemberî van polîtîkayan, xwedî helwest be. Her jineke ciwan dikare xeyal û asoyên xwe fireh bike, dikare li hemberî vê pergala serdest serî rake. Heger em li ewrûpa binêrin, bi têgîhiştin û ferasetên azadiyê yên egoîst û çewit, dixwaze mêjiyê me pûç û vala bike. Ev pergal dixwaze mêjiyên me bitevizîne û nehêle ku em bifikirin, hertim ewê di şuna me de bifikire, hertim ewê me bixe nava liv û tevgerê û li gor dixwaze şêwazekî bide me. Mirovekî ji çand û hûnera xwe, ji nasnameya xwe û ya herî gîrîng jî, ji nirxên me yên mirovahiyê dûr, dikeve bin xizmeta vê pergala talankar. Bi têgîhiştina lîberalîzmê dixwaze dîl bigire, tiştên herî rehet pêşkeşî te dike, dema van tiştan pêşkeşî te dike û li gorî ajoyên te nêzîkî te dibe nahêle tu ji bîlî vê tiştekî bifikirî, weke di destpêkê de jî, min da diyarkirin xwe ferz dike, weke tu neçarê wî bî. Dema em îro li civakê binêrin, di nav vê civakê de, bi taybetî jî em jinên Ciwan, hertim li pey moda û tiştên bi vî rengêne, xeritandina dike nabîne. Nakokîyekî li hemberî zayenda din jiyan nake, hertim bê nakokî, bê pirsgirêk, jiyana xwe dide domandin. Ji ber pergal nahêle tu bifikirî, dixwaze dil û mêjiyê te dîl bigire, dixwaze têgîhiştina ezîtiyê di 47 mêjî û ramanên te de pêşbixe, ji ber vê yekê jî nakokî û pirsgirêk çê nabin. Ciwanên di bin siya vê pergalê de, bêyî bi xwe bihesin dijîn, nikarin bi fikir û ramanên xwe pirsan bikin, êdî aqil û mêjî dicemide, tiştên di xwezaya mirov de heye nafikire, hertim xwe bi tiştên piçûk mijûl dike û ev yek nahêle nakokî û pirsgirêk pêk werin. Herdem di bin têgîna azadiya lîberalîzmê de, xwe azad hîs dike. Azadiyê; di moda, wesaît, mal û milk de dibîne. Bi van tiştên piçûk, mêjî tê dagirkirin û êdî nikare ti tişteke Adar 2012 STÊRKA CİWAN din bifêkire. Wek Rêber Apo dibêje « ger azadî ewqas hêsan bûya, Ronahî û Bêrîvan xwe nedişewitandin » Ev hevoka bêhempa dide diyarkirin, em ne azadin, li hemberî me rastiya pergaleke hov heye, bi şev û rojan dixwaze me dîl bigire. Li dijî vê pergal û zîhniyeta baviksalarî, pêwîste em weke jinên ciwan têkoşînekî bi hêz bidin meşandin, çawa ku ev pergal bi roj û şevan li hemberî xwezaya me dişixule, dixwaze me dîl bigire, pêwiste em jî bi roj û şevan li dijî vê pergalê rawestin û bişixulin û nehêlin mêjî û bedena me dagir bike. Ji bo em li dijî vê zîhnîyetê têbikoşin, rêya herî rast ewe ku em bi fikir û ramanên Rêber Apo xwe pêşbixin, nasnameya xwe nas bikin û xwedî li nasnemeya xwe derbikevin. Weke ku Adorno dibêje « jiyana xelet, rast nayê jiyandin » em dikarin vê rastiyê hîn bêhtir fêmbikin. Ji ber vê yekê jî, jiyana şaş a pergala serdest û zayendperest a ku zilam pêşkeşî jinê kiriye, pejirandin, li hemberî vê yekê serî tewandin, li dijî vê têkoşîn ne dayîn, bi xwe re jiyaneke şaş û xelet lewra zîhnîyet û têgîhiştinekî mirî dide avakirin. Ji ber vê jinên ciwan dibin armanc û hedefên hêzên desthilatdariye, wazin civakê tine bikin, dixwazin hertim hegemonyaya xwe her kêlî zindîtir bikin. Heger her jineke ciwan bixwaze vê jiyana şaş berevajî bike, mirovahî bizivire xwezaya xwe, divê her Kêlî têkoşîna xwe li hemberî vê pergala desthilatdar zindî bigire. Tenê yek kêliyek bê bîrdozî û bê bertek mayîn, xefleta herî mezine. Şertê herî sereke û bingehîn a azadiya jinê, bi paradigmaya Rêber Apo ya civaka demokratîk, ekolojîk û azadiya zayendî afirandin, xilûkandin û di her qadê jiyanê de, bi bilind kirinê derbas dibe. Rêxistinbûyînên bi pêşengiya jinan were pêşxistin, hêza sereke ya guhertin û demokratîk bûyîna civakê ye, lewra hêza bingehîn a ber bi azadiyê ve çûyîn e. Ji ber vê, ji bo jiyanekî azad, demokratîk û ekolojîk were avakirin, divê bi pêşengtiya jinên Ciwan were avakirin. Jina ciwan dikare bibe hêza gûhertin û vegûhertina civakê. Ji bo mirovahî bizivire xwezaya xwe û ya herî girîng jî, ji bo jin bizivire xwezaya xwe, divê ev pergala baviksalar, bi yek rengî û yek dengî, desthilatdarî, olperestî, cûdaxwaz, berjewendkarî, olîgarşîkî bê dad were şikandin. Li beramberî pergaleke ku di xwezaya jinê de heye, were avakirin û afirandin. Pergalekî ku tê de jiyanekî xwezayî, cûrbecûr bûyîn, pirr deng û pirr reng bûyîn were afirandin. Ji bo civakekî ehlaqî, polîtîk û ekolojîk ji nû de were avakirin, gava herî bi hêz ya jinê ye, xwe ji zîhniyeta zilamperestî, ji hişmendî û saziyên pergala zilamperestî qut kirin û tevlîbûna bi hêz ya projeya xweseriya demokratîk e. Ji siya neteweyiya desthilatdariya rizgar bûyînê, bi avakirina pergala xweser û cihêreng ve di rêya çareser kirina pirsgirêkan de, rol û mîsyona pêşengtiyê girtin e. Ji bo pirsgirêkên civakê yên aborî, ramyarî, çandî, hûnerî,werzîşî, ekolojî û hwd.. were çareserkirin û mirovahî ji vê qeyranê derbikeve, divê him weke jin û him jî weke ciwan vî barî dîrokî bigre ser milên xwe. Ji bo mirovatî bigihîje heqîqetê, divê ev pirsgirêk bi awayekî lez û bez were çareserkirin. Ji ber vê, divê hemû mirov, hemû ciwan, hemû jinên Ciwan, di qadên lê dijîn de, ji bo bibin çareseriya van pirsgirêkan, pêwiste pêşengtiyekî baş bikin, beşdarê xebatên komunan bibin û bi rihekî kolektîf ev erkên pîroz ê dîrok daniye pêşiya me pêkbînin. Li ser vê parzemînê wê azadî û jiyanekî demokratîk, bi azad bûna jinê re were afirandin, wê sedsala 21. bibe sedsala azadiya jin û civakê. Vê demê, leheng û şervanên heqiqetê yên di vê reyê de, têkoşînekî mezin dane, wê dilşad û bextewer bin... *** dixAdar 2012 48 STÊRKA CİWAN BÎRANÎN Şehadeta Hevalê Egîd Fahima DEŞTAN “Hevalê Egîd fermandarê komê bû, tenê yê gotinê bêje, fermanê bide, erkê li ser milê hinekan bihêle û her, wiha nebû. Ew şêwaz, şêwazeke girîng e”. Hesabên ku di sala 1986’an de hatine kirin, di piratîkê de pêknehat. Ew piratîka hevalê Egîd di Botanê de dida meşandin, berdewamiya wê dabû nîşandan, lê birlikê zehmetî dît. Komên ku li Botanê zorahî didîtin bi bihîstina hatina wan koman li derdora hevalê Egîd kom bûn. Giha asta birlikên mestirîn, sînor jî gelekî zehmet bûn. Ew xeta ku bi salan dihate bikaranîn li ser serweriya wî hebû, lewra Tirkiyê ji ber wan sedeman derbasbûn pêknanîn. Di Botanê de man. Wiha destpêkir; di destpêka biharê bi hev re çalakiya newrozê pêkanîn û di sala 1986’an de wiha destpêkirin. Ji bo berdewamiya tevgerê ew pêngav girîng bû. Bi gelemperî plansaziya rêveberiyê wê di zivistanê de pirsgirêkên heyî di kongirê de analîz bikiribana, piştî wê di sala 1986’an li gorî wê destpêk bihatiba pêkanîn. Hevalê Egîd ev bi xwe jî di têbinîkî de dabû diyarkirin û gotibû: “Ez neçûme û di Botanê de niha dimînim. Di nîsanê de dîsa Ez ê bêm ber bi Heftanînê de”. palnsaziyekî wî yê wiha hebû, ji Gabarê ta Bestler’ê û derbasî Heftanînê ve bê û wiha plan kiribû. Kongire pêkhat û her kes çû cihê xwe, bawerim ku xebera wî nebû. Êdî biryarên kongirê 49 ber bi pêkanînê de bûn û wî dixwest ku bê, di têbiniya wî de ev diyar dibû. 28’ê Adarê şehîd ket. Bi giranî rêveberiya me neçûbû qada kongirê. Pir diyar nebû û lêpirsîn hatibû kirin. hinekan gotibû di piştê de xwariye, hinekan jî gotibû ku di pêş de xwariye. Rojekê ber bi êvarê dikevin kemîna dijmin. Di serî de yên pêş dikevin kemînê. Komekî nêzî 25 kesan e, kom hemû ji kemînê tên xelas kirin. wiha du-sê birîndaran didin û wê vê carê ber bi cihê kombûnê ve biçin. Yek wiha dibêje “Hevalê Egîd derketiye û li wir e, li benda me ye” wiha bawer dikin. wî dihêlin û diçin. lê dikarin wê demê destwerdanekî bikin, dikarîn wî bînin. Ya rastî jî rewşeke wiha ye ku dizanin ku bi tena xwe naçe. Dibe ku ev ji aliyê unciyên komê ve hatibe kirin. Piştira yek ji wan pêşbiniyên komê di akedemiyê de xwe kuşt. Sedemên vê jî baş nehatin fêmkirin. Ancax guleya yekê hatibû teqandin li hevalê Egîd ketibe. Dema hate ragihandin jî em hîna jî zelal nebibûn. Ragihandinê li gelek cihan ragihand. Çapemeniya Tirkiyê pir li ser rawestiya. Bi dehan sernavên bi vî rengî pêşkêş kirin “ celadê Tirkiyê hate kuştin”. Gelek tişt nedihatin zanîn. Adar 2012 STÊRKA CİWAN Hevalê Egîd fermandarê komê bû, tenê yê gotinê bêje, fermanê bide, erkê li ser milê hinekan bihêle û her, wiha nebû. Ew şêwaz, şêwazeke girîng e. Hetanî wê demê jî ew her du şêwazên cuda hebûn. Bi rastî erka xwe, şêwazê meşandina kar, fermî digirte ser milê xwe û di piratîkê de li ser rawestan û hetanî wê demê du şêwazî hebû. Mîna di Tebaxa sala 1985’an di Kato de dema birlik belav dibûn, bi awayekî li ber çavan ew şêwazê wî hate dîtin. Birlika hevalê Egîd hate vesazkirin, unciyên wê hatin diyar kirin û ew çû ser birlika xwe. Ti carî ne di çalakiyê de ne jî di jiyanê de ferman ne dihişt benda kesî. Di çalakiyan de hem fermandar bû hem jî şervan bû. Yanî wiha bêje ez fermandarim, ez çalakiyê birêve dibim nedigot. Di çalakiyekî de hem rola şervanekî girtin, hem jî kordîne kirin, di wê asta meşandina çalakiyê de bû. Her tim şêwazê wî yê çalakiyê wiha bû. Çalakiya ku di şer de nediketiyê, ti carî rêvebirina wê nedigirte ser milê xwe. piştî konfirasa di sala 1981’ê perwerdeya leşkerî ya ku me pêkanî dema tetbîqat pêktanî şertek wiha danî: “ger ez tevlî bibim, ez ê jî li vir bim”. Weke xwediyê çeka BKCyî yê tevlî tatbîqatê bû. Di heman demê de kordîne dikir. Lewra her dem li ser birlika xwe bû. Lê Abubekir bi zorê hate vesazkirin û hevalê Erdal dane ser birlikê. Ew bi xwe jî çû dawiya birlikê. Birlika biçe Rojhilat wiha kete tevgerê. Gulekî jî neavêt. Ev şêwazê fermandariyê jî gerîng e. ji ber wê hevalê Egîd di wê rewşa tevgerê de, ji bi Adar 2012 gihaştina wê neçar bû ku diyar bike. Berê cuda li ser birlikan bû. Li gorî rastiya wê rêzikê tevdigeriya, wiha dikir, pêktanî. Pişt re yên bi wî şêwazê wî re nedibû yek, ji dûr de kontrol kirin pişt re pir pêşdiket. Çetegerî serwer bûn. Hem têgihêştina çalakiyên erzan, hem jî bin navê fermandariyê de xwe dana jiyîn li ser wî esasî pêşket. Lewra weke xetekî li ser gerîla serwer bû. Wî şêwazî rê da şihadeta hevalê Egîd. Di kongira 3.de li ser wê têgihêştinê hate sekinandin. Heke zêdetir jiyan bikiriba wê ew şêwaz li şûna serweriyê di şap de bimaba. Lê şihadeta hevalê Egîd rê li ber çetegeriyê vekir. Ji Abubekir û Botan re rê vebû. Wan ji rê li ber eşqiyayên weke Hogir, Zekî, kor Cemal û yên wiha vekir. Dema ev hemû tevlî tevgerê bûn, di çiyan de eşqiya bûn, mehkumê wê bûn. Xwe spartin tevgerê. Dema frsend dîtin û bûn rêveber jî xwestin wî şêwazî desthilat bikin. şêwazek jixwe ve nebû. Şihadeta hevalê Egîd rotayekî da kongirê. Di aliyekî ew analîzên di rota wê de talîmatê ku mijdarê de kirî, di aliyê din ve dema em rûbirûyê rewşekî wiha hatin berê û rewşa partîbûna me; fermadarbûn, gerîlabûn û xwedî li xetê û erkên xwe derketin, di kesayeta hevalê Egîd de bi awayekî kûr analîz kir û da nasîn. Xeta hevalê Egîd di berxwedana netewî de yan jî partîbûna gerîla hate temam kirin. 2.pêngava partîbûnê îfada vê xetê dike. Li hemberî van nêzîkbûnê bi hemû awayan maf xwestin, di şer de lewaz mayîn, li hemberî rex50 STÊRKA CİWAN neyan nerazîbûn, li hemberî van hevalê Egîd weke pîvanekî girtina dest esas de kongire hate meşandin. Ev bû pîvanê kongirê. “heq û edalet li ku ne? Kî dikare li heqiyê bigere? Eger adil bibin, wê demê şerker kî ye, kî ne, em baş destnîşan bikin” Rêbertiyê pirsî. Di şexsê hevalê Egîd de pirsî. Ji bo şaş fêmkirinê derbas bikin, di dana rûniştina xeta komîtantiyê gerîlatiyê bide rûniştin bû nirxandinek berfireh. Mohra xwe li kongirê da. Lê belê ev weke nirxandinan man. Kêm hate piratîk kirin, her ku çû bandora kesan zêdetir li ser piratîkê dikir. Çetegerî pêşket, li hemberî pêşketina çetegeriyê bi temamî nahet girtin. Di derbarê şer de di vê pêvajoyê de xaleke din jî heye. Me di dervayî welat de jî wendahî di xeta lib Rêbertiyê pirsî. Di şexsê hevalê Egîd de pirsî. Ji bo şaş fêmkirinê derbas bikin, di dana rûniştina xeta komîtantiyê gerîlatiyê bide rûniştin bû nirxandinek berfireh. Mohra xwe li kongirê da. Lê belê ev weke nirxandinan man. Kêm hate piratîk kirin, her ku çû bandora kesan zêdetir li ser piratîkê dikir. Çetegerî pêşket, li hemberî pêşketina çetegeriyê bi temamî nahet girtin. Di derbarê şer de di vê pêvajoyê de xaleke din jî heye. Me li dervayî welat de jî wendahî di xeta Libnanên de dabûn. Dema em behsa şer dikin divê em wê jî binêrxînin. Hevalê Abdulah Çubukcu, li Libnanê bi bombebarana Îsraîl de şehîd ketibû, ew bû şehîdê me yê yekemîn di derveyî welat de. 2’yî hezîran de jî li Libnanê di êrîşên Îsraîl de di Kalesi Arnon de hevalek girîg hebû. Di Başûrê Libnanê di sînorê wê de komên me jî hebûn. 51 Di parastina wir de hevalên me jî cihên xwe girtin. komek ji 7-8 hevalan jî li wir şehîd ketin. Ew rewşeke şer ya girîng bû. Komek heval jî dîl hatin girtin, hindike mabû dema hevalên me li sînorên Tirkiyê dixistin, li Yewnanstanê xwe girêdayî wê dîl bûnê xelas kirin û vegeriyan qada Rêbertiyê. Dawiya sala 1985’an hevalê Seyfî yê ku kongira partiyê ya yekmîn di mala wan de pêkhatî, dîsa hevalê Orhan di dawiya sala 1985’an derbasî welat bûn. Ew di sala 1986’an nîşaneyên tevlîbûnê bûn. Di 2.salvegera 15’ê Tebaxê de wan çalakiyên li Botanê pêşxistin. Hevalê Seyfetin Zorğurlu, di meha tabaxa 1986’an de tevlî karwanê şehîdan bû. Wiha şerê di welat û dervayî welat de bi hev re bûne yek û hatine jiyîn. *** Adar 2012 STÊRKA CİWAN ŞİİR KÖŞESİ 8 Mart 2000 Kadınına 2000’in Newroz’unda Doğuş Seninle yaşamak için Aramızda Adem’le Havva’dan beri Ekilen kara çalıların sökülmesi, Yükseltilen duvarların kaldırılması gerekir Bunun için; İlk sınıf, ilk hakim, Yalancı ve zalim erkekliğin yenilmesi Ve uygarlığın çaldığı ateşin alınması gerekir Bunun için; Tüm Prometheuslar’a bedel bir kavgayı göze aldım. Dünyayı karşımda buldum Ve Promete’nin memleketinde haince esir düşürüldüm. Ey Kutsal Ana Ve Sevda Kadını. Kutsal ana hakkın geçmişi ise, Çocuk bugünü ve geleceğidir Sevda kadını özgürlük çağrısıysa, Kabul edilecek yaşam Ya özgürce olacak Ya hiç olmayacaktır. Her taraf karanlık ve zorda ise, İsyan ve savaş ne kadar gerekli Ve kaçınılmaz ise Özgürlüğün savaş vaktinde Aydınlık ufku sarmışsa Barış eylemi daha yüce ve gereklidir. Bütün bu zamanlarda İlk dinimizin buyurduğu gibi Bilimin aydınlığında doğru düşüneceksin, Hitabetin inceliği ile yetkin konuşacaksın, Hakkın yolunda emeğinle, çabanla Kendini özgür gerçekleştireceksin. Serok Apo Adar 2012 52 STÊRKA CİWAN Boz Dağların Ciwanları Yurdumuz yuvamızdır. Tüm ihtişamıyla binyıllardan bu yana tek sığınağımız boz dağlarımızdır. Yoldaşım rüyasında görmüş kardeşini. Yüreği hasret doluyken vurulmuş bir dere yatağında param parça bir vücut yanmış kül olmuş bir beden geriye sadece kopuk bir ayak o da kalmış düşmandan marifet almış kucağına, sarılmış ayağa saatlerce ağlamış rüyasında ve nasıl olduysa sonra bir de aklına gelmiş boz dağlarda olan tüm ciwanlar uyanmış ve seyre dalmış tüm ciwanlarıyla boz dağları bazen de rüyalarımızı süsleyen hayallerimizde buluşurlar her karış toprakta bir anı her taşın, toprağın, ağacın gizeminde bir yaşam saklıdır. Onlar bizim ciwanlarımız Hewler’den Mahabat’tan Kamışlo’dan Haseki’den yıllarca boz dağların özlemini çekmişse Amed’den Dersim’den Geliye Zilanlı olup Zagroslar’da toprağa düşmüşse ne fark eder ki hepsi de aynı ananın çocukları hepsi de gömülmüşler tarihin en temiz sayfalarına ne fark eder ki en yaşlısı yirmi dokuz olsa da on üç yaşındaysa daha en genç olanı ne fark eder. hepsi de boz dağların ciwanlarıdır. Boz dağlarda yaşamak umuttur hasrettir boz dağlarda hep serin kalmak bir huzurdur içimizde yükseklerde güneşe aya yakın olmak hem uzaklarda tüm kötülüklerinden cihanın sade ve temiz duygularla boz dağlarda olmak mutludur boz dağlar çocuklarıyla olmaktan binlerce ciwanı bağrına almaktan onlar ne bir parkta ne de seyirlikte buluştular onlar, boz dağların doruklarında aynı listenin nöbet sırasında bir tek kaşığın olduğu sabah çorbasında kara bir çaydanın etrafında sıcak bir sohbetin içinde is kokan çaylarını yudumlarken ya da bir eylem sonrası yorgunluğunda... boz dağların ciwanları onlar bazen sıcak bir sohbette 53 Adar 2012 STÊRKA CİWAN VÎRAMEYÎŞ Zerrî Girsa Mi Ardil MORDEM “Mîzgîne huyayişa kîşta lewa bîye, o ke herekîyene zerrîya bele, o ke xo verdêne royê verê întîharî, fikra întîharî kerdêne vila. Reyna çerexnêne cuayene. Bîyêne mane, talîya cuayene kerdêne pirr” Adar 2012 Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê, Bi nê asmêno ke çim şikneno mi mexapî Maf ben çênê, maf ben… Her şodir na şîîre ci rê wendênê. Şîîra şaîrêde Kurd bîye, la bi tirkî nusnaybî. Cayê Mîzgîne de Ferîde bîye. Aye vurnaybî. Aye Mîzgîne ra zaf heskerdêne. Mîzgîne huyayişa kîşta lewa bîye, o ke herekîyene zerrîya bele, o ke xo verdêne royê verê întîharî, fikra întîharî kerdêne vila. Reyna çerexnêne cuayene. Bîyêne mane, talîya cuayene kerdêne pirr. Talîyake welatêde xerîb de virazîyêne û reyna rehet rehet pirr nêbîyêne. Ro bê mix xo de darde kerdêne. Ro hînî dardekerdî mendêne. Ne merdêne, ne xelesîyêne ra. Hînî talîtîyede dardekerdî ezeb ontêne. Zon vetî, bêxud. Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê, Bi nê asmêno ke çim şikneno mi mexapî Maf ben çêne maf ben… Sîlah hermede şonê. Pêrarade derg û dila de derê. Mîzgîne lengena. A ci rê na şîîre wanena. Mîzgîne huna. Qidaye huyayane to Mîzgîn, qidaye huyayanê to. Hevala mina delal, hevala royê mi, her tim nîya bihuye. Huyayane zaf şona to, ti zanena. Çi rey muriz meverde ra, çi rey meberbe. Muriz nêşono to ra, berbîş nêşono to ra. Bi 54 huye vila asêya, her tim bihuye. Wazena tenge de be, wazena hîraye de be, wazena ver mirine de be, bihuye. Nê çimê mi to murizin mevînê, çimanê toyê şalênaye rindeka de hîsîra mevîne. Roja ke ez ê çima de hîsîra bîvînî awa sîyaye bêro çimanê mi ser de. Ê reyna dinya mevîne. Ê reyna tîja homete, aşma zerde, asmêne kewî, dosere, estara, estaranê şewa paka, waranê zerrîya domanîya mi, ê ke ser ra dîwane wa, awa çemanê welatê koyanê berzî, koyanê berza, merganê derga û kewîya, domananê kewî huyaya, ê bonya gula, dakilanê dest zivra, a ke herendeye destanê xo yê zivrî mîyane pore mi de, a ke zerrîya mi de dirbeta, dirbetade qalik nêcêna tim û tim ci ra gonî, goneşîre şona… -Heval Mîzgîn ka sîleha xo bide mi, ez heta cayêkî berî reyna bidî to. -Hevala Berîtan ti wazena mi ra çi vajê. Tayê linga mi dejena ama ez şîkîn sîlaha xo rakerî. -Hevala Mîzgîn mi nêvato ti nêşkîna, teyna zerê mi ra ame, mi waşt ez taye sîlehe to rakerî, ma sebîyo, hem eke ez bîyêne to sîlaha mi ranêkerdêne? -Of ya ti kî sey biza bi rika, tamam hadî bice. Linga aye tadîyay bî. Rêyek tadîyay bî a roje ra têpîya her tim tadîyêne. Nayê kî xeylê zehmet dênê aye. No STÊRKA CİWAN halê aye ser Berîtane kî tesîrode xirab kerdêne. Berîtane qe damîşê nê halê ayê nêbîyêne. A seba aye vıleşîyêne ro… -Heval Mîzgîn cayoke ma şome zaf dûr o? -Qasê çar-ponc saata esto. -Wey ma ti nêvana ma merdîme. Ez çar-ponc saatanê şima zana. Çarponc saate şima, yanê a rastîye de hawt heşt saatî. Reyna huyayişê xo yo rindek ser lewa: -Ma sebî hevala Berîtan hende farq çîna, çîna. -Ti şo aye kulika mi ra vaje. Mi îndî şima şînasnayê. Tawo ke şima hevalê kanî vajê na raye hende menda, ez zana ke hona di-hîre qatî dûrîya. Şaş fammeke hevala Mîzgîn ez seba ke rincan bîya nîya nêvan. -Ka sîlahe bide mi. Xo vîra meke to soz dabî mi, to heta cayêkî badê bidêne mi. -Tamam tamam tawo ke o ca bero ez bidî to. Nê mabên de cayoke ma şome kotîyo hevala Mîzgîn. -Ma şome venga sore. -Venga sore? -Heya. Gereke ma ewro xo biresnîme grube. Hevala xebere gureta îhtîmalode girs operasyon vecîyo. Grube arazî neşînasnena. Bê kurye grube îmha bibo. -Ma hevala Mîzgîn ti bi na linga xo se grube rê kuryetî bikerê? -Wey Berîtan to çi taw dîyo mi linga xo, xo rê kerda asteng. A şoro xo rê bi deco qe xemê mi nîyo. Tawo ke na çeneke huna her cayê xo huno. Peroyê rûye xo huno. Tewr zaf kî çimê xo hunê. Gerîla û raye. Ama nêama tewr zaf nê hurdmîna çekuyî bala aye oncenê. Xora amêne vîrî nêamêne vîrî raya ra heskerdêne. Raya hîsê resene û ca bîyene aye de viraştêne. Raya to tayene ra ca kerdenê resnêne tayena. Her raye macerayede(serpêameyade) newe bîye. Cayêde wendîbî; vatêne raye çîna, ma bi xo raye virazeme. Na fikre weşa aye şîbî. A kî nika amaybî raya xo viraştêne. Bîyêne ke a na raye se biwazo hînî bivirazo. Raya ke şîyene xeyalanê domanîya aye, raya ke şîyene azadîye bivirazo. Mizgîne pey xo de nîyada ke Berîtane qasê poncas metro dûrî menda. A fikirîye ke Berîtane rincan bîya. Berîtane gerila de hona newe bîye. Bîyêne ke rew biqefelîyêne. Ser aye pawê û veng vîst xo ra: -Hevala Berîtan ti zana ez pey nê neqebe de çîyê bimusnî to. Ez pêbawera ke zaf weşa to şoro, ti ci ra zaf hesbikerê û ez bawer nêken ke to emrê xo de cayêkî çîye henen dîye. Berîtane serê kerd berz, aye de nîyada, şewla tîje mîyane pelganê mazêre ra pol pol dêne rûyê aye ra, a nika zaf rindek asêne. Araq dabî, sirotê xo yê sûrî tayê bîn bîbî sûr. Zerê çima sey her demî huyêne. -Hevala Mîzgîn ez nêqefelîya, ez fikirîyêne. Fikr û xeyala ez gureta berda, mi xo vîra kerdo, ez coka pey de menda. -Hevala mina delale ez seba aye nêvan. Ez rastî van. Ti pey nê neqebî de bivîne. Na rey Berîtane rastî merex kerd, ka a çi bimusno aye. Tawo ke rêşte ayê, kîşta aye de nîşte ro, pîşta xo aznê çentê xo: -Hevala Mîzgîn raştî ti çi bimusnê mi, mi merex kerd. Mîzgîne bi peşmirîyenade weş aye de nîyada; -Mi rê çiko nêvan, tayê merex bike, va hermê xo ontî cor. -Of ya hevala Mîzgîn ti çixa xiraba! Mîzgîne nika bivengode berz huna, xo ra no halê aye zaf weşa aye şono. Aye de nîya da: -To bîhna xo gurete? Hadê ma 55 wurzîme ra. Hende zexelîye besa… -Wey hevala Mîzgîn nê çikê? Rastî kî mi cayêde hende girs nêdîye. -Tabî hevala mi nînan ra vanê sayî. Ka ti yew kî tahma înan bivîne. Hemgên çi ko ke lewê înan de. Berîtane çimê xo çarnay, nêzanitêne ke kamcîye ca kero, her yewe, yewe ra sûr û girs bîye. Pênîye yewe kerde ca. Tayê destê xo de arde berde, kit kerde. -İmm na saya Hawaya a ke da Ademî. Na saya beheştîya(cenetîya.) Ti zana hevala Mîzgîn welatê ma ra dot beheşt çîno. Beheştoke qala ci kenê welatê ma wo. O ke aqlê însana de fikra cenetî viraşta welatê ma wo. No welat mekanê zaf verêna wo. Berîtane kewtîbî saye ser hetêkî ra saye werdêne hetêkî ra nê vatêne. Mîzgîne qe çîyê nêvatêne a goştarkerdene. Aye kî sayade sûr û girse werdêne. Kîşta hînî de nîştîbî ro weş weş aye de nîyadêne. -Ma hînî nîyo hevala Mîzgîn, ez şaşa, eke ez şaşa vaje? Nîyadîşê aye vurîyay. Şab û çimê aye bî xemgîn. Bi vengode seke zaf dûra ra êno: -Heya hevala Berîtan ti rast vana, la nika welatê ma beheştê(cenetê) xo kerdo vîndî, bîyo dojeh(cenem.) Ceneme roja ke têde însanî mêrê kîştene çîna. Nê vatanê aye ser Berîtane tesîrode giran viraşt. Şab û çimê aye kî vurîyay. Pozxiniyade girane amê aye ser. Na çimê Mîzgîne ra nêremê. Mîzgîne vatanê xo ra poşman bîye. Çi rey nêwaştêne kêfê aye biremo. Musaybî halê ayo şên. Pey cû nîya fikirîye; ma mîyane şerde biderfeto ke her tim şên bo. Cayoke têde kîştene est bo kêfweşîye bîyene. Seba ke hewayî vila bikero: -Heval Berîtan ti awe nêşimena? Awa nê hînî zaf weşa. -Heya ez bişimî. Adar 2012 STÊRKA CİWAN Aye ra amê têçim, waşt ci ra vajo; ez zanen hevala mina delal, ez zanan mîyanê senê rastîye de dera. Ti qe xem meke. -De hadê bişime ma şîme. Herê memanîme. Destan de sayî reyna kewtî raye. Verê şanî reştî grube; -Ma bi xeyr hevalno! Hurdmîna pîya vat bî. Gerîlaye ke dormê adir de amaybî pêser, înan kî pêro pîya cewaba înan da: -Xeyr bi silamet, şima xeyr amê. Dormê adir de ca musna înan ke ronîşê. -xeyr mîyan dîme. Halê înan ra kifş bî ke ê xeylê rincan bîye. Pey raya de derg huyayişê hevala dermanê rincaniyo. Û bi ê ra bardaxek çay! Çayake ser adirê gerîla pocîya. Qe mevajê çay çaya, çi ferqa çaya gerila esta? Hînî nîya. Taybetmendîya adirê gerîla; o bê dû yo. Eke ti cinîya adirê to dû bikero. Mudahala yewîne: -Hevalê, o çi dû yo. Ma ti ajana! Heval eke ti nêzana adir wekerê, destê xo me de pira. Çîyoke ti vajê çîno, çunke mudahaleyade ca dera. Adar 2012 Ti kî nayê rind zana. Tawo ke dû kewt asmên, beno ke dişmenî ra bay bay bikero vajo; ka de bê ez nawo tîya ya. Ha ez kotî de mendîbî? Tamam, mi qala çaya adirê gerîla kerdêne. Şima zanenê na dinya de mîyanê bonyanêne weşa de yew bonya tewr weş kî bonya çaya adirîya. Ez nizan çend însan ferqa nayê derê la rastîkî bonya çaya adirî zaf weşa. Eke şima mi peskerê, teberê bonya çaye, bonya adirî, taybetîkî bonya adirê gonîya û bonya herre(tawo ke şîlîye varena) tewr bonyê weşê. Hevaloke pey cû musay ke namê xo Çarçel o, şerbikanê sûra de çaye dergê înan kerde. Bitale bî, ewro hem dem hem şekirê înan estbî. Sey her tawî qulma xoya yewîne de çimê xo guretî, him tahma aye û hem bonya aye onte zerê xo. Na tewgera aye hende baldar bîye ke to vatêne qey çaye oncena royê xo. Noqta, gerisêkî de mîyanê birrekî de bîye. Gerîsode tîk bî, xora tewr zaf nê gerîsî de rincan bîbî. Noqte nîyanênî zanayî weçînêne. Çunke tawo ke dişmen bivecîyêne operasyon, seba ke caye stratejîk de bê noqte nîyanênî weçînaynênê. A bîne kî birrê xo sixlet bî, 56 seba xo wedardeyene rind bî. Tenê yew dezavantajê nê noqtaya est bî, zaferîya de awe çîne bîye. Înan awa xo gelîye bi xo ra ardêne. Kaşanê nîyanênan de bi bar serkewene karode xeylê zahmet bî. Seba nayê kî gereke to awe zaf baldar bişuxulnênê… Serê şodîrî, hona dinya lêl bîye, bi vengê tîyara hewn ra wuştî ra. Çîyo ke pawabî bîbî raşt. Panc heb tîyarê pîya amaybî. Amayena înan û bomba kerdena înan bîbî yew. Nika îndî her ca axir şer bî. Orîyo qorîya tîyara, goş û kerrîke mordemî kerdêne kerr. To vatêne nika hard û asmên biqilaşîyo ra. Bi vengê înan ra pêro perraybî ser xo, hama ca de xo resnaybî meterîsanê binê hardî. Eke talê înan estbîyêne, bomba meginêne serê meterîsî çîye bi înan nêamêne. Qasê metroyê kî biginêne nêzdîye înan çîyê nêbîyêne. La eke talê înan çînîbîyêne biginênê ser meterîs bi xo, ê tawî meyîte înan bira nêmendêne, bîyêne letê bi letê. Înan îndî rind zanitênê. Virindîye tîyara her ca bomba kerdênê, pey înan ra kobra. Pepo keko na çi orî û qorîya. Cinawurê şanika wuşto ra amo, bîyo raşt. Tewr cinawurê şanika lewê nê de çîyê nîyo, tewr rindeko. Nê her ca kerdo xo ver ra, keno xera. Ne dar vano ne kemer. Xora seba ke nêreseno însana hende qarîyo ke koyî, deştî, gelî, gerîsî, dar, ber, awî dayê xo ver xira keno. Hela vengê ê. No vengo bêtoşe. No vengo berz, berz, berz…Hard û asmênî kilaşneno ra. Goş û kerrika beno. Keno kerr. Perdika goşa visneno. Çend hevalî bi nê vengî perdika goşanê xo ra bîbî? Berîtane reya yewin bî hende nêzdî ra galimê înan dîyêne. Heta a vîste her tim dûrî ra dîbî. Na rey tam amaybî ser serê înan û panc metre dûrî kîşta înan dabî. La Berîtane gonî serdinîya xo vîndî nêkerdîbî. Hewl xo pawitîtîbî. Porê hîrd mîna bîbî STÊRKA CİWAN ya, tu gilang milangî nemaybî. Tokê porê înan firda bî. Kêlê kincanê înan pêro ya bîbî. Goşî bîbî giran. Nika çîye nêheşnêne. Berîtane tawo ke dî nêheşnene, kewte qisaweta. Tersê ke a kerr bibo. Bi îşareta Mîzgînî ra va ez nêhêşnen, Mîzgîne ci ra va qisawet meke, tayê bîn şoro goşê to normal bê. Hetê ra kî zerê xo de vana omed ken ke henen bo. Çunke îhtîmalê perdika goşî visîyene kî zafa. Verê ke tîyarî galim bikerê Mîzgîne ê hêşarkerdîbî seba ke fekê xo ya kerê. La a vîste de bîyene ke vîra înan ra bişîbî. Nika îndî waxtê qisaweta bî. Gelo înan ê dî bî ya tesadüf dabî înan ra? Gelo hevalanê bîna ra çîye bîbî ya nê? Psîkolojîya hevala senen bî? Ti biwazê mewazê tawo ke ti arazîyêkî de xerîb be, ti rehet nîya. Ti xo zaf bêpawitîşî hîskena. Mîzgîne meterîsî ra vecîye ke şoro dîyarê hevalanê bîn, halê înan persbikero ke, tîyarî reyna xo verda cêr, tawo xo verda cêr to zanitêne ke qazan bêro. Mizgîne reyna xo êşt mîyanê meterîsî. Na rey kî nêzdîye înan da bî la na rey hete noqta înan o bîn dabî. Uca kî meterîsê hevala estbî. Nika qisawetê aye hînî zêde bî. Seba ke birr sixlet bî tam nêdîyenê kî. Meterîse aye û komutanê grube nêzdîye yewbînî bî. O kî bi qisawet bî. O kî sey Mîzgîne her rey meterîsî ra vecîyêne reyna kewtêne ci. O yewo derg bî. Qemerode semt bî. Taybetîkî ê bi nêzdîbîyenê xo bale ontêne. Xo cor de nêdîyêne. To ey de hawayê ez komutana, nêdîyenê. Hewayede ey şoreşger û weş estbî. Mordemî xo lewê ey de rehet hîskerdêne. Tu kompleks mordemî de nêvirazîyêne. Mordemî xo sey xo hîskerdêne. Vindayîşe ey bawerî dênê mordemî. Aye komutanê ke bira puçê xo bi hevala dêne şutene kî vînîtî bî. Û a bi nayê şaş mendîbî. Tewr nakokîye cîya cîya cuayabî. A tersa bî ke pêro gerîla nîyanên bê. La aye badê dîbî kê, hînî nîyo. Komutanî pêro zanayîşî Mîzgîne ra guretêne. Her çî aye ra perskerdêne. Bejn û bala Mîzgîna kilmeke virindîye zaf bawerîye nêda bî ey. Zerê xo de vat bî; nika na ma rê rêberî bikero? La badê dîbî ke Mîzgîne hevala de hewla. Ser arazî û ser tewgerê dişmenî hakîma. Seba ke derheke aye de nîya fikirîya bî xo ra şermayabî. Tîyarî nika bêveng bîbî. Qasê heştês dekka waxtê înan est bî. Eke heştês dekka bîne tîyarê mêrê, na rey îhtîmalo de girs kobra bîyamênê. 57 Hurdmîna bi lêz şî meterîse hevala kontrol kerdî. Çîye bi hevala nêamabî. Meterîsanê binê hardî ê pawitîbî. -Wî wî hevala Mîzgîn no kutik nika porê ma bicê ro. Va Berîtane, Mîzgîna ke fekê meterîse de nîştbî ro tewgerê înan de nîyadêne. Aye pîlot zaf rind dîyenê. Hende nizm firdêne. Xo ra hevalanê kana her tim nîya kerdêne. Hevalê newe kerdêne zerê meterîsa ê bi xo kî ya fekê meterîsî de ya kî teber ra mendêne, tewgerê dişmanî de nîyadênê. Ê tîyara ra zîyaderî kobrayan ra tersêne. Tewgerê kobraya hînî sivik bî. Eke reyek musnayişê to bîdîyenê îndî ti nêşkîAdar 2012 STÊRKA CİWAN yêne xo ci ra bixelesnê ra. Ya kî xeylê zahmet bî. Sey pîyayê kî kewtêne to dima heta ke to pêmecê ro mekîşo ranêverdêne. Nayê ra kî tawo ke kobra amê ganî to xo zaf rind bitemitêne, tawo ke a ser serê to de bîye ti qe cayê xo ra melewîyênê. -Tewmegere hevala Berîtan, o tewgerê ma bicê ro. Eke tewgerê ma bicê ro ma yew heval tîya ra mexelesîme ra. Ti zana eke ma xo kobra ra bixelesnîme ra, îndî çîye nêbeno. Eke kobraya kî karê xo qedêna sikorskî bêrê pêroyê tap û tuma de cenderma binê ro. Ê taw eke ma lez bikerîme şîkîme biresîme înan û înan ra dîme. Ya kî xo ra tawo ke xo biverdê noqtayanê ma, ma kunîme perodayîşe, seba ke cendermê înan mîyanê ma de rê nêşkînê teknîk kar bîyarê. Nakî ma rê bêna avantajêke girse. Berîtane bi baldarî Mîzgîne goştar kerdênê. Mîzgîne hona qisey xo nêqedênaybî, roketêk qase panc metro nêzdîye înan kewt. Mîzgîne cayê xo de bîye derg. Seba ke aye nêwaştîbî tewbigero, xo êşt bî tehlukeyode girs. La eke nîya mekerdene na reyek bîyene ke pêroyê hevala bikero tehluke. Talê xo estbî çîyê nêbîbî. Çi parçe nêginaybî aye ra. Dî ke kobra dûrî kewte xo êşt zerê meterîsî, kîşta Berîtan û Tîjda. Aye zanitêne ke a hona xeylê pirodo. Nika roketî êştêne, badê yewa bîne bîyamenê bi doçka serhev mermî bivarnêne. Payîz bî. Xoza reng bi reng bîye. Aye wisar û payîzê welatê koyanê berzî ra zaf heskerdêne. La hurdmîna ra cîya cîya heskerdêne. Aye omedê wisarî ra û huznê payîzîra heskerdêne. Rengê payîzî a ontenê zerê xo. Rengo zîyaderî zerd bî. La lewê ey de sûrê mewa, keske qaça, şalêne pelga, rengê vilanê huşk… Cumbişê renga bî û roşana çima bîye. Çimanê aye kî nê rind dîyene. Adar 2012 Operasyonî hîrê roja ont. Tîyara, kobraya mirdîya xo bombardiman kerd badê, seke Mîzgîne têde vet bî, skorskîya ser her tap û tuma de cendermê nay ro, Mîzgîne rêberîyade rinde kerde, a şewe grubu qada operasyonî ra vete, pey meşêde derg, qasê vîst saata pey de grube resnê cayode hîn pawitî. Grube berde Nederaya. Tîya teberê operasyonî de bî. Seba ke payîz bî Nederayî zaf serdin bî. Dişmen nêşkîyêne vecîyo uca. Bi na torê grube ver be raya xo ya hona xeylê derg û dila kewte. Înan kî xo resna lewê hevalanê ke hadîrîya zimistanî kerdêne. Payîz rew şî, rengê xoyê delalî bar kerdî şî. Xora gerîlade waxt zaf rew şîyêne. O sey mayîna sûre çar gamî şîyêne. Zimistan ame, bi yew rengê xo. Rengê xoyo sîsîk sey rîpeşî her ca ra fîşt ra. Pêroyê koyê welatê koyanê berzî, bî sîpî. Nika teyna sipî est bî. Zimistan gerîla de dest û payî girêdayîş bî. Hetêkî ra weşbî. Waxtê aresîyayene, waxtê perwerde, ser pratîk vindene, şaşî û kemayanê pratîk sera vindene bî. La gerîlawa ke musêne tewgere virindiye xeylê zahmetî ontetêne. A bîne kî xeterîye xo zaf bî. Xozaya dayika ke pawitêne, kerdêne weyî, lawnêne zimistanî bîyene terse kurasê sipî. Eke ti gore qeyd û qanunanê aye tewmegere a bîyene xişm, bîyene xezebe, bîyene buglate, bîyene merdena sipîye, rûye xo yo tarî musnêne. Ganî to virana aye de xo rê cayo ke ti bişîkîye sarê xo ci kerê, soba tafîye, adir wekerê bıvırazê. Nêbo ti nêşkîna virana aya de vindêrê. Seba nayê kî gerîla zaf bi baldarî cayê xo yo zimistanî kifş kerdênê. Verê her çî ganî cawoke to weçînayo bala dişmenî meonco. Çîyo tewr xirab, zimistanî deşîfrasyona noqta bî. Eke reyek deşîfrasyon virazîya, îndî dişmen pey to canê58 verdano. Ti şorê kotî o îndî to dima êno. Mîyane vara sipîya serdine de tewger zaf zahmet o û îhtîmalode girs vîndî dayêna. Yanê merdena. Merdena bêwaxt. Merdena bêsilayîye. Û eke ti bi qerqeşune memirê kî, merdena sipîye êna to vînena… Ewro vîst û di rojî bî kewtîbî kampe. Tebere hevalanê ke ca viraştîbî hevalê bînî yewê çile de amaybî kewtîbî kampî. Heta na roje her çî rind şîbî. Vare zaf varêne. Emser serranê bînan ra zîyaderî vare varaybî. Nika de qasê di-hîre metro vare varaybî. Noqta, noqteyade virane bîye. Seke mîyanê uskurade hîrade bo. Yew mekteb, yew demêde manga hevalanê xorta bîye, teberê naye di mangê bînî ê hevalanê xorta estbî. Di mangê ê hevalanê cinîya, yew kî kulind de bîye. Kulindede hem wer potêne, hem nan potêne. Verê şan bî. Vengêk heşna, vengoke sanîyekî ont tenê. Çixa kilm hende berz. Pey vengî ra tarî. Tarîyode lêl. Çim çima nêvîneno. Tayê waxt şî badê amê xo, veng vîst xo ra; -Heval no çik bî? Ma tîyare bî? Nêşîyêne tîyarî. -Heval vewrês bî, vewrês. -Vewrês? Ê vewrêsî heşt canî guretî înan ra. Şeş xortê tîral û di çenekê rindekî. Ê çêneka ra yewe Mîzgîne bîye. Mîzgîna huyena kewe. Mîzgîna kulmek awe. Mîzgîna omed. Mîzgîna ke înan ci ra vatêne Mîzgîna qice. Berîtane çixa bideco kî rext û sîleha Mîzgîne kerde ra. Û seke a qe nêşîya, her tım lewê aye de ra, cı rê şîîra; Mîzgîn, Mîzgîn ti kî mebê, Bi nê asmêno ke çim şikneno mi mexapî Maf ben çênê, maf ben… wende. Nika her wisar heşt vilikî koyanê Amedî de têlewede benê ya. *** STÊRKA CİWAN KULTUR NEWROZ Stêrka CİWAN “Newroz 1999 hatte allen Gegnern der Freiheitsbewegung auf dieser Welt gezeigt, mit welcher Kraft und Faehigkeit die revolutionaere kaempfen” Wir begegnen in dieser Zeit einem neuen Newroz, dem Tag des Widerstandes und der Befreiung. An diesem Tag des Newroz wurde das Zentrum des Unterdrückungsreiches Ninova von den vereinten Kraeften der Meder, Babylonier, Skyther und anderer Völker, dem Erboden gleich gemacht und der jahrhundertelangen Tyrannei ein Ende bereitet. Dieser Feiertag erlangte in den letzten Jahren des kurdischen Wiederstandes durch den zeitgenösischen Freiheitskaempfer Zekiye Alkan, Rahsan Demirel, Berivan und Ronahi eine ganz neue Bedeutung. Er wurde für die Völker Mesopotamiens, İrans und Anatoliens zu einem Tag der Freiheit, Gleichheit, Gerechtigkeit und der Zaertlichkeit der Völker. Newroz 1999 hat durch ein internationales Koplott der „Weltreaktionaere“, mit dem der Anführer der Freiheitsbewegung Kurdistans an die türkische Regierung ausgehaendigt wurde, eine neue Form des Widerstandes erfahren. Der radikale US-amerikanische Imperialismus, der Ausrottungsapparat der Türkischen Republik, mit dem in der Geschichte schon mehrere Völker vernichtet wurden, der Terrorismus des Staates İsrael, auch der den Kurden freundlich erscheinende, doch von der Geheimorganisation Gladio beherrschente Staat Griechenland und das nichts anderes, als eine leicht zu be59 wegende Schachfigur darstellende Kenia, arbeiten eng zusammen, um den Vorsitzenden der Arbeiterpartei Kurdistans (PKK), Abdullah Öcalan, aus dem Weg zu raeumen. Er stellt wohl für sie den unbequemsten Freiheitskaempfer dieser Zeitpoche dar. Deshalb wurde in erster Linie Newroz 1999 gegen dieses Koplott gerichtet. Dieses Jahr, dass 2012 Newroz wird auch genau so sein wie es in den letzten jahren auch war. Newroz 1999 hatte schon mitte Februar angefangen: überall im nahen Osten, im Europa und in der Welt gingen kurdische Massen und deren Freunde auf die Strassen, zündeten Feuer an, verdeutlichten ihrem Unmut in Protesten und zeigten so der Welt, hinter wem sie stehen, naemlich hinter der PKK und Abdullah Öcalan. Newroz 1999 hatte allen Gegnern der Freiheitsbewegung auf dieser Welt gezeigt, mit welcher Kraft und Faehigkeit die revolutionaere kaempfen. Der Widerstand gegen den Kolonialismus, der seit dem 16. Februar 1999 dem türkischen Staat in Angst und Schrecken versetzt, hatte auch desen Stützen erheblich ins Schwanken gebracht. Die Guerilla und die Bevölkerung haben gezeigt wie sie aus den Fehlern und Unzulaenglichkeiten von 1991/92 gelernt haben. Und am 21. Februar 2000 wurde Newroz von Kurden und deren Freunde als Feiertag des FrieAdar 2012 STÊRKA CİWAN den, Freiheit und Wiederaufbaung einer neuen Republik gefeiert. Auch dieses Jahr am 21. Maerz werden diese taeglich laufende Proteste ihren Höhepunkt erreichen. Wir befinden uns mitten in einem neuen Volksaufstand (Serhildan): einer, der weitaus grössere Dimensionen, als der Volksaufstand von 1992 in Kurdistan aufweist. İn diesem Serhildan wird uns die Freiheit noch naeher gebracht, sie wird fassbarer denn je sein. Der Ausgangspunkt hier für ist so gegenwaertig wie noch nie zuvor. Zur Zeit finden in allen Staedten Kurdistans und der Türkei Widerstandsaktionen im grössten Ausmass stat. Entscheidend dürfte sein, diese erreichte Grundlange dem entsprechend aus zunutzen. Unseren Aufgaben, sei es in der Universitaet, in Produktionsstaetten oder sei es bei der Bevölkerung selbst, müssen mit aller Sorgfalt und im revolutionaerem Bewusstseins in Angriff genommen werden. Jeder Mensch, der eine Abneigung gegen das System und dieses internationale Komplott hegt, ist in dieser Situation involviert. Warum aus Newroz “Nevruz” werden sollte: Wie in vielen Punkten auch, sollte die kurdische Bevölkerung zahlreiche Reichtümer ihrer Kultur und Geschichte vergessen. Das, was viele Jahrzehnte lang durch die Kolonialisten betrieben wurde, wurde jedoch mit der Adar 2012 Befreiungsbewegung wieder endeckt. Als wir erfuhrten, dass wir von der Kurdischen Abstammung sind und nicht von der Türkischen oder einer anderen, haben wir mit begonnen zu erforschen, was damit in Zusammenhang steht. So erfuhrten wir, dass der Tag des 21. Maerz mit dem Feuer zu ehren ist. Denn wir sind uns bewusst, dass die Freiheit und der Wiederstand mit dem Feuer erschaffen wird. Darafhin erfuhrten wir, dass es sich hierbei um eine jahrtausende alte Tradition handelt. Vor vielen Jahren feierten die Völker des Nahen Osten die Bew-zwingung des damaligen vorherrschenden Terrorreiches der Assyrer und das Niederbrennen des Palastes vom König Dehak mit dem Feuer. Seitem wird die Freiheit mit dem Entfaachen eines grossen Feuers gefeiert. Die Meder liessen in den nachfolgenden Jahren sowohl den Tyrannen Dehak, als auc den Freiheitshelden, den Schmied Kawa, nicht in Vergessenheit geraten. Seitem feiern die Meder/Kurden und alle Völker des Nahen Ostens Newroz, als den Tag der “Freiheit” und “Neugeburt” und zugleich als den Vorboten des Frühlings. Bis heute waren wir uns dieser Tatsache mehr oder weniger bewusst. Wir staunen jetzt darüber, dass seit einigen Jahren die türkische Regierung versucht diesen Tag als einen türkischen Feiertag auszugeben. Aber ihre Rechnung geht nicht auf. İn den Schulen wurde uns nie gelehrt, dass es so etwas wie Newroz, nein Nevruz, gibt. Statt dessen wurden uns viele andere unzaehlige Feiertage und alles, was damit zusammenhaengt aufgezwungen. Mit dem Jahr 1990 be60 gann die kurdische Bevölkerung in Massen diesen Tag als Symbol der Freiheit und des Widerstandes, zu ehren. An diesem Tag wurden auf den Strassen Feuer entfacht und gegen die Besatzer protestiert. Trotz der Eindschüchterungsversuche des türkischen Staates, der mit der Ermordung von dutzenden und hunderten Feiernden antwortete, liessen sich die Menschen nicht davon abhalten. Was der Staat und seine Militaers nicht mit brutaler Gewalt verhindern können, soll nun angeeignet, zu etwas “türkischen” erklaert werden. Newroz soll eine andere İnterpretation beinhalten, somit seinem Sinn entraubt werden. Bezweckt wird hiermit das Lossagen der Kurdinnen von ihrem wichtigsten Feiertag, den “Nevruz” gehöre nicht ihnen, den Kurden, und habe eine ganz andere Bedeutung, die nicht mit dem Freiheitskampf der Kurdinnen in Einklang zu bringen sei. Der Staat konnte trotz grösster Bemühungen – auf eine zynische und sarkastische Weise gaben türkische “Professoren” entsprechend der Verleumdungspolitik der Türkischen Republik sich grosse Mühen, jahrtausende alte Mythen und Tatsachen zu verdrehen kaum seine gesteckten Ziele erreichen. Unter der eigenen Bevölkerung rief diese Verdrehung der Geschichtsfakten zum Teil Unverstaendnis hervor, und es wurde erkennbar, wie Schwer sich die Regierung bei diesen vom Staat angeordneten Feiern tat. Die fehlende Logik kann nicht vermittelt werden. Die kurdische Bevölkerung feiert diesen Tag jedoch so, wie sie es schon immer getan hat und stellt sich mittels dieser Haltung der systematischen Assimilations- und Vernichtungpolitik der Türkischen Republik entgegen. So wird sie sich auch dieses Jahr verhalten, jedoch wesentlich entschlossener als zuvor. *** STÊRKA CİWAN POLİTİQUE Les politiques classiques de l’état turc Ali HAYIRLI “La fin de l’hiver marquera une intensification des combats entre la guérilla kurde et les forces armées de l’état turc. Les responsables de la guérilla kurde ont annoncé que les combats s’étendront aux zones urbaines avec l’arrivée de la belle saison” Le gouvernement de l’AKP reproduit les politiques stériles de ces prédécesseurs dans la résolution de la question kurde. Le gouvernement des islamistes turcs pense pouvoir réduire au silence les kurdes en reproduisant les politiques classiques de l’état turc basées sur l’extermination et la négation. Erdogan mène une guerre totale envers les kurdes en s’appuyant sur tous les moyens mis à sa disposition. L’état turc pense pouvoir liquider le mouvement nationale kurde en s’appuyant sur le soutien ( militaire, politique,…) des grandes et petites puissances de la scène internationale. Le gouvernement turc utilise des kurdes collabos qui courent de plateau de télé en plateau de télé pour calomnier le mouvement national kurde. Le gouvernement turc espère également créer une guerre fratricide entre les guérilleros du PKK et les peshmergas en augmentant les pressions sur les dirigeants du Kurdistan irakien. Les islamistes tentent d’affaiblir et de réduire au silence les kurdes sur le plan national et international en menant différentes opérations. Le gouvernement d’Erdogan a récemment mené des opérations au sein 61 des services secrets turcs qui avaient conduit les pourparlers au nom de l’état turc avec les représentants du mouvement kurde à Oslo. Erdogan ne tolèrera plus aucune forme de dialogue entre les représentants de l’état et les membres de la guérilla kurde pour trouver une solution pacifique à ce conflit. Par ces opérations, le disciple de Gulen ferme définitivement la porte à toutes les initiatives destinées à trouver une solution politique à ce conflit. Le gouvernement des islamistes tente de criminaliser les pourparlers entre le PKK et les représentants de l’état. Il est évident que le gouvernement turc tente de retarder la résolution pacifique de la question kurde. Le parti de la justice et du développement (AKP) jugent ceux qui réclament une solution pacifique à la question kurde et récompensent ceux qui sont en faveur de la guerre. Le gouvernement des islamistes est déterminé à résoudre la question kurde par des moyens militaires. Erdogan poursuit sa chasse aux kurdes et aux démocrates dans le cadre des opérations du KCK. Les personnes et les institutions qui militent pour la déAdar 2012 STÊRKA CİWAN mocratie et la paix sont la cible de la police et des juges d’Erdogan. Le premier ministre turc joue à un jeu très dangereux qui risque de plonger le pays dans un chaos. Ces politiques du gouvernement de l’AKP sont vouées d’avance à l’échec car le peuple kurde est déterminé à obtenir ses droits. L’état turc a augmenté les attaques contre les kurdes car ces derniers n’ont jamais été si proches de leur liberté. Les kurdes ne laisseront plus aucune force étrangère décider de leur destin. Il est évident qu’aucun changement ne peut se faire dans la kurde et les forces armées de l’état turc. Les responsables de la guérilla kurde ont annoncé que les combats s’étendront aux zones urbaines avec l’arrivée de la belle saison. L’armée turque qui peut compter sur la technologie militaire la plus avancée reste impuissante face à la guérilla kurde. Les différentes opérations menées par le gouvernement turc envers les milieux kurdes annoncent une guerre sanglante. Une intensification des combats entre les combattants kurdes et les soldats turcs augmentera la tension entre la côté leurs divergences internes afin de défendre les droits et les intérêts du peuple kurde. Les ennemis du peuple kurde ont recours à tous les moyens pour empêcher la tenue de ce congrès national kurde qui fixera la stratégie commune des kurdes sur le plan politique. L’année dernière, les puissances étrangères avaient empêché la tenue du congrès national kurde en faisant pression sur les autorités de la région autonome du Kurdistan irakien. La conjoncture régionale actuelle offre aux kurdes une chance historique de reprendre région sans les kurdes qui constituent une force politique et militaire importante. Les différentes opérations menées par Erdogan témoignent de l’impuissance de ce dernier face à la détermination du peuple kurde. population kurde et la population turque. L’unité des kurdes est inévitable si les kurdes veulent être les maitres de leur destin. leurs droits. Les dirigeants kurdes ont l’obligation de saisir cette occasion sinon ils devront en répondre devant le peuple kurde et l’histoire. Les kurdes doivent participer massivement aux célébrations du Newroz pour montrer leur unité nationale à leurs ennemis en ces jours critiques. Le peuple kurde réclame des différents partis politiques kurdes une position commune afin de défendre ses droits. Il est important que les dirigeants kurdes répondent favorablement à l’appel d’unité du peuple kurde. Une intensification des combats L’été dernier, les forces policières et militaires de l’état turc étaient impuissantes face aux attaques de la guérilla kurde. Les combattants kurdes ont également subi des pertes dues à la négligence lors des opérations. La fin de l’hiver marquera une intensification des combats entre la guérilla Adar 2012 Le congrès national Kurde Il est urgent que les représentants politiques kurdes fixent une date pour la tenue du congrès national kurde. La tenue d’un congrès national kurde est inéluctable si les kurdes ne veulent pas être les oubliés de l’histoire. Il est vital pour les kurdes des différentes tendances politiques, issues des quatre parties du Kurdistan, de suivre une stratégie commune en mettant de 62 *** STÊRKA CİWAN Erkeklerde erken bunama nedeni Güneş'te son 6 yılın en şiddetli fırtınası University College London'da görevli bilim insanı Severine Sabia başkanlığında çalışan ekip, sonuçları Archieves of General Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırmada, 5000'in üzerinde erkek ve yaklaşık 2100 kadının verilerini 25 yıl boyunca takip etti. Bu süre içerisinde deneklerin sigara kullanıp kullanılmadığına bakıldı ve deneklere hafıza ile ilgili bir dizi test yapıldı. Sigara içen erkeklerin içmeyenlere oranla testlerin tümünde daha düşük sonuçlar aldığı görüldü. Kadınlarda ise sigara içenler ile içmeyenler arasında aynı etki görülmedi.Bilim adamları, kadınlarda bu etkinin görülmemesinde, kadınların erkeklere oranla daha az sayıda sigara içmesinin etkili olabileceğini tahmin ediyor. Colorado'daki Uzay Hava Tahminleri Merkezi, şiddetli patlamaların meydana geldiği Güneş'in radyasyon yaydığını açıkladı ve radyasyonun Dünya'da iletişim sistemlerini ve elektrik sistemini etkileyebileceği uyarısında bulundu. Merkez, Pazar günü GMT'ye göre saat 04.00'te (TSİ 06.00) Güneş'te bir patlama kaydettiklerini ve patlamanın neden olduğu radyasyonun yaklaşık 1 saat sonra Dünya'ya ulaştığını söyledi. Güneş'teki patlamaların Çarşamba gününe kadar devam etmesi bekleniyor. Güneş'teki son şiddetli fırtına, Mayıs 2005'te meydana gelmişti. Irkçılar daha aptalmış İran'da Google, YouTube ve e-posta yasaklandı Ntvmsnbc'nin haberine göre, Arap Baharı sürecinde Mısır, Libya ve Suriye'de sık sık baş gösteren sınırlama ve yasaklar şimdi de İran'da yaşanıyor. Ülkede Google'ın şifreli araması, YouTube, Gmail, Yahoo mail ve Hotmail gibi e-posta servisleri başta olmak üzere, çoğu SSL web sayfasını engellendi. Engellemelerin sebebinin 1979'da Şah rejimine karşı gerçekleştirilen ayaklanmanın yıl dönümüne yaklaşılması olduğu düşünülüyor. 10 Şubat'tan bu yana süren yasaklar Google tarafından da doğrulandı. ABD’li Huffington Post gazetesi, düşük zekâlı insanların, sistemi ve düzeni destekleyen, ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojileri daha kolay benimsediğini belirten bir haber yayımladı. “Psychological Science” dergisinin makalesine dayandırılan haberde, Dr. Gordon Hodson, düşük zekâlı insanların bu tavrının karmaşık dünyayı algılamada kolaylık sağladığını ifade etti. 63 Adar 2012 STÊRKA CİWAN :) :) MİZAH Adar 2012 64