Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Transkript
Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Muhterem Okuyucu, Rabbimizin, Hazreti Âdem’e ‘’Eşyanın adını öğretmesi’’ ile başlayan ilim öğrenme serüveni, yaratılışla birlikte kıyâmete kadar devam edecek en kutlu ameldir. Zîra ilimsiz amelin anlamı olmadığı gibi, ilmin yanlış yerde kullanılmasının da insana her hangi bir fayda sağlamayacağı şeytanın sahip olduğu ilimden anlaşılmaktadır. Bilgiyi, neyin hizmetine verdiğimiz ve onun bizi nasıl bir hayat tarzına sevkettiği önemlidir. Toplumun ortak aklını oluşturan ilim adamları, eğitimciler aynı zamanda o toplumun birer gönüllü önderleridir. O yüzden bir ilim adamının hayat felesefesi, dünya görüşü, düşüncelerinin beslendği kaynak her şeyden önemlidir. Topluma nitelikli şahsiyetler kazandırmak İslam’ın en önemli hedeflerinden birisidir. İslam’ın ön gördüğü toplum yapısında her bireyin mutlaka günlük ibâdetini, sosyal ilişkilerini düzenleyecek bir bilgi birikimine sahip olması teşvîk edilir. Efendimiz (s.a.v.)’e vahyedilen ‘’Oku!’’ emri, sâdece okumak olarak ele alınırsa, âyet-i kerimenin maksadı tam anlaşılmış olmaz. Zîra bu emirden okuma bilenler için, ‘’amel et’’, amel edenler için ise ‘’başkalarına da anlat’’ anlamlarını çıkarmamız lazım. Gençlerimizi, geleceğimiz olarak gören bir anlayıştan hareketle, şimdinin geleceğine nasıl bir eğitim verdiğimiz, onları ne ile beslediğimiz ve yarına nasıl hazırladığımız her şeyden evvel düşünülmesi gereken bir konudur. O yüzden, toplumda yaşayan bireyler olarak herbirimize öğrenme ve öğretme faaliyeti adına önemli görevler düşmektedir. İçinde bulunduğumuz imkânlar ölçüsün- de, ya ilim öğrenen, ya öğreten olmalı ama asla üçüncüsü olmamalıyız. İlmi, öğrenmeyi sadece bir okul sırasında, bir eğitim kurumunda düşünmemeliyiz. İlmin zamanı, mekânı, yaşı olmaz... Güzel bir ilim yuvasında, ülkemizin muhtelif yerlerinden sırf rızâ-i ilâhi için ilim öğrenmeye gelen öğrenci kardeşlerimizin ve onlara büyük bir özveri ile hizmet eden hocalarımızın gayretleri ile çıkan Tebessüm Dergimiz’in bu sayısındaki ana konusunu: ‘’İlim öğrenme ve eğitim’’ olarak belirledik. Her müellif kendi üslûbunca bir şeyler yazmaya gayret gösterdi. Her birisi eğitim daha nasıl keyfiyetli olur? sorusunun cevabını aramaya çalıştı. Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin ‘’Aile Yuvası’’ adlı yazısı ile eğitimin aslında aileden başladığına dikkat çekildi. Gençliğimizin şimdiki hali ortaya konularak, içinde bulunduğu problemlerin halledilmesi için nelerin yapılabileceği îzâh edilmeye çalışıldı. Ve Gürpınar Kur’an Kursumuz’da geçen zaman zarfında gerçekleştirdiğimiz faaliyetlere yer verdik. Neler yaptık? Neler yapacağız? Bunları sizlerle paylaşamaya çalıştık. İstanbulumuzun güzel bir köşesinden sizlere kendi istîdâdımızca bir tebessüm göndermeye çalıştık. Unutmayın! ‘’Tebessüm sadakadır.’’ ve ‘’Sadaka ömrü uzatır. ‘’ Hayırlı ve rızâ-i ilâhi uğrunda geçen bir ömürle daha nice Tebessüm sayfalarında güzel haberlerle, güzle sayfalarda buluşmak, görüşmek, dertleşmek dileği ile. Allah’a emânet olunuz. Şefika Kaya Meriç Âile Yuvası İyi Bir Anne, İyi Bir Eğitimci Demektir Osman Nûri Topbaş Ahmet Ziylan 14 16 Gürpınar’dan Damlalar Gürpınar Kur’an Kursumuzda Neler Yapıyoruz? Zeynep Nalbant 3 4 6 Gürpınar Denilince 8 Gençliğin Istırâbı 10 12 Fatma Zehra Selçuk Esen Şefika Kaya Meriç Hasbihal - 2 Ayşe Erbalcı En Değerli Sermaye: GENÇLİK Hilal Küçük 23 24 25 26 Başak Çelikarız Genciz Biz Delikanlı Neslihan Nur Türk Gençsin! En Güzel Surettesin Rabia Yelimlibağ Gençler! İdölünüz Hangi Sahâbe? Hatice Şahin Örnek Hanımlardan Olmak İçin 13 Çocuk Kalbi 19 Haydi O Zaman 30 Kübra Topal 20 Dertleşmek 31 Sahne ve Kulis 32 Bunları Biliyor Musunuz? 22 Sümeyye Tunç Betül Önal Esra Kabakoğlu O’na Duyulan Muhabbetin Sırrı Zeynep Sönmez SAHİBİ: GÜR-DER adına sahibi Adnan Saraçoğlu 28 Ben Susayım, Sen Söyle İçimdeki Sensizliği Cafer Durmuş Kitap F. Şeyda Katran Tuba Doğramacı Yazı İşleri Müdürü: Salih Zeki Meriç Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00 Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbul Tel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101 YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Hilal Küçük, Tuba Doğramacı, Rabia Yelimlibağ, Bilge Türkmen, Dilek Ekinci, Kübra Topal, Feyza Yazar İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16 Gürpınar’dan Damlalar Zeynep Nalbant Şayet sana düşman olanı yenmeye kendinde bir güç bulursan, bulduğun bu gücün şükranesi olarak onu affet. Rislan-i Dımeşki ‘Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer (helal yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (Hakk’ın rızasına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (salih ve sadık kişilerle muhabbetleşir) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.’ Hadis-i Şerif Gençlik güzelliğine şans denilen kör kuvvet bile aşktır. Gençliğini boş yere harcama, onu kıymetlendirmeyi bil. Gençliğinde iyi arkadaş kazan. Yaşlılıkta kazanılan arkadaşlık sağlam olmaz. Çünkü paslı teneke lehim tutmaz. Gençlik tutulmaz elle, Geçirme bo emelle Ali Fuat Başgil (Gençlerle Başbaşa) Faruk Nafiz Çaml›bel Rivayet edilir ki: Birgün İsa a.s, İsrailoğulları’ndan salih zannedilen bir kimse ile şehir dışına çıkmıştı. Halk arasında fasıklıkla meşhur günahkar bir adam da büyük bir eziklikle peşlerine takılmıştı. İstirahat için mola verildiğinde bu günahkar kul, samimi bir nedamet ve mahcubiyet içinde, gönlü kırık olarak onlardan ayrı bir yere oturdu ve merhametlilerin en merhametlisi olan Hak Teala’nın yüce affına sığınarak: ‘-Rabbim! Şu yüce peygamberinin hürmetine beni affet!’ diye dua eyledi. Salih zannedilen kişi ise, onu fark edince küçümsedi, hakir gördü ve ellerini semaya kaldırıp: ‘-Allah’ım! Yarın kıyamet günü beni bu adamla birlikte haşreyleme!’ dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, İsa a.s’a şöyle vahyetti: ‘Ya İsa, kullarıma söyle; ikisinin de duasını kabul ettim. Boynu bükük mücrim kulumu affedip kendisini cennetlik kıldım. Halkın salih zannettiği kişiye gelince, onu da, Ben’im affettiğim kulumla beraber olmak istemediği için cennetliklerden kılmadım!’ Şubat-Mart-Nisan Hayatın ve tutacağın yol hakkında tereddüte ve karamsarlığa düşüp de bir ışık aradığın zaman fikrini soracağın kimseyi iyi seç. Ali Fuat Başgil (Gençlerle Başbaşa) Gürpınar Kur’an Kursumuzda Neler Yapıyoruz? Burası, Anadolu’nun her bir tarafından, hatta Avrupa’dan ilim gönüllüsü kardeşlerimizin güzel niyetleri ile doldurduğu müstesna bir mekân... Burası, manevi akışların zirveye çıktığı, her bir köşesinde Rasûlullaha salât ve selamların gönderildiği bir Kur’an merkezi. Burası, bir şehr-i stanbul’un mânevi mîmarlarının feyiz ve ruhâniyetleri altında harf harf, kelime kelime Allah adının yüceltildiği tedris mekânı. Burası Gürpınar Kur’an Kursu. 2011 yılı... Dersler, Faaliyetler, Programlar, Konferanslar, Ziyaretler, Sosyal Aktiviteler... Başta Kur’an-ı Kerim dersi olmak üzere İbadet, Siyer, Îtikad, Ahlâk ve Paygamberler Tarihi derslerinin verildiği Kur’an Kursumuz’da öğrencilerimizin el becerilerinin gelişmesi için hobi saatlerimize azami ehemmiyet veriyoruz. Geçtiğimiz dönem bizim için medâr-ı iftihâr sayılabilecek bir program tertip ettik: Hâfızlık Merasimi. 14 Hafız Hanım kardeşimiz, Kur’an hâfızı oldu. Kursumuz ve onları yetiştiren Hocahanımlar için büyük bir iftihâr vesîlesi olan bu kardeşlerimize Rabbimizden bir ömür hizmet hayatı nasip etmesini niyaz ediyoruz. Ayrıca, Kurs dışı sosyal faaliyetlerden ‘’Dârü’l Aceze’’ziyaretimizi de burada belirtmekte fayda var. Bir gurup Hocahanımla gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretimiz, kursumuz adına güzel şeylere vesile oldu. Bizleri yetiştiren büyüklerimize bir vefâ borcu mahiyetindeki bu ziyaretlerimizin devamının geleceğini umuyoruz. Ve toplumda, kanadı kırıklar olarak yaşamaya devam eden kimsesizleri, yetimleri bir an bile ihmal etmememiz gerektiğini tekrar hatırlamış olduk. Ayrıca yine önemli bir sosyal aktivite olarak Kursumuzun öğrenci ve öğretmenlerinin iştirak ettiği ağaç dikme faaliyeti gerçekleştirdik. Bu faaliyetimize Muhterem Büyüğümüz Osman Nuri Topbaş Hocaefendi de iştirak etti. Kursumuzun bânilerindan işadamı Sayın Ahmet Zîlan ve Doğan Gökmen Beylerin de iştirak ettiği bu faaliyetimiz öğrencilerimize çevre duyarlılığının kazandırlılması bakımından önemli bir adım oldu. 2011 yılında aramıza katılan yeni hocahanımlarla, yeni öğrencilerimizle ilim-irfan yuvası haline getirdiğimiz Gürpınar Kur’an Kursumuz gönül insanları yetiştirmeye devame diyor. Derleyen: Fatma Zehra Selçuk Esen fzehraselcuk@hotmail.com Güllerin kokusu gönlümde saklı hala Üzülmenin faydası yok gurbet diyarında Rabbine kul olmak için uğraş burada Pek vaktimiz kalmadı ahiret zamanına Işık tutan bu ilim yuvasında Neyi öğrenmek istiyorsan sor istediğin hocana Anlat bütün derdini güzel ablalarına Revirde kalmamak için dikkat et boğazına Gürpınar Denilince; İnsanların Allah için hicret edip geldiği yer Gürpınar..Hayatımız için bir ışık kaynağı olacak, başka insanlara da ışık tutacak.Dünya ve ahiret için bana faydalı olacak bilgileri öğrendiğim ilim yuvam.. Tuba Kurşun Değerini anla bu kursta kalmanın En iyi vakti şimdi bilgi almanın Neden vaktini israf edip durasın İlmi en çok almanın Lafları azaltmanın İncitmeyip nazik olmanın Nankörlüğü yok saymanın Cimrilikten kaçmanın Evet artık vakti geldi bu kursa kayıt yaptırmanın.. Gürpınar Denilince; Kur’an ve Sünnet yolunda Rabbimin rızasını kazanmaya çalışan Türkiye’nin ayrı ayrı yerlerinden gelen ilmi talep eden, buraya hicret eden kişilere, bir kısım gönül insanının kucak açtığı bir ahiret dershanesi olarak görüyorum. Gülsüm Ferik Hüsniye Topçu Gürpınar Denilince; Gürpınar denilince aklıma gelen şey hizmet, çünkü Allah için hizmeti ben burada öğrendim. Meryem Şentürk Şubat-Mart-Nisan Gürpınar Denilince; Gürpınar denilince hayallerimizi süsleyen, bizi hayallerimize adım adım yaklaştıran, hayatımıza düzen getiren bir yuva geliyor aklıma. Boşa geçmemesi gerek ve geçmemesi için gecemizi gündüzümüzü dolu dolu geçirdiğimiz, ilmi öğrendiğimiz anda uygulamaya koyduğumuz, arkadaşlığın zirvede olduğu ilim yuvası… Ahirete hazırlık için büyük bir köprü Gürpınar… Hamide Gökdemir Gürpınar Denilince; Güleryüz, kardeşlik, dostluk, yardımseverlik, güven geliyor ilk önce aklıma, olmak istediğim yerdeyim. Coşkuyla akan bir pınar Gürpınar… Emine Şahin Gürpınar Denilince; Maddiyattan uzaklaşıp manevi hayata adım adım ilerlemeyi ‘Rabbim affet’ demeyi Gürpınar’da öğrendim, yanlışı doğruyu ayırt etmemi öğreten yer Gürpınar.. Refika Zebek Gürpınar Denilince; Sıcak muhabbetlerin oluştuğu ortam, sıcak insanların, sevecen yüzlerin buluştuğu bir yer burası. Gürpınar herkese kucak açan, her türlü insanı içine alabilen, farklı farklı şehirlerden, farklı kültürlerin buluştuğu bir ilim yuvası.. Gizem Doğru Gürpınar Denilince; Allah’ın rahmetiyle toplanmış kocaman bir aile..Ve o ailede insanları sevgi ve merhametle kucaklayan, ilmi sevdirerek vermeye çalışan hizmet erleri. Fadim Turhan Gürpınar Denilince; Huzur ve mutluluk geliyor aklıma önce, sonrasında ilim için akan bir çeşme ve bizler de o çeşmeden yudumlayanlar… Nesibe Gökyer Gürpınar Denilince; Şehirden uzakta ama güzel ahlakın tam ortasında, sahte arkadaşlıklar yerine sıkı dostlukların olduğu, her şeyin tam usulüyle eksiksiz öğrenildiği, disiplinli ama cana yakın hocaların bulunduğu, ev sıcaklığını ve özlemini hissettirmeyen kocaman bir ailenin oturduğu kocaman bir ev geliyor aklıma.. Fatma Ravza Pehlivanoğlu Şubat-Mart-Nisan Gürpınar Denilince; Gürpınar samimi, sevgiyle dolu bir aile yuvası.. Zeynep Barut Şefika Kaya Meriç sefikakayameric@hotmail.com Konuştuklarımız hep başkalarının düşünceleri oldu. Dönüp geriye baktığımız zaman biz bir hiçtik.’’ Gençli¤in G Istırâbı ençlik rüzgârın önünde savrulan yapraklar gibi mi olmalı? Bu sorunun cevabı elbette ki: hayır olmalıdır. Bu, bizim için en acı bir itiraftır. Şahsi kaygılarımızı sıraya koyup ve eski ile yeninin değer anlayışını kıyasladığımız zaman, genelde insanların, özelde de gençlerimizin değer anlayışlarının çok hızlı ve menfi istikamette farklılaştığını, kısırlaştığını müşahede etmekteyiz. Gençlerimizin, içinde bulundukları halin, olması gerekene bakarak üzüntü verici olduğunu ifade edebiliriz. Ne acıdır ki; bu bir itiraftır. Sorun şu: Zaman ve yaşanılan hayat gençlerimizdeki değer ve yargı anlayışını hızla değiştirmektedir. Ve birçok güzellikle tezyin olması gereken gençlerimiz aksi istikamette birçok değerden yoksundur. Nihayetinde genç beyinlerde oluşmuş olan değerler dizisi korkunçtur. Neden? Gençlik rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi oluyor Veya ifademi değiştirerek şunu ifade edebilirim: Neden gençlerimiz başka başka rüzgârların önünde savrulmaya mahkûm durumdalar? Kuşkusuz bu tespit ilk değil ve son da olmayacaktır. Ancak her zaman suçlu olarak görmeye alıştığımız ve benim de şu an aynı şeyi yapacağım gibi: modern çağın1 ezici kültür anlayışı karşısında yeterince donanımsız olan gençlerimizin zayıf ve narin beyinleri heder olmaktan başka bir çare bulamamaktadırlar Çağımız gençliğinin büyük bir bölümü uykudadır. Uyanık olanların uyuyanlara oranı az olmakla beraber uyanıklar istenilen seviyede diriltici değiller, olmamaktadırlar. Gençlerimizin her zamanki önceliklerinin ve değer yargılarında temel aldıkları ölçülerin, manevi ve insani mefkûre olması için, öncelikli ve ideolojik olarak bazı imkân ve olgulara sahip olmaları gerekmektedir. Bu imkân ve olgular gençlerimizin daha çok fikir platformunda dirençli, özgüvenli ve sabit olmalarını sağlayacaktır. İlk olarak gençlerimizin model alabilecekleri, yani onlar için idol2 olabilecek şahsiyetlerin olması lazım. Tarihi sürece baktığımızda büyük insanlar sadece üniversite bitirmiş, akademik kariyeri olan ve modern kültürlü ortamlardan gelmiş insanlar arasından çıkmamıştır. Bu saydıklarım, sadece büyük olmayı besleyen yan etkenlerdir. Asıl şahsiyetleri büyüten, önlerinde ulaşmak durumunda Şubat-Mart-Nisan hakikat-i baliğa doğar.’’ Genç beyinler tartışmayı laf kalabalığı ve lâf ebeliği olarak algılamaktan ziyade meşru zaman ve zeminde faydalı müzakereler yapmak olarak algılamalılar. Gerek kendileri gibi düşünen gerek farklı düşünen insanlarla fikir münakaşaları yapmak, zihin jimnastiği açısından da mühim bir faaliyettir. Beyinlerin dumura uğraması bir genç için felakettir. En önemlisi de gençlerimiz tartışma adabını bilmeli ve faydalı olanı tercih etmelidirler. Hele hele üniversite öğrencisi olan arkadaşlarımız, kültürel faaliyet ortamlarını kendileri oluşturmalı ve bu aktiviteleri ikinci bir üniversite olarak algılamalıdırlar. Sadece okul dersleri ve üniversite programı ile yetinmek bir arkadaşımızın kendi sonunu hazırlaması demektir. oldukları birer modellerinin olmasıdır. Her yönüyle çaplı ve donanımlı olan insanlar toplumlarının gayri resmi medeniyet taşıyıcılarıdırlar. O insanlar sayesinde gelecek nesillere kültür aktarımı sağlıklı bir kanaldan olabilir. İşte bu manada gençlerimizin idol yoksunluğu, onları içinde bulunduğumuz vaziyete düşürmektedir. Bir yönüyle de gençlerin bu idolu kendi gayretiyle bulması gerekmektedir. Kendi kendini harekete geçirebilmeli, aktiflik adına, sade ve sığlığın kaygısını çekerek, bu dertlenmeler genci tahrik edip bir şeyler yapma kaygısına düşürmelidir. Bunun sonunda ortaya yeni yeni ürünler, programlar ve projeler çıkacaktır. Gençlerimizin içinde bulundukları ikinci eksiklik: yoğun ve etraflı bir okuma ve araştırma faaliyetinden yoksun olmaları. Günümüzün genci okumayı Üçüncü temel etken olarak da gençlerimizin unutmak üzeredir. ‘’Okumak’’eyleminin kendisi ayçağın imkânlarını yeterince ve amacına münâsip rıca bir kültür meselesidir. Kendisini okumakkullanamamaları. Bu, kültür çatışması noktan araştırmaktan mahrum bırakan ve biltasında çok gerekli olan bir olgudur. Çagiye ulaşma kaygısında olmayan genç, ğımız, teknolojik ve bilişim açısından Kendisini küflenmiş bir hafızaya ve donmuş bir hızına yetişilemeyecek derecede hızokumaktan beyne sahip olmaktadır. Malumdur lıdır. Bir gencin tercih edilebilmesi ki kavramların hem üretenleri hem için birden fazla hususiyeti olması araştırmaktan de kullananları sadece ve sadece mecburiyet halini almıştır. Yukarımahrum bırakan okuyan insanlardır. Okuma yapda bahsettiğimiz ve ehemmiyeti mayan insanların yapabilecekleri tartışılmaz olan okuma eylemi ve bilgiye ulaşma tek şey o insanların kavramlarını tek başına yeterli olmamaktadır. kaygısında olmayan tırnak içinde kullanabilmektir. Bir Zamanımızın gencinin ağzı laf genç, küflenmiş bir yazarın ifadesi bu manada çok yapmalı, eli kalem tutmalı gözleri manidardır: Diyor ki: ‘’önce cümdeğil aynı zamanda kalbi de göhafızaya ve donmuş lelerimizden ünlemleri çıkardık. rebilmeli. Sadece okumak yetmez bir beyne sahip Konuştuklarımız ve yazdıklarımız bunun yanında birden fazla dil bilderinlikten uzak oldu. Ardından nokmek, sadece bilgisayar kullanmayı olmaktadır. taları ve virgülleri çıkardık. İfadelerimiz bilmek yeterli değil bunun yanında anlamsızlaştı. Hep düz ve basit cümleler birden fazla programı kullanmayı bilmek, kurduk. Sonra tırnak içinde konşmaya başlaayrıca sadece izleyen olmak yetmez kendisidık. Konuştuklarımız hep başkalarının düşünceleri nin de izlendiği ortam ve aktivitelerde bulunmak oldu. Dönüp geriye baktığımız zaman biz bir hiçtik.’’ çağımızın gencinin yapması gereken birincil ödevGençlerimiz hiç olmamak için okumak zorundalar. lerindendir. Velhasılı kelâm gençliğimizin hali pürmelâli iç açıcı Hiç olmak öncelikle bir toplum için yok oluşdiyemeyiz. Bunda birey olarak her birimizin payının tur. Toplumun dinamiklerinden en lazımlı ve en olmasının yanında gençlerimizin kendi gayretsizlikleri güçlü olması gereken tabaka genç nesil olduğuna de etkili olmaktadır. İlk şart güçlü bir okuyucu olmak, göre gençlerimiz, tırnak içerisinden çıkıp özgün araştıran ve merak eden bir ruha sahip olmak ve en fikirlerini dile getirebilmeliler ve öznel cümlelerini mühimi de ne olduğunun farkında olup ne olacakurabilmeliler. Kanımca bunun en kolay yolu okuğının muhasebesini yapabilme yetisinde olmak. Bu maktan geçer. öncülleri yerine getiren gençliğimizde gözle görülen Gençliğimizi körelten en büyük etkenlerden birideğişimler müşahede edilecektir. si de karşıt fikir ortamlarından uzak oluş ve tartışma Dipnotlar: 1) Aslında suçlu olan her zaman modern çağ değildir. Bu bizim kendi iç dünyamızın rahatlaması için oluşturduğumuz suni bir savunma mekanizmasıdır. 2) İdol kelimesi mana itibariyle ifade etmek istediğimiz fenomeni karşılamamaktadır. İdol, put ya da mini put demektir. Burada model, örnek alınma durumunda olan manasında kullanılmıştır.w zeminlerinden bîhaber oluştur. Karşıt hareket tahrik olmayı, tahrik olmak da bir takım hareketlenmelerin husule gelmesini gerektirir. Büyük ediplerimizden Ahmet Haşim’in ifadesiyle ‘’müsademe-i efkârdan Şubat-Mart-Nisan Ayşe Erbalcı Hasbihal -2 Z aman su misali akıp geçiyor. Gün 24 saat. Mümin 24 saatini nasıl geçirmesi gerektiğini düşünmeli, planlamalı… Aklımızın, gönlümüzün, elimiz-ayağımızın, dilimizin neyle, ne kadar meşgul olacağını belirlemeli. Yarın Rabbimizin huzurunda hiç birimizin mazereti olmayacak. Efendimiz ne güzel buyuruyor; “Size 2 şey bırakıyorum biri Kur’an, diğeri benim sünnetim.” Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), O’nun sözleri Kur’an, hayatı Kur’an; Gerçekten yaşayan Kur’an ı Kerim O. Kur’an’ın emir ve yasaklarını bize bildiren önderimiz, barışta-savaşta, akrabalıkta-komşulukta, yardım alırken-yardım ederken; baba-evlat, dede-torun, eş, öğretmen olarak, her ne modele ihtiyacımız varsa, her birinde Efendimizin üstün örnekliğini görebiliyoruz. 14 asır önce temeli atılan ve günümüz şartlarında adeta bir üniversite eğitimine denk eğitim ve kurum Ashab-ı Suffe Mescid i Nebevi’de, (s.a.v) Efendimizin hemen yanı başında yatılı, eğitim gören, Efendimize gelen mesajları O’ndan 10 Şubat-Mart-Nisan Dünyada, takat ve imkan nispetinde, Efenduyup, ezberleyen, sonra deriler üzerine yazan seçkin insanlar. ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak dimiz ve ashabının yolu olan ehli sünnet çizüzere gönderildim’ diye buyuran, ûl-ü Kibraya gisini muhafaza ve müdafaa etmek gibi bir (s.a.v) efendimizin gölgesinde, herkesten daha misyonu yüklenmek,elbette ki büyük ve ciddi çok ilimle meşgul olup Allah (cc)’ın sevgilisinsorumlulukları da beraberinde getirmektedir. den başka velileri olmayan, yegâne gayeleri O Bir yandan bu sorumlulukları yerine getirmek, (s.a.v)’nun sonsuz ilminden nasiplenmek olan, diğer taraftan da inandığımız bu dini, tahrife kısaca ömürlerini Allah(cc) yolunda harcamakla uğratanlara fırsat vermemek için gayret etmek huzura kavuşan sahâbîler… gerekmektedir. Kur’an ilmi tahsil eden, Resûl-i Ekrem (sav) Hep rızaya talib olmuşlar. Kimin ne bildiğinEfendimizin va’z ve derslerini dinleyerek. Vakitden çok, kim ne kadar,ne biliyorsa onunla Allahın lerini Resûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu rızasını aramışlar. mübârek zümre, Efendimiz (s.a.v)’den hep feyz Biz de Rabbimizin yüce rızasına talibiz. Neye ve ruhaniyet alarak Resûl-i Ekrem (sav)’in medregücümüz yetiyorsa, ne kadar yapabilirsek, o kasesinde Allah için, ilim dertlisi birer talebeydiler. dar gayret etmeliyiz. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından tespit edi… Bazen bir açı doyurarak , bazen bir yoklen muâllimler, kendilerine Kur’an öğretirlerdi. sulu giydirerek, bazen canı sıkılan birine moral Bu muallimlerin rahle-i tedrisinden geçen öğrenvererek, bazen bir hastayı tedavi ciler, Müslüman olan kabilelere ettirerek Rabbimizin rızasını kaBütün hayatları Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Rezanmayı umarız. Rıza ararken, bu sûlullahı beyân etmek için gönilim öğrenmek ve gayretlerimizi bazen bir vakıf ,baderilirlerdi. zen bir dernek, bazen bir Kur’an öğretmekle geçen Kur’an nûrunun kısa zamanda Kursuyla birlikte hareket ederek Ashab-ı Suffa’nın âlemin her tarafına sürâtle yayıl… Ama hep rızanın peşinde, her masında bu ilim heyetinin büyük maişetleri ve dünyevi gün daha fazlasını yapmalıyım payı vardır. Bu bakımdan İslâm gayretinde olmalıyız. tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ ihtiyaçları Rasulullah Her fırsat bir sorumluluktur. bir yer işgal eder. (s.a.v.) ve gönlü Rabbimiz bize verdiği fırsatlarBütün hayatları İlim öğrendan, bizleri sorumlu tutacaktır. zengin, hayırda mek ve öğretmekle geçen AsYürüme imkanı olanlara, nereye yarışan ashab-ı hab-ı Suffanın maişetleri ve düngittiğini soracaktır Rabbimiz. Aklı yevi ihtiyaçları Resulullah (s.a.v) kiram tarafından olanlara, emre itaat edip etmeve gönlü zengin,hayırda yarışan diğini soracaktır. Bize sahip oldukarşılanıyordu. Ashab-ı Kiram tarafından karşılağumuz her neyse onu, aklımızı, nıyordu. sağlığımızı, vaktimizi, dostlarımıBir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeni ile un zı, bilgimizi, maddi zenginliğimizi fırsat olarak öğütmekten yorulduğundan şikâyet ederek bir vermiştir. Şimdi bu fırsatları doğru değerlendirhizmetçi istediğinde Efendimiz ciğerpâresini mek ve sorumluluklarımızı yerine getirmek dureddetmiş ;”Kızım! Sen ne söylüyorsun? Ben herumundayız. nüz Ehl-i Suffa’nın mâişetini yoluna koyamadım.” Kuran eğitimi hizmetlerin en önde gelenidir. Buyurarak Kuran eğitimi alan Ashab-ı Suffanın Ne mutlu bu eğitimin gerçekleşmesinde kendini ihtiyaçlarını karşılama konusundaki önceliği ve sorumlu hissederek gereğini yapanlara… hassasiyeti ile; Bir tarafta Ashab-ı Suffa ,bir tarafta Kur’an Tarih yazmışlar, mesajı iletmişler, gayret etKurslarımız… Hedef aynı, misyon aynı …Allah mişler.. yolumuzu açık eyleye… Arta kalanlarla değil, onların da ihtiyacı olanRabbimizin bu yüce davayı tamamlaması larla.. için bize ihtiyacı yok, ancak bizim Rabbimizin Boş zamanlarında değil, vakit ayırarak… rızasına ihtiyacımız var.. Ne mutlu Rabbimizin İmkanları olduğu için değil, imkanlarını zorrazı olduklarına. Ne mutlu Rabbimizin rızası için layarak , Peygamber efendimiz ve Onun yolunda gayret gösterenlere, ömrünü, zamanını bu uğurgiden ashabı kiram bize örnek olmuşlardır. da sarfedenlere…. 11 Şubat-Mart-Nisan Hilal Küçük En Değerli Sermaye: GENÇLİK ayat isminin sahibi hayat vermek istedi ve insanı en güzel yaratılışla yarattı. Çamurdan süzülmüş öz; nutfe, alaka, iskelet ve etle kaplanan varlık aşamalarından geçerek başka bir yaratılışla insan haline geldi. Hayy isminin sahibi, insana ömür takdir etti. Anne karnındaki misafirliği, dünya misafirhanesine, oradan berzaha ve ahirete uzanacak serüvenin aktörüydü insan. Çocuk olmadan genç, genç olmadan ihtiyarlanmazdı. Bu da Yaratıcı’nın insana koyduğu kanunuydu. Yasin suresi 68. ayette ise uzun ömrün sonunda yaratılışın tersine çevrildiği, gençlikteki gücün yaşlılıkta azaltılıp insanın tekrar en başa döndüğü ibret vesikası olarak sunulmaktaydı. Doğum ve ölüm arasındaki yaşam serüveninin çocukluktan sonraki ilk durağıydı gençlik. Bedenin sapasağlam, duyguların körpecik, kuvvetin yürekte ve bedende olduğu, çaresizliklerin ve öğrenilmişliklerin yerine yaşanışların ve cesaretin olduğu ömrün altın dem’i. Mevlana, gençliği yapılmış, döşenip dayanmış, tavanı yüksek, dört duvarı sağlam, onarılmaya gereği bulunmayan bir eve benzetir. Henüz boyası dökülmemiş, tahtaları aşınmamış, çatısından su damlatmayan, sahibi için nimet olan bir ev. Sahibinin nimetin kadrini, ihtiyarlamadan önce gençliğinin kıymetini bilmesi gerektir. Zira gençlik insanın en değerli sermayesidir. Onu nerede, ne şekilde, kimlerle harcarsa hayat evi ona göre şekil alacaktır. Kaşlar aşağı düşmeden, gözler sulanıp kararma- dan, Yaratan için gözyaşı akıtmalıdır. Eller buruşup titremeden, veren el olmanın kıymeti bilinmelidir. Kulaklar işitmez olmadan ezanlar, Kuranlar sem’i isminin tecellisiyle işitilmelidir. Saçlar ağarmadan Allah adı kalbe ve dile düşürülmeli, günahlar onu terk etmeden, genç günahları terk edebilmelidir. Genç, gününü hakiki anlamda gün edebilmeli, takvimden eksilen her yaprakla bir günün daha ömründen ve gençliğinden gittiğinin bilincinde olabilmelidir. Adam sende gençliğini yaşa diyenlere inat, Yaratanın en çok hoşuna giden gencin ibadetidir diyen Rasul’ünün yolunu takip ederek ömrünü ve gençliğini ibadetle yaşayabilmelidir. Gencin kendine örnek olacağı modelleri olmalıdır. Zira hayat yolunda tecrübesiz ancak cesurdur. Onu dizginleyip, sağlam bir yol üzere götürecek yardımcıları olmalıdır. Genç örnek alacağı şahsiyetleri hem geçmişinden hem de yaşadığı dönemden seçmelidir. Müslüman gencin en güzel örneği gençliği ve gençlerle iletişimi üsve-i hasene olan Kainatın efendisidir. Peygamberimiz hayatı boyunca gençlerin eğitimine ve onların topluma kazandırılmasına çok önem vererek gençlere birçok sorumluluklar yüklemekten çekinmemiş, onlara her zaman güvenip cesaret vermiştir. Gençler de peygamberlerini Mekke’nin ihtiyarlarının çekinip imana yanaşmadıkları günlerde yalnız bırakmamışlardır. Peygamberimiz dini tebliğe başladığında etrafında toplananların çoğunluğu gençlerdi. Hz peygamber 12 Şubat-Mart-Nisan Mekke’den Medine’ye hicret ederken genç bir delikanlı onun yatağında yatmış ve ölümle burun buruna gelmişti. O cesaret timsali Hz. Ali’den başkası değildi. Habeşistan’a hicret eden kafilenin başında yirmi beş yaşında, bir hükümdar karşısında isllamı müdafaa eden bir genç, Hz. Cafer vardı. Hz. Peygamberin kızları ve Hz. Ebubekr’in kızları da davete ilk icap eden gençlerdendi. Asrı saadetin gençleriydi onlar peygamberimizden sonraki nesildi, sahabeydiler. Cesaretleri, yaşayışları ve peygamberimizin onlara güvenmesiyle gençlere örnektiler. Asrı saadetten öncelerde de birçok gencin örneği yüce kitapta anlatılmaktaydı. Kur’an-ı Kerim bizlere mesel olarak genç peygamber İbrahim’i, iffetinde numune Yusuf’u ve gençlerin desteklediği Musa’yı anlatır. Gençlerimizin duygularına hitap eden, utandırmadan yumuşak ve müsamahalı davranan hayat yolu tercümanlarıydı onlar. Gencin yol tercümanlarının yanı sıra hayatına yön ve gaye verecek idealleri ve hedefleri de olmalıdır. Çevreden gelecek olumsuz tesirlere kapılmamaları ve rotalarını şaşırmamaları için hedefleri doğrultusunda ilerleyip iradelerini kullanabilmelilerdir. Hayatın engebeleriyle karşılaştıklarında sabır ile iradeyi harmanlayıp Rabbe yönelenlerden olmalılardır. Kehf suresinde anlatılan Ashab-ı Kehf kıssası gençlerin imanına dikkat çekerek başlar. O yiğit gençler imanlarını muhafaza için sığındıkları mağarada “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla diye Rablerine sabır içinde sığınıp dua etmişlerdir. Rableri de onları yalnız bırakmayıp korumuş ve gözetmiştir. Hayat yolunun tecrübesiz ve cesur yolcusu! Hedeflerin sağlam, örneklerin şahsiyetli, sabır ve dua yol arkadaşın olsun ki Yaratan, kıyamet gününde gencin gençlikle imtihanında senin yüzünü ak etsin. Amin. Kaynak: Şefik Can- Mesnevi Şerhi, Şaban Karaköse-Etkili Din Öğretimi Sümeyye Tunç Çocuk Kalbi 18 yaşında bir genç kızım.. ve hamdolsun Rabbim’e ki O’nun yolundayım. Dönüp geriye baktığımda sanki karanlık bir adadan çekip beni buralara getiren bir şeyler var! Şimdi onları bulma, kavrama çabası içerisindeyim. Aslında bu çaba çok küçüklüğümden var olan bir merakla başladı. Hatırlıyorum da ne zaman kendimi, dünyayı, yıldızların gökyüzünde nasıl durduklarını hayal etsem sanki o karanlığın içine tekrar düşüyorum. Annem hep derdi ki: ‘’Kızım dua et ve sadece Allah’tan iste!’’ Peki neydi dua, neydi Allah!? O’nu bana annem tanıttığı için şüphe duymuyordum. Annem, benim üzülmemi, kötülüğümü ister mi? Demek ki öğretmek istediği çok önemliydi. Ben annemi nasıl seviyorsam O’nun sevdiğini de öyle sevmem gerekir. Kimi zaman dünyanın sevgi üzerine, kimi zamanda ayrılık üzerine yaratıldığını duydum. Ben beni yaratanı hiç görmedim ki! Acaba ilk ayrılığı biz daha kavuşmadan önce mi yaşadık ve tabi ilk muhabbeti…? Hep görmeden ve tam bilmeden sevmedik mi bir şeyleri. Yanımızda (kalbimizde) olanları idrak etmeden hissetmedik mi yakınlığını… bu kocaman sevginin altında korkuda vardı. İnsan sevdiğini incitmek ister mi hiç!!! Annem her zaman O’nun sevgi ve merhametinin her şeyden büyük olduğunu anlatırdı. Her seferinde kalbimdeki sıcaklığı daha çok hissettim ve mutlu oldum. Karanlıkta yalnız kalmaktan korkarken O’na sığınmayı, güvenmeyi yalnız olmadığımı öğrendim. En önemlisi O’nun sevgisine ne kadar muhtaç olduğumu anladım. Muhtaçlığımı fark edip ne kadar da küçük olduğumu ve yüreğimdeki kocaman sevginin sesini duydum. Evet Rabbim!... Senin hakkında bildiğim tek şey uçsuz bucaksız güzelliklerin sahibi ve her zaman ne yaparsam yapayım beni gören ve duyan bir tane Allah’sın. İşte bu yüzden ne zaman hata yaparsam utanırdım. O hatayı düzeltmek gereği duyardım kendimce. En çok istediğim şey; canım sıkıldığında derdimi anlattığımın bana cevap vermesiydi. Acaba çok mu kızmıştı bana ya da bir umut var mıydı yine! Sonra güvendiğimin sözleri olan Kur’an’ı öğrendim. Bu benim duama cevaptı galiba. Hiç kolay olmadı elbette ama zorluğu yaşamanın da ayrı bir güzelliği vardı ve sanki her zorlandığımda arkasından hiç anlayamadığım bir huzur hissediyordum. O huzur her şeye değerdi işte. Annemin sayesinde bir kursa başladım. Annemden ayrılmak bazen zor gelip ağladığım oluyordu. Ama beni sarıp sarmalayan şeyi bırakmak da imkansızdı. O günün üzerinden aylar geçti ve Rabbim bana bir emanetini verdi. Rabbim’e ne kadar şükretsem azdır. Hafızlık neydi bilmezken hafız oldum. Hafızlık Rabbim’in bana en büyük lütfu en kıymetli emanetidir. Benim görevim ise bu emanete hakkıyla sahip çıkmak. Rabbim tam manasıyla yaşayanlardan eylesin inşallah. 13 Şubat-Mart-Nisan Ahmet Ziylan İyi Bir Anne, İyi Bir Eğitimci demektir G ünlerden bir gün annem çocuklarını başına topladı. Babanızın maddi durumu kötüleşti. Hep birlik olarak babanıza yardımcı olacağız diyerek nasihat etti. Herkes kendine düşeni yapacaktı. Kazancımız, her şey babamız içindi. Babamda evin masraflarını görecek stresten kurtulacaktı. Annem ilk iş olarak israfa dikkat edip masrafları azaltacağımızı söyledi. Evde helalinden ne yapabilir araştırmasına başladık. Fason Masura sarma, fason fıstık kırma ve yeni açılan otellerin evde yorganlarını yapma gibi birçok işi yapıyorduk. Ev sanki bir atölye olmuştu. Okula 14 Şubat-Mart-Nisan giden, okuldan geldiğinde hemen işin başına oturuyordu. Evdekiler devamlı, annem hep başımızda gayretle çalışıyordu. Babam bir gün; ailece çalışıyoruz hepimiz bir adamın kazandığı kadar bile kazanamıyoruz diyordu. Zaten yüksek kazanç olsa işi bize vermezlerdi. Onun için birbirimize muhabbet, merhamet, itaat, fedakarlığı annemiz öğretmiş. Bu çalışmamıza Cenabı Allah (c.c) bereketini verdi. Yaptığımız işi hem güzel, hem dürüst yapıyorduk. Aramızda kibir, gurur, benlik ve tembellik yapan yoktu. Başkalarının aleyhinde konuşmak, yalan söylemek olmazdı. Bunları bize annemiz öğretmiş, eğitmişti. iyileşti. Yanımızda bir hayli çalışanımız var. Ortaklarımız oldu. Elhamdülillah hiç biri ile kötü olmadık. Hasmımız olmadı. Herkese kin nefret haset edeceğimize önderimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) gibi dua ediyoruz. Annemizin, babamızın bize dua ettiği, kalkınmanın huzurun sırrı da burada olsa gerek onun için Anne ve babalarınızın duasını alın, bunlar annemizin fedakâr, çalışkan dürüst ilk eğitimci olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Böyle olunca ALLAH (c.c) bereket veriyor. Atalarımız yuvayı dişi kuş yapar demiş. Peygamberimizde cennet Anaların ayağı altında demiştir. Biz annemizi örnek alıyorduk. Ağzından kötü kelime çıkmazdı. Beddua ve küfür hiç duymadık. Annemin en kötü sözü kızdığı zaman ‘’deli duman’’ derdi. Bizlere hitap ettiğinde oğlum diyince güzel oğlum, güzel kızım ve tatlı gelinim gibi sözcükler kullanırdı. Herkesi sever ve kendini de sevdirirdi. Bir gün dedim ki; Ana herkesi seviyorsun, gelin ile kaynananın arası pek olmaz gelinini de seviyor musun? Tabi ki seviyorum kızımdan hiç farkları yok dedi ve ekledi: 30–35 sene önce bir iş yeri komşumuz vardı. İyi insandı ama biraz taşkın, birazda şaşkındı. Namaz kılmaz, içki falanda alırdı. Geçen gün oğlu ile karşılaştık. Bana sahip çıktı. Nasılsın Ahmet Amca, hal hatır sorunca bende baban nasıl, sağ mı, eski haline devam ediyor mu diyince; yok hacı amca babam Hacca gitti şimdi beş vakit namazında çok iyi oldu. Rahatladı iyi diyince; onu annen mi yola getirdi dedim. Nerden bildin dedi. Bende hep anneler beyleri doğru yola sokuyor da ondan tahmin ettim dedim. -Ben kayın validemi de severdim ve 30 sene beraber oturduk. 30 sene gelinimle hiç birbirimizi kırmadık demişti. Bunun üzerine pekâlâ, ana hiç sevmediğin kimse var mı diyince biraz düşündü ve yok oğlum aklıma gelmiyor dedi. Herkes bu kadar iyi miydi ve hiç kötüsü yok muydu? Bir başka hatıra; dış ülkeye seyahat ediyoruz. Uçaktayız yanımızda Merhum Sakıp Sabacı var. Uçak havada Sakıp Bey sıra sıra dolaşıyor. Hal hatır soruyor ve espri yapıyor. Sevimli bir âlicenaplık sergiliyor. Benim oturduğum sıraya gelince ve Sakıp Bey espri yapınca bende bir espri olsun diye Sakıp Ağa bu sevimliliğin ve âlicenaplığın anadan mı, babadan mı sirayet etti deyince; Hem Anadan, hem babadan, amma ille de anamdan, ille de anamdan cevabını verdi. Annem ilk önce suçu kendinde arar ve kimseyi kırmamaya dikkat ederdi. Bu hal ile toplu çalışana Allah (c.c) yardım ediyor. Aradan 50- 60 sene geçti. O kardeşlerimizle hala sevgi muhabbetlerimiz devam ediyor. Birliğimizi ve beraberliğimizi koruyoruz. Allah (c.c.) sonraları karlı işler verdi. Durumumuz Onun için bütün Anneler çok kıymetlidir. ALLAH (c.c) bütün kızlarımıza ve annelere iyi anne olmayı nasip etsin. ÂMİN 15 Şubat-Mart-Nisan âilE Yuvası Cenâb-ı Hakk vahdâniyyeti kendisine münhasır kılmış, bütün mahlûkâtı çift olarak halketmiştir. Aralarına da cezb ve incizâb kanunu koyarak maddî ve mânevî kemâli, birbirleriyle bütünleşmelerine bağlamıştır. Hiç şüphesizdir ki, eşref-i mahlûkât olan insanda fıtrî muhabbet temâyülü, ilâhî aşka yükselmenin ilk kademesini teşkîl eder. Bu itibarla Allâh Teâlâ, vermiş olduğu bu ulvî mertebenin muhâfaza edilmesi ve insan neslinin temiz ve mübârek bir şekilde devamı için âile hayatını zarûrî kılmış ve nikâhı emretmiştir. Nikâh, kadın için, kadınlık duygu, istîdâd ve meziyetlerinin karşı cinsine tahsîs edilmesidir. Bu da hanımın, hanımlık vakar ve haysiyetinin muhafazasıdır. Erkek içinse nikâh, onu nefsin kötü âkıbetine dûçâr olmaktan kurtaran ve şerefli bir âile hayatı yaşatan mecrâdır. Nikâh, rûhun sükûn ve huzûru yanında bedenin nizâmına da vücûd veren yegâne müessirdir. Ahlâkın güzelliği onun sayesindedir. Âile seâdeti, toplumun refah ve terakkîsi, yine nikâhla gerçekleşir. Kadın, kucağına aldığı yavru ile merhamet ve şefkat duygularının inkişâfına mazhar olur. Bir mürebbiyelik imtihanı yaşar. Erkek ise, mes’ûliyet duygusunun gelişip kuvvetlenmesi yanında âile reisi sıfatıyla olgunluk basamaklarını tırmanmaya başlar. Çünkü âile, millî bünye içinde en küçük, fakat en temel idârî bir ünitedir. Mü’minin, takvâsından sonra en kıymetli varlığı, sâliha bir hanıma sahip olmasıdır. Sâliha kadın, seâdet bahçelerinin en kıymetli tezyînâtıdır. Milletler, âilenin sağlamlığı ile terakkî eder. İnsanların bir erkek ve dişiden yaratılması gerçeğine mebnî olarak kurulan âile çatısındaki hikmetler, Allâh’ın pek yüce âyetlerindendir. İdrâk sahipleri için nikâhdaki ibretler hakkında âyet-i celîlede şöyle buyurulur: “Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda muhabbet ve merhamet te’sîs etmesi O’nun âyetlerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır..” (er-Rûm, 21) Bu âyet-i kerîme, birtakım hikmetleriyle birlikte izdivaçtaki en büyük gâyeyi göstermektedir: Allâh yolunda muhabbet ve merhamet sâhibi olmak... Bunun içindir ki Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kendisiyle evlenilecek bir hanımın vasıfları ve tercih sebebi husûsunda: “Kadın dört şey, yâni malı, güzelliği, soy-sopu ve dîndeki kemâli için nikâhlanır. Siz dîndar olanını tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” buyurmuşlardır. Diğer bir hadîs-i şerîfde: “Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklında, soy-sop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında gizlidir.” buyurulur. Cemiyet ahlâkını muhâfazada en müessir âmil, nikâh olduğu için Allâh Rasûlü -sallhallâhü aleyhi ve sellem-, onun zorlaştırılmaması husûsunda ümmetini îkâz ederek: “Nikâhın hayırlısı, külfetsiz olandır.” buyururlar. Diğer taraftan âile yuvasının kurulması yolunda yapılan merasimlerde gâyet mütevâzî davranmak ve israftan kaçınmak zarûrîdir. Ayrıca gayr-i şer’î birtakım yanlış hareketler ve âdetlerle bu mübârek teşebbüse kötü bir başlangıç yapmak da, hüsrân kapısını aralamaktır. Ancak yüce şerîat hükümlerine bağlı ve ahlâk kâidelerine uygun nikâh meclisleri, 16 Şubat-Mart-Nisan mübârektir ve duâların makbûl olduğu mekânlardan biridir. Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar: “Evleniniz, boşanmayınız!.. Zîrâ boşanma dolayısıyla arş titrer...” Âile seâdeti, iki tarafın karşılıklı haklarını iyi kullanmasına bağlıdır. Âile reisi erkekdir. Âile riyâsetini düzgün yürütmek daha ziyâde erkeğe bağlıdır. Âyette: “Erkekler, kadınlar üzerinde idârecidirler.” (en-Nisâ, 34) buyurulmaktadır. Âile reisliğinin erkeğe verilmesi, kadınların aşırı hissîliğinden dolayıdır. Husûsiyle neslin korunması, ancak şefkat duyguları ile mümkündür. Bu üstünlük zulüm ve tahakküm için değil, âile nizâmını sağlamak ve izdivaç hayatını korumak içindir. Kadın da ev içine âid husûslarda âmirdir. Erkeğin; nafaka, mesken, muhârebe, namazda imamlık, hükümdarlık gibi mükellefiyetleri üzerine alması, onun, itâatın kutbu olduğunu göstermektedir. Bu hâl, kadınlardan peygamber gelmemesinin en mühim delillerindendir. Önce Âdem -aleyhisselâm-’ın yaratılması, sonra Havvâ vâlidemizin bir filiz gibi ondan neş’et etmesi, erkeğin öncülüğünü gösteren açık bir hakîkattir. Hazret-i Âdem’in sol kaburga kemiğinden yaratılan Hazret-i Havvâ’nın, tek candan kopan ikinci bir parça olduğu gerçeği, aynı zamanda kadın ile erkeğin, yakınlık ve kaynaşmasına en güzel bir îzâhdır. Zîrâ bütün mahlûkâtın var oluş sebeplerinin temel sâiklerinden biri de: “Ben bir gizli hazîne idim. Mârifetime muhabbet ettim de mahlûkâtı yarattım.” hadîs-i kudsîsinde beyân buyurulduğu üzere muhabbettir. Bu da ilâhî aşka bir merhaledir. Zîrâ ilâhî aşk, varlığın sebebi olduğu gibi aynı zamanda gâyesidir de. Bunun için ilâhî aşka bir basamak olan sevme meyli, bütün canlılara ve hassaten insana fıtrî olarak verilmiştir. Lâkin bu fıtrî temâyülün gerçekleşmesi, muayyen bir mecrâda olmalıdır. İşte bu mecrâ, nikâhdır. Bunun içindir ki İslâm âile hayatının temeli, muhabbet, ahlâk, fazîlet, dînî metânet, hüsn-i muâmele, merhamet, sadakât, sabır, mukâvemet ve sulh u selâmet gibi mânevî cevherlerle tezyîn olunmuştur. Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havvâ vâlidemizle cennette başlayan âile hayatı, Allâh’ın takdîr ettiği izdivaç kanunu ile âdemoğullarına intikâl etmiş, İslâm dîni ile ebedîleşmiştir. Gerçekten İslâm dîni, koyduğu kâidelerle âile hayatına cennet huzûru ve dâimî bir baharın rahmet semâsı olmuş- “Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklında, soysop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında gizlidir.” buyurulur. tur. Bu seâdete nâil olabilmek için, nikâh ve izdivaç kanunu ile birer Âdem ve Havvâ manzarası sergilemek, onlar gibi Allâh muhabbeti ve takvâ yolunda kaynaşan âdetâ tek can ve tek nabız hâline gelebilmek zarûrîdir. Âile seâdetinin te’sîsi husûsunda âyet-i celîlelerdeki “ittekû” ifâdelerinin ihtivâ ettiği “takvâ” pınarından nasîb alabilmek çok mühimdir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, kadın hakları husûsunda vedâ hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmaktadır: “Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allâh’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allâh emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allâh adına söz vererek helâl edindiniz!” Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih bir nesil yetiştirmek yolunda evladlarının ahlâkî yapıları ile meşgûl olmak yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz’ân ve îmâna sığmaz. Çünkü âiledeki huzûr ve seâdet, kadındaki ve erkekteki istîdadların yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebilir. Kadınlığın kemâli, Allâh’ın verdiği güzel kâbiliyetleri muhâfaza ile tahakkuk eder. Şâyet kadın, husûsiyetlerini ilâhî ta’yine ters bir sûrette yönlendirir ve kendi hakîkatine vedâ ederse, kıymetini mahveder; huzûrsuz ve bedbaht olur. Âile ocağını kurutur. Böylece toplum hayâtı çoraklaşır. Çağımızda kadınlarla erkekler arasında sun’î bir eşitlik yarışı 17 Şubat-Mart-Nisan bulunan kızı Hazret-i Fâtıma’ya bütün ev işlerini düzenlemesini, Hazret-i Alî -radıyallâhü anh-’a da dış işleri tanzîm etmesini emir buyurmuş, böylece bir âilede olması gereken iş bölümünü fıtrî husûsiyetler çerçevesinde te’sîs etmişti. Ancak mübârek kızı Hazret-i Fâtıma, ev işlerinin çokluğu, buna mukâbil bedeninin zayıflığı ve evladlarının küçük olması dolayısıyla birgün kendisine gelip yardımcı istedi. O rahmet ve merhamet Peygamberi -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, mübârek kızının bu isteğini hoş görmeyip kabûl etmedi. Bizzat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellemtarafından, hem de iki gözünün nûru mübârek kızı üzerinde bütün ümmete sergilediği bu misâl, çok ibretlidir. Bu hakîkat istikametinde bilmelidir ki, hanımların ev işleri ve neslin eğitimi ile bizzat meşgûl olmaları, onların şerefini müstesnâ bir şekilde artırır. Âilede seâdetin sağlanması hiç şüphe yok ki, iyi bir babanın olgun idâresine dayanır. Lâkin bir babadan, gücünün ve kazancının üstünde bir şeyler beklemek, ana ve çocuklar için hak değildir. Erkeğin vazîfesi, israfa sapmamak ve luzûmundan aşağı düşmemek şartı ile ortalama bir gıdâ ve geçim te’mîn etmektir. Erkek zengin dahî olsa, isrâftan korunmakla mükelleftir. Zîrâ mülk, Allâh’a âid olduğu için insana sadece bir emanet olarak verilmiştir. İnsan bu şuûr içinde hareket etmezse, israfın ağır mes’ûliyyetini yüklenmiş olur. Burada insan karnının, bir tehlike kazanı olduğunu unutmamak gerekir. Onun infilâkı, maddî ve mânevî helâktir. Şefkat ve merhamet, en güzel bir şekilde anaların gönlünde yerini bulur. İnsandaki analık hususiyyeti, hiçbir mahlukâtın analık mefhumuyla mukâyese edilemeyecek derecede üstündür. Çünkü insan yavrusunun yalnız fizikî varlığına değil, aynı zamanda ruhuna sunulacak ilk gıdâ da, anada tezâhür eder. O ana ki, kâinâtın Rabbine en yakın olmak istîdâdıyla mücehhez olan insanı doğurmaktadır. Peygamberlerden en âciz ferdlere kadar beşer olan her varlık, hem fizikî, hem de mânevî olarak ilk gıdâsını anadan alır. Analar, yaratıcının ilâhî merhametinden en fazla nasîb almış varlıklardır. Hâsılı evlilik, İslâm’ın, üzerinde çok hassas bir şekilde durduğu maddî ve mânevî iki yönlü ulvî bir müessesedir. Dolayısıyla bu ulvî müessesenin te’sîsi husûsunda son derece ciddiyet ve dikkat sahibi olmak zarûrîdir. Aksi halde izdivacı basit bir beraberlikten ibaret zannederek oluşturulan âile yuvaları, arş-ı âlâyı titreten hâdiseler olarak ifâde edilen yersiz boşanmalarla neticelenmektedir. Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih bir nesil yetiştirmek yolunda evladlarının ahlâkî yapıları ile meşgûl olmak yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz’ân ve îmâna sığmaz. Çünkü âiledeki huzûr ve seâdet, kadındaki ve erkekteki istîdadların yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebilir. başlatılmıştır. Yaratılıştaki husûsiyetlere zıd olan bu yarış, hanımlık ve annelik meziyetlerini za’fa uğratmakta ve âileyi yaralamaktadır. Diğer taraftan zamanımızdaki çocuk aldırma hâdiseleri, câhiliyye devrindeki kız çocuklarını diri diri gömmenin modernleşmiş bir şekli olup asrın cinâyetidir. Çocuk istememek; ilâhî lutfa nankörlük, nikâhın ciddî gâyesine aykırılık, rûhânî, ictimâî, ahlâkî kıymet ve lezzetlere karşı duygusuzluktur. Gerçek şudur ki, Cenâb-ı Hakk, her varlığı ve o varlığın her cüz’ünü bir maksad için yaratmış ve o maksadla yaratılış gâyesini gerçekleştirmeye müsâit bir biyolojik ve psikolojik yapı lutfetmiştir. İşte bu realite sebebi ile İslâm, yaratılış husûsiyetindeki gerçeği esas alıp beşeri ona göre istikâmetlendirmiş, kadınlık ve erkeklik istîdadlarını, gerektiği şekilde yönlendirmiştir.Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, cihan kadınlarının zirvesinde 1998 - Eylul, Sayı: 151, Sayfa: 20 18 Şubat-Mart-Nisan Betül Önal Haydi O Zaman G bürünmüş bir ikra lafzıyla gönüllere hitaptır!. Neyzenin nefesinden çıkan bir Şems-ü Mevlana’dır yerine göre. Kimi içinse bir ukbâ’dır. Derya içinde bir ummân! Dilin lafza dökmeye kudret getiremediği. Kelimelerin mecalini yitirdiği. Bir çift gözün devreye girdiği an’dır. İmalara sıkıştırılmış en güzel kıssa’dır. Ahsen-ü’l kasas, ‘’Sebeb-i Aşk’’ Yedikçe acıktığın bir aş!. Doyamadığın, yedikçe acıktığın. Tıpkı Hallâc-ı Mansur gibi ‘’Enel Hakk’’ düsturunca… Bir istiridyenin incisine duyduğu muhabbet. Ya da incinin ta kendisiydi belki de. Bir gün ayrılmaya boyun eğmiş zerâfet timsali. Ahûzar’dır. Her damlayı yanaklarından süzüp gönlüne akıtan. Günbegün doğan güneş. O Aşktır ki nefes alırken ateşinin şiddetinden ağzından ciğer kokuları getirir. Sevmeye istidadı olmayana soyuttur Aşk! O kadar somut ki aslında görebilen, duyabilen gönüllere. Zaman zaman kıyıya vurur, hırçın dalgalarıyla engel olamazsın! Gün gelir durgun suyun üzerinde hafif bir meltemle dans eden yakamozlardır ki izlemeye doyamazsın. Hikmettir! Görünenin çok ötesinde, idrak ötesinde. İki kapak arasında toplanmış cümlelerin fısıldadığı bir sırdır, en merak edilen… Ne var ki bu sırdır… Hurufu mukattâa misali. Madem ki gidiş o’na.. Fefirru ilallah! Koşun O’na Haydi Allah’a kaçın. Kaçışınız o’na olsun. Zaten davette O’ndan “Ve ileyye’l mesir” yine de dönüp dolaşıp bana gel! Benim kapıma. Bu davete icabet vacip olmuş artık üzerimize. Madem öyle; aşk’ı başka vefasızlarda arama En merhametliyi, merhametsizce, merhametsizlere; Tercih etme! Haydi o zaman bu mübarek bekleyiş’e acizane icabete. ecenin seherinde arşa uzanan dualarımın arasında isim isim zikrederken sevdiklerimi. Ve düşüncelerim an an hülasa etti ‘’sevgi’’ nedir? Damla damla döküldü sözler kalemimin ucundan. Peki nedir bu sevgi? Nedir sevmek bileniniz var mı? Bir ağlayan nazlı bebek, ya da mışıl mışıl uyuyan tatlı bir melektir sevmek! Bir göz bebeği. “Nurun âla nur” sırrına gizlenmiş. Ahenkli bir ışıktır parlayan. Öyle ki gözleri kamaştıran, Can’dır sevmek. Bir noktayla giriş yapıp koca bir ömrü üç noktaya hapsetmektir. “Fefirru ilallah” emriyle giriş yapıp “ Vasıl-ı İlallah’ta son bulmaktır. Söylenebilenlerin yanında daha söylenemeyen pek çok tecellinin hâl lisanıdır. Sızıdır gönlünde sakladığın… ilahi rızanın makamına layık sevgiler için köprüdür. Vuslata basamak, Rahmet’e aksetmiş bir parça. Üfürdüğü mübarek ruhun merhamet tecellisi. Gönüllerin fethidir sevmek! İstanbul’un Fethi misali. Nice beyhude yakarışların doluluğu! Yoklukta sığındığın en ulvî basamak. Varlık kaftanını çıkarıp, hiçlik gömleğini giydirmektir. Silbaştan başlamak hayata. Hayatının en Taif zamanında teselli. Belki de hüzündür. Fani alemde Rahman’dan gelen. En derûni sükuttur boğazına düğümlenen. Her şeyi içinde yaşamaya yemin ettiren! İçine içine doldurduğun derin bir nefestir. İncitmemekle nefes alan incinmemekle veren bir zaman diliminde hayat bulmaktır. Sürurun en zirve makamıdır. Hüznünü bağrında büyüten bir anne gibi. Özlemdir. Her saniye. Her gecenin Rahmetinde içten içe sessiz. Issız bir ağıt!. Bir kağıt ve bir kalemin iz düşümüdür günün derinliklerine. Kelam’dır sevgi. Harfe, zamana, sese 19 Şubat-Mart-Nisan Esra Kabakoğlu K Dertlemek endisine bildirilenlerle gözünde yaş eksik olmayan şefkat ve merhamet menbaına; Rahman’ın ilminde gizli ve aşikar olanların sayısınca salat-ü selam olsun.. Hayatımda çok kişinin olmasının hiç bir anlamı kalmıyor “Birisinin” olmayışından dolayı. Oysa ki O’nunla olan beraberliğimiz ruhlar aleminde başlamıştı. Bu yüzdendir O’nu hiç göremesem ve bilemesem de O’na duyduğum muhabbet. Bir geçmişimiz, önceden tatmışlığımız var o ulvi tadı; herkes gibi. Şimdi de başını taştan taşa vurup bütün varlığını sevdalısına doğru akıtan su misali binlerce noksan ile de olsa yollardayım. Biliyorum; yeri gelecek çaresiz bir pervane bazen de gözü kara bir divane olmam gerekecek. Ama kararlıyım.. El öpmeye, yüz sürmeye gidiyorum ötelere.. Memleketimin tepelerinde kutlu bir şafakla birlikte yeniden doğmaya gidiyorum.. Bir güzel uğruna nefsimin dağını taşını fersah fersah aşmaya gidiyorum.. Yar ve yarenlerle birlikte aynı sofraya oturabilmek için yüreğimi yakıp yıkmaya gidiyorum.. Gül yüzlü bir tabibin elleriyle iyileşebilmek için Eyyüb’ün dertleriyle dertlenmeye gidiyorum.. Beni yolsuz ve yoldaşsız koyma Rabbim.. Ey içi cemalullah ile dolu gözleriyle baharlar büyüten sevgili! Sensizlik ki gönüllerin ecelidir.. Sen ki kıyamet kargaşasında ki ruhların can serinliği.. Ben ki güneşe fırlatılsa bile tekrar tutuşması imkansız bir yüreğe hizmetçilik yapmaktayım. Buzdan denizlerde yüzer kendinden bihaber. Bir kibrit çöpünün çıkaklığına bile bilsen ne kadar muhtacım efendim.. Ebubekirce sesleniyorum şimdi sana efendim.. Dostun olamasam da dostunun yüreğiyle yalvarıyorum. Sana yine senin gönül inleyişinle, senin de sevdiğine olan özleminle sesleniyorum. Gel diye sevgili.. Artık yolların bağını kaldır diye gurbetin sarp koylarından. Hasretin sızı sızı akıyor içime,boğuluyorum kıymetlim Varlığımın her zerresine işledi Medine kokulu hasretin, hurma kütüğünün iniltisi var içimde sevgili. Sen yoksun ya kıymetlim; ıslak bir şehrin kurumuş damlası gibiyim, hiç bir hükmüm kalmadı yarınlara karşı. Açım,susuzum. Doyur beni o ulvi kokuna. O nurdan çehreni damla damla içir yüreğime. Kırıldı kolum kanadım, çaresizim. Çırpınıyorum sevdanın asude kubbelerinin altında. Saatler hüzünlere bölündü, burada zaman durdu artık kıymetlim. Ah bir olsaydım.. Olsaydım da sen Sevr mağarasındayken o ankebutun ağında ki bir toz tanesi olsaydım. Senin gölgene sıkışıp ruhunda kaybolmak için.. Sana öldü diyenin boynuna Ömer gibi kılıcımı sallarım şimdi efendim. Senin dünya semasında ki nefeslerin yeni doğmuş bir bebeğinkinden bile daha tazedir. Senin varlığın aynalarda boy gösterenlerden dahi daha gerçektir. Sen tek başına bile bütün canlılardan daha fazlasın. Sevdana gecikmişliğimizden dolayıdır kalplerimizin tembelliği. Unutuyoruz hep.. Sen ki ismi anıldığı yere gelensin efendim. Kabahat seni göremeyip başkalarında kör olan gözlerimizdedir.. Sana yollar değil, sana mesafeler değil; sana günahlarla kararmış yürekler engel değil mi efendim? Onları aşamadığından bir türlü birleşemiyor zamanlarımız. Kim bilir, belki de çok üzgünsündür şimdi. Senin özledim deyip de yaşlara boğulduğun kardeşlerin seni unutup da kimleri kendilerine yar edindiler? Kimler için kirlettiler çeyizlik, ipek kumaşlarını kalplerinin? Bizim yüzümüzden yine ağlamaklı olma sakın efendim. Kaldır artık o mübarek alnını secdeden. Akıttığın her gözyaşı damlasıyla evren matem içinde boğulmaz 20 Şubat-Mart-Nisan mı efendim? Solmaz mı gök, sancılar içinde kıvranmaz mı bahar? Sular boyun bükmez mi, yeryüzü kabuğundan sıyrılmaz mı? O mahsun yüzün kara peçeler takmaz mı insanoğlunun çehresine? Söylesen şimdi kıymetlim, anlatsan bize bilseydik az gülüp çok ağlayacak olduğumuz bilmediklerimizi. Ayağına batan dikenlerden çok senin için hiç ağlamayan gözler mi acıtıyor yoksa canını? Üzerine yağmur gibi yağan taşlardan çok içinde senden başkasını barındıran kalpler mi yaralıyor bedenini? Sahabelerin gibi olmamız gerekirken içimizde şuan Ebu Cehiller mi var yoksa? Reyhanlarını şehit ettik yetmezmiş gibi seni de mi Kerbela da susuz bıraktık efendim? Seni hiç göremeyişimiz senin de bizi görmek istemeyişinden mi kaynaklanıyor yoksa sevgili? Ey Settar olan Rabbim! Ne olur ört üzerimi. Güzelliklerinin hiç bir giysisi kalmadı artık ömrümde. Kara bir örtüye büründü ki yüreğim tesettürden bihaber. Benim yanıma başka bir ben daha iliştir. Örtülecek ve saklanacak hiç bir günahı, bir kusuru, ayıbı olmayan.. Aslında hiç sevemediğime “Seni canımdan da çok seviyorum” diye büyük bir laf ettiğimde , habibine iki yüzlü davranmanın berisinde durabilmek için kalmasın hiç O’ndan başka sevdiğim. Şuan senin en çok sevdiğin yerdeyim kıymetlim.. Senin de en çok sevildiğin yerde.. Bizim de bulunduğumuza en çok sevindiğin yerde. Sözsüz, hareketsiz ve nefessiz konuşulupta bir çok sırrın aşikar olduğu yerde.. Secdede.. Ondört asır önce senin nemlendirdiğin seccadenin ıslaklığına sarılmış yalvarıyorum Rabbime.. Ya Rabbi! Habibin ki bütün korku ve endişelerini bir kenara atmıştı da canlı ve cansız bütün varlıklar hesabınca Allah diyordu.Senin isminle daha da inceliyor, bir o kadar da büyüyordu. Ben de şimdi O’nun teslimiyetiyle başımın ezilmesini, O’nun hassasiyetiyle kalbimin yeniden yoğrulup bereketli bir toprak haline gelmesini isterim. Sükutuyla nasıl dağlar devirdiyse, ümmiliği ile bile nasıl tercüme ettiyse kainatı ve cahiliye devrini nasıl yeniden yazıp okuduysa ben de haberdar olmak istiyorum perdeler ardında yaşananlardan. Yeniden yazılmak istiyorum hiç bir imla hatam olmadan.. Sadece ağlayanlar mı sevmiştir seni kıymetlim, özleyen sadece ağlar mı? Sadece çağlayanlar mı taşır heyecanın yükünü, taşları bile yosun bağlamaz mı? Senin aşkına tutulup çarpılanlar sadece destanlar mı düzenlerdir ki? Susupta Meryem gibi konuşanlar yok mudur ki sözleri can olan? Ne söz kaldı şimdi bende ne de tahammül.. Ben seni isterim sadece ey can.. Bir damla sudan bile meded ummadan sende gürül gürül yanabilmeyi, senden bir parça olabilmeyi isterim. O ateş ki nefes gibidir. Yanış bittiği zaman benim de ömrüm sona erer artık. Kainatı içine alan bir doğumun sancısıyla dağlar taşlar parçalarken varlığıma sebep olan varlığı isterim. Artık seni isteyemeyecek kadar senle olana dek hep seni, illa da seni isterim. Bıkmam, usanmam, utanmam kıymetlim; her yolda,açılan her kapıda seni beklemekten. Her gelenin ve her gittiğimin sen olmanı isterim.. Ey mahsende ki durgun sulara dahi nara attıran gümüş perçemli güzel! Ne yokluğuna dayanacak gücüm ne de varlığını kaldıracak cesaretim var. Yarın geleceğini bilsem dahi bu günün özlemi yıktı kalbimin tüm duvarlarını.Yardım eyle,yetiş kıymetlim. Her şey bir yana bir sensizliğe güç yetmiyor sevgili.. O kadar değerlim, o kadar kıymetlimsin ki el sürdürmem sana kaderimde sırrımsın. İçime sığmayıp beni benden taşırsan da yanına yaklaştırmam kimseyi alnımda yazımsın. Kimseleri buyur edemem gayrı ömrüme, sen dört nala koştuğum hasretimsin. Deli diyeceklerse de desinler, banane. Yüzüm güler ya da gülmez.Sen hiç ayrılmadan kapılar önünde beklediğimsin. Ekmek gibi,su gibi her öğün yolunu gözlediğimsin. Yollar nereye giderse gitsin,ayaklarımın yere bastığı andan itibaren sen canımı parçalarcasına kendisine gitmeyi arzuladığımsın. Baktığım her yerde o sır perdeli çehreni göreyim diye sen kendi cismimi uğruna eskittiğim, yok saydığımsın. Soluksuz kalanın nefes almayı özlediğinden de çok özledim seni efendim. Seni görmeyen gözlerle okuduğum Kur’an-ı Kerim bile besmelesiz kalır efendim. Şimdi bir kere bile olsa bakmayacak mısın bana kıymeylim?Korkuyorum yar..Aşk belasına tutuşanın ateşine yağmur bile ilişemez. 21 Şubat-Mart-Nisan Gülümse Hala yanağımda gül öpücüğün Açıyor her sene bin bir tomurcuk Cennetten kokular sunuyor her gün Bana solmaz çiçek, o nur öpücük Alnımı tutuyor hasta olunca Melek kanadınca denk olan elin Acılar içinde ben bunalınca İksir sunar kalbe ışıktan dilin Zeynep Sönmez O’na Duyulan Muhabbetin Sırrı Gecedir insanların dert ortağı. Gecedir kalbi muhabbete bağlayan. Öyle bir vakittir ki, kalp üstüne nur yağar. Seher vakti kalbi uyanık, Allah huzurunda duran, bahar yağmurlarıdır onlar… O vakitte kılınan iki rekat namaz, insanı öyle bir götürüyor ki, insan kendini öyle bir kaptırıyor ki, her an Allah, her an Allah… Karanlık mı? Ortam karanlık olsa bile, içinde korkumu kalıyor. Öyle bir ilham geliyor ki, O’na duyulan muhabbet artıyor. Öyle bir anıyor ki Allah’ı yüreği yüreğinden kopuyor, geceler ve gecelerin kalbi seher vaktinde. O teheccüd zamanında karanlıklar yerine adeta bir nur oluyor… Öyle yanıyor ki yürek,gizli sırlar zuhur ediyor. Gönül yalvardıkça yalvarıyor. Ve bir bakmışsın ki, derdin, dermanın, her şeyin Rabb’in olmuş! ‘’Ey Rabbim! Sen bizi bu vakitlerden mahrum etme! Etme ki, gecelerde sana yakın olalım. Etme ki, Sen de fena olalım. Sen rahmetinden bizi mahrum etme ki, yüreğimiz bir tek sana yansın!… 22 Dolaşsın çehremde melek bakışın Yanağımda ılık şefkatli buse Akmasın ne olur gözyaşın Ağlama anneciğim daim gülümse Elif Nur ÇETO Ben Susayım, Sen Söyle İçimdeki Sensizliği Başak Çekilarız N iye uzağım sana Ya Rasûlallah. Seni içimde bu kadar yaşarken niye yanında değilim. Sanki senin gözünden dökülür gözyaşlarım. Hep ağlar durur bu çocuk. Sen ki yolların başında sonunda bulduğumsun. Sen ki her kapıya çıkansın. Sadece senin yanında teselli bulurum. Senin adını anınca geçer kalp ağrılarım. Sen ki içimde daim sakladığım ulvi bir muhabbetsin. Sen ki her zaman yanımda bildiğimsin. Sen olmadığında kuyulara düşer gözlerim. Gönlümün yağmur bulutlarını senin yolunda hazırladım. Boşalan yağmurlarla güller yeşerttim yolunda. O gülleri yoluna serdim belki gelirsin diye. Belki gözleri gözlerime değer diye umutlanan Hz. Vahşi’nin titrek nefesi geziniyor ensemin örsünde. Sütunlar arkasındna baktırma bizi kendine Ey Nebi. Yakınlığına kabul eyle bizi. Sevdalarımızı senin yolunda müjdele. Sen ki sevdalıların en yücesisin. Efendim kalplerimizde olanı dudaklarımıza taşı. Ben susayım sen söyle içimdeki sensizliği. Gözlerimi gözlerinin nuruna aç. Bir kez bak da doysun sana şu gönül. Yolları eskittim senin yolunda. Benden sana yol çıkarma ey Yar! Yollar bitince sana çıkar mı? Öyle özledim ki seni! Öyle acıyor ki içim yanına gelememek korkusu ile. Belkilerin umuduyla yeşertiyorum çorak kalmış gönlümü. Gel ki huzura kavuşsun kalbim. Gel ki çiçekler açsın kurumuş gönlümde. Kelebekler uçsun seni müjdeler gibi. Gidişin hüzünlü sonbahardı, şimdi baharlara açtın gönlümü. Bir geldin içimdeki yangınlar, rahmet yüklü yağmurlar oluverdi. Varlığın sindi ruhuma bir anda. Şimdi ben susayım sen söyle içimdeki sensizliğimi. Sensizler yaşadığımı. İçimin içinde bir gurbet olduğunu. Mesafelerin uzaması artık boşuna. Sen varsın ya Efendim. Kimse uzak değil bana. Sen geldin ya Sultan’ım, artık gözüm yollarda değil. Sensiz ayrılık ayrılık olmuyor, kavuşmak bile kavuştuğuna kalmıyor. Sensiz hüzün bile yüze gelmiyor. Acılar utanıp saklanıyor. Ağlamak beni benden götürüyor. Gözümün yaşı kalbimin yangınını söndürür mü acaba? Şimdi ben susayım, sen söyle içimdeki sensizliği… 23 Şubat-Mart-Nisan Neslihan Nur Türk Ç ünkü kanımız imanla dolanır. Kalbimiz imanla çarpar. Çünkü biz, diğerler gibi değiliz. Başkalarının vicdanını sızlatmayan işler, bizim vicdanımızı acıtır. Başkalarına dert olmayan mevzular, bizim baş tasamızdır. Genciz, çünkü her gün yeniden tazelenen bir inanç taşıyoruz. Yaş ötesi bir gençliktir bizimki. İnandığımız ve bunun gereklerini yaşadığımız sürece, delikanlıyız! Neden akıllı değil de deli? Çünkü biz, Rasûl-i ekrem’in haber verdiği “âhır zaman” Müslümanlarıyız. Uyanık ve akıllı geçinen birçokları bizi deli addeder. Zira onların uyduğu kurallar bizi bağlamaz. Onların bağlandığı değerler bizim için tek bir anlam taşımaz! Çoğunluğun yoluna, genelin fikrine değildir meylimiz. Biz mihengimizi seçmiş, kendimizi de her dem o mihenge vurmuşuzdur. Kıymetimiz makam mevki ve zenginlikten gelmez. Bizim değerimiz, Allah’ın ölçüleriyle yaşama titizliğinden gelir. Kim bu anlamda titiz, işte onun kalbi en temizdir! Genciz biz! Öyle ufak tefek işler bizi yoramaz. Ufak tefek imtihanlar bizi yıldıramaz! Başkaları “toy” dese, adam yerine koymasa da biz, Allah’ın bizden ne beklediğine bakarız. Yaratanımız bizi yetişkin insan olarak kabul etmiş ve mesuliyetlerimizi de bildirmiştir. Dili “Allah” diyenin; kalbi de bu zikre aşkla iştirak edenin “bunalımı” olmaz! Genciz biz! Evet aşkınız; ama hayır, taşkın değiliz! Akıl yaşta değil baştadır! Müslüman gençler olarak biz, işte bu veciz sözün en bariz örnekleriyiz! Kimilerinin elli yaşında bile gelemediği olgunluğa, on sekizli, yirmili yaşlarda ermiş; bazılarının yetmişinde bile kavrayamadığı “hayat” gerçeğini, en güzel şekilde kavramışızdır. Zira bize, Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem gibi bir peygamber nasip olmuştur. Onu anlamamızı, O’nun mesajını hayata geçirmemizi arzu eden ve bu uğurda gayret ve fedakarlık etmek, hayatının düsturu olmuş bulunan bir mürşid-i kâmilin talebeleriyiz. Bir çocuk, hakiki bir mürşit bulduğunda, nasıl da güzel yetişir. Ya bir genç aynı nimete kavuştuğunda neler olur bilir misiniz? Dünyalar değişir! Genciz biz! Ne etikete, ne de isme değil, Allah’a yakınlığa muhtaç ve hasretiz! Gönlümüzde bir deli coşku dalgalanır. Evet, aşk da bizdedir. Fakat aşkı nefsimize kurban etmeyiz! Tamam, delidir kanımız; ama yoktur “aşne fişne”ye ayıracak vaktimiz! Bizim zamanımız kıymetli. Çünkü ihtiyarlığa varma garantimiz yok! Biz, ölümün yaşlı genç ayırt etmeden herkese ve her an gelebileceğinin şuurunda, bu sebeple her bir ânı pek kıymetli kimseleriz. O halde, ne lüzumsuz sohbetlere, ne de faydasız gezmelere açık kapımız var. Hayra ve iyiliğe açık tüm kapılarımız ve pencerelerimiz! Genciz! Fatih Sultan Mehmet gibi, Yunus Emre gibi, Mevlana gibi örneklerin peşindeyiz! Bizi, ahlâkı ve tüm hayatı tartışmalı fasıklar güruhu cezbetmez! Biz, Allah’a kul olmakla ölümsüzleşmiş, yüce ruhların peşindeyiz. Genciz! Ve hazreti Eyüp el ensari hazretlerinin gençlik iksiridir içtiğimiz! Biz, “ümmetim” demenin heyecanı ve bu sözün sorumluluğu ile bugün nasıl ki genciz, seksen yaşına da geldiğimizde aynı diriliğe talibiz! Allah’ım! Bizi, sevdiğin, hallerini tebessümle seyrettiğin, ibadetlerinden ve hizmetlerinden razı olduğun bahtiyar gençler arasına kat da, senin lutfunla, yaşımız kaç olursa olsun, genç kalalım! Hakiki gençlik, senin rızan yolunda ihtiyarlayanlarındır! Lutfet ki biz de bu çok özel nimete kavuşan, güzel kullarından olalım! Amin. 24 Şubat-Mart-Nisan Gençsin! EnGüzel Sûrettesin! Rabia Yelimlibağ iklil_medine@hotmail.com ‘’Geçmiş zaman odur ki’’ edasıyla süzülen bakışlar; sakin ve dingin ikindi vakitlerini, huzurla bakan baharın sonunu ve her anı dopdolu bir kalbin ömür hoşluğunu mırıldanıyor gibi. Sırtını yaslamış ruhun, geçmişe dalmış rüyan.Geçmiş zaman odur ki... Kıvamında bir hayatın kıvamında bir suretin. En başında yolun, sadece tertemizdin. Bilir herkes, kendisi gibi; billur akan bir nehir, çiçeklerle bezenmiş bir dağ başı, delice esen rüzgar gibiydin. En başında yolun, herkes gibi, herkesin kendisini bildiği gibi, sen en güzel surettin. Ahseni Takvim idin. Hızlı atan kalp, deli akan kan, ışıltılı bakış, hep soran bir akıl idin. Sancılı ama delice seven, konağını bulup bulup kaybeden bir gönül idin. Herkes gibi herkesin bildiği gibi, herşey için çok erken değil, sen en doğru zaman idin. Ahsen-i Takvim sırrında tertemiz bir genç idin. Bilenler bilirdi o içten gelen Sesin Sahibini. Sen de uyardın, her an vicdanını yoklayan ses: “Sonu başından hayırlıdır işin” Başı hayırlıysa sonu da hayırlıdır işin. Sonundaki hayrı başından niyet etmelisin. Aradaki sancılar yokluklar, sonunu belli etmek için... Bilmelisin, en başında yolun bir ikramdır sunulan. En parlak suret, en canlı ruhtur yansıyan. Bilmelisin,Ahseni Takvim üzeresin, gençsin! Aklın ve kalbin doruğundasın. Yetmiyor okumak yazmak sana, tefekkür etmek anlamak, daha çok bilmek istiyorsun. Yetmiyor sevmek sana, tutkun olmak, aşık olmak istiyorsun. Ellerin sımsıcak ve titremiyor henüz. Saçlarının en asil zamanı. Farkında mısın, Gençsin.En güzel surettesin. “Nimetin şükrü nimetin cinsindendir” Farkında mısın; dünyadaki bütün nimetler gibi, sen de geçici bir nimettesin! Tut kitabın elini, yol göstersin kalbine; helak olanları, hidayete erenleri ve asıl tutkun ve meftun olacağın Sevgiliyi! Aklın ve kalbin doruğundayken tut elini. Aklın şaşsa da kalbin yorulsa da bırakma. Yorulsa da gözlerin, uyuma. Bilirsin, sen de herkes gibi; Ebedi uyuyacaksın zaten! Tükense de ellerin ve ayakların durma. Sonra ne için çalışacak ki! Gençsin ama geçici bir nimettesin. “Yol bitmez ama biter yolculuklar. Biter başlayan her şey”!! Tut Kitabın elini ki, titrese de elin, aklın ve kalbin hep diri kalsın. Canlılık kaynağı Kur’an elindeyse senin; Bilmelisin, sen her zaman gençsin ve hep en güzel surettesin!!... Dingin ikindi vakitleri ve huzurlu baharın sonu yani işin hayırlı sonu, ilkbaharından belliydi. 25 Şubat-Mart-Nisan Hatice Şahin nt Kazakistan Çimke şehrinde bulunan rencileri Kız Kur’an Kursu öğ z ü n ü l ö d ‹ ! Gençler ? e b â h a S i Hang K ader, yolumuzu Kazakistan’ın Çimkent şehrinde bulunan 1400 yıl öncesinin ashabı suffesini andıran küçük bir kursa düşürdü. Bu kurs 120 kişilik kapasitesiyle Kazakistan’ın her bir şehrine talebelerini dantel gibi işleyip gönderiyor. Sadece Kazakistan’la kalmayıp Moğolistan’lı, Çin’li, Özbek, Tacik, Ahıska Türkü olmak üzere çeşitli ırklardaki kızlar buraya toplanıp İslam kardeşliğinin canlı örneğini sergiliyorlar. Tıpkı zamanların en ulvisi olan asr-ı saadette Rasulullah’ın etrafında Selman-ı Farisi, Zeyd b. Haris, Bilal Habeşi gibi çeşitli milletlerden genç sahabelerin olması gibi. Bu kızlarımız belki bir avuç ama bir avuç olmak onları üzmüyor. Çünkü bu günün bir avuç insanının sabaha çıkınca iki avuç olacağına tüm kalpleriyle inanıyorlar. Bunlar 70 yıl Kominizmin, ülkelerinde yaydığı cahiliye devri karanlıklarını yırtıp, sabaha kavuşmaya çalışan genç kızlarımız. Hepsi de İslamın ilk tohumlarını etraflarına saçan sahabiler yaşında. Kimisi Hz Ali’nin hicret ettiği yaş olan 22 yaşında. Kimisi Musab b. Umeyrin akabede biat edenlerle birlikte arkasına dahi bakmadan Mekkesinden ayrılıp Kuran hocası olarak Medineye gittiği 25 yaşında. Kimisi Hadisleri ezberleyip muksirun arasına girdiği halde Rasulullah vefat ederken 18 yaşında olan Abdullah b.Amr yaşında. Kimisi gençliğinin baharında bir avuç müslümanla vatanını terk edip, hükümdarın karşısına çıkarak islamı 26 Şubat-Mart-Nisan savunma cesaretini gösteren 25‘ indeki Cafer(r. a) yaşında. Kimisi de Peygamber (sav)’in, 17 sinde ordu kumandanı olarak tayin ettiği Üsame b. Zeyd yaşında. İçlerine girip dertleşmeye başlayınca hayatları ne kadar da gökteki yıldızlar olan genç sahabelere benziyor. 0nlar gibi çile yağmurundan nasiplerini alıyorlar. Ama ne kadarda metin duruşları var. 0nlarda biliyorlar ki dava fedakarlık ister. Özellikle de içlerinde bir tanesi var ki ona baktıkça Musab(r.a) aklıma geliyor. Hz. Musab gençliğinin baharında Mekke’nin en gözde genci. Moda rüzgarını Mekke’de estiren genç. Herkesin dilinde. Acaba bu gün Musab hangi marka giyinmiş, saçlarını nasıl taramış, hangi marka parfüm kullanmış, ayakkabıları hangi moda şehrinden gelmiş. Moda deyince Mekke’nin, gencinden yaşlısına, dillerinde olan genç ve her şey islama girmekle bitiyor ya da her şey yeni başlıyor. Bu sıcak İslam yuvasına da bu kızımız trenle iki gün uzaklıkta olan Kazakistan’ın Özkömen şehrinden gelmiş. 0nun içinde her şey Musab(r.a.) gibi yeni başlamış. 0 da Musab(r.a.) gibi gösterişli hayatını geride bırakmış ve bin bir zorluklarla uğraşır olmuş sadece inandığı dini için. Kazakistan’ın en iyi üniversitesini kazanmış, kimsenin kazanmaya cesaret dahi edemediği, en iyi bursu verecekleri halde gözü dahi görmemiş, üniversite bitince işi hazır olduğu halde ve çok gösterişli bir hayatı varken o da Musab(r.a.) misali vurulmuş kainatın efendisine. Çıkmış yollara Kuranını öğrenmek uğruna ve öğrenip Musab(r.a.) gibi düşmek için yollara. Bu küçük yuvada daha hangi sahabenin canlı örneği var, o da kalsın başka bir bahara. Geldi mi çabuk giden, gitti mi de gelmeyen bu gençliğimiz için bize sorsalar; bu gençliği hangi sahabeye benzeterek yaşlandırıyorsun?, diye. Bizim cevabımız hangisi olurdu acaba? Gelin yazımızı bir hadisi şerif ile sonlandırıp biraz kalbimizi tefekkür ufkuna doğru gezintiye çıkaralım: “Gençlerinizin en hayırlısı, (sefahetten uzak durmakta ve temkinli davranmakta) ihtiyarlara benzeyendir. Yaşlılarınızın en fenası ise, (başını gaflete sokmakta ve nefsinin arzularına uymakta hevaperest) gençler gibi yaşayandır.” Çimkent Kazakistan Emine Şahin İstanbul Duydum işittim ve gördüm Neler neler bırakmış ecdâdım Geçtiği her bir memleketim Eserler bırakarak yazmış adım Ben, ya ben bir şey bırakabilecek miyim Onların torunuyken Öyle boş yaşamak yok artık eminim Uyan uyan ey Müslümanım Vatan bize emanet Bize emanet canım memleketim İçinde koybolan gençlik Şuursuzca işlenen günahlar Ya gayri meşru ilişkiler İçinde binlerce kültürü barındırıyorsun Ey İstanbul! İçinde bir yumak oldu sevgin Sen bir Ayasofya bir Sultan Ahmet’sin Sana gelen senden ayrılamıyor Ey İstanbul! Yaşıyorum seni dününle bugününle Öyle büyülendim ki seninle Senden gayrı olmuyor Ey İstanbul! Uyan artık gelmedi mi vaktin Sen bir Fatih’sin bir Akif Yoksa ruhlarda mı öldüler İşte şimdi ruhların fethi…. Örnek Hanımlardan Olmak İçin Cafer Durmuş İ “(Allah) iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (örnek gösterdi.) Biz ona rûhumuzdan üfledik; Rabbi’nin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönülden itaat edenlerdendi.” (66/10-12) Bu ayetlerde Peygamber Efendimiz’in tertemiz eşlerine, dört hanımın hayatından üç ana başlıkta değerlendirilebilecek bir demet misal getiriyor ki, burada verilen örneklerlerin başlarına gelenler, hemen her insanın karşılaşabileceği başlıca durumları özetlemektedir. Bu itibarla konumuzu teşkil eden misaller insanlığa ışık tutacak zenginliktedir… Âyetlerde bahsedilen misallerin birincisi Hazreti Lût ve Nûh (aleyhimesselâm)ın hanımlarının tavırları hakkındadır. Onlar ki, o gün insanlığa Allah’ın mesajını taşıyan peygamberin yakınında bulunmak gibi bir nimete erdirilmişlerdi. Allah elçisinin dînî ve dünyevî pek çok emir ve tavsiyelerini yakından takip etme fırsatına sahiptiler. Bundan ziyadesiyle istifade edebilirlerdi. Fakat onlar küfür ve nifak içinde yaşadılar. Nimetin kadrini bilmediler ve kocalarının davasına hıyanet ettiler. Peygamberin sırrını içeriden dışarıya taşıdılar. Tefsirde belirtildiğine göre; onların kocalarına hıyaneti, iffetsizlik değildi. Münafıkça davranıp Allah düşmanlarına haber sızdırmalarıydı. “ Kişi ettiğini bulur” denilmiştir. Nitekim onların hıyanetine binaen, kocaları kendilerine Allah katından gelen hiçbir şeyi savamamış ve kendilerine “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denilmiştir. Bu da gösteriyor ki; insan kendisine verilen imkanların kıymetini bilmeli ve onları kötüye kullanmamalıdır. nsanlar arasında “örnek” gösterilmek için, hangi özelliklere sahip olmak gerekir? Örnek bir hanım nasıl olmalıdır? “Örnek” gibi ortada bir kelimeyi “iyi örnek” şeklinde anlayarak düşünecek olursak, uzun soluklu iyi bir örnek ya da “numune şahsiyet” olmak için ne yapmalı? Yolumuzu aydınlatacak örnekleri doğru yerde aramak için bu ve benzeri sorular etrafında düşünmeye ne dersiniz?... Temel hedefi, bütün insanlığı yanlış ve çirkin işlerden uzaklaştırıp güzel ve doğru olanlara sevk etmek olan Kur’an-ı Kerim’de, varlığıyla çoğalmaya basamak kılınan kadına hususen hitap edilir. Yoğunlukla kadın haklarından bahsedilen Nisa sûresiyle, Tahrim sûresi, Ahzab sûresi, Mücadele sûresi ve pek çok ayeti kerimeyi de sayabiliriz… “Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı bir şeyi, eşlerinin hatırı için neden kendine haram kılıyorsun?” (66/1) gibi sarsıcı bir soru ile başlayan Tahrim sûresinin son ayetlerinde şöyle buyruluyor: “Allah, inkar edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki Salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. (Ve sonunda) kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara; “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denildi. Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti. 28 Şubat-Mart-Nisan Aksi taktirde büyük zatların yakınında bulunmak, onların boyası ile boyanmadıktan sonra hiç kimseye bir fayda sağlamaz. İkinci misal, Firavun’un karısı Âsiye’nin fedakarlığı ve firasetidir. Tefsirde belirtildiğine göre o, yaşadığı çağda akla gelebilecek bütün nimetlerin ayağına serileceği bir yerde bulunuyordu. Her imkanı nefsine, yakınlarına tahsis eden bir zalimin sarayında yaşıyordu. Herhangi bir dünyalığa sahip olmayı arzu ederse, onu istemesi yeterliydi. Fakat o, bu imkanları elinin tersiyle itti. İman nuruyla gönlü aydınlanınca, dünyanın bütün nimetlerinden vazgeçti ve işkence edilerek öldürülmeyi göze aldı… El açıp; “Rabbim!” diye yalvardı. “Bana katında, cennette bir ev yap!..” Saraylarda, mücevherlerde gözüm yok, cennette bir ev istiyorum sadece… Elçinin davetini işittikten sonra dünyadaki peşin zevkleri imana tercih etmem büyük bir haksızlık olurdu, zulüm olurdu. Zaten Firavun’un işi-gücü bu değil mi; Zulmetmek… “ Rabbim! beni Firavun’dan ve onun kötü amelinden koru. Beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti… Rahat yaşamak, daha iyi gelir elde etmek uğruna nice insanın, inancın bağlayıcı kurallarını unutuverdiği bir zamanda, buradaki örneğin tercihleri üzerine yeniden düşünmek gerekiyor: İmana taalluk eden bir esasla menfaatler karşı karşıya geldiğinde, müslüman hiç tereddüt etmeden Asiye’nin yaptığı gibi davranmalı; dünyalığın cazibesine kapılarak ahireti unutmamalıdır… Üçüncü misal; namusunu muhkem bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem’in insanlığa numûne olarak sunulmasıdır. O ki, ayetle tasdik edilecek derece iffetini korudu. Gönülden itaat edenlerden oldu. Rabbinin kelimelerini ve kitabını tasdikle tarihe geçti ve böylece Allah katından üflenen rûha mekan oldu. Meryem suresi 16 ila 40 ayetleri arasında anlatıldığı üzere, bundan sonra ne yapması gerektiği kendisine ilham edildiği günlerde “Keşke bundan önce ölseydim de, unutulup gitseydim” diye yalvardığı zorlu bir imtihandan geçti. Fakat sonunda, hiç unutulmayacak iffet âbideleri arasına adı yazıldı. Burada, sûre-i celîlenin son âyetinde örnek verilen Hazret-i Meryem’in nasıl tavsif edildiğine dikkat çekmek istiyoruz: O ki, insanlığa “iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem” diye takdim ediliyor. Yetişmekte olan kuşaklara herhalde şunu diyebiliriz: gençlere özendirilen gelip geçici heveslerden başınızı kaldırıp da Kur’an-ı Kerim sayfalarına baksanız, orada yolunuzu aydınlatacak örnekler bulabilirsiniz. Allah Kelamı’ndan alacağınız feyizle iffet, vakar ve sadakat gibi hiçbir zaman modası geçmeyen zînetlere talip olabilirsiniz. Bütün zamanların hanımefendisi ve cennet kadınlarının efendisi olmuş numune şahsiyetlerin izlerini sürebilirsiniz…. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “Kur’an okuyan kişi, ömrün en kötü çağına düşürülmez” (Buhari, Cihad, 25) buyuruyor. Bu hadis-i şerif Rûhu’l-Beyân’da “Kur’ân’ı tefekkür ederek okuyan ve ahkamıyla amel edenler” şeklinde açıklanıyor. Biz bu nebevî müjdenin Kur’an kurslarında, imam hatip liselerinde öğrenci veya hoca olup ömrünün en kıymetli günlerini buralarda geçiren bahtiyar insanlar için hususi bir anlamı olduğuna inanıyoruz. Çünkü onlar, gelecek kuşaklara güzel örnekler yetiştirmek için, geçmişteki numuneleri alıp hayata tatbik etmek gibi büyük bir sorumluluk almışlardır. Bu itibarla herkesten farklı olarak, İslam ahlakını yaşayarak yaşatmak gibi bir misyonları vardır. Kendini çoğaltma heyecanını hep diri tutmak gibi bir dertleri vardır. Daha çok insanı Allah Kelamı ile buluşturmak, severek sevdirerek okutmak gibi bir misyonları vardır. Hanımlarla ilgili verilen misaller üzerine sözü bağlamak için şunu diyebiliriz: Biliyoruz ki, hanımlar her şeyde âhengi gözetirler ve her şeyin güzelini ararlar. Çünkü güzele meyletmek onların tabiatında var. Öyleyse yapılması gereken, bu fıtrî meyli “değişmez ve eskimez güzele” doğru kanalize etmektir. Kısa süreli ve mutlaka sonlu olan güzelliklerin cezibesine aldanmayacak mukavemeti, daha gençliğinde kazanmaktır. Örnek hanımlar listesine bir halka biz eklemeliyiz diyerek, hedef büyütmeye var mısınız? 29 Şubat-Mart-Nisan Kübra Topal GÜL YETİŞTİREN ADAM DİRİLİŞ NESLİNİN AMENTÜSÜ AĞIR MİSAFİR RASİM ÖZDENÖREN İZ YAYINCILIK SEZAİ KARAKOÇ DİRİLİŞ YAYINLARI İBRAHİM TENEKECİ PROFİL YAYINLARI Rasim Özdenören’in yayımlanmış tek romanı. Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışı,gizli protestoları ve gizli kabullenişleri…Bu romanda,düşmana karşı mücadele vermiş bir neslin son temsilcisi ile sonraki neslin durumu gözler önüne serilir. Hülasa yazara göre anılar defterinde gül yaprağı olmak ve unutulmak çelenk olup baş tacı olmaktan daha evladır. Satırlar bunun üzerine bina edilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki değişime bir de ‘’gül yetiştiren adam’’ın gözünden bakmak isteyenlere… Sezai Karakoç, bedenlerden önce ruhların yenilip tutsak olduğu bir savaşta diriliş eri olarak tanımlıyor kendini ve dirilişi de ‘’ruhun Allah’ı bilme savaşını sürdürmesi ve sürekli başarılı olması’’ olarak ifade ediyor. Elbette ruhun etrafını kuşatan rahmani ve şeytani kuşatmaların farkında ve içinde bulunduğu mücadelede her şeyi Allah için bilmenin, bir hakikat davası içinde olmanın insanı özgürleştireceğine vurgu yapıyor. Ve şöyle haykırıyor; ‘’kıyametini yaşayıp yeniden dirileceksin’’. Ağır Misafir; sancılı bir geçmişin, huzursuz manevraların, söz ile büyük kavgaların tezahürü ile doğmuş, üzülen şairin sevindiren mısraları… İbrahim Tenekeci’nin nevi şahsına münhasır; dolaylı akrostişleri, muhteşem teşbihleri, sıra dışı sadeliği ve hafifliği yine bu kitapta da kendini gösteriyor. 30 Şubat-Mart-Nisan F. Şeyda Katran H Sahne ve Kulis erkes oyunun başlayacağı, gösterinin sunulacağı sahneye dikmişti gözünü. Koyu kırmızı perde hafifçe sallanmaya ve titremeye başlamıştı bile. Ve perde yavaş yavaş aralanıyordu. anlaşılması için kötüye, melekleşebilmek için şeytana ihtiyaç vardır. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın kainat aynasında kendi zatını seyretmek ve sıfatlarını sergilemek için bizleri günahlarımız, sevaplarımız, isyanlarımız, yalvarışlarımız, pişmanlıklarımız ve yönelişlerimiz gibi özelliklerimizle yarattığı gibi. Hakikati aydınlatmak adına! Konu; Hz. Adem’den bu yana süregelen, beşeriyetin yaşamla mücadele serüveniydi. Fakat bu oyunun diğer oyunlardan önemli bir farkı vardı. Seyirciler de bu oyunun bir parçasıydı! Hakikat ise zahirde seyreden olayların batınında gizlidir. Hızır (a.s.) ile Hz. Musa (a.s.)’nın yolculuklarında gerçekleşen ibretli o üç hadisenin perde arkası hakikatin görünenden ne kadar ayrı olduğunu müthiş bir ifadeyle, muhataba aksettirir. Kainat sahnesinde herkes bir şekilde görevini ifâ ediyor, herkes fıtratına uygun olana yöneliyordu. Her insanın tek nüsha olması ve Hakk’ın ayrı bir sıfatını yansıtması sorumluluk ve görevlerimizin de farklılık bakımından ne kadar çeşitli olduğunun bir göstergesiydi. Dünya sahnesinde de zahirde yaratılan her canlı kulisteki tek olan sonsuz nurun ayrı tecellileridir. Kainat sahnesinde kesret hali yani parçalanmışlık hakimken, kuliste Yaratan’ın tek ve bir olan Vahdet-i Vücut halinden başka bir şey yoktur. Alemde ayrı ayrı gözüken her şey O’nun tek olan varlığının yansımasından, her varlığa farklı sıfatlarla tecelli etmesinden ibarettir. Bu alemde insan üzerinde tecelli eden melik sıfatıyla hükmetme, afüvv sıfatıyla bağışlama, müheymin sıfatıyla koruma, kerim sıfatıyla ikramda ve cömertlikte bulunma kahhar sıfatıyla da intikam alma vazifesindedir. Bununla birlikte her şey zıddıyla kaimdir. Bu sahnede düşünen, düşündükçe derinleşip yeni ufuklara yelken açan tefekkür halinde kahraman olduğu gibi boş vakit geçiren uyku, gaflet halinde olana, güzeli ifşa etmek için çirkine, iyinin kıymetinin Ve bir gün sahnenin de arkasındaki ikinci perde açıldığında ortada ne oyuncular kalacaktır ne de seyirciler. Tek Hakim olanın varlığından başka!. 31 Şubat-Mart-Nisan Tuba Doğramacı a Birinci Dünya Savaş’ında 2.500.000 atın kullanıldığını? LAR HAZIR CEVAP a Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu? Yıka da getir! a Sıcak suyun soğuk sudan daha ağır olduğunu? a Dünyada en çok kullanılan ismin Muhammed olduğunu? a Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği olduğunu, kusamadıklarını, bir ay ayakta durabildiklerini, kırılan kemiklerinin geri kaynamadığından dolayı ayakları kırılan atların hayatlarının da sona erdiğini… a Sivrisinek kovucu spreylerin sinekleri kovmayıp sizi gizlediğini, sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamalarını engellediğini biliyor muydunuz ? Bu Suya Pislik Karıştırma Şiblî Hazretleri bir gün Hicaz ‘a gitmek için yola çıkar, yolu Bağdat’tan geçer. O zamanın halifesi Hârun Reşid, Şiblî Hazretleri’nin Bağdat’a geldiğini duyar; “Biz mi ziyaretine gidelim yoksa o mu sarayımıza şeref verir?” diye haber gönderir. Şiblî Hazretleri, “Biz halifenin yanına gideriz” der ve saraya gider. Halife, Şiblî Hazretlerine “Bana bir nasihat eder misiniz efendim?” der. Şibli Hazretleri de : “Bana bir bardak su getirin” der. Halifeye , “Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki : “Bu bir bardak suyu sana veririm, ama servetinin yarısını isterim, verir misin ? Halife düşünür ve : “Elbette veririm” der. Şibli Hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun (vücudundan dışarı çıkmıyor, bir hastalık var) bir doktor gelse, ben o suyu çıkarırım fakat servetinin diğer yarısını isterim, verir misin? Harun Reşid düşünür ve “ Elbette veririm” der. Şibli Hazretleri, “o halde bir bardak su bile etmeyen servetine güvenme” der. Halife ağlamaya başlar. Bana bir nasihat daha eder misiniz? Şibli Hazretleri, “Siz suyun başındasınız, Allah-u Teala Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu İslamiyet suyunun bekçisi olmayı size nasip etti, bu suya pislik karıştırma, karıştırılmasına da müsaade etme, bid’at karıştırma onu tertemiz olarak koru ! ” 32 Abdülhak Şinâsi Süleyman Nazif ve onu rken, Şinâsi gars birlikte yemek ye ve en rd ki . Şinâsi’nin çağırır ve su ister de ce re de e el sıkacak mikroptan eldivenl ors ga Süleyman Nazif korktuğunu bilen emez; na seslenmeden ed inin suyunu yıka da -Oğlum, beyefend öyle getir. Ne dersiniz? , diye sormuş, in-Bir talebe : -Hocam rlar. lişmiş şeklidir” diyo san maymunun ge Ne dersiniz? sî cevap vermiş : Seyid Ahmet Arvâ ar ağacı da mayda O mantığa göre çın klidir. nozun gelişmiş şe ünü İstanbul’a Dönüş ara’nın en çok hanYahya Kemal‘a “Ank larınunuz” diye sorduk gi tarafını seviyors iş: da şu cevabı verm nü. nü - İstanbul’a dö şü Bülbül rlı jest ve mimikle M. Akif yapmacık n gü r Bi . hoşlanmazdı le şiir okuyanlarda in if’ Ak in Dergâhı’nda böyle biri, Tacedd ılan Bu okuyuşa canı sık bülbül şiirini okur. Âkif, şöyle söylenir: ülbül’e benziyordu - Bu bülbül bizim ‘B udını bıraktı, ne kuyr ama, adam ne kana ğunu!.. Genç ihtiyarlar ail’e: Yazar Hekimoğlu İsm sorduklarında: -Yaşlılık nedir? diye saçın ağarması, ne -Bence yaşlılık, ne ten idir demiş, gayesi bi de belin bükülmes rkes yaşlıdır. ve ümidi sönen he Şubat-Mart-Nisan