SAYI 116 / EKİM 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
SAYI 116 / EKİM 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Ekim 2009 AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹ YIL: 10 G G SAYI: 116 ISSN-1302-5600 G İÇİNDEKİLER EK‹M 2009 SAHİBİ Nimet ÇUBUKÇU Millî Eğitim Bakanı N Genel Yayın Yönetmeni Aziz ZEREN Yayımlar Dairesi Başkanı Baflbakan Say›n RECEP TAYY‹P ERDO⁄AN’›n Mesaj› 2 Millî E¤itim Bakan› Say›n N‹MET ÇUBUKÇU’nun Mesaj› 3 Yusuf Dursun / Ö⁄RETMEN‹M SEN ÇOK YAfiA 4 Murat Soyak / RES‹ML‹ fi‹‹R 6 Mümtaz Tiftik / GÖKKUfiA⁄I 7 N Yazı İşleri Müdürü Selâmi YALÇIN (selamiyalcin@meb.gov.tr) N Yayın Kurulu Dinçer EŞİTGİN Şaban ÖZÜDOĞRU Hakkı USLU Çağrı GÜREL Aysun İLDENİZ Macit BALIK N Tasarım Hakkı USLU (huslu@meb.gov.tr) N İletişim ve Koordinasyon Dinçer EŞİTGİN (desitgin@meb.gov.tr) N Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baae@meb.gov.tr Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 N Dizgi Reyhan İLKER N Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Engin fiimflek / OKUL ÖNCES‹ E⁄‹T‹M MESELES‹NDE FARKINDALI⁄I ARTIRMAK 11 N Abone / Dağıtım Fikri NAYIR Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/ ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4735 Süreli Yayınlar Dizisi: 255 Köksal Cengiz / GÜL YÂRES‹ 25 Mümtaz Baflkaya / TÜRK KONUKSEVERL‹⁄‹NE TAR‹HSEL B‹R ÖRNEK: KÖY ODALARI 27 ‹brahim Sezgül / MEDYA ET‹⁄‹ 31 GÜNDEM 40 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Sevgili Öğrenciler, Yeni eğitim-öğretim yılının başında sizleri sevgiyle selamlıyor; sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir yıl geçirmenizi diliyorum. Sizleri geleceğe en iyi şekilde hazırlamak için devletimizin her türlü imkân ve kaynaklarını azami derecede seferber ettiğimizi bilmenizi isterim. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde genç nesillerin sahip olduğu eğitim fırsatlarına sizin de sahip olabilmeniz için özverili şekilde çalışıyoruz. Her yıl bütçemizden en büyük payı eğitime ayırıyoruz. Bu zamana dek, Türkiye genelinde 133 bin yeni derslik yaptık. Tüm öğrencilerimizin bilgisayarla, internetle buluşmasını sağladık. Geçtiğimiz birkaç yılda olduğu gibi, bu yıl da ders kitaplarını ücretsiz olarak siz değerli öğrencilerimizin hizmetine sunuyoruz. İhtiyacı olan öğrencilerimize daha fazla burs, daha konforlu barınma ve ulaşım imkânları oluşturuyoruz. Yeni açtığımız 63 üniversiteyle birlikte 81 ilimizin tamamına üniversite kazandırdık, böylece yarınlarınızı da güvence altına alma yolunda önemli bir adım attık. Dünya çok hızlı bir şekilde değişiyor, 21’inci Yüzyıl’da bilgi, diğer her şeyden çok daha fazla değer arz ediyor. Sizleri en yeni ve olabildiğince çok bilgiyle buluşturmak için büyük gayret içindeyiz. Siz değerli öğrencilerimizin de bu imkân ve fırsatları en iyi şekilde değerlendireceğinize, kendinizi en donanımlı şekilde geleceğe hazırlayacağınıza yürekten inanıyorum. Cumhuriyetimizin Kuruluşunun 100’üncü Yıldönümü’nde, yani 2023 yılında; bölgesinde ve dünyada güçlü, ağırlığı ve saygınlığı daha da artmış, küresel sorunların çözümüne katkı sağlayan, dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasındaki haklı yerini almış, mutlu, huzurlu, istikrarlı bir Türkiye inşa etmek gibi önemli bir hedefimiz var. Bu hedefe doğru adım adım ilerliyoruz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği “muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkma” hedefine her geçen gün biraz daha yaklaşıyoruz. Bu uzun ve meşakkatli yolda en büyük vazife siz genç nesillerimizin omuzundadır. Kendinizi en iyi şekilde yetiştirerek, dünyadaki değişim ve dönüşümü çok yakından takip ederek bu vazifenizi en iyi şekilde yerine getireceğinize inancım tamdır. Yönünüz mutlaka geleceğe dönük olsun; ama aynı şekilde tarihimizi, kültürümüzü, geçmişten devraldığımız kültürel mirasımızı öğrenin ve geleceğe taşıyın. Eğitim ve öğretimin yalnızca okulla sınırlı kalmadığını, hayatımızın her anını kapsadığını lütfen unutmayın. Okul dışında da kendinizi geliştirmek, hayata ilişkin her türlü faaliyeti bir öğrenme sürecine dönüştürmek sizlerin elinde. İşte bunun için, ders kitapları dışında da bol bol okumanızı, araştırmanızı, merakınızı artırıp sorulara cevaplar üretmenizi son derece önemli buluyorum. Soru sormaktan ve sorgulamaktan asla çekinmeyin. Ancak bu şekilde demokrasimizin standartlarını yükseltebilir, ancak bu şekilde ülkemizin yaşam koşullarını daha yüksek seviyelere ulaştırabiliriz. Ülkemiz ve aziz milletimiz sizlere güveniyor, sizlerin varlığı sayesinde geleceğini emniyet içinde görüyor. Sizlerin de bu güveni boşa çıkarmayacağınızı biliyorum.Yolunuz ve bahtınız açık olsun… Sizleri sevgiyle selamlıyor, yeni eğitim-öğretim yılında size, ailelerinize, öğretmenlerinize ve tüm eğitim camiamıza başarı dileklerimi iletiyorum. Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan 2 Ekim 2009 Sevgili Öğrenciler, Yaklaşık üç aylık bir tatil dönemini yenilenmiş ve dinlenmiş olarak arkanızda bırakıp özlemini duyduğunuz okulunuza, öğretmenlerinize ve arkadaşlarınıza kavuştunuz. Hepinizin sağlıklı, mutlu ve başarılı bir eğitim-öğretim yılı geçirmenizi diliyorum. İnsan ömrü, dünyaya gelişimizden itibaren öğrenerek ve öğreterek geçiyor. Öğrenmek etkin ve yaratıcı bir süreç. Bu süreçte öğrenilen bilgiyi hayatımızın her alanında ve her safhasında yeniden üreterek kullanıyoruz. İlköğretim bu anlamda en temel bilgileri kazandığımız önemli bir dönem. Kitap okuma alışkanlığını, konuşma ve kendimizi ifade etme becerisini, yeteneklerimizi fark etmeyi ve geliştirmeyi öğrencilik yıllarımızda ediniyoruz. Hepinizin bu süreci çok iyi değerlendirmenizi ve her birinize hayatınız boyunca rehberlik edecek düşünme ve davranış biçimlerini kazanmanızı diliyorum. Öğrenme arzunuzu yitirmeyin ve bu sürecin ezberden değil yaratıcılık, hayal gücü, sevgi ve heyecan duymaktan geçtiğini hiç unutmayın. Sizler sevgi ve umutla üzerine titrediğimiz aydınlık geleceğimizi, ülkemizin yarınlarını oluşturuyorsunuz. Her birinizin yolunu öğretmenlerinizin ışığı aydınlatıyor. Öğretmen olmak, her an canlı, her an kıpır kıpır, her an olmadık sorularla sizi sarsan, düşünmeye ve öğrenmeye teşvik eden çocuklarla ve gençlerle bir arada olmaktır. Her an değişerek, her an yenilenerek yaşamaktır. Öğretmenleriniz, anne-babalarınız ve bu ülke geleceğin Türkiye’sinin sizlerin ellerinde kalkınacağına ve büyüyeceğine büyük bir inanç duymaktadır. İnanıyorum ki sizler bu inancın çok ötesinde başarılara imza atacaksınız ve “Başöğretmen” unvanını büyük bir gururla taşıyan Büyük Önder Atatürk’ün özlemini duyduğu Türkiye’nin mimarları olacaksınız. Bu düşüncelerle yeni eğitim-öğretim yılını kutluyor, hepinize sevgilerimi sunuyorum. Nimet ÇUBUKÇU Millî Eğitim Bakanı 3 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Yusuf Dursun ÖĞRETMENİM SEN ÇOK YAŞA Minicikken buldum seni, Öğretmenim sen çok yaşa. Annem babam bildim seni, Öğretmenim sen çok yaşa. Işık oldum gözlerinde, Sevgi oldum sözlerinde, Ne mutluyum dizlerinde, Öğretmenim sen çok yaşa. Has bahçende gülün oldum, Çiçek açan dalın oldum, Kalem tutan elin oldum, Öğretmenim sen çok yaşa. 4 Ekim 2009 Kanatlanıp uçtum sana, Her sırrımı açtım sana, Adın yayılsın cihana, Öğretmenim sen çok yaşa. Dudağından bal akıyor, Dilinde bülbül şakıyor, Gözüm hep sana bakıyor, Öğretmenim sen çok yaşa. İlim, irfan verdin bize, Sevgi dostluk serdin bize, ‘Çok yaşayın’ derdin bize, Öğretmenim sen çok yaşa. 5 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Murat Soyak RESİMLİ ŞİİR sarı güneş, mavi gök güzelce sarmaşık gümrah çayır çimen ince uzun dere kara kurt uzak olsun kimsesiz, masum kuzu ağaç çizelim mi yusuf çizelim, nerede yeşil çiçeksiz olmaz ki gül, gelincik, papatya baba, ev yapalım ev bir de bisikletim olsa 6 Ekim 2009 GÖKKUŞAĞI Mümtaz Tiftik kasabanın üzerinde bir tak oluştururdu. Bense bu küçücük kasabanın akasya ağaçlarıyla çevrili küçücük bir okulunun resim öğretmeniydim. Uzak kıvrımların eteğine gizlenmiş bir küçük kasaba onu ilk görüşünüzde bilge kişi gibi dimdik durur karşınızda. Başında tel tel olmuş saçların kıvrımlar hâlinde sakalına dek indiğini görür, yüzünde oluşan çizgilerin ve yeşil gözlerinin büyüsüne kapılırsınız. Ayağından zaman yolculuğuna çıkmış ırmağı sizi kendisine tutsak eder. Okulun öğrencileri sevimliydi. Yüzlerini izlediğinizde Anadolu insanının taşıdığı saf güzelliği ve bakirliği bulabilirdiniz. İçlerinde yatılı olanları da vardı. Onlar kasabaya uzak köylerden gelenlerdi. Kasaba insanı geçimini gurbette arardı hep. Bu nedenle çokluk yatılı öğrencilerin babaları çalışmak için uzaklara giderdi. Bilmem tutsaklığımın kaçıncı yılıydı. Baharın kasabaya gelmek üzere olduğunu gözlemliyordum. Sertçe esen kış rüzgârları yele dönüşmüş, yanağımı okşarken, çağla ağaçları çiçeğe durmuş, karıncalarsa kendilerini doğaya vuruvermişti. Bahar aylarıydı. Okul bahçesindeki akasya ağaçları çiçeklenmiş, en güzel kokularını sunmaktaydı. Bahar yağmurlarının yağmadığı böylesi anlarda resim çalışmaları yapmak için öğrencilerimle okul bahçesine iner, Zaman zaman geliveren bahar yağmurları bir çocuğun masum gözyaşları gibi dökülür, sonrasında ise güneş gülümser, gökkuşağı 7 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim getirip getirmediğinizi görmeliyim.” dedim. Sınıf içerisinde gezinirken sıralar üzerine çıkartılmış malzemelere de göz atıyordum. doğayı gözlemlemelerini, sonra da gördüklerinin resmini yapmalarını isterdim. Öğrencilerim çalışmalarını gruplar hâlinde yapar, boyalarını getirmeyenlerle ortaklaşa kullanırlardı. Ben de her seferinde resim dersinin boyasız, malzemesiz olamayacağını söyler, onları uyarırdım. Bazen de boya malzemeleri almaktan yoksun aile çocukları olabileceğini düşünür, bu olumsuzluğu kabullenirdim. Pencere önünde bulunan sıraların sonuncusunda oturan Nurullah’ın resim malzemeleri tamdı. Hayretle; “Nurullah, sana nazar boncuğu takacağım. Bugün beni mahcup ettin.” dedim. Nurullah kasabaya uzak İncirpınarı Köyü’nden gelmiş, yatılı olarak okuyan öğrencimizdi. Derslerinin pek iyi olduğu söylenemezdi. Dersimde resim kâğıdı dışında malzeme getirdiğini hiç görmemiştim. Sevimli bir hâli vardı. “Öğretmenim. Benim de gökkuşağım olsun istedim.” dedi. Resim dersi sona ermek üzereydi. Öğrencilerden malzemelerini toplamalarını istedim önce. Toparlandılar. Tümünün pırıl pırıl gözleri bana çevrilmişti. Ne söyleyeceğim konusunda dikkat kesilmişlerdi. Tüm sınıfı dolaşmış, sadece Mehmet Emre’nin resim malzemelerinin olmadığını görmüştüm. Mehmet Emre, Nurullah’ın aksine sınıfın en çalışkanları arasındaydı. Şimdiye kadar resim dersine malzemesiz geldiğini hiç görmemiştim. O da Nurullah gibi yatılı öğrencimizdi. “Çocuklar.” dedim. “Bir sonraki dersimizde renkler konusunu işleyeceğiz. Resim kâğıdımıza gökkuşağı çalışacağız. Her birinizin gökkuşağı olacak. Ancak bu çalışmayı yapabilmek için sizlerin sulu boya, fırça, palet, su kabı ve resim kâğıdı getirmenizi istiyorum. Malzemesiz gelenlere gücenirim.” Yüzüne şöyle bir baktım. Mahcuptu. Ne demek istediğimi anlamıştı. Kısa bir çekincenin ardından kendisini sorumlu hissedip ayağa kalkarak; “Öğretmenim boya malzemelerim akşam dolabımda idi. Sabah getirmek için baktığımda yerlerinde yoktu.” dedi. Sözlerim anlaşılmıştı. Ders zilinin çalınışının ardından küçük adımlarla evlerine doğru yola çıktılar. Şose okul yolu üzerindeki ağaçlar, gece çiseleyen yağmurun etkisiyle yeşile dönmüştü. Sabah güneşinin sıcaklığıyla yola dizilmiş öğrencilerin yüzlerinden ışıklar saçılıyordu. “Zararı yok, sen de daha sonra boyarsın yaptıklarını.” demiştim ki parmağını kaldıran Salih; “Öğretmenim, akşam Nurullah’ı, Mehmet Emre’nin dolabını karıştırırken gördüm.” dedi. “Otur Salih.” dedim. Bir anda sınıfta fırtınaların estiğini hissettim. “Yanlış görmüş olabilirsin. Hem o boyalardan yüzlerce üretiliyor.” dedim. Sınıfa girdiğimde öğrencileri beni bekliyor buldum. Sabah aydınlığı yüzlerine vurmuştu. Birkaç öğrenci sıraların aralarında geziniyordu. Yerlerine geçtiklerinde “Günaydın çocuklar. Nasılsınız?” dedim, oturdular. Ayakta beklemekte olan sınıf başkanı Emel, sınıf arkadaşlarının tam olduğunu söylüyordu. İster istemez gözüm Nurullah’a ilişti. Ayağa kalktı. “Yok, hayır, benim boyalarım. Babam gönderdi!” diyebilmişti heyecanla. Bu anda ayakta beklemekte olan Mehmet Emre “Renkler, bugünkü dersimizin konusu. Ama ben önce sizlerin resim malzemelerini 8 Ekim 2009 di. Nurullah istenileni kayıtsız yaptı. “Sana hiç kızmayacağız. Ceza vermeyeceğiz. Yalnız sen bize doğruyu söyleyeceksin.” dedi. Ben Nurullah’la göz göze gelmemeye çalışarak; “Arkadaşın Salih doğru mu söylüyor?” dedim. hiç mi hiç düşünemeyeceğim bir olgunlukla; “Öğretmenim, belki de ben yitirdim.” demişti, sınıf arkadaşlarına doğru dönerek. Bahçeyi adımlarken sınıfta yaşadıklarımı ne kadar düşündüm bilmiyorum. Öğretmen arkadaşımın, ”Dersiniz var hocam.” uyarısı beni kendime getirmeye yetmişti. Yapmam gereken, yaşananları okul müdürüyle paylaşmaktı. Nurullah’ın yanaklarının al al olduğunu, göz pınarlarından yaşların boşaldığını gördüğümde yüreğimin titrediğini hissettim. Demek doğruydu tüm bu yaşananlar. Nurullah’sa belli belirsiz bir sesle; “Sizin kızacağınızdan korktum öğretmenim.” diyordu. Müdürün odasında, dersimde yaşanan olayı olduğu gibi aktardım kendisine. Nurullah’ı nöbetçi öğrenciyle birlikte Müdür Bey’in odasının kapısında gördüğümde onulmaz kederler içindeydim. Öyle ya, bir öğrencinin “gördüm” demesine ne kadar güvenilirdi? Ya doğru söylemişse, arkadaşlarının arasında! Müdür Bey; “Peki oğlum, arkadaşlarının dolaplarından başka şeyler de aldın mı?” Nurullah’ın ağlaması bir an kesilir gibi oldu. “Evet, öğretmenim, ihtiyaçlarımı.” dedi. Kocaman siyah gözlerinde yer etmiş olan yoksulluk yüreğime bir taş gibi oturdu. Okul Müdürü sert mizaçlı olmasına karşın; “Gel bakalım Nurullah. Otur şuraya.” de- Müdür Bey de ben de şaşırmıştık. Böyle- 9 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim si bir olaya okulumuzda ilk kez tanık oluyorduk. Nurullah’ın hiç itirazı olmamış, açık yüreklilikle yaptıklarını bir bir anlatmıştı. Kısa süren bir sessizlikten sonra Nurullah ağlamayı bırakmış, biraz olsun sakinleşmişti. Bakışları bir şeyler anlatmak istiyor, anlatamıyordu. “Kasabada sizin oralardan kimse var mı?” Nurullah bir an düşündü. “Çarşı içindeki Bakkal Cemal Dayı bizim köylüdür.” Nurullah rahatlamıştı. Anlattıklarını duyduktan sonra duygularım kabarmış, ona acımaya başlamıştım. “Öğretmenim.” dedi sıkıntıyla, “Biz İncirpınarı Köyü’ndeniz. Köyümüz dağ köyü. Arazimiz kıt. Anam, babam, kardeşlerimle beraber altı nüfustuk. Geçimimiz çok zordu. Babam, iki yıl oldu, anamızla bizi köyde bırakarak “Çalışmaya gidiyorum.” dedi ve İstanbul’a gitti. Babamdan ne haber alabildik ne de bize para gönderdi. Dedemlerin geçimi de zayıftı. Komşular da yardım ediyordu ara sıra ama yetişmiyordu.” Nurullah’ın yanakları yeniden al al olmuştu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Müdür Bey Bakkal Cemal Efendi’yle tüm bu olanları konuşmuştu. Cemal Efendi; “Onlar iyi insanlardır. Ne gerekiyorsa yapmaya ben hazırım.” demişti Müdür Bey’e. Nurullah’ın bu olayı sınıfta hemen unutulmuştu. Ders öğretmenleri kendisiyle biraz daha fazla ilgilenmeye başlamışlar, başarısı da gözle görülür şekilde artmıştı. Bir ders bitimi okul bahçesine inmiş geziniyordum. Yanımda hızla bitiveren hizmetli; “Müdür Bey sizi odasına bekliyor.” dedi. “Hayırdır.” dedim kendi kendime. Müdür Bey; “Anlat oğlum.” diyordu. Nurullah, “Aşımızın olmadığı, aç kaldığımız zamanlarda komşuların kümeslerine giderdim hep. Ne bulabilirsem alıp getirirdim. Havalar iyice soğumuş, yakacağımız kalmamıştı. Üşüyorduk. Anam, komşulara gidip yalvarıp yakardı. Hiç olmazsa ödünç yakacak verin diye, vermediler öğretmenim. Anam da “Oğlum kardeşlerin hasta olacak, git odun bul.” dediğinde komşuların koruluğundan alıp getirmiştim.” Odasına gittiğimde “Hocam.” dedi Müdür Bey. Yüzüne yayılmış rahat bir gülüşle “Nihayet Nurullah’ın babasına ulaştık. Şimdiye dek geçici işlere girip çıkmış. Şimdi iyi bir işi olduğunu söylüyor. Bakkal Cemal Efendi’ye oğlu ve ailesi için para göndermeye başladı. Bilgin olsun.” Tarifsiz bir sevinç kapladı yüreğimi. Müdür Bey’e teşekkür ederek odasından ayrıldım. Demek ki Nurullah’ın da kendisine ait bir gökkuşağı olacaktı artık. Müdür Bey yumuşamıştı. “Peki.” dedi. 10 Ekim 2009 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM MESELESİNDE FARKINDALIĞI ARTIRMAK Engin Şimşek erakleitos, değişime vurgu yaparken her şeyin sürekli aktığını, hareket etmekte olduğunu ve hiçbir şeyin kalıcı ve durgun olmadığını söylemekteydi. Ona göre her şey, her an yenidir ve aynı ırmağa iki kez girmek mümkün değildir. Çünkü aynı ırmaklara girenlerin üstüne hep başka sular akar. Herakleitos; aynı ırmaklara hem giriyoruz hem girmiyoruz, ırmağa giren hem biziz hem de biz değiliz, diyordu (Hançerlioğlu, 1993, 60). H İnsanoğlu hızla geçici ihtiyaçlara hizmet eden, geçici metotlarla üretilmiş geçici ürünler çağına doğru hareket ediyor (Toffler, 1971, 73). 11 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim ‘Kullan at’ kültürünün egemen olacağı bir dünyada, bürokrasi yerine ‘yönetimde devamlı değişimi’ ifade eden ‘adhokrasi’ egemen anlayış olacaktır. Objeler, yerler ve insanlar arasındaki bağların değişmesi gibi kurumsal bağla’ da çılgınca ve logaritmik olarak değişmektedir (Toffler, 1971, 125). Her toplum, sadece bir dizi olası gelecekle karşılaşmaz, aynı zamanda bir dizi mümkün ve tercih edilebilir gelecek hakkında kavgalarla da yüz yüze gelir. Değişim yönetimi, tercih edilebilir geleceklere erişmek için olası gelecekleri mümkün hâle dönüştürme gayretidir (Toffler, 1971, 460). rin gerçekliği, kaçınılmazlığı, tedirgin ediciliği, meydan okuyuculuğu, kurumların ve bireylerin değişime kaçınılmaz olarak direnç göstermeleri realitesi, değişimi yönetmenin zorluğunu ister istemez kabul etmemizi gerektirmektedir. Osmanlının Maarif Nazırlarından Haşim Paşa’nın ‘Ah şu mektepler olmasaydı maarifi ne iyi yönetirdim!’ dediği rivayet edilir (Sakaoğlu, 2003, 114). Haşim Paşa belki de bu sözü söylememiştir ama bu sözleriyle eğitim sistemlerinde “değişimi yönetmenin” zorluğunu, ‘idare’ edebilmenin güçlüğünü ister istemez kabullendiğini göstermiştir. Değişim basit bir süreç değildir. Değişim yeniden öğrenme, eski alışkanlıkların yenilenmesi ve yeni tutumların geliştirilmesidir. Değişmek; anlaşılabilir, aşina olandan ve anlaşılırlığın, aşinalığın getirdiği rahatlıktan ayrılmayı gerektirir. 58.982 adet kurumunda 15.351.849 örgün eğitim öğrencisi, 662.584 öğretmeni, 5.765.168 yaygın eğitim öğrencisi ve 94.693 öğretmeni ile Belçika (2007 nüfusu 10,6 milyon), Yunanistan (2007 nüfusu 11,2 milyon) ve İsveç (2007 nüfusu 9,1 milyon) gibi ülkelerin nüfusundan daha çok öğrencisi olan Millî Eğitim Bakanlığımızın bürokratik yapıdan adhokratik bir yapıya dönüşmesi, sadece değişen değil değişimi de yönetebilen, değişime ayak uydurabilen bireyler yetiştirmesi elbette kolay olmayacaktır (MEB, 2009a, 46; European Communitites, 2008, 25). Eğitim sistemimizin ‘kronik’ sorunları da göz önünde bulundurulduğu zaman tercih edilebilir geleceklere (muasır medeniyet seviyesi) ulaşmak için olası geleceklerin mümkünleştirilmesi sürecinin finansman, insan kaynakları, malzeme, sistem yönetimi ve çevre vb. açısından zorluğu açıktır. Muasır medeniyet seviyesine ulaşma araçlarından biri de eğitim sistemimizin çağın gereklerine uygun olarak düzenlenmesi, vatandaşlarımızın fırsat ve imkân eşitliğinin sağlandığı ortamlarda Anayasa’nın 42. Maddesi gereğince eğitim-öğretim hakkını kullanabilmesidir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna toplumumuzun dönüşmesi günlük yaşamımızın her alanında ve her sektöründe hissedilmektedir. Fakat bu büyük toplumsal değişimlerin kurumlarımızın (okullar gibi) yapısında ve yönetim şekillerinde oluşturduğu etkileri kavrayamamaktayız. Oldukça hızlı bir şekilde birbirleriyle ilişkili bu değişimlerin kavranması; yöneticiler, karar vericiler, politika oluşturucular ve liderlerce kavranılması; bunlara uygun cevap verebilmesi gerekmektedir. Kurumsal liderlik, statükonun korunmasını sağlamak değildir. Bunun yerine ‘değişimi yönetmektir’ (McCune, 1986, 1). Sistemin en küçük parçalarındaki değişimin öngörülemez ve çok ciddi sonuçlar doğurduğu bilgi çağı, elektronik çağı, uzay çağı veya global köy olarak ifade edilebilen bir dünyada; ekonomik, demografik, sosyal, politik, kurumsal ve teknolojik alanlardaki değişimle- 12 Ekim 2009 Eğitim sistemimizde kendisi de ‘kronikleşen’ bir sorun olan ‘okul öncesi eğitim’ meselesi Millî Eğitim Bakanlığının son yıllarda üzerinde daha fazla durduğu/durmak zorunda olduğu eksik kalan parçalarından biridir. Bu araştırma ile Millî Eğitim Bakanlığının okul öncesi eğitimde farkındalığı artırma çalışmalarına bir katkıda bulunmak için; okul öncesi eğitimin önemine, okul öncesi eğitimde ülkemizin bulunduğu yere, okul öncesi eğitimin tarihçesine ve mevcut yapısına ilişkin bilgiler verilip karşılaştırmalar yapılacaktır. Millî Eğitim Bakanlığı 2009-2010 eğitimöğretim yılından itibaren ‘okul öncesi eğitim meselesi’ni en azından nicelik olarak çözebilmek için 32 ilimizde 5 yaş (60-72) gurubunu zorunlu eğitim kapsamına almıştır. Pilot uygulama yapılacak bu illerin seçiminde okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının yüzde 51’in üzerinde olması, derslik, öğretmen, donatım ve materyal ihtiyaçları da göz önünde bulundurulmuştur. Kademe kademe diğer iller de 2014-2015 eğitim-öğretim yılına kadar 5 yaş gurubunda zorunlu eğitim kapsamına alınacaktır. ‘Okul Öncesi Eğitim’ Meselesinin Önemi Okul öncesi eğitim meselesini hayatî derecede önemli yapan, bu yaş grubundaki çocuklar için açık olan fırsat pencereleridir. Özellikle erken yaşlardaki deneyim, bir beyin gelişimi için yaşam boyunca sağlığı, öğrenmeyi ve sosyal çevre oluşumunu etkilemektedir. Yedi yaşına gelen bir çocuğun zihinsel yetenekleri, davranış alışkanlıkları, dil kabiliyeti, kavrayışı ve birçok fiziksel özellikleri şekillenmiş durumdadır (AÇEV, 2007, 2). Yedi yaş, çocuklarımızın eğitime başlamaları için çok geçtir. Millî Eğitim Bakanlığı 2010-2014 yılları Stratejik Plan taslağında okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması kapsamında, toplumsal farkındalık düzeyini yükseltmek için geniş kapsamlı tanıtım faaliyetleri ve projeler yürütüleceğini ve okullaşmanın düşük olduğu bölgelere öncelik verilerek, yüz yüze ana-baba bilgilendirmeleri yapılacağını belirtmiştir (MEB, 2009b, 26). Zaten Millî Eğitim Bakanlığı bu plan taslağında okul öncesi eğitimde %33 olan okullaşma oranını plan dönemi sonuna kadar %50’nin üstüne çıkarma, bunun için ihtiyaç duyulan öğretmen sayısının tamamını karşılama; plan dönemi sonuna kadar dezavantajlı çocukların %90’ının okul öncesi eğitimden yararlanmalarını sağlama ve gelişim süreçlerinin okul öncesi eğitim programı paralelinde destekleme ve plan dönemi sonuna kadar okul öncesi eğitimi çeşitlendirme ve bu alanda toplumsal farkındalığı artırma hedeflerini belirlemiştir (MEB, 2009b, 50-53). Erken Çocukluk Eğitimi olarak da tanımlayabileceğimiz okul öncesi eğitimi almış çocuklar; bilişsel, bedensel, sosyal ve duygusal açılardan daha sağlıklı gelişir, temel eğitime daha fazla hazır olur. Buna bağlı olarak da ilköğretimin kalitesi artar, öğretmenler daha verimli olur. Okula hazır olan çocukların sınıf tekrar ve okul terk oranları daha düşük olduğundan okul öncesi eğitim, diğer eğitim kademelerindeki maliyeti düşürür. Okul öncesi eğitim toplumdaki sosyal cinsiyet rollerine bağlı eşitsizliklerin azaltılmasını, kadınların işgücüne daha fazla katılımlarını sağlar. Okul öncesi eğitim özelikle risk altındaki çocuklar hedeflendiğinde yüksek getiriler sağlar (Kaytaz, 2005, 7). Fayda-maliyet analizi açısından üretilen iki farklı senaryoya göre okul öncesi eğitimin fayda-maliyet oranları 4,35 ve 6,31 olarak tespit 13 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim kin yapılan 22 yıllık bir boylamsal araştırmaya göre anaokuluna giden çocukların mesleki statüleri 1. işsiz, 2. düşük statü ve 3. yüksek statü olarak ölçeklendirildiğinde seneler sonra anaokuluna giden çocukların mesleki statü değerleri 4,39 ve evde yetiştirilen çocukların mesleki statü değerleri 3,08 olarak bulunmuştur (Kağıtçıbaşı ve diğerleri, 2005, 16-24). Arjantin’de 3-5 yaş arasında okul öncesi eğitim alanların, üçüncü sınıflarda daha yüksek dil ve matematik notları aldığı tespit edilmiştir. Sosyo-ekonomik seviyesi daha düşük olan çocuklar okul öncesi eğitim aldıklarında bu çocukların üçüncü sınıflarda aldıkları notlardaki artış iki katına çıkmıştır. Kamboçya’da okul öncesi eğitim almak, başarılı olarak okulu bitirme yüzdesini % 43’ten % 54’e çıkarmıştır. Hindistan’da alt gelir gurubundakilerin okul öncesi eğitime katılımları onların okuldan atılma oralarını % 46 azaltmıştır (UNESC0, 2009, 50). edilmiştir. Aynı senaryolarda Anne Çocuk Eğitimi Programı uygulandığı zaman fayda-maliyet oranları 5,91 ve 8,14 olarak bulunmuştur (Kaytaz, 2005, 29). Hesaplanan oranların birden fazla olması faydanın maliyetten fazla olduğunu göstermektedir. Bu sonuçtan okul öncesi eğitimin kârlı bir yatırım olduğunu anlayabiliriz. Yani okul öncesi eğitimde 1 TL’lik bir yatırım, ortalama yaklaşık 7 TL kazandırmaktadır. Zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş gurubu öğrencilerinin matematik, fen bilimleri ve okuma bilgi ve becerilerini reel hayatta ne derece kullanabildiklerini belirlemek amacıyla OECD tarafından üç yıllık aralıklarla düzenlenen PISA (Uluslar arası Öğrenci Değerlendirme Programı) Projesi’nin Gelir ve eğitim düzeyi düşük kesimlere iliş- 14 Ekim 2009 2003 Yılı Sonuç Raporu’na göre sosyo-ekonomik seviye eşitlendiğinde, en azından bir yıl okul öncesi eğitim alanların matematik puanlarının almayanlara göre 8 puan daha yüksek olduğu belirlenmiştir (OECD, 2003, 257). pa’da % 62, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da % 81’dir. Tablo 1’e göre Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerindeki brüt okullaşma oranları % 61 ile % 121 arasında değişmektedir. İspanya’da oran % 121, Fransa’da % 116, Almanya’da % 105, İtalya’da % 104, İsrail’de % 91, Portekiz’de % 79, Birleşik Krallık’ta % 72, Yunanistan’da % 69, ABD’de % 61’dir. Türkiye’nin de bulunduğu Orta ve Doğu Avrupa bölgesinde okullaşma oranı en düşük olan ülke Türkiye’dir. Türkiye’den önce sıralamada Makedonya gelmekte ve bu ülkenin okullaşma oranı ise % 33’tür. Romanya’da oran % 72, Bulgaristan’da % 82, Rusya Federasyonu’nda % 87, en yüksek orana sahip ülke olan Çek Cumhuriyeti’nde ise % 114’tür. Faydalılığı yüksek olan ‘okul öncesi eğitim’ meselesinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ise ülkemizce aciliyeti daha fazla açığa çıkmaktadır. Tablo 1 incelendiği zaman Türkiye’nin okul öncesi eğitimde okullaşmaya ilişkin bulunduğu yer biraz can sıkmaktadır. Tablo 1’de ülkelerin okul öncesi eğitime hangi yaşlarda öğrenci aldıkları, okul öncesine ilişkin yaş grubu, okul öncesi eğitime devam eden kayıtlı öğrenci sayısının yaş grubundaki nüfusa oranı yani brüt okullaşma oranları toplamda, erkek ve kız sayılarına göre ayrı ayrı verilmiştir. Yine tabloda ‘Özel Sektörün Payı’ başlıklı sütunlarda okul öncesi eğitime kayıtlı tüm öğrencilerden özel sekörce işletilen kurumlara kayıtlı olanların yüzdesi verilmiştir. Tablo 1’de ülkeler dünyada bulundukları bölgelere göre sınıflandırılmış, her bölgedeki ülkelerden brüt okullaşma oranı Türkiye’den yüksek olanların okullaşma oranları koyu olarak gösterilmiştir. Tabloların en sonundaki sütunda ise dünya, geçiş sürecindeki, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerle bölgelerin ortalama değerleri verilmiştir. Tablo 1’e göre Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde brüt okullaşma oranı Türkiye’den düşük olan ülkeler sadece Kamboçya ve Myanmar’dır. Malezya’nın oranı % 125, Japonya’nın % 86, Çin’in % 39, Endonezya’nın % 37’dir. Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’nde tablodaki tüm ülkelerin okullaşma oranı Türkiye’den yüksektir. Küba’nın % 113, Meksika’nın % 106, Brezilya’nın % 69, Venezuela’nın % 60’tır. Sahra-Altı Afrika’da Liberya’nın okullaşma oranı % 100, Gana’nın % 60, Kenya’nın % 49’dur. Ülkemiz Senegal, Kongo, Mali, Togo, Çad gibi ülkeleri okullaşma oranında geçebilmiştir. Arap ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri’nde okullaşma oranı % 78, Lübnan’ın % 64, Fas’ın % 59, Ürdün’ün % 32, Filistin Özerk Yönetimi’nin % 30, Mısır’ın % 17 ve Cezayir’in % 15’tir. Arap ülkelerinden okullaşma oranında bizden gerideki ülkeler Suriye, Libya, Umman, Irak ve Yemen olmuştur. Güney ve Batı Asya bölgesindeki ülkelerden İran’da okullaşma oranı % 53, Pakistan’da % 52, Hindistan’da % 39’dur. Bangla- Tablo 1’e göre Türkiye’de okul öncesi yaş grubu 3-5 yaşlarıdır. Okul öncesinde brüt okullaşma erkeklerde %14, kızlarda %13 ve toplamda %13’tür. Tabloda Türkiye’deki okul öncesi eğitime ilişkin özel sektörün payı verilmemiştir. Okul öncesi eğitimde brüt okullaşma oranı ortalaması dünyada % 41, gelişmekte olan ülkelerde % 36, geçiş sürecindeki ülkelerde % 62 ve gelişmiş ülkelerde % 79’dur. Brüt okullaşma oranı Sahra-Altı Afrika’da % 14, Arap ülkelerinde %18, Orta ve Doğu Avru- 15 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim 16 Ekim 2009 deş ve Afganistan’ın okullaşma oranları ise ülkemizin oranının altında kalmıştır. Orta Asya ülkelerinden sadece Tacikistan’ın okullaşma oranı bizden azdır. timler ve kimsesiz çocuklar için kurulan Darüleytam-ı Osmani ve Darüleytamları sayabiliriz (Akyüz, 1996, 12). Osmanlı’da ‘tam anlamıyla’ anaokulu olarak görev yapan ilk kurumlar II. Meşrutiyet’in ilanından önce bazı illerde açılmış olan özel yabancı anaokullarıdır (Akyüz, 2001, 243). Okul Öncesi Eğitimde Osmanlı Dönemi 1824’te Sultan II. Mahmut, ilköğretimi zorunlu kılan Fermanı’nı yayınlamıştır. 1847’de yayınlanan Talimatname ile belki de ilk defa resmî makamların eğitime olan bakış açılarının değiştiği, sıbyan mekteplerinin yetersizliğinden bahsedildiği dikkati çekmektedir. 1860’lardan itibaren hiç değilse yazılı belgelerde çocukların kendilerine, doğalarına, gelişip eğitilmelerine saygı duyulmaları gerektiği ifade edilmiştir. Tanzimat aydınları devletin ‘hasta adam’ olmasının temel sebeplerinden biri olarak eğitim sistemini görmüşler kurtuluşun ve gelişmenin yeni bir eğitimle sağlanacağına inanmışlardır. Osmanlı’da anaokullarının ortaya çıkması iyiye doğru gelişmelerin doğal sonucudur (Akyüz, 1996, 11). Resmî ana mektepleri, Balkan Savaşları (1912-1913)’ndan sonra açıldı ve yaygınlaşmaya başladı. Bu okulların açılması Şükrü Bey’in Eğitim Bakanı olduğu 1913-1917 yıllarına denk gelmektedir. 1913 tarihli Tedrisat-ı Iptidaiye Kanun-ı Muvakkati, ilköğretim öncesi hakkında da hükümler getirmiş ve 1915’te yayınlanan Ana Mektepleri Nizannamesi ile büyük kentlerde anaokulları çoğalmaya başlamıştır (Akyüz, 2001, 243). 1914 yılı Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken dördünün Fatih, Şehremini, Sultanahmet ve Eyüp’te olmak üzere İstanbul tarafında, ikisinin Nişantaşı ile Kasımpaşa’da olmak üzere Beyoğlu tarafında, ikisinin Üsküdar tarafında, ikisinin de Kadıköy’de toplam 10 adet ana mektebin açılması için bütçeye ödenek konmuştur. 1916 sonlarına doğru İstanbul’daki resmî anaokulu sayısı 30’a ulaşmıştır (Akyüz, 1996, 13). Osmanlı’da kurum olarak anaokulları ortaya çıkmadan evvel kısmen anaokulu işlevi gören kurumlardan bahsetmek gerekir. Bu kurumlardan birincisi sıbyan mektepleri (mahalle mektepleri)’dir. Bu kurumlar; 5-6 yaşından itibaren 3-4 yıl boyunca çocukların Kur’an okumayı, namaz kılmayı, dua etmeyi, bazen ise yazmayı öğrendikleri kurumlardır. Sıbyan mekteplerine daha küçük yaşta çocuklar da bazen gönderilseler de bu çocuklara herhangi bir eğitim verilmemekteydi (Akyüz, 1996, 11). Bu dönemde Satı Bey bir Özel Türk Anaokulu açmıştır. Satı Bey’in İstanbul Beyazıt’ta açtığı ‘Çocuk Yuvası’ bir süre sonra İstanbul aristokrasisinin tercih ettiği bir anaokulu olmuştur (Akyüz, 1996, 12). Balkan Savaşları’ndan sonra hazırlıksız olarak resmî anaokulları kurulduğu için, bu okulların bayan öğretmen ihtiyacı, Ermeni ve Yahudi öğretmenlerle karşılanmıştır. Daha sonra bu okullara muallime yetiştirilmeye başlanmıştır. Muallimeler; Yahudilerin Ana Mektebi (Allians Israelit) ve İstanbul Darülmuallimatı’ndaki (Kız Öğretmen Okulu) Ana Muallime Kısmen anaokulu olarak görev yapan eğitim kurumları olarak Mithat Paşa’nın öncülüğünde 1863’lerden itibaren kimsesiz erkek ve kız çocuklarının korunması, yetiştirilmesi ve onlara bir meslek kazandırılması için kurulan Islahhâneler ile şehit çocukları, öksüzler, ye- 17 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim muallimatı’nda açılan Ana Muallime Sınıfı’na ücretsiz olarak 15 yatılı ve 8 gündüzlü Müslüman kız öğrenci alındı. 1914-1915 öğretim yılında ise Darülmuallimat bünyesinde öğretim süresi 1 yıl olan Ana Muallime Mektebi ve bir de bu mektebin uygulama okulu olan Ana Mektebi kuruldu. 1918 -1919 öğretim yılından itibaren Ana Muallime Mektebi’nin öğretmen kadrosu daraltılmaya başlandı ve 5 Ekim 1919’da da kapatıldı. Geçen 5 öğretim yılında toplam 370 öğrenciye anaokulu öğretmenliği diploması verildi. Kapatılma gerekçesi yeterli sayıda anaokulu açılamadığı, buna karşılık çok fazla sayıda anaokulu öğretmeni yetiştirilmesi idi (Akyüz, 1996, 16 -17). Anaokullarına ilişkin ilk kanun 6 Ekim 1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim Geçici Kanunu)’dir. Kanuna göre ana mektepleri 4-7 yaş arasındaki çocukların eğitimi için açılacak ve ana mektepleri için bir Nizamname yayınlanacaktır. Anaokulu bulunmayan yerlerde beş ve altı yaşındaki çocuklar için ilkokullar içinde ayrıca sıbyan sınıfları açılacaktır. 1914 yılında anaokullarının programlarını düzenleyip derslerin işleniş biçimleri konusunda öğretmenleri aydınlatma amacı taşıyan çok ayrıntılı bir belge yayınlanmıştır. 15 Mart 1915’te okul öncesi eğitime ilişkin 15 maddeden oluşan ve eksikliklerle dolu bir Nizamname yayınlanmıştır (Akyüz, 2004, 12-13). Sınıfı’ndan gelmekteydiler. Kız Öğretmen Okulu‘ndaki öğretmen Ermeni, Yahudilerin Ana Mektebi’ndeki öğretmen ise Musevi’ydi (Akyüz, 1996, 12). 1913-1914 öğretim yılında İstanbul Darül- 18 Ekim 2009 Türkiye Cumhuriyeti’nde Okul Öncesi Eğitim Cumhuriyet döneminde okul öncesi eğitimde 1923-1924 öğretim yılında öğrenci sayısı 5.880’dir. 1940-1941 öğretim yılında kurum sayısı 51’e, öğrenci sayısı 1.690’a, öğretmen sayısı 60’a düşmüştür. 1960 -1961 öğretim yılında kurum sayısı 64, öğrenci sayısı 2.730, öğretmen sayısı 104’tür. Bu öğretim yılından itibaren okul öncesi eğitimde ciddi artışlar meydana gelmiştir. 1970 -1971 öğretim yılında kurum sayısı 413’e, öğrenci sayısı 10.174’e, öğretmen sayısı 743’e çıkmıştır. 19801981 öğretim yılında kurum sayısı 2.007’ye, öğrenci sayısı 43.545’e, öğretmen sayısı 2.874’e çıkmıştır. 1990 -1991 öğretim yılında kurum sayısı 3.625’e öğrenci sayısı 113.388’e, öğretmen sayısı 6.624’e, 20002001 öğretim yılında kurum sayısı 9.249’a, öğrenci sayısı 258.706’ya, öğretmen sayısı 16.563’e çıkmıştır. 2008-2009 öğretim yılında kurum sayısı 23.653’e, öğrenci sayısı 804.765’e ve öğretmen sayısı 29.342’ye çıkmıştır (Tablo 2). 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun okul öncesi eğitim kurumlarının amaç ve görevlerine ilişkin 20. maddesine göre; okul öncesi eğitiminin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak, çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını sağlamak; onları ilköğretime hazırlamak; şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen çocuklar için ortak bir yetişme ortamı yaratmak ve çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamaktır. 1961 yılında yürürlüğe giren İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda okul öncesi eğitim kurumlarına, zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş çocukların eğitildiği ve isteğe bağlı bir ilköğretim kurumu olarak yer verilmesi ile okul öncesi eğitimle ilgili çalışmalara hız verilmiştir. 1962 yılında Anaokulları ve Ana sınıfları Yönetmeliği çıkarılmış, 1973 yılında yürürlüğe giren 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda Türk Millî Eğitim Sisteminin genel yapısı içinde, okul öncesi eğitime, örgün eğitim sistemi içinde yer verilmiştir. 1992 yılında 3797 Sayılı Kanun’la Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kurulmuştur (OÖEGM, 2009). 2008-2009 öğretim yılındaki tüm okul öncesi eğitim kurumlarına ilişkin Tablo 3 incelendiği zaman görülecektir ki okul öncesi eğitim kurumlarını dört guruba bölmek mümkündür. 36-72 ay grubundaki çocuklara eğitim veren anaokulları resmî ve özel anaokulları olarak ikiye ayrılmaktadır. Resmî anaokulları, Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü bünyesinde bağımsız olarak açılan okul öncesi eğitim kurumlarıdır. Özel anaokulları ise Özel Öğretim Genel Müdürlüğü bünyesinde açılan okul öncesi eğitim kurumlarıdır. Özel anaokul- 19 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim ları Türk, Azınlık, Yabancı ve Uluslararası anaokulları statülerinde olabilir. bil ana sınıfları oluşturmaktadır. Özel okullar bünyesinde açılan ana sınıfları; özel Türk, Azınlık, Yabancı ve Uluslararası eğitim kurumlarına bağlı olarak açılmaktadır. 60 -72 ay gurubundaki çocuklara eğitim veren ana sınıflarını; resmî ve özel okullar bünyesinde açılan ana sınıfları oluşturmaktadır. Resmî okullar bünyesinde açılan ana sınıflarını; devlet okulları bünyesinde açılan ana sınıfları (bu kurumlara okul öncesi eğitim veren kurumlarda açılan uygulama sınıfları da dahildir), okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve geliştirmek için yaz aylarında eğitim veren yaz anaokulları ve ana sınıfları ile kenar bölge ve kırsal kesimdeki ekonomik durumu yetersiz aile çocuklarının okul öncesi eğitimden yararlandırılması amacıyla gezici otobüs içerisinde ücretsiz okul öncesi eğitim hizmeti veren mo- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) başlığı altında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde açılan resmî ve özel kreş ve gündüz bakımevlerine, çocuk yuvalarına ilişkin veriler açıklanmıştır. 657 sayılı kanunun 191. maddesine göre açılan kurumlar başlığı altında belirtilen madde gereğince devlet memurları için açılan çocuk bakımevlerine ilişkin bilgiler verilmiştir. Tablo 3’e göre 2008-2009 öğretim yılında okul öncesi eğitim hizmeti veren 23.653 kurumda 804.765 öğrenci eğitim almıştır. Bu kurumlar- 20 Ekim 2009 Son Yıllarda Okul Öncesinde Nicel Değişim 3-5 yaş gurubunda okul öncesi eğitimde net okullaşma oranı 2005 yılından 2008 yılına kadar % 14,28’den % 21,39’a çıkmıştır (Tablo 4). Resmî ve özel anaokulları ve ana sınıfları göz önünde bulundurulduğu zaman öğrenci sayısına göre özel sektörün payı 2000-2001 öğretim yılında % 6,84 iken bu pay bir sonraki yıl % 6,87’ye çıkmış, 2002-2003 öğretim yılında ise % 3,44’e düşmüştür. Sonraki yıllarda devamlı bir artışla özel sektörün payı 2007-2008 öğretim yılında % 6,26 olarak gerçekleşmiştir. 2008-2009 öğretim yılında ise özel sektörün payı % 5,41 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5). da 29.342 öğretmen görev yapmıştır. Resmî anaokullarında 117.153, özel anaokullarında 24.239, SHÇEK’e bağlı okul öncesi eğitim kurumlarında 29.641, resmî okullar bünyesinde açılan ana sınıflarında, yaz ve mobil ana sınıfları da dahil olmak üzere toplam 601.416, özel okullar bünyesinde açılan ana sınıflarında 17.110 ve 657 sayılı kanunun 191. maddesi gereğince açılan kurumlarda 15.206 öğrenci eğitim almıştır. DPT Kalkınma Planlarında Okul Öncesi Eğitim Okul öncesi eğitimin bahsedildiği ilk plan olan 2. Kalkınma Planı’nda 1968 - 1972 döne- 1960 yılında okul öncesi eğitim alanında öğretmen yetiştirmek amacıyla Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü açılmıştır (OÖEGM, 2009) 2006-2007 eğitim öğretim yılında üniversitelerde okul öncesi öğretime öğretmen yetiştiren program sayısı 38 olmuştur. 2006 yılında okul öncesi öğretmenliğe ilişkin üniversitelerdeki kontenjan sayısı 2007’dir. Üniversitelerde okul öncesi öğretmeni yetiştiren kurumlardan 2004-2005 öğretim yılında mezun olanların sayısı 1.720’dir. Millî Eğitim Bakanlığı okul öncesi öğretmenliği ve çocuk gelişimi bölümlerinden mezun olanlardan 2006 yılında 1.550 öğretmen istihdam etmiştir (YÖK, 2007, 72-76-78). 21 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim minde okul öncesi eğitim hizmetlerinin, bağımsız anaokulları ve ilkokullara bağlı ana sınıfları kurularak geliştirileceği, bütün kız enstitülerinde öğretim programlarının ve okul öncesi eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi amacıyla çocuk yuvaları açılacağı ifade edilmiştir (DPT, 1968, 164). 3. Kalkınma Planı’nda kaynakların sınırlılığı nedeniyle okul öncesi eğitimde 1995 yılına kadar Millî Eğitim Bakanlığı ve ilgili diğer kuruluşların çabalarının bir model geliştirme ölçeğinde olacağı ve bu model çerçevesinde özel sektörün teşvik edileceği belirtilmiştir (DPT, 1973, 718). özellikle gecekondular ve işçi çocuklarının hedef alınacağı okul öncesi eğitimi pilot uygulamalarının ele alınacağı belirtilmiştir (DPT, 1979, 455-456). 1983 -1984 eğitim-öğretim yılında 5-6 yaş grubunda okullaşma oranının % 3 olarak belirtildiği 5.Kalkınma Planı’nda okul öncesi eğitime ilişkin %10 hedefi konmuştur (DPT, 1985, 141). Ama 1989-1990’da okullaşma oranı % 4,2 olmuştur. 6. Kalkınma Planı dönemi sonunda da 5-6 yaş gurubuna ilişkin % 11,5 hedefi konmuştur (DPT, 1990, 291). 1994-1995 öğretim yılındaki 4-6 yaş gurubundaki okullaşma oranı ise % 2,8’dir. 7. Kalkınma Plan’ıyla artık 4-6 yaş gurubuna ilişkin hedefler veril- 4. Kalkınma Planı’nda okul öncesi eğitimin gelişmesi, önceki üç plan döneminde, gerek kaynakların sınırlılığı, gerek bu eğitim alanına yeterince eğinilmemesi nedeniyle yeterli düzeyde olmadığı ifade edilmiştir (DPT, 1979, 434). 4.Kalkınma Planı’nda ayrıca okul öncesi eğitime 500 milyon kaynak ayrılacağı, en çok kentleşmiş yörelerden başlamak üzere 22 Ekim 2009 meye başlanmıştır. Planlanan dönemin sonunda hedef okullaşma oranı % 16’dır (DPT, 1996, 28). Ama yine maalesef 1999-2000 öğretim yılında okul öncesi eğitimde okullaşma oranının % 9,8’dir. 8. Kalkınma Planı’nda 4-6 yaş gurubuna ait okullaşma hedefi % 25’dir (DPT, 2001, 81). öğretmeninin eğitimine ilişkin kapsamlı bir model önerilmiştir (MEB, 1982). Öğretmen eğitimin geniş olarak tartışıldığı 12. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitime öğretmen yetiştirmeye ilişkin de kararlar alınmıştır (MEB, 1988). Okul öncesi eğitimden hiç bahsedilmeyen 13. Millî Eğitim Şurası’ndan sonra toplanan 14. Millî Eğitim Şurası’nın iki gündem maddesinden biri, okul öncesi eğitimidir (MEB, 1993). 15. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitimle ilgili 5-6 yaş okul öncesi eğitimin de, yakın bir gelecekte zorunlu eğitim kapsamına alınması gerektiği gibi birçok karar alınmıştır (MEB, 1996). 9. Kalkınma Planı’nda okul öncesinde okullaşma oranlarında oldukça geride kalındığı belirtilmiştir (DPT, 2007: 40). Plan’da okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla öğretmen ve fiziki altyapı ihtiyacının karşılanacağı, eğitim hizmetlerinin çeşitlendirileceği, toplumsal farkındalık düzeyinin yükseltileceği, erken çocukluk ve ebeveyn eğitimlerinin artırılacağı hedefleri verilmiştir (DPT, 2007: 86). Sadece mesleki ve teknik eğitimin görüşüldüğü 16. Millî Eğitim Şurası’ndan sonra toplanan 17. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitimle ilgili 60-72 aylık okul öncesi eğitim döneminin zorunlu hâle getirileceği, genel bütçeden okul öncesi eğitime ayrılan payın artırılacağı, bu alanda belediyeler, il özel idarelerinin, kamu iktisadi teşekküllerinin, vakıfların ve özel sektörün teşvik edileceği ve Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılında okul öncesi eğitimdeki 36-60 aylık çocuklar için okullaşma oranının % 80’e ulaşacağı kararları alınmıştır (MEB, 2006b). Millî Eğitim Şuralarında Okul Öncesi Eğitim Dönemin Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri başkanlığında toplanan 5. Millî Eğitim Şurası’nın gündeminde ‘okul öncesi öğretim ve eğitimin anaokulları için hazırlanmış olan program ve yönetmeliğinin incelenmesi’ maddesi de vardır (MEB, 1953). 7. Millî Eğitim Şurası’nda 222 Sayılı İlköğretim Kanunu’na göre yeniden hazırlanması gereken 13 adet yönetmelik tasarısından biri olan ‘Anaokulları ve Ana Sınıfları Yönetmeliği’nin Talim ve Terbiye Kurulunca incelenerek 1962-1963 eğitim öğretim yılının başında uygulamaya konulacağı kararı alınmıştır (MEB, 1962). Sonuç Sonuç olarak; Millî Eğitim Bakanlığının bu çabalarının etkili ve verimli olabilmesi için devletin ilgili tüm kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum kuruluşlarının, toplumun tüm kesimlerinin de sürecin içerisinde bulunması gerekmektedir. Bunun için farkındalığın arttırılması olmazsa olmaz bir gerçeklik ifade etmektedir. Her ne kadar, okul öncesi eğitimde uluslararası alanda oldukça gerilerde olsak da değişim trenini yakalamak, hangi vagon olursa olsun o 9. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitim, yasalaşan Millî Eğitim Temel Kanunu’nun ilgili maddeleriyle ele alınmıştır (MEB, 1974). 10. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi eğitim detaylı olarak analiz edilmiş, ana sınıflarının başlangıçta zorunlu olmayıp zamanla zorunlu olacağı gibi birçok karar alınmıştır (MEB, 1981). 11. Millî Eğitim Şurası’nda okul öncesi 23 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim MEB (1982). 11. Millî Eğitim Şurası: 8-11 Haziran 1982. MEB (1988). 12. Millî Eğitim Şurası: 18-22 Haziran 1988. MEB (1993). 14. Millî Eğitim Şurası: 27-29 Eylül 1993. MEB (1996). 15. Millî Eğitim Şurası: 13-17 Mayıs 1996. MEB (2006). 17. Millî Eğitim Şurası: 13-17 Kasım 2006. MEB (2001). Millî Eğitim İstatistikleri 20002001 MEB (2002). Millî Eğitim İstatistikleri 20012002 MEB (2003). Millî Eğitim İstatistikleri 20022003 MEB (2004). Millî Eğitim İstatistikleri 20032004 MEB (2005). Millî Eğitim İstatistikleri 20042005 MEB (2006a). Millî Eğitim İstatistikleri 20052006 MEB (2006b). 17. Millî Eğitim Şurası: 13-17 Kasım 2006. MEB (2007). Millî Eğitim İstatistikleri 20062007 MEB (2008). Millî Eğitim İstatistikleri 20072008 MEB (2009a). Millî Eğitim İstatistikleri 20082009. MEB (2009b) Millî Eğitim Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Plan Taslağı. OECD (2003). Learning for Tomorrow’s World – First Results from PISA 2003. OÖEGM (Okul Öncesi Eğitimi Genel Müdürlüğü) (2009). Okul Öncesi Eğitimde Tarihsel Gelişim. Kaynak: http://ooegm.meb.gov.tr/22tarihce.asp. Erişim Tarihi: 23.07.2009. Sakaoğlu, N. (2003). Osmanlıdan Günümüze Eğitim Tarihi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Toffler, A. (1971). Future Shock. New York: Bantam Books. UNESCO (2009). Education for All - Global Monitoring Report 2009. YÖK (2007) Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri (1982-2007). Ankara: Meteksan A.Ş. trende bulunmak, geç kalmanın bitiş olmadığının da farkına varmak, bu alandaki farkındalığı da arttırmak gerekir. KAYNAKÇA AÇEV (2007). Ekonomik ve Toplumsal Kalkınma İçin Erken Çocukluk Eğitimi. İstanbul. Akyüz,Y. (1996). Anaokullarının Türkiye’de Kuruluş ve Gelişim Tarihçesi. Millî Eğitim Dergisi, 132 (4), s.11-17. Akyüz, Y. (2001). Türk Eğitim Tarihi (Başlangıç’tan 2001’e) İstanbul: Alfa Yayınları. Akyüz, Y. (2004). Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, 51, s.10-15. DPT (1968). 2. Kalkınma Planı (1968-1972). DPT (1973). 3. Kalkınma Planı (1973-1977). DPT (1979). 4. Kalkınma Planı (1979-1983). DPT (1985). 5. Kalkınma Planı (1985-1989). DPT (1990). 6. Kalkınma Planı (1990-1994). DPT (1996). 7. Kalkınma Planı (1996-2000). DPT (2001). 7. Kalkınma Planı (2001-2005). DPT (2007). 7. Kalkınma Planı (2007-2013). European Communities (2008). Europe in Figures: Eurostat Yearbook 2008. Luxembourg: Office for Official Publications of the European Communities. Hançerlioğlu, O. (1993). Düşünce Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi Kağıtçıbaşı ve diğerleri. (2005). Erken Müdahalenin Erişkenlikte Süren Etkileri: Erken Destek Projesi’nin İkinci Takip Araştırması’nın Ön Bulguları. İstanbul: AÇEV. Kaytaz, M. (2005). Türkiye’de Okul öncesi Eğitiminin Fayda-Maliyet Analizi. İstanbul: AÇEV. McCune, S.D. (1986). State Strategic Planning. Charleston, W. VA : Appalachia Educational Lab. MEB (1953). 5. Millî Eğitim Şurası: 4-14 Şubat 1953. MEB (1962). 7. Millî Eğitim Şurası: 5-15 Şubat 1962. MEB (1974). 9. Millî Eğitim Şurası: 24 Haziran4 Temmuz 1974. MEB (1981). 10. Millî Eğitim Şurası: 23-26 Haziran 1981. 24 Ekim 2009 Köksal Cengiz GÜL YÂRESİ Her yürekte yâre vardır, İflah etmez gül yâresi. Her derde bir çare vardır, İflah etmez gül yâresi. Gül yâresi derin olur, Bülbül gülden serin olur, Birkaç arşın yerin olur, İflah etmez gül yâresi. Gâhi sitem gâhi nazı, Döndürür kışlara yazı, Başlar kalpte ince sızı, İflah etmez gül yâresi. Kimi kader baştan kara, Kimi gönülden fukara, Benzemez kılıç, oklara, İflah etmez gül yâresi. 25 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Her kulun var bir çilesi, Sabrederek eksilesi, İyileşir derdin cümlesi, İflah etmez gül yâresi. Gece gündüz zâra koyar, Nefes keser dara koyar, Bazen nârdan nâra koyar, İflah etmez gül yâresi. Muhabbetle sarılırsın, Bir kem sözle kırılırsın, Hâlden hâle karılırsın, İflah etmez gül yâresi. Candan özge gelir canan, Küle döner içten yanan, Nîran olur bağ-ı cinan, İflah etmez gül yâresi. Şu derdimle Niyazkâr’ım, Solan goncaya efkârım, Bir gün dolar ömür varım, İflah etmez gül yâresi. Nevzat Ayaz Anadolu Lisesi Müdürü 26 Ekim 2009 TÜRK KONUKSEVERLİĞİNE TARİHSEL BİR ÖRNEK: KÖY ODALARI Mümtaz Başkaya ları yolculuklarda günümüze göre daha ilkel araçlar kullanmak zorundaydılar. Çünkü yaşadıkları zamanın gereği, günümüzde yaygın biçimde kullanılan ulaşım araçları henüz icat edilmemişti. O yüzden, insanlar bir yerden bir yere seyahat ederken yolculuklarını yaya olarak veya yük ve binek hayvanları ile gerçekleştiriyorlardı. Bu da hayli yorucuydu ve uzun zaman alıyordu. Bu yüzden, sık sık bir yerlerde konaklamak ihtiyacı duyuyorlardı. Çünkü gidecekleri yer uzaksa, gecelemek zorunda kalıyorlardı. akın zamana kadar köylerde yaşamış veya hâlen yaşamakta olan kişilerin anılarında dün gibi yaşayan köy odaları geleneği, Türk konukseverliğinin en iyi örnekleri arasındadır. Y Köy odaları geleneğinin tarihselliği, hayli eski yıllara dayanmaktadır. Çoğu geleneğimiz gibi bu geleneğimizin de Orta Asya kökenli olması güçlü bir ihtimaldir. Türkler, konukseverlikleri gereği; Orta Asya’da sürdürdükleri bu güzel geleneği, Anadolu’ya da taşımış olmalıdırlar. Yol üzerindeki kervanlar ve hanlar bu konaklamanın gerçekleştiği yerlerdi. Bu yerler, Tarihin yolcuları, bir yerden bir yere yaptık- 27 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim buraları sahiplenmesi ve ihtiyaçlarının kendilerince karşılanması biçiminde yeniden şekillendi. devlet yönetimince hem yol güvenliğini sağlamak hem de bir yerden bir yere, uzak mesafelere gidenlerin konaklama ihtiyaçlarını gideriyordu. Bu amaçla, vakıflar kurulmuş ve bu kervansarayların ve hanların ihtiyaçları için vakfiyeler düzenlenmişti. Köylülerin gücü ile oluşturulan bu köy odaları, Anadolu’nun özellikle kırsal yerleşmelerinde yaygınlaştı. Türk konukseverliğinin bir göstergesi olarak uzun yıllar etkinliğini sürdürdü. Köylerde de gelip geçen yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak ve gecelik barınmaları için köy odaları kuruldu. Köy halkı, sivil bir örgütlenme ile kendi köy odalarını faaliyete geçirdi. Köylerdeki köy odalarının konukları, bir yerden bir yere gitmekte olan yolcular olduğu kadar, köye ticaret amacı ile gelen veya zanaat sahibi insanlar da olabilmekteydi. Çerçiler, testi bardak satanlar, ürettiği malı değiş yoluyla veya para ile ticaret yapanlar, halatçılar, gezici kalaycılar, orakçılar vb. olmak üze- Bu konaklama yerleri, özellikle kırsal yerleşmelerde daha yaygındı ve “köy odası” biçiminde tanımlanmaktaydı. Zamanla çoğalan köy odaları, köylünün 28 Ekim 2009 re köye bir nedenle gelenler istediği kadar bu köy odalarında konuk olarak kalabiliyorlardı. bütün odalar, her zaman köye bir konuk gelecekmiş gibi hazır tutulurdu. Anadolu’nun birçok köyünde, neredeyse her sülalenin köy odası vardı. Bu köy odaları ya o sülalelerin ya da önde gelen büyüğünün adı ile anılıyordu. Gelen konukların ihtiyaçları da bu sülalelere mensup aileler tarafından karşılanıyordu. Bu hizmetlerin kesinlikle maddi bir karşılığı yoktu. Köy odaları köylerdeki dayanışmayı, kaynaşmayı arttıran yerlerdi. Bu yönüyle sosyal hayatı geliştiren ve ayakta tutan yerlerdi. Buralarda, özellikle kış günlerinde bir araya gelinir memleket meseleleri konuşulurdu. Dışarıdan gelen konuklardan haberler alınır ve bu sayede ülkede ve çevrede ne olup bitmiş öğrenilirdi. Köy odaları genellikle iki katlı yapılmıştı. Yerine göre, birden fazla konuk ağırlanabilecek şekilde düzenlenmişti. Eğer köye gelen konuklar fazla sayıda ise diğer odalara pay edilirdi. Bunun için konuğun tercihi önemliydi. Zaten, köy ahalisi, gelen konukları odalarında ağırlayabilmek için âdeta birbiri ile yarışırdı. Bu, konukseverliğin bir gereğiydi. Bu yüzden, Belli yaşa gelmiş gençler, köy odalarında büyüklerden sonraki yerlerini alır, konuşmaları sessizce dinler ve söz verilmeden konuşmazlardı, büyüklere karşı saygı esastı. Ayrıca, köy odalarında özellikle geceleri oyunlar oynanır, hoşça vakit geçirilirdi. Kimi zaman anılar tazelenir, sohbetler koyulaşırdı. 29 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Çocukluğumda, dedemin evinin yakınındaki köy odasında gündüzleri oyunlar oynardık. Bu oda iki katlı idi ve alt katında gelen konukların hayvanları olursa onlar bağlanırdı ve hemen otu, samanı, suyu verilirdi. Köy odalarının konukları, bazen diyar diyar gezen halk ozanları olurdu. Sazlarını çalar, yanık yanık söylerlerdi. Bayram ve düğünlerde köy halkı odalarda toplanır, kutlamalar yaparlardı ve topluca yemekler yenirdi. Buralarda dargınlıkların küskünlüklerin yeri olmazdı. Bugün için, bu geleneğimiz unutulmak ve yok olmak üzere olsa da, Anadolu’da özellikle köy yerleşmelerinde köy odaları geleneğine seyrek de olsa rastlanılmaktadır. Son örnekleri de zamana ve modernizme karşı direnememekte, yok olmaktadır. Köy odaları sosyal yaşantının gerçekleştiği, kültürün yaşatıldığı yerlerdi. Modern yaşantının getirdiği tüm olumsuzluklar bu güzelim kültürümüzü de etkilemiştir. Denizli’nin Çivril ilçesine bağlı Sökmen Köyü’nde de yakın zamanlara kadar köy odası geleneği yaşatılmaktaydı. Ne yazık ki bugün hiçbiri kullanımda değil. Çoğu bakımsızlıktan yıkıldı. Birkaçı da metruk hâlde, geçmişi ile yalnız bırakılmış gibi bir köşede öylece duruyor. Geçmişte, tarihin bir köşesinde saklı kalsa da, köy odaları geleneği Türk insanının insana verdiği değerin, tarihselliğinin her zaman göstergesi olacaktır. Bu geleneğimiz de, Türk konukseverliğine bir örnek olarak hep var olacaktır. 30 Ekim 2009 MEDYA ETİĞİ Dr. İbrahim Sezgül rumun amacına göre değişebilmektedir. Mesela, savaş gibi bir konuda okuyucusunun, dinleyicisinin veya izleyicisinin dikkatini çekmek isteyen bir yayıncı veya yorumcunun kelime ve görüntü kullanmadaki tercihleri ile sosyal bir konuda aydınlatıcı bir haber vermek isteyen yayıncının veya yorumcunun kelime, cümle ve imaj kullanmadaki tercihleri ve haber etik anlayışları birbirinden çok farklı olabilir. Diğer yandan, toplumun sağlığına veya güvenliğine zarar veren bir olaydan haberdar olunduğu hâlde, çeşitli menfaat dengelerini gözeterek haber yapmamak veya sessiz kalmak bile etik dışı sayılabilir. Bu yüzden medya etiği tek boyutlu değil çok boyutlu olarak ele alınması gereken bir konudur. Bazen bir haberin yapılış tarzı etik dışı görülebilirken bazen de yapılmaması bu şekilde değerlendirilebilir. Bu açılardan medyaya bakıldığında kamuoyunu yönlendir- Giriş tik habercilik’ veya ‘haber etiği’ günümüzde çok sık kullanılan kavramlardan birisidir. Birçok basın ve yayın kuruluşu kendilerinin rakiplerinden daha etik habercilik yaptıklarını vurgulamak suretiyle, inandırıcılık derecelerini yükseltmeye çalışmaktadırlar. Ancak, özellikle televizyon, radyo ve internet haberciliğinde saniyelerin, gazete haberciliğinde de dakikaların önemli olduğu bir rekabet ortamında haber veya yorum yaparken iyi niyetli olunsa bile tümüyle etik kurallara uyumlu davranış pek kolay değildir. Öncelikle hangi haber veya yorumun halka ulaştırılmasının etik kurallar içerisinde olduğu, etik sınırların nerede başladığının veya bittiğinin belirlenmesi oldukça güçtür. Çünkü bu sınırlar, haberin veya yo- ‘E 31 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim reyting veya tiraj için yarışan rakiplerin; doğru haber, yönlendirici haber veya sansasyonel haber vermek arasındaki tercihleri, gerçekler ya da çarpıtmalar arasındaki sınırların sürekli değiştirilmesine de sebep olabilirler. Ekonomik, sosyal, politik ya da reyting kaygıları doğrultusunda hareket eden medya kuruluşları bu yolda insan psikolojisini kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Örneğin, bir sokaktan geçerken orada çalışan veya konuşan kişiler ya da oyun oynayan çocuklar görülebilir. Ancak, çok az kişi bu durumla ilgilenip onları seyretmeyi düşünebilir. Bunlar sıradan olay olarak mek için devamlı bir surette enformasyon, dezenformasyon ve propaganda şeklinde çeşitli kişi, grup, fikir ve ilişkiler ağının sürekli rekabetini gözlemlemek mümkündür. Bu tür rekabetlerin pek çok amacı vardır. Bunlardan bazılarını, kamuoyunu daha fazla etkileyerek halkın nabzını medya kuruluşunun temsil ettiği düşünceler ile uyumlu hale getirmek, yönlendirmek, daha fazla maddi veya politik güç elde etmek olarak sıralamak mümkündür. Bütün bu faaliyetler yapılırken, daha fazla 32 Ekim 2009 lişkilerin tek taraflı olmadığını da kabul etmek gerekir. Çünkü toplumdaki her insanın bir kimliği, kişiliği ve toplum içerisinde bir rolü veya rol beklentisi olduğu gibi medya müşterilerinin de medya kurumlarından bir takım beklentileri vardır. Başka bir ifade ile medyanın toplumu etkilemesi hiçbir zaman tek yönlü değildir, ilişkiler hep iki yönlü gelişmiştir. Çünkü karşılıklı ilişkilerde medya kullanıcılarının da tercih hakları vardır. Yani ön plana çıkarılmasını istedikleri konuların ilgili kurum tarafından dile getirilmediğini düşünen servis alıcıları başka bir medyayı tercih edebilirler. Konuya bu açıdan bakıldığında ve medyada devamlı değişen tiraj ve reytingler incelendiğinde böyle dinamik bir yapıyı görmek mümkündür. Bu sebepledir ki, kullanıcıların eğilim ve istekleri konusunda iyi tespitler yapamayan, okuyucusuna, dinleyicisine veya izleyicisine istediğini veremeyen medya piyasadaki etkisini yitirmiştir. Bu durumda toplumu medyanın elindeki bir ‘kurban’ olarak görmek ve toplumdaki her türlü güzelliğin veya kötülüğün ana kaynağı veya toplumun neyi düşüneceğini belirleyen bir ‘beyin kontrol aracı’ olarak görmek de yanlış olabilir. Çünkü medya belki toplumsal gündemin belirlenmesinde etkili olabilir ancak, halkın bu konularda ‘neyi düşüneceğini’ belirleme gücüne sahip değildir (Jean-Bertrand, 2004). Yani medyanın iletişim gücü ile halkın üzerinde elde edebileceği gücü simetrik değildir (Hall, 1988). Bu hususun belirlenmesinde, toplumda başka sosyal, siyasal, ekonomik veya kültürel dinamikler de bulunmaktadır. Toplumdaki bu tür farklı dinamikler, medya sahiplerinin ulaşmak istediği amaca her zaman ulaşmasına müsaade etmez (Couch, 1990). görüldüklerinden pek fazla ilgi uyandırmazlar. Ancak aynı mekânda tartışan veya kavga eden kişi veya gruplar görüldüğü zaman kendi güvenliklerine bir tehlike oluşturmayacağını düşünenler, durup olayları seyretmeye ve kavganın içyüzünü araştırmaya çalışırlar. İşte medyanın zaman zaman maddi veya siyasi güce tahvil etmeye çalıştığı duygu da genellikle insandaki bu merak duygusudur. Başka bir ifade ile medya kişilerin ‘merak’ duygularını ticari başarılarının temelinde bulunduran veya bulundurmak zorunda kalan bir kurumdur. Bu bağlamda sansasyonel ve sıra dışı haberleri kullanarak reyting ve tiraj kazanmaya çalışırlar (Spitzer, 1987). Bu sebepledir ki, basın ve yayın kuruluşları genellikle en etkileyici haberleri manşetten vermeye, dikkat çekici içeriği bulunmayan haberleri de iç sayfalara taşımaya çalışırlar. Medyada yer alan ilk sayfa haberlerine bu perspektiften bakılırsa; dünya yanıyor, yıkılıyor, gibi duygulara kapılmak mümkün olabileceği gibi, bu haberleri tersten okuyarak, dünyadaki olumsuz birkaç olay dışında başka güzel şeyler oluyormuş yorumunu yapmak da toplumsal akıl ve ruh sağlığının korunması açısından doğru olabilir. Neticede, medyanın ticarî bir amacının olduğunu ve daha fazla reklam almak, daha fazla okuyucu, dinleyici ve seyirci toplamak için çaba sarfettiğini unutmamak gerekir. Medyaya onları motive eden gerçek dinamiklerin içyüzünü görerek bakıldığında, onların da ele aldıkları konularda bir takım politik, ekonomik, sosyo-psikolojik çelişkiler veya çatışmalar yaşayabilecekleri ve bu konulardaki eğilimlerinin ağırlığı derecesinde medya etiğinden uzaklaşabileceklerini kabul etmekte fayda vardır. Ayrıca, bu medya gruplarının bir alıcı, okuyucu, dinleyici ve izleyici kitlesi olduğu da dikkate alındığında bu tür eğilimlerin veya çe- Medyanın toplum veya toplumsal gündem üzerine etkileri konusu farklı bir açıdan ele alınacak olursa, medya dediğimiz kuruluşlar bü- 33 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim eski Sovyetler Birliği medyasının halkın neyi düşüneceğini etkileme çabaları ve halkların bu çabalara direnerek kendi kimliklerini ve inançlarını muhafazası güzel bir örnek olarak gösterilebilir (Gunter, 1987; Meyrowitz, 1994; Jean Bertrand, 2004). Hele hele günümüzde elektronik haberleşme ağlarının çok yaygın olduğu ve dünyanın her tarafındaki haber ve bilgilere çok kısa bir zamanda ulaşma imkanının olduğu bir devirde medyanın etik dışı bir ‘tahakküm aracı olarak kullanılması ve bir sonuca ulaşılması’ artık imkansız hale gelmiştir. Çünkü en küçük bir gazete, televizyon veya radyo haberlerinin elektronik haberleşme kanalları, internetteki mail grupları veya haber siteleri aracılığıyla milyonlarca insana ulaşması dakikalar içerisinde mümkün olabilmektedir. Günümüzdeki elektronik iletişim ağlarının ileri seviyede gelişmesi, basın kuruluşlarını ve basını farklı amaçlar için kullanmak isteyenleri daha dikkatli veya etik sınırlar içerisinde hareket etmeye zorlamaktadır (Altheide, 1993). Medyada yer alan fikirlerin ve gündemlerin tek taraflı değil aslında ‘dinamik’ gündemler yani hem etkileyen hem de kullanıcılar tarafından etkilenen gündemler olduğu dikkate alındığında etik çizgilerin belirlenmesi konusu daha da kompleks bir boyut kazanmaktadır. Bir taraftan medya grubunun ekonomik veya politik beklentileri, diğer taraftan servis kullanıcılarının beklentilerinin karşılanması, ayrıca muhalif grupların tepki ve talepleri arasında denge oluşturmak oldukça zorlaşmaktadır. Çünkü her bir grup kendi eğilimlerini ilgilendiren alanlarda diğer rakip gruplarca dillendirilen haber ve mesajlardan farklı beklentiler içerisine girmektedir, ancak, bu beklentileri de karşılarken ‘etik standart’ların aşındırılması da söz konusu olabilmektedir. Çünkü servis kullanıcının müş- tününün tek bir blok veya tek bir ses olmadığı da görülür. Bu durumda tirajı veya reytingi en yüksek medya kuruluşlarının desteğini alan her fikir veya güç de etkili olamayabilir. Demokrasinin baskı altına alındığı ve medyanın hakim güç ve ideolojinin sözcüsü olarak kullanıldığı dönemlerde bile halka tercih hakkı verildiğinde; medyayı tek yönlü olarak kullanarak bir ‘düşünce kontrol ya da beyin yıkama aracı’ olarak görüp iktidara gelebilecekleri hissine kapılanlar genellikle hayal kırıklığına uğramışlardır. Okuyucu eğilimlerini dikkate almayan ve daima egemen gücün taleplerini yerine getiren 34 Ekim 2009 MEDYA MESLEKİ ETİK KURALLARI terisi ya da takipçisi oldukları medyadan birtakım beklentileri vardır ve beklentileri karşılanmazsa alternatif medya gruplarına yavaş yavaş yönelebilirler. Böylesine çelişkili durumlarda medya, aslında servis kullanıcıları ile ilişkilerinde bir taraftan etken iken diğer taraftan edilgen duruma düşebilir. Bu sebeple, bazen medya kurumları isteseler de yayın çizgilerini kendi servis alıcılarının talepleri yüzünden değiştiremeyebilirler. Dolayısıyla her medya kuruluşunun sosyal, kültürel veya siyasal kimliği olduğu gibi onlardan servis alanların da birtakım kimlikleri olduğu göz önünde tutulmalıdır. Aşağıda birçok ülke nezdinde ayrıntıları incelenecek olan medyanın genel etik kuralları sıralanmıştır; 1. Yayımlanan bilgiler tam, doğru, ilgili ve dengeli olmalıdır; 2. Demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine saygı temelinde olmalıdır; 3. Yalan ve yanıltıcı haber yapmamak gerekir; 4. Özel hayata gereksiz yere müdahale edilmemelidir; Bütün bu karmaşık ve dinamik ilişkiler yumağına rağmen, medya hizmet sağlayıcılarının, hedef kitlelerini kendilerinden uzaklaştırmadan etik bir yol belirlemek mecburiyeti de ortadadır. Çünkü, tek taraflı ve çarpıtma yayın yaptığı kanaatini ülke kamuoyunda uyandıran kuruluşlar geniş halk kitleleri nezdindeki inandırıcılıklarını yitireceklerinden marjinalleşeceklerdir. Bu da kamuoyunda etki sahibi olmak isteyen kurumların kendi güçlerini kaybetmeleri anlamına gelebilir. Böyle bir duruma düşmemek için kullanılacak ilkeler incelendiğinde bütün dünyada kabul gören birtakım medya etik kurallarının olduğu görülmektedir. Bu değerler dünyanın bütün demokratik ülkelerinde büyük oranda aynı olarak görülmektedir. Bunlar, genellikle doğruluğun, adaletin ve hürriyetlerin korunması; nefretin, şiddetin, insanları küçümsemenin, ırkçılığın reddedilmesi gibi evrensel değerler üzerine kurulmuştur. 5. Haber tam, eksiksiz, adil ve anlaşılabilir şekilde verilmelidir; 6. Sosyal, siyasi veya ekonomik grup ayırımcılığı yapılmamalıdır; 7. Bağımsızlık ve tarafsızlık doğrultusunda hareket ederek, sosyal, siyasal veya ekonomik birtakım grupların kontrolünde hareket etmemeli veya onların çıkarlarına alet olmamalıdır (Jean Bertrand, 2004). Medya etiği konusundaki temel dökümanlardan birisi 24-25 Kasım 1971 yılında basın örgütleri tarafından ilan edilen ve ‘Münih Beyannamesi’ olarak bilinen Gazetecilerin Hakları ve Sorumlulukları Beyannamesi’dir (The Declaration of Rights and Obligations of Journalists, the Munich Charter). Bu beyanname yüz binlerce üyesi bulunan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (International Federation of Journalists -IFJ) ve Avrupadaki birçok gazeteci birlikleri tarafından kabul edilen bir belgedir. Konunun ayrıntılarına geçmeden önce medya etiğinin çerçevesinin ne olduğunu hatırlamakta fayda vardır: Medya etiğinin çerçevesine basılı, görüntülü, sesli yayınlar, film, tiyatro, sanat eserleri ve interneti içine alan çok geniş bir alan girmektedir. Yazılı, görüntülü ve sesli reklamlar da bu kapsama dahildir. Belgenin önsözünde, bilgi alma hakkı, ifade özgürlüğü ve eleştiri yapma hakkının temel insan hakkı olduğu belirtildikten sonra; gazetecilerin de topluma karşı sorumlulukları olduğu- 35 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim 7. Mesleki gizliliğe uymak ve elde edilen gizli bilgilerin kaynağını açığa vurmamak; nu ve bu sorumluluğun patronlarına veya devlet kurumlarına karşı olan sorumluluklarından daha üstün olduğu belirtilerek aşağıdaki sorumluluklar ve haklar sıralanır: 8. İntihal, iftira, karalamak, yaftalamak, temelsiz suçlamalarda bulunmak ve haberlerin yayımlanması ya da gizlenmesi konularında herhangi bir şekilde rüşvetin kabul edilmesini ciddi mesleki bir suç olarak görmek; Sorumluluklar 1. Kendisi için ne gibi sonuçlar doğurursa doğursun, toplumun gerçeği öğrenme hakkından dolayı ‘gerçeklere’ saygılı olmak; 9. Gazetecilik mesleğini reklamcılıkla ya da propagandacılıkla asla karıştırmamak ve reklamcılardan gelen dolaylı ya da dolaysız herhangi bir emri reddetmek; 2. Bilgi alma, yorum ve eleştiri özgürlüğünü savunmak; 3. Temel bilgileri gizlemeden, metinleri ve belgeleri değiştirmeden, sadece kaynağını bildiği gerçekler hakkında bilgi vermek; 10. Her türlü baskıya direnmek; yazı, konu ve değişiklikler ile ilgili emirleri sadece yazı işlerindeki yetkili insanlardan almak. 4. Haber, fotoğraf ya da belge almak için hileli yöntemler kullanmamak; Unvanlarını hakkıyla kazanmış bütün gazeteciler yukarıda belirtilen prensiplere iyi niyetle uymayı kendine görev bilir. Her ülkenin genel kanunları çerçevesinde, mesleki meselelerde gazeteci, sadece meslektaşlarının yet- 5. Mahremiyete saygı göstermek; 6. Yanlış olduğu tespit edilen yayımlanmış bilgileri düzeltmek; 36 Ekim 2009 - İnsanların yaşadıkları olayları hoşa gitmeyecek olsa bile, cesurca ifade edebilmelidirler. kisini kabul eder, hükûmetin ya da başkalarının müdahalelerini kabul etmez. Haklar - Kendi kültürel değerlerini gözden geçirmeli ve bunları başkalarına dayatmaktan kaçınmalıdırlar. 1. Gazeteciler bütün bilgi kaynaklarına özgürce ulaşabilmeyi ve toplum hayatını düzenleyen olayları özgürce araştırma hakkını talep ederler. Bu yüzden, kamusal ya da özel meseleler sadece özel durumlarda ya da açıkça ifade edilen konularda gazetecilerden gizlenebilir; - Toplumu ırk, cinsiyet, yaş, din, milliyet, bölge, cinsel tercihler, maluliyet, fiziki görünüş veya sosyal statülerine göre ayırmaktan kaçınmalıdırlar. - Hoşlarına gitmese bile her türlü görüşün kendini açıkça ifade edebilmesini desteklemelidirler. 2. Gazeteci çalıştığı kurumun genel politikasında ters düşen veya iş kontratına açıkça dahil edilmeyen konulardaki herhangi bir talebe boyun eğmeme hakkına sahiptir; - Sessizlerin sesi olmalıdırlar. 3. Bir gazeteci inançlarına ve vicdanına aykırı olan işleri yapmaya ya da fikirlerini beyan etmeye zorlanamaz; - Resmî ya da gayri resmî bilgi kaynakları eşit derecede geçerli olabilir. - Bilgi toplamanın ve yayımlamanın birilerine zarar verebileceği veya rahatsız edeceği de dikkate alarak yayın yapmalı ve haberin kaynağı veya konusu olan kişilerin de saygıya layık olduklarını unutmamalıdır. 4. Yazı işlerinin girişim hayatını etkileyecek önemli kararlardan haberdar edilmesi gereklidir. En azından işe alım, işten çıkarım, gazetecilerin değiştirilmesi ve terfileri gibi yazı işleri personelinin düzeni ile ilgili kesin karar alınmadan önce yazı işlerine danışılmalıdır; - Gazetecilerin ‘halkın bilgi alma hakkı’ konusundaki bağımsız çalışmalarına gölge düşürecek her türlü menfaat çatışmasına yol açacak durumdan uzak durmaları gerekir. 5. Gazetecilerin, sadece toplu anlaşmaların sağladığı avantajlardan değil, ayrıca, çalışmalarının maddi ve manevi güvencesini sağlayacak; sosyal konumlarına uygun ve ekonomik bağımsızlıklarını temin edecek bireysel anlaşma yapmaya hakları vardır (Reporters Without Borders, 2008). - Gazeteciler okuyucularına, dinleyicilerine ve seyircilerine karşı sorumludurlar ve halkın medyaya karşı şikayetlerini dile getirmelerini teşvik etmelidirler. İngiltere Gazeteciler Birliği Kuralları da (Code of Conduct and Working Practices of Britain’s National Union of Journalists) yukarıda belirtilen mahiyette kurallar içermekte ve ‘makul bir biçimde bireylere ve kurumlara, yanlışlıklara ve iftiraya cevap verme hakkı tanınması’nı ön plana çıkarmaktadır. Amerika Profesyonel Gazeteciler Derneğinin (American Society of Professional Journalists) Etik Kuralları incelendiğinde aşağıdaki kurallar ön plana çıkarılmıştır: - Gazeteciler, haber toplamada, yayınlamada ve yorumlamada doğru, adil ve cesur olmalıdırlar. Kanada Kubek Gazetecileri Etik Kuralları, 37 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim biraz daha iyi olmakla birlikte doktorlar (%83), öğretmenler (%82), polisler (%71) veya askerlerle karşılaştırıldığında (%70) pek de parlak görülmemektedir. Aynı karşılaştırma tablosu içerisindeki 18 farklı ülkede gazetecilerin inandırıcılık derecelerinin % 25 - % 58 aralığında dolaştığı dikkate alındığında, aslında gazetecilere karşı bir ön yargının bulunmadığı, bunun ülke halkları tarafından yaşadıkları tecrübelere göre değerlendirildiği anlaşılabilmektedir. Çünkü, gazetecilik mesleğine karşı her ülkedeki tepki aynı değildir ve ülke halkları özel tecrübelerine göre her meslek grubu üzerinde dinamik olarak değerlendirme yapabilmektedir. Bu bağlamda, inandırıcılığı en az mesleki grup olarak tespit edilen politikacıların inandırıcılığı, İsviçre’de % 35 olarak seyrederken Bulgaristan’da % 8’lere kadar düşmektedir. Çeşitli ülke halkları arasındaki böylesine farklı tepkilere bakıldığında, halkların genel manada birtakım meslek gruplarına önyargılı baktığını ifade etmek oldukça güçtür (GfK Group, 2007). Bu sebeple, insani ve mesleki etik kurallara uygun hareket eden kişi ve kurumların halk tarafından takdir edildiğini, aykırı hareket edenlerin de tespit edildiğini söylemek gerekir. Bu durum inandırıcılık dereceleri çok düşük olan meslek gruplarına karşı bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. gazetecilerin olayları ve fikirleri doğru ve yerinde, abartmaya veya küçültmeye kaçmadan kullanmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Fransız gazeteci etiğinde de doğruyu yansıtma, kişiler ve kişiliklere saygılı olma, hiçbir kişi veya grubu yaftalamama, masumiyet karinesine uyma yanında ‘medyada yer alacak bir konu hakkındaki bütün tarafların fikir ve görüşlerini açık ve dürüstçe yansıtma’ prensibini de benimsemiştir. Birçok ülkede geçerli olan medya etiği kurallarına bakıldığında insan hak ve hürriyetlerine saygılı, halkın haber hakkını teminde dürüst haberciliği ön plana çıkaran ve yalan ve iftiraya karşı birçok tedbirler içeren mahiyette; hem gazetecilere hem de hizmet alanlara güven ve cesaret veren kurallar olduğu görülmektedir. Ancak bu durumun uygulamaya nasıl yansıdığı konusu ve halkın bu konudaki yargıları GfK Grup tarafından yapılan uluslararası bir araştırma çerçevesinde incelenecektir. KAMUOYUNUN GAZETECİLERİN ETİK KURALLARA UYMA ve GÜVENİLİRLİKLERİ KONUSUNDAKİ DEĞERLENDİRMELERİ Medya mensuplarının mesleki etik kurallara ne ölçüde sadık kaldığının en önemli göstergesi de kamuoyundaki güvenilirlik derecelerinin ölçülmesidir. Bu bağlamda yapılan bir çok ulusal veya uluslararası araştırmalarda, ne yazık ki, medya mensuplarının toplumda en az güvenilen meslek grupları arasında yer aldığı görülmektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Gazeteciliğin temel ilkesi, halkın ilgi duyduğu konulardaki haber, görüş, yorum ve bilgileri adil, tam, tarafsız, dengeli ve ahlaki bir biçimde yansıtmaktır. Bu doğrultuda hareket ederken, basının, işini uluslararası kabul görmüş birtakım profesyonellik normlarına göre yapması beklenmektedir. Bu normlar gazeteciye kendi işini yerine getirmesinde yardımcı olacaktır. Merkezi Almanya’nın Nürnberg şehrinde olan ve dünyanın yüzden fazla ülkesinde temsilcilikleri bulunan GfK Group isimli uluslararası araştırma şirketinin 2007 yılında 18 ülkede yaptığı araştırma sonuçları incelendiğinde tüm ülkeler bazında gazetecilerin inandırıcılıkları (%39), politikacılarla karşılaştırıldığında (%17) Basının tekelleşmesi, sanayileşmesi ve 38 Ekim 2009 medya finansörlerinin ekonominin birçok alanında faaliyet gösteriyor olmaları sebebi ile her türlü etkiden bağımsız hareket edeceklerini düşünmek her geçen gün zorlaşmaktadır (Avşar, 2001). Günümüz toplumunda, medya ve medya mensupları artık her yerde sayısal ve iletişim gücü olarak eskisinden çok daha fazla ve güçlü olarak vardırlar, fakat bu varlığın ne ölçüde ‘etki’ye dönüştüğü tartışma konusudur. Çünkü mesleki etik kurallara uymayan bir medyanın halk tarafından ‘etkili’ ve ‘güvenilir’ bulunması mümkün görülmemektedir. Ayrıca, asıl amacı gerçekleri yansıtmak ve halkı bilgilendirmek olan bir hizmet grubunun bu amaçtan uzaklaşarak topluma duyarsızca hareketinin farkına varılmayacağı yanılgısına düşmeleri medya-toplum ilişkilerini de olumsuz etkilemekte ve medyanın toplum üzerindeki yönlendirici etkisini azaltmaktadır. Medya, etiğe aykırı yayınları yüzünden bir taraftan kişisel, kurumsal ya da sosyal ‘mağdurlar’ yaratabilirken, diğer taraftan da kendi gücünün mağduru konumuna düşebilmektedir. Yani medya, toplumdaki bir kısım fikir, kişi veya grupları ötekileştirme veya marjinal gösterme çabası içerisine girdiğinde kendisi de marjinalleşmekte ve alternatif medya kaynakları yerini doldurmaya başlamaktadır. Bu bağlamda medya kuruluşlarının doğru olmayan, asılsız haberleri yayınlaması, doğrulanmamış söylentiler ve tahminler gerçekmiş gibi kullanması nedeni ile ‘etkililikleri’ maalesef yok denecek kadar azalmaktadır. dirmelerini de içerecek objektif bir puanlama sistemi oluşturularak ‘Başarı Puanlaması’ yapılması ve bu puanlamaların her yıl kamuoyunda yayımlanması; medya kuruluşları arasında etik davranışları teşvik edebilir. Yukarıda incelenen olumsuz etki ve zararları gidermek ve medya sektöründe meslek etiğine uygun çalışmaları cesaretlendirmek açısından, Basın Konseyi nezdinde gönüllü bir ‘Basın Etiği Takip Bürosu’ oluşturularak, medya kuruluşlarına gelen itirazlar, tekzipler, düzeltmeler, şikayetler ve mahkemelerde açılan dava bilgileri yanında pozitif başarı değerlen- Reporters Without Borders, (2008) HANDBOOK for Journalistts -GUIDE PRATIQUE ANGLAIS, Paris: Reporters Without Borders. KAYNAKÇA Altheide, David L. (1993), 'Electronic Media and State Control: The Case of Azscam', The Sociological Quarterly, 34, pp. 53-69. Avşar, Z. (2001), Medyada Klasik Etik Kodları Bir İllüzyon mu?, I. Ulusal Uygulamalı Etik Kongresi Katbı, ODTU, Felsefe Bölümü, 12-13 Kasım 2001, sayfa 112-132 GfK Group, (2007), GfK Trust Index 2007, Nürnberg: GfK Group. Jean Bertrand, C. (2004), Medya Etiği, Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü. Gunter, B. (1987), 'Television and Perceptions of Crime: The British Experience', in his Television and the Fear of Crime, London: John Libbey, pp. 67-89. Hall, P.M. (1988), Asymmetry, Information Control, and Information Technology, pp. 341-356, in Communication and Social Structure, edited by D. R. Maines and C. J. Couch Springfield, III: Charles C. Thomas. Couch, C.J. (1990), Mass Communications and Stale Structures, The Social Science Journal 27: 111 -128. Meyrowitz, J. (1994), "The (Almost) Invisible Candidate: A Case Study in News Judgement as Political Censorship', in M. Aldridge and N. Hewitt (eds), Controlling Broadcasting, Manchester: University of Manchester Press, pp. 93-107. Spitzer, Steven (1987), 'Security and Control hi Capitalist Societies: The Fetishism of Security and the Secret Thereof, in J. Lowman, R. Menzies and T. Palys (eds), Transcarceration: Essays in the Sociology of Social Control, Aldershot: Gower, pp. 4361. 39 Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim GÜNDEM Okul Kıyafetlerini Değerlendirme Çalıştayı Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen Öğrenci Okul Kıyafetlerini Değerlendirme Çalıştayı'nın açılışına katıldı. Çalıştayın açılışında Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar okul kıyafetlerini anlatan bir sinevizyon gösterisi sunuldu. Açılışta konuşan Bakan Çubukçu, öğrenci kıyafetleri konusunda yeni bir değerlendirme yapmak üzere böyle bir çalıştay düzenlendiğini belirtti. "Öğrencilerimiz geçmiş yıllara oranla daha rahat kıyafet giyiyor olsalar bile biz yetişkinlerin düşüncelerinden çok çocuklarımızın her gün giymek zorunda oldukları kıyafetlere ilişkin duygu ve dü- şüncelerinin önemsenmesi gerektiğini vurgulamak isterim," diyen Bakan Çubukçu, çocukların her şeyden önce kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması ve sürece dahil edilmeleri gerektiğini kaydetti. Çocukların ne tür kıyafetler içinde kendilerini daha özgür, daha mutlu ve daha rahat hissettiklerinin, hangi kıyafetleri giydiklerinde derslerde daha katılımcı ve istekli oldukları hususların dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Bakan Çubukçu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yaptığımız bu çalıştayı çocuklarımızı anlamak, onların gelişimlerine olumsuz etki yapan faktörleri tespit etmek için bu yönde bir çaba olarak görüyorum. Eskiden öğret- 40 menin anlattığı, öğrencinin dinlediği bir öğretim şekli eğitim sistemimize hâkimdi. Günümüzde ise artık öğrencilerin daha dinamik, aktif, öğrenmeyi seven, öğrendiklerini uygulayan ve araştıran, sorgulayan, eleştirel düşünen, yaratıcı bireyler olmalarını istiyoruz. Bunun için de etkinlik temelli olarak derslerimizi işliyoruz. Dolayısıyla öğrencilerimiz okul ortamında kendilerini ne kadar rahat hissederlerse başarılarının o kadar artacağına inanıyoruz. Bakanlığıma bağlı öğrenci, öğretmen ve velilerden gelen talep ve şikayetlerden de öğrenci kıyafetlerinde artık yeni bir şekillendirmeye ihtiyaç olduğu açıktır. Nitekim, kıyafet bir toplumun kültürel ve manevi değerlerini yansıtan en önemli unsurlardan birisidir. Ekim 2009 Öte yandan toplumdaki öğrenci algısı ve toplumun öğrenciyi koruyup kollama davranışı da toplumumuzda ağır basan unsurlardandır. Öğrencileri olduğu kadar aileyi ve toplumu da ilgilendiren, öğrenci kılık ve kıyafetleri konusunda tüm paydaşları bir araya getirip bilimsel ve akademik uygulayıcılarla birlikte tartışmanın ve kamuoyuna açmanın en doğru karar olduğuna inancımız nedeniyle bu çalıştayın yapılmasına karar verdik." kan Çubukçu, hem dünyada hem de Türkiye'de devlet okullarında ve özel okullarda çok çeşitli kıyafetlere rastlandığına işaret etti. Bu kıyafetlerin coğrafi, ekonomik ve sosyokültürel boyutlara göre değiştiğine işaret eden Bakan Çubukçu, "Bizim için önemli olan ülkemizin sosyoekonomik düzeyi ve ailelerin gelir düzeyi de dikkate alınarak öğrencilerin gelişim özelliklerine uygun kıyafetlerin belirlenmesi ve bunların kullanılmasıdır" diye konuştu. Okul kıyafetlerinin, "büyümenin ve gelişmenin bir parçası olarak görüldüğünü, bu nedenle dünyada pek çok ülkede kıyafetlerin farklılık gösterdiğini" ifade eden Ba- Çalıştayda, bu konunun hem ekonomik hem sosyokültürel hem de öğrencilerin gelişimleri üzerindeki etkileri bakımından ele alınacağını söyleyen Çubukçu, "Bunun için sadece bir bölgedeki değil, ülke genelindeki tüm çocukları göz önüne alan, dikkatli ve başarılı bir çalıştay gerçekleştirmek zorunluluğu ortadadır" dedi. Çalıştayda konuşan MEB Müsteşarı Muammer Yaşar Özgül de, çalıştayın önemi hakkında bilgi verdi. Çalıştayda, öğrenci kıyafetleri ekonomik, sosyokültürel ve fiziksel gelişim ve eğitim açısından ele alınacak. Bakanlık bürokratlarının, okul müdürleri ve öğretmenlerin, akademisyenlerin, sendika temsilcilerinin, velilerin ve öğrencilerin katıldığı çalıştay, iki gün sürecek. Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen "Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı" konulu çalıştaya katıldı. Konuşmasında çalıştayın ders kitaplarındaki cinsiyet ayrımcılığının engellenmesi amacıyla düzenlendiğini belirten Bakan Çubukçu, "Kadınları geri planda kalmaya 41 koşullandıran cinsiyetçi bakış açısı ve ön yargılar her yerde olduğu gibi eğitimde de açık veya örtülü olarak yer almaktadır" dedi. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Değerlendirme toplantısıyla, bu konuda yapılması gerekenlerin tespitinin, öğretmen ve uzmanlarla cinsiyet eşitliği konusunda bir farkındalığın, duyarlılığın ve bilincin kazandırılmasının hedeflendiğini ifade eden Bakan Çubukçu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kadın ve erkeğin kamusal ve özel alanda her düzeyde eşit fırsatlar ve haklara sahip olmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. Türkiye'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana plan ve politikalara yerleştirme çabalarının bir boyutunu oluşturan yasal düzenlemeler konusunda önemli adımlar attığını belirten Bakan Çubukçu, yapılan düzenlemelerle kadınlara yönelik ayrımcı düzenlemelerin ortadan kaldırıldığını, bu düzenlemelerin kadınların toplumsal hayata katılımlarını sağlayıcı düzenlemeler olduğunu söyledi. "Cinsiyet eşitliği başta zihinlerimizde ve daha sonra da toplumsal ön yargıların yıkılmasıyla gerçekten hayatımıza yansıyacaktır" diyen Bakan Çubukçu, bugüne kadar yapılan yasal değişikliklerin hayata taşınması konusunda ciddi sorunlar yaşan- dığını belirtti. Bakan Çubukçu, çok ileri düzeyde yasal düzenlemeler olmasına rağmen zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilememesi nedeniyle bu hakların çoğunun kağıt üzerinde kaldığını söyledi. Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımı konusunda giderek artan bir hassasiyet görüldüğünün altını çizen Bakan Çubukçu, "Artık kadına yönelik şiddetin doğal bir aile içi mesele olmaktan çıkıp, kamusal bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Şiddet, artık her kesim tarafından kabul edilemez bir olgu olarak karşımıza çıkıyor" diye konuştu. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı'na değinen Bakan Çubukçu, planla eğitimcilerin, eğitim programları materyallerinin toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale getirilmesinin hedeflendiğini anımsattı. Bakan Çubukçu, bu hedefe uygun olarak Talim ve Terbiye Kurulu'nun bünyesinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonu kurulduğunu da ifade etti. Bakan Çubukçu, "Bu çalıştayın kitap yazma ve ince- 42 leme, değerlendirme aşamalarında toplumsal cinsiyet bakış açısının nasıl kavranabileceği konusunda önemli bir açılım sağlayacağına inanıyorum" dedi. Bakanlık olarak eğitimin her alanında kadın ve erkek eşitliğinin sağlanması konusunda gerekli politikaların belirlenmesinde büyük çaba sarf edeceklerini belirten Bakan Çubukçu, yapılacak çalışmaların istenen düzeye ulaşabilmesi için tüm tarafların etkin katılımının sağlanması gerektiğinin önemine dikkat çekti. Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan da değişimin ve gelişimin eğitimle olacağını belirterek, eğitim imkânlarından herkesin eşit şekilde yararlanabilmesinin önemine değindi. Eğitimin her alanında kadın-erkek eşitliğinin sağlanabilmesinin, bu alanda uygulanabilir politikaların belirlenmesine bağlı olduğunu belirten Tufan, bakanlık olarak cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla çalışmalar yapıldığını ve projeler yürütüldüğünü söyledi. Ekim 2009 Uzaktaki Yakınlarımız Projesi Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, yurt dışındaki Türk çocuklarının eğitimlerine yönelik Millî Eğitim Bakanlığının hazırladığı "Uzaktaki Yakınlarımız Projesi"nin, Başkent Öğretmenevi'nde düzenlenen tanıtım toplantısına katıldı. Burada konuşan Bakan Çubukçu, yurt dışında çok büyük Türk nüfusunun yaşadığını belirterek, "1960'lı yıllardan itibaren başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine giden vatandaşlarımız hem ülkelerinin hem de bulundukları ülkenin sosyoekonomik gelişmesine katkı sağlamışlardır" diye konuştu. Her göçün sonunda sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal sorunların ortaya çıktığını belirten Bakan Çubukçu, çeşitli ülkelerde yaşayan vatandaşların çözüm bekleyen sorunları ve ihtiyaçları olduğunu söyledi. "Uzaktaki Yakınlarımız Projesi"nin, yurt dışındaki vatandaşların eğitim ihtiyaçları- na yanıt vereceğini ifade eden Bakan Çubukçu, proje kapsamında ders kitapları, çalışma kitapları hazırlandığını söyledi. Bu kitapların Türk çocuklarının eğitim gördüğü ülkelere gönderileceğini söyleyen Bakan Çubukçu, kitapların yurt dışındaki öğretmenlere, öğrencilere, konsolosluklara, büyükelçiliklere ücretsiz dağıtılacağını bildirdi. Yurt dışında yaşayan vatandaşların sosyal desteğini sağlamak açısından son yıllarda çok önemli adımlar atıldığını belirten Bakan Çubukçu, Türkiye'nin uluslararası bir cazibe merkezi olduğunu ve böylece Türk dili ve kültürüne olan ilginin arttığını söyledi. "Dünyanın dört bir yanında yaşayan soydaşlarımız âdeta bir kültür elçisi gibi çalışmaktadırlar" diyen Bakan Çubukçu, şunları söyledi: "Türkçe, artık çok büyük bir coğrafyada konuşulan, öğrenilen bir dil olmuştur. Türk dilinin konuşulduğu coğrafyalarda Türkler olarak 43 evrensel kültüre ve insanlığa yapmış olduğumuz katkı sayesindedir ki hala dilimiz ve kültürümüz bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Dünyanın her noktasında vatandaşlarımızla çok yakın ilişkiler kurmalıyız, trajik olaylar yaşamamalıyız. Hem Türk olup hem de Türkçe konuşamayan insanlarla karşılaşmamalıyız. Sosyal bir devlet olarak kuşatıcı olmalıyız. Dilimize, kültürümüze ve uzaktaki yakınlarımıza sahip çıkmalıyız. Bu projenin temel ilkesi de budur. Ayrıca bu projenin, Türk dilinin ve kültürünün tanıtılmasında da önemli bir yeri olacağına inanıyorum." Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan da proje kapsamında yurt dışındaki vatandaşlara dilini, kültürünü, tarihini öğretmek amacıyla eğitim materyalleri hazırladıklarını anlattı. Tufan, şunları kaydetti: "Bu çalışmayla Türkçe ve Türk Kültürü dersine giren Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim öğretmenlerimizin, öğrencilerimizin materyal ihtiyacını karşılamış, kültür hizmeti sunmuş olacağız. Öğretmenlerimizin, öğrencilerinin karşısına daha donanımlı gelmelerini sağlayacağız. Kendi kültürünün ve dilinin zenginliklerini bilmeyen, başka kültürlerden haz alamaz ve kültürel farklılığa saygı gösteremez." Millî Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürü İbrahim Özdemir ise yurt dışında okuyan öğrenciler hakkında bilgi verdi, bazı anılarını anlattı. Özdemir, ders kitaplarının hazırlanmasında geç kalındığını ancak bu kitapların daha da geliştirileceğini söyledi. Bakan Çubukçu, çıkışta gazetecilerin soruları üzerine öğretmen atamalarına ilişkin detaylı bilgi verdi. Bakan Çubukçu, 15 bin öğretmen atayacaklarını hatırlattı. Bakan Çubukçu, "Bunların yaklaşık 10 bini sözleşmeli olacak, 5 bini de kadrolu olarak atanacak. Bu bizim Maliye'den daha önce aldığımız kadrolardı. Biliyorsunuz benim Bakan olarak bir açıklamam var, 'Bundan sonra sözleşmeli öğretmen almayacağız' diye. Bu ağustos sürecinden sonra ikinci etap sözleşmelileri kadrolu olarak alacağız. 31 Ağustos-11 Eylül 2009 tarihleri arasında başvurular yapılacak, 14 Eylül 2009 tarihinde ise atamaları yapılacak ve internet yoluyla duyurulacak" dedi. Bakan Nimet Çubukçu, kadroların büyük bir çoğunluğunun okul öncesi eğitim için ayrılacağını ifade ederek, okul öncesi eğitimi zorunlu hale getirdiklerini, önümüzdeki yıl içinde de yaygınlaştırılacağını söyledi. Bir başka soru üzerine, Kasım ayında da öğretmen ataması yapacaklarını, ancak bu atamaların sözleşmeli değil, kadrolu atama olacağını vurgulayan Bakan Çubukçu, "Bundan sonrakiler hep kadrolu olacak" diye konuştu. Bakan Çubukçu, "Okul öncesi için ne kadar kadro düşünülüyor?" sorusuna, ''İlk etapta 10 bin civarındaki atamanın yaklaşık 8 binini okul öncesi eğitim için düşünüyoruz" yanıtını verdi. Bir gazetecinin "Okulların 28 Eylül 2009 tarihinde açılacağına ilişkin bazı söylentiler var. Bu konuda bir gelişme var mı?" sorusu üzerine Bakan Çubukçu, "Şu anda öyle bir şey yok, ama biliyorsunuz ki okulların açılışı da dahil her şey Bakanlar Kurulu'nda görüşülebiliyor. Şu anda böyle bir durum söz konusu değil. 24 Eylülde açılacak diyoruz" dedi. Eğitime Fiziksel Katkı Projesi 5. Protokolü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Millî Eğitim Bakanlığı ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanlığı arasında yeni eğitim kurum- larının yapılması için düzenlenen 5. Protokol'un imza törenine katıldı. Burada konuşan Başba- 44 kan Erdoğan, kendi jenerasyonunun bodrum katlarında beden eğitimi dersi gördüğünü, okul bahçelerinde basketbol, voleybol oynamak gi- Ekim 2009 bi şansları bulunmadığını belirtti. Başbakan Erdoğan, "Ama şimdi bu spor salonlarını yapmak suretiyle biz hep şu talimatı veriyoruz Millî Eğitim Bakanlığı’na; hafta içi öğrencilerimize, hafta sonu da buraları ailelere açalım" diye konuştu. Başbakan Erdoğan, bu şekilde gençlerin spordan çok daha fazla istifade etmesine, öte yandan ailelerin de spor yapmasına imkan hazırlamayı hedeflediklerini anlattı. Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın bünyesinde farklı yapılanmalar geliştirdiklerini, Kredi ve Yurtlar Kurumu’nu Millî Eğitim Bakanlığı’ndan alarak bu bakanlığa bağladıklarını aktaran Erdoğan, şöyle devam etti: "Zira gençlik bizim çok önemli bir sorunumuz. Bakınız sulu kuru, bakıyorsunuz her türlü kötü alışkanlıklar gençliğimizde var. Bu tabii gençliğimizin çok çok arzu edilmeyen yerlere doğru kaydığını gösteriyor. Eğer suç oranlarında bazı konularda artışlar varsa, bu tabii ebeveynler olarak bizim okullarımızdaki eğitim anlayışının, devlet olarak, Hükümet olarak yine şüphesiz ki eksiklerimiz olduğunu gösteriyor. Sorunlar var. Eğer kara haber- ler, kötü haberler duymak istemiyorsak, yavrularımızın bu istenmeyen durumlara düşmesini istemiyorsak, burada tabii devlet-millet el ele vereceğiz ve burada çocuklarımızı çok daha iyi yetiştirmek suretiyle, bu kötü alışkanlıklardan da kurtarmak suretiyle yavrularımızı bu ülkenin aydınlık geleceğinde birer köşe taşı olarak görmek istiyoruz. Ve bunun için tabii ki okullarımızın çok büyük önemi var, ama anne-babalar olarak bizlerin de çok büyük görevi var. Ben halkımızın, iş adamlarımızın, hayırseverlerimizin bu tür kampanyalara sağlamış olduğu desteklerden ötürü de ayrıca büyük bir heyecan ve memnuniyet duyuyorum." Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin inşasındaki dört temel taşın; eğitim, sağlık, adalet ve ekonomi olduğunu vurgulayarak, göreve geldiklerinde Türkiye'yi bu dört temel taş üzerinde yükselteceklerini söylediklerini aktardı. O dönemde eğitimin bütçede gerilerde olduğunu vurgulayan Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: "Ama biz onu birinci sıraya taşıdık. Tabii ki şu anda eğitime verilen destek yeterli mi? Hayır değil, daha fazla verilmesi lazım, ama şu anda bir numaralı desteği 45 eğitim alıyor. Eğitime verdiğimiz destek geçmişle mukayese edilmeyecek seviyede fazla. Bakınız, göreve geldiğimizde eğitimin millî bütçeden aldığı destek 7,5 milyar TL idi, bu yılın bütçesinde ise 27,5 milyar TL olmuştur. Buradan buraya gelmiştir. Bu, eğitime ne denli destek verdiğimizin en açık ifadesidir. Bu, yüzde 267'lik bir artıştır. Fakat yeterli görmüyoruz." Kendi öğrencilik döneminde ders kitaplarını bulamadıklarını, üst sınıflardaki öğrencilerden istediklerini, onlar da vermeyince teksir makinesinden çıkmış notları bile alamadıkları için kendi ders notlarını tuttuklarını anlatan Başbakan Erdoğan, bu defterlerden bazılarını hâlâ sakladığını dile getirdi. O çileleri çektikleri için şimdiki öğrencilerin bunları yaşamasını istemediklerini, ilk ve orta öğretim öğrencilerine zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin birinci hamur kağıda basılı ders kitapları verdiklerini vurgulayan Başbakan Erdoğan, bu yıl da aynı şekilde öğrencilerin kitaplarını okullar açıldığında sıraların üzerinde bulacağını söyledi. Bazılarının, "Fakire veri- Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim yorsunuz anladık da zengine niye veriyorsunuz?" dediğini, kendisinin de "Öğrencinin zengini, fakiri olmaz" yanıtı verdiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, bütün öğrencilere Ders Kitabı Dağıtma Projesi'nin 7 yıldır başarılı bir şekilde sürdüğünü, bunun için de Millî Eğitim Bakanlığı’nda bugüne kadarki bakanlardan bürokratlara herkese teşekkür ettiğini belirtti. Başbakan Erdoğan, ayrıca 133 bin dersliğin yapımının tamamlanarak eğitim-öğretimin hizmetine sunulduğunu belirterek, 9. Kalkınma Planı'nda genel orta öğretimde belirlenen hedefin, öğrenci sayısını derslik başına 30 kişiye düşürmek olduğunu hatırlattı. Bu hedefe 2013 yılında ulaşılmasının öngörüldüğünü, ancak daha şimdiden bu sayıya çok yaklaşıldığını anlatan Başbakan Erdoğan, "120-125 kişinin okuduğu derslikler vardı. Bunları yaşadı Türkiye. Mesela ben orta öğretimde okuduğumda 75 arkadaş aynı derslikte okurduk İstanbul'da... Bunları 2013 itibariyle inşallah 30 öğrenciye düşüreceğiz. Ve bu hedefi 5 yıl öncesinden büyük oranda tutturmuş vaziyetteyiz, ama yeterli görmü- yoruz, koşturuyoruz" diye konuştu. Başbakan Erdoğan, derslik başına öğrenci sayısının ilköğretimde 32'ye indiğini de vurguladı. "Haydi Kızlar Okula" kampanyasına da değinen Başbakan Erdoğan, o dönemde okul çağında olan ve eğitimine devam etmeyen 780 bin çocuk bulunduğunu ve eşi Emine Erdoğan'ın da görev aldığı bu kampanya çerçevesinde, bugüne kadar yaklaşık 350 bin öğrencinin eğitime kazandırıldığını bildirdi. Ramazan ayında fakir aileleri ziyaret ettiğini ve Ankara Çankaya'da 2 yıl önce ilköğretimi bitiren bir kız çocuğunun maddi yetersizlik nedeniyle okula gönderilmediğini öğrendiğini anlatan Erdoğan, hemen bu kızın ortaokula başlaması için okul, burs ve gerekli şeyleri ayarladıklarını aktardı. Daha sonra gittikleri başka bir evde, yine aynı durumla karşılaştıklarını söyleyen Başbakan Erdoğan, "Biz sürekli valilerimizi, kaymakamlarımızı uyarıyoruz; 'aman' diyoruz, 'dolaşın. Size ulaşamıyorlar.' 'Efendim bize ulaşırlar'. Hayır ulaşamıyorlar. Nerede fakir var, muhtarları 46 toplayın, sorun ve o yerde çocuklar acaba okula gidiyor mu? Eğer gitmiyorsa, ne yapıp yapıp göndereceğiz ve bunları da üstleneceğiz. Bizim için eğitimdeki, okumanın önündeki bir engel para olmayacak, bunu bir defa kaldırmamız lazım. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonumuz var. Biz bu Fon'dan çocuklarımızı okutabiliriz" diye konuştu. Başbakan Erdoğan, 8 ve üzerinde dersliği olan tüm okullara da bilişim ve teknoloji sınıfları kurulduğunu, bu sayının 28 bin 939'a ulaştığını belirterek, "Yani artık bilgisayar eğitiminin olmadığı okul yok durumuna gelmiştir, yüzde 100'lere ulaşmıştır diyebiliriz. 722 bin 240 bilgisayar dağıttık tüm okullarımıza. Bugün Patnos'a gidin, bakarsınız orada bilişim sınıfı var" şeklinde konuştu. Başbakan Erdoğan, 81 vilayetin 81'inde de artık üniversite bulunduğunu, bunlardan eksikleri olanların eksiklerini de giderdiklerini vurgulayarak, üniversiteye girişte başarının da yıldan yıla artış göstereceğini kaydetti. Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Hiçbir evladımızın, ‘okul Ekim 2009 yoktu, para yoktu, yol yoktu, kitap, defter, kalem yoktu, bundan dolayı okuyamadım’ demesine sıcak bakmıyoruz. Artık çocuklar gelip bizden ekmek, para istemiyor. Bakıyorum, 'Başbakanım' ya da 'Başbakan amca' ya da 'Tayyip Amca bana lap top alır mısın?' diyor. İş buraya geldi. Bu, tabii çok önemli bir gelişme. Artık yavrularımızın bakışı farklılaşmaya başladı. Öyleyse bu süreci de hep birlikte güçlendirmemiz ve elimizi taşın altına koymamız lazım. Zira hayatın telafisi yok. Ve hayatın güçlendirilmesinde eğitimin yeri çok, ama çok önemli. Eğitimde sıkıntıların olduğu bir Türkiye'yi yaşatmak istemiyoruz. Türkiye'nin son 7 yılda ulaştığı seviye, aydınlık geleceğin de müjdecisi. Yeter ki birbirimize inanalım, güvenelim, sevelim. Biz, el ele verirsek, el birliği yaparsak hiçbir güç Allah'ın izniyle bizi yolumuzdan döndüremez." Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Millî Eğitim Bakanlığı ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) arasında yeni eğitim kurumlarının yapılmasını içeren 5. Protokol'ün imza töreninde yaptığı konuşmada, İMKB' nin eğitime verdiği desteğe teşekkür etti. Değişen dünya koşullarının, eğitimi ve bilgiyi her şeyin önüne geçirdiğini ifade eden Çubukçu, "Göreve geldiğimiz günden başlayarak, insana ve eğitime yatırım yapmakta geç kalan ülkemizde bu geç kalmışlığı telafi edecek adımları atmak, en önemli önceliklerimizden biri oldu. Türkiye'nin, bütün illerini kuşatan bir eğitim seferberliğini, hızımızı kesmeden, heyecanımızı yitirmeden sürdürüyoruz" diye konuştu. Türkiye'de her düzeyde eğitimin, uzun yıllara dayanan kökleşmiş sorunlarının bulunduğunu, öte yandan dinamik bir süreç olan eğitim hizmetinde bütün sorunlardan arınmış bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığını da vurgulayan Bakan Çubukçu, halihazırda Türkiye'de eğitim sistemine ilişkin sorunlara bakıldığında başta okullaşma oranları olmak üzere fiziki mekan, teknolojik altyapı, öğretmen sayısı ve kalitesi, rehberlik ve müfredat gibi alanlarda daha çok çalışmaları gerektiğinin görüldüğünü söyledi. Bakan Çubukçu, geçtiğimiz 5-6 yılda bu problemlerin çözümü yolunda önemli me- 47 safeler alındığını ve giderek eğitime ilişkin temel problemlerini halletmiş bir Türkiye'ye doğru yaklaşıldığını söyleyebileceklerini ifade ederek, "Sayın Başbakanımızın güçlü liderliğinde millî eğitimde bir yenilikle atılım dönemi yaşanmıştır. Yapılan eğitim yatırımları, bütçe imkanlarının genişletilmesi ve gönüllü halk katkısı ile eğitimde bir milat yaşanmıştır" dedi. Bugün ulaşılan noktanın hem nitelik, hem de nicelik açısından gurur verici boyutlarda olduğuna işaret eden Çubukçu, şunları kaydetti: "Ülkemizde aktif kullanımda bulunan yaklaşık 470 bin dersliğin 135 bini, 2002'den bu yana hizmete açılmıştır. Bu yeni dersliklerle yaklaşık 7 milyon öğrencilik ek kapasite oluşturulmuştur. Hiç kuşkusuz özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşlarımızın gönüllü katılımları, eğitime ilişkin sorunları çözerken bizlere büyük güç vermektedir. 135 bin dersliğin, yaklaşık dörtte biri 'Eğitime Yüzde 100 Destek Kampanyası' çerçevesinde yapıldı." Millî Eğitim Bakanlığı ile İMKB arasında yeni eğitim kurumlarının yapılması yolundaki ilk işbirliğinin 1998 yı- Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim lında imzalanan bir protokolle başladığını anımsatan Bakan Çubukçu, o günden bugüne ülke genelinde birçok eğitim kurumumun yapıldığını, bugün imza törenini gerçekleştirdikleri 5. Protokol'ün de eğitime ciddi katkılar sağlayacağını söyledi. İMKB Başkanı Hüseyin Erkan da 32 milyon lira ile başlanan projeyle İMKB'nin 12 yıldır eğitime desteğinin aralıksız sürdürdüğünü be- lirtti. Başkan Erkan, bugün imzalanan "Eğitime Fiziksel Katkı Projesi 5. Protokolü" ile de Millî Eğitim Bakanlığı’na yine mevcut İMKB Eğitim Fonu'ndan karşılanmak üzere 100 milyon lira daha kaynak tahsis edilerek Türkiye genelinde yeni eğitim kurumlarının yapılmasının planlandığını bildirdi. İMKB'nin, proje kapsamında eğitime katkı tutarının bugün imzalanan yeni proto- 48 kolle 1,4 milyar liraya ulaştığını ifade eden Başkan Erkan, "Bu destekle ülkemiz genelinde toplam 400 adet okul, fakülte ve üniversite binası inşa edilmiş ve 200 binin üzerinde öğrencimize eğitim ve öğretim imkanı sağlanmış olacaktır" dedi. Konuşmaların ardından Başbakan Erdoğan, Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve İMKB Başkanı Hüseyin Erkan'la protokolü imzaladı.