Çaylık Nisan 2014
Transkript
Çaylık Nisan 2014
ÇAYKUR’un AYLIK YAYınıdIR. Nisan 2014 • Sayı 11 Çaykur’dan 23 Nisan ’a özel resim yarışması “Çaykur, hayatımıza değer kattı’’ “Rize’nin Yıldızları’’ndan Çaykur’a ödül Çaykur’un Araştırma Enstitüsü 90 yaşında [sunuş] Çaykur’un Araştırma Enstitüsü 90 yaşında Bundan tam 90 yıl önce kuruldu Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü. “Çayın Babası” Zihni Derin tarafından Rize’de kurulan ve Çaykur’a bağlı olarak sürdürdüğü faaliyetlerle değer yaratan Enstitü, birbirinden önemli projeler üretmeye, çay tarımını daha ileri noktalara taşımaya ilk günkü heyecanıyla devam ediyor. Enstitü bünyesinde kısa bir süre önce kurulan Doku Kültürü Laboratuvarı ise modern tarım yöntemleri kullanılarak, yeni ve üstün kalitede çay tipleri elde edilmesi yönünde önemli bir Araştırma-Geliştirme yatırımı olarak öne çıkıyor. Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün yürütmekte olduğu tüm projeleri Enstitü çalışanlarından dinledik. Bu ay Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürlüğümüzün konuğu olduk. Kurum içinden yetişmiş deneyimli bir yönetici olan Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürümüz Sinan Yılmaz’la Çaykur için bölgede yürütülen satış ve pazarlama faaliyetlerini, bölge için hedefleri konuştuk. Ardından Malatya’ya uzanarak, yıllardır bu ilimizde Çaykur bayiliği yapan Diriler Gıda ve Avrupa Gıda’nın yöneticilerine misafir olduk. Bayilerimiz, Çaykur’un bu bölgedeki hâkimiyetini artırmak için yaptıkları çalışmaları anlattılar. Bu sayımızda da Çaykur ailesine emek veren çalışan ve emeklilerimizi sizlerle buluşturmaya devam ediyoruz. “Emek Verenler” sayfamızda Çaykur emeklisi marangoz Ali Baloğlu, “Paydos” sayfamızda usta terzi Nihat Çolak, “Pozitif” sayfamızda kemençe tutkunu Mustafa Metin, “Hobilerimiz ve Biz” sayfamızda ise çocukluğundan beri olta balıkçılığı ile ilgilenen Selami Aslankaya, hikâyelerini bizlerle paylaştı... Bu ay 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyoruz. Çaykur’un çocuklar için hazırladığı 23 Nisan sürprizini dergimizin ilerleyen sayfalarında bulacaksınız. Keyifli okumalar dileğiyle… NİSAN 2014 [3] 6 ATATÜRK ÇAY VE BAHÇE KÜLTÜRLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ 90’INCI YILINI KUTLUYOR KAPAK KONUSU s. 12 14 6 içindekiler “Çaykur’suz ve kemençesiz bir hayat 18 BAYİLERİMİZ 20 Pozİtif 22 ÇAYA GÖNÜL VERENLER 26 Paydos 28 EMEK VERENLER 30 HOBİLERİMİZ VE BİZ 32 GÜNCEL düşünemem” POZİTİF 36 SAĞLIK s. 20 38 EĞİTİM 42 HOBİLERİMİZ VE BİZ s. Türk ve dünya çocuklarının 30 bayramı kutlu YaYIN KURULU Süleyman Pınarbaş, Yavuz Sütlüoğlu, Aycan Totkanlı, Necla Yeşildağ, Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu Mine Türkün, Duygu Durgun Köseoğlu, Cansu Cangöz, İkbal Erdoğan Karçe Mustafa Metin: “Çaykur’suz ve kemençesiz bir hayat düşünemem” Çayın ustalarına, saygıyla... YAYINLAYAN Nihat Çolak: “Çaykur, hayatımıza değer kattı” Ali Baloğlu: “Çaykur bizim velinimetimiz” Duygu Durgun Köseoğlu (Editör) Türk ve dünya çocuklarının bayramı kutlu olsun Doğa Özkan (Sanat Yönetmeni) Bahar hastalıkları kapınızı çalmasın Metin Özkan, Ahmet Akgül (Grafik Tasarım) Bir lisan bir insan TEKNOLOJİ GÜNLÜĞÜ l l Seyit Göktepe (Redaksiyon) Mars’ta beş yıldızlı otel Duyguların vücut haritası çıkarıldı 46 GEZİ GÜNLÜĞÜ Dilan Karadağ (Muhabir) Ölçülü ve dengeli beslenmenin sırrı: Ayurveda Caner Kasapoğlu (Fotoğraflar) “Malatya, Malatya bulunmaz eşin” 50 SERBEST KÜRSÜ GEZİ GÜNLÜĞÜ GÜNCEL [4] NİSAN 2014 Lale Filoğlu, Ülkü Karaosmanoğlu (Yayın Danışmanları) “Bir ailem, bir de deniz... İşte benim mutluluğum” s. “Bir ailem, bir de deniz... İşte benim mutluluğum...” Yayın Yönetmeni Süleyman Pınarbaş (Genel Müdür Yardımcısı) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Necla Yeşildağ (Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü) “Malatya’da Çaykur için tek yürek olduk” YAŞAM olsun! Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü Sinan Yılmaz: “Bölgemizde Çaykur tiryakisi illerimiz Elazığ ve Malatya” 44 Sahibi ÇAYKUR Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü adına İmdat Sütlüoğlu (Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür) HABER BÖLGELERİMİZ “Çaykur, hayatımıza büyük değer kattı” “Rize’nin Yıldızları’’ndan Çaykur’a ödül Çaykur araştırmaya yatırım yaparak büyüyor l Çaykur, Kanada’da düzenlenen SIAL Fuarı’nın gözdesiydi l Gürcistan Çay Araştırmaları Enstitüsü ile işbirliği l 16 26 Çaykur’dan haberler l Ulusal Çay Konseyi Türk çayının markalaştırılması yolunda el ve gönül birliği… s. Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü 90’ıncı yılını kutluyor PAYDOS KAPAK KONUSU s. 32 46 Cemal Sahir Sokak No: 26 - 28 Profilo Plaza A Blok Kat: 2 Mecidiyeköy / İstanbul T: 0 212 337 51 00 pbx BASKI VE RENK AYRIM Elma Bilgisayar ve Basım 0 212 697 30 30 NİSAN 2014 [5] [Kapakkonusu] ATATÜRK ÇAY VE BAHÇE KÜLTÜRLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ 90’INCI YILINI KUTLUYOR Çaykur’un Rize’de yeşille ve denizle buluşabileceğiniz en güzel noktalardan biri, kent sakinlerinin “Ziraat Çay Bahçesi’’ olarak adlandırdığı bir çay bahçesi. Kenti kuşbakışı görüp sevdiklerinizle hoşça zaman geçirebileceğiniz; zengin botanik bahçesinde gezebileceğiniz bu mekân çay sektörüne yön veren araştırmaların yapıldığı, projelerin üretildiği bir merkez olan Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’ne de ev sahipliği yapıyor aynı zamanda. Bu yıl 90’ıncı yılını kutlayan Enstitü’yü ziyaret ederek son dönemde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi aldık. Araştırma Geliştirme merkezi Türkiye’de çay tarımının başlamasına ve yayılmasına öncülük eden, “Çayın Babası’’ olarak bilinen Zihni Derin tarafından kurulan Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü, birbirinden değerli proje ve araştırmalarla bu yıl 90’ıncı yaşını kutluyor. Çay sektörünün “araştırma-geliştirme merkezi” olarak nitelendirebileceğimiz Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün temel faaliyetleri arasında tarım, teknoloji, kimyabiyokimya, pazara hazırlama ve tarımsal ekonomi konularında araştırmalar yapmak, çay üreticisi ülkelerdeki gelişmeleri takip etmek ve sürdürülebilir bir çay tarımı için projeler geliştirerek uygulamak başta geliyor. Bünyesinde bulunan Çay ve Kivi Araştırma ve Geliştirme Kısım Müdürlüğü, Teknoloji Kısım Müdürlüğü, Toprak Kısım Müdürlüğü, Mücadele Kısım Müdürlüğü, Deneme ve Is- [6] NİSAN 2014 lah Kısım Müdürlüğü, Biyokimya Kısım Müdürlüğü ve İdari Mali İşler Kısım Müdürlüğü ile faaliyetlerini sürdürmekte olan Çay Araştırma Enstitüsü, çaya yön veren araştırmalara 90’ıncı yılında da devam ediyor. 2014’ün en büyük yatırımı Doku Kültürü Laboratuvarı Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün son yıllarda gerçekleştirdiği projeler arasında, TÜBİTAK ve Yeditepe Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen “Çayda Çeşitlilik’’, “Çay Çöpünden Organik Gübre Elde Etme’’ ve “Çaylık Alanların Yenilenmesi’’ projeleri öne çıkıyor. Ayrıca 2014 yaz döneminde faaliyete geçmesi planlanan Doku Kültürü Laboratuvarı 90’ıncı yıl kapsamında gerçekleştirilen en önemli Araştırma-Geliştirme yatırımı olarak dikkat çekiyor. Enstitü bünyesinde hâlen 15’e yakın araştırma projesi yürütüldüğünü ifade eden Çay Araştırma Enstitüsü Müdürü Ali Kaboğlu, hedeflerini “Türk çayının dünyada markalaşması’’ doğrultusunda koyduklarını belirtiyor. Kaboğlu, Çay Araştırma Enstitüsü’nün vizyonunun bu hedef paralelinde “Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kaliteli çay üreterek organik tarıma geçmek’’ şeklinde belirlendiğini söylüyor. Enstitü’nün, bugününü de kapsayacak şekilde, geçtiğimiz 10 yıllık süreçte büyük bir atılım içinde olduğunu vurgulayan Kaboğlu, ekipman ve teknik ihtiyaçların giderilmesi doğrultusunda yakın zamanda yapılan kaynak aktarımının yürütülen çalışmalara ciddi anlamda olumlu bir etkisinin olduğunu belirtiyor. Gıda, ziraat, biyoloji disiplinleri başta olmak üzere özverili bir mühendis ve çalışan kadrosuyla faaliyetlerini sürdüren Çay Araştırma Enstitüsü’nde 2014 yılında yapılan en büyük yatırımın NİSAN MART 2014 [7] [Kapakkonusu] Doku Kültürü Laboratuvarı’nın kurulması olduğunu belirten Kaboğlu, bu yatırım sayesinde, çay bitkisinden elde edilen dokulardan daha kaliteli çay tipleri geliştirileceğini ve çay tarımının sürdürülebilirliğinin güvence altına alınacağını vurguluyor. Laboratuvarın faaliyete geçmesiyle beraber, Endonezya, Sri Lanka gibi farklı ülkelerden çay fidanlarının Rize’ye getirilmesi ve bölgeye adapte edilmesi yönünde de bir çalışma yapılacağını aktaran Kaboğlu, “Hem Türk damak tadına uygun hem de Avrupa pazarında ses getirecek farklı çeşitlerde çaylarımızı (yeşil çay ve siyah çayla beraber ) tüketicilerimize sunmak istiyoruz,”diyor. Organik tarıma geçişte üreticiye rehberlik Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün “kaliteli çay üretimi’’ hedefine paralel olarak yürüttüğü çalışmalardan biri de organik tarıma geçiş konusunda üreticiye rehberlik etmek. Kaboğlu bu kapsamda yürütülen çalışmaları şöyle anlatıyor: “Çayda kaliteyi [8] NİSAN 2014 belirleyen en önemli faktör toprak yapısıdır. Aslında organik madde toprağımızda fazla miktarda bulunuyor. Ancak geçmiş yıllardan gelen alışkanlıklar, çay bitkisinin topraktaki mikro besin elementlerini çok düşük seviyede alması, toprağın yeterince havalandırılmaması ve kazılmaması gibi faktörler çayda kalite açısından çeşitli handikaplar yaratıyor. Biz bu sıkıntıları aşmak amacıyla, son iki senedir, Çaykur olarak üreticiyi yönlendiriyoruz. Organik tarım, bu sıkıntıyı aşmanın tek yolu. Bu kapsamda, Enstitü olarak, çay çöpünden organik gübre üretimine başlamış bulunuyoruz. Gerçekleştirdiğimiz pilot çalışmada üç farklı çeşitte gübre elde ettik. Bu yılın şubat ayı itibarıyla Senoz Vadisi ve Hemşin bölgemizde ilk denemelere başladık’’. Çay çeşitliliğini artırmak için modern yöntemler Çay Araştırma Enstitüsü’nün Yetiştiricilik ve Islah Birimi çayda kalite için yapılan Araştırma-Geliştirme çalışmalarının merkezi konumunda. Yetiştiricilik ve Islah Kısım Müdürü Ayhan Haznedar, çay tarımındaki temel problemlerin çözümü kapsamında yürüttükleri çalışmaları anlatıyor. Haznedar, Doğu Karadeniz’de ilk çay bahçelerinin 1938 yılında tohum dikimiyle açıldığını ancak tohum yönteminin modern tarımda artık yerinin olmadığını, dahası, dünyanın çay üreten diğer ülkelerinde bu yöntemin yasaklandığını vurgulayarak, sözlerine şöyle devam ediyor: “Tohumla üretim yöntemi hammaddenin kalitesi ve verimliliği açısından iyi bir yöntem değildir. Japonya, Sri Lanka, Kenya gibi ülkeler bu yöntemi terk etmiştir. Biz de ülkemizde yeni çay çeşitleri üretimi konusunda önemli bir çalışma başlatarak bu çeşitleri klonlama yöntemiyle üretme yoluna gidiyoruz. Mevcut çeşitlerimize ek olarak, dünyada tespit edilen çay çeşitlerini de buraya getirip çeşitli denemelere başlamayı hedefliyoruz. Bu amaçla kurduğumuz Doku Kültürü Laboratuvarı modern tarım yöntemlerini uygulamak yönünde attığımız en önemli adım. Burada yapacağımız ıslah çalışmaları kapsamında yeni ve üstün kalitede, ‘elit’ çay tipleri elde etmeyi amaçlıyoruz’’. Çay Araştırma Enstitüsü bünyesinde kurulan Doku Kültürü Laboratuvarı’nın Türk çay sektörünün geleceği ve sürdürülebilirliği açısından önemli çalışmalara imza atacağını ifade eden Haznedar, çay tarımında genetik anlamda daha dayanıklı ve farklı çeşitte çay tipleri yetiştirmenin küresel iklim değişikliği nedeniyle artık bir zorunluluk olduğunu da sözlerine ekliyor. “Üreticinin taleplerine duyarlı ve çözüm odaklıyız’’ Çay Araştırma Enstitüsü bünyesindeki Toprak ve Bitki Besleme Kısım Müdürlüğü ise birim bünye- sindeki çalışmalarını Çaykur’un Doğu Karadeniz havzasını baştanbaşa bir organik tarım alanına dönüştürme hedefi doğrultusunda sürdürüyor. Kısım Müdürlüğü görevini yürüten Pınar Özer bu hedef doğrultusunda çay topraklarının verimliliği üzerine araştırmalar yaptıklarını ve önerilerde bulunduklarını belirtiyor. Bitki Koruma ve Mikrobiyoloji Kısım Müdürü Reyhan Sekban ise Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çayı olumsuz yönde etkileyen bir hastalık potansiyeli bulunmamasını çok önemli bir avantaj olarak nitelendiriyor. Enstitü olarak, üreticilerden gelen talepler doğrultusunda bahçelerde incelemeler yaptıklarını ve üreticilerin sorunlarını dinlediklerini anlatan Sekban, daima çözüm odaklı çalıştıklarının altını çiziyor. Çaykur, dünyada da ayrıcalıklı bir konuma sahip Enstitü’de Teknoloji Kısım Müdürlüğü görevini sürdüren Şaziye Ilgaz ise Çay Araştırma Enstitüsü olarak Uluslararası Standartlar Enstitüsü (ISO) ve Dünya Çay Konseyi çalışma grupları ile yürüttükleri projeler hakkında bilgi veriyor. “Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü olarak dünyadaki diğer çay enstitüleri ile ilişkilerimiz ve bilgi alışverişimiz üst düzeyde seyrediyor. Japonya’da Türk çayını tanıtan sunumlar yaptık. Japonlar’ın Türk siyah çayına çok özel bir ilgisi olduğunu gözlemledik. Enstitü olarak dünyadaki tüm çay enstitüleri ile diyaloğumuz ( Kenya ve Arjantin dışında ) devam ediyor. Kenya ve Arjantin’de bu tür çalışmalar henüz yeterince olgunlaşmadığı için bu ülkelerle temaslarımızın yoğun olmadığını söyleyebiliriz’’ diyen Ilgaz, çay üreticisi yabancı kurumlara kıyasla Çaykur’un dünyada da çok özel bir konumu olduğunun altını çiziyor: “Çaykur gibi, çayı bahçeden alıp işleyen, pazarlamasını da yine kendisi yapan başka bir kurum yok dünyada. İngiltere’de çay üreticisi firmalar çayı piyasadan alıp işliyor ve pazarlamasını yapıyorlar. Çaykur ise, herhangi bir çay üreticisinden farklı olarak, üreticinin hep yanında olan, üreticiyi eğiten ve geliştiren bir misyona sahip. Üretici, Çaykur tarafından garanti altına alınmış olmanın avantajını yaşıyor. Çaykur’un bu misyonunu Çay Araştırma Enstitüsü’ndeki çalışmalarımızda da benimsiyoruz’’. NİSAN 2014 [9] [Kapakkonusu] cisiyim. Bütün bu açılardan bakacak olursak, Çaykur çayının dünya çayları ile kıyaslandığında her zaman önde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca milli içeceğimizin üreticisi olması Çaykur’a duyduğumuz sevgiyi daha da artırıyor. Bir üretici olarak, Çay Araştırma Enstitüsü bünyesindeki çalışmalardan yararlanıyor musunuz? Burada öğrendiğim bilgiler bana elbette rehberlik ediyor. Ayrıca çevremdeki üreticilere de bu bilgileri mümkün olduğunca aktarmaya çalışıyorum. Ben çayda kalitenin bahçede başladığına inanırım. Bahçeden kaliteli ürün gelirse fabrikadaki üretim de kaliteli olur. Bunun sonucu olarak, tüketiciye ulaştırdığımız ürün de beğenilir. “Bizim işimiz Çaykur çayını herkese sevdirmek’’ Abdullah Eyüboğlu, Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü Biyokimya Laboratuvarı’nda sekiz yıldır laborant olarak görev yapıyor. Fabrikalardan gelen çayın kalite-kontrol analizlerini yaparak kaliteli çayın nihai tüketiciye ulaştırılmasında kilit rollerden birini üstlenen Eyüboğlu, “Çaykur bizim sevdamızdır,’’ diyor... [10] NİSAN 2014 Sizi tanıyabilir miyiz, ne zamandan beri Çaykur’dasınız? 1967 yılında Trabzon-Of’ta doğdum. Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nde 2005 yılından bu yana çalışıyorum. Burada adeta bir aile ortamında, keyifle çalışıyoruz. Çaykur’u ikinci evimiz olarak kabul ediyoruz. Karadeniz’in olmazsa olmazlarından biri niteliğindeki kurumumuz bölge ekonomisi açısından çok büyük bir değer üretiyor. Burada yaşayan her ailede bir Çaykur çalışanı veya emeklisi mutlaka vardır. Çaykur bizim en büyük sevdamızdır. Görevinizin kapsamını anlatır mısınız? Laboratuvarımızda fabrikalardan aldığımız çayların kalite-kontrol analizlerini yapıyoruz. Analizlerimizi TSE ve ISO’nun belirlediği standartlar izinde gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, “Çaylık alanların yenilenmesi’’ projemiz kapsamında model bahçelerimizde üretilen kaliteli çelikler üzerinde analizler yapıyoruz. Çaykur ürünlerinin kalitesinden siz de sorumlusunuz bir bakıma… Ben hem üreticiyim hem Çaykur çalışanıyım. Aynı zamanda bir Çaykur tüketi- Kaliteli ürün elde etme sürecinde sizin de önemli bir sorumluluğunuz var. Bu size neler hissettiriyor? İşimin sorumluluğunu her zaman hissediyorum. Hatta yaşadığım bir anıyı paylaşmak isterim. Bir gün Ankara’da bir markette yabancı menşeli çay alan bir çift gördüm. Elime bir paket Çaykur Altınbaş Çayı alarak yanlarına gittim. Kendimi tanıttım. Çaykur’da laborant olarak çalıştığımı söyledim. Altınbaş Çayı’nı kullanmalarını, memnun kalmazlarsa beni aramalarını rica ettim. Aradan kısa bir süre geçti. Beni aradılar ve çaydan duydukları memnuniyeti anlattılar. Hatta buradan birkaç paket Çaykur çayı göndermemi istediler. Sanıyorum onları da Çaykur çayına alıştırmış oldum. Bu, benim için unutulmaz bir anıdır. Laboratuvardaki göreviniz dışında neler yaparsınız; bir hobiniz var mı? Hafta sonları köyümde çaylığımla uğraşıyorum. Çaylıkta çalışmak benim için büyük keyif. Of, Rize’ye çok yakın olduğu için ulaşım da sorun olmuyor. Benim için gezmek, bahçemle ilgilenmek anlamına geliyor bu iki nokta arasındaki seyahat... Çaykur Çay Araştırma Enstitüsü’nün Tarihçesi Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 1924 yılında 60 dekarlık bir alan üzerinde “Narenciye Fidanlığı” adı altında, Zihni Derin tarafından kuruldu. Narenciye Fidanlığı’nın ilk amacı, Rize vilayeti ile Borçka kazasında fındık, portakal, limon, mandalina ve çay yetiştirilmesini sağlamak ve bu yöndeki faaliyetleri geliştirmekti. Fidanlık 1945 yılında “Bahçe Kültürleri İstasyonu” adını alarak meyve ve çay fidanı üretimiyle ilgili çalışmalarına devam etti. Bu çalışmalar neticesinde bölge halkının yaş çay üretimine yönelmesi sağlandı ve çaylık alanlarda büyük bir artış yaşandı. Çaylık alanlardaki artışa paralel olarak artan hammaddenin mamul ürün haline getirilmesi konusundaki çalışmalara da öncülük edildi. Çay sektörüyle ilgili olarak ortaya çıkan bilimsel, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü konusunda öncülük eden Enstitü’nün 1958 yılında “Bahçe Kültürleri İstasyonu” olan ismi “Çay Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü” olarak değiştirildi ve Tarım Bakanlığı’na bağlandı. 1973 yılında, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (Çaykur) bünyesine alınan Enstitü, 1984 yılı sonlarına kadar faaliyetlerine bu isim altında devam etti ve bu tarihten sonra Çay Enstitüsü Başkanlığı ismini aldı. 29 Ocak 1990 tarihinde ismi Çay Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü olarak değiştirilen ve daha sonra tekrar Çay Araştırma Enstitüsü Başkanlığı haline getirilen Enstitü, 1997 yılından bu yana çalışmalarını “Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü” adı altında sürdürüyor. Kaynak: www.biriz.biz/cay NİSAN 2014 [11] [çaykur’danhaberler] Çaykur, Kanada’da düzenlenen SIAL Fuarı’nın gözdesiydi “Rize’nin Yıldızları’’ndan Çaykur’a ödül Çaykur araştırmaya yatırım yaparak büyüyor Törene katılan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Çaykur’a sunulan plaket ve takdir belgesini Rize Garnizon Komutanı Kıdemli Albay İsmet Cansaran’dan aldı. Rize İl Defterdarlığı ile Rize Ticaret ve Sanayi Odası’nın ortaklaşa düzenlediği “Ekonomiye Değer Katan Rize’nin Yıldızları Vergi Ödül Töreni’’ Rize Sanayi Odası’nda gerçekleştirildi. Törende, Türkiye’de 500 büyük sanayi kuruluşu arasında yer alan Çaykur’a plaket ve takdir belgesi sunuldu. Törene katılan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Çaykur adına sunulan bu ödülü Rize Garnizon Komutanı Kıdemli Albay İsmet Cansaran’dan aldı. Ödül töreninde Rize Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu bir açılış konuşması yaptı. Törene katılan Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ise Türkiye ekonomisine dair güncel ve önemli değerlendirmelerde bulundu. [12] NİSAN 2014 Türkiye Araştırmacılar Derneği’nin (TÜAD) bu yıl 17-18 Nisan tarihlerinde 17’ncisini düzenlediği Araştırma Zirvesi’nde bir konuşma yapan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, araştırmaya yapılan harcamanın aynı zamanda yatırım anlamına da geldiğini belirtti. Çaykur’un 207 bin üreticisi bulunduğunu belirten Sütlüoğlu, üreticilere yönelik pek çok pazar araştırması yapıldığını ve bu çalışmalardan elde edilen veriler ışığında Çaykur bünyesinde bir “bilgi bankası” oluşturulduğunu ifade etti. Konuşmasında “İster kamu, ister özel sektör oyuncusu olsun, araştırmayı önemsemeyen bir kuruluş, önünü göremez ve adımlarını doğru atamaz. Araştırmaya yapılan harcama, yatırımdır. Hata yapmanın bedeli çok daha ağır olabilir’’ diyen İmdat Sütlüoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Tüketicilerinizin ve üreticilerinizin beklentilerini araştırmadan ilerleme kaydedemezsiniz. Biz üreticilerimizle de anketler yapıyoruz. Onlardan gelen geri bildirimler doğrultusunda bir bilgi bankası oluşturuyoruz ve alım süreçlerimiz başta olmak üzere birçok konuda geliştirmelere gidiyoruz. “didi” için de birçok araştırma yaptık. Dünyadaki soğuk çay pazarını araştırdık, bu bilgiler ışığında “didi”yi 500 ml olarak ürettik. Sadece 6 ayda, 80 milyon “didi” sattık.” Kamuoyu ve pazar araştırması şirketlerinin ekonomik ve sosyal alandaki çalışmalarını destekleyen TÜAD tarafından düzenlenen Araştırma Zirvesi’nde “değer ve dönüşüm” konusu masaya yatırıldı. Zirveye TÜAD Başkanı Vural Çakır, TÜİK Başkanı Birol Aydemir, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Prof. Dr. Deniz Gökçe, Bülent Gündoğmuş ve Fatoş Karahasan gibi ekonominin ve sektörün önde gelen uzmanları katıldı. Çaykur, Kanada’nın Montreal kentinde bu yıl 10’uncusu düzenlenen Uluslararası Gıda, Gıda Teknolojileri, Otel - Restoran Ekipmanları Fuarı’nda (SIAL) ziyaretçilerin büyük beğenisini kazandı. 45 ülkeden 676 katılımcının yer aldığı Uluslararası Gıda, Gıda Teknolojileri, Otel - Restoran Ekipmanları Fuarı’na katılan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu “Bu tür fuarlar dış pazarlarda Çaykur ürünlerinin tanıtılması ve pazarlanması için çok önemli fırsatlar sunmaktadır. Dünyanın birçok ülkesinden katılımcılar kendi ürünlerini tanıtırken, bir taraftan da ikili görüşmeler sayesinde ticari bağlantılar kuruluyor. Dış pazarlara ulaşmada çok önemli yer teşkil eden bu fuarlar sayesinde o bölgede pazar araştırması yapma imkânı da doğuyor. Tarımında zirai mücadele yapılmayan, üretiminde kimyasal katkı maddesi kullanılmayan ve dünyada sadece bizde üzerine kar yağan çayımızı; gidilen bu ülke ve bölgelerde, birebir tanıtma fırsatı buluyoruz. Bu tür organizasyonlara fırsat buldukça bizzat katılarak gelişmeleri yakından takip ediyorum’’ diye konuştu. Fuarda 60 farklı ülkeden yaklaşık 14 bin ziyaretçinin beğenisine sunulan Çaykur ürünleri ziyaretçilerden övgü topladı. Fuarı ziyaret edenler sudan sonra en çok tüketilen çayın, organik olarak üretilmiş çeşitlerinden tatma imkânı buldular. Çaykur ürünlerini deneyen ziyaretçiler bu ürünleri bir an önce kendi ülkelerindeki market raflarında görmek istediklerini de dile getirdiler. Gürcistan Çay Araştırmaları Enstitüsü ile işbirliği Çaykur, “Ekonomik Ömrünü Tamamlamış Çaylıkların Yenilenmesi’’ projesi kapsamında sürdürdüğü verimli çay tiplerinin yetiştirilmesi ve çayın çeşitlendirilmesi çerçevesinde dünyada bu konuda çalışma yapan diğer ülkelerdeki araştırma enstitüleri ile işbirliğine giderek bilgi alışverişinde bulunuyor. Bu kapsamda Gürcistan’a bir teknik inceleme gezisi düzenleyen Çaykur heyeti; Gürcistan Çay Enstitüsü’ne bağlı Kobuleti, Kutaisi ve Khoni bölgelerindeki instant çay, granül çay ile yeşil çay tesislerinde incelemeler yaptı. Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Genel Müdür Yardımcısı, Daire Başkanları ve Atatürk Çay ve Bahçe Kültürleri Araştırma Müdürlüğü personelinden oluşan heyet Gürcistan’da incelemelerde bulundu. Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu, Gürcistan Çay Araştırma Enstitüsü ile işbirliği yapma kararı aldıklarını belirterek; “Gürcistan Çay Araştırma Enstitüsü ile işbirliği yaparak ortak çalışma konusunda prensip kararı aldık. Bu kapsamda, gelişimini tamamlamış verimli çay tiplerini inceledik. Şu anda Gürcistan’da hâlen 14 tür ve bunların her birinin 10 alt türü mevcut. Yapacağımız çalışmalarla bize en uygun olan tipleri belirleyeceğiz. Ayrıca instant çay, yeşil çay ve siyah çay ile ilgili olarak teknoloji ve bilgi alışverişinde bulunacağız,’’ dedi. NİSAN 2014 [13] [Haber] Sütlüoğlu, Uluslararası Çay Forumu’nda yaptığı konuşmada bu tür organizasyonların Türk çayının dünyaya açılması adına önemli fırsatlar sunduğunu belirterek Çaykur’un çay sektöründeki çalışmalarını uluslararası düzeye taşımakta öncü rolünü sürdüreceğinin altını çizdi. Ulusal Çay Konseyi Türk çayının markalaştırılması için el ve gönül birliği… Ulusal Çay Konseyi, 10-12 Nisan 2014 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Çay Forumu’nda (Global Tea Forum) ülkemizi temsil etti. Yönetim Kurulu Başkanlığını Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu’nun yürüttüğü Ulusal Çay Konseyi, Uluslararası Çay Forumu’nda ülkemizdeki çay sektörü hakkında yabancı katılımcıları bilgilendirici çalışmalarda bulundu. Konsey Başkanı Sütlüoğlu ise forumda yaptığı konuşmada organik tarımın önemini bir kez daha vurguladı. “Sürdürülebilir çay için organik tarım” İmdat Sütlüoğlu, çay üretimi yapılan diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye’de çay tarımının kimyasal ilaç ve katkı maddesi kullanılmadan yapıldığına dikkat çekerek “Organik çay üretim projesi, sürdürülebilir bir çay yetiştiriciliğinin sağlanması, mevcut kaynakların korunması, gelecek kuşaklara temiz ve yaşanılabilir bir çevre bırakılması açısından önemli bir projedir’’ diye konuştu. Fark yaratan Çaykur’a “Türk Çayının Markalaşmasına Katkı” Ödülü Çay sektörünün önde gelen profesyonellerinin katıldığı forumda Çaykur standında misafirlerin beğenisine sunulan Çaykur ürünleri büyük takdir ve ilgi topladı. Uluslararası Çay Forumu kapsamındaki en önemli etkinliklerden biri de, Türk çay sektöründe başarılı kurum ve kuruluşlara verilen “Zihni Derin Çay Ödülleri” oldu. Çaykur, markalaşma yolunda fark yaratan başarılı çalışmaları dolayısıyla “Türk Çayının Markalaşmasına Katkı” ödülüne layık görüldü. ULUSAL ÇAY KONSEYİ Türk çay sektörünün nabzını tutuyor Bu yıl ilk kez Türkiye’de düzenlenen Uluslararası Çay Forumu’nda ülkemizi başarıyla temsil eden Ulusal Çay Konseyi ise uluslararası katılımcıların Türk çay sektörüne dair bilgilendirilmesi adına fuar boyunca çeşitli çalışmalar yaptı. Çay konusunda 2006 yılından bu yana ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde ortak bir strateji belirlemek, Türk çay sektörüne ilişkin ulusal ve uluslararası düzeyde araştırma, inceleme yapmak suretiyle çalışmalarını sürdüren Ulusal Çay Konseyi’nin merkezi Rize’de bulunuyor. Ulusal Çay Konseyi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı, 2012 yılından bu yana, Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü İmdat Sütlüoğlu yürütüyor. Konseyin Yönetim Kurulu; Mustafa Taşpınar (Rize Ticaret ve Sanayi Odası), Mehmet Erdoğan (Rize Ticaret Borsası), Dilaver Demir (Çaykur), Resul Okumuş (Okumuş Çay), İsmail Albayrak (Derepazarı Ziraat Odası), Rahmi Üstün (ÇAYSİAD), Bahattin Bozkurt (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) ve Nevzat Paliç’ten (Rize Ziraat Odası) oluşuyor. Çay Kanunu tasarısının yasalaşması yönündeki çalışmalarıyla dikkat çeken Ulusal Çay Konseyi ayrıca Rize’de bir Çay Arşivi oluşturarak Türkiye’deki tüm üniversitelerden çayla ilgili yazılan tez, makale, kitap, anket çalışması gibi dokümanları bir araya getirmeyi hedefliyor. Konsey, Rize Ticaret Borsası ve Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen “Türk Çay Sektöründe Stratejik Marka Yönetimi Eğitim Projesi” ve “Çay Sektörü İnovasyonla Buluşuyor” gibi eğitimler düzenleyerek çayda marka değeri yaratmak, kalite ve marka iletişimi, Türk çayının dünya ile rekabetinde markalaşmanın önemi gibi konuları da gündemine alıyor. Türk çayının markalaştırılması yönünde çalışan, ülkemizin lider kuruluşlarından Ulusal Çay Konseyi, dünya çay sektörünü İstanbul’da buluşturan Uluslararası Çay Forumu’nda (Global Tea Forum) Türkiye’yi başarıyla temsil etti. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Rize Valisi Nurullah Çakır, Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan’ın yanı sıra, dünya çay sektörünün en önemli isimlerini buluşturan Uluslararası Çay Forumu’nda bir sunum yapan Çaykur Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü ve Ulusal Çay Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı İmdat Sütlüoğlu, Türk çay sektörünün sürdürülebilirliği kapsamında organik tarımın önemine değindi. [14] NİSAN 2014 NİSAN 2014 [15] [bölgelerimiz] Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü Sinan Yılmaz: “Bölgemizde Çaykur tiryakisi illerimiz Elazığ ve Malatya“ Artvin’de doğdu. 1978’den bu yana Çaykur’da çeşitli kademelerde yöneticilik yaptı. Erzurum ve Mersin Pazarlama Bölge Müdürlükleri’nin ardından şimdi de Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü olarak Çaykur’un bölgedeki çalışmalarına ekibiyle birlikte yön veriyor. Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürü Sinan Yılmaz ile Çaykur’un Diyarbakır ve çevre illerdeki satış rakamlarını, bölgedeki çay tüketim alışkanlıklarını ve Pazarlama Bölge Müdürlüğü olarak bölgeye yönelik hedeflerini konuştuk. [16] NİSAN 2014 Sizi tanıyabilir miyiz? Çaykur Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürlüğü görevinize ne zaman ve nasıl başladınız? 1952 yılında, Artvin’in Hopa ilçesinde doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Artvin’de tamamladım. İlk memuriyetime 1978 yılında Kemalpaşa Fabrikası’nda başladım. Kurumumuzun değişik ünite ve kademelerinde sırasıyla, Çayeli Büyükköy Fabrikası’nda Personel Şefliği ve Personel Müdürlüğü, 1988-1992 arasında 100.Yıl Çay Paketleme Fabrikası Müdür Yardımcılığı, ardından Erzurum Pazarlama Bölge Müdürlüğü Müdür Yardımcılığı ve Bölge Müdürlüğü görevlerinde bulundum. 20052006 yılları arasında Mersin Bölge Müdürlüğü yaptım. Hâlen Diyarbakır Pazarlama Bölge Müdürlüğü görevini yürütmekteyim. Evliyim, dört kız babasıyım. Bölge Müdürlüğünüzün faaliyetleri hakkında bilgi alabilir miyiz? Müdürlüğümüz Diyarbakır merkezde olup 18 çalışanımızla hizmet veriyoruz. Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Tunceli, Bingöl, Bitlis, Şanlıurfa, Mardin, Elazığ, Malatya ve Adıyaman illerinde toplam 15 bayi ile paketli çay satışı yapıyoruz. Bölgemize bağlı illerde market, bakkal ve toplu tüketim noktalarını ziyaret ederek ürünlerimizin en güvenilir şekilde temin edilip tüketicilere ulaşmasını sağlıyoruz. Bayilerimizle sık sık bir araya gelip görüş alışverişinde bulunuyor, mevcut konumumuzu daha da güçlendirmenin yollarını arıyoruz. Diyarbakır’da Çaykur ürünleri nasıl karşılanıyor, tüketicilerden gelen tepkiler nasıl? Bölgemiz kapsamında Çaykur ürünlerinin en fazla tüketildiği illerin başında Malatya ve Elazığ geliyor. Bu iki ilimize aylık ve yıllık kotamızın yaklaşık yüzde 65’ini satıyoruz. Bölge genelinde yıllık kişi başı tüketim oranı 500 gram olduğu halde bu iki ilimizde bu rakam 2 kilograma dek çıkabiliyor. Pazar payımız bu illerde yüzde 70’leri buluyor. Çaykur ürünleri bölgemizde fiyat, kalite ve tat açısından müşteri nezdinde olumlu karşılanıyor. Kaçak çay ile mücadele içindeyiz Diyarbakır, yabancı menşeli çay tüketiminin yoğun olduğu bir bölge. Bu konuda ne gibi önlemler alınmakta, siz bu konuda ayrıca çalışmalar yapıyor musunuz? Bölgemizde yıllık yaklaşık 20 bin ton civarında yabancı menşeli çay tüketildiği tahmin ediliyor. Tüketimin en fazla olduğu iller Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Siirt ve Şırnak’tır. Bölgemizde Çaykur ürünlerinin yılda 4 bin ton satıldığı varsayıldığında, pazar payımızın bölge ortalaması yüzde 20’ler civarındadır. Yerli çay sektörüne zarar veren bu durumun nasıl ve nereden kaynaklandığına dair somut verilere ulaşmaya ve sağlık açısından da zararları olan bu durumun en aza indirilmesi, hatta ortadan tamamen kaldırılması adına çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kaçak çayın yurdumuza girişini önlemek üzere sınır kapılarını ziyaret ediyor, Habur Gümrük Baş Müdürlüğü, Ceylanpınar ve Akçakale Gümrük Müdürlükleri ile görüşmeler yapıyoruz. Ayrıca Tarım İl Müdürlükleri başta olmak üzere diğer kurumlarla işbirliklerimiz de devam ediyor. “didi’’ Diyarbakırlılar’ın da gönlünü fethetti Çaykur ürünlerinin bölgedeki satışının artırılması yönünde neler yapıyorsunuz? Mevcut bayilerimizin rekabet gücünün artırılması amacıyla bayi destek elemanları istihdam etmeye başladık. Ayrıca saha satış elemanlarının sayısını artırdık. Ürünlerimizin teşhir alanlarında yer almasını sağlayarak uydu sistemiyle takip etmeye başladık. 2013 yılında Diyarbakır’da yaptığımız promosyon kampanyaları ilgiyle karşılandı. Çaykur’un soğuk çayı “didi’’ bölgemizde çok beğenildi. Bu beğeni paketli çay satışlarımıza da olumlu yansıdı. Bölgemizde Çaykur’un en çok hangi ürünleri beğeniliyor? Örneğin, Diyarbakır Çayı tüketiciler tarafından nasıl karşılandı? Bölgemizde en çok talep gören çay çeşitlerimizin başında Tiryaki (1000 gram), Rize Turist (1000 gram) ve Çay Çiçeği (500 gram) geliyor. 2009 yılında sunulan Diyarbakır Çayı’nın ilk parti satışları tatmin ediciydi. Devam eden süreçte beklentilerimizin biraz uzağında kaldığı söylenebilir. Biz bu oranı artırmak için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz. Pazarlama ve tanıtım anlamında bugüne dek imza attığınız faaliyetler nelerdir? Bölgemizde her yıl düzenlenen Ortadoğu Gıda Fuarı ve Malatya Kayısı Festivali’ne düzenli olarak katılıyoruz. Ayrıca bölge hinterlandında siyah ve yeşil çay tadım etkinlikleri düzenliyoruz. Çaykur’un bölgemizde hizmet veren mini TIR’ı çeşitli organizasyonlarda yerini alarak çay tadımı ve tanıtımı aktivitelerine önemli katkılar sağlıyor. 2014 sonu itibarıyla bölgenizde ulaşmak istediğiniz hedefler nelerdir? Bölge satışlarımız açısından başarılı bir yılı geride bıraktık. 2013 için belirlediğimiz hedefleri aşarak bir önceki yıla oranla satışımızı yüzde 13 artırdık. 2014 yılı satış hedefimizi bu artışın yüzde 15 fazlası olarak belirledik. Mesai arkadaşlarımın özverili çalışmaları sayesinde bu hedefe ulaşacağımızı umuyorum. Çaykur ailesinin bir ferdi olmak size ne hissettiriyor? Hem üretici, hem tüketici hem de yönetici olarak Çaykur ailesine hizmet vermekten büyük mutluluk duyuyorum. NİSAN 2014 [17] [bayilerimiz] de ve kentin ilçelerinde uyum içinde sürdürüyoruz. Malatya, Çaykur ürünlerinin en fazla tüketildiği illerimizin başında geliyor. İlimizde Çaykur markalı çayların tüketim oranı yüzde 90’dır. Diriler Gıda Genel Müdürü Fehmi Diri Avrupa Tüketim Maddeleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Genel Müdürü Azmi Çelenay “Malatya’da Çaykur için tek yürek olduk’’ [18] NİSAN 2014 Malatya’da Çaykur ürünleri nasıl karşılanıyor, tüketicilerden ne tür geri dönüşler alıyorsunuz? Fehmi Diri: Malatya’da Çaykur ürünleri tüketici tarafından çok olumlu karşılanıyor. Tüketici kalite ve damak tadı açısından tercihini Çaykur’dan yana kullanıyor. olan işimize 1981 yılından bu yana devam ediyoruz. 52 yılı geride bırakmış köklü bir firmayız. Malatya’da, 1986 yılından beri Çaykur bayiliği yapıyoruz. Çaykur ürünleri arasında bölgenizde en fazla beğenilenler hangileri? Azmi Çelenay: Çay, Malatya halkının geleneksel olarak benimsediği bir değer. Misafire çay ikram etmek, ülkemizin her noktasında olduğu gibi, Malatya’da da örf ve âdetler açısından olmazsa olmazların başında geliyor. Çaykur ürünleri içerisinde Malatya’da en çok beğenilen ürünler; yüzde 40 oranıyla Tiryaki, yüzde 35 oranıyla ise Rize Turist Çayı. Diğer Çaykur ürünlerimiz ise yüzde 25 oranında tüketiliyor. Malatya’da Çaykur’un iki bayisi olarak hizmet veriyorsunuz. Faaliyetleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz? Fehmi Diri: Doğu Anadolu Bölgemizde 756 bin nüfuslu Malatya ve ilçelerinde yıllardır iki bayi olarak hizmet veriyoruz. Çaykur çayı, Malatya’da en çok sevilen ve en çok tüketilen içecektir. Tüketicinin bu tercihinde bizim de birer Çaykur bayisi olarak sürdürdüğümüz hizmetin önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. İki bayi olarak çalışmalarımızı Malatya merkez- Çaykur bayisi olarak, bölgede nasıl bir fark yaratmayı hedefliyorsunuz? Diri ve Çelenay: Yenilikçi, akılcı, ilkeli ve sorumlu yaklaşımımızla bölgemizde lider olmayı hedefliyoruz. Stratejimiz, tüketici beklentilerinin önünde olmak. Bunu da farklı formatlarda hizmet vererek ve tüketiciye mümkün olduğunca yakın olarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bayilik anlayışımızı Çaykur’un stratejisi, misyonu ve müşteri memnuniyeti anlayışı doğrultu- Dergimize bu ay Malatya’da faaliyet gösteren bayilerimiz, Diriler Gıda Genel Müdürü Fehmi Diri ve Avrupa Tüketim Maddeleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Genel Müdürü Azmi Çelenay’ı konuk ettik. Malatya’da uzun yıllardır Çaykur için hizmet veren bayilerimiz bölgede centilmence sürdürdükleri rekabeti anlattılar. Sizi tanıyabilir miyiz? Fehmi Diri:1966 yılında Malatya’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Malatya’da tamamladım. 1990 yılında Kastamonu Eğitim Fakültesi’nden mezun oldum.1991-1996 yılları arasında öğretmenlik yaptım.1997’de, aile şirketimiz olan Diriler Gıda Ltd. Şti’nin yönetimine girdim. Şirketimiz, 1991 yılından bu yana Çaykur bayiliği yapıyor. Azmi Çelenay: 1956 yılında Malatya-Arapgir’de doğdum. Ben de ilk ve orta öğrenimimi Malatya’da tamamladım. Ardından da İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldum. Öğrenim nedeniyle yaklaşık yedi sene İstanbul’da yaşadım. Ağabeyim Mehmet Çelenay ile birlikte, baba mesleği Birer Çaykur bayisi olarak aranızda aynı zamanda centilmence bir rekabet de vardır mutlaka... Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz? Azmi Çelenay: Malatya’da iki bayi olarak, örnek niteliğinde bir uyum ve diyalog içerisinde, aynı zamanda tatlı bir rekabetle, birbirimizle centilmence mücadele ediyoruz. Çalışma prensibimiz; iki ayrı bayi olarak değil, adeta tek bir yapı gibi davranarak, hizmetimizi saygı ve sevgi çerçevesi içerisinde sunmak. Elbette sahaya çıktığımızda iki ayrı takımız. Ancak her zaman “tek bir takım” olarak kazanıyoruz. Müşteri dağılımı ve ürün satışlarımız da bayi yöneticimiz tarafından mutlaka kontrol ediliyor. sunda yapılandırdık. Hedefimiz sürdürülebilir kaliteyi sağlamak ve bölgemizde sektörel anlamda lider olmaktır. Ayrı ayrı veya birlikte düşündüğünüzde, 2014 sonunda ulaşmak istediğiniz tüketim oranı nedir? Diri ve Çelenay: Malatya ve ilçelerimizde 2014 yılı hedefimiz 2 bin ton çay tüketimine ulaşmak. Bunun için de bütün gücümüzle çalışmaya devam ediyoruz. Ekipleriniz kaç kişiden oluşuyor, görev alanları nelerdir? Diri ve Çelenay: Avrupa Gıda bünyesinde beş satış personeli, üç depo görevlisi, dört sevkiyatçı, iki muhasebe elemanı görev yapıyor. Diriler Gıda bünyesinde ise beş kişilik satış ekibi, beş depo görevlisi, dört sevkiyatçı ve iki muhasebe elemanı çalışıyor. Çalışan motivasyonunu nasıl sağlıyorsunuz? Diri ve Çelenay: Bölge Yöneticimiz Osman Karadağ tarafından satış ve pazarlama teknikleri konusunda aylık periyotlarla seminerler ve iş geliştirme eğitimleri düzenleniyor. Her yılı, bir önceki yıla oranla, satış ve dağıtım açısından düzenli olarak değerlendiriyoruz. Satış ve geleneksel kanal dağılımı konusunda verilen hedeflerimizin neresinde olduğumuzu görmek adına toplantılar ve yemekli buluşmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar hem bizim açımızdan hem de personelimiz açısından motivasyon kaynağı oluyor. Çaykur ailesinin birer ferdi olmak size neler hissettiriyor? Diri ve Çelenay: Çaykur bayisi olmak bizim için bir ayrıcalıktır. Tüketicinin sağlığını ön planda tutan, kaliteli ve güvenilir ürünleri tüketiciye ulaştıran Çaykur gibi bir büyük markayla çalışmaktan gurur duyuyoruz. NİSAN 2014 [19] [pozitif] “Çaykur’suz ve kemençesiz bir hayat dışında ayrıca meydancılık yaptım, yani temizlik hizmetlerinde görev aldım. Bu alanda çalışmayı özellikle istedim. Çünkü temizliğe ve titizliğe çok önem veririm. Tıpkı özel hayatımdaki gibi, iş hayatımda da çevremin temiz olması benim için çok önemlidir. Çevremde gördüğüm en ufak düzensizlikten, yere atılan ufacık bir çöpten bile rahatsız olurum. Engelli çalışan statüsünde olmak iş hayatınızı nasıl etkiledi? Fabrikamızda bana verilen her türlü işi severek, özveriyle yaptım. Fabrika müdürlerimiz en sıradan talebimizde, yaşadığımız en ufak sorunda çok büyük kolaylıklar sağladılar bize. “Bir sıkıntınız var mı?’’ diye sorarsanız size şunu söyleyebilirim: Dünyada hiçbir iş kolay değildir. Sözgelimi, kemençe çalmak da dışarıdan kolay görünür ama aslında o kadar kolay değildir. Öğrenilmesi en zor enstrümanlardan biridir kemençe. Buradaki işimizin sırrına gelince; zahmetsiz rahmet olmaz. Biz burada bir gıda maddesi üretiyoruz ve ürünümüzden hepimiz her kademede sorumluyuz. düşünemem’’ Mustafa Metin, henüz sekiz yaşındayken deneme-yanılma yoluyla kendi kemençesini yaparak müzik hayatına adım attı. Zamanla yeteneğini geliştiren Metin, yerel ve ulusal kanallarda çeşitli programlara katıldı; Barış Manço’dan Funda Arar’a pek çok sanatçıyla aynı kulisi paylaştı. Çaykur Salarha Fabrikası’nın emektar çalışanlarından biri olan Metin, yaşadığı görme sorununa rağmen, kemençe ve müzik tutkusu sayesinde hayatla olan bağını her zaman taze ve diri tutuyor. Sizi tanıyabilir miyiz? 1971 yılında Rize’de doğdum. İlkokulu ve ortaokulu Muradiye’de tamamladım. Ortaokuldan sonra gözlerimdeki rahatsızlık nedeniyle eğitimimi noktalamak zorunda kaldım. Yaşadığım sorun başlangıçta görme tembelliğiydi ancak zaman içinde kornea nakline kadar ilerledi. Art arda ameliyatlar olsam da yaşadığım sorun beş-altı yıl içinde kendini tekrarlamaya devam ediyor. Öğrenimime de bu nedenle devam etme imkânım olamadı. Şimdi yeni bir ameliyat daha olacağım. Kemençede usta olduğunuzu duyduk. Kemençe çalmaya nasıl başladınız? Ortaokul sıralarında türkü, şarkı söylemeyi çok severdim. Bir parçayı duyar duymaz hemen ezberden söylemeye başlardım. Ancak doğrusu bir gün kemençe çalacağım hiç aklıma gelmezdi. Sekiz-dokuz yaşlarımdayken düz bir tahtaya naylon gererek bir deneme yaptım ve tahtadan ses çıkarmayı başardım. Bir gün ağabeyim eve bir kemençe getirdi. Enstrümanı kendisi için almıştı. Öğrenmeye çalı- [20] NİSAN 2014 şıyordu ama pek ilerleme kaydedemiyordu. Bir gün evde ağabeyim yokken kemençeyi aldım. Tanıdığım bir müzisyen arkadaşıma götürdüm, doğru bir akort yaptırdım ve çalmaya başladım. Bu arada, ağabeyim benim çalmayı daha önce öğrendiğimi bilmiyordu. Ben de onun elinde kemençeyi gördükçe çalmak istiyordum. Derken bir gün dayanamayıp istedim. Ağabeyim önce reddetti, sonra dayanamayıp izin verdi. Kemençeyi rahatlıkla çaldığımı görünce çok şaşırdı ve o gün kendi kemençesini bana verdi. O gün bugündür çalıyorum. Tam 24 sene oldu. Kemençe dört parmakla çalınır ama ben, bir parmağım sakat olduğu için üç parmakla çalıyorum. Bir anlamda, kendime has bir çalış tarzı geliştirdiğimi söyleyebilirim. Nerelerde çalıyorsunuz şimdi? Sosyal ve kültürel faaliyetlerde, düğün salonlarında, Rize’deki radyo ve televizyon programlarında (davet geldiğinde) çalıyorum. Sanatkâr büyüğümüz Osman Efendioğlu sayesinde, onun desteği ve yüreklendirmesiyle TRT 1’de,Trabzon Devlet Radyosu’nda pek çok program yap- Zorlukların üstesinden nasıl geldiniz? Aslında düşünecek olursak herkes bir engelli adayıdır. Dolayısıyla bu tür hassas konularda daha fazla duyarlı olmak bir insanlık görevidir. İnsanların birbirine karşı duyarlı olması gerektiğini düşünüyorum. Engelli olmak bir insanın çalışmasına mani değildir. Ben istediğim her şeyi rahatlıkla yapabiliyorum çok şükür. Çaykur ve kemençe olmasaydı, nasıl bir yol izlerdi hayatınız?.. Çaykur’lu olmak hayatımı değiştirdi ve etkiledi. Müzisyen olarak hayata devam etme imkânım vardı. Hatta fabrikada çalışmayı bırakıp İstanbul’da kemençe sanatçısı olarak yoluma devam edebilirdim; teklifler almıştım çünkü bu yönde. Ancak, değerlerimle bağdaşmadığı için bu teklifleri kabul etmedim. Şimdi emekli olmama bir yıl gibi bir zaman kaldı. İyi ki Çaykur’da çalışmaya devam etmişim diye düşünüyorum. tık. Düğün mevsiminde ise Rize’de düğün salonlarında programlar yapmaya devam ediyorum. Çaykur’da çalışmaya ne zaman başladınız? 1998’de Salarha Çay Fabrikası’nda işe başladım. Meslek hayatım boyunca hep aynı fabrikada çalıştım. Salarha Çay Fabrikası’nda çalışmadığım birim kalmadı. Kırma dairesinden tutun da ambara kadar her birimde görev aldım. Paketleme bölümünde çalışmadığım makine kalmamıştır herhalde. Son dört yıldır genel idare hizmetlerinde odacı olarak görev yapıyorum. Bu birimler Müziksiz bir hayat mümkün mü sizce? Bizim gibi engellilerin bir uğraşlarının olması şart. İnsanın hayata daha pozitif bakması ve bağlanması açısından bu çok önemli. Müziğin benim için önemi çok büyük. Müzikle ilgilenmeseydim emekli olmayı belki de düşünmeyecektim. Ama şimdi müziğe daha fazla vakit ayırmak gibi bir hedefim var. Sahne hayatınıza dair ilginç anılar var mı? Osman Efendioğlu sayesinde birçok ünlü sanatçı ile tanışma şansım oldu. Rahmetli Barış Manço ile aynı sahneyi paylaştım. Merhum gazeteci Mehmet Ali Birand ile tanıştım. Cem Karaca, Selçuk Ural, Sibel Can, Edip Akbayram, Hakkı Bulut, Nazan Şoray, Funda Arar gibi sanatçılarla aynı kulisi paylaşmak gibi hoş anılarım oldu. NİSAN 2014 [21] [Çayagönülverenler] Rize’de ilk çayı Hulusi Karadeniz ekti Türk çaycılığının ilk duayen girişimcilerinin başında gelen isim Mustafa Hulusi Efendi’dir. 1879 yılında Rize’de doğan Hulusi Efendi, iyi derecede Farsça bilen; sahaflık, avukatlık ve tercümanlık yapan bir bilgindir. Mustafa Hulusi Efendi, Rize ile Batum’un iklim şartlarının benzerliğini göz önüne alarak, 1912 yılında Batum’dan ceketinin cebinde getirdiği çay tohumlarıyla, Rize’de, evinin bahçesinde ilk çay ekimini yapar. Hulusi Bey’in çalışmaları kısa sürede meyvesini verir ve çay filizleri yükselmeye başlar. Tam bu sırada Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rize’nin Ruslar tarafından işgali üzerine Hulusi Bey göç etmek zorunda kalarak Tekirdağ’a yerleşir. 1919 yılında bölgeye dönünce, çay konusunda çalışmalarına kaldığı yerden devam eder. O tarihlerde halk arasında çayın kendiliğinden yetişen bir bitki olduğu, insan eliyle yetiştirilemeyeceği yönünde yaygın bir görüş hâkimdir. Hulusi Bey’in girişimi, bu kanıyı çürüten bir cevap mahiyetinde olması bakımından önemlidir. Soyadı Kanunu’yla Karadeniz soyadını alan Hulusi Bey, 1929 yılında İstanbul’a yerleşir. Bu tarihe kadar Rize’de yapılan çaycılık faaliyetlerine ve 1924’te çıkarılan Çay Kanunu’na ilişkin çalışmalara katılma fırsatı bulur. Kütüphanesinde biriktirdiği kitaplarla Beyazıt’ta bir sahaf dükkânı açan Hulusi Karadeniz, Arapça ve Farsça’dan bazı kitapları çevirir ve Mevlânâ’nın “Mecalis-i Seb’a-i Mevlânâ” eserini “Yedi Öğüt” adıyla Türkçe’ye kazandırır. Çayın ustalarına, saygıyla... Onlar, Türk çay sektörünün emektar kurucuları. Onlar, bilim yolunda girişimcilik cesaretleri ve alın terleriyle bir sektörü yoktan var eden çay sevdalıları… Geride bıraktığımız yüzyıl başından bu yana ülkemizde çayın sektörleşmesine uzanan yolda ‘ilk’lere imza atmış, bilimsel katkılarıyla çaya emek vermiş unutulmaz isimlere teşekkür ediyoruz. Kaynak: www.biriz.biz/cay “Bir ilimiz var adı Rize / Durup dururken bir bardak çay sundu bize / Rize’de, çayı kim yetiştirdi Rize’de? / Missisipi’ye karışan çayları öğrettiler bize / Rize’de, çayı kim buldu Rize’de? / Kimdi o sessiz sedasız kumral kumral demlenen mübarek adam…’’. [22] NİSAN 2014 Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu “Çayı Türkiye’ye getiren kişi’’ olarak bilinen Zihni Derin’i işte bu dizelerle anlatıyor. Çay, Doğu Karadeniz ekonomisi başta olmak üzere ülkemiz genelinin en önemli değerlerinden biri. Çaya gönül veren Zihni Derin gibi ileri görüşlü girişimciler ve bilim insanları olmasaydı bugünkünden daha farklı bir Doğu Karadeniz’den, hatta daha farklı bir Türkiye’den bahsedecektik belki de… Çayın bu topraklardaki serüvenini başlatanlara ve ona gönül verenlere şükranlarımızı sunuyoruz bir kez daha. Çaya dair ilk bilimsel kanıtları Prof. Ali Rıza Erten sundu Türkiye’de çay konusunun konumunu bilimsel anlamda ele alıp inceleyen ilk kişi Prof. Ali Rıza Erten’dir. Doğu Karadeniz kıyılarında çay yetiştirilebileceğini ilk defa bilimsel anlamda ortaya koyarak tarihe geçen Erten’in bilimsel çalışmaları sayesinde bugün Rize ve çevresinde çay tarımı mümkün olabilmiştir. Prof. Erten’in çalışmaları konunun kuramsal düzeyde ele alınması ve fikri temellerinin atılması bakımından Türk çaycılığının “ilk adımı” niteliğindedir. 1887 yılında doğan Erten, Halkalı Ziraat Yüksek Okulu´nu bitirmiş ve Fransa´da ihtisas yapmıştır. 1917´deki Rus ihtilalinin ardından Rusya, Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmişti. Bunun sonucunda işgalden kurtulan Kars, Ardahan, Artvin, Rize ve Batum´da zirai incelemeler yapmak üzere bir heyet görevlendirildi. 1918 yılında bu illere giden heyette bulunan Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi’nden Ali Rıza Bey, Rize ve havalisinde çay yetiştirilebileceğini belirledi ve durumu “Şimali Şarki Anadolu ve Kafkasya´da Tetkikatı Ziraiye” adlı bir raporla İktisat Vekâleti’ne (Ekonomi Bakanlığı) bildirdi. Prof. Erten’in bu raporu ilk defa 1924 yılında, “Çay, Limon, Mandalin, Portakal, Bambu Ziraatı” adıyla İstanbul Sanayi-i Nefise Matbaası’nda basılarak yayınlandı. Prof. Erten, o dönem Artvin vilayetinden itibaren Trabzon’un Of kazasına kadar olan Karadeniz sahilinin toprak yapısının tıpkı Batum ve civarında olduğu gibi laterit (kırmızı) topraklardan ibaret olduğuna işaret etmişti. Ayrıca hava sıcaklığının da çay bitkisi için elverişli olduğunu belirterek, çay üretimi için bu bölge üzerinde durmuştu. Prof. Ali Rıza Erten´in çalışmaları olumlu sonuç verdi. Böylelikle Prof. Erten, çay konusunu ilk defa bilimsel anlamda ele alıp inceleyen ve Doğu Karadeniz kıyılarında çay yetiştirilebileceğini ilk defa bilimsel kanıtlarla ortaya koyan kişi olarak tarihteki yerini aldı. NİSAN 2014 [23] [Çayagönülverenler] Çay Araştırma Enstitüsü’nün kurucusu: Zihni Derin Türkiye’de çay tarımının başlamasına, gelişmesine ve yerleşmesine önderlik eden en önemli isim hiç kuşkusuz Zihni Derin’dir. Çay Araştırma Enstitüsü’nün kurucusu olan Derin’in adı bugün sadece Enstitü’de değil; Çaykur’un Zihni Derin Çay Fabrikası’nda da yaşamayı sürdürüyor. 1880’de Muğla’da doğan Zihni Derin, İstanbul Halkalı Yüksek Ziraat Okulu’nu bitirdikten sonra orman mühendisliği ve öğretmenlik yaptı. 1920’de İktisat Vekâleti Ziraat Umum Müdürlüğü görevine tayin edilen Derin, bir gezi sırasında Doğu Karadeniz Bölgesi’nin çay ve turunçgiller üretimine elverişli olduğunu görerek bu bölgede çay tarımının başlatılması için gayret sarf etmeye başlamıştır. Derin’in çabalarıyla 1924 senesinde Rize yöresinde çay, fındık ve turunçgiller üretimiyle ilgili özel bir kanun çıkarılmış ve bugün 90’ıncı yılını kutlayan Çay Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Zihni Derin Rize’yle aynı iklim özelliklerine sahip olan Batum’dan getirttiği çay fidanlarıyla Enstitü’nün bahçesinde ilk çay fidanlığını kurmuş; fidanların bir kısmını da deneme üretimi için halka dağıtmıştır. Fakat toprağı az olan yöre halkı, geleceği belli olmayan bu ürüne fazla rağbet etmeyip, devlet de o dönemde gerekli desteği sağlamayınca Zihni Derin’in çalışmaları sonuçsuz kalır. Derin, bu vazifeden ayrılarak çeşitli liselerde ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yapar. 1936’da Edirne’de İkinci Umum Müfettişlik kuruluşunda Tarım Danışmanlığı’na, 1938 senesinde ise Ziraat Vekâleti Çay Organizatörlüğü’ne getirilir. Bu görevi sırasında Batum’dan getirttiği 2 ton çay tohumuyla Enstitü’ye bağlı üç fidanlıkta çay fidanı üretimini sürdürür. 1940’ta çıkarılan bir kanunla çay üreticilerine bazı maddi kolaylıklar getirilir ve üretilen çayların devlet tarafından satın alınacağı garanti edilir. Bu özendirici tedbir ve teşvikler üzerine, yöre halkı çay üretimine yönelir. Zihni Derin’in özel gayretleriyle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çay tarımı yaygınlaşmaya başlar. Gayret ve çalışmalarının meyvesini alan Zihni Derin, 1945 yılında emekliye ayrılır ancak Bakanlık Organizatörü olarak çay tarımıyla ilgili çalışmalarını sürdürür. 1964 senesinde “Çayın 40’ıncı Yılı” kutlama törenlerine katılmak üzere Rize’ye giderken bir trafik kazası geçiren Derin, 1965 yılında vefat eder. Çay tarımında ülkemizde önder kabul edilen Zihni Derin’in anısına 1969 yılında TÜBİTAK Hizmet Ödülü verilir. [24] NİSAN 2014 “Bir Yeşilin Peşinde’’ emektar: Asım Zihnioğlu 1927’de İzmir Ziraat Okulu’nu bitiren Asım Zihnioğlu, Zihni Derin ile aynı kuşağa mensup, idealist bir görev insanı olarak çaya gönül verenlerin başında gelmektedir. Giresun’da, Fındık Araştırma İstasyonu’nun kuruluşunu gerçekleştirdikten kısa bir süre sonra, 1938’de Rize’deki Çay Enstitüsü’ne atanan Asım Zihnioğlu, burada Zihni Derin’le tanışır ve kendisiyle birlikte çalışmalar yapar. Çay konusunda bütün gelişmeleri izleyen, dünyaca ünlü çay üreticilerinin fabrikalarını gezip görerek harmanlama, degüstasyon ve paketleme çalışmalarını inceleyen Zihnioğlu elde ettiği bilgileri Türk çay sektörünün gelişimi için kullanır. 1943 yılında Tarım Bakanlığı tarafından çay staj ve ihtisası yapmak üzere önce Hindistan’a ve daha sonra Sri Lanka’ya gönderilen Zihnioğlu, Bangladeş, Kuzey ve Güney Hindistan ve plantasyonlarında ve fabrikalarında çay konusunda önemli incelemeler yapar. Rize çayının içeriğindeki maddeler bakımından diğer ülke çaylarından daha kaliteli olduğunu laboratuvar çalışmalarıyla kanıtlayan Zihnioğlu, Rize’nin en önemli çay ekim alanı olmasında Zihni Derin ile birlikte büyük bir başarı hikâyesine imza atmıştır. Ülkemiz çaycılığının kurucu emektarlarından Asım Zihnioğlu, kendi yaşam öyküsü ile paralel olarak Türk çaycılığının doğuşunu, bu uğurda çekilen sıkıntıları ve çaycılığın gelişimini anlattığı “Bir Yeşilin Peşinde’’ adlı kitabıyla da ölümsüzleşmiştir. Çay sektörüne ilk kalifiye eleman yetiştiren kişi: Ahmet Tosun “Çaya Gönül Verenler’’e Ziraat Yüksek Mühendisi Ahmet Tosun’un öyküsüyle devam ediyoruz. 1922, Kastamonu doğumlu olan Tosun, Çaykur’a damgasını vuran önemli bir kuşağın temsilcileri arasında yer alır. Çaykur’da Ziraat Yüksek Mühendisi olarak 1956 yılında göreve başlayan Tosun, bu dönemde Rize Çay Fabrikası’nda Müdür Yardımcısı ve Merkez Müdürü olarak görev yapar. Çay Teşkilatı’nın Tekel’den ayrılmasından ve Çaykur’un kurulmasından sonra sırasıyla İstanbul Çay Paketleme Fabrikası Müdürlüğü, Genel Müdürlük İşletme ve Koordinasyon Daire Başkanlığı ve Teftiş Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulunarak 1978 yılında emekliye ayrılır. Ahmet Tosun’un, Çaykur’daki yöneticiliği sırasında çay sektöründe kalifiye eleman yetiştirmeye büyük önem verdiği ve bu yönde çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Türk çaycılığının önünü açan Bakan: Şevket Raşit Hatipoğlu Türk çaycılığının bugünkü konumunu borçlu olduğu isimlerden biri de Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu’dur. “Çay İktisadiyatı” başlıklı kitabı ile çayın Türkiye’de üretiminin ekonomik şartlarını araştırmış ve ortaya koymuş olan Hatipoğlu’nun çalışmaları 1927’de Zihni Derin’in bölgeden ayrılması ile ara verilen çaycılık faaliyetlerinin 1938’de kapsamlı bir çalışma ile yeniden başlamasına zemin oluşturmuştur. 1942-1946 yılları arasında Tarım Bakanı olarak görev yapan Hatipoğlu, Türk çaycılığının önünü açan çalışmalara imza atmıştır. 1935 yılında dönemin Tarım Bakanı Muhlis Erkmen’le birlikte Rize’ye bir tetkik gezisi gerçekleştiren Hatipoğlu bu gezi esnasında topladığı bilgileri daha sonra geliştirerek, “Rize Köylüsüne” ithaf ettiği “Türkiye’de Çay İktisadiyatı” adlı eserini kaleme almıştır. Hazırlanan bu kapsamlı eser, 1936’da Tarım Bakanlığı’na sunularak, durgunluk dönemine girmiş olan çaycılık çalışmalarının yeniden ele alınmasını sağlamıştır. 1938’den itibaren Türk çayı Rize yöresinde başarıyla üretilmeye başlanmıştır. Çalışmasını bilimsel ve sağlam bilgilere dayandırmakla yetinmeyen Prof. Hatipoğlu, Tarım Bakanlığı ve hükümet nezdinde de kararlı çalışmalar yürüterek, çay konusunun yeniden ele alınmasında başrolü oynamıştır. Toprak ondan sorulur: Prof. Dr. Mücella Müftüoğlu Ve çay konulu çalışmalarıyla Türk çaycılığına günümüzde hizmet vermeye devam eden değerli bir bilim insanı olan Prof. Dr. Mücella Müftüoğlu… 1958 yılında, Rize’nin Ardeşen ilçesinde doğan Müftüoğlu yüksek lisansını İzmir’de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü’nde 1981 yılında tamamladı. 1982-1987 yılları arasında Rize’de Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Çay Araştırma Enstitüsü’nde görev yaptı. 1987 yılında İzmir’de Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Bölge Müdürlüğü’ne atanan ve 1989 yılında Bilim Doktoru unvanını alan Müftüoğlu, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü’ne, 1997 yılında, yardımcı doçent olarak atandı. Aynı üniversitenin aynı bölümünde 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör olan Müftüoğlu bu kurumdaki çalışmalarına bitki besleme, toprak verimliliği ve gübreleme konularında bugün de devam ediyor. NİSAN 2014 [25] [paydos] Terzilik mesleği Nihat Çolak’ın ilk göz ağrısı… 15 yaşında, çırak olarak başladığı terziliğin yanı sıra Çaykur Genel Müdürlük misafirhanesinde vardiyalı olarak çalışan Çolak, İstanbul’da belki de ünlü bir terzi olma yolunda ilerlerken Çaykur’a müracaatı kabul edilince memleketine dönmeye karar vermiş. Çaykur’lu olma kararından mutluluk duyduğunu anlatan Çolak’a soruyoruz: “Terzi gerçekten de kendi söküğünü dikemez mi?..’’ Devamını sohbetimizde okuyalım… “Çaykur, hayatımıza büyük değer kattı” Rize’nin tanınmış terzilerinden biri olan Nihat Çolak, yaklaşık 12 yıldır işlettiği terzi dükkânının yanı sıra, Çaykur Genel Müdürlük’te misafir karşılama hizmetlerinde görev yapıyor. 1989 yılında Çaykur’a müracaat ederek işe başlayan Çolak ile yavaş yavaş yok olan mesleklerden biri olan terziliği ve Çaykur’daki çift vardiyalı çalışma hayatını konuştuk. [26] NİSAN 2014 Sizi tanıyabilir miyiz? 1964’te Rize’de doğdum. İlkgençlik yıllarımda bir iş öğrenmek amacıyla İstanbul’a gittim. Orada terzi çırağı olarak işe başladım. Uzun yıllar bu mesleği yaptım. Amcamın oğluyla beraber bugün de işlettiğimiz bu dükkânda terziliğe devam ediyorum. İstanbul’da terzilik mesleğini en ince detayına kadar öğrendim. Ustalarımla kurduğum iyi diyaloglar sayesinde meslekte güzel bir noktaya geldiğimi sanıyorum. Birçok önemli firmaya büyük çapta işler yaptık. Terzilikte bu kadar ilerlemişken Rize’ye dönmeye nasıl karar verdiniz? Aslında İstanbul’da kalabilirdim. Ustalarım ile ilişkilerim çok iyiydi. Ancak 1989 yılında Çaykur’a müracaat etmiştim. Başvurum kabul görünce Rize’ye dönmeye ve terziliğe burada devam etmeye karar verdim. Yaklaşık 25 yıldır da kurumumuzda çift vardiyalı olarak çalışıyorum. müzde artık konfeksiyon ürünlerin daha fazla tercih edilmesi terziliği bitiriyor. Ancak şükürler olsun ki, mesleğimizi burada da icra etme imkânı bulduk ve yolumuza devam ettik… Ediyoruz… Mesleğimizin yaşaması adına elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Müşterilerinizden en çok gelen sipariş nedir bugünlerde? Eskiden takım elbise yapardık. Ancak şimdi daha ziyade ufak tefek tamirat siparişleri geliyor. Kimse takım diktirmek istemiyor. Zira takım elbise diktirmek, hazır almaktan çok daha pahalıya mal oluyor. “Terziliğe çıraklıktan başladım” dediniz. Peki, siz ileride bu işi kime bırakacaksınız? Ne yazık ki şimdilerde gençler arasında çıraklık yapacak, işi öğretecek aday bulamıyoruz. Meslek açısından en önemli sorun budur diyebilirim. Mesleğimizin belki de son temsilcileri olarak artık biz kaldık. Misafir hizmetleri kurum adına çok önemli bir alan. Siz burada hangi görevi üstleniyorsunuz? Genel olarak misafir karşılamada çalışıyorum. Çalışma ortamımı çok seviyorum. Dolayısıyla işimi de severek yapıyorum. Buradaki mesai arkadaşlarımızla aramızda çok sağlıklı bir iletişim var. Kurumun önemli misafirlerini de ağırlamışsınızdır mutlaka… Kimler geliyor? Bakan gelir, milletvekili gelir… Sıradan vatandaş da gelir Çaykur’a… Kapımız herkese açık. Misafirlerimizin büyük kısmı kamuoyunun tanıdığı isimlerden oluşur. Hepsi de hizmetimizden memnun kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bugüne dek hiç şikâyet almadık. Terzilik sizin ilk göz ağrınız deyim yerindeyse… Ancak maalesef yok olmaya yüz tutan meslekler arasında da gösteriliyor bugün… Siz buna katılıyor musunuz? Doğru söylüyorsunuz. Artık terzilik yapan kişi sayısı yok denecek kadar az. Bundan altı-yedi sene önce iş yetiştiremezdik. Sabahlara kadar çalıştığımız olurdu. Şimdi böyle bir yoğunluk yok ne yazık ki! Günü- İşlerinizde mevsime bağlı yoğunluk ya da düşüş oluyor mu? Tabii, yazın işlerimiz açılır. Özellikle çay zamanıyla birlikte Rize canlanınca bizim de işlerimiz daha bir artar. Şehirdeki bu canlanma Çaykur’a da yansır. Kurumdaki işlerimizde de yükseliş başlar. Peki, bir terziyle söyleşi yapma fırsatı bulmuşken soralım: “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş” derler. Bu ne derece doğru?.. Kesinlikle doğrudur. Ben bugüne dek kendime bir pantolon bile dikebilmiş değilim. Genellikle mağazadan alırım. Çok doğru bir duruma işaret eder bu söz… Çaykur’un hayatınıza kattığı artılar nelerdir? Çaykur’un hayatımıza kattığı çok önemli değerler var. Bunların başında, çok değerli insanlarla birlikte çalışmanın getirdiği mutluluk ve gurur gelir. Çalışma ortamımız ve geliştirdiğimiz verimli iletişim hayatımıza olumlu değerler katıyor. Ayrıca, Yönetim Kurulu Başkanımız ve Genel Müdürümüz İmdat Sütlüoğlu başta olmak üzere yöneticilerimizin bizlere yaklaşımı son derece olumlu ve motive edici. Çalışanlarına değer veren yöneticiler görmek bizi de mutlu ediyor. NİSAN 2014 [27] [emekverenler] 23 yıl boyunca Çaykur Camidağı Fabrikası’nda marangoz olarak çalıştı. Bugün 62 yaşında olan Ali Baloğlu, “İşleyen demir ışıldar” sözünün hakkını verircesine atölyesinde üretmeye devam ediyor. “Bana en büyük ceza çalışmamaktır’’ diyen emektar Çaykur’lu Ali Usta, yaşadığı köyde tüm marangozluk işlerini yapmakla kalmayıp arıcılıkla da uğraşıyor. Ali Usta’nın en büyük tutkusu ise motosiklet... “Çaykur bizim velinimetimizdir’’ [28] NİSAN 2014 Rize’nin en güzel köylerinden biri, adı üstünde, Güzelköy. Çaykur’un Camidağı Fabrikası’na yakınlığıyla bilinen bu köyde kurumun emektar çalışanlarından Ali Baloğlu yaşıyor. Altı çocuğa ve 14 toruna sahip olan Ali Baloğlu, 62 yaşında olmasına rağmen gençlere taş çıkartan enerjisi ve üretkenliğiyle tanınıyor. Baloğlu’nu tanıyanlar onun işinin ehli bir marangoz olduğu konusunda hemfikir. Güzelköy’ün Salahara Deresi’ni gören tepelerinden birinde kurduğu marangoz atölyesinde çalışırken buluyoruz Ali Baloğlu’nu... 1974 yılında Çaykur’a işçi olarak giren Baloğlu, üstün marangozluk bilgisi sayesinde tam 23 yıl görev yaptığı Camidağı Fabrikası’nın tüm doğramalarını kendisi üretmiş. Marangozluk söz konusu olduğunda elinden gelmeyen hemen hemen hiçbir iş yok desek abartmış olmayız. Doğrama, döşeme başta olmak üzere fabrikanın hemen her noktasında Ali Usta’nın dokunuşlarını görmek mümkün. Üstelik sadece Çaykur Camidağı Fabrikası’nda değil, yaşadığı köyün kamu binalarında da yine onun maharetli ellerinden çıkmış döşemeler görmek mümkün. Emekli olduğu günden bugüne asla kahveye gidip oyun oynamadığını söyleyen Ali Usta, emekliliğinde de faal biri. Atölyesinde canla başla çalışan Ali Usta “İşleyen demir ışıldar’’ sözünün canlı örneği adeta… 60’ından sonra motosiklet ehliyeti Doğma büyüme Güzelköylü olan Ali Baloğlu’nun marangozluk dışında en büyük tutkusu motosiklet kullanmak. 1975 yılından bu yana daha çok ağır vasıta araç kullanan Baloğlu, motosikleti rahat ve kolay bir ulaşım aracı olması nedeniyle tercih ettiğini söylüyor. Ağır vasıta ehliyeti olmasına rağmen, motosiklet kullanmak için tekrar sınavlara girdiğini esprili bir dille anlatan Ali Baloğlu, kısa bir süre önce de motosiklet ehliyetini almış. Bu tutku o kadar ağır basıyor ki, “100 yaşımda da olsam yine motor kullanırım. Motorun benim için zevki bambaşka’’ diyor gülerek… Yüzünde gördüğümüz genç ifadenin sırrı belki biraz da motor sevdasına bağlı olan Ali Usta’ya, “Bu yaşta motor kullanmak tehlikeli değil mi?’’ diye soracak oluyoruz. Bize kaskını göstererek, mutlaka tedbir aldığını, hatta en kısa sürede bir de motosikletçi kıyafeti edineceğini söylüyor. Çaykur, 1970’lerden bu yana bölgede İstİhdam kaynağı Çaykur’dan 1997 yılında emekli olan Ali Baloğlu, kurumun kendi hayatındaki önemini ise şöyle anlatıyor: “Rizeli olup da Çaykur’a girmeyen olmamıştır bizim zamanımızda. Biz 1970’lerin başında kuruma dâhil olduk. O yıllarda sadece Rize’den değil, Erzurum, Giresun, Samsun gibi kentlerden gelip Çaykur’da çalışmaya başlayan yüzlerce kişi vardı. Çaykur bu bölgede herkese iş imkânı sağlamıştır. 1970’li yıllarda pek çok işçi Almanya’ya, Avrupa’ya göç etti çalışmak için. İşte o yıllardan beri Çaykur bizim Avrupa’mız olmuştur. Benim için apayrı bir dünyadır Çaykur’’. Dile kolay, 23 senesini Çaykur’da ter dökerek geçirmiş, kurumun sayısız emektarından biri Ali Baloğlu... Çaykur’da çalıştığı yıllardan bugüne kurumda çok önemli değişimler yaşandığını söylüyor. Ali Usta “Biz 1974’te fabrikaya girdiğimizde vardiyada 1.500 kişi vardı. Çayları sırtımızda taşırdık. Şimdi otomasyon sayesinde fabrikalar değişti, hayat değişti. Biz başladığımızda fabrika sayısı bir-ikiyken bakın şimdi nerelere geldi. Ve Çaykur bizim hep velinimetimiz oldu,’’ diyor. MART 2014 NİSAN [29] [hobilerimizvebiz] Selami Aslankaya, dile kolay, 30 yıldır Çaykur’da çalışıyor. İşten arta kalan zamanlarını denizde değerlendiren Aslankaya’ya, çocukluktan beri tutkusu olan ‘olta balıkçılığı’na dair merak ettiklerimizi sorduk... “Bir ailem, bir de deniz... İşte benim mutluluğum…” [30] NİSAN 2014 Selami Bey, sizi kısaca tanımak isteriz… 1984’ten beri Çaykur’da çalışıyorum ve bundan çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Çaykur, yöremiz açısından bir velinimet. Rize’nin hayatı, can damarı. İş dışındaki zamanımı amatör olarak olta balıkçılığı yaparak değerlendiriyorum. Olta balıkçılığıyla ne zamandır ilgileniyorsunuz? Benim ailem denizle çok haşır neşirdi. Çok erken yaşlarda yüzme öğrendim. Babam da olta balıkçılığı yapardı; sandallarımız vardı. Kıyı kesiminde herkesin bir sandalı, motoru vardır. Bu tutkumun temelinde çocukluğumda edindiğim ilk izlenimlerin de payı büyük elbette. Biri 15, diğeri 20 yaşında iki oğlum var. Çocuklarıma da çok erken yaşlarında yüzme öğrettim. Onlar da şimdi olta balıkçılığı yapıyorlar. Benim için mutluluğun sırrıdır bu: Bir ailem, bir de deniz… Balığa ne sıklıkta çıkıyorsunuz? Kimileri gece çıkar balığa, kimileri sabaha karşı… Ben genelde işten sonra çıkıp, birkaç saatimi denizde geçiriyorum. Özellikle yazın daha çok balık olduğu için, bu mevsimde daha sık çıkıyorum. Küçük bir sandalım var. Çoğu zaman yalnız, bazen de çocuklarımla ya da arkadaşlarımla çıkıyoruz. Çocuklarınızla birlikte balık tutmak nasıl bir duygu? Çocuklarımla çıktığımda ekip halinde olduğumuz için mutluluğum daha da büyüyor. Aramızdaki baba-oğul ilişkisi de böylece pekişiyor; arkadaş gibi oluyoruz. “Kim daha çok tutacak?” türünden yarışlara girişiyoruz aramızda bazen. Denizin verdiği huzur, aile olmanın mutluluğuyla birleşince dünya bir başka güzel görünüyor gözüme. Denizle iç içe yaşamak nasıl bir his uyandırıyor içinizde? Denize açıldığınızda, karadan uzakta, büyük bir sessizliğin ortasında yalnız kalıyorsunuz. Çıt çıkmıyor. Sadece tuttuğunuz balığın ve suyun sesi; arada bir de gelip giden motorların sesleri... Sıkıntı veren hiçbir şeyi düşünmüyorsunuz, oltayı atıp balığa odaklanıyorsunuz sadece. Bütün stresinizi atıyorsunuz üzerinizden, her şeyi unutuyorsunuz. Deniz, bütün sıkıntınızı alıp götürüyor. İstediğiniz kadar durun orada, istediğiniz kadar çıkarın tadını… Tedbiri de elden bırakmadan elbette… Her yönüyle çok güzel bir uğraş… Tabii balık tutabilmek de önemli. Hiçbir şey tutamadan saatlerce beklemek sıkıcı oluyor. Hobiniz işinize nasıl yansıyor? Daha zinde oluyorum, daha dinç kafayla işe gidiyorum. Gündelik hayatta daha az sinirli oluyorum… Balığa çıkmak ve denizle baş başa kalmak beni çok olumlu yönde etkiliyor. Akşam yemeğine yetecek kadar tutabiliyor musunuz? Denize çıktığım zaman eve yetecek kadar tutmadan sahile dönmem asla. Bu şarttır: Öğüne yetecek kadar balığı tutacaksın mutlaka. Profesyonellerle birlikte balığa çıktınız mı hiç? Büyük motorlarla birkaç kez çıkarak ağ attım ama onlar bu işi ticari amaçla yapıyor. Para kazanmak gibi bir amacınız olduğu için bu tür durumlarda olta balıkçılığındaki gibi stres atamıyorsunuz. Sonuçta bir iş olarak bakıyorsunuz balık tutmaya o zaman. Meraklıları için verebileceğiniz ipuçları var mı? Balıkların denizde yoğun olduğu, standart yerleri vardır. Mesela bir yerde çok fazla kepez varsa orada balık yoğunluğu olduğunu anlarsınız. Bu tür ipuçları denize açıldıkça öğreniliyor. Şans faktörünü de göz ardı etmemek gerekir elbette. Her şeyi çok iyi yapsanız da şansınız yaver gitmiyorsa balık tutamazsınız. Eskiden çok balık vardı. Ben 17 yaşımdayken, sandalla açılmadan, sahilden lüfer tutardık. Artık çok az çeşit balık var. Bir istavrit kaldı; biraz da mezgit var. Eylül-ekim döneminde bir de palamut oluyor, o kadar. Sandalla çıkma imkânı olmayanlar için kıyıdan, taşların üstünden olta atmayı tavsiye ediyorum; o da çok keyiflidir. Sahilde tuttuğunuz için hemen ateş yakıp pişirme imkânınız da oluyor. Bir de şu var: Balığa deniz temizse çıkılır. Rüzgârlı bir havada, dalgalı bir denize kimse açılmaz. NİSAN 2014 [31] [güncel] Türk ve dünya çocuklarının BAYRAMI kutlu olsun! [32] NİSAN 2014 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, milli bayramlarımız içinde, dünyada çocuklara hediye edilmiş ilk ve tek bayram olması nedeniyle en özel olanıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün olan 23 Nisan’ın çocuklara özel bir bayrama dönüşmesinin öyküsünü tarihe kısa bir yolculukla hatırlayalım... 23 Nisan’ın Türkiye’de milli bayram olarak kabul edilmesinin nedeni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin o gün (1920) açılmış olmasıdır. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ortaya çıkışında üç ayrı bayramın payı vardır. Çocuk Bayramı tamamen ayrı bir kavram olarak gelişirken, Ulusal Egemenlik ve 23 Nisan Bayramları başta ayrı bayramlarken, birleştirilmiş ve son olarak aralarına Çocuk Bayramı da eklenmiştir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın, 23 Nisan 1927’de Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (günümüz Çocuk Esirgeme Kurumu’nun) o günü “Çocuk Bayramı” olarak duyurmasıyla başladığı kabul edilir. Aslında Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 23 Nisan’la ilgili çalışmaları 1927’den de öncelere dayanmaktadır. Kurum, 23 Nisan 1923’te, milli bayram için pullar bastırmıştır. 23 Nisan 1924’te Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Bugün Yavruların Rozet Bayramıdır” ibaresi yer almış, 23 Nisan 1926’da da yine aynı gazetede “23 Nisan Türkler’in Çocuk Günüdür” başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. NİSAN 2014 [33] ıza çocuklarım 23 Nisan armağanı Her yıl ülkemizde ve yurtdışındaki temsilciliklerimizde, bütün kurumlarımızda, okullarımızda ve her evde çeşitli etkinliklerle kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bu yıl Çaykur ailesinde farklı bir kutlamaya sahne olacak. Çaykur, Türkiye ve dünya çocuklarının bu anlamlı bayramına düzenlediği “Çay’’ temalı resim yarışmasıyla renk katacak. Çaykur çalışanlarının 7-12 yaş arası çocuklarının katılabileceği bu yarışmada çocuklar çay konulu resimler yaparak birbirinden güzel ödüller kazanacaklar. Yarışmanın birincisi, müthiş bir eğlence deneyimi sunan Xbox oyun konsolunun sahibi olurken, resim yarışmasına katılan tüm çocuklar keyifle okuyacakları kitaplarla ödüllendirilecekler. Resim Yarışması’na gönderilen çalışmalar Çaylık Dergisi Yayın Kurulu tarafından değerlendirilecek. Yarışmayı kazanan çocuklarımıza ödülleri Genel Müdürlüğümüzce verilecektir. Çaykur çalışanlarının Rize dışından katılacak çocuklarının ödülü ise Bölge Müdürlükleri tarafından ulaştırılacak. KAT IL İKİ N oyun ve ÜÇ Cİ Bisikle t TÜM ÇO N A KLARIMI CU ÖDÜLLÜ RESİM YARIŞMASI Xboxkonsolu CÜYE ÜN BİR İ İYE C N keyifleacakları okuy kitaplar ZA [güncel] 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak kutlanışı 23 Nisan 1927’de Atatürk’ün önderliğinde başlar. Bugüne özel etkinlikler için Atatürk, arabalarından birini çocuklara tahsis eder ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu çocuklar için konser verir. Yine aynı sene, Ankara’da bir Çocuk Balosu düzenlenir. 1928’de ise bayram için özel ilanlar verilir, halk davet edilir, çocuk alayları oluşturulur, yarışmalar ve geziler düzenlenir. Atatürk, konuşmalarından birinde “milli egemenlik” kavramını emanet ettiği çocuklara şu sözlerle seslenir: “Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.” 1933 yılının 23 Nisan’ında Atatürk yeni bir gelenek başlatarak o sabah çocukları makamında kabul eder. Bu gelenek günümüzde de çocukların 23 Nisan’da devlet kurumlarının başındaki memurların yerine geçmesi şeklinde devam ediyor. Aynı yıl stadyumlarda beden hareketi gösterileri yapılmaya başlanır. 1975’ten itibaren TRT de programlarıyla bayrama destek verir. 1979’da resmî “Milli Hâkimiyet Bayramı” törenlerine çocukların da katılmasına karar verilir ve 1980’de bir “Çocuk Parlamentosu” oluşturulur. TRT Çocuk Şenliği 1979’da BEŞ ülke ile başladı Yarışmaya katılmak isteyen çocuklarımız çalışmalarını, 30 Mayıs 2014 tarihine kadar Çaykur Genel Müdürlüğü Müftü Mah. Menderes Bulvarı 53080 – Rize adresine iletebilir. Yarışmayla ilgili detaylı bilgi için: Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü, Necla yeşildağ necla.yesildag@caykur.gov.tr / Tel: 0464 213 02 11 (1249) [34] NİSAN 2014 Sonraki yıllarda 23-30 Nisan haftası “Çocuk Haftası” olarak kutlanmaya devam eder. 1975’te Türkiye Radyo Televizyon Kurumu da (TRT) kutlamalara katılır ve bir hafta boyunca TRT’de çocuk programları yayınlanır. 1979 yılının UNESCO tarafından Dünya Çocuk Yılı olarak duyurulması üzerine, TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlanır ve bu proje TRT Uluslararası “23 Nisan Çocuk Şenliği’’ adıyla günümüze kadar gelir. İlk kez 1979 yılında, SSCB, Irak, İtalya, Romanya ve Bulgaristan’ın katıldığı şenlik, günümüzde yaklaşık 50 ülkenin çocuklarının katılımıyla düzenlenmektedir. Şenlik, 1979-2000 arasında Ankara’da düzenlenmiş, ardından, Türkiye’deki başka kentlerde de gerçekleştirilmiştir. 1979’da uluslararası boyuta taşınan milli bayramımız bu tarihten itibaren her yıl dünyanın farklı ülkelerinden çocukları ağırlamaktadır. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği, çocuklar arasındaki kardeşlik, sevgi ve dostluk bağlarını geliştirerek çocukların barış içinde yaşayacakları bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenmeye devam ediyor ve “Yurtta Barış Cihanda Barış’’ ilkesiyle her yıl ortalama 40 ülkenin katılımıyla kutlanıyor. Bugüne dek 110 farklı ülkeden çocukları ağırlayan şenlik, Ankara dışında, İstanbul, Antalya, Bursa, Konya ve İzmir gibi Türkiye’nin değişik şehirlerinde birbirinden renkli gösteriler, şenlik yürüyüşleri, konuk grupların renkli kıyafetleri ve kendi ülkelerine özgü müzikleri eşliğinde sergilenen dans gösterileriyle coşkuyla kutlanıyor. NİSAN 2014 [35] [sağlık] Bahar hastalıkları kapınızı çalmasın… Bahar, kırlarda papatyalar, gökyüzünde güneş demek… Mutluluk demek. Fakat, ısınan havalara yine de hemen aldanmayın siz. Çünkü bu mevsim pek çok alerjik durumu ve hastalığı da beraberinde getiriyor. Bu güzel günlerin tadını çıkarırken sağlığınızı da ihmal etmeyin lütfen… Güneşi daha bol görebildiğimiz ve ondan daha çok yararlanabildiğimiz, doğanın kendini yenilediği, bahçelerin rengârenk çiçeklerle bezendiği bahar ayları aynı zamanda çeşitli alerjik durumların ve hastalıkların da habercisi. Mevsim değişikliğine bağlı olarak bahar aylarında ortaya çıkan alerjik hastalıkların başında rinit ve astım geliyor. Ayrıca nezle, göz nezlesi, farenjit, bronşit, kabakulak, suçiçeği, üst ve alt solunum yolları hastalıklarının da yine bu aylarda kapımızı çalma riski söz konusu. Yine bu dönemde, astıma bağlı kronik öksürük, gece öksürüğü gibi sıkıntıları olan hastaların sayısında ciddi artışlar gözleniyor. Baharı karşılarken, çocuklu ailelerin ve kronik hastalığı olanların daha dikkatli olması özellikle tavsiye ediliyor. Bu aylarda çocuklarda en çok görülen enfeksiyonlardan biri olan krup, ağır solunum sıkıntısına [36] NİSAN 2014 yol açan bir üst solunum yolu enfeksiyonu. İki veya üç gün süren burun akıntısı, ses kısıklığı ve hafif ateşle kendini gösteren hastalık ilerlediği takdirde solunum zorluğuna yol açıyor. Yine bu aylarda kabakulak, suçiçeği gibi döküntü ile kendini gösteren hastalıklar çocuklarda daha fazla gözleniyor. Soğuk algınlığı, burun tıkanıklığı, nezle şeklinde başlayıp öksürük, hırıltı, balgam hatta nefes darlığına kadar ilerleyebilen bronşit ise en sık görülen bahar rahatsızlıklarından biri. Önlem alınmadığında öksürük, hapşırık veya direkt temas ile bulaşabilen bu hastalığın hırıltı ve sık soluma gibi bulguları başladığında doktora başvurulması ve tedavisinin mutlaka yapılması gerekiyor. Aksi halde, özellikle altı aydan küçük bebeklerde solunum ve kalp yetmezliği gibi ciddi sorunlara yol açabiliyor. Bahar alerjisi iki yaşından itibaren başlıyor Bahar aylarının gelmesiyle havadaki polen miktarı yoğunlaşıyor. Mart ayında ağaç polenleri, mayıs ve haziran ayında da çimen polenleri havaya dağılmaya başlıyor. Polenlerin bahar ayında ortaya çıkmasından ve alerjiye neden olmasından dolayı polen alerjisine “bahar alerjisi’’ de deniliyor. Bazı insanlarda polenlere karşı alerji gelişebiliyor. Polenlerin en sık neden olduğu alerjik hastalıklar arasında ilk sırada astım, alerjik nezle ve göz alerjisi geliyor. Bahar alerjisi, ailesinde alerjik hastalığı olanlarda görülüyor genellikle; çünkü alerjik hastalıklar aynı zamanda genetik hastalıklar grubunda sayılıyor. Bahar alerjisinin ortaya çıkması ancak iki yaşından sonra mümkün; çünkü vücudun bir alerji geliştirebilmesi için en az iki bahar mevsimiyle karşılaşması gerekiyor. Dolayısıyla, iki yaşından küçük bebeklerde böyle bir durumun görülmesi ihtimali yok denecek kadar az. Halk arasında “bahar nezlesi”, “alerjik nezle” veya “polen nezlesi” diye adlandırılan bu sorun özellikle burunda ve gözlerde ortaya çıkıyor. Burunda gıdıklanma hissi, kaşınma, aşırı akıntı, tıkanıklık, hapşırık krizleri; gözde yaşarma, kızarma, kaşıntı ve yanma problemleriyle kendini gösteriyor. Hastalığın en tipik belirtisi olan hapşırma, arka arkaya 15-20 kere tekrarlanıyor. Bazen boğazdaki tahriş ve geniz akıntısı, kuru ve inatçı bir öksürüğe yol açabiliyor. Alerjik hastalıklar şehirlerde daha fazla görülüyor Hastalığa karşı antialerjik özellikli burun spreylerinin ve göz damlalarının kullanılması öneriliyor. Belli hasta gruplarında ise aşı tedavisi uygulanabiliyor. Ancak bu hastalar, Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine göre belirleniyor ve aşı tedavisi için bazı şartlar aranıyor: Hastanın bir tek polene alerjisi varsa, genç ise ve astım türü reaksiyonlar saman nezlesine eşlik ediyorsa aşı tedavisine bir an önce başlanması gerekiyor. Bahar alerjisi görülen çocukların evden dışarı çıkarken güneş gözlüğü takmaları öneriliyor. Eğer çocuk bahar alerjisine yakalanmışsa burundan nefes alıp vermesini sağlamak gerekiyor. Burun, filtre görevi görüp polenin akciğerlere ulaşmasını engelliyor. Uzmanlar, alerjik hastalıkların sanayileşmiş yörelerde ve kentlerde kırsal kesimlere oranla daha sık görüldüğünü belirtiyor. Alerjik hastalıkların teknolojinin gelişimine paralel olarak arttığını kaydeden uzmanlar, kapalı ve dar alanlarda topluca yaşam, halı döşemeler, ev içinde kedi, köpek, kuş ve benzeri hayvanların beslenmesi, sigara alışkanlığı, katkı maddesi içeren hazır gıdaların tüketilmesi gibi faktörlerin alerjik hastalıkların artmasına neden olduğuna dikkat çekiyor. Polen alerjisi olanlara tavsiyeler s Piknik yapmaktan kaçının. Piknik ortamında atmosferdeki polen yoğunluğu artacaktır. s Tatillerinizi çayırlardan ve ormanlık bölgelerden, mümkünse, uzak geçirin. s Pencerelerinizi gece yarısından sabaha kadar kapalı tutun. Polenler güneş doğarken uçuşmaya başlar özellikle. s Üzerinde polen kalmaması için saçlarınızı mutlaka yıkayın. s Elbiselerinizi yattığınız odada tutmayın. s Otomobil kullanırken aracınızın pencerelerini ve havalandırmasını açık tutmayın. s Açık havaya polenlerin en fazla uçuştuğu saatler olan sabah 05.00-10.00 arasında çıkmamaya çalışın. s Çocuklarınızın giysilerini (dışarıdan gelmişlerse) mutlaka değiştirin. s Evdeyken pencerelerinizi açık bırakmayın. s Polenlerin çok yoğun olduğu dönemlerde ağzınızı ve burnunuzu bir maskeyle örtün. s Polen zamanında açık havada egzersiz ve spordan kaçının. s Evinizde ve ofisinizde klima varsa filtresini sık sık değiştirin. s Dışarıdaysanız güneş gözlüğü ve bere kullanın. s Çim biçmekten kaçının, biçmek zorundaysanız bir maske takın. s Bir doktora danışarak, polen mevsimi saman nezlesine, astıma ve kurdeşene karşı koruyucu ilaçlar kullanın. NİSAN 2014 [37] [eğitim] Do you speak english? Bebeklikten başlayarak yetişkinliğe uzanan dönemde insan her yaşta yabancı bir dil öğrenebiliyor. Bunun için gereken tek şey disiplin ve kararlılık. Çocuklar ise birden çok dili aynı anda öğrenme konusunda yetişkinlere göre daha yetenekli. 7’den 70’e herkes için geliştirilebilir bir yetenek olan yabancı dil öğrenimi, yeni dünyaların kapılarını açarken aynı zamanda sosyal zekayı ve becerileri de zenginleştiriyor Bir lisan bir insan… [38] NİSAN 2014 Çocukların dil öğrenmeye doğuştan hazır olduklarını biliyor muydunuz? Ya da yetişkin bir insanın yabancı bir dil öğrenmeye harcayacağı çabanın yanında küçük bir çocuk için birden çok yabancı dil öğrenme ve konuşabilme yeteneğinin gerçekten de ‘çocuk oyuncağı’ olduğunu?.. Peki, neden çocuklar daha kolay dil öğreniyor? Çocuk beyni, hızla gelişmekte olan dinamik yapısı açısından yetişkin beyninden farklı olduğu için. İki yaşındaki bir bebeğin beyninde bir yetişkine kıyasla iki kat daha fazla bağlantı bulunuyor. Bebek tüm dillerden alınan sesler arasındaki farkları ayırt edebiliyor, duyduğu her dili rahatça öğrenebiliyor. Yıllar içinde beyin daha az esnek olmaya başlıyor ve çocuk ergenlik çağına girdiğinde, dil de dâhil, hiçbir gerçek zihinsel sistemi önceki yıllarda olduğu gibi zengin şekilde geliştiremiyor. Bu yüzden, uzmanlar üç aylıktan 12 yaşına dek olan süreçte çocukların birden fazla yabancı dili kolaylıkla öğrenmesinin mümkün olduğunu belirtiyorlar. Dilin müziğini öğrenmek Erken yaşta yabancı dil eğitimi konusunda dünyada kabul gören metotların başında Helen Doron Metodu geliyor. Bu metot oyunlar, hikâyeler ve şarkılarla tamamen doğal olarak gerçekleşen öğrenme sistemiyle dikkat çekiyor. Kendisi de bir dilbilimci olan Helen Doron tarafından 1985’te geliştirilen ve tüm dünyada ‘erken dönem’ İngilizce öğretiminin öncüsü olan yöntem, üç aylıktan itibaren çocukların kendi anadillerini öğrenmeleri gibi, duyulanları tekrarlamaya ve pozitif yönlendirmeye dayanıyor. Helen Doron, bu metodun ilk ilhamını dört yaşına gelen kızının Suzuki Metodu ile keman derslerine başlamasıyla almış. Dr. Suzuki, bu metodunu anadil yaklaşımı olarak adlandırıyor ve çocukları keman çalmaya, nota öğretmeden önce başlatıyordu. Dr. Suzuki ile görüşmelerinde Helen Doron, dünya üzerinde çocuklara yabancı dil öğretiminde yapılan yanlışlıkları görüyor ve onların ‘dilin müziğini’ öğrenmeye ihtiyaçları olduğunu fark ediyor. Doron, bebeklerin ve küçük çocukların anne-babalarından anadillerine ait kelimeleri, cümleleri, şarkıları, hikâyeleri tekrar tekrar duyduklarını; bir diğer dili de aynı bu şekilde öğrenebileceklerini düşünüyor. Bu yöntemi kullanarak üç aylık bebekten 18 yaşındaki gençlere oyunlar, hikâyeler, çalışma kitapları, flash kartlar, hikâye kartları, özgün şarkılar vasıtasıyla İngilizce’yi doğal yöntemlerle öğretiyor. Yabancı dil öğrenirken yapılan hatalar “Entelektüel düzeyi yüksek insanların daha kolay yabancı dil öğrendiği bir ‘şehir efsanesi’dir,” diyor uzmanlar. Bu, aynı zamanda şu anlama da geliyor; dileyen herkesin, konuştuğu dilden farklı bir dili daha öğrenmesi mümkün. Zira, dil öğrenme yeteneği biraz disiplin ve farkındalık ile kazanılabilen bir yetenek. Peki, bu konuda en çok yapılan hatalar neler ve bu hatalar nasıl düzeltilebilir? l “Her şeyin başı dinlemek” derler. Yabancı bir dil öğrenirken kazanılması gereken en önemli özellik dinlemeyi bilmektir. Yabancı dil öğretmenleri, dil öğreniminde ‘sessiz dönem’den bahseder. Tıpkı bebeklerin dinleyerek ses çıkarmayı öğrenmeleri gibi yabancı dil öğrenirken de dinleme yeteneğini kullanmak başarıya ulaştıran en önemli anahtar. Müzik dinleyerek veya öğrendiğiniz dilde bir film seyrederek dinleme yeteneğinizi geliştirebilirsiniz. l Dile karşı merak bir diğer anahtar kavram. Öğrenmek istediğiniz dilin aynı zamanda kültürüne, geleneklerine yönelik bir merak da duyuyorsanız o dili çok daha büyük bir keyifle, kolayca öğrenebilirsiniz. l Dilbilimcilere göre, katı düşünce tarzına sahip olanlar, esnek düşünebilen ve belirsizlikler karşısında fazla tolerans gösterebilen kişilere göre daha zor öğreniyor. Yabancı dil öğrenmek, belirsizliklerle dolu bir süreç. Her gün yeni bir kelime ve yeni gramer kuralları ile baş başa olmak kuşkusuz kolay değil. Uzmanlar bu yüzden, yeni bir kelime öğrenirken, hemen sözlüğe sarılmaktansa kelimenin kullanıldığı cümle içindeki muhtemel anlamını tahmin etmeye çalışmanın iyi bir öğrenme metodu olduğunu söylüyor. l Yabancı dil öğrenirken tek bir metot yerine farklı yolların denenmesi tavsiye ediliyor. Dinlemek ve tekrar etmek bir yöntem ama öğrenme dediğimiz süreç aynı zamanda yazmak, konuşmak, okumak gibi yöntemleri de içermeli. l Yabancı bir dil öğrenmeye istek duyan hemen herkesin paylaştığı ortak bir duygu var: Korku ya da kendini iyi ifade edememe endişesi. Hatta bir sözcüğü yanlış telaffuz etmek bile kimileri için büyük bir utanç kaynağı olabiliyor. Dilbilimciler ve eğitmenler ise bu korkuyu aşmanın en iyi yolunun konuşmak, daha fazla konuşmak olduğu görüşünde birleşiyor. Hata yapmaktan ve düzeltilmekten endişe duymazsanız o yabancı dili bir süre sonra daha rahat konuşmaya başlıyorsunuz. NİSAN 2014 [39] [eğitim] Doğu Karadeniz’de faaliyet gösteren yabancı dil kursları ve merkezlerinden aldığımız bilgiye göre, bir turizm cenneti olan bölgede yabancı dil eğitimine daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Hem hafızayı güçlendiriyor hem sosyal beceriyi artırıyor Eğitim uzmanı Ann Meritt İngiltere’de yayınlanan Telegraph gazetesinde yer alan bir makalesinde birden çok dil bilmenin avantajlarını şöyle sıralıyor: l Birden çok işi aynı anda yapabilme yeteneğine sahip olursunuz l Alzheimer ve demans gibi hastalıklara yakalanma riski azalır l Hafızanız güçlenir l Gözlem ve algılama yeteneğiniz gelişir l Yaptığınız seçimlerde kendinize güveniniz artar ve zor konularda karar vermeniz kolaylaşır l Anadilinizi daha güzel ve hatasız konuşmaya başladığınız için çevrenizle iletişim kurma yeteneğiniz gelişir [40] NİSAN 2014 Yabancı dilin yetişkinler için avantajları Günümüzde tek bir yabancı dili konuşabilmek yetmiyor. Birden fazla yabancı dil bilmek özellikle iş hayatında kişiye çok önemli kapılar açıyor. Üstelik sadece kariyer açısından değil; zihinsel ve sosyal beceriler anlamında da yabancı dilin insana kazandırdığı pek çok avantaj söz konusu. Bilimsel araştırmalar, birden çok dil konuşabilen bir insanın beyin kapasitesinin ‘tek dilli’ bir insana göre çok daha fazla gelişmiş olduğunu gösteriyor. Ayrıca zihinsel kapasitenin yabancı dil sayesinde yükseltilmesi sadece çocukların ya da gençlerin daha kolay başardığı bir şey değil. Yetişkin bir insan da yabancı bir dil öğrenerek zihinsel anlamda en az onlar kadar gelişme kaydedebiliyor. İnsan hangi yaşta olursa olsun yabancı dil öğrenerek beynin daha etkin çalışmasını sağlama ve iletişim becerilerini geliştirme şansına sahip. Üstelik, uzmanlara göre bu sayede kişinin problem çözme yeteneği de gelişme gösteriyor. Evet, dilimize yerleşmiş olan ‘Bir lisan bir insan’ tabiri işte bu yüzden son derece doğru. Bir dil öğrenirken aynı zamanda o dili konuşan insanlarla iletişim kurarak farklı dünyaları, farklı kültürleri keşfetme olanağına da sahip oluyoruz. Keşfettikçe olaylara, insanlara, problemlere bakış açımız değişiyor ve ufkumuz genişliyor. Amerika’daki Pennsylvania State University tarafından yapılan bir çalışmaya göre, çok dilli kişiler, özellikle de birden çok dil öğrenen çocuklar konuşma, yazma ve kurgulama konusunda diğerlerine göre daha avantajlı konumda. Bir başka deyişle, bu kişiler birden çok işi aynı anda yapabilme ve esneklik kabiliyeti açısından bir adım daha ilerideler. Aynı üniversite tarafından yapılan bir başka çalışmada birden çok dil bilenler ve tek dilli olanlar bir sürücü simülasyonuna tabi tutuluyor. İkiden fazla dil konuşabilen deneklerin araba sürerken daha az hata yaptığı gözleniyor. Doğu Karadeniz’de yabancı dil eğitimi güçlendirilmeli Doğu Karadeniz’de son yıllarda planlanan ve gerçekleşen turizm yatırımları bölgeyi yabancı ziyaretçiler açısından cazip bir konuma taşıyor. Özellikle yayla ve dağ turizmini canlandırmak amacıyla yerel yönetimlerin de harekete geçmesiyle Doğu Karadeniz yerli olduğu kadar yabancı turistlerin de ilk tercihlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Bölgeye yapılacak altyapı yatırımlarının yanı sıra, kalifiye insan kaynağı yaratmak da önemli bir gereklilik haline geliyor. Turizmde kalifiye insan kaynağı ise yabancı dilde hizmet verebilen profesyonellerin çoğalması bakımından önem taşıyor. Bölgede yabancı dil kursları düzenleyen kurumlardan biri de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sürekli Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi. Merkezin Genel Müdürü Ahmet Tan, İngilizce kurslarının 2011 Eylül döneminden bu yana her sene iki dönem olarak açıldığını belirtiyor. Kursların daha çok akademik kariyer; lise, üniversite sınavlarında başarı odaklı düzenlendiğini belirten Tan, bölgede yabancı dil eğitimi konusunda istenen öğrenci sayısına ulaşamadıklarına dikkat çekiyor. Tan, yabancı dilin artık bir gereksinim olduğu gerçeğinin altını çizerek “Bölgemize yabancı birçok ziyaretçi geliyor ve turistik değerlerimizi hayranlıkla geziyor. Bu ziyaretçilerin hem ülkemize hem de bölgemize sağladığı ekonomik katkı ise inkâr edilemez bir gerçek. Bu ziyaretler sürekli ve artarak devam etmekte olduğundan, yabancı vatandaşlara hizmet verecek kalifiye eleman ihtiyacı da ön plana çıkıyor. Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, ülkemizde birçok yerde ikinci yabancı dili bile istiyorlar. Hatta bazı yerlerde İngilizce bilmek de yetmiyor,’’ diyor. Rize Merkez’de 1997 yılından bu yana İngilizce kursları düzenleyen Akademi Rize’den Mehmet Salih Çakmakçı ise İngilizce eğitimi konusunda toplumsal bilincin bölge açısından düşünüldüğünde yeterli düzeyde olmadığı görüşünde. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde İngilizce konusunda daha yüksek bir bilinç olduğunu belirten Çakmakçı, özellikle bölgedeki ailelerle birebir iletişim kurarak onlara bu yönde bilinç kazandırmaya çalıştıklarını sözlerine ekliyor. Genç kuşağın yabancı dil öğrenme konusunda daha istekli olduğuna dikkat çeken Çakmakçı, yabancı dile yönelik bakışın ve bilincin önümüzdeki beş yıllık süreçte daha da gelişeceğini umuyor. NİSAN 2014 [41] [teknolojigünlüğü] Mars’ta beş yıldızlı otel n hatleri başlatacak ola le yakında uzay seya tiy ke şir ilk lı da ad lar tic ay lac . Virgin Ga önümüzdeki nini gözüne kestirdi gin Galactic şirketi, ge Vir ze de ge e rs ns Ma ele için ert ı z birçok ke yeni turizm yatırım uş tarihi daha önce İngiliz Virgin Group, rihe geçecek. mayı hedefliyor. Uç aç ’ eri ell ightTwo ot uzay gezisi olarak ta ay ari ‘uz tic rsa ilk e olu ird rılı kd şa ta yüksekliğe WhiteKn ba ği iş şti bu grup, k. Bu mekik belirli bir seyahat gerçekle ca Bu pa r. ya ıyo beş dakika kik lan şık me zır lı kla ha ad ya maya eyen yolcular i SpaceShipTwo öd tin lar ha do ya uzay seyahatine çık bin se 0 n 25 ine bil yaklaşık k. Gezi için yörünge uçuşu olarak ber’in de bulunduğu ay yolcusu katılaca Virgin Galactic’in alt recek geziye altı uz Di Caprio ve Justin Bie sü o at ard sa on k Le çu ie, bu Jol İki a . Angelin arılacak alarında Tom Hanks, adlı jet tarafından çık neyimi yaşayacak. Ar de am ort siz kim boyunca yerçe iliyor. sırada olduğu belirt 700 kişinin gezi için Silikon Vadisi ve Hollywood’un gözü yapay zekada Yapay zeka, tıpkı giyilebilir teknoloji ürünleri gibi, gelecek vaadeden sektörlerden biri haline geliyor. Nitekim, teknoloji dünyasının ve Hollywood yıldızlarının yeni gözdesi yapay zeka şirketleri artık. Google’ın Deep Mind adlı yapay zeka girişimini satın alması ve Facebook’un yüz eşleme uygulaması bu adımlardan bazıları. Şimdi de Hollywood yıldızı Ashton Kutcher, Facebook’un kurucu CEO’su Mark Zuckerberg ve Tesla Motors CEO’su Elon Musk, Vicarious adlı yapay zeka şirketine milyonlarca dolarlık yatırım yaptı. Vicarious, yapay zeka yazılımları geliştiren sekiz kişilik bir takım. Bu takım adını, insan ve bilgisayarları ayırt etmede kullanılan Captcha testini çözebilen bir teknoloji geliştirerek duyurmuştu. “Hayal edebilen yazılım” da Vicarious’un dikkat çeken son projelerinden biri oldu. Tamamlanması için biraz daha zamana ihtiyacı olan proje, insan zihninde imgelerin canlanma biçimini bir dereceye kadar taklit edebiliyor. [42] NİSAN 2014 Giyilebilir cihazlar hayatımızı değiştirecek Akıllı telefonlar, hayatımızı kolaylaştıran tasarımlar, üç boyutlu yazıcılar derken yaşadığımız bu hızlı değişim “Sırada ne var?’’ sorusunu gündeme getiriyor. Mühendislerin yavaş yavaş ‘Siborg insan’ tasarladığı belirtilirken yurtdışında yayınlanan NDR bilim dergisinde yer alan bir makaleye göre, geleceğin teknolojileri doğrudan vücuda bağlanan ve konuşma komutu ya da görsel sinyallere tepki gösteren, internet bağlantılı “giyilebilir” aletler olacak. “Google Glass” gibi cihazların bu yönde atılmış adımlar olduğu belirtiliyor. Sesli komut sistemiyle çalışan bu gözlük sayesinde, “fotoğraf çek’’ ya da “video çek’’ komutlarıyla, eş zamanlı olarak o anın görüntüsü ve fotoğrafı çekilebiliyor. Navigasyon hizmeti de sunan gözlük, adres komutundan sonra görüş ekranının sağ tarafına gidilmek istenen adresin tarifini çıkartıyor. Gözlük, test aşamasında olsa da geleceğin trendleri yarışında bir adım önde görünüyor. Uykusuzluk beyni öldürüyor ABD’li araştırmacılar, uykusuzluğun sanıldığından daha ciddi sonuçlar doğurabileceğini ortaya koydu. Buna göre, uykusuzluk beyin hücrelerini kalıcı şekilde öldürüyor. Fareler üzerinde yapılan araştırmada, uzun süre uykusuz kalmanın beyin sapındaki hücrelerin yüzde 25’ini öldürdüğü saptandı. Araştırmacılar, uzun süre çalışan ve gece mesaisi yapan insanların uyku düzenini fareler üzerinde uyguladı. Fareler, üç gün süresince günde sadece dört-beş saat uyutuldu. Uykusuz kalan farelerin, beyin saplarındaki hücrelerin yüzde 25’ini kaybettiği görüldü. Uzmanlar araştırmayı, uyku kaybının geri dönülemez hasara yol açtığının bir kanıtı olarak değerlendiriyor. Araştırmacılar, insanlar üzerinde de aynı etkiyi yapması halinde, kaybedilen uykuyu telafi etmeye çalışmanın da boşa olacağını belirtiyor. Duyguların vücut haritası çıkarıldı Bilim insanları en yaygın duyguların vücutta güçlü hisleri tetiklediğini tespit ederek, her bir duygu için vücudun topografik haritasını çıkardı. Proceedings of The National Academy of Sciences dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, hislerin vücudumuzda izlediği yollar, Batı Avrupa ve Doğu Asya kültürleri arasında farklılık gösteriyor. Science Daily sitesinin haberine göre, Finlandiya, İsveç ve Tayvan’da 700’den fazla birey üzerinde yapılan deneyde, araştırmacılar denekleri farklı hislere yöneltti. Ardından, deneklere bilgisayar üzerinde insan vücudu gösterilerek, hislerin bedenlerinin neresinde arttığı ya da azaldığı soruldu. Denekler, birçok duygu halinde hislerin vücutlarındaki yayılımını gösterdi ve hislerin topografik haritası oluşturuldu. Araştırmacılar, yeni bulguların, duyguları ve bu duyguların bedensel temellerini anlamak konusunda önemli bilgiler sunduğunu, böylece duygusal bozukluklara yeni tedaviler geliştirebileceklerini de ifade etti. NİSAN 2014 [43] [yaşam] Ayurveda, Hindistan’ın alt kıtasında ortaya çıkan antik bir sağlık sistemi olarak asırlardır kabul görüyor. Günümüzde Hindistan, Nepal, Sri Lanka’da uygulanmakta olan bu sistem, Çin ve Tibet tıbbı üzerinde de önemli etkiler bırakmış. Ayur; “hayat” veya “hayat ilkesi’’; veda ise “bilgi” anlamına geliyor. İnsanlar Ayurveda’ya göre başlıca üç tipe (Vata, Pitta ve Kapha) ayrılıyor. Kişilerin psikolojik, biyolojik ve kimyasal özelliklerine göre ayrılmasını sağlayan bu tiplere genel olarak ‘‘dosha’’ adı veriliyor. Kimi insanın yazı, kimi insanın kışı tercih etmesi, bazılarının çorba, bazılarının dondurma olmadan yaşayamaması, ait oldukları “dosha’’ tipinden kaynaklanıyor. Ayurveda’ya göre beslenme, yaşamın temel yapı taşlarından biri. Her birimiz günde en az üç kere yemek yediğimiz için tükettiğimiz gıdalar sağlığımızı doğrudan etkiliyor. Gıdalar sağlık ve şifa kaynağı olabile- cekleri gibi, dengesizliğe ve hastalıklara da yol açabiliyor. Her birimizin kendimize has “dosha’’ oranımız, tıp biliminde “metabolik tip’’ olarak adlandırılıyor. Çeşitli sağlık merkezleri ve uzmanlar tarafından yapılan testler sonucu hangi metabolik tipe ait olduğunuzu öğrenmeniz mümkün. Metabolik tipinizi öğrendikten sonra denge ve sağlık için bazı besinleri tüketmeniz, bazılarından ise uzak durmanız gerekebiliyor. Ayurveda’da her şeyin bağlı olduğu anahtar sözcük “denge”. Bu beslenme tarzında dikkat edilmesi gereken en önemli ilke her zaman taze, sıcak ve hazmı kolay olan yiyeceklerin tüketilmesi. Bir diğeri de mide boşken, yani sadece açlık anlarında ölçülü bir şekilde yemek yemeye dikkat edilmesi. Ayurvedik beslenme uzmanları her öğünde yediğiniz yemeğin miktarının birleştirdiğiniz iki elinizin arasına sığması gerektiğini hatırlatıyor. Ölçülü ve dengeli beslenmenin sırrı Ayurveda Yaşadığınız çevrede üretilen gıdaları tüketmek, vücut tipinizi tanıyarak beslenmeye dikkat etmek, sebze ve meyveleri mevsiminde yiyebilmek; telaşsız, sakin bir ruh hali içinde ve sevgiyle yemek yapmak, doğal gıdaları mümkün olduğunca çok tercih etmek… İnsanlık tarihinin en eski beslenme ve sağlık sistemlerinden biri olan Ayurveda işte tam da bu prensipler üzerinde şekillenen dengeli ve sağlıklı bir yaşamın ipuçlarını sunuyor. [44] NİSAN 2014 Yemeği bir sanat eseri gibi hazırlayın • Mümkün olduğunca organik gıda tüketmeyi tercih edin. Organik gıdalar, dokuların yaşlanmasını sağlayan kimyasal zehirlerden arınmış olmakla beraber, eser mineraller gibi besleyici öğeler bakımından da zengindir. Bu eser mineraller saç, cilt, tırnak ve tüm vücut güzelliği için çok gereklidir. • Yaşadığınız alanın civarındaki çevreden gıda tüketiniz. Kendi bölgenizde yetişen gıdalar daha sağlıklı olacaktır. • Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmeye gayret edin. Örneğin baharda yeşillikleri, yazın kabağı, sonbaharda havucu tüketmeye özen gösteriniz. • Ayurvedik beslenmede dikkat edilmesi gereken diğer noktalardan biri de yemeği yapma biçimidir. Yemeği yapan kişinin sakin, huzurlu ve mutlu olması, yemeği adeta bir sanat eseri hazırlıyormuşçasına özenli ve isteyerek yapması önem taşımaktadır. Bu şekilde hazırlanan yiyecekler, pozitif titreşimleriyle sağlığımıza daha olumlu katkılarda bulunur. • Her yemeğinize köri ekleyin. Ayurvedik tıp altı farklı tattan oluşuyor. Bunlar; tatlı, tuzlu, acı, ekşi, keskin ve büzücü tatlar. Kendinizi doymuş hissetmek ve daha az yemek için besininizde bu altı tat olmalı. Bunlar sindirime yardımcı ve yağların yakılmasını sağlıyor. Köri baharatı bu altı tadı yemeğe eklemenin en kolay yolu. Köriyi yemeğinize ister pişirirken ister sonrasında ekleyebilirsiniz. • Ayurvedik beslenmede asıl olarak sevdiklerimizce evde hazırlanan yemekleri yememiz önerilmektedir. Yemeği yiyen kişi yemeğe otururken sakin ve huzurlu olmalıdır. • Gıdaları mümkün olduğunca tazeyken tüketin. • Çok sıcak ya da soğuk, pişmemiş ya da çok fazla pişmiş gıdalardan kaçının. • Balık ile sütü, balık ile eti beraber tüketmeyin. • Mikrodalga fırın kullanmamaya çalışın. • Arıtılmış su ya da kaynak suyu tüketin. • Her bir lokmayı iyice çiğneyerek neredeyse sıvı forma gelmesini sağlayın. Hangi öğünde ne yenmeli? Günlük kalorimizin yüzde 50’sini genelde öğle yemeğinde alıyoruz. Ayurvedik beslenmede kaloriyi azaltmadan önce, en çok kaloriyi aldığınız zaman dilimini değiştirmek esas kabul ediliyor. Ayurveda’ya göre, öğlen yemeği günün en önemli öğünü; çünkü öğle saatlerinde sindirim en güçlü olduğu noktaya erişiyor. En az kaloriyi ise akşam yemeğinde ve saat 19.00’dan önce almanız öneriliyor. İdeal bir Ayurvedik beslenmede günlük öğünlerde şu gıdaları tüketmenizde fayda var: • Kahvaltı yulaf ezmesi, taze meyve gibi kolay sindirilebilen besinler içermeli. Yumurtanın sarısını değil, beyazını tüketin. • Öğle yemeği en geniş öğününüz olmalı; peynir, et, yumurta ve tatlıları öğleyin yemelisiniz. • Akşam yemeği sindiriminizin en zayıf olduğu zaman dilimidir. Dolayısıyla küçük ve hafif bir öğün olarak geçirmelisiniz. Çorba veya sebzeler uygun olabilir. Akşam 19.00’dan sonra yemek yememelisiniz, çünkü sindirim zayıf hale geldiğinde toksin olarak yağ hücrelerinde birikiyor. NİSAN 2014 [45] [gezigünlüğü] İlk yerleşim yeri Aslantepe Höyüğü “Malatya, Malatya bulunmaz eşin’’ Rize için çay ne ise, Malatya için de kayısı o… Dünyanın “bir numaralı” kayısı üreticisi Malatya’ya konuk oluyoruz bu sayımızda. Doğu Anadolu Bölgesi’nin en eski yerleşim yerlerinden biri olarak Hititler’den Roma’ya, Araplar’dan Bizans’a pek çok uygarlığa kucak açmış olan Malatya, zengin tarihi mirası ve eşsiz doğal güzellikleriyle keşfedilmeyi bekliyor. [46] NİSAN 2014 Malatya yöresinin sevilen türkülerinden birinde Malatya’nın eşi bulunmaz bir kent olduğu söylenir. Gerçekten de tarihi, doğal güzellikleri, verimli bahçeleri, soğuk kaynak suları ile Malatya benzersiz zenginlikler sunan bir kentimiz. Kayısı yetiştiriciliğinin yanı sıra, tekstil ağırlıklı sanayisi, dinamik ekonomisi, Türkiye’nin dört bir yanına açılan yolları, tarihi ve kültürel değerleriyle Doğu Anadolu’nun turizmde söz sahibi illerinden biri olan Malatya’nın tarihi M.Ö 6000’lere kadar uzanıyor. Bölge, tarih boyunca önemli ticaret yollarının merkezinde yer almış ve stratejik konumu nedeniyle bu coğrafyaya hâkim olmak isteyen farklı uygarlıklar arasında gerçekleşen pek çok savaşa tanıklık etmiş. Bölgenin en önemli arkeolojik alanlarından Kültepe’de bulunan tabletler kentin binlerce yıllık geçmişine dair önemli işaretler sunuyor. “Malatya’’ isminin Hititçe’de “bal’’ anlamına gelen “melid”den türediği ve Hitit kitabelerinde “öküz başı ve ayağı” ile ifade edildiği belirtiliyor. “Bal ülkesi’’ anlamına gelen “Melitava” adının çeşitli kitabelerde “Meliddu”, “Melide”, “Melid”, “Milid”, “Milidia”, “Melitea” olarak geçtiği görülüyor. Malatya’yı ele geçiren Araplar kente “Malatiyye” ismini vermiş. Türkler’in Malatya’yı fethetmesiyle kentin adı bugünkü halini almış. Malatya’nın ilk yerleşim alanı olan Aslantepe Höyüğü, yolu bu bölgeye düşen yerli-yabancı turistlerin ilgi odağı. Aslantepe, suyun kenarına kurulmuş verimli bir tarım alanı olarak dikkat çekiyor. Malatya’nın 7 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Aslantepe, Türkiye’deki en büyük höyüklerden biri. 30 metre yükseklikteki bu höyük M.Ö 5000 yıllarından M.S 11’inci yüzyıla kadar iskân edilmiş. Bölge M.S 5’inci ve 6’ncı yüzyıllarda bir Roma köyüyken daha sonraları Bizans nekropolü olarak kullanılmış. Höyükte yapılan kazılarda M.Ö 3600-3500 yıllarından bir tapınak, M.Ö 3300-3000 yıllarından bir saray, çok sayıda mühür ve ustalıkla yapılmış madeni eşyalar bulunmuş. Tüm bu buluntular o tarihlerde bu bölgenin, aristokratik, siyasi, dini ve kültürel açıdan önemli bir merkez olduğunu gösteriyor. Bugün, bu buluntuların bir bölümü Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, diğer bölümü ise Aslantepe Açık Hava Müzesi’nde sergileniyor. NİSAN 2014 [47] [gezigünlüğü] Efsaneler kenti Malatya, bir efsaneler kenti. Bölgenin savaşlar ve siyasi çekişmelerle dolu köklü tarihsel geçmişinde söylencelerin payı da çok büyük. Bu efsanelerden biri de Aslantepe yöresine ait. Efsaneye göre, komşu ülkenin kralının oğlu, Aslantepe’de yaşayan yoksul bir kıza sevdalanıyor. Kral karşı koysa da oğlunu bu sevdadan vazgeçiremiyor. Sonunda gençler 40 gün 40 gece süren bir düğünle evleniyorlar ve gelin alayı yola koyuluyor. Kız bir ara gelin alayını durdurarak evine iki atlı gönderip unuttuğu oklavayı istetiyor. Buna kızan annesi kızına “Gelinlik tacınla, askerinle, alayınla taş ol’’ diyerek beddua edince gelin alayındaki herkes taşa dönüşüyor. Malatya gezimize, kentin tarihi miras açısından en zengin ilçelerinden biri olan Hekimhan ile devam ediyoruz. Adından da anlaşılacağı gibi, bir ulaşım ağının içerisinde bulunmasından dolayı, geçmişte bir konaklama bölgesi olan Hekimhan, Selçuklu döneminden günümüze kalan eserlere ev sahipliği yapıyor. İlçedeki en eski yapılardan biri Taşhan. Ayrıca, ilçede 1660 yılına tarihlenen Köprülü Mehmet Paşa Camii, bir 17’nci yüzyıl eseri olan Köprülü Mehmet Paşa Hamamı ve Tunç Çağı yerleşimi olarak dikkat çeken Güzelyurt Höyüğü gibi, kültür turizmi açısından çok değerli bir miras bulunuyor. Malatya’nın zengin efsane ve söylence kültüründe Hekimhan’ın özel bir yeri var. Ünlü Osmanlı sadrazamı Köprülü Mehmet Paşa hakkında aktarılan hikâyeye göre; sadrazamın yolu bir sefer sırasında Hekimhan dolaylarına düşüyor. Doğanın güzelliğine hayran kalan Paşa, askerlerine burada konaklanmasını buyuruyor. Askerler çevreyi dolaşmaya çıktıklarında bir dere kenarında yaralı bir adam buluyor ve hemen Paşa’ya haber veriyorlar. Paşa, yanında hekimiyle birlikte, yaralı adamın yanına gidiyor. Köprülü Mehmet Paşa yaralıya kim olduğunu soruyor. Adam, kendisinin de bir hekim olduğunu, ilaç yapmak için bitki toplarken, eşkıyalarca vurulduğunu söylüyor. Köprülü Mehmet Paşa yaralı hekim için hemen bir han, hamam ve cami yapılması emrini veriyor. Önceleri Hekimin Hanı olarak anılan bu ilçe daha sonra Hekimhan adını alıyor. [48] NİSAN 2014 Görmeden dönmeyin… Malatya ve çevresinin doğal kaynak sularıyla çevrili olması bölgede pek çok mesire ve dinlenme yeri oluşmasını sağlamış. Özellikle yaz aylarında, soğuk suların yanı başında serinlemeyi tercih eden Malatyalılar için bu mesire yerlerinin önemi çok büyük… Orduzu Pınarbaşı: Malatya merkezinde yer alan bu ünlü mesire yerinde kaynak sularının önüne set çekilerek bir gölet oluşturulduğu için özellikle yaz aylarında şehir halkı burada hem serinliyor hem de dinleniyor. Bu bölge, yazlık gazinolar ve dinlenme tesisleriyle şehrin en gözde mekânlarından biri. Horata: Malatya merkezine 5 kilometre uzaklıktaki Konak kasabasında, Beydağı’nın eteklerinde çıkan Horata suyunun çevresinde oluşturulan mesire yerinde, temiz ve soğuk suların yanında dinlenme fırsatı bulmak mümkün. Gündüzbey: Malatya’ya 8 kilometre uzaklıktaki Yeşilyurt ilçesinin kasabası olan Gündüzbey, yemyeşil doğası, suyunun bolluğu ve kasabanın sakinliğiyle tercih ediliyor. Davullu Pınar: Yeşilyurt ilçe merkezine 2 kilometre mesafedeki Taftacık mevkiinde kaynak sularının kayaların arasından çıkıp dereye karıştığı bir dinlenme yeri. İnek Pınarı: Yeşilyurt ilçesine 5 kilometre uzaklıkta olan bu pınar, doğal güzelliği, sakinliği, meyve bahçelerinin bolluğuyla ziyaretçi çekiyor. Günpınar Şelalesi: Günpınar Çayı, kaynağından çıktıktan sonra kayalar arasında oldukça yüksek bir düşüş yaparak şelaleye dönüşüyor. Şelalenin çıkardığı ses, çevreye toz halinde yayılan su zerreciklerinin kayalar üzerinde akışı izlenmeye değer görüntüler sunuyor. Malatya’nın kayısısı her derde deva Malatya, “kayısı diyarı” olarak biliniyor demiştik. Dünya yaş kayısı üretiminde birinci sırada olan ülkemizde kayısı üretiminin yüzde 80’ini Malatya Ovası’nda bulunan kayısı bahçeleri sağlıyor. Malatya kayısısı, Türk ekonomisinin önemli ihracat kalemlerinden biri. Kayısı deyip geçmeyin. Kayısı kadar, meyvenin kendi çekirdeği de son derece değerli. Kayısının içi, kuruyemiş ve kozmetik sanayisinde kullanılırken çekirdeğinin kabukları aktif karbon üretiminde, metal yüzeyi temizlemede, alternatif enerji kaynağı olarak fırınlarda kullanılıyor. Ayrıca kayısı içinin kanser tedavisinde kullanımı için bilimsel araştırmalar da yapılıyor. “Ömür uzatan meyve’’ diye adlandırılan kayısı son derece şifalı bir besin. Potasyum yönünden zengin olan kayısının içinde bulunan beta karoten adlı maddenin kanserin, özellikle akciğer kanserinin, kalp hastalıklarının ve kataraktın önlenmesine yardımcı olduğu biliniyor. İçerdiği kalsiyum ve magnezyum sayesinde kemik erimesinin önlenmesinde de faydalı olan kayısı, sahip olduğu demir sayesinde kansızlığı önlüyor; kan yapımına yardımcı oluyor. Doğal lif açısından çok zengin bir meyve olduğundan bağırsakları koruyor, sindirim problemlerinin çözümünde kolaylık sağlıyor. NİSAN 2014 [49] [serbestkürsü] Çalışmalarını bizimle paylaşmak isteyen arkadaşlarımız için iletişim adresimiz: n.yesildag@caykur.gov.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 1 2 3 ÇAYDA İZ BIRAKANLAR Çin imparatorudur Çayı yudumlayan ilk Ali Rıza Erten’dir Çaya vermiştir dirlik Güçlü enerji verir Rahatlatır insanı Vücut yağları erir Neşelendirir canı 4 5 6 Sıcak bardak tutmadan Güne başlayamayız Elimiz ısınmadan Evimizden çıkmayız 7 8 9 10 11 SOLDAN SAĞA: 1) James Bond’un yaratıcısı İngiliz gazeteci ve yazar 2) Sarmal biçiminde olan-Beyaz 3) Ödenti-Kuran’da bir sure ismi 4) Irmaklarda suyun hızlı aktığı yer - Bir kadın ismi 5) Kobalt elementinin simgesi-Gök, gökyüzü 6) Helezoni, yılankavi 7) Engerek yılanı - Bolluk, gürlük 8) James……(Buhar makinesinin mucidi) - Endonezya’nın plaka rumuzu-…..giden avlanır (Bir atasözümüz) 9) Adıyaman’ın bir ilçesi - Keten dövmeye yarayan tokmak 10) Bir deste sayısı - Karakter 11) Naneruhu karıştırılarak yapılan bir şeker türü YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1) Teleskopun mucidi ünlü İngiliz fizikçi 2) Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması - Bir ülke, bölge, özel bir çevre ya da devreye has tüm canlılar 3) Ünlem-Arapça’da altmış sayısı 4) Avrupa’da bir ülke - Bir harfin okunuşu 5) Dar, kalınca tahta-Rubidyumun sembolü - Alışverişlerden sonra verilen bir tür belge 6) Yabancı - Ay takvimini esas alan 8) Bir bayan ismi - Ödünç alınan şey 9) Ağırlama - Bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı 10) Geleneksel 11) Çin satrancı - Öğütülmüş tahıl - Körpe, yeni, zamanı geçmemiş Hazırlayan: MİTHAT BAYRAKOĞLU - Veri Hazırlama Kontrol Memuru / Ardeşen Çay Fabrikası [50] NİSAN 2014 Önümüzde engin deniz Arkamızda dağlar var Çayın babası deriz Zihni Derin adı var Teknik denince akla Gelir Yılmaz Telatar Onun buluşlarıyla Çayda randıman artar İmdat Sütlüoğlu’dur Randevu’nun mimarı Çok dualar almıştır Güldürdü insanları İmdat Baş Rize Pazarlama Bölge Müdür Yardımcısı