iş yaşamında çatışma yöntemi
Transkript
iş yaşamında çatışma yöntemi
TÜRK SİYASETİNİ BELİRLEYEN PARAMETRELER TBMM İzmir Milletvekili Oktay Vural’ın 19.03.2012 tarihinde gerçekleştirdiği konferans metnidir. Dr. Oktay Vural 1956 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Diyarbakır’da tamamladı, 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Çalışma hayatına 1980 yılında Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatında başlayan Oktay Vural Haziran 1981’de Ege Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim elemanı oldu. Yüksek lisansını ise aynı üniversitede Maliyet dalında 1983 yılında tamamladı. Doktora çalışmalarını 1984– 1985 döneminde Birleşmiş Milletler bursuyla gittiği ABD’nin Pennsylvania Üniversitesi’nde yapmış ve 1987 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde İktisat Bilim dalında doktor unvanını almıştır. Vatani görevini 1988 yılında Denizli’de tamamladıktan sonra 4 Mayıs 1988 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü’ne yardımcı doçent olarak atandı. 1988 tarihinde Başbakanlıkta danışmanlık yapan Dr. Oktay Vural 1989 yılında BOTAŞ-Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş Genel Müdürlüğü Yardımcılığı’na, Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı’na atandı. İki yıl sürdürdüğü görevinden ayrıldıktan sonra 14 Şubat 1992’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müşavirliği’ne atandı. 1992–93 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu üyeliği yaptı. 1995 yılında milletvekili seçimlerinde Ankara 2. bölge 1. sıra Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili adayı oldu. 15 Ağustos 1997’de Türkiye Gübre Sanayi A.Ş Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlüğü’ne atandı. 6 Temmuz 1998 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği’ne atandı, 18 Nisan 1999 seçimlerinde İzmir 1. bölgeden Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili seçildi. Milletvekilliği süresince; TBMM’de Sanayi, Ticaret, Enerji, Bilgi ve Teknoloji Komisyon Başkanlığı, Milliyetçi Hareket Partisi TBMM Grup Başkan vekilliği, NATO-Parlamenter Asamblesi üyesi ve Doğu-Batı Ekonomileri İşbirliği Komitesi Başkanlığı görevlerini yürüten Dr. Oktay Vural, 1 Ağustos 2001 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı görevine atandı. Bir yıl sürdürdüğü Bakanlık görevinden 3 Kasım 2002 seçim kararı münasebetiyle 5 Ağustos 2002’de ayrıldı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde İzmir 1. bölgeden Milliyetçi Hareket Partisinden milletvekili seçildi ve halen MHP Grup Başkanvekili görevini yürütmektedir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev alan Dr. Oktay Vural’ın Türk Kamu İşletmeleri Birliği’nin Kurucu Genel Sekreterliği ve Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, Demokraside Birlik Vakfı Kurucu Üyeliği ve Yönetim Kurulu Üyeliği, Doğalgaz, Uluslararası Enerji Teknoloji ve Tesisat Dergisi, Yayın Danışma Kurulu üyelikleri vardır. Ali Görkem Çağrı: Gündemimizde olan konu Türk siyasetini belirleyen parametreler ve bu parametrelerin doğruluğunun ne derece Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına ne kadar uyduğu, bununla birlikte merak ettiğimiz bu parametreleri MHP’nin nasıl bir bakış açısıyla baktığıdır. 2011 genel seçimlerinden sonra şu an yapım aşamasında olan yeni anayasa hakkında konsensüsün ne derece sağlanıp sağlanamadığı hakkında MHP’nin değerlendirmeleri, fikirleri, önerileri merak ettiğimiz konular içerisinde yer almaktadır. Diğer bir konu da uluslararası siyasi güçlerin gerek bölge bazında gerek ülkemize dayatmış olduğu birtakım roller vardır bu roller dış siyaset kadar iç siyaseti de doğrudan ilgilendirmektedir ve hatta şekillendirmeye çalışmaktadır. Genel olarak merak ettiğimiz başlıca konuların içinde bunlar yer almaktadır. İçinde bulunduğumuz hafta bir dünya savaşı gözüyle bakılan Çanakkale Zaferini ve Şehitler Haftası’nı içermektedir. Bu kutlu haftayı ecdadımız ve yüce Türk ulusu adına anmayı bir borç biliyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere geçmişten bugüne şahadet şerbetini içmeye mukadder olmuş tüm atalarımız önünde saygıyla eğilip şükranla anmaktan büyük bir şeref duymaktayız. 1 TBMM İzmir Milletvekili Oktay Vural: Atılım Üniversitesi’nde bulunmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Geleceğin liderleri aslında Türkiye’yi yönetecek olanlar 2023 yılı Türkiye’sini yönetecek kadrolar burada. Bu yönetecek kadroların bir kısmı siyasette, bir kısmı bürokraside, bir kısmı da ekonomik hayatta çok çeşitli veçhelerde görev alacaklar. O bakımdan geleceğimiz olan sevgili gençlerin böyle bir toplantı münasebetiyle Türk siyasetini belirleyen parametreleri değerlendirmek, bu konuda MHP’nin konumunu ortaya koymak ve sizin birtakım sualleriniz olacaktır onları cevaplandırmak isterim. Tabii her şeyden önce bizim burada konuşmamızı ve varlığımızı eğer bugün burada Türkiye’nin geleceğini düşünüyorsak birlikte nereye gideceğimizi yine kendi irademizle belirlemek istiyorsak öncelikli olarak bizi bugünlere kavuşturanlara şükretmemiz lazım. O bakımdan 18 Mart aslında Milli Kurtuluş Savaşımızın önsözü olduğu ve bu ön sözle birlikte millet olarak varlığımızı bu coğrafyayı vatan olarak yaşamamızı engellemek isteyenlere karşı bir milli mücadele ortaya koyduğumuz ve bu süreci bu çerçevede idrak etmemiz gereken günler olduğu için de anlam ve önemini iyi bilmek lazım. Bugün burada milletimizin coğrafyadan varoluşundan bugünlere gelişine bizi biz yapan değerleri dikkate aldığımız zaman bence unutulmaması gereken husus bizim tarihimizde, geçmişimizde, kültürümüzde beraber ve birlikte yaşama ülkümüzle varlığımızı sağlayan ilişkiler ağının unutturulmamasıdır. O bakımdan unutmayalım ki hepimiz büyük bir çınar ağacının yapraklarıyız dolayısıyla bu çınar ağacını daima yeşil kılmamız yapraklarını da daima yeşil kılmamız gerekiyor. Köklerinden kopartılmış yaprakların rüzgarın akıbeti ile nereye savrulacağı belli olmaz onun için biz 18 Mart’ı idrak ederken bugün başkalarının önümüze fırsat olarak koydukları birtakım projeler çerçevesinde geleceğimizi onlara teslim etmek yerine geleceğimizi var kılan ecdadımızı, tarihimizi, varlık sebebimizi iyi anlamamız iyi idrak etmemiz lazım. MHP olarak biz siyasete bu çerçevede bakıyoruz bizim için siyaset sadece ve sadece bir milletvekili olmak değildir o bakımdan bugün Türk siyasetini belirleyen parametreleri sizlerle paylaşırken aslında bu siyaseti belirleyenin de sizlerin olduğunu da idrak etmemiz gerekir. Çünkü netice itibariyle demokratik bir ülkede sizlerin oylarıyla bir irade belirliyor bu irade hem Türkiye’yi bir noktaya götürüyor hem de sizler üzerine etkisi münasebetiyle Türk siyaseti de etkileniyor dolayısıyla ikili bir etkileme söz konusu. Birincisi seçmen tercihlerini etkiliyor, seçmen tercihlerini etkiledikten sonra gücü alanlar üzerinde ayrıca başka etkiler de yapıyor bu etkileri dikkate alarak doğru sualleri sormak bu cevaplar ekseninde çok farklı siyasetlerin hangi anlama geldiği Türkiye’yi nereye götüreceğini idrak ederek rasyonel bir şekilde görüş ve düşüncelerimizi ifade etmek için oy kullanırız. Bu parametrelerin hem seçmen tercihlerini ve bu yönüyle Türk siyasetini etkileyen parametrelerin belli bazı kısımlarından sizlere bahsedeceğim. Aslında bakıldığı zaman Türk siyasetini etkileyen bir dış odaklar var bir de iç odaklar var. Böyle bir ortam içerisinde küreselleşme süreci Türkiye’nin siyasetini etkileyen en önemli vetirelerden biridir. Dolayısıyla küreselleşme süreci içerisindeki meydana gelen olaylar bu olaylara bakış açıları zaman zaman karşınıza çıkıyor. Küreselleşmenin gereği bu, dünya böyle istiyor, biz nereye gideceğiz böyle bir şey olur mu diyerek de facto küreselleşmenin bütün arzu ve taleplerinin doğru, kaçınılmaz olduğuna ilişkin toplamcı bir yaklaşım. Bazen de küreselleşme üzerinde duvar örmek suretiyle tam bir içe kapanmacı bir yaklaşım tarzı etkileyebiliyor etkilenebiliyor. Bazen de küreselleşmenin talepleri birtakım baskılarlar Türkiye’nin önüne getiriliyor. Siyasi hesaplar, ekonomik hesaplar, stratejik hesaplarla bu küreselleşme süreciyle ilgili çok yönlü bir etkileşim içindeyiz dolayısıyla küreselleşmeyi iyi tanımlamamız, küreselleşme sürecinin ne demek olduğunu, küreselleşmeyi yönetenlerin nereye götürmek istediğini, bunların bize ne kazandırdığını ne götürdüğünü iyi idrak etmek zorundayız. Aksi takdirde o küreselleşme dediğimizi küreselleşmeyi yöneten aktörlerin yaptığı her şeyi doğru kabul edersek o zaman biz kimin için neye karar vereceğiz sorusu ortaya çıkar. Bu yönüyle bakıldığı zaman gerçekten küreselleşmenin çok yönlü ve kendi kendine güç veren olguları var bütün bunların kültürel entegrasyondan ekonomik entegrasyona, kültürel ve ekonomik entegrasyonları politik entegrasyonlara açtığı bütün bu süreçlerin hepsi aslında Türk siyasetini etkiliyor. Böyle bakıldığı zaman da gerçekten bu etkileme öyle bir noktaya gelmektedir ki küreselleşmeyi yönetenler zaman zaman sınırların anlamı kalmamıştır derler zaman zaman derler ki aslında dünya vatandaşı olmak önemlidir ne gereği var diyerek küreselleşmenin bütün politik boyutlarıyla bazı devletler ve milletler üzerinde etkili olmasını isterler. 2 Clinton Türkiye’ye geldiği zaman önemli olan dünya vatandaşı olmak dedi, dünya vatandaşı olunca zaten millete de gerek yok zaten devleti birileri yönetiyor kararları onlar aldığına göre bu kadar kamu niye hizmet ediyor diyerek bir sorgulama yaparsınız. Ve bütün bunlar aslında küreselleşme sürecinin yaygınlaştığı bir ortam içerisinde Türk siyasetini etkileyen çok yaygın bir parametre olarak kullanıldığını şahadet ediyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman küreselleşme süreciyle ilgili bütün bu değerlendirmeleri yaparken biz MHP olarak bu sürece nasıl bakıyoruz. Bir kere bu sürecin tabii süreci var önemli ölçüde bilim ve teknolojideki gelişmeler, bilişim teknolojisindeki gelişmeler gerçekten küreselleşme süreci, pazarların giderek açılması küreselleşme sürecinin önemli bir sonucu olmuştur ama biz küreselleşmenin adeta bir refah algılaması gibi algılatılmasını insan küreselleştikçe refahının daha artacağını söylüyor. Oysa yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki küreselleşmenin giderek arttığı bir ortam içerisinde küreselleşmenin artmadığı ortama göre en zengin ve en fakir ülkeler arasında bile 35’lik bir fark varken bu bile 70’e yükselmiş. Dolayısıyla küreselleşmenin doğrudan doğruya bir refah getirdiğine ilişkin bir savı doğru bulmuyoruz. Küreselleşme demokrasi ve insan hakları açısından gereklidir derken aslında demokrasi ve insan haklarının küreselleşmeyi yönetenler tarafından bir politik araç olarak kullanıldığını dikkate aldığımız zaman bunun mesela Irak’a demokrasi ve insan hakları adı altında bombaların gelmesi, ülkelerin yönetimlerinin bu amaçla karıştırılması gibi birtakım olgular da aslında küreselleşmenin kendiliğinden demokrasi ya da insan hakları savunucusu bir düzen olmadığını da ortaya koymaktadır. Bu yönlerine bakıldığı zaman MHP olarak biz küreselleşmenin kazananı ve kaybedeni olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla küreselleşme bize bir fırsat veriyorsa eğer küreselleşme bizim ülkemizin rekabet gücünü sınır ötelerine taşımamızı sağlayacak bir fırsat veriyorsa sınır ötesinin bizim üzerimizde hakimiyet kurması yerine bizim kendi gücümüzün uluslararası rekabet gücü kazanmasını temin etmeye yönelmelidir. Dolayısıyla bu yönlerle bakıldığı zaman biz MHP olarak küreselleşmeyi sorgulayan, küreselleşme sürecinde küreselleşmeye karşı bir duvar örmeyi hedeflemeyen ama küresel düşün yerel davran yaklaşımı yerine milli düşün, küresel davran yaklaşımını benimsiyoruz. Bu bakımdan ekonomik entegrasyonla ilgili pazarların bütünleşmesi outsource aracılığıyla Türkiye’nin daha zenginleşmiş ülkelerin out source yapıldığı ülkeler haline dönüştürülmesi yerine bilim teknoloji üreten, bilim teknoloji ile rekabet gücü kazanan daha fazla ekonomik refahı Türkiye’nin insanlarına getiren bir ekonomik modelle rekabet edebileceğimizi düşünüyoruz. O bakımdan MHP olarak küreselleşmeyi uluslararası rekabet gücü kazanmamızın bir aracı olarak görüyoruz ve bu bakımdan küreselleşmenin bütün taleplerini olduğu gibi kabul edilmesi gereken talepler değil küreselleşmeyi bir fırsat olarak görüp Türkiye’nin rekabet gücünü, potansiyelini küresel davranışlarla bir fırsata çevirmeyi hedefleyen bir yaklaşım tarzımız var. Bu bakımdan küreselleşmenin özellikle politik boyutu itibariyle ulus devletleri giderek anlamsızlaştığına ya da egemenliğin giderek yukarıya ve aşağıya dağıtılması gerektiğine ilişkin bir düşünceyi de aslında yine doğru bulmuyoruz. Çünkü biz küreselleşme sürecinde ulus devletlerinin önemini daha fazla kavradığını ve eğer bir milli ekonomi ve bunun uluslararası rekabet gücünü düşüneceksek bu küreselleşme süreci içerisinde bu rekabet gücünü oluşturacak olan ulus devlet anlayışının çok etkili olacağını düşünüyoruz. Çünkü küreselleşme sürecinde küreselleşme giderek global kültürü global hakimiyeti gerektirdiği için yerelleştirmeyi teşvik etmektedir. Bu yerelleşmeyi teşvik ettiği model içerisinde Türkiye’nin millilikten uzaklaşarak giderek yerelleşmesi kendi içinde bir milli rekabet gücü oluşturamaması gibi bir sonuç doğurur o bakımdan küreselleşme sürecinin ortaya koyduğu ulus devletlerin etnik ve mezheplere göre parçalanmasına dayalı, ortak değerlerden uzaklaştırılmasına dayalı bir politik görüşün Türkiye’nin kazancına olmadığını düşünüyoruz. Onların kazancına olabilir ama bizim kazancımıza değildir. O bakımdan bu küreselleşme süreci içerisinde bu coğrafyada meydana gelen birtakım olayları dikkate aldığımız zaman ülkelerin ve milletlerin etnik kimliklerin mezheplere göre çatışmaların körüklendiği bir ortamda küreselleşmenin bunun bir tabi sonucu olduğuna ilişkin bir kanıksamayı kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü eğer biz demokrasiyi savunuyorsak demokrasi ulus, devlet ve sağduyu ekseninde birbirini anlayan bir toplum üzerinde yükselir eğer demokrasi diyorsak ortak değerler ekseninde yükselir. 3 Dolayısıyla milletleri etnik kimliklerine göre ayırmak, mezheplerine göre ayırmak, egemenliği buna göre paylaştırmak aslında doğrudan doğruya bir yönetim anlayışının tezahürüdür bu anlayış bizi ülkemiz üzerinde milli bir kontrolden uzaklaştırıp küresel bir kontrolü gerektirir. O bakımdan biz MHP olarak medeniyet anlayışlarında insanlığın oluşumuna katkıyı ön plana getiriyoruz. Bu yönüyle bakıldığı zaman medeniyetler ittifakı dediğimiz şey aslında tek bir medeniyetin Fukuyama’nın tarihin sonu dediği artık bitti başka yok. Bu dünyada tek bir medeniyet yok bu dünyada farklı boyutlarla yeni medeniyetlerin de insanlığın oluşumuna katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. O bakımdan biz medeniyetler ittifakı yerine medeniyet anlayışımızın insanlığın oluşumuna katkısını ön plana getiren bir yaklaşım tarzımız var. Bu yönüyle bakıldığı zaman özellikle Samuel Huntington’un ifadesiyle medeniyetler çatışması olma ihtimaline karşı tek bir medeniyetin hakimiyetine dünyanın sokmasına ilişkin gelişmelerin sorgulanması gerektiğini düşünüyoruz. Bugün eğer ülkeler arasında fakirlikler artıyorsa, bugün ülkeler arasında ülke içindeki çatışmalar körükleniyorsa, insanlığa yeni bir medeniyet anlayışının bu boyutlara katkı sağlaması lazım. Neden, Türk milletinin sahip olduğu değerler ve tarihteki görevleri itibariyle insanlığın oluşumuna böyle bir katkı sağlayabileceğine inanan bir kimseyim, dolayısıyla bence evet vardır bugün bu yönüyle bizim medeniyet anlayışımızın muhakkak suretle bu küresel sürecinde önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyorum. Tabiatıyla bu küreselleşme sürecinin dışında uluslararası örgütlerde Türk siyasetini etkiliyor. Yani bir NATO’ya girmiş olmanız ya da Birleşmiş Milletler üyesi olmanız bu kuruluşların politikaları Türk siyasetini doğrudan doğruya etkiliyor. Böyle bir grubun içerisinde iseniz hapis ikilemi gereğince bu konuda oluşturulan politikalar Türk siyasetini gerçekten etkilemektedir. Çünkü gerçekten böylesine uluslararası ilişkilerin çok derinleştiği bir ortam içerisinde Türkiye’nin kendisini bu süreçten dışlaması kapalı bir Türkiye gibi düşünülmesi mümkün olmadığına göre ekonomik, politik, güvenlik ilişkiler ağının oluşacağına göre bu ilişkiler ağının getirdiği etkilemeler de elbette vardır. Önemli olan bu uluslararası örgütler içerisinde Türkiye’nin etkinliğini sağlamaktır. Eğer Türkiye bu uluslararası örgütler içerisinde kendi menfaatlerini haleldar etmeyecek girişimlere öncelik verirse ya da sorgularsa bu uluslararası örgütlerle varlığını Türkiye’nin kendi lehine çevirmesi gayet faydalı olacaktır. Bu bakımdan Türk siyasetini etkileyen en önemli parametrelerdir. Mesela Avrupa Birliği’ne üye olmak çok önemli bir şekilde etkiler. Siz AB’ye karşı mısınız değil misiniz yani toplumu AB karşıtı ya da AB yanlısı olarak tanımlayarak bu eksende sadece girip ya da girmeme ile ilgili bir tercihle rasyonelize edilen bir seçmen davranışlarını nasıl sorgulayabiliriz? Oysa bizim sorgulamamız gereken husus şudur: Avrupa Birliği’ne biz girince ne kazanacağız, ne olacak, bu soruların cevaplarını vermemiz lazım. Türkiye olarak özellikle dış ilişkiler bakımından AB sürecinde de biz sorgulayan taraftayız. Şunu sorguluyoruz; AB Türkiye’nin devlet politikası olmuş olabilir ama Türkiye’nin tam üye olması gerektiğine göre bir pazar olduğuna göre böyle bir pazar içerisinde eğer zaman zaman AB’nin ekonomik refahın kaynağı olarak gösteriyor. Buradaki genç arkadaşlarım ‘AB’ye girince çantamı alacağım gideceğim istediğim yerde çalışacağım’ öyle mi acaba öyle bir şey yok niye, çünkü iş gücünün dolaşımında kalıcı kısıtlamalar var. İş için gitmeyelim seyahate gidelim müzakere çerçevesinde diyor ki sadece ve sadece Türklere pasaport ve vize gerekliliği var, dolayısıyla Avrupa dediğimiz AB dediğimiz daha önce kavramsallaştırılan içine girdiğiniz zaman iş bulacaksınız, içine girdiğiniz zaman refah bulacaksınız dediğiniz bir ortam maalesef Türkiye için söz konusu değil. Dolayısıyla bu yönleriyle sorgulamak her şeyden önce seçmenler açısından da bizim açımızdan da önemlidir. Toptancı bir yaklaşım da AB girişi bir pazarlamak yerine AB girişin getireceklerini ve götüreceklerini topluma iletmeli ve sorgulamayı öncelikli görev olarak addediyoruz bu yönleriyle MHP olarak sorguluyoruz bu süreci. Bu sürecin bizim dış politikamıza nasıl bir etkisi olacak, bu sürecin bizim ekonomik politikamıza nasıl bir etkisi olacak, bu sürecin Türkiye’nin iç sorunları açısından nasıl bir etkisi olacak, bütün bu değerlendirmeleri yapmadan Türkiye’nin sadece AB’ye girme ya da AB’ye girmeme yönünde kutupsallaşmış bir siyaset anlayışıyla siyaseti etkilemesini doğru bulmuyoruz. MHP olarak da biz bu yönlerde çok doğru sualler soruyoruz. Eğer Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne ilişkin gelişmeler eğer Türkiye’de bir etnik meselenin ulus ötesi çözümlerle çözümlenmesi gerektiğine ilişkin birtakım kanaatler AB tarafından ileri sürülüyorsa eğer, eğer Türkiye’nin AB’ne AB ekonomik boyutuyla gümrük birliği ile oluştu 4 ama daha sonraki süreci içerisinde adapte olması için Türkiye’nin özellikle çevresel yatırımlar için yüz milyar dolara yakın yatırım yapması gerekiyorsa ben sanayimin Avrupa ile ilgili nasıl rekabet edebileceğini, ona nasıl hazırlanması gerektiğini sorgulamak durumundayım. Bu yönle bakıldığı zaman Türk siyasetinde siyaseti etkileyen dış parametreler dünya ne diyor sen nerdesin diye sorguladığın zaman bu sualler ortaya çıkıyor ya da AB’nin birtakım taleplerini sorguladığın zaman siz AB’nin yanında mısınız karşısında mısınız? Ben de diyorum ki AB’nin yanında ya da karşısında olarak kendimi tanımlayamam çünkü ben kendimi milletin menfaatleri için tanımlarım. Meseleye MHP olarak bu yönleriyle bakıyoruz. Bunlar dışarıyla ilgili iş kaynaklı birtakım parametreler var ama iç kaynaklı birçok parametreler var. Yani sizlerin üzerinde etkili olan birçok tartışma var. Bu dış kaynaklı parametrelerin daha ötesinde dış kaynaklı olan birçok parametre var bu parametrelerin etkileşimiyle siz seçmen tercihleri yönlendiriliyor bu yönlendirmeyle birlikte siyaset belirleniyor belirlendikten sonra siyaset üzerinde de bu güçler hakimiyetini devam ettiriyor ve paylaşıyorlar. Bu bakımdan özellikle devlette kimlik tartışmaları mesela çok önemli Türk siyasetini etkileyen parametrelerdir. Siyaseti etkiliyor siyaset doğrudan doğruya bu arayışı da tetikleyebiliyor dolayısıyla Türkiye’nin kendisinin ve vatandaşlarının tanımlama biçimi siyaseti doğrudan doğruya etkileyen parametredir. Kimlik parametresi günümüzün de en önemli tartışma alanlarından biridir. Bu yönüyle bakıldığı zaman aslında bu kimlik tartışmalarının giderek milli kimlikten uzaklaşarak etnik kimliklere ve marjinal taleplere doğru yönlendirilmesi bu marjinal taleplerin provoke edilmek suretiyle onların üzerinde siyaset inşa edilmesi ve bu inşa edilen siyasetlerin birbiriyle çatışması aslında Türk siyasetini etkileyen en önemli parametrelerdir. Bu yönüyle bakıldığı zaman devletin nasıl bir yapı içerisinde olabileceği, ulus devlet anlayışı çerçevesinde bir devlet yönetimi olup olmayacağı konusundaki tartışmalar. Bütün bunlara bakıldığı zaman bir ulus devleti anlayışı içerisinde tartışmaları dile getirdiğiniz zaman sanki bu ulus devletin etnik kimlikleri ve zenginlikleri yok saydığına ilişkin bir kanaat oluşturuluyor. Dolayısıyla ulus devletin parçalanması için etnik kimlik modellerin siyasal içten verilerek birtakım sorunları çözme gayretleri ileri sürülüyor biz MHP olarak bu devlet ve kimlik tartışmaları üzerinde gerçekten çok önemli bir tartışma alanı olduğunu ve Türk siyasetini önemli ölçüde etkilediğini düşünüyoruz. Bu bakımdan biz devletimizin milletimizin sahip olduğu bu kimliklerin siyaseten ayrıştırarak bir tartışma alanı içerisine sokulmasını doğru bulmuyoruz. Bu bakımdan MHP olarak biz ulus devletin aslında bir yönüne bakıldığı zaman bu coğrafyada yaşayan milletimizin temsil ettiği bir devlet olarak görüyoruz etnik kimlikleri de milli kimliği oluşturulmuş zenginleştirme aracı olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla biz bir MHP olarak da milli kimliği ortak değerleri önemseyen ama farklılıklara da saygı gösteren bir anlayış içerisinde bir zenginlik kaynağı olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum. Bu yönüyle bakıldığı zaman aslında mezhep farklılıkları ve dini kimlikleri de çok etkiliyor. Bu tartışmalar ekseninde Türk siyasetinin sürekli olarak dinle ilgili birtakım tartışmalara sokulması her konuyu dinle ilgili tartışma içerisine sokması da aslında siyasetinin bir parametresi bir paradigması. Böyle bir paradigma etkili bir şekilde kullanıldığı zaman herhangi bir şeyde itiraz yaptığınız zaman bu durumda kendiniz olduğu gibi din ile ilgili bir tartışmaya giriyorsunuz. Nitekim mesela son zamanlardaki eğitim sistemindeki 3–4 ile ilgili tartışmalar bu tartışmalar yapılırken birden bire din ile ilgili bir tartışmaya indirgeniyor ve taraflar buna göre şekilleniyor. Dolayısıyla Türk siyaseti dini kimlikle ilgili tartışmalardan her zaman etkilenmiştir hatta bu laik anti laik tartışmaları çok önemli olaylara yol açmıştır. Bu konudaki hassasiyetlerin kaçınılması bu hassasiyetler neticesinde birtakım darbelerin oluşması, bu siyasetin sizler üzerindeki etkileri Türk siyaseti bunları hep kullanıyor birtakım kavramları ortaya atıyor sen bu musun, bu bunlar diyerek tartışılıyor. Dolayısıyla MHP olarak biz özellikle bu tartışmalar içerisinde gerçekten Türk siyasetinin sağlıklı bir değerlendirme yapabileceği bir siyaset alanı olarak görmüyoruz. Mesela din ile ilgili bir konu ortaya çıktığı zaman irtica ile ilişkilendiriliyor böyle bir tepkisellik dolayısıyla din gibi son derece önemli bir sosyal olgunun siyasallaşmasına, kutuplaşmasına yol açıyor. Maalesef bu haksız tartışmalar yanlış tartışmalar Türk siyasetinde fay hatları oluşturuyor Türk siyasetinde oluşan bu fay hatları bizi biz yapan değerlerin de ayrışmasına doğru çatışmasına doğru götürüyor. Din dediğimizi ortak olgunun hepimizin ortak değeri olması gerekirken maalesef bu ortak değer bu tip siyasi tartışmalarla adeta büyük tartışma alanı içerisine giriyor başörtüsü eksenindeki 5 tartışmalar, dindar nesil ile ilgili tartışmalar. Bütün bunlara bakıldığı zaman aslında din gibi konulardaki bu tartışmalar da Türk siyasetçisinin kullandığı tartışmalarda biz din ve milli kimliği bu milleti var yapan değerler olarak görüyoruz ve kimsenin de hiçbir kimsenin dinini ya da anlayışını sorgulayabilecek yetkide olmadığını çünkü bu aslında insanın işi olmadığını düşünüyoruz. Bu siyasetçinin işi değil din Allah’ın dini ama siyasetçiler devreye girince dini bir araç kullanıyor araçsallaşan din giderek siyaset ve ticaret aracı olarak kullanılmaya başlanıyor. Dolayısıyla bizi MHP olarak dinimizin ve dinin sağladığı sosyal boyutu bütün toplumun ortak değerleri ekseninde kendi istek ve arzularıyla yaşanılması ve yaşatılması gerektiğini düşünüyoruz. Milli kimlikte özellikle etnik kimlik tartışmalarını dışlayan bir hareket değiliz ama biz diyoruz ki oluşturulan bu milli kimlik hepimizin bu coğrafyada varlığını, tarihini beraber birlikte yaşamasını sağlayan bir kimliktir eğer siz tarihten ve kültüründen bu etnik kimlikleri parçaladığınız zaman sizi bir araya getirecek bir milli kimlik oluşmaz. Zaman zaman yabancılar geliyor bize söylüyorlar diyorlar ki Türkiye’de Kürt sorunu vardır tarif edin diyorum neymiş sorun, işte kültürü yaşayamıyor hangi kültür diye soruyorum. Geçenlerde Avrupa Parlamentosu başkanı gelmişti onu kabul etmiştim cevap veremedi. Bu coğrafyada yaşayan elbette çok etnik kimlik olmuştur ama bu coğrafya kolay vatan olmamıştır bu coğrafyanın vatan olması için milyarlarca sıkıntı çekilmiştir. Bir ananın çocuklarını karnında dokuz ay on beş gün besliyor ve sonra diyoruz ki hakkını ödeyemezsiniz cennet anaların ayağı altındadır diyoruz. Bu coğrafyada bu kadar sıkıntılar çekilmiş ve biz millet olmuşuz böyle bir millet olmuş toplumun etnik kimliklere göre tarihinden, kültüründen, sıkıntılarından, sevinçlerinden kopartılması aslında bizi yalnızlaştırma projesidir. O bakımdan MHP olarak biz milli kimlik tartışmalarını Türkiye’yi bu coğrafyayı vatansız ve kimliksiz bir millet oluşturmanın bir hamlesi olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. O kadar zengindir ki zaman zaman yabancılar gelir ben onlara soruyorum siz Karadeniz’e gidiyorsunuz horon çalar geliyorsunuz seğmen var Ankara’da, İzmir’de zeybeği var, Diyarbakır’da delil oysu var. Onlara bakarsanız hepsi ayrı ama bize bakarsanız hepsi bizim bu çok önemli yani ötekileştirmemiş hepsi bizim demiş bir anlayış bu çok önemli kültürel bir sentezdir çok önemli bir zenginliktir. Bu zenginliği mirasyedi gibi şu şunların bu bunların dediğimiz zaman ortak kalan ne kalacak, kalmayacak dolayısıyla bu zenginliği ortadan kaldırma projesidir o bakımdan biz milli kimliği bu coğrafyada var olmuş bir milletin kimliği olarak düşünüyoruz ve Türklük kimliğini bu coğrafyada medeniyet oluşturmuş bir milletin mirası ve hazinesi olarak görüyoruz. Dinimiz de gerçekten bu milleti millet yapan değerlerdir, dolayısıyla milli kimlik ve din ekseninde oluşturulan ayrıştırmanın millet hayatına huzursuzluk soktuğunu düşünüyoruz. Bir milliyetçi olarak biz milletimizin bir ve bütün olmasını istiyoruz, ortak değerler ekseninde birbirini anlamasını istiyoruz, farklılıklarını da yaşamasını istiyoruz. Milli kimlik tartışmalarını etnik kimliğe indirgemek milleti de laik anti laik ekseninde dindar ya da dindar olmayan nesiller halinde değerlendirme ve tartışmaya sokmanın bu millete haksızlık olduğunu düşünüyoruz ve bu ortak paydaların güçlendirilmesi, anlaşılması, anlaşılması ve siyasetin bu eksen dışına çıkartılması gerektiğini düşünüyoruz. Türk siyasetinin eskiden en önemli kadim bir parametreydi neydi askeri bürokrasi yani darbeler birçok darbe Türk siyasetini etkilemedi mi, etkiledi hem de derinden etkiledi öyle etkiledi ki Türk siyasetinin ana omurgaları kesildi bir boşluk oluşturuldu ve Türk siyasetinde gelenek oluşmamaya başladı. Türk siyasetinin içinde bulunduğu birikimleri yok saydı bu darbeler bu çok önemli askeri bürokrasi açısından ele alınması gereken hususlardan birisi budur. Dolayısıyla siyasetin sınırlarını zorlayan ve onun alanı genişletmesini engelleyen bir parametre. Askeri bürokrasiye olan güvenin çok fazla olduğunu biliyoruz tabii bu güven ilişkisi içerisinde mağduriyetler oluşturuyor bu mağduriyetlerle siz nasıl rekabet edeceksiniz. Düşünün 28 Şubat mağdurları, 27 Nisan’da olanlar, onlar yaptılar bende onlara karşılık yapacağım bu oluşturulan mağduriyet Türk siyasetinde haksız rekabetler oluşturuyor. Müdahaleler aslında mecrayı değiştiriyor hatırlayınız 27 Nisan bildirisi, ondan sonra seçimler, seçimlerde en önemli etkenlerden biri 367 kriziyle buna eksenli olarak 27 Nisan bildirisi oldu. Kim söyleyebilir ki seçmenler 22 Temmuz tarihinde objektif birtakım bilgilere göre tercihlerini kullandı, hayır bu müdahalenin doğurduğu mağduriyet toplumda önemli ölçüde siyaset mecrasını değiştiriyor çünkü laik anti laik tartışmaları ekseninde oluşturulan hassasiyetler yine mağduriyet ekseninde oluşturuluyor bu da çok önemli bir parametre oldu. 6 Gerçekten mağduriyet Türk siyasetini etkileyen en önemli parametrelerden biri haline gelmiştir. Bu yönüyle MHP olarak biz şöyle düşünüyoruz ben milliyetçi bir partinin mensubuyum rahmetli Atatürk’ün 1922 tarihinde İzmit ile İzmir’de yaptığı konuşmalarda şöyle diyor; yönetenlerin kulu olan bir millet sonra vatandaş olmuş bunun egemenliği ve iradesi var. Bu egemenliği ve iradesi olan diyor ki milli egemenliğe uzanan eller parçalanmalıdır en büyük irtica budur diye söylüyor Atatürk. Dolayısıyla biz milli egemenlik dediğimiz kavrama millet iradesi dediğimiz kavrama sahip çıkılmasını bir milliyetçi ve ideolojik açıdan bakıldığı zaman vazgeçilmez görünüyor çünkü biz milliyetçi bir partiyiz. Millet dışı milletin egemenliği ya da iradesi dışındaki güçlerin bunu yönlendirmesini ve yönetmesini yok saymasını kabul etmemiz elbette mümkün değildir. O bakımdan bu yönüyle bakıldığı zaman biz bu darbe süreçleriyle ilgili gerçekten sorgulanması gerektiğini ve demokrasiye sahip çıkılması gerektiğini düşünüyoruz bir ihtilal mağduru olarak. İşte 1960 İhtilalı oldu ondan sonra seçmen Adalet Partisine yöneldi, 1971’de muhtıra verildi sol ilk defa rahmetli Ecevit %40 oy aldı, 1980 İhtilalı hatırlarsanız Sunalp’a vereceksiniz dedi millet Özal’a verdi 28 Şubat’ın mağdurları şimdi on yıldır Türkiye’yi yönetiyor mağduriyeti kullanamayan bir biz kaldık. Biz bunları siyasi araç olarak kullanmıyoruz biz bu süreçlerden ders çıkartan ve geleceğe böyle bakan bir hareketiz bunu bir taktik siyaset aracı gibi kullanan bir parti gibi değiliz. MHP olarak biz Türk siyasetini etkileyen en önemli hususlardan biri de demokrasi, zaman zaman bu demokrasi çok önemli söylemlerin parçası haline geliyor. Demokrasi dediğimiz husus gerçekten acaba nedir, ileri demokrasi, geri demokrasi kavramları nelerdir tüm bu süreçleri sağlıklı sorgulamamız lazım. Demokrasi sadece birilerinin oy vermesi midir, değil demokrasi aynı zamanda bir değerler bütünüdür, demokrasi bir anlamadır, bir anlayıştır. Bu yönleriyle bakıldığı zaman demokrasiyi sadece oy verme aracı olarak gören demokratizm olarak gören bir anlayışı demokrasiyi yeterince kavramamış insanlar olarak görüyoruz. Dolayısıyla demokrasinin varmak istediği adalet, hukukun üstünlüğü gibi birtakım kavramlara yönetenlerin ne ölçüde yaklaştığına bakarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu yönüyle bakıldığı zaman biz MHP olarak demokrasiyi sadece ve sadece bir oy verme aracı olarak görmediğimizi ve bu demokrasi içerisinde millet iradesinin tesis edilmesi için sağlıklı bir rekabet ortamı olması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla MHP olarak demokrasiyi ancak milleti merkeze alabilirseniz geliştirebilirsiniz. Demokrasiyi etnik kimliklere siyasal işler vererek tanımlayamazsınız demokrasi eğer hepimizin kullanması gereken yaşaması gereken bir parametre ise merkezi de millet olmalı. Millet olmadan demokrasi yürümez yani Doğu’ya göre demokrasi ayrı Batı’ya göre, kuzeye göre, güneye göre ayrı tanımlanamaz. MHP olarak demokrasiyi adalete, değerlere, yargıya, insan haklarına, mülkiyete, hürriyete dayalı beraber ve birlikte yaşam arzusuna dayalı bir sistem olarak görüyoruz dolayısıyla demokraside milleti hiçe sayan hiçbir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir. Bu bakımdan milleti hiçe sayan devletçi bir yaklaşım oluşturmak ayrıca sermayenin oligarşik müdahalesine yol açan darbelere izin vermeyi MHP olarak demokrasi dışı bir hareket olarak gördüğümüzden dolayı bunları kabul etmemiz mümkün değil. Bu yönleriyle bakıldığı zaman gerçekten demokrasinin gelişmesi için toplumun merkezinde oluşan değerlerle uyum geliştirmek lazım eğer bu uyumu sağlayamazsanız demokrasi gelişmez, yaşamaz mümkün değil ayrıştırma aracı olur o bakımdan demokrasi merkezde bizi ortak yapan değerler ekseninde yükselir. Bu bakımdan Türkiye’de milli kimlik dediğimiz milli kimliği oluşturan değerler milli menfaat dediğimiz hususlar bir demokrasinin gelişmesi için vazgeçilmez unsurlardan biridir. Bir demokrasi ortamı düşünün Türkiye’de öyle bir demokrasi ortamı olmalı ki birey millet ve devlet hayatında güçlerin tekelleşmesi olmasın ve bu güçlerin sizin hayatınızın her alanına müdahale etme yetkisi olmasın. Türkiye’deki demokrasiyi bu açıdan ele aldığınız zaman eğer Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı dediğimiz bu güçler aslında birbirleriyle sağlıklı bir iletişim yerine gücün monopolleşmesi haline dönüşmüşse demokrasiden bahsetmemiz mümkün değildir. Eğer bugün yürütme parlamentoyu kontrol ederse eğer bugün yürütme yargıyı kontrol altına almışsa yürütme merkezli böyle bir ülkücünün Türkiye’de demokrasiyi yaşatması mümkün değil. Bütün bu güçleri sorgulaması gereken medyanın eğer bu sorgulamayı yapamıyorsa eğer medya hakir güçlerin kontrolünde ise ve bir politik pazarlama aracı haline dönüşmüşse demokraside sizler hangi tercihleri nasıl bağımsız hür bir şekilde yapacaksınız. Sizin karşınıza ben hangi tercihleri çıkartacağım, hangi araçlarla çıkartacağım. 7 Kitle iletişim araçları belli bir politikayı empoze etmek ya da manipüle etmek aracıyla kullanıyorsa, eğer demokrasi serbest hür tercihler neticesinde oluşması gerekiyor olmasına rağmen böyle yönlendirilmiş manipüle edilmiş tercihlerle yönlendiriyorsa nasıl bir demokratik ortamdan bahsedeceğiz. Ben kendimi size nasıl ulaştıracağım, bu salonda üç yüz beş yüz kişiye hitap edebilirim peki bu salonun dışındaki fikirleri kimler öğrenecek, bunları kimin sorgulaması lazım, kimin yapması lazım. Demokratik bir sistemde yasama, yürütme, yargının faaliyetleri sorgulaması gereken gücünü halktan alması gereken bir medya olması gerekirken gücünü iktidardan alan gücünü sermayeden alan sermayenin iktidarı ilişkilerinden alan bir medya topluma hizmet etmiyor. Dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman sizler, biz devlet dediğimiz bir mekanizma eğer gerçekten bizim hukuk çerçevesinde kanunlarla belirlediğimiz haklarımızı ve menfaatlerimizi koruması gereken devlet bizatihi haklarımızın ve menfaatlerimizi haleldar eden bir güç haline dönüşürse, devlet sizi hukuk dışı izlerse, devlet bir siyasi partinin bütün yöneticilerini izleme dinlemeye alırsa, bunlar televizyonlarda yayınlanırsa nasıl kendimizi hür hissedeceğiz. O bakımdan bugün askeri müdahaleleri aykırı gördüğümüz gibi aynı zamanda demokrasi aracıyla gelenlerin de bu araçları kullanarak bizim hayatımızın her alanında tek renkliliği getiren anlayışlara da karşı çıkıyoruz. Bu yönleriyle bakıldığı zaman bu süreçleri bu açıdan sorguluyoruz ben inanıyorum ki kimse kullandığı telefonun dinlenip dinlenmediğinden emin değildir herkes bir endişe içerisindedir. Yargıya gidildiği zaman hak ve hakikati olacak mı olmayacak mı? Bir ülke düşünün ki kanunlarla kamu görevlileri verilmiş birtakım görevler var senin görevin budur bu görevin dışına çıkarsan yargı soruşturma yapar sen hukukla bağlısın diyoruz ama hukukla bağlı olan görevleri MİT yasası adı altında hukuk dışı eylemlerini de idarecilerin kararlarına bağlamak hukuk devletiyle nasıl bağdaşabilir, nasıl böyle olabilir. Hukukun verdiği bir görev varken hukuk milletin verdiği bir görev bu görevin dışına birileri çıkıyorsa bu dışa çıkan görevin sorgulamasını kim yapacak, kim sorgulayacak, faili meçhulleri kim sorgulayacak, gücü ele alanların hukuk dışı davranmalarını kim sorgulayacak, yargı. Ama maalesef yargının böyle bir görev yapması engellendiği gibi son MİT yasasında ne olursa olsun hukuk tarafından verilen görevin dışına çıkılsa bile kovuşturma ve soruşturma yürütmenin insafına bağlanmıştır. MHP olarak gerçekten biz hukuku çok önemsiyoruz neden çünkü milletin yaptığı hukuk bir hukuku nasıl üstün kılabiliriz? Hukuku üstün kılmanın yolu o hukukun milletin menfaatleri, ihtiyaçları, değerleri uyumlu halde olması halinde güçlü olur milletin menfaatleri, değerleri ekseninde oluşturulmayan hukuku üstün kılmak mümkün değildir onun için biz diyoruz ki hukuk sistemi bu milletin ihtiyaçlarını, menfaatlerini, geleceğini, haklarını düşünmelidir düşünerek bir hukuk oluşturursak hukukun üstünlüğünü sağlamış oluruz. Dolayısıyla bu yönüne bakıldığı zaman milletin değer ve tercih skalasını dikkate alan bir hukuk fakültesindeyiz hukukun indirgendiği en temel boyut ne olmalı, bu temel boyut üzerinde sizin tecrübeleriniz ve evrensel değerleri bina ettiğiniz zaman bu hukuk üstün oluyor. Üstünlerin hukuku olmaz milletin hukuku olur çünkü millete dayalıdır, millete dayalı olmayan hukuku bizim kabul etmemiz mümkün değil. Dolayısıyla hukuk vicdan ve siyaset açısından da bu yönüyle çok önemlidir. Dolayısıyla bütün hukukun da milletin kamu vicdanıyla uyumlu olması gerektiğini düşünüyoruz. Bizde MHP olarak milletin değer ve tercihleriyle oluşmuş bir siyasi irade hukuku daha fazla üstün kılabilir diyerek bu tercihleri dikkate alan bir yaklaşımla meseleye bakılmasını istiyoruz. Çok tartışmalar var geçen günkü derbi gibi bir tarafta sarı lacivert diğer tarafta sarı kırmızı yok aslında siyaset çok yönlü parametrelerle etkileniyor aslında siyasetten belki de sizler etkileniyorsunuz bu etkilenmeyle siyaset belirleniyor daha sonrada bu siyaset bu güçler tarafından kontrol ediliyor. Bu ilişkiler ağı içerisinde blok oylar, sağ sol çekişmesi, cemaatleşme gibi bütün bu hususlar aslında bu süreçleri hep etkileyen hususlardır. Dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman MHP olarak Türk siyasetini belirleyen ve etkileyen bu parametrelerde farklı ve özgün bir duruşumuz olduğunu belirtmek istiyorum. MHP olarak biz milliyetçi bir düşünceye sahibiz milleti merkezine alan, toplumsal menfaati ön plana alan ve bu yönüyle bakıldığı zaman demokrasiye hukukun üstünlüğüne ve adalete öncelik veren bütün bunları da millete dayalı olarak gerçekleştirmek isteyen bir siyasi hareketiz. Bu bakımdan bu süreçlerin birçoğunu iç ve dış parametrelerin hepsini bu açıdan sorguluyoruz biz bu açıdan sorguladığımız zaman bizim bakış açımız zaman zaman bir bakıma bu kutuplaşmış siyaset içerisinde üçüncü bir yol 8 olarak farklı bir alternatif olarak gözüküyor. Bu farklı alternatifi ne ölçüde sizlere ulaştırabiliyoruz tabii o da ayrı bir sorun hem bizim sorunumuz hem de Türk demokrasisinin bir sorunu olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan çok yönlü bir etkileşim içerisinde çok yönlü bir mücadeleye giriyoruz. İnsanoğlu aklında altı tane imaj tutabiliyormuş dolayısıyla politikada, politik pazarlamada da imaj oluşturmak çok önemli bu bütün cephelerde MHP’nin farklılığını ve özgünlüğünü size ne ölçüde anlatabilir ve size ne ölçüde bunları rasyonel kabul edilebilir gösterebilirsek sizin tercihlerinizin o şekilde bize doğru yönelebileceğini düşünüyorum. Bütün bunları yapabiliyor muyuz yapamıyor muyuz yani bunlar bir iletişim stratejisiyle olduğu kadar Türk devlet yapısıyla da alakalıdır. Dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman bu parametreler ekseninde bakıldığı zaman bizlerde bu siyasal tercihleri bizim lehimize dönüştürmek için bu parametrelerle mücadele etmek zorundayız. Dolayısıyla bu parametreler ekseninde zaman zaman mağduriyet zaman zaman ‘one minute’ kahramanlarıyla da mücadele edip gerçek yüzlerini ortaya çıkartmak durumundayız. Sanal ve metafizik kavramlarıyla nasıl mücadele edeceğiz? Geçenlerde Sayın Ahmet Davutoğlu mecliste dedi ki ‘İsrail’i diz çöktürdük’ İsrail için Kürecik’te füze kalkanı kuruyorsun, İsrail için Irak parçalanıyor, İsrail için Suriye’de Esad gidiyor, İsrail için Libya’da Kaddafi gitti bütün bunlara bakıldığı zaman uygulanan politikalar acaba gerçekten kime hizmet ediyor. Ama dediğim gibi bu politik pazarlamalar ve kutuplaşmalar bu imaj paylaşımı imaj pazarlaması ekseninde bu gerçekleri görmekteyiz. Mesela Marmara gemisinde Gazze’ye gidecek dokuz tane vatandaşımız öldü İsrail’e veryansın ettik kimse sormadı bunları oraya giderken niye bırakıyorsun adamlar oraya gittiği zaman çağırsaydın büyük elçiyi bir kıllarına dokunursa seni perişan ederim deseydin, donanmayı gönderseydin dokuz tane vatandaşımız ölmeseydi. Görüyorsunuz ki çok yönlü bir imaj dolayısıyla sizin üzerinizde büyük oyun var asıl sizin beyniniz üzerinden büyük oyun var bakalım bu oyunu nasıl kazanacağız, nasıl yönlendireceğiz, geleceği nasıl kendi hür tercihlerimizle oluşturulmuş birtakım imajlarla değil de birtakım gerçekliklerle sorgulayacağız ve karşılaştıracağız. Bu neticede demokratik bir tercih ortaya çıkabilecek Türkiye’nin bence en önemli sorunlarından biri de demokratik tercihin ortaya çıkmasıdır. O bakımdan zaman zaman bu sorgulamalar yapılıyor 28 Şubat sürecinde yapılıyor efendim biz mağdur olduk, mağdur oldunuz rahmetli olduktan sonra mağduriyet hatırlandı. Peki, mağdur olan partiyi niye bıraktınız bu soruları kimse sormamıza müsaade etmiyor ya da anlatmamıza müsaade etmiyor ya da iletmemize müsaade etmiyor dolayısıyla böyle bir sanal gerçeklik getiriyor deniliyor. Böyle bir ortam içerisinde gerçekten büyük bir psikolojik harekatla Türk milleti karşı karşıya. Bu psikolojik harekat içerisinde yapılan tercihlerin yönlendirilmesi ve etkilendirilmesi söz konusu bize düşen görev de sizin gibi insanların ayağına gelmek cüretiyle bizi size anlatmak bizimde sizi iyi algılamamız iyi öğrenmemiz gerekiyor. Soru: MHP bildiğimiz üzere bir ideoloji partisi, gelecek planları göze aldığımızda ideoloji partisi olmanın ideoloji partisi olmamakla farkı nedir? Mesela AK Parti bugün ak dediğine yarın kara diyebiliyor gerekçe olarak da bugünle dün değişti biz değiştik diyebiliyorlar. Fakat MHP bugün ve yarını değiştiremiyor yani vizyon değişse de misyon her zaman aynı olduğu için farklılıklar gösteremiyor. Bunun ileride Türk milleti için faydaları olacak mı zararları olursa neler olur? Oktay Vural: Fikir olmadan siyaset olur mu, olmaz bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak fikir sahibi olmadan siyaset yapmak günü birlik pragmatist gelişmeler doğrultusunda savrulup gideriz. Dolayısıyla böyle bir siyaset anlayışı köksüz bir siyasettir. Bizim için değişmeyen tek bir değer var tek bir hedef var; bu milleti var ve güçlü kılmak. Var ve güçlü kılmak için zamana ve mekana göre araçlar değişebilir ama bizim için bu milletin değerleri bu milletin varlığı değişmez mümkün değil o bakımdan ben Milliyetçi Hareket Partili olarak sürekli değişim içerisinde bu değişimin dayanılmaz cazibesiyim. Bu değişimin her zaman bir çözüm olarak Türkiye’ye sunulduğunu, bir metafizik kavram olarak sunulduğunu yeni bir şey olarak sunulduğunu düşünüyorum. O bakımdan MHP olarak ideolojimizi şekillendiren fikrimizi şekillendiren millet egemenliği millet varlığıdır tabii metafizik bir millet varlığı ve kavramı ekseninde insanları yok sayan bir millet anlayışınız da yok. Dolayısıyla insanları mutlu 9 olmayan bir milletin mutlu bir toplum haline dönüştürmemiz mümkün değil, insanları refah hale dönüştürmeden ev ekonomilerini hane halkı ekonomilerini güçlendirmeden Türk milli ekonomisini geliştirmeniz mümkün değil. Bizim milliyetçilik anlayışımız metafizik millet kavramı ekseninde milletin bütün sıkıntılarını çekmesini fedakarlık yapmasını değil aksine o milletin daha zengin daha hür olmasını sağlamak suretiyle meydana getirebileceğimizi düşünüyorum, böyle bir milliyetçilik anlayışımız var. Bu değişimin bir sigortası yok yarın öbür gün de bunun dışında bir şey söyleyebilirler ama sonuca bakmak lazım. Sonuçta ne kazandık, ne kaybettik bu yönleriyle bakıldığı zaman bence Türkiye olarak bu süreç içerisinde atılan birçok yanlış adımın sıkıntılarının çekiyoruz. Yani bunların hiç bedelini çekmediğimizi düşünüyorsak eğer bence çok yanılıyoruz. Mesela Türkiye özellikle cari işlemler açığına dayalı bir büyüme modelini benimseyerek düşük kur vasıtasıyla ithalatı teşvik eden bir yaklaşımla Türkiye üretim gücünü kaybetti genç işsizlik arttı rekabet gücü kayboldu kaybetmedik mi bir şey, bence kaybettik. Türkiye’nin bugün ekonomisinin 2002 yılında GSMH’nın %15,6’sını ihraç ediyorduk bugün %15,5 ihraç ediyoruz. O gün %20.76’sını ithal ediyorduk bugün %24,80’ini ithal ediyoruz kaybetmiyor muyuz bence kaybediyoruz. Mesela bu süreç içerisinde Türkiye’nin bir terör sorunun etnik kimliğe indirgemek etnik kimliğe işler vererek bu sorunu çözeceğim demek etnik kimlik taleplerini gündeme getirdi şimdi Türkiye’de bu etnik kimlik talepleri doğrultusunda oluşan siyaseti nasıl çözebileceği sorunuyla karşı karşıya. 2002 yılında olmayan bir tartışma bugün Türkiye’yi hangi noktaya getirdi, hangi taleplere getirdi, Türkiye’de bir özerklik taleplerinin getirilmesi bu süreçleri çok dikkatli takip etmemiz gerekir. Suriye politikası; dün kardeş dediğimiz Suriye bugün düşman Suriye haline dönüştü. Türkiye’de muhalifler toplanıyor İstanbul’da Türkiye destekliyor. Size hemen şu soruyu soruyorum; Suriye’de Türkiye’nin nasıl bir milli politika takip ettiğini bilen var mı, kimin için politika takip ettiğini bilen var mı? Yok, ama Suriye’de muhalifleri biz topluyoruz, İstanbul’da muhalifler birliği mutabakat belgesi hazırlıyorlar. Milli mutabakat belgesi içerisinde diyorlar ki anayasada Kürdistan’a özerklik ve demokratik çözümüyle ilgili hükümler yer almalıdır ve Türkiye de bunu destekliyor. Peki, bunu destekliyorsa yarın bir gün size bunu yaptırmak istese ne yapacaksınız? Dolayısıyla bu süreç içerisinde bakıldığı zaman Türkiye’nin Annan Planına evet dedik ne kazandık ne kaybettik Annan Planı yetmez daha Güzelyurdu da vereceksin o bakımdan bütün bunlarla ilgili süreçler anımsatılıyor ama travmatik bir gelişme olmayınca bunun maliyeti konusunda size yeterince uyarı olmuyor. Açıkçası şöyle oluyor; Şanlıurfa’ya Fransa’dan gelmişler yaklaşmışlar boş ver ya falan demişler isot tarlalarına girmişler demiş vay şerefsizler başlamışlar kovalamaya. İsot tarlalarına kadar geldikleri zaman aklımıza gelirse biz bedel ödeyerek yaparız bunları hiçbir diyeceğim yok ama artık bu riskleri yönetmemiz lazım bu kadar büyük riskle toplumumuzu karşı karşıya bırakmanın çok yanlış olduğunu düşünüyorum büyük risklerle karşı karşıyayız. Şöyle bir şey düşünelim arkadaşlar Cenabı Hak insanın yaratılış gayesi diyorum bir gaye var yani bizim burada var olmamızı sağlayan bir değer yok mu, ailemizin anlamı yok mu, komşularımızın, arkadaşlarımızın burada bu havayı solumanın bunlara anlam verebiliyorsanız fikriniz var demektir ama bunları anlamsız görüyorsanız fikriniz de yok. Fikriniz neyse zikriniz odur eğer fikirsizseniz zikirsiz olursunuz zikir hep değişebilir o bakımdan ben burada yaşayan insanları hepsinin ve burada yaşanmasının bulunmasının bir anlamı olduğunu düşünüyorum bu anlamı çerçeveleyen bir bakış açısı bir fikir olmadan bu insanlara hizmet etmenin mutlu kılmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu yönüyle değersiz yargısız bir toplum olmaz açıkçası da toplum yapısı fikirsiz bir şekilde yönetilemez. Soru: Ben Begüm Gökay Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiyim. Parti Genel Başkanınız Devlet Bahçeli’nin haksızlığa uğrayan milletvekillerini korumadığı aşikar bunlardan en iyi örnek olarak da çok değerli emekli Korgeneral Engin Alan’dır. Bahçeli seçim öncesi bebek katili terörist başını yakalayan bu eşsiz komutan için milli emanet demişti ancak şu anda Engin Paşa bu sözde durulmadığı için MHP rozetini çıkardığını belirtti. Bu hususta herhangi bir düzenleme yapılacak mı söz verildiği gibi emanete sahip çıkılacak mı çıkılacaksa ne zaman çıkılacak çünkü bir yılı aşkın süredir içeride kendisi ve saçma sapan bir davadan dolayı gerçekliği olmayan bir davadan dolayı yargılanıyor ve milletvekili olarak yargılanıyor. Kovuşturma durdurulması gerekiyordu durdurulmadı bu durumu açıklığa kavuşturmanızı 10 istiyorum neler yapılacak herhangi bir plan var mı ve MHP kesinlikle unutmamalı bunu Engin Alan Paşa MHP için bir lütuf bir şanstır keşke benim desteklediğim partide olsaydı Engin Alan Paşa diyorum. Oktay Vural: Aslında yanlış varsayımlarla doğru sonuç çıkarmak mümkün değil, dolayısıyla bu yönüyle bakıldığı zaman biraz öyle oldu gibi geliyor. Çünkü biz milletvekili yaptık. Sahip çıkmadığımızı söylemek gerçekten haksızlık aksine siz burada böyle bir insanı birinci sıraya getirip milletvekili yaptınız. Daha geçen gün Bülent Delen ile Atilla Kaya Sayın Engin Alan’ı ziyarete gitti her hafta milletvekillerimiz gidiyor. Dolayısıyla bu yönüyle bakıldığı zaman MHP’nin yürüttüğü mücadele içerisinde birçok Sayın Engin Alan gibi insanlar var. Zaten Engin Alan da o insanlarla buluşmak için MHP’yi tercih etti. Soru: Ama rozeti çıkardı ve ne kadar kırgın olduğunu da birçok gazeteciye de söyledi. Oktay Vural: Öyle bir şey söylemedi bu yanlış bir değerlendirmedir, dolayısıyla MHP’nin milletvekili sıfatını kazanıyor biz MHP olarak Sayın Engin Alan’ı milletvekili yaparken kimi yaptığımızı idrak ediyorduk keşke mensubu olduğunuz siyasi parti Engin Alan gibileri aday yapsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Oya Batum Menteşe: Ben size Arap baharıyla ilgili bir soru sormak istiyorum. Kaddafi’nin düşürülmesi ile ilgili söyledikleriniz benim hep kafamdaki soruları biraz açmış gibi oldu kırk yıl Kaddafi oradaydı kırk birinci yıl düştü. Aynı şey Hüsnü Mübarek için de doğru Hüsnü Mübarek vatanın sevdiği bir insandır. Şimdi Arap baharı gerçekten o toplumların iç dinamiğinden mi kaynaklanıyor yoksa bizim tam değerlendiremediğimiz birtakım şeyler mi dönüyor orada ne oluyor? Mesela Suriye için de aynı şey Suriye’de Şiiler yöneticiden tarafta gayet güzel gidiyor gibi görünüyorken birdenbire Şam’ın ortasında bir bomba patladı. Bu Arap baharı o halkların kendi iç dinamiğinden mi kaynaklanıyor yoksa işin içinde başka şeyler mi var? Neden kırk yıl Kaddafi’ye bir şey olmadı kırk yıl aynı Kaddafi idi birdenbire kırk birinci yıl bir şey oldu. Oktay Vural: Hatırlarsanız 1960’lı yıllardaydı Dupçek vardı, Prag Baharı vardı. Prag Baharının amacı neydi aslında Prag Baharının amacı orada Prag baharında baharın amacıyla ilgili Dupçek Çekoslovakya’nın ikiye bölünmesinden bahsetmişti. Ne zaman gerçekleşti, 1990. Aslında bu bahar coğrafyanın özelliklerinden mi kaynaklanıyor yoksa ithal edilen bahar mıdır? Libya’da bahar geliyor denildi geçenlerde muhalif konseyi Mustafa Abdül Celil’in güçlerine saldırmışlar özerklik isteyenler birbirine girmiş zaten Mısır’da halen askeri hükümet devrede. Bu coğrafyada bir oyun oynanıyor bence oyun oynanmasının iki amacı vardır Büyük Ortadoğu Projesi. Bu Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarından biri özellikle Arap İsrail çatışması ekseninde İsrail’in güvenliğini koruyabilecek bir yapı oluşturmak politik amaçlardan biri budur. İkincisi de özellikle Arap ülkelerinde giderek petrolün azaldığını ve daha kıymetli hale dönüştüğünü düşündüğümüz zaman buradaki politikaları etkileyen en önemli unsurlardan biri de enerjidir. Aslında enerji konusunda önümüzdeki 2025 yılında yapılan küresel projeksiyonlar yeni bir merkantilizmin doğmayacağına ilişkin tartışmalar ortaya koyuyor. Dolayısıyla kaynak milliyetçiliği dediğimiz eğer petrole sahip ülkeler bu kaynakları sadece kendi menfaatleri doğrultusunda korumaya yönelik bir politika oluşturursa bunun büyük bir risk oluşturabileceğini düşünenler bu bölgelerde sağlıklı bir politik iklimin oluşmasını istiyorlar kendileri açısından. Dolayısıyla kaynak hakimiyetini kaynaklara sahip olmakla ilgili bir boyutunda olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir dünya düşünelim küreselleşmenin batıdan doğuya doğru kaynaklandığını düşünüyorum ekonomik güç buraya doğru gidiyor, sıklet merkezi buraya doğru gidecek, dolayısıyla bu sıklet merkezi buraya doğru giderken enerji gibi çok önemli kaynaklar daha fazla stratejik öneme de sahip oluyor bugün de çok önemli. Ama şöyle bir sorunla karşılaştım liberal yaklaşım, stratejik varlık olarak gördükleri aslında bugüne kadar liberal yaklaşıma göre uluslararası ticaret yolları aslında serbest ve hür olmalı, uluslararası ticaret yollarından mallar serbestçe gelip gitmeli petrol de bunlardan biridir. 11 Ama sorun şuradan kaynaklanıyor 1991 yılında Irak Kuveyt’i işgal ettiği zaman şöyle bir sorunla karşılaştı petrol yolları ya da uluslar arası ticaret yollarının serbest bir şekilde oluşmasını biz sağlayalım ama kaynağın kendisi eğer bir tehdit altındaysa bunu nasıl çözeceğiz dediler o zaman politika değişmeye başladı. O zaman dediler ki bu coğrafyayı kontrol edecek uygun politik ortamlar sağlamalıyız işte bu uygun politik ortamları sağlamak için de soğuk savaşa kadar iki kutupta olan dünya düzeni bir kutup gidince tek dünya düzenine gittikten sonra ülkelerin dengelerini güç dengesi yani belli bir güce girmek ve oluşturmak imkanında kayboldu. O zaman sorun şurada kaynaklandı bir Suudi Arabistan ya da bir Suriye’yi nasıl kontrol etmeliyim ben? Eğer güçlerden birinin karşısında başka bir güç yoksa güçler dengesinin olmadığı yerde dengenin gücünü ben kullanmalıyım. O zaman öyle bir denge olmalıdır ki orada, iç denge bu iç dengede aktörleri ben kontrol edeyim ve bu kontrol ettiğim aktörler vasıtasıyla ülkeyi kontrol edeyim. İşte bugün etnik kimlik ve mezheplere dayalı politikanın asıl amacı ülkenin dengesini kontrol edecek güçlerdir. Bugüne kadar bu dengeleri zaman zaman askeri darbeler yoluyla yaptılar ama şimdi artık etnik kimlik ve mezheplere dayalı ilişkilerle bu dengeyi oluşturmak istiyorlar ve kanaatime göre ülkeleri kontrol etme yöntemlerinden biri olarak Irak’ta uygulandı, Sudan da biliyorsunuz özerklik. Bütün bunlara bakıldığı zaman buradaki etnik ve mezhebe dayalı güçlerin kendi milli yapılarına bağlı olmak yerine ulus ötesi varlıklarla hayatlarını sürdürmesi bu ülkelerin dengesini korumak için önemli bir fırsat veriyor. Bu iki açıdan bakıldığı zaman bence bu Arap baharı kendiliğinden oluşmuş değil, ancak elbette bunu sağlayan ortamı yok saymamız mümkün değil yani demokrasi ithal ile olacak bir şey değil ki toplumun yapısı, arzusu, isteğiyle olacak bir şey. Oradaki yöneticilerin otoriter yaklaşımları bir zemin hazırlamıştır en önemli sıkıntılardan biri de bence Ortadoğu’da genç işsizliğin çok fazla olmasıdır. Ortadoğu ülkelerinin bugün en önemli sorunu genç işsizliktir ve bu genç işsizliğin oluşması bu tip kaotik hareketlere zemin hazırlamaktadır. Aslında bakıldığı zaman bizim Doğu ve Güneydoğu’da da önemli ölçüde genç işsizliğin olması bir zemin hazırlıyor. Bence Ortadoğu’daki sosyoekonomik durum yönetim biçimleri de böyle bir projeyi uygulamak için önemli bir fırsat verdi. Önemli olan bu coğrafyada Türkiye’nin birdenbire kendi içsel dinamikleri harekete geçirebilecek bir oluşumu temin etmeksizin dışarıdan bir müdahalenin taşeronu haline dönüşmesini ben milli varlığımız ve mirasımız açısından doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Böyle bir imkanı kullanmadı oluşturamadı Türkiye oysa oluşturmalıydı. Bugün burada Suriye’de şu şunu bombaladı bu bunu bombaladı biz niye bundan medet umuyoruz insanların birbirini öldürmesi Irak’ta öldürmesi yani biz dışarıdan birisi olarak buradaki insanların birbirini öldürmesinden üzülmemiz gerekiyor, böyle bir ortam olmasından üzülmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye bu ortamı sağlayabilecek ilişkiler ağını ve inisiyatifleri oluşturmalıydı ama oluşturamadı ve bu çerçevede açıkçası belki biraz daha artçı olacak ama bu coğrafyada oynanan ve Türkiye’nin hedefinde olduğu oyunla küresel gücü yöneten ABD’yi yönetenlerin amaç ve hedeflerinin de bağdaştığını görmek lazım. Wilson prensipleri içerisinde o zaman Woodrow Wilson’ın 1918 yılında koyduğu prensipler çerçevesinde şöyle bir şey vardı bu coğrafyada Anadolu’da Türklere bir bağımsızlık diğer ulusların hepsine birer muhtariyet verilmesine ilişkin bir şey vardı. Özellikle o vilayet dediğimiz o süreç içerisinde bir sürü isyanın Musul meselesi bütün bunlarla ilgili Türkiye üzerinde oynanan oyunlarında bir bakıma parçası olmuştur. Irak’ın kuzeyinde oluşan dev bir oluşumun anayasasında Wilson prensiplerine ve Sevr’in ilgili maddelerine atıflar da vardır. Şu soruyu soruyorum ben Wilson prensipleriyle ilgili bugün Obama ABD’yi yönetiyor. Obama’nın Dış İşleri Bakanlığı’nda dış politiği oluşturma merkezinde Prof. Dr. Anne Marie Slaugter var. Anne Marie Slaugter Princeton Üniversitesi’nden gelmiş. Anne Marie Slaugter yaklaşımı şu sorunun cevabını arıyormuş politikada 21. yy. Woodrow Wilson’ın prensiplerinin nasıl uygulayacağız biz? Şimdi bugün bu coğrafyada oluşan gelişmeler ve bu coğrafya içerisinde küresel gücün nasıl bakın Wilson prensiplerinin Obama uyguluyor biz kalksak desek ki Erzurum Kongresi dediğimiz zaman hop oturup hop kalkıyorlar statükocu bunlar diyorlar. Onlar kendi temel fikirlerine bakıyorlar bu durumda biz bir sorunla karşı karşıyayız. Wilson Prensipleri buna Anne Marie Slaugter diyor ki şöyle düşünüyorum “ABD’nin bu bölgeye doğrudan müdahaleleri Amerikan aleyhtarlığını arttırmıştır”. 12 O zaman yapmamız gereken şey bu bölgelerde ilişkiler ağını gerçekleştirenlerin subcontractor’ında bu işleri yapalım ve bütün bunların yaptıkları sonuçta bize hizmet etsin. Conductivity dediğimiz aynen wireless alanlar vardır bu wireless alanlarda her birisinin ayrı ayrı şifreleri var bu hepsinin şifresini birisi bilse bütün alan hep wireless olacak. Herkes bu şifreli alanda kendisine rolünü üstleniyor subcontractor olarak onu belirliyor rolleri veriyor ama politika ve senaryo kendi senaryosu. Conductivity dediğimiz şey çeşitli yerlerde model ortaklıklar oluşturup bu model ortaklıkları yöneterek ilişkide bulundukları ağları küresel ilişki ağına monte etmek gibi bir yaklaşım tarzı var dolayısıyla bence Arap baharı bence doğrudan doğruya belli bir projenin yansımasıdır. Soru: Veysel Koç Kuzu Uluslararası İlişkiler üçüncü sınıfı öğrencisiyim Siyaset Bilimi yan dalı öğrencisiyim. Arkadaşlarıma katılıyorum siz çok açık yürekli bir siyasetçisiniz buraya birçok siyasetçi gelip gitti ve bende bu birçok siyasetçiye birçok soru yönelttim bunlardan %90’ının yanıtını alamadım. Ama size açık yüreklilikle bir soru soracağım ve sizden açık yüreklilikle cevaplamanızı bekleyeceğim. Herkesin siyasi görüşü kendinedir bana göre MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli misyonunu tamamlamış bir kişidir ve sizin gibi açık yürekli, çok donanımlı bir insansınız bildiğimiz kadarıyla MHP’nin başına geçmeyi düşünür müsünüz, düşünecek misiniz? Siyasi görüş önemli değil sizin gibi siyasetçilere ihtiyacımız var diye düşünüyorum özellikle MHP gibi milliyetçi duyguları savunan bir partinin. AKP’nin bunca senedir iktidarda olması size göre seçmenin bilinçsizliğinden mi kaynaklanıyor yoksa siz kendi partinize bir öz eleştiride bulunacak mısınız? Seçmen mi bilinçsiz yoksa muhalefet partileri mi yeteri kadar çalışamıyor? Ahmet Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun politikası gördüğümüz gibi fos çıktı bir nevi, ‘stratejik derinlik’ diye bir kitabı var bunda hep bu sıfır sorundan bahsediyor ama uygulanabilirliği sıfır şu anda eğer MHP iktidar olsaydı ne yapacaktı, dış politikalarla alakalı barışçıl çözümleri olacak mıydı? En son milliyetçilikten bahsettik, ulus devletten ilişkileri, bir ayrışmadan bahsettik bir milliyetçi olarak olmasını istediğiniz şeyleri bize söylediniz bizde bir Türk vatandaşı olarak bunu istiyoruz. Ama hep bir söylem kimse çözüm önerisi getirmedi yani somut bir çözüm önerisi var mıdır, neler yapılabilir? Oktay Vural: Birincisi Devlet Bahçeli misyonu tamamlamadı başbakan yapamadık daha. Ben bireysel olarak hayatımın hiçbir noktasında bir sonraki hedefi hiçbir zaman düşünmedim. Size tavsiyem daima basamakları basınız, gereğini yerine getiriniz ondan sonraki pencere sizi sahip olduğunuz tecrübeyle götürür. Dolayısıyla biz bir kadroyuz bir ekibiz MHP’nin genel başkanı olmak kolay değil. Küreselleşme, AB süreci, bürokratik oligarşi, sermaye oligarşi yani o kadar çok şeyle mücadele ediyorsunuz ki ve bu yönleriyle bakıldığı zaman bence MHP partisi politikalarıyla da çok önemli başarılar elde etmiştir. İktidar olmamıştır ama bugün geldiğimiz bu noktada eğer biz Habur sürecini sorgulatıyorsak, eğer biz açılım sürecini sorgulatıyorsak, eğer biz Ermeni protokollerini halen mecliste bekletiyorsak, eğer biz Rumlara fener açılmasını bekletiyorsak bütün bunlarla ilgili eğer biz henüz anayasada birilerinin istediği değişiklikleri yapılmasını halen yapamıyorlarsa zannederim MHP’nin ve Genel Başkanının duruşunun bir sonucu vardır. O bakımdan önemli olan görevimizi iyi yapabilmektir bizim şu andaki görevimiz beraber birlikte MHP’nin bir alternatifi olarak milletimizin huzurunda hizmet edebilecek bir parti konumuna dönüştürmektir. Onun için hiçbir arayışımız yok. Zaman zaman bütün bunlar oluşur kafalarda birtakım şeyler oluşur ama şöyle bir geriye bakıldığı zaman elimizi vicdanımıza koyalım Devlet Bahçeli’nin yaptığı hangi tespit yanlış çıktı hangi konuda yanlışlık yaptı? Böyle bakıldığı zaman bütün süreç içerisinde elde edilen noktayı daha ileriye götürme gayreti içerisindeyiz. Bütün bunlara yetmez ama evet gibi bakmıyoruz, dolayısıyla daha ileriye bakmamız gerekiyor. AKP’nin iktidar olması bilinçsizlik mi, haksızlık olur vatandaşa biz milliyetçi olarak nasıl milletimizi bilinçsiz görebiliriz olur mu, hem sağduyu diyoruz, hem millet iradesi diyoruz hem de bilinçsiz diyoruz. Biz salon milliyetçisi değiliz dolayısıyla reel manalarda bu milletin tercihlerini doğru görüyoruz. Milletin tercihleri doğru olabilir ama milleti yönetenlerin tercihleri yanlış bize düşen görev milletin tercihleriyle milleti yönetenlerin tercihleri arasındaki uçurumları anlatabilmek. Biz araya girip ey millet sen buna oy verdin ama bunun için oy vermedin dedirtmek istiyoruz, vatandaşın 13 verdiği oyu sorgulamasını temin etmek birtakım alternatifleri sunmakla olur. Bu alternatifte elbette iğneyi kendimize batırmamız lazım bir kere iletişim konusunda sıkıntımız var. Sivil toplum örgütleriyle mesleki toplum örgütleriyle ilişkilerimiz açısından ciddi sıkıntılarla karşı karşıyayız bütün bunların hepsini elbette yenilememiz gerekiyor. Bir iletişim stratejisine tek boyutlu bakamayız bu yönlerde bir değerlendirme yapıyoruz bu değerlendirme içerisinde özellikle son seçimlerde hanımefendilerin çok daha fazla MHP’ye ilgi gösterdiklerini ve çalışmalara bir fiil katıldığını görüyoruz. Zannederim MHP olarak hanımların bizim siyasal mücadeleye daha fazla girmesini de sağlamak. Erkek partisi falan diye bir algılamayla karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla onların bu süreçlerde daha fazla göstermek biz inanıyoruz mesela kadınların bu süreçte daha uygu içerisinde meseleye bakabileceklerini ve MHP’yi daha iyi anlayacaklarını düşünüyoruz. Yapmamız gereken çok şey var teşkilatlarımız yenileniyor, kadrolarımızın yenilenmesi gerekiyor, bir makam bir mevki birisine verilince o makam mevki gereğince toplumla ilişkilerini geliştirmesi lazım, bireysel anlamıyla da bu sorumlulukları hissetmek lazım bütün bunlarla ilgili bizim de zannederim önümüzdeki dönemde bu süreçle ilgili ders almamız gerekiyor. Biraz önce dediğim gibi fillerin çatıştığı yerde çimler gidiyor biz sizi bu fillerin çatıştığı siyaset arenasının dışında yeşillikleri göstermek istiyoruz. Yani toplumu sağ sol ekseninde kutuplaştıran, laik anti laik, kindar dindar, şucu bucu bu iki kavramdan birinin kutup başına doğru yöneldiğiniz zaman kendi varlığınızı yok sayarsınız. Dolayısıyla bu kutuplaşmış etnik kimlik şu ya da bu o bakımdan bu eksenlerde MHP’nin kendisini bir alternatif olarak sunabilmesi için etkili bir iletişim ve ilişki ağına gerektiği açık. Sıfır sorun anlamsız stratejik derinliklere stratejik amaç ve hedeflerinizi dile getirebilirsiniz bunları elinizde realize edebilecek elinizde güç lazım. Bu derinliklere gittiğiniz zaman vurgun yiyorsunuz yani bu kadar derine gittiğin zaman vurgun yedi Türkiye, hangi konuda: Ermenilerle ilişkilerimizi iyileştirelim dedik Azerbaycan, Suriye ile ilgili sınırları aştık kardeşiz artık vizelerde kalkmıştı hangi duruma düştük? Dolayısıyla bu sıfır sorun politikası iflas etmiş bir konumdadır. Yani sıfır sorun olur mu, şu anda İngiltere’nin Arjantin ile Falkland Adaları sorunu yok mu, ABD ile AB arasında ekonomik sorunlar yok mu, Çin’de yok mu? Birçok ülkenin birçok yerle sorunları vardır ama bu sorunları çözeceğim derken kendi bulunduğun konumu kendi menfaatin aleyhine yaklaştırdığın sürece kaybedersin o bakımdan Türkiye’de bu sıfır sorun politikası açıkçası sıfırlanmış bir dış politikayı da müsemma oldu. Bana sorunu söyleyin çözümünü söyleyeyim, sorun nedir? Benim derdim var. Derdini söyle, doktora gideceksin bir doktora gittik. Neyin var? Ben hastayım. Peki, neyin var kardeşim, hastayım. Miden mi ağrıyor, beynin mi ağrıyor, kolun mu kırıldı? Adına isterse bu sorun deyin şu sorun deyin, sorunu bilmeyen, teşhis edemeyen doktor sorunu nasıl çözebilir? Yarım doktor candan edermiş yarım imam dinden eder. Bende Diyarbakır’da doğdum, nedir sorun, bu ülkenin paylaşmadığı ne var ama sorunu etnik kimliği tarif ederek, insanların etnik kimliklerini kaşıyarak, bütün sorunları bu eksende tanımlayıp çözümlemek isterseniz, bir başkası da başka etnik kimliğe göre tanımlayıp çözmek ister dolayısıyla bunların ortak çözümleri olmaz sivil çözümler olur. Türkiye’yi çözmek istiyorsan çok kolay çözersin ver kurtul kardeşim razı mısınız, alın size çözüm niye istemiyorsunuz diye sorarlar. Yani dolayısıyla çözüm dediğimiz şey bu doğrudan doğruya siyasal bir mücadeledir siyasal bir çözüm arayışı, egemenliğin parçalanmasıdır, kültürün parçalanmasıdır. Bu soruyu hepimiz beraber birlikte soralım doğu ile batının egemenliğinin parçalanmasının kime ne faydası var? Ya da Kürtçe eğitim ne olacak kim nerede Kürtçe konuşuyor siz İngilizce eğitim yapmıyor musunuz? Hukuk Fakültesinde öğrenciye Kürtçe okuttunuz ne olacak, nerede hizmet verecek? Kamu hizmeti başka dilde olması lazım o zaman hizmetlerin bölünmesine gider ayrıştırmasına gider bunlar yanlış işlerdir. Milli seviyede dikey mobiliteyi bizlerin yetenek ve kabiliyetlerine göre fayda elde etmemiz için milli seviyedeki dil ve eğitim görmeliyiz. Yerel seviyede diller kullanılır şu kullanılır bu kullanılır kimsenin buna karşı çıkacağı yok onun üstüne de küresel seviyede ilişki için İngilizce gerekiyor bunu da öğrenmek gerekiyor. Çözüm diyenlerin çözümü ne, insanlar üzerinde operasyon yapıyorlar. Ben size bir şey söyleyeyim terörle ilgili yapılması gerekenler var; bir terör 2002 öncesindeki gibi çok marjinal konuma düşürülmeli, bir ülke düşünün ki bir devlet düşünün ki gidiyor Oslo’da PKK yöneticileriyle görüşüyor o devleti düşünün ki bir de bu yöneticileri yakalamak için başına dört milyon dolar ödül koyuyor. Terör örgütüyle mücadele etmek terör örgütünü marjinalize etmekten geliyor. 14 Ceviz ağacı altında bulup da röportaj yapanlar onu buluyorlar da devlet bulamıyor mu, bir örgütü bitirmenin yollarından biri yöneticilerinin enterne etmektir niye etmiyorlar. Türkiye’nin sınırı var Türkiye’nin sınırını neden Irak ordusu korumuyor, ona korutmamız lazım. İki, Irak’ın kuzeyinde Türkiye’nin sınırına bakan bir yönetim var niye Irak’ın kuzeyindeki yeni oluşmuş Saddam’ı sorgulatmıyoruz, baskılarını, öldürmelerini, rüşveti, yolsuzluğu. O iradenin Türkiye üzerinde oynadığı oyunlar var geliyor Diyarbakır’da Uludere’de kırk bin dolar para yatırıyor bir devlet nasıl buna izin verebilir. Kendi milletinin evladını üzerinde bir başka yerdeki insan geliyor para dağıtıyor Uludere’de ölenlerle ilgili. Finansman kaynaklarını keseceksin kardeşim Türkiye’de sigara kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı PKK terör örgütünü besliyor. Ekonomik ortamla silah almaları cesaretlendiriliyor, Irak’ın kuzeyinde güvenli bölgesi var ve biz bu terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu müdahalesini haksız görenlerin PKK terör örgütünün siyasete müdahalesini nasıl haklı gösterebilir ben bunu anlayabilmiş değilim. Doğu ve Güneydoğu’daki insanların eğitim yoluyla bireysel özgürlüklerini kullanmasını ve ekonomik refahtan daha fazla refah elde edebilmesini sağlamak lazım çok önemli sorunlardan biri. İki, Doğu ve Güneydoğu’daki insanların oradaki yapı içerisinde ailesinin içerisinde söz hakkı yok. Töre cinayetleri şunlar bunlar demek ki orada bireysel özgürlükleri de önemli ölçüde milli seviyede entegrasyona doğru götürmemiz lazım bu mücadele bu yönlerde çok yönlü sürdürülmelidir yoksa bu taleplerin sonu gelmez. Ama ben hepimize şu soruyu soruyorum yıl 1922 Londra’da Lozan konferansı Türkiye’nin Kürdistan meselesi var diye İngilizler meseleyi çıkardı. O gün TBMM’ne telgraf gitti Doğu ve Güneydoğunun bütün ileri gelenleri şunu dediler; Türkiye’nin Kürdistan diye bir meselesi yoktur bir neslin Kürtlüğün ayrı bir unsuru olarak TBMM’nde temsilini uygun görmüyoruz Türklerin ve Kürtlerin kaderi aynıdır dedim. O gün bize kabul ettiremedikleri Kürdistan meselesini bugün Kürt sorunu adı altında biz kabulleniyorsak sorunun varlığını kabul ediyorsak onlar amaç ve hedefine yaklaşmış demektir. Sorun olur mu, olur. Asıl sorun o zaman çıkar. Bir gün İzmir’de seçim münasebetiyle bir hemşeri derneğine gittim orada açılım falan dedi oradan birisi kalktı aynı hemşerilerim ne var biraz özerklik tanısanız dedi. Oradan başka birisi madem özerklik istiyorsun senin ne işin var orada git dedi, nasıl çözeceğim ben bu sorunu? Mersin’de üniversitede bir arkadaşın yaptığı araştırma var sosyal mesafe giderek azalırsa, eğer kız alıp kız vermeler azalırsa eğer Doğu ve Güneydoğudan gelmiş insanlarla bu insanla alışveriş yapmayın derse, şuna ev vermeyin, kira vermeyin derse sorun o zaman çıkar işte. En büyük sorun odur bizde PKK olmasına rağmen böyle bir sorun çıkmadı emareleri yok mu, var bizim bunları önlememiz lazım. Eğer siyasette siz etnik kimliği odağa alıp bu etnik kimlik çerçevesinde kendinize göre bir çözüm üretirseniz yerel seviyede de insanlar etnik kimliğe göre tanımlama yapar. O zaman Kürt kimdir bana Kürdü tarif edin, Çinli, Amerikalıyı tanırsın, Latin Amerikan’ı tanırsın, black Amerikan’ı tanırsın. Dolayısıyla Doğu ve Güneydoğu, kuzeyi, güneyi hepimiz hep beraber burada milli birliği ve milli kültürü oluşturduk hepimiz bu kimlik içerisinde varız ayrıştırmaya izin vermememiz gerekiyor. O zaman ne olur biliyor musunuz kim Kürt, Sivas’ın ötesi Kürt coğrafi olarak nasıl tanımlayacaksın ben şimdi burada kimin ne olduğunu ne bileyim. Geçenlerde Erciş’e gittim Erciş’te yirmi, yirmi beş bin Türkmen var otuz, otuz beş bin de Kürt var bir kardeşimiz geldi ve ben Türküm dedi ama benim ailemde Kürt var dedi. Ama İzmir’e de gidiyorum nerelisiniz diyorlar Van Erciş diyince sen Kürtsün diyorlar nasıl çözeceğiz bunu. Bakın nasıl toptancılığa doğru gidiyor o bakımdan bunlar toplum ve millet bakımından çok derin etkiler doğuracak tartışmalardır siyasetçiler bu tartışmaları odağına alarak siyasi çözümlemeler yaparsa aileler de yapar, komşular da yapar, iş adamları da yapar alın bunlar problem çıkartır yarın öbür gün işten atalım bunları başkalarını koyalım der. Onun için Kürtleri, Kürt kökenli insanları sorunun kaynağın gibi göstermek bu sorunun kaynağı bunlar, bunlarsa iyi bende bunları istemiyorum der. Onun için sorunun kaynağını Kürtçe konuşan insanlara indirgemek ve bu eksenli bir tartışma çıkartmak sosyal mesafenin arttırılmasına sosyolojik açıdan ayrışmanın derinleşmesine yol açabilir bu bence doğru bir tartışma değildir. Bırakın onları ben insan hakkı olarak dinleme ve izleme yapılıp yapılmadığından şüphem var onun için demokrasiyi önce bu eksenleriyle bence derinleştirmek gerekiyor. 15 Soru: Ben Alperen Kılıç Hukuk Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyim. Fenerbahçe spor kulübü başkanı Aziz Yıldırım 3 Temmuz 2011’den beri şike davası kapsamında tutuklanarak yargılanmakta ve henüz dava görülmedi sonuca varılmadı soruşturma devam ediyor sizce bu operasyonda siyasi bir işaret siyasi bir parmak var mı? Oktay Vural: Yorumlar muhtelif tabii ben dava boyutunu değerlendiremem. Bu süreç içerisinde bir güç çatışmasının olduğuna ilişkin bir kanaatimiz var. Siyasal anlamda bir çatışmanın boyutu olduğuna ilişkin bir anlamı var. Sporun rayından ve keyfinden spora siyaset bulaştırmak hiç doğru değil en sivil yönüyle spordur. Maalesef toplumun her noktasına dumur etmek isteyenler, her noktasına müdahale etmek isteyenlerin birtakım oyunları var. O bakımdan federasyon seçimlerinde de var, kulüplerde de var kulüp yöneticileri siyasal iktidarla işini götürmek için ilişki kurar dolayısıyla bu yönleriyle bakıldığı zaman mümkün olduğunca sporu siyasetten ayırt ederek bakmak doğru ama spor cephesi de hayatımızın her alanına müdahale etmek isteyen siyasi iktidarın müdahale alanına ait değildir. Ben gerçekten sorunuzu önemsiyorum çünkü spor aslında bakıldığı zaman hakikaten tamamen bağımsız ve sivil hayatın içerisinde olan bir şey hiçbir şey etkilemiyor orayı. O güzellikleri orada muhafaza edersek birbirimizi kızdırıp başka boyutlara taşımazsak güzel bir şey. Siyaset müdahale etmesin gerçekten nefret ediyorum siyasetin spora müdahale etmesinden. Soru: Ben Tunceliliyim ama Türk değil Kürt’üm bunu söylemek istiyorum sizden de bir Diyarbakırlı olarak Türklüğü değil biraz da Türkiyeliliği ya da Anadoluluğu övmenizi beklerdim. Benim için milliyetçilik Mustafa Kemal Atatürk’ün Diyarbakır’daki lafıdır ‘Vanlı, Bitlisli, İzmirli hiç ayrılamadan Türkiyelidir’ bakın Türk’tür demiyor Türkiyelidir diyor burası çok önemlidir Türk derseniz biraz ırkçılığa doğru olay gider. Sürekli Kürt sorunu nedir diye sordunuz Kürt sorununu ben bir Kürt olarak size tanımlayayım Kürt sorunu yirmi beş bin tane Kürt’ün öldürülmesidir, Kürt sorunu APO’ya bebek katili deyip aslında JİTEM’in bebekleri öldürmesidir. Ben MHP’ye oy verdim ama şunu belirteyim 26 şehidimiz öldüğünde Anıtkabir’e gittim. Kürt sorunu bu ülkede yıllardan beri Kürtçe konuşulmadı budur bunu sağlamak istedik. Ama şunu söyleyeyim ben T.C. vatandaşıyım ve asla ve asla özerklik talebim yoktur ben Türkiye vatandaşıyım. Bir MHP’li olarak Aleviler için anayasada ne yapmayı düşünüyorsunuz, anayasayı ne çerçevede düzenleyeceksiniz? Oktay Vural: Bir düşüncenin bir fikrin bütünlüğü olmazsa böyle olur. Bu coğrafyaya niye Türkiye demişler? Ben Diyarbakır’da yaşadığım zaman oradaki insanlar gelir derdi ki ben Zazayım ama Türk milletine mensubum. Atatürk şunu demiştir; Vanlı, Erzurumlusu hepsi aynı cevherin damarlarıdır. Bu coğrafyada Türklüğü çıkarttığın zaman ne Çanakkale Savaşı kalır ne Milli Kurtuluş Savaşı kalır ne Haçlı Savaşlarına bayraktarlık yapan hilal kalır, dolayısıyla bu coğrafyada yaşayan milletin adı Türk milletidir. Bu milletin adı Türk milleti böyle yazılmış böyle olmuş çok farklı etnik kimlikler olabilir hiçbir diyeceğim yok ama Mehmet Akif Ersoy gibi İstiklal marşı yazmış bir kahraman ‘yok ırkıma izmihlal’ diyebiliyor ben ki evet Arnavut’um ama bu Kürtlük meselesinin yol açacağı sıkıntıların farkına varması gerekir diye söylemiş. Bu millet tarihin neresinde ırkçı olmuş neresinde? Dolayısıyla bu coğrafyada kim nece konuşursa konuşsun karışan mı var? Bunlar doğru şeyler değil senin Tuncelili bir kişi olarak gelip burada üniversitede okuyabilmen, buraya gelebilmen, beraber birlikte yaşaman bunun güzellikleri yok mu? İnsanları ayırmak çok kolay bıyıklarına göre ayırabilirsiniz, saçının rengine göre ayırabilirsiniz ama bu insanı etnik kimliklere göre ayırmak ve tanımlamak ırkçılıktır biz bu ırkçılığı ve gayrimiyetçiliği cenabı Hakkın bütün insanlığı şereflendirdiği İslamiyet yeterdir. Gerçekten insanların Kürtçe konuşması yasaklanmış ise bugün Kürtçe konuşamıyoruz diyerek iddialarda bulunmanın da safsak olduğu ortaya çıktı değil mi, o zaman Kürtçe konuşmaları gerekirdi. Bu yönüyle kimsenin diliyle oynamayın varlığıyla oynamayın. Benim arzum ve isteğim şudur bu konuda her şeyden önce bir Diyarbakırlı olarak Ziya Gökalp’ı, Süleyman Nazif’i iyi tanımak gerekiyor. Diyarbakır’ın nerenin başkenti olduğunu iyi hatırlamak gerekiyor. Bismil’in, Çüngüş’ün, Çermik’in nerelerin merkezi olduğunu çok iyi hatırlamak gerekiyor. 16 Dolayısıyla toptancı bir yaklaşımla bu coğrafyanın tamamını belli bir etnik kimliğe indirgemek doğru değildir. Biz İslam inancının bu toplumun ortak değeri olduğunu düşünüyoruz bu yönüyle Sünni ya da Alevi İslam inancına göre insanların ayırt edilmesini ve tanımlanmasını doğru bulmuyoruz. Tek bir İslam inancı vardır bu İslam inancı çerçevesinde bu anlayışlar çerçevesinde bunun zenginleşmesine bunun oluşmasına herkesin özgür bir şekilde davranması gerekir ama Aleviliği İslam’dan kopartmak isteyen zihniyetlere karşı da dimdik ayakta olmamız lazım. Birde şunu söyleyeyim çok kanıma dokundu eğer sen bir Kürt isen öncelikle çünkü kendisini Kürt olarak görenler ya da tanımlayanlar her şeyden önce PKK terör örgütünün vahşetlerine o terörist başının vahşetlerinin kendilerini ifade etmesine karşı çıkma erdemini göstermelidir. 1988 Mardin Nusaybin Bahmini mezrası altı çocuk, iki kadın, bir erkek toplam on beş kişi kim öldürdü bunları? Şu çocuklara kurşun sıkan bebek katili değildir de nedir? Efeler mecrası on bir kişi çocuklara bakın, yakılmışlara bakın ne zamandan beri unutuyoruz onun için herkes haddini bilmelidir. Öyle bir hain terör örgütü ki öncelikle Doğu ve Güneydoğudaki insanları öldürüp onlar üzerinde baskı oluşturup o baskılar ekseninde politik bir güç oluşturan bir yaklaşımla bir politika oluşturmak istiyor. Bütün bu yapanları da talimatları verenleri de Doğu ve Güneydoğulu ve Kürtçe konuşan arkadaşlarınızdan arındırmak da hepimizin görevidir. Soru: Sözde Ermeni soykırımıyla ilgili etnik şeylerden ziyade ülkemizi daha güçlü görmek istediğimiz Fransa parlamentosunda ele alınan ve üç yıl sonrada sözde Ermeni soykırımının yüzüncü yılı sizin partinizin bir planı programı var mı? Biz son anda aklı başına gelen bir milletiz üç yıl sonra bu sözde yedi milyonluk dünyada yaşayan tahmini vatandaşın ortaya atacağı şeyle başka aktörlerin kullanımına açık bir alan var. Onunla ilgili bizim tedbirlerimiz var mı? Oktay Vural: Açıkçası önce Ermeni soykırımı iddialarını tanımak sonra tazminat ve sonra toprak kayıplarına kadar götürecek. Bunları görmemiz gerekir bunlar varsayımlar değildir bazen bunlar birer vehim olarak adlandırılıyor ama bence Ermeni soykırımı ile ilgili yürütülen kampanyanın tanımaktan sonra özellikle bu süreç içerisinde 2015 yılı yüzüncü yılıdır Türkiye’nin bu konudaki direncini kırmak istiyorum. Önemli olan bizim direncimizin kırılmamasıdır Türkiye’den başka büyük ve bu milletten başka büyük bir millet yok. Başkalarının istek ve taleplerini yerine getirmek mecburiyetinde değiliz kimse bize bunu yaptıramaz. O zaman yapmamız gereken kalenin içten fethedilmesini engellemektir içten fethedilmesini engellersek kim ne derse desin bu kervan yürür. 17