Panel: Kısa Öykü Üzerine (Erdal Öz, Cemil Kavukçu, Ayşe Sarısayın
Transkript
Panel: Kısa Öykü Üzerine (Erdal Öz, Cemil Kavukçu, Ayşe Sarısayın
Panel: Kýsa Öykü Üzerine * Yöneten : ERDAL ÖZ Konuþmacýlar : CEMÝL KAVUKÇU, AYÞE SARISAYIN, FARUK DUMAN, LEYLA RUHAN OKYAY Diyelim hava ansýzýn bozuyor, ardýndan müthiþ bir yaðmur baþlýyor, belki bir gün bir gece sürüyor, þimþekler, yýldýrýmlar… Buna bir roman dersek, öykü bütün o fýrtýnalý gecenin içinde bir ara çakan þimþeðin aydýnlattýðý bir alan olabilir ancak. Öykü yazmanýn roman yazmaktan daha tehlikeli bir çaba olduðunu biliyorum. Yani öykü yazabilirsiniz, kýsa sürede bir öykü çýkarabilirsiniz. Uzun uzun tasarýmlar yapmak, kiþilikler belirlemek, olaylar geliþEÖ: 82 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 tirmek, bir serüven tasarlamak gibi uzun bir ön çalýþma istemez öykü. Bu uzun çabalar romanýn gerektirdiði þeylerdir. Öykü ise, bir anlýk bir parýltýyla da yazýlabilir, uzun bir ön hazýrlýkla da. Yani ben þimdi, iyi öykü yazmanýn roman yazmaktan daha zor olduðunu söylemek istiyorum. Dünyada da iyi öykü sayýsý sanýldýðý kadar fazla deðildir. Roman kadar fazla deðildir. Romanda bir þeyleri biraz yutturabilirsiniz. Okur roman okurken bi- PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE raz daha sabýrlýdýr. Bekler. Açýlacak biraz sonra, belki ilgimi çekecek diye kýrk elli sayfa okur. Öykü öyle deðildir. Öykünün daha ilk paragraflarýnda, okurun ilgisini çekecek usta bir öykü yazarýyla karþýlaþacaktýr okur ya da hemen sýkýlýp býrakacaktýr okumayý. Býrakmak da okurun en büyük hakkýdýr. Bizim dönemimizde Yeni Dergi diye bir dergi vardý. Edebiyat tarihimizin en kalýcý dergilerinden biridir Yeni Dergi. Memet Fuat çýkarýrdý. O zaman da Füruzan çok iyi bir öykücüydü. Sait Faik'ten sonra bizim kuþaðýn en iyi öykücülerinden biridir Füruzan. Pýnar Kür de öyle. Az yazmýþtýr ama çok iyi bir öykü yazarýdýr Pýnar Kür. Memet Fuat bu yazarlarýn tanýnmasýnda önemli bir rol oynamýþtýr. Bir kuþaðýn oluþmasýný saðlayan dergilerden biridir Yeni Dergi. Ama sonra açýp okuduðunuzda, görüyorsunuz ki Memet Fuat, sanki kýsa öyküden hoþlanmýyor. Füruzan'ý da, Pýnar Kür'ü de hep romana yaklaþtýklarý konusuna inandýrmaya çalýþýyor. Sonra Pýnar Kür de, Füruzan da roman yazdýlar. Ama bence onlar, hâlâ Türkiye'nin en iyi öykü yazarlarýndan ikisidir. Þimdi bu arada masada oturan arkadaþlarýmýza bakýyorum. Hep öyküyle tanýndýlar. Cemil Kavukçu, oturdu roman yazdý. Faruk Duman, oturdu roman yazdý. Ben oturdum roman yazdým. Niye? Ayþe Sarýsayýn'la Leyla Ruhan Okyay, þimdilik öyküde ayak diriyorlar. Cemil Kavukçu niye öykü yazarken romana geçtin? CK: Ben aslýnda baþýndan beri roman yaz- mak istiyordum. Genellikle þiirle baþlanýyor, sonra þiirin hiç de kolay bir tür olmadýðý ya da þiire yeteneði olmadýðýný anlayýnca romana ya da öyküye yöneliyor yazarlar. Ben ro- man yazmak istedim, ama o yýllarda yazdýðým romanlar bir türlü içime sinmedi. Hatta bir arkadaþým bana: ‘Sen öykü yazsana, öyküye daha yakýnsýn.’ demiþti. Öyküye yönelmemde o arkadaþýmýn etkisi ne kadar oldu bilmiyorum ama, bir gün mutlaka bir roman yazacaðýmý biliyordum. Bir de çok klasik bir söylem olacak, ama elimdeki malzemenin doðasý gereði, kýsa soluklu bir þey olamayacaðýný düþündüm ve 1997'de Dönüþ romanýný yazdým, 2004'te de Suda Bulanýk Oyunlar çýktý. Bu iki romaný da ben bir biçimde yazmak istiyordum zaten. Sonra Memet Fuat'ýn söylediklerinin benzeri bana da bir biçimde söylendi. “Gemiler de Aðlarmýþ” öyküm için Fethi Naci, “mahcup bir roman” benzetmesini yaptý. Baþkasýnýn Rüyalarý kitabým için ‘Romanla öykü arasýnda bir sýnýrda, birbirine ulanan öyküler’ dendi. Günümüzde edebi türler arasýndaki sýnýrýn çok þeffaflaþtýðýný görüyorum. Gezi, aný, öykü, roman, gittikçe birbirine yaklaþýyorlar. Türler arasýna kesin sýnýrlar konmasýndan yana da deðilim. Uzun öyküler de olabilir, roman da olabilir, önemli olan sizin o anda ne anlatmak istediðiniz ve anlatmak istediðiniz þeye en uygun üslubu ve yazýnsal biçimi bulmanýz. Yani bu benim öyküde antrenman yapýp da romana geçtiðimi göstermiyor. Bildiðim kadarýyla Tomris Uyar dýþýnda, belki buna Ömer Seyfettin'i de katabiliriz, bütün öykücülerin romanlarý var. Sabahattin Ali, Tanpýnar, hem iyi öyküler hem iyi romanlar yazmýþlardýr. Sait Faik'in romaný vardýr. Erdal Öz'ün saydýðý Pýnar Kür, Füruzan, Tahsin Yücel, Erdal Öz, Adalet Aðaoðlu, hepsi öyküyle baþlayýp romanlar yazmýþlardýr. Buradan ben þu sonucu çýkarmak istemiyorum. Öykücü roman yazamaz, siz de bunu söylemiyorsunuz, deðil mi? ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 83 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE Ama bir örnek vermek isterim: Sait Faik kötü bir roman yazmýþtýr. EÖ: CK: Ona katýlýyorum. EÖ: Peki Faruk Duman öykü yazarken neden roman? Yani öykü yetmedi mi size? FD: Aslýnda herhalde herkesin içinde romanýn bütünlüðünü yaratma hýrsý, hevesi vardýr. Roman büyük bir serüven. Ben de böyle kýsa, yoðun, öykülerime benzeyen, ama öykü olmayan metinler yazmak istemiþtim. Fakat benim romaným çýktýktan sonra, hakkýnda çok yazý yazýldý, bu yazýlarýn birleþtiði nokta þu: Kapaðýnda roman denmiþ ama sanki uzun bir öykü, hatta belki þiir de denebilir, þiir-roman da… Yazmak istediðim, yoðun, þiirsel, romana daha yakýn metni ne kadar kurabildim bilmiyorum. Yalnýz, bana öyle geliyor ki romanýn çapý, kalýcýlýðý, doyuruculuðu herhalde insaný bir yerden sonra sarýyor. Aslýnda roman da öykü gibi bir yöntemdir. Yani öyküyle ayný aracý kullanan, dil aracýný kullanan, konuyu da onun getirdiði biçimle iþleyen bir tür olarak, romanýn da bir yöntem olduðunu düþünüyorum. Bu bakýmdan çok yadýrganmamasý gerektiðini söyleyeyim. mayarak yazdýklarýma yaþadýklarýmdan sýzan çok þey var. Nasýl oluyor baþlangýç diye düþününce, galiba bende yazma dürtüsünü oluþturan, bir anlýk þiddetli bir algýlama ve etkilenme durumu. O etkilenme, sanki durgun suya atýlan bir taþ gibi birtakým çaðrýþýmlara yol açýyor. Bu çaðrýþýmlarda da yaþanmýþlýklar var. Bunu çok da farkýnda olarak yapmýyorum belki, ama sonradan yazdýklarýma baktýðýmda böyle olduðunu görüyorum. Özellikle geçmiþte kalmýþ bazý silik resimler, bir anlýk bir algýlamayla netleþiyor; bu yüzden de öykülerimin en çok bu eski resimleri bana hatýrlatan, çaðrýþtýran durumlardan beslendiðini söyleyebiliyorum. Tümüyle kurmaca þimdilik söz konusu deðil. Belki ileride, baþka bir boyuta dönebilir, ancak þu anda kesinlikle yaþanmýþlýk. Evet, Leyla Ruhan Okyay, her gün bir þeyler yaþýyoruz. Yazar olarak da bu yaþadýklarýmýzdan bir þeyler yaratmaya çalýþýyoruz. Böyle bir yaþanmýþ gerçeklerden yola çýkýlsa bile, neden yaþanandan daha deðiþik, yeni bir gerçeklik daha yaratmaya çalýþýyoruz, ne diyorsun? Edebiyatýn da en zor sorularýndan biri sanýyorum. EÖ: Yazar, yaþadýklarýný, gözlemlediði olaylarý ya da durumlarý olduðu gibi anlatýrsa aný olur. Bizler düþ gücümüzü kullanarak yeni bir gerçeklik oluþturuyoruz. Yaþamdan deðiþik bir gerçeklik ifade etmesi ise, yazarýn, yaratýcýlýðý yoluyla özgün bir sanat ürünü ortaya çýkarmak istemesinden elbette. Bütün sanat eserleri için bu geçerlidir. Ressam, heykeltýraþ, sinemacý. Sanatçý yapýtýna kendi yorumunu katar, imzasýný LRO: EÖ: Ayþe Sarýsayýn, siz bir öykücü olarak yaþanmýþlýktan mý yola çýkýyorsunuz? Ben bunun ipuçlarýný görüyorum. Nasýl baþlýyorsunuz öyküye? Genelde yaþanmýþlýktan yola çýktýðýmý söyleyebilirim. Yaþanmýþlýk deyince tabii bu bire bir yaþadýðým ya da gözlediðim bir durum deðil, ama farkýnda olarak ya da olAS: 84 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE atar. Bir üslup oluþturur. Öykü yazarý da vurgulamak istediði mesajý, yaþama dair bir ayrýntýyý kendine özgü biçemiyle aktarmak ister. Bazen gözlemlediðimiz ya da kendimizden yola çýkarak yazdýðýmýz bir þey masalsý bir düþe dönüþebilir ve ortaya çýkan ürüne yazarýn kendisi bile þaþar. Sanýyorum kýsaca, yaþanandan daha deðiþik yeni bir gerçeklik yaratma güdüsü, yazarýn, ürünü aracýlýðýyla, bir biçimde kendini ortaya koymak istemesindendir. Yargýlanma sýrasý Faruk Duman'da. Yaþanmýþ bir olayý yazýya dökmek onu bir öykü yapmaya yeter mi? Ama þunu hemen söyleyeyim, dünya edebiyatýnda yaþanmýþlýðý yazýya döküp yazan pek çok yazardan çok þey öðrendik. Çok da güzel öyküler okuduk bu arada, ama ben çaðýmýzda öykünün sanki hikâyeden farklý bir þey olduðu kanýsýndayým. Yalnýzca yaþanmýþlýðý anlatmak onu bir belge olmaktan kurtaramýyor. Öykü burada hangi gizleri içinde taþýyor. Nedir onu öyle yapmaya sizi iten? EÖ: FD: Burada yazarýn kullandýðý araçla, yani dille ilgili çok uzun süre konuþulabilecek bir problem var. Aslýnda teþekkür ederim, bu sorularýn daha çok sorulmasý, yanýtlanmasý gerekiyor. Yaþanmýþlýkla yazýnýn farklý olmasý gerekir. Ressamýn kullandýðý boyayla duvar da boyayabilirsiniz. Ama o tabloya sürüldüðü zaman, artýk onun baþka bir þey olduðunu kabul etmek zorundayýz. Yani tabloda boya görmüyoruz. Ressamýn yarattýðý yeni biçimi görüyoruz. Ýþte yazý ve dil de yazarýn boyasýdýr. Yaþanmýþ olaylarýn olduðu gibi kâðýda aktarýlmasý zaten mümkün deðil. Borges'in bitmeyen kitabý gibi onu sonsuza kadar okumak zorunda kalýrsýnýz. Dolayýsýyla yazarýn, dili kullanmaya baþladýðý an, yani bir yazý oluþturmaya baþladýðý an bir seçim yapmak zorunda olduðunu kabul etmeliyiz. Yazmak istediði þeyin hangi bölümlerini yazacak? Nesini yazacak? Neleri gözden çýkaracak? Þimdi bir öykü yazdýðýmýz zaman, bir süre sonra geri dönüp oradaki sözcükleri eksiltmeye çalýþýyoruz. Bunu niye yapýyoruz? Bunu yapmamýzýn tek nedeni bir biçim oluþturmak, bir bina kurmak, yani bir yazý yazmaktýr. Çünkü dil bazý þeylere doðasý gereði olanak vermiyor. Roland Barthes'in bir sözü var, diyor ki, “Dil yazarýn sözüne egemen, bununla birlikte ona biçim vermeyen, giderek beslemeyen bir doða gibidir.” Yani dil yazara biçim vermiyor. Tam tersi; yazar dile biçim veriyor. Eðer öyle olmasaydý, karþýmýzdaki o ham yazý korkunç bir þey olurdu. Ýþte yazarýn üslubu, yazarýn yarattýðý estetik ve o öykünün bizde uyandýrdýðý haz duygusu, yazarýn çalýþmasý sonucu ortaya çýkan bir ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 85 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE þey. Burada yazýlý öykünün de, öykünün diyelim, niye belirli bir zamandan beri buna biz öykü diyoruz? Çünkü mecbur kaldýk. Sebebi þu: 50 kuþaðýndan önce buna hikâye deniyordu ve hikâyenin de romana sýçrama tahtasý olduðu düþünülmekteydi. Yani romanýn kýsasý. Kýsa yazýlýrsa hikâye olur, gibi. Böyle düþünülmesinin birinci sebebi, sözlü edebiyatýmýzdan yazýya geçiþ sürecinde bunlarýn kaleme alýnmýþ olmasý. Belli bir öykü anlayýþýnýn henüz oluþmamýþ olmasý. Yazýnýn estetiðini kâðýdýn üzerinde görmeye baþladýðýmýz an, bu da herhalde ilk Sait Faik'le oluyor, zaten 50 kuþaðý yazarlarý da ondan çok etkilendiklerini söylüyorlar, o zaman o türün de ismi deðiþmiþ oluyor. Bir bakýma hikâye farklý, öykü farklý bir tür olarak algýlanmaya baþladý. Þimdi bir yaþanmýþlýðý bir yazýlý tür olarak, ona bir biçim vererek yazýyorsak, bu zaten yaþanmýþlýðýn olduðu gibi aktarýlamadýðýný, ancak yazarýn seçimlerinin kâðýda aktarýldýðýný gösteriyor. Bu bakýmdan da yazarýn üslubunun, estetik çalýþmasýnýn önemli olduðunu düþünüyorum. EÖ: Cemil Kavukçu, edebiyatý hep þöyle anlatýyoruz: Yaþanan, yaþanmýþ olan birtakým gerçekler var, ama yazar buradan yola çýkarak yeni bir gerçeklik yaratýyor. Bu yeni gerçekliði okur yaþarken nasýl algýlýyor? Onun algýlayabilmesi için, ne gibi bir çaba göstermesi gerekir? Bunun birtakým gizleri gerek. Sizce nedir bu? O yeni gerçekliðe nasýl alýþtýracaksýnýz okuru? CK: Yaþamýn gerçeði ile kurgunun gerçeði farklý þeyler. Bir gazete haberi okusak. Þöyle dense o haberde: Moskova'da, iki 86 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 ayaðý üzerinde yürüyen kocaman siyah bir kedi ortaya çýkmýþ. Metroya biniyor, bilet alýyor, insan gibi konuþuyor, koltukta ayak ayak üstüne atýyor, votka içiyor. Böyle bir habere biz ne deriz? Saçma der gülüp geçeriz. Oysa Bulgakov, Usta ile Margarita romanýnda bunu anlatýr ve o romanda bu bize asla saçma gelmez. Çünkü yazar o simgelerle bize baþka bir þey anlatmak istemektedir. Yine bir gazete haberinde bir adamýn bir sabah yataðýnda hamamböceði olarak uyandýðýný okusak, ayný þekilde saçma deriz buna. Fakat Kafka'nýn romanýnda bu, bize hiç saçma gelmez. Kurgunun gerçeði, insanýn düþ gücünü zorlayan bir yapýya sahip. Kafka bunu yazarken kendisinin okur tarafýndan anlaþýlýp anlaþýlmayacaðý hesabýný bence yapmamýþtýr. Okur, yazara ulaþmak, onu anlamakla yükümlüdür. Belki yazýldýðý dönemde ilgi görmeyecektir, ama bir gün gelecek yetiþmiþ bir okur tarafýndan anlaþýlacaktýr. Ben böyle deðerlendiriyorum. Konuyu biraz daha derinleþtirmek istiyorum. Çünkü bu, edebiyatýmýzda pek tartýþýlmayan bir þey, ama edebiyatýn da en önemli konularýndan biri. Þimdi Ayþe Sarýsayýn'a döneyim. Yaþanmýþlýktan çýkarak yazarým ben öykülerimi dediniz. Yaþanmýþlýktan yola çýkarak yeni bir öykü kaleme aldýnýz diyelim; onu bir belge olmaktan, kuru bir haber olmaktan kurtaran giz nedir? EÖ: AS: Öykü yazmak yaþanmýþ bir olayý aktarmak deðil aslýnda. Yazar, bir olayýn ondaki çaðrýþýmlarýný yazýyor. Burada olay kalmýyor artýk ya da olay tümüyle ikinci planda kalýyor. Bu dönüþüm sýrasýnda öykü PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE yazarýnýn birikimi ve hayal gücü devreye giriyor. Dil, üslup da çok önemli elbette. Zaten bunlar olmadýðýnda, yani “olay” farklý bir biçime, kurguya, hatta içeriðe dönüþmediðinde, dediðiniz gibi, yazýlan öykü deðil, belge oluyor. Bu nedenle o gizin yazarýn hayal gücünde ve birikiminde olduðuna inanýyorum. Leyla Ruhan Okyay. Her yazar yazdýklarýnýn bir gün okunacaðýný bilerek yazar. Ama bunun için, ille de okurun eðilimlerini öðrenmek zorunda falan deðildir. Ama okurun ilgisini çekmek diye de bir þey var. Okurun ilgisini çekmek için, öyle yazarlar var ki hýzlý bir olaylar dizisini ele alarak girerler konuya. Yazar bunu mu öne sürmelidir, hýzlý bir yaþantýyla mý girmelidir öyküsüne, romanýna, yoksa okurun ilgisini çekebilmenin baþka yollarý da var mýdýr? EÖ: Öyküde ayrýntýlarýn seçimi, üslup, sözcükler, bunlarýn hepsi ilk tümceden itibaren okuru baðlamak durumundadýr. Giriþ tümcesiyle merak uyandýrmayan, okuru kendine baðlayamayan öykü baþtan kaybetmiþtir diye düþünüyorum. Baþlangýç tümcesi yaný sýra olay örgüsüyle sürükleyicilik de çok önemli tabii. Okur bir solukta okuyabilmeli öyküyü. Yazýlanlarý çekici kýlacak eda ve içtenlik, inandýrýcýlýk da öyle. Diyelim ki bir trende geçen öyküde okur ya kendini yolculardan biri ya da kahramanlardan biri gibi görmeli diye düþünüyorum. Tabii iþin bir de estetik yaný var. Onat Kutlar'ýn bana söylediði bir þey vardý. Yazýda olmasý gereken estetik unsuru, mimarideki estetik ile özdeþleþtirmiþti. Bir bina düþünün, derdi; sabun kalýbý gibi dümdüz, hiçLRO: bir çekici yaný yoktur. Ona bir cumba eklersiniz, pencere açarsýnýz, doluluk boþluk oranlarýnýn dengesini saðlarsýnýz göze hoþ gelir. Öyküde de ayrýntýlarýn seçimi, üslup ve kurguyla bu estetik saðlanabilir. Okura nefes almasý, düþünmesi için boþluklar býrakýlmalý, paragraflar, noktalama iþaretleri ile denge saðlanmalý. Konu seçimi, iþlenme biçemi, inandýrýcýlýðý çok önemli daha önce de belirttiðim gibi. Ýyi bir edebiyat ürünü tümcelerle oluþturulmuþ bir senfonidir. Ve okuruna haz verir. EÖ: Faruk Duman, büyük bir Fransýz düþünür Roland Barthes diyor ki: ‘Edebiyat her þeyden önce bir dildir.’ Tamam da, bu on iki eylülden sonra birtakým öykücüler sahiden oturup edebiyatýn bir dil iþi olduðunu denediler ve acayip öyküler yazdýlar. Bence edebiyat elbet kesinlikle bir dil iþidir, ama yalnýzca bir dil iþi deðildir sanýyorum. Bakalým, Faruk Duman, ne düþünüyor bu konuda? Her þeyden önce bir dil, dediði için, yalnýzca bir dil iþidir diye bunu anlarsak yanýlýrýz. Yani on iki eylülden sonra bunu edebiyat yalnýzca bir dil iþidir diye algýlayanlar yanýlmýþlar bence. Yine Barthes'ýn bir sözü, diyor ki: ‘Hayatta baþka hiçbir kavgasý kalmamýþ olanlar kendilerine yeni bir oyuncak bulmuþlardýr; biçim yavrulamak oyuncaðý.’ Yazarýn tavýr alýþýný destekliyor biraz da. Kuþkusuz burada dil aracýnýn önemini anlayacaðýz. Ama sözcüklerin hiçbir þekilde toplumdan kopmuþ þeyler olduðunu düþünemeyiz. Hiçbir sözcük, hiçbir cümle uzaydan gelmiyor. Yazý, konuþma dediðimiz þey insanla ilgili, insanýn yaþadýðý FD: ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 87 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE toplumsal süreçlerle ilgilidir. Bu nedenle, hiçbir þey anlatmamak üzere bir yazý yazmak herhalde iþin doðasýna aykýrý. Peki, ünlü Fransýz romancýsý Stendhal, ben mutlu bir azýnlýk için yazýyorum diyordu. Parma Manastýrý'ný, Kýzýl ile Kara'yý okuduðunuz zaman onun ne kadar büyük bir yazar olduðunu anlýyorsunuz ama ‘Ben mutlu bir azýnlýk için yazýyorum, beni ancak gelecek kuþaklar anlayabilir,’ diyordu. Dediði gibi de oldu. Yaþadýðý dönemde pek okunan bir yazar olmadý, ama bugün hâlâ Stendhal dünyanýn en çok okunan, satýlan yazarlarýndan biri. Bu konuda gerek öykü, gerek roman yazarýnýn bu tavrý konusunda ne diyorsunuz Leyla Ruhan? EÖ: LRO: Evet, Stendhal'i, edebiyat tarihçileri ve eleþtirmenler, çaðýndan yüz yýl ileride olarak deðerlendiriyorlar. Stendhal, daha çok yaþanmýþ olaylardan yola çýkarak yazmayý, dilin yalýn ve anlaþýlýr olmasýný savunmuþ bir yazar. Çaðdaþlarýnýn büyük bir bölümünün aksine, kurulu düzene karþý 88 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 çýkmýþ. Açýklýðý ve yalýnlýðý ön planda tutmuþ. Ancak yüz yýl sonra anlaþýlabilmiþ. Gerçekten de satýlmamýþ ve okunmamýþ baþlangýçta. Yazdýklarý uzun süre geri çevrilmiþ, yayýmlanmamýþ. Borcunu ödeyebilmek, yaþayabilmek için takma adla, hiç inanmadýðý, ama satýþ garantisi olan ürünler de vermiþ. O zamanlar satmayan ürünleri yýllar sonra Nobel gibi çok önemli bir edebiyat ödülüyle taçlandýrýlmýþ. Öykü ve roman yazarýnýn tavrýna gelince, bize ustalarýn yinelediði bir tümce var, ‘En iyi eleþtirmen yazarýn kendisidir.’ Bunun önemine inanýyorum ve olabildiðince objektif, acýmasýz yaklaþabiliyorum yazdýklarýma. Objektif olabilmek için mutlaka uzunca bir dinlenme süresi vermek gerekiyor yazýlanlara. Böylelikle dýþarýdan biri gibi deðerlendirmek mümkün olabiliyor. Kýsaca piyasa koþullarý, çok satmak endiþesi deðil, iyi ürün vermeyi hedeflemeliyiz diyorum. EÖ: Ayþe Sarýsayýn, edebiyat bireysel bir sanat. Dýþarýda hava çok güzel, sevgililer deniz kenarýnda, içki masalarýnda falan, adam oturmuþ odasýnda sabaha kadar yazý yazýyor. Yani ters bir þey var burada, hastalýklý bir þey var. Çok bireysel bir yaratma süreci. Ama, okumak da bireysel bir olaydýr. Týpký yazar gibi, toplu okumalarý ben pek anlamam. Yataðýnýza uzanýrsýnýz, açarsýnýz kitabýnýzý ya da tahta bir sýranýn üzerinde sabaha kadar bir kitaba kapýlýp gidersiniz. O da bireysel bir þeydir. Peki burada yazarýn okurla, bu bireysel iliþkisi içinde, müthiþ bir hayal dünyasý, müthiþ bir yaratýcý gücü olmasý gerekir mi, yani nedir burada yazarýn durumu, kimdir bu adam, bu PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE kadýn? Baþ belasý bir þey, hastalýklý bir durum. Hep hastalarýz yani. AS: Evet, hastalýklý bir durum olduðu ke- sin! Öncelikle yazarýn, zengin bir iç dünyasý olmasý gerekiyor. Belki yazar olmanýn deðil de, iyi bir yazar olmanýn koþulu bu. Belli bir birikimi yoksa neyi anlatacak? Anlatmak ve yazmak, teknik olarak belli sýnýrlar çerçevesinde de olsa, öðrenilebilir bir iþtir. Yetenek de çok önemli, ama iç dünyasýnda aktarabileceði bir þeyi, belli bir algýlama gücü yoksa yeterli olmaz bence. Yazar, ancak bu niteliklerin tümüne sahipse, yani hem iyi bir anlatma ve yazma yeteneði hem de çok zengin bir iç dünyasý varsa iyi bir yazar olabilir. Bunun da ölçüsü zamana direnmek ve kalýcý olmak. Bir de bireysel dediniz ya, okumak ve yazmak bireysel olmakla birlikte insaný çok kalabalýklaþtýran, baþka dünyalara açan eylemler. Okuyarak ya da yazarak baþka dünyalara çaðrýsýz konuk oluyorsunuz. Ama sanýrým önce okuyarak. Okumakla baþlýyor deðil mi? Yani hep þeyi sorarlar. Yazar olmanýn yollarý nelerdir? Þimdi birtakým yerlerde yazarlýk kurslarý açýyorlar. Ben buna inanmýyorum. Ýyi bir edebiyatçý olmanýn okulu yoktur. Edebiyat fakülteleri vardýr. Edebiyat fakülteleri edebiyat tarihini, edebiyatýn birtakým özelliklerini, kuramlarýný, bulunmuþ kurallarýný öðretir; oradan edebiyat öðretmeni olarak çýkabilirsiniz ancak. Yazar olarak çýkamazsýnýz. Buralardan çýkmýþ çok iyi yazarlarýmýz var, ama bunlar edebiyat fakültesinde okuduklarý için deðil, çok iyi kitaplarý okuyup yazma çabasýna, yeteneðe sahip olduklarý için yazar olmuþlardýr. Edebiyatýn EÖ: tek okulu, çok iyi yazarlarýn kitaplarýný okumaktýr. Peki Cemil Kavukçu, þimdi de bazý arkadaþlarýmýzý hoþnut edecek bir soru sorayým. Yazarla iktidar iliþkisi ne olmalýdýr? Þimdi, Tahsin Yücel bir kitabýnda þöyle bir þey söylüyor: “Denebilir ki yazar, iktidarýn karþýsýnda, patronun karþýsýnda, gücün, ünün, paranýn, herkesin karþýsýnda, diz çökmeden ayakta yazan kiþidir.” Böyle diyor. Çok da güzel söylüyor. Peki iktidarlar neden edebiyattan hiç hoþlanmamýþlardýr. Edebiyat hiçbir zaman bir silahýn gücünü taþýmaz. Ýktidarlarý edebiyattan bu kadar korkutan nedir? Burada edebiyatýn gizi nedir? CK: Güzel bir soru. Biraz da zor bir soru. Yalnýz bu soruya geçmeden önce ben baþka bir þey söyleyeceðim. Hani az önce hepimiz hastayýz dediniz ya… EÖ: O þakaydý. CK: Ben o þakaya baþka bir þakayla karþýlýk vereceðim. Leyla Erbil baþka bir þey söylemiþti. ‘Aslýnda hepimiz deliyiz,’ demiþti. Tahsin Yücel de oradaydý. Leyla Erbil dedi ki: ‘Ben Tahsin Yücel'in Yalan romanýný çok beðendim, Tahsin Yücel deli olmasa bu romaný yazabilir miydi?’ dedi. Böyle þaka yollu bir þey söylemiþti. Þimdi iktidarlar için en ideal toplum soru sormayan, verilenle yetinen, hakkýný aramayan insanlardan oluþan bir toplumdur. Herbert Marcuse'nin dediði gibi: Ýnsan teklerinden oluþan bir toplum. Ýnsan bireyselleþtikçe sormaya, sorgulamaya baþlýyor. Verilenle yetinmemeye baþlýyor. Hakkýný arýyor. Bence edebiyatýn en büyük iþlevi, insanýn bireyselleþme ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 89 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE sürecini hýzlandýran bir yaný olmasý. Ýnsan okudukça deðiþir. Baþka insanlarý baþka dünyalarý tanýr ve artýk iktidarlarýn hoþlanmayacaðý bir biçim alýr. Ýktidarlar insanýn okumamasýný, aydýnlanmamasýný, güdülecek topluluklar olarak kalmalarýný istiyorlar. Onun dýþýnda edebiyat tabii ki bir silah deðil. Ve edebiyatýn güdümlü yapýlmasýna da ben karþýyým. Hemen Gorki'den örnek vereyim. Gorki'nin ilk yapýtlarý çok daha edebi ve zengindir, ama partinin hizmetinde yazdýðý romanlarda artýk Gorki edebiyat gücünü yitirmiþtir. Edebiyatýn bu þekilde kullanýlmasý onu güçlü yapmýyor. Ancak insanlarý bireyselleþtirme yönüyle güçlü yapýyor diye düþünüyorum. EÖ: Yine bu sorularýn içinde belki yanýtýný aldýðýmýz bir soru olacak, ama bu kez daha somut olarak sormak istiyorum. Faruk Duman, bir öykünün, bir romanýn içinde… yazar onun neresindedir? FD: Aslýnda yerleri. Ama bir taraflarýnýn bana benzediðini düþünerek yazarým, belki o zaman daha inandýrýcý olduðumu düþünürüm. Onlarý daha iyi tanýdýðýmý düþünürüm. Bu bakýmdan da insanlarýn çoðunun, özellikle yazmayý seçtiðim insanlarýn, ortak bir duygunun insanlarý olduðunu, benim de o duygunun içinde bulunduðumu varsayarým. Zaten bunun için yazabilirim. EÖ: Ayþe Sarýsayýn, siz bizden sonraki kuþaktasýnýz. Bizim dönemimizde Ataç vardý. Biz bir þey yazýp yayýmladýk mý, acaba Ataç ne diyecek, acaba bizden söz edecek mi, merakýyla yayýmlardýk onu. Ataç okurdu tabii, okurdu ve müthiþ akýllar verirdi bize. ‘Etkilenmekten korkmayýn, açýk olun etkilenmeye,’ derdi Ataç. Yazar olmaya çalýþýyorsunuz. Zaten okulda dersinizi iyi çalýþýyorsunuz. Zaten çok güzel kitaplarý okuyarak yetiþiyorsunuz. Elbet etkileneceksiniz, elbet güzel þeylerden esinleneceksiniz. Sizde nasýl oldu bu geliþme? masasýndadýr yazar. Etkilenmeler oldu elbette, ama ben yazmaya oldukça geç baþladým. Okuduklarýmdan çok fazlaca etkilendiðim dönemler epey geride kalmýþtý yazmaya baþladýðýmda. Bu yüzden çok somut olarak göremiyorum bu etkilerin izlerini. Daha erken baþlasaydým, bu etkilenme çok daha fazla görülürdü belki ya da yine var da ben fark edemiyorum. AS: EÖ: Yani içinde midir, dýþýnda mýdýr? FD: Tabii yazarýna göre deðiþir herhalde. Yani Yüzüklerin Efendisi'nin yazarý dýþýndadýr da Sait Faik her yerindedir. O bakýmdan bu yazarýn nasýl bir yazar olduðuna, onun tercihlerine baðlýdýr. Bu soruya biraz kiþisel bir yanýt vermek isterim. Ben bütünüyle benden kaynaklanan þeyler yazdýðýmý düþünürüm. Ama sadece kaynaklanan. Yazdýðým kiþileri, hikâyemin gereksinim duyduðu atmosferin içinde hayal ederim. O coðrafyanýn, o evin içine yerleþtiririm. Ben evleri yazmayý çok severim. Odalarý, kasvetli 90 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 EÖ: Konuþma dili, Orhan Kemal'de yazý diline çok güzel aktarýlmýþ bir dildir. Ama edebiyat yapýlan bir þey. Dille oynama iþi. Sözcüklerle deðil ama cümlelerle. Zaten cümlelerle düþünüyoruz biz, sözcüklerle PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE düþünemeyiz, o Tarzanca bir þey olur. Bu konuþma diliyle yazý dilini nasýl ayýracaðýz? Edebiyata nasýl getireceðiz onu? ‘Söz uçar yazý kalýr’ diye baþlamak istiyorum, bu sorunun yanýtýna. Bir kere konuþma dilinde deformasyonlar çok fazladýr. Türkçenin yanlýþ kullanýmý da yaygýn, bildiðiniz gibi. Yayýn organlarýnda, televizyonda, günlük dilde. Ama gene de bunu genelleþtirmeyelim. Yazýda yazým kurallarý, o dilin gereklilikleri uygulanmaya çalýþýlýr. Kalýcýlýðý nedeniyle titizlik gerekir. Ama yazýda konuþma dilinden yararlanma, yani diyaloglarýn herhangi bir yazýn ürününün içinde yerlerinin doðru saptanmasý ve kullanýlmasý önemli. Yazýlý edebiyat, dilin en uygun formüle edilmiþ, en doðru kullanýlmýþ biçimi olarak sunuluyor. Diyaloglar, yaratýlan karakterin hangi sosyal sýnýftan geldiðini, konumunu, yöresini, bilgi düzeyini ve iç dünyasýný ortaya koymasý açýsýndan kullanýlan bir araç. Ancak uygun bir biçimde ve oranda yer verilmesi gerekiyor diyaloglara. Örneðin otobüste, sokakta duyduðum bir tümce bana öykü yazdýrabiliyor. Öyle halk deyimleri var ki ardýnda büyük zenginlikler barýndýrýr. Edebiyat dilin bu zenginliklerini de bulup çýkarmak, uygun biçimde kullanmaktýr bir bakýma. Ve iyi öyküde olduðu gibi herhangi bir edebiyat ürününde de tümcelerin az þeyle çok þey anlatmasý, sezdirmesi, atmosfer yaratmasý çok önemli. Ýyi edebiyatýn sýrrý biraz da burada saklý bence. Bu kural sözlü edebiyat için de geçerli. Konuþma dilinden seçilip alýnacak tümceler için de. LRO: Þimdi buradan yola çýkarak, kýzmayýn ama, bir açýklama yapacaðým. Belki arkadaþlarýmýz da bana kýzacaklar. Marcel Proust, Swannlarýn Semtinden'in unutulmaz yazarý… Yanýlmýyorsam yedi sekiz cilttir. Yýllar önce Yakup Kadri Karaosmanoðlu, Swannlarýn Semtinden diye bir cildini çevirmiþti. Milli Eðitim Yayýnlarý arasýnda çýkmýþtý. Þimdi Marcel Proust, bütün yazarlarýn göklere çýkardýðý, çok etkilendiði bir yazar olarak anýlýr. Sonunda Türkçeye de çevrildi, Roza Hakmen üþenmedi, tümünü çevirdi. Çocuklar, bir þey söyleyeceðim, ben olanca dikkatimle Marcel Proust okuyorum, çok sýkýlýyorum. Olmaz böyle bir þey. Bir yazarýn, okurunu bu kadar sýkmaya hakký olamaz yani. Genç yazarlarýmýza soruyorsunuz, ‘Marcel Proust gibi yazmak isterim,’ diyor. ‘Ýngilizlerin James Joyce'u gibi yazmak isterim.’ Böyle diyorlar. Vay be. Soruyorsunuz: ‘Ullysses'i okudunuz mu? Hadi Joyce'tan Dublinliler'i okudunuz diyelim. Hadi bilmem neyi okudunuz. Sanatçýnýn Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni okudunuz mu?’ Yanýt yoktur. Kýzmayýn ama ben bu tür edebiyattan sýkýlýyorum. Ben cümleyi bir sayfa uzatacaðým diye, okuru hiç ilgilendirmeyen bir konuyu niye bütün ayrýntýlarýyla anlatayým ki? Okur ne suç iþledi? Niye ceza vereyim ki okura? Marcel Proust çok büyük bir yazar tabii, o ayrý. Bir de Yakup Kadri Bey'in Türkçesinden okusanýz, nasýl güzeldir. Bir de Proust'un, Swann'ýn Bir Aþký diye, ayrýca yazdýðý bir kitap vardýr. O da çok güzeldir. Ama o yedi cilt, aman Allahým. Otuz sayfa þunu okuyorsunuz: Bir büyükelçi konuþuyor. Bir büyükelçi ile ben konuþmam bile. Niye karþýma alýp bir büyükelçiyle ben üç saat konuþayým ya? EÖ: ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 91 PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE Konuþacak ne güzel arkadaþlarým var benim. Ne yazýk ki küreselleþen dünyamýzda bir kültür endüstrisi oluþturuldu. Endüstri haline getirildi bu olay. Bu yavaþ yavaþ Türkiye'ye de sokuluyor. Yazýlý ve görsel medya küreselleþmenin kirlettiði bu ortama sonuna kadar destek olma durumunda. Medya, bu küreselleþmeye katkýda bulunurken birtakým yazarlara hiç yoktan, hiç hak etmedikleri bir biçimde ün kazandýrmaya çalýþýyor. Yani onlarýn yazar olup olmadýðý bile tartýþýlabilir. Ucuz ve çok satan bir kitap pazarý üretilmeye çalýþýlýyor. Ve bu pazarlama iþi, ünlü yazarlarýmýzdan bazýlarýný da içine almaya baþladý. Kitap okumaya alýþmamýþ kiþilere süpermarketlerde, ýspanaðýn, domatesin, zeytinyaðý þiþelerinin, yoðurt ve yað çeþitlerinin yanýnda, sepetlerin içinde ucuz kitap satýlýyor. Þimdi ben kitaplarýn satýlmasýndan, okunmasýndan yanayým elbette, ama mal haline gelmesine de karþýyým. Hele yazarýn buralara sokulmamasýndan yanayým. Bu sepetlere ünlü yazarlarýmýz da girmeye baþladýlar; üzülüyorum. Bu serüvene katýlmayý düþünür müsün Cemil Kavukçu? CK: Sepetlerin içine mi? EÖ: Evet. CK: Hayýr. EÖ: Peki bu gidiþ yeni bir okur getirir mi, gerçek edebiyat okurunu deðiþtirir mi? Gerçek edebiyat okurunu deðiþtirmez. Yeni bir okur getirir mi? Getirebilir mi? Ben çocukluðumda çizgi romanlar okuCK: 92 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 maya baþlamýþtým. Bir süre sonra o çizgi romanlar bana yetmedi, çizgisiz romanlara geçtim. Þimdi o sepetlerde satýlan, edebi niteliði düþük olan kitap, okuma alýþkanlýðý olmayan birini belki okumaya yaklaþtýrýr. Daha sonra belki o kitap onu kesmez, böylece edebiyatla buluþabilir. Ama gerçek edebiyat okurunu bence yolundan saptýrmaz. Bu gidiþin bir sonu olacak, ben ona inanýyorum. Tahsin Yücel'in son çýkan kitabý Kumru ile Kumru'ya gösterilen ilgi bu edebiyattaki, kültürdeki kirlenmeye bir tepki de ayný zamanda. Bu moda sönecek, bitecek diye düþünüyorum. Yani benimki gerçekten bir temenni aslýnda. Leyla Ruhan Okyay, yazarken okurunuzun kim olduðunu bilir misiniz? Sizden ne bekleyeceðini bilir misiniz? Ama okunmak istiyorsunuz, okunacaðýnýzý bilirsiniz. EÖ: LRO: Hiç düþünmedim. Üretirken yalnýz- ca o sýrada yazdýðýma odaklanýyorum. Basýmý, satýþý ya da nasýl bir okur tarafýndan alýnacaðý aklýma gelmiyor. Okurum kim olursa olsun, onunla karþýlýklý konuþuyormuþuz, ben onu karþýma oturtmuþ kurduðum masalý anlatýyormuþum gibi bir hisse kapýlýyorum. Çünkü ben okuduðum kitabýn yazarýný eðer bir biçimde tanýmýþsam, yazdýklarýný okurken onun sesini de duyarým. Yoksa hayal ederim, bana anlatýyormuþ gibi. Okurun benden beklentisine gelince, galiba benim okumak istediklerimle paralellik kuruyorum. Bir de okunmak istiyor musunuz, diye sordunuz. Yazdýklarýmýn okunmasýný elbette istiyorum. Sanýrým bütün yazarlar ayný yanýtý verir. PANEL: KISA ÖYKÜ ÜZERÝNE EÖ: Peki kimlerin sizi okuyacaðýný düþü- nürsünüz? Yazarken, edebiyat ürününden beklentilerimi dikkate alýyorum genellikle. Dolayýsýyla okurumun kim olacaðýný, ne kadar olacaðýný düþünmeden, öncelikle kendim için yazýyorum. Yani okurumu deðil, kendimi koyuyorum yazdýklarýmýn karþýsýna. Kadýn, erkek kim olursa olsun yazdýklarýmýn okuru kavramasýný, sýkýlmadan okumalarýný, düþündürmesini, onlarýn da kendilerinden bir þeyler katarak metni zenginleþtirmesini hedefliyorum ve bunu gerçekleþtirmeye çalýþýyorum. Ne kadar baþarýlý olabiliyorum, olabiliyor muyum, bilmiyorum. LRO: EÖ: Þimdi hepinize soracaðým. Okur dal- kavukluðu hakkýnda ne düþünürsünüz? Yazarken okuru pek fazla düþünmediðimi þu anda düþündüm, Leyla Ruhan'a sorduðunuz soruyu dinlerken. Okur dalkavukluðu diye bir kavramýn da olmamasý gerektiðini düþünüyorum. Peki bu nasýl oluþuyor? Orada bir hedef okur kitlesi belirlenmesi gerekir ki… AS: Ýþte bu kültür endüstrisinin içinde bu var. Öyle yazarlar yetiþtiriliyor. Roman sanayii baþladý artýk. Sanayi halinde. EÖ: AS: Demek ki orada hedef kitle belli, o kitlenin ne bekleyeceði de belli, yazar da buna göre bir tavýr sergiliyor, deðil mi? Sistem bu þekilde iþliyor. Elbette ki böyle olmamasý gerekiyor; çünkü yazarý, gerçekten yazar ise, kýsýtlayýcý ve yanlýþ yönlendirici bir sistem. Okur derken ben ikiye ayýrmak istiyorum. Gerçek edebiyat okuruna hiçbir yazar dalkavukluk yapamaz, onu o þekilde tavlayamaz. Diðer, yönlendirilmiþ okur var. Onu reklamla, tanýtýmla yönlendiriyorsunuz ve o kitabý aldýrýyorsunuz. Burada, eðer kitabýn çok satmasýný istiyorsanýz, belli konular var. Erkek kadýn iliþkileri. Kýz tavlama yollarý ya da erkek tavlama yollarý. Ve cinsellik. Bu konuda yazarsanýz, ne yazarsanýz yazýn, edebiyat olsun olmasýn, o kitap satar. Bu resmen okuru avlamaktýr. Tanýtým da o þekilde yapýldýðýnda, kapaðýna da çarpýcý bir resim konulduðunda, satmamasý için hiçbir neden yok. Dalkavukluk galiba en çok bu erkek kadýn iliþkilerinde yapýlýyor. CK: EÖ: Sayýn izleyiciler, panelimizin sonuna geldik. Dikkatle izlediðiniz için hepinize teþekkür ediyorum. Tabii siz sevgili yazar arkadaþlarýma da. * Bursa Tüyap Kitap Fuarý, 6 Mart 2005 ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 5, EKÝM-KASIM 2005 93