Duruşma Tutanağı - 07 Haziran 2013
Transkript
Duruşma Tutanağı - 07 Haziran 2013
T.C. İSTANBUL 13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) ESAS NO CELSE NO CELSE TARİHİ :2009/191 :311 :07.06.2013 BAŞKAN ÜYE ÜYE C. SAVCISI KATİP :HASAN HÜSEYİN ÖZESE :SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU :ERCAN FIRAT :MEHMET MURAT DALKUŞ :EMRAH ÇAKAN DURUŞMA TUTANAĞI 28298 37266 39995 40226 146848 Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese ile Üye Hakimler Sedat Sami Haşıloğlu ve Ercan Fırat’tan oluşan mahkeme heyeti tarafından 07 Haziran 2013 günü saat 10:18’de Silivri Cezaevi bitişiğindeki büyük duruşma salonunda oturum açıldı. Tutuklu sanıklardan Levent Ersöz, Muzaffer Tekin, Sedat Peker, İbrahim Özcan, Erkan Önsel, Okan İşgör, Mehmet Fikri Karadağ, İsmail Hakkı Pekin, Mehmet Eröz, Dursun Çiçek, Hıfzı Çubuklu, Ziya İlker Göktaş, Bedirhan Şinal, Ulaş Özel, Özkan Kurt dışındaki tutuklu sanıkların, ayrıca başka suçtan tutuklu sanıklar Yalçın Küçük ve Sami Hoştan’ın cezaevinden getirildikleri görüldü. Bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı. Tutuksuz sanıklardan Tunçer Kılınç, Mehmet Murat Yücel ile müdahil Danıştay vekili Av. Perihan Özcan ve bir kısım sanıklar müdafilerinden, Bir kısım sanıklar müdafi Av. Ali Rıza Dizdar, Sanık Oktay Yıldırım müdafi. Av. Yıldırım Çavuşovalı, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit Tolon müdafi Av. İlkay Sezer, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit Tolon müdafi Av. Can Sümülay Çelik, Sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit Tolon müdafi Av. Hilal Demirelli, Sanıklar Ahmet Tuncay Özkan, Mustafa Levent Göktaş, Mustafa Dönmez, Levent Ersöz, Birol Başaran, Adil Serdar Saçan, İlyas Çınar, Hüseyin Vural Vural, Emin Şirin, Dursun Çiçek, Hasan Atilla Uğur, Hüseyin Keskin, Hamza Demir, Hüdayi Ünlüer, Mehmet Ali Çelebi, Noyan Çalıkuşu ve Eren Mumcu müdafi Av. Celal Ülgen, Sanıklar Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Haberal, Mehmet Otuzbiroğlu müdafi Av. Selen Karaçalı, Sanık Mehmet Haberal müdafi Av. Sinem Aytın, Sanık Veli Küçük müdafi Av. Zeynep Küçük, Sanık Serdar Öztürk müdafi Av. Demet Reçber, Sanık Doğu Perinçek müdafi Av. Handan Günsevilir, Sanık Hikmet Çiçek müdafi Av. Hikmet Fırat Arslan geldikleri görülmekte huzurdaki yerlerine alındı. Açık yargılamaya devam olundu. Mahkeme Başkanı: “Dünkü oturumda sağlık durumu nedeniyle İstanbul Tıp Fakültesinde tedavisi devam etmekte olan Sanık Levent Ersöz’ün bulunduğu ortamda sorgu ve savunmasının alınmasına karar verildiği. Bu işlemin video konferans yoluyla yapılması bununla ilgili tüm alt yapı sisteminin kurulmuş olduğu anlaşılmakla video konferans sistemiyle kurulduğu anlaşılan bu yapı doğrultusunda mahkemece ses ve görüntülü olarak İstanbul Tıp Fakültesine bağlanıldı. Anılan yerde Sanık Levent Ersöz ile müdafisinin bulunduğu, ayrıca mahkememiz hakimi Dursun Ali Gündoğdu’nun ve mahkememiz personelinden Zabıt Katibi Zafer Han ile teknik personel Mehmet Ragip’ın hazır oldukları görüldü. Hakim Dursun Ali Bey bulunduğunuz ortamda şu anda kimler var acaba söyler misiniz?” Üye Hakim Dursun Ali Gündoğdu: “Başkanım günaydın sesim geliyor mu?” Mahkeme Başkanı: “Tabi geliyor duyuyorum.” Üye Hakim Dursun Ali Gündoğdu: “İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Dahiliye bölümü 2. kat 15 nolu odada benim dışımda Hakim Dursun Ali Gündoğdu dışında zabıt T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:2 katibi Zafer Han Teknisyen Mehmet Ragip Sanık Levent Ersöz Avukat Serkan Günel, Uzman Doktor Murat Köse ve Doktor Münevver Düzgün bulunmaktadır başkanım.” Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı Hakim Bey. Sanık Levent Ersöz önceki kimliği tahtında video konferans sistemiyle huzura alındı. Levent Bey sesimi duyuyorsunuz değil mi?” Sanık Levent Ersöz söz istedi verildi: “Duyuyorum Başkanım.” Mahkeme Başkanı: “Evet bir avukatınız orada hazır diğer avukatınız burada duruşma salonunda hazır. Size isnat edilen suçların konularına göre avukatlarınız da dahil olmak üzere son savunma yapmak için 2 saat süreniz var. Esas hakkında son savunma yapmaya hazır mısınız?” Sanık Levent Ersöz: “Hazırım Başkanım.” Mahkeme Başkanı: “Evet buyurun sizi dinliyoruz. Sanık Levent Ersöz esas hakkındaki son savunmasında.” SANIK LEVENT ERSÖZ ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI VE SON SAVUNMASINDA: Sanık Levent Ersöz: “Sayın Başkan Değerli Üyeler öncelikle son 10 gündür Atasına Cumhuriyetine bayrağına demokratik haklarına sahip çıkan hiçbir iradenin müdahalesi olmadan dip dalgası şeklinde oluşan halkın demokratik hareketinden (bir kelime anlaşılamadı) kullandığı kuvvet neticesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımız ve emniyet personeline Allah’tan rahmet Türk halkına baş sağlığı yaralılara acil şifalar diliyorum. Sağlımın ve şuurumun elverdiği ölçülerde (bir kelime anlaşılamadı) adına bazı hususlara açıklık getirmek maksadıyla sözlerime başlamak istiyorum. Bildiğiniz üzere Sokrates savunmasının başlangıcında der ki beni suçlayanların dayandıkları gerekçeyi ve onları sizin üzerindeki etkisini tam olarak anlayabilmiş değilim. Fakat öyle dikkat çekici konuşuyorlardı ki ben bile kim olduğumu unuttum bir an. Bu kadar başarılı olmalarına rağmen inanın söylediklerinin hiçbiri gerçeklere dayanmıyor bir tek doğru kelime bile söyleyemiyorlar. Ben bile şaşırdım. Şuna inanın ki sizi kandırıyorlar. Çünkü söylediklerinin hiçbirinde tek bir doğru bile yok. Bu yüzden kendimi savunurken sadece gölgelerle çarpışmak ve hatta karşımda cevap verecek biri olmadan iddiaları yanlışlığınla göstermek zorunda kalıyorum. Bu sözler asırlarca önce de mutlak iktidar olmanın yarattığı güçle masum insanlara atılan iftiralar neticesinde yaşananların bugün yaşananlarla birebir örtüştüğünü anlatıyor. Ne yazık ki mutlak iktidar olma duygusu ve ihtirası sadece bu güce sahip olmanın dayanılmaz hafifliliği bu gücün mevcudiyetini sürdürebilmek amacı ile meşruiyetini aldığı asıl iradenin yerine ebedi olan siyasal düzeni oturtabilmek için yeni iç ve dış güç merkezlerinin dahası terör örgütlerinin desteğini alabilme arayışına girmesi bu unsurlar ve çevresinde oluşan diğer menfaat gruplarının çıkarları doğrultusunda söylediği ve söylettiği yalanlara giderek inanmaları dış etkilere baskılara hukuki yönlendirmelere açık ve bağımlı hale gelmelerine ve ülkenin bağımsızlığını yitirmesine neden olmaktadır. Parlak neon ışıklarından gözlerin kamaşması övgülerden kulakların sağır olması. Ve bölgesel güç merkezi konumuna dönüşme algısı yanılgıları ve hataları beraberinde getirmekte hak ve hukuk yolundan ayrılıp öncelikle kendi öz evlatlarını ardından ülkenin bütün değerleriyle mücadele ve yok etme sürecine ulaşmakta en sonunda milli egemenlik yeniden tecelli ederek kendilerini tarihin tozlu sayfalarında yerlerini almaya ve iyimser bir düşünce ile hukuk önünde olmazsa da inandıkları tüm değerler ışığında mahkum olmalarına kadar uzanan sürece götürmektedir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Güç sahipleri güçsüz hale geldiklerinde batan gemiyi ilk olarak destek aldığı iç ve dış unsurlar ve menfaat takımı terk etmektedir tıpkı fareler gibi tıpkı bürokrasi sahiplerinin gün doğumunda tıpkı bürokrasi kademelerinin hibe yoluyla elde edenler gibi. En acısı da bu makam sahiplerinin gün doğumunda yeni saflarındaki yerlerini çoktan almış olmalarıdır. Tıpkı malum medya unsurları gibi. Çünkü bu familyadan olanlar buyruk olmaya alışıktır ve güce taparlar. Bunun da tarihte örnekleri çoktur. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bunu en güzel anlatan kişidir. Demiştir ki tarih tekerrürden ibarettir ediyorlar. Ders alınsa tarih hiç 2 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:3 tekerrür eder miydi? Maalesef mutlak iktidar olma özgüvenini taşıyanlar ve taşımalarına katkı verenler bu sözlerden hiç nasibini almamış figürlerdir. Yoksa Sokrates’ten günümüze kadar tarih hiç tekerrür eder miydi? Biz bu günleri yaşar mıydık? Bu dava Türk adalet tarihinin en büyük siyasal davalarından biridir. Çünkü 12 Mart döneminde yaşanan davalardan sonra bugüne kadarki süreçte yaşanmayan 12 Eylül askeri rejiminde bile görülmeyen tarzda Türk Silahlı Kuvvetlerinin 26. Genelkurmay Başkanı komuta kademesinde görev almış yüksek rütbeli emekli muvazzaf subaylar parti genel başkanları rektörler öğretim üyeleri basın mensupları yazarlar aydınlar milletvekilleri ve yurtseverlerin ülkenin gidişatından endişe ederek görüşlerini açıklayan herkesin terörist olmakla suçlandığı toplumun tüm katmanlarının ve dinamiklerinin yargı eliyle susturulduğu etkisiz hale getirildiği ve davanın iç politika malzemesi yapılarak siyasi bir ranta dönüştürüldüğü hedeflenen yeni devlet şekli ve yönetim anlayışının oturtulmaya çalışılmak istendiği bir başka dava daha yoktur. 1980’den sonra askeri rejimin ülkenin daha fazla İslamlaştırılması yönündeki Amerikan patentli projesine yeşil ışık yakan geçit veren uygulamalara göz yumması yol vermesi ve destek olması Amerikanyalı müttefiklerimizin kozmik odalarında sakladıkları Cumhuriyetin yapısını İslami temeller üzerinde yeniden dönüştürülme planlarını revize etme proje ortaklarını yeniden belirleme ve eğitme safhasına geçişini hızlandırıyorlardı. Başkanım bir ilaç almak durumdayım bir dakika müsaade istiyorum.” Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı.” Duruşmaya kısa bir ara verildi. Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu. Mahkeme Başkanı: “Verilen arada tutuklu sanıklardan Erkan Önsel’in getirildiği görüldü bağsız olarak huzurdaki yerine alındı.” Aynı ortam ve şekilde tekrar huzura alınan Sanık Levent Ersöz’ün esas hakkındaki son savunmasına devamla. Mahkeme Başkanı: "Buyurun Levent Bey.” Sanık Levent Ersöz: "Sağ olun başkanım. Ancak İran’dan aldıkları dersle temkinli davranmak ve odun ateşini söndürmeden suyu yavaş yavaş ısıtmak gerekiyordu. Yılla geçiyor Türkiye’de bekledikleri siyasal ortam bir türlü sağlanamıyordu. Big Brother’in Ortadoğu’daki çıkarları Türkiye’de güçlü ulusalcı bir yönetimin iktidarda olmamasını gerektiriyordu. Müttefik aranması bulunması ve paylaşım faktörleri zaman gereksinimini artırıyor süreyi uzatıyordu. Aslında müttefiklerini bulmuş ancak ortamı şekillendirmek ve proje ortağının güçlenmesi için beklemek gerekiyordu. Kaybedilen süreyi telafi edebilmek için kazanın altına Big Brother’ın ve Avrupanyalı işbirlikçileriyle müştereken bölücü terör ateşinde atıyor Türk Silahlı Kuvvetleri de iç tehdit önceliğini ister istemez yeniden belirleyerek iç cephede bölücü terör hedefine angaje ediliyor bazı çalışmalar gözden kaçırılıyordu. Bu bazılarının düşündüğü gibi yerli üretim değil Lisans sözleşmeli bir üretim projesiydi. Gerçekleşmesinin temel şartı Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamakla görevli Türk Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçü düşünce sistemini özümseyen emperyalistlerin güçlerini bilen açıklayan eğiten kurumların mensuplarını ulusalcı aydınları basın mensuplarını siyasetçileri ve muhalif olacak herkesi itibarsızlaştırmak susturmaktı. Bu sürede geçen bu sürede gereken tüm alt yapı sistemleri oluşturulacak uzmanlar yetiştirilecek özel unsunlar teşkil edilecek hukuk alt yapısı düzenlenecekti. İşte bu noktada Türk milletini uyuşturacak bir ilaca ihtiyaç vardı bir zamanların Afyon sakızı gibi. Amerikanyalı danışmanlar aranan ilacı ve uygun kan grubunu buluyor ve Avrupanyalı kardeşlerine gerekli talimatı veriyordu. AB yalanı kullanılacaktı. Bu noktada müttefik yerli unsurlar oyuna dahil oluyor ve Türk milletine karşı asimetrik psikolojik harekata katılıyordu. Yoğun psikolojik harekata maruz kalan Türk milletinin dağdaki çobanı dahil fakirleştirilen bireyleri ertesi gün doğumunda cepleri para dolu uyanacakları rüyasıyla kandırılarak Avrupanyalı dostların Yunanyalı Hıristo’nun söylemlerine eyvallah diyecek yaptıklarına sınırlarımızı aşmalarına bu rüya karşılığında Kıbrıs’ı verebilmek adına Kıbrıs Türk halkının iradesinin etki etmeyelim maskesini takınan sivil asker 3 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:4 kişiler dahil yes be annem ya da bana ne diyecek denilmesine seyirci kalınacak ve gerekli zaman kazanılacaktır. Sözüm ona uyum süreci prosedürleri kapsamında Türk milletinin göz bebeği ordusu ve Atatürkçü aydınları sistematik bir kampanyaya tabi tutularak halka ülkeye ihanet ediyorlar düşüncesi işlenecek gözden düşürülecekti. Mutlak iktidar olmayı müteakip Avrupanyalı dostlar geri çekilerek Amerikanyalı dostlarla birlikte yürünecekti. Uygun zamanda bölücü hainler de tekrar devreye girecek vatan evlatları şehit edilecek koro şeklinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin zafiyet içerisinde nakarat ve söylemleriyle Türk milletine barış ortamının zamanının geldiği Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin dizayn edilmesi gerektiği dayatılacaktı. İlerleyen süreçte bölücü hainler aktivist sözde Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy askeri casusluk ve fuhuş gibi davalarda yargılanan öz ve öz Türk evlatları terörist olacak özel hukuk anlayışıyla yargılanacak ve Türkiye Cumhuriyeti ileri demokrasinin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn edilecek Neo liberal sistemin gerektirdiği minicik ülkeler kukla devletçilikler oluşturulacak Sevr yeniden hortlatılacaktır. Bugün bu yolda adım adım ilerleniyor. Durmak yok yola devam. Mustafa Kemal Atatürk Lozan görüşmelerine katılacak İsmet Paşaya direktif verirken masadan derhal kalkacağı ve asla taviz vermeyeceği üç önemli konuyu şu şekilde belirtiyordu. Kapitülasyonlar ordu üzerinde her türlü kısıtlamalar ile Ermenistan ve Kürdistan kurulması dayatmaları. Kapitülasyonlar denilince maalesef birçok insanımız bu konuyu ticari imtiyazlar olarak bilmekte ve algılamaktadır. Halbuki en önemlisi hukuk alanında verilen tavizlerdir. Küçük bir örnek bir yabancının yargılanamaması ve özel düzenlemeler ile güdümlü ve kontrol altında bulunduran bir hukuk sistemi. Ordu üzerindeki kısıtlamalara gelince Sevr’de dayatılanlar ile ikinci dünya savaşı bitiminde Almanya ve Japonya üzerindeki getirilen hükümlerin benzerini hafızalarımızda canlandıralım. Omurgası olmayan ya da kırılmış bir ordu yapısı. İşte bu iki konu Türkiye Cumhuriyetinin geçmişte olduğu gibi bugün de bağımsızlığının teminatıdır. Bunun için yüce önder adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde varlığı kabul olunamaz demiştir. Üçüncü konuya gelince her şey ortada nereden nereye geldik. Masaya otur otur kalk kalk ne derlerse o. Yüce önderin dehası ve ulaşılmaz öngörü bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin dünya sahnesinde yerini almasını egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözünün başta Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında olmak üzere her yerde ifadesini bulmasını sağlıyordu. Bugün tarihte Mustafa Kemal Atatürk’ün tokadını unutamayanlar Türkiye Cumhuriyetinin Türk vatanının ve bağımsızlığının teminatı olan hukuk sistemimiz ve Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden ellerini çekmek istemiyor ve yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Nasıl mı dış destekli operasyonlarla bağımsızlığının teminatı iki temel taşından birinin diğeri üzerinde hakim kılma ve yok etme dizaynlı siyasi davalarla dolayısıyla muvazzafı emeklisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurlu ve kahraman evlatlarının itibarsızlaştırmak ve orduyu etkisizleştirmek yoluyla Amerikanyalı, Alamanyalı, İngiltereli kimliği taşıyan emperyalistler hedef tahtasına koydukları ülkede sosyal uyanış ulus devlet yapısı üniter devlet yapısı gibi kendileri için sakıncalı gördükleri her fikir gelişme ve uyanış karşısında o ülkede etnik psikiyatriyi de kullanarak ülkenin ulusal bilincini tarihini benliğini önderlerini sorgulatarak bu değerlerini ve reflekslerini yok edip gerektiğinde de kaos ortamı yaratarak kendi çıkarları için çizdikleri senaryoyu uygulamaktan kaçınmamakta ve hedeflerine ulaşmaktadırlar. Bu davada siyasi müdahaleler soruşturmada sanıktan delile gitme yöntemi kanunsuz delil elde etmeler her şeyin sözde ihbar müessesine dayandırılması olmayan hususların var gibi gösterilmeye çalışılması. Çıkar karşılığı yalan söyletilen devşirme bölücü terör örgütü mensup ve yandaşlarından seçilmiş gizli tanıklar baskıcı yönetim anlayışı gibi faktörler dikkate alındığında toplum üzerinde amaçlanan korku ve baskı sağlanmış birçok çevre düşünür sudan çıkmış balık haline dönüştürülmüş ağzına bant çekilmiş etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinde irtica ve bölücülük tehlikesinden bahsetmek bazı kurum kişi ve grupları demokratik kurallar içinde eleştirmek alternatif siyasi çalışmalarda bulunmak. Siyasi parti kurmaya yeltenmek terörle mücadelenin devam etmesi istemek Avrupanyalı ve Amerikanyalıların Türkiye aleyhine yaptığı faaliyetleri vurgulamak ulus devleti ve üniter yapıyı 4 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:5 savunmak, daha vahimi Atatürk ilke ve devrimlerine ve Türk bayrağına sahip çıkmak suç haline gelmiştir. Amerikanyalıların hedeflerine ulaşması adına epeyce mesafe katledilmiştir. Ancak Türk milleti geç de olsa uygulanan planın farkına varmıştır. İşte şuan mutlak iktidar gücü duygusunun getirdiği tehlikenin ve uçurumun kenarına gelme ile ölü toprağını üzerinde atma aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Çarpışma noktası ya da çıkış hattı gibi. Bugün ellerinde Türk bayrağıyla Atatürk’e Cumhuriyete ve demokrasiye salip çıkan gençlerimiz yüce önderin Türkiye Cumhuriyetini Türk gençliğine emanet etmekle ne kadar haklı olduğunu dayatmalara boyun eğmeyeceklerini ve atasına layık olduklarını ortaya koymaktadır. Siyasi bir davanın nasıl yaratıldığına yargıya nasıl müdahale edildiğine ve halkın nasıl kandırıldığına ilişkin çok yeni bir örneği belirtemeden geçemeyeceğim. 18 Ekim 2012 tarihli 248. celsede benim ve avukatımın bulunmadığı ve diğer sanık müdafilerince usule aykırı olduğu hak ihlali olduğu konusunda heyetinize yaptıkları itirazlara rağmen Gizli Tanık Selçuk tarafınızdan dinlenmiştir. Ortamı boş bulan devşirme tanık savcılık ifadesinde bulunmayan ancak daha sonra gelen vahiy üzerine 8. Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın vefatı konusunda bülbül kesilmiştir. Celse aralarında sorulan sorulara verdiği cevapları tevil etme imkanına kavuşmuş yeni söylemlerde bulunmuştur. Yani kişi birilerince yönlendirilmiş yetmemiş Adlı Tıp raporunun bekledikleri tarzda çıkmaması üzerine raporun yayınlandığı gün yani 5 Aralık 2012 tarihinde mahkemenize dilekçe verdirilerek yalanlarına bir dizi yalanlar ekleyerek Sayın Semra Özal’a rahmetli Nazmiye Demirel’e Sayın Mesut Yılmaz’a Sayın Teoman Koman’a kadar ahlaksızca iftiralarda bulunmuştur. Devlet Denetleme Kurumu raporu ve Adli Tıp raporu ortada iken 20 yıllık zaman aşımı süresinin dolmasına bir gün kala bana şüpheli Levent Ersöz’ün İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı suçların niteliği ve özelliği tüm soruşturma dosyası içerisinde dikkate alındığında şüpheli Levent Ersöz’ün açık kimliği tespit edilemeyen ancak Gizli Tanık Selçuk tarafından Savaş Korkmaz olarak belirtilen kişiyle birlikte 17 Nisan 93 tarihinde Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı önceden planlayarak zehirletmek suretiyle öldürttüğü bu yolla atılı suçu işlediği sonuç ve kanaatine varılmıştır denilerek kamu vicdanında kabul görmeyen ve yaralayan bir dava açılmıştır. Sayın Semra Özal avukatı kanalıyla yaptığı açıklamada gizli tanık müessesine ahlaksızca atılan iftiraya karşı tavrını ortaya koymuştur. Bu mahkemede yargılandığım dava başka bir davanın açılmasına gerekçe olmuştur. Bunun neresi hukuk neresi adalettir. Bu düzen Silopi’de kapı kapı dolaşıp gizli tanık yaratmaya çalışan Gizli Tanık İlkadım’ı bu şekilde devşirerek yalan söyleten Selçuk’a da celse aralarında suflörlük yapan dilekçe verdine polis içerisindeki malum çetenin işidir. Bu konu son günlerde gelişen halk hareketi nedeniyle maalesef siyasisiler tarafından malzemesi yapılmıştır. Sayın Başbakanın danışmanı tarafından parti tabanı ve halkı inandırmak maksadıyla sosyal medyada yayınlanan pankart türü mesajında diğer konular içerisinde Turgut Özal’ı zehirlediniz ifadesine yer verilmiş ve maalesef Sayın Başbakan tarafından yurtdışı gezisine çıkmadan önce havalimanında gazetecilere verdiği beyanatta aynı kelimeler kullanılmıştır. Bu yargıya bir talimat ve siyasi müdahale olduğu kadar adil yargılanma hakkının çiğnendiğini siyasi bir davanın nasıl yaratıldığını ortaya koymaktadır. Sözde Ergenekon ve sözde Balyoz davalarının başlangıcında kullanılan söylemler hala belleklerimizdedir. Yine huzurunuzda önce sanık sonra gizli tanık daha sonra da tanık olarak günlerce cemaatlere karşı kullanıldığı yalan ve iftiralarını anlatan kişi için dönemin bakanı tarafından eleman olarak kullanılması konusunda ricada bulunulmuştur. Kendisinden (bir kelime anlaşılamadı) çok emin olarak irtibatının tarafımızdan bilindiğini açıklarken gelen talepten bir haberdir. Böyle bir kişinin sözde hükümet aleyhine faaliyetlerde kullanılması mümkün değildir. Kaldı ki bu kişinin iftiraları avukatım ve heyetinize sunduğum delillerle çürütülmüştür. Buna rağmen iftiralarına mütalaada yer verilmesi niyetinin ne olduğunu ortaya koymaktadır. Sayın Başkan Değerli Üyeler unutulmamalıdır ki bugün Türk Silahlı kuvvetleri için yüksek rütbeli subayları kuvvet komutaları Genelkurmay Başkanı da dahil birçok personeli sözde terör örgütü üyesidir. Her türlü yolsuzluğun ve hukuksuzluğun içerisindedir. Bölücü terörle mücadelede 5 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:6 başarısızdır. Bu ordu savaşamaz yeni bir ordu gerekir bu da nizamı cedit gibi bir ordudur deme densizliğini gaflet ve ihanetini gösterme cüretinde olanlar hedeflerine asla ulaşamayacak Atatürk’ün ordusunun düşünce sistemini değiştirmeyecek haslet ve değerlerini yıkma personel yapısını değiştirme çabaları acı bir hüsranla sonuçlanacaktır. Amerikanyalı ve Avrupanyalı dostlarına rağmen başaramayacak ve gün geldiğinde arkalarına baktıklarında sırtlarını sıvazlayıp akıl ve talimat veren büyük abileri dostlarını bulamayacaklardır. Bakalım o gün de bunları söyleyebilecekler midir sanmıyorum. Batan gemi misali. Türk gençliği bu hukuksuzluk ve haksızlığa geçit vermeyeceğini göstermiştir. Peki, bu senaryoda bana yaftalanan suç ne? Sözde terör örgütü yöneticisi olmak. Başka cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini devirmek vesaire vesaire. Bunları neye dayanarak söylüyorlar bazı sanıkların bilgisayarlarına yüklenmiş bazılarının işyerlerine evlerine konulmuş sahte ve üretilmiş dijitaller ve kanuna aykırı delillerle. Ben bu suçları işlemedim. Benim suçum Türkiye Cumhuriyetini Cumhuriyetin temel nitelilerini Türk milletinin bölünmez bütünlüğünü birlik beraberliğini yok etmek isteyen tüm şer odaklarına terör örgütlerine kişisel çıkarları uğruna devleti örgütlü şekilde soyan ve yolsuzluk yapanlara halkımızın can mal ve ırzına kastedenlere karşı mücadele etmek ve gelecek kuşaklara anlatmak için harcadığım çaba ve çalışmalarımdır. Bu nedenledir ki meslek yaşantımda ve sonrasında beni öldürmek isteyen birçok taliplim oldu. Hani bir kızı yüz kişi ister bir kişiye nasip olur misali. Çok istemelerine rağmen kısmetim bağlıymış. Öldüremediler. Kimler talipli değildi ki ifadem ve savunmamda da vurguladığım Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı ve Taşeronları radikal gruplar hain bebek katili İmralı canisinin yönettiği eli kanlı PKK ve siyasi uzantısı şahsiyetler kimliği tespit edilmek istenmeyen yerli özel bir grup dahası da var. Ancak saylamam gerek yok bunların sadece kendi teşkilatımın istihbarat unsurları değil emniyet ve MİT unsurları da belirlemiştir. Bu nedenle hakkında özel koruma kararı bulunan bir kişi şimdiden hastalıklarım ve her kademe sağlık kuruluşunun verdiği raporlar dikkate alınmamakta rahatsızlığımın giderek artmasına neden olunarak hukuk eliyle ipim çekilmek istenmektedir ne yapalım vatan sağ olsun. Bugün hukuk eliyle maruz bırakıldığımız haksızlık ve hukuksuzlukla mücadele de bir Levent gidiyor ancak mücadele edecek Atatürk ve Türk bayrağı aşığı 3 küçük Mustafa Kemal’in askeri geliyor Sarp, Ada ve Sıla SAS kardeşler onlar küçücük yaşlarında kimlerin teslimiyetçi kimlerin bu ülkenin yılmaz savunucusu olduğunu ve yok edilmek istenen değerlerini biliyorlar. Ancak o değerleri korumak ve savunmak Anayasal görevi olup halen görevde olanlar bilmiyorlar çok özgünüm. Yıllar öncesi yaşadığımız bir gerçeği paylaştıktan sonra sağlımın ve şuurumun el verdiği ölçülerde hazırlamaya çalıştığım esas hakkındaki mütalaaya karşı tarihe not düşmek adına son söyleyeceklerimi avukatım aracılığıyla sıralayacağız. Atalarımız. İğneyi başkasına çuvaldızı kendine batır demişler doğru da söylemişler 1987 yılında Kurmay ön Yüzbaşı Levent Ersöz’e Amerika’da bizden gitme ve devşirme olmayan elinde sopa bulunmayan sırt ve omuz sıvazlamaya masa üzerine oturmayan parmak kullanmayan maaş ve oturma izni verdirmeyen ancak Atatürk ve Türk milletini tanıyıp seven gerçek bir dost ki Amerika’da çıkar amacı olmayan böyle bir dostu bulmak çok zordur. Gerçekleri ve 30 yıllık bir geleceğe ilişkin düşünceleriyle Afrika Asya Kıtasında Ortadoğu’da Türkiye’de planlanan geleceklerden söz ediyordu. Benim ülkemden askeri darbeleriyle hükümet ve iktidar olmak için icazet almaya gelen iktidarı ve emir komutayı alacak olan sivil askeri anlatıyor tanıtıyor bugün adı her ne haltsa o projelerden ülkemizi bekleyen tehlike ve ülkemizi şekillendirilmesi konusunda Made in USA patentli dayatmaları anlatarak dokümanlarını göstererek gözümü açıyordu. Bende açılan gözümün gördüğünü kulağımın duyduğunu beynimin algıladığı tehlikeleri arkadaşlarıma, çalışma arkadaşlarıma ve sesimi duyurabildiğim bana inanan büyüklerime ve komutanlarıma anlatıyordum. Sıcağı sıcağına rahmetli Şehit Korgeneraller Hulusi Sayın ve İsmail Selen’e halen hayatta olan emekli bir Jandarma Generaline anlatıyordum. Yolun karşı tarafındaki makam sahipleri beni dinlesinler diye inanılmaz mücadele verdiler. Ancak güçleri ve nefesleri yetmedi tıpkı benimki gibi. Yolun karşı tarafındaki karargahta 6 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:7 J Başkanı seviyesindeki bir baba dostu olan ve halen hayatta olan Korgeneral rütbesindeki bir komutanıma gidip anlatmaya çalışıyordum. Sonuç mu? Bana spoletim ve apoletim gösterilerek yanıt veriliyordu. Diğer bir ifadeyle yolun karşı tarafındaki makam sahiplerine göre ben Yüzbaşı rütbesinde genç ve tecrübesiz bir subaydım. Üstelik sınıfım Kurmay olsam da jandarmaydı. Büyük usta Nazım’ın akrep gibisin şiirinde betimlediği hangi karakterin kime uygun düşeceğini tarihe bırakarak boynu büyük olarak karargaha ve görev yerime dönmüştüm. Amerikanya'daki resmi görelilerimiz bile beni dinleme zahmetine girmemiş başkente gelme kaybolursun bile demişlerdi. Beni tanıyan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerinin tüm zorlukların üstesinden geleceğini bilen kişi bile. Ancak ben gücüm ve son nefesimi verinceye kadar bunu anlatmaya karar vermiş yemin etmiştim. Tüm güçlüklere rağmen anlatmaya çalışacaktım. Çok değil iki yıl sonra başka bir dost uyarıyordu. Askeri ataşe görevine başladığımda görevi devraldığım çok sevdiğim değerli büyüğüm komutanım beni Carabinieri Genel Komutanına tanıştırmak, kendisine veda etmek maksadıyla ziyarete gittiğimizde genel komutan Alman Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitiminde beraber olduğu Orgeneral Eşref Bitlis’e iletilmek üzere mesaj veriyordu. Görevi devraldığım için komutanım bu mesajı benim iletmemi istemişti ve bende gereğini yapmıştım. Görevi devreden komutanımın tesis ettiği iyi ilişkiler ve güven ortamının sağladığı avantajın da katkısıyla Carabinieri Genel Komutanıyla sık sık bir araya gelerek kendisi, karargah başkanları ve ana ast birlik komutanları ile gelişen dostluğumuz çerçevesinde Carabinieri Subay Okulunda bir hafta sonu etkinliğinde bir araya geldiğimizde kendilerini ziyaret etmemi söylemişti. Bunun üzerine makamına gittiğimde Jandarma Genel Komutanlığına yeni atanmış Orgeneral Eşref Bitlis’i İtalya’ya davet arzusunu özel olarak arz etmemi istiyordu. Görevimi yaparak rahmetli Eşref Bitlis Komutanıma arz ettim kendisinin mesajlarını da Carabinieri Genel Komutanına ilettim. 1991 yılında resmileşen davet üzerine İtalya ‘ya gelen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’e Carabinieri Genel Komutanı bir yıl önce iki Türk Askeri Ataşe’si olarak bizlere belirttiği, geçen süreçte beraber olduğumuz uygun ortamlarda da dile getirdiği konuları ve kaygılarının daha kapsamlı olan şeklini özel olarak kendisine yeniledi. Neydi o mesaj. Özetle ve açıklayabileceğim sınırlar içerisinde Türkiye Cumhuriyetini bekleyen tehlikeler bu kapsamda Big Brother ve desteklediği bölücü terör örgütü ile bazı dini gruplar ve radikal unsurların arasındaki bağ ve çalışmalar Big Brother ve örgütün Avrupa faaliyetleriyle destekleyen diğer yabancı ülke ve organizasyonlar yerel iş birlikçi konumundaki organizasyonlar gelecekte ülkemizin rejiminin değiştirilme ve bölünme tehlikesi, yabancı istihbarat unsurlarıyla ilişki içerisinde olan bazı yerel ve önemli şahsiyetlere dikkat çekmesiydi. İlk mesajını verdiği yıl 1989 idi yani o tarih itibarıyla iki yıl önce dinlettiklerimin Avrupalı bir güvenlik kuvveti komutanı tarafından özet ifadesiydi. Daha o tarihte ülkenin bu günlere adım adım nasıl getirileceğini ve yansımalarını o dost anlatmıştı. Bugün yaşadıklarımız Wall Street sermayedarı savaş baronları ve güdümündeki gelmiş geçmiş tüm Amerikanyalı hükümetler ile kendi ülke toprakları üzerinde Amerikanyalı çıkarlarına bekçilik yapacak, yeni kukla devletçiklerin vücut bulmasına onay veren yerel işbirlikçilerinin planlı eseri olacağından Türk Silahlı Kuvvetleri ve ülkenin seçilmiş aydınlarına yönelik planlanan bu ve benzeri davalar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin mücadele azim ve kararlılığının yok edileceğine ve bölücülerin baş tacı edileceğine, Kürt devletinin kurulacağına kadar, yemin ediyorum emperyalist hedeflerinin tarihsel gelişiminden, girdikleri ülkedeki çatışma esaslarına ve yukarıda ifade ettiğim hususların hepsini anlatmıştı. Bugün özde ve sade bir yurtsever olarak hepsinin doğru çıktığını görmekten hicap duyduğumu belirtirken, bunlara imkan verenleri Allah’a havale ediyor, Türk Milletinin bunları unutmayacağını ve sorumlulardan hesap soracağını hatırlatmak istiyorum. Sayın Başkan değerli Üyeler, Hiçbir zaman bir terör örgütü üyesi, yöneticisi olmadım. Hiçbir yasadışı oluşum yapı içerisinde bulunmadım. Tüm çalışmalarımı meşru ve yasal zeminde kalarak icra ettim. Asla darbe düşüncesinde olmadım, planlamadım, faaliyette bulunmadım. Siyasi davanın siyasi iddianamesi gibi siyasi doküman olarak hazırlanmış mütalaayı ve isnat edilmek istenen tüm suçlamaları reddediyorum. Otuz yılımı devletime, milletime hizmete 7 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:8 adadım. Atatürk sevdası ilke ve devrimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milletin ayrılmaz bütünlüğü birlik ve beraberliğiyle görev aşkını yaşam tarzı olarak devraldığım şekilde aynı duygu ve düşüncelerle devredeceğim. Kendimi bildiğim andan bugüne dek söylediğim şu sözleri tekrarlıyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene, ne darbe, ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye. Vatan sana camım feda ve torunum Sarp’ın söylediği gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün Askeriyiz. Sayın Başkanım ben sözü Avukatım Sayın Celal Ülgen’e bırakmak istiyorum arz ederim.” Mahkeme Başkanı: "Evet. Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Serkan Günel’den esas hakkındaki son savunması soruldu buyurun Avukat Bey. Celal Bey mi?” Sanık Levent Ersöz: “Celal Ülgen’e sayın hocam.” Mahkeme Başkanı: “Önce Serkan Bey’in bir süre beyanını alalım. Serkan Bey buyurun orada beyanda bulunacak mısınız?” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Serkan Günel: “Müvekkilimin savunmalarına katılıyorum bende sözü üstadım Celal Ülgen’e bırakıyorum.” Mahkeme Başkanı: "Peki. Duruşma salonunda bulunan Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen’den esas hakkında son savunması soruldu.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülger: “Sayın Başkan değerli Üyeler aslında bu davanın savunmasını yapmak sadece iddianamede ve esas hakkındaki mütalaada savunmasını yaptığım sanığa ilişkin sözlere cevap vermekle olmuyor. Bunu yaptığımız zaman davanın savunması eksik kalıyor. Evet, bu davanın savunmasını yapmak için bir defa hem birinci Ergenekon davası dediğimiz davanın hem ikinci davanın, hem üçüncü davanın hem de birleşen davanın bütün klasörlerini taramak ve bir bütün olarak savunma yapmak lazım. Bunun için de bir defa savunma yapmak, savunmayı tam olarak hazırlamak için bütün duruşmaları hemen hemen izlemiş olan bir hukuk bürosu olarak bize bile en az iki ay, üç ay bir süre verilmesi gerekir yani bu süre verilmeden yapılacak bir savunma aslında savunma değil. Sadece usul yerine getirmiş oluyoruz. Bu tam hazırlanmak için gereken bir süre. Birde bu savunma süresi ne kadar alır yani doğrusunu isterseniz bir defa sadece ve sadece soruşturma aşamasının eleştirisi, hukuka aykırı toplanan delillerin eleştirisi, bu davalara özgü olarak kullanılan ihbar müessesi ve bu ihbar müessesinin adeta ben buradayım benim yerim burasıdır diye gösteren merkezinin eleştirisi ve en son olarak da uygulanmak isteyen, istenen yasanın ve terörle mücadele yasasının 5. maddesinin eleştirisi bunları dikkate aldığınız takdirde 20 saat kesintisiz bir savunma süresine gereksinim var. Peki, ne yapacağız yani bu iki saatlik verilen süre içerisinde bütün bunları anlatabilme olanağımız var mı? Hayır. O nedenle ben söz alabildiğim, bana söz kalan müvekkillerimin savunmalarında mümkün olduğu kadar yaptığım araştırmalarla, çalışmalarla edindiğim bilgilerle bu bütün savunmayı parça parça yapmak durumundayım. İşte müvekkilim Levent Ersöz’ün bu savunmasından kalan 1 saat 25 dakikalık bölümde de aslında ilk bölüm olan soruşturma evresinin eleştirilmesi ve çok kısa bir dönemde, sürede ihbarlar ve uygulanması istenen yasa maddelerinin eleştirisiyle tamamlamaya çalışacağım. Peki, savunma süresinin kısıtlanmasına bir saat ya da iki saat diye kısıtlanmasına gerek var mıydı? Elbette gerek yoktu. Çünkü ortada zaman aşımı diye bir tehlike yok. Yani davanın zaman aşımından düşmesi diye bir tehlike yoktu. Peki, ne vardı. Beş yıldır süren bir dava, uzun süren tutukluluklar ve sayın mahkeme bu sürenin bir beş yıl daha sürmesi durumunda makul süre gibi bir engele takılacak korkusundaydı bu nedenle makul süreden kaçmak için de savunma sürelerinin kısıtlanmasını gerekli gördü. Halbuki savunma hakkını kısıtlayarak, Avukatların ve sanıkların sözlerini kısıtlayarak makul süreye ulaş mümkün değildir. Çünkü makul süreyi aşmak başa bir ihlal ama savunma hakkını kısıtlamak da başka bir ihlaldir. Hem Anayasayı ihlaldir, hem insan hakları sözleşmesini ihlaldir. Buradan çıktığımız zaman bu davanın niteliğinden de çok kısa bir iki söz söylemek gerekir. Baştan beri bu davanın siyasi bir dava olduğunu biz söylüyoruz ama sayın mahkeme de her duruşmada hayır, bu Mahkeme siyasi bir yargılama yapmıyor, bu dava siyasi bir dava değildir diyordu. Ancak hukukun soruşturma ve kovuşturma evresinde ayaklar altına 8 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:9 alındığı bir gerçekti. CMK hükümlerinin uygulanmadığı, özel yetkili Ağır Ceza Muhakemelerinin kendine özgü yasadışı kurallarının uygulandığı bir davaydı. Bu davada Savcı meslektaşlarımız vardı, kolluk vardı, Yargıçlar vardı ama deyim yerinde ise kimin eli kimin cebinde belli değildi. Bunu biraz sonra tam olarak açıklayacağım size örnekleriyle adeta kanıtlayacağım. Bu davada sanıkların savunmalarının, konuşmalarının hiçbir önemi yoktu. Çünkü savunma sesleri boş bir duvara vurup geri gelmekteydi. Bu nedenle de bu davalarda suçu ben işlemedim demekle 20 saat savunma yapmak arasında da hiçbir fark yoktu. Bu davalarda Avukatın hiçbir önemi yoktu. Bu davada Avukatların savunmaları ancak sanıkların iyi halli olup olmadıklarına etki edecek bir unsurdu. İyi huylu olan Avukatları olan sanıklar iyi halden yararlanacak aksi olanlar ise gününü görecekti ama ne olursa olsun bu davalarda mahkumiyet kaçınılmazdı. Bu davanın avukatları bağımsız ve özgürdü ama bu Mahkemenin Yargıçları bağımsız ve özgür değildi. Bu Mahkemeler çünkü bağımsız bir mahkeme değildi. Şimdi bu söylediğim sözler somut sözler, soyut sözler. Şimdi bu söylediğim sözleri somutlamak gerekiyor. Anımsayacaksınız 2009 yılında 12 Ekim 2009 günlü celsede belirtmiştim. O tarihlerde bazı basın yayın organlarında Sayın Mahkemenin Cumhuriyet Savcılarıyla ve soruşturmayı yürüten kolluk güçleriyle beraber bir tekne gezintisi yaptığı ve tekne gezintisinden sonrada iftar yemeği yedikleri yayınlanmış ve bu konu çok çeşitli kez eleştiri konusu olmuş ve buna dayanarak da bizim tarafımızdan reddi Hakim talebinde bulunulmuştur. Bu davada biz de reddi Hakim talebinde bulunmuştuk ve Sayın Mehmet Ali Pekgüzel meslektaşımız Sayın Savcı verdiği mütalaada aynen şunları söylüyordu. Hakim ve Savcılar Hukuk Fakültelerinde aynı eğitimi almışlardır kurayla bazıları Hakim bazıları Savcı olmuşlardır. Aynı adliyede çalışan, aynı lojmanlarda kalan, aynı yemekhanede yemek yiyen, aynı servisi kullanan, yan yana odalarda çalışan belki de kapı komşusu olan Hakim ve Savcıların birbirlerini etkilemeleri için bir yemekte bir araya gelmelerine gerek yoktur. İşi gereği Cumhuriyet Savcıları her gün kolluk görevlileriyle bir aradadırlar. Hakimler ve Hakimlerde işleri gereği kolluk görevlileriyle görüşürler. Birçok resmi ve özel kurum bu tür davetleri geleneksel olarak düzenler. Baro başkanlıklarının yaptığı birçok davete Hakim ve Savcılar bir araya gelirler hiç kimse bunu sormaz söz konusu bir iftar yemeğidir tarihi önceden bellidir demiştir. Dikkat ederseniz Sayın Savcı sadece Hakimler ve Savcıların birlikteliğinden söz ediyordu. Hiç polislerden bahsetmiyordu. Yemekte bu soruşturmayı yürüten polisler de vardır. Biz o zaman Mahkemenin yanlı olacağı, tarafsız olamayacağı nedeniyle reddi Hakim talebinde bulunmuştuk ama gerekçemiz o tarihten sonra yani yemek yendikten sonra bu etkilemenin olabileceği yönündeydi bu konuda hem Sayın Savcılara hem Sayın Mahkeme Üyelerine haksızlık yapmışız. Biz o tarihten sonra bunun böyle olacağını sanıyorduk. Oysa bu birliktelik çok öncelerden başlamış ve deyim yerinde ise usul gereği hazırlanması gereken olan gerekli olan Cumhuriyet Savcısının hazırlaması gerekli olan bir arama talebi yazısı ya da Cumhuriyet Savcısının hazırlamak durumunda olduğu iletişimin tespiti talepleri, HTS dökümü talepleri ve bunun gibi bütün hazırlıkların terörle mücadele şube müdürlüğünde hazırlandığı. Hatta Hakimin kararlarının terörle mücadele şube müdürlüğünde hazırlandığı ve bunların bir polis marifetiyle getirilerek Hakime imza ettirilmesi gereken yerler Hakime, Savcıya imza ettirilmesi gereken yerler Savcıya imzalattırıldığı ve bunun sonucu olarak da hatta daha Savcının talepnamesi imzalamadan Hakime kararı imzalattırıldığı ortaya çıkmıştı. Bugün zaman yettiği kadar biraz daha ayrıntılı ve klasörlerin numaralarını dizin numaralarını da vererek bu konuyu anlatmak istiyorum. Bir defa bu konu kabul edilir bir konu değildir. Sonuçları itibariyle Sayın Mahkemenizin de kabul etmesi mümkün değildir. Öyle şeyler anlatacağım ki bunu basın yazmayacak, bunu belki gazeteler yazmayacak, belki televizyonlar göstermeyecek ama siz Mahkemesiniz siz sentez makamısınız bütün yargılama aşamasında sizlere saygılı oldum ama 40 yıldır Avukatlık yapıyorum. Savcılık müessesesi niçin ayrıdır, kolluk niçin ayrıdır, mahkeme niçin ayrıdır bunları anlatmaya gerek yok bunları çok iyi bildiğinizi biliyorum. Ama şimdi anlatacağım konuları şüphesiz buna ne diyorsunuz diye size sorma hakkım yok. Böyle bir olanağım yok, usulde böyle bir konu yok 9 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:10 ancak eğer Sayın Mahkeme ve Başkan dilerse anlattığım zaman bu konulara cevap verme gereksinimi duyarsa verirse çok sevinirim bunu bilmesini istiyorum. Şeyi açabilir miyiz ek klasör 37. Şimdi bakın efendim. Evet. TEM şube müdürü 28 Temmuz 2007 günlü bir yazı ile özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından gözetim izninin bir gün süreyle uzatılmasını istiyor. Burada görüyorsunuz yukarıda. Saat 12:31 TEM şube müdürlüğünün faks numarası belli Sayın Mahkeme ve sanıklar değerli meslektaşlarım Cumhuriyet Savcısı okumayabilir, okuyamayabilir ama bu söylediklerim hem kayda geçiyor hem de ek klasör dizi numaralarını verdiğim için inceleme yaptıklarında göreceklerdir bütün söylediklerinin bire bir doğru olduğu o belgelerle bire bir örtüştüğünü göreceklerdir. Şimdi bakın TEM şube müdürlüğü 28 Temmuz 2007 günlü bir yazı ile özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından gözetim izni istiyor 12:31’de ancak Savcının gözetim iznini de yazılı ve imzasız olarak gönderiyor saat 12:32’de, biraz aşağıya inebilir miyiz ikinci sayfa aşağıya kadar inelim, evet bakın, Cumhuriyet Savcısı imzalamış mühürlemiş ama bu yazı yani İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başlığıyla yazılan yazıyı Cumhuriyet Başsavcılığı kalemi hazırlamıyor. Bu yazıyı hazırlayan TEM şube müdürlüğü. Böyle bir şeyi kabul edebilir misiniz Sayın Başkanım, böyle bir şey normal midir Hukuka uygun mudur? Böyle bir şey Dünyada başka bir Hukuk sisteminde var mıdır? Niye kolluk ayrıdır da Savcılık ayrıdır. Bunun bir sebebi var Cumhuriyet Savcısının yerine bir kolluk nasıl geçebilir. Şimdi diyebilirsiniz ki sadece bu faks başlığıyla bunu nasıl kanıtlıyorsunuz. Biraz sonra çift faks başlıklarını göstereceğiz orada daha iyi anlaşılacak ve bunun sistemli bir şekilde yapıldığı anlaşılacak. Bakın bizim gözaltı uzatma kararlarını ve gözaltı kararlarını kim verir, CMK 91. maddeye göre Cumhuriyet Savcısı verir. Ama bunu eğer kolluk hazırlamış ve fakslamışsa bir dakika sonrada o faks üzerinden imzalanmış ve iade edilmişse bunu Cumhuriyet Savcısı hazırladı diyebilir miyiz? Bu nasıl sistemdir, bu nasıl davadır. Ek klasör 93, dizin no 159 açabilir miyiz? Evet, bakın gene bir gözaltına alma kararı 16:09’da TEM şube müdürlüğü tarafından gönderiliyor ve Cumhuriyet Savcısı olarak Sayın Zekeriya Öz nokta nokta olan yerleri elleriyle dolduruyor, el ile dolduruyor ve hemen iade ediyor. Geçelim Ek klasör 38, dizin no 133, arama el koyma emri, yine Sayın Zekeriya Öz’ün ve 18 Ağustos 2007 tarihinde sabah 7:22’de TEM şube müdürlüğü tarafından gönderiliyor. Şimdi eğer bütün bu işlemleri polis yapacak ise Cumhuriyet Savcısına ne gerek var. Geçiyoruz Ek klasör 95, dizin no 85’e. Bir sanık için ek gözaltı kararı, TEM tarafından hazırlanıyor 25 Mayıs 2008 günü saat 19:57’de özel yetkili Savcılara imzasız olarak gönderiliyor onlarda imzalarını atarak aynı gün 20:12’de kararı fakslıyorlar. Bakın burada from diye yazan kısımda İstanbul TEM şube müdürlüğü aynı faks numarası, istemeye gönderme saati 19:57 Cumhuriyet Başsavcılığın ise, en alta gelebilir miyiz en alta, onu ters çevirme olanağınız var mı sizin orada, evet şimdi göreceksiniz burada Cumhuriyet Başsavcılığı da hemen aynı gün 20:12’de, 20:12’de gönderiyor tekrar iade ediyor, nereye gönderiyor, TEM şube müdürlüğüne gönderiyor. Ek gözaltı kararı ya bu ek gözaltı kararları polis tarafından nasıl hazırlanır. Yani insaf etmek gerekir. Böyle bir şey olamaz Cumhuriyet Savcısının yönetiminde olması gerekirken polis adeta her şeyi polis hazırlıyor. Bu nedenle biz kimi savunmalarımızda hep şunu anlattık, sistem tersine dönmüş yani en üstte Yargıç, sonra Savcı, sonra kolluk olması gerekirken kolluk üste çıkmış sonra Savcı sonra Yargıç yani Hakimler en aşağıdaki konumda yer almış gibi bir imaj yaratıyorlar. Şimdi bakın tamam o ters olmasının sebebi üstteki faks kısmının düz okunması için tersten gönderilmişti. Başlık kısmında terörle mücadele şube müdürlüğünden gelen faks imza kısmında da Savcılıktan iade. Ek klasör 39, dizin no 62’ye geçiyoruz. Arkadaşlar birazcık sessiz lütfen. Hikmet Bey. Evet, burada da İstanbul terörle mücadele şube müdürlüğüne Cumhuriyet Savcılığı bazı irtibatların tespit edilebilmesi amacıyla SIM kartlarının ve telefon hafızasında bulunan isimlerin tespit edilerek telefon çözüm tutanağı tanzim edilerek dosyasına konulmasını istiyor. Cumhuriyet Savcısı imzalamış bakın evrakın bir suretini teslim aldım diyor ve bu kez elden polis gelmiş almış. Ama bu nereden gelmiş bu yazı terörle şube müdürlüğünden 28 Temmuz saat 14:20’de gelmiş. Geçiyoruz ek klasör 38, dizin no 427 ve 430 arası. Bu belgeye 10 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:11 dikkatinizi çekmek istiyorum. 20 Eylül 2007 günü gözaltına alma kararı hazırlanıyor ve Cumhuriyet Savcılığına fakslanıyor. Özel yetkili Savcı Sayın Zekeriya Öz imzalayacak ve iade edecek. Nereden mi biliyoruz, aynı belgeyi birkaç evrak sonra ek klasör 38, 427 dizinde bulmanız mümkün hem de imzasız olarak göstereceğiz. Evet, buraya bakalım, Sayın Zekeriya Öz imzalıyor ancak bu yazı terörle mücadele şube müdürlüğünden gelmiş gözaltına alma kararı, bir altına geçelim bakın aynı kararın şeyler boşluklar var terörle mücadele şube müdürlüğünden gelmiş hali yani imzasız hali. Şimdi bakın bunları nereden buluyoruz nasıl buluyoruz. Bunların hepsi ek klasörlerin içerisinde yer alıyor. Bunların hepsi bu kadar yoğun bu kadar milyonlarca sayfa içerisinde ve Emniyet Müdürlüğü tarafından dosya hazırlanırken, ek klasörler hazırlanırken bunlarda unutularak konulmuş sehven konulmuş belgeler. Bunları görmesek üstteki fakslar kesilmiş olsa biz bunların hiçbirisini fark etmeyeceğiz. Ek klasör 38, dizin no 113, bir gözaltına alma kararı. İstanbul TEM şube müdürlüğünden 18 Ağustos 2007 saat 18:16’da pardon, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından saat 18:16’da TEM şube müdürlüğüne fakslanıyor, fakat en alta inebilir miyiz ve ters çevirelim bakın burada TEM şube müdürlüğünden 17:10’da gelmiş bu yani TEM şube müdürlüğü 17:10’da bu kararı yazmış boş olarak bu karar gelmiş bir Cumhuriyet Savcısı nokta nokta olan yerleri elle doldurmuş ve yaklaşık işte bir saat demeyelim 45, 50 dakika içerisinde tekrar şube müdürlüğüne TEM şube müdürlüğüne göndermiş. Ek klasör 39, dizin no 66, Zekeriya Öz, Sayın Cumhuriyet Savcısı, Sayın Zekeriya Öz bu belgeye de dikkat etmenizi diliyorum. Bu belgede bazı eksiklikler Sayın Zekeriya Öz tarafından kendi el yazısıyla tamamlanmış ve bu benim el yazımdır diyerek de imza atılmış. Şimdi soruyorum eğer bu belge Cumhuriyet Başsavcılığının kaleminde Zekeriya Öz’ün kaleminde hazırlanmış idiyse Sayın Zekeriya Öz neden bu belgeyi metnine girip bilgisayarda düzeltmedi de böyle elle düzeltip imzalamak zorunda kaldı. Buna bir cevap verebilir mi Sayın Zekeriya Öz merak ediyorum. Şimdi ikinci sayfaya gelince olay anlaşılıyor. Bakın ikinci sayfanın en sonunda Cumhuriyet Savcılığından belgenin gönderildiği tarih ile ilk sayfada TEM şube müdürlüğünden gelen saat var. TEM şube müdürlüğünden 09:21’de gelmiş. Cumhuriyet Başsavcılığından imzalanarak ve bu eksiklikler giderek saat 09:39’da yani 18 dakika içerisinde TEM şube müdürlüğüne iade edilmiş. Ek klasör 38, dizin no 138, bazın biraz aşağıya gelelim, İstanbul Cumhuriyet Savcısı imza yok ama bu belge ek klasörlerde, hangi Ağır Ceza Mahkemesine gideceği de yok. Çünkü bunlar elle doldurulacak ve imzalanacak. Sadece içerisi sanık ismi ve terörle mücadele şube müdürlüğünün bilgileri var. Ek klasör 38, dizin no 137, çok daha vahim bir şey bu. Aynı gün 14:46’da bu kez karar, Mahkeme kararı, Hakim var ismi yok ama bu kararda çok geçmeden Mahkeme tarafından imzalanacak mühürlenecek ve işleme sokulacak. Ek klasör 38, dizin no 111, buda bir karar ve Hakim imzalamış ve hemen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş. Burada bir faks kaydı yok ama dikkat eder misiniz Sayın Başkan. Bu kararın Mahkemenin logosunu oluşturan kısmı okuyabilir miyiz? Türkiye Cumhuriyeti İstanbul 11. Ağır Ceza nöbetçi Hakimliğine, yani sizin hiç logolarınızda 13. Ağır Ceza nöbetçi Hakimliğine diye bir laf olabilir mi? 11. Ağır Ceza nöbetçi Hakimliğine polisin alışkanlıkla yazdığı yazıların başlığı, hitap başlığı yani şimdi durup düşünüyorum bütün bunlar ortadayken, bütün bunlar ortadayken bütün bu gerçekler ortaya çıkmışken nasıl karar vereceksiniz. Yani bir insana müebbet hapsine 15 yıl hapsine nasıl diyeceksiniz. Bunları sorgulamak lazım, bize süre verin Sayın Başkan, bize süre verin bunların hepsini ayıklayalım. Mahkeme kararı çakma, böyle bir şey olmaz böyle bir şey kabul edilemez. Ek klasör 258, dizin no 83. Evet, Levent Ersöz müvekkilimizle ilgili iletişimin dinlenmesi kararı, yani insaf, insaf yani, 1, 2, 3, 4, 5 diyor ve üstü çizilmiş, üstü silinmiş veya belge konmuş sonra fotokopi çekilmiş ya böyle bir şey olabilir mi. Biz böylesine evraklardan binlerce gördük dosya içerisinde. Böyle bir şey, bunlar Avrupa’ya gittiği zaman, bunlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gittiği zaman, ben temyizden hiç umudum yok. Çünkü Türkiye’deki yargı sistemi bağımsız değil temyizden de bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Sizinde bu konuda bunları görüp karar verebileceğinizi düşünemiyorum. Çünkü Mahkeme tarafsız değil. Ek 11 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:12 klasör 116, dizin no 110, doğrusu çok şaşırdım ben burada, Sayın Sami Haşıloğlu meslektaşımızın Yargıcımızın bir kararı bu da organize suçlar şube müdürlüğünden fakslanmış 7 Temmuz 2008 16:19’da fakslanmış ve en alta inelim lütfen ters çevirelim, 16:19’da TEM şube müdürlüğünden geliyor 16:34’te de Cumhuriyet Başsavcılığı gönderiyor TEM şube müdürlüğüne Mahkeme kararı. Yani doğrusu merak ediyorum çünkü bu Yargıçların tümünün kasıtlı olması da gerekmez ama sistem bu ise eğer yani sistem birileri evrak getiriyor ve birileri de sadece imzalıyorsa diyelim ki Cumhuriyet Savcısı getirdi bunu Sayın Haşıloğlu imzaladı ama olmaz böyle bir yöntem olmaz yani böyle bir yöntemle yargılama yapıp insanları mahkum edemeyiz. Evet, şimdi bir evrak daha var. Sayın Haşıloğlu bir şey söyleyecekse ben dinlemeye hazırım, memnuniyetle.” Mahkeme Başkanı: “Yo buyurun. Dinliyoruz. Gerek yok.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Tamam efendim. Şimdi geçelim buradan yeni polis, Savcı, Hakim diye bir dosya var onu açabilir miyiz? Bunu çıkalım bunu ha tamam evet. Şimdi Sayın Başkanım bakın bir parantez açayım sadece burada. Sayın Haşıloğlu’nun kararını gösterdim ama ben her yerde Haşıloğlu’nun, Sayın Haşıloğlu’nun hukuki bilgisine güvendiğimi söyledim. Sizin Mahkemenizden de söz ederken sürekli Balyoz Mahkemesiyle asla karıştırılmaması gerektiğini söyledim. Bu inançlarımı sürdürdüm. Bir tek süre kısıtlaması konusunda gerçekten çok üzüldüm. Çünkü savunmaya asla süre konulamazdı. Şimdi tekrar devam ediyorum. Bakın bu iletişim döküm kararı 11. Ağır Ceza Mahkemesi vermiş, birinci sayfayı sayfanın altına gelebilir miyiz Yargıcın mührü ve imzası, ikinci sayfaya da geçebilir miyiz? Evet, gene Yargıcın imzası ve mührü. Üçüncü sayfaya evet sonuçlanmış Hakim Bey hem mührünü vurmuş hem de imzasını atmış. Şimdi ondan sonraki sayfada Cumhuriyet Başsavcısının talepnamesi özel yetkili Savcılığın talepnamesi bire bir aynı aslında virgülüne kadar, yanlışına kadar, doğrusuna kadar her şeyiyle aynı bu da olmaz yani Savcının kararı kes kopyala yapıştır şeklinde talebi karar olmaz farklı olması lazım, formu farklı olması lazım her şeyi farklı olması lazım. Şimdi bunun altına geçiyoruz birinci sayfaya evet bir bakar mısınız buraya. Biraz önceki Yargıcın imzasını karalamış birisi ve bu dosyada duruyor klasörde duruyor kuzu kuzu duruyor birisi karalamış bunu Mahkeme Yargıcı Cumhuriyet Başsavcılığının talepnamesinin altına imzalamış, şimdi bir sayfa daha inelim bakın gene imzalamış birisi fark etmiş ve şey pardon karalamış biraz yukarı çıkarabilir, biraz yukarı çıkabilir miyiz? Bakın paraf ama imzasını atmış paraf değil tam imza biraz yukarı çıkabilir miyiz bakın eflatunla çizili bir yer var örgütsel ilişki, gerekçesi kısmında gerekçesi kısmında ortaya çıkarabilmek, çıkara’yı ayrı bilme’yi ayrı yazmış Savcılar. Mahkeme kararı da aynısını yazmış. Çıkara bilmek hata yapmışsa o da onun aynısını yapacak. Şimdi bunun altına iniyoruz şimdi buranın kim bu kim imzayı tanıyor musunuz Efendim, Zekeriya Öz’ün imzası, Sayın Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün imzası ve Yargıcın imzasını çizen de muhtemelen ya Zekeriya Öz ya da kalemden birisidir sonradan fark edilmiştir. Peki, bu nasıl oluyor. Bu nasıl oluyor, bu nasıl sistem yani düşünün bir Yargıçla Cumhuriyet Savcısı bir metnin bazı sayfalarını kendisi imzalıyor, bazı sayfalarını Hakim imzalıyor Yargıç imzalıyor. İşte bu şunu çıkartıyor ortaya. Bunların hepsi TEM şube merkezinde hazırlanmış, Hakimin kararı TEM şube merkezinde hazırlanmış, Mahkemenin, Mahkemeye sunulan talepname TEM şube merkezinde hazırlanmış ve onlar toptan götürülerek ait olduğu kişilere imzalatılmak istenirken bu yanlışlar yapılmış. Bu yeni Efendim bu bugüne kadar gösterilmemişti. Eski olanı şimdi size göstereceğim daha önce belirtmiştik bunu ilk kez dile getiriyoruz. Polis, Savcı, Yargıç bir sonraki. Evet, bu daha önce size belirtmiştim ama zaman dilimi aynı, aynı zaman diliminde yapılmış. Bakın 11. Ağır Ceza Mahkemesinin iletişim döküm kararı, ikinci sayfaya geçebilir miyiz? Evet, pardon altı görelim bakın Yargıcın imzası ve mührü, ikinci sayfada Yargıcın imzası ve mührü, üçüncü sayfa geçelim evet son sayfası bunun kararın geçelim son sayfaya beş sayfaydı. Bundan sonraki bir sayfa daha var evet bakın Hakim imzalamış iletişim döküm kararını. Burada da her şey aynıydı. Şimdi bundan sonra bir sayfa 12 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:13 sonraya gelirsek, tamam gitmeyin aşağı biraz lütfen teşekkür ediyorum. Bakın iletişimin inlenmesini isteyen birim demiştik burada Mahkeme kararında da iletişimin inlenmesini isteyen birimdi. Yani aynı şekilde inletiyorlar. Şimdi bunun altına gelelim, bakın Savcının imzası olması gerekir biraz önceki Yargıcın imzası tekrar alta gelelim gene Yargıcın imzası, biraz daha alta gelelim gene Hakimin imzası, dördüncü sayfa gene Yargıcın, 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakiminin imzası. Son sayfaya gelelim Sayın Zekeriya Öz’ün imzası. Yani ne denebilir nasıl bunları anlatabiliriz bilmiyorum. Peki, sadece bunlarda mı? Sadece bunlarla sınırlı mı? Hayır. İhbar sistemi de böyle. İhbarlar da biraz sonra açacağız onlarda böyle. Sayın Başkan iki dakikalık bir ara verebilir miyiz hem müvekkilim de belki ilaç alacaktır.” Mahkeme Başkanı: “Saatin 11:50 olduğu görüldü.” Duruşmaya kısa bir ara verildi. Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu. Aynı ortam ve şekilde Sanık Levent Ersöz huzura alındı. Mahkeme Başkanı: "Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen esas hakkındaki son savunmasının devamına.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Evet Sayın Başkan. Bunu çıkabiliriz şimdi oradan. Bütün bunların yanında birde soruşturma aşamasında kolluğun uymadığı yasanın emredici hükümleri var. Bunlardan birisi CMK 134. diğeri CMK 135. 134 bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama kopyalama ve el koymaya ilişkin. Her yerde söyledim Sayın Mahkemenizde de çeşitli defalarda söyledim. Bu davanın, bu davanın temelinde sadece Donanma Komutanlığından gelen belgeler hariç, onlarda da başka bir şey var. Hiçbir klasörde hiçbir delil usulüne uygun toplanmamıştır. Bir tane yoktur. Yani siz bir tane bak bunu topladık derseniz ben mesleğimi bırakacağım bir tane usulüne uygun delil yoktur. Şimdi peki nasıl oluyor. Yasaya aykırı delil toplanıyor. Bakın bir kanlı gömleğin yasaya aykırı toplanması başka, delil olarak toplanması başka, içerisine müdahale yapabileceğiniz kötü niyetli kişilerin müdahale yapabileceği dijital verilerin yasa dışı toplanması ayrı herkesin bir CD’si var, herkesin bir DVD’si var bu davada ve o kişiler feryat ediyor bu benim değil. Benim olmadığı konusunda ispat etmek zorunda bırakılıyor. Bu kabul edilemez. Böyle bir olay kabul edilemez. Çünkü bir Yargıç, bir Mahkeme şuna bakar bu dijital veri eğer kullanıcısının egemenliğinden çıktıktan sonra veri yükleme olanağı var mı? Var. O zaman delil olamaz. Bitti bir cümle, iki cümle ve 15 saniyede başka beklemeye gerek yok ki bunun. Usulüne uygun mudur, değil midir? Usulüne uygun değilse delil olamaz deyip çıkaracak. Yargıcın yapması gereken bu şimdi 134. madde ne diyor. Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada başka suretle delil elde etme imkanı bulunmaması halinde, ne demek başka suretle delil elde edilme imkanının bulunmaması buna ultimarasyo son çare deniyor. Yani her türlü araştırmayı yapacaksın, ulaşamayacaksın ama biliyorsun orada bir suç var eh artık benim zorunluyum bilgisayarlara da incelemem lazım diyeceksin. 134, şimdi bakıyoruz dosyaya bakıyoruz. İhbar gelmiş bir gün sonra yaptığı ilk iş hem iletişimin denetlenmesi, hem bilgisayarlara el koymak. Şimdi yapamazsınız yani eğer başka türlü delil elde etme imkanı bulunmamışsa diyorsa yasa o takdirde bekleyeceksiniz yani araştırma yapacaksınız başka delillerle takip yapacaksınız, izleyeceksiniz, efendim bunları yapacaksınız elde edemediniz eh o zaman bilgisayarına gideceğim diyeceksiniz. Çünkü bilgisayar insanların gizli alanıdır, özgürlüğüdür siz onların özgürlüğüne el atıyorsunuz bilgisayarını alıp götürmekle onun özgürlüğüne el atıyorsunuz ama yasa güvenlik ve özgürlük dengesinde önce özgürlük der, güvenlik sonra gelir. Siz ihbarı aldığınız günün ertesi gün hadi gönderelim şu sanığın evindeki bilgisayarları topla gel derseniz olmaz, olmaz, böyle bir hukuk sistemi olmaz. O zaman bu yasayı niçin yaptık. O nedenle iddia ediyorum yok hukuka uygun delil yok. Şimdi 134. madde imajdan söz ediyor. İmaj nedir. İmaj sanık ya da şüpheliden elde ettiğin an imajı alırsın ki sanık ya da şüpheli itiraz edemesin. Yani bu benim değildir diyemesin ama siz tabi siz derken Sayın Mahkemeyi kastetmiyorum delilleri toplayan kolluk ya da 13 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:14 soruşturma Savcılarından bahsediyorum. Siz görevi kötüye kullanıyorsunuz. Eğer gerçekten işlenmiş bir suç varsa siz suç delilini usulüne aykırı kullanmakla siz o suçu işleyenlerin özgürce gezmesini sağlayacaksınız. Sizin göreviniz o delili usulüne uygun olarak bulmaktır. Şimdi diyor ki bilgisayarı alıyor getiriyor Emniyet Müdürlüğünde, terörle mücadele şube müdürlüğünde, organize şube müdürlüğünde imaj alıyor niye, böyle bir şey olmaz. Yani bu, bunlar Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, demokratik yönetiliyor, insan haklarına saygılıdır, yasaları çok güzeldir, yasaları çağdaştır. Evet, evet ama ne olacak bunlar yurtdışına birer birer gitmeye başlarsa ne olacak. Hadi Anayasa Mahkemesini iki yılla sınırladık ama bunlar gidecek bunlar söylenecek, bunlar yazılacak, bunlar yayınlanacak. CD ve DVD’lere bakıyoruz hiçbirisinin imajı yok. CD dediğin şey o kadar teknoloji ilerlemiş ki, bakın Bakanlığın web sitelerini hackerler vasıtasıyla hackliyorlar. Bakanlığın şifrelerini alıyorlar, Bakanlığın şifrelerini kullanarak anti bildiri yayınlıyorlar, Bakanlığın görüşüne karşı ve o dakikalarca saatlerce internette duruyor ve onu indiremiyor kimse. Bu nedir bilişim, bu bilişimin gücü e bu kadar gücü siz bir kolluğa verirseniz, kolluğun içerisindeki kötü niyetli insanlar sağa sola delil yerleştirirse sizin verdiğiniz karar nasıl adil olabilir, siz nasıl karar verebilirsiniz, siz nasıl kendiniz evet ben yasaya uygun olarak toplanmış delillere göre karar verdim diyebilirsiniz. Sizi bu sıkıntıdan kim kurtaracak, sizi bu sıkıntıdan ne kurtaracak, siz kurtaracaksınız. Olay bitti, film bitti paydos. İnsanlar sokaklarda, insanlar tahammül edemiyor bana inancıma karışma diyor ama günün birinde bu yükselecek bu durmayacak ama hukuka sahip çıkmalıyız sizinle birlikte el ele kol kola hukuka sahip çıkmalıyız. Böylesine şeyleri ayıklamalıyız vazgeçin, vazgeçin iki saatten bir saatten bu gün Mahkemeyi lütfen iki ay sonraya atın bırakın araştıralım her şeyi çıkaralım birlikte. El ele çıkaralım siz yargıçlarsınız yüz akımızsınız size güvenemezsek kime güveneceğiz. Ama sizde eğer hayır sizin üstünüze beton dökmeye kararlıyım derseniz, Mahkeme Başkanı: “Böyle bir şey demeyiz. Öyle bir şey demeyiz.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Gidecek hiçbir şeyimiz olmaz. Öyle bir şey demediğiniz için size söylüyorum yoksa kimseye söyleyemem, başka şekilde söyleyemem. Şimdi bakın Sayın Başkan, ya bu usul olsa da olur olmasa da Yargıtay’da pek buna bakmıyor diyemeyiz. Çünkü burada çözeceğiz. Bir ayıklama yapalım bir bilirkişi heyeti seçelim gelsin ayıklasınlar hangi deliller usulüne uygun toplanmış. Üniversitelerden İstanbul Üniversitesinden, Ankara Üniversitesi hukuk fakültesinden siz seçin, sizin seçtiğiniz kişiler gelsin, hukuka uygun delil var mı, hukuka uygun deliller üzerinden gidelim. Ama yok açık 135. madde. İletişimin denetlenmesi ya olacak iş değil. İhbar geliyor ihbardan bir dakika sonra hemen filanın telefonlarını dinleyelim ya yok böyle bir şey yok bunu yapamazsınız delil toplayacaksınız. Başka yönden araştıracaksınız, bu ihbarcı kim önce onu tespit edeceksiniz. Bu ihbarcı hangi IP’den göndermiş, bu IP nerede gizli mi kamuya açık mı, kendisini saklıyor mu, inanılır mı, güvenilir mi bunlar yok. Sayın Başkan sadece bu 134 ve 135’le ilgili eleştiri inanır mısınız 2,5 – 3 saat sürer. Yani bunu her defasında her sanık avukatı mutlaka yapmayacaktır birisi yapacaktır öbürü katılıyorum diyecektir. Ama iki saat süre verince kim yapacak, kim bunları anlatacak o iki saatlik sürede. Herkes süresini geçirecek diye dosyanın içerisine girecek. Bunların söylenmesi lazım. Bu davanın geneliyle ilgili diyelim ki 15 avukat arkadaşa buraya sürekli gelen 15 avukat arkadaşlara hiç değilse her birinize 5 saat süre veriyorum gelin genelle ilgili savunma yapın demeniz lazım. Bunları anlatamazsak, bunları söyleyemezsek nasıl aydınlığa çıkacağız, nasıl olayı aydınlatacağız bilemiyorum. İhbarlar, çok özür diliyorum. Sürdürdükçe çok yorgunluk artıyor ve biraz yavaşlıyorum çok özür dilerim zamanlamayı tam yapmaya çalışacağım. Biraz önce her sanığın bir DVD’si bir CD’si ya da bir Hard Diskinin olduğunu söylemiştim. Birde her sanığın mutlaka bir ihbarcısı var. Yani bu hiç dikkatinizi çekmiyor mu Sayın Başkanı. Yav ne oluyor ya, ne oluyor ya, parazitler mi var yani her kişiyle ilgili mutlaka bir parazit beraber yaşayacak. Hemen parazit çıkıyor bende buradaydım diyor ihbar ediyor. Bu şuradan kaynaklanıyor biraz önce anlattığım kolluk şüpheyi başlatma konusunda bir sıkıntı yaşıyor yani 14 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:15 şimdi ben Cumhuriyet Savcısına yazı yazacağım A, B ve C’nin dinlenmesi lazım. Nasıl başlatacağım, nasıl şüpheyi başlatacağım bir olay olması lazım, olay yok. Poliste diyor ki mutlaka oraya gitmem lazım, ee nasıl gidecek haa işte o zaman kurmaca ihbarlar başlıyor. Gidiyor Karşıyaka Postanesinde şey yok kamera yok onu biliyor ya Karşıyaka Postanesinden gönderiyor, ya IP’si Kanada’dan yönlendirilmiş bir mail ile gönderiyor ya da herkesin gittiği internet cafelerine giderek oradan gönderiyor. Şimdi herkesin savunmasını tek tek aldığımız zaman herkesin ihbarcısı falan filan pek göze batmıyor yani olabilir. Ama siz bu klasörlerde bir gün şu ihbarları bir göreyim deyip, baştan başlayıp ihbarlara sona kadar geldiğinizde şunu görüyorsunuz. İhbarlar tek merkezden buna ulaşmanız mümkün. İhbarlar tek elden yazılıyor. İhbarları yazan bir kişi anlatımı tarzı her şeyi öyle yani olacak şey değil. Bakın şimdi oraya geliyoruz. Değerli arkadaşım klasör 228 ihbarlar ve el koymaların altında. Evet, bakın Sayın Başkanım. İhbar Levent Ersöz için, Levent Ersöz’ün kardeşi Bülent Ersöz aranmak isteniyor kolluk tarafından ama ne yapsın bir ihbar gelecek. Evet, o beklenen ihbar geliyor ve ne diyorlar Levent Ersöz isimli şahsa ait bütün önemli evraklar kardeşi Bülent Ersöz tarafından muhafaza ediliyor diyor işte adresi de budur diyor. Peki, ne oluyor ihbarın geldiği gün 7 Temmuz 2006 saat 16:08 bakın 7 Temmuz saat 16:08 aynı anda Cumhuriyet Başsavcılığına İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından Mutlu Ekizoğlu’nun işte dinleme arama yapalım yazısı geliyor ve bakın 7 Temmuz 16:19’da 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Bülent Ersöz’ün evinde ihbarda belirtilen evinde arama yapılması kararı çıkıyor ve o karar biraz önce anlattığım şekilde yani önce Emniyet Müdürlüğünden geliyor, Emniyet Müdürlüğünden sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesinde imzalanıyor ve geri gönderiliyor. Ne kadar güzel değil mi? Yani ihbar geldi tık, ihbar gelir gelmez talepname, Savcıya talep, Savcının talebi, Mahkemenin kararı haydi gidelim Bülent Ersöz’ün evini arayalım. Böyle şeyler olmaz. Böyle şeyler kabul edilemez. Örnek 228, bir başka ihbar. Bakın, komedi bi de bi de komedi Tekirdağ Emniyetine ulaşamadığım için, niye Tekirdağ Emniyet Müdürü çekilmiş mi? Su mu basmış. Tekirdağ Emniyet Müdürüne ulaşamadığım için İstanbul Emniyetini uygun gördüm. Vah canım sevsinler seni. İşe bak, işe bak, Çorlu Askeri Mahkemesinin emekli Hakim Yarbayı Bahadır filan ismini vermeyim Ergenekon çetesinin gizli evrak kasasıdır işte adresi şudur. Bu kadar ihbar. Evet, bu kadar. Ne oldu peki hemen arama dinleme, önce bir başka araştırma yap doğru mu değil mi yani bu kadar kolay mı ya, bu kadar kolay mı? Yani ben diyelim ki bir Yargıç arkadaşım için bu ihbarı yaparlar mı ya bunu böyle bir şey olmaz yapamazlar yapmamaları gerekir. Ama bu insanlara da yazık yani bunlarda insan. Üçüncü kısma geçelim. Bir başka ihbar. Bakın yine maille bu sefer Kemal Aydın ile ilgili bir ihbar son sayfasına bakabilir miyiz orada bakın şimdi bakın diyor ki Tuncay Özkan’da var evet. Şimdi diyor ki elektronik posta ihbar tutanağı diyor. Haber merkezi grup amirliğince çözülerek imza altına alınmış olup, ihbar tutanağının çözülmesine gerek yok ki, ihbar tutanağını mailden geldiği şekliyle fotoğrafını çekersiniz veya çıktısını alırsınız gönderirsiniz. Biz hiç gelen mailleri ihbar tutanaklarını mail formatında görmedik hepsini bu tutanaklarla görüyoruz. Niye maillerini koymuyorlar dosyanın içerisine orijinal. Bu da bir başka ihbardı. Bir tane daha geldik. Evet, bu da müvekkilimiz Birol Başaran’ın bir ortağıyla ilgiliydi Sergil Yücekök bakın 7 adet el bombası temin edip bunları ilimiz Kadıköy ilçesi filan sokakta filan isimli işyerine götürdüğünü diyor gördüm diyor. Peki, hemen arama, hemen iletişimi ama gerçek dışı ne 7 adet bomba var ne bir şey var. Bunlar arama ve el koyma kararının ya da dinleme kararının alt yapısını oluştursun diye hazırlanmış olanlar. Bir de başka ihbarlar var. O ihbarlarda da önce götürüp koyacak ki Mustafa Dönmez olayı onun örneğidir. Ve arkasından da ihbar edilecek gidip bulunacak birde öyle ihbar yöntemleri var. Şimdi bunları, bunların bütününü gördüğünüz zaman bunu kavrıyorsunuz. Ama bir tek kendi müvekkilimi savunayım derseniz bunu göremezsiniz. Bir tek kendi müvekkilimin dosyasını okuyayım savunma yapayım derseniz göremezsiniz. Sizde yargılama yapan bir Heyetsiniz eminim bunların hepsini sizde gördünüz bunları biliyorsunuz. Bir İşçi Partisi ihbarından bir örnek vereceğim bir altta. Bu da komedi, bu da komedi, bunu okuyorum. Hepinize 15 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:16 iyi çalışmalar ben Şirinevler’de oturuyorum İşçi Partisine düzenlenen baskınların ilçe merkezlerinde düzenlenmesini istiyorum. Emredersin, hayhay başım gözüm üstüne, ben söylüyorum. Aldığım istihbarat göre üç tane ünlemi var. Ünlem burada gerekir mi, gerekmez mi, onu bırakıyorum. Şirinevler üyelerin hepsi son derece zenginmiş ve terör örgütü Ergenekon’a destek veriyorlar. İki yıldan fazla bir süredir takip ediyoruz, sen kimsin nasıl iki yıldan fazladır takip ediyorsun, demek ki sen polissin, yani nasıl takip ediyorsun kardeşim. Geçen seçimlerde sadece İstanbul 480 milyar il başkanlığına vermiş, seçim yardımları bunlar ve bu paranın devlet hazinesine girmediğinin kesin kanaatine vardık terör örgütüne yardım veriliyor size vereceğim isimlerden hepsi yönetim kurulundalar. Bahçelievler’de A kişisi, okul kantincisi aylık geliri 35 bin lira, bakın komedi ya bu ihbarda ve buna dayanarak bu ihbara dayanarak İşçi Partisinde aramalar yapılmış el koymalar yapılmış. Şimdi bazen gene parantezi açayım bu sözüm bütün polisler için değildir, polislik mesleği içinde değildir ama polis içerisinde çöreklenmiş bir çete içindir bu eleştirilerim bunu açıklıkla söylüyorum. Bazen bu çete şuna ihtiyaç duyuyor diyor ki, ya ben çok böyle ihbar yaptırdım acaba bir ihbarı da mizansenleri hazırlasam alt yapıyı hazırlasam halka yaptırabilir miyim, köylüye yaptırabilir miyim diye düşünüyor. Ve böyle şeyler yapıyor. Zir vadisinde bu gerçekleşmiştir ama ben size çok ilginç bir ihbardan bahsedeceğim Kaynarca, açabilir miyiz? Evet, şimdi bakın, ihbar tutanağı, orada açmıyor biraz beklersek belki açar, üstte en üste önemi değil ben buradan okuyorum. 2.2.2009 günü saat 20:10 sıralarında karakolumuz hizmet numarası olan filan numaralı telefonu arayan ve kendisinin kaynarca köyü sakinlerinden Mustafa Yılmaz olarak tanıtan şahıs Kaynarca Köyü Hocaoğlu mahallesine giden yolun sağ tarafında bulunan ormanlık alanda kimliği belirsiz şahısların dolaştıkları ve daha sonra plakası bilinmeyen opel marka araçla uzaklaştıkları ihbarını vermiştir diyor. İhbar doğru. Şimdi ne anlıyor bakalım. Evet, ben okuyorum buradan. Yukarıdaki bilgiler bana aittir diyerek ifadesine devamla. Hocaoğlu mahallesi Kaynarca yol ayrımında bulunan ormanlık alanda çam ağaçlarına çivi ve tornavida gibi şeylerin çakılmış olduğunu söyledi. Bunun üzerine durumu merak ederek belirtilen yere geldim orada kardeşim Cevdet ve Köylüm olan İbrahim Usta bulunmaktaydı. Durumu hemen Jandarma Karakoluna bildirdik ve sonra Jandarma devriyesi olayın olduğu yere gelerek Jandarma devriyesi ormanlık alanın içerisine girdik. Evet, ben kısaca söylüyorum ne olduğunu. Birileri beyaz bir arabayla kimine göre Renault kimine göre Hyundai plakası numarası bile belli gidiyor köylülerin olduğu yerde kendilerini biz buradayız diye göstermek için sağa sola geziniyorlar köy meydanında. Belli bir süre sonra diyorlar ki tamam, bizi görmüştür neden bizi görmüştür diyorlar. Çünkü görenlerden birisi görür görmez korkuyor ve kaçmaya başlıyor bunlar kaçanı görüyorlar tamam bu gördü diyorlar. Ama bu sadece göze hitap eden bir görme, şimdi kulağa hitap eden bir duymada gerekir peki diyorlar ve ormanın içerisine gidiyorlar. Sayın İlker Paşam buna ben size çok önce anlatmak istemiştim ama olanak bulamamıştım. Şimdi anlatıyorum. Şimdi içeri giriyorlar, hayır estağfurullah hiçbir zaman suçunuz yok. İçeri giriyorlar ve ağaçların kabuklarını soyarak ağaçlara tornavida sesleri, tornavida çakmaya başlıyorlar ses bütün köyde yankılanıyor, şimdi diyorlar ki tamam gözede hitap ettik ama bir duyuya da hitap etmek lazım. Göze, kulağa tamam sese tamam koku ve bu sefer kötü bir koku yayılmaya başlıyor köyde çok kötü bir koku ancak o tornavidaları izleyerek gittiklerinde bir şeyle karşılaşıyorlar bir karış derinlikte ve paçavraları mavi paçavraları yukarıda görülecek şekilde bir şeyler gömülmüş ve taze o kokuyor tutup çekiyorlar işte meşhur Sat Komandolarının gömdüğü mühimmat burada. Buna kim inanır. Böyle bir şey olabilir mi ve bunun sonucu olarak Levent Bektaş davasında bu konuyu anlatmak istedim ayrıntısına girince Mahkeme Başkanı bana şunu söyledi tutanaklarda var. Avukat Bey biz oradan müvekkilini suçlamıyoruz burayı geçin dedi ve hakikaten ondan sonra bu aramayla ilgili bir suçlama yapmadılar. Ama bunu kim yaptı. Bu mühimmatla ilgili Mustafa Dönmez sürekli bu mühimmatları bir araya getirin diye kendisini parçaladı, mühimmatlar parçalandı bir araya gelmedi. Şimdi çok az bir sürem kaldı. Bu bölüm yaklaşık 45, 50 dakika olacak ama bu bölümü atlayacağım bir başka savunma sırasında dile 16 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:17 getireceğim sadece son ihbar kardan adam ihbarıydı. Bu kardan adam ihbarı da birçok kişiyi çok ayrıntılı bir biçimde suçlayan bir ihbardır. En sondaki kardan adamı açabilir miyiz, en sonunu açalım onun. Bakın en sonunda diyor ki, bazı özel operasyonlarda kullanılacak şahıslar ve ulaşılabilecek yakınları özel kuvvetler gibi birimlere alınarak inceleniyor. Nuri Bozkır, Kasım Zengin’e yaklaşmak için bu yolu kullanmıştı. İBDA-C içerisinden bazı şahısların yine bizim tavsiyemizle özel kuvvetlere alınarak eğitim verildiğini biliyorum. İBDA-C içerisinde bizim kontrolümüzde olan bir grup İzmir’de Murat Tetik öncülüğünde El-Kaide Türkiye grubunu oluşturdu ve Kaide isimli dergiyi çıkarmaya başladı. Osman Akyıldız’ı bu dönemde özel kuvvetlerde görevlendirdik, internet üzerinden bu grubu yönlendirme görevi verilmişti. Yani öylesine şeyler anlatıyor ki ama imza olarak ne atıyor biliyor musunuz Osman Akyıldız’ı görevlendirdik diyor Osman Akyıldız diye imza atıyor. Bu ihbarcı ama biraz önce yukarıda da diyecek ki ben korkuyorum bu nedenle ismimi veremem diyecek yani bunlara nasıl güveniriz, bu ihbarların nesine güveniriz. Bilemiyorum bu konu aslında çok ayrıca ayrıntılı olarak anlatılacak. Şimdi Levent Ersöz Paşanın savunmasını yaklaşık 200 sayfa halinde dosya içerisi, içeriğiyle ve Sayın Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaası ve esas hakkındaki iddianamesi ile birlikte çok ayrıntılı bir biçimde irdeliyoruz size hem kitap olarak sunacağız hem de CD olarak sunacağız. O açıdan bunları tekrarlamıyorum bunları yazılı olarak vereceğiz ama sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Gerçekten bugün 12 dakika kaldı ama 12 dakika içerisinde anlatacağım bir bölüm yok hiç girmemeyi tercih ediyorum. Bize savunmak için süre verin lütfen. Aslında böyle bir sözü telaffuz etmek bile kötü süre istememize gerek yok ama bir ilke kararı alarak Sayın Mahkemenizin hiç değilse davanın geneliyle ilgili fazla müvekkili olan avukatlara bir beş saat konuşma süresi verin. Bunarlı anlatalım, bunları tartışalım, bunları ortaya koyalım. Şimdilik sözlerim bunlar. Ben Türkiye’de önümüzdeki günlerde çok güzel şeyler olacağı inancındayım. Türkiye’nin tam ve gerçek bir demokrasiyi pekiştireceği inancındayım. Sayın Mahkemenizden de bu celse anlattığım konulardaki usul eksiklikleri dikkate alınarak ve daha sonraki anlatacaklarım da dikkate alınarak bize gerçekten bunları anlatabilme olanağı tanımazını ve bu konuları yeniden irdelemek üzere söz vermenizi talep ediyorum saygılar sunuyorum.” Mahkeme Başkanı: “Sanık Levent Ersöz’den Müdafilerinin beyanına katılıp katılmadığı soruldu.” Sanık Levent Ersöz: “Katılıyorum Başkanım.” Mahkeme Başkanı: "Evet, teşekkür ederiz Levent Bey tekrar acil geçmiş olsun diyoruz.” Sanık Levent Ersöz: “Sağ olun Sayın Başkanım.” Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey daha önceki müvekkiliniz 25 saat Celal Bey, daha önceki müvekkiliniz savunmalarında 25 saat, yaklaşık 25–26 saat savunma yapmıştır. Bu adı üstünde son savunma yani iki saat son savunma süresi, ancak bu davayı da makul ve adil bir süre içerisinde bitirmek durumundayız. Bütün bunları dikkate alınarak biz iki saat süreyle son savunma süresi vermeyi uygun gördük. Bu gerekçeyi size anlatmak istedim.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Bir şey söyleyebilir miyim Sayın Başkanım, tartışmak için değil sadece bir şey söylemek için istiyorum.” Mahkeme Başkanı: "Buyurun bir cümle alalım. Buyurun.” Sanık Levent Ersöz Müdafii Avukat Celal Ülgen: “Şimdi bir defa son savunma diye bir şey yok esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmaları bildiriyoruz bu nedenle olayın yoğunluğu dikkate alınarak hakikaten süreye ihtiyaç var ama kendisini yenileyen bir başka avukat arkadaşı yenileyen veya bugüne kadar söylediklerinden başka bir şey söylemeyenlerin belki süreye ihtiyacı olmayabilir ama bizim süreye ihtiyacımız var. Yani bugün söylediklerimiz yeni bir şey değil mi bugüne kadar tekrar ettik mi kendimizi yeniledik mi ama çok var daha çok anlatılacak çok şey var. Teşekkür ediyorum.” Mahkeme Başkanı: “Evet, anlaşıldı. Diğer bir hususta her Hakim önüne gelen her evrakı ve eklerini mutlaka okur okumadan imzalamaz incelemeden imzalamaz. Bunu da hatırlatmak 17 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:18 istiyorum. Sanık Levent Ersöz’ün esas hakkındaki son savunması bu şekilde tamamlanmış oldu. Bu sırada Sanık Alparslan Arslan Müdafi Avukat Oğuz Kayıran ile Sanık Doğu Perinçek ile bir kısım sanıklar Müdafi Avukat Sedef Ünal’ın geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı. Saatin 12:49 olduğu görüldü.” Duruşmaya 14:00’e kadar ara verildi. Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu. Mahkeme Başkanı: "Verilen arada Sanık Ahmet Hurşit Tolon Müdafileri Avukat Köksal Bayraktar ve Avukat Dilek Helvacı’nın da geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon önceki kimliği tahtında huzura alındı. Mahkeme Başkanı: “Evet Hurşit Bey Avukatlarınız burada hazır suçlandığınız size isnat edilen suçlamaların konularına göre iki saat son savunma yapma süreniz var esas hakkında son savunma yapmaya hazır mısınız?” Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Esas hakkındaki savunmaya değil. Esas hakkındaki savunma takdir buyrulur ki 2271 sayfadan oluşan bir esas hakkındaki mütalaa ile 122 milyon sayfadan oluşan dava dosyaları ve sonradan ilave edilmiş 22 ilave dosyaya ancak kısıtlı iki saatlik süre içerisinde ifade edebileceğim beyanlarda bulunacağım.” Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı. Buyurun sizi dinliyoruz. Sanık Ahmet Hurşit Tolon esas hakkında son savunmasına. ” SANIK AHMET HURŞİT TOLON ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI VE SON SAVUNMASINDA: Sanık Ahmet Hurşit Tolon : “İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve Üyeleri sözlerime başlarken Mahkemenizin önce birbiriyle irtibatsız 23 dava dosyasını birleştirip yaklaşık 121 milyon sayfaya ulaşan dosya ile ilgili İddia Makamının şayet Türk Ceza Kanununda yürürlülükte olsaydı idamımı isteyeceği mütalaasına karşı Avukatlarım da dahil olmak üzere toplam iki saatlik sürede savunma yapmaya zorlanmamın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının açıkça ihlali niteliği taşıdığını belirtmek isterim. Mahkemeniz yargılamanın önceki aşamalarında da maalesef sık sık sergilediği savunma hakkını açıkça kısıtlayan tutumu ile savunmanın Silivri’deki yargılamanın bir tarafı olmadığını, yargılamanın sadece İddia Makamı ile Heyetinizden ibaret olduğunu kamuoyuna zaten ilan etmiştim. Bende yaşadığım bunca hukuksuzluğa ve adaletsizliğe rağmen devletin en önemli makamlarında uzun yıllar görev yapmış devlet adabını içine sindirmiş biri olarak makama olan saygım nedeniyle Mahkemenizce adeta peşinen verilmiş hükmü açıklama gayretiyle yapıldığı izlenimi veren merasimin bir parçası olarak şeklen tarafıma tanınmış gibi gösterilen savunma hakkımı kısıtlı sürede şimdi kullanmaya çalışıyorum. Sözlerime esas hakkındaki mütalaada üç çok önemli yanlışı Mahkemeniz huzurunda düzelterek, adına yargılama yaptığınız büyük Milletimize ve dünya kamuoyuna açıklamakla başlayacağım. 1-) Türk Silahlı Kuvvetleri kesinlikle bir terör örgütü değildir. 2-) Türk Silahlı Kuvvetlerine sızılmaz. Çünkü o düşman ordusu ya da mevzii değildir. 3-) Türk Ceza Kanununda darbe ortamını oluşturmak diye bir suç yoktur. Tekrar ifade ediyorum Türk Silahlı Kuvvetleri terör örgütü değildir. Oysa esas hakkındaki mütalaanın 1688. sayfasındaki Savcılık görüşü farklıdır. Şöyle ki mütalaada Ahmet Hurşit Tolon’un Muvazzaf olduğu dönemde de Ergenekon terör örgütü içerisinde faaliyet gösterdiği belirtilmektedir. Mütalaadaki bu çarpık bakış açısına göre muvazzaf bir asker 47 yıl terör örgütü içerisindedir. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri bir terör örgütüdür. Bu daha başka nasıl söylenebilir. Nitekim Türkiye Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ da silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmadı mı? Türkiye Cumhuriyetinin Genelkurmay Başkanı nasıl bir terör örgütünün yöneticisi olabilir. Bunu tevil etmek için hiçbir sözcük yarda cümle yeterli olmaz. Milletin bağrından çıkmış Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını sözde Ergenekon terör örgütünün yöneticileri üyeleri olarak içlerinde barındıran Anayasal bir kurum düşünülebilir mi? Ama mütalaadaki bakış açısı maalesef bizi bu vahim ve kabul edilemez 18 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:19 sunuca ulaştırıyor. Hatta İddia Makamının bu bakışına göre bu örgüte mensup olanlar öyle görünmez öyle saklı kişilerdir ki Askeri Okullarda yetişir, Harp Akademilerinde okutulur, silahlı kuvvetler milli güvenlik akademilerinden mezun olur, yurtiçi ve yurtdışı sayısız kurslarda teröristlik yöntemleri eğitim ve öğretimi yaptırılır, 30 yıl sonra da General rütbesine terfi ettirilip Orgeneralliğe kadar yükselmeleri sağlanır. Keza mütalaadaki bu bakış açısına göre ya Türk Silahlı Kuvvetleri bizatihi kendisi terör örgütüdür, ya da içindeki bunca örgüt mensubunu anlayamayacak kadar dünyadan bir haber bir komuta yönetim kadrosuna sahiptir. Bu güzide kuruluşun gelmiş geçmiş tüm komutanları yönetim kadroları bunca teröristi bünyesinde barındırmışlarda ya hiç fark edememişler ya da teröristleri bilerek gizlemişlerdir. Hiç aklın, mantığın, vicdanın kabul edeceği şey midir bu? Ama mütalaa böyle kabul ediyor. Gelelim sızma meselesine Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok şerefli, yurtsever fedakar ve cefakar mensupları kendi kutsal ocaklarına sızmazlar. Askeri terminolojide sızma demek düşman kontrolü altındaki bir bölgeye, mevzie gizlice girmek ve ilerlemek demektir. Buna göre Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmak demek onun namusuna el uzatmak demektir. Nadir de olsa böylelerine rastlanabilir. Ama onlar olsa olsa ancak gizli müptezel müfteri tanık olurlar. Oysa bu mütalaada 71 kez sızmaktan, 30 kez de Türk Silahlı Kuvvetlerine sızılmasından söz edilmektedir. Hem de öyle açık ki, mütalaanın 1529 ve 2038. sayfalarında Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ için Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisine çıkan ve kimsi üst düzey konumlara kadar ilerleyen Ergenekon terör örgütünün bu kurum içerisindeki yapılanmasının üst düzey yöneticilerinden olduğu belirtiliyor. El insaf. Alem kör ve sağır, millette zeka özürlü mü? Daha 15–16 yaşlarında yedi sülalesi araştırılarak bu kutsal ocağa kabul edilenleri Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış olarak tanımlamak hakız mesnetsiz bir itham ağır bir hakarettir. İddianamedeki bu bakış açısını şiddetle reddediyorum. Kadı ki Ergenekon davalarının etkin bir destekçisi bile bir milletin ferdi kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz. Hakkıdır girer oraya dedikten sonra. Görüldüğü gibi İddia Makamının ortaya koyduğu suçlamalar hiçbir şekilde kişisel olmayıp kurumu hedef alan suçlamalardır. Her ne kadar Mahkemeniz tutanaklarına geçtiği üzere bu davanın bir siyasi bir dava olmadığı ileri sürülüyorsa da aslında mütalaadaki tespitler bu davanın tam bir siyasi dava olduğunu ve ana hedefinin de Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak ve itibarsızlaştırmak olduğunu kanıtlamaktır. Ve nihayet sözde darbe ortamı oluşturmakla ilgili mütalaada Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin ortadan kaldırılmasına kısmen veya tamamen görevlerinin yapmasını engellemeye yönelik teşebbüse ilişkin yer, zaman ve fiil belirten tek bir eylem dahi gösterilmemiştir. Kanunsuz suç olmaz bilindiği gibi eylemsiz suç olmaz. Şimdi öncelikle bunu tarihe not olarak düştükten sonra şimdi gelelim mütalaaya yaklaşık 1,5 yıl önce 15 Kasım 2012 tarihinde yani gözaltına alınmamdan tam olarak 3 yıl 4 ay 14 gün sonra burada ilk kez hukuki dayanaktan yoksun ilişkisiz, irtibatsız ve de hayali olduğu kadar önyargılı itham ve suçlamalara yanıt vermek yasadışı yaptırımlarla maruz kaldığım hukuk suikastını bir başka ifadeyle hukuku maksatlı biçimde araç kılarak baskı korkutma yıldırma sindirme ve de tehdit yöntemlerinin tümü kullanılarak önyargılı haksız mesnetsiz kanuna aykırı uygulamalarla kişi hak ve hürriyetlerimin katledilmesini açıklamaya, tahrip edilmek istenen kişilik haklarımı korumaya, haksız işlemler sonucu uğradım zararı ortaya koyup gasp edilen bireysel haklarımı geri almaya geldiğimi ifade etmiştim. Şimdi aradan 1,5 yıl geçti. Bu defa 23 birbiriyle ilişkisiz irtibatsız dosyanın birleşiminden oluşturulmuş esas hakkındaki mütalaa adı verilen bir peşin hüküm dokümanı ile suçlanıyorum. Ne demişler tarih tekerrürden ibarettir. İşte bu mütalaa da iddianamenin bir tekrarıdır. Önce tekerrür eden tarihin başlangıcını hatırlamakta yarar görüyorum. Ülkemizde bir anda birbiri ardına seri halde patlayan ve kamuoyu üzerinde şok etkisi yaratan Ergenekon operasyonlarına neden ihtiyaç duyulmuştur. Ne idi bu gizemli operasyonlar Ergenekon operasyonları Ergenekon fırtınası başladığı yıllarda bir stratejik araştırma merkezinin yaptığı değerlendirmede bu sorunun cevabı ile hem günümüzün gelişmelerine ışık tutmakta hem de burada tutsak oluşumuzun nedenini açıklamaktadır. Nedir Ergenekon operasyonu bu soruyu o 19 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:20 tarihte bir grup köşe yazarı fikir ve söz birliği etmiş gibi dünya sistemi ABD ve NATO Ergenekon’u tasfiye ederek Türkiye’yi tedavi ediyor şeklinde değerlendirmekteydi. Ergenekon operasyonunun amacı ve hedefine gelince yine o günlerde bir köşe yazarının ifadesiyle Ergenekon operasyonunun amacı kurucu unsurlarının Türkler olmadığı yeni bir Türkiye’nin formatlanmasıdır. Ergenekon operasyonları sürecinde 4 temel hedeften söz edilmiştir. Bunlar Türkiye’nin muhafazakar değerlere değerlerle demokrasiyi meczeden bir Ortadoğu ülkesi olması. Batı ile doğu arasında köprü görevi üstlenmesi. Atatürkçü ve Kemalist düşüncenin tasfiye edilmesi ancak İslam'ın her alanda yaşadığı modern görünüşte bir ülke olması, Türk ordusunun enerjisini dışarıda harcamasıdır. Günümüz Türkiye’si ile fevkalade isabetli bir öngörü anlaşılan o ki Türkiye’nin bölünmesine emperyalist güçler tarafından yağmalanmasına karşı iseniz, kurtuluş savaşının ulusumuza armağan ettiği Cumhuriyete ve Anayasamıza bağlı iseniz ve hele bir de Mustafa Kemal Atatürk’ü seviyorsanız o zaman siz artık tescilli bir Ergenekoncusunuz demektir. O takdirde elbette yeriniz Silivri’dir. Ben de buradayım işte ve karşınızdayım şimdi. Anayasal demokratik haklarını kullananların haksız olarak suçlandığı ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarına neden olan bir iddianame ve onun türevi olan mütalaanın değişmeyen mesnetsiz ithamları ile karşı karşıyayım. Kamuoyuna asrın davası Ergenekon davası ya da Türkiye’nin darbelerle yüzleşme davası gibi hayali isimler verilerek servis edilen bu davada düzmece dijital veriler ve belgeler ile yüz kızartıcı suçlardan hüküm giymiş şaibeli tanık ve gizli tanıklarla terörist olduğu kesinleşmiş yargı kararları ile sübuta ermiş sözde tanıkların iğrenç iftiralarına dayalı olarak mahkemenizde yaklaşık 6 yıldır sürdürülen yargılamada iddia makamı sadece iddianamenin ismini esas hakkındaki mütalaaya çevirerek hayali bir senaryodan ibaret iddialarını tekrarlamakla yetinmiştir. Somut hiçbir delilin ortaya konulamadığı maddi gerçeklerden tamamen uzak mesnetsiz soyut değerlendirmelerle isnat edilen suçlar arasında düzmece delillerle yapay irtibat kurulmaya çalışılmış bir görüşün taşıdığı yerdeyim. Ancak bu amaçla ciddi şekilde muhtaç olup adaleti aradığım mahkeme salonunda mıyım yoksa bir final koşusunda kronometre kontrolünde ipe doğru koşulacak yarış pistinde miyim doğrusu bunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Eminim ülkemizde son dönemde cereyan eden gelişmelere bakıldığında burada yargılanan pek çok sanığın da mahkeme esasa etkili delilleri toplamadan hadiseyi aydınlatacak tanıkları bir bölümü duruşmada hazır edilmelerine de rağmen dinlemeden acaba nereye yetişmeye çalışıyor sorusuna yanıt aradığını sanıyorum. Gerçekten mahkeme acaba nereye koşuyor. Sadece iddia makamının delillerini toplayıp sıra savunma tarafına gelince biz maddi hakikate ulaştık artık delillerin toplanmasına ve değerlendirilmesine gerek kalmadı diyen bir mahkemeden hiç adil bir karar çıkması beklenebilir mi? Nerede kaldı adil yargılamanın bir gereği olan silahların eşitliği ilkesi? Bu aşamada yapacağım açıklamalar hukuken son savunma ise ki mahkeme öyle tanımlıyor. Huzurunuzda günlerce süren yazılı ve sözlü ifademde somut delilleri ile ortaya koyduğum gerçekler ve sonra takip eden yıllarda fırsat verildikçe zaman açısından son derece sınırlı biçimde yapmak zorunda bırakıldığım tahliye taleplerinde yine maddi kanıtları ile ortaya koyduğum üstü örtülemeyen gerçekler ve aralarında Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün de yer aldığı kamu tanıkları ve savunma tanıklarının beyanları ile üzerime atılan iftiraların tamamen çürütüldüğünü ortaya koyan somut deliller nerede. Bunlar mütalaada hiç yer almıyor neden ama mütalaada ne yer alıyor. Düzmece olduğu her yönüyle kanıtlanmış sözde deliller ile bazı müfterilerin somut delile dayanmayan atfı cürüm niteliğindeki iddiaları. Bunu nasıl değerlendirip kabul edeceğim. İddia makamının bunca delili açıklamayı görmediğini duymadığını okumadığını ya da önemsiz saydığı için mütalaa adı verilen suçlama dokümanına almadığını sadece kişisel görüşlerini aksettiren bütünüyle yoruma dayalı hayali senaryolarını aynen tekrarladıklarını mı kabul edeyim? İddia makamı kusura bakmasın ama ben bu bilim kurgu filmini aratmayacak derece akıl dışı, mantık dışı ve maalesef insanlık dışı senaryoda bana verilen rolü oynamayı kabul etmiyorum. Hiçbir zaman da kabul etmeyeceğim. Soruşturma safhasında Emniyet güçleri 20 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:21 tarafından işlemediğim bilinen bir suçun suni delil ve emareleri yaratılmak suretiyle iddia makamı tarafından şahsıma asılsız suç isnadında bulunulmasının o zaman için taksir olabileceğini belirtmiştim. Ancak aradan geçen süre içerisinde ortaya konulan somut delillerin mevcudiyetine rağmen halen daha bu düzmece delillere dayalı olarak şahsıma asılsız suç isnadında bulunulmaya devam edilmesi karşısında bu defa ne diyeyim taammüden mi, örnek mi, çok. 05.11.2009 tarihinde 14 nolu celse tutanaklarında da görüleceği gibi duruşmada Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel tarafından Hasan Atilla Uğur’a sorulan şimdi sizden ele geçirilen CD’de yer alan diğer şüphelilerden Mehmet Şener Eruygur, Hurşit Tolon’dan da ele geçirilmiş darbe planları içerisinde Ayışığı ile ilgili birtakım sorular sormak istiyorum sorusuna müdafilerim tarafından anında itiraz edilerek şahsımla ilgili yapılan aramalarda bulunmayan sözde darbe planları ile ilgili maddi hatanın düzeltilmesi talep edilmiştir. Söz konusu talebimiz ile ilgili olarak iddianamede imzası bulunan ve aynı zaman duruşma savcısı olarak görev yapan Mehmet Ali Pekgüzel tarafından verilen 21.12.2009 tarihli 25 nolu celsedeki mütalaanın a fıkrasında 05.11.2009 tarihli duruşmada hatalı olarak yöneltildiği ileri sürülen sorunun düzeltilmesi talebinin talep gereğince kabulüne, bu sorunun sehven sanık Hasan Atilla Uğur’a yöneltilmiş bulunduğu açıklanmış olmakla, varlığı ileri sürülen darbe planlarının şahsımda olmadığı ve bu sorunun sehven yöneltildiği gerçeği bir kez daha kesinlik kazanmıştır. Ancak esas hakkındaki mütalaanın 2045 ve 2047. sayfalarına baktığımızda şahsımla hiçbir şekilde bulunmayan Sarı kız, Yakamoz ve Ayışığı adı verilen sözde darbe planları halen daha ben de bulunmuş gibi gösterilerek adli makamlar ve kamuoyu yanıltılmaya çalışılmıştır. Bir başka örnek oğlumun Kazakistan caddesindeki şahsi konutunda kendisinin yakınlarının ve avukatının yokluğunda yapılan hukuka aykırı aramada ele geçirildiği ileri sürülen iki adet Elba Marka CD’ye hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada yer verilmiştir. Oysa Elba marka bu CD’ler şahsımla ilgili hiçbir arama ve el koyma tutanağında yer almamaktadırlar. Daha da önemlisi arama tutanaklarına göre adli emanette olması gereken CD, DVD sayısı 18 iken ne hikmetse 3 adet fazlasıyla adli emanette halen 21 adet CD, DVD bulunmaktadır. Bunu da mı sineye çekeyim? Savunmamda bu hususta somut deliller göstermem karşısında mahkemeniz bu farklılığın neden ve nasıl kaynaklandığının aydınlatılması için hem Ankara hem de İstanbul Emniyet Müdürlüklerinden ayrıntılı bilgi istemiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü 05.03.2012 tarihli 4229 sayılı cevabi yazısında üç adreste toplam 125 adet çeşitli CD, DVD ele geçirdiğini bildirmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise 21.03.2012 tarihli cevabi yazısında düzenledikleri zarf açma tutanağında 134 adet olarak gösterilen CD, DVD’nin nereden ve nasıl temin edildiğine dair mahkemenizce cevaplandırılması istenilen sorulara hiçbir yanıt vermemiştir. Daha doğrusu yanıt verememiştir. Çünkü mızrak çuvala sığmamıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü mahkemenizce sorulan sorulara yanıt vermek yerine kendisine yöneltilmeyen sorulara ilişkin şahsi yorumlarda bulunarak bilgi kirliliği yaratmak suretiyle şahsıma karşı işlenen suç uydurma cürümünü örtbas etmeye çalışmıştır. Üstelik Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün cevabi yazısında el konulan toplam CD, DVD sayısının 125 olarak gösterilmesine karşılık İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen tutanakla el konulan toplam CD, DVD sayısının 134 olarak gösterilmesi karşısında CD, DVD sayısındaki fazlalığın bu kez de 9’a ulaştığını görüp bir kez daha hayrete düştük. Umarım mahkemenizin de bu husus dikkatini çekmiştir. Ancak maddi hakikati araştırmakla yükümlü mahkemeniz bu çelişkinin giderilmesi ve olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi için Ankara ve İstanbul Emniyetine maalesef yeniden müzekkere yazmaktan imtina etmiştir. Sonuçta ne oldu? İddia makamı da mahkemeniz kayıtları baz alındığında adli emanette bulunan 3 adet fazla CD ile arama tutanaklarının hiçbirinde yer almayan düzmece Elba 3 ve Elba 4 numaralı CD’lere ve içeriklerine dayalı olarak şahsıma hem iddianamede hem de esas hakkındaki mütalaada asılsız suç isnatlarında bulunmaya devam etti. Oysa şahsımla ilgili aramalarda bulunmadığı somut olarak kanıtlanmış tutanaklarda yer almayan dosyaya halen imajları dahi sunulmamış varlığı meçhul bu düzmece deliller hukuken yok hükmündedir. Tabir-i caiz ise hiç ölü CD’nin Davası mı 21 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:22 olur? Başka mı? Bildiğiniz üzere iddianamede 03.04.2008 tarihinde saat 17:08’de Turan Çömez ile Ferda Paksüt arasındaki telefon konuşmasına ait tapede teknik tahrifat yapılarak Bayan Paksüt’ün eşi Osman Paksüt’ü kastederek yaptığı konuşmada Osman abini ifadesinden - ni eki çıkartılarak konuşma tutanağı Osman abi şekline dönüştürülmek suretiyle Ferda Paksüt’ün Turan Çömez vasıtası ile AKP’nin kapatma davası ile ilgili şahsımdan bilgi aldığı iddiası ileri sürülmüştür. Yapılan tahrifat teknik bilirkişi raporu ile mahkemenizde kanıtlanınca iddia makamı bu defa da mesnetsiz iddiasını mütalaada kapatma davasından söz etmeden soyut olarak bilgi aldığı şekline dönüştürmüştür. Peki, tahrifat ile yok edilen - ni ekinin sorumlusu kim, meçhul. Aslında benim Turan Çömez ile yaptığım görüşmede kendisi ile İstanbul Teknik Üniversitesi Ankara’daki lokalinde randevulaşma ve birlikte konferans vereceği üst kat salonuna çıkmak için yapılmış olmasına rağmen maalesef yapılan teknik tahrifat neticesinde hiçbir irtibatım olmayan Ferda Paksüt ile ilişkilendirilen bir görüşme haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bir diğer örnek 2006 yılı Mayıs ayında siyasi parti kurma çalışmalarını yürüten Karadenizli bazı işadamlarının verdikleri bir öğle yemeği sonrasında Alaaddin Bayraktar tarafından yapılan bir davet üzerine dosyanın sanıklarından Semih Tufan Gülaltay ile tamamen bir rastlantı sonucu hayatımda sadece bir kez karşılaşmış olduğumu tüm ayrıntılarıyla mahkemenize sunduğum sözlü ve yazılı beyanlarımı da burada açıklamıştım. Aynı şekilde Semih Tufan Gülaltay da huzurunuzda vermiş olduğu ifadesinde benim beyanlarımı teyit etmiştir buna ilaveten savunma tanığım İsmet Tuncer de 12.10.2012 tarihinde ve 244. celsede mahkemenizdeki beyanları ile de bu tesadüfi karşılaşmayı çok net olarak açıklamıştır. Keza mahkemenize bildirdiğimiz tanıklar listesinde olmasına rağmen kabul edilmediği için 11.03.2013 tarihinde duruşma salonunda hazır edilen ve mahkemenizce CMK’nın 178. maddesindeki yasal zorunluluğa rağmen yine de dinlenmeyen savunma tanığım Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu’nun aynı gün ulusal medyaya yaptığı ve o gün ve takip eden 12.03.2013 tarihli ulusal basında da yer alan açıklamaları ile de söz konusu karşılaşmanın tamamen bir rastlantı sonucu gerçekleştiği teyit edilmiştir. Ancak dosya kapsamındaki bu verilerle tüm gerçek ortaya çıkmış olmasına rağmen mütalaada hala hiçbir somut delile dayalı olmaksızın Semih Tufan Gülaltay ile sık sık görüştüğüm iddiasına yer verilmesi gerçeklerin inkarı niteliğinde kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bir başka örnek sanık Habib Ümit Sayın gizli tanık Anadolu olarak 11.04.2009 tarihinde savcılıkta verdiği ifadede Ankara’da tarafımca kendisine söylendiğini ileri sürdüğü sivil toplum kuruluşları Türkiye topluluğu, ADD, Çağdaş Eğitim Vakfı ayrıca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile ilgili beyanlarını daha sonra huzurunuzda verdiği 07.12.2009 tarihinde 124. celse tutanaklarının 38. sayfasında yer alan ifadesiyle değiştirerek bu beyanın benim tarafımdan değil dava sanıklarından bir başka kişi tarafından söylendiğini ileri sürmüştür. Şöyle ki tarih 07.12.2009 ve celse 124 tutanak sayfası 38 tutanaktan ifade ediyorum. Sanık Kemal Kerinçsiz: sivil yapılanmadan size bahseden kimdi efendim. Dernek isimlerini söyleyen sanık Habib Ümit Sayın: Şener Paşa, sanık Kemal Kerinçsiz: Şener Paşa size Şener Paşa az önce saymış olduğunuz dernekleri mi saydı. ÇEV, ADD, ÇYDD, TESAV doğru mu efendim? Sanık Habib Ümit Sayın: TESAV’ı o söylemedi TESAV daha sonra baş harfleri ile ifade ediyorum AOG ile konuştuğumda içinde olduğunu TESAV’ı Şener Paşa saymadı diğerlerini saydı. Sanık Sevgi Erenerol müdafii Avukat Vural Ergül sayfa 11. Şimdiki ifadenizde diğer iki ifadenizle birlikçe çelişiyor. Sanık Habib Ümit Sayın: hayır ifadeye geçerken defalarca görüşmedim şahsımı kastederek kendisiyle gerçek olan 1, 1. Ordu Komutanlığı sırasında 1.Ordu Komutanlığında görüştüm daha sonra bir kez merkez ordu evinde görüştüm onun haricinde bir iki telefon konuşmam var ondan başka görüşmedim müteaddit olacak kereler beni makamına çağırmış değil. Yani öyle bir hata var orada. Sayfa 19. Sanık Habib Ümit Sayın: şimdi şöyle arz etmek istiyorum bu ifadeyi imzalarken ben baştan okumadım. Zekeriya Öz’e söylediklerimin hepsinin yazıldığını varsaydım. Dolayısıyla bu ifadede söylemediğim yani farklı söylediğim şeyler onları belirtmek istiyorum. Sayın Zekeriya Öz ile biz karşılıklı konuştuk önce anlattım. Daha sonra kendisi ifadeyi yazdırdı. Mahkeme 22 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:23 Başkanı: pazarlıkla mı verdiniz o ifadeyi. Sanık Habib Ümit Sayın: pazarlıkla vermedim. Mahkeme Başkanı: mümkün olursa böyle bir ifade vereceğim demek pazarlıktır. Sanık Habib Ümit Sayın: hayır sadece dilekçemde tahliyem söz konusu olursa böyle bir ifade vermek istiyorum dedim. Mahkeme Başkanı: altına imza atıyorsunuz yazının altına imza atıyorsunuz bak şimdi de yok diyorsunuz. Sanık Habib Ümit Sayın: aramızdaki konuşma farklıydı buraya farklı geçirilmiş yani aramızdaki Sayın Zekeriya Öz ile yaptığımız görüşme farklıydı. Sayfa 23. Mahkeme Başkanı: asker içerisindeki bir yapılanmayı 2004’te öğrendim. Fakat bu askeriyenin içerisindeki yapılanmanın sivil uzantıları olduğundan, siville bağlantılı kurduklarını ne zaman bahsedildi size? Sanık Habib Ümit Sayın: 2006’da Şener Eruygur bahsetti ilk defa sonra baş harfleri ile HK bahsetti şeyde Ankara Merkez Orduevinde. Mahkeme Başkanı: emekli olduktan sonra mı? Sanık Habib Ümit Sayın: emekli olduktan sonra ama genellikle ama genel olarak Şener Eruygur bahsetti sivil toplum kuruluşları ile bağlantıları konusunda. Bu davanın hem sanığı hem gizli hem de açık tanığı Habib Ümit Sayın huzurunuzda vermiş olduğu ifadesinde bunları diyor. Duruşma tutanaklarında bunlar okuduğum gibi var. Ancak esas hakkındaki mütalaaya bakınız bu konuda ne yazıyor. Şimdi onu okuyorum. Mütalaa sayfa 94; Ümit Sayın ifadesinde Hurşit Tolon ile Şubat 2006 Ankara Merkez Orduevinde görüştüğünde kendisine TSK içerisinde gizli bir örgüt yapılanması bulunduğu, ADD, Çağdaş Eğitim Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile irtibatlı olduğu şeklinde beyanda bulunduğu. Neden mütalaada Habib Ümit Sayın’ın mahkemeniz huzurunda vermiş olduğu ifadesindeki değişiklikler yer almıyor? Bu da mı sehven? Acaba iddia makamı şayet Habib Ümit Sayın’ın mahkemeniz huzurundaki ifadesine atıfta bulunursa bu şahsa soruşturma aşamasında tahliye vaadinde bulunularak gizli tanık statüsü ile ifade vermeyi kabul ettiği gerçeğinin bir kez daha ortaya çıkacağından mı endişe duyuyor? Ancak bildiğiniz üzere gerçekler inatçıdır. İddia makamı mütalaada yer verse de vermese de Habib Ümit Sayın’ın daha önce gizli tanık Anadolu takma adıyla tarafıma yönelttiği asılsız suçlamaları tahliye vaadiyle baskı altında verdiği okumadan imzaladığı ve mahkemeniz huzurunda 07.01.2009 tarihli ifadesiyle de şahsıma yönelik önceki beyanlarını tamamen reddettiği yadsınamaz bir gerçektir. Bir diğeri esas hakkındaki mütalaanın 1687. sayfasında bazı şehit cenazelerinde halkı hükümet aleyhine kışkırttığım iddiası yer alıyor. Bazı şehit cenazeleri denilerek ne kastediliyor. Hangi şehit cenazelerinde böyle bir eylemde bulunmuşum nerede kanıtları şayet bazı şehit cenazelerinde kastedilen Şehit Alim Yılmaz’ın Kocatepe camiindeki cenaze töreni ise iddia makamı niçin suçlamasına dayanak yaptığı tanık Müslüm Öztürk’ün şahsıma yönelttiği bu asılsız ithamlar nedeniyle Ankara 4. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen 2011/715 esas nolu davada iftira suçundan dolayı yargılandığını ve söz konusu davanın soruşturma aşamasında görgü tanığı olarak dinlenen Türkiye Cumhuriyeti Devletince tarafıma tahsis edilmiş Jandarma Koruma Tim Komutanı Jandarma Kıdemli Başçavuş Necdet Yılmaz ile emekli Tümgeneral Selahattin Dinçer’in dosyaya sunduğumuz beyanları ile Müslüm Öztürk’ün bir müfteri olduğunun kanıtlandığı gerçeğine hiç değinme ihtiyacı duymamıştır. Bu da mı sehven? Daha önce iddianamede yer verilen ve eşine ancak bir komedi filminde rastlanabilecek gizli tanık 17’nin ortaya attığı varlığı iddia edilen terör örgütünün ucuz olsun diye İstanbul Yeşildirek’ten ve Azerbaycan’dan temin etmeye çalıştıkları 10.000 adet kalpağın başa geçirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisini ele geçirme çalışmalarının akıbeti ile tanık Tayfun Güler’in Zeytinburnu 41. bakım merkezi komutanlığında bulup da taşıttığım iddia edilen 40 ton Bizans altınına ne olmuş, araştırılmış mı, bulmuşlar mı, hala arıyorlar mı? Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ne karar vermiş? Acaba konu ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği için mi mütalaada bunlara da yer verilmemiş, hiç bahsedilmemiştir? Ama iddianamede çamur at izi kalsın mantığı ile kişilerin şeref ve haysiyeti ile oynama sürecinde bunlardan çokça bahsedilmiştir manşet manşet. Özellikle yandaş basın ve yayın kuruluşlarında ancak üzerime atılan bu iftiranın tamamen gerçek dışı olduğunu ortaya koyan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı hiç görmezler ve duymazlar şimdi, sanki üç maymun sembolü gibi. Göz 23 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:24 ardı edilen lehime önemli bir delil de mahkemenizde resen tanık sıfatıyla dinlenen Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün şahsımın cebir ve şiddet yöntemiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti faaliyetlerinin engellenmesine yönelik hukuka aykırı hiçbir eylemde bulunmadığıma yönelik açık ve net beyanlarıdır. Ayrıca emekli Orgeneral Hilmi Özkök mahkemeniz huzurunda vermiş olduğu bu ifadesinde dönemin MİT müsteşarı tarafından kendisine ilk kez 2003 yılında gösterilen Ergenekon isimli belgeyi tutarsızlıkları nedeniyle inandırıcı bulmadığı için herhangi bir işlem yapmadığını belirtmiş ve kendisine yöneltilen bir soru üzerine Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı süre zarfında şahsımın hükümete karşı darbe yapılmasına ya da hükümete muhtıra verilmesine yönelik herhangi bir öneri teklif ya da değerlendirmede bulunmadığımı açıkça beyan etmiştir. Diğer bir çarpıcı örnek oturmakta olduğum askeri lojmanıma 1 Temmuz 2008’de arama yapmaya gelen Cumhuriyet Savcısı arama kararını bana tebliğ ederken yaklaşık 500 metre ilerideki oğlumun evinde de arama yapıldığından bana hiç söz etmiyor. Nitekim o sırada tesadüfen açık kalan telefonumun ses kayıtlarından Cumhuriyet Savcısının konuşması duyuluyor ve bana Kazakistan caddesindeki oğluma ait evin arandığının tarafıma iletilmediği böylece teyit edilmiş oluyor. Oysa bu somut delile rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü taaa 450 kilometre uzaktan yorum yaparak oğlumun Ankara’da Kazakistan caddesindeki evinin aranmasından benim mutlaka haberim olacağı kehanetini ifade ediyor. Tesadüfen açık kalan telefonumun ses kaydı dosyada bulunmasına rağmen mütalaada bu önemli delil neden atlanmış diye şimdi düşünmeyelim mi? Burada açıklayıp bunu araştırmayalım mı? Cevabı çok açık oğlumun evinden ayrılması özellikle beklenecek ve kimse yokken arama yapılacak ki tarafıma asılsız suç isnadında bulunmak için düzmece deliller yaratılsın. Ancak bu çirkin komplo maalesef tüm açıklığı ile ortaya çıkmış olmasına rağmen mütalaada halen daha arama tutanaklarında yer almayan varlığı meçhul CD’lere dayanılmaya ihtiyaç duyulmuştur. İddia makamının bu durumuna üzülmemek elde değil. Çünkü düzmece delilleri bir kenara bıraktığımızda dosyada aleyhime kullanılabilecek hukuken geçerli somut hiçbir delil yok tekrar ediyorum yok. Ayrıca Ankara’dan 01.07.2008 tarihinde üç adresten el konulan CD, DVD’lerin hash değerleri neden 41 gün sonra 12 Ağustos 2008’de alındı. Ondan mı 5 senedir bu CD’lerin imajları dosyaya konulup tarafımıza halen daha verilemiyor. Bunu cevabı da mütalaada yok ama düzmece dijital verilere dayalı tarafıma yöneltilen sayısız suçlamalar var. Bunları da mı sineye çekeyim. Türk Silahlı Kuvvetlerinden 2005 yılının Ağustos ayında emekli olmama rağmen vatan hizmetim halen devam ediyor. Bu asılsız iftiralara maruz kalmam da vatanıma, milletime şerefle ve onurla verdiğim bu hizmetlerin devamı ya da doğal sonucu mu? Öyleyse bugüne kadar vatanıma, milletime verdiğim tüm hizmetler gibi tutsaklığım da helal olsun diyorum. Ülkemizin yaşadığı bu kritik süreci gördüğümde inanın içim parçalanıyor ve uğradığım bunca haksızlığa zulme ve çirkin iftiralara rağmen her zamanki gibi yine vatan sağ olsun diyorum. Yine dönelim mütalaa adı verilen suçlama dokümanındaki mesnetsiz ithamlara. Bilindiği üzere Mehmet Bora Perinçek’in yaptığı bir telefon görüşmesinde kendisine sorulan Doğu amcaya mı gidiyorsun sorusu tahrif edilerek tapeye Tolon amcaya mı gidiyorsunuz şeklinde değiştirilmiş ve iddianamede sözde örgütsel irtibatın kanıtıymış gibi gösterilmişti. Söz konusu telefon konuşmasında teknik tahrifat yapıldığı Mehmet Doğu Perinçek tarafından mahkemenizde kanıtlanınca mütalaada bu kez soyut olarak şahsımla Mehmet Bora Perinçek arasında telefon irtibatı olduğu ileri sürülmüştür. Oysa dosya kapsamında benimle Mehmet Bora Perinçek arasında cereyan etmiş tek bir telefon görüşmesi dahi yoktur. 9 hafta süreyle fiziki takip altında tutulduğum hatta tahliyemden sonra da yeniden fiziki takip yapıldığı dosya içeriğinden belgelendiğinden anlaşılıyor. Nerede bunların raporları heyete lazım değil mi. Hayatının hiçbir döneminde yasa dışı bir faaliyetinin olmadığını kanıtlayacak endişesiyle mi söz konusu fiziki takip raporları dosyaya konulmamış ve mütalaada hiç yer verilmemiştir. Oysa iddia makamı suçsuzluğumun bir kanıtı olan şahsıma ait fiziki takip raporlarını da dosyaya koymak ve mütalaada yer vermek yükümlülüğündedir. Anlaşılan o ki tek 24 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:25 taraflığı ve önyargılığı bu mütalaanın hafızası nisyan ile maluldür. Diğer taraftan mütalaada hiç sözü edilmeyen önemli bir başka konu da lehime olacak beyanlarımdır. Örnek olarak henüz Ergenekon davası ile ilgili iddialar daha ülke gündemine gelmemişken 05.03.2008 tarihinde Diyarbakır Şehit Aileleri Derneği Başkanı Ahmet Büyükburç ile yaptığım ve tape 4271’de kayıtlı konuşmamızda benim Ahmet Büyükburç’a hitaben hukuk dışı yasadışı efendim bir söylemi tavrı hiç benimsemeyin. Bak zor meşakkatli olmasına rağmen yapılacak her şey atılacak her adım yasalara uygun kurallara uygun efendim işte Türkiye’nin örf, adet ve geleneklerine uygun olmalı aksi halde haklıyken haksız olursunuz sözlerim niçin bu mütalaada yok. Çünkü lehime delil de ondan. Salt bu ifadem dahi hakkımdaki son derece mesnetsiz iddiaları ve sübjektif yorumları çürütüyor da ondan. CMK 160 ve 170 unutulmuştur da ondan. Mesnetsiz iftiralarda bulunan gizli ya da açık tanık beyanı değil de ondan mütalaada yer almıyor. Keza 05.03.2008 tarihinde Profesör Doktor Ali Ercan ile yaptığım ve tape 4270’te kayıtlı görüşmede sivil toplum faaliyetlerinde bulunacak kişilerin tüm siyasi düşüncelerinden arınarak siyaset üstü olmaları gerekir sözlerim ile yine aynı kişiyle 02.04.2008 tarihinde yaptığım tape 6269’da kayıtlı görüşmede hukukun üstünlüğüne olan inancımız, bağlılığımız, saygımız ve yargının bağımsızlığına olan gereksinimimiz bir kez daha vurgulanmıştır. Bu sözlerim neden iddianamede ve mütalaada yer almıyor. Bu sözler benim yasalar karşısındaki duygu ve düşüncelerimi yansıtmıyor mu? Aynı şekilde mahkemenizde sözlü ve yazılı beyanlarımda somut delilini sunduğum Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılmamı takip eden 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden sonra yeni aktüel dergisinde yer alan röportajımda seçim sonuçlarının nasıl değerlendirdiğime ilişkin yöneltilen soruya bu memleket demokrasiyi özümsemiştir artık şeklindeki yanıtım neden mütalaada yok. Hem beni somut bir delile dayanmadan demokrasi düşmanı tanımlayacaksın hem de yıllardır demokrasi konusundaki görüş, düşünce, söylem ve tutumumu görmezden geleceksin bu mu adalet? Aile, meslek ve devlet terbiyemiz ilse devlet terbiyemiz ile adalet anlayışımız kimseyi koyun sanılmamız algısı bahşetmemeli. Kanun önünde eşitlik ilkesi göz ardı edilerek yapılan keyfi uygulamalar ise kamuoyunda ve kişi vicdanında ceza yargılamasının bir tarafı olan iddia makamına ve dolayısıyla adalete olan inancı sarsarak yargılamaya gölge düşmesine neden olmaktadır. Çünkü tarafsızlık ilkesi sadece hakim ya da mahkemelere değil aynı zaman geniş yetkilerle ve yasal sorumluluklarla donatılmış Cumhuriyet Savcılarınca da asla ihmal edilmemesi gereken temel bir esastır. Makam, rütbe ve sorumluluklar kişilere görevlerinde daha iyi hizmet etmeleri için verilmiştir. Kişisel husumetlerini ya da kaprislerini gidermek için değil. Hukuk devletinde yargıçlar ve savcılar dahil hiç kimse hukuka aykırı keyfi işlem ya da kararları sebebiyle sorumsuz değildir ve olamaz da. Şimdi adil yargılama hakkım ihlal edilerek tarafıma şeklen tanınan sınırlı süre içerisinde mahkemenizce somut delilleri ve hukuki dayanakları ile yapacağım açıklamalar muaceyesinde esas hakkındaki mütalaanın hazırlanmasında Anayasa ve yasaların tayin ettiği görev yetki ve sorumlulukların dışına çıkılarak düzmece deliller ve atfı cürüm niteliğindeki soyut iddialardan medet umularak tarafıma nasıl asılsız suçlamalarda bulunulduğunu ortaya koyacağım. Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerde şahsımla ilgili olduğu ileri sürülen hususlar; Mütalaada Deniz Kuvvetleri eski komutanı emekli Oramiral Özden Örnek tarafından tutulduğu ileri sürülen günlüklere dayalı olarak şahsımla ilgili iki iddiaya yer verilmiştir. Bunlar 8 Ekim 2003 tarihinde Ege Ordu Komutanlığında yapılan kahvaltı 3 Aralık 2003 tarihinde yüksek askeri şura hazırlık toplantısında tüm yüksek askeri şura üyeleri beyanında şahsıma ait olduğu ileri sürülen beyan. Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerde ilişkin olarak sözlü ve yazılı savunmalarımda ayrıca yapılan çapraz sorgumda ayrıntılı olarak yanıt vermiştim. Mütalaada benim 8 Ekim 2003 tarihinde Ege Ordu Komutanlığında yapılan kahvaltıda sözde darbe planları çerçevesinde kuvvet komutanlarının birlikte hareket ettiklerini bildiğim halde Genelkurmay Başkanı’nı zor durumda bırakmak için kasıtlı olarak imam hatip konusunu açtığım iddia edilmiş ve buna dayanak olarak günlükler, dolaylı ikrarım ve tanık beyanı gösterilmiştir. İddia makamının bu iddiası da tamamen 25 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:26 sübjektif ve gerçek dışı bir yorumdan ibarettir. Öncelikle emekli Oramiral Özden Örnek’in söz konusu günlüklerin kendisine ait olmadığını belirterek basında çıkan haberleri tekzip ettiği ve gazeteci Alper Görmüş hakkında yaptığı suç duyurusuna istinaden adı geçen şahsın hakaret suçundan dolayı sanık olarak yargılandığını tekrar etmek isterim. Aynı şekilde emekli Oramiral Özden Örnek’in bilahare kamuoyunda Balyoz davası olarak adlandırılan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2010/283 esas nolu davanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında vermiş olduğu ifadelerde de günlüklerinde tahrifat yapıldığını beyan ettiği sabittir. Ben taraf gazetesinde yayınlanan emekli Orgeneral Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerde ismimin geçtiğini öğrenir öğrenmez 5 Nisan 2007 tarihinde sabah gazetesine yaptığım açıklama ile bu günlükleri yalanladım. Ancak şahsıma ithaf edilen bölümlerinde kişilik haklarımı rencide eden herhangi bir beyana rastlamadığım nedenle ayrıca mahkeme kanalıyla günlükler için tekzip etme ihtiyacı duymadım. Bu gerçeğe rağmen iddia edilen günlüklerin şahsım tarafından doğrulandığının yeniden gündeme getirilmesi üzerine bu defa 1 Temmuz 2011 tarihinde avukatım İlkay Sezer tarafından yapılan kamuoyu açıklaması ile Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlükleri kesinlikle doğrulamadığımı kaldı ki iddiaya konu bu günlüklerin emekli Oramiral Özden Örnek tarafından da tekzip edilmek suretiyle reddedildiğini bir kez daha tekrarladım. Esas hakkındaki mütalaada her ne kadar taraf gazetesi muhabiri Tanık Alper Görmüş’ün ifadesine dayalı olarak sözde günlüklerin gerçekliğinin ispatlandığı ileri sürülmüş ise de gerçekte adı geçen tanığın çelişkilerle dolu ve maddi kanıta dayanmayan soyut iddialarına hukuken itibar edilmesi mümkün değildir. Tanık Alper Görmüş’ün huzurunuzda vermiş olduğu ifadesi ile bir kez daha teyit edildiği üzere iddia edilen günlükler Word formatında dijital veri şeklinde kendisine gönderilmiştir. Tanık Alper Görmüş avukatlarım tarafından imzasız Word formatında yazılmış aidiyeti tespit edilemeyen ve çıktıları kendi beyanına göre iki bavula sığan bu verileri bu kadar kısa sürede nasıl doğrulattığı sorulduğunda sadece o tarihte belirtilen toplantıların yapıldığını teyit ettiğini ancak o toplantılarda gerçekten taraflar arasında iddia edilen konuşmaların yapılıp yapılmadığını teyit etmediği anlaşılmıştır. Buna ilaveten tanık Alper Görmüş’ün iddia edilen günlüklerin Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök tarafından da doğrulandığı şeklindeki beyanı da tamamen gerçek dışıdır. Açık ifadesiyle yalandır. Nitekim emekli Orgeneral Hilmi Özkök tarafından bu tarihe kadar kamuoyuna yapılan açıklamalarda ve tanık sıfatıyla mahkemenizce alınan ifadesinde günlükleri doğrulamamış tam tersine söz konusu günlüklerde bana atfen yapılan konuşmaları yalanlamıştır. Kaldı ki tanık Alper Görmüş’ün mahkemenize vermiş olduğu ifadesinde de açıkça belirttiği üzere varlığı iddia edilen günlüklerin bana atıfta bulunan bölümlerinde dahi cebir ve şiddet yöntemiyle hükümetin faaliyetlerinin engellenmesine ya da hükümet muhtıra verilmesine yönelik somut hiçbir beyanda bulunmadığım sabittir. Gelelim varlığı ispatlanmamış günlüklere istinaden mütalaada şahsıma yöneltilen asılsız ithamlara. Benim 8 Ekim 2003 tarihinde Ege Ordu Komutanlığında Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının katıldığı bir kahvaltının yapılmış olduğunu doğrulamam ne varlığı ileri sürülen günlüklerin ne de mütalaadaki iddianın gerçekliğini kanıtlamaz. Benim söz konusu kahvaltıda bu içerikte bir konuşma yaptığımı teyit eden dosya kapsamında ne dolaylı ya da dolaysız bir ikrarım ne de maddi hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Kaldı ki söz konusu kahvaltıda güncel bir konu görüşülmüş ise bunun kasten yapıldığını ileri sürmekte tamamıyla iddia makamının sübjektif bir yorumudur. Mahkemenizde tanık sıfatıyla ifade veren Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök kendisine sorulan bir soru üzerine ordu komutanlıklarında denetlemelerde zaman zaman kahvaltı yaptıklarını bu kahvaltılarda çok değişik konuların konuşulduğunu ancak böyle bir konunun konuşulduğunu hatırlamadığını fakat imam hatipler konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin hassasiyeti bulunduğu için böyle bir konunun konuşulmuş da olabileceğini beyan etmiştir mütalaanın 1025. sayfasında. Görüldüğü üzere Orgeneral Hilmi Özkök bir taraftan söz konusu kahvaltıda imam hatiplerle ilgili bir konuşma yapılıp yapılmadığını hatırlamadığını söylemiş diğer taraftan imam hatipler 26 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:27 konusunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin hassasiyetine atıfta bulunarak bu tür konuşmaların sık sık yapılması nedeniyle varsa böyle bir konuşmaya da özel bir anlam yüklenemeyeceğini ortaya koymuştur. Emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün mahkemenizdeki mütalaada söz konusu kahvaltıdaki konuşmalarının tanık beyanı ile de doğrulandığının ileri sürülmesi gerçeklerin inkarı anlamını taşımaktadır. Mütalaada sözde günlüklere dayalı olarak 3 Aralık 2003 tarihinde Genelkurmay Başkanlığında yapılan yüksek askeri şura öncesi hazırlık toplantısında söylediğim ileri sürülen sözler bu iddia mahkemenizce kamu tanığı sıfatıyla dinlenen Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök tarafından da bir kez daha yalanlanmış ve söz konusu toplantıda benim böyle bir beyanda bulunmadığım kesin olarak ifade edilmiştir. Emekli Orgeneral Hilmi Özkök ifadesinde ayrıca Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığı süre zarfında şahsımın hükümete karşı darbe yapılmasına ya da hükümete muhtıra verilmesine yönelik herhangi bir öneri teklif ya da değerlendirmede bulunmadığımı da açıkça beyan etmiştir. Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök mahkemenizde kamu tanığı sıfatıyla vermiş olduğu ifadesinde bu açık ve net beyanları ile şahsımın cebir şiddet ve tehdit ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin faaliyetlerinin engellenmesine yönelik hukuka aykırı hiçbir eylemde bulunmadığımı bir kez daha kanıtlamıştır. Diğer taraftan esas hakkındaki mütalaada şahsımda çıktığı iddia edilen bir CD içerisindeki operasyon adlı belgede Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün istifasının sağlanması yönünde belli tespitlerin yapıldığı ileri sürülmektedir. Savunmamın başından beri defalarca belirttiğim üzere operason adlı belgenin içinde bulunduğu ileri sürülen Elba marka 4 nolu düzmece CD şahsıma ait adreslerde bulunmadığı gibi oğlumun şahsi konutunda yokluğunda yapılan arama sırasında da elde edilmemiştir. Elba marka CD’ler hiçbir arama el koyma tutanaklarında yoktur. İddia makamınca tarafıma bu düzmece CD’lere dayalı olarak suç isnadında bulunulurken mahkemeniz tarafından defalarca talep edilmesine rağmen Elba marka bu CD’lerin imajı bile dosyaya sunulmamış ve böylelikle savunma hakkımız kısıtlanmıştır. Varlığı kanıtlanmamış dosyaya imajı dahi sunulmamış düzmece delillere karşı savunma yapmak zorunda bırakılmam dahi başlı başına adil yargılama hakkımı yok sayan bir insan hakkı ihlalidir. Ayrıca mütalaanın 1092. sayfasında yer alan Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün istifaya zorlanmasının sonuç vermesi halinde darbe planları çerçevesinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirileceğim iddiası da somut hiçbir delile dayanmayan bir varsayımdan ibarettir. Kaldı ki Silahlı Kuvvetlerde atama usulleri yetkili makamlar, kıdem sıra durumu, yaş hadleri, görev süreleri yasa ile belirlenmiştir. Kuvvet Komutanlığının ataması Milli Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzalayacağı üçlü kararname ile olur. Yoksa dedikodu ile değil. Mütalaada Cumhuriyet Çalışma Grubu faaliyetleri ve darbe planlarına dayalı olarak tarafıma isnat edilen asılsız suçlamalara ait açıklamalarım. Mütalaanın 1687. sayfasında Ergenekon Terör Örgütüne ait birçok örgüt belgesi 2003 – 2004 yılları arasında yapılması planlanan askeri darbe çalışmalarını yürütmek için Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde illegal olarak kurulan Cumhuriyet Çalışma Grubu raporlarının ele geçirildiği ileri sürülmektedir. 28. Sayfada da ben Ahmet Hurşit Tolon’un Kazakistan caddesinde bulunan adreslerinde aramada bulunan Elba Marka M2C527ALI0043 altını çiziyorum 0043 seri numaralı CD içerisinde bazı sözde örgütsel belgelerin dijital hallerinin bulunduğu mütalaanın 178, 254 ve 278. sayfalarında da şahsımla ilgili Elba marka C2527 yine ALI0043 seri numaralı CD’de bulunduğu ileri sürülen bu belgelerin aynısının başka sanıklar ile ilgili aramalarda da ele geçirildiği. Aynı şekilde 28. sayfada Kazakistan caddesindeki aramada ele geçirildiği ileri sürülen Elba marka M2C527ALI0048 seri numaralı CD içerisindeki belgelerden 2003 – 2004 yıllarında Sarı kız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven kod adlı darbe planları yapıldığı ve Jandarma Genel Komutanlığında Cumhuriyet Çalışma Grubu ile bu darbe planları kapsamında faaliyetler icra edildiğinin anlaşıldığı belirtilmektedir. İddianame ve mütalaada sıkça yer verilen Elba Marka söz konusu iki adet CD ne mudeko korumalı askeri lojmanımdaki ikametgahımda ne de benimle ilgili başka adreslerde yapılan aramalarda bulunmamıştır. 27 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:28 Bulunduğuna dair dosyada tek bir somut delil mevcut değildir. Ne bende ne oğlumun ikametgahında bulunmayan Elba marka iki adet CD içeriği olarak mütalaanın bazı sayfalarında dijital veri bazılarında ise belge olarak tanımlanan bu düzmece delillere istinaden örgüt faaliyeti kapsamında darbeye teşebbüs isnadıyla suçlanmaktayım. İddia makamı dosyaya imajı dahi ibraz edilmemiş arama tutanaklarında yer almayan varlığı halen kanıtlanmamış düzmece bir veriye dayalı olarak tarafıma nasıl suç isnat edebilir. Ben yok olan bir şeyin içeriği ile nasıl savunma yapabilirim. Yoğa talep olur mu hiç? Şahsıma isnat edilen suçlamaların dayandırıldığı Elba marka bu CD, DVD’ler aramaya ilişkin tutanaklarda yer almadıkları gibi İstanbul Emniyet Müdürlüğünün şahsımla ilgili dört ayrı adreste yapılan aramada el konulan belge, doküman ve CD, DVD’ler ile bilgisayarlara ait İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 05.07.2008 tarihli ve B05 sonu 16 sayılı fezlekesinde de bunlar bulunmamaktadır. Şahsıma ait olduğu ileri sürülen ve adli emanette bulunan CD, DVD’lerle ilgili talebimiz mahkemenizin 09.04.2010 tarih ve esas 2009/191 sayılı yazısı ile cevaplanmış bu yazı ile adli emanette bulunan CD’lerin adı, markası, üzerindeki numara ve seri numaraları ile fotoğrafları tarafımıza verilmiştir. İşte o zaman hayretle görülmüştür ki 18 adet olması gereken CD sayısı 21 adettir. Yani 3 adet CD sizde fazladır. Üstelik bununla kalsa iyi üstelik seri numaraları da farklıdır. Biraz önce altını çiziyorum diye ifade etmiştim 0043. 0043 diye bir CD mevcut değildir verdiğiniz yanıtlarda ve fotoğraflarda Elba M2C527ALI0048 ve Elba M2C527ARI, R ile yine 48’dir. Yani iddianamede ve mütalaada sıkça belirtilen Elba M2C527ALI0043 seri numaralı bir CD’de mevcut değildir. Hayal ürünüdür. Artık arama ve el koyma tutanakları ile oğlumun evinden yasa dışı arama ile el konulmuş olan CD sayısının halen adli emanette 3 adet fazla olduğunun inkar ve tevil edilemeyecek bir gerçek olduğu kabul edilmek zorundadır. Buna ilaveten adli emanetteki 3 adet fazla CD’nin bir taraftan mahkemenizce imajı dahi bana verilmezken diğer taraftan iddia makamınca dosyaya ibraz edilmeyen varlığı kanıtlanmamış bu düzmece CD’lere dayalı olarak cezalandırılmamın istenilmesi savunma hakkımın kısıtlandığının bir diğer göstergesidir. Ayrıca mahkemenizce bu düzmece suç delillerini yaratan sorumlular hakkında yasal işlem başlatılmaması da Türk Ceza Kanunun 279. maddesinde düzenlenen kamu görevlisinin suçu bildirme yükümlülüğüne aykırıdır. Nitekim avukatlarım tarafından İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Savcılıklarına yapılan suç duyurusu üzerine düzmece olduğu ileri sürülen delillerin huzurunuzda görülmekte olan davaya konu olması nedeniyle bu görev ve sorumluluğun mahkemenize ait olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi de bu gerçeği teyit etmektedir. Böylece savunmamın başlangıç bölümünde de açıkladığım üzere varlığı ileri sürülen darbe planlarının şahsımda olmadığı ve bu sorunun iddia makamınca Hasan Atilla Uğur’a sehven yöneltildiği gerçeği de bir kez daha teyit edilmiş olmaktadır. Sonuç olarak benimle ilgili adreslerde yapılan aramalarda bulunmadığı tutanaklarla sabit olan varlığı dahi halen kanıtlanmamış bu düzmece CD’leri ve içeriğine ait olan her türlü bilgi, belge, doküman ve raporları ayrıca yine şahsımla ilgili aramalarda bulunmadığı duruşma savcısı Sayın Mehmet Ali Pekgüzel’in 21.12.2009 tarihli mütalaasıyla bir kez daha teyit edilen sözde darbe planlarını şiddet reddediyorum ve bu düzmece CD’lerle ilgili sorumlular hakkında mahkemenizce derhal yasal işlem başlatılması talebimi de tekrarlıyorum. Basın açıklamalarına ilişkin iddialar. Esas hakkındaki mütalaanın bazı sayfalarında Ayışığı kod adlı darbe planlarında kuvvet komutanlarının arka arkaya sert açıklamalar yapması gerektiğine ilişkin planlar kapsamında şahsımın da sık sık sert açıklamalar yaptığım ileri sürülmüştür. Bu iddiaların da gerçekle uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim savunmamın önceki bölümlerinde de belirttiğim üzere şahsımla ilgili adreslerde yapılan aramalarda Ayışığı adı verilen darbe planı da kesin olarak bulunmamıştır. Bulunmadığı da biraz önce ifade ettiğim gibi Cumhuriyet Savcısı tarafından teyit edilmiştir. CD içeriğinin mütalaada belge olarak tevil edilmesi de mümkün değildir. Zira hala adli emanette fazladan olan 3 adet CD’nin menşei ile arama tutanaklarında yer almayan 2 adet Elba marka CD’nin nerede ne şekilde kimler tarafından yaratıldığı halen daha açıklığa kavuşturulmamış varlığı dahi dahi 28 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:29 meçhul düzmece CD’lerdir. Ege ve 1. Ordu Komutanlıklarım sırasında özel günlerde 30 Ağustos, 10 Kasım, 29 Ekim, devir teslim törenleri gibi ya da güncel önemli bir konuda terör olayı, çuval olayı gibi basın mensupları tarafından şahsıma yöneltilen sorulara o anki duygu ve düşüncelerimi yansıtan şahsi yanıtlarım varlığı ile ileri sürülen planlarla hiçbir ilgisi yoktur. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğum dönemde komutanlığıma bağlı birliklerin özel günlerinde yaptığım konuşmalar ile medya mensuplarının sorularına vermiş olduğum yanıtlar basın yayın kuruluşlarının ideolojik görüş ve duruşlarına göre değerlendirilip başlıklandırılarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Anayasanın 26. maddesindeki her ferde tanınan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kamuoyuna yapmış olduğum açıklamalarımda cebir, şiddet, darbe ya da terör örgütü terör unsuru içeren hiçbir ifade yer almamaktadır. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğum dönemde kamuoyuna yaptığım bu açıklamalarımla herhangi bir suç unsuru bulunmadığı İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğinin 14.10.2008 tarihli ve 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.10.2008 tarihli kararı ile de kesinleşmiştir. Esas hakkındaki mütalaanın 814, 816 ve diğer sayfalarında geçen şahsımın Ergenekon Terör Örgütünün merkezi yapısı ile sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyonu sağladığım iddia edilmektedir. Söz konusu iddiaların geçersizliği sözlü ve yazılı beyanlarımla mahkemeniz huzurunda somut delilleri ile kanıtlanarak tamamen çürütülmüştür. Sözlü beyanlarım 142 nolu celse tutanağın 8, 9. sayfalarında yer almakta ayrıca çapraz sorgu sırasında verdiğim ayrıntılı beyanlarım da 05.01.2002 tarihli 145 celse nolu tutanaklarda bulunmaktadır. Burada önemle belirtmek isterim ki benim Türkiye Emekli Subaylar Derneğine üye olmam ya da Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformunun ve Türkiyem Topluluğunun birçok danışmanından biri olmam ve bu çerçevede adı geçen sivil toplum kuruluşlarının yasal faaliyetlerine iştirak etmem Anayasanın 33. maddesinde düzenlenen sivil toplum faaliyetlerinde bulunma hürriyeti ile Anayasanın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde bulunma hakkı yanında Türkiye Büyük Millet Meclisinde 4 Haziran 2003 tarihinde 4868 sayılı Kanunla kabul edilen Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Siyasal Hakları Uluslararası sözleşmesinin 21. maddesi ayrıca Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin dernek, kurum ve toplantı hakkına ilişkin 11. maddesi kapsamındaki yasal bir hakkın kullanımından ibaret olup suç teşkil etmemektedir. Nitekim danışmanı olduğum sivil toplum örgütleri de üyesi olduğum TESUD’da resmi yazıları ile bu görevlerimi mahkemenize teyit etmiştir. Dolayısıyla benim mütalaada ileri sürüldüğü gibi örgüt stratejisi doğrultusunda sivil toplum faaliyetlerini geri plandan yürüterek darbeye zemin hazırladığım gibi bir durum da söz konusu değildir. Kaldı ki söz konusu sivil toplum kuruluşları hakkında günümüze kadar herhangi bir yasal işlem de yapılmamıştır. UPEK çok sorulmuştur. Ulusal Platformlar Güç Birliğini oluşturan platformların temsilcilerinden oluşan 14 -15 kişilik bir yürütme kuruludur. Benim bu kurulun sekretarya işleri ile ilgilendiğim doğru değildir. İlgilenmiş olsaydım dahi tamamen yasal bir kuruluş olan UPEK’in sekretarya işlerinin yürütülmesinde suç teşkil eden herhangi bir yön yoktur. Şayet suç teşkil etmiş olsaydı bu kuruluşlar hakkında da yasal işlem yapılırdı. UPEK’in sekreterliğini de sözcülüğünü de toplumsal güç birliği platformu temsilcisi yürütmüştür. Bu durum bana gönderdiği e-mailler ile de sabittir. Ulusal Birlik Hareketi Platformu ile danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu sadece ulusal platformlar güç birliği platformunun düzenlediği tek bir etkinlikte birlikte olmuştur. O da 12 Nisan 2008 tarihinde Ankara’da düzenlenen Ulusal Egemenlik Buluşması mitingidir. Bu etkinlikte de herhangi bir yasadışı faaliyet olmayıp bu konuda hiçbir yasal işlem de yapılmamıştır. Resmi makamlardan gerekli izin alınarak ve yine resmi makamların etkin denetimi gözetimi çerçevesinde icra edilen 12 Nisan 2008 Ulusal Egemenlik Buluşması mitingini tertip eden Ulusal Platformlar Güç Birliği Platformunun bileşenlerinden biri olan Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformlarından Platformunun danışmanlarından biri olarak görev yapmam ve Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Mitingine iştirak etmemin cebir ve şiddetle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs şeklinde nitelendirilmesi Anayasal hakların inkarı niteliğini taşıyan hukuki dayanaktan 29 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:30 yoksun ve son derece sübjektif bir ithamdan ibarettir. Bu bakış açısından hareket edildiği takdirde söz konusu mitinglere katılan yüz binlerce kişinin de aynı suç isnadına maruz bırakılması sonucuna ulaşılabilir ki böyle bir ithamın hukuken ve mantıken izahı mümkün değildir. Kaldı ki şayet bu mitingler darbeye zemin hazırlamak için halkın hükümete karşı kışkırtılmasına yönelik faaliyetler ise polis, vazife ve salahiyet kanunu gereği polis seyirci olmaz müdahale ederdi. Şu hususta önemle belirtmek isterim ki çapraz sorgum sırasında şahsıma sık sık yöneltilen sorular çerçevesinde yer alan Ulusal Birlik Hareketi Platformu, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çay Yolu Platformu ile de benim herhangi bir bağım yoktur. Nitekim bu konuda Çay Yolu Platformunun almış olduğum resmi yazı 13.01.2012 tarihli dilekçemiz ekinde mahkemenize sunulmuş ve tanık sıfatıyla dinlenen Çay Yolu Platformu Yönetim Kurulu Başkanı Bayan İlhan Tezel tarafından da burada aynen doğrulanmıştır. Buna ilaveten tanık 19.10.2012 tarihli duruşmada benim Çay Yolu Platformu ve UPEK’te herhangi bir görevim bulunmadığını 12 Nisan mitingi ile Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen tekrar ifade ediyorum 12 Nisan mitingi ile Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının farklı kuruluşlar olduğunu nitekim Cumhuriyet Mitinglerini Ankara’daki tüm sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek düzenlediklerini beyan ederek savunmalarımı teyit etmiştir. Ancak esas hakkındaki mütalaada dosya kapsamındaki somut deliller ve savunma tanıklarımın beyanları ile mahkemenize verdiğim sözlü ve yazılı ifadelerim tamamen göz ardı edilerek Ergenekon Terör Örgütün merkezi yapısı ile sivil toplum örgütleri arasındaki koordinasyonu sağladığım iddia edilmektedir. Mütalaada ayrıca doğrudan Ergenekon Terör Örgütü tarafından kurulduğu ya da içine sızıldığı ileri sürülen sivil toplum örgütlerinden söz edilmesine rağmen bunların hangi sivil toplum örgütü olduğuna yönelik tek bir örnek dahi gösterilmemiştir. Oysa söz konusu iddiaların gerçek olmadığının kanıtlanmasını sağlayacak adı geçen sivil toplum kuruluşlarının yönetim kadrolarında bulunan bir bölümü mahkemenizce de daha önce dinlenilmesine karar verilmiş savunma tanıklarımdan avukat Sema Kendirci ve Selda Talay Tosun 18.02.2013 tarihli duruşmada Başbakan eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu ise 11.03.2013 tarihli duruşmada burada hazır bulundurulmalarına ve CMK’nın amir hükmüne rağmen mahkemeniz tarafından dinlenmemişlerdir. Sonuç olarak dosya kapsamındaki veriler çerçevesinde Anayasa ile her ferde tanınan yasal haklar içinde tamamen şeffaf bir biçimde yürütmüş olduğum sivil toplum faaliyetlerinin mütalaada cebir ve şiddetle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs şeklinde değerlendirilmesi hukuki dayanaktan yoksundur. Kaldı ki yürüttüğüm bu sivil toplum faaliyetleri ile ilgili olarak 12. Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğince verilen 14.10.2008 tarihli kesinleşmiş kararında da söz konusu toplantıların konuşmaların ve bu toplantılarda gerçekleştirilen faaliyetlerin Anayasal hakların icrası mahiyetinde olduğu ve herhangi bir suç unsuru içermediği de açıkça ifade edilmiştir. Mütalaanın 1687. sayfasında Cumhuriyet Mitinglerinin organizasyonda yer aldığım iddiası yer almaktadır. Ancak mütalaada bunların hangi Cumhuriyet Mitingleri olduğu ne zaman nerede kimlerle birlikte gerçekleştirilmiş olduğu belirsizdir. Ankara’da yapılan 14 Nisan 2007 Cumhuriyet Mitinginin hazırlık toplantılarından birine ki bunu da mahkemenizde açıkça ifade ettim. Danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış Dayanışma Platformunu yürütme kurulunun bazı üyeleriyle birlikte katılmış olmam dışında hiçbir Cumhuriyet Mitingi organizasyonu toplantısında bulunmadım. Kaldı ki bulunmuş olsam ne olur, bu suç mudur? Yetkili makamların izniyle düzenlenmiş ve hiçbir takibata uğramamış bir mitingin mütalaada bir suç organizasyonu gibi yer alması her şeyden önce Anayasal bir hakkın inkarı anlamı taşır. Semih Tufan Gülaltay ile irtibatlı olduğum ve Semih Tufan Gülaltay’ın başkanlığını yaptığı Ulusal Birlik Platformu ile birlikte hareket ettiğim iddiası. Bu da mütalaanın 806, 807 ve 814. sayfalarında yer almaktadır. Oysa yargılamanın bu aşamasına kadar toplanan tüm delillere baktığımızda iddia makamının bu iddiasının tamamen çürütülmüş mesnetsiz bir ithamdan ibaret olduğu açıktır. Bu mesnetsiz iddiayı da tümüyle reddediyorum. Semih Tufan Gülaltay ile 2006 yılının Mayıs ayında tamamen bir rastlantı sonucu karşılaşmamın mütalaada halen daha 30 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:31 örgütsel irtibat gibi gösterilmesinin gerçek dışı olduğu mahkemeniz huzurunda 12.10.2012 tarihli 244. celsede ifadesi alınan tanık İsmet Tuncer beyanları ile sübuta ermiştir. Mahkemenizce savunma tanığı sıfatıyla dinlenen İsmet Tuncer de ifadesinde benimle Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli olduktan sonra 2005 sonu ya da 2006 yılı başlarında o sırada siyasi parti kurma çalışmalarını birlikte yürüttüğü Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu vasıtasıyla tanıştığını Anayasal bir hak olan siyasal siyasi parti kurma çalışmalarında benim açıkça ben siyasetten anlamam ancak ülke için güzel görüşleriniz var yeni bir parti kurmak yerine bu düşüncelerinizi mevcut partilerde değerlendirebilirsiniz şeklinde beyanlarda bulunduğumu, yine İsmet Tuncer huzurunuzdaki beyanlarında ayrıca benim Semih Tufan Gülaltay ile 2006 yılında Mayıs ayındaki karşılaşmamın tamamen bir rastlantı sonucu gerçekleştiğini söz konusu görüşmeyi Çanakkale’deki bir konferans sonucu İstanbul’da yenilen bir öğle yemeği sırasında Alaaddin Bayraktar isimli iş adamının Yaşar Yazıcıoğlu’na hitaben isim zikretmeksizin Anadolu’nun Anadolu yakasını kastederek karşı tarafta da bir siyasi oluşum var sizlerle tanışmak arzu ediyorlar şeklindeki daveti üzerine kabul etmek zorunda kaldığımızı hatta kendisinin ve benim daha Ankara’ya döneceğiz geç kalmaz mıyız şeklindeki tereddütlerimizi bildirmemize rağmen Alaaddin Bayraktar’ın zaten yolunuz üzerinde diye yanıt verdiğini buradaki görüşmenin yaklaşık yarım saat kadar sürdüğünü çoğunlukla Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu’nun Semih Tufan Gülaltay ile konuştuğunu görüşmenin sonunda Semih Tufan Gülaltay’ın zaten siyasi bir partinin lideri olduğunu öğrendiklerini ve bu nedenle çevresindekilerin kendisine başkanım diye hitap ettiğini bu durum karşısında birlikte bir siyasi oluşum içerisinde yer alamayacakları sonucuna vardıklarını görüşmenin bitiminden minibüse bindikten sonra benim yanımdaki Yaşar Yazıcıoğlu’na kimdi bu bey diye sorum üzerine onun da minibüsün gerisine sorarak oradan Mustafa Sagıt görüşmüş oldukları kişinin kim olduğuna ilişkin bilgi verdiğini böylece Semih Tufan Gülaltay’ın kim olduğunu ilk kez orada öğrendiğimi burada beyan etmiştim. Kendisine yöneltilen bir soru üzerine de Semih Tufan Gülaltay ile daha sonra benim talimatım ile herhangi bir görüşme yapmadığını ya da bu kişiden aldığı mesajları bana kesinlikle iletmediğini açıkça ifade etmiştir. Bu konuda ayrıca hem daveti alan hem bu görüşmeyi yapan savunma tanığımız Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu tanıklarımız arasında bulunup huzurunuza 11.03.2013 tarihli duruşmada hazır bulundurulmasına rağmen yasanın amir hükmüne rağmen tarafınızdan dinlenmemiş böylece bir savunma hakkımda böylece kısıtlanmış olmuştur. Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu’nun tüm taleplerimize rağmen mahkemenizce dinlenmeyince aynı gün buradan çıkışta yaptığı ve 11 ve 12.03.2013 tarihlerinde ulusal basında yer alan açıklamaları ile Semih Tufan Gülaltay ile karşılaşmamın tamamen bir rastlantı olduğunu tüm açıklığı ile kamuoyuna ifade etmiştir. Semih Tufan Gülaltay ile sadece bir kez tamamen bir rastlantıyla karşılaştığımız dışında hiçbir irtibatımız olmadığı dosya kapsamındaki verilerle sabit olmasına rağmen mütalaada hala da sık sık irtibatlı olduğum ileri sürülmesi tamamen hayal ürünüdür ve maksatlıdır. Ayrıca Semih Tufan Gülaltay’ın başkanı olduğu ileri sürülen Ulusal Birlik Platformu ile birlikte hareket ettiğimiz iddiası da kesin olarak gerçeklere aykırıdır. Şöyle ki 12 Nisan Ulusal Egemenlik Mitingine danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu da yer aldığı Ulusal Platformlar Güç Birliği Platformuna bu miting için katılan merkezi Ankara’da bulunan Ulusal Birlik Hareketi Platformudur. Ulusal Birlik Hareketi Platformunun o tarihteki yürütme kurulu başkanı aynı zamanda ADD genel başkanı olan emekli Orgeneral Şener Eruygur’dur. Ulusal Birlik Hareketi Platformunun başat kurucusu bileşeni kurucu bileşeni Atatürkçü Düşünce Derneğidir. Bildiğim kadarıyla Ulusal Birlik Hareketi Platformu ile başında Semih Tufan Gülaltay’ın bulunduğunu sonradan bu dava nedeniyle öğrendiğim merkezi İstanbul’daki Ulusal Birlik Platformu birbirinden farklı kuruluşlardır. Benim ve danışmanı olduğum platformun Ulusal Birlik Platformu ile hiçbir irtibatı olmamıştır yoktur. Esas hakkındaki mütalaada iki farklı oluşum bilinçli olarak birbirine karıştırıldığı çok açık olarak görülmektedir. Esas Hakkındaki Mütalaanın 1766. sayfasında şahsımla ilgili aramada 31 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:32 bulunduğu ileri sürülen dinamik anti tez İstanbul 09 Aralık 2000 isimli sözde örgüt belgesinin Doğu Perinçek tarafından kaleme alındığı iddia edilen Ulusal Gençlik Birliği üzerine görüşler 3 Aralık 2000 isimli yazıdaki öneri ve eleştirilere yanıt olarak hazırlandığı kısaca Doğu Perinçek ile şahsım arasında fikir alışverişi yapıldığı iddiası yer almaktadır. Ancak hakkımdaki iddianamede dahi olmayıp ilk kez mütalaada yer verilen bu iddianın da tabi ki hiçbir mesnedi yoktur. Şahsıma ve şahsıma ait adreslerde dinamik anti tez İstanbul 9 Aralık 2000 isimli bir belge veya isimde belgenin bulunduğu bir CD kesinlikle ele geçirilmemiştir. Söz konusu iddia yine Elba 4 marka CD’den kaynaklanmaktadır böyle bir CD bende yoktur. Aynı mütalaanın 1768 ve 1687 sayfalarında sanık Doğu Perinçek’in şahsımla örgütsel irtibatı bulunduğu partisini şahsıma teslim etmeye hazır olduğunu ifade ettiği Mehmet Şener Eruygur ve şahsımla organize olarak hareket edip kontrolünde olan kitleleri yönlendirerek mitingler ve kitlesel eylemler yaptırdığı iddiası bulunmaktadır. Doğu Perinçek ile örgütsel hiçbir irtibatım yoktur olmamıştır. Partisini teslim etme konusu mütalaada tamamen çarpıtılarak yorumlanmıştır. Şahsımla genel seçimlerde partilerinden aday olmam konusundaki öneriyi kabul etmeyerek bazı kişisel değerlendirmelerde bulunmam ve eleştirilerimi ifade etmem üzerine o an alınganlıkla söylenmiş ve o zaman siz partinin başına geçin de siz düzeltin bari şeklindeki beyanı mütalaada sanki örgütsel bir irtibatın varlığıymış gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Mütalaadaki bu hatalı bakış açısından hareket edildiğinde iktidar partisi dışındaki tüm siyasi partilerinde neredeyse bir terör örgütü gibi değerlendirildiği sonucuna ulaşılır ki demokratik bir rejimde böylesine hukuk dışı Anayasal hakların inkarı niteliğindeki bir yaklaşımın kabul edilmesi kanaatimce mümkün değildir. Doğu Perinçek ile bir kez benden randevu talep edip partisine davet etmesi nedeniyle bir kez kamuoyuna açık diyalog grubu toplantısında Patalya otelinde ve bir defada Akdeniz Üniversitesindeki bir konferansa gidişte karşılaşmamız dışında sosyal ortamda dahi herhangi bir birlikteliğimiz olmamıştır. Ayrıca danışmanı olduğum Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu ve Türkiyem topluluğunun Ulusal Platformlar Güç Birliği Platformu organizasyonu ile düzenlenen 12 Nisan Egemenlik Buluşması mitingi ile de ne Doğu Perinçek’in ne partisinin ne kuruluşunun ne iddia edilen etkinliği olan birliklerin bir irtibatı yoktur. Gerek 12 Nisan 2008 Ulusal Egemenlik buluşması gerekse önce vatan mitingi ile ilgili ayrıntılı açıklamalarım ve yazılı delillerim ile somut delilleriyle ortaya konulmuştur. Patalya oteli ve Kent oteli toplantıların gizli örgüt toplantıları olmasına yönelik iddialar. Bu iddiada iddianamenin 52, 1092, 1687 ve diğer sayfalarında yer almaktadır. Başlangıçta diyalog grubu ve bilahare Milli Egemenlik adını alan siyasi oluşumun Kent otelde ve ardından Patalya otelinde kamuoyuna açık olarak gerçekleştirdiği siyasi parti kurmaya yönelik yasal toplantıları ile bu toplantılardan bağımsız olarak gazeteci yazar merhum İlhan Selçuk önderliğinde Kent otelde yine kamuoyuna açık olarak gerçekleştirilen yemekli konferans şeklindeki toplantılar gizli örgüt toplantısıymış gibi gösterilmiştir. İddia tümüyle maddi gerçeğe aykırıdır. Söz konusu toplantıların gizli örgüt toplantısı olduğuna dair dosya kapsamında tek bir somut delil dahi yoktur. Söz konusu toplantılar Anayasanın 25, 26 ve 68. maddelerindeki düşünce ve kanaat hürriyeti sivil toplum faaliyetlerinde bulunma hürriyeti, parti kurma ve partilere girme ve partilerden ayrılma hakkı kapsamında değerlendirilebilecek ve konusu suç teşkil etmeyen hukuka uygun fiillerden ibarettir. Dışişleri eski Bakanı Kamuran İnan önderliğinde Kent otelde ve bilahare Patalya otelinde diyalog daha sonra Milli Egemenlik Hareketin kamuoyuna açık olarak gerçekleştirilen siyasi parti kurmaya yönelik toplantıların sekretarya hizmetlerini yürüten eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez bu toplantılara katılan Profesör Doktor Hasan Ünal, Taciyer Onuk ve Başbakanlık eski müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu 18.01.2012 tarihli ve 2012/242 nolu kararda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kararıdır bu Ergenekon Silahlı Terör Örgütü ve üyeleri ile irtibatları araştırılan şüpheliler olmaları sebebiyle kendi üzerlerine kayıtlı veya diğerlerine kayıtlı telefonlarla yaptığı görüşmeler 16.12.2007 tarihinden 06.08.2010 tarihine kadar yapmış oldukları telefon 32 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:33 görüşmelerinin kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. CMK’nın 137/3 maddesi uyarınca da telefon görüşme kayıtlarının imhasına karar verilmiştir. O zaman bu d urum üzerime atılı suçun ne derece hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ortaya koyması yanında aynı zamanda suçta ve cezada kanunluk ilkesi ve kanunlar önündeki eşitlik ilkesine de açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Bu konudaki açıklamalarım 142. celsede ve 145. celsede yer almaktadır. Kent otelde yapılan yemekli konferans toplantıları ile ilgili olarak diğer sanıkların savunmaları sunulan belgeler ve tanık beyanları ile birçok kez aydınlatılmış ve gizli örgüt toplantıları olmadığı çok açık olarak kanıtlanmıştır. Mütalaadaki iddianın aksine ben Kent otel toplantılarının ne öncüsü mütalaa öyle diyor ne artçısı ne de yancısı olmadım. Kent otel toplantılarının gizli ve örgüt toplantısı olmadığı konusunda mahkemenize daha önce takdim ettiğim gazetece Yavuz Donat ve Sabahattin Önkibar’ın köşe yazılarına ilaveten bir başka somut delil de sözcü gazetesinin 10 Nisan 2013 tarihli nüshasında 5. sayfada Emin Çölaşan’ın yazdığı nedir bu Ergenekon başlıklı köşe yazısıdır. Söz konusu köşe yazılarında bu toplantıların düzenlenişi, kamuoyuna açıklığı ve konferans konuları çok net olarak kamuoyu ile paylaşılmıştır. Kaldı ki soruşturma aşamasında İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi Naip Hakimliğince verilen 14.10.2008 tarihli kesinleşmiş kararda söz konusu toplantıların Anayasal hakların icrası mahiyetinde olduğu ve herhangi bir suç unsuru içermediği açıkça ifade edilmiştir. Mütalaanın 1687. sayfasında bazı şehit cenazelerinde halkı hükümet aleyhine kışkırttığıma iddiasına yer verilmiştir. Tamamen gerçeğe aykırı olan ve aramızda husumet bulunan tedarik edilmiş tanığın iftiralarından oluşan beyanı dışında somut hiçbir delil yoktur. Mahkemenizin 15.05.2012 tarihli duruşmasında yoğun itirazlarımıza rağmen maalesef tanık sıfatıyla dinlenen Müslüm Öztürk’ün şahsım hakkındaki asılsız suç ithamları nedeniyle Ankara 4.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2011/715 dosyasında iftira suçundan dolayı sanık olarak yargılanmıştır. Adliye aleyhine işlenen bir suçtan dolayı sanık olarak yargılanan ve bu nedenle şahsımla arasında ciddi husumet bulunan birisini atfı cürüm niteliğindeki soyut iddialarının hukuken objektif bir tanık beyanı olarak nitelendirilemeyeceği açıktır. Gerçek dışı ve yakışıksız bu iddianın nasıl iğrenç bir iftira olduğunu mahkemeniz huzurunda 142 nolu celsede ayrıca yazılı olarak takdim ettiğim ifademde bütün açıklığıyla belirtmiştim. Yüzlerce şehit vatan evladının naşını taşımış son yolculuklarına katılmış biri olarak hiçbir şekilde hiçbir zaman ve hiçbir yerde şehit ailelerini hükümet aleyhine kışkırtmadım, herhangi bir teşvik ya da telkinde bulunmadım. Bu talihsiz ve mesnetsiz iddiayı burada şiddetle reddediyorum. TRT dahil pek çok resmi ve özel televizyon kuruluşu ile basın mensuplarının hazır olduğu bu cenaze töreninde hükümet aleyhine herhangi bir gösteride bulunulduğuna ya da slogan atıldığına dair Müslüm Öztürk’ün soyut iddialarını tevsik edebilecek en küçük bir delil dahi yoktur. Mütalaada ise iddia makamı maksatlı olarak gerçek dışı iddianın hangi cenaze töreninde olduğunu belirtemeden bazı şehit cenazeleri demekle ciddi bir hata yapmıştır. Şehit Yarbay Alim Yılmaz’ın cenaze töreni yapıldığı Ankara Kocatepe Camiine gelişimden itibaren sonuna kadar beraberimdeki koruma personeli ile ve protokol görevlilerinin mihmandarlığında şehit ailesine taziyelerimi bildirdikten sonra Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ve Kara Kuvvetleri Komutanının eşi Filiz Büyükanıt arasında yer aldığım dosyada mübrez fotoğraflarla sabittir. Tören sırasında koruma amaçlı olarak devamlı yanımda bulunan Koruma Tim Komutanı Jandarma Kıdemli Astsubay Necdet Yılmaz ile yine törene iştirak eden ve yakınımda olan emekli Tümgeneral Selahattin Dinçer tören sırasında bulunduğumuz yere herhangi bir kimsenin gelmediğini benim protokolde yerimde iken herhangi bir şahsın gelerek benimle konuşmadığını Ankara 4. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen 2011/715 davanın soruşturma aşamasında görgü tanığı sıfatıyla alınmış beyanları mevcuttur. Görgü tanıklarının bu beyanları da avukatlarım tarafından mahkemeniz dosyasına sunulmuştur. Aynı şekilde müfteri Müslüm Öztürk huzurunuzdaki ifadesinde o tarihte Adalet Bakanı olan Cemil Çiçek’in şehit Yarbay Alim Yılmaz’ın cenaze törenine katıldığını ve halk tarafından yoğun şekilde protesto edildiğini ileri sürmesine rağmen gerçekte Cemil Çiçek’in söz konusu cenaze 33 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:34 törenine katılmadığı dosyaya ibraz ettiğimiz gazete kupürleri ve kamera kayıtlarıyla sabittir. Nitekim bu gerçeğin avukatlarım tarafından kendisine hatırlatılması üzerine Müslüm Öztürk bu kez acaba Cemil Çiçek değil de Abdulkadir Aksu muydu şeklinde beyanı ile ifadesine itibar edilemeyeceğini bir kez daha tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Kaldı ki hükümet üyeleri aleyhine yapılan tezahürat 2006 yılındaki Danıştay saldırısında yaşamını yitiren görev şehidi rahmetli hakimin Kocatepe camiindeki cenaze törenidir. Buna ilaveten şehit Alim Yılmaz’ın Ankara Kocatepe Camiindeki cenaze törenine sanık Mehmet Zekeriya Öztürk’ün katılmadığı ve o sırada kendisinin Ankara’da değil İstanbul’da bulunduğu mahkemenizce TİB’den celp edilen iletişim kayıtları ile de kesin olarak kanıtlanmıştır. Bir başkasına ait fotoğrafın Mehmet Zekeriya Öztürk’e aitmiş gibi gösterilerek bu kişi ile şahsım arasında suni irtibat kurulmaya çalışılmasını esefle kınıyorum. Kaldı ki bu konu ile ilgili olarak da savunma tanığım olarak 18.02.2013 ve 11.03.2013 tarihli duruşmalara getirmiş olduğumuz Ahmet Büyükburç ile Yaşar Yazıcıoğlu duruşma salonunda hazır bulundurulmasına ve yasa gereği dinlenmesi gerektiğine rağmen mahkemenizce dinlenmemiş savunma hakkım bir kez daha burada kısıtlanmıştır. Örgütsel irtibatın delili olarak gösterilen telefon görüşmeleri, iddianamede şahsım ile ilgili olarak telefon irtibatları başlığı altında 67 sayfada 197 tape örgütsel irtibat başlığı altında da bu 197 tape içinde yer alan 45 adet tapeye yer verilmiştir ve onlarla ilgili 141 nolu celsede ayrıntılı olarak yanıt vermiştim. Bu defa iddia makamı mütalaasında 29 isimle telefon irtibatım olduğunu ya da TİB ve GSM kayıtlarına göre telefon irtibatlarımız arasında irtibat bulunduğunu ileri sürmüştür. Anlaşılan o ki iddia makamı yazılı ve sözlü ifadelerimde yer alan ayrıntılı beyanlarımı avukatlarımın savunmalarını yine görmezden gelerek Anayasa ile her ferde tanınmış olan düşünce ve ifade özgürlüğü haberleşme özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği çerçevesinde gerçekleştirilmiş konusu suç teşkil etmeyen olağan telefon görüşmemi mütalaada suçmuş gibi göstermek konusunda kararlıdır. Mahkemeniz şayet yeterli süre vermiş olsa idi bu konuşmaları da burada tek tek izah edecektim. Mütalaada benim sözde Ergenekon Terör Örgütü üyeleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları gidermeye örgütsel birlikteliğin bozulmasına engel olmaya çalıştığım ve telefon görüşmelerimde de örgütsel gizliliğe riayet ettiğim ileri sürülmektedir. Tekraren belirtmek isterim ki ömrümün ömrüm boyunca yasa dışı hiçbir bağım ve uğraşım olmadığı için herkesle her zaman her yerde çok açık olarak konuştum. Konuşmada geçen her sözcük mutlaka örgütsel bir şifre gibi konuşulduğu şeklinde yorumlanmıştır. Şöyle ki mütalaada aile dostumuz bulunan gazeteci Emin Çölaşan’ın meslektaşı Tuncay Özkan ile arkadaşlığımı bildiği için çıkacağı bir TV programında Mustafa Balbay’a serzenişte bulunmasının uygun olmayacağı konusundaki ricasına ilişkin telefon konuşmamızın örgütsel bağ ve örgütsel birlikteliğin bozulmasının engellenmesi şeklinde değerlendirmesi kesin olarak gerçeklere aykırıdır. Anılan şahıslarla yaptığım telefon konuşmalarının sözlü ve yazılı ifadelerimde mahkemeye ayrıntılı olarak sundum. Yine söz konusu telefon konuşmalarımda kullandığım saygılarımı arz ederim, saygılarımı sunarım, emirleriniz olur, emrinize amadeyim, arz ederim, devletle gibi ifadeler muhatabına karşı nezaket ve saygı ile kişisel üslubumun ve mesleki alışkanlığımın doğal bir sonucudur. Benim genel konuşma üslubum gereğince sık sık kullandığım bu ifadeye adab-ı muaşeret bugünkü dille görgü kuralı denir ve buna dayalı bir saygı ifadesi olması dışında örgütsel bir anlam yüklenmesi de aklın hafızanın alabileceği bir iş değildir. Aynı şekilde yaptığım telefon konuşmalarında Genelkurmay Başkanından bir numara ikinci başkandan iki numara diye bahsetmem keza Genelkurmay Başkanı ile yaptığım bir görüşmede kendisini rahmetli Behiç Kılıç ile Ufuk Büyükçelebi’nin patronlarını kastederek amcayı çağırdım görüştüm şeklinde kullandığı hitap tarzını aynen Ufuk Çelebi’ye aktarmam amca sözcüğünü aktarırken amca sözcüğünü kullanmam örgütsel bir gizlilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Yine bunun gibi toplantıya katılan siyasi parti veya sivil toplum kuruluşlarının önde gelenleri için bir numaralar iki numaralar üç numaralar toplanacaklar ya da eski Dış İşleri Bakanı Kamuran İnan ile ilgili olarak bizim büyüğümüz ya da muhterem büyüğüm tabirini kullanmam o sırada bilimsel faaliyetlerini gerekçe 34 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:35 göstererek Milli Egemenlik Hareketi toplantılarına katılmadığını söyleyen Profesör Doktor Mehmet Haberal’a serzenişte bulunmak için ama öbür iş sizsiz olmuyor ifadesiyle Milli Egemenlik Hareketinin siyasi parti kurmaya yönelik çalışmalarını kastettiğim konuşmanın bütünlüğü içerisinde (bir kelime anlaşılamadı) mütalaanın sanki örgütsel irtibatım kanıtı olarak şifreli konuşma gibi gösterilmiştir. Hatta iddianame ve mütalaada hayal gücü o kadar zorlanmıştır ki komutanım bahçedeyim, şuanda peşinde koşuyorum yani diyerek bahçemizde dolaştırdığım köpeğimden bahsetmeme rağmen mütalaada bu beyanım da sivil toplum kuruluşlarının peşinden koştuğum ancak bunu gizleyerek şifreli olarak konuştuğum şeklinde ifade edilmiştir. Kısa da olsa bir iki dakika ara verilmesini istirham ediyorum.” Mahkeme Başkanı: “Saatin 15:50 olduğu görüldü.” Duruşmaya kısa bir ara verildi. Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu. Mahkeme Başkanı: "Son savunmaların alınması sırasında tutuklu sanıklardan Muzaffer Tekin ve Bedirhan Şinal’ın cezaevinden getirildikleri görüldü bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı. Ayrıca sanık Fikret Emek müdafii Av. Necip Kaçar, sanık Doğu Perinçek müdafii Av. Hüseyin Çobanoğlu’nun geldikleri görüldü huzurdaki yerlerine alındı. Sanık Ahmet Hurşit Tolon esas hakkındaki savunmasına kaldığı yerden devamla.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Telefon tapeleri ile ilgili açıklamalarda bulunuyordum. İddianamede yer almamakla birlikte mahkemenizce resen verilen birleştirme kararları ile aynı davada yargılandığım bazı sanıklar ile ilgili mütalaada atıfta bulunan telefon görüşmelerine ait kısa bir iki açıklama yapacağım. Ayrıntıları yazı olarak sunulacak. Zira mütalaada hakkıma isnat edilen pek çok suçlamaya bu kısıtlı zaman içerisinde ne kadar acele edersem edeyim ne kadar siz suhulet gösterirseniz gösterin cevap verme şansı yoktur. O kadar çok ilgisiz irtibatsız iddia var dolayısıyla şöyle kısaca başlıklarla değineceğim. Mesela Mehmet Bora Perinçek ile hiçbir görüşme yapmadığım HTS kayıtları ile sabittir. Şöyle sabittir. Onun görüştüğü kiminle görüşüyorsa saatlerde ben aynı saatte Antalya’dayım benim şahsıma kayıtlı telefonum Antalya’da baz veriyor Antalya’da konuşuyorum. O bir başkasına ait benim de bir zaman bir vesileyle konuştuğum telefonla konuşuyor. Keza Mehmet Otuzbiroğlu ile şahsım arasında yapıldığı ileri sürülen telefon konuşması var. Bu benim evimdeki sabit ev telefonu ile Mehmet Otuzbiroğlu’nun şahsına kayıtlı ama eşi hanımefendinin kullandığı telefon arasında eşlerimizin sosyal içerikli yaptığı konuşmalardır. Benimle bir gün dahi ne Mehmet Otuzbiroğlu ne eşi görüşmemiştir. Keza Hasan Iğsız ile yaptığım görüşme ise dosyadaki ses kayıtları ile sabit olduğu üzere hayırsever bir matbaacının bağışlamış olduğu ilkokul çözümlü test kitapları ihtiyacı olan okullara dağıtılması talebimi ona söylememle ilgilidir. Telefon konuşmalarına ait ayrıntı da her bir tape ile ilgili cevaplarımı zaten sözlü ve yazılı açıklamalarımda vermiştim. Özel hayata ve hayatın gizliliği alanına karşı eylemlerle ilgili birtakım iddialar var. Bunları hem açıklamalarımda belirtmiştim hem de bende bulunmayan CD’lerin içeriğine ait konulardır. Hükümet üyesi bir kısım Bakanlar Milletvekilleri falan bunlara ait kayıtlar tuttuğum söyleniyor. Hangi CD’lerde bende olmayan CD’lerde. Ben ısrarlı bir şekilde bu CD’ler bende yok bende bulunmadı diyorum iddia makamı diyor ki bu CD’lerin içerisinde bu kişisel veriler var diyor. Bunların içerisinde en önemlisi Yaşar Büyükanıt ile ilgili orada çok çarpıcı bir şey var. Ben Yaşar Büyükanıt’a ait Emniyette bana sadece Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin tek bir sayfa kulak rahatsızlığı ile ilgili çizelge gösterilmiştir ve itiraf ediyorum burada ben bilgisayar klasörü lafını ilk defa Sayın Hakim Haşıloğlu’ndan duydum. Sonra öğreneceğim klasör kendileri bana klasör diyince ben dolaptaki klasörü biliyorum. Ben bilgisayarın klasörünü sonradan bu klasörü avukatlarımdan öğreniyorum. He böyle bir klasör görmedim böyle bir klasör bende yok. Klasör aldatmadır. Orada emniyette klasör diye yazıp göndermişler soruşturma hakimimize. Ben bir tek yakın dostum olan ailece görüştüğümüz Yaşar Büyükanıt’a ait kulak çizelgesini gördüm ona yanıt verdim Sayın Hakim Haşıloğlu’na. Şimdi onu da geçiyorum bir de gizli belgeleri temin etmek meselesi var ki 35 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:36 mahkemenize sunduğum sözlü ve yazılı açıklamalarımda müdafilerim somut delillerle yapmış olduğumuz ayrıntılı açıklamaların varlığına rağmen esas hakkındaki mütalaanın 539. sayfasında halen daha tarafımda devlete ait gizli bilgi, belgenin bulunduğu ileri sürülmektedir. Gizlilik derecesi tarafımdan verilmiş yazı ben yazmışım yazıyı kime Kuvvet Komutanı bir bilgi istemiş şahsım yazmışım resmi belge kendi görüşümü gizlilik belgesi vermişim ya da makam ve sorumluluğumdan dolayı şahsıma komutanlığa değil bir yazı gelmiş gizlilik derecesi o belgelerin benim için gizliliği yoktur ve en önemlisi en çarpıcı temin etmek bu bilgilerin öğrenilmesi elde edilmesi için çaba göstermek bu hususta vasıtalara başvurmak anlamına gelir ki ben böyle bir usule başvurmadım. İddianame bunu da çevirmiş yasa koyucu yerine gelmiş koymuş kendisini ve mütalaa bulundurmak diyor temin etmek başka şey bulundurmak başka şey suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile kıyas yasağına aykırı davranılarak tarafıma isnat edilen suçun maddi unsuru temin etmek yerine bulundurmak şeklinde değiştirilmeye çalışılmıştır. Bunu kabul etmem mümkün değildir. Kaldı ki buraya bu konuları da size en güzel yanıtları verecek tanıklarım. Özel kalem müdürüm emekli topçu Albay Sadık Uçar ile emir subayım emekli topçu Albay Mehmet Uçar yine duruşma salonunda hazır bulundurulmasına rağmen 18.02.2003 tarihli duruşmada tarafınızdan dinlenmediği için yine savunma hakkım bir ölçüde kısıtlanmıştır. Şimdi bitireceğim savunma hakkımın kısıtlanması neticesinde yapabildiğim sınırlı açıklamalar bunlar buraya kadar yapabildim. Peki, ben bu gerçeklere rağmen hala neden suçlanıyorum. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ocağı Türk Silahlı Kuvvetleri Anayasal konumu ve yasalar ile yüklendiği sorumluluklar göz ardı edilerek sistemli bir şekilde uğradığı sözlü yazılı saldırıların sahte dijital verilerle çok sayıda tedarik edilmiş gizli tanığın yoğun iftiralarının hedefi durumundadır. Özellikle bir dizi hayali örgüt davaları bu süreçte son derece dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Silahlı Kuvvetlerin kamuoyu nezdindeki itibarını düşürmeyi ve onu etkisiz kılmayı amaç edinmiş olan yandaşlar ve beslemelerin koordineli bir şekilde ve koro halinde Ergenekoncu, darbeci, çeteci, bombacı, terörist, azmettirici, casus sözcükleri ile asılsız bir karalama kampanyası başlatılıp sürdürülmekte ve her geçen gün de dozunu arttırdıkları inkar ve tevil edilemeyecek bir gerçektir. Durum böyle olunca ben de bu maksatlı karalama kampanyasının özel seçilmiş bir mağduru durumuna getirildim bunu Türk olduğumu bildiğim kadar emin olarak söylüyorum. Kalıtımsal olarak Cumhuriyeti kuranların kuşağından ve her bir Türk evladı gibi Cumhuriyetin emanet edildiği kişilerden biriyim. Atatürkçülüğün ulusal bütünlüğü ülkenin tümlüğünü Cumhuriyetin temel niteliklerini ve ulusal onuru korumaktan Lozan’ı ve tam bağımsızlığı savunmaktan emperyalizme karşı olmaktan geçtiğine inanıyorum. Hizmet süremde ve emeklilik dönemimde üstlendiğim her türlü faaliyetim yasaların bana yüklediği görev ve sorumluluğun bilinci ve sınırları içerisinde yüce Atatürk’ün en büyük eseri olan Cumhuriyetin ve onun temel nitelikleri ile demokratik laik sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizin korunması devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün olduğunun her ortamda yılmadan yorulmadan anlatımı ve öğretimine ait yöneliktir. Silahlı Kuvvetlerdeki hizmet sürem içerisinde de en küçük rütbemden başlayarak hep hakkın adaletin yasaların çizgisi içerisinde yürümüş olmama rağmen bugün temel hak ve özgürlüklerimin hukuksal hiçbir gerekçe gösterilmeksizin kısıtlandığı bir dava nedeniyle tutsağım. Ne yaptım ki tutsak edildim. Bunu anlamak için dönüp yarım asırlık geçmişime bakıyorum. Kara Harp Okulundan, Harp Akademisinden ve Silahlı Kuvvetler Akademisinde öğrenim görüp mezun oldum. Ankara Üniversitesinde tarih doktorası yaptım. Yeri gelmişken burada huzurunuzda belirteyim doktora tezimin konusu ülkemizde ve bölgemizde günümüzün gelişen olaylarına ışık tutması bakımından önem arz etmektedir. Birinci dünya savaşı sırasında yapılan gizli antlaşmalar ve Türkiye’yi taksim planları benim tezimin konusu idi. Daha sonra Sevr’e giden yol adıyla kitap oldu. Ülkemizde yıllardır yaşananlar Türkiye’nin Jeopolitik ve Jeostratejik konumundan kaynaklanan önemi nedeniyle Anadolu’da uzun dönemli öngörülmüş kanlı senaryolar geçmişteki uygulamalarından bugün farklı değildir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde yarım asra yaklaşan hizmet sürem içerisinde Cumhuriyet ordusuna başta rütbeli 36 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:37 personeli olmak üzere ülke savunması için on binlerce vatan evladı yetiştirdim. Meslek hayatımın fiilen 15 yılı Başkomutanlık Karargahı Genelkurmay Başkanlığı’nda değişik rütbe, makam ve sorumluluklar yüklenilerek idrak edildi. Bu sürecin sadece 5 yılında ki başka örneği yoktur Tuğgeneral ve Tümgeneral rütbelerinde iki değişik zaman ve rütbede Genelkurmay Genel Sekreterliği gibi son derece önemli bir görev üstlendim. Birleşmiş Milletler barışı sağlama ve koruma kararları kapsamında Somali ve Bosna birliklerini hazırlayıp görev yerlerine sevk ettim. Nasıl bir terör örgütü mensubu isem 1995 – 97 yılları arasında Güneydoğu’da bölücü terör ile mücadelede fiilen görev aldım. 1999’da komutanlık sorumluluk bölgeme teslim edilen terörist başının dünyanın gözü önünde ve çok kısa bir sürede devletimizin ve milletimizin saygınlığına yaraşır bir yargılamanın yapıldığı ortamı, düzeni ve güvenliği sağlayan komutan idim. 17 Ağustos 99 depreminde 15. Kolordu Komutanı olarak Kocaeli, Sakarya, Yalova illerinde doğal afetin ilk dakikalarından başlayarak devletin diğer görevlileri ve kurumları ile koordineli olarak mevcut ve sonradan katılan birliklerle beraber depremzedelerin canını malını kurtarmak yaralarını sarmak için seferber olup gece gündüz demeden göz kırpmadan bağrından çıktığımız milletimizin emrinde ve hizmetinde olduk. Türk Silahlı Kuvvetlerinde en üst rütbe olan Orgeneralliğe kendi devresinde ilk kişi olmaya layık görüldüm. Bu rütbede iki ordunun komutanlığını yapma şerefine nail oldum. Şimdi ise ülkem ve milletim adına şerefle üstlendiğim yürüttüğüm bu önemli görev ve sorumluluklar ile ilgili sürecin sonunda iddia makamının ortaya koyduğu bu mesnetsiz mantık dışı ve gerçek dışı ithamlarla yüklü bir mütalaada sanki bir Cumhuriyet, demokrasi ve Anayasa suçlusu olarak gösterilmeye çalışılıyorum. İddia makamı bu asılsız çirkin ithamlarla şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı idamımı isteyecekken mecburen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmamı talep ediyor. Elbette ki ülkem ve milletime şerefle verdiğim bu hizmetlerden sonra tarafıma yöneltilen bu haksız asılsız ve iftiraya dayalı ithamlardan dolayı üzülüyor ve isyan ediyorum. İnsan suç işleyip işlemediğini hiç bilmez mi. O nedenle burada şefaat dilenciliği yapmıyorum. İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada ileri sürülen asılsız ithamların hiçbir şekilde muhatabı olmadığım gerçeğini mahkemenize ben suçsuzum hiçbir suç işlemedim diyerek bir kez daha yüksek sesle ifade ediyorum. Korku imparatorluğunun yaratılması amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini terörist yuvası gibi gösterip onu yıpratma itibarsızlaştırma komutanlarını tutsak etme siyasileri aydınları akademisyenleri gazetecileri susturma etkisizleştirme büyük projesinin ilk tutsaklarındanım. Mütalaaya göre Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup Orgeneral rütbesine kadar yükselmiş bir subay hatta pek çok subay aynı zamanda muvazzaflık dönemlerinde de terör örgütü mensubudur. Ne var ki bu teröristin sıralı amirleri ya yıllarca bunları görmemezlikten gelmişler çünkü onlarda örgüt mensubu ya da kendilerini tenzih ederim onca yıldır gözleri görmez kulakları duymaz halde dünyadan vazgeçtik kendi ocaklarından bile bihaber yaşayıp gitmişler şeklinde değerlendirmektedirler. Mahkemeniz huzurunda tanık olarak ifade veren Genelkurmay Eski Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök Ergenekon adlı bir örgüte ait bilgisi olmadığını kendisine dönemin MİT müsteşarı tarafından sunulan şema ve sunumları da ciddiye almadığını açıkça burada ifade etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde iken dahi Ergenekon Terör Örgütü mensubu olduğumu iddia eden iddia makamının aksine şahsıma tebliğ edilen rütbe ve makamlar ile görev ve sorumluluklar ve özellikle askerlik hayatımın üçte birini teşkil eden Başkomutanlık Karargahındaki görevlerim elbette kazandığım başarılar üstlendiğim görevler ve bana duyulan haklı güvenden kaynaklanmıştır. Yoksa terör örgütü üyesi olmamdan dolayı değil. Türk Silahlı Kuvvetlerince yabancılar hariç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilebilecek madalya sayısı beştir. Ben Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görev sürem içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri üstün cesaret ve feragat madalyası, Türk Silahlı Kuvvetleri başarı madalyası ve Türk Silahlı Kuvvetleri üstün hizmet madalyasına layık görüldüm. Özetle beni yetiştiren bana güven duyan ve önemli görevler tevcih edenleri hiçbir zaman hayal kırıklığına ya da pişmanlığa uğratmadım. Hiçbir zaman mesleğimin maskarası ya da meslek arkadaşlarımın yüz karası olmadım. Haksız, mesnetsiz, 37 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:38 iğrenç iftiralarla mağdur edilmiş silah arkadaşlarıma sırtımı dönmedim. Keza Türk Silahlı Kuvvetlerine sızıp komutanlarımı aldatıp hiçbir zaman terör örgütü mensubu da olmadım. Bunun aksini ileri sürmek bunca yıl onurla hizmet verdiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinde bana komutanlık yapmış hakkımda kanaat belirtmiş sıralı tüm komutanlarımı en hafif ifadeyle rencide eder. Bütün bunlara rağmen neden suçlanıyorum. Suçum ne. Herkesin her bireyin bir ahlaki, vicdani ve yasalarla teminat altına alınmış kişilik hakları vardır. Bu haksız suçlamalarla tüm bu değerlerim çiğnenmiş ve adeta yok sayılmıştır. İnsanlık karşısında kamu vicdanında ve tarih önünde vahim bir hukuk skandalı olarak nitelediğim şahsıma yönelik gerçek dışı suçlamaların sebebi nedir? Neden bu yapay suç ve suçlu üretim sürecinin hedefindeyim? Neden tutsak alınmış bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubuyum. Yıllardır ülkemizin en önemli sorunu olan bölücü terörün teröristle mücadele boyutunda uzun yıllar sürdürdüğümüz mücadelede görev almış bir komutan olarak üniversitelerimizde ve konuşmacı olarak katıldığım her platformda terör ve mücadele yöntemleri ve bölgemizde çevremizdeki gelişmeler ile kuşatılan Türkiye konularında yurtiçinde ve dışında verdiğim konferanslarda gençlerimize ve yerli yabancı binlerce insana terörün ülkemize verdiği zararları alınması gereken önlemleri anlatıp öğretici bilgiler vermem mi suç? Oluşan tehdit ve riskleri görmek günü gün etmek adam sende canım demek yerine yarınlarımız için uyanık olmak mıdır suç? Ulus devlet, üniter devleti, laik devleti savunmak mıdır suç? Terörist başının İmralı’ya teslim edildiği 17 Ağustos 99 tarihinde bölgeden sorumlu Kolordu Komutanı olarak diğer kamu kuruluşları ile koordineli bir şekilde ve çok kısa bir sürede her türlü tedbiri alarak duruşmaların zamanında ve ülkemizin yüzünü ağartacak Avrupa Birliği normlarına uygun düzeyde ciddiyet ve güvenlik içerisinde gerçekleşmesini sağlamam mıdır suç? 2003 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yapılacak Irak’taki harekattan sorumlu merkezi kuvvetler komutanının devir teslim törenine eşim ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen katılmak üzere görevlendirildim. ABD’ye gittim ve Washington’a varışımda havaalanında aynı gün Türk askerinin başına Irak’ta çuval geçirilmesi üzücü olayını öğrendiğimde ulusumun ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurunu rencide etmelerine tepki olarak söz konusu törene katılmadan ve bu son derece çirkin davranışı da bir basın açıklaması ile orada kınayarak derhal ülkeme dönmem midir suç? Yine aynı dönemde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel’ın, Irak, Türkiye ve Pakistan gibi İslam Cumhuriyeti olacak söylemine de tepki göstererek 80 yıldır Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini bilmiyorlarsa öğrenirler. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasında belirtilen temel nitelikleri demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir açıklamam mı suç? Türkiye’nin sınır ötesi operasyonuna izin vermiyoruz açıklaması yapan Washington’a sizden izin isteyen mi var diye bağımsız bir ülkenin onurlu bir subayı olarak gereken cevabı vermem mi suç? Tüm hayatım boyunca din ve vicdan hürriyetine her zaman saygılı olup ancak dinin siyasete alet edilmesine ve din üzerinden toplumun gruplara ayrıştırılmasına da daima karşı çıkmış olmam mıdır suç? Ordu komutanı olarak görev yaptığım dönemlerde hafta sonları da dahil olmak üzere toplumsal gelişimi destekleme projesi kapsamında sorumluluk bölgemdeki köyleri adım adım dolaşarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin bağrından çıktığı milletimize olanaklar ölçüsünde hizmet desteği sağlanmasına ve halkımızla bütünleştirilmesine katkıda bulunmam mıdır suç. Görüldüğü üzere ben bulunduğum her yerde ülkemin, devletimin ve milletimin menfaatlerini düşünerek her zaman ulusal onurun korunmasını, birlik ve bütünlüğün güçlenmesini hedefledim. Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli bir mensubu olarak tamamıyla yasal sınırlar içerisinde kalmak suretiyle görevlerimi hakkıyla yerine getirdim. Ne Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğum dönemde ne de emekliye ayrıldıktan sonra cebir ve şiddet yöntemiyle hükümetin devrilmesine yönelik hiçbir eylemim söz konusu değildir. Şimdi ise bu mütalaada da terör örgütü kurucusu darbeci hükümeti devirmek ya da engellemek suçlamasıyla itham ediliyorum. Tarafıma yöneltilen tüm bu asılsız suçlamalara isyan ediyor, bu haksız mesnetsiz ve çirkin iddiaları şiddetle reddediyorum. Bugün sadece ülkenin menfaatini gözetip, hayatlarını bu çok onurlu hizmete adayanlar bu çirkin komplo sayesinde yandaş medyanın da kirli ve iğrenç propagandası ile Ergenekoncu, demokrasi 38 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:39 düşmanı, darbeci, terörist gibi gösterilerek toplum nezdinde küçük düşürülmeye yargısız infaza mahkum edilmeye çalışılmaktadırlar. Oysa ulusumuzu, ülkemizi, bağımsızlığımızı, laik Cumhuriyetimizi son nefesimize kadar savunmak yerine getirilmesi ve asla vazgeçmeyeceğim onurlu bir yurttaşlık görevimdir. Bu amaçta çete kurulmaz ya da bu ya da terörist olunmaz bunun için sadece samimi bir Cumhuriyetçi, Atatürkçü, demokrasi aşığı gerçek bir yurtsever olunur. Anlaşılan odur ki ülkem, milletim ve devletimin menfaati için bugüne kadar yapmış olduğum hukuka uygun tüm bu faaliyetler ve açıklamalarım içte ve dışta bazı çevreleri rahatsız etmiş olmalı ki asılsız iftiralar ve düzmece delillerle bir hukuk katliamına tabi tutularak huzurunuzda bilinmeyen bir terör örgütünün yöneticisi sıfatıyla hükümete karşı darbeye teşebbüs suçlamasıyla cezalandırılması istenen bir sanık konumuna getirildim. Bunu şiddetle ve nefretle reddediyorum. Hiç yaşanmamış dış dünyada herhangi bir yansıması olmamış olayları varsayımlara dayalı olarak cak’lı, cuk’lu ortaya koyan mütalaa ancak hayal gücü zenginliği ile kader okuma olarak tanımlanabilir. Bu davada maruz bırakıldığım pek çok hukuk dışı uygulama ile Anayasanın ikinci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hukuk devleti olduğu ilkesi ve Anayasanın 38. maddesi ile Türk Ceza Kanunun 2. maddesinde düzenlenen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi açıkça ihlal edilmiştir. Samimiyetle söylemek isterim ki tüm bu şerefli görev ve sorumlulukları yerine getirmekten ülkem, milletim ve devletim için doğru bildiğim düşünceleri yasal zeminde açıklayıp hukuka uygun faaliyetlerde bulunmaktan yaşamak zorunda bırakıldığım tüm bu ağır zulme rağmen hiçbir zaman pişman olmadım ve olmayacağım. 71 yıllık yaşantımda geriye doğru baktığım zaman açıkça söylemek gerekirse yapmaktan utandığım, çekindiğim, hukuka ayrı hiçbir fiilim, işlediğim hiçbir suç olmadı. Bugüne kadar ülkem milletim ve devletim için tüm müktesebatım ile inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket ettiğim için de suçlu addedilip cezalandırılmayı da asla hak etmedim. Sözlerime son vermeden önce vatan şairi Namık Kemal’in ünlü beyitini burada tekrarlamak istiyorum. Ne mümkün zulm ile bidat ile imhayı hürriyet, çalış idraki kaldır muktedirsen alemi alemiyetten diyor. Mahkemenizden şahsımı tüm bu asılsız iddia ve iftiralardan bir an önce arındırıp masumiyetimin tescil edilmesi ile ihlal edilen kişilik haklarımın, gasp edilen hürriyetimin iadesini talep ediyorum.” Mahkeme Başkanı: “Evet, sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafiinden.” Salonda bazı izleyicilerin alkışlayarak gürültü çıkarttıkları görüldü. Mahkeme Başkanı: "Lütfen efendim lütfen lütfen lütfen burası duruşma salonu lütfen alkış yeri değil alkışlayan dışarı çıksın alkışlamak isteyen lütfen burada sanık savunma yapıyor siz de dinleyeceksiniz sessiz sessiz lütfen. Buyurun Ahmet Hurşit Tolon oturabilirsiniz buyurun. Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafiinden esas hakkındaki son savunması soruldu avukat bey 5 dakika süreniz var ek bir süre süreye uyalım lütfen buyurun.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Sayın Başkanım değerli üyeler ve Sayın İddia Makamı. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Sayın müvekkilimin müdafaasına daha çok olaylara dayanan müdafaasına ve son olarak belirttiği kişisel özelliklerle ilgili ifadesine aynen katılıyorum. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devletine 50 yılı aşkın bir şekilde şerefle hizmet vermiş olan bir emekli Orgeneralin huzurunuzda bu sözleri söylemesi hem tarihidir hem de büyük bir üzüntü vesilesidir. Bunu ifade edeyim. Usul yönünden şunları söyleyeceğim. Bu davada özellikle müvekkilimiz Orgeneral Hurşit Tolon ile ilgili usul kanununun önemli kuralları ihlal edilmiştir. Arama son derece basit Ceza Muhakemesi Kanununa bakarsanız kişinin evinde ancak arama yapılır askeri mahallerde arama yapılmaz. Bu kurallara tamamen aykırı şekilde hareket edilmiştir. Yıl 2008 kanuna aykırı bir şekilde arama sonucunda birtakım belgeler birtakım CD’ler güya delil görüntüsü altında elde edilmiş huzura getirilmeye çalışılmıştır ama bu delillerin pek çoğu kanuna aykırıdır ve daha da önemlisi bu deliller ekleme, ilave kanuna aykırı delillerdir. Bu deliller Ankara’da gerek müvekkilimizin gerek oğlunun evinde çıkmamış olan delillerdir. Daha sonra Emniyette ya da başka makamların aracılığı ile o makamlar hangi makamlardır bilmiyoruz sokulmuş olan delillerdir ve o delillerle müvekkilimize maalesef suç isnat edilmiştir ve 39 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:40 edilmektedir. Müvekkilimizin bahsettiği Elba 2 Elba marka iki CD tamamen uydurma tamamen sahte ve müvekkilimizin hiçbir ilgisi olmayan deliller niteliğindedir. Dolayısıyla bunlar son derece önemlidir. Başka bir konu başka bir konu maalesef yargılama makamı da buna dahildir. Şunu ifade etmek istiyorum. Bir emekli Orgeneral 71 yaşında önce tutuklanmış, 1 yıl tutuklu kalmış arkasından tahliye edilmiş tahliye edilirken suçun delillerinin ve izlerinin ve eserlerinin olmadığı gerekçe gösterilmiş. Arkasından bir iki sene müvekkilimiz tamamen tamamen tahliye kurallarına riayet etmiş huzurunuza gelmiş, ifade vermiş daha sonra sorgusu sırasında gene huzurunuza gelmiş ama daha sonra tutuklanmıştır. Nerede burada tutukluluk sebepleri usulen bunları yüksek sesle müdafii olarak arz etmek istiyorum. Şimdi efendim sayın iddia makamı mütalaasında bizimle ilgili olarak 312. maddenin ihlal edildiğini söylüyor. 312. maddenin ihlal edildiğinden bahsederken sayın iddia makamı gene 314. maddedeki silahlı çetenin 312. maddenin içinde eridiğini 313. maddedeki hükümete ve devlete karşı isyana teşvik silahlı isyana teşvik ve tahrikin olayda olmadığının ve daha da ilginci 311. maddede yer alan Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı cebir ve şiddete dayanan bir hareketin olmadığını belirtiyor. Yani iddianamede yer alan 311, 313 ve 314. maddelerden sayın iddia makamı gene adeta lütfediyor cezalandırılmasına mahal yoktur diyor ama aslında beraat edilmesi gerekir. Şimdi ben suçun unsurları yönünden önemli iki nokta söyleyeceğim. Madem 311 yok 313 yok 314 yok ve bunlar hep cebir ve şiddete dayalı peki 312. maddedeki cebir ve şiddet müvekkilimin fiillerinin hangisinde var Sayın Başkanım ve değerli Üyeler. Bizzat esas hakkındaki mütalaada bu unsurların bulunmadığını söylüyor iddia makamı arkasından da 312. madde diyor ve bakın şöyle söylüyor ikinci nokta. Diyor ki dosya kapsamına göre Ergenekon Terör Örgütünün yürütme organına karşı olan eylem ve faaliyetlerinin öne çıktığı.” Mahkeme Başkanı: “Avukat bey süreniz doldu lütfen cümlenizi alalım buyurun.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Efendim biz burada Ceza Muhakemesi Kanunun 2. maddesinin c fıkrasına dayanarak ki o c fıkrası hatırlatırım müdafii şüphelinin savunmasını yapan avukattır diyor dolayısıyla ben burada sadece şahsen konuşmuyorum müvekkilimin sözlerini tamamlayan bir kişi olarak konuşuyorum dolayısıyla bura da son derece önemli bir noktadır ifade ediyorum gene. Nitelikli olduğu ve yürütme organına karşı yürütülen eylem ve faaliyetlerinin içinde kaldığı anlaşıldığından bu suçtan ceza verilmesine yer olmadığına yani iddia makamı diyor ki esasında Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı bir hareket yoktur esas hareket hükümete karşıdır. Efendim savunma olarak şu soruyu soruyorum. Ergenekon adı verilen sözde dava Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini korumak için ihdas edilmiş bir dava mıdır? Hayır, bu yanlış. Dolayısıyla olayımızda 312. maddede yok ama daha önemlisi bir şey var.” Mahkeme Başkanı: “Avukat bey verdiğimiz süre iki saat bir süreydi ve avukatlar da bu süreye dahil idi. Müvekkiliniz iki saatini kullandı siz de ilave 5 dakika süre verdik. Daha önceki savunmalarınızda sanık olarak Hurşit Tolon iki tam gün duruşma günü savunmasını yaptı. Bu onlara verilmiş ilave bir süre son savunması için verilmiş bir süre lütfen bu sürelere uyalım şimdiye kadar bir uygulamamız var buyurun son cümlenizi alalım.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Sayın Başkanım usulen 1 – Savunma ancak bu celsede yapılan savunmadır. Daha önceki zamanlarda söylenen sözler savunma değildir sorguya girer.” Mahkeme Başkanı: “Efendim usul tartışmıyoruz efendim lütfen ara kararımız var bu konuda hatta hatta toplam şimdiye kadar savunma süresi 32 saati buluyoruz müvekkilinizin.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “İkincisi. Hayır yanlış efendim yanlış şu yönden yanlış.” Mahkeme Başkanı: “Bu son savunma daha önceki konuşmalarınız dosya ve esas hakkında değil miydi? Başka bir şey hakkında mıydı? Buyurun.” 40 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:41 Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Şimdi şunu da ifade etmek istiyorum bu suçun meydana gelebilmesi için failde özel kast lazım. Nerede özel kast. Esas hakkındaki mütalaada da belirtilmedi ve gene ayrıca şunu söyleyeceğim bunu da belirteceğim 312. maddede cebir ve şiddet olmadığına göre müvekkilimizin emekliliği zamanında yapmış olduğu eylemlerin hepsi özgürlükler ile ilgilidir. Bizzat Anayasada ve yeni Ceza Kanununda hüküm var bir kimse hak ve özgürlüğünü kullandığı zaman suç işlemiş sayılmaz. Çünkü hak ve özgürlüğün kullanılması bir hukuka uygunluk sebebidir. Dolayısıyla 312. madde burada meydana gelmiyor. Şunu belirteyim 334. maddeden ve 135 ve 135/6. maddelere aykırılıktan söz ediliyor. Şimdi bizzat Genelkurmay Başkanlığının size yazdığı yazı var. 334. maddeyi ihlal edici bir yön yok ama şunu da ifade edeyim savunma olarak 135 ve 136. maddelerinin ihlalinin iddianamede buraya getirilmesi şimdi beni tepkiyle karşılayabilirsiniz komiktir. Neden komiktir 4 yıl önceki gazete haberlerini okuyorum eski Genelkurmay Başkanı ile müvekkilimizin arasındaki ilişkileri zayıflatmak ve müvekkilimizi maalesef kamuoyu önünde itibarsızlaştırmak için getirilmiş olan birtakım ihlal maddeleridir 135, 136. Bunların hepsi ekleme belgelerde bunların hepsi Elba marka CD’lerin içinde uydurulan delillerdir. Bu nedenlerle Sayın Başkanım teşekkür ederim sabrınız için son olarak şunu söyleyeceğim olayda 312. madde yoktur. Eğer biz burada hukuku konuşuyorsak eğer biz hukuk safhaları içinde birlikte karşılıklı bir faaliyet gösteriyorsak 312 madde yoktur çünkü cebir ve şiddet yoktur. Bu nedenle müvekkilimiz hakkında beraat kararı verilmesini istiyoruz. Ayrıca, ayrıca bu kadar hukuka aykırı bir tutuklama kararı olamaz.” Mahkeme Başkanı: “Avukat bey lütfen son cümlenizi alalım kesmek zorunda kalacağım lütfen.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Evet ben de son cümlemi söylüyorum. Bu kadar hukuka aykırı çünkü iki yıldır bunun ızdırabını bizde yaşıyoruz. Siz siz kayınvalidenizin cenazesine iki tarafınızda dört tarafınızda korumalarla hiç gittiniz mi. Evet o kadar ağzınızı yüzünüzü buruşturmazına gerek yok.” Mahkeme Başkanı: “Efendim bizimle ilgili örnek vermenize gerek yok. Başka bir örnek mi bulamadınız bizim bizimle ilgili bir örnek veriyorsunuz.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Dolayısıyla tutuklama kararının ne kadar haksız olduğunu belirtmek için bunu söylüyorum.” Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı tamam.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. Köksal Bayraktar: “Dolayısıyla tahliye kararının da beraat kararı ile birlikte hatta daha önce verilmesini saygıyla arz ve talep ediyorum.” Mahkeme Başkanı: “Anlaşıldı buyurun. Sanık Ahmet Hurşit Tolon’dan müdafiinin beyanlarına katılıp katılmadığı soruldu. Buyurun. Hurşit Bey buyurun efendim.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer: “Tarafıma talep edipte söz verilmediğini zapta geçin.” Mahkeme Başkanı: “Tamam zapta geçeriz evet. Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Avukat İlkay Sezer söz istedi. Ancak süre dolduğundan verilmedi buyurun oturun efendim. Hurşit Bey buyurun.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer: “Dilek hanımda aynı şeyi söylüyorum efendim onu da yazın.” Mahkeme Başkanı: “Tamam aynı müdafiinin aynı sanığın müdafisi avukat Dilek Helvacı için de söz verilmedi. Buyurun Hurşit Bey.” Sanık Ahmet Hurşit Tolon: “Müdafiinin tüm sözlerine katılıyorum.” Mahkeme Başkanı: “Evet.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ önceki kimliği tahtında huzura alındı. Mahkeme Başkanı: "Mehmet İlker Bey avukatınız burada hazır size isnat edilen suçların konularına göre iki saat son savunma yapma hakkınız var esas hakkında son savunma yapmaya hazır mısınız?” 41 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:42 Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Esas hakkındaki mütalaaya ilişkin bazı düşünce ve değerlendirmelerimi burada ifade edeceğim.” Mahkeme Başkanı: “Evet. Buyurun sizi dinliyoruz sanık Mehmet İlker Başbuğ esas hakkındaki son savunmasında.” SANIK MEHMET İLKER BAŞBUĞ ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAAYA KARŞI BEYANI VE SON SAVUNMASINDA: Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Ülkemizde yaşanan ve yaşanmakta olan bu olayları ileride sebep sonuç ilişkilerine dayanarak yazacak tarihlere tarihçilere yardımcı olmak üzere ilk önce bugün burada bazı düşünce ve değerlendirmelerimi tarihe not düşmek üzere ifade etmeyi bir görev olarak kabul ediyorum. Yüce Türk Milleti Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları Türk ordusunu senin askerine karşı duyduğun güven ve sevgi üzerine inşa etmişlerdir. Bu ordu senin güven ve desteğinle adeta yoktan var edilmiştir. Bu ordu ordunun riskler ve tehditlerle dolu Jeopolitiğinde İstiklal savaşından bugüne kadar geçen sürede canı ve kanı pahasına hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak senin güvenliğini sağlamıştır. Bu ordu böylece senin güvenine mazhar olmuş gönlünde de şerefli bir konum elde etmiştir. Türk ordusu milli ordudur. Çünkü vatanın her karış toprağından gelen vatan evlatları bu orduda kendilerine yer bulurlar. Bu orduda ehliyet ve liyakat esastır. Irk, din ve mezhep gibi farklılıklar asla gözetilmez. Bu ordunun bütün personeli her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışındadır. Bu orduda Er’den Orgeneral Oramiral’e kadar herkes arasında silah arkadaşlığı, bağı, duygusu ve dayanışması vardır. Silah arkadaşlığının göstergesi de karşılıklı olarak duyulan ve gösterilen sevgi, saygı, güven ve vefalı davranıştır. Bu ordu bu ülkenin ürettiği harp silah ve araçları ile donatılmayı hedeflemiştir. Bu ordunun varoluş nedeni sadece içinden geldiği Türk Milletine hizmet etmektir. Türk Milletine hizmet etmek senin kurduğun ve yaşattığın devletin bağımsızlığını üzerinde yaşamakta olduğun toprakların bölünmezliğini ve Türk Milletinin yani senin bütünlüğünün korunması demektir. Türk ordusu kendisine tevdi edilecek bu görevlere her an başarıyla yerine getirmek üzere hazır olmak zorundadır. Bu nedenle Türk ordusu kendisini güçlü ve özgün kılan Milli Ordu niteliğine ve kendi içindeki bütünlüğüne olabilecek her türlü olumsuz etkilere karşı dikkatli bulunmak ve gerekli görünen tedbirleri de zamanında almak mecburiyetindedir. Bu sorumluluk ve görevde öncelikle Silahlı Kuvvetlerin Komutanı olan Genelkurmay Başkanına verilmiştir. Türk Ordusunun Milli Ordu oluşundan rahatsızlık duyanlar dün vardı, bugün de varlar, yarın da olacaklardır. Onların yapacağı ilk şey Türk Milletinin senin, orduna duyduğun tarihi güven ve sevgiyi tahrip etmektir. Böylece Türk Ordusu senin gözünde itibar kaybedecek ve kalbindeki şerefli konumu da yok olacaktır. Nasıl mı? Her şeyden önce senin gözünde bugün hala Türk Ordusunun darbe ile yatıp kalkan bir ordu olduğu şeklinde bir algı oluşturulmalıdır. Türk Ordusunun geçmişinde yaşanan bazı olaylarda bu açıdan bir avantajdır. Bu avantaj kullanılarak yürütülecek psikolojik harekat ile istenilen olumsuz algı toplum üzerinde kolaylıkla yaratılabilir. Onlar için bugün Türk Silahlı Kuvvetlerinin hataları örten suç ve suçluyu koruma durumunda olması hiç önemli değildir. Aslında Türk Ordusuna karşı bugün bilinçli ve kasıtlı büyük bir haksızlık yapılmaktadır. 2008 ile 2010 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok kapsamlı asimetrik psikolojik harekat yürütülmüştür. Asimetrik psikolojik harekatta büyük bir eşitsizlik söz konusudur, asimetrik denilmesinin nedeni budur Türk ordusu büyük bir kurumdur yani büyük bir hedeftir, faaliyetleri açıktır, alenidir büyük bir kurum içinde manipüle edilebilecek, istismar edilebilecek olayların bulunması zor değildir. Böylece karşı tarafın elinde çeşitli kanallardan kendisine servis edilen ve istismar manipüle edilerek düzmece olaylar çıkartılmaya müsait pek çok bilgi olabilir. Karşı tarafın elinde her dakika kullanabileceği sayısız derecede iletişim, araç ve imkanları vardır. Bunlara karşı sizin ise hem iletişim imkanlarınız yok derecede kısıtlıdır, hem de her dakika konuşma fırsatınız ve lüksünüzde yoktur. Asimetrik psikolojik harekatta size karşı yürütülen taarruzu harekata savunmada kalarak istenilen sonuçları elde edemezsiniz bu bir gerçektir. Ancak siz bir devlet kuruluşu olarak yalnız yasalar içinde kalmak zorunda kalmayıp aynı 42 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:43 zamanda etik ve ahlaki kurallara da uymak zorundasınız. Karşı taraf, karşı tarafın ise bu konulara karşı zorunluluk duymadığı gibi saygısı da yoktur bu nedenle biliniz ki sıkı kuralları olan bir dünyada yaşayıp kuralları olmayan bir dünya ile mücadele etmek hemen hemen imkansızdır bu bir gerçektir. E sonra yürütülen psikolojik harekat ile istenilen algı oluşturulduktan sonra sapla samanı karıştırarak asılsız, hiçbir somuta delile dayanmayan iddialar ileri sürülerek askeri personele adli yargılama yolu da açılabilir işte böylece istenilenler tutuklanmış, istenilenler Türk ordusundan yani senin ordundan tasfiye edilmişlerdir. Biraz önce ifade edilenleri sanki teyit edercesine bu mahkeme tarafından tanık olarak dinlenmesi kararı alınan nedense sonradan vazgeçilen bir kişinin 2008 yılı Ocak ayında bir gazetede çıkan yazısında şöyle deniliyordu; darbe planı revize edildi. Tarih ile 2008 yılı Ocak, Ocak 2008. Darbe planı revize edildi, ne olacakmış 2008 yılının Şura’dan sonraki yani Ağustos’tan sonraki, hemen sonraki ilk altı ayı hazırlık evresi, peki sonra? 2009 yılının ilk çeyreğinden sonraki en uygun takvim de eylem planı. Diyor ki bu yazıda yazar; ortada revize edilen bir darbe planı var ve Türkiye’de 2009 yılı baharında, birileri darbe teşebbüsü amacıyla cebir ve şiddet eylemlerine başlayacaklar. Peki, ortada revize edilen bir darbe planının varlığından bahseden bu kişi, bu mahkeme tarafından tanık olarak dinlenilmesi kararı alınmasına rağmen, neden sonra vazgeçildi? Neden nerede bu revize edilen darbe planı diye sorulmasından neden vazgeçildi? Bu soru, bu iddia, bu dava için önemli değil midir? Yoksa Balyoz davası olarak bilenen davada, yaşanan ve iddia edilen Balyoz darbe planı fiyaskosu gibi bir olayın tekrarlanmasından mı kaçınıldı? Bunları sormak bizim hakkımız. Peki, 2009 yılı bahar aylarında neler yaşandı? Darbe amaçlı cebir ve şiddet eylemleri yaşandı mı? Hayır. Ancak, 2009 yılı bahar aylarında başlayarak, giderek yoğunlaşan bir şekilde ortalığa isimsiz, imzasız ihbar mektupları, düzmece dijital veriler, gizli tanık ifadeleri saçılmaya başlandı. Bu durumu, gözaltılara alınmalar, ifadeler, tutuklamalar, sayısız iddianameler ve takibi bile mümkün olmayacak mahkeme süreçleri takip etti. Günün hangi saatinde, hangi televizyonu açarsanız, hangi gazeteye bakarsanız, mutlaka bu olaylara ilişkin bir habere rastlanıyordu. Bu durum, maalesef bugün de devam etmektedir ama şu farkla o gün bu haberleri sayfalarında sütun sütun yapan gazete ve televizyonlar bugün maalesef bu haberleri sadece birer sütun veya ikişer dakika ayırmaktadır bu farklı durum bugünde aynen devam etmektedir, aynen değil farklı şekilde devam etmektedir. Yaşanılanlara bakılınca, 2008 yılı Ocak ayından kaleme alınan yazı ile kastedilenin, başka bir merkez tarafından tespit edilen bir eylem takvimi olup, olmadığı sorusu haklı olarak insanın aklına geliyor, çünkü ne denildiyse o gerçekleşiyor ama farklı bir şekilde. Gelin bu sorunun cevabı da bir köşe yazarının, 17 Kasım 2009 tarihli iddialı bir yazısında arayalım. Yazı 2009 yılı Ekim ayının sonunda Cumhuriyet Başsavcısı’na gönderilen bir ihbar mektubu hakkında idi. Hatırlayacaksınız bu ihbar mektubunun ne olduğunu, yazar aynen şöyle söylüyor, ben size bir sır vereyim hepiniz, hepimiz, hatta belki siyaset kandırılıyor. Size söyleyeyim, ortada ihbarcı bir subay falan yok. Belgelere bakınca, görüyorsunuz ki, bunlar uzun zaman içinde toplanmış, farklı birimlerden, farklı dönemlerden belgeler. Bunları tek bir subay toplamış olamaz. Çünkü belgeler uzun dönemde, sistematik bir çalışmanın ürünü. Belli ki bu belgeler zaman içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden dışarı çıkarılıp toplanmış, biriktirilmiş, dosyalanmış. Ama birileri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor, gündemde diri tutuyor ve bence bu çalışmalar altını çiziyorum ben değil yazar söylüyor bir kişinin ürünü falan da değil. Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var. Bir ihbar mektubuna yazılı, bir subay vatansever subay. Buradaki benim arkadaşlarım bu ihbar mektubu nedeniyle burada, bu vatansever subay nerede bulun bunu, bulun çıksın gelsin. Buradaki bu insanlar bu ihbar mektubu yüzünden burada ama yok yok. Mahkeme Başkanı: “Mehmet İlker Bey bir hatırlatma yapmak istiyorum, mahkememizden hesap sorar şekilde.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Evet.” Mahkeme Başkanı: “Savunma usule uygun değil.” 43 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:44 Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Yok ben soru (bir kelime anlaşılamadı).” Salonda söz almandan konuşanlar oldu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Evet müdahale etmeyin efendim, lütfen efendim lütfen efendim.” Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Mahkememizden kimse hesap soramaz savunma kapsamında durun buyurun.” Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Efendim burada yargılama yapılıyor lütfen. Usulde öyle bir şey yok buyurun.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Özellikle 2009 ve 2010 bu konuda soruşturma açıldı, benim zamanımda Genelkurmay Başkanlığım zamanımda soruşturma açıldı ama nerede ben onun sonucunu soruyorum, soruşturma açıldı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yetkisizlik verdi Ankara’ya gönderdi nerede? Yok, ama herkes burada. Özellikle 2009 ve 2010 yıllarında, isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarına, bir yerlerde hazırlanmış düzmece dijital verilere, gizli tanık ifadelerine dayanılarak, Türk Silahlı Kuvvetleri personeline yönelik ortaya iftiralar atılmış, suçlamalar ileri sürülmüştür. Adeta hakarete varan ifadelerle Türk Ordusunun tümü suçlu olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bu durum elbette personeli tedirgin etmiş ve moralini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu haksız saldırılar karşısında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin korumasız bırakılması ve kamuoyunun doğru bilgilerle donatılması görevi, Türk Ordusunun Komutanı olarak Genelkurmay Başkanına aittir. Ben de, bu yapılan haksız saldırılara karşı sorumluğum ve yetkilerim içinde kalarak, bütün gücümle mücadele ettim. Bu çerçevede 26 Haziran 2009 günü söylediğim gibi, elde mevcut olan duyumlar ve bilgileri ilgili makamlarla paylaştım. Yapılması gereken hususlara ilişkin düşünce ve önerilerimi de kendilerine ifade ettim. Ben yaptıklarımın bulunduğum makamın bana yüklediği görev ve sorumluluklar içinde olduğunu düşündüm. Bugün de aynı düşünceyi taşımaktayım. Bugün ben terörle mücadeleye etkin biçimde katılan çok sayıda askeri personelin ve Cumhuriyetin kazanımlarının ve sorumluluklarının farkında olan çok sayıdaki aydının bu davada sanık olarak yargılanmalarını bir tesadüf olarak görmüyorum. Bugün 457 emekli ve muvazzaf asker tutukludur 457. Çeşitli dava ve soruşturmalarda 2000 civarında askerin ismi geçmektedir. Balyoz isimli dava kullanılarak, Silahlı Kuvvetlerden çok sayıda askeri personelin tasfiye edilmesini tesadüf olarak görmüyorum. Bu sayılar bazıları tarafından önemsenmeyebilir ancak bu rakamın niteliği önemlidir. Bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek niteliklere sahip olan bütün personel ordudan uzaklaştırılmıştır. Aziz milletim buraya kadar size anlatmaya çalıştığım nokta şudur, Türk ordusunun zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını ilgilendiren bir sorundur. Bu durum sadece ve sadece düşmanlarımızı memnun eder. Bugün ülkemizin birçok yerinde, kanunla tasfiye edilmelerine rağmen, sadece seçilmiş davalara bakmakla, bakmaya devam eden Özel Mahkemelerde yargılanan ve halen cezaevlerinde tutuklu bulunan, görevlerini yasalar çerçevesinde kahramanca yapmış olan silah arkadaşlarım, sizlerin çeşitli asılsız iddialarla suçlanmanız karşısında masum olduğunuza bütün kalbimle inanıyorum ve yaşatılan bu haksızlıkların kamu vicdanında da büyük yaralar açtığını da düşünüyorum. Değerli silah arkadaşlarım Türk askeri için namus, şeref, vicdan, ahlak, karakter, vefa, cesaret vazgeçilmez niteliklerdir. Atatürk’ün dediği gibi, Türk askeri fedakarlar sınıfın en önünde olmak zorundadır. Türk askerinin yaşamak için tek çaresi vardır o da şerefini korumak. Haksızlıklar karşısında eğilmediniz, aksine davrananların haklarıyla beraber şereflerini de kaybedeceğini çok iyi biliyorsunuz. Bizim şerefimiz ve onurumuz, yaşadığımız adaletsizlikler karşısında bizim en büyük gücümüzdür, silahımızdır. Bizler ve ailelerimiz için yapılacak tek şey de şerefimizi korumaktır. Türk milleti, Türk ordusuna karşı yapılan haksızlıkları artık fark etmiş ve anlamıştır. Bütün yapılanlara rağmen, kamuoyu araştırmalarında, Türk Ordusu bugün de en çok güvenilen kurumların başında gelmektedir. İşte bunun içindir ki dün olduğu gibi bugün de millet, ordusuna sahip çıkacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Yüce Türk milleti, Türkiye 44 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:45 Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi bir mucizedir, bir devrimdir. Bu mucize ve devrimi, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Anadolu halkına dayanarak, güçlerini oradan alarak gerçekleştirmişlerdir. Onların kutsal amacı, Anadolu’da bağımsız bir devletin kurulması ve daha sonra da kanları ve canları pahasına bu mucizeyi gerçekleştiren, Atatürk’ün kendi deyimiyle, Türkiye halkından, bir milletin, Türk milletinin yaratılmasıdır. Anadolu topraklarında etnik, dilsel, tinsel veya mezhepsel farklılıklarına rağmen kaynaşan, bütünleşen bu halk, Atatürk’ün liderliğinde bir mucizeyi gerçekleştirerek, kendi arzusuyla, tarihte Türk milleti olarak yerini almıştır. Üzerinde hür olarak nefes alınan ve verilen bir vatan parçasına ve bu topraklar üzerinde kurulan bir bağımsız devlete sahip olunamadan millet olunamaz. Atatürk, Anadolu toprakları üzerinde kurulan bu son devleti, ebediyen var oluşunu sürdürebilmesi için, üç temel üzerine inşa etmiştir. Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet. Ulus devletin varlığı, Türk milletinin bütün bireylerini bir araya getiren, birbirine sıkı sıkıya bağlayan, ortak paydaların korunması ve güçlü tutulması ile devam ettirilebilir. Ortak kültür, ortak dil ve ortak menfaatler bizim ortak paydalarımızdır. Bu ortak paydalar bizi, biz yapan değerlerdir. Ortak paydalar ortadan kalkarsa veya zayıflatılırsa geriye sen ve ben kalır. Bunun adı yok olmadır, bölünmedir. Ortak kültür ve dile sahip olunması, bireylerin kendi kültürlerine ve ana dillerine sahip çıkmalarını ve geliştirmelerini engel olamaz, olmamalıdır. Etnik kimlikler her ne kadar şerefli ise, ortak kimlik de aynı şekilde herkesin şerefidir, şerefi olmalıdır. Tarih boyunca kurulan ve yok olan ve varlıklarını sürdüren bütün devletlerin ve milletlerin isimleri olmuştur. Anadolu’da bir güneş gibi doğan ve parlayan devletimizin ismi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Milletimizin ismi ise Türk milletidir. Bu isimler üzerinde fırtına kopartılmaya çalışılmasını anlamak mümkün değildir. Bu fırtınayı kopartanlara soruyorum, sizin gerçekten sorununuz bu isimlerle mi? Fransa’da vatandaşlara Fransız, Almanya’da vatandaşlara Alman denildiğini neden görmezden geliyorsunuz? Bu isimlendirme onların Fransız veya Alman milletinin bir ferdi, bireyi olduğunu göstermiyor mu? Türkiye için de durum aynı değil mi? Yoksa sorununuz Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada farklı ve güçlü konuma getiren, Türkiye’ye özgün bir karakter kazandıran, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği üç temel direk olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapısıyla mı? Soruyorum, ortak kültürel değerlerin, dil birlikteliğinin zayıflatıldığı, milli menfaatlerin ikinci plana, bireysel ve küresel menfaatlerin öne çıktığı bir ülkenin geleceğinden nasıl emin olabilirsiniz? Küreselleşmenin en güçlü aktörleri kendileri ulus devlet yapılarını korurken ve sağlamlaştırmaya çalışırken, diğer ülkelerin ulus devlet yapılarını neden zayıflatmaya, ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar? Soruyorum, dünyadaki federal devletlerin, bağımsız devletlerin birleşmesi ile meydana geldiğini bilmiyor musunuz? Üniter devlet yapısından kendi içinde bölünerek federal yapıya geçen, Belçika dışında başka bir örnek verebilir misiniz? Amacınız Türkiye’yi Belçika yapmak mıdır? Bunu da soruyorum, Cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi olan laiklik konusuna gelince, bireysel değerler açısından din elbette önemlidir. Ancak Anayasanın 24. maddesine göre kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandıramaz. Bu düşünceler içinde, 25 Ağustos 2006, 7 yıl evvel 25 Ağustos 2006 günü Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir ve teslim töreninde şu sözleri söylemeye kendimi mecbur hissetmiştim, Her zaman olduğu gibi, Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli engel olarak da Türk Silahlı Kuvvetlerini görüyorlar. Ordunun ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar, 25 Ağustos 2006. Aslında bu sözlerim yürürlükteki hali hazırdaki yürürlükteki Anayasa hükümlerinin savunulmasından başka bir şey değildir. Çünkü yürürlükteki Anayasa, Cumhuriyet’in temel niteliklerini ve devletin temel görevlerini net olarak açıklamıştır. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasada kalın çizgilerle altı çizilen devletin temel görevi ise devletin bağımsızlığını, ülkenin bölünmezliğini ve milletin bütünlüğünün korunmasıdır. Bugün yaşananlar ve yaşamakta olduklarımız, bizlerin yaşamakta olduklarımız acaba 25 Ağustos 2006 günü yapmış olduğum 45 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:46 tespitlerin doğruluğunu kanıtlamıyor mu? Soruyorum, aziz milletim ulus devlet yapısını koruyamadan, milletin bütünlüğünü koruyamazsınız. Üniter devlet yapısını koruyamadan, ülkenin bölünmezliğini koruyamazsınız. Laik devlet yapısını koruyamadan, demokrasiyi, insan haklarını koruyamazsınız. Sosyal devlet yapısını oluşturamadan, insanlarınızı layık oldukları refah seviyesine taşıyamazsanız. Hukuk devleti niteliğini, hukukun üstünlüğünü koruyamadan, devletin ve ülkenin geleceğini koruyamazsanız. Her şeyden önemlisi bağımsızlığınızı koruyamazsanız, bugün sahip olduğunuz maddi ve manevi hiçbir şeyinizi koruyamazsınız. Bugün sahip olduğumuz her şeyi, milletiyle bütünleşen Atatürk ve silah arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’nda verdikleri mücadeleye borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bugün sahip olduğumuz maddi ve manevi her şeyi koruma görevi, egemenliğin tek hakimi olan 7'den 70'e Türk Milleti’ni oluşturan, her Türk vatandaşına verilen bir vatandaşlık görevidir, vatan borcudur. Aziz milletim yıllardır bölücü terör örgütünün neden olduğu terör olaylarından dolayı büyük acılar yaşadın, büyük fedakarlıklarda bulundun. Senin yaşadığın bu acılara son verdirilmesi bizim için hem birinci öncelikli bir görev hem de gönülden istediğimiz bir amaç oldu. Güvenlik, ekonomik, sosyokültürel, psikolojik harekat, uluslararası alanlarda birbiriyle paralel ve koordineli olarak yürütülecek faaliyetlerle bu amacın gerçekleştirileceğine yürekten inandık. Bu düşünceler çerçevesinde, bölücü terör örgütüne karşı yürüttüğümüz mücadeleye büyük bir kararlılık ve azimle devam ettik. Türk ordusu olarak biz bu yola baş koyduk. Binlerce can verdik, şehit verdik. Aziz milletim dün olduğu gibi bugün de senin yaşadığın bu acılara bizi biz yapan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet yapımıza zarar verilmeden, son verdirilmesini gönülden istemekteyiz. Bunun aksinin düşünülmesi akıldışıdır. Unutulmasın ki, bu üç temel nitelik, Türkiye’yi bölgesinde güçlü, etkin ve örnek kılmaktadır. Türkiye tarihin bütün dönemlerinde dünyanın odaklandığı kriz bölgelerinin tam ortasında yer almıştır. Durum değişmeyecektir. Anadolu coğrafyasına ve bu coğrafya üzerinde yaşanan tarihe bakarsanız, bu coğrafya üzerinde ancak güçlü devletlerin varlıklarını sürdürdüklerini, güçsüzlerin ise kısa sürede tarih sahnesinden silindiklerini görebilirsiniz. Unutulmamalı ki, tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır. Beni dinleyenlere seslenmek ve onları bir an için düşünmeye davet etmek istiyorum. Sıçrayarak bir yerlere yükselmek, tırmanmak istiyorsunuz. Her şeyden önce ayaklarınızın yere sağlam basması gerekir. Zemin, yer sallantılı, dengesiz, dayanıksız ve güvenilmez ise sıçrayamaz, yükselemez, büyük bir ihtimalle de tökezleyerek düşersiniz. Yaşanılan ülkedeki adalet sistemi ve uygulamaları da ülkenin zeminini, temelini oluşturur. Mahkeme salonlarında, insanların gözüne çarpan ilk şey nedir? Adalet mülkün, yani ülkenin, temelidir. Temelin, zeminin sallanması bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Böyle bir durumda toplum belirsizlik duygusuna kapılır, yarınlarına ilişkin güvensizlik ve emniyetsizlik duymaya başlar. Bu duygular içine girmek, bir gemide sisler içinde yol alırken, her an sizi bekleyen aysberg olduğunu ve ona çarpıp batacağınızı düşünmeniz gibidir. İşin kötüsü, siyasetçiler de bu denizde son hızla ilerlemekte olan gemiye de pek hakim değildirler. Eğer bir ülkede, bir Genelkurmay Başkanı görevi başında iken, görevi başında iken aynı zamanda terör örgütü yöneticisi olmakla da suçlanabiliyorsa, oldu mu? Oldu, yapılan kamuoyu araştırmalarında, örneğin Balyoz ismiyle bilenen davada olduğu gibi açıklanan mahkeme kararını adil bulmayanların ezici bir çoğunlukta olduğu, oldu mu ankette? Var ve halen devam eden davalarda suçlananların büyüdüğü, adaletin ise küçüldüğü görülüyorsa toplum ve yetkililer bu yapılanlara sıradan olay gibi bakmaya devam edemez. Biliniz ki kötünün en iyi dostu sıradanlıktır. Bakın sıradanlaşmaya son örnek, 28 Şubat soruşturması neticesinde hazırlanıp, ilgili Mahkemeye sunulan iddianamedir. Bu iddianame ile 103 kişi hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenilmiştir, 103 kişi. Türk adalet tarihinde, bu kadar çok kişi hakkında Türk Ceza Kanununda yer alan en ağır cezanın talep edildiği başka bir iddianame var mıdır? Ben bilmiyorum, her halde yoktur. Ancak işin önemli ve acıklı olan yanı, bu haber 103 kişinin eski ceza kanunu idam kalkmasaydı 103 kişinin idam istenmesi haberi bir iddianame ile bu haber o gün ben baktım büyük tiraja sahip gazetelerin birinci sayfalarında 46 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:47 hemen hemen hiç yer bulamamış, bazılarında birinci sayfalarda sadece bir sütunluk, küçücük bir köşede, küçük bir haber olarak yer alıyor. E bu durum düşündürücü olmalıdır yani bu neden acaba, sorgulanmalıdır bunu herkes sorgulamalıdır ama bunu ilk sorgulayacak kişi de adalet sistemidir, yargıdır yani nedir bu? Şimdi acaba diyorum neden, yani niçin bu konu bu kadar sıradanlaşmış, bunun nedeni acaba artık Türkiye’de kişiler hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının istenilmesi kanıksanılmış, sıradanlaştırılmış bir olay haline mi gelmiştir? Böyle gözüküyor, dün bakıyorum televizyonda 9 kişi hakkında müebbet hapis burada 103 kişi tabi çok ciddi bir rakam demek ki müebbet hapis cezası istenilmesi Türkiye’de artık kamuoyu tarafından gerçekten kanıksanmış, sıradanlaşmış bir noktadayız bir neden böyle olabilir veya ikinci neden, istenilen ceza taleplerini kamuoyu ciddiye mi almamaktadır, ciddiye almıyor yani artık ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenilmesini bile kamuoyu ciddiye almıyor bu hakikaten çok ciddi bir konudur ve her şeyden evvelde Türk yargı sistemi bunun nedenleri üzerinde durmalıdır, mutlaka durmalıdır. Bu durumdan, yasama, yürütme ve yargı erkleri dersler çıkarmalıdır ve üzerlerine düşen gerekli yasal sorumlulukları artık yerine getirmelidirler. Yargıda yaşanan olağanüstü uygulamalara eğer toplum sıradan bir olay gibi bakıyor veya ciddiye almıyorsa inanınız ki o ülkede adalete duyulan güven ve inanç yok olmuştur veya yok olmaktadır. E bu nedir? Bu da açıkça o ülkenin bir uçuruma yaklaştığının bir göstergesidir. Onun için diyoruz ki artık görünüz ve anlayınız, bu konuda Türkiye köprüden önceki son çıkışta, gidiyor. 5 Kasım 1925’te Ankara’da Adliye Hukuk Mektebinin açılış töreninde Atatürk şunları söylemişti, hatırlamakta yarar var. Diyor ki milletimizi çöküşe mahkum etmiş olumsuz ve kahredici kuvvet şimdiye kadar elimizde bulunan hukuk ve onun takipçileri olmuştur. Adaletin, zeminin sallanmakta olduğu bir ülkede bizce herkese düşen bir ortak görev vardır, bu da şudur, insanlarımıza sesleniyorum diyorum ki dünyanın adil mi, adaletsiz mi olup olmadığı fark etmez, nasılsa öyle olduğuna göre, ben en iyi onun kurallarını en iyi işime gelecek şekilde kullanayım düşüncesinden sıyrılınız. Adil olmayan uygulamalara, ahlaki hislerinizi zedelediğini düşündüğünüz her şeye karşı, yasalar içinde kalarak, altını çiziyorum yasalar içinde kalarak mücadele ediniz, sesinizi çıkarttınız, bağrınız ve deyiniz ki hukuk ne kadar istismar edilerek kullanılarak kullanılsın, tarihin tekerleğini yargı marifetiyle tersine döndüremeyeceksiniz. 27 Mart 2012 günü yapılan duruşmada ileri sürülen iddianameye karşı neden savunma yapmayacağımı şu sözlerle ifade etmiştim. 1,5 yıl evvel neredeyse. Ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım. Dünyanın hiçbir ülkesinde hem ülkenin Silahlı Kuvvetlerinin Komutanı, hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan Genelkurmay Başkanı görülmemiştir. Bu suçlama hiçbir zaman kişisel bir suçlama olarak kabul edilemez. Bu suçlama, gerçekte şahsım üzerinden Türk Silahlı Kuvvetlerine de yöneltilen ağır bir suçlamadır. Bu suçlama ile bir Genelkurmay Başkanı’nın görev süresinin iddianamede, hukuken bu şekilde tarif edilmesi, siyasi açıdan da özel olarak düşünülmesi gereken bir sıra dışı durumdur. Bu suçlama, bu nedenle siyaseten devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Hayatımda hiç hukuk dışı davranışım olmamıştır. Demokrasiye olan bağlılığım da kamuoyu ve beni yakinen tanıyanlar tarafından da çok iyi bilinmektedir. Onun için 27 Mart 2012’de şunu demiştim bu nedenlerle bu iddianameye hiçbir itibarım yoktur. Böyle bir iddianameyle, bir kişinin suçlanmaya çalışılması sadece, yetersizliğin bir komedisidir. Bu nedenlerle huzurunuzda savunma yapmaya zorlanmayı, işgal etmiş olduğum makama ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok ağır bir haksızlık olarak görüyorum. Ben bu inançla bugün burada savunma yapmayacağım ve hiçbir soruya da cevap vermeyeceğim. Türk ordusunun üniformasını onur ve gururla taşıdığım 53 yıl boyunca vatanıma, milletime, devletime ve orduma sadakat ile hizmet ettim. Aksini iddia edenleri bugün benim, yarın ise tarihin affetmeyeceğine inanıyorum demiştim, 27 Mart 2012. O günden bugüne kadar bir yıldan fazla zaman geçti bu uzun süreçte sanıklar ifade verdi, bazı tanıklar dinlendi. Savunma tarafının tanık dinletme taleplerinin büyük kısmı ise reddedildi. Avukat ve sanıklar kimi zaman söz aldı kısıtlı sürede konuştu, kimi zaman ise hiç konuşamadı. Binlerce yeni belge geldi. 47 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:48 Naip Hakim tarafından hazırlanan binlerce sayfalık rapor gibi. Beyanlar alındı. Binlerce sözlü ve yazılı talepler oldu. Dava dosyası birbiriyle irtibatsız 23 iddianamenin birleşmesiyle, 100 milyon sayfayı aştı. Peki, bütün bunlardan sonra ne oldu? 18 Mart 2013 günü, savcılar hazırladıkları mütalaayı mahkemeye sundular. Genel olarak bakıldığında görüldü ki mahkemeye sunulan mütalaa adeta iddianamelerin bir tekrarıdır. Yapılan savunmalar, savunmayı doğrulayan deliller iddianamelerde ileri sürülen iddialarda bir değişikliğe neden oldu mu? Hayır. Bırakın değişiklik olmasını, sabahtan beri dinlediğimiz gibi sanıkların lehlerine olabilecek ifade ve belgelere bile mütalaada yer verilmediği görüldü ve hukuk devletinde, hakim ve savcılar da dahil hiç kimse, hukuka aykırı, keyfi işlem ve kararları nedeniyle sorumsuz değildir. Bu salonda ilgisiz birçok iddianamenin birleştirilerek bir torba davanın yaratıldığını, bu şekilde sadece duruşma tutanağının bile on binlerce sayfayı oluşturulduğunu, gerek kişiler gerekse tarihler itibariyle birbiri ile hiçbir ilgi ve irtibatı olmayan hususların bilinçli bir şekilde bir araya getirildiğini, böylelikle de savunma hakkının kullanılmasının güçleştirildiğini adeta fiilen yok edildiğini, yine bu salonda yasama organının iradesinin dikkate alınmadığını, yasama organına karşı çıkan ve yeni düzenlemelerin amir hükümlerine karşı keyfi bir biçimde adeta direnen bir iradenin olduğunu sadece tutuklamaların devamı hususundaki soyut gerekçelere bakıldığında dahi bu saptamamızın ne kadar doğru olduğunu, ciddi sağlık sorunları bulunan bir profesörümüz burada, arkadaşımız ve telafisi mümkün olmayacak derecede zararlar görmüş insanların tahliye edilmediğini, aslında sadece bu tutumun bile, deyim yerinde ise bu davada öfke ve kızgınlığın hakim bir görünüm arz ettiğini, Yargıtay Onursal Başkanı Profesör Doktor Sami Selçuk, Profesör Doktor Ergün Özbudun ve Profesör Doktor Fatih Selami Mahmutoğlu’nun da aralarında bulunduğu konunun uzmanı birçok kişinin hakkımda bir yargılama yapılacak ise yerinin Yüce Divan olduğuna dair değerlendirmelerine ve hakkımdaki suçlamalar karşısında tepkisi çok açık şekilde akıl tutulması bunlar savcılık ve hakimlik göreviyle bağdaşmaz şeklinde ortaya koyan Profesör Doktor İzzet Özgenç’in beyanlarına karşı adeta kulakların tıkandığını, yine bu salonda görevim nedeniyle şahsımı yakinen tanıyabilecek kişilerin gerek mahkemedeki gerekse kamuoyuna beyanlarının, iddia edilen, cebir ve şiddet kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunun yanlışlığını ve mesnetsizliği ortaya koymuş olmasına rağmen, bunların da ısrarla görmezden gelindiğini, yine bu salonda devletimize ve ordumuza husumeti herkesçe bilinen, elinde Mehmetçiğin kanı olan, terör örgütü yöneticisi ve onların üyelerinin gizli tanık olarak dinlendiği, bu surette onların tanık, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ise sanık yapıldığını, huzura getirilen veya gerek üstlendikleri görevler gerekse çalıştıkları dönem itibariyle dava konusu olayların açıklığa kavuşturulmasında ciddi katkıları olabilecek üst seviyedeki komutanların tanık olarak dinlenmesine yönelik talebin yasanın amir hükmüne rağmen reddedildiğini, geçmişte yaşananları her fırsatta kullanarak, Türk Ordusunun her zaman siyasete müdahale eğiliminde olduğunu, Ordunun bir suç örgütü gibi davrandığı, personelinin ise bu nedenlerle suça bulaştıkları veya bulaşabileceklerine dair kamuoyunda algı yaratılmaya çalışıldığını, bu iddiaları destekleyebilmek için isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarına, gizli tanık ifadelerine, bir yerlerde hazırlanmış düzmece dijital verilere, yasadışı dinlemeye dayalı ve tahrif edilmiş telefon konuşmalarına, sorgusuz sualsiz büyük bir güvenle itimat edildiğini, yine bu salonlarda elde bunların da bulunmadığı durumda ise kanıtların olup olmadığına bakılmaksızın sadece niyet okumaları, varsayımlar ve yorumlardan hareket edilerek insanların suçlanmasından bile çekinilmediğine, en vahimi de, 26. Genelkurmay Başkanı olarak benim bazılarına hoş görünmek için bugün burada değil, bazıları onu da yapar ama ben bu sözlerimi bugün burada değil görevim başında iken 25 Ağustos 2010 günü inanarak ve samimiyetle şu sözleri söyledim dedim ki, Türkiye 1960'lardan beri olaylar yaşadı. Bugün artık o olayların geride kaldığını düşünüyoruz. Bu yaşananlardan herkesin kendi payına gerekli dersleri de çıkardığını görmekteyiz. Biz diyoruz ki, demokraside en önemli olan husus, iktidarların seçimlerle, demokratik yöntemlerle el 48 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:49 değiştirmesidir. Ne zaman söylüyorum? 25 Ocak 2010 ve bugün 312’den suçlanarak bu sözleri söyleyen kişi olarak ben 312’den suçlanıyorum. Bu tip konuşmalarım çok, bunların hiçbirisi hiçbir mütalaada yer alma değeri bile görmedi çünkü iddiaya ters ancak buna rağmen Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan benim görevim başında iken terörist, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ise terör yuvası, amacının ise hükümeti ortadan kaldırılması veya görevlerini kısmen veya tamamen engelleme olduğunun iddia edildiğini hep gördük, işittik, yaşadık. Aslında, bir akıl tutulması şeklinde bu iddiayı ileri sürenlerin ve kabul edenlerin yaptıkları ile Türklerin bin yıllık devlet geleneklerini yerle bir ettiklerinin farkına bile varamadıklarını, maalesef ve maalesef büyük bir ibret, şaşkınlık ve üzüntü içinde gördük. Bütün bu yaşananlar, 27 Mart 2012 günü savunma yapmamaya karar vermemin ne kadar doğru olduğunu bana bir kez daha gösterdi. Bugün de, aynı noktadayım. İddianameye ilişkin düşüncem, mütalaa için de geçerlidir. Bir Genelkurmay Başkanı ve Türk Ordusu hakkında iddianame ve mütalaa ile ileri sürülen suçlamaların, siyaseten devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız ithamlar olduğu aklıselim sahibi herkes tarafından görülmüş ve kabul edilmiştir. Gerçek durumu bütün çıplaklığı ile bilmelerine rağmen, çıkar ilişkilerindeki dengeleri koruma pahasına bugün ortadaki bu vahim durumu, sonuçları ile birlikte anlamamakta ve görmemekte ısrar edenler, onlara da şunu soruyorum en azından vicdanen nasıl huzura kavuşabileceksiniz? Bütün bu nedenlerle bu mütalaaya da hiçbir itibarim yoktur. Bütün bunlara rağmen benden hala savunma yapmamı mı istiyorsunuz? Böyle bir dava sebebiyle karşınıza çıkarılmış olmam, benim için cezaların en büyüğüdür. Bu konuda size söyleyeceğim başka bir şey yoktur. Aziz milletim 29 Ekim 1938 günü Cumhuriyet Bayramı nedeniyle ebedi başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ordusuna gönderdiği mesajda yer aldığı şekilde, Türk vatanının, Türk milletinin şan ve şerefini her türlü tehlikelere karşı korumakla görevlendirilen Türk ordusunun, kendisine verilen vazifeleri her an ifaya hazır ve amade bulundurmak üzere, etmiş olduğum yemine sadık kalarak tüm varlığımla çalıştım. Bundan da asla pişmanlık duymadığım ve duymayacağım. Her zaman doğruların yanında olduğum ve hareket ettiğim için vicdanım rahattır. Gerçekleri bugün olsa da tarih haykıracaktır. Tarih sussa, hakikat susmayacaktır. Sözlerimi, tarihe bir not düşerek tamamlayacağım. Bunu da zorunlu bir görev olarak görmekteyim. Eğer internet andıcı adlı sanal davanın asıl amacı ki ben öyle olduğunu düşünüyorum Genelkurmay Başkanlığı karargahında benim komutam altında çalışan ve sadece yasal bir belge olan internet andıcı üzerinde parafeleri bulunan sivil memurundan orgeneraline kadar olan personelin adeta üzerlerine basarak Genelkurmay Başkanına yani bana ulaşmak ise bu silah arkadaşlarımı bırakınız gitsinler ne yapacaksanız bana yapınız, buradayım ve dimdik ayaktayım.” Mahkeme Başkanı: “Evet buyurun.” Salonda izleyicilerin alkışlayarak gürültü çıkardıkları görüldü. Mahkeme Başkanı: “Dışarı çıkaralım, alkışlayanları dışarı çıkaralım. Lütfen öndeki birkaç seyirci onları dışarı çıkaralım. İlker Bey buyurun efendim, İlker Bey buyurun efendim, İlker Bey buyurun oturabilir misiniz, oturabiliriz buyurun. Buyurun alkışlayanları dışarı çıkaralım buyurun. Alkışlayan seyirciyi dışarı çıkaralım buyurun, burası alkış yeri değil duruşma salonu.” Salonda izleyicilerin, sanıkların ve bir kısım sanık müdafilerinin alkışlayarak gürültü çıkardıkları görüldü. Mahkeme Başkanı: "Sanık Mehmet İlker Başbuğ yerine otururken sanıklar Serdar Öztürk, Zekeriya Öztürk, Oktay Yıldırım, Sevgi Erenerol, Fatih Hilmioğlu, Durmuş Ali Özoğlu, Alaettin Sevim ve bir kısım sanıkların alkışladıkları görüldü. Evet, buyurun, sanık Durmuş Ali Özoğlu’nun bağırdığı görüldü. Durmuş Ali Özoğlu’nu dışarı alalım, sanık Durmuş Ali Özoğlu’nu çıkaralım.” Salonda bir kısım sanıkların, bir kısım sanık müdafilerinin ve izleyicilerin bir kısmının alkışladıkları bir kısmının ise marş söyleyerek gürültü çıkarttıkları görüldü. Mahkeme Başkanı: "Sanık Erkan Önsel’in marş söylemeye başladığı görüldü. Erkan Önsel’i çıkaralım, Erkan Önsel’i çıkaralım lütfen komutanlar bakın bir şey söylüyorum bakın bir 49 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:50 şey söylüyorum uyun Durmuş Ali Özoğlu’nu çıkaralım evet Sevgi Hanım Sevgi Hanım buyurun Sevgi Hanımı alalım, Sevgi Hanımı alalım sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük’ün de alkış tutarak ve marşa katıldığı görüldü efendim buyurun efendim buyurun.” Sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük söz almadan konuştu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Burası duruşma salonu efendim sanıkların savunma.” Sanık Veli Küçük müdafi Avukat Zeynep Küçük söz almadan konuştu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Marş söylenecek yer değil efendim burası duruşma salonu, savunma yapıyor, hukuki bir yargılama yapıyoruz buyurun. Efendim bağıranlar hakkında işlem yapalım haklarında tutanak tutalım buyurun. Evet, sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafilerinden esas hakkında son savunması soruldu buyurun, buyurun efendim, buyurun efendim devam edin bir müddet devam edin daha sonra ara veririz buyurun.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Hazırlık yapmamız, teknik hazırlık yapmamız gerekiyor.” Mahkeme Başkanı: “Efendim buyurun hazır değil mi?” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay Sezer, Sayın Başkanım bilgisayarda teknik bir hazırlık yapmamız gerekiyor bir iki dakika ara verelim.” Mahkeme Başkanı: “Efendim daha önceden verebilirdiniz müvekkiliniz, sanık herhangi bir şey sunmadı dijital olarak, evet buyurun saati durduralım, durduralım saati buyurun verin. Duruşma disiplinini bozanlar hakkında tutanak tanzim edelim, buyurun.” Salonda söz almadan konuşan oldu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Tamam, tamam efendim ara uygun bir zamanda ara veririz efendim buyurun efendim buyurun.” Salonda söz almadan konuşanlar oldu anlaşılamadı. Mahkeme Başkanı: “Biraz biraz sonra ara veririz buyurun Avukat Bey buyurun, Ali Rıza Dizdar buyurun.” Bir kısım sanıklar müdafii Av. Ali Rıza Dizdar söz almadan konuştu anlaşılamadı. Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Avukat İlkay Sezer, öncelikle tutanakta şunun doğru olarak geçmesini isterim ki müvekkilim açıkça son savunma yapmayacağını beyan etmiş olmasına rağmen siz tutanağa geçerken son savunma yaptığını beyan ettiniz böyle bir husus yok müvekkilim savunma yapmadı onun ilk iddianameye ilişkin görüşünden 27 Mart’tan itibaren bu tarafa ilişkin bir değişiklik yok, öncelikle adil yargılama ilkesini ihlal eden uygulamalardan biri olan hukuka aykırı bir ara kararla savunmaya tanınan 2 saatlik süreye itirazımı yineliyor bu sürede bir savunma ya da bir açıklama, bir hazırlık yapılamayacağını bunun atılı suçlamaya yönelik olarak bir avukat olarak beni bir kronometre eşliğinde bir koşuya çıkarmaktan başka bir şey olmadığını bende tutanaklara geçmek istiyorum mahkemeniz görevsizdir bunu daha önce de dile getirmiştik mahkemenizin müvekkilimiz açısından görevsiz olduğuna dair 2010/106 esas sayılı dosyanın 26 Mart 2012 tarihli 57. duruşmasında belirttiğimiz üzere Anayasanın 148. maddesinde yer alan açık hüküm nedeniyle görevsiz, görev ve yetki itirazını tekrar ediyorum malum olduğu üzere müvekkilimiz Sayın Başbuğ 30 Ağustos 2008 ile 30 Ağustos 2010 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmıştır müvekkilimiz 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının görev ve yetkilerine ait kanunun birinci maddesine göre de barışta ve savaşta silahlı kuvvetlerin komutanıdır ceza muhakemeleri kanununun 250/3. maddesindeki Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler saklıdır şeklinde düzenlenmiş olan kişi sınırı getiren bu cümle bugüne kadar halen daha görmezden gelinmektedir. Soruşturmanın yapıldığı ve yargılamanın başladığı dönemde yürürlükte bulunan 5271 sayılı ceza muhakemeleri kanununun 250/3. maddesinde yer alan birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu kanun ile görevlendirilmiş Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanırlar cümlesi 6352 50 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:51 sayılı kanunla yapılan değişiklik sonucu çıkarılmış Anayasa Mahkemesinin yargılayacağı kişilere ilişkin hükümlerin saklı olduğuna dair hüküm terörle mücadele kanununun 10. maddesine geçirilerek muhafaza edilmiştir konuya ilişkin olarak ceza muhakemeleri kanununun 67. maddesinin son fıkrasına göre almış olduğumuz bilimsel görüş ki Profesör Doktor Fatih Selami Mahmutoğlu’na ait olup dosyada mübrezdir bu mütalaaya göre 250. madde 3. fıkrada, fıkrasında yüce divanın yargılama yetkisine giren kişilerin istisna olarak bırakılması görev kavramının yukarıda aktardığımız tarzda anlaşılması gerektiğinin şeklinde özetleyebileceğim bir değerlendirme ile bitirilmiştir bu değerlendirme ve Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk, Bilkent üniversitesi öğretim üyesi Profesör Doktor Ergün Ozbudun ve Türkiye Barolar Birliği eski başkanı Avukat Ahsen Coşar’ın müvekkilimiz hakkında şayet bir yargılama yapılacak ise yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinin görevli olduğuna dair beyanları malumunuzdur dava konusu edilen andıç tamamlanmamış bir karargah çalışmasıdır, andıç nedeniyle bir suç işlendiği iddia ediliyorsa müvekkilimiz dışındaki kişiler hakkında kanaatimce 353 sayılı askeri mahkemeleri kuruluş ve yargılama usul kanunu uyarınca askeri mahkemeler görevli olup mahkemeniz görevsizdir. Uyuşmazlık mahkemesi kanunu uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına yönelik talepler usul ve yasaya açıkça aykırı ara kararlar ile ya reddedilmiş ya da cevap verilmemiştir mahkemeniz aynı zamanda yetkisizdir yargılamanın geldiği bu aşamada bir kez daha görülmüştür ki internet andıcı davası olarak bilinen dava ile yargılanan kişilerin birleştirilen davalarda yargılanan kişilerle Yargıtay içtihatlarının aradığı nitelikte hiçbir örgütsel irtibatı bulunmamaktadır tamamlanmamış ancak yasal bir karargah çalışması olan andıçla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ettiği iddia ediliyor ise andıcın hazırlandığı karargahın Ankara’da bulunması nedeniyle Ankara mahkemeleri yetkili olup mahkemeniz yetkisizdir. Ankara’da da özel yetkili mahkemeler varken mahkemenizin düzenlenen iddianameleri kabul etmesini ve birçok iddianameyi birleştirmesini anlamak mümkün değildir. Müvekkilimize isnat edilen suçlamalar Cumhuriyet Savcılarımız Mahkemeye sunmuş oldukları mütalaada Türkiye Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanını yani müvekkilimi şu şekilde suçlamaktadırlar mütalaa 1529 ve 2038. sayfalarında; Mehmet İlker Başbuğ’un iddianamede belirtildiği ve mütalaanın ilgili bölümlerinde anlatıldığı şekilde Ergenekon terör örgütünün yöneticilerinden olduğu ve Ergenekon terör örgütünün amaçları doğrultusunda askeri bir darbe ortamı oluşturmak amacıyla belirtilen internet siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen andıç vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ederek örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik faaliyetlerle devam eden Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturmaları ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla sözlü veya yazılı beyanda bulunmak, devlet yöneticilerini baskı altına almak, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve bu hususta gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik ortamı oluşturmak ve halkı devlet yöneticilerine karşı kışkırtmak ve anarşi ortamı oluşturmak ve Ergenekon terör örgütünün nihai hedefi olan cebir ve şiddet yöntemleriyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunu işlediği anlaşılmaktadır ve müvekkilim hakkında 314. madde nedeniyle Yargıtay’ın içtihatlarına dayanılarak ceza verilmesine yer olmadığına 312. maddeden dolayı da cezalandırılması talep ediliyor. Türk ordusunun komutanına yöneltilen bu suçlama Genelkurmay Başkanlığı karargahında onun emrinde görev yapmış olan silah arkadaşları için de ileri sürülmüş ve bu kişiler hakkında da Türk ceza kanununun 312/1. maddesine göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmiştir. Mütalaada açıkça görüleceği gibi terör örgütü yöneticiliği suçlaması aynen durmaktadır sadece yapılan biraz önce söylediğim gibi Yargıtay içtihatları göz önünde tutularak terör örgütü yöneticiliği suçlamasından dolayı yani 314/1 gereğince ceza verilmesine yer olmadığı kararı talep edilmiştir. Terör örgütü yöneticiliği iddiasına ilişkin olarak Türk Ceza Kanununun 314. maddesinde tanımlanan suçu devletin güvenliğine karşı suçlar ile Anayasal 51 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:52 düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurma ve yönetme fiilleri oluşturmaktadır. Yönetici örgüt üyeleri arasındaki disiplini oluşturma, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme koordinasyon gibi görevler üstlenmektedir. Fiilin icrası yöneticiliğin devam ettiği süreç boyunca devam etmektedir. Belli bir amaç etrafında suç işlemek amacı ile kurulan örgüt, güdülen amaç bakımından yapısı, üye sayısı, araç ve gereç itibariyle elverişli olmalıdır. Devletin güvenliği ile Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla örgütü yönetme ve örgüte üye olma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Bu suçun oluşumu için doğrudan kasıt gerekmektedir zira örgütü kuran, yöneten ya da üye olan kişiler devletin güvenliği ile Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemeyi amaçlamaktadırlar. Örgütün varlığı için suç işlemek amacıyla açık bir şekilde ortaya konulmalıdır amaç. Silahlı örgüt suçunun oluşumu için örgüt mensuplarının ortak amacı belirlemesi gerekmektedir. İddia makamı mütalaada müvekkilimi şu şekilde tanımlamaktadır 2036. sayfa; sanık Mehmet İlker Başbuğ Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine sızan ve burada üst düzey konumlara kadar ilerleyen Ağustos 2008, 2010 tarihleri arasında Genelkurmay Başkanlığı görevini yapan Ergenekon terör örgütünün üst düzey yöneticisidir 30 Aralık 2011 günü mahkemeniz müvekkilim hakkında suç duyurusunda bulunmuş Cumhuriyet Savcılığı tarafından 5 Ocak 2012 günü ifadeye çağrılmış, 6 Ocak günü tutuklanmış ve hakkında hazırlanan iddianame 2 Şubat 2012 günü mahkemenize gönderilmiştir. Aslında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı müvekkilim hakkında mütalaada yer alan iddiayı müvekkilim hakkında suç duyurusunda bulunulmasının üzerinden bir hafta bile geçmeden tutuklama talebinde ortaya koyabilmiştir. Anayasanın 117. maddesine göre Genelkurmay Başkanı silahlı kuvvetlerin komutanıdır, Genelkurmay Başkanı bakanlar kurulunun teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca atanır ve görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. İddia makamının müvekkilim hakkında ileri sürdüğü iddia doğru ise ki bu iddiaya göre müvekkilim silahlı kuvvetlerine çok önceden sızan bir kişidir bakanlar kurulu da böyle bir terör örgütü yöneticisini Genelkurmay Başkanı olmak üzere Cumhurbaşkanına teklif etmiş ve Cumhurbaşkanı da bu teklifi kabul ederek atamayı yapmıştır. Müvekkilim 30 Ağustos 2002’de orgeneralliğe terfi ettirilmiştir, Kasım 2002’de ise siyasi iktidar değişmiştir bu siyasi iktidar, mevcut siyasi iktidar müvekkilimi yalnız 2008 yılında Genelkurmay Başkanlığına getiren atamayı değil 2003 yılından itibaren Genelkurmay 2. Başkanlığına, 1. ordu komutanlığına ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına getiren atamaları da yapan siyasi iradedir. İddia makamının iddiası açıktır ve nettir atamaları gerçekleştiren siyasi iktidara nerede ise 7 yıl içinde müvekkilimin bir terör örgütünde yönetici olduğunu tespit etmekte aciz kaldığını söylemektedir. Bu iddiayı ileri süren savcıların iddialarını destekleyecek somut delillere sahip olduğu var sayılırsa bu önemli bilgilerin Bakanlar Kurulunda ve Cumhurbaşkanlığı makamında bulunmadığını düşünebilir miyiz? Bu durum sadece Sayın Başbakan Erdoğan’ın 6 Haziran 2012’de söylediği şekilde mümkün olabilir. Şöyle ki; demek ki bu madde CMK 250 maddesi haddinden fazla bir yetki doğuruyor ve adeta biz devlet içinde devletiz havasına bu işi sokuyor yani devlet bilmiyor ancak devlet içindeki devlet olanlar bilebiliyor. Türkiye Cumhuriyeti köklü bir devlettir eksiklerine rağmen bir devlet yapısı ve tecrübeleri vardır böyle bir iddiayı ileri sürmek Profesör Doktor İzzet Özgenç’in dediği gibi Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve bu görevden yaş haddinden emekli olarak ayrılmış bir kişinin görevi başındayken terör örgütünün yöneticisi olarak faaliyet icra ettiğini iddia etmek bir akıl tutulmasının yansımasıdır ve Özgenç’e göre bu iddia Cumhuriyet Savcılığı görevi ile bağdaşır bir yaklaşım çerçevesinde değerlendirme sonucu varılan bir kanaat ürünü değildir. Aynı değerlendirme söz konusu iddianın yer aldığı iddianameyi kabul eden Hakimlerin kararı bakımından da geçerlidir diyor Özgenç bu nedenle baştan beri şu hususu özellikle belirtmeye çalıştım bu suçlamanın kişisel sınırda kaldığı düşünülemez, bu suçlama Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneltilebilecek en ağır suçlamadır, bu suçlama siyaseten devlete de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Özgenç, Profesör Özgenç bu 52 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:53 hususu şöyle değerlendirmekte bir Genelkurmay Başkanını görevi başında terör örgütü yöneticisi olarak suçlarsanız Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve bu devletin kurum ve kuruluşları arasındaki uyumlu çalışmayı sağlamakla görevli kamu otoritesinin varlığını da inkar etmiş olursunuz. Sayın Özgenç’in görüşüne göre varlıkları inkar edilen kamu otoriteleri kimdir, kimlerdir bunlar bakanlar kurulu ve Cumhurbaşkanlığı makamı. Sayın Profesör Doktor Sami Selçuk ise bu konuya değişik bir bakış açısı getirdi görüşü şöyleydi şimdi siz Genelkurmay Başkanı terör örgütünün başıdır, yöneticisidir diye tutuklar ve böyle bir dava açarsanız bu sadece hukuki sonuçlar değil, siyasal sonuçlar da doğurur. Genelkurmay Başkanlığı yapmış birinin terör suçunu işlemesi bir düştür kastedilen siyasi sonuçlar ne olabilir? Anayasa göre Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumlu. Bir Genelkurmay Başkanı gelmemesi gereken bir makama getirilmiş ve o kişi de bu makamda iken devlete karşı işlenen suçları işlemiş ve bu durumda fark edilmemiş, kişinin emekli olmasından neredeyse 1,5 yıl sonra, bu kadar süre geçtikten sonra Cumhuriyet Savcıları böyle bir iddia ile ortaya çıkmışlarsa gerçekte ortada o devlet için trajikomik bir durum var demektir. Bu hafife alınıp, gülünüp geçilecek bir konu değildir. Nitekim bu ileri sürülen iddianın vahametini anlayan Sayın Başbakan 5 Ağustos 2012 günü şu sözleriyle İlker paşamızla alakalı olarak ben yapılan benzetmeleri ve yakıştırmaları asla doğru bulmuyorum, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Genelkurmay Başkanlığı makamına gelmiş bir insan için bu tür bir yakıştırmanın, bu tür bir benzetmenin doğru olmadığını ve insaf dışı olduğunu kesinlikle düşünüyorum 1 Şubat 2013 tarihinde ise şu sözleriyle yani Türk Silahlı Kuvvetleri bir örgüttür ama terör örgütü değildir, generallerimiz emekli olsun, muvazzaf olsun yani hiçbirisine bir defa kalkıp da yani alışılmış anlamda bir terör örgütü mensubu demek bir defa çok çok ciddi bir yanlıştır yani bu affedilemez. Yani şu anda kendileri bulundukları makam itibariyle yani kendilerini sağlamda görseler bile tarih onları affetmez diyerek duruma müdahale etmek zorunda kalmıştır. Profesör Doktor Özgenç bu konuya salt hukuk açısından bakarak şu değerlendirmeyi de yapmıştır; bir kamu kurumundaki hiyerarşinin gerektirdiği ilişkiler örgütsel ilişki sayılamaz. Bir suç işlenmiş olsa bile bu örgüt suçu değil iştirak halinde bir suç olur. Konuya tekrar salt hukuk açısından bakmaya devam edersek mütalaada Yargıtay ceza genel kurulunun ve Yargıtay 9. ceza dairesinin kararlarına ve içtihatlarına göre örgüt yöneticiliğine ilişkin aranan hiçbir koşul burada bulunmamaktadır. İddia makamı müvekkilimi iddia olunan silahlı örgüt adına, Türk silahlı kuvvetlerine sızdığını ve Genelkurmay Başkanlığına kadar yükseldiğini, örgütün üst düzey yöneticisi olduğunu ileri sürmektedir mütemadi bir suç olan silahlı örgütü yönetmek suçlamasına ilişkin silahlı örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlayan, örgüt üyelerine görev veren ve genel stratejiyi belirleyen kimse örgüt yöneticisi olarak nitelendirildiğine göre müvekkilimin Türk silahlı kuvvetlerinin komutanı olmasının dışında gösterilebilen hiyerarşik bir pozisyonu var mıdır? Hayır. Yargıtay 9. ceza dairesine göre yöneticiyi tespitte örgütün hiyerarşik yapısı, organizasyon şeması ve kişilerin yüklendikleri görevler önemlidir. İddia olunan silahlı örgütün amacı dahi ortaya konulamamıştır. Kayıtlara göre silahlı örgütlerin amacı ya Anayasal düzeni değiştirmek ya da ülkemizin bir bölümünde başka bir devlet kurmak amacı tespit edilmişken huzurdaki dosyada iddia olunan örgütün amacının yalnızca hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini tamamen veya kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek olarak ileri sürülmesi örgüt iddiasının zorlama olduğunu gösteren başka bir olgudur. Neticede bir Genelkurmay başkanının silahlı terör örgütü yöneticisi olarak suçlanmasını Türk milletinin ezici çoğunluğu kabul etmemekte ve bu durumdan büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Sayın Başbakan böyle bir suçlamayı yapanları tarihin affetmeyeceğini söylememektedir. Hukuk alanında otorite sayılacak bilim adamları bu duruma şiddetle karşı çıkmaktadır. Yargıtay içtihatları hukuken böyle bir suçun veya suçlamanın yapılamayacağını açıkça göstermektedir. Bu durumda geriye sadece bir ümit kalıyor o da mahkemenizin bu konuda alacağı sağlıklı bir kararla bu vahim hatayı düzeltmesidir. Umarım bu tarihin bile affedemeyeceği hatanın devam ettirilmesini önler, buna izin vermezsiniz. 53 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:54 Mütalaada silahlı terör örgütü iddiasına ilişkin olarak ileri sürülen iddialar öncelikle iddia edilen irtica ile mücadele eylem planı 12 Haziran 2009 günü basında yer aldı o esnada müvekkilim yurt dışında bulunmakta kendisine dönemin kara kuvvetleri komutanı vekalet etmekteydi. Aynı gün Genelkurmay askeri savcılığı tarafından konuya ilişkin soruşturma açıldı, soruşturma emrinin verilişi mütalaada şu şekilde değerlendirilmiştir sayfa 1529, Genelkurmay Başkanının yasal temsilcisi karar kuvvetleri komutanı Işık Koşaner’den doğrudan emir alarak soruşturma açılabilecekken dönemin 2. başkanı Hasan Iğsız’ın yurtdışında bulunan İlker Başbuğ’u arayarak onay alması ve bu yolla resmi hiyerarşi dışında hareket etmesi askeri hiyerarşi dışında örgütsel hiyerarşinin bir göstergesidir. Yine bu durum karargahta yürütülen tüm benzer faaliyetlerin İlker Başbuğ’un bilgi ve gözetiminde gerçekleştirildiğinin bir göstergesidir. Sayın Taha Akyol Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’e bir sohbet esnasında şöyle bir soru sormuş bunu da köşesinde yazmış. Sayın Başbakan yurtdışına gitse siz önemli bir konu için onu bekler veya telefonla görüşür müsünüz yoksa onun vekili ile mi çözersiniz meseleyi, cevap bakandan gayet açık ve net tabi Başbakan ile görüşürüm asli yetkili odur. Sayın Akyol’un dediği gibi devlet hayatında durum böyledir, devlet hayatında durum gerçekten böyledir bu durumu ya bu iddiayı ileri sürenler dinlemektedir ya da bilmelerine rağmen onlar için bu konu ileri sürdükleri iddialarını destekleyebilecek bir somut delildir. Bu gerekçeyi bir kenara bırakalım eğer iddia makamı 18 Şubat 2013 günü duruşma salonunun kapısına kadar gelen Genelkurmay eski başkanı Işık Koşaner’in tanık olarak dinlenilmesi talebimizin reddi yönünde mütalaa vermemiş olsaydı ve mahkeme hazır edilen tanığı dinleseydi bu iddianın ne kadar asılsız olduğunu tarafımıza verilen ve 14 Mayıs 2013 günü dosyaya sunulan Işık Koşaner’in yazılı yanıtından da görülebileceği üzere anlaşılırdı. Hani maddi gerçeği ortaya çıkarmaktı amaç ve görev o halde neden hazır ettiğimiz tanık dinlenilmedi? Neden dinlenilmemesi yönünde mütalaa verildi? Kuşkusuz bunu izah etmesi gerekenler biz değiliz. Sayın Koşaner yazılı beyanında bu konuya ilişkin Genelkurmay Başkanları resmi nedenler nedeniyle yurtdışında olacakları süreler için askeri hiyerarşinin gereğine uyarak kendilerinden sonra gelen kıdemli kuvvet komutanını kendilerine vekaletle görevlendirirler bu vekaletin anlamı vekil olarak görevlendirilen komutanın Genelkurmay Başkanı ile aynı statüde olması değil, Genelkurmay Başkanı emirleri ve onayları çerçevesinde yokluğunda onun yetkilerini onun adına kullanabilme yetkisidir. Bilindiği üzere Genelkurmay Başkanları Bakanlar Kurulunun teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atandırılmaktadır. Bu şekilde ismen atanan Genelkurmay Başkanları Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile periyodik veya gerektiğinde her zaman görüşmeler yapmakta ve pek çok konuda bilgi alışverişinde bulunmaktadırlar ayrıca Genelkurmay Başkanları yetkili ve yerli ve yabancı resmi makamlarla olan temasları nedeniyle yerlerine vekil olarak bırakabilecekleri komutanlardan çok daha fazla ve çeşitli bilgilere sahiptir bu nedenle bazı önemli ve detayına sadece kendilerinin vakıf olduğu konularda karar yetkisinin de kendilerinde olması gerekmektedir, Genelkurmay Başkanları resmi görev kapsamında yurtdışına çıktığında yerine vekalet edenler önemli ve detaylarına kendilerinin vakıf olduğu konulara ilişkin olarak Genelkurmay Başkanlarıyla bazen günde bir defadan görüşmek ve direktif almak durumundadırlar emekli orgeneral Sayın Başbuğ’dan, İlker Başbuğ’dan önceki Genelkurmay Başkanları tarafından da uygulamanın bu şekilde yapıldığının tanığıyım, emekli orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı döneminde de aynı uygulama yapılmıştır. 2010–2011 döneminde Genelkurmay Başkanı olarak bende aynı uygulamayı yaptım. Emekli orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un resmi bir görev nedeniyle yurtdışında bulunduğu 12 Haziran 2009 tarihinde bir gazetede iddia olunan irtica ile mücadele eylem planına ilişkin bir haberin çıkması üzerine yaptığımız bir değerlendirme sonucunda soruşturma açılmasının uygun olacağını düşündüm ve Genelkurmay 2. başkanı emekli orgeneral Hasan Iğsız’a Sayın Genelkurmay Başkanına ulaşarak bu konudaki direktifi alması emrini verdim. Emekli orgeneral Sayın Iğsız dönemin Sayın Genelkurmay Başkanına ulaştığını ve soruşturma açılmasının uygun gördüğünü 54 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:55 söyledi bunun üzerine soruşturma açılması için ben emir verdim. Olay tamamen bu şekilde cereyan etmiş olup farklı şekilde yorumlamanın ve farklı anlamlar yüklemenin bir gerekçesi yoktur diyor Sayın Koşaner. Görüldüğü gibi Sayın Koşaner askeri teamüller gereği olarak Genelkurmay 2. başkanı Sayın Iğsız’a müvekkilimi arayarak müvekkilimin direktifini almasını kendisinin emrettiğini açıkça söylemektedir şimdi bu iddiayı ileri sürenlerin ne düşündüğünü, mahkemenizin de bu konuyu nasıl değerlendireceğini gerçekten merak ediyorum. Tanığımızın dinlenilmesinin reddedilmesinin ne kadar yanlış olduğunu bu konu bile başlı başına ortaya koymuyor mu? Ya reddedilen diğer tanıklarımızın huzura gelmeyen beyanları? Bunlar için ne diyeceğiz, mütalaada müvekkilimin Genelkurmay 2. başkanı iken Sayın Mustafa Balbay ile görüşmesi şu şekilde yer almıştır. Mütalaa 1526. sayfa sanığın Genelkurmay 2. başkanı iken Mustafa Balbay ile görüşmelerinin olduğu, bu görüşmelerden birisinde sanığın Türk silahlı kuvvetlerinden sızdırılan bazı bilgilerin kurumu zor durumda bıraktığı Balbay’dan haber kaynağını öğrenmeye çalıştığını, Balbay’ın söylemediği sanığın buna karşılık Cumhuriyeti seviyoruz, sizlerin yurtsever insanlar olduğunu konuşuyoruz, Cumhuriyetle karşı karşıya gelmeniz istenmeyen bir durum haberler çıkıyor biz çok yaralanıyoruz beyanlarıyla kurumun menfaatlerin savunamaması ve Mustafa Balbay ve Cumhuriyet gazetesine yönelik olarak dile getirdiği hususların sanığın örgütsel ilişki ve irtibatının bir sonucu olduğu anlaşılmıştır. Şimdi Savcıların bu ilginç, üzerinde düşünülmesi gereken iddiasını değerlendirelim. Cumhuriyet gazetesini sevmek örgütsel bir ilişkinin göstergesidir, Cumhuriyet gazetesi muhtemelen örgüte ait veya kontrolünde olan bir gazetedir ancak örgüt nedense Cumhuriyet gazetesine el bombaları ve Molotof kokteylleri attırarak ikaz etme yolunu seçmiştir. Örgütün kontrolündeki bu yayın organı örgütün üst düzey yöneticisini zor durumda bırakan haberleri rahatlıkla yapmaktadır ya da yazarlar kendilerine sorulduğunda haber kaynaklarını açıklarlar ancak nedense bir örgüt üyesi arkadaşı örgüt üyesinden bu anlamda bulunmuş, ricası reddedilmiştir bu ne biçim örgütsel dayanışmadır bu ne biçim örgütsel ilişkidir ki müvekkilim Cumhuriyet gazetesi ile karşı karşıya gelebiliriz diye adeta örgüt arkadaşı Sayın Balbay’ı kapalı olarak uyarmaktadır. Sanırım yalnızca bu açıklamalarım bu konunun açıklığa çıkarılması için yeterli olmuştur. Müvekkilim Genelkurmay 2. başkanı iken 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odasında yapılan hilafetin ilgası ve tevhidi tedrisat paneline katılmıştır, bu panele katılım mütalaaya şu şekilde yansımış yine 1526. sayfa sanık 3 Mart 2004 günü Ankara Ticaret Odasında yapılan bu panele katılmıştır, müvekkilimin panele katılımı bir örgütsel ilişki, bağ olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Müvekkilimin bu panele katılımı şu şekilde olmuştur 3 Mart 2004 günü sabahı Genelkurmay Başkanlığına vekalet eden Kara Kuvvetleri Komutanı müvekkilimi telefonla arayarak panele katılıp katılmayacağını sormuştur. Müvekkilim de panel ile ilgili olarak kendisine davetiye gelmediğini ancak durumu değerlendireceğini söylemiştir. Panele Ankara’da bulunan, devam edeyim mi efendim panele Ankara’da bulunan bütün orgeneral ve oramirallerin katılacağını öğrenince de panele katılım kararı almıştır. Bu şekilde panele katılmak nasıl örgütsel bağ olarak ileri sürülebilmektedir? Panelde konuşmacıların ve katılımcıların yasalara göre suç teşkil eden bir eylemi olmuş mudur? Eğer olmuş ise ne işlem yapılmıştır? Panel hakkında önceden hiç bilgisi olmayan, kendisine panel davetiyesi bile gönderilmeyen müvekkilimin bu panele katılması nasıl örgütsel ilişkiye delil olarak ileri sürülebilir? Panele katılan diğer askeri personel hakkında da aynı iddialar ileri sürülmüş müdür? Başka bir iddiayı değerlendirmeye geçeceğiz ara verecekse bir 5 dakika.” Mahkeme Başkanı: “Evet bir ara verelim. Saatin 18:12 olduğu görüldü.” Duruşmaya ara verildi. Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu. Mahkeme Başkanı: "Sanık Semih Tufan Gülaltay müdafi Avukat Ayşe Çiğdem Tezeller’in geldiği görüldü. Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay Sezer esas hakkındaki savunmasına kaldığı yerden devamla. Buyurun Avukat Bey.” 55 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:56 Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Avukat İlkay Sezer, panelle bitirmiş idim 3 Mart 2004 tarihinde yapılan panel şu cümleyi de ilave etmek isterim bu paneli düzenleyenler, düzenleme komitesi bu panele katılan panelistler ve katılımcılardan hiçbiri ile ilgili bir soruşturma yapıldığına dair bile bu dosyaya gelen bir bilgi yoktur, iddia makamı bu yönde bir husus ortaya koyamamıştır. Burada yine bir şey bilgi olarak şunu söyleyebiliriz Genelkurmay Başkanlığına o dönem için vekalet eden Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman idi. Mütalaada Fatma Cengiz ile İbrahim Şahin arasındaki dosya sanıklarımız arasında geçen telefon konuşmalarında da müvekkilimin adı geçtiğinden bahisle bir bölüm bulunuyor. Mütalaanın 2036. sayfasında yer alıyor bu bir örgütsel ilişkinin varlığı gibi değerlendirilmiş ve sunulmuş. İlk önce şunu söylemeliyiz bu 2 kişi arasında geçen konuşmalarda sadece müvekkilimin adı geçmiyor, Çevik Bir, Yaşar Büyükanıt, Hilmi Özkök gibi kişilerin isimleri de geçiyor hatırlayacaksınız Sayın Özkök burada tanık olarak dinlenirken bu kişileri sormuştuk onun cevabı da tutanaklarda var tanımadığını, görüşmediğini söylemiştir. Ancak o telefon kayıtlarındaki görüşmelere bakarsanız Sayın Özkök’le çok yakın bir görüşme, irtibat varmış havası var. 2 kişi arasında geçen telefon konuşmalarına göre sanık İbrahim Şahin’in kamu güvenliği müsteşarlığına atanması üzerinde durulmakta, sanık İbrahim Şahin hatırlanacağı üzere sağlık sorunları nedeniyle cezası Cumhurbaşkanı tarafından affedilen bir kişi, her şeyden önce bu durumdaki bir kişinin böyle bir göreve atandırılması bir hukuk devletinde düşünülebilecek bir konu değil. Ayrıca sanık Fatma Cengiz’in duruşmalarda kendisinin kullanıldığından bahsetmiş olmasını da heyetin dikkatine sunmak isterim. Telefon görüşmelerine ilişkin incelemeye gelince şunu söylemeliyiz dosyamız sanığı Özel Harekat dairesi eski başkanı Sayın İbrahim Şahin’in müvekkilimizle herhangi bir görüşmesi hiçbir şekilde olmamıştır. Mahkemenizin 30 Mayıs 2012 tarihli 45 nolu ara kararı uyarınca Genelkurmay Başkanlığına müzekkere yazılmış ve 30 Temmuz 2012 ile 5 Ekim 2012 tarihinde 2 yazı cevabı dosyaya gelmiştir. 5 Ekim 2012 tarihli yazının ekinde yer alan 2008 yılına ait İbrahim Şahin ismi için Genelkurmay karargahına bir İbrahim Şahin’in girdiği bilgisi bulunmakta. Hemen söylüyorum 14.10.2008’de bir giriş görülüyor bu saat 16:17’de karargaha girilmiş, İbrahim Şahin isminde biri karargaha girmiş ancak dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in HTS kayıtlarını incelediğimizde dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in yarım saat sonra bu saatten yarım saat sonra İstanbul Küçükyalı Bostancı gösteri merkezi Maltepe İstanbul’dan baz veriyor ve bu baz verme işi saat 18’e kadar devam ediyor yine listede yer alan 2 ve 3. kayıtlar olan 17 Ekim 2008, 2 Aralık 2008 tarihli görüşmelerde de karargaha giren İbrahim Şahin ile dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in telefon kayıtları incelendiğinde karargaha giren İbrahim Şahin’in dosyamız sanığı İbrahim Şahin olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca yine 5 Ekim 2012 tarihli yazının ekinde yer alan 2006 yılına ait bir kayıt var ben onu da inceledim, onu da inceleme ihtiyacı hissettim ne olur ne olmaz diye orada da şunu gördüm karargaha giren 2006 yılında karargaha giren İbrahim Şahin’in TC kimlik numarası 501 ile başlıyor ve devam ediyor dosyamız sanığı İbrahim Şahin’in TC kimlik numarası 3. iddianamenin 147. ek klasörü pdf 69 ve 72. sayfalarında yer alıyor 615 ile başlıyor. Yani TC kimlik numarası açısından yaptığımız incelemede de 2006 yılında giren de o değil. Yalnızca bu bilgiler dahi çizelgede yer alan İbrahim Şahin’in dosyamız sanığı olmadığını göstermekte işte iddianame ve mütalaa bu şekilde eksik, inceleme ve değerlendirme ile huzura getirilmiştir. Acaba heyetiniz yanıltılmak mı istenmiştir? Aynı şekilde Fatma Cengiz hakkında ileri sürülen iddialar da kısa süreli benzer bir incelemeye tabi tutulur ise asılsız olduğu görülür kanaatindeyim. HTS kayıtlarına göre müvekkilimin kullandığı değerlendirilen telefon numaralarından Mustafa Koç, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Mustafa Levent Göktaş ile de sınırlı sayıda görüşme kaydı bulunmaktadır. Bu görüşmeler müvekkilimin 2004–2010 yılları arasında kendisine emir subayı olarak görev yapan emekli albay, şu anda emekli olan emekli Albay Afiyet Gözel tarafından yapılmış Afiyet albayın bu konuya ilişkin bize iletmiş olduğu yazılı beyanını mahkemenize sunuyorum. Bu Afiyet albay 6 yıl süre ile müvekkilimin emir subaylığını yapmış 56 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:57 birisi bu yazılı beyandan da anlaşılabileceği üzere irtibat iddiası olarak ileri sürülemeyecek söz konusu görüşmeler müvekkilimiz tarafından ya da bilgisi dahilinde yapılmamıştır. Talebimiz kabul edilse idi ve Afiyet Gözel tanık olarak dinlenilebilse idi kendisi tarafından da bu konu açıklığa kavuşturulabilirdi. Telefon konuşmalarının içeriğine gelince dosyaya alınan HTS kayıtları malumunuz olduğu üzere bize tamamı verilmedi kısıtlı miktarı verildi bu nedenle beyanım sınırlı kalmakta. Değişik ara kararlarla dosyaya müvekkilim ile ilgili değerlendirilen 0532 4653915 ve 532 6318428 numaralı hatlara ilişkin HTS kayıtları incelendiğinde dosyamız sanıkları ile bir irtibatının, bir görüşmesinin olmadığı görülür. Yine yine o ara kararlarla istenen 533 7658316, 532 2802867 numaralı hattan biraz önce söylediğim gibi Mustafa Koç, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Mustafa Levent Göktaş ile yapılmış görüşme ya da SMS kayıtları 2004 yılından itibaren müvekkilimizin emekli olduğu güne kadar emir subaylığını 6 sene süreyle yaptığına emir subayı Albay Afiyet Gözel tarafından yapılmıştır. Şurada şurada şunu da söylemeliyim ki bu HTS kayıtlarında yer alan bir görüşme 7 tane görüşme olarak arka arkaya sıralanmıştır heyetiniz incelerse heyetinizi de bu yanıltmasın aynı dakika aynı saniye de yapılmış 7 görüşmeyi alt alta göreceksiniz. Sanık Serdar Öztürk’ün Genelkurmay Başkanlığına hitaben gönderdiği kayda alınmış ve bir kısmı adli makamlara yapılan suç duyuruları ve müracaat dilekçeleri müvekkilim hakkında örgütsel irtibatı gösteren delil olarak ileriye sürülmesi sadece zorlama bir iddiadan başka bir şey olamaz. Ufuk Akkaya ile ilgili olarak yine dosyamız sanığı bilgi notu isimli bir belgeden bahsediliyor sadece şunu söyleyebilirim burada dosya sanığı olan gazeteci Ufuk Akkaya ifadesinde gazetecilik mesleği kendisi, gereği kendisine ulaşan bilgiler olduğu beyan ettiği ancak itibar etmediğini ve bu nedenle haberde yapmadığını beyan ettiği bu bilgiler kayıtlı bunlar bir suç unsuru olarak ileri sürülüyor müvekkilin adının geçtiği asılsız bir iddiadan ibarettir. Netice olarak, müvekkilimin silahlı terör örgütü ile olan ilişki iddia olunan örgütle ilişkisi biraz önce ifade etmeye çalıştığım iddia makamının ileri sürdüğü temelsiz, asılsız ve gerçek dışı iddialara dayanmaktadır. Doktrinde yer alan savcılık görevi ile bağdaştıramadığı akıl tutulması olarak değerlendirdiği bir düş olarak nitelendirme şeklinde özetleyebileceğimiz değerlendirmeler ile siyasi iktidarın 7 yıldır birlikte çalıştığı ve emekliliğinin üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra iddia makamınca ortaya atılan iddialara ilişkin açıklama ve değerlendirmeleri başta müvekkilim ile Sayın Iğsız arasındaki görüşme olmak üzere Sayın Işık Koşaner’in bilgi ve görgüsüne dayalı beyanlarını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde ileri sürülen iddiaları ciddiye almak bir hukuk devletinde hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir ortamda mümkün değildir. İddia makamının bu durumda yapması gereken en doğru hareket tarzı aslında müvekkilimin terör örgütü yöneticiliği suçlamasından dolayı beraat talebinde bulunmasıydı. Siyasi iktidarın 7 yıl birlikte çalıştığı halde bir Genelkurmay Başkanının terörist olduğunu fark etmediğini ileri sürerek devlet mekanizmasını yok sayan iddia makamı müvekkilimizin iddia olunan örgütün üst düzey yöneticiliğinden emeklilik yoluyla ayrılıp ayrılmadığına ilişkin bir değerlendirme yapmamıştır. Tayin yolu ile katınılan bu örgütten emeklilik yoluyla ayrılmak mümkün müdür? Müvekkilimizin Sayın Balbay ile yaptığı görüşme örgütsel irtibatın olmadığını göstermekte iken atılı suçun delili olarak ileri sürülmesi, Ankara’da bulunan tüm orgeneral ve oramirallerin katılmış olduğu Ankara Ticaret Odasında düzenlenen panele katılımın atılı suçun delili olarak ileri sürülmesi, Fatma Cengiz ve İbrahim Şahin arasında geçen telefon görüşmelerinde adının geçmesi ve bunun atılı suçun delili olarak ileri sürülmesi hukuka aykırı ve haksız bir değerlendirmenin sonucudur. Kaldı ki suçun manevi unsuru dikkate alındığında böyle bir iradenin ortaya çıkmadığı görülecektir. Biraz sonra arz edeceğim üzere Türk Ceza Kanunu 312. maddesi açısından da yapılacak inceleme sonrası Türk Ceza Kanunu 314 yani terör örgütü yönetmek suçlamasına ilişkin iddiaların gerçekleşmediği bir kez daha ayrıca görülecektir. Diğer suçlamaya gelince cebir ve şiddet yöntemleriyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme iddiasına ilişkin olarak bu suçlamada Türk Ceza Kanunu 312. maddesinde düzenlenen hükümete karşı suç ile korunan 57 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:58 hukuki değer malum olduğu üzere millet iradesine dayanan demokratik rejimdir söz konusu suçun oluşumu için icra hareketlerine en azından başlanmış olmalıdır. Ancak suçun oluşabilmesi için başvurulan icra hareketlerinin güdülen amacı gerçekleştirmeye elverişli olması gerekmektedir. İcrai hareketler, güdülen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır hatta elverişli vasıtalarla zorlayıcı eylemlere girişilmelidir. Zira neticeyi doğurmaya elverişli olmayan bir hareket Türk Ceza Kanunu 312. maddesi kapsamında bir fiil sayılamayacaktır. Hükümete karşı suç kasten işlenebilen bir suçtur. Failin cebir ve şiddet kastıyla hareket etmesi gerekmektedir bunun yanı sıra fail cebir ve şiddet kullanırken Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmayı veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeyi amaçlayarak icra hareketlerini gerçekleştirmelidir. İddia makamına göre 26. Genelkurmay Başkanı ve silah arkadaşları Genelkurmay karargahında yasadışı örgütlenen teröristlerdir. Ergenekon terör örgütünün amaçları doğrultusunda da askeri darbe ortamı oluşturulmaya çalışmışlardır. Türk Ceza Kanunun 312. maddesi gereğince cezalandırılmalıdırlar. Hemen belirtilmelidir ki Türk Ceza Kanununda askeri darbe ortamı oluşturmak gibi bir suç yoktur. Ayrıca iddia makamı askeri darbe ortamının oluşturulmaya çalışıldığını söylemekte ancak bu faaliyetin hangi darbe planına dayandığını, müvekkilimin bu plana olan ilişkisinin ne olduğunu ortaya koyamamaktadırlar. Hemen belirtmeliyim ki iddia olunan böyle bir plan yoktur. Hemen şunu da söyleyelim böyle bir eylem var mı, zorlayıcı eylem var mı, teşebbüsü var mı bunların hiçbirisi yok. Teşebbüs ile ilişkilendirilen eylem nedir gördünüz mü? Hayır, bu mütalaada görmedik, mütalaada hükümete karşı suçun meydana gelmesi için gerçekleştirilen fiiller 2 husus olarak ileri sürülmekte internet siteleri üzerinden kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra edilmesi, internet andıcı ile Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunmasıdır. Peki bu fiillerin icra edilmesi ile ne veya neler amaçlanmakta yine mütalaadan hareket ederek bu soruyu cevaplandırmaya çalışayım devlet yöneticilerini baskı altına almak. Şimdi yöneltilen suçlamaya hem maddi gerçekler hem de üzerinde durulan hukuki çerçeve açısından bakalım. Mütalaada Ağustos 2008, Ağustos 2010 döneminde internet üzerinden yapıldığı tespit edilen bir tek kara propaganda veya dezenformasyon faaliyeti gösterilmemiştir, böyle bir iddianın ileri sürülmesi mümkün değildir. Çünkü Ağustos 2008’den önce açılmış olan siteler Şubat 2009’da kapatılmıştır. İnternet andıcı ile kurulması planlanan 4 adet siteye ilişkin hazırlık çalışmaları da Haziran 2009’da son verilmiştir. Dolayısıyla Şubat 2009’dan Ağustos 2010’a kadar ki süreçte iddia edildiği şekilde kullanılabilecek internet sitesi bile yoktur. Buradan net olarak görülüyor ki iddia olunan suçun oluşumu için gerekli fiil yoktur. Fiilin olmadığı bir yerde de suçun oluşmasını düşünmek akıl dışıdır. Bu gerçeğin dışında iddia edilen fiillerin söz konusu suçun meydana gelmesi açısından elverişli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Somut fiilleri ortaya koyamayan iddia makamı çaresizlik içinde başka nedenlere sarılmış olmalı, örneğin daha önce açılan siteleri göreve başlar başlamaz neden kapatmadınız, siteleri deşifre olduktan sonra kapatmış olmanız suçtan kurtulma amacıyla yapılmıştır açılması planlanan 4 adet site kapatılmasa idi sizde bu siteler aracılığıyla suç işleyecektiniz. Eğer iddia makamı elleri altındaki polis tespit tutanağına, tutanağında yer alan Kasım 2008 tarihli andıca baksalardı Naip Hakim incelemesi ile de sunulan bu andıçta sordukları ilk sorunun cevabını kolaylıkla bulabilirlerdi. Andıç şu paragraf ile başlamaktaydı Kasım 2008’de taslak halde Genelkurmay Başkanı bilgi destek dairesinin lağvedilmesi ile lağvedilen şubelerin terörle mücadeleye öncelik verilerek yeniden teşkilatlanması ve ilgili dairelerin bünyesine birer şube olarak dahil edilmesi direktifini vermiştir. Direktif Genelkurmay Başkanlığı görevine başlar başlamaz müvekkilimizce verilmiştir. Bilgi destek dairesinin lağvedilmesini istemektedir. Bu bir anlamda Ağustos 2008’den önce açılmış olan sitelerin de kapatılması demektir bundan sonra soruşturma safhasında da verilen ifade de söylendiği gibi sadece 4 alanda bilgi destek faaliyetlerine devam edilecektir planlama böyledir. Sitelere 4 Şubat 2009’da kapatmakla, eski sitelere eski tarihten itibaren yayın yapan siteleri 58 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:59 kastediyorum sanıklara yöneltilen suçtan kurtulma iddiasını anlamak mümkün değildir. Müvekkilimizin döneminde gerçekleşen bir fiil yoktur. Yeni açılacak sitelerde suç işleneceğine ileri sürmek ise sadece ve sadece kötü niyet okuyuculuğudur bunun da hukukta hiçbir yeri yoktur. Ayrıca şu soruyu sormakta bizim hakkımız değil midir? İnternet üzerinden kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinde bulunmaya niyetlenen birisi göreve başlar başlamaz elinde mevcut olan ve kendisine büyük imkanlar bahşeden o tarihe kadar da kesintisiz kullanılmış, hiçbir konuda sorun çıkmamış bilgi destek dairesinin yalnız karargahı ile değil bilgi destek taburları ile de beraber kapatmayı neden düşünsün? Bunu bizlere birileri izah etmelidir mütalaada ileri sürülen 2. fiil ise Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunulmasıdır. İddia makamı tarafından da yazıldığı gibi alenen sözlü veya yazılı olarak yapılan beyanların ilk önce hedefi hükümet değildir. Müvekkilimizin beyanlarından bir tanesinde hükümete yönelik bir beyan bu mütalaada bulunmamaktadır varsa savcımız, iddia makamı söylesin bizde görelim bir beyanımız varsa onu da anında gerçekleştirelim. Bu konuşmalarda hükümeti hedef alan, tehdit oluşturan bir cümle bile yoktur. İnternet siteleri andıcına gelirsek, andıç bir konuya ilişkin komutanın kararını almak üzere karargah tarafından hazırlanan bir çalışmadır andıç tek başına bir emir değildir, komutanın kararı alındıktan sonra mutlaka bir uygulama emrinin yayınlanması gerekir burada bunu birçok sanık birçok kez söyledi. Andıç ile Genelkurmay Başkanının kararı alındıktan sonra bu kararın uygulamaya geçmesi için mutlaka bir emir yazması gerekir. İnternet andıcının biraz önce açıkladığım daha önce açılmış olan sitelerle bir ilişkisi yoktur. Bu andıca andıcın kamuoyundaki kötü imajına dayanılarak kolaylıkla bir suç belgesi muamelesi yapılmış, yapılabilir bir kere çıkmış adı bine inmez bire misali önceden işlendiği iddia edilen bir suçun daha sonra başka bir idari işlemle hukuki koruma altına alınması hukuken mümkün değildir. Ayrıntılı olarak burada Genelkurmay adli müşaviri olarak görev yapan Sayın Hıfzı Çubuklu tarafından da izah edilmiştir. Hukukta geçmişte işlenen bir suçtan kurtulmanın sadece 2 yolu vardır biri af, biri de o fiili ceza olmaktan çıkaracak bir işlem yapmaktır, idari işlem değildir. Kaldı ki 2 sayfadan ibaret bu andıç metninin hiçbir yerinde suç işlendiği iddia edilen 42 adet internet sitesinden hiçbir şekilde bahsedilmemektedir yani 4 adet yeni internet sitesi kurulmasına ilişkin onay almak amacıyla hazırlanmış bir andıç ile kapatılan 42 adet internet sitesine hukuki koruma sağlandığını iddia etmek zorlama ile de olsa bir hukukçunun yapmaması gereken bir isnattır. Burada hemen internet sitesi kurma Genelkurmayın işi gibimi bir soru akla gelebilir bu geçen günde tutanaklara geçirilmiş. Konunun geçmişine bakıldığında dava dosyasına intikal eden resmi yazılar, Başbakanlık direktifleri, Milli Güvenlik Kurulunda verilen görevler Dışişleri bakanlığında kurulan asılsız soykırım iddiaları ile benzer çalışmalar ve görevler böyle bir işlevin 1998 yılından itibaren Genelkurmay başkanlığında uygulamaya konulduğunu göstermektedir. Nitekim yargılama sırasında mahkemeniz tarafından Milli Güvenlik Kurulu genel sekreterliğinden getirtilen 2006 tarihli ve bizzat Sayın Başbakan’ın imzaladığı Başbakanlık direktifi incelendiğinde bilgi destek harekatı kapsamında Genelkurmay Başkanlığına internet sitesi kurulması konusunda direktif verildiği görülmektedir. Ne yazık ki gerçek böyle olmasına rağmen Başbakanlık güvenlik işleri genel müdürlüğü işin daha en başında yeterli bir inceleme yapmaksızın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bu konuda verilmiş bir direktif olmadığını bildirebilmiştir. Ama nedense yok denilen bu direktifler Başbakanlığın 14 Aralık 2010 tarihli 2010/27 sayılı genelgesinde yürürlükten kaldırılmıştır. Direktif çok açık yetki verdiği halde esas hakkındaki mütalaanın 1422. sayfasında da bu husus göz ardı edilmiş ve bu direktife rağmen Genelkurmaya bu konuda görev verilmediği ısrarla mütalaaya yazılmıştır. Tanık olarak dinlenilen Genelkurmay eski başkanı Sayın Özkök’ün 2 Ağustos tarihli duruşma tutanağının 56. sayfasına geçen beyanında bu sitelerin açılması bizim yetkimiz dahilindedir, biliyorsunuz zaten milli savunma bakanına gönderiyoruz orası tarafından onaylanıyor demiştir. Gerçekten internet sitesi kurmayı engelleyen veya izne bağlayan bir mevzuat bulunmamaktadır. Sayın Özkök beyanının 59 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:60 devamında kendi döneminde kurulan ve işletilen irtica.org isimli sitenin kurulması için Başbakanlık veya başka bir makamdan izin alınmış mıdır şeklindeki soruya hayır alınmamıştır şeklinde cevap vermiştir. Görüleceği üzere yıllar önce kurulup işletilen bu siteler içinde bir direktif bulunmamaktadır esasen direktifler açıklandığı üzere tek tek neyin nasıl yapılacağını göstermez. Genel olarak görevi belirtir maalesef Sayın Özkök’ün bu beyanları da mütalaada yer almamıştır. Esasen şunu da açıklamam gerekir ki internet andıcı iddianamesinin kabul edilmesi, yakalama emrinin çıkarılması ve tutuklamalar başladığında müvekkilim dava konusu andıcın yasal ancak tamamlanmamış bir karar çalışması olduğuna dair basın açıklaması yapmayı düşünmüş hatta bir metin de hazırlamıştır. Ancak biz hukukçuların kendisine açıklama, hukuka müdahale olarak nitelendirilebilir şeklinde yaptığı tavsiyeler üzerine bu düşüncesinden, kararından vazgeçmiştir. 7 Eylül 2012 günü yapılan duruşmada üye hakim açıkça ortaya şu hususu koymuştur internet andıcı dosya sanıklarının hemen hemen ortak bir beyanı oldu komutana arz ibaresinin komutana bu belgenin arz edildiği şeklinde anlaşılması gerektiği yönünde beyanda bulundular, mahkememizde bu beyanlar üzerine gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Savcılığına bir ara kararla durumu aktardı üye hakimin beyanından da açıkça görüleceği gibi müvekkilim hakkında suç duyurusunda bulunulması internet andıcının müvekkilime arz edildiği şeklinde anlaşılması gerektiği yönünde son derece hatalı bir yoruma dayandırılmıştır. Nitekim dosya sanıklarından Mehmet Otuzbiroğlu’nun soruşturma aşamasında müvekkilimin onayına ilişkin beyanının bilgisi ve görgüsüne dayanmadığının o şekilde duyduğunu konunun düzeltilmesi için duruşmalarda beyanda bulunmuş ancak nedense Sayın Otuzbiroğlu’nun bu düzeltme talibi de mütalaada yer almamıştır. Sanık Mehmet Eröz de yapmış olduğu son savunmada Mustafa Bakıcı onay konusunda bana tekmil verdikten sonra kendisine yayınlayacağımız emir konusunda ana fikrimi söyledim ifadesinde bulunmuştur. İnternet andıcının müvekkilim tarafından onaylandığı konusu Mustafa Bakıcı’nın Mehmet Eröz’e yapmış olduğu sadece bu beyana dayanmaktadır. Bu beyanın doğruluğu ise sorgulamaya açıktır bu noktada önemli ve ilginç olan husus ise böyle bir beyanda bulunduğu belirtilen Mustafa Bakıcı’ya soruşturma Savcılığında verdiği ifade esnasında internet andıcının müvekkilimin onayına sunulup sunulmadığının hiçbir şekilde sorulmamış olmasıdır. Netice olarak dava konusu andıç açılması düşünülen 4 adet yeni internet sitesine ilişkin hazırlanmış ancak tamamlanmamış yasal bir karargah çalışmasıdır. İnternet andıcına bir suç belgesi gibi bakmak gerçekten akıl dışı bir davranış olur aslında başlangıçta iddia makamı bu gerçeği önce kabul ederek hazırladıkları iddianamenin 67. sayfasında bu konuyu şöyle değerlendirmiştir; planlama ve kurum içi onay aşamalarına uygun olarak bir andıç hazırlanması ve bunu şeklen hukuka uygun olması amacının da hukuka uygun olduğunu göstermez. İddiaya göre andıç aslında şeklen hukuka uygundur ama amaçları karanlıktır. İddia makamınca andıcın amacı başlangıçta belirttiğim gibi daha önce açılmış olan siteleri meşrulaştırmak böylece muhtemel bir suçtan kurtulma çabasıdır şeklinde görülmektedir. İddia makamı ayrıca eğer bu yeni 4 sitenin açılması ve yayına geçmesi gerçekleşse idi bu sitelerde de suç unsuru taşıyacak yayınların yapılabileceği tahmininde bulunmaktadırlar. Bir açıdan böyle bir niyetin var olduğunu akıl okuma yoluyla da, yoluyla ortaya çıkarmakta ve gelecekteki hayali niyetlere dayalı olarak eylemlerin şimdiden cezalandırılması talep edilmektedir. Bu tezin, görüşün hukuk fakültelerinde incelenmeye ve tartışmaya değer olduğu düşünülmektedir. İnternet andıcı konusuna ilişkin olarak son değinmek istediğim nokta mütalaanın 1531. sayfasında yer alan bir değerlendirmedir Dursun Çiçek’in Hasan Iğsız’ın parafından sonra İlker Başbuğ’un olurunu sözlü alarak da almış olabileceği her hal ve şartta bu durumun sanık Dursun Çiçek’in örgütsel konumu bakımından askeri rütbedeki üstlerinden daha etkili olduğunu gösterir bir durum olduğu. İddia makamının bu görüşüne göre deniz piyade kurmay albay rütbesindeki Dursun Çiçek örgütsel konum bakımından Genelkurmay Başkanı orgeneral İlker Başbuğ’dan daha üst ve etkili konumdadır. Belli ki burada Türk ordusunun yapısı, teşkilatı, çalışma şekilleri, disiplin anlayışı başka oluşumların sık sık duymaya alıştığımız yapısı, astlık, üstlük ilişkileriyle karıştırılmakta, bu 60 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:61 konunun takdirini dinleyenlerin sağduyusuna bırakıyorum. Örgütün amaçları doğrultusunda yapılan basın açıklamaları ve değişik faaliyetler ile devam eden Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturmaları ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunma iddiasına ilişkin olarak bu iddiaya göre müvekkilim hakkında yapılan bir diğer suçlama şöyle; örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın açıklamaları ve değişik faaliyetlerle devam eden Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanlarda bulunmak. Bazı savcılar böyle bir durumun olabileceğini çeşitli nedenlerle düşünebilirler ancak bu düşündüklerini bir hukuki belgeye yazma noktasına gelmişlerse bir hukuk devletinin gereği olarak yazdıklarının dayandığı somut verileri de ortaya koymak zorundadırlar kanaatindeyim. En azından şunu söylemek gerekir, söylemeleri gerekir müvekkilim bir türlü somut olarak ortaya konulamayan örgütün amaçları doğrultusunda bu şekilde hareket etme talimatının kimden, ne zaman, nerede, nasıl almıştır? Mütalaada iddia edilen örgüte ilişkin hiçbir yapılanma bilgisi olmadığı gibi elbette bu soruya cevap olarak da hiçbir şey yoktur. Müvekkilimi Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülen haksız ve asılsız psikolojik harekata sessiz kalması düşünülemezdi. Yapmış olduğu aleni veya sözlü veya yazılı beyanları müvekkilimin Genelkurmay başkanı olarak görev ve yetkileri içerisindedir. Görgüye ve bilgiye dayalı yazılı beyanları dosyaya sunulan Genelkurmay eski başkanı Sayın Işık Koşaner’de bu konuda şu ifadeleri, ifadelerde bulundu. Silahlı kuvvetlerimizin personeli hakkında çeşitli nedenlerle ortaya atılan iftiralar kaynağı belirsiz belgelere ve gizli tanıklara itibar edilerek açılan soruşturmalar gizli kalması gereken soruşturma bilgilerini basına sızdırılması suretiyle kamuoyu yönlendirilmesi bazı basın organlarının bunları fırsat bilerek ve konuları saptırarak Türk silahlı kuvvetlerinin bütünüyle suçlu göstermeye çalışması bilen, bilmeyen, anlayan, anlamayan, yetkili, yetkisiz birçok kişinin hakarete varan ifadelerle Türk silahlı kuvvetleri personelini hedef alması ve olaylarla hiç ilgisi bulunmayan birçok personelin de anlaşılmaz nedenlerle suçlanması doğal olarak Türk silahlı kuvvetleri personelini tedirgin etmiş bu yoğun, asimetrik, psikolojik saldırı karşısında Türk silahlı kuvvetlerinin korumasız bırakılması personelin moralini olumsuz yönde etkilemiş, personelin doğru bilgilerle bilgilendirilmesine ve iftiralara karşı savunulmasına ihtiyaç doğmuştur. Türk silahlı kuvvetlerinde bu görev Genelkurmay Başkanının görev alanına girmektedir. Emekli orgeneral Sayın İlker Başbuğ’da basına yansıyan veya yansımayan ancak şahit olduğum tüm konuşmalarında sadece yurt savunmasına daima en üst seviyede hazır olması gereken ve teröre karşı mücadeleyi özveriyle sürdüren Türk silahlı kuvvetleri personelinin moralini yüksek tutma amacıyla doğruları söylemiş, endişeleri gidermeye çalışmış, iftiraları açıklığa kavuşturmayı ve çürütmeye gayret etmiştir. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin bu salonda görülen Balyoz adı verilen davada 2 Mart 2012 tarihinde tanık olarak dinlenilen müvekkilimize basın açıklamaları ile ilgili soru sorulmak istendi, soruya itiraz edilince Mahkeme Başkanı Ömer Diken sizin yerinizde oturduğu halde duruşma tutanağının 111. sayfasına geçen şu beyanda bulundu; o dönemde Genelkurmay Başkanımızdı sizin sorularınızla ilgili bu görevi Genelkurmay Başkanı olarak zaman zaman basını bilgilendirme kapsamında yaptı biz onu soramayız şu anda o, o göreviyle ilgiliydi. Bir Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Başkanının müvekkilimin alenen yaptığı sözlü veya yazılı beyanları görevi ile ilgili görürken diğer bir Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinin Savcıları ve Hakimlerinin söz konusu sözlü veya yazılı beyanlarını bu şekilde açıklamaya bizi mecbur bırakmasını bir çelişki olarak, büyün bir çelişki olarak görüyorum. Müvekkilimin 3 basın toplantısı ve 2 röportajındaki bazı söylemleri adeta cımbızla seçilerek bu sözlerde suç unsuru vardır diye gösterilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan birincisi 17 Aralık 2009 günü Trabzon’da yapılan konuşmadır bu konuşmadan sadece şu cümle alınmıştır Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik, psikolojik harekata değinmek için özellikle Oruç Reis firkateynini seçtim, bunun özel bir anlamı vardır herhalde bunu herkes açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunun 160. maddesine göre iddia makamının hem lehte hem de aleyhte olan delilleri toplamakta sorundur ama 61 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:62 maalesef bu hukuki sorumluluğun yerine getirildiğine dair mütalaada bir şey göremedik. İddia makamı eğer Trabzon konuşmasına ceza muhakemeleri kanununun 160. maddesine göre baksa idi ne kadar anlamsız bir işle uğraşıldığını görürdü. Müvekkilimin konuşmada söyledikleri şöyledir; son zamanlarda artan toplumsal olaylarda şiddete başvurulduğunu görmekteyiz bu olaylar hiçbir şekilde kabul edilemez herkes itidal ile hareket etmelidir toplumsal çatışma hiç kimseye ve ülkemize fayda sağlamaz Türk silahlı kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan asimetrik psikolojik harekete ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum ciddi hukuk devletinde imalı konuşmalara, dedikodulara yer yoktur Türk silahlı kuvvetlerini haksız yere her gün gündemde tutarak gerçek dışı olaylara, yalanlara dayalı önyargılı olacak bazı çevreler tarafından asimetrik, psikolojik harekat yürütülmektedir. Adli makamlar ihbar mektuplarına özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidirler. Türk silahlı kuvvetlerinde hiçbir zaman hataları örtmeyen, suçluları koruma durumu olmamıştır gün birlik, beraberlik ve bütünlük günüdür. Şimdi ifade budur bu ifadelerde ne hükümet adına söylenmiş bir söz ne de yargılamayı etkilemeye yönelik bir beyan vardır. Aksine itidal, duyarlı ve dikkatli hareket edilmesini tavsiye ve işbirliği önerisi vardır. Gerçekten o günlerde deniz kuvvetleri personeline yönelik olarak yürütülen soruşturmalar, kafes eylem planı iddiaları bunların daha soruşturma aşamasında basında yer alması evet bu durumlara karşı, bu durumlara karşı bir Genelkurmay Başkanının sessiz kalması düşünülemez. Oruç Reis firkateyninde 17 Aralık günü bir konuşma yapılmasından da doğal bir şey olamaz, mütalaada yer alan suç unsuru olarak görülmeye çalışılan ikinci konu ise gazetede yapılan bir röportajdır. İddia makamı mütalaada ama işte bunlar sabrı taşırıyor bütün bunlar benim askerimin moralini bozuyor ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım. Müvekkilim 11 Şubat 2010 tarihinde yapılan röportajda şu konulara değindi, eğer tamamına bakılsaydı bunlar görülürdü, deniz kuvvetleri sürekli gündemde kendi komutanına suikast yapmayı planlayan bir yapı olur mu? Deniz kuvvetleri üzerinde ciddi bir karalama kampanyası var aşırı maksatlı 5. iddianamede suikast suçlamasına yönelik ceza istenilmesi var mı, yok aylarca suikast diye bağırdılar yokmuş yeter. Karadeniz’in önemi gittikçe artıyor Doğu Karadeniz’deki zaten malum denizler önemli benim kaygım yok. Deniz kuvvetlerimiz çok güçlü modern ama son olaylarda Deniz Kuvvetlerindeki personelimizin moral durumunda ciddi sıkıntılar, ciddi sorunlar var hepsinin komutanı olarak bu beni rahatsız ediyor askerin morali sadece benim sorunum değildir bu ülkenin sorunudur morali bozuk bir ordu ülkenin sorunudur ben askerimin moralini bozan herkesle savaşırım. Oruç Reis firkateyninin de neden konuşulduğu açıktır buna başka anlamlar yüklenilmeye çalışılması da iyi niyetli değil, olamaz. Milliyetin, Milliyet gazetesinin internet sitesinde yer alan bu konuya ilişkin yorum konuyu en iyi açıklamaktadır. Orgeneral Başbuğ’un özellikle bir savaş gemisini basın toplantısına mekan olarak seçmesi son dönemde özellikle Ergenekon soruşturmasının deniz kuvvetleri komutanlığı üzerinde yoğunlaşması ve burada bir cunta oluşumu iddialarına cevap olarak değerlendirildi. İddia makamına göre yapılan bu konuşmalarda iki suç işlenmişti birincisi Ergenekon terör örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaların etkilenmek istenildiği ikincisi böylece devlet yöneticileri baskı altına alınmaya çalışıldı. Bu konuşmalar ortadadır 2 iddiada temelsizdir ama hala bu konuda ısrar edilmek isteniyor şu sorulara cevap verilmesi gerekir. Eğer bu konuda, eğer bu konuşmalarda iddia makamı düşündüğü gibi iddia edilen suçlar işlenmiş ise konuşmaların akabinde neden ilgililer tarafından gerekli yasal yaptırımlara başvurulmamıştır? Çünkü bu konuşmalar doğrudan kamuoyuna aksetmiş, aleni şekilde yapılmış konuşmalardır neredeyse 4 sene geçtikten sonra belirli amaçla bu konuşmalara 4 elle sarılmaya çalışılıyor görüntüsü bir hukuk devletinde olacak bir iş değildir. Bu kapsamda Türk Ceza Kanunu 312. maddesi kapsamında iddia edilen suçlama ile ilgili olarak ileri sürülen diğer iddialar iddia edilen irtica ile mücadele eylem planı vaktin az kalması nedeniyle bazı bölümleri atlamak durumundayım ancak parça parça gidecek. Fotokopinin ofisinde bulunduğu iddia edilen sanık bu iddiayı ifadesinde ve savunmasında reddetti, üzerinde tarih bulunmayan bu fotokopinin ele 62 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:63 geçirildiği tarih adeta bir delil olarak değerlendirildi iddia edilen plan 5 gün sonra bir gazetede haber oldu aynı gün 12 Haziran 2009 günü Genelkurmay askeri savcılığından soruşturma açılması emri verildi, soruşturma ile iddia edilen planın Genelkurmay karargahında hazırlanıp, hazırlanmadığı haberin yayınlandığı gün orijinalinin imha edilip, edilmediği bilgisayar kayıtlarının temizlenip, temizlenmediği ve bu suretle delillerin karartılıp karartılmadığının ortaya çıkarılması istendi. Belki de bu Genelkurmay Başkanlığında yaşanan bir ilkti, askeri savcılık 6 general, 32 subay, 2 astsubay, 13 sivil memur ve 6 er başın ve erin şüpheli veya tanık olarak ifadesini aldı. Soruşturma neticesinde böyle bir planın hazırlanmasına ilişkin sıralı amirler tarafından emir verilmediği ve bilgi destek dairesinde böyle bir planın hazırlanmadığı sonucuna askeri savcılık vardı bu sonuca şüphe ile bakmak ağır bir bühtandır. Savcılık bilgisayarları incelemiş, imajlarını almış gerekli gördüğü personelin ifadesini almıştır. Askeri savcılıktan emanete alınan, askeri savcılıkça emanete alınan bilgisayar hard disklerini mahkemeniz istedi ve bunların incelemesini Naip Hakimden yaptırdı. Yaklaşık 3 milyon belge incelendi, incelemeleri yapan Naip Hakim 11 Şubat 2013 tarihli bir inceleme tutanağı hazırladı. Buna göre iddia edilen irtica ile mücadele eylem planı bulunamadı, birinci klasör inceleme tutanağı sayfa 2’de böyle yazıyor bu bir anlamda Naip Hakim’in askeri savcılığın tespitini doğrulamış olmuyor mu? Bunu göstermiyor mu? Ancak bu raporda tespit edilen bazı belgelerle ile iddia edilen plan ve bu planın taslağı mahiyetinde kabul edilen proje ile proje isimli dijital veri ile ilgili benzer yönlerin olduğu değerlendiriliyor bunların incelenmesi yapılıyor projenin bulunduğu yer olan Gölcük bu iddiaya ilişkin olan bunun tutarsızlığına, emniyetin bildirdiği tarihlerin donanma komutanlığı bilirkişi raporunda yer alan tarihlerle çelişkilerini tekrar ben hatırlatarak bu bölümü atlamak durumunda kalıyorum bunu mecburen yapıyorum. İddiaya göre proje isimli dijital veriyi Alaettin Sevim’in hazırladığı iddia ediliyor ancak Sayın Sevim’in bunu hazırlamadığına ilişkin olarak Genelkurmay Başkanlığının dosyaya yazdığı yazılar tanık olarak gelen kişinin beyanları bu hususu, bu iddianın doğru olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor müvekkilim 26 Haziran 2009 günü yapılan basın toplantısında bu konuya ilişkin olarak şunları söylemiştir; Yargıtay içtihatlarına göre belge hukuki hüküm ifade eden bir hakkın doğmasına ve bir olayın ispatına yarayan bir yazıdır şu anda elimizde olan hukuki anlamda bir kağıt parçasıdır askeri savcılık bu açıklamadan kovuşturmaya yer olmadığı kararını, bu açıklamadan önce kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdi bunu tekrar bilginize sunuyorum. Askeri savcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdiği tarihte elde edilen bir fotokopiydi daha sonra bunun ıslak imzalısı 4,5 ay sonra istenmesine rağmen, istendikten 4,5 ay sonra askeri savcılığa ısrarlı taleplere rağmen 4,5 ay sonra gönderildi ve burada o plan, iddia edilen plan ile ilgili yargılanan kişinin ısrarlı taleplerine rağmen talep ettiği şekilde parmak izi aramasının neden yapılmadığını hala anlayamıyoruz. Savcılık proje isimli bu dijital veriyi başka bir şekilde teyit etmeye ihtiyaç duymadan ortada iddialarını doğrulayacak hiçbir maddi gerçek ve somut delil olmadan bir kanaate ulaşarak bu iddiayı ileri sürmektedir bu hususların hiçbirisi de mütalaada açıkça yer almamaktadır. 12 Ocak 2011 tarihli duruşmada alınan 3 nolu ara karar uyarınca Genelkurmay Başkanlığından gönderilen Hard Disklerle ilgili olarak hazırlanan rapor 18 Şubat 2013 tarihinde okunarak dosyaya alınmış bu raporun büyüklüğü malumunuz 5,5 gigabayt büyüklüğünde 3 tane burada tespit raporu var birinci klasörde yer alan tespit tutanağı 7 ve 11. klasörde yer alan tespit tutanakları tüm bu belgelere bakıldığında terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği ile darbe yapmak ya da darbe ortamı hazırlamaya ilişkin hiçbir veri bulunmamaktadır bu net olarak ortadadır.” Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey 5 dakika daha ilave süre veriyorum buyurun.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “İddia edilen irtica ile mücadele eylem planına ilişkin olarak hazırlanan tespit tutanağının değerlendirilmesi bölümünde sayılan belgelerin yalnızca tarihlerine bakılır ise hiçbirisinin özelliklede iddia olunan planlarla benzerliği olduğu belirtilenlerin müvekkilimiz Sayın Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı görevini yaptığı döneme ilişkin olmadığı görülebilir tutanağın adı, sitelere eklenen haberlere ilişkin olduğu için 63 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:64 şimdi soruyorum hangi haber kara propaganda içeriyor yani gerçek dışı ve yalan, hangi yalan haber karargahta oluşturulmuş, hangisi müvekkilimizle ilişkilendirilmiş buna ilişkin hiçbiri yok, hiçbir bilgi yok müvekkilimizin görev döneminde konulduğu iddia olunan ya da değerlendirilen hükümete yönelik kara propaganda içeren yayın hangisi, biz göremedik yok bu soruların mütalaada bir cevabı bulunmamakta, bu veya eski sitelerde yayınlandığı ileri sürülen yayınlara ilişkin müvekkilimizin onayının alınmış olduğuna dair bir bilgi var mı yok. 51 nolu DVD’ye ilişkin olarak içinden çıktığı iddia edilen bir dijital veriye ilişkin iddialar dile getirildi malum bu kırıktı, imajı istendi gelmedi yedeği geldi, yedeğinin tarihi bulunduğu söylenen tarihten bir hafta öncesine ait olduğu anlaşıldı. Buna ilişkin olarak 11 Eylül günü tanık olarak dinlenen Mutlu Arıkan’a Cumhuriyet Savcımız şu soruyu sordu Turgut Ak sizin şubede çalışan birisi midir, bu bilgi notu hazırlanmış mıdır? Bilgi notu dijital bir veridir, üzerinde imza yoktur deniz kurmay Albay Turgut Ak ismi bulunmaktadır. Tanık huzurda şu cevabı verdi biz bu araştırmayı yaptığımız zaman hem onun şubesindeki bütün bilgisayarlara baktık, tek tek incelettik hem de kendisini çağırarak böyle bir şey var mı diye sorduk kendisinden aldığımız cevap hayır böyle bir belge hazırlanmadı dedi. Ayrıca 3 Haziran 2011’de bu bilgi notu gazetede haber olunca Genelkurmay Başkanlığı ve bilgi notunda adı geçenler aynı gün yaptıkları açıklamalarla bilgi notunu yalanladılar ne soruşturma, ne kovuşturma aşamasında bu kişilerin tanıklıklarına başvurulmadı bütün lehte bilgiler mütalaada, bütün lehte olan bu bilgiler maalesef mütalaada yok bilgi notu ama savcılarımıza göre bir suç belgesi devam ediyorum Türk Ceza Kanunu 312. maddesi kapsamında yapılan suçlamaya ilişkin olarak tanık ifadeleri, tanık olarak dinlenilmeleri talep edilen istenilen ancak tanıklıkları reddedilen bu kişilerin beyanlarını özetle geçiyorum. Sayın Başbakan 5 Ağustos 2012 günü bir televizyon kanalında müvekkilimize yöneltilen suçlama ile ilgili olarak Hilmi Paşanın döneminde gerek, Büyükanıt Paşamızın döneminde, gerek Başbuğ Paşamızın döneminde hepsi ile çalışmalarımızı biz gayet başarılı yürüttük. Ha birbirimizin düşüncelerini kabul etmediğimiz, katılmadığımız zamanlar olmuş olabilir doğrudur ama çalışmalar gayet başarılı bir eksende yürüdü, başarılı yürüdü. İddia makamı müvekkilimin hükümeti ortadan kaldırmaya veya hükümetin görevlerini tamamen veya kısmen engellemeye teşebbüs ettiğini ileri sürmekte, iddia etmekte durum gerçekten böyle olsa idi iddia edilen bu teşebbüsün mağduru durumunda olan Başbakan müvekkilim hakkında biz Başbuğ Paşamızın döneminde de çalışmaları başarılı bir şekilde yürüttük diye açıklamalarda bulunabilir mi? Buna evet diyebilmek insanın aklından zoru olması gerekmez mi? ayrıca iddia edilen ıslak imzalı irtica ile mücadele eylem planının soruşturma makamlarına ulaşmasına müteakip Sayın Başbakan’ın 8 Kasım 2009 günü Başbuğ ile güven sorunumuz yok başlıklı bir konuşmasının olduğunu da hatırlatmak isterim Sabah gazetesinin kupürünü dosyanıza sunmuştum hatırlatmakta yarar var kendisine karşı güvensizlik duyulan bir Genelkurmay Başkanının Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında sağlanacak bir mutabakat ile görevinden alınması an meselesidir Sayın Hilmi Özkök duruşmada huzurda burada şunu söyledi müvekkilimin yasal ve demokratik düzene ilişkin hiçbir düşüncesine şahit olmadığını, kendisinin çalışmasından, kendisini yönlendirmediğini doğru kararlar vermesi için doğru bilgiler toplayan çok düzgün bir insandır Başkan olarak kendisinden çok istifade ettim demiştir Sayın Işık Koşaner’de yazılı beyanında müvekkilimizle ilgili olarak sürülen bütün iddiaların tamamını yalanlayan çok açık ve net beyanlarda bulunmuştur bunlardan sadece bir bölümünü okumak istiyorum Sayın Başkan.” Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey süreniz dolmak üzere, buyurun son cümlenizi alalım.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Arkasında talebimi sunacağım, emekli orgeneral İlker Başbuğ ile birlikte katıldığım Yüksek Askeri Şura ve Milli Güvenlik Kurulu gibi devletimizin ve hükümet üyelerinin de katıldığı üst düzey toplantılarda emekli orgeneral İlker Başbuğ’un devlet yöneticileri veya hükümet üyelerini baskı altına almak olarak tanımlanabilecek herhangi bir söz veya eylemine tanık olmadım. Emekli orgeneral İlker Başbuğ’un astlarıma devletin iç ve dış güvenliğine kamu düzenini bozmak, kaos yaratmak amacıyla herhangi bir 64 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:65 iması, düşünce, açıklaması, söylemi veya vermiş olduğu bir emir talebi olmadı aksine emekli orgeneral Sayın İlker Başbuğ’u gerek Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve gerekse Genelkurmay Başkanlığı dönemlerinde ülke güvenliği idamesini ve teröre karşı yürütülen mücadelede daha başarılı olunması gerek düşünce gerekse eylem bazında daima ön planda tutmuş as kademelerde emir ve direktifleriyle bu istikamette yönlendirmiştir. Sayın Aslı Aydıntaşbaş 25 Eylül’de mahkemenizde tanık olarak dinlendi devlet yöneticileri baskı altına almak olarak nitelendirecek hiçbir iddiaya tanık olmadığını söyledi. Talebime geçiyorum.” Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey savunmanızı tamamlayın buyurun.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Talebime geçiyorum. Elbette bu örnekler çoğaltılabilir. Şimdi burada mahkemenin herkesin dikkatini bir husus üzerine çekmek istiyorum. İfade etmeye çalıştığım bu tanık ifadeleri, tanıklığı reddedilenlerin çeşitli şekillerde müvekkilim hakkında yapmış oldukları açıklamalar mütalaada neden yer almadı? Bu ifadelerin müvekkilim açısından hayati öneme haiz olduklarını kimse reddedemez. O zaman mütalaayı hazırlayan iddia makamı bu konuyu açıklık getirmek gibi bir zorunluluğu yok mu? Bende bunu sormadan geçemiyorum mütalaada müvekkilim hakkında Türk Ceza Kanunun 312. maddesine dayanılarak ileri sürülen iddialar, ortaya koyduğumuz savunmalar çerçevesinde daha önce yaptığımız açıklamalar objektif ve adil bir gözle incelenirse ileri sürülen iddiaların asılsız, yetersiz ve haksız olduğu bütün çıplaklığıyla görülür.” Mahkeme Başkanı: “Avukat Bey taleplerimiz var diyorsunuz onları alalım buyurun.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Evet müvekkilimizin düzeltiyorum, basına verdiği mülakatlardan önce 30 Mayıs 2013 havale tarihli dilekçeyle tanıklığını talep ettiğimiz ancak talimat zoruyla da olsa beyanları alınmayan Sayın Başbakan’ın bir kısmını biraz önce verdiğim ve müvekkilimize isnat edilen tüm suçlamalar asılsız olduğu açık ve net beyanları Sayın Özkök’ün duruşmada geçen beyanları, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin müvekkilimizin basın açıklamalarına ilişkin yaptığı değerlendirmeler ve tespitlere rağmen iddianamenin tekrarı niteliğindeki mütalaanın müvekkilim gibi birisine böyle suçlamaların yöneltilmesi gerçekten büyük bir haksızlık ve acımasızlıktır yapılacak değerlendirme konusunda ümitli olmak istiyorum bugüne kadar dosyaya gelen müzekkere cevapları, tanık beyanları ile tanıklığı tarafımızdan talep edilen kişilerin kamuoyuna yansıyan açıklamaları bir bütün halinde değerlendirildiğinde aleyhine tanık beyanı bulunmayan müvekkilimize isnat edilen terör örgütü üst düzey yöneticisi olan yönetme ile cebir ve şiddet yöntemleri kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlaması asılsızdır, gerçek dışıdır aslında müvekkilimizin yargılanmasını gerektiren herhangi bir suçunun olmadığı bu dosyada müvekkilimize atılan suçlamalara ilişkin her türlü şüpheden uzak, somut ve inandırıcı delil bulunmaması nedeniyle 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu 223. madde 2B fıkrası uyarınca beraat kararı ve derhal tahliye kararı verilmesini arz ve talep ediyorum ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim görüyorum ki kovuşturmanın genişletilmesine dair tüm taleplerin reddi ile en kısa zamanda karara gidilecek, dosyaya giren delillerin tamamı savunma tarafına verilseydi verilenlerin bir kısmı gibi yıllar sonra verilmeseydi bazıları deliller kanunda yazılı olduğu şekliyle değerlendirilebilseydi kısaca buradaki yargılama hukuki olsa idi bugüne kadar kanun değişiklikleri dosyaya gelen müzekkere cevapları ile tanık beyanları kişilerin hukuki durumuna etki ederdi bende bu durumda 2 saatlik süreye bile itiraz etmez, talepte bulunmaz takdir mahkemenin der geçerdim.” Mahkeme Başkanı: “Evet. Sanık Mehmet İlker Başbuğ’dan müdafiinin beyanına katılıp katılmadığı soruldu. Katılıyor musunuz Avukatınıza?” Sanık Mehmet İlker Başbuğ: “Aynen katılıyorum.” Mahkeme Başkanı: “Evet tamam. Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Avukat İlkay Sezer’in soruları üzerine, yazılı soruları üzerine bu soruları cevaplayan Afiyet Özer’in.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Gözel efendim Gözel.” 65 T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ ( TMK 10 MADDESİ İLE YETKİLİ ) CELSE TARİHİ 07.06.2013 ESAS NO: 2009/191 CELSE NO:311 Sayfa:66 Mahkeme Başkanı: “2 sayfadan ibaret.” Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafi Av. İlkay Sezer: “Gözel.” Mahkeme Başkanı: “2 sayfadan ibaret cevap dilekçesini sanık müdafi Avukat İlkay Sezer’in mahkememize sunduğu görüldü. Sanık Muzaffer Tekin’in 29 Nisan 2013 tarihli duruşmada yaptığı son savunmasında ki beyanlarında bazı bölümlerinin anlaşılamadığı, tam netlik kazanamadığını bildiren dilekçe verdiği ve bunları düzeltilmesini, düzeltilmesi için duruşma zabıtlarında yaptığı değişiklikleri mahkememize savunma amaçlı sunduğu görüldü. Bugünkü oturumda sanık Mehmet İlker Başbuğ’un savunmasına müteakiben bir kısım sanıkların alkış tutması ve dışarı çıkarılması ile ilgili salon görevlilerince tutanak tanzim edildiği görüldü. Şimdi bir açıklama yapmak istiyorum burada bir Türk Silahlı güçleri yargılanmıyor sadece iddianamede sanık olarak adı geçen kişiler yargılanıyor iddianame sanıkları arasında sadece bir kısım subaylar değil başka mesleklerden olanlarda var mesela rektörlerden olanlar var, Avukatlardan olan var, Polislerden olanlar var bunlar da sanık olarak dosyada yargılanıyor dolayısıyla ordumuzun yargılanması söz konusu değil. Evet, saatin, 19:41 olduğu görüldü oturuma bugüne mahsus olmak üzere son verildi.” GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: 1-)Her ne kadar Sanık Hasan Atilla Uğur dilekçesinde belirttiği ve tarif ettiği savcılar hakkında suç duyurusunda bulunmasını talep etmiş ise de, CMK 205. maddesi dikkate alınarak talebinin reddine, bizzat kendisinin suç duyurusunda bulunmakta muhtariyetine, 2-)Her ne kadar bir kısım sanıklar bazı dava dosyalarının bu davadan tefriki yönünde talepte bulunmuş iseler de, bu konuda aşamalarda verilen kararlar ve bu kararların gerekçeleri dikkate alındığında bu yöndeki taleplerin reddi ile yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 3-)Bir kısım sanıklar müdafi Av. Celal Ülgen’e, dosyada müdafiliğini yaptığı sanıkların esas hakkındaki mütalaaya karşı ortak beyanları içerir savunmalarını Mahkemeye yazılı olarak sunmakta serbest olduğunun bildirilmesine, 4-)Önümüzdeki oturumda başka suçtan tutuklu sanık Yalçın Küçük ile atılı suçtan tutuklu sanık Özkan Kurt’un esas hakkındaki savunmasının tespiti için gerekli işlemin yapılmasına, 5-)Sözlü ve yazılı olarak dile getirilen mükerrer ve davaya katkısı bulunmayan sair taleplerin reddine, Duruşmanın 10 Haziran 2013 günü saat 09.00’a bırakılmasına oybirliği ile karar verildi.07.06.2013 BAŞKAN 28298 ÜYE 37266 ÜYE 39995 KATİP 146848 66