Sayı 19 / Ocak-Şubat 2010 - İletişim Fakültesi
Transkript
Sayı 19 / Ocak-Şubat 2010 - İletişim Fakültesi
Atilla Dorsay Haber Fabrikası Mimar, turizm rehberi, sinema eleştirmeni, gazeteci, yazar, mütevazı, candan, 40 yılını sinemaya adamış bir duayen ve samimi bir kalem... Atilla Dorsay ile sinemanın şerefine çaylarımızı yudumladık ve sinema konuştuk.Siz de buyurun… Dört aydır internet üstünden yaptığı yayınlarla ötekilerin sesi olmaya çalışan Haberfabrikasi.org’un yaratıcılarından Sarphan Uzunoğlu ve Selin Bayraktar’la Haber Fabrikası’nı, Türkiye’de İnternet Gazeteciliği’ni ve alternatif medyanın rolünü konuştuk. 2’de 9’da Ünivers http://univers.ieu.edu.tr İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi İEÜ, Öğrencilerin İlk Üç Tercihi Üniversitemizin İletişim Fakültesi tarafından hazırlanarak 1170 birinci sınıf ve hazırlık sınıfı öğrencisine uygulanan anketin sonuçlarına göre, öğrencilerin İEÜ’yu tercih nedenlerinin başında % 72’lik bir oranla Üniversite’nin İzmir Ticaret Odası ile bağlantısı geliyor. Bunu, üniversitenin eğitim dilinin İngilizce olması, ikinci yabancı dil zorunluluğu (% 75), eğitim teknoloji açısından sunduğu imkanlar (% 65) ve akademik kadronun güçlü olması (% 55) gibi faktörler izliyor. Ayrıca yine aynı araştırmanın verilere göre, anket uygulanan öğrencilerin % 59’u ilk üç tercihlerini İEÜ’nün bölümleri oluşturuyor. İEÜ hazırlık ve birinci sınıf öğrencilerinin çoğunluğu için ise, ideal üniversite “kaliteli eğitim ve güçlü bir akademik kadro” demek. Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Bir ödül daha İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) öğrencileri Aydın Doğan Vakfı 21. Genç İletişimciler Yarışması’ndan ikincilik ödülü kazandı. Hazırladıkları sosyal sorumluluk projesiyle Halkla İlişkiler Dalı’nda büyük başarı yakalayan dört öğrenci Doğan Grubu’nda staj yapma şansını yakaladı. İletişim2 Mezunumuz İEÜ Tavsiye ediliyor Öğrencilerin Öğrenci Seçme Sınavı’nda neden ilk üç tercihlerini İEU’dan yana yaptıkları sorusunun cevabı ise, yine anketin verilerinden çıkarılabiliyor. Alınan cevaplara göre, öğrenciler İEU hakkındaki ilk bilgileri, çoğunlukla halen Üniversite’de okuyan arkadaşlarından ya da yakınlarından elde edinmişler ve edindikleri bu bilgiler yaptıkları tercihlerde önemli rol oynamış. Enerji Tasarrufu Haftası Öğrencilerin yüzde 39’u Anadolu Lisesi’nden mezun Araştırmadan, İEÜ öğrencilerinin profilini tanımlayan başka verilere de ulaşmak mümkün. Sonuçlara göre, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin birinci sınıf ve hazırlık sınıfı öğrencilerinin % 39’u Anadolu Lisesi’lerinden, %31’i devlet liselerinden mezun. Buna karşılık % 14’ünü süper lise mezunları, % 8’ini ise yabancı özel okul mezunları oluşturuyor. Ayrıca öğrencilerin çoğunluğunun Ege Bölge’sinden geldiği ve yüzde 76’sının büyük şehirde doğmuş oldukları anlaşılıyor. Başka önemli bir veri de, öğrencilerin %40’ının sosyoekonomik statü açısından orta üst ve üst gelir grubuna giren ailelerden gelirken, devamı 3’de Feminizm ve kadın hakları tartışıldı İ zmir Ekonomi Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü, “Feminizm ve Kadın Hakları” konferansı düzenledi. Konferansa konuşmacı olarak Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya ve KADER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği ) Başkanı Hülya Gülbahar katıldı. İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlenen organizasyona Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya da katılarak destek verdi. Balçova’da semt evleriyle başlayan Kadın Hareketi’nin bir yıl içerisinde kurulacak kooperatiflerle daha da güçlendirileceği müjdesini veren Çalkaya, “Semt evlerinde 40’ar 50’şer kişilik kadınlar halinde kooperatif kuracağız. Bu hem ekonomik hem de siyasi bir model olacak. Çünkü artık incik boncuk işinden çıkıp olayı daha farklı bir boyuta taşımayı düşünüyoruz.”dedi. İzmir’de kadın hareketi adına en özverili çalışan belediye olduklarını belirten Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, örnek çalışmalarına devam edeceklerini söyledi. Göreve ilk geldiği andan itibaren kadın örgütlenmesi kurmaya karar verdiğini ifade eden Çalkaya, “Kadınlarımıza eğitim imkanı ve en önemlisi ekonomik güç sağlamak için Türkiye’de ilk olan bir model oluşturduk. Semt evleri adı altında. 1 yıl içerisinde 7 mahallede 7 semt evi kurduk. Kurslarla kadınlarımızı buralara çektik. Üretme ve pazarlamayı öğrenmelerini istedik.” diye anlattı. Ekonomik olarak özgür kadının özgüven kazanarak hayatın içinde yer alacağını vurgulayan Çalkaya, “Yaklaşık 1 yıl içerisinde 20’nin üzerinde kurs açarak kadınlarımızı bir araya getirdik. Ürettikleri ürünleri de otellerden turistleri getirerek ve yazlık site pazarlarında yer alarak satmalarını sağladık. Kadınlarımıza 5 yıllık dönemde 580 milyarın üzerinde para kazandırdık.”dedi. İletişim2 z Kampüs3-8 z İnceleme9 z English10 z Gündem11 z Medya12 z Kültür-Sanat13 z Dosya14 z Rehber15 z Spor16 Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden mezun olan Berçim Ünal’la bu ay ki sayımızda güzel bir röportaj yaptık. Okul hayatında başarılı olduğu gibi, iş hayatında da başarılı olan ve şu anda Mindshare şirketinde medya planlaması üzerine çalışan Berçim, sorularımızın hepsini büyük bir içtenlikle cevapladı. Kampüs3 Gecedeste Ferhan Şensoy’u nasıl bilirsiniz? O ünlü kavuğun sahibi, sivri dilli mizahın temsilcisi ve Türkiye’de halka inebilmiş sayılı tiyatro eserlerinin bir kısmının yazarı olarak muhtemelen. Şensoy’un hayatı her şeye rağmen sanata demir atmış bir gemi gibidir. Kültür-Sanat13 Hrant Dink 19 Ocak 2007 günü öğleden sonra saat 15.00’da Agos’un önünde kocaman bir adam yerde yatıyordu. Bazıları O’na inatla “Fırat” diyordu. Beyaz bereli çocuk O’nu vurduğunda O’ndan esirgenen ismini binler haykırdı, artık özgürlüğe inanan tüm yürekler Hrant Dink’ti. Dosya14 2 İletişim Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 http://univers.ieu.edu.tr Sinemaya adanmış bir hayat Mimar, turizm rehberi, sinema eleştirmeni, gazeteci, yazar, mütevazı, candan, 40 yılını sinemaya adamış bir duayen ve samimi bir kalem. Atilla Dorsay ile sinemanın şerefine çaylarımızı yudumladık ve sinema konuştuk.Siz de buyurun… Halil Türkden: 40’lı 50’li yılların çocuğu olarak, küçüklüğünüzdeki sinema sevginizin oluşumunu anlatabilir misiniz? O zamanlardaki kısıtlı imkanlar sinemayı bizim için daha değerli ve daha ulaşılamaz bir hale getirdi. İzmir Karşıyaka’da geçen çocukluğum sırasında çok küçük yaşımdan itibaren filmler izlemeye başladım. Daha evimizin içine giremeyen bu görüntü için cumartesi günlerini iple çekerdik. Şimdi istediğimiz filme istediğimiz şekilde erişebiliyoruz. Nadir olan ve erişmesi olan şey değerlidir. O zamanlar bizim için sinema, erişilemeyen değil ama erişilmesi zor olan bir sevgiydi. O ölçüde çok değerliydi. Dolayısıyla, bizim kuşağımızın bireyleri, gittikleri filmleri özlemle hatırlarlar. Hatta hangi filme, hangi gün gittiklerini, kiminle gittiklerini çok iyi hatırlarlar. Her filmi görmemiz bir olaydı. François Truffaut, Claude Chabrol, Jean Luc Godard, Jacques Rivette gibi Yeni Dalgacılar eleştirmen olarak başladıkları kariyerlerine yönetmen olarak devam ettiler. Siz niye sinemanın mutfağına girmediniz? Onların esas yeteneği film yapmaktı sanırım, benim de yazı yazmaktı. Benim de son yıllarda açtığım birkaç fotoğraf sergim vardı. Düşünüyorum da, ben de görsellikle olan ilişkimi fotoğrafçılıkla anlatıyorum. Film yapmayı düşünmedim değil, düşündüğüm zamanlar oldu. Sinema eleştirmenliğinin hızlandığı 70’li yıllarda bazı film platolarına ziyarette bulunmuştum, Atıf Yılmaz’ın ve Zeki Öktem’in setlerine gittiğimde dehşete kapıldım, iki dakikalık çekim için saatler boyu hazırlanıyorlar, birçok aşama var. Ben çok sabırsız bir insanım, her şeyi çabukça yapmayı seven bir insanım. Sabırsızlığım da etkenlerden biriydi mutfağa girmememde. Son dönemdeki gişesi artan komedyen ve şovmenlerin yapımlarını nasıl buluyorsunuz? Ben öncelikle bu insanlara çok büyük saygı duyuyorum. Çünkü onlar bir toplumun çok Atilla Dorsay, Halil Türkden ihtiyacı olan gerçek komedi ustaları. Özellikle Yılmaz Erdoğan son dönemde drama da hakim olmaya başladı, dolayısıyla onlar bizleri hem güldüren hem ağlatan hem de düşündüren sanatçılar. Kesinlikle küçümsememek gerekir onları. Sinemanın eğlendirici işlevini de unutmamak gerek. Eskiden Şener Şen, Kemal Sunal, Zeki Alasya ve Metin Akpınar önemli bir rol üstlenmişlerdi. Şimdilerde ise Şahan Gökbakar gibi bir fenomen yıldızı da unutmayalım. Bu insanlar çok önemli değerler. Çünkü büyük bir kitleyi gülmek denen, insanı insan yapan eylemle barıştırıyorlar. Çok önemsiyorum onları, Mutluluk satıyorlar sonuçta. Dünya sinemasında, Hollywood’ta aksiyon ve bilimkurgular gişe yaparken, bizde komedi filmleri ön planda, bunu nasıl açıklayabilirsiniz? Üzerinde düşündüğüm bir konu bu. Öncelikle mizaha yatkın bir toplumuz. Nasreddin Hoca’ yı da, Aziz Nesin’i de yetiş- tirmişiz. Düşünün ki, hocanın fıkraları 500 yıldır dilden dile süregeliyor, Aziz Nesin de Türkiye’de en çok satan yazar. Biz komediyi seviyoruz ama bilim kurgunun ve aksiyonun içerdiği o fantastik denen şeye yatkın değiliz. Akılla izah edilemeyen, akıl ötesi, hayal gücüne ve varsayımlara dayanan şeylere yatkın değiliz. Uzaya ayak basma gibi, gelecekte dünyanın nasıl olacağı gibi hayal gücünde dayanan şeylere pek ilgi göstermiyoruz. Biz ayakları yere basan bir toplumuz. Türkler de bu anlamda bir fantastik duygusu yok. İyi veya kötü yanlarıyla fanteziden ve hayal dünyasından uzağız, gerçekçi bir toplumuz. Dolayısıyla bu tür sinemadan farklı bir yerdeyiz. Sinema eleştirmenliği için eğitim alınmalı mı? Neler yapılmalı? Ben bu alanda eğitim almadım. Ben mimarlık okudum, onun da sinema eleştirmenliğime çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Estetik açıdan çok büyük bir zenginlik kattı. Sinema, bir tanımlamaya göre zamanı ve mekanı yeniden inşa etme sanatıdır. Mimarlık, en azından mekanı yeniden inşa etme açısından insana yeni ufuklar açar. Ben kendi eğitimimden çok memnunum. Ama sinema eleştirmeni olmak isteyen biri çok iyi eğitmeli kendini. Açıkçası otodidakt olmak gerekir. Ben kendi kendimi eğittim, Paris’te geçirdiğim yıllar ve izlediğim filmler benim eleştirmenlik için aldığım eğitimdi diyebilirim. Tabii ki işin yazarlık kısmında Türkçeyi çok iyi kullanmak gerekir. Siyasal bilgiler okumuş da olabilirsiniz, çevrenizi ve yaşadığınız dünyayı çok iyi izlemeli, her konuda belli bir bilgi birikimine sahip olmalısınız. Bir parça edebiyattan, bir parça müzikten bir parça politikadan bir şeyler bilmek gerekir. Sinema okullarına haksızlık etmeyelim, çok iyi sanat tarihi veriliyor öğrencilere. Özetle, okullarda verilen sinema eğitimiyle de olunabilir sinema eleştirmeni fakat sinema üzerine okuyarak ve izleyerek de olabilirsiniz. Eleştirmenlik birikim gerektiren bir şeydir. Sosyal sorumluluk başarısı İ zmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri Aydın Doğan Vakfı 21. Genç İletişimciler Yarışması’ndan ikincilik ödülü kazandı. Hazırladıkları sosyal sorumluluk projesiyle Halkla İlişkiler Dalı’nda büyük başarı yakalayan dört öğrenci Doğan Grubu’nda staj yapma şansını yakaladı. “Bitkisel Atık Yağların Biyodizele Dönüşümü” konulu projeyle yarışmaya katılan İEÜ Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü öğrencileri Ceren Güven, Pınar Ekler, Başak Özkan ve Selen Erdurak İstanbul Hilton Oteli’nde düzenlenen törenle ödüllerini aldı. Yeşil Proje Yarışmaya 23 üniversiteden 796 öğrencinin katıldığını belirten Ceren Güven, “Çalışmaya başlamadan yarışmaya daha önce katılmış olan tüm projeleri inceledik. Projelerin sağlık alanında ağırlıklı olduğunu gördük. Günümüz küresel kirliliğinin yakın geleceğin en büyük tehdidi olduğunu hepimiz biliyoruz. Biz de bu konuya katkı sağlayacak bu güne kadar yapılmamış olan farklı bir alanda proje konumuzu seçtik.” diye konuştu. Başak Özkan, “Tüm rakiplerin arasından sıyrılarak Halkla Ceren Güven, Pinar Ekler, Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul, Prof. Dr. Sevda Alankuş Başak Özkan, Selen Erdurak, Araşt. Gör. Gül Coşkun, Öğr. Gör. Selin Türkel İlişkiler dalında böyle bir başarı yakalamak bizi çok gururlandırdı. Okulumuzu İstanbul’da en iyi şekilde temsil ettiğimize inanıyorum.” diye konuştu. İEÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Sevda Alankuş, Öğretim Görevlisi Selin Türkel, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nilay Başok Yurdakul ve Araştırma Görevlisi Gül Coşkun 4 öğrenciyi bu mutlu günlerinde yalnız bırakmayarak törene katıldı. http://univers.ieu.edu.tr Bir mezunumuz daha iş hayatında 2009 yılında Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden mezun olan Berçim Ünal’la bu ayki sayımızda güzel bir röportaj yaptık. Okul hayatında başarılı olduğu gibi, iş hayatında da başarılı olan ve şu anda Mindshare şirketinde medya planlaması üzerine çalışan Berçim, merak edilen soruların hepsini büyük bir içtenlikle cevapladı. Özge Üçtop: Öncelikle mezun olduktan sonra iş yaşantında neler gibi değişiklikler oldu? Berçim Ünal: Mezun olduktan sonra, iş hayatında kendimi olabildiğince profesyonel hissetmeye başladım. Okul hayatımda öğrenebildiğim her şeyi uygulayabileceğim bir hayata merhaba demenin mutluluğu vardı içimde. Her gün yeni şeyler öğrenme mutluluğu olduğu kadar, iş hayatının üzerimizde yarattığı stres zaman zaman yılmamıza sebep olsa da zamanla hepsini aşabileceğinizi unutmayın. Mindshare şirketi çalışanı olarak yeni mezun olacak arkadaşlarımız için neler söylemek istersin? Çok fazla not derdine kapılmasınlar, kendilerini sınav, quiz ya da final dönemine körü körüne hazırlamak yerine (tabi hiç çalışmayın demiyorum), sektöre ait bol bol kitap okumalarını, insan ilişkilerinde açık, özgüveni yüksek kişiler olarak kendi geleceklerini umutla hazırlayabileceklerinin farkında olmalarını söyleyebilirim. Okulda aldığın eğitimin iş hayatında faydalı olduğunu düşündüğün noktalar var mı? Eğitim hayatına baktığında, iş hayatına katkısı olan ya da keşke şunu da yaptırsalardı veya öğretselerdi dediğin şeyler oldu mu?Yani üniversite eğitiminin mesleğine eksisi artısı nedir? Özel bir üniversitede okumanın, eğitim dilinin İngilizce olmasının, sunum yapmamızı kendimizi ifade etmemizi sağlayan ödev hazırlıklarının çok faydasını göreceksiniz. Grup çalışması hayatımızın her alanında var, mümkün olabildiğince grup üyelerinin her birinden bir şeyler kapmaya ve özgür bir ortamda fikirlerini ifade etmelerine özen göstermelisiniz ki iş hayatında bunları kapsamlı bir biçimde görünce şaşırmayın. Radyo İzmir Ekonomi Yayında http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html Radyomuzu dinlemek için; http://www.ieu.edu.tr ON AIR butona tıklayınız. 100 kişiye sorduk... Dtp’nin kapatılmasını onaylıyor musunuz? %51 Evet %49 Hayır Sigara zammına olumlu mu bakıyorsunuz? %27 Evet %73 Hayır Biliyorsun ki mezun olduktan sonra hemen iş bulmak öğrenciler için bir kabusa dönüştü, peki sen bu kadar kısa sürede iş bulmanı neye borçlusun? Sektörde çalışan tanıdıklarımın vasıtası ile süreç hızlı işledi tabii. Bunların yanında ne istediğini, kendinin neleri en iyi yapabileceğini bilerek doğru işe odaklanıp onun peşinde koşmalısın ki kalıcığılını sağlayabilesin. Kendini doğru ifade edebilme, iş görüşmelerinde o işi neden istediğini en iyi şekilde anlatabilme kısacası işi istemeden önce tanıyabilme senin meslek modelini üzerine en iyi şekilde oturtturuyor. Bir zaman sonra ben bunu yapmalıyım diyorsun ve uğrunda doğup büyüdüğün yerden ailenden kariyerin için ayrılıp kendi ayakların üzerinde durmanın mutluluğunu yaşıyor ve tüm olumsuzlukları unutuyorsun. Berçim Ünal Stajını daha önce nerede yapmıştın ve staj döneminin iş hayatına katkıları neler oldu?. Stajımı İzmir’de bir Halkla İlişkiler ajansında yaptım ve hiç tatmin olmadım ne okulda aldığım teorik bilgileri uygulayabiliyor, ne de kendime bir yenilik katabiliyordum. Reklamın, medyanın kalbinin attığı şehir olarak İstanbul’u hedef belirleyip gözümü oraya diktim.Tabii bu karar sürecinde okulda haftada bir verilen Workshop derslerinin de etkisi çok büyük oldu. Kabuğumuzu kırıp gerçekten ne yapmak istediğimizi bize hatırlattı hocalarımız ve profesyonel iş yaşamından gelen misafirlerimiz. Parçaları birleştirince kendimi bir zamanlar ders olarak gördüğüm medya planlamanın içinde buldum. Tavsiye eder misin dersen kesinlikle ederim, çünkü işin mutfağı ve müşteriye giden işte zincirin son halkası ve her anlamıyla gün gün insana yenilikler katan bir dal. İEÜ’de öğrenci odaklı ve kaliteli eğitim %30-35’inin orta gelir grubuna giren ailelerden geliyor olmaları. Bu oranların birbirine yakınlığı, İEÜ öğrencilerinin yarısının sanıldığının aksine, orta ve orta üst gelir grubundan geldiklerini gösteriyor. Anket uygulamasının koordinasyonunu üstlenen İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Nuran Erol Işık’ın gazetemiz Ünivers’e verdiği bilgiye göre, İEÜ öğrencilerinin ailelerinin dahil oldukları gelir gruplarına dair bu veriler, Vakıf üniversitelerine karşı oluşmuş ön yargıları kıran nitelikte ve İEÜ öğrencilerinin sanıldığı gibi üst sosyo-ekonomik gelir grubundan olmadıklarını gösteriyor. Yine Erol Işık’ın belirttiğine göre, %30 gibi temsiliyeti yüksek bir örnekleme dayanan araştırma, Avrupa Üniversiteler Birliği (European University Association) denetiminden geçen İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin bu sürecin bir gerekliliği olarak benimsediği ve ileriye taşımak istediği “öğrenci odaklı ve kaliteli eğitim” anlayışı çerçevesinde gerçekleştirildi. Bu anlayışın gereği ola- Kampüs 03 Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Yeni öğrenci kartlarından memnun musunuz? %90 Evet %10 Hayır Ünivers İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Sahibi Prof.Dr. Attila Sezgin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof.Dr. Sevda Alankuş Yayın Kurulu Öğr.Gör. Burak Doğu Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz Yazı İşleri Özge Üçtop, Halil Türkden Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok, Anıl Eren Küçük, Erman Gönülşen, Selin Bayraktar Aralık Sayısı Bölüm Editörleri Öğr.Gör. Burak Doğu Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz Görsel Yönetmen Öğr.Gör. Burak Doğu Tasarım Hakan Gözütok Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova http://univers.ieu.edu.tr Yerel, aylık süreli yayındır. Ocak 2010 rak, bu araştırma ile birlikte, mezuniyet aşamasındaki öğrencilere yönelik tamamlayıcı nitelikte bir diğer araştırmanın her yıl düzenli olarak uygulanmasıyla, İEÜ öğrencilerinin Üniversitemize başladıkları zamanki beklentileriyle, bunların karşılanma düzeylerini karşılaştırabil- mek mümkün olacak. Ayrıca Fakülteler bu araştırmaların sağlayacağı verilerle stratejik planlarını İEÜ’nun öncelikli hedefi arasında bulunan “öğrenci odaklı öğretim ve öğrenim” anlayışına uygun olarak belirleyebilecekler. Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık ve Form 2826 Sokak No: 52 Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi İzmir (232) 459 97 18 pbx » • 04 Kampüs Kısa Kısa Dünyada bir ilk, insan beyniyle mimari harikalar yarattı İzmir Ekonomi Üniversitesi 4.üncü sınıf öğrencisi Burak Besen, “Mimari Yapı ve İnsan Formu” konulu fotoğraf sergisiyle büyük beğeni topladı. fotoğraflayan Besen’in çalışması 14 Ocak tarihine kadar İEÜ Ana Giriş Fuaye Alanı’nda görülebilecek. Tez konusu olan sergi için çalışmalarına 3 ay önce başladığını dile getiren Besen, “Eski çağlardan günümüze ünlü mimarlar ve tasarımcılar insan anatomisini incelediler. Birçok tasarımcı ve mimarın insan anatomisinden esinlenmiş yapıtı bulunuyor. Bu yapıtlardan bazıları şehirleri simgeler hale geldi.” dedi. Çalışmasıyla ünlü mimari eserlerin içerisinde gizli kalmış insan formunu ortaya çıkardığını ifade eden Besen, “Tarihte yapılara sırasıyla ihtiyaç, ırk ve son olarak ise dinler şekil verdi. Tapınakların şekilleri insan formlarına benziyordu. Bu süreçten sonra yapılarda insan formları kullanılmaya başlandı. Bu yapıtlar insanlardan etkilenerek insan yapısının anatomik açıdan öneminin ve nasıl bir doğa harikası olduğunun göstergesiydi.” diye konuştu. lezzetli kurs •İzmirEnEkonomi Üniversitesi Uygulamalı Yönetim Bilimleri Yüksekokulu Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü ile EKOSEM (İzmir Ekonomi Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi) tarafından düzenlenen sertifika programı ilk mezunlarını vermeye hazır. İzmir Ekonomi Üniversitesi, Aşçılık Sertifika Programı, Çikolata Pasta yapımı alanında mezunlarını verdi. Gıda Mühendisi Beyhan Ildız’ın verdiği 4 haftalık eğitimle 50 öğrenci ev yapımı butik çikolata ve pasta yapımının inceliklerini öğrendi. Profesyonel ekipman ve malzemelerle çalışan kursiyerler yaptıkları çikolatalı, meyveli ve şeker hamuru pastalarla görsel bir şölene imza attılar. Sırada Tatar, İtalyan, Yöresel yemekler ve Ege Mutfağı kursları var. • Hayata teğelle tutunan bir moda perisi İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü, güz eğitim dönemini Esin Yılmaz semineriyle sona erdirdi. Kendine has çalışmalarıyla fark yaratan Türkiye’nin en önemli kreatörlerinden Esin Yılmaz, Moda Tasarım öğrencileri ile “Renklerin ve Kumaşların Dili “ konulu bir söyleşi yaptı. Tasarımı Bölüm Başkanı Şölen Kipöz, “Yılmaz, Anadolu kültürünün zenginliğini sokaktaki insanın hemen üzerine geçirmek isteyeceği kadar güncel ve mesafesiz kıyafetlere aktaran, tasarım serüveninin her anını oyuna dönüştürebilen özel bir tasarımcı” diye konuştu. zaman her yerde kitap •İzmirHerEkonomi Üniversitesi Toplum Gönüllüleri Kulübü, “Kitap Okuyoruz Etkinliği” düzenledi. Etkinlik kapsamında yaklaşık 25 gönüllü, üniversite koridorlarında oturarak kitap, dergi ve gazete okudu. Günün en kalabalık ve en gürültülü saatinde okuma etkinliği düzenleyen gönüllüler, “Kitap her yerde ve her zaman okunabilir. Yeter ki kişi istesin” mesajını verdi. düzenlediklerine dikkat çekerek, “ Kitap okuma alışkanlığımızı günden güne yitiriyoruz. Bilgiyi depolamak yerine hazır olanı almak çok yanlış ve bunun en önemli ilacı okumak” dedi.Okumayanların neden olarak en çok “Vakitsizlikten” şikayet ettiklerini belirten Aksu, “Bizi gören arkadaşlarımız önce ne yaptığımızı anlayamadılar. Günün en kalabalık ve gürültülü saatinde kitap okumak gerçekten zor oldu ama istediğimiz etkiyi yakaladık. Her zaman ve her fırsatta kitap okunabilir. Yeter ki biz isteyelim” diye konuştu. http://univers.ieu.edu.tr Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Paylaştıkça büyüyen başarı O rganizasyonunu İEÜ Matematik Bölümü’nün üstlendiği Kariyer Günleri öğrencilerin önünde yeni ufuklar açmaya devam ediyor. Yurtdışı üniversitelerinde akademik kariyerlerini sürdüren İEÜ mezunu öğrenciler, deneyimlerini arkadaşlarıyla paylaşıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde lisans eğitimlerini tamamlayan İlke Çetin ve Yiğit Demir lisansüstü programları süresince yurtdışı kariyerlerinde edindikleri izlenimlerini İEÜ Matematik Bölümü öğrencileriyle paylaştılar. Çetin ve Demir Amerika ve İsveç’te katıldıkları sosyal aktivitelerden, ulaşımlarını nasıl sağladıklarına kadar tüm deneyimlerini İEÜ öğrencilerine aktararak uyum endişesi yaşayan öğrencilere cesaret verdi. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin Illionis Eyalet Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen BIOMERGE kapsamında Biomatematik lisansüstü programına kayıtlı olan İlke Çetin, öğrenimini sürdürdüğü programın tanıtımını gerçekleştirdi. Illinois’te öğ- renci olmak için gerekli şartları ve yaşam koşullarını öğrencilere aktaran Çetin, “İllinois’te İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde aldığım İstatistik ve Olasılık dersleri sayesinde derslerimi başarıyla geçiyorum. Ayrıca İllinois Üniversitesi’nden kazandığım burs sayesinde geçimimi hiç zorlanmadan sağlıyorum” dedi. Lisansüstü öğrenimini İsveç’in Örebro Üniversitesi’nde sürdüren Yiğit Demir ise “Uygulamalı İstatistik” Programı’na kayıtlı olduğunu dile getirerek, “Henüz ilk yılımda İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde aldığım dersler sayesinde iki dersten muaf tutuldum. Sosyal devlet anlayışının hakim olduğu İsveç’te yaşam öğrenciler için gerçekten çok keyifli” diye anlattı. Kariyer Günleri’nin özellikle akademik kariyerlerini yurt dışında sürdürmek isteyen öğrencilere cesaret verdiğini dile getiren İEÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Matematik Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmihan Bayramoğlu, “Kariyerlerine üniversitelerde veya özel sektörde devam eden mezunlarımızın tecrübelerini paylaştığı Kariyer Günleri seminerlerimiz bahar döneminde devam edecek ve mezun adaylarımıza yol gösterecektir“ diye konuştu. Sanayi devlerine İEÜ ziyareti İ zmir Ekonomi Üniversitesi Bilgisayar Bilimler Fakültesi 4. Sınıf öğrencileri, Ege Serbest Bölge’de, Tetrapak, Ege Fren ve Hugo Boss fabrikalarını ziyaret etti. İncelemelerini “Sanayide Yazılım Uygulamaları” dersi kapsamında gerçekleştirdiklerini belirten Öğretim Görevlisi Nejat Kutup, “Öğrencilerimiz kısa bir süre sonra kendi sektörlerinde iş hayatına atılacaklar. Teoride öğrendikleri bilgilerin sektöre paralel ilerleyip ilerlemediğini irdeleyebilmeleri özellikle son sınıf öğrencileri için çok önemli” dedi. Mezuniyetlerine sadece bir dönem kalmış öğrenciler fabrikalarda yapılan bu tür inceleme çalışmalarının ufuklarını zenginleştirdiğini söyledi. Sanayide kullanılan bilgisayar yazılım ve uygulamalarda her gün yeni bir gelişme yaşandığına değinen öğrenciler, “Uygulamaları yerinde incelemek bizlere sektöre girmeden deneyim kazandırıyor.” diye konuştular. Sorunlarınız engelleriniz olmasın Ü niversitede öğrenci olmak hiçbir zaman kolay değildir, hele herhangi bir sağlık problemine sahip olan birisi için daha da zordur. Üniversite hayatı boyunca karşılaşılan sağlık problemleri bazen akademik ve sosyal hayatı idame ettirmeye engel olabilir. Bedensel ve işitsel problemler, görme ve konuşmada güçlükler ve bunların yanı sıra dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, disleksi, diyabet ve epilepsi üniversite eğitimini almada karşılaşabileceğiniz engeller olarak tanımlanabilir. Modern dünyada, üniversite öğrencisinin misyonları arasında problemler karşısında kararlı duruş, dayanışma ve yardımlaşma vardır. Bazen önemsenmeyen küçük ayrıntılar bile öğrenim hayatında bir sorun ve daha da ötesinde bir engel olarak karşınıza çıkabilir. Organizasyon eksikliğinden de kaynaklanan iletişim kopukluğu öğrenciler arasında sorunları engel haline getiren bir hale dö- nüşebilir. Misyonu olan öğrenci kulüpleri veya üniversite birimleri öğrencileri benzer hedeflere yönlendirebilen işlevsel organizasyonlardır. Yüksek Öğretim Kurumu’ un öncülüğünde, öğrenci odaklı bir girişim başlatıldı. Temelde tüm üniversitelerde yer alacak olan ve fırsat eşitliğini sağlamak üzere Engelli Destek Birimi kuruldu. İzmir Ekonomi Üniversitesi de bünyesindeki akademik ya da sosyal hayatını olumsuz etkileyebilecek herhangi bir engele sahip öğrencilere yardım etmek amacıyla ‘Engelli Öğrenci Destek Birimi’ kurdu. YÖK üyesi Prof. Dr. Attila ERİŞ: “Engelli öğrencilerin fiziki, mimari, eğitim ihtiyaçlarını ve bunlarla ilgili planlamaları yaparak üniversitelerle bu konuyla ilgili sıkı bir diyalog içinde olmayı hedefliyoruz.” dedi. Projeye paralel olarak, birçok üniversite gibi İzmir Ekonomi Üniversitesi de bu konuda önemli bir adım attı. Üniversite içerisinde engel teşkil edebilecek sağlık problemlerine karşı profesyonel yardım alabilir ve bu engellerden kaynaklanabilecek eşitsizlikleri aşmak için üniversitemiz Engelli Öğrenci Destek Birimi aracılığıyla engelli arkadaşlara destekte bulunabilirsiniz. Detaylı bilgi ve yardım için web sayfasından birim yetkililerine ulaşabilirsiniz. Birimin temel prensibi üniversite içerisinde sağlık problemlerinden kaynaklanan, akademik ve sosyal hayata etki edebilecek her türlü eşitsizliği aşarak tüm öğrencilerle birlikte engelsiz bir üniversite yaratmaktır. Konuyla ilgili çözümler üretilebilir veya organizasyonlar düzenlenebilir ve sorunların engeller haline gelişi önlenmiş olur. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin çağdaş öğrencileri olarak önerilerinizle ve projelerinizle Engelsiz Öğrenci Destek Birimi’nin çalışmalarına katılabilirsiniz. Yücel Taş http://univers.ieu.edu.tr Kampüs 05 Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Lojistikte tatlı rekabet İzmir Ekonomi Üniversitesi(İEÜ) Lojistik Yönetimi öğrencileri “2. Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Lojistik Uygulamaları” çerçevesinde geliştirdikleri projeleriyle yarışacak. Final için ilk dönem proje sunumlarını, gerçekleştiren öğrencilerin çalışmaları firma temsilcilerinden oluşan jüri tarafından beğeniyle izlendi. Her bir projeyi tek tek değerlendiren üyeler, önümüzdeki dönem yapılacak finalde dereceye girenleri seçmekte zorlanacaklarını söyledi. Proje Koordinatörlüğünü İEÜ Lojistik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tunçtan Baltacıoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Burcu Özçam Adıvar yürütürken danışmanlığını ise Yrd. Doç. Dr. Özgür Özpeynirci, Yrd. Doç. Dr. Muhittin Demir ve Yrd. Doç. Dr. Öznur Yurt üstlendi. 2. Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Lojistik Uygulamaları kapsamında İEÜ Lojistik Bölümü Öğrencileri, 10 firmayla 12 farklı proje hazırladı. İEÜ Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte proje grupları, firma temsilcilerinin oluşturduğu jüri karşısında projelerinin sunumlarını gerçekleştirdi. Proje Koordinatörü Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu, işbirliğinin sektörün gelişmesi için büyük bir adım olduğu değerlendirmesini yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi: “Proje uygulamasıyla sanayi temsilcilerimizin karşılaştıkları problemlere genç ve dinamik bakış açısıyla çözüm yolları üretilecek. Ayrıca firmalar öğrencilerimizi yakından tanıma fırsatı bulacaklar. Başarılı öğrencilere mezuniyetlerinde parlak bir iş geleceğinin kapıları aralanacak.” Öte yandan her bir projeyi tek tek değerlendiren üyeler, önümüzdeki dönem yapılacak finalde dereceye girenleri seçmekte zorlanacaklarını söyledi. Finale, SCHENKER ARKAS Nakliyat ve Tic. A.S’den Senem Kılıç, Barsan Global Lojistik’ten Hüseyin İşteermiş, Er-bakır’dan Bilal Aydemir, Nak Kargo’dan Ali Haydar Erdem, İnci Lojistik’ten Şua- Koreografi’nin dokunuşu büyüledi yip Ulukan, Viking Kağıt’tan Ergun Güngelen, Omsan Lojistik’ten Murat ILDIZ, J.T.I. Tütün Ürünleri San. A.Ş.’den Derya Topal Canoğlu, Pınar Su’dan Ali Demirbilek, UPS’ten Cengiz Gazanfer, Univera’dan Onur Didim, Renkler Makine’den Ayhan Koruk, Ege Duru Lojistik’ten Özdemir Ayçil gibi çok sayıda üst düzey temsilci katılım gösterdi. Öğrenciler yönetim ile buluşuyor Öğrenci odaklı bir üniversite olarak İzmir Ekonomi Üniversitesi, öğrencilerin üniversite hakkında neler düşündüğünü, ne gibi duygu düşünce ve görüşlere sahip olduğunu doğrudan doğruya kendilerinden öğrenmek üzere toplanıyor. Öğrencilere sunulan ola- nakların ne ölçüde yeterli olduğunu, onların nelerin hoşnutsuz kıldığını ve nihayet beklentilerini tam anlamıyla karşılayabilmek için neler yapılması gerektiğini gözden geçirmek öğrenci ve öğrenim odaklı İEÜ’nün misyonunun ayrılmaz bir parçası. Bu ne- denle, her fakültenin öğrencileriyle “Öğrenci ve öğrenim odaklı üniversite” hedefi doğrultusunda toplantılar düzenlenecektir. Toplantılara öğrencilerin katılımı verimli olabilmek adına önem taşımaktadır. RePEc’te büyük başarı 2009-2010 FAKÜLTE/BÖLÜM TOPLANTI TARİHLERİ Fakülte Adı Toplantı Tarihi Yer Saat Fen Bil Ens. 10 Mart Çarşamba Konf. Salonu 18.30-20.30 SQA 22 Şubat Pazartesi M106 15.30 Uyg. Yön. Bil. 1 Mart Pazartesi M202 12.30 Yabancı Dil. Yük. Ok. 5 Mart C. ,11 Mart P. Konf. Salonu 13.30, 16.00 Fen Edebiyat Fakültesi 12 Mart Cuma Konf. Salonu 16.30-18.30 6 Nisan Salı Konf. Salonu 11.15 25 Şubat Perşembe Konf. Salonu 10.00 Güzel Sanatlar ve Tas. Fak. Bölümleri Mimarlık 26 Şubat Cuma C407 14.00 Endüstriyel Tasarım 23 Şubat Salı CZ 102 13.00 İç Mimarlık ve Çevre Tas. 24 Şubat Çarşamba CZ 102 13.00 Görsel İletişim Tas. 26 Şubat Cuma C408 14.00 Moda Tasarımı 3 Mart 2010 Çarşamba A1 12.30-13.30 İİBF İletişim Fakültesi “Choreographer’s Touch” (Koreografçının Dokunuşu) defilesi, Moda Tasarımı ve Endüstriyel Tasarım Bölümü’nden 4’üncü sınıf, 15 öğrencinin bir dönem süren yoğun ve titiz çalışmalarıyla ortaya çıkarıldı. Türkiye’nin ilk mankenlik ajansı kurucusu Başak Gürsoy’un verdiği “Moda Organizasyonu ve Koreografi” dersi kapsamında hazırlanan defilede birbirinden sıra dışı 60 kıyafet sergilendi. Defilede profesyonel ve yarı profesyonel 25 manken podyumda yürüdü. Öğrencilerin ders kapsamında görsel bir şölene dönüştürdükleri defilede kıyafetler kadar hazırlanan sahne şovları da göz doldurdu. Özellikle keman eşliğinde iki genç mankenin sunduğu modern dans gösterisi izleyenlerden bol bol alkış alırken, Afrika dansı da ritimleriyle seyircileri coşturdu. Defilenin sona ermesiyle öğrenci ve mankenler Başak Gürsoy’a deneyim ve bilgisini kendileriyle paylaştığı için teşekkür etti. Tüm öğrencileriyle tek tek kucaklaşan Gürsoy, çalışmanın profesyonelleri aratmayacak kadar başarılı olduğunu söyledi. Moda Tasarımı Bölüm Başkanı Şölen Kipöz, öğrencilerin titiz ve yoğun çalışmaları için tebrik etti. Defile sonrasında verilen kokteylde seyirciler, öğrenci ve mankenlerle biraraya gelerek başarılarını kutladı. Sınıf Bilgisayar Bilimleri Fak. Bölümleri BM+ESM+YM 26 Şubat Cuma Konf. Salonu 17.30-18.30 1 BM+YM 19 Şubat Cuma A2 11.30-12.30 2 BM+YM 15 Şubat Pazartesi A2 15.30-16.30 3 BM+YM 17 Şubat Çarşamba M01 16.30-17.30 4 ESM 18 Şubat Perşembe A1 17.30-18.30 2 ESM 15 Şubat Pazartesi A2 16.30-17.30 3 ESM 19 Şubat Cuma M01 15.30-16.30 4 R ePEc(Research Papers in Economics) tarafından yayımlanan araştırmaya göre İzmir Ekonomi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomi Bölümü akademik yayınlara bağlı olarak yapılan Türkiye sıralamasında ilk 10’a girdi. Tüm dünyanın saygınlığını kazanmış, ekonomi alanında tam metin elektronik yayın sunan açık erişim kaynağı RePEc’de, Türkiye’den 71 üniversiteden 265 akademisyenin yayınlarına yer veriliyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin İktisat ve Ekonomi alanında kazandığı başarının kendileri için büyük bir gurur kaynağı olduğunu ifade eden İzmir Ekonomi Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ayla Oğuş Binatlı, “2002 yılında bölüm olarak kendimize bu hedefi koymuştuk ve her geçen yıl buna adım adım yaklaştık. Hocalarımızın yayınlarının yanı sıra bölümümüzün iki önemli yayın serisi bizi bu sıralamada yukarılara taşıdı. Bunlardan ilki New York Eyalet Üniversitesi ile her yıl ortak düzenlediğimiz uluslararası ekonomi konferansı tebliğleri serisi, diğeri ise bölüm üyelerinin son çalışmalarını akademik dünyaya duyurmayı hedefleyen “working papers” serisi. Bundan sonra sıralamada birkaç sıra daha yükselmek için çalışmaya devam edeceğiz ve ilk beşi zorlayacağız. ” diye konuştu. 06 Kampüs Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 http://univers.ieu.edu.tr Yakalayan yakalıyor, kaçıran kaçırıyor!... Her an duruverecekmiş gibi çalışan bir motosiklet sesi ve hemen ardından da SpiderBait performansıyla “Ghost riders in the Sky” duyuluyor önce... Motosiklet ve müzik tutkunu Endüstriyel Tasarım Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. A. Can Özcan tarafından hazırlanıp sunulan bazen gürültülü bazen hüzünlü, ritmli ve capcanlı bir program “Canlı Cansız Hayalet Sürücüler - Ghost Riders Dead or Alive” ! Can Özcan “Çocukluğumdan beri hayatımdan bisikletler motosikletler, kulağımdan da müzik sesi eksik olmadı” diyen Endüstriyel Tasarım Bölümü Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. A. Can Özcan tarafından hazırlanıp sunulan Canlı Cansız Hayalet Sürücüler programı okulumuzun öğrenci yurdu altındaki radyo stüdyosundan her Çarşamba 14:00’da canlı olarak, her Cuma ise 22.00’ da banttan olarak yayın yapmakta. Peki ne mi var bu programda? Can hocamızın deyimiyle o an ve o saatte dünya üzerinde radyonuzu açtığınızda duyamayacağınız ne varsa bu programda onlar var. Her an duruverecekmiş gibi bir motosiklet sesiyle başlıyor her şey ve ardından da program müziği olan Spiderbait’ten Ghost Riders in The Sky giriyor ve Can Özcan’ın sesi duyuluyor. Canlı Cansız Hayalet Sürücüler’in ilk canlı yayını 17 Mart 2009 Salı günü saat 14:0015:00 arasında yapıldı ve o ilk programın özel hayalet sürücüsü Bob Dylan’dı. O ilk programdan bugüne kadar 25’in üzerinde canlı yayın gerçekleştirildi ve Frank Zappa’dan Charles Bukowski’ye, Alman Brothers Band’dan Tommy Bolin ve Lynyrd Skynyrd’a pek çok kişi ve grup bu programda seslerini duyurdular. Geçtiğimiz güz döneminde ise yine Endüstriyel Tasarım bölümü hocalarımızdan Murat Bengisu ile profesyonel müzisyen ve besteciler Ali İnceoğlu ve Ömer Er CCHS’de Can Özcan’ın canlı yayın konukları oldular ve hem sohbet ettiler hem de canlı performanslar sergilediler. Tüm programlarda başta Prof.Dr. Sevda Alankuş ve Hakan Gök olmak üzere tüm İletişim Fakültesi elemanlarının desteğine minnettar olduğunu belirten A.Can Özcan programda en çok laf atılan kişilerin başında da onların geldiğini belirtiyor. Program, belli bir zaman kısıtlaması olmamakla beraber genellikle 70-80 dakika sürüyor. Programın içeriği ve formatıyla ilgili ise A.Can Özcan şöyle konuşuyor “Aslında içeriğiyle formatını ayrı tutmadığım bir program. Genelde Türkiye’ye ithal bile edilmeyen şarkıları, kimsenin dinlemediği ya da dinleyemeyeceği parçaları çalıyorum. Zaman zaman birtakım konuklarımız oluyor ve daha eğlenceli hale geliyor. Hayatın kendisi için bile en büyük tehditlerden ve en kötü şeylerden biri çeşitliliğin azalmasıdır. Dolayısıyla tek bir formata değil de çeşitliliğe dayanan bir program yapıyorum. Wagner’den ‘Ride of Valkyries’ ile başlayıp Skid Row’un Frank Sinatra’dan My Way yorumu ile biten bir program CCHS için çok da tuhaf bir durum değil. Ben Kazancı Bedih ile de Frank Zappa ile de barışık bir insanım, bu program da öyle”. Can Özcan; “Yapılabilecekken yapılmayan, olabilecekken olmayan şeyler hayatta yenilgi ve eksiklik demektir. Ses ve özellikle de müzik insana ait önemli şeyler. Bir ses, bir melodi, insana haz verir ve daha önce hissetmediği duygular hissettirir. Zaten bütün sanatlar da bu özelliği dolayısıyla müziği taklit etmeye çalışırlar. Radyo da bu tür duygu ve bilgi aktarımı için muhteşem bir araç. Üniversitemizde de elimizin altında bu araç varken bunu neden kullanmayalım dedik ve Canlı Cansız Hayelet Sürücüler ortaya çıktı”. Dinleyici kaygısı olmadan yola devam eden A. Can Özcan programın kendi dinleyicilerini bulabileceğine de inanıyor. Öyle ki, İzmir’in yanı sıra İstanbul, Atina ve Barcelona’dan da dinleniyormuş program. Hemen üst kattaki yurt binasında çalanları sormayın bana diyor laf arasında, “eminim bu üniversitenin çoğu bu programda haberdar bile değildir” diye de ekliyor. Frank Zappa, Robert Johnson, Otis Redding, Eric Clapton, Manu Chao, Marianne Faithful, Janis Joplin, Ozzy Osbourne, John Lennon gibi isimler şimdiye kadar Canlı Cansız Hayalet sürücülerde duyulan isimlerden sadece birkaçı. Yılbaşında dansöz bile getirdim programa diyen Can hocamızın favorilerinden Tom Waits ve Warren Haynes ile Gov’t Mule gibi pek duyulmamış isimleri de merak ediyorsanız önümüzdeki dönemde de Çarşamba günü saat 14:00’da A. Can Özcan hocaya ve onun Canlı Cansız Hayalet Sürücülerine bir kulak verin. Programla ilgili bilgilere www.ghostriderdeadoralive.blogspot.com, www.ghostriderdeadoralive.blogspot.com adresinden ulaşabilir, görüş ve önerilerinizi de Can Özcan hocamıza bu sayfadan iletebilirsiniz. Halil Türkden Bologna sürecinin bilinmeyenleri Pek çok uluslararası kuruluşun işbirliği ile 46 üye ülke tarafından oluşturulan, Avrupa da standart bir Yükseköğretim alanı yaratmayı hedefleyen “Bologna Süreci’nin” bilinmeyenleri hakkında, İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Ekonomi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sn Oğuz Esen son derece önemli açıklamalarda bulundu. 1999 yıllının başlayan Bologna sürecini ‘Avrupa Yüksek Öğrenim Alanı’ yaratmayı hedefleyen bir reform süreci olarak tanımlayan Prof. Dr. Oğuz Esen, Bologna sürecinin, yüksek öğrenim sistemlerinin kendilerine özgü farklılıklarını korurken, yüksek öğrenim sistemleri ve kurumlarını birbirleriyle karşılaştırılabilir ve uyumlu hale getirilmesini amaçladığını belirtti. Yüksek öğrenim kurumları arasında uyum yaratmayı hedefleyen Bologna sürecinin yükseköğretim açısından önemli oluşum hedeflerine sahip olduğunu dile getiren Esen, “Ülkeler arasında karşılaştırabilinir diplomalar ve dereceler yaratmak bu sürecin en önemli hedeflerinden biridir” derken bu sürecin diğer önemli bir hedefi olarak ise Avrupa Kredi Transfer sistemi yaratmak, Avrupa’da öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğini artırmak, üniversitelerde kalite güvence sistemini yerleştirmek, öğrencilerin sürece etkin katılımını sağlamak, yaşam boyu öğrenmeyi teşvik etmek ve esnek öğrenme sistemlerini yaygınlaştırmak olduğunu ifade etti. Artık bu sistemle birlikte öğretme odaklı eğitim sisteminden, öğrencinin daha aktif olduğu bir sisteme geçişin gerçekleşeceğini belirtti. Ülkemizde 2000’li yıllarda uygulanmaya başlanan Bologna Süreci’nde her ülkenin kendisine ait bir karnesi ve yerine getirmesi gereken bazı koşullar olduğunu anlatan Oğuz Esen, ülkemizin derecelendirme sisteminde bir problem yaşamadığını, lisans programlarının nasıl bir öğrenci profili oluşturması gerektiği konusundaki çalışmaların tamamlanma aşamasında olduğunu söyledi. Bu süreçte derece sisteminin yanı sıra kredi sisteminin de Avrupa’daki diğer eğitim kurumları ile uyumlu hale gelmesi için Avrupa Kredi Transfer Sistemi kavramının ortaya çıktığını belirten Esen,” öğrencilerin bir ders için harcadıkları sınıf ve sınıf dışı toplam iş yüküne dayalı kredi sistemi ile kredilerin kolayca transferinin mümkün hale geldiğini” belitti. Uluslar arası bir antlaşma olamayan, gönüllü bir olgu olan Bologna Süreci’nin öğrenciler üzerindeki en önemli katkısının, ‘öğrenci odaklı eğitim sistemi’ olduğunu anlatan Oğuz Esen, “Öğrenciler, araştırma ödevleriyle, projelerle ve sunumlarla kendilerinin aktif olduğu bir öğrenme süreci yaşayacaklar. Yine öğrenci aktif hale getirilerek anketler aracılığıyla öğrencinin asıl görüşü alınacak ve bu sayede bizde programlarımızın çıktılarını belirleyeceğiz. Mezun olan öğrencilerin lisans programlarından neler aldığını, piyasanın talebine cevap verip vermediklerini öğreneceğiz.” dedi. Son olarak Bologna Sürecine uyum aşamasında okulumuzun çok iyi bir noktada olduğunu anlatan Prof. Dr. Oğuz Esen,”Bu sürecin gerektirdiği diploma eki konusunda bir sıkıntı yaşamıyoruz. Her mezunumuza Avrupa’daki her kurumda geçerli olabilecek pasaport niteliğindeki bu belgeyi veriyoruz. Fakat Avrupa Kredi Transfer Sistemimiz üniversitemizin büyümesiyle birlikte bu aşamada yeniden revize edilip 2011-2012 eğitim yılında tekrar yürürlüğe girecek” dedi. Erman Gönülşen http://univers.ieu.edu.tr Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Kampüs 07 Kemeraltı: Estetik ve kültürün ekonomiyle buluştuğu nokta Kemeraltı Çarşısı’nı Yeniden Keşfetmek İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencileri ve Öğretim görevlileri olarak Kemeraltı’nın tarihi yolculuğuna tanıklık etmek ve modern bir Kemeraltı’ya giden yolda eksileriyle, artılarıyla Kemeraltı’yı yeniden tanımlamak amacıyla İzmir Ticaret Odası’nın desteğiyle bir belgesel çektik. Bizim Kemeraltı yolculuğumuz, bilinmeyen bir kültürel hazinenin saklı olduğu o Çarşı’ya girip burada geçirdiğimiz yıllarda Kemeraltı’nı ihmal ederek neler kaçırdığımızı öğrenmekle geçti. Elbette bu yolculukta Çarşının, Çarşı Esnafının ve Belediyenin Kemeraltıyla ve tarihle hesaplaşmalarına tanıklık ettik. Kemeraltı’yı kendi deyimleriyle Kemeraltı Mezunlarından dinledik. Tarihin derinliklerine indiğinizde gördüğünüz şey her şeyin temelinde bir ticari etkileşimin yattığıdır. Savaşlar, barışlar, kurulan ya da yıkılan ülkeler her daim ticaretin ve ekonominin kendine çizdiği yolun bir parçasıdır. İzmir de tıpkı diğer şehirler ya da ülkeler gibi tarihini ekonominin çizdiği şehirlerden biri; ancak İzmir’in tarihi hem ekonomik hem estetik değeriyle alışveriş merkezlerinin çağında bile bir cazibe merkezi olmayı başarabilen Kemeraltı Çarşısı’nın sokaklarında biçimlenmiş. Kemeraltı Çarşısı tarihsel estetiğin ve değerlerin buluştuğu eski kuşaklar için yanı başlarında yeni kuşaklar ise nedense uzak kalmış bir kültür ve ekonomi cenneti. Hangi kuşaktan olursa olsun her İzmirli yılda bir kez olsun Kemeraltı’na uğrar. Kemeraltı’na yolu düşenler bilirler ki Kemeraltı Çarşısı modern dünyanın asla teklif bile edemeyeceği bir kültür mirasını barındırırken geçmişin tozlu sayfalarında şehrin ve modernitenin tam ortasında sizi bir yolculuğa çıkarabilir. Belki bunun için günübirlik İzmir’e gelen yerli ya da yabancı turistler için de Kemeraltı Çarşısı hala İzmir’de bir kaçış ve tarihle buluşma noktasıdır. Öncelikle Kemeraltı’nın tarihinin tozlu sayfalarındaki yerine bakmakta fayda var. Belgesel dahilinde görüşlerine başvurduğumuz İEÜ Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Fikret Yılmaz’a göre; tarihi MÖ. 3000 yılına uzanan İzmir’in tarihinin altın dönemi MÖ.1000 civarında Roma egemenliğinde yaşanan dönemdir. Bu dönemde kentin bugün Eski İzmir olarak bilinen kısmı yapısallaşmıştır. 16. yüzyıldaki Osmanlı nüfus kayıtlarına göre nüfusu bin kişi bile olmayan İzmir’in yeniden yükselişinde dönemin Osmanlı politikaları ve Kemeraltı’nın bu politikalara bağlı yatırımlarla gelişimi etkendir. Belirtmekte fayda olan bir diğer önemli konu da tarih boyunca değişen İzmir topografyasının Kemeraltı’nın kaderine etkisidir. Yüzyıllar önce bir iç liman olan Kemeraltı bölgesi doğal faktörler ve inşaatlar sonucu bugünkü haline evrilmeye başlamıştır. 1872’de İzmir’in şimdiki limanının tamamlanmasıyla birlikte Kemeraltı artık farklı bir yapıya kavuşmuştur. Kültürel Bir Gökkuşağı Belgesel süresince ilgimizi çeken mevzulardan biri de Kemeraltı’nın kültürel zenginliği ve o zenginliğin kaderiyle baş başa bırakılmaması için yapılması gerekenlerdi. Çalışma sürecinde yaptığımız işin tarihe derin bir bakış atıp tarihin elini bugünün şartlarıyla tutmanın önemini kavradık. Süreç bizim gibi 20’li yaşlarını 2000’lerde yaşayan Alışveriş Merkezleri’nde tüketmeye alışmış bir kuşak için bir tarih dersi olduğu kadar doğal ve kültürel olanın tadını kavramak adına da önemliydi. Bugün Kemeraltı’nın İzmir için bir başka önemi de yangınlar ve mimari reformlar sonucu zamanla yok olmaya başlayan yapısında Kemeraltı’nın kendini ve tarihini koruyabilmiş mimari dokuları bünyesinde barındırmasıdır. Kentin ticaret merkezi olan Kemeraltı birçok büyük hanın da bulunduğu bir bölgedir. Bölgedeki hanlar ise Kemeraltı’nın geleceğine bakıldığında bambaşka bir portre çizmektedir. Kızlarağası Hanı mimari değerlerin nasıl korunabileceğini ve tarihe nasıl meydan okuyabileceğinin güzel bir kanıtıyken Karaosmanoğlu ve Çataloğlu Hanı gibi hanlar ise ne yazık ki kaderine terk edilmiş durumdadır. Bugün Kızlarağası Hanı Kemeraltı’nın kalbi gibidir. Han 1990’lı yıllarda gerçekleştiren restorasyon çalışmaları neticesinde faal, ticarete dönük ve ekonomik getirisi olan yapısına kavuşmuştur. Osmanlı’nın kozmopolit ve farklı etnik gruplara kucak açan yapısı Kemeraltı’nda da kendini hissettirmiştir. Özellikle 1900’lerin başında Musevi esnafların Kemeraltı’nda geniş bir hakimiyeti söz konusuydu. Geçmişte 30 bin’lere yaklaşan Musevi nüfusu bugün bin beş yüzlere gerilemiştir. Museviler Kemeraltı’nda avukatlıktan takunyacılığa, meyhanecilikten kontracılığa kadar çok farklı meslek gruplarında etkindiler. Kemeraltı (Tilkilik ve Agora’yı kapsayan bölge) Museviler için yaklaşık dört yüz yıl boyunca çok önemli bir yaşam alanıydı. Bölgede yaklaşık on sinagog buluınmaktaydı. Bu sinagogların bazıları günümüzde neredeyse yıkılmak üzereyken bazıları ise kullanılabilir durumdadır. Musevi Cemaatlerinin çabalarıyla korunmaya çalışan sinagoglar bugün yerel yönetimin de çabalarıyla yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Elbette Kemeraltı’nın kozmopolit kültürü Ermeniler’den Rumlar’a birçok azınlığın kültürlerinin buluşma noktasıdır. Osmanlı’nın Kemeraltı’nın yeniden yapılandırılmasına yönelik yatırımlar yaptığı dönemden kalan 16. ve 17. yüzyıl yapımı ibadethaneler de bu kozmopolit fotoğrafa renk katmaktadır. Bu camiler arasında Kemeraltı Camii, Başdurak Camii, Kestane Pazarı Camii, Şadırvan Camii ve Hisarönü Camii bulunmaktadır. Bugün çevredeki camiilerin restorasyonları sürmektedir; ancak restorasyon çalışmalarının ötesinde camiileri ve mimari estetiği ortaya çıkarmak için ciddi bir çevre düzenleme çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Yenilenen ve Hayata Tutunan Bir Kemeraltı İçin Neler Yapılmalı? Dünyanın en büyük ve eski çarşılarından biri olan Kemeraltı farklı ekonomik işleve sahip dükkanlarıyla İzmir’in içine saklanmış tarihi bir kent izlenimi verirken, kuyumculardan kitapçılara, bakırcılardan ayakkabıcılara dev bir ticaret alanından ziyade geleneksel ticareti ve ticaret kültürünü inceleyebileceğiniz bir açık hava müzesini andıran Kemeraltı’na bugünün dünyasının gözlükleriyle bakmak şart. Kemeraltı Belgeseli’nin temel amacı tarihi bir değer olarak Kemeraltı’nı halka tanıtmaktan ibaret değildi. Bu belgesel her şeyin ötesinde asırların yükünü taşıyan bu çınarın nasıl yeni kuşaklara emanet edilebileceğini sorguluyordu. Belgesel sürecinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan ve İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş Kemeraltı’nı modern ekonominin ve hayatın bir parçası yapacak projelerini paylaştılar. Belgesel süresince gördük ki bugün İzmir’in gelişim ve modern ekonomiye dahil olma savaşı Kemeraltı’na da yansıtılmak zorunda. İzmir’in önde gelen ticaret ve siyaset makamları Kemeraltı’nın Türkiye’nin en büyük ticaret merkezlerinden biri olma özelliğini pekiştirmek ve Kemeraltı’nı önceki yüzyıllarda olduğu üzere 2000’lerin de ticaret mabetlerinden biri olarak var etmek için çalışıyorlar. Elbette tarihi değerler ve ekonomik gücün bir arada korunması hassas bir iş ve bu konuda farklı sesler yükseliyor; ancak şu kesin ki çarşı için bilinçli bir yenilenme Kemeraltı’nı yeni asılara daha güçlü bir biçimde taşıyabilir. Ahmet Piriştina döneminde Kemeraltı ile ilgili korunma planları yapılmıştır. Bugün Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi bu planlar ışığında Kemeraltı’nı yeniden yapılandırma çalışmalarına başlamış durumda. Bu çalışmalardan biri de dünya üstündeki kent merkezlerindeki en önemli pazarlardan biri olan Agora’nın zenginliklerinin halkla buluşturulması. İzmir Ticaret Odası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin birlikte yürüttüğü bu çalışma tarihi Agora’yı modern İzmir’in bir parçası yapmayı amaçlıyor ve bu konuda ciddi yatırımlar yapılmış. Kemeraltı Mezunları Yeni Ekonomiye Ayak Uydurabilir mi? Belgesel sürecinde Kemeraltı esnaflarının Kemeraltı ile ilgili kullandıkları en ilginç tanım da “Kemeraltı Mezunu” olmaktı. Kemeraltı’nın tüm esnafları Kemeraltı’nı kuşaktan kuşağa aktarılan bir okul kültürü olarak görüyor ve ticari eğitimlerini burada aldıklarını söylüyorlar. Bugün Kemeraltı Mezunları önemli bir sınav veriyorlar. Özellikle değişen ekonomik kültür ve yapı, Kemeraltı’nın ekonomik olarak kan kaybetmesine neden olmuştur. Çarşı Esnafı Kemeraltı’na gelen turistlerin artık eskisi kadar memnun kalmadığını belirtiyor. Peki Kemeraltı Mezunları ne yapacak? Bugün Kemeraltı’nın kurtuluşu için çalışmalar sürüyor. İTO’nun sürdürdüğü çalışmalar çerçevesinde çarşının ele alınması gereken temel sorunları belirlenmiş durumda. Otopark yetersizliği, çığırtkanların yarattığı kirlilik ve seyyar satıcılar çarşının yapısının yenilemesini engelleyen etkenlerden. Özellikle yerleşik esnaf, gelen turistin rahatsız edilmemesi ve modern alışverişin lüksünü yaşaması için seyyar satıcıların yarattığı kirlilikten rahatsız olduğunu belirtiyor ve zabıtanın mesai saatleri nedeniyle özellikle akşam saatlerinde artan ziyarete rağmen seyyar ticaretin Çarşı’nın estetik tadını bozduğunu belirtiyor. Yerel yönetimlerin yetkilileri ise konuyla ilgili çalışmaların sürdüğünü belirtiyorlar. Küreselleşen ekonominin getirdiği şartlar sonucu markaların tanrısallaştığı dönemde Kemeraltı Çarşısı’nın en önemli sorunlarından biri de küçük ve tarihi yapısı nedeniyle büyük markaların Kemeraltı’nda kendilerine uygun yer bulamaması. Dükkan alanlarının yetersizliği ve dükkanların farklı insanlara ait olması büyük firmalar için Çarşı’nın cazip Kızlarağası bir yatırım merkezi olmasını zora sokuyor. Bugün oldukça küçük dükkanlarda yapılan ticaret doğal olarak satış hacmini de etkilemekte ve büyük firmaları Kemeraltı’ndan uzaklaştırmaktadır. Kemeraltı’nın içine düştüğü gerileme elbette sadece Kemeraltı’nı inceleyerek kavranamaz. Dünyayı derinden etkileyen ekonomik buhranlar ve dönüşümler kavranmadan modern ekonominin bir parçası olan Kemeraltı’yı hayata kazandırmak neredeyse bir hayal. Bu nedenle bütünlük ve tutarlılığı sağlamış, turistler için bir cazibe merkezi haline gelmiş bir Kemeraltı’nın oluşturulması şart. Çarşı’da hayatın sürekliliğinin sağlanması ve Kemeraltı’nın 24 saat yaşaması için çeşitli çalışmalar yapılıyor. Balık lokantaları ve benzeri işletmelerle Kemeraltı’nın hayat kazanması hedefleniyor. Geceleri de yaşayan hareketli ve güvenli bir Kemeraltı yeni bir vizyona ulaşmış olacak gibi gözüküyor. Kemeraltı’nın günümüz koşullarında yeni kuşaklara, yerli ve yabancı turistlere hitap eden bir hal alması İzmir’in Kemeraltı için vereceği mücadeleye bağlı. İzmir’in kalbinin gelişen ekonomiye ayak uyduramayıp yavaşlaması sadece İzmir için değil tüm dünya için kültürel ve ticari bir kayıp olacağı unutulmamalı. Belki de bu konuyla ilgili sorgulanması gereken değil şehre uzaktan gelenlerin, şehrin merkezinde oturanların bile Kemeraltı’yı bugünün değil tarihin bir parçası olarak görmesidir. Tarihsel dokusu ve ticari potansiyeliyle Kemeraltı bugünle buluşturulması halinde Kızlarağası’ndaki kahve kokusunun verdiği keyif esnafın ve İzmirli’nin yüzüne yansıyacak, İzmir’in o güzel fotoğrafı daha da anlamlı hale gelecektir. Belki de bundan on ya da yirmi yıl sonra yapılacak bir başka Kemeraltı Belgeseli’nde tıpkı Kızlarağası’nın restorasyon süreci gibi Kemeraltı’nın restorasyon süreci de saygıyla anılabilir. Benim Kemeraltı’na dair temel gözlemim esnafın hayata, Kemeraltı’na ve yeni dünyaya tutunmaya dair mutlak hevesiydi. Girdiğimiz her sokakta, dükkanda ve handa gördüğümüz ilgi ve konukseverlik de kültürel ve tarihi mirasıyla Kemeraltı’nın yarınlara taşınması için eller taşın altına konduğu halde büyük bir umut olduğunun en güzel göstergesiydi. Sarphan Uzunoğlu 08 Kampüs Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu 6. defa toplanıyor İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu’nun 6. toplantısı 23 Şubat 2010 tarihinde gerçekleştiriliyor. İletişim Fakültesi ile İletişim Sektörünün kamusal ve özel kurumlardan gelen İzmir’deki seçkin temsilcilerinin eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetleri konusunda işbirliği içinde olmalarını sağlamak amacıyla 2005 yılında kurulan Danışma Kurulu toplantısı öncesinde öngörülen kurumsal işbirliği çerçevesinde Anadolu Ajansı Ödüllü Fotoğraflar Sergisi’nin açılışı da gerçekleştirilecek. Toplantıda geçen yıl gerçekleştirilen 5. buluşmadan bu yana gerçekleşen sektörel değişikliklerle, İEÜ İletişim Fakültesinin içinde bulunduğu atılımlar tartışılacak. İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Danışma Kurulu arasında öngörülen işbirliği, İzmir’de, Ege Bölgesi’nde ve genel olarak Türkiye’de iletişim sektörünün gelişimine katkıda bulunabilecek uluslararası ve ulusal seminer, kongre, konferans vb. gibi etkinliklerin düzenlenmesi; sektördeki insan kaynaklarının yetiştirilmesi, geliştirilmesi, sektöre ilişkin her türlü araştırmageliştirme faaliyetlerinin teşvik edilmesi gibi konuları kapsıyor. Yanı sıra Danışma Kurulu üyeleri, İletişim Fakültesi’nin eğitim ve öğretim programlarının, mezunlara kazandırılacak uygulamaya dönük becerilerin sektörün değişen ihtiyaçları doğrultusunda yeniden tanımlanması konusunda destek veriyor, ayrıca kariyer plânlaması konusunda mezunlara yardımcı oluyor. İEÜ İletişim Fakültesi Danışma Kurulu üyeleri, İzmir’deki yazılı ve görsel medya, Şebnem Bursalı Geleceğin gazetecilerine önerim; öğrenmek adına gazeteci büyüklerinin deneyimlerinden deneyim çıkarmaları, evet eğitim çok önemli ancak deneyim de bir o kadar değerli… Yaygın (ulusal) medyada da uzun yıllar önemli isimlerle çalışmış birisi olarak, yerel medya hakkındaki düşünceleriniz neler? Geleneksel medya, yönetimin İstanbul merkezli olmanın verdiği kısır döngüye kapılıyor kimi zaman. Bir örnek bakış açısına bağımlı kalarak tek tip haberlerle dolu gazeteler okuyoruz kimi zaman. Özel haberlerin sayısı giderek azalıyor, fikir yazıları yazan köşe yazarları azalıyor. Artık alternatif medyaya ihtiyaç var. Vatandaş aynı tip haberleri okumaktan artık kaçıyor. Elbette en yakınında olup bitenden haber almak istiyor. Böylece yerel habercilik önem kazanıyor. İşte bu bilinçlenme sayesinde geleneksel medya yerini alternatif medyaya bırakıyor. Ulusal basında yer bulamayacak, şehrinden haberlere, her bakış açısına yer verilen haberlere vb. içeren medyaya yönelecek. Şebnem Bursalı 2008’den bu yana Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdürmektesiniz. Yeni Asır sizinle nasıl değişti? Uzun yıllar çalıştığım gazetenin Genel Yayın Yönetmenliğini sürdürmek benim için onur verici. Ancak bu görev, tek kuvvet olduğunuz anlamına gelmiyor. Bu bir ekip çalışması. Deneyimli kadromuzla birlikte yürüttüğümüz bu çalışmanın sadece yönlendiricisi konumundayım. Ancak 115. yılını kutladığımız Yeni Asır, tarihinde ilk kez bir kadın genel yayın yönetmeniyle çalışıyor. Bunun da farklılıkları elbette oluyor. Başlangıç olarak duyarlı habercilik anlayışını benimsiyoruz. Kişisel haklara ve özgürlüklere saygılı bir gazete olmaya daha özen gösteriyoruz. Haberlerdeki bu tip ayrıntılara önem veriyor ve insan haklarına saygıda birleşiyoruz. Farklı bakış açılarının sesi olmaya çabalıyoruz. Bu arada sağlık, eğitim, kültür sanat haberlerine de daha ağırlık verdik. Toplumun gelişimini ve beslenmesini kültür sanat ve eğitimle sağlaması gerektiğinin bilincindeyiz. Şebnem Bursalı halkla ilişkiler ve reklamcılık alanlarından gelen meslek temsilcileri ile TRT, RTÜK, Anadolu Ajansı Bölge temsilcilerinden oluşmakta. 34 üyesi bulunan Danışma Kurulu’nun Başkanlığını ise halen, kendisi aynı zamanda deneyimli bir gazeteci, akademisyen olan ve Çalışma Bakanlığı yapmış bulunan Konak Belediyesi Başkanı Hakan Tartan tarafından yürütmekte. Biz de Univers olarak Kasım sayımızda Danışma Kurulu Başkanımız Hakan Tartan’ı tanıtarak başladığımız, Aralık sayımızda Deniz Sipahi ile devam ettiğimiz üzere Danışma Kurulu üyelerimizi tanıtmayı bu sayımızda da sürdürüyoruz. Türkiye’de çok az örneği bulunan bir kadın yönetici sıfatıyla Şebnem Bursalı ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi yayınlıyoruz. Medyaya yön veren gazetecilerden: Medyanın erkek tekelinde olduğu düşünülürse sektörde sizin gibi kadın yöneticilerin çoğalmasına nasıl bakıyorsunuz? Medya özel bir sektör. Kamuya ve halkın haber alma özgürlüğüne yön verebiliyorsunuz. Bu noktada bakış açıları çok önem taşıyor. Gazetecilerin kişisel normları, siyasi görüşleri, ahlaki değerleri vb. hepsi haberlerine, köşe yazılarına, fotoğraflarına yansıyor. Ve elbetteki gazetelerin birinci sayfalarına yansıyor. Geleneksel medya uzun yıllar aynı isimlerin tekelinde olduğu doğru. Ancak kadınların her alanda olduğu gibi medyada da çok başarılı oldukları ve yükselen bir trend ile yükselişe çıktıkları inancındayım. Medya içerisinde kadın çalışanlar yoğunlukta. Buna karşın kadın yöneticiler azınlıkta. Hayata yön veren ve her şeyin merkezinde olan kadınların, medyayı da yönlendirmelerini önemli buluyorum. Bu, kadınların yaradılışlarından kaynaklanan başta plan ve organizasyon bilinci ile duyarlı olmayı, durumlara ayrıntıcı yaklaşımı ön plana çıkarılmasına yol açacak. Medyada çok sesliliğe katkı sağlayacak. http://univers.ieu.edu.tr Sizce Türkiye’deki yaygın (ulusal) basının yüz yüze bulunduğu en önemli sorun ne? Bu açıdan yerel medyayı nasıl buluyorsunuz? Geleneksel /ulusal basın, pek çok sorunla karşı karşıya. Bence en önemli sorunu, kamu oyunun da gözünde itibarını zedeleyen objektivite sorunu. Bunun neden kaynaklandığı sorununu tartışmak şöyle dursun, yerel medyanın içerisinde buna daha da dikkat etmek gerekiyor. Yerelde objektivite daha da önem kazanıyor. Ancak her görüşe yer vermeye özen göstererek bu sorunu giderebiliyoruz. Eğitim, kültür sanata biraz da yer sıkıntısından kaynaklı olarak yer verilemiyor. Yerel basında bu tip haberlere de kolayca yer verebiliyoruz. Gazeteciliğe başlarken, kendinize rol modeli olarak aldığınız gazeteci ya da gazeteciler hiç oldu mu? Küçük yaşlarımdan itibaren ailem ve yakın çevrem tarafından ya hukukçu ya da gazeteci olacağıma dair yorumlar yapılırdı. Bunun sebebi olarak da, hemen her konudaki merakım, bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme isteğim, ısrarlı takipçiliğim ve araştırmacılığım, konuşma merakım, çevremdeki büyüklerimin sanırım bu yakıştırmayı yapmasına sebep oldu. Ailemde gazeteci olmadığı halde bu yönlendirmelerin etkisi olduğunu düşünüyorum. Şebnem Bursalı 1993 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü bitirdi. Meslek hayatına; 1993 yılında TRT 1’de yayınlanan Reha Muhtar ile Ateş Hattı programında muhabir ve yapımcı olarak başladı. Daha sonra sırasıyla Sabah ve Gün gazetelerinde muhabirlik yaptı ve röportajlar hazırladı. Aynı yıllarda Aktüel dergisinde haftalık haber ve yorum yazıları yazdı. Bursalı; 1995 yılında ATV’ de yayınlanan Fatih Çekirge ile iktidar oyunu haber programında muhabir ve yapımcı olarak görev aldı. Aynı yıl Yeni Asır gazetesinde köşe yazarlığı ve muhabirliğe başladı. 1996 yılında üstlendiği Yeni Asır Ankara temsilciliği görevinin yanı sıra Takvim Gazetesinde ; haftalık siyasi dergi olan Aktüel dergisinde ve Sabah gazetelerinde yazarlık yaptı. 1998-2002 arası Takvim Gazetesinin Ankara Temsilciliği görevini yürüttü. 2005 – 2008 arası TV8’de Haftalık Haber programı ‘ Siyaset Sahnesi’ ni hazırladı ve sundu. 2007 – 2008 arası Sabah Ankara Yazarlığı sonrası Kasım 2008’den bu yana Yeni Asır Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdürmektedir. Günümüz ile sizin döneminiz arasında bir kıyaslama yapacak olursanız genç gazetecileri nasıl değerlendirirsiniz? Teknolojinin gelişimiyle birlikte medya sektörü de gelişti. Teknolojinin hızı, gazeteciliği de hızlandırdı. Artık hızlı davranan kazanıyor. İnternette bir ‘tık’la ulaşabileceğiniz haberler, hızlı gazeteciliğin eseri. Ancak bilgi kirliliği de yaratmamak gerek. Bence gazeteciliğin içerisindeki yaratıcılığı, teknolojinin hızı yavaşlattı. Artık yaratıcılığın yerini hız aldı. Bunun da gazeteciliğin özünü zedelediğini düşünüyorum. Ancak tabiî ki bunu avantaja çevirenler kazanıyorlar. Hem kendileri hem de basın camiası. İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Danışma kurulu üyesi olarak geleceğin gazetecilerine önerileriniz var mı? Çağın gelişimine ayak uydurmaları ve teknolojiyi yakından takip etmeleri gerekiyor. Çünkü her alanda olduğu gibi bizim sektörümüz de değişiyor. Çok yakında cep telefonlarımızdan gazete sayfalarını çeviriyor olacağız. Buna ayak uydurmalılar. Her sektörde olduğu gibi yabancı dile mutlaka önem vermeliler. Ve son olarak geleceğin gazetecilerine önerim; öğrenmek adına gazeteci büyüklerinin deneyimlerinden deneyim çıkarmaları gerek. Evet eğitim çok önemli ancak deneyim de bir o kadar değerli. http://univers.ieu.edu.tr Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 İnceleme 09 Alternatif medyanın yeni sesi: haberfabrikası Dört aydır internet üstünden yaptığı yayınlarla ötekilerin sesi olmaya çalışan Haberfabrikasi.org’un yaratıcılarından Sarphan Uzunoğlu ve Selin Bayraktar’la Haber Fabrikası’nı, Türkiye’de İnternet Gazeteciliği’ni ve alternatif medyanın rolünü konuştuk. Hakan Gözütok: Öncelikle sizleri tanıyalım Selin Bayraktar: İzmir Ekonomi Üniversitesi Medya ve İletişim bölümü 4. Sınıf’tayım. Gazetecilikle ilgileniyorum. Sarphan Uzunoğlu: Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Üçüncü sınıf öğrencisiyim. Ben de amatör olarak gazetecilikle ilgileniyorum. Güncel haberlerle ana akım medyanın söyleyemediği şeyleri söylediğinizi iddia ediyorsunuz. Siteye hangi kesimlerden katkılar oluyor? Sarphan Uzunoğlu: Siteyi çok farklı kesimlerden katılım alan bir düşünce ve haber platformu olarak adlandırıyorum ben. Öğrenci odaklı bir site. Bunun dışında dışarıdan arkadaşlarımız var, mezun olan arkadaşlarımız ve fakülteden hocalarımız var. Kadromuzdaki çoğu insan iletişim fakültesi kökenli. Özel olarak belirli bir grup organizasyonla ilginiz var mı diye sorarsanız, öyle bir şey yok. Selin Bayraktar: Spontane bir şekilde kurulmuş bir site. İlk başta kurulurken katılımcı profili bilinmiyordu. Şu an bizim en önemli sorunumuz, yazarların çoğunlukla İzmir’den olması. Dışardan bir arkadaşımız vardı, o da ayrıldı. Haber Fabrikası’na gelen tepkiler nasıl? Sarphan: Sitenin genel yapısı hakkında olumlu yorumlar alıyoruz. Sağ görüşlü bir insan sol görüşlü bir yazıya iyi ki böyle bir yazı yayınlanmış diyebiliyor. Daha doğrusu, site alternatif bir mecra olarak çeşitli kitlelerden saygı görüyor; ama yazarlar bireysel olarak çeşitli kitlelerden tepki görebiliyor. Selin: Mesela; İstanbul’da katılıdığım BİA Atölyesi’nde böyle bir çalışma yapmaya karar vermiş ve Türkiye’nin farklı yerlerinden böyle bir siteye katkı yapmayı düşünmüştük; ama yapamadık. Şu an arkadaşlarımdan gelen tepkiler olumlu. Bir yerden başlamışsınız, devam ettiriyorsunuz şeklinde olumlu tepkiler geliyor. Haber Fabrikası’nda bir haberin ya da yazının yayınlanması için gereken nitelikler neler? Selin: Bu site hem haberlerden hem de fikir yazılarından oluşuyor. Öncelikle fikir yazılarıyla ilgili konuşmak gerekirse, kimsenin haklarına saygısızlık barındırmayan yazıları seçiyoruz. Büyük gazetelerin gündemini değil de öğrencilerden azınlıklara bir çok grubu ilgilendiren olayları irdeliyoruz. Sarphan: Biz başlangıçta şöyle demiştik: Hak, emek ve insan odaklı, cinsiyetler arasında ayrım yapmayan bir demokrasi platformu öncelikle burası. Bizim birinci kaygımız uygun bir haber diliyle öğrendiklerimizi pratiğe geçirmekti. Bizim sitemizde bazı şeyleri göremezsiniz. Örneğin, halk bir kesim insanı linç etmez, o saldırgan bir gruptur bizim için ya da “İngiliz Turisti Hamamda Terlettiler” başlığına rastlamazsınız. Fikir yazılarında da farklı yelpazelerden arkadaşlara yer ayırdık. Burada bir tek seslilik çabası yok, çok seslilik çabası var. Elbette bu zor bir iş, bu nedenle elini taşın altına koyanların benzer çevrelerden olması doğal; ama bu tabii ki bazı insanların olumsuz görevlerine yol açabilir. Cesaret eden insanlarız ve cesaret edenler olarak bir aradayız. Selin: Haber Fabrikası’na yazan insanların gerçekten hayatla sorunları var. Bunlar sa- dece ulusal gündemdeki değil, yerelde olsun, kişisel kaygılara dair olsun sorunlarla ilgili yazılar yazılıyor. İletişim Fakültesi öğrencileri olarak kimleri örnek alıyorsunuz? Selin: İyi ve emekçi bir gazeteci olduğunu düşündüğüm için Tuğrul Eryılmaz’ı örnek alıyorum. Bunun yanında, benim için bir gazetecinin işini yapması önemlidir. Polemiğe girip kimseye karışmadan işini yapması ve sahip olduğu kültürel birikim önemlidir. Bu nedenle benim ilk tanıdığım ve bu özellikleri taşıyan ilk insan da Tuğrul Eryılmaz olduğundan, özellikle staj dönemimde kafamdaki gazeteci olarak ismini netleştirdim. Sarphan: Tuğrul Hoca benim de gazeteciliği öğrenmeye çalıştığım insan. Onun bakış açısından tabii ki etkileniyoruz; ama ben haberci değilim ve bunu her daim söylüyorum. Ben daha ziyade fikir yazarlığı kısmıyla ilgileniyorum. Bu fikir yazarlığı kavramını da bize Selin kazandırdı. Benim Türrkiye’de en sevdiğim fikir yazarı Yıldırım Türker. Her gün otuz dakikalık mesaiyle bir şeyler yazan bir fikir yazarının verimli olacağına inanmıyorum. Papermoon’da yaptığı görüşmeyi değil de eşcinsellerin, Kürtlerin, Ermenilerin sorunlarını yazabildiği için ben Yıldırım Türker tarzı bir yazarlıktan yanayım. Gazetecilik olarak bakıldığındaysa, çok eleştirilen Taraf’ı okuyanlardanım ve onların bir şeyleri sorgulayan yaklaşımları beni çok etkiliyor. Örneğin Bianet’in oluşturduğu çok güzel bir dil var, onu kullanabilmek hatta ona bile alternatif üretebilmek. Selin: Bianet’i okumadan önce gazeteler ve gazetecilikle ilgili görüşlerim çok farklıydı. Bianet’i okumaya başladıktan sonra benim anlayışımda da değişiklikler oldu. Bianet’i devamlı olarak okuyarak algıladım gerçekten gazeteci olmanın ne demek olduğunu. Fikir yazarlığı derseniz, ben o köşe yazarları gibi her gün yazacak birikime sahip değilim, öğrenciyim. Tabii otuz yaşında olup her şeyi bildiğini sananlar da var. Daha eğlenceli yazılar yazıp insanlara düşüncelerimi aktarmaya çalışıyorum. Haber Fabrikası gazetecilik yapmak isteyenler için bir okul, bir atölye ya da bir arka bahçe diyebilir miyiz? Selin: Bir deneme tahtası diyebiliriz belki de. Sarphan: Aslında eğiten bir şey var, o da haberin ta kendisi. Habere bakışınız sizi eğitiyor. Örneğin görüntülü haberler yapıyoruz, o işi yaparken haber yapmanın ne olduğunu ve nelere mal olduğunu anlıyorsunuz. Örneğin Sokak etkinliğinde insanlar hem eğlenip hem çalıştığımızı düşündü; ama işin aslının öyle olmadığını görüyorsunuz. İşinizi, yapacağınız şeyi görüyorsunuz. O manada bir okul mudur? Değildir; ama bir atölyedir, bir arka bahçedir, kimse kimsenin ensesine vurmyor. Selin: Evet, özgür bir platform, zaten bunun için bu kadar iyiye doğru gidiyor Haber Fabrikası. Sansür olmadığı için en başta. Sarphan: Zaten okulsuzluk bizim amacımız. Kimsenin ensesini nefesimizde hissetmiyoruz. Selin: Kendi yağımızda kavruluyoruz. İletişim Fakültesi öğrencileri sizce toplumsal sorunlara ne kadar duyarlılar? Selin: Bu iletişim fakültesinden iletişim fakültesine değişir. İstanbul’daki öğrencilerle buradaki öğrencilerin aynı kalitede olması beklenemez. Ancak biz Haber Fabrikası’yla Sarphan Uzunoğlu ve Selin Bayraktar bir şekilde bir bilinçlendirme oluşturmaya çalıştık. Ben buradaki öğrencilerin de boş olmadığını düşünüyorum ve insanların bilinçlendikçe katkıda bulunduklarını ve kendilerini geliştirmeye çalıştıklarını gözlüyorum; ama yine de hepsi için aynı şey geçerli değil. Sarphan: Sitemize göz atanlar bilecektir, bizim akademik bir dilimiz yok. Bir halk mecrası olması yönünde çaba gösteriyorum ben kendi adıma. İletişim öğrencilerinin durumu derseniz, en azından bizim üniversitemizde bizim yeterli kalitede olduğumuza inanmıyorum. İnternet, kütüphaneler, sokak vs... Hepsine ulaşma imkanımız var; ama bunların ne kadar içindeyiz? Ben bir iletişim öğrencisinin başarısını hayat algısıyla ve hayata ne kadar karıştığıyla değerlendiriyorum. İstanbul ve Ankara’daki okulların bizden daha şanslı olduğuna eminiz; ancak Türkiye’deki üniversiteliler olarak bir eksiğimiz var, hayata katılmıyoruz. Zaten bu sitede bizim bir şekilde hayata tutunma çabamız. Selin: Haber Fabrikası ile ben de küçük de gözükse önemli bir işi başardığımızı düşünüyorum, çünkü içinde bulunduğumuz kurumda bizi besleyecek yeterli bir temel yok Sarphan: Biz medyanın taşrasındayız sonuçta. Örneğin Selin’in yaptığı röportaj çıktı medyatava’ya. Medyanın taşrasından başkentine taşınmış oldu sonuçta. Gelişen teknolojinin yarattığı trendlerden biri olan ve sizin de dahil olduğunuz internet gazeteciliğine nasıl bakıyorsunuz? Selin: Ben öncesinde internet gazeteciliğine çok da iyi gözle bakmayan bir insandım. Kaçıyordum, daha çok basılı gazetelere ilgi gösteriyordum; ama HF ile birlikte internet gazeteciliğinin de önemini fark ettim, çünkü bir çok kişiye ulaşılabiliyor. Yazılarımız ve haberlerimiz yer sınırlaması olmadan insanlara aktarılabiliyor. Bir çok pozitif yanı var internet gazeteciliğinin. En önemlisi sesimizi duyuramamış olacaktık; fakat bu sayede daha üniversitedeyken, az da olsa sahip olduğumuz bilgiyle sesimizi duyurmaya başladık. Tüm iletişim araçlarında olduğu gibi internet gazeteciliği de fonksiyonel olarak kullanıldığında oldukça verimli bir araçtır. Sarphan: Başka Bir İletişim Mümkün başlıklı kitapta dekanımız Prof. Dr. Sevda Alankuş’un alternatif medyaya dair bir konuşma metni vardı. Ben oradan etkilenmiştim. Artık internet medyasının ana akım medyaya alternatif değil rakip olduğunu düşünüyorum. Artık internete ulaşan insanlar daha sofistike, olaylara daha hakimler. Buna bağlı olarak internet gazeteciliğinin varlığı çok önemli. Herkesin gazete çıkarması gibi herkesin internet gazetesi kurması da sakıncalı olabilir. Xhaber.com yhaber.com diye bir sürü site açılıp benzer haberler yayınlanabilir, yayınlansın, tamam güzel; ama sizin farkınız ne? Ben bu soruyu sormak istiyorum. Bizim kendimize en çok sorduğumuz soru bu. Fark yaratamıyorsanız bu işi yapma- nın bir anlamı yok. Haber Fabrikası’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Selin: Ben bu sene mezun oluyorum. Ben ya da Sarphan mezun olsa dahi Haber Fabrikası devam eder. Bu nereye odaklı devam eder bilmiyorum; ama bir şekilde devam edecek Haber Fabrikası. Ben nereye gidersem gideyim devam edeceğim katkıda bulunmaya. Çünkü Haber Fabrikası bizim ilk göz ağrımız. Bu gelip geçici bir sevgi gibi bir şey değil. Ben HF’yi Sarphan’ın kurarak önemli bir işe imza attığını düşünüyorum her zaman. Çünkü bunu kolay kolay herkes yapamaz. Hadi siteyi açtın diyelim, daha sonrasında görülmeyen, sesi çıkmayan, değerli diye tabir edebileceğim insanları bir araya toplamak önemli bir iştir. Biz bunun bitmesini hiç istemiyoruz. Sarphan: Kendi yağımızda kavrulduğumuz için böyle sorunlarımız da var tabii. Gelecek güzel elbette. Öncelikle lokallikten ulusallığa geçmek ilk hedefimiz. Türkiye’nin her yerinde yazarları olan ve tanınan bir internet sitesine dönüşmek amaç. Bir senelik bir başarı çok şey ifade etmiyor. En az bir on sene bu iş misyonuyla devam ederse bir işe yarar; ama sıradanlaşırsak bir işe yaramaz. Biz iletişim fakültesinin tüm öğrencilerine her daim kapımızı açık tutuyoruz. Biz onlara belki para veremeyeceğiz, kendi emekleri ve paralarıyla çalışıyor olacaklar; ama biz onlara bir mecra veriyoruz. Eğer gelecek için umut yaratmak istiyorlarsa biz onlara böyle umudu inşa etmek için bir arsa veriyoruz. Selin: Bir hocamızın da dediği gibi keşke ulusal medyada çalışmak zorunda kalmasak da Haber Fabrikası’nda yazmaya devam edebilseydik. Şu an öğrenciyken böyle bir şey yapmak bile tatmin ediyor insanı. Sarphan: Şimdilik yaptığımız şeyler bizi tatmin ediyor; ama gelecekte bir Bianet olur muyuz? O biraz zor gözüküyor; neden olmasın demek yanlış olur. Onun arkasında 50 yıllık bir birikim var. Farklı bir kültürün ürünü; ama biz de farklı bir kültürün ürünüyüz. Bizim kuşağın ürünüyüz. Bizle beraber büyüyenlerle aynı gündemi, aynı hayatı paylaşıyoruz. Bizim arkamızda sahiden kimse yok, biz zaten arkamızda insanlar duramadığı, söylediklerimiz başka yerlerde yayınlanmadığı için buradayız. Sadece azınlıkların haklarını savunan, belirli bir kitleye seeslenmeye çalışan bir internet gazetesi misiniz? Bu sizin halk gazetesi söyleminizle çelişmiyor mu? Selin: Yazdığımız sorunlar, yüksek tabaka dışındaki tüm insanların sorunu. Hürriyet okunan adamın da Birgün okuyan adamın da sorunu. En yukardaki elit kitle hariç tüm isnanların sorunları. Ama insanlar onlara yapılan haksızlıkların ve çıkan sorunların farkında olmadığı için bizim bahsettiklerimiz bir azınlık problemi olarak algılanıyor. Oysa büyük kitlelerin sorunu. 10 English http://univers.ieu.edu.tr Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Feminism and women’s rights are discussed İ zmir University of Economics Community Volunteers Club organized a conference on “Feminism and Women’s Rights”. Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya and KADER President Hülya Gülbahar attended the conference as speakers. Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya gave a support by attending the conference organized in İzmir University of Economics Conference Hall. Çalkaya stated that the Women’s Movement that started with district houses in Balçova would continue with cooperatives in one year and said, “We will establish cooperatives with 4050 women in district houses. It will be both an economic and politic model.” Balçova Mayor Mehmet Ali Çalkaya stated that their municipality was the one that works most devotedly for women’s movement in İzmir and they would continue to work. Çalkaya said that he was determined to establish a women’s organization in the first day that he was elected, he said, “We formed a model for the first time in Turkey to educate our women and most i mp or t a nt l y to provide economic power for them. We established 7 district houses in 7 s e t t le me nt s . We attracted the attention of the women with courses. We wanted them to learn production and marketing.” Çalkaya pointed out that an i ndependent woman would take place in the daily life by earning self-confidence. He said, “We brought the women together by offering more then 20 courses in nearly 1 year. We made them Big success in RePEc A ccording to the research made by RePEc (Research Papers in Economics), İzmir University of Economics Faculty of Economics and Administrative Sciences Department of Economics is in top ten in the ranking made in accordance with the academic publications. In open source RePec that presents full text electronic publications in economics there are the publications of 265 academicians in 71 universities in Turkey. İzmir University of Economics Head of Department sell their products in hotels and touristic places. The women earned more than 580 billion liras in 5 years.” A fashion fairy stitched life İzmir University of Economics Department of Fashion Design concluded its fall semester with Esin Yılmaz seminar. Esin Yılmaz who is one of the most important creators of Turkey gave a seminar on “The Language of Colors and Fabrics” to Department of Fashion Design students. fashion fairy stitched to life” saying, “Yıl- maz is a special designer who transfers the richness of the culture of Anatolia with clothes and who can turn each moment of design adventure into a play.” of Economics Assoc.Prof. Ayla Oğuş Binatlı stated that the success of İzmir University of Economics made them proud and said, “In 2002 our department had this aim and we approached to it step by step. In addition to the publications of our lecturers, the two important publication series of our department carried us to top. One of these is the international economics conference bulletin series organized collectively with State University of New York, and the other one is the “working papers” series, which aims to present latest studies of our lecturers to the academic world. We will work to rise in the ranking and make it for top five.” The most delicious course The certificate program organized by İzmir University of Economics School of Applied Management Sciences Department of Culinary Arts and Management and EKOSEM (İzmir University of Economics Continuous Education Center) is ready to give its first graduates. xxx A visual banquet The students are graduated from İzmir University of Economics Culinary Certificate Program, Chocolate and Cake cooking course. With the four-week training given by Food Engineer Beyhan Ildız, 50 students learned how to cook homemade boutique chocolate and cake. The students that worked with professional equipment and materials created a visual banquet with the chocolate, fruit and sugar paste cakes. Tatar, Italian, Local foods and Aegean Cuisine are the next courses. In Tatar, Italian, Local foods and Aegean Cuisine Certificate Programs that will last one month each, the students will learn the tastes of the world cuisine. The students who work with professional equipment in classrooms for 20 people, both learn how to cook and have fun. Chocolate and Cake cooking course trainer Beyhan Ildız stated that she was giving education on cake and chocolate for four years. Ildız pointed out that the people who saw their works were asking how they were made and said, “That is the important point; to arouse curiosity.” Ildız also said, “My aim is to develop cake culture. The cake-cooking sector in our country is 20 years behind. The enthusiasm of the participants in İzmir will carry İzmir too far.” On the other hand, some of the participants said that they attended the course to make healthy food and some said they attended the course to acquire a profession. Turgay Baykal stated that he wanted to make chocolates and cakes to his wife and children and said, “I came to this course from Karşıyaka. I learned the technique and the ingredients in here. I am very pleased with the course. I also plan to attend other courses.” İzmir University of Economics Department of Culinary Arts and Management first grade student Ercan Atlıer stated that he would be more successful with this course saying, “Culinary Art is a passion for me. I use all the opportunities at our university to become a world famous chef.” http://univers.ieu.edu.tr Kürtler için yeni bir sayfa daha Demokratik Toplum Partisi (DTP), Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararla kapatıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, DTP’nin eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından kapatılmasına oybirliğiyle karar verdiklerini açıkladı. Mahkeme, Ahmet Türk ile Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk’un milletvekilliklerinin düşürülmesi kararlaştırıldı. DTP’nin tüm malvarlığının da hazineye geçmesi yönünde karar alındı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 16 Kasım 2007 tarihinde DTP’nin kapatılması istemiyle dava açmıştı. DTP, 1990 yılından beri kapatılan altıncı Kürt partisi oldu. DTP üyesi 94 belediye başkanı ve dokuz il genel meclisi başkanı Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) katıldı. Barış ve Demokrasi Partisi, aralarında eski ÖDP lideri Ufuk Uras’ın da bulunduğu 20 milletvekili ile TBMM grubunu kurdu. BDP Milletvekili Hasip Kaplan, DTP’nin kapatılmasını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götüreceklerini açıkladı. Kaplan’ın verdiği bilgiye göre, hukuki çalışmaların tamamlanmasının ardın- Siyaset İnsan Hakları Şimdi meclise bağlanıyoruz: “Yaratık”, “H...tir” Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in KCK operasyonları sonrasında yaptığı küfürlü açıklamaya büyük tepki geldi. Küfür ve hakaret modasına ayak uyduranlardan biri de Bülent Arınç’tı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Emine Ayna’dan “yaratık” diye söz etti. Kadın örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisi ise gecikmedi. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Kadın Meclisi, Osman Baydemir’in ve Meclis İdare Amiri Sırrı Sakık’ın yaptığı küfürlü konuşmaları bir basın açıklamasıyla eleştirerek parti içinde ya da parti dışında seksist ve hakaret içeren siyasi eylemlere karşı duracaklarını açıkladı ve küfürlü üslup kullanan siyasetçilerin özür dilemesini istedi. Eski başkanlar kelepçeleriyle “göz” altında PKK’nın sivil yapılanması olduğu iddia edilen Kürdistan Topluluklar Birliği’nin Türkiye Meclisi’ne (KCK/TM) yönelik Diyarbakır merkezli bu sabaha karşı 9 ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda halen görev başında bulunan 10’u “Bunlar” değil “Emekçi Tekel işçileri” Binlerce Tekel işçisi eylemlerine yaklaşık bir aydır devam ediyor. Özelleştirme nedeniyle iş yerleri kapatılıp özlük hakları başka kamu kuruluşlarına nakledilmek istenen Tekel işçileri, 15 Aralık’ta çeşitli illerden Ankara’ya gelerek AKP Genel Merkezi önünde eylemlerine başlamışlardı. Özelleştirilen Tekel fabrikalarında çalışan işçiler başka kamu kuruluşlarına 4-C statüsüyle nakledilmeye karşı çıkıyorlar. Çeşitli kamu kurumlarında 4-C statüsü ile istihdam edilen geçici işçiler Bakanlar Kurulu kararı ile işe alınıyor. Her yıl işten çıkarılıp performansa göre yeniden işe alınan işçilerin maaşı, aynı işi yapan kadrolu personele göre yüzde 30-40 daha düşük. Bu kapsamdaki kişiler ne kamu işçisi sayılıyor ne de devlet memuru. Her yıl Bakanlar Kurulu kararı ile kamu kurumları için toplam 21 bin 193 geçici işçi kadrosu ilan ediliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bunlar bir grubun provokasyonuyla sokağa çıktılar” şeklindeki sözlerine yanıt olarak referandum kararı alan 11 bin TEKEL işçisinden 9 bin 265’i 6 Ocak’ta gerçekleştirilen seçimle “direnişe devam etme” kararı aldılar. Bu kararla direnişlerine önce oturma eylemi, sonra açlık grevi ve bunlardan sonuç alamadıkları takdirde ölüm orucuyla devam edecekler. Manisa’da ırkçılık diz boyu: “Siz hiç aynaya baktınız mı?” belediye başkanı 36 kişi gözaltına alındı. Mahkemeye çıkarılırken elleri kelepçelenen ve tek sıraya sokulan tutukluların fotoğrafı kimi gazetelerin manşetlerinde ‘demokratik açılım hatırası’ olarak yer buldu. Altı özel yetkili savcı tarafından ifadeleri alınan eski DTP’lileri Diyarbakır Barosu’na bağlı 100 avukat savunurken, eski DTP’li milletvekilleri gözaltıları oturma eylemiyle protesto etti. Gündem 11 Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Manisa’nın Selendi ilçesinde yılbaşı gecesi kahvehanedeki ayrımcılıkla başlayan gerginlik, Romanlara karşı ırkçı saldırıya dönüştü. Roman mahallesindeki aileler, 15’i çocuk, 20’si kadın 74 kişi, Selendi’den Gördes ilçesine gönderildi; geceyi buradaki Roman ailelerin yanında geçirdiler. Yaklaşık üç bin kişi, ilçede yaşayan Romanların Selendi çayı kıyısındaki çadırlarına zarar verdi, diğer mahallelerdeki evleri, arabaları taşladı ve yaktı. Romanlar jandarma karakoluna götürülürken, polis ve jandarma barikatını aşarak hükümet konağına doğru yürüyen kalabalık “Selendi bizimdir bizim kalacak”, “Romanları istemiyoruz” diye slogan attı. Güvenlik güçlerinin müdahalesiyle son bulan olaylarda üç kişi yaralanırken olayın “Çingeneye çay yok” sözüyle başlayan bir kavga sonucu yayıldığı belirtildi. Devletin temsilcisi Vali Celalettin Güvenç’in Selendili Romenler’e hitaben “Siz hiç aynada kendinize baktınız mı?” dediği ortaya çıktı. Akhisar Çağdaş Roman Derneği Başkanı Erdoğan Şener, saldırı sonrasında ilçeden ayrılan 18 ailenin Salihli’de prefab- ‘Sesli’ filmlerin üstadı Zeki Ökten’i kaybettik Türk sinemasının başyapıtlarından ‘Sürü’, ‘Düşman’, ‘Kapıcılar Kralı’, ‘Faize Hücum’, ‘Pehlivan’, ‘Düttürü Dünya’, ‘Güle Güle’ gibi filmlerin büyük yönetmeni Zeki Ökten hayatını kaybetti. dan, başvuru bir iki ay içinde gerçekleştirilebilir. Kaplan, Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Konseyi’nin siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili standardı olan “Venedik Kriterleri”nin bu kararda hiçe sayıldığını söyledi. Zeki Ökten rike evlere yerleştirileceğini, geri dönmek istemediklerini, ilçede hiçbir Roman’ın kalmadığını belirtti. Şener’in verdiği bilgiye göre, şu an Gördes’teki Roman ailelerin kapılarını açtığı 76 kişilik Roman grubun Salihli’ye yerleştirilmesi için Manisa Valiliği’nden yazı bekleniyor. Hrant Dink’in Katillerini Öven Türkücü Serbest Hrant Dink cinayetini öven “Plan yapmayın plan” türküsünü söyleyen İsmail Türüt ve sözlerini yazan Arif Şirin beraat etti. Şarkıya klip hazırlayıp yayınlayan Hakan Öztekin 1 yıl 15 gün hapis cezası aldı. Katil zanlısı Ogün Samast’ı öven Türüt ise türküsünün arkasında olduğunu bildirdi. Hrant Dink’in ölümünün üzerinden geçen üç yıla rağmen cinayetin arkasındaki örgüt bağlantıları hala tespit edilemedi. Yargıtay: “Ermenilerden özür dilemek suç oluşturmaz.” Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 30 bini aşkın kişinin imza verdiği “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyasında suç unsuru bulunmadığına karar verdi. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, bu karara uyarsa, imzacılara dava açılmayacak. Aralık 2008’de başlatılan kampanya, gazeteci Ali Bayramoğlu, profesörler Baskın Oran ve Ahmet İnsel, Dr. Cengiz Aktar ve toplumun çok çeşitli kesimlerinden katılım almıştı. Kampanyaya katılanlar, “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi adıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” mesajını göndermişti. Polis müdürünün ricası da olmasa... Polis, 16 Aralık’ta Abdurrahman Mahallesi Bostanpazarı Mevkii’nde Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP-C) bildirisi dağıttıkları iddia edilen Harika Kızılkaya (19) ve Cevahir Erdem’i (28), ardından onlara destek vermek için toplanan gruptan Gürbüz Sönmez gözaltına alındı. Polisteki ifadelerinin ardından Kızılkaya ve Erdem “terör örgütü DHKP-C’nin propagandası yapmak”, Sönmez de “örgütsel dokümanlar hazırlamak” suçlarından tutuklanarak Edirne Kapalı Cezaevi’ne gönderildiler. Bunun üzerine Erdem’in annesi Fatma Satıç’ın da aralarında bulunduğu Edirne Gençlik Derneği üyesi 15 kişilik grup, ABD’nin Adana’daki İncirlik Üssü’nden çekilmesi ve tutuklanan üç kişinin serbest Ansızın fenalaşan Ökten, kaldırıldığı hastanede geçirdiği kalp ameliyatının ardından yoğun bakıma alınmıştı. Osman Seden, Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Memduh Ün, Halit Refiğ ve Atıf Yılmaz’dan sonra gelen ikinci yeni kuşak sinemacıların en önemlilerinden olan Ökten 68 yaşındaydı. Zeki Ökten’i son yolculuğuna uğurlamak için Beyoğlu Sineması’nda düzenlenen buluşmaya birçok isim katıldı. 10 yıl Ökten’in asistanlığını yaptıktan sonra film çekmeye başlayan Zeki Demirkubuz “Ökten’in insanların yaşadıkları acılardan dolayı kendini sorumlu hissettiğini ve kimsenin hiçbir ses çıkartamadığı dönemde ‘Ses’ filmini çekerek bu sessizliğe karşı çıktığını” anlattı. Demirkubuz, filmin çekimlerinde kendisine selam veren bir askere kafasını çeviren Ökten’in “Ben bu ülkenin çocuklarına işkence yapanlara selam vermem” dediğini anlattı. bırakılması için basın açıklaması yapıp, imza kampanyası başlattı. İmza isteyen gençlere bazı kişiler tepki göstermeye başladı. “Burası Edirne, burada hain yok”, “Kahrolsun PKK”, “Defolun buradan” sloganları atanlara gençler de sloganlarla karşılık verdi. Sayıları giderek artan ve 750’ye yaklaşan kalabalıktan bazıları grubun üzerine yürüyünce arbede çıktı. Kalabalık gençleri linç etmeye çalıştı. Olayı haber alıp gelen polisler saldırgan kalabalığı durdurmada yetersiz kalınca takviye ekip istedi. Ekiplerin gelmesiyle dernek üyeleri emniyete götürüldü. Gençleri linç etmek isteyenler olay yerine gelen Edirne Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Hakan Öndoğan’ın “Tamam bitti. Ne olur dağılın artık” ricası üzerine dağıldılar. Medya Amiral Gemisi’nde Özkök artık dümende değil Türkiye’de medyanın amiral gemisi olarak bilinen Hürriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün görevini Enis Berberoğlu devraldı. Özkök 1990’dan bu yana Hürriyet’in başındaydı. Aydın Doğan’ın da şirketin başından ayrılması medyada Doğan ve AKP’nin ilişkilerini yumuşatma çabası olarak yorumlanırken, bir sene içerisinde Doğan Medya Grubu’nun aile şirketinden profesyonel CEO’ların yöneteceği bir şirket haline geleceği belirtildi. Sayfa: Selin Bayraktar, Sarphan Uzunoğlu 12 Medya Avatar, seni görüyorum 11 Aralık – Happy hour’da öğrenciler Avatar’dan söz ediyor. Filmin burada da beklendiğini anlıyorum. 14 – 20 Aralık haftası – James Cameron’ın senaryosuna 15 yıl önce başladığı, son 4 yıldır çektiği Avatar tüm dünyada gösterime giriyor. 18 Aralık – Sabah Datça’ya doğru yola çıkacak arkadaşımla çocukları yatırıp nasıl ilk seansa gideriz diye konuşuyoruz, işin içinden çıkamıyoruz. 20 Aralık – Avatar’ın ikinci günü. Eşim Dublin’de gitmiş. “Kızılderili öyküsünün uzayda geçeni” diyor. Daha fazla konuşmasına izin vermeden susmasını istiyorum. Hakkında bir şeyler bilerek bir filme gitmeyi sevmiyorum. Bence büyüsünü bozuyor. 21 Aralık – Dayanamayıp okulu ‘kırıyorum’. 2.15 seansı, İngilizce, üç boyutlu. Gündüz vakti salon dolu. Eşimi arıyorum. “Gözlük aldın mı?” diyor. Salona girerken heyecandan unutmuşum. Blues Brothers gözlüklerimi alıp oturuyorum. Salona yaşlı bir izleyici giriyor. Onun 55 yaşındaki Cameron’un önceki filmlerini izlerken belki de benim yaşımda olduğunu düşünüyorum. Ve başlıyor. Eskiden 3D filmlere çıplak gözle bakmak daha zordu. Filmin üç boyutlu oluşunu yadırgamıyorum. Hatta “zaten hep böyle olmalıydı” gibi geliyor. Yine de arada gözlüğü çıkarıp gözlerimi oğuşturuyorum. Neredeyse alien kadar ünlü Sigourney Weaver’ı görünce keyifle gülümsüyorum. İşte bu yüzden yorumları okumadan sinemaya gidiyorum. Daha izlerken filmi tekrar izlemek istiyorum. İlk izleyişle ikinci arasında çok fark oluyor. İkincide öyküyü biliyorsunuz. Bu seferlik kendimi filmin büyüsüne bırakıyorum. Usta dozajı iyi ayarlamış, karakterler, anlatı, tasarımlar, mekânlar, dil, müzik… Action benim için biraz fazla ama o sahneleri de gözlerimi kocaman açıp izliyorum çünkü Cameron’un dünyası masalsı bir güzelliğe sahip. Peter Jackson’ın, Tolkien’ın kitaplarını başarıyla görselleştirdiğini düşünsem de Elflerin Gotik esintili mimarlığını fazla elf-yapımı bulurum, olması gerektiği kadar doğal değiller. Avatar’ı izlerken işte diyorum, işte gerçek Elf şehri bu. Na’vi halkı belki Kızılderili, belki Afrikalı, bilmiyorum, ama bir elf şehrinde yaşıyorlar. Tolkien onlara belki blue elves derdi ya da the people of light. Cameron’un tasarımlarına hayran kalıyorum. Pandora’nın yerlileri, hayvanları ve doğası birbiriyle uyumlu. Yönetmeni tasarımcılarla oturmuş detayları konuşurken hayal ediyorum. Tasarımlarına saygı duyduğum diğer yönetmenleri düşünüyorum. Stanley Kubrick’i Cameron’ı eleştirirken düşlüyorum. (Daha sonra Cameron’ın gençken 2001’i izleyip sinemacı olmaya karar verdiğini ve zamanında Kubrick’i evinde ziyaret ettiğini okuyacağım.) Bu artık mümkün olmasa da belki Steven Spielberg ile aralarında bir telefon konuşması geçmiştir. Ve belki Spielberg kıskançlığını saklayamamıştır. (Yine sonradan Cameron’un film için tasarlanan stereoscopic kameraların kullanımını görmesi için Spielberg’ün seti ziyaret ‘Avatar’ rekora doğru B ir yönetmen düşünün… Her filmiyle olay yaratan, Hollywood’da çalışmasına rağmen filmleri kült olan, kullandığı teknolojiler taklit edilemeyen, bilimkurgu denildiği zaman akla ilk gelen isim. 11 yılda hayata geçen, izleyenlere daha önce yaşamadıkları bir deneyim yaşatan, yüzde 60’ı dijital görüntülerden oluşan ve sinema tarihinde devrim yaratacağı iddiasıyla gösterime giren bir film. Usta yönetmen, hikâyesini de geliştirdiği filmi teknolojinin yeterli olmaması ve bütçenin fazla olması nedeniyle uzun süre hayata geçiremedi. 200 milyon dolarlık bütçe, daha önce kullanılmamış tekniklerle ve klasik Hollywood yıldızlarının olmadığı bir kadro ile birçok testten sonra Avatar’ın çekimine başlandı. James Cameron, “11 yıl önce ilk tretmanı yazdığımdan beri bu filmi çekmeyi istedim. Teknik olarak mümkün olana dek sabırla bekledim. Bu yüzden 3 boyutlu sinemaya http://univers.ieu.edu.tr Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 bu kadar yatırım yaptım ve yabancı kültür yaratma cesaretini kendimde buldum” diye konuştu. Tüm dünyada büyük ilgi gören üç boyutlu bilim kurgu filmi ‘Avatar’, tüm zamanların en çok gişe hasılatı elde eden filmleri sıralamasında da 2.’liğe yükseldi. İnternet Movie Database’de (IMDb) yer alan habere göre, yönetmenliğini James Cameron’un yaptığı, seyircileri koltuklarına kilitleyen sinema tarihinin bu en pahalı yapımı, gösterime girdiği günden bu yana dünya genelinde 1,2 milyar dolar hasılat elde elti. Bu rakamla “Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü”nün 1.12 milyar dolarlık hasılatını geçen “Avatar”, tüm zamanların en çok gişe rakamlarına ulaşan filmleri sıralamasında 2.lük koltuğuna oturdu. Tüm zamanların en iyi hasılatını yapan film ise hala, yine Cameron’un elinden çıkan ‘Titanik’ filmi.”Avatar”ın, “Titanik”in 1,84 milyar dolarlık rekor hasılatını geçmesi etmesine izin verdiğini okuyacağım.) Cameron’ın, filmi bilimsel temellere dayandırması ile bu, bir bilim kurgu örneği iken aslında tasarımlar fantastik. O yüzden insan kendini Orta Dünya’da ya da bir masal dünyasındaymış gibi hissediyor. Benim exospace/uzaymekân kavramıma da çok uygun. (Uzaymekân insan ya da başka bir tür tarafından dünya dışında tasarlanmış mekânlara deniyor, en azından ben öyle diyorum.) Temelde fazla ‘insan’ müdahalesi olmadan tasarlanmış bir orman/yerleşke/ kabile/dünya söz konusu. Mavi insanların en etkileyici farkı saç uçlarındaki sinir uçları ile orman ya da hayvanlarla ‘bir’ olabilmeleri. Ormanın en etkileyici özelliği ise ‘gece ışıkları’. Gece olduğunda bitkiler, ağaçlar, basılan zemin, hatta Na’viler ‘ışımaya’ başlıyor. Cameron’ın cennet imgesi bu olsa gerek. Işıktan bir doğa ile bir bütün olmak. Ve tabii uçmak. Uçmaktan daha özgürleştirici ne olabilir? İnsanlarla yerlilerin farkları abartısız bir biçimde perdeye yansıyor. İki tür de uçuyor, Na’viler süzülürken insanların demir kuşları göğü yarıyor. Yerlilerin ağaçlar üzerinde zarif sıçrayışlarına karşı insanlar kendilerini dev robotlarla hantallaştırıyor. İnsanların tabut benzeri yataklarına karşın yerlilerin yarı say- şimdilik beklenmiyor, ancak bu haliyle bile yönetmeni Cameron’u, film tarihindeki en çok kazanan iki filmin yönetmeni yapmasına kesin gözüyle bakılıyor. Vizyona girdiği günden bu yana yüksek bütçesi, konusu, sahneleri ve kullandığı teknikle sürekli gündemde kalan ‘Avatar’ın şimdi de kullandığı sinematografik metaforları konuşuluyor. Beyaz adam figürü Filmde, genetik mühendislik sonucu oluşturulan ‘yerli bedeni’yle Na’vi kabilesinin içine misyoner olarak giren, Sam Worthington’un oynadığı Jake Sully adlı karakterin, gezegeni ve yerli halkı insan ırkına karşı koruması ve “kurtarıcı-lider” olması akıllara, Hollywood’un kalıp “kahraman beyaz adam” figürünü getiriyor. Beyaz mesih yalanı Bazı film yorumcuları, ‘Avatar’ın eski Holl- dam hafif hamakları var. Çağdaş bilim kurgu edebiyat ve sinemasının sanal gerçeklik, simülasyon, genetik, first contact gibi konuları bir peri masalıyla yoğruluyor. Aslında bildik birçok tartışma alanını bir araya yeni bir biçimde getirişi ile Avatar Matrix’in yaptığını yapıyor. Teknolojinin James Cameron gibi bir ustanın dehasını perdeye aktaracak kadar gelişmesine şükretmek gerek. Bu, batının maddeci, doğunun mistik yaklaşımının ya da teknolojiyle doğanın gücünün karşı karşıya getirilişiyle zamansız bir filmken, Irak ya da Afganistan’a saldıran Amerikan ordusunun ‘hissiyatını’ aktarışıyla bir 2009 filmi. Ancak sinema endüstrisine ya da en azından bilim kurgu ve fantastik sinemaya getirdiği yeni bakış açısı ile zamanının ötesinde bir film. Bunları filmden çıkar çıkmaz yazıyorum. Şimdi eve gidip gönül rahatlığı ile yorumları okuyabilirim. Yrd.Doç.Dr. Gül Kaçmaz Erk ywood kalıplarını kullandığını ve “beyaz mesih masalı”nı sürdürdüğü görüşünü ifade ederken, bazı eleştirmenler, filmin, Avrupalı göçmenlerin Amerika Kızılderililerini yerinden etmesi metaforunu kullandığını öne sürüyor. Kısa kısa Filmin bütçesi 200 milyon dolar ama tanıtım ve diğer masraflarla birlikte toplam maliyet 400 milyon doları aşıyor. Filmde Na’viler’in konuştuğu dil tamamen dil bilimciler tarafından uyduruldu. Görüntülerin yüzde 60’ı bilgisayarla yaratılmış görüntüler, yüzde 40’ı canlı aksiyondan oluşuyor. Filmde James Cameron’ın geliştirdiği ‘Reality Camera System’ kullanıldı. Derinlik algısını güçlendiren ‘Reality Camera System’ iki yüksek çözünürlüklü kameradan oluşuyor. Halil Türkden AVATAR –Pandora’ya yolculuğa hazır mısınız? Tür: Gerilim/Bilimkurgu/Aksiyon Gösterim Tarihi: 18 Aralık 2009 Yönetmen: James Cameron Senaryo: James Cameron Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore Yapım: 2009 ABD A vatar, bilimkurgu, fantastik, macera ve aksiyon türlerinin bütününü içinde barındıran bir yapım. Filmin %60’ı dijital platformda son teknoloji ile hazırlanmış. Filmin konusu gelecekte belirlenmemiş bir yılda kurgulanmış. Dünyada bazı kaynaklar tükendikten sonra başka gezegenlerde bu kaynakları arayan insanlık Pandora gezegeninde aradığını buluyor. Pandora, dağların havada asılı olduğu, bitkilerin rengarenk ışıklar saçtığı, harika tasarlanmış bir gezegen. Pandora gezegeninin yaşayanları farklı klanları olan Navi halkı. Navi’ler iki metreyi aşkın vücutları, farklı renklerdeki tenleri kuyruklari ve saçlarinin uçlarındaki duyu organlari ile yaşadıkları gezegenle, hayvanlarla, bitkilerle iletişim kurabilen bambaşka bir ırk. Kendilerine ait dilleri, dinleri ve yaşama biçimleri bulunmakta. Yapım bu tasarımlarla izleyiciye harika görsel ve işitsel sahneler sunuyor. Filmin konusu, Navi’lerin insanların kaynakları kullanmak için gezegenlerine onarılamayacak hasarlar vereceklerini bildikleri için bu işgale direnmeye karar verip onlarla gezegenleri için savaşmaları üzerine. Kahramanlarımızdan Jack Sullivan (Sam Worhington) bu savaşta Navi’ye dönüştürülmüş bedeniyle aslında Navi’ler ve insanlar arasında bir köprü. Her ne kadar Navi bedeni ve tüm mimikleri dijital olarak hesaplanarak tasarlansa da yapım oyuncuların duygu yoğunluğunu yansıtmakta izleyiciye oldukça tatminkar sahneler sunuyor. Navi halkının güzel prensesi Neytiri(Zoe Saldana) ile Jack arasındaki aşk, Jack’e gerçek bir Navi olması için zorlu bir öğrenim sürecini başlatmaya karar kılan Klan kralının Neytiri’yi görevlendirmesi ile başlıyor. Filmdeki oyunculardan sadece biyolog rolü ile karşımıza çıkan (Alien’da da üstün performansı ile tüm eleştirmenlerce beğenilen) Sigourney Weaver şöhret sahibi. Tüm kahramanların oyunculuk performansları insan ve Navi hallerindeki mimikler tamamıyla birbirine örtüşüyor. Bu yüzden aslında dijital olarak değerlendirilmesi gereken oyuncu performansı izleyiciye oldukça gerçekçi ve duygusal izlenimini veriyor. Filmin yönetmeni Titanik, Terminator gibi hasılatlı filmler çeken dünyanın en çok kazanan yönetmenlerinden James Cameron. James Cameron bu filmin senaryosunun 12 yıl önce hazırlandığını, teknik inovasyonların filmi çekmek için yetersiz olduğu için yapımı ancak şimdi gerçekleştirebileceği için beklediğini söylüyor. Fakat yönetmen yapımının senaryosunda izleyiciye klişeleşmiş bir işgal metaforu, sıradan bir aşk hikayesi sunmaktan ileri gitmiyor. Ayrıca filmde insanların kullandığı robotlar ve helikopterler daha önce yine Cameron’un çektiği Aliens filminde kullanılan robotlarla, bilgisayar sistemleri de Azinlik Raporu’ndaki tasarımlarla aynı. Bu yüzden bazı sahneler savaş oyunlarını ya da çizgi filmleri anımsatıyor. Filmde atmosferi ve tasarımı etkileyici kılan Pandora’nın harika doğası ve Navi’ler. Avatar teknik ve görsel açıdan oldukça başarılı bir yapım. Filmin sunduğu teknolojik ve görsel şölen Cameron’un 12 yıl beklemiş olmasını sevindirici kılıyor. Pandora ve Navi halkı tutkunlari için yapımın devam filminin cekileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Başka bir gezegene yolculuğa hazır mısınız? Hande Uz http://univers.ieu.edu.tr Kültür-Sanat 13 Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 Sert olan müzik değil, hayat S ahnede büyüyen, internette ya da herhangi bir mecrada kolayca rastlayamadığımız, bir şekilde ulaşılmazlığını her daim korumayı başarmış bir kadın Şebnem Ferah. “Kadın” kelimesinin hakkını dolu dolu verdiği albümlerine “Benim Adım Orman” da eklendi. On senedir bu konseptte bir albüm yapma fikrinin olduğunu söyleyen Şebnem Ferah’ın yeni albümü, Can Kırıkları’nın kapanış parçası Hoşça Kal’a nazire yaparak Merhaba ile başlıyor. Merhaba Şebnem Ferah tutkunlarının alıştığı parçalardan biri. “Olduğu gibi seven” birini arayanlar için ve yeni bir merhabadan korkmayanlar için marş haline gelmesi kaçınılmaz. Zaten bu albümün genel havası, hüzne hoşça kal demese de hüznü hayat biçimi haline getirmekten vazgeçip yaşadıklarıyla barışmış, onları anlamış bir kadın portresi sunuyor. Albüme adını veren “Benim Adım Orman” ise merhaba gibi yeni bir hayatı kendini tanımlayarak çağıran, kısa zamanda dile dolanan ve Şebnem Ferah dinlediğinizi hissettiren türden. Nazım Hikmet Ran’ın “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür” dizelerini anımsatan şarkı Şebnem Ferah’ı bir şarkı sözü yazarı olmanın ötesine taşıyor. Albümün klip şarkısı yalnız ise Şebnem Ferah’ın söz yazarlığı yönünün ne kadar geliştiğinin en güzel kanıtlarından bir diğeri. Zaten bu albüm Şebnem Ferah’ın bütün albümlerinin yanında müzikal kalite olarak daha iyi bir yerde durmasa da söz bakımından gerçekten insana farklı şeyler veren türden. Özellikle Kelimeler Yetse’deki alda- Bülbülü Öldürmek tılmış ve kırılmış kadın figürü yerini acıyla olgunlaşmış; ama umudu da taşıyan, hayata bağıran değil onu barışa çağıran bir kadını getirmiş. İstiklal Caddesi Kadar ise o özellikle İstiklal’den bir kez olsun geçmiş kalpler için oldukça vurucu ve güzel bir şarkı. Şebnem Ferah’ın yıllardır orada olan ve aynı şekilde güçlü kalmayı beceren ustalardan yola çıkarak yazdığı Eski ise albümün sürprizlerinden. Özellikle “sıradan basit bir günün uğruna, hiç dua etmemiş hiç yalvarmamıştım” dizeleri başlı başına şarkıyı taşır ve götürür nitelikte. Albümdeki “Bazı Aşklar” ve “Ateşe Yakın” gibi şarkılar ise Şebnem Şebnem Ferah Ferah’ın ilk albümlerinin havasına yakın. Albüm Can Kırıkları’yla çıkılan müzikal yolculuk için yeni bir durak olmamış. Şebnem Ferah Can Kırıkları’ndaki tarzını geliştirmek yerine, geçmişe de dönerek o tarzı biraz melezleştirmiş. Doğal olarak sert albüm beklentilerini boşa çıkarmış; ancak şu da var ki Şebnem Ferah popüler kültür için önemli bir figür ve bir müzik kültürünün değil müzik dinleyen kitlenin neredeyse tamamının ilgilendği işler yapıyor. Sarphan Uzunoğlu Gecedeste’yi beklerken F erhan Şensoy’u nasıl bilirsiniz? O ünlü kavuğun sahibi, sivri dilli mizahın temsilcisi ve Türkiye’de halka inebilmiş sayılı tiyatro eserlerinin bir kısmının yazarı olarak muhtemelen. Şensoy’un hayatı her şeye rağmen sanata demir atmış bir gemi gibidir. Babasına rağmen Mekteb-i Nefise yıllarında tiyatro yapması da Fransa’dan Kanada’ya uzanan ve O’na Kanada’da yılın yönetmeni ödülünü kazandıran yolculuğu da yakın dönem tiyatro izleyicisi tarafından çok da bilinmeyen detaylardan. Ferhan Şensoy Haldun Taner’den devraldığı bayrağı Bertolt Brecht’in Karl Valentine’nin ve daha nice sanat üstadının birikimiyle harmanlayarak kendi tiyatrosunu yaratmış. Ünlü Magic Circus’taki yıllarında Jarome Savary ile birlikte tiyatronun modern yüzüyle çıplaklığını birleştirmeyi öğrenmiş. Ferhan Şensoy absürd tiyatro tekniğiyle bulvar tiyatrosunu bu kadar iyi harmanlamasını farklı ekollerden ustalarla çalışabilmiş olmasına borçlu. Şahları da Vururlar’dan M u z u r Ferhan Şensoy M ü z i k a l ’ e uzanan siyasi muhalif tavrının ulaştığı son nokta ise 2019. 2019 isimli oyunuyla Şensoy günün ve dünün iktidar noktalarına eleştirel bir gözle bakmakla kalmıyor tiyatronun ve tiyatrocunun bu kadar tartışıldığı bir dönemde safını belli ediyor. Ferhan Şensoy’un keşfedilmemiş iki yanından da bahsetmek gerekir. Ferhan Şensoy başarılı bir öykücü, romancı ve şair. Elveda SSK gibi bir kurgu romandan Kalemimin Sapını Gülle Donattım gibi otobiyografik bir romana uzanan yelpazede Şensoy hakim olduğu anadilinin sınırlarını tekrar çiziyor ve dilin zenginliğini bir kez daha kanıtlıyor. O’nun asıl bilinmez yanı ise şairliği. Gündeste isimli şiir kitabı bugün piyasada az da olsa bulunabiliyor; ancak sahafların gözdelerinden biri olduğu ortada. Şensoy’un ölçeklere sığmayan şiir dili bir dil üstadının atölyesinden çıktığını belli ediyor. Otobiyografik nitelikleriyle şiirler, bir erkeği, bir sanatçıyı, bir hayatı anlatıyor. Gündeste’den sonra Gecedeste ve Dündeste isimli iki yayımlanmamış şiir kitabı daha olan Şensoy’un kitapları ne zaman okuyucuyla buluşturacağı ise henüz bir sır. Sarphan Uzunoğlu Ben böyle veda etmeliyim / Can Dündar İ smail Cem... Türkiye siyasetine damgasını vurmuş bir entelektüel, aydın, gazeteci, Galatasaray tutkunu bir taraftar, bakan ve kendi ölümünü anlatan bir şair. Türkiye’nin en uzun süre görev yapmış dışişleri bakanlarından biri olan İsmail Cem, bu kitapta yaşamının son üç ayında hayatına dair bir değerlendirme yapıyor aslında. Çocukluğundan lise yıllarına, TRT döneminden bakanlığına, hayal kırıklığına uğradığı Yeni Türkiye Partisi girişiminden CHP’ye dönüşüne kadar Can Dündar’a içtenlikle anlatıyor Halil Türkden Medya ve İletişim Bölümü hikayesini. Kendi ölümünü kaleme almış bir şairin vasiyeti gibi bir kitap bu. Hastalığının ilerlediği dönemde sanki fazla zamanı kalmadığını anlamışçasına söyleşiyi hızlandırmak istemesi ve son sözlerini bu söyleşiye vermesi de kitaba ayrı bir değer katıyor. Daha çocuk yaştayken varlıklı bir ailenin çocuğuyken, bende var ama diğerlerinde neden yok diye sorabilen, siyasete servet kazanmak için girenler yerine servet sahibiyken siyasete girebilen bir şahsiyet. Ve bu eser İsmail Cem’i her yönüyle anlatırken, Türkiye siyasetini de inceleme fırsatı veriyor okurlarına. Görevi filleri kuyruğundan çekerek tepeleri aşırtmak olan bir büyük adamın hayatını anlatan, ölümünün birinci yıldönümünde İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkmış olan bu söyleşi Can Dündar imzalı. A. Eren Küçük Geçtiğimiz günlerde kitabını ve filmini bir oturuşta afiyetle bitirdiğim bir hikayeden söz edeceğim.Büyük Buhran yılları, 1930’lar, Amerika’nın bezgin ve sıkıntı dolu güney eyaletlerinden birinde – Alabama’da – geçiyor hikayemiz. Filmi izlerken, barındırdığı temalara dikkat edelim öncelikle. Amerikan toplum yapısındaki sosyal hiyerarşiyi, ırkçılığın 30 ve 40 lardaki durumunu, cinsiyet ayrımcılığını ve sınıfsal çatışmaları rahatlıkla gözlemleyebiliriz.Ne önemli bir tesadüftür ki,hayatını sınıfsal çatışma ve ırkçılıkla mücadeleye adayan siyah Baptist rahip Martin Luther King de bu yılların çocuğuydu. “Bülbülü Öldürmek”, Harper Lee’nin 1960’ta yazdığı, Pulitzer ödüllü aynı adlı çok satan otobiyografik romanından uyarlanan ve birçok akademi ödülüne layık görülmüş dramatik bir filmdir. Günümüz popülarizminden çok uzakta, toplumsal yapıyı çok daha bilimsel ve ahlaki bir biçimde ele alan bir film “To Kill a Mockingbird”. 1930‘larda ABD’nin güney eyaletlerinden Alabama’da ırza geçme suçundan tutuklu siyah bir adamın savunmasını üstlenen, onu savunurken de önyargılı ve hoşgörüsüz kasaba halkına karşı duran ilkeli ve cesur bir avukatın öyküsünün anlatıldığı bu siyah beyaz film uyarlandığı roman kadar ses getirmişti. Cesur avukatımız Atticus Finch eşini kaybetmiş ve 2 çocuğuyla başbaşa kalmış bir baba, aynı zamanda da bir idealisttir. Evin küçük erkeği Jem ve kız kardeşi Scout arasında yaşanan bir çok diyalogta seksizm imgelerini rahatlıkla görebiliriz.Hikayenin geçtiği 1930 Amerikası, kadının korunmaya daima ihtiyacı olan ve erkeğin himayesi altındaki bir varlık olduğunu benimseyen bir ülke, beyazın siyahtan sütle mürekkep kadar ayrılabildiği bir ülke, doğruların masumiyet çukurlarına gömüldüğü bir ülkedir. Siyah ırk, ancak hırsızlık yapar, tecavüz eder ve öldürür. Filmde ilk bakışta içinizin ısındığı bir isim var; Scout. Erkeksi tavırları, cesur ve girişken edasıyla, meraklı bakışlarıyla daima babasının ve ağabeyinin baş belası olmuştur. Scout Finch, esrarengiz komşuları Boo Radley in gizli kalmışlığını ortaya çıkarmanın, onu incitmenin, bülbülü öldürmek gibi bir şey olduğunu belirtir diyaloglarda. Aslında film boyunca, bir Richard Wagner müziği misali, leitmotif olarak aralara serpiştirilmiş bir bülbül imgesi görüyoruz. Hani yeri gelir de, “masumiyet bu kadar da masumlaştırılır mı arkadaş” diyebilirsiniz, fakat bu hikayede insanoğlunun masumiyetinin altında yatan iyi-kötü ayrımını, ahlak değerlerini sıfırdan inşa edişini, iki küçük Amerikan çocuğunun gözünden ve kalbinden yaşayacaksınız. Her yıl Ocak ayının 3. Pazartesi onu anıyor ABD. Yaşamasına izin verilseydi eğer 81 yaşında olacaktı bu 15 Ocak’ta. Aktivist, idealist, şiddetin ve ırkçı hareketlerin karşıtı, öldüğünde 39 lakin otopsisi yapıldığında 60 yaşında bir insanın kalbine sahip, her şeyden önemlisi “bir hayali olan insan”..İyiki doğdunuz Martin Luther King. 14 Dosya Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 http://univers.ieu.edu.tr “Özgürlük sırtından vurulmuş, yerde yatıyordu” Bir hikayeyi vurdular. 19 Ocak 2007 günü öğleden sonra saat 15.00’da Agos’un önünde kocaman bir adam yerde yatıyordu. Bazıları O’na inatla “Fırat” diyordu. Beyaz bereli çocuk onu vurduğunda ondan esirgenen ismini binler haykırdı, artık özgürlüğe inanan tüm yürekler Hrant Dink’ti. T ürkiye’de ötekilik başarı gerektiren bir sanattır. Hrant Dink bir öteki olarak 15 Eylül 1954’te Malatya’da doğdu. Ermeni asıllı bir Türkiye vatandaşıydı. Annesi ve babası 1961’de ayrıldıklarında kardeşiyle birlikte etnik kökeninden başka bir yalnızlığın dünyasına, yetimhaneye gitmesine karar verildi. Ermeni Yetimhanesi’nde büyüyen Dink için hayatın adaletsiz yüzü her geçen gün daha da netleşiyordu. Yetimhanenin dışındaki hayatın adaletsizliğinden hesap sormanın derdine düşen Dink Türkiye Komünist Partisi’nde Marksist – Leninist bakış açısıyla siyasete başladı. O artık tam bir ötekiydi. İnsanların işkencelerde kaybolmasının sıradan sayıldığı, sokaklarda ölümün yalnızca düşünenleri ve masumları avladığı bir dönemde ailesizliğinin, Ermeni olmasının yanına bir de siyasi kimliğini ekliyordu. Yakalanması durumunda Ermeni Cemaati’nin zarar görmemesi için adını mahkeme kararıyla “Fırat” olarak değiştirdi. Toprağını sulayan nehrin adını alan Dink’in toprağı ve insanı için mücadelesi 70’lerdeki sol kimliğiyle sınırlı kalmadı. İstanbul Üniversitesi’ndeki zooloji eğitiminin ardından yetimhanede beraber büyüdükleri Rakel ile hayatını birleştirdi. Hrant Dink’in en önemli özelliği nerede var olduğunu unutmamasıydı. Eşi Rakel’le birlikte kendi kaderlerini paylaşan, Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştirileceği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetmeye başladı. Buranın her parçasına çocuklar için emek veren Hrant ve Rakel Dink’in elinden devlet yine çocuklar adına el koydu. Hrant Dink artık askere gitmeliydi. O’nu bu kadar bizden biri yapan yanını, gazeteciliğini ise aldığı eğitime değil, doğruya olan sevdasına borçluydu. Gazete sütunlarında adını ilk olarak yanlış haberlere yaptığı düzeltmeler ve kitap eleştirileriyle buldu. O günlerde o sütunların kapladığı gazetelerden birinin bir ülkenin utancını örtmek üzere yerde yatan bedeninin üstüne serileceğini bilmiyordu. Ermeni Kadını her sene doğduğu Sivas’ın Uludere Köyü’nde on beş gün geçiriyordu. Böylece hasretini gideriyordu. Son ziyaretinde hayatını yitirmiş, tanıdıkları beni aradılar, bir yakınını bulmamı istediler. Kızını buldum ve gönderdim. Kızı gittikten sonra aradım. Cenazeyi getirip getirmeyeceğini sordum. Kız cevap verdi: Ağabey, getireceğim; ama buradaki amca bana bir şey söyledi. Ardından kız ağlamaya başladı. Amca telefonu aldı, kıza ne dediğini sordum: Oğlum dedi, ben O’na dedim ki, anandır, malındır, istersen alır götürürsün; ama beni dinlersen bırak, su çatlağını buldu...” Su çatlağını buldu Özgürlük mahkeme karşısında Basının gücünü keşfetmişti. Ermeni Patrikhanesi’nin kapısını çaldı. Dertlerini hem Türk hem de Ermeni vatandaşlara her iki dilde de anlatabilecekleri, kendi ifadesiyle Ermeni Toplumu’nun kapalılığını kırmayı amaçlayan bir gazete çıkarmayı önerdi. Kapısının önünde son nefesini verdiği Agos 5 Nisan 1996’da Ermeniler’in sesini duyurmak adına ilk sayısını yayınladı. Agos’un başyazarı, kurucusu ve yayın yönetmeniydi. Agos’u Türkiye’deki kozmopolit medyanın bir parçası yaptı. Ermeni Cemaati’nin iç ve dış havadislerinin yanında fikirlerinin yayılmasını sağladı. Agos hiçbir zaman günlük ve her gazete bayiinde bulunabilecek türde bir gazete olamadı. Cemaat içinde bu durum asla bir dezavantaj olarak görülmedi. Çünkü Ermeni Cemaati, Diaspora ve Ermenistan farklı anlayışlar taşıyan farklı güçlerdi. Dink’in amacı ise her üç gruptan da farklıydı. O tarihiyle yüzleşen Ermeni ve Türk Devletleri’nin ve halklarının bir yarını olabileceğine inanıyordu. O’nun Türk – Ermeni meselesine bakış açısı sık sık anlattığı bir hikayede gizliydi: “Fransa’da yaşayan yaşlı bir O Ermeni Halkı ile ilgili olarak tek bir anlayışı savunuyordu. Türkiye’nin topraklarında, sahip olmak için değil ölmek için gözleri olduğunu her seferinde söyledi. İnsanlar O’nu çok severken, tüm o kurumlar ve devletin asık suratlı yüzü karşısındaydı. Türkiye’den de Ermenistan’dan da başka bir şey savunuyordu. Ermeni Diasporası’na içinde “soykırım” kelimesinin geçmediği bir strateji izlemesini tavsiye ederken Ermeniler’in tepksini çekerken, 2002 yılında Urfa’da verdiği bir konferansta “Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim” dediği için Türklüğü aşağılamak suçundan üç yıl yargılandı. Sonuçta beraat alsa da gözler artık üstündeydi. Hepimizin sonradan adını duyduğu ve Türkiye’nin birçok aydınını mahkeme koridorlarında süründüren o kanun O’nun da kapısını çaldı. 301 basit bir otel odası numarası gibi gözükse de Dink’in hayatında bir dönüm noktası haline gelmişti. Bir köşe yazısındaki ifadesinden ötürü, bilirkişi raporuna rağmen aldığı altı ay hapis cezası ertelendi. Artık Dink cesaretlenmişti. Olası çözüm için en önemli aktörlerden biriydi. Dünyaca ünlü Reuters’e verdiği röportajda “Evet 1915’te olan bir soykırımdı çünkü dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok” demecini verdi. Fransa’da soykırıma hayır diyenleri cezalandıranları lanetleyen Türkiye, Türkiye’de Ermeni Soykırımı oldu diyen bir aydına sahip çıkamadı. Demokrasi farklı bayraklar altında farklı tanımlara bürünüyordu. Oysa Dink’in tezi Diaspora’dan da Türkiye’den de farklıydı. O 1915 olaylarının sorumlusu olarak Osmanlı Devleti’ni değil Avrupa ülkelerini ve onların politikalarını gösteriyordu. Dink’in tezi suçlamalar kadar ses getirmedi. O artık bu toprağın sözde sahiplerinin hedefindeydi. Ötekiliği tasdiklenmişti. Artık fişlenmiş bir aydındı. Aşırı milliyetçi grupların hedefindeydi. Sonradan ortaya çıktığı üzere, emniyet güçlerinin öldürüleceğinden haberi vardı. “Ruh halimin güvercin tedirginliği” Dink ölümünü hissetmişti. Son yazısının başlığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” idi. Türk Devleti adına, Kerinçsiz’in başını çektiği bir hareket tarafından linç edilişini ve Türkiye’yi terk edip etmeyeceğine dair fikirlerini anlatıyordu. AİHM’ye kadar gidecekti. Türkiye’nin O’nu böylesine çabuk reddedişini belki de geçmişinden kalan bir sızıyla kabullenemiyordu. İyiliği için yaşadığı ülkesine karşı olduğunu davul zurna eşliğinde devletin yargıçlarının güvencesinde ilan ediyordu düşmanları. Artık namlunun ucundaydı. 19 Ocak 2007 günü yazısını yazdı. Taze bir dedeydi Hrant. Hayatı boyunca gelecekleri için emek verdiği çocuklardan biri tarafından öldürüleceğini bilmeden çıktı Şişli’deki Agos’tan. Güvenlik kameralarınca tespit edilmiş o beyaz bereli çocuk beyazın tüm masumiyetine karşın dama- Hrant Dink rına akıtılan zehrin etkisiyle, sözde milleti adına, Hrant’ı acımadan vurdu. Vurulan bir gazeteci değil, bu ülkenin barışına adanmış bir başka ruhtu. Tüm televizyon kanallarında O vardı. Bu sefer hain değil mağdurdu. Bir anda herkes önünde saygı duruşuna geçti. O’nu öldüren çocuk Türk Bayrağı önünde devlet memurları ile birlikte zafer pozu verirken, O’nla son dönemlerde sık sık kavga eden Nihat Genç bile arkasından gözyaşı döküyordu. Oysa, Orta Doğu’yu beraber gezmişlerdi. Eşi Rakel, cenazesinde “Bebeklerden katiller yaratan zihniyetin” Hrant’ın katili olduğunu söylüyordu. Belki de aklında Tuzla’da devletin ellerinden aldığı o çocukların geleceği vardı bunları söylerken. Hrant’la elleriyle çocuklar için kurmaya çalıştıkları geleceğin hayali, bir başka çocuğun elleriyle kana bulanmıştı. Önemli olan O çocuğun ırkı değildi. O’nu o hale getiren şeydi. Bugün Dink kendi çatlağını buldu. Bir Ermeni Mezarlığı’nda kendi toprağında özgürce uyuyor. Adalet sistemimiz ise bu uykuya eşlik eder gibi gözükse de Hrant için insan zincirleri kuruluyor, birçok dilde pankartlarda “Hepimiz Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Ermeni’yiz” gibi sloganlar yer alıyor. Hrant’ın ölümü on binleri bir araya getirdi; yaşamı ise onurlu bir mücadeleydi. Bir gazeteci daha ölmeden on birlerin birlikteliği Hrant gibiler sayesinde halkların birlikteliğine dönene dek Redd’in Dink için yazdığı şarkıya kulak vermekte fayda var: Kurşun geçirmez yelekleri vardı / Ben çıplak yaşarken / Fikrime barut kokusu sokuldu / Medeniyeti ararlarken... Kurşun geçirmez yelekleriyle barış için konuşan adamların karşısında delik ayakkabısıyla duran bir Hrant’ı daha kaybetmeye tahammülümüz olmamalı... Sarphan Uzunoğlu http://univers.ieu.edu.tr • SİNEMALAR, FİLM GÖSTERİMLERİ Fransız Kültür Merkezi Melekler Ve Kumarbazlar Rehber 15 Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 mış, Erkan Petekkaya, Alper Kul, Yavuz Bingöl Tür: Romantik / Dram Süre: 100 dk. Yapım: 2009, Türkiye 22-28 Ocak Ölümcül Tuzak Yönetmen: Anne Fontaine Oyuncular: Audrey Tautou, Benoit Poelvoorde, Alessandro Nivola, Marie Gillain, Emmanuelle Devos Tür: Biyografi / Dram Süre: 105 dk. Yapım: 2009, Fransa 12-18 Şubat 16-20, 23-27 Şubat Hünkar ile Mimar Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi 18-21 Şubat Bir Garip Orhan Veli Şöhret Yönetmen: Kevin Tancharoen Oyuncular: Kay Panabaker, Naturi Naughton, Kherington Payne, Megan Mullally Tür: Komedi / Dram / Müzikal Süre: 107 dk. Yapım: 2009, ABD 19-25 Şubat Yetimhane Yönetmen: Ertekin Akpınar Oyuncular: Cem Davran, Bülent Şakrak, Kutay Köktürk, Nail Kırmızıgül Tür: Dram Süre: 90 dk. Yapım: 2009, Türkiye 8-14 Ocak Gitmek Karşıyaka Oda Tiyatrosu 16,17 Şubat Yönetmen: Kathryn Bigelow Oyuncular: Jeremy Renner, Anthony Mackie, Brian Geraghty, Ralp Fiennes, Guy Pearce Tür: Savaş / Aksiyon / Dram Süre: 131 dk. Yapım: 2009, ABD 29 Ocak - 4 Şubat Yoksun Karşıyaka Oda Tiyatrosu 23, 24 Şubat Felatun Bey ile Rakım Efendi Dönüşüm Yönetmen: Juan Antonio Bayona Oyuncular: Belen Rueda, Fernando Cayo, Roger Princep, Mabel Rivera Tür: Gerilim, Dram, Korku Süre: 105 dk. Yapım: 2007 - Meksika/İspanya 26 Şubat - 4 Mart • KONSER Ozee Murat Boz 19 Şubat Cuma Yönetmen: Hüseyin Karabey Oyuncular: Ayça Damgacı, Hama Ali Kahn, Volga Sorgu, Ani İpekkaya, Mahir Günşiray Tür: Dram, Romantik, Savaş Süre: 93 dk. Yapım: 2007, Türkiye 15-21 Ocak Gecenin Kanatları Manga 26 Şubat Cuma Yönetmen: Marina de Van Oyuncular: Sophie Marceau, Monica Bellucci, Andrea Di Stefano, Thierry Neuvic, Brigitte Catillon Tür: Dram Süre: 125 dk. Yapım: 2008, Fransa 5-11 Şubat Teoman 5 Mart Cuma Moğollar 12 Şubat Cuma Konak Melek Ökte Sahnesi 25-27 Şubat Dona Agata’nın Kaçırılışı Narlıdere Kültür Merkezi 25 Şubat • OPERA & BALE Adriana Lecouvreur (İzmir Prömiyeri) 18, 20 Şubat 20.00 Coco Chanel’den Önce Cinderella, Bale 25 Şubat 20.00 • Aşk-ı Memnu, Opera 21, 22, 23 Ocak 20.00 TİYATRO İzmir Devlet Tiyatrosu Sakarca Konak Melek Ökte Sahnesi 14, 21 Şubat Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü Karşıyaka Oda Tiyatrosu 12-14 Şubat Yönetmen: Serdar Akar Oyuncular: Beren Saat, Murat Ünal Bavul Konak Melek Ökte Sahnesi • FUAR Educaturk Türkiye’nin en büyük eğitim fuarı Educaturk 11-13 Mart tarihleri arasında İzmir Kültür Park’ta kapılarını açıyor. 3 gün sürecek olan fuarda, yüzlerce yerli ve yabancı eğitim kurumunu aynı platformda inceleme imkanına sahip olacaksınız. Tarih: 11 - 13 Mart 2010 Ziyaret saatleri : 10.00 - 16.00 16 Spor Ocak-Şubat2010 Yıl3 Sayı19 http://univers.ieu.edu.tr Dünyanın en büyüğü Barselona F utbolda 6. FIFA Kıtalararası Kulüpler Dünya Kupası Finali’nde mutlu sona Arjantin temsilcisi Estudiantes’i uzatmalar sonucunda 2-1 yenen Barcelona ulaştı. Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de düzenlenen final müsabakasında Barcelona, son Şampiyonlar Ligi şampi- yonu olarak Avrupa Kıtasını, Estudiantes ise Libertodores Kupası şampiyonu unvanıyla Güney Amerika’yı temsil etti. Maça iyi başlayan Estudiantes 37. dakikada Boselli’nin ayağından bulduğu golle 1-0 öne geçmesine rağmen bu üstünlüğünü koruyamadı ve 89. dakikada Pedro’nun golüyle maç 1-1 sona ererek uzatmalara gitti. Uzatmaların 110. dakikasında Messi ile ikinci golü bulan Barcelona 2006 da kazanamadığı kupayı 2009 yılında müzesine götürmeyi başardı. Bu sonuçla birlikte Barcelona, Dünya Kulüpler Şampiyonasını kazanarak bu sezon NBA starları bu yaz İzmir’de 28 Ağustos – 12 Eylül tarihlerinde Türkiye’nin ev sahipliğini yapacağı 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası grup kurları çekildi. Buna göre A Grubu’ nda; Arjantin, Sırbistan, Avusturalya, Almanya, Angola ve Ürdün, B Grubu’nda; Amerika, Slovenya, Brezilya, Hırvatistan, İran, Tunus, C Grubu’nda; Yunanistan, Türkiye, Porto Riko, Rusya, Çin, Fildişi Sahili, D Grubu’ nda; İspanya, Fransa, Kanada, Litvanya, Yeni Zellanda, Lübnan gruptan çıkmak için mücadele edecekler. A Grubunda mücadele verecek takımlar maçlarını Kayseri Kadir Has Spor Salonu’nda, B Grubu’nda yer alan ekipler İstanbul Abdi İpekçi Arena’da, Ay -Yıldızlı millilerimizin de yer aldığı C Grubu ise henüz inşası devam eden Ankara Arena’da, D Grubu grup maçlarını İzmir Halkapınar Spor Salonu’nda tamamlayacak. Şampiyonanın final ayakları bu turnuva için inşa Tony Parker, Steve Nash, Paul Gasol ve Jasikevicius edilen 22.500 seyirci kapasiteli İstanbul’da Fransa , Litvanya ve Kanada’nın NBA pabulunan Sinan Erdem Spor Salonu’nda tentli yıldızları olan Paul Gasol, Tony Paroynanacak. İzmrili basketbol severler ise ker, Steve Nash, Jasikevicius ve daha fazlaD Grubu’nda turnuvaya katılan İspanya, sını görme fırsatı yakalayacak. 13. Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası sona erdi İ stanbul Abdi İpekçi Spor Salonu’nda 10-13 Aralık tarihleri arasında düzenlenen Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası sona erdi. 41 ülkeden toplam 866 kişinin katıldığı organizasyonda ülkemizi 28 sporcu temsil etti. Yüzücülerin son kez avantaj sağlayan poliüretan boy mayolarla mücadele verdiği şampiyonada 26 Avrupa, 14 Dünya ve 57 şampiyona rekoru kırıldı.. Bayanlarda 19, erkeklerde 23.4 yaş ortalamasıyla katıldığımız bu turnuva,, Türkiye için 2006’ dan bu yana yüzme braşında en başarılı organizasyonlardan biri oldu. 27 Türkiye rekorunun kırıldığı Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası’nda yüzücülerimiz bir yarı final, bir de final yüzdüler. Organizasyonun en ilginç yönüyse, daha önce 2000 yılında düzenlediğimiz Avrupa Basketbol Şampiyonası ve 2004’te ev sahipliğini yaptığımız Abdi İpekçi Arena’ ya sadece bu organizasyon için iki portatif havuzun inşa edilmesiydi. altı kupayı birden müzesine götürmüş oldu. Turnuvanın üçüncüsü ise Meksika temsilcisi Atlante’yi penaltı atışları sonucunda 4-3 yenen Güney Kore temsilcisi Pohang Steelers oldu. Rekor kırdılar Son dört sezondur yenilgi yüzü görmeden katıldığı tüm şampiyonaları zirvede tamamlayan İzmir BŞB Erkek ve Bayan Sualtı Ragbi takımları, Samsun’ daki Türkiye Şampiyonası’ nda çifte zafer yaşadı. Her iki kategoride 11 maç oynayan İzmirli sporcular, ilginç bir rekora da imza attı. Büyükşehir Belediyesi Erkek ve Bayan Sualtı Ragbisi takımları, attıkları toplam 100 gole karşılık kalelerinde sadece 1 gol yediler. İzmir BŞB’nin bayan sporcuları, Ege Üniversitesi’ni 13-0, Çanakkale’yi 120, İ. Bilimsel’i 4-1, Ümraniye’ yi 9-0, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ ni 7-0, Erkek takımı ise, İ. Bilimsel’i 13-0 ve 9-0, Sakarya’yı 13-0, Malatya’yı 4-0, Ege Üniversitesi’ni 4-0 ve Samsun On Dokuz Mayıs’ı 2-0 yendi. Bayan Voleybol Takımımız namağlup lider Aroma Bayanlar Voleybol 3. Ligi’nde şampiyonluk mücadelesi veren İEÜ Bayan Voleybol takımı ligin ilk yarısını nağmağlup lider bitirdi. 9. haftada Işıkkent’i 3-1, 10.haftada, Kuşadası Gençlik’i yine aynı skorla mağlup eden takımımız, ilk yarının son maçında klasmanın güçlü ekiplerinden Gelişim Koleji’ ne de şans tanımayıp 3-2’ lik skorla dize getirerek ilk yarı 32 puanla yenilgisiz kapatmış oldu.