le t our du monde - g amze cizreli
Transkript
le t our du monde - g amze cizreli
LE TOUR DU MONDE - GAMZE CİZRELİ - PENCEREMİN DIŞINDAKİLER - ŞİİRLİ ŞARKILAR GLOBAL KEŞİF - DESIGN IT - SAKLI KENTLER - GIORGIO ARMANI - HILLSIDER LIKES - BALAT TİFLİS - YILBAŞI ŞIKLIĞI - GOOD FOR MEN - İYİ HİSSETTİRENLER - ART BLOG/OFİST RÖPORTAJI GÖRÜLESİ ŞATOLAR - YILBAŞI TABAKLARI - REMİX - OPEN 24/7 - EN BEĞENİLEN İLANLAR - SUMMARY Sayı 81 (Aralık 2015, Ocak, Şubat 2016) Üç ayda bir yayımlanır. TAV TAV INDEX 18/22 gamze cizreli yeme-içme dünyasının sihirli kadını 48/52 hillsider likes 24/26 gail albert halaba penceremin dışındakiler... 28/32 şiirli şarkılar bazen şiirden başkası iyi gelmez... 34/36 kith treats global keşif 38/41 sagalassos ve kibyra saklı kentler 54/57 balat uzaktan gelen yakınlar... 60/62 tiflis grinin tonlarında melankolik buluşma... 88 remix noel baba 90/94 online shopping 7/24 95 en beğenilen ilanlar 70/72 iyi hissettirenler 96/97 2015’de hillsider magazine’i seçen markalara teşekkürlerimizle 74/77 ofist röportajı art blog Yayımcı Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş. Nispetiye Cad. Ahular Sok. No.6 Etiler 34337 İstanbul/Türkiye T. 0212 362 30 00 Attaş Alarko Turistik Tesisler Arına Sahibi Genel Yayın Koordinatörü Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Reklam Sorumlusu Yazı İşleri İshak Alaton Edip İlkbahar Özlem Gökbel (ozlemgokbel@gmail.com) Cağan Şimşek Serkan Mekikoğlu İpek Kigan Ayşem Özbaşaran Republica BİLGİ MATBAA Bedrettin Dalan Bulvarı, Aykosan San. Sit. 4‘lü C blok Kat. -1 No.86/87 İkitelli Başakşehir/İstanbul T. 0212 407 04 20 Basıldığı Tarih Yayın Türü 84/86 yılbaşı tabakları yeme-içme 64/67 yılbaşı şıklığı modanın yılbaşı menüsü... 42/58 look Çeviri Tasarım Basımcı ve Basıldığı Yer 78/82 küçükken hogwarts, büyüyünce cair paravel... görülesi şatolar Aralık 2015 Yerel Süreli Yayın (Dergi) 98 nerelerdesiniz mi dediniz? 99/110 summary 81. sayıya katkıda bulunanlar Berna Gençalp - Elmira Gürses - İdil Ar - İpek Çakmak - Kaan Türker Kenan Akoğlu - Mehmet Ali Tokgözlü - Melis Oğuz - Mesut Alp Müge Emirgil - Nilüfer Artunç - Özlem Yücelener - Rana Korgül Fotoğraflar Selin Tokgözlü - Serhat Kapki - Yasin Baran Tamer Yılmaz Sayı 81 (Aralık 2015, Ocak, Şubat 2016) Üç ayda bir yayımlanır. Hillsider Magazin’de yayımlanan yazı ve fotoğrafların tüm hakları, Hillsider logosu ve isim hakkı Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’ye aittir. Kaynak gösterilerek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde yazı ve fotoğraflardan alıntı yapılamaz. hillsider@hillside.com.tr 44/46 giorgio armani zamansızlar www.hillside.com.tr 12/16 le tour du monde DÜNYADAN HABERLER LE TOUR DU MONDE NARS ve STEVEN KLEIN Yılbaşı için Elele Verdi 1 Kasım’da kozmetikçilerde satışa sunulan çarpıcı NARS Yeni Yıl serisi, tatil sezonunun belki de en göze çarpan ürünlerinden oluşuyor. Steven Klein’la bir araya gelerek, Klein’ın benzersiz yaratıcılığı ve bir bakışta kendini belli eden görsel tarzıyla hazırlanan pakette, yeni “Tearjerker” göz kalemi ve maskaranın içinde bulunduğu üçlü bir göz paketi, tüm takımla uyumlu dudak kontür çizgisi kalemi, dudak kalemi ve rujun içinde bulunduğu iki ayrı dudak seti yer alıyor. NARS’ın Yeni Yıl serisi, markanın birinci sınıf kozmetik uzmanlığının yanında Steven Klein’ın sıra dışı paket tasarımıyla da çok dikkat çekiyor. Mutlaka göz atın. NEW YORK Kutlamaya Hazır Avrupa ve Amerika’nın en büyük tatil sezonu Noel için, başkentlerin sokakları süslenmeye başladı bile. Özellikle dünyanın başkenti sayılan New York’ta, her yıl olduğu gibi bu yıl da seçkin butiklerin vitrin tasarımları merakla bekleniyordu. Geçtiğimiz günlerde ardı ardına vitrinlerini açan dev markalar, yeni Noel sezonuna girerken izleyenleri; kaldırımları kırmızı, sarı ve beyaz ışıkla yıkayan, çan seslerinin duyulduğu heyecan verici bir kutlama havasına sokmayı başardılar. Barneys’in buz heykelleri, Lord & Taylor’un klasik Noel süslemeleri, Bloomingdale’in kırmızı gül bezeli ayna gösterisi ve daha onlarcası, adeta birbirleriyle yarışırcasına vitrinlerinin perdesini indirdiler. Bergdorf, Saks, Macy’s gibi pek çok marka, dev tasarımcılardan yardım aldıkları ilham ve yaratıcılık dolu vitrin tasarımlarıyla, New York’u bir kez daha yaşayan bir sanat ve kutlama şehrine dönüştürdüler. Henri Bendel ve Macy’s iç ısıtan tasarımlar seçerken, Tiffany & Co son derece sade mavi arka plan önünde bir kış günü alışverişini yaparken pencereden içeriyi işaret eden bir çiftle Noel ruhunu yansıtmayı tercih etmiş. New York’u gezmek için şimdi yılın en güzel zamanı. DÜNYADAN HABERLER Dubai SOLE DBX Fuarı Spor ayakkabı aşkı başkadır. Sevdalısını, Danimarka’dan Rusya’ya dünyanın bir ucundan öbür ucuna götürür. Hele ki mesele Highsnobiety’nin çok konuşulan Dubai’deki spor ayakkabı fuarı Sole DXB olsun. Bu yıl dünyanın en iyi spor markalarının ve eşsiz tasarımcı modellerinin sergilendiği Sole DBX aklınıza gelebilecek en çarpıcı spor ayakkabıları stant stant görücüye sunarken, bazıları mücevher kadar değerli ürünlerle baş döndürdü. Spor ve sportif tarz âşıklarının binlercesinin akın ettiği fuarda; Facto Plutus’un “Gaucho” modelinden (599$) Nike’ın LeBron 8 “South Beach” (680$) modeline, Addias Originals’ın Yeezy 350 Boost’undan (980$), fuarın en pahalı ürünlerine ev sahipliği yapan Air Jordan’ın 5000$ değerindeki V “Tokyo 23” modeline kadar yüzlerce spor ayakkabı bulunuyordu. İki günlük fuardan pek çok kişi cepleri hatırı sayılır biçimde hafiflemiş olarak çıksa da, bir sonraki fuarı sabırsızlıkla beklediklerini de belirtmeden edemiyorlar. VERTU New Signature Touch Akıllı Telefon Ultra lüksün belki de eş anlamlı kelimesi VERTU. Şaşaalı, ihtişamlı ve bir o kadar zarif, Vertu ne yapsa, içinizdeki asilzadeyle konuşuyor. Onun gibi başka bir marka yok ki, saf altın, pırlanta ve birinci sınıf timsah derisini alsın ve her gün kullandığınız artık standart sayılan o temel ihtiyacınız cep telefonuna dönüştürsün. Vertu’nun “New Signature Touch” modeli ilk görüşte anlayacağınız gibi yüzlerce saatlik bir el emeğinin eseri. Dış kasası timsah derisi ve parlak alüminyumla güçlendirilen telefon bordo, koyu mavi ve siyah renk seçenekleriyle geliyor. Tüm kasası saf altın olan bir seçeneğinizin olması ve kasa üzerine istediğiniz ismin yazılabiliyor olması da cabası. Android 5.1 Lollipop işletim sistemiyle 5.2 inçlik ekran 1080 çözünürlüklü, oldukça iyi bir görüntü kalitesi sunuyor. Ekranın kendisi, 130 karatlık safir kristalinden yapılma ve sadece bir elmas keskiyle çizilebiliyor. 21 megapiksel arka kamera hem ışık kalitesine bağlı olmadan üstün çekim deneyimi sağlarken, hem de inanılmaz bir çekim hızı veriyor. Üstelik Vertu Dolby ile anlaşarak New Signature Touch’a bir de Dolby Digital Plus surround ses teknolojisi eklemiş. Vertu’nun kendi üyeleri için özel yazılım da içeren telefonu birinci sınıf bir yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Fiyatına gelince, kaplaması ve özelliklerine bağlı olarak Vertu New Signature Touch’ı 9.700$ ile 20,500$ arası fiyatlarda almanız mümkün. En iyinin de en iyisini isteyen lüks sevenler için... DÜNYADAN HABERLER Şişhane’de Gizli Cevher; CAFE SAIGON Şişhane’de İKSV Binası olarak bilinen Deniz Palas’ın üst katında açılan Cafe Saigon, alabildiğince uzanan Haliç manzarası ile İstanbullular’ı Uzakdoğu lezzetleri ile buluşturuyor. İspanyol ve Türk asıllı Fabio Suarez’in Uzakdoğu’nun seçme lezzetlerini Akdeniz dokunuşuyla yorumladığı bu yeni mekân, bu aralar İstanbullular’ın en popüler buluşma noktalarından. Fabio Suarez çocukluğundan beri her tatilde babası ile birlikte gezdiği her yerde oranın mutfak alışkanlıkları ve damak tadını deneyimlemiş, edindiği mutfak sevdasıyla özel bir restoran açmak istemiş. Cafe Saigon, Suarez’in gerçekleşen rüyası olmanın ötesinde birinci sınıf bir hizmet ve eşsiz bir duyusal ziyafet deneyimi sunuyor. Nefes kesen Haliç manzarasına karşı Uzakdoğu’nun zengin aromaları damağınızda erirken hayatın mükemmel olduğuna inanmak şaşırtıcı derece kolaylaşıyor. Bir akşamüstünüzü Cafe Saigon’a ayırın ve üstün bir yemek deneyimi yaşayın. NESTLE 150. Yılını Kutlamaya Hazırlanıyor 2016 yılında 150.yılını kutlayacak olan dev dünya markası Nestlé, İsviçre’nin Vevey kentinde Henri Nestlé’ye ait olan binaları ziyaretçilere açmayı planlıyor. Aileler, tüketiciler, çalışanlar ve Nestlé’ye ilgi duyan herkes için eğlence ve keşif alanlarından oluşacak olan ziyaretçi merkezi, şirketin geçmişi, bugünü ve geleceği ile ilgili bir şeyler öğrenmek isteyenler için eşsiz bir fırsat sunacak. Ziyaretçiler, Nestlé’nin doğduğu yer olan Vevey’de, yenilenen binalara yerleştirilen sergiler aracılığıyla markanın köklerinin en derinlerine inebilecek, 150 yılda yenilikçi fikirleri olan ufak bir üretici firmadan nasıl dünyanın her yerinde 330 binden fazla çalışanı olan bir numaralı sağlık ve besin markası haline geldiğini görebilecekler. Ufak bir köy misali tamamı yenilenecek olan Nestlé’nin doğum yeri, modern çağın en büyük markalarından birinin yaşayan efsanesine tanık olmak isteyenler için 2016’dan itibaren açık olacak. JAGUAR Yeme - İçme Dünyasının Sihirli Kadını “ GAMZE CİZRELİ 18/19/20/21/22 Bir insan içindeki cevheri, hayat amacını fark eder ve bunu yaşamına geçirebilirse mutluluk, başarı ve diğer bütün mucizeler birlikte kol kola geliyorlar bence. Gamze Cizreli de bunu iliklerine kadar hissedip, yaşamın onu test etmek için karşısına çıkardığı bütün tuzaklara rağmen gerçek arzusunu bulmuş ve onun peşinden gitmiş bir kadın. İşine duyduğu aşk, bugün hangi şubesi olursa olsun içeri girdiğiniz anda buram buram hissedilen Big Chefs’leri yarattı. Özenle ilgilenildiğinizi hissettiğiniz, huzurla oturup saatlerinizi geçirebildiğiniz, dekorasyonu, güler yüzlü çalışanları, müziği, sunumları ve lezzetli menüsüyle en başarılı mekanlardan. Aslında Gamze Cizreli’nin ailesi onun hiçbir zaman girişimci olmasını istememiş. ODTÜ İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ailesinin istediği yönde Türk-Amerikan ortak girişimi olan ve savunma sanayinde faaliyet gösteren bir firmada çalışmaya başlamış. Bu oldukça prestijli görevde basamakları hızlıca çıkmaya başlamış. Ancak gönlünde her zaman çocukluğundaki o kalabalık, kahkahaların yükseldiği keyifli sofralar, insanların mutluluğu ile pekişen yeme-içme alanı varmış. Gönlüne sahip çıkmış, onu dinlemiş, çok yorulacağını bile bile ikinci iş olarak akşamları, o yıllarda Ankara’nın en güzel, en özenli mutfağına sahip olan Röportaj: İpek Kigan Fotoğraflar : Tamer Yılmaz “Biz Restaurant” da çalışmaya başlamış. Bütün gün çalışıp, akşam olduğunda ise restorana koşarak gittiğini görünce, bu işi ne kadar çok sevdiğini iyice anlamış. İşin her alanını öğrenip, gözlemlemiş. Hazır olduğunu hissettiğinde işinden istifa ederek eşiyle beraber Ankara’nın ilk cafesi olan “CAFEMİZ”i açmış. Bu cafe büyük ilgi görmüş ve zamanla büyümüş. Derken hızlı Çin mutfağı üzerine bir konsept QUICK CHINA ve onun ardından tamamen bakery-patisserie konseptine odaklı “KUKİ” ile birlikte yeme-içme sektöründe çok önemli bir yere gelmiş Gamze Cizreli. Çok başarılı geçen bu yılların ardından 2006 yılında aynı zamanda ortağı da olan eşinden ayrılmış ve bu onun hayatına yepyeni başlangıçları da beraberinde getirmiş. Tüm tecrübeleriyle “Big Chefs” markasını yaratmış. 2007 yılında ilk Big Chefs Ankara’da açılmış ve 4 şubeye ulaştıktan sonra Saruhan Tan ile ortak olarak İstanbul’a gelmişler. Bugün Big Chefs Türkiye’de ve yurt dışında 31 şubesiyle yoluna devam ediyor. Bu noktaya nasıl geldiniz diye sorduğumda “Dolu dolu bir geçmiş ve iyisiyle kötüsüyle yaşadığım tecrübeler sayesinde bu noktalara geldim. Hayatta her yaşanılandan ders almak gerek. Çünkü hepsi sizi bir ileriye taşıyan basamaklar...” diye cevap veriyor. Ve ondan sonrası akıp gidiyor... Nasıl bir çocukluk yaşadınız? Çocukluk hayallerinizi neler süslerdi daha çok? Çocukluğum Diyarbakır’da geçti; Dicle nehrinin kıyısında Erdebil köşkünde kalabalıklar içinde büyüdüm. Hem kalabalık bir aileydik, hem de misafirimiz hiç eksik olmazdı. Bizim için her yemek, her ağırlama çok özeldi. Titizlikle hazırlanırdık; adeta bayram neşesi yaşanırdı evde… Büyük sofralar, çeşitli lezzetler, keyifli sohbetler çocukluğumdaki en unutulmaz karelerin başında geliyor. Açıkçası yeme-içme dünyasına olan ilgimin de bu güzel, renkli anılardan beslendiğini, büyüdüğünü düşünüyorum. ODTÜ’lü olmak size neler kazandırdı? ODTÜ ruhunu hala taşıdığınızı düşünüyor musunuz? Babamın mesleğinden dolayı Diyarbakır’da geçen çocukluğumun ardından liseyi Konya’da okudum. Sonrasında en büyük idealim olan ODTÜ İşletme Bölümü’nü kazanarak Ankara’ya geldim. Bütün eğitim hayatım boyunca oldukça başarılı bir öğrenci oldum. Ama aynı zamanda oldukça da sosyaldim. Aktif olarak projelerde yer almanın yanı sıra arkadaşlarımla birlikte yaptığımız organizasyonlar, partiler, onlar için özenle hazırladığım sofralar çok keyifliydi. Hâlâ hepimiz bir araya geldiğimizde o yılları ve yaptıklarımızı keyifle anarız. İdari Bilimler Fakültesi’nin o renkli ve dinamik ortamında geçirdiğimiz günler, hayatımın en keyifli zamanlarıydı... Özellikle rahmetli Muhan Soysal ve Ahmet Acar döneminde, onların desteğiyle hayata hazırlanmak gerçekten bir ayrıcalıktı. Gerek akademisyenlerin tarzları ve hayata bakış açıları, gerekse kazandırdığı dostluklarla ODTÜ’nün insana yepyeni bir hayat görüşü sağladığı kesin ve bu ruhu da ömür boyu kaybetmek mümkün değil… Ankara gibi zor ve seçici bir şehirde başarılı olup, İstanbul’a yerleşmek radikal bir karar. Bu tarz köklü değişiklikleri kolay yapar mısınız yapı olarak? Ankara’nın hayatımdaki yeri gerçekten de çok başka; üniversite yıllarım başta olmak üzere disiplin, çok iyi dostluklar ve çok başarılı işler kattı bana. Big Chefs olarak Ankara’ya sığamamaya başladığımız ve hedeflerimiz adına yepyeni adımlar atmamız gerektiği noktada rotamızı İstanbul’a çevirmenin zamanı gelmişti. İlk zamanlar Ankara - İstanbul arasında gidip geliyordum; ne zamanki işler yoğunlaştı o zaman hayatımı tamamen İstanbul’a taşımaya karar verdim. Köklü değişiklikler gerçekten hayatınızda yapmak istediğiniz hedefler doğrultusunda gerekli olan önemli adımlar oluyor. Karakter olarak oldukça idealist bir yapım var; kolay kolay pes etmem. Ayrıca değişikliklere hızlı uyum sağladığımı düşünüyorum. Dubai’deki 2. şube hayırlı olsun. Big Chef’s i belli bir büyüme planı ile açtığınızı biliyoruz ancak bu noktaya geleceğinizi hayal eder miydiniz? Elbette Big Chefs’i kurduğumda hedeflerim vardı ama ben de bu kadar kısa sürede 31 şubeye ulaşacağımızı tahmin etmiyordum. Ankara’da amatör ruhla kurulmuş bir markanın Türkiye’yi dünyada temsil etmesi çok büyük bir gurur ve onur oldu bizler için. Hâlâ bu anlamda büyümeye devam ediyor, yeni şehirlerde ve ülkelerde kapılarımızı açıyoruz. Geçen sene açtığımız ve “The Global RLI Awards 2015”te “En İyi Ağırlama” ödülünü alan Dubai şubemiz markamız için bir dönüm noktası oldu. Yakın zamanda Dubai’de 2. şubemizi de açtık. Suudi Arabistan ile de 6 şube açmak üzere bir anlaşmaya imza attık. Bu yolculuk nereye kadar devam edecek diyecek olursanız gelmeyi hedeflediğimiz nokta New York’ta Big Chefs bayrağını gururla dalgalandırmak. Yeni girişimlerden olan Obika’dan haberimiz var. Henüz bilmediğimiz başka girişimler / yenilikler var mı gündemde ya da yakın gelecekte? Evet, büyük bir heyecanla üzerinde çalıştığımız yepyeni bir projemiz var. Big Chefs’e kardeş bir Fine Fast Food markası çok yakında hizmete girecek. Adı Dorom.co yani Dürümcü:) Ne yediğinin farkında olanlar için hızlı, uygun fiyatlı, yerel, güvenilir bir marka olacağına inanıyoruz. Bu arada Entrepreneurs’ Organization (EO) Türkiye’nin yeni başkanı oldunuz… Neler söylemek isterseniz bu konu ile ilgili? Entrepreneurs Organization 48 ülkede 11 binin üzerinde üyenin yer aldığı, girişimciler tarafından hayata geçirilmiş önemli bir organizasyon. Bizler de EO’nun Türkiye ofisi olarak son 3 yıldır çalışmalarımıza hiç durmadan devam ediyoruz. Üyelerimize yönelik gerçekleştirdiğimiz eğitici ve öğretici etkinliklerin yanı sıra, onların dünyanın her yerindeki girişimcilerle arasındaki köprü oluyoruz ve işlerini geliştirmeleri için gerekli ağları sağlıyoruz. Üyelerimiz nezdindeki çalışmalarımızın yanı sıra, Türkiye’deki girişimcilik ekosisteminin gelişmesi için de gurur duyduğumuz projelere imza atıyoruz. Böyle güçlü ve etkin bir kurumun başkanı olmaktan ötürü, elbette ki ben de gurur duyuyorum. Sizi uzaktan da olsa takip ettiğim kadarıyla çok güzel bir enerjiniz olduğunu düşünüyorum. Bu enerjinin kaynağı nedir? Nelerden besleniyorsunuz? Teşekkür ederim. Bu biraz insanın kendisiyle ilgili. Kendinizle barışık olursanız ve hayata güzel bakmasını biliyorsanız, bu da dışarıya yansıyor. Çok şükür oldukça enerjik, kolay kolay yorulmayan bir bünyem var. Çalışma arkadaşlarım için merak konusudur bu her zaman. Ama pozitif düşünmenin ve inançlı olmanın etkisi çok büyük bence. Hayatın bize verilen bir hediye olduğunu düşünüyorum. İyisiyle, kötüsüyle yaşadığımız her olayın bir sebebi var. Kimi ödül, kimi ceza, kimi de sınav. Bunu anlayarak ve kabullenerek yaşadığım için de hayatı seviyor ve dört elle sarılıyorum. Çok sevdiğim bir Nietzche şiiri var. Hep ezberimdedir. Aslında O benim hayata bakışımı çok güzel anlatıyor: Öyle bir hayat yaşadım ki...... Cenneti de gördüm, cehennemi de Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de. Bazıları seyrederken hayatı en önden, Kendime bir sahne buldum oynadım Öyle bir rol vermişler ki, Okudum okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum bazen evimde, Hem kızdım hem güldüm halime, Sonra dedim ki “söz ver kendine” Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin. Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin. Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin. Öyle bir hayat yaşadım ki, Son yolculukları erken tanıdım Öyle çok değerliymiş ki zaman Hep acele etmem bundan, anladım. Harika... Artık benim de en sevdiğim şiir :) Peki çocuklarınızla aranız nasıl? Nasıl bir anne olduğunuzu düşünüyorsunuz? Bu soru her sorulduğunda aynı cevabı veriyorum. Aslında her kadının en önemli ve ayrıcalıklı görevi başta annelik! Çocuklarım söz konusu olduğunda benim için akan sular durur. Anne-çocuktan öte arkadaş, dost gibi ilişkilerimiz var. Her şeyi rahatlıkla konuşur, beraber değerlendiririz. Ama bunun yanında disiplinli bir anne olduğumu söylerler. Ne kadar yoğun olursam olayım, onlarla bol ve verimli vakit geçirmeye çok özen gösteriyorum. Birlikte seyahat etmek en büyük hobimiz. Anne olmak hayatta yaşadığım en büyük güzellik... Kendinizi nasıl sağlıklı ve zinde tutuyorsunuz? Nelere dikkat edersiniz günlük yaşamınızda? Güne erken başlıyorum. Uykumu almaya ve sağlıklı beslenmeye özellikle son 1 yıldır çok dikkat ediyorum. Haftada 3 gün spor yapıyorum. Masaj, spa gibi kendimi şımartan bazı bakımları fırsat buldukça yapmaya çalışıyorum. Hayatımda minik kaçamaklarım vardır kendimi iyi hissettirecek… Seyahat etmenin de sizin için önemli olduğunu tahmin ediyorum. Seyahat planlarınızı neye göre yapıyorsunuz? Evet, kesinlikle tam bir seyahat tutkunuyum. Yeni yerler görmeyi, yeni kültürler keşfetmeyi, yeni mutfakları deneyimlemeyi gençliğimden beri çok seviyorum. Tüm bu seyahatler beni besliyor, motive ediyor, ilham kaynağı oluyor. Lapland’ten Karayipler’e, İtalya’da trüf avından Tanzanya’da safariye, Vietnam-Kamboçya’dan San Sebastian’a, New York’tan Uzak Doğu’ya kadar dünyanın her yerine ve farklı noktalara gitmeyi seviyorum. Özellikle gastronomik seyahatlere ve keşiflere bayılıyorum. Yazları Fethiye Hillside da yıllardır vazgeçilmezlerim arasında… En haz ettiğiniz ve en haz etmediğiniz 3’er şey diye sorsam... Fark yaratmak, mütevazılık, hızlı karar almak en haz ettiğim ilk 3 şey. Yavaşlık, monotonluk, kibir ise hayatta hiç haz etmediklerim. Bu hayattaki misyonunuzun ne olduğuna inanıyorsunuz? Aslında geçmişten bugüne kadarki yolculuğuma baktığımda marka yaratmak ve bu markalarla fark yaratarak, istihdam sağlamak benim iş hayatımdaki misyonum olmuş gibi gözüküyor. Bunu yaparken de fark etmeden gençlere, özellikle de kız öğrencilere bir rol model olduğumu düşünüyorum. Kadınların hayatlarının dümenini ele almaları için gereken farkındalığı yaratmak ve buna katkı sağlayacak çalışmalarda bulunmalarını sağlamak amacıyla her türlü platform ve projede yer almaya devam edeceğim. ILAN Penceremin Dışındakiler “ GAIL ALBERT HALABAN 24/25/26 Yazı: Nilüfer Artunç niluferart@gmail.com Pencereden bakmak... Ne zaman düşüncelere dalsam, çözülmesi gereken sorunlar kafamda dönüp dursa, pencerenin önünde amaçsızca dışarıya bakarken bulurum kendimi. Her ortamda sürekli yaptığım ve çoğu kez farkında olmadan tekrar ettiğim bu eylem, çevre evlerdeki kişilerin anlık görüntüsüyle yön değiştirir, yerini garip ve anlamsız bir duyguya bırakır. Karşı evlerde tülün ardında bir görünüp bir kaybolan silüetler, pencerenin ardından gözünü dikmiş bana bakan kedi, cam silen kadın, sigara içen adam, her gün gördüğüm, oldukça tanıdık ama kim olduklarını hiç bilmediğim insanlar, peki kim bunlar? Ne kadar farklı görünse de bireyin komşusu ile derinlerde bir yerde aynı olma hali... Kendisi de benzer duyguları yaşamış olsa gerek, Gail Albert-Halaban Out My Window projesinde bu sorunun cevabını aramış. Şehirlerde karşılıklı evlerde oturan ve birbirini sürekli gören ama durumu anlamlandıramayan insanların ilişkisini sorgulamış. Proje, daha önce hiç tanışmamış, komşuluk mertebesindeki insanları bir araya getiriyor. Sanatçı, projeye dahil olanlardan karşısındakinin yerine geçmesini isteyerek; birbirleriyle ve yaşadıkları yerle olan ilişkilerini farklı bir şekle dönüştürmeye davet ediyor, hatta bir adım ileriye gidip katılımcılara diğerinin sosyal hayattaki rolünü oynama olanağı sağlıyor. Sanatçı bu bakış açısıyla samimi ve kişisel bağları global ölçekte ele alarak tüm dünyadan komşuları projeye aktarmış. İnsanları birbirinin rolüne büründürerek yaratılan bu etkileşim, katılımcıların toplum içinde ve ortak yaşam alanlarında birbirlerini nasıl gördüklerini anlatırken, özellikle mesafe olarak yakın durdukları halde şehir hayatının getirdiği uzaklığı keşfetmelerini teşvik ediyor. Yale Üniversitesi’nde sanat eğitimi alan Gail Albert-Halaban, fotoğrafçılığa 6 yaşında, bir bilim projesi için kamerayı ilk eline aldığında başlamış ve bu işi bir daha da bırakmamış. Sanat anlayışı, toplumsal ve bireysel hayatların görünen ve saklı bırakılan kısımları arasındaki gerilimin keşfine odaklanıyor. Sanatçı, New York ve Paris’te yaşayan insanların pencerelerini yansıttığı fotoğraflarından oluşan Out My Window serisi ile açığa vurmadığımız röntgencilik ve teşhircilik duygularını dışa vurduğunu itiraf ediyor ve bizleri ötekine yönelttiğimiz her bakışın altında yatan, umut ve yalnızlık gibi duygularla yüzleşmeye itiyor. Kendisine özel alanlarında insanları fotoğraflamak ne oldu da aklına geldi diye sorduğumda, kızı bir yaşına girdiğinde ona çiçekler ve balonlar gönderen yolun karşısındaki çiçekçiyi anlatıyor. Oysa hiç tanışmamışlar, sadece pencerenin ardından bir aşinalıkları varmış. Kutlamaya dahil olmak istemişler. O anda pencerelerin ardından yaşanan böyle başka ilişkilerin de olup olmadığını çok merak etmiş Halaban. Önce New York ve ardından Paris’te insanların evlerinden komşularının fotoğraflarını çekmiş, elbette onlara projeyi anlatarak, fotoğraf çekeceğini haber vererek. Tüm fotoğrafların özel bir ışık tasarımıyla hazırlandığı projede, tamamıyla şehre özgü ve ortak bir deneyim yaşanıyor. Halaban, kurguladığı sahnelerde, kendilerine ve birbirlerine bakan katılımcıların yeni bir ilişki kurmasına yardımcı oluyor. Daha önce dünya çapında sergilenmiş ve kitaplaştırılmış olan bu proje, Kasım ayında İstanbul ayağını da tamamladı. Çekilen fotoğraflar, İstanbul’74 bünyesinde bir sergiye dönüştü. 25 Kasım’da başlayan Out My Window İstanbul, 12 Aralık’a kadar İstanbul’74’te! Not: Fotoğrafları davetsizce girilmiş bir alanı yansıtıyor gibi görünse de aslında fotoğraflananlar sanatçı ile işbirliğine giriyor ve hayat içindeki oynadıkları role uygun olarak poz veriyorlar. “ ŞİİRLİ ŞARKILAR Bazen şiirden başkası iyi gelmez halde olurum. Daha beteri, bazen uzanıp şiirlere tutunamayacak kadar külçeleşirim. O zaman şiirlere yazılmış şarkılar kaldırıverir beni nazikçe. Bakın, bu hazine hepimize yeter… Şiirin bilgisi var. Hayata dair bir bilgi. İnsana dair, insanlık hallerine dair bir bilgi. Freud kestirmeden söylemiş bunu; “Nereye vardıysam, bir şairin oraya benden önce ulaştığını görüyorum”. Oedipus bir “kompleks”in adı olarak Freud tarafından dolaşıma sokulmadan çok önce Antik Yunan metinlerinde trajedisini kendi çapında yaşayıp gidiyordu. Ömrünü, insan ruhunu bilimsel olarak deşifre etmeye adamış Freud’un, iyi bir şiir okuyucusu olduğu anlaşılıyor. İyi şiir okuyucusu olan bir o değil elbet. Müzisyenler arasında da çok ama çok iyi şiir okuyucuları var. Ve iyi ki var. Bu yazıda şiirlere yazılmış şarkılar arasında gezdirmek istiyorum, hem sizi hem de kendimi. Şifa niyetine… Yazı: Berna Gençalp bernagencalp@gmail.com İllustrasyon: İdil Ar 28/29/30/31/32 Başlangıçta Ne Vardı? Başlangıçta şiir ve müzik zaten birlikteydi, birdi. Ozanlar vardı. Söyleyecekleri ne varsa çalıp söyleyerek geziyorlardı. Sonra yazı çıktı. Söylenen uçup yiterken yazılan kaldı, adı Edebiyat oldu. Ozansız kalmadık gerçi hiç… Köroğlu, Karacaoğlan, Joni Mitchel, Patti Smith, Jim Morrison, Leonard Cohen, Bob Dylan, Kate Bush, Tori Amos, Aşık Veysel, Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu ve daha pek çoğu o ilk ozanların soyundandır. Hem yazar, hem besteler, hem söylerler. Ama bazen de örneğin bir şair şiirini yazar, bir müzisyen besteler, birileri de çalıp söyler. Bu durumda sanki elden ele büyüyerek gezen bir meşale varmış gibi gelir, bana. Bu elden ele geçme durumu ne hoş, değil mi? Kendi yazıp söyleyen ozanların her biri başlı başına bir derya. Şimdilik onları bir yana bırakalım. Şiirin, bir besteci tarafından şarkı haline getirilerek yeni bir mecraya taşınmasına bakalım. Oradaki şiir-müzik birliktelikleri, şair-besteci-yorumcu uzlaşmaları bize dair, hayata dair farklı umutlar veriyor bana. İnsanların kendi aralarında, güzel güzel, anlaşabileceklerine dair, sağlam bir umut. Sağlam çünkü kanıtlarım var. Hem de her dilde. Ve müziğin her türünde. Kötülük Çiçeklerinden Küçücük Bir Bakışa Brecht 3 Kuruşluk Opera’da “İnsan Neyle Yaşar?” diye sorar... Benim sorum ise şu; insan neyle ehlileşir? Soruyu tutun bir kuytunuzda. Baudelaire, etkisi çok büyük bir şair. Özellikle 1857’de basılan eseri Kötülük Çiçekleri pek çok sanatçıya halen daha ilham veren bir eser. İsveçli Metal grubu Therion’un kitapla aynı adlı, Kötülük Çiçekleri başlıklı bir cover albümü var. Sopor Aeternus da Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ni bestelemiş gizemli bir müzisyen. Sopor’un Baudelaire’in de büyük sevgi duyduğu Edgar Allen Poe’ya da özel bir ilgisi var. Baudelaire’in, şairleri, yere inince madara olan göklerin hakimi martılara benzettiği L’Albatros’unu Fransız ozan-şarkıcı Léo Ferré’den bir dinlemek gerekir... Debussy ise şairlerden Mallarme, Rimbaud ve tabii Baudelaire ile ilgilenmiş. Bir başka besteci Pierre Boulez de Mallarme’nin şiirlerinin müzikte nasıl ifade edilebileceğini araştırmış ve yorumlamış. Rimbaud’nun açık bıraktığı kapıdan geçenler de o çok tanıdık rock efsaneleri; Jim Morrison, Van Morrison ve Patti Smith... Şiir şarkıya dökülünce aslında Babil Kulesi’nin sakinleri için bir avantaj doğuyor... Dil engeli ortadan kalkıyor... Ses, ahenk, yorum, ritm ön plana çıkıyor... “Beni candan usandırdı / Cefadan yâr usanmaz mı?” diyen Fuzuli’yi Rashid Behbudov’dan dinlemek; “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. / Bu şehir arkandan gelecektir” diyen Kavafis’i Dalaras’ın sesinden Karozas’ın bestesinde dinlemek ya da “Altın kumsala yazdık adını, tatlı tatlı esti rüzgar ve sildi adını” diyen Urlalı Seferis’i Theodorakis’in bestesinde Maria Farantouri’den dinlemek ya da “Sıcak bir dalga akıyor çölün kanında / Çöl yorgun, suskun, nefesi kesik” diyen Ahmet Şamlu’nun dizelerini İranlı Mohammed Motamedi’nin sesinden dinlemek... Furuğ Ferruhzad’ı bir de gitar eşliğinde Ziba Shirazi’den dinlemek... Ne büyük şans, ne büyük zenginlik... Bu şarkıların tek kelimesini bile anlamasak ne gam! Onlar halimizden anlarlar ya, yeter. Yetmez mi? Peki. Şöyle bize uzak bir memleketten bir şair seçelim, E.E.Cummings mesela; “somewhere I have never travelled, gladly beyond” diye başlamış olsun ve “your slightest look easily will unclose me / though i have closed myself as fingers, / you open always petal by petal myself as Spring opens / (touching skilfully, mysteriously) her first rose” diye devam etsin; bir başka şair, bizden Barış Pirhasan, “küçücük bir bakışın / çözer beni kolayca / kenetlenmiş parmaklar gibi / sımsıkı kapanmış olsam” diye dilinde döndürsün; ve besteci Derya Köroğlu müziğe döksün. Ne yaparsınız? Çözülüverirsiniz... Sahi, insan neyle ehlileşir? Karşı Cereyan Kestane saçlarımızda kelebekler asılı değil... Olsa keşke. Dış dünyadaki çekişmelerin bazen faili bazen de mağduru olarak, deli bir cereyanda yaşıyoruz. Bu cereyana dayanmak için Bahar Şarkısı’nda nefeslenmek iyi gelir. Turgay Fişekçi’nin “Yağmurlu günlerde seviş benimle” dizesiyle başlayan şiirinden Selim Atakan’ın bestelediği bu şarkı, çekişmeli dünyamıza yumuşacık, şefkatli ve erotik bir karşı cereyan yaratır. Bahar kokan bir şarkıdır. Kara kışta iç ısıtır. Nasıl oluyorsa hem hüzünlü hem coşkuludur. Saçlarınıza kelebekler iliştirir ve sizi çırılçıplak doğaya bırakır. Sanki hep ait olduğumuz yer orasıymış gibi. Ne dersiniz, insan nerede ehlileşir? Göğe Bakalım Bazen de örneğin Turgut Uyar atılır ortaya “İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım” diyerek... “Durmadan harcadığım şu gözlerimden al kurtar” diyerek. “Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım” diyerek. “Sayısız penceren vardı bir bir kapattım / Bana dönesin diye bir bir kapattım” diyerek... Sonra Fazıl Say yakalar onu, bestesini yapar. Serenad Bağcan söyler. Biz seviniriz. Hem de ne sevinmek. Bu yazıyı yazmamın ve geri dönüp şiirden yapılmış şarkılarla olan tüm hikayemi gözden geçirmemin sebebi Fazıl Say’ın İlk Şarkılar ve Yeni Şarkılar isimli albümleri. Bu albümlerde besteci; Turgut Uyar, Metin Altıok, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel, Ömer Hayyam, Pir Sultan Abdal, Muhyiddin Abdal şiirlerini bestelemiş. Fazıl Say gibi donanımlı bir bestecinin tüm bu şiirleri içselleştirip müziğe dökmesinden ve özenli bir şekilde kayda alınmasını sağlamasından o kadar büyük bir mutluluk duydum ki... Üstelik kim bilir kaç kişi, bu şarkılarla ilk defa duyacak “Samanlık sevişenin” dendiğini. “Çok şükür yaşıyoruz / Suyun şavkı vuruyor bize / Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze” dendiğini. “Aşk gene kelime değiştirdi, vahşi” dendiğini. “Gölünüze taş düşerim // Gözünüze yaş düşerim” dendiğini. “Ben can nedir şimdi bildim” dendiğini. “Çiçek demire vurulur” dendiğini. “Salkımlar gibi buluştunuzdu” dendiğini. “Çiğdemde dervişlik var” dendiğini. “Ne kasketim kaldı senin ora işi / Ne yollarını taşımış ayakkabım” dendiğini. Denebildiğini. Denmesindeki isabeti. Fazıl Say, Yeni Şarkılar albümünün sunuş yazısına “Hepimizin Şarkıları” diyerek başlamış. Bence de, bu şiirler, bu şarkılar hepimizin oldukça ehlileşiriz. Hadi bulutlar gitsin. Yazılardan, notalardan bir güzel orman olsun. İklim değişsin. Akdeniz olsun. Gülümseyelim. Hep birlikte sevinebiliriz. Meraklısına Notlar Popüler müzik üzerine derinlikli okumalar yapmak isteyenler için birkaç öneri; Adorno’nun 1941 tarihli “Popüler Müzik Üzerine” yazısı ve Walter Benjamin’in “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” makalesi Şiir ve müzik üzerine harika bir kitap var; Hilmi Tezgör’ün yazdığı “Şarkıdaki Şiir: 20. Yüzyılda Popüler Müziğin Edebi Yönü”. Bir de adlı adınca “Şarkı Okuma Kitabı” var, Bülent Somay’ın yazdığı. Çok okunasıdır. Alt başlığı Ses ve Sözle Denemeler. Şair ve yazar Onur Behramoğlu her sene Gümüşlük Akademi’de Şiirin Müziği başlıklı insana iyi gelen bir program sunuyor, haberiniz olsun. Şiir okunuyor, şiirli şarkılar dinleniyor. Bahar Şarkısı’nda, Turgay Fişekçi’nin Asmaların Dansı adlı birkaç bölümden oluşan şiirinin bir bölümü kullanılmış. Şiirin gerisini merak ediyor musunuz? Arayan bulur. Bahar Şarkısını dinlemek için buyrun; https://app.box.com/shared/yyrb5ae0uj Kemal Burkay’ın şiirinden Arto Tunç’un bestelediği Gülümse şarkısını herhalde bilmeyen yoktur. Ben de yazının sonunu onun dizelerine selam göndererek getirdim. Şiirde, şarkıya dahil edilmeyen bir dize var. Arayan bulur... Besteciler yaşayan şairlerle bazen şarkı sözü yazarı olarak da birlikte çalışıyorlar. Murathan Mungan, Turgay Fişekçi gibi şairlerin ismi kimi şarkılarda da söz yazarı olarak geçiyor. Ama ben bu yazıda besteleneceği öngörülmeden yazılan şiirlerin şarkıya dönüştürülmesine odaklandım. Şiirlere yaptıkları bestelerle dikkat çeken zamanımızın bestecilerden bazıları Onno Tunç, Arto Tunç, Sezen Aksu, Ali Kocatepe, Ahmet Kaya, Selim Atakan, Vedat Sakman, Münir Nurettin Selçuk, Atilla Özdemiroğlu, Nadir Göktürk, Özdemir Erdoğan, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Kerem Güney, Timur Selçuk, Müjdat Akgün, Çiğdem Erken, Doğan Duru, Murat Doğan, Mazlum Çimen, Cihan Sezer, Muhteber Cihaner, Ersel Serdarlı, Fazıl Say... Şiirleri bestelenen şairlerden bazıları Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Kemal Burkay, Gülten Akın, Can Yücel, Atilla İlhan, Metin Altıok, Melih Cevdet Anday, Turgut Uyar, Ümit Yaşar Oğuzcan, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Lale Müldür, Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli… Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar isimli bir albüm de var. Albümde, Metin Altıok dizelerinden bestelenmiş 28 şarkının yanı sıra şairin kendi sesinden bir şiiri de yer alıyor. Fazıl Say’ın İlk Şarkılar ve Yeni Şarkılar albümleri hakkında fikir verebilecek videolar; https://www.youtube.com/watch?v=JizmVxjv3mI https://www.youtube.com/watch?v=lS0lMqc7jPA New York’ta Bir Mısır Gevreği Barı: “ KITH TREATS 34/35/36 36/37/38 Dünyanın başkenti sayılan New York, her alanda öncü tarzı ve sınırsız yaratıcılığıyla her gün yeni deneyimlere gebe. Dünyaca ünlü giyim markası KITH, Brooklyn’deki ana merkezinin girişinde New York’un ilk mısır gevreği barını açtı. 150 m2’lik bu masalsı ve iç ısıtacak kadar masum konsept, tamamen benzersiz bir deneyim sunma peşinde. Yazı : Elmira Gürses KITH Brooklyn’in 3000 metrekarelik bilim kurgu filmlerini aratmayan mağazasının kalbinde New York’ta görülmemiş bir konseptle, bir çocukluk hayali gerçekleşiyor. Kahvaltının en sevilen türlerinden olan mısır gevreğinin menünün ana malzemesi olduğu KITH Treats, yediden yetmişe herkese hizmet veriyor. Müşteriler 24 farklı mısır gevreği çeşidinden istediğini 25 ayrı ekstra malzemeyle süsleyebiliyor, 5 farklı sütten istediğiyle tamamlayabiliyor ve 3 tabağa kadar rahatlıkla yiyebiliyorlar. Her biri tanınan markaların iş birliğiyle hazırlanan mısır gevreği çeşitleri Mylar denilen ve spor camiasının Andre Agassi gibi büyük isimlerince tasarlanmış paketlerde geliyor. Kafenin sahibi; NIKE, Asics, New Balance gibi markalar için çalışmış ünlü tasarımcı Ronnie Fieg, açıkta yemek sunulmasını sevmediği için salata barı tarzı bir konseptin kullanılmadığı KITH Treats’de her şey paketler içinde ve kullanıma hazır olarak sunuluyor. Süt, kahve ve başka hafif içeceklerin yanı sıra üstü mısır gevreği taneli vanilyalı dondurma da almanız mümkün. Seçenekler arasından iki veya üç porsiyon sipariş verenler için, Nike iş birliğiyle yapılmış mini-ayakkabı kutusu tarzında al-git paketleri kullanılıyor. Kafenin içinde yaratıcısı ve tasarımcısı Ronnie Fieg’in zevkini görmemek mümkün değil. Mısır gevreği kutularının tasarımlarının tarihini gösteren LCD ekranlardan, kendi kendinize servis yapabileceğiniz konteynerlere, sporun öne çıktığı tasarıma kadar her köşede KITH’ten bir şeyler bulmanız mümkün. “Ben küçükken şekerli mısır gevreği yemem yasaktı” diye KITH Treats’e ilham veren hayali açıklıyor Fieg, “Arkadaşımın evine gider, gizlice ondan biraz alıp eve getirirdim. Tutkunuydum mısır gevreğinin. Okula giderken babam bana öğle yemeği hazırlardı, ben de onu okulda bir dolara satar, gider mısır gevreği alırdım. Eskiden her gün çikolatalı sütle Frosted Flakes yerdim.” diyor. 13 yaşından beri mısır gevreği barı açma hayalleri kuran Fieg, bu fikri ciddi ciddi düşünmeye 2005’te başlamış. Brooklyn merkezinin renovasyonunun bitmesiyle hiç olmadığı kadar olası görünen rüyasını gerçekleştirme şansını kaçırmamış. Fieg’in Snarkitecture’la ikinci çalışmasının ürünü olan KITH Treats, zikzak yer taşları, siyah beyaz renk teması ve Air Jordan II tavan heykelleriyle SoHo tasarımına gönderme yapıyor gibi. “Tokyo’da görmeye alışık olacağınız türden bir yer burası, yerden tavana kadar detay dolu. Bu kafe paha biçilmez anlar yaratmak ve bu anların hikâyesini anlatmak için yapılmış bir yer’ diyor Ronnie Fieg. Yolunuz yakın zamanda New York’a düşer mi bilemeyiz ama eğer yıl sonu kutlamaları için ufak bir tatil planlıyorsanız, bir sabah kahvaltınızı KITH Treats’e ayırın deriz. Çok vakti olmayanlar için arabalı servis hizmeti de bulunan kafe bu aralar New York’un en popüler noktalarından biri. “ Be Creat!ve The Egg of Mill Esat Baran esatbaran.deviantart.com Grafik tasarım, endüstriyel tasarım, illüstrasyon ve diğer görsel sanatlarla ilgili özgün tasarım çalışmalarınızı hillsider@hillside.com.tr adresine yollayın, değerlendirme sonucunda Hillsider’ın yeni sayısında yayınlayalım. “ SAKLI KENTLER: SAGALASSOS ve KIBYRA Anadolu... Kısacık bir isme sığan dünyaların başka bir adı gibi... Medeniyetlerin, imparatorlukların, icatların coğrafyası... Tarihteki birçok ‘ilk’in başkenti Anadolu... Her köşesinin defalarca yeniden keşfedilebileceği bir yer olan bu coğrafyada, bilindik tarihi ören yerlerinin yanı sıra, gözden kaçan daha nice saklı cennet yeni kâşiflerini beklemekte... Gelin şimdi sizi bildiğiniz yolların dışına çıkmaya davet edeyim ki; sizinle beraber Anadolu’da kaybolabilelim... Anadolu’nun saklı antik kentlerini birlikte keşfedip, onlara birlikte dokunalım... 38/39/40/41 Yazı & Fotoğraflar: Mesut Alp mesutalp@gmail.com Sizi bu sefer Toroslar’ın, turkuaz göllerinin diyarına yani Göller Bölgesi’ne götürmek ve Akdeniz’in bilinmeyen çocuklarıyla tanıştırmak istiyorum. Sizi lebiderya dağların arasına saklanmış bin yıllık öykülere, gladyatörler yetiştiren Kibyra’ya ve son Roma’lı Sagalassos’a davet ediyorum... Eminim ki birçoğumuz bu antik kentlerin adını bile duymamışızdır. Bu nedenle, önce size bu kentlerin bulunduğu coğrafyadan biraz söz edeyim. Burdur ili sınırları içinde kalan bu iki şehrimiz, Göller Bölgesi olarak bilinen alanın içinde yer alıyor. Toros Dağları üzerinde, başka bir deyişle, Bozdağ ve Emirdağ arasında kalan Göller Bölgesi, ülkemizde birçok kişinin tahmin edemeyeceği kadar zengin bir doğal çeşitliliğe sahip aslında. Coğrafi olarak doğuda Beyşehir Gölü, batıda Acı Göl ve Solda Gölü, kuzeyde Eber Gölü, güneyde ise Gülük ve Köprülü geçitleri ile sınırlanan bu alanda irili ufaklı 65 gölün bulunduğu kimin aklına gelir ki? Evet, yanlış okumadınız! 65 adet göl ve bu göllerin oluşturduğu nefis doğanın insana bahşettiği doyumsuz manzaralar... Dağların bereketli yağmurlarıyla oluşan ormanlık alanlar ve göllerin etrafında oluşan bereket, bölgede insanlık tarihinin çok erken dönemlerde başlamasına neden olmuş. Hacılar ve Kuruçay höyüklerinde ilk yerleşimlerin kurulduğu MÖ 6 binden, yani Neolitik Çağ’dan itibaren bölge sürekli bir yerleşim alanı olmuş. Bunlar arasında en çok dikkat çekenler ise Sagalassos ve Kibyra antik şehirleridir... Sagalassos şehri, Burdur il merkezinin yaklaşık 25km güneydoğusunda, Isparta-Antalya karayolunun 40.km’sinde, Akdağların yamacında ve Ağlasun ilçesinin ise 7km kuzeyinde kurulmuş. Hititler’in dünyanın önemli bir gücü olarak Mısırlı firavunlara meydan okuduğu zamanlarda, yani günümüzden 3 bin yıl önce, bu kentin bulunduğu alan Luviler’in Bölgesi diye adlandırılmış; daha sonraları ise Kilikya Bölgesi diye zikredilmiş. Antik Çağ coğrafyacısı Strabon’a göre, burada Pisidyalılar yaşamaktaydı ve Pisidce dili konuşulmaktaydı. Sahip olduğu bereketli tarım arazileri ve endüstriyel boyutta seramik üretimine olanak sağlayan kil yatakları, Sagalassos’un çok büyük bir zenginliğe ulaşmasını sağlamış. Bu aynı zamanda büyük devletlerin iştahını kabartmış olacak ki; Büyük İskender MÖ 3. yüzyılda bu kenti zor da olsa fethetmiş. Bunun akabinde Roma İmparatorluğu sınırlarına dahil olan kent 2 bin yıl önce altın çağını y aşamaya başlamış. Kentin ileri gelenleri, İmparator’a yaranmak için yaşadıkları şehirde büyük imar faaliyetlerine girişmiş, kentin alt yapısından kütüphanesine, çeşmelerinden amfi tiyatrosuna kadar şehrin birçok anıtsal yapısının inşasında rol almışlar. Başka bir deyişle, Sagalassos, kendi zengini ile ayağa kalkan bir kent olmuş. Kente girdiğinizde, sizi Antoninler Çeşmesi karşılar. Bu noktada bir rüya âlemine dalarsınız... Sessizliğin içinde sadece 2 bin yıldır akan çeşmenin sesini işitirsiniz. Çeşmenin bir köşesinde sarhoş Dionysos’u, hemen yanında ise adalet tanrıçası Nemesis’i ve diğer tanrıları görürsünüz. Kocaman bir agorada bu güzelliğe teslim olmuşken, hemen solunuzda Anadolu’daki Roma dönemi tapınaklarının en güzel örneklerinden biri olan Heroon’u ve onun üzerinde dans eden kızları görürsünüz. Sağınızda dağ yönüne doğru baktığınızda ise 9 bin kişilik seyirci kapasitesi ile Anadolu’nun en yüksek rakımlı amfi tiyatrosu ile karşılaşır, seyircilerin kahkahalarına şahit olursunuz. Kütüphanesi, Hadrian Çeşmesi, Meclis Binası ve Odeon’unun yanı sıra hamamı, önemli bir imparatorluk kült alanı olan Hadrian ve Antoninus Tapınağı ile Sagalassos, anılarınızda derin izler bırakacak bir yer... Bu muhteşem kentin kaderi geçirdiği veba salgınları ve büyük depremlerle değişmiş. MS 7. yüzyılda bir depremle yıkılan kent, adeta Anadolu’nun Pompei’yi olmuş. Depremden sonra her şey yerli yerinde kalmış ve yağmalanmadan günümüze kadar ulaşmış. Peki, sadece bu kadar mı? Elbette değil! Buraya kadar gelmişken burada çok keyifli bir konaklama alanının da olduğunu belirtelim ve biraz yemeklerden söz edelim... Konaklama için tercih edeceğimiz Ağlasun her şeyden önce kendi başına çok keyifli bir kasaba... Cuma günleri kurulan pazarı hem çok keyifli, hem de çok fotojenik bir mekan. İnanılmaz derecede sıcakkanlı olan Ağlasunlular ise, her çektiğiniz kareden sonra size çay ikram edip aile boyu poz veren harika insanlar. Herkes kendi bahçesinde ektiğini paylaşıyor sizinle. Bu da akşam kaldığınız otelin mutfağında yerel lezzetlerle harmanlanıp size ikram ediliyor. Dört mevsim sıcak/soğuk havuz, spa ve hamama sahip oteliyle tam anlamıyla bir kaçış alanı Ağlasun. Ormanın içinde, bulunduğu coğrafya ile de çok uyumlu bir mekan. Sabah kümeslerden kendi ellerinizle topladığınız yumurtalarla hazırlanmış omlet ve tamamı organik ürünlerden oluşan keyifli bir kahvaltıdan sonra yolumuz uzun... Rotamız Burdur’un Gölhisar ilçesi ve at yetiştiricilerinin diyarı Kibyra... Ağlasun’dan çıktıktan sonra, sonunda ‘Uzun bir yol oldu, ama değdi!’ diyeceğiniz bir yolculuğa başlayacağınızı önceden söyleyeyim. Burdur il merkezinin yaklaşık 100km güneyinde bulunan Gölhisar ilçesine giderken çok keyifli bir yoldan geçeceksiniz. Çünkü, dağların göllerdeki yansımalarını, mavinin turkuaza meyletmesini, ormanların yeşilini yaşayarak gideceğiniz bir yol bu. Gölhisar’a Cumartesi sabah ulaşmışsanız, pazarına uğrayın derim. Ancak zaman günümüzde bolca bulunan bir kavram değil. Bu nedenle, Pazar ziyareti belki tek başına farklı bir rota olarak gerçekleştirilebilir. Ancak yine de, Kibyra’ya doğru yola çıkmadan önce Gölhisar’da muhakkak çörek otu kahvesinin tadına bakmalısınız ya da bölge halkının kendi tabiri ile: ‘Çörotu gahvesi için gari!’... Şimdi artık Kibyra için hazırsınız. Kibyra antik kenti, Gölhisar merkezinin yaklaşık 3km batısında dağın üst kısmında konuşlanmış. Aracınızı park eder etmez dağların zirvesinde sizi devasa boyutlarda bir Stadion, yani bir stadyum karşılar. Artık Kabalia/Kabalya Bölgesi’nde, başkent Kibyra’dasınız. Anadolu âşığı antik coğrafyacı dostumuz Amasyalı Strabon, kitabında burayı anlatırken insanlarının dört dil konuştuklarını; demircilik, dericilik ve seramik yapımı gibi işlerde uzman olduklarını ve kentin hızlı savaş atı yetiştiriciliği ve gladyatörleri ile de ünlü bir kent olduğunu belirtmekte. Strabon’u biraz dinledikten sonra gelin bu muhteşem stadyumdan kentin içine doğru yürümeye başlayalım... Ağaçların içinde yapacağımız keyifli kısa bir yürüyüşten sonra kentin agorasına, yani çarşısına varıyoruz. Dükkânlarından taban döşemelerine, fırınlarından sütunlarına kadar çok iyi korunmuş bir agorası var Kibyra’nın. Unutmadan belirtelim; burası çok fotojenik bir mekan. Bu nedenle kameralarınızı mutlaka hazır bulundurun. Agora gezimiz sonrası çok az bir yürüme mesafesinin ardından Kibyra’da bizi, büyüklüğü ve ihtişamı ile Sagalassos’taki benzerini hiç de aratmayan bir amfi tiyatro karşılıyor. Tiyatronun en üst basamaklarının üzerinde tiyatronun yapımı için bağışta bulunan kentin hayırseverlerinin isimleri ve imparatorun onlara ettiği teşekkür yer alıyor. 2 bin yıl önce 80 bin kişilik bir nüfusa sahip olan bu kenti, günümüzde sınırları içinde bulunduğu Gölhisar ilçesinin 16 bin kişilik nüfusu ile karşılaştırdığınızda nasıl bir kentte gezdiğimizi daha iyi anlayacaksınız. Tiyatrodan yola devam ettiğimizde önce devasa boyutlarda bir mozaik döşemesi olan Roma hamamına (yaklaşık 560m2), daha sonra da Odeon’a, yani meclis binasına varıyoruz. Büyük kısmı günümüze kadar bozulmadan gelebilmiş bu harika yapının en can alıcı noktası çok iyi korunmuş olan Medusa başı şeklindeki eksiksiz taban mozaiğidir. Konser salonu, mahkeme binası ve toplantı yeri olarak da kullanılan bu görkemli yapının tabanına Medusa figürünün işlenmiş olması, belki de mahkemede yargılananların eğer yalan söylerlerse Medusa’nın gözlerine baktıklarında taşa dönüşeceklerine dair olan korkularını beslemek amaçlıdır; kim bilir! Ancak kesinlikle belirtilmesi gereken nokta, buna benzer bir mozaiğin Anadolu’da oldukça nadir bulunacağıdır. Bu alanı muhakkak görün... İşte Anadolu, ‘Bir varmış, Bir yokmuş,’ diye başlayan bir masalı yaşadığınız yer aslında... Masal kadar gerçeküstü mekânları ve doğasıyla her seferinde avuçlarında büyüttüğü biz çocuklarını şaşırtan bir coğrafya... En başta söylediğim gibi, bildiğiniz yollardan çıkın! Çıktığınızda Anadolu kadar kendinizi de ayrı keşfedeceksiniz... Çanta, Jimmy Choo Elbise, İssa Kolyeler ve Küpeler, Beymen Club Ürünler için Beymen’e, mekan için March’a teşekkürler. “ Timeless 44/45/46 Günümüzde; başkentlerden tutun da, adı bilinmeyen küçük sahil kasabalarına kadar, Armani markasının namını duymayan yoktur. Modanın belki de en büyük isimlerinden, dünyaca ünlü Armani markası, saatlerden, parfümlere, giyimden aksesuara her alanda tartışmasız şıklık anlayışı ve birinci sınıf kalitesiyle öne çıkıyor. Giorgio Armani kırkıncı yılını kutlarken zaman tünelinden geriye bakmak isteyenlere, işte bu moda devinin hikâyesi... Yazı: Elmira Gürses Her efsanenin bir geçmişi, her destanın bir başkahramanı olduğunu düşünürsek, Armani efsanesini hayata geçiren kişi, elbette markaya adını veren Giorgio Armani’dir. İtalya’nın kartpostallık kuzey kasabalarından Piacenza’da dünyaya gelen Armani, İtalyan anne Maria Raimondi ve Ermeni-İtalyan baba Ugo Armani’nin ortanca çocuğu olarak, Sergio adında bir ağabey ve Rosanna adındaki kız kardeşiyle birlikte büyüdü. Giorgio’nun ilk rüyası tıp okumaktı. Bunda A. J. Cronin’in ‘The Citadel’ kitabının büyük etkisi oldu. Milan Üniversite’sinin Eczacılık bölümünde 3 yıl okuyan genç Giorgio, 1953 yılında eğitimini tamamlamadan okulu bırakıp orduya yazıldı. Eğitimi nedeniyle askeri revire atanan Armani, hastane koşullarının çok kötü ve iş olanaklarının kısıtlı olduğunu anlayınca, kariyer seçimlerini yeniden gözden geçirmeye karar verdi. Orduda olduğu dönemde irili ufaklı vitrin giydirme, satış ve pazarlama işleri yaptı ve moda sektörünün bu kısmıyla ilgili deneyim kazandı. 1960’ların ortalarında Armani, Nino Cerruti şirketine geçerek, erkek giyimi tasarlamaya başladı. Yetenekleri çok talep gördüğü için takip eden on yıl boyunca Cerruti için çalışmanın yanında freelance işler de kabul etti ve aynı anda 10’dan fazla butik ve marka için tasarım yaptı. 60’ların sonlarına doğru Armani, Sergio Galeotti ile tanıştı ve tüm hayatını değiştirecek ve yıllar boyunca sürecek hem sosyal hem de profesyonel bir arkadaşlık kazanmış oldu. Galeotti, Armani’yi Milan’da kendi butiğini açması yönünde ikna etti ve yıllar boyunca elinden gelen her şekilde kendisine destek oldu. Armani, 1975 yılında Galeotti ile birlikte kendi markası Giorgio Armani S.p.A’yı açtı ve aynı yılın sonlarında hem erkekler, hem de kadınlar için hazırladığı Bahar / Yaz kreasyonlarını sundu. Takip eden yıllar boyunca butiği ve ismi gittikçe değer kazanan ve moda camiasınca yakından takip edilmeye başlayan Armani, önce Amerika ardından Avrupa’daki butikler için üretim yapmaya başladı. Bugün en bilinen Armani serileri olan Emperio Armani, Armani Eagle ve Armani Jeans gibi koleksiyonlar ardı ardına çıkarken, Giorgio tasarımdaki dehasını pazarlama alanında da göstererek markasını tamamen yenilikçi yöntemlerle lanse etmeye yöneldi. Televizyon reklamları ve devasa sokak tabelaları kullanan marka, yavaş yavaş lüks giyimin bir numaralı markalarından biri haline geldi ve müzik videolarından filmlere pek çok oyuncu, şarkıcı ve artistin gardırobunda yer etmeye başladı. Amerikan Jigolo filminin kostümlerini tasarlayan Armani, bu filmden öyle büyük bir başarı elde etti ki, sadece ayağını kalıcı olarak sinema dünyasına atmış olmakla kalmayıp, markanın ilk defa trend belirleyici olarak öne çıkmasını sağladı. Giorgio Armani’nin Amerikan Jigolo filmi için çalışması bugün bile markayı global düzlemde patlatan dönüm noktalarından biri olarak kabul ediliyor. O günden bugüne Giorgio Armani yüzden fazla film için kostüm tasarladı, düzinelerce giyim ve aksesuar koleksiyonu yarattı ve Amerika’nın sımsıcak Kaliforniya sahillerinden, Japonya’nın neonlarla parlayan Tokyo sokaklarına kadar yayılan dev bir moda imparatorluğu kurdu. Mayodan gözlüğe, spor giyimden saate, hediyelik eşyadan kozmetiğe akla gelen her alanda eline attığını altına çeviren marka, bu yıl kırkıncı yılını kutlarken var olan en genç efsanelerden biri olmanın haklı gurunu yaşıyor. Armani kelimenin tam anlamıyla kırk yıldır hayranlık uyandıran bir başarı hikâyesiyle destan yazarken, her şeyin en iyisini isteyenlere yönelik serileriyle kalite ve şıklıktan bir nebze ödün vermeden büyümeye devam ediyor. Armani erkeği tüm dünyada kadınların neredeyse ilahlaştırdığı bir konsept artık ve Armani kadını da bağımsız ve güçlü duruşuyla yeni çağın en güçlü sembollerinden biri olarak kabul ediliyor. Pek az markanın başardığını başaran ve daha da azının yükseldiği kadar yükselen Armani’nin en çarpıcı yönü belki de bitmek tükenmek bilmeyen yaratıcı gücü. Zamansız şıklığı temsil eden genç isimlerden de olsa, Armani daha onlarca yıl asalet ve zarafet dolu koleksiyonlarıyla arzulanacak. “ HILLSIDER LIKES Siyah Cüzdan, Prada Müzik Seti, Marley Bag of Rhythm Siyah Çanta, Marc by Marc Jacobs 48/49/50/51/52 Cüzdan, Charlotte Olympia Kolye, Ebru Ural/20k Tasarım Takılar Ayakkabı, Jimmy Choo Cüzdan, Saint Laurent Üçgen kolye ve yüzük, Batya Kebudi Küpe, Givenchy Altın Künye, Versace Takvim, Fonfique Parfüm, Frederic Malle Ajanda, Fonfique Kitap, Rizzoli Yayınları Anahtarlık, Loewe Kafatası, Cardboard Safari Elbise, Tory Burch Kemer Tokası ve Jean Geri Dönüşüm Kolyesi, Sheman Yumurta Kartonu Geri Dönüşüm Kolyesi, Sheman “ BALAT UZAKTAN GELEN YAKINLAR 54/55/56/57 Yazı: İpek Çakmak Fotoğraflar: Yasin Baran Çok mutlu olduğunu hissedersin bazı zamanlar. Yerinde duramaz, her şeye yetişmeye çalışırsın. Sabah, öğle, akşam, gece demeden iş hayatı, sosyal hayat, özel hayat diye binbir parçaya bölünürsün. Mutlusundur da bu telaştan. Fark etmezsin yorulduğunu. Molaya ihtiyacın vardır, ama anlamazsın ya da anlamak istemezsin bir şekilde. Bir gün olur, yorulduğunu hissedersin. Her şey üstüne gelir gibi olur. Şöyle alıp başımı gitsem hissi kaplar her yanını. Ama nereye gideceğini bilemezsin ya da bilirsin de zamanın yoktur öylesi uzaklara. Geçiştirirsin bu yorgunluğu. Yorulmayı konduramadığından değil, hayata yetişmeye çalışırsın hâlâ. Birileri, kendin için ne yaptın son zamanlarda diye sorar. Bir durur, sorgularsın kendini. Ertelediğin şeyleri düşünürsün. Tüm bu koşturmacada en çok kendini ertelediğini fark edersin. Çünkü en çok kendine sözün geçer, en kolay kendine hayır dersin. Tüm bu hislerin ardından, bir gün bencillik yapasın gelir. Her şeyi kenara bırakır ve istediğin şeyin peşinden gidersin. Bilirsin ki, kendini bıraktığın zaman, ayakların seni götürür istediğin yere. Hava da güzeldir, aklını çeler. Çıkar gidersin öylece... Ve Balat sokaklarında bulursun kendini. Sokaklarda nereye gideceğini bilmeden ilerlersin. Güzel şeyleri çok da uzakta aramamak gerekirmiş bazen. Girdiğin ilk sokakta, tam da zamanında, karşına modern, ama bir o kadar mahalleli bir kahveci çıkar. Coffee Department’tır adı. İçeri girdiğinde huzur hissedersin. Sohbet gelir peşi sıra kahveni hazırlayanla, kahve kokusu etrafa yayılırken... Vakti zamanında başarılı bir beyaz yakalı olduğunu, 4,5 senedir Balat’ta yaşadığını, 7,5 ay önce bu dükkânı açtığını öğrenir, merak edersin. O da heyecanla anlatır Balat’ı. Burada oturanların yarısının lokal olduğunu, diğer yarısının da sonradan yerleştiğini söyler. Yakın zamanda yerleşenlerin yarısının ise, expatlerin olduğunu ekler. İstanbul gibi kozmopolit bir şehirde bir o kadar kozmopolit bir semt olduğunu anlarsın Balat’ın. Herkesin birbirini tanıdığını, seyahate giderken ev, araba anahtarlarını esnafa emanet ettiğini öğrenince yüzünde bir tebessüm oluşur. Sonra kahveni alır, dükkânın önünde oturursun. Şöyle bir etrafa bakıp Balat’ın geçmişini merak eder okumaya başlarsın. İstanbul tarihinde Balat’ın özel öneminin İspanya’dan gelen Yahudiler’in buraya yerleştirilmesini ve yakın zamana kadar buranın bir Yahudi mahallesi olduğunu hatırlarsın. Üç katlı, cumbalı Yahudi evlerinden günümüze kalan örneklerine bakarsın. Karşında Cumbalı adında bir cafe görürsün. Sorunca, mahallenin yenilerinden olduğunu öğrenirsin. Hemen yanında Kadraj diye bir mekân daha görürsün. Merakına karşı koyamaz oraya doğru gidersin. İçeri girdiğinde duvarlardaki vintage fotoğraf makinelerini, tavandan sarkan makine kılıflarını görürsün. Buranın hikâyesi ne acaba? Sahiplerinin; aslında uzun yıllar Rusya’da yaşadığını, bir fotoğrafçı olduğunu, kısa filmler çektiğini, sonra bir gün ortağıyla birlikte neden hayatımızı yansıtacak bir mekân açmıyoruz sorusuna cevap olarak, kahve ile fotoğrafı buluşturup burayı açtıklarını öğrenirsin. Her bir fotoğraf makinesinin modelini ve nerden aldığını anlatırkenki heyecanını görür, insanın içinde nasıl büyük tutkular barındırdığını bir kez daha anlarsın. Keşfedilecek daha pek çok yer olduğunu hatırlar renkli Balat sokaklarına atarsın kendini. Biraz sokaklarda kaybolduktan sonra, köşedeki mekânı keşfedersin. Adının Reformist olduğunu görüp içeri girer, etrafa bakınırsın. Çoğunluğu ahşap olan dekorasyon objeleri ile ilgili sorular sormaya başlarsın. Reformist Project’in aslında bina restorasyonu ile birlikte iç dekorasyon için buldukları objeleri ve ahşapları reforme ettiğini öğrenirsin. Sonra sempatik mekanla vedalaşır, yine kendini Balat sokaklarında bulursun. Bir şeyler atıştırmak için dolaşırken kırmızı tenteli Forno çıkar karşına. Lahmacun, pide, pizza seçenekleri aklını çeler ve içeri girersin. Buranın bir nevi kocaman, sevimli bir mutfak olduğunu görürsün. Menüde yazan İstanbul’un en iyi lahmacun ve pidelerini bulacağını söyleyen yorumları okuyunca, Trabzon peynirli pide sipariş ederken bulursun kendini. Adeta mahalleli gibi eve dönmek yerine, burdan sonra nereye uğrasam düşüncesi aklına düşer. Gel gör ki saat geç olmuştur. Bazı yerler kapanmıştır. Bazılarında ise hâlâ sohbet halindeki insanları görürsün. Seni kendine çeken Ma’ide’ye doğru ilerlersin. Kapının girişindeki iki kişilik masanın sokağa dönük tarafına ilişiverirsin. Hava bir hayli soğumuştur ve tavsiye üzerine kış çayı sipariş edersin. İçerden hafif hafif Elton John’un Sacrifice şarkısının melodileri ile birlikte Alman bir çiftin konuşmaları kulağına çarparken, çantandan kitabını çıkarırsın. Karşında o saatte hâlâ açık olan vintage dükkânı görürsün. James Redfield’ın Dokuz Kehanet adlı kitabında kaldığın sayfayı aralarsın. Sokağın sessizliğinde arnavut kaldırımlarına vuran ışığa bakar, çayından bir yudum alır ve kendinle başbaşa kaldığın bir yolculuğa çıkarsın. Hava kararmıştır, soğuğu hissediyorsundur. Kimin umurunda! Hani o kış geldiğinde içini bir hüzün kaplar gibi olur ya... Belki kendi içine daha çok döndüğünden, belki de bir şeylere daha zor yetiştiğinden... İllâ bilinmez uzaklara gitmen gerekmez aslında kendini dinlemek için. Ayhan Tomak, Saliha Kartal ve Yahya Bağcı gibi meşhur sanatçıların atölyelerini ziyaret etmek, hayallerinin peşinden giderek kendi mekânlarını açan kişilerle tanışmak, vintage dükkânlarda yaşanmışlıkları hissetmek, rengarenk evlerin büyüsüyle sokaklarda dolanmak, o an içinden gelen kafe hangisiyse orada oturup kendinle başbaşa kalabilmek için ayaklarının seni Balat’a götürmesine izin vermek de yeter bazen. Hayatı ertelemediğin, sevdiğini söylemeyi ertelemediğin, en önemlisi de kendini ertelemediğin dopdolu bir kış senin olsun. Yazarın notu: Balat’ta keşfedilmeyi bekleyen üç mekân: BarbaVasilis Rum Meyhanesi, Cooklife, Perispri Deri Ceket, İro Elbise, Red Valentino Kolye, Beymen Club Ürünler için Beymen’e, mekan için March’a teşekkürler. “ TİFLİS... GRİNİN TONLARINDA MELANKOLİK BULUŞMA Kafkas Dağları’nın şefkatli kollarında uyuyup Kur nehrinin sularında yıkanan buğulu şehir... TİFLİS Gürcistan, tarihte Hristiyanlığı kabul eden ilk ülkelerden biri. Oldukça da önem veriyorlar Hristiyanlık kültürlerine. Gürcistan’ın Tiflis şehri de kilise ve katedral dolu. Her an yolda cübbeli bir papazla karşılaşabilirsiniz. Tiflis’in Hristiyan kültürü gelişmiş, fakir ama eğitimli halkı, sıcakkanlı, kibar ve sanatsever... Diğer yandan ne yazık ki dilencilerle de sıklıkla karşılaşmanız mümkün. Bazıları köprü altlarında sessizce dilenirken küçük ve enerjik çocuklar sizi sokak sokak takip edebiliyor. Çok yıkık dökük harap bina var ama yüksek olmamaları, şehrin dokusuna uygun, tarihi bir estetik barındırmalarıyla insanın gözüne hoş görünüyorlar. Yine de her tarafında koklanan fakirliğiyle romantikten ziyade melankolik bir şehir Tiflis. 60/61/62 Yazı ve Fotoğraflar: Müge Emirgil Gürcistan, Güney Kafkasya’da komşu büyük medeniyetler arasında bir kavşak noktası olmuş tarihler boyu. 19. Yüzyılda Çarlık Rusyası yönetimine giren Gürcistan, SSCB döneminin ardından 1991’de Sovyetler’den kopan son ülke. Şu anda hala ABD politikaları ile Rus çıkarları arasında savrulup duruyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının geçtiği Tiflis, komşudaki bol petrole rağmen hâlâ ekonomik yetersizliklerle boğuşuyor. Petrol ucuz gerçi, otomobile konan benzin kadar ısınmak için kullanılan yakıt da öyle. Dolayısıyla havası da oldukça gri bu şehrin. Kültür, Sanat, Şarap Sert Kafkas havasını dışarıda tutan dağlarla çevrili olduğundan olsa gerek nispeten ılıman bir iklimi var Tiflis’in. Şehrin ismi, Gürcü dilinde söylendiği şekliyle Tblisi, ılık yer anlamına geliyor. Sıcak su kaynakları ve hamamlarını da unutmamak lazım. Kükürtlü sıcak su kokusu pek hoş olmasa da son derece sağlıklı ve rahatlatıcı. Böyle bir hamamda rahatlayıp ardından nefis Gürcü şaraplarını tadarak eğlenmek istiyorsanız Rustaveli’den nehre inerken ilk paralel sokakta bulunan barlar sokağına bir göz atmalısınız. Gürcü şair Rustaveli’nin adını verdiği, şehrin en önemli caddesi Rustaveli, Tavisuplebis Moedani yani Özgürlük Meydanı’na çıkıyor. Bağımsızlığa kavuşmadan önceki adıyla Lenin Meydanı olan alandaki, ülkenin son Lenin heykeli 1990 yılında yıkılarak yerine Aziz George’un altın kaplı atlı heykeli dikilmiş. Rustaveli Caddesi ve bugünkü adıyla Özgürlük Meydanı’nı kapsayan yürüyüş parkuru, kapalı gişe oynayan Opera ve Tiyatro Binası, Parlamento Binası, Güzel Sanatlar Müzesi ve irili ufaklı birçok diğer müze ve kiliseyi barındırıyor. Yine Özgürlük Meydanı’nda bulunan Belediye Binası’nın çaprazındaki caddelerden birinden indiğinizde ise eski Tiflis’e geliyorsunuz. Şehrin gece hayatının kalbine geldiniz. Bazılarında canlı müzik de dinleyebileceğiniz sıra sıra kafe, bar ve restoranlar var. Gürcüler su gibi şarap içiyor. Engebeli olmasından ötürü tarım geri olsa da bölgede ılıman iklim ve uygun jeolojik özelliklere sahip topraklar sayesinde bağcılık oldukça gelişmiş. Gürcülerin cins cins lezzetli şaraplarını tadarak satın alabileceğiniz şarapevlerinden birkaçını nehre inen caddelerde bulabilirsiniz. Özgürlük Meydanı’ndan aşağı doğru inen tüm caddeler Kur Nehrine iniyor zaten. İniyor derken, kelime anlamıyla iniyor çünkü burası bir vadiye kurulu olduğundan genişledikçe yükseliyor. Şehri alabildiğine görebileceğiniz en güzel manzarayı ise Tiflis Kalesi sunuyor. Gürcülerin Mtkvari dediği Kur nehrinin iki kıyısına kurulmuş, ilk bakışta Kafkasya’da değil de Avrupa’daymışsınız hissi uyandıran Tiflis’in Gürcistan’ın en büyük şehri olduğuna inanamıyorsunuz. Kur nehrinin üzerine kurulu sıra sıra köprülerin birleştirdiği bu ufacık oyuncak şehrin nüfusu bir buçuk milyon civarında. Sıcakkanlı, kibar, yardımsever halkı oldukça eğitimli, kültürlü ve de sanatsever. Şehrin her yerinden görülebilen, bir elinde tuttuğu şarap çanağı dosta ikramı, diğer elindeki kılıç ise düşmana gözdağını simgeleyen Gürcistan’ın anası Kartlis Deda heykeli halkın karakteristiğini de çok güzel yansıtıyor. Mutfak lezzetli Genelde ahşap ağırlıklı ve rustik bir havası olan restoranlarda tadabileceğiniz Gürcü mutfağı çok zengin değil ama lezzetli. Yemekleri et, özellikle de domuz ağırlıklı. Erikli soslar ve burada çok yetişen farklı mantar çeşitleriyle zenginleştiriyorlar yemekleri. Mantar bol ve lezzetli olunca haliyle mantar çorbaları da mutlaka denenmeli. Bir de Gürcüler arasında çok popüler bir cins mantı yemekleri var. Hinkal, bildiğimiz mantının on, Çin mantısının iki kat büyüklüğünde olanı. Taneyle sipariş ediliyor. İçindeki kıyma domuzdan ancak isteyen için otlu, peynirli de yapıyorlar. Yaklaşık 10 adetle doyuyorsunuz. Bir de haçapuri denen pideleri ünlü. Alkol kültürü baskın olan bu şehirde güzel şaraplarının yanı sıra Gürcü vodkası ve biralarını da denemeden dönmemek lazım. Daha çılgın bir eğlence istiyorsanız dansçı kızların, sahne gösterilerinin olduğu birkaç büyük kulüp ya da irili ufaklı birçok kumarhane mevcut. Çılgınlıkta daha da ileriye gitmek isterseniz barlar sokağında bildiğiniz Türk pavyonları bile var. Türkler yabancılık çekmiyor Aslında Tiflis’te Türkler ticaret hayatında kendilerini oldukça hissettiriyor. Birçok yerde Türk marka ve ürünlerine rastlayabiliyorsunuz. Türk çikolataları, Türk bisküvileri, Türk deterjanları... Bu kadarı yetmiyor ise Türk Caddesi de denilen Marjanishvili Caddesi’nde Türkler’in işlettiği restoranlar, marketler, hatta berber dükkanları da bulabilirsiniz. Burada envai çeşit Türk ürünleri mevcut. Ancak bir turist olarak nehir kenarında Vorontsov Köprüsü dibindeki parkta açılan Pazar, alışveriş için en otantik seçim olacaktır. Oldukça iyi fiyatlara zevkinize uygun tablo ve çeşitli sanat eserleri satın alabilirsiniz, hem de eserleri yaratan sanatçıların kendi ellerinden... Satın alamayacağınız heykeller ise şehrin her tarafına yayılmış. Hiç ummadığınız anda karşınıza köprüden atlayarak intihar eden bir adam, sokak lambasını tamir eden bir görevli, fotoğraf çeken turistler, yuvarlak olup el ele dans eden çocuklar formatında çıkan heykeller şehre neşe katıyor. Bu küçük şehri en iyi yürüyerek gözlemleyebilirsiniz. Taksi kullanmak isterseniz şehrin her yerine 5-10 dolardan fazla tutmuyor. Yalnız yabancı olduğunuzu anladıklarında biraz fazla para aldıklarını aklınızda tutun çünkü taksimetre yok. Önceden pazarlık edin. Çok uzun merdivenleriyle dikkatinizi çekecek metro ya da otobüs de ulaşım için diğer alternatifler. Önemli bir ayrıntı, Latin harfleri kullanılmıyor. Rusça daha yaygın ancak İngilizce pek bilinmiyor. Türkçe bilene bile rastlayabilirsiniz ama aksi halde Gürcüler ne kadar misafirperver olup size yardım etmek için seferber olsalar da kendi yolunuzu bulmanız biraz zorlaşabilir. “ MODANIN YILBAŞI MENÜSÜ 64/65/66/67 Hayatımıza renk katan yeni akımlarla dolu bir seneyi daha geride bırakıyoruz. Yılbaşı gelip çattı... Birçok trend arasından yılbaşı gecesine uygun olanları sizin için derledim. İster kız kıza yemekte olun, ister kalabalık bir partide... Şıklığınızla tüm gözleri üzerinize çekmek istiyorsanız bu yazıya mutlaka bir göz atın! Kürk Aşkına! Kışın vazgeçilmezi kürklere gardıroplarda yer açın, en iddialısını ise yılbaşı gecesine ayırın. 2015 Kış koleksiyonlarında alışılagelmişin dışında karşımıza çıkan kürkler, girdiğiniz her ortamda gözleri üstünüze toplayacak. Tercihinize göre dilerseniz Marni ve Céline defilelerindeki gibi parçalara ayrılmış ya da Dior ve Emilio Pucci gibi bütün halini kullanın. Hazırlayan: Melis Oğuz melissoguzz@gmail.com Kırmızılara Bürünün Yılbaşı gecesinin vazgeçilmez rengi: KIRMIZI O gece alabildiğince kırmızılara bürünün... Ya kırmızı seksi bir takım elbise ya da hareketli bir elbise. Baştan aşağı tek renge bürünmek bu kışın öne çıkan trendi, işin içine kırmızı da girince tadından yenmiyor. Desen Sevenler “Yeni yıla nasıl girersem öyle geçer” deyip, tüm yılını renk renk, desen desen geçirmek isteyenlerdenseniz bu trendi tek bir parçada kullanmaya özen gösterin. Düz pantolonları desenli gömlekler veya ceketlerle, desenli etek ve pantolonları ise düz bluzla kombinleyin. “Yok bana bol desenli bir yıl lazım” derseniz, o zaman tercihinizi elbiseden yana kullanın. Doğaya Dönüş Yılbaşında sade bir program sizi şıklığınızdan alıkoymasın! Sezonun sıkça kullanılan tonları kahve ve beji cesurca kullanın. Özellikle tulumlarda öne çıkan bu tonları kullanırken canlı renkteki aksesuarları tercih edin. Metal Ayrımı Millenium’dan kalma gibi gelebilir ancak kıyafetlerde metalik etkiler son derece moda. Yılbaşında bir parti planınız varsa bu trend tam sizlik. Pul, payet, boncuk işli bluzlarla ipek pantolonları kombinleyin veya düz işli bir elbise giyin. Gecenin tüm ışıltısı sizinle olsun. Siyahla Beyazız Moda olan renkler ne kadar canlı ya da ne kadar mat olursa olsun, bazılarının tek derdi siyahla beyazdır. İkisi ayrıyken olduğu kadar yan yanayken de bir o kadar cazibelidir. Victoria Beckham ve Valentino’da geometrik, Zimmermann ve Vera Wang’de kombin halde karşımıza çıkan siyahla beyaz kolay ama asil şıklığın tek adresi. Şatafatı Sevenler İçin Yılbaşı Gecesi Yeni yıla tüm iddianızla girmek ister misiniz? Bunun için tek ihtiyacınız; şatafat. Pul, taş ve işlemeli kumaşlar olmazsa olmazınız, renk ise tamamen zevkinize kalmış. Ancak bana sorarsanız kırmızı, altın veya beyazı tercih edin. Bırakın etekleriniz kabarsın ve uçuşsun... Konu şatafatsa, abartmaktan korkmayın! BUNLARI DA UNUTMAYIN Kış Makyaj Trendlerini Değerlendirin! Podyumlarda karşılaştığımız makyaj trendlerinin çoğunu ne kadar beğensek de günlük hayata çok fazla entegre edemiyoruz. İşte bu yüzden; Yılbaşı, Sevgililer Günü gibi özel günler bu trendleri hayata geçirmek için bir fırsat. Bu fırsatı iyi değerlendirin! Metal tonlar her kış gibi bu kış da çok moda. Bronz, metal, altından hangisini seçeceğinize siz karar verin ve göz makyajınızda bu tonları kullanın. Bu tonları sevmiyorsanız dikkati gözlerinize çekecek bir eyeliner uygulayın. Bunu yaparken Fendi, Suno, Dior ve Rochas defilelerinden ilham alabilirsiniz. İlgiyi dudaklara çekmek istiyorsanız da bordo veya kırmızı ruj ilk tercihiniz olsun. Sade bir makyaja en koyu bordo ruju sürmekten korkmayın. Elinizde Bulunsun! Tüm şık kombinlerin son dokunuşudur çanta. Tarzınız, zevkiniz ne olursa olsun en şık kombini sporlaştırabilir ya da en spor kombini şıklaştırabilirsiniz. Elinizde böyle bir güç varken onu en iyi şekilde kullanın. Ayağınıza Sağlık Düşmanı bilemem ama 2015 Kış koleksiyonlarındaki ayakkabılarla herkesin ayağınıza bakacağı kesin. Bolca dans dolu bir geceye hazırlanırken ayakkabınızı dikkatle seçin. Bir Sütyen Her Şeyi Değiştirebilir Yapılan araştırmalara göre kendine güvenen kadınların gücü iç çamaşırlarından geçiyor. E hal böyle olunca en çok dikkat çeken markaya dönmeden edemiyoruz: Victoria’s Secret. 1996 yılında Claudia Schiffer ile start veren ‘Fantasy Bra’ serüveni, Gisele Bündchen, Heidi Klum, Karolina Kurkova, Miranda Kerr ve diğer süper modellerle devam etti. Geçen yıl Alessandra Ambrosio ve Adriana Lima’nın taşıdığı ‘Dream Angels Fantasy Bras’ bizi ekranlara kitlemeye yetti. Geçtiğimiz günlerde ‘Fantasy Bra’ yeni versiyonu görücüye çıktı. 685 saatte dikilen 2 milyon dolarlık ‘Fireworks Fantasy Bra’yı, yılbaşı defilesinde Lily Aldridge taşıyacak. Peki, Yılbaşı Gecesi Bizim Payımıza Düşen Ne? Seksi ve rahat bir iç çamaşırı için H&M, Oysho, Intimissimi, abartılı bir görünüm içinse Agent Provocateur’e mutlaka uğrayın! Yazarın Notu: 2015’i geride bırakırken yaşanılan güzel şeyleri anı, kötüleri ise ders olarak saklayın. 2016’da gelecek insanlara, artı değerlere, yeni renklere ve anılara yer açın. Her şeyin en güzeli sizinle olsun. Mutlu Yıllar... “ GOOD FOR MEN 68 2016 Bahar Erkek Trendleri Erkeğin Stil Rehberi Parfüm Seçimi Yeni yıla girerken erkek modasının yeni rüzgarları da esmeye başlıyor. Görünüşüyle hep bir adım önde yer almak ve girdiği her ortamda odak noktası olmak isteyenler için ipuçları; Moda, giyim, tarz ve stil. Modern metropol erkeğinin sosyo-kültürel kimliğinin ayrılmaz parçaları. Seçenekler ve trendler kafanızı karıştırıyorsa, bu konuda yazılmış harika kitaplarla bir stil ikonu olabilirsiniz. Hardy Aimes’in “ABC of Men’s Fashion” (Erkek Modasının ABC’si) kitabı erkek giyimin ne olduğu, erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği ve etiğin giyime uygulanışı hakkında v erdiği bilgilerle görünüşünüze olduğu kadar öz güveninize de hitap ediyor. Amerikan modasının ikonu, en stil sahibi erkek giyim markalarından Ralph Lauren’in dehasının bir kanıtı da bu kitap. Her girdiği ortama hâkim ve çarpıcı bir tarz için, Ralph Lauren by Ralph Lauren kitabını mutlaka okuyun. Yazılmış en etkileyici moda kitaplarından biri olan Teruyoshi Hayashida’nın Take Ivy kitabı, zamanda geriye giden bir kaleydoskop misali Amerika’nın meşhur Sarmaşık Ligi üniversitelerinin moda anlayışına odaklanıyor ve eşsiz bir görsel portre çiziyor. Kütüphanenize mutlaka ekleyin. Yves Saint Laurent by Farid Chenoune & Florence Muller, çağımızın en büyük moda markasına adını veren büyük ustanın hayatına odaklanan en samimi ve en etkileyici kitaplardan biri. Modayı yaratan isimlerden birinden ders almak istiyorsanız bu kitap tam size göre. Alan Flusser’ın “Dressing the Man: Mastering the Art of Permanent Fashion” (Erkeği Giydirmek: Kalıcı Modanın Uzmanı Olmak) kitabı size doğru renkler, kombinler ve doğru kumaşlar hakkında o kadar çok şey öğretecek, gardırobunuza o kadar katkıda bulunacak ki, eskiden nasıl giyindiğinizi hatırlamayacaksınız bile. Bir ortama girdiğiniz anda size bakan ya da bakmayan herkesin dikkatini çekme özelliğine sahip tek şey kokunuzdur. Erkeğin kokusu sosyal kimliğinin en dikkat çeken parçalarından biridir. Tek başına sizinle ilgili bir kitap dolusu bilgiyi taşıma özelliğine sahiptir. Bu yüzden kokunuzu seçerken doğru mesajı verdiğinizden ve doğru tercihi yaptığınızdan emin olmanız gerekir. Parfüm kişisel tarzınızın görünmez ifadesidir. İnsanların sizi nasıl gördüğü ve hatırladığı üzerinde büyük etkisi vardır. • Prada’nın kısa şortlarına bir şans verin. • Çiçek desenleri ve kıvrımlı boyun bağlarının öne çıktığı cüretkâr ve kadınsı bahar trendinden kaçmayın. • Armani’nin rahat, günlük ve klasik tarzından şaşmayın. • Bottega Veneta’nın sırt çantalarıyla hayatınızı kolaylaştırın. • Ferragamo podyumunda gördüğünüz gibi retronun dönüşüne izin verin. • Yarı şeffaf gömlekler bu yılın bahar modasında öne çıkıyor. Mutlaka deneyin. • Asya etkisinin kuvvetle hissedildiği sezona Uzakdoğu temasıyla girin. • Versace’nin yuvarlak kepleri sezonun favori aksesuarı olma yolunda. Bir tane alın. • Gömleklerde görmeye alışık olduğunuz kareli desenler, bu sezon atkılar, ceketler ve paltolarda öne çıkıyor. Aklınızda bulunsun. • Size hangi kokunun yakıştığını en iyi siz anlayabilirsiniz. Ama eğer fikrine güvendiğiniz birden fazla kişi bir kokunun size yakışmadığını söylüyorsa, parfümünüzü değiştirmeyi düşünün. • Bir kokuyu almadan önce kendi vücut kokunuzla uyumunu bütün bir gün boyu test edin. • Eğer parfüm alımında yeniyseniz ufak şişelerden başlayın. Küçük boy şişeler, fikrinizin değişmesi ya da az kullanımın sorun olmayacağı en ideal seçimdir. • Parfümler bozulur. Direkt güneş ışığı alan ya da sürekli ısınan nemli ortamlarda aromalar parçalanır ve parfümünüz orijinal kokusunu kaybeder. Onları kapalı, serin ve kuru ortamlarda saklayın. • Kullanırken abartıdan kaçının. Boyun, bilek, omuz gibi vücudunuzun ısı alanları kokuyu yaymak için idealdir. Doğru noktaları öğrenin ve az kullanın. Bileğinize sıktığınız kokuları, bileklerinizi birbirine sürterek yaymaktan kaçının. Bu koku moleküllerinin arasındaki bağı koparır ve kokunuz etkisini kaybeder. Aynı şekilde giysilerinize parfüm sıkmayın. Aromanın cildinize temas etmesi gerekir ve parfüm içindeki yağlar giysilerinizde iz bırakabilir. “ İYİ HİSSETTİRENLER 70/71/72 Geldik kışa... Ya da kış bize geldi! İnsan bardağın boş tarafını görmek istedi mi, kendisini kötü hissedecek pek çok sebep yaratabilir bu mevsimde. Kar, kış, kıyamet... İçimiz üşüyor, doğalgaz faturası kabarıyor... Evsizler ve minik dostlarımız dışarıda donuyor, bu sefer içimiz acıyor. Bunun kesilecek faturası da yok! Kasvet, karanlık, ayaz... Mı gerçekten, yoksa yeni kararlar almak, doğa gibi önce bir uykuya çekilip, sonra yeniden doğmak, hadi daha da basite indirgeyeyim; sevdiklerinize hediye verip, bir sıcak gülümseme görmek, kışlık yeni ciciler için alışverişe çıkmak, yeni yerler keşfedip, arkadaşlarla sıcak sohbetle sıcak şarabın keyfine varmak için en uygun zaman mı? Bardağın dolu tarafından bakmasını bilene her mevsim bir nimet, her gün hediye. Her ne kadar dünya olumsuz hadiselerle çalkalansa da, halen kendimizi iyi hissetmek ve anların kıymetini bilmek için pek çok sebebimiz var. Bakmayı ve görmeyi bilmek, istemek lazım, di mi ama :) İşte benden naçizane öneriler :) Yazı: Özlem Gökbel ozlemgokbel@gmail.com İnsanın tasarımdan başı döner mi? Döner! Boğaz hattının en şık tasarım mağazalarından ve Bebek semtinin en sevimli noktalarından biri olan Chic Town Deco’ya adım atarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Dünyanın her köşesinden özel olarak getirilmiş tasarım objeleri başınızı öyle bir döndürecek ki; orada gene tasarım harikası koltuklardan birine çöküp, mağazanın kurucu ortaklarından Mimar Tülay Beşir’in bir acı kahvesini içmek isteyeceksiniz... 1 yıl kadar önce açılan Chic Town Deco’da aydınlatmadan, mobilyaya, ev tekstilinden dekoratif aksesuarlara kadar birçok farklı tasarım ürün ve sanat objesi yer alıyor. Her birini sevdim, neredeyse hepsi benim olsun istedim. Ama en çok aklım kalanlar, -kişisel olarak renk cümbüşüne bayıldığımdan olsa gerek-, Lübnan Firması Bokja’nın geleneksel teknikle üretilmiş el yapımı tasarım koltuk ve kanepeleri oldu. Ünlü Alman tasarımcı Thomas Hoffman’ın enerjik, renkli, eğlenceli, el yapımı ve el boyama özel tasarım mobilyaları ve objelerine, İtalya’nın 100 yıllık seramik firmalarından Rometti’nin geleneksel el yapımı, farklı temalardaki vazo, kase ve dekoratif tasarımlarına, Parisli Ateliers’in Louvre Müzesi sanat koleksiyonuna, İtalya’nın lider mobilya firması Dialma Brown‘un vintage, loft, endüstriyel, country tarzı mobilya, lamba, ayna ve objelerine veee Philippe Starck, Marcel Wonders, Patrica Urquiola, Melone Bourge gibi tasarım dünyasının ikonlarının özel çalışmalarına da hayran kalmadım dersem eksik bir yazı olur bu. Bugüne kadar mimar olarak da birçok projeye imza atmış olan Tülay; bu ürünleri seçerken amacının; günümüz dünyasının hızlı koşuşturmasında kişileri evlerinde, iş yerlerinde, iyi, farklı, enerjik ve neşeli hissettirmek, hayallerindeki yaşam ortamını gerçekleştirmelerini sağlamak” olduğunu söylediğinde onu hiç tereddütsüz takdir ettim. İyi Hissettirenler başlıklı yazılar yazmaya kalkışmış, önerileri ile insanların iyi hissetmelerinde payı olduğunda mutluluk duyan biri olarak ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım :) Kıssadan hisse; önerim yolunuzu en kısa zamanda Bebek Hamam Sokak No:5’e düşürmeniz olacaktır. Hele ki yılbaşı döneminde; kendinize ya da sevdiklerinize ne hediye alsam diye düşünürken... :) www.chictowndeco.com Bildiğimiz markalarda yeni imzalar alışveriş arzumuzu kamçılar mı? Kamçılar! Giyim, kuşam, takı, mücevher, ayakkabı, çanta... Bu kelimeler – sadece kelime olarak bile - bende tarifi zor bir duygu uyandırır her zaman... Hani limon deyince hepimizin bi ağzı sulanır, dişi kamaşır ya, istem dışı bir durumdur. Sanki onun gibi bir şey... Zaafım var. Bayılıyorum. Alışveriş, yeni ciciler, farklı tasarımlar bana kendimi baya iyi hissettiriyor :) Şimdi bir vesile daha çıktı! Mudo’dan ya da Boyner’den alışveriş etmeyenimiz pek yoktur. Sevdiğimiz Türk markalarından olurlar kendileri. Bugünlerde Mudo koleksiyonlarında tasarımlarıyla Arzu Kaprol’un, Boyner’de ise özenilmiş seçkisiyle Ayşe Boyner’in imzaları var. Hadi bakalım, şimdi alışveriş yapmayın da göreyim :) Şahsen kendisini pek beğendiğim Arzu Kaprol; “’Tasarım bir ürünün farklılığı, her zaman güncel olmasıdır” mottosundan yola çıkarak Mudo için uzun süre dolabınızda tutabileceğiniz zamansız ürünler tasarlamış. Mudo’nun Maid in Love ile yaptığı renkli iş birliğinden sonra yeni bombasını merekla bekliyordum zaten. Hemen bir Mudo mağazası ziyareti yaptım. Arzu Kaprol tasarımlarını bizzat inceledim, dokundum. Doku önemli benim için. Çok renklilik de keza. Renk bloklarından lazer kesimlerine kadar tamamen özgün bir tasarım anlayışıyla şekillenen koleksiyonda, neopren ve deri kumaşlar öne çıkmış. Anahtar renkse oranj. Limitli sayıda üretilen bu koleksiyon hem dokudan, hem de renk seçimlerinden benden tam puan aldı. Tasarım ürünler olmasına rağmen göze alınabilir fiyatlandırması sayesinde gardırobumda da yerini aldı :) www.mudo.com.tr Boyner’e gelirsek; Ayşe Boyner’in henüz Türkiye’de olmayan dünyanın başarılı ve trendy markalarından bir koleksiyon derlediğini duyar duymaz hemen internete girip, kendime havalı bir parça kaptım bile :) Ayşe Boyner, bu projedeki ortağı Danimarkalı Charlotte Gram Andersen ile tüm dünyada pek çok fuara katılmış. İngiltere’den Avustralya’ya kadar pek çok ülkeden 37 tane tarz sahibi marka belirlemiş. Şimdi bu markalardan en hip ürünler 11 Boyner mağazasında satışa sunuluyor. Boyner Fresh adı altındaki bu seçkinin en büyük özelliği ise 6 haftada bir değişecek olması. Yani; Boyner Fresh’den aldığınız bir ürünü bir başkasının üzerinde görme şansınız baya bir az... Fiyatlar da gayet makul. Belli ki; herkes birazcık tarz giyinebilsin istemiş Ayşe Boyner, iyi de yapmış :) www.boyner.com.tr Bir restoranda gördüğünüz, dokunduğunuz her şeyi satın alabilir misiniz? Alırsınız! Dergimizin kadim yazarlarından, çok sevdiğim arkadaşım Petek Erim aradı geçenlerde. Rutin hal hatırlaşmamız arasında “bizim Dido çok cici bir restoran açmış, bir gün de orada buluşalım” deyince beni aldı bir merak. Zaten bayıldığım bir sektör, yeni yer keşfetmeden de duramam, e bir de üstüne üstlük Avusturya Kız Lisesi’nden sınıf arkadaşım Elif Didem Yağcı’yı pek severim, pek özlerim... Haliyle tez vakte aldım soluğu, son zamanların yükselen lokasyonu Armutlu’da konuşlanan March’da... Bulmam kolay oldu, zaten ana cadde üzerinde ışıl ışıl parıldıyordu mekan. İçeriye girdiğimde beni ilk karşılayan “tasarım” oldu. Şaka değil; nereye baksam gördüğüm sanat eserleri, tasarım objeler, özel design edilmiş oturma grupları ve ahşap uzun masalar, dev özgün avizeler hoş geldin dedi bana önce... Sonra Dido sarıldı sıkı sıkı da, kendime geldim. Etkilenmiştim. Onun güleryüzünün ardındaki hayat görüşü, March’da ağaca, cama, metale, seramiğe yansımış ve sıcacık bir mekan olmuş. Bir de mekanın tam karşısında çam ormanları, içerisi zaten cıvıl, cıvıl, ışıl, ışıl... Bir kartpostalın içine düşmüştüm anlayacağınız. March Restoran’ın beni çarpan bir diğer özelliği de; yemek yediğiniz tabaktan, tepenizde masanızı aydınlatan avizeye kadar, mekanda gördüğünüz her şeyin satılık veya sipariş edilebilir olması. Kendi tasarımları olan ev mobilyası, masa, sandalye, sehpa ve aydınlatma grupları dışında, ince bir zevkle seçilmiş hediyelik eşyalar, cam sanatının kibarlığını yansıtan objeler, seramik tasarımlar ve şahaser tablolar da var burada. Yemeğinizi yerken etrafınıza bakışınızı ve aklınızdan geçen soruyu hayal edebiliyorum: Eşime, dostuma, hatta evime hangi birini alsam acaba? Bu arada bahsetmeden olmaz; kendisini butik bir et restoranı olarak konumlandıran March’ın mutfağı yılların usta ismi Şenay Yılmaz’a emanet. Bonfile, dana pirzola, külbastı ve nice enfes lezzet, ama özellikle harika soslar, güleryüzlü ve ilgili Şenay Hanım’ın yemeklere kattığı sevgisi ile pişiriliyor. Mekanın konsepti; özel kutlamalar, lansmanlar, doğum günleri vb etkinlikler için de çok uygun. Aklınızda olsun. Size kendinizi iyi hissedeceğinizin garanti olduğu bir mekan daha önermiş olayım. www.marchistanbul.com “ ART BLOG 74/75/76/77 Röportaj: Rana Korgül ranakorgul@gmail.com Fotoğraflar: Ofist Arşivi www.ofist.com Başı Belada Tasarımcılar Ofist İki farklı karakter bir olup tasarım harikası işler ortaya koyuyorsa, illa her zaman aynı şeyi söylemek ya da aynı yöne bakmak gerekmez. Ofist ortakları Yasemin Arpaç ve Sabahattin Emir işte bize bunu gayet güzel kanıtlıyor. İşleri çok beğeniliyor, çok konuşuluyor, çok da övgü alıyor. Estetik kaygı yerine doğal ve fonksiyonel olan üzerine giden tasarımcılarla bir araya geldik ve koyu sohbete daldık... Sizi tanıyor olsak da, her şeyin en başına dönmek isteriz. İç mimari ve tasarımla yollarınız nasıl kesişti? YA: Tesadüf olsa gerek... Bence 18 yaş hayatının kararını vermek için oldukça erken bir yaş. Son derece kararlı ve istekli bir seçimdi benimkisi ama yine de tesadüfen doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Bizim jenerasyonda işletme okumak çok popülerdi mesela. Dönemin belki de yarısı neyi işleteceğini bilmeden işletme fakültesi seçti. Sonra kimisi reklamcı oldu, kimisi bankacı... Sonuç olarak, ne zaman kesiştiği, nereden girdiğimiz değil; neresinden çıktığımız daha önemli. Ben yaratmayı seviyorum. Bir işi tamamladıktan sonra şöyle bir geri çekilip ne yaptığınızı görebilmek, dokunabilmek güzel bir şey. SE: Ben endüstri meslek lisesi elektrik bölümü mezunuyum ve elektrik mühendisi olmaya çalışıyordum. ÖYS’yi kazanamayınca yetenek sınavlarına girip ne olduğunu doğru dürüst bilmeden içinde mimarlık lafı geçiyor diye tercihlerim arasına iç mimarlığı yazıp Mimar Sinan’a girdim. Bir insanın geleceğine böyle karar vermesi çok tuhaf ama böyle oldu. Güzel tesadüfler diyelim... Ofist’te ortaklığınız nasıl gelişti? YA: Bir plan ile gelişmedi. Hatta tamamen kendi akışında gelişti diyebiliriz. 10 seneyi devirmişiz... SE: Daha önce aynı ofiste çalışıyorduk. İşten ayrıldıktan sonra önce beraber bir, iki iş yaptık. Sonra da bu iş olur diye düşünerek 2004’de Ofist’i kurduk. Ofist Türkiye’nin önemli mimarlık ofislerinden biri. Bir iç mimari projeye baktığımız zaman Ofist’in karakterini yansıtan özellikler neler? SE: Karakteristik derken birbirini tekrar eden biçimsel çözüm ya da tercihlerden bahsedemeyiz. Böyle bir şey yapmaya da çalışmıyoruz. Biz her proje çözümünde aynı yöntemi kullanmamıza rağmen bu biçimsel olarak projelerimize yansımıyor. İşlerimiz birbirinden çok farklı çünkü sorular çok farklı. Dolayısıyla cevaplar farklı... YA: Biz tek tip bir iş yapmıyoruz. Müşterimizin neye ihtiyacı olduğu çok önemli. Bazen sadece küçük bir makyaj oluyor bu ihtiyaç, bazen de sıfırdan, baştan yaratmak. Tabii ki, her noktasını tasarlayabildiğimiz proje çok daha özgür, yaratıcı ve eğlenceli. Burada önemli olan her projenin doğrusunun bir diğerinden farklı olması. İşte o yüzden biz hazır çözümlere, kalıplara başvurmuyoruz. Her projeyi kendi özelinde değerlendirip, projeye ve kişiye özel tasarımlar yapıyoruz. Terzi misali... O zaman da kullanıcının üzerine cuk diye oturuyor, sağından solundan sarkmıyor, emanet durmuyor! Bence bizi farklı kılan büyük ölçüde bu. Projelerimize baktığınızda aslında hepsi birbirinden oldukça farklıdır. Doğal olarak... Ne de olsa kullanıcıları da, amaçları da, yapıları da farklı. Ama tasarım gözüyle bakan bir göz içlerindeki ortak yaklaşımları seçebilir. Mesela; biz kabuğunu tasarlamayı seviyoruz! Tüm duvarları, zeminleri tamamlayıp, ‘Tamam şimdi de buraya kütüphane koyalım, şuraya da dolap yerleştirelim,’ demek yerine, daha o duvarı şekillendirirken bir kütüphane olarak şekillendiriyoruz. Bunu anlatabileceğimiz güzel örneklerden bir tanesi Karaköy Loft. Her şey tamamlandığında mobilya olarak sadece ev sahibinin eski bir kanepesi ile sekiz sandalyesi getirilip yerleştirildi. Geriye kalan her şey evin inşai süreci içerisinde müşterimizin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda tasarlanmış ve inşa edilmişti zaten. Yani, demir konstrüksiyon ile zemine ankre edilmiş beton yemek masasını bir ucundan tutup 20cm kenara çekme şansınız bile yok. Ama zaten ince ince düşünülüp uygulandığı için öyle bir ihtiyaç da yok! Detay ve özen kesinlikle bir arada diyorsunuz... Peki, iç mimari anlayışınızın temeli neye dayanıyor? YA: Gerçek işler yapmaya dayanıyor sanırım. Gerçek insanlara, gerçek hayatlara, gerçek tasarımlar ve mekanlar. Dekor olarak fonda durmayan, gerçekten kullanılan, gerçek ihtiyaçları karşılayan işler yapıyoruz. Biz egoist tasarımcılar değiliz; olmamaya da çalışıyoruz. Mekanları kendimiz için veya iyi fotoğraf versin diye yapmıyoruz. Kullanılsın, ihtiyaçları karşılasın, sevilsin, yaşansın, tatmin etsin diye yapıyoruz. SE: Bir mekan tasarlamakla bir endüstri ürünü tasarlamak arasında çok ciddi farklar var biliyorsunuz. Bir ürünü satmak istediğiniz kadar çok kişinin ortak beğenisini karşılayacak şekilde tasarlarsınız ya da çeşitlendirirsiniz ama mekan tasarımında işveren çoğunlukla bir kişidir. Yani her proje bizim için biriciktir. Ekonomik ya da hızlı davranmak adına bazı kabullerden yola çıkarak işimizi kolaylaştırmıyoruz. Gerekirse başımızı belaya sokup, sonra altından kalkmasını da biliyoruz. Başı belaya sokup sonra da altından kalkmak, ne güzel bir anlatım oldu! Bu bağlamda tasarım dünyasında kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? YA: Yaptığı işle, hayatla ve kendisiyle hala bir derdi, bir alıp veremediği olanların köşesinde diyebilirim... SE: Az önce Türkiye’nin önemli mimarlık ofislerindensiniz dediniz ya bu çok güzel bir şey, çok hoşuma gitti... Yaptıklarımızı tüm dünyada yapılanlarla beraber düşündüğümde kendimizi taş üstüne taş koyma çabası içinde olanlarla aynı yerde görüyorum. Haklısınız... Mesleğinizi başarıyla sürdüren tasarımcılar olarak, bugünlere gelirken pek çok evreden geçmiş olmalısınız. Mesleğinizdeki en büyük kazancınız ne oldu? SE: Yaptığımız iş birçok disiplini bir arada düşünmeyi, dikkate almayı ve çalışmayı gerektiriyor. Bütün bu süreçlerde beraber çalıştığımız düz işçisinden marangozuna, temizlik görevlisinden mutfak şefine kadar birçok insanla hem beraber çalışıp hem de birbirimizle savaşarak ortaya somut bir iş çıkarabilme becerisi en büyük kazancımız... www.ofist.com Ofist’in en heyecanlandığı projeler değişik ve yaratıcı olanlar diye biliyoruz. İşlerinizde her zaman yeni bir hava yaratmayı başardığınız gibi aynı zamanda tasarım değeri taşıyan sayısız projenin altına da kendi imzanızı attınız. Biraz bu projelerden bilgi verir misiniz? YA: Biz kendimize çözecek sorunlar yaratıyoruz ilk önce. Yoksa neden bir insan gidip hazır bir duş teknesi alıp koyacakken, oturup da tekerlekli bir duş teknesi tasarlar, detaylar çözer ve üretir ki! Mesela; AD Evi’ndeki yaklaşımımız binanın tarihi mirasına dokunmadan yanına ilişiverip bundan sonraki hayatımızı birlikte devam ettirmek idi. Yüz küsur senelik yapının duvar lambrilerini yok edip bir köşe duşu yerleştirmek istemedik tabii. Ama dairenin yeni kullanıcısı da haliyle bu devirde her sabah duş yaparken aslan ayaklı küvete girmek istemiyordu. Karaköy Loft, tüm dünyada çok büyük ilgi gördü. Sayısız blogda, dergide ve kitapta yer aldı. Ekşi sözlükte bile hakkında 12 adet giriş var! Aslında son derece basit ve doğal çözümlerle fakat akıllıca ve iyi detaylandırılarak çözülmüş bir proje. Her köşesi ve her detayı, kullanıcısı için düşünülmüş, tasarlanmış ve titizlikle uygulanmış bir proje. Y Evi’ndeki yaklaşımımız ise biraz daha farklıydı. Mandarin Oriental’in Bodrum’dan kopuk bağlamını Akdenizlileştirebilmek için bir çalışma diye özetleyebiliriz. Daha lokal, daha yazlık, daha bildik, daha sıcak, daha samimi ve daha Bodrum... White House ise tam Gezi dönemine denk geldi. Gezi’nin kesilen ağaçlarının yaprakları Kate’in merdivenlerinde yerlerini aldı. Güneş ve gölge ile çok tatlı oyunlar, yansımalar yaratıyorlar. Gezi’nin kurtarılmış ağaçlarını küçük bir gülümseme ile anımsatarak... Bu arada Numnum’ları yapıyoruz bir yandan da. Birbirini takip eden bu projeleri bile ele alırken her seferinde birçok noktasında başa dönüp tekrar gözden geçirip değişiklikler yapıyoruz. Çabuk tüketen moda tasarımı ile daha uzun soluklu mimari tasarım arasında da ayrılmaz ve hatta kaçınılmaz bir bağ var. SE: Aslında biz hemen her mekanda heyecanlanacak bir şeyler buluyoruz. Aklıma Kent Optik geldi. Müşterimiz Kanyon’da bir yer tutmuş ve yeri göstermek için bizi mekana götürmüştü. Ama pek bir mutsuzdu çünkü dükkanın bir duvarı hem yatayda, hem dikeyde içe doğru eğikti yani içbükeydi. Ayrıca dükkan içe doğru daralıyordu, yani dükkan müşteriye göre hem yamuk, hem de kullanışsızdı. Biz duvarı görünce birden heyecanlanıp fikirler üretmeye başladık. Ne de olsa Kanyon’un karakteristiğini en çok yansıtan üç beş dükkandan birisiydi. İstanbul’da yaşayan, çalışan ve tasarlayan mimarlar olarak, onda neyi değiştirmek isterdiniz? SE: İstanbul fıtratı gereği hiçbir zaman çok düzenli tıkır tıkır işleyen bir şehir olamaz, olmasın da zaten. Ama yine de İstanbul’da yaşayanlar olarak asgari düzeyde bir konforu hak ediyoruz diye düşünüyorum. Mesela; tüm tuğla kalmış binalar sıvanıp boyansa, şehirde daha az korna çalınsa, denize iki metre mesafede yolları bile yağmurda su basmasa, daha fazla meydan olsa ya da insanlar çalıştıkları yakada oturmaya özendirilse gibi yapması çok da zor olmayan ama hayatımızı çok daha çekilir kılacak şeyler yapılabilir. YA: Benzer bir şey MMS evinde de olmuştu! Ev Ayşe Sultan Korusu’nda zamanında Nezih Eldem tarafından yapılmış bir apartmanın çatı dubleksi. Dönem karakteristikleriyle arazinin eğimi kullanılarak küçük kot farklılıkları ile bölünmüş mekanları ve detayları görünce inanılmaz heyecanlandık. Daha sonradan öğrendik ki işi bize vermelerinin başlıca sebebi bu heyecanımızmış. Bizden önce mekanı gören mimarlardan bir tanesi ‘Ah çok güzel ama keşke şöyle ferah, geniş, düz ayak bir mekan olsaydı!’ demiş... Hepsi birbirinden özel, tasarım niteliği ön planda olan projeler... Ya hiçbir bağlayıcı unsur olmadan sonsuz olanakla bir konut tasarlamanız istense, bu nasıl olurdu? YA: Çok sıkıcı olurdu! Bu şimdi size şaka gibi gelecek ama gerçek. Yarattığınız işi farklı kılan, yaratıcılığınızı zorlayıp size sıra dışı şeyler yarattıran hep bu bağlayıcı unsurlar. Dümdüz bir arsada bir ev tasarlamaktansa, kayalık bir dik yamaçta tasarlamak daha heyecanlı. Evin kullanıcısı, bulunduğu yer, çevresi, tarihi mirası, mimarisi, yapı tipi, komşuları, bütçesi, ihtiyaçları... Bunlardan herhangi biri değişse, varacağınız sonuç da değişir/değişmeli. SE: Her proje kendi başına bir soru aslında. Ve ben size, “Bir sayıyı bir sayı ile çarpın sonucu söyleyin,” desem bana cevap veremezsiniz değil mi? Çünkü sormadığınız bir sorunun cevabını beklemek gibi bir şey olur bu. Soru yoksa cevap da üretilemez. Tasarım sektörünü de takip ediyorsunuz. İç mimarlık ve tasarım ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? YA: Tasarım hayatın ayrılmaz bir parçası. İyi, kötü, başarılı veya değil etrafınızdaki her şey bir tasarım. Dolayısıyla iç mimarlıktan da ayrılması mümkün değil. Biz trendlerden de uzak durmaya çalışıyoruz aslında. Gelip geçici, moda olup sonra demode olan... Bodrum Mandarin Oriental’daki Y Evi’nde müşterilerimiz Türkiye’nin büyük hazır giyim markalarından birisinin sahipleri. Trendleri, stilleri yakından takip eden, kumaş ve teknikleri konusunda bilgili ve tecrübeli bir aile. Onlarla olan tecrübemizde, bir yandan moda parçaları, renkleri ve fikirleri, bizim trendlerden ve modadan bir nevi uzak durmaya çalışan tasarım anlayışımızla harmanlarken gördük ki aslında trendlerden de uzak durabilmek mümkün değil. Sizce iyi, kusursuz bir tasarım nasıl olmalı? YA: İşlevini görmeli ve kullanıcısını mutlu etmeli... SE: Benim şöyle bir kriterim var; eğer bir tasarımı gördüğümde “ne kadar basit, nasıl daha önce bunu akıl edemedim” diyorsam, o iyi bir tasarımdır. Ben daha kusursuz demeyelim ama daha doğru tasarımlar yapmak için şu yolu deniyorum; önüme bir tasarım konusu geldiğinde, örneğin bir sandalye tasarlamam gerektiğinde önceki sandalyelere bakarak daha değişik bir şey yapmaya calışmıyorum. Sandalye nedir diye sorup, yani başa dönüp kendim bir cevap üretmeye çalışıyorum. Vardığım sonuç öncekilere benzese bile daha bana ait bir şey olabiliyor. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmeye çıkıp Colomb’un göremediği başka bir şeyi arıyorum. Türkiye’yi dünya tasarımı içerisinde nasıl değerlendiriyorsunuz? SE: Sayıca az da olsa nitelik olarak dünya standartlarında işler çıkıyor. Ama Türkiye gibi büyük nüfuslu bir ülkeden çok daha fazla iş çıkması gerekir ve bunun için zaman gerekiyor. Ne kadar nitelikli olursa olsun önemli olan bir iki ofisin iyi işler çıkarması değil toplum olarak genel tasarım ihtiyacımızın farkına varmamız ve tasarım kültürünün tabana yayılması. YA: Türkiye’de bir takım şeyler hala çok yeni. Mekan tasarımını bir ihtiyaç olarak gören hala çok az insan var. Bu ihtiyaç artmadığı sürece tasarım sektöründe büyük bir artış ve gelişme beklemek de doğru olmaz. Arz ve talep meselesi olarak görebiliriz. Orası kesin! Keşke diyelim... Özele girersek, Yasemin nasıl bir karekter? Ya Sabahattin? YA: Yasemin biraz Alman gibi... Detaycı, sorgulayan, net. Ve bir de heyecanlı ve sabırsız. Emir de sakin, sabırlı, pratik zekalı, düşünceli ve kibar... SE: Bence de çok farklıyız ama her iki karakterin bir projeye beraberce yansıması gayet iyi sonuçlar veriyor. Sabırsızlıkla sabır tek tek değil, beraber işe yarıyor. Karakterlerimiz farklı da olsa ortak noktamız birbirimize güvenimiz. Sporla aranız nasıl? YA: Benim çok iyi.. Hatta çok uzun bir süre Hillside’ın merdiven sahanlığında arkadaşım Selin’le ikimizin fotoğrafı asılı durdu. Bu sıralar daha çok yoga yapıyorum. Spor niyetine değil ama bisiklete binmek, Snowboard yapmak her zaman büyük eğlence benim için... Peki ne tarz müzikler dinlersiniz? SE: Derler ya iki çeşit müzik vardır diye; iyi müzik, kötü müzik. Ben iyisinin her türlüsünü dinlemeye çalışıyorum. Ama daha çok rock, etnik caz ve pop diyebilirim. YA: İngiliz Rock ve Indie hoşuma gidiyor. Funky veya Jazzy House müziğini de her zaman sevdim. Ofiste her türden dinliyoruz sanırım. Ama ne zaman bir ritim gereğinden (ne kadarsa artık o) fazla tekrar ederse ilk isyan eden ben oluyorum. Ve ne zaman bir bunalsak Muse’dan Apocalypse Please ile girip, sonunda ‘Daha güzel, daha adil bir dünya için, barış için, insanlık için batsın bu dünya!’ diyerek Orhan Gencebay ile çıkıyoruz... Bu iyiymiş... Son olarak, başarının tanımını istesek sizden? SE: Bir işi yaptığımızda kendimiz ya da biri ‘Bunu yapmasanız da olurdu,’ diyorsa başarıdan söz etmek doğru olmaz bence. Yani benim başarı tarifim, taş üstüne taş koymaktır. O işi iyi ki yapmış olmaktır. O şekilde yapılmasa idi eksik kalacak olandır. Başarılarınızı devamını diliyoruz, o halde... “ KÜÇÜKKEN HOGWARTS, BÜYÜYÜNCE CAIR PARAVEL; Madem Şato Hayranısınız Bu Sene Şatoda Bir Yılbaşı Alır Mıydınız? 78/79/80/81/82 Yazı: Özlem Yücelener Bu sıralar işten eve dönerken Google’da yılbaşı için birkaç aktivite karıştırmış olmalısınız... Olabilecek alternatifleri araştırıp görünce, için için kendinizi sıradan bir yılbaşı fikrine bir türlü alıştıramıyorsunuz değil mi? Kendinize bir 5 dakika ayırın ve hayalinizdeki yılbaşını gözünüzde canlandırın. Şöyle bir düşününce acaba farkında mısınız? Siz de küçükken önce filmlerin başında görünen Walt Disney şatosuna hayranlıkla bakanlardandınız, bir dönem Harry Potter’ın fanlarındandınız, şimdi de Yüzüklerin Efendisi’nin hastasısınız hatta Narnia Günlükleri’nin hiçbir filmini kaçırmayanlardansınız. Bu demek oluyor ki, farkında olun veya olmayın ama siz de içten içe bir şato hayranısınız! Yılbaşında tam sıradan bir plan yapacaktınız, belki evde oturacaktınız ama dayanamadınız, o heyecanı kaçırmaya kıyamadınız. Zaten sonra baktınız kendinizi hayal edince, siz de bir anda Hogwarts’a ışınlanıyorsunuz, orda olmayı diliyorsunuz, o zaman güle güle, çünkü siz çoktan bu yılbaşını geçirmek üzere Avrupa’ya gidiyorsunuz! Geçen kış Hillsider#77 sayısındaki Noel Pazarları yazımı okuyup bu yıl ancak sadece Noel Pazarlarını geziyorsanız, demek ki menüsü şatobiryanlı, kendisi şato konaklamalı yılbaşı planını 2016 kışına saklıyorsunuz. O halde seneye yılbaşını geçirebileceğiniz şatoyu beğenmek üzere vakit kaybetmeden yazıma göz gezdiriyorsunuz! Bence de dünya kesinlikle küçük değil! Ve evet bence de içinden çıkılamayacak kadar çok destinasyon, bir o kadar da şato var! Kimilerinde konaklamak, kimilerini sadece gezmek için bile binlerce sebep var. İsteyenlere “küçüklük hayalinin gerçeğe dönüşmesi”, isteyenlere “tarih efsanesi”, büyüklere ise “fantastik edebiyattan uyarlama bir film sahnesi”... Anlaşılan o ki; kim ne derse desin şatoda bir gezinti bu yazıyı okuyan herkesin hayali! Bu sebeple benden size favori şatolarda bir yılbaşı derlemesi: Bled Şatosu – Slovenya Bled Gölü’nün üstündeki Bled Şatosu Slovenya’nın sembolü gibi adeta. Göl manzaralı şato, bir zamanlar birçok politik buluşmanın merkeziydi ama artık siyasi toplantılar demode, düğünlerse yükselen trend halinde. Bir rivayete göre gölün ortasındaki adada bulunan kilisenin 99 basamağını damat gelini kucağında taşıyarak çıkarsa ve hala yorulmayıp kilise çanını çalarsa çiftin mutluluğunun daimi olacağı inancıyla, burada birçok düğün yapılmakta. İster evlenmek için, ister sırf göl manzarası için, Bled’e yolunuzu düşürmek isterseniz bilin ki Zagreb, Dubrovnik, Viyana, Salzburg, Münih, Frankfurt, Berlin, Milano, Roma, Zürih, Budapeşte, Prag, Oslo ve Helsinki şehirlerinin hepsi Bled’e giden yolunuzun üzerinde kalmakta. 31 Aralık’ta kişi başı 100 Euro’luk gurme menüsüyle birlikte Bled Şatosu’nda yılbaşı partisini kaçırıyorsanız üzülmeyin, manzaralı bir yemek için Paul McCartney’nin de yediği restoran Okarina’yı veya Vila Ajda’yı tercih edin ve Bled’in ikonu kremna rezinayı (kremsnita) yerinde deneyin. Bled’e gitmeden önce şatonun dul sakini Poliksena’nın hüzünlü hikayesini mutlaka okuyun ve kilise çanının nasıl gölün derinliklerinden hala duyulduğuna dair fikir sahibi olun. Tüm bunların üzerine bir de Bled Şatosu’nu gece ışıklandırılmış haliyle görün ve tümüyle hayranı olun. Neuschwanstein, Almanya II. Bavyera kralı Ludwig tarafından yaptırılmış fakat asla tamamlanmamış. Bu haliyle bile Paris ve Hong Kong Disneyland’da bulunan Uyuyan Güzel Şatosu’na ilham kaynağı olmuş. Önce Münih’e yolunuzu düşürdünüz. Sonra, Münih’ten itibaren 125 km’yi kulağınızda Beethoven ve Mozart’ın parçalarından oluşan playlistle geçirdiğiniz 2 saatlik tren yolculuğu boyunca neden buraya gelmek istediğinizi düşündünüz. Tüm bunların sonunda gördüğünüz manzarayı kulağınızdaki klasik müzik parçalarıyla birleştirip mimarinin tarihle dansına tanık olduğunuz işte tam o anda, tüm bunların çıktığınız bu yola fazlasıyla değdiğini gördünüz. Bu esnada ikileme düştünüz; çünkü Hohenschwangau köyüne kadar gitmişken Hohenschwangau kalesini de Neuschwanstein ile birlikte görebilirsiniz ya da gözlerinizi Neuschwanstein’den alamayıp büyülendikten sonra başka hiçbir yer görmek istemeyebilirsiniz de. Tercih sizin, istediğinizi seçin. Nasıl giderim derseniz, şatoya ulaşmak için opsiyonlarınız; otobüs, fayton ve “tabanvay”. Kış aylarında tırmanmaya elverişli olamayabileceğini düşünerek tabanvayı eleyin, faytonu deneyin. Her yıl 1.4 milyon ziyaretçinin uğradığı Neuschwanstein Şatosu’nun odaları konaklamaya elverişli olmasa da şatoların en büyüleyicisi olduğu için, yakınlarda kalmanın bile bu yılbaşını Neuschwanstein’la geçirmeye değer olduğunu kendiniz keşfedin. Burg Eltz, Almanya Frankfurt’a yakın ama medeniyete ve yerleşime çok uzak olan Eltz Şatosu yeşillikler içindeki doğası sebebiyle aynı zamanda Eltz Ormanı olarak da geçmekte. 850 yıllık geçmişe sahip Eltz şatosunu gezerken, ziyaretçilerin favorisi gibi siz de ortaçağa ait temsili Rodendorf mutfağını ve Lucas Cranach The Elder’in başyapıtı “Çocuklu ve Üzümlü Madonna” eserini en çok beğendiklerinizden biri olarak hatırlayabilirsiniz. Eltz Şatosu’na gitmişken Moselle Nehri’nin yakınlarda olduğunu unutmayın ve eğer mevsiminde giderseniz 5 saatlik yani 12 km’lik ödüllü “Panoramik Eltz hiking rotası”ndan şatoya ulaşmanın bir yolunu bulun. Bunu yapmadan önce de, en kısası 35 dakika en uzunu 5 saat olmak üzere, Eltz’e tırmanmanın 6 farklı yolu olduğunu duymuş olun. Her şey bir yana, Eltz’de konaklamak mümkün olmasa bile, kendisi adeta yeşile ve tarihe doyabileceğiniz bir görsel şölen. Kısacası, Burg Eltz yılı yemyeşil kapatmak için sadece “iyi”den çok daha iyi bir neden. Bran Şatosu – Romanya Drakula filmini seyrettiyseniz, izledikçe ürperdiyseniz, eskiden beri Transilvanya denince hep çok çok çoook merak ettiyseniz, Bran’in mistik atmosferinden müthiş etkileneceğinizi garanti edebiliriz! Bu gizemi gidermek, bu meraka bir son vermek, Kont Drakula’yı evinde ziyaret etmek isterseniz, sizi de yılbaşında Braşov’a bekleriz. Braşov’a gelmek için fazla zahmete katlanmanız gereksiz. Bükreş’ten rahatlıkla trenle ulaşabilirsiniz veya Madrid, Frankfurt, Paris, Roma, Londra’dan birine tatile gitmişken Bükreş’e uçarak tatilinize son noktayı Braşov’da koyabilirsiniz. Bran’le ilgili size son sözüm, Bran’in bir farkının da onu özel davetler için kullanabileceğiniz olduğunu bilmeniz. Le Mont Saint-Michel, Fransa UNESCO tarafından Dünya Miras listesine alınmış olan, Paris’e kadar gelmişken asla uğramadan bırakılmayan, ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken 1001 yer arasına girebilecek Le Mont Saint-Michel; hem ada, hem dağ, hem köy, hem manastır, hem de şatonun tek bir yerde vücut bulduğu büyülü bir nokta! Gotik ve mistik mimarinin aksine, zarafeti ve şıklığıyla gözlerinizi kamaştıracak, aklınızı başından alacak St.Michel’i sıradan bir Paris ziyareti sonuna ekleyin ve Eiffel’den daha iyisini tecrübeleyin. Doğru. Fransa’da en meşhur Paris’tir ama Paris’ten daha çok konuşulması gereken bir yeri varsa o da St. Michel olabilir. Bunca övgüden sonra göreceğiniz manzara ve ortamla, günde dört kez gel-git yaşanan bir bölgede sizin, hayallere dalıp çok daha sık gelip gitmeniz pek muhtemeldir. Gel-gite göre manzarası değişen, 5’i 1 yerde olarak tabir edilebilen, adı üstünde melek Mikail’e adanmış olarak bilinen St. Michel “Batı Dünyası’nın Harikası (Wonder of the Western World)” olarak kabul edilir. Son olarak, bir Paris ziyaretinizi 4 saatlik bir araba yolculuğuyla St. Michel’de bitirin, sözü çok geçen rüzgarını önemsemezlik etmeyin ve gezinizi klasik müzik dinletilerinin olduğu geceye denk getirmeyi ihmal etmeyin. Le Mont Saint-Michel, Fransa Neuschwanstein, Almanya Bran Şatosu – Romanya Burg Eltz, Almanya Şatolarda Yılbaşı ile İlgili Bunları Bilmek İsteyebilirsiniz: Şatoda yılbaşı tatilinizi en ince ayrıntısına kadar kendiniz ayarlayabileceğiniz gibi paket turlardan da yararlanabilirsiniz. Belirli şatolar sadece ziyaret amaçlı açık ama yılbaşını bir şatoda konaklayarak geçirmek isterseniz istek ve beklentilerinize göre yüzlerce alternatif arasından seçim yapabilirsiniz. Hem de oda başına gecelik 200 Euro’ya yakın fiyatlarla, aslında zannettiğiniz kadar da çok ödemeyebilirsiniz. Bunun için öncelikle celticcastles.com’u biraz araştırmak isteyebilirsiniz. Konakladıktan sonra çok beğendiğiniz için şatolardan birine tekrar dönmeyi isterseniz, bir sonraki gidişinizin düğün bahanesiyle olması fikrini bir düşünebilirsiniz :) Şato ve kalelerde yapabileceğiniz etkinlikler gezme yeme içme ile sınırlı değil. Konaklama dışında da düğün, kutlama, SPA, kurumsal etkinlikler ve aklınıza gelebilecek tüm davetler için bir şatoyu tercih edebilirsiniz. Gece ışıklandırmalarıyla insanı her türlü büyüleyen şatoları Noel ve yeni yıl için bir başka harika süsledikleri için, tatilinizi planlarken dönemini Aralık – Ocak arasına denk gelecek şekilde geniş tutabilirsiniz. Favoriler Almanya Schwerin + Reichsburg + Hohenzollern Avusturya Burg Hochosterwitz Fransa Chambord + Haut Koenigsburg İngiltere Bodiam + Balmoral + Highclere + Howard İrlanda Kylemore + Cashel İskoçya Stalker + Kilchurn İspanya Barcience Meksika Chapultepec Rusya Lastoçkino Gnezdo (Bülbül Yuvası) San Marino Guaita Bu yıl Warner Bros Londra Stüdyoları’nda 3 Aralık’ta ilk kez gerçekleştirilecek ve Potterhead’lere layık fantastik bir etkinlik olan Harry Potter Noel Yemeği’ne bu senelik geç kalmış olabilirsiniz ama wbstudiotour.co.uk sitesine e-mailinizi bırakarak gelişmelerden haberdar olabilirsiniz. St. Michel’e sadece yılbaşı konseptiyle doyamadıysanız, 29 Mayıs’taki St. Michel maratonunu takviminize işleyin, ya da Tour De France 2016’ın başlangıç noktası olan St. Michel’e dönmek için 2 Temmuz’u bekleyin. Tüm bu bahanelerle St. Michel’i bir kereden fazla görmenize rağmen hala çok özlüyorsanız Terrence Malick’in “To the Wonder” (Aşkın Halleri) filmini veya Umberto Eco’nun “Gülün Adı” kitabının filmini izleyip bu özleme bir son verin. Sizin de fark ettiğiniz üzere, şato bakımından en zengin ülkeler İngiltere, İskoçya, Almanya, Avusturya, Fransa, Romanya. Eşsiz doğa manzarası, gurme turizmi, dağ ve göllerin eşlik ettiği şatolara, buraya sığmayacak fakat gördüğünüzde bir daha unutulmayacak diğer alternatifler de bulunmakta. Bu kadarı yetmez de daha fazlasını isterseniz favorilerden derlediğim listeme bir göz gezdirin ve bu şato isimlerini Instagram’da ve Pinterest’te bir inceleyiverin. Bu yazıyla seneye yeni yıla müthiş farklı bir konseptle girerken, şimdi anı kaybetmeyin, dileyebildiğiniz kadar çok dileyin, her ne olursa olsun hep hayal etmeye devam edin ve en az bir öncekiler kadar bu yeni yılı da “hoş getirin”! Cashel, İrlanda Çek Cumhuriyeti Prag Bodiam, İngiltere Schwerin, Almanya Guaita, San Marino “ YENİ YILA EN ÖZEL TATLAR 84/85/86 Hazırlayan: Sandy Abut/Naan Fotoğraflar: Selin Tokgözlü Fırında Ballı Frenk Üzümlü Balkabağı Bouche Noel Creme Fraiche’li Pancar Çorbası Kutuplarda ahşap bir kulübede yaşayıp, tüm yılını çocuklara hediye yaparak geçiren ve Noel’de ren geyiklerinin çektiği kızağıyla evden eve dolaşıp bacalardan içeri hediye bırakan bir adam Noel Baba. Belki de dünyanın en sevilen kişiliklerinden biri. Yılın sonlarına doğru her yerde görmeye alıştığımız evrensel bir sembol. Ve biz bu sembolü her yerde görmeye alıştık ama bazı uygulamalar var ki, yaratıcılıkta sınır tanımıyorlar… Trendy Noel Baba Noel Baba hiç bu kadar karşı konulmaz olmadı. Kış sezonunun en sevilen adamı, Joint London’un yeni sezonunda da başrolde. Acne, Hood by Air, Marni, Kenzo, Saint Laurent ve Raf Simmons gibi markaların modern Noel Baba yorumlamaları Joint London çatısı altından her biri benzersiz ve bir o kadar da eğlenceli Noel kartları olarak sunuluyor. Noel Tırnakları Tırnak sanatında her geçen gün yeni metotlar ve tekniklerle karşılaşıyoruz. Kendinizi yaklaşan kış sezonu ve yeni yıl ruhuna hazırlamak için yaratıcı tırnak tasarımları kullanabilirsiniz. Kırmızı, beyaz, siyah ve metalik gri oje kullanarak yaratabileceğiniz tırnak tasarımlarıyla Noel Baba’nın tombul göbeğini tırnaklarınızda taşıyın. Cool Noel Baba Simeon Georgiev tasarladığı üç boyutlu robotlarla tanınıyor. Tasarımlarının arasında Bart Simpson, Looney Tunes karakterleri ve Legolar bile bulunuyor. En son tasarımlarından Santa Goes Street (Santa Sokakta) serisi, Noel Babayı üç farklı giyim tarzıyla tasvir ediyor. Noel Baba, Adidas’tan Woolrich’e, Nike’tan Timberland’e büyük markaların ikonik parçalarıyla tarz yaratıyor. Noel Baba Banyoda Salonlarınıza yılbaşı ağaçları, mutfaklarınıza süslemeler, bahçenize rengarenk yılbaşı dekorasyonları koyarken, kapınıza çelenkler asarken Noel Baba’yı banyoya sokmamak olmaz tabii. Yaratıcılığın sınır tanımadığı kutlamalardan belki de en sevileni için klozet ve rezervuar kılıfı, banyo paspası ve mendil kutusundan oluşan Noel Baba takımıyla, yılbaşı ruhunu evinizin her köşesinde hissedin. Neredesin Noel Baba? Google her hafta teknolojik bir devrimle adından bahsettiriyor. Bilimsel ve yenilikçi olduğu kadar eğlenceli ve esprili olmayı da bilen Google, Santa Tracker sitesiyle Noel Baba’yı takip edebileceğiniz interaktif bir dünya haritası sunuyor. Aralık ayıyla aktifleşen site, ay boyunca Noel Baba’nın hediye hazırlıklarını aşama aşama gösteriyor. Gözü bacada kalanlar için ideal! Ücretsiz Spotify Premium üyeliği Vodafone Red’de Spotify Premium üyeliği, takımınızın lig maçları ve pek çok ücretsiz Premium İçerik, Vodafone Red’in 7 artısından sadece biri. Arayın, gelelim: 0850 250 20 55 Vodafone Red M ve Red L Tarifelerindeki aboneler faydalanabilirler. Vodafone Red Tarifeleriyle birlikte alınabilecek Premium İçerikler, tarifelere göre değişiklik gösterebilir. Yalnızca aktif statüdeki Red XS, Red S, Red M, Red L Tarifelerindeki aboneler Premium İçeriklerden faydalanabilir. Ücretsiz Spotify Premium üyeliğinden yalnızca aktif statüdeki Red L Tarifesi’ndeki aboneler ve Digiturk Play Sinema üyeliğini aktifleştirmemiş Red M aboneleri faydalanabilir. Bu içeriği seçen abonelere, 12 ay boyunca geçerli Spotify Premium üyeliği verilecektir. Digiturk Play Süper Lig Taraftar Paketi içeriğinden aktif statüdeki ve Digiturk Play Sinema üyeliğini aktifleştirmemiş Red L aboneleri faydalanabilirler. Abonelerin, Premium İçerikleri kullanırken tüketecekleri internet, tarifelerindeki internet kotasından düşecektir. Vodafone ve içerik sağlayıcı anlaşmalı firmalar, Premium İçeriklerin yapısında değişiklik yapma ve bu içerikleri sonlandırma hakkına sahiptir. Detaylı bilgi için: vodafone.com.tr/Red YEEZY SEASON 1 Özel kesimli Bej Kazak Kanye West’in Adidas’la birlikte hazırladığı büyük merakla beklenen koleksiyonu ilgi çekici tasarımlarla kendini gösterdi. Koleksiyoner moda meraklıları için özel parçalardan biri olacak bu 3/4 kol kesimli kazak, koleksiyonun öne çıkan parçalarından... Hazırlayan: Mehmet Ali Tokgözlü 550 USD www.sense.com POPSTRIPE STOCKINGS Yılbaşı Çorabı Hiçbir yeni yıl süslemesi yeni yıl çorapları olmadan tamamlanmış sayılmaz. Bu yumuşacık çoraplar hediyeleri ve sürprizleri saklamak için ideal. 42 pound www.anthrophologie.com PRADA Cher Robot Keychain Yılbaşında hem özel bir tasarıma sahip hem de gerçekten işe yarar bir hediye vermek isterseniz Prada anahtarlıklar hem anahtarlık hem de usb ve şarj kablosu görevi yapıyor. Herkesi mutlu edecek bu hediyeyi listenize yazın. Prada.com 305 USD ADIDAS ULTRA BOOST UNCAGED Consortium x Hypebeast Adidas ve modadan sanata tüm trendleri takipçileri ile paylaşan Hypebeast sitesinin ortaklaşa yarattıkları Adidas Ultra Boost Uncaged limited edition ürün avcıları için iyi bir hedef. Overkillshop.com 179,95 EURO RON ENGLISH APOCALYPSE GRIN 8” DUNNY Kidrobot Designer Toy Birçok koleksiyoner yaratmayı başarmış Designer Toy’ların bir yenisi Kidrobot’tan Apocalypse Grin Dunny. Az sayıda üretilen bu seri için hızlı davranın. Kidrobot.com 74.99 USD En Beğenilen İLANLAR İşte 80. sayımızın en beğenilen 3 ilanı 2/3 4/5 6/7 8/9 11 17 23 // DENİZBANK // VOLVO // TAV // BOYNER // NEW BALANCE // JAGUAR // B - ACTIVE 27 33 43 47 53 59 63 // MAZDA // SANDA SPA // PHILIPS TV // PARK RESIDENCES // RAFFLES HOTEL ARCADE // DARDANEL // SEDVENTURE 69 73 83 87 89 111 112 Bu sayıdaki en beğendiğiniz ilanı bize e-mail’le bildirmenizi rica ederiz. hillsider@hillside.com.tr // TWEEN // ZORLU CENTER // SUSHIMOTO // COCA COLA // VODAFONE 1 // VODAFONE 2 // AUDI ŞENYILDIZ Tesekkurler 96/97 2015’te Hillsider Magazine’i tercih eden markalara, teşekkürlerimizle... Yeni Yılınız Kutlu Olsun! AKASYA AVM ARÇELİK ARİDA BAGS ART İNTERNATIONAL AUDI Q7 AUDİ ŞENYILDIZ B ACTIVE BARBOUNIA REST. BEYMEN ACADEMIA BEYMEN KADIN BOYNER COCA COLA DARDANEL DARRÜŞŞAFAKA DENİZBANK DMS DOĞUŞ OTOMOTİV EMIRATES FER YAPI FG GAGGENAU GİZ HIGH-END ESTATE HSBC HUDSON REST. HYUNDAI IANA BEAUTY LOUNGE İSTANBUL COFFE FESTİVAL JAGUAR JETSET KETEN İNŞAAT KORU İSTANBUL LG TV MAXX ROYAL MİAMAİ OTEL NEW BALANCE PARK RESIDANCES Cadde PHILIPS TV PUMA RAFFLES ARCADE RENAULT SAMSUNG SANDA SPA SEAPEARL SİNPAŞ SEDVENTURE / SETUR SUSHIMOTO TAV TUMI TWEEN ULUDAĞ VODAFONE VOLVO ZORLU CENTER Hillsider Magazine’i bulabileceğiniz lokasyonlar “ BİZİ Mİ 98 ARAMIŞTINIZ :) 290 Sqm 7 Gr Art Cafe Adem Terzi Akali Gastro Pub Alancha Ali Alta Moda Alkent Aktüel Art All Sports Cafe Alles Coffee & Shop Amanda Bravo İstanbul Antiochia Restoran Any Cafe Ara Cafe Armanı Cafe Arnavutköy Steak House Arte İstanbul Sanat Merkezi Artone Aşşk Caféler Atmospheres Atölye 26 Autoban Mimarlık Ofisi Aziza Backhause Bahçecik Kuaförler Baltazar Bank Pub & Bistro Barber’s Club Barcode Cafe Bay Edii Bebek 40 Bebek Kahve Bebek Koru Kahvesi Becara Bej Berna Ergin Beymen Brasserıe Bıg Chefsler Bıg Plate Bilsak 5. Kat Bılstore Tünel Bi Nevi Biber Cafe Bioritm Güzellik Enstitüsü Bistro Cabana Blush Bosphorus Brewıng Compony Bou Art & Desıgn Brandzoo Bread & Butter Cafe Benderli Café Cadde Café Cıty Café Culina Cafe Des Cafes Cafe Nerolar Cafe Nook Cafe Pı Cafe Saıgon Café Smyrna Café Wıen Café Zone Cankat Klinik Cantinery Carluccio’s Carnıval Casa Dı Moda Cecconı’s Cento Per Cento Cezayir Rest. Changa Charlotte Chez Vous Chıc Town Deco Chocolate Cınecıty Sinemaları Cipriani Restoran Clinica Skin Rejuvenation Cofee Topıa Coffe Nutz Coffee Brew Lab Coffee Manifesto Coffee Sapıens Coffee Topıa Colonıe Cook Shoplar Cup Of Joy Cup Third Wave Cooffee Shop Cuppa Cafe Çok Çok Çukurcuma 49 Da Marıo Daı Pera Daily Coffee Dandin Bakery Dara Kırmızıtoprak Mimari Ofis Delıcatessen Dem Cafe Den Cafe Dent-Est Derin Desıgn Dermamed Devıne Dınette Diba Kuaför Divan Brasserıeler Dof Coffee Dolce Downtown Food Club Dr. Ayşegül Salsat Dr. Berrin Oğuzhan Dr. Hasan İnsel Dr. Melisa Eczacıbaşı Medical&Esthetic Dr. Raif Üçsel Dr. Seyhan Gücüm Dr. Şirin Gençer Seçkin Dr. Taylan Kümeli / Taylight Dr. Yankı Yazgan Dr.Elif Ay Drip Coffeıstler Drop’n Eataly Ebil Kuaförler Erdem Kıramer Estetica Güzellik Merkezi Fauchon Ferah Feza Feraye Fethi Orak Fiamma Flavius Klinik Fol Food Bar - Ulus 29 Forneria Rest. Fratelli La Buffalo Freya Galata Kıtchen Galeta Galip Gürel Gallıa Geyik Cafe Roastery Gılt Glorıa Jeans Caféler Go Mongo Goya Grandma Hair Mafıa Hakan Köse -Dıfference Happıly Ever After Hardal Hardal Harvard Cafe Havelka Suadiye Hayal Kahveleri Heısenberg Cafe Hıllsıde Beach Club Hıllsıde Cıty Clublar Home Cafe İnci Soydan Güzellik Merkezi İstanbul Culinary İstanbul Moda Akademisi İstanbul Modern Cafe İstikamet Karaköy Jamie’s Italıan John’s Coffee World Journey Lounge Juju Kuaför Juno Cafe Kahve 6 Kahve Dünyası Kahvedan Kahwet Fairuz Kaktüs Kalamış Posh Kantin Cafe Karabatak Kırıntılar Kıtchenetteler Kiki Komün Cafe Konsolos Kozmonot Pub Kronotrop Kuafor Musa Kurt Kuaför Mehmet Tatlı Kuaför Trıo Kuaför Yıldırım Özdemir La Maıson Latife Türk Kahvecisi Lavanta Restoran Lazer Optik Le Paın Quodıtıenler Le Petıt Maıson Leb-İ Derya Leyla Cafe Bar Lıttle Chına Lilu Limonlu Bahçe Litera Lokanta Lokanta Farina Lucca Lush Cafe Maci Mahalle Makas Kuaförler Mama Shelter Mangerie Manuel Deli & Coffee Marıa’nın Bahçesi Masa Cafe Maximilian Maya Lokantası Medica Medkon Meg Cafe Mıa Mensa Mıdpoıntler Mini Coffee Shop Miniko Shop Minoa Cafe & Bookstore Mitte Karaköy Moc Cafe Moda Teras Morgan Café Mos Kuaförler Muhit Mumbocıno Coffee Mutfak Sanatları Akademisi Naan Bakeshop Naif Nan Şişhane Nano Cafe Nar Cafe Neolokal Next Nıcole Rest. Nihan Peker Studio Nikol Consept Store & Cafe Noa Nopa Rest. Novo Cafe Ops Cafe Oymak Plastik Cerrahi Kliniği Otap Ottolar Own Coffee Özel Hay Polikliniği Papermoon Park Şamdan Pas Coffee House Pastarıto Pastel Cafe Patısserıe Smyrna Patika Petra Coffee Pf’s Chang Pim Pinty Pizza East Play Cafe Plus Kıtchenlar Pop Up Cafe Porte Press Cafe Prıvate Reason Prototype Puccı Restoran Ranchero Meksika Rest. Ravouna 1906 Coffee & Bar Rudolf Rest. S Café Sade Kahve Salomanje Sanda Spalar Sculpture Secco Cafe Seed Seksek Serafına Rest. Sıec Cafe - S Bınıcılık Club Sir Winston Brasserie Sivuple Soho House Starbuckslar Suadiye Cafe Sugar Club Café Suınn Sunday Cafe Sunset Sushıcolar Sushımoto Sütiş Swing İstanbul Şamdan Garden Şimdi Tag Cafe Tamirane Tamirane Express Quality Food Taps Bebek Tav Loungeları The Allıs The Galliard The House Caféler The Upper Crust Thy Cıp Salonları (İst, Ank, İzm) Toni&Guy Topaz Rest. Touchdown Tükkan On Off Karaköy Unıon 22 Unter Uptown Cafe Bar Urart Urban Cafe Vogue Whıte Mıll Wom Karaköy X Restoran Yada Sushı Zanzibar Zuma G S U M M A R Y I R K O T I R B T G L H I O T O G R E A R K A M I T A B S N Y I R B A L A 8 T 1 After those very successful years, she put all her experience into creating the “Big Chefs” brand. The first Big Chefs restaurant went into service in Ankara in 2007; after reaching 4 branches, she partnered with Saruhan Tan and together, they extended the restaurant’s reach to İstanbul. Today, Big Chefs moves ahead with 31 branches in Turkey and abroad. What was your childhood like? What did you most dream of when you were little? I spent my childhood in Diyarbakır; I grew up within large crowds in the Erdebil mansion by the Tigris. We were a big family and we also did a lot of entertaining. To us, every meal, and every time we had guests was a very special occasion. We would prepare meticulously, and our house would buzz with holiday spirit. 18/19/20/21/22 Interview: İpek Kigan Photos: Tamer Yılmaz The Whiz Of The F&B World GAMZE CİZRELİ When one recognizes one’s gifts and aim in life, and is also able to put them in practice, happiness, success and all the other miracles come hand in hand. Gamze Cizreli has felt that to the hilt, found and pursued her true desire despite all the traps life threw at her as a test. Her love for her work created the Big Chefs restaurants, which you feel almost hanging in the air in each and every branch. After getting her degree in business administration from the Middle East Technical University, Gamze Cizreli joined a Turkish-American JV engaged in the defense industry to honor her family’s wishes. But deep in her heart always laid those cheerful, packed dinner tables of her childhood that chimed with laughter, and the food service industry sector that rose upon people’s happiness. When she felt ready, she resigned from her job and opened, together with her husband, “CAFEMiZ”, Ankara’s first café. Her subsequent ventures with QUICK CHINA, a concept based on Chinese fast food, and KUKİ, a pure bakery/patisserie concept, put Gamze Cizreli in a very important position in the HORECA sector. What did you gain from attending the Middle East Technical University? Do you think you still have the METU spirit? It was a true privilege to get prepared for life particularly with the guidance of the late Muhan Soysal and Ahmet Acar. METU definitely gives you a brand new perspective of life both through the academics’ styles and the way they look at life, and through the friendships built. That spirit stays with one for a lifetime... Good luck with the second location in Dubai. We know that when you opened Big Chefs, you already had a certain expansion plan; but did you imagine things would get this far? Of course I had targets when I founded Big Chefs, but I did not reckon we would reach a network of 31 branches in such a short period of time. It has been a big source of pride and honor for us that a brand set up with an amateur spirit in Ankara has turned out to represent Turkey in the world. We have also signed a contract to open six branches in Saudi Arabia. Our ultimate goal is to proudly fly the Big Chefs flag in New York. In the meantime, you have been named the new president of the Entrepreneurs’ Organization (EO) Turkey... What would you like to say about that? Entrepreneurs’ Organization is an important organization initiated by entrepreneurs, which currently has more than 11 thousand members from 48 countries. As the Turkey office of EO, we have been working uninterruptedly for the past three years. Besides the training and educational activities aimed at our members, we serve as a bridge between them and the entrepreneurs all over the world, and provide the necessary networking that will help them build on their businesses. As far as I followed you, I believe you have a beautiful energy. Where does that energy stem from? I guess the key is positive thinking and having faith. I think of life as a gift given to us. Everything that comes our way, either good or bad, happens for a reason. Some are rewards, some are punishments and some are tests. Since I live understanding and acknowledging that, I love life and cling on to it wholeheartedly. I suppose travelling is important for you. How do you plan your trips? You are right, I am very fond of travelling. I have always loved seeing new places, exploring new cultures and experiencing new cuisines ever since I was a teenager. All these trips nurture me; they are motivating and inspiring. I especially love gastronomy trips and discoveries. Fethiye Hillside is also among my summertime essentials... What are the three things that you like and dislike the most? Making a difference, modesty and making decisions quickly are the three things I like the most. Slowness, monotony and arrogance are the three things I most dislike in life. What do you think your mission in this life is? Looking back, it seems like building brands from scratch, making differences and creating employment through these brands have been my mission in business life. Along the way, I am being a role model for young people and particularly for girl students, I believe. I will continue to take place on all kinds of platforms and projects for raising the necessary awareness to help women control their lives and for supporting them to work towards this goal. Gail Albert-Halaban, who has a degree in fine arts from Yale University, began photographing at the age of 6 when she first took the camera for a science project. And she never put it down. The artist acknowledges unspoken voyeurism and exhibitionism through her Out My Window series consisting of pictures of people behind their windows in New York and Paris. Halaban compels us to confront the hope, loneliness and other feelings underlying each gaze. 24/25/26 Article: Nilüfer Artunç Out My Window GAIL ALBERT HALABAN Looking out the window... Every time I am preoccupied with thoughts, engulfed with problems that need to be dealt with, I find myself aimlessly looking out the window. This repetitive and constant act I do anywhere, mostly unregistering it, takes a different turn with the instant images of the people in neighboring houses and is replaced with an awkward feeling. The silhouettes moving behind the tulles across the street, the cat staring at me from outside the window, the woman cleaning the windows, the man smoking a cigarette are familiar people I see every day, but I don’t know any of them. Who are these people really? This is how it feels when one converges with one’s neighbor somewhere along the line despite all the apparent differences... Having searched for the answer to the same question in her project Out My Window, Gail Albert-Halaban must have experienced similar feelings. She has dealt with the relation of people living in apartments opposite one another, seeing each other all the time but not making sense of it. Her project brings anonymous neighbors into each others’ lives. When I asked her how she came up with the idea of photographing people in their privacy, she told me about the florist across the street, who had sent her daughter flowers and balloons on her first birthday. At that moment, she was curious to find out whether there were similar relationships behind the windows. Halaban photographed people from their neighbors’ apartments first in New York and then in Paris; but before doing that, she explained the project to them, letting them know beforehand that she would take their pictures. Exhibited all around the world and printed into a book previously, the project completed its İstanbul leg in November. The pictures taken are put on display at İstanbul’74. Opened on November 25th, Out My Window İstanbul can be seen until December 12th at İstanbul’74! Note: Although the photographs seem intrusive, the subjects actually cooperated with the artist, and posed for her so as to reflect their real-life roles. 28/29/30/31/32 Article: Berna Gençalp bernagencalp@gmail.com Illustration: İdil Ar POEMS INTO SONGS There are times when poetry is my sole remedy. There are some worse times when I become such a mess that I cannot even hold on to poetry. Then, poems set to music lift me up gently. This is a treasure big enough to help get all of us back on our feet.. With this writing, I want to take you -and me- through songs written for poems. For the sake of therapy... What was there in the beginning? In the beginning, poetry and music were integrated; the two of them were as one. There were minstrels who traveled as they played and sang whatever it was that they wished to express. Then emerged writing. While spoken words flew away, written words remained, later to be named “literature”. We were never without minstrels, in fact... Köroğlu, Karacaoğlan, Joni Mitchell, Patti Smith, Jim Morrison, Leonard Cohen, Bob Dylan, Kate Bush, Tori Amos, Aşık Veysel, Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu and many others descend from those early troubadours. From The Flowers of Evil to the Slightest Look In The Threepenny Opera, Brecht asks the question ”How Does Man Get by?”... My question is “how is man tamed”? Keep that question in your mind. Baudelaire was an immensely impressive poet. The Flowers of Evil, the first volume of his poems published in 1857, is still an inspiration to many artists. Therion, the Swedish symphonic metal band, has a cover album with the same name as the book, Les Fleurs du Mal. Turning poetry into lyrics actually produces an advantage for the residents of the Tower of Babel... It eliminates the language barrier... Sound, harmony, rendition and rhythm gain the foreground. Hearing Fizuli’s words “She has made me tired of living / Doesn’t my love get tired of tormenting?” from the voice of Rashid Behbudov; listening to Cavafy saying “You won’t find a new country, won’t find a new shore. / This city will pursue you” as composed by Karozas and sung by Dalaras, or to George Seferis of Urla saying ”On the golden sand / we wrote her name; /but the sea-breeze blew / and the writing vanished” as composed by Theodorakis and sung by Maria Farantouri... What a big chance, what great wealth... We could not have cared less even if we did not understand a single word of these songs! They understand how we feel and that is what really matters. Counter-flow Butterflies are not clinging to our auburn hair... If only they did... We are living amid a crazy counter-flow, sometimes as the perpetrator and sometimes as the victim of the struggles in the outside world. It feels good to take in a breath of the ”Spring Song” to withstand the flow. Composed by Selim Atakan adopting Turgay Fişekçi’s poem and starting with the line ”Make love to me on rainy days”, the song stirs a soft, compassionate and erotic counter-flow in our stormy world. Let’s Contemplate the Sky Sometimes Turgut Uyar comes on the scene, saying “We may both rejoice, let’s contemplate the sky”... Then Fazıl Say touches him, writing a composition for the poem. Then Serenad Bağcan sings it. And we rejoice. And we rejoice so! Fazıl Say’s albums İlk Şarkılar (First Songs) and Yeni Şarkılar (New Songs) are the reason I looked back on my relationship with songs based on poems and I wrote this article. In these two albums, the composer set poems by Turgut Uyar, Metin Altıok, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Can Yücel, Omar Khayyam, Pir Sultan Abdal, and Muhyiddin Abdal to music. Fazıl Say opens the foreword for the Yeni Şarkılar album jacket saying that these songs belong to all of us. I agree; so long as these songs belong to all of us, we will be tamed. Let the clouds disappear. Maybe a beautiful forest will appear in the texts and notes. The climate will change, turn out to be Mediterranean. Let’s smile. We may all rejoice. Asics and New Balance, does not like food out in the open. So everything comes in single-serving bags and is ready-to-consume. Cereal-flavored soft-serve is also on the menu in addition to milk, coffee and a selection of other refreshments. For customers ordering two or more portions of cereal, the mix is delivered in take-away cardboard mini-shoeboxes designed in collaboration with Nike. 34/35/36 Article: Elmira Gürses A Cereal Bar in New York: KITH TREATS Designated as the world’s capital city, New York presents new experiences on a daily basis with its all-round pioneering character and boundless creativity. KITH, the worldwide famous apparel brand, opened New York’s first cereal bar in the entrance of its Brooklyn flagship store. This heart-warmingly naive concept set on a 150 m2 alcove is seeking to deliver a completely unique experience. KITH, introducing an unprecedented concept in New York, brings alive a childhood dream in the heart of its 3000-square meter store that is nothing short of a science fiction movie set. Favorite breakfast for many, cereal is the main ingredient on the menu at KITH Treats that serves people of all ages. Customers can order up to 3 different servings of 24 options of cereal to mix with any of 25 assorted toppings and 5 different milks. Orders of cereal are delivered in the so-called Mylar bags, which are custom containers developed in collaboration with known brands and designed by iconic sportspeople such as Andre Agassi. There is no salad-bar-style display because the owner Ronnie Fieg, a famous designer who worked for top brands including NIKE, The place is thoroughly touched by the taste of its creator and designer, Ronnie Fieg. In every corner, there is some detail associated with KITH, from the LCD screens scrolling through cereal-box design history to the custom serving containers and the sports-centered design. “When I was younger, I wasn’t allowed to eat sugary cereals in my house,” says Fieg as he tells about his dream that inspired KITH Treats, “so I used to have to go to my friend’s house to sneak it in. I was obsessed. When I would go to school, my father used to make me lunch and I would sell it for a dollar so that I could go buy cereal. I used to eat Frosted Flakes with chocolate milk every day.” Having dreamt of having a cereal bar since the age of 13, Fieg began seriously entertaining the idea in 2005. With the revamp of his Brooklyn outpost completed, he did not miss out on the opportunity to make it happen, which seemed more possible than ever. The result of Fieg’s second partnership with Snarkitecture, KITH Treats seems to be making a reference to the SoHo location with the herringbone floors, the black-and-white color scheme, and the ceiling of Air Jordan II sculptures. “It’s similar to what you are accustomed to seeing in Tokyo, it’s very detailed from the floor to the ceiling. This store is about creating moments and telling the story,” says Ronnie Fieg. I don’t know if your near-future plans include a trip to New York, but if you are considering a little vacation for Christmas celebrations, I suggest that you save one morning for a breakfast at KITH Treats. Serving those who are tight on time through an express-window that opens to the street, the cereal bar is currently one of hottest spots in New York. At the city entrance stands Antoninus Fountain, dragging you into a world of dreams... Engulfed by silence, the only thing to be heard is the sound of the fountain from which water has been running for two thousand years... With its library, Hadrian Fountain, Parliament Building and Odeon, as well as its bath, Hadrian and Antoninus Temple that is a key imperial cult area, Sagalassos is a site that is to sure to make itself a solid place among your memories... The fate of this wonderful city took a different turn due to the plague and devastating earthquakes. Having talked about the city’s history, let me add that there are very enjoyable lodges in the region, and touch upon the food. Ağlasun, our choice for staying over, is a very pleasant town on its own... The open market set on Fridays is a joyous spot and a great place to photograph. Our destination is the Gölhisar district of Burdur, and Kibyra, the land of horse breeders... 38/39/40/41 Article & Photos: Mesut Alp mesutalp@gmail.com Hidden Sites: SAGALASSOS and KIBYRA... Anatolia... It sounds like another name for worlds that fit into a short word... Home of civilizations, empires and inventions... Let me walk you through unfamiliar paths so we can get lost in Anatolia... Join me in exploring and touching the hidden ancient cities of Anatolia… On this occasion, I want to take you to the land of turquoise lakes on the Taurus Mountains and introduce you to the unknown children of the Mediterranean. I am inviting you to thousands of years-old stories hidden among seashore mountains, to Kibyra, the town of gladiators, and to Sagalassos, the last of the Romans... Sagalassos was set approximately 25 kilometers southeast of the city of Burdur, forty kilometers down Isparta-Antalya highway, on the slopes of Mount Akdağ and 7 kilometers north of Ağlasun. According to the antique geographer Strabo, Pisidians lived in Sagalassos and talked Pisidian. The city acquired great wealth thanks to fertile soil and rich clay beds allowing ceramic production at an industrial level, obviously whetting big states’ appetite: Alexander the Great, although hardly, conquered the city in the 3rd Century BC. Having thereafter become part of the Roman Empire, the city embarked upon its golden age two thousand years ago. The ancient city of Kibyra is set atop a hill, approximately 3 kilometers west of Gölhisar town center. As soon as you park your car, you will see a colossal Stadion, a stadium, on the mountain summits. This is the Kabalia/ Kabalya Region, the capital city Kibyra. Kibyra boasts a very well preserved agora, including its shops, base slabs, furnaces and columns. Following our agora tour, we will walk just a short distance to get to an amphitheater that matches the one in Sagalassos in terms of its size and splendor. A comparison of this city that had a population of 80 thousand people two thousand years ago with Gölhisar district, within the borders of which it today remains, inhabited by 16 thousand people today will give you a better idea of the site we are visiting. When we keep walking down the amphitheater, we first get to a huge Roman bath (nearly 560 square meters) with a mosaic floor, and then to Odeon, e.g. the parliament building. The highlight of this wonderful structure that remained substantially intact is its well-preserved, complete floor mosaic featuring a Medusa head. This is Anatolia; this is where we live the fairy tale that starts with “Once upon a time, there was a...”. A geography that amazes even us, its native children, every time with its almost surreal venues and nature... Like I said at the beginning, leave the familiar paths! When you do, you will discover not only Anatolia, but also yourself... the fashion industry. By mid-1960s, Armani joined the staff of Nino Cerruti, where he began designing men’s wear. His skills were in demand; so while he continued to work for Cerruti for the next decade, he also freelanced, contributing designs to more than ten boutiques and brands at a time. In the late 1960s, Armani met Sergio Galeotti, who turned out to be a long-lasting personal and professional companion that would change his life. In 1973, Galeotti persuaded him to open his own boutique in Milan, and kept supporting him in every way for many more years. In 1975, he founded Giorgio Armani S.p.A., with his friend Galeotti. By the end of that same year, he presented his first collection of men’s and women’s lines for Spring and Summer. 44/45/46 Article: Elmira Gürses Timeless GIORGIO ARMANI Surely one of the biggest names in the fashion industry, the worldwide-renowned Armani brand stands out with its undisputed style and first-class quality in every department from watches to perfumes, and from clothing to accessories. As Giorgio Armani celebrates its fortieth anniversary, here is the story of this fashion mogul through milestones in its history... Every legend has a history and every saga has a protagonist: the architect of the Armani saga was certainly Giorgio Armani, who has given his name to the brand. Born in Piacenza, a picturesque northern Italian town, Armani was raised with his older brother Sergio and younger sister Rosanna, by his Italian mother, Maria Raimondi and father, Ugo Armani, who was of Armenian-Italian descent. Giorgio’s initial aspiration was to study medicine. After three years of medical study, he dropped out and joined the army in 1953. Assigned to the military hospital due to his medical background, Armani figured out conditions were poor and jobs were limited at the hospitals, eventually deciding to review his career path. While he was in the army, he had window dressing, sales and marketing jobs, and had gained experience in this aspect of Having become an ever-growing asset and closely watched by the fashion circle in the following years, Armani began producing first for the United States and then for Europe. While some of today’s best-known Armani lines including Emperio Armani, Armani Eagle and Armani Jeans collections were released one after the other, Giorgio manifested his genius also in marketing, and started advertising his brand employing unconventional and innovative methods. Using TV spots and enormous street ads, the brand slowly became one of the top names of luxury clothing, and began infiltrating the wardrobes of many artists, singers and actors/actresses starring in music videos and films. Armani designed the costumes of the film American Gigolo, the success of which led to a permanent foothold in the film industry while also putting the spotlight on the brand for the first time as a trendsetter. Since then, Giorgio Armani designed costumes for more than one hundred films, created dozens of clothing and accessory collections, and built a huge fashion empire, extending its reach from the warm Californian beaches of America to neon-lit Tokyo streets in Japan. Turning everything it touches into gold in every aspect from swimwear to eyewear, casualwear to watches, souvenirs to cosmetics, the brand enjoys the well-deserved pride of being one of the youngest legends as it celebrates its fortieth anniversary. Matched by just a select few in its achievements and by even fewer ones in the top ranks clinched, Armani shines the most possibly with his endless creativity. Although it is one of the younger names representing timeless elegance, Armani will be desired with its fine and smart lines for decades to come. Balat for 4.5 years and opened this shop 7.5 months ago, you want to know more. And he begins talking about Balat enthusiastically. You figure out that Balat matches İstanbul in terms of its cosmopolitan structure. Learning that everybody knows one another, and entrusts the car and home keys to the tradesmen when going away on a trip puts a smile on your face. You remember that Balat was an important location in the history of İstanbul, that Jews emigrating from Spain were settled in this district and it was a Jewish neighborhood until recently. Across the street, you spot a café named Cumbalı, bay window... When you step in, you see the vintage cameras on the walls and camera cases suspended from the ceiling. You learn that the owner had lived in Russia for many years, was a photographer, a short filmmaker, who asked the question why not open a venue reflecting their life, and together with his partner, opened this café blending coffee and photography together. 54/55/56/57 Article: İpek Çakmak Photos: Yasin Baran BALAT: NEAR BUT FAR Sometimes you feel really happy. Fidgeting and shuffling, you try to do everything all at once. You are torn to pieces losing track of the morning, noon, evening and night just trying to keep up with your business life, social life and private life. Strangely enough, you are content with this hustle. You don’t realize that you are tired. You need a break, but you either don’t recognize it or you don’t want to. Then someone throws the question what you have lately done for yourself. You take a moment to ponder. You think of all the things you have postponed. After all these sentiments, you feel like being selfish for a day. You put aside everything and chase something of your choosing. The weather happens to be nice, serving as an additional incentive for sidetracking. You just take off... Just to find yourself strolling around the streets of Balat. You walk around not knowing where to go. It turns out that you don’t have to look far to find beautiful things. Along the first road you walk into, you find, just in time, a modern but equally neighborly coffee house. It is called the Coffee Department. Finding out that he used to be a successful white-collar who has been living in As you stroll to find something to nibble on, you find Forno with its red awning. Unable to resist the options of lahmacun, pide and pizza, you go in. It is rather late. Some places have closed. You feel drawn toward the all-attractive Ma’ide. You sit facing the street at the table for two set right at the entrance. The weather is quite chilly by then, and as recommended, you order a cup of winter tea. You turn to your place in the Celestine Prophecy, a book by James Redfield. You stare at the light reflecting from the cobblestone pavement in the silent street and you go on an inner trip. It is dark by then and you feel the chill. Who cares! You know, you sort of get melancholic when winter arrives... Perhaps because you tend to be more introvert, or perhaps because things get harder to handle... You don’t necessarily have to go to unfamiliar distant places for soul searching. Sometimes it is just enough to let your feet take you to Balat. Have a fulfilling winter season in which you will not postpone life, not delay saying that you love, and most importantly, not hold off yourself. Writer’s Note: Three venues awaiting to be discovered in Balat: BarbaVasilis Greek Taverna, Cooklife, Perispri Freedom Square featuring a walking track are home to the Opera House and Theater that play to full-house, the Parliament Building, the Art Museum and many other large and small museums and churches. To Georgians, wine is equivalent to water. Although agriculture is underdeveloped due to the rough terrain, viticulture is highly advanced because of the mild climate and suitable geological properties of the soil in the region. The best panoramic view of the city is to be seen from the Tbilisi Castle. It is hard to believe that Tbilisi, which, at first sight, is reminiscent of Europe rather than Caucasus, is Georgia’s biggest city set on the two banks of the Kura River, called Mtkvari by the Georgians. The friendly, polite and helpful people of the city are highly educated, cultured and fond of arts. 60/61/62 Article & Photos: Müge Emirgil A misty city compassionately embraced by the Caucasus Mountains and washed by the waters of the Kura River... TBILISI: A Melancholic Encounter with the Shades of Grey Georgia is one of the first countries that adopted Christianity in history. Evincing the great importance attached to their Christian culture, the city of Tbilisi in Georgia is packed with churches and cathedrals. Throughout history, Georgia has been a crossroads between the neighboring major civilizations in Southern Caucasus. Ruled by the Tsarist Russia in the 19th Century, Georgia has been the last country to secede from the Soviet Union in 1991 after the USSR era. Home to the Baku-Tbilisi-Ceyhan pipeline, Tbilisi is still struggling with economic hardships despite the ample reserve of oil in this neighboring country. Culture, Arts, Wine Tbilisi has a relatively mild climate, possibly because it is surrounded by mountains that keep the harsh Caucasus weather out. Hot springs and hot baths should also be noted. While the smell of sulfuric hot water is unattractive, it is very healthy and highly relaxing. Named after the Georgian poet Rustaveli, the city’s main street, Rustaveli Avenue leads up to Tavisuplebis Moedani, i.e. the Freedom Square. Called the Lenin Square before the declaration of independence, the square saw the destruction of the country’s last Lenin statue in 1990, which was replaced by the gold-plated statue of Saint George. The Rustaveli Avenue and the Tasty Cuisine The Georgian cuisine that can be sampled in typically wooden-decorated, rustic restaurants is not very rich but tasty. They generally serve meat, mostly pork. The dishes are flavored with plum sauces and different kinds of mushrooms that are abundant in the country. With various delicious types of mushrooms available, mushroom soups must be tried. There is a kind of ravioli dish that is very popular among the locals. Also famous is haçapuri, a kind of flat bread pizza. In this heavily drinking city, the Georgian vodka and beer should also be tasted, as well as the good wines. Turks will not feel out of place In fact, the Turkish people are quite dominant in the commercial life in Tbilisi. You can see Turkish brands and products in many places. Turkish chocolates, Turkish biscuits, Turkish detergents... Additionally, you can find restaurants, supermarkets and even barber shops run by Turks on Marjanishvili Street, a.k.a. the Turkish Street. Strolling is the best way to explore this small city. But you should be aware that the Latin alphabet is not used. Russian is more common but not many people speak English. You can even run into Turkish-speaking people, but otherwise, as hospitable and willing to help as the Georgians are, finding directions can prove to be quite a challenge. every one of them; I practically wanted to have them all. Possibly because I adore a riot of color, the ones that clung with me were handmade designer armchairs and sofas produced with the traditional technique by Bokja, a Lebanese firm. This writing would be incomplete if I omitted my fascination with the energetic, colorful, fun, hand-made and hand-painted exclusive furniture and objects by the famous German designer Thomas Hoffman, or the traditional hand-made vases, pots and decorative items featuring different themes made by Rometti, a 100-year old ceramic producer in Italy, or last but not least, exclusive works by iconic designers including Philippe Starck, Patricia Urquiola, and Melone Bourge. The moral of the story: I suggest that you pay a visit to Hamam Sokak No: 5 in Bebek as soon as possible. Especially now when you are thinking of what gifts to get for yourself or your loved ones with the New Year’s Eve around the corner... www.chictowndeco.com 70/71/72 Article: Özlem Gökbel ozlemgokbel@gmail.com THEY MAKE ME FEEL GOOD The winter is here... Or we are there! Every season, each day is a gift to treasure for those who can look at the bright side of things. While the whole world is in the grip of despondent events, we still have many reasons to feel good and to appreciate the moment. It is about looking and seeing, and wanting to look and see, right Here are a few humble suggestions from me :D Would one feel dizzy with designs? You bet! You will see what I mean if you step into Chic Town Deco, one of the most elegant design stores along the Bosphorus and one of the cutest spots in Bebek district. You will get so carried away with the design objects specially imported from various parts of the world that you will collapse into an armchair –which, of course, will be another wondrous design- and you will feel like sipping a cup of black coffee with co-founder and architect Tülay Beşir... Chic Town Deco, which opened its doors about a year ago, carries various design products from lighting fixtures to furniture, home textiles to decorative accessories, as well as art objects. I loved each and Would new signatures on familiar brands fuel our desire to shop? You bet! Shopping, new stuff, different designs do make me feel good :D Now, I have an additional incentive! Nowadays, Mudo collections feature designs by Arzu Kaprol and Boyner by Ayşe Boyner. Here we go! Resist shopping now, if you can :D One of my personal favorites, Arzu Kaprol designed timeless products for Mudo that you can use for many years to come, based on her motto “A design is about a different product, one that is always current”. I immediately went to a Mudo store. I examined Arzu Kaprol designs first-hand, touching and feeling them. Shaped by an original concept from color blocks to laser cuts, the collection focused on fabrics such as neoprene and leather. Orange is the top color. I found the texture and color schemes in this limited edition collection perfect. They will soon be part of my wardrobe thanks to their affordable prices although they are designer clothes:) www.mudo.com.tr Now for Boyner: Ayşe Boyner and her partner in this project, Charlotte Gram Andersen from Denmark, attended numerous fairs around the world. They identified 37 stylish brands from various countries from England to Australia. The hippest products of these brands are now on sale at 11 Boyner stores. The most important feature of this selection named Boyner Fresh is that it will change every 6 weeks. In other words, it is not very likely that you will see somebody else wearing a Boyner Fresh item that you have bought... And the prices are very reasonable, too. Obviously, Ayşe Boyner wanted to make style accessible by everyone. All to the good :D www.boyner.com.tr Would you be able to buy everything you see and touch in restaurant? You bet! I recently got a call from Petek Erim, one of the longtime writers of our magazine and my beloved friend. After our routine catch-up conversation, she aroused my curiosity saying “Dido opened a very cute restaurant; we should meet there one day”. Everything got together: a sector I love, my endless desire to discover new places and my classmate from Austrian St. George College for Girls, Elif Didem Yağcı who I love and miss a lot... Naturally, I went to March soon enough.. When I walked in, I was first greeted by “design”. I am not kidding; I was first welcomed by works of art, design objects, specially designed sitting sets and long wooden tables, giant chandeliers all around... Then Dido gave me a big hug, bringing me to my senses. I was impressed. Her view of life that reside beneath her friendly face reflected on the wood, glass, metal and ceramic at March, creating a cozy venue. Add the pine forests right across the restaurant to that! Combine them with the lively and brilliant ambience inside. I was in a postcard, you see :D Another charming aspect of March Restaurant for me is that you can buy or order anything and everything you see there from the plate your meal is served in to the chandelier hanging above your table. Besides their own-design home art, tables, chairs, coffee tables and lighting fixtures, you can also find a tasteful selection of gifts, objects reflecting the refined art of glassmaking, ceramic designs and masterpiece paintings. I can imagine how you will look around while enjoying your meal and the question that will cross your mind: Which ones should I get for my partner/friend and even for my home? I must also note that the kitchen at March that positions itself as a boutique steak house is in the experienced and good hands of Şenay Yılmaz. Lovely and attentive Şenay adds her love to the sirloin steak, veal chops, cutlets and many more delicious choices, which are highlighted by the great sauces. The concept of the venue is also perfect for special celebrations, product launches, birthdays and similar occasions. Just so you know. So I have suggested yet another place that is guaranteed to make you feel good :D www.marchistanbul.com Then I could not pass the university admission exam; so I took the aptitude tests, putting interior architecture among my preferences, for the sake of the word ”architecture” and not exactly knowing what it really meant. I got into Mimar Sinan University. It is weird that a person decides about his future like that, but this is how it happenned. Although we already know you, we would like to get back to when and where it all began. How did you venture into interior architecture and design? YA: It must have been a coincidence, I guess... I believe 18 is quite an early age to make the decision of your life. Mine was a very determined and enthusiastic choice but I still think that I made the right decision by chance. I like to create. It feels good to step back and look at and touch what you did after you complete a work. 74/75/76/77 Interview: Rana Korgül ranakorgul@gmail.com Photos: Ofist Archives Designers In Trouble – Ofist ART BLOG If two people come together to produce wonderful designs despite all their dissimilarities, then they don’t necessarily have to say the same thing or look in the same direction all the time. Partners in Ofist, Yasemin Arpaç and Sabahattin Emir are living proof of that. Their works are admired, talked about and praised highly. We got together with the two designers who focus on naturality and functionality rather than aesthetic concerns, and we found ourselves deep in conversation... Although we already know you, we would like to get back to when and where it all began. How did you venture into interior architecture and design? YA: It must have been a coincidence, I guess... I believe 18 is quite an early age to make the decision of your life. Mine was a very determined and enthusiastic choice but I still think that I made the right decision by chance. I like to create. It feels good to step back and look at and touch what you did after you complete a work. SE: I graduated from the department of electricity at an industrial vocational high school and I was pursuing to be an electrical engineer. SE: I graduated from the department of electricity at an industrial vocational high school and I was pursuing to be an electrical engineer. Then I could not pass the university admission exam; so I took the aptitude tests, putting interior architecture among my preferences, for the sake of the word ”architecture” and not exactly knowing what it really meant. I got into Mimar Sinan University. It is weird that a person decides about his future like that, but this is how it happenned. Ofist is one of the important architecture firms in Turkey. What are the features that reflect the character of Ofist when we look at an interior architecture project? SE: In terms of character, we cannot talk about recurring formal solutions or choices. Neither are we attempting to do that. Although we employ the same method in all our project solutions, this is not formally reflected in our projects. Our works are very dissimilar because the questions are very different. Therefore, the answers are different, too... YA: Our works are not uniform. The needs of our clients are the key. Sometimes it is just a minor makeover, sometimes it is about making something from scratch. Of course, it is much freer, much more creative and fun to design a project from start to finish. The heart of the matter is that the right thing for each project is different. That is why we don’t use ready-made solutions or patterns. We consider each project individually and create designs specific to every project and person. Tailor-made, you could say... Karaköy Loft is a good example for that. When it was all done, only an old couch and eight chairs of the owner were brought in. Everything else had already been designed and built during the construction of the home in line with our client’s desires and needs. What is your interior design understanding based on? SE: As you know, designing a venue is significantly different than designing an industrial product. You design or diversify a product so as to appeal to the common taste of as many people as you want to sell it to. When designing a venue, however, you mostly deal with a single person as your client. I mean, each project is unique for us. We are not taking the easy way out based on certain assumptions for economic purposes or due to time restrictions. We don’t hesitate to get into trouble, if necessary, but we come through it in the end. Getting into trouble and coming through it in the end – what a lovely way to put it! In this context, how do you position yourselves in the design world? YA: Together with those who question and who are concerned with what they do, with life and with themselves... SE: You just said that we are one of the important architecture firms in Turkey, this is so nice. I love that... When I think of what we have done in the context of everything done all over the world, I see us in the same place with those working to build something brick by brick. As far as we know, unusual and creative projects are the ones that get Ofist excited the most. You not only succeed in creating a new atmosphere in your works every time, but you also signed your name under countless projects that qualify as designs. Can you tell us a little about these projecs? YA: We first produce problems for us to solve. Otherwise, why would anyone design a bathtub on wheels, detail and manufacture it, rather than buying and installing a ready-made one! For example, our approach to AD House was to be quietly attached to the building, without touching its historic heritage, and to co-exist in the future. Of course we did not want to destroy the wall panellings of the one-hundred-plus years old building and put in a corner shower. But the new user of the aparment naturally did not want to step into a lion foot bathtub to take a shower every morning in this era. Karaköy Loft drew much attention all over the world. It was referenced in countless blogs, magazines and books. There are even 12 entries about it on Ekşi Sözlük, sour dictionary! In fact, it is a project that used very simple and natural solutions, but they were smart and carefully detailed solutions. Each spot and each detail was planned, designed and meticulously implemented for the user. We had a different approach to Y House. We can sum it up as an effort to Mediterranenize the detachment of Mandrin Oriental from Bodrum. White House, on the other hand, coincided with the Gezi Park protests. The leaves of the uprooted trees of Gezi Park have taken their places along Kate’s staircase. They create sweet games, reflections with the sun and the shades. They remind the saved trees of Gezi, sparkling a small smile... In the meantime, we are also designing the Numnum locations. When dealing with these projects that come one after the other, we turn to square one at various phases, look at things once again, and make changes as necessary. In your opinion, how should a good, flawless design be? YA: It must fulfill its function and satisfy its user... SE: I have a criteria: if I see a design and think “it is so simple; how did I not think of it before?”, then it is a good design. I take this path to make designs that are –let’s not say more perfectmore correct: when I am to design something, let’s say a chair, I don’t look at existing chairs and try to do something different. I ask what a chair is. In other words, I go back to the beginning and I try to come up with an answer of my own. Even if the conclusion I reach may resemble the existing ones, it can reflect more of me. I set out to rediscover America, looking for something Columbus overlooked. www.ofist.com Burg Eltz, Germany Located near Frankfurt but very far from civilization and settlements, the Eltz Castle is dubbed the Eltz Forest as it is nestled in lush green. While visiting the castle that boasts a history of 850 years, you may agree with the other visitors who label the medieval Rodendorf Kitchen and the painting “Madonna with Child and Grapes”, a masterpiece by Lucas Cranach The Elder, as their favorites. Having gone all the way to Eltz Castle, keep in mind that the Moselle River is close by; if you happen to be there in the right season, then try and take the 12-kilometer, 5-hour award-winning hiking route “Eltz Castle Panorama”. 78/79/80/81/82 Article: Özlem Yücelener Hogwarts in Younger Ages and Cair Paravel Later? An avid fan of castles then! So how about spending the New Year’s Eve in one this year? Did you use to admire the Walt Disney castle that appeared before all films when you were little? Were you a fan of Harry Potter at some point and an enthusiast of the Lord of the Rings now, if not a devoted follower of Narnia Diaries? If your answer is yes, then it hints that deep down you are a castle fan, whether you know it or not! In this case, take a look at my writing soon so that you can choose the potential castle to spend -at least- the coming New Year’s Eve. Neuschwanstein, Germany The castle was built by Ludwig II, King of Bavaria, but was never completed. Even in its incomplete state, it has inspired the Sleeping Beauty Castle in Paris and Hong Kong Disneyland. First you will need to head to Munich. Then, you will reflect on why you wanted to come here during the 125-kilometer train ride that lasted for two hours you spent listening to a playlist of pieces by Beethoven and Mozart. Finally, you will decide that the trip was worthwhile as soon as you see the view lying before your eyes that seamlessly blends with the classical music playing in your headphones and witness the architecture waltz with history. Bran Castle – Romania If you have seen the Dracula movie, if you got the creeps while watching it, if you have always been very, very curious about Transylvania, then it is guaranteed that you will be extremely impressed by the mystical atmosphere of Bran! If you want to quench your curiosity, uncover the mystery and visit Count Dracula in his home, then make plans to be in Brasov for the New Year’s Eve. Getting to Brasov is not a big trouble. You can easily take a train from Bucharest, or when you are on vacation in Madrid, Frankfurt, Paris, Rome, or London, you can fly to Bucharest and make Brasov the final destination of your trip. One last note on Bran: remember that Bran is available also for private events. Bled Castle – Slovenia Overlooking Lake Bled, the Bled Castle is practically the symbol of Slovenia. Commanding an exquisite view of the lake, the castle once hosted many political meetings. Today, however, political gatherings are out, whereas weddings are trending. A lot of weddings are held in this venue based on the belief that if the groom carries his bride up the 99 steps of the church set on the island in the middle of the lake, and if he can still ring the church bell, then the couple will be happy ever after. If you consider Bled as an alternative place to get married or just to enjoy the lake view, you should know that Zagreb, Dubrovnik, Vienna, Salzburg, Munich, Frankfurt, Berlin, Milan, Rome, Zurich, Budapest, Prague, Oslo and Helsinki are all on the way to Bled. Do not worry if you are missing the New Year’s Eve Party at the Bled Castle that promises a gourmet menu for 100 Euros per person on December 31st; prefer Okarina, where Paul McCartney also dined, or Vila Ajda for a dinner with a lake view. Le Mont Saint-Michel, France A UNESCO World Heritage Site, a must-see site if you are in Paris, and a sure contender for 1001 places to see before you die, Le Mont Saint-Michel is a spellbinding location comprising an island, a mountain, a village, a monastery and a castle – all in one! Add St. Michel to the end of any ordinary Paris trip to be dazzled with its gracefulness and elegance as apposed to the gothic and mystical architecture, and experience a venue that is better than Eiffel.Useful Tips about Spending a New Year’s Eve in a Castle: • Certain castles are open for visitation only, but if you want to stay over at a castle for the New Year’s Eve, you can choose from among hundreds of alternatives depending on your wishes and expectations. And that at prices in the order of 200 Euros per room per night... You might want to check celticcastles.com first. • Castles and citadels are not available only for visiting, or wining and dining. In addition to overnight stays, you might prefer a castle for weddings, celebrations, SPA, corporate events and all sorts of invites. • Though you are too late for the Harry Potter Christmas Dinner, a fantastic event deserving of the Potterheads that will be held for the first time this year on December 3rd at Warner Bros London Studios, you can sign up for updates at wbstudiotour.co.uk. • If the new year concept alone did not give you a satisfying enough taste of St. Michel, put the St. Michel Marathon that will be run on May 29th on your calendar, or wait for July 2nd to return to St. Michel, which is designated as the starting point for Tour De France 2016. While this writing invites you to try a totally different concept for the coming new year, do not miss the moment; wish as much as you can, keep dreaming whatever dreams you may have, and greet this new year as happily as you did the previous ones! Audi Servis Yeni bir zaferden daha güzeli, yine bir zafer kazanmak. Şenyıldız, yeniden dünyanın en iyi Audi Yetkili Servisi. Dünyanın 38 ülkesinden 73 Audi Servis Ekibi’nin yarıştığı Audi Twin Cup 2015 Dünya Finali’nde Şenyıldız Ekibi, üstün başarısını tekrarlayarak ikinci kez Dünya Şampiyonluğu’na imza attı. Bizim gibi Audi tutkunuysanız, sizi de dünyanın en iyi servisine bekleriz. Şenyıldız Yenikapı Satış/Servis: Nişanca Mah. Kennedy Cad. No: 54/1 Yenikapı-Fatih/İstanbul Tel: (212) 402 20 00 Faks: (212) 638 01 33 www.audisenyildiz.com Cevizlibağ Servis: Merkez Efendi Mah. Mevlana Cad. E-5 Yanyol Toya Plaza No: 140/17 Cevizlibağ-Zeytinburnu/İstanbul Tel: (212) 413 06 50 Faks: (212) 547 15 20 Şenyıldız Butik: Valikonağı Caddesi No: 41 Nişantaşı/İstanbul Tel: (212) 638 94 94 Şenyıldız bir Doğuş Otomotiv Servis ve Tic. A.Ş. yetkili satıcısıdır. Audi Şenyıldız mobil uygulaması ve 'da