1 ANCRENE RIWLE: MÜNZEV HAYATIN SINIRLARININ K TABI
Transkript
1 ANCRENE RIWLE: MÜNZEV HAYATIN SINIRLARININ K TABI
ANCRENE RIWLE: MÜNZEVİ HAYATIN SINIRLARININ KİTABI; YALNIZLIĞI İLÂHLAŞTIRAN KİTAP Ufuk EGE* ÖZET Ancrene Riwle, münzevinin hayatının sınırlarını belirleyen ve yalnızlığı ilâhlaştıran bir kitaptır. Eser, izin verildiğinde, gelen herhangi bir misafirle konuşmak için kabul salonuna açılan bir pencereyle, başka bir pencereyle de hizmetçileriyle konuşan, üçüncü pencereyle ise dini ayinlere katılan münzevilerin kilise veya manastıra bağlı hücresindeki kapalı hayatlarına odaklanır. Pencereler, ruhun aynası olarak algılanırlar, münzevilerin dünyevi işlere kapalı olması anlamında, mezara açılan küçük kapıları simgelemektedirler. Bu bağlamda, kapatılma, mezarı temsil etmektedir. Cenaze töreni, kapatılma esnasında dünyadan elini eteğini çekme göstergesi olarak yer alır. Tanrı’nın gözünde eşsiz bir şerefe ulaşması gereken bir münzevinin uygun davranışını anlatan sekiz kitaptan oluşan eserde yazar, bireysel bütünlük, ılımlılık, yaratıcı düşünme, sağduyu ve manevi dindarlık konularıyla ilgilenir. Dindarlık kisvesi altında, dış görünüşteki şekilciliği eleştirir. Zamanın günah el kitapları, itiraf edebiyatı üzerine bilimsel incelemeleri ve dini yazılarıyla karşılaştırılınca, Ortaçağa ait basmakalıp sözlerin Ancrene Riwle’nin yazarı tarafından bertaraf edildiği görülür. Örneğin, yazar münzevilerin başlarına sıkıca bağladıkları başortülerinin ve peçelerinin, dindar bir münzeviye işaret etmediğini söyler, Havari Paul’un başı örtmeyle ilgili şekil ve özellik tayin etmediğini hatırlatır. Aynı zamanda vücutsal zevklerden nefsi köreltmek için, vücudu kanatan, kaşındıran kıl kıyafetleri, kirpi derilerini eleştirir. Onun rahatlığa, esnekliğe, yeniliğe, düzyazıda konuşma üslubuna karşı olan ilgisi, yazarı, dini yeniden yapılandırmanın ve yeni bir biçimde düz yazı yazmanın habercisi yapar. Anahtar Sözcükler: Ancrene Riwle, münzeviler, kapalı hayat, dini vecibeler, Ortaçağ edebiyatı, hayvanlara ait hikâyeleri anlatan sembolik Ortaçağ kitabı. ABSTRACT Ancrene Riwle is a book which determines the restrictions of the life of an anchoress, and deifies solitariness. The work dwells on the secluded lifes of anchoresses living in a cell attached to a church or a monastery with a window giving on to a reception hall so that they could speak to any guest, if only they are allowed to, without their having to leave their small rooms, and another window through which they could speak to their servants and with a third window for participating in ecclesiastical services. The windows symbolise the mirror of one’s spirit, and little doors to a grave in the sense that anchoresses are not interested in the worldly affairs. In this context, the enclosure stands for the grave, and the funeral service takes place at the time of enclosure as a sign that the anchoresses were dead to world. In the work, which consists of eight books on the proper conduct of an anchoress, who should attain unprecedented glory on the eyes of God, the author is concerned with individual wholeness, moderation, creative thinking, commonsense and inward godliness, and he criticises the outward form under the pretext of piety. In comparison to the manuals of sins, treatises on confessional literature and the religious writings of the time, the Medieval clichés are overridden by the independent thought of the writer of Ancrene Riwle. For example, he 1 says that the veils and wimples of anchoresses, that cover the head firmly, do not indicate a pious anchoress and remind one of Apostle Paul who did not determine the forms and traits of coverings on head. He also decries itching hair clothes or the hedgehog-skins that bleed the body to cause to atrophy the carnal pleasures. His interest in homey, flexibility, innovations and colloquial style in prose makes the writer a precursor of the reformation in religion, and the new-style prose-writing. Key Words: Ancrene Riwle, anchoresses, a secluded life, religious verdicts, Medieval literature, bestiary. Ancrene Riwle (Rule for Anchoresses) (Münzeviler için Usul) ya da Ancrene Wisse (Guide for Anchoresses; Münzeviler için Rehber) adıyla bilinen Ortaçağa ait dini vecibeler ve usul edebiyatı kitabı, 1190-1225 arasında (Dobson, 1976,5), anonim bir rahip tarafından kaleme alınmıştır (Biller, 1985, 351). Dilbilimsel çözümleme ve söylem incelemesi, yazarın Galler bölgesi sınırına yakın kuzey Herefordshire veya güney Shropshire yörelerindeki Wigmore Manastırı civarında, Ortaçağda, İngiltere’nin ortasında bulunan şehirlere ait Anglo-Sakson etkileşimli bir lehçeyi kullandığını ortaya çıkarmıştır (Doyle, 1954, 1-2). Eserin on biri İngilizce, dördü Latince ve ikisi Fransızca olan on yedi el yazmasının bulunması (Wada, 2003, 5), onun çok revaçta olan bir el ve usul kitabı olduğunun kanıtıdır. Bu el yazmalarından Cambridge Üniversitesi’nde bulunan, Corpus Christi College 402’nin şu anda kayıp olan orjinaline en yakını olabileceği (Millet, 1996, 6-7) düşünülmektedir. Sadece bu el yazması, o döneme ait başlık olan Ancrene Wisse’yi taşımaktadır. Diğer el yazmaları başlık taşımadığından, Corpus Christi el yazmasından ayırmak için, kayıp el yazmasına ve diğerlerine Ancrene Riwle metni adı verilir (Scahill, 2002, 76). Toplumdan elini eteğini çekmiş olarak, ruhani açıdan rahibe hayatı yaşayan üç kadına yol gösteren bir rehber olarak Ancrene Riwle, öğretici düz yazı uslubunu kullanır. Burada “sisters” (rahibeler, kızkardeşler) olarak hitap edilen kadınlar, gerçek anlamda kardeş ve/veya münzevi olarak ele alınmışlardır. Ruhani ya da dindışı anlamda kullanılan veya her iki anlamı da içeren “sister” kelimesinin açıklanması ve üç kadının adları hakkında yapıtta herhangi bir bilgi yoktur. Ancak, Orta İngiltere’de, Deerefold’da, 1180 ile 1245 arasında yaşayan hem rahibe hem de kızkardeş olan bu üç kadının varlığı (Dobson, 1976, 219-220,250), aralaındaki kardeşlik yakınlığı ve ruhani açıdan rahibe hayatı yaşamaları, onların hem münzevi hem de kardeş olduklarını desteklemektedir. Yunanca kökenli olan “anachoretes” kelimesi, dişil formunda “anchoress” olurken, eril formunda, “anchorite” e dönüşür. İnsanlardan uzak yaşayan anlamıyla, bir “hermit”’den (insanlardan uzak yaşayan) farklı olarak, bu insanlar, kiliseye bağlı kapalı bir mekânda yaşarlar, oradan hiç çıkmazlar (Colledge, 1939), 115). Bu bağlamda, “hermit”’ler uzun uzun düşünecekleri yalnız bir yaşamın çağrısına kilise dışında, evlerinden uzakta, coğrafi konumlarda çile çekmeye katlanırlarken, “anchoress”’ler ise bir recluse (fiziksel olarak kendilerini sıkıca hücreye kapadıkları bir ortamda yaşayanlar) olarak münzevi hayatı seçerler ve rahibeliğin bir türünü oluştururlar. (Shepherd, 1972,xxx). Dini açıdan hücre, dünya işlerinden elini eteğini çekmeyi, mezarı temsil etmektedir. Cenaze töreni ise hücreye girmede dünyevi işleri bırakma anlamında yapılan sembolik bir uygulamayı içermektedir (Ackerman ve Dahood, 1984, 43-51). Bu bağlamda, bir kilise veya manastıra bitişik bir hücreye bir münzevinin alınmasıyla dini gereklilik, dergaha yeni alınan bir mürit gibi gerçekleşirken, bu kapatılma töreni sırasında bir ayin yapılırdı. Bu tören, bu özel 2 münasebetle yazılırdı ya da ölüler için kaleme alınmış bir komünyon gerçekleşirdi. Ne de olsa, bir münzevi dünyada bir ölü gibi yaşardı. Evi ise mezara benzetilirdi. Ancrene Riwle’nin yazarı durumu şöyle ifade eder: “Münzevi evi mezar değil de nedir?” (Anonim, 1990, 47). Bu durum, dönemin dini tarihiyle yakından bağlantılıdır. On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda, daha münferit olan dini bir hayat tercih ediliyordu. Aydın hayat olarak, sevap işleme ya da hücreye girme tavsiye ediliyordu. Örneğin, Başpiskopos Greenfield, 1314 de Nunkeeling Manastırına bağlı olarak hücreye girmiş münzevilerin, dünyevi işlerden ve toplumdan tamamen uzaklaşmalarını, bu dünyada mezara girmelerini öneriyordu (Page, 1913, 123). Ayrıca, 1222’de toplanan Oxford Encümeni, münzevilerin ipek peçeler, süslü kıyafetler ve altın, gümüş iğneler takmalarını, bireysel özellikleri gösteren kıyafetleri yasaklıyor; sadakat, din ve alçak gönüllülükle davranmayı savunup, bencilliklerden kurtulmak gerektiğini vurguluyordu (Wilkins, 1737, 590-591). Benzer kıyafetler, aynı yemek, uyku, çalışma ve dua usulleriyle belirlenmi, programlanmış gündelik programlara sahip olan mezhepler, bireysel kimlikleri yok ederken, din adamlarının, rahibelerin, münzevi hayat yaşayanların kişisel mülk edinmelerini de yasaklamışlardı. (Constable, 1996, 70-73). On birinci ve on ikinci yüzyıllarda kurulan yeni mezhepler dini hayatı tanımlarken, Aziz Augustinus’un meshebi, ahlâk, çile, günahın mahvettiği, Tanrı inayetinin kurtardığı insanın kaderi ile Tanrı kavramlarını incelerken, tıpkı Aziz Benedict mezhebi gibi münzevi hayatı tavsiye ediyorlardı (Cheney, 1941, 123-127). Örneğin Benedict mezhebi, kendine güvenen rahiplerin, tek başına ve münzevi hayatta, kötülüklerle başetmelerini (St.Benedict 1914, 60) savunuyordu. Aynı şekilde, on ikinci yüzyılda Benedict mezhebinin daha sıkı uygulanması gerektiğini savunan Carta Caritatis (Sevgi İmtiyazı) anlaşması doğrultusunda ilkelerini oluşturan Cistercian mezhebine göre, hedeflenen ruhanî hayat çok basit ve sade olurken, kişisel kurtuluş, münzevi hayatta görülüyordu. Sade bir kilise ve ilkel el becerileriyle yapılan işlerle, sadelik amaçlanıyordu (Livingstone, 1980, 92,111). Fakat, din sapkınlarını doğru yola çekmek için vaaz verme amacıyla kurulan Dominikanlar ve gezgin dilencilik temeli üstüne kurulan gerçek Hristiyanlığın bir dilenci gibi sefaleti, yoksulluğu gerektirdiğini savunan, Hristiyanlığa davet edici vaazları gezginci kimlikleriyle veren Fransiskanlar, hücrelere tıkılı kalmayıp, kendilerini vaaz vermeye, yeni kurulmuş üniversitelerde ilâhiyat dersi vermeye adamışlardı (Tugwell, 2001, 5-10). Dini kültür, dua yoluyla tasavvurun olmasını, dine niyet etmeyi desteklemektedir. Bu niyet, ruhun yanlızlığıdır, entelektüel aydınlanmadır, niyetin, aklın, iradenin din ile meşgul olmasını içerir. Bu bağlamda, manevi bir kavramla, akıl ve iradeyle buluşulurken, aklın ve iradenin dine manen ulaşması, düşünme yoluyla olmaktadır. Bu açıdan Ancrene Riwle, niyete ermeyi ummaya değinirken, eserdeki sekiz bölümde de, dini vecibeleri verir. Sekiz kısımdan oluşan eserin, ilk bölümünde yazar münzevilerin okumak zorunda oldukları dualar ve ifadelerle başlar. Kiliseye bağlı yandaki ikametgahta yaşayan üç münzevi kadından bahseder. İkinci bölüm, duyguların kontrol altına alınması gerekliliği, kendi kendini yalnızlığa alıştırıp, disipline sokma, dini çilecilik ve sade yaşam tarzına odaklanır. Üçüncü bölüm, nefsin körelmesine, kötülüklerden uzak durmaya adanır. Dördüncü bölüm, erdem için gerekli olanın tecellisi olduğuna ve günaha davete karşı çıkmaya odaklanır. Beşinci bölüm, günah çıkarmaya davet ederken, altıncı bölüm tövbe etmeyi anlatır. Yedinci bölüm şovalyevari aşkın temellerini atarken, ilâhi aşkla Tanrı’ya ulaşmanın önemini vurgular. Son bölümde, diet, yortu günleri, giyim ve hizmetciler üzerine yorumlar vardır ve aynı zamanda eserde, 3 günlük hayattaki olaylar, aşçının oğlu Slurry’nin küstahlığı, mutfaktaki bulaşıkları yıkaması veya aç köpeklerin ziyafet sofrası etrafında dolaşması anlatılır. Eserdeki alıntıları ve kökeni inceleyen araştırmacılar (Allen, 1918, 474-546; Baldwin, 1974; 1-82; Dobson, 1976; Millett, 1992, 206-228; McNabb, Chambers ve Thurston, 1926, 82-89,197-201; Millett, 1999, 193-215; Millett, 2002, 53-76; Eggebroten, 1979; 1-471; Marsh, 2000,200-205; Saegert, 1981, 1-127), Ancrene Riwle’nin yazarının özellikle İncil’den (Mezmurlar kitabından Yeni Ahit’ten), Neşideler Neşidesi’nden [Song of Solomon, Song of Songs], Aziz Augustine’den, Benedict’ten, Bernard’tan, Jerome’dan, Gregory’den, Anselm’den ve 4. yüzyılda bakire olarak şehit olan ve efsaneye göre asil bir aileden gelen, çok bilgili olan, fakat olağanüstü Hristiyan bilgisi yüzünden ve imparatorla, bakire kalmak için evlenmeyi reddetmesine bağlı olarak, işkence gören, dört tekerleğe bağlı olarak azap çektirilen, cennetten gelen ateş patlamasıyla tekerleklerden kurtulan, en sonunda da, sonra kafası uçurulan, genç kızların hukukçuların, bilginlerin koruyucusu St. Katherine’in hikâyelerini anlatan Katherine Grubu Hikâyeleri’nden konu olarak, Hali Meidenhad (Kutsal Bakirelik) adlı anonim bilimsel incelemeden, Peter’de Chanter’ın Verbum Abbreviatum (Az ve Öz Sözler) geleneğinden ve sekiz bölümü aynı başlıkta veren Aelred of Rievaulx’un Virginalis’inden (Bakire) yararlandığını belirtmektedirler. Ancak yapıtın eklektik uslubu, o kadar canlıdır ki, yazar muhtemelen önceden tanıdığı üç münzeviye ya da bu hayatı seçen üç kardeşe, bir danışmanın ya da uzmanın edasıyla, kendi dini meâlleriyle hitap eder. Eserin hitap ettiği münzeviler, okuyabildiklerinden, kendilerine çok sayıda Fransızca ve Latince kökenli alıntı ya da kelime sunulduğundan, bu sebepten dolayı da bu dilleri bildiklerinden, kendilerinin hizmetçileri olduğundan dolayı -: “... münzevinin sadece kendine ve hizmetçilerine bakması beklenir”- (Anonim, 1990,31) doğuştan asil, sonradan münzevi olan kadınlar oldukları anlaşılmaktadır. Bir münzevinin (“anchoress”) her zaman sebat etmesi, namus yemini etmesi, aynı yerde kalması ve üstlerine itaat etmesi zorunluydu. (Dobson, 1976, 52). Ancak, her zaman zengin ve asil bir aileden gelmesi gerekmezdi. Örneğin, Londra, Warburg Enstitüsü, Faksimile Credens El yazması Ms.12, f.1, 1227 tarihli kayıt, John isimli marangozun kızı Mary’nin, Swine çevresindeki St. Mary Kilisesi mıntıkasına bitişik kilise bahçesindeki küçük kulübede münzevi hayatı yaşadığını yazmaktadır. Mary birçok münzevinin aksine okuma ve yazma bilmemektedir.1 Ancrene Riwle’de, münzevi hayatı seçen kadınların bu hayatı tercih etmelerindeki asıl nedenin, ebedi cennet vaadi olduğu açıklanır: “Cennet saadetiyle yükseleceksiniz” (Anonim, 1990, 76). Bu bağlamda onlara İncil’den örnekler vererek açıklama yapılır: “Metal ne kadar parlak olursa olsun, ister altın, gümüş, demir ya da çelik olsun, paslanmış olan bir şeyden pas kapacaktır, eğer ki o şeyin yanında uzun süre kalırsa. Bu yüzden John the Baptist (Yahya Peygamber) temiz olmayan insanların oluşturduğu toplumdan kaçmıştır ki; pislik buluşmasın diye... Efendimiz tarafından seçilen ailesini, bir yalnızlık mekânı için terk etmiştir ve el değmemiş bir bölgede yaşamıştır. Ve bu şekilde neye ulaşmıştır? Tanrı’yı vaftiz eden kişi olmuştur. Tüm dünyayı tek başına tutan cennetin efendisini, elinin altıyla vaftiz etmek ne büyük öncelik ! Orada Cennetin Efendisi 4 kendini ona üç kişi olarak gösterdi, kendi sesiyle Baba olarak, bir güvercin şeklinde Kutsal Ruh olarak, elleri arasında Oğul olarak”.(Anonim, 1990, 70) Meryem Ana da münzevi hayatın ve yalnızlığın ilâhlaştığı bir örnek olarak tasvir edilir: “Meryem Anamız tek başına bir yaşam sürdürmedi mi? Melek onu ıssız bir yerde, yalnız olarak bulmadı mı? O dışarıda değildi fakat sıkı bir şekilde kapatılmıştı: Melek içeriye girerek ona şöyle dedi: Selam Meryem, Tanrı tüm inayetiyle seninle beraber. Sen kadınlar arasında kutsanmış birisin. Bu hadise olduğunda o, hiç kimsenin olmadığı bir yerde tek başınaydı. Bir melek kalabalığın içindeki birine pek görünmez”. (Anonim, 1990,71) Kutsallığın doğasında, insanın kendisi ve Tanrı hakkında daha iyi bilgi edinebileceği, ancak kişisel ve fiziksel yalnızlıkla kazanılabilen, bir ruhani kurtuluş vardır. Bu bağlamda münzevilere, sözlerinden dönmemeleri, kapatıldıkları mekânları olağanüstü durumlar hariç terk etmemeleri tavsiye edilir: “Münzevilerin sadece işlerini yapmalarını ve üç konuda ciddi kararlar almalarını tavsiye ederim: itaat, namus ve kalınan mekânda durma. Münzevilerin herhangi bir ihtiyaç dışında yerlerini terk etmemeleri gerekir: örneğin kaba kuvvet, ölüm tehlikesi anında veya başrahip ya da kendinden daha üstün kişilere itaat etme dışında. Çünkü her kim bir görev üstlenip Tanrı’ya bunu emredildiği gibi yerine getireceğine söz verip, kendini bu söze bağlarsa ve bu sözü özgür iradesiyle bozarsa ciddi bir şekilde günah işler”. (Anonim, 1990, 3) Bu şekilde ruhani açıdan konulan iç kurallarda, “Tanrı’nın emirleri[nin] ... kalbi yönetmesi” (Anonim, 1990, 3) vardır. Tanrı’nın inayetiyle, zaman geçtikçe, bu konularda gelişme olacaktır: “Size, hakikaten, neyin iyi olduğunu, ... göstereceğim. İyilik edin, efendiniz olan Tanrı’nın yolundan sevgi ve korku ile her zaman güçsüz olduğunuzu hatırlayarak gidin” (Anonim, 1990, 5). Bu şekilde, münzevilere Meryem Ana gibi bakirelerin gittiği Cennet vaad edilmektedir (Anonim, 1990, 15): “Ey Tanrım senin vesilenle kutsanmış Meryem Anamızın verimli bekareti, insanoğlunu sonsuz kurtuluşun ödülü ile güvence altına aldı. Sana yalvarıyoruz; hayatın amili olan oğlun İsa’ya sahip olacak kadar değerli olan Meryem Ana’nın şefaatini tecrübe etmemizi ihsan eyle”.(Anonim, 1990, 17) Münzevilerin ruhani yaşam tarzı, yaşadıkları mekânla da ilintilidir. Onlar, kilisenin duvarlarına bitişik inşa edilmiş bir evin küçük bir hücresinde yaşarlar. Her bir hücrede üç pencere vardır. Bir pencere, bir kabul odasına açılır. Bir münzevi bir misafiriyle hücresini terk etmeden, ancak bu şekilde, konuşabilir. Diğer pencere, hizmetçisiyle konuşması içindir. Üçüncü pencere ise, kilisenin içini görebilmesi, ayinleri takip etmesi, vaaz ve öğretileri duyabilmesi içindir (Dobson, 1976, 254-255). Bu üç pencerenin işlevini Ancrene Riwle şöyle tanımlar: “Kilise penceresinden hiç kimseyle konuşma yapmayın, fakat şarap ve ekmek ayinini onun sayesinde izlediğininden ona huşu gösterin. Bazen hizmetkârlarınız için olan konuşmalarınızda evin, diğer insanlarla 5 olan konuşmalarda da salon tarafı penceresini kullanın. Hiç kimseyle bu iki pencerenin dışında konuşmamalısınız”.(Anonim, 1990, 30) Yemek, misafir ve pencere kullanımıyla ilgili sınırlamalarda belirtilmektedir: “Yemeklerde sessiz olun... Eğer birinin çok sevilen bir misafiri geldiyse, hizmetkârlarının yemeklerde misafiri eğlendirmesine izin verilmelidir. Penceresini açmak için bir ya da iki kez ayrılmalıdır, memnuniyetini mimiklerle göstermelidir”. (Anonim, 1990, 30) Ayrıca, pencerelerin dünya işlerine, havadis ve dedikodulara karşı kapatılması tavsiye edilir: “Sadece kulaklarınızı değil, pencerelerinizi de boş sohbetlere, dünyevi haberlerin veya dedikoduların içeri girmesine karşı kapatınız.” (Anonim, 1990, 31). Ancrene Riwle’de pencere, ruhun aynası anlamını içeren mecazi bir anlamı da yansıtmaktadır ve bu pencereler günaha kapalı olmalıdır. “Namussuz bir göz, namussuz bir kalbin habercisidir” der Aziz Augustine. Hafif meşrep göz, ağzın utançtan söyleyemediğini söyler. İffetsiz bir kalbin habercisi gibi davranır. Herhangi bir nedenle bir erkek ile kirlenmek istememeye aldırmayan bazı kadınlar vardır, erkeklerin onlarla ilgili fikirlerinin olduğuna veya onlar tarafından baştan çıkarılabileceklerine aldırmazlar... Gözler oklardır, şehvetin saldırısındaki birinci silahlardır... Kadın, önce iffetsiz gözlerinden bakışlar saçar. Bunlar hafifçe uçan oklar gibi kalbe saplanır... Şeytanın silahları bu pencerelerden, münzevinin tahmin etmediği bir zamanda onu gözlerinden vurabilir ihtimali ile münzevinin pencereden sarkmasına izin vermeyin... Hakikaten bu gözlerin pencereleri, hastalığın pencereleri diye adlandırılabilir. Çünkü onlar birçok münzeviye hastalık getirmiştir... Öndeki pencerelerin yanısıra arkadaki pencereler de kapalı tutulmalıdır. Tanrı, pencerelerini muhafaza edenleri himâyesi altına alır”.(Anonim, 1990, 25-27) Münzevilerin hücrelerindeki pencereleri örten perdeler sembolik bağlamda dünyaya açılan pencereleri kapamaktadırlar: “Mümkünse pencerelerinizle çok az ilgilenin. Onların küçük olmasına izin verin. Kabul salonununki en ufak ve dar olsun . İki tür kumaştan yapılmış perdeleriniz ve siyah zemin üzerinde beyaz bir haç olsun. Siyah kumaş kendinizin de karanlıkta olduğunuzu ve dünyevi dünyanın gözünde hiç değerinizin olmadığını gösterir... Beyaz haç size şu nedenle uygundur... Beyaz lekelenmeden korunması zor olan bekareti uygun bir şekilde temiz tutanlara ve arıtanlara aittir”.(Anonim, 1990, 21) Salon penceresinden konuşulacak insanlara kısıtlama getirilirken, münzevilerin rahiplerle konuşmalarında bile kendileri hakkında bilgi vermemeleri, çok bilgili geçinmemeleri ve öğrenmeye açık olmaları tavsiye edilir: “Salonun penceresine girmek zorunda kaldığınız zaman, ilk önce kadın hizmetkarınızdan gelenin kim olduğunu öğrenin. Çünkü o sizin mazeret göstermenizi gerektirecek biri olabilir; fakat gerçekten gitmek zorunda kaldığınız zaman, haç çıkartın. Daha sonra Tanrı korkusuyla 6 ilerleyin. Eğer gelen bir rahip ise... tamamen sessiz kalarak onun ne dediğini dinleyin, böylece gittiği zaman hakkınızda iyi ya da kötü hiçbir şey bilmeyecek, sizi övmesi veya suçlaması mümkün olmayacaktır. Bazı münzeviler... söyledikleri bazı vecizelerle akıllı olarak tanınmak isterken, itibar beklerken, bir suçlamaya maruz kalacaklardır; rahip... en azından, “Bu münzevi oldukça fazla konuşuyor,” diyecektir”. (Anonim, 1990, 28) Pencereler arasına sıkışmış bir hayat süren münzeviler iftiraya uğramamak için şahitsiz konuşmaya da başlamamalıdırlar: “İster erkek ister kadın olsun, konuşacaklarınız günah çıkarmayla ilgili olsa bile yanınızda şahit olmadan konuşmayın. Aynı evde veya sizi uzaktan görebileceği başka bir yerde, üçüncü bir şahsın olmasına izin verin” (Anonim, 1990, 30). 1264 yılında, Surrey bölgesinde münzevi olan bir kadının sütçüyle, yanında şahit olmadan konuşması nedeniyle, ona aforoz davası açılmıştır. Münzevinin, dışardan tek gördüğü erkek olan sütçüyle çok yakın ilişkisi olduğu iddia edilmiştir (Wilkins, 1737, 53). Bu bağlamda, Ancrene Riwle’deki münzeviler de, erkeklerle olan ilişkileri açısından uyarılırlar: “Hiçbir erkeğe dua etmeyin. Hiçbir erkeğin sizden nasihat beklemesine ya da size nasihat etmesine izin vermeyin... Hiçbir erkeği, aşırı senli-benli olması dışında, herhangi bir hata için azarlamayın, suçlamayın. Kendilerini yıllar boyunca geliştiren münzeviler, bu azarlamayı kesinlikle yerine getirebilirler fakat bu yapılması tehlikeli olan bir şeydir, genç münzeviler için uygun değildir... Günah çoğu zaman iyiliğin görünüşü altında gözlenir. Münzeviler, böyle azarlamalarda bulunarak, kendileri ile rahipler arasında zararlı bir aşka veya büyük bir düşmanlığa neden olurlar”.(Anonim, 1990, 31) Münzeviler kilise hücresine yaklaşabilecek erkeklere karşı da uyarılırlar: “Elini pencerenizin perdesine uzatacak kadar çılgın ise pencereyi hemen kapatın, onu terk edin. Aynı şekilde, herhangi biri iffetsiz bir aşka sebep olacak zararlı laflar ederse,” (Anonim, 1990, 42) bu münzevinin pencereyi kilitlemesi gerekmektedir ve “bu aşk, birçok gecedir uykumu kaçırıyor” (Anonim, 1990, 42) gibi sözlere, münzevilerin kulaklarını tıkamaları tavsiye edilmektedir. Bu sebepten onlara, hafif sözler, bakışlar, aşırı nezaket, lüks ve şikayet (Anonim, 1990, 47) yasaklanmıştır. Ancrene Riwle’deki kuş tasvirleri Ortaçağ hayvan mitosları, bilgileri ve İncil bağlamında, sembolik olarak münzevilerle özdeşleştirilir: “Gerçek münzevilere, kuşlar da denir. Çünkü onlar dünyayı, yani dünyevi şeylere olan sevgiyi terkederler. Kalplerindeki ilâhi şeylere olan özlemden dolayı, yukarı Cennete doğru uçarlar. Asil, yüce bir hayatta yüksekten uçmalarına rağmen, başlarını tevazu içinde aşağıda tutarlar, tıpkı bir kuşun uçarken başını eğmesi gibi... Kuşlarla kıyasladığımız (Tanrımızın kıyasladığı) [Luke, 17, 10] gerçek münzevi, uçarken kanatlarını açar ve bir haç şeklini alır. Kalplerindeki niyetle, vücutlarındaki acıyla, Tanrı’nın hacını taşırlar”.(Anonim, 1990,58) Yapıtta, yaptığı iyi işleri aşırı tutkusu nedeniyle yok eden bir münzevinin, günah çıkarmayı içtenlikle istemesi teması işlenirken, münzevi imajıyla; öfkeyi, günahı, 7 pişmanlığı ile İsa’nın çektiği acıları temsil eden pelikan tasviri birleştirilmektedir. T.H. White’ın editörlüğünü yaptığı Ortaçağ Latincesindeki 12. yüzyıla ait The Book of Beasts’e (Hayvanlar Kitabı) göre, yavrularına aslında çok düşkün olan pelikan, çocukları büyürken onların ebeveynlerinin yüzüne doğru kanat çırpması sonucu, bebeklerini vurarak öldürür. Fakat üç gün sonra öfkesini yenerek, pişmanlık duyarak, kendi göğsünü yararak kanıyla ölü yavrularını besleyip, diriltir. Bu sebepten dolayı, pelikan tüm insanoğlunu çok sevdiği için kendini feda edip çarmıha geriltilen İsa’yla özdeşleştirilir (Anonim, 1984, 132-133). Ancrene Riwle’nin yazarı, bunu çarpıcı bir şekilde kullanmaktadır: “Bütün münzevilere karşı Davut şu mısrayı söylemiştir: Sahranın bir pelikanı gibi oldum [Mezmurlar 101, 7], v.s. “Yalnızlık içinde yaşayan bir pelikan gibiyim,” demektedir. Pelikan öfkeye öyle eğilimli bir kuştur ki, onu tahrik ettiklerinde çoğu zaman kendi yavrularını bile öldürür, ancak, hemen ardından çok pişman olur, çok ağıtlar yakar, kendi yavrusunu katlettiği gagasıyla kendisine vurur, kendi göğsünden kan getirir, öldürdüğü yavrusunu bu kanla tekrar hayata getirir. Bu pelikan, öfkeye meyilli bir münzevidir. Sıklıkla öfkesinin keskin gagasıyla öldürdüğü yavruları onun iyi eserleridir. Fakat, bu yaptığını da, bırakın pelikanların yaptığı gibi yapsın, bir an önce pişman olsun ve kendi gagasıyla göğsüne vursun. Bu onun günah işlediği, iyi eserlerini yok ettiği konusunda, ağzıyla yaptığı bir itiraftır. Bırakın göğsünden günahının kanını çeksin. Bu, ruhun hayat bulduğu kalpten gelir. Ancak böylelikle, katledilmiş yavrusu tekrar hayata gelecektir ki, bu onun iyi eserleridir. Kan günahı simgeler. Çünkü kanayan bir insan, insanın gözünde garip ve korkunç, Tanrı’nın gözünde de günahkardır... Kalp şiddetli bir öfkeyle kaynarken, doğru bir yargılama olamaz.”(Anonim, 1990, 53) John Bromyard’ın 1370 tarihli Summa Praedicantium (Dua Usulu Üzerine Bilimsel Kitap) adlı eseri de “pelikan öfkenin kuşuyken,... deve kuşu uçamayacak kadar ağır gövdesiyle oburun ve tembelin teki olur,” der (Bromyard, 1586, 81,90). The Book of Beasts’e göre, kanatları olduğu halde, ağırlığından dolayı uçamayan, yumurtalarını gömdüğü toprakları unutan, fakat Haziran güneşiyle yumurtaları ısınıp, yavru veren deve kuşu (Anonim, 1984, 121, 244) Ancrene Riwle’de bedensel tatmini hedefleyen, rahatına düşkün, obur münzeviyi temsil eder: “Devekuşu ve diğer benzeri kuşlar vücutlarındaki ağırlık yüzünden sadece uçuyormuş gibi yaparlar, ayakları devamlı yerde kalmak suretiyle kanatlarını çırparlar. Böylece vücudun memnuniyeti için yaşayan, rahatını düşünen bu şehvani münzeviyi, etinin ağırlığı, bedeni erdemsizlikleri uçmaktan alıkoyar. Hile yapmasına, kanatlarıyla büyük bir gürültü çıkarmasına, yüce bir münzevi gibi gözükmesine rağmen, ona çok yakından bakan biri onun bu küçümsenmesine güler, çünkü ayakları, yani arzuları, onu hep dünyaya daha yakın tutacaktır”.(Anonim, 1990, 59) The Book of Beats’de gözlerinin keskinliğiyle tanımlanan, fakat yaşlanıp gözlerine perde indiğinde, uçamadığında vaftizm görevi görerek bir pınarı aramaya çıkan, cennetin zirvesinden, güneşin çevresine dek ulaşıp, kanatlarını hafifçe yakan, az gören gözleriyle güneşe baka, güneş ışınlarıyla gözlerindeki sisi buharlaştıran kartal, bir pınara 8 başaşağı dalıp yepyeni tüyler ve muhteşem bir görüntüyle tekrar ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, gözleri ve kalp gözleri bulanan insanlara, Tanrı’nın ruhani vaftizm pınarında yıkanmaları önerilir (Anonim, 1984, 105). Kartal İsa’yla, cesaret ve inanç bağlamında (Isaiah, 40, 31) özdeşleştirilir. Ancrene Riwle’de de kartal ile İsa imajı birleştirilir: “Dilsiz hayvanlardan aklı ve bilgiyi öğrenin. Kartal yuvasına akik taşı denilen değerli bir mücevher koyar ki, yanına zehirli bir şey gelmesin, yavrusu yuva dışındayken zarar görmesin. Bu değerli taş İsa’dır, taş kadar gerçek ve de tüm mücevherlerin ötesinde bir güçle dolu olan. O, yanına hiçbir günahın yaklaşamayacağı bir akik taşıdır. Onu yuvanıza yerleştirin ki, onun ne acılar çektiğini düşünün. Kalbinin ne kadar tatlı olduğunu onun nekadar şefkatli olduğunu, böylece kalbinizdeki tüm zehiri, vücudunuzdaki tüm acımasızlığı dışarı atın”. (Anonim, 1990, 60) 1370 tarihli Summa Praedicantium “kartal kadar kuvvetli İsa’nın, kartal kadar asil gönlü vardır,” der (Bromyard, 1586, 70). İnsanlardan ve kiliseden uzak yaşayan evliyalarla özdeşleştirilen, St. Anthony Abbot ve St. Paul’la, onlara her gün çölde bir somun ekmek getirdikleri için anılan, kuzgun (Ferguson, 1980,24) Ancrene Riwle’de kiliseye bitişik münzevi hayatı yaşayanlarla bağlantılı olarak bahsedilir: “Sahradaki bir pelikana, evindeki bir kuzguna döndüm [Mezmurlar, 101, 7]. Saçak altındaki kuzgun, kilise saçağının altında yaşayan münzevileri simgeler, çünkü onlar o kadar yüce bir hayat yaşamalılardır ki, Yüce Kilise, yani Hristiyan insanlar, onlara yaslanabilsinler. Bu sebepten dolayı, onlara kiliselerin altında münzevi (“anchoress”) ve münzevileştirilmiş denir. Bir geminin altında bulunan, onu fırtınalardan, dalgalardan devrilmesin diye koruyan demir anlamına gelen çapa (“anchor”) kelimesi gibi. Dolayısıyla yüce Kilise, yani gemi, bir münzeviye demirlenmelidir ki onu şeytanın üflemelerine, esmelerine, yani baştan çıkarmalarına karşın devrilmeden koruyabilsin. Gece kuzgunu gece boyunca uçar, yemeğini karanlıkta toplar. Böyle bir rahibe, düşünme ile, yani onu yukarı çeken düşüncelerle ve yüce dualarla, uçacaktır. Geceleri ruhunun gıdasını toplayacaktı”.(Anonim, 1990, 63) Kuzgun imajının münzevi, temasıyla birleştiği yalnızlık, serçe imajıyla da pekişir: “... çatıda yalnız oturan bir serçeye dönüştüm. Burada münzevi bir başka kuşa, saçakların altındaki serçeyle kıyaslanır. "Serçe, cıvıldayan bir kuştur. Devamlı cıvıldar”. Ama birçok münzevi aynı hatayı yaptığından, David kendi münzevisini (Mezmurlar, 101, 8)” (Anonim, 1990, 67) eşi olan bir serçeyle” değil de, yalnız bir serçeyle kıyaslar. Açgözlü münzeviler, kurnazlıkla özdeşleştirilen tilkilerle de kıyaslanırlar: “ Tilkiler sahte münzevilerdir, çünkü tüm hayvanların en haini tilkidir... Tilki, doymak bilmez... Sahte münzevi de tilkinin yaptığı gibi, hem kazları hem de horozları mideye indirir” (Anonim, 1990, 57). Yedi ölümcül günaha da geleneksel hayvan benzetmeleriyle ve toprağa ait hayvanlarla değinilir: Kibir, ormanlar kralı aslanla anlatılırken, kıskançlık zehiriyle sokan yılanla, öfke, tek boynuzlu hayvanın ateşliliğiyle, tembellik miskin ve battal ayının bitkinliğiyle, aç gözlülük tilkiyle ve doymayan domuzla, şehvet ise önüne geleni sokan akreple özdeşleştirilir (Anonim, 1990, 86). Fakat, vahşi hayvanların insanlardan kaçması ile münzevilerin hayatı (Yeremya, 4, 19), olumlu vahşi hayvan sembolü olarak anlatılmıştır: 9 “Sahra, bir münzevinin hayatta tek Sahrada..., vahşi hayvanlar vardır. gelmesine dayanamazlar. İnsanların Aynı şekilde, münzeviler de, böylesine 1990,86) başına yaşadığı mekanıdır. Onlar insanların yanlarına geldiğini duyunca kaçarlar. vahşi olmalıdırlar”.(Anonim, Ancak, elbette ki münzevilere vahşi hayvanların vahşet dolu hayatı değil, barış dolu bir hayat tavsiye edilir: “Aranızda barış olsun. İngiltere’de sizinkiyle kıyaslanabilecek sayıda bir arada yaşayan tüm münzevilerin arasında (şu en siz yirmi ya da daha fazlasınız, Tanrı iyiliğinizi artırsın), siz en huzurlu ve daha çok birleşmiş, anlaşma ve nizami hayata ait olan uyum ile yaşayanlarsınız”.(Anonim, 1990, 112) Ancrene Riwle’nin yazarı, mesleki yeminin yasaklamadığı fakat ahlâki uygulamalar kapsamına giren dış kurallara da odaklanır. Örneğin, münzevilere yemekle ilgili öneriler getirilir: “Kişinin aşırı derecede zayıf veya hasta olması dışında, et ve yağ yemeyin. İstediğiniz kadar sebze yiyebilirsiniz: kendinizi az içmeye alıştırın. Bir münzevi bazen kendi mekanı dışında yemeğini konuklarıyla birlikte yer, fakat bu, arkadaşlığı fazla ileriye götürmektir. Çünkü bu olay tüm mezheplere, özellikle de dünya kaygısı taşıdıkça ölü olan münzevilerin mezhebine aykırıdır. Ben ölü insanlarla konuşanını gördüm ama ölü insanlarla yemek yiyenini hiç görmedim”.(Anonim, 1990, 183) Bu bağlamda, Lazarus’un kardeşi Mary gibi, münzevilerin dünya işlerinden elini eteğini çekmesi tavsiye edilir, “müsrif eğlencelerin” (Anonim, 1990, 183) düzenlenmesi kesinlikle yasak edilir. Lazarus’un diğer kardeşi Martha ev hanımlığını seçip, Mary gibi münzevi olmadığı ve hayvancılığı için eleştirilir. Münzevilerin kediden başka evcil hayvanları beslemeleri önlenir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkla ilgilenmemeleri ahlâki nedenlerden dolayı istenmez: “İhtiyaçlar zorlamadıkça... ve amiriniz tavsiye etmedikçe, kedi dışında bir hayvan beslemeyin. Hayvan besleyen bir münzevi, Martha gibi bir ev hanımına benzer... Martha’nın kardeşi Mary olun. Çünkü bu gibi bir durumda ineğin yemini ve ekini biçen adamın ücretini düşünmek, çitlerden sorumlu adama güzel sözler söylemek, hayvanları içeri kapadığında onu adıyla çağırmak zorunda kalacak, yine de ortaya çıkan zararı ödemek durumunda kalacaksınız”.(Anonim, 1990, 185) Bu bağlamda, münzevilik dışında yapılacak herhangi bir meslek, onlara cehennem yolunu açmaktadır: “Kâr amaçlı satış yapmak için mal satın alan iş kadını niteliğindeki bir münzevi, ruhunu cehennemin bezirganına satıyordur (Anonim, 1990, 185). William Wadington’ın 1260 civarında yazılmış Manual des Pechiez (Günah Üzerine El Kitabı) da köpek besleyen, parayla eli işi işleyen” (Wadington, 1802 52) rahibeleri yermektedir. Münzevilerin kıyafetleri de ölçülü olmalıdır. Dinde şekilcilik göstergesi olan sarıp sarmalanmış başörtüsü, laik ve medeni söylemelerde olduğu gibi reddedilmekte, münzevi kadının başörtüsü dindarlık kısvesi altında alnı, başı, çeneyi örten, sadece, gözlerle burnu sergileyen bir peçe olmamaktadır: 10 “Erkekler sizi, siz de onları görmediğiniz için kıyafetleriniz gösterişsiz, sıcak, iyi dokunmuş, vücudunuzu örter nitelikte olduğu sürece siyah veya beyaz olması sorun değildir... Kutsal yazıtlarda ne peçeden, ne de başa takılan örtülerin türünden bahsedilir, ... Kadın başını örtsün [I, Korintoslulara, 11, 6-10]... der Havari [Paul] ... “Sarıp sarmalayın,” değil. Havva’nın günahkar bir çocuğu olarak, ilk insandan bize kadar gelen bu günahın anısına utançlarınızı örtün, örtüyü bir süs aracı, ya da gurur metası haline getirmeyin... Herhangi bir şey yüzünüzü erkeklerden sakladığı sürece, bu bir duvar, ya da bir pencerenin ardında sıkıca kapatılmış bir perde de olabilir, diğer başörtüsü şekilleri münzeviler için önemli değildir. Bu şekilde davranmayanlar, Havari’nin söyledikleri sizedir, duvarları ile kendilerini erkeklerden gizleyenlere değil. Tanrı aşkı için fiziksel olarak süslenmeyenler, Tanrı’nın gözünde daha uludur”.(Anonim, 1990, 186-187) Ancak, yazar pileli, çok süslü, renkli başörtülerini yermekte, bunun kıyafetle gurur duyma olduğunu belirterek, yedi ölümcül günahtan biri olan gururu eleştirmektedir: “Renkli ya da pilili” (Anonim, 1990, 88), başörtüleri karşı cinsi cezbeder. 1236 yılında Verse Sermon on Chastity For Nuns’ı (Rahibeler için İffet Üzerine Koşuklu Vaız) yazan De Coincy, rahibelerin pileli ve renkli peçelerini eleştirmektedir (De Coincy, 1882, 404406) ve Ancrene Riwle’nin yazarından farklı olarak, rahibelerin peçelerinin alnı, boynu ve çeneyi örtmesini buyurmaktadır (De Coincy 1882, 561-566). 1260 yılında da ince Frenk tülbenti (“book muslin”) giyip, İncil Kitabını (The Book of the Bible) okuyan münzeviler saçlarını gösterdiklerinden eleştirilmektedirler. İngilizce karşılıkla Latince’de belirtilen “book” kelimesinin cinasıyla, durumları kendilerine belirtilmektedir (Arden, 1677, 72). Bu satırlar, alnı açık ve pilili başörtüsü takan (Chaucer, 1992, 25-26) Canterbury Tales’in Baş Rahibesini anımsatır. Nefslerini köreltmek amacıyla, mazoşist şekilde münzevilerin vücutlarına işkence çektirmeleri, şekilci çileciliği savunmaları kınanır. Ortaçağın basmakalıp sözleri dışında bir söylem ön plâna geçer. Çünkü, İsa’nın çarmıha gerildiği zamanki acıları şahsında hissetmek için, bunun denenerek yaşanması gerekmez; ruhani eğitim ve dini vecibelerin tatbiki, İsa’ya ulaşma yoludur: “Hiç kimse amirinin izni olmadan beline yapışık bir kemer takmasın ya da demirden, kıldan veya kirpi derisinden yapılma bir şey giymesin ya da bunlardan yapılmış bir şeyle, sivri uçlu bir demirle dikenli ağaç dallarıyla kendini terbiye etmesin, amirinin izni olmadan vücudunu kanatmasın. Hiç kimse, tahrikleri köreltmek maksadıyla ısırgan otuyla vücudunu yakmasın, vücudunun ön yüzünü kırbaçlamasın... Gereğinden fazla sert bir şekilde kendini terbiye etmesin”.(Anonim, 1990, 186) Buna karşıt olarak, 1236’da yazılan Gulielmus Peraldus’un Tractatus De Viciis (Kusurlar Üzerine Tartışma) kitabı çok rahat kıyafetleri yerer, vücuda işkence veren araçları ve elbiseleri savunur, fakat Ancrene Riwle’nin yazarı gibi şatafatlı kıyafetleri eleştirir (Peraldus, 1497, II, 15). Henry II döneminin tarihçisi Walter Map’ın 1189 civarında yazdığı şiirsel tarihçe eziyet veren kıyafetlerden bahsetmese de, keşişlerin şatafatlı kıyafetlerini eleştirmektedir: “Kedi kürkünden yapılmış tuniklerle ne alakanız 11 var. Kürk sırtınızdan düşmüyor” (Map; 1914, 244). Dünyevi işlere kapalı olan münzeviler ailevi bağlarını da koparmalıdırlar: “Aileye karşı yakın duygular beslemek bir münzeviye yakışmaz. Bir zamanlar bir din adamı vardı, bu adamın erkek kardeşi ondan yardım istemeye geldi. Din adamı ona ölmüş ve gömülmüş başka kardeşlerinden yardım almasını teklif etti. Kardeşi hayretler içersinde şöyle cevap verdi: “Fakat o, ölü değilmi ?” “Ben de” dedi din adamı, “manevi anlamda ölüyorum...”(Anonim, 1990, 187) Münzevilerin aile bağlarını koparmamaları sorun olabilmektedir. 1252 yıllarında, Sprotborough kasabasında St. Mary kilisesinde münzevi hayatı yaşayan Claudia adlı on yedi yaşındaki genç kız, Hristiyanlığın ilk yüzyıllardaki dini metinleri kaleme alan yazarları (“The Church Fathers”) değil de, hep, kendi öz babasını düşündüğünden sadece cinassal bağlamda İngilizce karşılığıyla Latince metinde verilen bir söylem olarak değil, aynı zamanda gerçekten de Başpapaz John tarafından yerilmiş ve kızın ağlamaları ve mutsuzluğu devam edince münzevilikten çıkarılmıştır (Arden, 1677, 106). Münzevilere, sebat etme, toplumdan elini eteğini çekme, dindar olma dersi veren ve “Ilımlı olmanın her zaman en iyi şey” (Anonim, 1990, 127) olduğunu vurgulayan Ancrene Riwle, yazarın sıcak, içten, üslubunu, konuşma diliyle bezenmiş anlatım şeklini yansıtmaktadır. Dokuzuncu yüzyılda Kral Alfred tarafından takdim edilen günlük konuşma ritminde düzyazı üslubu bu eserde de varken, Ancrene Riwle’nin yazarı Aelfric ve Wolfstan gibi aliterasyona önem vererek daha çok İncil’e dayalı öğüt veren Anglo-Sakson yazarlarından farklıdır. Çünkü, Ancrene Riwle’de Eski İngilizce döneminin aliterasyonu ve “azizlerin yaşantısında çok karakteristik bir özellik olan aliterasyonun kurallı bir şekilde kullanımı” (Berthurum 1935, 556) yoktur. Ancrene Riwle’nin düzyasızı, Wycliffe ve Malory gibi yazarlarca devam ettirilen gerçekçi ve konuşma dilindeki bir üslubu yansıtmaktadır. Eserde, münzevi hayatın sınırları belirtilirken, kitap yalnızlığın ilâhlaştırıldığı bir eser olarak, yazarın münzevileri düşündüğü insancıl yaklaşımını sergilemektedir. Ortaçağın basmakalıp sözlerini yansıtan, kilisede kadının kafasını sıkma baş olarak örtmesi veya din adamlarının, rahibelerin ya da münzevilerin nefislerini köreltmek ve İsa’nın acılarını anlamak için vücuda işkence veren kıyafetler giymeleri, Ancrene Riwle’nin özgün düşünceli yazarı tarafından şiddetle eleştirilir. Bu bağlamda, münzeviler için dış görünüşten ziyade, bireysel bütünlük, yaratıcı düşünme, sağduyu ve ruhani bilgi gelişimi, dini yeniden yapılandırmanın öncülüğü açısından önem ifade eder. Yazar, çok sonra 14. yüzyılda, Wycliffe ve taraftarlarının dinde reform ilkesiyle başlattığı mal ve mülk peşinde koşan kilise mensuplarını eleştirdiği, Tanrı ile birey arasına aracı sokmayı yerdiği, dış görünüşte daha sade ve esnek bir dini kıyafeti öneren, Lollard grubunu anımsatacak yeniliklerin adeta bir öncüsü olur. NOT 1 Bu bilgi, Warburg Enstitüsü’nün 1992 yılı kolleksiyonunda, İngiltere’de YÖK bursuyla Doktora derecemi yaptığım ve İngiltere ve Avrupa’nın diğer kısımlarında el yazmaları araştırması yaptığım sırada elde edilmiştir. 12 KAYNAKÇA Ackerman, R.W. ve R. Dahood: (1984). Ancrene Riwle: Introduction and Part 1, Medieval Text Edition and Commentary. Binghamton: AMS Press. Allen, Hope Emily. (1918). “The Origin of the Ancrene Riwle”. PMLA 33: 474546. Anonim. (1990). The Ancrene Riwle. Çev. M.B. Salu. Exeter: University of Exeter Press. Anonim. (1984). The Book of Beasts, Being A Translation from a Latin Bestiary of the Twelfth Century. Ed. T.H. White. Gloucester: Allan Sutton. Anonim. (2000). The English Text of the Ancrene Riwle: The ‘Vernon Text’: Edited from Oxford Bodleian Library Ms. Eng. Poet a. 1. Ed. Arne Zettersten ve Bernhard Diensberg. Oxford: Oxford University Press EETS No: 310. Arden, John. (1677). Divinveteres, Doctor Utriusque Juris, D. Religioasa. London: H.M.’s Books. Baldwin, Mary. (1974). Ancrene Wisse and Its Background in the Chirstian Tradition of Religious Instruction and Spirituality. Toronto: University of Toronto, Department of English Ph. D. Thesis. Benedict, St. (1914). The Rules of St. Benedict. Ed. ve Çev. D. Oswald ve Hunter Blair. Fort Augustus: Abbey Press. Bethurum, Dorothy. (1935). “The Connection of the Katherine Group with Old English Prose”. Journal of English and Germanic Philology 35: 553-564. Biller, Peter. (1985). «Words and the Medieval Notion of Religion». Journal of Ecciesiastical History 36: 351-369. Bromyard, John. (1586). Summa Praedicatium Omni Eruditione. Ed. A. Ricci Venice: Dominicanus. Chaucer, Geoffrey. (1992). The Riverside Chaucer. Ed. Anthony Burgess. Oxford: Oxford University Press. Cheney, C.R. (1941). English Synodalia of the Thirteenth Century. Oxford: Oxford University Press. Coincy, De J. (1882). Le Sermon en Vers de la Chasteé as Nonains. Paris: Livre De Roi. Collage, Eric. (1939). «The Recluse: A Lollard Interpolated Version of the Ancrene Riwle». Review of English Studies 15: 1-15, 129-145. 13 Constable, Giles. (1996). The Reformation of the Twelfth Century. Cambridge: Cambridge University Press. Dobson, E.J. (1976). The Orgins of Ancrene Wisse. Oxford: Oxford University Press. Doyle, A.I. (1954). A. Survery of the Orgins and Circulation of Theological Writings in English in the Fourteenth, Fifteenth and Early Sixteenth Centuries with Special Consideration of the Part of the Clergy Therein. Cambridge: Cambridge University, Department of English Ph. D. Thesis. Eggebroten, Anne Marie. (1979). Women in the “Katherine Group” and Ancrene Riwle. Berekeley: University of California, Department of English Ph. D. Thesis. Ferguson, George. (1980). Signs and Symbols in Christian Art. Tucson:Central Press. Holy Bible of Douay Rheims Version. (1971). Rockford: Tan Publishers. Livingstone, E.A. (1980). The Concise Oxford Dictionary of the Christian Church. Oxford: Oxford University Press. Map, Walter. (1914). De Nugis Curialium. Ed. M.R. James. Oxford. Anecdota Oxoniensa Medieval and Modern Series 14. Marsh, Leonara Kay. (2000). The Female Body, Animal İmagery, and Authoritarlan Discourse in the Ancrene Riwle. Austin: Texas University, Department of Enghish Ph. D. Thesis. McNabb, Vincent. R.W. Chambers ve Herbert Thurstan. “Further Research upon the Ancrene Riwle”. Rewiow of English Studies 2: 82-89, 197-201. Millet, Bella. (1992). “The Orgions of Ancrene Wisse: New Answers, New Questions”. Medium Aevum 61: 206-228. Millet, Bella. (1996). Ancrene Wisse, the Katerine Group, and the Wooing Group, Annotated Bibliographies of Old and Middle English Literature. Cambridge: Cambridge University Press. Millet, Bella. (1999). «Ancrene Wisse and the Conditions of Confession». English Studies 80: 193-215. Millet, Bella. (2002) «Ancrene Wisse and the Life of Perfection». Leeds Studies in English 30: 53-76. Page, William. (1913). The Victoria History of the Counties of England: Yorkshire. 3. Cilt. London: Constable and Co. 14 Peraldus, Gulielmus. (1497). Somme, Summa Virtutum et Vitiorum per Figuras. Basel: Gloza Manuscripta. Saegert, Pamela Patricia. (1981). The Intellectul and Literary Background of the Ancrene Riwle. Austin: University of Texas Savage, Anne ve Nicholas Watson. (1991) Anchoritic Spirituality: Ancrene Wisse and Associated Works. New York: Paulist Press. Scahill, John. (2002). «A Sanger, Kinder Nero?». A Book of Ancrene Wisse. Ed. Yoko Wada. Osako: Osako University: 75-94. Shepherd, Geoffrey. (1972). Ancrene Wisse: Parts Six and Seven (Middle English Text and Analysis). Manchester: Manchester University Press. Thompson, Sally. (1991). The Founding of English Nunneries after the Norman Conquest. Oxford. Clarendon. Tugwell, Simon. (2001). «The Evolution of Dominican Government Structures». Archivum Fratrum Praedicatorum 72: 1-182. Vigourel, Adrian. (1907). A Sunthetical Manual of Liturgy. Çev. J. Nainfa. New York: John Murphy Publications. Wada, Yoko. (2003). A Companion to Ancrene Wisse. Cambridge: Cambridge University Press. Wadington, Willam. (1802). Manuel des Pechiez. London: H. M.’s. Press. Warburg Enstitüsü Faksimile Credens El Yazması Ms. 12, 1227. Wilkins, David. (1737). Concilia Magnae Brittanniae et Hiberniae. London: H. M.’s Books. Young, Robert. (1910). Analytical Concordance to the Bible. New York: Funk and Wagnalls. Publications. Zettersten, Arne. (1965). Studies in the Dialect and Vocabulary of the Ancrene Riwle. Lund: Lund University Books. 34. 15 16