Untitled - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi AKADEMİK BLOG SİSTEMİ
Transkript
Untitled - Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi AKADEMİK BLOG SİSTEMİ
BİLİM HAKEM KURULU Ünvan Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Prof.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Ad - Soyad Ali ACAR Şahin AKINCI Serdar ALTINOK Aliye Mavili AKTAŞ Tahir AKGEMCİ N. Ata ATABEY Coşkun ATAYETER Kemalettin CONKAR M. Sami DENKER Yılmaz GÖBENEZ Orhan GÖKÇE Sıtkı GÖZLÜ H. Kürşat GÜLEŞ Vasfi HAFTACI Ahmet KALENDER Fehmi KARASİOĞLU Osman OKKA Adem ÖĞÜT Seval Kardeş SELİMOĞLU Halim SÖZBİLİR Haluk Hadi SÜMER M. Şerif ŞİMŞEK Mahmut TEKİN Çağatay ÜNÜSAN Emine YENİTERZİ Muhittin ACAR Ali ALAGÖZ Mikail ALTAN Hüseyin ALTUNBAŞ Veysel BAŞPINAR Üniversite Selçuk Selçuk Gazi Selçuk Selçuk Selçuk Karamanoğlu Mehmetbey Kocatepe Dumlupınar Marmara Selçuk İTÜ Selçuk Kocaeli Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Anadolu Kocatepe Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Hacettepe Selçuk Selçuk Selçuk Ankara Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yunus CERAN Akif ÇUKURÇAYIR Rıfat İRAZ Süleyman KARAÇOR Zeynep KARAÇOR Abdullah KOÇAK Veysel KULA Abitter ÖZULUCAN Raif PARLAKKAYA Ali ŞAHİN Salim ŞENGEL Nurhan ÜNÜSAN Doğan UYSAL Muammer ZERENLER Özdemir KOÇAK İsa ALTINIŞIK Ömer BAKAN Aykut BEDÜK Melek Acar BOYACIOĞLU M. Nejat Özüpek Fatma TAŞ Semra TUNÇ Baki YILMAZ Niğde Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Kocatepe Niğde Selçuk Selçuk Bilecik Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk Selçuk øÇøNDEKøLER Konya’ Da Özel Hastane Yöneticilerinin Müúteri Odaklı Pazarlamaya Bakıú Açıları Ve Karlılı÷a Etkileri Üzerine Bir Araútırma Yrd.Doç.Dr. F. Atıl BøLGE, Ö÷r. Gör. M. Erhan SUMMAK Ö÷r. Gör. Selçuk KARAYEL..................................................................1 Kurumsal Yönetiúim ølkeleri Iúı÷ında Kriz Yönetimi Açısından Krizi Fırsata Çevirme: Türk Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama Dr. A. Aslan ùENDOöDU...................................................................... 15 Türk Borçlar Kanunu Tasarısının Kira Sözleúmesinin Sona Ermesine øliúkin Hükümleri Yrd.Doç.Dr. Ayúe ARAT........................................................................ 27 Anonim Ortaklıklarda Birleúme Süreci Ve Muhasebeleútirme Yöntemlerinde Meydana Gelen Geliúmeler Aziz KAöITCI ........................................................................................ 35 Bddt’nin (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri) Bankacılık Sektörüne Etkileri Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY, Yrd.Doç.Dr., Baki YILMAZ........................ 51 øúletmelerin Rekabet Avantajı Sa÷lamasında Bilgi Yönetiminin Rolü Ercan ÇøÇEK........................................................................................... 67 Çalıúanlarda Kariyer Tatmini Ve Örgütsel Ba÷lılık øliúkisi Yrd.Doç.Dr. Hüseyin øLERø, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN, Gülsüm ENGøZ ...................................................................................... 78 Veri Zarflama Analizi Ve Hastane Etkinli÷inin Ölçülmesinde Kullanımı Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................... 97 Türk Sa÷lık Sektörü Ve Üniversite Hastaneleri Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK .................................................................. 119 The Role Of Health Related Factors On Consumer Attitudes Towards Organic Products In Turkey Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARAù, Yrd. Doç. Dr. Tülay YENøÇERø, Dr. Bahar YAùøN ................................................................................. 147 Türkiye’ De Tekstil-Hazır Giyim Sektörleri Ve Rekabet Gücü FatihMANGIR, Ahmet AY.................................................................. 175 Uluslararası Sermaye Hareketleri Ve Finansal Liberalizasyonun Etkileri Fatih MANGIR, M. Levent YILMAZ ................................................. 191 2000-2001 Finansal Krizlerin Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların østihdamına Olan Etkileri Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 213 Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Sahiplerinin Sosyo-Kültürel Açıdan øncelenmesi/2008 Fatih Mehmet ÖCAL............................................................................ 231 Kurum øçi øletiúim Düzeyinin Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Araútırması (Konya Mali Müúavirlik Büroları Örne÷i) E. Fazıl ÇÖLLÜ, M.Erhan SUMMAK ................................................ 249 Küçük AsyaFatih Mehmet Berk............................................................ 263 E-Devlet Uygulamalarının Hizmet Kalitesine Etkileri Dr. H. AIpay Karasoy .......................................................................... 279 Türkiye’de Dolaylı Ve Dolaysız Vergiler Ve Ekonomiye Etkileri Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL, Arú. Gör. M. Levent YILMAZ ...... 295 Çevre Muhasebesi Ve Çevre Maliyetlerinin Üretim Maliyetlerine Etkileri Yasemin SOYLU, Hüseyin øLERø....................................................... 309 Küresel Kamusal Mallar Ve Finansmanı Global Publıc Goods And Fınancıng øsa ALTINIùIK, Hasan Sencer PEKER ............................................... 323 Kobiler’in Avrupa Birli÷ine Giriú Sürecinde Tutundurma Faaliyetleri Ve øhracata Olan Etkisi Denizli Metal Eúya Ve Teçhizat Sanayinde Bir Araútırma Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇOöLU .......................................................... 333 Kobiler øçin Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Ve Kapsamlı Uluslar Arası Muhasebe Ve Finansal Raporlama Standartlarından Farklılıkları Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA.............................................................. 343 Küresel Mali Kriz Ve Türkiye Lale Alkıno÷lu KARAMIZRAK.......................................................... 361 Pazarlamanın Postmodern Yönelimi Ve Küreselleúme Ekseninde øúletme Yapılarındaki Dönüúüm Doç.Dr.Muammer ZERENLER, Ö÷r.Gör.Dr.Derya ÖZøLHAN, Ö÷r.Gör.øbrahim AKGÖBEK .............................................................. 391 Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi Yöntemini Kullanarak Verimlilik Araútırması Murat Bay............................................................................................. 409 Hemúirelerin Tıbbi Hata Yapmaya E÷ilimlerinin Ve Hasta Bakımında Gösterdikleri Özenin Belirlenmesi Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA ............................................................... 417 Postmodern Açıdan Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Olgusu Ö÷r.Gör. Mürúit IùIK, Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK............................... 431 Müúteri Sadakat Programları Ve Muhasebe Uygulamaları Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA............................................................ 455 Koúu Bandı Üretim Teorisi ve Ekolojik Modenleúme Teorisi Arasındaki Temel Tartıúmalar Yrd. Doç. Dr. Nahide KONAK ........................................................... 469 Halkla øliúkiler Açısından Belediyelerin Kamu Beklentilerini Ö÷renme Yöntemleri M. Nejat ÖZÜPEK ............................................................................... 489 Halkla øliúkiler Ve Propaganda øliúkisi Üzerine Kuramsal Bir De÷erlendirme Özlem GÜLLÜOöLU.......................................................................... 505 Giriúimci Özellikler Ve Giriúimcilik Türü Tercihi Üzerinde Ebeveyn Etkisi: Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Araútırması Prof. Dr. Hasan øBøCøOöLU, Yrd. Doç. Dr. Kürúat ÖZDAùLI, Arú. Gör. Ali Murat ALPARSLAN...................................................................... 521 Enverî Ve Dîvânı Ömer SAVRAN ................................................................................... 539 Sources of Knowledge and Other Factors that Generate Multifactor Productivity Improvements: Evolving Debate in Different Theories of Productivity Yavuz YILDIRIM ................................................................................ 547 Yabancı Dil Ö÷retim Yöntemlerinde Sözsüz øletiúim Ve Beden Dili Fatih Mehmet Berk............................................................................... 575 KONYA’ DA ÖZEL HASTANE YÖNETøCøLERøNøN MÜùTERø ODAKLI PAZARLAMAYA BAKIù AÇILARI ve KARLILIöA ETKøLERø ÜZERøNE BøR ARAùTIRMA Yrd.Doç.Dr. F. Atıl BøLGE abilge@sekcuk.edu.tr Selçuk Üniversitesi – Turizm øúletmecili÷i ve Otelcilik YO Ö÷r. Gör. M. Erhan SUMMAK summak@sekcuk.edu.tr Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO Ö÷r. Gör. Selçuk KARAYEL skarayel@sekcuk.edu.tr Selçuk Üniversitesi – Sosyal Bilimler MYO ÖZET Bu çalıúmanın hedefi; Konya ilinde faaliyette bulunan özel hastanelerin, pazarlama stratejilerini rasyonel ve optimal bir úekilde kullanıp kullanmadıkları hakkında fikir sahibi olmaktır. Bu araútırmada, ayrıca, baúarılı olan hastane yöneticilerinin hedeflerini yükseltmelerine, yeterince baúarılı olamayanların ise, do÷ru stratejiler belirlemesine yardımcı olmak hedeflenmiútir. Bu nedenle Konya ilinde yer alan özel hastane yöneticilerine anket çalıúması uygulanmıútır. Ulaúılan sonuçlar, hastane yöneticilerinin müúteri odaklı pazarlama faaliyetlerine bakıú açılarının ne oldu÷u konusunda, önemli bilgileri içermektedir. Anahtar Kelimeler: Müúteri Odaklılık, Kârlılık, Modern Pazarlama PERSPECTIVES of PRIVATE HOSPITAL MANAGERS ABOUT CUSTOMER FOCUSED MARKETING AND A RESEARCH ON THE EFFECTS OF PROFITABILIT ABSTRACT The aim of this study is to determine whether the private hospitals operating in Konya province use marketing strategies rationally and optimally or not. Moreover this study aims to increase the objectives of successful managers or to help the managers which are not successful enough about determining the right strategies. A questionnaire is applied to the private hospitals in Konya. The results of research revealed important findings regarding to the perspectives of private hospital managers about customer focused marketing. Keywords: Customer focused, Profitability, Modern Marketing 1 1. GøRøù Müúteri odaklılık, müúteri memnuniyeti gibi ifadeler, son yıllarda, sürekli telaffuz edilen söylemler halini almıútır. Bunun nedeni, dünyanın neresinde olursa olsun her iúletmenin kâr elde etmek zorunda olması ve bu zorunlulu÷u yerine getirmenin her geçen gün daha da çetin bir hal almasıdır. øúletmeler mutlaka kâr elde ederek ticari faaliyetlerini sürdüreceklerdir. Bu durum, ilk iúletme anlayıúından günümüze kadar de÷iúmemiútir ama günümüzün kâr elde edebilme úartları, o günlerdekinden çok farklılaúmıútır. Günümüz úartlarının en önemli özelli÷i, rekabet etmek ve nihai hedef olan kârlılı÷ı yakalamak için, baúta belirtti÷imiz müúteri odaklılık ve müúteri memnuniyeti kavramlarını iúletme kültürü haline getirebilmektir. Bu kültüre sahip olmak için ise, insan kaynakları ile teknolojinin yönetimle senkronize bir úekilde ve belirlenen hedefler do÷rultusunda çalıúması gerekmektedir. O halde hangi iú kârlı, bu iú nasıl yapılacak, bu iúi kimler yapacak, bu kiúiler iúletmeye nasıl kazandırılacak, iú ile çalıúan nasıl uyumlu hale getirilecek, gelir sa÷layacak olan do÷ru pazarlama stratejileri nelerdir gibi iúletme için hayati önem taúıyan soruların cevaplarını bulmak, yönetimlere düúmektedir. Bu nedenle de çalıúmada, iúletmelerin pazarlama faaliyetleri de÷erlendirilirken, yöneticilerin bakıú açısından hareket edilmiútir. Tüm iúletmelerde gelir elde etme sorunu aynı iken, çözüm noktasında sektörlere göre bazı farklılıklar olabilmektedir. Bu çalıúmada son yıllarda büyük bir büyüme ivmesi kazanan hastane hizmetleri sektörü ele alınmıútır. Bu sektör Turizm – Perakendecilik – Lojistik sektörleri gibi hızla büyümeye baúlayan ve hizmet a÷ırlıklı bir sektördür. Ayrıca insan sa÷lı÷ına hitap etmesi ve müúteri kesiminin “hasta” oldu÷u dikkate alınırsa, memnun etmek ve memnuniyeti süreklileútirmenin zor oldu÷u bir sektördür. Turizm ve Perakendecilik sektörlerinde ki gibi e÷lenceli yanları yoktur. Sadece iyileúmeyi ve kesin sonuç almayı bekleyen hastalardan oluúan müúteri portföyü bulunmaktadır. Üstelikte kamu hastaneleri ile mücadele etmek de zordur, çünkü özel hastane masrafları ile kamu hastanelerinin masrafları arasında önemli farklar olabilmektedir. Bütün bu durumlar, bu sektörde yer alacak tüm giriúimcilere ve yöneticilerine önemli sorumluluklar yüklemektedir. Bu yükümlülüklerin baúında ise, pazarlama stratejilerinin rasyonel ve optimal kullanılması gelmektedir. Bu araútırma ile özel hastane yöneticilerinin, sorumluluklarını nasıl yerine getirdikleri ve kurumlarına kâr sa÷lamada ne ölçüde baúarılı oldukları incelenmiútir. Araútırma, baúarılı olanlara mevcut durumlarını daha da yükseltme, yeterli olmayanlara ise yeni hedefler belirleme konusunda yardımcı olma açılarından önemli katkılar sa÷layacaktır. 2 2. MÜSTERø ODAKLI PAZARLAMA Pazarlama bölümü ve pazarlama faaliyetleri, iúletmelerin kârlılık elde etmelerinde, lokomotif bir görev üstlenmiú durumdadır. Tüm iúletme çalıúanları ile yöneticileri, günümüzün küreselleúen rekabet ortamında, geleneksel anlayıúları terk etmek ve müúteri odaklılık gibi ifadeleri sadece söylemde de÷il uygulamaya dahil etmek zorundadırlar. Pazarlama, iúletmenin kârlılı÷ını sa÷layıcı dinamik bir fonksiyona sahip bölüm olmakla beraber, iúletmede yer alan di÷er bölümlerin deste÷ine ihtiyacı vardır. O halde günümüzün rekabet úartları ve bu úartlarda gelir elde etmeye çalıúan pazarlamanın rasyonel stratejileri nelerdir? Bu iki sorunun net cevabı úudur; Müúteri odaklı kültürle oluúturulan pazarlama stratejileri. Günümüzün rekabet úartları müúteri odaklılı÷ı gerektirirken, müúteri odaklı pazarlama stratejileri de kârlılık için çözümler üretmektedir. Pazarlama bilimin de çok önemli bir yere sahip olan Philip KOTLER’ e göre pazarlama; Ürün satmak de÷il, müúterileriyle karúılıklı uzun vadeli ve kazançlı bir iliúki kurmaktır (Kotler, 2005:XI). Pazarlama, karúılanmamıú ihtiyaç ve istekleri saptar. Tespit edilen pazarın ve kâr potansiyelinin boyutlarını belirler, ölçer ve hesaplar. ùirketin en iyi hizmeti hangi kesimlere verdi÷ini netleútirerek en uygun ürün ve hizmetleri tasarlar ve piyasaya sunar (Kotler, 2006: 12). Müúteri odaklı pazarlama, piyasanın ana sorununa odaklanır. Bunlarda iúletmenin iç müúterileri olarak adlandırılan, iúletme çalıúanları ve iúletme dıúı müúterileridir. Esas meselede budur. ùirketler, müúterileri ve çalıúanları konusunu her zaman akıllarında tutmalıdırlar, çünkü onlar tatmin olmazlarsa úirketin kapanması bile söz konusu olabilir (Kotler, On Ölümcül Pazarlama Günahı, 2005: 29). Müúteri odaklı pazarlama, aynı zamanda, pazarlama elemanına ve yöneticisine de bazı görev ve sorumluluklar yüklemiútir. Pazarlama faaliyetlerini yerine getirecek olanların sorumluluklarını úu úekilde sıralayabiliriz; Yasalara uymak, müúteriler baúta olmak üzere tüm muhataplara etik davranmak, pazarın istek ve ihtiyaçlarını dikkate almak, talep oluúturacak ürün ve hizmetleri araútırıp – sunmak, kendisinin – müúterisinin – yöneticisinin ve iúletmesinin sürekli geliúimini sa÷lamaktır (Babacan, 2009:3). Hizmet sektöründe, çalıúanların (iç müúterilerin) aracılı÷ı ile müúteri memnuniyetini yakalamak daha ön planda oldu÷u için, hizmet beklentisi hastane sektöründe çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Hastanelerde, hasta durumunda olan müúterinin, hizmet beklentisi ise kolaylıkla karúılanamayacak hizmet türüdür. Müúteri, hastaneyi baúka bir iúletmeye kolaylıkla tercih edebilir. Bu durum müúteri odaklılı÷ın hastane için önemini artırmaktadır. O halde müúteri odaklı pazarlama için, sadece rekabete ve rakibi geçmeye de÷il, rekabetüstü olmaya odaklanmak gerecektir. 3 ùu an yaúamakta oldu÷umuz rekabet úartlarında, pazarlamanın en önemli iúlevi, müúterinin, ürün veya hizmeti satınalmaya ikna edilmesi ve süreklili÷inin sa÷lanması olmalıdır. Bu iúlevleri yerine getirebilmek için pazarlama faaliyetlerinin, bu do÷rultuda oluúturulacak sisteme, stratejiye ve vizyona ihtiyacı vardır. Kârlı olan müúterilerin belirlenmesi ve pazarlama stratejilerinin bu kesim üzerine yo÷unlaútırılması gerekmektedir. Müúteri sadakatini sa÷lamak ana hedeftir. Bu geliúmeler dikkate alındı÷ında, iúletmelerin belirlemek zorunda oldukları stratejilerin, bilimsel temelli pazarlama faaliyetlerini kapsamasına dikkat etmek oldu÷u anlaúılmaktadır. Bilimsel temelli pazarlama faaliyetleri, müúteri odaklı pazarlama úeklinde ifade edilmektedir. Bu pazarlama stratejisinde; hedef müúteriye ait veriler toplanmalı, analiz edilmeli ve piyasada, teknolojide, müúteri taleplerinde meydana gelebilecek de÷iúikliklere karúı esnek politikalar oluúturulmalıdır. O zaman pazarlama stratejilerinin baúlangıç noktası; pazara sunulacak olan faydaların neler olması gerekti÷ini belirlemektir. Müúteri odaklı olan stratejiler oluúturulmaz ise, pazarlama ve dolayısı ile iúletme faaliyetlerinden sonuç alabilmek mümkün de÷ildir (Kırım, 2001: 5-6). Müúteri odaklı pazarlama yönetimini zorunlu hale getiren iú dünyasındaki geliúimlere baktı÷ımızda, karúımıza úu sorunlar çıkmaktadır; Müúteri beklentilerinde yaúanan farklılıklar, ürün ve hizmetlere olan doyma noktasına çabuk ulaúma ve yeni ürün yada daha fazla ve iyi hizmet beklentisi, rakip iúletme sayısındaki artıú ve sonuç olarak yo÷un rekabet ile kâr marjlarının giderek azalması durumlarıdır. Hastaneler gibi hizmet sektörlerinin durumu, ürün a÷ırlıklı sektörlerden farklı de÷ildir. Hatta hizmet sektöründe, hizmet memnuniyetini sa÷layabilmek giderek daha da güç hale gelmektedir. Ürün hatalarından geri dönmek mümkün iken, hizmet hatalarından geri dönmek kolay olmamaktadır. Tüketiciler iúletmelere ürün de meydana gelecek sorunları yeniden telafi etme úansını verirken, hizmet hatalarını telafi etme úansını pek vermemektedirler. Hizmet aksamalarında ki genel tüketici tercihi, iúletmenin rakibi olan di÷er iúletmeye geçmek úeklinde olmaktadır. Tüketici yeni iúletmesinde, hizmet aksaması oluncaya kadar kalmaktadır. Yeni tercih etti÷i iúletmede de hizmet aksaması olursa, ya daha baúka iúletmeye veya önceki vazgeçti÷i iúletmeye geri dönebilmektedir. De÷iúkenli÷in çok fazla oldu÷u ve sadakati sa÷lamanın zorlaútı÷ı bu rekabet ortamında, iúletmelere sunulabilecek öncelikli reçete, müúteri odaklı pazarlama olmakla beraber, bu politikanın baúarılı olabilmesi için, baúta yöneticiler olmak üzere tüm iúletme çalıúanlarının bu politikaya destek vermesi ve bu politikayı geliútirecek çalıúmalarda bulunması hayati önem taúımaktadır. Müúteri odaklı pazarlama stratejilerinden önce, bu stratejileri uygulama niyeti, iúletmenin her kademesinde mevcut olmalıdır. Bu nedenledir ki bu araútırma konusunu, yöneticilerin müúteri odaklı pazarlama stratejilerine bakıú açılarına 4 ayırdık. Yönetim ve çalıúanların inanmadıkları politikaları baúarı ile uygulayıp sonuç almaları, bu politikaları uygularken karúılaúacakları sorunlara direnmeleri ve sabretmeleri mümkün de÷ildir. Bu bakıú açısı ise, iúletmenin vizyonu olmalıdır. Bakıú açısındaki de÷iúiklik do÷ru hedef belirlemeyi, hedefin do÷ru belirlenmesi do÷ru politikaların ortaya konmasını, do÷ru politikalar ise esas ulaúılmak istenen kârlılık hedefini berberinde getirecektir. Ancak buraya kadar bahsetti÷imiz müúteri odaklı pazarlama anlayıúı, iúletmenin yönetim anlayıúı ile uyum içinde olmalı ve iúletme yönetimi hedefleri ile pazarlama hedefleri birbirlerine paralel olmalıdır. Yönetim ve çalıúanlar tarafından yeterince desteklenmeyen müúteri odaklı pazarlamanın baúarılı olabilmesi mümkün de÷ildir. 3. KARLILIK HEDEFLø YÖNETøM ANLAYIùI Müúteri odaklı pazarlama stratejilerinin uygulanmasının önündeki önemli engellerinden birisi, yönetim anlayıúının kârlılık hedefli olmamasıdır. ølk bakıúta ifade de yanlıúlık var düúüncesi hakim olabilir ancak müúteriye koúulsuz odaklanmayan pazarlamanın yönetim ile uyumsuzlukları var ise, yönetimin kârlılık hedefinden söz etmek mümkün de÷ildir. Hedef bir kerelik satıúlar de÷il, kârlı olan tüm süreçlerde ve müúterilerde süreklili÷i sa÷lamaktır. Tepe yönetimler; lider yönetim olmadı÷ı ya da bu konuda öncü adımları kendisi atmadı÷ı ve di÷er alt kademe yöneticilere yetki devri vermedi÷i, inisiyatif kullanma alanı bırakmadı÷ı için müúteri odaklı faaliyetleri ya yerine getirememekte ya da gecikmektedirler (Bilge, 2010:70). Bahsedilen de÷iúimleri sıralayacak olursak úu konular karúımıza çıkmaktadır (Altunıúık, ùuayib, 2001: 71); Talebin oluúmasını belirlemek yerine talep oluúturmak, küreselleúme, rekabet yapısında de÷iúim (küresel rekabet ve rekabetüstü olunmasının gereklili÷i), yavaúlayan pazar büyüme oranları, moda etkisi, mikro pazarların oluúumu, teknolojik de÷iúim hızı, ürünler arası farklılıkların azalması, ürünlerin harcı-alem (sıradan) ürün olması (ürünlerin geniúletilmiú ürün haline gelmemesi), marka isminin yanı sıra hangi faydayı müúteriye sundu÷unun daha önemli hale gelmesi, da÷ıtım kanallarında yaúanan hızlı de÷iúim, de÷iúen müúteri trendleri (Çok tarzlı yaúam, müúteri bilincinin artması, müúteri beklentilerinde artıú, zaman yönetiminin önemini artırması, azalan müúteri sadakati, ma÷aza markalarının ve markasız ürünlerin yükseliúi). Yukarıda belirtilen úartlardan dolayı, iúletmeler, stratejilerini de÷iúen pazar koúullarına uyarlamalıdırlar. Bu nedenle iúletmeler aúa÷ıdaki úu hususlara önemle dikkat etmelidirler; Tüm faaliyetlerdeki odak noktası; müúteri olmalıdır. Ürün ya da hizmetin sundu÷u fayda ve de÷er, pazara sunulmalıdır. øúletmede pazarlama birimi ile di÷er birimler arası koordinasyon sa÷lanmalı ve tüm iúletme ortak vizyon etrafında hareket edebilmelidir. Pazarlama faaliyetlerinde bilimsel metotlardan ve biliúim teknolojisinden faydalanılmalıdır. øç müúteriler (çalıúanlar) yönetime ortak edilmelidir. 5 Pazar koúullarının de÷iúim hızına uyum sa÷lamak zorunda olan iúletmeler, stratejilerini ve yönetim anlayıúlarını, modern pazarlamanın politikası olan müúteri odaklılık etrafında oluúturmak ve pazarlama biriminin öncülü÷ünde hareket etmek zorundadırlar. Bu anlayıú, yönetimler tarafından, iúletmenin tüm çalıúanlarına “kurum kültürü” olarak yerleútirilmelidir. Kurum kültürü, kurum içerisinde geliúen davranıúlar, gelenekler, kurallar toplamıdır. Ulusal veya küresel tüm iúletmelerin pazarlama açısından temel gayesi; ürettikleri ürün ya da hizmetlerin satın alınmasını teúvik edecek müúteri odaklı “kurum imajı” nı gerçekleútirmektir. øúletmelerin küresel rekabet ortamında müúteri odaklı pazarlama stratejilerinde baúarı sa÷layabilmeleri “ö÷renen organizasyonları” oluúturabilmelerine ba÷lıdır. Ö÷renen organizasyonlar, neyi nasıl yapacaklarını bilen ve ö÷rendiklerini tüm kuruma ve kuruma yeni katılanlara aktaran organizasyonlardır. Hedefini ve belirlenen hedefe nasıl varılaca÷ını do÷ru tespit eden kuruluú, ö÷renen organizasyondur. Müúteri odaklılık; pazar, rakipler, ekonomi, siyasi kararlar ve etkileri ile tedarikçi ve aracı kuruluúlardan do÷ru – zamanlı bilgilerin elde edilmesini ve bu bilgilerin, iúletme içinde, ilgili kiúilerle paylaúılarak pazarlama stratejisine dönüútürülmesini gerektirmektedir. Bu nedenlerdi ki, kâr hedefli iúletme ö÷renen organizasyon olmak zorundadır. Bu gaye ile kâr hedefli yönetimler bilginin elde edilmesi, elde edilen bilginin paylaúılması ve tüm kurumca onaylanıp kurum kültürü haline getirilmesi konusunda gerekli sistemi kurmalıdırlar. Bireysel ö÷renme ve geliúmenin ö÷renen organizasyon kurmada ilk adım oldu÷u tüm organizasyona aktarılmalıdır. Günümüz iúletmelerindeki en önemli sorun; müúteri odaklılık, müúteri memnuniyeti, kurumsallaúma ve sürekliliklerinin sa÷lanması ile kalite gibi konularda, tüm çalıúanların, bakıú açısını de÷iútirme konusundaki yetersizliklerdir. Yukarıda belirtilen konularda nelerin yapılaca÷ı belli olmasına ra÷men, yönetimler ve çalıúanlar bu konularda yeterince hassas olmaz ve üzerlerine düúen sorumluluklarını yerine getirmezler ise, rekabette ticari hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün gözükmemektedir. 6 4. ARAùTIRMA SONUÇLARININ DEöERLENDøRøLMESø Araútırma sonuçlarının de÷erlendirilmesinde, araútırma konusu için sorulan soru ve de÷erlendirilmesi yapılmıútır. 1. Kurumdaki göreviniz nedir? a. ( ) Baúhekim b. ( ) Baúhekim Yardımcısı c. ( ) Müdür d. ( ) Müdür Yardımcısı e. ( ) Di÷er Sıklık % Yüzde Müdür 3 60,0 Halkla øliúkiler Sorumlusu 2 40,0 Toplam 5 100,0 Araútırmaya katılanların % 60’ ı Müdür düzeyinde iken, % 40’ı Halkla øliúkiler düzeyinde yetkili kiúilerdir. 2. Kaç yıldır yöneticilik yapıyorsunuz? a. ( ) 1 - 3 Yıl b. ( ) 4 - 6 Yıl c. ( ) 7 - 10 Yıl Sıklık % Yüzde 1 - 3 Yıl 1 20,0 4 - 6 Yıl 3 60,0 7 - 10 Yıl 1 20,0 Toplam 5 100,0 Araútırmaya katılanların % 60’ ı 4 ila 6 yıllık sürelerde yöneticilik yaptıklarını belirtmiúlerdir. 3. Kurumunuzun mülkiyeti a. ( ) Sa÷lık Bakanlı÷ı Hastanesi b. ( ) Özel Hastane c. ( ) Üniversite Hastanesi d. ( ) Kâr Amaçsız Hastane 2 Sıklık 5 % Yüzde 100,0 Araútırmanın tamamı Özel statüde olan hastanelerde yapılmıútır. 4. Müúterilerin ( hastaların ) sizi tercih etme nedeni sizce aúa÷ıdakilerden hangisidir? (Birden fazla úıkkı iúaretleyebilirsiniz) a. ( ) Mecburiyet b. ( ) Fiyat c. ( ) Hastanemizin merkezi konumu d. ( ) Pazarlama faaliyetleri e. ( ) Müúterilerle olan iletiúim f. ( ) Hizmetlerimizdeki çeúitlilik g. ( ) Hizmet sunumundaki kalite 7 Sıklık 5 % Yüzde 100,0 Araútırma kapsamında yer alan tüm hastane yöneticileri, hastalarının kendilerini tercih etme nedeni olarak, müúteri iletiúimini belirtmiúlerdir. 5. Aúa÷ıdakilerden hangisi hastanenizin faaliyet türünü belirler? a. ( ) Özel Dal b. ( ) Genel Hastane 7 c. ( ) Özel Dal + E÷itim ve Araútırma Hastanesi d. ( ) Genel + E÷itim ve Araútırma Hastanesi Sıklık % Yüzde 1 1 20,0 2 4 80,0 Toplam 5 100,0 1 2 3 4 5 6 7 8 Pazarlama faaliyetleri, hizmet kalitesini artırmaya yönelik faaliyetlerdir. Pazarlama konusuna önem vermeyen hastanelerin, gelecekte rekabet edebilmeleri zorlaúacaktır. Pazarlama faaliyetleri, rekabet avantajı sa÷lar. Pazarlama faaliyetleri, hizmet sektöründe daha çok uygulama alanı bulur. Sa÷lık hizmetlerinde kalitenin artması için, kurumlar arası rekabet oluúmalıdır. Hastane, hizmet sundu÷u kiúilerin isteklerine karúı daha duyarlı olmak zorundadır. Pazarlama faaliyetleri, kaynakların do÷ru ve etkin kullanılmasını sa÷lar. Pazarlama faaliyetleri, para israfıdır. 13 Pazarlama, tüketiciyi herhangi bir mal veya hizmeti tercih etmeye zorlamaktadır. Pazarlama, tüketiciyi yönlendirir. Pazarlama, sa÷lık hizmetlerinin kalitesini düúürür. Pazarlama, sa÷lık kuruluúlarının birbiriyle gereksiz yere yarıúmasına neden olur. Pazarlama, sa÷lık hizmetlerinde gereksiz talep yaratır. 14 Pazarlama, sa÷lık hizmetleri alanında uygulanamaz 9 10 11 12 8 Katılmıyorum Kararsızım Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum Aúa÷ıda verilen ifadelere iliúkin görüúünüzü “Kesinlikle Katılmıyorum”, “Katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Kesinlikle Katılıyorum”, “Katılıyorum” seçeneklerinden en uygun gördü÷ünüzün karúısındaki kutucu÷a ( X ) iúareti koyarak belirtiniz. Katkılarınız için úimdiden teúekkür ederiz. Kesinlikle Katılmıyorum Araútırma konusu olan hastanelerin % 80’ i Genel Hastane statüsündedir. PAZARLAMA FAALøYETLERøNE BAKIù 1 2 3 4 5 Araútırmaya katılan yöneticilerin yukarıdaki sorulara verdikleri cevaplara baktı÷ımızda úu sonuçlar elde edilmiútir: Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmaya yönelik faaliyetler olarak de÷erlendirmiúlerdir. Pazarlamaya önem vermeyen hastanelerin gelecekte rekabet edemeyeceklerini ve pazarlamanın rekabet avantajı sa÷layaca÷ını belirtmiúlerdir. Yöneticiler pazarlama faaliyetlerinin hizmet sektöründe daha çok uygulama alanı bulaca÷ına ve kalitenin artması için rekabetin de artmasının gereklili÷ine inanmakta ayrıca hastanelerin, müúteri isteklerine karúı duyarlı olmalarının önemini vurgulamaktadırlar. Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini israf gibi görmemekte, hatta, kaynakları etkin kullanma aracı olarak düúünmektedirler. Yöneticiler, pazarlamanın sa÷lık sektöründe uygulanabilece÷i ve rekabeti geliútirerek müúterilere daha iyi hizmet dönüúü sa÷layaca÷ı konusunda hemfikirdirler. PAZARLAMA FAALøYETLERøNøN ETKøNLøöø 1. Hastanenin, sa÷lık hizmetleri pazarı hakkındaki düúünceleri nasıldır? ( ) a. Yönetim, hasta ihtiyaçlarını temel alarak hizmet sunmayı düúünmektedir. ( ) b.Yönetim, geniú hastane hizmetleriyle, en iyi hizmeti sunmaya çalıúmaktadır. ( ) c. Yönetim, finansal geri dönüú sa÷layacak hizmetleri sunmayı düúünmektedir. Yöneticiler % 60 oranında C úıkkını iúaretleyerek, finansal geri dönüúü olan hizmetleri tercih ettiklerini belirtmiúlerdir. 2.Hastanenin, tanıtım ve toplum e÷itimi programlarındaki durumu nedir? ( ) a. Bu alandaki aktiviteleri sınırlıdır. ( ) b. Hastanenin birkaç programı vardır. Ancak, koordinasyon sınırlı düzeydedir. ( ) c. Hastane, görevli bir kiúinin rehberli÷i altında, bilgilendirme ve sosyal yardım hizmetleri konusunda gayret eden, iyi koordine edilmiú bir programa sahiptir. Yöneticilerden alınan cevapların %40’ı (a) úıkkına, %40’ı (c) úıkkına aittir. Bu sonuçlardan, araútırmaya katılan hastanelerin sadece % 40’ının etkin tanıtım ve toplum e÷itim programı uyguladı÷ı, dolayısıyla, bu önemli konuda önemli çalıúmaların yapılmadı÷ı anlaúılmaktadır. 3. Hastane, hekimleri etkilemeyi ve kurumda tutmayı nasıl baúarmaktadır? ( ) a. Hekim ihtiyacı tespiti ve atamaları Sa÷lık Bakanlı÷ı tarafından yapılmaktadır. ( ) b.Hekimleri iúe almada sorumluluk, mevcut hekimlere bırakılmıútır. ( ) c. Yüksek ücretler veya en son teknoloji gibi özendirici araçlar kullanılmaktadır. 9 Elde sonuçların %60’ı (c) úıkkına iúaret etmektedir. Günümüz rekabet úartlarına uygun olarak yüksek ücretler ve teknolojik cazibe, doktorları özel hastanelerde çalıúmaya teúvik etmede araç olarak kullanılmaktadır. 4. Pazarlama fonksiyonlarını yürüten pazarlama sorumlusu var mıdır? ( ) a. Hayır, böyle bir kiúi yoktur. ( ) b.Evet, fakat bu kiúinin planlama, karar verme sürecinde sınırlı katılımı vardır. ( ) c. Evet, bu kiúi hem pazarlama hizmetlerinin sunumuna hem de hastane politikasının belirlenmesine katılmaktadır. Bu soruya verilen cevapların %60’nın (c) úıkkına ait oldu÷u dikkate alındı÷ında, artık hastanelerde, pazarlama çalıúmaları yapan yönetici ve çalıúanların olması, pazarlamaya olan bakıú açısının olumlu yönde de÷iúmeye baúladı÷ını göstermektedir. Bu durum ise, rekabetin yo÷unlaútı÷ını ve pazarlamanın öneminin iúletmeler açısından arttı÷ını ortaya koymaktadır. 5. Pazarlama odaklı fonksiyonların (halkla iliúkiler, reklam, tanıtım gibi) hastane içinde koordinasyonu ne boyuttadır? ( ) a. Çok iyi de÷ildir. Bazen bu fonksiyonlar arasında düúük üretkenli÷e neden olan çatıúmalar olmaktadır. ( ) b. Orta. Fonksiyonlar arasındaki birliktelik tatmin edici düzeyde de÷ildir. ( ) c. Çok iyi. Bu fonksiyonlar arasında etkili koordinasyon ve kontrol vardır. Ankete verilen cevapların %60’ı orta, %20’si çok iyi olarak iúaretlenmiútir. Bu durumda Konya bölgesindeki hastanelerin ço÷unlu÷u, pazarlama fonksiyonlarının koordinasyonunda, ciddi geliúmeler sa÷lama noktasında adımlar atmıúlardır. 6. Hizmetleri ve teknolojileri de÷erlendirmek için formel bir prosedür var mı? ( ) a. Formel bir prosedür yok. ( ) b. Prosedür var, fakat, pazarlamaya ait önemli girdileri kapsamamaktadır. ( ) c. Prosedür iyi geliútirilmiútir ve pazarlamaya ait önemli girdileri kapsamaktadır. Araútırmaya katılan iúletmelerden sadece %40’nın formel prosedürleri bulunmaktadır. Pazarlama girdilerini kapsamayan prosedürleri bulunan iúletmelerin oranı da %40 dır. Formel prosedürleri olmayan iúletme oranı ise, %20 oranındadır. Formel yapının oluúturulma düzeyinin tüm hastanelerde yer almadı÷ı anlaúılmaktadır. Yöneticiler, pazarlama girdilerinin, hizmet iyileútirici çabalar açısından önemli oldu÷una inanmak zorundadırlar. Gelir getirici pazarlama girdileri, maliyet olarak de÷erlendirilmemelidir. 10 7. Hastane yönetimi, hasta memnuniyeti konularında araútırmalar yapmakta mıdır? ( ) a. Çok nadir veya asla. ( ) b. Bazen, fakat resmi temele dayanmamaktadır. ( ) c. Evet, resmi temele dayanan ve sistematik bir úekilde. øúletmelerin tamamı, bu soruya, sistematik úekilde yapılan hasta memnuniyeti yapılmaktadır cevabı vermiúlerdir. Bu durum, pazarlama fonksiyonlarının sa÷lıklı bir úekilde yapılmasını sa÷lamak açısından oldukça önemlidir. 8. Hastane, de÷iúik tedavi yöntemlerine olan taleplere ait bilgiler toplar mı? ( ) a. Nadir veya asla ( ) b. Bazen ( ) c. Evet, sistematik ve sürekli toplanmaktadır. Verilen cevapların %40’ının (c) úıkkına, %40’ının ise (b) úıkkına ait olması hastanelerin, de÷iúik tedavi yöntemlerine ait bilgilerinin toplanması konusunda yeterli düzeyde olmadıklarını göstermektedir. Ancak, araútırmaya konu olan hastanelerin ço÷unlu÷unun (%80) bu konuda giriúimde bulunması önemli bir konudur. 9. Hastaneniz, de÷iúen úartlara uyum sa÷layan bir bilgi sistemine sahip midir? ( ) a. Bilgi sınırlıdır ve bilgi sistemi belirli bir temele dayanmamaktadır. ( ) b.Yeterli kayıtlar vardır. Kayıtlar rutin olarak güncellenmektedir. ( ) c. Bilgi sistemi, sistematik, güncel ve analiz edilebilirdir. Verilen cevaplara göre, hastanelerin sadece %20’ sinin bilgi sistemi güncel, sistematik ve analiz edilebilir durumdadır. Bu durum, ciddi bir úekilde üzerinde durulması gereken konudur. 10. Hastane, hasta hizmetlerini düzenli olarak de÷erlendirmekte ve izlemekte midir? ( ) a. Hastane, farklı hizmetlerin uygulanabilirli÷ini de÷erlendirmemektedir. ( ) b. Hastane, mevcut hizmetleri belirli zamanlarda de÷erlendirmektedir. ( ) c. Hastane, düzenli ve sistematik olarak mevcut hizmetleri de÷erlendirmektedir. Hastanelerin tamamı, hastalarına sundukları hizmetleri, düzenli olarak de÷erlendiklerini belirtmiúlerdir. Bu durum, bir önceki soruda belirtilen bilgi sistemi için önemli bir veri kayna÷ı teúkil etmektedir. 11. Hastane, yıllık olarak, pazarlama planı ve stratejik pazar planlaması yapar mı? ( ) a. Stratejik pazar planlaması, sadece sorunlu durumlarda yapılmaktadır. ( ) b. Stratejik pazar planlaması, düzenli fakat bazı yetersizlikleri vardır. 11 ( ) c. Stratejik pazar planlaması düzenli olarak ve çok iyi bir úekilde yapılmaktadır. Bu soruya verilen cevapların da÷ılımına bakıldı÷ında %60 (b), %40 (c) úeklinde cevaplar bulunmaktadır. Hastanelerin tamamı stratejik pazar planlaması yapmaya baúlamıúlardır. Ancak, bu durum, modern pazarlama açısından olması gereken düzeyde de÷ildir. 12. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini biliyor mu? ( ) a. Böyle bilgilere ulaúılamıyor. ( ) b. Sınırlı düzeyde bilgiye ulaúılabiliyor. ( ) c. Hastane yönetimi, farklı hizmetlerin kârlılık ve maliyetlerini bilmektedir. Hastane yönetimlerinin tamamı, hizmetlerinin maliyetini ve kâr düzeyini bilmektedir. Bu durum maliyet ve kârlılık analizinin yapıldı÷ının göstergesi olmakla beraber, maliyet azaltıcı ve kârlılık artırıcı çalıúmalarla desteklenirse stratejik pazar planlamasının hedefine ulaúması açısından da adım atılmıú olur. 13. Pazarlama kaynakları, günlük olarak etkili bir úekilde kullanılmakta mıdır? ( ) a. Kaynaklar yeterli úekilde kullanılmamaktadır. ( ) b. Kaynaklar yeterlidir ancak rakiplerle kıyaslandı÷ında yeterli derecede de÷ildir. ( ) c. Kaynaklardan etkili úekilde yararlanılmaktadır. Soruya verilen cevapların da÷ılımında %60 (b) %40 (c) úıklarının yer alması, hastanelerin sahip oldukları kaynakları, rasyonel ve optimal bir úekilde kullanmaya baúladıkları sonucunu ortaya çıkarmaktadır. 14. Yönetim, pazarlama harcamalarının sonuçlarını incelemekte midir? ( ) a. Hayır. ( ) b. Sınırlı düzeyde. ( ) c. Evet. Bu sonuçların %40’ı (b), %60’ı (c) ait oldu÷una göre, yönetimlerin, pazarlama çalıúmalarına ayırdıkları gelirin sonuçlarını takip etme gereklili÷inin öneminde oldukları anlaúılmaktadır. 5. SONUÇ Araútırmaya katılan hastanelerdeki yöneticilerin, yöneticilik yaptıkları yıllara bakıldı÷ında, yöneticilik sürelerinin çok fazla olmadı÷ı anlaúılmaktadır. Ancak müúteri odaklı pazarlama stratejileri, maliyet ve kârlılık analizleri, stratejik pazarlama planı gibi konularda, düúünce bazında, önemli sayılabilecek adımlar atmaya çalıútıkları gözlemlenmiútir. Yöneticiler, pazarlama faaliyetlerini, hizmet kalitesini artırmada önemli bir araç olarak görmektedirler. Ayrıca pazarlama stratejilerini, hastane kaynaklarının do÷ru kullanımı ve çalıúanlar ile hasta (müúteri) memnuniyetini sa÷lama konusunda, iúletmelerinin, “olmazsa olmaz” úartı úeklinde yorumlamaktadırlar. Yöneticiler, finansal geri 12 dönüúü olan hizmetleri tercih ettiklerini ve bu geri dönüúünde müúteri odaklı pazarlama stratejileri ile mümkün olabilece÷ini belirterek, pazarlama çalıúmalarına verdikleri önemi ortaya koymuúlardır. Yöneticiler, bazı eksikliklere ra÷men, bilgiye ulaúma ve bu bilgiyi pazarlama stratejisine dönüútürme konusunda da aúamalar kaydettiklerini beyan etmiúlerdir. Sonuç olarak; Yo÷un rekabet ortamında, ticari faaliyeti sürdürmenin ve dolayısı ile kâr elde etmenin en önemli aracı olan pazarlama faaliyetleri konusunda, hastanelerin ciddi yatırımlar yapmaya baúladı÷ı ve bu stratejileri uygulamaya geçirme konusunda oldukça istekli oldukları anlaúılmaktadır. Buradan da hastane yöneticilerinin müúteri odaklı pazarlamaya bakıú açılarının, hedefledikleri kârlılı÷ı getirecek düzeyde olumlu oldu÷u anlaúılmaktadır. 6. KAYNAKÇA ALTUNIùIK Remzi, ÖZDEMøR Pazarlama”, De÷iúim Yayınları, Sakarya. ùuayip, (2001), “Modern BABACAN, Muazzez, (2009), “Pazarlama Mevzuatı”, Detay Yayıncılık, Ankara. BøLGE, F. Atıl, (2010), “Müúteri øliúkileri Yönetimi”, Gazi Kitabevi, Ankara. KIRIM, Arman, (2001), “Strateji ve Birebir Pazarlama”, Sistem Yayıncılık, østanbul. KOTLER, Philip, (2005), “A’ dan Z’ ye Pazarlama”, Mediacat Yayınları, østanbul. KOTLER, Philip, (2006), “Günümüzde Pazarlamanın Temelleri”, (Çev:Ümit ùENSOY), Optimist Yayınları, østanbul. KOTLER, Philip, (2005), “On Ölümcül Pazarlama Günahı”, (Çev:Banu ADIYAMAN), Mediacat Yayınları, østanbul. 13 14 KURUMSAL YÖNETøùøM øLKELERø IùIöINDA KRøZ YÖNETøMø AÇISINDAN KRøZø FIRSATA ÇEVøRME: TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BøR UYGULAMA Dr. A. Aslan ùENDOöDU1 Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler M.Y.O. asendogdu@gmail.com ÖZET Kriz, tehdit ve fırsat boyutları olan bir kavram olup, kurumsal yönetiúimin temel ilkelerini uygulayan örgüt yönetimleri, kriz dönemlerinde krizi fırsata çevirme baúarısı elde edebilmektedir. Krize en duyarlı sektörlerin baúında gelen bankacılık sektörü bu özelli÷i nedeniyle uygulama alanı olarak seçilmiútir. Araútırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yaklaúımları”nı ölçmektir. Bu ba÷lamda, görgül araútırma ile elde edilen verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri açısından aydınlatıcı bulgulara dönüútürmek ve yararlı önerilerde bulunmaktır. Anahtar Kelimeler: Kurumsal Yönetiúim, Kriz Yönetimi, Krizi Fırsata Çevirme. Converting the Crisis into an Opportunity in the Light of Corporate Governance Principles for the Crisis Management: A Case Study at the Turkish Bank Business ABSTRACT The crisis is a kind of term that covers menace and opportunity dimensions and the corporate management that use the basic principles of the corporate governance can get the ability of converting the crisis into an opportunity. The banking business is chosen as it is the most vulnerable sector during those periods. The main aim of the study is; “Evaluating the approach of the ability of converting the crisis into the opportunities of the Turkish Banks within the principles of corporate governance applications”. In this sense, the data obtained through the empirical research will help the executive staff of the bank management and put forward useful suggestions and provide enlightening scientific findings for them. Key words: Corporate Governance, Crisis Managent, Converting the Crisis into an Opportunity. 1 A. Aslan ùendo÷du, Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Basel II Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi Yaklaúımları: Kuramsal ve Görgül Bir Araútırma adlı Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalı, Konya, 2009, özetidir. 15 GøRøù Kurumsal yönetiúimin tarihsel süreçteki izlerine bakıldı÷ında 1929 Dünya Ekonomik Buhranına kadar ulaúmakla birlikte, esas çalıúmalar 1990’lar ve yo÷un olarak ta yüzyılın sonlarındadır. ABD enerji devi Enron, Arthur Andersen skandallarına ilaveten, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaúanan Parmalat (øtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia úirketlerinin yaúamıú oldu÷u benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ıúı÷ında ulusal seviyede çok çeúitli hukuki düzenlemeler yapılmıútır. Nihayetinde, OECD, 1999 yılında “Kurumsal Yönetiúim ølkeleri”ni yayınlayarak, kavramı bir disiplin haline getirmiútir. Kriz yönetiminde odaklanılması gereken temel önceliklerinden birisi, kriz belirtilerinin ortaya çıkması ya da sezilmesi durumlarında kriz ortamını bütünüyle engelleyebilmek olmalıdır. Bir iúletmenin temel önceli÷i, kriz ortamına hiç girmemek olmalıdır. Ancak, bütün çabalara karúın kriz ortamına girilmiúse, bu durumda kriz ortamından en az kayıpla çıkmak ve krizi fırsata çevirmek için gerekli faaliyetlerde bulunması gerekmektedir. Kurumsal yönetiúim ve kriz yönetimi temeline inildi÷inde, türbülanslı dönemlerin yerine istikrara kavuúmaya yönelik çabalar paydası altında birleúmektedir. Bu ba÷lamda çalıúmanın temel amacı, Türk Bankacılık Sektöründe, kurumsal yönetiúim ve kriz yönetiminde, krizi fırsata çevirme ba÷ıntısını kuramsal boyutta inceleyerek, görgül yaklaúımla elde edilen verileri, aydınlatıcı bulgulara dönüútürmek, banka yöneticilerine ve konunun ilgililerine yararlı öneriler halinde sunmaktır. 1. BÖLÜM KURUMSAL YÖNETøùøM Kurumsal yönetiúim, bir örgütün nasıl yönetilmesi gerekti÷i ile ilgilidir. Bu açıdan bakıldı÷ında, kurumsal yönetiúimin asıl ilgilendi÷i, üst yöneticilerin çalıúmalarında denetim ve sivil toplum örgütlerine hesap verebilirli÷idir (Finlay, 2000: 560). Kurumsal yönetiúim, yönetim kuruluna atıfta bulunur. Yönetimsel yanıt vermeyi sa÷lamak için kurumsal yatırımcı ve iútirakçiler firma stratejisini izlerler (Wright vd., 1998: 73). Yönetiúim yönetimden farklı olarak; yönetim, iletiúim ve etkileúim kavramlarının birleúiminden oluúmuútur ve birlikte yönetmek anlamına gelmektedir. Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya baúlanan “yönetiúim (governance)” kavramı, yöneticiler ile yönetilenler arasındaki iletiúimin (http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm), önemini ortaya çıkarması açısından büyük de÷er taúımaktadır. Ararat vd. (2003)’e göre; daha az geliúmiú piyasalardaki kurumlar zayıftır ve sahiplik tek elde yo÷unlaúmıútır. Aytaç vd. (2000) tarafından Türkiye’de yapılan araútırmada; incelenen 203 firmanın % 45’inde oy hakkının % 50’nin üzerindeki oranının bir hissedarın kontrolünde oldu÷u tespit edilmiútir. Benzer úekilde Yurto÷lu (2000) tarafından Türkiye’de yapılan 16 araútırmada incelenen 257 úirketin 99 tanesinde en az % 50 hisseye sahip olan bir hissedarın varlı÷ı tespit edilmiútir. 227 úirkette ise 5 ya da daha az hissedarın en az % 50 hisseye sahip oldu÷u belirlenmiútir (Ararat vd., 2003: 59). Çalıúmalardan çıkan sonuç ise, úirketlerin büyük ölçüde aile úirketi úeklinde bir yapılanma gösterdikleri ve zayıf kurumsallaúmaya sahip oldukları úeklindedir. Kurumsal yönetiúimin öneminin artmasına neden olan baúlıca geliúmeler, özel sektörün öne çıkan iúlevi, ülkelerin ekonomik olarak birbirlerine olan ba÷ımlılıklarının artması ve dünya çapında yaúanan krizler ile úirket skandalları olarak kabul görmektedir (Atamer, 2006: 9). ABD’de yaúanan Enron, Arthur Andersen skandallarına ilaveten, WorldCom, Global Crossing skandalları ve Avrupa’da yaúanan Parmalat (øtalya), Ahold (Hollanda) ve Çin’deki Yanguangxia úirketlerinin yaúamıú oldu÷u benzeri finansal fiyasko ve skandallar sonrasında, OECD, IMF, IOSCO gibi uluslararası örgütlerce yapılandırılan tavsiye kararları ıúı÷ında ulusal seviyede çok çeúitli hukuki düzenlemeler yapılmıútır. Benzeri fiyaskoların tekerrürünü önleme amaçlı ve ma÷durların zararını giderici (Kayacan, 2005: 3), kötüye kullanan taraflara yaptırım uygulayıcı önemli adımlar atılmıútır. Kurumsal yönetiúim alanındaki son yıllardaki modern geliúim do÷rultusunda, OECD ülkelerinde konuyla ilgili olarak úu temel ilke belirlenmiútir: “Kurumsal yönetiúim yapısı, ilgililerin haklarını mevzuatta öngörüldü÷ü úekilde tanımalı, zenginlik ve iú alanları yaratılmasında örgütler ile ilgililer arasında etkin bir iúbirli÷ini ve mali yönden güçlü iúletmelerin ayakta kalmasını teúvik etmelidir” (Colley vd., 2004: 79). Bu ba÷lamda, kurumsal yönetiúimin ilkeleri dört baúlıkta toplanmıútır: - ùeffaflık ølkesi (Transparency Principle), - Hesap Verebilirlik ølkesi (Accountability Principle), - Adillik ølkesi (Fairness Principle), - Sorumluluk ølkesi (Responsibility Principle). OECD Kurumsal Yönetiúim ølkelerini TÜSøAD 2000 yılında, Türkçe’ye çevirerek, “Kurumsal Yönetim ølkeleri” adı altında kitap olarak yayınlamıútır. SPK’da bu ilkeleri 2003’de web sitesinden Türkçe ve øngilizce olarak yayınlamıú ve bu ilkelerin uygulanmasının Türk sermaye piyasalarına, iúletmelerine ve tasarruf sahiplerine önemli katkılar sa÷layaca÷ını duyurmuútur (Berghe vd., 2002: 146). SPK Kurumsal Yönetiúim hedeflerini aúa÷ıdaki úekilde sıralanmıútır (Kayacan, 2006: 61): - Hissedar haklarının güçlendirilmesi, - Finansal raporlama sürecinde úeffaflı÷ın artırılması, - Muhasebe yeknesaklarının geliútirilmesi, - Yaptırımların ve bunların icrasının geliútirilmesi, - Yönetim kurullarının ba÷ımsızlı÷ı, - ùirketler ve iflas hukukunun güçlendirilmesi, - Rekabetin teúvik edilmesi, - Haksız kazancın önüne geçilmesi. 17 Öte yandan, son yıllardaki kurum skandalları sonucu yeni bir dizi yasa ve düzenlemeler yapılmıútır. Bunların en ünlüsü 2002 yılında yürürlü÷ü konulan Sarbanes-Oxley kanunlarıdır. Bu kanun, ABD’de son 50 yılın en radikal de÷iúikliklerini içermekte, úirketlerin kurumsal yönetiúim ve denetimindeki zayıflıkları rapor etmede çok serttir ve en a÷ır cezaları içermektedir (http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu). Sarbanes Oxley kanunu Amerika’da úeffaflı÷ı teúvik etmek için çok geniú ve kapsamlı olarak tasarlanmıútır (Bessire, 2005: 426). Sarbanes Oxley kanunu, iú devamlılı÷ı ve risk yönetimi planı üzerinde durmakta, bu alandaki en iyi uygulamaların kurumlara adapte edilmesi gerekti÷ini vurgulamaktadır (Jackson, 2005: 138). Sarbanes-Oxley Kanunu’nun yürürlü÷e girmesi ile birincil amaç ABD’de yaúanan úirket ve muhasebe skandallarının ardından kamuoyunun güveninin tekrar kazanılmasıdır (Gökalp, 2005: 108-109). Türkiye’de kurumsal yönetiúimin karmaúıklı÷ını daha iyi anlayabilmek için, kamu ve özel sektörün her ikisinde de profesyonel yöneticilerin ortaya çıkıúına bakmak gerekir. Her iki sektörde de bürokratik giriúimci ve bürokratik yönetici ile birlikte sanayinin geliúimine ba÷lı olarak özellikle de devlet ba÷lamında politik sermayenin önemi artmıútır. øú dünyasında elit kesimde süreklilik ve de÷iúim, politik-ekonomik çevredeki de÷iúikliklerle yakın iliúki içerisinde oldu÷u görülmektedir (Yamak, 2006: 215-216). Bu ba÷lamda, sa÷lıklı bir yapının ortaya çıkması güç görünmektedir. 2. BÖLÜM KRøZ YÖNETøMø VE KRøZø FIRSATA ÇEVøRME Kriz kavramı, çeúitli biçimlerde tanımlanmıútır. Mindszenthy, Watson ve Koch (1988)’e göre; “bir kriz herhangi bir tehdit ya da kaos yaratıcı bir olay ve genellikle bir úeyden acı çekme úeklinde olabilir”. Barton (1993) ise krizi, “kriz esasında, potansiyel negatif sonuçlara sahip tahmin edilemeyen olaydır” (Reid, 2000: 1), úeklinde tanımlamaktadır. Kriz, Yunanca’da “karar” anlamına gelen “krisis” kavramından gelmektedir. Bu özel bir karar anını de÷il, bir sürecin içinde bir durumdan di÷erine geçiú baúlarken ortaya çıkan bir “kararsızlık” anını ifade etmektedir (Tutar, 2004: 13). Krizin olası üç sonucu úunlardır (Fearn, 1996: 63): 1. øúletmedeki yıkımın, davaların ve kilit yönetime yönelik olası suçlamaların iúteki yangına yol açması. 2. øúletmenin varlı÷ını devam ettirmesi adına belki büyük ölçüde finansal pozisyona ba÷lı olarak, halkın gözünde imaj ve saygı kaybetmesi. 3. øúletmenin çok zor koúullarda, kamuoyundaki savaúı kazanması ve belki de öncekinden daha iyi konuma gelmesi. Çince’de kriz tehdit ve fırsat kavramlarını bünyesinde barındırmaktadır. Bu ba÷lamda, kriz iyi yönetilebilirse fırsata dönüúebilir ve kriz öncesinden daha güçlü bir konuma gelinebilir. 18 Sanayi-ötesi ça÷da, kriz olgusu sosyo-ekonomik yaúamın ayrılmaz bir parçası olarak de÷erlendirilmesi ve kriz sürecine karúı reaktif de÷il, proaktif bir örgütsel davranıú sergilemelidir (Ö÷üt, 2003: 285). Kriz yönetimi, olası kriz durumuna karúılık, kriz sinyallerinin yakalanarak de÷erlendirilmesi ve örgütün kriz durumunu en az kayıpla atlatabilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir. Kriz yönetiminin temel amacı, örgütü, kriz durumuna karúı hazırlamaktır (Can, 1999: 318). Etkin yönetici kriz durumunda etkileme gücünü de kullanarak (Çoro÷lu, 2003: 26), çalıúanlarına krizden çıkma konusunda yol gösterici olmalıdır. Karizmatik liderli÷in ortaya çıkması için bir ön úart de÷ilse de, kriz bunun ortaya çıkmasına katkıda bulunur (Hurst, 2000: 174). Bu ba÷lamda, kriz yönetiminde lider ve ekibinin baúarısının, krizi fırsata çevirmede etkili olaca÷ı ifade edilebilir. 3. BÖLÜM TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KRøZLER VE FIRSAT BOYUTU Türk Bankacılık Sektörü, 1990’lar ve 2000’lerin baúında ekonomi ve siyaset alanındaki kırılgan yapıya paralel olarak krizlere açık bir yapı sergilemiútir. Yaúanılan ilk ciddi kriz Nisan 1994 Krizi olmakla birlikte, yıkıcı etkileri açısında birbiri ardına gelen Kasım 2000 ve özellikle de ùubat 2001 krizleri onarılması çok güç yaralar açmıútır. 5 Nisan 1994 krizi ile Kasım 2000 ve ùubat 2001 krizlerinde de Dünya Bankası’ndan büyük montanlı krediler alınmıútır (Kavalsky, 2006: 7-8). Bu ba÷lamda, Türk Bankacılı÷ı’nda her kriz döneminde alınan bu tür dıú kaynaklı kredilerin, anapara yanında faiz yükünün de a÷ır oldu÷u göz önüne alınırsa bir çeúit borç ba÷ımlılı÷ı yarattı÷ı söylenebilir. Yaúanılan Kasım 2000 ve ùubat 2001 krizleri öncesinde, kurumsal yönetiúimin –úeffaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluk– temel ilkelerinin, hiçe sayıldı÷ı görülmektedir. Krizlerin bir yönünün de fırsat boyutu oldu÷u göz önüne alınırsa, Türk Bankacılık Sektörü’nün bu açıdan 2000-2001 dönemini takip eden zaman diliminde baúarılı bir sınav verdi÷i söylenebilir. BDDK’nın kurulması ve aktif bir biçimde sektörü disipline etmesiyle baúlayan süreçte, 1 Kasım 2005 tarihinde yürürlü÷e giren 5411 Sayılı Bankalar Kanunu reform niteli÷inde pek çok maddeyi içermektedir. Bunların baúında, sektöre yeni giriúlerin önünü tıkayan, güçlü sermaye yapılanmasını úart koúan ve banka birleúmelerini teúvik ederek bankaların ekonomik açıdan sa÷lamlaúmasını sa÷layan sermaye boyutuna getirilen nakden ödenmiú sermayesinin asgari 30 Milyon TL (5411 Sayılı Bankalar Kanunu madde 7/f) olması gelmektedir. Ayrıca, kurumsal yönetiúim, etik ilkeler ve denetim sistemine getirilen yeniliklerde sistemi sa÷lamlaútırma yönünde önemli adımlar olmuútur. 2008’in ortalarından itibaren úiddetini artıran Küresel Kriz’in ABD ortaya çıkıúının temel nedenlerinin baúında gösterilen mortgage kredisi için bir 19 karúılaútırma yapılırsa, Türkiye’de mortgage kredi kullanıcı sayısı 70 milyonluk nüfus içinde sadece 500 bin civarındadır. Kredi dönüúünde sorun yaúansa bile bunlar hiçbir bankayı zora sokacak ölçekte görünmemektedir (Ekinci, http://www.ekonews.com/index ). Ayrıca riskli açılımlara imkan veren türev piyasaların geliúmemiú olması bir bakıma avantaj olarak de÷erlendirilebilir. Bu ba÷lamda, bankacılık sektörümüzü bekleyen zorluk, konut kredisi kaynaklı ve türev piyasa açılımlı olmasa da dünya ile etkileúimli olma ve ekonomik resesyon kaynaklı olacaktır. Kriz boyutundaki ö÷renme ve de÷erlendirme kapsamında, hiçbir zaman krizin tamamen atlatıldı÷ı veya bir daha söz konusu olmayaca÷ı fikrine ulaúılmaması, olası geliúmelere karúı tedbirin elden bırakılmaması (Çelik, 1995: 109), ba÷lamında, krize karúı gerekli tedbirlerin alınması gerekti÷i söylenebilir. Bu konuda TCMB, BDDK ve SPK’nın küresel krizin etkilerini azaltmaya yönelik önlem paketlerinin açıklanmasının, küresel krize karúı duyarlılık açısından memnuniyet verici oldu÷u de÷erlendirmesi yapılabilir. 4. BÖLÜM GÖRGÜL ARAùTIRMA 4.1. Araútırmanın Amacı ve Kısıtları Araútırmanın temel amacı; “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yaklaúımları”nı ölçmektir. Bu ba÷lamda, görgül araútırma ile elde edilen verileri, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren banka yöneticileri ve konunun ilgilileri için yararlı ve aydınlatıcı bulgulara dönüútürmektir. Araútırmanın kısıtları; Görgül araútırmanın hazırlanması ve evrenin belirlenmesi sürecinde, 31 Mart 2009 tarihi itibariyle, Türkiye’de faal olan tüm bankalar ve tüm katılım bankalarının genel müdürlük üst düzey yöneticileri esas alınmıútır. Bu ba÷lamda, Türkiye Bankalar Birli÷i’ne kayıtlı 45 banka ve Katılım Bankaları Birli÷i’ne kayıtlı 4 bankanın genel müdürlük üst düzey yöneticileri (Genel Müdür, Genel Müdür Yrd., Daire Búk/Birim Md., Yön. Kur. Búk., Yön. Kur. Búk. Yrd., Yön. Kur. Üyesi) uygulama alanı olarak baz alınmıútır. Araútırma evreninde bulunan bütün bankaların üst düzey yöneticilerinin hepsine birden ulaúmak mümkün olmadı÷ından, her bankayı temsil eden bir üst düzey yönetici ve bu üst düzey yöneticilerin toplamı, araútırmanın örneklemi olarak belirlenmiútir. Kurumsal Yönetiúim ve Kriz Yönetiminin bankanın üst düzey yönetimince ele alınması ve uygulamanın tepe yönetimini öncelikli olarak ilgilendirdi÷i göz önüne alınırsa sınırlamanın anlamlı oldu÷u öngörülmektedir. 4.2. Araútırmanın Modeli Kurumsal yönetiúimin gereklerini tam olarak uygulayan bankaların, müúterileri nezdinde güven ve saygınlı÷ı yanı sıra, olası krizlere karúı direncinin artaca÷ı ve krizi fırsata çevirebilece÷i, bu ba÷lamda, küresel rekabet ortamında yabancı bankaların sektöre katılımlarını artırmaları da göz önüne alındı÷ında bu durumun stratejik rekabet üstünlü÷ü sa÷layaca÷ı varsayılmaktadır. 20 Sebep-sonuç iliúkisini ortaya koyan modelde, kurumsal yönetiúim uygulamaları ile krizi fırsata çevirme arasındaki iliúki ölçülmüútür. Araútırmanın ba÷ımsız de÷iúkeni “Kurumsal Yönetiúim”, ba÷ımlı de÷iúkeni ise “Krizi Fırsata Çevirme”dir. Araútırmanın modeli aúa÷ıda yer almaktadır. ùekil 1. Kurumsal Yönetiúim ve Krizi Fırsata Çevirme øliúkisi YÖNETøùøM ùeffaflık (+) Hesap (+) Adillik (+) Sorumluluk KRøZø FIRSATA ÇEVøRME (+) Araútırmada, kurumsal yönetiúim (úeffaflık, hesap verebilirlik, adillik, sorumluluk) ve krizi fırsata çevirme arasındaki iliúkiye bakılmıútır. 4.3. Araútırmanın Metodolojisi Araútırma evreni, Türkiye Bankalar Birli÷i’nin Mart 2009 verilerine göre, Türkiye’de faaliyet gösteren 45 banka ve Katılım Bankaları Birli÷i’ne ba÷lı 4 katılım bankasının tümüdür. Ulaúılabilir bir sayı (49) olmasından dolayı örneklem olarak evrenin tamamına ulaúılması hedeflenmiútir. Bunun için anket formu yöntemi ile eriúimden yararlanılmıútır. Araútırma için kullanılan anket formu üç bölümden oluúmaktadır. Birinci bölümde; demografik özelliklere iliúkin 4 soru, ikinci bölümde; bankaya iliúkin 4 soru sorulmuútur. Üçüncü bölüm araútırmanın amacına yönelik 43 sorudan oluúmaktadır. Araútırma soruları, a÷ırlıklı olarak Likert tipi önem derecelendirme sorularından oluúmakta olup, bunun yanı sıra çoktan seçmeli ve sabit seçenekli sorularda yer almaktadır. Derecelendirme soruları, kurum üst düzey yöneticilerinin ilgili yargıya atfettikleri göreceli de÷erlerin belirlenmesi amacıyla hazırlanmıútır. 4.4. Araútırmanın Hipotezleri Araútırmanın ba÷ımsız de÷iúkeni “Kurumsal Yönetiúim” ile ba÷ımlı de÷iúkeni “Krizi Fırsata Çevirme” arasındaki iliúkileri analiz etmek amacıyla aúa÷ıdaki hipotezler belirlenmiútir: 21 H1: Yönetiúim faaliyetlerinden úeffaflık uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır. H2: Yönetiúim faaliyetlerinden hesap verilebilirlik uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır. H3: Yönetiúim faaliyetlerinden adillik uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır. H4: Yönetiúim faaliyetlerinden sorumluluk uygulamaları ile bankaların krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü bir iliúki vardır. 4.5. Araútırma Bulguları 4.5.1. Örneklemin Özellikleri Araútırmaya katılan üst düzey yöneticilerin demografik özelliklerine bakıldı÷ında, tamamının üniversite (% 61,8) ve yükseklisans/doktora (% 38,2) mezunu oldu÷u, erkek egemen toplum özelli÷ini yansıttı÷ı (erkek % 94,1, kadın % 5,9) ve a÷ırlıklı yaú ortalamasının 40-49 aralı÷ında (% 50) oldu÷u görülmektedir. 4.5.2. Araútırma Sonuçları Kurumsal yönetiúimin alt boyutları olan úeffaflık, hesap verilebilirlik, adillik ve sorumluluk ile krizi fırsata çevirme faaliyetlerine iliúkin ortalama, standart sapma, de÷iúkenler arasındaki korelasyon katsayıları ve cronbach’s alpha de÷erleri Tablo 1’de verilmiútir. Tablo 1. Tanımlayıcı østatistikler, De÷iúkenler Arasındaki Korelasyonlar ve Cronbach Alfa De÷erleri 1.ùeffaflık 2. Hesap verebilirlik 3.Adillik 4. Sorumluluk 5.Krizi Fırsata Çevirme Faaliyetleri Aritmetik Ortalama Standart Sapma 1 4,4338 0,5341 (0,71) 4,3897 0,6803 0,76** (0,90) 4,6544 0,5331 0,47** 0,74** (0,90) 4,4632 0,5440 0,29 0,46** 0,75** (0,85) 3,9044 0,5936 0,28 0,26 0,19 0,39* 2 3 4 5 (0,75) ** Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed). * Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır (2-tailed). Tablo 1.’de görüldü÷ü üzere pearson korelasyon analizi sonucunda yönetiúim faaliyetlerinin alt boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir iliúki oldu÷u tespit edilmiútir (r=0.39, p<0.05). Bu ba÷lamda, H4 hipotezi kabul edilmiútir. Yani bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme faaliyetlerinin de artaca÷ı ifade edilebilir. H4 hipotezinin kabul edilmesine gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere÷i, krizi fırsata çevirme 22 faaliyetlerine önem verdi÷i ve bu alana odaklandı÷ı, üst düzey yöneticilerin sorumluluktan kaçmadı÷ı ve proaktif bir yaklaúım sergiledi÷i ifade edilebilir. Ancak, yönetiúim faaliyetlerinin di÷er alt boyutları olan úeffaflık, hesap verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilememiútir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3 reddedilmiútir. Kurumsal Yönetiúim faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme faaliyetleri üzerindeki etki düzeyini belirlemek amacıyla, basit regresyon analizi uygulanmıútır. Tablo. 2. Regresyon Analizi Sonucu Adjusted Ba÷ımsız F Beta S. E. R2 R2 De÷iúken Yönetiúim 0,111 0,083 4,006 0,334 0,208 Faaliyetleri p<0,05; Ba÷ımlı de÷iúken: Krizi fırsata çevirme uygulamaları t value Sig. 2,002 0,05 Kurumsal Yönetiúim faaliyetlerinin krizi fırsata çevirme uygulamalarını etkiledi÷i (p=0,05), belirlilik (determinasyon) katsayısı (düzeltilmiú R2) 0,083 olarak hesaplanmıú olup, krizi fırsata çevirme uygulamalarındaki de÷iúimin % 8,3’nün kurumsal yönetiúim faaliyetleri tarafından açıklandı÷ı ifade edilebilir. Beta katsayısının (β=0,334) pozitif de÷er alması iliúkinin pozitif yönlü oldu÷unu göstermektedir. SONUÇ “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankaların Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Krizi Fırsata Çevirme Yaklaúımları”nı ölçmeyi amaçlayan bu çalıúmada, banka ve katılım bankası toplamı 49 genel müdürlükten 41 tanesine ulaúılmıú olup, toplam içerisinde % 84’lük orana karúılık gelmektedir. Bu iúletmelerden, 32’si banka, 2’si katılım bankası olmak üzere, 34 tanesinden dönüúüm gerçekleúmiú olup, dönüúüm gerçekleúme oranı % 83’tür. Bu oran anlatım sonuçlarının sa÷lıklı de÷erlendirilmesi bakımından anlamlı ve tatmin edicidir. Kurumsal yönetiúim ile krizi fırsata çevirme arasındaki iliúki analizlerinden, Korelasyon analizi sonucunda yönetiúim faaliyetlerinin alt boyutu olan sorumluluk ilkesi ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir iliúki oldu÷u tespit edilmiútir (r=0.39, p<0.05). Bu ba÷lamda, H4 hipotezi kabul edilmiútir. Bankaların sorumluluk ilkesi uygulamaları arttıkça krizi fırsata çevirme faaliyetlerinin de artaca÷ı ifade edilebilir. Bu ba÷lamda, H4 hipotezi kabul edilmesine gerekçe olarak, bankaların sorumluluk ilkesi gere÷i, krizi fırsata çevirme faaliyetlerine çok fazla önem verdi÷i ve bu alana odaklandı÷ı söylenebilir. Ayrıca, üst düzey yöneticilerin reaktif de÷il, proaktif bir yaklaúım içerisinde oldu÷u ifade edilebilir. 23 Sorumluluk ilkesi oldukça geniú kapsamlı olup tüm pay sahipleri ve paydaúları kapsamaktadır. Bir güven müessesesi oldu÷u bilinen bankaların, sa÷lam banka imajının gere÷i olarak tüm kesimlere karúı sorumluluklarını tam ve hatasız yerine getirmesi zorunludur. Sorumluluk ilkesinin gereklerinin yerine getirilmesi her zaman önemli olmasına karúın, kriz dönemlerinde bu ilke bir kat daha önem kazanmaktadır. Bu ba÷lamda, sorumluluk ilkesini tam olarak uygulayan bankaların krizi fırsata çevirme açısından rekabet avantajı sa÷layaca÷ı söylenebilir. Ancak, yönetiúim faaliyetlerinin di÷er alt boyutları olan úeffaflık, hesap verilebilirlik ve adillik ilkeleri ile krizi fırsata çevirme faaliyetleri arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilememiútir. Bu sonuca göre H1, H2 ve H3 reddedilmiútir. Tadesse (2004), uygulamalı araútırmalarında, bankacılık krizlerinde úeffaflı÷ın daha da azaldı÷ının altını çizmektedir (Diamond, 2001: 37-71). Nier (2005) ise, daha fazla bilgilerini paylaúan, úeffaflı÷ı fazla bankaların, krize düúüldü÷ünde daha az riske maruz kalaca÷ını vurgulamaktadır (Nier, 2005: 342-354). Bauer vd. (2008), Japon firmalarında yaptıkları araútırmada, yönetim kurulunun hesap verebilirli÷i ile kurum performansı arasında anlamlı bir iliúki tespit edememiútir (Bauer vd., 2008: 236-251). Araútırmanın sonuçları ıúı÷ında, banka yöneticilerine de birtakım önerilerde bulunmanın yararlı olaca÷ı düúünülmektedir. Bu öneriler úöyle sıralanabilir: - Araútırma konusu, bankalarda hep üst düzey yönetici ekip içerisinde çalıúma konusu yapılmakta, orta düzey yöneticiler ise konunun dıúında kalmaktadır. Bunun yerine beyin fırtınası yöntemiyle konunun uzmanı orta düzey yöneticilerden de yararlanılmasının olası çözüm yollarına hız kataca÷ı düúünülmektedir. - Konunun önemi açısından, çözüm yollarının bir parçası olmak üzere tüm banka çalıúanları da kapsam içerisinde de÷erlendirilebilir. Bazen hiç beklenmedik çözümler, hiç beklenmedik kiúilerden çıkabilir. Bu açıdan çözüme yönelik de÷erli fikirlerin ödüllendirilece÷i, bu yolla sinerji sa÷layacak bir atmosferin oluúturulması için tüm çalıúanlar yüreklendirilip, teúvik edilebilir. Bu yolla, konunun çözümünün sadece üst yönetimden beklenmesi yerine, konu hakkında düúüncesi olan herkesten yararlanılacak bir ortam tesis edilmesi aynı zamanda di÷er çalıúanlarda kendisine de÷er verildi÷i hissini uyandıracak ve iúgören sadakatini artıracaktır. - Kar odaklı bir yönetim anlayıúı iúletmelerin ço÷unda egemen anlayıú olarak kabul görmektedir. Kurumsal yönetiúimin temel ilkeleri ıúı÷ında bankaların tüm pay sahipleri ve paydaúları da içerisine alacak, empatik bir yaklaúım sergilemesinin, banka açısından yararlı olaca÷ı düúünülmektedir. 24 KAYNAKÇA Ararat, Melsa, Mehmet U÷ur; “Corporate Governance in Turkey: an Overview and Some Policy Recommendations”, Corporate Governance Journal, Vol: 3, No: 1, 2003. Atamer, Melis; “Halka Açık Anonim ùirketlerde Kurumsal Yönetim ve Do÷rudan Yabancı Yatırımlar Açısından De÷erlendirilmesi”, Hazine Müsteúarlı÷ı Uzmanlık Tezi, Ankara, ùubat 2006. Bauer, Rob, Bart Frijns, Roger Otten, Alireza Tourani; “The Impact of Corporate Governance on Corporate Performance: Evidence from Japan”, Pacific-Basin Finance Journal, Vol: 16, 2008. Berghe, Lutgart Van den, Christoph Van der Elst, Steven Carchon, Abigail Levrau; Corporate Governance in a Globalising World : Convergence or Divergence?-A European Perspective-, Kluwer Academic Publishers, New York, USA, 2002. Bessire, Dominique; “Transparency: a Two-Way Mirror”, International Journal of Social Economics, Vol: 32, No: 5, 2005. Can, Halil; Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999. Colley, John L., Jacqueline L. Doyle, George W. Logan, Wallace Stettinius; What Is Corporate Governance?, McGraw-Hill Companies, New York, USA, 2004. Çelik, Adnan; øúletmelerde Kriz Yönetimine øliúkin Teorik ve Uygulamalı Bir Çalıúma, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalı, Konya, 1995. Çoro÷lu, Coúkun; øú Dünyasında Gelece÷in Yönetimi, Alfa Basım Yayım, østanbul, 2003. Diamond, Douglas W., Raghuram G. Rajah; “Banks Short Term Dept and Financial Crises: Theory, Policy Implications and Applications”, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, Vol: 54, 2001. Ekinci, øbrahim; “Global Kriz Türkiye’yi Nasıl Etkiler?”, 01 Ekim 2008, http://www.ekonews.com/index. Fearn, Kathleen; Crisis Communications, Lawrence Erlbaum Associates Inc., New Jersey, 1996. Finlay, Paul; Strategic Management, Pearson Education Limited, London, 2000. Gökalp, Füsun; “Genel Hatlarıyla Sarbanes-Oxley Kanunu ve Türkiye’deki ùirketlere Etkisi”, Analiz Muhasebe-Finansman Araútırma ve Uygulama Dergisi, Cilt: 5, Yıl: 14, Sayı: 14, Ekim 2005. http://216.239.59.104/search?q=cache:2vpRO3TasFsJ:iibf.ogu.edu.tr/kongre/bil diriler http://www.ruveyda.com/yonetisim.htm Hurst, David K.; Kriz ve Yenilenme, (Çev: E. Gürdemir), Alfa Basım Yayım, østanbul, 2000. 25 Jackson, Peggy M., Sarbanes Oxley for Nonprofits: A Guide to Building Competitive Advantage, John Wiley&Sons Inc., USA, 2005. Kavalsky, Basil G.; World Bank in Turkey 1993-2004: An IEG Country Assistance Evaluation, World Bank Publications, Washington, 2006. Kayacan, Murad; “Kurumsal Yönetim ølkeleri ve Ulusal Finansal Raporlama Standartları Açısından Geliúmeler”, øzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müúavirler Odası 10. Türkiye Muhasebe Standartları Sempozyumu, Girne-Kıbrıs, 06-10 Aralık 2006. Kayacan, Murad; “The Impacts of Globalization and New Corporate Agenda: Global Integrity Issue”, Istanbul Commerce University International Conference Series as of May 25-29th, 2005. Nier, Erlend W.; “Bank Stability and Transparency”, Journal of Financial Stability, Vol: 1, 2005. Ö÷üt, Adem; “Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi øúletmelerinde Kriz Yönetimi Yaklaúımları: Tekstil Sektörü Örne÷i”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 9, 2003. Reid, Janine L.; Crisis Management, John Wiley&Sons Inc., Kanada, 2000. ùendo÷du, A. Aslan; Kurumsal Yönetiúim Uygulamaları Çerçevesinde Basel II Kriterleri Açısından Türk Bankacılık Sektöründe Kriz Yönetimi Yaklaúımları: Kuramsal ve Görgül Bir Araútırma, Yayınlanmamıú Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalı, Konya, 2009. Tutar, Hasan; Kriz ve Stres Yönetimi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004. Wright, Peter, Mark J. Kroll, John Parnell; Stategic Management, Prentice Hall, New Jersey, 1998. Yamak, Sibel; “Changing Institutional Environment and Business Elites in Turkey”, Society and Business Review Journal, Vol: 1, No: 3, 2006. 5411 Sayılı Bankalar Kanunu. 26 TÜRK BORÇLAR KANUNU TASARISININ KøRA SÖZLEùMESøNøN SONA ERMESøNE øLøùKøN HÜKÜMLERø Yrd.Doç.Dr. Ayúe ARAT* ** THE PROVISIONS OF TURKISH DRAFT LAW OF OBLIGATIONS RELATED TO EXPIRATION OF LEASE CONTRACT ÖZET Kira sözleúmeleri, ülkemizde her zaman güncelli÷ini koruyan bir konudur. ùehirleúme ile artan konut ihtiyacı, kira sözleúmelerinden kaynaklanan problemlerin artmasına yol açmıútır.Bu sebeple hukukumuzda kira konusunda pek çok düzenleme yapılmıútır. Yapılan düzenlemeler genellikle kiracıyı korumaya yönelik olsa da, ço÷u zaman tatmin edici bulunmamaktadır. Kira sözleúmelerinden kaynaklanan ihtilaflar hukukumuzda, Borçlar Kanunu, 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun ve Yargıtay içtihatları ile oluúan uygulamalar çerçevesinde çözüme kavuúturulmaktadır. Borçlar Kanunu Tasarısı, kira sözleúmeleri konusunda çeúitli de÷iúiklikler içermektedir. Söz konusu de÷iúiklikler kapsam itibariyle son derece geniú oldu÷undan çalıúmamız sadece kira sözleúmesinin sona ermeye iliúkin hükümleriyle sınırlandırılmıútır. Bu çerçevede sona erme hükümleri, mevcut kanunlar ve tasarıdaki hükümlerle karúılaútırılarak de÷erlendirilmiútir. Anahtar kelimeler; Kira sözleúmesi, kira sözleúmesinin sona ermesi, Borçlar Kanunu Tasarısı’nda kira sözleúmesinin sona ermesi. * ** Selçuk Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Ö÷retim Üyesi Bu makalenin bir kısmı, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunlar Derne÷i tarafından 09.05.2009 tarihinde düzenlenen Borçlar Kanunu Tasarısı Paneli’nde bildiri olarak sunulmuútur. 27 ABSTRACT Lease contracts is always an issue that keeps up to date in our country Housing demand, increasing with urbanization, has led to increase in the problems caused by lease contracts. For this reason many regulations have been made in our law on rent. Although the regulations are intended to protect the tenants, they are not satisfactory most of the time. In our law, disputes caused by lease contracts are solved within applications of Debts Act, Law on the Lease of Real Property No. 6570 and the Supreme Court case law. Draft Law of Obligations includes several changes in lease contracts. As the scope of changes in question is extremely broad, our study is limited to only the provisions relating to expiration. In this context, provisions on expiration were evaluated by comparing with the provisions of existing laws and the draft. Key Words: Lease contract, expiration of lease contract , expiration of lease contract in Draft Law of Obligations. I.GENEL DEöERLENDøRME Yaklaúık 8 yıllık bir çalıúmanın ürünü olan Türk Borçlar Kanunu Tasarısı (TBKT), TBMM. Genel Kurulu’na gelmiútir. Kanun yürürlü÷e girdi÷inde Borçlar Hukuku alanında önemli de÷iúiklikler gerçekleúmiú olacaktır. Bu tür de÷iúikliklerin mevcut olanı daha ileri götürmek adına yapıldı÷ı bir gerçektir. Ancak Tasarı’nın tümüne yönelik olarak yapılan, kullanılan dil ve madde numaralarının de÷iútirilmesi konusundaki eleútirilere katılmamak mümkün de÷ildir. Yerleúmiú hukuk terimlerinin ve madde numaralarının de÷iútirilmesi, bu zamana kadar oluúmuú bulunan hukukî birikimin gelecek kuúaklara aktarılması bakımından kopukluk do÷uracaktır. Bu yönde yapılan eleútiriler yerinde ve haklıdır. Tasarı kira sözleúmesi konusunda pek çok de÷iúiklik içermektedir. Ancak konunun uzun ve ayrıntılı olması bir sınırlama yapma gere÷ini do÷urmuútur. Bu sebeple çalıúmada sadece kira sözleúmesinin sona ermesi üzerinde ana hatlarıyla bilgi verilmiú, mevcut düzenlemelerle Tasarı’nın getirdi÷i düzenlemeler karúılaútırılarak de÷erlendirilmiútir. II. KøRA SÖZLEùMESø Mevcut Kanunumuz kira sözleúmesini, BK. m. 248-298 arasında, iki fasıl halinde adi kira ve hasılat kirası olarak düzenlemiútir. Ayrıca hukukumuzda belediye sınırları içinde veya iskele, liman ya da istasyonlarda bulunan üstü örtülü (musakkaf) taúınmazların kiralanmasında 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (GKHK.) uygulanmaktadır. O halde üzerinde bina bulunmayan taúınmazlarla, belediye teúkilatı bulunmayan 28 yerlerdeki taúınmazların kiralanması Borçlar Kanunu hükümlerine, bunların dıúında kalan üstü örtülü taúınmazların kirası GKHK.’na tabidir1. Tasarı, Borçlar Kanunu’ndan ayrı, özel bir kanunla düzenlenmiú olan bu konuyu içeri÷ine dahil etmiútir. Gerçekten de Tasarı’da Ayrım korunmuú ama düzenleme genel kanun içerisine yerleútirilmiútir. Tasarı’ya göre kira sözleúmesi genel hükümler, konut ve çatılı iúyeri kiraları ve ürün kirası olmak üzere üç fasıl (ayırım) halinde düzenlenmiútir. Genel hükümler bölümünün oluúturulması yerinde olmuútur. Di÷er kiralarla ilgili hüküm bulunmayan hallerde, genel hükümlerin uygulanması mümkündür2. Tasarı ile 6570 sayılı Kanunda öngörülen belediye sınırları içinde olup olmama ayrımı kalkmıú, tüm konut ve çatılı iúyerleri için aynı hükümlerin uygulanması sa÷lanmıútır (BKT. m. 338). Ancak 6570 sayılı Kanunla getirilen özel düzenlemenin genel kanun içerisinde yer alması eleútirilmiútir. Ekonomik ve sosyal sebeplerle sık sık de÷iúikli÷e u÷rayan böyle bir konunun, genel kanun içerisinde yer almasının do÷ru olmayaca÷ı ifade edilmektedir3. Öte yandan 6570 sayılı Kanun’daki düzenlemelerin büyük ço÷unlu÷unun Tasarı metnine dâhil edilmesine ra÷men, söz konusu kanunun yürürlükten kaldırıldı÷ının açıkça belirtilmemesi de eleútirilmekteydi. Bu eleútiri kanunkoyucu tarafından dikkate alınmıú ve Türk Borçlar Kanunun Yürürlü÷ü ve Uygulama ùekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m. 15 ile 6570 sayılı Kanunun yürürlükten kaldırıldı÷ı hükmüne yer verilmiútir. Tasarı kira sözleúmesinin taraflarını tanımlayan kavramlarda de÷iúiklik yapmıútır. Buna göre mevcut kanunda yer alan kiracı-kiralayan kavramları yerine Tasarı’da kiracı-kiraya veren kavramları kullanılmaktadır. Ayrıca Borçlar Kanunu’ndaki kira tanımı de÷iútirilerek, sadece kullanmayı de÷il, kullanmayla birlikte yararlanmayı da içine alacak biçimde geniúletilmiútir. Burada, ürün kirasını da kapsayan bir tanım yapılmaya çalıúılmıútır. Ancak kullandırma akitlerinden olan kiranın, yararlanmayı da zaten içinde taúıyaca÷ı, bunun da malumun ilanından öte bir úey olamayaca÷ı ifade edilmektedir4. III. KøRA SÖZLEùMESøNøN SONA ERMESø Kira sözleúmesinin sona ermesi bakımından, Tasarı’nın a÷ırlıklı olarak kiracıyı koruyan hükümler taúıdı÷ı görülmektedir. Örne÷in m. 342 (kira bedelinin belirlenmesi dıúında kiracı aleyhine de÷iúiklik yapılamaması ), m. 345 (kira ve yan giderler dıúında kiracıya bir yük getirilememesi, cezai úart konulamaması) ve m. 353 (kira sözleúmesine iliúkin hükümlerin kiracı aleyhine de÷iútirilememesi) böyledir. Kira sözleúmesinde korunması gereken, di÷er tüm 1 2 3 4 Aral, 218; Zevkliler, 178; Akıncı, 118. Akıncı, Tasarı, 1; Acar, 3686. Genel Hükümler’in di÷er kira sözleúmelerinde de uygulanması gerekti÷i ancak Tasarı’da bu konuya iliúkin bir düzenleme bulunmamasını eleútiren görüú için bkz. Baúpınar, 1. Do÷anay, 1. Yavuz, 52. 29 sözleúmelerde oldu÷u gibi menfaatler dengesidir5. Yoksa taraflardan biri de÷ildir. Kiracı lehine oluúan aúırı korumacı bu tavrın eúitlik ilkesine ve sözleúme serbestisi ilkesine aykırı oldu÷u, Tasarı’da kiralayanın durumunun da iyileútirilmesi gerekti÷i görüúü doktrinde hâkimdir6. Borçlar Kanunu’nda adi kiraya iliúkin olan, Tasarı’da genel hükümler baúlı÷ı altında düzenlenmiú bulunan sona erme sebepleri úöyledir: Genel hükümlere göre kira sözleúmesi süreli sözleúmelerde sürenin geçmesi durumunda; belirsiz süreli sözleúmelerde ise fesih bildirimi ile ya da ola÷anüstü fesih imkânı do÷uran önemli sebeplerin varlı÷ı halinde (kiracının iflâsı veya ölümü gibi) sona erer (m. 326, 327). Borçlar Kanunu’nda sona erme sebepleri arasında yer alan kiracının temerrüdü, Tasarı’da kiracının borçları baúlı÷ı altında düzenlenmiútir. Kiraya verene, sadece kira borcunun de÷il, kiralananın kullanımı ile ilgili yan giderlerin ödememesi durumunda kiracıya en az 10 gün süre tanıyarak (bu süre konut ve iú yerlerinde 30 gündür) bir yazılı bildirimle sözleúmenin feshedilmesi imkânı tanınmıútır. Bu süre mevcut kanunda kira borcunun ödenmemesi durumunda 60 gündür (BK. m. 288). Yargıtay’ın uygulaması yakıt gideri dıúındaki yan giderler için kiracının temerrüde düúmeyece÷i yönündedir7. Tasarı yan giderleri m. 340’da ısıtma, aydınlatma, su gibi kullanım giderleri olarak tanımlamıú, ayrıca m. 316’da ola÷an kullanım için gerekli temizlik ve bakım giderlerini de kiracıya yüklemiútir. Kapıcı aidatları da bu kapsamda de÷erlendirilebilir. Dolayısıyla Tasarı’ya göre bunların ödenmemesi durumunda da kiracı temerrüde düúmüú olacaktır. Kiracının iflâsı BK. m. 290’da kira sözleúmesini sona erdiren bir sebeptir. E÷er kiracı teminat verirse, kiralayan kira senesinin sonuna kadar sözleúmeyi sürdürmekle yükümlüdür. Tasarı’nın düzenlemesi ise (m. 331) kiralayanı, kiracıdan ya da iflâs masasından teminat isteme yükümüne sokmuú, e÷er verilmezse sözleúmenin feshedilebilece÷i düzenlenmiútir. Bununla birlikte Tasarı’da teminat verilirse sözleúmenin ne kadar sürece÷ine ise açıklık getirilmemiútir. Yani kiralayanın durumu a÷ırlaútırılmıútır. Kiracının ölümü halinde ise BK. m. 291 hem kiracı hem kiralayana sözleúmeyi sona erdirme imkânı tanırken, Tasarı m. 332 kiralayana bu hakkı vermemiútir. IV. KONUT VE ÇATILI øù YERø KøRALARI BAKIMINDAN SÖZLEùMENøN SONA ERMESø Tasarı’nın konut ve çatılı iú yeri kiraları bakımından sözleúmenin sona ermesine iliúkin hükümleri, 6570 sayılı Kanun’da yer alan hükümlerle hemen hemen aynı olmakla birlikte, bazı de÷iúiklikler ve eklemeler yapılmıútır. Tasarı’da konut ve iú yeri kiralarının sona ermesi konusunun m. 346-355 5 6 7 Baúpınar, 2. Yavuz, 58; Kaplan, 28; Arpacı, 3678; Baúpınar, 2. YHGK. 6.3.1963, E. 6-13,K. 23 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.233 vd.). 30 arasında, bir sistematik altında ele alınması isabetli olmuútur. Bu düzenlemelere göre sona erme bildirim yoluyla veya dava yoluyla gerçekleúebilir. Bildirim yoluyla sona erme m. 346’da düzenlenmiútir. Böylece bu konuda tahliye davası açma yönündeki uygulamadan kurtulma amaçlanmıútır8. Belirsiz süreli kira sözleúmesinde kiracıya her zaman, kiraya verene ise kiranın baúlangıcından 15 yıl geçtikten sonra, fesih bildirimlerine uymak úartıyla sözleúmeyi sona erdirebilme imkânı tanımıútır (m. 346). 15 yıllık bir üst sınır getirilmesi yerinde olmuútur. Zira tahliye sebepleri gerçekleúmedi÷i takdirde kiraya verenin sözleúmeyle sonsuza kadar ba÷lı olması mülkiyet hakkının özüne dokunan bir nitelik kazanabilir9. Dolayısıyla kira sözleúmesine üst sınırla ilgili süre konulması isabetli bir düzenlemedir. Ancak iúyeri kiraları için ayrı düúünmek gerekti÷i özellikle kiralanan yeniden kiraya verilecekse sözleúmenin sona ermesi için haklı bir sebebin aranmasının do÷ru olaca÷ı görüúü de ileri sürülmektedir10. Ayrıca doktrinde 15 yıllık süreyi çok uzun bulan ve en fazla 10 yıl olması gerekti÷ini ifade eden görüúler de vardır11. Tasarı yürürlü÷e girdi÷inde, bu 15 yıllık süreden hemen yararlanmak isteyen kiralayanları engellemek amacıyla kanun koyucu, Borçlar Kanunun Yürürlü÷ü ve Uygulama ùekli Hakkındaki Kanun Tasarısı m. 9 ile bu imkânın, yeni Borçlar Kanunu’nun yürürlü÷e girdi÷i tarihten baúlayarak beú yıl geçmedikçe kullanılamayaca÷ı belirtilmiútir. Tasarının 346. maddesinde genel hükümlere atıf yapılarak tarafların bu hükümler çerçevesinde de haklarını kullanabilecekleri düzenlenmiútir. Örne÷in, önemli sebeplerin varlı÷ı (m. 330) ya da kiracının iflası (m. 331) burada da fesih imkânı verebilir. Tasarı m. 348, aile konutunu düzenleyen MK. m. 194 ile paraleldir. Buna göre aile konutu olarak kiralanan taúınmazda, kiracının eúinin açık rızası olmadan sözleúmeyi feshedemeyece÷i düzenlenmiútir. Kiraya verene bildirimde bulunarak kira sözleúmesinin tarafı sıfatı kazanan eúe de ayrıca feshin bildirilmesi gerekir. Konut ve çatılı iúyeri kiralarında fesih bildiriminin yazılı yapılması gereklili÷i açıkça düzenlemeye kavuúturulmuútur (m. 347). Dava yoluyla sona ermeye iliúkin hükümler kiraya veren ve kiracı bakımından ayrı ayrı düzenlenmiútir. Bu hükümler 6570 sayılı Kanun m. 7’de alt alta sıralanmıú olan hükümlerin sistemli biçimde bir araya getirilmiú halidir. Tasarı m. 349’a göre, kiraya verenin ihtiyacı ve taúınmazın yeniden inúa ve imarı durumunda, fesih dönem ve sürelerine uyularak, belirlenen tarihten baúlamak üzere bir ay içinde dava açmak suretiyle kira sözleúmesi sona erdirilebilir. 8 9 10 11 Acar, 3689. Akıncı, Tasarı, 5. Akıncı, Tasarı, 5. Konut ve iúyeri kiralarının ayrı hükümlere tabi tutulması gerekti÷i de doktrinde savunulmaktadır. Arpacı, 3678; Yavuz, 58. Hatemi, 3684; Acar, 3691. 31 Kiraya verenin ihtiyacının kapsamı Tasarı ile geniúletilmiútir. 6570 sayılı Kanun kiraya verenin kendisi, eúi veya çocukları için bu imkânı tanımaktadır. Tasarı da ise kiraya verenin kendisi, eúi, alt soyu, üst soyu ve kanun gere÷i bakmakla yükümlü oldu÷u kiúilerin ev ihtiyacı için tahliye davası açılabilece÷ini düzenlenmektedir (m. 349/1). Bu olumlu bir geliúmedir. Zira toplumumuzda güçlü olan aile ba÷ları, gerek anne babanın gerekse torunların ihtiyaçlarını kollamayı gerektirmektedir12. Bu imkân mevcut kiraya verene tanındı÷ı gibi taúınmazı sonradan iktisap eden yeni malike de tanımıútır (m. 350). Tasarı m. 351, kiracıdan kaynaklanan tahliye davası sebeplerini 3 farklı ihtimal bakımından ayrı ayrı düzenlemiútir. Kiracının tahliye taahhüdünde bulunması birinci fıkrada yer almaktadır. Tahliye taahhüdü, 6570 sayılı Kanun’da da yer almaktadır. Ancak uygulamanın kiracı aleyhine oluúması üzerine Yargıtay kira sözleúmesinin yapıldı÷ı sırada verilen taahhütleri geçerli kabul etmemektedir13. Tasarı’da bu durum göz önüne alınmıú ve taahhüdün “kiralananın teslim edilmesinden sonra” verilirse geçerli olaca÷ı belirtilmiútir (m. 351/I). øki haklı ihtarla tahliye, 351. maddenin ikinci fıkrasında yer almaktadır. Tasarı, mevcut hükümlere göre aranan (6570 sayılı Kanun, m. 7/e), kira sözleúmesinin sona ermesini beklemeden de “ihtarların yapıldı÷ı kira yılının bitiminden baúlayarak 1 ay” içinde dava açılabilece÷ini düzenlemiútir. Böylelikle sürekli olarak borcunu ihlâl eden kiracının korunmaması sa÷lanmıútır14. Kiracının veya eúinin aynı yerde konutu bulunması sebebiyle tahliye 351. maddenin üçüncüsü fıkrasında düzenlenmiútir. 6570 sayılı Kanun (m. 7/son) bu konudaki düzenlemesinde aynı úehir veya belediye sınırları içinde bulunan konuttan bahsederken, Tasarı aynı ilçe ya da belde belediye sınırlarından bahsetmektedir. Mevcut düzenlemedeki belediye kavramından büyükúehir belediyesinin anlaúılabilece÷i bununda kiracı aleyhine sonuçlar do÷uraca÷ı gerçe÷i karúısında bu düzenleme isabetli olmuútur15. øhtiyaç sebebiyle tahliye edilen kiralanan, haklı sebep olmadan üç yıl geçmedikçe eski kiracıdan baúkasına kiralanamaz kuralı korunmakla birlikte (m. 354), 6570 sayılı Kanun’da yer alan cezai hükümler kaldırılmıú (m. 16), yerine tazminat yükümlülü÷ü getirilmiútir. Bir özel hukuk iliúkisinde cezai müeyyidelerin bulunması yerinde olmadı÷ından, müeyyidenin tazminata dönüútürülmesi isabetli olmuútur16. Tasarı m. 355’de kiracının ölümü, tekrar konut ve iúyeri kiraları için düzenlenmiútir. Ölen kiracının ortakları, mirasçıları ve kiracı ile birlikte 12 13 14 15 16 Akıncı, Tasarı, 5; Acar, 3690. YHGK. 21.11.1962, E. 87, K. 66 (Ankara Barosu Dergisi 1963, S. 2, s.257). Akıncı, Tasarı, 5. Arpacı, 3681. Akıncı, Tasarı, 5. 32 oturanlar, sözleúme ve kanun hükümlerine uydukları sürece kira sözleúmesini sürdürebilirler. Tek baúına ölümün gerçekleúmesi kiraya veren bakımından bir tahliye sebebi teúkil etmemektedir. V. SONUÇ Türk Borçlar Kanunu Tasarısı., uzun çalıúmaların ürünüdür. Bu çalıúma süresi boyunca Tasarı tartıúılmıú, eleútirilmiú, eleútirilerin bir kısmı dikkate alınarak çeúitli de÷iúiklikler yapılmıútır. Tasarı’nın geneli hakkında, aslında çok fazla de÷iúiklik getirmedi÷i, dilinin ve madde numaralarının de÷iútirilmesinin do÷ru olmadı÷ı yönünde çeúitli görüúler ortaya konulmuútur. Bu eleútiriler haklıdır. Ancak Tasarı’nın kanunlaúmasıyla birlikte tüm bu tartıúmalar geride kalacaktır. Kira hukuku bakımından Tasarı’nın en büyük özelli÷i mevcut ikili sistemi (BK. ve 6570 sayılı GKHK.) tek kanun çatısı altında toplamasıdır. Öte yandan sözleúmenin zayıf tarafı olarak görülen kiracı yine korunmuú, kiralayanın durumu de÷iúmemiútir. Belirsiz süreli kira sözleúmelerinde kiralayana, kira süresinin baúlangıcından itibaren 15 yıl sonra sözleúmeyi feshedebilme imkanı tanınması; ihtiyaç sebebiyle tahliyede 6570 sayılı Kanun ihtiyacı olan kiúileri sadece kendisi, eúi, çocukları kabul ederken, Tasarı’nın bu hükmü üst soy ve kanunen bakmakla yükümlü olunan kiúileri de içine alacak úekilde geniúletmesi, kira sözleúmesinin sona ermesi konusunda getirilen düzenlemelerin baúlıcaları olarak sayılabilir. KAYNAKÇA Acar, F.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3685-3691). Akıncı, ù.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın Kira Sözleúmesine øliúkin Hükümlerinin De÷erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuútur, (http://www.sahinakinci.com/tebligler). Akıncı, ù.: Karúılaútırmalı Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Türk-Kazak Hukuku, Konya 2004. Aral, F.: Borçlar Hukuku Özel Borç øliúkileri, Ankara 2000. Arpacı, A.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3677-3681). Baúpınar, V.: Hukuk Tekni÷i Açısından Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi, 16.02.2007 tarihinde Kayseri Barosu ve Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Türk Borçlar 33 Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuútur, (http://veyselbaspinar.com/index.php/oezgecmi). Do÷anay, ø.: Yeni Türk Borçlar Kanunu Tasarısı, (http://wwwhaberinyeri.net/Makaleler/Yeni-Turk-Borclar-KanunuTasarisi_12273.html) Hatemi, H.: Kira Sözleúmesi ve Kefalet, 4. Oturum, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın De÷erlendirilmesi Sempozyumu, Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2005 (s. 3682-3685). Kaplan, ø.: Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkındaki Görüúlerim, Terazi Hukuk Dergisi, Eylül 2008, Sayı: 25. Yavuz, N.: Türk Borçlar Kanunu Tasarısı Hakkında Genel De÷erlendirme ve Öneriler, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2008, Sayı: 20. Zevkliler, A.: Borçlar Hukuku Özel Borç øliúkileri, Ankara 2004. 34 ANONøM ORTAKLIKLARDA BøRLEùME SÜRECø VE MUHASEBELEùTøRME YÖNTEMLERøNDE MEYDANA GELEN GELøùMELER Aziz KAöITCI* ÖZET Dünya ekonomisinde yaúanan hızlı küreselleúmenin sonucu olarak artan rekabet karúısında úirketlerin ayakta kalabilmesi için etkin maliyet yönetimi ve uluslararası arenada rekabet edebilecek faaliyet büyüklü÷üne ulaúmaları gerekmektedir. Ekonomik büyümenin do÷al bir ürünü olan iúletme birleúmeleri hem uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek faaliyet büyüklü÷üne ulaúmayı hem de ölçek ekonomisinden faydalanarak maliyetlerin aúa÷ıya çekilmesini sa÷lar. Çalıúmada Anonim Ortaklıklar da birleúme sürecinde ortaya çıkan özel durumlar ve uluslararası muhasebe standartlarında meydana gelen de÷iúiklikler ele alınmıútır. Anahtar Kelimeler: Birleúme, Devralma, TFRS 3 CORPORATE MERGING PROCESS AND DEVELOPMENTS IN ACCOUNTING METHODS ABSTRACT As a result of fast globalization and fierce competition corporations need to meet the requirements related to efficiency of cost management and optimum corporation size. Mergers and acquisitions which are the natural results of economic growth give the opportunity to compete in international environment and decreasing costs by the use of economies of scale. In this study special conditions for corporate that occurs in merger and changes in international financial reporting standards for merging issues has been investigated. Key words: Mergers, Acquisitions, IFRS 3 Bu makale Anonim Ortaklıklarda Birleúme Süreci ve Muhasebeleútirme Yöntemlerinde Meydana Gelen Geliúmeler isimli yüksek lisans tezinin özetidir. 1. GøRøù Son yıllarda teknolojide yaúanan geliúmeler, üretim sistemlerinin kolaylıkla ülkeler arasında transferi ve benzeri sebeplerden ekonominin arz yönü talep yönüne göre daha hızlı büyümüútür. Arzın talepten daha hızlı büyümesi yo÷un bir rekabeti de beraberinde getirmiútir. Artan rekabetin fiyatlar üzerindeki olumsuz etkileri iúletmelerin büyümesini de olumsuz yönde etkilemiútir. * Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO, Ö÷retim Görevlisi 35 øúletmeler yo÷un rekabet altında fiyatlarını artıramazlar. Bu durumda yapılması gereken maliyetlerin azaltılarak karlılı÷ın artıúını sa÷layabilmektir. Ayrıca yeni pazarlara girilmesi de karlılık üzerinde olumlu etkiler yaratabilecektir. Maliyetlerin azaltılması ve yeni pazarlara girmek yeni yatırımları da zorunlu kılabilir. Bunun da iúletmeler için ek bir mali külfet do÷uraca÷ı son derece açıktır. øúletme birleúmeleri ile ölçek ekonomilerinden yararlanılarak maliyetlerin aúa÷ıya çekilmesi ve yeni pazarlara açılmak daha kolay olabilmektedir. Ayrıca uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek büyüklü÷e ulaúmakta mümkün olabilir. øúletme birleúmeleri uzun bir süreçtir. Birleúme görüúmelerini birleúmenin gerçekleúti÷i ülkede ki yasal düzenlemeler úekillendirecektir. Dolayısıyla iúletmelerin büyürken dıúsal büyüme yollarından olan iúletme birleúmelerini seçmeleri ülkedeki iúletme birleúmeleri ile ilgili uygulanmakta olan yasal düzenlemelere sıkı sıkıya ba÷lıdır. Yasal düzenlemeler iúletme birleúmeleri için kimi zaman teúvik edici kimi zamanda yasal bir set olabilmektedir. Birleúme iúlemlerini etkileyen önemli konulardan biriside uygulanacak muhasebe yöntemidir. Seçilen muhasebeleútirme yöntemi birleúme iúlemi sonucunda ulaúılacak yeni sermayenin da÷ılımını ve birleúme iúleminin vergilendirilmesi gibi bir çok konuyu da önemli ölçüde etkileyecektir. Ülkemizde son yıllarda yakalanan hızlı ekonomik büyüme ve Avrupa Birli÷i yolunda alınan mesafeler iúletme birleúmelerini de olumlu yönde etkilemektedir. Türkiye de büyük ölçekli birleúmelerin baú aktörleri anonim ortaklıklardır. Bu çalıúmanın amacı da anonim ortaklıklarda birleúmeye iliúkin vergisel konular ve birleúme iúlemlerinde uygulanmakta olan Uluslararası Muhasebe Standartlarında meydana gelen geliúmeler ve birleúme iúlemlerinin Tek Düzen Hesap Planında muhasebeleútirilmesidir. 2. ANONøM ORTAKLIKLARIN BøRLEùMELERøNDE ÖZELLøK ARZEDEN KONULAR øúletme birleúmeleri hukuk, vergi, muhasebe ve finans alanlarını kapsayan özel bir konudur. Bu bölümde iúletme birleúmelerinde karúı karúıya kalınan özel durumlar ele alınacaktır. 2.1. Anonim Ortaklıkların Birleúmelerinde De÷er Tespiti ùirket birleúmelerinde de÷er tespiti, de÷iútirme biriminin (birleúme oranı) hesaplanması, devrolan ortaklı÷ın pay sahiplerine verilecek yeni ortaklı÷ın hisse senetlerinin miktarı açısından son derece önemli bir konudur. De÷iútirme birimi devrolan ve devralan úirketlerin cari de÷erleri kıyaslanarak tespit edilir. Bu úirketlerin cari de÷erleriyle neyin kastedildi÷i ve nasıl hesaplanaca÷ının ortaya konması gerekir. Uygulamada úirket de÷erlerinin tespitinde kullanılan birçok 36 yöntem vardır.1 Ancak úirket birleúme ve devralmalarında kullanılan de÷erleme yöntemleri üç baúlık altında sıralanabilir. a) øskonto Edilmiú Nakit Akımlar Yöntemi b) Borsa Fiyatları Yöntemi c) Özsermaye Yöntemi 2.1.1. øskonto Edilmiú Nakit Akımlar Yöntemi øskonto Modeli de÷erlemesi yapılacak varlıktan elde edilmesi beklenen nakit akıúlarının úimdiki de÷erlerine dayanmaktadır. Model, bir varlı÷a yatırım yapan yatırımcının bu varlıktan elde edece÷i gelirlere dayandı÷ı varsayımı üzerine kurulmuútur. 2 Bu yöntemde, úirketin aktif ve pasif yapısının tek tek de÷erlerinin toplamı bir kenara bırakılarak, úirket faaliyet sonuçları baz alınmaktadır. Faaliyet sonuçlarının yanlıú öngörülmesi halinde sonuç yanlıú olur. Bu yöntemde ileriye yönelik projeksiyonların do÷ru yapılması, sa÷lıklı sonuç vermesinin kaçınılmazlı÷ını ortaya koyar. Gelece÷e yönelik öngörüler kiúisel yargılara göre farklılaúabilece÷inden, birleúmeye taraf olanlar arasında mutabakat güçlü÷ü yaratır. Sermaye Piyasası Kurulu, özellikle yöntemin sübjektifli÷i nedeniyle bu de÷erleme yöntemine sıcak bakmamaktadır. Buna göre yapılan bir uygulamaya da bu güne kadar izin verilmemiútir.3 2.1.2. Borsa Fiyatları Yöntemi Hisse senetleri Borsa’da iúlem gören halka açık anonim ortaklıkların borsa fiyatları baz alınarak de÷iútirme biriminin tespit edilebilmesi hususu, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 106/1273 sayılı toplantısında görüúülmüú; hisse senetleri borsada iúlem gören úirketlerin borsa fiyatları esas alınarak de÷iútirme biriminin tespit edilebilmesi için gerekli koúulları aúa÷ıdaki gibi belirlenmiútir.4 - Birleúmeye taraf olan úirketlerin son bir yıldaki halka açıklık oranlarının en az %15 olması ve hisse senetlerinin borsada iúlem görmesi, (Tebli÷de bu oran %25 olarak yeniden düzenlenmiútir.) - Birleúme sözleúmesinin onaylanaca÷ı genel kurul toplantısından önce, borsa fiyatı üzerinden hesaplanan de÷iútirme biriminin yer aldı÷ı Kurulca belirlenecek standartlar Seri 1, No: 26 Tebli÷inin 24. maddesine göre belirtilecek gazetelerde yayınlanarak tasarruf sahiplerine duyurulması, 1 TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, østanbul 2003, s. 210 KARAN Mehmet Baha, YATIRIM Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara 2001, s. 333 3 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228 4 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 228 2 37 2.1.3. Özsermaye Yöntemi Özsermaye yönteminde, úirket de÷eri olarak her úirketin özsermaye tutarı dikkate alınır. Söz konusu özsermaye kayıtlı de÷erlere göre tespit ediliyorsa defter de÷erlerine göre özsermayenin tespiti söz konusu olur. E÷er her bir úirketin bilanço kalemlerinin cari de÷erleri bilirkiúiler vasıtasıyla tespit edilirse düzeltilmiú defter de÷erlerine göre (cari) özsermayenin tespiti söz konusu olur. Halka Açık Anonim Ortaklıklar da Cari özsermayelerin esas alınması halinde, de÷erlemeye konu gayrimenkullerin Kurulca listeye alınan ekspertiz úirketleri tarafından de÷erlenece÷i bahsi geçen tebli÷in 7. maddesinde belirtilmektedir. Sermaye Piyasası Kurulu, hem kayıtlı özsermaye hem de cari özsermayelerin de÷iútirme biriminin hesaplanmasında dikkate alınmasını kabul etmektedir. 5 2.2. De÷iútirme Hesaplanması Birimi ve Artırılacak Sermaye Tutarının Birleúmenin gerçekleútirilmesinde en önemli hususlardan biri de÷iútirme biriminin tespitidir. Çünkü birleúmede devrolan ortaklı÷ın, devralan ortaklı÷a intikal edecek malvarlı÷ı karúılı÷ında, bunların pay sahiplerine tesbit edilen de÷iútirme birimine göre devralan ortaklı÷ın payları verilir. Bunun gibi yeni kuruluúta da birleúmeye katılan ortaklıkların malvarlıklarının de÷erine göre yeni kurulacak ortaklıkta sermayeye katılırlar.6 Devralma yoluyla birleúme ve yeni kuruluú úeklinde ki birleúmeler için de÷iútirme birimi ve artırılacak sermaye tutarı ayrı ayrı hesaplanacaktır. 2.2.1. Ortaklık Devralma Yoluyla Birleúme Sonrasında Ulaúılacak Sermaye Tutarı Sermaye Piyasası Kurulunun yayınlamıú oldu÷u Seri:1 No:31 “Birleúme øúlemlerine øliúkin Esaslar Tebli÷i”nin 17. maddesinde ortaklık devralma yoluyla birleúme sonrasında ulaúılacak sermaye tutarının hesaplanıú úekli verilmiútir. Maddeye göre; Özkaynak veya rayiç de÷er yöntemlerinin kullanılması durumunda, ortaklık devralma yoluyla birleúme iúlemi sonrasında ulaúılacak sermaye artırımının tutarı úu úekilde hesaplanır. 5 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 229 AKAY Hüseyin, øúletme Birleúmeleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası, østanbul 1997, s.101 6 38 Konuyu bir örnek yardımıyla açıklayalım. Pınar A.ù’i Turkuaz A.ù.’ine devrolacaktır. Tarafların ödenmiú sermayesi ve özsermayeleri aúa÷ıdaki gibidir. TL Ödenmiú Sermaye Özsermaye Devralan Turkuaz A.ù. 175.000 1.540.000 Devrolan Pınar A.ù. 250.000 1.200.000 2.2.2. Yeni Ortaklık Kurulması Yoluyla Birleúme Sonrasında Ulaúılacak Sermaye Tutarı Yeni kuruluú suretiyle gerçekleútirilen birleúmelerde ise devrolan úirketlerin özsermaye toplamları kadar yeni kurulan ortaklı÷ın sermayesi oluúturulacaktır ve bu sermaye toplamı karúılı÷ında çıkarılan hisse senetleri, özsermayeleri oranında devrolan ortaklıklara karúı birleúmenin karúı edinimi olarak verilecektir. Ayrıca de÷iútirme biriminin hesaplanmasına gerek yoktur.7 2.3. Birleúme Primi Birleúme primi çıkarma primine (emisyon primine) karúılıktır. Birleúilen ortaklık bakımından, birleúme bir sermaye artırımı olarak kendini gösterir. E÷er ortaklı÷ın gizli veya muhasebede kayda geçmiú yedek akçeleri bulunuyorsa, katılan ortaklık kendisine teslim edilecek payların nominal de÷erinden üstün de÷erde bir net aktifi devroldu÷u ortaklı÷a verecektir. Aradaki fark, devrolunan ortaklıkta birleúme primini oluúturur.8 Birleúme primini bir örnek yardımıyla açıklayalım. Turkuaz A.ù.’i, Pınar A.ù.’ini devralacaktır. Ödenmiú sermaye ve özsermaye bilgileri aúa÷ıdaki úekildedir. 7 8 AKAY Hüseyin, a.g.e., s.101 ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2000, s. 866 39 TL Ödenmiú Sermaye Özsermaye Devralan Turkuaz A.ù. 250.000 1.800.000 Devrolan Pınar A.ù. 1.250.000 1.250.000 Buna göre birleúme oranı %59,01 olacak, birleúme sonrası ulaúılacak sermaye ise 423.611 TL olacaktır. Devralan Turkuaz A.ù.’nin yapması gereken sermaye artırım tutarı ise 173.611 TL olacaktır. Bu durumda Devralan Turkuaz A.ù.’nin varlıklarında 1.250.000 TL’lik bir artıú olurken, pasifte (sermaye hesabında) sadece 173.611 TL’lik bir artıú meydana gelecektir. Bu durumda 1.076.389 TL’lik fark birleúme primi olarak do÷acaktır. Birleúme primi, emisyon primi olarak kabul edilir ve anonim úirketlerde kurumlar vergisine tabi tutulmaz. K.V.K.’nun 8. maddesinin 5 numaralı bendine göre, kurumların rüçhan hakkı kuponlarının satıúından elde ettikleri kazançlar ile anonim úirketlerin kuruluúlarında veya sermayelerini artırdıkları sırada çıkardıkları hisse senetlerinin itibari de÷erlerinin üzerinde elden çıkarılmasından sa÷lanan kazançlar, kurumlar vergisinden istisna edilmiútir.9 Kurumlar vergisinden istisna edilen bu kazaçların ortaklara da÷ıtılması durumunda G.V.K.’nun 94/6b-i ve 6b-ii maddeleri uyarınca tevkifata tabi tutulacaktır. Vergilendirmemenin sürmesi bunların da÷ıtılmaması haline ba÷lıdır. E÷er, bunlar sermayeye eklenirse, bu iúlem kar da÷ıtımı sayılmadı÷ından tevkifat söz konusu olmaz.10 E÷er devralan kurumun ödenmiú sermayesi özsermaye toplamına eúitse bu durumda birleúme primi de do÷mayacaktı. Yani yukarda ki örne÷imizde devralan Pınar A.ù.’i olsaydı birleúme primi do÷mayacaktı. Çünkü Pınar A.ù.’nin ödenmiú sermayesi ve özsermayesi birbirine eúittir. Örne÷imizi buna göre yeniden uyarlarsak, yani devralan Pınar A.ù.’i olursa: TL Ödenmiú Sermaye Özsermaye Devralan Pınar A.ù. 1.250.000 1.250.000 Devrolan Turkuaz A.ù. 250.000 1.800.000 Bu durumda birleúme oranı %40,98 olacak, birleúme sonrası ulaúılacak sermayede 3.050.000 TL olacaktır. Devralan Pınar A.ù.’inin yapması gereken sermaye artırım tutarı 1.800.000 TL’dir. Pınar A.ù.’i 1.800.000 TL’lik sermaye artıúı karúılı÷ında, varlıklarında da 1.800.000 TL’lik bir artıú ortaya çıkaca÷ı için birleúme primi do÷mayacaktır. 2.4. Devredilen Sabit Kıymetlere øliúkin Amortisman Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37,38 ve 39. maddelerine göre birleúmelerinde ve devirlerinde devreden úirket tüm aktif ve pasifiyle kül halinde di÷er bir úirkete devrolaca÷ından, devrolunan úirketin birleúme tarihine 9 ULUSOY Metin, Birleúme, Devir, Bölünme, Hisse De÷iúimi ve øútirak Yoluyla ùirketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2004, s. 64 10 TARAKÇI Hızır, a.g.e., s. 386 40 kadar olan dönem için, devralan úirketin ise birleúme tarihinden sonraki dönem için amortisman hesaplamaları gerekmektedir.11 Kurumların, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36. maddesine göre birleúme ve devirlerinde münfesih úirketten, devralan úirkete intikal eden duran varlıkların toplam de÷eri özsermayeyi oluúturmaktadır. Özsermayenin hesaplanması ise K.V.K. ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yapılması gerekti÷inden duran varlıkların amortismanlar düúüldükten sonraki de÷erinin esas alınması gerekir. Çünkü duran varlıklar bu de÷er üzerinden devredilecek ve devralan úirket tarafından devralınan yeni de÷er üzerinden amortisman ayrılacaktır.12 Ancak bu tür birleúmelerde amortismana tabi bu iktisadi kıymetlerin yeniden de÷erlemeye tutulabilmesi Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298/12 maddesi hükmü gere÷ince devir alınan yıl içinde mümkün bulunmamaktadır.13 2.5. Birleúme ve Devir Halinde Yenileme Fonu Devrolan kurumun, devir öncesinde amortismana tabi iktisadi kıymetlerinin satıúından sa÷ladı÷ı kazancı V.U.K.’nun 328. maddesi uyarınca yenileme hesabına almıú olması ve bu fonun, yenilemeye konu sabit kıymetin itfası tamamlanmadan önce devrin gerçekleúmesi halinde devrolunan úirketin varlı÷ında devam ediyormuúçasına iúleme tabi tutulmalıdır.14 Devralan kurum bilançosunda yer alacak de÷er artıú fonu, bu kurum tarafından sermayeye ilave dıúında herhangi bir suretle bilançoda yazılı baúka bir hesaba nakledilmesi, geçmiú yıl zararlarına mahsup edilmesi veya iúletmeden çekilmesi halinde, bu iúlemin yapıldı÷ı dönemin kazancı sayılarak vergilendirilir.15 2.6. Birleúme ve Devir Durumunda Yatırım øndirimi Uygulaması Devir, birleúme ya da nev’i de÷iúikli÷i durumlarında, sadece yatırım konusu aktif kıymetler devredilmemekte, söz konusu ortaklı÷ın tüm mal varlı÷ı yeni úirkete devrolunmakta ya da úirket nev’i de÷iútirmek suretiyle ticari yaúama devam etmektedir. Bu durumu dikkate alan idare, 187 seri no’lu Gelir Vergisi Genel Tebli÷inin VI-B bölümünde konuyu aúa÷ıdaki úekilde açıklamıútır.16 11 ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birleúme ùekli: Devir Müessesi, Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne÷i Aylık Yayını”, Sayı 178, Temmuz 2003, s. 67-68 12 UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir øle ølgili Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21, Sayı 469, 15 Mart 2000, s.31 13 ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68 14 ARPACI Altar Ömer, a.g.m., s. 68 15 UFUK Mehmet Tahif, a.g.m., s. 31 16 KAPLAN Mürsel Ali, “Birleúme, Devir Ya Da Nev’i De÷iúikli÷i Hallerinde Yatırım øndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000, s.31 41 “Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 36,37,38. maddelerinde belirtilen birleúme, devir veya nev’i de÷iúikliklerinde, münfesih kurumun vergilendirme ile ilgili bütün yükümlülükleri hukuken yeni úirkete geçmektedir. Bu nedenle münfesih kurumdan, di÷er bir ifade ile yatırım indirimine konu aktif de÷erleri devir eden konumundaki kurumdan, evvelce uygulanan yatırım indirimi dolayısıyla zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler geri alınmayacaktır. Yeni úirket ise yatırım indiriminden yararlanma úartlarını taúıması kaydıyla kalan yatırım indiriminden yararlanmaya devam edecektir.” 3. ULUSLARARASI MUHASEBE øùLETME BøRLEùMELERø STANDARTLARINDA Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi, IAS 22 numaralı øúletme Birleúmelerini düzenleyen Uluslararası Finansal Raporlama Standardını 31 Mart 2004 tarihinden itibaren yine iúletme birleúmelerini düzenleyen IFRS 3 ile de÷iútirmiútir. IAS 22’de øúletme Birleúmelerinin muhasebeleútirilmesinde iki tane temel yöntem bulunmaktaydı. Bunlar Satın Alma (øktisap) Yöntemi ve Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemidir. 3.1. Satın Alma Yöntemi Satın Alma Yöntemi(Purchase Method of Accounting); bir iúletmenin (iktisap eden), aktiflerin transferi, bir borç taahhüdüne girilmesi veya hisse ihracı karúılı÷ında, di÷er bir iúletmenin ( iktisap edilen) net varlıkları ve faaliyetleri üzerinde kontrol elde etmesiyle oluúan bir iúletme birleúmesidir.17 Birleúme sonucunda, bir iúletme, di÷er iúletme veya iúletmeleri kontrolü altına alabiliyorsa bu tür birleúmeler satın alma türü birleúmeler olarak nitelendirilir. Bu tür birleúmelerin özelli÷i, kontrolü ele geçiren bir iúletmenin, bir baúka ifade ile alıcı iúletmenin belirlenebilmesidir.18 Satın alma muhasebesinde, aúa÷ıdaki basamaklar takip edilir:19 1- øktisap edenin Belirlenmesi: Tüm iúletme birleúmeleri, satın alma yöntemi ile muhasebeleútirilmek zorunda oldu÷undan tüm birleúmelerde iktisap edenin tarafın belirlenmesi gerekir. øktisap eden taraf, di÷er tarafın kontrolünü ele geçirmiú olan taraftır. Bazı durumlarda bunu belirlemek zor olabilir. Bu durumlarda; (i) makul de÷eri belirgin biçimde daha yüksek olan tarafın, (ii) tarafların nakit veya di÷er varlıklar karúılı÷ında hisse senedi aldıkları 17 ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, østanbul 2004, s. 116 18 KARAPINAR Aydın, “ùirket Birleúmeleri ve Uluslararası Muhasebe Standartlarına Göre De÷erlendirilmesi, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi”, Yıl:3, Sayı:8, Ocak 2003, s. 87 19 ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan Son De÷iúikliklerle øúletme Birleúmelerinin Finansal Raporlanması”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004, s. 67 42 durumlarda, nakit veya di÷er varlıkları alan tarafın, (iii) taraflardan birinin yönetiminin, birleúik iúletmenin yönetiminin seçiminde kontrol gücüne sahipse bu iúletmenin, iktisap eden taraf oldu÷u kabul edilir. Bir iúletme birleúmesi, yeni bir iúletmenin kurularak birleúen iúletme ortaklarına ihraç etti÷i hisse senetlerinin verilmesi yoluyla gerçekleútirilmiúse, bu durumda da birleúen iúletmelerden biri iktisap eden olarak belirlenmelidir. 2- øktisabın Maliyetinin Belirlenmesi: øktisap, maliyet de÷eri üzerinden muhasebeleútirilir. Maliyet, iktisap eden tarafından ihraç edilen hisse senetleri, elden çıkarılan varlıklar, kabul edilen yükümlülüklerin makul de÷erleri ile do÷rudan birleúme iúlemi için katlanılan giderlerdir. øktisabın maliyeti belirlenirken, iktisap eden tarafından çıkarılan hisse senetleri makul de÷erleri ile de÷erlenir ve bu hisse senetlerinin de÷iúim tarihindeki piyasa fiyatı makul de÷er olarak esas alınır. Ancak piyasanın dar olması nedeniyle piyasa fiyatının güvenilir bir gösterge olmadı÷ı veya hisse senetlerinin düzenli olarak iúlem gördü÷ü bir piyasanın olmadı÷ı durumlarda, ihraç edilen hisse senetlerinin makul de÷eri, iktisapçı iúletmenin veya iktisap edilen iúletmelerin makul de÷eri (bunlardan hangisi daha net saptanabiliyorsa) esas alınarak tahmin edilir. 3- øktisap tarihi itibariyle, iktisap maliyetinin, iktisap edilen iúletmenin tanımlanabilir varlık ve borçlarına da÷ıtılması: øktisap edilen iúletmenin varlık ve borçları, mali tablolara makul de÷erleri üzerinden alınır. øktisap edenin belirledi÷i satın alma fiyatı elde edilen varlıklara da÷ıtılır. Elde edilen varlıkların makul de÷erinin üstündeki fazlalık ise úerefiye olarak muhasebeleútirilir.20 3.2. Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemi Menfaatlerin birleútirilmesi yönteminde varlıklar, borçlar ve birleúmeye taraf úirketlerin faaliyet sonuçları hiçbir düzeltme yapılmadan kayıtlı de÷erleriyle toplanır.21 Menfaatlerin birleútirilmesi yönteminin amacı, birleúen iúletmelerin, úimdi müútereken sahip olunmakla birlikte sanki aynı iúletmeler eskiden oldu÷u üzere devam ediyormuú gibi muhasebeleútirilmesidir. Çıkarların havuzlanması yöntemi, iktisapta ortaya çıkan herhangi bir peútamallı÷ı kabul etmez ve yalnızca, satın alma bedelinin nakit veya di÷er varlıkların ödenmesi halinde de÷il, ilke olarak oy haklı adi hisse senetlerinin mübadelesiyle oluútu÷u durumlarda kullanılır. Menfaatlerin birleúmesi yönteminde, birleútirilen varlıklar, borçlar ve ihtiyatlar mevcut kayıtlı de÷erleriyle kaydedilirler.22 Ödenmiú sermaye olarak kaydedilmiú tutar ve ilave nakit veya di÷er varlıklar biçimindeki herhangi bir ek bedel toplamı ile iktisap edilen sermayenin 20 EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of Financial Management, Printice Hall, 1998, s. 735 21 EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., a.g.e., s. 735 22 DURMUù Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye Muhasebe Uzmanları Derne÷i Yayını No:7, østanbul 1992, s. 176-177 43 arasındaki fark, özsermayede ayarlama yapılmak suretiyle muhasebeleútirilir. Menfaatlerin birleúmesinde, özü itibariyle herhangi bir iktisap meydana gelmemekte, iúletme birleúmesi öncesinde mevcut risk ve menfaatlerin birleúme sonrasında da müúterek olarak paylaúımı devam etmektedir. Bu yöntemde bir úerefiye veya negatif úerefiye oluúmaz.23 Menfaatlerin birleúmesi yönteminin uygulanabilmesi için;24 - Birleúen iúletmelerin oy hakkına sahip hisse senetlerinin tamamı veya tamamına yakın kısmının el de÷iútirmiú olması ( bir baúka deyiúle bir iúletmenin, bir di÷er iúletmenin hisse senetlerinin tümü veya tümüne yakın bir bölümü için hisse senedi ihraç etmiú olması), - Bir iúletmenin makul de÷erinin di÷er bir iúletmenin makul de÷erinden önemli ölçüde farlılık göstermemesi ve - Birleúmeye konu iúletmelerin hissedarlarının birleúmeden sonra yeni iúletmede birleúme öncesiyle aynı oranda oy hakkına sahip olmaları gerekmekteydi. Menfaatlerin birleúmesi yöntemi ve satın alma yönteminin karúılaútırması yapılacak olursa;25 TABLO 1: Satın Alma ve Menfaatlerin Birleútirilmesi Yöntemlerinin Karúılaútırılması Satın Alma Yöntemi 1- Elde edilen Varlıklar ve borçlar makul de÷erleriyle kaydedilir. Net varlıkların makul de÷eri üzerindeki miktar úerefiye olarak kaydedilir. 2- Elde edilen firmanın ertelenmiú kazançları tanınmaz. Yani elde edilen firmada ertelenmiú kazançların bir parçası olmaz. 3- Özsermaye hisselerin makul de÷eriyle kaydedilir. Menfaatlerin Birleúmesi Yöntemi 1- Varlıklar ve borçlar birleúme öncesi defter de÷eri ile kayıt altına alınır, defter de÷erinden fazla bir maliyet olmadı÷ı için úerefiye ortaya çıkmaz. 2- Elde edilen firmanın ertelenmiú kazançları elde eden firmanın ertelenmiú kazançlarına eklenir. Yasal sermayenin korunması için bazı düzeltmeler yapılabilir. 3- Özsermaye hisseleri elde edilen iúletmenin defter de÷eriyle kaydedilir. 3.3. IFRS 3 øle Getirilen Yenilikler Uluslararası Muhasebe Standartlarında daha önceden IAS 22 ile düzenlenen iúletme birleúmeleri 31 Mart 2004 tarihinden itibaren kaldırılmıú ve yerine IFRS 3 getirilmiútir. øúletme birleúmelerini düzenleyen IFRS 3 ile birlikte aynı zamanda Varlıklardaki De÷er Düúüúlü÷ünü düzenleyen IAS 36 ve Maddi 23 ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, østanbul 2004, s. 122 24 ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 66 25 JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc., 2000, s. 27 44 Olmayan Duran Varlıkları Düzenleyen IAS 38’de de revizyona gidilmiútir. IFRS 3’teki belirgin de÷iúiklikleri;26 TABLO 2: IFRS 3 ile Getirilen Yenilikler ùerefiye øúletme Birleúmelerinin Muhasebeleútirilmesinde Tek Geçerli Yöntem Satın Alma Yöntemi olarak belirlendi. Menfaatlerin Birleúmesi Yöntemi yasaklandı. Edinilen bütün tanımlanabilir varlıklar, borçlar ve durumsal yükümlülükler makul de÷erinin %100’ü olarak ölçülür. Amortismana tabi tutulmaz, ancak de÷er kayıplarına karúı yıllık olarak test edilir. Negatif ùerefiye Yeniden Yapılandırma Maliyetleri Kar veya Zarar olarak anında muhasebeleútirilir. Edinme tarihinde bir yükümlülü÷ün varlı÷ı ölçüsünde kabul edilir. Muhasebe Metodu Edinilen Borçlar ve Varlıklar 22 numaralı standart uyarınca; bir tarafın di÷erinin kontrolünü ele geçirdi÷i iktisaplarda, satın alma muhasebesi; kontrolü ele geçiren tarafın belli olmadı÷ı “gerçek birleúmelerde” hakların birleútirilmesi yöntemi kullanılıyordu. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu aúa÷ıdaki nedenlerle hakların birleútirilmesi yöntemini yürürlükten kaldırmıútır:27 - Menfaatlerin muhasebeleútirilmesinde, varlık ve yükümlülükler kayıtlı de÷erleriyle mali tablolara alınırlar. Bu uygulamanın altında yatan mantık, ortakların malvarlıksal haklarının tümüyle yada büyük oranda devam ettirmeleri, gerçekte bir iktisap iúlemini bulunmaması, birleúmenin amacının birleúmeye taraf iúletmelerin ticari çıkarlarının birleútirilmesinden ibaret olmasıdır. Bu tür birleúmeler sonucunda, ortakların malvarlıksal haklarının devam etti÷i do÷ru olmakla birlikte, bu hakların birleúme iúlemi sonrasında de÷iúti÷i çünkü ortakların ortakların artık birleúik iúletmenin net varlı÷ı üzerinden hak sahibi olaca÷ı hususu gözden kaçırılmamalıdır. Menfaatlerin birleútirilmesinde, varlık ve yükümlülüklerin tümü, defter de÷eri üzerinden mali tablolara alındı÷ı ve varlık ve yükümlülüklerin makul de÷eri hesaba katılmadı÷ı için, mali tablo kullanıcıları, birleúmenin yarataca÷ı nakit akıúlarının zamanlaması ve büyüklü÷ünü kestirmekte zorlanacaklardır. - øúletme birleúmelerinde satın alma yönteminin kullanılabilmesi için kontrolü ele geçiren tarafın belirli olması gerekmektedir. Menfaatlerin birleúmesi yönteminin taraftarları, bazı durumlarda bu tespiti yapmanın oldukça güç oldu÷unu; böylesi durumlar oldukça ender görülmekle birlikte; bu durumlarda iktisapçıyı belirlemenin, rasgele bir seçim yapmak anlamına gelebilece÷ini savunmaktadır. Ancak, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu, 26 27 http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.htm ARIKAN Özlem, a.g.m., s. 75 45 menfaatlerin birleútirilmesi yönteminin, hiçbir koúulda satın alma yönteminden daha iyi bir sonuç vermeyece÷i sonucuna ulaúmıútır. - 22 numaralı standart uyarınca birleúme iúlemlerinde menfaatlerin birleútirilmesi ve satın alma yöntemi adı altında iki ayrı muhasebeleútirme yönteminin kullanılması, mali tabloların karúılaútırılabilir olma özelli÷ini azaltıyordu. Kullanılmasına izin verilen iki yöntemin birbirinden oldukça farklı sonuçlar yaratması, benzer iúlemlerin, arzu edilen muhasebe sonuçlarına ulaúmak için farklı úekilde yapılandırılmasına yol açıyordu. øúletme birleúmelerinin muhasebeleútirilmesinde menfaatlerin birleútirilmesi yönteminin kullanılması durumunda úerefiyenin ortaya çıkmayaca÷ını daha önceden belirtmiútik. Maddi olmayan duran varlıklar arasında yer alan úerefiye; úirketlerin satın alınmasında, ödenen bedel ile satın alınan úirketin rayiç bedel üzerinden hesaplanan net varlıkları arasındaki farktır.28 Edinim tarihinde yatırım maliyetinin, edinilen iúletmenin makul de÷ere göre de÷erlenmiú varlık ve yükümlülükleri üzerinde, edinilen iúletmenin payını aúan kısmı pozitif úerefiye olarak konsolide bilançoda raporlanır. Edinilen iúletmenin makul de÷ere göre de÷erlenmiú varlık ve yükümlülükleri üzerinde edinen iúletmenin payının, yatırım maliyetini aúan kısmı ise negatif úerefiye olarak ifade edilir.29 IAS 22’de satın alma yönteminin uygulanması sonucu ortaya çıkan úerefiyenin yararlı ömrü üzerinde sistematik bir temele göre itfa edilmesi gerekti÷i belirtilmekteydi. IFRS 3’te dikkat çeken bir di÷er nokta ise úerefiye ile ilgili yapılan düzenlemedir. IFRS 3 ile birlikte revizyona u÷rayan IAS 38’de, maddi olmayan duran varlıkların faydalı ömrü belirli ve belirsiz olmak üzere ikiye ayrılmıú ve itfası buna göre düzenlenmiútir. Standardın önceki versiyonunda, maddi olmayan duran varlı÷ın ömrü, belli istisnalar haricinde her zaman belirli kabul edilmekte ve bu ömrün 20 yılı aúamayaca÷ı belirtilmekteydi. Bu düzenlemeye yeni versiyonda son verilmiú ve faydalı ömrü belirsiz kabul eden varlıkların itfa edilmeyece÷i belirtilmiútir. Bilindi÷i üzere, standartlarda úerefiye, - øúletme içerisinde üretilen úerefiye - øúletme Birleúmelerinde elde edilen úerefiye olmak üzere iki úekilde açıklanmaktadır. Bunlardan iúletme içerisinde üretilen úerefiye 38 no’lu standartta açıklanmakta olup, iúletme tarafından kontrol edilememesi ve maliyeti güvenli olarak ölçülememesi nedeniyle varlık olarak kabul edilmemekte iken, iúletme birleúmelerinden elde edilen úerefiye ise varlık 28 AKIùIK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: ùerefiye; Amerikan, Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları øçindeki Yeri”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003, s. 87 29 POROY ARSOY Aylin, “Ba÷lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De÷erle De÷erlenmesi ve ùerefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003, s. 131 46 olarak kabul edilmektedir. Ancak, IFRS 3’de iúletme birleúmelerinden edinilen úerefiyenin itfa edilmeyece÷i bunu yerine en az yılda bir kez de÷er düúüklü÷ü testine tabi tutulaca÷ı açıklanmıútır.30 SONUÇ øúletme birleúmeleri ekonomik konjonktürde ki geliúimin do÷al bir sonucudur. Ekonomide yaúanan hızlı büyümeler úirketleri agresif büyüme politikalarına iter. Bu güne kadar Türkiye ekonomisinde daha çok zorda olan iúletmelerin kurtarılmasında kullanılan iúletme birleúmeleri, ekonomide yaúanan olumlu geliúmeler neticesinde hızla gündeme oturmuútur. Günümüz ekonomisinde artan rekabet koúulları ile baú edebilmek için iúletmelerin gerekli büyüklü÷e sahip olmaları gereklidir. øúletmeler birleúme yöntemiyle rekabet edebilecek büyüklü÷e ulaúabilir ve ölçek ekonomisinin faydalarından yaralanarak maliyetlerini aúa÷ıya çekebilirler. Aynı zamanda iúletme birleúmeleri yeni pazarlara girme konusunda da büyük avantaj sa÷layacaktır. Günümüz ekonomisinde giderek artması beklenen iúletme birleúmeleri uygulama açısından bir çok kanunla düzenlenmektedir. Birleúme iúlemi Ticaret Kanunumuzda ve Vergi Kanunlarımızda düzenlemesine ra÷men birleúme iúlemlerinin muhasebeleútirilmesini düzenleyen herhangi bir düzenleme yoktur. Bu nedenle birleúme iúlemlerinin Uluslararası Muhasebe Standartlarında yer alan kriterlerde göz önünde bulundurularak düzenlenmesi gerekmektedir. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu tarafından yasaklanan Menfaatlerin Birleúmesi yöntemi Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde geçen ‘Devir” hali ile örtüúmektedir. Dolayısıyla iúletme birleúmelerinin muhasebeleútirilmesine iliúkin yasal düzenlemeler yapılırken bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Menfaatlerin birleúmesi yöntemi sonuçları bakımıyla birleúen iúletmelerin ortakları açısından sakıncalı olmakla beraber, Kurumlar Vergisi Kanunu’na göre vergisiz birleúmenin úartlarındandır. Uluslararası Muhasebe Standartlarının øúletme Birleúmelerini düzenleyen IAS 22’nin yerine getirilen IFRS 3 ile birlikte IAS 28’de de revizyona gidilmiú ve bunun sonucunda úerefiyenin amortismanı kaldırılmıú, bunun yerine de÷er düúüklü÷ü testi getirilmiútir. Ancak Tek Düzen Hesap Planı’nda Maddi Olmayan Duran Varlıklar da meydana gelen de÷er düúüklü÷üne karúı bir hesap bulunmamakla beraber vergi kanunlarımızda da bu tür bir uygulama yoktur. Tek Düzen Hesap Planında Maddi Olmayan Duran Varlıklar kaleminde açılacak “266 Maddi Olmayan Duran Varlıklar De÷er Düúüú Karúılı÷ı” hesabı ile “ùerefiye” de meydana gelen de÷er düúüklüklerinin gösterilebilmesi için gereklidir. 30 ATAMAN AKGÜL Baúak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların øtfasına øliúkin IAS 38 øle IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi Mevzuatıyla Karúılaútırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak 2005, Ocak 2005, s. 45 47 KAYNAKÇA AKAY Hüseyin, øúletme Birleúmeleri ve Muhasebesi, Yaylım Matbaası, østanbul 1997 AKIùIK Orhan, “Bir Maddi Olmayan Duran Varlıklar Kalemi: ùerefiye; Amerikan, Uluslararası ve Türk Muhasebe Standartları øçindeki Yeri”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:9, Mayıs 2003 ARIKAN Özlem, “Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında Yapılan Son De÷iúikliklerle øúletme Birleúmelerinin Finansal Raporlanması”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Eylül 2004 ARPACI Altar Ömer, “Kurumların Avantajlı Birleúme ùekli: Devir Müessesi”, Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontrolörleri Derne÷i Aylık Yayını, Sayı 178, Temmuz 2003 ATAMAN AKGÜL Baúak ve AKAY Hüseyin, Uluslararası Muhasebe Standartları, Türkmen Kitabevi, østanbul 2004 ATAMAN AKGÜL Baúak, “Maddi Olmayan Duran Varlıkların øtfasına øliúkin IAS 38 øle IFRS 3 Standardında Yer Alan Düzenlemeler ve Türk Vergi Mevzuatıyla Karúılaútırılması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, MUFAD Yayınları, Sayı:25, Ocak 2005, Ocak 2005 DURMUù Ahmet Hayri, Uluslararası Muhasebe Standartları (1-31), Türkiye Muhasebe Uzmanları Derne÷i Yayını No:7, østanbul 1992 EMERY Douglas R., FINNERTY John D., STEWE John D., Principles of Financial Management, Printice Hall, 1998 http://www.iasplus.com/standard/ifrs03.html JETER Debra, CHANEY Paul, Advenced Accounting, John Wiley Sons. Inc., 2000 KAPLAN Mürsel Ali, “Birleúme, Devir Ya Da Nev’i De÷iúikli÷i Hallerinde Yatırım øndiriminden Yararlanmak Mümkün Müdür, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası Yayınları, Yıl.22, Sayı 486, 1 Aralık 2000 KARAN Mehmet Baha, Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara 2001 KARAPINAR Aydın, “ùirket Birleúmeleri ve Uluslararası Muhasebe Standartlarına Göre De÷erlendirilmesi”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Ocak 2003 ÖNGEN Safiye, Vergi Muhasebesi, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2000 POROY ARSOY Aylin, “Ba÷lı Ortaklıkların Bilançolarının Makul De÷erle De÷erlenmesi ve ùerefiyenin Hesaplanması”, Muhasebe ve Denetime Bakıú Dergisi, Yıl:3, Sayı:10, Eylül 2003 48 TARAKÇI Hızır, Kurumlarda Sona Erme, Polaris Yayınları, østanbul 2003 UFUK Mehmet Tahif, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nda Düzenlenen Devir øle ølgili Sorunlar”, Maliye Postası Dergisi, Maliye Postası yayınları, Yıl.21, Sayı 469, 15 Mart 2000 ULUSOY Metin, Birleúme, Devir, Bölünme, Hisse De÷iúimi ve øútirak Yoluyla ùirketlerin Yeniden Yapılandırılması, Yaklaúım Yayıncılık, Ankara 2004 49 50 BDDT’NøN (BøLGøSAYAR DESTEKLø DENETøM TEKNøKLERø) BANKACILIK SEKTÖRÜNE ETKøLERø* Yrd.Doç.Dr. Mustafa AY* Yrd.Doç.Dr. Baki YILMAZ* ÖZET Günümüzde teknoloji alanında yaúanan de÷iúim ve geliúimler, denetimde de yansımasını bulmuú ve etkin, sa÷lıklı denetim için yo÷un bilgisayar kullanımını beraberinde getirmiútir. Denetimde bilgisayardan yararlanma süreci, denetime uygun hazırlanmıú programlara, geleneksel úekilde elde edilen denetim verilerinin girilmesi ve istenilen çıktıların alınması úeklinde olmaktadır. Bu ba÷lamda BDDT (Bilgisayar Destekli Denetim Teknikleri), denetçinin önceden elle yaptı÷ı yo÷un ve yorucu çalıúmaların ço÷unu hızlı ve etkili bir úekilde yapmasına olanak vererek, denetime ayrılan zaman ve maliyetten tasarruf eden önemli bir sistem olarak ortaya çıkmaktadır. BDDT’ler, Türkiye’de de ba÷ımsız denetim kuruluúlarınca, profesyonel iúletmelerde oluúturulan iç denetim sistemlerinde ve ayrıca bankacılık sektöründe de yo÷un bir úekilde kullanılmaya baúlanmıútır. Bu çalıúma ile, ülkemiz bankacılık sektöründe; BDDT uygulamaları ve etkinli÷i incelenmektedir. ABSTRACT Today changes and developments lived in technology area have found their reflection on the audit as well and brought along intensive computer use for accurate control. Process of benefiting from computer in the audit occurs by entering the control data got conventionally to the programs prepared in accordance with the control and by taking desired outputs. In this context, CAAT (Computer Aided Audit Techniques) provide most of intensive and tiring studies made manually by the controller to be done fast and effectively and so come out as an important system saving from time and cost assigned for the control. * Bu makale, 09-10 Haziran 2005’de Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Okulu, Uluslararası Finans Sempozyumunda Bildiri Olarak Sunulmuútur. * Selçuk Üniversitesi, Cihanbeyli Meslek Yüksek Okulu Ö÷retim Üyesi * Selçuk Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Ö÷retim Üyesi 51 In Turkey, CAATs have started to be used in independent audit institutions, internal audit systems formed in professional enterprises and also in the banking sector intensively. With this study, CAAT applications and activity in the banking system of our country are examined. GøRøù Dünyada küreselleúmenin hız kazandı÷ı bir dönemde teknolojik geliúmeler bir çok iúletme uygulamasını etkilemektedir. Özellikle son on yılda bilgisayar teknolojisinde yaúanan geliúme hızı, di÷er teknolojik geliúmeleri gölgede bırakmıútır. Bilgisayar teknolojisinde yaúanan bu hızlı geliúme ve de÷iúimlerle birlikte bilgisayarların kullanım alanları ve kullanım sıklı÷ı da artmıútır. øúletmeler her geçen gün bilgisayarları biraz daha fazla kullanır hale gelmiúlerdir. Bu da elle yapılan (manuel) iúlemleri, kayıtları ve dolayısı ile ka÷ıdı daha az kullanılır hale getirmiútir. Manuel olarak uzun sürede ve oldukça zahmetli yapılan iúlemler bilgisayarlar aracılı÷ıyla birkaç tuúla ve daha az hata oranı ile gerçekleúebilmektedir. Özellikle; hemen hemen ka÷ıtsız bir ortamda çalıúılması, geliúmiú bilgisayar sistemlerinin son derecede büyük sayılardaki ticari iúlemler ve kayıtları iúleyebilmesi özellikleri göz önüne alındı÷ında, klasik ele dayalı metotlarla yapılan muhasebe ve denetimin yerini her geçen gün biraz daha bilgisayar destekli muhasebe ve denetime bırakmasının kaçınılmaz oldu÷u rahatlıkla görülmektedir (Selditz, 1999:s.106). Örne÷in, bilgisayar teknolojisinin muhasebe ve denetim alanında etkin bir úekilde kullanılması geliúmelerini yakından takip eden AICPA (American Institute of Certified Public Accountants) ve CICA (Chartered Accountants Of Canada) gibi profesyonel meslek örgütleri denetim standartlarını bu geliúmelere paralel olarak güncellemektedirler (Williamson, 1997:s.69). Türkiye’de de birçok kamu ve özel sektör iúletmesi yanında özellikle finans sektöründe, teknolojideki bu geliúmelere paralel olarak bilgisayar kullanımı konusunda hızlı bir dönüúüm süreci yaúanmakta ve artık iúletmelerde, faaliyetlerin büyük bir kısmı gerçekleútirilirken bilgisayarlardan yararlanılmaktadır. Bu geliúim, iúlemlerin daha hızlı ve etkin bir úekilde yapılmasına olanak vermektedir. Ancak, iúletmelerde bilgisayarların daha yo÷un kullanılması úeklindeki geliúmeler bazı olumsuzlukları da ortaya çıkarabilmektedir (Özbilgin, 2003:s.123). Örne÷in, önceden yazılı olarak gerçekleútirilen iúlemlerin sanal ortama taúındıktan sonra izlenme, kontrol altına alınma ve denetlenmesi ile ilgili bazı güçlükler ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda sistemlerin daha karmaúık bir yapıya dönüúmesi, iúletmelerin bilgi teknolojileri ile ilgili risklerinin türleri ve bunların içerikleri üzerinde olumsuz etkiler do÷urmakta, yeni risk faktörleri oluúturmaktadır. Yaúanan bu geliúmeler, sadece bu sistemlerden elde edilen verilerin de÷il, aynı zamanda bu verileri üreten sistemlerin de önemli oldu÷unu 52 göstermiútir. Dolayısıyla, iúlemlerini böyle sanal ortamda gerçekleútirmeye baúlayan kuruluúların denetiminde elde edilen verilerin daha anlamlı olabilmesi için, bu verileri oluúturan bilgisayar sistemlerinin ve bu sistemler üzerindeki iúlem ve uygulamaların düzgün ve güvenilir bir úekilde çalıúması gerekmektedir. Bu gereklilik denetim objesinin de÷iúmesine ba÷lı olarak denetim süreci ve denetim tekniklerinin de de÷iúmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıútır. øúte bu duruma uyum sa÷lamak için, geliútirilen yeni denetim yöntemlerinden (Dunmore, 1989:s.45) bir tanesi de BDDT’lerdir. Gerek Dünyada ve gerekse ülkemizde iúletmelerdeki bir çok uygulamanın artık bilgisayarlarla yapıldı÷ı hepimizin malumudur. Bu durum iúletmelerle ilgili olarak kullanılan veri tabanının artık büyük bir kısmının digital ortamlarda bulunması sonucunu ortaya çıkarmıútır. Bu durum kendili÷inden denetim uygulamalarının da aynı veri tabanını kullanmasını zorunlu kıldı÷ından BDDT’lerin önemi artmaktadır. Nitekim 2001 yılında A.B.D. de yaúanan “Enron Skandalı” ve Türkiye’de 2003 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından T. ømar Bankası T.A.ù.’e ait bankacılık iúlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması ve bu bankanın Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna intikaline sebep olan “çifte kayıt olayı” BDDT’yi her kesim için daha da güncel ve tartıúılması gereken bir kavram haline getirmiútir. Bu ba÷lamda bu çalıúmamızda bankacılık sektöründe BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli÷i araútırılmaktadır. 1.BøLGøSAYAR DESTEKLø DENETøM TEKNøKLERø (BDDT) Bugünün iú dünyasında elektronik formatlardaki bilgilerin artıúı elle denetimi yetersiz bırakmıútır. Güçlü yazılım uygulamaları sayesinde giderek elle denetimden çok daha ayrıntılı ve hızlı bir denetim anlayıúı yaygınlaúmaktadır (Lanza, 1998:s.26). Bu çerçevede ortaya çıkan BDDT’leri; denetimi yapılan organizasyonun ve dolayısıyla bilgisayarlı muhasebe sisteminin güvenilirli÷inin, bilgisayar imkanları kullanılarak denetlenmesi süreci olarak tanımlanabilir (Aksoy, 2002:s.796). Denetimi yapan denetçi açısından ele alındı÷ında ise BDDT, denetlemede verimlili÷i artıran araç ve teknikler olmanın yanı sıra denetçilerin kiúisel verimlili÷ini artıran teknikler olarak da tanımlanmaktadır (Ünlüsoy, 2002:s.28). BDDT’ler uygulamada, çok çeúitli bilgisayar programları ile gerçekleútirilmektedir. Bugün piyasada, sadece veri örneklemesi yapan basit programlar yanında, son derece karmaúık hesaplamalar ve çeúitli analizler yapan ve çok de÷iúik dosyalarda birbirinden farklı, fakat birbiriyle iliúkilendirilebilen bilgileri çeúitli úekillerde karúılaútırabilen son derece geliúmiú program paketleri mevcuttur (Glover, Romney, 1998:s.48). BDDT’nin uygulanması ile ilgili geldi÷imiz aúama bilhassa son 40-50 yıllık geliúmenin bir sonucudur. BDDT’ler 1960’lardan bu yana sürekli 53 geliúmektedir. 1960’lı yıllarda ICL1900 gibi bilgisayarların ortaya çıkmasıyla çok sayıda bilginin elektronik ortamda saklanması mümkün hale gelmiútir. Yine o yıllarda büyük dosyaların hızla incelenmesi olanaklı hale gelmiútir. Bu geliúim kiúisel bilgisayarların veri ve dosya incelemesine yönelik baúlıca araç haline gelmesi biçiminde sürmüútür. Bu dönemde denetim alanında IDEA ve ACL gibi birçok yazılımlar geliútirilmiútir (INTOSAI, 1996:s.3). Bu geliúim günümüzde de devam etmekte, denetim ihtiyaçlarına yönelik bir çok teknolojik araç ve yazılım geliútirilmektedir. BDDT’ler genel amaçlı üretilmiú çeúitli paket programların kullanımıyla, denetim faaliyetinde önemli ölçüde otomasyonu gerçekleútirerek denetçilere önemli ölçüde avantajlar sa÷lamaktadır. Bu avantajlar úöyle sıralanabilir (Salamasick, Fraczkwski, 1995:s.20): • Koordinasyon: Otomasyon kavramı bilginin elektronik transferini beraberinde getirmektedir. Bu da elektronik ortamda saklanan ve da÷ıtılan verilerin denetçilere istedikleri anda ulaúmasını sa÷layarak zaman ve maliyet tasarrufu sa÷lamaktadır. • Standardizasyon: Programlara yerleútirilen standart denetim úablonları her denetim için bir kılavuz görevi yapmaktadır. BDDT programları standart denetim úablonları sayesinde denetçilere standart bir denetim metodolojisi sunarken, farklı durumlar için esneklik sa÷lamaktadır. • Rahatlık ve Kolaylık: Otomasyonun denetçilere sa÷ladı÷ı en önemli avantaj denetim çalıúmasının birçok aúamasında sa÷ladı÷ı rahatlık ve kolaylıktır. • Gözetim ve Kontrol: BDDT sayesinde de÷iúik co÷rafi bölgelerde oluúturulan veriler anında denetçiler tarafından incelenebilecektir. • øletiúim ømkanları: Elektronik posta yoluyla denetçilere geniú iletiúim olanakları sa÷lanmıútır. BDDT ve metodolojisi, IIA (The Institute Of Internal Auditors)’nın bu alanda oluúturdu÷u “…verilere do÷rudan eriúim, tüm veriye eriúim, her formattaki veriye eriúim, orijinal verinin de÷iútirilememesi, denetim izi, sürekli denetim ve kontrol…” gibi bazı standartlara da konu olmuútur (www.komtas.com/tr). Bu konuda Ryan Kastner, 5 Ekim 1999’da The ønternal Auditor’de yayınlanan Automating Bank Audits adlı makalesinde, bankanın denetçileri COBOL ile hazırlanmıú anabilgisayar sistemlerinde muhafaza edilen dosyaları ACL programı aracılı÷ıyla herhangi bir yazılım ve donanım bilgisine ihtiyaç duymadan kendi bilgisayarlarında inceleyebilecekleri Windows ortamına aktarmaktadırlar. Daha önceden sekiz saat gibi uzun süren veri araútırması, transferi, tanımlanması ve sınıflandırılması iúlemleri yaklaúık on dakikada gerçekleútirilebilmektedir. Bu úekilde bilgiler denetçilerin incelemesine hazır 54 hale geldikten sonra ACL programındaki 1000’den fazla komutu olan testlerden denetçinin iste÷ine göre seçilenler iúleme konulmakta ve sonuçları raporlanmaktadır. ACL programının kullanılmasıyla test etme hazırlıkları seksen saatten yaklaúık bir saate inerken test edilecek alanları 40’dan 180’e çıkartır, örne÷ini vererek, ba÷ımsız denetim firmaları tarafından en yaygın olarak kullanılan ACL programı yardımıyla First National Bank of Omaha iç denetim birimi denetim çalıúmalarında çok rahatladı÷ını ifade etmektedir. BDDT’lerin uygulaması satın alınan veya kurum içindeki birimler tarafından geliútirilen yazılımlarla gerçekleútirilir. Genellikle, sistem analizine yönelik BDDT’ler için gerekli programlar kurumca yazılır, dosya incelemesine yönelik BDDT’ler için gerekli programlar ise dıúarıdan hazır olarak satın alınır (INTOSAI, 1996:s.6). 2.TÜRKøYE’DE FAALøYETTE BULUNAN BANKALARDA BDDT’LERøN KULLANIM DÜZEYø VE ETKøNLøöø ÜZERøNE BøR DEöERLENDøRME Çalıúmanın bu bölümünde Türkiye’de faaliyette bulunan bankalarda BDDT’lerin kullanım düzeyi ve etkinli÷i üzerine yapılan araútırmanın amacı ve yöntemi hakkında bilgi verilerek araútırma bulguları sunulacaktır. 2.1.Araútırmanın Amacı Hızla geliúen biliúim teknolojisiyle birlikte bankacılık sektöründe son yıllarda internet bankacılı÷ı, telefon bankacılı÷ı ve bunun gibi birçok yenilik yaúanmaktadır. Bu yeniliklere paralel olarak iúlemlere iliúkin denetim teknikleri de geliúerek BDDT’lerin Türkiye’deki bankalarda önemi giderek artmaktadır. Araútırmada temel amaç bu tekniklerin Türkiye’de bankalarda kullanım düzeyi ve etkinli÷inin de÷erlendirilmesidir. Bu ba÷lamda araútırmanın alt amaçları, araútırma kapsamındaki bankalar için aúa÷ıdaki úekilde saptanmıútır: • Biliúim teknolojileri denetim biriminin oluúturulup oluúturulmadı÷ı. • BDDT’lerin kullanılıp kullanılmadı÷ı. • BDDT’lerin nasıl oluúturuldu÷u. • Denetim iúlemlerinin nasıl yürütüldü÷ü. • BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan sorunların önem dereceleri. • Kullanılan BDDT’lerin faktörlere göre memnuniyet dereceleri. • BDDT’lerin kullanılmasından sonra denetçilerin çalıúma koúullarındaki de÷iúiklikler. • Bankadaki hangi faaliyetlerde BDDT’lerin kullanıldı÷ı ve kullanım düzeyi. 55 • BDDT’lerin kullanım amacı ve bu amaçlara ulaúma düzeyi. • BDDT’lerin kullanımı sonucunda, geleneksel denetim süreciyle kıyaslandı÷ında yaúanan de÷iúimler. 2.2.Araútırmanın Yöntemi ve Örnekleme Araútırmayla ilgili verilerin toplanmasında anket yönteminden yararlanılmıútır. Araútırma Türkiye Bankalar Birli÷ine kayıtlı bulunan (http://www.tbb.org.tr/asp/bankalar1.asp) kamusal sermayeli ticaret bankaları (3 adet), özel sermayeli ticaret bankaları (19 adet), Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu’na devredilen bankalar (1adet), Türkiye’de kurulmuú yabancı bankalar (5 adet), Türkiye’de úube açan yabancı bankalar (7 adet), kamusal sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (3 adet), özel sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (8 adet), yabancı sermayeli mevduat kabul etmeyen bankalar (2 adet); olmak üzere 48 adet banka ile sınırlandırılmıútır. Bu ba÷lamda araútırma 48 banka üzerinde gerçekleútirilmiútir. Yapılan anket çalıúması sonucunda 11 Mayıs 2005 tarihi itibarı ile de÷erlendirmeye uygun 20 adet anket formu elde edilmiútir. Bu sayı %42’lik bir geri dönüú oranına karúılık gelmektedir. Araútırmanın gerçekleútirilmesi açısından yeterli kabul edilmiútir. 2.3.Araútırma Bulguları ve De÷erlendirilmesi Araútırmaya katılan bankalarda Biliúim Teknolojileri Denetim Biriminin oluúturulup oluúturulmadı÷ına iliúkin bilgiler Tablo-1’de görüldü÷ü gibidir. Tablo-1’de 20 bankadan alınan bilgilere göre 18 bankanın bünyesinde Biliúim Teknolojileri Denetim Birimi oluúturdu÷u 2’sinin ise oluúturmadı÷ı saptanmıútır. Tablo-1.Bankalardaki Biliúim Teknolojileri Denetim Biriminin Varlı÷ı Seçenek Sayı 18 2 20 Evet Hayır Toplam Yüzde 90,0 10,0 100,0 Tablo-1 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankalarda biliúim teknolojileri denetim birimi oluúturanların oranının %90 oldu÷u buna karúılık oluúturulmama oranının ise %10 oldu÷u saptanmıútır. Araútırmaya katılan bankalarda oluúturulan biliúim teknolojileri denetim biriminin kaç yıldır faaliyette bulundu÷una iliúkin bilgiler Tablo-2’de görülmektedir. Buna göre Biliúim Teknolojileri Denetim Birimi oluúturan 18 bankanın 2’sinde bu birimin henüz kuruldu÷u, 8’inde 1-4 yıldır, 5’inde 4-7 yıldır, 2’sinde 7-10 yıldır, 1’inde de 10 yılı aúkın süredir faaliyet gösterdi÷i anlaúılmaktadır. 56 Tablo-2.Bankalardaki Biliúim Teknolojileri Denetim Birimlerinin Faaliyet Süreleri Seçenek 1 yıldan az 1-4 yıl 4-7 yıl 7-10 yıl 10 yıl ve üzeri Toplam Sayı 2 8 5 2 1 18 Yüzde 11,1 44,4 27,8 11,1 5,6 100,0 Tablo-2 incelendi÷inde %44,4’lük oranla bankalardaki biliúim teknolojileri denetim birimlerinin 1-4 yıldan beri faaliyette oldu÷u görülmektedir. Bu durumda;Türkiye’de bankaların önemli bir kısmında biliúim teknolojileri denetim biriminin yeni oldu÷u söylenebilir. Oransal da÷ılımlara büyüklük sırasıyla baktı÷ımızda %27,8 oranıyla 4-7 yıl, %11,1’lik oranıyla 1 yıldan az, yine %11,1’lik oranıyla 7-10 yıl, %5,6’lık oranıyla 10 yıl ve üzeri seçene÷inin iúaretlendi÷i saptanmıútır. Araútırmanın amacına yönelik en önemli sorulardan bir di÷eri de bankaların BDDT’leri kullanıp kullanmadıklarıdır. Tablo-3’de bu soruya anketimize katılan 20 bankanın tümünün de “Evet” cevabını verdi÷i görülmektedir. Tablo-3.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Oranları Seçenek Evet Hayır Sayı 20 - Yüzde 100,0 - Tablo-3 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların % 100 oranında BDDT’leri kullandı÷ı görülmektedir. Buda Türkiye’de bankaların bilgisayara dayalı denetim teknik ve araçlarının geliúimi karúısında duyarsız kalmadı÷ı ve kendi kurumlarını bu yenilikler çerçevesinde geliútirdiklerini açıkça göstermektedir. Araútırmaya katılan bankaların hepsinin kullandı÷ı BDDT’lerin kaç yıldan beri kullanıldı÷ının belirlenmesine yönelik bilgiler Tablo-4’de görülmektedir. Burada 6 bankanın 1 yıldan daha kısa süredir, 9 bankanın 1-4 yıldır, 4 bankanın 4-7 yıldır ve 1 bankanın da 10 yıldan daha uzun süredir BDDT kullandı÷ını göstermektedir. Tablo-4.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanım Süreleri Seçenek 1 yıldan az 1-4 yıl 4-7 yıl 7-10 yıl 10 yıl ve üzeri Toplam Sayı 6 9 4 1 20 57 Yüzde 30,0 45,0 20,0 5,0 100,0 Tablo-4 incelendi÷inde bankalarda BDDT’leri 1-4 yıldan beri kullananların oranının %45 oldu÷u görülmektedir. Buna göre Türkiye’deki bankaların önemli bir kısmında BDDT uygulamalarının yeni ve geliúmekte oldu÷u söylenebilir. Nitekim bankaların %30’unun 1 yıldan daha kısa bir süredir BDDT’leri kullanması bu görüúü güçlendirmektedir. Bankaların %20’lik kısmı 4-7 yıl ve %5 lik kısmında ise 10 yıl ve daha uzun süredir BDDT’lerin kullanıldı÷ı görülmektedir. Araútırmaya katılan bankalarda oluúturulan BDDT’lerin nasıl oluútu÷una dair bilgiler Tablo-5’de görüldü÷ü gibidir. Bu tabloda 11 bankada BDDT uygulamaları için kullanılan programların bir kısmının dıúarıdan satın alındı÷ı di÷er kısmın ise kurum içinde geliútirildi÷i, 5 bankada BDDT için kullanılan programların tamamının kurum içinde yapıldı÷ı, 4 bankada ise tamamının dıúarıdan satın alındı÷ı görülmektedir. Tablo-5.Bankalarda kullanılan BDDT’lerin Kurulma ùekli Seçenek Her iki seçene÷ide kullanarak oluúturuldu Kuruluúumuzda oluúturulan yazılım birimi tarafından oluúturuldu Bankacılık denetimi ile ilgili programlar satın alarak oluúturuldu Toplam Sayı 11 5 Yüzde 55,0 25,0 4 20,0 20 100,0 Tablo-5 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların %55’inin BDDT’leri kendi kuruluúlarındaki yazılım birimi ve bankacılık faaliyetleri için özel olarak üretilen denetim programlarını satın alarak birlikte oluúturduklarını, %25’lik kısmının BDDT’leri kendi yazılım birimi tarafından oluúturdu÷unu, %20’lik kısmının ise, özel olarak hazırlanan paket programlardan faydalandıkları anlaúılmaktadır. Bu sonuç bize bankaların büyük bir kısmının yazılım ve denetim konularında uzman personel istihdam ettiklerini göstermektedir. Araútırmaya katılan bankaların denetimle ilgili iúlemleri nasıl yürüttükleri, yapılan iúlemlerin elle (manuel) mi yoksa bilgi teknolojileri yardımıyla mı yapıldı÷ı sorularına verdikleri cevaplara iliúkin sonuçlar Tablo6’da gösterilmiútir. Tablo-6 ya göre, 8 bankada iúlemler hem elle hem de bilgisayarlarla, 7 bankada iúlemler tamamen bilgisayarlarla, 3 bankada bilgisayarlar olmasına ra÷men elle, 2 bankada ise yeterli bilgi iúlem teknolojisi olmadı÷ından elle yürütüldü÷ü anlaúılmaktadır. 58 Tablo-6.Bankalarda Denetim øúlemlerinin Yürütülme ùekli Seçenek øúlemler hem bilgi teknolojileriyle hem de elle yürütülmektedir øúlemler tamamen bilgi teknolojileriyle yürütülmektedir Bilgi teknolojileri yeterli fakat iúlemler elle yürütülmektedir Bilgi teknolojileri iúlemlerin yürütülmesi açısından yetersiz, bu yüzden iúlemler elle yürütülmektedir Di÷er Toplam Sayı 8 7 3 2 Yüzde 40,0 35,0 15,0 10,0 20 100,0 Tablo-6 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların % 40’ında iúlemleri tamamen bilgi teknolojisiyle yapılamadı÷ı, denetim iúlemlerinin bir kısmının elle yürütüldü÷ü; %35’lik oranında ise denetim iúlemlerini tamamen bilgi teknolojileriyle yürüttü÷ü; %15’lik kısmında ise bilgi teknolojilerinin yeterli fakat denetim iúlemlerinin elle yapıldı÷ı; %10’da bilgi teknolojilerinin yetersiz bu yüzden iúlemlerin elle yürütüldü÷ü görülmektedir. Teknolojinin hızla ilerledi÷i gerçe÷i göz önünde bulundurulursa yakın gelecekte bankaların denetimle ilgili iúlemlerini tamamen bilgi teknolojilerinden faydalanarak yapaca÷ı söylenebilir. Araútırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan sorunların önem dereceleri sorulmuútur. Tablo-7’de sorunların beúli likert ölçe÷ine göre de÷erlendirilmesi istenmiútir.Tablo 7 de kullanılan ölçekte 0 hiç önemli de÷il ve 4 çok yüksek derecede önemli kabul edilerek 0 ve 4 aralı÷ında bankaların BDDT kullanımında karúılaútı÷ı sorunlara verdi÷i önem belirlenmeye çalıúılmıútır. Tablo-7.Bankacılıkta BDDT’lerin Kullanımında Karúılaúılan Sorunların Önem Dereceleri Sorunlar Hackerlar Güvenilirlik Virüsler Maliyetlerin yüksek oluúu Programlarla ilgili teknik destek yetersizli÷i Personelin programla ilgili e÷itim eksikli÷i Mevcut programların ihtiyaçları karúılayamaması Uzman personel yetersizli÷i Ortalama Standart Sapma 3,05 1,00 2,90 0,85 2,85 0,93 2,75 0,91 2,65 1,09 2,55 1,36 2,40 1,10 2,25 1,07 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de÷il ve 4=çok yüksek derecede önemli anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=12,943; p=0,074). Tablo-7’deki sorunların önem derecelerini dikkate aldı÷ımızda hackerlar 3,05 ortama ile karúılaúılan sorunlarla ilgili ilk sırayı, güvenilirlik 2,90 ortalama ile ikinci sırayı, virüsler 2,85 ortalama ile üçüncü sırayı almaktadır. Bu sıralamaya dayanarak bankaların karúılaútı÷ı en önemli sorunların güvenlikle ilgili oldu÷u söylenebilir. Daha sonra sırasıyla, 2,75 ortalamayla 59 maliyetlerin yüksek oluúu, 2,65 ortalama ile programlarla ilgili teknik destek yetersizli÷i, 2,55 ortalama ile personelin programla ilgili e÷itim eksikli÷i, 2,40 ortalama ile mevcut programların ihtiyaçları karúılayamaması, 2,25 ortlama ile uzman personel yetersizli÷i gibi sorunlar gelmektedir. Yine bu sıralamaya dayanarak araútırmaya katılan bankaların uzman personel sıkıntısının di÷er sorunlarla karúılaútırıldı÷ında en düúük seviyede kaldı÷ı görülmektedir. Araútırmaya katılan bankalara BDDT’lerin kullanımındaki faktörlere göre memnuniyeti sorulmuútur. Tablo-8’deki faktörler beúli likert ölçe÷i úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 0 hiç memnun de÷ilim ve 4 çok yüksek derecede memnunum anlamındadır. Tablo-8.Bankalarda BDDT’lerin Kullanımıyla ølgili Faktörlerin Memnuniyet Dereceleri Faktörler Programların güvenilirli÷i Programların maliyeti Programların etkinli÷i Programların geliúen teknoloji karúısındaki yenilenebilirli÷i Programların e÷itim hizmetleri Programların teknik servis deste÷i Ortalama Standart Sapma 3,20 0,52 2,90 0,72 2,90 0,72 2,75 2,70 2,65 0,72 0,80 0,81 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç memnun de÷ilim ve 4=çok yüksek derecede memnunum anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=10,584; p=0,060) Tablo-8 incelendi÷inde araútırmaya katılan bankaların 3,20 ortalama ile programların güvenli÷inden, 2,90 ortalama ile programların maliyetinden, yine 2,90 ortalama ile programların etkinli÷inden memnun oldukları anlaúılmaktadır. Araútırmaya katılan bankaların faktörlere göre ortalama memnuniyet dereceleri, programların geliúen teknoloji karúısındaki yenilenebilirli÷i 2,75, programların e÷itim hizmetleri 2,70, programların teknik servis deste÷i 2,65 olarak belirlenmiútir. Araútırmaya katılan bankaların BDDT’lerin kullanmasından sonra çalıúma koúullarında ve ortamlarında yaúanan de÷iúikliklerin faktörlere göre de÷erlendirilmesi yapılmıú sonuçlar Tablo-9’da gösterilmiútir. Tablo-9’da faktörlerle ilgili beúli likert ölçe÷i kullanılarak, ölçekte 0 çok azaldı ve 4 çok arttı úeklinde anlamlandırılmıútır 60 Tablo-9.Bankalarda BDDT’lerin Kullanılmasıyla Çalıúma Koúullarındaki Yaúanan De÷iúim Faktörler øú hızı Etkinlik Koordinasyon Motivasyon Verimlilik Bilgi ve tecrübe øú yükü Ortalama Standart Sapma 3,15 0,59 3,15 0,49 3,05 0,60 2,95 0,83 2,90 0,45 2,90 0,72 1,30 0,80 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=çok azaldı ve 4= çok arttı anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=48,484; p<0,001) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır. Tablo-9’da görüldü÷ü gibi araútırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin kullanılmasından sonra çalıúma koúullarında yaúanan olumlu de÷iúimleri faktörler bazında de÷erlendirdi÷imizde denetim hızının ortalama 3,15 ve denetim etkinli÷inin de yine ortalama 3,15 olarak çok yükse bir úekilde gerçekleúti÷ini söyleyebiliriz. Benzer úekilde ortalama de÷erlerle koordinasyon 3,05, motivasyon 2,95, verimlilik 2,90, bilgi ve tecrübe 2,90 olarak olumlu de÷iúime u÷ramıútır. øú yükünün 1,30 ortalama oranıyla di÷er faktörlere göre düúük olması anlamlıdır. Bu durum bankalarda BDDT’lerin kullanılmasıyla iú yükünün azaldı÷ı anlamında yorumlanabilir. Tablo-10’da bankacılık faaliyetlerinde BDDT’lerin kullanım düzeyi belirlenmiútir. Tablo-10’da da faaliyetler beúli likert ölçe÷i úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 0 hiç kullanılmıyor ve 4 çok yüksek derecede kullanılıyor anlamındadır. Tablo-10.BDDT’’lerin Bankacılık Faaliyetlerindeki Kullanım Düzeyi Faaliyetler ATM sistemi Internet/Intranet kullanımı Internet bankacılı÷ı sistemi Network (A÷) sistemi Kredi sistemi E-posta haberleúme sistemi EFT sistemi Bireysel bankacılık sistemi Ça÷rı merkezi sistemi Ana bankacılık sistemi POS sistemi Ortalama 3,22 3,17 3,11 3,11 3,00 2,94 2,89 2,89 2,78 2,72 2,56 Standart Sapma 0,88 0,71 0,83 0,83 0,59 0,87 0,96 0,90 0,94 0,83 0,98 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç kullanılmıyor ve 4=çok yüksek derecede kullanılıyor anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=18,419; p<0,05) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır. 61 Tablo-10’da bankacılık faaliyetleri ile ilgili BDDT’lerin kullanım düzeyleri oldukça yüksek oldu÷u görülmektedir. 3,22 ortalama ile ATM sistemi kullanım düzeyi en yüksek faaliyettir. Bunun dıúında kalan faaliyetlerin kullanım düzeyi sırasıyla Internet/Intranet kullanımı ortalama 3,17, Internet bankacılı÷ı sistemi ortalama 3,11, Network (A÷) sistemi ortalama 3,11, kredi sistemi ortalama 3,00, e-posta haberleúme sistemi ortalama 2,94, EFT sistemi ortalama 2,89, bireysel bankacılık sistemi ortalama 2,89, ça÷rı merkezi sistemi ortalama 2,78, ana bankacılık sistemi ortalama 2,72, POS sistemi ortalama 2,56; olarak saptanmıútır. Tablo-11 ve Tablo-12’de sırasıyla araútırmaya katılan bankaların BDDT’leri kullanmadaki amaçları ve bu amaçlara ulaúma düzeyleri gösterilmektedir. Tablo-11’deki ölçekte 0 hiç önemli de÷il ve 4 son derecede önemli anlamındadır. Tablo-12’deki ölçekte ise 0 hiç ulaúılmadı ve 4 çok yüksek düzeyde ulaúıldı anlamındadır. Tablo-11.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçların Önem Düzeyi Amaçlar Bankanın güvenilirli÷ini artırmak Denetimin etkinli÷ini artırmak Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek Personelin denetimini sa÷lamak øúlemlerdeki hataları tespit edebilmek Di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak Kaliteyi yükseltmek Kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak øúgücünden tasarruf etmek Kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak Denetim süresini kısaltmak Denetim maliyetlerini azaltmak Bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak Ortalama Standart Sapma 3,39 0,50 3,28 0,57 3,22 0,73 3,22 0,55 3,11 0,58 3,11 0,58 3,11 0,68 3,06 0,80 3,06 3,06 3,00 3,00 2,94 2,83 0,73 0,54 0,69 0,84 0,73 0,38 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç önemli de÷il ve 4= son derecede önemli anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=13,188; p=0,433). Tablo-11’e incelendi÷inde, araútırmaya katılan bankalar, BDDT’leri kullanmak istemelerindeki belirtti÷imiz amaçları yüksek düzeyde önemli bulmuúlardır. En önemli gördükleri amaçtan en az önemli gördükleri amaca do÷ru bir sıralama yapıldı÷ında; bankanın güvenilirli÷ini artırmak ortalama 3,39, denetimin etkinli÷ini artırmak ortalama 3,28, kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 3,22, øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek ortalama 3,22, personelin denetimini sa÷lamak ortalama 3,11, øúlemlerdeki hataları tespit edebilmek ortalama 3,11, di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak ortalama 3,11, kaliteyi yükseltmek ortalama 3,06, kurumda optimal 62 veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak ortalama 3,06, iúgücünden tasarruf etmek ortalama 3,06, kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 3,00, denetim süresini kısaltmak ortalama 3,00, denetim maliyetlerini azaltmak ortalama 2,94, bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak ortalama 2,83 úeklinde saptanmıútır. Tablo-12.Bankalardaki BDDT’lerin Kullanılmasındaki Amaçlara Ulaúma Düzeyi Amaçlar øúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek Di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak Denetimin etkinli÷ini artırmak Bankanın güvenilirli÷ini artırmak Kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak Denetim süresini kısaltmak Kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak øúgücünden tasarruf etmek øúlemlerdeki hataları tespit edebilmek Denetim maliyetlerini azaltmak Kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak Personelin denetimini sa÷lamak Bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak Kaliteyi yükseltmek Ortalama 3,06 3,06 3,00 3,00 2,94 2,94 Standart Sapma 0,64 0,64 0,69 0,69 0,73 0,73 2,89 2,89 2,89 2,72 0,83 0,68 0,76 0,57 2,61 2,56 2,50 2,44 0,85 0,62 0,71 0,70 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiç ulaúılmadı ve 4=çok yüksek düzeyde ulaúıldı anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=23,926; p<0,05) sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır. Tablo-11 ve Tablo-12 aslında birbirleriyle yakından ilgili ve birbirlerini açıklayan tablolardır. Daha açık bir ifadeyle Tablo-11’de belirtilen BDDT’lerin kullanılmasındaki amaçlara ne kadar ulaúıldı÷ı Tablo-12’de gösterilmektedir. Buna göre bankalardaki BDDT’lerin kullanılmasındaki amaçlara ulaúma düzeyi en yüksekten en küçü÷e do÷ru sırasıyla, iúlemlerdeki hileleri tespit edebilmek ortalama 3,06, di÷er bankalarla rekabette üstünlük sa÷lamak ortalama 3,06, denetimin etkinli÷ini artırmak ortalama 3,00, bankanın güvenilirli÷ini artırmak ortalama 3,00, kurum içi hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 2,94, denetim süresini kısaltmak ortalama 2,94, kurumda optimal veri akıúını ve koordinasyonu sa÷lamak ortalama 2,89, iúgücünden tasarruf etmek ortalama 2,89, iúlemlerdeki hataları tespit edebilmek ortalama 2,89, denetim maliyetlerini azaltmak ortalama 2,72, kurum dıúı hızlı ve güvenilir veri alıúveriúi sa÷lamak ortalama 2,61, personelin denetimini sa÷lamak ortalama 2,56, bilgiye hızlı ve ucuz ulaúmak ortalama 2,50, kaliteyi 63 yükseltmek ortalama 2,44 úeklinde saptanmıútır. Bu durum belirtilen amaçlara genelde ulaúıldı÷ını göstermektedir. Tablo-13’de araútırmaya katılan bankalara geleneksel denetim süreciyle kıyaslandı÷ında BDDT’lerin ne tür de÷iúimlere yol açtı÷ını tespit edebilmek için görüúleri beúli likert ölçe÷ine göre sorulmuútur. Ölçekte 0 kesinlikle katılmıyorum ve 4 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Tablo-13.BDDT’lerin, Geleneksel Denetim Süreciyle Kıyaslandı÷ında Yaúanan De÷iúim Görüúler Ortalama Denetimin koordinasyonu ve verimlili÷i artmıútır. 3,15 Denetim sürecinde verilerdeki hatalar tespit 3,15 edilmektedir. Denetimde etkinlik artmıútır. 3,05 Denetim hizmetinin kalitesi artmıútır. 3,00 Denetim sürecinde verilerde hileler tespit edilmektedir. 3,00 Denetim süresi azalmıútır. 2,95 Uzman personel gereksinimi artmıútır. 2,70 Denetim maliyeti azalmıútır. 2,70 Standart Sapma 0,59 0,67 0,76 0,56 0,65 0,69 0,86 0,66 Notlar:(i) n=20; (ii) ölçekte 0=hiçbir zaman ve 4= her zaman anlamındadır; (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=9,333; p=0,230). Tablo-13’e incelendi÷inde araútırmaya katılan bankalar için tespit edilen BDDT öncesi ve sonrası yaúanan de÷iúimlerden en yüksek düzeyde kabul göreni, denetim koordinasyonun ve verimlili÷inin artması ortalama 3,15, denetim sürecinde verilerdeki hataların tespit edilmesi ortalama 3,15, denetim etkinli÷inin artması ortalama 3,05, denetim hizmetinin kalitesinin artması ortalama 3,00, denetim sürecinde verilerde hilelerin tespit edilmesi ortalama 3,00, denetim süresinin azalması ortalama 2,95, uzman personel gereksiniminin artması ortalama 2,70, denetim maliyetinin azalması ortalama 2,70 úeklinde saptanmıútır. Bu sonuçlar BDDT’lerin kullanılmasıyla geleneksel denetim sürecinde önemli bir de÷iúiklik meydana geldi÷ini açık olarak göstermektedir. SONUÇ Bilgisayar destekli denetim dünyada yaúanan teknolojik geliúmelere paralel olarak Türk bankacılık sistemini de etkilemiú ve bankalarda kullanılan geleneksel denetim usul ve mekanizmalarını de÷iúime zorlayarak BDDT’leri daha önemli ve güncel hale getirmiútir. Bu ba÷lamda araútırmaya katılan bankaların verileriyle yapılan incelemelerin sonuçları aúa÷ıda sıralanmıútır. • Türkiye’deki bankalar açısından BDDT’lerin oluúum süreci yeni olmasına ra÷men bankaların büyük bir kısmında benimsendi÷i görülmektedir. 64 • Türkiye’deki bankalarda BDDT’lerle ilgili bilgisayar yazılım birimi ve uzman personel bulundu÷u saptanmıútır. • Türkiye’deki bankaların denetimle ilgili iúlemlerin büyük bir kısmının bilgi teknolojilerinden faydalanılarak yapıldı÷ı, fakat bir kısmının ise halen elle yapıldı÷ı anlaúılmaktadır. • BDDT’lerin kullanımında karúılaúılan en önemli sorunların güvenlikle ilgili sorunlar oldu÷u saptanmıútır. • BDDT’lerin kullanılmasıyla birlikte bankalarda çalıúma koúullarında olumlu de÷iúimler yaúanmıútır. • Bankacılık faaliyetlerinin tamamında BDDT’lerin kullanım oranının yüksek oldu÷u saptanmıútır. Bu ba÷lamda araútırmaya katılan bankalarda BDDT’lerin yüksek oranlarda kullanıldı÷ı ve bu kullanım neticesinde bankacılık denetiminin etkinli÷inin arttı÷ı saptanmıútır. BDDT’lerin daha etkin uygulanması için hem dünyada hem de Türkiye’de bankalarda çalıúmalar yapıldı÷ı ve yeni programlar ve teknolojik araçları geliútirme çabalarının oldu÷u anlaúılmaktadır. Genel olarak de÷erlendirildi÷inde yapılan çalıúmanın asıl önemli sonucu “bankalarda bilgi teknolojilerini kullanma bilincinin üst düzeyde geliúmiú oldu÷u” gerçe÷inin saptanmasıdır. Sonuçta bankalarla ilgili olarak BDDT’nin geliútirilmesi çabalarının kurumsallaútırılması gereklili÷i ortaya çıkmaktadır. Çünkü böyle bir çaba özellikle bankacılık alanında yapılan iúlemlerin kalitesini artırarak, bankalarda, bir yandan denetim iúlemlerinin standardizasyonuna katkı sa÷larken di÷er yandan da sektörde hilenin önlenmesi, rekabet üstünlü÷ü, etkinlik, veri alıúveriúi, zaman maliyeti, koordinasyon, iúgücü tasarrufu, iúlem hatalarının azaltılması, denetim maliyeti, hız, kalite ve nihayet güvenilirlik vb. gibi avantajları direkt olarak sa÷layacaktır. KAYNAKÇA Aksoy Tamer, Tüm Yönleriyle Denetim, AB ile Uyum Sürecinde Denetimde Yeni Bir Paradigma,Yetkin Basımevi, Ankara: 2002. Dunmore David B., “Farewell to the Information Systems Audit Profession”, The Internal Auditor, Vol:46, Issue:1, Feb, 1989. Glover Steven M., Romney, Marshall B., “The Next Generation Software”, The Internal Auditor, Vol:55, Issue:4, Aug, 1998. INTOSAI EDP Committee, CAATS Student Notes, Sep, 1996. Kastner Ryan, “Automating Bank Audits”, The Internal Auditor, Vol:41, Issue:5, Oct, 1999. 65 Lanza Richard B., “Take My Manuel Audit, Please”, Journal of Accountancy, Vol:185, Issue:6, Jun, 1998. Özbilgin øzzet Gökhan, “Bilgi Teknolojileri Denetimi ve Uluslararası Standartlar”, Sayıútay Dergisi, Sayı:49, Nisan/Hazian, 2003. Salamasick Mark, Frackwski Wayne, “Using Groupware for Auidit Automation”, The Internal Auditor, Vol:52, Issue:2, Apr, 1995. Selditz Jane, “Taking Advantage Of Technology”, The Secured Lender, Vol:55, Issue:7, Nov/Dec, 1999. Ünlüsoy Emre, “BDD Bir Tercih De÷il Zorunluluk”, Active Prodactive, Mart/Nisan, 2002. Williamson Louise A., “The Implications of Electronic Evidence”, Journal of Accountancy, Vol:183, Issue:2, Feb, 1997. www.komtas.com/tr www.tbb.org.tr 66 øùLETMELERøN REKABET AVANTAJI SAöLAMASINDA BøLGø YÖNETøMøNøN ROLÜ Ercan ÇøÇEK* Özet Dünyanın giderek daha da küresel bir yapıya kavuúması, hızlı teknolojik geliúmeler, müúteri beklentilerinin hızla geliúmesi ve de÷iúmesi iúletmeleri, çok etkin biçimde yeniden yapılanmaya zorunlu kılmıútır. Bu ba÷lamda, bilgi, bilgi yönetimi, bilgi teknolojileri kavramları iúletmeler tarafından daha yo÷un olarak ele alınmaya baúlanmıú ve pek çok iúletme bu kavramların yönetiminde baúarılı olmak için yeniden yapılanma sürecine girmiútir. Bilgi yönetimi, iúletmelerin önüne rekabetçi üstünlük elde etme konusunda önemli veriler sunmaktadır. Bu çalıúma, bilgi yönetiminin iúletmelere rekabetçi üstünlük elde etme konusundaki önemini incelemeyi amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Bilgi, bilgi yönetimi, rekabetçi üstünlük. The Role of Information Management to Gain Competitive Advantage in Business Abstract Increasingly globalization of world, rapid advances in technology, improving and changing customer expectations enforce businesses to restructure themselves. In this context, businesses deal with information, information management, information technologies concepts more and many businesses enter the restructuring process in order to be successful in management of the concepts. Information management provides some important data to businesses to gain competitive advantage. The purpose of this study is to examine the importance of information management to gain competitive advantage. Keywords: Information, information management, competitive advantage. 1.Giriú øúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri ve rekabetçi konumlarını koruyabilmeleri için rakip iúletmelerden farklı ve etkili yönetim stratejilerini uygulamaları gerekmektedir. Bu durumun geçekleútirilebilmesi için günümüzde iúletmeler yönetim süreçlerinde, bilgi ve bilgiye dayalı sistemlere a÷ırlık vermektedirler. * Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Erdemli Uygulamalı Teknoloji ve øúletmecilik Yüksekokulu, øúletme Bilgi Yönetimi Bölümü. 67 Bilgi ve bilginin yönetimi, iúletmelerin gelece÷i açısından büyük önem taúımaktadır. Günümüzde çok sayıda iúletme, örgütsel ö÷renme ve bilgi yönetimi konularında önemli atılımlarda bulunmaktadırlar. Bilgi yönetimi konusunu, pek çok iúletme yalnızca teknoloji boyutu ile ele almakta ve bu úekilde uygulamaktadır. Bazı iúletmeler ise, bilgi yönetimi konusunu, toplam kalite yönetimi, de÷iúim mühendisli÷i ve ö÷renen organizasyonlar temelinde de÷erlendirmektedirler. Yukarıda adı geçen yaklaúımların her birinin bilgi yönetiminde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ancak, hiçbiri bilgi yönetimini tek baúına açıklayamamaktadır. Bilgi yönetimi; ö÷renme, organizasyon, bilgi teknolojileri, insan, süreçler, kurumsal kültür ve bilgi unsurlarından oluúan bir bütündür. Bilgi yönetimini, do÷ru bir úekilde anlayabilmek ve yorumlayabilmek için, yukarıda sayılan tüm unsurları birlikte ele alıp de÷erlendirmek gerekmektedir. Bilgi kavramını, temel stratejik bir de÷er olarak kabul etmek pek çok büyük iúletmenin baúarısının altında yatan temel anlayıútır. Baúarılı iúletmeler, bilgileri etkili ve verimli úekilde yaratma, yerini saptama, eriúme ve paylaúma gereklili÷ini ve bu bilgileri sorun ve fırsatlara yansıtma ihtiyacını uzun zaman önce fark etmiúlerdir. Bu çerçevede, gerekli yer ve zamanlarda kullanılmayan bilgi yararsızdır. Yeri saptanabilecek ve önemli bir kararın verilmesinde kullanılacak küçük ölçekli bir bilgi belki de kullanılmayan büyük miktarlardaki bilgiden daha yararlı ve önemlidir (Tiwana, 2003). 2. Bilgi Yönetimi Kavramı Günümüzde bilgiyi yaratmak, elde tutmak, paylaúmak ve kullanmak için geliútirilmiú yeni yaklaúımlar bulunmaktadır. Bu yaklaúımlar; iúletmelerin örgütsel yapı ve iúleyiúleri ile müúterilere yaklaúım tarzlarında oldukça önemli dönüúümlere neden olmaktadırlar. Bu de÷iúimi gören ve bu de÷iúim yapısına uygun adımlar atan, daha açık bir ifade ile bilgi yönetimi konusunda gerekli yatırımları zaman kaybetmeden hayata geçiren iúletmelerin oldukça önemli bir rekabet üstünlü÷ü sa÷ladıkları kabul edilen bir gerçektir. Günümüzde, iúletmelerin sahip oldukları insan kaynakları, bilgi teknolojileri ve müúteri sermayesi, iúletmelerin piyasadaki de÷erini ve rekabetçi üstünlüklerini belirleyen temel faktörler olarak de÷erlendirilmektedir. Yirminci yüzyılda en büyük zenginlik kayna÷ına ulaúan ülkeler, petrol kaynaklarına sahip olan ülkeler ve en büyük organizasyonlar, petrol üreten, iúleyen ve ticaretini yapan iúletmeler olmuútur. Yirmibirinci yüzyılda ise, bu durum, temel bir paradigma de÷iúimine u÷ramıútır. øçinde bulundu÷umuz yüzyılda, artık en çok bilgi kaynaklarına sahip olan, bilgiyi üreten ve bilginin ticaretini yapan iúletmeler en büyük zenginlik kayna÷ına sahip olacaklardır (Barutçugil, 2002). Bilgi yönetimi, bir bilgi ça÷ı kavramıdır. Bilgi yönetimi kavramı, bilgi toplumunun ekonomi alanındaki dönüúüm sürecini baúlatan yeni ekonominin ve 68 küreselleúmeyi iú dünyasına taúıyan e-iú olgusunun bir sonucu olarak ortaya çıkmıútır. 1990’ların ortalarından bu yana bilgi ve iletiúim teknolojileri ile bilgi a÷larının ekonomi alanında yaygınlaúması yeni ekonominin ortaya çıkmasına, iú dünyasında bir dizi de÷iúikli÷in yaúanmasına, yeni kavram ve iúlemlerin do÷masına yol açmıútır. Bilgi ve iletiúim teknolojilerinin günümüzde oldukça yaygın kullanılması sonucunda, bilgi kavramı üretimin temel de÷iúkeni, tedarik-üretim-dönüúüm ve pazarlama iúlemlerinin en hızlı biçimde yapılmasına yarayan bir araç iúlevi görmüútür. Bunun sonucunda geliútirilen bilgi sistemleri, ortaya çıkan tüm veri ve bilgilerin, a÷ sistemleri aracılı÷ı ile paylaúılmasını sa÷layarak, küreselleúmenin geliúmesine çok önemli katkılar sa÷lamıútır (Çapar, 2006). Bilgi yönetimi, en açık tanımı ile; bilgiyi yaratmak, paylaúmak ve geliútirmek için kullanılacak yeni yöntem ve süreçler olarak tanımlanmaktadır. Bilgi yönetimi, örgütsel amaçların elde edilebilmesi için bireylere, takımlara ve bütün örgüte, bilginin bir bütün ve sistematik olarak yaratılması, paylaúılması ve uygulanması için yeni olanaklar sa÷layan yeni bir bilim dalıdır (Barutçugil, 2002). Bilgi yönetimine ait bir di÷er tanım ise úu úekilde verilebilir: bilgi yönetimi; rekabet üstünlü÷ünü artırmak için, bilgiyi yaratma, elde etme ve harekete geçirmeye yönelik stratejiler ve süreçler bütünü olarak ifade edilebilir. Bilgi yönetimi ayrıca, içsel ve dıúsal olarak paylaúılacak bilginin, kimlerle ne úekilde ve nasıl paylaúılaca÷ını ve daha sonra nasıl kullanılaca÷ını da içermelidir (Özgener, 2002). Bilgi yönetimi kavramını bir baúka açıdan úu úekilde tanımlamak mümkündür, bilgi yönetimi, bilgi ve iletiúim teknolojilerinin veri ve bilgi iúleme kapasitesi ile beúeri sermayenin yenilikçi ve yaratıcı kapasitesini birleútiren ve beúeri sermayenin yaratıcı gücünden en üst düzeyde yararlanmayı hedefleyen örgütsel bir süreçtir ( Aktan ve Vural, 2005). Bilgi yönetimi, bir iúletmenin bilgi varlıklarının (veri tabanları, dokümanlar, politikalar, prosedürler, bilgi türleri) tanımlanması, ele geçirilmesi, de÷erlendirilmesi, eriúilmesi ve paylaúılması ile ilgili faaliyetler bilgi yönetiminin temel çalıúma alanına girmektedir. Bu model, ancak iúletme içinde iyi iúleyen bir iletiúim sistemi ile kurulabilir. Bu nedenle, bilgi yönetiminde iletiúim boyutu oldukça büyük önem taúıyan bir konudur (Sa÷san, 2006). 3. Bilgi Yönetiminin øúletmeler Açısından Önemi Küresel iúletmelerin birço÷unun, küresel kaynakları etkin biçimde kullanabilmeleri için tedarikçileri ile bu bilgileri paylaúmaları gerekmektedir. Küresel kaynak kullanımında kritik baúarı faktörleri için, merkezi tedarik yapısı, tedarikçilerle kurulan küresel ba÷lantılar, bilgi ve veri teknolojilerinin uygunlu÷u gibi unsurlar büyük önem taúımaktadır (Trent vd, 2003). Tedarik zinciri yönetiminde baúarılı olabilmek için, süreçlerin yenilenmesi ve iç ve dıú 69 fonksiyonlar arasındaki ba÷lantının kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu durumun hayata geçirilebilmesi için, iúletmelerde bilgi sistemlerinin etkin bir úekilde uygulanması gerekmektedir. Organizasyonlar arası bilgi sistemlerinin etkin biçimde kullanılabilmesi için, bilgi teknolojisi kaynakları, iletiúim a÷ları, bilgi teknolojisi donanımını, veri transferi için standartlar ile yetenekli ve deneyimli insan kaynaklarının bir arada olması gerekmektedir (Williamson vd., 2004). Bilgi yönetiminin temel görevlerinden biri, çeúitli düzeylerde üretilen, yayılan ve paylaúılan bilginin örgüt için bir varlık oluúturmasına olanak sa÷layacak her türlü çalıúmanın yapılmasını incelemek ve araútırmaktır. Daha açık bir ifade ile örgütsel bilgi yönetiminin görevi, gerek kurum içerisinde gerekse de kurumun çevresinde meydana gelen her türlü bilgi eylemlerinin yerine getirilmesi için gerekli iú stratejilerini oluúturarak mevcut altyapıyı sa÷layacak faaliyetleri gerçekleútirmektir (Sa÷san, 2006). Bilgi yönetiminin bir di÷er amacı da, örgütsel amaca hizmet eden her türden bilgiyi elde etme, açı÷a çıkarma, ayıklama, geliútirme, yaygınlaútırma, denetleme etkinlikleri olarak ifade edilebilir. Etkili bir bilgi yönetimi, örgütlerde de÷er yaratmanın yanı sıra, örgütsel kademelerin azaltılmasına, iú süreçlerinin yeniden tasarlanmasına ve süreç performansının kontrol edilmesine olanak sa÷lamaktadır (Yeniçeri ve ønce, 2005). Bilgi kavramı günümüzde en temel stratejik de÷er olarak ifade edilmekte ve rekabet üstünlü÷ü elde etme ve bu yapıyı sürdürme konusunda en önemli unsur olarak ele alınmaktadır. Örgütlerin bu yapıyı koruyup geliútirebilmeleri için, stratejik bilgi yönetiminden etkili bir biçimde yararlanmaları gerekmektedir. Stratejik bilgi yönetiminde her türlü bilgi, stratejik bir de÷ere sahip de÷ildir. Açık, kolay ifade edilebilir, kodlanabilir ve kolaylıkla aktarılabilen bilgi, stratejik bilgi olarak de÷erlendirilmemektedir. Bu türden bilgiler kolaylıkla elde edilebilir ve de÷iútirilebilir. Stratejik bilgiyi, di÷er bilgi türlerinden ayıran temel unsurlar; de÷erli olması, rakipler arasında kıt olması, kolay taklit edilememesi, aynı derecede önemli ikamelerinin olmaması, iúletmeye özgü olması, aktarımının kolay olmaması ve temel yetenekler oluúturma becerisine sahip olması úeklinde ifade edilebilir (Barca, 2002). 4. Bilgi Yönetiminin øúletmelerin Rekabetçi Üstünlük Elde Etme Konusundaki Önemi Giderek küreselleúen ve belirsizliklerin arttı÷ı bir dünyada rekabette önde olmanın temel anahtarı bilgi kavramında yer almaktadır. Pazar ortamındaki de÷iúiklikler, teknolojilerin giderek daha kısa zamanda eskimesi, rakip iúletmelerin sayısının dünya genelinde hızla artması, yeni ürün ve hizmetlerin çok kısa zaman içinde eskimesi, günümüz iú dünyasının temel özelliklerini yansıtmaktadır. Bu çerçevede, rekabette öne geçmek için bilgiyi yaratmak, varolan bilgileri yorumlamaktan çok daha önem kazanmaktadır. Yeni 70 ekonomide yeni bilgiler üretmenin temel kayna÷ı iúletme çalıúanlarıdır. Bu ba÷lamda, bilgi yaratan iúletmenin temel yaklaúımı, bireysel bilgiyi, iúletmenin bütününe yayabilecek bir sistem geliútirmek olmalıdır (Nonaka, 1998). Bilgi kavramı, sahibi oldu÷u iúletmeye sürdürülebilir bir rekabet avantajı sa÷lamaktadır. Kullanıldıkça azalan maddi varlıkların tersine, bilgi kullanıldıkça artar ve var olan düúüncenin yanında yeni düúüncelerin ortaya çıkmasına olanak sa÷lar. Genel olarak bilgi paylaúımında bulunan herhangi bir kayıp yaúamazken, bilgi sa÷layan önemli avantajlar elde etmektedir (Odabaú , 2008). Çalıúan bireylerin sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından oluúan iúletmenin ortak bilgisi, herhangi bir iúletmenin geliútirebilece÷i gerçek rekabet üstünlü÷üdür. Geçti÷imiz yıllarda özel amaçlı donanımlar ve di÷er görünür varlıklar, rekabetçi üstünlü÷ün temel kayna÷ı olarak de÷erlendirilmekteydi. Günümüzde ise, bu varlıklar dünyanın herhangi bir yerinden hızla ve kolay bir biçimde kopyalanabilmekte ve yeniden üretilebilmektedir. Kolay ve hızlı kopyalanamayan ve bu nedenle gerçek farklılık yaratan varlıklar, sadece iúletmenin kendine özgü varolan bilgi kaynaklarıdır ( Barutçugil, 2002). Günümüzde iúletmeler, varlıklarını sürdürebilmek ve sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini bilgi yönetimi ekseninde yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi yönetiminde baúarılı olmak için günümüz iúletmeleri arasında, bilgiyi üretme, elde etme ve transfer etmede bir yetkinlik geliútirme konusunda çok yo÷un bir rekabet yaúanmaktadır. Aynı zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya dönüútürebilmek için iúletmeler davranıúlarını, yapılarını, uygulamalarını sürekli de÷iútirmekte, yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba÷lamda, iúletmelerin temel hedefleri ise bilgi temelli varlıklar / entelektüel sermayeyi dönüútürülebilecek oluúumları belirlemek, geliútirmek ve korumaktır (Barca, 2002). øçinde bulundu÷umuz dönemde iúletmeler, küresel faaliyetlerinde yeni zorlukların arttı÷ını kabul etmelidirler. Bu çerçevede ortaya çıkan en önemli zorluklardan biri, iúletme bölümlerinin uzaklı÷ından kaynaklanan iletiúim ve koordinasyon zorluklarıdır. Günümüzde pek çok endüstri küresel rekabet olgusuyla karúı karúıyadır ve rakip iúletmeler dünyanın her yerinde eú zamanlı olarak tepki verebilmektedirler (Czinkota vd.,1998). Etkin bir bilgi yönetimi, genel bir iúletme stratejisi ile ilgilidir. Bir baúka ifade ile, iúletmenin bilgi yönetimi giriúimleri iúletme stratejisi ile ba÷lantılıdır. Buradaki amaç, bilginin etkin kullanımının iyi tanımlanmıú bir iúletme stratejisini nasıl destekleyece÷i veya sa÷layaca÷ının belirlenmesidir (øpçio÷lu ve Erdo÷an, 2004). Bilginin etkili bir biçimde yönetilebilmesi ve kullanılabilmesi, günümüzde iúletmeler açısından en önemli rekabet avantajı durumuna gelmiútir. 71 Bunun sonucunda, pek çok sektörde, en iyi bilgi birikimine sahip olan ya da bunu en etkili biçimde kullanan iúletmelerin baúarıya ulaútı÷ı görülmektedir. Bu ba÷lamda, baúarılı iúletmeleri di÷er iúletmelerden ayıran temel farklardan biri bilgi kavramı ile entelektüel sermaye kavramına vermiú oldukları önemden kaynaklanmaktadır. Entelektüel sermaye, bir iúletmedeki insanlar tarafından bilinen ve o iúletmeye rekabet avantajı kazandıran bütün unsurların toplamını ifade eden bir kavramdır. Entelektüel sermaye kavramının, aynı zamanda maddi olmayan, soyut bir niteli÷i de bulunmaktadır. Burada ifade edilmek istenen úey, çalıúan personelin sahip oldu÷u bilgi birikimidir. Entelektüel sermaye kavramını daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse, entelektüel sermaye, zenginlik yaratmak üzere uygulamaya aktarılan entelektüel malzemeyi ifade etmektedir. Bir baúka ifade ile, bilgi, entelektüel mülkiyet ve deneyimden oluúan bir bütünü ifade etmektedir. Sonuç olarak entelektüel sermaye, bütünsel beyin gücünü ortaya çıkaran bir kavramdır (Stewart, 1997). Küresel piyasalarda, etkili bir úekilde bilgiyi kullanmak için tedarikçi iúletmelerle kurulan iliúkilerin çok etkili olması gerekmektedir. Tedarikçi iúletmeler, kendileri ile çalıúan iúletmelere yeni iú yöntemleri ve yeni teknolojiler uygulamalarına olanak sa÷larlar. Buna karúılık, iúletmeler de bilgiyi hızlı biçimde de÷erlendirerek, yeni fikirler, yeni bakıú açıları geliútirerek tedarikçilerine yenilik kazandırırlar. Tedarikçilerin de etkili teknik çabaları, iúletmelere geliúmesi için fırsat verir. Tedarikçi iúletmeler, ayrıca bilgi akıúı konusunda, bir iúletmeden di÷erine bilgi aktarma konusunda önemli bir fonksiyon olarak görev alırlar (Rugman ve Hodgetts ,2000). øúletmeler günümüzde, bilgi sistemleri aracılı÷ı ile, müúterilerle olan iliúkilerden iú süreçlerine, pazara girme stratejilerinden performans ölçümüne kadar her alanda teknolojiden yararlanmakta ve bu úekilde kendi bilgi yönetimi sistemlerinin oluúmasına katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde, iúletme faaliyetlerinin daha çok bilgi temeline oturması, iúletmeler arası rekabetin de yeni bir yapıya dönüúmesine yol açmıútır. Bunun sonucunda, bir iúletmenin bilgi yönetimi stratejisi, aynı zamanda o iúletmenin rekabet stratejisini de yansıtmaktadır (Yeniçeri ve ønce., 2005). Yönetim sistemleri modeli, yönetim fonksiyonlarının dıúarıya taúınması ve dıú çevreyle ba÷lantı kurulabilmesi için, etkili iletiúime ihtiyaç oldu÷unu göstermiútir. Yönetim bilgi sistemleri, bu iletiúim kanalını daha etkin yönetmeyi mümkün hale getirmiútir (Weihrich vd., 1993). Rakip iúletmelere kıyasla, üstün bir iú performansına sahip bir iúletmenin rekabet avantajı var oldu÷u söylenebilir. Sürdürülebilir rekabet avantajı, iúletmenin mevcut ve gelecekteki rakiplerinin taklit çabalarına karúın, farklı kalmayı baúarabilen bir de÷er yaratma stratejisi uygulaması durumudur (Krogh v.d., 2002). 72 5. Bilgi Yönetimi Sürecinin Temel Unsurları Kurumsal olarak bilginin amacı, gelecekte ortaya çıkacak ya da içinde bulunulan durumla ilgili oluúacak bir karmaúıklı÷ı en aza indirgemek ya da ortadan kaldırmaktır. Bu çerçevede, bilgi yönetiminin amacı ise, sözü edilen durumlarda karar almayı gerektirecek bilgiyi sa÷lamaktır. Her sistemin oldu÷u gibi bilgi yönetimi sisteminde de bir takım unsurlar bulunmaktadır (Anameriç, 2005). Hemen her sistemi oluúturan unsurlar gibi bilgi yönetimi sistemi de personel, bütçe, teknoloji, kültürel altyapı, yasal düzenlemeler ve standartlar gibi önemli unsurlardan oluúmaktadır. Söz konusu unsurlar, bilgi yönetimi sisteminin tasarımı, kuruluúu, uygulanması ve yenilenmesi evrelerinin her aúamasında yer alması gereken unsurlardır (Odabaú, 2005). Sistemin Temel unsurları -Personel -Yasal düzenlemeler -Bütçe Bilgi Sa÷lama Bilgi Yönetimi Birimi -Bilgi yönetimi ilkeleri -Bilgi yönetimi sorumluları Bilgisayar ve øletiúim Teknolojileri Bilgi Paylaúımı - øletiúim kanalları Web hizmetleri Network a÷ı Veritabanı Yazılım ve donanım Nitelik Geliútirme -Zaman Yönetimi -Kalite Yönetimi -Sürekli E÷itim Bilgi Kullanımı øúletme Kültürü -øúletmenin yönetim türü -ødeal yönetim türü -Standartlar ve iúbirli÷i ùekil 1. Bilgi Yönetimi Sistemi Bilgi yönetimi, insan, teknoloji, örgütsel kültür ve süreçlerden oluúan bir bütünü temsil eden bir kavramdır. Bilgi yönetimin baúarılı bir biçimde uygulanabilmesi için, adı geçen bu unsurların uyumlu ve ba÷lantılı bir úekilde bütünleútirilmesi gerekmektedir (Özgener, 2002). a. Bilgi Çalıúanları: Baúarılı örgütler, günümüzde yalnızca tesislere, donanıma ve yeni teknolojilere yatırım yaparak amaçlarını tam olarak gerçekleútiremezler. Bu unsurlara ek olarak en önemli varlıklarını oluúturan çalıúanlarına da yatırım yapmak durumundadırlar. Çalıúanların bireyler olarak 73 sahip oldukları bilgiler ve bunların toplamından oluúan örgütün ortak bilgisi, bir iúletmenin geliútirebilece÷i temel rekabetçi üstünlü÷üdür (Barutçugil,2002). b. Teknoloji: Teknoloji, yeni bilginin yaratılmasında rol oynayan kritik unsurlardan birini oluúturmaktadır. Burada önem taúıyan esas konu, amaca uygun teknolojilerin seçilmesi durumudur. Etkili bir bilgi yönetimin önemli bir unsurunu oluúturan teknoloji; iú istihbaratı, iúbirli÷i, bilgi keúfi, bilgi haritalama bilgi teknolojileri, bilgi depolama, bilgi transferi ve güvenlik gibi konuları kapsamaktadır. c. Örgütsel Kültür: Bilgi yönetimin baúarısında en önemli faktör, örgütsel kültürdür. Örgütsel kültür, bir iúletmede oluúan inançlar, gelenekler, de÷er sistemleri, davranıú normları ve iú yapma biçimlerini kapsayan bir bütün olarak tanımlanabilir. øúletmelerde bilgiyi etkin bir biçimde yönetmek için örgüt kültürünü úekillendirme büyük önem taúımaktadır. Bunun için bireyler arası iletiúimi ve iúbirli÷ini güçlendirmek ve etkili motivasyon sistemleri geliútirmek gerekmektedir. d. Süreçler: Örgütsel yapı, esnek bir biçimde tasarlanmalıdır. Bilgi, hem iúletme içinde oluúturulan ve hem de iúletme dıúından elde edilen bir kavramdır. Bu ba÷lamda, iúletme açısından önem taúıyan esas konu, hem içerideki bilginin ve hem de dıúarıdaki bilginin etkili bir biçimde yönetilmesi konusudur. Süreçler, iúletmenin di÷er sistemleri ile uyumlu ve iúletme kültürünü destekleyen standartlardır ve bu süreçler sürekli olarak gözden geçirilmeli ve etkili biçimde yönetilmelidir (Barutçugil, 2002). 6. Bilgi Avantajlar Yönetiminin øúletmelere Sa÷layaca÷ı Temel øúletmeler ve yöneticiler, karúı karúıya kalacakları fırsat ve tehditleri ö÷renmek ve analiz etmek için bilgi yönetimine dayalı sistemlerden yararlanmaktadırlar. øúletmeler bilgiyi geliútirerek, koruyarak, yenileyerek ve iúleyerek performanslarını ve dolayısı ile rekabet güçlerini artırabilmektedirler. øúletmelerin rekabet güçleri büyük ölçüde biriktirdikleri bilginin miktarına, özgünlüne, ticarileútirilebilir olup olmadı÷ına ve kalitesine ba÷lıdır. Rekabetin gittikçe úiddetlendi÷i, teknolojik de÷iúimler ve yeniliklerin sürekli arttı÷ı bir dünyada, sahip olunan rekabet gücünü korumak, yeni ortama ve yeni rekabet düzeyine uygun bilgileri derlemeye, iúlemeye, geliútirmeye kısaca güçlü bir bilgi yönetim stratejisine sahip olmaya ba÷lıdır (Vural,2005). Bilgi yönetiminin iúletmelere sa÷layaca÷ı temel avantajları úu úekilde özetlemek mümkündür (Tiwana, 2003): - Bilgi yönetimi, iúletmelerin ürün ve hizmetlerine katma de÷er kazandırır. - Bilgi yönetimi, iúletme içi ve dıúı bilgi akıúına hız ve etkinlik kazandırır. - Bilgi yönetimi yenilikçi ve yaratıcı uygulamalara hız kazandırır. 74 - Bilgi yönetimi, fiziksel malvarlı÷ının aksine, artan ölçülerde getiri sa÷lar. - Kullanılan her varlık zamanla de÷er kaybeder, oysa bilgi kullanıldıkça de÷er kazanan bir kavramdır. - Bilgi yönetimi gereksiz iú tekrarlarını önler ve hataların tekrarlanmasını engeller. - Bilgi yönetimi, iúletmede bilgi kaybını önler. - Bilgi yönetimi, düúünsel iúbirli÷ini teúvik eder. - Bilgi yönetimi, iúletmenin gelece÷ini öngörme yetene÷ini artırır. - Bilgi yönetimi, iúletmelere süreç yeterlili÷i kazandırır. øçinde bulundu÷umuz dönemde iúletmeler, varlıklarını sürdürebilmek ve sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmek için bütün süreçlerini, ‘bilgi yönetimi’ ekseninde yeniden yapılandırma ihtiyacı duymaktadırlar. Bilgi yönetiminde etkili olmak için, günümüz iúletmeleri arasında, bilgiyi üretme, elde etme ve transfer etmede bir yetkinlik geliútirme konusunda çok yo÷un bir rekabet yaúanmaktadır. Aynı zamanda yeni bilgiyi rekabet avantajı yaratmaya dönüútürebilmek için iúletmeler davranıúlarını, yapılarını, uygulamalarını sürekli de÷iútirmekte, yenilemekte ya da gözden geçirmektedirler. Bu ba÷lamda iúletmelerin temel hedefleri ise ‘bilgi temelli varlıklar/entelektüel sermaye’ dönüútürülebilecek oluúumları belirlemek, geliútirmek ve korumaktır (Geyik ve Barca, 2002). 7. Sonuç ve De÷erlendirme Günümüzde pek çok iúletme, gelecekte baúarının anahtarının çalıúan personelinde ve onların amaçlarını elde etmek için, kullandıkları bilgide oldu÷unu keúfetmiútir. Bilgiyi üretmek ve etkin biçimde kullanmak iúletmeler için temel bir rekabet avantajı haline dönüúmüútür. Küreselleúme, giderek artan rekabet ve de÷iúimin adete sabit bir de÷er haline dönüútü÷ü bu ortam, iúletmeleri daha dinamik bir yapıya dönüúmeye zorlamaktadır. Hızla de÷iúen ve geliúen bu rekabet ortamında iúletmelerin baúarılı olmalarında en temel faktörlerden biri, etkili bir bilgi yönetimi stratejisini hayata geçirmektir. Günümüzde bilgiyi etkin bir úekilde kullanan iúletmeler rekabet açısından ön planda yer almaktadır. øúletmelerin bilgiyi elde etmek, bilgiyi geliútirmek ve bilgiyi paylaúmak ve de÷erlemek anlamında yaptıkları faaliyetler bilgiyi yönetmek adına yapılan faaliyetlerdir. øúletmelerde kullanılan bilgi yönetimi, verimlilik alanında oldu÷u kadar etkinlik ve yenilik yapma süreçlerine de katkıları olan rekabetçi bir kavramdır. øúletmeler verimlilik ve yenilik yapma süreçlerinde bilgiyi anahtar faktör olarak görmektedirler. Stratejik bilgiyi elde etmek ve yönetmek 75 belirsizli÷in hakim oldu÷u iú dünyasında rekabet için vazgeçilmez bir unsurdur. øúletmeler rekabet alanında, bilgiyi en önemli girdi ve çıktı olarak görmektedirler. Bilginin stratejik temel bir faktör oldu÷u günümüz iú dünyasında, iúletmelerin rekabet gücünü korumak ve artırmak için sahip oldukları entelektüel sermaye varlıklarının kalitesini artırmaları gerekmektedir. Entelektüel sermaye bir iúletmenin sahip oldu÷u ve sadece o iúletmeye ait olan bir de÷er kayna÷ıdır. Bilgi patlamasının yaúandı÷ı bu dönemde, iúletmeler açısından önem taúıyan husus, bilgi yönetiminde yararlı olan bilgi ve veriler ile yararsız olanların birbirinden ayırt edilmesi konusudur. Bilgi karmaúasına yol açmayacak úekilde bu bilgilerin düzenlemesi ve kullanılması gerekmektedir. Sonuç olarak, bilgiyi stratejik bir de÷er kayna÷ı olarak gören iúletme yöneticileri, bu konuda bir örgüt kültürü oluúturarak, bir bilgi vizyonu geliútirmeleri ve bu vizyonu çalıúanları ile paylaúmaları gerekmektedir. Rekabet dünyasında baúarı için en temel koúullardan biri bu amacın gerçekleútirilmesine ba÷lıdır. KAYNAKÇA Anameriç, H., (2005), “ Bilgi Sistemleri ve Yönetimde Bilgi Sistemleri Kullanımı”, Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya. Aktan, V. ve Vural, ø.Y.,(2005), “ Bilgi Ça÷ında Bilginin Yönetimi”, Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya. Barca, M.,(2002), “Yeni Ekonomide Bilgi Yönetiminin Stratejik Önemi”, 1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli, s.519. Barutçugil, ø.,(2002), Bilgi Yönetimi, Kariyer Yayınları, østanbul. Çapar, B., “Bilgi Yönetimi: Nasıl Bir bilgiyonetimi.org/cm/pages, (04.08.2006). ønsangücü?”, www. Czinkota, M. R., Ronkainen,I. A., Moffett, M. H, . Moynihan, E. O, (1998), Global Business, The Dryden Pres, USA. Geyik, M. ve Barca, M. (2004), “Etkin Bilgi Üretimi øçin Örgütler Nasıl Tasarlanmalıdır?”, 3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eskiúehir,s.519. øpçio÷lu, ø., Erdo÷an, Z.,(2004), “øúletmelerde Liderlik ve Bilgi Yönetimi Arasındaki øliúkinin øncelenmesine Yönelik Bir Araútırma”, 3.Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Eskiúehir. 76 Krogh, G. V., øchijo, K., Nokana, ø., (2002), Bilginin Üretimi, Çev. Günhan Günay, Rota Yayın Yapım Tanıtım, østanbul. Nonaka, I.,(1998), “The Knowledge-Creating Company”, HBR on Knowledge Management, 1998,s.26. Odabaú, H.,(2008), “Bilgi Yönetimi ve Yüksek Ö÷renim Kurumlarında Kurumsal Açık Eriúim”,13.Türkiye’de ønternet Konferansı, ODTÜ, Ankara. Odabaú, H.,(2005), “Bilgi Yönetimi Sitemi”, Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya. Özgener, ù., (2002), “Global Ölçekte De÷er Yaratan Bilgi Yönetimi Stratejileri”, 1.Ulusal, Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Bildiriler Kitabı, Kocaeli,s.485. Rugman, A. M., Hodgetts, R. M.,(2000), ønternational Business A Strategic Management Approach, Pearson Education Limited, Mcgraw-Hill, Second Edition. Sa÷san , M., “Bilgi Yönetiminin Kavramsal Çerçevesi ve Baúkent Üniversitesi øletiúim Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi”, www.bilgi yönetimi org., (06.08.2006). Stewart, T. A., (1997), Entelektüel Sermaye, Çev.Nurettin Elhüseyni, BZD Yayıncılık, østanbul. Tiwana, A.,(2003), Bilginin Yönetimi, Çev. Elif Özsayar, Rota Yayın Yapım Tanıtım, østanbul. Trent, R. j., Monczka, R. M.,(2003), ønternational Purchasing And Global Sourcing- What Are The Differences?,Journal Of Supply Chain Management; Fall. Weihrich, H., Koontz, H.,(1993), Management A Global Perspective, Mc GrawHill. Williamson, E. W., Harrison, D. K., Jordan, M., (2004), ønformation Systems Development Within Supply Chain Management, ønternational Journal Of ønformation Management 24. Vural, ø.Y., (2005), “Bilgi Yönetimi Entelektüel Sermaye ve Yenilikçilik” Bilgi Ça÷ı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri, Çizgi Kitabevi, Konya. Yeniçeri, Ö., ønce, M.,(2005), Bilgi Yönetim Stratejileri ve Giriúimcilik, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, østanbul. 77 ÇALIùANLARDA KARøYER TATMøNø VE ÖRGÜTSEL BAöLILIK øLøùKøSø* Yrd.Doç.Dr. Hüseyin øLERø** Yrd.Doç.Dr. Abdullah KARAMAN*** Gülsüm ENGøZ**** Özet Örgütlerde, verimlili÷i etkileyen en büyük faktörün insan oldu÷unun anlaúılması üzerine, insanın motivasyonuna yönelik yaklaúımlar her geçen gün artmakta ve yenilenmektedir. øúte bu yaklaúımlardan en güncel ve uygulamada en popüler olanlardan bir tanesi de kariyer planlaması ve yönetimidir. ønsanlar, günümüzde iúletmeler tarafından ilk etapta ücret ve sosyal imkânlardan ziyade, kariyerlerinin geliúimlerini sa÷layacak bir pozisyon ve buna uygun bir ortam talep etmektedir. Kariyerle ilgili kazançlar, bireylerin kariyer hedeflerine ulaúmasına ve farklı kariyer yolları izlemesine olanak sa÷lamanın yanı sıra ilginç ve harekete geçirici görevleri, daha iyi ücret, terfi veya benzeri ödülleri içermektedir. Kariyer planları ve hedefler, çalıúanları geliúimleri için motive eder ve çalıúanların gelecekteki pozisyonlara hazırlanmalarının yanı sıra bulundukları pozisyonlarda da maksimum performans ile çalıúmalarını sa÷lar. Bireysel kariyer planları ve kurumun çalıúanlarına gösterdi÷i ilgi kuruma ba÷lılı÷ı artırır. Bu çalıúma da çalıúanlarda kariyer yönetimi, örgütsel ba÷lılık ve kariyer yönetiminin örgütsel ba÷lılı÷a etkisi konuları incelenmiútir. Çalıúma kapsamında sa÷lık sektöründe örnek olay çalıúması yapılmıú ve kariyer yönetiminin örgütsel ba÷lılı÷a etkisi analiz edilmiútir Anahtar Kelimeler: Kariyer Yönetimi, Örgütsel Ba÷lılık Abstract After the realization that human is the most effective factor on efficiency of organizations, various approaches are developed day by day and also renewed. Here is just one of these recent and popular approaches, called as carreer planing and management. Nowadays, people demand a position which will provide a career development and a proper enviroment for this position, prior to salary and social security. * Bu makale T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü øúletme Anabilim Dalında hazırlanan aynı baúlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiúitr. ** Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi *** Selçuk Üniversitesi Turizm øúletmecili÷i ve Otelcilik Yüksekokul Ö÷retim Üyesi **** Selçuk Üniversitesi øúletme Anabilim Dalı Yönetim Organizasyon Bilim Dalı Yüksek Lisans ö÷rencisi 78 Beside making one to reach the career targets and allow different career paths, career acquisitions consist of motivating jobs, better wages, promoting or similar awards. Career plans and aims, make employees to perform with their maksimum capacity beside motivating employee to develop and preparefor future positions. Self career planning and care of the organisation to the employee, increase the commitment to organisation. In this work, organisational commitment, career management and the effect of career management to organisational commitment were analyzed. With this scope, example event (case) studied in health sector and the effect of career management to organisational commitment was analyzed. Key Words: Career Management, Organizational Commitment GøRøù Günümüzde iúletmelerin çevresi daha hızlı de÷iúmekte, yaúanan küreselleúme bu de÷iúimin ivmesini arttırmaktadır. De÷iúime do÷ru yanıtları vermek, uyum kabiliyetini geliútirmek ve de÷iúimi yöneterek geliúmek bu gün daha hassas analizleri, çalıúmaları gerektirmektedir. De÷iúim sadece çevrenin makro ve fiziksel unsurlarında olmamakta, sosyal yapı, ihtiyaçlar, iliúkiler, kuramlar da de÷iúmekte ve elbette geliúmektedir. 2000’li yılların insan ihtiyaçlarının, 1940 veya 1970’lerinkilerle aynı oldu÷unu asla düúünemeyiz. Gelir düzeyi farklılaúan bireyin harcamaları, e÷itim düzeyi yükselen kiúinin beklentileri, tatmin úekli, hayatı algılayıúı farklılaúmaktadır. Bu de÷iúim insanların örgütlerle olan iliúkilerini de de÷iútirmektedir. Bu gün organizasyondaki birey, baúarılı olmanın temel anahtarıdır. Bir maliyet unsuru de÷il, entelektüel birikim ve sermayedir; geliútirilmesi gereken örgütün en önemli unsurudur. Örgütteki insanın örgüte olan katkısını en üst düzeye çıkarmak günümüz modern yönetim anlayıúının temel çalıúma konularından biridir. Bireyin amaçlarının örgüt amaçlarıyla uyumlaútırılması, gerekti÷inde davranıúlarının düzenlenmesi, örgüt kültürünün benimsetilmesi, çatıúmaların yönetilmesi, örgütün geliútirilmesi, örgütteki insanın örgüte olan katkısının arttırılması ile iliúkilidir. 1. Kariyer Kavramı Ve Kariyerle ølgili Temel Konular Kariyer, kiúinin yaúamı boyunca edindi÷i iúe iliúkin deneyim ve faaliyetlerle ilgili olarak algıladı÷ı tutum ve davranıú dizisidir (Halil, 1994:306). Bir baúka tanıma göre kariyer, bir insanın çalıúabilece÷i yıllar boyunca herhangi bir iú alanında adım adım ve sürekli olarak ilerlemesi, deney ve yetenek kazanması anlamına gelir (Tortop, 1992:92). Kariyer ile ilgili tüm tanımları inceledi÷imizde ortak noktalarının, çalıúan kiúinin baúarı derecesini simgeleyen iúle igili pozisyonlarda ilerlemesi 79 ve örgüt basamaklarından yukarıya do÷ru çıkarak yükselmesini temel alan bir kavram oldu÷u görülmektedir (Aytaç, 1997, 17). Kariyer kavramının özelliklerini úöyle sıralayabiliriz; 9 Kariyer kavramı, yalnızca yüksek statüdeki ya da hızlı ilerleme olanakları bulunan iúleri yapan bireylerle ilgili de÷ildir. Daha esnek bir anlam taúımaktadır. Organizasyondaki yöneticilerin kariyeri olabilece÷i gibi bir sekreterin hatta odacının da kariyerinin olabilece÷i söylenebilir. 9 Kariyer kavramı, sadece dikey hareketlerle ilgilenmez. Yani örgütteki hiyerarúik yükselmenin yanında yatay olarak úu anda yaptıkları iúten memnun olan, yükselmek istemeyen personeli de kapsar. 9 Kariyer kavramı, bir örgütte iúe alma ve / veya alınma ile eú anlamlı de÷ildir. Birden fazla örgütü ve birden fazla faaliyeti kapsayabilir. 9 Bugün artık kariyer beklentileri, farklı yaúlarda olan çalıúanlar için farklı anlamlar taúıyabilmektedir. Örne÷in, 25 yaúındaki insanların kariyer beklentileri ile 45 yaúındaki insanların kariyer beklentileri farklıdır, çünkü ihtiyaçları aynı de÷ildir. Örgütsel kariyer yönetimi ise , iú gören ihtiyaçlarını tatmin etmek ve kariyer hedeflerine ulaúmak için gerekenleri planlama, stratejileri saptama ve bunları uygulama sürecidir (Aldemir, Ataol ve Budak, 1998:216). Kariyer hem bireyin hem örgütün, kiúinin iú yaúamındaki önemini vurgulamaktadır. Bireyin ihtiyaçlarını karúılama iste÷i, kariyerin kapsamını belirler, her ne kadar bu kapsam kiúiden kiúiye de÷iúse de genelde belli ihtiyaçların giderilmesini içermektedir (Aytaç, 1997:1). Kurum açısından, personeli kariyer planlamaları için motive etmekteki baúarısızlık; boú pozisyonların tamamlanmasında ki zorluk, daha düúük personel, dada az ba÷lılık, e÷itim ve geliútirme programlarına ayrılan fonların dikkatsiz ve özensiz kullanımı ile sonuçlanabilir. Birey açısından ise kariyer yönetimi, yetersiz yönetim úeklinde hayal kırıklı÷ı, kurum içinde bireyin kendisini yetersiz hissetmesi ve uygun görevlendirme yapılmadı÷ında kurum içi ve dıúı birleúmeler, yeniden yapılanmalar, küçülmeler gibi nedenlerle iú de÷iúikli÷ine sebep olabilmektedir (Neo, 1999:329). Kariyerin önemini anlamada 3 temel neden bulunur (Argüden, 1998:39): • Kariyerin yönünü belirlemede proaktif bir yaklaúım kullanılması, 80 • Bireyler hayat dönemlerinde çeúitli kariyer aúamalarından geçeceklerinden dolayı yöneticiler çalıúanların ve meslektaúlarının deneyimlerini anlamalıdırlar. • Kariyer yönetimi karlı bir iútir ve insanı do÷ru yerde kullanarak iyi bir yatırım yapar. Örgütsel kariyer yönetiminde temel amaç, örgütün etkinlik ve verimlili÷inin arttırılması yanında bireylerin örgüt içinde geliúim ve ilerlemelerini sa÷layarak gelecekte ihtiyaç duyaca÷ı vasıflı eleman gücünü úimdiden úekillendirmeyi de sa÷lamak olarak ifade edilebilir(Argüden, 1998:39). Kariyer yönetiminin sıralanabilir(Erdöl, 2000:51): örgüte olan faydaları aúa÷ıdaki gibi ùirketin gelece÷i için çalıúanların becerilerini ve mevcut amaçlarını stoklamak, Gelecekteki insan kaynakları ihtiyacını daha iyi analiz etmek, karúılamak, Bireysel düzeydeki de÷iúmeyi daha iyi anlayabilmek için örgütsel de÷iúmeyi kolaylaútırmak, Bireysel geliúim planları kanalı ile bireysel de÷iúmeyi ve geliúmeyi kolaylaútırmak, Çalıúanların gerçekçi olmayan ve gizli beklentilerini açı÷a çıkarmak, ùirketin gelecekteki hedefleri ile çalıúanların bireysel hedeflerini uyumlaútırmak, Çalıúanların beklentilerini anlayarak nitelikli iúgücünün dıúa transfer olmasını engellemek. 2.Örgütsel Ba÷lılık Örgütsel ba÷lılık kavramı: “Örgüt amaçları ile bireyin amaçlarının gittikçe daha çok bütünleúmesi ve uygun duruma gelme süreci” olarak tanımlanmıútır (Hall, 1970:176). Örgütsel ba÷lılık, bir kimsenin, örgütünün amaç ve de÷erlerine taraflı ve etkili ba÷lılı÷ı olarak tanımlanmaktadır. Bu ba÷lılık, araçsal bir de÷erden öte, kiúinin, rolünü salt örgütün iyili÷i için, örgütün amaç ve de÷erleriyle iliúkili olarak yapmasıdır. Ba÷lılık duyan iú görenler, örgütün amaç ve de÷erlerine güçlü bir biçimde inanır, emir ve beklentilere gönüllüce uyar. Bu üyeler ayrıca, amaçların istenen úekilde gerçekleúmesi için asgari beklentilerin çok üstünde çaba ortaya koyar ve örgütte kalmada kararlılık gösterir. Ba÷lılık gösteren iú görenler içsel olarak güdülenirler (Balay, 2000:3). 81 Her organizasyon üyelerini örgütsel ba÷lılı÷ını artırmak ister. Araútırmalara örgütsel ba÷lılı÷ı yüksek çalıúanların görevlerini yerine getirmede daha çok çaba gösterdi÷ini ortaya koymaktadır. Buna ek olarak örgütsel ba÷lılı÷ı yüksek çalıúanların örgütte daha uzun süre kaldıkları ve örgüt ile olumlu iliúkilerinin oldu÷u ifade etmektedir. Buna ba÷lı olarak yüksek performanslı, e÷itimli bir iú görenin uzun süre örgüte katkısının devam etmesi verimlilik artıúı sa÷lar, çünkü örgütsel ba÷lılı÷ı yüksek çalıúan örgüte kalır, örgütsel amaçların gerçekleúmesi için çaba harcar ve ayrılmayı düúünmez (Keleú, 2006:46). Örgütsel ba÷lılık kriterleri tamamen aynı olmamakla beraber, kiúilerin ba÷lılıklarını de÷erlendirmede genel bir fikir vermektedir. Çalıúanların örgütsel ba÷lılıklarını göstermede kullanılabilecek göstergeler úu úekilde gruplandırılabilir(øbicio÷lu, 2000:14): 1. Örgütün Amaç ve De÷erlerini Kabul Etme ve ønanma Derecesi 2. Fedakarlık ve Extra Katkı Derecesi 3. Örgütsel Üyeli÷i Devam Ettirme øste÷i 4. Örgütsel Kimli÷i øle Kimliklenme 5. øçselleútirme 2.1. Örgütsel Ba÷lılı÷ın Sonuçları Ba÷lılı÷ın sonuçları, ba÷lılı÷ın derecesi ile ilgili olarak olumlu ya da olumsuz olabilir. Örgütsel amaçlar kabul edilebilir olmadı÷ında üyelerin yüksek düzeydeki ba÷lılı÷ı örgütün da÷ılmasını hızlandırabilirken, amaçlar makul ve kabul edilebilir oldu÷unda yüksek düzeyde bir ba÷lılı÷ın etkili davranıúlarla sonuçlanması ihtimali vardır. Örgütsel ba÷lılı÷ın sonuçlarına iliúkin olarak, davranıúsal sonuçların ba÷lılıkla en güçlü iliúkiler içinde oldu÷u bulunmuútur. Bunlardan özellikle iú doyumu, güdülenme, katılım ve örgütte kalma arzusu örgütsel ba÷lılıkla olumlu, iú de÷iútirme ve devamsızlık ise ba÷lılıkla olumlu, iú de÷iútirme ve devamsızlık ise ba÷lılıkla olumsuz iliúkili bulunmuútur. Performans ile örgütsel ba÷lılık arasındaki iliúki genel olarak karıúık ve ılımlı bulunmasına karúın; ba÷lılı÷ın belli yerel odaklarının (denetçiler ve çalıúma grupları gibi), rol davranıúına iliúkin normları belirlemesi nedeniyle, performans ile iliúkisinin anlamlı düzeyde yüksek oldu÷u ileri sürülmüútür. (Balay, 2000:83-85) Örgütsel ba÷lılık düzeyleri ile bu düzeylerin bireye ve örgüte yönelik olumlu ve olumsuz sonuçları irdelenmiútir. Bu ba÷lamda düúük, ılımlı ve yüksek örgütsel ba÷lılıktan söz edilebilir: 82 2.1.1. Düúük Örgütsel Ba÷lılık Bu ba÷lılık düzeyinde birey, kendisini örgüte ba÷layan güçlü tutum ve e÷ilimlerden yoksundur. Düúük örgütsel ba÷lılı÷ın bireye ve örgüte dönük önemli sonuçları vardır. Düúük örgütsel ba÷lılık söylenti, itiraz ve úikâyetlerle sonuçlandı÷ından örgütün adına zararlar gelmekte, müúterilerin güveni kaybolmakta, yeni durumlara uyum sa÷layamamakta ve gelir kayıpları meydana gelmektedir. Örgütte yayılan informal zararlı iletiúim, örgütün otorite yapısını tehdit etmekte ve üst yönetimin meúrulu÷unu sorgulanır hale getirmektedir(Randall, 1987, 463). 2.1.2. Ilımlı Örgütsel Ba÷lılık Örgüte ılımlı düzeyde ba÷lılık, her zaman olumlu sonuçlar do÷urmayabilir. Üst yönetim ve iúverenlerine yeterince önem vermeyen bu bireyler, örgütün üst kademelerine geldiklerinde kimisi ba÷lılıkları kapsamında, kendilerini kolaylıkla baúaramayacakları bir uzlaúma zorunlulu÷u içinde bulurlar. Bu ba÷lılık düzeyinde çalıúanların yaratıcılık, yardımseverlik, fikir önerme, irade ve fedakarlık gibi üyelik davranıúları önemlidir. Çünkü, bu davranıúlar örgütü beklenmeyen durumlardan koruyabilecek esneklili÷i sa÷lar. Ancak, bu düzeydeki çalıúanlar topluma sorumluluk ile örgüte sadakat arasında bir bocalama ya da çatıúma yaúarlar. Bu da kararsızlı÷a ve örgütün verimsiz iúleyiúine yol açabilir (Randall, 1987, 465). 2.1.3. Yüksek Örgütsel Ba÷lılık Örgütle olan bütünleúme burada tamdır. Çalıúanlar örgütle uyum halindedirler. Örgütsel ba÷lılı÷ın yüksek düzeyde olmasının, örgütler tarafından istenen en önemli etmenlerden biri oldu÷u söylenebilir. Adil ödüllendirme, iú görenlerin güçlendirilmesi ve aynı zamanda yapılan iúlerin entegrasyonu, bir baúka deyiúle, çalıúanlar arasında iú birli÷inin yaygınlaúması ve yönetim ile astlar arasında güvenilir bir iliúkinin oluúması gibi olumlu uygulamalar, çalıúanların örgütsel ba÷lılıklarının yüksek olmasını sa÷layacaktır. Bu uygulamaların sonucunda ise, verimlili÷in artması ve kaliteli üretimin gerçekleúmesi, bir taraftan çalıúanların çalıútıkları iúletmeye olumlu sonuçlar yaratırken, di÷er taraftan da, çalıúanlar tarafından olumsuz sonuçlar yaratabilirler. Baúka bir deyiúle kendisini iúine adayan çalıúanlar, ailesine ve kendisine zaman ayıramayacaklardır (Karatepe, Halıcı, 1998:45). Yüksek düzeyde ba÷lılık, örgüt içinde pek çok olumlu sonuçlar ortaya çıkarır; her úeyden önce çalıúanın örgütüne yüksek düzeyde ba÷lılı÷ı, örgüte güven duygusu verir. Bu güven verici iú gücü, örgüt amaçlarını isteyerek kabul eder ve en verimli bir úekilde ürün ortaya çıkarır(Randall, 1987, 465). Yüksek düzeyde ba÷lılı÷a sahip çalıúanlardan oluúan örgütlerde bireyler, örgüt dıúında daha aktif olabilirler. Yüksek ba÷lılı÷a sahip çalıúanların, 83 örgütlerini örgüt dıúındaki insanlara olumlu açılardan belirtmeleri daha muhtemeldir. Bu çalıúanlar böylece, yüksek kaliteli iú görenlerin örgütte iúe alınmasını sa÷layabilirler. Yüksek düzeyde ba÷ımlı çalıúanlar, örgütteki politikaların de÷iúen úartlara göre yeniden gözden geçirilmesini sa÷lamak ve geçmiú uygulamalara göre de÷iúiklikleri gerektiren stratejik fırsatların farkına varmada çok baúarılı olmayabilirler(Mowday, 1982:142) . 3. Araútırmanın Amacı Günümüz iú hayatında yaúanan de÷iúim ve geliúmeler bir taraftan örgütlerin yapı ve iúlevlerini etkilerken di÷er taraftan da özellikle nitelikli personelin organizasyondan beklentilerinde önemli geliúmelere neden olmuútur. Bu kapsamda organizasyona önemli kazanımlar sa÷layan nitelikli personelin örgütte tutulması ve tatmin edilmesi önemli hale gelmiútir. Söz konusu gerek nitelikli personelin beklentilerinin en üst düzeyde gerçekleútirilmesi ve gerekse örgütte tutulabilmesi bir bakıma çalıúanların sahip oldu÷u bilgi, yetenek, beceri ve güdülerinin geliútirilmesi ve organizasyon içindeki ilerleyiúlerinin planlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu kapsamda, yirmi birinci yüzyıla girerken iúletmelerin yeniden yapılanma ve yönetimi konularında önemli de÷iúikliklerin olması iú yaúamında bireysel düzeyde kariyer planlaması ve geliúiminden çok, örgütsel düzeyde etkili kariyer yönetimine geçiúi zorunlu hale getirmiútir. Bütün bu de÷iúimler, insan kaynakları uygulamaları çerçevesinde örgüt ve personelin gelecekteki konum ve iúlevlerini de etkileyebilecektir. Bu ba÷lamda bu çalıúma ile insan kaynakları uygulamaları kapsamında örgütlerde etkin bir kariyer yönetiminin gerçekleútirilmesinin örgütsel ba÷lılı÷a etkisinin araútırılması amaçlanmıútır. 4. Araútırmanın Kapsamı Ve Kullanılan Yöntem Bu araútırma ampirik bir çalıúma niteli÷inde oldu÷undan, uygulamalı araútırmalarda kullanılan araçlardan ilki olan anket yöntemi kullanılmıútır. Anket formunun hazırlanmasında gerek bu konuda daha önceden yapılmıú teorik çalıúmalardan gerekse çalıúmanın teorik kısmında yer alan konulardan hipotezlere uygun olarak test etmeye layık görülen kısımların soru haline dönüútürülmesinden yararlanılmıútır. Anket formu otuz sorudan oluúturulmuú ve Meyer-Allen tarafından geliútirilen 5 noktalı Likert tipi ölçek olan üç bileúenli “örgütsel ba÷lılık modeli” ölçe÷i kullanılmıútır. Bilindi÷i üzere Likert Sistemi ‘Kesinlikle katılmıyorum’, ‘Katılmıyorum’, ‘Fikrim yok’, ‘Katılıyorum’,‘Tamamen katılıyorum’ úeklinde beúli cevap tekni÷i içeren bir sistemdir. Anket formu sa÷lık sektöründe faaliyet gösteren iúletmede çalıúanlara uygulanmıútır. Araútırmada elde edilen veriler SPSS programında de÷erlendirilmiútir. Ankette kariyer yönetimi ve örgütsel ba÷lılı÷ı ölçen sorulara 84 verilen cevaplar de÷erlendirilmiú ve daha sonra hipotezler sınanmaya çalıúılmıútır. Araútırmamızda ankete sorularından elde edilen verileri de÷erlendirmek için iki ayrı grubun belli bir de÷iúkene ait ortalamalarını karúılaútırmak amacıyla Mann Witney U Testi kullanılmıútır. Ayrı uygulama yöntemlerinin her birinin örnekleme yoluyla seçimi ayrı gruplara uygulanması sonucunda, bu yöntemlerden hangisinin etkili oldu÷unu anlamak, baúka bir de÷iúkenle yöntemler arasında etkililik yönünden bir farkolup olmadı÷ını belirlemek için Anova Testi kullanılmıútır. 4.1.Araútırmanın Sınırlılıkları Her alanda meydana gelen de÷iúimin çalıúanları da etkiledi÷i, iú görenlerin bir iúe sahip olmanın yanı sıra iú doyumuna sebep olan kendini gerçekleútirme ve sorumluluk alarak kendini gerçekleútirme çabası içinde oldukları, iúletme içinde ilerleme olanaklarını kullanarak üst pozisyona yükselmek için çeúitli faaliyetler içinde oldukları, kariyer planlaması yapılan iúletmelerde sadakatlerinin arttı÷ı, kariyerlerinin geri kalan kısmını kariyer planlaması yapılan iúletmede geçirmek istedikleri, kendilerini ilerleme olanakları gösterilen iúletmeye ait hissettikleri varsayılmıútır. 4.2.Ana Kütle Ve Örneklem Araútırmamız sa÷lık sektöründe Ankara’da hizmet veren Özel Kavaklıdere Umut Hastanesi’nde yapılmıútır. Hastanede çalıúan 184 kiúiden, 100 çalıúan kiúiye ulaúılarak, çalıúanlarda kariyer tatmininin örgütsel ba÷lılı÷a etkisini ölçen anket çalıúması yapılmıútır. 5. Araútırma Bulgularının Analizi Ve Bulguların De÷erlendirilmesi ølk olarak anket sorularına verilen cevaplar SPSS programı yardımıyla Güvenilirlik Testi yapılarak, Ölçe÷in Güvenilirli÷ini belirlemek amacıyla yapılan güvenilirlik analizi sonucunda Cronbach's Alpha 0,848 (%84,8) olarak bulunmuútur. Ölçek yüksek düzeyde güvenilirdir. Araútırmada kullanılan ölçekler sırası ile incelendi÷inde ölçeklerin güvenirlilik katsayıları aúa÷ıdaki úekilde bulunmuútur. Tablo- 5.1.: Araútırmada Kullanılan Ölçeklerin Güvenilirlik Katsayıları Ölçek Madde sayısı 10 7 8 Kariyer yönetimi Kariyer planlama ve geliútirme Örgütsel ba÷lılık 85 Cronbach alpha de÷eri 0,85 0,81 0,78 5.2. Demografik Bilgiler Araútırmaya katılanların demo÷rafik bilgileri Aúa÷ıda Tablo 4.1.1’de görüldü÷ü gibidir. Tablo- 5.2.1.: Araútırmaya Katılanların Demo÷rafik Da÷ılımları Kadın Erkek Toplam Sayı 56 44 100 Yüzde 56,0 44,0 100,0 Yaú 18-30 31-44 45 ve üzeri Toplam E÷itim ølkö÷retim Mezunu Lise Mezunu Üniversite Mezunu Yüksek Lisans Doktora Toplam Çalıúma Süresi 1 yıldan az 1-5 yıl 6-10 yıl 11-15 yıl 16 yıl ve üzeri Toplam 37 57 6 100 Sayı 5 58 24 9 4 100 Sayı 7 30 39 21 3 100 37,0 57,0 6,0 100,0 Yüzde 5,0 58,0 24,0 9,0 4,0 100,0 Yüzde 7,0 30,0 39,0 21,0 3,0 100,0 Cinsiyet Tablo- 5.2.1’de görüldü÷ü gibi araútırmaya katılanların %56’sı kadın ve %44’ü erkek úeklindedir. Araútırmaya katılanların %37’sini 18-30 yaú aralı÷ındaki kiúiler %57’sini 31-44 yaú, %6 sı ise 45 yaú ve üzeri kiúilerden oluúmaktadır. E÷itim düzeyleri ise % 5 i ilkö÷retim, %58’i lise, %24’ü üniversite, % 9’u yüksek lisans ve % 4’ü doktora mezunudur. Araútırmaya katılanların çalıúma süreleri ise % 7’si 1 yıldan az, %30’u 1-5 yıl aralı÷ında, % 39’u 6-10 yıl arasında, % 21’i 11-15 yıl aralı÷ında, %3’ü 16 yıl ve üzeri iúletmede çalıúmıú kiúilerdir. 5.3. Kariyer Yönetimine øliúkin Bilgiler øúletme çalıúanlarının kariyer yönetimi uygulamalarına iliúkin de÷erlendirmelerini tespit etmek amacıyla aúa÷ıda Tablo 5.3.1.’deki faktörler beúli likert ölçe÷i úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 86 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo 5.3.1.’de görüldü÷ü gibidir. Tablo- 5.3.1.: Araútırmaya Katılanların Kariyer Yönetimine øliúkin Tutumları Kariyer Yönetimi iliúkin ifadeler 9 _ X 4,40 Std. Sap. 0,72 Kendimi bu iúletmenin bir parçası olarak görüyorum øúyerimde kariyer yönetimi yapılmakta, bu da iúletmeye 4,32 0,68 8 karúı sadakatimi artırmaktadır. øúletmede çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve 4,11 0,58 5 geliútirmesi uygulaması vardır. 10 ølerleme ve terfi olanakları memnun edicidir. 4,11 0,75 Açık pozisyonlara personel seçiminde bireyin kariyer 3,98 0,72 6 hedefleri dikkate alınmaktadır øúletmenizde çalıúanların performansının de÷erlendirilmesine 3,88 0,83 2 çok önem verilmekte, çok zaman ve çaba harcanmaktadır. øúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en 7 3,82 0,82 yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim. 1 øúe en uygun insanı seçmeye iúletmede önem verilmektedir. 3,71 1,06 Terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre 3,51 0,83 3 yapılmaktadır. Çalıúanlar arasında maaú farklılıkları bireylerin iúletmeye 4 3,44 0,73 katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır. Notlar: (i) n=100, (ii) ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. (iii) Friedman çift yönlü Anova testine göre (Ȥ2=453,405; p<0,001) sonuçlar istatistiksel bakımdan anlamlıdır. Çalıúanların kariyer yönetimine iliúkin tutumları incelendi÷inde en önemli konu (4,40) ortalama ile çalıúanların kendisini iúletmenin bir parçası olarak görmeleridir. Çalıúanlar kendilerini iúletmenin bir parçası olarak görmeleri iúletmede çalıúanlara uygulanan kariyer yönetiminin etkisini bize göstermektedir. øúletmede kariyer planlama sürecinin etkili bir úekilde sürdü÷ü ve kariyer yönetimi uygulanarak kiúilerin iúletmeyi benimsediklerini bize göstermektedir. Çalıúanların kariyer yönetimine tutumları incelendi÷inde ikinci önemli konunun (4,32) ortalama ile iúletmede kariyer yönetimi uygulamasının çalıúanların iúletmeye olan sadakatlerini artırmasıdır. Kariyer yönetimi yapılması çalıúanların iúletmeye ba÷lamakta ve iúletmede çalıúanların daha verimli çalıúmasında rol oynamaktadır. Di÷er maddelere bakacak olursak, Çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve geliútirmesi uygulaması vardır (4,11); ilerleme ve terfi olanakları memnun edicidir (4,11); açık pozisyonlara personel seçiminde bireyin kariyer hedefleri dikkate alınmaktadır (3,98); iúletmenizde çalıúanların performansının de÷erlendirilmesine çok önem verilmekte, çok zaman ve çaba harcanmaktadır (3,88); iúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi 87 söyleyebilirim (3,82); iúe en uygun insanı seçmeye iúletmede önem verilmektedir (3,71); terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre yapılmaktadır (3,51) ve çalıúanlar arasında maaú farklılıkları bireylerin iúletmeye katkıları arasındaki farklılıkları çoklukla yansıtmaktadır (3,44) úeklinde sıralanmaktadır. Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo 5.3.2’deki gibidir. Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında yaú gruplarına göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo 5.3.3’deki gibidir. Tablo- 5.3.2.: Araútırmaya Katılanların Yaú Gruplarına Göre Kariyer Yönetimine øliúkin Tutumları Yaú Grupları øfadeler Terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre yapılmaktadır. 18-30 (n=37) 31-44 (n=57) 45 ve üzeri (n=6) Anova Testi _ X S.S. _ X S.S. _ X S.S. F p 3,51 0,87 3,60 0,75 2,67 1,03 3,541 <,05 øúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en 3,51 0,80 4,00 0,78 4,00 0,89 4,369 <,05 yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim. Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir. Tablo 5.3.2. incelendi÷inde “terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre yapılmaktadır” ve “iúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark elde edilmiútir. Araútırmaya katılanların kariyer yönetimine iliúkin tutumlarında e÷itim düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo 5.3.3.’deki gibidir. 88 Tablo-5.3.3.: Araútırmaya Katılanların E÷itim Düzeylerine Göre Kariyer Yönetimine øliúkin Tutumları E÷itim Düzeyi Yüksek LisansDoktora (n=13) _ S.S. X Anova Testi F p 0,96 3,85 0,69 4,886 <,05 0,46 4,69 0,48 8,578 <,05 ølkö÷retimLise (n=63) Üniversite (n=24) _ X S.S. _ X S.S. Terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre yapılmaktadır. 3,32 0,76 3,83 øúletmede çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve geliútirmesi uygulaması vardır. 4,02 0,58 4,04 øfadeler øúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek 3,83 0,77 3,54 0,93 4,31 0,63 3,887 <,05 terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim. Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir. Tablo-5.3.3.incelendi÷inde “terfiler ve maaú artırımları performans de÷erlemeye göre yapılmaktadır”, “iúletmede çalıúanlara yönelik kariyer planlama ve geliútirmesi uygulaması vardır” ve “iúletmede kariyer planlama ve geliútirmeye ba÷lı olarak en yüksek terfi pozisyonuna gelebilece÷imi söyleyebilirim” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark görülmektedir. 5.4. Örgütsel Ba÷lılı÷a øliúkin Bilgiler øúletme çalıúanlarının örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin de÷erlendirmelerini tespit etmek amacıyla aúa÷ıda Tablo- 5.4.1.’deki faktörler beúli likert ölçe÷i úeklinde sorulmuútur. Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır. Sonuçlar Tablo- 5.4.1’de görüldü÷ü gibidir. 89 Tablo- 5.4.1.: Araútırmaya Katılanların Örgütsel Ba÷lılık Düzeyleri Örgütsel Ba÷lılık ifadeleri 23 18 22 19 21 25 24 20 Kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir. øúletmede yaptı÷ım iú tatmin edicidir. Kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin verilmesi gereklidir. øúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir. Kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúletmeden ayrılmamasında etkilidir. Bu iú yerine çok úey borçluyum. Bir iúletmeden di÷erine geçmeyi uygun bulmuyorum. Bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum. _ X Std. Sap. 4,43 0,67 4,33 4,31 0,73 0,68 4,01 0,59 4,00 0,85 3,74 3,67 0,84 1,04 2,00 1,06 Çalıúanların örgütsel ba÷lılık düzeyleri incelendi÷inde en önemli konu (4,43) ile kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir konusu gelmektedir. Çalıúanların geleceklerini yönelik kariyerleri ile verecekleri kararları kurumun kendilerine sa÷ladıkları kariyer olanakları ile örtüúmesi örgütsel ba÷lılık düzeyini de artıracak ve kurumdan ayrılma oranı azalacaktır. Çalıúanların iúletmede yaptıkları iúlerden (4,33) ile tatmin oldukları görülmektedir. øúinden memnun ve tatmin olan bir çalıúanın örgütsel ba÷lılık düzeyi artacaktır. Bu iúletmede aynı zamanda kiúilerin yaptıkları iúleri severek yaptıklarını göstermektedir. Daha sonra önemli madde olarak (4,31) ile kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin önemli oldu÷u konusudur. øúletmede yapılan kariyer yönetimini çalıúanların benimsemesi için öncelikle yapılan iúin içeri÷ini bilmeleri ve bu konuda bilinçli olması gerekir. Kariyer yönetimi benimseyen çalıúanların kurumdaki pozisyonları ve kiúisel olarak kariyer planları ile ilgili daha sa÷lıklı kararlar vermelerine olanak sa÷lanır.Kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúten ayrılmamamsında etkilidir (4,00)’dır. Küresel rekabet ve bilgi ça÷ını yaúadı÷ımız günümüzde çalıúanlar daha iú olanakları ve kariyer hedeflerini gerçekleútirebilecekleri iúletmeleri seçmektedir. Dolayısıyla kariyer planlaması yapmak çalıúanların örgütsel ba÷lılı÷ını artıracaktır. Bu iú yerine çok úey borçluyum ( 3,74); Bir iúletmeden di÷erine geçmeyi uygun bulmuyorum (3,67); Bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum (2,00) ortalama ile sıralanmaktadır. Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında cinsiyete göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo5.4.2.’deki gibidir. 90 Tablo-5.4.2.: Araútırmaya Katılanların Cinsiyetlerine Göre Örgütsel Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları øfadeler Cinsiyet Kadın (n=56) _ Std. X Sap. øúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir. Kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúletmeden ayrılmamasında etkilidir. Kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin verilmesi gereklidir. Kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir. Bu iú yerine çok úey borçluyum. Erkek (n=44) _ Std. X Sap Mann-Whitney U Testi Z p 3,89 0,56 4,16 0,61 -2,463 <,05 3,80 0,84 4,25 0,81 -2,843 <,05 4,16 0,73 4,50 0,55 -2,301 <,05 4,30 0,74 4,59 0,54 -1,999 <,05 3,61 0,82 3,91 0,83 -2,101 <,05 Not: (i) n=100 (ii) parantez içindeki rakamlar her bir gruba giren kiúi sayısını göstermektedir. Tablo-5.4.2. incelendi÷inde “iúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúletmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin verilmesi gereklidir”, “kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” ve “bu iú yerine çok úey borçluyum” maddelerinde cinsiyete göre istatistiksel bakımdan anlamlı bir farklılık oldu÷u ve erkek katılımcıların ba÷lılık düzeylerinin bayanlara göre daha yüksek oldu÷u görülmektedir. Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında yaú gruplarına göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo- 5.4.3. ’deki gibidir. Tablo-5.4.3.: Araútırmaya Katılanların Yaú Gruplarına Göre Örgütsel Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları Yaú Grupları øfade Bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum. 18-30 (n=37) _ S.S. X 1,95 0,91 31-44 (n=57) _ S.S. X 1,88 1,02 45 ve üzeri (n=6) _ S.S. X 3,50 1,38 Anova Testi F p 7,194 <,05 Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir. 91 Tablo 5.4.3. incelendi÷inde “bir insanın iúyerine her zaman sadakat göstermesi gerekti÷ine inanmıyorum” maddesinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark vardır. Araútırmaya katılanların örgütsel ba÷lılıklarına iliúkin tutumlarında e÷itim düzeylerine göre bir farklılık olup olmadı÷ı araútırılmıútır. Sonuçlar aúa÷ıda Tablo- 5.4.4. ’deki gibidir. Tablo- 5.4.4.: Araútırmaya Katılanların E÷itim Düzeylerine Göre Örgütsel Ba÷lılıklarına øliúkin Tutumları E÷itim Düzeyi øfade ølkö÷retimLise (n=63) _ X S.S. Üniversite (n=24) _ X S.S. Yüksek LisansDoktora (n=13) _ S.S. X Anova Testi F P øúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve 3,92 0,58 4,04 0,62 4,38 0,51 3,494 <,05 sonuçları hakkında bilgi verilir. Kariyer planlaması yapmak çalıúanın 3,87 0,89 4,42 0,58 3,85 0,90 4,004 <,05 iúletmeden ayrılmamasında etkilidir. Kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin 4,17 0,71 4,46 0,59 4,69 0,48 4,157 <,05 verilmesi gereklidir. Kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının 4,32 0,67 4,58 0,72 4,69 0,48 2,59 <,05 uyum içerisinde olması önemlidir. Notlar:(i) n=100; (ii) Ölçekte 1 kesinlikle katılmıyorum ve 5 kesinlikle katılıyorum anlamındadır.; (iii) Parantez içindeki rakamlar gruba giren örnek sayısını göstermektedir. Tablo 5.4.4. incelendi÷inde “iúimdeki baúarı durumum de÷erlendirilir ve sonuçları hakkında bilgi verilir”, “kariyer planlaması yapmak çalıúanın iúletmeden ayrılmamasında etkilidir”, “kariyer yönetimi için kariyer e÷itiminin verilmesi gereklidir” ve “kariyer geliúiminde kiúisel kariyer planıyla kurumun kariyer planının uyum içerisinde olması önemlidir” maddelerinde gruplar arasında istatistiksel bakımdan anlamlı bir fark oldu÷u görülmektedir. 92 SONUÇ VE ÖNERøLER Üçüncü dalga toplumu, Enformasyon toplumu veya Hizmetler Sınıfı Toplumu gibi de÷iúik kavramlarla isimlendirilen bilgi toplumunda örgütlerin en önemli sermayelerinin insan unsuru oldu÷u anlaúılmıútır. ønsan sermayesinin bu kadar önemli hale gelmesi, örgüt ve çalıúanların iúbirli÷i ve sadakatine dayanan örgütsel ba÷lılı÷a duyulan ihtiyacı artırmaktadır. Günümüzde örgütlerin yapı ve süreçlerini derinden etkileyen küreselleúme, iúletmelerin ve bireylerin ayakta kalabilmeleri için her alanda rekabetçi konuma gelmelerini bir zorunluluk haline getirmiútir. Bu küresel rekabet ortamında iúletmelerin baúarılı olabilmesi ve örgütsel verimlili÷i arttırabilmeleri sadece yapı-süreç ve teknolojik de÷iúikliklerle de÷il, aynı zamanda ve en önemlisi insan kayna÷ını e÷itmek, geliútirmek ve gelece÷e hazırlamakla mümkün olabilecektir. Fakat, günümüzün belirsiz, sınırları kalkmıú ve sürekli de÷iúen dünyasında gerek iúletmelerin ve gerekse bireylerin her alanda oldu÷u gibi kariyer planlama ve geliútirme konusunda da beklentilerinin sürekli de÷iúmesine neden olabilmektedir. Bu kapsamda küreselleúen iú hayatında yeniden úekillenen farklı kariyer yolları ve yaklaúımları örgütlerin ve bireylerin gelece÷e yönelik karar ve beklentilerini yönlendirmede önemli açılımlar sa÷layabilece÷i ifade edilebilir Örgüt ve çalıúanlar arasındaki iliúkinin oda÷ını örgütsel ba÷lılık oluúturmaktadır. Örgütlerin günümüzde içerisinde bulundu÷u úiddetli rekabet, küçülerek büyüme, úirket evlilikleri gibi durumlarda baúarılı olabilmeleri için örgütsel ba÷lılık, örgüt yönetimlerine çeúitli avantajlar sa÷lamaktadır. Çalıúanların hedef ve de÷erleriyle örgütün hedef ve de÷erlerinin bütünleúmesi, örgüt yararına gönüllü olarak fazladan çaba sarf etme ve örgüt üyeli÷inin devamını isteme anlamına gelen ba÷lılık pek çok problemi kendili÷inden çözüme kavuúturacak ve örgütlerin rekabet ortamında bir adım öne çıkmalarına neden olacaktır. Örgütsel ba÷lılı÷ın sa÷lanılmasında yöneticilerin dikkate alması gereken yönetsel önlemler úunlar olabilir. • Yönetim politika ve uygulamalarında adaletli olunması ve hiçbir çalıúanın hakkının yenilmemesine dikkat edilmelidir. Yapılan araútırmalar göstermektedir ki yersiz, yetersiz ve yanlıú uygulamalar çalıúanların örgütlerine ba÷lılık göstermemelerinin temel nedenini teúkil etmektedir. • Çalıúanların beklentileri belirlenerek, bunları tatmin etmeye yönelik giriúimlerde bulunulmadır. Böylece çalıúanlar iúleri sayesinde tatmin olduklarından iúletmeye karúı verimliliklerini artıracaklardır. • Örgütte çalıúanların amaçları arasında uyumun adil bir úekilde gerçekleútirilmelidir. Bu sayede örgüt içinde amaç çatıúması yaúanmayacak ve verimli bir çalıúma ortamı sa÷lanacaktır. 93 • Mutlaka baúarılı çalıúanları ödüllendiren bir ödül sistemi tesis edilmelidir. Bu sayede çalıúmalarının karúılı÷ını adaletli olarak elde eden çalıúanlar iúletmeye karúı güven duyacaklardır. • Çalıúanların performans de÷erlendirmeleri zamanında yapılmalı ve çalıúanlara ildirilmelidir. Bu sayede çalıúanlar verimlerinin farkında olup buna göre kendilerini geliútireceklerdir. • Görev ve rol tanımları rol çatıúmasına yol açmadan örgüte ba÷lılık duygusu oluúturacak biçimde açık ve anlaúılır biçimde ortaya konulmalıdır. Böylelikle çalıúanlar ilerleyecekleri konumlardan haberdar olduklarından performansları artacaktır. • Çalıúanların önemli kararlarda fikirleri alınmalı, onlara da söz hakkı tanınmalıdır. Kararlarına önem verildi÷i çalıúan, kendini iúletmenin bir parçası hissedecektir. • Her bir çalıúana birey olarak de÷er verildi÷i hissi kazandırılmalıdır. Bu sayede çalıúan-iúletme ba÷lılı÷ı sa÷lanacaktır. • Çalıúanlara yaptıkları iúin örgüt için ne denli önemli oldu÷u bilinci kazandırılmalıdır. Böylece çalıúan kendine de÷er verildi÷ini görüp iúletmesine daha sıkı ba÷lanacaktır. • Çalıúanların bilgi ve becerilerinin geliútirilmeli ve bilgi ve becerilerine uygun iúlerde çalıútırılmalıdır. Böylece çalıúan ile yaptı÷ı iú arasında uyum sa÷lanacak, çalıúan yaptı÷ı iúten tatmin olacaktır. • Görev ve sorumlulu÷a denk yetkiler verilmelidir. Aksi takdirde sadece görev verilip sorumluluk verilmedi÷inde çalıúan yapmasını istenen iúi gerekli verimde yapmayacaktır. • Çalıúanlara görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli özerkli÷in verilmesi gerekmektedir. Kariyerin do÷ası ve biçimi hızla de÷iúen ve geliúen insan kaynakları uygulamaları çerçevesinde sürekli de÷iúmekte, evrim geçirmekte ve kariyer geliúimi bugün çok daha önemli bir hale gelmektedir. Bu anlamda iúletmelerin insan kaynaklarına yatırım anlamında kabul edilen yeni kariyer yaklaúımlarını yakından takip etmeleri ve bu yaklaúımları çalıúanların iú tatminini arttıracak úekilde örgüt yapılarıyla bütünleútirerek uygulamaları etkin ve rekabetçi bir örgüt yaratabilme yönünde seçilebilecek en iyi yol olarak gözükmektedir Sonuç olarak, yo÷un rekabetin yaúandı÷ı dünya pazarlarında örgütlerin ayakta durabilmeleri ve rekabet edebilmeleri için sahip oldukları en önemli sermaye olan insan kayna÷ını etkin ve verimli biçimde kullanmaları gerekmektedir. Ekonomik ve siyasi istikrarsızlı÷ın bir gelenek haline dönüútü÷ü ülkemizde sık sık yaúanılan krizlerin neden oldu÷u pek çok örgütsel 94 problemden en az zararla kurtulabilmekte örgütsel ba÷lılık örgüt yönetimlerine önemli açılımlar sunabilmektedir. KAYNAKÇA Aldemir C. A. Ataol ve G. Budak, Personel Yönetimi, 3.b., Barıú Yayıncılık, øzmir, 1998 Argüden M., Örgütsel Kariyer Yönetimi ve Yapı Kredi Bankası Uygulaması, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstistüsü Yüksek Lisans Tezi, 1998 Aytaç Serpil, Çalıúma Yaúamında Kariyer Yönetimi Planlaması Geliútirilmesi Sorunları, 1. Baskı, Epsilon Yayıncılık, østanbul 1997 Balay Refik, Yönetici ve Ö÷retmenlerde Örgütsel Ba÷lılık, Nobel Yayın Da÷ıtım, Ankara, Kasım 2000 Can Halil, Organizasyon ve Yönetim, Siyasal Kitabevi, 3. Baskı, Ankara, 1994 Erdöl C., Kariyer Planlama Sistemi, Kariyer Yönetimi, Kariyer Geliútirme, Kariyer Sorunları ve Koçluk Uygulamaları, Gebze øleri Teknoloji Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, 2000 Hall, Douglas T.; Benjamin Schneider ve H. T. Nygren. “ Personal Factors in Organizational Identification”. Administrative Science Quarterly, Vol.: 15, Issue: 2, (Jun, 1970) øbicio÷lu H., Örgütsel Ba÷lılıkta Paradigmatik Uyumun Yeri, Dokuz Eylül Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:15, Sayı: 1, 2000 Karatepe O. ve Halıcı A., øú Tatmininin Örgütsel Ba÷lılık Üzerindeki Etkilerine Yönelik Ampirik Bir De÷erlendirme, 6. Ulusal Yönetim Kongresi,1998 Keleú, Hatice, Necla Çelik , øú Tatmininin Örgütsel Ba÷lılık Üzerindeki Etkisine øliúkin ølaç Üretim ve Da÷ıtım Firmalarında Yapılan Bir Araútırma, Konya, 2006 Mowday, Richard T.; Lyman W. Porter ve Richard M. Steers. EmployeeOrganization Linkages : The Psychology of Commitment, Absenteeism, and Turnover. New York: Academic Press, 1982 Noe,Raymond A., ønsan Kaynaklarının E÷itim ve Geliúimi, Çeviren Prof.Dr.Canan Çetin, østanbul: Beta Basım Yayın Da÷ıtım, 1999 Nelson Debra ve J. Quick, Organizational Behaviour, New York: West Publishing Company,1997 95 Randall, D.M., Commitment And Organization: The Organization Nan Revisited, Academy Management Reviev, 1987 Tortop Nuri, Personel Yönetimi, TODAøE, Devlet østatistik Enstitüsü Matbaası, 1992 96 VERø ZARFLAMA ANALøZø VE HASTANE ETKøNLøöøNøN ÖLÇÜLMESøNDE KULLANIMI Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1 ÖZET Veri Zarflama Analizi (VZA), son yıllarda yönetim bilimlerinde çok yaygın olarak kullanılan bir metottur. Veri Zarflama Analizi do÷rusal programlamanın özel bir uygulama úekli olup, aynı amaç ve hedeflere sahip iúletmelerin göreceli olarak verimlili÷ini ölçmede kullanılmaktadır. VZA matematiksel programlama tekniklerini kullanarak çok sayıda girdi ve çok sayıda çıktıyı de÷erlendirir ve benzer karar verme birimlerinin (Decision Making Unit - DMU) etkinlik (efficiency) analizini yapar. VZA’nın en önemli avantajı, klasik etkinlik yaklaúımlarından farklı olarak girdi ve çıktıların a÷ırlıklarının analizci tarafından belirlenmesidir. Bu çalıúma, özellikle son yıllarda ilgili literatürde kullanımı artan veri zarflama analizinin hastanelerin göreli etkinlik ölçümünde nasıl kullanıldı÷ı ile ilgili betimleyici ve sorgulayıcı bir bakıú açısıyla bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Veri Zarflama Analizi, Hastane Etkinli÷i DATA ENVELOPMENT ANALYSøS AND USøNG HOSPøTAL EFFøCøENCY ABSTRACT Data Envelopment Analysis (DEA) has become one of the most widely used methods in management science. Data envelopment analysis (DEA) is an application of linear programming that has been used to measure the relative efficiency of operating units with the same goals and obfectives. DEA uses mathematical programming techniques to evaluate multi input-multi output data and finds the relative efficiency scores of similar Decision Making Units (DMUs). On the contrary to classical efficiency approaches, the most important feature of DEA is that the determination of weights for inputs and outputs by the analyzer is not required. Keywords: Data Envelopment Analysis, Hospital Efficiency GøRøù Günümüzde iúletmelerin gerek duydu÷u kaynaklar giderek azalmakta; kıt kaynakların etkin úekilde kullanımının önemi ise giderek artmaktadır. Dolayısıyla ekonomik büyüme ve kalkınmanın temel hedefi, etkinli÷in arttırılmasıdır. øúletmelerin kaynaklarını etkin úekilde kullanıp kullanmadıklarının ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim 1 Ö÷r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu 97 faktörleri kullanarak, benzer ürünler üreten iúletmelerle karúılaútırılmaları yolu ile gerçekleútirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu÷u ve girdiçıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu÷u durumlarda, iúletmelerin göreli etkinli÷ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli bir yardımcı araç sunmaktadır. Do÷rusal programlama tabanlı bir teknik olan VZA'da temel varsayım, tüm iúletmelerin benzer stratejik hedeflere sahip olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir. VZA, analitik bir fonksiyonel yapıya gerek duymaması, çoklu girdi ve çoklu çıktıyı aynı anda de÷erlendirebilmesi, etkin ve etkin olmayan karar verme birimlerini birbirinden ayırarak etkin birimler içinden referans noktaları oluúturması, girdi ve çıktıların ortak bir birimle ifade edilemedi÷i durumlarda dahi kullanılabilmesi gibi özelliklerinden dolayı ön plana çıkarılmakta, uygulama alanını geniúletmektedir. Bu nedenle VZA, hastaneler, okullar, sa÷lık birimleri, bankalar, pazar araútırması, tarım, ulaútırma, kamu idaresi gibi birçok farklı kuruluúun etkinli÷inin de÷erlendirilmesinde baúarı ile uygulanmaktadır. VERøMLøLøK ETKøNLøK VE ETKøLøLøK KAVRAMLARI Verimlilik (productivity), bir üretim ya da hizmet sürecinin belli bir dönem sonunda üretilmiú olan ürün ve hizmetlerle (çıktı), bu üretimi gerçekleútirmek amacıyla kullanılan üretim kaynaklarının (girdi) birbirine oranlanması ile elde edilen bir katsayıdır. “Verimlilik = Çıktı / Girdi” formülü ile ifade edilmektedir. Tek girdi - tek çıktı durumu dikkate alındı÷ında, herhangi bir karar verme biriminin (KVB)2 verimlili÷i, çıktının girdiye oranı olarak tanımlanmaktadır. Baúka bir deyiúle, (0,0) noktasından baúlayan ve karar verme birimini temsil eden noktadan geçen do÷runun e÷imi, bu karar verme birimi için verimlilik de÷erini vermektedir (Tarım, 2001: 11). Aúa÷ıdaki úekilde tek girdi tek çıktı durumu için gözlenen çeúitli karar verme birimleri verilmiútir. 2 KVB, bir takım girdileri bir takım çıktılara dönüútürmekten sorumlu iúletme veya ekonomik kuruluúlar, departmanlar, hükümet programları vb. olarak tanımlanır. Kısaca "karar birimi" olarak da nitelendirilir. (KVB - Decision Making Units" ya da "DMU's) 98 ùekil 1. Verimlilik Kaynak: Tarım, 2001: 11 Bu karar verme birimleri içerisinde en yüksek verimlili÷e F karar verme biriminin sahip oldu÷u görülmektedir. Bunun nedeni ise, di÷er karar verme birimlerine nazaran daha az kaynak (girdi) kullanmasına karúın daha çok ürün ya da hizmet (çıktı) üretmesidir. Bu karar verme biriminden geçen ve e÷imi verimlilik düzeyini gösteren do÷ru kesiksiz çizgi ile gösterilmiútir. Gözlemler arasında en düúük verimlili÷e A karar verme birimi sahiptir. B ve C karar verme birimleri birbirinden çok farklı ölçekte çalıúmalarına ra÷men aynı verimlilik düzey indedirler. Benzer úekilde, D ve E karar verme birimleri de aynı verimlilik düzeyinde olup, verimlilik de÷eri F'den küçük, di÷erlerinden büyüktür. Etkinlik (eficiency) kavramı verimlilik formülünün paydası yani girdilerle ilgilidir. Etkinlik, girdi unsurlarının ya da üretim kayna÷ının fiili kullanım durumunun belli teknikler ile saptanmıú standartlara kıyaslaması ile bulunan bir gösterge olarak kabul edilebilir. “Etkinlik = Fiili de÷er / Standart De÷er” formülü ile ifade edilmektedir (Pilyavsky ve Staat, 2008: 146). øúletme yönetiminde "Teknik Etkinlik, Fiyat Etkinli÷i ve Ölçek Etkinli÷i" olmak üzere, üç türlü etkinlik kavramının öne çıktı÷ı görülmektedir. Bu kavramlar Farrel’in 1957 tarihinde yazmıú oldu÷u "The Measurement of Productivite Efîciency" adlı makalesinde yer almaktadır. Farrell'e göre, bir iúletmenin elinde bulundurdu÷u girdi bileúimini en uygun biçimde kullanarak mümkün olan en çok çıktıyı üretmedeki baúarısı "Teknik Etkinlik"; girdi ve çıktı fiyatlarını göz önüne alarak en uygun girdi karmasını seçmedeki baúarısı "Fiyat Etkinli÷i"; uygun ölçekte üretim yapmadaki baúarısı ise "Ölçek Etkinli÷i" olarak tanımlanmaktadır. Bu bileúenlerin hepsi birden bir iúletmenin "Genel Ekonomik Etkinli÷ini" belirlemektedir (Yolalan, 1993). Etkililik (effectiveness) kavramı ise verimlilik formülünün payı yani çıktılarla ilgilidir. Etkililik, bir karar biriminin daha önceden belirlenen 99 amaçlara ne derecede ulaútı÷ını gösteren bir orandır. Gerçekleúen çıktıların planlanan çıktılara oranlanmasıyla ifade edilmektedir. Dolayısıyla etkililik çıktılarla ilgili bir kavram iken etkinlik eldeki kaynakların kullanımıyla (girdilerle) ilgili bir kavramdır (Yavuz, 2003: 2). ETKøNLøK ÖLÇÜM YÖNTEMLERø Etkinlik konusunda birçok çalıúma yapılmıú ve bu çalıúmalar içinde birçok model önerilmiútir. En çok kullanılan etkinlik ölçüm yöntemleri üç ana baúlık altında toplanmaktadır ( Bozda÷ vd., :2001:1): • Oran Analizi • Parametrik Yöntemler • Parametrik Olmayan Yöntemler Parametrik ve parametrik olmayan yöntemleri, "sınır yaklaúımı" (frontier approach) adı altında tek bir grupta toplamak da mümkün olabilir. Etkinli÷in ölçümü için yukarıda sıralanan yöntemlerden en basit olanı oran analizidir. Bu yaklaúımda her bir oran etkinlikle ilgili boyutlardan sadece bir tanesini göz önüne alırken di÷erlerini göz ardı etmektedir, dolayısıyla oran analizi tek boyutlu bir yöntemdir. Bu durumda, ele alınan tek boyutun etkinli÷inin iúletmenin etkinli÷i olarak de÷erlendirmek de sakıncalı bir yaklaúımdır. Zira oran analizi sonucunda bulunan oranların bazıları, iúletmenin son derece baúarılı oldu÷u görünümünü verirken, bazıları da iúletmenin son derece baúarısız oldu÷u sonucunu vermektedir. Çoklu girdi ve çoklu çıktısı olan üretim ya da hizmet sistemlerinde oran analizini kullanmak anlamlı olmamaktadır. Etkinlik ölçüm yöntemlerinden ikinci grup ise parametrik yöntemlerdir. Bu yöntemlerde, etkinlik ölçümü gerçekleútirilecek olan endüstri dalına iliúkin üretim fonksiyonunun analitik bir yapıya sahip oldu÷u varsayımı yapılır ve bu fonksiyonun parametrelerinin belirlenmesine çalıúılır. CobbDouglas tipi üretim fonksiyonuna iliúkin parametrelerin belirlenmesi bu tür yöntemlere örnek olarak gösterilebilir. Parametreli yöntemlerde genel olarak regresyon analizleri ile tahmin yapılırken, üretim fonksiyonu ço÷unlukla tek çıktı ile birçok girdiyi iliúkilendirerek tanımlamaktadır. Regresyon analizi, bilinen bulgulardan bilinmeyen gelecekteki olaylarla ilgili tahminler yapılmasına imkân verir. Regresyon, de÷iúkenler arasındaki iliúkiyi ve do÷rusal do÷ru kavramını kullanarak, bir tahmin eúitli÷i geliútirir. Bu yöntemle bir de÷iúkenin skorları bilindi÷inde, di÷er de÷iúkenin skorları tahmin edilebilir. Regresyon analizi, birçok girdi ile çıktıyı içerebildi÷inden oran analizinden daha üstün ve kapsamlıdır. Etkinlik analizinde, regresyon analizi, girdi düzeylerinin bir fonksiyonu olarak karar verme biriminin çıktı düzeyinin belirlenmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Regresyon analizi ile etkinlik ölçümü, regresyon do÷rusuna göre yapılmaktadır. Regresyon do÷rusunun 100 üzerinde kalan noktalar etkin, do÷ru altında veya do÷ru üstünde kalan noktalar etkinsiz olarak nitelendirilebilir. Etkinlik ölçümünde regresyon analizinin bazı dezavantajları söz konusudur. Bunlardan biri en iyi performansa göre etkinlik analizi yerine ortalama performansa göre etkinlik analizi yapmaktadır. Di÷er bir sakıncası ise birden çok girdi de÷iúkenine karúılık tek çıktının analizini yapmakta; çoklu girdi ve çoklu çıktı arasındaki iliúkiyi açıklamada yetersiz kalmaktadır (Özata, 2004: 91). Parametrik yöntemlere alternatif olarak geliútirilen, parametrik olmayan yöntemler ise, do÷rusal programlama tabanlıdır ve parametrik yöntemlerde oldu÷u gibi etkinlik sınırını belirleyip, birimlerin bu sınıra olan uzaklı÷ını ölçmeyi hedeflemektedir. Ancak parametrik yöntemlerden farklı olarak, üretim fonksiyonunun yapısı ile ilgili herhangi bir varsayımda bulunmamaktadır. Çünkü bu yöntemlere etkinlik sınırı, varsayılan bir durum de÷il, gözlenen birimler tarafından oluúturulmaktadır. Parametrik olmayan yöntemlerde, birbirinden ba÷ımsız birden fazla girdi ve çıktı modelde yer almakta, ancak bunlar tek bir etkinlik ölçüsüne indirgenerek, her boyutun aynı anda ölçülmesine olanak tanımaktadır. Bu çalıúmanın konusu olan VZA, karar verme birimlerinin göreli etkinliklerinin ölçülmesi amacı ile kullanılan parametresiz bir etkinlik yöntemidir. VZA'nın regresyon analizinden en önemli farkı, regresyon analizinin ortalamayı göstermesine karúın, VZA'nın en iyi performansla ilgilenip, sınır do÷rusundan sapmalarla bütün performansları de÷erlendirmesidir (Yolalan, 1993: 86). VERø ZARFLAMA ANALøZø Günümüzde üretim ve hizmet süreçlerinde bir tane girdi ile bir tane çıktının elde edildi÷i süreçler yok denecek kadar azdır. Ço÷unlukla çok sayıda girdi kullanılarak çok sayıda çıktı elde edilir. Bu tür süreçlerde tek bir girdiye ya da çıktıya odaklanarak baúarılı ve baúarısız uygulamaları seçmek do÷ru sonuçlar vermeyecektir. O halde baúarılı ve baúarısız uygulamaları seçerken ölçülebilen tüm girdileri ve çıktıları göz önünde bulunduran ve bunların etkilerini ölçümlemeye dâhil edebilecek bir yöntem kullanmak gerekmektedir. Dolayısıyla; yukarıda belirtildi÷i gibi, parametrik olmayan bir yöntem olan Veri Zarflama Analizi (Data Envelopment Analysis) ile çoklu girdi ve çoklu çıktısı olan karar verme birimlerinin göreli etkinli÷i ölçülebilmektedir. Elde edilen etkinlik de÷eri ile karar verme birimi, kendi üretim yapısı hakkında detaylı bilgi edinirken, aynı zamanda sektöründe yer alan ve incelemeye alınan di÷er karar verme birimleri ile kendi durumunu karúılaútırabilmektedir. Karar verme birimleri arasındaki karúılaútırma, girdilerin çıktılara dönüútürülmesi sürecine göre yapılmaktadır. Bu amaçla, Veri Zarflama Analizi, gözlenen ya da incelemeye alınan karar verme birimleri içinde en az girdi bileúimini kullanarak en çok çıktı bileúimini üreten "en iyi" karar verme birimlerini belirlemektedir. Belirlenen bu "en iyi" karar verme birimleri etkinlik sınırını oluútururken, herhangi bir karar verme biriminin etkinli÷i bu sınıra olan uzaklı÷ına göre 101 ölçülmektedir. En iyi gözlemlerin oluúturdu÷u sınır "referans" olarak alınır ve di÷er karar verme birimlerinin bu sınıra olan radyal uzaklıkları (ya da etkinlik düzeyleri) ölçülerek etkin olup olmadıklarına karar verilir. Yukarıda verilen açıklamaları biraz detaylandırırsak; etkinli÷i ölçülecek karar birimine ait girdi ve çıktıları içeren bir veri seti oldu÷unda, VZA yardımıyla referans grupların bütün birimlerine dayanarak do÷rusal programlama yardımıyla bir “kuramsal etkinlik sınırı” oluúturulmaktadır. Bu durumda kuramsal birime ait çıktı, referans grubundaki bütün çıktıların a÷ırlıklı ortalamaları yardımıyla hesaplanmaktadır. Kuramsal birime ait girdi ise, yine bütün referans grubundaki girdilerin a÷ırlıklı ortalamaları ile belirlenmektedir. Do÷rusal programlama modelindeki kısıtlar, kuramsal birim çıktılarının, incelenen birim çıktılarından büyük veya eúit olmasını gerektirmektedir. Kuramsal birimin girdilerinin, incelenen birimin girdilerinden daha düúük olması, kuramsal birimin aynı veya daha fazla çıktıyı daha düúük girdi kullanarak elde etti÷ini göstermektedir. Bu durumda kuramsal birimin incelenen birimden daha etkin oldu÷u yorumu yapılmaktadır (Özata. 2004: 93). ùekil 2. VZA’ da Etkinlik Sınırı Kaynak: Özata. 2004: 93 ùekil 2’de görüldü÷ü gibi VZA, en yüksek performans gösteren karar birimlerinin etkinlik düzeylerini bir sınır olarak belirlemekte ve en yüksek performansı gösteren karar birimlerini ölçü olarak kabul ederek di÷er karar birimlerini bu ölçüye göre kıyaslamaktadır. En iyi performans en az girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesiyle sa÷lanmaktadır. Bu durumda olan karar birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (%100) eúit kabul edilmekte ve etkin sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den küçük olanların ise, etkin olmadı÷ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den büyük olamamaktadır. 102 . ølgili Literatür Farrell, 1957 yılında yayımlanan, "The Measurement of Productive Efficiency" adlı çalıúmasıyla günümüzde yaygın olarak kullanılmakta olan VZA’nın teorik öncülü÷ünü yapmıútır. Farrell'ın bu çalıúması üretim etkinli÷ini açıklamaya yöneliktir. Etkinlik ölçümünde dönüm noktası olan bu çalıúmasında Farrell, bu alanda kullanılan emek verimlili÷i endeksi, sermaye verimlili÷i gibi önceki yöntemlerin, tutarlı ölçümler ortaya koymasına ra÷men, bu yöntemlerin birden fazla girdinin, tatmin edici bir toplam etkinlik ölçütüne ulaúmak için, bir arada ölçülmesinde baúarısız oldu÷unu vurgulamıútır. Bu sebepten verimlili÷in ölçülmesi için, daha iyi yöntem ve modellerin geliútirilmesine ihtiyaç oldu÷unu ifade etmiútir. Farrell, çok girdili modellerin toplam etkinlik ölçütüne ulaúmak için aktivite bazlı bir yöntem önerisinde bulunmuútur. Bu ba÷lamda, ortaya koydu÷u ölçütler, kendi ifadesiyle “Atölyeden, ekonominin tümüne”, üretim yapan her organizasyona uygulanabilmektedir (Farrell, 1957; 254). Süreç içerisinde, Farrell "verimlili÷i", "etkinlik" kavramına taúımıútır. Veri Zarflama Analizinin (VZA) (Data Envelopment Analysis) ilk uygulaması, W.W.Cooper'ın danıúmanlı÷ında Edwardo Rhodes'in Carnegie Mellon Üniversitesindeki "Kent ve Kamu" konulu doktora tezi araútırmasına yardım etmek amacıyla okullar üzerinde gerçekleútirilmiútir. Edwardo Rhodes bu çalıúmasında "Program Follow Through”u de÷erlendirmiútir. Bu program dezavantajlı ö÷renciler (ço÷unlukla siyahlar ve Latin Amerikalı ö÷renciler) için e÷itim programıdır ve federal hükümetten destek sa÷lanarak ABD'deki kamu okullarına uygulanmıútır. Analiz, Program Follow Through'a katılmıú ve katılmamıú okul gruplarının performansını karúılaútırmayı içermektedir. Veri olarak, yapılan sosyal testlerin sonucundaki ölçümler alınmıútır. Rhodes, yaptı÷ı bu çalıúmada, önce regresyon ve korelâsyon tekniklerini denemiú, ancak elde etti÷i sonuçları tatmin edici bulmayınca, farklı teknikler araútırma yoluna gitmiútir. Araútırmalar esnasında, Rhodes, Farrell'in makalesini fark ederek üzerinde çalıútıkları kesirli programlama modelini, VZA olarak isimlendirilen lineer programlama modeline uyarlamıútır. Dolayısıyla çok boyutlu ve parametrik olmayan ölçüm tekni÷i olarak VZA, ilk kez literatürde bugünkü anlamı ile A. Charnes, W.W. Cooper ve E.Rhodes (CCR Modeli, 1978) tarafından European Journal of Operational Research dergisinde yayınlanan makalelerinde kullanılmıú ve daha sonra yönetim biliminde, kamu sektörü karar alma birimlerinin karúılaútırılmalı teknik verimliliklerinin analizinde yeni bir araç olarak benimsenmiútir (Cooper, 2005:5). Rhodes'in Ölçekten Sabit Getiri varsayımı (CRS- Constant to Return Scale) altında geliútirdikleri ilk model (CCR) daha sonra Banker, Charnes ve Cooper (1984) tarafından Ölçekten De÷iúken Getiri (VRS- Variable Return to Scale) formunda da düzenlenerek, etkinlik ölçümüne yeni bir boyut kazandırılmıútır. VZA'nın bu formu ise BCC modeli olarak anılmaktadır. CCR ve BCC modellerinin ortaya çıkması ile birlikte VZA'nın teorik geliúimine katkıda bulunacak çalıúmalar hız kazanmaya baúlamıútır (Phillips,2005: 319). 103 . Amaçları VZA yönteminin kullanılabilmesi için, öncelikle aynı kararların uygulandı÷ı ve benzer örgütsel yapıya sahip olan karar verme birimlerinin seçilmesi zorunludur. Karar verme birimlerinin etkinli÷inin ölçülebilmesi için, bu birimlere ait girdi ve çıktı de÷iúkenleri belirlenmelidir. VZA modelinin ayrıútırma yetene÷inin çok olabilmesi için, girdi ve çıktı sayısının çok olması arzulanır. Bu nedenle, mümkün oldu÷unca çok sayıda girdi ve çıktı elemanı seçilmelidir. Ancak seçilen girdi ve çıktı elemanlarının her karar birimi için kullanılıyor olması gerekmektedir. Veri Zarflama Analizinin uygulamadaki amaçlarını úu úekilde sıralayabiliriz (Atan vd, 2002): • Karúılaútırılan birimlerin her biri için girdi-çıktı boyutlarından herhangi birinde göreli etkinsizli÷in kaynaklarının ve miktarlarının belirlenmesi, • Etkinli÷e göre birimlerin sınıflandırılması, • Karúılaútırılan birimlerin yönetimlerinin de÷erlendirilmesi, • Birimlerin kontrolleri dıúındaki program ve politikaların verimliliklerini de÷erlendirmek ve program etkinsizli÷i ile yönetsel etkinsizlikleri ayırt etmek, • De÷erlendirme altındaki birimler için kaynakların yeniden atanması amacıyla niceliksel bir temel oluúturması. Bu yeniden atama politikalarının genel amacı, sınırlı kaynakları istenilen çıktıları üretmekte daha etkin kullanılabilecek birimler arasında de÷iútirmektir. • Birimler arasındaki karúılaútırma ile do÷rudan do÷ruya iliúkili olmayan amaçlar için etkin birimlerin yada etkin girdi-çıktı iliúkilerinin belirlenmesi, • Spesifik girdi-çıktı iliúkileri için yürürlükteki standartların gerçekleúen performansa göre incelenmesi ve gözden geçirilmesi, • Önceki çalıúmadaki sonuçlarının karúılaútırılması . Kuramsal Temel Aúa÷ıdaki úekilden hareketle, VZA’nın kuramsal temeli grafiksel olarak açıklanmaya çalıúılacaktır. ùekil 3’te tek girdi kullanarak tek çıktı üreten A, B, C, D, E, F, G, H, I karar birimlerinin (KB) üretim süreci incelenmektedir(Özata. 2004: 94). ùekilde A, B, C karar birimleri en yüksek verimlilik düzeyine sahip olup, üzerilerinde bulundukları do÷runun e÷imi verimlilik düzeylerini göstermektedir. Bu karar birimlerinin bulundu÷u ölçek büyüklü÷ü Banker (1984) tarafından en verimli ölçek büyüklü÷ü olarak tanımlanmıútır. Optimum ölçekte üretim yapabilme baúarısı ise ölçek etkinli÷i olarak adlandırılmaktadır. Bu durumda A, B ve C karar birimlerinin ölçek etkin oldukları söylenebilir. 104 ùekil 3. VZA’nın Grafiksel Gösterimi Kaynak: Özata, 2004: 94 Karar birimlerinin herhangi bir israfta bulunmadan üretim gerçekleútirmeleri teknik etkinlik olarak ifade edilmektedir. Di÷er bir ifadeyle teknik etkinlik, girdi bileúiminin en verimli úekilde kullanılarak mümkün olan maksimum çıktıyı üretme baúarısıdır (Tarım, 2001:14). Teknik etkin karar birimlerinin oluúturdu÷u sınır üretim sınırı (üretim fonksiyonu) olarak adlandırılmaktadır. Bu sınır ise: D, E, C, F karar birimleri tarafından oluúturulmuútur. E karar birimi teknik etkinlik sınırı üzerinde bulunmakla birlikte en optimum ölçek büyüklü÷ü üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda E karar biriminin teknik verimlilik sınırından ayrılmamak kaydıyla C karar birimini örnek olarak hareket etmesi durumunda verimlili÷i artarak optimum ölçek büyüklü÷ünü yakalamaktadır. Bu durum ölçekten artan getiri olarak adlandırılmaktadır. Aynı úekilde F karar biriminin C karar birimini örnek alarak ölçe÷ini küçültmesi durumunda verimlilik düzeyi artacaktır. Bu durum ise ölçekten azalan getiri olarak adlandırılmaktadır. Ölçekten artan ve azalan getirinin birlikte olması durumu Banker, Charnes, Cooper tarafından ölçekten de÷iúken getiri (Variable Return to Scale- VRS) olarak adlandırılmaktadır(Özata. 2004: 94). Ölçekten sabit getiri varsayımı (Constant to Return Scale- CRS) altında bir karar biriminin hem teknik etkinli÷i, hem de ölçek etkinli÷ini yakalaması durumu toplam etkinlik olarak adlandırmaktadır. Bu durumda: Toplam etkinlik= Teknik Etkinlik* Ölçek etkinli÷i olarak formülize edilebilir. ùekilde bu tam toplam etkinli÷e ulaúan tek karar birimi ise C olarak gözükmektedir. 105 G, H, I karar birimleri ise, kullandıkları girdilerle daha fazla çıktı elde etmeleri gerekirken, daha az çıktı ürettiklerinden kaynak israfında bulunmuúlar ve etkinlik sınırının altında kalmıúlardır. Örnek olarak bu karar birimlerinden H’nin durumu incelenecek olursa: H karar biriminin teknik etkin duruma gelebilmesi için ya kullandı÷ı girdiyi azaltması ya da çıktısını artırması gerekmektedir. H karar birimi girdi yönelimli hareket etti÷inde yani çıktılarını sabit tutmak úartıyla, girdilerini azaltmak için harekete geçerek D karar birimini örnek alması durumunda, D karar biriminin kullandı÷ı girdi düzeyine ulaúacak ve böylece teknik etkinlik sınırına gelecektir. Ölçe÷e göre sabit getiri varsayımı altında ölçek etkin olabilmesi için ise aynı úekilde A karar biriminin kullandı÷ı girdi seviyesine kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ulaúması durumunda ise ölçek etkin konuma gelecektir. H karar birimi çıktı yönelimli hareket etti÷inde, yani girdilerini sabit tutmak úartıyla, çıktılarını artırmak için harekete geçerek E karar birimini örnek alması durumunda ise, önce E karar biriminin üretti÷i çıktı düzeyine ulaúacak ve böylece teknik etkinlik sınırına gelecektir. Ölçe÷e göre sabit getiri varsayımı altında ölçek etkin olabilmesi için ise aynı úekilde B karar biriminin üretti÷i çıktı seviyesine kadar hareket etmesi gerekecek ve bu noktaya ulaúması durumunda ise ölçek etkin konuma gelecektir. Tam ölçek etkin ve tam teknik etkin olması durumunda ise toplam etkin olabilecektir (Özata. 2004: 94). . VZA Modelleri ve Matematiksel Gösterimi VZA’nın toplam faktör verimlili÷i esasına dayandı÷ı yukarıda belirtmiúti. m adet girdi kullanarak, s adet çıktı üreten bir karar birimi (k) için toplam faktör verimlili÷i úu úekilde formüle edilebilir: s ¦u rk Yrk ik X ik r =1 m ¦v i =1 Yukarıdaki formülde: Yrk r= 1,...,s Xik i= 1,...,m karar biriminin kullandı÷ı girdi miktarını, urk r= 1,...,s vik i= 1,...,m karar biriminin girdilere verdi÷i a÷ırlık katsayısını simgelemektedir. karar biriminin üretti÷i çıktı miktarını, karar biriminin çıktılara verdi÷i a÷ırlık katsayısını, Yukarıda verilen formül yardımıyla elde edilen toplam girdi ve toplam çıktı de÷erleri sanal de÷erler olup, tüm girdi ve çıktıların tek bir de÷er yardımıyla gösterilmesine imkân sa÷lamaktadır. Ancak, burada dikkat edilmesi 106 gereken husus girdi ve çıktılara verilecek faktör a÷ırlıklarının nasıl belirlenece÷idir. Faktör fiyatlarının bilindi÷i ve kârlılı÷ın nihai amaç oldu÷u durumda faktör a÷ırlıkları olarak faktör fiyatları kullanılabilir. Ancak kamu kesiminde oldu÷u gibi, çeúitli ürünlerin ve hizmetlerin fiyatlarının kesin olarak belirlenemedi÷i veya kârlılı÷ın tek amaç olmadı÷ı durumlarda a÷ırlık tahsisi için bir yönteme gereksinim vardır. VZA bu tür bir iúlevi görmektedir (Tarım, 2001: 49). Bunun için VZA karar birimlerinin kullandı÷ı ve üretti÷i çıktılara sanal faktör a÷ırlıkları atamakta ve bu faktörler yardımıyla etkinlik skorlarının 0-1 aralı÷ında oluúmasını sa÷layarak, göreli etkinli÷in ölçümünü gerçekleútirmektedir. Etkinlik skorlarının 0-1 aralı÷ında oluúması úu kısıtlar yardımıyla sa÷lanmaktadır: Hiçbir karar biriminin (j) etkinlik skorunun 1 (% 100) üzerinde yer almamasını sa÷layan kısıt: s ¦u rk Yrj r =1 m ¦v ≤ 1; J = 1,......., n ik X ij i =1 b) Kullanılacak girdi ve çıktı a÷ırlıklarının negatif olamamasını sa÷layan kısıt: urk ≥ 0 : r= 1,...s vik ≥ 0 : i= 1,...m Bu eúitsizlikler setini do÷rusal programlama formuna çevirip Simpleks ya da benzeri algoritmalarla çözüme ulaúmak için maksimizasyon formundaki amaç fonksiyonunun paydasının 1'e eúitlenip bir kısıt haline getirilmesi yeterlidir. Charnes ve ark., (1978) tarafından geliútirilen ve geliútiren kiúilerin soyadlarının baú harfleriyle CCR olarak adlandırılan model aúa÷ıda verilmiútir. Bu model ölçe÷e göre sabit getiri (CRS) varsayımı altında geliútirilmiútir (Ulucan, 2000). CCR VZA Modeli 107 Kısıtlar: urk ≥ 0 : r= 1,...,s vik ≥ 0 : i= 1,...,m Yukarıdaki model n adet organizasyonel karar birimi için her birinin kendi parametreleri ile hazırlanıp n kere çözülmelidir. Özellikle etkin referans setlerinin belirlenmesinde destek sa÷layan dual model ise aúa÷ıda gösterilmiútir. Dual CRR VZA Modeli min wk = qk Kısıtlar: Bu modeldeki λ dual de÷iúkeni etkin referans setlerini belirlemede kullanılmaktadır. k organizasyonel karar-biriminin primal modelinde pozitif de÷erler verilen tüm λkj dual de÷iúkenlerin karúılık geldikleri karar-birimleri etkindir. Bu karar-birimlerinin oluúturdu÷u sete karar-birimi k’nın “referans seti,” adı verilir. Genellikle, e÷er k verimli ise, o zaman referans setindeki tek karar birimi kendisi olacaktır ve dual de÷iúken λkk’nin de÷eri 1.0' a eúit bulunacaktır. Etkin olmayan karar birimleri için referans seti, etkinli÷in yakalanabilmesi için çıktıların hangi oranda arttırılması (ya da girdilerin hangi oranda azaltılması) sorusunun cevabını da sa÷lamaktadır. Charnes ve ark., (1978) tarafından geliútirilen ve yukarıda matematiksel formu verilen CCR modelleri, karar birimlerinin toplam etkinlik skorlarını hesaplamaktadır. Toplam etkinlik skoru, teknik etkinlik ve ölçek etkinli÷i de÷erlerinin çarpımıdır. Teknik etkinlik skorlarını elde etmek için Banker ve ark., (1984) aúa÷ıda matematiksel formu verilen ve geliútiren kiúilerin baú 108 harfleriyle BCC olarak adlandırılan modeli geliútirmiúlerdir. BCC modeli, ölçe÷e göre de÷iúken getiri (VRS) varsayımını içermektedir (Ulucan, 2000). BCC VZA Modeli s max hk = Σ urk Yrk - µo r=1 Kısıtlar Dual BCC VZA Modeli Kısıtlar 109 .Güçlü ve Zayıf Yönleri VZA’nın her analiz sisteminde oldu÷u gibi bazı güçlü ve zayıf yönleri vardır. VZA dikkatli bir úekilde uyarlanıp do÷ru kullanıldı÷ında birçok güçlü yön ortaya çıkmaktadır. Bunları úu úekilde özetleyebiliriz: • Geleneksel etkinlik ölçümlerinin ço÷u süreçleri esas almakta ve girdiler ile çıktılar arasında açık bir fonksiyonel iliúkinin formülasyonuna ihtiyaç duymaktadır. VZA ise parametrik yöntemlerde oldu÷u gibi girdi ve çıktı arasında fonksiyonel bir ba÷ıntıya ihtiyaç duymaz. • Homojen olan birimler kendi aralarında kıyaslanabilir. • Analizde, girdi ve çıktılar için sadece miktar bilgisine ihtiyaç duyulmakta fiyat bilgisi istememektedir. Fiyat bilgisine ihtiyaç duyulmaması, ço÷u zaman fiyat kullanımının zor veya imkânsız oldu÷u kar amacı gütmeyen kuruluúlar için performans de÷erlendirmesinde kullanılmasını sa÷lamaktadır (Odec, 2000: 504). • Karar verme birimleri direkt olarak di÷er bir karar verme birimi ile ya da bu birimlerin de÷iúik kombinasyonları ile karúılaútırılabilinir. • Çok sayıda girdi ve çıktıya sahip karar verme birimleri etkinlik ölçümünde kullanılabilir. Ayrıca, analizde yer alan etkin ve etkin olmayan KVB’ler belirledi÷i gibi, etkin olmayan KVB’lerin, etkinsizlik kaynak miktarlarının da tanımlanmasını, bu birimlerin etkin rol modellerinin belirlenmesini ve etkinli÷in sa÷lanabilmesi için alternatif yolları da önermektedir Aynı úekilde her yöntemde oldu÷u gibi VZA’da de bazı zayıf yönler ya da yöneteme özgü bazı sınırlılıklar bulunmaktadır. Bunları da úu úekilde özetleyebiliriz: • VZA, göreli erkinli÷i ölçer, mutlak etkinli÷i ölçmez. Baúka bir deyiúle; analiz ile etkin bulunan KVB'ler, kendi baúlarına de÷erlendirildi÷inde gerçekten etkin olup olmadıkları hakkında yorum yapmak güçtür (Colbert, 2000:657). • VZA genel olarak fiziksel girdi ve çıktı ölçüleri ile test edildi÷inden teknik girdi ve çıktı verimlili÷i ile sınırlıdır. Yöntemin yetenekleri çıktı ve girdilere göreli fiyatlar ve ya öncelikli a÷ırlıklar atanarak güçlendirilebilir. • VZA'da gözlem kümesinde bulunan aúırı derecede büyük ya da küçük girdi ve çıktı de÷erlerine sahip olan bazı karar birimleri, etkinlik sınırının belirlenmesinde problem yaratabilmektedirler. • VZA, veri hatalarına karúı oldukça duyarlıdır. Bu nedenle, etkinlik ölçümünde kullanılan parametrik yöntemlerde oldu÷u gibi girdi ve çıktı verilerinin olabilecek hatalardan arındırılması için özen gösterilmelidir. 110 . Uygulama Aúamaları VZA yönteminin di÷er yöntemlerde oldu÷u gibi bazı aúamalardan geçerek uygulanmaktadır. VZA’nın uygulama aúamalarını úu úekilde sıralayabiliriz: • Uygulama yapılacak karar birimlerinin seçimi: VZA'da ilk aúama, birbirleriyle karúılaútırmalı etkinlik ölçümü yapılacak olan karar birimlerinin seçimini içerir. Bu birimlerin üretim teknolojisi açısından birbirlerine benzer olmaları, di÷er bir deyiúle gözlem kümesinin homojen olması elde edilecek sonuçların anlamlı olması açısından önemlidir. Bir grubun homojen olması demek, o grubu oluúturan karar birimlerinin aynı girdi-çıktı karmalarına sahip olmaları ve dıúsal etkenlerin birbirinden çok farklı olmadı÷ı anlamına gelir. Gözlem kümesinin içerdi÷i karar birimi sayısının belirli bir de÷erin üstünde olması ile türetilecek etkinlik ölçütlerinin birbirlerinden farklı olması olana÷ı sa÷lanır. Aksi takdirde herhangi bir girdi-çıktı oranında avantajlı olan karar birimi tüm a÷ırlıkları kendi açısından en çoklar ve etkinlik sınırına eriúir. Bununla birlikte karar birimi sayısının artması da kümenin homojenli÷ini bozarak gereksiz faktörlerin modele dahil olmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle, etkinlik ölçümünün anlamlı olması için gözlem kümesinin seçiminde çok titiz davranılması gerekmektedir (Yolalan, 1993: 89) • Uygulamada kullanılacak girdi ve çıktı de÷iúkenlerinin belirlenmesi: VZA'da kullanılan girdi ve çıktılar çalıúmadaki karar birimleri konusundaki karúılaútırmanın temelini oluúturduklarından, büyük bir dikkatle seçilmelidir. Her ne kadar fonksiyonel bir varsayım bulunmasa da üretim sürecine nedensel olarak ba÷lı girdi ve çıktıların belirlenmesi gereklidir. Aynı karar birimi için farklı girdi ve çıktı grupları farklı etkinlik de÷erleri alabilir. Veri Zarflama Analizi'nde yaúanabilecek sıkıntılardan daha önceden de yer verildi÷i gibi, e÷er modelde önemli bir de÷iúken göz ardı edilirse, dıúarıda bırakılan bu de÷iúkeni etkin kullanmakta olan karar birimlerinin etkinli÷i düúük çıkacaktır. Literatürdeki uygulamalarda modele yeni girdi ve çıktılar eklenmesiyle daha önce etkinsiz görünen karar birimlerinin sınır üzerinde yer alabildi÷i görülmüútür. Ancak çok fazla girdi ve çıktı eklenmesi çözüm de÷ildir, zira sayı arttıkça VZA’nın ayrıúma yetene÷i düúmektedir. Ayrıca girdi ve çıktı sayılarının artıúı karar birimlerinin sayısında da artıú gerektirir. Sonuçta bir VZA çalıúmasına dahil edilecek girdi ve çıktı sayısı olabildi÷ince küçük olmalı, ancak çalıúmada incelenen karar birimlerinin gerçekleútirdi÷i üretimi de do÷ru olarak yansıtabilmelidir. • Verilerin Elde Edilebilirli÷i ve Güvenilirli÷i: VZA için girdi ve çıktılar tanımlandıktan sonra tüm karar verme birimleri için bu girdi ve çıktı verilerinin elde edilmesi gereklidir. Herhangi bir birim için gerekli velilerin elde edilememesi durumunda söz konusu birim çalıúmadan çıkarılır. VZA'nın göreli do÷ası sebebiyle bir birimin çıkarılması kalan birimlerin göreli verimliliklerinin oldu÷undan yüksek görünmesine neden olabilir. Ayrıca verilerin elde edilmesi 111 kadar güvenilirlikleri de önemlidir. Do÷ru olmayan veriler ait oldukları birimin etkinlik de÷erini etkilemelerinin yanında, göreli verimlilikleri nedeniyle tüm birimlerin etkinlik de÷erlerim tartıúmalı hale getirir(Yavuz. 2001:50). • Uygulanacak VZA yönteminin belirlenmesi: Amaca yönelik olarak girdi veya çıktı yönelimli bir uygulama yapılabilir. • Uygulamanın yapılması: Do÷rusal programların çözümünde bilgisayardan yararlanılmaktadır. Modelleri çözmek için do÷rusal programlama paket programlarından herhangi biri kullanılabilir. Ancak; son yıllarda piyasaya sürülen ve Windows altında çalıúabilen Özel VZA programları da bulunmaktadır (Warwick Windows DEA. IDE. EMS. Frontier Analyst, BYUDEA. Pioneer. SAS/DEA vb.). Bunların Özellikle raporlama ve sunum olanakları açısından oldukça geliúmiú oldu÷u söylenebilir • Sonuçların alınması: Etkin olan ve etkin olmayan karar birimlerinin belirlenmesi, • Etkin Olmayan Karar Verme Birimleri øçin Hedef Belirlenmesi: VZA yönteminin uygulanmasından elde edilen en büyük fayda, etkin olmayan karar verme birimlerine performanslarını iyileútirebilmeleri için, elde edilebilir hedefler konulmasıdır. Söz konusu hedefler, genel olarak, etkin olmayan karar verme birimlerinin referans kümesinde bulunan etkin birimlerin a÷ırlıklı ortalamasıdır. Hesaplamalarla elde edilen sonuçlar, etkin birimlerin elde edilebilir bir teknoloji kullandıkları kabulünü içerdi÷inden, etkinsiz birim için de ulaúılabilir oldukları kabul edilmektedir. Ancak; pratikte bu her zaman mümkün olmaz. Etkinsiz birimlerde fiziksel kısıtlar olabilir ya da kontrol edilemeyen girdiler olabilir. Hedeflere do÷ru giriúilen iyileútirme çabaları sonuçsuz kalabilir (Yavuz, 2001: 53). • Etkin olmayan karar birimlerinin etkin çalıúabilmeleri için referans alacakları karar birimlerinin belirlenmesi. HASTANE ETKøNLøöøNøN ÖLÇÜLMESøNDE VZA KULLANIMI Hastaneler, hastane departmanları ve tıbbi bakım merkezlerinin etkinlik ölçümleri klasik olarak oran analizleri, farklı ekonometrik yöntemler ile ölçülmektedir. Bu birimlerdeki etkinsizliklerin tahmini ve tanımlanması için uzun yıllar regresyon analizinin kullanıldı÷ı görülmektedir (Giokas:2002:261268). Ancak hastaneler, hastane departmanları, tıbbi bakım merkezleri etkinliklerinin de÷erlendirilmesinde, VZA'nın di÷er yöntemler ile kıyaslandı÷ında daha iyi sonuçlar verdi÷i Sherman (1984) ve Ehreth'in (1994) yaptı÷ı çalıúmalarda gösterilmiútir. Dolayısıyla VZA yöntemiyle ilgili literatürde, hastane etkinli÷inin ölçümüne yönelik birçok araútırma bulunmaktadır. Bu araútırmalar içerisinden konuyla ilgili olan ve bu çalıúmanın oluúturulmasında faydalanılanlar kısaca aúa÷ıda özetlenmiútir. 112 Hastane etkinli÷inin ölçülmesinde, VZA'nın kullanıldı÷ı ilk uygulama 1981'de H. David Sherman'ın doktora tezi ile baúlamaktadır (O'Neill vd. 2007:162). Sherman, 15 hastanenin cerrahi ve muayene bölümlerini de÷erlendirilmesinde VZA'yı kullanırken daha sonra, asistanı Jon Chilingerian ile birlikte, VZA'dan elde etti÷i sonuçları di÷er istatistik modellerle de karúılaútırmıútır (Celini vd., 2000: 409). Ayrıca 1984’te, tıbbi bakım ve cerrahi bölümlerinin performanslarının de÷erlendirildi÷i bir di÷er makale, yine Sherman tarafından yayınlanmıútır (Sherman, 1984: 922-938). Grosskopf ve Valdmanis (1987) tarafından yapılmıú bir çalıúmada kamuya ait hastanelerde etkinlik düzeyi ile mülkiyet biçimi arasındaki iliúki belirlenmeye çalıúılmıútır. Bu amaçla çalıúmaya dahil edilen hastaneler, mülkiyetlerine göre kar amacı olmayan hastaneler ve kamu hastaneleri olmak üzere göre iki bölüme ayrılmıú ve her bir karar biriminin etkinli÷i, kendi grubunun etkinlik sınırına göre hesaplanmıútır. De÷erlendirmeye alınan 82 hastane için kullanılan girdiler: Hekim sayısı, di÷er sa÷lık personeli sayısı, poliklinik oda sayısı ve net duran varlıklar olarak; çıktılar ise: Ayaktan tedavi edilen hasta sayısı, yatan hasta sayısı, ameliyat sayısı, acil serviste bakım verilen hasta sayısı olarak sıralanmıútır. Çalıúma bulgularına göre kamu hastaneleri kar amacı olmayan hastanelere göre daha etkin çalıúmaktadır. Chilingerian (1995) tarafından bir hastanedeki 36 hekimin altı aylık çalıúmaları de÷erlendirilerek etkinlik düzeyleri belirlenmiútir. Çalıúmada VZA ve tobit regresyon analizi kullanılarak iki kademeli uygulama yapılmıú ve çalıúma sonucunda hekimlerden 24'ünün etkin çalıúmadı÷ı tespit edilmiútir. Athanassopoulos ve Gounaris (2001) tarafından Yunanistan'daki kamuya ait 98 hastanenin etkinlikleri de÷erlendirilmiú ve araútırma kapsamına alınan hastanelerin önemli ölçüde etkinlik sının altında çalıútıkları tespit edilmiútir. Gruca ve Nath (2001) VZA yöntemini kullanarak Ontario'daki kamu hastanelerinde mülkiyet yapısı, büyüklük ve yerleúim yerinin teknik etkinlik üzerine etkisini araútırmıútır. Araútırmada girdi de÷iúkeni olarak: Hemúire sayısı, yardımcı hizmetli sayısı, yönetim hizmetleri çalıúan sayısı, toplam yatak sayısı, tıbbi, cerrahi malzemeler ve ilaçların parasal tutan; çıktı de÷iúkeni olarak ise: Yatan hasta sayısı, poliklinik hasta sayısı, uzun süreli bakım sayısı alınmıútır. Araútırma sonucuna göre hastanelerin mülkiyet yapısı, büyüklük ve yerleúim yeri ile teknik etkinlik düzeyi arasında iliúki oldu÷u anlaúılmıútır. O'Neill vd. (2007) hastane etkinli÷inin VZA ile ölçülmesi konusuyla ilgili olarak VZA’nın ilk uygulandı÷ı 1984 yılından itibaren ortaya konulan çalıúmaları toparlayarak taksonomi (sınıflandırma) yapmıútır. 113 ùekil 4. Hastanelerde VZA ile Etkinlik Ölçümü Çalıúmalarının Yıla ve Ülkelere Göre Durumu Kaynak: O'Neill vd., 2007:162 Bu çalıúmaya göre yukarıdaki úekilde de görülece÷i üzere hastanelerde VZA ile etkinlik ölçümünün ilk olarak yapıldı÷ı 1984 yılından 1991 yılına kadar yapılan 30 yayın ABD’deki hastanelerde gerçekleútirilmiútir. Özellikle 1998 yılından itibaren Avrupa’da VZA çalıúmaları hastane etkinli÷inin ölçülmesinde giderek kullanımı artmıútır. Ayrıca 1997 yılından itibaren di÷er ülkelerde de hastane etkinli÷inin VZA ile ölçülmesi çalıúmaları yapılmaya baúlanmıútır. Bunlar içerisinde literatürde en önemlileri olarak Kanada (Gruca, 2001; Quellette vd. 2004), Kenya (Kirigia, 2002), Tayvan (Chang, 1998) ve Türkiye’de (Kavuncubasi vd.,1997; ùahin vd, 2000; Özata, 2004) yapılan çalıúmaları sıralayabiliriz. SONUÇ Geride kalan yüzyılın ilk çeyre÷inde; hastanelerin sistemdeki iúlevlerinde meydana gelen önemli de÷iúiklikler, bugüne kıyasla çok daha düúük maliyetlerle çalıúabilen hastanelerin, birçok toplumda sa÷lık sorunlarına köklü çözümler getirilebilecek kuruluúlar olarak görülmelerinde etkili olmuú ve bunun sonucu olarak da hastaneler kısa bir sürede sa÷lık sisteminin odak noktası olmuúlardır. Ancak geliúmede sınır tanımayan tıp bilimi ve buna ba÷lı olarak baú döndürücü bir hızla geliúen tıbbi teknoloji, toplumların refah düzeylerinin yükselmesine ba÷lı olarak bireylerin hastane hizmetlerini daha sık kullanmaları ve daha kaliteli hizmet isteminde bulunmaları sonucunda 1960'lı yıllardan itibaren hastanelerin sundukları hizmetlerin maliyetleri yalnızca bireylerin finansal güçlerini de÷il, birçok toplumda sa÷lık sigortası sistemlerini, hatta hizmetlerin kamu tarafından finanse edildi÷i toplumlarda kamunun ödeme 114 gücünü bile zorlamaya baúlamıútır. Bunun sonucu olarak, karúılarında bireylerden çok daha güçlü olan tüketici örgütlerini, sa÷lık sigortalarını ve devleti bulan hastaneler, giderlerini kabul edilebilir ölçülerde tutabilmek amacıyla bilimsel ilkeler içinde yönetilmek zorunda kalmıúlar, birçok toplumda da buna zorlanmıúlardır. Sosyal nitelikleri a÷ır basan hastanelerin, ekonomik iúletmelerin yönetiminde oldu÷u gibi, iúletme biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görüúü, uzun yıllar boyunca toplumların sa÷lık gibi oldukça hassas oldu÷u bir konuda geniú taraftar toplamıútır ve bu görüú günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir. ùüphesiz ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmıú bir bedenin maliyetinin ne oldu÷u ya da ne olması gerekti÷i, üzerinde tartıúılmayacak kadar önemli bir konudur. Ancak, mevcut koúullar altında ele alındı÷ında, ülkemiz de dâhil olmak üzere, birçok toplumda sa÷lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin sundukları tedavi edici sa÷lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir fiyata satın alınan hizmetler niteli÷indedir. Bu niteli÷inden ötürü, hastane hizmetleri her úeyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle baúka ekonomik iúletmelerin niteliklerine sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa÷lık sistemi içinde tek baúına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını gerçekleútiren, çok de÷iúik ö÷reti gruplarından önemli ölçüde iúgücünü istihdam eden; yönetim açısından birçok karmaúık sorunları bulunan; sosyal güvenlik, sa÷lık sigortası ve e÷itim gibi baúka sistemlerle çok önemli ve yakın iliúkileri bulunan kurumlardır. Organizasyonların kaynaklarını etkin úekilde kullanıp kullanmadıklarının ölçümü, aynı sektörde faaliyet gösteren ve benzer üretim faktörleri kullanarak, benzer ürünler üreten organizasyonlarla karúılaútırılmaları yolu ile gerçekleútirilebilir. Bu noktada birden çok girdi-çıktının oldu÷u ve girdiçıktıların farklı ölçü birimlerine sahip oldu÷u durumlarda, iúletmelerin göreli etkinli÷ini ölçmeyi amaçlayan veri zarflama analizi (VZA) yöneticilere önemli bir yardımcı araç sunmaktadır. Do÷rusal programlama tabanlı bir teknik olan VZA'da temel varsayım, tüm iúletmelerin benzer stratejik hedeflere sahip olması ve aynı tür girdi kullanıp aynı tür çıktı üretmesidir. Buradan hareketle kullandıkları teknoloji, hukuki ve yönetimsel yapı, büyüklük ve dıú çevre koúulları gibi birbirleriyle benzer özellikler taúıyan üniversite hastanelerinin etkinliklerinin ölçülmesinde VZA tekini÷i, net ve mantıklı sonuçların alınmasında gerekli bir yöntemdir. 115 KAYNAKÇA Atan, M., Göksel, A. ve Karpat, G.(2002) “Ankara'daki Anadolu Liselerin Toplam Etkinli÷inin Veri Zarflama Analizi (VZA) ile Saptanması”, XI. E÷itim Bilimleri Kongresi, KKTC Yakın Do÷u Üniversitesi, Kıbrıs .2326 Ekim. Athanassopoulos A, Gounaris C. (2001) “Assessing the technical and allocative efficiency of hospital Operations in Greece and its resource allocation implications.” European Journal of Operational Research;133:416-31. Banker, R., Charnes, A., Cooper, W. W. (1984) “Some Models for Estimating Technical and Scale Ineffıciencies in Data Envelopement Analaysis”, Management science, Vol; 30 (9), pp 1078-1092. Bozda÷, Nihat; Atlan, ùenol, Atan, Murat (2001) ; “Toplam Etkinlik Ölçümü: Türkiye'deki Özel ve Kamu Bankaları için Bir Uygulama”, http://idari.cu.edu.tr/sempozyum/bil54.htm. (e.t.: 03.04.2009) Celini Roberto; Pignataro, Giacomo; Rizzo, ølde (2000) "Competition and Efficiency in Health Çare: An Analysis of the Italian Case", International Tax and Public Finance, Vol: 7, Number: 4-5, p. 507. Chang H.H.(1998) “Determinants of hospital efficiency: the case of central government-owned hospitals in Taiwan”. Omega;26: 307–17. Charnes, A., Cooper, W.W. and Rhodcs, E. (1978) “Measuring the Effıciency of Decision Making Units”, European Journal of Operational Research, Vol: 2, pp 429-444. Chilingerian, J.A. (1995) “Evaluating Physician Effîciency in Hospitals: A Multivariate Analysis of Best Practices” European Joumal of Operational Research, Vol: 80 (3), pp 548-574. Colbert Amy. Reuven R. Levary, Michael C. Shaner, (2000) "Determining the Relative Effıciency of MBA Programs Using DEA". European Journal of Operaıional Research, Vol: 125. Issue: 3,. pp. 656— 669. Ehreth J.L. (1994) “Development and Evaluation of Hospital Performance Measures for Policy Analysis”, Medical Care, Vol: 32, No: 6, , pp. 568587. Farrell, M.J. (1957) “The Measurement of Productivite Efficiency”, Europen Journal of Operational Research, Vol: 13, pp. 253-281. Giokas D. (2002) “The Use of Goal Programming, Regression Analysis, and Data Envelopment Analysis for Estimating Efficient Marginal Cost of Hospital Services”, Journal of Multi-Criteria Decision Analysis, Vol: 11, Issue: 4-5, pp. 261-268. 116 Grosskopf S, Margaritis D, Valdmanis V. (2004) “Competitive effects on teaching hospitals.” European Journal of Operational Research;154:515-25. Grosskopf S, Valdmanis V. (1987) “Measuring hospital performance. A nonparametric approach” Journal of Health Economics;6:89–107. Gruca TS, Nath D. (2001) “The technical efficiency of hospitals under a single payer system: the case of Ontario community hospitals.” Health Care Management Science;4:91-101. Kavuncubasi S, Ersoy K, , Ozcan YA, Harris II JM. (1997) “Technical efficiency of Turkish hospitals: DEA approach”. Journal of Medical Systems;21:67–74 Kirigia JM, Emrouznejad A, Sambo LG. (2002) “Measurement of technical efficiency of public hospitals in Kenya: using data envelopment analysis”. Journal of Medical Systems;26:39–45. Odeck, J (2000).: “Assessing the Relative Efficiency and Productivity Growth of Vehicle Inspection Services: An Application of DEA and Malmquist Indices”, European Journal of Operational Research, Vol: 126, Number: 3, pp. 501-514. O'Neill, Liam; Rauner, Marion; Kurt Heidenberger, Markus Kraus,(2007) "A Cross-National Comparison and Taxonomy of DEA-based Hospital Effıciency Studies", Socio-Economic Planning Sciences, 42, pp.158–189 Özata Musa (2004). Sa÷lık Biliúim Sistemlerinin Hastane Etkinli÷ini Artırılmasında Yeri ve Önemi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi. Konya. Phillips, Fred (2005), “25 Years of Data Envelopment Analysis”, International Journal of Information Technology & Decision Making, Vol: 4, No: 3, p. 319. Pilyavsky Anatoly, Stat, Matthias (2008) “Efficiency and Productivity Change in Ukrainian Health Care”. Journal of Productivity Analysis, Norwell: Apr. Vol. 29, Iss. 2; p. 143 Quellette P, Vierstraete V. (2004) “Technological change and efficiency in the presence of quasi-fixed inputs: a DEA application to the hospital sector”. European Journal of Operational Research;154:755–63. Sherman, H.D.( 1984) "Hospital Efficiency Measurement and Evaluation", Medical Care, Vol: 22, No: 10, pp. 922-938. ùahin I, Ozcan YA.(2000) “Public sector hospitals efficiency for provincial markets in Turkey”. Journal of Medical Systems;24:307–20. 117 Tarım, A. (2001) VZA-Matenıatiksel Programlama Tabanlı Göreli Etkinlik Ölçümü Yaklaúımı , Sayıútay Yayınları; s. 11 Ulucan, A. (2000) “ùirket Performanslarının Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi Yaklaúımı: Genel ve Sektörel Bazda De÷erlendirmeler”, Hacettepe Üniversitesi iktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi, Vol: 18, s. 405–418. Yavuz ø. (2001), Sa÷lık Sektöründe Etkinlik Ölçümü Veri Zarflama Analizine Dayalı Bir Uygulama, MPM Yayınları, Ankara No:654. Yavuz, ø. (2003). Verimlilik ve Etkinlik ölçümüne Yeni Yaklaúımlar ve øllere Göre ømalat Sanayinde Etkinlik Karúılaútırmaları, MPM Yayınları,.No: 667,Ankara Yolalan, R. (1993) øúletmeler Arası Göreli Etkinlik Ölçümü, MPM Yayınları, No: 483,Ankara. 118 TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜ VE ÜNøVERSøTE HASTANELERø Dr. Yunus Emre ÖZTÜRK1 ÖZET Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di÷er sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile Türk Toplumunun sa÷lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynarlar. Dolayısıyla günümüzde üniversite hastaneleri yataklı sa÷lık hizmetlerinin verildi÷i kurumlar olmaktan çıkarak, ileri düzeyde özellik arz eden teúhis ve tedavi hizmetlerinin verildi÷i kurumlar haline gelmiútir. Bu çalıúmanın amacı sa÷lık hizmetleri sistemi, Türk Sa÷lık Sektörü ve üniversite hastanelerinin genel durumunu betimleyici ve sorgulayıcı bir yöntemle ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Türk Sa÷lık Sektörü, Üniversite Hastaneleri TURKISH HEALTH SECTOR AND UNIVERSITY HOSPITALS ABSTRACT As being health research and application centers university hospitals are evaluated within education hospitals and they play an important role regarding to the medical and other health discipline educations, health care researches and progressed diseases cares in order to heighten the health level of turkish citizens. As a result university hospitals are leaving their classical role of treatment and changing to advanced diagnosis and treatment establishments. The aim of this study is to put forth the health services system, Turkish health services and general state of university hospitals in consideration in a descriptive and interrogative manner. Key words: Turkısh Health Sector, Unıversıty Hospıtals GøRøù Toplumlarda bireyi yüksek düzeyde sa÷lıklı kılma ve güçlerini en yüksek düzeyde kullanmalarını sa÷lama görevi sa÷lık hizmetlerinin sorumlulu÷una bırakılmıútır. Bu görev, sa÷lı÷ın korunması, hastalıkların önlenmesi, hastalı÷ın teúhis ye tedavisi ile rehabilitasyonla ilgili fonksiyonları kapsamaktadır. Sa÷lık hizmetleri tarafından yürütülen bu fonksiyonların her birine verilen önem ülkelerin sa÷lık bakım politikaları do÷rultusunda de÷iúmektedir. 1 Ö÷r.Gör. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu 119 Hizmet sunumunun ikinci ve üçüncü basama÷ını oluúturan hastanelerin temel örgütlenme amacı, bireylerin özel sa÷lık sorunları ve gereksinimlerine yönelik kiúisel bakım ve tedavilerini gerçekleútirmektir. Bu amaç son derece dinamik ve de÷iúken kurumlar olarak hastaneleri, di÷er endüstri kurumlarından farklı kılmaktadır. Günümüzde, sermaye, teknoloji, mal ve hizmet piyasalarında oldu÷u gibi, Türk Sa÷lık Sektörü de ciddi bir de÷iúim süreci içerisine girmiútir. Özellikle son yirmi yılda sa÷lık sistemlerinde önemli de÷iúimler yaúanmıútır. Sa÷lık sistemlerindeki de÷iúimler sa÷lık hizmetleri arz ve talep modellerini de÷iútirmiú ve hastanelerin rolleri bundan etkilenmiútir. Sosyal nitelikleri a÷ır basan hastanelerin, ekonomik iúletmelerin yönetiminde oldu÷u gibi, iúletme biliminin ilkeleri içinde yönetilmeyecekleri görüúü, uzun yıllar boyunca toplumların sa÷lık gibi oldukça hassas oldu÷u bir konuda geniú taraftar toplamıútır ve bu görüú günümüzde de belli ölçüde kabul görmektedir. ùüphesiz ki, bedensel veya ruhsal açılardan arındırılmıú bir bedenin maliyetinin ne oldu÷u ya da ne olması gerekti÷i, üzerinde tartıúılmayacak kadar önemli bir konudur. Ancak, mevcut koúullar altında ele alındı÷ında, ülkemiz de dâhil olmak üzere, birçok toplumda sa÷lık hizmetleri, özellikle de hastanelerin sundukları tedavi edici sa÷lık hizmetleri, bir pazarı olan ve bu pazarda belli bir fiyata satın alınan hizmetler niteli÷indedir. Bu niteli÷inden ötürü, hastane hizmetleri her úeyden önce ekonomik bir maldır ve bu hizmetleri ortaya koyan hastanelerin de ekonomik ilkeler içinde yöneltilmeleri bir gerekliliktir. Bunun yanı sıra, hastaneler birçok yönleriyle baúka ekonomik iúletmelerin niteliklerine sahiptirler. Öte yandan, günümüzde birçok toplumun sa÷lık sistemi içinde tek baúına bir sektör durumunda olan hastaneler, toplumun tüm bireylerine hizmet sunan; milli gelirin önemli sayılabilecek bir bölümünün harcamasını gerçekleútiren, çok de÷iúik ö÷reti gruplarından önemli ölçüde iúgücünü istihdam eden; yönetim açısından birçok karmaúık sorunları bulunan; sosyal güvenlik, sa÷lık sigortası ve e÷itim gibi baúka sistemlerle çok önemli ve yakın iliúkileri bulunan kurumlardır. Ayrıca amaçlarını, sosyal, ekonomik, e÷itsel ve mesleksel özellikleri açısından, birbirinden farklı disiplinlerin ortak hizmetleri ile yürütme sorumlulu÷u da üniversite hastanelerine organizasyon açısından çok karmaúık bir özellik kazandırmaktadır. Bu özellik, hastaneleri toplumların de÷iúen ve geliúen sa÷lık bakım gereksinimlerini yeterli düzeyde karúılayabilmek için iúleyiú ve yönetim açısından örgütsel modellerini sık sık gözden geçirmek zorunda bırakmaktadır. 1.SAöLIK HøZMETLERø SøSTEMø 1948 yılında kabul edilen ønsan Hakları Evrensel Bildirgesi, sa÷lık hakkını "Herkesin gerek kendisi gerek ailesi için, yiyecek, giyim, konut, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sa÷lı÷ını ve refahını sa÷layacak uygun bir yaúama düzeyine ve iúsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaúlılık ya da geçim olanaklarından iradesi dıúında yoksun bırakacak di÷er hallerde güvenli÷e hakkı vardır " biçiminde tanımlamıútır (Tümerdem,1992:6). Ayrıca, her bireye 120 “sa÷lık hakkı” talebini karúılama görevi Anayasanın 56. maddesine göre devlete verilmiútir. Dolayısıyla bireylerin ve toplumların sa÷lıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyileúmeyip sakat kalanların baúkalarına ba÷ımlı olmadan yaúayabilmeleri için rehabilitasyon yapmak ve toplumların sa÷lık düzeyini yükseltebilmek için yapılan planlı çalıúmaların tümüne “sa÷lık hizmetleri” denilmektedir. Sa÷lık hizmetleri kiúinin sa÷lı÷ını korumak, daha iyiye götürmek ve hastalandı÷ı zaman onu yeniden sa÷lı÷ına kavuúturmak için yapılması gereken tüm hizmetleri kapsar. Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar sadece hastalıkların tedavisi úeklinde anlaúılmıú, ancak giderek çeúitli hastalıklar ve mikroplarla mücadele, çevre sa÷lı÷ı ve hijyen konusundaki geliúmeler ya da hastalıkların bulaúma süreci ve süresi konusundaki bilgilerin artması gibi nedenlerle sa÷lık hizmetlerinin farklı alanlarda yo÷unlaútı÷ı gözlenmiútir. Birey sa÷lı÷ının toplum sa÷lı÷ı ile sıkı iliúki içinde oldu÷u anlaúılarak geniú halk kitleleri tarafından tedavi edici hizmetlerin yanı sıra koruyucu sa÷lık hizmetlerine de daha fazla önem verilmeye baúlanmıútır. Bu alanda, hem kamu kuruluúlarının hem de üçüncü sektöre ait sa÷lık kurumlarının birçok ülkede toplum sa÷lı÷ına önemli katkıları olmaktadır. Aslında, toplumun tüm üyelerinin gelirlerine bakılmaksızın sa÷lık hizmetlerinden yararlandırılması temel insan haklarından olan “yaúama hakkı”nın bir parçası olarak ele alınmalıdır (Fiúek 1983:6). Sa÷lık hizmetlerinin temel amacı; kiúilerin hasta olmamalarını sa÷lamak, kiúileri hastalıklardan korumaktır. Ancak, her türlü çabaya karúın herkesi, her hastalıktan korumak mümkün olmaz, bazıları hastalanır. øúte o zaman, sa÷lık hizmetlerinin ikinci amacı olan; hastaların tedavisi söz konusu olur. Ayrıca bugünkü bilgilerle ve var olan yöntemlerle her hasta tam olarak tedavi edilemez; bazıları ölür, bazıları ise sakat kalır. Sa÷lık hizmetlerinin üçüncü amacı; sakatların baúkalarına ba÷ımlı olmadan, kendi kendilerine yeter biçimde yaúamalarını sa÷lamak, yani rehabilite etmektir (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2002:5). Buradan hareketle sa÷lık hizmetlerinin kategorizasyonu konusunda en yaygın olarak kabul edilen yaklaúım, hizmetleri, koruyucu sa÷lık hizmetleri, tedavi edici sa÷lık hizmetleri ve rehabilitasyon hizmetleri olarak üç baúlık altında incelemektir. Sınıflamada koruyucu sa÷lık hizmetleri olarak adlandırılan hizmetler, insanların hasta olmasını önleyecek bir takım tedbirlerle, tehlike meydana gelmeden tehlikenin kendisine karúı bir mücadeledir. Tedavi edici sa÷lık hizmetleri hastalık, sakatlık gibi tehlikelere u÷rayanları tehlikenin zararlarından kurtarıcı bir hizmettir. Sosyal Devlet ilkesinin bir gere÷i olarak, devletin temel görevlerinden birisi de vatandaúlarına koruyucu, tedavi edici, önleyici, rehabilite edici sa÷lık hizmetlerini sunmak ve bu yolla insanların sa÷lıklı olarak geçirecekleri zamanı uzatmaktır. 121 2.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN ÖRGÜTLENMESø Sa÷lık hizmetleri sunumu, sa÷lık sektöründe yer alan tüm kurum ve kuruluúların ortak katılımını gerektirmekte ve bu durum sa÷lık sektörü olarak adlandırılan yapının ortaya çıkmasını sa÷lamaktadır. Sa÷lık sektörü; sa÷lık elde etmek ve toplumu sa÷lıklı kılmak amacını gerçekleútirmek üzere çok geniú bir alanı kapsayan sa÷lıkla ilgili mal ve hizmet türündeki ürünü arz etmek ve talep etmek üzere kurulan sistem ve alt sistemler ile bunların içinde yer alan kurum, kuruluú, statü, ürün vb. unsurların tümünü belirtmek için kullanılan genel ve kapsayıcı bir kavramdır (Sargutan, 1999). Türkiye’de sa÷lık sektörü 1961 tarih ve 224 sayılı "Sa÷lık Hizmetlerinin Sosyalleútirilmesi" hakkındaki kanunun öngördü÷ü biçimde, kademeli hizmet anlayıúı çerçevesinde örgütlenmiútir. Türk sa÷lık sektörünün oldukça karmaúık bir yapısı vardır. Türk sa÷lık sektöründeki aktörlerden bazıları kamu, yarı-kamu ve özel kurumlar ile dernek-vakıfların açtı÷ı kurumlardır. Tablo 1.'de do÷rudan ya da dolaylı olarak sa÷lık sektöründe yer alan kurumlar, sa÷lık hizmetleri sunumu, sa÷lık hizmetleri finansmanı ile ilgili olup olmamalarına ya da sa÷lık hizmetlerinin sunumunda idari karar alma yetkisine sahip olup olmamalarına göre gruplara ayrılmıútır. Tablo 1. øúlevlerine Göre Türk Sa÷lık Sektöründe Yer Alan Kurum ve Kuruluúlar POLøTøKA OLUùTURMA Türkiye Büyük Millet Meclisi Devlet Planlama Teúkilatı Sa÷lık Bakanlı÷ı Yüksek Ö÷retim Kurumu Anayasa Mahkemesi øDARø KARAR ALMA Sa÷lık Bakanlı÷ı øl Sa÷lık Müdürlükleri SAöLIK HøZMETLERø FøNANSMANI Maliye Bakanlı÷ı Sosyal Güvenlik Kurumu ( SSK Ba÷-Kur, Emekli Sandı÷ı ) Özel Sigorta ùirketleri Kendi kendini finanse eden kurumlar Uluslararası Ajanslar SAöLIK HøZMETLERø SUNUMU Kamu: Sa÷lık Bakanlı÷ı Üniversite Hastaneleri Savunma Bakanlı÷ı Özel: Özel Hastaneler Vakıf Hastaneleri Azınlık Hastaneleri Özel Çalıúan Pratisyen/Uzman Hekimler Ayakta Tedavi Klinikleri Laboratuarlar ve Tanı Merkezleri Eczaneler Tıbbi Cihaz ve Malzeme Satıcıları Sivil Toplum Örgütleri: Kızılay Vakıflar, Dernekler Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102 122 Türk Sa÷lık Sektöründe politika belirleyici kurumlar olarak TBMM, DPT, Sa÷lık Bakanlı÷ı (SB), YÖK ve Anayasa Mahkemesi sıralanmaktadır. ødari karar alma yetkisi bulunan kurumlar ise Sa÷lık Bakanlı÷ı ve il sa÷lık müdürlükleridir. Türkiye’deki sa÷lık hizmetlerinin finansmanını sa÷layan kuruluúlar olarak ise Maliye Bakanlı÷ı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), özel sigorta úirketleri sıralanmaktadır. Sa÷lıkta Dönüúüm Programı (SDP) kapsamında Sosyal Güvenlik Kurumu özerk bir kurum olarak, Emekli Sandı÷ı, SSK ve Ba÷-Kur’un (2008 yılından itibaren Yeúil Kart bütçe olarak bu kapsama alınmıútır) bu kurum çatısı altında birleútirilmesine karar verilmiútir. Türk Sa÷lık Sektöründe hizmet sunucusu olarak Sa÷lık Bakanlı÷ı’na ba÷lı hastaneler, üniversite hastaneleri ve özel sektöre ba÷lı hastaneler önemli rol oynamaktadır (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 103). 3.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN FøNANSMANI Türk Sa÷lık Sektörü (TSS), günümüze gelinceye kadar önemli dönüúümler geçirmektedir. Özellikle sa÷lık finansmanı ve hizmet sunumu sistemlerinde parçalanmayı ve duplikasyonu (tekrarlama) engellemek; sa÷lık sigortasına ve sa÷lık hizmetlerine genel eriúimi sa÷lamak için kurumsal ve yapısal reformlar SDP kapsamına alınarak 2003 yılından baúlayarak uygulanmaktadır. 2003 yılından önce TSS'de, sa÷lık hizmetlerini finanse eden ve sunan çeúitli kamu kurumları bulunmaktaydı. Bunların bazıları arasında hiyerarúik; bazıları arasında ise sözleúmeye dayalı iliúkiler söz konusuydu. Bunlar toplumun farklı kesimlerine hizmet vermekteydi, bu da kapsamda boúluklar do÷urmaktaydı. Sosyal güvenlik kurumları; kayıtlı sektörde maaúlı çalıúanları, serbest çalıúanları, çalıúan veya emekli devlet memurlarını kapsıyordu. Hükümet tarafından finanse edilen bir program (Yeúil Kart programı) da, düúük gelirli sigortasızları kapsıyordu. Türkiye’de 2003 yılına kadar sa÷lık sektörünün finansmanın büyük bir kısmı, (yaklaúık %60 ila %70’i) kamu kaynaklarından, kalan kısmı ise özel kaynaklardan elde edilmekteydi. Türkiye’de sa÷lık alanında yapılan kamu harcamaları; SB, Hudut ve Sahiller Sa÷lık Genel Müdürlü÷ü, üniversiteler, Sosyal Yardımlaúma ve Dayanıúmayı Teúvik Fonu, Di÷er Bakanlıklar ve kurumlar, yerel yönetimler, devlet teúebbüsleri, devlet memurları ve sosyal güvenlik kurumlarınca üstlenilen harcamaları içermekteydi. Özel harcamalar; cepten yapılan ödemeleri, úirketler ve bireyler tarafından finanse edilen politikalara yönelik özel sa÷lık sigortası ödemelerini kapsamaktaydı. ùekil 1’de 2003 yılına kadar Türk sa÷lık sektöründeki fon akıúı düzenlemeleri gösterilmektedir. 123 ùekil 1. 2003 Yılına Kadar Türk Sa÷lık Sektörünün Finansman Yapısı Kaynak: OECD, 2009: 21 2003 yılına kadar, kamu sa÷lık finansmanı ile ilgili düzenlemelerin özünde 1946 yılında kurulan, 1960'lar ve 1970'ler boyunca önemli ölçüde geliúen bir sosyal güvenlik sistemi vardı. Bu sistemde, üç ayrı sa÷lık sigorta fonu bulunmaktaydı: (i) Kamu ve özel sektördeki mavi yakalı iúçiler için Sosyal Sigortalar Kurumu yani SSK (ii) Esnaf ve Sanatkârlar ve Di÷er Ba÷ımsız Çalıúanlar için Sosyal Sigortalar Kurumu yani Ba÷-Kur (iii) Devlet Memurları Emeklilik Fonu yani Emekli Sandı÷ı. Çalıúan devlet memurları Emekli Sandı÷ına dâhil edilmemiúti ve harcamaları do÷rudan devlet bütçesinden karúılanmaktaydı. 1992 yılında Hükümet, "Yeúil Kart" uygulamasını baúlattı (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 103). 2003 yılından sonra Türk Sa÷lık Sektörünün finansman sisteminde meydana gelen de÷iúiklikler SDP kapsamında yürütülmüútür. SDP, Türk sa÷lık sektörünün uzun zamandan beri var olan sorunlarını ele almak için tasarlanmıútır, bu sorunlar: i) Di÷er OECD ve orta gelirli ülkelere kıyasla geri kalmıú olan sa÷lık sonuçları ii) Sa÷lık hizmetlerine eriúimdeki hakkaniyetsizlikler iii) Sa÷lık hizmetleri finansmanı ve sunumunda verimsizli÷e yol açan ve mali sürdürülebilirli÷i zayıflatan parçalı yapı iv) Düúük hizmet kalitesi ile hastalara sınırlı cevap verebilirliktir (OECD, 2009: 36). 124 ùekil 2. Türk Sa÷lık Sektörünün Finansmanı 2008 (GSS Yasasının Kabulünden Sonra) Kaynak: OECD, 2009: 48 SDP kapsamında öngörülen kurumsal ve organizasyonel de÷iúiklikler ùekil 1. ve ùekil 2. kıyaslandı÷ında ortaya çıkmaktadır. SDP kapsamında SSK, Ba÷Kur, Emekli Sandı÷ı ve Yeúil Kart programlarını tek bir úemsiye (SGK) altında birleútirecek tek bir satın alıcı bünyesinde GSS’nin kurulması 2008 yılında çıkarılan yasa ile hayata geçmiú bulunmaktadır. Finansman açısından, sosyal güvenlik yasasının GSS ile ilgili bölümleri, TBMM’den ancak Nisan 2008’de geçebilmiútir. Yeúil Kart uygulaması, henüz SGK tarafından bütünüyle benimsenmemiútir; ancak bunun 2009 itibarıyla baúarılabilmesi için planlar yapılmıútır. Yeúil Kart almaya hak kazanmak için tanımlanan gelir düzeyinin fazlasına sahip birçok Türk vatandaúı kayıt dıúı sektörde çalıúmakta ve birço÷unun sosyal güvenlik kaydı bulunmamakta ya da sa÷lık sigortası için prim ödemesi yapmamaktadır. Yeúil Kart almaya hakkı olanlar ve önceden sigortası olmayanlar için SGK’nin nasıl para ve mal varlı÷ı soruúturması yapaca÷ına iliúkin yeni prosedürler henüz belirlenmemiútir (OECD, 2009: 39). 125 2003’ten beri SDP’nin uygulanması, sa÷lık sisteminde bazı önemli de÷iúikliklere yol açmıútır. Türkiye’deki devlet hastanelerinin ço÷unlu÷u, daha önceden Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından yönetilenler de dâhil olmak üzere, artık tek bir çatı (Sa÷lık Bakanlı÷ı) altında entegre edilmiútir. Böylelikle prensipte sa÷lık hizmetleri satın alıcısı ile hizmet sunucusu birbirinden ayrılmıútır. Bu reformların sonucu olarak, çeúitli sosyal güvenlik kurumları artık tek bir kurum altında, yani SGK bünyesinde birleúmiútir. Bu kurumlar, ortaklaúa yararlanılan veri tabanları ile talep ve kullanım yönetim sistemlerini paylaúmaktadır. 4.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNÜN MEVCUT DURUMU Bir ülkedeki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en önemli veriler olarak toplam sa÷lık harcaması, kiúi baúına düúen sa÷lık personeli sayısı ve memnuniyet durumu sayılabilir. Dolayısıyla Türk Sa÷lık Sektörünün mevcut durumu, hem tıbbi hem de tıbbi olmayan etkenlerce belirlenmektedir. Halk sa÷lı÷ı için çok sayıda belirleyici oldu÷unu belirten geniú bir literatür bulunmaktadır. Örne÷in, Gottret ve Schieber (2006) literatürü araútırarak devletin sa÷lık harcamaları ile sa÷lık sonuçları üzerindeki di÷er kesit unsurları arasındaki iliúkinin yeni kanıtlar ortaya koymuúlardır. Hükümetin sa÷lık harcamalarındaki artıúların, 5 yaú altı ölüm oranının azaltılması üzerinde, e÷itim, yol ve temizlik alanındaki hükümet harcamalarındaki benzer artıúlardan daha büyük ve net bir etkisi oldu÷unu tespit etmiúlerdir. Jamison (2006) ise geliúmekte olan ve geliúmiú ülkelerdeki sa÷lık sonuçlarının geliúimini etkileyen kilit unsur olarak sa÷lık harcamalarını göstermiúlerdir. Dolayısıyla Türkiye’deki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında en önemli veri olarak “toplam sa÷lık harcaması” gösterilebilir. Toplam Sa÷lık Harcaması (TSH) OECD sa÷lık hesapları sistemine göre sa÷lık için yapılan cari harcama ve yatırım harcamasının toplamından oluúmaktadır. Cari sa÷lık harcaması ise; tüm tedavi, rehabilitasyon, koruyucu ve halk sa÷lı÷ı, yardımcı tıbbi hizmetler ile bu hizmetlerin yönetimi ve topluma sunulması için gerekli ilaç, tıbbi sarf ve tedavi malzemeleri, sa÷lık personeli maaú ve ücretleri için yapılan harcamaları kapsamaktadır. 126 ùekil 3. Cari Sa÷lık Harcaması, Toplam Sa÷lık Harcaması ve GSYøH’nın Yıllar øtibariyle De÷iúimi, 1999-2006, Türkiye Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102 ùekil 3.’de Cari Sa÷lık Harcamasının, Toplam Sa÷lık Harcamasının ve GSYøH’nın 1999–2006 yılları itibari ile de÷iúimi görülmektedir Grafik incelendi÷inde yapılan sa÷lık harcaması ile GSYøH’nın de÷iúiminin birbirine paralel oldu÷u görülecektir. 127 Tablo 2. Toplam Sa÷lık Harcamasının Finansman Kurumlarına Göre Da÷ılımı, 1999–2006, Türkiye Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2007: 102 Türkiye Toplam Sa÷lık Harcaması (TSH) 2000 yılı için 8.248 milyon YTL olup kiúi baúına yapılan sa÷lık harcaması yaklaúık olarak 122,3 YTL ya da ilgili yılın ortalama dolar kuruna göre yaklaúık 195 ABD$’dır. Bu de÷er, Satın Alma Gücü Paritesi (SGP)’ne göre 463 ABD$’dır. Tablo 2.’de 1999-2006 yıllarını kapsayan ilgili de÷erler görülmektedir. Türkiye’deki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında bir di÷er kriter ise kiúi baúına düúen hekim sayısı gösterilebilir. Özellikle vatandaúların sa÷lık hizmetlerine eriúimlerinde hakkaniyetin sa÷lanması açısından kiúi baúına düúen hekim sayısının artırılması gerekmektedir. Zaruri 128 sa÷lık hizmetlerine eriúimde makul bir eúitli÷in yakalanması (yani “eúit ihtiyaç için eúit tedavi” olması) birçok ülkede baúlı baúına önemli bir hedef olarak görülmektedir. Bunun ayrıca, bir ulusun ortalama sa÷lık durumu üzerinde de kayda de÷er sonuçları kesinlikle olacaktır. Müdahale olmaksızın, bütün ülkeler, “ters hizmet kuralı” deneyimini (sa÷lık hizmetlerine eriúim e÷iliminin sa÷lık hizmetlerine duyulan ihtiyaç ile ters orantılı olması) yaúamaktadır. Çünkü düúük gelirliler, genellikle kötü sa÷lık durumu ile iliúkilendirilmektedir. Daha iyi bir ortalama sa÷lık durumunun sa÷lanması için, bir ülkedeki sa÷lık harcamalarının da÷ılımının de÷iútirilerek zengin lehine de÷il fakir lehine yapılması genel sa÷lık harcamalarının artırılması kadar etkili olabilir. SDP kapsamında hekimlerin co÷rafi da÷ılımı, çok daha eúit hale gelmiútir. SB, 2003 ve 2007 yılları arasında yeni atanan sa÷lık personeli sayısının kayda de÷er úekilde artırdı÷ını bildirmiútir. ùekil 4. Nüfus Baúına Düúen Hekim Sayısı, Türkiye ve Di÷er OECD Ülkeleri Kaynak: OECD, 2009: 67 129 Yeni personelin 16.000’i kiúi baúına düúen sa÷lık personeli açısından sıkıntılı bölgelerde görevlendirilmiútir. ùekil 4’e göre, 2006 yılında Türkiye’de 1000 nüfusta 1,6 olan hekim yo÷unlu÷u, di÷er OECD ülkelerinden daha düúüktür. Türkiye’deki hekim yo÷unlu÷u, 2006 yılında OECD ortalamasının yarısı civarındadır. Türkiye’deki hekimlerin %50’sinden biraz fazlası uzman olup yaklaúık %20’si de uzman olmaya çalıúan asistan pozisyonundadır ve sadece %30’u pratisyen hekim olarak çalıúmaktadır. ùekil 4.’ten de görülece÷i üzere hekim yo÷unlu÷u açısından Türkiye OECD ortalamasının çok altında yer almaktadır. Bu durum hizmetlerdeki hakkaniyet düzeyinin azalmasına yol açmaktadır. Türkiye’de özellikle bu sorunun çözümlenmesinde üniversite hastaneleri kilit role sahip bulunmaktadır. Türkiye’deki sa÷lık sektörünün mevcut durumunun ortaya konulmasında son olarak de÷erlendirilebilecek di÷er önemli kriter ise “hasta memnuniyeti”dir. Sa÷lık hizmetleri memnuniyetinin ölçülmesi yöntemi, Türkiye'nin yanı sıra bazı Avrupa ülkelerinde de kullanılmaktadır. Böylece beklentilerin tüm ülkede aynı úekilde oldu÷u varsayılarak uluslararası kıyaslama yapmak mümkün hale gelmektedir. Tablo 3. Türkiye’deki Sa÷lık Hizmetlerinden Hastaların Memnuniyet Düzeyleri Kaynak: OECD, 2009: 82 Türkiye'de yapılan araútırmada, araútırmaya katılmaya gönüllü olan 42 hekim muayene mahallinden 33 tanesi seçilmiútir. Her bir muayene mahallinde, 130 birbirini izleyen en az 30 yetiúkin hastaya anket soruları sorulmuútur. Cevap verme oranı %77 olmuútur. Tablo 3. de Türkiye’deki ve (ortalama olarak) 10 Avrupa ülkesinden oluúan bir gruptaki sa÷lık hizmetlerine iliúkin 23 soruya “iyi” ya da “mükemmel” cevaplarını veren hastaların oranlarını göstermektedir. ùekil 5. Türkiye'de Genel Olarak Sa÷lık Hizmetlerinden Memnun Olanların Oranı ve 2003-2007 Yılları Arasındaki De÷iúim Kaynak: TUøK, 2008: 38 Türkiye østatistik Kurumu (TUøK), 2008 yılında 2878 örnek hanede, 6465 kiúiyle yüz yüze gerçekleútirdi÷i “yaúam memnuniyeti araútırması” sonuçlarına göre Türkiye’de genel olarak sa÷lık hizmetlerinden memnun olanların oranının 2003- 2007 yılları arasındaki de÷iúimi úekil 5.’te gösterilmiútir. TÜøK tarafından yayımlanan ve Türk vatandaúlarının sa÷lık hizmetlerinden genel memnuniyet oranının SDP’nin baúlatılmasından hemen önce 2003 yılında %39,5 iken; 2005’te %55,2’ye ve 2007 yılında %66,5’e yükseldi÷ini gösteren yaúam memnuniyeti anketi sonuçlarına dikkat çekmiútir. Bu oranlara bakıldı÷ında özellikle SDP’den sonra sa÷lık hizmetlerinden memnuniyetin arttı÷ını söyleyebiliriz (TUøK, 2008:42). 5.TÜRK SAöLIK SEKTÖRÜNDEKø HASTANELER Türkiye’de sa÷lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından sa÷lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK hastanelerinin, bazı kamu kuruluúları ve belediye hastanelerinin sundukları sa÷lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte SB hastaneleri en büyük sa÷lık hizmet sunucu birimler haline gelmiúlerdir. Üniversite hastaneleri gerçekleútirilen son de÷iúiklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet sunucusu konumundadır. 131 Türkiye’de 2007 yılı itibari ile 170.291 yatak kapasiteli 1202 adet hastane bulunmaktadır. Bu hastanelerin 807’si SB’ye, 56’sı Üniversitelere, 305’i özel mülkiyete, 6’sı belediyelere, 19’u dernek ve vakıflara, 3’ü yabancılara ve 5’i ise azınlıklara aittir. Tablo 4. Türkiye’deki Hastanelerin Kurumlara Göre Da÷ılımı Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008’den alınan verilere göre oluúturulmuútur. Sa÷lık Bakanlı÷ı birinci ve ikinci basamak sa÷lık hizmetlerinin temel tedarikçisi ve koruyucu hizmetlerin de tek tedarikçisidir. Sa÷lık Bakanlı÷ı, birinci, ikinci, ihtisaslaúmıú yataklı ve ayakta tedavi kurumları ile çok geniú bir a÷ dâhilinde hizmet vermektedir. Kamu sektöründeki bu geniú a÷, özel sektörde hem ayakta hem de yataklı tedavi hizmeti veren daha az sayıdaki özel kurumla tamamlanmaktadır. 2004-2005 yılları arasında hastanelerin ayakta tedavi hizmeti veren bölümlerine baúvuru sayısı % 22,5 civarında artarken, 2005-2006 yılları arasında %16,1’lik bir artıú söz konusudur. Hastane bazında ayakta tedavi kurumlarına baúvuru sayısı tablo 5.’de belirtilmiútir. 132 Tablo 1. Türkiye’deki Hastanelere Baúvuran Hastaların Kurumlara Göre Poliklinik Durumu, 2002-2006 2 Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü÷ü, 2006 Sa÷lık Bakanlı÷ı’nın sa÷lık ocakları tarafından tanı ve tedavi için daha üst kurumlara sevk edilen hastaların sayısı, Sa÷lık Bakanlı÷ının ayakta tedavi kurumlarına giden hastaların % 9’una eúittir. Bu da do÷rudan hastanelerin ayakta tedavi imkânlarına baúvuran insanların büyük bir kısmının birinci basamak sa÷lık kurumundaki hekimin tavsiyesini almadan kendi kararına göre hareket etti÷ini göstermektedir. Sa÷lık harcamalarında artıúa ve gereksiz iú yükü oluúturarak hakkaniyete ters düúen bu durumun, aile hekimli÷i modeli ile aúılması düúünülmektedir(www.saglik.gov.tr). Tablo 1.’ten görülece÷i üzere SB hastanelerinin 2005 yılındaki poliklinik sayısı % 80,5 artmıú bulunmaktadır. Bu durumun en önemli nedeni; SSK hastanelerinin SB’ye devredilmesi ile 2004 yılından sonraki veriler SB hastanelerine aktarılmasından kaynaklanmaktadır. 6.TÜRKøYE’DEKø ÜNøVERSøTE HASTANELERø Sa÷lık sistemi içerisinde do÷rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan hastanelerin önemli bir bölümü de e÷itim ve araútırma kurumları olarak faaliyet göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çeúitli sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi ve tıbbi araútırma faaliyetlerini de üstlenmektedir. 2 Özel Hastanelerin 2002–2006 yılları arasındaki artıú oranı dikkat çekicidir. Bunun en önemli nedeni olarak SDP kapsamında gerçekleútirilen yeni düzenlemelerdir. Bu durum aynı zamanda SB’nın sa÷lıkla ilgili politikalarında liberalleúme e÷ilimini de göstermektedir. Bu e÷ilimin gittikçe hız kazanması son yıllarda hastane süreçlerindeki DKK uygulamalarının sayısını ve kapsamını artırmaktadır. 133 Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri ise üstlendikleri tıp ve di÷er sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumların sa÷lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp e÷itimi, sürekli tıp e÷itimi, tıbbi araútırmalar, akademisyen yetiútirme-geliútirme ve muhtelif sa÷lık hizmetleri gibi altı önemli misyonu birlikte taúıma görevi üniversite hastanelerinin sorumlulu÷unu di÷er hastane türlerine göre arttırmaktadır. Bu sorumlulu÷u yerine getirmede temel ilke, söz konusu altı misyon arasında birinin di÷erine üstünlük kurmasına fırsat vermeyecek bir dengenin oluúturulmasıdır. ùekil 6. Türkiye’deki Üniversite, E÷itim ve Hizmet Hastanelerinin Sorumluluk Yükü Kaynak: Üniversite Hastaneleri Birli÷i; 2009: 9 Di÷er sa÷lık kuruluúlarından farklı olarak e÷itim, araútırma ve hasta bakımı iúlevlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa÷lanması son derece önemli çabaları gerektirmektedir. Ayrıca sa÷lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması, teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanlaúmanın getirdi÷i sorunlar üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye itmektedir. Böylesi bir durumla mücadele etmek zorunda kalan üniversite hastanelerinin daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması gerekmektedir. 6.1. Türk Sa÷lık Sistemi øçerisinde Üniversite Hastanelerinin Yeri Türk Sa÷lık Sisteminde Üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa÷lık kurulusu olarak tanımlanmıúlardır. Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı e÷itim hastaneleri ile birlikte ülkemizin en ileri düzeyde sa÷lık hizmeti sunan sa÷lık kuruluúlarıdır. SB 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini 134 SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri oluúturmaktadır. Üniversite Hastaneleri toplam hastane sayısının %4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip oldu÷unu göstermektedir (bknz. Tablo 5.). ùekil 7. Türkiye’deki Üniversite Hastanelerinin Di÷er Kurum Hastanelerine Göre Durumu Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008:11 Özel hastanelerde kurum baúı ortalama yatak 49, SB Hastanelerinde 159 dur. Kurum Baúına muayene edilen hasta sayısı (*1000/Yıl) Üniversite Hastanelerinde 268 iken SB Hastanelerinde 1.548 olmuútur. Üniversite Hastaneleri poliklinik hizmetinin % 6’sını karúılamaktadır. Buna karúılık Üniversite Hastaneleri yatan hastaların %14 üne hizmet vermektedir. ùekil 8. Türkiye'deki Hastanelerde Muayene Edilen Hastaların Kurumlara Göre Da÷ılımı (Bin Kiúi), 2002-2007 Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008: 15 135 Üniversite hastanelerinin Türk Sa÷lık Sistemi içerisinde önemini artıran bir di÷er durum ise sa÷lık insan gücünün sa÷landı÷ı temel kaynak olmasıdır. Toplumun sa÷lık düzeyinin yükseltilmesi ve sa÷lıklı bir hayatın devam ettirilmesinde sa÷lık çalıúanlarının büyük önemi vardır. Bu nedenle sa÷lık alanında çalıúan sa÷lık personelinin sayısı ve e÷itimi önem taúımaktadır. Bu ba÷lamda Türkiye’deki üniversite hastaneleri sa÷lık insan gücünün yetiútirilmesinde ve sektöre arz edilmesinde en önemli kurumdur. Sa÷lık hizmetlerinin yürütülebilmesi için sa÷lık personelinin yeterli sayıda ve ça÷daú normlara göre yetiútirilmesi ve ülke çapında dengeli bir da÷ılım ve plan yapılması önemlidir. Ülkemizdeki tıp fakültesi sayısı 1986 -1987 ö÷retim yılında 21 iken, 2006-2007 ö÷retim yılında bu sayı 47'ye, bu fakültelerdeki ö÷renci sayısı ise aynı dönemde 29.759'dan ancak 33.537'ye ulaúmıútır. Yani, fiziki altyapı ve e÷itim kadrosu artarken ö÷renci sayısı göreceli olarak azalmıútır. Ö÷retim üyesi sayısı ise bu dönemde 2007'den 8512'ye yükselmiútir. Ö÷renci sayısı/ ö÷retim üyesi sayısı oranı da 14.8'den 3.9'a düúmüútür. Bu oran bazı Avrupa ülkelerinin ö÷renci sayısı/ ö÷retim üyesi sayısı oranı ile karúılaútırıldı÷ında ülkemizde ö÷retim üyesi baúına düúen ö÷renci sayısının düúük oldu÷u görülmektedir (Bknz. ùekil 9.). Dolayısıyla Türkiye’de daha fazla tıp ö÷rencisi yetiútirecek sayıda tıp fakültesi ve ö÷retim üyesi bulunmaktadır. (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 7). ùekil 9. Bazı AB Ülkelerinde ve Türkiye'de Ö÷retim Üyesi Baúına Düúen Ö÷renci Oranları Kaynak: Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 31 Zira; Türkiye’de 100.000 kiúiye düúen aktif çalıúan uzman hekim sayısı (73,04) Dünya Sa÷lık Örgütünce tanımlanan Avrupa Bölgesi (272,06) ülkeleri ve 27 AB üyesi ülke ortalamasından (220,09) oldukça düúüktür. Bu durumda Türkiye’deki tıp ö÷rencilerinin sayılarının artırılarak; orta vadede, ö÷retim üyesi baúına düúen ö÷renci oranının AB ülkelerinin ortalamasına çıkarılması gerekmektedir (Sa÷lık Bakanlı÷ı, 2008b: 32). 136 Üniversite hastanelerinin Türk Sa÷lık Sistemi içerisindeki konumunun ortaya konulmasında son olarak vatandaúların üniversite hastanelerinden aldıkları sa÷lık hizmetlerindeki memnuniyet düzeyine de de÷inmek faydalı olacaktır. ùekil 10. Üniversite Hastaneleri ve Di÷er Hastane Hizmetlerinden Memnuniyet Düzeyleri 2003-2007 Kaynak: TUøK, 2008: 41 TÜøK’in 2003 yılında yaptı÷ı Yaúam Memnuniyeti Araútırması’na göre, ankete cevap verenlerin %41’i SB hastanelerinden memnunken, üniversite hastanelerinden memnun olanların oranı %47 ve özel hastanelerden memnun olanların oranı da %49’da bulunmaktaydı. 2007’de yapılan araútırmaya göre ise SB hastanelerinden memnuniyet %67, üniversite hastanelerinden memnuniyet %69 ve özel hastanelerden memnuniyet %61 olmuútur. Memnuniyet kamu hastaneleri için 26 puan yükselirken, üniversite hastaneleri için 22 ve özel hastaneler için 12 puan artmıútır (TUøK, 2008: 38). 6.2. Üniversite Hastanelerinin Kuruluú Amaçları ve Kuruluú Prosedürü Hasta tedavisinde ileri ve uzmanlaúmıú personeli içeren üniversite hastaneleri, ba÷lı bulundukları üniversite ile birlikte hasta tedavisi, sa÷lık personeli e÷itimi ve sa÷lıkla ilgili araútırmaların yanı sıra, toplum sa÷lı÷ını geliútirmeyi de amaçlamaktadırlar. Baúlangıçta tıp ö÷rencilerinin uygulama merkezleri olarak hizmet veren üniversite hastaneleri, sa÷lık bilimlerindeki geliúmeler do÷rultusunda, giderek di÷er sa÷lık profesyonellerinin e÷itimleri için de uygun ortamı oluúturma amacını üstlenmiúlerdir (Martin vd., 2008: 50). Dolayısıyla üniversite hastaneleri, e÷itim-ö÷retim faaliyetlerine uygulama alanı oluúturmak ve topluma sa÷lık hizmeti sunmak temel amaçlarıyla kurulurlar. Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Araútırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeli÷i madde 5’te üniversite hastanelerinin amacı úu úekilde belirtilmiútir: "Merkezin amacı; Tıp Fakültesi ile Üniversiteye ba÷lı Hemúirelik Yüksekokulu, Sa÷lık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sa÷lık Bilimleri Enstitüsünün e÷itim-ö÷retim 137 ve araútırma faaliyetlerinin ve muayene, teúhis ve tedavi için Merkeze baúvuran hastaların ayakta veya yataklı tetkik ve tedavilerinin en iyi úekilde gerçekleútirilmesini sa÷lamaktır (Selçuk Üniversitesi: 2006: 1).” Di÷er üniversite hastanelerinde de bu hedefler do÷rultusunda kuruluú gerçekleúmektedir. Üniversitelere ait tıp fakülteleri baúta olmak üzere, sa÷lık hizmetleriyle ilgili tüm alanlarda üniversiteye ait di÷er fakülte, yüksekokul, enstitü gibi birimlerle iúbirli÷i yaparak sa÷lıkla ilgili araútırmalar yapıp kaliteli ve dengeli bir sa÷lık hizmeti sunumu gerçekleútirme gayreti içerisinde bulunmaları yönetmelikte vurgulanmaktadır. Bu ba÷lamda üniversite hastanelerinin iki temel amacı bulunmaktadır. Bunlar, e÷itim ve sa÷lık hizmeti sunumudur. E÷itim hizmetlerini, baúta tıp fakültesi ö÷rencilerinin ile uzmanlık e÷itimi alan araútırma görevlisi hekimlere ve di÷er sa÷lık personeline araútırma ve uygulama olana÷ı sa÷layan bir kurum olma, topluma sa÷lık hizmeti sunma iúlevlerini ise; tıp fakültesi ö÷retim üyelerinin birebir denetim ve gözetiminde teúhis ve tedavi hizmeti vererek gerçekleútirirler. Bu esas amaçlar altında kuruluú amaçlarını úu baúlıklar altında sıralayabiliriz: • Sa÷lıklı yaúam ve kaliteli tedavi hizmeti konusunda inceleme, araútırma ve uy sulamalarda bulunmak, • Kamu kurum ve kuruluúlarıyla kuruluú amaçlarıyla ilgili iúbirli÷i yapmak, • Toplumu sa÷lıklı yaúam konusunda bilinçlendirmek, • Hastane amaçları do÷rultusunda kamu ve özel sektör kuruluúlarına projeler hazırlamak, e÷itim programları düzenlemek, bilimsel mütalaada bulunmak, • Toplumu sa÷lıklı yaúam konusunda bilinçlendirmek üzere kitap, dergi, broúür basımları yapmak, yazılı ve görsel basın organlarında program düzenlemek. • Hastane yönetim kurulunun kararlaútıraca÷ı di÷er faaliyetlerde bulunmak Türkiye’deki üniversite hastanelerinin kuruluú prosedürüne bakacak olursak; üniversite araútırma hastaneleri, yasal mevzuatımızda "hastane'" olarak de÷il araútırma ve uygulama merkezi olarak yer buldu÷undan, üniversiteler araútırma ve uygulama hastanesi kurarlarken, araútırma merkezi kuruluúunda ki süreci takip etmektedirler. Yüksek ö÷retim Kurumu, bu merkezlerin kurulmasına bir takım kriterler aramıú ve bunu 22.2.2000 tarih ve 11 oturum ve 2000.11.500 sayılı Yürütme kurulu kararında açıkça sıralamıútır. Buna göre bir araútırma ve uygulama merkezi kurmak isteyen herhangi bir üniversite bir takım úartları 138 taúımak durumundadırlar. Bu úartlara sahip olan üniversiteler bu hastanelerin kurulmasında úu yolu izlemektedir : 1. Merkezin kuruluú, çalıúma usul ve iúlemlerini belirten yönetmelik tasla÷ının hazırlanması, 2. Yönetmeli÷in üniversite senatosunca kabulü, 3. Onay için tasla÷ın Yüksek Ö÷retim Kuruluna gönderilmesi, 4. Yüksek Ö÷retim Kurulunca onaylanan tasla÷ın yayınlanmak üzere Baúbakanlı÷a gönderilmesi, resmi gazetede 5. Resmi gazetede Yayınlanması Yönetmeli÷in resmi gazetede yayınlandı÷ı günden itibaren üniversite hastanesinin kuruluú prosedürü tamamlanmıú kabul edilerek faaliyete baúlatılmaktadır. 6.3. Üniversite Hastanelerinin Yasal Dayana÷ı 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunu’nda üniversite hastanelerine iliúkin bir düzenleme getirilmemiútir. Baúka temel bir düzenleme de bulunmadı÷ından; üniversite hastanelerinin kuruluúu, 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunun 3. maddesinde “Uygulama ve Araútırma Merkezi” olarak tanımlanmıútır. Bu tanımda uygulama ve araútırma merkezi; “Yüksekö÷retim kurumlarında e÷itim ö÷retimin desteklenmesi amacıyla çeúitli alanların uygulama ihtiyacı ve bazı meslek dallarının hazırlık ve destek faaliyetleri için e÷itim - ö÷retim, uygulama ve araútırmaların sürdürüldü÷ü bir yüksekö÷retim kurumu” úeklinde tanımlanarak yetersiz ve sorunlu yasal bir dayanak elde etmiútir. Üniversite hastanelerinin yasal dayanak ve iúleyiúi düzenleyen ortak herhangi bir düzenlemenin bulunmayıúı sa÷lık sisteminde büyük bir eksiklik ve yasal bir boúluk oluúturmaktadır. Bazı üniversite hastaneleri hiçbir yasal dayana÷ı olmadı÷ı halde, kendi hastanelerinde uygulanmak üzere yönetmelikler çıkarmıúlardır. Ancak, yasaya dayanmayan yönetmeliklerin uygulamadaki geçerlili÷i ve yasallı÷ı ise tartıúmalıdır. Tüm bunların sonucunda da, bu hastanelere yönelik özel bir yasanın bulunmaması sebebiyle, üniversite hastanelerinde uygulamalar açısından bir uyum söz konusu olmamakta, her hastane, bir di÷erinden farklılık göstermektedir. 2009 tarihinde Hacettepe Üniversitesinde yapılan Üniversite Hastaneleri Birli÷i toplantısında bu sorun dile getirilerek ortak bir çalıúma ile bütün üniversite hastanelerini kapsayacak yeni bir yasal düzenlemenin yapılması gere÷i üzerinde durulmuútur (Üniversite Hastaneleri Birli÷i; 2009: 17). Ayrıca üniversiteler finansal konularda da çeúitli mali hükümlerin yer aldı÷ı kanunlar kapsamında faaliyet göstermektedirler. Örne÷in alım, satım ve finans kaynaklarını usulüne uygun kullanımı 2886 sayılı Devlet øhale Kanununa göre 139 yapılmaktadır. 1050 sayılı Muhasebeyi Umumiye Kanunu ve Sayıútay Denetim Kanunları alımlarının ne úekilde yapılaca÷ı ile ilgili hükümleri içermektedir. Üniversite hastanelerinin hasta bakım ve tedavisi ile ilgili etik konularında Sa÷lık Mevzuatı hükümlerine baúvurulmakta, do÷rudan etkili olmadı÷ı halde hemúire ve di÷er sa÷lık disiplinlerinin görev ve yetkileri ile ilgili konularda Sa÷lık Bakanlı÷ı Yataklı Tedavi Kurumları iúletme Yönetmeli÷i geçerli sayılmaktadır. Uzmanlıkla ilgili konular ise Tababet Uzmanlık Tüzü÷üne göre yürütülmekte ve ö÷renci e÷itim ve ö÷retimi ile ilgili yönetmeliklerin oluúturulması ise ilgili Yüksekö÷retim Kurumlarının yetkili organlarına bırakılmaktadır. 6.4. Üniversite Hastanelerinin Yönetsel Yapısı 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunu’nda üniversite hastanelerinin yapılanması ve örgütlenmesi konusuna iliúkin bir düzenleme getirilmemiútir. Türkiye'de üniversite hastaneleri “araútırma ve uygulama merkezi” adı altında direkt olarak Üniversite Rektörlerine ba÷lı olarak faaliyet göstermektedirler. Dolayısıyla üniversite tüzel kiúili÷ini temsil eden Rektör aynı zamanda üniversite hastanesinin tepe yöneticisi durumundadır. Türkiye’deki kamu hastaneleri için genel itibariyle yönetimde üst yetkili, asıl mesle÷i hekimlik olan baúhekimdir. Ancak 2547 sayılı Yüksekö÷retim Kanunun araútırma ve uygulama merkezi ile ilgili kısmında “baúhekimlik” unvanı yer almamaktadır. Üniversite hastanelerinin tamamında SB hastane yapılanması taklit edilerek, yönetsel yapılarına bu pozisyon uyarlanmıútır. Üniversite hastanelerinin yönetsel yapısının oluúturulmasında gerek kuruluú aúamasında gerekse faaliyet aúamalarında bir takım kurum ve birimler etkide bulunmaktadırlar. Bunların baúında YÖK gelmektedir. Ayrıca üniversite rektörü, üniversite senatosu, üniversite yönetim kurulu ve tıp fakültesi yönetimi üniversite hastanelerinin yönetsel yapısına etkide bulunan di÷er kurum ve birimlerdir. Türkiye’de üniversite hastanelerinin yönetsel yapısı ile ilgili olarak, 2547 sayılı kanuna dayalı oluúan yönetim organları aúa÷ıda sıralanmıútır. 6.4.1. Üst Kuruluúlar Yüksek ö÷retim üst kuruluúları, yüksek ö÷retim kurulu, yüksekö÷retim denetleme kurulu ve üniversitelerarası kuruldan oluúmaktadır. Bu kurullarda yasada belirlenen amaç, hedef ve ilkeler do÷rultusunda yüksek ö÷retim kurumlarının kurulması e÷itim ö÷retim faaliyetlerinin uygulanmasına yönelik kısa ve uzun vadeli planların yapılması ve faaliyetlerin ana amaç ve ilkelere uygunlu÷unun denetlenmesi gibi üst düzeyde kararlar alınmaktadır. YÖK yönetimsel anlamda üniversite hastanelerinin en üst kuruluúlarıdır. 6.4.2. Üniversite Yönetim Organları Üniversite hastaneleri araútırma ve uygulama merkezleri olarak do÷rudan üniversite rektörlü÷üne ba÷lı faaliyet gösteren kurumlardır. Üniversite 140 organlarının üniversite hastaneleri ile ba÷lantıları söz konusudur. Bu organlar, yasada rektör, senato ve üniversite yönetim kurulu olarak belirlenmiútir. 6.4.2.1. Rektör Üniversite tüzel kiúili÷inin temsilcisi olan rektör aynı zamanda üniversite hastanelerinin de tepe yöneticisi konumundadır. Rektör, üniversitelere ba÷lı tüm birimlerde e÷itim-ö÷retim, bilimsel araútırma ve yayın faaliyetlerinin yanı sıra, yatırım programları, bütçe ve kadro ihtiyaçlarının planlanması ve üniversite görevli tüm personelin atanma, görevlendirilme ve denetimlerinde yetkili en üst düzey organdır. Üniversite hastanelerinin tıp fakültesi ile ba÷lantısı rektörün fakülte dekanına devretti÷i yetki ile sınırlıdır. Rektör tıp fakültesi dekanından baúka, görevlendirece÷i herhangi bir ö÷retim üyesini de hastane yönetiminde yetkili kılabilir. Nitekim bu tıp fakülteleri içinde yer almalarına karúın di÷er araútırma ve uygulama merkezleri, rektörün bu merkezlere atadı÷ı müdürler tarafından yönetilmekte ve tıp fakültesi yönetimi ile yasal anlamda iliúkileri olmamaktadır. 6.4.2.2. Senato Senatonun üniversite hastanelerinin yönetim ve kararlar üzerinde etkisi ile ilgili do÷rudan bir görevi yasada yer almamakla birlikte, rektörün onayından sonra resmi gazetede yayınlanarak yürürlü÷e girecek olan tüm birimlerle ilgili yönetmeliklerin hazırlanması görevi üniversite hastaneleri açısından önemli sayılmaktadır. Nitekim hastane ile ilgili yönetmeliklerin tümü senatodan geçtikten sonra yürürlü÷e konmuútur. Senatoda hastaneyi temsilen tıp fakültesi dekanı bulunmaktadır. 6.4.2.3. Üniversite Yönetim Kurulu Rektörün baúkanlı÷ında dekanlardan ve üniversiteye ba÷lı, de÷iúik ö÷retim birim ve alanlarını temsil edecek úekilde senato tarafından dört yıl süre için seçilecek üç profesörden oluúur. Üniversite yönetim kurulu idari faaliyetlerde rektöre yardımcı organ olup, yüksek ö÷retim üst kuruluúları ile senato kararlarının uygulanması, üniversiteye ba÷lı birimlerin önerileri do÷rultusunda yatırım programları ve bütçe tasarısı tasla÷ının hazırlanarak rektöre sunulması ve üniversite yönetimi ile ilgili rektörün getirece÷i konularda karar alınması gibi iúlevleri yerine getirmektedir. Üniversite yönetim kurulunun yatırım ve bütçe hazırlanması gibi görevleri üniversite hastanelerini geniú kapasiteli kurumlar olarak daha fazla ilgilendirmektedir. Di÷er e÷itim kurumlarının e÷itim ve bilimsel araútırmalara yönelik yatırım programları, hasta bakım hizmetlerinin yer aldı÷ı yataklı tedavi kurumları ile ilgili faaliyetlerden dolayı üniversite hastanelerinde çok daha önemli yer tutmaktadır. 141 6.4.3. Fakülte Yönetim Organları Üniversite hastanelerini, tıp fakültelerinden ba÷ımsız düúünmek mümkün de÷ildir. Hastanelerde görev yapan tıp hekimi ö÷retim üyeleri, ö÷retim görevlileri ve araútırma görevlisi asistanlar Tıp fakültesinin personeli ve mensuplarıdır. Hastanelerin tepe yönetici durumunda olan baúhekim, aynı zamanda tıp fakültesinin bir ö÷retim üyesidir. Tıp fakültesi dekanları, fakülte kurulu ve fakülte yönetim kurulu aracılı÷ıyla hastane yönetimi ile ilgili kararlar alıp uygulamaya konulmasını sa÷lar. Yüksekö÷retim Kurumları Yasasında dekan, fakülte kurulu ve fakülte yönetim kurulu olarak belirlenen fakülte yönetim organları tıp fakültesi içinde yer alan üniversite hastanelerinin yönetiminde de de÷iúik düzeylerde etkili olmaktadır. Tıp fakültesinin e÷itim ö÷retim ve di÷er akademik faaliyetleri yanı sıra, hastane hizmetlerinin yönetimi ile ilgili kararların da büyük bir kısmı bu organlar tarafından alınmaktadır. 6.4.4. Üniversite ødari Organları Yüksek Ö÷retim Kurumları yasasına göre üniversitelerin idari organizasyonları içinde yer alan birimler úunlardır ( Resmi Gazete, 1983:7). • Genel sekreterlik • Yapı øúleri ve Teknik Daire Baúkanlı÷ı • Personel Daire Baúkanlı÷ı • Ö÷renci øúleri Daire Baúkanlı÷ı • Sa÷lık, Kültür ve Spor Daire Baúkanlı÷ı • Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Baúkanlı÷ı • Bilgi øúlem Daire Baúkanlı÷ı • Hukuk Müúavirli÷i • Üniversite Hastanesi Baúmüdürlü÷ü Rektörlük bünyesinde yer alan bu idari organlar rektörlü÷e ba÷lı fakülte, yüksek okul, enstitü ve araútırma merkezlerinde oluúturulan benzer birimlerle ba÷lantılı olarak fonksiyonlarını yürütürler. Üniversite hastaneleri, aynı zaman da ait oldukları üniversitelerin bir alt birimi olduklarından üniversitenin idari organlarından, bu organların görev alanlarına giren konularda destek alırlar. Örne÷in hastane kadrosunda görevli bir hemúirenin sicil iúlemlerini personel dairesi baúkanlı÷ı yürütür. Hastanenin devletçe karúılanacak ödeme ve bütçe planlamasını strateji dairesi baúkanlı÷ı, biliúim hizmetleri sunumunu bilgi iúlem dairesi baúkanlı÷ı yapar. ødari örgütlenme, genel sekreter baúta olmak üzere, daire baúkanları, úube müdürleri, 142 müdür yardımcıları, úefler, memurlar úeklindedir. Merkezdeki bu örgütlenmenin yanında üniversite hastaneleri baúmüdürü idari anlamda genel sekretere ba÷lı olarak görevini hastane içerisinde yürütür. SONUÇ Türkiye’de sa÷lık hizmetleri arzı, kamu ve özel hizmet sunucular tarafından sa÷lanmaktadır. Bu kapsamda en önemli kamu hizmet sunucusu Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı hastaneler ve üniversite hastaneleridir. Ancak SSK hastanelerinin, bazı kamu kuruluúları ve belediye hastanelerinin sundukları sa÷lık hizmetinin SB’ye devredilesi ile birlikte B hastaneleri en büyük sa÷lık hizmet sunucu birimler haline gelmiúlerdir. Üniversite hastaneleri gerçekleútirilen son de÷iúiklikten sonra SB’den sonra en önemli hizmet sunucusu konumundadır. Türk Sa÷lık Sektörü içerisinde üniversite hastaneleri, üçüncü basamak sa÷lık kurulusu olarak tanımlanmıúlardır. Sa÷lık Bakanlı÷ına ba÷lı e÷itim hastaneleri ile birlikte ülkemizin en ileri düzeyde sa÷lık hizmeti sunan sa÷lık kuruluúlarıdır. B 2008 verilerine göre Türkiye’de toplam 56 adet üniversite hastanesi bulunmaktadır. Hastane yataklarının %14.8’ini Üniversite hastaneleri, %67’sini SB Hastaneleri, %10’unu özel ve vakıf hastaneleri oluúturmaktadır. Üniversite Hastaneleri toplam hastane sayısının % 4.2’si iken yatak oranı %14.8’dir. Bu Üniversite Hastanelerinin genellikle daha yüksek yatak sayısına (ort. 536) sahip oldu÷unu göstermektedir. Türk Sa÷lık Sektörü içerisinde do÷rudan hasta tedavisi ve bakımını amaçlayan hastanelerin önemli bir bölümü e÷itim ve araútırma kurumları olarak faaliyet göstermektedir. Bu kurumlar hasta tedavisi hizmetleri yanı sıra, çeúitli sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi ve tıbbi araútırma faaliyetlerini de üstlenmektedir. Sa÷lıkla ilgili araútırma ve uygulama merkezleri olarak e÷itim hastaneleri kapsamında yer alan üniversite hastaneleri üstlendikleri tıp ve di÷er sa÷lık disiplinlerinin e÷itimi, sa÷lıkla ilgili araútırmalar ve daha çok ilerlemiú ve ciddi sorunları olan hastaların tedavi hizmetleri ile toplumun sa÷lık düzeyinin yükseltilmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Di÷er sa÷lık kuruluúlarından farklı olarak e÷itim, araútırma ve hasta bakımı iúlevlerinin aynı yapı içerisinde örgütlenmesinin sa÷lanması son derece önemli çabaları gerektirmektedir. Üniversite hastaneleri di÷er iúletmeler gibi çevreden bazı girdileri almakta, bunları bir süreçten geçirmekte ve nihai olarak bir çıktı ortaya koymaktadır. Ancak bu hastaneler, di÷er iúletmelerden bazı açılardan farklılık göstermektedir. Bu farklılıklardan en önemlisi daha karmaúık yapıda olmalarıdır. Karmaúık olmalarının baúlıca nedeni hastaneleri etkileyen etmenlerin yani dıú çevrenin ve ürün yelpazesinin karmaúıklı÷ıdır. Baúka bir ifadeyle, hastaneleri etkileyen çevre oldukça karmaúık, girdiler fazla ve süreç aúamasındaki iúlevler oldukça girifttir. Karmaúıklı÷ın bir baúka nedeni ise her 143 hasta için farklı bir uygulama gerektirebilece÷i varsayımı ve sonuçta hizmet süreci baúlı baúına de÷iúmesi dolayısıyla da hizmetin ortaya çıkması için gereken çıktıların çeúitlenmesidir. Bunun sonucunda hastanelerin çevrelerinden aldıkları girdi sayısı iyice artmakta ve çevreye ba÷ımlılıkları oldukça yüksek düzeye çıkmaktadır. Ayrıca sa÷lık bilimlerinde bilimsel bilginin artması, teknolojik ilerlemeler ve farklı alanlarda uzmanlaúmanın getirdi÷i sorunlar üniversite hastanelerini daha kompleks bir çevre içerisinde mücadele etmeye itmektedir. Günümüzün küresel pazarında yaúam mücadelesi veren di÷er organizasyonlar da oldu÷u gibi üniversite hastaneleri de ayakta kalabilmek için ve rekabet güçlerini koruyup güçlendirebilmek için birçok yeni stratejiyi uygulamak durumunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla böylesi bir durumla mücadele etmek zorunda kalan üniversite hastanelerinin farklı alternatif organizasyon modellerine ve daha esnek bir organizasyon yapısına sahip olması gerekmektedir. Ayrıca günümüzde hastane organizasyonları, sürekli de÷iúen ve dalgalanan çevrede maliyetleri düúürmek, buna paralel olarak hasta bakım kalitesini artırabilme sorunuyla karúı karúıyadırlar. KAYNAKÇA Fiúek N. (1983) Halk Sa÷lı÷ına Giriú, HU ve DSÖ Hizmet Araútırma ve Araútırıcı Yetiútirme Merkez Yayını,s.6. Hayran, O. (1997) Hastane Yöneticili÷i, Nobel Tıp Kitapları, østanbul. Jamison, D. (2006), Investing in Health, in D. Jamison et al. (eds.), “Disease Control Priorities in Developing Countries”, Second Edition, World bank and Oxford University Press, Washington, D.C. and New York, pp. 3-34. Kavuncubaúı, ù. (2000), Hastane Sa÷lık Kurumları Yönetimi. Siyasal Kitapevi, Ankara Kısa, A. (2002). Sa÷lık Kurumları Yönetimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskiúehir. Sa÷lık Bakanlı÷ı (2008), Yataklı Tedavi Kurumları østatistik Yıllı÷ı 2007, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlü÷ü Yayını, Ankara Sa÷lık Bakanlı÷ı (2008b), Türkiye Sa÷lık ønsangücü Durum Raporu, Yayın no:759, Ankara Sa÷lık Bakanlı÷ı (2002), Aday Memur Hazırlayıcı Ders Notları, Ankara Sa÷lık Bakanlı÷ı (2007a), Türkiyede Sa÷lı÷a Bakıú 2007, Hıfzısıhha Mektebi Müdürlü÷ü, Ankara Sargutan, E. (1999) Türk Sa÷lık Sektörünün Yapısı, Sa÷lık-øú Yayınları, Ankara. 144 Selçuk Üniversitesi, (2006) Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Araútırma Ve Uygulama Merkezi Yönetmeli÷i Tümerdem Y. (1992). Halk Sa÷lı÷ı I (Toplum Hekimli÷i). Üniversite Yayın No : 3625, Fak. Yayın No : 182. østanbul,; 11-6. Martin, Melisa; McFadden,Alex Sandra Wolfskill (2008) “Redeploying your workforce the West Virginia University Hospitals success story” Healthcare Financial Management, Westchester: Dec. Vol. 62, Iss. 12; p. 48 (5 pages) Özyurt, Öz can (2004), Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde 20012002 Yıllarında Verilen Hizmetlerin De÷erlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamıú Yüksel Lisans Tezi, Kayseri OECD, (2009) Sa÷lık Sistemi øncelemeleri Türkiye, www.sourceoecd.org/socialissues/9789264051089 (e.t.:09.01.2009) TUøK, (2008) Yaúam Memnuniyeti Araútırması 2003-2007, http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=AnaKategori&KT_ID=1&KI TAP_ADI=Sosyal+G%FCvenlik+ve+Sa%3Fl%3Fk (e.t.:13.04.2009) Üniversite Hastaneleri Birli÷i (2009) Üniversite Hastaneleri Birli÷i Toplantısı Raporu, www.stip.selcuk.edu.tr/uhb_rapor.pdf (e.t.:13.04.2009) 145 146 THE ROLE OF HEALTH RELATED FACTORS ON CONSUMER ATTITUDES TOWARDS ORGANIC PRODUCTS IN TURKEY Yrd. Doç. Dr. Eyyup YARAù* Yrd. Doç. Dr. Tülay YENøÇERø** Dr. Bahar YAùøN*** ABSTRACT This study attempted to gain knowledge about the role of health-related factors on attitudes towards organic products among Turkish consumers. A selfadministered questionnaire was conducted on a representative sample of 347 Turkish adults. The relations between health-related factors and attitudes towards organic food consumption were studied by estimating a structural equation model. Three of the five hypotheses of the research were supported empirically. According to research results, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors affect attitude towards organic products positively. Keywords: Organic products, health consciousness, preventive health behaviors, self efficacy, health knowledge, structural equation modeling. TÜRK TÜKETICILERIN ORGANIK ÜRÜNLERE KARùI TUTUMLARINDA SAöLIKLA ILIùKILI FAKTÖRLERIN ROLÜ ÖZET Bu çalıúmada, Türk tüketicilerin organik ürünlere karúı tutumlarında sa÷lıkla ilgili faktörlerin rolü hakkında bilgi edinilmeye çalıúılmıútır. Bu amaçla 347 kiúilik bir örnek üzerinde, bir anket vasıtasıyla uygulama yapılmıútır. Sa÷lıkla ilgili faktörler ile organik ürünler arasındaki iliúki yapısal eúitlik modeli aracılı÷ıyla incelenmiútir. Beú araútırma hipotezinden üçü istatistiki bakımından anlamlı bulunmuútur. Araútırma sonuçlarına göre, organik ürünlere iliúkin tutumlar üzerinde sa÷lık * Aksaray Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, øúletme Bölümü, AKSARAY, eyaras@gmail.com ** Aksaray Üniversitesi, øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, øúletme Bölümü, AKSARAY, tyeniceri@gmail.com *** østanbul Universitesi, Iúletme Fakületesi, Pazarlama Anabilim Dalı, øSTANBUL, karciga@gmail.com 147 bilinci, öz etkinlik, koruyucu sa÷lık davranıúlarının pozitif yönde bir etkisi oldu÷u görülmüútür. Anahtar sözcükler: organik ürünler, sa÷lık bilinci, koruyucu sa÷lık davranıúları, öz etki, sa÷lık bilgisi, yapısal eúitlik modeli. INTRODUCTION Organic food market has grown substantially over recent years across the globe and the market for organic food is described as promising due to consumers’ increasing awareness of health related issues (Michaelidou and Hassan, 2008; Lockie et al., 2004; Padel and Foster, 2005; Gifford and Bernard, 2006; Honkanen et al, 2006; Baker et al., 2004; Soler et al., 2002; Beharrel and McFie, 1991; Oude Ophius, 1991; Collins et al.,1992; Swanson and Lewis, 1993; Byrne et al., 1994). Consequently, investigating drivers or motives for organic food consumption has become an important marketing research issue in recent years (Michaelidou and Hassan, 2008; Squires et al., 2001; Baker et al., 2004). Many surveys of consumer attitudes and characteristics have been conducted to identify the reasons for this increased trend (Magkos et al, 2006; Thompson, 1998). Several reasons have been proposed within the literature for this movement towards organic products (Michaelidou and Hassan, 2008). The preference for organic food has been associated with multiple factors (Magkos et al, 2006). Many people buy organic food mainly due to their increased concern towards personal health (Özçelik and Uçar, 2008; Michaelidou and Hassan, 2008; Tregear et al., 1994; Wandel and Bugge, 1997; Grankvist and Biel, 2001; Magnusson et al., 2001, 2003; Lockie et al., 2002). Consumers perceive organic products as a healthier alternative to conventional foods in that they contain more nutrients which enhance personal well-being (Michaelidou and Hassan, 2008; Tregear et al., 1994; Magnusson et al., 2001; Baker et al., 2004; Lockie et al., 2004; Lea and Worsley, 2005; Padel and Foster, 2005; Williams and Hammit, 2001). Organic products are also considered safer, better in taste and more enjoyable than conventional products (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Padel and Foster, 2005; Roddy et al., 1996; Zanoli and Naspetti, 2002; Fotopoulos et al., 2003; Baker et al., 2004). Previous studies indicate health to be the predominant motive for purchasing organic food and shaping attitude (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). The quality or safety of conventional food products; environmental considerations and animal welfare and personal values have also been found to motivate the purchase of organic products (Williams and Hammit, 2001; Makatouni, 2002; Baker et al., 2004; 148 Gifford and Bernard, 2006; Sparks and Shepherd, 1992; Grunert and Juhl, 1995; Schifferstein and Oude Ophuis, 1998; Laroche et al., 2001; Vindigni et al., 2002; Lockie et al., 2004; Magnusson et al., 2003; Dreezens et al., 2005; Lea and Worsley, 2005; Michaelidou and Hassan, 2008). There are also some research studies that has focused on examining the effects of motives, beliefs and values on attitudes towards organic products, purchase intentions and/or purchase frequency but results of these studies are reporting mixed results (e.g. Magnusson et al., 2003, 2001; Padel and Foster, 2005; Honkanen et al., 2006). For instance, Magnusson et al. (2003) in comparison to environmental motives, found health to be the stronger predictor of attitude and purchase intention towards organic foods. In contrast, Honkanen et al. (2006) found that environmental and animal motives have a strong influence on attitude. Tarkiainen and Sundqvist (2005) also refute health as a predictor of attitude towards organic foods although previous studies indicate health to be the predominant motive for purchasing organic food and shaping attitude (Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Further, Baker et al. (2004) found discrepancies in the motives explaining attitude towards organic foods between UK and German consumers (Michaelidou and Hassan, 2008). In addition to these conflicting findings, other specific motives such as health knowledge, self efficacy, preventive health behaviors and their role as predictors of attitude and intention has not been explored in the context of organic purchases. These gaps in the literature highlight that our understanding of the role of motives that underlie attitude towards organic products is still underdeveloped (Michaelidou and Hassan, 2008; Newsom et al., 2005). This study contributes to understanding the motives behind the purchase of organic products by clarifying the roles of health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors in predicting attitude. In particular, this study focuses on health consciousness in an attempt to clarify its value in predicting attitude towards organic products, given the conflicting findings reported in the literature (e.g. Magnusson et al., 2003; Tarkiainen and Sundqvist, 2005). Concurrently, it is attempted to clarify the role of health knowledge, self efficacy and preventive health behaviors in shaping attitude, which have been omitted in the context of organic food purchase. Therefore, in this study health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health 149 behaviors are modeled simultaneously together with an attitude relationship. LITERATURE REVIEW Organic farming and organic food Organic farming is a potential way to lower input costs, decrease reliance on nonrenewable resources, attain high-value markets and premium prices, and enhance farm income. Organic farming systems exclude the use of synthetic (man-made) chemicals in crop production and prohibit the use of antibiotics and hormones in livestock production. Organic agriculture is defined as an ecological production management system that promotes and enhances biodiversity, biological cycles and soil biological activity. It is based on minimal use of off-farm inputs and on management practices that restore, maintain and enhance ecological harmony (Beaudreault, 2009). Organic agriculture is produced with an objective to produce healthy and quality foods without using synthetic chemical products (Gracia and Magistris, 2007). In organic farming, each stage of the process, from production to consumption, is supervised and certified. The aim of organic farming is to provide the maximum level of protection for the environment, plants, animals and human health without polluting the soil and water resources or the quality of air (Özçelik and Uçar, 2008). Thus, organic agriculture not only preserves the environment but it also improves public health, bringing significant benefits both to the economy as well as to the social cohesion of rural areas (Gracia and Magistris, 2007). In December 2000, the National Organic Standards Board of the U.S. Department of Agriculture (USDA) established a national standard for the term "organic." Organic food, defined by how it cannot be made rather than how it can be made, must be produced without the use of sewer-sludge fertilizers, most synthetic fertilizers and pesticides, genetic engineering (biotechnology), growth hormones, irradiation and antibiotics. Organic products are obtained by processes friendly to the environment, by cultivation techniques that consider both the attributes of the final product and the production methods (Chinnici et al., 2002). Thus, increasing demand for organic food is expected to continue in the future (Tsakiridou et al., 2008). 150 The physical distribution of organic products Organic products may be purchased from many different retail outlets. These range from permanent physical retail outlets such as supermarkets and health food shops, to temporary retail outlets such as a weekend market. Virtual markets such as home delivery may include Internetbased purchases. Hence, great diversity exists in the distribution of organic products (Pearson and Henryks, 2008). All stages in the supply chain must ensure that the product passes along them without artificial chemicals being used in order to maintain the certified organic status. For a short supply chain, maintaining the organic status is relatively easy to ensure, such as the producer selling directly to the customer at a weekend market. However, a longer supply chain, such as a producer-wholesaler-manufacturer-retailer-customer, is more difficult. Hence, it is not surprising that the longer supply chain has only recently evolved in the industry (Pearson and Henryks, 2008). Reasons for buying organic food A review of the literature on organic food consumption shows that several attempts have been made to examine consumers' perception of organic food, factors that have facilitated or prevented the organic food choice, consumers' attitudes, as well as reasons for purchase/nonpurchase (Essoussi and Zahaf, 2008). There are number of reasons that consumer choose to purchase organic food products, as well as some barriers. Reasons of buying could be grouped according to general and commodity-specific concerns (Yiridoe et al., 2005). Examples of general concern included food safety, human health, environmental impact, whereas commodity attributes included taste, freshness and packaging (Yiridoe et al., 2005). Surveys have identified additional positive attributes that consumer associate with organic food products which include improved taste (Davies et al., 1995), being better for environment (Lea and Worsley, 2005), and being better for wildlife (Goldman and Clancy, 1991). The order, or priority, for these reasons varies. For instance, health is very important to customers who purchase organic products because of their own medical problems. On a broader level, other individuals may purchase organic food as a way of enabling them to support a food production system that is more sustainable in its impact on the natural environment (Pearson and Henryks, 2008). Conversely, the main reasons that prevent consumers from buying organic food included expensiveness, limited availability, unsatisfactory quality, satisfaction 151 with current purchases, lack of trust, limited choice, lack of perceived value and lack of misunderstanding of organic ways of production (Essoussi and Zahaf, 2008; Fotopoulos and Krystallis, 2002; Wier and Calverly, 2002; Larue et al., 2004; Verdurme et al., 2002; Worner and Meier-Ploeger, 1999). Overall, the most important reason for purchasing and consuming organic food appears to be health concerns (Hutchins and Greenhalgh, 1997; Squires et al., 2001), whereas research conducted on consumers' environmental concerns as a reason for consuming organic food are mixed (Essoussi and Zahaf, 2008; Kristensen and Grunert, 1991). Consumer attitudes to organic food have also been explored in a small number of qualitative studies (Torjusen et al., 2001). Consumers do not always buy sustainable products as consequences of environmental concern or to benefit the community or due to personal beliefs but mainly to give priority to health, to be part of the social group, to distinguish from others and to accomplish the need to try out new technologies (Vermeir and Verbeke, 2004). The Organic consumer Research on consumer preferences and demand for organics is increasingly attracting academic interest (Tsakiridou et al., 2008). In the majority of studies, many consumers denote that they have a preference for and an interest in organically produced foods (Misra et al., 1991; Wandel and Bugge, 1997; Wilkins and Hillers, 1994). Although the concept of “organic food” seems to be well known to many consumers (Roddy et al., 1996; Von Alvensleben, 1998), the proportion of consumers who purchase organic foods on a regular basis is low (Grunert, 1993; Wandel and Bugge, 1997; Roddy et al., 1996; Fotopoulos and Krystallis, 2002). In relation to growth potential of consumer demand and its limits, many surveys have identified and ranked motivations for buying organic food and have generally painted a positive picture of robust demand, confirming the growth witnessed in the value of the retail market throughout the 1990s and into the twenty-first century (Padel and Foster, 2005). However, the observable slow down in market growth may indicate a discrepancy between an evident willingness to buy, captured by these surveys, and actual purchasing behaviour (Makatouni, 2002). Researchers also talk about differences between the perceived organic consumer and the actual organic consumer (Padel and Foster, 2005). On this basis, it is necessary to be cautious of the very positive conclusions that some studies reach. When the customer profile of the outlets for organic food is examined, it is registered that they consist of people with higher education and income level, most in their middle ages or above (Özçelik and Uçar, 2008; Kaya, 2003). However, the consumption of organic food is comparatively low (Kihlberg and Risvik, 2007). The main reasons for the comparatively low consumption of 152 organic products are the income levels of consumers, wrong or inadequate knowledge, too high prices of organic products and the lack of consumer consciousness and marketing infrastructure (Davies et al., 1995; Roddy et al., 1996; Kaya, 2003; Shepherd et al., 2005; Kihlberg and Risvik, 2007). The high prices of organic products mainly arise from the expensive production processes. In a piece of research, one-third of the participants stated that they would buy organic foods if their prices were lower (Davies et al., 1995). Consumers who have knowledge of organic food, are aware of its benefits and think that organic food is healthier and tend to buy organic food more frequently (Özçelik and Uçar, 2008; Gil et al., 2000). The organic food market in Turkey In Turkey organic farming activities started in 1985 by exporting to European importers. Organic production areas are especially in Aegean Region (39%) followed by Black Sea region (18%), Mediterranean region (13%), Middle Anatolia region (13%), East Anatolia region (13%), Marmara region (3%) and South East Anatolia region (1%). In Turkish organic market, food and cosmetic products are heavily produced. The size of domestic market is five million dollars and 65% of the market consists of food products. The most popular organic food products are dried fruits and grains. Consumption of organic legumes is consisting almost half of the total organic products. Organic food consumption statistics of domestic market are shown in Table 1. Recently, products like tea, hazelnut, marmalade and tomato paste are also supplied to the market. Table 1: Organic Food Consumption in Turkey Years 2002 2003 2004 2005 2006 Quantity (ton) 4.990,31 15.274,85 12.082,22 29.454,17 66.265,99 Organic products are especially sold in super and hypermarkets (65%) and in specialized organic food shops (35%) in Turkey. Although the share of organic products is increasing in the market in recent years it is only 1-2% of the total market. 153 RESEARCH OBJECTIVES The healthcare process has changed irrevocably in recent years with the emergence of the “healthcare consumer” (Reeder, 1972) who, rather than being passive, has taken a more active role in his/her own healthcare (Gould, 1988). This paper examines self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors as health-related factors and their role on attitudes towards organic products among Turkish consumers and identifies which factors affect consumers' attitudes towards organics. The ultimate goal was to better understand the structural relations between consumers’ health-related motivations and attitudes towards organic food products so that organic producers could formulate proposals for better promotion and marketing of organic products and develop more effective strategic marketing planning. Besides organic producers, researchers who are interested in organic consumption will also benefit from the study. Some of the health-related factors examined in this study have been omitted in previous organic consumption studies. Understanding the role of these new factors on consumer attitudes are also thought to provide insights to researchers in understanding consumer behavior. RESEARCH HYPOTHESIS Individual-level trait factors often play a critical role in explaining consumer behavior beyond traditional demographic factors (DuttaBergman, 2003; Dutta-Bergman and Wells 2002). Especially in the context of multiple health behaviors such as healthy eating, exercising and abstaining from alcohol, self-efficacy has emerged to be an important determinant of behavior. Self-efficacy is strongly correlated with healthoriented lifestyle decisions such as food consumption, dietary behavior and other health outcomes (Dutta and Youn 1999; Moorman and Matulich 1993; Swenson and Wells 1995). In the context of this study it is believed that attitudes towards organic products may be formed as a result of health-oriented lifestyle such as exercising and diet. Therefore, it is hypothesized: H1: Self-efficacy-exercising and diet will positively affect attitude towards organic products. Health knowledge refers to the individual’s storehouse of information about preventive healthcare behaviors (Jayanti and Burns, 1998). 154 Johnson and Johnson (1985) showed that health knowledge influences choice of healthy foods and nutritious eating, whereas Boeckner, Kochn and Rockwell (1990) found a positive correlation between health knowledge and improved dietary habits. It is generally believed that knowledge facilitates information search, and highly knowledgeable consumers acquire and retain more information compared the people with less knowledge (Jayanti and Burns, 1998). In this study it is predicted that health knowledge will be an important predictor of attitude towards organic products, and hypothesized that: H2: Health knowledge will positively affect attitude towards organic products. Health consciousness is an indicator of the consumer’s intrinsic motivation to maintain good health, reflecting enduring involvement in health (Dutta-Bergman, 2003; MacInnis et al., 1991). Health consciousness refers to the degree to which health concerns are integrated into a person’s daily activities (Jayanti and Burns, 1998). Health consciousness also assesses the readiness to undertake health actions (Michaelidou and Hassan, 2008; Becker et al., 1977). Healthconscious consumers are aware and concerned about their state of wellbeing and are motivated to improve and/or maintain their health and quality of life, as well as preventing ill health by engaging in healthy behaviors and being self-conscious regarding health (Gould, 1988; Plank and Gould, 1990; Kraft and Goodell, 1993; Newsom et al., 2005). Such individuals tend to be aware of, and involved with, nutrition and physical fitness (Kraft and Goodell, 1993). Previous research has identified interest in health as a primary motive for the purchase of organic food (Grankvist and Biel, 2001; Lockie et al., 2002). In addition, health consciousness has been found to predict attitude, intention and purchase of organic foods (Magnusson et al., 2003, 2001). Furthermore, as organic product buyers are more aware that food intake does affect their health, they appreciate healthy and natural foods and are more willing to choose healthier foods to improve their health (Michaelidou and Hassan, 2008; Schifferstein and Oude Ophuis, 1998). Although the relationship between health consciousness and attitude has not been uniformly supported in all studies (Tarkiainen and Sundqvist, 2005), it is hypothesized that: 155 H3: Health consciousness will positively affect attitude towards organic products. Self-efficacy is often referred to as an indicator of personality strength (Dutta-Bergman, 2003) and as a belief that target behaviors which mitigate health threats can be successfully implemented (Jayanti and Burns, 1998). It reflects the extent of confidence consumers have in their ability to make health choices and decide on actions (Dutta-Bergman, 2003; Bandura, 1977; Scheufele and Shah 2000). It is argued that consumers that have a high level of self-efficacy are more likely to take charge of their health (Dutta-Bergman, 2003; DeVito et al., 1982). In the context of this study it is believed that attitudes towards organic products may be an expression of self efficacy. Therefore, it is hypothesized: H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic products. Preventive health behaviors refers to behaviors that will prolong one’s healthy life or practices that otherwise lessen the effects of infectious disease, chronic illness or debilitating ailments (Jayanti and Burns, 1998). Whether an individual engages in a specific preventive healthcare practice depends on a variety of factors that encompass social influences, family support or urging, commercial messages, recommendations of physicians and other healthcare spokespersons, habit, self-confidence, beliefs and values, situational factors, financial considerations, emotional factors, physical barriers, and even misperceptions (Jayanti and Burns, 1998). In this study it is predicted that preventive health behaviors will likely be an important predictor of attitude towards organic products, and hypothesized that: H5: Preventive health behaviors will positively affect attitude towards organic products. The aforementioned hypotheses are graphically represented via the research model (Figure 1). This model depicts Self EfficacyExercising and Diet, Health Knowledge, Health Consciousness, Self Efficacy and Preventive Health Behaviors as antecedents of consumer attitudes towards organic products. 156 1 e10 SEED2 Self Efficacy Exercising and Diet 1 1 e9 SEED1 1 e3 HK2 1 e2 Health Knowledge HK3 1 e1 1 HK4 e18 1 1 e6 e5 HC3 1 Attitudes towards Organic Products Health Consciousness HC4 1 1 e4 HC5 1 ATOP3 e8 1 SE3 ATOP4 ATOP1 1 1 1 e16 e15 e19 Self Efficacy 1 1 e7 SE4 1 e12 PHB12 Preventive Health 1 1 e11 PHB13 Behaviors Figure 1: Research Model MEASUREMENT Multiple items were used to measure each of the constructs. Self efficacy-exercising and diet scale had two items and it was adapted from Jayanti and Burns (1993). Health consciousness was measured with a three item scale developed by Kraft and Goodell (1993). Self efficacy scale (two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993). Health knowledge scale had three items and it was a modified version of a similar scale used by Brucks (1985). Preventive health behaviors scale (two items) was adapted from Jayanti and Burns (1993) who modified the scale originally developed by Moorman and Matulich (1993). Consumer attitudes towards organic products were measured with three item scale developed by Shepherd, Magnusson and Sjöden (2005). All of the items utilized five-point Likert scale response categories, ranging from “strongly disagree (1)” to “strongly agree (5)” to 157 accompany statements regarding self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy, preventive health behaviors and attitudes towards organic products. Based on previous studies in the area of organic food consumption and health (Kraft and Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Chinnici et al., 2002; Radman, 2005; Brucks, 1985) the questionnaire was designed in five distinct sections elaborating with: 1. Self efficacy- exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors as predictors of attitudes towards organic products (Kraft and Goodell,1993; Jayanti and Burns, 1998; Brucks, 1985; Moorman and Matulich,1993). 2. Consumers' attitudes towards organic products (Shepherd et al., 2005). 3. Consumers' buying behavior towards organic products (Chinnici et al., 2002; Radman, 2005). 4. Food choice factors (Lennernas et al., 1997; Wandel and Bugge, 1997; Verbeke, 2001). 5. The demographic characteristics of the respondents (Age, education, occupation, family size, income, marital status, gender). SAMPLING AND DATA COLLECTION This study was conducted in Turkey. Beginning from the mid-1980s, Turkish society has witnessed a rapid transformation in many aspects, due to economic restructuring. The structural reform in the economy, that placed an emphasis on a liberal, market-oriented, and outward-looking development strategy, resulted in the rise of corporate power and the introduction of foreign capital through partnerships with Turkish firms, which made possible the large investments required to meet new consumer demand. In 2007 Turkey’s estimated GDP of US$663.4 billion (at the official exchange rate) showed a real increase of 5 percent over the previous year. The World Bank forecasted an increase of 5.8 percent in 2008. Between 2002 and 2007, the growth rate has been consistently between 5 and 6 percent. Turkey is self-sufficient in most foods, although some agricultural commodities are imported. A relatively large percentage of 158 Turkey’s land is devoted to agriculture, but the productivity of agricultural lands varies greatly. The rate for 2007 was 8.5 percent. Data for this study is obtained from consumers living in Aksaray. Aksaray with 186.645 population is geographically located in the middle of Turkey. Cultural, economic and income indicators of Aksaray is similar to Turkey’s general profile. In order to reach a sample that consists of people from different age and income groups in Aksaray, random sampling method was applied. The survey lasted from January to March, 2009 and was conducted at various locations in Aksaray. Face-toface interviews were conducted based on a prepared questionnaire and respondents were required to be above 15 years. In the survey, respondents were asked to indicate whether they had purchased organic food products over the past six months. Furthermore, socio-demographic and attitudinal responses were also recorded. A total of 400 respondents were surveyed; 347 were subsequently retained in the final analysis after deleting those with incomplete or suspect relevant information. The socio-demographic characteristics of the respondents are given in Table 2. Table 2: The Socio-Demographic Characteristics of the Respondents Age n % Income Level n % 78 22.5 212 61.1 15-25 170 49.0 Low 26-35 103 29.7 Medium 36-45 49 14.1 High 57 16.4 46-+ 25 7.2 Total 347 100.0 Total 347 100.0 159 Occupation Civil servant House wife Student Merchant Labor Retired Entrepreneur Total Education High School and lower University and over n % Family Size (Person) n % 112 32.3 1 5 1.4 31 8.9 2 23 6.6 133 38.3 3 51 14.7 6 1.7 4 101 29.1 15 4.3 5 76 21.9 6 1.7 6 52 15.0 23 6.6 7 24 6.9 15 4.4 347 100.0 347 100.0 8+ Total n % Gender n % 205 59.0 Female 206 59.4 142 41.0 Male 141 40.6 347 100.0 Total 347 100.0 Total Overall, 347 complete and usable questionnaires were obtained. As seen in Table 2, the sample comprises 206 (59%) women and 141 men (41%). The respondents’ age ranged from 15 to over 46 years. Most of the respondents were between the age categories of 15-25 and followed by the age category of 26-35. Students (38%) were in majority in the sample, followed by civil servants (32%). The sample was represented by medium income level (61%). High school and lower grade respondents comprised the 59% and university and over grade respondents comprised the 41% of the sample. Family size was mostly (29%) 4 people. The sampling of 347 respondents allowed access to respondents with a broad range of income, age, and respondents’ employment roles ranged from civil servants to entrepreneurs. Demographic characteristics of the sample are overlapping with previous researches. A study conducted by the Food Marketing Institute (2001) 160 found that organic shoppers are more likely to be females and the largest percentages of these shoppers were between the ages of 25–39 (Beaudreault, 2009). RESEARCH FINDINGS Before the hypotheses were tested, the validity and the reliability of the scales used in the study were tested. The reliability of the scales was tested through internal consistency, by using Cronbach’s alpha which is a commonly used measure of reliability. In addition to the internal reliability, construct validity was also evaluated in order to identify whether the indicators “accurately” measure what they are supposed to measure or not (Churchill, 1996: 404). The test of the construct validity was done through factor analysis. In marketing the factor analysis is used for decreasing item numbers, developing scales and transforming data (Kinnear and Taylor, 1996: 626). The summary of the reliability and the validity analyses’ results are seen in Table 2. For the reliability of the scales, “Cronbach Į”, the internal consistency coefficient, was calculated, and the Į value was found for Self Efficacy- Exercising and Diet scale to be 0.620, for Health Knowledge scale to be 0.778, for Health Consciousness scale to be 0.713, for Self Efficacy scale to be 0.664, for Preventive Health Behavior scale to be 0.595 and for consumer attitudes towards organic products scale to be 0.749. Accordingly, it was agreed that all the scales used in this study were valid and reliable. Table 3: The Results of Validity and Reliability Analyses Number of Variable Alfa Coefficients (Reliability Analysis) Self Efficacy- Exercising and Diet Health Knowledge 2 .620 Total Variance (ValidityFactor Analysis) 72.528 3 .778 69.451 Health Consciousness 3 .713 63.774 Self Efficacy 2 .664 74.868 Preventive Health Behaviors 2 .595 71.316 Consumer Attitudes towards Organic Products 3 .749 66.954 Scales The factor analysis conducted for the validity of health-related factors resulted in five factors. The loading values of the first factor, which was examined under the title of Self Efficacy-Exercising and Diet, were between 0.617 and 0.731. 161 The second factor was examined under the title of Health Knowledge, and its loading values were between 0.711 and 0.777. The loading values of the third factor, which was examined under the title of Health Consciousness, were between 0.599 and 0.757. The fourth factor was examined under the title of Self Efficacy and its loading values were between 0.666 and 0.746. Finally, the loading values of the fifth factor, preventive health behaviors, changed between 0.578 and 0.737. The factor analysis conducted for the validity of consumer attitudes towards organic products scales resulted in one factor. The loading values of the factor were between 0.549 and 0.814. After determining the reliability and the validity of the scales used in the research, structural equation modeling was used to test the research hypotheses which is a combination of factor analysis and multiple regression analysis. Structural equation modeling techniques are distinguished by two characteristics: (1) estimation of multiple and interrelated dependence relationships and (2) the ability to represent unobserved concepts in these relationships and account for measurement error in the estimation process (Hair et al.,: 1998: 584). In this research, the research hypotheses were tested by using AMOS 6.0. The evaluation criteria and values related with the fitness of the data and the model are given in Table 4 in details. Table 4: Fit Measures Fit Measures Discrepancy (χ2) Degrees of freedom P Discrepancy / df (χ2/df) Goodness of Fit Index Adjusted GFI Normed Fit Index Relative Fit Index Incremental Fit Index Tucker-Lewis Index Comparative Fit Index RMSEA Hoelter .05 Index Hoelter .01 Index Measurement Model 188.437 75 0.000 2.512 .932 .891 .871 .819 .918 .882 .916 .066 177 196 162 Ideal Model 0.000 0 1.000 1.000 1.000 1.000 CMIN DF P CMINDF GFI AGFI NFI RFI IFI TLI CFI RMSEA HFIVE HONE As can be seen from Table 4, in evaluating the goodness of fit between the model and the data, the first measure is the likelihood ratio chi-square statistics. This value has a statistical significance (p=0.000). Another criterion in the evaluation of the data and the model is fitness of fit value (GFI) which was found 0.932 in this study. The closeness of this value to the one (1) represents the validity of the model. So as it can be seen, the fitness of the model and the data through that value is adequate. In addition to that, the other criteria NFI (0.87), RFI (0.819), IFI (0.918), TLI (0.882) and CFI (0.916) also indicate the fitness. Besides, the RMSEA value of the model is 0.066. This falls well within the recommended levels of 0.05 and 0.08 (Garretson et al., 2002: 96, Hu and Bentler, 1999). At last, in order to determine the required minimum sample size to test the research hypotheses at the stated level of confidence interval, Hoelter .05 and Hoelter .01 indexes were used. To test the hypotheses at 95% confidence interval level and 0.05 significance level, the required minimum sample size was determined as 177 and to test the hypotheses at 99% confidence interval level and 0.01 significance level, the required minimum sample size was determined as 196. As it can be seen from the Table 4, the sample size is much higher than the required minimum sample sizes by Hoelter .05 and Hoelter .01 indexes. Table 5 includes the regression coefficients related with the testing of research hypotheses. The third hypothesis of the research “H3: Health consciousness will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of Į= 0.01; the fourth hypothesis of the research “H4: Self-efficacy will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of Į= 0.05 and the fifth hypothesis of the research “H5: Preventive health behaviors will positively affect attitude towards organic products” is accepted at the significance level of Į= 0.10. Besides, the first hypothesis of the research “H1: Self Efficacy-Exercising and Diet will positively affect attitude towards organic products” and the second hypothesis of the research “H2: Health knowledge will positively affect attitude towards organic products” are rejected. Overall, these results suggest that health consciousness, self-efficacy and preventive health behaviors are very important factors in shaping attitude towards organic products, on the other hand, self efficacy-exercising and diet and health knowledge doesn’t play a role in shaping consumer attitudes towards organics. 163 Table 5: Regression Weights Consumer Attitudes towards Organic Products Consumer Attitudes towards Organic Products Consumer Attitudes towards Organic Products Consumer Attitudes towards Organic Products Consumer Attitudes towards Organic Products Estimate Std. Error T value -.085 .074 -1.154 .24 8 H1 is rejected. P Std. Regressi on Weights -0.093 <-- Self EfficacyExercising and Diet <-- Health Knowledge .048 .079 .609 .54 3 H2 is rejected. 0.045 <-- Health Consciousnes s .664 .101 6.582 .00 0 H3 is accepted . 0.580 <-- Self Efficacy .203 .086 2.370 .01 8 H4 is accepted . 0.180 <-- Preventive Health Behavior .119 .064 1.863 .06 2 H5 is accepted . 0.153 Extant research highlights health consciousness as the most important motive for explaining attitude, intention and behavior towards organic foods (Tregear et al., 1994; Wandel and Bugge, 1997; Zanoli and Naspetti, 2002; Magnusson et al., 2003; Baker et al., 2004; Padel and Foster, 2005). Similar to this stream of research, findings in this study indicate health consciousness to be the most important motive shaping attitude towards organic products in relation to other motives, namely self-efficacy and preventive health behaviors. These findings may suggest that respondents are conscious and alert to changes about their health, as well as responsible for the state of their health, so they associate more health benefits (e.g. health preservation, health improvement) with organic products. On the other hand self efficacy and preventive health behaviors are also found to be the following important predictors of attitude. This indicates that respondents’ favorable attitude towards organic products are critically results of their strong personality that they are confident to 164 make health choices and take charge of their health by behaving in a way that prolong their healthy life. The covariance values among the self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behavior are illustrated in Table 6. Table 6: Covariance Values Estim ate Health Knowledge <--> Health Consciousness Self Efficacy <--> 0.249 Stand ard Error 0.064 0.197 0.061 3.219 0.001* 0.177 0.064 2.741 0.006* 0.388 0.102 3.809 0.000* 0.289 0.050 5.725 0.000* 0.005* tvalue P 3.868 0.000* Preventive Health Beh Health Knowledge <--> Self Efficacy-Exercising and Diet Self Efficacy-Exercising and Diet Self Efficacy-Exercising and Diet Self Efficacy-Exercising and Diet Health Consciousness Health Knowledge <--> Self Efficacy 0.139 0.049 2.839 Health Knowledge <--> Preventive Health Behaviors 0.129 0.072 1.798 Health Consciousness Health Consciousness Self Efficacy <--> Self Efficacy 0.175 0.049 3.562 0.000* <--> Preventive Health Behaviors 0.112 0.070 1.607 0.108 <--> Preventive Health Behaviors 0.264 0.079 3.353 0.000* <--> <--> 0.072* * * p < 0.01 ** p < 0.10 As it can be seen from the Table 6, at the significance level of Į: 0.01, there are statistically significant and positive relationships between Health Knowledge and Self Efficacy-Exercising and Diet; Health Consciousness and Self Efficacy-Exercising and Diet; Self Efficacy and Self Efficacy-Exercising and Diet; Preventive Health Behaviors and Self Efficacy-Exercising and Diet; Health Knowledge and Health Consciousness; Health Knowledge and Self Efficacy; Health Consciousness and Self Efficacy; Self Efficacy and Preventive Health Behaviors. And also, there are statistically significant and positive relationships between Health Knowledge and Preventive Health Behavior at the significance level of Į: 0.10. Besides, no significant relationship between Health Consciousness and Preventive Health Behaviors are observed. 165 CONCLUSION Recently, consumers, due to health concerns, environmental consciousness, social status consideration and other reasons, are interested in organic farming products (Özçelik and Uçar, 2008). This paper contributes to knowledge by first studying multiple healthrelated factors, namely self efficacy-exercising and diet, health knowledge, health consciousness, self efficacy and preventive health behaviors in the context of organic production, and second, by simultaneously modeling these factors as predictors of attitude towards organic products. The findings reported in this study are important in further understanding of the role of health-related factors in shaping attitudes towards organic products. Findings of the study indicated that health consciousness, followed by self efficacy and preventive health behaviors, is the most important predictor of attitude towards organic products. This finding provides some support for previous research (Magnusson et al., 2003) which indicates that health consciousness is a motive for shaping attitude towards organic products, and at the same time contradicts Tarkiainen and Sundqvist (2005), who refute health as a predictor of attitude towards organic foods. Research results also showed that, besides health consciousness, individuals seem to be driven also by other motives, including self efficacy and preventive health behaviors, in shaping their attitudes towards organic products. This indicates that respondents’ favorable attitudes towards organic products are critically results of their strong personality that they are confident to make health choices and take charge of their health by behaving in a way that prolong their healthy life. LIMITATIONS AND IMPLICATIONS Like many other empirical studies this research might also have some limitations in reference to sampling, data collection and generalization of the findings. The samples drawn for the study may not be enough to generalize the study results. This research has made it possible to improve the understanding of Turkish consumers’ attitudes and the factors that have influence in forming their attitudes towards organic products. Results of the study is of value to companies in the organic market as it provides reference framework that should be used for the marketing planning of organic 166 food products to launch specific promotional campaigns as well as to introduce adequate marketing policies. REFERENCES Baker, S., Thompson K.E.&Engelken J. (2004), Mapping the Values Driving Organic food choice, European Journal of Marketing, 38 (8), 995–1012. Bandura, A. (1977), Self-Efficacy: Toward a Unifying Theory of Behavioral Change, Psychological Review, 84, 191-215. Beaudreault, A.R. (2009), Natural: Influences of Students' Organic Food Perceptions, Journal of Food Products Marketing, 15, 379–391. Becker, M.H., Maiman, L.A., Kirscht, J.P., Haefner, D.P. & Drachman, R.H. (1977), The Health Belief Model and Prediction of Dietary Compliance: a Field Experiment, Journal of Health and Social Behaviour, 18, 348–366. Beharrel, B.&McFie, J.H. (1991), Consumer Attitudes to Organic Foods, British Food Journal, 93(2), 25-30. Boeckner, L.S., Kohn, H.&Rockwell, S.K. (1990), A Risk-Reduction Nutrition Course for Adults, Journal of the American Dietetic Association, 90(2), 260-263. Brucks, M. (1985), The Effects of Product Class Knowledge on Information Search Behavior, Journal of Consumer Research, 12(1), 1-16. Byrne, P.J., Bacon, J.R. & Toensmeyer, U.C. (1994), Pesticide Residue Concerns and Shopping Location Likelihood, Agribusiness, 10(6), 491 – 501. Chinnici, G., D'Amico, M.&Pecorino, B. (2002), A Multivariate Statistical Analysis on the Consumers of Organic Products, British Food Journal, 104(3/4/5), 187-199. Churchill A. G. (1996), Basic Marketing Research Third Edition, The Dryden Press, Harcourt Brace College Publishers. Collins, J.K., Cuperus, G.W., Cartwright, B., Stark, J.A. & Ebro, L.L. (1992), Consumer Attitudes on Pesticide Treatment Histories of Fresh Produce, Journal of Sustainable Agriculture, Vol. 3, No. 1, 81-98. 167 Davies, A., Titterington, A.J. &Cocharane, C. (1995), Who Buys Organic Foods? A Profile of the Purchasers of Organic Food in Northern Ireland, British Food Journal, Vol. 97, No. 10, 17-23. DeVito, A. J., Bogdanowicz, J. & Reznikoff, M. (1982), Actual and Intended Health-Related Information Seeking and Health Locus of Control, Journal of Personality Assessment, Vol. 46 No. 1, 63-69. Dreezens, E., Martijn, C., Tenbult, P., Kok, G.& De Vries, N.K. (2005), Food and Values: an Examination of Values Underlying Attitudes towards Genetically Modified-and Organically-Grown Food Products”, Appetite, Vol.44, 115–122. Dutta, M. J. & Youn, S. (1999), Profiling Healthy Eating Consumers: a Psychographic Approach to Social Marketing, Social Marketing Quarterly, Vol. 5 No. 4, 5-21. Dutta-Bergman, M.J. &Wells, W. D. (2002), The Values and Lifestyles of Idiocentrics and Allocentrics in an Individualist Culture, Journal of Consumer Psychology, Vol. 12, No. 4, 42-54. Dutta-Bergman, M.J. (2003), Developing a Profile of Consumer Intention to Seek out Health Information beyond the Doctor, Health Marketing Quarterly, Vol. 21, No. 1/2, 91-112. ESSOUSSI, L.H. &ZAHAF, M. (2008), DECISION MAKING PROCESS OF COMMUNITY ORGANIC FOOD CONSUMERS: AN EXPLORATORY STUDY, JOURNAL OF CONSUMER MARKETING, VOL. 25, NO. 2, 95-104. Fotopoulos, C., & Krystallis, A. (2002), Purchasing Motives and Profile of Greek Organic Consumer: a Countrywide Survey, British Food Journal, Vol. 104 No. 9, 730-764. Fotopoulos, C., Krystallis, A. & Ness, M. (2003), Wine Poduced by Organic Grapes in Greece: Using Means-end Chains Analysis to Reveal Organic Buyers Purchasing Motives in Comparison with the Nonbuyer, Food Quality and Preference, Vol. 14, 549–566. Garretson, J., Dan, F. & Scot, B. (2002), Antecedents of Private Label Attitude and National Brand Promotion Attitude: Similarities and Differences, Journal of Retailing, Vol. 78, 91-99. Gifford, K. &Bernard, J.C. (2006), Influencing Consumer Purchase Likelihood of Organic Food, International Journal of Consumer Studies, Vol. 30, 155–165. 168 Gil, J.M., Gracia, A. & Sánchez, M. (2000), Market Segmentation and Willingness to Pay for Organic Products in Spain, International Food and Agribusiness Management Review, Vol. 3, 207-226. Goldman, B.J.& Clancy, K.C. (1991), A Survey of Organic Produce Purchases and Related Attitudes of Food Cooperative Shoppers, American Journal of Alternative Agriculture, Vol. 6, 89-95. Gould, S.J. (1988), Consumer Attitudes toward Health and Health Care: a Differential Perspective, The Journal of Consumer Affairs, Vol. 22 No. 1, 96-118. Gracia, A. & Magistris, T. (2007), Organic Food Product Purchase Behaviour: a Pilot Study for Urban Consumers in the South of Italy, Spanish Journal of Agricultural Research Vol. 5 No. 4, 439451. Grankvist, G. & Biel, A. (2001), The Importance of Belief and Purchase Criteria in the Choice of Eco-labelled Food Products, Journal of Environmental Psychology, Vol. 21, 405–410. Grunert, G.K. (1993), Green Consumerism in Denmark: Some Evidence from the EKO Foods Project, Der Markt, Vol. 32 No.3, 140-51. Grunert, S.C. & Juhl, H.J. (1995), Values, Environmental Attitudes and Buying Organic Foods, Journal of Economic Psychology, Vol. 16, 36–62. Hair, J., Anderson, R., Tatham R.& Black, W. (1998), Multivariate Data Analysis with Readings, Fifth Edition, Prentice- Hall International, Inc. Honkanen, P. Verplanken, B.& Olsen, S.O. (2006), Ethical Values and Motives Driving Organic Food Choice, Journal of Consumer Behaviour, Vol. 5, 420–431. Hu, L.& Bentler, P.M. (1999), Cutoff Criteria for Fit Indexes in Covariance Structure Analysis: Conventional Criteria versus New Alternatives, Structural Equation Modeling, Vol. 6 No.1, 1-55. Hutchins, R.K.&Greenhalgh, L.A. (1997), Organic Confusion: Sustaining Competitive Advantage, British Food Journal, Vol. 99, No. 9, 336-338. Jayanti, R.K. & Burns, A.C. (1998), The Antecedents of Preventive Health Care Behavior: an Empirical Study, Academy of Marketing Science Journal, Vol. 26 No. 1, 6-15. 169 Johnson, D.W.&Johnson, R.T. (1985), Nutrition Education: a Model for Effectiveness, a Synthesis of Research, Journal of Nutrition Education, Vol. 17, 1-44. Kaya, H.G. (2003), Dünya'da ve Türkiye'de Organik Tarımsal Ürün Ticareti ve Tüketici Reaksiyonları, available at: http://www.bahce.biz./organik/organik_ticareti.htm (accessed 28 June 2008). Kihlberg, I. & Risvik, E. (2007), Consumer of Organic Foods-Value Segments and Liking of Bread", Food Quality and Preference, Vol. 18, No.3, 47181. Kinnear, T.&Taylor, J. (1996), Marketing Research An Applied Approach Fifth Edition, McGraw-Hill, Inc. Kraft, F.B. & Goodell, P.W. (1993), Identifying the Health Conscious Consumer, Journal of Health Care Marketing, Vol. 13, No. 3, 18– 25. Kristensen, K. & Grunert, S.C. (1991), The Effect of Ecological Consciousness on the Demand for Organic Foods", in Bradley, F. (Ed.), Marketing thought around the world, Proceedings of European Marketing Academy Conference, 1991, Dublin, 299-318. Laroche, M., Bergeron, J. & Barbaro-Forleo, G. (2001), Targeting Consumers who are Willing to Pay more for Environmentally Friendly Products, Journal of Consumer Marketing, Vol. 18, 503– 520. Larue, B., West, G., Gendron, C.&Lambert, R. (2004), Consumer Response to Functional Foods Produced by Conventional, Organic or Genetic Manipulation, Agribusiness, Vol. 20, No. 2, 155-66. Lea, E.& Worsley, T, (2005), Australians’ Organic Food Beliefs, Demographics and Values, British Food Journal, Vol.11 No. 107, 855-869. Lennernas, M., Fjellström, C., Becker, W., Giachetti, I., Schmitt, A., Remaut de Winter, A.M.&Kearney, M. (1997), Influences on Food Choice Perceived to be Important by Nationally-Representative Samples of Adults in the European Union, European Journal of Clinical Nutrition, Vol. 51 No. 2, 8-15. Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G. & Grice, J. (2004), Choosing Organics: a Path Analysis of Factors Underlying the Selection of 170 Organic Food among Australian Consumers, Appetite, Vol. 43, 135–146. Lockie, S., Lyons, K., Lawrence, G.&Mummery, K. (2002), Eating Green: Motivations behind Organic Food consumption in Australia, Sociologia Ruralis, Vol. 42, 23–40. MacInnis, D. J., Moorman, C. & Jaworski, B. J. (1991), Enhancing and Measuring Consumers’ Motivation, Opportunity, and Ability to Process Brand Information from Ads, Journal of Marketing, Vol. 55, No. 4, 32-53. Magkos, F., Arvaniti, F. & Zampelas, A. (2006), Organic Food: Buying more Safety or just Peace of Mind? A Critical Review of the Literature, Critical Reviews in Food Science and Nutrition, Vol. 46, No. 1, 23-56. Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L.& Sjoden, P.O. (2001), Attitudes towards Organic foods among Swedish Consumers, British Food Journal, 103, 209–226. Magnusson, M.K., Avrola, A., Hursti Koivisto, U.K., Aberg, L. & Sjoden, P.O. (2003), “Choice of Organic Foods is Related to Perceived Consequences for Human Health and to Environmentally Friendly Behavior, Appetite, Vol. 40, 109–117. Makatouni, A. (2002), What Motivates Consumers to Buy Organic Food in the UK? Results from a Qualitative Study, British Food Journal, Vol. 104, 345–352. Michaelidou, N.&Hassan, L.M. (2008), The Role of Health Consciousness, Food Safety Concern and Ethical Identity on Attitudes and Intentions towards Organic Food”, International Journal of Consumer Studies, Vol. 32, 163–170. Misra, S., Huang, C.L.& Ott, S. (1991), Georgia Consumers' Preference for Organically Grown Fresh Produce, Journal of Agribusiness, Vol. 9, No. 2, 53-65. Moorman, C. & Matulich, E. (1993), A Model of Consumers’ Preventive Health Behaviors: the Role of Health Motivation and Health Ability, Journal of Consumer Research, Vol. 20, No. 2, 208-229. Newsom, J.T., McFarland, B.H., Kaplan, M.S., Huguet, N.&Zani, B. (2005), The Health Consciousness Myth: Implications of the Near 171 Independence of Major Health Behaviours in the North American Population, Social Science and Medicine, Vol. 60, 433–437. ÖZÇELIK, A.Ö.&UÇAR, A. (2008), TURKISH ACADEMIC STAFFS' PERCEPTION OF ORGANIC FOODS, BRITISH FOOD JOURNAL, VOL. 110 NO. 9, 948-960. Padel, S.&Foster, C. (2005), Exploring the Gap between Attitudes and Behaviour: Understanding why Consumers Buy or do not Buy Organic Food, British Food Journal, Vol. 107, 606–626. Pearson, D.&Henryks, J. (2008), Marketing Organic Products: Exploring some of the Pervasive Issues, Journal of Food Products Marketing, Vol. 14, No. 4, 95-108. Plank, R.E. & Gould, S.J. (1990), Health Consciousness, Scientific Orientation and Wellness; an Examination of the Determinants of Wellness Attitudes and Behaviours, Health Marketing Quarterly, Vol. 7, 65–83. Radman, M. (2005), Consumer Consumption and Perception of Organic Products in Croatia” British Food Journal, Vol. 107 No. 4/5, 263273. Reeder L.G. (1972), The Patient-Client as a Consumer: Some Observations on the Changing Professional-Client Relationship, Journal of Health and Social Behavior, Vol. 13, No. 4, 406-412. Roddy, G., Cowan, C.A.& Hutchinson, G. (1996), Consumer Attitudes and Behaviour to Organic Foods in Ireland, Journal of International Consumer Marketing, Vol. 9, No. 2, 41-63. Scheufele, D. A.,& Shah, D. V. (2000), Personality Strength and Social Capital: the Role of Dispositional and Informational Variables in the Production of Civic Participation”, Communication Research, Vol. 27, No. 2, 107-131. Schifferstein, H.N.J. & Oude Ophuis, P.A.M. (1998), Health-Related Determinants of Organic Food Consumption in the Netherlands, Food Quality and Preference, Vol. 9, 119–133. Shepherd, R., Magnusson, M.&Sjödën, P.O. (2005), Determinants of Consumer Behavior Related to Organic Foods, Ambio, Vol. 34, No. 4/5, 352-359. Soler, F., Gil, J.M. &Sanchez, M. (2002), Consumers' Acceptability of Organic Food in Spain, British Food Journal, Vol. 104, No. 8/9, 670-687. 172 Sparks, P.& Shepherd, R. (1992), Self Identity and the Theory of Planned Behaviour: Assessing the Role of Identification with Green Consumerism, Social Psychology Quarterly, Vol. 55, 388–399. Squires, L., Juric, B. & Cornwell, T.B. (2001), Level of Market Development and Intensity of Organic Food Consumption: Cross-Cultural Study of Danish and New Zealand Consumers, Journal of Consumer Marketing, Vol. 18, No. 4/5, 392-409. Swanson, R.B.&Lewis, C.E. (1993), Alaskan Direct-Market Consumers: Perception of Organic Produce, Family and Consumer Sciences Research Journal, Vol. 22, No. 2, 138-155. Swenson, M. R.&Wells, W. D. (1995), Target Marketing for Health Communication, Social Marketing Quarterly, Vol. 2, No. 1, 5-9. Tarkiainen, A.& Sundqvist, S. (2005), Subjective Norms, Attitudes and Intentions of Finnish Consumers in Buying Organic Food, British Food Journal, Vol. 107, 808–822. THOMPSON, G.D. (1998), CONSUMER DEMAND FOR ORGANIC FOODS: WHAT WE KNOW AND WHAT WE NEED TO KNOW, AMERICAN JOURNAL OF AGRICULTURAL ECONOMICS, VOL. 80, 1113-1118. Torjusen, H., Lieblein, G. Wandel M. & Francis, C.A. (2001), Food System Orientation and Quality Perception among Consumers and Producers of Organic Food in Hedmark County, Norway, Food Quality and Preference, Vol. 12, 207–216. Tregear, A., Dent, J.B.& McGregor, M.J. (1994), The Demand for Organically-Grown Produce, British Food Journal, Vol. 96, 21–26. TSAKIRIDOU, E., BOUTSOUKI, C., ZOTOS, Y. & MATTAS, K. (2008), ATTITUDES AND BEHAVIOUR TOWARDS ORGANIC PRODUCTS: AN EXPLORATORY STUDY, INTERNATIONAL JOURNAL OF RETAIL & DISTRIBUTION MANAGEMENT, VOL. 36, NO. 2, 158-175. Verbeke, W. (2001), Beliefs, Attitude and Behaviour towards Fresh Meat Revisited after the Belgian Dioxin Crisis, Food Quality and Preference, Vol.12, No. 8, 489-498. Verdurme, A., Gellynck, X. &Viaene, J. (2002), Are Organic Food Consumers Opposed to GM Food Consumers?", British Food Journal, Vol. 104, No. 8, 610-23. 173 Vermeir, I.&Verbeke, W. (2004), Sustainable Food Consumption: Exploring the Consumer Attitude-Behavior Gap”, Working Paper [04/268], Ghent University, Faculty of Economics and Business Administration, Belgium, October 2004. Vindigni, G., Janssen, M.A.&Jager, W. (2002), Organic Food Consumption: a Multi-Theoretical Framework of Consumer Decision Making, British Food Journal, Vol. 104, 624–642. Von Alvensleben, R. (1998), Ecological Aspects of Food Demand: the Case of Organic Food in Germany, AIR-CAT 4th Plenary Meeting: Health, Ecological and Safety Aspects in Food Choice, Vol. 4, No.1, 68-79. Wandel, M.& Bugge, A. (1997), Environmental Concern in Consumer Evaluation of Food Quality, Food Quality and Preference, Vol. 8, No. 1, 19-26. Wier, M.& Calverly, C. (2002), Market Potential for Organic Foods in Europe, British Food Journal, Vol. 104, No. 1, 45-62. Wilkins, J.L.&Hillers, V.N. (1994), Influences of Pesticide Residue and Environmental Concerns on Organic Food Preference among Food Cooperative Members and Non-members in Washington State, Journal of Nutrition Education, Vol. 26 No. 1, 26-33. Williams, P.R.D.& Hammitt, J.K. (2001), Perceived Risks of Conventional and Organic Produce: Pesticides, Pathogens and Natural Toxins, Risk Analysis, Vol. 21, 319–330. Worner, F. & Meier-Ploeger, A. (1999), What the Consumer Says, Ecology and Farming, Vol. 20 No.January-April, 14-15. Yiridoe, E.K., Bonti-Ankomah, S.&Martin, R.C. (2005), Comparison of Consumers Perceptions and Preferences toward Organic versus Conventionally Produced Foods: a Review and Update of the Literature, Renewable Agriculture and Food System, Vol. 20, 193205. Zanoli, R.&Naspetti, S. (2002), Consumer Motivations in the Purchase of Organic Food: a Means-end Approach, British Food Journal, Vol. 104, pp. 643–653. 174 TÜRKøYE’ DE TEKSTøL-HAZIR GøYøM SEKTÖRLERø VE REKABET GÜCÜ FatihMANGIR1 Ahmet AY2 ÖZET Tekstil ve hazır giyim sektörü dünya ekonomilerinin geliúim ve kalkınma sürecinde en önemli ve en eski sanayii dallarından biridir. Emek yo÷un üretim teknolojisine dayandı÷ı için geliúmekte olan ülkelerde rekabet avantajları do÷muú bu yüzden dünya da kısıtlayıcı tedbirlerin çok sık uygulandı÷ı sektör olmuútur. Eme÷in bol oldu÷u ülkelerinin sa÷ladı÷ı maliyet avantajı, bu sektörde küresel rekabetin daha yo÷un yaúanmasına neden olmuútur. Avrupa’nın en büyük üretim kapasitesi ile yirmi yıldır ülke ihracatının lokomotifi olan Türk Tekstil (ve Hazır Giyim / Konfeksiyon) Sanayi sa÷ladı÷ı milli hasıla ve yarattı÷ı istihdam bakımından ülke ekonomisinin temel direklerindendir. Böylesi bir ortamda bu payın koruyabilmesi için sektörde önceliklerin ve mevcut durumun iyi bir úekilde tespit edilmesi ve rekabet süreci içinde kalite ve teknoloji avantajların etkin kullanabilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Rekabet gücü, Tekstil, Hazır Giyim TEXTILE AND CLOTHING INDUSTRIES IN TURKEY AND POWER OF COMPETITION ABSTRACT The Textiles and clothing industries are the oldest and most essential industry of the world economies’ developing and growth process. Since textile and clothing industries depend on product of labor, the developing countries have gained competition advantages but this also led to increasing restrictions have been applied in this sector. The cost advantages for the labor abundant countries have caused intensive global competition in this sector. Being the locomotive sectors of export and creating value and employment for national income, textile and clothing sectors are the main pillar of Turkish economy and own to the largest share of production capacity in European Union. In order to save this share in this situation, priorities and current profile of the sector has to be underlined and quality and technological advantages should be assessed efficiently. Key Words: Competition, Textile, Clothing Industry 1. GøRøù Tekstil ve hazır giyim sanayi, ülke ekonomilerinin büyüme stratejilerinde önemli bir yere sahip sektörleridir. Küreselleúmeyle birlikte ekonomiler büyümelerin de yer alan sektörlerde de÷iúen kompozisyon, ortaya 1 2 Dr. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, fmangir@selcuk.edu.tr Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü,ahmetay@selcuk.edu.tr 175 tekstil ve hazır giyim sanayilerinin liderli÷ini koymuútur. Türkiye ekonomisi ve sanayisi içinde önemli bir yere sahip olan bu sektörün de÷iúen dünya rekabet úartlarına uyum sa÷lamaya çalıúmaktadır. 1990’lı yıllarda Gümrük birline giriú, 2001 yılında yaúanılan ekonomik kriz ve 2008 yılına kadar korunma önlemi kapsamında büyük üretim ve ihracat potansiyeline sahip olan Çin’e karúı uygulanacak kotaların tamamen kalkması Türk tekstil ve hazır giyim sektörü için önemli kilometre taúları olmuútur. Türkiye’ye yaúanılan ve yaúanılacak ekonomik geliúmelere karúı ihracatta önemli bir ekonomi olmak için sahip oldu÷u avantajları do÷ru kullanmalıdır. Sektörün sorunları ve mevcut rekabetin anlaúılması için Türk ihracatındaki tekstil ve hazır giyim sektörünün analizinin yapılması gereklidir. Tablo 1. Türk Tekstil ve Hazır giyim Kronolojisi Yıl Kilit Geliúmeler 1923 Yeni Türkiye Cumhuriyeti: 8 fabrika ve KøT sisteminin getirilmesi 1933 Sümerbank’ın kurulması 1960 Sanayileúmenin baúlaması 1970 Küresel tekstil ve hazır giyim sanayi geliúmiú ülkelerden geliúmekte olanlara kaymaya baúlaması 1974 Çok Elyaflılar Anlaúması (MFA) 1980 øhracata dayalı büyüme stratejileri\ihracat oranında artıú. 1981 Tekstil ve hazır giyim üretiminin çeúitli úehirlerde yaygınlaúması. 1982 Tekstil ve hazır giyim üretiminin østanbul ve çevresinde yaygınlaúması 1984 AB’nin Türkiye’ ye miktar kısıtlaması uygulaması. 1985 Tekstil ve hazır giyim sanayinde özel sektör yatırımlarının artması. 1990 Yıllık %12.2 oranında büyüme ile en hızlı büyüyen sektör. 1994 Türk ekonomisinde ekonomik kriz. 1995 Sümerbank’ın özelleútirilmesi. 1995 Sektörün mikrodan mezo ve makro organizasyonlara geçiúi 1995 Tekstil ve Giyim Anlaúması (ATC) 1996 Gümrük Birli÷i Anlaúması 1996 Türk tekstil ve hazır giyim firmalarının toplam sayısının 15.000’i geçmesi 1999 Sanayinin toplam ihracatta en yüksek paya eriúmesi 2000 Türk ekonomisinde ekonomik kriz 2001 Sektördeki oyuncuların karlılı÷ının azalması 2005 Dünya hazır giyim tüketiminin 930 milyar ABD dolarını geçmesi 2006 2007 Dünya hazır giyim ihracatının 1 milyar ABD dolarını geçmesi Tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracat hacminde en yüksek noktaya ulaúması Kaynak: Eraslan vd. , 2008 176 1. Tekstil ve Hazır Giyim Sektörünün Türkiye øhracatındaki Yeri Türkiye ekonomisinde dıúa açılma süreciyle birlikte ekonomide dıúa kapalı ithal ikamecilik politikası yerini ihracata dönük stratejik uygulamalara bırakmıú ve bu uygulamalarla birlikte ihracat ve ithalat miktarlarında artıú kaydedilmiútir. Özellikle øhracat ekonominin dıúa açılabilmesi ve dünya ekonomileri ile entegre olabilmesi için baúlatılan teúvik uygulamalarının sonucunda ( ekonomik kriz dönemleri hariç) iyi bir performans göstermiútir. 1980’de 2,9 Milyar dolar olan ihracat hacmi yaklaúık 4,5 kat artmıú ve 1990 yılında 13 Milyar dolar Seviyelerine gelmiú; Ancak, Çeúitli iç ve dıú faktörlerin olumsuz etkisiyle 1990–1993 döneminde artıú hızı yavaúlamıú, anılan dönem boyunca ancak 15 Milyar dolar düzeyine gelebilmiútir (ùenol, 2007: 2). Tablo 2. Türkiye’nin Dıú Ticaret Veri ve Göstergeleri (1980–2001) (Milyon Dolar) Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 øhracat 2.910 4.703 5.746 5.728 7.134 7.958 7.457 10.190 11.668 11.625 12.959 13.593 14.715 15.349 18.106 21.637 23.224 26.246 26.974 26.588 27.774 31.186 Dıú Ticaret Açı÷ı -4.999 -4.230 -3.097 -3.507 -3.623 -3.385 -3.648 -3.968 -2.273 -4.167 -9.343 -7.454 -8.156 -14.080 -5.160 -14.072 -20.402 -22.412 -18.947 -14.103 -26.728 -9.320 øthalat 7.909 8.993 8.843 9.235 10.757 11.343 11.105 14.158 14.335 15.792 22.302 21.047 22.871 29.429 23.270 35.709 43.627 48.657 45.921 40.691 54.502 40.506 øhracatın øthalatı Karúılama Oranı % 36.8 52.6 65.0 62.0 66.3 70.2 67.1 72.0 81.0 73.6 58.1 64.9 64.4 52.2 77.8 60.6 53.2 53.9 58.7 65.3 50.9 77.0 Kaynak: øSO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106. 1980 yılındaki Türkiye ve dünya sektörsel ihracat yapısı incelendi÷inde, ihracat içersinde iki ürün grubunun ön plana çıktı÷ı gözlemlenmektedir. Türkiye’nin ihracatında en büyük payı %65’lik oranla alan tarım ürünlerini %12 oranıyla tekstil ürünleri takip etmektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde ihracatta tarımın payı azalırken tekstil sektörünün payı artıú göstermiútir. Bunun nedenleri olarak, Avrupa Birli÷i ile 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birli÷i’nin gerçekleútirilmesi sonucunda Avrupa 177 Kömür Çelik Toplulu÷u ile toplulu÷un yetki alanına giren ürünleri kapsayan serbest dolaúım baúlanması, sanayi ürünleri ithalatından alınan vergi ve fonların azaltılması, ithalatta gözetim ve korunma önlemlerine, kota uygulamalarına, dahil de ve hariçte iúleme rejimine, haksız ticari uygulamalarına gidilmesi, tekstil ithalatına iliúkin düzenlemelerim yapılması gösterilebilir (Karluk, 2002:339). Yapılan bu uygulamalardan sonra tekstil ve hazır giyim sektörünün ihracattaki payı 2000’li yıllarda % 37’lere yükselmiútir. Tablo 3. 1980, 1990, 1999 ve 2000 Yılı Dünya ve Türkiye øhracatının Sektörel Da÷ılımı (Yüzde Paylar) Kaynak: http://www.dtm.gov.tr/ead/strateji/Strateji.doc Günümüzde, tekstil ve hazır giyim sektörü, gayri safi yurt içi hasıla, imalat sanayi ve toplam sanayi üretimindeki pay, ihracat, ekonomiye sa÷ladı÷ı net döviz girdisi, istihdam, yatırımlar, dıúa açıklık ve makro-ekonomik büyüklükler açısından düúünüldü÷ünde Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri konumundadır. øhracatta sektörünün önemli bir kısmını oluúturan tekstil sektöründe de artıú devam etmiú, 1998 yılında 2,631 milyar $ olan tekstil ihracatı 2007 sonuna gelindi÷inde 9,5 milyar dolara seviyesine çıkmıútır. Gerçekleúen bu artıúa ra÷men, tekstil artıú hızı ihracat artıú hızının gerisinde kalmıútır. ùöyle ki tekstil ihracatının genel ihracat içersindeki payı 1998 yılında %9,4 iken bu oran 2007 yılında %6,2’ye düúmüútür (ITKIB, 2006). Türkiye’nin tekstil ihracatı 2008 yılında 6.8 milyar dolar olarak gerçekleúmiútir (øTKøB,2008). Tablo 4. Tekstil Sektörü øhracatı Tekstil Sektörü Toplam øhracatı (milyar $) Yüzde De÷iúim (%) Kaynak: DTM (2007) 178 2003 5,6 2004 6,8 2005 7,4 2006 8,0 2007 9,5 25% 22% 9% 8% 17% Ancak düúüúe ra÷men, son yıllarda dünya hazır giyim sektöründe yaúanan durgunluk, petrol fiyatlarındaki artıúlar yeni rekabet ortamından kaynaklanan zorluklar ve ana pazarımız olan AB ekonomisinde görülen durgunluk dikkate alındı÷ında, tekstil ihracatında görülen performans olumludur. Ancak, yaúanan devalüasyon dikkate alındı÷ında çok tatmin edici oldu÷u söylenemez. 2001 yılında yaúanılan kriz ve devalüasyonun olumsuz etkisi sonrası hazırgiyim ve konfeksiyon ihracatındaki artıú %2,1 olarak gerçekleúmiútir. Tekstil sektörü ihracatında en önemli payı tutan Hazır giyim ve konfeksiyon mamullerinde ise, 2006 yılı ilk çeyre÷inde 3,3 milyar dolar de÷erinde ihracat gerçekleúirken 2007 yılında gerçekleúen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı 3,7 milyar $ olup tekstil sektörünün yaklaúık yarısı bu mamullerden oluúmuútur. Tablo 5. Genel øhracat Performansı øçinde Hazır Giyim ve Konfeksiyon øhracatının Payı Türkiye Genel øhracatı Hazır Giyim ve Konfeksiyon øhracatı Hazır Giyim ve Konfeksiyon øhracatının Payı Sanayi Ürünleri Hazır giyim Konfeksiyon øhracatının Sanayi Ürünleri øhracatındaki Payı Ocak-Mart 2006 18.503.534 Ocak- Mart 2007 23.155.998 De÷iúim (%) 25.1 3.307.874 3.720.704 12.5 17.9 16.1 15.879.524 20.059.002 20.8 18.5 26.3 Kaynak: DTM (2007) Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatında görülen artıúa ra÷men Türkiye genel ihracatındaki pay 2006 yılı ile karúılaútırıldı÷ında % 17.9’dan % 16.1”e gerilemiú yine sanayi ürünleri ihracat payı içersinde 2006 yılında 20.8 olan a÷ırlı÷ı 2007 yılında %18.5 olarak gerçekleúmiútir. 2008 yılı ihracat istatistiklerine göre Türkiye’den gerçekleútirilen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı 15.7 milyar dolardır (øTKøB, 2008). 2009 Haziran-Ocak ayı dönemi içersinde ise 6.2 milyar dolar hazır giyim ihracatı gerçekleúmiútir (øTKøB, 2009) Sektörde yaúanan geliúmelerin daha iyi anlaúılması için Türkiye’nin tekstil ihracatında önemli yer tutan ülkelerle yapılan ticaretin incelenmekte fayda bulunmaktadır. Avrupa birli÷i ülkeleri Türkiye’nin uzun yıllardır bir numaralı tekstil ihracat pazarıdır (Oran, 2004). ITKIB 2007 raporuna göre, AB–27 ülke grubuna 2007 yılında, 3,5 milyar dolarlık tekstil ihracatı gerçekleútirilmiútir. 179 2006 yılına kadar Avrupa birli÷i ülkelerinde en çok øtalya ile ihracat yapılırken 2006 ve 2007 yıllarında Almanya bu ülkenin önüne geçerek 863.888.732 milyon $ bir ihracat hacmi yakalanmıútır. Bu ülkeyi daha sonra Rusya, øtalya ve A.B.D ülkeleri takip etmektedir. Tablo 6. Baúlıca ülke Grupları ile Tekstil øhracatı Ülkeler 2006 814.287.756 Almanya 569.464.514 Rusya federasyonu 660.595.533 øtalya 595.407.085 A.B.D. 363.757.505 Romanya 422.530.333 øngiltere 323.609.201 Fransa 262.416.784 Polonya 267.307.237 øspanya 261.102.959 Bulgaristan 3.526.566.572 Di÷erleri 8.067.045.479 Toplam Kaynak: DTM (2007) 2007 863.888.732 762.295.452 Pay (2007) % 9 8 752.311.469 621.428.424 456.998.864 442.217.379 375.147.337 345.412.348 305.229.480 264.563.175 4.274.890.108 9.464.382.768 8 7 5 5 4 4 3 3 45 100 2007 yılında ülkemiz 8,73 Milyar Dolar tekstil ihracatı ile dünya ihracatının yüzde 3,7’sini karúılamaktadır (Uzuno÷lu ve Ünal, 2008:3). 2008 yılında tekstil sektöründe baúlıca ülke grupları arasında Ab-27 ve di÷er Asya ülkeleri hariç di÷er tüm ülke gruplarında artıú kaydedildi÷i görülmektedir. Ancak yine de AB-27 ülke grubu ile 3.4 milyar dolarlık bir ihracat gerçekleúmiú böylece AB’nin toplam tekstil ihracatındaki payı %49,6 olarak gerçekleúmiútir (øTKøB,2008) Türk hazır giyim sektörü, dünya piyasalarının en önemli tedarikçilerinden biridir. Hazır giyim sektörü için 1996 yılı baúı AB ile GB’ye geçiú, yeni bir geliúim noktası olmuútur. GB’ne girmenin hazır giyim sektörü üzerinde kapasite artıúı ve teknolojik geliúim ve makine yatırımlarının artıúı gibi olumlu etkileri olmuútur. Bu dönem hızlı sanayileúmeyi ve üretim teknolojisin de uluslararası standartları yakalamayı da beraberinde getirerek Türkiye ekonomisini bu sektörde iddaalı hale getirmiútir. 2007 yılında ülkemizin dünya hazır giyim ihracatındaki payı yüzde 4,1 olup, yapılan ihracatın de÷eri 14 Milyar Dolar’dır. 180 Tablo 7. Türkiye øhracat Payları 2007 (Milyar Dolar) Çin ,Avrupa Birli÷i (27) Hong Kong Türkiye Bangladeú Hindistan Vietnam Endonezya Meksika A.B.D. 115,2 103,4 28,8 14 10,1 9,7 7,2 5,9 5,1 4,3 Dünya øhracatında Payı (%) 33,4 29,9 8,3 4,1 2,9 2,8 2,1 1,7 1,5 1,2 Kaynak: øTKøB (2008) Dünya hazır giyim ihracatında AB, Çin, Hong Kong, Türkiye, Meksika, Hindistan ve ABD ilk sıralarda bulunmaktadır. Çin, AB bir bütün olarak ele alındı÷ında bile, hazır giyim ihracatında 1. sıraya yükselmiútir. Türkiye ise 2007 yılı göstergelerine göre Hong Kong’tan sonra gelmektedir. Bunun en önemli nedeni olarak tekstil ve hazır giyim sektöründe kullanılan emek ücretleri ve üretim maliyetleri gösterilmektedir. Ülkeler bazında 2007 yılı örme hazır giyim ithalatında A.B.D. (%26), Almanya (%8), øngiltere (%7), Japonya (%7), Hong Kong (%6), Fransa (%6), øtalya (%5), øspanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2) ve Kanada’nın (%2) ilk sıralarda oldu÷u görülmektedir. Örülmemiú hazır giyim ithalatında da benzer úekilde A.B.D. (%23), Almanya (%9), øngiltere (%7), Japonya (%7), Fransa (%6), Hong Kong (%5), øtalya (%5), øspanya (%4), Belçika (%3), Hollanda (%2) ve Kanada (%2) ilk sıralarda yer almıútır. 2007 yılı itibarıyla dünya toplam hazır giyim ithalatının %76’sını (247 milyar dolar) AB(27), A.B.D. ve Japonya gerçekleútirmiútir (Sevim,2009:16): . Hazır giyim sektörü ihracatında payının azalmasına ra÷men Almanya en çok miktarda ticaret yapılan ülke olma sırasını korumaktadır. Almanya’nın payı 1996’da %47,3’ten 2008’de %24,5’e kadar gerilemiútir. Türkiye 2008 yılı hazır giyim ihracatının %75’ini ilk 10’da yer alan Almanya (%24,5), øngiltere (%14,7), Fransa (%7,1), Hollanda (%7,0), øspanya (%6,8), øtalya (%5,5), Danimarka (%3,5), A.B.D. (%2,2), øsveç (%1,9) ve Belçika’ya (%1,8) gerçekleútirmiútir (øTKøB, 2008). 2. Tekstil ve Hazır Giyim øhracatın Baúlıca Sorunları Tekstil ve hazır giyim sektörünün baúarılı olabilmesi ve sa÷lıklı bir yapıya kavuúması için bu sektöre ait sorunların iyi analiz edilmesi, çözüm önerilerinin tespitinde önemli bir adım olacaktır. 181 Tekstil ve hazır giyim sektörünün iç ve dıú faktörlerden kaynaklanan sorunlarını øGøAD úu úekilde özetlemektedir (øGøAD, 2009): 9 Bilhassa Gümrük Birli÷i sonrasında yapılan aúırı yatırımın neden oldu÷u kapasite fazlalı÷ı, 9 Firmaların öz sermayelerinin yetersizli÷i, 9 Finansmanın ise kısa vadeli ve pahalı olması, 9 Sanayide kullanılan enerjinin rakip ülkelerden pahalı olması, 9 øúçili÷in giderek pahalı hale gelmesi, 9 Pamuk baúta olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının oluúamaması, 9 Yurt dıúı pazarlarda da÷ıtım kanallarına sahip olamama, 9 Hem tekstil, hem de hazır giyimde moda ve marka oluúturma konusundaki baúarısızlık, 9 Ar-Ge ye yeterince önem verilmemesi, 9 Teknik ve kalifiye eleman gere÷i için e÷itim konusunda sektörün büyümesine paralel bir geliúme olmaması, 9 Sektörde kayıt dıúılı÷ın artması ve bunun da haksız rekabete yol açması, Bu sorunlardan hareketle Tekstil ve hazır giyim sektöründe genel olarak yapısal, maliyet ve finansman, Ar&Ge, marka ve pazarlama, kotaların kalmasıyla yaúanılan Çin faktörü ana baúlıklarında toparlanabilir. 2.1. Maliyet ve Finansman Sorunları Maliyetlerle ilgili ilk temel sorun ihracatçıların iç piyasadan tedarik ettikleri hammadde mal ve hizmetlerin fiyatları devamlı artmaktadır. Maliyetler artarken, döviz kurlarının düúmesi ihracatçıları zor durumda bırakmaktadır. En son tespitlere göre, hazır giyim sektörünün toplam maliyetinin % 54'ünü ham madde maliyetleri oluúturmakladır. Bu durumda, dövizde yaúanan dalgalanmalar sektördeki fiyat istikrarına etkilemekte ve hammadde fiyatlarındaki yüksek artıúlara neden olmaktadır. Bu yüzden hammadde ve ara malı konusunda yaúanan güçlükler, sektörün maliyetlerini arttırmakta, ithalatçılara sabit fiyat garantisi vermelerini engellemekte ve vaatlerin zamanında yerine getirilmesini güçleútirmektedir. Bunun yanında, sektörün ikinci önemli maliyet kalemi, iúçilik giderleridir. Türkiye kesintilerin net ücrete oranı açısından Avrupa ülkeleri içinde en yüksek orana sahiptir. Asgari ücret üzerinden yapılan hesaplamaya göre çalıúanın iúverene maliyeti içinde, SSK iúci ve iúveren payı, gelir vergisi stopajı ve di÷er kesintilerin oranı % 4’dir (TøM, 2007). Bu oran ørlanda’da %9, Lüksemburg’da %9, øngiltere’de %18,2, Portekiz de ise %23,4’tür 182 (ADSøAD,2008). Maliyetlerin üreticilere olan yükünün yüksekli÷i sektörü kayıt dıúına çalıúmaya itmektedir. ùekil 1. Bazı Ülkelerde østihdam Üzerindeki Yükler (Kesintilerin Net Ücrete Oranı %) Kaynak: OECD Labour Statistics,2008 Bu sorunlar dıúında, sektör için son derce önemli boyutlara ulaúan di÷er sorunlar, girdi niteli÷indeki enerji kullanım maliyetlerinin, dünya fiyatlarının üzerinde olması ve taúıma maliyetlerinin yüksekli÷idir. Sektörün ( özellikle iplik, kumaú ve terbiye açısından) temel maliyet kalemleri içerisinde yer alan enerji, özellikle elektrik fiyatlarının dünya fiyatlarının çok üzerinde seyretmesi Türk mallarının yabancı pazarlarda rekabet avantajını törpüleyen bir unsur durumundadır (øTKøB,2008). 183 Tablo 8. Sektörel Stratejiler; Üretimde Rekabet Koúullarının Rakip ve Çevre Ülkelerle Eúitlenmesi ÜLKELER KURUMLAR VERGøSø ORANI % øSTøHDAM YÜKLERø ÇIPLAK ÜCRETøN YÜZDESø ROMANYA ARNAVUTLUK MISIR ÖZBEKøSTAN POLONYA ÇøN HøNDøSTAN BANGLADEù TUNUS VøETNAM ENDONEZYA TÜRKøYE 16.0 23.0 20.0 15.0+8.0 19.0 33.0 33.7 37.5 35.0 28.0 10.0-30.0 30.0(1) 21.0 30.7 25.0 31.0 41.9 35.0 16.8 0.0 21.8 17.0 10.0 42.8 ORTALAMA øùGÜCÜ MALøYETø ÇIPLAK ÜCRET DOLAR\SAAT 1.60 1.10 0.85 0.60 3.80 0.60 0.67 0.28 2.05 0.28 0.55 2.88 ENERJø FøYATLARI SANAYø KøLOVAT SAAT\DOLAR 0.96 0.65 0.21 0.25 0.70 0.55 0.80 0.40 0.45 0.35 0.40 1.07 Kaynak: TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr Ayrıca sektör, finansman ve kredi maliyetleri nedeniyle önemli sorunlar yaúamaktadır. Buna karúılık, enflasyon oranının yüksek olması ve döviz kurları artıú oranının üzerinde gerçekleúmesi, iúletme sermayesinin yeni yatırımlara dönüútürülmesini engellemektedir (WTO, 2001). 2.2. Nitelikli øú Gücü Sorunları Hazır giyim sektöründe, üretim ve kalite kontrol birimlerinde özellikle, teknik lise mezunu nitelikli ara eleman ve tekniker ihtiyacı yüksektir. Buna ra÷men bu ihtiyaç karúılanamamaktadır. øú gücünün vasıfsız olması, üretim verimlili÷ini düúürmekte, maliyetleri yükseltmektedir. Bu durumun giderilebilmesinde, mesleki ve teknik e÷itim veren liselerin e÷itim programlarının geliútirilmesi ve okul-sanayi iúbirli÷i içerisinde ö÷rencilere deneyim kazandırılması, önemli rol oynayacaktır. Yine sektör, moda özelli÷i taúıyan ürünlerin yaratılmasında çok önemli olan stilist, modelist ve desenci açısından yetersizdir. Son yıllarda bu konuya önem verilerek, eleman yetiútirecek kursların sayısı artmasına ra÷men, Türk hazır giyim sektörünün ihtiyacının çok daha kısa sürede giderilmesi gerekmektedir. 2.3. Araútırma/Geliútirme-Kalite-Verimlilik Sorunları Küreselleúen dünya da ekonomik sektörler de rekabet edebilmek için ARGEyapmak bir zorunluluktur. Özellikle teknoloji de ayakta kalabilecek, etkin ve etkili üretime katkıda bulunabilecek AR-GE çalıúmaları rekabet gücünü artırıcı bir özellik taúımaktadır. Bu ba÷lamda teknoloji üretimi için bir úey yapmayan ülkeler üretimde taklit etme yoluna gitmektedirler. Çünkü teknoloji 184 üreten ülkeler çeúitli kanunlarla korunmakta ve böylece teknoloji satabilen büyük firmalar yaratabilmektedirler. Dünya ekonomilerinde üretimde kaliteyi yükseltebilmek adına AR-GE çalıúmalarına a÷ırlık verilmekte, üretimde araútırma merkezlerinin sayısı artmakta ve çeúitli laboratuarlar oluúturularak sektörler geliútirilmeye çalıúılmaktadır. Türk tekstil ve hazır-giyim sanayinin dünyadaki konumu kaliteli ancak yüksek fiyatlı olmayan ürün kategorisindedir. Sanayinin Uzakdo÷u’da gerçekleútirilen düúük fiyatlı büyük üretimle rekabet etmesi imkânsızdır. Sanayinin rekabet gücü kaliteli ve farklı ürün üretebilme kabiliyeti ile ba÷lantılıdır. Farklı ürün üretebilmesi için ise tekstil iúleme ve boyama süreçleri Ar-Ge’ye yönlendirilecek kaynak ve vasıflı iúgücüne ihtiyaç duymaktadır (Erarslan vd., 2008: 295). Bu nedenle sektörün Ar-Ge odaklı stratejiler geliútirmesi büyük bir ihtiyaçtır. AR-GE uygulamaları Çin gibi ülkelerden daha fazla olsa da yaygınlaútırılması hususunda dikkat edilmesi gereken genel hususlar aúa÷ıda özetlenmiútir: 9 Firmalar da AR-GE bilincinin oturması için gerekli yatırımlarda bulunmak, 9 ùirketler de Ar&Ge ve teknolojik geliúmeleri izleyen birimlerin tam anlamıyla oluúturulması ve KOBø mantı÷ıyla hareket etmekten kaçınmak, 9 AR-GE uygulamalarının oluúturulması, baúlatılması için gerekli projelerinin 9 AR-GE teúvik mevzuatının tam olarak anlaúılması, toplumda Araútırma ve Geliútirme kavramlarının anlaúılması, 9 AR-GE projelerinin iyi yönetilmesi ve seçilmesi. Projelerin uzun süreli tutulması, 9 Ulusal bir dokümantasyon sistemi oluúturmak ve yönlendirici bir organizasyonların artması, 9 Profesyonel danıúman ve danıúmanlık úirketlerinin kullanılması. Di÷er úirketlerle iletiúimin geliútirilmesi ve dolayısıyla Ar-Ge uygulamalarında bulunulan firma örneklerinden yararlanması 2.4. Yatırım-Teknoloji Sorunları Sektörde, yatırım yerleri daha ziyade büyük yerleúim merkezlerinde yo÷unlaúmıútır. øúgücü, enerji, vs, gibi faktörler dikkate alındı÷ında bu bölgelerin yatırım yeri olarak de÷erlendirilmesi rantabl olmamaktadır. Dolayısıyla bu bölgelerde yeni iúletmelerin kurulması ve salt kapasite artırıcı yatırımlar teúvik edilmemelidir. Bunun yerine; kaliteli yeni ürün tipleri geliútirilip, üretim ve 185 verimlili÷i artıran, esneklik kazandıran, küçük partileri iúleyebilen, özel niú ürünleri üreten, baúta yüksek performanslı teknik tekstiller olmak üzere bilgi yo÷un ürünleri üreten, enerji, su, kimyasal madde ve hammadde kullanımında tasarruf, geri kazanım ve tekrar kullanım sa÷layan, çevre dostu üretimi destekleyen, Ar- Ge, Ür-Ge ve yenilikçilik yeteneklerini geliútiren, yeniden yapılanma, yerleúim, yurtiçi ve yurtdıúı úirket evlilikleri sonucu gerekli olacaktır. 2.5. Çin Faktörü 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Tekstil ve Giyim Eúyası Antlaúması'yla 10 yıllık bir geçiú süresi vermiú ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) 2005 yılının baúlamasıyla birlikte dünya ekonomisine serbesti getirme konusunda çalıúmalarını tamamlayarak tekstil kotalarının dünya çapında kaldırılmasını gerçekleútirmiútir. Kotalarının kalkması tüm ülkeleri özellikle geliúmekte olan ülkeleri etkileyecektir. Çünkü 2003 yılında tek baúına dünya tekstil ihracatı toplamı olan 400 milyar dolarlık ihracatı yapan A.B.D bu miktarın yarısını ithal etmiútir (E÷ilmez, 2005). Ve kotalar kaldırılırsa A.B:D bile tek baúına büyük bir Pazar olacaktır. Kotaların kaldırılmasından en fazla olumlu etkiyi sa÷laması beklenen ülke Çin olup, en büyük üretim avantajı olan ucuz emek ile rekabette di÷er ülkeler büyük bir üstünlük sa÷layacaktır. Kısa vade de bu ucuz iúgücü kayna÷ı ile üretim maliyetlerini düúürecek olan “Çok Uluslu ùirketler” daha sonra, bir milyarı aúan bu pazarın gelir düzeyinin de artması ile birlikte bu piyasalara ürünlerini satmaya baúlayacaklardır (Ekúio÷lu, 2004). Çin üzerinde kotaların kaldırılmasının Türkiye gibi ülkelerde ilk etkisi tekstil ürünleri ihracatında düúüú ve bunun sonucunda reel ücretlerin gerilemesidir. DPT’nin raporuna göre, kotaların tamamen kalkmasıyla tekstilde önümüzdeki 10 yılda ciddi bir küçülme gerçekleúecek ve 600 bin kiúinin de iúsiz kalaca÷ı belirtilmektedir (DPT, 2007). Çin faktörü 2005 yılından itibaren etkisini hissettirecekken Türk Malalarının uluslar arası piyasalarda avantaj elde edebilmek için sermaye yo÷un ürünlerin üretimine geçerek, Çin’ de kaliteli üretim yaparak maliyetleri azaltmak ve en önemlisi de Markalaúma mantı÷ını oturtmaktır (Ekúio÷lu, 2004). Tablo 9. Türkiye’nin Üretim Maliyetleri Rekabeti TÜRKøYE ÇøN HøNDøSTAN øTALYA POLONYA FAS TUNUS MEKSøKA 30 5 10 100–150 100 30–40 50 60–80 500 300–400 300–399 600 700 450 250 400–499 03.A÷u 02.Oca 02.A÷u 01.Haz 01.May Oca.54 01.Eyl 01.A÷u Arsa Fiyatı Dolar/m2 ønúaat maliyeti Dolar/m2 Elektrik Cent/kwh 186 Su Cent/m3 95 45 60 30-90 85 60 70 80 1600 2200 2000 1100 1000 1900 2000 1400 ùub.14 0.61 0.6 16.65 ùub.52 Oca.92 Oca.89 Oca.51 51-53 33-35 33-35 127 56–58 40-43 40-43 38–39 ++ ++++ ++++ Farklı ++ +++ +++ +++ Nakliye Dolar/ton øúçi Ücreti Dolar/saat Maliyet ABD=100 Maliyet Rekabet ürün Edebilirlik grubu Kaynak: Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk 2010 Yol Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004 Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i tarafından yapılan kıyaslama analizinde Türkiye’nin ÇøN’e karúı en zayıf durumda oldu÷u kriter “Üretim Maliyetleri” dir. Bu durum Çin’le olan rekabet ortamında sanayicimizin en zor durumda oldu÷u kriter olmakla beraber hükümet düzeyinde makro de÷iúiklikler-sanayici lehine- yapılmadı÷ı sürece, Türk sanayicisinin dünya ülkeleriyle rekabet edebilme úansı kalmamaktadır. 2.6. Hukuksal Sorunlar øhracat øle ilgili gümrük, kambiyo, banka, sigorta, taúımacılık iúlemlerindeki bürokrasi tüm firmaları oldu÷u gibi hazır giyim ihracatçılarını da olumsuz etkilemektedir. Ayrıca kota uygulamasını getirmiú oldu÷u, kota tahsisindeki ve kotalı ürün ihracatındaki ilave iúlemler, hazır giyim ve tekstil sektörü ihracatını güçleútirmektedir. Gerek genel ihracat, gerekse kotalı ihracat iúlemlerinin azaltılması konusunda, henüz bir baúarıya ulaúılamamıútır. Kota, anti-damping soruúturmaları ve vergileri gibi korumacı politikalar, tekstil ve hazır giyim sektörünü, gerek ihracat hacmi olarak ve gerekse ihracat bürokrasisi nedeniyle kısıtlamaktadır. Bununla birlikte kotaların, katma de÷eri yüksek hazır giyim ürünlerinin ihracatını artmasına ve kota kapsamı dıúına çıkabilmek için, az da olsa ürün çeúitlemesi yapılmasına yol açtı÷ını da belirtmek gerekmektedir. Di÷er yandan kota uygulaması, sektörün geliúme açısını belirsizleútirmekte, yatırım politikaları belirlenmesini zorlaútırmaktadır. Ancak kota uygulayan AB ülkeleri ve ABD'nin bir geçiú süresi içerisinde kotaların kaldırılması konusundaki tavırları olumludur. Bununla birlikte, bu ülkelerin, kota uygulaması dıúında, geliúmekte olan ülkelere gönüllü ihracat kısıtlamaları gibi di÷er ticareti sınırlayıcı önlemleri empoze etmeye ve anti-damping soruúturmalarını sıkça gündeme getirmeye yönelik e÷ilim taúıdıkları anlaúılmaktadır (Satıcı, 2002). 187 GENEL DEöERLENDøRME VE SONUÇ øhracata dayalı ekonomik büyüme stratejisini uygulamaya baúlamasıyla ihracatın en önemli sektörü haline gelen tekstil ve hazır giyim sektörü oldukça önemli bilgi ve tecrübeler elde etmiútir. Ancak uzun süreler fason üretim ile ihracat yapması kendine has moda yaratmaması, ürünün de÷erinin ve satıú fiyatının düúük olmasına neden olmuútur. Tekstil ve hazır giyim sektörü, ürün geliútirme, tasarım, üretim, yan sanayi, lojistik, finansman, toptan a÷ı ve perakendede tam entegrasyon sa÷layabildi÷i için global perakende sektörünün de÷iúim ve trendlerine uyum kabiliyeti olumlu olmuú ancak, tüm güçlü yönlerine ra÷men pazarlama, yurt dıúı tanıtım ve marka bilincinin tam oturmaması ile uzun süreli teknoloji, AR&GE ve e÷itim politikası eksikli÷i sektör için büyük problem olmuútur. Türk hazır giyim sektörünün de, kota kısıtlamalarının kaldırılması ile birlikte daha da úiddeti artacak olan bu rekabette varlı÷ını sürdürebilmesi, kendi markasını yaratmasına ba÷lıdır. Bunun için sektör, önce marka yaratmanın gereklerini yerine getirmelidir. Türk tekstil ve hazır giyim sanayii yapısı gözden geçirildi÷inde, dünyadaki yeni rekabet ortamında önemli oranda pazar kaybedildi÷i, üretim, karlılık, firma sayısı ve istihdamda gerileme yaúandı÷ı bir durum söz konusudur. Tüm bu geliúmelere yaúanılan son küresel krizde eklendi÷inde, tekstil ve hazır giyim sanayinin toplam istihdam ve firma sayısı kan kaybetmeye devam etmektedir. Sonuç olarak sektör küresel anlamda sürdürülebilir bir rekabet gücüne sahip olması için sektörel uzmanlaúma ve hızlı teslim gibi çeúitli alanlarda sahip oldu÷u rekabet gücünü ve geliúme potansiyelini sürdürmelidir. Ve bu avantajlarını maliyet, kalite ve çeúitlili÷i ile en etkin úekilde birleútirmeli ve AB pazarında sahip oldu÷u payı sürekli kılarken yeni pazarlarda niú ürünler ile yükselen bir büyüme e÷ilimi elde etmesi hedeflenmelidir. Bunu baúardı÷ında, rekabet etti÷i ülkelere karúı üretim miktarı ve istihdamı azalsa da ihracat ve yaratılan katma de÷er sürdürülebilecektir. KAYNAKÇA ADSøAD (2008), Tekstil Sektöründe Sorunlar Ve Çözüm önerileri Raporu, www.adsiad.org.tr/ozeldosyalar/tekstil_sorunlar.doc (23.09.2009) DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı: Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii Özel øhtisas Komisyonu Raporu Ekúio÷lu Onur Ozan (2004), “Çin’ e karúı Markalaúma ve yeni yüzyılda rekabet”, Ekonomik Ve Sosyal Kalkınma Hareketi, http://kalkinma.org/ Erarslan ø. Hakkı, Bakan øsmail ve Kuyucu Helvacıo÷lu Aslı Deniz (2008),“ Türk Tekstil Ve Hazır giyim Sektörünün Uluslararası Rekabetçilik 188 Düzeyinin Analizi”, østanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:7 Sayı:13 Bahar 2008 s.265-300 øGøAD (2009), Tekstil Sektörü De÷erlendirme Raporu, www.igiad.com øSO, Türkiye Ekonomisi 2002, ISSN 1303–4030, s. 106. øTKøB (2007), Yeni Rekabet Ortamında Türk Tekstil Ve Hazırgiyim Sektörü, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009) øTKøB (2008), Tekstil, Konfeksiyon, Deri Ve Halı øhracatında Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009) øTKøB (2008), Türkiye'de Ve Dünya'da Teknik Tekstiller Üzerine Genel Ve Güncel Bilgiler, http://www.itkib.org.tr (12.08.2009) Karluk Rıdvan (1996); Uluslararası Ekonomi, Teori ve Politikalar, Beta Yayınevi, østanbul. OECD Labour Statistics,2008 Satıcı O÷uz (2002), T.M.M.O.B. 10. Yıl Paneli Sevim Ümit (2009), Hazır Giyim, Dıú Ticaret Müsteúarlı÷ı, øGEM Yayınları ùenol Çoúkun (2007), “Türkiye’nin øhracatı Üzerine Bir De÷erlendirme”, Gümrük Dünyası Dergisi, Sayı 52 TGSD (2008), Ufuk 2015 (2009), www.tgsd.org.tr (15.07.2009) TøM (2007), “øhracatın Sorunları Ve Çözüm Önerileri”, http://www.tim.org.tr (15.07.2009) Türkiye Giyim Sanayicileri Derne÷i, Türk Hazır Giyim Sektörü Ufuk 2010 Yol Haritası Global Hedefler Ve Politikalar, Ocak-2004 Uzuno÷lu Hande ve Ünal ølknur (2008),” Türk Hazır Giyim ve Tekstil Sektörünün 2008 Yılı Rekabet Durumu”, AR&GE Bülten Kasım WTO (2001) International Trade Slalistics, Hazır Giyim Sektörünün Dünyadaki Gücü 189 190 ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERø VE FøNANSAL LøBERALøZASYONUN ETKøLERø Fatih MANGIR1 M. Levent YILMAZ2 ÖZET Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları, geliúmekte olan ülkelerde 1970’li yıllar sonrası hız kazanmıútır. Küreselleúme ile birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do÷ru hareket etmekte, böylece yatırımcılar sürekli kar peúinde koúmakta geliúmekte olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkânlarını arttırarak büyümelerini sürdürmeye çalıúmaktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartıúmalardan biri, uluslararası finansal liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin, geliúmiú ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca÷ı”dır. Neo-klasik büyüme modeline göre ekonomiler, baúlangıç de÷erlerinden ba÷ımsız olarak ortak bir dura÷an-durum dengesine yakınsarlar. Geliúmekte olan ülkelerin geliúmiú ülkelere göre daha hızlı büyüyece÷i anlamına gelen yakınsama teorisi birçok ampirik çalıúmanın da temel konusu olmuútur. Finansal liberalizasyon ve uluslararası sermaye hareketlerinin geliúmekte olan ülkeler de tüketim ve gelir yakınsaması, ulusal yatırım ve büyüme, makro ekonomik politika baúarısı, makro ekonomik politika hedeflemeleri ve bankacılık sistemi üzerine potansiyeler faydaları olabildi÷i gibi, uluslararası sermaye hareketleri kırılganlı÷ı, sistematik riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Buluúma Etkisi), yabancı banka riskleri gibi potansiyel maliyetleri de bulunmaktadır. Bu çalıúmada uluslararası sermaye hareketleri ve finansal liberalizasyon süreci açıklandıktan sonra geliúmekte olan ülkelere olan potansiyel fayda ve maliyetleri analiz edilecektir. Anahtar Kelimeler: Finansal Liberalizasyon, Geliúmekte Olan Ülkeler, Uluslararası Sermaye INTERNATIONAL CAPITAL MOVEMENTS AND EFFECTS OF FINANCIAL LIBERALIZATION ABSTRACT Liberalization applications supported by neo-classical theory have gained momentum after 1907s in developing countries. Together with globalization of international capital flows move to more efficient / profitable areas, so 1 2 Dr. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, fmangir@selcuk.edu.tr Arú. Gör. Selçuk Üniversitesi, ø.ø.B.F, øktisat Bölümü, leventyilmaz@selcuk.edu.tr 191 investors have been working to seek to profit consistently in developing countries by increasing consumption and investmen opportunities to continue growth. But then with the resulting financial crisis, one of the most important discussions in the economy literature are, after the international financial liberalization applications “ whether relatively poor cities or countries having growht rate as developed countries or not”. Economies, according to the neoclassical model, will converge regardless of the initial value to a common stationary-state equilibrium. In developing countries, financial liberization and international stock movements has also potential costs like consuming and incoming convegency, national investment and growth, macro economic political achievement, macro economic political aims, stock movement vulnerability and systematical risks (asymmetrical information, moralistic danger, invention, meeting effect) and foreign bank risks. In this project after international stock movements and financial liberization process is announced, potential benefits and costs to developing countries will be analized. Key Words: Financial Liberalization, Developing Countries, International Capital GøRøù økinci Dünya Savası ertesinde uluslararası finans sistemi, 1944 yılında Bretton Woods Anlaúmasıyla temeli atılan altın para standardı sisteminin 1971’de terk edilmesiyle, 1973’te yerini serbest para sistemine bırakmıú ve büyük de÷iúime u÷ramıútır. 1980’lerde uluslararası ölçekte kapitalist ekonomini de petrol krizlerine ba÷lı olarak meydana gelen kriz tıkanıklı÷ına çözüm olarak Neo-liberal politikalar geliútirilmiútir. Çok kapsamlı bir araútırma konusu olan neo-liberalizmin iktisat politikaları bakımından iki temel önermesi úöyle sıralanabilir: piyasaların deregülasyonu ve özelleútirme. Küresel ekonomik sistemde yaúanan bu önemli de÷iúim, finansal piyasalar da finansal entegrasyonu da hızlandırmıú, finansal liberalizasyon ve uluslararası sermaye hareketlili÷i olgularına iliúkin zengin bir literatürün oluúmasına neden olmuútur. Neo-liberal sürecin temel belirleyicileri serbest piyasaya, liberalleúmeye a÷ırlık veren bir ekonomik model oluúudur. Dıú ticaret, sermaye hesapları, finansal piyasaların liberalleúmesi ve devletin ekonomideki rolünün minimize edilmesi gibi konular 1980’lerin baúında IMF ve dünya bankası gibi kuruluúlarca gündeme getirilmiútir. øthal ikameci politikalar uygulayan Brezilya (1964–67), Türkiye (1978–80), Meksika (1982) gibi ülkelerde önemli krizler yaúanmıú büyümelerinde tıkanmalar görülmüútür. Neo-liberal politikalar ıúı÷ında uygulamalar özellikle 192 Asya ülkelerinde baúarı göstermiú ve finansal liberalisazyon uygulamaları hız kazanmıútır. Ancak son 20 yılda uluslar arası sermaye hareketlerine açılan ülkelerde yeniden krizler görülmüú bu yüzden bu uygulamalar üzerinde ciddi eleútiriler yapılmaya baúlamıútır. 1. Finansal Liberalizasyon ve Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Faydaları & Maliyetleri Pratikte finansal liberalizasyon, sermaye hareketlerinin ülkeler arasında serbestçe dolaúımını engelleyen unsurların ortadan kaldırılması olarak tanımlanmaktadır. Böylece ulusal ekonomilerde yerli ve yabancı sermaye arasındaki ayrımcılık ortadan kalkacak ve yabancı sermayeyi çekmek için uygulamalar baúlayacaktır (Le, 2000: 3). Bu amaçla özellikle geliúmekte olan ülkeler, finansal piyasalarda fiyat ve miktar kontrollerinin kaldırılmasına ya da azaltılmasına gidilerek finansal serbestleúmeye gitmektedirler (Parasız, 1998: 243). Neo-klasik teori tarafından desteklenen liberalizasyon uygulamaları, geliúmekte olan ülkelerde 1970 sonrası hız kazanmıútır(Bini: 2005). Küreselleúme ile birlikte uluslararası sermaye hareketleri daha verimli/karlı alanlara do÷ru hareket etmekte böylece yatırımcılar sürekli kar peúinde koúmakta geliúmekte olan ülkelerde tüketim ve yatırım imkanlarını arttırarak büyümelerini sürdürmeye çalıúmaktadırlar. Ancak daha sonra ortaya çıkan finansal krizlerle birlikte, ekonomi literatüründeki önemli tartıúmalardan biri, uluslararası finansal liberalizasyon uygulamaları sonrası “göreceli yoksul ülke ya da bölgelerin, geliúmiú ülke büyüme oranına sahip olup olmayaca÷ı”dır. Neo klasik büyüme modeline göre ekonomiler, baúlangıç de÷erlerinden ba÷ımsız olarak ortak bir dura÷an-durum dengesine yakınsarlar. Bu de÷er bir dura÷an-durum büyüme oranıdır. Bunu sa÷layacak olan da, fiziksel sermayenin azalan getiriyle çalıúıyor olmasıdır(ùanlı:1996). ùekil 1. Geliúmekte Olan Ülkelere Sermaye Akıúı Kaynak: Bismut, Claude (2006), ““Long-Run Growth and International Saving Flows” www.oecd.org/dataoecd/58/37/35936369.ppt (12.12.2006). 193 Neoklasik teorinin söyledi÷i gibi, úekil 1’ dede görüldü÷ü üzere sermaye hareketleri fazlası geliúmiú ülkelerden geliúmekte olan ülkelere do÷ru sıfırlanıncaya kadar hareket etmektedir. Geliúmekte olan ülkelerin geliúmiú ülkelere göre daha hızlı büyüyece÷i anlamına gelen yakınsama teorisi birçok ampirik çalıúmanın da temel konusu olmuútur. Steve Dowric ve Duc-Tho N guyen (1989) OECD ülkeleri arasında pozitif bir yakınsama ve Baro, Sala-i Martin (1991,1992b) ise A.B.D, Avrupa Bölgesi ve Japonya için yakınsama oranını %2 civarında hesaplamıúlardır. Buna karúı Romer (1987) ve Rebelo (1981) ise geliúmekte olan ülkelerde yakınsama izine rastlamadıklarını belirtmiúlerdir(Robert: 1992). Sermaye piyasası liberalizasyonu ve büyüme iliúkisi üzerine yapılan araútırmalarda ise Bekaert, Harvey ve Lundblad (2003) sermaye piyasasının liberalizasyonun sermayenin maliyetini azalttı÷ını, yatırım artıúına yol açtı÷ını ve büyümeyi arttırdı÷ını göstermiúlerdir(Bekaert, Geert: 2003) ( kriz dönemleri hariç). Chari ve Henry (2004)’ nin yaptı÷ı çalıúmalar ise, firmaların hisse senetlerini dıú dünyaya açarak daha likit olmalarının daha çok yatırımcıyı ülkeye çekmelerine neden oldu÷u yönündedir(Anusha, Peter: 2994). Uluslararası finansal liberalizasyonun faydaları ve maliyetleri bireysel yatırımcılar ( uluslararası risk farklılaútırılması gibi) ve liberalizasyon sürecini baúlatan ülkeler açısından farklılık göstermektedir. 1.1. Potansiyel Faydalar Finansal liberalizasyonun potansiyel faydaları úöyle sıralanmaktadır: Tüketim Ve Gelir Yakınsaması, Ulusal yatırım ve büyüme, Makro Ekonomik Politika Baúarısı, Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri ve Bankacılık sistemi üzerine potansiyeler faydalar(Baele, Lieven:2004). 1.1.1. Tüketimin ve Gelir Yakınsaması Uluslararası sermaye hareketlerinin pozitif faydaları de÷erlendirmesinde ilk incelenecek madde azgeliúmiú ülkelerin finans piyasalarını dıú dünyaya açmaları sonrası artan uluslararası sermaye hareketlerinin tüketimi arttıraca÷ı ve geliúmiú ülkelerle olan gelir farklılıklarını kapatacakları yönündedir. Yakınsama teorisi içersinde geçen ve neo-klasik söylemce de desteklenen dönemler arası tüketim yaklaúımı “bireyler neden tüketimlerini dönemler arası ikame eder?” sorusuna verilecek cevapla daha net anlaúılabilir. Dönemler arası modelde cari iúlemler dengesinin üretim, yatırım ve kamu harcamalarıyla ilgili geçici bir úok sonucu tüketimde ortaya çıkabilecek dalgalanmaları gideren (tampon) bir iúlevi oldu÷u kabul edilir. Uluslararası sermaye giriúleri sonrası, artan cari açıkla birlikte, bireylerin zaman içerisinde özel nihai tüketim malı harcamaları ve yatırım harcamaları artacaktır. Bunun nedeni, finansal liberalizasyon sonrası sermaye piyasası ve banka sektörü aracılı÷ıyla hane halkının kullanaca÷ı kredi üzerindeki kısıtın kalkması 194 ve depozito oranlarının artması beklentisi içinde olan özel ve kamu kesimi tüketim harcamalarını arttırmasıdır. Yine yüksek faiz oranlarına ba÷lı gelen uluslararası sermaye kredi olanaklarını artırıp özellikle dayanıklı tüketim mallarına olan talebi arttıracaktır. Aynı zamanda geliúmekte olan ülkelerde yüksek kamu harcamaları ve bütçe açı÷ı ve enflasyon ulusal tasarrufu emip cari açıkla birlikte tüketim patlamasına yol açmaktadır. Aron ve Muellbauer’in yaptıkları çalıúmalara göre, øngiltere’de ve øskandinavya bölgesinde 1980’lerde ve Meksika’da 1990’lı yıllarda milli gelire göre tüketim artıúları görülmektedir(Aron, Janine ve Muellbauer, John: 2000). Bu durum hayat döngüsü hipotezince de desteklenmektedir, gelecekteki gelir akımlarının yüksek tahmin edilmesi, cari dönem tüketim ve yatırım harcamaları uluslararası sermaye giriúlerinin kredi hacmini arttırması nedeniyle artmaktadır(Heffernan:1987). Tablo 1. Dünya Genelinde Tüketim (%GSYøH) Avrupa Yüksek Gelirli Ülkeler Orta Gelirli Ülkeler Düúük Gelirli Ülkeler 1983 79.9 70 80 88 1993 77 67 79,9 87 2003 75 68 75 82 Kaynak: Dünya Bankası (2005), http://www.worldbank.org (12.12.2006). Tablo 1 bu süreci daha net olarak görmemizi sa÷lamaktadır. Dünya genelinde uluslararası sermaye hareketlerinin hızla artıúına ba÷lı olarak kamu ve özel sektöre ba÷lı tüketim harcamalarının GSYøH’ya oranları yüksek seviyelerde seyretmiútir. 2003 yılında Avrupa ülkelerinin tüketim harcamaları GSYøH’larının %79.9’unu oluútururken bu oran geliúmekte olan ülkelerde %82’yi bulmuútur. Tüketim artıúlarının di÷er bir nedeni geliúmekte olan ülkelerin uluslararası sermaye hareketleriyle birlikte yakalamıú oldukları yüksek büyüme oranlarıdır. Geliúmekte olan ülkeler 1960-1973 döneminde toplam küresel büyümenin yüzde 15’ini sa÷lamıú iken, bu oran 1973-2001 döneminde yüzde 22, 2001-2005 döneminde ise yüzde 37’yi bulmuútur(Dünya Bankası:2005). Artan büyümeye ba÷lı olarak geliúmekte olan ülkelerde kiúi baúına düúen GSYøH oranları da bir artıú sa÷lanmıútır. 195 Tablo 2. Çeúitli Ülkeler ve Türkiye’de Kiúi Baúına Düúen GSYøH (18202003, 1990 Doları Baz Alınarak) Ülkeler Türkiye Brezilya Yunanistan 1820 643 646 641 1870 825 713 880 1913 1213 811 1592 1923 712 1046 1988 1950 1623 1672 1915 1973 3477 3882 7655 2003 6731 5563 13677 Endonezya Kore Cum. Meksika øspanya øsveç ABD Dünya Ortalaması 612 600 759 1008 1198 1257 667 654 604 674 1207 1662 2445 873 904 869 1732 2056 3096 5301 1526 949 1131 1884 2290 3047 6164 840 854 2365 2189 6739 9561 2113 1504 2824 4853 7661 13494 16689 4091 3555 15732 7137 17021 21555 29037 6516 Kaynak: Maddison, Angus (2007) “World Population, GDP and Per Capita GDP, 1-2003 AD” http://www.ggdc.net/maddison (12.12.2007) Geliúmekte olan ülkeler uluslararası sermaye hareketlerini teúvik ederek ekonomik büyümelerini arttırmakta ve yine toplam olarak küresel gelirden artan paylar almaktadır. Birçok geliúmekte olan ülkede artan liberalizasyon süreciyle birlikte kiúi baúına düúen GSYøH oranları dünya ortalamasına yaklaúmaktadır. 1.1.2. Ulusal Yatırım ve Büyüme Ekonomik büyüme için yatırım yapılması bir zorunluluktur. Finansal liberalizasyon teorisinin en önemli varsayımı yabancı sermaye hareketlerinin tasarrufları ve yatırımı arttıraca÷ı yönündedir. Cari açık sadece ihracat ve ithalat arasındaki farka de÷il aynı zamanda yatırım ve tasarruf arasındaki farkı da ifade etmektedir. Bu yüzden cari hesap dengesinin sa÷lanmamasının arkasında yatan di÷er bir nedende yatırım tasarruf eúitli÷inin sa÷lanamamasıdır. Felstein (1992)’e göre, kısa dönemde yabancı sermaye hareketleri ulusal yatırım ve tasarruf arasındaki fark iken, uzun dönemde cari açık dengesizli÷i yatırımdaki de÷iúikliklerden kaynaklanmaktadır(Feldstein, Martin:1992). Bu nedenden dolayı, geliúmekte olan ülkeler için sermaye hareketleri ulusal yatırımlar için yabancı finansman olanakları sa÷layacaktır. Bu fırsatı yakalayabilmek için ulusal rekabet gücünü artıracak bir yatırım programına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu programda, gerek yerli gerek yabancı sermayenin hissetti÷i güvensizli÷in giderilerek yeniden güven kazanmak fevkalade önem taúımaktadır. 1994’de, GATT’ın DTÖ’ ye dönmesiyle, yatırım koúullarına daha teknik standartlar getirilmiú banka hizmetlerinden mülkiyet haklarına kadar her úey küreselleúmenin do÷rultusunda yeniden düzenlenmiútir. 196 ùekil 1. Liberalizasyon Yatırım øliúkisi Finansal Liberalizas Sermayenin maliyeti Büyüme fırsatları Finansal Kısıtları kalkması Finansal kalkınma Yatır ım Yatırımın etkinli÷i Büyü me Kaynak: Bekaert, Geert, v.d. (2005), “Financial Liberalization and the Real Economy”, www.cass.city.ac.uk/ conferences/emg_ finance/Papers/ Bekaert_ Geert.ppt (29.11.2006). Gerekli altyapı çalıúmaları ve hukuki düzenlemeler sonrası ülkeye gelen yabancı sermaye yatırımları yeni istihdamlar yaratacak aynı zamanda yatırım ve tüketim harcamalarıyla birlikte ekonomik büyümede artıú sa÷lanacaktır(Globalization101.org: 2007). Bu yüzden finansal liberalizasyon sürecinde özelleútirme, vergi politikaları, sermaye hesabı liberalizasyonu, çok uluslu úirketlere uygun kanuni ve yapısal düzenlemeler belirlenen ilk hedefler olmaktadır( Dünya Bankası:2007). Yabancı sermaye hareketlerinin ülkede yatırım miktarına olan etkisi mikro (endüstri içi) ve makro (endüstriler arası) seviyede gerçekleúecektir. Bununla birlikte yabancı sermayenin yatırımlara olan etkisi ülkede uygulanan döviz kuru, faiz ve enflasyon uygulamalarındaki ve buna ba÷lı sermaye hareketlerinin ülkeye giriú ve çıkıúlarına göre de de÷iúebilmektedir. Finansal liberalizasyon sonrası dünya ekonomileriyle liberalizasyon çabaları ülkelerin yatırım ve büyümeleri, ulusal tasarrufun artıúı, sermayenin maliyetinin azalması ve teknolojinin transferi úeklinde do÷rudan gerçekleúece÷i gibi, üretimde uzmanlaúma ve risk paylaúımı gibi dolaylı yollardan gerçekleúebilir(Eswar, Kenneth, Shang-Jin ve Kose, Ayhan: 2003). Bu potansiyel faydaların etkisi Uluslararası do÷rudan yatırımların kapasite arttırıcı etkisi daha kesin, kısa süreli sermaye hareketlerinde ise kısıtlıdır. DYY, sermayenin yeni türden girdileri teknolojik getirisi ve uzmanlaúma sayesinde beúeri sermayenin nitelik kazanmasını sa÷layacaktır. Böylece maliyetlerde azalacak ve ulusal yatırımların da teúvik edilmesi söz konusu olacaktır. 197 Finansal liberalizasyonun uygulamalarının hız kazandı÷ı dönemlerde geliúmekte olan ülkelerde yatırım ve dıú ticaret hacimlerinde artıú gözlemlenirken, finansal baskılama uygulanan dönemlerde ülkedeki yatırım miktarları ve dıú ticaret hacminde bir azalıú söz konusudur. Buna göre liberalizasyonun baúlangıç aúamaları olan 1980–82 dönemi ihracat oranı %32,7 olup, yatırımların hız kazandı÷ı dönem 1996-97 yılları arasında gerçekleúen ihracat %34,0 olarak gerçekleúmiútir. Yine geliúmekte olan ülkelerde net dıú ticarette artıúa ba÷lı olarak 1996-1997 yılları arasında % 43,2 oranında do÷rudan yabancı yatırım giriúleri görülmüútür. Tablo 3. Ticaret ve Uluslararası Sermaye Akımlarında Geliúmekte Olan Ülkelerin Rolü øhracat (Dünya%) øthalat (Dünya %) Toplam (Milyar$)ª Do÷rudan Yatırım (Dünya %) Portfolyo Yatırımı (Dünya%) Toplam (Milyar$)ª 1980–82 32.7 30.4 1,856 32.7 7.7 107 1987–90 27.2 25.4 2,864 14,3 3.1 355 1996–97 34.0 34.3 5,459 43,2 13.3 1,319 a – Geliúmekte olan ve sanayi ülkeleri toplamı Kaynak: Stallings, Barbara (2001),” Globalization and Liberalization: The Impact on Developing Countries”, www.eclac.cl/.../publicaciones/ xml/4/9074/ P9074. xml&xsl= /de/tpl-i/p9f.xsl&base= /tpl/ imprimir.xsl (22.08.05). 1.1.3. Makro Ekonomik Politika Hedeflemeleri Uluslararası finansal liberalizasyonla birlikte ülke ekonomisinde uluslararası sermaye hareketlerini, yeni fonlar yaratarak yurtiçi tasarrufları ve yatırımların arttırabilirken, di÷er taraftan uluslararası sermaye hareketlerinin hız kazandı÷ı dönemlerde makro ekonomik dengesizlikler ortaya çıktı÷ında finansal krizler görülebilmektedir. Bu yüzden, finansal liberalizasyon sürecinde makro ekonomik politikalar oluúturulurken dikkat edilmesi gereken noktalar, sermaye hareketlerinin kırılgan yapısı, reel faiz ayarlamaları bu ayarlamaların arkasında yatan enflasyon beklentisinin kırılması, optimum döviz kuru politikası, kamu harcamalarının azaltılması, sa÷lıklı bir banka sektörü, sürdürülebilir cari hesap dengesi gibi alanları kapsamaktadır(Montiel, Peter ve Servén, Luis: 2004). Geliúmekte olan ülkelerde uluslararası sermaye hareketleri ve büyüme arasındaki iliúki Grafik 3’te görülmektedir. Makro ekonomik istikrarın sa÷landı÷ı yıllarda uluslararası sermaye hareketlerinde artıú görülürken büyümenin azaldı÷ı daralma dönemlerinde uluslararası sermaye hareketleri azalmıútır. 198 Grafik 2. Geliúmekte Olan Ülkelerde Sermaye Hareketi ve Büyüme Arasındaki øliúki 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 Net Sermaye Hareketleri 1998 1999 2000 2001 GSMH Kaynak: Birleúmiú Milletler (2003), “Macroeconomic Stability in developing s.3 Countries”, www.un.org/esa/desa/ousg/presentations/200203_macro.pdf, (23.05.2005). Uygulanan politikaların baúarısı sermaye hareketlerinin yatırımlarla olan ba÷lantısıyla yakından ilgilidir. Yatırımlara yönelmeyen, spekülatif amaçlarla yönetilen uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik bir istikrarsızlık söz konusu oldu÷unda ülkeyi terk edebilecektir. Krizlerle karúılaúılmaması için kısa dönem politika önceli÷i, makroekonomik dengenin ve mali piyasanın bütünlü÷ünün sa÷lanması olmalıdır. Böyle bir ekonomik arayıú içinde, açık ekonomilerde sermaye akıúının devamı makroekonomik ve finansal istikrarı verimli kaynakların da÷ılımı ve yüksek büyüme oranlarının sa÷lanması ile gerçekleútirecektir. Yabancı sermaye akımlarının büyümeye yansıması, makroekonomik istikrarın sa÷lanması, düúük enflasyon , bütçe açı÷ının kapatılması, cari açı÷ın risk taúımamasının yanında istihdam, e÷itim ve refah artıúı gibi alanları da kapsamaktadır. Bunu sa÷lamak devletin oldu÷u kadar özel sektöründe çaba göstermesi gereken bir durum olup ülkenin borç sistemi yakından takip edilmeli ve derin bir finans yapısı için yapısal önlemler alınmalıdır. 1.1.4. Bankacılık Sistemi Üzerine Etkisi Finansal serbestleúme sonrası sermaye hareketlerinin di÷er bir önemli etkisi de bankacılık ve mali kurumlar üzerinde meydana getirdi÷i de÷iúikliklerdir. Liberalizasyon uygulamalarının banka sektörü üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. ølk olarak, finansal baskılama döneminde negatif reel faizlerden dolayı finans dıúı kesimlere paralarını yatıran yatırımcılar bu dönemden sonra uygulanan pozitif reel faizle birlikte piyasa iúlem hacimlerini arttıracaktır. økinci olarak, finansal liberalizasyon aynı zamana banka sisteminin etkinli÷ini arttırarak, finansal istikrarın sa÷lanmasına neden olacaktır (Agenor, Richard: 2001). Di÷er bir etki ise finansal liberalizasyon uygulamaları para basma 199 yetkisini elinde bulunduran Merkez Bankası üzerinde siyasi baskı ve müdahalelerinin kaldırılması sa÷layacak uygulamaları zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda, finansal liberalizasyon bankaların borç verme gücünü iyileútirip rekabet gücünü de arkasına alarak dünya çapında bir standarda gitmelerini sa÷layacaktır(Hübler, Olaf: 2007). Bu geliúmelere paralel olarak, serbestleútirme sonrası bankaların kredi olanakları iyileúecek, böylece kredi arayan firmalar ve KOBø’lerinde talep ettikleri kredilerin maliyetlerinin azalması sa÷lanacaktır(Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff: 1996). Ancak bu olumlu geliúmelerin gerçekleúmesi için, uluslararası finansal liberalizasyon sürecinde serbestleúmeye baúlamasıyla birlikte bankacılık sisteminin iyi bir úekilde regüle edilmesi gerekmektedir. Aksi taktirde, ülkedeki özel sektörün özellikle bankaların büyük açık pozisyon riskini taúımaları söz konusu olabilecektir. Açık pozisyon, bir bilançoda finansal varlı÷ın pasif tarafta yani borç olarak bulunması anlamına gelmektedir(Somça÷, Selim: 2006). Banka krizlerinde temel neden, açık ekonomi uygulamalarından dolayı artan açık pozisyonlara sahip banka mevduatlarına verilen devlet güvencesi, sıkı regülasyonların olmaması, ahlaki tehlike ve asimetrik enformasyondur(Philip: 2005). Aynı zamanda, uluslararası finansal liberalizasyon süreci sonrası bankacılık sistemi içersinde iúlem maliyetlerinin düúecek, yatırımlara ayrılan krediler artacak ve reel sektöre kaynak aktarımı etkinleúecektir. Liberalizasyon süreciyle birlikte sisteme yabancı bankaların girmesiyle rekabet artacak, bu da ulusal piyasada finansal hizmetlerin daha nitelikli yapılmasını sa÷layacaktır. Tablo 7’de açıkça görüldü÷ü üzere birkaç ülke hariç geliúmekte olan ülkelerde uygulanan liberalizasyon politikaları uygulamaları sonrası bankaların aktiflerinin artmasıyla özel sektöre açılan kredilerin arttı÷ı görülmektedir. Pek çok ülkede bu oran giderek yükselmiú ve % 100’leri aúmıútır. Çin ve Tayland’da bu oran % 100’ün üzerine çıkarken, Kore ve Malezya’da % 90 civarındadır. Tablo 4. Geliúmekte Olan Ülkelerde Özel Sektöre Açılan Krediler (%GSYøH) 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 0.5 0.54 0.6 0.66 0.72 0.79 0.84 0.92 0.94 Kore 0.87 0.93 1.01 1.13 1.21 1.25 1.25 1.36 1.48 Çin 0.98 1 1.21 1.15 1.08 0.85 0.74 0.81 0.79 Tayland 0.49 0.53 0.54 0.56 0.59 0.61 0.63 0.61 0.61 ùili 0.29 0.18 0.25 0.23 0.19 0.17 0.15 0.17 0.15 Meksika 0.55 0.61 0.53 0.2 0.21 0.21 0.22 0.24 Endonezya 0.53 0.83 0.92 1.02 1.05 1 0.94 1.01 0.99 0.97 Malezya 0.33 0.28 0.29 0.3 0.29 0.28 0.29 0.28 0.28 Brezilya 0.38 0.49 0.56 0.48 0.42 0.39 0.36 0.33 0.31 Filipinler 0.18 0.21 0.25 0.22 0.21 0.22 0.22 0.14 0.16 Türkiye Kaynak: O÷uz, Esen (2005), “ Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları ve Türk Bankacılık Sektörü”, Siyasal, Yıl:1, Sayı:1, Bahar 2005. 200 Geliúmekte olan ülkelerde fonların toplanması ve da÷ıtılmasında bankacılık sitemi etkin bir rol oynamaktadır. Ancak, ekonominin geliúme süreci tamamlandıkça bankacılık sistemi yerini, sermaye piyasası kurumlarına bırakmaktadır. Bu nedenle, kalkınmasını sa÷lamıú olan geliúmiú ülkelerde, bankacılık sisteminin sistemdeki payı % 90’lardan % 40’lara kadar düúmektedir(Oksa, Suna: 2003). Bunun temel nedeni sistemin güçlü bankaları ayakta tutması, zayıf ve iyi yönetilmeyen bankaları ise krizlerde ortadan kaldırması olarak gösterilmektedir. 1.1.2. Potansiyel Maliyetler Finansal liberalizasyon sonrası ülke deneyimleri, uluslararası finansal liberalizasyonun faydaları oldu÷u gibi maliyetlerinin de oldu÷unu göstermektedir. Ülkeler açısından maliyetlere yol açan faktörler, uluslararası sermaye hareketleri kırılganlı÷ı, Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Buluúma Etkisi), Yabancı banka riskleridir. 1.2.1. Uluslararası Sermaye Hareketleri Kırılganlı÷ı 1990’lar boyunca, 50’nin üzerinde ülke serbest piyasa koúullarına dayanan uygulamalarla ekonomilerini yabancı sermaye hareketlerine açmıúlardır. Bu ülkeler küresel finans sistemine ekonomilerini ve piyasalarını uyarlamak ve büyümelerini sürdürebilmek için gerekli yatırım ve tasarruf miktarını destekleyecek yabancı sermaye ihtiyacı duymaktaydılar. Bu ülkelerin para ve maliye politikaları ülke ekonomisine gelen uluslararası sermaye giriúine ba÷lı olarak, dıú dünyaya ba÷ımlı hale gelmektedir. Uygulanan döviz kuru sistemine paralel ulusal paranın de÷er kazanması, talep artıúının tetikledi÷i enflasyon oranları, reel döviz kuru de÷erlenmesi, ödemeler dengesi açıkları ve bütçe açıkları gibi ekonomik göstergelerde uluslararası sermaye hareketlerinin geliúmekte olan ülkelere giriúini olumsuz etkileyecektir(Agenor: 2001). Do÷u Asya ve Latin Amerika ülkelerinde benzer sorunlar görüldü÷ü için finansal Liberalizasyon uygulamalarında krizlerle karúılaúmıúlardır(Birleúmiú Milletler:2003). Ülkenin böyle bir sorunla karúılaúmasının temel nedeni ülkedeki finansal piyasanın derin olmaması ve bankaların bilançolarında görülen kur riskidir. Geliúmekte olan ülkelerde sermaye akımlarının önündeki iki temel kısıt, yatırımcıların daha güvenli ve az risksiz geliúmiú ülkeleri tercih etmeleri ve geliúmekte olan ülkelerde yabancı yatırımı özendirici kurumsal yapılanmanın olmamasıdır(Cesar, Tamayo: 2006). Uluslararası sermaye hareketlerinin az geliúmiú ülkelerde seyri, ülkenin sahip oldu÷u makroekonomik politikaların baúarısına göre de÷iúmektedir(Kletzer, Kenneth ve Kohli, Renu: 2001). Bu yüzden, birçok geliúmekte olan ülke için sermaye piyasasına eriúim devamlılık arz etmemektedir. Yani ülkeler iyi 201 zamanlarında piyasadan borçlanabilirken ekonomik durumların kötüye gitti÷i zamanlarda kredi kısıtlamalarıyla karúılaúmıúlardır. Uluslararası sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik politik ve ekonomik geliúmelere karúı duyarlıdır. Aúırı sermaye giriúi karúısında de÷er kazanmıú yerli para uluslararası sermayenin bu duyarlılı÷ına ba÷lı olarak kaçması sonucunda de÷er kaybına u÷ramakta ve finansal krizlerin habercisi olabilmektedir(Durusoy, Serap: 2007). Yaúanılan krizler sonrası ülkeler, kısa süreli sermaye hareketlerine karúı kırılganlıklarını azaltmaya çalıúmıúlar ve zaman zaman olumlu ekonomik performanslar yakalamıúlardır. Shibuya geliúmekte olan ülkelerde sermaye hareketlerinin makroekonomik etkilerini Nash dengesi3 modelini kullanarak açıklamaya çalıúmıútır. Bu modelde, uluslararası sermaye hareketleri ülke ekonomisinde Pareto4 düúük sermaye dengesi ya da Pareto yüksek sermaye dengesi durumlarında incelenmektedir. Böylece ekonomide Pareto düúük sermaye dengesi durumunda sermaye kaçıúları, Pareto yüksek sermaye dengesinde ise refah görülecektir(Shibuya Hiroshi: 2001). Makroekonomik politikaların a) döviz kuru sistemleri, b) verimli yatırım alanları, c) dünya faiz oranı, d) döviz kuru riski, e) uluslararası yatırımcıların davranıúlarını göz önünde bulundurarak yönlendirmesi böylece risk faktörünü ortadan kaldırması gerekmektedir. Tüm bu maddeler aynı zamanda bir ülkenin ödemeler dengesini etkileyen unsurlardır(Ural, Mert: 2007). Çünkü ekonominin dıúa açılmasıyla birlikte gelen uluslararası sermaye hareketleri e÷er spekülatif amaçlı kullanılıp reel sektöre aktarılmazsa ülkenin ihracat kapasitesi zayıflar ve ülke belli bir süre sonra dıú açıklarla karúılaúabilinir. Geliúmekte olan ülkelerde uluslararası sermayenin kırılganlı÷ını arttıran yol önemli bir neden de, kriz öncesi kamu veya özel sektörde dövize ba÷lı kısa dönemli borç miktarının yüksek olmasıdır. 1995 yılında Meksika’da, 1998 yılında Rusya, 1999 yılında Brezilya’da bu borç a÷ırlıklı olarak devlete, 1997 yılında Endenozya, Kore ve Tayland’da ise özel sektöre aittir. Ancak her durumda da kısa süreli borç ve nispi olarak kıt uluslararası likit varlıklar sermayenin tersine dönmesine yol açmıútır(Rodrik Dani ve Velasco Andrés: 1999). 3 Nash dengesinde hiçbir oyuncu, di÷erlerinin davranıúı veri iken, kendi davranıúını de÷iútirerek daha iyi bir konuma gelemez. Ancak Nash (ya da cournot) dengesi, her zaman pareto optimum koúulunu sa÷layan bir denge de÷ildir. Yani baúkaları davranıúını de÷iútirmezken, bir oyuncu davranıúını de÷iútirerek avantaj sa÷layamaz ama kimi zaman ortaklaúa ve aynı anda bir davranıú de÷iúikli÷i ile birden fazla oyuncu daha iyi bir konuma gelebilir. 4 Ekonomik yapıdaki kusurlar nedeniyle Pareto- etkin dengeden sapmalar uygulanan politika güçlü ve istikrarlı oldu÷u sürece sermayenin Pareto-etkin dengeye ulaútırdı÷ı düúünülmektedir. 202 2005 yılında geliúmekte olan ülkelere yönelik özel sermaye hareketleri 647 milyar $’a ulaúmıú ve bu ülkelerin GSYøH’larının % 5.7 sine yaklaúmıútır (Dünya Bankası: 2007). Tablo 5. Geliúmekte Olan Ülkelerde Kısa Süreli Borçlar (1998 - 2005, Milyar $) Toplam Do÷u Asya ve Pasifik Avrupa ve Orta Asya Latin Amerika ve Karayipler Orta Do÷u ve Kuzey Afrika Güney Asya 1998 -65.3 -44.7 6.1 1999 -17.3 -13.3 0.5 2000 -6.3 -9.9 8.4 2001 -23.7 1.7 -5.9 2002 0.5 6.8 4.7 2003 55.0 18.5 31.0 2004 68.4 32.6 19.9 2005 67.7 39.5 23.0 -28.3 -4.9 -0.9 -14.6 -10.5 2.6 7.3 -2.8 -28.3 -4.9 -0.9 -14.6 -10.5 2.6 7.3 -2.8 -1.3 0.1 -0.9 -0.9 1.8 0.7 2.6 1.6 Kaynak: Dünya Bankası (2007), “Financial Flows to Developing Countries: Recent Trends and Prospects”, http://siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/37630691179948748801/GDF07_Chap2.pdf (22.08.2007) Tablo5’den görüldü÷ü üzere kısa süreli borçlar 2001 sonrası artıú göstererek 2005’da 67.7 milyar $ yükselmiútir. Kısa süreli hareketlerin en yo÷un oldu÷u bölge 39.5 milyar $ ile Do÷u Asya ve Pasifik ülkeleridir. Uluslararası sermaye hareketlerinin kırılganlı÷ına ba÷lı olarak, 1976–2002 yılları arasında 38 ülke en az bir dönem kısa süreli borçlanmanın yol açtı÷ı krizler ve ciddi ekonomik resesyonlarla karúılaúmıútır. Tablo 9’da görüldü÷ü üzere yaúanılan krizler sonrası, 1998 yılında yükselen piyasalarda yüzde 7,6 oranında bir üretim kaybı yaúanmıútır. 203 Tablo 6. Finansal Krizlerin Maliyetleri Para Krizleri Sanayileúmiú Yükselen Piyasalar Bankacılık Krizleri Sanayileúmiú Yükselen Piyasalar Para ve Bankacılık Krizleri Saniyeleúmiú Yükselen Piyasalar Kriz Sayısı Ortalama øyileúme Zaman 1,6 1,9 Kriz Baúına Düúen Kümülatif Üretim Kaybı 4,3 3,1 61 55 Üretim Kaybı Bulunan Kriz Baúına Düúen Kümülatif Üretim Kaybı 7,1 5,6 158 42 116 1,5 4,8 64 7,6 54 3,1 11,6 82 14,2 12 4,1 10,2 67 15,2 42 2,8 12,1 86 14,0 32 3,2 14,4 78 18,5 6 5,8 17,6 100 17,6 26 2,6 13,6 73 18,8 Üretim Kaybı Olan Krizler Kaynak: IMF (1998)’den aktaran Kabaú, Tolga (2004), Geliúmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizleri Belirleyen Faktörler ve Uluslararası Finans Sistemi,s.15, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Açık bir ekonomide makro ekonomik politika uygulanmalarında sermaye hareketlerinin neden oldu÷u sorunlar çözülerek iç denge ile dıú dengenin kurulmasını sa÷lamak amaçlanmaktadır. øç denge, düúük enflasyon ve iúsizlik oranları içinde ekonominin düzenli biçimde büyümesi olarak tanımlanabilir. Dıú denge ise dıú ödemeler bilançosunda bir açık veya fazlanın önlenmesini ya da dıúarıdan sa÷lanan gelirin dıúarıya yapılan ödemelere eúitlenmesini ifade etmektedir. Makro ekonomik politikalar hazırlanırken dıú dengenin sa÷lanması için dıú borç kompozisyonun da kısa vadeli sermaye hareketleri içerdi÷i risk yüzünden dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü, dıú dünyaya açık bir ekonomide hem iç hem de dıú dengelerinin sa÷lanması zor bir görevdir. Bu zor görevi kolaylaútıran ö÷eler ise kamu açıklarını kalıcı bir biçimde azaltarak iúlevsel bir bütçe yapısına ulaúmak, kamu borç stokunu sürdürülebilir bir düzeye indirmek ve böylece sürdürülebilir bir büyüme ortamının oluúmasına katkıda bulunmak ve enflasyonla mücadeleyi desteklemek olmaktır. Para politikası ise spekülatif hareketlerden uzak ve ba÷ımsız bir Merkez bankası tarafından yürütülmelidir. Böylece uluslararası sermaye hareketlerinin kırılgan yapısı minimuma indirilebilecektir. 204 1.2.3. Sistematik Riskler (Asimetrik Enformasyon, Ahlaki Tehlike, Bulaúma Etkisi) Piyasaya sürülen malın kalitesinin tam olarak bilindi÷i piyasalarda, alıcı ve satıcı arasında herhangi bir maliyet kaybı söz konusu olmayacaktır. Ancak alıcı ve satıcı malın alımı ve satımında di÷erinden farklı bilgilere sahipse, bu onun yaptı÷ı iúlemden zarar etmesi anlamına gelecektir. Piyasa aksaklı÷ının sonucu, karúı tarafın eylemini ve malın kalitesini tam olarak bilmemek, böylece zarar etmek olgusu, asimetrik enformasyon (limon problemi)5 olarak tanımlanmaktadır (Narayanan, Kahmi:2004). Asimetrik bilgi sorunu, finansal istikrarsızlı÷ında temel nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Finansal istikrar iki temel koúula ba÷lıdır: (i) finansal sistemde temel kurumların istikrarlı oluúu, yani dıú yardım veya müdahale olmadan sözleúmelerden do÷an yükümlülüklerini yerine getirmelerine imkan verecek tam güvenin söz konusu olması, (ii) temel piyasaların istikrarlı oluúu, yani piyasa katılımcılarının piyasadaki arz-talep dengesini yansıtan fiyatlar üzerinden güvenle iúlem yapması ve temel göstergelerde köklü bir de÷iúiklik olmadı÷ı durumlarda kısa dönemde fiyatlarda önemli dalgalanmaların olmaması(Aras ve Müslümov:2004).Finansal pazarlarda güven eksikli÷i yani katılımcıların bilgi düzeyinin farklı olması ile sözleúmelerin kontrol ve uygulanma süreçlerinin maliyetli olması, asimetrik bilgi sorununu ortaya çıkarmakta ve finansal pazar ve kurumların iúlevlerini yerine getirmelerini engellemektedir. Asimetrik bilgi sorunu, ters seçim (adverse selection), ahlâkî tehlike (moral hazard) ve temsilcilik sorunu (agency problem) úeklinde de kendini göstermektedir (Ricardo: 2003). Ahlâkî tehlike olarak ifade edilen sorun, bir sözleúmeden sonra oluúan, kredi alan ve verenin bakıú açısına göre ahlâkî olmayan (arzu edilmeyen) faaliyetlerde bulunarak, kredi verenin çıkarını zedeleme tehlikesine neden olan asimetrik bilgi sorunudur. Bu arzu edilmeyen faaliyetler veya davranıúlar, kredinin geri ödenmeme riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Ahlâkî tehlike söz konusu ise, kredi alan yüksek riskli projelere yatırım yapmakta, yüksek getiri kazanırsa bundan kazançlı çıkmakta, sermayeyi kaybederse kaybın önemli kısmı kredi verene yüklenmektedir. Bu durumda, finansal sistem ödünç verece÷i kayna÷ı kaybetmektense, çok az sayıda güvenilir müúteriye kredi 5 Akerlof’un klasik “limon” problemi 1970’de yayınladı÷ı makalesinde ikinci el araba piyasası örne÷inden geliútirilmiútir. Bu örnekte, Akerlof, ikinci el araba piyasasında, satıcıların satılan ürün hakkında yeterli bilgiye sahip oldu÷u halde, alıcı bilgisinin yetersiz oldu÷unu, yani alıcı ve satıcı arasındaki iliúkide asimetrik bilgi sorununun bulundu÷unu ifade etmektedir. Bu durumda, bu pazarda aldanabilece÷ini düúünen alıcıların ürüne de÷erinin altında fiyat vermesi veya pazardan çekilmesi sonucu ikinci el piyasasının çökmesi söz konusu olabilecektir. Bkz Akerlof (1970). 205 açmayı tercih etmekte; bu da finansal sistemin etkin çalıúmasını engelleyerek piyasa dengesinin birinci en iyi durumundan sapmasına yol açmaktadır. Böyle durumlarda kredi ödünç almaya istekli olanların riski en yüksek yatırımcılar olması (ters seçim sorunu) veya kredi alan yatırımcıların, kredi veren açısından kabul edilemeyecek yüksek riskli projelere yatırım yapması (ahlâkî tehlike sorunu) kuvvetle muhtemeldir. Bu durum ise genel olarak, kredilerin geri ödenmeme riskini aúırı yükseltecek ve nihai olarak, finansal istikrarsızlı÷a yol açacaktır. Böylesi bir kriz durumunda fon yöneticilerinin, satmanın rasyonel temelleri olmadı÷ını müúterisine anlatması zordur (temsilcilik sorunu). Ahlaki tehlike konusunda, özellikle liberal karúıtı görüú IMF’nin iki yolla ahlaki tehlike yarattı÷ını ileri sürmektedirler. Birincisi, hükümetleri uyguladıkları kötü politikaların sonuçlarına katlanmaktan kurtararak, onları hatalarını tekrara teúvik etmiútir. økincisi ise, ihtiyatsız yatırımcıları da kurtararak, onların umursamazlıklarını ödüllendirmiútir (Özbilen, 2000b). Geliúmekte olan ülkelerin uyguladıkları liberal politikalar ulusal para biriminde spekülatif baskılara yol açabilecek, böylece kısa dönem kırılganlıklara neden olabilecektir. Kısa dönem sermaye hareketlerinin tersine dönmesi borç alanların likitide problemi yaúamalarına yol açarak borç maliyetlerini yükseltecektir. Ülkenin rezervlerindeki kısa dönem sermayenin artması ülke riskinin de artması demektir. Kısa dönem borç miktarının artması aynı zamanda banka ve sistematik finansal krizlerinde habercisi niteli÷indedir. Yine sermaye hareketlerinin kırılganlı÷ı Do÷u Asya krizlerinde oldu÷u gibi sürü psikolojisi ve bulaúma (contagion) gibi sistem úoklarına yol açacaktır. 1990’lı yılların finansal krizlerinin temel özelli÷i krizin bulaúıcı etkisinin olmasıdır. Meksika 1994 devalüasyonu di÷er Latin Amerika ülkelerini ( Tekila etkisi), Tayland 1997 parasal krizi Do÷u Asya ülkelerini etkilemiú 1998 Rusya Krizi ise Brezilya’da real’in devalüasyonu ile sona ermiútir (Boschi ve Goenka, 2004). Hızlı hareket eden ve yüksek hacimde iúlem gören sermaye piyasalarına sahip günümüz küresel dünyasında sabit döviz kuru ve düúük enflasyonu simgeleyen politikalar, geliúmekte olan ülkelere önemli derecede yüksek kar kovalayan uluslararası sermaye hareketi çekmiúlerdir. 1.2.4. Yabancı Banka Riskleri Finansal hizmetlerde yaúanan küresel geliúmeler geliúmiú ülkelerdeki bankalar için özellikle sermaye piyasalarından ve banka dıúı kesimlerden gelen çok ciddi bir rekabet baskısı yaratmıútır. Geliúmiú ülkeler açısından finansal hizmetler sektörüne yönelik geliúmeler (Bankacılar Dergisi: 2005) :Küresel rekabet, Banka dıúı sektörlerden gelen baskı, Geleneksel hizmetlerin kar marjlarının 206 düúmesi, Sınır ötesi faaliyetlerin cazip hale gelmesi, Operasyon giderlerinin düúürülmesi amacıyla ölçek ekonomisi arayıúı úeklinde olmuútur. Geliúmekte olan ülkelerde küreselleúme sonrası yaúanan en önemli geliúme ise yabancı bankaların sayısının artmasıdır. 1995 yılında Do÷u Asya ve Pasifik ülkelerinde 103 olan yabancı banka sayısı 2006 yılına gelindi÷inde 165, Latin Amerika’da 253’ten 284’e, Güney Asya’da ise 8’den 16’ya yükselmiútir. Bu artıúın ço÷u úubeleúme úeklinde gerçekleúti÷i gibi, katılımlar ve do÷rudan yabancı yatırım úeklinde de olmuútur. Yabancı bankaların en büyük dezavantajı, ev sahibi ülke tarafından bankaya devlet deste÷i verilmemesidir(Lee Hwok-Aun: 2004). Tablo 7. Toplam Banka Sektöründe Yabancı Bankaların Sayısı Do÷u Asya ve Pasifik Latin Amerika Orta Do÷u ve Kuzey Afrika Güney Asya Toplam Yabancı Banka Sayısı 1995 2006 103 165 253 284 36 57 8 16 Kaynak: Dünya Bankası (2006), http://www.worldbank.org (21.02.2007). Yabancı bankaların ölçek ekonomilerini ve rekabeti arttırmak, risk da÷ılımını düzenlemek gibi avantajları söz konusudur. Yabancı bankalar özel sektöre açılan kredilerin artmasını sa÷layarak ülke ekonomisinin büyümesine katkıda bulunabilirler. Yapılan çalıúmalarda yabancı bankaların ekonomideki varlıkları oranında istikrarı sa÷ladıkları belirtilmektedir. Yabancı bankalar kredi politikalarında daha tutucu davrandıkları için krizlerden çok etkilenmemektedirler. Arjantin ve Meksika’da 1994–1999 yıllarını inceleyen araútırmalarda yabancı bankaların daha az de÷iúken ve daha güçlü bir kredi portföyüne sahip oldukları ortaya konulmuútur (Erdönmez, 2004). Ancak, yabancı bankaların finansal sisteme giriúinin birçok faydaları olmakla birlikte, maliyetleri de söz konusu olabilmektedir. Yabancı bankalar küçük ölçekli ( ticaret dıúı mallar üreten) firmalara krediler açacak ve bununla birlikte ticari mal üreten büyük firmalara da ulusal bankalardan daha çok kredi vereceklerdir(Detragiache, 2006). E÷er yabancı bankalar büyük ölçekli firmalarda yo÷unlaúırsa, finansal sektörün verimlilik ilkesine katkıları daha az olacaktır. Daha önemlisi küçük ölçekli firmalara açılan yüksek miktarda krediler, çıktı, istihdam ve gelir da÷ılımı üzerinde ters etkiler yaratabilecektir. økinci olarak, düúük maliyetli operasyonları gerçekleútiren yabancı bankalar ulusal bankaların rekabette kalabilmeleri için birleúmelerine yol açabilecek, bu durumda “kaybetmek için çok büyük ” (literatürde too big to fail) olarak bilinen probleme neden olabilecektir. Çünkü bu bankalar devletin kendilerinin iflas 207 etmesine engel olaca÷ını düúünerek, daha çok risk alacaklardır ( ihtiyari tedbir), (Huberto M. ve Malek: 2005). GENEL DEöERLENDøRME VE SONUÇ Uluslararası sermaye hareketlerinin kullanılmasındaki temel argüman, sermayenin ucuz ve bol oldu÷u bölgelerden kıt ve pahallı oldu÷u bölgelere do÷ru hareket etmek istedi÷idir. Buna paralel olarak, geliúmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri uluslararası finans sisteminin geliúimiyle birlikte miktar olarak de÷iúiklikler göstermektedir. 1980’li yıllarıyla birlikte geliúmekte olan ülkelerde hız kazanan finansal liberalizasyon ekonomilerde uluslar arası sermaye hareketlerinin hacimsel artıúını ve hızını arttırmıútır. 1. ve 2. Dünya Savaúı yılları arasında uluslar arası para sisteminde yaúanan geliúmeler, daha sonrasında Bretton Woods sisteminin yıkılması ve 1973 petrol krizi yaúanması geliúmekte olan ülkelerde meydana gelen borç sorununa çözüm olabilmek için IMF gibi uluslararası finansal kurumlar öncülü÷ünde finansal liberalizasyon politikaları uygulamalarının hız kazandı÷ı dönemler olmuútur. Finansal liberalizasyon, finans piyasasında ki faiz oranları üzerindeki kontrollerinin kaldırılması ve uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleútirilmesini amaçlayan politikalardan oluúmaktadır. Literatür de uluslararası sermaye yatırımlarının etkileri üzerine görüúler tartıúmalıdır. Uluslar arası sermaye hareketlerinin yatırım aracı olarak kullanılmasından çok faiz ve kur üzerinden rant elde etme amaçlı kullanıldı÷ı dolayısıyla ülkelere faydadan çok zarar getirdi÷i iddiası tartıúmanın bir yönüyken di÷er bir yönü uluslar arası sermayenin geliúmekte olan ülkelerde tasarruf açı÷ını azalttı÷ı yatırımları arttırdı÷ı dolayısıyla büyümeye yardımcı oldu÷u yönündedir. Geliúmekte olan ülkeler finansal liberalisazyon uygulamaları ile bir yandan büyümelerinin devamı için tasarruf sa÷larken makroekonomik istikrarsızlık ve sermaye hareketlerinin ani giriú çıkıúlarının arttırdı÷ı krizler yaúamıúlardır. Kriz yaúanılan 1990’lı yılların ortak noktası tüm ülkelerde finansal serbestleúme politikalarına ba÷lı uygulamaların gerçekleúmesidir. Bu yüzden geliúmekte olan ülkeler, kısa süreli sermaye hareketlerinden çok uzun vadede ve yatırıma yönelik do÷rudan yabancı yatırımları ülkelerine çekmeye çalıúmaktadırlar. Ani giriú çıkıúlarla, ülke ekonomisinde makroekonomik de÷iúkenleri daha çok etkileyen portföy yatırımlarının tersine, do÷rudan yabancı yatırımlarının ülke ekonomisine katkılarının daha olumlu oldu÷u kabul edilmektedir. Uluslararası sermaye hareketlerinin geliúmekte olan ülkelerdeki ekonomik etkileri genel olarak, yatırım, rekabet gücü ve parasal göstergeler, arz ve talep dengeleri, ödemeler dengesi, mali sektör ve fiyatlar üzerindedir. 208 Yaúanan krizler, geliúmiú ülkelerde de dahil olmak üzere birçok ülkede ve uluslararası finans çevrelerinde, sermaye hareketlerinin serbestli÷ini savunan politikaların sorgulanmasına ve alternatif politika uygulamalarının gereklili÷ini ve önemini vurgulayan görüúlerin ortaya çıkmasına neden olsa da küresel finans sistemin entegrasyonu hızla devam etmektedir. KAYNAKÇA Agenor, Pierre Richard, 2001. “Benefits and Costs of International Financial Integration: Theory and Facts”,World Bank Working Paper., s.14 Ateú ùanlı (1996), “Ekonomik Büyüme Yaklaúımlar ve Yakınsama Sorunu”, idari. cu.edu.tr /sanli/ sanli1.pdf, s.15, (22.02.2007). Aras Güler ve Müslümov (2004), “Kredi Piyasalarinda Asimetrik Bilgi Ve Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri, “www3.dogus.edu.tr/amuslumov/research/Article/Muslumov%20%20 Asimmetry % 20-%20IF%20-%202004.pdf (14.02.2006). Arestis Philip (2005), “Financial Liberalisation And The Relationship Between Finance And Growth,” www.landecon.cam.ac.uk/research/reuag/ccepp/pdf/wp0505.pdf, s.11, (19.09.2006). Aron, Janine ve Muellbauer, John (2000),”Financial Liberalization, Consumption and Debt in South Africa.” http://www.csae.ox.ac.uk/workingpapers/pdfs/20-22text.pdf,s.1, (01.11.2006). Bankacılar Dergisi (2005), “Türkiye’de Yabancı Bankalar”, www.tbb.org.tr /turkce/dergi/ dergi52/ 1-yabancibankalar.pdf, s.4, (02.10.2006). Baro, Robert J, vd. (1992), “Capital Mobility in Neoclassical Models of Growth” ideas.repec.org/p/nbr/nberwo/4206.html,s.103, (08.12.2006). Bebczuk Ricardo (2003), “Asymmetric Information in Financial Markets Introduction and Application”, www.ecampus.com/book/0521797322 67k, s.7, (17.02.2007). Baele, Lieven vd. (2004), “Measuring Financial Integration in the Euro Area”, www.ecb.int/pub/pdf/scpops/ecbocp14.pdf, s.2, (09.01.2007). Bekaert, Geert vd. (2003)” Liquidity and Expected Returns: Lessons from Emerging Markets”, http://www.kelley.iu.edu/clundbla/liquidity_Sept_8_2003.pdf (23.11.2006). Blecker, Robert A. (2001), “Fınancıal Globalızatıon, Exchange Rates, And Internatıonal Trade”, 209 http://www.peri.umass.edu/fileadmin/pdf/financial/fin_Blecker.pdf, s. 7, (03.07.2006). Boschi Melisso ve Goenka, Aditya (2004),” International capital flows and transmission of financial crises.”, www.eea-esem.com/EEAESEM/2006/Prog/print_day.asp?day=3 - 287k, s.1, (18.12.2006). Cesar, E. Tamayo (2006), “Capital Flows, Exchange Rates And Growth: Evidence From Developing Countries”, http://www. banrep.gov.co /documentos/ conferencias/ medellin/2006/ CapitalFlows.pdf, (07.03.2007) Chari Anusha ve Henry Peter (2004),” Capital Account Liberalization, Risk Sharing and Asset Prices" NBER, June Detragiache, Enrica vd. (2006),” Foreign Banks in Poor Countries: Theory and Evidence”, http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2006/wp0618.pdf, s.4, (14.01.2007). Durusoy, Serap (2007), “Finansal Liberalleúmenin Sorgulanmasının Nedenleri “,http: //www. dtm. gov.tr/ dtmadmin/upload/EAD/TanitimKoordinasyonDb/finans.doc (07.03.2007). Dünya Bankası (2007),”The Globalization of Corporate Finance in Developing Countries”, siteresources.worldbank.org/INTGDF2007/Resources/3763069117994 8748801/GDF07_Chap3.pdf (03.01.2007). Erdönmez, Pelin Ataman (2004),”Finansal Krizler Sonrası Geliúmekte Olan Ülkelerde Yabancı Bankalar”, Bankacılar Dergisi, Sayı 51,s.23 Ennis Huberto M. ve H. S Malek. (2005),” Bank Risk of Failure and the TooBig-to-Fail Policy”, http://www. richmondfed.org /publications/ economic_ research/ economic_ quarterly/ pdfs/spring2005/ennismalek.pdf , s.1, (09.10.2006). Globalization101.org (2007), “Investment and Globalization”, http:// www.globalization 101. org/ uploads /File/Investment/invall.pdf, (23.04.2007). Horowıtz Shale (2005), “Domestic Bank-Centered’ Financial Liberalization: Origin, Crisis, and Response”, journals.cambridge.org/production/action/cjoGetFulltext?fulltextid= 301971, s.112, (20.06.2006). Feldstein, Martin. 1992. “The Budget and Trade Deficits Aren’t Really Twins.” National Bureau of Economic Research Working Paper No. 3966.,s.6, http://www.nber.org/papers/w3966.pdf (05.12.2005). 210 Heffernan,1987:120’den aktaran Aklan Adanur Nejla (2001),” Para økamesi Süreci Ve Türkiye Örne÷i”, http://www.bayar.edu.tr/~iibf/dergi/pdf/C8S12001/NAA.PDF (02.12.2006). Hübler, Olaf (2007), “ Financial Liberalization in Emerging Markets: ideas.repec.org/p/han/dpaper/dp-364.html, (19.02.2007). Lee Hwok-Aun (2004) “ Regulating multinational bank entry and participation in less developed countries: Where do we draw the line(s)?”, www.people. umass.edu/.../econ721/Student%20Postings/Term%20papers,%20fall ,%202004/HALee.termpaper.721.doc, (04.07.2007). Kletzer, Kenneth ve Kohli, Renu (2001),” Financial Repression And Exchange Rate Management In Developing Countries: Theory And Empirical Support From India”, http://www. icrier.org/ pdf/ken1.pdf, (10.12.2006) Maurice, Obstfeld ve Kenneth, Rogoff (1996), Foundations of International Macroeconomics, Cambridge, M assachusetts: The M IT Press, Montiel, Peter ve Servén, Luis (2004),” Macroeconomic Stability in Developing Countries: How Much Is Enough?”, ideas.repec.org/p/wbk/wbrwps/3456.html (08.08.2005). Narayanan, Kahmi (2004) “Asymmetric Information in Economic Analysis”, http://www.hss.iitb.ac.in/courses/hs613kn1.pdf ( 30.03.2005). Oksa, Suna (2003), “ Finansal Piyasalarda Yeni Yasal Düzenlemeler (Reregülation) øhtiyacı ve Türk Finans Sistemi”, http://bsy.marmara.edu.tr/TR/makaleler/finansal.htm (10.09.2004). Özbilen, ùevki (2000b),” Küresel Mali Kriz Ve Imf Politikalarinin Ulusal Mali Sisteme Etkileri”, http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/sevki1.pdf, (22.12.2006). Prasad Eswar, Rogoff Kenneth, Wei Shang-Jin ve Kose,M. Ayhan (2003),” Effects of Financial Globalization on Developing Countries: Some Empirical Evidence” www.imf.org/ external / np/ res/ docs/2003/031703.pdf, (22.02.2006). Shibuya Hiroshi, (2001),” Economic Takeoff and Capital Flight”, www.esri.go.jp/jp/archive/e_dis/e_dis010/e_dis008a.pdf, (02.05.2005). Smaghi Lorenzo Bini (2005), “Financial globalization and integration: What’s next? A forward-looking perspective”, http:// www. ecb.int /press/key/date/ 2006/html/sp060718_1.en.html, (04. 11. 2006). 211 Somça÷, Selim (2006), Türkiye'nin Ekonomik Krizi / Oluúumu ve Çıkıú Yolu, 2006 Yayınevi, østanbul, Rodrik Dani ve Velasco Andrés (1999),” Short-Term Capital Flows” papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=194648 31k, (19.05.2005). Ural, Mert (2007),” Dıú Denge,øç Denge ve Döviz Kuru Sistemleri”, Ve Ab øle Müzakereler” www.deu.edu.tr/userweb/aylin.duygulu/dosyalar/m.ppt, (10.12.2007). 212 2000-2001 FøNANSAL KRøZLERøN KONYA ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø’NDE FAALøYET GÖSTEREN FøRMALARIN øSTøHDAMINA OLAN ETKøLERø Fatih Mehmet ÖCAL* ÖZET Bu çalıúmada, beklenilenden daha büyük boyutlarda ülkemiz ekonomisinin daralmasına neden olan, enflasyonu düúürme ve kamu açıklarını kapatma yolunda uyguladı÷ı program sırasında karúılaútı÷ı ve ancak yüksek bedeller ödeyerek atlatabildi÷i 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizlerin, Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde (KOSB) faaliyet gösteren firmaların istihdam seviyelerinde ne gibi bir etkiler meydana getirdi÷i, anket uygulaması yöntemi uygulanarak analiz edilmiútir. Analizlerde MS Office Excel programı ile Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler için østatistik Paketi) sürümü kullanılmıú, bir temel oluúturması amacıyla konu ile ilgili öncelikle temel bilgiler verilmiú, daha sonra yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında konu de÷erlendirilmiútir. Analiz sonucu 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizleri nedeniyle Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların %61,9’unun personel çıkararak istihdam düzeyinin azalması, firmaların iktisadi kriz ve dalgalanmalara karúı sa÷lam bir iktisadi alt yapılarının olmadı÷ını, iktisadi refleks göstermede ve kurumsallaúma sürecinde eterli düzeye ulaúamadıklarını göstermektedir. %40 gibi oldukça yüksek bir firma sahibi kesimin personel çıkarma nedenleri olarak ilk önce iktisadi krizleri göstermesi, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını, ekonomik krizler karúısında direnecek mali gücü oluúturmada ve krizi baúarılı bir úekilde yönetemediklerini ortaya koymaktadır. Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi Sanayileúme, Kriz Yönetimi, Kurumsallaúma. Bölgesi, øktisadi Kriz, THE EFFECTS OF THE FINANCIAL CRISES IN THE YEARS OF 2000 AND 2001 ON THE PROCESS OF EMPLOYMENT OF THE FIRMS IN KONYA ORGANIZE INDUSTRIAL TERRITORIES $%675$&7 In this study, the financial crises of November in 2000 and February in 2001- which caused larger shrinkage in our national economy than expected and which is overcome only with great difficulty inspite of the applied economic program to decrease the inflation and to meet the public deficit- and what kind of effects these crises do have on the employment rates of the active firms in Konya Organize Industrial Territories (KOIT) are analyzed through survey 213 method.In the analysis, MS Office Excel program and Statistical Package for Social Sciences 11.0 type (SPSS–Sosyal Bilimler için østatistik Paketi) are used and in order to make the subject matter clear, the general and basic information of the matter is given at first and then the survey results are evaluated according to the datas at hand. The results of the analysis showed that because of the the financial crises of November in 2000 and February in 2001, nearly %62 of all the active firms in the OIT reduced their employment rates by dismissals, and that the firms have no reliable substructures against economic crisis or economic fluctuations, and that they could not reach the required level in the process of becoming an institution, in preventing economic crises nor in reacting against the crises. Such a high rate as %40 of these firms claimed the economic crises to be the first reason for their dismissals and this proves that the firms could not make accumulation of capital, and that they could not create economic power to stand against the crises, and that they could not manage the economic crises succesfully. Key Words: Organize Industrial Territory, Industrialisation, Crisis Management, Institutionalisation. Economic Crisis, GøRøù Sanayileúebilme iste÷i, tarihin her döneminde tüm ülkelerin baúarmak için sürekli u÷raútı÷ı ve ulaúmak istedi÷i bir amaç olmuútur. Günümüzde oldu÷u gibi içinde bulundukları zamana göre sanayileúmede öne geçen ülkeler iktisadi, sosyal ve kültürel politikalar baúta olmak üzere her türlü bölgesel ve evrensel ölçekli dünya politikalarının oluúturulmasında ve uygulamasında, devamlı baúrolü oynamıúlardır. øçinde bulundu÷umuz XXI. yüzyılda dünya politikalarına yön vermede etkin olan ülkelerin Amerika Birleúik Devletleri, Japonya, Almanya, øngiltere, Fransa, øtalya, Rusya gibi geliúmiú ve sanayileúmiú ülkeler olması, sanayileúmesini tamamlayamamıú ülkelerin ise geri planda kalmaları tesadüf de÷ildir. Ülkelerin geliúip kalkınmasıyla sanayileúmenin aynı anlama geldi÷i günümüzde gelece÷in, sanayileúme sürecini tamamlayıp bilgi toplumu düzeyi eúi÷ini geçmeyi baúarabilen ülkelerin olaca÷ı kesindir. Türkiye dünya politikalarında söz sahibi olabilme iddiasında ise, yapısal nitelikteki toplumsal, siyasi ve iktisadi sorunlarını bir an önce çözmekten, sanayileúme sürecini tamamlayarak bilgi toplumuna ulaúmaktan baúka çaresi bulunmamaktadır. Kısa sürede sanayileúme sürecini tamamlamak için bir dengeli sanayileúme modeli olan ve dünyada ilk önce 1896 yılında øngiltere’de (Manchester), daha sonra ABD, øtalya, Kanada, Çin, Hindistan ve sanayicinin üretime baúlayıncaya kadar yapaca÷ı giderlerden kurtularak bu yolla üretimde kullanabilece÷i sermayelerinin azalmasının önlenmesi, belli bir bölgenin tamamına sanayicinin kullanaca÷ı hizmetlerin götürülerek düúük bir maliyetle 214 tüm sanayicilerin bu hizmetlerden yararlanmasının sa÷lanması, úehirlerin geliúi güzel yerlerinde küçüklü büyüklü imalat yapan birimlerin ortaya çıkıp úehir planlaması ve çevre düzenini bozarak hava kirlili÷ine yol açmasının önlenmesi amacıyla 1961 yılında Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile ülkemizde görülen OSB ile sanayileúme uygulaması, Konya’da 1970 yılında Konya I.OSB’nin kurulmasıyla baúladı. Günümüzde Konya’da I. Organize Sanayi Bölgesi ile birlikte 2006 yılında II. ve III. OSB’nin birleúmesiyle oluúan KOSB bulunmakta ve IV.OSB’nin kurulması çalıúmaları tamamlanmak üzeredir. 1.SANAYø ve ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø KAVRAMI 1.1. Kavram Olarak Sanayileúme ve Sanayileúme Süreci Ekonominin temel sektörlerinden olan sanayi sektörü, hammaddelerin ürünlere dönüútürülme süreci demek olan sınai faaliyetleri içerir. Üretim faktörlerinden emek ile sermayeyi kullanarak hammadde ve yarı mamül maddelerden mamül elde edilmesi süreci úeklinde dar anlamda imalatçılık, müteúebbisin kurdu÷u mal ve hizmet üreten, gelir getiren faktörlerin birleútirilmesi úeklinde geniú anlamda tanımlanabilen sanayi kavramı (Karluk, 2005, s, 205), dar kapsamlı olarak imalat sanayi, geniú kapsamlı olarak da madencilik ve enerji sektörlerini kapsamaktadır (Kepenek ve Yentürk, 1994, s.344). Avustralya’lı øktisatçı Colin Clark ise sanayileúmenin tanımını dar anlamda ülke ekonomisinde sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne oranla geniúlemesi ve üretimde makinalaúmanın yo÷un olarak kullanılması, geniú anlamda ise yeni üretim tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin yükseltilmesi, üretimin azalan maliyetlerle sa÷lanması yanı sıra toplumdaki iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm de÷iúmeler biçiminde yapmıútır. Artık günümüzde geliúmiú ülkeler denilince ilerlemiú ülkeler (Karluk, 1995, s. 67), anlamına gelen sanayileúme aynı zamanda kar üreten, ortak bir üretim sürecini paylaúan otomobil endüstrisi gibi herhangi bir meslek, iú, ticaret grubu ve önemli miktarda sermaye yatırımı içeren, üretime odaklanmıú bir ekonomi üretim alanıdır (Industry, 2007). Sanayileúmiú ülke tek baúına ihraç ürünlerinin %80-90’lık kısmının sanayi ürünleri olan ülke de demek de÷ildir. Aynı zamanda ihraç edilen ürünlerin yüksek teknoloji içeren ürünler olması, söz konusu ülkenin sanayileúmiú bir ülke oldu÷unu açık olarak gösterir (Eren, 1989, s. 181). Günümüz ekonomileri, sanayi sektörünün geliúme hızının tarım sektörüne göre oldukça yüksek olmasından dolayı, sanayi sektörüne ve sanayileúmeye yönelik kalkınma yolunu seçmiúlerdir (Ersoy, 1981, s. 63). Tarımın önemli ölçüde iklim koúullarına ba÷lı olması, tarım ürünlerinin ekonomik de÷erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak düúük olması ülkelerin sanayileúme çabalarını hızlandırmıútır (Eren, 1989, s. 180). Bunun yanı sıra uygulamaya konulan sanayi politikaları baúta olmak üzere büyümek ve kalkınmak isteyen tüm ülkelerin tarım, vergi, gelir, yatırım, para, döviz politikaları gibi akla gelebilecek uygulamaya konulan tüm iktisadi politikalarının aynı özellikler taúımadı÷ı, herhangi bir ülkede baúarılı sonuçlar 215 vermiú bir sanayileúme politikasının her zaman mutlak baúarılı sonuçlar verece÷i anlamına gelmedi÷i de geçmiúte yaúanan örneklerle ortaya çıkmıútır. Yeni kalkınma yolundaki bir çok ülke 1950’li yıllarda, sanayileúmeyle kalkınmayı eú anlamlı kabul ederek sanayileúmeye öncelik vererek geliúmiú Avrupa ülkeleriyle Amerika Birleúik Devletleri’ni örnek almıúlar ve aynı zamanda da büyük bir hataya düúmüúlerdir. Çünkü sanayileúmek isteyen ülkelerin, örnek aldıkları Amerika Birleúik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki gibi ne önceden geliúmiú bir tarım sektörleri ne tarım yapacak geniú toprakları ve ne de geliúmiú denilebilecek nitelikte ulusal ve uluslararası ticari ve mali sektörleri vardı. Yani geliúmiú ülkelerde sanayileúme için gerekli ve mevcut olan özel tasarruf, giriúimcilik zihniyetiyle (Hiç, 1991, s. 71), sanayi yatırımlarını çalıútırabilecek ve geliútirebilecek sınai kalifiye iúgücü ve sınai altyapı geliúmekte olan ülkelerde olmadı÷ı için, bir çok ülke sanayi atılımını gerçekleútirememiútir. Toplumların kendine özgü özelliklerini dikkate almayan sanayileúme politikalarının, ülkelerin geliúmesini sa÷laması bir yana kaynakların boú yere kullanılmasına yol açarak ülke insanının düúük refah seviyesi içinde yaúamalarına neden olmakta, baúta sanayileúme olmak üzere tüm iktisat politikalarını kendi toplum yapılarıyla uyumlu bir úekilde uygulamaya koyan ülkeler ise hem refah içinde yaúamakta hem de dünyada meydana gelen tüm olaylarda söz sahibi olmakta, saygın ülkeler olarak nitelendirilmektedir. øktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geliúme göstermenin sanayileúme sürecinde baúarının yakalanmasıyla mümkün oldu÷u gerçe÷inden yola çıkarak günümüzde sanayileúme, özellikle geliúmekte olan ülkelerin baúarmaları gereken tek hedefi durumuna gelmiútir (Dülgero÷lu, 1993, s. 2). 1.2. Kavram Olarak Organize Sanayi Bölgeleri Organize Sanayi Bölgeleri için yapılan baúlıca tanımlar úunlardır; - (Genel) Organize Sanayi Bölgeleri, elektrik, su, kanalizasyon, banka, kantin, sa÷lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmıú uygun bir alanda, teknik ve genel hizmetlerin de sa÷landı÷ı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmıú fabrika yerleúim birimleridir (Özdemir, 1990, s. 8). - (Birleúmiú Milletler) Birbirleriyle iúbirli÷i halinde üretim yapan orta ve küçük boy iúletmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden yararlanacak úekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995, s. 43). - (VI. Beú Yıllık Kalkınma Planı) A÷ır sanayi kompleksleri dıúında, küçük ve orta ölçekli sanayi türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri için sınırları tasdikli çıplak arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre belirlenecek sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir úekilde ve belirli standartlar dahilinde sanayi için tahsis edilmiú ve iúletilebilir duruma getirilmiú bölgelerdir (østanbul Sanayi Odası, 1995, s. 43). 216 - (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı) Karma ekonomi úartları altında, küçük ve orta ölçekli sanayilerin geliútirilmesi için gerekli olan planlı yerleúme alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının inúa edilerek sa÷lanması yoluyla belli standartlarda geliútirilmesi ve organize edilmesidir. Bu tanımda geçmekte olan “karma ekonomi úartları” ifadesinden kamu ve özel sektör kuruluúlarının Organize Sanayi Bölgeleri’nde birlikte sınai üretim faaliyetlerinde bulunabilecekleri anlamı çıksa da, uygulamada Organize Sanayi Bölgeleri’nde özel sektör sanayi kuruluúlarının yer aldı÷ı görülmektedir (Özdemir, 1990, s. 15). - (Organize Sanayi Bölgeleri, 4562 Sayılı Kanun) Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sa÷lamak, kentleúmeyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek, bilgi ve biliúim teknolojilerinden yararlanmak, imalat sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri ve geliútirilmeleri amacıyla, sınırları tasdikli arazi parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı bir úekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluúturulan ve bu kanun hükümlerine göre iúletilen mal ve hizmet üretim bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2007, s. 7). 1.3. OSB’lerin Baúlıca Hedefleri Organize Sanayi Bölgeleri’nin balıca kuruluú hedeflerini; - Sanayinin disipline edilmesi, - ùehirlerin planlı geliúmesine katkıda bulunması, - Sanayileúmenin az geliúmiú bölgelere kaydırılarak yaygınlaútırılması, - Tarım alanlarının sanayi bölgeleri olarak kullanılmasının önlenmesi, - Sa÷lıklı, ucuz, güvenilir altyapı ve sosyal tesisler kurulması, - Müúterek arıtma tesisleri kurularak çevre kirlili÷inin önlenmesi, - OSB’in devlet gözetiminde, kendi organları tarafından yönetilmelerinin sa÷lanması (Organize sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) úeklinde sıralamak mümkündür. 1.4. Dünya’da Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları Sanayi devriminin oluúturdu÷u iktisadi ve sosyal geliúmelerin dünyayı etkilemesi sonucu, özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve ABD’de XIX. yüzyılın sonlarına do÷ru sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerin geliúmesine ba÷lı olarak ilk olarak 1896 yılında øngiltere’de, 1899’da ABD’de, 1904 yılında øtalya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li yıllardan sonra geliúmekte olan ülkelerde geniú uygulama alanı bulmuútur (Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983, s. 9-15). Ülkeler çalıúma úartlarını iyileútirmek ve özellikle yabancı firmaların kendi ülkelerine yatırım yapmalarını teúvik etmek, istihdam 217 seviyesini yükseltmek amacıyla kendi ülkelerindeki OSB’nde yatırım yapmalarını sa÷lamak için adeta bir yarıú içerisine girmiúler ve tüm imkanlarını seferber etmiúlerdir. Ülkelerin OSB’lere yatırım yapılması ve çalıúma úartlarını iyileútirmek amacıyla sa÷ladıkları hizmet ve teúvikler toplu olarak; - Arazilerin istimlak edilmesi ve gerekli alt yapı ve hizmetlerinin verilmesi, - Üretim vergisi ve yerel vergilerden 10 yıl muafiyet, 99 yıl kiralama, - Fabrika inúa maliyetlerinin yarısının karúılanması, - Gelir vergisinden 5 yıl muafiyet sa÷lanması, - ølk kurulma aúamasında yatırımcıların fikrini alarak elektrik, su, nakliye, fabrika kurulumu ve vergilerde indirim yapılması, - Telekomünikasyon, güvenlik sistemleri, ticari bankalar, postane, hastane, okullarla alıúveriú merkezlerinin sanayicinin hizmetine sunulması, - Yabancı yatırımcıları teúvik etmek amacıyla vergi avantajları sa÷lanması, vize ve çalıúma izni alma gibi iúlemlerini kolaylaútırılması, - Yol, alt yapı, çevre düzenlemesi, do÷al gaz gibi yatırımları firmaların kullanımına sunulması, - Rahat bir ortamda çalıúabilmeleri için TV odaları, mutfak, banyo, çamaúırhane ve yatakhanelerin iúçilerin kullanımına sunulması, - Kalifiye iúgücünün temini için yatırımcılara ve ö÷rencilere Teknik E÷itim Merkezi tarafından mekanik elektrik bakımı, bilgisayar gibi teknik alanlarda de÷iúik sürelerde e÷itim verilmesi ve yapılan sınavda baúarılı olunması koúulu aranması, - Elektronik donanım, iletiúim olanakları yanı sıra iúçilerin sosyal ihtiyaçlarını karúılamaları için park, kantin, sa÷lık ve bankacılık hizmetlerinin sa÷lanması, - Organize Sanayi Bölgeleri’ne kolayca ulaúılmasının teminiyle OSB ve firmalarla ilgili genel ve güncel bilgilerin internet aracılı÷ıyla ilgililerin kullanımına sunulması, - Hükümetler tarafından Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyetler için önemli miktarlarda kaynak aktarılması, - OSB’lerde rant gelirlerinin önlenmesi için firmaların arsa satıúı yapıldıktan sonraki ilk 6 ay içerisinde, fabrika binalarının yapımını tamamlamayanların ve ilk 1 ay içinde fabrikanın % 25’ini yapmayanların satıú sözleúmelerinin iptal edilmesi ve satıú sırasında toplam bedelin % 25’inin alınması (Öcal, 2008, s. 71) úeklinde sıralanabilir. 218 Dünyanın farklı co÷rafyalarındaki çeúitli ülkelerin Organize Sanayi Bölgeleri’nin geliútirilmesi ve yabancı yatırımcıları kendi ülkelerindeki Organize Sanayi Bölgeleri’nde yatırım yapmaları için sa÷ladıkları vergi baúta olmak üzere bir çok muafiyet ve teúviklerin yanı sıra, Organize Sanayi Bölgeleri’nde çalıúan iúgücü için rahat bir çalıúma ortamı hazırlamaları ve e÷itimleri için devletlerin bütçelerinden aktardıkları büyük miktardaki kaynaklar, OSB’in geliúiminin ülke ekonomilerinin geliúmesinde ne denli katkılarda bulundu÷unu net bir úekilde göstermektedir. 1.5. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri Uygulamaları Sürekli kısıtlı iktisadi ve teknik olanaklar içinde, yetersiz alt yapı, fabrika binalarının inúa edilmesi, kalifiye eleman konusundaki yetersizlikler gibi bir çok olumsuz faktörlerle baúa çıkmaya çalıúan Türk sanayisi ve sanayicisi için, planlı ve programlı bir sınai kalkınma fikrinin önem kazanmasıyla 1961 yılında dönemin hükümeti tarafından hazırlanan bir raporla, Organize Sanayi Bölgeleri’nin sanayinin geliúmesine olumlu katkılarda bulunaca÷ına iúaret edilerek, Bursa’da pilot bir OSB kurulmasını teklif edilmesiyle (Özdemir, 1990, s. 14) ülkemiz gündemine giren OSB’in planlı bir teúvik çerçevesinde ele alınıp de÷erlendirilmesi, ancak Kalkınma Planları’ndan sonra oldu (Yücel, 1987, s. 20). Bursa OSB’nde alt yapı yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl gibi çok kısa süre içinde %70 oranında dolulu÷a ulaúması OSB’nin kurulmasına yönelik e÷ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın ve Ankara OSB’nin kurulması planlanarak Türkiye’de OSB’in yaygınlaúmasının önü açıldı. Böylece 1983 yılı sonuna kadar geçen yaklaúık 22 yıllık sürede Konya, Bursa, Manisa, Gaziantep, Eskiúehir ve Erzurum olmak üzere 6 adet OSB, 1983-1988 yılları arasında da Bilecik, Bursa-ønegöl, Tekirda÷-Çerkezköy ve Eskiúehir OSB’in yapımı tamamlandı (Özdemir, 1990, s. 15). Günümüz itibariyle 257 OSB 67,048,98 ha. (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) alanda faaliyetlerini sürdürmesine ra÷men 25 OSB’nin yer seçimi, 28 OSB’nin kamulaútırma, 19 OSB’nin planlama, 51 OSB’nin altyapı inúaat aúamasında iken ancak 134’ünün iúletme aúamasında olması ülkemizin OSB’in sürecinde daha çok yol alması gerekti÷ini ortay koymaktadır ve kiúi baúına düúen OSB alanının sadece 9.5 m². (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) olması da yukarıdaki görüúümüzü do÷rulamaktadır. 1.6.Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluú Süreci Ülkemizde 15.04.2000 tarih ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu ile bu Kanuna göre hazırlanan 01.04.2002 tarih ve 24713 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeli÷i’ne göre yapılmakta olan OSB’lerin kuruluú aúaması süreci, maddeler halinde ana hatlarıyla sıralanmıútır. - OSB' ler; kurulması öngörülen yerde varsa sanayi odası, yoksa ticaret ve sanayi odası, o da yoksa ticaret odasından en az biri ile talepleri halinde il özel 219 idaresi veya OSB’nin içinde bulunaca÷ı il, ilçe veya belde belediyesinin, büyükúehirlerde ayrıca büyükúehir belediyesinin temsilcilerince imzalı ve valinin olumlu görüúünü muhtevi kuruluú protokolünün Bakanlıkça onaylanması ve sicile kaydı ile tüzel kiúilik kazanır (4562 S.K.Md.4/9). - Kurulması düúünülen OSB' de, kurucu olmak isteyen kurum/kuruluú temsilcileri, gerekçeli rapor hazırlayarak müúterek bir dilekçe ekinde Valili÷e sunarlar. Söz konusu baúvurunun Valilik tarafından uygun bulunması halinde, talep Vali tarafından Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı'na müracaatta bulunur. Söz konusu raporda, kuruluú yeri olarak belirlenen alternatif alanlarla ilgili de bilgi verilir. - Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı uzmanlarınca 17.01.2008 Tarih ve 26759 Sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan OSB Yer Seçimi Yönetmeli÷i gere÷ince, teklif edilen OSB mahallinde etüt çalıúmaları yapılır. Ancak öneri alanların bulunması halinde yine aynı Yönetmelik gere÷i, söz konusu alan için il özel idaresinin, belediye sınırları veya mücavir alan sınırları içerisinde olması halinde ilgili belediyenin olumlu görüúünün alınması gerekmektedir. - Etüt çalıúmalarını müteakip Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı koordinatörlü÷ünde 9 ayrı Kurum ve Kuruluú temsilcilerinden oluúan Yer Seçimi Komisyonuna bilgi verilerek toplantıya davet edilir. - Müteúebbis Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar ile koordinasyon halinde önerilen il veya ilçede toplanan Yer Seçme Komisyonu; öncelikle salon toplantısında bilgilendirilir ve daha sonra alternatif alanlarda inceleme yapılır. - Yer Seçimi Yönetmeli÷i OSB yer seçme kararının "Oy Birli÷i" ile alınması hükmüne amirdir. Oy birli÷i kararı alınabilmesi için Kurum/Kuruluú temsilcilerinin ek bilgi talepleri karúılanır ve oy birli÷i sa÷lanan alan OSB yeri olarak seçilmiú olur. Oy birli÷i kararı sa÷lanamayan alanlarda OSB kuruluú iúlemleri yapılamaz. - Yer Seçme Komisyonu'nun oy birli÷i kararı ile uygun bulunan alanın, öncelikle jeolojik ve jeoteknik etüdün yapılması, jeolojik etüdün uygun olması halinde øhtisas OSB'ler için ÇED olumlu belgesinin alınması ve daha sonra arazide mera var ise meralık vasfının kaldırılması çalıúmaları Müteúebbis Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar tarafından yaptırılarak Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı'na sunulur. - Tüm çalıúmaların olumlu olması halinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nca yer seçimi kesinleútirilen OSB, Yatırım Programına teklif edilir. Kredi talebi olmayan OSB’lerin Yatırım Programında yer almadan da yer seçimi iúlemleri devam edebilir. - Yer Seçimi kesinleúen OSB’nin planlara iúlenmesi için (Belediye sınırları dahilinde) ilgili belediyeye, (Belediye sınırları haricinde) Bayındırlık ve 220 øskan Müdürlü÷ü’ne; Kamu Yararı Kararı talebi, Kamulaútırma, proje ve altyapı çalıúmalarına baúlanması için ise ilgili Valili÷e, Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nca bildirilir. Bu aúamada Müteúebbis Teúekkül olmak isteyen Kurum ve Kuruluúlar "Kuruluú Protokolü" gere÷ince kurum temsilcilerini tespit ederek Müteúebbis Teúekkül ve di÷er organlar oluúturularak Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’ndan Sicil Numarası alınarak OSB Tüzel Kiúili÷i oluúturulur. - 4562 sayılı Kanun'un 5 inci maddesine göre Kamulaútırma yetkisi olan OSB Tüzel Kiúili÷i, OSB alanında kamulaútırma yapabilir. Kamulaútırma/Satın alma yöntemleri ile mülkiyetinin tamamı OSB Tüzel Kiúili÷ine geçen alan üzerinde yapılacak imar ve parselasyon planları, Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nın onayına sunularak øl ødare Kurulu Kararı ile ømar Planı kesinleúerek yürürlü÷e girer. Onaylı OSB ømar Planları ilgili kurumlara bilgi için Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı tarafından gönderilir. - Bundan sonra Kanun ve Yönetmelik hükümlerine göre altyapı ve arsa tahsis iúlemleri gerçekleútirilir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009). 2. KONYA’DA FAALøYET SANAYø BÖLGELERø GÖSTEREN ORGANøZE 2.1. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakıú Konya Belediyesi tarafından (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1987, s. 1) Sanayi ve Teknoloji Bakanlı÷ı (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı) ile birlikte alt yapı ve üst yapı çalıúmalarının 1966 yılında baúladı÷ı (Küçükúenel, 1993, s.1) ve 150 hektar alan üzerinde 1967-70 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi (Vural, 1993, s. 1) ile baúlayan Konya’daki OSB uygulamaları, I. OSB’inde otomotiv yan sanayi, tarım makinaları, döküm, ka÷ıt, ambalaj, sulama sistemleri, inúaat malzemeleri, de÷irmen makinaları gibi sektörlerde üretim faaliyetlerini sürdüren firmaların (Ceylan, 2007) kısa süre içinde sanayicilerin ihtiyaçlarını karúılamada yetersiz kalması üzerine, 15.07.1976 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararıyla II.OSB (Vural, 1993, s. 1), II.OSB’nin tevsi alanı olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs 1996 tarihli kararıyla ve Konya Sanayi Odası, Büyükúehir Belediyesi ve øl Tüzel Kiúili÷i tarafından eúit hisseli olarak III.OSB kurulmuú, 20 Aralık 2005 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nın aldı÷ı kararla Konya II. ve III. Organize Sanayi Bölgesi Konya II. Organize Sanayi Bölgesi olarak birleúmiú ve 6 Mayıs 2006 Genel Kurul kararıyla da Bölge “Konya Organize Sanayi Bölgesi (KOS)” adını almıútır (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006, s. 1). Halen sanayicilerin üretimlerini karúılamada bu bölgelerin de kısa süre içinde yetersiz kalaca÷ının anlaúılması üzerine IV.OSB’nin kurulması çalıúmalarına baúlanılmıútır ve önemli mesafeler alınmıútır. Konya’da OSB’lerde 2006 yılı sonu itibariyle 390, 2007 yılı Mayıs ayı itibariyle ise toplam 430 firmanın faaliyetini sürdürmesi, 14-15 bin kiúi istihdam edilmesi, ülke ekonomisine 500 221 milyon Euro girdi sa÷laması (Türkyılmaz, 2007, s. 26) ve Konya’daki OSB’lerin ülke ekonomisine önemli iktisadi katkılar yaptı÷ı kabul edilmekle birlikte, Konya’daki OSB’deki tüm tesislerin faaliyete geçti÷inde 50 bin kiúiye istihdam sa÷layabilecek kapasitesinin oldu÷unun belirtilmesi (Büyükhelvacıgil, 2007), Konya’daki OSB’lerinin geliúimlerinin yeterli düzeyde olmadı÷ını ve çok çalıúılması gerekti÷ini açıkça göstermektedir. 2.2. 2000-2001 Finansal Krizlerinin Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların østihdam Seviyesine Olan Etkileri Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren 381 firmanın örneklem kitlesi olarak seçildi÷i ve ülkemizin yaúadı÷ı 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizlerinin firmaların istihdam düzeylerine olan etkilerinin ortaya çıkarılmasının amaçlandı÷ı bu çalıúmada, anket uygulaması sonucu elde edilen verilerin analizi yapılmıútır. Ekonometrik çalıúmalarda sürekli kullanılan veri türleri, de÷iúkenlerin geçen belli bir zaman dilimindeki de÷iúikleri gösteren zaman serisi ve zaman içinde gün, hafta, ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi tekil birimlerle ilgili verileri gösteren yatay kesit verileridir (Uygur, 2001, s. 102). Bu iki veri tipi uygulamalarda ayrı ayrı oldu÷u gibi genel olarak birlikte kullanılmaktadır ve bu araútırmada karma, panel veriler olarak tanımlanan veri türü kullanılmıútır. Yapılan alan araútırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara verilen yanıtların analizi yapılarak bilimsel do÷rulara ulaúmaktır. Firmaların mümkün olan en yüksek oranda yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen gösterilerek hazırlanan bu anket uygulaması, OSB’inde faaliyet gösteren firma sahiplerine ve yetkililerine çalıúmanın ne amaçla yapıldı÷ı, kapsamı ve önemi anlatılarak teslim edilmiú, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de bir ay sonra teslim alınmaya baúlanaca÷ı yani postayla gönderilme durumunun söz konusu olmadı÷ı, ayrıca anket formlarının doldurulması sırasında karúılaúılabilecek sorunların giderilmesini için zaman zaman gelinece÷i belirtilerek, anket formlarının do÷ru ve gerçek bilgilerle olarak doldurulmasının sa÷lanması amaçlanmıú ve anket formları kontrol edilerek teslim alınmıútır. Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına aktarılmıú, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler øçin østatistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmıútır. Ayrıca sosyal bilimlerde araútırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra verilerin analiz, grafik ve tablo oluúturulmasında MS Office Excel programı kullanılmıútır. 222 2.3. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki Firmaların Da÷ılımı ve Anket Formlarının Geri Alımının De÷erlendirilmesi Firma yetkililerine, yapılan çalıúmanın önemi, amacı ile ilgili olarak gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yaklaúan firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmiútir. Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da÷ılımı Organize Sanayi Bölgeleri I. OSB II. OSB III. OSB Toplam Faal Firma Sayısı 150 168 63 381 % 27,6 48,4 24,0 100,0 Alınan Form Sayısı 70 123 61 254 Alınan Anket Formu ( %) 46,7 73,2 96,8 66,7 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir. Tablo 1.’de görüldü÷ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde faaliyetteki firma sayısı 381, firmalarca doldurulup geri alınan anket formu sayısı 254, geri alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri alınma sayıları ve oranları her bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı incelendi÷inde, I. OSB’nde faaliyet gösteren firmalardan alınan anket formu oranı %46,7 ile en düúükken, II. OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I. OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma sahiplerine göre daha az ilgi göstermeleri, kuruluú yılları itibariyle di÷er OSB’lerdeki firmalara göre daha eski olmasına ba÷lı olarak, firma sahiplerinin kendi iú konularında tecrübeli olmalarına ra÷men dünyanın hızla geliúen iktisadi de÷iúimlerine uyum gösterememeleri, yaúça ilerlemiú olmalarının verdi÷i alıúkanlıklarından kolayca vazgeçememeleri nedeniyle yönetimlerini genç kuúaklara ve profesyonel yöneticilere devretme bilincinin oluúmaması, anket ve istatistiki çalıúmalara fazla ra÷bet etmemeleriyle açıklanabilir. 2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların østihdam Açısından De÷erlendirilmesi Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firmaların ülkemizin yaúadı÷ı 2000 ve 2001 finansal krizlerinin istihdam düzeyine olan etkileri ve yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler aúa÷ıda de÷erlendirilmiútir. 223 Tablo 2. Firmaların Çalıúan Personel Sayısı Bakımından Da÷ılımı Pers. Say. 2007 1990 % 1995 % 2000 % 2005 % % 1-9 10 15,6 25 18,9 24 15,2 39 16,5 29 11,4 10 - 19 18 28,2 38 28,8 46 29,1 54 22,9 66 26,0 20 - 29 9 14,1 16 12,2 25 15,9 40 16,9 37 14,6 30 - 39 7 10,9 11 8,4 7 4,4 19 8,1 24 9,5 40 - 49 8 12,4 13 9,8 22 13,9 27 11,5 31 12,2 50 + 12 18,8 29 21,9 34 21,5 57 24,1 67 26,3 Toplam 64 100 132 100 158 100 236 100 254 100 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir. Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmalar çalıúan personel açısından incelendi÷inde, 1990 ve 2000 yılında 10-19 kiúi çalıútıran firma oranı sırasıyla %28,2 ve %29,1 yine ilk sırada yer alırken, 2005 ve 2007 yıllarında 50 ve üzeri personel çalıútıran firmaların oranı sırasıyla % 24,1 ve % 26,3 ile ilk sıraya yükselmiútir. Verilerin incelenmesinde görülece÷i gibi, 50 ve üzeri personel çalıútıran firmaların oranının 16 yıllık sürede %18,8’den % 26’3’e yükselmesi ve 2005, 2006 yıllarında en fazla personel çalıútırılan grubu oluúturması, OSB’lerde faaliyet gösteren firmaların 8-10 kiúilik küçük atölye konumundan kurtulmaya baúladı÷ını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim 1990 yılında 1-9 kiúi çalıútıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e düúmesi bu görüúü desteklemektedir. Konya genelinde sanayi istihdam oranı’nın %9,1 ile Türkiye ortalaması olan %13.6’nın altında olması (Türkiye østatistik Kurumu, 2006, s. 6) ve yine aynı úekilde tam kapasiteye ulaútı÷ında 50 bin kiúiye istihdam sa÷layaca÷ı belirtilen OSB’lerde halen yaklaúık 20 bin kiúinin istihdam edilmesi (%13.3) (Türkyılmaz, 2007, s. 26) Konya’da bulunan OSB’lerin belli bir aúama kaydetmesine ra÷men, olması gereken seviyenin oldukça altında oldu÷unu göstermektedir. Tablo 3. Firmaların Personel Çıkarmaları Bakımından Da÷ılımı Personel Çıkması Firma Sayısı % Evet 157 61,9 Hayır 97 38,1 Toplam 254 100,0 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir. Konya OSB’nde faaliyet gösteren firmaların %61,9 gibi yüksek bir kesiminin nedenleri çeúitli olmak üzere personel çıkarmaları, firmaların ortaya çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara karúı sa÷lam bir mali altyapılarının olmadı÷ını, esnek bir üretim ve yönetim düzeni kuramadıklarını, karúılaútıkları iktisadi krizlere karúı hemen bir iktisadi savunma sistemi ve kurumsal bir yapı oluúturamadıklarını ortaya koymaktadır. 224 Tablo 4. Firmalarda Personel Çıkarılma Nedenleri Bakımından Da÷ılımı Personel Çıkma Nedeni Ekonomik Kriz Disiplinsizlik Kalifiye Olunmaması Kendi øste÷i Toplam Firma Sayısı 63 29 22 43 157 % 40,2 18,4 14,1 27,3 100 % 24,9 11,4 8,7 16,9 254 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir. Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2 ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını, ekonomik krizler karúısında direnecek mali gücü oluúturmada ve kriz ortamının yönetiminde baúarılı olamadıklarını ve kurumsallaúma sürecini tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkarma nedeni olarak ikinci sırada %27,3 ile kendi iste÷iyle çıkma gelmektedir ki bu durumda ekonomik krizlere ba÷lı olarak çalıúma ortamının bozularak çalıúanların maaúlarının bekledikleri düzeyde artırılmamasına ve çalıúanların “firma çıkarmadan kendimiz çıkalım” mantı÷ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir. Tablo 5. Firmaların Çıkarılan Personel Sayıları Bakımından Da÷ılımı P. Say. 1–9 10 – 19 20 – 29 30 - 39 40 - 49 50 + Toplam G.Topl. 1990 8 1 9 64 % 12,6 1,6 14,2 1995 20 1 21 132 % 15,1 0,8 2000 25 9 % 15,8 5,8 0,6 0,6 15,9 1 1 36 158 22,8 2005 45 8 3 3 1 1 61 236 % 19,0 3,4 1,3 1,3 0,4 0,4 25,8 2007 51 13 2 2 2 2 72 254 % 20,1 5,1 0,8 0,8 0,8 0,8 28,4 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonuçlarına Göre Düzenlenmiútir. Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları bakımından incelendi÷inde firmaların %61,9’unun çeúitli nedenlerle personel çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel tablo bu úekilde olmakla birlikte 1990-2007 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006 olarak ikiye bölünüp incelendi÷inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık sürede personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2007 döneminde personel çıkaran firmaların toplam oranının ise %54,2 ile 1990-2000 döneminden fazla olması, ülkemizin yaúadı÷ı iki ekonomik krize ba÷lı olarak talebin ve piyasaların daralması, küreselleúen dünyada rekabet koúullarının çok daha a÷ırlaúmasına ba÷lı olarak kalifiye iúgücünün gereklili÷i ve firmaların talep etti÷i özellikleri taúıyan elemanların nitelikleri ile mevcut elemanların niteliklerinin e÷itim politikalarının sanayinin ihtiyaçlarıyla paralel bir yapıda olmaması ve teknik eleman yetiútirmede ülke olarak baúarılı olamamamız ile açıklanabilir. Bir yanda çok miktarda boú, e÷itimsiz ve üstelik genç nüfus 225 varken di÷er yanda firmaların kalifiye eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en baúta e÷itim ve nitelikli personel yetiútirme konularında baúarısız oldu÷unu ve bir an önce sanayi firmalarının talepleriyle uyuúan e÷itim politikalarının sanayicilerle iúbirli÷i yaparak uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi halde tüm ülkelerin kıyasıya rekabet içinde oldu÷u günümüz dünyasında, ülkemizin oldu÷u gibi Konya’daki sanayi firmalarının ayakta kalabilmesi mümkün de÷ildir. 1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel çıkaran firmaların büyük bir ço÷unlu÷unun 1-9 kiúi çalıútıran firmalar olması ve personel çıkaran firmaların oranının günümüze do÷ru artıú göstermesi, özelikle küçük ölçekli firmaların piyasa koúullarına uyum sa÷lamada baúarılı olamadıklarını da ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların sermayelerini birleútirerek daha büyük ölçekli firmalar tesis etme aúamasına geçmeleri gere÷ini de net bir úekilde göstermektedir. SONUÇ Sanayileúmeyi bir an önce baúarmak amacıyla bir model olarak dünyada ilk olarak 1896 yılında øngiltere’de (Manchester), daha sonra ABD, øtalya, Kanada gibi geliúmiú ülkelerle birlikte 1950’li yıllardan itibaren Çin, Hindistan, Tayland, Singapur gibi ülkeler olmak üzere geliúmekte olan ülkelerde geniú uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri yoluyla sanayileúme süreci ülkemizde 1961 yılında Bursa’da baúladı ve alt yapı, üst yapı, fabrika binası inúası, su, elektrik gibi olanakların düúük maliyetli ve uygun ödeme koúulları ile sanayicilerin kullanımına sunulması sonucu Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısı kısa zamanda artarak günümüzde 257’ye ulaútı. Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısının hızla artmasına ra÷men ülkemiz ekonomisine olan katkısının yeterli düzeyde olmadı÷ı ve Organize Sanayi Bölgeleri’nin sorunlarının çözümü için devlet, sanayici ve sivil toplum örgütlerinin el ele vermesi gerekmektedir. Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan üzerinde 19671970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulmasıyla ilk uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri sürecinde, úu an Konya’da 3 Organize Sanayi Bölgesi’nde yaklaúık 500 firmanın faaliyette bulunması, 20 bin civarındaki kiúiye istihdam sa÷laması ve yıllık 500 milyon Euro úehir ve ülke ekonomisine katkı sa÷laması Konya’lı sanayicilerin Organize Sanayi Bölgeleri’nin önemini ve iúlevini kavradıklarını göstermesi bakımından sevindirici olmakla birlikte, bir an önce arsa tahsisleri ve inúa halindeki fabrika binalarının tamamlanarak üretime geçmeleri durumunda ülke ekonomisine çok daha fazla katkı yapaca÷ı açıktır. Yeter ki úehrin yetkili tüm kamu, sivil kurum ve kuruluúlarının yöneticileri, Konya’nın ortak menfaatleri paydasında buluúabilsin. Ülkemizin yaúadı÷ı 2000 Kasım ve 2001 ùubat finansal krizleri karúısında Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların, istihdam 226 düzeylerindeki de÷iúimin ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen sonuçlar maddeler halinde sıralanmıútır; Konya OSB’nde faaliyet gösteren her 5 firmadan 3’ünün (%61,9) personel çıkarmaları, firmaların ortaya çıkan ekonomik kriz ve dalgalanmalara karúı sa÷lam bir mali altyapılarının olmadı÷ını, esnek bir üretim ve yönetim düzeni kuramadıklarını, karúılaútıkları iktisadi krizlere karúı hemen bir iktisadi savunma sistemi ve kurumsal bir yapı oluúturamadıklarını ortaya koymaktadır. Konya OSB’nde faaliyet gösteren 10-19 kiúi çalıútıran firmaların oranı sırasıyla 1990 ve 2000 yılında %28,2 ve %29,1 ile ilk sırada iken, 2005 ve 2007 yıllarında 50 ve üzeri personel çalıútıran firmaların oranının sırasıyla % 24,1 ve % 26,3 ile ilk sıraya yükselmesi ve en fazla personel çalıútırılan grubu oluúturması, firmaların 8-10 kiúilik küçük atölye aúamasından orta ölçekli imalathaneler konumuna geçmesi önemli bir geliúmedir. Nitekim 1990 yılında 1-9 kiúi çalıútıran firmaların oranının %15,6’dan 2007 yılında %11,4’e düúmesi bu görüúü desteklemektedir. Konya OSB’nde faaliyet gösteren ve personel çıkaran firmaların %40,2 ile en fazla personel çıkarma nedeni olarak ekonomik krizleri göstermeleri, firmaların iktisadi açıdan yeterli sermaye birikimi oluúturamadıklarını, ekonomik krizler karúısında güçlü bir mali yapılarının olmadı÷ını ve kriz yönetiminde yeterli düzeyde baúarılı olamadıklarını ve kurumsallaúma sürecini tamamlayamadıklarını göstermektedir. Personel çıkma nedeni olarak ikinci sırada %27,3 ile kendi iste÷iyle çıkmanın gelmesi, ekonomik krizlere ba÷lı olarak çalıúma ortamının bozularak çalıúanların maaúlarının bekledikleri düzeyde artırılmamasına ve çalıúanların “firma çıkarmadan kendimiz çıkalım” mantı÷ıyla hareket etmeleriyle açıklanabilir. Konya’da ki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar personel çıkarmaları bakımından incelendi÷inde firmaların %61,9’unun çeúitli nedenlerle personel çıkardıkları, %38,1’inin ise personel çıkarmadıkları görülmektedir. Genel durum böyle olmakla birlikte 1990-2006 dönemi 1990-2000 ve 2001-2006 olarak ikiye ayrılarak incelendi÷inde, 1990-2000 yıllarını kapsayan 11 yıllık sürede personel çıkaran firmaların toplam oranı %52,9 iken, 2001-2006 yıllarını kapsayan 6 yıllık dönemde personel çıkaran firmaların toplam oranının ise %54,2 ile 1990-2000 döneminden fazla olması, ülkemizin yaúadı÷ı iki ekonomik krize ba÷lı olarak talebin ve piyasaların daralması, küreselleúen dünyada rekabet koúullarının çok daha a÷ırlaúmasına ba÷lı olarak kalifiye iúgücünün gereklili÷i ve firmaların talep etti÷i özellikleri taúıyan elemanların nitelikleri ile mevcut elemanların niteliklerinin e÷itim politikalarının sanayinin ihtiyaçlarıyla paralel bir yapı sergilememesi ve teknik eleman yetiútirmede ülke olarak baúarı sa÷layamadı÷ımızın göstergesidir. Bir yanda çok sayıda boú, e÷itimsiz ve üstelik genç nüfusa sahipken di÷er yanda firmaların kalifiye eleman sıkıntısı çekmesi, ülkemizin en baúta e÷itim ve nitelikli personel yetiútirme konularında yetersiz kaldı÷ını ve bir an önce sanayi firmalarının 227 talepleriyle uyumlu e÷itim politikalarının sanayicilerle iúbirli÷i yaparak uygulamaya konmasını gerektirmektedir. Aksi halde tüm ülkelerin kıran kırana rekabet içinde oldu÷u günümüzde, ülkemizin oldu÷u gibi Konya’daki sanayi firmalarının orta ve uzun dönemde ayakta kalabilmeleri mümkün de÷ildir. 1990 yılından 2007 yılına kadar geçen sürede personel çıkaran firmaların büyük bir ço÷unlu÷unun 1-9 kiúi çalıútıran firmalar olması ve personel çıkaran firmaların oranının günümüze do÷ru artan bir seyir göstermesi, özelikle küçük ölçekli firmaların piyasa koúullarına ve olası iktisadi krizlere gereken iktisadi tepkiyi gösteremediklerini ortaya koymaktadır ki bu durum ayrıca firmaların sermayelerini birleútirmelerinin gereklili÷ini ortaya koymaktadır. KAYNAKÇA Ardo÷an, Leman ve Di÷erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri ve Uygulamaları, Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i (TOBB) Yayınları No:311, Geliúim Matbaası. Büyükhelvacıgil, Tahir. (2007). Konya: Mülakat. Ceylan, Ali. (2008). Konya: Mülakat. Dülgero÷lu, Ercan. (1993). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. Ankara: Makine Mühendisleri Odası Yayını. Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi. Mu÷la: Bilgehan Basımevi. Ersoy, Turan. (1981). østihdam Sorunu ve øúsizli÷in Azalması. Ankara: DPT Yayını. Hiç, Süreyya. (1991). Türkiye Ekonomisi 1, 2. Baskı. østanbul: Menteú Kitabevi. “Industry”, (2007). 22.01.2007. http://en.wikipedia.org/wiki/Industry, Eriúim Tarihi: øktisadi Araútırmalar Vakfı (øAV), (1995). Adana Ekonomisinin Geliúmesi Organize Sanayi Bölgesinin Geliúmedeki Yeri ve Önemi, østanbul: øAV Yayını. Organize Sanayi Bölgelerine ølgi Artıyor, (Haziran-1995). østanbul Sanayi Odası, Sayı: 351, 43. Karluk, Rıdvan. (2005). Cumhuriyetin ølanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüúüm, Gözden Geçirilmiú 10. Baskı, østanbul: Beta Yayınları. Karluk, Rıdvan. (1995). Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geliúim–Yapısal De÷iúim, økinci Baskı, Eskiúehir: Beta Yayınları. 228 Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan. Türkiye Ekonomisi, (1994). Geliútirilmiú 6. Basım, østanbul: Remzi Kitabevi. (KOSB) Konya Organize Sanayi Bölgesi, (2006). Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, Konya. Küçükúenel, Tevfik. (1993). II. Organize Sanayi Bölgesi, Konya Sanayi Odası Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, 1. (OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu, Ankara: OSBÜK. (OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu, Ankara: OSBÜK. Öcal, Fatih Mehmet. (2008). Organize Sanayilerinin Bölgesel Etkileri ve Konya Sanayisi, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Özdemir, Mahmut. (1990). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, Ankara: MN Ofset. (TÜøK) Türkiye østatistik Kurumu, (Kasım 2006). Bölgesel Göstergeler Konya– Karaman TR 52, Yayın No:3031, Ankara: TÜøK Matbaası, 6. (TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i. (1987). Konya Organize Sanayi Bölgesi Projesi, Ankara: TOBB Yayını. Türkyılmaz, Vahit. (A÷ustos 2007). We will be industrial capital of Turkey, Yıl:3, Sayı: 28, 26. Uygur, Ercan. (2001). Ekonometri Yöntem ve Uygulama, Ankara, ømaj Yayıncılık. Vural, Atilla. (01.12.1993). Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya: OSBÜK. Vural, Atilla, (18.10.1993). Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi, Konya: OSBÜK. Yücel, Asuman. (Mayıs 1987). Türkiye’de Arazi Kullanımı ve Sanayi Yer Seçiminde Kamu Sektörü–Özel Sektör øliúkileri Organize Sanayi Bölgeleri, Ankara: DPT Yayınları, 20. Elektronik Kaynaklar http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1 Tarihi: 10.06.2009) (Eriúim http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls 15.06.2009) Tarihi: 229 (Eriúim http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls 15.06.2009) (Eriúim Tarihi: http://www.osbuk.org/index.php?page=content/osbuygulama&id=1 Tarihi: 15.06.2009) (Eriúim 230 KONYA ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø’NDE FAALøYET GÖSTEREN FøRMALARIN SAHøPLERøNøN SOSYO-KÜLTÜREL AÇIDAN øNCELENMESø/2008 Fatih Mehmet ÖCAL* Yrd. Doç. Dr., ùırnak Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi ÖZET Bu çalıúmada öncelikle sanayi, sanayileúme, Organize Sanayi Bölgeleri kavramı ile iúlevi, hedefi ve önemi üzerinde durulmuú, dünyada ve ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin geliúim süreci genel hatlarıyla anlatılmıútır. Daha sonra Konya ili merkezinde kurulu bulunan Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların geliúim süreci, sektörel da÷ılımı, içinde bulundu÷u sorunlar ve çözüm önerileri ile ilgili bilgiler verilmiú, son olarak ise Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumları, yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında de÷erlendirilmiútir. Anahtar Kelimeler: Organize Sanayi Bölgesi, Sanayi, Sanayileúme, Meslek, E÷itim Düzeyi, Yabancı Dil, Memleket. The Investigation About Socio-Culturally of the Lords of the Firms that Has Been Working in the Organise Industry Zones in Konya/2008 ABSTRACT Firstly it was touched on their terms, aims and the importance of industry, industrialization, Organize Industry Zones; and it was told the process of the organise Industry Zones in Turkey and the world generally, Then it was informed about the process, sectorial distribution, their problems and solutions of the firms that has been working in Organise Industry Zones that was founded in the city centre of Konya. At finally, It was evaluated that the sociocultural conditions of the lords of the firms by means of the results of a questionaire. Keywords: Organise Industry Zone, Industry, Industrialisation, Job, Education Level, Foreign Language, Country. GøRøù Her ülkeyi do÷rudan veya dolaylı ama bir úekilde etkileyen sanayileúme olgusu, ülkelerin gündeminde devamlı yer almıú, sanayileúme yolunda hemen ilerleyip geliúmiú ülkeler sınıfına yükselebilmek, tüm ülkeler için baúlıca hedef olmuútur. Sanayi ønkılabı öncesine kadar uzanan ülkemizdeki sanayileúme çabaları, günümüze kadar devamlı olarak sürdürülmeye çalıúılmıútır. Ülkelerin geliúip kalkınmasıyla sanayileúmenin aynı anlama geldi÷i içinde bulundu÷umuz 231 ça÷da, dünya ülkeleri arasında saygın bir yer edinebilmek, dünya politikalarında söz sahibi ve etkin ülkelerden biri olma iddiasında olan ülkemiz, sanayileúme sürecini bir an önce tamamlayıp dünya üzerindeki tüm politikaların belirlenmesinde baúrolü oynayan, sanayileúme sürecini tamamlayıp bilgi toplumu sürecini yakalamıú ülkelerle aynı kulvarda koúmak ve o ülkelerle yarıúmak zorundadır. Kısa sürede sanayileúme sürecini tamamlamak için bir dengeli sanayileúme modeli olan ve ilk önce 1896 yılında Manchester’da daha sonra ABD, øtalya, Kanada, Çin ve Hindistan ülkelerde örnekleri görülen Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) modeli ile sanayileúme süreci ülkemizde, 1961 yılında Bursa’da pilot bir OSB kurulması teklifi ile baúladı. Küçük ölçekli sanayi yapısından orta ölçekli sanayi yapısına geçiúin 1960’lı yılların ortalarından itibaren oluúmaya baúladı÷ı Konya’da, ülke genelinde OSB’nin kavram olarak bile ne oldu÷u tam bilinmiyorken OSB kurma teúebbüsüne Konya Belediyesi tarafından baúlandı. Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. OSB’nin sanayi firmalarının ihtiyaçlarını karúılayamaması üzerine 6 yıl gibi kısa süre sonra, 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı II. OSB kuruldu. Firmaların üretim kapasitelerinin artması ve daha geniú alanlarda üretim yapma ihtiyacının ortaya nedeniyle 1996 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla III. OSB, Konya II. OSB tevsi alanı olarak kurulmuú, 2005 yılında Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı ve 6 Mayıs 2006’da Genel Kurul kararı ile Konya II. ve III. OSB birleútirilerek, “Konya Organize Sanayi Bölgesi (KOS)” adını almıútır. Konya’da kurulan OSB’lerde faaliyette bulunan firmalara yönelik 2007 yılında anket uygulaması yöntemi uygulanarak yapılan bu çalıúmayla, firma sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya konulması hedeflenmiútir. Bir temel oluúturması amacıyla konu ile ilgili öncelikle temel bilgiler verilmiú, daha sonra yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında, durum de÷erlendirmesi yapılmıútır. 1. SANAYø VE ORGANøZE SANAYø BÖLGELERø 1.1.Sanayi ve Sanayileúme Sanayi, genel olarak hammaddelerin ürüne dönüútürülme süreci demek olan sınai faaliyetleri içerir. Dar anlamda üretim faktörlerinden emek ve sermaye kullanarak hammadde ve yarı mamül maddelerden mamül (nihai ürün) elde edilmesi süreci úeklinde bir nevi imalatçılık olarak tanımlanan sanayi kavramı, geniú anlamda müteúebbisin kurdu÷u mal ve hizmet üreten, gelir getiren faktörlerin birleútirilmesi demektir (Karluk, 2005:205). Avustralya’lı øktisatçı Colin Clark tarafından sanayileúme dar anlamda ülke ekonomisinde sanayi sektörünün tarım ve hizmetler sektörüne oranla geniúlemesi ve üretimde makinalaúmanın yo÷un olarak kullanılması, geniú anlamda ise yeni üretim tekniklerinin uygulanarak ürün kalitesinin yükseltilmesi, üretimin azalan 232 maliyetlerle sa÷lanması yanı sıra toplumdaki iktisadi, sosyal ve toplumsal tüm de÷iúmeler biçiminde tanımlamıútır (Karluk, 1995:67). Artık günümüzde geliúmiú ülkeler denilince sanayileúme bakımından ilerlemiú ülkeler anlaúılması, ekonomik geliúmeyle sanayileúme arasındaki ba÷ın ne kadar güçlü oldu÷unu açık bir úekilde göstermektedir. Ülke ekonomilerinin geliúmesi ve ekonomide sanayi sektörünün a÷ırlı÷ının artması demek olan sanayileúme, sadece toplam üretim içindeki sanayi ürünleri payının artması anlamına gelmez. Bunun yanında, yapılan toplam ihracat içinde sanayi ürünlerinin oranının artması, sermayenin teknoloji seviyesinin geliúmesi, buna ba÷lı olarak imalat sanayi üretiminin ve teknolojik iúgücü verimlili÷inin artmasının sa÷lanması oranında (Eren, 1989:181) sanayileúmeden söz edilir. 1.2. Sanayileúmenin Önemi Günümüz dünyasında hemen tüm ülkeler, kıran kırana bir úekilde sanayileúme ve geliúme mücadelesi içindedirler. Bazı ülkeler sanayileúme süreci içinde yer alarak geliúmiúler, yeterli düzeyde baúarılı olamayan ülkeler ise kendilerini ister istemez de olsa sanayileúme mücadelesinin ortasında bulmuúlardır. Çünkü içinde bulundu÷umuz yüzyıl içinde iktisadi geliúmiúlik, sosyal refah, siyasi istikrar ve dünya ülkeleri arasında saygın bir konumda olmanın yolunun ancak sanayileúmeyle mümkün oldu÷u, sanayileúmenin de toplumun büyük ço÷unlu÷unun deste÷ini almıú, güçlü, kararlı sanayi politikaların uygulanmaya konmasıyla ancak sa÷lanabilece÷i genel kabul görmüú bir olgudur (Özdemir, 1990:4). Günümüzde ülkeler, tarım sektörünün geliúme hızının sanayi sektörüne (Ersoy, 1981:63) ve tarım ürünlerinin ekonomik de÷erinin sanayi ürünlerine göre göreceli olarak düúük olmasının yanı sıra, tarımın büyük ölçüde iklim koúullarına ba÷lı olarak yapılması sonucu, tüm ülkelerde sanayileúmeye do÷ru bir geliúme gözlemlenmiútir (Eren, 1989:180). øktisadi ve sosyal açıdan hızlı bir geliúme göstermenin sanayileúme sürecinde baúarının yakalanmasıyla mümkün oldu÷u gerçe÷inden yola çıkarak, günümüzde özellikle geliúmekte olan ülkeler için sanayileúme, haklı olarak baúarmaları gereken birinci amaçları haline gelmiútir (Dülgero÷lu, 1993:2). Baúta sanayileúme olmak üzere tüm iktisat politikalarını kendi toplum yapılarına paralel olarak uygulamaya koyan ülkeler, hem refah içinde yaúamakta hem de dünyada meydana gelen tüm geliúmelerde etkin ve belirleyici rol üstlenebilmektedirler. 1.3. Organize Sanayi Bölgeleri Tanımı ve Unsurları Çeúitli ülkelerde farklı biçimlerde tanımlanan OSB genel olarak, elektrik, su, kanalizasyon, banka, kantin, sa÷lık kurumu ve benzeri imkanlarla donatılmıú uygun bir alanda, teknik ve genel hizmetlerin de sa÷landı÷ı, ekonomik bir ölçek içinde gruplanmıú fabrika yerleúim birimleri (Özdemir, 1990:8) olarak 233 tanımlanmaktadır. Aúa÷ıda Organize Sanayi Bölgeleri’nin çeúitli tanımları sıralanmıútır. Birleúmiú Milletler; Birbirleriyle iúbirli÷i halinde üretim yapan orta ve küçük boy iúletmelerin, planlı bir alanda ve ortak altyapı hizmetlerinden yararlanacak úekilde, standart fabrika binaları içinde toplanmalarıdır (øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995:43). VI. Beú Yıllık Kalkınma Planı çalıúmaları kapsamında; Organize Sanayi Bölgeleri, a÷ır sanayi kompleksleri dıúında, küçük ve orta ölçekli sanayi türlerinin, belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri için sınırları tasdikli çıplak arazi parçalarının gerekli alt yapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre belirlenecek sosyal kurumlarla donatıldıktan sonra, planlı bir úekilde ve belirli standartlar dahilinde sanayi için tahsis edilmiú ve iúletilebilir duruma getirilmiú bölgelerdir (østanbul Sanayi Odası, 1995:43). Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı; Karma ekonomi úartları altında, küçük ve orta ölçekli sanayilerin geliútirilmesi için gerekli olan planlı yerleúme alanlarının, alt yapı ve ortak hizmet ihtiyaçlarının inúa edilerek sa÷lanması yoluyla belli standartlarda geliútirilmesi ve organize edilmesidir (Özdemir, 1990:15). 4562 sayılı kanunun 15.04.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlü÷e giren úekliyle; Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sa÷lamak, kentleúmeyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek, bilgi ve biliúim teknolojilerinden yararlanmak, imalat sanayi türlerinin belirli bir plan dahilinde yerleútirilmeleri ve geliútirilmeleri amacıyla, sınırları tasdikli arazi parçalarının gerekli altyapı hizmetleriyle ve ihtiyaca göre tayin edilecek sosyal tesisler ve teknoparklar ile donatılıp planlı bir úekilde ve belirli sistemler dahilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluúturulan ve bu kanun hükümlerine göre iúletilen mal ve hizmet üretim bölgeleridir (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2007:7). Tüm bu tanımları dikkate alarak Organize Sanayi Bölgeleri’nin unsurları (Çezik ve Eraydın, 1982:2) - Organize Sanayi Bölgeleri’nde sınai üretimde bulunan iúletmelerin birbirleriyle uyumlu olarak faaliyet göstermeleri, iúletmelerin birbirlerinin tamamlayıcısı konumunda olmaları veya aynı üretim dalında faaliyette bulunmaları, - Organize Sanayi Bölgeleri’ne faaliyet gösteren firmaların küçük ve orta ölçekli iúletmeler olmaları, - Sınai üretim faaliyetinde bulunan iúletmelerin planlı, programlı bir úekilde bir bölgede toplanmalarının sa÷lanarak úehirlerin çeúitli yerlerinde geliúi güzel bir úekilde ortaya çıkması muhtemel düzensiz yapılaúma ve úehirleúmenin önüne geçilmesi, 234 - Sanayi iúletmelerinin belirli bir bölgede úehir merkezinden uzakta üretim faaliyetinde bulunmaları sa÷lanarak, yerleúim birimlerinin hava kirlili÷inin olumsuz etkilerinden zarar görmemelerinin sa÷lanması, - Firmaların ulaúım, su, kanalizasyon, sosyal tesisler gibi ortak alt yapı hizmetlerinin Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki iúletmelerin kullanımına sunulması ve bu sanayi kuruluúlarının düúük maliyetle yararlanmalarının sa÷lanması úeklindesıralanabilir. 1.4. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Önemi ve øúlevi Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk ortaya çıkıúından günümüze kadar geçen yüzyılı aúkın sürede sanayinin geliúmesini sa÷layan, verimlili÷ini artıran, ürünün kalitesini yükselten, maliyetleri düúüren bir sanayileúme modeli olmuútur. Organize Sanayi Bölgeleri bir çok geliúmiú ülkede, sanayileúmenin kalabalık úehir merkezlerinden daha uygun alanlara yönelmesini sa÷lamak amacıyla uygulandı÷ı bir devlet politikası niteli÷ine dönüúmüútür (Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:11). Hızlı ve yo÷un de÷iúim geçiren yerleúim merkezlerinde úehirleúmeyi yönlendirmek ve sınai faaliyetlerin düzenli bir úekilde geliúmesini sa÷lamak amacıyla Organize Sanayi Bölgeleri önemli bir görevi yerine getirmektedir. Çünkü sanayileúme açısından geliúmiú bölgelerin, önemli bir çekim gücüne sahip oldukları bilinmektedir. Sanayi kuruluúlarının da÷ınık ve birbirinden kopuk olmasının úehir planlaması açısından birtakım sorunlara neden oldu÷u açıktır. ùehirleúme ve sanayileúme iliúkilerini düzenlemek açısından önemli etkileri olan Organize Sanayi Bölgeleri, sanayi birimlerinin çevrede meydana getirece÷i olumsuz etkilerin denetimini yapmak, sanayi kuruluúlarının topluca bulundu÷u yerlerde daha kolay ve ucuz üretim yapmalarını sa÷lamak, daha düúük maliyetle altyapı hizmetlerinden yararlanmak bakımından önemli olanaklar sunmaktadır (Çezik ve Eraydın, 1982:53). Organize Sanayi Bölgeleri sanayinin kurulup geliúmesi için gerekli fiziki ihtiyaçlarını karúılanmasını sa÷lamasının yanı sıra, gelece÷in müteúebbislerinin yetiúmelerini sa÷lamak için de adeta pratik e÷itim olanakları sunmaktadır (Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:11). Müteúebbisler yatırım yapacakları sınai kuruluúların düúük maliyetlerle sahibi olabilmekte, en baúta katlanmak zorunda oldukları arsa, altyapı, su, kanalizasyon, elektrik, çevre düzenlemesi gibi bir çok yatırımı ya hazır bulmakta ya da düúük maliyetlerle kullanabilmekte, firma faaliyete baúladıktan sonra da kullandı÷ı enerji, su, yakıt gibi hizmetlerden yine uygun ekonomik koúullarda faydalanabilmekte, bu durum da müteúebbislerin yatırım yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir. Ayrıca sınai kuruluúların faaliyette bulundukları sektörler açısından birbirlerini tamamlar nitelikte olmaları ve belli bir bölgede toplanmaları, hem iúletmeler arası bilgi akımını kolaylaútırmakta hem de devlet tarafından yapılan hizmetlerden daha uygun ekonomik koúullarda faydalanılmasını sa÷layarak, firmaların yatırım yapma isteklerini olumlu yönde etkilemektedir. 235 Ülkelerin kalkınıp geliúmesi, refah seviyelerinin artması, toplum ihtiyaçlarını giderecek üretim araçlarının ve buna ba÷lı olarak üretim miktarlarının artmasıyla gerçekleúir. Küçük sanayi iúletmelerinin, toplumların sürekli artan ve de÷iúen ihtiyaçlarını karúılamada tam olarak baúarılı oldu÷u söylenemese de, geliúmekte olan ülke ekonomilerinin yükünü çekme fonksiyonu büyük oranda küçük ve orta boy iúletmelere dayandı÷ı için, bu ülkelerin refah seviyelerinin yükselmesi söz konusu iúletmelerin geliúmiúlik düzeylerine ba÷lıdır. Bu noktada orta ve küçük ölçekli sanayi kuruluúlarının teúvik edilip geliúmesi için Organize Sanayi Bölgeleri uygun ortamlar hazırlamaktadır (Özdemir, 1990:13). Organize Sanayi Bölgeleri bir çok ülkede teúvik tedbirleri olarak kullanılmıú, dengeli ekonomik büyüme ve bölgelerarası geliúme farklılıklarının giderilmesi amacıyla kalkınmada geri kalmıú bölgelerin sanayilerinin geliútirilmesi amacıyla fiziki teúvik tedbirleri olarak kullanılmıútır (øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995:44). Bu úekilde Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarıyla bir yandan düzenli, planlı bir sanayileúme ve úehirleúme sa÷lanırken, di÷er yandan sanayi kuruluúlarının üretim faaliyetinde bulunmaları için her türlü ihtiyaçlarının uygun ekonomik maliyetlerle karúılandı÷ı belli bir üretim bölgesinde toplanmasının ortaya çıkardı÷ı Dıúsal Ekonomiler’den de yararlanma olana÷ına sahip olmaktadırlar (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1988:60). Tüm bu açıklamalardan anlaúılaca÷ı gibi temel olarak Organize Sanayi Bölgeleri, planlı kentleúmeye katkı yapması, sanayileúmenin az geliúmiú bölgelere kaydırılarak bölgesel dengeli geliúmeye yardımcı olması, tarım alanlarının sınai üretim faalieyetleri için kullanılmasının önlenmesi, bölgede faaliyet gösteren firmaların genelde birbirini tamamlayacak sektörlerden oluúarak dıúsal ekonomiler oluúturması ve bu durumdan tüm firmaların yararlanması bakımlarından oldukça önemli iúlevler yaptı÷ı ortadadır. 1.5. Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluú øúlemleri Süreci Organize Sanayi Bölgeleri’nin kuruluú iúlemleri, inúaat yapım süreci ve iúletmesinin hangi yetkili kurum ve kuruluúlar tarafından yapılaca÷ı konusu ülkelere göre de÷iúiklikler göstermektedir. Örne÷in Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulup iúletilmeleri øngiltere’de devlete ba÷lı kamu kurumlar, Hollanda, Belçika, øtalya ve Fransa’da Mahalli ødarelerle, Sanayi ve Ticaret Odaları’nın birlikte kurdukları teúekküllerin yetki ve sorumlulukları altında gerçekleútirilmektedir. Ülkemizde Organize Sanayi Bölgeleri’nin ilk kuruluú aúamasından en son iúletmeye geçiú aúamasına kadar en yetkili kamu kuruluúu Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’dır (Ardo÷an ve Di÷erleri; 1983:20). 1.6. Dünya’da ve Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Geliúimi Sanayi devriminin oluúturdu÷u iktisadi ve sosyal geliúmelerin dünyayı etkilemesi, XIX. yüzyılın sonlarına do÷ru özellikle Batı Avrupa Ülkeleri ve 236 ABD’de sanayi, ticaret, konut gibi temel sektörlerde önemli de÷iúikliklere neden oldu. Bu sektörlerin geliúmesine ba÷lı olarak artan talep karúısında topraklar çeúitli ve ayrıntılı planlarla alt parçalara bölünerek bu sektörlerin faaliyet alanları olarak kullanılmaya baúlandı(Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:9-15). Güneyde Mersey Nehri, kuzeyde Irwell Nehri, kuzey ve batısında Manchester Liman Kanalı ile çevrili olan ve øngiltere’nin liman kenti olan Manchester’da 1896 yılında kurulan ilk olarak kurulan Trafford Park Organize Sanayi Bölgesi (Trafford Park, 2007), daha sonra 1899’da ABD’de, 1904 yılında da øtalya’da uygulamaları görülen Organize Sanayi Bölgeleri, 1950’li yıllardan sonra geliúmekte olan ülkelerde geniú uygulama alanı bulmuútur (Ardo÷an ve Di÷erleri, 1983:9-15). Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarına, ülkemizde planlı kalkınma dönemleriyle birlikte baúlanmıútır. Türk sanayinin geliúmesinde takip edilecek yolun planlama ile sa÷lanaca÷ı görüúü benimsenince, sanayileúmenin Organize Sanayi Bölgeleri aracılı÷ıyla teúvik edilmesi uygulamasına Bursa Sanayi Odası’nın giriúimiyle pilot bölge olarak seçilerek 1961 yılında altyapı inúaatı çalıúmalarına giriúilmesi ve Dünya Bankası’ndan alınan krediyle 1966 yılında iúletmeye açılan Bursa Organize Sanayi Bölgesi ile baúlandı (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1988:57). Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nde alt yapı yatırımlarının tamamlanmasıyla birlikte birkaç yıl gibi çok kısa süre içinde %70 oranında dolulu÷a ulaúması Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulmasına yönelik e÷ilimleri güçlendirdi ve 1964 yılından itibaren Konya, Manisa, Bartın ve Ankara Organize Sanayi Bölgeleri’nin kurulması planlanarak Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin yaygınlaúmasının önü açıldı. Organize Sanayi Bölgeleri’nin geliúim seyrine 1962-1994 dönemi itibariyle bakıldı÷ında, bu dönemde 120 adet OSB’nin yapımına baúlanmıú, bunlardan 8432 ha. (8.432.000 m2) büyüklü÷ünde 35 adet Organize Sanayi Bölgesi’nin altyapı yatırımları tamamlanıp hizmete açılmıú, 29 tanesi kamulaútırma, 17 tanesi yeni proje aúamasında olup, bu Organize Sanayi Bölgeleri’nden østanbul–Tuzla Deri tamamlanıp, Manisa, øzmir–Menemen Deri, øzmir–Atatürk, Tekirda÷– Çerkezköy olmak üzere 5 tanesinin de Atık Su Arıtma Tesislerinin inúaatı tamamlanmıútır (øktisadi Araútırmalar Vakfı, 1995:47-58). 32 yıllık sürede OSB’lerin ülkemiz sanayisinin geliúmesine yaptı÷ı katkının yeterlili÷i tartıúılmakla birlikte, OSB’lerin sanayiye olumlu katkılarda bulundu÷u açıktır. 1995-2007 dönemi sonu itibariyle geçen 13 yıllık sürede kullanıma açılan Organize Sanayi Bölgeleri’nin sayısının 85’e ve kapladı÷ı alanın ise 15.417 hektara (ha) ulaúması, (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı, 2008) ayrıca 2008 yılında 11 OSB projesinin tamamlanmasının planlanması, ülke olarak Organize Sanayi Bölgeleri yoluyla sanayileúme sürecinde belli bir aúama kaydetti÷ini göstermiú olmakla birlikte, tamamlanmıú OSB’lerde parsellerin %88’inin tahsisinin yapılmasına ra÷men ancak %59’luk kısmında (Devlet Planlama Teúkilatı, 2007:164) 257 OSB 67,048,98 hektar alanda üretim faaliyetlerinin devam 237 etmesi ve kiúi baúına düúen OSB alanının 9.5 m² olması (Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, 2009) OSB’lerin son on yıllık dönemde önemli bir geliúme içinde oldu÷unu göstermekle birlikte sorunların tamamen çözümü için, daha çok mesafe alınması gerekti÷ini net olarak ortaya koymaktadır. 1.7. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’ne Genel Bakıú Ekonomisi öncelikle tarıma dayanan, daha sonra tarımda kullanılan tarımsal araçları kendi bünyesinde üretip tarımsal sanayi de öne çıkan, sanayileúme çabalarının 1950 yıllarında baúladı÷ı, devlet yardımlarından pek yararlanmadı÷ı için KOBø’lerin yo÷un oldu÷u, 15’i ilçelerde 21’i merkezde olmak üzere toplam 36 sanayi sitesinin kuruldu÷u bir kent olan Konya’da (Küçükdere, 1996:28), Organize Sanayi Bölgesi kurma teúebbüsü Konya Belediyesi ile baúlamıútır (Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, 1987:1). Teúebbüsüne 1966 yılında baúlanan ve 150 hektar alan üzerinde 1967-1970 yılları arasında tamamlanarak hizmete giren Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nde 1993 yılı sonu itibariyle toplam 72 adet sanayi iúletmesinde yaklaúık 4000 kiúiye istihdam sa÷lanırken a÷ırlıklı olarak tarım makinaları ve otomotiv yan sanayi üretimiyle u÷raúan iúletmelerin yanı sıra mermer, alüminyum tüp, inúaat malzemeleri firmaları da yer almaktadır (Vural, 1993:1). 1999 yılında faaliyette olan firma sayısı 87’ye yükselmiú, 26 firma ile otomotiv yan sanayi imalatıyla u÷raúan firmalar ilk sırada, 17 firma ile tarım makinaları imalatıyla u÷raúan firmalar ikinci sırada yer almıútır (Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1999:30). Konya I. OSB’de 2008 yılı Temmuz sonu ilk itibariyle 150 firma faaliyetini sürdürürken, istihdam edilen kiúi sayısı 3323’tür. (Ceylan, 2008). Konya I. Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyetlerini sürdüren firmaların ihtiyaçları karúılamada yetersiz kalması üzerine, Bakanlar Kurulu’nca 15.07.1976 tarihinde uygun görülerek 23 Temmuz 1976 tarih ve 15655 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla kurulan II. Organize Sanayi Bölgesi’nde, (Vural, 1993:1) hızla kuruluú, altyapı, arsa tahsisi ve üst yapı çalıúmalarına baúlanmıútır. II. Organize Sanayi Bölgesi’nde 1994 yılında tahsisi yapılan sanayi parseli 246, üretime baúlayan firma sayısı 74, inúaat çalıúmaları devam eden firma sayısı 137 ve proje aúamasındaki firma sayısı 14 iken, (Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1995:43). 2006 yılında 5200 olan istihdam sayısı, (Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı, 2006:8) Konya II. Organize Sanayi Bölgesi tevsii alanı olarak Bakanlar Kurulu’nun 17 Mayıs 1996 tarihli kararı ve 22639 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanmasıyla kurulan Konya'da III. Organize Sanayi Bölgesi, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006:2) 20 Aralık 2005 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı’nın aldı÷ı karar do÷rultusunda Konya II. ve III. Organize Sanayi Bölgeleri olarak birleútirilmiú ve daha sonra 6 Mayıs 2006 Genel Kurul kararıyla adı tanımlanan “Konya Organize Sanayi Bölgesi’nde (KOS)”, (Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü, 2006:1) Gıda, Dokuma, Giyim, Orman, Basım, Rezerve Kauçuk, Lastik, Plastik, Kimya, 238 Demir, Çelik, Demir Dıúı Metaller, Madeni Eúya, ønúaat, Tarım Alet ve Makinaları gibi çeúitli sektörlerde istihdam edilen personel sayısı yaklaúık 15.000 kiúiye yükselmiú ve ülke ekonomisine 500 milyon Euro katkı yapmaktadır (Türkyılmaz, 2007:26) ve 2009 ilk altı aylık aylık dönem itibariyle 304 firma faaliyetine devam etmektedir (Konya OSB Fabrika øsimleri, 2009). 2. KONYA OSB’øNDE FAALøYET GÖSTEREN FøRMALARIN SAHøPLERøNøN SOSYO-KÜLTÜREL AÇIDAN øNCELENMESø Bu çalıúmada, Dünyada 18. yüzyılın sonlarında, ülkemizde ise 1961 yılından itibaren uygulamaları görülen ve sanayileúme sürecini hızlandırmak amacıyla yeni bir model olarak ortaya çıkan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarının özelde de Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firma sahiplerine yönelik anket uygulaması yöntemi ve elde edilen veriler ıúı÷ında sosyo-kültürel yapısının ortaya konulması amaçlanmıútır. 2.1. Anketin Kapsamı ve Örneklem Kitlesi Konya ili merkezinde OSB’lerindeki faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının ortaya çıkarılması amaçlanan anket uygulaması yöntemi ile firma sahiplerine konu ile ilgili çeúitli sorular yöneltilmiútir. Konya’da 2006 yılı sonu – 2007 yılı ilk altı aylık dönemi itibariyle I.,II. ve III. Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren faaliyet gösteren 381 sanayi firmasının örneklem kitlesi olarak seçildi÷i bu çalıúmada, Konya’daki OSB’lerinde faaliyet gösteren firma sahiplerinin sosyo-kültürel yapıları incelenmiútir. 2.2. Araútırmanın Yöntemi Ekonometrik çalıúmalarda sürekli kullanılan veri türleri, zaman serisi ve yatay kesit verileridir. Zaman serisi verileri, de÷iúkenlerin geçen belli bir zaman dilimindeki de÷iúikleri gösterirken, yatay kesit verileri zaman içinde gün, hafta, ay gibi belli bir andaki tüketici, hane halkı, firma sahibi gibi tekil birimlerle ilgili verilerin gözlenen de÷erlerini ifade eder (Uygur, 2001:102). Bu iki veri tipi uygulamalarda ayrı ayrı olarak kullanılırken, bir çok çalıúmada birlikte kullanılmaktadır ki bu araútırmada da karma, panel veriler olarak tanımlanan veri türü kullanılmıútır. Yapılan alan araútırmalarının amacı, örneklem kitleye sorulan sorulara verilen yanıtlar ıúı÷ında analiz, karúılaútırma ve yorumlar yapılabilecek sonuçlara ulaúabilmektir. Anket uygulaması yöntemi, sosyal bilimlerde yo÷un bir úekilde kullanılan veri ve bilgi toplama yöntemlerindendir. Bu çalıúmada anket yöntemi uygulanarak firmalardan mümkün olan en yüksek oranda yanıtlayabilecekleri soruların yer almasına özen gösterilerek oluúturulan bu 239 anket formu, 2006 yılı Kasım ayından itibaren OSB’inde faaliyet gösteren firma sahiplerine ve yetkililerine, çalıúmanın ne amaçla yapıldı÷ı, kapsamı ve önemi anlatılmıú, acele edilmeden ve itinayla doldurulması için de 2007 yılının ùubat ayından itibaren teslim alınmak için gelinece÷i yani postayla gönderilme durumunun söz konusu olmadı÷ı, ayrıca 2007 yılı Ocak ve ùubat ayları içerisinde anket formlarının doldurulmasıyla ilgili olası karúılaúılabilecek soruların giderilmesi amacıyla zaman zaman gelinece÷i belirtilerek, anket formlarının do÷ru olarak doldurulmasının sa÷lanması amaçlanmıútır. 2.3. Verilerin Toplanması, Düzenlenmesi ve Analizi 2006 yılı Kasım ayından itibaren Konya’daki OSB’lerinde faaliyet gösteren firmalara verilen anket formlarının toplanmasına 2007 yılında baúlanmıú, anket formlarının doldurulması kontrol edilerek teslim alınmıú, henüz doldurulmayan, eksik doldurulan anket formlarının doldurulmayan kısımlarının nasıl doldurulaca÷ı anlatıldıktan sonra, sa÷lıklı ve do÷ru doldurulmasını temin için belirli aralıklarla tekrar gelinece÷i belirtilmiú, anket formlarının doldurulması aúamasında düzenli olarak kontrolü yapılarak mümkün oldu÷unca tam, do÷ru ve ciddi bir úekilde doldurulması temin edilmeye çalıúılarak, anket formlarının teslim alınması iúlemi 2007 yılı ikinci yarısında tamamlanmıútır. Anket formlarını geri alma iúlemi sırasında firma yetkililerinin anketleri doldurma ve gerekli hassasiyeti gösterme konusunda pek de istekli oldu÷u söylenemez. Faal firma sayısı 381 olmasına ra÷men kaybolma, unutma, nerede oldu÷unu bulamama gibi nedenlerden dolayı bir firmaya ortalama en az 4 anket formu ve toplamda da 1250 anket formunun verilmesi bunun en büyük ispatıdır ki “neredeyse zorlaya zorlaya anket formlarının doldurtulmasının sa÷landı÷ını söylemek” hiç de abartılı olmayacaktır. Her úeye ra÷men anket formlarının firmalara 2006 yılı Kasım ayı itibariyle teslim edilip 2007 yılı ortasında 381 firmanın 254’ünden yani %67’sinden alınması sa÷lanmıú, ancak di÷er firma yetkililerine 4-5 defa anket formu verilmesine ra÷men kendileri ve firmalarıyla ilgili kesinlikle bilgi vermek istemedikleri için, di÷er firmaların anket uygulamasına katılımlarının sa÷lanması mümkün olmamıútır. Anket formlarından elde edilen veriler önce MS Office Excel programına aktarılmıú, sonra Statistical Package for Social Sciences 11.0 (SPSS–Sosyal Bilimler için østatistik Paketi) sürümü kullanılarak analiz yapılmıútır. Ayrıca sosyal bilimlerde araútırmalarda devamlı kullanılan SPSS programının yanı sıra verilerin analiz, grafik ve tablo oluúturulmasında MS Office Excel programı kullanılmıútır. 240 2.4. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Da÷ılımı ve Uygulanan Anket Formlarının Geri Alımının De÷erlendirilmesi Firma yetkililerine, yapılan çalıúmanın önemi, amacı ile ilgili olarak gerekli ön açıklamalar ve bilgiler aktarılıp teslim edildikten sonra, firma yetkilileri tarafından doldurulup teslim edilen veya ankete olumsuz yaklaúan firmaların sayısı ve oranı ile ilgili bilgiler Tablo 1’de gösterilmiútir. Tablo 1. Osb’lerde Faal Olan Firmalar Ve Anket Formlarının Da÷ılımı Organize Sanayi Bölgeleri I. OSB II. OSB III. OSB Toplam Faal Firma Sayısı 150 168 63 381 % 27,6 48,4 24,0 100,0 Alınan Form Sayısı 70 123 61 254 Alınan Anket Formu ( %) 46,7 73,2 96,8 66,7 *Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. Yukarıdaki Tablo 1.’de görüldü÷ü gibi, 2007 yılı itibariyle OSB’lerde faaliyet gösteren toplam firma sayısı 381, firmalardan doldurulup geri alınan anket formu sayısı 254, geri alma oranı ise %66,7’dir. Anket formlarının geri alınma sayıları ve oranları her bir Organize Sanayi Bölgesi için ayrı ayrı incelendi÷inde, I. OSB’nde faaliyet gösteren firmalardan alınan anket formu oranı %46,7 ile en düúükken, II. OSB’nde %73,2 ve III. OSB’nde %96,8’dir. I. OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin ankete II. ve III. OSB’ndeki firma sahiplerine göre daha az ilgi göstermeleri, kuruluú yılları itibariyle di÷er OSB’lerdeki firmalara göre daha eski olmasına ba÷lı olarak, yılların kazandırdı÷ı alıúkanlıklarından kolayca vazgeçememeleri nedeniyle, firma sahiplerinin firma faaliyetlerinde yetki ve sorumlulukları tam olarak çocuklarına devredemediklerinden ve kendi iú konularında tecrübeli olmalarına ra÷men anket, istatistik bilgilerine dayalı çalıúmalara fazla ilgi göstermek istememeleri ile açıklanabilir. 2.5. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmaların Sahiplerinin Çeúitli Sosyo-Kültürel Açılardan øncelenmesi Konya’daki OSB’lerdeki faaliyette gösteren firma sahiplerinin sosyokültürel durumlarının ortaya konulmasına yönelik yapılan anket uygulaması sonucu elde edilen veriler ıúı÷ında yapılan yorumlar, aúa÷ıda belirtilmiútir. 2.5.1. Firma Sahiplerinin Yaú Gruplarına Göre Da÷ılımı Konya’daki OSB’lerde faaliyet gösteren firmalarınn sahipleri yaúları açısından incelendi÷inde, yo÷unlu÷u %35 ile 40-49 yaú grubu oluúturmaktadır. Bu veri Konya’daki OSB’lerde faal olan firmaların sahiplerinin, firma yönetimlerini genç kuúaklara devretmede pek baúarılı olmadıklarını, firma 241 yönetimlerindeki etkinli÷in orta ve üstü yaú gruplarında oldu÷unu göstermektedir. Nitekim firma sahiplerinin %7,1 ile en düúük oranı 20-29 yaú grubunu oluúturması ve % 12,6 olan 60 yaú üzeri grubun bile oldukça gerisinde kalması, arkadan gelen genç firma sahibi ve yönetici kuúak yetiútirme konusunda, Konya’daki OSB’inde faaliyet gösteren firmaların gerekli de÷iúimi gösteremedi÷ini ortaya koymaktadır. Tablo 2. Firma Sahiplerinin Yaú Gruplarına Göre Da÷ılımı Firma Sahiplerinin Yaúları Firma Sayıları % 20 – 29 18 7,1 30 – 39 45 17,7 40 – 49 89 35,0 50 – 59 70 27,6 60 + 32 12,6 Toplam 254 100 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 2.5.2. Firma Sahiplerinin Yaúları øtibariyle Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da÷ılımı Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri yaúları açısından ve her OSB için ayrı ayrı incelendi÷inde, 60 yaú ve üzeri firma sahiplerinin en yo÷un oldu÷u OSB’nin %15,7 ile I.OSB’nde faaliyet gösteren firmalar olması, firma sahiplerinin firma yönetiminde genç kuúaklara yetki ve sorumluluk devretme konusunda yeterli düzeyde cesareti gösteremediklerini ve yönetimde kontrolü ellerinde tutmak istediklerini ortaya koymaktadır. II. OSB’inde 60 ve üzeri yaú grubunun sahibi oldu÷u firmaların oranının % 8,9 ile en düúük oranı oluúturması, aynı zamanda genç yaú grubu olarak nitelenebilecek 30-39 yaú grubu firma sahiplerinin %20,3 ile en yo÷un II.OSB olması, yetki ve sorumluluk devri konusunda daha geliúmiú bir düúünce yapısında olduklarını göstermektedir. Genç firma sahiplerinin oran olarak III. OSB için düúük olması, özellikle I.OSB’deki firmaların üretim taleplerini karúılamada yetersiz kalmasına ba÷lı olarak faaliyetlerini, daha geniú alt yapı ve üst yapı olanaklarına sahip III.OSB’nde devam ettirmek istemeleriyle açıklanabilir. Tablo 3. Firma Sahiplerinin Yaúları øtibariyle Organize Sanayi Bölgeleri’nde Faaliyet Gösteren Firmalar Bakımından Da÷ılımı OSB Yaú 20 – 29 30 – 39 40 – 49 50 – 59 60 + Toplam I. OSB 5 11 24 19 11 70 II. OSB 9 25 43 35 11 123 III. OSB 4 8 20 20 9 61 Toplam 254 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 242 2.5.3. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da÷ılımı Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri memleketleri açısından incelendi÷inde firma sahiplerinin %87,4’ünün Konya’lı olması, Konyalılar’ın kendi memleketlerinde yatırım yaptıklerını göstermesi bakımından olumlu olarak yorumlanabilirse de, baúta tüm kamu ve sivil toplum kuruluúlarının yöneticileri olmak üzere tüm kurumların, Konya’nın avantajlı oldukları konuları ulusal gündeme taúımada, Konya’nın tanıtımını yapmada ve Konya dıúında faaliyet gösteren ulusal firmalarla yabancı firmaların yatırımlarını Konya’ya çekebilme açısından baúarılı olamadıklarını, ortak akıl birlikteli÷ini sa÷layamadıklarını göstermektedir. Tablo 4. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Da÷ılımı Memleket Firma Sayısı % Konya 222 87,4 Konya Dıúı 32 12,6 Toplam 254 100,0 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 2.5.4. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da÷ılımı Konya’daki faaliyet gösteren firma sahipleri baba meslekleri açısından incelendi÷inde %33,9 gibi yüksek bir oranın babalarının mesleklerini devam ettirdikleri, bunu %25,2 ile babaları çiftçi olanlar takip ederken, %8,2 ile babaları iúçi olanlar en az sanayici grubu oluúturmaktadır. Bu verilerden firma sahiplerinin çocuklarının babalarının yaptıkları mesleklerden önemli ölçüde etkilendiklerini, ikinci en yüksek oran olan babaları çiftçi olan firma sahipleri ise miras yoluyla tarlaların bölünerek küçülmesine ba÷lı olarak çiftçilikten elde edilen gelirin göreceli olarak düúmesi ve teknolojiye dayalı sanayi üretimi katma de÷erinin tarım üretimine göre yüksek olmasının görülmesi ile açıklanabilir. Tablo 5. Firma Sahipleri’nin Babalarının Mesleklerine Göre Da÷ılımı Baba Meslekleri Firma Sayıları % Çiftçi 64 25,2 øúçi 21 8,2 Memur 36 14,1 Tüccar 47 18,6 Sanayici 86 33,9 Toplam 254 100,0 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 243 2.5.5. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çeúidine Göre Da÷ılımı Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %33,9’u baba mesle÷ini devam ettirirken, çıraklıktan yetiúerek firmalarını bu duruma getirenlerin oranı %31,4, ortaklık yaparak firmamızı kurduk yanıtı verenler ise %28,4 olmuútur. E÷itimini alarak firmayı kurduk úeklinde yanıtlayanların % 6,3 gibi en düúük oranı teúkil etmesi, bilgiye sahip olma, ona ulaúma ve takip etmenin uluslararası bazda daha önem kazandı÷ı günümüzde firmaların kısa, orta ve uzun vadede geliúmelere uyum sa÷lama bakımından olumsuz olarak etkilenebilece÷ini ve sınai geliúmeyle paralel bir ülke e÷itim politikamızın artık olması gerekti÷ini göstermesi bakımından önemlidir. Tablo 6. Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Çeúidine Göre Da÷ılımı øúin Kurulma Çeúitleri Firma Sayısı % Baba Mesle÷i 86 33,9 Ortaklık Yaptım 72 28,4 E÷itimini Aldım 16 6,3 Çıraklıktan Bu Duruma Getirdim 80 31,4 Toplam 254 100,0 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 2.5.6. Firma Sahiplerinin E÷itim Düzeylerine Göre Da÷ılımı Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %42,9’unun lisan üstü ve üniversite mezunu olması olumlu bir sonuçken, ilkö÷retim mezunlarının % 32,3 ile ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ve teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ancak %24,8 olması ve ilk ö÷retim mezunlarının altında kalması, belli bir süre ve seviyede e÷itim almalarına ra÷men kendi iúlerini yeterince kuracak düzeye gelmediklerini, bu durumun ise alınan e÷itimin uygulamaya yönelik olmadı÷ını, çalıúma hayatına ilkokuldan sonra baúlayan kiúilerin piyasanın içinde bir nevi yo÷rulduklarından dolayı, iú hayatında daha baúarılı olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı zamanda e÷itim politikalarının teorik ve demode olmuúluktan kurtarılıp, zaman geçirilmeden bir an önce uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili÷ini de ortaya koymaktadır. Tablo 7. Firma Sahiplerinin E÷itim Düzeylerine Göre Da÷ılımı E÷itim Düzeyleri Firma Sayısı % Lisans Üstü 17 6,7 Lisans 92 36,2 MYO 8 3,1 Meslek / Teknik Lise 23 9,1 Genel Lise 32 12,6 ølk Ö÷retim 82 32,3 Toplam 254 100,0 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. 244 2.5.7. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Da÷ılımı Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin %39,4 gibi yüksek kabul edilebilecek bir oranda kendileri için yeterli düzeyde en az bir yabancı dili bilmeleri, dünyanın neredeyse herkes için avuç içi kadar küçüldü÷ü, tüm ülkelerin birbiriyle ticari iliúki ve kıyasıya rekabet içinde oldu÷u günümüzde, OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar açısından sevindirici bir geliúme olmasının yanı sıra, karúılıklı iletiúimin ve geliúiminin hızlanmasının sa÷lanması bakımından da önemli avantajlar sa÷layacaktır. Tablo 8. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Da÷ılımı Yabancı Dil Firma Sayısı % Biliyor 100 39,4 Bilmiyor 154 60,6 Toplam 254 100 * Tablo, Firmalara Uygulanan Anket Sonucu Elde Edilen Veriler Iúı÷ında Düzenlenmiútir. SONUÇ Sanayileúmeyi hızla gerçekleútirmede bir model olan, dünyada ilk olarak 1896 yılında øngiltere’de, Bursa’da pilot bölge uygulaması ile 1961 yılında ülkemizde, I. Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulması ile 1966 yılında Konya’da baúlayan Organize Sanayi Bölgeleri uygulamalarının, ülkemiz ve Konya sanayine önemli katkıları oldu÷u kabul edilen bir gerçekse de, olması gereken katkıyı yapmadı÷ı da kabul edilen bir di÷er gerçektir ki Organize Sanayi Bölgeleri’nin ve bu bölgelerde faaliyet gösteren firrmaların sorunlarının çözümlenmesi için baúta ilgili kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri olmak üzere tüm kesimlerin gayretleri, bu konuda alınması gereken uzun bir yol oldu÷unu da açıkça göstermektedir. Konya Organize Sanayi Bölgeleri’nde faaliyet gösteren firmaların sahiplerinin sosyo-kültürel durumlarının anlaúılması amacına yönelik yapılan anket uygulamasından elde edilen çıkarımlar úu úekilde sıralanabilir; - Firma yönetimlerinde genç kuúaklara yetki ve sorumluk devretme konusunda baúarılı olamamıúlardır. - Firma sahiplerin çok büyük oranda Konyalı olması, kendi memleketlerinde yatırım yapmaları bakımından olumlu olarak yorumlanmakla birlikte, aynı zamanda baúta sivil toplum kuruluúları ve yöneticileri olmak üzere tüm kurumların, Konya’nın tanıtımını yapamadıkların, Konya’nın avantajlı oldukları konuları ulusal gündeme taúıyamadıklarını ve buna ba÷lı olarak ulusal ve uluslararası firmaların yatırımlarını Konya’ya çekebilme açısından baúarılı olamadıklarını göstermektedir. - Firma sahiplerinin önemli bir kesimin baba mesleklerini sürdürmesi, e÷itimini alarak firma kuranların oranının çok düúük olması, firma sahiplerinin 245 geliúen dünya koúullarına ba÷lı yeni iú kollarına atılmadıklarını, babalarından ö÷rendiklerini devam ettirme yolunu seçtiklerini ortaya göstermektedir. - Konya OSB’nde faaliyet gösteren firma sahiplerinin yaklaúık yarıya yakınının lisan üstü ve lisans mezunu olması olumlu bir durumken, ilkö÷retim mezunlarının ikinci sırada yer alması ve Meslek Yüksek Okulu, genel lise ile teknik lise mezunu firma sahipleri oranının toplamının ilk ö÷retim mezunlarının altında kalması, alınan e÷itimin ülke koúullarıyla uyuúmadı÷ını ve uygulamaya yönelik olmadı÷ını, çalıúma hayatına ilkokuldan sonra baúlayan kiúilerin piyasanın içinde bir nevi yo÷rulduklarından dolayı, iú hayatında daha baúarılı olduklarını göstermektedir. Bu sonucun aynı zamanda e÷itim politikalarının teorik ve demode olmuúluktan kurtarılıp, zaman geçirilmeden bir an önce uygulamaya yönelik uyarlanmasının gereklili÷ini de ortaya koymaktadır. - Firma sahiplerinin yaklaúık %40’ının kendilerini ifade edebilecek düzeyde en az bir yabancı dil bilmesi, dünyanın neredeyse herkes için adeta avuç içi kadar küçüldü÷ü, tüm ülkelerin birbiriyle ticari iliúki ve kıyasıya rekabet içinde oldu÷u günümüzde, OSB’lerde faaliyet gösteren firmalar açısından sevindirici bir geliúmedir. KAYNAKÇA Ardo÷an, Leman ve Di÷erleri. (1983). Türkiye’de Dünya’da Sanayi Bölgeleri ve Uygulamaları, Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i (TOBB) Yayınları No:311. Ankara: Geliúim Matbaası. Çezik, Asuman ve Eraydın, Ayda. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri (1961–1981). (1982). Ankara: DPT Yayınları. No:1839. (DPT) Devlet Planlama Teúkilatı. (2007). 2008 Yılı Programı Bakanlar Kurulu Kararı, Ankara: DPT. Eren, Aslan. (1989). Türkiye’nin Ekonomik Yapısının Analizi, Mu÷la: Bilgehan Basımevi. Ersoy, Turan. (1981). østihdam Sorunu ve øúsizli÷in Azalması, Ankara: DPT. Ceylan, Ali. (2008). A÷ustos 2008. “I. Organize Sanayi Bölgesi”. Mülakat. Konya,: 14 Dülgero÷lu, Ercan. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri, (1993). Ankara: Makine Mühendisleri Odası Yayını. øktisadi Araútırmalar Vakfı (øAV). (1995). Adana Ekonomisinin Geliúmesi Organize Sanayi Bölgesinin Geliúmedeki Yeri ve Önemi, østanbul: øAV Yayını. østanbul Sanayi Odası (øSO), (1995). Organize Sanayi Bölgelerine ølgi Artıyor, Sayı: 351. Haziran-1995. østanbul: øSO Yayını. 246 Karluk, Rıdvan. Cumhuriyetin ølanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüúüm. (2005). Gözden Geçirilmiú 10. Baskı. østanbul: Beta Yayınları. Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi Tarihsel Geliúim–Yapısal De÷iúim. (1995). økinci Baskı, Eskiúehir: Beta Yayınları. Konya Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü. (2006). Konya Organize Sanayi Bölgesi. Brifing. Konya. “Konya OSB Fabrika øsimleri”. http://www.kosb.gov.tr/tr/default.asp. Eriúim Tarihi: 01.07.2009. Küçükdere, Mustafa. “Tarihi Baúkentten Sınai Baúkente Do÷ru”. (A÷ustos 1996). Sayı:13. Konya: Konya Sanayi Odası Dergisi. (OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB’lerin Fiziki Durumu http://www.osbuk.org/doc/osb_fiziki_durum_nisan.xls. Eriúim Tarihi: 06.06.2009. Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu (OSBÜK). (2007). Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri’nin Kuruluúu ve Geliúimi Raporu. Ankara. (OSBÜK) Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kurulu, OSB Alan Ölçülerine Göre øllerin Sıralaması. http://www.osbuk.org/doc/osb_alan_olculeri_nisan.xls, Eriúim Tarihi: 06.06.2009. Özdemir, Mahmut. Türkiye’de Organize Sanayi Bölgeleri. (1990). Ankara: MN Ofset. Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı, Organize Sanayi Bölgeleri Geliúim Grafi÷i. http://www.sanayi. gov.tr/webedit/gozlem.aspx?sayfaNo=1530. Eriúim Tarihi: 05.08.2008. Sanayi ve Ticaret Bakanlı÷ı Strateji Geliútirme Baúkanlı÷ı. (Nisan 2006). øllerin Sanayi ve Ticaret Durum Raporu. Konya. Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1999 Yılı Konya øl’inin Yıllık Ekonomik ve Ticaret Durumu Hakkında Rapor, (2000). Konya. Sanayi ve Ticaret øl Müdürlü÷ü, 1994 Yılı Konya øl’inin Yıllık Ekonomik ve Ticaret Durumu Hakkında Rapor.(1995). Konya. “Trafford Park”, www.msim.org.uk, Eriúim Tarihi: 14.05.2007 (TOBB) Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, Orta Anadolu Bölgesi Ekonomik Raporu. (1988). Ankara: Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i Genel Yayını No: 56. Türkiye Odalar ve Borsalar Birli÷i, Konya Organize Sanayi Bölgesi Projesi, (1987). Ankara: TOBB Yayını. 247 Türkyılmaz, Vahit. “We will be industrial capital of Turkey”. (A÷ustos 2007). Ankara: Yıl:3. Sayı 28. Society of Europen Journalists TRUE. Umut Basım Sanayi. Uygur, Ercan. Ekonometri Yöntem ve Uygulama, (2001). Ankara: ømaj Yayıncılık. Vural, Atilla. “Konya økinci Organize Sanayi Bölgesi”. (01.12.1993) Konya: Brifing. Vural, Atilla. “Konya II. Organize Sanayi Bölge Müdürlü÷ü”. (18.10.1993). Brifing. Konya. 248 KURUM øÇø øLETøùøM DÜZEYøNøN BELøRLENMESøNE YÖNELøK BøR ALAN ARAùTIRMASI (KONYA MALø MÜùAVøRLøK BÜROLARI ÖRNEöø) ∗ ∗∗ E. Fazıl ÇÖLLÜ M.Erhan SUMMAK ÖZET Bu araútırma yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúim düzeyini belirlemek amacıyla yapılmıútır. Birlikte çalıúan insan etkileúim kurmak zorundadır; iúgörenler ihtiyaçlarını, düúüncelerini, planlarını, uzmanlıklarını birbirlerine aktarmak zorundadırlar. øletiúim bu ba÷lamda bilginin paylaúıldı÷ı, etkinliklerin koordine edildi÷i ve daha iyi kararlar alma anlamına gelmektedir øletiúim, kurumsal yapı, amaç ya da iúlevleri ne kadar farklı olursa olsun bütün örgütlerde iúlevleri, grupları ve bireyleri tek bir amaçta toplayan bir araç olacaktır. Bunun bir sonucu olarak etkili kurum içi iletiúim; resmi kurumlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluúları için çok önemli bir faktördür. øyi iúleyen bir muhasebe ve denetleme düzenini kurmadan, iktisadi olarak kalkınmıú ve istikrarlı bir seviyeye yükselmiú bir ülke düúünülemez. Bu ba÷lamda yeminli mali müúavirlik ülkemizin ekonomik açıdan kalkınması açısından önemli katkıları olan meslek dalıdır. Yeminli mali müúavirlik bürolarında verilen hizmetin etkinli÷i ve verimlili÷ini etkileyen unsurlardan biri de kurum içi iletiúimin etkin bir úekilde iúleyiúidir. A RESEARCH TO DETERMINE INTRA-ORGANIZATION COMMUNICATION (THE CASE OF KONYA PUBLøC ACCOUNTANT OFFøCES) ABSTRACT This study is carried out in order to determine the intra-organization communication level. People working together have to communicate. Employees need to communicate their needs, thoughts, plans and experiences to each other. At this point communication means the sharing of knowledge, coordination of activities and making sound decisions. Communication is a medium that incorporates the functions, groups and events at a common point. As a result of this fact efficient intra-organization communication is an important factor for public sector, private sector and non governmental organizations. It is impossible to think about reaching to a developed and stable level without constructing an effective and sound working accounting and supervision department. With this respect public accountant professionals are important regarding to the development and stability of our country. One of the important factors affecting the services being served in public accountant offices is the efficient flow of intra-organizational communication. ∗ Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: efcollu@gmail.com Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler M.Y.O. Konya. e-mail: summak@elcuk.edu.tr ∗∗ 249 1. Giriú Örgütsel iletiúim; kurum içinde kurum üyelerinin birbirleriyle mesaj ve anlam paylaúma süreçleri olarak nitelendirilebilirken, kurum dıúında ise daha çok kurumun tüzel kiúili÷iyle zaman zaman da yine üyeleriyle dıú çevre arasında mesaj ve anlam paylaúma süreci olarak tanımlanabilir. Araútırmalar etkili iletiúim sistemiyle örgütsel performans arasında iliúki oldu÷unu ortaya koymuútur. Daha iyi bilgilendirilmiú çalıúanların daha iyi çalıúanlar olacaklarına inanılmaktadır. Kurum içi iletiúimin iyi iúledi÷i iúyerlerinde çalıúan verimlili÷i yüksektir ve iú gücü devri de düúüktür. Yeminli mali müúavirlik bürolarında kurumsal iletiúim verimlilik açısından önem arz etmektedir. Kalkınma çabası içerisinde bulunan ülkelerin, di÷er ileri ülkelerde oldu÷u gibi mali müúavirlik mesle÷ine gereken önemi vermeleri zorunludur. Çünkü gerek kaynakların belirlenmesinde güvenilir bilgilerin sa÷lanması, gerekse ülke çapında denetim fonksiyonunun yaygınlaútırılmasında bu mesle÷e büyük ihtiyaç vardır. 2. Yeminli Mali Müúavirlik Mesle÷i Çok iyi bir iúletme iktisadı bilgisi bulunan, mali hukuk ve muhasebe kültürüne dayanarak; iúletmelerin muhasebe, hesap, istatistik, bütçe ve her türlü mali konuların planlaması ve bu alanlardaki problemlerin çözümü ile u÷raúan mali müúaviri; genel olarak, iúletmelerin ekonomik, mali ve hukuki durumları ile vergiye iliúkin iúlemlerini herúeyden önce muhasebe kurallarına, gerçeklere ve yasalara uygunluk açısından inceleyerek, gerekti÷inde bu konulardaki tarafsız görüúünü ilgililer yararına sunan uzman kiúidir. (Uçar, M., 1996: 120), Yeminli mali müúavirlik mesle÷inin konusu, 3568 Sayılı yasaya göre, gerçek ve tüzel kiúilerin veya bunların teúebbüs ve iúletmelerinin mali tablolarının ve beyannamelerinin mevzuat hükümleri, muhasebe prensipleri ve muhasebe standartlarına uygunlu÷unu ve hesapların denetim standartlarına göre incelenmesi ve tasdik edilmesidir. Yeminli mali müúavirler ile sözleúme yapanların ise defter ve belgeleri, kamu idaresinin yetkili memurlarınca incelenmiú sayılır. Bu açıdan yeminli mali müúaviri, tasdik konusuyla sınırlı kalmak üzere vergi inceleme yetkisi verilmiú yarı kamu elemanı olarak ta tanımlamak mümkündür. (Canikli, N., 1996: 57) Vergilerin zamanında ve gerçek kâr oranında devlet bütçesine kazandırılmasında yeminli mali müúavirlik mesle÷inin ülke ekonomisine katkısı büyüktür. Ülkemizde muhasebe ve denetleme mesle÷i yasal bir çerçeve içerisine oturtulmasıyla yolsuzlukların önüne geçilebilecektir. Ba÷ımsız muhasebe ve denetleme mesle÷i, serbest piyasanın vazgeçilmez bir kurumudur.1 Ba÷ımsız muhasebe ve denetleme mesle÷i serbest piyasa ekonomisinin emniyetini sa÷layan bir subab iúlevini görür ve güvencesidir. (Yazıcı, M., 1987: 10) 250 3. Kurumsal øletiúim Örgüt, toplumsal gereksinimlerin bir bölümünü karúılamak üzere önceden belirlenmiú amaçları gerçekleútirecek görev ve rolleri yapmak için güçlerin, eylemlerini eúgüdümleyen iú görenlerden oluúan toplumsal, açık bir sistemdir (Geçikli, 2004: 108). Dolayısıyla açık sistemin bir gere÷i olarak kurumsal iletiúim ön plana çıkmaktadır. øletiúim sistemine ihtiyaç duyulmayan hiçbir sosyal oluúum ve is düúünülemez. øletiúim sistemini sa÷lıklı bir biçimde yapılandıramayan hiçbir kurumun yasaması pek mümkün görünmemektedir. Çünkü açık sistem olan kurumların dıú çevrelerinden sürekli girdi almaları ve aynı çevreye çıktı vermeleri gerekmektedir. Bu da çevreyle etkileúim kurarak mümkün olabilir. Buradan yola çıkarak kurumlarda etkin bir yönetimin ancak iyi bir iletiúim a÷ıyla mümkün olaca÷ı söylenebilir. Bunun da ötesinde iletiúim, kurum faaliyetlerinin temelini oluúturmaktadır (Gökçe, 2001: 138, 139). øletiúimin olmadı÷ı yerde örgütler olmaz çünkü bütün toplumsal etkileúimlerin içinde iletiúim vardır. øletiúim örüntüleri sayesinde, örgüt içindeki faaliyetlerin daha sa÷lıklı ve sistemli bir úekilde yürütülmesi hedeflenir. Fakat bazı durumlar bu iletiúim sistemlerini engelleyici hatta bozucu durumlar ortaya çıkarabilir(Ertürk, 2006:45). Kurum üyeleri arasında olması gereken etkileúimi saptayan ö÷e örgütsel iletiúimdir. Çevresinden etkilenen ve aynı úekilde çevresini etkileyen karmaúık bir açık sistem meydana getiren örgütsel iletiúim; iletilerin akısını, amacını, yönünü ve araçlarını da içermektedir. Bunun yanı sıra örgütsel iletiúim; insanları, onların tutumlarını, duygularını, iliúkilerini ve becerilerini de içermektedir (Vural, 2003: 140). Çok farklı görüúler olmasına ra÷men birkaç ortak nokta pek çok anlayıúın içinden tespit edilebilir: Örgütsel iletiúim; içsel ve dıúsal çevrenin her ikisi tarafından da etkilenen ve bu çevrelerin her ikisini de etkileyen birden çok ö÷eden oluúan açık bir sistemde ortaya çıkar. Örgütsel iletiúim mesajları ve onların akıúını, amacını, yönünü ve aracını içerir. Örgütsel iletiúim insanları ve onların tutumlarını, duygularını, iliúkilerini ve becerilerini kapsar. Bu iúlevsel model örgütsel iletiúimin tanımının oluúmasına önderlik eder: Örgütsel iletiúim; çevresel belirsizli÷in üstesinden gelmek için birbirine ba÷lı iliúkiler a÷ı içerisinde mesajların oluúturulması ve de÷iútirilmesi sürecidir. Örgütsel iletiúimin bu algılaması yedi anahtar kavramı içerir: süreç, mesaj, a÷, karúılıklı ba÷lılık, iliúki, çevre ve belirsizlik (Goldhaber, 1990: 16). Örgütsel iletiúim; kurumda meydana gelen, kurumla ilintili ve kurumun yaptı÷ı øletiúim demektir. Kurumda olan iletiúim dendi÷inde, örgütsel iletiúim kurum içi iliúkileri ifade eder. Kurumun yaptı÷ı iletiúim anlamında ise kurumun 251 dıú çevresiyle yaptı÷ı iletiúimi, planlanmıú iliúkiyi, örne÷in kurumun yaptı÷ı propaganda ya da halkla iliúkiler çalıúmalarını kapsar (Erdo÷an, 2005: 260). Bütün kurumların baúarıya ulaúması için çalıúanlar arasındaki etkili iletiúim büyük öneme sahiptir. øster büyük ya da küçük olsun bir kurumun kendi içinde bölümler arasında ya da dıú dünyayla yaptı÷ı bilgi paylaúımı kurumu birbirine ba÷layan bir yapıútırıcıdır. øster üst düzey bir yönetici olsun ya da alt düzey bir çalıúan kurumun bir üyesinde di÷erlerinin iúlerini yapmak için ihtiyaç duydukları bilgiler olacaktır. Aynı zamanda di÷erleri de o kurum üyesi için büyük önem taúıyan bilgilere sahip olacaktır. ((Bovée ve Thill, 2000: 7). Kurumlar; kurumsal iletiúim açısından hedef kitlelerini temel olarak kurum içindekiler ve dıúındakiler olmak üzere ikiye ayırmaktadırlar. Kurum içindekiler kurumun üyeleri ya da çalıúanlardan oluúmaktadır. Bu kimseler kurumu hem içeriden hem de dıúarıdan gözlemleme olana÷ına sahip oldukları için kurum açısından önemli bir etkinli÷e sahiptirler. Çünkü kurum içi iletiúimin muhatabı olan bu gruplarda kurumla ilgili olarak olumlu bir görüú oluútu÷unda, bu durum onların yakın çevrelerini dolayısıyla da kurumun dıú çevresindeki kitleyi etkileyecektir. (Okay, 1999: 177) 4. Kurum øçi øletiúim Kurum içi iletiúim, kiúi ve grupların ötesinde, kurumun isleyiúi ve amaçların gerçekleútirilmesi ile de yakından ilgilidir, kurumun isleyiúini ve amaçlarını gerçekleútirmek için kurumu oluúturan çeúitli bölümler arasında ve kurum ile çevresi arasında devamlı bir bilgi ve düúünce alıúveriúi sa÷layan toplumsal bir süreçtir (Güney, 2001: 199-200) Günümüzde artık, örgütler insan odaklı bir yönetim anlayıúını benimsemiú ve bu da beraberinde iletiúim olgusunun öne çıkmasına neden olmuútur. Örgüt ve birey üzerinde önemli etkileri olan iletiúim, yöneticilerin baúarısı ve örgütün etkinli÷inde de büyük rol oynayan bir süreçtir ve bu sürecin etkin bir úekilde yönetilmesi gerekmektedir. ønsan iliúkileri kuramcıları için kurumsal iletiúim, iúgörenlere yalnızca yukarıdan aúa÷ıya, ise iliúkin bilgi ve emir verme iúleviyle sınırlı de÷ildir. Di÷er bir deyiúle iletiúim yalnızca karúılıklı bilgi alıúveriúini sa÷layan bir araç olmayıp, iúgörenlerin is doyumunu ve moralini de önemli ölçüde etkileyen ve verimlili÷i artıran bir öneme sahiptir.(Gürgen, 1997: 48) Kurum üyelerinin hizmet verdikleri kuruluútan maddi beklentileri kadar manevi (saygınlık, statü kazanma, saygı görmek gibi sosyal; is doyumu elde etmek, takdir edilmek gibi psikolojik) beklentileri de vardır. Ço÷unlukla iúgörenlerle kurum arasında maddi beklentilerle ilgili yazılı bir anlaúma söz konusu olup, manevi beklentiler bunun dıúında kalır, oysa iúgörenlerin kuruma ba÷lılıklarını, dolayısıyla iú verimini maddi faktörler kadar manevi unsurlar da etkiler. (Pelteko÷lu, 2001: 336) Bütün örgütsel çevrelerde iki temel iletiúim a÷ı vardır. Bunlar biçimsel ve biçimsel olmayan iletiúim a÷larıdır (Richmond vd., 2005: 27). Biçimsel ve biçimsel olmayan iletiúim kanalları kurumdan kuruma farklılık gösterir (Ewald 252 ve Burnett, 1997: 41). Bir kurumun iç ve dıú iletiúim a÷ları ba÷lamında biçimsel (resmi) ve biçimsel olmayan (gayr-ı resmi) iletiúim kanalları mesajın nereden gönderildi÷ine göre tanımlanır. Biçimsel kanallar; mektuplar, raporlar, kısa notlar, öneriler, konuúmalar ve sözlü sunumları kapsar. Biçimsel olmayan iletiúim kanalları ise ofis dedikodusu, bireysel temaslar, arkadaúlıklar gibi kanalları içerir. (Erdo÷an, 2005: 269) Biçimsel kanaldaki iletiúimin yönü iletiúim akıúı olarak bilinir (Boone vd, 1997: 20). øletiúim kurumda üç yönde akar: dikey, yatay ve çapraz (Kutaniú, 2003: 134). Dikey iletiúim kurumdaki farklı hiyerarúik düzeydeki çalıúanlar arasında gerçekleúen iletiúimi içerir (Kreps, 1989: 203; Richmond vd, 2005: 28). Dikey iletiúim, yöneticiler ve çalıúanlar arasında aúa÷ı ve yukarı do÷ru iletiúime odaklanır (Richmond vd., 2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Yatay iletiúim ise kurumda aynı düzeydeki çalıúanlar arasında gerçekleúen iletiúimdir. Bir kurumda eúit düzeyde ya da çok yakın düzeylerde çalıúanlar arasındaki iletiúime odaklanır. Kurumun tamamına yayılan bir iletiúimdir (Richmond vd., 2005: 28; Lahif ve Penrose 1997: 26). Çapraz iletiúim ise farklı çalıúma birimlerindeki birbirinin astı ya da üstü olmayan çalıúanlar arasındaki bilgi alıúveriúidir (Ober, 2001: 13). 5. Kurum øçi øletiúimin øúlevleri øletiúim kurumlarda pek çok iúlevleri yerine getirir. Örgütsel ba÷lamda iletiúim altı iúlevi yerine getirir. Bu iúlevler; bilgi verme, düzenleme, bütünleú(tir)me, yönetim, ikna etme ve sosyalleútirmedir (Richmond vd., 2005: 25) : øletiúimin bilgi verme iúlevi: Bu iúlev, kiúiye dönük, yansız ve açıklayıcıdır. Çalıúanların islerini etkili bir úekilde yapabilmeleri için onların ihtiyaç duydukları bilgiyi sa÷lama iúlevini yerine getirir. ønsanlar isleriyle ilgili süreç ya da politika de÷iúikliklerinden haberdar edilmek ihtiyacı duyarlar. Bazen bu iúlev yüksek çalıúma düzeyindeki insanlar tarafından düúük çalıúma düzeyindeki insanlara ya da tersi biçiminde mesaj gönderimi seklinde gerçekleútirilir. Di÷er zamanlarda ise, insanların bilgi ihtiyacı onları bilgi ihtiyacı duyan ve onu gidermek isteyen di÷er insanlarla temasta bulunmaya zorlar. øletiúimin düzenleme iúlevi: Bu iúlev, iletiúimin kurumda düzenleyici politikaları yönetmesi ya da mesajların kurumun devamlılı÷ını sa÷lamasıdır. Örne÷in bir çalıúan bazı kural ya da düzenlemeleri ihlal etti÷i ve bunu tekrar yapmaması yönünde yönetici tarafından bilgilendirilebilir. øletiúimin düzenleyici iúlevi genellikle pek hös de÷ildir ancak kurumun düzenleyici operasyonları için gereklidir. øletiúimin bütünleútirici iúlevi: Ortak bir hedefe do÷ru görevlerin es güdümüne, is bölümüne, grup es güdümüne ya da is birimlerinin birleútirilmesine odaklanır. Di÷er bir deyiúle iletiúim insanları birlikte çalıúmaya yönlendirir ve görevlerin es güdümünü sa÷lar böylece "sol el sa÷ elin ne yaptı÷ını bilir". Bu iúlev insanları birlikte çalıútıran ve 253 islerin daha sorunsuzca yürümesini sa÷layan bir yaklaúımdır. Örne÷in danıúmanlar çalıúanların birbirlerinin islerinin aynını yaptıklarını göreceklerdir. Oysa ki daha fazla birleútirici iletiúim olsaydı biri bir isi yaparken di÷eri de onunla ilgili di÷er bir isi yapacaktı. øletiúimin yönetim iúlevi: Üç amacı yerine getirmeye çalıúır. øletiúim; (a) personelin neye ihtiyaç duydu÷una, (b) onları daha iyi duruma getirecek bilgiyi ö÷renmeye ve (c) personelle iliúkiler geliútirmeye odaklanır. E÷er birisi bireyler arası iliúki hedefini ve anlaúılmıú hedefi bilirse o, çalıúanları nasıl yönetece÷ine iliúkin daha iyi bir sansa sahip olabilir. øletiúimin ikna edici iúlevi: Yönetim iúlevinin bir sonucudur. Burada yönetici çalıúana özel bir úey yaptırmak için onu etkileme çabası içerisindedir. Aslında bir emir aynı iúlevi yerine getirebilir, bu yaklaúım üstler ve astlar arasında daha iyi iliúkiler kurar. Sosyalleútirme iúlevi: Di÷er iúlevler açıkça görünmesine ve nadiren yöneticiler ve çalıúanlar tarafından ihmal edilse de sosyalleútirme iúlevi sıkça görmezden gelinir. Bu belki de iletiúimin en önemli iúlevidir. Bir kurumda iletiúimin sosyalleútirme iúlevi birisinin o kurumda iyi bir úekilde yaúayıp yaúamadı÷ına bakılarak anlaúılabilir. Sosyalleútirme herkesle arkadaú olma anlamını taúımaz. Bu iúlev kurumda iletiúim a÷larıyla bütünleúme anlamına gelir. Bu iúlev kimin kimle ne konuúması gerekti÷ini ayrıca ne konuúmaması gerekti÷ini de belirtir. Belirli özel úartlarda ne söylenmesi ve ne söylenmemesi gerekti÷ini de ortaya koyar. Bir çalıúanın di÷er çalıúanlara nasıl hitap etmesi (bayan, doktor) gerekti÷ini belirtir. Kurumun resmi olmayan kurallarını belirtir. 254 KURUM øÇø øLETøùøM DÜZEYøNøN BELøRLENMESøNE YÖNELøK BøR ALAN ARAùTIRMASI (KONYA MALø MÜùAVøRLøK BÜROLARI ÖRNEöø) SORU 4 Tablo 1: øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümlerin birbirleriyle koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıúması. Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 0 0 Katılmıyorum Kararsızım 0 4 0 12,1 Kesinlikle Katılıyorum 14 42,4 Katılıyorum 15 45,5 Toplam 33 100,0 Tablo 1’e göre “øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümler birbirleriyle koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıúmaktadır.” úeklindeki yargı cümlesine ankete katılanların %42,4’i “Kesinlikle katılıyorum”, %45,5’i “Katılıyorum”, úeklinde cevap vererek, önemli bir kısmı iúyerinde koordineli bir çalıúmanın yapıldı÷ını ifade etmektedirler. Bu sonuç araútırmamızın yapıldı÷ı iúyerlerinde kurum içi iletiúimin iyi iúledi÷inin bir göstergesi olarak anlaúılabilir. SORU 30 Tablo 2: øúyerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalıúanlara aktarılması. Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1 Katılmıyorum Kararsızım 1 6 3,0 18,2 Kesinlikle Katılıyorum 7 21,2 Katılıyorum 17 51,5 Toplam 33 100,0 Tablo 2’e göre, “øúyerimizin vizyonu, misyonu ve hedefleri bize anlatılmaktadır” úeklindeki yargı cümlesine ankete katılanların %21,2’si “Kesinlikle katılıyorum”, %51,5’i “Katılıyorum”, %18,2 “Kararsızım” úeklinde 255 cevap vermek suretiyle önemli bir kısmı iúyerinin vizyon ve misyonunun kendilerine anlatıldı÷ını ifade etmektedirler. Misyon ve vizyonun çalıúanlar tarafından bilinmesi kurum içi iletiúimin etkin bir úekilde yürütülmesinin bir sonucu olarak anlaúılabilir. SORU 33 Tablo 3: øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinin, karar alma sürecinin hızına etkisi. Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1 Katılmıyorum 2 6,1 Kararsızım 1 3,0 Kesinlikle Katılıyorum 14 42,4 Katılıyorum Toplam 14 33 42,4 100,0 Tablo 3’e göre, “øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúti÷i için çalıúmalarla ilgili karar alma süreci hızlıdır.” øfadesine ankete katılanların toplamda %84,8 oranında “Kesinlikle katılıyorum”, “Katılıyorum” úeklinde cevap vererek øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinden dolayı, karar alma sürecinin hızlı iúledi÷ini ifade etmektedirler. Bir kurumda kararların yerinde ve hızlı bir úekilde alınabilmesi, kurum içi iletiúimin etkin ve zamanında yapılabilmesine ba÷lıdır. SORU 38 Tablo 4: øúyeri içerisinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan toplantıların düzenli olarak yapılması Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 3 9,1 Katılmıyorum 4 12,1 Kararsızım 12 36,4 Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum 3 11 9,1 33,3 Toplam 33 100,0 Tablo 4’e göre, “øúyeri içerisinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan toplantılar düzenli olarak yapılır.” ùeklindeki yargı cümlesine ankete 256 katılanların toplam olarak %21,2’i “Kesinlikle Katılmıyorum” ve “Katılmıyorum” demekte %42,4’ü ise “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu oranlara göre yeminli mali müúavirlik bürolarında “toplantı” çok sık baúvurulan bir kurum içi iletiúim yöntemi olmadı÷ı sonucuna ulaúılabilir. SORU 39 Tablo 5: øúyerinde sözel iletiúim Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 2 6,1 Katılmıyorum 1 3,0 Kararsızım 0 0 Kesinlikle Katılıyorum 12 36,4 Katılıyorum Toplam 18 33 54,5 100,0 Tablo 5’e göre, “øúyerinde iletiúim genellikle yüz yüze görüúmelerle sözel olarak yapılır.” Yargı cümlesine ankete katılanların toplam olarak 90,9’u“Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” úeklinde cevaplamıúlardır. Sözel iletiúimin bu derece yo÷un olması, yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi formel ve informel iletiúimin çok önemli bir oranda yüz yüze görüúmelerle sözel olarak gerçekleútirildi÷ini göstermektedir. Sözel iletiúim bürolarda, en basit hızlı ve geri bildirim alması en kolay iletiúim yöntemidir. SORU 40 Tablo 6: øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri düzenli olarak kullanımı Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 1 3,0 Katılmıyorum 5 15,2 Kararsızım 2 6,1 Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum 15 10 45,5 30,3 Toplam 33 100,0 257 Tablo 6’ya göre, øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri (internet, ıntranet, mail) düzenli olarak kullanılır. øfadesine ankete katılanların toplam olarak, %84,9’u “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu sonuca göre yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúim aracı olarak biliúim sistemlerinin (internet, ıntranet, mail) oldukça yo÷un olarak kullanıldı÷ı sonucuna ulaúılabilir. Bu durum da yeminli mali müúavir bürolarında teknolojik geliúmeye ayak uyduruldu÷unun bir göstergesi olarak algılanabilir. SORU 41 Tablo 7: Personelin görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle görüúebilmesi. Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum 1 3,0 Katılmıyorum 1 3,0 Kararsızım 3 9,1 Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum 12 16 36,4 48,5 Toplam 33 100,0 Tablo 7’e göre, “Personel görevleriyle ilgili konularda yöneticileriyle kolaylıkla görüúebilir.” øfadesine ankete katılanların toplam olarak % 84,9’u “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” demektedir. Bu oran yeminli mali müúavir bürolarında çalıúanların görevleriyle ilgili konularda yöneticilerle kolayca görüúebildiklerini göstermektedir. Oranın yüksekli÷i kurum içi iletiúimde aúa÷ı ve yukarı do÷ru iletiúim kanallarının etkin bir úekilde iúledi÷inin bir göstergesi sayılabilir. SORU 45 Tablo 8: øúyerindeki hiyerarúik yapı Frekans % Kesinlikle Katılmıyorum Katılmıyorum 4 1 12,1 3,0 Kararsızım 3 9,1 Kesinlikle Katılıyorum 13 39,4 Katılıyorum Toplam 12 33 36,4 100,0 258 Tablo 8’e göre, “øúyerinde kim kimden emir alabilir, kim kime emir verebilir (hiyerarúik yapı) açıkça bellidir.” Yargı cümlesine ankete katılanların %75,8’i “Kesinlikle katılıyorum” ve “Katılıyorum” úeklinde cevap vermiútir. Bu yüksek oranlı cevaptan, yeminli mali müúavir bürolarında hiyerarúik yapının dolayısıyla da kurum içi formel iletiúim kanallarının iúin gereklerine uygun olarak oluútu÷u görülmüútür. 6. Sonuç: øúyeri içindeki bütün kiúiler ve bölümlerin birbirleriyle koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıúması konusunda ankete katılanların toplam olarak %87,9’u koordineli ve iúbirli÷i içinde çalıútıkları yönünde olumlu olarak cevap vermiúlerdir. Bir örgütte koordinasyonun sa÷lanmıú olması o örgütte kurum içi iletiúim mekanizmalarının oluútu÷unun ve iúledi÷inin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. øúyerinin vizyonu, misyonu ve hedeflerinin çalıúanlara aktarılması konusunda ankete katılanların %72,7’si olumlu sayılabilecek yönde cevap vermiúlerdir., “Kararsızım” diyenler %18,2, katılmayanlar toplam olarak %9,2 gibi düúük oranlarda ortaya çıkmıútır. øúyerinin vizyon ve misyonunun iúgörenlere aktarılmıú olması kurum içi iletiúimin iyi iúledi÷inin daha önemlisi etkin ve verimli olarak gerçekleútirildi÷inin bir delili olarak kabul edilebilir. øúyeri içerisinde iletiúim zamanında gerçekleúmesinin, karar alma sürecinin hızına etkisi konusunda ise ankete katılanların toplamda %84,8 oranında olumlu yönde karúılık vermiúlerdir. Bir kurumda kararların yerinde ve hızlı bir úekilde alınabilmesi, kurum içi iletiúimin etkin ve zamanında yapılabilmesine ba÷lıdır. Yüksek oranda alınan bu olumlu cevap çalıúanların iletiúim zamanında gerçekleúmesiyle karar alma sürecinin hızı arasındaki iliúkiyi kavramıú olmalarını göstermesi açısından da dikkat çekicidir. Kurum içi iletiúimin kurum içinde günlük kısa bilgi akıúını sa÷layan toplantılar úeklinde yapıldı÷ını söyleyen %42,4’lük cevaba karúılık %21,2’lik bir oranda toplantı yapılmadı÷ı yönünde cevap alınmıútır. Bu cevaplardan bir büro içerisinde icra edilen yeminli mali müúavirlik bürolarında iúin do÷ası gere÷i “toplantı”nın çok sık baúvurulan bir kurum içi iletiúim yöntemi olmadı÷ı sonucuna ulaúılabilir. Çünkü tablo 5’tende anlaúılabilece÷i gibi, personel zaten ço÷unlukla yüz yüze iliúki ve iletiúim içindedir. Ankete katılanların toplam olarak 90,9’u iúyerinde iletiúimin sözel orak yapıldı÷ını ifade etmiúlerdir. Yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúimde, sözel iletiúim yönteminin, yüksek oranda kullanılmasının sebebi di÷er sorulara verilen cevaplardan da anlaúılabilece÷i gibi iúin bir büroda gerçekleútirilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak di÷er faktörler, sözel iletiúimin di÷er iletiúim türlerine göre taúıdı÷ı kolaylık ve hızlılık gibi üstünlüklerdir. øúyeri içerisinde iletiúim aracı olarak biliúim sistemleri (internet, ıntranet, mail, vb.) düzenli olarak kullanıldı÷ına ankete katılanların toplam olarak, 259 %84,9’u katılmaktadırlar. Yeminli mali müúavir bürolarında bilgi iúlem araçları zaten iúin bir gere÷i olarak zorunlu olarak yo÷un bir úekilde kullanılmaktadır. Bu teknolojik sistemler aynı zamanda kurum içi iletiúimin gerçekleútirilmesinde aynı yo÷unlukla kullanılmaktadır. Yeminli mali müúavir bürolarında çalıúanların, %84,9’luk gibi yüksek bir kısmı yöneticilerin iletiúime açık olduklarını ifade etmiúlerdir. Yöneticilerle rahat iletiúim kurabilmek çalıúanların verimlili÷ini, iú tatminini ve örgütsel ba÷lılı÷ını olumlu yönde etkileyecektir. øúyerindeki hiyerarúik yapının oluúum düzeyini ölçmeyi amaçlayan soruya ankete katılanların %75,8’i hiyerarúik yapının varlı÷ı kabul eden úeklinde cevap vermiútir. Hiyerarúik yapının iúin gereklerine göre oluútu÷u iúyerlerinde aynı zamanda örgütsel statü ve roller buna ek olarak formel iletiúim kanalları da belirlenmiú demektir. Böylece kurumda etkinlik ve verimlilik sa÷lanmıú olur. Bu sonuçlara ıúı÷ında, Konya’daki yeminli mali müúavir bürolarında kurum içi iletiúim seviyesinin yeterli bir seviyede oldu÷unu ve yönetici ve çalıúanların kurum içi iletiúimin gere÷ini ve önemini kavramıú olduklarını ifade edebiliriz. 7. Kaynakça Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey: Prentice Hall. Gecikli, F.(2004) "Örgütsel øletiúimin Yöneticiler Açısından De÷erlendirilmesi ve Örgütsel øletiúim Yönetimi”, østanbul Üniversitesi øletiúim Fakültesi Dergisi, No: 20, Sayfa: 107-116, østanbul. Gökçe, O. (2001). “Örgütte ønsan øliúkileri”, Davranıú Bilimleri. Editörler: Gökçe O., N., Atabey, A. Konya. Ertürk, Y.Dilek. (2007), “Etkin Örgütsel øletiúim øçin Örgütsel Davranıúın Analizi”, (Editör:Yıldız Dilek Ertürk), Halkla iliúkiler Alanına Örgütsel Davranıú Yansımaları, Nobel Yayın Da÷ıtım, Ankara. Vural, Z. B. A. (2003). Kurum Kültürü ve Örgütsel øletiúim, østanbul: øletiúim Yayınları. Goldhaber, G. M. (1990). Organizational Communication. Dubuque, IA: Wm. C. Brown. Erdo÷an, ø. (2005). øletiúimi Anlamak, Geliútirilmiú 2. Baskı, Erk Yayınları, Ankara. Ewald, H. R., Burnett, R. E. (1997). Business Communication, New Jersey: Prentice Hall. Bovee, C. L., Thill, J. V. (2000). Business Communication Today, New Jersey: Prentice Hall. Okay, A. (1999). Kurum Kimli÷i. Ankara: Media Cat Yayınları. Güney, (2001). “Bireylerarası øletiúim”, Yönetim ve Organizasyon, Editör: Salih Güney, Ankara: Nobel Yayın Da÷ıtım. Haluk Gürgen, Örgütlerde øletiúim Kalitesi, østanbul: Der Yayınları1997, 260 Filiz Balta Pelteko÷lu, Halkla øliúkiler Nedir, østanbul: Beta Basım Yayım Da÷ıtım, Geniúletilmiú 2. baskı, 2001, Richmond, V. P., McCroskey, J. C., McCroskey, L. L. (2005). Organizational Communication For Survival, Pearson Education, Inc. Kreps, G. L. (1989). Organizational Communication Theory and Practice. Londra: Longman. Lahiff, J. M., Penrose, J. M. (1997). Business Communication, New Jersey: Prentice Hall. Ober, S. (2001). Contemporary Business Communication, Houghton Mifflin Company. Uçar, M., (1996), "Türkiye'de Yeminli Mali Müúavirlik Mesle÷i", Yaklaúım Dergisi. Yıl 4. Sayı 39. Mart s. 120. Canikli, N., (1996), "Yeminli Mali Müúavirlik Müessesesi. Tam Tasdik Uygulaması. 19 ve 20 Numaralı Tebli÷ler". Yaklaúım Dergisi. Yıl 4. Sayı 39. Mart . s. 57. Yazıcı, M., (1987), “Yeminli Mali Müúavirlik ve Muhasebecilik (Görüúler ve de÷erlendirmeler)” Türkiye Ticaret Sanayi. Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birli÷i. Yayın No: Genel 26 A.P.K. 7, Ankara, s. 1012 261 262 KÜÇÜK ASYA* Fatih Mehmet Berk** Anadolu yarımadası, Küçük Asya (Asia Minor) olarak bilinmesine ra÷men, sahip oldu÷u co÷rafi ve iklimsel birliktelikten dolayı Roma ømparatorlu÷u bünyesinde birçok devleti ve vilayeti bünyesinde barındırmıútır. Bundan dolayı da ele alınırken, birçok kayna÷a sahip, köprü vazifesi gören, önemli yolları bünyesinde barındıran, stratejik konumu olan bir ülke olarak de÷erlendirmek daha do÷ru olacaktır. Küçük Asya, merkezi yükseklikte ve içinden nehirlerin geçerek denize ulaútı÷ı ve geçerken de geçti÷i vadileri verimli kıldı÷ı, kurak platosu olan bir yarımadadır. Özellikle batı sahilleri, ola÷anüstü iklimi ve zengin topraklarıyla ilk ça÷lardan itibaren medeniyetin ve tarımsal zenginli÷in beúi÷i olmuútur. Buna ilave olarak, yüzünü batı ülkelerine dönmüú olan Ege adaları ile do÷u topraklarında yeúermiú, derin bir mazisi olan Babil ve Pers gibi. medeniyetler arasında do÷al bir köprü vazifesi görür. Küçük Asya, merkezi bir nokta olan Konstantinople’e alternatifli olarak kuzey ve güney olmak üzere iki noktadan ulaúmayı sa÷layan yollara sahiptir. Bu gerçek, arazilerin verimlili÷i ve mineral zenginli÷i ile de birleúince bu topraklara bu ayrıcalı÷ı kazandırmıú ve daha sonraki yıllarda Roma ømparatorlu÷u’nun en zengin bölgelerinden birisi olmuútur. Küçük Asya’ın herhangi bir bölümünü Romalılar iúgal etmeden önce, Romalı tüccarlar ve ticari gemiler Yunan ve Kyklad Ada’larında (Ege Adaları) geniú bir faaliyet alanı bulmuú ve bu bölge, antik dünyanın en iúlek limanlarından birisi olan Delos baúta olmak üzere tüccarlarla dolup taúmıútır. Çılgın bir kralın, krallı÷ını Romalılara bırakması ve Küçük Asya eyaletinin ortaya çıkmasıyla birlikte, tüccarlar, satıcılar ve ticaretle u÷raúan birçok sınıf kendi iú alanlarına uygun olabilecek verimli arazi bulmak için Küçük Asya’ya akın etmiúler ve aúamalı olarak kuzeye ve güneye yayılarak etkinliklerini artırmıúlardır. Bazı tarihçiler, Roma’nın siyasetinin úekillenmesinde ticari faktörlerin etkin oldu÷unu söylerler. øúadamlarının sayısının artmasıyla birlikte, bunların güvenli÷ini sa÷lama gereksinimi do÷muú ve muhtemelen de bunların úikâyetleri ve talepleri do÷rultusunda M.Ö. I. yüzyılın ilk çeyre÷inde Ege Denizi’nde vuku bulan korsan olaylarını bastırmak için farklı çabalara giriúilmiútir. * øngilizce’den çevirisini yaptı÷ımız Küçük Asya adlı bölüm, Cambridge University Press tarafından 1924’te basılan, M. P. Charlesworth’ın “Trade-Routes and Commerce of the Roman Empire” adlı eserin 77 ve 96 sayfaları arasındaki “Asia Minor” adlı beúinci bölümdür. ** Okt., Fatih Mehmet Berk, Selcuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö÷retim Elemanı.fberk@selcuk.edu.tr 263 Yazılı kaynaklar, ticarette düzenli bir artıúın varlı÷ını teyit eder. Kendini kurtarıcı olarak ilan eden, Pontus kralı Mithradates’in kendi eyaletinde øtalyan vatandaúlarını katletme emri vermesiyle, bu rakam ürkütücü oranda 80.000’lere ulaúır. Buna ra÷men, Mithradates yenildi÷i zaman, karúı konulamaz olan Pompeius’un orduları tarafından Mithradates’in bölgesinde yeni eyaletler oluúturulmuú ve øtalyanlar yeniden akın etmeye baúlamıúlardır. O dönemin ileri gelenlerinden birisinin ifadesine göre, bizim dönemizden önceki I. yüzyılda refahın en zirve noktasına ulaútılar. Aslında Pompeius’un ordunun baúında olması kesinlikle Roma’daki etkin olan zengin sınıfın desteklemesine dayanıyordu ve Pompeius önceden oldu÷u gibi, úimdi de bu zengin sınıftan gelecek olan yeni imkânlara güveniyordu. Bu imkânlar, sadece yeni kurulan eyaletlerde de÷il, fakir yerli krallara ödünç para verilerek karlı bir iúin yapıldı÷ı birçok vassal krallıklarda1da görülür. Fakat bu amaçla kurulan krallıklar, amaçlarına uygun olarak çok az hizmet ederler. Sınırların güvenli÷i, entrika úüphelerinden ve önemsiz çekiúmelerden geçilmedi÷i için imparatorlar, bu krallıklardan tamamen kurtulmak amacıyla nüfuz alanları eyalet statülerine devrederler. Bu, kraliyete verilen vergilerden kurtulma anlamına geldi÷i için, eyaletlere büyük bir avantaj sa÷lar. Fakat bu krallıkların güvenli÷i, do÷u sınırları ile Roma arası iletiúim ile sa÷landı÷ından dolayı yapılacak daha çok úey vardır. Anadolu yarımadası, Do÷u’da Asya kıtasından Armenia’nın yüksek ve çetin arazileriyle ayrılır ve tepelik olan Kappadokia ve Kommagene krallıklarını, Euphrates’in (Fırat) sularının uç kısmının kesiúti÷i Halys (Kızılırmak) ve Lykos (Çürüksu) nehirlerinin kaynaklarını ba÷rında besler. Güneye do÷ru gittikçe daha çok da÷lık olmasına karúın, Kilikia ve Suriye’nin meúhur “Kapılarıyla” di÷er taraflara rahat bir úekilde geçilir. Tüm eriúim a÷ları, açık bırakılan kuzey ve güney’in iki belirgin rotasını takip etmek zorundadır. Kuzeyde Halys ve Sangarius (Sakarya) gibi iki büyük nehir verimli arazilerin arasından akar ve ticari rotanın ana hatlarını çizer. Di÷er önemli nehirler ise Ege’ye akan Hermus (Gediz), Kaikus (Bakırçay) ve Kayster (K.Menderes)’dir. ønsanlar, bu nehirler aracılı÷ıyla Phrygia ve Galatia’dan sahil kesimine inebilmektedirler. Tatta gölü(Tuz gölü) ve etrafındaki tuzlu ovalarıyla birlikte so÷uk ve çıplak bir arazi yapısına sahip olan Lykaonia ve Sarus (Seyhan Nehri) ve Kilikya nehirlerinin derin geçitlerinden geçip denize ulaútı÷ı, güneydeki Taurus (Toros) Sırada÷ları, önemli ölçüde iletiúimi engellemektedir. Roma 1 Client Kingdom olarak ifade edilen bu kelime bir devletin baúka bir devlete askeri iúgal, ekonomik ba÷ımlılık ya da resmi antlaúmalar yoluyla ba÷ımlı hale gelmesidir. (ç.n.) 264 döneminde Asya,2 sadece bu÷day ve meyve gibi ürünlerinin tarımsal zenginli÷i ile de÷il, aynı zamanda koyun ve sı÷ırları, orman ürünleri ve maden kaynakları ile de tanınıyordu. Tüm bu kaynaklar, geçmiú zamanlarda daha da çoktu. Anadolu’yu çok iyi bilen co÷rafyacı Strabon’a göre, önceki zamanlarda geliúmiú olup, son zamanlarda geçmiúteki süksesini kaybeden, terk edilmiú madenleri ve iúyerleri olan pek çok úehir vardı. Anadolu, tek bir ülke hâkimiyeti bünyesinde kendi kendine yetebilen bir ülkedir ve erken dönem kaynaklardan ö÷rendi÷imize göre imparatorlu÷un merkezi Halys’in kuzeyinde Pteria3 úehri civarında yo÷unlaúmıútır. Bu hesaba göre, Melitene’ den (Malatya) kuzeye Mazaka’ ya (Kayseri) do÷ru hareket eden ve Halys vadisine do÷ru yönelen ve Pteria’ya ulaúan kuzey yolu daha sık kullanılmıútır. Bu yol, buradan güneybatıya yönelir ve Sangarious vadisi boyunca dönerek da÷lar üzerinden Hermus vadisine ve ilerleyen yıllarda Lydia krallı÷ının merkezi olacak olan Sardis’e ulaúır. Fakat Lydia’nın yıkılmasıyla birlikte Miletus ve Ephesus úehirleri daha da bir önem kazanır ve yol Maeander vadisi üzerinden Laodikea 4 ve Apamea (Dinar), Synnada (ùuhut) ve Pessinus’u5 geçip Ankyra’ya ve Melitene’ye ulaúır. Herodotos’un “Kral Yolu” diye tanımladı÷ı yol, bu yoldur. Bu ana artere ilaveten, Bosphorus’ tan (østanbul Bo÷azı) karúı tarafa yapılan ticaret, tüm zamanlarda önemini korudu÷u için Ankyra’dan çıkan ve Sangarius üzerinden Bosphorus’a ulaúan yol, her zaman önemini muhafaza etmiútir. Bir di÷er çok eski ve sık kullanılan ara yol ise kuzey sahilinden baúlar, Sinope ve Amaseia (Amasya) üzerinden Mazaka’ya ve daha sonra ise Tyana (Kemerhisar) ve Kilikya Kapıları’ndan Tarsus’a ulaúır. Anadolu’nun bu bölümünde pek çok dini merkez vardır ve bu yerler birçok kez yıllık toplantılara ve fuarlara ev sahipli÷i yapmıú, do÷al ticaret merkezleridir. Büyük øskender’in Anadolu’yu fethi ve Helenistik krallıkların ço÷almasıyla birlikte yeni bir rota oluúmuútur; kuzey yolu önemini kaybetmiú ve Küçük Asya’nın güney bölümü Seleucid ømparatorlu÷u’nun bir parçası haline gelmiú ve bundan dolayı Apamea’daki eski yoldan baúlayan Antiokheia6 ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik) gibi Seleucid kentleri geçip Ikonium’a(Konya) ulaúan ve daha sonra eski kuzey yolunun Kilikya Kapılarıyla kesiúip, Tarsus’a ulaútı÷ı yer olan Tyana’ya do÷ru kum çölüne yönelen ve Suriye’deki Antiokheia ve Euphrates’e kadar ulaúan bir yol oluúmuútur. Oluúan bu yol, tüm yollar içinde en önemli yol olma özelli÷ini kazanmıútır. 2 Metinde birçok yerde geçen Asia kelimesi, Asia Minor’ın kısaltılmıú úekli olup, Küçük Asya olarak tanımladı÷ımız Anadolu’yu ifade eder.(ç.n.) 3 Yozgat’ın Sorgun ilçesi yakınlarında ùahmuratlı Köyü’nde ki antik kent.(ç.n.) 4 Lykos ırma÷ının güneyinde, Denizli øli'nin 6 km. kuzeyinde yer alan antik kent.(ç.n.) 5 Ana tanrıça Kybele'ye ithafen Sivrihisar ølçesi'nin Ballıhisar Köyü'nde kurulmuú antik bir kent.(ç.n.) 6 Yalvaç, Büyük øskender’in Komutanlarından Seleukos tarafından kurulan bir Pisidia kenti. (ç.n.) 265 Romalıların Asya’yı kontrol altına almaya baúlayıp, yavaú yavaú yeni eyaletler eklemeye baúlaması, var olan yollara yo÷un bir trafi÷in de eklenmesiyle birlikte, Romalılar do÷u ve batı arasında gidip gelmeye baúladılar. Prokonsül Manlius Aquillius, Ephesus’tan baúlayıp Tralles(Aydın) üzerinden Laodikea ve Apamea’ya ulaúan Kral Yolu’nu geliútirir ve tamir ettirir. Ayrıca Antonius, Servilius Isaurikus ve Sulla gibi komutanların Kilikya’daki baúarısız seferlerine neden olan korsan ve hırsızlara karúı önlemler alınır. Pompeius, Pontus Kralı Mithridates'i Pontus’un kuzeybatı bölgesinde kovalarken Kafkaslar’a sızar ve Hindistan’dan Oxus7 vadisine do÷ru akan ticareti ö÷rendi÷i Hazar Denizi’ni keúfeder. Armenia’ın yüksek bölgelerinden baúlayan, Lykus vadisi ve Halys vadisi boyunca uzanan ve Komana’daki büyük dini merkeze kadar ulaúan eski bir yol vardır. Burada, Mithradates, Pontus’dan baúlayıp Amaseia’ya kadar uzanan ticaret yolunu korumak için, kurmuú oldu÷u kurumların beú tanesini buraya inúa etti. Güneyde, Cicero’nun eyaletini ziyaret etmek için kullandı÷ı Helenistik bir yol vardır; bu yol Tralles ve Laodikea boyunca uzanır, Apamea ve Philomelium’u (Akúehir) geçerek ordusunun kamp yaptı÷ı Ikonium’a (Konya) varır. Daha sonra ise Laranda (Karaman) ve Kybistra (Konya-Ere÷li) üzerinden, meúhur kapılardan geçerek Tarsus’a varır. Cicero’nun hedeflerinden birisi de Pindenissus’un8 çete liderlerini ele geçirmek ve tepelik olan bu iç bölgede giderek daha da kötüleúen ve birbirini takip eden iç savaú sorunlarını çözmekti. Antony (Marcus Antonius), Amyntas adında Galatia’lı bir hükümdara ülkeyi sükûnete erdirmesi konusunda yetki vermesine ra÷men, ülkeyi barıú ve refaha erdirmek Augustus’a nasip oldu. Pisidia ve Isauria’nın birçok yerine Galatia ve güney kesimi korumak amacıyla koloni ve garnizonlar oluúturuldu ve bu yerleúim yerlerinin birbirleriyle ve denizle iletiúimini sa÷lamak amacıyla askeri yol a÷ları kuruldu. Strabon, Selge civarında inúa edilen köprülerden bahseder ve muhtemelen de St. Paul, bu yollardan seyahat etmiú olmalıdır; Ikonium, Lystra ve Laranda ile birleúir ve Augustus’un mil taúlarının da úahit olarak karúımıza çıktı÷ı bu yollarda, Side’nin deniz limanları ve Apamea, Selge9 ve Kremna 10 ile birleúir. O andan itibaren, ülke iyi yönetildi÷i için Likyalılar’ın veya Homonadalıların11 ve Kliataelilerin nadir isyanları, geçici rahatsızlıktan öteye gitmeyen sorunlar oldular. Yol sorununda gözlemledi÷imiz durum ise, askeri birliklerin, Kuzey Suriye’den hareket etmesinin kolay olması ve Ephesus’tan hareket eden birisinin Orontes (Asi) nehri üzerindeki Seleukia’ya Kıbrıs üzerinden daha hızlı gitmesiydi. Nasıl ki bu olay, kara yolunun önemini azalttıysa, sınırların vassal hükümdarlar (Client Princes) tarafından yönetilen tampon devletler ile 7 Ceyhun veya Amuderya nehri olarak ta bilinen Orta Asya’nın en uzun nehri. (ç.n.) Cicero’nun Kilikia valili÷i sırasında fethetti÷i özgür Kilikia’lıların bir kenti 9 Antalya’nın do÷usunda antik bir Pisidia kentidir. (ç.n.) 10 Burdur'a 45 km. uzaklıkta bulunan Bucak ilçesinin 25 km. do÷usundaki Çamlık Köyü'ndeki antik kent. (ç.n.) 11 Pisidia ile Isauria arasında, Seydiúehir yöresinde bir ilk ça÷ kenti. (ç.n.) 8 266 korunmaya devam edilmesi, bu devletlerin muteberli÷ini aynı oranda azaltmıútır. Fakat yerel hükümdarlarla yaúanan ve birkaç yıl süren sorunlar, Parthia’nın büyüyen gücü, Kafkasya bölgesinden gelen ticaretin artan hacmi, düzenli bir úekilde korunması gereken sınır ihtiyacını ortaya çıkardı. Bundan dolayı da Flavian Hanedanına mensup Roma ømparatorları, Euphrates’e kadar olan tüm geçitleri Roma garnizonları ile denetlemek için krallıklarını eyaletlere dönüútürmeye karar verdiler. Pontus ve Lesser Armenia (Küçük Ermenistan) direkt olarak Roma hâkimiyeti altına girdiler ve Kilikia’nın iç bölgeleri eyaletin geri kalan bölgeleriyle ve Kappadokia ile birleútiler; Satala12 ve Melitene’de güçlü bir garnizon kuruldu ve bu kurulan iki garnizon Vespasian tarafından yaptırılan bir yolla birbirine ba÷landı. Samosata (Adıyaman-Samsat) ve Zeugma’daki geçitlere hâkim olmakla birlikte ve bu üst bölgenin kontrolünü ele geçirmek, tüm Euphrates’in Roma hâkimiyeti altına girmesi demekti. Kuzey yollarının tüm düzeni ilk kez Flavian Hanedanlı÷ı zamanında oldu: Domitian’ın Asya’nın tüm yollarını tamir edip düzenlemesine ra÷men, Vespasian adı bu bölgede daha çok geçer; Domitian’a ait bir yazıt, O’nun Galatia, Kappadokia, Pontus, Pisidia, Paphlagonia, Lykaonia ve Armenia Minor’ın tüm yollarını yeniden düzenledi÷ini kanıtlar. Nerva ve daha sonra gelen komutanlar süregelen iúlere devam ettiler ve Pannonia13 temel askeri merkez oldu÷u için özellikle de Kuzey Yoluna daha fazla önem verdiler ve bu úekilde do÷u sınırlarına en kısa yoldan takviye gönderme úansına sahip oldular. Nerva, iki güzide úehir olan Tavium14 ve Amaseia (Amasya) arasında bir yol inúa etti ve Halys üzerindeki bu tarihlerde yapılan bir köprü bu yolun önemini göstermektedir. Lykaonia’da Derbe ve Lystra arasındaki yolun Titus tarafndan onarıldı÷ını görüyoruz. Hadrianus’un da yolların bakımına önem verdi÷i yaptı÷ı hizmetlerden anlaúılmaktadır; Apollonia ve Ikonium yakınlarında ve ayrıca Gangra (Çankırı), Tavium15 ve Juliopolis’ten16 Ankyra’ya ulaúan yollarda Hadrianus dönemine ait mil taúlarının izlerini görürüz. Bu úehirlerden Tavium ve Juliopolis kentleri, Byzantium ve Pannonia’ya yönelen iki ana yolun çıktı÷ı noktadır. Bu yüzden sınır güvenlili÷ine olan gereksinim, eski ihmal edilen kuzey yolunu tekrar gündeme taúımıútır. Artık, bu çok sık kullanılan yolların kabataslak bir planını ortaya koyabiliriz; fakat unutulmamalıdır ki yolları eksiksiz anlatmak imkânsızdır ve 12 Gümüúhane'nin Kelkit ilçesine ba÷lı Sadak köyü sınırları içinde bulunan antik kent.(ç.n) 13 Pannonia Kuzey ve Do÷usundan Tuna, Batısından Noricum ve daha yukarıda øtalya, Güneyinden Dalmaçya ve daha aúa÷ıda Moesia eyaletleriyle çevrili olan Roma ømparatorlu÷u eyaleti. (ç.n) 14 Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yeralan bir Galat kenti.(ç.n.) 15 Bir Galat kenti olan Tavium, Yozgat'ın 30 km batısındaki Büyüknefes köyünde yer alır. (ç.n) 16 Juliopolis, eski Gordio Koume’ye verilen isimdir. Son Bizans devrinde ismi tekrar de÷iútirilmiú ve Basileon olmuútur.(ç.n) 267 birçok küçük yol göz ardı edilmek zorunda kalınmıútır. Bizim asıl amacımız, ticaret a÷ında yaygın olarak kullanılanları vurgulamaktır. Güneyden baúladı÷ımız zaman, do÷u’ya hareket eden her úeyin Ephesus’tan baúladı÷ını görürüz. Ephesus’un büyük limanı ve iskelesi sevkiyat için geniú bir alana sahipti ve karayolu ile gelen ticari ürünler Ephesus’ta toplandı÷ı için Asya’nın en büyük ve en zengin pazarıydı. Ephesus’tan baúlayan yol “zengin insanlarla dolu olan” Tralles’i geçip, Maeander vadisinden halkına geçim kayna÷ı olan, yumuúak boyalı yünü ile meúhur Laodikea’ya ve Asya’nın ikinci büyük pazarı olan ve øtalya’dan ürünlerin geldi÷i Apamea’ya, oradan da bir Roma kolonisi olan Pisidia’daki Antiocheia’ya geliyordu. Philomelium’dan güneye dönüp, iri yünlü koyunları ve yaban eúekleri için güzel meralara sahip olan Lykaonia ovalarında zikzak çizip Ikonium’a ulaúıp, Laranda ve Kilikya Kapıları üzerinden Tarsus’u geçip, Suriye’deki Antiocheia’ya veya da÷ların karúı tarafındaki Zeugma’daki Euphrates’e ulaúıyordu. Tüm bu ayrıntılardan anlaúılıyor ki, tüm güney yolu ticaret için zengin kaynaklarla dolu úehirlerden geçiyordu. Merkez yol olarak adlandırabilece÷imiz bir sonraki yol, Hermus vadisine kadar uzanıp mükemmel ve zengin bir topra÷ı olan Sardis’i geçip, bir tarım úehri olan Philadelphia (Alaúehir) üzerinden mermer madenleriyle meúhur ve Roma’ya büyük oranda mermer ihraç eden Synnada’ya ulaúır. Yol buradan tüm Galatia’nın en önemli ticari kenti olan Sangarius nehri üzerindeki Pessinus’a do÷ru kuzeydo÷u’ya yönelir. Buradan geliúmekte olan iki úehir Ankyra ve Tavium’a yönelir ve yolların ikiye bölündü÷ü úehirleúmiú olan bu bölgenin kavúa÷ında bir kol güneye, Melitene’ye, di÷eri ise kuzeye, Armenia ve Armenia’nın ilerisinden gelen ticaretin odak noktaları olan Nikapolis ve Satala’ya yönelir. Son olarak Nikomedia’dan baúlayan ve hemen çatallaúan ve aúa÷ı kolunun ticaretin yo÷un olarak yaúadı÷ı ve Plinius’un tüccarları koruması için imparatordan burada bir bölük kurmasını talep etti÷i úehir olan Juliopolis’i geçip, Ankyra’daki merkez yol ile buluúur. Di÷er üst kol ise, Klaudiopolis ve Krateia’yı (Gerede) geçip Pontus’un önemli úehirlerinden olan Amaseia’ya ulaúır ve böylece etrafındaki úehirlere göre bir üretim merkezi olan, at ve kereste ticaretinin yo÷un olarak yaúandı÷ı bir úehir olan Sinope’ye yakınlaúır. Sinope’deki ticaret, Nikopolis ve Satala üzerinden Armenia ticaretinin yo÷un oldu÷u Komana’ya gelir. Bu yollar, ana do÷u ve batı yolları olup, buna ilaveten bunlarla ba÷lantılı olan ara yollar da vardır. Örne÷in, Sinope ve Tarsus arasındaki yol eski bir yoldur ve bu sıra dıúı haline Asya önemli ölçüde daraldı÷ı zaman dönüúmüútür. Bu güzergâh üzerinde Ameseia ilk önemli duraktı; buradan Tavium’a do÷ru uzanan bir sol kol ile dini bir merkez olan Komana ve Megalopolis üzerinden geçen muhtemelen de daha eski olan bir sa÷ kol uzanır. Muhakkak ki di÷er önemli úehirler olan Ephesus, Sardis, Smyrna, Thyateira (Akhisar) ve Pergamum arasında iletiúimi sa÷layan yollar vardı. Pisidia’daki tüm Augustus kolonileri birbiriyle ba÷lantılıydı. Klaudius’un, Ikonium ve çevre illere olan ilgisi bu bölgedeki iletiúimi daha da artırmıútır. 268 Tüm bu var olan karayollarına ilaveten, deniz yolunun kara yoluna göre daha uygun ve ucuz oldu÷unu göz önüne almalıyız. Anadolu yarımadasında pek çok ulaúıma elveriúli nehirler vardır ve sahilleri limanlarla donatılmıútır. Sadece Yunan kolonileri ve kurumları yoktur, aynı zamanda úehirler Makedon, Seleucid ømparatorlukları ve Pergamum Kralllı÷ı tarafından ya inúa edilmiú ya da yeniden düzenlenmiútir. Örne÷in Pergamum Krallı÷ı, var olan ticari merkezi yeniden düzenlemiútir. Sadece önemli olanları de÷erlendirdi÷imiz zaman kuzey sahilinde Trapezus (Trabzon), Pharnakia (Giresun) ve Sinope limanları vardır. Tüm bölgede kereste ticareti (ship- timber) yaygındır ve orman ürünleri, balık, tahıl ve yün bol oranda ihraç edilmiútir. Batıya do÷ru karúımıza úimúir kerestesi ile meúhur olan Amastris (Amasra)ve güzel bir limanı olan Herakleia (Karadeniz Ere÷li) çıkar. Sangarius nehri ile Bithynia’ya kadar nehir üzerinden ulaúım sa÷lanabilir. Batı sahilinde birçok liman ve geliúmiú úehir vardır: Parion (Biga-Kemer köyü), Lampsakus (Lâpseki), Kyzicus17, Adramyttion (Edremit), Pitane (Çandarlı-çift limanlı bir kent), Mitylene, Antissa (Midilli Adası’nda bir kent), Myrina (Kalabaksaray), Elaia (Bergama-Zeytinda÷) ve di÷er üç büyük úehir Khios (Sakız Adası), Ephesus ve Smyrna. Bunlardan Ephesus (Efes) ve Smyrna (øzmir) Asya’nın en önemli úehirleridir ve Roma’nın imparatorluk döneminde geniú refah seviyesine ulaúmıúlardır. Güney sahilinde Myra, Attaleia (Antalya), Side, Kelenderis ve Tarsus gibi limanlar ve sayısız küçük kentler vardır. Tüm bunlara ilaveten büyük ada úehri ve kalabalık nüfuslu Rhodes (Rodos) adası ihtiúamını hiç kaybetmemiútir. Bu sahil kentleri arasında sürekli bir trafik akıúı olmuútur. Küçük ticari gemiler, Kilikia bölgesinin Korykia18 safranını, Pamphylia bölgesinin reçineli sakızlarını, Ephesus’un istiridyelerini, Miletus’un yünlerini, Byzantium’un tuna balı÷ını (tunny), Pontus’un kereste, balmumu ve alüminyum sülfatını (alum), øtalya ve Ege adalarının úaraplarını do÷u ve batı arasında taúıyıp durdular. Bahsedilen özellikleri, Strabon’un direk geçiúi karúılaútırdı÷ı deniz yolculu÷unda uzaklıkları ölçerken ve ʌȜȠȣȢ ʌĮȡĮ ȖȘν ve Byzantium’un güneyinden, Sestsos19 ve Abydos’u20 geçip, Karia sahiline inen deniz yolculu÷undan bahsederken de anlıyoruz. Asya’nın güney ve batı sahili Mısır’dan Roma’ya uzanan yol üzerindedir ve üstelik gemiler meltem rüzgârının direkt yol alıúı engelledi÷i aylarda bu sahil boyunca yol alırlar. Bu hat, Mısır ve Suriye’den baúlayıp Kilikia, Pamphylia ve Lykia 17 Kyzikos antik kenti, Balıkesir øli Erdek ølçesi sınırları içinde, antik dönemde Arktonnessos (Ayı Adası) ya da Arkton Oros (Ayılar Da÷ı) olarak anılan Kapıda÷ı Yarımadası’nın ana kara ile birleúti÷i kısta÷ın güney ucuna yakın kısımda, ErdekBandırma karayolu üzerinde, Erdek’ten 8 km. do÷uda yer almaktadır. .(ç.n.) 18 Silifke’ye 22 km uzaklıkta olan Cennet obru÷unu çevreleyen ilkça÷ ve erken ortaça÷ kenti.(ç.n.) 19 Eceabat'a 4 km uzaklıkta, Yalova köyündedir. Akbaú limanının güneyinde kurulan antik bir kent(ç.n.) 20 Çanakkale Bo÷azı’nın Anadolu yakasında, Nara Burnu üzerinde önemli bir ilk ça÷ kenti.(ç.n) 269 sahilleri geçip ya Ege Adalar’ı üzerinden Philippi’ye ve böylece Egnetia Yol’u (Via Egnetia) karadan kullanılarak geçilir ya da Krete ve Kythera üzerinden Adriatik’e ulaúılır. St. Paul, Romalı bir komutanın gözetimi altında Kaesarea’dan21 Ephesus’a do÷ru giderken kuzeye do÷ru gitmekte olan bir Adramyttion gemisine binip Myra’ya u÷ramıú, oradan da bir Alexandria teknesine geçip, Krete üzerinden øtalya’ya hareket etmiútir. Kral Herod, Karadeniz’deki Romalı General Agrippa22 ile buluúmak için Palestine’den deniz yoluyla hareket ederek Rodos, Kos ve Lesbos (Midilli Adası) adaları üzerinden Mytilene ve Byzantium’a varmıútır. Bu ziyaretlerin tam tersi istikamette seyahat edenlere dair de birçok örnekler vardır: Pompeius Pharsalia’dan baúlayan seferinde Lesbos’a u÷ramıú ve daha sonra sahile paralel olarak devam eden yolculu÷unda Ephesus ve Kolophon’u geçmiú Rodos üzerinden Pamphylia sahilleri boyunca ilerleyerek küçük bir kent olan Kelenderis’e gelmiútir. Burada bir savaú konseyine katıldıktan sonra tekrar denize açılmıú, Kıbrıs’ın do÷u köúesini dolaútıktan sonra kestirmeden do÷rudan Mısır’a ulaúmıútır. Benzer úekilde batıdan yola çıkan Antipater ve Piso, güney sahilleri boyunca yol aldıktan sonra Suriye’deki Seleucia’ya varmadan önce Kelenderis’te mola vermiúlerdir. Bu yolun kullanıldı÷ına dair en bariz kanıt Yeni Ahit’in “Elçilerin iúleri” bölümünde geçer. Çünkü bu bölüm, ola÷an deniz yolculuklarından ve sade vatandaúın ve tüccarların karúılaúabilece÷i durumlardan bahseder. Herod ve imparatorlu÷a ait elçilerin, hem deniz sevkiyatı hem de bu bölgenin ticaretiyle ilgili anlataca÷ı çok úey vardır. Çünkü her ikisi de onların gözetimi altındadır. Sahilden batıya do÷ru akan bu deniz trafi÷inde, Kilikia’lı bir halk olan Klitaelilerin isyanlarından en fazla etkilenenler, tüccarlar ve gemi sahipleri olmuútur. Fakat bu zor co÷rafi bölgede tüm olanlara ra÷men, ticaret geliúmiútir. Roma’dan gelen haberlerin eyaletlere iletilmesi ve buralarda anlaúılmasında zaman çok önemli bir faktördür ve bundan dolayı da kesin bir rakam vermek imkânsızdır. Cicero zamanında bir mektubun en hızlı ulaúma süresi 47 gün olarak varsayılıyordu; Kybistra’da Cicero’ya bir mektup tam 50 günde ulaúmıútır. Fakat úartların geliúmesiyle birlikte ilerleyen yıllarda ømparatorlukta bu zaman dilimi giderek azalmıú ve en az 1/5 oranına düúmüútür. Bundan dolayı da Gaius Caesar’ın Limyra’daki23 ölüm haberi Pisae’de 36 gün sonra duyulmuútur. Kıú mevsimi haberleúme alanında pek fazla engel teúkil etmedi÷i için, Makedonya üzerinden geçen karayolu, özellikle de imparatorlu÷a ait kurye ve postacılar tarafından sürekli kullanılmıútır. Bu hizmetler için seçme askerler ve yaya haberciler görevlendirilmiútir. Bu imkânlardan sıradan tüccarlar yararlanamamıútır ve sahilden yürüttükleri daha yavaú olan güzergâhla yetinmek zorunda bırakılmıúlardır. Karadan yapılan seyahatlerde Ephesus’ten Tralles’e yapılan seyahat 1 gün sürerken Laodikea’ya 21 øsrail’de antik bir liman kenti(ç.n.) Agrippa Marcus Vipanius, Romalı general ve siyaset adamı (M.Ö.63–12). (ç.n.) 23 Finike'nin 9 km kuzey do÷usunda bulunan antik Likya úehirlerinden birisidir. (ç.n.) 22 270 yapılan seyahate 2 gün daha eklemek gerekiyordu. 4 ve ya 5 gün eklendi÷inde Philomelium gözüktükten sonra 3 gün içinde de Ikonium’a ulaúılıyordu. Ikonium’dan Mazaka ve Melite’ne üzerinden Euphrates’e ulaúmak için 18 gün eklemek gerekiyordu. Bir kiúinin bahsedilen bu tüm yolculu÷u tamamlayabilmesi için gerek at sırtında gerekse araba ile 30 güne ihtiyacı vardı. Bu yolculuk, yaya olarak yapılırsa bu süre 35 gün sürüyordu. østisnai bir süratle imparatorlu÷a ait hızlı kuryeler bu güzergâhı 21 günde tamamlayabiliyorlardı. Zeugma’ya güney yolunu takip ederek yapılan yolculuk daha uzun sürüyordu. Sagalassus’tan (Burdur-A÷lasun) Apamea’ya yapılan yolculu÷un tam bir gün sürdü÷ünü biliyoruz. Strabon, Mazaka’dan Kilikia Kapı’larına kadar sürecek olan süreyi 6 gün olarak tahmin eder. Fakat bunun ötesinde Sinope’den Phasis’e olan deniz yolculu÷u 3 tam gün sürer ve bu konuda ki bilgi tam olarak de÷ildir. Deniz yolculu÷unda geminin sınıfı ve birçok limana u÷rama gereklili÷i ve hava úartları, süreyi uzatan nedenler arasındadır. Örne÷in, kuzeye do÷ru seyahat ederken, Plinius’un da her zaman úikâyet etti÷i Troad rüzgârları gemileri uzunca bir süre bekletmek zorunda bırakıyordu. Tüm bu olumsuzluklara ra÷men, ne deniz yolculu÷unun yo÷un olmayıúından, ne gemi sayısının azlı÷ından ve ne de yo÷un olmayan deniz trafi÷inden bahsedemeyiz. Phrygia’da Hierapolis’teki mezar taúında yazan bir yazıta göre, bir tüccar Cape Malea’yı (Malea Burnu) 72 kez geçmiútir. Bu durum istisnai bir durum olmayıp, bunun gibi nice örnekler vardır. Eyaletlerin kaynaklarına döndü÷ümüz zaman iki baúlık altında incelememiz gerekir; maden kaynakları ve tarım ürünleri. Antik ça÷larda Asya’nın batı kesimi krallarına zenginlik sa÷lamakla meúhurdu. Paktolos Çayı’nın kumlarının altınla dolu oldu÷u söyleniyordu ve Lydia kralının zengin hazinesi deyim haline dönüúmüútü. Hemen hemen antik ça÷ dünyasının ihtiyaç duydu÷u her tür maden Asya’nın birçok bölgesinde bulunuyordu. Bulunan bazı maden damarlarının ve ocaklarının bugün tükenmiú oldu÷u bir gerçek olmasına ra÷men hala devam eden birçok maden oca÷ı vardır. Vassal krallıklarda maden oca÷ı iúletmecili÷i imparatorlara aitti. Strabon, Kral Archelaus’un maden mühendislerinin onikse benzer bir taúı keúfettiklerini ve kontrolünün imparatorlara ait oldu÷unu belirtir. Bu konuda elimizde yeterli bilgi olmamasına ra÷men, imparatorlu÷un ikinci yüzyılına kadar, maden iúletmecili÷i imparatorluk bünyesinde pek yaygın de÷ildi. Anakaraya yakın ve sürekli iletiúim halinde oldukları ve bizim çalıúmamızın bir bölümünü de kapsadı÷ı için Kıbrıs’tan baúlamak daha uygun olacaktır. Bakırın ilk olarak Kıbrıs’ta bulundu÷u ve adını buradan aldı÷ı söylenir. Eski zamanlarda burada bakırla ilgili yapılan çalıúmalara ve buradan pek çok bölgeye gönderildi÷ine dair yeterli kanıt vardır. Amathus, Soli ve Kurion’da bakır madenleri vardır ve Tamassos’taki ocak Strabon’a göre bitip tükenmez derecede zengindir. Bakırın yanında belli oranda gümüú, kurúun ve üstübeç (beyaz kurúun-white lead) Kıbrıs’ta bulunmuútur. Adadaki temel endüstri bakıra dayanmaktadır ve bu endüstri de kereste endüstrisinden büyük ölçüde faydalanmaktadır. Kıbrıs’ta 271 yo÷un olarak iúleyen atölye örneklerine ve onların ürettikleri yan ürünlere dair pek çok kaynak vardır. ùunu unutmamakta fayda vardır ki Kıbrıs, Akdeniz’de bakır madeninin bulundu÷u en önemli yerlerden birisidir. Nasıl ki, Romalılar, kalayın kayna÷ı olan hem Gallaecia hem de Cornwall’i kontrol altında tutup tekel oluúturdularsa, Akdenizde’de Kıbrıs, tunç üretiminin yapıldı÷ı nadir yerlerden birisi konumuna geçip, tekel oluúturmuútu. Bu maden ve kurúun her ikisinin de bulunmadı÷ı bir yer olan Hindistan’a bolca gönderiliyordu ve bu úekilde Roma do÷udan elde etti÷i de÷erli taúlar ve baharatları ödeyebiliyordu. Aslında, böyle kar getiren bir yerde, Caesar’ın Herod’a Kıbrıs’taki maden ocaklarının gelirinin yarısını vermesi, asil bir davranıú olarak addedilebilirdi. Kıbrıs’ta bulunan di÷er de÷erli taúlar, kıymet arz edecek durumda de÷illerdi. Anakaraya geçecek olursak bizim inceledi÷imiz Roma dönemine ait bölgelerde altın madenine dair bir iz yoktur. Bölgedeki madenler oldukça çok kullanılmıútır, öte taraftan Armenia’da Kaballa yakınlarında altın madeni ve Kolchis’te Suani’de altın ve gümüú oldu÷una dair söylentiler, bu bölgeye olan ilginin sadece sınır bölgesi oluúturmak olmadı÷ını, aynı zamanda yeni zenginlik yaratacak madenler aramak ve Hazar’dan Hindistan’a uzanan meúhur yola hâkim olmak oldu÷unu göstermektedir. Önceki zamanlarda Pharnakia civarında gümüú madenleri var iken, Strabon döneminde bu kaynaklar tükenmiú sadece demir kalmıútı ve bu yüzden tüccarların do÷al yönelimi de keúfedilmemiú, bakir topraklar olan, yüksek arazi yapısına sahip kuzeydo÷uya do÷ru yönelmek olmuútu. Bu olayları zihnimizde canlandırdı÷ımız zaman Nero’nun Kafkasya seferini daha iyi anlayabiliriz. Mysia’da Kisthene civarında bakır madeni bulunmuú fakat Strabo’nun ifadelerine göre kayda de÷er bir önem arz etmemiútir. Demir, Kappadokia’da Kerasus nehri civarında hala tedarik edilebilir durumdadır ve Pharnakia’nın yüksek yerlerinde, Andeira’da demir kayna÷ı vardır. Demiri madenini bakırla kapalı eritme sonucu elde edilen “oreichalcos” adıyla bilinen ürün, imparatorluk bünyesinde yüksek fiyata alıcı bulmuútur. Kibyra (Burdur-Gölhisar) ve çevresi, demiri dövme iúi ile ünlüdür. Kilikia’da Zephyrium (Mersin) civarında kurúun sülfat bulunmuú, tıbbi ve di÷er amaçlara hizmet etmek amacıyla ihraç edilmiútir. Pompeiopolis yakınlarında kırmızı arsenik sülfat (kırmızı zırnık) çıkartılmıú olup, Strabon, burada çalıúan iúçilerin acınası durumunu ilginç bir úekilde tasvir etmiútir. øú o derece tehlikeliydi ki, sadece köleli÷e mahkûm edilen suçlular burada çalıúıyordu. Atmosfer aúırı derecede zehirleyici idi ve iú temposunun a÷ırlı÷ından dolayı 200’ün üzerinde iúçi hastalık ya da ölüm sebebiyle ayrılmak zorunda kalıyor ve madendeki verimlili÷in azalmasına neden oluyorlardı. Bu ifadeler, Diodorus’un benzer hikâyeleriyle karúılaútırıldı÷ı zaman oldukça ö÷retici olabilir. øspanya’nın Lex Metalli Vipascensis adındaki bir maden toplulu÷u örnek olarak incelendi÷i zaman, Flavian Hanedanlı÷ı ve sonrasındaki dönemde daha insancıl bir politika izlendi÷i görülür. Kappodokia’da ki Argeus Da÷ı hem kendisi ve hem de etrafındaki komúuları için taú sa÷layan bir da÷dır. Komúusu Mazaka’nın birçok binasında 272 bu taúlarla inúa edilmiútir. Phrygia’da Synnada beyaz mermeri ile meúhurdur ve belli bir süre burada mermer çıkartılmıútır. Strabon’a göre, Romalıların kontrolü altındaki bu ocaklardan önceki dönemlere oranla daha büyük bloklar kesilmiú ve çıkartılan bu tüm sütunlar, denize olan uzaklı÷ına ra÷men Ephesus’a, oradan da Roma’ya gönderilmiútir. O döneme ait birçok úiirde, bu olaya duyulan övgüleri gözlemleyebiliriz. Ariusia adasında da mermer bulunmuútur fakat Prokonnesus’da (Marmara Adası) bulunan mermer oldukça de÷erlidir. Prokonnesus yakınlarındaki Kyzicus (Balıkhisar), büyük oranda buradan gelen mermerler ile inúa edilmiútir. Marmara Adası’ndaki mermerler, sadece çevresine ihraç edilmekle kalmayıp, Kuzey Gaul’e de gönderilmiú ve hatta burada bulunan bir villa da Marmara Adası’ndan gelen mermerlerin izine rastlanmıútır. Karia’da mermer ocakları vardır ve buranın halkının mermer kesmeyi icat etti÷ine dair bir efsane vardır. Galatia’nın sınırlarındaki Kappadokia’da oniks taúına ilaveten Archelaus’un madencileri yüzeyi fildiúine benzeyen hançer kabzaları ve süsleme de kullanılan bir beyaz taú buldular. Kappadokia’da ayrıca çok de÷erli addedilen, bazen “Sinopik toprak” diye adlandırılan kırmızı bir toprak türü bulunmuútur. Sinopik, adını ihraç edildi÷i liman úehri Sinope’tan almıútır. Daha sonraları ise, Ephesus yolu kullanılmaya baúlandıktan sonra daha çok yere ihraç edilmeye baúlanmıú ve iyileútirici özellikleriyle ün salmıútır. Ayrıca, bu topra÷ın daha düúük kalite de olanı Pontus’da bulunmuútur. Mat oldu÷u için øspanyollar tarafından pek tutulmayan “Specularis lapis” adıyla da bilinen bir mika taúı da çokça bulunmuútur. Aynı kentte Nero zamanında kristalize edilmiú alçı taúına benzeyen “Phengites” denilen yarı saydam bir taú bulunmuútur. Domitian, bu taúı bir revakın duvarlarında kullanmıútır. øspanya/Sisapo’da ki kırmızı kurúun ile kıyaslanmasına ra÷men, Ephesus yakınlarındaki kırmızı kurúun, imparatorlu÷un en iyi kırmızı kurúunudur. Kolchis’ten ihraç edilen ise, di÷er madenlerle karıútırılması sonucu kalitesini kaybetmiútir. Bile÷i taúı (whetstone), Kilikia’dan etrafa yayılmıútır ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde, bu bahsetmiú oldu÷umuz taúlardan daha az de÷erde olan taú izlerine de rastlanmıútır. Topra÷ın altında yatan zenginliklere ilaveten, Asya’nın tarımsal zenginli÷i muazzamdır. Karadeniz’in güney sahili boyunca Pontus ve Bithynia’da, kereste ticaretinde önemli rol oynayan, ayrıca bazı türleriyle mobilya sektöründe zenginlerin evlerinde masa olarak karúımıza çıkan meúe, aka÷aç, köknar ve karaçam a÷açlarıyla dolu geniú ormanları görebiliriz. Güneyde de, bir zamanlar Kilikyalı korsanların denizde dolaútıkları, küçük fener gemileri için uygun olan, gemi keresteleri mevcuttur. Hatta “phaselus” adını verdikleri bir tekne, adını Likya sahilindeki bir kentten alır. Balmumu, Kytorus ve Amastris civarından gelir ve Strabon, Euxine’nin (Karadeniz) ormanlık olan yüksek yamaçlarında yaúar. Pitya kentinde çam a÷açlarını görebiliriz. Ida Da÷ı (Kaz Da÷ı) eteklerinde çok fazla a÷aç kesimi yapılmıútır. Mykale Da÷ı’n da (Dilek Da÷ı) ormanlık alanlar vardır. Argaeus Da÷ı (Erciyes Da÷ı) etrafındaki bazı bölgeler istisna tutulmak úartıyla, ormanlık alanların 273 olmadı÷ı bölgeler, Kappadoika ve Lykaonia vadileridir. Anadolu Yarımadası’nın iklimi, zeytin ekimi için oldukça uygundur. Yunanlılar, Batı Anadolu’ya gelmeden önce, buranın nehir vadilerini, zeytinin ana vatanı olarak nitelendirmek do÷ru olmaz. Ayrıca, Melitene’de, Phanaroea civarında, Pisidia bölgesinde Side ve Aspendus’un yüksek tepelerinde de zeytin yetiútirilmiútir. Selge’den ihraç edilmeye baúlayınca, buradaki üretim daha da artmıútır. Son olarak Synnada vadisinde de zeytin yetiútirildi÷ini görüyoruz. Elimizde Kyklades üzerinden Roma’ya giden zeytin tüccarlarına veya “oleari” ile u÷raúanlara ait kayıtlar vardır. Hemen hemen her bölgenin kendine ait bir úarabı vardır. En meúhurları ise güneybatı sahilinin ve bu sahile yakın olan adaların úaraplarıdır. Küçük bir ada olan Arisua’nın en iyi úarabı üretti÷i söylenir. Metropolis, Tmolos, Knidos24 ve Smryna’nın úarapları hep takdir edilmiútir. Samos Adası’nda hiç úarap üretilmemesi oldukça úaúırtıcıdır, Ephesus’a ait úarap gibi be÷enilmez ve Strabon’a göre Mesogis úarabı baú a÷rısı yaptı÷ı için Plinius tarafından küstahça reddedilmiútir. Fakat Philadelphia civarında tarımsal bir kent olan Mysia’da ve Sardis’in verimli topraklarında üzüm asmaları yetiútirilmiú ve Priapus ve Lampsakus’un üzüm ba÷ları ön plana çıkmıútır. Pisidia’da Ambleda25 úarabı hastalara iyi geldi÷i için birçok yere ihraç edilmiútir ve Laodikea Katakekaumene’nin a÷açsız ovaları en güzel úarapları insanların hizmetine sunmuútur. Sinope ve Themiskyra’nın (Samsun- Terme) etrafındaki Pontus’un tüm kuzey alanı meyve yetiútiricili÷i için oldukça geniú bir alandır ve üzüm asmaları da bu yetiúen ürünler arasındadır ve hatta Phanaroea ve Melitene gibi daha do÷u noktalarda bile izlerine rastlanmıútır. Muhtemelen Anadolu’nun tüm bölgeleri içinde en de÷erli olan bölgesi Sinope ve Trapezus gibi önemli limanları olan Pontus’tur. Sinope, yüzyıllardır ticaret merkezi olmasıyla ün salmıútır. Kıyı boyunca var olan birçok su ürünü zenginli÷ini bünyesine katmıú, birçok lezzetli ürünün yanı sıra, Byzantium’da oldu÷u gibi, tuna balı÷ından burada da lakerda yapılmıútır. Kereste ihtiyacını karúılayan a÷açların yanı sıra üzüm asmaları ve zeytin bolca üretilmiú olup, üzüm, elma, armut ve kiraz gibi pek çok meyve a÷acı da bu bölge de yetiútirilmiútir. Hatta kiraz fideleri damak zevkine düúkün olan Lucullus tarafından yetiútirilmek üzere øtalya’ya götürülmüútür. Fındık ve benzeri türdeki olanlar o derece çok yetiútirildi ki bazı durumlarda yoldan geçen yolcular rahatlıkla toplayabiliyorlardı. Aslında deniz kenarının verimli arazileri her zaman iúgalciler için cazibe merkezi olmuú ve yo÷unlukla karúılaútı÷ımız savaú ve göçlerin ana nedeni olmuútur. Sinope’nin etrafında Kappodokika ve 24 Knidos önce bugünkü Datça ilçe merkezinin 1,5 km kuzeydo÷usunda Dalacak burnu üzerindeki Burgaz mevkiinde kurulmuútu. Sonra Yarımadanın batı ucundaki Tekir Burnu üzerine taúındı. (ç.n.) 25 Anadolu’da Beyúehir gölü ile Seydiúehir arasındaki Kızılca’nın güneyinde yer alan Asar da÷ında bir úehir. (ç.n.) 274 Pontus’un geri kalan bölgelerinde eúine rastlanmayan yumuúak bir yüne sahip olan koyunlar, büyük baú hayvanlar, kazlar ve ördekler oldukça meúhurdur. Arıcılık, burada yaygın olarak uygulanmıú ve Pontik balmumu bu bölgeden farklı amaçlar için ihraç edilmiútir. øspanya’da bazı kabilelerin haraç olarak koküs vermesi gibi, bu bölgede komúu bir kabile, haraçlarının bir kısmını balmumu olarak ödemiútir. Tıbbi amaçlı kullanılan reçine bitkileri, sakız a÷açları, sümbül ya÷ı bu bölgede yetiútirilmiútir. Sonuç olarak özetleyecek olursak, bu bölgede yetiúen ürünlere ilave olarak, bu bölge ticari bir merkez oldu÷undan dolayı Armenia ve Kolkhis’ten gelen ürünler ya deniz yoluyla ya da kara yoluyla bu bölgeden geçmiútir. Kilikia’nın güneyi bir zamanlar korsanlara gemileri için kereste sa÷layacak derecede zengin ormanlara sahipti. Günümüzde ise yaban domuzu ve geyik avı için avcılara mükemmel bir alan oluúturmaktadır. Fakat bu bölgenin en önemli ürünü, Korykus Da÷ı civarında yetiúen, Roma ve øtalya’ya sadece çeúni ve tıbbi amaçlı de÷il aynı zamanda parfüm yapımı için gönderilen safrandır. Pek çok çeúit mısır ve kızıl bu÷day burada kendileri için uygun topraklar bulmuúlardır. øncir, zeytin, hurma ve üzüm asması burada oldukça verimli bir úekilde yetiútirilmiú ve Kilikya lahanası çok meúhur oldu÷u için, tohumu øtalya’ya götürülmüútür. Kayalıklı ve girintili çıkıntılı bir sahile sahip olan bu bölgede, birçok ticari gemi, buranın limanlarına giriú çıkıú yapmıú ve ço÷unlukla bölgenin reçine bitkilerinden elde edilen merhem ve sakız türü ürünleri taúımıúlardır. Pisidia ve Kilikia bölgesinde yetiúen süsen çiçe÷inden elde edilen sakız, kara buhur, mor renk elde etmede kullanılan koküs ve Phaselis’te üretilen gül parfümü ihraç edilen ürünlerden birkaçıdır. Selge’nin etrafındaki bölge verimli arazileriyle meúhurdur. Zeytini oldukça iyidir. Süsen çiçe÷inden elde edilen merhemden oldukça övgüyle bahsedilir. Buranın tepelik arazileri keçi üretimine uygundur ve keçi kılından çorap, tayt, çok sıcak tutan “kilikium” adı verilen ve Augustus zamanında çokça øtalya’ya ihraç edilen kıúlık palto vb. ürünler elde edilmiútir. Tarsus, çadır üretimi ile meúhurdur. Hatırlanaca÷ı üzere St. Paul profesyonel bir çadır imalatçısıydı. øçinde barındırdı÷ı medeniyetinin geçmiúi, geçmiúte ve günümüzde geliúen birçok úehre sahip olması, tarımsal zenginli÷i, sanayisi ve zengin nüfusuyla ününe ün katan, Asya’nın bir eyaleti olarak bilinen Anadolu, Roma ømparatorlu÷u’nun en önemli alanlarından birisidir. Anadolu’nun birkaç úehri Roma ømparatorlu÷u’nun kült merkezi olmakla onur duymuúlar ve bu bereketli topraklar “Anadolu’nun baúrahibi olma unvanını” almak için birbirleriyle rekabet ederek her biri kendi adayını çıkarmıútır. Deniz sahilleri deniz ürünleri açısından hayli zengindir. Linon’dan gelen kabuklu deniz ürünleri dünyanın en lezzetlileridir. Ephesus’un istiridyesi gurmelerin gözünde hayli de÷erlidir. Anadolu’nun sahilleri “purple fishery” olarak adlandırdı÷ımız kraliyet için önem arz eden erguvan rengini elde etmede kullanılan deniz ürünleri ile de ünlüdür. Sardis civarındaki ovalar oldukça bereketli olup, Strabon sık sık buranın topraklarının bereketlili÷ine vurgu yapar. Ayrıca, bu bölgenin ovaları 275 ve bayırları hayvancılık için otlatmaya uygundur. Milesia koyunlarının yünü hep talep edilen bir yün türü olmuútur. Laodikea yünü en iyi olarak ortaya çıkmasından sonra kalite olarak üçüncü sıraya düúmüútür. Bu úehir, adını yünlü elbise üretimiyle duyurmasından sonra North Gallia dokumacılarıyla yarıúır hale gelmiútir ve buradan gelen dokuma tezgâhları sayesinde Nervian cloak (kaban) diye adlandırdı÷ımız giysileri taklit etmeye baúlamıúlardır. Nerenin yünü iyiyse bilin ki mutlaka oranın kumaú boyama sektörü de oldukça geliúmiútir ve bundan dolayı da yünü rafine etmek için belli kökler kullanılır ve koküs boyası uygulanır. Hierapolis’in suyu, murex (dikenli salyongoz) ve koküs gibi kökboyaları yüne katıldı÷ında eúit parlaklık sa÷lama da oldukça etkindir. St. Paul’un Yunanistan’de tanıútı÷ı Lydia adındaki bir kadın, Thyateira’ya bir “erguvan satıcısı” (purple seller) olarak geldi÷i zaman, Thyateira kenti, kraliyet için asil bir renk olan mor renkli ürünleri satan meúhur bir kent oldu. Plinius, en iyi yermantarlarının Asya’dan özellikle Mytilene ve Lampsakus26 civarındaki bölgeden geldi÷ini ifade eder. Bu bölge ayrıca bünyesinde reçine taúıyan a÷açlarla da dolu olup, Pergamum kralları bu tür a÷açları burada yetiútirmek için çaba sarf etmiúlerdir. Bu yüzden bu bölgenin sarısabır (aloe) ve elmalarına de÷er verilmiú tonlarca incir ve di÷er meyveler kurutularak ve konserve edilerek øtalya’ya ihraç edilmiútir. Son olarak Anadolu’nun de÷iúken popülâsyonu hakkında bir úeyler söyleyebiliriz. Sahil kesiminde oturan halkın alıúılmadık derecede ticarete ilgisi vardı ve Roma ømparatorlu÷u bünyesinde bu özelli÷ini uygulamak için ola÷anüstü bir imkâna sahip oldu. Kıvrak zekâları, uyumlu karakterleri, iyi e÷itimleri ve düzgün konuúmaları ile hızlı bir úekilde kozmopolit bir toplulu÷a sahip olan Roma’ya ayak uydurdular. Doktorları emsalsizdir; bir doktor isminin azat edilmiú Yunanlı bir köleden olması oldukça úaúırtıcıdır. Onların nitelikleri onların yüksek mevkilerde görev almasına neden olmuútur. Yunanlı doktorların sadece imparatorlu÷a ait mahkemelerde veya Erken Dönem ømparatorlu÷un vazgeçilmez azatlı kölelerinde görebilmemiz bu gerçe÷in farkına varabilmemiz için yeterlidir. Josephus’a göre, Anadolu’da özellikle øonia bölgesinde, önemli oranda Yahudi yerleúimi vardır. Bu gözlemi, Yeni Ahit’in Resullerin øúleri adlı bölümde, ticari amaç için yola çıkan Thyateira’lı Lydia ve Pontus’lu Aquila’nın seyahatlerinde, u÷radıkları her úehirde sinagog ile karúılaúmalarından anlayabiliyoruz. Zengin úehirlerle dolu, bu tür geliúmiú bir bölgede, esnaf loncaları yerel politikada önemli rol oynar. Buna en güzel örnek gümüúçü olan Demetrius ve arkadaúlarının çıkardı÷ı kargaúadır. Hatzfeld’in ola÷anüstü makalesinde, bizim dönemimizin birinci yüzyılında Anadolu’da ikamet eden øtalyan tüccarlar ya yerel rakipleriyle girdikleri rekabetin getirdi÷i stresten dolayı çekip gitmiúler ya da birleúmek zorunda kalmıúlardır. Fakat bu ticaretin azaldı÷ı anlamına gelmemelidir. Plinius, Bithynia’ya gitti÷i zaman burada 26 Çanakkale Bo÷azı’nın Marmara Denizi yanındaki giriúinde, Anadolu kıyısında ilk ça÷ kenti.(ç.n.) 276 görmüú oldu÷u ekonomik çöküntünün nedenlerini, bölgenin dengesizli÷inden ziyade Bithynia’ya da ki yetkililerin duyarsız ve savurgan harcamalarına ba÷lamıútır. Birinci yüzyılın sonlarına do÷ru Roma ømparatorlu÷u’nun do÷usunda tedrici bir de÷iúiklik gözlemlendi. øtalyanların yerine büyük çapta yerel tüccarlar ticarete el atmaya ve hatta øtalya’da ve Roma’da yerleúmeye baúladılar. Sahip oldukları kayda de÷er adaptasyon becerileri ve kendi ırklarını ön plana çıkarmama gayretleri, øtalyanlara göre daha iyi oldu÷u için baúarılı olmaları insanları úaúırtmamalıdır. Hiciv yazarları bunların her yerde olmalarını sert bir úekilde dile getirmiúlerdir. Bu gelen rüzgârla birlikte, yanlarında kuru erik, incir ve mürdüm eri÷i (damson) getirmiúler ve yerleútikleri yerde geliúmiúlerdir. Hatta baúkentin ötesine de uzanarak, kuzeybatının vadilerine do÷ru mücevherat, süs eúyaları, kaliteli iúçilik ve lüks tüketim araçlarıyla birlikte yönelmiúler. Moguntiakum’da, Nikomedia’dan getirilmiú Bithynia eserlerine rastlayabiliriz. Bithynialılara ait izlere bazı yazıtlarda da rastlanır. Burdigala’ya döndü÷ümüz zaman, Helvetiiler arasında Lydialılara ait bir kuyumcuya rastlayabilirken, ülkenin di÷er bölgelerinden Kappadokialılar ve Karialılara ait olanlara da rastlayabiliriz. Hatta Britanya’ya kadar uzanmıúlardır ve Lindum’da Asyalı Yunanlılara ait bir yazıt ele geçmiútir. Her úehirde doktorlarını görebiliriz. Gidiúat tersine dönmeye baúladı÷ı zaman, artık eyaletler Romalılar tarafından sömürülmeyecek duruma gelmiú fakat Roma ømparatorlu÷u, nasıl sömürgecilik yapıldı÷ını bu halklara ö÷retti÷i için, onlar, artık Roma’yı sömürmeye baúlayacaktı. Ele geçirilen Yunanistan, kendisini fethedenin edebiyatından daha fazla fatihini tutsak aldı. 277 278 E-DEVLET UYGULAMALARININ HøZMET KALøTESøNE ETKøLERø Dr. H. AIpay Karasoy ÖZET Ülkemizde üzerinde yeni yeni durulmaya baúlanan e-devlet, verimlili÷i artırmak amacıyla ve ça÷daú toplum olmanın bir gere÷i olarak ortaya çıkmıútır. Bu anlamda yönetenlerle yönetilenler arasındaki her türlü ödev ve yükümlülüklerin karúılıklı olarak “dijital ortamda” sürekli ve güvenli bîr biçimde gerçekleútirilmesi anlamına gelmektedir. Küreselleúme, dünya ülkelerinin birçok alanda birbirine ba÷ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir. Böylelikle dünyada siyasal sınırlar ortadan kalkmıú ve dünya küresel bir köy haline gelmiútir. Bu yapıda devletler, etkinliklerini artırmak için, biliúim teknolojilerinin alt yapılarından yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda sürdürmeye baúlamıútır. Bu uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla anılmaktadır. Internet kullanımı hayatımızda birçok kolaylıklar sa÷lamasının yanında bir takım sorunlara da yol açmıútır. Internet kullanımının yaygınlaúması edevlet uygulamasına geçiúi de hızlandırmıútır. Günümüz kamu yönetiminin vazgeçilmezi haline gelen e-devlet birçok kamu hizmetinin görülmesinde hız ve etkinlik sa÷lamıútır. Bu çalıúmada, internetin Türkiye’de geliúimi ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan e- devletin geliúimi ele alınıp incelenecektir. Anahtar kelimeler: ønternet, E-devlet, kalite THE EFFECTS OF E-GOVERNMENT SERVICE QUALITY APPS ABSTRACT E- Government which has recently been signifıcant in our country eınerged as a must of being a modern society and to increase effîciency. in that manner, it means the realization of mutual duties and responsibilities between people who govern and those who are governed in the “digital space”. However, it seems that, the concept of e-government that we deiined in a general manner is discussed in various places where different aspects of it are emphasized. Globalization, become dependent each other of world countries in many areas is stated. In this way political boundaries have disappeared and the world has become a global village. These states taking advantage of their information technology infrastructure and has begun to pursue their services on electronic context for increase their effectiveness. All of these applications be called with E-Government concept. 279 Beside the facilities,the internet usage,also gives rise to some kinds of problems in our lifes.Becoming prevalent of the internet usage also hastaned the transition to e-state pracîices.the e-state practices which are today indispensable for public adminirastions,bring ınomentum and effıciency. In this paper the emergence, development in Turkey and the problems of the internet will be analized. Key words: Internet, E-goverment, Qality 1- GøRøù Ça÷ımız koúullarında devletlerin yapısı hizmet devletinden çok refah devletine dönüúmektedir. Bu ba÷lamda, devletin esas unsurunu teúkil eden bireyler ve kurumlar için en etkin hizmet úekli - vakit nakittir ilkesinden hareketle - hızlı ve etkin bir biçimde istenileni yerine getirmektir. Bunu yapabilmek için devletler ve kurumlar, teknolojik geliúmeleri sürekli takip ederek bürokrasi basamaklarını mümkün olan en alt seviyeye indirgemeye çalıúmaktadırlar. Etkin ve hızlı karar alabilen ve bunları uygulamada baúarı sa÷layan toplumlar önemli yerlere gelmiúlerdir. Günümüzde organizasyonların baúarılı olmalarının en önemli koúulu, sunulan ürün ve hizmetin hedef kitleye, en düúük maliyetle, hızlı ve kaliteli bir úekilde sunulmasına ba÷lı oldu÷u büyük ço÷unluk tarafından kabul edilmektedir. Kalite-Maliyet-Terinin üçlüsü hayatın her alanında karar verme aúamasında karúımıza çıkmaktadır. Kamu yönetiminde yeni yeni uygulanmaya baúlanan E-Devlet uygulamaları ile devletin hedef kitlesine sundu÷u hizmetlerde bilginin en bilinen paylaúımı olan internet tabanlı biliúim teknolojilerinden faydalanılmakta, bürokratik engeller azaltılarak kalite-maliyettermin üçlüsü en iyi úekilde birleútirilmektedir Bu çalıúmada E-Devlet sistemi, bu sistemin ortaya çıkıúı, iúlevleri, uygulama aúamaları ve karúılaúılan sorunlar ile E-Devlet yardımıyla hizmetlerde kalitenin nasıl yükseltilebilece÷i konularına açıklık getirilmeye çalıúılmıútır. E-Devletin özelliklerinden yola çıkarak Türk kamu yönetimi hizmetleri üzerine etkileri ve E-Devlet uygulamaları, dünyadan örneklerle kıyaslanmıútır. E-Devletin önündeki engeller ve E-Devlet uygulamalarının temel bileúenlerinden olan, internet ve di÷er teknolojilerin kullanımı anlatılmıútır. 2- E-DEVLET’øN ORTAYA ÇIKIùI VE øùLEVLERø 2.1. E-DEVLET’øN ORTAYA ÇIKIùI Elektronik devlet, birey ve kurumların herkesin ulaúabildi÷i veya kısıtlı sayıda kullanıcı tarafından ulaúılabilen kapalı a÷ ortamlarında yazı, ses ve görüntü gibi sayısal bilgilerin iúlenmesi, eriúilebilmesi, saklanması temeline dayanan ve bir de÷er yaratmayı amaçlayan kamu hizmetlerinin tümüdür. 280 E-Devlet, kamu kurumlarının biliúim teknolojileri (en yaygım örnek olarak, interneti, mobil iletiúim vb.) kullanarak vatandaúlar, iúletmeler ve di÷er devlet birimleri arasındaki iliúkilerini devam ettirmesidir. (Erdal,2002:165-180) Kamu yönetimine ait verilere ulaúmada vatandaúlara, örgütlere ve Örgüt çalıúanlarına kısaca tüm kuruluúlara kamu hizmetlerinin sunulmasında biliúim teknolojilerinin ve özellikle de internet uygulamalarının kullanılması E-Devlet olarak tanımlanabilir. (Stowers, 2003) Bilgi ve iletiúim teknolojisindeki hızlı geliúmeler, devletin elektronik hizmetleri kullanmasının baúlıca sebeplerindendir. Buradan hareketle E-Devleti, bilgi iletiúim teknolojilerinin kamusal faaliyetleri desteklemesi amacıyla kullanmaktır úeklinde de tanımlayabiliriz. (Saga,2003)E-Devletin bugünkü konuma gelmesi bir süreç içinde olmuútur. Bu süreci üç dönem halinde inceleyebiliriz: (Leigh ve Atkinson,2003) Dönem 1: ønternetin Bilgi Paylaúımı Amacıyla Kullanılması(1993 1998): Bu dönemde bilgi sunma amacıyla ortaya çıkan E-Devlet tam olarak vatandaúlara interaktif bir hizmet sunmamıútır. Dönem 2: Online Olarak øúlem Yapılması ve Hizmet Sunulması(1998 2001): Kamu yönetimine ait siteler doksanlı yılların sonlarından itibaren bilgi sa÷layıcı konumundan iúlemsel modele do÷ru geçiú yapmaya baúlamıúlardır. Elektronik posta ile bilgi gönderimi online iúlem tamamlamaları çeúitli vergileri, sigorta primlerinin belgelerini internet yoluyla elde edebilme bu dönemin önemli hizmetlerindendir. Dönem 3: Web Sitelerinin Bütünleúmesi (2001 - 2004): Bu dönemde kamu kuruluúları, kendilerinin üretmedikleri hizmetlerde dâhil olmak üzere web siteleri vasıtasıyla vatandaúlara geniú kapsamlı hizmet vermeye baúlamıúlardır. 281 ùekil 1: Bilgi Ça÷ında øliúkilerin Yeni Açılımı Kaynak: E-Governance - an ÎT Enablerd Theme Of Governance, www.adb.org/Documents, s:2 Eriúim: 20.01.2003 E-Devlet; kamu hizmetlerinin eriúim ve yaygınlı÷ını, hizmet üretim ve yönetim sürecine vatandaúların katılımını artırmak, devlet kurumlarının daha rasyonel ve verimli iúlemesini sa÷lamak gibi üç amaca hizmet eder. ønternet ve hizmetlerinin yaygınlaúması sayesinde kamu kurumlarında çalıúanların ve çalıúmaların verimlili÷i büyük ölçüde artarken, devlet-vatandaú iliúkisinin boyutu da de÷iúmektedir. E-Devlet uygulamalarıyla, devlet daha etkin çalıúacaktır. Yeni iletiúim araçları ile çalıúanların iletiúimini ve bilgilerin paylaúım imkânlarını güçlendirecektir. Uzaktan ö÷renme gibi teknolojik araçlar ile yer ve zamandan ba÷ımsız iletiúim kurulabilecektir. Ayrıca, veri görselleútirmesi, veri entegrasyonu ve dijital kütüphane teknolojileri gibi bilgi yönetimi araçları, bilginin kullanımı ve yaygınlaútırılmasına olumlu katkılarda bulunacaktır. Veri ambarları gibi teknolojiler, farklı kaynaklardan bilgiyi bir araya getirecek, bunun yanı sıra veri yönetimi ve bilgi arama araçları, birçok konuda planlama ve de÷erlendirme amaçlı olarak kullanılabilecektir. (Bilen ve ùanver,2002:101118) 2.2. E-DEVLET UYGULAMASININ øùLEVLERø Devletlerin, yapıları ve do÷aları gere÷i kapalı bir sisteme sahip oldukları görülmüútür. Bu yapılarından dolayı denetimci ve bilgiyi paylaúmayan mekanizmalardır. øçe kapanık bu sistem, vatandaúlar tarafından çeúitli vasıtaları yardımıyla kırılmaya çalıúılmıútır. E-Devlet uygulamasının en önemli iúlevi 282 devleti açık hale getirmesi bir anlamda saydamlaútırmasıdır. E-Devlet, bu iúlevi nedeniyle vatandaúına olabildi÷ince yakın, olabildi÷ince saydam ve olabildi÷ince etkin hizmet sunan devlet olarak tanımlanmaktadır. Bilgiye eriúme hakkı, ça÷daú devletlerde tüm bireylerin hakkı olarak kabul görmekte ve devletin dünü, bugünü ve yarını ile ilgili bilgi edinme olanakları, kendilerine sunulmaktadır. østenilen bilgiye, istenilen zamanda, do÷ru bir úekilde ulaúmayı sa÷lamaktadır. E-Devletin iúlevlerinden biri de iúlem maliyetlerini ve sürelerini azaltmasıdır. Devlet yerine getirmesi gereken faaliyetleri E-Devlet uygulamasıyla, daha ucuza, daha kaliteli ve daha kısa sürede yapabilecektir. Giderek bürokratikleúen devlet kurumları, yükü taúıyamaz duruma gelmektedir. Kâ÷ıda dayalı iúlemler, iúlem süresini uzatmakta, ayrıca iúlem maliyetlerini bir hayli artırmaktadır. E-Devlet uygulamaları, bu maliyetleri ve süreleri azaltacak, etkinlik ve verimlili÷i arttıracak aynı zamanda vatandaú oturdu÷u yerden her türlü iúini halledebilecektir. E-Devlet her düzeyde vatandaúın yönetime katılımını sa÷layacaktır. Biliúim kültürünün yaygınlaúması ile katılımcılık kültürü de geliúecektir. (Yücetürk,2002:145-164) E-Devlet doküman yönetimine de kolaylık getirecektir. Bugün birçok geliúmiú ülkede hızla kâ÷ıtsız ofis ortamı çalıúmaları sürdürülmektedir. Türkiye’de arúivler kâ÷ıtlarla doludur ve bu arúivler gün geçtikçe dolmaktadır. E-Devlet uygulaması ile bu yüklerden kurtulmak mümkündür.(Yücetürk,2002:145-164) E-Devlet uygulamasının baúarısı, telekomünikasyon altyapısı, yasaldüzenleyici ortam, mali kaynaklar ve kamu organizasyonlarının bilgi teknolojileri ile olan iliúkileri gibi alanlardaki geliúmelere ba÷lıdır (www.sayıútay.gov.tr): Telekomünikasyon altyapısı: Dijital a÷ úebekeleri olmadan E-Devlete girmek mümkün de÷ildir. Ülkenin fiziksel koúullan ve telekomünikasyon alt yapısı bilinerek E-Devlet çalıúmaları úekillendirilebilir. Yasal ve düzenleyici çevre: Telekomünikasyon altyapısının E-Devlete uygun olarak geliútirilmesi veya yeniden yapılandırılması çok büyük yatırımlar gerektirir. Oysa birçok ülkenin bu maliyeti karúılayabilecek gücü yoktur. Bu yüzden özel yatırımlar teúvik edilmeli ve kanuni düzenlemelerle internet servis sa÷layıcıların arasındaki rekabet yükseltilmelidir. Mali kaynaklar: Kamu kurumları kamusal hizmetleri çevrimiçi sa÷larsa, bunun için hazine tarafından desteklenmeleri gerekir. E-Hizmet tesliminin bedeli tamamen karúılanamaz ise, kamu kurumları hizmetleri sunmak için fiyat talep edecekler ya da hizmetin teslimi özel sektörce yerine getirilecektir. 283 Kamu organizasyonlarının bilgi teknolojileri ile iliúkisi: Devlet kurumlarının bilgi teknolojileri ile olan ba÷lantısı bilinirse E-Devleti ve etkinli÷ini anlamak daha kolay olacaktır. Kamusal organizasyonların etkinli÷i, yönetim kalitesi ve üyelerin performansına ba÷lıdır. 3- E-DEVLETøN YAPISI ve AùAMALARI E-Devletin kamu idari birimleri arsındaki iliúkileri ve çalıúanları arasındaki iliúkileri ile vatandaúlar ve özel iúletmeler arasındaki iúlemlerden oluúan bir yapısı vardır. ùekil 2: Vatandaú - Devlet- øúletme øliúkisi Kaynak: E-Governance - an ÎT enablerd Theme Of Governance, www.adb.org/Documents, s:6 Eriúim: 20.01.2003 E- Devletin aúamalarını sıralayacak olursak(larrain, 2003:14); - Vatandaú ve iúletmelerin internet ortamından yararlı bilgilere ulaúması, - øç finans yönetim sistemlerinin bütünleútirilmesi, - Direkt iletiúim için gerekli yapılanma (firmalar, devlet ve vatandaú arasında) - Elektronik hizmetlerin sa÷lanması, - Devletin, geniú portallar oluúturma sıralanabilir. Tüm dünyada oldu÷u gibi Türkiye’de de bütün kurumlar ça÷ın gerektirdi÷i hız ve etkilili÷e ulaúabilmek için bilgi teknolojilerine büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Türkiye’de yapılan bu yatırımlar sadece kamu kurumlarının hızlı ve etkili kamu hizmet sa÷lamalarının bir sonucu de÷il aynı zamanda Avrupa Birli÷i ile olan uyum çabalarının bir sonucudur. Türk kamu yönetiminde hem merkezi yönetimler düzeyinde hem de yerel yönetimler 284 düzeyinde e-devlet ve e- bürokrasi uygulamaları mevcuttur (Leblebici vd.2003:501-512) 4- E-DEVLET UYGULAMALARININ SORUNLARI E-Devlet uygulamalarını e-iú uygulamalarından ayıran en önemli faktör uygulamanın çok yönlülü÷ü ve çeúitli÷idir. Bir devlet uygulaması hem vatandaúları, hem úirketleri hem de birçok kamu kurumunu aynı anda içine alabilmektedir. 20 ülkede yapılan bir araútırmada E-Devlet uygulamalarında karúılaúılan sorunların birbirleriyle paralellik gösterdi÷i tespit edilmiútir (Jupp,2000:l) Bu sorunların baúında E-Devlet uygulamasına nereden baúlanaca÷ı ve nasıl baúlanaca÷ı gelmektedir. E-Devlet uygulamalarında karúılaúılan sorunları; politik sorunlar, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar ve teknolojik sorunlar olmak üzere 4 ana baúlıkta toplayabiliriz. (Backus,2001:3). Bunları açıklayacak olursak: Politik Sorunlar: geliúmekte olan ülkelerde E-Devlet uygulamaları demokratikleúme reformları ile birlikte uygulanmaktadır. Internet bu konuda itici bir güç ve modernleúme simgesidir. Ancak geliúmekte olan ülkelerin kısıtlı bütçeleri internetle ilgili kanuni düzenlemelerinin olmayıúı, bir problem çıktı÷ında bunu devlette bir üst düzey birimin sahiplenmeyiúi, karar verme mekanizmasının iúlemez derecede yavaú olması ve seçimlere dayalı kısa vadeli hükümet stratejileri bu ülkelerin E-Devlet uygulamalarının önündeki politik engeller olarak sayılabilir. Sosyal Sorunlar: E-Devlet uygulamaları için yetiúmiú insan gücü gerekmektedir. Geliúmekte olan ülkeler, bu konuda insanları yetiútirmek isteyecek ama geliúmiú ülkelere göre çok yetersiz kalacaktır. Ayrıca, nitelikli insanları devlet kurumlarında tutmak için, özel kurumlarla rekabet edilmesi zorunda kalınacaktır. Ayrıca geliúmekte olan ülkelerdeki di÷er sorunları, beyin göçü, de÷iúime tepki, kiúilik haklarının çi÷nenmesi úeklinde sıralayabiliriz. Ekonomik Sorunlar: Özel kurumlar, ister yerli ister yabancı olsun, yaptıkları yatırımları de÷erlendirmek isteyecek bunun sonucunda, hükümetin esnekli÷ini önleyecektir. Ancak bütçeler kontrol edilmezse, bu yolsuzluklara yol açacaktır. Teknolojik Sorunlar: Yetiúmiú iú gücünün bulunması zorlu÷u, yüksek maliyetlerde bilgi eriúim, lisanssız yazılımlar, verilerin karmaúıklı÷ı gibi birçok sorun vardır. 5- HøZMET KALøTESø VE E-DEVLET øLøùKøSø Kalite kavramı, kiúiden kiúiye ve kuruluútan kuruluúa, de÷iúen amaçlara göre, zaman ve mekan farklılıkları da göz önünde tutularak, farklı biçimlerde tanımlanmıútır. Kalite konusunda herkesin kabul etti÷i ortak tanımları úöyle sıralayabiliriz; 285 − Juran’a göre kalite, kusursuzluktur, ürün ve hizmetlerin kullanıma olan uygunluk derecesidir, müúteri tatminini sa÷lamak amacıyla ürün ve hizmetlerin müúteri gereksinimlerine uyum koúullarını tanımlayan özelliktir. (Juran,1988: 22) − Crosby’e göre kalite, üretilen ürünün belirtimlerini karúılaması gerekti÷ini ortaya koyar ve bir ürün veya hizmete ait yerine getirilmesi gereken asgari karakteristikleri belirtir. (Crosby, 1979:26) − Taguchi’ye göre kalite, üretilmiú olan ürün ve hizmetlerin da÷ıtımdan sonra toplumda neden oldu÷u minimum zarardır (Bozkurt, 1998: 13) − Ishikawa’ya göre ise kalite kontrolü uygulamak, en ekonomik ve kullanıúlı ve tüketiciyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geliútirmek, tasarımını yapmak ve üretmek ,satıú sonrası hizmetleri vermektir. (Tekin:1999:64) − Yine benzer úekilde kalite, bir ürün yada hizmetin, önceden belirlenen veya olabilecek ihtiyaçları karúılama kabiliyetine dayanan özelliklerin toplamıdır.(Efıl,1998:6). Bu tanımlar incelendi÷inde, kalite ile ilgili dört temel faktörün öne çıktı÷ı görülmektedir. Bu faktörler; • Ürün ve Hizmet: Ürün bir mamul veya hizmet olabilir ve bir sürecin amacına ve türüne göre, elde edilen temel çıktıdır. • Ürün ve Hizmet Özelli÷i: Ürün veya hizmetlerin müúteri beklentilerini karúılayabilme özelli÷idir. Hizmet sunumu veya mamul üretimi yapılırken verilmesi gereken tüm özelliklerdir. • Müúteri: Ürün veya hizmet, tüketen veya kullananların tamamıdır. • Uygunluk: Ürün ve hizmetlerin, Müúteri tatmini sa÷layacak niteliklere ve gerekliliklere olan ulaúma derecesidir. Hizmet kalitesi ise; müúteri beklentileriyle gerçekleúen hizmet performansının karúılaútırılmasıdır(Diken: 1998,97). Hizmet kalitesi için net bir tanım yapmak ve kaliteyi ölçmek oldukça zor bir iútir, zira üretilen hizmetlerin kalitesinin nasıl oldu÷u üreticilerden çok o hizmeti alan tüketiciler tarafından belirlenir ve üretilen hizmet tüketicinin beklentilerine cevap verdi÷i ölçüde be÷eni kazanır(Karahan:2000:116) Günümüzde birçok geliúmiú ya da geliúmemiú ülke de, hantal bir úekilde büyüyen devlet, kronikleúen kamu açıkları ve ekonomik istikrarsızlıklarla, vatandaúların beklentileri arasında güç bir seçim yapmak durumunda kalmıútır. Özellikle geliúmekte olan ülkelerde, sosyal devlet anlayıúı 286 do÷rultusunda hükümetlerin etkin olamamaları e÷itim, sa÷lık ve altyapı gibi temel kamu hizmetlerini yerine getirememeleri veya yerine getirmek için yeterli sayıda ve yeterli donanıma sahip personeli istihdam edememelerinin olumsuz etkileri görülmektedir. Bu durum, devletçe sa÷lanan hizmetlerin birço÷unun etkin olmamasına ve sosyal amaçlar açısından baúarısızlı÷a, üretimin özel sektöre kıyasla daha kalitesiz, daha pahalı yapılmasına ve devlet yapısında politik yozlaúmalara yol açmaktadır. Devlet hizmetlerinde etkinli÷i ve kaliteyi artırabilmenin yolu, kırtasiyecili÷i azaltmaktan ve hizmet kalitesini yönetmekten geçer. Toplam Kalite Yönetimi ise, bu yönetim için en etkili araçların baúında gelmektedir. (Gökbunar ve Kovancılar,1998,251-266) TKY uygulamaları ile kamu yönteminde, maliyeti yüksek ve vatandaúları memnun etmeyen hizmetlerin iyileútirilmesi yoluyla hem bütçe hedeflerinin yakalanması hem de hizmet üretim maliyetlerinin düúürülmesi sa÷lanabilmektedir. Ayrıca, hizmet sunulan müúteri kitlesinin tanımlanması ve kuruma vatandaú yönelimli bir hizmet anlayıúının kazandırılması ile kıt olan kaynakların do÷ru alanlara yönlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Tanı katılım, performans ölçümü gibi toplam kalite uygulamaları sayesinde, personelin kuruma ve vatandaúlara, hizmet konusundaki genel anlamdaki kayıtsızlı÷ı azaltılabilmektedir. (Tak,2002:143-159). TKY’nin temel araçlarından olan “sıfır hata, müúteri odaklı yönetim, önce insan anlayıúı ve sürekli geliútirmeye dayalı kalite” anlayıúını kamu yönetiminde uygulanabilirli÷ini oluúturabilecek araçlardan biri de E-Devlet uygulamalarıdır. E-Devlet uygulamaları sayesinde hem kırtasiyecili÷in önüne geçilebilecek hem de teknolojik imkânlardan faydalanılarak daha kısa sürede daha fazla iú yapılabilecektir. Yine bu uygulamalar sayesinde yapılan hataların anında kontrolü mümkün olabilecektir. Biliúim ve iletiúim teknolojilerinin geliúimi özelliklede internet adı verilen küresel iletiúim a÷ı, yönetiúim sürecini geliútirecek, kamu yönetimini etkili ve verimli kılacak, katılımcı ve etkin demokrasiye yeni imkânlar sunacak bir modelin ortaya çıkmasına yol açmıútır. Bu modelin adı “e- devlet”tir(www. stradigma.com). Devlet, milletin; sa÷lık, güvenlik, e÷itim, savunma, haberleúme gibi temel gereksinimlerini karúılamak üzere mal ve hizmetleri üretir. Ekonomik kalkınma ve toplumsal refahın atmasıyla birlikte, toplumun, devletin yerine getirdi÷i hizmetlerin kalitesine olan beklentisi artmaktadır. Vatandaúlar, hükümetlerden çalıúmalarında úeffaf olmalarını, kamuda kendilerine daha fazla söz hakkı tanınmasını ve ödedikleri vergilerin iyi de÷erlendirilmesini istemektedirler. Fakat bunun için daha fazla vergi vermeyi de kabullenmemektedirler. Hükümetler, iúleri daha az maliyetle daha kaliteli yapmak zorundadırlar.(Gökbunar ve Kovancılar, 1998,251-266) Di÷er yandan, devletin vatandaúlarının beklentilerine olan d uyarsızlı÷ı, hizmeti erin kalitesinde düúüúe yol açmaktadır. Daha kaliteli hizmet sunmanın yolu Toplam 287 Kalite Yönetimi Uygulamalarından geçmekte iken, daha hızlı ve daha az maliyetle hizmet sunmanın yolu ise E-Devlet Uygulamalarından geçmektedir. Bu uygulamalar sayesinde kalitenin yanı sıra hizmetlerde esnekli÷i ve etkinli÷i de sa÷lamak mümkün olabilecektir. Bir yönetiúim modeli olarak e-devletin nihai hedefi, “e-demokrasi” olarak konumlanmaktadır. Bu ba÷lamda, e-devlet anlayıúı birer “müúteri” olarak görülen yurttaúlara, etkili, verimli ve düúük maliyetli süreçlerle “kaliteli hizmet” sunmak birinci hedef olmaktadır. Bunun yanı sıra etkin bir yönetiúim süreci olmasının zorunlu sonucu olarak, “her bir yurttaúa demokratik sürece katılmak için güçlendirilmiú fırsatlar sunmak ve hükümetin temsil etti÷i halkın görüú, bilgi ve deneyimlerine ulaúması” için en iyi yol olarak görülmektedir (www.stradigma.com). 6- TÜRKøYE’DE E-DEVLET UYGULAMALARI Türk Telekom’un yapmıú oldu÷u araútırmaya göre,Türkiye de internet ba÷lantısına sahip kiúi sayısı 4-5 milyon gibi bir rakamla sınırlıdır.(www.genbilim.com, 27.01.2009). Bu rakamlar yetmiú milyon nüfuslu bir ülkede son derece komik rakamlardır.Bu rakamların geliútirilmesi E-devlet uygulamaları bakımından son derece önemlidir.Ülkemizde E-Devletle ilgili faaliyetlerden bazıları úöyledir: (Cevdet vd,119-130) − Emekli Sa÷lık Projesi (www.em.ekli.gov.tr) : Sa÷lık iúlemleri otomasyon altına alınacak, harcamalara denetim getirilecek ve kiúisel bazda izleme yapılacaktır. Bu sistemle %35, günlük iúlem tutan ise 2 Trilyon’dur. − Gelirler Genel Müdürlü÷ü Bilgi øúlem Projeleri (VEDOP: Vergi Daireleri Tam Otomasyon Projesi, (www.gelirler.gov.tr): 21 ilde 153 vergi dairesi elektronik ortamda hizmet vermekte ve vergi gelirlerinin %80’i bu illerden sa÷lanmaktadır. − MOTOP (Nakil Vasıtaları Vergi Daireleri Otomasyon Projesi): Mükellef bilgileri, vergi ve trafik cezalarının izlenmesini sa÷lamaktadır. − Maliye Bakanlı÷ı Web Tabanlı Saymanlık Otomasyon Projesi (say2000i): Kamu harcamalarının etkin denetimini sa÷lamak amacıyla 3 Mart 1999’da baúlatılmıútır. − Çiftçi Kayıt Sistemi ve Tanm-net Projesi: Tarım üretiminin denetimini sa÷lamak amacıyla kurulmuútur ve 10 milyon dolann üzerinde bir proje bedeli vardır. − Tapu Kadastro Bilgi Sistemi (TAKBøS): Arazi envanterinin bilinmesi amacıyla kurulmuútur. 288 Tüm bu çalıúmalara karúın Türkiye E-Devlet ve internet kullanımı sıralamasında son sıralarda yer almaktadır. Türkiye zaman kaybetmeden Bilgi Toplumu Bakanlı÷ı kurarak bu faaliyetlerin etkin ve tek elden kontrolünü sa÷lamalıdır. Yukarıda sözü edilen projelerden VEDOP, Biliúim Zirvesi 2002 de “Devletten Bireye kategorisinde” büyük ödüle layık görülmüútür. Bugüne kadar 83 milyon dolar harcanan projenin ikinci aúamasına yakın tarihlerde geçilecektir. Bu uygulamayla vergi toplama oranının %95’lere ulaúaca÷ı öngörülmektedir. (BT Haber,2002:8) Türkiye’nin bugüne kadar ki en büyük çaplı E-Devlet uygulaması ise kısaca MERNøS olarak ifade edilen Merkezi Nüfus ødare Sistemi’dir. ølk aúaması baúladıktan 30 yıl sonra tamamlanan çalıúmada, hayatta olan ve olmayan herkese birer kimlik numarası verilmiútir. Projenin esas amacı, nüfus iúlemlerinin bilgisayarda yapılması, merkezi veritabanının oluúturulması, kimlik numarası verilmesi, taklit edilemeyecek kimlik kartları oluúturmak, her türlü istatistiksel verinin hızlı ve güvenli biçimde elde edilmesidir. Projeye kapsamında halen Ankara ve ilçelerinde, nüfusa yapılan baúvurularda, kayıtlı oldu÷u yere bakılmaksızın, vatandaúların iúlemleri gerçekleútiriliyor. 2003 - 2004 yılında ise, veritabanını kamu kurum ve kuruluúlarına açmak, teknolojik geliúmelere uyumu sa÷lamak ve yeni nüfus cüzdanı projesinin baúlatılması amaçlanıyor. (Bt Haber,2003:6) 7- E-DEVLET UYGULAMALARININ TÜRK YÖNETøMøNøN HøZMET KALøTESøNE ETKøLERø KAMU Türkiye’nin E-Devlet yapılanması dünya sürecine tam anlamıyla hazır de÷ildir. Ülkemiz E-Devlet konusunda mesafe kat etmiútir. Ancak bunun yeterli oldu÷unu söyleyemeyiz ve aynı zamanda bunun tabana yayılması da gerekmektedir. E-Devlet kullanımının artması için kiúisel bilgisayar sahipli÷i ve internet kullanımının da artması gerekmektedir. TNS(2001) tarafından yapılan ve 36 ülkeyi kapsayan “Global E-Ticaret Raporu’nda” araútırma yapılan ülkelerde ortalama olarak toplam nüfusun % 31’i internet kullanmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144) Bu araútırmada Türkiye’de internet kullanımı 2000 yılında %18 iken 2001’de % 16ya düúmüútür. Online alıú veriú ortalama % 15 iken Türkiye’de % l ile en düúük seviyededir. Ülkemizde belediyelerin web sayfalarını konu alan bir araútırma yapılmıú ve bunun sonuçlarına göre web sayfalarında sadece yörelerin tarihi ve turistik güzelliklerinin tanıtıldı÷ı görülmüútür. Buna karúın E-Devlet uygulamalarının yönetimsel bilgi ve hizmetler ile geri bildirim özelliklerine göre tasarlanmıú sayfaların az sayıda belediye web sayfasında bulundu÷u tespit edilmiútir. Bunun en büyük 289 sebebinin belediyelerdeki yetiúmiú personel eksikli÷i ve halkımızın bu yönde bir hizmet talebinin olmayıúından kaynaklandı÷ı tespit edilmiútir. Günümüzde, dünya ülkelerinde özel sektörün oldu÷u kadar, devletle ilgili iúlemlerin ço÷u da elektronik ortamlarda gerçekleútirilmektedir. Memur ve iúçi alımı, vergi ödemek, vergi iadelerini almak, emeklilik formları doldurmak, evlilik iúlemleri bunun en açık örnekleridir. Türkiye’de özel sektör ve vatandaú, bürokratik yapının a÷ırlı÷ı yüzünden kararlarında isteksizlik göstermektedir. Yapılan bir araútırmadan elde edilen bulgulara göre Türkiye, dünyada bürokratik iúlemlerin yo÷unlu÷u bakımından 13’üncü ülke konumundadır. Türkiye’de yapılan bir yatırımı tamamlamak için 172 adet imzaya ihtiyaç duyulmaktadır. øúletmelerin faaliyet süreleri toplamının yüzde 20’si bürokrasi tarafından heba edilmektedir. Bu bürokratik yapı zaman kaybı, iúlem kaybı, kaynak kaybı, moral kaybı anlamına gelmektedir.Türkiye’de resmi bir rakam olmamasına ra÷men, bürokrasinin maliyetinin çok önemli boyutlara ulaútı÷ı bir gerçektir. Bu bürokrasinin sonucunda ise etkinlik oranı düúmektedir. Kamu tarafından yapılan yazıúmalarda harcanan, ka÷ıt, mürekkep, zarf, dosya, moral ve zaman kaybı dikkate alındı÷ında müthiú bir israfın oldu÷u anlaúılmaktadır.(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144) Devleti, hantal yapısından ve etkinsizlikten kurtarmak için, küçük, dinamik ve güçlü kurumlarla çalıúabilen bir yapıya kavuúturmak gerekmektedir. E-Devlet uygulamalarının bürokrasi kaynaklı engelleri ortadan kaldıraca÷ı ve devletin daha etkin bir iúleyiúe kavuúturaca÷ı muhtemeldir. Devletler sadece internet teknolojisinden yararlanmakla kalmayıp, aynı zamanda internet ekonomisinde yol gösterici olmaları gerekmektedir(Ulusoy ve Karakurt, 2002:131-144). E-Devlet hükümetin kamu hizmetleri yapısını de÷iútirmek ve modernleútirmek için kullandı÷ı bir araç olarak algılanmalıdır. E- Devlet,halka daha iyi hizmet sunmak için geliútirilen iletiúim kanallarının tümü olarak algılanmalıdır.E-Devlet kamu hizmetlerindeki sorunları mucizevî bir úekilde çözen donanım/yazılım ürünlerinin tümü ya da kamu hizmetindeki elektronik ve teknolojik hedefleri yakalamak de÷ildir.E- devlet kamu hizmetlerinin halka odaklanmasıdır(www.genbilim.com). SONUÇ Küreselleúme günümüzün en önemli kavramlarından biri olarak karúımıza çıkmaktadır. Küreselleúme, dünya ülkelerinin birçok alanda birbirine ba÷ımlı hale gelmelerini ifade etmektedir. Böylelikle dünyada siyasal sınırlar ortadan kalkmıú ve dünya küresel bir köy haline gelmiútir. Bu yapıda devletler, etkinliklerini artırmak için, biliúim teknolojilerinin alt yapılarından yararlanarak, hizmetlerim elektronik ortamda sürdürmeye baúlamıútır. Bu uygulamaların tamamı E-Devlet kavramıyla anılmaktadır. 290 Türkiye’de internete dayalı uygulamaların geliúmemesinin en önemli nedenleri, yasal düzenlemelerin yetersiz oluúu, eriúimin yavaú oluúu ve verimli olmayıúı, yetiúmiú insan yetersizli÷i olarak gösterilebilir. Ülkemizde internet kullanım oranını artırmak için bu sorunlar giderilmelidir. Ayrıca internet kullanmayı bilmeyen vatandaúlar için kurslar açılmalı broúürler bastırılmalı ve bu konuda e÷itilmeleri sa÷lanmalıdır. E-Devlet aracılı÷ıyla yönetimler, daha hızlı, daha verimli ve daha etkin hizmet sunarak ülkeler arasında, hizmet düzeyinde rekabet etmektedirler. Vatandaúlar ise, bu sayede resmi evraklarla, bürokratik yapı ve bürokratik iúlemler ile daha az u÷raúarak, yönetiúim kavramına uygun olarak aktif bir úekilde karar alma mekanizmalarında yer almaktadırlar. Ülkemizi uygarlık alanında ileri seviyelere taúımak için, güncel donanımlara sahip, bilgiyi uluslar arası kullanım standartlarına göre elde eden, iúleyen, saklayabilen bir yönetim sistemi yaratarak evrensel düzeylere ulaútıran ve eksikliklerini gideren uygulamalar yürürlü÷e konmalıdır. Bu amaçla dünyadaki teknolojik geliúim ve de÷iúimlere ayak uyduran yönetim modelleri benimsenmelidir. KAYNAKLAR BACKUS, Michiel, “E-govarnence in Developing Countries”, International Instute for Communication and Development Research Brief, No: l March 2001 BøLEN, Mahmut, Cahit ùanver, “Geniúleyen Devletin Bunalımı ve E-Devlet”, 1.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke - øzmit BOZKURT, Rıdvan, Kalite øyileútirme Araç ve Yöntemleri, MPM Yayını, No:630, Ankara, 199 8 CROSBY, Philiph, Quality is Free, Mc-Graw Hill Company, New York 1979 DøKEN, Ahmet, Sanayi ve Hizmet øúletmelerinde Toplam Kalite Yönetimi, Konya Ticaret Odası Kültür ve E÷itim Yayınlan Yayın no:8, Konya 1998 EFøL, øsmail, Toplam Kalite Yönetimi ve Toplam Kaliteye Ulaúmada Önemli Bir Araç ISO 9000 Kalite Güvencesi Sistemi, 3. baskı, VipaúYayın Sıra No:l, Ceylan Matbaacılık,Bursa ùubat 1998 E-Governance - an IT Enablerd Theme Of www.adb.org/Docunıents, 7.9.2000, Eriúim: 20.01.2003 Governance, En øyi E- Devlet Projesi:VEDOP, BTHaber, sayı 387, 16-22 Eylül 2002 ERDAL, Murat, , “Elektronik Bilgi Ça÷ında Kamu Yönetimi Ve Bir Yerel Yönetim Uygulaması : østanbul Büyük ùehir Belediyesi”, l.Ulusal 291 Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke øzmit GÖKBUNAR, Ramazan, Birol Kovancılar, “Sosyal Refah Devleti ve De÷iúim”, Süleyman Demirci Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi,Y. 1998, S. 3(Güz) JUPP, Vivienne, “Implementing E-government Rhetoric and Reality” , Accenture Issue, No:2 June 2000. JURAN, J.M (1988), Quality Control Handbook, 4th Edition, Mc-Graw Hill Int.Edition, New York KARAHAN, Kasım,Hizmet Pazarlaması, Beta Basım Yayım, østanbul 2000 LEBLEBøCø, Do÷an N., Mustafa Kemal Öktem, Mehmet Devrim Aydın, “Türkiye’de Kamu Kesiminde Bilgi Teknolojileri Uygulamaları ve EBürokrasi: Örgütsel Dönüúüm Üzerine Etkiler”, Kamu Yönetiminde Kalite 3.Ulusal Kongresi, Todaie l. Baskı, Kasım 2003 LARRAIN, Claudia Orrego., E-Goverment in Developing Countries: Achievments and Prospects, The Transition to E-government: The Compherensive Strategy of Chile, wwwl.worldbank.org/publicsector/egov/orregp_keynote.pdf Eriúim Tarihi: 20.01.2003 LEIGH, Andrew, Robert D. Atkinson, Breaaking Down Bureaucratic Barries: The Next Phase of Digital Govenment, Progresive Policy ønstute, Technology and New Economy Project,November 2001, www.ppionline.org/documents/digigov_JSlovOl,pdf Eriúim Tarihi: 20.01.2003 SAöA, Kenji, Vision and Strategy for e-Government, Digital Oppurtunity Forum Session 3, Tokyo, JAPAN, 6 November, 2001. vvww.glocom.ac.jp/dotforce/dof/handouts 19.01.2003 final/Sa÷a final.pdf, Eriúim : STOWERS, Genie N,L., Commerce Comes To Government On The Desktop: E-Commerce Applicatiosøn The Public Sector, The Price Waterhouse Coopers Endowment for the Business of Government, February 2001 www.endownrnent.pcwglobal.CQm/pdfs/stowerrepoerts.pdf. 25.01.2003 Eriúim Tarihi: Otuz Yıllık RüyarMERNøS, BTHaber-Dosya, sayı 405, 27 Ocak - 2 ùubat 2003. 292 TAK, Bilçin, “Kamu Kuruluúlarında Müúteri Odaklı Yönetim Anlayıúına Geçiú Aracı Olarak Vatandaú Tatmin Araútırmaları ve Bursa Halkına Yönelik Görgül Bir Çalıúma” Uluda÷ Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXI, Sayı 2, 2002. TEKøN, Mahmut, Üretim Yönetimi (Cilt II), An Ofset, 4.Baskı, Konya :1999 ULUSOY, Ahmet, Birol KARAKURT , Türkiye’nin E-Devlete Geçiú Zorunlulu÷u, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002,Hereke - øzmit. YÜCETÜRK, E. Elif, “Türk Kamu Yönetiminde E-Devlet Uygulamaları Ve Tabana Yayılabilme Yetene÷i Bakımından Bir De÷erlendirme : Bolu Örne÷i”, 1. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 10-11 Mayıs 2002, Hereke - øzmit www.stradigma.com/turkce/haziran2003/print_09html eriúim tarihi 27.01.2009 www.genbilim.com.Eriúim tarihi,27.01.2009 http://www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der61m6.pdf 293 294 TÜRKøYE’DE DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGøLER ve EKONOMøYE ETKøLERø Yrd. Doç. Dr. Haldun SOYDAL Selçuk Üniversitesi øøBF øktisat Bölümü Arú. Gör. M. Levent YILMAZ Selçuk Üniversitesi øøBF øktisat Bölümü ÖZET Türkiye’de son dönemlerde vergi politikaları üzerinde önemli çalıúmalar yapılmıú ve özellikle verginin tahsili ve denetimi noktasında önemli adımlar atılmıútır. 2008 yılı içerisinde yaúanan ve etkilerinin henüz giderilmeye çalıúıldı÷ı Küresel Finans Krizi döneminde hükümetlerin önemli bir gelir kayna÷ı olan vergi, ülkemizde de etkin bir politika aracı olarak kullanılmıútır. Ancak tüm bu yeni düzenlemelere ve de÷iúikliklere ra÷men, Türkiye’de halen verginin adaletli tahsili noktasında büyük bir dengesizlik yaúanmakta ve toplam tahsil edilen vergiler içerisinde dolaylı vergilerin oranı yüksek seyrine devam etmektedir. Çalıúmamızda Türkiye’deki dolaylı vergi ve dolaysız vergiler ile ilgili bilgiler verilmiú ve son dönemlerde gerçekleúen oranlar ıúı÷ında vergi politikası eleútirisi yapılmıútır. Anahtar Kelimeler: Vergi, Dolaylı Vergi, Dolaysız Vergi, Kayıt Dıúı Ekonomi THE DIRECT AND INDIRECT TAXES IN TURKEY AND THEIR IMPACTS ON ECONOMY ABSRACT In recent periods significant studies about the tax policies were done and took important steps especially at the point of taxgathering and tax audit. The tax, that is an important revenue force in terms of the governments in the period of Global Financial Crisis which is lived in year 2008 and have been still tring to abrogate its effects, is also used as an active policy tool.However, although these whole arrangements and changes; in Turkey, it is still lived that a disequilibrium about the informed equity of taxation and the indirect taxes continues its high share in the total collected taxes. In our study, the informations about the indirect taxes and direct taxes in Turkey and criticisms have been made in the light of recently actualed rates. Keywords: Tax, Indirect Tax, Direct Tax, Informal Economy 1. GøRøù Devletin yüklendi÷i fonksiyonları gerçekleútirmek amacıyla anayasal sınırlar içerisinde baúvurdu÷u ve de÷erlendirdi÷i çeúitli kaynaklardan elde etti÷i gelirlerin tümüne kamu gelirleri denilmektedir. Kamu gelirleri içerisinde %7090 gibi önemli bir paya sahip olan vergiler; devletin, gerçek ve tüzel kiúilerden 295 ödeme güçlerine göre ve herhangi bir hizmete karúılık olmaksızın, cebri olarak aldı÷ı parasal bir yükümlülüklerdir1. Temel makro ekonomik hedeflere ulaúma yolunda kullanılan belki de en etkin enstrümanlardan birisi olan vergiler, dönem dönem sosyal, siyasi veya idari amaçlar ile düzenlenmekte bunun sonucunda da özellikle dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payını artırmaktadır. Günümüz Türk Vergi Sistemi’nde yapılan de÷iúiklikler ve yenilik çabalarına ra÷men halen dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisinde payı yüksek oranda seyretmektir. Bu bakımdan her ne kadar vergi denetim ve tahsilât faaliyetlerine büyük önem verilse de sistemin kendi içerisindeki tutarsızlık tahsilât oranlarına da yansımakta, bunun sonucunda da hükümetler tahsilâtının nispeten daha kolay oldu÷u dolaylı vergileri ana gelir kayna÷ı olarak kullanmaktadır. Vergilerin ekonomik etkilerinin analizi, literatürde, daha çok vergi indirimleri üzerinde yo÷unlaúmaktadır. Arz yönlü iktisat politikası olarak adlandırılan bu sürecin temel karakterleri Haldun-Laffer etkisi ile açıklanmaktadır. Buna göre, vergi indirimlerinden beklenen sonuç, ekonomik birimlerin kararlarını etkileyerek, özellikle toplam üretim ve vergi gelirlerinde artıú sa÷lamaktır2. Küresel kriz sürecinde etkin bir politika aracı olarak kullanılan vergiler, ülkemizde de bazı sektörlerde olumlu sonuçlar do÷urmuútur. Örne÷in dünya ülkelerinin geri kalanında büyük sıkıntı yaúayan beyaz eúya ve otomotiv sektörü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi ile beraber bu sektörlerin ayakta kaldı÷ı gözlemlenmiútir. Küresel kriz süresince iúsizlikle mücadelede önemli bir enstrüman olarak kullanılan vergi teúvikleri sayesinde iúsizli÷in daha da yüksek rakamlara çıkmasının önlendi÷i tespit edilmiútir. Emek arzı her úeyden önce ücretin bir fonksiyonudur. Bu nedenle, vergilerin emek arzı üzerindeki etkilerinin analizinde ilk akla gelen, do÷rudan ücretleri hedef alan vergilerdir. Oysa emek gelirlerini reel olarak azaltan her türlü verginin emek arzı üzerinde benzer sonuçları görülebilir. Emek üzerinden alınan vergilerin artması, emek gelirlerinde azalıú anlamına gelmektedir. Bu durum, çalıúanların boú zaman tercihini olumsuz yönde etkileyerek daha fazla çalıúmayı ön plana çıkardı÷ı gibi, kiúilerin tasarruflarını ve tüketimlerini kısarak artan vergileri ödeme yolunu tercih etmelerine neden olmaktadır. Gelir etkisi olarak da adlandırılan bu olgunun karúı cephesinde ise, artan vergiler nedeniyle çalıúanların daha az vergi ödemek için daha az çalıúmayı tercih etmesi veya boú 1 2 Ramazan Arma÷an, Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında øndirimin Vergi Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi øøBF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3, s. 228. Mehmet Durukaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl, 2006, Sayı 150, s. 80. 296 zamanın maliyetinin düúmesine ba÷lı olarak iúgücü arzının daraltılması ile ortaya çıkan ikame etkisi yer almaktadır. Çalıúanların gelir gruplarına göre farklılıklar gösterebilir. Bu etkiler düúük gelir grubundaki bireyler söz konusu oldu÷unda gelir etkisi a÷ırlık kazanırken, yüksek gelir grubuna girenler için ise ikame etkisi önem kazanmaktadır3. Türkiye’de son dönemde vergi politikalarında önemli de÷iúiklikler yapılmıú vergi denetimi, matrahların belirlenmesi, vergi yükü ve vergi adaleti gibi birçok alanda yeniliklere gidilmiútir. Maliye politikalarının uygulanmasında önemli bir araç olan vergi; resesyonun giderilmesinde uygulanan çeúitli alanlardaki indirimlerle etkin bir úekilde kullanmıú ve baúarı sa÷lanmıútır. Türkiye ekonomisi dünya ekonomileri içerisinde ilk 20 büyük ekonomiden birisi olmuútur. Bu nedenle vergi politikalarının regüle edilmesi, etkinli÷inin artırılması, bölgeler arası geliúmiúlik farklılıklarının kaldırılması, gelir da÷ılımı adaletinin optimal düzeye çekilmesi ve toplumsal refahın artırılması gibi birçok sosyo-ekonomik alanda da vergi önemli bir parametre olarak kendini göstermektedir. 2. DOLAYLI ve DOLAYSIZ VERGø KAVRAMLARI Serbest ticarete dayanan kapitalist toplumların geliúmesi ile vergi gelirleri kamu ekonomisi için önem kazanmaya baúlamıútır. Tarım ekonomilerinde tarımsal ürünlerden alınan vergiler a÷ırlık taúırken, sanayileúme sürecinde farklı dönemlerde farklı vergilerin önem kazandı÷ı söylenebilir4. Ülkelerin geliúmiúlik düzeylerinin de bir göstergesi niteli÷inde olan vergi sistemleri ülkeden ülkeye göre farklılık gösterebilmektedir. Buna göre sanayileúmenin baúlangıcında dolaylı vergiler1, ileri aúamasında ise dolaysız vergiler ön plana çıkarken dolaysız vergiler kapsamında gelir ve kurumlar vergisinin en büyük gelir kayna÷ı olarak geliúti÷i görülmektedir. Toplumların geliúmesine ba÷lı olarak götürü vergilerden gerçek iúlemlere dayanan vergilere, nesnel vergilerden paralı vergilere do÷ru bir geliúme görülmektedir5. Vergi sistemi nüfusun farklı gruplarının yaúam standartlarını farklı úekilde etkiler. Bu yüzden do÷rudan ve dolaylı verginin etkileri yaúam standardı üzerindeki etkileri ekonomide önemli bir konudur6. Maliye Bakanlı÷ı Gelirler Genel Müdürlü÷ü tasnifi do÷rultusunda Türk Vergi Sistemi’ndeki vergiler, önce dolaysız ve dolaylı vergiler olmak üzere iki ana baúlık altında toplanmıútır7. Son 3 A. Nemli, Kamu Maliyesine Giriú, Filiz Kitabevi, østanbul, 1990, s. 160. Mehmet Sena EKøCø, Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal Faktörler, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8, S.30, s.202. 5 Kenan Buluto÷lu, Kamu Ekonomisine Giriú, Batı Türkeli Yayıncılık, østanbul, 2004, s. 344. 6 Jorgen Aasness, Andreas Benedictow, Mohamed F. Hussein, Distributional Efficiency of Direct and Indirect Taxes, Economic Research Programme on Taxation, 2002, s. 4 7 Hüseyin ùen, Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalıúma, Maliye Dergisi Sayı 143, 2003, s.10. 4 297 yıllarda devlet gelirleri arasında en büyü kalemi dolaylı vergi gelirleri oluúturmaktadır8. Dolaylı ve dolaysız vergi ayrımı verginin iktisadi mükellef ile vergi idaresi arasına baúka birilerinin girip girmemesine göre yapılan bir ayrımdır9. Vergi, asıl mükellef olarak düúünülmüú olan kiúinin iktisadi unsurlarından do÷rudan alınıyorsa ve aktarılamıyorsa dolaysız yapıdadır. Gelir, kurumlar, emlak vergileri bu gruba örnek olarak gösterilebilir. Mükelleflerin, vergi yüklerini baúkalarına devretmesi yani yansıtmaları halinde vergi dolaylıdır. Dolaysız vergilerde mükellef vergiyi sonuçta, kural olarak kendi mal varlı÷ından ödemek durumunda kalmakta, yasalar önünde vergi mükellefi olarak kabul edilen kiúi ile vergi sonucu malvarlı÷ı azalan kiúi aynı olmaktadır. Oysa dolaylı vergilerde vergi mükellefi vergiyi genellikle ödedikten sonra, fiyat mekanizması içerisinde baúkalarına aktarmaktadır. Buna göre mükelleflerin vergi yüklerini baúkalarına devredemedi÷i vergiler dolaysız, baúkalarına çeúitli yollarla devredebildi÷i vergiler ise dolaylı olarak nitelendirilmektedir. Dolaylı vergilere; üretim, toptan satıú, perakende satıú aúamalarında alınan bazı üretim ve tüketim vergileri örnek gösterilebilir10. Dolaylı vergiler; üretim ve ithalatla ba÷lantılı vergiler olup, üretim birimleri üzerinden alınan vergileri, KDV, ithalde alınan vergiler, ulaútırma ve sigorta gibi hizmetler, finansal iúlemler ve sermaye iúlemleri üzerinden alınan di÷er spesifik vergileri ve üretimden alınan sair vergileri kapsar11. Buna karúılık ‘dolaysız vergiler’ gelir ve kurumlar vergileri, servet üzerinden alınan vergiler, sosyal güvenlik primleri bunlar iúverenlerle iúçilerin primlerini, kendi hesabına çalıúanların ve bir iúverene tabi olmaksızın çalıúanların primlerini kapsar12. Dolaysız vergilendirme, uzun zamandır yurt içindeki belirli sektörlerdeki mal ve hizmet üretimini desteklemek amaçlı olarak kullanılmaktadır. Dolaysız vergilendirmedeki en sık kullanılan önlemler ise kurumlar vergisi oranının düúürülmesi ve vergi tatilleri, hiç olmazsa, belirli bir süre düúük tutulan vergilerdir. Bunlar belirli bir sektöre uygulanabilir. Di÷erleri ise hızlandırılmıú amortisman ve yatırım indirimleridir13. Türkiye ekonomisinde üzerinde durulması gereken önemli bir nokta dolaylı vergilerin yüksekli÷idir. Aslında Türkiye ekonomisi, ekonomik büyüklü÷üne 8 Halil Nadaro÷lu, Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da÷ıtımcılık ve Yayıncılık østanbul, 1983, s. 233. 9 Metin Erdem, Do÷an ùenyüz, øsmail Tatlıo÷lu, Kamu Maliyesi, Ekin Køtabevi. 3. Basım, Bursa, 2003, s. 91. 10 Abdurrahman Akdo÷an, Kamu Maliyesi, Geniúletilmiú 11. Baskı, Gazi Køtabevi, Ankara, 2006, s.283. 11 Biltekin Özdemir, Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı Vergilere Kayıú ya da Tüketim Vergilerinin Artan A÷ırlı÷ı, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009, s. 12 A.g.m. s.12 13 Michael Daly, The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9, Switzerland, June 2005, s.14. 298 göre geliúmiú ülke standartları baz alındı÷ında toplam vergi kapasitesi olması gerekenden düúüktür. Fakat dolaylı vergi oranları bu ülkelerle karúılaútırıldı÷ında oldukça yüksektir. Bu yüksek oran, kiúilerin reel gelirlerini kısarak refahını düúürmekte, ortalama tasarruf e÷ilimlerini yetersizleútirmekte dolaylı olarak toplam talebi etkilemekte tüketimi düúürmektedir. Türkiye’de dolaylı ve dolaysız vergilerin geliúimi incelendi÷inde, özellikle 1980 sonrasında toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı ve dolaysız vergi kompozisyonunda büyük ve hızlı bir de÷iúim göze çarpmaktadır. Grafik 1’de 1980-2006 döneminin baúındaki dolaylı vergi oranı %35’ler civarında iken, 2006 yılına gelindi÷inde bu oran %65-70’lere yükselmiútir. Dolaysız vergiler bakımından ise dolaylı vergilerin geliúiminin tam tersi bir durum gerçekleúmiútir14. Grafik 1. Dolaylı ve Dolaysız Vergilerin Geliúimi Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri Vergi gelirlerinin da÷ılımı ile ilgili olarak aúa÷ıdaki grafikte detaylı bilgi verilmiútir. Grafikte dolaylı vergilerin artmasında etkili olan KDV, ÖTV gibi mal ve hizmetlerden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içinde önemli paya sahip oldu÷u görülmektedir15. 14 Ferimah Yılmaz, Nuray Tezcan, Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir ønceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve østatistik Kongresi 24-25 Mayıs 2007– ønönü Üniversitesi Malatya, s. 3. 15 A.g.e. s. 4. 299 Grafik 2. Toplam Vergi Gelirlerinin Da÷ılımı Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri Dolaysız vergilerde vergi mükellefleri ile vergi idaresi karúı karúıya gelmekte ve temel olarak mükellefin beyanı esas tutulmaktadır. Dolayısıyla, matrahın tespitinde yolsuzlu÷un yo÷un olarak yaúanması beklenebilir. Çünkü bu vergilerde matrahın hesaplanması genelde sübjektif unsurları gerektirmektedir. Ancak dolaylı vergiler bünyesinde bir muameleyi gerektirdi÷i için temel olarak satıú üzerinden alınmakta olup, bu vergilerde mükellefler ile idare çok sık karúı karúıya gelmemektedir16. Tablo 1.’de de görüldü÷ü üzere ülkemizde dolaylı vergilerin GSMH içindeki payı dolaysız vergilere oranla daha yüksek bir úekilde seyretmektedir. Grafik 3’te ise dolaylı ve dolaysız vergilere iliúkin oranlar gösterilmektedir. Yıllar itibari ile dolaylı vergilerin GSMH içindeki oranı düúmüú olsa da OECD ülkeleri ile kıyaslandı÷ında halen çok yüksek oranlarda seyretmektedir. Tablo 1. Yıllar øtibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Geliúimi (Milyon TL) YILLAR 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 16 DOLAYSIZ V. 15.829 26.526 35.869 50.365 62.574 72.268 87.003 99.836 DOLAYLI V. 17.584 24.048 39.604 56.515 67.011 80.463 94.222 100.989 TOPLAM V. 33.413 50.574 75.473 106.880 129.586 152.731 181.225 200.825 GSMH 125.596 176.484 275.032 356.681 428.932 486.401 575.784 646.893 Muhlis Ba÷digen, Gökhan Dökmen, Yolsuzlu÷un Kamu Gelir Ve Giderleri Üzerine Etkisi, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006, s.63-64. 300 Grafik 3. Yıllar øtibariyle Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Toplam Vergiler øçindeki Payı Grafik 3’te görüldü÷ü gibi toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payı yıllar geçtikçe oransal olarak azalırken, dolaysız vergilerin payı artmaktadır. Bu ülkemizin vergi adaletinin sa÷lanması noktasında dikkat çekici bir geliúme olarak de÷erlendirilebilir. Tablo 2’de ise yıllar itibari ile vergilerin toplam tahsilat/toplam tahakkuk oranları görülmektedir. Tablo 2 ve Grafik 3 beraber de÷erlendirildi÷inde toplam vergilerin içerisindeki dolaylı vergilerin oransal düúüúünün tahsilat oranlarını artırıcı bir etkisi oldu÷unu söylemek yanlıú olmayacaktır. Tablo 2. Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilat Oranları Toplam Tahsilat / Toplam Tahakkuk, 2000-2009 YILLAR 2000 ORAN (%) 90,5 2001 90,3 2002 91,4 2003 92,5 2004 93,0 2005 92,0 2006 92,2 2007 91,1 2008 89,7 2009 87,4 Kaynak: T.C. Maliye Bakanlı÷ı Gelir ødaresi Baúkanlı÷ı Verileri 301 3. KAYITDIùI ETKøLERø EKONOMø ve VERGø GELøRLERøNE Kayıt dıúı ekonomi, GSMH hesaplarını elde etmede kullanılan bilinen istatistik yöntemlerine göre tahmin edilemeyen ve gelir yaratıcı ekonomik faaliyetlerin tümüdür17. Kayıt dıúı ekonominin, mali, ekonomik, politik, sosyal, psikolojik ve hukuki birçok sebebi bulunmaktadır. Bu çerçevede, ülkenin ekonomik sistemi ve yapısal özelliklerinin kayıt dıúılı÷ı oluúturmada rol oynadı÷ı görülmektedir. Özellikle, istihdam açısından bakıldı÷ında, ekonomide küçük iúletmelerin yaygınlı÷ı ile tarım ve hizmetler sektörüne dayalı faaliyetlerin a÷ırlıkta olması kayıt dıúılı÷a yol açan önemli etkenlerdir. Ekonominin azgeliúmiúli÷i, yüksek enflasyon, ekonomi politikaları, istikrarsızlık, krizler, kayıtlı ekonomide istihdam ve gelir imkânlarının kısıtlı ve yüksek maliyetli olması, kayıt dıúılı÷ı etkileyen unsurlar olarak karúımıza çıkmaktadır18. Türkiye ekonomisinde kayıt dıúılık büyük bir problem olarak karúımıza çıkmaktadır. Bazı tahminlere göre 1993 itibariyle gayri safi milli hasılanın yaklaúık olarak %35'i kadar bir kayıt dıúı ekonomi bulunmaktadır. 1990'ların ortalarında yapılan SSK denetimlerinde kayıt dıúında çalıútırılan iúçi oranı %2535 arasında de÷iúmektedir. Di÷er bir hesaplamaya göre sanayi ve hizmetler sektörlerinde kayıt dıúı çalıúanların toplam çalıúanlara oranı %30'lara yaklaúırken, buna tarım kesimi de katıldı÷ı zaman bu oran %50'lere ulaúmaktadır19. Kayıt altına alınmaya ciddi çaba gösterilse de yine de ülke ekonomimizde yüksek oranda kayıt dıúılık mevcuttur. Vergi altına alınamayan bu alanla birlikte adaletli bir úekilde vergi alınması da sa÷lanamadı÷ından, hükümetler dolaylı vergi üzerinden devletin maliye dengesini tutturmaya çalıúmakta ancak yine de refahın kaybını engellemekte zorlanmaktadırlar. Ayrıca makro ekonomik açıdan Türkiye ekonomisinde tam istihdam seviyesinde ciddi sapmalar olması özellikle yüzde 15’e varan iúsizlik düzeyi, sermaye yetersizli÷i gibi üretim faktörlerinin etkin bir úekilde optimal kullanımının sa÷lanamaması da devletin önemli ölçüde vergi kaybına u÷ramasına yol açmaktadır. 2008 yılından bu yana kürsel piyasalarda etkisini hissettiren resesyonla birlikte her ne kadar Türkiye ekonomisinde para piyasalarında ciddi bir ekonomik tahribat görülmese de sanayi üretim endeksindeki kapasite kullanım oranlarındaki düúüú iúyerin kapanma oranlarındaki yükseliú, iç ve dıú talebe ba÷lı toplam arzdaki 17 T. Derdiyok, Türkiye’nin Kayıt dıúı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye øktisat, Mayıs, TOBB Yayını, Sayı 13, s. 54. 18 Vuslat Us, Kayıt dıúı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne÷i, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartıúma Metni 2004/17, Haziran 2004, s. 10 19 Osman Altu÷, Kayıtdıúı Ekonomi, Cem Ofset A.ù., østanbul,1994, s.360 302 daralma reel sektör açısından resesyonun etkilerini hissettirdi÷ini göstermiú ve dolayısıyla da bu makro ekonomik sonuç olarak vergi gelirlerini daraltmıútır. ønsanlar vergiden kaçarken yalnızca kamu finansmanının istikrarını baltalamakla kalmaz, aynı zamanda vergi sisteminin adaletini de bozmuú olurlar ve vergilerini ödeyenler üzerinde daha fazla yük olmasına sebep olurlar. Böylece çalıúmayı ve tasarruf teúvik eden ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi için gereken yatırım artıúlarının karúılanması için gereken gelirin yaratılması için modern ve adil bir vergi sistemi geliútirilmeli ve devlet vergi suiistimalinin önüne geçmelidir20. Vergiden sakınma ve vergi kaçınmanın da içerisinde bulundu÷u kayıt dıúı ekonomik faaliyetler aúa÷ıdaki tabloda gösterilmiútir. Tablo 3. Kayıt Dıúı Ekonomik Faaliyetlerin Sınıflandırması *Kayıt altına alınmamıú olmak dıúında Kaynak: F. Schneider-D.H. Enste(2000), Shadow Economies: Size causes and Consequances, Journal of Economic Literature, 38,1, s.79. Tablo 3’te de görüldü÷ü üzere özellikle kayıt altına alınmadı÷ı sürece vergi kaçırmanın ve vergiden sakınmanın suç unsuru bile oluúturmadı÷ı ekonomik sistemde, vergi gelirlerinin kayıt dıúı ekonomik faaliyetler düúece÷i açıkça görülmektedir. 4. DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGøLERøN EKONOMøYE ETKøLERø Geliúmiú veya geliúmekte olan ekonomilerde uygulanan iktisat politikalarının temelinde yer alan “büyüme” olgusu, belirli bir dönemde ortaya çıkan üretim ve gelir artıúıyla açıklanmaktadır. Reel GSMH’deki artıú olarak da 20 The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November United Kingdom, 2001, s.1 303 adlandırılan büyüme sürecine, klasik, neo-klasik ve modern büyüme teorileri farklı de÷iúkenlerle ıúık tutmuúlardır. Bu teorilerde nüfus, ücretler, faiz oranı, tasarruf düzeyi, teknoloji, do÷al kaynaklar, verimlilik, sermaye birikimi ve e÷itim gibi unsurlar temel belirleyiciler içinde analize katılmakla birlikte, daha çok fiziki ve beúeri sermaye yatırımlarının artırılması çabalarına yer verilmektedir. Devletin maliye politikası aracılı÷ı ile ekonomik büyüme hedefine ulaúabilmesi için, harcama seçene÷inin yanında vergi politikası da belirleyici olabilmektedir. Özellikle tasarruf düzeyi düúük geliúmekte olan ekonomilerde vergiler, halkın kamu harcamalarına katılımını sa÷layan etkili bir mali araç olarak kullanılmaktadır. Bu ba÷lamda, ekonomik büyüme ile vergi gelirleri arasındaki iliúkinin belirlenmesi, vergi politikasının biçimlenmesi açısından önemli sinyaller verecektir21. Yüksek vergilemenin, tasarruf ve yatırım dürtülerini bozarak büyüme oranlarında bir düúüúe sebep olabilmesine ra÷men, devletin belirli vergi politikaları, altyapıyı iyileútirme amaçlı devlet yatırımlarının özel sektör yatırımlarını artırması yolu ile ekonomik büyümeyi artırabilir22. Türkiye Ekonomisi 2009 yılında yüzde 6 oranında küçülerek dünya ülkeleri arasında, resesyondan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almıútır. Dünyada yaúanan küresel mali krizin neticesinde yaúanan bu resesyonla beraber ülkemizde de toplam talep düzeyi sürekli düúmüú, bunun neticesinde sanayi üretim endeksi ve kapasite kullanım oranlarında aúa÷ı yönlü bir seyir gerçekleúmiútir. Toplam talepteki bu sürekli düúüúün istihdam rakamlarına da olumsuz yansımasının ardından, toplam talebi teúvik edici yönde uygulanan vergi politikaları neticesinde özellikle otomotiv ve beyaz eúya üzerindeki ÖTV (Özel Tüketim Vergisi)’nin geçici olarak kaldırılması bu sektörlerin ve buna ba÷lı di÷er sektörlerin ayakta kalmasını sa÷lamıútır. Bütün bu alınan önlemler ve uygulanan politikaların temel amacı ekonomik dengenin sa÷lanmaya çalıúılmasıdır. Ekonomik dengede ise esas amaç; fiyat dengesinin korunması ve ekonominin tam istihdam düzeyinde süreklili÷in korunmasıdır. Esas amaç bu olmakla birlikte, ekonomide dengesizlik ortaya çıktı÷ı hatta üstesinden gelinmesi çok güç sorunlar haline dönüútü÷ü ço÷unlukla görülmektedir. Cari fiyat düzeyinde toplam talebin toplam arzdan fazla oldu÷u yani enflasyonist bir ortamda, talep fazlasını emici veya arzı arttırıcı yönde vergi uygulamaları önem kazanırken, cari fiyat düzeyinde toplam arzın toplam talepten fazla oldu÷u yani 21 22 Mehmet Durkaya, Servet Ceylan, Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi Sayı 150, Ocak Haziran 2006, s. 80. Yeúim Kuútepeli, Mustafa Bilman, A Preliminary Analysis On The Long-Run Relationship Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz Eylül University Faculty Of Business Department Of Economics, Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008, s. 2. 304 deflasyonist bir ortamda ise, talebi arttırıcı ve talep yetersizli÷ini giderici vergi uygulamalarına a÷ırlık verilmesi gerekmektedir23. Ekonomide durgunluk paralelinde istihdam ve gelir düzeyinin düúmesi, vergi gelirlerinin de azalmasına yol açmaktadır. Bununla birlikte enflasyondaki uygulamanın tersine, vergi yükünü azaltıcı uygulamalara giriúilmesi talep düzeyinin yükseltilmesi yönünde katkıda bulunacaktır24. Böylesi bir durumda özel sektör üretim kararlarını piyasa fiyatlarına göre vermektedir ve devlet gümrük, üretim vergisi veya teúvik uygulamamalıdır çünkü üretimde etkinli÷i düúürmektedirler25. IMF ile yeni bir Stand-By anlaúmasının reddedilmesi, sürekli artan iúsizlik rakamları, toplam talepteki düúüú, azalan kapasite kullanım oranları, düúen sanayi üretim endeksi gibi pek çok olumsuz parametre ile hareket etmek durumunda olan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali disipline ihtiyacı oldu÷u açıktır. Tablo 4. Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH øçindeki Payı Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH øçindeki Payı (Piyasa Fiyatlarıyla%) Danimarka øsveç Belçika Norveç Fransa øtalya Finlandiya Avusturya øzlanda Macaristan Hollanda Çek Cumhuriyeti øspanya Lüksemburg Portekiz 23 2007 48,7 48,3 43,9 43,6 43,5 43,5 43,0 42,3 40,9 39,5 37,5 37,4 37,2 36,5 36,4 Akdo÷an, a.g.e., s.467. John F. Due’den aktaran, Akdo÷an a.g.e., s. 471. 25 Emmanuel Saez, Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run versus long-run, Journal of Public Economics 88, 2004, s. 505. 24 305 Almanya øngiltere Yeni Zellanda Polonya Kanada Yunanistan Avusturalya ørlanda Slovak Cumhuriyeti øsviçre Japonya ABD Kore Türkiye Meksika 36,2 36,1 35,7 34,9 33,3 32,0 30,8 30,8 29,4 28,9 28,3 28,3 26,5 23,7 18,0 OECD Toplam OECD Amerika OECD Pasifik OECD Avrupa AB 19 AB 15 35,8 26,7 30,0 38,0 38,6 39,8 Kaynak: OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009 IMF’nin kredi deste÷i olmadan gelir ve gider hesaplarına iliúkin dengede zorlanması muhtemel görünen Türkiye Ekonomisinde gelir kalemlerinin en baúında gelenlerden vergi büyük önem taúımaktadır. Bu bakımdan Toplam Vergi Gelirlerinin GSYH øçindeki Payı (Tablo 4)açısından OECD ülkeleri içerisinde son sıralarda bulunan ülkemizin vergi gelirlerini artırıcı politikalara ihtiyaç duyaca÷ı bir gerçektir. 5. SONUÇ Resesyonun etkilerini üzerinden atmaya çalıúan ve IMF olmadan yoluna devam kararı alan Türkiye ekonomisinin her zamankinden daha fazla mali disipline ihtiyaç duyaca÷ı önemli bir gerçektir. Bu bakımdan gelir gider dengesinin sa÷lanması noktasında önemli bir kaynak olan verginin önemi her geçen gün artmaktadır. Türkiye ekonomisinde son dönemlerde toplam vergiler içerisinde dolaylı vergilerin payı bir düúüú gösteriyor olsa da; bu oran halen OECD ülkelerinin çok üzerinde seyretmektedir. Çalıúmamızda da belirtti÷imiz üzere son 10 yıllık veriler ıúı÷ında toplam vergilerin içerisinde dolaylı vergilerin oransal payının düúmesinin tahakkuk eden vergilerin tahsilatına etkisi oldu÷u sonucuna varılmıútır. Ayrıca bu oranın 306 artmasında etkin bir vergi denetiminin yapıldı÷ı düúünüldü÷ünde, vergi gelirlerinin artırılması ve vergi adaletinin sa÷lanması noktasında dolaylı vergilerin payının düúürülmesi gerekmektedir. Vergi gelirlerini etkileyen en önemli faktörlerden bir tanesi de kayıt dıúı ekonominin varlı÷ıdır. Ülkemizdeki kayıtdıúı ekonomik faaliyetler neticesinde çok ciddi oranlarda vergi kaybı yaúanmakta, bu da vergi koyucuları dolaylı vergi üzerinden gelir elde etmeye zorlamaktadır. Bu bakımdan etkin bir kayıtdıúı ekonomi ile mücadelenin dolaylı vergileri düúürece÷i ve vergi adaleti sa÷layaca÷ını söylemek yanlıú olmayacaktır. 6. KULLANILAN KAYNAKLAR AASNESS, Jorgen; BENEDøCTOW, Andreas; HUSSEøN, Mohamed F.; Distributional Efficiency of Direct and Indirect Taxes, Economic Research Programme on Taxation, 2002. AKDOöAN, Abdurrahman; Kamu Maliyesi, Geniúletilmiú 11. Baskı, Gazi Kitabevi, Ankara, 2006. ALTUö, Osman, Kayıtdıúı Ekonomi, Cem Ofset A.ù., østanbul,1994. ARMAöAN, Ramazan; Türkiye’de Gelir Ve Kurumlar Vergisi Oranlarında øndirimin Vergi Gelirleri Üzerine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi øøBF Dergisi, Yıl 2007, C 12, S 3. BAöDøGEN, Muhlis; Dökmen, Gökhan; Yolsuzlu÷un Kamu Gelir Ve Giderleri Üzerine Etkisi, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi,Cilt 2, Sayı 3, 2006. BULUTOöLU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giriú, Batı Türkeli Yayıncılık, østanbul, 2004. DALY Michael; The WTO and Direct Taxaition, WTO Discussion Paper No 9, Switzerland, June 2005. DERDøYOK, T.; Türkiye’nin Kayıt dıúı Ekonomisinin Tahmini, Türkiye øktisat, Mayıs, TOBB Yayını, Sayı 13. DURKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi Sayı 150, Ocak Haziran 2006. DURUKAYA, Mehmet; CEYLAN, Servet; Vergi Gelirleri ve Ekonomik Büyüme, Maliye Dergisi, Yıl, 2006, Sayı 150. EKøCø, Mehmet Sena; Vergi Gelirlerini Etkileyen Ekonomik Ve Sosyal Faktörler, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz 2009, C.8. ERDEM, Metin; ùENYÜZ, Do÷an; TATLIOöLU, øsmail; Kamu Maliyesi, Ekin Kitabevi. 3. Basım, Bursa, 2003. 307 KUùTEPELø, Yeúim; BøLMAN, Mustafa; A Preliminary Analysis On The Long-Run Relationship Between Taxation And Growth In Turkey, Dokuz Eylül University Faculty Of Business Department Of Economics, Discussion Paper No 08/02, Aprili 2008. NADAROöLU, Halil; Kamu Maliyesi Teorisi 5. Baskı, Kan Da÷ıtımcılık ve Yayıncılık østanbul, 1983. NEMLø, A., Kamu Maliyesine Giriú, Filiz Kitabevi, østanbul, 1990. OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries,Paris,2009 ÖZDEMøR, Biltekin; Vergi Sistemlerinde Dolaysız Vergilerden Dolaylı Vergilere Kayıú ya da Tüketim Vergilerinin Artan A÷ırlı÷ı, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009. SAEZ, Emmanuel; Direct or indirect tax instruments for redistribution:short-run versus long-run, Journal of Public Economics 88, 2004. SCHNEøDER F,. - ENSTE D.H. (2000), Shadow Economies: Size causes and Consequances, Journal of Economic Literature, 38,1. ùEN, Hüseyin; Olivera - Tanzi Etkisi: Türkiye Üzerine Ampirik Bir Çalıúma, Maliye Dergisi Sayı 143, 2003. The Public Enquiry Unit HM Treasury, Tackling Indirect Tax Fraud, November United Kingdom, 2001. US, Vuslat; Kayıt dıúı Ekonomi Tahmini Yöntem Önerisi: Türkiye Örne÷i, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartıúma Metni 2004/17, Haziran 2004. YILMAZ, Ferimah; TEZCAN, Nuray; Vergi Hasılatı Ve Sabit Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyümeye Olan Etkisi: Ekonometrik Bir ønceleme, 8. Türkiye Ekonometri ve østatistik Kongresi 24-25 Mayıs 2007– ønönü Üniversitesi Malatya. 308 ÇEVRE MUHASEBESø VE ÇEVRE MALøYETLERøNøN ÜRETøM MALøYETLERøNE ETKøLERø Yasemin SOYLU* Hüseyin øLERø** ÖZET Çevre yalnızca insanların içinde yaúadı÷ı ve hayatlarını devam ettirmeleri için onlara kaynak sunan bir ortam de÷il aynı zamanda iúletmelere de ekonomik kaynak sa÷layan bir sistemdir. Üretim, çevreden elde edilen kaynaklar ile gerçekleútirilmektedir. Bu durumda kaynakların tükenmesi ve çevrenin kirlenmesi toplum sa÷lı÷ının bozulmasının yanı sıra iúletmeler için de yeni kaynak bulunamaması anlamına gelmektedir. øúletmeler çevre dostu ürünler üreterek, zararlı atıkların en aza indirgenmesine çalıúarak, geri dönüúüm sa÷layarak çevrenin kirlenmesini ve çevresel sorunların ortaya çıkmasını engelleyebilecektir. Tüm bu konularda do÷ru kararlar alınabilmesi için iúletmeler çevresel maliyetleri bilmeye ihtiyaç duyar. øúte bu nedenle çevresel maliyetlerin tam ayırımının yapılması gerekir. Geleneksel muhasebe sisteminde, çevresel maliyetler genel giderler grubu içerisinde sayılarak ayrıntılı bilgi sa÷lama konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle çevre muhasebesinin geliútirilmesinin önemi daha da artmıútır. Bu çalıúmanın amacı, çevresel maliyetleri tanımlamak, sınıflandırmak ve çevresel muhasebe sistemini oluúturmaktır. Anahtar Kelimeler: øúletme, Çevresel Maliyetler, Çevre Muhasebesi. ENVIRONMENTAL ACCOUNTING AND ENVIRONMENTAL EFFECTS OF COST TO THE PRODUCTION COST ABSTRACT Environment is not only a resource for people to continue their lives and the place they live in, but also an economic resource for managements. Production is carried out with resources obtained from the environment. So, depletion of resources and environmental pollution causes community health impairment as well as breakdown of finding new resources for companies. Companies can avoid environmental pollution and decrease enviromental problems by producing environmentally friendly products, working to minimize hazardous waste and recycling. To take right decisions in all these issues, * Ö÷retim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi Akörem Ali Rıza Ercan MYO Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO ** 309 companies need to know environmental costs. For this reason, the full environmental costs of separation should be done. In the traditional accounting system, environmental costs, considered in the group of overhead costs, is inadequate in providing detailed information. Therefore, the importance of the development of environmental accounting has increased even more.The purpose of this study is to identify the environmental costs, classify them and create environmental accounting system. Key Words: Companies, Environmental Costs, Environmental Accounting. ÇEVRE MUHASEBESø KAVRAMI Çevre muhasebesi Devlet østatistik Enstitüsü (DøE) tarafından “Ekonomi ve çevre arasındaki etkileúimi açıklamak amacıyla çevrenin durumu, geliúimi hakkında makro seviyede bilgi üretmektir” úeklinde tanımlanmıútır(DøE,1994:3).1 ‘Literatürde yeúil muhasebe olarak da adlandırılan çevre muhasebesi en geniú úekilde çevresel kaynakların kullanımı ve bu kaynakların kullanımı sonunda do÷acak etkilerin muhasebesi’ olarak ifade edilmektedir( Kırlıo÷lu ve Can, 1998: 54).2 Baúka bir ifade ile çevre muhasebesi; ‘çeúitli muhasebe uygulamalarındaki bilgi ve çevresel maliyetlerin birleútirilmesini ifade eden genel bir terimdir’. Çevre muhasebesinin literatürdeki farklı tanımları aúa÷ıda verilmiútir(Kurúunel vd.,2006:83):3 Çevre muhasebesini finansal muhasebede ölçümlenme iúlevlerinin örne÷in, finansal raporlama ve iúletme içi ve iúletme dıúı çevre faktörlerinin dikkatle uygulanması úeklinde tanımlamıútır. Çevre muhasebesi, uygulanmakta olan muhasebe sisteminde, özellikle maliyet ve kar analizlerinde çevre faktörlerinin planlanıp uygulanmasıdır. Çevre muhasebesi, çevre ile ilgili mali nitelikli olayların muhasebeleútirilmesi ve mali tablolarda gösterilmesidir. Yukarıdaki tanımlamalar çerçevesinde ‘çevre muhasebesi, muhasebe tanımına da uygun olarak, çevresel kaynakların oluúumunu, bu kaynakların kullanılıú biçimini, iúletmelerin faaliyetleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen artıú ve azalıúları ve iúletmelerin çevresel açıdan durumunu açıklayan bilgileri 1 DøE, 1994. Su østatistikleri ve Do÷al Kaynaklar Muhasebesi, Ankara, Sf..3. 2 Kırlıo÷lu Hilmi, Can Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı). Adapazarı. De÷iúim Yayınları. Sf. 54. 3 Kurúunel Fahri, Büyükúalvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf. 83. 310 üreten ve bunları ilgili kiúi ve kuruluúlara ileten bir bilgi sistemi olarak tanımlanabilir’. Bu tanım kayıt düzenine yapılmaya çalıúıldı÷ında ise çevre muhasebesi, mali nitelikteki çevresel iúlemlerin ve olayların para ile ifade edilmiú úekilde kaydedilmesi, sınıflandırılması, özetlenerek rapor edilmesi ve sonuçlarının yorumlanması úeklinde olabilir.( Melek, 2001:25).4 Çevre Muhasebesinin Amaçları Yönetimde yeni anlayıú ve yaklaúımlar, bilgi iúlem teknolojisindeki geliúmeler, iúletmelerin büyümeleri, karar verme süreci, planlama ve kontrol iúlevlerinin yerine getirilmesi için gerekli olan bilgilerin toplanması, biriktirilmesi ve iúlenmesi iúlemlerine yeni boyutlar getirmiútir. Bugün iúletme yönetiminin bilgi gereksinimi artık geleneksel muhasebe bilgilerinden elde edilen bilgilerle sınırlı kalmamakta, iúletme faaliyetleri itibariyle çok çeúitli bilgilere gerek duyulmaktadır. Muhasebe bilgi sistemi bunların tamamını sa÷lamamakla birlikte bugün için bu bilgilerin büyük bir bölümünü verebilecek kapsamdadır( Haftacı ve Soylu,2008:94).5 Di÷er taraftan pek çok bilim dalı gibi muhasebe bilimi de ‘sosyal sorumluluk’ gere÷i iúletmenin çevreye verdi÷i zararları kamuoyuna bildirmek amacıyla çevreye yönelik çalıúmalar yapmaya baúlamıútır. Muhasebe bilimi bu amaçla, do÷al kaynak olarak giren ve atık olarak çıkan de÷erlerin fiziksel akıúlarını sayısallaútırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla çevre muhasebesinin temel amacının bilgi üretmek oldu÷u söylenebilir. ‘Çevre muhasebesinin, bütün muhasebe sistemleri gibi aúa÷ıda sıralanan amaçları taúıdı÷ı da bir gerçektir’(Kurúunel vd.,2006:84).6 Ɣ Kaynak envanterinin belli bir zamanda ne düzeyde oldu÷unu gösteren ve bunun profilini veren bilânço hazırlamak, Ɣ Belli bir zaman dilimi içerisinde kaynak stokunun ne kadarının kullanıldı÷ını, stoka ne kadar geldi÷ini, onlara ne ilave edildi÷ini ve ne kadarının úekil de÷iútirdi÷ini belirlemek, hesaplarını hazırlamak, Ɣ Duran varlıklarla dönen varlıkların tutarlı olmasını sa÷lamak ve böylece her bilânçonun, bir önceki yılın bilânçosunun üstüne bu yılın dönen varlık hesaplarının eklenmesi úeklinde oldu÷unu göstermektir. 4 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf 25. 5 Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf. 94. 6 Kurúunel Fahri, Büyükúalvarcı Ahmet, Alkan Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11. Sf.84. 311 Ayrıca( Ya÷lı,2006:4.5-1)7; Ɣ Geleneksel muhasebe uygulamalarının olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak, Ɣ Geleneksel muhasebe sistemi içinde, çevresel maliyet ve gelirleri ayrı olarak tanımlamak, Ɣ øúletmelerin hem iç hem de dıú çıkar grupları için, yeni performans ölçüm raporları, formları geliútirmek, Ɣ Yönetim kararlarından daha fazla çevresel yararlılık elde edebilmek için yeni finansal ve finansal olmayan muhasebe bilgi ve kontrol sistemleri oluúturmak. Görüldü÷ü gibi çevre muhasebesinin amaçları makro ve mikro düzeyde algılanabilmektedir. Çevre muhasebesinin makro açıdan amacı, çevresel kaynakların parasal de÷erlerini belirleyerek onları milli gelir hesaplarına göstermek ve böylece ekonomik verilerle çevresel verileri aynı çatı altında toplamaktır. Mikro açıdan amacı ise, çevresel konulara iúletme düzeyinde mali nitelik kazandırarak onları mali tablolarda göstermek ve böylece çevrenin muhasebe sistemi içine yerleútirilmesini ve yönetsel kararlara katkıda bulunmasını sa÷lamaktır( Melek, 2001:26).8 ÇEVRESEL MALøYETLER Çevresel maliyetlerin tanımına yönelik farklı görüúler bulunmaktadır. Çevresel maliyetleri, çevresel koruma amaçlarına hizmet eden maliyetler olarak tanımlamaktadır. Daha geniú bir tanımla çevresel maliyetlerin içerisine sadece çevresel koruma maliyetleri de÷il aynı zamanda iúletmenin çevresel performansına yönelik di÷er maliyet kalemlerini de katabiliriz. Sonuç olarak iúletmelerin içinde bulundukları çevre için yapmıú oldukları her türlü faaliyet, çevresel maliyetlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çevresel maliyetler ortaya çıkma biçimlerine göre farklılık göstermektedirler. Çevresel maliyetlerin bir kısmı çevreyi korumak amacıyla gerçekleútirilen faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkmakta, bazı çevresel maliyetler ise çevresel kaynakların kullanımları sonucunda oluúmaktadır. Di÷er çevresel maliyetler de iúletmelerin sebep oldu÷u çevresel kirlilikler nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çevresel maliyet, iúletmelerin faaliyetlerini yürütürken çevreyi korumak ve çevre kirlili÷ini önlemek amacıyla katlandıkları maliyetlerin tümüne denir. 7 8 Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la. Modul 4.5-1. Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf 26. 312 Çevresel maliyet bilgilerine ihtiyacın nedenleri ise úöyle sıralanabilir( Ya÷lı,2006: 27);9 Ɣ Yönetim stratejilerinde, mamul çeúitlili÷i ve fiyatlanması, Ɣ Üretim girdilerinin seçilmesi, Ɣ Kirlili÷i önleme de÷erlendirilmesinde, projelerinin ve atık yönetimi seçeneklerinin Ɣ øúletme içi ve iúletme dıúı tarafların bilgilendirme sürecinde çevresel maliyetlerin önemli rolü vardır. Bazı firmalar belirsiz alandaki maliyetlerin ayırımını yapmak için aúa÷ıdaki yaklaúımları kullanmaktadırlar(Gül,2005: 39).10 Ɣ Bir maliyetin çevresel olarak sadece bir amaç için kabul edilmesi, Ɣ Bir faaliyetin maliyetinin kısmen çevresel olarak kabul edilmesi Ɣ øúletmenin bir maliyetin % 50’den fazlasının çevresel oldu÷una karar verdi÷inde muhasebe amaçları için bu maliyetin çevresel olarak kabul edilmesidir. Baúlıca çevresel maliyet örnekleri úunlardır( Melek,2001: 39-40);11 Ɣ Üretim sürecinde çeúitli kimyasal maddeler kullanan bir iúletmede ortaya çıkacak olan yüksek depolama maliyetleri, Ɣ Çeúitli mamullerin üretimi esnasında çevreye bırakılan tehlikeli veya zararlı atıkların yarataca÷ı kirlili÷i temizlemek için katlanılan harcamalar, Ɣ Kirlilik önleme programları ve geri dönüúüm sa÷lanabilmesi çerçevesinde yapılacak yatırım harcamaları, Ɣ Çalıúanların çevre e÷itimleri, yasal düzenlemelere uygunluk çevreye yönelik ar-ge faaliyetleri için yapılan harcamalar, Ɣ øúletmenin çevreye verdi÷i hasarlar sonucu insanlara veya di÷er kurumlara ödemek zorunda kalaca÷ı ceza ve tazminat harcamaları. 9 Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la. 10 Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geliútirilmesi Ve Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.Sf 39. 11 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 39-40. 313 Son yıllarda sanayi iúletmelerinin faaliyetlerini çevresel açıdan izlemesi, analiz etmesi ve raporlamasını zorunlu kılacak düzenlemeler yapılmaya baúlanması ile birlikte iúletmelerin, çevresel maliyetlerini tanımlamaları, sınıflandırmaları ve muhasebe kayıtlarında ayrıntılı olarak izlemeyip raporlamaları gerekmektedir( Çoúkun ve Karaca,2008:.61)12 Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılması Çevresel maliyetler terimi temelde iki ana baúlık altında incelenmektedir; bunlardan ilki iúletmenin faaliyet sonucunu direkt olarak etkileyen maliyetlerdir. Bu maliyetler özel maliyet úeklinde ifade edilmektedir. økincisi ise bireylerle, toplumla ve çevre ile ilgili olup da iúletmenin sorumlu tutulmadı÷ı maliyetlerdir. Bu maliyetler ise sosyal maliyetler úeklinde ifade edilmektedir( Özbirecikli, 2003:50).13 Sosyal Maliyetler Sosyal maliyetler, bir iúletmenin parasal açıdan sorumlu tutulmadı÷ı, çevre ve toplum üzerindeki etkilerinin sonucunda oluúan maliyetlerdir. Sosyal maliyetler, dıúsal maliyetler úeklinde de ifade edilmektedirler. Bu maliyetler, iúletmenin faaliyet sonuçlarını direkt olarak etkilemezler. Örne÷in bir úirket zararlı atıklarını bir nehre boúaltarak bu nehirden yarar sa÷lar. Ancak, burada ortaya çıkan olumsuz etkilere bu nehrin suyunu kullanmaya ihtiyacı olan balıkçı, çiftçi, yöre halkı ve di÷er úirketler maruz kalır. Burada nehri kirleten firmalar, di÷er kullanıcıların u÷radı÷ı zararı karúılamaz. øúte bu karúılanmayan zarar úirket için sosyal maliyet olmakla birlikte, úirket bu maliyetten sorumlu tutulmamakta ve kısa vade de etkilenmemektedir( Ya÷lı,2006:55).14 Sosyal yapıdaki çevresel maliyetler ortaya çıkma úekillerine göre farklılık gösteririler. Bazı çevresel maliyetler daha çok çevreyi koruma amacına yönelik faaliyetler sonucunda ortaya çıkarken, bazıları çevresel kaynaklardaki kullanımlar sonucunda ortaya çıkabilmektedir. Di÷er çevresel maliyetler ise daha çok iúletmenin sebep oldu÷u çevresel kirlilikler yüzünden ortaya çıkmaktadır( Aslan,1995:42). 15 12 Coúkun Ali, Karaca Nurcan (2008). Kobilerde Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılmasına Yönelik Bir Öneri; Metal øúleme Sektöründen Bir Uygulama. Ekoloji Dergisi, Sayı 18. S.f. 61. 13 Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). østanbul. Detay Yayıncılık.Sf. 50. 14 Ya÷lı Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la.S.f. 55. 15 Aslan Ümmühan, Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.ù.’Nde Çevre Muhasebesi Üzerine Pilot Bir Çalıúma, Yüseklisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskiúehir, 1995, Sf.42. 314 Sosyal maliyetlerin türleri úöyle sıralanabilir; 1. Azaltma Maliyeti 2. Kullanma Maliyeti 3. Zarar Maliyeti Özel Maliyetler Özel maliyetler, ‘iúletmelerin faaliyet kar ya da zararlarını direkt olarak etkileyen maliyetlerdir.’ Yani iúletmelerin çevreye zarar vermemek, verilen zararı en aza indirgemek ve çevreye verilen bu zararları tazmin etmek için katlandıkları maliyetler özel maliyetler olarak tanımlanır. O halde iúletmelerin çevre için ödedikleri her türlü bedelin parasal ifadesi özel maliyet olarak kabul edilmektedir( Gül,2005:42).16 Özel maliyetlerin türleri ise úöyle sıralanabilir; 1. Öncül Maliyetler 2. Yasal Düzenlemelerden Kaynaklanan Maliyetler 3. øste÷e Ba÷lı Maliyetler 4. Sonlanma Maliyetleri 5. ømaj Ve øliúkisel Maliyetler 6. Gizli Maliyetler Çevre muhasebesi terminolojisinde çevresel maliyetin muhasebe sistemine dâhil edildi÷ini vurgulamak için tam, toplam, gerçek ve yaúam döngüsü terimleri kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise geleneksel yaklaúımların önemli çevresel maliyetleri göz ardı etmesi nedeni ile faaliyet alanının eksik olmasıdır. Daha sa÷lıklı yönetsel kararların alınması açısından, genelde dikkate alınmayan ya da tümü genel üretim maliyeti hesabında toplanan çevresel maliyet kalemlerinin neler oldu÷unun belirlenmesi gerekmektedir( Gül,2005:43).17 Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Açıdan Da÷ılımı Çevresel maliyetlerin iúletmenin tüm iúlevleri ile yakından ilgili oldu÷u bilinmektedir. øúletmede çevresel sorunların önlenmesi sadece yönetim departmanının sorunu de÷il tüm departmanların ve çalıúanların sorumlulu÷undadır. øúletmelerde oluúabilen çevresel maliyetler genellikle üretimle direkt olarak iliúkilendirilememektedir. Bu açıdan çevresel maliyetler 16 17 Gül Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geliútirilmesi Ve Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir.Sf 42. Aynı. Sf. 43. 315 üretim giderlerine endirekt olup genel üretim giderleri içerisinde yer alır. øúletmelerde ortaya çıkabilecek çevresel maliyetler sadece üretim faaliyetlerine de÷il, iúletmenin di÷er fonksiyonel faaliyetlerine de payları oranında yüklenmelidir. Çünkü çevresel sorunlara yalnızca üretim faaliyetlerindeki hatalar de÷il, genel yönetim, ar-ge, pazarlama ve finansman faaliyetlerindeki hatalar da sebep olabilmektedir. Dolayısıyla çevresel maliyetleri oluúturan giderler, stok ve dönem (faaliyet) gideri olarak iki kısımda ele alınabilir. Sonuç olarak çevresel maliyetler bir iúletmenin bütün fonksiyonlarında ortaya çıkabilece÷inden dolayı fonksiyonel gider esasına göre da÷ılımı yapılabilir. Tablo 1.’de çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi görülmektedir(Altınbay,2007:8). 18 Tablo 1. Çevresel maliyetlerin fonksiyonel gider esasına göre tasnifi (Altınbay,2007:8) Çevresel Maliyetlerin Fonksiyonel Da÷ılımı Finansman Giderleri Genel Yönetim Giderleri Dönem (Faaliyet) Giderleri Pazarlama Giderleri Genel Üretim Giderleri Üretim Giderleri Ar-Ge Giderleri Çevresel maliyetler Azaltma Maliyetleri Kullanma Maliyetleri Zarar Maliyetleri TOPLAM Çevresel maliyetlerin gider türleri itibariyle de da÷ılımı yapılabilir. Tablo 2’de çevresel maliyetlerin gider türlerine göre tasnifi görülmektedir. 18 Altınbay Ali(2007). Çevresel Maliyetlerin Raporlanması. Akademik Bakıú Dergisi, Sayı 11. Sf. 8. 316 Tablo 2. Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Tasnifi (Kıro÷lu ve Can,1998:122) TOPLAM Finansman Gid. Amort. Gid. Ver. Resim ve Harçlar Dıú. Sa÷. Fay. Ve Hiz. øúcilik Giderleri Çevresel Maliyetlerin Gider Türlerine Göre Da÷ılımı Ham Mad. ve Malz. Gideri Çevresel Maliyetler Azaltma Mal. Kullanma Mal. Zarar Mal. TOPLAM Stok Maliyet Giderleri Stoklar, iúletmenin satmak, üretimde kullanmak veya tüketmek amacıyla edindi÷i, ilk madde ve malzeme, yarı mamul, mamul, ticari mallar ile üretim sürecinde meydana gelen yan ürün, artık ve atıklar gibi bir yıldan az bir sürede kullanılacak olan veya bir yıl içerisinde nakde çevrilebilece÷i düúünülen varlıklardan oluúur. ‘øúletmeler hammadde satın alma faaliyetlerinde mamullerin çevresel özelliklerini de dikkate almaya baúlamıúlardır. øúletmeler özellikle kimyasal malzeme kullanımlarını tekrar gözden geçirerek, var olan kimyasal malzemelerin sayılarını ve miktarlarını azaltmaya veya çevreye daha az zararlı kimyasal malzemeler kullanmaya e÷ilim göstermektedirler. Satın aldıkları stokların çevresel özelli÷i nedeniyle katlandıkları ek maliyetler varsa iúletmeler bunları çeúitli úekillerde izleyebilirler’( Haftacı ve Soylu, 1998:97).19 Edinilen stokların maliyetleri ile üretim giderleri ve genel üretim giderleri bu grupta yer alır. Üretim giderleri; üretim iúletmelerinin mamul üretmek için yaptıkları giderlere üretim gideri (maliyet gideri) adı verilir. Üretim giderinin en belirgin özelli÷i üretim için mal ve hizmet tüketimidir. Üretim giderleri, üretilen ürünlerin satıúıyla iúletmeye gelir olarak geri dönmektedir. Ürünler satılmadıkları sürece iúletmenin aktifleri içersinde yer almaya devam ederler. Bu giderler, üretilen 19 Haftacı Vasfi, Soylu Kamuran (2008). Çevresel Bilgilerin Muhasebesi Ve Raporlanması. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. Sf.97. 317 mamullerin maliyetine yüklenerek, bilânçoda mamul stokların gelir tablosunda satılan mamullerin maliyetinin belirlenmesini sa÷lar. Gelen üretim giderleri; direkt hammadde ve direkt iúçilik giderleri dıúında kalan ve üretimle ilgili olan di÷er tüm maliyet giderleridir. Bu giderler üretilen mamullerle do÷rudan ba÷lantısı kurulamayan ancak üretim için gerekli olan giderleridir. Dönem Giderleri Bu giderler, iúletmenin alıú ve üretim dıúı fonksiyonlarıyla ilgili olan ve bu nedenle satın alınan malzeme ve malların veya üretilen mamullerin maliyetine eklenmeksizin do÷rudan do÷ruya gider tablosuna yansıtılan giderleridir. Genel yönetim giderleri, Ar-Ge giderleri, pazarlama satıú ve da÷ıtım giderleri bu grupta yer alır( Melek,2001:44).20 Genel yönetim giderleri; bir iúletmenin yönetim fonksiyonları, iúletme politikasının tayini, organizasyon ve kadro kuruluúu, büro hizmetleri, kamu iliúkileri, güvenlik, hukuk iúleri, personel iúleri, kredi ve tahsilâtı da kapsayan muhasebe ve mali iúler servislerin giderleri ile di÷er gider gruplarında hiç birisine girmeyen giderlerden oluúur( Atabey vd.,2007:494).21 Araútırma ve geliútirme giderleri; çevreye daha yararlı ürünlerin tasarımı için araútırma geliútirme maliyetleri, çevresel performansı iyileútirmek için yapılan tasarın ve araútırma geliútirme maliyetleri, úirketin da÷ıtım ve satıú sisteminin çevresel dostlu÷unun iyileútirilmesi ile ilgili araútırma geliútirme maliyetleri ve bunların yapılmasıyla ilgili iúçilik maliyetlerini kapsamaktadır( Çetin vd.,2004:68).22 Pazarlama satıú ve da÷ıtım giderleri; Talep oluúturmak, sipariú almak veya malın müúteriye ulaútırılıp teslim edilmesi için katlanılan maliyetlerdir. Çevresel harcamalar farklı úirketlerde bu kategorilerden herhangi birinde veya birkaçında sınıflandırılabilir. Ancak çevresel maliyetlerin yönetsel kararlarda daha etkin bir úekilde dikkate alınabilmesi için ayrıntılı bir maliyet ayırımı çerçevesi kullanılması gerekir( Özbirecikli,2003:20).23 Çünkü çevresel maliyetlerin hangi departmanda ortaya çıktı÷ının bilinmesi kadar hangi alt 20 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 44. 21 Atabey Ata, Parlakkaya Raif ,Alagöz Ali(Eylül 2007). Genel Muhasebe Dönem Sonu øúlemleri. Konya. Atlas Kitabevi. Sf 494. 22 Çetin Tansel, Özcan Murat, Yücel Rahmi (2004). Çevre Muhasebesine Genel Bakıú. SÜ. øøBF Sosyal Ve Ekonomik Araútırmalar Dergisi. Yıl 4. Sayı 7. Sf.68. 23 Özbirecikli Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). østanbul. Detay Yayıncılık.Sf 20. 318 unsurlardan kaynaklandı÷ının bilinmesi de, özellikle gerekli önlemlerin alınabilinmesi açısından, önem taúır( Melek, 2001:46).24 ÇEVRESEL MALøYET MUHASEBESø ‘Çevresel maliyet muhasebesi, mevcut maliyet muhasebesi iúlemlerinde ek çevresel maliyet bilgilerinin ve yerleúmiú çevresel maliyetlerin fark edilmesi ve uygun ürün ve süreçlere da÷ıtılmasını ifade eder. Geleneksel maliyet muhasebesi sisteminde çevresel maliyetler di÷er genel üretim giderleri gibi geliúi güzel iúlemden geçirilip; örne÷in, dıúa yayılan gazlar, elden çıkarılan atıklar ve atık su maliyetleri ilk ortaya çıktı÷ı yere bakılmaksızın, toplanıp geliúi güzel çeúitli maliyet merkezlerine da÷ıtılmaktadırlar. Hatta, üretim süreçlerinde ortaya çıkan emisyon, atık ve israf edilen malzeme maliyetleri gizli olmaları veya kaydedilememeleri nedeniyle göz önüne alınmamaktadırlar. Çevresel maliyet muhasebesi sistemi, sistematik neden ve etki sonuç analizlerine dayanan akımla ilgili maliyet muhasebesi sistemi olması nedeniyle çıktıyla ilgili katı atık, suya atık ve emisyon gibi maliyetler, onlara neden olan girdilere do÷ru olarak yüklenmektedir’( Çelik,2006:156).25 Çevresel maliyetlerin maliyet merkezlerine geliúi güzel yüklenmesi, iúletmelerin çevresel etkilerini ve onların maliyetlerini azaltmak gibi, maliyet merkezleri için herhangi bir özendirme içermemektedir. Çevresel maliyetlerin oluúumuna neden olanların do÷ru olarak saptanması ve yüklenmesi di÷er alanlarda da maliyetlerin azaltılmasına yardımcı olabilir. Atıkların çoklu÷u, iú süreçlerindeki verimsizli÷in bir göstergesidir. Örne÷in, bozuk üretim yalnızca atıkların atılma maliyetini de÷il, aynı anda bozuk mallara giden ek malzeme, iúçilik ve genel giderler nedeniyle üretim maliyetlerindeki yükselmelere de neden olmaktadır( Çelik,2007:156).26 ‘Çevresel maliyet muhasebesi, üretim girdileri, üretim süreçleri, etkileri ve ürünleri gerçek maliyetleri ile de÷erlendiren bir iç fiyatlama sistemine katkıda bulunmaktadır. Bu yöntem, çevresel yönetim sistemi, malzeme ve enerji akımlarının gözetimi, kontrolü ve planlaması konularında kararlar almak için bilgi yaratmaktadır. Bu nedenle çevresel maliyet muhasebesi daha düúük maliyetlerle yasal uyumu sa÷lamak için uygun bir araçtır. Maliyet verilerini kullanan planlamanın tüm bölümlerindeki çevresel faktörleri bir araya getirmektedir. Bunun yanında çevresel veriler, iú süreçlerinin anlaúılabilirlili÷inin geliúmesine yardımcı olmaktadır. Örne÷in, çıktı akımları ile ilgili verilere sahip iúletmeler atık akımlarının hacmine ve onlarla ilgili 24 Melek Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Ünv. Sosyal Bil. Ens. Hatay. Sf. 46. 25 Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 156. 26 Aynı. Sf. 156. 319 maliyetlere úaúırmamaktadırlar. Bu bilgi önlemler bulmaya yardımcı olabilmekte ve çevresel koruma için iúletmenin davranıúlarını de÷iútirebilmektedir’( Çelik,2007:157).27 ‘Bunu baúarmak için çevresel maliyet muhasebesi sistemini yaygınlaútırmak gerekir. Ek bilginin yararları, ona ulaúma maliyetlerinden daha yüksekse iúletme böyle bir maliyete katlanacaktır. Bu neden geleneksel ve çevreci maliyet muhasebesi sistemlerinin birleútirilmesini haklı çıkaracaktır. Böyle bir sistemi uygulamak için maliyet bölümü sorumlularının çevresel maliyetlerin neden ve etkileriyle ilgili çok bilgiye sahip olmaları gerekmez. Çevresel etkilerin maliyetlerini içeren iç fiyatlar, aslında iúletmelerin çevreyle ilgili maliyetlerini içselleútirmelerini özendirir’( Çelik,2007:157).28 SONUÇ Toplumsal, sosyal ve ekonomik bir de÷iúikli÷in içinde iúletmelerin faaliyetlerinin de akıúı de÷iúmiú ve çevreci bir özellik almaya baúlamıútır. 1970’lere gelinceye kadar çevre konusunda ciddi çalıúmalar yapılmamıútır. Ancak çevresel sorunların boyutları sanayileúme, teknolojinin ilerlemesi, üretim süreçlerinin, tüketici zevk ve ihtiyaçlarının de÷iúmesiyle gün geçtikçe artmıútır. Girdilerini çevresel faktörlerden sa÷layan iúletmeler bu durum karúısında, özellikle geliúmiú ülkelerde, çevre – muhasebe – iúletme iliúkilerinde farklı yaklaúımlar ortaya koymaya baúlamıútır. Yaúanan de÷iúimin büyüklü÷ü gerçekleútirilen çevreci faaliyetlerin kaydedilmesi, denetlenmesi, raporlanması ve de÷erlendirilmesi açısından bir karmaúaya yol açmaktadır. Bu sorunların en aza indirilebilmesi için muhasebe uygulamalarının çevreci amaca yönelik olarak yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu nedenle çevre muhasebesi kavramı ortaya çıkmıútır. øúletmeler çevresel sorunları önleyebilmek için daha öncede bir takım faaliyetler yapmaktaydı ancak, bu önlemlere iliúkin giderler, di÷er giderler arasında yer alarak çevresel maliyetlerin kesin olarak belirlenmesine ve bu maliyetlerin raporlanması sonucunda alınacak olan kararların do÷ruluk payının etkinli÷inin azalmasına yol açıyordu. Çevrenin önemi arttıkça bu tür giderlerin de çevresel maliyetler adı altında ele alınması daha anlamlı bilgilerin ortaya konulmasına yardımcı olacaktır. Çevre muhasebesi, bir úirketin tüm faaliyetlerinin evresel olarak sınıflandırılması, envanterinin tutulması, envanterdeki de÷iúimlerin izlenmesi, bu de÷iúimlerin parasal veya fiziksel boyutlarının ortaya konulması ve bunun, úirket bilânçosuyla bütünleútirilip úirketin gerek karlılı÷ının ortaya konulması yönündeki düzenlemeler olarak tanımlanabilinir. 27 Çelik Muhsin(2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. Mufad. Sayı 33. Sf. 157. 28 Aynı. Sf. 157. 320 Geleneksel maliyet muhasebesi çerçevesinde, çevre ile ilgili maliyet kalemleri genel giderler hesabında görünmekte, dolayısıyla, çevre dostu bir süreç ya da ürün için, seçenekler arasında do÷ru karar vermekte zorlanılmaktadır. Çevre maliyetlerinin de dikkate alındı÷ı maliyetleme yaklaúımı daha do÷ru ve sa÷lıklı kararlar alınmasına yardımcı olacaktır. Beklide yüksek çevre maliyetleri nedeni ile baúka bir mamul üretimine geçme gibi iúletme açısından çok önemli kararların alınması da gerekebilecektir. Bunun içinde iúletmelerde çevre maliyetinin de belirlenerek maliyet muhasebesi bilgi sistemine dâhil edilmesi zorunluluk haline gelmiútir. KAYNAKÇA AKDOöAN, Nalan ve SEVøLENGÜL, Orhan (2007). Tek Düzen Muhasebe Sistemi Uygulaması, (12. Baskı). Ankara. Gazi Kitabevi. AKÜN, Lerzan (1999). “Çevre Muhasebesi: Genel Bir Bakıú”. Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, MODAV. Sayı 1. ALAGÖZ, Ali ve YILMAZ, Baki (2001). “Çevre Muhasebesi ve Çevresel Maliyetler”. Selçuk Üniversitesi ø.ø.B.F. Sosyal Ve Ekonomik Araútırma Dergisi. Sayı 1-2. ALTINBAY, Ali (2006). “Çevresel Maliyetlerin Raporlanması”. Akademik Bakıú Dergisi, Sayı 11. ASLAN, Ümmühan (1995). Çevre Muhasebesi Ve Nuh Çimento A.ù.’De Çevre Muhasebesi Üzerine Pilot Bir Çalıúma. Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir. ATABEY, Ata, PARLAKKAYA, Raif ve ALAGÖZ, Ali (Eylül 2007). Genel Muhasebe Dönem Sonu øúlemleri. Konya. Atlas Kitabevi. COùKUN, Ali ve KARACA, Nurcan (2008). “Kobilerde Çevresel Maliyetlerin Sınıflandırılmasına Yönelik Bir Öneri; Metal øúleme Sektöründen Bir Uygulama”. Ekoloji Dergisi, Sayı 18. ÇELøK, Muhsin (2007). Çevreye Duyarlı Muhasebe. MUFAD. Sayı.33. ÇETøN, Tansel, ÖZCAN, Ayúe ve RAHMø, Yücel (2004). “Çevre Muhasebesine Genel Bakıú”. Selçuk Üniversitesi øøBF Dergisi, Sayı 7. DøE (Türkiye østatistik Kurumu). (1994). Su østatistikleri ve Do÷al Kaynaklar Muhasebesi, Ankara. GÜL, Mustafa (2005). Çevre Maliyet Muhasebesi Bilgi Sisteminin Geliútirilmesi Ve Bir Uygulama. Yüksek Lisans Tezi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eskiúehir. HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2007). Çevre Kirlenmesi Ve Çevre Koruma Ba÷lamında Çevre Muhasebesinin Önemi. MUFAD. Sayı 33 321 HAFTACI, Vasfi ve SOYLU, Kamuran (2008). “Çevresel Bilgilerin Muhasebesi ve Raporlanması”. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı 15. KIRLIOöLU, Hilmi ve CAN, A. Vecdi (2006). Çevresel Muhasebede Kavramsal Tartıúmaların Geliúimi ve Analizi. Mufad. Sayı. 32. KIRLIOöLU, Hilmi ve CAN, Ahmet (1998). Çevre Muhasebesi (1. Baskı). Adapazarı. De÷iúim Yayınları. KURùUNEL, Fahri, BÜYÜKùALVARCI, Ahmet ve ALKAN Alper (2006). Muhasebe Meslek Mensuplarının Çevre Muhasebesi Hakkındaki Görüúleri: Konya øli Üzerine Bir Araútırma. Selçuk Üniversitesi Karaman ø.ø.B.F. Dergisi. Sayı 11. MELEK, Zeynep (2001). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Üretim Maliyetlerine Etkileri Üzerine Bir Araútırma. Yüksek Lisans Tezi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Hatay. ÖZBøRECøKLø, Mehmet (2003). Çevre Muhasebesi, Kavramlar, Uygulama Alanları (5. Baskı). østanbul. Detay Yayıncılık. ÖZBøRECøKLø, Mehmet ve MELEK, Zeynep (2002). Çevre Muhasebesi Ve Çevresel Maliyetlerin Maliyet Muhasebesine Etkileri ve Bir Araútırma. Mufad. Sayı 14. YAöLI, Fatma (2006). Çevre Muhasebesi Ve Mermer øúletmeleri Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi. Mu÷la Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Mu÷la. 322 KÜRESEL KAMUSAL MALLAR VE FøNANSMANI GLOBAL PUBLIC GOODS AND FINANCING øsa ALTINIùIK* Hasan Sencer PEKER** ÖZET Küresel kamusal mallar genelde önemsenmeyen ancak aynı derecede önemli bir kavramdır. Yaúamın devamı, iklim de÷iúikli÷inin, savaúların, hastalıkların engellenmesi, bütünleúmenin, serbest ticaretin insan haklarının geliúmesi için gerekli her türlü mal ve hizmet, hayati önem taúımaktadır. Küresel kamusal mallar, küreselleúmenin de bir sonucu olarak, devletlerin beraber, koordineli bir úekilde faaliyet göstermesi içe üretilen bir niteli÷e sahiptirler. Bu tür üretim gerektirmesinin sebebi, piyasada üretilmesi için gerekli özelliklere sahip olmamasıdır. Bu yüzden do÷rudan devletler tarafından sa÷lanmalıdır ve kar olgusunun çok ötesindedirler. Anahtar Kelimeler: Kamusal Mal, Küresel Kamusal Mal, Küresel Kamusal Malların Finansmanı ABSTRACT Global public good is a concept that is generally ignored despite its importance. The goods and services necessary for maintaining the life; stopping climate change, wars, diseases; integration, trade and human rights are crucially important. Global public goods must be produced cooperatively so that states can operate in a coordinative way as a result of globalization. The need of this production is that global public goods do not have the features to be produced in the market. Therefore, these goods are supplied by the states and they are far beyond the profit. Keywords: Public Good, Global Public Good, Financing of Global Public Goods. GøRøù Ticaret, güvenlik, salgın hastalıkların yayılması, çevre, finans ve ticaret alanlarındaki çok taraflı sorunların çözülmesi için küreselleúme ile birlikte ortak eylemler gerektirmektedir. Faaliyetteki kurumların bu konular hakkındaki düzenlemelerinin yetersiz oldu÷u ve geliúen ortamda kendilerini yenileyemedikleri görülmektedir. * Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Kadınhanı Faik øçil MYO. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, øktisat Bilim Dalı, Doktora Ö÷rencisi. ** 323 Küresel Kamusal Mallar için bir uluslararası görev gücü oluúturulmuútur. Temel amacı, finans ile ilgili öngörüler ve yoksullu÷un azaltılmasına, uluslararası kamusal mallar perspektifinden bakmaktadır. Bu görev gücüne göre küresel kamusal mallar úu úekildedir: bulaúıcı hastalıkların ortaya çıkmasının ve yayılmasının önlenmesi, iklim de÷iúikli÷inin önlenmesi, uluslararası finansal istikrarın sa÷lanması, uluslararası ticaret sisteminin güçlendirilmesi, güvenlik ve barıúın sa÷lanması ve bilgi üretilmesi úeklindedir. Küresel kamusal malların birçok tanımı vardır ancak genel olarak bu tanımlar ve sınıflandırmalar, yukarıda sayılanlar etrafında oluúturulmaktadır. 1.KÜRESEL KAMUSAL MAL Küresel Kamusal Mal (KKM), birkaç tanımı olan bir kavramdır. Küresel Kamusal Mal kavramı ekonomi biliminde uzun zamandır yer alıyor olsa da, Samuelson (1954), daha özenli ve dikkatli bir yaklaúım geliútirmiútir. Bu yaklaúımın iki temel noktası vardır. Bunlar rekabete dâhil olmaması ve dıúlanamaz olmasıdır. Rekabete dâhil olmaması, bir malın bir kiúi tarafından tüketilmesinin, di÷erlerinin bu malı tüketmesini engellememesidir. Dıúlanamaz olması ise, bu malın tüketimine engel olmamasıdır (Sankar, 2008: 2) Dünya Bankası Geliúim Komitesi (2000)’ne göre KKM, geliúmiú ve geliúmekte olan ülkeler tarafından ortaklaúa çabalarla yürütülen geliúim ve yoksullu÷un azaltılması için gerekli olan sınır ötesi dıúsallıklarla birlikte mallar, hizmetler, politikalar ve kuralları sistemidir. Bu tanıma göre rekabete dahil olmama ve dıúlanamaz olma ilkelerinden bahsetmemektedir ancak yoksullu÷un azaltılmasına yönelik projeler ile ilgili çalıúmalara ıúık tutabilmektedir (Binger, 2003). Birleúmiú Milletler Kalkınma Programı (2003), iki farklı tanım yapmıútır: 1) Dıúlanamaz olma ve rekabete dahil olmama özelliklerine sahip potansiyel kamusal özelliklere sahip mallar, 2) Belirli bir eriúim sınırı olmayan ve herkesin tüketimine açık olan mallar, küresel kamusal mal sayılmaktadır (Kaul ve Di÷erleri, 2003) Bu tanımlardan yola çıkarak, aúa÷ıdaki mal ve hizmetleri küresel kamusal mal sınıflandırmasına alabiliriz: • • • • • • Temel e÷itim ve sa÷lık gibi bütün insanların temel insanlık onurları, Milli egemenli÷e saygı, Küresel Kamu Sa÷lı÷ı, Küresel Güvenlik, Küresel Barıú, Sınırlar arası taúıma ve iletiúim sistemleri. 324 Küresel Kamusal Malların Sınıflandırılması Tek Nesil Bölgesel Küresel Çok Nesil Bölgesel Tam Kamusal -Orman yangınları önlenmesi -Kirli su kaynaklarının temizlenmesi -Hayvan hastalıklarının kontrolü -Taúkınların önlenmesi Okyanus kirli÷inin önlenmesi -Hava tahminleri -Gözlem istasyonları Sulak Alanların korunması -Göllerin temizlenmesi -Toksik atıkların temizlenmesi -Kurúun emisyonunun azaltılması -Ozon tabakasının korunması -Küresel ısınmanın önlenmesi -Hastalıkların yok edilmesi -Bilgi oluúturulması Yarı Kamusal Su yolları -Nehirler -Otoyollar -Yerel parklar Klüp -Ortak pazarlar -Kriz yönetim gücü Enformasyon a÷ları (network) Ba÷lı Ürün -Barıúı koruma -Askeri güçler -Tıbbi yardım -Teknik yardım Elektromanyetik dalgalar -Uydu yayınları -Posta hizmeti -Hastalıkların kontrolü -Asit ya÷murlarının azaltılması -Balıkçılı÷ın korunması -Av alanlarının korunması -Uçucu organik bileúiklerin emisyonunun azaltılması Antibiyotiklerin aúırı kullanımı -Okyanus balıkçılı÷ı -Antartikanın korunması -Kanallar -Hava koridorları -ønternet -Denizyolları -Yabancı yatırımlar -Felaket yardımları Uyuúturucuların yasaklanması -Barıúı koruma -Taúkınların kontrolü -NATO -Kültürel normlar -Milli parklar -Sulama sistemleri -Göller -ùehirler -Uluslararası parklar -Kutup daireleri -Resifler -Tropik ormanların korunması -Uzay kolonileri -Birleúmiú Milletler -Fakirli÷in azaltılması Kaynak:Sandler, Todd, “Intergenerational Public Goods”(Ed. By Kaul, Inge&Isabella Grunberg&Stern A.) Global Public Goods:International Cooperation in the 21 st Century, Newyork, 1999, s.24-25. 2.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SUNULMASI Küresel kamusal malların sunulma süreci oldukça karmaúıktır. (Kaul vd., 2003:5) Küresel kamusal malların toplam sunum düzeyi farklı yöntemlerle de÷erlendirilmekte ve bu yöntemlerde, tek tek bireylerin (ülkelerin) katkılarının nasıl oluútu÷u esas alınmaktadır. (Kanbur ve Sandler, 1999:65) 325 2.1.Toplama Tekni÷i Toplam küresel kamusal mal üretimi, mala yönelik olarak tüm katılımcıların katkılarının toplamına eúittir. Herhangi bir aktörün yaptı÷ı katkı, küresel kamusal malın üretiminde aynı miktarda etkiye sahiptir. Toplama tekni÷i ile üretilen bölgesel kamusal mallarda, iúbirli÷i problemi ortaya çıkabilmektedir. Bunun sebebi, ülkelerin bölgesel kamu malı üretimini gönüllü olarak yapmasına ba÷lı olarak, bir ülke tarafından sa÷lanan bir birimlik katkının, toplam üretim düzeyinde aynı miktarda artıú sa÷laması, sonuçta bir ülkenin katkısının tam bir ikamesi haline gelmesidir. Bu durumda, ülkeler tam olarak bedavacı bir davranıú sergilemektedirler. Ayrıca, bir ülkenin bölgesel kamu malından sa÷ladı÷ı fayda, üretim için katlanmak zorunda oldu÷u maliyetten yüksek ise, o ülke iúbirli÷ine yanaúmamaktadır. Bütün bu davranıúlar, finansman belirsizliklerine ve bölgesel iúbirli÷inin sa÷lanmamasına yol açarak bölgesel kamusal malların yetersiz sunumuna sebep olmaktadır. (Çelebi ve Yalçın, 2008:10) 2.2.En øyi Vuruú Tekni÷i Bu teknolojide sunulan kamu malının miktarı, bu malı en yüksek düzeyde üreten ülkenin sunum düzeyine eúittir. Örne÷in, bilimsel araútırmalarda, toplam hizmet düzeyini belirleyen unsur, bu hizmeti en yüksek düzeyde sunan ülkenin sunum miktarı olacaktır. “Kalkınma yardımları ba÷lamında, hizmetlerin “en iyi vuruú” özelli÷ine göre davranmak ço÷u zaman úu anlama gelmektedir. Bu hizmetlerin yapılması için geliúmiú ülkelerden geliúmekte olan ülkelere do÷ru kaynak aktarmaya gerek yoktur, geliúmiú ülkeler bu hizmetleri kendi ülkelerinde sundukları zaman faydaları nasıl olsa yayılacaktır.” (Kirmano÷lu vd., 2006:30) 2.3.En Zayıf Halka Tekni÷i Bu sunum tekni÷inde, kamu malının sunum miktarını belirleyen unsur, en zayıf halka yani en az katkıyı yapan ülkedir. Örne÷in, bir salgın hastalık durumunda, bütün ülkeler ne kadar önlem alırlarsa alsınlar, e÷er bir ülke önlem almada zayıf kalırsa, di÷erlerinin aldıkları önlemler etkisiz kalır. O halde, kalkınma yardımlarının en zayıf halkaya yönelmesi, küresel kamusal mal sunumunu artıracaktır. (Susam, 2008:283) 3.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN SINIFLANDIRILMASI Küresel kamusal mal kavramı oldukça geniú oldu÷undan, yönetilmesi, finansmanı, faydalanılmasının kolaylaútırılması ve görev da÷ılımı yapılabilmesi için çeúitli sınıflara ayrılırlar. Sektöre, faydasına, eriúilebilirli÷ine, teknolojiye ve ekonomik kapsamına göre sınıflandırılabilirler. 326 3.1.Sektörel Sınıflandırma Sektöre göre sınıflandırma, çevresel, sosyal, sa÷lık, barıú ve güvenlik, ekonomik ve kurumsal olarak sınıflandırılabilir. Çevre grubunun özünde, çevreden faydalanılması, zarar görme riskinin düúürülmesi gibi faydalar yer almaktadır. Hastalıkların engellenmesi, yenilerinin ortaya çıkmasının önüne geçilmesi ve var olanlar ortadan kaldırılması ve durdurulması, küresel fayda sa÷layan bir maldır (Morissey ve Di÷erleri, 2002). 3.2.Fayda Çeúidi Küresel kamusal mallar için üç farklı fayda alt grubu vardır. Bunlar risklerin azaltılması, kapasitenin arttırılması ve faydanın do÷rudan sa÷lanması úeklindedir. Bunlar basitçe belirli bir kamusal malın ulusal, bölgesel veya uluslararası olup olmamasına ba÷lıdır. E÷er fayda riskin azaltılması veya do÷rudan fayda elde edilmesi ise, bu kamusal mal, küreseldir çünkü herkes faydalanabilir. E÷er fayda kapasitenin arttırılması ise bu durumda küresellikte bahsedilmeyebilir. Örnek verecek olursak, denizlerin ve okyanusların kirlenmesi uluslararası bir zarardır ve bu yüzden kirlili÷in azaltılması, uluslararası bir faydadır. Tabii burada kayna÷ı kimlerin kullandı÷ına ba÷lı olarak, ulusal veya bölgesel bir faydadan da bahsedilebilir (Binger, 2003: 10). 3.3.Kamusallık Boyutu Kamusallık boyutuna göre yapılan sınıflandırma, Saf Kamusal Mallar, Saf Olmayan Kamusal Mallar, østisnalara Sahip Olan Kamsal Mallar ve Ortak Mallardır. Saf Kamusal Mallar, rekabete açık de÷ildirler ve dıúlanamazlar. Salgın hastalıkların önlenmesi, küresel ısınmanın durdurulması gibi hizmetler, saf kamusal mallardır çünkü bundan faydalanan belirli bir bölge veya birey yoktur. Bütün dünya küresel ısınmadan veya bunun durdurulmasından olumlu veya olumsuz etkilenmektedir. Saf Olmayan Kamusal Malların faydaları kısmen rekabetçi, kısmen dıúlanabilir olabilir. Balıkçılık, rekabetçili÷e örnek olarak verilebilir. Bir balıkçının elde etti÷i, fayda, di÷erininkini potansiyel olarak azaltabilir. østisnalara Sahip Olan Kamusal Mallarda, fayda, ödeme yapmayanlar tarafından elde edilir. Bir ülke, herhangi bir maliyete katlanmadı÷ı bir faaliyetten fayda elde edebilir. Ortak Ürünler, çeúitli kamusallık derecesine sahip bir veya birkaç çıktı olabilir. Ya÷mur ormanları toplumsal ürünlerdir ve bütün dünya bundan faydalanmaktadır. 327 3.4.Toplam Teknoloji Kamusal mal tedarikinin niteliklerine bakmak için, faydanın rekabet dıúı ve dıúlanamaz olmasından daha fazlasının dikkate alınması gerekmektedir. Buradaki üçüncü özellik, toplam üretim teknolojisidir. 3.5. Faaliyet Ekonomisi ve Yetki Devri øki veya daha fazla KKM aynı birime fayda sa÷layabilir ve bu mal için maliyet paylaúılabilir. Az kullanılan altyapılar, faaliyet ekonomisinin birincil kayna÷ıdır. Bir kurumun altyapısı tam kapasitesine ulaúırken KKM elde etme kapasitesini arttırmanın mı yoksa belirli kurumları yetkilendirmenin mi daha ekonomik olaca÷ına karar vermelidir (Jayarman, Kanbur, 1999: 420). 4.KÜRESEL KAMUSAL MALLARIN FøNANSMANI Ülkeler temelde milli çıkarları do÷rultusunda faaliyetlerini belirlerler ve bunun yanında pozitif bir dıúsallık olarak küresel kamusal mal üretebilirler. Bir ülkenin sa÷lıklı ve e÷itimli bireyler yetiútirmesi küresel iúgücünü, sa÷lıklı bireyler yetiútirmesi, küresel sa÷lı÷ı, kendi ülkesinin refahını arttırmaya çalıúması, küresel refahı arttırmaktadır. Bütün bunlar, devletin görevi veya en azından deste÷i altında gerçekleúmedir. Bunun için ise o ülkenin yeterli finansal kaynaklara sahip olması gereklili÷i kaçınılmazdır çünkü görünüúte ve kısa vadede gelir sa÷layan bir üretim faaliyeti de÷ildir (Göker, 2009:9). Küresel kamusal mallar ile ilgili en önemli problemlerden birisi bu malların kim tarafından nasıl finanse edilece÷idir. Bu malların bölünemez, rekabet dıúı ve dıúlanamaz olmalarından dolayı, maliyet üstelenenlerle kullananlar farklı kesimler olmaktadır. 4.1.Dıúsallıkların øçselleútirilmesi Bu tür malların üretim ve tüketim faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan faydanın ve maliyetin, bu malları üreten ve tüketenler arasında paylaútırılması en önemli finansman yöntemlerindendir (Tekin, Vural, 2006). Bu finansman yönteminde, faydanın ortaya çıkarılması sürecinde ortaya çıkan maliyetlerin kullanıcılara yüklenmesi söz konusudur. Buradaki yaklaúım, elde edilen faydaya göre kullanıcıya bedel yükleme ve bu sayede etkin bir kullanım sa÷lamaktır. Uluslararası haberleúme uyduları için devletlerin ödedikleri bedeller örnek olarak verilebilir (Yalçın, 2009: 297). Dıúsallıkların içselleútirilmesi uygulamalarına örnekler úu úekildedir: • Karbon vergileri • Uçuú vergileri • Para transferi vergileri • Elektronik posta ve internet kullanım vergileri • Dünya ticaret vergisi • Uluslararası silah ticareti vergisi 328 4.2.Pazar Oluúturulması ve Güçlendirilmesi Çevre ekonomistleri kontrol edici önlemler ile piyasaya ba÷lı teúvikleri ayırmaktadırlar. Son zamanlarda, piyasa teúviklerinin önemi, çevre politikaları açısından artmaktadır ve kontrol mekanizmalarına göre etkili oldukları da görülmektedir (Binger, 2003: 19). • • Kira, satıú ve ticaret izinleri Emisyon ticareti sistemi 4.3.Uluslararası Kamusal Kaynaklar Uluslararası kamusal kaynaklar, uluslar arası finans kurumları ve devletlerarası kurumlardan oluúmaktadır. • • Uluslar arası Finansal Kurumlar Devletlerarası Kurumlar 4.4.Ulusal Kamusal Kaynaklar Geliúmekte olan ülkelerin küresel kamusal malların finansmanın ne kadar harcadı÷ı tam olarak bilinmemektedir Ancak birçok geliúmekte olan ülke, iúbirli÷i programlarına do÷rudan finansman sa÷lamaktadır. Kamusal mallara yapılan ulusal harcamaların 6 trilyon Amerikan Doları oldu÷u ve bunun 5 trilyon ABD dolarının geliúmiú ülkeler, 1 trilyon dolarının ise geliúmekte olan ülkelerce gerçekleútirildi÷i tahmin edilmektedir (Kaul ve di÷erleri, 2003). Ulusal kamusal kaynaklardan faydalanan kurumlar: • • • Resmi Geliúim Yardımı, Borç Erteleme ve Sürdürülebilir Geliúim Borçları Amacından Sapmıú Desteklerin Azaltılması ve Kaldırılması 4.5.Özel Sektör Kaynakları Do÷rudan yabancı yatırımların ve di÷er uzun vadeli hareketlerin, teknoloji transferi, istihdam yaratılması, ulusal kapasitenin arttırılması, üretimin çeúitlendirilmesi, iúlevsel altyapı ve giriúim potansiyelinin arttırılması üzerinde güçlü bir etkileri vardır. Yani bu tür hareketlerin arttırılmasına yönelik önlemler uygun bir çalıúma içinde desteklenmektedir. 4.6.Ortaklık Kaynakları Küresel kamusal malların ortaya koyulmasındaki yöntemlerden birisi, devletlerin, uluslar arası kuruluúların, vakıfların ve çok uluslu úirketlerin ortaklıklarıdır. Günümüzde en sık baúvurulan kaynaklardan birisidir. Küresel Çevre Fonu, AIDS ile Mücadele Giriúimi, Birleúmiú Milletler Sıtma ve Tüberküloz Giriúimi gibi uluslar arası kuruluúlar, devletler ve özel giriúimlerce oluúturulmuútur (Yalçın, 2009: 298). 329 SONUÇ Küreselleúme ile birlikte ele alınan konular artık yerel olmaktan çıkmıútır. Küreselleúme ile birlikte küresel ve bölgesel kamusal mallar önemli bir yer teúkil etmiútir. Küresel kamu mallarının etkileri küresel çapta hissedilir. Yaúanan de÷iúimin temelinde negatif dıúsallıkların devletlerin sınırlarını aúması ve aynı co÷rafyayı paylaúan di÷er ülkeleri ve dünyanın bütününü etkilemesidir. Negatif dıúsallık yayan malların baúında bulaúıcı hastalıklar, do÷al afetler, orman yangınları, deniz, göl ve nehirlerin kirlenmesi gelmektedir. Bu tür mallar yo÷un negatif dıúsallıklar yayarlar ve ülke sınırlarını aúarak bölgesel problemlere yol açarlar. Küresel kamu malları konusu beraberinde bu malların kim tarafından sunulaca÷ı problemini de beraberinde getirmektedir. Bu ba÷lamda, küresel çevre problemlerinin çözümü ulus devletlerin kapasitesini aúmakta ve uluslararası kuruluúların bu sürece daha etkin bir úekilde dahil olmasını gerekli kılmaktadır. Bu malları ulusal konulardan soyutlamak mümkün de÷ildir. Örne÷in salgın hastalıklar, iklim de÷iúmeleri, ozon tabakasının delinmesi, denizlerin kirlenmesi gibi tüm dünyayı etkileyen global hareketlerdir. Küresel kamusal mallarla ilgili yaúanan problemleri sadece geliúmekte olan ülkelerin problemleri olarak sınırlamak mümkün de÷ildir. Küresel refahın sa÷lanması açısından alınacak ortak tedbirler çok büyük önem arz etmektedir. Alınacak tedbirlerin maliyetlerinin yüksek olması açısından, bazı problemler karúımıza çıkmakta ve alınan tedbirlerin etkinli÷inin azalmasına sebep olmaktadır. Bu problemlerden bir tanesi, çevre koruma amaçlı politikalarının ülke ekonomileri üzerinde oluúturdu÷u maliyet ve rekabet baskılarıdır. Bir di÷er problem ise, çevre politikalarını uygulayacak ülkelerin üstlenecekleri maliyetlere katlanmalarına ba÷lıdır. Konu küresel kamu malı perspektifinden baktı÷ımızda çevre tahribatının önlenmesinde ve çevrenin sürdürülebilirli÷inin sa÷lanmasında ülkelerin tekil çabalarının hiçbir önemi kalmamıútır. Bu sebeple, konunun uluslararası düzeyde ele alınarak yeni politikalar geliútirilmesi ve bu politikaların aynı duyarlılıkla uygulanması dünyamızın gelece÷i açısından ve gelecek nesillere iyi bir miras bırakılması açısından çok önemlidir. KAYNAKÇA Binger, A, (2003), “Global Public Goods and Potential Mechanisms for Financing Availability”, Geliúim Politikası Komitesi 5. Seans, Nisan 7-11. Çelebi, Kemal, Yalçın Zafer, (2008) “Kamusal Mallar Teorisinin De÷iúimi:Bölgesel Kamusal Mallar”, Celal Bayar Üniversitesi ø.ø.B.F. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt:15, Sayı:2. 330 Göker, Z, (2007), “Küresel Kamusal Bir Mal: Finansal østikrar” Akdeniz ø.ø.B.F. dergisi (17), Antalya. Jayarman, R., R. Kanbur, (1999), “International Public Goods and the Case for Foreign Aid”, Global Public Goods: International Cooperation in the 21st Centry (New York: Oxford University Press). Kanbur, R., T. Sandler, (1999) “The Future of Development Assistance: Common Pools and Interneational Public Goods”, ODC Policy Essay No:25, May. Kaul, I., P. Conceiau, K.L. Goulven, R.U. Mendoza, (2003), “Providing Global Public Goods: Managing Globalisation, Oxford University Press. Kirmano÷lu Hülya, Yılmaz Binhan Elif, Susam Nazan, (2006) “Maliye Teorisi’nin Çıkmazı:Küresel Kamusal Mallar (Kalkınma Yardımları øçinde Küresel Kamusal Malların Finansmanı), Maliye Dergisi, Sayı:150, Ocak_Haziran. Morissey, O., Velde, D., A. Hewitt (2002), “Defining International Public Goods: Conceptual Issues”, Overseas Development Institute, London. Sankar, U, (2008), “Global Public Goods”, Madras School of Economics Working Paper 28/2008, Chennai, India. Susam Nazan, (2008) “Kamu Maliyesinde Sınır Ötesi Bir Kavram:Küresel Kamusal Mallar”, Erzincan Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:12, S:1-2. Tekin, A., Vural, ø.Y., (2006), “Global Kamusal Malların Finansman Aracı Olarak Global Vergi Önerileri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12, Konya. Yalçın, A. Z., (2009), “Küresel Çevre Politikalarının Küresel Kamusal Mallar Perspektifinden De÷erlendirilmesi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12, Sayı 21, Balıkesir. 331 332 KOBøLER’øN AVRUPA BøRLøöøNE GøRøù SÜRECøNDE TUTUNDURMA FAALøYETLERø VE øHRACATA OLAN ETKøSø DENøZLø METAL EùYA ve TEÇHøZAT SANAYøNDE BøR ARAùTIRMA Yrd.Doç.Dr.Duygu KOÇOöLU PAÜ. øøBF.Ö÷retim Üyesi ÖZET Avrupa Birli÷ine giriú süreci ile birlikte KOBø’lere iliúkin yeni düzenlemeler, KOBø’lere daha fazla önem verilmesine neden olmuútur. Avrupa Birli÷i, KOBø’lerin rekabet ortamını de÷iútirecektir. Küresel pazarlarda rekabet edebilmek, KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ve dolayısıyla uygun tutundurma araçları kullanmalarına ba÷lıdır. Bu çalıúmanın amacı, KOBø’lerin tutundurmaya verdi÷i önemi tespit etmek ve tutundurmanın ihracata olan etkisini ortaya koymaktır. Anahtar kelimeler: Avrupa birli÷i, KOBø, Tutundurma IN THE WAY OF THE EU THE øMPACT OF PROMOTøONAL ACTøVøTøES ON EXPORT: AN EXAMøNATøON OF DENøZLø METAL GOODS AND EQUøPMENT øNDUSTRY ABSTRACT New regulations concerning’s have attached more importance to SME’s øn the process of the European Union. The EU will intense competitive environment of SME’s. To be competitive relies on marketing strategies that in fact refera using appropriate promotional tools. The aim of this article is to explore relative importance of promotion that SME’s attach and to discover impact of promotion to export. Keywords: European Union, SME, promotion Giriú Ülkemizde imalat sanayinde faaliyet gösteren iúletmelerin büyük ço÷unlu÷unu meydana getiren KOBø’ler üretimde önemli bir paya sahiptir. Avrupa Birli÷i’nin özellikle KOBø’lerin rekabet ortamını de÷iútirece÷i kesindir. Pazardaki rekabet koúullarının de÷iúmesi ile birlikte iúletmeler bu de÷iúimi yakalayabilmek için pazar çevresini ve çevre faktörlerinin geliúimini yakından takip etmelidir. De÷iúen iç ve dıú pazar çevresini sürekli inceleme altında bulundurmak, pazarda ortaya çıkabilecek fırsatları de÷erlendirebilmek, pazarlama faaliyetlerinin ve buna ba÷lı olarak tutundurma çalıúmalarının ne kadar etkili ve verimli úekilde yerine getirilebildi÷ine ba÷lıdır. 333 Avrupa Birli÷ine Giriú Sürecinde KOBø’ler AB, küçük ve orta ölçekli iúletmeleri, ülke sanayisinin büyümesi ve geliúmesi açısından önemli bir unsur olarak görmekte ve onlar için destek programları hazırlamaktadır. Türkiye AB’ye girmese bile AB’ye giriú süreci, bu iúletmelerin ülkenin ekonomik ve sosyal anlamda geliúmesi ve kalkınması için son derece önemli oldu÷unu göstermiú, dıú pazarlara açılmanın KOBø’lerin ayakta kalabilmesi ve devamlılı÷ını sa÷laması bakımından gereklili÷ini ortaya çıkarmıútır. Dıú pazara açılma iúletmelerin yerel pazarlardaki rekabet gücünü artırmaktadır. Bunun en büyük nedeni, iúletmenin dıúta oluúan yeniliklere uyum sa÷laması ve iç pazara sundu÷u yeniliklerle rakiplerine karúı üstünlük yaratmasıdır. Baúka bir ifade ile dıú piyasalara çıkmak, dinamik bir rekabet ortamı ile karúılaúan iúletmeyi ve ürünlerini daha ça÷daú ve verimli hale getirecek ve bu da iç pazardaki baúarısına etki edecektir. (Tümer, 2000, s.383). Dıúa açılma küçük ve orta ölçekli iúletmelerin ça÷daú pazarlama anlayıúını benimsemelerine neden olacak, farklı tüketici gruplarına farklı pazarlama karması oluúturmaları yönünde zorlayıcı bir faktör teúkil edecektir. Küçük ve orta ölçekli iúletmelerin ülke ekonomisindeki yeri, Gümrük Birli÷i’ne girilmesi ve ardından AB’ne tam entegrasyon çabalarının hızlanması sonucunda, daha da önemli hale gelmiútir. AB’nin bu iúletmelere yönelik geliútirdi÷i destekleyici politikalar, küçük ve orta ölçekli iúletme kavramının daha fazla gündeme gelmesine sebep olmuútur. Özellikle, AB’ne tam entegrasyonu hedefleyen Türkiye’de, büyük sanayi iúletmelerinin vazgeçilmez bir destekleyicisi ve tamamlayıcısı olan küçük ve orta ölçekli iúletmelerin, bu koúullar çerçevesinde kendilerini yeniden de÷erlendirmeleri ve rekabet koúullarını gözden geçirmeleri gerekmektedir ( Tenekecio÷lu vd.,2002, s.3 ) KOBø’lerin Türkiye’de büyük ölçüde fason üretime yöneldikleri, kendi markalarını yaratmakta ve kendi ürünlerini pazarlamakta güçlük çektikleri görülmektedir. Ülke imajının ve markanın olmaması bu iúletmelerin rekabet gücünün büyük ölçüde zayıflamasına neden olmuútur. Bu açıdan bakıldı÷ında, küreselleúme sürecinde Türkiye’ye biçilen rol, büyük ölçüde ucuz, fason üretim yapılan ülke konumudur. Firmaların kendi markasını yaratmadı÷ı ve kaliteli üretime önem vermedi÷i sürece bu geliúmeler karúısında rekabet avantajı yakalaması olanaksızdır. (Aras ve Müslümov, 2002, s.3) AB’ye uyum süreci ile baúlayan KOBø’lere iliúkin yeni düzenlemeler iúletmelerin rekabet edebilirliklerini güçlendirmeye yönelik olmakla birlikte bu iúletmeleri fason üretimden kurtarıp kurtarmayaca÷ı belirsiz görünmektedir. Zamanında kısa vadeli karları yeterli görmeleri KOBø’leri fason üretim yapmaya mahkûm etmiútir. Yüksek maliyetleri dolayısıyla kaçındıkları pazarlama faaliyetlerini üretim öncesine taúımadıkları için marka yaratmada sıkıntı yaúamıúlardır. Üretimin verimlili÷ine ayrılan kaynaklar KOBø’lerin üst 334 yönetimi tarafından destek görürken, pazarlamaya yaptıkları yatırımlar sürekli büyüteç altında tutulmuútur. Kriz dönemlerinde iúten ilk çıkardıkları genellikle pazarlama elemanları olurken, ilk önce vazgeçtikleri faaliyet ise reklam kampanyaları olmuútur. Pazarlama harcamalarını, çok kısa bir sürede geriye dönmesi gereken harcamalar olarak görmüúler, uzun vadeli bir yatırım olarak de÷erlendirmemiúlerdir (Ener, 2002, s.233) KOBø’lerde pazarlama iúletme sahip ve yöneticilerinin çalıúma úekilleri bakımından geliúigüzel ve informeldir. KOBø yöneticileri genellikle günlük ortaya çıkan fırsat ve durumlara göre karar almaları ve bu kararların rastgele, belirsiz görünen kararlar olması nedeniyle, iúletmenin önde gelenleri ve çalıúanları tarafından hiç de yol gösterici olmadı÷ı söylenebilir. Bu tür sınırlamalar KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerinin niteli÷ini etkilemektedir. Pazarlama literatüründe yer alan geleneksel pazarlama niteliklerini gösterememekte bunun yerine pazarlama faaliyetlerini günlük alınan kararların ortaya çıkardı÷ı sınırlamalar belirlemektedir. Bu nedenle KOBø’lerde pazarlama faaliyetlerinin tamamıyla geliúigüzel, informel, yapısal olmayan ve anlık geliúen faaliyetler oldu÷unu söylemek mümkündür (Gilmore vd, 2001, s.6). Karúılaútıkları finansal sorunlar, fason üretime odaklanmaları ve dolayısıyla marka imajı oluúturma konusundaki yetersizlikleri ve ihmalleri, KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerini düzenli olarak ve profesyonel anlamda yerine getirmelerine engel teúkil etmiútir. Büyük iúletmelerin yeterli sermayeye ve geniú teknolojik olanaklara sahip olmaları nedeniyle pek çok üstünlü÷ü olmasına ra÷men küçük ve orta ölçekli iúletmelerin küçük olmanın pek çok avantajı da bulunmaktadır. Küçük ve orta ölçekli iúletmelere sahip olmanın avantajlarından bazıları úunlardır (Bayrak, 2007); - müúteri taleplerinde etkilenirler, meydana gelen dalgalanmalardan az - esnek üretim yapmaları nedeniyle pazarda meydana gelen de÷iúime kolay uyum sa÷larlar - pazara mal sunma ve pazar için yeni mal ve hizmet geliútirmeye yatkındır - pazarın sınırlı oldu÷u durumlar için daha uygun koúullar taúımaktadırlar KOBø’lerin yukarıda belirtilen özelliklerinin onlar için rekabet avantajı yaratabilmesi, pazarlama faaliyetlerini üretimden önce baúlaması gereken bir faaliyet olarak görmelerine ve kendileri için uygun tutundurma stratejileri belirleme ve kullanma yetene÷ine ba÷lıdır. De÷iúen Pazar koúullarına karúı daha esnek olabilmeleri, günümüz pazarlama anlayıúının gereklerini yerine getirebilme imkanı yaratmaktadır. 335 KOBø’lerin Tutundurma Faaliyetleri Rekabet koúullarında ve iúletmenin pazar çevresinde yaúana de÷iúimler, KOBø’lere yeni fırsatlar yaratırken büyük firmalardan gelebilecek tehdit unsurunu da arttırmaktadır.. Bu tehdit unsurlarından bir tanesi de firmalar arasındaki tutundurma savaúıdır. Ça÷daú pazarlama anlayıúı çerçevesinde, pazarlama karmasını oluútururken belirlemek zorunda oldukları önemli stratejilerden olan tutundurma, küçük ve orta ölçekli iúletmeler açısından rekabeti yönlendiren bir unsur haline gelmiútir Bir iúletmenin baúarılı olabilmesi için hedef pazardaki alıcı veya tüketicilerini rakiplerinden daha iyi tatmin etmesi gerekir. Bu ça÷daú veya modern pazarlamanın gere÷idir. O halde pazarlama stratejileri yalnızca alıcı veya tüketicilerin ihtiyaçlarına de÷il aynı zamanda aynı pazara seslenen rakiplerin stratejilerine de adapte edilmelidir. Güçlü bir rekabet avantajı elde edebilmesi için pazarlamacıların, kendi pazarlama karmalarını rakiplerinkinden daha iyi olacak úekilde oluúturmaları gerekir (Tek, 1999, s.102). Küçük ve orta ölçekli iúletmeler, son derece kaliteli üretim yapsalar bile, bunları tüketiciye duyurup tanıtımını yapmadıkları sürece üstün nitelikli ürünlere sahip olmak hiçbir anlam ifade etmez. Bu gün iúletmelerin en uygun fiyatlarla ve en iyi da÷ıtım stratejileri kullanarak hedef pazarlarına ulaúmaları yeterli de÷ildir. Aynı zamanda ürünün varlı÷ından tüketiciyi haberdar edecek, ürünü benimsetecek ve onları satın alamaya ikna edecek etkili tutundurma metodları kullanmaları gerekmektedir. Mucuk’a göre (2006, s.173),“Tutundurma, iúletmelerin üretti÷i mal ve hizmetlerin varlı÷ını tüketicilere duyuran, iúletmelerin yaúamasını, geliúmesini sa÷layan stratejik pazarlama aracıdır”. Tek (1999, s.708), tutundurmayı; bir ürün veya hizmetin, o ürünü kapsayan tüm pazarlama karmasının satıúlarının artırılması ve çeúitli pazarlama araçlarının gerçekleútirilmesi için, do÷rudan (yüz yüze), kiúisel veya kiúisel olamayan dolaylı yöntemler, teknikler, araçlar, süreçler ve personel kullanılarak alıcılara ve di÷er muhataplara çeúitli iletiúimler geliútirme, yayma ve bu muhataplardan tüm pazarlama çabalarını geliútirici bilgi toplama etkinlikleri olarak tanımlamaktadır. Tutundurma çalıúmaları, genellikle pazarı oluúturan veya pazara etkide bulunan kiúi ve gruplara yöneliktir. Bu açıdan iúletmenin dıúa dönük iletiúimini oluúturur. Dıúa dönük olma özelli÷i tutundurma çalıúmalarının esnek ve sürekli de÷iúken olmasını gerektirir. Çünkü, sürekli de÷iúen dıú çevre koúullarının yakından takip etme ve belirleme tutundurma çalıúmalarının baúarısını sa÷layacaktır (Odabaúı, 1995). Pazarlama karmasının temel unsurlarından olan tutundurma çalıúmaları, iúletmelerin tüketici ile arasındaki mesafeyi kapatan, pazarlamanın sadece ihtiyaç karúılayan de÷il aynı zamanda ihtiyaç yaratan bir faaliyet olmasında önemli payı olan bir rekabet aracıdır. 336 Borden 1984 yılında, küçük iúletmelerin, büyük iúletmelerin çalıúma yöntemlerini uygulayamayaca÷ını, aynı ürünü satsalar bile onların pazarlama stratejilerinin büyüklere göre önemli ölçüde farklı olaca÷ını ifade etmiútir. Ayrıca, kaynakları sınırlı olan bu firmaların, büyük iúletmeler tarafından uygulanan ulusal da÷ıtıma teúebbüs etmektense, bölgesel nitelikli faaliyetler göstermeyi ve büyüklere cazip gelmeyecek kadar küçük potansiyeli olan ürünleri üretmeyi ve satmayı tercih ettiklerini belirtmiútir. Bu gün KOBø’ler, hedef Pazar seçiminde, büyüklerden farklı bir strateji belirlemek durumunda olmasına ra÷men, büyük iúletmeleri kendilerine örnek alarak iúletme organizasyonunda ayrı pazarlama departmanı oluúturmaları ve kendilerine uygun pazarlama stratejileri geliútirmeleri gerekmektedir. Araútırmanın Amacı ve Metodolojisi Küresel pazarlara eriúebilme, KOBø’ler için yeni fırsatlar yaratırken büyük firmalardan gelebilecek tehdit unsurunu da artıraca÷ı kesindir. Bu tehdidi ortadan kaldırabilmenin ve rekabet gücü elde edebilmenin yollarından bir tanesi de KOBø’lerin pazarlama faaliyetlerine daha fazla önem vermelerine ba÷lıdır. Araútırmanın amacı, Avrupa Birli÷i’ne giriú sürecinde KOBø’lerin tutundurmaya verdikleri önemi tespit edip, tutundurma faaliyetlerinin iúletmelerin dıú pazar bilgi düzeyini ve dolayısıyla ihracatı nasıl etkiledi÷ini ortaya koymaktır. Araútırma, Denizli ili Metal Eúya Makine ve Teçhizat Sanayi iúletmeleri ile sınırlandırılmıútır. Ekonomisi a÷ırlıklı olarak tekstile dayalı olarak geliúen Denizli, bugün ülkemizin önemli sanayi kentlerinden birisidir. Denizli sanayinde dokuma, giyim eúyası ve deri sanayi sektöründen sonra tesis sayısı bakımından en önemli yeri metal eúya, makine ve teçhizat sanayi almaktadır. Bu sektör, tesislerin kuruluúları açısından yeni olmakla birlikte, günümüzde çok hızlı geliúmesiyle dikkat çekmektedir. Denizli'de metal eúya, makine ve teçhizat sanayinin ortaya çıkıúı ve geliúimi gözönüne alındı÷ında, bu sektörün özellikle 1970'li yıllardan itibaren kurulmaya baúladı÷ı ve 20-28 yıllık bir geçmiúi oldu÷u görülür. (http://www.dso.org.tr/) Avrupa Birli÷ine sürecinin bu iúletmelerin pazarlama yapılarında köklü de÷imler yaúataca÷ı ve bu sektöre yeni bir açılım kazandıraca÷ı düúünülmektedir. Avrupa Birli÷i KOBø tanımlamasına göre “250’den az iúçi çalıútıran iúletmeler KOBø olarak de÷erlendirilmektedir. 10’dan az iúçi çalıútıran iúletmeler ise çok küçük iúletme grubuna dahil edilmektedir” Denizli Metal eúya sanayinde bu tanımlamaya uyan 42 firma bulunmaktadır Araútırmanın kapsamına Denizli Metal Eúya Sanayi iúletmelerinin tamamı alınmıú, araútırmada anket metodu kullanılmıútır. Bu firmaların tamamına birebir görüúme yoluyla anket uygulanmıútır. Elde edilen verilerin analizi sosyal bilimciler tarafından en fazla kullanılan analiz programı olan SPSS ile gerçekleútirilmiútir. 337 Araútırmanın Bulguları Denizli ili Metal Eúya ve Teçhizat Sanayinde yer alan 42 iúletmenin ancak %57‘si tutundurma faaliyetlerinde bulunurken %43' (Tablo 1). Bu iúletmeler tutundurma faaliyeti olarak en fazla %79 oranında firma broúürlerini kullanmaktadır. Yurtiçi fuarlara katılım %58 oranıyla ikinci sırada yer almaktadır. Ürün numuneleri da÷ıtarak ve basın yayın yoluyla reklam yaparak tutundurma çalıúmalarında bulunanların oranı ise %46 dır. (Tablo 2). Araútırma kapsamındaki bu iúletmeler yurt içi fuarlara daha fazla oranda katılırken yurtdıúı fuarlara gereken önemi göstermektedirler. Tablo 1: øúletmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunma durumu Tutundurma faaliyeti Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar Toplam øúletme sayısı 24 18 42 % 57 43 100 øúletme sayısı 19 14 11 11 8 4 4 % 79 58 46 46 33 17 17 Tablo 2: øúletmelerin tutundurma faaliyetleri Tutundurma faaliyetleri Firma broúürleri Yurtiçi ticari fuarlar Ürün numuneleri da÷ıtmak Basın yayın yoluyla reklam Yurtdıúı ticari fuarlar Toptancı ve perakendecilere satıú özendirme Di÷er Araútırma kapsamındaki iúletmelerin ihracat rakamlarına bakıldı÷ında % 55’inin ihracat yaptı÷ı görülmektedir (Tablo 3). Bunlar arasında AB ülkelerine ihracat yapanların oranı ise %48’dir. øhracat yapan firmaların büyük ço÷unlu÷u % 70 gibi bir oranla ürünlerini pazarlarken tutundurma faaliyetlerinde bulunmaktadır. øhracat yapmayan ülkelerin ise ancak %42’si tutundurma çalıúmaları yapmaktadır.(Tablo 4). Bir baúka ifade ile tutundurma faaliyetinde bulunan iúletmelerin ço÷unlu÷u ihracat yapmaktadır. Tablo 3: øúletmelerin ihracatta bulunma oranları øhracat oranları øhracat yapanlar øhracat yapmayanlar Toplam øúletme sayısı 23 19 42 338 % 55 45 100 Tablo 4: Tutundurma faaliyetlerinde bulunan iúletmelerin ihracat oranları Tutundurma faaliyetleri ve ihracat oranları Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar Toplam øhracat yapanlar øúletme sayısı % 16 70 øhracat yapmayanlar øúletme sayısı % 8 42 7 30 11 58 23 100 19 100 øúletmelerin % 71 ‘i, dıú pazarlar konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi ülkelerdeki iú yerleri ile rekabet edebilmek için yeterli olmadı÷ını belirtmiútir (Tablo5). Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların %38’i, dıú pazarlar konusundaki bilgi düzeyinin AB üyesi ülkelerdeki iú yerleri ile rekabet edebilecek düzeyde oldu÷unu belirtirken (Tablo 6), tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanların ancak %18’i dıú pazar konusundaki bilgi düzeyinin yeterli oldu÷unu ifade etmektedir. Di÷er taraftan AB ülkelerine ihracaat yapan firmaların %64’ünün dıú pazar konusundaki bilgilerinin yeterli oldu÷u ve %72’sinin tutundurma faaliyetinde bulundu÷u ortaya çıkmaktadır (Tablo 7). Tablo 5: øúletmelerin dıú pazar bilgi düzeyi Dıú Pazar bilgi düzeyi Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olan Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olmayan Toplam øúletme sayısı 12 30 42 % 29 71 100 Tablo 6 Tutundurma faaliyetlerinde bulunan firmaların dıú pazar bilgi düzeyi Tutundurma faaliyetleri ve dıú pazar bilgi düzeyi Tutundurma faaliyetlerinde bulunanlar Tutundurma faaliyetlerinde bulunmayanlar Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olan n % 9 38 3 18 339 Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olmayan n % 15 62 14 82 Tablo 7: AB ülkelerine ihracat yapan firmaların dıú pazar bilgi düzeyi øhracat yapan firmaların dıú pazar bilgi düzeyi AB ülkelerine ihracaat yapmayanlar AB ülkelerine ihracaat yapanlar Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olan n % 5 17 Dıú pazar konusunda bilgi sahibi olmayan n % 25 83 7 5 64 36 Sonuç Denizli ili Metal Eúya ve Teçhizat sanayi sektöründe faaliyet gösteren iúletmelerin ço÷unun tutundurma faaliyetlerinde bulundukları sonucu ortaya çıksa da hiçbir úekilde tutundurma faaliyetlerinde bulunmayan iúletmeler de azımsanacak oranda de÷ildir. Söz konusu bu iúletmeler için tutundurmaya gereken önemi vermedikleri ve metal eúya sanayinde ürün tanıtımında çok önemli bir satıú geliútirme aracı olan yurtdıúı fuarlara katılım oranın da düúük oldu÷u tespit edilmiútir. AB’ye giriú sürecinde bu sektörde AB ülkelerine ihracat yapan firmaların ise tutundurma faaliyetlerine daha fazla önem verdi÷i ve dıú pazar konusundaki bilgi düzeylerinin ihracat yapmayan firmalara göre daha yüksek oldu÷u görülmüútür. Araútırma, dıú pazar bilgi düzeyi yeterli olan firmaların tutundurma faaliyetlerine önem verdi÷i sonucunu ortaya koymaktadır. øúletmelerin tutundurma faaliyetlerinde bulunmaları, onların yurtdıúı pazarlara açılmalarını kolaylaútırmakta ve dolayısıyla dıú pazar bilgi düzeyinin aratmasına neden olmaktadır. Baúka bir açıdan bakılarak de÷erlendirme yapılacak olursa bu iúletmelerin ihracat yapmaları, onları tutundurma çalıúmaları yapmaya zorunlu kıldı÷ı söylenebilir. Yapısı itibari ile son derece farklı alt sektörden oluúan ve çok çeúitte ürünün üretimini gerçekleútiren bu sektörün pazarlama faaliyetleri konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu firmaların mamul geliútirme ve yurtdıúı fuarlara katılmaları konusunda gerekli teúviklerin yapılması Metal Eúya Ana Sanayinin geliúimi açısından son derece önemlidir. KOBø’lerin, AB ülkelerinin pazar ve rekabet koúulları konusunda bilgi düzeyleri arttırılmalı ve bu pazarlar için etkili pazarlama stratejileri oluúturulmalıdır. Ülkemizde ihracatın geliútirilmesi ve iúletmelerin dıú pazarda AB ülkeleri ile rekabet edebilir düzeye gelmesi için, iúletmelerin pazarlamaya gereken önemi vermeleri ve ürünlerini, firmalarını ve hizmetlerini uygun tutundurma araçları kullanarak tanıtmaları gerekmektedir. Ülkemiz ekonomisine önemli katkısı olan ve büyük oranda istihdam yaratan KOBø’ler, faaliyetlerini sürdürürken pazarlama açısından pek çok sorunla karúı karúıya kalmaktadırlar. Avrupa Birli÷i’nin bu sorunların bir kısmını çözerken bir kısmını da artıraca÷ı düúünülmektedir. 340 Avrupa Birli÷ine giriú sürecinin, günümüz iúletmelerinin uluslararası rekabete ve uluslararası pazarlama faaliyetlerine bakıú açısını de÷iútirece÷i kesindir. Ancak bu geliúimin sadece dıúarıdan gelecek desteklere ba÷lı olarak gerçekleúece÷ine inandırılmaları son derece yanlıútır. KOBø’lerin kendi dinamikleri ile de küresel pazarlarda etkili olabilecekleri gerçe÷i sıklıkla vurgulanmalıdır. øúletmelerin; üretim sürecinde oldu÷u kadar, pazarlama sürecinde de yönlendirilmesi ve desteklenmesi, di÷er ülke firmalarıyla eúit koúullarda rekabet úansını yakalamaları ve ülkemiz gibi dıúa dönük, ihracata dayalı kalkınma stratejisini benimseyen ülkelerin baúarıya ulaúması açısından bir zorunluluk olarak görülmektedir. Kaynaklar ARAS, Güler (2002), Alövsat Müslümov “Küresellesme Sürecınde Türkıye Ekonomısınde Kobı'lerın Yerı : Fınansman,Ekonomık Sorunları Ve Çözüm Önerılerı”, "Küçük ve Medium Ölçekli Enterprises. 21Yüzyıl: Sorunlar, Fırsatlar ve Çözümler " KONFERANS, 3-4 Ocak http://www.emu.edu.tr/smeconf/turkcepdf/bildiri_33.pdf, BAYRAK, Sabahat Kök (2007), “Küçük ve Orta Ölçekli øúletmeler ve Kadın Giriúimcili÷i” Denizli Ticaret Odası Ekonomik Araútırma Serisi Yayın No:1, Mart, BORDEN Neøl H (1984), “The Concept of the Marketing Mix ”Journal of Advertising Research Classics, Volume II, September, ENER, Neriman (2002), “Küçük ve Orta Büyüklükteki (KOBø) øúletmeler øçin Pazarlama Verimlili÷ini Artırma Stratejileri”Review of Social, Economic & Business Studies, Vol.2, Güz, 232-241, GøLMORE, Audrey, David Carson and Ken Grant (2001),“SME marketing in practice ”, Marketing Intelligence &Planning, 19/1 [2001] 6±11, MUCUK, øsmet (2006), Pazarlama ølkeleri. østanbul: Türkmen Kitabevi, ODABAùI, Yavuz. (1995), Pazarlama øletiúimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No.851, øúletme Fakültesi Yayınları; No 1, Eskiúehir, TEK, Ömer Baybars, (2000), Pazarlama ølkeleri. Global Yönetimsel Yaklaúım Türkiye Uygulamaları.8.b.østanbul: Beta Basım Yayım Da÷ıtım, TENEKECøOöLU, Birol; ÇALIK, Nuri; ERSOY, N. Figen (2002), Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2):119-146, TÜMER, Mustafa (2000), “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ømalat Sanayinde Faaliyet Gösteren Kobilerde øhracat Pazarlamasına Yönelik Sorunların Analizi ve Çözüm Önerileri” Krizden Çıkıúta Kobilerin Yeniden 341 Yapılanması ve 2000’li Yıllar øçin De÷iúim Stratejileri, Çukurova Üniversitesi øktisadi ve ødari Bilimler Fakültesi, Adana 2000, http://www.dso.org.tr 342 KOBøLER øÇøN ULUSLARARASI FøNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARI ve KAPSAMLI ULUSLAR ARASI MUHASEBE VE FøNANSAL RAPORLAMA STANDARTLARINDAN FARKLILIKLARI Doç.Dr.Raif PARLAKKAYA* ÖZET Uluslar arası Muhasebe Standartları Kurulu 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler øçin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamıútır. Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve kobiler için kapsamlı UFRS’lere dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti oluúturmak amaçlanmıútır. Bu çalıúmanın amacı Kobi UFRS’nin kapsamını açıklamak ve kapsamlı UFRS’den farklılıklarını ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Kobi, UFRS, Kobi UFRS. INTERNATIONAL FINANCIAL REPORTING STANDARDS FOR SMEs and DIFFERENCES FROM FULL SET OF INTERNATIONAL ACCOUNTING AND FINANCIAL REPORTING STANDARDS ABSTRACT In July 2009 the International Accounting Standards Board (IASB) published the International Financial Reporting Standard (IFRS) for Small and Medium-sized Entities (SMEs). The IFRS for SMEs is intended to apply to the general purpose financial statements for external users of entities that do not have public accountability. The standards are developed based on International Accounting Standards (IAS) and International Financial Reporting Standards (IFRS), and intended to create a set of accounting principles that are grounded on full IFRSs but that have been simplified to the extent suitable for SMEs. The aim of this study to explain the contents of IFRS for SMEs and analysing the difference from full set of IAS/IFRS’s. Key Words: SMEs, IFRS, IFRS for SMEs GøRøù Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu–UMSK (International Accounting Standard Board-IASB) Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler (Kobi)’e iliúkin * Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi. 343 finansal raporlama standardı oluúturulması çalıúmalarını tamamlayarak ùubat 2007’de “Kobiler øçin Uluslarararası Finansal Raporlama Standartları – Kobi UFRS” tasla÷ını hazırlamıútır. Söz konusu tasla÷a iliúkin görüú ve öneriler dikkate alınarak 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler øçin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamıútır. Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve fayda-maliyet analizleri çerçevesinde de÷iúiklikler ve basitleútirmeler yapılarak, UFRS’lere dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti oluúturmak amaçlanmıútır(Denetim net, 2008). Kobi UFRS, kapsamlı UFRS’nin kolaylaútırılmıú bir versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka açık úirketler gibi UFRS uygulamasının sa÷ladı÷ı avantajlardan yararlanabileceklerdir. Bu çalıúmanın amacı, Kobilere iliúkin finansal raporlama standartlarının kapsamını ve kapsamlı finansal raporlama standartlarından farklılıklarını ortaya koymaktır. 1.KÜÇÜK VE ORTA BÜYÜKLÜKTEKø øùLETMELER øúletmeler çeúitli kriterlere göre sınıflandırılmaktadır. Bu kriterlerden biri de ölçek ya da büyüklüktür. Büyüklü÷üne göre iúletmeler; küçük, orta ve büyük iúletmeler olarak sınıflandırılabilir. Küçük ve orta büyüklükteki iúletmeler “Kobi” sembolü ile ifade edilmekte ve önemleri, fonksiyonları ve sorunları açısından bir bütünlük içinde ortaya konulmaya çalıúılmaktadır(www.ekodialog.com) "Küçük ve orta büyüklükteki iúletmeler" ana tanımı içinde, kobilere iliúkin çeúitli tanımlar bulunmaktadır. Kobi tanımlarında genellikle 3 ölçüt ön plana çıkmaktadır: Söz konusu ölçütler; firmanın çalıútırdı÷ı personel ya da iúçi sayısı, bilanço de÷erleri ve ba÷ımsızlık ölçütleridir. Ba÷ımsızlık ölçütünden kasıt, bir firmanın sermayesi ve hissesinin %25 ten fazlasının bir büyük sermaye grubuna ait olmamasıdır. Buna göre bir firmanın kobi olabilmesi için, hisse payı içinde büyük sermayenin payının %25´ten az olması gerekir. Kobi tanımları ülkeden ülkeye de÷iúebilmekte, hatta aynı ülke içinde farklı kurumlar tarafından farklı tanımlamalar yapılmaktadır. Burada sadece AB ve Türkiye’de kabul gören kobi tanımları verilmekle yetinilecektir. Avrupa Birli÷inde 1998 öncesinde Kobiler 250 den fazla çalıúanı olmayan, yıllık cirosu 27 milyon ECU’yu ya da toplam bilanço de÷eri 10 milyon ECU’yu aúmayan, ortaklık paylarının yüzde 25’inden fazlası bir úirketler gurubuna, kamu yatırım úirketleri, risk sermaye úirketleri ya da kurumsal yatırımcılar dıúındaki KOBø tanımına girmeyen firmalara ait olmayan úirketler úeklinde 344 tanımlanırken, 1998 yılından sonra ise orta ve küçük ölçekli iúletmeler için ayrım yapılmıú, AB Komisyonunda oluúan sınıflandırmalara göre; 50-250 arası kiúi çalıútıran, bilanço toplamı 5-27 milyon Euro arası, yıllık ciro miktarı 7-40 milyon Euro arası olanlar orta ölçekli, bu de÷erin altındakiler küçük ölçekli iúletme olarak tanımlanmıútır(www.kobiklinik.com) Türkiye’de, çeúitli kurumlarca yapılan farklı Kobi tanımlarını ortadan kaldırmak ve AB ile iliúkilerde oluúturdu÷u sıkıntıların giderilmesi amacıyla bir yönetmelikle kobi tanımı yapılmıútır. Söz konusu kobi tanımının yer aldı÷ı “Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” Bakanlar Kurulu’nun 2005/9617 sayılı kararı ile kabul edilmiú ve 18 Kasım 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıútır. Bu yönetmelik ile Türkiye’nin KOBø tanımı AB ile uyumlaútırılmıú, iúletmelerin ba÷ımsızlı÷ına iliúkin olarak AB kriterleri benimsenmiútir. Bu yönetmeli÷e göre; iúletme “yasal statüsü ne olursa olsun, bir veya birden çok gerçek veya tüzel kiúiye ait olup, bir ekonomik faaliyette bulunan birimler” úeklinde tanımlanırken, KOBø’ler ise úu úekilde tanımlanmaktadır: a)Mikro iúletme: 10 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve yıllık net satıú hasılatı ya da finansal bilançosu 1 milyon TL’yi aúmayan çok küçük ölçekli iúletmeler, b)Küçük iúletme: 50 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve yıllık net satıú hasılatı ya da finansal bilançosu 5 milyon TL’yi aúmayan iúletmeler, c)Orta büyüklükteki iúletme: 250 kiúiden az yıllık çalıúan istihdam eden ve yıllık net satıú hasılatı ya da finansal bilançosu 25 milyon TL’yi aúmayan iúletmeler. Yönetmeli÷e göre KOBø'ler, di÷er iúletmeler ile olan sermaye veya oy hakkı iliúkilerine göre; ba÷ımsız iúletmeler, ortak iúletmeler ve ba÷lı iúletmeler olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bu tanımla getirilen ba÷ımsızlık ilkesi ise yönetmelikte úu úekilde tanımlanmaktadır: Gerçek veya tüzel kiúilerin sahip oldu÷u ve bu Yönetmeli÷e göre ortak veya ba÷lı iúletme sayılmayan bir iúletme; a)Baúka bir iúletmenin % 25 veya daha fazlasına sahip de÷ilse, b)Herhangi bir tüzel kiúi veya kamu kurum ve kuruluúu veya birkaç ba÷lı iúletme tek baúına veya müútereken bu iúletmenin % 25 veya daha fazla hissesine sahip de÷ilse, c)Konsolide edilmiú hesaplar düzenlemiyorsa ve konsolide hesaplar düzenleyen baúka bir iúletmenin hesaplarında yer almıyorsa ve bu nedenle ba÷lı bir iúletme de÷ilse, ba÷ımsız iúletme kabul edilmektedir. 345 Dünyadaki iúletmelerin çok büyük bir ço÷unlu÷unu oluúturan kobilerin uygulamakta oldu÷u farklı ulusal muhasebe sistemleri, bu iúletmelerin finansal tablolarının karúılaútırabilirli÷ini zorlaútırmaktadır. Öte yandan, küreselleúme ve sermaye piyasalarındaki geliúmeler, beraberinde daha úeffaf ve daha nitelikli bilgi ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Gerek finansal tabloların karúılaútırılabilirli÷inin sa÷lanması, gerekse daha úeffaf ve daha nitelikli finansal bilgi sa÷lanabilmesi için muhasebe/finansal raporlama standartlarının kobi’ler için de standartlaútırılması gerekir. Kapsamlı UMS/UFRS halka açık úirketler için düúünüldü÷ünden, bu standartların kobi’lere uygulanması pratik de÷ildir. Bu nedenle UMSK tarafından Kobi’ler için kapsamlı UFRS’nin kolaylaútırılmıú bir versiyonu olan “Kobi Uluslar arası Finansal Raporlama Standartları” oluúturulmuútur. 2. KOBø ULUSLARARASI STANDARTLARI FøNANSAL RAPORLAMA Gerek ülkemizde gerekse dünyada halka açık olmayan úirketler halka açık úirketlerden çok fazladır. Kapsamlı UFRS seti halka açık úirketler için düúünülmüútür. Halka açık olmayan úirketler giderek artan oranda küresel ortamda üretim ve/veya ticaret yapmakta ve uluslar arası kaynaklardan yararlanmaktadır. Halka açık olmayan úirketlerin ulusal mevzuatlarına göre finansal tablolar hazırlamaktadırlar. Ulusal mevzuata göre hazırlanan finansal tablolar, küresel ortamda yapılan faaliyetler ve finans kaynaklarına eriúime uygun de÷ildir. Bu nedenle söz konusu iúletmeler farklı kriterlere göre düzenlenen çok sayıda finansal tablo hazırlamak durumunda kalmaktadırlar. Bu durum, halka açık úirketlerde oldu÷u gibi, kobiler içinde uluslar arası bir dil olarak kabul edilecek “Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (Kobi UFRS)” gereklili÷ini ortaya çıkarmıútır. Bu ihtiyacı karúılamak için Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu – UMSK (IASB) Kobi UFRS’nı oluúturmuú ve yayınlamıútır(IASB, 2009). Kobi UFRS’ler kapsamlı UMS/UFRS’den ba÷ımsız olup, tek baúına yeten ve hüküm ifade eden bir yapıya sahip oldu÷undan, kapsamlı UMS/UFRS’lerin kabul edilmedi÷i ülkeler tarafından da uygulanabilir. Kobi UFRS’leri hangi iúletmelerin kullanaca÷ı ilgili ülkelerin kararına bırakılmıútır. 2.1.Kobi UFRS’lerin Temel Özellikleri Kobi UFRS’nin temel özellikleri úu úekilde sıralanabilir(Deloitte, 2009): a)Varlıklar, borçlar, gelirler ve giderlerin tanımlanması ve ölçüm ilkelerinin birço÷u basitleútirilmiútir. b)Kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı konular Kobi UFRS’lerle iliúkili olmadı÷ından kapsam dıúı bırakılmıútır. 346 c)Yapılması gerekli finansal tablo açıklamaları ciddi anlamda azaltılmıútır. Kapsamlı UFRS’de 3000 civarında tablo açıklamaları yer alırken, Kobi UFRS’de 300 civarında tablo açıklaması olabilecektir. d)Kapsamlı UMS/UFRS’nin alternatif uygulama seçene÷i sundu÷u bir takım konularda daha basit seçenek imkanları sa÷lanmıútır. e)Kapsamlı UMS/UFRS’de standart olarak numaralandırma yapılırken, Kobi UFRS’de düzenleme konu bazında yapılmıútır. KOBø’ler için UFRS, kapsamlı UFRS’lerin % 10’u kadardır. Kapsamlı UFRS 2800 sayfa iken, Kobi UFRS 230 sayfadan daha azdır. 2.2.Kobi UFRS’lerin Sa÷layaca÷ı Avantajlar KOBø’ler için UFRS uygulamasının iúletmelere sa÷layaca÷ı avantajlar úu úekilde sıralanabilir (Grand Thorton, 2009): a)ҏKüresel düzeyde finans kaynaklarına ulaúmak mümkün olabilecektir. b)Kaliteli ve karúılaútırılabilirlik niteliklerine sahip raporlama yapılabilecektir. c)Uluslararası ticareti kolaylaútıracaktır. d)Kobi finansal tablo kullanıcıların gerekliliklerine odaklı finansal tablolar hazırlanabilecektir. e)Denetim kolaylı÷ı ve verimlilik sa÷lanacaktır. f)Kobi UFRS’lerin her yıl yerine üç yılda bir gözden geçirilmesi öngörüldü÷ünden uygulamada istikrar sa÷lanacaktır. g)Kapsamlı UMS/UFRS’nin uygulandı÷ı iúletmelerde, kobi UFRS iúin a÷ırlı÷ını hafifleútirecektir. h)Gelecekte halka açılmayı hedefleyen úirketler için kapsamlı UMS/UFRS’ye geçiúin ilk adımını oluúturabilecektir. 2.3.Kobi Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının Kapsamı (IASB, 2009; PWC,2009a;PWC, 2009b; IASB tarafından yayınlanan “KOBø’ler øçin Finansal Raporlama Standardı” 35 bölümden oluúmaktadır(IASB, 2009). Kapsamlı UMS/UFRS’de standart kodu ile numaralandırılan standartlar Kobi UFRS’de bölüm kodları ile yer almaktadır. Her bölüm bir veya duruma göre birkaç standardı kapsayacak úekilde oluúturulmuútur. 347 Bölüm 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 Kobi UFRS Bölüm Baúlıkları Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler Kavramlar ve Genel ølkeler Finansal Tabloların Sunuluúu Finansal Durum Tablosu Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu Öz Kaynak De÷iúim Tablosu ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu Nakit Akıú Tablosu Finansal Tablo Dipnotları Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar Temel Finansal Araçlar Di÷er Finansal Araçlarla ølgili Hususlar Stoklar øútiraklerdeki Yatırımlar øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller Maddi Duran Varlıklar (Gayrimenkul, makine ve ekipman) ùerefiye Dıúında Maddi Olmayan Duran Varlıklar øúletme Birleúmeleri ve ùerefiye Kiralamalar Karúılıklar, Koúullu Borçlar ve Koúullu Varlıklar Borçlar ve Öz Kaynaklar Hasılat Devlet Teúvikleri Borçlanma Maliyetleri Hisse Bazlı Ödemeler Varlıklarda De÷er Düúüklü÷ü Çalıúanlara Sa÷lanan Faydalar Gelir Vergileri Yabancı Para Çevrim øúleri Yüksek Enflasyon Dönemlerinde Finansal Raporlama Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar øliúkili Taraf Açıklamaları Özellikli Faaliyetler Kobiler için UFRS’ye Geçiú 1.Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmeler : Dıú kullanıcılar için genel amaçlı finansal tablolar hazırlayan ve kamuya açıklama sorumlulu÷u olmayan bir 348 iúletme KOBø’ler için UFRS’yi kullanabilir. Kamusal pazarda herhangi bir senet ihraç etmek amacıyla finansal tablolarını sermaye piyasaları kuruluna ya da di÷er düzenleyici kuruluúlara sunuyorsa ya da ücüncü úahıslardan geniú bir muhatap kitle için varlıkları yediemin kapsamında saklıyorsa, bu iúletme “kamuya açıklama yapma (hesap verme) sorumlulu÷u taúıyan bir iúletmedir. Bankalar, sigorta úirketleri, aracı kuruluúlar, emeklilik fonları yediemin sıfatıyla geniú bir muhatap kitle adına varlıkları muhafaza eden iúletmelerdir. E÷er, bir UFRS iúletmesinin ba÷lı ortaklı÷ı, kapsamlı UFRS’nin kayıt ve ölçüm ilkelerini kullanıyorsa, açıklamalarında da kapsamlı UFRS’yi kullanacaktır. Standarttaki küçük ve orta ölçekli iúletme ifadesi, herhangi bir büyüklük kriteri ile ilgili de÷ildir. 2.Kavramlar Ve Genel ølkeler: Bu kısımda; kobi finansal tablolarının amacı ve niteliksel özellikleri, varlık, yükümlülük, özkaynak, gelir ve gider tanımları, finansal durum, performans, toplam kapsamlı gelir, gelir ve giderler, temel muhasebeleútirme (kayıt) kavramı, de÷erleme ölçüleri, kar-zarar ve toplam kapsamlı gelir kavramları, varlık-yükümlülük ile gelir-giderlerin netleútirilmesi ile ilgili açıklamalar yer almaktadır. 3.Finansal Tabloların Sunumu: Finansal tablolar seti, Kobi UFRS’de de kapsamlı UMS/UFRS’de oldu÷u gibi, finansal durum tablosu (bilanço), ya tek kapsamlı gelir tablosu ya da gelir tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere iki tablo, nakit akıú tablosu, özkaynak de÷iúim tablosu ve notlardan oluúur. Kapsamlı UFRS dönem baúı ve dönem sonu arasında öz kaynak kalemlerinin güncellenmesini sunan, öz kaynak de÷iúim tablosunun düzenlenmesini ister. Kobiler için UFRS’de aynı durum geçerlidir. Bununla birlikte e÷er sadece, dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, muhasebe politikasındaki de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú kazançlar tablosu sunulabilir. 4.Finansal Durum Tablosu: Halen bilanço olarak ifade edilen finansal durum tablosunu oluúturan kalemler sıralanmıútır. Cari/cari olmayan yaklaúımı gerekli de÷ildir. E÷er, likidite yaklaúımı ihtiyaca daha uygun bilgi üretecekse, cari/cari olmayan ayrımı yapılabilir. Finansal durum tablosu veya notlarda sunulması istenen bazı kalemler sıralanmıútır. Finansal durum tablosu kalemlerinin yerleúim düzeni (sıralanması), úekil ve baúlıklarla ilgili kesin bir hüküm yoktur. 5.Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu: Tek tablo yaklaúımı ya da iki tablo yaklaúımı benimsenmiútir. Ya tek olarak kapsamlı gelir tablosu ya da gelir tablosu ve kapsamlı gelir tablosu olmak üzere iki tablo düzenlenecektir. 6.Özkaynak De÷iúim Tablosu ve Kapsamlı Gelir ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu: Özkaynak de÷iúim tablosunun kapsamına yer verilmektedir. Bu standartta, e÷er sadece dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, 349 muhasebe politikasındaki de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú kazançlar tablosu sunulabilir. 7.Nakit Akıú Tablosu: Bir iúletmenin bir döneme iliúkin nakit ve nakit benzerlerindeki de÷iúmeler hakkında bilgi sunar. 8.Finansal Tablo Dipnotları: Yönetimce yapılan tahminler ve bu tahminlere iliúkin belirsizliklerin kilit kaynaklarını kapsayan önemli muhasebe politikalarının özeti, finansal tablolardaki kalemler için destekleyici (kanıtlayıcı) bilgiler ve di÷er açıklamalar yer alır. 9.Konsolide ve Bireysel Finansal Tablolar: Konsolide finansal tablolar ve bireysel finansal tabloların düzenlenmesine iliúkin hükümler yer almaktadır. 10.Muhasebe Politikaları, Tahminler ve Hatalar: Muhasebe politikalarındaki de÷iúmeler, muhasebe tahminlerindeki de÷iúmeler ve geçmiú dönem hatalarının düzeltilmesi konuları ele alınmaktadır. 11.Temel Finansal Araçlar ve 12. Ek Finansal Araçlar: Kobi UFRS iúletmelere 11 ve 12. bölümler yerine UMS 39 uygulamasını seçmek konusunda seçim hakkı tanımıútır. Temel finansal araçlar bölümünde; temel finansal araçlar; nakit, vadesiz ve vadeli mevduat, kredi borçları ve alacakları, bir kredi almak için verilen taahhütlerden ve imtiyazlı hisse senedine çevrilemeyen yatırımlar ile satıú opsiyonu olmayan imtiyazlı ve adi hisse senetleri ile özel sektör tahvili, bono ve benzeri borçlanma araçları yatırımlarından oluúmaktadır. Temel finansal araçlar ve finansal yükümlülükler, yapılan iúlem bir finansman iúlemi olmadı÷ı sürece baúlangıç olarak iúlem fiyatından (kar ve zarar yoluyla GUD’de ölçülen finansal varlık ve yükümlülüklerin baúlangıç ölçümü hariç iúlem maliyetlerini kapsayan) de÷erlenir. Bir finansman iúlemi örne÷in, e÷er ödeme normal ticari vadenin ötesine ertelenirse veya piyasa faiz oranından farklı bir orandan finanse edilirse mal veya hizmet satıúlarıyla iliúkilendirilerek tanımlanabilir. E÷er yapılan iúlem bir finansman iúlemiyse, finansal varlık veya yükümlülük benzer bir borçlanma aracının piyasa faiz oranında iskonto edilen gelecek ödemelerin úimdiki de÷eri üzerinden ölçülür. Sonraki dönemlerdeki ölçümlerde, borç senetleri etkin faiz yöntemiyle hesaplanan amorti edilmiú maliyetinden ölçülür. Cari varlık veya cari yükümlülük olarak sınıflandırılan borç senetleri, e÷er iúlem bir finansman iúlemi de÷ilse, bir düzenleme yapılmadıkça, alınması veya ödenmesi beklenen nakit veya di÷er karúılı÷ın iskonto edilmemiú tutarında ölçülür. Halka açık úirketlerin dönüútürülemeyen imtiyazlı hisseler ve satıú opsiyonu olmayan adi veya imtiyazlı hisselerdeki yatırımlardaki de÷er de÷iúiklikleri kar/zarara yansıtılan gerçe÷e uygun de÷er üzerinden; bu úekildeki di÷er tüm yatırımlar hisselerin gerçe÷e uygun de÷eri güvenilir bir úekilde ölçülebiliyorsa, gerçe÷e uygun de÷erinden; yoksa maliyetinden toplam de÷er düúüklü÷ü çıkarılarak ölçülür. Maliyetinden ve 350 amorti edilmiú maliyetinden gösterilen finansal araçlara iliúkin de÷er düúüklü÷ü oluútu÷una yönelik tarafsız bir göstergenin bulunması durumunda ilgili de÷er düúüklü÷ü zararı tutarı gelir tablosuna yansıtılır. Temel finansal araçlar içinde yer almayan finansal araçlar, gerçe÷e uygun de÷erden ölçülür ve gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılır. Bunlar; dönüútürülemeyen imtiyazlı hisseler ve satıú opsiyonu olmayan adi veya imtiyazlı hisseler ile opsiyon, futures, swap ve di÷er türevlerden oluúur. 12. bölüm riskten korunma muhasebesi ile ilgili düzenlemeleri de kapsamaktadır. 13.Stoklar: Stoklara iliúkin muhasebeleútirme ilkelerini kapsar. 14.øútiraklerdeki Yatırımlar ve 15. øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar: Kobi UFRS’de bir iúletme, iútiraklerdeki veya müúterek kontrol edilen iúletmelerdeki yatırımları ile iú ortaklıklarındaki yatırımları muhasebeleútirmede maliyet modeli (maliyet bedelinden birikmiú de÷er düúüklü÷ü zararları düúüldükten sonra kalan tutar), özkaynak yöntemi ve gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılmak üzere gerçe÷e uygun de÷er modelinden biri ile de÷erlenir. øútiraklerdeki yatırımlar her zaman cari olmayan (duran) varlık olarak sınıflandırılır. 16.Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: Aúırı çaba ve maliyet gerektirmeden gerçe÷e uygun de÷erle güvenilir bir úekilde ölçülebilmesi halinde yatırımın de÷eri, gerçe÷e uygun de÷erden muhasebeleútirilir. Aksi durumda, maliyet eksi amortisman ve de÷er düúüklü÷ü esasına göre ölçülür. 17.Gayrimenkul, Makine ve Ekipman: Yeniden de÷erleme modeline izin verilmez, varlıklar maliyet modeliyle yani, maliyet eksi amortisman ve de÷er düúüklü÷ü yöntemiyle de÷erlenir. 18.ùerefiye Dıúındaki Maddi Olmayan Duran Varlıklar: Maddi olmayan duran varlıklar maliyet bedeli ile ölçülür. Yeniden de÷erleme modeli uygulanmaz. Araútırma ve geliútirme giderleri tümüyle gider yazılır. Tüm maddi olmayan duran varlıkların sınırlı ömre sahip oldukları ve amorti edilecekleri kabul edilir. Sınırlı ve sınırsız ömre sahip maddi olmayan duran varlıklar arasında ayrım yoktur. Bu maddi olmayan duran varlıklar, sadece de÷er düúüklü÷üne iliúkin bir gösterge olması halinde de÷er düúüklü÷ü testine tabi tutulur. 19.øúletme Birleúmeleri ve ùerefiye: Müúterek kontrol altındaki iúletme birleúmeleri Kobi UFRS kapsamında de÷ildir. øúletme birleúmeleri satın alma yöntemine göre muhasebeleútirilir. Satın alma maliyetine iúlem maliyetleri de dahil edilir. ùerefiye, amortismana tabi tutulur. ùerefiyenin yararlı ömrünün belirlenemedi÷i durumlarda yararlı ömür 10 yıl olarak alınır. Yönetimin tanımlanabilir kalemleri ölçümlemesi ve iúletme birleúmesinin maliyetini yeniden de÷erlendirmesinden sonra negatif úerefiye ortaya çıkması halinde, negatif úerefiye derhal gelir tablosuna kaydedilir. 351 20.Kiralama: Faaliyet ve finansal kiralama düzenlemelerini kapsar. 21.Karúılıklar, Koúullu Borçlar ve Koúullu Varlıklar: Karúılıklar, koúullu borçlar ve koúullu varlıkların muhasebeleútirme ilkelerini kapsar. 22.Yükümlülükler (Borçlar) ve Özkaynaklar: Bir aracın öz kaynak veya yükümlülük olarak sınıflandırılmasını kapsar. Finansal araçların özkaynak olarak sınıflandırılma kriterleri ve muhasebeleútirme ilkeleri yer almaktadır. 23.Gelirler: Mal ve hizmet satıúlarından sa÷lanan gelirler ile inúaat sözleúmelerinden sa÷lanan gelirlere iliúkin muhasebeleútirme ilkelerini düzenlemektedir. 24.Devlet Teúvikleri: Bu standart vergi indirimi úeklindeki teúviklere uygulanmaz. Devlet teúviklerine iliúkin muhasebe uygulamaları yer almaktadır. Tüm teúvikler varlı÷ın alındı÷ı veya alınabilece÷i gerçe÷e uygun de÷erinden ölçülür. Teúvikler gelecekteki performans úartlarına bakılmaksızın alınabilir oldu÷unda gelir tablosunda muhasebeleútirilir. E÷er bir performans úartı varsa, teúvikler sadece úartlar karúılandı÷ı zaman gelir tablosunda muhasebeleútirilir. 25.Borçlanma Maliyetleri: Borçlanma maliyetleri bir iúletmenin finansal borçlarından veya finansal kiralama borçlarından kaynaklanan faiz ve di÷er maliyetlerdir. Tüm borçlanma maliyetleri gerçekleúti÷inde gider kaydedilir, aktifleútirilmez. 26.Hisse Bazlı Ödemeler: Temel ilke tüm hisse bazlı ödemeler muhasebeleútirilmelidir. øúletme hisse bazlı iúlemlerden elde etti÷i ürün veya aldı÷ı hizmeti ürünün veya hizmetin alındı÷ı tarihte muhasebeleútirir. Hisse bazlı ödemeler; özkaynaktan karúılanan, nakit olarak ödenen ve nakit alternatifine sahip hisseye dayalı ödeme úeklinde olabilir. Öz kaynaktan karúılan hisse bazlı ödeme iúlemlerinde; çalıúanlar dıúındaki kiúilerle olan iúlemler güvenilir bir úekilde ölçülebilmesi halinde gerçe÷e uygun de÷erle ölçülür. Alınan mal ve hizmetlerin gerçe÷e uygun de÷erinin güvenilir bir úekilde ölçülebildi÷i hallerde veya iúgörenlerle yapılan iúlemlerde verilen öz kaynak aracı gerçe÷e uygun de÷erine atfen ölçülür. Özkaynaktan karúılanan hisse bazlı ödemeler sonraki dönemlerde piyasa dıúı devir ve birleúme durumları dıúında takip eden dönemlerde ölçüme tabi de÷ildir. Nakit olarak ödenen hisse bazlı ödeme iúlemleri borcun gerçe÷e uygun de÷eriyle ölçülür. Gerçe÷e uygun de÷er de÷iúiklikleri gelir tablosunda muhasebeleútirilir. 27.Varlıklarda De÷er Düúüklü÷ü: Stoklar, kayıtlı de÷erin satıú fiyatından tahmini tamamlanma maliyeti ve satıú giderleri düúüldükten sonra bulunan tutar (net gerçekleúebilir de÷er) ile karúılaútırılarak de÷er düúüklü÷ü testine tabi tutulur. De÷er düúüklü÷ü olması halinde hesaplanan de÷er düúüklü÷ü gelir tablosunda muhasebeleútirilir. øzleyen dönemlerde de de÷er düúüklü÷ü testi yapılır. Sonuca göre gelir tablosu ile iliúkilendirilir. Di÷er varlıklar için, kayıtlı de÷erin geri kazanılabilir de÷erden yüksek olması halinde de÷er düúüklü÷ü söz 352 konusudur. De÷er düúüklü÷ü gelir tablosunda muhasebeleútirilir. De÷er düúüklü÷ünün ortadan kalkması halinde, de÷er düúüklü÷ü karúılı÷ı iptal edilir. Geri kazanılabilir de÷er, gerçe÷e uygun de÷er eksi satıú maliyetleri ve kullanım de÷erinden büyük olanıdır. 28.Çalıúanlara Sa÷lanan Faydalar: Çalıúanlara sa÷lanan kısa vadeli faydalar, iúten ayrılma sonrası sa÷lanan faydalar, çalıúanlara sa÷lanan di÷er uzun vadeli faydalar ve iúten çıkarma tazminatlarına iliúkin muhasebeleútirme esasları yer almaktadır. Yatırım esaslı emeklilik planı içerisinde ödenecek primler vadesi geldi÷i dönemde giderlere atılır. Maaú esaslı emeklilik planları hususunda planın net varlıklar için, bir kurum sorumluluklarını tanımlar. Dönem içinde maliyette olan de÷iúiklik, dönem içinde planın maliyeti olarak sayılır. øúletmeler, aktüeryal kazanç veya kayıpları kar ve zarara veya di÷er kapsamlı gelire yansıtabilir. 29.Gelir Vergileri: Cari vergiler ve ertelenmiú vergilerin muhasebeleútirme esaslarını ortaya koymaktadır. Ödenmesi gereken cari vergiler ödenmiú vergileri aúıyorsa bu durumda bir vergi yükümlülü÷ünün muhasebeleútirilmesi gerekir. Cari ödenmiú vergiler, cari ödenmesi gereken vergileri aúıyorsa veya iúletmenin önceki yıldan gelen zararı bulunuyorsa ve bu cari yılda cari vergiyi telafi etmek için kullanılabiliyorsa cari vergi varlı÷ı söz konusudur. Cari ve önceki dönemler için cari vergi varlı÷ı ve yükümlülükler gerçek miktarından ölçülür. Bu ölçüm vergi otoritelerince yapılması muhtemel incelemelerin etkilerini de kapsamalıdır. E÷er bir varlık veya yükümlülü÷ün, onun defter de÷erini karúılayacak, vergilenebilir karı etkilemesi bekleniyorsa bu durumda ertelenmiú vergi varlı÷ı veya yükümlülü÷ü kaydedilir. 30.Yabancı Para Çevrim øúlemleri: Yabancı para çevrim iúlemleri ile ilgili muhasebe uygulamasını gösterir. Yabancı paralı iúlemler raporlayan kurumun fonksiyonel parasına çevrilir. Yabancı para iúlemleri iúlem tarihindeki kurdan fonksiyonel para birimine çevrilir. Kurda önemli dalgalanmalar olmaması halinde ortalama kur kullanılabilir. Raporlama tarihinde yabancı paralı parasal kalemler kapanıú (dönem sonu) kurundan çevrilir, tarihi maliyetle de÷erlenen parasal olmayan kalemler iúlem tarihindeki kurdan çevrilir. Gerçe÷e uygun de÷erden ölçülen yabancı para cinsinden parasal olmayan kalemler, gerçe÷e uygun de÷erlerinin belirlendi÷i tarihteki döviz kurları kullanılarak çevrilmelidir. Parasal ve parasal olmayan kalemlerin çevriminden kaynaklanan kar veya zararlar, kar zararda, kapsamlı gelir veya özkaynaklarda raporlanır. Raporlayan iúletmenin yurtdıúındaki iúletmesindeki net yatırımının bir parçasını oluúturan parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları hariç olmak üzere, kur farkları oluútukları dönemde iúletmenin kar veya zararı olarak gelir tablosunda raporlanır. Raporlayan iúletmenin yurtdıúındaki iúletmesindeki net yatırımının bir parçasını oluúturan parasal bir kalemden kaynaklanan kur farkları ise net yatırımın elden çıkarılmasına kadar özkaynaklarda ayrı bir hesap olarak 353 muhasebeleútirilir ve net yatırımın elden çıkarılmasında oluúan kar veya zararın bir parçası olarak gelir tablosunda raporlanır. 31.Yüksek Enflasyon: Bir iúletmenin fonksiyonel parası yüksek enflasyonlu bir ekonominin para birimi ise genel fiyat düzeyine göre düzeltilmiú finansal tablolar hazırlanır. Kobiler için finansal raporlama standartları yüksek enflasyon göstergelerini sunar, fakat bunlar kesin de÷ildir. 32.Raporlama Döneminden Sonraki Olaylar: Bu bölüm raporlama tarihinden sonraki düzeltme gerektiren ve düzeltme gerektirmeyen olaylara iliúkin muhasebe uygulamalarını açıklar. 33.øliúkili Taraf Açıklamaları: øliúkili taraflarla yapılan iúlemlerin kamuya açıklanmasını düzenler. 34.Özellikli Faaliyetler: Bu bölüm tarımsal faaliyetler, maden kaynaklarının araútırılması ve de÷erlendirilmesi ve hizmet imtiyaz sözleúmelerini kapsamaktadır. a)Tarımsal faaliyetler, bir biyolojik varlık sınıfının gerçe÷e uygun de÷eri aúırı bir maliyet ve çaba gerektirmeden belirlenebiliyorsa gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılan gerçe÷e uygun de÷erde ölçüm yapılır. E÷er gerçe÷e uygun de÷er kolaylıkla belirlenemiyorsa, biyolojik varlıkların maliyetinden birikmiú amortisman ve de÷er düúüklü÷ü tutarı düúüldükten sonraki de÷erle ölçüm yapılır. Hasat döneminde, tarımsal ürün gerçe÷e uygun de÷erden satıú maliyeti düúülmek suretiyle ölçülür. Hasat sonrası, bir stok olarak iúlem görür. b)Maden Kaynaklarının Araútırılması muhasebeleútirme ilkelerini gösterir. ve De÷erlendirilmesine iliúkin c)Hizmet ømtiyaz Sözleúmeleri: Hizmet imtiyaz sözleúmelerinin nasıl muhasebeleútirilece÷ine iliúkin bir rehber sa÷lar. øúletmeci, hizmet imtiyaz sözleúmelerini ya bir finansal varlık veya imtiyazı veren (hükümet) tarafından bir ödeme garantisi verilip verilmedi÷ine ba÷lı olarak maddi olmayan duran varlık olarak muhasebeleútirir. øúletmeci, koúulsuz ve sözleúmeye ba÷lı olarak, sözleúmenin di÷er tarafından veya tarafın yetkilendirmesi ile nakit veya finansal varlık elde etme hakkı oldu÷unda, söz konusu hizmet sözleúmesine dayalı olarak finansal varlık olarak muhasebeleútirir. øúletmeci söz konusu kamu hizmetini kullananlara ilgili hizmetin bedelini yükleme lisansına sahipse, bu sözleúme bir maddi olmayan duran varlık olarak muhasebeleútirilir. 35.Kobiler øçin UFRS’ye Geçiú: Kobiler için UFRS’yi ilk kez uygulayacak olan iúletmeler, önceki muhasebe çerçevelerin kapsamlı UMS/UFRS veya genel kabul görmüú muhasebe ilkelerinin di÷er bir seti olmasına bakılmaksızın ilk yıllık finansal tablolarını Kobiler için UFRS’ye uygun olarak düzenleyip sunarlar. Finansal tablolarını Kobiler için UFRS standartlarına göre ilk kez düzenleyecek iúletmeler, geriye dönük olarak raporlama tarihi itibariyle 354 yürürlükte olan tüm standartları uygulamak zorundadır. uygulama için zorunlu, seçimlik ve genel muafiyetler vardır. Geriye yönelik a)Zorunlu Muafiyetler: Kobi UFRS’yi ilk kez uygulayan iúletmeler aúa÷ıdaki iúlemlerin herhangi biri için önceki dönemde kullandı÷ı muhasebe uygulamasını de÷iútirmez. Bu muafiyetler úunlardır: Finansal varlık ve yükümlülüklerin bilanço dıúı bırakılması, hedge (riskten korunma) muhasebesi, tahminler, durdurulan faaliyetler, kontrol gücü olmayan paylar (azınlık payları). Kapsamlı UFRS, kobiler için UFRS’deki istisnalara ek olarak satıú amacıyla elde tutulan varlıklar olarak sınıflandırılan varlıklara iliúkin zorunlu muafiyete sahiptir. b)Seçimlik Muafiyetler: Geçmiúe yönelik uygulamaların gereklili÷ine yönelik olarak muafiyetler úunlardır: iúletme birleúmeleri, hisse bazlı ödeme iúlemleri, maddi duran varlıklar, yatırım amaçlı gayrimenkuller ve maddi olmayan duran varlıkların gerçe÷e uygun de÷erlerinin veya yeniden de÷erlenmiú tutarlarının tahmini maliyet olarak de÷erlenmesi, kümülatif yabancı para çevrim farkları, bireysel finansal tablolar, birleúik finansal araçlar, ertelenen gelir vergisi, TFRS Yorum 12 (imtiyazlı hizmet anlaúmaları)’ye göre muhasebeleútirilen bir finansal varlık veya maddi olmayan duran varlıklar, maden kaynaklarının araútırılması ve de÷erlendirilmesi faaliyetleri, bir kiralamayı kapsayan düzenlemeler, maddi duran varlıkların maliyetine dahil edilen faaliyete son verme yükümlülükleri. Kobi’ler için UFRS’deki muafiyetlerin ço÷u kapsamlı UMS/UFRS’de de geçerlidir. Borçlanma maliyetleri ve kiralamalar gibi ek muafiyetler vardır. c)Genel Muafiyetler: Makul her türlü çabanın gösterilmesine ra÷men uygulanabilirli÷in olmaması durumunda genel muafiyet geçerlidir. Genel muafiyetlerin kapsamlı UFRS’de de uygulanabilirli÷i yoktur. 3.KOBø UFRS KARùILAùTIRILMASI KAPSAMLI øLE UFRS’NøN Kobiler için UFRS, kapsamlı UFRS’nin temeli üzerine kurulmuú olan bir standart setidir. Kobi UFRS’de kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan bazı standartlar yer almazken, bazıları da basitleútirilmiú ve seçenekleri azaltılmıú úekilde yer almaktadır. 3.1.Kobiler øçin UFRS’de Yer Almayan Standartlar Kapsamlı UFRS’ yer alan aúa÷ıdaki standartlar, Kobilerle ilgisiz oldu÷u için, Kobi UFRS’ de yer almamaktadır. -UFRS 4 Sigorta Sözleúmeleri -UFRS 5 Satıú Amaçlı Elde Tutulan Duran Varlıklar ve Durdurulan Faaliyetler -UFRS 8 Faaliyet Bölümleri 355 -UMS 33 Hisse Baúına Kazanç -UMS 34 Ara Dönem Finansal Raporlama 3.2.Kobi UFRS ve Kapsamlı UMS/UFRS’lerin Kapsam Bakımından Karúılaútırılması Kobi UFRS standartlarından 25 bölüm kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan standartlardan oluúurken, Bölüm 35 özellikli faaliyetler, 23 Gelir standartları kapsamlı UMS/UFRS’de yer alan ikiúer standardı kapsamaktadır. Özellikli faaliyetler; tarım, maden kaynaklarının araútırlaması ve de÷erlendirilmesi standartlarını kapsarken, hizmet imtiyaz sözleúmelerini de kapsamaktadır. Gelir standardı ise kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 18 Hasılat ve UMS 11 ønúaat Sözleúmeleri standartlarını kapsamaktadır. Bölüm 2 kavramlar ve genel ilkeler kapsamlı UMS/UFRS’deki kavramsal çerçeve ve UMS 1 Finansal Tabloların Sunuluúu standardı ile ilgilidir. Bölüm 3 Finansal Tabloların Sunuluúu, Bölüm 4 Finansal Durum Tablosu, Bölüm 5 Kapsamlı Gelir Tablosu ve Gelir Tablosu, Bölüm 6 Özkaynak De÷iúim Tablosu ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu, Bölüm 8 Finansal Tablo Dipnotları ve Bölüm 22’nin bir kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 1 Finansal Tabloların Sunuluúu ile ilgilidir. Bölüm 11 Temel Finansal Araçlar, Bölüm 12 Di÷er Finansal Araçlarla ølgili Hususlar ve Bölüm 22’nin bir kısmı kapsamlı UMS/UFRS’de UMS 32, UMS 39 ve TFRS 7 Finansal Araçlar standartları ile ilgilidir. 3.3.Kobi UFRS’lerin Kapsamlı UMS/UFRS øle Karúılaútırılması (PWC, 2009a;PWC, 2009b;Grant Thornton, 2009;Deloitte, 2009;TMSK, 2009) Bu kısımda kobi UFRS’ler ile kapsamlı UMS/UFRS’ler arasındaki farklılıklar belirlenmeye çalıúılmaktadır. Sadece farklılık bulunan standartlara yer verilmiútir. 1.Finansal Tabloların Sunuluúu ve Özkaynak De÷iúim Tablosu ile Gelir ve Da÷ıtılmamıú Karlar Tablosu: Özkaynak de÷iúim tablosu ile ilgili bir farklılık bulunmaktadır. E÷er sadece, dönem süresince kar veya zararlar, temettü ödemeleri, muhasebe politikasındaki de÷iúimler ve önceki dönem hatalarının düzeltilmesinin sonucu olarak öz kaynaklarda de÷iúme oluyorsa, kapsamlı gelir tablosu ve öz kaynaklarda de÷iúim tablosu yerine birleúik gelir ve da÷ıtılmamıú kazançlar tablosu sunulabilir. 2.Finansal Tablo Dipnotları: Kapsamlı UMS/UFRS’lerde 3000 civarında finansal tablo açıklaması olabilecekken, Kobi UFRS’de 300 civarında finansal tablo açıklaması olabilecektir. 3.Finansal Araçlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 39’da finansal araçlar 4 ayrı de÷erleme kategorisine ayrılmıútır. Bunlar; GUD Farkı Kar-Zarara 356 Yansıtılan Finansal Araçlar, Vadeye Kadar Elde Tutulacak Yatırımlar, Kredi ve Alacaklar, Satılmaya Hazır Finansal Varlıklar. b)Kobi UFRS: Finansal araçlarla ilgili 2 kategori vardır. Birinci kısım, basit borç ve alacaklar ve di÷er temel finansal araçlar içindir, di÷er kısım ise, daha kompleks finansal araçlar içindir. Kobi UFRS’de finansal araçlarla ilgili sınıflandırmada, kapsamlı UFRS’de yer alan vadeye kadar elde tutulacak yatırımlar ve satılmaya hazır finansal varlıklar yer almamaktadır. Temel finansal araçların ço÷u amorti edilmiú maliyet ile ölçülürken, karmaúık finansal araçlar genellikle gerçe÷e uygun de÷erle ölçülerek gerçe÷e uygun de÷er farkları kar veya zarara yansıtılmaktadır. Riskten korunma (hedging) modelleri kapsamlı UFRS ve kobi UFRS’de farklı de÷ildir. Bununla birlikte, Kobi UFRS’de, örne÷in sınırlı sayıda risk ve hedging enstrümanına izin verilmesi gibi bazıları daha kısıtlayıcı olan birçok detaylandırılmıú uygulama farklılıkları bulunmaktadır. 4.øútirakler ve øú Ortaklıklarındaki Yatırımlar: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de, iútiraklerdeki yatırımlarda kapsamlı UFRS’de özkaynak yöntemi kullanılarak muhasebeleútirilir. Bireysel finansal tablolar hariç maliyet veya gerçe÷e uygun de÷er modellerine izin verilmez. øú ortaklıklarındaki yatırımlarda ya oransal konsolidasyon ya da özkaynak yöntemine izin verilir. Maliyet ve gerçe÷e uygun de÷er modeline izin verilmez. b)Kobi UFRS’de bir iúletme iútiraklerdeki veya müúterek kontrol edilen iúletmelerdeki yatırımlarını iú ortaklıklarındaki yatırımlarını muhasebeleútirmede aúa÷ıdaki modellerin birini kullanır: Maliyet modeli (maliyet bedelinden birikmiú de÷er düúüklü÷ü zararları düúüldükten sonra kalan tutar), özkaynak yöntemi, gerçe÷e uygun de÷er farkı kar zarara yansıtılmak üzere gerçe÷e uygun de÷er modeli. 5. Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS – 40 Yatırım Amaçlı Gayrimenkuller standardı gerçe÷e uygun de÷er ve maliyet metodu arasında seçim hakkı verir. b)Kobi UFRS: E÷er gerçe÷e uygun de÷er ek(aúırı) çaba ve maliyet gerektirmeden (kolayca) hesaplanabiliyorsa gerçe÷e uygun de÷er yöntemi seçilir. 6.Maddi ve Maddi Olmayan Duran Varlıklar ve ùerefiye: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de maddi ve maddi olmayan duran varlıklar için maliyet modeli ve yeniden de÷erleme modeli arasında muhasebe politikası seçim hakkı vardır. ùerefiye ve sınırsız ömre sahip di÷er maddi olmayan duran varlıklar de÷er düúüklü÷ü için de÷erlendirmeye tabi tutulur, amortisman konusu yapılmaz. Araútırma ve geliútirme giderlerinden, geliútirme giderleri aktifleútirilir. b)Kobi UFRS: Sadece maliyet modeline izin verilir. Araútırma ve geliútirme giderlerinin tamamı dönem gideri yazılır. ùerefiye dahil tüm maddi olmayan 357 duran varlıkların sınırlı bir ömre sahip oldu÷u kabul edilir ve amortismana tabi tutulur. 7.øúletme Birleúmeleri: a)Kapsamlı UMS/UFRS’de iúlem maliyetleri hariç tutulur. ùarta ba÷lı yükümlülükler ödeme olasılı÷ına bakılmaksızın kaydedilir. b)Kobi UFRS’de ise iúlem maliyetleri elde etme maliyetlerine dahil edilir. E÷er, iúletmenin ödeme yapması muhtemelse ve bu yükümlülü÷ün gerçe÷e uygun de÷eri güvenilir bir úekilde ölçülebiliyorsa elde etme maliyetlerinin bir parçası olarak kaydedilir. 8.Hasılat: a)Kapsamlı UMS/UFRS: UMS 18 Hasılat standardını kapsar. b)Kobi UFRS: UMS 18 kapsamındaki hasılat yanında UMS 11 kapsamındaki inúaat sözleúmelerini de kapsar. 9.Devlet Teúvikleri:a)Kapsamlı UFRS: Devlet teúvikleri öz kaynaklarda ya da gelir olarak muhasebeleútirilir. b)Kobi UFRS: Devlet teúviklerinin muhasebeleútirilmesinde öz kaynak yaklaúımı kullanılmaz. 10.Borçlanma Maliyetleri: a)Kapsamlı UFRS: Özellikli varlıklar için borçlanma maliyetleri aktifleútirilirken, di÷er borçlanma maliyetleri dönem gideri yazılır. b)Kobi UFRS: Kobi UFRS’de borçlanma maliyetlerinin tümü dönem gideri yazılır. SONUÇ Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu 2007 yılında yayınladı÷ı tasla÷a iliúkin de÷erlendirmeleri dikkate alarak Kobi’ler için UFRS’leri hazırlamıú ve söz konusu tasla÷a iliúkin görüú ve öneriler dikkate alınarak 9 Temmuz 2009 tarihinde “Kobiler øçin UFRS (IFRS for SMEs)” yayınlamıútır. Kobi’ler için UFRS kamuya hesap verme yükümlülü÷ü bulunmayan ve dıúsal kullanıcılar için genel amaçlı finansal tabloları yayınlayan iúletmelerin finansal raporlama ihtiyaçlarını karúılamak için düzenlenmiútir. Bu standartlar hazırlanırken kapsamlı “Uluslararası Muhasebe Standartları” (UMS) ve “Uluslararası Finansal Raporlama Standartları” (UFRS)’lerden yola çıkılmıú ve fayda-maliyet analizleri çerçevesinde de÷iúiklikler ve basitleútirmeler yapılarak, UFRS’lere dayanan basite indirgenmiú, kendine yeten bir muhasebe ilkeleri seti oluúturmak amaçlanmıútır. Kobi UFRS, kapsamlı UFRS’nin kolaylaútırılmıú bir versiyonudur. Kobi UFRS ile kobilerde halka açık úirketler gibi UFRS uygulamasının sa÷ladı÷ı avantajlardan yararlanabileceklerdir. KAYNAKÇA 358 Deloitte, (2007), Taslak KOBø Muhasebe Standartları’nın Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’ndan (UFRS) Farklı Olan Yanları Nelerdir? Bülten No: 14, www.denetimnet.net Deloitte, (2009), Simplified Financial Reporting – IASB provides relief for SMEs, IAS Plus Update, www.deloitte.com Ekodialog.com, “Büyüklüklerine Göre øúletmeler”, http://www.ekodialog.com/isletme_ekonomisi/isletme_ekonomisi_siniflandiril masi_2.html Grant Thorton (2009), The IFRS For Small and Medium-Sized Entities, IFRS New Special Edition, www.gtturkey.com/UD_OBJS/PDF/IFRS/200909_KO_OLCEKLI_ISLE TMELER.pdf IASB, (2009), IFRS for http://www.iasplus.com/standard/ifrsforsmes.htm SMEs, Kobiklinik.com, Kobi http://www.kobiklinik.com/tr/makale.asp?ID=196 Nedir? PWC, (2009a), Küçük ve Orta Ölçekli ùirketler øçin UFRS Kılavuzu – 2009, Pricewaterhouse Coopers Denetim ve Danıúmanlık Hizmetleri. PWC, (2009b), IFRS for SMEs IFRS Swiss GAAP FER Similarities and Differences, Pricewaterhouse. Resmi Gazete, (2005), “Küçük ve Orta Büyüklükteki øúletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik” 18 Kasım 2005. TMSK, (2009), IASB, Kobi Muhasebe Standartlarını (IFRS for SMEs) Yayınlamıútır, www.tmsk.org.tr 359 360 KÜRESEL MALø KRøZ VE TÜRKøYE Lale Alkıno÷lu KARAMIZRAK1 ÖZET Dünya ekonomisi küreselleúme sürecinde mal ve finans piyasalarında serbestleúme yaúamıú, böylelikle ülkelerin piyasaları arasındaki sınırlamalar azalmıútır. øletiúimdeki hızlı geliúmeler finans sektöründe paralel etkilere yol açmıútır. Finansal liberalizasyon politikaları 1980’li yıllardan sonra yo÷unluk kazanmıú; bu geliúmeler ülke ekonomilerini birbirinden etkilenen kırılgan bir yapıya sokmuútur. ABD’de konut sektöründe baúlayan ve Avrupa ülkelerine de sıçrayan küresel mali krizden Türkiye ekonomisinin de etkilenmesi olasıdır. Ancak, 2001 yılında yaúanan finansal kriz sonrasında bankacılık kesimindeki yeniden yapılanmanın Türk ekonomisindeki kırılganlı÷ı önemli ölçüde azaltması nedeniyle, ulusal ekonominin bu krizden daha az hasarla çıkaca÷ı beklenebilir. Anahtar Kelimeler: Mali Kriz, Liberalleúme, Küreselleúme, Kırılganlık GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND TURKEY ABSTRACT World economy has experienced liberalization in goods’ and finance markets in the globalization process, with lower limitations between countries’ markets. Fast developments in the communication field led to a parallel growth in the financial sector. Financial liberalization policies have increased following the 80’s, resulting in fragile national economies affecting each other. Turkish economy will certainly be affected by the global financial crisis that started in the housing sector in the USA, which spread to Europe. Still, it might be expected that the Turkish economy will go through this crisis with less damage, due to the reorganization in the banking system that has considerably decreased economic fragility, following the 2001 financial crisis. Key Words: Financial Crisis, Liberalization, Globalization, Fragility 1. Giriú Dünya ekonomisi XX. yüzyılın son çeyre÷inde geleneksel siyasi blokların ortadan kalktı÷ı, liberalizmin güçlendi÷i, teknolojik geliúmelerin hızlı de÷iúime olanak sundu÷u bir dönem geçirdi. øletiúim ve ulaútırma teknolojilerindeki hızlı geliúme dünyayı ekonomik, siyasal ve kültürel bir küreselleúmeye do÷ru itti. Böylece ülke piyasaları arasındaki sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalktı. Küreselleúme süreci içinde finans sektörü de önemli de÷iúimler geçirerek dünya ekonomisinde sınırların ötesinde etkin bir yer edindi. Pek çok ülke 80’li 1 Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi ø.ø.B.F. øktisat Bölümü, øZMøR 361 yılların baúlarından itibaren mali piyasalara iliúkin baskılama içeren yasaları yürürlükten kaldırdı veya düzenledi. Bu geliúmeler, ülkelerin birbirlerinden kısa sürede önemli ölçüde etkilenebilir ekonomilere sahip olmalarına yol açmıútır. Bu çalıúma, önceki küresel krizlerle birlikte ABD’de ortaya çıkan son finansal krizi irdelemeye ve Türkiye ekonomisine olası etkilerini öngörmeye yöneliktir. 2. Finansal Liberalizasyon Bu kavram; 1970’li yılların ortalarından itibaren geliúmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınmasını sa÷lamak ve büyümelerini gerçekleútirmek için R.I. Mc Kinnon ve E. Shaw tarafından etkili bir yöntem olarak ortaya atılıp tanımlanmıútır. Küreselleúme politikaları çerçevesinde kavram; 1980’lerde Malezya, Filipinler ve Endonezya gibi Do÷u ve Güney Do÷u Asya ülkelerinde uygulama alanı bulmuú; 1990’lı yıllarda ise Türkiye’de uygulanmıútır. Finansal liberalizasyon yaklaúımı, literatüre “finansal baskılama” ve “finansal derinleúme” gibi terimleri de kazandırmıútır. Fiyat denetimleri, vb. yöntemlerle bir ülkede finans piyasalarının etkin bir úekilde çalıúmasına izin verilmiyorsa, o ülkenin finans sistemi baskılanmıú olur. Bunun sonucunda negatif ya da çok düúük reel faizden dolayı tasarruf araçlarının çeúitlenmesi ve etkin kullanımı engellenmiú olacaktır. Bu da ülke dıúına kaçan sermayeye, ya da tasarruf sahiplerinin kaynaklarını verimsiz alanlarda kullanmalarına neden olacaktır (Atamtürk, 2003: 43; Karabulut, 2003: 77). Finansal baskılama ile devlet çok düúük faiz oranları üzerinden borçlanır ve finansmanını sa÷lar. Kamu bankalarının bankacılık sisteminde büyük paya sahip olması da bu durumu destekler. Mc Kinnon ve Shaw yaklaúımına göre; finansal baskılamaya neden olan unsurların kaldırılmasıyla deregülasyon sa÷lanacak, böylece finansal derinlik artacaktır. Hem ülkeye fonların girmesi, hem de artan tasarrufların verimli yatırımlara yönelmesi mümkün olacaktır. Finansal liberalizasyon; iç ve dıú liberalizasyon olmak üzere iki aúamada yapılabilir. øç piyasalardaki faiz tavanlarının, giriú kısıtlamalarının ve likidite güçlüklerinin kaldırılması iç liberalizasyon olarak tanımlanırken; sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kalkması ve yerli paranın konvertibilitesinin sa÷lanması ise dıú finansal liberalizasyondur. Dıú finansal liberalizasyon, kısa vadeli sermaye hareketlerini arttıran, do÷rudan yabancı sermaye yatırımlarını geliútiren bir uygulamadır. Finansal liberalizasyon sonucunda gelen fonlar etkin yatırımlara yönelecek, sistem istikrarlı hale gelecektir (Karabulut, 2003: 77-78). Küreselleúme ve finansal liberalizasyonla klasik bankacılık dönemi sona erdi ve bankalar portföy yönetimi ile ürün ihracatında uzmanlaúarak finans piyasasının geliúmesinin temel unsuru olmaya baúladılar. Co÷rafi sınırların aúılması, bankaların özel alanlarının dıúında her türlü iúleme katılabilir olmaları, finansal iúlem komisyonlarında her türlü yönetimsel müdahale ve sınırlamaların kaldırılması, yeni finansal düzenin ya da küreselleúmesinin temel unsurlarını oluúturdu. Finans sektöründe 1980’lerin baúından itibaren yaúanan bu de÷iúim, 362 önceki dönemlerden farklı olarak, ekonomik yapıların ekonomik iliúkilerce belirlendi÷i yeni bir düzen getirmiútir. Devletlerin bütçe açıkları nedeniyle giderek artan finansman ihtiyaçları ve tasarrufçuların sosyo-ekonomik nedenle de÷iúen tutumu, yeniden yapılanmaya çalıúan úirketlerin davranıúlarıyla birleúince, uluslararası finans piyasaları güçlenerek türev piyasalarında da çok hızlı bir geliúme ortaya çıktı. Finans sisteminin serbestleúmesi ve küreselleúme yeni finans araçlarını gündeme getirip uygulanmakta olanlara da yeni fonksiyonlar yükledi. Bu fonksiyonlar; riskleri önlemek, ekonomi aktörlerinin döviz kurları, faiz ve mal fiyatlarında oluúan dalgalanmalardan koruma amaçlarını taúır (Odabaúı, 1999: 38). Finansal liberalizasyon politikalarının temel amacı ekonomik büyümeyi hızlandırmaktır. Öncelikle faiz oranlarının yükseltilmesiyle tasarruflar ve ödünç verilebilir fonlar artar, bunları takiben de yatırımlar artar. Yatırım finansmanı için iç ve dıú kredi bulma imkanları da geniúler. Finans aracıları, yatırım projelerini finanse ederek ekonomik büyümeye hız katarlar (Coúkun, 2001: 39). Finansal liberalizasyonun ekonomik büyümeyi hızlandırdı÷ı görüúü yaygın olmakla birlikte, riskli sermaye akımlarının krizlere neden olabilece÷i yönünde de görüúler vardır. Finansal liberalizasyonun ardından gelen hızlı büyüme süreci, ekonomiyi krize de açık hale getirir. Zira finansal liberalizasyon sonrası finansal baskının gevúetilmesi; piyasa aktörlerinin kredi riski almalarına neden olarak ekonomiyi daha kırılgan ve krize e÷ilimli bir yapıya sokar (Westermann ve Martinez, 2003: 2-5). Finansal liberalizasyon ve finansal kriz iliúkisini inceleyen bir araútırmaya göre; liberalizasyon sonrası incelenen 35 ülkeden 24’ünde kriz yaúandı÷ı; yo÷un kriz yaúayan 14 ülkeden dokuzunda net özel sermaye giriúinin eúik düzeyi (GSMH’nin %3’ü) aúmasını izleyen 2-4 yıl içinde ekonomik kriz gerçekleúti÷i gözlenmiútir. Tablo 1’de finansal liberalizasyon sonrası bu dokuz ülkede ortaya çıkan kriz dönemleri verilmektedir. Sermaye giriúlerinde kısa vadeli sermaye akımlarının payı arttıkça ekonomik kırılganlık artmaktadır (Yay, 2003: 31). Tablo 1: Finansal Liberalizasyon ve Kriz øliúkileri Ülke Brezilya Arjantin Malezya ùili Kolombiya Türkiye Meksika Güney Kore Zambiya Liberalizasyon Yılı 1975 1977 1980 1980 1980 1987 1989 1991 1992 Kriz Dönemleri 1985, 1994 1980, 1989, 1994, 2001 1985, 1997 1981 1982 1994, 2001 1992, 1994 1997 1995 Kaynak: G. Karabulut, “Finansal Liberalizasyon-øktisadi Kriz øliúkisi”. øktisat Dergisi, Haziran 2003, s. 77-81. 363 Özellikle geliúmekte olan ülkelerde finansal liberalizasyon kısa vadeli sermaye hareketlerini arttırmıútır. “Sıcak para” olarak da tanımlanan ve son yıllarda yaúanan pek çok krizden sorumlu tutulan sermaye hareketleri; spekülatif, kısa dönemli, yüksek risk taúıyan akımlardır. Bu sıcak para akımları, ulusal piyasalarda yüksek reel faize yönelirken döviz rezervini arttırarak ulusal paraları aúırı de÷erlendirir. Aúırı de÷erleme ithalatı ucuzlatıp ihracatı gerileterek cari iúlemler açı÷ını büyütür. Kısa vadeli sermaye hareketleri; ulusal ekonomiyi dıúa ba÷ımlı yapay büyümeye sokarken, döviz kurlarındaki dalgalanmalara karúı daha kırılgan hale getirerek ekonomik krize ortam hazırlamaktadır. Finansal küreselleúme, finans sektöründeki istikrarsızlı÷ın reel ekonomiye de taúınarak kısa sürede ekonomik kriz yaratıp ülkeler arasında yaygınlaúmasına yol açabilir. Ulusal ekonomilerin önceki dengesizliklerinden do÷an finansman açı÷ını karúılama fonksiyonu olan sermaye hareketleri giderek bu iúlevi terk etmiú, arbitraj kazancı peúindeki spekülatif para hareketlerine dönüúmüútür. Finansal liberalizasyon sonrası sermaye hareketleri incelendi÷inde; ülkelerin borçlanmalarının resmi kanallardan uluslararası özel finans piyasalarına yöneldi÷i görülür. Bu durum, geliúmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketlerinin bileúimini etkileyerek kısa vadeli sermaye ve portföy yatırımı oranlarını hızla büyütmüú, ekonomik istikrarsızlı÷ı besleyen bir yapıya neden olmuútur. Kısa vadeli sermaye hareketleri makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik geliúmelere karúı aúırı duyarlılık gösterir. Bu duyarlılık, finansal krizleri yaratan ortamı da beraberinde getirmektedir. IMF ve UNCTAC kaynaklı verilere göre; ulusal finans piyasalarının spekülatif saldırılara daha açık hale gelmesi, merkez bankalarının daha yüksek rezerv oluúturmasına neden olmakta, bu da ülkede reel yatırımlara ayrılan kaynakları giderek daraltmaktadır. Geliúmekte olan ülkeler yüksek reel faizle sa÷layabildikleri sermaye giriúlerinin yaklaúık 1/3’ünü rezerv tutmakta, yatırım finansmanına katkıda bulunamamaktadır (Yeldan, 2002: 7). 3. Finansal Kriz Yaúayan Ülke Örnekleri 3.1. Meksika Krizi Olumlu konjonktürün etkisiyle 1980’lerin sonunda ülkeye yönelen kısa vadeli sermaye hareketleri, toplam talebin artmasına, gayrimenkul ve hisse senedi fiyatlarının yükselmesine neden olmuútur. Özel sektöre açılan kredilerin arttırılması, çıpaya dayalı döviz kuru politikasının sürdürülmesi, ABD’de faiz oranlarının yükselmesi ve politik istikrarsızlık Meksika ekonomisine duyulan güvenin sarsılmasına yol açmıútır. Bankacılık sisteminde etkin bir düzenleme ve denetleme mekanizmasının bulunmaması bu durumu körüklemiútir. Aralık 1994’de aylık cari iúlemler açı÷ı 2.2 milyar USD’a, GSMH’nin %8’ine ulaúmıútır (Kozano÷lu, 1995: 58). Bu dönemde para birimi büyük çöküú yaúamıú ve 20 Aralık 1994’de peso devalüe edilmek zorunda kalmıútır. Uluslar arası rezervler iki günde 5 milyar USD erimiú, peso dalgalanmaya bırakılmıútır. 364 Bu durum faiz oranlarının aúırı yükselmesine yol açmıú, banka portföyleri hızla bozulmuútur. Uluslar arası yatırımcı fonları hızla çekerek krize neden olmuútur. Meksika ekonomisinden 1995’de 3.4 milyar USD portföy yatırımı çıkmıú, 1993 yılında 25 milyar USD olan merkez bankası rezervleri 1994’de 6 milyara gerilemiútir. Hükümeti dolara endeksli kısa vadeli borçlarını ödeyemeyece÷i noktaya getiren kriz, di÷er Latin Amerika ülkelerine de sirayet etmiútir. ABD 20 milyar USD’si döviz istikrar fonundan olmak üzere 50 milyar USD’lik yardım paketiyle Meksika’nın bu sorununa çözüm getirdi. Kriz sonrasında Meksika ekonomisi % 6 küçüldü. Ülkenin kendini yeniden toparlaması 1996 yılını buldu. 3.2. Asya Krizi Asya ülkelerinde ulusal para birimlerinin reel olarak de÷erlenmesi, kısa vadeli borçların artması ve cari iúlemler dengesinin bozulmasıyla döviz piyasasında dengesizlik oluúmuútur. Bu süreçte Asya ülkelerinde dövize yönelik spekülatif hareketler artmıú; istikrarsız geliúmeler 1997 yılında döviz krizine neden olmuútur. Kısa vadeli sermaye özel sektörün getiri oranlarını yükselterek aúırı yatırıma ve borçlanmaya neden olmuú ve varlık fiyatları normalden fazla artmıútır. Bölge ekonomilerinin krize girmelerinde, bu ülkelerin ba÷landı÷ı doların yene karúı de÷er kazanması da önemli rol oynamıútır (Gerek, 1999: 76). Tayland’da temmuz ayında döviz kurunun çökmesi ve devalüasyon yapılması ile ortaya çıkan kriz, birbirleriyle çok sıkı iliúkideki Asya ülkelerini de etkilemiú, bu ülkeler hızla durgunlu÷a girmiútir. Krizin nedenleri arasında en önemlisi, bölge ülkelerinin sa÷lam bir mali sisteme sahip olmamalarıydı. Bu durum, mali sistemlerin genelde dıúa kapalı olmasından ve bankaların yanlıú borçlanma ve kredi politikalarından kaynaklanmıútı. Bu kırılgan yapının anlaúılması ile piyasadan çıkıúları durdurmak imkansız hale gelmiútir. IMF ve bölge ülkeleri Tayland’ın iste÷i üzerine finans sistemini A÷ustos 1997’de desteklediler. Ancak IMF kriz çıktıktan sonra müdahale etti÷i için krizin bölge ülkelerine sıçramasına engel olamadı. Malezya, Endonezya ve G. Kore paraları % 40 kadar de÷er kaybetti. Japonya ve Hong Kong borsaları önemli düúüúler yaúadı. G. Kore úirketlerinin üçte biri iflasın eúi÷ine geldi. Asya krizi her yönüyle mali kriz olma özelli÷ini taúımaktadır. Çünkü krize giren tüm bölge ülkelerinde ekonomilerin küçülmesine, borsaların çökmesine, uluslar arası alanda kredi akıúının azalmasına, ulusal ve uluslar arası düzeyde ticaret hacminin düúmesine neden olmuútur. Güneydo÷u Asya’da baúlayan kriz 1998 yılında Rusya’ya sıçrayarak küresel bir nitelik kazanmıútır. 3.3. Rusya Krizi Serbest piyasa ekonomisine geçiú sürecinde önemli ekonomik reformlar yapan Rusya Federasyonu, ekonomik sistemde sa÷lıklı bir yapı oluúturamamıútı. Rusya’da kayıt dıúı ekonominin büyüklü÷ü, bütçe gelirlerinin düúüklü÷ü ve finansal yapının zayıf oluúu sorunların en baúında gelmekteydi. 365 Asya krizinin Rusya üzerindeki ilk etkisi ülkeden yo÷un sermaye çıkıúları oldu. Hammadde fiyatlarındaki düúüúler cari iúlemler açı÷ının büyümesine yol açtı. IMF Rusya’ya 22.6 milyar USD’lik mali destek sa÷layarak; bütçe açıklarını azaltıcı önlemler almak, merkez bankası ulusal rezervlerini arttırmak, kısa vadeli iç borç vade yapısını uzatmak úeklindeki ekonomik programı onayladı. IMF’den gelen bu fon devalüe olmuú rublenin desteklenmesinde kullanıldı. Yine de Rusya ekonomisinde düzelme olmamıú, dıú yatırımcı kriz endiúesi ile kredilerini çekmiútir. Altın-döviz rezervi Temmuz 1998’de 19 milyar USD’den A÷ustos ayında 15 milyar USD’ye gerilemiú, döviz hareketlerine sınırlama getirilerek moratoryum ilan edilmiútir. Ruble %33 oranında de÷er kaybetmiú, Moskova borsası büyük düúüúler yaúamıútır. A÷ustos 1998’de baúlayan kriz, 1999’un ikinci yarısında petrol ve maden fiyatlarının yükselmesinin etkisiyle ihraç gelirlerinin artması, mevduatlara garanti getirilmesiyle etkisini azaltmıútır. Döviz rezervleri Haziran 1999’daki 11 milyar USD’den Nisan 2002’de 38 milyar USD’ye çıkmıútır. østikrarlı döviz kuru politikası, para arzının kontrolü ve artan enerji fiyatları ekonominin parasal temelini sa÷lamlaútırmıú, enflasyonla mücadelede baúarı nedeni olmuútur. 3.4. ABD Krizi ABD’nin yaúadı÷ı mali kriz konut sektöründen kaynaklanmıútır. 2001 yılında uygulanan gevúek para politikası, varlık fiyatlarının yanı sıra konut fiyatlarını da úiúirmiútir. Düúük gelir düzeyine sahip olanlar, faizlerin düúük, vadelerin ise uzun olması nedeniyle yo÷un bir konut talebinde bulunmuúlardır. Fiyatlar sürekli arttı÷ı için, ne konut alanlar, ne de konuta ipotek koyan mali kurumlar zarar görmemiútir. Bu kurumlar ellerindeki ipotekleri mali teminata çevirerek satmıú; bunu alan bankalar ise “hedge” fonlara ya da baúka alanlara yatırım yapmıúlardır. Zamanla konut talebi düúünce ve sıkı para politikası uygulanınca konut fiyatları düúmüú, ipotek teminatları hızla de÷er kaybetmiútir. Böylece yatırım bankaları sıkıntıya düúmüúlerdir. Bu duruma esasında, finans sisteminin yüksek riskli ka÷ıtları düúük riskli ka÷ıtlarla harmanlayıp yeni türevler yaratması ve bunları düúük riskli, yüksek getirili ka÷ıt gibi yatırımcılara sunması yol açmıútır. øçinden çıkılamayan risk yuma÷ı bu úekilde oluúmuútur. Dünyanın en büyük konut kredisi finansman kuruluúu Bear Stearns çökünce, 29 milyar USD’ye devletin güdümüne alınmıú, Fannie Mae ve Freddie Mac isimli konut finansman úirketleri devletleútirilmiú, Lehman Brothers úirketinin batmasına ise göz yumulmuútur. Merill Lynch’i Bank of America satın almıú; bankacılık sektörünün iki büyük yatırım banksı olan Goldman Sachs ile Morgan Stanley mevduat bankası haline gelmiúlerdir. ABD’de asıl sorun, yatırım bankalarının elindeki “toksik varlıklar” denilen alıcısı kalmamıú “mortgage” ka÷ıtlarının menkul kıymet olarak sisteme girmiú olmasıdır. ABD’den Avrupa’ya yayılan finansal çöküúün temel nedeni, ABD’de konut balonunun patlamasıyla baúlayan süreçte tüm finans kurum ve 366 sistemine güvenin sarsılmasıdır. Bunalımın yaygınlaúmasında, birbirine güvenemeyen ve bankalar arası piyasayı kilitleyen finans kuruluúları önemli rol oynamıútır. ABD ve AB’deki güven kaybının boyutları finans sistemiyle sınırlı kalmayacaktır. Toplum bankalara ve mali sisteme güvenini kaybetmiútir. Finans sisteminde çalıúanların astronomik ücretlerine tepkili olanlar geleceklerinin güvencede oldu÷una inanmamaktadır. Topluma yerleúen güven bunalımını aúmak uzun bir süreç gerektirir. Güven krizi piyasalara ödeme krizi olarak yansımaktadır. ABD’de likidite sıkıntısı yaúanması, dolar faizinin çok yükseklere çıkmasına neden olmuútur. Dünyanın her yerinde dolara olan talep de bir nedendir. FED’in likiditeyi piyasa ve kurumlara yaygın úekilde da÷ıtması gerekecektir. Hacizli ipotek alacaklarından kurtulan banka ve yatırım kurumları yeni finansman imkanları bulup piyasaya yeni kredi imkanı sunabilecektir. Bu kurtarma planına göre, iflas etmiú ya da zordaki mali kurumların üst düzey yöneticileriyle iúten çıkarılan di÷er yöneticilerine sınırlı bir kıdem tazminatı verilecektir. Hükümet, kurtarma paketi içinde yardımda bulundu÷u úirketlerden hisse senedi satın alarak vergi mükelleflerine bu úirketlerin gelecekteki karlarını paylaúma imkanı sa÷layaca÷ını ifade etmektedir. Bu paketten de anlaúılaca÷ı gibi, ABD’de mali kesimin tek ve en büyük yetkilisi devlet olmuútur. Avrupa ülkelerinde finans kesiminin yaúayaca÷ı krizin boyutları henüz tahminden öteye geçememekte ise de, AB’nin kurumsal yapısında finans sistemini destekleyecek bir organın bulunmaması krizin bedelinin a÷ır olaca÷ının düúünülmesine yol açmaktadır. 4. Küresel Mali Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrası aldı÷ı önlemlerle bankacılık sistemini daha sa÷lıklı bir yapıya kavuúturdu. Mali kesimde eskisi kadar büyük özkaynak ve kur riski sorunu bulunmamaktadır. Ayrıca Türk bankalarında ABD ve Avrupa bankalarının baúına dert olan “toksik madde” tanımlı ka÷ıtlardan da yoktur. Ancak ABD ve AB’de finans sisteminden reel ekonomiye yansımaya baúlayan krizin ekonomimizi etkilememesi mümkün görünmemektedir. Gerçekten bazı yabancı derecelendirme kuruluúları ve uluslar arası araútırma birimlerinin raporlarında Türkiye ekonomisi bu küresel mali krizden en fazla etkilenecek ülkeler arasında gösterilmektedir. Financial Times 15 Nisan tarihli sayısında ülkelerin dıú kaynak ba÷ımlılı÷ı ile çektikleri dıú kayna÷ın geri kaçma olasılı÷ı dikkate alınarak Türkiye; Romanya, Baltık ülkeleri, Güney Afrika ve øzlanda ile birlikte riski en yüksek ülkeler olarak belirlenmiútir. Türkiye’nin dıú kayna÷a ihtiyaç fazlalı÷ı, dıú açık risk yüksekli÷i ve ülkeye gelen sermaye akımlarının oynaklı÷ı nedeniyle; krizden olumsuz etkilenecek ülkelerin baúında geldi÷i ifade edilmektedir (Milliyet, 20.4.2008). Düúük kur-yüksek faiz politikasının izlenmesi ile devletin aracı oldu÷u garantili bir rant ekonomisi yaratıldı. Önceleri ülke vatandaúlarının yararlandı÷ı 367 bu durumdan yabancılar da yararlanıp büyük kar transferleri yapmaya baúladılar. Ayrıca sermaye akımlarını hızlandıran küreselleúme, fonların ve petrol fiyatlarının artmasıyla biriken petro-dolarların Türkiye’ye gelmesinde etkin bir rol oynadı. Böylece Türkiye ekonomisi 2001 krizi sonrasında uluslar arası piyasalardan kaynaklanan finansal geniúleme ve ucuz kredi imkanına kavuútu. Bunun sonucunda ise 2002’yi takiben küresel finans piyasalarına dıú borç miktarı giderek yükseldi. Toplam dıú borç tutarı 2003 baúında 129.6 milyar USD’den 2006 Haziran’ında 284.4 milyar USD’ye yükseldi. Bu süreçte biriken 154.8 milyar USD’lik net dıú borcun ana kayna÷ı özel sektör borçlanmasıdır. Türkiye son küresel krizi yüksek cari açık ve dıú borçla karúılamaktadır. Milli gelirin %5’ini aúan ve süreklilik gösteren dıú açıklar ülke ekonomisi açısından riskli görünmektedir. Oysa Türkiye ekonomisi 2005’den bu yana milli gelirin %5’ini aúan cari açık sorunuyla yaúamaktadır. Cari açı÷ı finanse etmekte ülke öncelikle kısa vadeli sermaye akımı kaynaklı sıcak paraya güvenmektedir. Ancak 2007 yılında 59 milyar USD’ye yakın döviz, temelde sermaye akımı olarak ülkeye geldi. Bunun 22 milyar USD’si do÷rudan yabancı sermaye, 32 milyar USD’si de özel sektörün kullandı÷ı kredidir. Son yaúanan krizle dünya kredi sistemi daralmaya baúladı÷ı ve iç piyasalarda yavaúladı÷ı için kredi kullanımı azalacaktır. O zaman dıú açı÷ın finansmanı Türkiye için daha büyük sorunlar getirecektir. Bankaların yurt dıúına yapacakları borç ödemeleri artacaktır. Bankalar 2007 yılında dıú piyasadan net 0.8 milyar USD sa÷lamıúken 2008 yılında 2.5 milyar USD ödeyeceklerdir. Özel kesim daha önce 30.5 milyar USD kredi bulmuúken úimdi 20 milyar USD bulabilece÷i bile tartıúılmaktadır. Özel kesim ve devletin elindeki tüm de÷erli yatırımlar yabancılara satılarak dıú açık kapatılmaktaydı, ama bu yöntemin sürdürülebilir ve istikrarlı olmaması kriz sonrası dıú açıkların kapatılmasını yavaúlatacaktır. Türkiye ekonomisinde son dönemde bir iç talep daralması yaúanmakta iken küresel mali kriz bu durgunlu÷u daha da arttıracaktır. Kriz nedeniyle dıú talebin azalması ülkemizin ihracat potansiyelini düúürecektir. Önümüzdeki yıl %3’lük büyüme hedefine ulaúmamız bu koúullarda pek mümkün görünmemektedir. Büyümenin yavaúlaması ithalatı da yavaúlatacaktır. Kriz öncesinde bile ithalatta belirgin bir düúüú gözlenmektedir. Aúa÷ıdaki tablodan anlaúılaca÷ı gibi, yatırım malları ithalatı düúerken, ara mallarda artıú olmakta, ancak bu artıú enerji fiyatlarındaki artıútan kaynaklanmaktadır. Tablo 2: Türkiye’nin øthalat Da÷ılımı (% olarak) Yatırım Malı Ara Malı Tüketim Malı 2007 19.9 22.6 33.4 2008/3 21.8 27.4 31.0 2008/4 17.1 41.6 10.9 Kaynak: TÜøK, Dıú Ticaret østatistikleri, 2008 368 2008/5 7.4 34.8 25.6 2008/6 11.5 43.1 34.3 2008/7 9.6 41.8 23.0 2008/8 -0.7 40.4 15.8 Son dönemde tüketim malları ithalatında da bir düúüú gözlenmekte olup, bunun krizle daha da düúece÷i beklenmektedir. Türkiye ekonomisinin öngörülen %3’lük orandan daha az büyüyece÷i ve küresel kriz nedeniyle dıú talebin de daralaca÷ı göz önüne alınırsa; dıú açı÷ımızın temel kayna÷ı olan ithalat daralacak ve dıú açık biraz küçülecektir. Ancak dıú talebin daralmasının ithalatı düúürmesinin yanı sıra ihracata da olumsuz etkisi olacaktır. Küresel mali kriz sonucu kredi imkanlarının azalması banka ve úirketlerin borçlanmasını zorlaútıraca÷ı için ekonomide durgunluk yaúanması olasıdır. E÷er durgunluk çok artarsa, kredi ödeme sorunları likidite sorunlarına neden olabilir. Özel kesimin aúırı dıú borçları, bunların çevrilmesinde yaúanacak en ufak sorunda bankaları da etkileyecektir. Ayrıca bankaların da dıúarıya büyük borçlarının olması sorunları daha da büyütebilecektir. 5. Sonuç ve Öneriler Türkiye ekonomisi krizler konusunda oldukça deneyim kazanmıútır. Krizleri önlemede etkin olunamasa da, kriz sonrasında elde edilen bilgiler ekonomiyi daha kötüye gitmekten alıkoyabilmektedir. Yaúanan küresel mali krizin sadece finans sistemiyle sınırlı olmayaca÷ının, reel sektörü de etkileyece÷i gerçe÷inin unutulmaması gerekir. Bu süreç ulusal üretimde önemli ölçüde gerileme ve istihdam düzeyinde düúüúle birlikte ekonomide durgunluk yaúanmasına neden olacaktır. Küresel krizi geçici bir konjonktürsel olgu olarak görmek, reel sektörde ciddi sorunlara yol açabilir. IMF tarafından yayınlanan 2006 Dünya Ekonomik Görünümü raporunda finansal krizin reel sektör üzerindeki olası etkilerinin de÷erlendirmesi yapılarak, “finansal gerilimlerin reel ekonomiyi sert bir úekilde vurmasının beklendi÷i, ticari ve yatırım bankalarında meydana gelen ve gerilim yaratan finansal krizlerin ekonomilerde ciddi yavaúlamalara yol açabilece÷i” uyarısı yapılmıútır. Bu nedenle Türk ekonomisinde reel sektörü destekleyici önlemlerde, ulusal sanayinin güçlendirilmesi, dıúa ba÷ımlı üretim yapısını yaratan koúullardan kurtularak ba÷ımlılı÷ı azaltan sektörlerin teúvik edilmesi gerekmektedir. Ayrıca istihdam sorununun çözümünde iç talebe yönelik üretimin özellikle emek-yo÷un sektörlerle arttırılması önem kazanmaktadır. øç ve dıú piyasalarda yaúanan talep daralması nedeniyle, üreten ve ihracat yapan úirketlerin kredi ihtiyaçlarını karúılamak amacıyla MB’nin bankalara deste÷ini arttırması gerekir. Halen bankacılık sistemimizde mevduata devlet güvencesi 50000 YTL ile sınırlıdır. Panik havasından etkilenmemek için henüz bankalara ve piyasalara olan güven erozyona u÷ramamıúken bu limit yükseltilmelidir. Pek çok ülke mevduata %100 garanti vermektedir. Bankalar arası faiz yarıúına neden olabilece÷i için, bu durum üzerinde dikkatle düúünmeyi gerektirir. Zorda olan bankalar “%100 güvence var” diyerek mevduat toplayabilir. Faizler ortalamanın 369 çok üzerine çıkıp daha büyük sorunlara yol açabilir. Banka sisteminin sa÷lam oldu÷una dair inancın desteklenmesi için en azından üst limitler yükseltilebilir. Türk döviz piyasası oldukça sı÷ görünmekte, döviz alım satımında yaúanan de÷iúiklikler fiyatları hemen etkilemektedir. Bunu önlemek için MB bankalara teminat karúılı÷ı döviz kredisi vermelidir. Bu tür bir borçlanma imkanı piyasaların sı÷lı÷ını ortadan kaldırabilir. Küçük miktarlarda alım satımlar sonucunda MB fiyatların istikrarlı olmasını sa÷layabilir. Son öneri olarak, piyasalarda güveni arttırmak için IMF ile bir destek anlaúmasının yapılması da piyasaları rahatlatan bir unsur olarak görülmelidir. Bütün dünyada piyasaların daralaca÷ı, her ülkenin kendi úirketlerini korumak için önlemler alaca÷ı yeni bir süreç oluúmaktadır. Devletin ekonomiye müdahalesinin her alanda daha fazla hissedilece÷i ve belirleyici olaca÷ı bu süreçte Türkiye ekonomisi de yerini alacaktır. KAYNAKÇA ATAMTÜRK, Burak (2003), “Finansal Liberalizasyonun Etkileri”, øktisat Dergisi, 438 (Haziran), 42-46. COùKUN, M. Necat (2001), “Geliúmekte Olan Ülkelerde Bankacılık Krizleri”, Gazi Üniversitesi ø.ø.B.F. Dergisi, 3 (2), 39-50. GEREK, S. (1999). Finansal Küreselleúme ve Türkiye, Eskiúehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1095. KARABULUT, G. (2003), “Finansal Liberalizasyon øktisadi Kriz øliúkisi”, øktisat Dergisi, 438 (Haziran), 77-80. KOZANOöLU, Hayri (1995), “Meksika’da Kriz”, Birikim Dergisi, 75 (Temmuz), 55-64. ODABAùI, Harun (1999), “Para Sihirbazları”, Aksiyon Dergisi, 227 (10 Nisan), 32-38. WESTERMANN, F. ve MARTINEZ, L. (2003), “Liberalization, Growth and Financial Crisis Lessons from Mexico and the Developing World”, http://www.econ.umn.edu/~tkehoe/classes/TornellWestermannMartinez. pdf (Aralık 2003), 2. YAY, Turan. (2003), “Geliúmekte Olan Ülkelerin Finansal Entegrasyonu Üzerine bir De÷erlendirme”, øktisat Dergisi, 438 (Haziran), 16-33. YELDAN, E. (2002), “østikrar Kim øçin? Kriz ødaresi Üzerine De÷erlendirmeler”, Birikim Dergisi, 163-164 (Kasım-Aralık), 107-119. 370 Avrupa Birli÷i’nin Yeni Üyesi: Bulgaristan* The new member of the European Union: Bulgaria Özet 20 yıl öncesine kadar Sovyet etkisi altında olan Bulgaristan, Sovyetler Birli÷inin da÷ılmasıyla önemli ilerlemeler kaydetti. Bu çalıúmada ilerlemeler belirli baúlıklar üzerinden gidilerek detaylandırıldı. ølk olarak tarihsel geliúim süreci de÷erlendirilirken, ikinci bölümde Siyasi yapısı ele alındı. Son olarak ,Türkiye- Bulgaristan iliúkileri incelendi ve iliúkilerin gelece÷ine yönelik çözüm önerileri geliútirildi. Anahtar Kelimeler: Bulgaristan, Türkiye, Bulgaristan Tarihi Abstact Bulgaria which was under the Soviets influence untill the last 20 years, has realized tremendous progress after the breakdown of the Soviet Union. The developments achieved by Bulgaria are analyzed in detail in this article. The firs section evaluates the historical development, while the second, focuses on the political structure of it. Finally, in the last section, Turkey-Bulgaria relations are discussed and some suggestions are developed for furthering mutual relations. Key Words: Bulgarian, Turkey, History of Bulgarian Giriú Westphalia ile baúlayan modern devlet anlayıúı øspanya Veraset savaúlarıyla do÷rulansa da asıl modern anlamda Devletlerin çıkıú sürecini oluúturacak olan olay Fransız Devrimi olmuútur. øhtilal ile birlikte hızla yayılan ve etrafında önemli kitleler toplamayı baúaran çeúitli kavramlar birçok ulusun kaderini etkilemeye baúlamıú veya gelece÷ini úekillendirecek düúünsel alt yapıyı oluúturmuútur. 18 yy. da ortaya çıkan de÷iúim ve dönüúüm çok uluslu devletlerin neredeyse kâbusu durumuna gelmiú ve bu kâbusu kısa sürede yaúamaya baúlayan devletlerden biride Osmanlı imparatorlu÷u olmuútur. Osmanlı, 18. yy dan baúlayarak bundan sonraki dönemde ekonomik, siyasal, askeri sorunlarının yanında artık bu kavramlara da çözüm üretme zorunlulu÷u hissetmeye baúlamıútır. Özelikle Milliyetçilik, üzerinde durulması gereken ve Osmanlıyı yoran bir kavram olmuútur. Bulgaristan da bu kavramın yükseliúiyle ba÷ımsızlı÷ını ve yeniden yapılanmasını tamamlayan ve Osmanlı egemenli÷i altında yok edilmeden 600 yıl yaúayan ve bugün Avrupa’yla 18 yıllık bir iúbirli÷i olmasına ra÷men kısa sürede AB üyeli÷ine alınacak geliúmeleri kat etmiú olan bir Balkan ülkesidir. Avrupa’yla * Yrd. Doç. Dr. Metin AKSOY, Selçuk Üniversitesi/ Uluslararası iliúkiler Bölümü Ö÷retim Üyesi 371 iliúkileri 1990 yılında baúlayan Bulgaristan’ın tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. ølki østanbul’u ele geçirme düúüncesiyle yakınlaútı÷ı Bizans ve bu yakınlaúma sonucu yaúadı÷ı dini ve sosyal de÷iúim bir di÷eri de Osmanlı demir yollarıyla batıyla iliúki kurmayı ve ticaret yapmayı ö÷renen ve daha sonra Batı deste÷iyle Osmanlıya karúı ba÷ımsızlık savaúının verildi÷i Osmanlı hâkimiyetinde ki dönem. Ve son olarak da bu ba÷ımsızlık savaúının getirdi÷i kibirlilik ve ekonomik sıkıntılar sonucunda giriúilen iki dünya savaúı ve ikinci dünya savaúı sonrasında Sovyet hâkimiyetin de geçen elli yıl ve ardından üye olunan Avrupa Birli÷iyle batılılaúma süreci. Bu dönemler Bulgaristan tarihinin ve bugünkü kültürün, Sosyal yapının, kimli÷in, belki de biraz Avrupalı olma arayıúının kısaca özetidir aslında. Bu makalenin ilk bölümünde daha çok bu iki dönem ele alınarak Bulgaristan anlaúılmaya çalıúılırken daha sonraki bölümlerdeyse Sosyal yapısı, Ekonomisi, Siyasal yapısı ve son olarak ta daha çok krizli dönemlerle hatırlanan Bulgaristan Türkiye iliúkileri ele alınacaktır. 1. Bulgaristan'ın Tarihi 1.1. Bulgarların Kökeni Bugün ki Bulgaristan topraklarına, M.Ö. 30’larda Traklar denilen bir kavim ve bir süre sonra da Romalılar hakim olmuútur. Altıncı yüzyılda Slavlar her tarafı yakıp yıkarak hakimiyeti ele geçirmiúlerdir. M.S. 680 yıllarında Karadeniz’in kuzeyinden Bulgar Türklerinin gelmesi ile Bulgar tarihi baúlamıútır. Bulgaristan, do÷uda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde Yunanistan ve Türkiye batıda Sırbistan ve Makedonya Cumhuriyeti ile çevrilidir. Avrupa Birli÷inin iki yeni üyesinden birisi olan Bulgaristan Güneydo÷u Avrupa’da yer alan bir ulus devlettir. Türkçe karúılı÷ı karıúık millet anlamına gelen Bulgarların Türk soyundan geldikleri kabul edilmektedir. Bu konuyu ilk olarak Herman. Vambery meydana çıkarmıútır.1 Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır. Milatla birlikte ülke önce Roma ømparatorlu÷u, sonraysa Bizans ømparatorlu÷u egemenli÷ine girer. M.S. 6. yüzyılda Slavlar ile birlikte Türk kökenli bir kavim olan Bulgarlar bu alana yerleúir2. 630'da Göktürk devleti yıkılınca Türk birli÷i da÷ılıp, ülke, Çin 'in etkisi altına girmiúti. Avarlar ise ülkenin batı bölgelerinde hâkimiyetini kurduktan sonra, østanbul'u 1 Herman, Vambery, Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und ethnographischen Beziehungen, Leipzig, Adamant Media Corparation, 2006. daha fazla bilgi için bkz. Ahmet Cafero÷lu, Eski Uygur Türkçesi Sözlü÷ü, østanbul, Türk Dil Kurumu yayınlarıl, 1968. Yine bkz. Halil Akman; Paylaúılamayan Balkanlar, østanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık 2006, s. 113 2 http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html (17.08.2008) 372 kuúatırlarken liderleri ölünce “Bulgar” isimli ilk devletin kurulmasına imkan oluúmuútur3. 1.2 Birinci Bulgar Devleti ølk Bulgaristan devletinin kuruluúu 7. yüzyılın 2. yarısında ortaya çıkmıútır4. Özellikle ilk Bulgarlar içerisinde On- O÷uzların ço÷unlu÷u oluúturdu÷u bilinmektedir. Bu devletin kurucusu ve önemli liderleri Kurt’tur. Kurt’un kurdu÷u devlet beylik sistemindeydi. Kurt’un kardeúi olan Asparuh ise “Tuna Bulgar Devletini” kurmuú ve kardeúi Kurt’Asparuh’u bey olarak kabul etmiútir. (681)194 Tuna Bulgar Devleti öncesinde beylik il (devlet)in bir alt rütbesiydi5. Asparuh adamlarıyla Tuna’ya ilerleyince Bizans ømparatoru 4. Constantine (668-685) ile karúılaútı fakat mücadelelerden sonra Bizanslılar Bulgar Devletini tanıyıp, yıllık vergi ödemeyi kabul etmiúlerdir6. Bulgarlar, bölgede guruplar halinde yaúayan Slavlarla karıúarak Bizans’a karúı Slav nüfuslarını tampon Bölge olarak kullandılar ve aynı zamanda kültürlerinde de÷iúiklik yaúandı. Bulgarlar, ilk dönemlerde Bizans’la iyi iliúkiler geliútirmiúlerdir. Zaman zaman Bulgarların Arapların østanbul’u fethetmek için yaptı÷ı saldırılarda Bizans’ı desteklemiúlerdir. Bulgarların Slav kabileleriyle karúılaúması sonrasında kültürel ve sosyal yaúantılarındaki de÷iúiklikler bundan sonrasındaki hayatlarında Hıristiyanlı÷ın kabulüyle yaúanacak olan köklü de÷iúikliliklerin baúlangıcını oluúturmaktaydı. Boris Mikhail (852-889), Boris Han döneminde 864 yılında Hıristiyanlı÷ın kabul ettirler. østanbul’un daha kolay fethedilebilece÷i düúüncesiyle Katoliklerin merkezi olan Roma yerine Ortodoks olan østanbul’a ba÷lanılması Bulgarlar içerisindeki Slav sayısının artmasına ve Bulgarların hızla benliklerini yitirip Slavlaúmasına neden olmuútur. Boris’in ortanca o÷lu Olan Simeon (893927)7 döneminde en güçlü dönemini yaúayan Bulgarlar Simeon’un ölümü sonrasında Tahtı devralan II. Boris döneminde Rusların istilası sonucunda zayıflamaya ve Bizans’ın saldırısıyla da÷ılmaya baúladılar. Daha sonra bu da÷ılma sonucunda kısa sürelide olsa Batı Bulgarlar olarak tekrar kurulan devlet Bizans Kıralı II Basileios’un saldırıları sonucu 1014 yılında tamamen yıkılmıútır. 1.3 økinci Bulgar Devleti Birinci Bulgar Devletinin Bizans saldırıları sonucu yıkılmasının ardından Bulgarlar, 1186 yılına kadar Bizans hâkimiyeti altında kaldılar. Özellikle 3 Halil, Akman, Paylaúılamayan Balkanlar, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,østanbul, 2006, s. 113 4 Maria, Todorova, Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, østanbul, øletiúim Yayınları, 2003; s. 64 5 Halil, Akman, s. 113 6 A. g. e. , s. 113 7 Constantin Jos. Jirecek, Geschichte der Bulgaren ;Hildesheim, Georg Olms Verlag, 1977, s. 161 373 Bizans’ın Anadolu da ki Türk beyliklerle u÷raútı÷ı dönemde Tırnova beyleri olan øvan ve Petır kardeúlerin halkı kıúkırtması sonucu çıkardıkları isyanlar sonuç vermiú ve Kuzey Bulgaristan ba÷ımsızlı÷ını kazanmıútır. Kaloyan döneminde dönemin en geçerli akçesi olan Kilisenin gücünü ön plana çıkartarak 1204 yılında Bulgaristan Kilisesinin Roma kilisesiyle birleúmesiyle birlikte Bulgarların da siyasi nüfuzu artmaya baúladı. Bunun sonucunda Krallık tacı giyen Kaloyan aynı zamanda birçok Avrupa devleti tarafından da tanınmaya baúlanmıútır. II Johannes Asen8 döneminde en yüksek devrini yaúayan II Bulgar Devleti hem topraklarını geniúletmiú bununla birlikte gelen zenginlikle fen edebiyat gibi çeúitli alanlarda geliúmiúlik dönemini yaúamıúlardır. Daha sonraki süreçte Mo÷ol saldırıları tüm Dünyayı oldu÷u gibi Bulgarları da etkilemiú ve bunun yanında güçlü yöneticilerinde yönetime gelmemesiyle II Bulgar devleti zayıflamaya baúlamıútır. Timur saldırıları öncesinde Altın ordular yönetimi altında belirli bir dönem varlıklarını sürdürmüúler ve Timur’un Altın ordulara saldırmaları sonucu kazan hanlı÷ı hâkimiyetine girerek varlıklarını sürdürmeye çalıúmıúlardır. Bulgar devletini asıl yıkan güç Dönemin üstün ve düzenli ordusuna sahip ve Cihad anlayıúıyla seferlerini sürdüren Osmanlı ømparatorlu÷unun 1393 yılında baúkent Tırnova’yı9 ele geçirmesiyle II Bulgar devleti son bulmuútur. 1.4 Osmanlı Döneminde Bulgarlar Osmanlı ømparatorlu÷u’nun kendi içerisinde merkezi otoriteyi kurup yeniçeri gibi döneminin modern askeri yapılanmasını sa÷lamasının ardından Hıristiyan bir kültüre sahip olan ve Çeúitli siyasi iç çekiúmelerle ve “veba” gibi çeúitli hastalıklarla u÷raúan Batı Avrupa’ya10 yayılma düúüncesi dönemin en mantıklı savaú stratejisiydi. Bulgaristan Topraklarındaki fetihlerin baúlangıcı Osmanlıda ki birçok Padiúahta oldu÷u gibi hem bir devlet adamı aynı zamanda bir dini lider olan I Murat’la baúlamaktadır. I Murat 1363’te Filibe11’yi alarak balkanlarda sürecek olan fetihlerin baúlangıcını yapmıú ve daha sonra Yıldırım Beyazıt 1392 de Baúkent Tırnova, Silistre gibi önemli yerleri Osmanlı topraklarına katmıútır. Bu fetihlerin baúlamasıyla birlikte Balkanlara da Anadolu’ya giden önemli yol çevrelerine güvenli÷i sa÷lamak ve Fethedilen yerleri Müslümanlaútırmak gibi çeúitli düúüncelerle bölgeye birçok Türkmen aileler göç ettirilerek 8 Constantin Jos. Jirecek, s. 248 Emrullah Güney, Türkiye’nin Komúuları; Ülkeler Co÷rafyası-Jeopolitik, Diyarbakır, Çantay Kitapevi, 2003, s. 317 10 Oral Sander, Siyasi Tarih ølkça÷dan günümüze, østanbul, ømge kitapevi, 2006, s. 62 11 Turan Gökce, “XVII yy. Filibe ùehrinin Demografik Geliúimi” Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs, 2005, s. 49 9 374 yerleútirilmiútir. Bu göç süreci I dünya savaúına kadar ilk dönemlerdeki gibi yo÷un olmasa da devam etmiútir. 1371 de Sırpların yenilgiye u÷ratılmasıyla 1386’da Sofya, Ohri Sırbistan’ın fethi için stratejik öneme sahip olan Niú ele geçirilmiú ve sonra olarak ta 1389 yılında Sırbistan fethedilmiútir. Sırbistan’ın fethedilmesi sonrasında Osmanlı ømparatorlu÷unun fetihleri devam etmiú yine bu dönemde Selanik gibi önemli bölgeler de fethedilmiútir. Osmanlı imparatorlu÷u, 1448 yılındaki II Kosova zaferiyle Bulgaristan da 500 yıl sürecek olan hâkimiyetini perçinleútirmiútir. Fatih Sultan Mehmet’le gelen østanbul’un fethi Osmanlı imparatorlu÷unun Balkanlara olan hâkimiyetini güçlendirmiú ve aynı zamanda uzatmıútır. Osmanlı ømparatorlu÷unun güçlü oldu÷u dönemlerinde Bulgarların yapılarında ve bölgelerinde ortaya çıkan ciddi isyanlar veya ayaklanmalar görmüyoruz. Ancak Fransız ihtilal ile birlikte di÷er çok uluslu devletlerde oldu÷u gibi Osmanlı devletinde de çeúitli gurupların isyanlar çıkarmaya baúladıklarını görüyoruz. Bu isyanların nedenleri arasında, Fransız ihtilal inin getirdi÷i Milliyetçilik, Özgürlük, Ba÷ımsızlık kavramlarıyla birlikte, Osmanlı devletinde savaú kayıpları, ekonomik yetersizlikler, sosyal sorunlar, merkezi otoritenin zayıflaması gibi Osmanlı devletini çöküúe götüren birçok nedenleri de ekleyebiliriz. Bunların yanın da Osmanlı imparatorlu÷u üzerindeki emellerini gerçekleútirmek isteyen ve “Böl, Parçala, Yut Politikası” geliútiren devletlerin uyguladı÷ı politikalarda Osmanlının çöküú sürecine girmesinde etkili olmuútur. Bu devletlerden beklide en önemlisi Rusya’dır. 19 yy. baúlarındaki Rusya’nın Politika de÷iúikli÷i Osmanlı içerisinde ki azınlıkların isyanlarını artırmıútır. Çünkü Rusya, 19 yy. itibaren Osmanlıyı parçalama hedefleri üzerine politikalar geliútirmeye baúlamıú ve bunlardan en önemlisi “Panslavizm” politikası olmuú dur. Rusya, “Panslavizm” politikasıyla Osmanlı hâkimiyetinin oldu÷u Balkanlardaki Slav halkları harekete geçirmeye baúladı. Panslavizm’in en etkili uygulanaca÷ı yer Osmanlı hakimiyeti altında bulunan Bulgarlar olacaktır12. Önce Bulgar Kilisesinin Rum kilisesinden ayrılmasını sa÷layan, sonra Bulgarcayı yeniden canlandırma çalıúmalarına hız veren Rusya, sonunda ulusal bir hareket baúlatmayı baúardı13. Bu süreçte, Osmanlının merkezine yakınlı÷ı nedeniyle pek fazla siyasi sorunlarla karúılaúılmayan Bulgaristan da ayaklanmalar baúladı. Zamanla Yunanistan, Sırbistan ve Romanya gibi devletlerin ba÷ımsızlıklarını kazanmalarıyla veya özerk olmalarıyla østanbul’a yakın olan Bulgar toprakları üzerinde Osmanlı tarım üretimini artırmaya baúlamıú ve Tarımın geliúmeye baúlamasıyla zenginleúen úehirlerde buna ba÷lı olarak 12 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Do÷u; øletiúim yayıncılık, Ekim 2004, s.60 13 Stefanos Yerasimos, s. 60 375 hafif sanayide geliúmeye ve geniúlemeye baúlamıútır14. Bu geliúimde, Bulgar isyanlarına önemli ekonomik destek sa÷lamıútır. Sırbistan, Yunanistan ve Romanya’ya kıyasla Bulgaristan milli uyanıúı sosyolojik açıdan daha klasik bir úekilde ilerlemekteydi15. Yeni Bulgar Burjivazisi okulları, kültür derneklerini ve her türlü sosyal hizmeti finanse etmek için kendi kurumlarını, özellikle de esnaf birliklerini kullanıyordu 16. Bulgaristan’ın bu planlı ve dıúarıdan özellikle Rusya destekli isyanları sonucunda Osmanlı devleti “Çorbacı Nizamnamesi”17 gibi birçok kanuni tedbirler almaya ve bu bölgede isyanları durduracak üstün yetkilerle donatılmıú görevliler getirmeye baúlamıútır. Bunlardan biriside Mithat Paúadır. Mithat Paúa, bölgede güvenli÷i sa÷lamak için çeúitli tedbirler almaya baúladı. Rum ve Bulgarlar arasında çıkan çatıúmaları destekleyerek böl yönet politikasını uygulamaya ve Ortodoks din adamlarının halk üzerinde etkisini azaltmaya ve yine Ay yıldızlı Türk bayra÷ına haç ilave ettirerek bölgedeki halka daha yakın davranmaya ve birlik mesajı vermeye çalıútıysa da bu önlemlerinde pekte baúarı sa÷layamadı. Bulgar Devrimci Merkez Komitesi, imparatorlu÷un sendeledi÷ini ve zulüm altındaki Bulgarların artık ölüm darbesi indirebileceklerine inandılar18. Bulgar ihtilal merkez komitesinin 20 Nisan 1875'te Koprivútitsa ve Panagyuviste'de baúlattıkları büyük isyan bastırıldıysa da bu süreç Bulgar milliyetçili÷inin uyanıúına ve Bulgaristan’ın ba÷ımsızlı÷ına giden yolunda baúlangıcı olacaktır. Bu isyanlar esnasında Avrupa basınında -özellikle øngiliz basını- ortaya atılan Osmanlı aleyhi iddialar ve yazılar kısa sürede Avrupa halkını Osmanlı ve Müslüman karúıtı yapacaktır ki Osmanlının yıkılıú sürecinde Osmanlıyı destekleyen Avrupa devleti kalmayacak ve bundan sonraki süreçte Avrupa devletleri Bulgar ba÷ımsızlı÷ını destekleyen tutum içine gireceklerdir. 1.5 Bulgaristan Ba÷ımsızlı÷ı ve Bugünkü konumu 1877–1878 Osmanlı-Rus savaúından sonra 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaúması; sınırları kuzeyde tuna nehri do÷uda Karadeniz, güneyde Ege denizi ve batıda Arnavutlu÷a dayanan özerk bir Bulgaristan’ın kurulmasını öngörmekteydi19. Ayestefanos antlaúması güç dengelerini Rusya tarafına bozulması nedeniyle di÷er büyük devletlerin baskısı sonucu 14 Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Savaú ve Büyük Güçler, østanbul, Sabah Kitapçılık, Ocak 2001, s. 110 15 Misha Glenny, s.110 16 Misha Glenny, s.110 17 A.g. e. y. 18 A.g. e. y. 19 Yusuf Sarınay, “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve Türk-Bulgar iliúkilerinin Geliúmesi ( 1908-1914)”, Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 133 376 uygulanamamıútır. Balkanlar ile Tuna arasında küçük bir Bulgar Devleti kurulma kararı 13 Temmuz 187820 tarihli Berlin Antlaúması ile gerçekleúecektir. Genel olarak Berlin Kongresi ve Antlaúması Osmanlı Devletinin da÷ılma ve parçalanma merhalelerinden en önemlisidir21. Ancak bu Antlaúma ile Bulgaristan’ın sınırları daraltılmıú, Do÷u Rumeli Vilayeti Osmanlıya ba÷lı özerk bir bölge haline getirilmiú, Makedonya ise büyük devletlerin himayesinde reformlar yapmak úartıyla Osmanlı devletine iade edilmiútir22. Bir süre sonra Rusya'nın mevcut Bulgar Prensli÷inin idari ve içiúlerine do÷rudan karıúması, Osmanlı hükümeti ile Avusturya ve øngiltere hükümetleri, Prensli÷i Rusya'nın tahakkümüne bırakmak istememelerinden bu hususta büyük devletlerin nüfuz mücadeleleri baúladı23. Rusya ve Avusturya nüfuz mücadelesi sonucunda Bulgaristan, Makedonya meselesini24 milletlerarası bir mesele haline getirdi. 1903'te baúlayan ayaklanma, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan'ın arasını iyice açtı25. Daha sonra Rus çarının ye÷eni olan Aleksandır Bulgar Prensi oldu ve tamamen Rusya yanlısı bir Politika izledi. Bulgar Prensli÷i üzerindeki nüfuz mücadelesi daha sonra gelecek olan Prensler üzerinde de sürdürülmüútür. 1908’de ilan edilen II. Meúrutiyet bir süre için Osmanlılara Özgürlük getirdiyse de yarattı÷ı karıúıklık devleti daha da zaafa düúürdü26. Osmanlının bu durumundan ilk yararlananlar Avusturyalılar ile Bulgarlar oldu. Avusturya Bosna- Hersek ’i ilhak ederken, Bulgaristan da krallık ilan edilerek Osmanlılarla nominal düzeyde kalmıú tek ba÷ını da kopardı27.Avusturya 'ya ile dostluk kuran Bulgar prensi Ferdinand, Avusturya'nın Bosna-Hersek' i ilhakından bir gün önce, 5 Ekim 1908'de Do÷u Rumeli'yi de kapsayarak biçimde Bulgaristan'ın ba÷ımsızlı÷ını ilan ederek, "Çar" unvanı aldı28. Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba÷ımsızlı÷ını iki úart dâhilinde kabul etti bunlardan birincisi Osmanlı Devleti 100 milyon mark karúılı÷ında Rumeli-i ùarki eyaletini Bulgaristan'a bıraktı (Nisan 1909) 29. 20 Norbert Randow , Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der Literatur , s.2; bkz. http://www.deutsch-bulgarische-gesellschaft-hamburg.de/publikation/randow.pdf (27.11.2008) 21 Fahri Armano÷lı, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1973, s. 267-278. Daha fazla bilgi için bkz. Yusuf, Sarınay; s.133 22 Yusuf, Sarınay; s.133 23 http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Bulgaristan (11.07.2008) 24 Kemali, Syabaúılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, østanbul, Ba÷lam Yayınları, Mart, 1997, s. 23 25 Halil, Akman; s. 116 26 Ömer E. Lütem, Türk-Bulgar iliúkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985, Ankara, ASAM Yayınları, 2000, s.23 27 A.g. e. s.23 28 Ömer Turan, The Turkish Minority in Bulgaria, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998, s. 76. Daha fazla Bilgi için bkz. Halil, Akman; s.76 29 Halil, Akman; s.76 377 økincisi Bulgaristan Topraklarında kalan Müslüman halkın haklarının korunması talepleriyle Osmanlı devleti Bulgaristan’ın ba÷ımsızlı÷ını kabul etti. Bunun ardından gelen iki safhalı Balkan Savaúları Osmanlı devletini balkanlardan daha fazla koparacaktır. Balkan Savaúlarına giden süreçte Osmanlı devleti içerisinde yönetimi devralan Jön-Türkler II meúrutiyetin ilanını gerçekleútirmiú ve bununla anayasa ile hakları ve eúitli÷i belirlenen unsurları “ittihad-ı anasır” politikası çerçevesinde birleútirerek Osmanlı devletini da÷ılma tehlikesinden kurtarmayı ve di÷er devletlerin azınlık hakları bahanesiyle Osmanlının iç iúlerine karıúılmasını engellemeyi amaçlamaktaydılar30. Ancak bu geliúmeler istendi÷i gibi gerçekleúmeyecek tam aksine Osmanlı içerisindeki azınlıklar daha fazla özgürlük hatta Ba÷ımsız devlet kurma talebinde bulunmaya baúlayacaktır. Osmanlı devleti istemedi÷i úekilde biranda kendi içerisinde yeni karıúıklarla karúı karúıya kalmaya baúlamıútır. Bunun dıúında Rusya’nın Balkan devletlerini Osmanlıya karúı kıúkırtması da Osmanlının aleyhine yaúanan bir di÷er geliúme olacaktır. Bunların Sonucunda Osmanlı devletine Balkan devletlerinin ( Bulgaristan, Sırbistan, Karada÷, Yunanistan) saldırmasıyla I Balkan Savaúı31 baúlamıútır. I Balkan savaúı sonucunda Osmanlı devleti 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalana Londra Antlaúmasıyla Midye-Enez hattının do÷usuna çekilmeyi kabul etmiútir. Savaú sonucunda Savaútan galip çıkan balkan devletleri özellikle Makedonya’nın paylaúımında büyü sorun yaúadılar bunun sonucunda kendi aralarında II Balkan savaúı patlak verdi durumdan yararlanan Osmanlı devleti Midye-Enez hattını aúarak Edirne’yi ve Meriç nehrine kadar olan kısmı tekrardan aldı. Bunun sonucunda Bulgaristan’ın Osmanlı ile imzaladı÷ı østanbul Antlaúmasıyla (29 Eylül 1913) Edirne ve Dedea÷aç’ı Osmanlı devletine bırakmıú oldu. I Dünya Savaúı döneminde Bulgaristan büyük Bulgaristan hedeflerine ulaúmak amacıyla savaúın baúladı÷ı ilk dönemde tarafsız kaldıysa da Kral Ferdinand 1915 yılında Sırbistan’a saldırmasıyla fiilen Almanya’nın yanında savaúa girmiú oldu. Cephede yaúanan kayıplar ve savaúın getirdi÷i ekonomik sorunlar Halkın savaúa verdi÷i deste÷i kısa sürede azalttı ve yönetime karúı duyulan öfke Kral Ferdinand’ın görevi o÷lu III. Boris’e bırakılmasıyla 27 Aralık 1919 Neuily Anlaúmasıyla Bulgaristan hem toprak kaybına hem de a÷ır tazminat ödemeye mahkûm edilmiútir. Bulgaristan’ın I Dünya Savaúı yenilgisi ve Neuily Antlaúmasıyla ödemeye mahkûm edildi÷i a÷ır tazminatlar bundan sonra yaúanacak olan II Dünya savaúına dâhil olmasına neden olacaktır. Savaú sonucunda yaúanan Ekonomik kriz ve iç istikrarsızlıklar Bulgaristan’ın II Dünya savaúı öncesinde çeúitli darbelerle karúı karúıya 30 Yusuf, Sarınay; s.134 Richard C. Hall, Balkan Savaúları 1912- 1913, I. Dünya Savaúı’nın Provası, østanbul, Homer kitapevi, 2003, s. 30 31 378 kalmasına ve 1935 yılında Kral III Boris’in tüm yetkileri elinde toplayarak totaliter bir yönetim úekliyle yönetilmesine kadar varacaktır. Bulgaristan, I. Dünya savaúındaki a÷ır yenilgisini unutmak ve “Büyük Bulgaristan” ideallerine ulaúmak amacıyla 1938 yılında imzaladı÷ı Balkan Atantı antlaúmasıyla tekrardan ordu kurma hakkını elde edip hızla silahlanmaya ve I Dünya savaúında yanında yer aldı÷ı Almanya’ya tekrardan yaklaúmaya baúladı. Daha sonra 1940 yılında güney Dobruca’ya saldırmasıyla Almanya’nın yanında savaúa dâhil oldu. Almanya’nın SSCB saldırmasına ra÷men II Dünya Savaúında daha stratejik bir dıú politika izleyen Bulgaristan SSCB ye karúı savaúa dâhil olmamıú ve savaú esnasında da SSCB ile iliúkileri sıcak tutma yolunu denemiútir. 1944 yılında SSCB Bulgaristan’ı iúgal ederek bundan sonraki Bulgaristan Siyasal hayatına damgasını vuracak olan “Komünist Rejimi” seçmiú oldu. Sovyetler Birli÷inin da÷ılmasını izleyen tarihlerde Bulgaristan da Artık Komünist Rejim geçerlili÷ini yitirmeye baúladı ve 1989 yılında 35 yıldır Cumhurbaúkanlı÷ı yapan Jivkov 10 Kasım 1989 yılında istifa ederek Bulgaristan demokratik dönem olarak adlandırılan ve bugüne kadar gelen dönem baúlamıútır. 1.3 Siyasi Yapı Bulgaristan, Sovyetler Birli÷inin da÷ılmasının ardından gelen de÷iúim sürecinde yaúanan sıkıntıları Avrupa Birli÷ine endekslenerek atmaya çalıúsa da siyasi sorunları halen kendi içerisinde kendine özgü sorunları taúımaktadır. Bu sorunlar kendi içinde yürütme, yasama, yargı erklerinin her birinde daha net hissedilmektedir. Bulgaristan bu üç gücün ayrılı÷ı temeline dayanan parlamenter cumhuriyettir. Cumhurbaúkanı ve Yasama Yasama gücü dört yıllık genel seçimlerle yenilenen Meclis’in elinde olup, Yetki ve gücünü anayasadan alıp yasalar ve önergeler üzerine görüúmeler yaparak çeúitli yasal düzenlemeler gerçekleútiren Ulusal Meclis Sofya'da toplanır32.Cumhurbaúkanı devletin basıdır ve orduların baúkomutanlı÷ı, Milli Güvenlik Konsey Baúkanlı÷ı gibi genel yetkilere sahip olup, Cumhurbaúkanının sorumluluk ve yetkileri arasında atamalarda bulunmak, rütbe ve nisan takmak; kentlere, köylere ve co÷rafi yerlere isim vermek, meclisten geçen yasaları resmi gazetede yayımlatmak ve söz konusu yasalara iliúkin erteleme, veto etme gibi giriúimlerde bulunmak ve cumhurbaúkanı halk tarafından do÷rudan seçim ve genel oy ile beú yılda bir ve üst üste en fazla iki kez seçilir33. Cumhurbaúkanı: Georgi Parvanov (22 Ocak 2002'den beri) 32 http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/resource_c entre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008) 33 A.g. y. 379 Yürütme Yürütme bütün parlamenter sistemlerde oldu÷u gibi Bakanlar Kurulu tarafından gerçekleútirilir. Meclis kabineyi kurmakla görevli baúbakanı dört yıllık bir dönem için seçer ve Baúbakan Ulusal Meclis'e kabinede de÷iúiklik yapılmasını teklif edebilir, bunun yanında Bakanlar Kurulu, bulundukları yönetim birimlerde (bölgelerde) yürütme erkini temsil eden bölgesel valileri atayabilir, Bakanlar Kurulu bütün bakanlardan ve bakanlarla es düzeyde yetkiye sahip komitelerin baúkanlarından oluúmakta ve Ülkedeki en yüksek yürütme organı oluúunun yanı sıra bakanlar kurulu yasama ile ilgili çeúitli islerin - kararnameler, yönetmelikler, düzenlemeler, önergeler ve talimatnameler - uyarlanması ile yürütülmesinden, yasa taslakları hazırlayıp bunların meclise gönderilmesinden ve onaylanan yasaların yürürlü÷e konmasından sorumludur34. Baúbakan: Sergey Staniúev ( Haziran 2005'den beri) Yargi Geliúmekte olan ülkelerin en fazla sıkıntıyla karúılaútı÷ı konulardan birisidir yargı. Özellikle yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri, demokrasinin tam olarak iúletilememesi ve son olarak birçok do÷u Avrupa ülkesinde olan ama Bulgaristan da daha fazla hissedilen rüúvet Bulgaristan yargısını ve siyasi ve sosyal yapısını çürüten önemli konulardandır. Yargı erki, üyeleri üç temel yargı kurulusunu - Hakimler Kurulu, Savcılık Dairesi ve Soruúturma Dairesi - temsil eden Yüksek Yargı Konseyi'nin denetiminde olup, Yüksek Yargı Konseyi bu üç kurulusun baúkanlarını atar ve Ayrıca hakim ve savcıları atamakla ve denetlemekle yükümlü olan bu kurul Yüksek Temyiz Mahkemesi'ne, Yüksek Divan'a baúkan ataması ve Baúsavcıyı seçmesi için Cumhurbaúkanı’na teklifte bulunur35. Yüksek Yargı Konseyi - eski yargı üyeleri ile Ulusal Meclis'ten belirli bir kota dahilinde seçilen üyeler ile yargı temsilcileri/yargıçlar, savcılar ve sorgu yargıçları gibi - de÷iúik niteliklere sahip üyelerden meydana gelir36. 1.4 Dıú Politika ve Türkiye ile iliúkileri Bulgaristan’ın ilk dönemlerde ki Osmanlı politikası ba÷ımsızlı÷ını kazanan di÷er birçok devletlerde oldu÷u gibi Osmanlı Toprakları üzerinde geniúleme idealleri üzerine kurulmuútur. Geniúleme emelleri iki Balkan savaúında gerçekleútirilmeye çalıúıldıysa da baúarılı olunamamıú ve Bu baúarısızlık Bulgaristan için I dünya savaúına giden süreci baúlatmıútır. Osmanlı gibi Bulgaristan da Kısa Sürede dönemin önemli gücü haline gelmeyi baúaran II: Wilhem önderli÷indeki Almanya’nın yanında savaúa dahil olmuútur. I Dünya Savaúı, Osmanlı ve Bulgaristan’ı Müttefiklik çatısı altında birleútirirken yine 34 A.g. y. A.g. y. 36 A.g. y. 35 380 savaú sonunda müttefikler için úartları a÷ır olan antlaúmalar imzalattırılmıútır. Osmanlı devleti ile Sevr Barıú antlaúması hazırlanırken, müttefiki Bulgaristan içinde Neully Barıú antlaúması imzalattırılmıútır. I Dünya savaúı gibi a÷ır kayıplarla atlatılan bir dönemin ardından Türkiye içerisinde giriúilen ba÷ımsızlık mücadelesi bölge ülkeleri için kaygıyla karúılanırken Bulgaristan Kurutuluú savaúının verildi÷i dönemlerde daha çok Türkiye yanında yer almıútır. Birincisi, Türk milli mücadelesinde Türkiye ile savaúan Yunanistan’ın yenilmesi durumunda Bulgaristan’ın Do÷u Trakya’da bazı bölgeleri topraklarına katma ihtimali olabilece÷i düúüncesiyle desteklemiútir37. økincisi ise, Bulgaristan’da Türklere karsı oluúan olumlu havada Sofya Askeri Ataúemiliterligi (Askeri Ataúeli÷i) esnasında Mustafa Kemalin, Bulgar halkını tanımıú, Bulgaristan’da birçok yakın dost edinmiú ve buradaki Türklerin örgütlenmelerini sa÷lamıú olması da etkili olmuú yine Mustafa Kemal buradan yayınladı÷ı raporlarla Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne ve di÷er Balkan Devletlerine karsı tutumunu ve Birinci Dünya Savasındaki politikasını da Osmanlı Hükümetine aktarmıútır38. Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye ile Bulgaristan 18 Ekim 1925’de Dostluk Anlaúması imzalamıútır39. Bulgaristan bu dönemde sınırlarını geniúletmek, Arnavutluk ve Makedonya ile birlikte Yunanistan’daki ve Romanya’daki Arnavut ve Makedonların ba÷ımsızlı÷ını sa÷lamak yönündeki politikasını ortaya koymuútur ve iliúkiler bir süre sonra tekrar bozulmuútur40. Türkiye Yunanistan arasındaki iliúkilerin bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin Bölgede yalnız kalmama arayıúları baúlamıútır. Ve bunun sonucunda Bulgaristan’la 1929 yılında Tarafsızlık Antlaúması imzalanmıútır. Birinci Dünya savaúının getirdi÷i büyük kayıplar bundan sonraki dönemlerde savaúların engellenmesi için devletleri ideolojik arayıúlara itmiútir. Bunlardan en önemlisi I. Dünya savaúı sonucunda ön plana çıkan Wilson ilkeleri do÷rultusunda úekillenen idealizmdir. Bu teorik altyapı devletleri yakınlaútırmıú ve ortak hareket etme arayıúlarına itmiútir. Bunlardan biriside Balkan Paktı olmuú ve Balkan Konferanslarıyla birlikte balkan devletlerini bir çatı altında birleútirme düúüncesi hız kazanmıútır. Balkan Paktı daha iki savaú arası dönemde sol çevreler tarafından ortaya atılmıú41 ve Bulgaristan’ın Revizyonist Politikaları nedeniyle dahil olmadı÷ı Balkan Paktı Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında 1934 yılında imzalanmıútır. Bulgaristan’ın bu Pakta dahil olmamamsının nedenlerinden birisi 1933 yılında Türkiye ile 37 Mehmet Savcı, Balkan Konferansları Ba÷lamında Türkiye Bulgaristan øliúkileri østanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve ønkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (yayınlanmamıú) s. 8 38 Mehmet, Savcı, s. 8 39 A.g. e, s.8 40 A.g. e. s.8 381 Yunanistan arasında Samimi Anlaúma Misakı’nın imzalanmasıdır. Bu antlaúma Bulgaristan’ın iki Balkan devletinin yakınlaúmasının dostane olmadı÷ının ve bu Pakta dahil ola bilmesi için sınırların de÷iúmesi gerekti÷i düúüncesidir. Bunun dıúında Bulgaristan’ında bu ittifak içene çekme baúarısı gerçekleútirilemese de Türkiye Bulgaristan arasında 21 Aralık 1934 yılında bir ticari antlaúma imzalanmıútır. 1938 yılına gelindi÷inde Avrupa’nın Baúat devletlerinden olan Sovyetler Birli÷i Fransa ile birlikte Balkan devletleri arasındaki iúbirli÷ini güçlendirmeye, Bulgaristan ve Almanya’nın revizyonist blo÷una kaymaması için Balkan Paktına katılımını istemiútir42. Bulgaristan uzun süre buna yanaúmadıysa da sonunda Koseivanof 31 Temmuz 1938’de Balkan Paktı devletleriyle ba÷ıtlandı43. Ancak bu antlaúmada Bulgaristan’ın Almanya etkisi altına girmesini44 engelleyememiútir. 1939’dan baúlayarak Bulgaristan içerisindeki yabancı yatırımcıların büyük ço÷unlu÷u Alman olmuú ve ticaretin büyük kısmı da Almanya ile yapılır hale gelmiútir. Bundan sonraki dönemde Balkan Paktı da geçerli÷ini yitirmeye ve ayrılıklar yaúanmaya baúlayacaktır. Bulgaristan’ın iki savaú arası dönemde yaúadı÷ı geliúmeler bundan sonraki geliúmelerini de etkilemiútir. Özellikle Modernleúme Projesinde yaúanan baúarısızlıkların milliyetçi argümanlar arkasında gizlenmesi ve her iki dünya savaúında askeri maceralara giriúmek de, Bulgaristan ekonomisine ola÷an üstü mali kayıplar yaúattı÷ı kadar, siyasal iktidarların kurumsallaúmasını engelleyen bir faktör olmuútur45. økinci dünya savaúının baúlamasıyla Bulgaristan 1 Mart 1941 yılında Almanya yanında savaúa katıldı ancak Bulgaristan Türkiye arasında ùubat 1941 yılında saldırmazlık antlaúması imzalandı. Türkiye’nin amacı Almanya ya karúı batı sınırlarını güvence altına almaktı. Ancak Bulgaristan’ın mihver devletler yanında savaúa girmesi bu güvenlik anlayıúını tamamen ortadan kaldırmıútır. Bu tarihten itibaren Bulgaristan Türkiye arasında ki Antlaúmazlık dönemleri baúlamıútır. Özellikle 1945 yılında Sovyetler Birli÷inin Bulgaristan’a savaú ilan ederek 1945 sonlarında Sofya ya girmesiyle etkisini artıran Komünist sistem 41 Baskın Oran, Türk Dıú Politikası, Kurtuluú Savaúından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, østanbul, øletiúim yayınları, 2006, s. 177 42 Sibel, Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve TürkBulgar iliúkilerinin Geliúmesi” (1908-1914), Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk- Bulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005, s. 301 43 A.g. e. s. 301 44 http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g= (18.01.2008) 45 Nurcan Özgür- Baklacıo÷lu, AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De÷iúim, Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008, s. 197. Bkz. http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009) 382 yanlıları Eylül 194646 da gerçekleútirilen Halk oylaması sonucu Çar Simon yurt dıúı etmiú ve aynı zamanda Monarúi kaldırılmıútır. Bununla birlikte Komünist rejim Bulgaristan’ı tamamen etki altına almaya baúlamıútır. Komünist yönetim döneminde, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki iliúkilerin bozulmasın da Sovyetler Birli÷inin Dostluk ve saldırmazlık paktını feshetmesi, bunun üzerinden bazı toprak taleplerinde bulunması ve Türk azınlıkların yaúamaya baúladı÷ı sorunlar etkili olmuútur. So÷uk Savaú sürecince, Bulgaristan da ki Türk azınlıkların sorunları iki devlet arasındaki iliúkilerin bozulmasında baúrol oynuyor gibi gözükse de asıl baúrolü bu iliúkiyi yöneten Sovyetler birli÷inin Türkiye ile yaúadı÷ı hem ødeolojik çatıúması hem de Türkiye toprakları üzerindeki emelleri oynamıútır. Toplamda Bulgaristan da yaúayan Türk azınlıklar Osmanlı döneminden itibaren hukuksal koruma altına alınmıú olunmalarına ra÷men 20 yy da her bir vicdanı sızlatacak düzeye gelmesi engellenemeyecektir. Bulgaristan, Temmuz 1878’de Berlin antlaúmasıyla padiúah’a ba÷lı bir prenslik olarak kuruldu÷unda, antlaúmanın 4. Maddesinde “Bulgarlarla Türklerin karıúık oldu÷u yerlerde Türklerin hukuk ve çıkarlarının korunaca÷ı yazılı olup yine Bu antlaúmanın 5. ve 12. Maddesinde de Türk azınlı÷ın durumuyla ilgili bazı düzenlemeler vardır47. Bulgaristan da yaúayan Türk azınlıkla ilgili düzenlemelerin 19 yy dayanmasına ra÷men en fazla baskı altında kalan azınlıkta Bulgar Türkleri olmuútur. 1950’de Bulgar hükümeti gerek kolektif çiftlikler kurmasından kaynaklanan nedenler, gerekse Batı yanlısı Demokrat Parti hükümeti Kore’ye asker gönderme kararından dolayı Türkiye’yi zor durumda bırakmayı istemesi gibi nedenlerle 250.000 Türk’ü Türkiye’ye göç etmeye zorlamıú ve 1951 sonuna dek Türkiye’ye 154.000 Bulgaristan türkü giriú yapmıútır48. Türkiye’nin iddialarına göre Bulgaristan hükümeti bu Türklerin arasında 60.000 kadar Çingene ve bazı komünist casuslar sokmuú ve Türkiye sonunda sınırı kapatmak zorunda kalmıú ve 2 Aralık 1950’de iki devlet arasında bir anlaúma imzalamıútır49. Bu anlaúmanın 1. Maddesine göre, “Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek isteyenlere (…) ancak Türk giriú vizesi verildikten sonra Bulgar çıkıú vizesi verilecektir. 3. Maddesine göre, “Türk giriú vizesini hamil olmadıkları halde göçmenler arasına karıúarak Türk topraklarına girenler bulunursa, Türk hudut makamları tarafından geri çevrilecektir50. Bulgaristan, Devlet baúkanı Todor Jivkov’un 1968 ùubatında gerçekleútirdi÷i Türkiye ziyaretinde 1952 yılında gerçekleúen göç nedeniyle parçalanan ailelerin birleútirilmesi amacıyla göç anlaúması paraf edilmiútir. Bu antlaúma sonrasında 46 http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009) Baskın Oran, s. 177 48 ølhan Uzgel, “Balkanlarla øliúkiler”, Der. Baskın Oran, Türk Dıú Politikası, Kurtuluú Savaúından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, østanbul, øletiúim yayınları, 2006, s. 177 49 A.g. e. s. 177 50 ølhan Uzgel, s. 177 47 383 parçalanmıú aileler bir araya gelme imkânı bulmuú ve yine Türkiye 130.000 e yakın göç almıútır. 1970’lerde ilk olarak Bulgaristan da yaúayan Pomaklar51 üzerinde uygulanmaya baúlanan ancak uluslararası arena da pek yankı bulmayan isim de÷iútirtme baskısı 1980’lere gelindi÷inde Türkler üzerinde de uygulanmaya baúlanmasıyla birlikte Türkiye- Bulgaristan arasında zaten iyi olmayan iliúkiler kopma noktasına gelecektir. Yaúlanan Bulgar nüfusu karúında sürekli artan Türk azınlıkların nüfusu Bulgar yönetimini kaygılandırma noktasına gelmiú ve Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde Bulgaristan içerisindeki Türk azınlıkları iddia ederek Bulgaristan’a da Kıbrıs benzeri bir operasyon gerçekleútire bilece÷i endiúesini do÷urmuútur. Jivkov yönetimindeki Komünist Partisinin (BKP) “Yeniden Do÷uú Hareketini” yani ülke içerisindeki azınlıkların asimile edilerek veya topluca göç ettirilerek azaltılması politikası 1984’ten baúlayarak Bulgaristan da yaúayan Türk kökenli azınlıklar üzerinde uygulanmaya baúlanmıútır. Bu hareket çerçevesinde Bulgaristan da yaúayan Türk azınlıkların isimlerinin zorla de÷iútirildi÷i, Türkçe konuúma yasa÷ının getirildi÷i, sünnet olmalarının dahi yasaklandı÷ı ve buna karúı duranların öldürüldü÷ü, geçmiúlerini unutmaları için mezarlarının ortadan kaldırıldı÷ı bir dönem yaúanmaya baúlanmıútır. Bulgaristan da hızla ciddi boyutlara ulaúmaya baúlayan bu sorun kendi içerisinde siyasi çalkantılarla u÷raúan Türkiye tarafından baúlangıçta yeteri kadar tepkiyle karúılanmamıútır. Batı medyasının Bulgaristan’ın Türklere karúı uyguladı÷ı politikalarına olan tepkisi biranda konuyu uluslar arası arenada yankılandırmaya baúlamıútır. Türkiye de 12 Eylül darbesi sonrası yönetimi devralan Özal hükümeti Ekonomi Politikalarına verdi÷i öncelik nedeniyle daha ılımlı bir politika geliútirme yoluna gitmiútir. Ne var ki Todor Jivkov yönetimindeki Bulgaristan’ın Türk azınlı÷a karúı uyguladı÷ı baskıların artmasıyla birlikte Türk hükümeti de sert tavır takınmak zorunda kalmıútır. Jivkov un 1989 yılında Türkleri tekrardan bir göçe zorlamasıyla birlikte Türkiye yine binlerce göçmen Türk Bulgar sınırına akın etmiútir. Türkiye deki söylemlerin birço÷u Bulgaristan’daki Türk azınlıkların hepsini kabul edebilecekleri yönündeyken ve Özal hükümeti de, Bulgaristan’dan gelecek olan tüm göçmenleri almayı hedeflerken kısa sürede göç edenlerin sayısının 310.000 bulması nedeniyle hükümet sınırı tekrardan kapatmak zorunda kalmıútır. Göç esnasında, Binlerce aile parçalanırken binlerce kiúide malını ve canını kaybetmiútir. Ancak Göç kabul edilmesi Bulgaristan’da ki sorunun tam olarak çözümü olmadı÷ı gibi Kabul edilen yeni göçmenlerin de ülke içerisinde özellikle göçmenlerin yerleútirildi÷i bölgelerde çeúitli sıkıntılar ortaya çıkmaya baúlamıútır. 51 Genel olarak Müslüman Bulgarlar olarak bilinirler. Pomak teriminin Bulgarca “pomagam” (yardım etmek) kelimesinden türedi÷i varsayılır. Osmanlı döneminde gönül rızasıyla Müslümanlı÷ı kabul etmiú bir toplum olan Pomaklar di÷er Bulgarlardan din ve kültürel olarak ayrılırlar. Osmanlı ümmet sistemi içinde Boúnaklar ve Müslüman Makedonlar (Torbeú) gibi kendilerini Türk bilmiúler ve tanımlamıúlardır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Pomaklar 17.01.2009) 384 Bu sorunun çözümünü gerçekleútirecek olan de÷iúimse tüm dünya dengesini etkileyecek olan Sovyetler Birli÷inin da÷ılması olacaktır. Sovyetler Birli÷inin da÷ılmasıyla birçok balkan devletinde oldu÷u gibi Bulgaristan da bir geçiú aúamasına girecektir, bu aúama Ekonomik, Siyasi, Kültürel gibi geniú bir çerçevede meydana geldi÷inden ülkeler kendilerini yenilemede yeni ittifaklara, yeni politikalara gereksinim duymuúlardır. Bulgaristan’ın Türk azınlı÷a karúı uygulamıú oldu÷u göç politikası so÷uk savaú sonrasında de÷iúim içinde olan Bulgaristan’ın önüne üç önemli sorun çıkaracaktır. ølki, So÷uk savaú sonrası dönemde Bulgaristan Batı’ya eklenmeye çalıútı÷ı durumda, bu insanlık ayıbı Bulgaristan’ın önüne çıkan sorun olacaktı. økincisi, Do÷u blokunun da÷ılmasıyla birlikte, Bulgaristan bölgesel düzeyde iliúkilerini yeniden düzenlemek durumunda kalacaktı ki, bu noktada Türkiye faktörü önemliydi. Üçüncüsü, “yeniden do÷uú hareketi” yetiúmiú insan gücü açısından Bulgaristan’a pahalıya mal oldu. Bu hareket sonucunda Bulgaristan da bulunan Türk azınlık Türkiye’ye göç etmeye çalıútı. Fırsatını bulan Bulgarlarda Batıya göç etti52. Bu sıkıntıların yanında Bulgaristan’ın kendi yapısından kaynaklanan sorunlarda Geçiú aúamasının her yönüyle Bulgaristan için zor aúılmasına neden olmuútur. Bir türlü gerçekleútirilmemiú olan orta sınıf, yaúanan Kentli-Köylü çekiúmesi, sınıf bilincinin oluúmaması, siyasetin belirli zümrenin elinde toplanması bunlarında daha çok so÷uk savaú döneminde Komünist Parti içerinde yer almaları gibi nedenlerle Bulgaristan da Siyasetin genele yayılmasını engellemiútir. Bu nedenle de So÷uk savaúın ortadan kalkmasıyla birlikte ülke içerisinde siyasi sıkıntılar daha sert yaúanmaya baúlanmıú ve Di÷er do÷u Bloku ülkelerde oldu÷u gibi Bulgaristan’da da 1990 baúlarında çok partili hayata geçilmiú ve eski komünist parti Bulgaristan sosyalist partisi adını almıútır53. Bulgaristan’daki muhalif güçler ise demokratik güçler birli÷i adındaki hareketi partileútirerek siyasal sistem içinde yer aldırlar54. Türk azınlıksa 1984 sonunda uygulanan baskı kampanyasına karúı Milli Kurtuluú Hareketi adı altında direniú baúlatan Türkler, bu ülkede sosyalist rejimin yıkılmasından sonra Ocak 1990’a Ahmet Do÷an’ın önderli÷inde söz konusu örgütü Hak ve Özgürlükler Hareketine (HÖH) önceleri hareket olarak kurulan bu Örgüt 1990’da siyasi Parti oldu55. 1989 yılında Todor Jivkov yönetimi düútü ve 10. 17 Haziran 1990 yılında ilk serbest seçim gerçekleúti yeni kurulan yönetimin uluslar arası alanda kısa sürede gerçekleútirmesi gereken Özgürlük, Demokrasi,ønsan Hakları gibi 52 Mustafa Türkeú, Türkiye’nin Komúuları, østanbul, ømge Kitapevi, , 2002, s.317 Baskın Oran, s. 482. Daha fazla bilgi için bkz. Ekaterin, Nikova, Changing Bulgaria in The Cahnging Balkans, s.199, (Der. Günay Göksu Özdo÷an, Kamali, Saybaúılı, Balkans Amirror Of The New International Order, østanbul, Eren yayıncılık, 1995. 54 A.g. e. s. 485 55 A.g. e s. 485 53 385 konular bulunmaktaydı56. Bulgaristan Siyasi hayatın yanında 1990’ların sonrasında ekonomik alanda da bir geçiú dönemi yaúanamaya baúlanmıútır. 1930’lu yıllarda Almanya’nın Bulgaristan üzerinde kurudu÷u ekonomik ve siyasi kontrol, hammadde ve tarım ürünleri ihracatı ile sınai malları ithalatına dayalı bir ekonomik yapıyı yerleútirmiútir. Bu yapı Komünist yönetimler tarafından sınai kalkınma politikalarıyla büyük ölçüde dönüútürülmüú olsa da, 1990’lardan sonra komünist endüstrinin çöküúü, Bulgaristan ekonomisini 1930’ların koúullarına geri çevirmiútir57. Siyaset ve Ekonomi Bulgaristan’ın geçiú döneminde çözüm bulmasını gerektiren iki önemli konu olmuútur. Siyasete çözüm batı devletlerine yönelerek ve batı kuruluúlarına NATO, AB gibi örgütlere üye olmayı hedefleyerek ve komúu ülkelerle özellikle Türkiye ile daha ılımlı politikalar ve Türk azınlıkların haklarını gözetmeyi taahhüt ederek sürdürmeye çalıúmıútır. Hak ve Özgürlükler Hareketinin Bulgaristan siyasi hayatında boy göstermeye baúlamasıyla birlikte de Bulgaristan içerisinde ki Türk azınlıklar daha çok hak elde etmeye baúladılar.. Bunlar arasında Türk isimlerini kullanma, göç nedeniyle ayrıldıkları yurtlarına geri dönme, Türkçe gazete çıkartma gibi daha birçok hak yer almaktadır. HÖH’ ün uyguladı÷ı ılımlı politika Bulgaristan da Türklerin entegrasyon sürecini hızlandırmıú ve oluúan olumlu hava Türkiye - Bulgaristan iliúkilerini Yeni dönemde pozitif olarak etkilemiútir. Bulgaristan’ın So÷uk savaú sonrasında NATO ya girme iste÷i ve bunu Türkiye’nin desteklemesiyle birlikte iliúkiler en iyi dönemlerini yaúamaya baúlamıútır. 2004 yılında gerçekleútirilen NATO üyeli÷i sonrasında hedeflenen AB üyeli÷i de 2007 Oca÷ında gerçekleúmiútir. Türkiye’nin AB üyeli÷ine destek verdi÷ini açıklayan Bulgaristan’ın önemi Türkiye açısından artmıútır. Ekonomik alanda ise 1990’ların baúında yaúanan sıkıntı ülkeyi 1996 krizine götürse de bu krizden siyasi olarak yakınlaútı÷ı batı Avrupa ülkelerinden aldı÷ı destekle çıkma imkânı elde etmiútir. Bugün gelinen noktada Bulgaristan ekonomisinde çeúitli eksiklikler olsa da AB üyeli÷i Bulgar ekonomisi ve yabancı yatırımcıların çekilmesi için büyük kazanım olmuútur. Yine Türkiye Bulgaristan arasındaki ılımlı süre. øki ülke arasındaki ticari iliúkilere de yansımıútır. 30 Haziran 2005 itibariyle Türkiye’de 95 adet Bulgaristan menseli firma faaliyet göstermektedir. Söz konusu firmaların 67 adedi 17 Haziran 2003 tarihinden sonra kurulan úirketlerdir. Pristo Oil’in yatırımı, Bulgaristan’ın yurtdıúında gerçekleútirdi÷i en büyük özel giriúimlerden birini teúkil etmesi bakımında önem taúımaktadır58. Bulgaristan Yabancı Yatırım Ajansı verilerine göre Türkiye Bulgaristan’da 16. 56 Heinz-Günther Borck, 1200 Jahredeutsch-Bulgarische Beziehungen – ein Überblick, bkz. http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf 16.01.2009 57 Nurcan Özgür Baklacıo÷lu, s. 198 58 Dıú ekonomik iliúkiler kurulu, Bulgaristan ülke Bülteni bkz. http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKID=68 (12.12.2008) 386 Yabancı yatırımcı ülke konumundadır. 2006 yılsonu itibariyle Bulgaristan’daki do÷rudan Türk yatırımları 128 milyon dolara ulaúmıútır ve bu rakam yabancı ortaklı Türk yatırımları ile yaklaúık 250 milyon dolara çıkmaktadır59. Bulgaristan’ın Sovyetler Birli÷i sonrasında kat etti÷i yol gerçekten takdir edilmesi gereken bir süreç olmuútur. Hem dıú politikada Batı Avrupa merkezli bir politika izlenmiú hem Ekonomik sorunun çözümü bu ülkelerle gerçekleútirilmeye çalıúılmıútır. Bulgaristan ilk dönemlerde sıkıntılar yaúasa da daha sonraki dönemlerde rotasını do÷ru yöne çevirmiú ve 1995 yılında AB üyeli÷ine yapılan baúvuru bunun en iyi göstergesidir. Demokrasinin iúlerli÷ini kısa sürede sa÷lamaya çalıúmıúlar ve en önemlisi ülke içinde en fazla sıkıntıyı çeken Türkleri yine kendileri kısa sürede adapte etmeyi baúarmıúlardır. AB üyeli÷i sonrası birçok Bulgar göçmeni Türk Bulgaristan’a geri dönmüú hatta göç esnasında bıraktıkları evlere tekrardan sahip olabilir konuma gelmiútir. Her iki ülke arasında gelinen nokta iliúkilerin artık daha fazla iú birli÷i çerçevesinde ilerlemektedir. Özellikle Bulgaristan’ın AB üyesi olması ve AB’ye açılan kapı konumunda olması sebebiyle Türkiye ile sınır güvenli÷i konuları son dönemlerde gündemde olan açılımlardır. Sonuç Bulgaristan geçiú aúamasının ilk yıllarını rotasını belirlemek için harcarken bu rotayı belirleyen ve Bulgaristan’ın yönünü Avrupa’ya döndüren olay 1996 ekonomik krizidir. Kriz Bulgaristan, Sosyal hayatı, Ekonomisi, Siyaseti için bir dönüm noktasıdır. Geçiú noktasının nasıl sonlandırılaca÷ı ve Hedeflenen sistemin ne oldu÷u bu kriz döneminde belirginleúmiútir. 1995 yılında gerçekleútirilen AB’ye üyelik baúvurusu ve 1996 ekonomik kriziyle para biriminin Alman Markına ba÷lanması AB üyeli÷inin önemini artırmıú ve gelecekteki hedefin Avrupa Birli÷ine üyeli÷in gerçekleúme aúaması olmuútur. 1997 yılında yapılan genel seçimleri Kostov yönetimindeki “Maviler” kazanırken yeni yönetimin ana hedefi AB üyeli÷i olmuútur. AB üyeli÷inin ilk adımlarının hızlı bir úekilde atılmasına ve AB ye önem verilmesine Kostov hükümetinin uzun dönem hükümette kalması olmuútur., Kopenhag Siyasi kriterlerin gerçekleútirilmesi için bir çok yasa de÷iútirilirken, Ekonomide de hızla sayısız Özelleútirme gerçekleútirilmiútir. Ancak bu süreç aynı zamanda sıkıntılı geçmiútir. Kostov hükümetinin birçok ihaleye fesat karıútırdıkları ve yolsuzluk yaptıkları iddiası birçok bakanın görevden alınmasıyla sonlamıú ve yerlerine siyaset dıúından Profesyoneller getirilmiútir. Daha sonraki dönemlerde Kostov yönetimine yönelik iddialar devam etmiú ve bu süreç Çar Simeon II dönemini baúlatmıú ve aynı zamanda koalisyon orta÷ı olan HÖH partisini hükümete taúımıútır. Bu koalisyon hükümetinin en önemli katkısı Bulgaristan’ı NATO üyeli÷ine taúımıú olması ve AB ile iliúkileri düzenli olarak sürdürmesi olmuútur. Daha sonra gerçekleútirilen 2005 seçimlerinde ATAKA partisiyle yükselen milliyetçili÷e ra÷men Simeon II hareketinin ve HÖH partisinin 59 A.g. y. 387 destekledi÷i Staniúev baúbakanlı÷ındaki “Birleúik sol” hükümeti görevi devralmıú ve Bulgaristan’ı AB üyeli÷ine taúımıútır. Genel hatlarıyla Bulgaristan dıú politikası güvenlik konularında daha çok NATO merkezli ABD ile birlikte hareket etme yolunu seçerken sosyal, siyasal konularda AB yörüngesinden de çıkmamaya dikkat etmektedir. AB üyeli÷inden sonra Bulgaristan artık AB’nin güvenlik kapısı konumuna gelmiútir. Buda gümrük kapılarında daha fazla denetimi gerektirirken bu denetim aúaması yolsuzlu÷un önemli bir sorun teúkil etti÷i Bulgaristan da ne derece sa÷lıklı gerçekleútirildi÷i de düúündürücüdür bir boyuttur. Bulgaristan’ın AB üyesi bir ülke olmasına ra÷men birçok alanda hala AB seviyesine ulaúması zaman alaca÷ı kanısındayım. Özellikle ABD’nin Irak harekatına verilen koúulsuz destek ne kadar AB yaklaúılsa da bir o kadar ABD çizgisinden çıkmama politikasını göstermektedir. Özellikle son seçimlerde yükselen milliyetçi ATAKA patisinin oylarını artırması geçmiú dönemlerde acı hatıraları olan Ülkedeki azınlıkları kaygılandırmıútır. Bu süreçte ülkede hala So÷uk savaú döneminden kalan siyaset kalıplarının varlı÷ı kendini hissettirmektedir. Bütün bu sorunların çözülme süreci Bulgaristan’ın bundan sonraki dönemlerde gerçekleútirmek için çaba harcayaca÷ı ev ödevleri gibi gözükmektedir. Kaynakça Ahmet Cafero÷lu, “Eski Uygur Türkçesi Sözlü÷ü”, østanbul, Türk Dil Kurumu yayınlarıl, 1968. Dıú ekonomik iliúkiler kurulu, “Bulgaristan ülke Bülteni” bkz. http://www.deik.org.tr/Pages/TR/IK_BultenDetay.aspx?bDetId=20&IKI D=68 (12.12.2008) Ekaterin, Nikova, “Changing Bulgaria in The Cahnging Balkans” ,(Der. Günay Göksu Özdo÷an, Kamali, Saybaúılı, Balkans Amirror Of The New International Order, Eren yayıncılık, østanbul, 1995. Emrullah Güney; “Türkiye’nin Komúuları”; Ülkeler Co÷rafyası-Jeopolitik, Diyarbakır, Çantay Kitapevi, 2003. E. Burç Yıldız, “Bulgaristan Ekonomisi Büyümeye Devam Ediyor” www.izto.org.tr/NR/rdonlyres/33AC7FBD-DEAA-488C-A2A95869BFCC7608/10266/bulgaristan.pdf (09.12.2008) Fahri Armano÷lı, “Siyasi Tarih (1789-1960)”, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları 1973. Constantin Jos. Jirecek; “Gescichte der Bulgaren” ;Hildesheim, Georg Olms Yayınları, 1977. Halil, Akman; “Paylaúılamayan Yayıncılık,østanbul, 2006 388 Balkanlar”, IQ Kültür Sanat Herman, Vambery, “Das Türkenvolk in seinen ethnologischen und ethnographischen Beziehungen” , Leipzig, Adamant Media Corparation, 2006. Heinz-Günther Borck, “1200 Jahredeutsch-bulgarische Beziehungen – ein Überblick”, bkz. http://www.obere-meerbach.de/Bulgarien.pdf 16.01.2009 Kemali, Syabaúılı, Gencer Özcan; Yeni Balkanlar, Eski Sorunlar, østanbul, Ba÷lam Yayınları, Mart, 1997. Maria, Todorova; Balkanlar’ı Tahayyül Etmek, østanbul, øletiúim Yayınları, 2003. Mehmet Savcı, “Balkan Konferansları Ba÷lamında Türkiye Bulgaristan øliúkileri” østanbul Üniversitesi, Atatürk ilke ve ønkılap Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (yayınlanmamıú) Misha Glenny; “Balkanlar 1804-1999, Milliyetçilik, Savaú ve Büyük Güçler”, østanbul, Sabah Kitapçılık, Ocak 2001. Mustafa Türkeú, “Türkiye’nin Komúuları”, østanbul, ømge Kitapevi, 2002. Nurcan Özgür- Baklacıo÷lu; “AB Üyesi Bulgaristan’da Süreklilik ve De÷iúim”, Avrasya Dosyası; Cilt/Vol. 14, Sayı/No 1, 2008. Bkz. http://www.asam.org.tr/temp/temp813.pdf (19.01.2009) Norbert Randow , “Die Neuere Bulgarische Geschichte im Spiegel der Literatur” , bkz. http://www.deutsch-bulgarische-gesellschafthamburg.de/publikation/randow.pdf (27.11.2008) Oran Baskın, “Türk Dıú Politikası, Kurtuluú Savaúından Bugüne Olgular,Belgeler,Yorumlar Cilt 1: 1919-1980” , østanbul, øletiúim yayınları, 12. Baskı, Ekim 2006. Oral Sander; “Siyasi Tarih” ølkça÷dan günümüze, østanbul, ømge kitapevi, 2006. Ömer E., Lütem, “Türk-Bulgar iliúkileri 1983-1989, Cilt I, 1983-1985”, Ankara, ASAM yayınları, 2000. Ömer Turan, “The Turkish Minority in Bulgaria”, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1998. Richard C. Hall, “Balkan Savaúları 1912- 1913, I. Dünya Savaúı’nın Provası”, østanbul, Homer kitapevi, 2003. Sibel Turan; “Osmanlı Devleti’nin Bulgaristan’ın Ba÷ımsızlı÷ını Tanıması ve Türk-Bulgar iliúkilerinin Geliúmesi” (1908-1914), Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası 389 Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi TürkBulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs 2005. Stefanos Yerasimos, “Milliyetler ve Sınırlar, Balkanlar, Kafkasya ve OrtaDo÷u” øletiúim yayıncılık, Ekim 2004. Turan Gökce, “XVII yy. Filibe ùehrinin Demografik Geliúimi” Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Uluslararası Sempozyum, 11-13 Mayıs 2005, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi TürkBulgar iliúkileri, Bildiriler, Mayıs, 2005. http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/infoCountryPage/setimes/reso urce_centre/countries/bulgaria?country=Bulgaria (11.11.2008) http://www.government.bg/cgi-bin/e-cms/vis/vis.pl?s=001&p=0159&n=2&g= (18.01.2008) http://www.laender-lexikon.de/Bulgarien_(Geschichte) (21.01.2009) http://www.bilgidenizi.net/ulkeler/19483-bulgaristan-ve-bulgaristan-tarihi.html (17.08.2008) 390 PAZARLAMANIN POSTMODERN YÖNELøMø VE KÜRESELLEùME EKSENøNDE øùLETME YAPILARINDAKø DÖNÜùÜM Doç.Dr.Muammer ZERENLER Selçuk Üniversitesi øøBF øúletme Bölümü Ö÷r.Gör.Dr.Derya ÖZøLHAN Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO øúletme Yönetimi Ö÷r.Gör.øbrahim AKGÖBEK Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi Ermenek MYO Muh.ve Vergi Uyg. Özet Düúünsel, kültürel ve somut nitelikleri açısından bir dönemin sona ererek yeni bir dönemin baúlangıcı olan postmodernizmi de beraberinde getiren küreselleúme olgusu, sanattan bilime kadar çok geniú bir mesafede etkili olmaktadır. Postmodernizmin pazarlama faaliyetlerindeki yansıması ve küreselleúmenin tüm dünyayı tek bir pazar yeri haline getiren gerçekli÷i iúletme yapılarının da de÷iúmesine neden olmuú, yerelden çokulusluya do÷ru bir geliúimi gerekli kılmıútır. Bu çalıúmada öncelikle pazarlamanın ne üretirsem satarım anlayıúından bugünkü postmodern boyutuna gelene dek geçirdi÷i dönüúüm küreselleúme ve teknolojinin itme, pazarın çekme gücü ba÷lamında incelenmiú, ardından bu süreçte iúletme yapılarındaki dönüúümün incelenmesi ile çalıúma sonlandırılmıútır. Anahtar kelimeler: Postmodern Pazarlama, Küreselleúme, Çokuluslu ùirketler TRANSFORMATION IN BUSINESS STRUCTURES IN THE AXIS OF GLOBALIZATION AND POSTMODERN TENDENCY OF MARKETING Abstract The phenomenon of globalization has brought about the postmodernism which is the starting point of a new period in terms of intellectual, cultural and concrete characteristics. It has also become effective in a wide range from art to science. The reflection of postmodernism on the activities of marketing and the reality of globalization which has transformed the whole world to a single market, has led to the change of the business structures and that has required a development from localness towards multinationalism. In this study, firstly, the transformation of marketing from the comprehension of ‘I can sell whatever I produce’ toward postmodern dimension has been examined and then, it has been finished with the examination of transformation in business structures in this process. Keywords: Postmodern Marketing, Globalization, Multi National Enterprises 391 1.Giriú Günümüzde iú dünyasının dinamikleri, küreselleúmenin dünyayı tek bir pazaryeri ve din, dil, milliyet farkı gözetmeksizin dünyanın her köúesinde yaúayan insanları bu pazarın alıcıları olarak gören argümanı çerçevesinde yeniden úekillenmektedir. Pazarların globalizasyonu, geçmiúte birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal pazarların, tek bir büyük pazar úeklinde entegrasyonu olarak açıklanabilir. Pazarların küreselleúmesinin ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını de÷iútiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan trendde bilgi- iletiúim teknolojilerinin üstlendi÷i roldür. Gerek küreselleúme- teknoloji- rekabet sarmalının, gerekse küresel pazarın karakteristikleri toplumsal postmodernizmin geliúmesine neden olmuú, müúteri profilinde de yansımalarını gösteren bu yeni dünya düzeni pazarlama faaliyetlerinde de köklü de÷iúimlere yol açmıútır. Ulusal ekonomilerin küresel pazarlara eklemlenmesi ile farklı ülkelerde yaúayan farklı kültürdeki insanların ekonomik, politik ve kültürel iliúkilerinin artması sonucu úekillenen bu düzen, iúletme yapılarında da yerelden küresele do÷ru bir oluúumu beraberinde getirmiútir. Bu çerçevede çalıúmanın temel amacı, küreselleúme ekseninde postmodernizm felsefesinin ortaya çıkıúına paralel olarak yaúanan de÷iúimleri özellikle teknolojinin itme- pazarın çekme gücü ba÷lamında açıklamak ve bu de÷iúim kapsamında çokuluslu úirketlerin dünya ekonomisinde edindikleri konumsal üstünlü÷ü inceleyerek bu konuda Türkçe literatüre katkıda bulunmaktır. 2.Literatür øncelemesi 2.1. Küreselleúme ve Postmodernizm Küreselleúme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alanındaki de÷iúimi ifade etmek için kullanılan sihirli bir sözcük haline gelmiú; ünlü sosyolog Peter Berger’in deyimiyle Alman kömür endüstrisindeki gerilemeden, Japon gençlerinin cinsel alıúkanlıklarını açıklamaya kadar kullanılan “kliúe” ye dönüúmüútür (Bozkurt, 2000). Ve kliúeler, ça÷ın yaúanmıú deneyimlerinin unsurlarını yakalarlar. Bu açıdan küreselleúme (Held ve di÷., 2006: 161); “iktisadi ve teknolojik güçlerin, paylaúılan sosyal alan olarak dünyanın hızla úekillendirildi÷i ve dünyanın bir bölgesindeki geliúmelerin kürenin di÷er tarafındaki birey ve toplulukların yaúamları için büyük ve derin sonuçlar yarataca÷ı yaygın görüúünü” yansıtmaktadır. 392 1970’lerden itibaren gündeme getirilen “yeni dünya düzeni” ve daha sonra bu düzenin ideolojik uzantısı olarak 1990’larda dünya kamuoyuna sunulan küreselleúme akımı, dünyanın ve ülkelerin gündemini yo÷un bir úekilde iúgal eden en yaygın moda akımı haline gelmiútir (Riúvano÷lu, 2005: 459). Olumlu ya da olumsuz, sayısız söyleme konu olmaya devam eden küreselleúme olgusu; yandaú ve karúıt gözetmeksizin, dünya üzerindeki tüm bireyleri ve kurumları kaçınılmaz biçimde etkilemektedir. Özellikle teknolojinin hızlı geliúimi, taúıma maliyetlerinin azalması ve ticari engellerin aúılması; üretim faktörlerinin serbest dolaúımına zemin hazırlayan liberal ekonomiyi tetikleyerek, dünya yüzeyindeki toplumların birbirine benzemesine yol açmıú, ve bu karúılıklı etkileúim süreci “dünyanın global bir köy halini alması” gibi ifade biçimleriyle tanımlanan “küreselleúme” kavramını ortaya çıkarmıútır. Literatürdeki pek çok tanımına göz gezdirildi÷inde küreselleúme, aúa÷ıdaki anlamları yüklenmektedir: Küreselleúmenin uluslar arası iliúkiler ile iliúkilendirilen tanımı, farklı ülkelerin ulusal sınırlarının çözülmesiyle beraber sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik iliúkilerinin ve ba÷ımlılıklarının artması sonucu toplumların giderek birbirlerine benzedikleri görüúlerine atıf yapmaktadır. Bu ba÷lamda Giddens (Giddens, 2006: 204), küreselleúmeyi, “yerel oluúumların kilometrelerce uzaktaki olaylarca úekillendirilmesi ya da tersi biçimde, uzak yerellikleri birbirine ba÷layan dünya çapındaki toplumsal iliúkilerin yo÷unlaúması” olarak tanımlamaktadır. Dıúa açık ulusal ekonomilerin dünya ölçe÷inde bütünleúmesi ve karúılıklı iliúkilerin artması noktasında küreselleúme, “liberalleúme” kavramı ile iliúkilendirilmektedir. Adam Smith’in, orijinal ifadesiyle “laissez faire, laissez aller, laissez passer (Smith, 2009)” yani; “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler” mottosu ile vurguladı÷ı serbest dıú ticaretin gereklili÷i ve devletin “görünmez el” aracılı÷ı ile rolünü azalttı÷ı piyasa ekonomisi ile tabir edilen liberalizmin temel prensibi, Hayek (Yayla, 1998: 17) tarafından úu úekilde ifade edilmektedir: “øúlerin idaresinde spontane içtimai kuvvetlere kabil oldu÷u kadar yer verilmeli ve zorlayıcı, tazyik edici tedbirlerden kabil oldu÷u kadar kaçınılmalıdır”. Bireysel özgürlüklerin ekonomik iliúkilere de temel teúkil etti÷i liberalizmin serbest piyasa ekonomisi, Marx ve Engels’ in (Dicken ve di÷., 2005: 283) “kapitalizmin tek bir dünya pazarı oluúturmaya” do÷ru olan yönelimiyle ba÷daútırıldı÷ında da karúımıza, küreselleúme kavramının kapitalizmle iliúkilendirilen boyutunu 393 çıkarmaktadır. Bu anlamda küreselleúme; “ulusal ekonomilerin dünya pazarıyla eklemlenmesi ve iktisadi karar süreçlerinin giderek dünya kapitalizminin sermaye birikimine yönelik dinamikleriyle belirlenmesi” (Yeldan, 2001: 13) olarak tanımlanmaktadır. Giddens’ın tarifiyle “uzak yerellikleri birbirine ba÷layan” bir olgu olarak küreselleúme, Smith’in liberal ekonomiye temel oluúturan tezi ile ekonomik eksende bütünleútirildi÷inde, Rugman’ın (Rugman, 2004: 22) ifadesiyle “do÷rudan yabancı yatırım yapan çokuluslu giriúimlerin faaliyetleri ve ulusal sınırların ötesinde de÷er yaratmak amacıyla iú a÷larının ortaya çıkması” olarak da tanımlanabilir. Küreselleúme tanımlarından anlaúılaca÷ı üzere bugün, sanayi yapıları, iú yapma ve rekabet biçimleri, piyasaya sürülen ürünler, 15 yıl önce oldu÷undan çok daha farklı bir boyut kazanmıútır (Kırım, 1998: 12). 20. Yüzyılın ilk yarısında küreselleúme olgusuna paralel olarak dünyamızda büyük de÷iúimler, sosyal, siyasal, ekonomik dönüúümler ve devrimler yaúanmıú, ikinci yarısında ise, devrimlerin ço÷unun yok oluúunu hazırlayan de÷iúimler ivme kazanmıú, yeni geliúmeler ve yaklaúımlar oluúarak günümüzü etki altına almıútır (Odabaúı, 2004: 11). “Postmodernizm; tüketici ile iletiúimin ön planda oldu÷u ve teknoloji hakimiyetindeki toplumların konumunun irdelendi÷i, modernist anlayıúı eleútiren bir kuramdır.”. Postmodern ya da endüstri sonrası dönem, teknolojide büyük atılımların oldu÷u ve üretimin sınırsız hale geldi÷i dönemdir. Kol gücü yerine beyin gücünün, bilgisayar teknolojisinin ve baskın piyasa kurallarının mutlak hakimiyetinin oldu÷u bir dönemi ifade etmektedir. Büro çalıúanları hem sayısal olarak, hem de kazanç olarak fabrika iúçilerinin önüne geçmekte, bilgi üreten ve da÷ıtan iú alanları bu dönemde geliúmekte ve büyümektedir (Odabaúı, 2004: 2122). Postmodernizmin ortaya çıkıúı, modernizmden postmodernizme yönelme, kapitalist süreç ele alındı÷ında iki farklı dönemi temsil eden Fordist üretim biçiminden, post-Fordist üretim biçimine geçiúle ba÷lantılıdır. Modernist üretim ve yönetim tarzı iki önemli kurumu gerçekleútirmiútir. Bunlardan birincisi “bir úey; parçalarının toplamıdır” düúüncesi ile “yürüyen bantlarda yapılan kitle üretimi”, di÷eri ise; “hiyerarúi, düzen oluúturmanın ana ilkesidir” diyen “bürokratik örgütlenme” úeklidir. Bu iki önemli oluúum, büyük miktarlarda ürün üretmeyi ve merkezi otoriteye ba÷lı, onun tarafından yönetilen ve kontrol edilen çok sayıda çalıúan insan varlı÷ını gerçekleútirmiútir(Odabaúı, 2004: 24). 394 Modernizmin üretim biçimi olan Fordist üretim; 1900’lü yılların baúında Henry Ford tarafından ilk seri üretim otomobil olan T-Model’in üretilmesiyle baúlamıútır. Aynı tip üründen büyük miktarlarda üreterek birim baúına sabit maliyetleri düúüren ve bu úekilde verimlili÷i sa÷layarak otomobilin fiyatını düúük tutan seri üretim sayesinde, yaygın bir tüketici kitlesi bu ürünü alabilir hale gelmiútir (Kırım, 1998: 12). Ancak Fordizm, 1970’ li yıllarda kitle üretiminde ortaya çıkan sorunlar ve arz-talep piyasasında ki istikrarın bozulması sonucu kriz baskısı altına girmiútir (Odabaúı, 2004: 26). Batı toplumu “bireyselli÷i” keúfetmiú, sonuçta her birey kendi farklılı÷ını yaúama arzusu geliútirmeye baúlamıútır. Bir taraftan küçük ve istikrarlı olmayan ve sürekli de÷iúen tüketici tercihleri artarken, di÷er taraftan esnek üretime, uzmanlı÷ın egemen oldu÷u yeni iú tanımlarına ve endüstriyel iliúkilerin do÷masına baskı yapmaya baúlamıútır. Yaúanan krizler ve karúılaúılan ekonomik darbo÷azlardan kurtulabilmek için yeni arayıúların içerisine girilmiútir. Fordizm’ in tarihsel iúlevini bitirmesi ve yeni bir üretim sistemi arayıúının ortaya çıkması, Japon araba üretimindeki sistemin etkinli÷i ve baúarısı ile daha da a÷ırlık kazanmıútır (Odabaúı, 2004: 27). Herkese ayrı özellikte araba üretme ve bunu seri olarak yapabilme Toyota’nın buluúuydu. Böylece müúteri beklentilerindeki bu farklılaúma tüm dünyada yeni bir üretim ve yönetim anlayıúını baúlatmıútır. Hem büyük miktarlarda üretilen hem de çok farklı model ve çeúit sunulan bu üretim sisteminin adı “mass customization- ısmarlama seri üretim” dir (Kırım, 1998: 13). Fordizm’in karúıtı olarak post-Fordizm’in belirgin özellikleri arasında úunlar gösterilebilir (Odabaúı, 2004: 27-46): Esnek uzmanlıklar ve pazar niúleri Biliúim teknolojilerinin yaygınlaúması Örgütsel kültür, tam zamanında üretim, toplam kalite uygulamaları • Esnek üretim sistemlerinin varlı÷ı Böylelikle postmodernizm dönemini pazarlama açısından úu úekilde özetleyebiliriz: • Postmodernizm, genel anlamıyla tüketim kültürünü ön plana çıkarır. Modernizm ise üretim kültürünü temel alır. • Postmodernizmde tüketici bilinçli, iletiúim kuran, etkileúimi seven karakteristik özelliklere sahiptir. • • • 395 Postmodernizmde marka ve firma ba÷lılı÷ı kalıcı de÷ildir ve de÷iúir. Müúteri ihtiyaçları anında çeúitli kanallardan cevaplanabilir. 2.2. Teknolojinin øtme- Pazarın Çekme Gücü Ba÷lamında Yaúanan De÷iúimler ønsanlı÷ın do÷uúundan günümüze kadar geçen tarihsel süreç bilgi ve teknoloji kavramlarının geliúimi do÷rultusunda úekillenmiú ve ilk ticaretten bu yana varolan üretici- tüketici iliúkileri de toplumların geçirmiú oldu÷u bu sosyo-ekonomik dönüúümlerden etkilenerek günümüzdeki halini almıútır. Bilgi kullanımının etki alanı toplayıcıgöçebe toplumlardan bugün küresel bilgi toplumuna gelene dek hızla artmıú, teknolojik geliúmeler ve pazar yapısındaki de÷iúimin karúılıklı etkileúimi de bugünkü küresel rekabetin itici güçleri olmuútur. • En genel biçimiyle “üretim faaliyeti” olarak adlandırılan insanın yeryüzündeki varoluú mücadelesi, baúlangıçta do÷rudan do÷adan elde edilen araçlarla sürdürülürken, insan kullandı÷ı araçları kendisi yapmaya baúlamıú ve bu süreç giderek daha karmaúık bir hal almıútır (Taúkın ve di÷., 2003: 16). Ateúin bulunması, taúın kesme fonksiyonunun anlaúılması, tekerle÷in icadı vb modern insana çok basit gelen teknolojik bilginin üretimi ve üretim sürecinde kullanımı, kümülatif olarak sosyoekonomik dönüúümler eúli÷inde geliúmiútir. Bu sosyo-ekonomik geliúme evrelerini, Friedrich List, toplayıcılık, avcılık ve balıkçılık, çiftçilik, ticaret, küçük sanayi ve endüstri biçiminde ortaya koyarken, K. Marx, ilkel komünizm-kölelik ça÷ı-feodalizm-kapitalizm-sosyalizm ve komünizm sürecinden söz etmektedir. Saptamaları ve yöntemi kalkınma teorisi ba÷lamında çok tartıúılan Rostow, tarihsel veriler kullanarak, her toplumun birbirini izleyen úu beú aúamadan geçece÷ini ileri sürmektedir: geleneksel toplum, kalkıúa hazırlık evresi, kalkıú, olgunlu÷a geçiú dönemi ve nihayet yüksek tüketim aúaması (Orhan ve di÷., 2006). Sovyet Ekonomist Nikolai Kondratieff tarafından 1922’de ortaya atılan uzun dalga kuramı, sanayi devriminin gerçekleúti÷i 18.yüzyılın sonlarından kitle üretimi dönemi olan 1980’li yıllara kadar, her biri ortalama 45-60 yıl süren dört dönemden bahsedilmektedir (Fekete, 2006). Günümüzde ise kitle üretimi döneminden çok daha farklı özelliklere sahip, bilgi teknolojileri eksenli yeni bir paradigma olan “Beúinci Dalga” hüküm sürmektedir. Kondratiev’in uzun dalga modelindeki toplumsal dönüúümler, her dönemin teknolojik geliúmeleri ba÷lamında úekil 1.1. yardımı ile açıklanabilir. 396 Uzun Dalga Kuramı’na göre, Birinci dalga öncesinde insanlı÷ın büyük bölümü, göçebe topluluklar halinde yaúamakta; avlanma, do÷ada hazır besin maddelerini toplama, hayvancılık türü faaliyetlerle geçinmekteydiler. On bin yıl kadar önce gerçekleúen avcılıktoplayıcılıktan yerleúik tarıma geçiú, daha sonraki maddi geliúime kaynaklık edecek bilgi birikimi yanında sosyo-ekonomik geliúimi hızlandırmıútır (Orhan ve di÷., 2006). ølk dalga tüm hızıyla devam ederken baúlayan Sanayi Devrimi, Avrupa, Kuzey Amerika ve Uzakdo÷u’nun bir kısmında sanayileúme sürecini baúlatmıú, pek çok tarım ülkesi hızla çelik, otomobil, dokuma fabrikaları ve demiryolları kurma çabası içine girmiúlerdir (Akın, 2001: 18). 1700’den baúlayarak çok hızlı bir úekilde teknolojinin icadı, 1750-1800 yılları arasında øngiliz Kraliyeti tarafından bilginin aletlere, ürünlere ve süreçlere uygulanmasını teúvik etmek için mucitlere ödül olarak geliútirilen patentlerin verilmeye baúlanması, bugün Sanayi Devrimi dedi÷imiz sürecin, yani toplum ve uygarlık teknolojisini tüm dünyaya yayma sonucunda yer alan de÷iúimin ana unsurlarıdır (Drucker, 1993: 45-47). ùekil 1.1. Kondratiev’in Uzun Dalga Modeli P: Prosperity (refah) R: Recession (durgunluk) D: Depression (bunalım) ? E: improvement (geliúme) Erken Mekanizasyon Su gücü Pamuk, dokuma P R D Elektrikli makineler kimya Bilgi Teknolojisi E 1.Kondratieff 1800 Tren yolu Demir-ç elik Kitle(Fordist) Üretim Petrokimya Otomobil uçak 2.Kondratieff 3.Kondratieff 4.Kondratieff 1850 1900 1950 5.Kondratieff 1990 Kaynaklar:“Kondratiev Wave”, http://en.wikipedia.org/wiki/Kondratiev_wave, Eriúim Tarihi:21.12.06, Güleú, Bülbül, a.g.e., ss.153-154, L.Douglas Kiel, Euel Eliot, “Long- 397 Wave Economic Cycles, Techno-Economic Paradigms, And The Pattern Of Reform in American Public Administration”, Administration&Society, Vol.30, No:6, January 1999, 616-639’ dan düzenlenmiútir. Sanayi Devrimi, üretimin birincil enstrümanları olarak makineleúme ve mekanizasyonla el araçlarının yerini doldurmuútur (Pine ve di÷., 1993: 9). II. Dalganın, sanayileúmeyi en üst noktaya taúıdı÷ı 1950’lerde, önce ABD’de güç toplayan, zamanla di÷er sanayileúmiú ülkelere yayılan ve her úeyi etkisi altına alan bir Üçüncü Dalga baúlamıútır. Sanayi toplumunda, emek, sermaye, do÷al kaynaklar ile kitle üretimi ve tam zamanlı çalıúma esas iken üçüncü dalga sosyo-ekonomik yapısında bilgi, imaj, kültür yanında, esnek teknoloji/istihdam, sürekli yenilik ve ürün esnekli÷i sonucunda artan bireyselleúme, “bilgi iúçili÷i” ve yaratıcı emek önem kazanmaktadır (Orhan ve di÷., 2006). Ancak emek ile kastedilen kol eme÷i de÷il, bilgi, ender bulunan üretim faktörü ve kurumsal baúarı için en önemli unsur olarak sermayenin yerini almıútır (Geus, 1999: 36). 1960’lı yıllardan itibaren bazı sosyal bilimciler ABD ve Japonya gibi ileri düzeyde sanayileúmiú ülkelerde toplumun temel niteliklerinde köklü de÷iúim e÷ilimleri gözlemlemiú, bu yeni toplumu tanımlamak için post-modern toplum, sanayi-sonrası toplum, kapitalistötesi toplum, teknokratik ça÷, bilgi toplumu, biliúim toplumu, hizmet toplumu gibi çok sayıda adlandırma önerisi geliútirilmiú; yeni yüzyıla girerken, özellikle biliúim ve iletiúim teknolojilerindeki hızlı geliúme, digital ekonomi ve tekonomi nitelemelerini haklılaútırsa da “yeni ekonomi” kavramı genel kabul görmüútür (Akın, 2001: 20). Bilgi olgusunun üretim süreci ile etkileúimi incelendi÷inde, yeni ekonomilerin geliúiminde oynadı÷ı önemli rol açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu úekilde yüksek refah artıúı sa÷layan yeni ekonomilerin dinamiklerini açıklayan önemli bir analitik çerçeveye ulaúılabilir (Karahan, 2006: 92). Bugün içinde yaúadı÷ımız bilgi tabanlı beúinci dalgada, küreselleúme ve teknolojik geliúmeler ekseninde, üretim ve tüketim süreç ve kültüründe meydana gelen de÷iúim karúısında tasarımcılar, sıklıkla pazar gücüne yanıt vermek için ürünler için yeni fikirler üretirler. Bu, “tüketicinin- pazarın çekme gücü” olarak adlandırılır. Pazar etkisinin bazı örnekleri úunlardır (www.bbc.co.uk): • Yeni ya da geliútirilmiú ürünler için tüketicilerden gelen talep • Di÷er üreticiler tarafından ortaya konulan rakip ürünler 398 • Üreticilerin kendi pazar paylarını arttırma iste÷i Ürünler, üretim tekniklerinde meydana gelen de÷iúimlerden dolayı da yeniden tasarımlanabilir. Buna da “teknolojinin itme kuvveti” adı verilmektedir. Teknolojik de÷iúimler üreticilere daha ucuza ya da daha etkin üretme úansı verir, bu da üretim maliyetlerini azaltabilir. Ancak, teknolojik geliúmelerde gerek teknolojinin itme, gerekse pazarın çekme gücü yaklaúımlarının tek baúına yetersiz kaldıklarını ve teknolojik geliúmenin esas itibariyle zaman ve performans unsurların etkileúiminin sonucunda ortaya çıktı÷ını söylemek mümkündür (Tekin ve di÷., 2003: 84). Teknolojik de÷iúim uzun vadede ticari baúarı veya baúarısızlı÷ın temel faktörüdür. Yeni teknolojiler yeni piyasalar meydana getirir veya mevcut pazarlardaki teknolojileri ve bu teknolojiler kapsamındaki ürün, hizmet ve üretim süreçlerini ikame ederler. øúletmelerde stratejik teknoloji yönetiminin iki temel ekonomik hedefi; yeni pazarlar oluúturmak veya mevcut pazarlarda hâkim konuma gelerek bu durumu sürdürmektir (ùimúek ve di÷., 2003: 98). 2.3. Üretim ve Pazarların Küreselleúmesi Ekonomik küreselleúmenin tanımında da belirtildi÷i gibi, uluslar arası ticaret iliúkilerinin artması, ülkeler arası karúılıklı benzerli÷e neden olmakta, tüketici ihtiyaç, tercih ve be÷enileri de birbirine yaklaúmaktadır. Bu da çok uluslu úirketlerin yarattıkları küresel markalar ve yaygın üretim a÷ı sayesinde gerçekleúmektedir. Naomi Klein, bu durumu No Logo’da úu sözlerle aktarmaktadır (Klein, 2002: 19): “Küresel logo ve ürün a÷ı hakkındaki raporlar, en uzak ya÷mur ormanlarında yaúayan kabile üyelerinin diz üstü bilgisayarlarının tuúlarına bastıkları, Sicilyalı büyükannelerin elektronik iú yaptıkları ve küresel gençli÷in Levi’s web sitesinden alıntıyla “dünya çapında tarz kültürü”nü paylaútıkları inanılmaz bir yer olan küresel köyün coúkulu pazarlama dilinde ifade edilir ”. øki dünya savaúı ve 1930 bunalımı ile kesintiye u÷rayan ekonomik bütünleúme süreci, 1945’ ten sonra hem sanayileúmiú ülkelerde, hem de ba÷ımsızlı÷ına kavuúup yeniden geliúmekte olan ülkeler adını alan eski sömürge ülkelerinde, iktisadi faaliyetin düzenli ve hızlı arttı÷ı bir ortamda yeniden canlanmıú ve ekonomisi görece iyi olan ülkelerde çok uluslu úirketlerin oluúmasını teúvik etmiútir (Adda, 2002: 85). Küresel rekabet, uluslar arası pazarlara tek ve büyük bir fabrikadan ulaúmak yerine, daha dinamik ve daha esnek bir úekilde çokuluslu ve çok fabrikalı bir yapılanma aracılı÷ıyla uluslar arası olarak yapılmaktadır (tekin ve di÷., 2004: 49-52). Çokuluslu úirketlerin hızla ço÷alması ve do÷rudan 399 yabancı yatırımların artmasında, ekonomik küreselleúmenin finans piyasalarında yarattı÷ı de÷iúim de etken olmuútur. Küresel üretim, sermaye hareketlerinin serbestleúmesi yönünde baskı yaparken, bir yandan da geliúmiú ülkelerin finans kurumları fon arz ve talebi iúlemlerini sınır ötesi alanlara taúımıútır (Küçükahmeto÷lu, 2005: 15). 1983’de Levitt’in “The Globalization of Markets” baúlıklı makalesiyle küreselleúme literatürüne eklenen pazarların küreselleúmesi kavramı, küreselleúmeyi “global” ve “çok uluslu” úirket ayrımına dayandırmaktadır. Levitt’e göre çok uluslu úirketler, ürünlerini ve hizmetlerini farklı maliyetlerle, pazarladı÷ı ülkenin koúullarına göre ayarlarken, global úirket, dünyayı tek bir pazar gibi düúünüp düúük maliyetlerle üretimi gerçekleútirmektedir. Global pazarın ana özelli÷i, tüm dünya tüketicilerinin istek ve be÷enilerinin takip edilerek, dünya vitrinlerinde dünya markalarının ortaya çıkmasına olanak sa÷lamaktır (Küçük, 2000: 2). 2.4. øúletme Yapılarındaki Dönüúüm: Çokuluslu ùirketlerin Ortaya Çıkıúı Küresel rekabette, úirket birleúmelerinin, iúletmeler arasındaki ileri düzeyde iúbirliklerinin ve ortak giriúimlerin, iç pazar - dıú pazar kavramını de÷iútirmesinin bir sonucu olarak günümüzde iúletmeler, sadece iç pazara yönelik faaliyette bulunsalar dahi, bu pazarlarda uluslar arası pazarlara yönelik faaliyet gösteren iúletmelerle de rekabet etmektedirler (Tekin ve di÷., 2004: 49-52). Tanık olunan yo÷un rekabet, küreselleúme ve entegrasyon için itici bir güç özelli÷i taúımaktadır. Rekabet baskısı altındaki úirketler, ölçek ekonomilerine ulaúarak maliyetleri düúürmeye yada ortaklıklar, iúbirlikleri ve birleúmeler yoluyla stratejik dünya pazarlarına girmeye çalıúmaktadırlar (Aydemir, 1998: 45). Küreselleúme, sadece rekabet biçimleri, dinami÷i ve stratejilerinin uzamsal ve zamansal ufuklarını de÷iútirmekle kalmamıú, hakim úirket örgütlenmesi biçimini, teknolojik, örgütsel ve di÷er dönüúümlere ba÷lı olarak farklılaútırmıútır (Dicken ve di÷., 2005: 267-300 ). ùirket yapılarında meydana gelen de÷iúimin en önemlisi úirketlerin zaman içinde yerel úirket, ulusal úirket, uluslar arası úirket olmanın da ötesine geçip ulusötesi úirket (transnational company) haline gelmeleridir. Hem küreselleúme sürecini hızlandıran, hem de küreselleúmeyi etkileyen faktörlere müdahale ederek bu sürece yön veren aktörlerden biri olan çokuluslu iúletmeler Duming’e göre; “do÷rudan do÷ruya yurtdıúında yatırımda bulunan ve birden fazla ülkede katma de÷er yaratan faaliyetleri yürüten veya bu faaliyetler üzerinde kontrol 400 hakkı bulunan giriúimlerdir”. øúletmelerin çok uluslu iúletme aúamasına gelene kadar geçirdikleri uluslar arasılaúma sürecindeki di÷er aúamalar ise úu úekilde ifade edilebilir (Bolat ve di÷., 2005: 53): • Ulusal øúletmeler (National Companies): Uluslar arasılaúmanın temelini oluúturan ulusal iúletmeler, tek bir ülke sınırları içinde faaliyet gösteren iúletmelerdir. Gerek sermaye, gerekse yönetim yapısı olarak kendilerini uluslar arası piyasada rekabet edebilecek yeterlikte bulmadıkları için iç piyasada faaliyet gösterirler. • Uluslar arası øúletmeler (International Companies): Genellikle kendi ülkesi dıúında bir ya da daha fazla ülkede faaliyet gösteren iúletmelerdir. • Çokuluslu øúletmeler (Multinational Companies): øki veya daha fazla ülkede mülkiyeti kısmen veya tamamen kendine ait olarak üretim ve pazarlama faaliyetleri yürüten, kendisine ait iúletme stratejileri olan ve bu stratejileri tüm ba÷lı kuruluúları ve úubelerinde uygulayan iúletmelerdir (Mutlu, 1999: 10). • Küresel øúletmeler (Global Companies): Çok uluslu iúletmelerin küresel iúletmeye dönüúmesi olarak adlandırılabilecek bu aúamada, çok uluslu iúletmelerin yönetim ve örgüt yapısı, üretim ve pazarlama faaliyetleri birleúmekte ve tüm dünyadaki faaliyetlerde küresel stratejiler uygulanmaya baúlanmaktadır (Bolat ve di÷., 2005: 57). Nestle çokuluslu bir iúletmenin küresel hale dönüúmesine örnek olarak verilebilir. Nestle’ nin merkezi øsviçre'de Veney’ dir ancak, úirketin faaliyeti her gün tüm dünyada devam eder. Yüzlerce çeúit ürüne sahip olan Nestle’ nin 71 ülkede 494 fabrikası ve 210.000 çalıúanı bulunmaktadır. Satıúların ve kârların %40'ı Avrupa’dan, %35'i Güney ve Kuzey Amerika'dan ve %20 'si di÷er bölgelerden sa÷lanmaktadır (Akın, 2006). • Ulus Ötesi/ Ulus Aúırı øúletmeler (Transnational Companies): Bu modeli uygulayan iúletmelerde, eme÷in ucuz oldu÷u ülkelerde emek yo÷un ürünlerin üretildi÷i küresel ölçekli üretim tesisleri, kalifiye iúgücünün a÷ırlıkta oldu÷u ülkelerde ise, sermaye ya da ileri teknoloji ürünlerin üretildi÷i tesisler kurulmaktadır. Caterpillar Tractor, düúük maliyeti bir rekabet unsuru olarak de÷erlendiren rakipleriyle mücadele edebilmek 401 için, faktör maliyeti/beceri karmasının en uygun oldu÷u bölgelerde, küresel üretimi merkezileútirme yoluyla daha fazla ölçek ekonomileri elde etmeye çalıúan bir ulus ötesi iúletmedir (Bolat ve di÷., 2005: 58-59). • Uluslar Üstü øúletmeler (Supranational Companies): Uluslar arası bir anlaúma ile kurulan, uluslar arası bir organ tarafından tescil ve kontrol edilmek ve bu organa vergi ödemek suretiyle varlı÷ını sürdüren, gerekti÷inde hukuki olarak milliyetini ortadan kaldıran iúletmelerdir (Mutlu, 1999: 10). • Çokuluslu Teúebbüs (Multinational Enterprise): Piyasaların devletlerden daha güçlü oldu÷unu savunan hiper küreselleúme okuluna göre çok uluslu úirketler (ÇUù), úartlarda meydana gelen farklılıklara göre üretimi bütün dünya ölçe÷inde de÷iútirebilen küresel úirketlerdir (Perraton ve di÷, 2006: 1-24). øúletmeleri yeniden yapılandıran dinamiklerin baúında; küreselleúmenin, üretimin ucuz bölgelere taúınmasına, aúırı rekabetin aynı müúterinin peúinde daha çok tedarikçinin bulunmasına ve internet teknolojisinin, tüketicinin fiyatları karúılaútırarak en ucuz teklife yönelmesine imkan sa÷laması sonucu fiyat-karlılık dengesini bozması gelmektedir (Kotler, 2006: 12). Küresel bazda bir müteúebbisli÷in ortaya çıkması, úirketlerin üretim faaliyetleri ve satıúlarını da küresel hale getirmiútir. Örne÷in “Ford Motor’un 6 kıta ve 26 ülkede üretim faaliyetinde bulundu÷u, ABD’deki üretiminin %30’undan fazlasını Kuzey Amerika dıúında sattı÷ı, hazır gıda úirketi Bestfood’un kazancının %65’inin ABD dıúındaki ülkelerden geldi÷i ve úirketin Knorr ve Hellmans markalarıyla dünya pazarlarının %70’inde sektöründe ilk iki sırada oldu÷u” bilinmektedir (Yılmaz, 2004: 82). Rekabet ortamının karmaúıklı÷ı ve çok yönlülü÷ünde baúarı elde etmek, etkin ve radikal stratejiler gerektirmektedir. Küresel ve bölgesel pazarlarda rekabet eden firmalar, firmaya özgü avantajlar yaratarak; sadece o firmanın sahip olabilece÷i, rakip firmaların taklit etme, kıyaslama gibi yollardan elde etmeleri zor olan veya kısa dönemde imkansız olan özellikler ve yetenekler kazanarak rekabet edebilirler (Ninjbat, 2004). Kotler, kalite, hız, güvenlik, hizmet, dizayn, güvenilirlik üstünlükleriyle birlikte düúük maliyet ve düúük fiyat yetene÷inin eúsiz bir kombinasyonundan inúa edilebilen bir rekabet avantajına sahip olmayı, bıçaklı bir savaúta tabanca sahibi olmaya benzetmektedir (Kotler, 2003: 22). 402 Aslında oldukça eski bir tarihi olan uluslar arası ticari giriúimler, Onyedi ve Onsekizinci yüzyıllarda büyük ticari firmaların ortaya çıkıúı ile yo÷unlaúmıútır (Günsoy, 2006: 141). Ondokuzuncu yüzyılın sonuna gelindi÷inde ABD’de iç savaúın bitmesi ekonomik faaliyetleri hızlandırmıú, teknolojik geliúmelerle birlikte sanayi úirketlerinin büyümeleri, bazı Amerikalı üreticileri, Kanada, Güney Amerika ve Avrupa’ya yatırım yapmaya teúvik etmiútir. Örne÷in, Singer, 1855’de bir Fransız úirketine yeni dikiú makinesi üretme lisansını vermiú, 1867 yılında da Glasgow’da ilk yurtdıúı fabrikasını kurmuútur (Arıkan, 2006: 13). Do÷rudan yabancı yatırımlara giriúen ve üretim faaliyetlerini birden çok ülkede gerçekleútirme yoluyla günümüz küreselleúmesinin odak noktasında bulunan çokuluslu úirketlerin geliúimi Dunning tarafından úöyle açıklanmaktadır (Baúo÷lu ve di÷., 2001: 11-12): i. “Merkantilist Kapitalizm ve Sömürgecilik (1500-1800): Sömürge ve koloni toplumlarda, do÷al kaynakların devletçe desteklenen ayrıcalıklı firmalar tarafından sömürüldü÷ü dönem ii. Giriúimci ve Finansal Kapitalizm (1800-1875): Üretici ve tüketici piyasalar üzerinde henüz olgunlaúmamıú düzeyde kontrolle, finansal yatırımların yapıldı÷ı ve altyapıların kuruldu÷u dönem iii. Uluslar arası Kapitalizm (1875-1945): Do÷al kaynak ve Pazar arayan yatırımlarda ve ABD kökenli kartellerin sayısında artıúın oldu÷u dönem iv. Çokuluslu Kapitalizm (1945-1960): Dolaysız yabancı yatırımlarda ABD üstünlü÷ünün sürdü÷ü ve tek tek çokuluslu úirketlerin ölçe÷inin büyüdü÷ü dönem v. Kapitalizmin Küreselleúmesi (1960- ): Mekansal optimizasyonun ön planda tutulmasıyla kar olanaklarının arttırılması çabaları gözlenmiútir. Bu dönemin genel özellikleri úu úekilde sıralanabilir: - Avrupa ve Japon menúeli sermayenin dolaysız yabancı yatırımlardaki payı artmıú, - Ortak giriúim (joint venture) ve úirket birleúmeleri (mergers and acquisitions) sayısında artıú yaúanmıú, 403 - Geliúmekte olan ülkeler, bakir yerel pazarlar ve potansiyel ortaklıklar olarak görülmeye baúlanmıú, - Maliyet avantajlarının faaliyetleri özendirmiú, - Çokuluslu úirketlerde bölgeselleúme e÷imli gözlenmiú, - Ve son yıllarda, firmalar arası hisse de÷iúimi, teknoloji transferi, üretim lisansları, imalat parçalarının üretiminde iúbölümü ve pazar paylaúımını içeren birleúme anlaúmaları gözlenmektedir.” sınırına gelinmesi, bu Birleúme ve devralmaların (mergers and acquisitions - M&A), geçti÷imiz on yılda küresel iú yapma biçimleri arasında oldukça baskın hale geldi÷i görülmektedir. Özellikle 1998’den, Exxon ve Mobil gibi büyük birleúmelerden sonra, birleúme ve devralmaların de÷eri dünya çapında artmaya baúlamıútır (Bilgin ve di÷., 2004: 432). Çokuluslu úirketlerin dünya ekonomisi üzerindeki etkisinin hızla artması, pek çok yönden ekonomik küreselleúmenin temel aktörleri oldu÷unu kanıtlamaktadır (Arıkan, 2006: 16). Dünyanın en büyük úirketlerinin büyüklü÷ünü, dünyanın en büyük ülke ekonomilerinin büyüklü÷ü ile karúılaútıran ve bunun için, ilkinin satıúlarını, ikincisinin GSYH’sı ile kıyaslayan UNCTAD’a göre, dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51’i ulusötesi úirketlerdir (Petras ve di÷., 2006: 50). Yine UNCTAD’ın 2004 yılı Dünya Yatırım Raporundan hareketle (UNCTAD, 2006), ilk üç sırasını General Electric, Vodafone Group ve Ford Motor Company’nin paylaútı÷ı “dünyanın en büyük 100 ulus-ötesi úirketleri” listesinde 31.sırada bulunan en büyük perakende úirketi Wal-Mart, 1.800.000 çalıúanı ile küçük bir ülke nüfusu kadar (örne÷in 2004 itibarı ile AB üyesi olan Estonya nüfusu 1.6 Milyon’dur.) istihdam yaratmaktadır. C.Fischman ise, geliúmekte olan ülkeler arasında en iyi performansı sergileyen 73 Milyon nüfuslu Türkiye’nin milli geliri 343 Milyar Dolar’ken, 1.800.000 çalıúan nüfusuna sahip Wal-Mart’ın 2006 yılı cirosunun 312,4 Milyar Dolar oldu÷unu belirtmektedir (Gözütok, 2007: 148). Liberal ekonomik görüú perspektifinden bakılırsa, çokuluslu úirketlerin, uluslar arası faktör transferi ile dünya ekonomisinin da÷ıtım etkinli÷ini iyileútirmede hayli etkili oldu÷u söylenebilir. Ayrıca, tüm dünyadaki toplam ar-ge harcamalarının büyük kısmından sorumlu 404 olmaları nedeniyle çokuluslu úirketler, dünya ekonomisindeki de÷iúimin öncüleri olarak karúımıza çıkmaktadırlar (Arıkan, 2006: 21). 3.Sonuç Küreselleúme olgusunun ekonomik faaliyetlere olan yansımasının bir sonucu olarak günümüzde özellikle iúbirlikçi rekabet e÷iliminin arttı÷ı gözlemlenmektedir. Her iúletmenin kendi pazarında üretim ve pazarlama yaptı÷ı dönem, küreselleúme- teknoloji- rekabet sarmalının tüketici lehine etkileúiminin bir gere÷i olarak tüm dünyanın tek bir pazaryeri haline dönüútü÷ü bir döneme yerini bırakmıú ve bu dönüúüm süreci iúletmelerin de birtakım dönüúümler geçirmelerini zorunlu kılmıútır. Modern pazarlamanın temel kategorilerinin sorunsallaútırılması ve bu kategorilerin iúletildi÷i ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan eleútirel bir bakıú açısı olan postmodernist felsefe, tüketici profilinde de radikal de÷iúime neden olmuútur. Bu de÷iúim, iúletmelerin de yerelden küresele do÷ru dönüúüm geçirmelerini gerektirmiútir. Tüm dünyanın bir pazaryeri olması argümanı üreticileri harekete geçirmiú ve böylelikle gerek üretim ve gerekse pazarlama faaliyetlerinde sınırların eridi÷i bir döneme girilmiútir. Bilgisayar ve iletiúim teknolojilerindeki geliúmelerle, finans piyasalarında öncelikle maliyetlerde düúme gerçekleúmiú ve böylece yatırımcıların daha önce hem zaman hem de co÷rafya olarak birbirlerinden kopuk faaliyet gösteren piyasalarda bütünleúmesine olanak sa÷lanmıútır. Geçmiúte birbirinden ayrı faaliyet gösteren ulusal pazarların, tek bir büyük pazar úeklinde entegrasyonu olan küresel pazarların ardında yatan dinamik, klasik ekonominin kurallarını de÷iútiren ve “bilgi ekonomisi” ya da “yeni ekonomi” olarak adlandırılan trendde bilgi- iletiúim teknolojilerinin üstlendi÷i roldür. Sahip oldukları büyük bütçeler ve geniú yatırım potansiyelleri nedeniyle do÷rudan yabancı yatırımın en güçlü kayna÷ı olan çok uluslu úirketlerin dünya devletlerinin ekonomileri ve sosyal politikaları üzerindeki etkisi gitgide artmıú ve günümüzde bazı devlet bütçelerinden daha büyük finansal kayna÷a sahip úirketler rekabetin belirleyicisi haline gelmiúlerdir. 405 KAYNAKÇA ADDA, J. (2005), Ekonominin Küreselleúmesi, Çev.Sevgi øneci, øletiúim Yayınları, østanbul AKIN, H.B. (2001), Yeni Ekonomi, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya ARIKAN, D. (2006), Türkiye’de Do÷rudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Arıkan Basım Yayım, østanbul AYDEMøR, M. (1998), “Küreselleúme, Rekabet ve Sınır ötesi Birleúmeler: Daimler-Benz ve Chrysler Örne÷i”, Süleyman Demirel Üniversitesi øøBF Dergisi, Sayı:3 (Güz) BøLGøN, Z. ve ERDOöMUù, ø.E. (2004), “Birleúme ve Devralmalarda Uluslar arası Boyut ve Pazarlama Yansımaları”, ùirket Birleúmeleri, Editörler: Haluk Sümer, Helmut Pernsteiner, Alfa Yayıncılık, østanbul BOLAT, T., SEYMEN O.A. (2005), “Çok uluslu øúletmelerin Kavramsal Açıdan øncelenmesi”, Küreselleúme ve Çokuluslu øúletmecilik, Nobel Yayıncılık, Ankara BOZKURT, V. (2000), "Küreselleúme / Kavram, Geliúim ve Yaklaúımlar", øúgüç, http://www.isguc.org/vbozkurt1.htm, Cilt:2, Sayı:1 DICKEN, P., KELLY, P., OLDS, K., YEUNG, H. (2005), “Küreselleúme ve Mantıksızlıkları Üzerine Düúünceler”, Çev.Ahmet Murat Aytaç, Bob Jessop , Hegemonya, Post –Fordizm ve Küreselleúme Ekseninde Kapitalist Devlet, Der.: Betül Yarar, Alev Özkazanç, øletiúim Yayınları, østanbul FEKETE, A. E., “Causes and Consequences of Kondratiev’s Long Wave Cycle”, Financial Sense Online, http://www.financialsense.com/editorials/fekete/2005/0124.html, Eriúim Tarihi: 21.12.06 GEUS, A. (1999), Yaúayan ùirket, Rota Yayınları, Çev.Ahmet Ünver, østanbul GIDDENS, A. (2006), “Modernitenin Küreselleúmesi”, Küreselleúme Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara GÖZÜTOK, N. (2007), “Ekosistem Liderleri”, Capital, Yıl:15, Sayı:2007/4 HELD, D. (2006), “Küresel Dönüúümler, Siyaset, Ekonomi ve Kültür”, Küreselleúme Okumaları, Ed.: Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara KARAHAN, Ö. (2006), “Üretim Faktörü Olarak Bilgi”, Bilgi Ekonomisi, Ed.Nihal Kargı, Ekin Kitabevi KIRIM, A. (1998), Yeni Dünyada Strateji ve Yönetim, Sistem Yayıncılık, østanbul 406 KLEIN, N. (2002), No Logo, Üçüncü Basım, Çev.Nalan Uysal, Bilgi Yayınevi, Ankara. KOTLER, P. (2006), Günümüzde Pazarlamanın Temelleri, Çev.Ümit ùensoy, Optimist Yayınları, østanbul KÜÇÜK, E. (2000), “Küreselleúen Dünya ve Türkiye”, LøRA, Sayı : 14, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülteni MUTLU, E.C. (1999), Uluslar arası øúletmecilik, Beta Yayınları, østanbul NINJBAT, U. (2004), “Küresel ve Bölgesel Pazarlarda Rekabet Stratejisi Olarak Firmaya Özgü Avantajların Yaratılması”, øGEME’den Bakıú, Yıl:8, Sayı:28 ODABAùI, Y. (2004), Postmodern Pazarlama, Mediacat Kitapları, østanbul ORHAN, A. ve BAYRAKTUTAN, Y., “Bilgi Kaynaklı Global-Sosyal Ekonomik Dönüúümün Parasal Yansımaları: Plastik Para”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=148, Eriúim Tarihi: 21.12.06 PERRATON, J., GOLDBLATT, D., HELD, D., CGREW, A. (2006), “Küreselleúen Bir Dünyada Ekonomik Aktivite”, Küreselleúme Okumaları, Ed.Kudret Bülbül, Kadim Yayınları, Ankara PINE, J. ve GILMORE, J.H. (1999), øú Hayatı Bir Tiyatro, Çev.Levent Cinemre, Harward Business School Press, Boyner Holding Yayınları, østanbul PINE, J., DAVIS, S. (1993), Mass Customization: The New Frontier in Business Competition, Harward Business School Press RøùVANOöLU, M. (2005), Küresel ùirketler ømparatorlu÷u, Do÷u Kütüphanesi, østanbul RUGMAN, A. (2004), Globalleúmenin Sonu: Radikal Bir Globalleúme Analizi, MediaCat Kitapları, østanbul ùøMùEK, ù. ve AKIN, H.B. (2003), Teknoloji Yönetimi ve Örgütsel De÷iúim, Çizgi Kitabevi, Konya TAùKIN, H. ve ADALI, M.R. (2003), Teknolojik Zeka ve Rekabet Stratejileri, De÷iúim Yayınları, østanbul TEKøN, M. ve ÖMÜRBEK, N. (2004), Küresel Rekabet Ortamında Teknolojik øúbirli÷i ve Otomotiv Sektörü Uygulamaları, Ankara UNCTAD, (2006), “World Investment Report 2006, United Nations”, NewYork and Geneva, http://www.unctad.org/en/docs/wir2006_en.pdf YAYLA, A. (1998), Liberalizm, Liberte Yayınları:17, 2.Baskı, Ankara 407 YELDAN, E. (2001), Küreselleúme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, øletiúim Yayınları, østanbul http://tr.wikipedia.org/ http://www.bbc.co.uk/ 408 BANKACILIK SEKTÖRÜNDE VERø ZARFLAMA ANALøZø YÖNTEMøNø KULLANARAK VERøMLøLøK ARAùTIRMASI Murat Bay∗ Karamano÷lu Mehmetbey Üniversitesi ø.ø.B.F., øúletme Bölümü, Araútırma Görevlisi, murat24878@yahoo.com ÖZET Türkiye’de bankacılık sektörü 2008 küresel finans krizinden etkilenmiútir. Bu olumsuz etki bireysel kredilerde oldu÷u gibi mevduat yapısında, aynı zamanda aktiflerin içindeki menkul kıymet kaleminde gerçekleúmiútir. Makro ekonomik daralmanın yaúandı÷ı 2009 yılında kamuya düúen görevlerden birisi piyasanın ihtiyacı olan para ve teúvik politikalarını hayata geçirmektir. Araútırma konusu Türkiye’de faaliyet gösteren mevduat bankaları üzerinedir. Araútırmaya alınan 11 mevduat bankası Türk bankacılık sektörünün, mevduat açısından %91.2, krediler açısından %89, aktif büyüklü÷ü açısından %90.1’ini temsil etmektedir. Araútırmada önce bankaların etkinlik de÷erleri hesaplanmıú sonra risk analizi yapılmıútır. 2006-2007 yıllarında takipteki kredileri artan bankaların etkinlik de÷erleri azalmıútır. Dolayısıyla etkinlikleri azalan bu bankaların verdikleri kredi miktarları azalmıútır. Anahtar kelimeler: Bankacılık Sektörü, Etkinlik, Risk THE PRODUCTIVITY RESEARCH IN BANKING SECTOR BY DATA ENVELOPE ANALYSIS METHOD ABSTRACT The banking sector in Turkey has been affected by the global finance crisis of 2008. This negative effect has been recognized in personal loans, as well as the deposit structure and the securities included in the assets. In the year 2009, when economic contraction is now underway, what the public sector should do is to put into practice the monetary and incentive policies which the market requires. The research of this paper focuses on deposit banks. The 11 deposit banks selected for the study represent the 91.2% of the banking sector in terms of deposits, 89% in terms of loans and 90.1% in terms of size of assets. In the study, first the efficiency values of the selected banks were calculated and then the risk analysis was performed. It was observed that in the period of 2006-2007, the banks whose non-performing loans increased had a decrease in their efficiency values. Consequently, the amount of loans they provided also decreased. Key Words: Banking Sector, Efficiency, Risk 1. Giriú Günümüzde Türk bankacılık sektörü; banka sayısı, istihdam, hizmet çeúitlili÷i, teknolojik altyapı konularında ilerleme kaydetmiútir. Bu ilerlemede, bankaların verimlilik ölçütlerine göre çalıúmaları etkili olmuútur. Türkiye’nin geçmiú yıllarda yaúadı÷ı bankacılık krizleri de sektörü tecrübeli hale getirmiútir. Bankacılık sektöründe verimlili÷e etki eden baúlıca faktörler; yabancı sermaye yapısı, risk, enflasyon, Basel II standartları, performans ve biliúim sistemleridir. Hizmet iúletmesi olan bankalar, Biliúim Sistemlerini örgütlerinde uygulayarak faaliyetlerini verimli hale getirmiútir. Biliúim Sistemlerinin bankacılık sektörüne getirdi÷i yenilikler ve bu yeniliklerin örgütsel yapı ve yönetime etkileri farklı olmuútur (FETTAHLIOöLU, 2007: www.girisim.com.tr). Bankacılık sektöründeki de÷iúim, mikro ve makro çevre unsurları ile beraber de÷erlendirilmektedir. Yeni iú biçimleri ve stratejiler bankaların teknolojik altyapıları sayesinde ∗ Bu Makale 14.05.2009 Tarihinde Savunması Yapılan “Bankacılık Sektöründe Veri Zarflama Analizi Yöntemini Kullanarak Verimlilik Araútırması” øsimli Tezin Özetidir. 409 hayata geçmiútir. Sektöre giriú úekilleri; Yeni kurulan ulusal bankalar, bir holding veya grup çatısı altına girerek ulusal planda faaliyete geçen eski mahalli bankalar, úube açarak, ortaklık kurarak ve yerli bankaları satın alarak ülkeye giren yabancı bankalar olarak sayılabilmektedir. Çıkıúlar ise genellikle sermaye yeterliliklerini kaybettikleri için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) el koyması veya devir ve birleúmeler úeklinde olmuútur (ùAHøN, 2007: ss.454-455). Küresel ekonomik koúullar, yaúan finansal krizin reel kesime yansıması ve kredi sıkıúıklı÷ının derinleúmesiyle bozulmaya devam etmektedir. Bu durum en son ekonomik göstergelere ve uluslararası kuruluúların en son tahminlerine de belirgin bir biçimde yansımıú, finansal piyasalardaki geliúmeler ekonomik görünümün ana belirleyicisi haline gelmiútir. IMF 2009 yılı dünya hasılası tahminini % 2.2’ ye Dünya Bankası ise % 1’e çekmiútir. OECD tahminini ise söz konusu ekonomik alan için % 1.6 olarak güncellemiútir. Tüm bu tahminlere bakıldı÷ında 2009 yılı büyüme öngörülerindeki aúa÷ı do÷ru e÷im dikkat çekicidir (BDDK, 2008: s.5). 2. Bankacılık Sektöründe Verimlilik Bankacılık sektöründe verimlili÷i a) øúlevsel verimlilik, b) Finansal verimlilik olarak iki açıdan irdelenebilmektedir. Bankacılık sektörünün iúlevsel etkinli÷i úu sorunlara verilecek cevaplar ortaya koymaktadır: sektörün aktarımına aracılık etti÷i fonun büyüklü÷ü nedir? Bankacılık sektörü, bu aktarma iúlevini yerine getirirken ödünç verenler ve ödünç alanların tercih ve ihtiyaçlarına cevap verecek büyüklükte ve nitelikte fon transferini gerçekleútirmekte midir? øúlevsel etkinlik kavramı aktarılan fonların tahsisi hususunu da kapsamaktadır. Kaynaklar etkin kullanım alanlarına tahsis ediliyor mu? Fon arz eden ve fon talep edenlere sunulan finansal hizmetlerin ve ürünlerin kalitesi nasıldır? Bankacılık sektörü de÷iúen finansal ortama makul bir maliyet karúılı÷ında cevap verme esnekli÷ine sahip midir? Bu sorulara verilecek cevaplar bankacılık sektörünün verimlili÷ini de÷erlendirme imkânı vermektedir. Bankaların finansal verimlilikleri, sermaye yeterlilik oranı, kârlılık oranları ve risk pozisyonu; aktif –pasif yapısı olarak de÷erlendirilebilmektedir. Kârlılık analizi bankacılık sektörünün geçmiúteki performansını ve verimlili÷ini gösterece÷i gibi gelecekteki kaynak yaratma gücünü de ortaya koyacaktır. Banka sisteminin finansal verimlili÷i, ödünç alma ve ödünç verme faiz oranları arasındaki açıklı÷ın darlı÷ı ile de de÷erlendirilebilmektedir. Bankacılık sisteminin iúlevsel verimlili÷i tüketicilerin ihtiyaçlarına uygun, farklılaútırılmıú, yeni finansal hizmetleri sunmalarını ve finansal piyasalara ihtiyaçlardaki ve teknolojik geliúmelerdeki hızlı de÷iúmelere uyum esnekli÷ini de kapsamaktadır (ùAHøN, 2007: ss.497-501). Operasyonel risk açısından 2007 Haziran ayı itibariyle hesaplanmaya baúlayan operasyonel riske esas tutarın 46.820 milyon YTL olarak belirlendi÷i ve piyasa riskine esas tutarı geçerek kredi riskine esas tutardan sonra en yüksek sermaye gereklili÷i getiren risk türü oldu÷u görülmektedir. Bu de÷erler Basel II standartlarına uygun olan de÷erlerdir. Operasyonel riski azaltmanın en önemli yolu ise daha çok biliúim sistemlerinden yararlanma ve daha az insangücünden faydalanarak iúlemleri otomatikleútirmekten geçmektedir(BDDK, 2007:ss.5-45). Mart 2007 döneminde % 22,2 olarak gerçekleúen Sermaye Yeterlilik Rasyosu (SYR), Haziran 2007 dönemi itibariyle % 18,7 olarak gerçekleúmiútir. Tablo 1. Özkaynak, Risk A÷ırlıklı Varlıklar ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu Özkaynak (Milyar YTL) Mar.07 Mevduat Kalkınma ve YB Katılım Toplam Haz.07 Risk A÷ırlıklı Varlıklar (Milyar YTL) Mar.07 Haz.07 Mar.07 SYR (%) Haz.07 55,6 8,0 57,6 8,0 273,9 9,5 337,0 11,7 20,3 84,2 1,6 65,2 2,0 67,6 10,0 293,3 12,7 361,4 16,6 16,1 22,2 18,7 Kaynak: (BDDK, 2007: s. 140) 410 17,1 68,0 Bankacılık sektörü toplam özkaynakları, Haziran 2007 döneminde 3 milyar YTL artarak 67,6 milyar YTL olmuútur. Bu durum Tablo 1’de gösterilmiútir. Tablodaki veriler ıúı÷ında bankacılık sektörü Basel II standartlarına uygun bir yapıdadır. 3. Bankacılık Sektörünün Performansı ve Kârlılı÷ı Bankacılıkta, performans’ı ölçmek için; Ayarlanmıú Net Faiz Sınırı, Aktif Kârlılı÷ı ve Özsermaye Kârlılı÷ı kullanılmaktadır. Ayarlanmıú net faiz sınırı bankaların ortalama faiz-kazanç aktiflerine oranlanan faiz gelirleri (vergiden muaf menkul kıymet kazançları ve batık kredi pozisyonları için ayarlama yapılmıú) ve faiz maliyetleri arasındaki farktan oluúmaktadır. Aktif kârlılı÷ı veya net gelirin ortalama aktiflere oranı, bir banka yönetiminin firmaların aktiflerini kullanarak nasıl kâr elde edebileceklerini gösterir. Bunun tersine, özsermaye kârlılı÷ı veya net gelirin ortalama özsermayeye oranı ise, bir bankanın ortaklarının yatırımlarının defter de÷eri üzerinde kurumun ne kadar kazandı÷ını belirtir. Analistler ortakların kârlılı÷ının incelenmesi istendi÷inde özsermaye kârlılı÷ını dikkate alırken, kârlılık karúılaútırması yapılması sırasında (özsermaye oranlarındaki farklılıklar göz ardı edildi÷inden) aktif kârlılı÷ını göz önüne almaktadırlar (ULUDAö, 1999: s.228). Kârlılı÷ımızı maksimize etmek için fon akıú oranını ve elde tutaca÷ımız sermaye oranı ayarlamak bununla birlikte kaynak ve likiditemizi, özsermaye ve ödeyebilme gücü oranlarını baz alarak dengelemek gerekmektedir (KOHN, 1991: ss.91-101). Sektörde kârlılı÷ın sa÷lanamaması halinde, sektörün sermaye yapısı tekrar bozularak sistematik risk yaratması söz konusu olabilecektir (TÜSøAD, 2002: s.54) Aúa÷ıdaki grafik 1’de sektörün vergi öncesi kârdan hesaplanan aktif ve özkaynak kârlılı÷ı görülmektedir. Özkaynak kârlılı÷ı Aktif kârlılı÷ı Grafik 1. Sektörün Vergi Öncesi Kârdan Hesaplanan Aktif ve Özkaynak Kârlılı÷ı Kaynak: (BDDK, 2007: s.144) Sektörün kârlılık performansı dönem kârı yerine, vergi öncesi kâr alınarak incelendi÷inde, Haziran 2006 döneminde 6,7 milyar YTL seviyesinde gerçekleúen bankacılık sektörü vergi öncesi kârı, %44,6 oranında artarak, Haziran 2007 döneminde 9,8 milyar YTL’ye yükselmiútir. Sektörün vergi öncesi aktif ve özkaynak kârlılı÷ı ise sırasıyla %3,5 ve %28,6 seviyesinde gerçekleúmiútir Büyük ve küçük ölçekli bankalara göre kârlılık aúa÷ıda Tablo 2’de görülmektedir. 411 Tablo 2. Kârlılı÷a øliúkin Göstergeler % Büyük Ölçekli Küçük ve Orta Ölçekli 2006/6 2007/6 2006/6 2007/6 Sermaye Özkaynak/Toplam Varlıklar Özkaynak/Krediler Özkaynak/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlanmalar øçsel Sermaye Devinim Hızı [ROE* (1-Kâr Da÷ıtım Rasyosu)] Varlık Kalitesi TGA/Krediler Karúılıklar/Brüt Krediler Karúılıklar/Net Faiz Gelirleri Karúılıklar/TGA Likidite Interbank Rasyosu Krediler/Varlıklar Krediler/ Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar Likit Varlıklar/Mevduat ve Kısa Vadeli Borçlar Bankacılık Faaliyetlerine øliúkin Rasyolar Net Faiz Marjı Di÷er Gelirler/Varlıklar Faiz Dıúı Giderler/Varlıklar Maliyet/Gelir Rasyosu (øúletme Giderleri/Toplam Gelirler) Maliyet/Aktif Rasyosu ROE: Özkaynak kârlılı÷ı , TGA: Tahsili Gecikmiú Alacaklar Kaynak: (BDDK, 2007: s.146) 9,4 23,5 11,1 3,9 10,9 25,8 13,3 1,1 16,1 31,5 21,4 2,6 17,8 31,5 24,5 2,3 4,2 3,8 28,6 92,3 4,2 3,7 25,5 90,4 3,1 2,6 20,6 86,4 2,7 2,2 18,6 85,1 33,4 39,9 47,4 9,5 46,8 42,2 51,5 11,9 35,6 51,2 67,9 17,2 59,4 56,7 77,9 17,1 2,0 1,6 2,0 28,6 2,0 2,1 1,6 1,6 20,9 1,6 2,4 2,5 3,2 43,2 3,4 2,9 1,6 2,6 33,4 2,9 Tablo 2’de Tahsili Gecikmiú Alacaklar (TGA)’nın toplam kredilere oranı büyük ölçekli bankalarda Haziran 2006 ve 2007’de % 4,2 olarak gerçekleúirken, küçük ve orta ölçekli bankalarda %3,1 ve %2,7 düzeyinde kalmıútır. Ancak, büyük ölçekli bankalar karúılık seviyelerini de yüksek tutarak oluúabilecek ilave zararları da telafi etmektedirler. Karúılıkların brüt kredilere oranı büyük ölçekli bankalarda di÷er bankalara oranla Haziran 2006 ve 2007 döneminde sırasıyla 1,2 ve 1,5 puan daha yukarıda iken karúılıkların TGA’ya oranı di÷er bankalardaki oranın 5,9 ve 5,3 puan üzerindedir. Likidite riski açısından ele alınırsa, ønterbank rasyosu (bankalararası piyasalardan alacaklar/bankalara borçlar) küçük ve orta ölçekli bankalarda % 59,4 iken büyük ölçekli bankalarda bu oran % 46,8’dir ve oransal olarak borç verici konumundadırlar. Ancak, küçük ve orta ölçekliler di÷er bankalara kıyasla topladıkları fonların daha büyük bir kısmını kredilere yöneltmektedirler ve büyük ölçekli bankalara kıyasla daha yüksek oranda likit varlık tutmaktadırlar. Tablo 3. Kârlılık-Risk A÷ırlıklı Varlıklar-Özkaynaklar-Sermaye Yeterlili÷i % Özkaynaklar Ana Sermaye Net dönem kârı ile geçmiú yıllar kârı Net dönem zararı ile geçmiú yıllar zararı toplamının yedek akçelerle karúılanamayan kısmı (-) Di÷er Katkı Sermaye Satılmaya hazır menkul de÷erler ile iútirak ve ba÷lı ortaklıklara iliúkin de÷er artıú fonlarının yüzde 45’i Di÷er Sermayeden øndirilen De÷. Risk A÷.Var. Top. (RAVT) SYR (Sermaye Yeterlili÷i Rasyosu) Kaynak: (BDDK, 2007: s. 148) 412 2006/06 2006/12 2007/03 2007/06 -2,00 -0,16 -0,84 0,06 5,00 2,56 2,61 -0,21 6,32 3,81 5,49 -3,9 5,69 3,55 0,79 0,15 0,62 -1,42 -2,06 0,16 -0,01 0,46 2,23 0,29 0,50 2,61 0,42 0,44 0,64 -0,42 -2,95 18,56 -0,48 2,45 -1,24 22,32 -0,21 2,22 -2,44 22,43 -0,02 1,72 -5,47 18,78 Tablo 3’de özkaynakların ve riskli aktiflerin geliúimi sektörel bazda incelenmiútir. Özkaynak kaleminin ve riskli aktiflerin artıú e÷iliminin devam etti÷i görülmektedir. Özkaynaklardaki artıúın temelini ana sermaye kalemindeki artıú oluúturmaktadır. Özkaynaklar % 5,69, riskli aktifler ise % 5,47 oranında artmıútır. Özkaynaklardaki artıú oranı riskli aktifleri karúılayacak düzeyde gerçekleúmiútir. Bankacılık sektörünün performansı; ekonominin gidiúatı, fon talebi ve bankaların cevap verebilme oranları, yeni sermaye gerekleri ve kredi kalitesi ile ilgilidir. Ayrıca bilançonun aktif yapısı, net faiz gelirleri, faiz dıúı gelirler, pay sahipleri, özkaynaklar performansını etkilemektedir (KOLB, 1992: ss.199-209). Bankacılık sektöründe yönetim de÷iúikliklerinin kârlılı÷a etkisini 1980-97 yılları arasında araútıran bir çalıúmada özkaynak ve kârlılık oranlarına göre de÷erlendirmeye tabi tutulmuú ve anlamlı bir etkisi olmadı÷ı ortaya çıkmıútır (AKAN, 1998: ss.51-55). VZA yönteminin temel amacı, gözlemlenen temel karar verme birimlerinin bu sınır üzerine izdüúümlerini belirlemektir. Etkin sınır üzerinde yer almayan karar verme birimleri, etkin sınır üzerinde yer alan, girdiler ve çıktılar açısından kendilerine en yakın olan karar verme birimlerine ya da bu karar verme birimlerinin oluúturdu÷u kuramsal birime benzetilmek suretiyle etkin hale getirilebilirler (ALTUN, 2006: s.14). En iyi performans en az girdi ile en yüksek çıktının elde edilmesiyle sa÷lanmaktadır. Bu durumda olan karar birimlerinin etkinlik düzeyi 1’e (% 100) eúit kabul edilmekte ve etkin sayılmaktadır. Sınır çizgisinin altında kalanların, yani etkinlik düzeyi 1’den küçük olanların ise, etkin olmadı÷ı sonucuna varılmaktadır. Karar birimlerinin etkinlik düzeyi 0’dan küçük, 1’den büyük olamamaktadır (ÖZATA, 2004: s.90-92). Verimlilik = çıktı / girdi Verimlilik = u1i .kâr + u 2i .kredi + u 3i .mevduat v1i .aktif + v 2i .gider + v3i .bilisim teknolojileri harcaması Formülündeki u1,2,3i ve v1,2,3i a÷ırlıkları banka i için CCR-DEA modeli kısıtları altında bulunmuú ve maksimum etkinlik skorları hesaplanmıútır. Etkinlik skorlarının hesap edilmesi için Banixia Frontier Analayst VZA paket programından faydalanılmıútır. Araútırmanın birinci aúamasında bankalara ait girdi ve çıktı verileri paket programa girilmiú ve program yardımıyla bankaların göreli etkinlik skorları, etkin olarak kullanılmayan girdi ve çıktı miktarları belirlenmiútir. Araútırmanın ikinci aúamasında ise 2003- 2007 dönemleri arasındaki risk alma de÷erleri hesaplanmıútır. Risk faktörü etkin bankalarda da ortaya çıkabilece÷inden araútırmaya risk unsuru dahil edilmiútir. Tablo 4’de görüldü÷ü gibi bankaların kredi miktarı ve etkinlik de÷erleri birlikte de÷erlendirilerek Oyakbank, Finansbank, Ziraat Bankası’nın risk alma ölçüleri sıfır bulunmuútur. Araútırmada risk ölçümü için önce 2003 yılı baz alınmıú ve 2003-2007 döneminde analize konu olan bankaların risk alma ölçüleri aúa÷ıdaki formül (ARAS ve KURT, 2002: s.453) ile hesaplanmıútır; Ry (Qyf,2003, Qyf,2007)= y1f,2007/y1f,2003 (1-șf,2007/șyf,2003) Ry (Qyf,2003, Qyf,2007): 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in risk alma derecesi. y1f,2007/y1f,2003 : 2003 ve 2007 yıllarında banka f’in kredi seviyeleri. șf,2007, șyf,2003 : 2003 ve 2007 yılları için veri zarflama analizi (DEA) kullanılarak hesaplanan banka etkinlik ölçüsünün tersi. 413 414 -0,01010101 0 0,06 -0,075268817 -0,213333333 0,02247191 0 -0,112359551 0,02 0,04 0 -0,0462 0 0,34059 -0,38 -0,9151 0,0818 0 -0,3563 0,1439 0,31534 0 5,67647049 3,903365113 4,574973774 1 1 1,0101 ș 2007 6,139830751 3,640288582 1 0,96 0,98 3,929115154 7,883590391 7,19494113 1,112359551 3,170625033 1 0,97752809 1 1 1 1,1236 1 1,1236 1,213333333 4,289520297 1,33333 1,075268817 5,048476388 1,07527 0,94 1 1,01010101 Risk Alma Ölçüsü (%) 1-(ș2007/ș2003) ș2007/ș2003 y2007/y2003 1 1,04167 1,02041 1,0101 1 1,14943 1,0989 1 1,06383 1 1 ș 2003 1 1 1 0,89 1 0,89 0,75 0,93 1 1 0,99 DENøZ BANK HALK BANKASI FORTøS BANK FøNANS BANK YAPI KREDø øù BANKASI VAKIFLAR GARANTø OYAK BANK AKBANK BANKA ADI 21.604.000 5.498.439 ZøRAAT BANKASI 11.974.551 1.518.921 0,96 1 18.121.078 2.518.586 16.167.212 2.633.169 1 0,98 29.088.312 7.990.661 0,87 2.036.067 36.800.215 8.579.098 0,91 6.455.605 23.803.132 4.714.914 1 0,99 39.002.024 6.870.823 0,94 2.180.610 8.511.717 1 y2003 (Bin tl) 39.882.128 8.717.455 y2007 1 e2007 e2003 Tablo 4. 2003- 2007 Döneminde Bankaların Risk Alma Ölçüleri (%) 4. SONUÇ Bankacılık sektöründe rekabetin giderek artması ve harcamaların yükselmesi, bu sektörü oluúturan bankaları, kaynaklarını daha verimli úekilde kullanmaya zorlamaktadır. Çok uluslu bankalar ve di÷er finansal kurumların büyümesi küresel finansın da büyümesini mümkün kılmıú, fakat milli otoriteler için de önemli düzenleyici kurallar ortaya koymalarını gerekli hale getirmiútir. Uluslar arası iúlemleri düzenleyen küresel sistem, çok taraflı anlaúmaların milli yükümlülükleri açık bir úekilde belirledi÷i ve sınırlarını çizdi÷i bir ortamda, merkez bankaları ve di÷er finansal otoriteler arasındaki iúbirli÷ini geliútirmiútir. Yeni (finansal) araçların keúfedilmesi düzenleme yapmayı daha da zorlaútırmıútır. 2008 yılında ortaya çıkan krizin etkenlerinden biriside vadeli iúlemler piyasası ve yeni finansal araçların reel ekonominin dıúında büyüyerek geliúmesidir. 2003- 2007 yılları arasında etkinlik verilerini de kullanarak yapılan risk araútırmasında Oyakbank, Finansbank ve Ziraat Bankasının risk alma ölçüleri sıfır bulunmuútur. KAYNAKLAR AKAN M., (1998), “Bankacılık Sektöründe Yönetim De÷iúikliklerinin Kârlılı÷a Etkisi”, Active Bankacılık ve Finans Makaleleri-1, Denizbank ALTUN D., (2006), Türk Telekomünikasyon A.ù. øl Telekom Müdürlüklerinin Veri Zarflama Analizi øle Etkinlik Ölçümü, Ankara ARAS G., KURT T., (17-19 Ekim 2002), “Türk Bankacılık Sisteminde 19922000 Döneminde Veri Zarflama Analizi –DEA- øle Etkinlik Ölçümü”, 2. Ulusal Orta Anadolu Kongresi, Ni÷de FETTAHLIOöLU Ö.O., FETTAHLIOöLU H. S., (2007), “Biliúim Sistemlerinin Bankacılık Sektörü Üzerindeki Etkileri 2”, Banka ve Para Teknolojileri Dergisi, Sayı 15, www.girisim.com.tr, (1.11.2007) Finansal Piyasalar Raporu (Eylül 2008), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sayı 11 Finansal Piyasalar Raporu (Haziran 2007), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sayı 6 KOHN M., (1991), Money, Banking and Financial Markets, Dryden Pres, USA KOLB R. W., (1992), The Commercial Bank Management Reader, Kolb Publishing Company, USA ÖZATA M., (2004), Sa÷lık Biliúim Sistemlerinin Hastane Etkinli÷inin Arttırılmasındaki Yeri ve Önemi, Doktora Tezi, Konya ùAHøN H., (2007), Türkiye Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, Bursa 415 TÜSøAD, (2002), Bankacılık Sektörünün Maliyetlerine øliúkin Politika Önerileri ULUDAö ø., (1999), Finansal Hizmetler Ekonomisi, Beta Yayınevi, østanbul 416 HEMùøRELERøN TIBBø HATA YAPMAYA EöøLøMLERøNøN ve HASTA BAKIMINDA GÖSTERDøKLERø ÖZENøN BELøRLENMESø Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZATA1 ÖZET Tıbbi hatalar hem geliúmiú hem de geliúmekte olan ülkelerde hasta güvenli÷ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan, tıbbi hataların olumsuz sonuçları ile karúı karúıya kalmaktadır. Hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilim düzeylerinin saptanmasını ve hasta bakımı sırasında sergiledikleri özenin belirlenmesini hedefleyen çalıúma, bu alanda gerçekleútirilen ilk çalıúma olması açısından büyük önem taúımaktadır. Araútırma Konya’da faaliyet gösteren kamuya ait iki e÷itim hastanesinde yapılmıútır. Örneklem oluúturulmasında basit rastgele örneklem tekni÷inden faydalanılmıú ve çalıúmaya katılmayı kabul eden 171 hemúire ile yüz yüze anket tekni÷i kullanılarak gerçekleútirilmiútir. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geliútirilen “Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i’nden” faydalanılmıútır. Ölçek 49 soru ve 5 alt boyuttan oluúmaktadır. Elde edilen veriler SPSS 16.0 programında de÷erlendirilmiú, veriler üzerinde tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, ba÷ımsız gruplar arası t testi ve tek yönlü varyans analizi testleri uygulanmıútır. Elde edilen bulgular incelendi÷inde genel olarak hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin düúük oldu÷u ve hasta bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ulaúılmaktadır. Ayrıca meslekten memnuniyet düzeyi açısından iletiúim ve ilaç-transfüzyon uygulamaları puanlarının farklılık gösterdi÷i saptanmıútır. Anahtar Kelimeler: Hemúireler, Tıbbi Hata, Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i DETERMINATION OF TENDENCY TO MAKE MEDICAL ERRORS OF NURSES AND THEIR ATTENTION IN PATIENT CARE ABSTRACT Medical Errors, in both developed and developing countries, threaten the patient safety and should be resolved as one of the prior issues. Because millions of people worldwide confronted with negative results of medical errors each year. This study, aiming to determine the tendency to make medical errors of nurses and their attention in patient care, is the first study conducted in this area is of great importance. Research is made in two teaching hospitals publicly 1 Selçuk Üniversitesi Sa÷lık musaozata@gmail.com Bilimleri Fakültesi, 417 Sa÷lık Yönetimi Bölümü owned in Konya. Simple Random technique is used in developing sample and face to face interwievs technique is carried out with 171 nurses who agreed to participate in the study. In data collection, the ‘Medical Error Tendency Scale’ developed by Özata and Altunkan (2010) is used. Scale consists of 49 questions and 5 sub-dimensions. The data is evaluated in SPSS 16.00 programme and descriptive statistics, correlation analysis, t test between groups an done-way variance analysis are applied. When the findings rewieved it is concluded that tendency to make medical errors of nurses is generally low and required patient care is done with attention. Also, in terms of job satisfaction, drug- transfusion practises scores differ. Key Words: Nursing, Malpractice, Malpractice Trend Scale 1.GøRøù Tıbbi hata kavramını, ABD merkezli Ulusal Hasta Güvenli÷i Vakfı “hastaya sunulan sa÷lık hizmeti sırasında bir aksamanın neden oldu÷u, kasıtsız, beklenilmeyen sonuçlar olarak” tanımlamaktadır (NPSF, 2003; Akalın, 2007:33). Bakanlar Kurulu tarafından 2002 tarihinde kabul edilen, ancak yasalaúamayan Tıbbi Hizmetlerin Uygulamasından Do÷an Sorumluluk Kanunu Tasarısı’nın 3.maddesinde ise “sa÷lık personelinin kasıt, kusur, ihmal neticesinde standart uygulamayı yapmaması; bilgi veya beceri eksikli÷i ile yanlıú ya da eksik teúhiste bulunması; yanlıú tedavi uygulaması veya hastaya tedavi vermemesi ile oluúan ve zarar meydana getiren eylemleri” tıbbi hata olarak nitelendirilmiútir (http://88.248.138.72/intranet/.pdf, 2009: 1). Tıbbi hatalar hem geliúmiú hem de geliúmekte olan ülkelerde hasta güvenli÷ini tehdit eden ve çözülmesi gereken öncelikli sorunlar arasında gösterilmektedir. Çünkü dünyada her yıl milyonlarca insan tıbbi hataların olumsuz sonuçları ile karúı karúıya kalmaktadır. Örne÷in ABD’de yapılan bir araútırmada, araútırmaya katılan hastanelerin % 65’inde ölüm ya da ciddi zarar ile sonuçlanan olayların yaúandı÷ı saptanmıútır (Lamb vd., 2003: 73). ABD’de yaklaúık 5 bin hastanedeki 40 milyondan fazla kayıtın incelendi÷i hasta güvenli÷i çalıúmasına göre, 3 yıllık sürede 1.16 milyon hasta güvenli÷i ihlali meydana gelmiú ve bu hatalardan 247 bin 662’si ölümle sonuçlanmıútır (www.nlm.nih.gov/medlineplus, 2010). Dünya Sa÷lık Örgütü’nün (WHO) verdi÷i rakamlara göre, uluslararası araútırmalarda yatan hastalara iliúkin geçmiúe dair kayıtlar karúılaútırmalı olarak incelendi÷inde; hasta güvenli÷i ihlali olayı ortalaması %8.9 olup, bu olayların %3.4’ü önlenebilir niteliktedir (eHealth for Safety Report, 2007: 12). Leape vd. (1991: 377) sa÷lık kuruluúlarında en sık karúılaúılan tıbbi hataların sırasıyla; ilaç hataları (% 19), cerrahi yara enfeksiyonları (% 14), tanı hataları (% 8), tedavi hataları (% 8), prosedürle iliúkili hatalar (% 7) ve düúmeler (% 3) oldu÷unu belirtmektedir. Cerrahi hatalar tüm hataların neredeyse yarısını (% 48) oluúturmaktadır. Aynı çalıúmada tıbbi hataların en sık 418 ameliyathanede (% 41) ve daha sonra hasta odasında (% 27) yaúandı÷ı saptanmıútır. Bu birimleri acil, do÷um odası ve yo÷un bakım ünitesi izlemektedir (Filiz, 2009: 3) Kore’de 99 hastanede yapılan bir araútırmada hastanelerin 97’sinde transfüzyon hataları, 95’inde yanlıú ilaç uygulaması, 95’inde düúme, 91’inde cerrahi hata, 82’sinde anestezi hatası ve 77’sinde ise enfeksiyon bulaúma hatası görüldü÷ü belirlenmiútir (Kima ve Bates, 2006: 148). Sa÷lık bakımı hekim, hemúire, ebe, sa÷lık teknisyeni gibi birçok sa÷lık çalıúanını içine alan geniú bir ekip tarafından verilir. Hemúireler, sa÷lık ekibi içerisinde hastaların her türlü problemlerinde ilk baúvurdukları ve yerine getirdikleri görevler nedeniyle, hasta bakımında kilit rol oynayan sa÷lık personelidir (Bilazer vd., 2008: 33). Bu özellikleri nedeniyle de tıbbi hataların ortaya çıkmasında ve önlenmesinde önemli rol oynarlar. Örne÷in Ertem vd. (2009:1) tıbbi hata yapanların %65.2’sini hekimlerin, %12.2’sini ise hemúirelerin oluúturdu÷unu saptamıútır. 2002 yılında yapılan baúka bir araútırmada hekimlerin %53’ü, halkın ise % 65’i hemúire eksikli÷inin tıbbi hataların en önemli sebepleri arasında yer aldı÷ını belirtmiútir (eHealth for Safety Report, 2007: 20). Tombe (2007) günlük hasta baúı hemúire bakım saatinde 0.25’lik ilave artıú ile ölüm oranında %20 azalma sa÷landı÷ını belirtmektedir. Wolf vd., (1999) cerrahi müdahale sonrası hasta baúına sa÷lanan günlük tam hemúire bakım saati ile idrar yolu enfeksiyonları, pnömoni, tromboz ve akci÷er rahatsızlıkları riski arasında iliúki oldu÷unu saptamıú, etkili hemúirelik bakımı ile hasta güvenli÷ini tehdit edebilecek birçok komplikasyonun önlenebilece÷ini ortaya koymuútur (Çırpı vd., 2009: 31). Sezgin (2007: 10) hemúirelerin en çok ilaç hatası yaptıklarını ve bu hataların yanlıú ilaç, yanlıú uygulama yolu, yanlıú doz, yanlıú hasta, yanlıú uygulama zamanına iliúkin hatalar oldu÷unu belirtmektedir. Alparslan ve Erdemir (1997: 41-51) tarafından yapılan bir baúka çalıúmada hemúireler tarafından yapılan hatalar; yanlıú zamanda ilaç uygulama (%40), ilacı hasta yanında bırakma (%19), iki geçimsiz antibiyoti÷i bir arada verme (%18), yanlıú dozda ilaç verme (%17,4), yanlıú yoldan ilaç verme (%2,4), doktor tarafından istemi yapılmıú ilacı vermeme (%1,6), ilacın yanlıúlıkla baúka hastaya verilmesi (%1), istemi yapılmayan ilacın verilmesi (%0,5) ve yapılan ilacın yanlıúlıkla tekrar yapılması (%0,1) olarak saptanmıútır. Hasta güvenli÷i sa÷lık hizmetlerinin kiúilere verece÷i zararı önlemek amacıyla sa÷lık kuruluúları ve bu kuruluúlardaki çalıúanlar tarafından alınan önlemlerin tamamı olarak tanımlanabilir (Yıldırım, 2008: 45). Hasta güvenli÷i hasta bakımının temeli ve kalite yönetiminin en önemli bileúenidir. Bu alanda alınacak önlemler performans geliútirme, çevre güvenli÷i ve risk yönetimi, enfeksiyon kontrolü, ilaçların güvenli kullanımı, ekipman güvenli÷i, güvenli klinik uygulamalar ve güvenli hasta bakımı gibi çok geniú bir konular silsilesini kapsar. Bu konu sa÷lık sistemi içerisindeki hemen hemen tüm kurum ve aktörleri içine alarak ve tümünün katılımı ile uzun dönemde potansiyel risklerin 419 ortadan kaldırılmasını gerektirir. Hasta güvenli÷ini geliútirmenin temel hareket noktası, yanlıú uygulamalar ve yan etkilerle ilgili karúılaútırılabilir bilgilerin toplanması ve gelecekte bu bu tip hataların ortaya çıkmaması için bilgilerden faydalanılabilmesinin ö÷renilmesidir (WHO, 2004: 10). Bu hedef do÷rultusunda sa÷lık bakımında çok büyük bir rol üstlenen hemúirelerin tıbbi hataya e÷ilim durumlarının ve hasta bakımında gösterdikleri özenin belirlenmesi, hataların ortaya çıkamadan önlenmesi ve hasta güvenli÷inin sa÷lanması açısından çok büyük bir önem taúımaktadır. 2. YÖNTEM Hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilim düzeylerinin saptanmasını ve hasta bakımı sırasında gösterdikleri özenin belirlenmesini hedefleyen bu çalıúma, 10.01.2010-28.01.2010 tarihleri arasında Konya’da faaliyet gösteren Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa÷lık Bakanlı÷ı Konya E÷itim ve Araútırma hastanelerinde gerçekleútirilmiútir. Örneklem oluúturulmasında basit rastgele örneklem tekni÷inden faydalanılmıú ve çalıúmaya katılmayı kabul eden 171 hemúireden, yüz yüze anket tekni÷i kullanılarak veriler toplanmıútır. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geliútirilerek, geçerlilik ve güvenirlili÷i test edilen “Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inden” faydalanılmıútır. Araútırmacılar tarafından ölçe÷in Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısı (0,954) olarak hesaplanmıútır. Bu çalıúmada ise ölçe÷in tümü ve alt boyutları ile ilgili elde edilen Cronbach Alpha de÷erleri Tablo 1’de gösterilmektedir. Tablo 1. Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inin Cronbach Alpha Katsayı De÷erleri Ölçek Baúlıkları ølaç ve Transfüzyon Uygulamaları Enfeksiyonların Önlenmesi Düúmelerin Önlenmesi Hasta izlemi ve Malz-Cihaz Güven. øletiúim Genel Madde Sayısı 18 12 5 9 5 49 Min . 1 1 1 1 1 Ma ks. 5 5 5 5 5 Cronbach Alfa ,969 ,938 ,888 ,899 ,856 ,978 Tablo 1’de görüldü÷ü gibi ölçekte hemúirelerin hasta bakımında günlük rutin olarak yerine getirdikleri faaliyetleri içeren 49 soru yer almaktadır. Sorulara verilen cevaplar 5’li likert tarzda derecelendirilmiútir. Katılımcılar maddeleri; “1- hiç, 2- çok nadir, 3- zaman zaman, 4-genellikle ve 5- her zaman” úıklarından birini iúaretleyerek cevaplandırmaktadır. Sorulara verilen cevapların toplam puanların artması durumunda hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin azaldı÷ı ve iúlerini daha özenli yaptıkları kanaatine ulaúılmaktadır. Elde edilen veriler SPSS 16.0 programında de÷erlendirilmiú, veriler üzerinde tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, ba÷ımsız gruplar arası t testi ve tek yönlü varyans analizi testleri uygulanmıútır. 420 3.BULGULAR Araútırma sunulmaktadır. sonucunda elde edilen bulgular aúa÷ıda tablolarda Tablo 2. Araútırma Kapsamındaki Hemúirelere Ait Sosyo-Demografik Özellikler Sosyo-Demografik Özellikler Medeni Durum Bekar Evli Görev Yaptı÷ı Hast. Konya E÷t ve Araú.Hast. Meram Tıp Fak.Hast. Sayı % 55 116 32,2 67,8 95 76 55,6 44,4 Yaú (Ort= 30,2) 20-24 25-29 30-34 35-39 40-44 Kadro Durumu 657'ye Tabi Kadrolu 4B Sözleúmeli ùirket Elemanı 23 52 62 30 4 13,5 30,4 36,3 17,5 2,3 49 90 32 28,7 52,6 18,7 Bakılan Hasta Sayısı 6-11 12-17 18-23 24-29 30-35 44 64 39 16 8 25,7 37,4 22,8 9,4 4,7 Sosyo-Demografik Özellikler Cinsiyet Erkek Kadın Görev Yaptı÷ı Klinik Cerrahi Klinikler Dahili Klinikler Ort. Çalıúma Süresi 40-44 45-49 50-54 55-59 60-65 Ö÷renim Düzeyi Sa÷lık Meslek Lisesi Önlisans Lisans Yüksek lisans Mesleki Memnuniyet Hiç Memnun De÷ilim Memnun De÷ilim Kararsızım Memnunum Çok Memnunum Sayı % 24 147 14,0 86,0 68 103 39,8 60,2 30 104 12 10 15 17,5 60,8 7,0 5,8 8,8 33 74 59 5 19,3 43,3 34,5 2,9 10 15 87 46 13 5,8 8,8 50,9 26,9 7,6 Tablo 2’de görüldü÷ü gibi araútırmaya S.Ü. Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nden 95 (%55,6) ve Sa÷lık Bakanlı÷ı Meram E÷itim Araútırma Hastanesi’nden 76 (%44,4) olmak üzere toplam 171 hemúire katılmıútır. Katılımcıların 68’i (39,8) cerrahi kliniklerde, 103’ü (%60,2) dahili kliniklerde görev yapmakta olup; 24’ü (%14) erkek, 147’si (%86) kadın; 55’i bekar (%32,2) ve 116’sı (%67,8) ise evlidir. Yaú da÷ılım aralı÷ı 20-44 arasında de÷iúmektedir (X=30,21±4,9). Kadro durumu açısından 49’u (%28,7) kadrolu devlet memuru, 90’ı (%52,6) 4B sözleúmeli ve 32’si (% 18,7) úirket elemanı olarak görev yapmaktadır. Haftalık ortalama çalıúma süreleri 47,56±5,8 saat olup, günlük ortalama 16 hastaya bakım vermektedirler. 421 Araútırmada kullanılan “Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i” 49 soru ve 5 alt boyut içermekte olup alt boyutlara iliúkin olarak elde edilen tanımlayıcı istatistikler aúa÷ıda tablolarda gösterilmektedir. Tablo 3. ølaç ve Transfüzyon Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler Min. Maks. IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden yapmaya dikkat ederim ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim Hastaya do÷ru ilacı yaptı÷ımdan emin olurum Hastaya do÷ru mayinin verilmesine dikkat ederim Mayinin hastaya uygun yoldan gönderilmesine dikkat ederim Okunuú ve görünüú benzerli÷i olan ilaçlara dikkat ederim ølacın hazırlanmasını ve uygulanması esnasında steriliteye önem veririm Mayileri uygun araçlarla göndermeye dikkat ederim ølaç dozunun do÷ru olup olmadı÷ını kontrol ederim ølacı do÷ru hastaya yaptı÷ımdan emin olurum Hastaya fazla sıvı yüklenmesine dikkat ederim Mayi miktarının do÷ru hesaplanmasına dikkat ederim Takılacak mayinin sterilitesini kontrol ederim ølaçların tam saatinde yapılmasına dikkat ederim ølaç/ilaç etkileúimine dikkat ederim ølacın miadının dolup dolmadı÷ına bakarım ølaç yapıldıktan sonra hastayı yeterince izlerim ølaçların yan etkilerini bilirim ve ona göre uygulama yaparım Arit. Ort Std. Sap. 2 5 4,40 ,771 3 3 3 5 5 5 4,37 4,36 4,35 ,727 ,741 ,763 2 5 4,35 ,777 3 5 4,33 ,736 3 5 4,32 ,749 1 2 2 2 2 3 2 2 2 2 5 5 5 5 5 5 5 5 5 5 4,32 4,32 4,30 4,27 4,27 4,26 4,22 4,22 4,19 4,13 ,786 ,755 ,766 ,752 ,742 ,746 ,726 ,788 ,804 ,801 3 5 4,11 ,744 Genel Ortalama: 4,28 Ölçe÷in “ølaç ve Transfüzyon Uygulamaları” alt boyutunda 18 soru yer almaktadır. Hemúirelerin sorulara verdikleri cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanın “IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden yapmaya dikkat ederim” sorusuna verildi÷i (ort= 4,40) görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (ort= 4,37)”, “Hastaya do÷ru ilacı yaptı÷ımdan emin olurum (ort= 4,36)”, “Hastaya do÷ru mayinin verilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Mayinin hastaya uygun yoldan gönderilmesine dikkat ederim (ort= 4,35)”, “Okunuú ve görünüú benzerli÷i olan ilaçlara dikkat ederim (ort=4,33)” ve “ølacın hazırlanmasını ve uygulanması 422 esnasında steriliteye önem veririm (ort= 4,32)” cevapları yer almaktadır. En düúük puanların ise; “ølaç/ilaç etkileúimine dikkat ederim (ort=4,22)”, “ølacın miadının dolup dolmadı÷ına bakarım (ort=4,19)”, “ølaç yapıldıktan sonra hastayı yeterince izlerim (ort=4,13)” ve “ølaçların yan etkilerini bilirim ve ona göre uygulama yaparım (ort= 4,11)” sorularına verildi÷i görülmektedir. Tablo 4. Enfeksiyonlarının Önlenmesine øliúkin Tanımlayıcı østatistikler Min. Maks. Ort ønfüze edilen sıvıların hazırlanmasını ve uygulanmasında kontamine olmamasına dikkat ederim Hastaya uygulanan invazif giriúimlerde asepsi kurallarına dikkat ederim IV kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına dikkat ederim ønfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlakyırtık/delik yönünden kontrol ederim Çalıútı÷ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve torbalara atılmasına dikkat ederim Hastaya kullandı÷ım tüm aletlerin sterilizasyon ve dezenfeksiyonun uygun úekilde yapılmasını sa÷larım Kateter takılı hastaları her gün kontrol ederim Kullandı÷ım malzemenin güvenli÷inden úüphe duydu÷umda kullanmamaya dikkat ederim Üriner kateterizasyonda kapalı drenaj sisteminin bozulmamasına dikkat ederim Serum úiúeleri ve setlerini 24 saatte bir de÷iútiririm Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim Enfekte hastaların izolasyonunu sa÷larım Std. Sp. 3 5 4,34 ,679 3 5 4,26 ,706 3 5 4,25 ,702 2 5 4,25 ,693 1 5 4,23 ,736 1 5 4,15 ,764 1 5 4,15 ,831 1 5 4,13 ,774 1 5 4,12 ,791 1 2 1 5 4,09 ,883 5 4,05 ,713 5 4,05 ,900 Genel Ortalama: 4,17 Hemúirelerin üzerinde en fazla durması gereken konuların baúında enfeksiyonların önlenmesi konusu gelmektedir. Bu ba÷lamda ölçe÷in “Enfeksiyonlarının Önlenmesi” alt baúlı÷ı altında yer alan sorulara verilen cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanın “ønfüze edilen sıvıların hazırlanmasını ve uygulanmasında kontamine olmamasına dikkat ederim (ort=4,34)” cevabına verildi÷i görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “Hastaya uygulanan invazif giriúimlerde asepsi kurallarına dikkat ederim (ort=4,26)”, “IV kateterlerin kalma süresinin 72-96 saat olmasına dikkat ederim (ort=4,25)”, “ønfüzyon sıvılarını hastaya takmadan önce çatlak-yırtık/delik yönünden kontrol ederim (ort=4,25)” ve “Çalıútı÷ım serviste kirli malzemelerin uygun kutu ve torbalara atılmasına dikkat ederim (ort=4,23) cevapları izlemektedir. En düúük puan alan cevaplar ise; “Serum úiúeleri ve setlerini 24 saat’te bir de÷iútirim 423 (ort=4,09)”, “Yatak yaralarının önlenmesine dikkat ederim (ort=4,05) ve “ Enfekte hastaların izolasyonunu sa÷larım (ort=4,05)” cevaplarıdır. Tablo 5. Hasta øzlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli÷i Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler. Yaptı÷ım tüm izlemleri zaman belirtilerek kaydederim Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile bilgileri vardiya de÷iúiminde ve vardiya arasında paylaúılmasına dikkat ederim Hasta izleme sıklı÷ını doktor isteminde belirtilen úekilde yaparım Hasta yo÷unlu÷u oldu÷u zamanlarda da hasta izlemini gerekti÷i gibi yapmaya çalıúırım Hastanın aldı÷ı ve çıkardı÷ı sıvının takibini yaparım Cihazların nasıl kullanılaca÷ını bilirim veya ö÷renmeye çalıúırım Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol ederim Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa÷larım Serviste tüm cihazları çalıúır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim Min. 2 Arit. Maks. Ort 5 4,27 Std. Sap. ,720 3 5 4,23 ,722 3 5 4,18 ,725 2 5 4,11 ,720 1 5 4,09 ,835 2 5 4,08 ,767 1 5 3,93 ,892 1 5 3,81 ,914 1 5 3,77 ,921 Genel Ortalama: 4,05 Ölçe÷in “Hasta øzlemi ve Malzeme-Cihaz Güvenli÷i” alt boyutunda yer alan cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanı “Yaptı÷ım tüm izlemleri zaman belirtilerek kaydederim (ort=4,27)” cevabının aldı÷ı görülmektedir. Bu cevabı sırasıyla; “Hastanın bakım ve bakım sonuçları ile ilgili izlemlerimi ve bilgileri vardiya de÷iúiminde ve vardiya arasında paylaúılmasına dikkat ederim (ort=4,23)”, “Hasta izleme sıklı÷ını doktor isteminde belirtilen úekilde yaparım (ort=4,18)”, “Hasta yo÷unlu÷u oldu÷u zamanlarda da hasta izlemini gerekti÷i gibi yapmaya çalıúırım (ort=4,11)” ve “Hastanın aldı÷ı ve çıkardı÷ı sıvının takibini yaparım (ort=4,09)” cevapları yer almaktadır. En düúük puan alan cevaplar ise sırasıyla; “Tüm sarf malzemelerin son kullanma tarihlerini kontrol ederim (ort=3,93)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa÷larım (ort=3,81)” ve “Serviste tüm cihazları çalıúır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim (ort=3,77 )” uygulamalardır. 424 Tablo 6. Düúmelerin Önlenmesi Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler Min. Hasta nakillerinde gerekli tedbirlerin alınmasını sa÷larım Yatak kenarlarında parmaklıklarınsınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına dikkat ederim Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta yata÷ına yakın yerleútirilmesine dikkat ederim Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında gerekli destek ve yardımı sa÷larım Hasta ve yakınlarına düúme nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm Maks. Arit. Ort Std. Sap. 1 5 4,11 ,843 1 5 3,95 ,883 1 5 3,92 ,875 1 5 3,84 ,893 1 5 3,73 ,957 Genel Ortalama: 3,91 Ölçe÷in “Düúmelerin Önlenmesi” alt boyutunda” 5 soru yer almakta olup, sorulara verilen cevaplar incelendi÷inde en yüksek puanın “Hasta nakillerinde gerekli tedbirlerin alınmasını sa÷larım (ort=4,11)” cevabına verildi÷i görülmektedir. Bu cevabın altında ise; “Yatak kenarlarında parmaklıkların-sınırlayıcıların olmasına ve kapalı durmasına dikkat ederim (ort=3,95)”, “Hasta için gerekli olan araç/gereçlerin hasta yata÷ına yakın yerleútirilmesine dikkat ederim (ort=3,92)”, “Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında gerekli destek ve yardımı sa÷larım (ort=3,84)” ve “Hasta ve yakınlarına düúme nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm (ort=3,73)” cevapları yer almaktadır. Tablo 7. øletiúim Uygulamalarına øliúkin Tanımlayıcı østatistikler Arit. Std. Min. Maks. Ort Sapma Açık olmayan, sorun oluúturacak istemleri hekime do÷rulatırım Serviste çift order (doktor istemi+hemúire gözlem formu) kontrolü uygulamasına dikkat ederim Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hemúire gözlem formuna kaydederim Sözlü/telefon ile aldı÷ım doktor istemini hemen hemúire gözlem formuna kaydederim Hastanın bakımına iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak baúında teslim ederim 2 5 4,22 ,771 2 5 4,14 ,792 1 5 4,11 ,857 1 5 4,03 ,884 1 5 3,86 ,984 Genel Ortalama: 4,07 425 Ölçe÷in “øletiúim” alt boyutu beú sorudan oluúmaktadır. Cevapların aldı÷ı ortalama puanlar incelendi÷inde sırasıyla “Açık olmayan sorun oluúturacak istemleri hekime do÷rulatırım (ort=4,22)”, “Serviste çift order (doktor istemi+hemúire gözlem formu) kontrolü uygulamasına dikkat ederim (ort=4,14)”, “Hastanın tedavisi ve bakımı ile ilgili tüm bilgileri hemúire gözlem formuna kaydederim (ort= 4,11)”, “Sözlü/telefon ile aldı÷ım doktor istemini hemen hemúire gözlem formuna kaydederim (ort=4,03)” ve “Hastanın bakımına iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak baúında teslim ederim (ort=3,86)” úeklinde bir sıralamanın oluútu÷u görülmüútür. Çalıúmada son olarak ölçe÷in alt boyut puanlarının toplamı ile sosyodemografik de÷iúenler arasında herhangi bir istatistiksel iliúki olup olmadı÷ının belirlenmesi amacıyla istatistiki analizler yapılmıútır. Yapılan korelasyon analizi sonucunda yaú, haftalık çalıúma süresi ve günlük ortalama bakılan hasta sayısı ile ölçe÷in alt boyutlarının toplam puanları arasında anlamlı bir iliúki olmadı÷ı anlaúılmıútır (p>0,05). Ba÷ımsız gruplar arası t testi sonucunda ise; cinsiyet, medeni durum, görev yapılan hastane ve görev yapılan klinik açısından toplam puanlar arasında herhangi bir anlamlı fark olmadı÷ı belirlenmiútir (p>0,05). Aynı úekilde yapılan tek yönlü varyans analizi sonucunda ö÷renim düzeyi, kadro durumu ve çalıúma úekli açısından farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadı÷ı anlaúılmıútır (p>0,05). Tek anlamlı farkın ise “meslekten memnuniyet düzeyi” ile “ilaç- transfüzyon uygulamaları” ve “iletiúim” puanları arasında oldu÷u görülmüútür. Tukey HSD testi sonucuna göre ise aradaki fark meslekten hiç memnun olmayanlar ile çok memnun olanlar arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Bulgular Tablo 8’de gösterilmektedir. Tablo 8. Meslekten Memnuniyet düzeyi øle Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷i Alt Boyutları Arasındaki Farkın Saptanması (Tek Yönlü Varyans Analizi Testi) Ölçek Alt Boyutları Toplam Puanları ølaç ve transfüzyon uygulamaları Farklılı÷ın kaynaklandı÷ı gruplar (Tukey HSD) F p 2,864 ,025 Hiç memnun olmayanÇok memnun olan 4,127 ,003 Hiç memnun olmayançok memnun olan Hasta izlemi ve malzeme güvenli÷i 2,341 ,057 - Düúmeler 1,716 ,149 - Hastane enfeksiyonları 2,037 ,091 - øletiúim 426 4. SONUÇ Sa÷lık hizmetleri sisteminin temel amacı farklı nitelikteki sa÷lık hizmetini, ihtiyaç duyulan zamanda, en düúük maliyetle, istenilen kalitede ve en düúük hata ile topluma sunabilmektir (Kohn vd., 2000; Filiz; 2009:1). Hizmet sunumu farklı kurum ve kuruluúlar tarafından, çok geniú bir sa÷lık ekibinin katılımı ile karmaúık bir ortamda gerçekleútirilmektedir. Karmaúıklık ise tıbbi hata yapma olasılı÷ını arttırmakta ve sa÷lık kurumlarında hasta güvenli÷i sorunlarının yaúanmasına yol açmaktadır. Hasta güvenli÷i ihlalleri ölüm, yaralanma, tedavi süresinin uzaması, hastanın hayat kalitesinin düúmesi, sa÷lık harcamalarının artması, kaynakların etkin kullanılamaması ve verilen hizmetin kalitesinin düúmesi gibi birçok sonucun ortaya çıkmasına yol açtı÷ından, üzerinde durulması gereken en önemli sorunlardan biri olarak görülmektedir. Hasta güvenli÷i çalıúmaları; hataları önlemek, görünebilir yapmak ve meydana geldi÷inde etkilerini azaltmak úeklinde üç temel bileúeni içermektedir. Bunları sa÷layabilmek ise a) hatalardan ders alarak eksiklikleri gidermeyi, daha iyi bir raporlama sistemi oluúturmayı, hataların sebeplerini araútırmayı ve verilerin paylaúılmasını; b) yanlıú uygulamalara yol açan sistemdeki problemlerin ortaya çıkarılmasını; c) sa÷lık sektörü içindeki ve dıúındaki mevcut var olan bilgi kaynaklarının tanımlanmasını ve d) sa÷lık bakım sisteminin geliútirilmesini gerekli kılmaktadır (WHO, 2004: 9). Ayrıca hasta güvenli÷i kurumsal kültürün en önemli parçalarından biri olmalıdır. Bunu sa÷layabilmek için, sa÷lık kuruluúları yüksek riskli aktiviteleri belirlemeli, tıbbi hataların korkusuzca ve çekinmeden bildirilebildi÷i ve cezalandırılmadı÷ı bir kültür yaratmalıdır. Riskin erken aúamada tespit edilmesi, hastaların zarar görmesinin önlenmesinde son derece önemli olup, hastalar ile sa÷lık personeli arasında güven, dürüstlük, birlik ve beraberli÷e dayalı, açık bir iletiúimin kurulması büyük bir önem taúımaktadır. Bu ba÷lamda hasta ile do÷rudan iliúki içerisinde olan hemúirelerin taúıdı÷ı misyon, hasta güvenli÷i uygulamalarının en önemli parçasını oluúturmaktadır (Çırpı vd., 2009: 27). Ayrıca hasta bakımında görev alan hekim ve hemúireler baúta olmak üzere, tüm sa÷lık personelinin yaptıkları iúlerde en sık tekrar ettikleri hataların ortaya çıkarılması ve iúlerini yaparken gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi hasta güvenli÷inin geliútirilmesi açısından vazgeçilmez unsurlardan sayılmaktadır. Hemúirelerin tıbbi hataya e÷ilim düzeylerinin belirlenmesi ve hasta bakımı sırasında yaptıkları faaliyetlerde gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleútirilen bu çalıúma, Konya’da faaliyet gösteren S.Ü Meram Tıp Fakültesi Hastanesi ve Sa÷lık Bakanlı÷ı Konya E÷itim ve Araútırma Hastanelerinde görev yapan hemúireler üzerinde gerçekleútirilmiútir. Verilerin toplanmasında Özata ve Altunkan (2010) tarafından geliútirilerek, geçerlilik ve güvenilirlik analizi yapılan “Hemúirelikte Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inden” faydalanılmıútır. Ölçe÷in Cronbach Alpha katsayısının 0,978 olması nedeniyle mükemmel düzeyde güvenilir oldu÷u 427 sonucuna ulaúılmıútır. Ölçek 5 alt boyuttan meydana gelmekte ve bu alt boyutlarda hemúirelerin hasta bakımında rutin olarak yerine getirdikleri iúlemlerle ilgili bilgileri içeren 49 soru yer almaktadır. Sorulara verilen cevaplar 1-5 aralı÷ında de÷iúen bir aralıkta de÷erlendirilmekte ve puan ortalaması arttıkça hemúirelerin tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin azaldı÷ı ve iúlerini daha özenli olarak yerine getirdikleri kanaatine varılmaktadır. Bu bilgilerden hareketle elde edilen bulguları de÷erlendirdi÷imizde tüm sorulara verilen cevapların ortalama puanı 4,15 olarak hesaplanmıútır. Alt boyutlar açısından incelendi÷inde ise en yüksek puan ortalamasının ilaç ve transfüzyon ile ilgili sorulara (4,28), en düúük puan ortalamasının ise düúmelerin önlenmesi baúlı÷ı altında yer alan sorulara verildi÷i (3,91) görülmüútür. Aynı úekilde enfeksiyonların önlenmesi; 4.17, hasta izlemi ve malzeme-cihaz güvenli÷i 4.05 ve iletiúim 4,05 puan ortalaması almıútır. Cevaplar ölçek alt boyutlarından ba÷ımsız olarak de÷erlendirildi÷inde ise “IV, IM ve SC enjeksiyonlarında ilacı do÷ru bölgeden yapmaya dikkat ederim (4,40)”, “ølacın tam doz uygulanmasına dikkat ederim (4,37)” ve “Hastaya do÷ru ilacı yaptı÷ımdan emin olurum (4,36)” cevaplarının en yüksek puan ortalamasına sahip oldu÷u görülmüútür. En az puan alan cevaplar ise; “Hasta ve yakınlarına düúme nedenleri ve alınabilecek önlemler hakkında bilgi veririm (3,73)”, “Serviste tüm cihazları çalıúır durumda olması için her gün kontrol eder ve bozuk olanları rapor ederim (3,77)”, “Hasta ilk kez aya÷a kalktı÷ında gerekli destek ve yardımı sa÷larım (3,84)”, “Serviste bulunan tüm tıbbi cihazların ve ekipmanın düzenli bakımının yapılmasını sa÷larım (3,81)” ve “Hastanın bakımına iliúkin bilgileri, hastayla beraber yatak baúında teslim ederim (3,86)” cevaplarıdır. Sorulara verilen cevaplar incelendi÷inde genel olarak araútırma yapılan hastanelerdeki hemúirelerin, tıbbi hata yapmaya e÷ilimlerinin düúük oldu÷u ve hasta bakımında gerekli özeni gösterdikleri sonucuna ulaúılmaktadır. Ancak ülkemizde hasta güvenli÷i kültürünün oluúmaması nedeniyle hemúirelerin genel olarak sorulara olumlu yönde cevaplar verebilece÷i ve hatalarını gizlemeye çalıúacakları da akıldan çıkarılmamalıdır. Çünkü hemúirelerin yöneticilerinin tepkisinden korkma, suçlanma, cezalandırılma korkusu gibi sebeplerle hatalarını gizleme e÷iliminde oldukları belirtilmektedir (Mayo ve Duncan 2004: 209; Filiz, 2009: 7). Araútırma sonuçlarına göre sosyo-demografik faktörler açısından sadece meslekten memnuniyet düzeyi ile iletiúim ve ilaç-transfüzyon uygulamaları açısından farkın anlamlı oldu÷u ve bu farkın meslekten hiç memnun olmayanlarla, çok memnun olanlar arasındaki farktan kaynaklandı÷ı belirlenmiútir. 428 KAYNAKÇA AKALIN, Erdal (2007), “Klinik Araútırmalar ve Hasta Güvenli÷i”, øKU, Sayı 17: 32-35. http://www.akademika.org/iku-dergisi/pdf/pdf_IKU_142.pdf ALPARSLAN, Özgür ve ERDEMøR, Firdevs (1997), “Pediatri servislerinde kullanılan antibiyotiklerin sulandırılması, saklanması ve hastaya verilmesi konusunda hemúirelerin bilgi ve uygulamalarının belirlenmesi”, C.Ü. Hemúirelik Yüksekokulu Dergisi, 1(1):41-52. BøLAZER, Fatma Nur; KONCA, Gül Esin ve UöUR, Sevinç, (2008), “Türkiye’de Hemúirenin Çalıúma Koúulları”, Türk Hemúireler Derne÷i Yayınları. http://www.turkhemsirelerdernegi.org.tr/menu/yayinlar/turkiyedehemsirelerin-calisma-kosullari.aspx ÇIRPI, Fatma; DOöAN, Yeliz; MERøH, Meryem; KOCABEY, Yaúar (2009), “Hasta Güvenli÷ine Yönelik Hemúirelik Uygulamalarının Ve Hemúirelerin Bu Konudaki Görüúlerinin Belirlenmesi”, Maltepe Üniversitesi Hemúirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Cilt:2,Sayı:3:27-34. eHealth for Safety (2007) Impact of ICT on Patient Safety and Risk Management, eHealth for Safety Report, October. WHO. ERTEM, Gül; OKSEL, Esra ve AKBIYIK, Ayúe (2009), “Hatalı Tıbbi Uygulamalar (Malpraktis) ile ølgili Retrospektif Bir ønceleme”, Dirim Tıp Gazetesi, Yıl: 84 sayı: 1 (1-10). FøLøZ, Emel (2009), “Hastanede Hasta Güvenli÷i Kültürü Algılamasının Ve Sa÷lık Çalıúanları øle Toplumun Hasta Güvenli÷i Hakkındaki Tutumunun Belirlenmesi,” Selçuk Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamıú Yüksek Lisans Tezi. Konya. http://88.248.138.72/intranet/.\kanun\kotuuygulama.pdf KIMA, Jeongeun ve BATES, David W (2006), “Results of a survey on medical error reporting systems in Korean hospitals”, International Journal of Medical Informatics, 75: 148-155. KOHN, Linda T; CORRIGAN, Jannet M. ve DONALDSON Molla S. (2000), “To err is human: Building a safer health system”. Institute of Medicine. Washington, DC: National Academy Pres; 2000. LAMB, Rae M.; STUDDERT, David M.; BOHMER, Richard MJ, et al (2003). Hospital disclosure practices:Results of a national survey, Health Afairs, 22(2):73-83. LEAPE LL, BRENNAN TA, LAIRD N, et al.(2001), “The Nature of Adverse Events in Hospitalized Patients”. Results of the Harvard Medical Practice Study II. N Engl J Med ;324:377-84. 429 MAYO, Ann M. ve DUNCAN, Denisse (2004). “Nurse perceptions of medication errors what we need to know for patient safety”. Journal Of Nursing Care Quality. 2004;19: 209-217. NPSF (2003)National Patient Safety Foundation, July 2003,www.npsf.org/ ÖZATA, Musa ve ALTUNKAN, Handan (2010), “Hemúirelikte Tıbbi Hataya E÷ilim Ölçe÷inin Geliútirilmesi, Geçerlilik ve Güvenilirlik Analizinin Yapılması”, II.Uluslararası Sa÷lıkta Performans ve Kalite Kongresi Bildiriler Kitabı, Antalya. SEZGøN, Burcu (2007), “Kalite Belgesi Alan Hastanelerde Çalıúma Ortamı ve Hemúirelik Uygulamalarının Hasta ve Hemúire Güvenli÷i Açısından De÷erlendirilmesi”, østanbul, Sa÷lık Bilimler Enstitüsü, Hemúirelikte Yönetim Anabilim Dalı, Yayınlanmamıú Doktora Tezi. TOMBE D. (2007), “Hasta Güvenli÷ini Sa÷lamanın Karmaúıklı÷ı Karmaúıklı÷ın ønsan Ve Sistem Boyutları”, 1. Hasta Güvenli÷i Kongresi (Kongre Kitabı). Antalya 28-31 Mart, 24-28. WOLF ZR, GOLDRICK T, FLYNN ER, WARWICK F (1999), “Factors Associated With A Perceived Harmful Out-Come From Medication Errors A Pilot Study”. The Journal Of Continuing Education In Nursing, 27(2): 65-73. WHO (2004), “World Alliance For Patıent Safety Forward Programme 2005” WHO, October. YILDIRIM, Özlem (2008), “Sa÷lık Kuruluúlarında ønsan Faktörü Mühendisli÷inin Önemi ve Hasta Güvenli÷i Alanında Uygulama Örnekleri”, Marmara Üniv. Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmamıú Doktora Tezi. 430 POSTMODERN AÇIDAN KAMU YÖNETøMøNDE KÜÇÜLME (DOWNSøZøNG) OLGUSU Mürúit IùIK∗ Dr.Yunus Emre ÖZTÜRK∗ ÖZET Yüzyılımızın sonuna do÷ru hızlanan geliúmeler sonucunda modernlik yerini postmodernli÷e bırakmıú ve Postmodern anlayıú kamu yönetiminde bürokrasinin karúısına sivil toplum örgütlerini çıkarmaya çalıúmıú, devletin yetki ve görevlerinin sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması gerekti÷ini vurgularken, piyasanın ve sivil toplumun geliútirilmesini önemsemiútir. Kamu sektöründeki örgütsel küçülme (Downsizing) stratejisi sanayileúmiú ve geliúmiú ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla artarak kullanılan bir uygulamadır.Küçülme stratejileri olarak Devletin gelir ve gider kalemlerinde ,personel istihdamı konusunda ,örgütsel yapı olarak ve merkezi yetkiler açısından küçülmesi öngörülmüútür. Anahtar Kelimeler Kamu Yönetimi, Modernizm, Postmodernizm, Küçülme ABSTRACT As a result of fast paced developments at the end of this century post modernity replaced modernity and postmodern understanding attempted to confront the bureaucracy with non-governmental organizations. While this approach is emphasizing the necessity of transferring governmental authorizations and assignments to non governmental organizations and private sector, simultaneously overrates the development of non governmental community and markets (private sector). Downsizing strategy of public sector is an application which is recently used widespread in the economic reform plans of developed countries. Downsizing of personnel employment, organizational structure and central authorizations are predicted among the revenue and expense items of government. Keywords Public Administration, Modernism, Post-modernism, Downsizing ∗ ∗ Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö÷retim Görevlisi Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Ö÷retim Görevlisi 431 GøRøù 20.Yüzyılın sonlarına do÷ru, ekonomik, sosyal, siyasal, sanat, mimari v.b. pek çok alanda meydana gelen de÷iúimler modern durumun artık sona erdi÷i, bu yeni durumun modernizmi aúan bir aúama oldu÷u ve bu yeni durumunda postmodernizm (ya da post modern durum) oldu÷u yönünde görüúlerin dile getirildi÷i bir döneme girilmiútir. Bu görüúe göre artık mevcut olan toplumsal iliúkiler, yaúam biçimleri, üretim biçimi, tüketim anlayıúı, siyaset ve yönetim anlayıúı, sanat ve estetik anlayıúı, yerini bambaúka bir anlayıúa bırakmaktadır. Akılcılı÷a ve aydınlanma anlayıúına dayanan Modern düúünce biçimi, bu dönemde postmodern düúünce biçiminin hedefi haline gelmiútir. Post-modern devlet anlayıúı bürokrasinin, ölçek ekonomilerinin, uzmanlaúmanın, merkeziyetçili÷in, hiyerarúinin, kimlik belirlemelerinin ve dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Amaç, katılıkları kırmak ve sürekli de÷iúen dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin halka açılması olarak gösterilmiútir. Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü÷ü ve yerini neo-liberal politikalara bıraktı÷ı bir zaman dilimidir. Refah devletine, görev alanının çok geniúledi÷i, kamu harcamalarının kontrol edilemez düzeyde arttı÷ı, kamu istihdamının çok fazla oldu÷u, aúırı merkeziyetçi bir yapıya büründü÷ü gibi konularda eleútiriler yöneltilmiútir. Bu yüzden devletin, ekonomiden ve sosyal alandan çekilerek asli görevlerine dönmesi ve küçültülmesi istenmiútir. Sosyal refah devleti, do÷rudan üretimde bulunması, ekonomiye müdahale etmesi, sosyal harcamalarda bulunması ve düzenleyicili÷i ile öne çıkmıú bir kapitalist devlet biçimidir. Kapitalist sistemin yeniden yapılanmasında bu devlet biçiminin engelleyici oldu÷u düúünüldü÷ünden, yerine bir baúka devlet formunun getirilmesi uygun görülmüútür. Bunun için deregülasyon, liberalizasyon, özelleútirme, yerelleúme politikaları uygulanarak devletin küçültülmesi yönünde adımlar atılmıútır. Bu çerçevede devlet baútan aúa÷ı reform sürecine tabi tutulmuútur. Bu çalıúmamızda devletin; parasal açıdan, örgütsel açıdan, merkezi yetkileri açısından ve personel açısından küçülme stratejileri ve bunların postmodern anlayıú açısından de÷erlendirilmesi yapılmaya çalıúılmıútır. 1.KAMU YÖNETøMøNDE POSTMODERN ALGI 20.yüzyılın sonlarına do÷ru pek çok alanda yeni bir dönemin baúladı÷ına dair görüúler dile getirilmeye baúlandı. Bu yeni dönem ekonomik, sosyal, siyasal, sanat, mimari v.b. pek çok alanı kapsamaktaydı. Bu ortaya çıkan yeni durum, postmodernizm (ya da post modern durum) olarak ifade edildi, yeni 432 durumun esas ifade etti÷i úey; içinde yaúanılan modern durumun artık sona erdi÷i, bu yeni durumun modernizmi aúan bir aúama oldu÷u gerçe÷idir. Modern dönemde mevcut olan toplumsal iliúkiler, yaúam biçimleri, üretim biçimi, tüketim anlayıúı, siyaset ve yönetim anlayıúı, sanat ve estetik anlayıúı, artık yerini bambaúka bir anlayıúa bırakmıútır. Modern dönemde akılcılı÷a ve aydınlanma anlayıúına dayanan düúünce biçimi, bu anlayıúı eleútiren bir düúünce biçiminin (postmodern düúünce) hedefi olmuútur. 1.1. Moderniteden Postmoderniteye Geçiú Son 15–20 yıl içerisinde postmodernizm konusunda birçok eser ve kitaplar yazıldıysa da, pek çok toplantı düzenlenmiú olsa da, tüm bu u÷raúılara ra÷men, herkesin üzerinde uzlaúı sa÷layabildi÷i kesin ve bütüncül bir “postmodernizm” tanımına ulaúmak úu ana dek mümkün olamamıútır.1 Postmodernizmi tanımlama güçlü÷ünün yanında, onun kökenlerinin nereye kadar dayandı÷ı soruları da gündeme gelmiútir. Bu nedenle, bazıları nihilist bir (hiççilik) anlayıúı ça÷rıútırdı÷ı için Nietzsche’ye dayandırırken, daha uzaklara gidenler de olmuútur. Nasıl ki, modernli÷in kökenleri çok derinlere Augistin’e ya da Eflatun’a ba÷lanabiliyorsa, postmodernizm de sofistlere kadar götürülebilmektedir. Modernlik; gerçe÷i aramak demek, kimsenin karúı koyamayaca÷ı kesin ve mutlak do÷ruya ulaúma çabası demektir. Modern düúüncenin temsilcileri, böyle bir gerçekli÷in varoldu÷unu kabul ederek bunu aramaya koyulmuúlardır. Buna karúın postmodernistler böyle bir gerçekli÷in (ya da do÷rulu÷un) varolmayaca÷ı görüúünü söylemek suretiyle sofistlere yaklaúmaktadırlar.2 Önce estetik alanda görülen postmodernite teması, ilerleyen süreçte kapsamını geniúleterek, kültürel, felsefi ve pratik dünyamızın yeni bir düúünce anlayıúı haline gelmeyi baúarabilmiútir.3 ølk defa Arnold Toynbee tarafından 1939’da yayınlanan bir eserinde kullanıldı÷ı sanılan Postmodernizm terimi, birazda konunun gerçek anlamda tartıúılma eksikli÷inden dolayı, bir yandan son derece karmaúık ve zor felsefi anlamlar ile dile getirilirken di÷er yandan ça÷daú kültürde yer alan nihilist ve sinik bir e÷ilimi oluúturan son derece basit ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca postmodernizmi do÷ası gere÷i tanımlamakta pek do÷al sayılmamaktadır. Nitekim ùaylan, postmodernin, kavram olarak estetik anlayıú ve ölçüsünden toplum düzeni ya da iúleyiúine, toplumla ilgili kuramsal çözümlemelere ve bilim felsefesine kadar uzanan çok geniú bir alanda ortaya çıkan yeni yaklaúım ya da tartıúma biçimlerini kapsamasından dolayı tanımlanmasının güç oldu÷unu4 ifade 1 2 3 4 Gencay ùAYLAN, Postmodernizm, ømge Kitabevi, Ankara, 2002, s.28. Ömür SEZGøN, (Tarihsiz), Siyasi Düúünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi Fotokopi, Ankara. Ernesto LACLAU, Postmodernist Burjuva Liberalizmi øçinde (Çev. Yavuz Alagon), Sarmal Yayınevi, østanbul, 1995, s.81. Gencay ùAYLAN, Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODAøE Yayınları, Ankara, 1996, s.6. 433 etmektedir. Postmodernizmin tabiatı itibariyle sa÷cı ya da solcu olmamasından dolayı ondan yararlananlar, onunla birlikte bilinçsiz olarak siyasi bir ideolojiye ba÷lanmıú olmamaktadırlar. Ama bunun çok rahatlatıcı bir úey olarak da görmemek gerekir. Bu siyasi tarafsızlık anlamına gelmez. Sadece, postmodernizmin her türlü siyasi yönelime uyabilecek kadar soyut ve bulanık bir úey oldu÷unu da gösteriyor olabilir5 Modernlikten kesin olarak farklı anlamlar ifade etti÷i kabul edilen postmodernizmin nasıl bir ideoloji oldu÷u konusunda da uzlaúma sa÷lanamamaktadır. Habermas postmodernizmi “insanı özgürleútirici de÷er ve kuramları geçersiz kılmaya çalıúan, tutucu bir ideoloji” olarak de÷erlendirmektedir.6 Buna karúın Eaglaton bu konuda kesin karar vermekte biraz zorlanmaktadır. Eaglaton’a göre postmodernizm bünyesinde çeliúkileri barındıran bir ideolojidir, “hem özgürlükçü, hem otoriter, hem hedonistik, hem baskıcı, hem çok katlı hem de yekpare olmak, ileri kapitalist toplumların çarpıcı bir görünümüdür” demektedir. Ancak bu açıklamalara karúın, Habermas’ın tutucu bir ideoloji olarak nitelendirdi÷i postmodernizme Eaglaton son kertede, radikal bir ideoloji olarak bakmakta ve dolayısıyla Habermas’tan ayrılmaktadır. Çünkü ona göre postmodernizm “mutlak de÷erlere, metafizik temeller ihtiyaç duyan bir sisteme meydan okudu÷u için radikaldir”.7 Aslında her iki düúünür de düúüncelerinde haksız sayılmamaktadırlar. Bu de÷erlendirmelerden yola çıkılarak ya da bir baúka ifade ile anlatılmak istenirse; postmodern söylem; içinde ortaya çıkan bu ikileme dayanarak, “tutucu” ve “radikal, ilerici” türünden bir yargıya ulaúmanın fazla da anlamlı oldu÷unu söylemek gerçekten zordur. Öte yandan, postmodernizm tartıúılırken postmodernizm’in “post” ekinden kaynaklandı÷ını göz önünde tutmak, bu ideolojiyi anlamamız konusunda bize yardımcı olacaktır, “post” ekinden kaynaklanmıú olması onun bir sonralık, bir baúkaldırı boyutu taúıdı÷ına iúaret etmektedir.8 Postmodernizm, modernizmi pek çok noktada eleútirmektedir. Modern akıl evrenselli÷i, birlik-bütünlü÷ü, aynı kuralların her yerde geçerli oldu÷u görüúünü savunmaktaydı. Bunun tam aksine postmodernizm ise her durumun farklı oldu÷unu ve özel bir biçimde anlaúılması gerekti÷ini savunmaktadır. Her biri kendi ne ait bir mantı÷a sahip oldu÷u için, bütün paradigmaların (birbirlerine karúı hiyerarúik üstünlük anlamında) aynı oldu÷unu kabul eden postmodern bir anlayıúta evrensel akla yer tanınmamaktadır. Bunlara ek olarak yine modernizmin bir ürünü olan akıl ve rasyonelite, postmodernizmin 5 6 7 8 Pauline Marie ROSENAU, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren: Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat / Ark Yayınları, Ankara. 1998, s.265. ùAYLAN, Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm a.g.e, s.28. Terry EAGLATON, Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları, (Çev. Mehmet Küçük), østanbul, 1999, s.155–156. Francois LYOTARD,/ Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON, Postmodernizm, Kıyı Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), østanbul, 1990, s.10. 434 duyguya, iç bakıú ve sezgiye, özerkli÷e, yaratıcılı÷a, hayal gücüne duydu÷u güvenle hiç de anlaúabilecek bir yapıda de÷ildir.9 Modernlikten postmodernli÷e geçiú; büyük, merkezi, tek do÷rulu siyaset, üretim ve ideolojiden, küçük ölçekli, merkezsizleúmiú, pek çok do÷ruları olan, belirginliklerin yitirilmiú oldu÷u bir alana geçiú olarak kabul edilmektedir. Modernlik kesinli÷in ve zorunlulu÷un bir alanı olarak tanımlanırken, postmodernlik sonsuzlaútırılmıú tüketici tercihi anlamında özgürlü÷ün ve bulanıklı÷ın bir alanı olarak tanımlanmaktadır.10 Yüzyılımızın sonuna do÷ru hızlanan geliúmeler sonucunda modernlik yerini postmodernli÷e bırakırken kesinlik ve onu elinde tutan merkez çözüldü. Modern dönemde desteklenen kollektif-milliyetçi, dini, ideolojik kimliklerin yanı sıra evrenselci bilim, do÷ru, estetik, hakikat iddiaları güç yitirdi. øktidar, toplum içinde çok sayıda alana yayılarak a÷sal bir nitelik kazandı. Merkezi büyük ölçekli fordist üretim yerini küçük ölçekli üretime bıraktı. Merkezsizleúmiú üretim, iúçi sınıfının kollektif bütünlü÷ünü parçalarken birçok yeni meslek grubu ve sosyal hareket yaratıyordu.11 1.2. Postmodern Kamu Yönetimi Post-modern kamu yönetimine bilimsel baúlangıç olarak veya milat olarak 1887 yılında Wodroow Wilson tarafından yayımlanan makale gösterilmektedir. Bu makaleye göre, “Post-modern kamu yönetimi anlayıúı, ne yönetim-siyaset ayrımını, ne bilimsel yönetimi ne de bürokrasiyi savunur. Postmodernlere göre, bu tip yöntemler tarihin derinliklerine gömülmeye mahkûmdur, zira günümüz koúullarıyla uyumları söz konusu olamaz. Yurttaúın yönetime aktif katılımını savunan postmodern görüú, yönetim-siyaset ayrımına iyi gözle bakmaz. Onlara göre, bu ayrım kalkmalı ve yönetim, yurttaúların istemleri do÷rultusunda, onların katılımıyla iúlemelidir 12 Bilimsel yönetim anlayıúına göre, yönetimin tek görevi yurttaúların istemlerini karúılamak de÷ildir, ayrıca onlar için neyin iyi oldu÷una da karar vermektir. øúte postmodernlerin karúı oldu÷u nokta da budur. Post-modernlerin asıl istedikleri, modernizmin tüm günahlarının sorumlulu÷unu üzerine attıkları bürokrasinin ortadan kaldırılması, baúka bir ifadeyle bürokrasisiz bir yönetimdir (administration without bureaucracy). Bunun sa÷lanması için de en temel araçlar özelleútirme ve sivil toplum örgütleridir.13 9 10 11 12 13 Do÷an BIÇKI, “Modernizm ve Postmodernizm,” 2004, http://www.isguc.org/arcview, (12.04.2009), s.1. Metin ÇABUKLU, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları, østanbul, 2004, s.9. ÇABUKLU, s.7. Hasan Engin ùENER, “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” (1999/2000 Ö÷retim Yılı -Yayımlanmamıú- Kamu Yönetimi Bölümü Bitirme Tezi), Ankara, Haziran, 2000, s.12. Hüseyin ùEYHANLIOöLU, Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet, http://www.icisleri gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/Huseyin_Seyhan_81–106. doc (21,04,2009). 435 Post-modern kamu yönetiminde yurttaúa ve yurttaú giriúimlerine de önem verilmiú ve bunun sonucunda postmodern kamu yönetiminde bürokrasinin karúısına sivil toplum örgütleri çıkarılmaya çalıúılmıútır. Bu kuruluúların en önemli özellikleri kâr amacı gütmemeleri ve siyasal partilerin dıúında yer almalarıdır. Yurttaú üzerinde odaklanan postmodern kamu yönetimi politikası, yurttaúlara ulaúmak için en uygun yollardan birisi olarak yerel yönetimleri görür. Yurttaúlık bilincinin geliúmesini amaçlayan bu geliúmelerle yurttaúlar yerel hizmetlerin sunumunda artık yalnızca paralarının nasıl harcandı÷ı ile ilgilenmemekte; aynı zamanda hizmetlerin hangi kaynaklardan borçlanma ya da öz kaynaklara finanse edildi÷i konusunda da duyarlı davranmaktadır. Post-modernizm, modernli÷in temel belirleyicilerinin yani akılcılı÷ın, bürokrasinin, uzmanlaúmanın, merkeziyetçili÷in, hiyerarúinin, kimlik belirlemelerinin ve dolayısıyla modern devlet yapısının reddiyesidir. Post-modern devlet anlayıúı ise “Devleti arka plana itip bireyi öne çıkararak belirsizli÷i, parçalılı÷ı, kültürel ço÷ulculu÷u savunmaktadır.”Amaç, katılıkları kırmak ve sürekli de÷iúen dünyaya ayak uydurmaktır. Bunun temel yolunun ise, yönetimin halka açılması olarak sunumu söz konusudur. Bu nedenledir ki postmodern kamu yönetimi, temsili demokrasinin krizi ve radikal demokrasi anlayıúlarının kamu yönetimindeki yansımalarıdır.14 Postmodern dönem aynı zamanda refah devleti kavramının, yani Keynes kaynaklı sosyal ekonomi politikalarının devletlerin belini büktü÷ü ve yerini Milton Friedman’ın vahúi kapitalizmine bıraktı÷ı bir zaman dilimidir. Yani sadece cebinde parası olanların e÷itim ve sa÷lık imkanlarına sahip olabildi÷i sistem kendine postmodern dönemde yaúam alanı bulmuútur.15 Kamu yönetiminin kendisini kuúatan genel siyasal ve toplumsal yapı ile olan bütünlü÷ü çerçevesinde, düúünce ve kültür alanında, bilim ve teknolojide, ekonomide, siyasette, iú örgütlenmesinde ve çalıúma iliúkilerinde sanayi ötesi döneme geçiú sürecinin temel dinamikleriyle beslenen kavramlar, kurumlar, yapılar ve süreçler “postmodern kamu yönetimi”nin 16 oluúumunu úekillendirmiútir. De÷iúim, genel olarak toplumsal yapıda, siyasal de÷er yargılarında, siyasal yapı ve süreçlerde, devlet olgusunun niteli÷inde ve vatandaúların siyasal istek ve beklentileriyle ilgili alanlarda yo÷unlaúmaktadır. Yönetimin özündeki “iúbölümü,” “otorite” ve “hiyerarúi” olgularının baúlıca iki farklı düzeyde, “genel siyasal iradeyi yansıtan ve toplumsal yaúayıúın üst yapısal çerçevesini çizen” devlet düzeyinde ve “mikro ekonomik iradeyi 14 15 16 ùEYHANLIOöLU, http://www.icisleri.gov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/ Huseyin Seyhan81–106.doc (21.04.2009). http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanimlarne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27,04,2009). Turgay ERGUN, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme ødaresi Dergisi, Cilt 30, Sayı 4, Aralık l997, ss.3–15. 436 yansıtan” ve ekonominin temel birimlerinin iúleyiúini 17 düzenleyen iúletme düzeyinde ele alınması söz konusu olabilmektedir. Gerek iúletme yönetimi, gerek kamu yönetimi alanında küreselleúme ile birlikte demokratikleúmeye, esnekli÷e, katılımcılı÷a, bireyin etkinli÷ine ve yeteneklerinin ön plana çıkarılmasına yönelik de÷iúim hareketinin, etkisini en çok geleneksel bürokratik örgütlenme alanında ve hiyerarúinin temel unsuru olan hiyerarúi üzerinde hissettirdi÷i açıktır.18 Do÷al ve evrensel bir olgu olan hiyerarúinin, iúbölümü ve otorite düzeninin bulundu÷u tüm örgütlerde yer almakla birlikte daha çok bürokrasi ile birlikte düúünülmesi gerekir. Öte yandan bürokrasinin esas olarak biçimselli÷e, katı ve yazılı kurallara, merkeziyetçi bir yönetim ve denetim yapısına dayalı olması ve katılıma yer vermemesi; demokratik ilkelere ve küresel geliúmenin yönetim alanına hakim kıldı÷ı esneklik yaklaúımlarına ters düúmekte, dolayısıyla bürokratik yapılanmanın özünü oluúturan hiyerarúi ile yükselen küresel yönetim de÷erleri arasında temel bir çeliúki ve uzlaúmazlı÷ın varlı÷ı dikkati çekmektedir.19 Bu ba÷lamda, bilgi ça÷ının gereklerine uygun olarak hiyerarúinin olabildi÷ince azaltıldı÷ı bir iúletmede ya da kamu örgütünde, Weberci bürokratik yönetim modeline has merkeziyetçi iúbölümü, otorite ve denetim yapısı çözülürken,20 “hiyerarúik sorumluluk” anlayıúının getirdi÷i örgüt merkezli ve biçimsel kuralların gereklerinin karúılanmasıyla yetinen bir yapıdan yönetimdeki demokratik süreç ve mekanizmaların önem kazanaca÷ı birey merkezli ve sonuçlara yönelik yapılanmaya do÷ru gidiú süreci hızlanmaktadır.21 2. KAMU YÖNETøMøNDE KÜÇÜLME OLGUSU Günümüzde en büyük dönüúümün devlet anlayıúı ya da ekonomide olmayıp, özellikle kapitalist toplumların sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçmesiyle yaúandı÷ı ifade edilmekte ve bu dönüúümün de tek yönlü sebebe ba÷lanmayarak sürekli ö÷renime yöneliú, bilginin ekonominin anamalı olması ve endüstriyel organizasyonların bilgiye dayalı kuruluúlara dönüúmesi vb. niteliklere sahip oldu÷u savunulmaktadır Bilgi toplumuna geçiú bilgi teknolojilerinin geliúmesi ve yaygın olarak kullanılmasıyla gerçekleúmiú, bu teknolojilerin örgütlerde kullanılması; örgütün yapısını, yapılan iúlerin kapsamını, çalıúanların iúlevlerini ve sahip olması gereken niteliklerini etkilemiú ve etkilemeye devam etmektedir. Bu etki örgütün içinde bulundu÷u ülke 17 18 19 20 21 Kurthan FøùEK, Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979. s.64. Kernaghan KENNETH, “The Postbureaucratic Organization and Public Service,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.91-93. Namık Kemal ÖZTÜRK, “Hiyerarúi ve Demokrasi økilemi”, Türk ødare Dergisi, Yıl 69, Mart l997, Sayı 414, ss.103–105. Van Wart MONTGOMERY, Changing Public Sector Values, New York:Garland Publishing , Inc., 1998, s.289. Barbara S. ROMZEK, “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of Reform,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000, ss.92–93. 437 koúullarına, kültürel özelliklerine ve kullanılan faaliyet alanlarına göre farklılaúmaktadır. 22 Ulusal ve küresel çapta faaliyet gösteren özel ve kamusal organizasyonlar bilgi ça÷ı organizasyon modellerinin etkisi altında kalmakta bu ba÷lamda da eskiye oranla daha fazla dıúa dönük olma zorunlulu÷uyla karúı karúıya gelmektedir23 Bu zorunluluk da tüm örgütlerde meydana gelen yapısal dönüúümü hızlandırmaktadır. Kamu hizmetlerindeki artıú, çeúitlenme ve hizmetten yararlananların artması; de÷iúen gereksinimler ve kamu hizmeti tercihleri; teknoloji ve di÷er nedenlerle yönetsel yeniden yapılanma her dönemde gündemde olmuú, sosyal ve ekonomik reform programlarında yer almıútır. Bu yeniden yapılanma, yeni kamu iúletmecili÷i olarak tanımlanmakta, küreselleúme, bilgi teknolojisi, ekonomik ve siyasal liberalleúme, dıú yatırımlar, dijitalleúen ekonomiler ve daha birçok geliúme, sosyal güçlenmeyi getirerek yöneten-yönetilen arasındaki de÷iúen iliúkinin yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.24 Bu yaklaúımla bürokrasinin verimsiz yapısı nedeniyle ortaya çıkan sorunlar özel sektör politika ve uygulamalarıyla giderilmek istenmektedir. Özel sektörde uygulanan toplam kalite yönetimi yaklaúımı, yalın organizasyon yaklaúımı, küçülme yaklaúımı gibi yönetim yaklaúımları da bu kapsamda ele alınarak kamu sektöründe uygulanmak istenmektedir. Kamu sektöründe yaúanan sorunların özellikle bu sektörün hantal yapısından kaynaklandı÷ı düúüncesi bu yaklaúımların di÷erlerine oranla daha fazla uygulanmak istemesinin ve gündemde olmasının en önemli sebebidir. Bu hantal yapıdan kurtulabilmek, güçlü ve özgür bir birey, özgür bir piyasa ve sınırlandırılmıú bir devletin oluúturulabilmesi için refah devleti anlayıúı úu açılardan eleútirilmektedir:25 • Devletin ekonomik yaúama do÷rudan (üretici olarak) ya da dolaylı (piyasaları düzenleyici olarak) müdahalesi kamu tekellerine yol açarak bireysel giriúim özgürlü÷ünü sınırlandırmakta, özel giriúimler için haksız rekabet yaratmaktadır. • Kamu niteli÷i gere÷i verimsiz ve pahalı çalıúmakta ve kaynak israfına yol açmaktadır. Temel politika araçları olarak piyasanın koúulsuz egemenli÷i, minimal, gece bekçisi, regüle edici, katalizör gibi adlarla tanımlanan aslî fonksiyonlarına çekilmiú bir devlet, özelleútirme ve deregülasyon (merkezi gücün yerel birimlere da÷ıtımı) öngörülmektedir. 22 23 24 25 Adem ÖöÜT, Bilgi Ça÷ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları, 2001, s.90. ÖöÜT,s.91. Hamit PALABIYIK, “Yönetimden Yönetiúime Geçiú ve Ötesi Üzerine Kavramsal Açıklamalar”, Amme ødaresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004, s. 71. Seziye SEZEN, Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293, Ankara, 1999, s.55. 438 • Ayrıca refah devletinin sosyal harcamalarının haksız gelir transferine yol açtı÷ını savunmaktadır. Çünkü zaten piyasa sisteminde var olan rekabet ve uyum, toplumsal refahı kendili÷inden düzenleyecek öz güçlere sahiptir26 Tüm dünyada iú örgütlenmesinde ve kamu kesiminde Fordist ve bürokratik ilkeleri reddeden ve bunları aúma iddiasında olan bilgi ça÷ı yönetim anlayıúının yükselmesine ba÷lı olarak ortaya çıkan postmodern anlayıú kamu yönetimi üzerindeki etkilerini birçok bakımdan göstermektedir27 2.1. Küçülme (Downsizing) Kavramı ve Geliúimi Organizasyonel küçülme stratejisi 1990’ların baúından itibaren iúletmelerin çok yo÷un olarak kullandı÷ı stratejiler arasında yerini almıútır. Küçülme, “iúletmelerin kademe azaltma, faaliyet alanı daraltma ve bazı faaliyetlerde taúeron kullanma úeklinde gerçekleúmekte ve iúletmelerin iúgücü miktarında, boyutunda, çalıúma yöntem ve süreçlerinde bir de÷iúiklik ve geliúmeyi içeren, rekabet avantajı ve müúteri tatmini sa÷lamak için izlenen bir strateji” olarak karúımıza çıkmaktadır.28 øúletmeler, örgütsel küçülme stratejisini, maliyetleri azaltmak, kararları hızlandırmak, çevreye daha çabuk cevap vermek, müúteri ihtiyaçlarına odaklanmak, kiúisel sorumlulukları daha çabuk izlemek gibi hedeflere ulaúmak için uygulamak istemektedirler. Kısaca bu stratejiyle küçülerek büyüme hedeflenmektedir. Örgütsel küçülme stratejisini sadece iúletmeler kullanmamakta kamu sektöründe yaúanan sorunlar da bu kurumları küçülmeye yöneltmektedir. Özellikle kamu sektörünün hantal bir yapıya sahip oldu÷u düúüncesi bu stratejinin kamu kurumları için de uygun bir strateji olarak kabul edilmesine sebep olmaktadır. Ancak kamu sektöründe küçülme stratejisi özel sektöre oranla daha zor gerçekleúmekte, küçülme sonucu yaúanacak sorunlar daha fazla hissedilmekte ve daha büyük tartıúmalara sebep olmaktadır. Kamu sektöründe örgütsel küçülme ülkelerin yapısal reform programları veya kalkınma planları çerçevesinde gerçekleútirilmek istenmektedir. 1980’li yıllarda ABD baúlayan kamu kurumlarında örgütsel küçülme farklı yıllarda Ekvator(Merkez bankası), Çin, Japonya(demir yolları) gibi ülkelerin bazı kamu kurumlarında uygulanmıú ve zaman içerisinde hedeflere ulaúılmıútır. Geliúmekte olan birçok ülkede kamu sektörünü 26 27 28 Birgül Ayman GÜLER, Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi-Yapısal Uyarlama Politikaları, TODAøE Yayınları, Ankara. 1996, s.51. Ulvi SARAN, “Küresel De÷iúim Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki Etkileri”, Türk ødare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara, 2001 s.42. Cemal ZEHøR, Akgün A. EKBER, Hatice TAù “Türk Kamu Bankalarında Örgütsel Küçülme Uygulamalarının Çalıúanlar Üzerine Etkilerine Yönelik Bir Saha Araútırması”, 11. Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003, s.646. 439 küçültmek veya kamunun úiúkin ama verimsiz yapısını daraltmak bir öncelik haline gelmiútir29 Kamu sektörünü de÷iúime götüren nedenler aúa÷ıdaki gibi sıralanmakta; yukarıda ifade edilen geliúmelerin bir sonucu olarak birçok geliúmekte olan ülkede kamu yönetiminde yapısal de÷iúimin gerekçeleri Küresel rekabet ortamı, Teknolojik geliúmeler, Yenilik eksikli÷i, Kamusal tekellerin kaldırılması, Yönetimsel zayıflıklar, Bilgi ça÷ı iúçilerine ihtiyaç duyulması, Modernleúme süreci ve Maliyetleri kısma olarak kabul edilmektedir30 2.2. Kamu Yönetiminde Küçülme (Downsizing) Stratejileri Kamu sektörü iúletmeleri bütün dünyada ekonomik hayatın önemli bir bölümünü oluúturmaktadır. Özellikle geliúmekte olan ülkelerde kamu iúletmeleri bir istihdam kayna÷ı olarak iktidarlar tarafından kullanılmaktadır.21.yüzyıla girerken kamu iúletmeleri artan uluslararası rekabet ve globalleúme nedeniyle kendilerini yeniden yapılandırmak zorunda kalmıúlardır. Son yıllarda geliúen iletiúim teknolojileri ve kaliteli iúgörenlerin sayısındaki artıú nedeniyle kamu iúletmeleri maliyetlerini düúürmek için yeniden yapılanma sürecine girmiúlerdir.31 Kamu sektöründeki örgütsel küçülme stratejisi (Downsizing) sanayileúmiú ve geliúmiú ülkelerin ekonomik reform programlarında hızla artarak kullanılan bir uygulamadır. Kamu sektöründe örgütsel küçülme ekonomik politikaların nihai amacı de÷ildir fakat ekonomik reformlar toplu halde iúten çıkarmayı gerektirebilir.32 Bu ba÷lamda, kamusal arz hizmet sunum yönteminin, özel arz yöntemine dönüútürülmesi de özelleútirmenin özel bir türü olan kamu kesiminin küçültülmesini ifade eder. Üretim araçları mülkiyetinden ba÷ımsız olarak, hizmet sunum yöntemi de÷iútirilerek bedelsiz kamusal arzın, fiyat karúılı÷ı özel arza dönüútürülmesi de kamu kesiminin küçültülmesini açıklar.33 Örnek verecek olursak, daha önceden devlet tarafından ücretsiz sunulan e÷itim ve sa÷lık hizmetleri, uygulanan politikalarla fiyat karúılı÷ı olarak özel kesim tarafından sunulmaktadır. Böylece devletin sunmuú oldu÷u hizmet, hem özel kesime gördürülür olmuú hem de vatandaúlara fiyat karúılı÷ı sunulmaya baúlanmıútır. 29 30 31 32 33 United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early Retirment Schemes &Voluntery Severance Pay”,1999, http://www.surfas.org/Papers/downsize.pdf (20.04.2009). ZEHøR, EKBER, TAù, s.647. Thomas D.LYNCH, Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be Formed? Right Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” , Management, Vol 2, No 3,1999, ss.149161. Martin RAMA,”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World Economic Review, Vol 13, No 1,Jan.1999 s.1. øzzettin ÖNDER,. “Özelleútirme”, 93–94 Petrol-øú, 1995, s.653. 440 Di÷er bir deyiúle, özelleútirme kavramı da e÷itim, sa÷lık ve di÷er sosyal hizmetlerin, özel sektörce sunumuna ba÷lı olarak refah devletinin küçültülmesi anlamına34 gelmektedir. Bununla birlikte, kamu kesiminin yürüttü÷ü bazı faaliyetleri durdurması, yaptı÷ı bazı harcamaları kısması da devletin küçültülmesi35 anlamına gelir. Çünkü devletin do÷rudan mal ve hizmet üretiminden çekilmesi söz konusu olabilece÷i gibi, daha önceden harcama yaptı÷ı alanlara harcama yapmayarak, kamu harcamalarının oranını azaltmakta ve buralarda oluúacak hizmet boúluklarının özel sektör tarafından üstlenilmesine zemin hazırlamaktadır. Aslında devletin yaptı÷ı úey, kendi görev tanımlamasını de÷iútirmektir. Bunların dıúında, devletin küçültülmesini iyi iúlemeyen, pahalı kamu hizmeti sunan, hantal ve yozlaúmıú bir kamu yönetiminden iyi iúleyen, daha etkili, daha verimli, daha hızlı ve daha ucuz kamu hizmeti sunan bir kamu yönetimine geçiú36 olarak bakanlar da vardır. Bu tarz yaklaúımın temelinde yatan ise, sosyal refah devletinin iúleyiúinden duyulan rahatsızlıktır. E÷er, sosyal refah devleti küçültülürse devletin daha iyi iúleyece÷i, ayrıca etkili, verimli, hızlı ve ucuz kamu hizmeti sunumu gerçekleúece÷i önkabullerine dayanmaktadır. Ama geçen zaman, bu önkabullerin do÷ru olmadı÷ını göstermiútir. Devletin küçültülmesi politikalarının, hizmet etkinli÷inin artırılması amacı, kamu yönetiminin belirlenen niteliklere uygun hale getirilmesini, görece apolitik ve bilimsel bir uyarlamayı gerektirir gibi görünmektedir. Fakat, sözü geçen politikaların ilk iki amacının çok daha köklü bir de÷iúimi, bir politik tercih de÷iúimi getirdi÷i söylenebilir.37 Devletin küçültülmesinden yana olan politikaların yönetsel boyutları belirlenirken, devletin rolünün yeniden tanımlanması, kamu kesiminin daraltılması ve hizmet etkinli÷inin artırılması ile ilgili üç temel amaç ön plana çıkmaktadır.38 Bu ba÷lamda belirtilen amaçlara ulaúabilmek için devletin parasal açıdan, personel istihdamı açısından, örgütsel açıdan ve yetkilerinin sınırlandırılması açısından küçültülmesi konuları ele alınacaktır. 34 35 36 37 38 John DODGSON, “Özelleútirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah Devleti, Eleútiriler, østanbul, Ba÷lam Yayıncılık, 1993, s. 262. øzzettin ÖNDER, “Özelleútirmeye Genel Yaklaúım”, Dünyada ve Türkiye’de Özelleútirme, Ankara: Türkiye Maden øúçileri Sendikası Yayını, 1994, s. 20. Burhan AYKAÇ, “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E÷ilimler”, G.Ü. ø.ø.B.F Dergisi Özel Sayı, 2002, s. 15. Birkan Uysal SEZER, "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartıúması", Amme ødaresi Dergisi, C.25, S.4, Aralık 1992, s. 5. TODAøE, Kamu Yönetimi Araútırması, Genel Rapor, Ankara, TODAøE Yayını, 1991, s.4. 441 2.2.1. Parasal Olarak Devletin Küçülmesi Parasal olarak devletin küçülmesi devletin gelirleri ve giderleri açısından küçülmesi anlamı gelmekte olup konu bu iki açıdan incelenecektir 2.2.1.1. Gelirler Açısından Devletin Küçülmesi Devletler kamu harcamaları için gerekli olan kayna÷ı vergi toplayarak ve di÷er bazı yollarla karúılamaya çalıúırlar. Bunların içinde vergi gelirleri di÷er gelirlerden daha önemlidir. Devletin küçültülmesi için, sadece kamu harcamalarının azaltılması de÷il vergilerin de düúürülmesi önerilmektedir. Verginin ne kadar ve hangi unsurlardan alınaca÷ı uzun dönemde harcamalar tarafından belirlense de, iktisat politikası aracı olarak da kullanılmaktadırlar. Vergi oranlarını düúürerek devleti küçültmeye çalıúmanın bazı riskleri vardır. Çünkü harcamalar aynı oranda azaltılamadı÷ında, mevcut harcamaları karúılayabilmek için borçlanma ve para basmanın riskleri üstlenilmek zorunda kalınabilir. Bu riskleri ortadan kaldırmanın mümkün olmaması durumunda, bütün gelir gider dengesinin bozulması söz konusu olacaktır. Vergi oranlarının düúürülmesindeki asıl amaç, sermaye sınıfı üzerindeki vergi yükünün hafifletilmek istenmesidir. Sermaye sınıfı derken sadece yerli sermaye sınıfını de÷il, küreselleúme ile birlikte önemi artan uluslararası sermaye sınıfı anlatılmak istenmektedir. Devlet mal ve hizmet üretiminden çekilecek, yatırım harcamalarını azaltacak politikalar uygulamaya baúladı÷ına göre, bu alandaki boúlu÷u yerli ve yabancı ayrımı kalmayan uluslararası sermaye ile kapatmayı düúünmektedir. Ancak uluslararası sermaye, yatırım yapaca÷ı yerlerde vergi oranlarının düúük olmasını istemektedir. Bu sebeple, bu yatırımları kendi ülkelerine çekmek niyetinde olan yerel devletler, vergi oranlarını düúürmek zorunda kalmıúlardır. Uluslararası sermaye, gitti÷i ülkelerde yüksek karlar elde etmeyi hedeflerken, o ülkelerin altyapı ve di÷er sosyal harcamalarına katılmak istememektedir. Devletin, sermayenin hareketlili÷inden dolayı kazanç ve servete müdahale olana÷ının zayıflaması ve rekabetin úiddetlenmesiyle, tahsil etti÷i vergi miktarı azalmaktadır. Sermaye sınıfından alınamayan do÷rudan vergiler yerine, dolaylı vergilerle sıradan vatandaúlardan daha fazla vergi toplanması yoluna gidilmiútir. Sonuç olarak, vergi yükünü düúürmek için adımlar atılmasına ra÷men, vergi gelirlerinde de bir düúüú gerçekleútirilmemiútir. Di÷er bir ifadeyle, vergi bakımından devlet küçültülememiútir. Ama do÷rudan vergi dolaylı vergi ayrımı yapılacak olursa, do÷rudan alınan vergiler bakımından devlet küçülmüú, dolaylı vergiler bakımından ise büyümüútür denilebilir. 442 2.2.1.2. Giderler Açısından Devletin Küçülmesi Kamu harcamalarının devletin küçültülmesinde önemli bir yeri vardır. Kamu harcamalarını verimsiz kabul eden ekonomik yaklaúımların etkisiyle, tüm uluslararası kuruluúlar, yeni kalkınma kurumlarının da etkisiyle, kamu harcamaları içinde “insan sermayesine” yönelik harcamalarla, di÷er harcamaları ayırmanın do÷ru olaca÷ı fikrinde birleúmiúlerdir. Sadece sa÷lık ve e÷itimin de÷il, konut, úehircilik ve kültürün de insan sermayesinin de÷erlenmesine yönelik harcamalar olarak algılandı÷ı bu yeni yaklaúım, devletin küçültülmesini de÷il, devletin varlık biçiminin de÷iútirilmesini önermektedir.39 Daha öncesinde, belirtilen bu yapısal uyarlama politikalarında devleti küçültmek, altyapı finansmanı ve yatırımlarında devletin geriye çekilmesi ve açılan alana piyasa mekanizmalarının yerleúmesi anlamına gelmekteydi.40 Giderler bakımından devletin küçültülmesi, kamu harcamalarının sınırlandırılması, kısılması anlamına gelir. Devletin küçültülmesi politikalarının uygulandı÷ı bir ülkede, normal koúullarda toplam devlet harcamalarının Gayri Safi Yurt øçi Hâsılaya oranının düúüú göstermesi gerekmektedir. Ayrıca, kamu tüketim harcamaları oranında da aúa÷ıya do÷ru bir e÷ilim yaúanması gerekir. Çünkü, devletin hizmetlerini yerine getirebilmek için istihdam etti÷i personeline ödenen ücretler, ayni ve sosyal yardımlar ile bu hizmeti üretmek için di÷er sektörlerden satın alınan mal ve hizmetlere iliúkin harcamalar, devlete ait binaların amortisman de÷erleri bu hesaplamanın içindedir. Devletin küçültülmesi için bütçe harcamalarının azaltılması gerekmektedir. Çünkü bütçe kalemleri içinde bulunan cari, yatırım ve transfer harcamalarının giderek arttı÷ı bu yüzden devletin büyüdü÷ü iddia edilmektedir. Onun için bütçedeki bu kalemlerin sınırlandırılması gerekmektedir. Personel ücretlerinin sabit tutulması, enflasyon oranında ücretlerin artırılmaması ve yeni istihdam yaratılmaması cari harcamalar içinde yer alan personel harcamalarını azaltacaktır. Devletin altyapı ve üretime yönelik yeni yatırımlar yapmaması, yatırım harcamalarını düúürecektir. Yatırım harcamalarının düúürülmesi, kamu harcamalarının azaltılmasında önemli bir etkendir. Transfer harcamaları devletin yeniden da÷ıtım iúleviyle ilgili oldu÷u için önem taúımaktadır. Neoliberal politikalar daha çok sosyal güvenlik transferlerinin azaltılarak kamu harcamalarının aúa÷ıya çekilmesini tavsiye etmektedirler. Böylece sosyal refah devletinin yeniden da÷ıtım mekanizması, emekçi sınıfların aleyhine bozulmak istenmektedir. 39 40 Ahmet øNSEL, Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, østanbul: Birikim Yayınları, 2004, ss. 209–210. Birgül A GÜLER. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266, 1996, s.155. 443 Yukarıda sözü edilen kalemlerin bütçe harcamaları içindeki oranları düúürülerek, devlet harcamalar bakımından küçültülebilir. Ancak kamu harcamalarını çok fazla aúa÷ıya çekmenin mümkün olmadı÷ı bilinmektedir. Bütün çabalara ra÷men, hala devlet en büyük harcamacı olarak gözükmektedir. Devlet, yapmıú oldu÷u harcamalarla aynı zamanda sermaye sınıfını desteklemektedir. Ayrıca, borçlanma politikalarıyla sermaye sınıfına faiz karúılı÷ında transferlerde bulunmaktadır. Sadece topluma do÷rudan mal ve hizmet üretiminde bulunmak için kamu harcamaları yapmamaktadır. Görüldü÷ü gibi harcamaların sınırlandırılmasından ziyade yönünün de÷iúmesi söz konusu olmaktadır. Bu sebeple, devletin harcamalar bakımından küçültülmesi hedeflenmiú olsa bile, bunu isteyenlerin taleplerini bile karúılayabilmek için devletin yine harcamalarını artırması gerekecektir. Bunun sebebini, kapitalist sistemin çeliúkilerinde aramak en do÷rusu olacaktır. 2.2.2. Personel østihdamı Açısından Devletin Küçülmesi Kamu personeli, do÷rudan vatandaúlarla sıcak temas kuran, onların gereksinimlerini karúılamakla görevlendirilmiú devlet denilen büyük örgütlenmenin ete kemi÷e bürünmüú her türlü eylemi yapmakta kullandı÷ı eli aya÷ıdır. Bu kimselerin sayısını azaltarak, devlet küçültülebilir. Nasıl ki devlet, mal ve hizmet sunarken aksamalara neden olmamak için yeni personel gereksinimi duyar ve ek bir istihdam sa÷larsa, sunmuú oldu÷u mal ve hizmet üretiminden çekilmesi durumunda da personel sayısını azaltmak zorunda kalabilir. Devletlerin uygulamıú oldu÷u istihdam politikaları, bu sayının artmasında ve azalmasında belirleyicidir. Örne÷in, sosyal refah devleti, do÷rudan mal ve hizmet üretiminde bulunan bir devlet oldu÷u için ciddi sayıda kamu personeline sahipti. Ama uygulanan devletin küçültülmesi ve özelleútirme politikaları, kamu personel sayısını azaltarak tasarruf sa÷lamayı amaçladı÷ından, bu sayı aúa÷ı çekilmek istenmektedir. Kamu personelinin azaltılması ile devletin önemli miktarda tasarruf edece÷i varsayılmaktadır. Sosyal refah devleti uygulamaları ile hem gelir olarak hem de çalıúma koúulları bakımından daha iyi olanaklar elde eden kamu emekçileri, sendikal örgütlenme haklarını da kullanarak daha iyi yaúam koúullarına kavuúma yolunda önemli mesafeler katetmiúlerdi. Devlet, ilke olarak, bu iú için ne kadar personel gerekiyorsa o kadar kiúiyle belirlenen hizmeti sunmaktaydı. Ancak devletin küçültülmesini savunanlar, devletin istihdam etti÷i personel sayısının gere÷inden fazla oldu÷u ve bu yüzden devletin hem pahalı hem de verimli hizmet sunamadı÷ını iddia etmiúlerdi. Özelleútirmeler yapılması, emekli olanların ve ölenlerin yerine aynı sayıda yenilerinin alınmaması, yeni kadroların sınırlı tutulması sonucu kamudaki personel sayısı 444 artıúı yavaúlatılmıútır. Sonuç olarak, personel sayısını azaltacak politikalar uygulayarak devletin küçültülmesi mümkündür. 2.2.3. Örgüt Olarak Devletin Küçülmesi Devletin do÷rudan mal ve hizmet üretiminden çekildi÷i alanlarda, devlet örgütlenmesi de bir yandan tasfiye edilmektedir. Çünkü önceden devletin bizzat kendi personeli ve araç-gereçlerini kullanarak yaptı÷ı bir kamu hizmeti, günümüzde imtiyaz ya da ihale gibi yöntemler41 kullanılarak özel sektöre yaptırıldı÷ı için, bir anda o hizmeti gören devlet kurumu atıl pozisyona düúmektedir. “Hantal Devlet” yakıútırmalarının temelinde, gereksiz oldu÷u düúünülen kamu birimlerinin devletin hareket kabiliyetini azalttı÷ı yönündeki eleútirileri vardır. Bu sebeple gereksiz birimlerin kapatılması istenmektedir. Böylece hem harcamalardan tasarruf edilece÷i hem de kamunun yönetiminin daha rahat gerçekleútirilece÷i hesap edilmektedir. Artık devletin sundu÷u birçok hizmet özel sektör eliyle gerçekleútirildi÷i için, bu faaliyet alanlarında yeni yeni özel sektör kuruluúları do÷maya baúlamıútır. Devlet bizzat hizmet ve mal üretiminden geri çekilirken, di÷er bir ifadeyle küçülürken, özel sektörün büyüdü÷ü görülmektedir. Devletin yaptı÷ı iúi yapan birden fazla sayıda özel sektör kuruluúu, ihale gibi yöntemlerle bu hizmetlerin sunumunu gerçekleútirmektedirler. Özel sektör firmaları kendi personelleri ve araçlarını kullanarak, daha önceden kamunun yerine getirdi÷i hizmetleri, sunmaktadırlar. Devletin bir giriúimci olarak ekonomik hayata katılması sonucu ortaya çıkan Hizmet Yerinden Yönetim Kuruluúlarının kurulmasıyla, nasıl genel devlet örgütü büyümüúse, bunların kapatılmasıyla da devlet küçültülebilir. Özellikle bunlardan, iktisadi kamu kurumları önemli yer tutmaktadır. Devletin piyasa mallarının üretiminden çekilmesi, Kamu øktisadi Teúebbüs’lerin özelleútirilmesi veya kapatılması anlamına gelmektedir. Böylece özel sektöre, yeni karlılık alanları açılmıú olmaktadır. Önce birço÷u yerli sermayeye satılırken, ilerleyen zaman içerisinde onların uluslararası sermayeye hisselerini devrettikleri bilinmektedir. Bu süreç dünyada da çok farklı iúlememiútir.42 Sonuç olarak, hizmet yerinden yönetim kuruluúlarının yani kamu iktisadi teúebbüslerinin özelleútirilmeleri ya da kapatılmalarıyla birlikte, genel olarak devlet küçültülmüútür denebilir. 41 42 Nihat FALAY, “Özelleútirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelleútirme Tartıúmaları, Ba÷lam Yayıncılık, østanbul, 1994, ss. 21–30. Cevat KARATAù ve Ziya ÖNøù, Dünyada Özelleútirme ve Türkiye, østanbul, TÜSES, 1994, s.12. 445 2.2.4. Merkezi Yetkileri Bakımından Devletin Küçülmesi Kamu yönetiminde merkezi örgütün hiyerarúi ve vesayet iliúkisi içerisinde oldukları birimlerin sayısının azalmasıyla, kullandıkları yetkiler de azalmaktadır. Bunun sonucu merkezi devlet, bir takım yetkileri bakımından küçülmüútür denilebilir. Devletin piyasaları düzenlemek için yaptı÷ı bir takım müdahaleleri vardır. Toplu sözleúme düzenini úekillendirir; en büyük iúveren oldu÷u için ücret düzeyine müdahale eder, faize, döviz kuruna, destekleme politikaları ile de tarıma müdahale eder; üretim ve pazarlama standartlarına, sübvansiyon ya da cezalandırma politikaları ile fiyatlara müdahalelerde bulunur. Ayrıca ekonomik yaúamı etkileyen kuralları meydana getirmeye yönelik rekabet yasası, borçlar yasası, ticaret yasası, tüketiciyi koruma yasası gibi yasal kurumsal düzenlemeleri de devlet yapar. Düzenleme yetkisini elinde bulunduran devlet, bu yetkileri arttıkça, aynı zamanda yetkileri bakımından da büyümektedir. Devletçilik ya da karma ekonomik düzenin uygulandı÷ı ülkelerde bu durum gayet normalken, serbest piyasa ekonomisi koúullarında normal de÷ildir. Serbest piyasa ekonomisini öne çıkaran neoliberal politikalar, devletin müdahale ve düzenleme kapasitesinin gevúetilmesini talep etmiúlerdir. Böylece, devletin müdahalesi olmadan serbest piyasa ekonomisi, iúleyiúini sürdürecek ve devlet yetkileri açıúından sınırlandırılmıú olacaktır. Sözü edilen durumu anlatan deregülasyon kavramıdır. Bu kavram, devletin merkezi ya da yerel kurumu tarafından kullanılan bir yetkinin, özel sektöre ya da sivil toplum kuruluúuna devredilmesini anlatırken, aynı zamanda, devletin tekelci yetkilerinin devletin elinden alınıp özel sektöre bırakılmasını da kapsamaktadır.43 Sonuç olarak deregülasyon devleti yetkisi bakımından küçültmüútür. Piyasa adına, piyasa için, toplumu piyasa gibi organize eden her karar, yasa, yönetmelik, genelge, üst kurul talimatı regülasyon düzenlemesi olarak nitelenmektedir. Regülasyon düzenlemeleri sayesinde, Türkiye’de üst kurullaúma yaygınlaútırılmıú ve üst kurullardaki bürokrasinin kendi baúına kullandı÷ı kamu iktidarı, en azından teoride halk adına kullandı÷ı iktidarı, özel sektör ve sermaye tabanlı sivil toplum kuruluúları ile paylaúılmıútır.44 Görüldü÷ü gibi, regülasyon düzenlemeleriyle devlet küçültülmüútür. Di÷er bir ifadeyle, kamu iktidarının kullanımına bir sınırlama getirilmiútir. Yerelleúme ile merkezi yönetimden, özelleútirme ve özel sektörleúme ile her düzeydeki devletten kurtulma ve kamu gücünü devlet dıúına taúımak 43 44 Birgül Ayman GÜLER, “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve Uluslararası Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18-19 Aralık 2003, ønönü Üniversitesi Malatya, ùubat 2004, s. 145. Birgül A. GÜLER, “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet, KøGEM Sempozyum Bildirileri 18-19 Nisan 2003, Ankara, 2004. ss. 362–363. 446 mümkündür. Yeni sa÷, tek tek ülkelerde ve genel olarak dünyada toplumsal ve kamusal olan hiçbir alanın kalmamasını ve tüm yaúamın, kapitalist üretim iliúkilerinin egemenli÷ine terk edilmesini istemektedir.45 Yerel yönetimlerin yatırım kapasitesinin artması sonucu, yerel yönetim yatırım alanı dıú mali sermayeye açılmıútır. Yerel yönetimlerde finansman boyutunda gerçekleúen durum devletin küçülmesi, devletin geriye çekilmesinden baúka bir úey de÷ildir. Kamu sektörünün geri çekilmesi sonucu, özel sektöre daha fazla hareket alanı tanıma olana÷ı yerel yönetimler düzeyinde de yaúanmıútır. Kısacası, bir yandan kamu, özel sektör lehine geriye çekilmiú, di÷er yandan belediyeler ve öteki kamu kurumları iúlerini özel sektöre açmıúlardır.46 Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında, kamu örgütlerinin sayı ve çeúitlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda çalıúan personelin sayısında düúme olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır.47 2.3. Kamu Yönetiminde Küçülmenin (Downsizing); 2.3.1. Faydaları Kamu örgütlerinin küçültülmesi, bu çerçevede, tek otorite altında tek merkezden yönetilen örgütün parçalarına ayrılması, her bir parçanın kendi içinde hizmetin bir bölümünü yüklenmesi, kullanabilecekleri ba÷ımsız bütçelerinin olması, iúlevsel etkinlik, verimlilik ve ekonomi sa÷lanması açısından gerekli görülmektedir. Bürokratik örgütlenmelerde örgütün parçalarına ayrılması, geleneksel yönetim-örgüt ilkelerinin belirtti÷inin aksine, aynı iúleri yapan birden fazla birimin oluúturulması, bu birimlerin birbirleriyle ve özel sektör kuruluúlarıyla rekabete açılması ba÷lamında önem kazanmaktadır.48 Kamu örgütlerinin küçültülmesine yönelik olarak kamu-özel sektör iúbirli÷i kurumsallaútırmaya çalıúılmakta, sözleúme mekanizmasının geliútirilip genelleútirilmesi benimsenmektedir. Bu úekliyle kamu örgütü ya da biriminin temel iúlevi sözleúmeye konu olan amacın tanımlanması, standartlaútırılması ve de÷erlendirme ölçütlerinin geliútirilmesi ve denetlenmesi gibi iúlevler olmakta, do÷rudan hizmet-mal üretimine girilmesi mümkün oldu÷unca istenmemektedir. Bu durum, iúgörenler ve yöneticiler için yeni uzmanlık bilgi ve becerilerinin 45 46 47 48 Birgül A GÜLER. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266, 1996, s. 78. Birgül Ayman GÜLER, “Küreselleúme Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil Toplum øçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı÷ı Seminerleri, østanbul: Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, 1999, ss. 147–148. Halevy-Etzioni EVA, Bureaucracy and Democracy, London, 1985, ss. 138–140. A.ùinasi AKSOY. “Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003. s. 557. 447 gereklili÷ini ortaya çıkarmaktadır. Sözleúme hazırlama, uygulama, pazarlık süreçlerinin düzenlenmesi, yürütülmesi ile rekabet ortamında çalıúabilme gibi beceriler ve yetenekler önem kazanmaya baúlamıútır.49 Devletin küçülmesi olarak ifade edilen, devletin belli baúlı ekonomik faaliyetlerden geri çekilmesi ve topluma daha fazla tercih ve özgürlük tanımak anlamında özelleútirme gerçekten devletin küçültülmesinde çok önemli bir araçtır. Aynı zamanda birden fazla iúlev gören bir araçtır. Bir yandan özelleútirmeyle Kamu øktisadi Teúebbüsleri satılırken devlet üretimden çekilmekte, di÷er yandan özelleútirilen kuruluúlardan personel çıkarılmasıyla personel sayısı azalmakta, ayrıca sayı olarak bu kuruluúların azalmasıyla örgüt olarak devlet küçülmekte, bütçeden bunlara ayrılan transferler azaltılarak kamu harcamalarından tasarruf edilmektedir. Devletin personel açısından küçülmesi çalıúanlar arsında rekabetin geliúmesini, çalıúanların yeteneklerinin etkin bir úekilde kullanımının gerçekleúmesini ve kariyer geliúim imkânlarının ortaya çıkmasını sa÷laması açısından önem arzetmektedir. Devlet bütçesinin küçülmesi;50 • Kamu finansmanına katılım açısından sermayeye ek yükler gelmesinin önlenmesi • Küçültülen bütçenin ortaya çıkarabilece÷i kaynak fazlasının do÷rudan veya dolaylı olarak sermayenin daha fazla yönlendirebilece÷i bir biçimde kullanımı • Devletin çekildi÷i sosyal hizmet alanının sermayeye sundu÷u yeni de÷erlenme olanaklarının kullanılması yani sermayenin e÷itim, sa÷lık ve sosyal sigortacılık gibi alanlara daha fazla girebilmesinin koúullarının yaratılması gibi sonuçları olabilecektir. 2.3.2. Riskleri Devleti küçültme politikalarıyla, devlet, sırtındaki yüklerden kurtarılmaya çalıúılırken, toplumdaki eúitsizlikler daha da derinleúebilir. Libertarian anlayıúa geri dönüú, devleti bir anda sadece güvenlik ve adaleti sa÷layan bir kurum olmaya itmiú, sosyal devlet anlayıúı sıfırlanıp ve toplumda eúitsizlikler daha da artabilir.51 ønsan kaynakları açısından örgütsel küçülme stratejisi uygulamaları sırasında elde edilen bilgilere göre kamu sektöründeki yüksek kalitedeki emek 49 50 51 AKSOY, s. 558. O÷uz OYAN, ”Bütçelerin De÷iúen Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen.org.tr/pdf/ 1640.pdf (20.04.2009) s.1. Nevzat SAYGILIOöLU ve Selçuk ARI, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı ve Politika Önerisi, 1.basım, østanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2003, s.43. 448 gücüne sahip olanlar, özel sektörde daha çok iú fırsatlarına sahip iken yüksek kalitede emek gücüne sahip olmayanlar ise, yeni iúler bulmakta zorlanmaktadırlar. Bu nedenle downsizing uygulamasında genellikle kamu kesimi yüksek kalitedeki iúgücünü özel sektöre kaptırabilmektedir. Böyle bir durum ise, kamu iúletmelerinde örgütsel küçülmeden beklenen sonuçların alınmasını engelleyebilece÷i gibi daha da baúarısız olmasına neden olabilir.52 Yapılan araútırmalar sonucunda küçülmenin insan kaynakları açısından di÷er olumsuz sonuçları; personelde yaratıcılı÷ın kaybedilmesi, de÷iúime direncin artması, düúük moral seviyesinin oluúması, çalıúanların stres ve kaygılarının artması, örgüte olan güven ve ba÷lılı÷ın azalması, örgüt içinde çatıúmalar artması, örgütsel hafıza kaybına sebep olunması, performansın azalması, çalıúmaya devam edenlerde suçluluk duygusu oluúması úeklinde ortaya çıkmıútır.53 Finansal ve maliyet açısından ise; yeniden yapılanma sürecinde rekabet gücünün zayıflamasına, plansız örgütsel küçülme örgütün sorunlar yaúamasına, personel sayısında azalma nedeniyle verimlilik ve performans azalmasına ve müúterilerle olan iliúkiler bozulmasına yol açtı÷ı belirlenmiútir.54 3. SONUÇ Devletin küçültülmesi, aslında bütün devlet yapısının baútan aúa÷ıya yeniden yapılandırılması anlamına gelmektedir. Devletin asli görevlerine çekilmesi, yalnızca iç güvenlik, dıú güvenlik ve adalet hizmetlerinin sunumunu üstlenmesi, daha öncesinde yaptı÷ı bir çok görevi terk etmesi, personel sayısını, harcamalarını azaltması ve örgüt yapısını daraltması sonucunu do÷urur. Dolayısıyla, devletin daha öncesinde yaptı÷ı birçok hizmetin sunumunu devlet dıúı kuruluúların üstlenmesi söz konusu olmaktadır. Toplum tarafından gereksinim duyulan bu hizmetler hala önemini korumaktadır. Bu yüzden hizmetlerin bir úeklide birileri tarafından sunulması gerekmektedir. Bu sunum ya devlet eliyle ya da devlet dıúı örgütler eliyle gerçekleútirilecektir. Devletin hizmet sunumuna yaklaúımı ile özel sektörün bu sunuma yaklaúımı farklılık arzetmektedir. Çünkü devlet hizmet sunarken öncelik kamu yararına verilmekte iken, özel sektör hizmet sunarken kar amacı taúımaktadır. Baúta e÷itim, sa÷lık, enerji, haberleúme, altyapı vs. olmak üzere, bu hizmetleri sunumundan elde edilecek karın miktarı ulusal ve uluslararası sermayenin dikkatini çekecek kadar büyüktür. Ama sosyal refah devletinin belirtilen bu sektörlerde ve daha birçok sektörde tekel konumunda olması ve bu hizmetleri do÷rudan kendisinin 52 53 54 Doh-Sin JEAN, Jean-Jacques LAFFONT, “The Efficient mechanism For Dowsizing the public Sector”, The World Economic Review, Vol 13, No 1 jan 1999,s.67. Sevcan GÜLEÇ, “Küçülen Devlette Yaúanan Örgütsel Davranıú Sorunları (Karaman Köy Hizmetlerinde Bir Uygulama)” 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Osmangazi Üniversitesi, Eskiúehir,2004, s.702. GÜLEÇ, s.702. 449 sunması, sermaye sınıfını zor durumda bırakmıútır. O yüzden sosyal refah devletinin artık küçültülmesi gerekti÷i ileri sürülmüútür. Her ne kadar sosyal refah devleti küçültülmeye çalıúılsa da yerine getirilmek istenen devlet biçiminin de düzenleyici bir tarafının oldu÷u söylenebilir. Devletin üretim ve ticaretin yanında, do÷rudan hizmet sunumundan çekildi÷i ve daha ziyade temel politikalar ve stratejik konularla ilgilendi÷i görülmektedir. Genel olarak devletin sorumlulu÷unda olan politika tespiti ile anayasal bir yetkinin ya da kamu gücünün kullanılmasını gerektiren düzenleme yapılması ve hizmet sunum iúleri bakanlıklara bırakılmalıdır. Devletin mal ve hizmetlerin do÷rudan üreticisi olma rolünden geri çekiliúinin çeliúkilerinden biri, kendisinden ayırdı÷ı iúlevler üzerinde denetimi devam ettirmek için, düzenleme aygıtının geniúlemesi olmuútur. Geniú anlamda düzenleme, piyasa aktörlerinin davranıúını idari veya yasal olarak denetlemek üzere, devletin tüm müdahalede bulunma úekilleri olarak tanımlanabilir. Devlet piyasa ekonomisinin iúlemesi için mülkiyetin, sözleúmenin, alıúveriúin ve zararın genel çerçevesini kurar. Yasal parayı piyasaya arz eder, paranın ödünç verebilece÷i faiz oranlarını denetler, iúyerlerinin açılıú saatlerini belirler, iúçilerin çalıúma yaúına ve belirli grupların çalıúabilece÷i saatlere sınır koyar. østihdamın belirli biçimlerini kayıt altına alır, kaydolmamıú kiúilerin çalıúmasına yasak getirir. Tüketicilerin korunması için yasalar çıkarır, mali kurumların kredi sunumunu kontrol altında tutar, besin maddelerinin kalitesini korur, çevre kirlili÷ini denetim altında tutar. Devlet eliyle devletin küçültülmesinin beklenen sonuçları arasında, kamu örgütlerinin sayı ve çeúitlerinin azaltılması, paralel olarak da buralarda çalıúan personelin sayısında düúme olması, sonuçta da bütçe kaynaklarından bu amaçla ayrılan payın azaltılması yer almaktadır. Bu durum mevcut bazı örgütleri ortadan kaldırsa bile, yeni iúlevlerle yenilerinin oluúmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Makro düzeyde, personelin niteli÷inin de÷iúti÷i gözlenmektedir. Bu politikaların uygulanması, bazı örgütleri devreden çıkarmaktadır ve burada çalıúanların bir kısmının di÷er kamu örgütlerine aktarılarak muhafaza edilmesi, bir kısmının ise özel yönetimce görevden uzaklaútırılması söz konusu olmaktadır. Uygulamalar, geleneksel kamu örgütlerinin yanında uzmanların a÷ırlıklı olarak istihdam edildi÷i yeni örgütlerin kurulmasını gerekli kılmaktadır. Devletin çözülmesi sürecinde deregülasyondan sonra en etkili araç özelleútirme olmuútur. Do÷rudan satıú baúta olmak üzere, ihale, imtiyaz sözleúmeleri, hisse devri gibi birçok yöntem, özelleútirme kapsamında kullanılmıútır. Fakat geliúmiú dünyanın büyük bölümünde devlet, en büyük ve en belirleyici ekonomik aktör olmayı sürdürmektedir. Devletin küçültülmesinin bir sınırı oldu÷u unutulmamalıdır. Rakamlara bakıldı÷ında, böyle bir yaklaúımın öncü ülkelerinde bile, kamudaki iúgücü azalmasının %10’u geçmedi÷i, yalnızca kamudaki büyümenin durduruldu÷u; merkezi idarede aúırı azalmalar olmuú olsa 450 da, bunların yerel idarelerde görülen artıúlarla dengelendi÷i gözlenmektedir. Bu nedenle, devletin ekonomik hayattaki vazgeçilmez yeri ve rolü sürmektedir. Postmodern anlayıú kamu yönetiminde bürokrasinin karúısına sivil toplum örgütlerini çıkarmaya çalıúmıú, devletin yetki ve görevlerinin sivil toplum örgütlerine ve özel sektöre aktarılması gerekti÷ini vurgularken, piyasanın ve sivil toplumun geliútirilmesini önemsemiúti. Ancak Dünya Bankasının raporuna göre; geliúmekte olan ülkelerde devletin, mülkiyet hakları, yol, sa÷lık ve e÷itim gibi temel kamu hizmetlerini bile gerçekleútiremedi÷i, eksikliklerin büyük krizlere yol açtı÷ı, anlaúılmaktadır. Bu ülkelerde bir yandan kiúiler ve úirketler vergi ödemekten kaçınırken di÷er yandan bozulan kamu hizmetlerine tepki göstermekteler, bu durum hizmetlerin daha da bozulmasına yol açmaktadır. Verilen sözlerin uzun vadede yerine getirilememesi, kimi yerlerde devletin çökmesine neden olurken, merkezi planlamanın tasfiyesi ise yeni sorunları beslemiútir. Durum o kadar kötüleúmiútir ki, ortaya çıkan ara dönemde, vatandaúların, hukuk ve düzen gibi temel kamu hizmetlerinden bile mahrum kaldıkları ifade edilmektedir. Özellikle geliúmekte olan ülkelerde yerel yönetimlerin altyapı konusunda önemli eksiklikleri vardır. Ama birço÷u yeterli gelir kaynaklarına sahip olmadıkları için, bu hizmetleri yerine getirme iúini uzun zamana yaymaktadır. Uluslararası kredi kuruluúları burada devreye girerek, ellerindeki sermayeyi yerel yönetimlere borç verebilecek bir ortamın yaratılması için çaba göstermektedirler. Çünkü uluslar arası sermaye için yerel yönetimler cazip yatırım alanlarına sahiptir. Dolayısıyla, özelleútirmeyle merkezin bir takım yetkilerinin önce yerel yönetimlere ardından da özel sermayeye aktarılması söz konusu olmaktadır. Bütün bu geliúmelerin yönetilebilmesi açısından yerel yönetimler en uygun ölçe÷i oluúturmaktadır. Burada küreselleúme, özelleútirme ve yerelleúme iliúkisi bütün çıplaklı÷ıyla ortaya serilmektedir. øster kamu sektöründe isterse özel sektör de olsun küçülmenin en büyük etkisi istihdam alanında yaúanacaktır. Çalıúanların erken emekli edilmesi veya iúten çıkarma tazminatları verilmesi gibi yaklaúımlarla gerçekleútirilmek istenmekte ancak küçülmenin beraberinde getirdi÷i bir çok soruna sebep olmaktadır. Çalıúanlar alınan bu karardan do÷rudan etkilenecek ve gerek geride kalan çalıúanlar gerekse iúten ayrılan çalıúanlar önemli örgütsel sorunların yaúanmasına sebep olacaktır. Bu sorunların daha az yaúanması ve etkisinin en az düzeyde hissedilmesi için planlı çalıúmalar yapılmalı, kararlarla ilgili gerekli bilgilendirme ve úeffaflık sa÷lanmalıdır. Devletin görevlerinin sınırlanması, onun birçok görevini terk etmesi anlamına gelir. Görevleri azalan devlet, personel sayısı ve örgüt yapısı açısından negatif yönlü bir de÷iúim geçirir. Bu de÷iúim personel ve örgüt bakımından yalnızca niceliksel bir de÷iúimi de÷il, niteliksel bir de÷iúimi de beraberinde getirir. Devletin küçültülmesi politikası devletin iúlevini 451 de÷iútirerek görülebilir. “postmodern devlet” yaratma politikasının bir parçası olarak KAYNAKÇA AKSOY, A.ùinasi,“Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi, Yargı Yayınevi, Ankara, 2003. AYKAÇ, Burhan “21.Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni E÷ilimler”, G.Ü. ø.ø.B.F Dergisi, Özel Sayı, 2002. BIÇKI, Do÷an “Modernizm ve Postmodernizm,” http://www.isguc.org/arcview, (12.04.2009). 2004, ÇABUKLU, Metin, Postmodern Toplumda Kriz ve Siyaset, Kanat Yayınları, østanbul, 2004. DODGSON John, “Özelleútirme”, (Çev. Zeynep Bilgin), Liberalizm, Refah Devleti, Eleútiriler, Ba÷lam Yayıncılık, østanbul 1993. EAGLATON, Terry Postmodernizmin Yanılsamaları, Ayrıntı Yayınları, (Çev. Mehmet Küçük), østanbul, 1999. ERGUN, Turgay, “Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” Amme ødaresi Dergisi, Cilt 30, Sayı: 4, Aralık l997. EVA Halevy-Etzioni, Bureaucracy and Democracy, London, 1985. FALAY, Nihat “Özelleútirme Yöntemleri ve Sorunları”, Özelleútirme Tartıúmaları, Ba÷lam Yayıncılık, østanbul, 1994. FøùEK, Kurthan Yönetim, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara,1979. GÜLEÇ, Sevcan Küçülen Devlette Yaúanan Örgütsel Davranıú Sorunları (Karaman Köy Hizmetlerinde Bir Uygulama) 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Osmangazi Üniversitesi, Eskiúehir,2004. GÜLER, Birgül A Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266. GÜLER, Birgül Ayman “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın Ulusal ve Uluslar arası Boyutları” , Kamu Yönetimi 1. Ulusal Kurultayı, 18–19 Aralık 2003, ønönü Üniversitesi Malatya, ùubat 2004. GÜLER, Birgül A. “Devlet Reformu Sorunu”, Liberal Reformlar ve Devlet, KøGEM Sempozyum Bildirileri 18–19 Nisan 2003, Ankara, 2004. GÜLER, Birgül A. Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi, Yapısal Uyarlama Politikaları, Ankara, TODAøE, Yayın No: 266, 1996. GÜLER, Birgül Ayman “Küreselleúme Döneminde Yerel Yönetimler”, Sivil Toplum øçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Kitaplı÷ı 452 Seminerleri, østanbul: Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi (WALD) Yayını, 1999. GÜLER, Birgül Ayman Yeni Sa÷ ve Devletin De÷iúimi-Yapısal Uyarlama Politikaları, TODAøE Yayınları, Ankara. 1996. øNSEL, Ahmet Neo-Liberalizm, Hegemonyanın Yeni Dili, østanbul: Birikim Yayınları, 2004. JEAN, Doh-Sin Jean- LAFFONT, Jacques “The Efficient mechanism For Dowsizing the public Sector”, The World Economic Review, Vol 13, No 1 jan 1999. KARATAù Cevat ve Ziya ÖNøù, Dünyada Özelleútirme ve Türkiye, østanbul, TÜSES, 1994. KENNETH, Kernaghan “The Postbureaucratic Organization and Public Service,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000. LYOTARD, Francois / Jurgen HABERMAS,/ Fredrick JAMESON, Postmodernizm, Kıyı Yayınları, (Çev. Nemci Zeka), østanbul, 1990. LACLAU, Ernesto Postmodernist Burjuva Liberalizmi øçinde (Çev. Yavuz Alagon), Sarmal Yayınevi, østanbul, 1995. LYNCH, Thomas D. Peter L.Cruise, “Can The Public Sector Leviathan Be Formed? Right Sizing Possibilities For The Twenty-First Century” , Management, Vol 2, No 3,1999. MONTGOMERY,Van, Wart Changing Public York:Garland Publishing , Inc., 1998. Sector Values, New OYAN, O÷uz”Bütçelerin De÷iúen Yapısı” http://e-kutuphane.egitimsen. org.tr/ pdf/ 1640.pdf (20.04.2009). ÖöÜT, Âdem, Bilgi Ça÷ında Yönetim, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları, 2001. ÖNDER, øzzettin. “Özelleútirme”, 93–94 Petrol-øú, 1995. ÖNDER, øzzettin “Özelleútirmeye Genel Yaklaúım”, Dünyada ve Türkiye’de Özelleútirme, Ankara: Türkiye Maden øúçileri Sendikası Yayını, 1994. ÖZTÜRK, Namık Kemal “Hiyerarúi ve Demokrasi økilemi”, Türk ødare Dergisi, Yıl 69, Mart l997, Sayı:414. PALABIYIK, Hamit “Yönetimden Yönetiúime Geçiú ve Ötesi Üzerine Kavramsal Açıklamalar, Amme ødaresi Dergisi, 37/1 Mart, 2004. RAMA, Martin”Public Sector Downsizing:An Introduction”,The World Economic Review,Vol 13, No 1,Jan.1999. 453 ROMZEK, Barbara S. “Dynamics of Public Sector Accountability in an Era of Reform,” International Review of Administrative Sciences, Vol.66, No.1, March 2000. ROSENAU Pauline Marie, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, (Çeviren: Tuncay Birkan), Bilim ve Sanat /Ark Yayınları, Ankara. 1998. SARAN, Ulvi “Küresel De÷iúim Dinamiklerinin Kamu Yönetimi Alanındaki Etkileri”, Türk ødare Dergisi, Yıl: 73, Sayı: 433, Ankara.2001. SAYGILIOöLU Nevzat ve ARI Selçuk, Etkin Devlet, Kurumsal Bir Tasarı ve Politika Önerisi, 1.basım, østanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2003. SEZEN, Seziye Türkiye’de Plânlama, TODAIE Yayınları, Yayın No: 293, Ankara, 1999. SEZER, Birkan Uysal "Büyük Devlet-Küçük Devlet Tartıúması", Amme ødaresi Dergisi, C.25, S.4, Aralık 1992 . SEZGøN, Ömür, (Tarihsiz), Siyasi Düúünceler Tarihi Ders Notları, Bilgi Fotokopi, Ankara . ùAYLAN, Gencay, Postmodernizm, ømge Kitabevi, Ankara, 2002. ùAYLAN, Gencay Ça÷daú Düúünce Akımları: Postmodernizm, (Ders Notları), TODAøE Yayınları, Ankara, 1996. ùENER, Hasan Engin “Bilim Kuramı Bakımından Postmodernizm ve Kamu Yönetimi,” (1999/2000 Ö÷retim Yılı -Yayımlanmamıú- Kamu Yönetimi Bölümü Bitirme Tezi), Ankara, Haziran. 2000. ùEYHANLIOöLU, Hüseyin “Postmodern Kamu Yönetiminde E-Devlet”, http://www.icislerigov.tr/icisleri/TurkIdareDergisi/UpLoadedFiles/ Huseyin_Seyhan81-106. doc (21,04,2009). TODAøE, Kamu Yönetimi Araútırması, Genel Rapor, Ankara, TODAøE Yayını, 1991. United Nations Development Programme “Public Sektör Downsizing Early Retirment Schemes &Voluntery Severance Pay”,1999, http://www.surfas.org/ Papers/downsize.pdf (20.04.2009). ZEHøR, Cemal Akgün A. EKBER, Hatice TAù “Türk Kamu Bankalarında Örgütsel Küçülme Uygulamalarının Çalıúanlar Üzerine Etkilerine Yönelik Bir Saha Araútırması”, 11. Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Afyon, 2003. http://osman.borutecene.com/postmodern-kelimesi-bir-terim-olarak-neyi-tanim lar-ne-anlama-gelir-ne-demektir/ (27.04.2009). 454 MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARI ve MUHASEBE UYGULAMALARI Doç. Dr. Raif PARLAKKAYA* ÖZET Müúteri sadakat programları son yıllarda oldukça yaygınlaúmıútır. Birçok iúletme müúterilerinin ba÷lılıklarını sa÷lamak ve satıú hacimlerini artırmak için müúteri sadakat programları uygulamaktadır. Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK) “Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TFRS) Yorum - 13 Müúteri Sadakat Programları”nı yayınlamıútır. Bu yorum müúterilerine sadakatlerini ödüllendirmek için puan veya seyahat mili gibi mal veya hizmet sa÷layan iúletmeler tarafından yapılacak muhasebe uygulamasını göstermektedir. Bu çalıúma, TFRS Yorum 13’e göre, müúteri sadakat programlarının muhasebe uygulamasını açıklamaktadır. Anahtar Kelimeler: Müúteri Sadakati, Müúteri Sadakat Programları, TMS 18 Hasılat, TFRS Yorum 13. ABSTRACT Accounting For The Customer Loyalty Programmes Customer loyalty programmes have grown more widespread in recent years. Many entities use customer loyalty programmes to retain their customers and increase sales volumes. Turkish Accounting Standards Board issued Turkish Financial Reporting Standards(TFRS) Interpretation - 13 Customer Loyalty Programmes that addresses accounting by entities that grant loyalty awards credits (such as points or travel miles) to customers who provide goods or services. This study explains the recognition of customer loyalty programmes according to IFRIC 13. Keywords: Customer Loyalty, Customer Loyalty Programmes, TMS 18 Revenue, TFRS Interpretation 13. GøRøù Günümüzde gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde piyasaya katılan firma sayısının giderek artmasıyla arz eksi÷i olan ekonomilerden arz fazlası olan ekonomilere do÷ru bir kayıú gerçekleúmiútir. Bu durum pazarlama anlayıúını de÷iútirmiú, firmaya dönük anlayıútan tüketiciye dönük anlayıúa yönelmeyi sa÷lamıútır. Baúlangıçta üretim ve satıúa dönük olan pazarlama, giderek topluma, pazara, tüketiciye dönük hale gelmiútir. Bu süreçte, iúletmelerin pazarlama departmanları devreye girmekte ve modern dünyanın mevcut úartlarında rekabet üstünlü÷ü elde edebilmek için çeúitli arayıúlar içerisinde * Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Ö÷retim Üyesi 455 sürekli yeni stratejiler geliútirmeye çalıúmaktadır. øúletmeler öncelikle mevcut müúterilerini elde tutarak, yeni müúteriler kazanmak ve bu müúterilerin iúletmeye ba÷lılı÷ını yani sadakatini sa÷lamak durumundadır. Bu amaçla iúletmeler müúteri sadakati programları oluúturmaktadırlar. Müúteri sadakat programları, iúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, pazardan daha fazla pay alabilmeleri ve buna ba÷lı olarak karlılıklarını artırabilmeleri için müúteri sadakati oluúturmayı amaçlamaktadır. Müúteri memnuniyetini sa÷lama sürecinde yapılan ve “müúteri sadakat programları” olarak adlandırılan bu faaliyetlerin iúletmelere bir maliyeti vardır. Söz konusu maliyetlerin iúletmenin muhasebe sistemi içerisinde ne úekilde yer alması gerekti÷i konusunda tartıúmalar bulunmaktadır. Muhasebe ve finansal raporlamada uluslararası uyumu hedefleyen Uluslararası Muhasebe/Finansal Raporlama Standartları ortak bir uygulamanın varlı÷ını gerekli kılmaktadır. Ancak mevcut uygulamalarda birçok farklı görüú ve fikir ayrılıklarının bulunması farklı uygulamalara sebep olmakta, bunun sonucunda finansal raporların güvenilirli÷i ve karúılaútırılabilirli÷i konusunda tereddütler oluúmaktadır. IASB ve buna paralel olarak TMSK yayınladı÷ı yorumlarla bu tereddütleri ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla IASB (TFRS) Yorum 13 bu konuda ortak bir muhasebe ve raporlama sürecine hizmet etmek için hazırlanmıú olup, müúteri sadakat programlarının muhasebeleútirilmesine iliúkin bir rehber niteli÷indedir. Bu çalıúmanın amacı, müúteri sadakat programlarının TFRS Yorum - 13 kapsamında muhasebeleútirme uygulamasını ortaya koymaktır. Bu amaçla öncelikle müúteri sadakat programları ile ilgili genel bilgiler verilmiú, daha sonra söz konusu programların muhasebe uygulaması örnekler yardımıyla açıklanmaya çalıúılmıútır. 1.MÜùTERø SADAKATø PROGRAMLARI VE MÜùTERø SADAKAT Müúteri sadakati müúterinin bir iúletmeye ya da bir markaya ba÷lılı÷ıdır. Müúteri sadakati için müúteri memnuniyeti sa÷lamaya yönelik çeúitli çalıúmalar yapılmaktadır. øúletmeler öncelikle mevcut müúterilerini elde tutarak, yeni müúteriler kazanmak ve bu müúterilerin iúletmeye ba÷lılı÷ını yani sadakatini sa÷lamak durumundadırlar. Bu amaçla iúletmeler müúteri sadakati programları oluúturmaktadırlar. Müúteri sadakat programları iúletmelerin mallarını ya da hizmetlerini satın almaları için müúterilerini teúvik etmek amacıyla kullanılır(TMSK, 2009a:1045). Müúteri sadakat programları ile, çevresindeki çok sayıdaki seçenekleri de÷erlendirmeyip iúletmeyi ve iúletmenin ürün ya da markalarını tercih eden müúterilerin bu ba÷lılıkları ödüllendirilmektedir(Yurdakul, 2007). Müúteri sadakat programları, iúletmelerin varlıklarını sürdürebilmeleri, pazardan daha fazla pay alabilmeleri ve buna ba÷lı olarak karlılıklarını 456 artırabilmeleri için müúteri sadakati oluúturmayı amaçlamaktadır. Müúteri sadakati için uygulanan programlar, genellikle bedava veya indirimli olarak mal veya hizmet sa÷lamak úeklinde olmaktadır. Müúteri sadakat programları çeúitli úekillerde yürütülmektedir. øúletmeler, müúteri sadakat programlarından daha fazla yarar elde etmek için puan kazanılması veya kazanılan puanların kullanılmasında çeúitli kriterler getirebilmektedirler. Örne÷in, müúterilerin hediye puanları kullanmadan önce belli bir asgari miktarı ya da de÷eri biriktirmeleri gerekebilir. Hediye puanlar, harcamalara ya da harcama gruplarına veya belli bir dönemde sürekli müúteri olunmasına ba÷lı olabilir. Müúteri sadakat programları kapsamında, bir çok úekli olmakla birlikte genellikle 4 tip puan kullanma úekli kullanılmaktadır(PWC, 2007): a)Hediye puanlar aynı ma÷azada indirimli mal veya hizmet alımı sa÷lamak úeklinde olabilir. b)Hediye puan sahipleri, indirimli mal veya hizmetler için aynı zincir içindeki ma÷azalarda kullanabilir. c)Bir iúletmeden yapılan alıúveriú bir baúka iúletmeden indirimli veya bedava olarak mal ya da hizmet alımına iliúkin puan sa÷layabilir (örne÷in, bir ma÷azadan alıú veriú yaparak uçuú mili kazanılması gibi) . d)Mal veya hizmetlerin türü nedeniyle verilen hediyeler üçüncü taraf organizasyonlarca sa÷lanabilir. 2.MÜùTERø SADAKATø MUHASEBELEùTøRøLMESø PROGRAMLARININ Müúteri sadakat programlarının muhasebeleútirilmesinde farklı uygulamalar bulunmaktadır. Birçok iúletme, puanlar kullanıldı÷ı zaman verilen hediyenin maliyetini pazarlama gideri olarak muhasebeleútirmektedir. Önceleri, müúteri sadakati programlarının muhasebeleútirilmesinde TMS-18 Hasılat standardı uygulanırken, meydana gelen problemler bu konuda özel bir yorumun yayınlanmasını gerekli kılmıú, bunun sonucunda TFRS Yorum 13 yayınlanmıútır. Tablo 1 müúteri sadakat programlarının mevcut uygulama ve TFRS Yorum 13’e göre muhasebeleútirilmesini karúılaútırmalı olarak göstermektedir(PWC, 2007). 457 Tablo 1: Müúteri Sadakat Programlarının Mevcut Uygulama ve TFRS Yorum 13’e Göre Muhasebeleútirilmesi Gelir Tablosu Sınıflandırması Bilanço Sınıflandırması Ölçüm Hediyelerin Kaydı Mevcut Uygulama Satıú gelirinden düúülür ya da pazarlama gideri yazılır. Tahakkuk/Karúılık øúletme için yükümlülü÷ün yerine getirilmesindeki ilgili maliyet de÷eri Hibe edildi÷inde ya da karúılandı÷ında TFRS Yorum 13 Satıú gelirinden düúülür Ertelenmiú Gelir Gerçe÷e Uygun De÷er Hibe edildi÷inde 3. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARININ TMS-18 HASILAT STANDARDINA GÖRE MUHASEBELEùTøRøLMESø TMS-18 Hasılat standardı, mal satıúları, hizmet sunumları ve iúletme varlıklarının baúkaları tarafından kullanılmasından sa÷lanan faiz, isim hakkı ve temettüler gibi iúlem ve olaylardan kaynaklanan hasılatın muhasebeleútirilmesini düzenler. Standardın 7. paragrafında hasılat, “ortakların özsermayeye katkıları dıúında, özkaynakta artıúla sonuçlanan ve iúletmenin dönem içindeki ola÷an faaliyetlerinden elde edilen brüt ekonomik fayda tutarıdır” úeklinde tanımlanmaktadır(TMSK, 2009b:4189). Standardın 9. paragrafında ise hasılatın ölçümü ile ilgili kural yer almakta olup, “hasılatın alınan veya alınacak olan bedelin gerçe÷e uy÷un de÷eri ile ölçülece÷i” fade edilmektedir(TMSK, 2009b:419). Gerçe÷e uygun de÷er ise, karúılıklı pazarlık ortamında bilgili ve istekli gruplar arasında bir varlı÷ın el de÷iútirmesi ya da bir borcun ödenmesi durumunda ortaya çıkması gereken tutardır. TMS 18, hasılatın ne zaman muhasebeleútirilece÷i ile ilgili olarak, “hasılat, gelecekteki ekonomik faydaların iúletmeye girmelerinin olası oldukları ve söz konusu faydalar güvenilir olarak ölçülebildikleri durumlarda muhasebeleútirilir” demek suretiyle, söz konusu kriterlerin karúılandı÷ı ve bunun sonucunda hasılatın muhasebeleútirildi÷i durumları açıklamaktadır(TMSK, 2009b:417). Müúteri sadakat programları gelir sa÷lamaya yönelik oldu÷undan TMS-18 kapsamına girmektedir. TMS-18’de müúteri sadakat programlarının muhasebeleútirilmesinde iki yol bulunmaktadır. Bunlar, TMS -18’in 13 ve 19. paragraflarında yer alan uygulamalardır. 13. paragrafta yer alan uygulama “muhasebeleútirme ilkeleri genellikle her bir iúleme ayrı uygulanır fakat, bazı durumlarda muhasebeleútirme ilkelerini özünü yansıtabilmek amacıyla, tek bir iúlemin ayrıútırılabilir kısımlarına ayrı ayrı uygulamak gerekebilir. Örne÷in, bir ürünün satıú fiyatı ayrıútırılabilir nitelikteki satıú sonrası servis tutarını da içeriyorsa, bu tutarın hasılat olarak muhasebeleútirilmesi ertelenerek, servis hizmetinin verildi÷i dönem boyunca hasılat olarak finansal tablolara yansıtılır” 458 úeklindedir. Buna göre, satıú fiyatının satıú sonrası servisi kapsaması ve müúteri sadakat programı uygulanması halinde, bu durum gerçekleúmiú olacaktır. Örne÷in, 100 TL’lik mal alımı halinde müúterinin 1 TL’lik puan kazandı÷ı bir iúletmede, 1 TL satıú iúleminden ayrı olarak, puan kullanıldı÷ı zaman gelir olarak muhasebeleútirilmelidir. Bu durumda satıú tarihinde muhasebeleútirilecek olan hasılat 99 TL’dir. Paragraf 19 aynı iúlemden kaynaklanan hasılat ve maliyetlerin aynı zamanda muhasebeleútirmesini ister. Paragraf 19’da “aynı iúlem veya olayla ilgili hasılat ve giderler, hasılat ve giderin eúleútirilmesi kapsamında, eú zamanlı olarak muhasebeleútirilir. Malların tesliminden sonra ortaya çıkacak garanti masrafları ve di÷er maliyetler dahil olmak üzere giderlerin, hasılatın kayda alınması için gerekli di÷er koúullar sa÷landı÷ında, normal koúullarda güvenilir biçimde ölçülebildi÷i kabul edilir. Ancak, giderler güvenilir biçimde ölçülemiyorsa hasılat finansal tablolara yansıtılmaz; böyle durumlarda mal satıúıyla ilgili daha önce alınmıú bedel yükümlülük olarak muhasebeleútirilir” denmektedir. Puanlar kullanıldı÷ı zaman ve bedava mallar müúterilere verildi÷i zaman bu gider ço÷unlukla bir pazarlama maliyeti olarak muhasebeleútirilir. Bu yaklaúımda müúteri sadakat programları satıúı artırmak için yapılır, bu yüzden bu giderler bir pazarlama gideri olarak kabul edilir. Yukarıda verilen örne÷e paragraf 19’un uygulanması halinde 100 TL’lik satıú tutarının tamamı hasılat olarak muhasebeleútirilir. Müúteri sadakat programlarının muhasebe uygulamasında iúletmeler arasında farklılıklar ortaya çıkması, bu konuya özel bir yorum olan TFRS Yorum 13’ün yayınlanmasını zorunlu kılmıútır. 4. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARININ TFRS YORUM 13 MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARINA GÖRE MUHASEBELEùTøRøLMESø Bu yorum, müúterilerine hediye puan veren bir iúletme tarafından uygulanması gereken muhasebeleútirme yöntemini açıklamaktadır. TFRS Yorum 13 müúteri sadakat hediye puanlarına sadece aúa÷ıdaki durumlarda uygulanır (TMSK, 2009a:1045): a)Bir iúletmenin müúterilerine hediye puanları satıú iúleminin bir parçası olarak vermesi örne÷in mal satıúı, hizmet sa÷lanması ya da iúletme varlıklarının müúteri tarafından kullanılması, b)Müúteri hediye puanlarının gerekli di÷er úartları yerine getirmesi koúuluyla, müúterilerin bu hediye puanları gelecekte bedelsiz ya da iskontolu ürün veya hizmet elde etmede kullanabilmesi. 459 4.1.Muhasebeleútirme Yöntemi TFRS Yorum 13’e göre; Bir iúletmenin gelecekte bedelsiz ya da iskontolu mal ve hizmet sa÷lama yükümlülü÷ü iki úekilde muhasebeleútirilebilir: a)Satıú iúlemlerinden alınan ya da alınacak olan bedelin bir kısmının hediye puanlara da÷ıtılarak hâsılatın muhasebeleútirilmesinin ertelenmesi (TMS 18’in 13. paragrafının uygulanması) veya b)Hediyelerin temin edilmesi için katlanılacak olan maliyetlere karúılık ayrılması (TMS 18’in 19.paragrafının uygulanması) TFRS Yorum 13 müúteri sadakat programlarının birinci seçenek, yani TMS 18’in 13. paragrafına göre muhasebeleútirilmesi yolunu seçmiútir. Buna göre, hediye puanlar, kazanıldı÷ı ilk satıú iúleminin ya da iúlemlerinin ayrı olarak tanımlanabilen bir bileúeni olarak muhasebeleútirilir. ølk satıú iúlemi ile ilgili olarak alınan ya da alınacak bedelin gerçe÷e uygun de÷eri, hediye puanlar ile satıúın di÷er bileúenleri arasında da÷ıtılır. Örne÷in, satıú sonrası garanti hizmeti verilen bir ürünün satıúında hediye puan kazanılması da söz konusu ise bu durumda satıú geliri; mal satıú bedeli, garanti karúılı÷ı ve hediye puan arasında da÷ıtılır. Hediye puanlara da÷ıtılan bedel, gerçe÷e uygun de÷erleri esas alınarak ölçülür. Hediye puanların gerçe÷e uygun de÷eri, bu puanların ayrı olarak satılabildi÷i tutardır. 4.2.Hediyelerin Temini TFRS Yorum 13 hediyelerin iúletmenin kendisi ya da üçüncü kiúiler tarafından temin edilmesine iliúkin izlenecek yolu iki ayrı paragrafta ele almıútır(TMSK; 2009b: 1046-1047). a)Hediyelerin øúletmenin Kendisi Tarafından Temini: Verdikleri hediyeleri kendileri temin eden iúletmeler, hediye puanlar kullanıldı÷ında ve hediye temin etme yükümlülükleri yerine getirildi÷inde hediye puanlara da÷ıtılan bedeli hâsılat olarak muhasebeleútirirler. Hâsılat tutarı, kullanılan hediye puanların, toplam olarak kullanılması beklenen hediye puanlarına oranı dikkate alınarak muhasebeleútirilir. b)Hediyelerin Üçüncü Taraflarca Temini: Hediyelerin üçüncü taraflarca temin edilmesi halinde, hediye puanlara da÷ıtılan bedeli, örne÷in iúlemde asıl taraf olarak, kendi hesabına mı yoksa üçüncü tarafın acentası olarak üçüncü taraf adına mı tahsil etti÷i de÷erlendirilir. Bedelin üçüncü taraf adına tahsil edilmesi ya da iúletmenin kendi adına tahsil etmesi halinde muhasebeleútirme farklı olacaktır. (i)Bedelin üçüncü taraf adına tahsil edilmesi halinde, iúletme hasılatın kendi hesabında tutulacak kısmına iliúkin tutarı hasılat olarak kaydeder. Bu tutar, hediye puanlara da÷ıtılan bedel ile hediyeyi temin eden üçüncü taraflara ödenecek tutar arasındaki fark kadardır. øúletme, üçüncü tarafların hediyeleri 460 temin etmek zorunda oldu÷u ve bunu yapmakla tahsilatı yapmaya hak kazandıkları zaman, bu net tutarı hâsılat olarak muhasebeleútirir. Bu olaylar, hediye puanlar verilir verilmez meydana gelebilir. Alternatif olarak, müúterinin hediyeleri iúletmenin kendisinden ya da üçüncü bir taraftan talep etmeyi seçebilmesi durumunda bu olaylar sadece, müúterinin hediyeyi üçüncü taraftan talep etmesi halinde meydana gelebilir. (ii)Bedelin iúletmenin kendi adına tahsil edilmesi halinde, iúletme hâsılatını hediye puanlara da÷ıtılan brüt bedel olarak ölçer ve hediyeleri temin etme yükümlülü÷ünü yerine getirdi÷inde bu tutarı hâsılat olarak muhasebeleútirebilir. Hediye puanların kazanılması ile puanların kullanılması arasında geçen zamanda hediye olarak verilecek de÷erlerde bir artıú olması halinde hediye puanlar için ertelenen hasılat maliyeti karúılamayabilir. Hediyelerin temin edilmesi için katlanılacak olan kaçınılmaz maliyetlerin, ilk satıú zamanında hâsılat olarak muhasebeleútirilmeyen ve hediye puanlara da÷ıtılan bedel ile müúterinin hediye puanları kullandı÷ı zamanda elde edilecek olan ek bedelin toplamını aúması bekleniyorsa, iúletme ekonomik olarak dezavantajlı sözleúmeye taraf oldu÷undan, bu fark TMS 37 Standardı uyarınca, borç olarak muhasebeleútirilir. Böyle bir borcu muhasebeleútirme gere÷i, iúletmenin kullanılacak olan hediye puan sayısına iliúkin beklentilerini yeniden gözden geçirmesi durumunda oldu÷u gibi, hediye puanları temin etmek için katlanılacak maliyetlerin artması durumunda ortaya çıkabilir. Ücretsiz indirim kuponları TFRS Yorum 13’ün kapsamında de÷ildir. 5. MÜùTERø SADAKAT PROGRAMLARINA øLøùKøN ÖRNEK UYGULAMALAR Bu kısımda, hediyelerin iúletme tarafından sa÷lanması, hediyelerin gerçe÷e uygun de÷erinin belirlenmesi, hediyelerin iúletme tarafından sa÷lanması ve hediyelerin üçüncü taraflarca sa÷lanmasına iliúkin örnekler yer almaktadır. 5.1.Hediyelerin øúletme Tarafından Sa÷lanması Örnek 1: (Johansson and Ringius, 2007) Bir bakkaliye perakendecisi bir müúteri sadakat programı oluúturuyor. Sadakat programında üyeler bakkaliyede belirli bir miktar harcama yaptıkları zaman sadakat puanı veriyorlar. Program üyeleri puanlarını di÷er bakkallarda da kullanabiliyor. Puanların geçerlilik süresi sınırlı de÷ildir. Bir dönemde, iúletme 100 puan veriyor. Yönetim bu 100 puanın 80 puanının kullanılmasını bekliyor. Yönetim her hediye puanın gerçe÷e uygun de÷erini 1 TL olarak tahmin ediyor ve 100 TL’lik geliri erteliyor. 482 / 382 ERTELENMøù GELøRLER HS. 100 461 1.Yıl: Birinci yılın sonunda, 40 puan bakkaliye malzemesi úeklinde kullanılıyor. Kullanılan puan kullanılması beklenen puanların yarısı oldu÷undan iúletme, ((40 / 80 ) x 100 TL ) 50 TL gelir kayder. ________________________