Panel Yayını: "Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü"
Transkript
Panel Yayını: "Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü"
HALKA ARZDA KURUMSAL OTORİTELERİN ROLÜ 17 ARALIK 2010 Editör: Prof. Dr. Güler ARAS YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ HALKA ARZDA KURUMSAL OTORİTELERİN ROLÜ 17 ARALIK 2010 Editör: Prof. Dr. Güler ARAS Bu kitap TSPAKB’nin katkılarıyla yayınlanmıştır. Yayın Adı Editör Hazırlayan Metin Çözümlemeleri Tasarım Basıldığı Matbaa Basım Yeri Basım Tarihi TSPAKB Yayın No Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü Prof. Dr. Güler Aras Alparslan Budak Arş. Gör. Özlem Kutlu, Gökhan Çalışır, Duygu Ersoy, Ebru Yılmaz, Nur Hüzmeli, Fatih Ön, Fatih Akten, Hüseyin Güler, Zeliha Kırımlı, Fatma Bulut, Aytül Işık, Zöhre Türksel, Güvenç Atsüren, Ahmet Kar, Sultan Dinçbakır Cennet Türker Paragraf Basım Sanayi A.Ş. İstanbul MAYIS 2011 55 SUNUŞ Ü lkemizde Sermaye Piyasasının arz tarafının geliştirilmesi amacıyla ilgili tarafların anlaşması ile (SPK, İMKB, TSPAKB, TOBB) 2008 yılında imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde başlatılan Halka Arz Seferberliği ile firmaların sermaye piyasası yoluyla kaynak sağlamalarını yaygınlaştırmak ve bu yolla aynı zamanda sermaye piyasasının da gelişimini sağlamak hedeflenmektedir. Hem piyasanın gelişmesine, hem de firmaların kaynak sağlayarak büyümelerine olanak sağlayacak bu çoklu faydaya ulaşabilmek için bu süreçte çok sayıda toplantı, konferans, seminer düzenlenmiştir. YTÜ İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi olarak biz de bir yıl boyunca düzenlediğimiz çeşitli etkinliklerle bu sürece katkı sağlayacak nitelikli bir tartışma platformu oluşturmaya gayret ettik. Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 2010 yılı içerisinde Halka Arz Seferberliği kapsamında üç ayrı toplantı düzenlemiştir. Toplantılardan ilkinde “Şirketlerin Halka Arz Sürecinde Yeniden Yapılanma Dinamikleri” ele alınmıştır. Bu ilk halka arz toplantısında öncelikle firmalar kesimi ve onların halka arz konusundaki sorunları tartışılmıştır. Reel kesim firma temsilcilerinin katıldığı bu toplantıda aynı zamanda halka arz ile ilgili firmaların yaklaşımları ve ilgili kurumlar ve kuruluşlardan beklentileri ele alınmıştır. Halka arz toplantılarının devamı niteliğinde olan “Şirketlerin Halka Arzında Aracılık Sürecinin Etkinliği” konulu ikinci panelde ise, aracı kurum yöneticileri biraraya gelerek halka arzda aracılık sisteminin etkinliğini tartışmışlar, daha etkin bir aracılık sisteminin sağlanabilmesi için nelerin gerekli olduğunu ele almışlardır. Bu yayının konusunu oluşturan 2010 yılındaki son halka arz toplantısında konunun bütün kurumsal taraflarının yer aldığı bir konferans düzenlenmiştir. “Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü” konulu bu toplantı, aynı zamanda daha önce gerçekleştirilen halka arz toplantılarının sonuçlarının tartışılmasına olanak sağlayacak bir ortam sağlaması ve kurumların doğrudan yöneticilerinin katılması nedeniyle ayrıca önem taşımaktadır. Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı, Takasbank Genel Müdürü, Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürünün katılımıyla icra merciin- 1 de bulunan otoriteler biraraya gelerek, bütün sürecin değerlendirilmesine ve sorunların ve görüşlerin doğrudan ele alınmasına olanak sağlanmıştır. Bu toplantıların düzenlenmesinde önemli bir misyon üstlenen Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi son derece genç bir fakülte. İktisat, İşletme, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler olmak üzere üç ayrı bölümde 2000’in üzerinde lisans öğrencisine eğitim ve öğretim vermekte ve teknik bir üniversite içerisinde bulunması nedeniyle öğrencilerine disiplinlerarası çalışmalar yapmaya olanak sağlamaktadır. Fakültemiz verdiği eğitimle lisansüstünde de en fazla tercih edilenler arasında yer alarak, eğitim ortamında son derece farklı ve seçkin bir yer edinmiştir. Bugün gerek lisans gerekse lisansüstü bölümlerden mezun olan öğrencilerimiz kamu ve özel sektörde aranan ve seçkin profesyoneller olarak başarılı bir profile sahiptir. Fakültemiz nitelikli eğitim öğretim faaliyetlerinin yanısıra düzenlediği akademik toplantılarda gündemi etkileyen konuları ele almakta ve özgün ve sonuç odaklı yaklaşımı ile önemli bir misyonu yerine getirmektedir. Aynı zamanda sosyal sorumluluk projeleri ile Türkiye’deki kamu üniversiteleri içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahip bulunmaktadır. Bu yayın “Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü” konulu toplantıda yapılan sunumları ve tartışmaları ve ardından hazırlanan toplantı sonuç raporunu içermektedir. Amacımız, güncel konuların konunun ilgili otoriteleri tarafından nitelikli bir şekilde tartışıldığı bir platform oluşturmak ve uygulanabilir somut sonuçlara ulaşmaktır. Bu yayın bu tür toplantıların sonuçlarının kalıcılığını sağlaması açısından ayrıca önem taşımaktadır. Bu toplantının yayın haline gelmesindeki katkılarından dolayı Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği’ne teşekkür ederim. Prof. Dr. Güler ARAS Aralık 2010 2 İÇİNDEKİLER Açılış Konuşmaları Prof. Dr. Güler Aras YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU YTÜ Rektör Yardımcısı 5 9 Panel: Halka Arzda Kurumsal Otoritelerin Rolü 1. Bölüm 10 Oturum Başkanı: Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı 11 Prof.Dr. Vedat AKGİRAY Sermaya Piyasası Kurulu Başkanı Hüseyin ERKAN İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı Nevzat ÖZTANGUT Türkiye Sermaye Piyasaları Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı 12 17 27 Dr. Emin ÇATANA Takasbank Genel Müdürü 28 Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü 31 İkinci Bölüm 35 Soru-Cevap 67 Toplantı Sonuç Raporu 76 3 AÇILIŞ KONUŞMALARI Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU YTÜ Rektör Yardımcısı 4 Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı S ayın rektör yardımcısı, sermaye piyasası kurumlarının değerli yöneticileri, meslektaşlarım, değerli konuklar, sevgili öğrenciler, öncelikle hepinize hoş geldiniz diyorum. Burada bulunan konukların bir kısmının daha önceki toplantılara katılmaları nedeniyle bildikleri gibi, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin 2010 yılı içerisinde yapmış olduğu halka arz toplantıların üçüncüsünü düzenliyoruz. Haziran ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz ilk toplantıda konu başlığımız “Şirketlerin Halka Arz Sürecinde Yeniden Yapılanma Dinamikleri” idi ve bu toplantıda katılımcılar tarafından firmaların halka arzla ilgili sorunları ve halka arz karsısındaki yaklaşımları üzerinde duruldu. İkinci toplantımız, geçtiğimiz ay gerçekleşti. Bu toplantıdaki konumuz ise aracılık sisteminin etkinliğinin halka arz üzerindeki etkilerini incelemekti. Bu toplantımıza aracı kurumların yöneticilerini davet ettik ve aracılık sistemindeki uygulamaları, sorunları, iyileştirici uygulamaları bizimle tartıştılar. Bugünkü toplantımızda da sermaye piyasanın halka arzla ilgili kurumlarının çok değerli yöneticilerini, başkanlarını konuk ediyoruz. Bugün ilgili kurumların halka arzda rollerinin ne olduğunu, gelecek için neleri öngördükleri ve planlarına dair çalışmalarını ve görüşlerini bizlerle paylaşmalarını rica ettik. Bizleri değerli zamanlarını ayırarak burada biraraya geldikleri için kendilerine çok teşekkür ediyorum. Bu topluluğu çok sık birarada görme fırsatımız olmadığı için de bugün burada bulunan profesyonelleri, üniversitemiz akademisyenlerini ve öğrencilerimi çok şanslı addediyorum. Halka arz, burada bulunan herkesin bildiği gibi, sermaye piyasası kanalıyla özkaynak sağlamanın en etkin yolu. Tabi ki şirketler bu piyasaya gelirken bunun için uygun zamanın, zeminin, koşulların ve süreçlerin olmasına 5 dikkat ediyorlar. Bu sistemin sağlıklı işlemesi, sistemin sağlam temeller üzerine yapılandırılmış olması, süreçlerin iyi tanımlanmış olması, dinamik olması, sürekli iyileştirilmesi ve bu sistemin içerisindeki kurumların rollerini gerektiği gibi yerine getirmesi ile olanaklıdır. Bu toplantının temel başlıklarından birisini bu konuda kurumlar tarafından nelerin yapıldığı ve öngörüldüğü oluşturacaktır. Sizlere kısaca geçtiğimiz toplantılarda da ele alınan ve öne çıkan birkaç noktayı aktarmak isterim: Toplantılarda halka arzın firmalar boyutunu incelerken onların sermaye piyasasına başvurmak konusunda isteksiz olduğunu tespit ettik. Bu yeni bir durum olmamakla birlikte toplantıların çıktılarından birisiydi. Bunun elbette pek çok sebebi var; ortaklık kültürünün gelişmemiş olması, kurumsallaşamama, yönetimin kontrolünün kaybedilmesi endişesi, küçük olmanın getirdiği denetim ve gözetim otoritesinin kontrolünün dışında kalmak vb. gibi. Bu sebepler çok çeşitli olmakla birlikte bunların sorun olmaktan kaldırılması ile ilgili çalışmaların yapılması beklentiler arasında yer almaktadır. Bir diğer konu, işin yapılış süreciyle ilgili yani aracılık süreci ve sistemi ile ilgiliydi. Burada aracılık sürecinde özellikle fiyatlama üzerinde çok durulan bir konu oldu. Aracıların aracı kurumların doğru fiyatlamasının, pazara doğru fiyatla firmayı getirmesinin çok önemli olduğunu biliyoruz. Doğru fiyat nedir? Fiyatlama nasıl yapılır? Aracı kurumların kendi aralarında rekabetin fiyatlama üzerinde bir etkisi var mıdır? Etkisi varsa bu ne şekilde ortaya çıkmaktadır? Bugün ortaya çıkan bu sorular üzerinde durulmasını da bekliyoruz. Bir diğer konu ise, halka arz sonrasında her şey bitmiş olmuyor. Bunu sürekli bir ilişki olması gerektiğini düşünüyoruz. Yani firma halka arz edildikten sonra da gerekli süreçlerden geçirilmeli, yatırımcılarla iletişimi izlenmelidir. Denetim ve gözetimin sürecinin işleyişinin sürekliliği gerekli. Bunun yapılması son derece önemli. Zira düzenlediğimiz toplantılarımızda en önemli çıktılardan bir diğeri de yatırımcı güveniydi. Daha doğru bir ifade ile yeterli yatırımcı güveninin olmaması sonucu olarak sermaye piyasasına küçük yatırımcının gelmediği belirtildi. Bu konu bütün toplantılarda en fazla vurgulanan başlık oldu. Yatırımcı piyasanın talep tarafını oluşturduğu için, firmaları pazara getirdiğiniz zaman gerekli fonunun, yani bu firmanın hisse senedine yatırım yapacak yatırımcının olması gerekiyor. Yatırımcı güveninin eksikliği, yatırımcının piyasaya, şirketlere yeterince güvenmemesi ve daha önce yaşanmış olan olumsuz tecrübeler sermaye piyasasında halka arz yönünün geliştirmesini başka bir ifade ile piyasanın gelişmesini, likiditenin artmasını engelleyen başlıca faktörler arasında. Sanırım bugün bu toplan6 tıdaki konularımızdan birisi bu olacak. Bir başka altı çizilen konu, aracı kuruluşların etkinliği ve aracı kuruluşlarda yoğunlaşmanın sorunuydu. Halka arza aracılıkta çok az sayıda aracı kuruluşun bu işi lider olarak yürüttüğü, buna karşılık, çok sayıda aracı kuruluşun bugün halka arzla ilgili yetki belgesine sahip olmadığını görüyoruz. Sadece az sayıda büyük aracı kuruluşun halka arzda etkin olması ne kadar doğrudur ya da olması gereken için neler yapılmalıdır bugün onu da tartışacağız. Toplantılarda ortaya çıkan bir diğer sonuç, yine piyasanın talep yönünde kurumsal yatırımcılar boyutu oldu. Her ne kadar son yıllarda kurumsal yatırımcı olarak bireysel emeklilik fonları sisteme girmiş olsa da, yerli kurumsal yatırımcıların eksikliği piyasadaki pek çok sorunun sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Piyasalardaki aşırı volatilitenin nedenlerinden birisi, piyasanın sığlığı, likitlerinin yetersiz olmasında yerli kurumsal yatırımcıların etkisinin önemli olduğunu biliyoruz. Tabi ki onlarda pazara gelirken zamanlama, fiyatlama ve vergi konularına çok önem veriyorlar. Bu konularla ilgili daha iyileştirici ne yapılabilir? Neler yapmak gerekir? Yine bunları bu toplantıda konuşmayı ümit ediyoruz. Sonucu özetle şu şekilde bağlayabilirim. Toplantıların sonunda şöyle bir kanaat oluştu; Türkiye de aslında ekonomik durum finansal sistemin işleyişi, şu anki mevcut kurumların işleyişi itibariyle son derece uygun bir ortam var. Her anlamda; halka arzların artması ve piyasanın gelişmesi yönünde önemli bir potansiyel var. Biz bu potansiyeli nasıl harekete geçirebiliriz nasıl daha iyi kullanabiliriz? Nihai olarak ortaya çıkan noktalardan bir tanesi de budur. Sanırım bugünkü toplantıda bu ve bunun dışındaki diğer konuların üzerinde durulacak. Burada bulunmasını arzu ettiğimiz Nazım EKREN hocamız, bütçe görüşmeleri sebebiyle ayrılamadığı ve bugünkü toplantıya katılamadığı için özürlerini bize bildirdi. Ben oturumu yönetirken bu konularda yönlendirici sorular sormaya özen göstereceğim. Sizlerden derlediğimiz çıktılar daha önceki katılımcılardan panelistlerden dinleyicilerin sorularından görüşlerinden oluşan sonuçlardı. Açılış konuşmamda da bunlardan kapsamlı bahsetmemin nedeni, konu ile ilgili hafızanın devamını sağlamak, bu toplantının diğerlerinin devamı bir toplantı olması nedeniyle katılımcıların bu bilgi vermeyi yararlı görmem. İzninizle çok kısaca Fakültemden bahsetmek istiyorum. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, bu yıl yüzüncü yılımızı kutladığımız Üniversitemiz içerisinde yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahip bir fakülte. Üç bölümümüz var; İktisat, İşletme ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü. Şu anda Türkiye de Türkçe eğitim yapan okullar arasında en yüksek puanla öğrenci alan bölümlere sahibiz. Bu anlamda potansiyeli yüksek, çok nitelikli, 7 öğrenmeye eğitim öğretime açık genç bir nesle hitap ediyoruz ve onlarla gurur duyuyoruz. Elimizdeki potansiyel çok iyi, çok iyi öğrencilerimiz var ve onlara eğitim ve öğretim verecek çok dinamik nitelikli bir eğitim öğretim kadromuz da bulunuyor. İkisini bir araya getirdiğiniz zaman çok güzel sonuçlar alabiliyor olduğumuzu görüyoruz. Buna karşılık henüz daha genç bir fakülte olmamız nedeniyle, öğrencilerimiz ve mezunlarımız henüz daha kendilerini ifade edebilecekleri, potansiyellerini gösterebilecekleri konumlara yeni geliyor. Onların zaman içerisinde üniversitelerini fakültelerini çok iyi şekilde temsil edeceklerinden eminim. Tabi sizlerden istediklerimiz de bizi, öğrencilerimizi tanımanız, başarılarımızı izlemeniz ve onları desteklemeniz. Zira, öğrencilerimizin teminatı bizleriz. Onların eğitimleri sırasında olduğu gibi, mezuniyetlerinin sonrasında, her şekilde destek vermeye çalışıyoruz. Bu anlamda da öğrencilerimizin mezuniyetleri sonrasında sizler tarafından değerlendirilmesini arzu ediyoruz. Konuşmamı tamamlarken, hepinize katılımınız için, çok değerli konuşmacılara zamanlarını ayırıp değerli görüş ve düşüncelerini bizlerle paylaşmaya geldikleri için teşekkür ediyorum. Konuşmamı başarılı bir toplantı olması dileğiyle tamamlıyorum. Katılımınız için siz değerli konuklarımıza, sayın oturum başkanı ve panelistlere tekrar teşekkür ederim. 8 Prof. Dr. Mehmet AHLATÇIOĞLU YTÜ Rektör Yardımcısı Saygıdeğer öğretim üyeleri, değerli konuklar, sevgili öğrenciler. Üniversitemiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından düzenlenen halka arzda kurumsal otoritelerin rolü konulu panelin açılısında sizleri ağırlamaktan büyük memnuniyet ve onur duyuyoruz. Hepiniz hoş geldiniz. Küreselleşme çerçevesinde ortaya çıkan gelişmeler şirketleri de değişmeye ve gelişmeye yönlendirmektedir. Bu durum ihtiyaçları ve sorunları da çeşitlendirmekte ve yeni durumlar karşımıza çıkarmaktadır. Bu gerçekler ışığında şirketlerin halka arzında kurumsal otoritelerin mevcut ihtiyaçları karşılaması ve bilim dünyası ve sektör çalışanlarının birlikte yeni arayışlar içerisinde olmasını gerekli kılmaktadır. Bu konuyla ilgili akademik dünya ve sektör çalışanlarını bir araya getirmek ve mevcut sorunlara üniversite çatısı altında ışık tutmak amacıyla düzenlenen bu panelde önerilecek yeni yaklaşımların sermaye piyasamıza ve kurumlarına yeni bakış açıları kazandıracağına inancım tamdır. Panelin gerçekleşmesinde emeği geçen başta İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinin Dekanı Prof. Dr Güler Aras olmak üzere panele büyük katkıda bulunacak, konularıyla ilgili güzide kurumların yöneticilerine teşekkür eder ve saygılar sunarım. Sayın dekanımızın da söylediği gibi, üniversitemizin bu güzide topluluktan beklentileri de büyüktür. Üniversitemiz yüzüncü yaşına girmek üzeredir ve yüzlerce proje hayata geçirilecektir. Dolayısıyla, kurumlarımızla ilgili alanlarda birçok proje yapmak için elimizden gelen desteği vermeye hazırız ve kendilerinden de beklentilerimiz bu yöndedir. Saygılar sunarım. 9 PANEL 1. BÖLÜM Oturum Başkanı Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Katılımcılar Prof. Dr. Vedat Akgiray Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Hüseyin Erkan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı Nevzat Öztangut Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Dr. Emin Çatana Takasbank Genel Müdürü Doç. Dr. Yakup Ergincan Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü 10 Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkanı D eğerli konuklar, halka arz seferberliğinin yapıldığı bu yıl içerisinde çok sayıda etkinlik yapıldı, çok büyük tanıtım ve bilgilendirme toplantıları motivasyon toplantıları yapıldı bugüne kadar. Herhalde bu toplantı, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde yapılan son toplantılardan birisini oluşturuyor. Bu anlamda bu toplantı, hem bugüne kadar gelinen noktayı değerlendirmek, hem de bundan sonra neler yapılması gerektiği ve planlandığını kurumların otoritelerinden birinci ağızdan duymak açısından bizim için çok önemli. O nedenle toplantıda değerli konuşmacılardan birinci turda kendilerinin konu ile ilgili görüşlerini bizlerle paylaşmalarını rica ediyorum. Bu anlamda iki turlu bir toplantı düşündük. Birinci turda konuşmacılardan kendi sunumlarını 10-15 dakikada tamamlamalarını bekliyorum. Ardından, ikinci turda ise değerlendirmelerle birlikte ve önceki toplantılardan elde ettiğim sonuçlara göre derlediğim soruları da yönelterek kendilerine söz vereceğim. Ben izninizle ilk sözü, Sayın Prof. Dr. Vedat Akgiray’a bırakıyorum. 11 Prof. Dr. Vedat Akgiray Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı T eşekkür ediyorum. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne teşekkür ediyorum bizi buraya davet ettiği için. Herkese iyi günler diliyorum. Özellikle sevgili öğrencilere. Ben 1,5-2 yıl öncesine kadar hep sizlerle beraberdim. Aşağı yukarı 25 yıllık bir üniversite hocalığından sonra Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı oldum. İzin verirseniz ben bugün SPK Başkanı olarak değil serbest atan bir akademisyen olarak konuşmak istiyorum. Dolayısıyla söyleyeceğim hiç bir şey SPK’nın resmi görüşü olmayacak. Amerikalılar böyle başlıyor. “SPK’dan hiç kimseyi bağlamaz sadece benim kişisel görüşlerim” diyeceğim ama karıştırabilirsiniz tabi ara sıra. Özellikle sevgili basın mensupları arkada konuşlanmışlar. Ben, bugünü değerlendirirken geçmişten bir pencere açmakta fayda görüyorum. Özellikle gençler için çünkü umudumuz hakikaten gençler ki benim kişisel umudum fazlasıyla gençler çünkü diğerlerinden umudu kestim biraz. Dolayısıyla, mesaj size anlamlı gelirse lütfen değerlendirin. Geleceğinizi ona göre şekillendirin istiyoruz. Ben 1980 senesinde üniversiteyi bitirdim. İşletme bölümünde okudum. Matematikle ÇAP yaptım, yurt dışına gittim, diploma aldım, orada çalıştım, 5-6 sene sonra 90-91 yılında Türkiye’ye geldim. Üniversite’de hocalığa başladım, Boğaziçi Üniversitesinde. Sonra Ankara’ya geldim, Ankara’da pek uyuşamadım deniz olmadığı için. Sonra İstanbul’a geri döndüm. Mezun olduğum okuluma döndüm. 20 yıla yakın, Boğaziçi üniversitesinde finans, finansal ekonomi, biraz matematik, istatistik gibi dersler verdim. Bir sürü öğrencim oldu, lisans düzeyinde binlerce, yüzlerce master tezi ve doktora tezine danışmanlık yapmak- yüzlerce diyorum çünkü o kadar çok bir yoğunluğumuz oldu- dolayısıyla bayağı bir genç gördüm. Sonra onların ne olduklarını gördüm ileriki hayatlarında. Hep biz ülkemizde bu dersi verirken önceki yıllarda bir kere bir Türkçe konuşma sıkıntısı çektik. 12 Birçok teknik terimin finans, ekonomi, matematik sahasında Türkçe karşılığını bulamadık, bulsak bile çok kişinin anlayamadığı bir Türkçe oluyordu. Onu aştık sonra zamanla. Ülke olarak aştık fakat derslerimizde örnek üretirken hep ülkemizden örnekler verelim diye geçiyor insanın gönlünden. Onu birçok zaman beceremedik, çünkü ülkemizde ya o tür piyasa yoktu veya o finansal enstrüman yoktu ya da uygulama yoktu. Dolayısıyla hep yurtdışından örnekler, sayısal örnekler bulmaya çalıştık. Bu da bazen bizi eleştirmelerine yol açtı ama başka çaresi yoktu ve 1990 senesine kadar çok çabayla bir şeyler çıkartalım ortaya diye uğraştık. Araştırma yapılsın diye uğraştık fakat finans konusunda özellikle araştırma için dataya ihtiyaç var ve Türkiye’de data bulamıyorduk. Bir sürü data var ama bölük pörçük, bilimsel güvenilirliği eksik, “temiz data” finansal equal data bulamıyorduk. Bulalım diye çabamız oldu, Güler hocamızın Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaptığının benzeri bir enstitü kurduk, bir merkez de kurduk arkasından fakat takdir edilmedi, olmadı. Bugün bile ülkemizde Amerika’daki gibi bir data base yok. Sonra tekrar başlattık. Borsalar şöyle olsun, şu gelişsin diye - tabi akademisyen olunca kolay, eleştirmek kolay çünkü hesap vermiyorsunuz kimseye. Yalandan kim ölür misali. Öğrenciler olunca bir iki slogan, her şeyi eleştirdik sonra yavaş yavaş insanın heyecanı azalıyor. Başka şey yapmaya başlıyor insan, kitap yazayım, felsefi doktor konularına gireyim falan diye, yaş geçtikçe hep kaçtık kamu görevinden. Bir kaç kere imkan çıktı benzer konumlarla ilgili. İki sene evvel yaşım otuzdu. Ömrün yarısı geçti, bir fırsat geçti diye eleştiriyordum. Bakalım eleştirmekte haklı mısın diye ve tekrar bir heyecanla yola çıktık, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı görevi verildi bize. Şimdi halka arzlarda kamu otoritesinin rolü gibi bir başlığımız var. Türkiye’de kamunun rolü çok büyük. Çünkü yakın yıllara kadar Türkiye ekonomisi bir özel sektör ekonomisi değildi. Fakat artık öyle. Bugün ekonomimizin %80’den fazlası özel kesime ait. Devlet ufaldı. Devletin ekonomik olarak ufaltması önemini azaltmıyor, tersine çok daha zor yapıyor ve artırıyor. Şöyle ki, para sizdeyken hani birisi demiş ya “kanunu başkası yapsın parayı ben kontrol edeyim yeter” para devletteyken onu yönetmek kolay ama servet, ekonomik güç özel kesime geçtiği zaman devletin işi daha zorlaşıyor. Düzenlemek, halkın korunmasını sağlamak görevi daha zor oluyor. Çünkü para başka yerde. Siz kanun yapıyorsunuz ve kanun uyguluyorsunuz. Dolayısıyla kamunun rolü genellikle artmakta. İlk düşününce insana öyle gelmiyor belki ama biraz detayına inince, ekonomideki payı küçülen bir devletin yönetimi daha zordur diğerlerine göre. Matematik öyle söylüyor. SPK başkanı olduğumuzdan bu yana SPK kurulundaki ekiple beraber hızlı bir şeyler yapalım dedik, çünkü gördük ki dünya bayağı değişti. Ben 13 sizler gibi öğrenciyken bir yöne bakıyorduk, para ve know-how oradaydı. Fakat artık iki yönlü dünya oldu. Batıdan doğuya doğru sadece servet değil bilgi ve yetenek akışı da var artık. Özellikle Uzakdoğu ve Türkiye’de ekonomik rakamlarla bakarsak, aşağı yukarı yirmi yıldır Türkiye’nin başına kâbus gibi çökmüş olan bu yüksek reel faiz- bakın yıllardır Türkiye %3040 dolar bazında reel faizle yaşadı yıllarca, 1990’dan 2000’lerin ortalarına kadar. Dünyada bunun başka örneği yok. Niye oldu sorusunu konuşuruz ama mikrofon kapalıyken. Ama öyle oldu. Dolayısıyla o dönem de bitti gibi anlaşılıyor. Türkiye’de ekonomik rakamlarla bakarsak aşağı yukarı yirmi yıldır Türkiye’nin başına kâbus gibi çökmüş olan bu yüksek reel faiz- bakın yıllardır Türkiye %30-40 dolar bazında reel faizle yaşadı yıllarca 1990’dan 2000’lerin ortalarına kadar. Dünyada bunun başka örneği yok. Türkiye ekonomisi sizler çoğunuz mezun olmadan artık bir trilyon dolarlık GSMH’ya ulaşarak, dünyanın büyük ekonomilerinden bir tanesi olacak. Dolayısıyla şu anda bir şeyler yapma şansı var Türkiye’nin. O yüzden o azalan heyecanımız tekrar bir yukarıya doğru momentum kazanmaya başladı diyerek kendimizi iyi hissediyoruz. Şimdi, sevgili gençler; finans derslerinde okumuşsunuzdur. Bir şirketin finansal yapısından bahsederken optimal sermaye yapısı diye bir kavram vardır. Toplam kaynaklar içinde bilançonun size göre sağ tarafında, (İngiltere’deyseniz öbür tarafı oluyor ama Türkiye’de sağ tarafı oluyor) ne kadar borç olacak, ne kadar sermaye olacak? Sırf borç olmaz. Sırf sermaye de akıllı olmayabilir. Çünkü bazen borç daha ucuz. Bunu optimize etmek, en iyi borç-sermaye yapısını bulmak diye önemli bir (hem teorik hem pratik) soru vardır finans derslerimizde. Sorunun cevabı çok net değildir. Çünkü zamanla değişir, koşullara göre değişir. Ama o uğraş o çaba optimali bulma gayreti finansal yönetimin başında gelir. Bu bir aile için de geçerli, kurum için de geçerli, bir ülke için de geçerlidir. Bu küreselleşen dünyamızda dünya içinde bir problem oluyor esasında artık. Bir şirket, bir kurum, bir ülke, bir bölge, bir kıta, bir aile (her neyse büyüklüğü o birimin.) gereğinden fazla borç taşıyorsa,- Borç ne demek? (Belli bir vadesi olan anaparası olana faizi olan fix veya değişken neyse) geçici kaynak demek. Eğer sizin operasyonel gelirleriniz, nakit durumunuz onları zamanında karşılamaya izin vermezse batarsınız. Bu böyledir. Türkiye ve dünyanın birçok ülkesi bu şekilde batmış milyonlarca firmayla meşhurdur. Batarsınız. Buna finansal risk diyoruz, biliyorsunuz. 2007’den bu yana finansal riskin yönetimi bugün belki de tarihindeki en önemli konumuna geldi. 14 İşletmenin diğer bir riski, satışla kârlılıkla ilgili operasyonel risk. Fakat finansal risk, bugün bu son kriz, hâlâ içinde yaşadığımız bu süreç 2007’den beri süregelen, daha doğrusu daha eskiye gidiyor başlangıcı belki ama medyada meşhur olan dönemi. Şöyle; teknoloji öyle bir hale geldi ki; - diyelim ki bir firmanın çok borcu var, gerekenden fazla. Vadesi geldi, banka krediyi geri çağırdı veya ödeme vakti geldi faizi var, anaparası var- Bir şey var ama zaman boyutu yoktur. Çünkü eskiden 12-20-30 sene önce olaylar daha yavaş oluyordu. Durgunluk daha yavaş oluyordu, iyileşme daha yavaş gidiyordu. Ama bugün teknolojinin getirdiği yer, hem fiziksel hem zihinsel teknolojinin bizi getirdiği yerde artık olaylar hızlı oluyor. Bir anda piyasa gidiyor, bir anda defaultlar başlıyor. Dolayısıyla, “bir yanlışım var düzelteyim”, “vaktim var 3 ay sonra bakarım”, deme şansı kalmadı kimsede artık. Dolayısıyla, eğer çok borç yüzünden, çok yüksek kaldıraç yüzünden bir kurum riske girecekse bu risk çok hızlı bir risk artık. Düşünmeye düzeltmeye vakti olmuyor. Amerika’da finans sektöründe, başta Lehman Brothers olmak üzere başa gelenler bunun çok net bir kanıtı. Dolayısıyla, dünya bundan sonra borç-sermaye dağılımını daha ciddi düşünmek zorunda ve uluslararası toplantılarda ortaya çıkan akıl da bunu söylüyor esasında. Ülkemize bunun yansıması biraz daha ciddi boyutta. Bizdeki finans dışı firmalarımızda, yani sanayi ticaret vs. firmalarımızda borç sermaye oranı dünya ortalamasının çok üstünde. Bakın dünya biraz sakat bir yapıda diyoruz, bizdeki borç sermaye yapısı çok daha fazla. Borcun türleri var. İllaki banka kredisi ticari borç vs. vs. önemli değil. Borç. Yani vadesi olan bir şey. Dolayısıyla bir tek bu korkudan bizim sermaye piyasalarımızı büyütme ihtiyacımız çok aşikâr. Hızlı bir şekilde bizim sermaye tabanımızı hem büyütmemiz, hem yaymamız gerekiyor. Eğer bunu yapamazsak ekonomimiz ne kadar hızlı büyürse büyüsün, sizler iş güç sahibi olduğunuzda çok daha riskli bir yapı ile karşı karşıya kalacaksınız. Daha kırılgan, daha duyarlı. Her an bir şey olacak gibi ve bu, olacak. Dolayısıyla dünya bundan sonra borç-sermaye dağılımını daha ciddi düşünmek zorunda ve uluslararası toplantılarda ortaya çıkan akıl da bunu söylüyor esasında. Ülkemize bunun yansıması biraz daha ciddi boyutta. Bizdeki finans dışı firmalarımızda yani sanayi ticaret vs firmalarımızda borç-sermaye oranı dünya ortalamasının çok üstünde. Eskiden akademisyenken bunları söyleyince, “aferin hocaya ne akıllı adam!” vs. diyorlardı ama kimse takmıyordu. Şimdi de pek takan yok ama en azından şimdi SPK Başkanı olunca böyle panellere çağırıyorlar, bir de kravatla konuşuyoruz, havası daha iyi oluyor. Ama sizler umarım ki belki bir daha düşünürsünüz. Belki yanılıyorum ama rakamlar bunu söylüyor. Dolayısıyla 15 şimdi konuyu halka arza bağlamak gerekiyor. Burada halka arzdan kastımız şirketlerin sermaye ihracı. Yani ortak almaları. Hisse senedi çıkartarak, pay senedi çıkartarak ortaklık kurmaları. Kredi ve borç verimi. Şu anda çok basit bir bakkal hesabı şunu söylüyor: Dünya ortalamasında hisse senedi borsanın (Sayın başkanımız da burada, rakamları daha iyi söyleyebilir) bir ülkenin ekonomik büyüklüğüne oranı 1/1 gibidir. Kabaca söylüyorum. Yani Türkiye’nin GSYİH 750 milyar dolar olacaksa bu sene, Borsanın da piyasa değerinin aşağı yukarı, hisse senedi piyasasında 750 milyar dolar civarında olması lazım. Biz şu anda 300 civarındayız Demek ki biz bunu 400-500 milyar dolarlık bir kaynak var diye hep söylüyorduk diğer toplantılarda. Türkiye ekonomisinin İMKB’yi 2-3 misli büyütecek hazır derin gücü var. Kim borsaya gelecek, bu para nerede, “talep tarafı zayıf” demek çok cahilce ve yanlış bir laf oluyor. Bu var ama bunu anlatmak yapılmasını kolaylaştırmak lazım. Dolayısıyla, burada tüm oyunculara bir görev düşüyor. İkinci turda konumuza döneceğiz herhalde şimdi ben vakti fazla cömertçe kullanmayayım. Biz SPK olarak, sermaye piyasalarını düzenleyen ve denetleyen bir kurum olarak, bizim burada katkımız ne olabilire izin verirseniz, o zaman daha somut konuşabilirim. Böyle bir derdimiz var bunu ilk başta sizinle paylaşmak istedik. Teşekkür Ederim. Türkiye’nin GSYİH 750 milyar dolar olacaksa bu sene Borsanın da piyasa değerinin, aşağı yukarı, hisse senedi piyasasında 750 milyar dolar civarında olması lazım. Biz şu anda 300 civarındayız. Demek ki biz bunu 400-500 milyar dolarlık bir kaynak var. Prof. Dr. Güler ARAS Ben teşekkür ederim Hocam. Sayın Hocam sermaye piyasasını ve bu piyasaların şirketlere finansman sağlama anlamında gerçek fonksiyonlarını anlamamız açısından son derece bilgilendirici ve yararlı açıklamalar getirildi. Şu anda gelinen noktada İMKB’nin bu konudaki yaklaşımını ve görüşlerini almak üzere, sözü İMKB Başkanı Sayın Hüseyin Erkan’a bırakıyorum. 16 Hüseyin Erkan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı T eşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle Yıldız Teknik Üniversitesi’ne böyle bir panel için ve bu konuyu özellikle son geçtiğimiz yılda bir konu haline getirip enine boyuna tartıştıkları için, bize de bugün bu fırsatı verdikleri için teşekkür ediyorum. Halka arz konusu Türkiye’mizin en önemli konularından bir tanesi. Sayın Başkanımız, Sayın Hocamız burada tipik SEC başkanı gibi konuştular. Ben de aynı şeyi söylemek isterdim ama tabi burada önemli olan kurumsal olarak görüşlerimizin yanında şahsi olarak ayrıca vereceğim görüşler de mutlaka olacaktır. Ama kurumsal olarak baktığımızda Türkiye’de sermaye piyasamızı Sayın Hocamızın da dediği gibi, yeterince geliştiremedik. Çeşitli sebepler olabilir. Sebepleri bahane etmekte doğru değil. Geçmişe bakmaktansa önümüze bakmak gerekir diye düşünüyorum ben. Geçmişte çok dalgalı dönemler geçirdik. Siyasi istikrarın olmadığı, ekonomik dalgalanmalar, Türkiye’den kaynaklanan veya Türkiye’nin dışında gelişen ve kürsel ya da bölgesel başka krizlerden etkilenmiş bir Türkiye olarak, Türkiye sermaye piyasası olarak, bu dalgalanma süreci içerisinde geliştik. Ya da gelişmeye çalışıyoruz. 25 yıllık bir geçmişimiz var. Bunun daha öncesi de var tabi ki. Ben önceki Cumhuriyet döneminin daha öncesi ya da Osmanlı dönemine pek girmek istemiyorum. Ama Türkiye’de hissedarlık kültürü yeni bir kültür değil. Özel şirket sahibi olmak, şirketlerde hissedar olmak ve hissedar olarak da ne gibi haklara sahip olduğumuz hakkında kültürümüz yeni bir kültür değil. Osmanlı’ya kadar giden, hatta bunun ispatı olarak da Osmanlı zamanında kurulan borsada veya borsalarda birçok özel şirketin hisse senetlerinin ve tahvillerinin işlem gördüğünü biliyoruz. Cumhuriyet döneminde, özellikle 1985’te kurulan İMKB ile birlikte, eğer bu kültür ortada 17 olmamış olsaydı, İMKB’nin ilk kuruluş günü, daha doğrusu ilk işleme açılış günü olan 3 Ocakta, (Kuruluş 26 Aralık 1985’dir ama ilk işleme başlama 3 Ocak 1986’dır) ilk iş gününde biz 40’a yakın hisse senediyle işleme başlamışız. O zamanlar halka arz zorunluluğu yokken başlamışız. Uzun bir dönem halka arz zorunluluğu daha sonradan getirilerek borsaya kota olma ve işlem görme uygulaması yürütülmüş. Ancak borsanın ilk gününde 40’a yakın, o zaman halka açık sayılan ve hisse senetleri el değiştiren, o zamanlar daha önceden 4. Vakıf Han’da çeşitli borsa simsarlarının zaman zaman alıp sattıkları, insanların oda oda dolaşarak fiyat aldıkları bir borsa kültürü de vardı. 40’a yakın hisse ile başlamışız. Sermaye Piyasası Kanunu o zaman demiş ki: 100’ün üzerindeki hissedara sahip şirketler halka açık sayılır ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun kaydına girerler. Dolayısıyla bu prosedür hemen bitirilmiş ve ilk günden itibaren 40’a yakın şirketle başlanılmış, hatta 1986 yılının sene sonunda 80 civarında şirketle bitirmişiz. Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi yeni yaratılmış bir sermaye piyasamız yok. Ciddi bir kültürümüz var aslında. Bu kültürün de etkisiyle ve yardımıyla biz şu anda rahatlıkla yatırımcı çekebiliyoruz. Dolayısıyla, çeşitli Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi, yeni yaratılmış bir sermaye piyasamız yok. Ciddi bir kültürümüz var aslında. Bu kültürün de etkisiyle ve yardımıyla biz şu anda rahatlıkla yatırımcı çekebiliyoruz, yatırımcı tabanımızı genişletmeye çalışıyoruz. Hele hele 1989 ile başlayan ve özellikle 1989’da TL’nin tamamen konvertibiliteye geçmesi 38 sayılı kararda TL’nin Kıymetini Koruma Kanunu ve 38 sayılı karar da; Yabancı Portföy Yatırımcıları’nın Türkiye’ye girişinin önünün açılması. Biliyorsunuz eskiden yabancı yatırımcılarda portföy yatırımı ya da doğrudan yatırım gibi bir farklılık yoktu. Her gelen yabancı sermaye izin almak zorundaydı, Türkiye’ye girmek için. Çıkarken de yine izinle çıkıyorlardı. Ama 1988 ve 1989’dan sonra alınan bu kararlarla ve ilk özelleştirmelerin de başlamasıyla birlikte devletimiz çok rahatlıkla kamu payı yüksek olan şirketlerdeki paylarını yavaş yavaş özelleştirmeye ve sermaye piyasası üzerinden satmaya başladılar. Özelleştirme dediğimiz bu süreç içerisinde çok başarılı özelleştirme örnekleri gördük. Şöyle kısa bir çalışma sonucunda baktığımızda, bu özelleştirmeler vasıtasıyla 25 sene içerisinde kaç yatırımcı gelmiş diye baktığımızda, rakam 700 binleri geçiyor. Şu anda zaten kayıtlı 1 milyon 100 bin civarında yatırımcımız var, demek ki bunun çok büyük bir çoğunluğu özelleştirme yoluyla gelmiş. 18 Özelleştirme önemli. Eğer özelleştirme yapıyorsanız ve bu kadar yüksek sayıda yatırımcıyı piyasaya getirebiliyorsanız, demek ki bir hissedarlık kültürünün var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hissedarlık kültürü gerçekten önemli bir olgu. Özelleştirme önemli. Eğer siz özelleştirme yapıyorsanız ve bu kadar yüksek sayıda yatırımcıyı piyasaya getirebiliyorsanız, demek ki bir hissedarlık kültürünün var olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hissedarlık kültürü gerçekten önemli bir olgu. Bunu bizim daha da işlememiz gerekir. Hissedar neyin sahibi olduğunu biliyor. Şirketler ve şirket yönetimleri de özellikle halka açıldıktan sonra bu süreç içerisinde yatırımcı haklarını koruma konusunda bilgi sahibi oluyorlar, şeffaflaşıyorlar, kamuoyu ile bilgilerini paylaşıyorlar, daha önce sadece 3-5 ortak arasında paylaşılan bilgiler artık halka açıldıktan sonra bütün halkla paylaşılmaya başlanıyor. Bunun getirdiği ciddi sorumluluklar var. Bu sorumlulukların takibi de kamu otoriterlerine bağlanmış durumda. Tabi ki şirketlere böyle bir sorumluluk geliyor, yöneticilerin böyle bir sorumluluğu var. Onlar eskiden daha kapalı olan şirketlerde mutlaka ortaklar arasında şeffaf olup bilgi paylaşımına her zaman açıklardı. Ortaklar daha doğrusu halka açıldıktan sonra çok sayıda ortağa bu hizmeti getirmek durumundalar. Bu da bir kültürel değişimdir. Dolayısıyla, bizim onlara dediğimiz şudur: Siz kendi ortaklarınıza yani eski ortaklarınıza, aile eşrafınıza, annenize, babanıza, kardeşinize, yeğeninize amcanıza ya da şirkette hissesi olan bütün büyüklerinize ya da yakınlarınıza ne kadar şeffafsanız, ne kadar bilgi paylaşımı yapıyorsanız, halka açıldıktan sonra da diğer ortaklarınızla aynı ölçüde şeffaflığı devam ettirmeniz ve aynı ölçüde, aynı detayda bilgi paylaşmanız gerekir. Tek beklentimiz bu. Niye? Çünkü on binlerce yatırımcı geliyor. Şirketin faaliyetleri ile ilgili bilgiye sahip olmaları gerekir ki elde tutma ya da satma kararını verebilsinler. Ve şirketin gelişmesinden yararlansınlar. Veya eğer ki şirket kötüye gidiyorsa, bir şekilde satmanın yoluna baksınlar. Bu hissedarın hakkıdır. Yönetimde sözünün de geçmesi, sesinin olması, genel kurullara katılması ortaklık haklarını kullanması da tüm bu yatırımcıların hakkıdır diğer büyük ortaklar gibi hiç bir farkı yok. Bu bir yükümlülük getiriyor ama bir disiplin de getiriyor, bir süreklilik de getiriyor, şirketin sürdürülebilir olmasını da getiriyor. Bir yükümlülük gibi gözüküyor bazen ancak baktığınızda bu adaletin yerine getirilmesi ya da adil davranmanın ötesinde başka bir şey değil. Diğer ortaklarınıza nasıl adilseniz, bütün küçük ortaklarınıza da aynı şekilde adil davranmanız gerekir. Burada kamu otoritesinin yaptığı da işte bu şeffaflığın, bu adaletin sürdürülüp sürdürülmemesini incelemek, takip etmek. Halka arzlarda diğer sorunlarda Sayın Başkanımızın da daha önceden söylediği gibi Türkiye ola19 rak sermaye piyasamızın büyüklüğü açısından baktığımızda yeterince büyük olmadığımızı çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Hakikaten olmamız gereken ortalama seviyelerin 3’te 1’i civarındayız. Diğer ortaklarınıza nasıl adilseniz, bütün küçük ortaklarınıza da aynı şekilde adil davranmanız gerekir. Burada kamu otoritesinin yaptığı da işte bu şeffaflığın, bu adaletin sürdürülüp sürdürülmemesini incelemek, takip etmek. Önümüzde hakikaten çok ciddi bir süreç var. Bu süreç içerisinde bu kaynak nereden bulunacak dediğimizde Sayın Başkanımızın da dediği gibi, bu kaynak hem Türkiye’de var hem dışarıda Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcılarda var. Türkiye kendini ayrıştırmış, Türkiye bu süreç içerisinde büyümüş, büyüme potansiyelini göstermiş, sekiz sene içerisinde ekonomisini üç’e katlamış kişi başına düşen GSMH’yı dolayısıyla üç’e katlamış. Harcama gücünü arttırmış, tasarruflarını arttırmış, kendi ekonomisindeki özellikle kamu tarafında da çok büyük iyileştirmeler yapılmış, borçlanma gereği azalmış. Bütün bunlara baktığınızda, sekiz senede bu kadar büyüme bu potansiyel, bu gelişme yapılabiliyorsa, bunun doğal devamı olan sermaye piyasasının da gelişmesi ve sermaye piyasası yoluyla daha fazla tasarrufların da sermaye piyasalarında değerlendirilme hususu otomatik olarak gelecektir. Şu anda yatırımcıların beklediği de bu. Daha fazla şirket gelsin. Türkiye’ye inanıyoruz, büyümesine de inanıyoruz, buradan pay almak istiyoruz, bu büyümeden biz de pay almak istiyoruz. Hem yerlisi diyor bunu hem yabancısı. Dolayısıyla, yerli kurumsal yatırımcı tarafında da ciddi bazı adımların atılması gerekir. Yerli kurumsal yatırımcı tarafının geliştirilmesi ve daha büyük kitlelere kurumsal yatırımcılar vasıtasıyla bizim ulaşabilmemiz mümkün olur. Ben şimdi burada kesmek istiyorum. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Güler ARAS Çok teşekkür ediyorum Sayın Hüseyin Erkan. Sayın Erkan, bize sermaye piyasamızın gelişim sürecinde etkili olan faktörleri ile bu süreçteki sorunlarımızı aktardı. Ayrıca halka açık firmaların yatırımcılara karşı sorumluluklarını özellikle şeffaflık üzerinde durarak vurguladı ve kamu otoritesinin bunun sağlanmasındaki rolü üzerinde durdu. Her iki başkan da aslında Türkiye’nin sermaye piyasasının gelişim potansiyelinin yüksek olduğunda hem fikirler. Fakat yeterince fon piyasaya gelme- 20 diğinden dolayı piyasa yeterince büyüyemiyor ve derinleşmiyor. Bu durum bir yerlerde bir şeyler yapılması lazım geldiğini işaret ediyor. İkinci turda ağırlıklı olarak, neden istediğimiz noktada değiliz ve neler yapılması gerekli, onu daha detaylı konuşabileceğiz. Şimdi konunun aracı kurumlar boyutunu değerlendirmek için Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Sayın Nevzat Öztangut’a sözü veriyorum. 21 Nevzat ÖZTANGUT Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Ç ok teşekkürler Sayın Başkanım. Öncelikle herkesi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı olarak daha önce de Güler Hocamın daveti üzerine sizinle bu salonda beraber olmuştuk. Gerçekten sizlerle beraber olmak, sanırım masadaki bütün başkanların ve genel müdürlerin ortak düşüncesi de budur, bize gerçekten mutluluk veriyor. Çünkü hakikaten sizler, sermaye piyasasıyla ilgili arkadaşlar için, ki hepiniz burada bulunduğunuz için ilgilisiniz, geleceklerisiniz ve başta Güler Hocamın. Bir teknik üniversite içinde finansla ilgili bir bölümden bahsetti ama şunu çok rahatlıkla size söyleyebilirim, birçok üniversiteden, teknik olmayan birçok üniversiteden çok daha bu işe ilgili ve bu toplantıları yapıyor. Hakikaten bu konuda kendi başarısını tebrik etmek lazım ve katkıları için de teşekkür etmek lazım. Nazım Hocamız da bizi ne zaman toplantılara çağırırsa, böyle konuşmalara çağırırsa memnuniyetle katılırız. Buradan kendisine saygılarımızı sevgilerimizi söyleyelim. Şimdi, “halka arzda kurumsal otoritelerinin rolü”. Önce başlangıçta, Sermaye Piyasası Kurulunu söylemek lazım. Çünkü 1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu kurulduğu vakit, o zaman hisse senedi işini hiç yapmayan, tümüyle uykuda diyebileceğimiz bir borsamız vardı. Biz borsamızın kuruluşunu 1985 diye tekrar anıyoruz. Demek ki SPK ondan da önce. Takasbank, MKK, Aracı Kuruluşları Birliği hatta Sermaye Piyasası Kurulu kurulduktan sonra hep bizler hayata geçtik. Ve Sermaye Piyasası Kuruluna da kanun bir görev vermiş. Bu görev şu: tasarrufların menkul kıymetlere yatırılarak halkın iktisadi kalkınmaya etkin ve yaygın bir şekilde katılmasını sağlamak amacıyla sermaye piyasasının güven açıklık ve kararlılık içinde çalışmasını, tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarının korunmasını düzenle22 mek ve denetlemek. Kanuni bir laf ama şunu söylüyor: Tasarrufları, halkın tasarruflarını menkul kıymetlere yatırmayı sağlamak ve bu şekilde ekonominin büyümesine yardımcı olmak ve bunu yaparken de güven, açıklık ve kararlılık içinde yapacaksınız. Kararlılık sağlayacaksınız, tasarruf sahiplerinin hakkını koruyacaksınız. Burada eğer bu tanıma bakarsanız halka arzı anlatıyor. Yani halka menkul kıymet arz edeceksiniz, bu menkul kıymetleri şirketler çıkaracak, parayı şirketler kullanacak ve bir ekonomik büyüme sağlayacaksınız. Demek ki sermaye piyasasının ilk ana noktası bu, halka arz. Bizim 145 tane aracı kuruluşumuz var. Bunun 133 tanesi aracı kurum dersek bu 145 aracı kurumun sadece 57 tanesi halka arz yapmaya yetkili. Demek ki bu işi yapan aracı kurum sayısı da sınırlı. O nedenle bugün konuştuğumuz şey aslında gerçekten çok önemli bir konu. Bu çerçevede SPK önce İMKB’yi hayata geçirdi. Sonra Takasbank, sonra arkasından MKK, sonra arkasından TSPAKB. Yani bütün ilgili organları kurmaya başladı. Demek ki kamusal otoritenin ne önemi var derseniz bir kere bakın piyasayı bizim gibi piyasa kurulmamış ülkeler açısından en azından bazı ülkelerde daha sonra kamusal otoriteler kurulmuş filan. Bizim ülkemizde bir kere piyasa kurulmuş. Böyle baktığınız zaman SPK’nın önemi çok ve bu kamusal yetkiyi SPK daha sonra dağıtmış. İMKB’ye de kamusal yetki vermiş ve dolaysıyla bizim için kamusal bir otorite. MKK, Takasbank özel sektör niteliğinde kurulmuşlar ama kamusal hizmet veriyorlar, onlar da kamusal otorite bizler açısından. Dolayısıyla onların varlıkları, önemleri çok mühim. Bir sunu metnim vardı ama aslına bakarsanız görsellik sağlamak için söyleyeceklerimiz böyle de devam edebilir. Şimdi genel olarak baktığımızda Aracı Kuruluşları Birliği bu işlerin neresinde? Aracı Kuruluşları Birliği bu anlattığım, deminki tanıtım içinde aracı kuruluşları kendine üye yapan, o da yarı kurumsal bir otorite. Çünkü aracı kurumlar üzerinde bazı yaptırım yetkileri olan bir kuruluş ve biz yönetim kurulu olarak aracı kurumlarda çalışan insanlarız. Yedi yönetim kurulu üyesi, üç tane denetleme kurulu üyesi hep aracı kurumların temsilcisiyiz ve buradan hiçbir menfaat beklemeyen gönüllülük esasıyla çalışan bir yönetim kurulumuz var. Tabi ki Aracı Kuruluşları Birliğinde bir profesyonel kadro da var. Onlar oranın çalışanları. Demek ki Aracı Kuruluşları Birliğinin de böyle bir yapısı var. Baktığımız zaman aracı kuruluşlar ne yapar bunu biliyorsunuz ama kısaca, hisse senetlerinin veya menkul kıymetlerin alım satımına aracılık yapıyor, halka arzlarda görev alıyor. Ama sermaye piyasasından da fon sağlamayı sadece halka arz diye düşünmemek lazım. Halka arzda hisse senedi, tahvil 23 halka arzı yapıyoruz. Şirket satın alma ve birleşmeleri yapıyoruz. Finansal ortaklıklara aracılık yapıyoruz. Özelleştirme projelerinde bulunuyoruz. Proje finansmanı işlerinde aracılık yapıyoruz. Dolayısıyla böyle bir genel yelpaze var. Başlangıçta Güler Hoca’nın söylediği şey doğrudur. Bizim 145 tane aracı kuruluşumuz var. Bunun 133 tanesi aracı kurum dersek bu 145 aracı kurumun, sadece 57 tanesi halka arz yapmaya yetkili. Demek ki bu işi yapan aracı kurum sayısı da sınırlı. Konumuz olmadığı için neden böyledire girmiyorum ama hocam başta bir pas attığı için ona bir cevap vereyim diye söyledim. Notlarımın arasında da zaten varmış. Şimdi konuya daha detaylı girersek; nedir yapılan iş, halka arzda ve bunun neresinde kamusal otoriteye görevler düşüyor? Halka arzı daha spesifik konuşursak; halka arz çok detaylı bir iş. Yani bugün işe başladığınız zaman yarın halka arz yapamazsın. Halka arz için en az altı ay, dokuz ay önceden buna karar vermelisiniz. Aracı kuruluşunuzla anlaşmanız ve aracı kurumunuzun sizi hazırlamaya başlaması gerekir. Ne bu hazırlık. Bir kere, o şirketimizin vergisel yükümlülük bakımından her türlü yükümlülüğünü yerine getirmiş, doğru dürüst bir şirket olduğunu zaten kabul ediyoruz. Ama bunun yanında bir kere muhasebe tablolarının, finansal tablolarının uluslararası finansal muhasebe prensiplerine göre düzenlenip düzenlenmemiş olduğu, şirketin içindeki birimlerin uygun olup olmadığı, şeffaflığı bir mantalite olarak kabul edip etmediklerini; çünkü artık bir ortak alıyoruz yani bu iş gidip para sağlamak değil. Artık şirkete bir tane ortak alıyorsunuz. Dolayısıyla bu işler basit değil. Şimdi bir yanda Sermaye Piyasası Kurulu ve İMKB diyor ki ben tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarını koruyacağım onun için şeffaflık isterim. Her türlü bilgiyi doğru dürüst isterim çünkü onun vazifesi o. Aracı kuruluşun vazifesi de şirketle SPK arasında bunların hazırlanmasına yardımcı olmak ve arkadaşlar, bir izahname ortaya çıkar neticede. İşte şirketin büyüklüğüne göre o kalınlıkta bir izahname, imzala imzala bitmez. Ama bunu böyle yapmak zorundalar. Çünkü onun içindeki her bilginin doğruya yakın, en iyi edinilmiş bilgi olması lazım ki kanun onlara o görevi vermiş. Çünkü tasarruf sahibi eğer bunu okuyabilecek alt yapıya sahipse okuduğu zaman bunun doğruluğundan emin olması lazım. Bu sürecin içinde denetçi var, hukukçu var, hep beraber çalışıyoruz bu dokümanı hazırlamak için. Bu arada tabi işin içinde eğer yabancı yatırımcılar da varsa bir yabancı yatırımcı konsorsiyum üyesi var, yerli konsorsiyum üyeleri oluyor. 24 İMKB Başkanı, SPK Başkanı, Takasbank, MKK herkes çantayı eline alıyor. Dünyada da belki bir örneğini görmeyeceğiniz bir şey yapıyorlar. Anadolu’yu, çanta elde dolaşıyorlar. Gelin bu piyasaya katkıda bulunun, halka açılın. Biz size her türlü yardımda bulunmaya hazırız. Tüm bunlar arasında sözleşmeler yapılıyor dolayısıyla SPK, İMKB bu süreç içinde İMKB’yle konuşuyoruz. Acaba bir pazar açar mısınız? Onlar diyorlar ki pazar açarız ama biz de bir bakalım. İşte Takasbank’a gidiyoruz, MKK’ya gidiyoruz. Dolayısıyla bu sürecin içinde kamu kurumları, hem yöneten hem yönlendiren. Ama iki taraftan da olaya bakan bir rolleri var. Nasıl iki taraftan bakıyorlar. Biz istiyoruz ki onlardan, onlar tabi ki yasal görevlerini yapacaktır, biz size sermaye piyasasına müşteri getirdik. Yani burayı büyütmek için biz de bir aktivite içindeyiz, gelin siz de bize destek olun, beraber bu halka arzı gerçekleştirelim. Onlar da bir taraftan bu gözle bakıyorlar. Nasıl onların işlerini kolaylaştırırız? Nasıl onların süreleri için uyarız? Çünkü, yok işte yılbaşı geliyor, yok öbür taraftan ara tatil var, işte Perşembe-Cuma şu şirketin var, aman kurula önce girin sonra çıkın gibi biz onlara bir yandan bastırıyoruz. Dolayısıyla onlar da bizim işimiz kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Bu tabi ki çok önemli bir zihniyet bir kamu kuruluşu açısından. Yani kamu kuruluşu hem kamusal görevini yapacak, hem karşısındakini müşteri gibi hissedip ona yardımcı olmaya çalışacak. Bu hakikaten bir kamu kurumu için önemli bir zihniyet farkı ve biz tüm kurumlarda bu yaklaşımı görüyoruz ve bundan memnunuz. Nereden bunu anlıyorsunuz derseniz; İMKB Başkanı, SPK Başkanı, Takasbank, MKK herkes çantayı eline alıyor. Dünyada da belki bir örneğini görmeyeceğiniz bir şey yapıyorlar. Anadolu’yu çanta elde dolaşıyorlar. Gelin bu piyasaya katkıda bulunun, halka açılın. Biz size her türlü yardımda bulunmaya hazırız, yetmiyor yine çantalar elde yurt dışına gidiyoruz yabancı yatırımcılara. Şimdi bunlara baktığınız zaman, hakikaten bu ne kadar kamu otoritesinin görevidir? Çok modern bir anlayışla görevidir, evet. Biz de bunu görmekten çok mutluyuz. Çünkü artık modern bir anlayışla, özellikle bu sektördeki kamu kurumunun yaklaşımı sadece kanunda kendisine verilmiş görevi yapmak değil aynı zamanda yardımcı olmak birlikte gerçekleştirmek ki biz bunu bugünkü yönetimlerden görmüş olmaktan çok mutlu oluyoruz. Şimdilik benim söyleyeceklerim bu kadar. Prof. Dr. Güler ARAS Çok teşekkür ederim, Sayın Öztangut. Nevzat Bey daha önceki toplantımızda da bize oturum başkanı olarak 25 katkıda bulundu ve çok değerli bilgiler verdi. Orada da aracılık sürecinin etkinliği konusunda uzun tartışmıştık. Bugünde halka arzın aslında kendilerinin başlattığı ve tamamladığı bir süreç olduğunu ve bu süreci de etkin bir şekilde işletmek aslında çok da kolay olmadığını bir şekilde tekrar kendisinden dinlemiş olduk. Şimdi, ben sözü Sayın Emin Çatana’ya yönlendiriyorum. Kendisi sermaye piyasalarında en kıdemli yönetici. Saklama hizmeti veren Takasbank’ın başında birisi olarak, bu piyasayı en iyi bilen isimlerden. Söz sizin Sayın Çatana. 26 Dr. Emin Çatana Takasbank Genel Müdürü T eşekkür ederim. GGüler hocam, sevgili hocalarımız, değerli öğrenciler, selam sabah işine fazla girmeyeceğim. Görüyorum, sıkılma emareleri var. Salon iyice boşalmadan açıkçası size böyle lafı ağzımdan aldı Sayın Başkan ben de o tarz bir şey söyleyerek başlamak istiyordum. Deminden beri düşünüyorum acaba aklıma bir fıkra gelir mi diye gelmedi. Fakat anlaşılıyor ki bir şeyler hazırlayıp gelmek lazım. İlk işlerimden bir tanesi bu olacak diye düşünüyorum. Ben müsaade ederseniz Nevzat Bey’in bıraktığı yerden bir başlayarak, hiç olmazsa tonumu değiştirip biraz hızlanarak, sizi sıkmadan biraz anekdot tadında bir küçük analiz yapmak istiyorum. Umarım hoşunuza gider. Çünkü çok kimseden duyacağımız şeyler değil. Şimdi Nevzat Bey dedi ki; bir izahname çıkıyor, ansiklopedi gibi. Bunu imzalamak bir sürü zahmet, dedi. Bir de onu okuyanı düşünmek lazım. Yani yatırım yapmak için okuyanların durumunu düşünmek lazım, onların durumu daha fena! Herhalde diyorum, bu kadar çok şey yazdıklarına göre, iyi bir şey satıyorlardır deyip alıyorlardır. Çünkü sonuç itibariyle o kadar yazıyı okuyacak bir yatırımcının, bireysel yatırımcının, özellikle çok olduğunu düşünmüyorum. Tabi bu işleri bunların yerine kurumsal yatırımcıların görüyor olması lazım. Sonuç itibariyle kurumsal yatırımcıların var olmasının önemli sebeplerinden bir tanesi de budur. Açıkçası bireysel yatırımcının yerine okumak, araştırmak, incelemek, en doğruyu seçmek. Süreç içerisinde şu imzaların çok olması, ciltler dolusu, bunları kimsenin okuduğu yok esas itibariyle. Ama bir süreç yaşadık ki biz o süreç içerisinde ben önce üzüntüyle sonra sevinçle şunu gördüm, bugün geldiği nokta itibariyle Türkiye’nin sermaye piyasasındaki kurumsal otorite birinci olarak bahsedilmesi gereken SPK, ondan sonra İMKB. Türkiye’de 27 sermaye piyasasının geliştirilmesi olarak genel çerçeve içerisinde anmamız gereken bu konuda süreci azaltıcı, maliyetleri azaltıcı ve teşvik edici yönde bir ivme ortaya koymuş durumdadırlar. Bu önceden böyle değildi. Şimdi sermaye piyasasında halka arz dediğimiz zaman deminki jargonda birincil piyasalardan bahsetmemiz gerekir, değil mi? Birincil ve ikincil piyasalar tarih sahnesine şöyle bir cümle dünya genelinde baktığınız zaman, bu bir matematik eşleniklik olgusu olarak, ikisinin birlikte gelişmesi gerekir. Yani, eğer birincil piyasa yoksa ikincil piyasa yoktur. Çünkü, ortada enstrüman ve halka arz olmayınca neyin ikincil piyasasını oluşturacaksınız. Ama eğer ortada likiditeyi oluşturacak bir ikincil piyasa yoksa birincil piyasaların gelişmesini beklemek pek açıkçası akılcı olmaz. Çünkü insanlar ne zaman geri döneceği belli olmayan, hatta geri dönüşü söz verilmeyen bir takım enstrümanlara yatırım yaparken bunun likiditesi var mı yok mu, icap ettiğinde bunu nakde çevirebilir miyim diye bakar. İşte bu gelişmişlik ya da gelişme süreci, olması gereken ve beklenendir. Ama Türkiye’de durum farklı. Türkiye’nin sermaye piyasasındaki, kurumsal otorite birinci olarak bahsedilmesi gereken SPK, ondan sonra İMKB. Türkiye’de sermaye piyasasının geliştirilmesi olarak genel çerçeve içerisinde anmamız gereken bu konuda süreci azaltıcı, maliyetleri azaltıcı ve teşvik edici yönde bir ivme ortaya koymuş durumdadırlar. Türkiye’de sermaye piyasası, Türk insanın ilginç yapısı, müteşebbis gücü, gelenekleri görenekleri, inanışları itibarıyla bu durumun tersine bir gelişmişlik izledi. Bunda büyük ölçüde 1980 öncesi negatif faiz politikasının rolü var. 60’lı yıllarda Türkiye’de ikincil piyasalar gelişmeden birincil piyasa ihraçları oldu. Bu ihraçlar, hiç de azımsanmayacak kadar da çoktu. 1985 yılında borsanın kurulmasına karar verildiğinde, ben bu borsada hangi şirketleri işleme sokacağım diye bir endişesi yoktu. Çünkü, 40 şirket seçilip işleme açılabilmişti. Bu bardağın neresinden baktığınızla da alakalıdır. Eğer siz bu 40 şirkete bakıp, ancak 40 şirketi işleme açabildik yönüyle de bakabilirsiniz ama yeniden ikincil piyasaların kuruluyor olması yönüyle bakarsanız, 40 tane şirket bulduk bu yönde diye bakarsanız çok önemlidir. Yani elimizde önemli bir varlık vardı. Müteşebbis sermaye, sermayenin çevriminin getirdiği imkânlardan kolaylıklardan mahrum kalıyor. Finansal piyasa; mudiler, bankacılık sistemi ve şirketler üçgeni üstüne dönüyor. Bir de mudilerin sermayesi açıkçası negatif faizle istismar edildiğini dikkate aldığınızda ki o yıllarda devletin borçlanması da yok, devlet 1980’den sonra borçlanmaya başladı ve pozitif faiz uygulamasına geçildi. Sonuçta tasarruf sahibinin tasarrufunun istismarını esas alan banka-şirketler kesimi ilişkisinden söz ediyoruz. İşte sermaye piyasaları bunu ortadan kaldıran 28 başlıca unsur, başlıca nimet, başlıca mücevherdir. Türkiye’de sermaye piyasalarının gelişimine işte bu ortam üzerinde başlandı. Tabi bunda uzun süre negatif faiz veren rekabetsiz bankacılık sisteminin de etkisini göz ardı etmemek lazım. İlk yıllarda, ben 1986 senesini hatırlıyorum, açılan 40 şirket, fakat halka açıklık miktarı azdı. O yüzden o yıllarda piyasa yapıcılığı denilen rolü şirketi kuran sağlıyordu. O zaman şirketlerin ortakları daha çok bölgesel. O yüzden şirkete yatırım yapacak kişi şirketin kurucusunu tanıyorsa, o bölgede oturuyorsa ve saygıdeğer biriyse, onun yatırımını doğru yöneteceğine geçmişine de bakarak kolaylıkla da ortak oluyorlardı. Zaten aralarında ahbap çavuş ilişkisi de vardı. Herkes birbirini tanıyordu. 60’lı yıllarda özellikle 70’li yıllarda gelişen işçi şirketlerinde ihraç ettiğimiz işçilerin birikimlerini Türkiye’ye getirip şirket ortaklılıklarında kullanan ki dikkat edin bunlar hep bulundukları yerlerdeki şirketlere ortak olmuşlardır. Ayrıca, iştirak ettikleri şirketler hep tanıdıkları kişilerin müteşebbis oldukları şirketlerdir. Böyle başladı ve bu global açıdan da bu ilişki hala devam etmektedir. Örneğin, uluslararası bir sermaye yatırım yapacaksa öncelikle o şirketin itibarını dikkate alıyorlar. Sonuçta tasarruf sahibinin tasarrufunun istismarını esas alan bankaşirketler kesimi ilişkisinden söz ediyoruz. İşte sermaye piyasaları bunu ortadan kaldıran başlıca unsur, başlıca nimet, başlıca mücevherdir. Türkiye’de sermaye piyasalarının gelişimine işte bu ortam üzerinde başlandı. İlk yıllara geri dönecek olursak, o yıllarda halka açıklık az bugünkü ölçeklerde değil. O zamanki Borsa Başkanı Muharrem Karslı ile beraber şirketlerin patronlarını dolaşıp adeta onlara yalvarıyorduk. Lütfen biraz hisse senetlerinizi satın diye. Bir hatıra aklıma geldi. Bir büyük şirketin kurucu patronlarından biri bana “ağam, ben bir şirketimden bir kere dayak yedim, kur garantisinden kur garantisizliğine geçiş dönemindeki olaydan bahsediyor, genel kurula gittiğimde yediğim küfrün haddi hesabı yoktu. Ben halka açmam bir daha şirketimi.” dedi. Ama aynı insan sonra borsadaki devrimi görünce holdingini bile borsaya açtı. Böyle dönemlerden geçtik. Türk Ticaret Kanununda tarif edilen bugün olmayan birçok enstrüman o gün vardı. Örneğin kara iştirakli tahviller, hisse senedine dönüştürülebilir tahviller. Ben çok iyi hatırlıyorum Tofaş 1968-1969 senesinde hisse senedine dönüştürülebilir tahvil çıkardı. Tahvillerin anapara ve faiz ödemeleri sonunda insanlar ya paralarını geri aldılar ya Tofaş’tan araba aldılar ya da hisse senedi aldılar. Çok güzel bir uygulamaydı. Maalesef bunları devam ettiremedik, çünkü derin bir sessizlik dönemine girdik. O zaman düzenlemesizlik vardı, sonra düzenlemelilik haline geldi. Bankerlik 29 hadisesi arkasından sermaye piyasası kuruldu. Bundan sonra herkes ince eleyip sık dokumaya başladı. O zaman ilk iş olarak Sermaye Piyasası Kurulu halka arz envanteri çıkarmak oldu. O zamana kadar halka arz olunmuş şirketlerin hisse senedi ve tahvillerin envanterini çıkardı ki bunun önemli kısmı kendinin önemli gelir kaynağı olan payda alma ücretlerinin olduğunu zannediyorum. Hamiline, nama yazılı hisse senetleri, dönüştürülebilir tahviller, gelir ortaklığı senetleri kara iştirakli tahviller hepsi o dönemde vardı ve uygulamaları da vardı. Ama bugün çok daha ihtiyatlı gidiyoruz ve çok da ivmeli gidiyoruz. Tasarruf eksiğini hep bahane olarak söylüyoruz ki açıkçası bu kolay bir bahane. Eğer bankacılık kesimi Türkiye’den fon toplayabiliyorsa denk bütçede tasarruf açığından bahsetmek mümkün değil. Tasarruf açığı ne zaman ortaya çıktı? Türkiye enflasyonla büyüme kararı verilip Türkiye ciddi bir sistem, yapı değişikliğine gittiği zaman ortaya çıktı. Evet, bugün Türkiye’de tasarruf açığı vardır ve dış tasarruflara muhtacız. Çünkü artık global ekonominin ve liberal ekonominin bir parçasıyız. Çok ciddi bir şekilde büyük bir parçası olmaya gidiyoruz. Bugün 750 milyar $’lık GSMH şanssız bir şekilde faizlerin düşürülüp doların yükselmesi ile daha düşük tecelli edecek, fakat biz onu referans alalım. Aslında halka arzda aracı kurumların etkinliğine teknik olarak da girecektim fakat sizleri uyandırmak için böyle bir yol seçtim. Öbür turda bahsederim. Ama bugün çok daha ihtiyatlı gidiyoruz ve çok da ivmeli gidiyoruz. Tasarruf eksiğini hep bahane olarak söylüyoruz ki, açıkçası bu kolay bir bahane. Eğer bankacılık kesimi Türkiye’den fon toplayabiliyorsa denk bütçede tasarruf açığından bahsetmek mümkün değil. Prof. Dr. Güler ARAS Çok teşekkür ederim Sayın Çatana son derece değerli bilgiler için. Sermaye piyasasının nereden nereye geldiğini ve Türkiye piyasasının gerçeklerini ve gelişim sürecini çok güzel özetlediniz. Zaman geçirmeden sözü Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Yakup Ergincan’a bırakıyorum. 30 Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü Katılımcılara teşekkür ediyorum. Öncelikle SPK ya da İMKB’yi tanımayan yoktur fakat Takasbank’ı ya da MKK’yı tanıyan azdır. MKK’nın ne iş yaptığını, halka arzla ilişkisini kısaca bahsetmek istiyorum. Borsalarda işlemler yapıldıktan sonra, el değişmelerinin hak sahibi bazında yerine getirilmesi söz konusudur. Bugün 1,5-2 milyar $ işlem hacmine sahip bir borsada, her gün binlerce hisse senedi alıp satıyor. İşlem gününün sonunda bu satışların ardından hem paranın, hem hisse senedinin el değiştirmesi lazım. Bunun yerine getirildiği kurumlardan bir tanesi MKK, diğeri Takasbank’tır. Yaptığı işlemleri özetlemek gerekirse, Sermaye Piyasası Kanunu 10/a maddesinde şöyle bir görev verilmiş MKK’ya: Türkiye’deki sermaye piyasası araçlarını hak sahibi bazında, üye bazında kayden izleyeceksiniz. Artık sizin kuruluşunuzun hemen sonrasında Türkiye’de hisse senetleri, tahviller ve aklınıza gelen her türlü sermaye piyasası aracı fiziken yaşayamayacak. Onun yerine elektronik kayıtlar söz konusu olacak. Bunun geçmişine baktığımızda, 1995 yılında Takasbank’ın başlattığı müşteri bazında saklama ve müşteri isminde saklama aşamalarından sonra bu sistem karşılığında hisse senedi basılıp Takasbank’ın depolarına teslim edilen ve hak sahiplerinin elektronik olarak yaratıldığı bir sistemdi. Kanunun amir hükmü uyarınca Kasım 2005’ten itibaren artık herhangi bir sermaye piyasası aracını temsilen fiziki senet basılmıyor. Sermaye artırımları tamamıyla elektronik ortamdadır. Kâğıt ortadan kalkmış durumdadır. Türkiye özelinde biz nasıl bir model uyguluyoruz? Bizim uyguladığımız model, gelişmiş Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi ülkelerin yaptığı üye bazında sistem yerine, Kuzey Avrupa ülkeleri ve Yunanistan gibi müşteri bazındaki sistemi seçtik. Örnek vermek gerekirse x aracı ku31 rumunda 1000 tane müşteri var. Bu 1000 tane müşterinin kimler olduğu, kimlik bilgileri ve ne kadar portföyü olduğu tamamen MKK’nin kayıtları esas alınarak ortaya konmuş durumdadır. Bunu nasıl sağlıyoruz? Öncelikle fiziki sistem ortadan kalkıp, kaydi sisteme geçildiği için hisse senetleri teslim alınıyor. Bunun karşılığında elektronik menkul kıymet ya da elektronik olarak hisse senedi yaratılıyor ve bütün işlemler tamamen bu elektronik veri tabanına göre yürütülüyor. Herhangi bir şekilde fiziki bir kâğıdın olması mümkün değil. Tabi bu çok büyük bir yük. Dediğim gibi Amerika, İngiltere, Kıta Avrupa’sı çoğunlukla müşteri bazında değil, üye bazında bir sistemi tercih etmiş. Aracı kurumunun altındaki 1000 tane müşterinin bütün kıymetleri tek bir hesabın içine doldurulmuş durumda, kimin kağıdı kime ait bilgisi sadece aracı kurumdan elde ediliyor. Ama Türkiye’nin seçtiği model, 95 yılında uygulamaya koyduğu model bunun daha ayrıntılısı, yani aslında kapalı devre bir sistem fiziki hisse senedi tevdi ettiğiniz zaman o yok oluyor ve onun yerine elektronik kıymet yaratılıyor. Elektronik kıymetlerin anlık olarak kimlere ait olduğu bilgisi tutuluyor. Bütün işlemler, yani fiziki sistemde yapılan her türlü işlem, virman yapılması, sermaye artırımı, alım satım işlemleri hepsinin elektronik olarak yapıldığını düşünün. Kapalı devre bir sistem olduğu için de bu kıymetler aslında bir alıcıdan satıcıya yatırımcı bazında hareket ediyor. Sürekli olarak bu işlemlerin yapılması için sistem güncelleniyor. Bunu nasıl sağlıyoruz? Bütün aracı kurumlar ve bankalar bizim üyemiz. Bütün işlemleri bizim sistem üzerinden, elektronik olarak yapıyorlar. Hak sahibi bazlı kayıtları oluşturuyorlar. Merkez Bankası şöyle bir karar alsa, dese ki; artık banknot basmayacağım ben, parayı da kaydi olarak basacağız ve bu bir tek kurumda izlenecek kimde, nerede, ne kadar para var bilgisi tamamen elektronik olarak bilinecek, işte ona benzer bir sistem aslında. Birçok ülke bunu kurmak istemiyor nedeni de maliyetli olduğuna inanıyorlar ve işleyen sistemleri değiştirme konusunda ciddi rezistans var. Şimdi Güler Hocamın dediği gibi, 2. turda Türkiye’deki halka arza ilişkin sorunların çözüm önerilerinden bahsederken kurulan yapıyı biraz daha teknik olarak söylemek lazım. Bugün itibariyle Merkezi Kayıt Kuruluşunun kayıtlarında yaklaşık 500 milyarlık bir elektronik kıymet söz konusu yani 400 küsur milyar 470 milyarlık hisse senedi, varantlar, özel sektör tahvilleri, borsa yatırım fonları ve yatırım fonu katılma belgeleri tamamen kaydi sistemde izleniyor. Şu an bakiyeli hesaplara baktığımız zaman 1 milyon 30 bin civarında hisse senedi bakiyeli yatımcımız var, 3 milyon civarında yatırım fonu katılma belgesi sahibi yatımcımız var. Toplamda 32 milyon hesap açılmış durumda merkezi kayıt sisteminde ve bu yaklaşık 17 milyon 32 yatırımcıya ait. Şimdi devasa bir sistem aslında bu. Devasa sistemin de tabi riskleri var, çünkü siz hak sahibi bazında izliyorsunuz. O hak sahibinin kimlik bilgisini, adres bilgisini tutuyorsunuz. Hangi tür hisse senedine veya hangi tür sermaye piyasası aracına sahip olduğunu anlık olarak izleyebilir bir durumdasınız. Tabi bu ciddi bir bilgi ve bu bilginin doğru düzgün korunması için sistemin ayakta tutulması gerekiyor. Bu süreçte mülkiyet değişimleri bu sistem üzerinden söz konusu olduğu için borsada işlem oluştuktan sonra Takasbank’taki ya da MKK’daki herhangi bir sistem arızası aslında bu işlemlerin takasının yapılmasını imkânsız hale getiriyor. Dünya aslında bu süreçlerden geçmiş e-mobilize sistemden sonra Takasbank modelinde olduğu gibi kaydi sisteme geçen ülkeler var, geçmekte olan ülkeler var. Takasbank ve MKK’nın ortak çalışmasıyla bu geçiş çok hissedilmeden oldu. 25 Kasım 2005 Cuma akşamı aslında Takasbank’ın sistemi devredeyken hafta sonu yapılan geçişler sonrası 28 Kasım 2005 Pazartesi günü Merkezi Kayıt Kuruluşu üzerinden bu işlemler yapılmaya başlandı. Tabi halka açık hisse senetlerinin halka açık kısmı değil, hisse senetlerinin hem halka açık hem de kapalı paylarının hak sahibi bazında izlendiği bir sistem olduğu için tabi rakamlar çok büyük, devasa. Belki şöyle kafanızda canlandırabiliriz Merkez Bankası şöyle bir karar alsa, dese ki; artık banknot basmayacağım ben, parayı da kaydi olarak basacağız ve bu bir tek kurumda izlenecek. Kimde, nerde, ne kadar para var bilgisi tamamen elektronik olarak bilinecek. İşte ona benzer bir sistem aslında bakarsanız. Birçok ülke bunu kurmak istemiyor nedeni de maliyeti olduğuna inanıyorlar ve işleyen sistemleri değiştirme konusunda ciddi rezistans var. Türkiye örneği 1995 yılında Takasbank’la başlayan, 2010 yılına geldiğimizde Merkezi Kayıt Kuruluşunda olan müşteri bazında sistem dediğimiz bu sistem, aslında dünya çapında bir başarı örneğidir ve bir çok ülke örnek alıyor bizden. Türkiye örneği 1995 yılında Takasbank’la başlayan 2010 yılına geldiğimizde Merkezi Kayıt Kuruluşunda olan müşteri bazında sistem dediğimiz bu sistem aslında dünya çapında bir başarı örneğidir ve bir çok ülke örnek alıyor bizden. 2008 krizinde Lehman Brothers örneğinde olduğu gibi, bir kurumun dünyadaki başka ülkelerde yarattığı riski ölçebilmek, bulabilmek bile aylarca sürdü. O sırada Türkiye’de kurulan sistemle siz, bırakın bir kurumun pozisyonun ne olduğunun, risklerinin ne olduğunun, ne kadar kıymetinin teminatta olduğunu ya da rehinde olduğunu, müşteri bazında izleyebiliyor durumdasınız bu riskleri anlık olarak. Tabi Sermaye Piyasası Kurulunun, kuruluşumuzdan beri çok ciddi şekilde desteği oldu. 99 yılındaki kanununda bunu koymak, o dönem için 11 yıl önce çok ciddi, ileriye 33 dönük bir vizyon aslına bakarsanız. Bunun getirdiği tabi külfetler var. Günde 2,5 milyona yakın işlem elektronik olarak dönüyor. Yani bahsettiğimiz rakamlar, 500 milyarlık bir portföy tutuyorsunuz. Bunu ayakta tutma, canlı tutmak, tabi kesintisiz tutma çok ciddi bir yük ama biz bunu başarıyoruz. 2005 yılından itibaren Takasbank’la başlayan bu süreçte bu iki kurum da aslına bakarsanız bunu ayakta tutmayı başarır durumda. Hocam dilerseniz 2. kısımda hani böyle bir sistem var bu bir külfet ama bunun nimetleri neler? Halka arza etkileri neler olabilir? Belki o konuda konuşmakta fayda var. Evet, bir de onu söylemek lazım bu geçiş, fiziki sistemden kaydi sisteme veya üye bazında sistemden müşteri bazına sisteme geçiş, bu 15 yıl önce başlayan ve hukuken de kaydi sistem adını aldığı 5 yıl öncesine döndüğümüzde aslında dünyada ilk ve tek diyebiliriz buna. Bu sistemleri örnek almak için yurtdışından birçok ülkenin yetkilileri geliyorlar. Nasıl bunu kurabiliriz diye ama bir şekilde çekiniyorlar. Türkiye bu kararı çok ciddi bir biçimde hızlı bir biçimde almış çekinmemiş. Şimdiye kadar da başarılı gittiğini söyleyebiliriz. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Güler ARAS Ben teşekkür ederim Sayın Ergincan. Bize hem MKK’nın görevlerini özetlediniz hem de kaydi sisteme geçmenin yararlarını daha iyi anlamış olduk. Özellikle kaydi sisteme geçmenin getirdiği maliyet avantajları da çok önemli. O yüzden bunu gerçekleştirmiş olmanız da sevindirici. 34 PANEL 2. BÖLÜM 35 Prof. Dr. Güler ARAS YTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Uluslararası Finansal Yönetim Enstitüsü Kurucu Eski Başkan Ş imdi ikinci tur konuşmaları başlatmak istiyorum. Bu turda daha önceki halka arz toplantılarından derlediğim soruları sizlere yöneltmek istiyorum izninizle. Hocam, sizin ikinci turdaki sorularınızı topluca yöneltmek istiyorum. Piyasanın gelişmesi için uygun koşullar var, fon var. Ancak biz neden bir türlü sistemi etkin bir şekilde çalıştırmakta başarılı olamıyoruz? Ana hatları ile onu sizden rica edelim. İkinci husus, Avrupa ile, dünya ile bizim piyasamız arasında aynı olmayan ya da bizim uyum sağlayamadığımız noktalar var mı? Yani mesafe almamız, ulaşmamız gereken ya da onların önünde olduğumuz yönler nelerdir? Yatırım için güvenin çok önemli olduğunu vurguladık daha önceki oturumlarda. Gerçekten çok fazla vurgulandı. Daha önce yaşanmış olan hadiseler çok önemli. Yatırımcı güvenini sağlamak, arttırmak için herhangi bir projeniz var mı? Fiyatlama, TSPAKB Başkanına da soracağım ama, çok önemli dedik. Fiyatlama ile ilgili bazı söylentiler yayılıyor. Örneğin, fiyatlamaların yatırımcıyı yanlış etkilediği, yönlendirdiği yönünde bir sürü haber duyuyoruz piyasada. SPK olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz? Başka bir soru ise, bu haberler doğru mudur? Bunlara ilişkin herhangi bir çalışmanız var mı? Bir diğer konu, KOBİ’ler hep konuşulan bir konu. Yeni şirketler Pazarı KOBİ’ler için önemli. KOBİ’lerle ilgili bir çalışma var mı? Bakanlıktan bu konularla ilgili bir desteğimiz var mı? Bir diğer soru, portföy yönetimi ne kadar etkin Türkiye’de? Bunu hep merak ediyoruz. Tamam, yatırımcı güvenmiyor, kendi başına işlem yapamıyor ama yatırım fonları, kurumsal yatırımcılar bu işi iyi yapabiliyor mu? Bunlar yeterince iyi denetleniyor mu? Yatırımcının fonlarının iyi yönetildiğine dair onlara ne kadar güvenmeli? Başka bir soru ise, nitelikli yatırımcı konusunda bir çalışmanız var mı? Bu soruların kısa sürede yanıtlanmasının olanaksız olduğunun fakındayım. Ancak önemli gördüğünüz noktaları ve buradan iletmek istediğiniz mesajlarınızı aktarmanızı rica ediyorum. 36 Prof. Dr. Vedat Akgiray Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Z or soru yoktur çünkü, ben bütün öğrencilik hayatım boyunca kopya çekerek mezun oldum. Dolayısıyla birkaç şey söyleyeyim hepsini bağlayan, belki de fazla konuşma gibi olmasın. Halka arzlar niye ilgi çekmiyor diye bir soru değil de sanki öyle bir yorum var gibi. Var hakikaten. Hatta bu Halka Arz Seferberliği diye adlandırılan çaba fiyasko oldu diye söyleyenler de var tabi ama hiç doğru değil. Bakın bu öyle bir şey ki, yani biraz ticaretle uğraşanlar, tanıyanlar bilirler. Bir şirkete ortak almak, genelde bir şeyi satmak, müşteri bulmak gerektirir. Şimdi benim bir şirketim var, halka açılmak istiyorum, çok doğru sebeplerle “ey ahali, bende böyle bir şirket var. Gelin size şöyle parlak hisselerimi satıyorum, şu kadar lira” diyeceğim. Hurra herkes gelecek, böyle bir şey yok. Ya öyle yapılırsa? Tekleye tekleye, 20 yılda 50 tane halka arz olur. Burada yapılması gereken şey şu bir kere. Türkiye’de uzun vadeli fon, kaynak ihtiyacı var mı? Var. Hisse senedinin vadesi ne? Teorik olarak sonsuz veya ölene kadar, daha uzunu yok. Ben ölene kadarsa uzun vadedir. O şirket batmayana kadar. Uzun vadeli kaynağa ihtiyacım var, işte kaynak, bu bir. İkincisi, siz tasarruf eksikliği açığından bahsettiniz doğru, Türkiye’nin tasarruf açığı var. Tasarruf az ama matematikçiler varsa aranızda bilirler. Bir hız denen bir şey var, bir ivme denen bir şey var, mesafeyi ölçerken dikkatli olmak lazım. Tasarrufları bir an arttırmakla bugün diyelim Türkiye’de 10 birim tasarruf var ve bunu 15 yaptık akşamdan sabaha %50 arttı. Bu bir artış yolu. Başka bir yolu da bunun finans anlamı daha fazla, tasarrufun vadesini uzatmak. Artırmakla eş değer, çünkü hep olan şey daha çok var demektir. Yani matematik de bunu söylüyor. 37 Halka arzda belki biz çok yanlış yaptık bu sene sağa sola giderek, gidin halka açılın sanki mal satarmış gibi. Tabi o da yapılaması gereken bir şey bilinirlik olsun diye, ama asıl mesele o değil. Asıl mesele ülke politikası olarak bunun resmini doğru çizmek. Dolayısıyla, Türkiye’nin uzun vadeli tasarruf yapma ihtiyacı var mı? O da var. Uzun vadeli tasarruf akıllı bir şey mi? Çok akıllı bir şey. Bakın Çin’de tasarruf fazlası vardı çünkü yatırım yapacak yer yoktu. Çünkü Çin’de emeklilik, SSK diye bir kurum yok! Yeni yeni kurmaya başlıyorlar. Çin’in parası dünyaya aktı, Amerika’ya hazine kağıtlarına falan, dünya bu hale geldi. Dolayısıyla tasarruf açığı, tasarruf fazlasından daha iyi, iyi bir tüccar için, iyi bir ekonomi yönetimi için. Çünkü tasarruf açığı ile yatırım becermek, başkasının parasıyla iş yapmakla eş değer OPM (Other People’s Money). İşte sermaye piyasaları bu yüzden var. Dolayısıyla yatırım yapan firmalarımızın kişilerimizin uzun vadeli fona ihtiyacı var, tasarruf sahiplerimizin, ailelerimizin, hanelerimizin uzun vadeli tasarruflara geleceği planlamalarına ihtiyacımız var. İkisi örtüşüyor ve bu kaynak, bu para var Türkiye de. Bunu söylemek lazım, yoksa halka arzda belki biz çok yanlış yaptık bu sene sağa sola giderek. “Gidin halka açılın”, sanki mal satarmış gibi. Tabi o da yapılması gereken bir şey bilinirlik olsun diye ama asıl mesele o değil. Asıl mesele, ülke politikası olarak bunun resmini doğru çizmek. Bu bilince, şimdi finansal okuryazarlık yapacağız o daha akademik bir içerikli bir şey, konuşursak fon yönetimi portföy yönetimi kendiliğinden bir ihtiyaç olarak ortaya çıkacaktır. Bakın Türkiye’ye yabancı sermaye geliyor ve artarak geliyor. Sıcak para soğuk para ılık para tartışmaları var bir yanda. Türkiye’ye gelebilen Yeni Zelanda parası kısa vade tasarruf parası olabilir mi? Mümkün değil, ya Yeni Zelanda uzak olduğu için o örneği verdim, okyanusun öteki tarafında, o tasarrufların vadesi 15 gün olsa Türkiye’ye gelir mi? Gelemez! Demek ki başka yerdeki uzun vadeli tasarruflar bizim ihtiyacımızı giderebiliyor. Aynı şeyi biz yaparsak iki çarpı haline gelebilir. Özetle hadise bu kurumları satmak, enstrümanları satmak, bir fikri satmak değil. Ülkenin bu toplumsal ihtiyacını masanın üstüne doğru dürüst koyup yatırımcıları, tasarruf sahiplerini bu bilgiye, bu bilince ulaştırmak. Tüm mesele bu aslında. Bunu yapmak lazım. Belki bundan sonraki çabalarımızda bu boyutta uygulamak lazım. Çünkü diyorsunuz, firmalara anlatıyorsunuz, iyi de Başkanım ben halka açılacağım şimdi maliye gelecek, SPK da başımızın derdi, üç kuruş para için değer mi falan, onu inandırmak zor işte. Burada şirket yok diye konuşuyorum rahat rahat. Yapmak değil, yapılması lazım, yapılacak ama asıl bu politikayı, ulusal politikamızı bir şekilde halkın anlayacağı bir dille sunmak lazım belki bundan sonra. Bunu becerebilirsek o soruların 38 cevabı otomatikman hayata geçmiş olacak zaten. Bir şey daha söyleyeyim, sıcak para konusu. Yatırım-tasarruf diyoruz, sıcak para diye konuşuyor herkes. Sıcak para ne diye sorunca, cevap veren pek yok. Sıcak paranın en iyi cevabı şu; kısa vadeli spekülatif sermaye giriş çıkışları sıcak. Kötü bir şey mi? Çok kötü bir şey, mahvediyor bizi diye şikâyetçi oluyor bazı kesimler. Bakın kapayın sıcak soğuk her türlü parayı istemiyoruz, bize gelmesin, gitmesin. O zaman problem yok değil mi? Sıfır para! Sıfır olması mı daha iyi, 10 lira gelse 3 ay dursa 10 lira gitse, hani sıcak hızlı geldi gitti. Bu mu daha iyi? Düşünün ya hiç paranız yok. Birisi geliyor diyor ki ben size 10 lira vereceğim 3 ay sende dursun. Sonra alıp giderim, belli olmaz. Sıcak. Kısa vadeli, bir aylık, üç ay, dört aylık, sen akıllı ol o parayı iyi değerlendir, üç ayda giderse gitsin, kimin umurunda? Gelirken TL’yi değerlendiriyor, doları düşürüyor, çıkarken tersini yapacak, kur riski. Son derdimizde bu olsun. Değerleniyor, geri geliyor aynı yere geliyor. Kötü bir şey var mı burada? Sen bunu yönetemiyorsan orda senin beceriksizliğin vardır. Sıcak para diye magazin yapma demek geliyor. Kurumları satmak, enstrümanları satmak, bir fikri satmak değil ülkenin bu toplumsal ihtiyacını masanın üstüne doğru dürüst koyup yatırımcıları, tasarruf sahiplerini bu bilgiye bu bilince ulaştırmak. Tüm mesele bu aslında. Bunu yapmak lazım. Belki bundan sonraki çabalarımızda bu boyutta uygulamak lazım. Prof. Dr. Güler ARAS Teşekkür ediyorum hocam. İzninizle Sayın Hüseyin Erkan’ın sorularına geçiyorum. Size de izninizle aynı şekilde birden fazla soru yönelteceğim. Aslında uzun bir liste var. Bunlar yine diğer oturumlarda ortaya çıkan, merak edilen konular. Birincisi, gerçekten çok çaba sarf edilen Halka Arz Seferberliği sürecinde beklediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi? Daha başarılı bir sonuç bekleyen bir kesim olabilir, elbette daha iyisi bekleniyor olabilir. Ben süreçten pek çok çıktı elde edildiğini düşünüyorum. Sizce halka arz seferberliği süresindeki gözlemlerinizden yola çıkarak en fazla problem olarak gözüken noktalar nedir? Şirketlerin halka açılmak için en temel problem olarak gördüğünüz noktalar nedir, neler yapılmasını bekliyorsunuz? Çalışmalar sonrasında eminim bir sonuç alınmış olması gerekiyor. İkinci nokta, halka arz seferberliği kapsamında bireysel emeklilik fonlarının kurumsal yatırımcı olarak bu sisteme katkıda bulunmasına yönelik herhangi bir çaba, uygulama ya da bir 39 proje var mı? Zira bunlar ileride en önemli kurumsal yatırımcı olmaya aday kurumlar. Bir diğer konu değerleme konusundaki problemleri bertaraf etmeye ilişkin sizin İMKB olarak bir projeniz var mı? Bunu bütün katılımcılara bir şekilde yönelteceğim sanırım. Bir diğer konu ise, sizin İMKB olarak ortak platform oluşturmak gibi hedefleriniz var, bildiğim kadarıyla. Kardeş ülkelerle ortak platform oluşturma ve bu platform üzerinde işlemlerin yürütülmesi yönünde. Bu konudaki çalışmalar nedir? Bir diğer konu, FEAS 15. Yılını kutladı, oldukça iyi gidiyor gördüğüm kadarıyla. FEAS’la ilgili önerileriniz nelerdir? Bu önemsediğimiz konulardan bir tanesi. Bir diğer konu, dünya borsaları sürekli birleşme entegre olma yolundayken bizde yeni borsalar, farklı borsalar var. İleride böyle bir tek borsa projesi var mı? Bu belki diğer katılımcılar için de yöneltilebilecek bir soru. Bir araya gelme, birleşme eğilimi var mı? Bir diğer soru, yine halka arzda biz pazarlama mı yapıyoruz tanıtım mı yapıyoruz? Yani pazarlamaysa bu, yapılmalı mı bu şekilde? Yoksa tanıtım, stratejik bir pazarlama metodu uygulanarak yatırımcıyı farklı yöntemlerle metotlarla doğru ve etkin bir bilgilendirme yöntemleri mi bulunmalı? Yine bu aracı kurumları da ilgilendiren konu. Bir diğer sorunumuz, yatırımcı güvenini artırmak, kazanmak için İMKB’nin ayrıca planladığı bir çalışma olduğunu biliyorum. Gelecek yılın yatırımcı seferberliği yılı olarak düşünüldüğünü biliyorum. Muhtemelen bizim fakültemizin de gelecek yıl etkinliklerinin başlığı yatırımcı seferberliği olacak ve sizlerle umarım tekrar bir arada olacağız. Bu konuda yatırımcı güvenini artırmaya yönelik olarak ne tür çalışmalar planlanıyor? Daha çok merak edilen konu var ama son bir soru var, onu da ekleyeyim. DO&CO, yabancı bir şirket olarak piyasaya geldi. Buna benzer şirketlerin halka arzı ile ilgili özel projeleriniz ya da çabalarınız var mı? Bunlar piyasaya ne getirecek? Çifte kotasyon konusuna, bilmiyorum girmek ister misiniz? Bunun için hedefler nelerdir? Bunlar merak ettiğimiz konular. Sizden de bu soruların genel bir değerlendirmesini ve yine önemli gördüğünüz konulardaki yanıtlarınızı almayı rica ediyorum. 40 Hüseyin Erkan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı B en yazmaktan yoruldum valla ama yavaş yavaş cevaplamaya çalışayım. Şimdi halka arz ile ilgili olarama yavaş yavaş cevaplamaya çalışayım. Şimdi halka arz ile ilgili olarak bir sürü soru var ama halka arz bir gecelik yapılan bir şey değil, bir yıllık yapılan bir şey de değil. Halka arz gerçekten bir süreçtir. Halka arz dediğimiz zaman dev şirketler bu sene güllük gülistanlık hep beraber buyurun halka arz edelim gelecek sene de bakalım görelim, olmaz. Halka arz dediğimiz olay, farkındalığın artırılması demektir. Yani bu bir kampanya ise, bu bir tanıtım süreci ise ve şirketlerle bu diyalogun başlatılması ise, bu bir süreçtir ve bitmeyen bir süreçtir. Yani biz bunu başlattığımıza inanıyoruz. Sermaye Piyasası Kurulumuzun da önderliğinde bu konuda gerçekten çok ciddi bazı adımlar attık. Hep beraber, halka arz farkındalığının ve şirketlere sermaye piyasalarının faydalarını anlatabilecek imkânları birlikte geliştirdik. Halka arz dediğimiz konu ise bir süreç. Bugün az olur, yarın daha fazla olur. Bu zaman içinde göreceğimiz bir şeydir. Çok basiti halka arz konusunu biz iki senedir konuşuyoruz protokol imzalamamızın üzerinden iki seneye yakın bir vakit geçti. İlk toplantımızı 6-7 Mayısta yaptık zirvemizi özellikle. 6-7 Mayısa kadar, 2009 yılında bir tane halka arzımız var. 2010 yılı Mayıs zirvesine kadar 4 tane halka arzımız var. Ne yaptık bu sene 23 şirketi halka arz ettik. Demek ki ilk 4 ayda 4 tane şirket geldi, ondan sonraki aylarda da neredeyse 19 şirket gelmiş. Bu demektir ki hakikaten bir farkındalık eksikliği var. Yani şirketlerle bir şekilde bunların konuşulması, şirketlere anlatılması, büyük ortaklara halka arz nedir, sermaye piyasası ne getiriyor, bırakın onu şirketinizin geleceği ile ilgili bir stratejiniz var mı sorusunu sormayı gerektirdi. Yani bu şirketler bizim gidip bu şirketlere söylediğimiz çok klasik ve bence çok önemli bir kavram var. O da, diyoruz ki şirketin sahibine, “ey büyük ortak, senin şirketin benim ülkemin milli 41 servetidir” diyoruz. Bu güzel bir kavram bunu sahiplenmelerini çok istiyorum ben şirketlerin. Hakikaten eğer bir şirket sahibi kendi şirketini bir milli servet olarak görürse oradaki sorumluluklarını da çok iyi anlar. Yani o milli serveti sıfırdan belli bir büyüklüğe getirdi ise, yüzlerce insana maaş ödüyor ise, onların ekmeğini masaya koyuyorsa, devlete vergi ödeyip de devletin sosyal hizmetleri insanlara getirmesine yardımcı oluyorsa, bunun devamını sağlaması da onun için bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu hissediyor musunuz? Yarın bir gün siz olmayacaksınız, yarın bir gün çocuğunuzda mı illaki devam etmek zorunda? Onları da yetiştirin, tabi ki sürekliliği sağlatın tabi, ama zorlayamazsınız, mecbur tutamazsınız. Çocuklarımız aynı işlerle devam etmek istemeyebilirler. Eczacı olmak ister, doktor olmak ister, sporcu olmak ister, sanatçı olmak ister, durduramazsınız. Ama çocuklarınız ya da en yakın akrabalarınız ilgilenmiyor diye bu güzelim milli servetin ortadan kaybolması yazık değil mi? Dolayısıyla, şirketlere sürdürülebilirliğin önemini özellikle göstermeye çalışıyoruz. Yani bu şirket iki, üç, beş, on jenerasyon devam etsin, sadece sizin ailenizde saklı kalmasın, yüzlerce binlerce ortağı olsun, tüm Türkiye’nin yatırımcıları bundan faydalansın, sizde tabiki bundan nemalanın, size güvenerek yatırım yapan insanlar da bundan nemalansın bizim konuşmamız bu şekilde. Yani bu, bir farkındalık artırmak, iki şirketlerin geleceğine ilişkin olarak da stratejilerini yapmaları konusunda onları uyandırmak. Yaptığımız çalışmalar kurulumuzla beraber bunlardır. Dolayısıyla bunlar tabi ki bir pazarlama değil, tabi ki sadece bir tanıtım değil. Bu bir silkelenmedir. Hepimizin silkelenmesi gerekiyor. Hakikaten uyanmamız gerekiyor. Dünyada bunu başaran ülkeler, gelişmişlik seviyesine gelen ülkeler. Asgari 150 seneye uzanan bir sermaye piyasası tarihimiz var. Ha kopukluklar olmuş, biz bunu kullanamamışız. Biz de diyoruz ki, çok ciddi bir imkandır bu sermayenin tabana yayılması, servetin paylaşılması ve ülkenin kalkınması için. Bunu özellikle söylüyoruz. Birçok ülkede, biliyorsunuz gelişmiş ülkelerde sermaye piyasası tarihi yüzlerce yıla sarkıyor. Türkiye’de yok mu? 25 yıl diyoruz ama Türkiye’de sermaye piyasası yeni değil aslına bakarsanız. Ama biz bunu kullanamamışız. Asgari 150 seneye uzanan bir sermaye piyasası tarihimiz var. Ha kopukluklar olmuş, biz bunu kullanamamışız. Biz de diyoruz ki çok ciddi bir imkandır bu sermayenin tabana yayılması, servetin paylaşılması ve ülkenin kalkınması için. Bunu özellikle söylüyoruz. Bu, dediğim gibi bir süreçtir yani uzun sürecek bir süreçtir, hiçbir zaman bitmeyecek bir süreçtir. Burda en fazla gördüğümüz problemler,ü evet şirketlerimizin sahipleri tabi ki daha kısa vadeli olarak olaylara bakıyorlar, tabi ki ben 42 yönetimdeki kontrolümü kaybetmeyeyim diyorlar. Biz de diyoruz ki, biz halka arz edin dediğimiz zaman yüzde yüz satın demiyoruz. Keşke %100 halka açık şirketlerimiz olsa. Daha kurumsallaşmış olurlar. O da ayrı bir mesele ama böyle bir şart yok. Daha çok azınlık hissesi satıyorlar. Azınlık hissesi alanlar da, “ben onu kontrol edeyim, sen ey yönetim kurulu başkanı in aşağı ben geleyim”, demek için gelmiyor ki. Portföy yatırımcısı o şirketi o büyüklüğe getirmiş olan o yatırımcının, o girişimcinin peşinden gelir. Ona güvenerek o yatırımı yapıyor ve ondan da devamını bekliyor. Dolayısıyla, portföy yatırımcısının peşinde olduğu şey kontrol değil. Portföy yatırımcısı süreklilik ister ve kazançtan da belli bir temettü ister. Başka bir şeye de karışmaz. Dolayısıyla, bunları anlatmamız lazım. Eğer kurumsal yatırımcı hala hisse senedine yatırım yapmıyorsa bu ortamda, onların da o zaman yeteneklerini sorgulamak lazım. Biz değil, sizler, yatırımcılar olarak sorgulamanız lazım. Şeffaflık konusu var. Eskiden olduğu gibi artık vergiler çok yüksek değil. Şirketlerin önünde şeffaflık çok da büyük engel değil artık. Anadolu’da şirketleri geziyoruz. İşte eskiden derlerdi, benim rakibim merdiven altı üretim yapıyor, ben bütün bilançolarımı şeffaflaştıracağım, herkes benim ne yaptığımı görecek, maliyetlerimi görecek, ben onlarla nasıl rekabet ederim? Eskiden bu deniliyordu. Bu kalktı ortadan artık. Anadolu’da dolaşıyoruz, şirketlerle görüşüyoruz. Doğru, merdiven altı hâlâ var, kayıt dışı ekonomi hâlâ yaygın. Fakat şirketler, bu sorumluluğu hisseden şirketlerin neredeyse hiçbiri artık bu konuyu problem etmiyor. Zaten caydırıcı olmaktan çıkmış vergi seviyeleri, kurumlar vergisi %20’lere inmiş. Hatırlarsanız % 50’lerin üzerinde kurumlar vergisi olduğu dönemleri yaşadık. % 20’lerle de yani dünyada sayılı düşük kurumlar vergisi ülkeler arasına girdik biz. Bu artık caydırıcı değil. Bireysel emeklilik fonlarının daha fazla katılımı. Tabi kurumsal yatırımcılara oturup da siz işinizi nasıl daha iyi yaparsınız öğretmek bizim görevimiz değil. Kurumsal yatırımcı eğer bu işte varsa rekabetçi ortam içerisinde nasıl o fonları iyi yönettiğini de ispat etmesi ve göstermesi lazım ki, o da uzun vadeli olarak piyasada olsun. Kurumlar olarak biz bu altyapıları, bu piyasaları onların varlığı, onların yatırımları için açmışız. Eğer kurumsal yatırımcı hala hisse senedine yatırım yapmıyorsa bu ortamda, onların da o zaman yeteneklerini sorgulamak lazım. Biz değil, sizler, yatırımcılar olarak sorgulamanız lazım. Sizlerin fonlarını yönetiyorlar. Ey idareci, ey fon yöneticisi, ben paramı koymuşum sana nedir bana verdiğin getiri, diye sormanız lazım. Bu sizin en doğal hakkınız. Biz Borsa olarak veya Sermaye Piyasası Kurulu olarak kulağından tutup da herhangi bir kurumsal yatırımcı, fon yöneticisini eğitecek değiliz. Burada üniversitelerimiz var, 43 çeşitli kurumlarımız var. Bu konularda deneyim elde ediyorlar, çalışıyorlar, bankalarımız var, aracı kurumlarımız var. Bunların hepsi birer okul. Bunların yaratmış olduğu ortamlar ve tecrübelerle kurumsal yatırımcı, fon yöneticileri yetişiyorlar. Dolayısıyla gördüğümüz kadarıyla bireysel emeklilikler daha uzun yatırım araçları olduğu için bu fonlar, aslında hisse senedine yatırım yapmak, onlar açısından daha avantajlı. Türkiye’de bireysel emekliliğin tarihi daha çok genç, çok kısa. Toplanmış olan toplam bireysel emeklilik fonlarındaki miktar ne kadar? 10 milyar doların altında herhalde şu an. 8 milyar dolar civarında bir rakam. Yani 12 milyar TL civarında bir rakam. Bunun çok az bir kısmı hisse senedine yatırım yapmış. Ama yatırım fonlarıyla karşılaştırdığımız zaman, aslında emeklilik fonlarının hisse senedi muhteviyatı diğerlerine göre daha yüksek. Dolayısıyla, onlar da yavaş yavaş artık hisse senetlerine yatırım yapmaya başlamışlar. Çünkü o ekstra gelirleri, o uzun vadede ancak hisse senedi yatırımlarıyla kazanabilirler. Onlar da bunun farkında. Ama daha fonların büyüklükleri maalesef küçük. Henüz o kritik büyüklüklere ulaşmış değiller. Bu da bir süreçtir, çok hızlı gelişiyor ama bu da bir süreçtir. Evet, geç kalındı fakat sermaye piyasamız doğru yönde ilerliyor. Gerekli kurumları da oluşturulmuş. Bu konuyla ilgili olarak ortam da şu anda uygun olduğu için, insanlar artık çok daha yaratıcı formüllerle ve yönetim uygulamalarıyla önümüze çıkmak durumundalar. Çünkü rekabetçi ortam bunu gerektiriyor. Değerleme konusunda bazı problemler yaşanıyor, doğru. Ne Sermaye Piyasası Kurulumuz ne de İMKB, değerleme konusuna karışmıyoruz. Değerleme, tamamen aracı kurumlarla şirket sahipleri arasında yapılan çalışma sonucunda ortaya çıkıyor. Aracı kurumun görevi en uygun satış fiyatını şirketle oturup kararlaştırmak. Bunu da sadece üç dört tane formülle ortaya çıkartıp, “işte bizim düşüncemiz, sizin şirketinizin değeri budur” demek değil tabii ki. Aracı kurumların en büyük görevi, piyasanın nabzını yoklamak, piyasa şartları neyi gerektiriyor, nasıl bir değeri, nasıl bir fiyatı ancak alınabilir kılıyor, bunu şirketle paylaşmak. Bu önemli bir olay. Dolayısıyla biz burada, ne SPK ne de biz diyemeyiz ki, “ey şirket sahibi, biz size şöyle bir değer biçiyoruz”. Biz diyemeyiz, biz fiyat belirleyici olamayız. Fiyatı belirleyen, arz taleptir. Aracı kurum ve şirket sahibidir. Bunlar bir araya gelerek, piyasanın nabzını yoklayarak ve yerli ya da yabancı yatırımcının verebileceği fiyatı iyi tahmin edip ondan sonra piyasaya gelmektir. Burada hakikaten aracı kurumlarımıza ve şirket sahiplerimize çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Tek seferde en yüksek fiyattan satıp, ne olursa olsun demek yanlıştır. Şirketlerimiz için kazan-kazan formülü önemlidir. Hem şirket sahipleri kazanacaklar belli bir fon elde edecekler, hem de uzun vadede bu imkanı açacaklar ve ikinci bir halka arzla, ikinci bir 44 sermaye artışında çok rahatlıkla kendilerine fon sağlayabilirler. Yatırımcının da beklediği uzun vadede iyi bir temettü performansı. İyi bir temettü performansı olan şirketin değeri de ona göre çok daha iyi yerlere gelebiliyor ve volatilite, dalgalanmalar yaşamıyor. Ortak platform konusunda evet çalışmalarımız sürüyor. İlk başta tabi ki Türkiye’de bu bölünmüş yapıyı bir şekilde bir araya getirecek ortak emir dağılım platformunu ortaya çıkarmak, bu emir dağılım platformunu bizim merkezi takas kuruluşumuz ve merkezi saklama kuruluşumuz olan MKK ile entegre edip tüm kayıtların orada tutulmalarını ve tüm takasın oradan geçmesini sağlamak, netleştirmeleri sağlayabilmek piyasalar arası, tek bir noktadan erişimle bütün piyasalara erişimi sağlayabilmek ve bunu da çevre ülkelerle birleştirip dünyanın büyük borsalarıyla görüştürebilmek. Asıl İstanbul Finans Merkezi projesini ortaya çıkaracak olan proje bu. Bunun üzerine bütün kurumlar olarak yoğunlaşmış durumdayız. Sermaye Piyasası Kurulumuz da bu konuda bize önderlik ediyorlar, bu konuda çok büyük destek veriyorlar. Dolayısıyla, bu artık Türkiye’nin bir projesi haline geldi. İMKB’nin tek başına projesi değil, bu Türkiye’nin projesi. FEAS’ın 15. yılını kutladık, 33. üyemizi bu sene aldık. 15 yıl önce 12 kurucu borsa ile başlamıştık. Şu anda 30-31 ülkeden 33 tane borsa üye. Geçtiğimiz 2-3 yıl öncesinde yeni bir politika değişikliği yapmıştık. Sadece borsalar değil, borsalarla entegre olan takas ve saklama kuruluşlarını ve özellikle aracı kuruluş birliklerini de üye yapma yolunda karar almıştık. Bu konuda da iyi bir başlangıç yaptık ve geçtiğimiz 2-3 sene içerisinde de 12 tane bu tip ilgili kuruluşlar da üyemiz oldu. Bu büyüklükle, Dünya Borsalar Federasyonu’ndan sonra en büyük federasyon aslında ve en güncel projelerinden bir tanesi ortak endeksler. Çıkarttığımız üç tane endeksimiz var. Bir ana endeks, bir de onun altında bölgesel iki tane endeksimiz var. Bunlara ilaveten şimdi yatırım yapılabilir daha küçük kapsamlı, ancak yatırım yapılabilir endeksler çıkartmak. Yani bölgesel borsa yatırım fonlarının ortaya çıkmasını destekleyici ürünler geliştirmek en başta yapacağımız çalışmalar arasında. Bölgesel borsa yatırım fonlarının ortaya çıkmasını destekleyici ürünler geliştirmek, en başta yapacağımız çalışmalar arasında. Borsa birleşmeleri dünyada oluyor, doğru. Kıtalararası birleşmeler de oluyor. Borsa birleşmeleri dünyada oluyor, doğru. Kıtalararası birleşmeler de oluyor. Bugün New York Borsası artık Amerika’nın borsası değil Avrupa’nın da borsası haline geldi. Bunun ötesine dünyanın başka ülkelerinde de 45 yatırımlarını yapıyor. Katar’a da yatırımı var. Geldiler Ortadoğu’ya da girdiler. Nasdaq da aynı şekilde, Dubai’ye girdi. Onlar da İsveçli firmayı aldılar. Dolayısıyla, hepsi kıtalararası birleşerek global piyasalar haline gelmeye başladılar. İMKB olarak da bölgenin aşağı yukarı en büyük borsasıyız. Biz de bu çalışmalar içerisinde mutlaka yerimizi almayı planlıyoruz. Zaten ortak olduğumuz başka borsalarımız var. Önümüzdeki dönemde bazı başka borsalarla da ortak olma gibi planlarımız var, bunları düşünüyoruz. Sorular çok da o yüzden maalesef kısa kısa cevaplamaya çalışıyorum. Bu ortak platform dolayısıyla da en azından emirlerin dağılımı konusunda ortak bir çalışma yapıp, Türkiye’deki borsaların da tek bir platform üzerinde yatırımcıya imkân sunmasını sağlamaya çalışıyoruz hep birlikte. Yatırımcı güveni için tabi ki bir yatırımcı seferberliği planımız var. Bütün burada oturan kurumlar olarak hepimizin belli çalışmaları var. Bazı anketler yapıldı. Aracı Kuruluşlar Birliğimiz güzel bir anket yaptı. Onları değerlendiriyoruz kendi aramızda. Kendi komitelerimizi oluşturduk, bu komitelerle ve çalışmalarıyla beraber bir yatırımcı seferberliği planı önümüze koyacağız. Önümüzdeki 1-2 ayki çalışmamız da bunları gerektiriyor. Ama tabi ki yani gizli bir formül değil. Önemli olan büyük kitleleri çekebilmemiz. Zor olan yatırımcı seferberliğidir. Halka arz, nispeten daha kolaydır. Şirketlere gidiyorsunuz, sayısı bellidir. Ama burada sayısı belli olmayan, 72 milyon nüfusumuz var. Bunların arasında milyonlarca insanı borsaya çekmek tabi ki daha zor bir olaydır. Sermaye piyasamıza onları çekebilmek için eğitim şart. Sayın Başkanımızın da burada söylediği gibi, finansal okuryazarlık konusu çok önemli bir konu. Sermaye Piyasası Kurulumuz bu konuda çok ciddi bazı çalışmalar yapıyor. Eğitim kurumlarımızı kullanacağız, medyayı yoğunlukla kullanacağız. Yatırımcı seferberliğinin ilk adımı mutlaka eğitimden geçiyor, bilgilendirmeden geçiyor. Eğitim derken, seneler sürecek eğitimlerden tabi ki bahsetmiyoruz. Yatırımcının bilinçlendirilmesi, daha iyi bilgilendirilmesi ve yatırım yaparken nelere dikkat etmesi hususunda bilgilendirilmesi, haklarının ne olduğu hakkında bilgilendirilmesi gibi hususları dikkate alacağız. Ne kadar fazla yatırımcıya, ne kadar fazla kişiye, nerelerden ulaşabilirsek bunları değerlendireceğiz. Medyamızı, digiboardları, yazılı medyayı, toplantıları, eğitim kurumlarımızı, üniversitelerimizi kullanıp milyonlarca insana böyle ulaşmayı düşünüyoruz. DO&CO gibi yabancı şirketlerin Türkiye’de işlem görmesi konusu yıllardır üzerinde çalıştığımız, hatta bir zamanlar hatırlarsanız belki, 1996 yılında açmış olduğumuz uluslararası bir pazarımız vardı. Bir serbest bölge içinde faaliyet gösteriyordu. Orada, çevredeki ülkelerin borsaları daha yeni yeni yapılanmaya başlamışlardı. Biz de bu altyapımızla onlara hizmet verebilecek bir imkanı yaratmıştık. Bir halka arzımız, bir şirketimiz oraya 46 geldi Kazakistan’dan. En yüksek işlem hacmi orada oldu. Londra, Frankfurt, İstanbul gibi ve Kazakistan gibi 3-4 yerde birden işlem görüyordu. En fazla işlemler bizde oluyordu. Bir süre sonra, tabi ki hem politik dalgalanmalar, hem de tercih nedeniyle böyle bir serbest bölgenin devamının doğru olmadığı düşünüldü ve kapatıldı. Şimdi yaptığımız da yabancı şirketleri doğrudan kendi ulusal şirketimiz içerisine almak. DO&CO güzel bir örnekti. Viyana’da işlem görüyor, yeterli işlem hacmine sahip değil. Faaliyetlerinin ciddi bir kısmı Türkiye’de gerçekleşiyor. Türk yatırımcısı, Türk vatandaşı bunları çok daha yakından tanıyor. Burada çok güzel bir halka arz gerçekleştirdiler. Başarılı bir halka arz oldu. Kendileri de gayet memnun. Bunu gören birçok yabancı şirket de hakikaten Türkiye’yi alternatif bir halka arz platformu olarak düşünmeye başladı. Bazı şirketlerle görüşmelerimiz de sürüyor bu konuda. Ama bu konuda tabi uzun bir süreç yine önümüzde var. Prof. Dr. Güler ARAS Teşekkür ediyorum. Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Sayın Nevzat Öztangut’la ikinci tura başlarken önemli olduğunu düşündüğüm bir soruyla başlıyorum izninizle. Çok sayıda birlik var biliyorsunuz. Aslında bunlar birlikte ortak amaca hizmet ediyor. Birleşmeyi düşünmüyor musunuz? Başka bir şekilde sorarsam, birleşmenin gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? İkinci bir soru tekrar edeceğim ama, halka arzlarla ilgili aracı kurumların yeterince etkili olduğunu ve etkin değerleme yaptığını düşünüyor musunuz? Bunu biz daha önceki toplantımızda konuştuk, biliyorsunuz. Ama bu toplantıya katılanlar için bu toplantının teması çerçevesinde tekrar sizden bir değerlendirme rica edeceğim. Değerleme, fiyatlama konusunda aracı kurumlar üzerine düşeni yeterince yapabilecek altyapıya sahip mi? Yatırımcının bilgilendirilmesi konusu da Aracı Kuruluşları Birliği’nin, aynı zamanda, sanırım üzerine düşen görevler var, bir projeniz var mı bu konuda? Bir de benim merak ettiğim bir soru var; aracı kurumların işlevi halka arzı başlatıp, halka arzın sonunda piyasaya şirketi getirip bitirmek değil bildiğim kadarıyla. Bundan sonraki süreçte halka arz edilmiş olan şirketin sürekliliği anlamında, yatırımcı ilişkileri, şirketlerin finansal durumu vb. herhangi bir misyon üstleniyor mu aracı kurumlar? Sanırım sizin sorularınız bu kadar. Teşekkür ediyorum. 47 Nevzat ÖZTANGUT Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Başkanı Ş imdi bu birlik birleşmesi, zamanlı ve ilginç bir soru, teşekkür ederim. Bizim sektörümüzde, bir kaç tane birlik ama daha çok dernek var. Birlik, Aracı Kuruluşlar Birliği var, Bankalar Birliği var, Değerleme Uzmanları Birliği var, denetçilerin veya mali müşavirlerin kendilerine ait bir birlikleri ve odaları var. Ama bunun yanında, Kurumsal Yatırımcılar Derneği, kurumsal yönetimle ilgili dernek, hatta kurumsal yönetimle ilgili halka açık şirketlerin iki tane derneği var. Tabi, dernek ne demek? Dernek, gönüllü olarak, isteyen herkes bir araya gelip, istediği konuda dernek kurabilir. Bu derneklerin de o mesleği veya o işi temsil kabiliyeti sınırlıdır. Ama birlik, kanunla kurulmuş bir şeydir. Bizim yapımızda üyeliği zorunlu olan bir şeydir. Dolayısıyla, Türk sermaye piyasasında iş yapan bütün aracı kurumların ve bankaların üye olması zorunludur örneğin bizim derneğe. Velev ki üye değilse veya kurulduktan sonra üyeliğe başvurmamışsa, sektörde faaliyet sürdüremez. Şimdi böyle baktığınız zaman, dernekler birleşir mi, şey, birlikler. Birleşecek çok fazla birlik yok. Ama birlik olma yolunda olan dernekler var. Bunlar da bizle çok ilgili. Bunların bir kısmının birleşmesinde fayda var. Çünkü mesleği daha bütüncül olarak temsil etmek bakımından. Yani isimle söylersek; Kurumsal Yatırımcılar Derneği, aracılıkla, bizimle ilgili bir iş yapıyorlar. Zaten bizim üyelerimiz de kurumsal yatırımcılık veya kurumsal yatırımcılara yönelik yönetim işi yapıyor. Dolayısıyla bu dernekler, bir dernekle birleşebilir veya onlar birlik kurmaz bizimle yeni birlikte birlik olurlar. Ama öyle işler var ki, yaptıkları iş aracılık işi değil ama aracılığa destek veren bir iş. Mesela, değerleme yapıyorlar, denetleme yapıyorlar. Şimdi, aracılıkla ilgili, bunlar aracılığa destek veren işler ama bunun gibi hukukçularında barosu var. O da aracılığa destek veriyorlar. Şimdi bunları da birleştireceğiz diye uğraşamayız, yani öyle bir çaba göstermiyor olmamız lazım. Dolayısıyla 48 mesleği tam olarak daha iyi tanımlayan kuruluşlar, birlikler birleşebilir. Biz bu konuda, bu masada oturan kişiler, başkanlar hem de SPK Başkanıyla daha önce de görüşmeler yaptık. Biz buna sıcak bakarız, faydalı olduğunu da düşünürüz. Memleketin yararına ne olacaksa, onu yapmak her zaman daha faydalıdır. Ama birlik olma yolunda olan dernekler var. Bunlar da bizle çok ilgili. Bunların bir kısmının birleşmesinde fayda var. Çünkü mesleği daha bütüncül olarak temsil etmek bakımından. Yani isimle söylersek; Kurumsal Yatırımcılar Derneği, aracılıkla, bizimle ilgili bir iş yapıyorlar. Zaten bizim üyelerimiz de kurumsal yatırımcılık veya kurumsal yatırımcılara yönelik yönetim işi yapıyor. Dolayısıyla bu dernekler, bir dernekle birleşebilir veya onlar birlik kurmaz bizimle yeni birlikte birlik olurlar. Şimdi bu değerleme ve fiyat. Halka arza gelen şirketin, birincil önceliği foŞimdi bu değerleme ve fiyat. Halka arza gelen şirketin, birincil önceliği fon sağlamak. Daha sonraki işler, yani daha sonraki amaçlar, hakikaten daha sonraki amaçlar. Niye, nedir bunlar? İşte, şirket kurumsallaşacak, şirketi daha iyi tanıyacak falan gibi, biz hep bazı yan faydalar sağlıyoruz ama birinci fayda buradan fon sağlamak. O zaman şirket, sağlayacağı fonu en ucuz maliyetle sağlamaya çalışıyor. Bu ne demek, size örnek vereyim. Şirketi en iyi değerleme ölçüleriyle bütün dünyada kabul görmüş ölçülerle, üç beş tane değerleme formülü, esası kullanarak değerlersiniz; bunu dünyanın her yerinde böyle yapıyorlar ve soruya cevaben aracı kurumlarımız da bunu yapacak yeterli altyapıda. Zaten yeterli altyapıda değilse, halka arz gibi işler büyük işler. Şimdi baktığınız zaman, ben size 57 tane şirketin halka arz yetkisi var dedim ama liderlik yapanlar 5 – 10 içinde. Diğerlerinin bu yetkisi var ama konsorsiyuma satıcı olarak girmek maksadıyla daha çok varlar. Dolayısıyla lider, halka arzın işini de alan ve değerlemeyi de yapan az sayıda aracı kurum aslına bakarsanız ve bunlarında alt yapıları gayet yeterli ve uluslararası ölçüde; bundan hiç şüpheniz olmasın. Şimdi, değerlemeyi yapıyorsunuz, üç beş tane kriter kullanarak veya değerleme metodu kullanarak yapıyorsunuz. Bu değerleme metotlarının hepsinden ayrı ayrı sonuçlar çıkar. İşte, bir şirketin değerini 450 milyon dolar da bulabilirsiniz, 560 milyon dolar da bulabilirsiniz. Diyelim ki, bunun “Fair Value” dediğimiz 500 milyon dolarda tamam dediniz. %30’unu halka açıyorsunuz, demek ki 150 milyon dolar gibi bir para bekliyor şirket. Fakat diyorsunuz ki şirkete, bu 500 milyon dolar ama buna biraz iskonto vermek lazım; çünkü alanında kazanması lazım, aksi takdirde niye yatırımcı sen bizden çok para temin etmeye çalışıyorsun ama yatırımcı da kar edecek, niye alsın senin şirketini, biraz iskonto ver, madem bu 500 milyon dolar gelecek bu şirkete. Peki, 500 49 milyon dolardan 150 milyon dolar %30 halka açtığımızı var sayarsak, 150 bekliyordu, biz ona dedik ki %15 iskonto ver. Ne oldu şirketin değeri; 425 milyon dolar oldu. %30’u halka açıyorsa, beklediği 150 milyon dolar artık gerçekleşmiyor, 127,5 milyon dolar gerçekleşecek. Arada 22,5 milyon dolar fark var. O zaman bir daha konuşalım şu işi; 22,5 milyon dolar, biraz fazla oldu. İşte o noktada diyoruz ki, siz tanınacaksınız, kurumsallaşacaksınız. İyi de, bunun maliyeti benim için 22,5 milyon dolar mı? Bu noktada işte pazarlıklar başlıyor. Biz diyoruz ki aracı kurumlar olarak, bizim iki tane şapkamız var; size buradan fon sağlayacağız ama bizim bir sürü müşterimiz var bize inanmış güvenmiş. Biz onlara pahalı mal satmak istemeyiz, çünkü o müşterilerimizi kaybetmek istemeyiz. Zarar etmemeleri lazım. Onun için, kusura bakmayın, bunun fiyatını 425 milyon dolardan açacaksın. Ayrıca, analistler var, bir sürü yurt içinde analistler var; şirketi tanıtacağız. Onlar eğer sizin şirketinize pahalı alınmaz bu der ise, kusura bakmayın yapamayız. Dünyanın birçok ülkesinde sizin gibi şirket var, sizin işinizi yapan. Bakın işte onun fiyat/kazanç oranı bu, net aktifine göre değerlenmiş oranı bu. Senden niye alsın, yatırımcı gider oradan alır. Dolayısıyla, pahalı satamazsın. Bir de eğer bunun yurt dışı satış boyutu varsa, zaten yurt dışına bunu hiç pahalıya satamazsın. Onun için, bu 127,5 milyon dolardır. Aynı zamanda, yatırımcının doğru hisse senedini almak gibi bir gayesi olması lazım. İyi değerlendirmesi lazım, değerlendirmelere bakması lazım, aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım, başka aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım. Çünkü başka aracı kurumlar, yapılan işi değerlendiriyorlar. Bu her zaman böyle mi oluyor? Bir bakıyorsunuz halka arzı yapıyorsunuz; zarar. Kendi aramızda bile konuşuyoruz bunun fiyatı pahalı oldu, onun için satılmadı. Burada, denge işi aracı durumda; aracı kurumun gerçekleştirmesi gereken bir iş. Ama aynı zamanda, yatırımcının doğru hisse senedini almak gibi bir gayesi olması lazım. İyi değerlendirmesi lazım, değerlendirmelere bakması lazım, aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım, başka aracı kurumların tavsiyelerini dinlemesi lazım. Çünkü başka aracı kurumlar, yapılan işi değerlendiriyorlar. Onlara sorması lazım. Bu çok yönlü bir iş. Burada dengeyi bulmak gerçekten çok önemli, çünkü çok zor. Aracı kurumlara çok iş düşüyor, ama bir o kadar da yatırımcılara da iş düşüyor. Her zaman en doğruyu aracı kurumlar yapıyor diye bir iddiam yok. Çünkü bu bir sınav. O sınav, borsada alım-satım günü olduğunda zaten meydana çıkıyor doğrusu yanlışı, olağan üstü bir koşul yoksa. Tüketicinin de, yatırımcının da kimi zaman satıcıyı ödüllendirmesi, kimi zaman cezalandırması gerekiyor. Bu iş belki biraz da yatırımcının daha çok bilinçlenmesinden 50 geçiyor, ama bu hakikaten doğru fiyatı bulmak da zorlu bir süreç. Halka arzı yaptıktan sonra tabii ki bu, daha sonra bizim şirketlerle devam ediyor ilişkimiz, ama bu önceki kadar sıkı bir ilişki değil. Son olarak, yatırımcıyı bilgilendirme konusundaki projeden bahsedeyim. Benden önceki konuşmaların söylediği gibi, Aracı Kuruluşlar Birliği bir anket çalışması yaptı. Ama bu çalışmayı biz, bütün kurumlarla ortak yaptık. Herkesin katkısıyla, desteğiyle ortak bir ürün ortaya çıkardık ve tüm Türkiye çapında yapılan bu çalışmada, neden ilgi az, güveniyorlar mı, güvenmiyorlar mı, güvenmiyorlarsa neden, Şimdi onu değerlendiriyoruz. Çok kısa zaman içinde bütün bu kuruluşların her birisinin tabii ki kendine ait misyonları, işlevi, yatırımcıyı bilgilendirme görevleri var. Ama aynı zamanda biz hep birlikte bu projeyi de geliştirmeye çalışıyoruz ve çok yakın zamanda bunun sonuçlarını göreceğiz. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Güler ARAS Çok teşekkür ederim soruların yanıtları için. Sayın Emin ÇATANA ikinci tur için size yönlendirecek sorularım şöyle. Ben hatırlıyorum ki, yatırımcıyı en fazla rahatlatan ve güven yaratan uygulamalardan birisi geçmiş tarihlerde, özellikle bu aracı kurumların iflaslarından sonra, Takasbank’da müşteri adına saklama sistemine geçilmesi ve yatırımcıların kendi hesaplarına gerektiği blokaj koyabilme haklarının bulunmasıydı. Bence bu bir devrim niteliğinde, çok önemli bir değişimdi, sermaye piyasasının gelişmesi, yatırımcının güveninin artırılması anlamında. Bundan sonraki aşamalarda siz görevinizin bir kısmını, MKK’ya devrettiniz. Öncelikle şunu sormak istiyorum; böyle bir uygulama sizi istediğiniz bir şey miydi? Yani MKK ve Takasbank sistemin varlığı sistemin sağlıklı işleyişi açısından daha mı iyi oldu? İkinci konu da şöyle, sanki Takasbank tüm kurumlarla uyumlu ve sağlıklı ilişkiler içerisinde görülüyor. Sanki onlarla iletişimi sağlama konusunda bir misyonunuz var gibi bir görüntü var, bu doğru bir algılama mı? Kurumların koordinasyonu konusunda bir misyon üstleniyor mu Takasbank? Bunun için ayrıca bir proje var mı? Ya da buna ihtiyaç duyuluyor mu sizce? Dünya borsaları ve bizi takas sistemi ve süre açısından karşılaştırırsak, özellikle takas süresi anlamında bizim çok iyi durumda olduğumuzu biliyoruz. Biz şu an T+2 ve çoğu ülkeden çok daha kısa bir takas süresi uyguluyoruz. Bunun dışında dünya ile bizim aramızda farklıklar var mı? Bu konularda bizleri bilgilendirmenizi ve görüşlerinizi rica ediyorum. 51 Dr. Emin Çatana Takasbank Genel Müdürü T eşekkür ederim. Şahsım adına imtiyaz sayıyorum bu soruları. Ben müsaadenizle bir de şu halka arzla ilgili bugünkü panelin konusuyla ilgili birkaç bir şey söyleyeceğim, müsaade ederseniz. Kısaca cevap vereyim öncelikle sorduğunuz sorulara. İlk sorunuz müşteri ismine saklama, müşteri adına saklama ve blokaj koymanın bir devrim niteliğinde olduğunu söylediniz evet, o yapıldığı yıllar itibariyle evet, bir devrimdi doğru söylüyorsunuz. Bunun bir örneği yok dünyada bunun bir küçük de bir hikayesi var. Kaydileştirme, yani uluslararası jargondaki adıyla dematerilisation ilk defa, yanlış hatırlamıyorsam 1996 yılında bir kararnameyle hukuk sistemine girdi, fakat o kararname iptal edildi. O süreçte aslında biz bunu pratik olarak yapmaya hazırdık, bunun hikâyesi şudur. O zaman hani bunu bir kanunla, kanun gücü kararnameyle yapalım denildiği zaman sistem içerisinde köklü bir değişiklik yapıyorsunuz ve o köklü değişiklik, yapacağınız köklü değişikliğin sadece getireceği yüklerin farkındalığını yaratıyorsunuz. Şimdi bu tabii bir sürü rezistansa sebep oluyor ve o rezistanslar daha çok bankacılık sistemi içerisinde zor üretti ve bu kararname iptal edildi. O günkü koşullar itibariyle, zararının faydasından çok olduğu kanaatine varıldı ve Danıştay o kararnameyi iptal etti. O zaman bu aslında yapılması zaruri bir şeydi, çünkü mülkiyetlerin o zaman itibariyle aynı zamanda saklama yetkisine sahip ama sermaye yapısı güçlü olmayan aracı kuruluşların kriz zamanlarında, trendin terse döndüğü zamanlarda geçici olarak müşteri emanetlerine müracaat etmek gibi birkaç vaka ortaya çıkmıştı. Bunların bu sorunlar tabii aracı kuruluşların, adı geçen aracı kuruluşların ya da ismini vermediğimiz aracı kuruluşların iflası ile sonuçlanan ve sonuçta da esas itibariyle sermaye piyasasının temel, top52 lam zararı olarak yatırımcıların varlıklarının yok olmasıyla sonuçlanınca tabi o süreçteki bir şeyler yapma ihtiyacından doğdu bu. Biz o zaman mevcut var olan mevzuat dalına gidelim dedik, Sermaye Piyasası Kurulunun aracı kuruluşlarını saklama yetkisi üzerine bir hakkı, yetkisi vardı. Bu yetkiye dayanarak Sermaye Piyasası Kurulu bir karar aldı dedi ki, aracı kuruluşlar müşterilerinin hesaplarının aynısını Takasbank’taki saklama hesaplarının altında alt hesap olarak saklatmak durumundadırlar, hesap açmak durumundadırlar dedi ve bu karar çıkınca biz bunun üzerine bir sistem kurduk, oluşturduk ve bugün dematerilisationa bir günde geçişin altyapısıdır bu. Aslında bunun hikâyesini kendisi açısından belki Yakup Bey’in de biraz bahsetmesinde yarar var ama hakikaten o gün için bir devrim niteliğinde bir şeydi ve biz o zaman telefonla hani bu call center gibi bir yapıyla ama otomatik bir yapıyla insanlara şu imkanı verdik. İşte telefon sesi takip ettiriyor onu takip ediyorsunuz, isterseniz kıymetlerinize bloke koyabiliyorsunuz, isterseniz ekstre alabiliyorsunuz, isterseniz durumu öğrenmekle yetinebiliyorsunuz ve bloke koyabiliyorsunuz. Bloke koymak ne demek? Artık bu kıymetler üzerindeki Takasbank’taki herhangi bir hareketi yapamaz hale geliyor aracı kurum. Ne zaman ki tekrar aktive etmek istersiniz o zaman blokajı çözme hakkınız var ve blokajı çözüp tekrar işlemlerinize devam edebiliyorsunuz. Bugün bu yetenekleri, bu hizmetleri, servisleri fazlasıyla veriyor, eksiğiyle değil, fazlasıyla veriyor Merkezi Kayıt Kuruluşu. Ondan da belki kendisi bahseder ve biz Merkezi Kayıt Kuruluşu ile birdik yani o zaman neticede biz kayıt kurumu gibi davranıyorduk. Şimdi ayrıldık ve fonksiyonumuzu MKK’ya devrettik. Mutlu muyuz bundan? Şimdi mutlu olmasak ne yazar diyeceğim, ayrıldık bir kere! Şimdi kimi çevreler bu ayrılığın lüzumsuz, gereksiz olduğunu düşünüyor olabilirler. Pragmatik bakarsanız, böyle bir görüntü olabilir fakat esas sistemik bakmak lazım. Yani, ikisinin bir arada olması nasıl bir sistemiklik yaratıyor, ona bakarak karar vermek lazım. Biz bankayız, bizim tek fonksiyonumuz saklama değil aynı zamanda sermaye piyasasının finansmanı. Burada bu finansmanı yaparken, ister istemez finansal piyasaların içerisinde oyuncu durumunda da oluyorsunuz, dolayısıyla rekabeti bozucu bir pozisyonda olmamanız lazım, bir. İkincisi, eğer bu saklama, yani kayıt merkezi olma fonksiyonu, durumu bu tür kredi riski alan bir kurum bünyesinde kalmaya devam ettiği ölçüde, iki şeyle beraberdir. Bunu yalnızca kayıt sistemi olarak düşünmemek lazım. Bunun yanında bir de Yatırımcıları Koruma Fonu’nun sorumluluğu var. Bir de hepsinden daha da önemlisi, tedrici tasfiye yetkisi var. Tedrici tasfiye ne demek, durumu kötüye giden Sermaye Piyasası Kurulunca mali bünyesi bozulmuş olan bir aracı kuruluşun tedrici tasfiyesine Sermaye Piyasası Kurulu karar veriyor. 53 Bu kararı verdikten sonra artık Merkezi Saklama Kuruluşu yani Merkezi Kayıt Kuruluşu o Yatırımcıları Koruma Fonunun karar organı yerine geçerek, ki yasa böyle diyor, tedrici tasfiye yapar durumda oluyor. Bunun tercümesi nedir? Kim alacaklı, kim alacaklı değil, tabiri caizse bu şey tabirle racon kesiyor, yani kimin alacaklı olup, kimin alacaklı olmadığını (tek itirazları yargı yoluna bırakmak suretiyle) karar verme yetkisine sahip ve kendi yolunda tasfiyeye devam edebiliyor. Şimdi bu iki unsur kredi riski taşıyan bir kurumla bir arada olmaz, temel gerekçesi budur. Dolayısıyla bu ayrılık açıkçası o gün olmasaydı, bugün zorunlu bir ayrılık olacaktı. Esas bence sorun, bu soruyu, mutlu musunuz sorusunu Yakup Bey’e sormanız lazım. Tedrici tasfiye ve Yatırımcıları Koruma Fonu ile mutlu musunuz diye bir sorun, ben sizin yerinize sormuş olayım, o hazırlansın cevap versin ona. Biz bankayız, bizim tek fonksiyonumuz saklama değil, aynı zamanda sermaye piyasasının finansmanı. Burada bu finansmanı yaparken, ister istemez finansal piyasaların içerisinde oyuncu durumunda da oluyorsunuz. Dolayısıyla rekabeti bozucu bir pozisyonda olmamanız lazım. Şimdi, Takasbank sanki bütün kurumlarla iyi iletişim içerisinde, teşekkür ederim böyle görünüyorsak, biz iyi iletişimler içerisindeyiz, mecburuz biz hizmetçiyiz. Herkese iyi hizmet etmek durumundayız; yatırımcılara, doğrudan ve dolaylı olarak Borsa’ya, Sermaye Piyasası Kurulu’na, efendim zaman zaman iştirakimiz olmasına rağmen bizden daha güçlü bir yasal yapıya sahip Merkezi Kayıt Kuruluşu’na, aracı kuruluşlara, Merkez Bankası’na, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’na yani yedi tane oldu mu, tam yedi kocalı Hürmüz’e getirmeye çalışıyordum da. Yani herkese karşı iyi olmak durumundayız, iyi iletişimimiz var, bunu bir teknolojik baza getirecekseniz esas benim gururumu okşayacak şey odur. Biz, çok üstün bir teknoloji kuruluşuyuz. Biz bugün itibariyle sermaye piyasasına verdiğimiz hizmetleri, ki bugün sermaye piyasasının, bizim sermaye piyasamızın likiditesinin arkasında bulunan hizmetler ve sebeplerdir bunlar, bu konuda hiç mütevazı değilim. Dünyada bizim kalitemizle veren başka bir kurum yok, bunu tabi Merkezi Kayıt Kuruluşu ile beraber ayrıldıktan sonra vermek gibi bir zaruret olduğundan, biz çok sıkı bir ilişki içerinde doğrudan iletişimle yapıyoruz bu işi. Yani bizim vereceğimiz hiçbir servis yoktur ki Merkezi Kayıt Kuruluşu ile Borsa’yla ya da sektör oyuncularıyla, Aracı Kuruluşları Birliğiyle, Sermaye Piyasası Kurulu ile iletişim içerisinde yapmayalım, çünkü yapamayız başka türlü. Karar vericiler, birçok şeyde parçalı, ama birçok şeyde bütün olarak bizim dışımızda karar vericiler oluyor. Sonuç itibariyle biz herkesle iyi iletişim içerisinde olmak durumun54 dayız. Bir tek belki bu, teknolojik üstünlüğümüzün getirdiği bir avantaj sayesinde açıkçası teknolojik oluşumlar, teknoloji platformu, bu daha yeni anons ettiğimiz ama hizmete herhalde bir iki ay sonra sokacağımız, biz hazırız ama sektörün hazır olmasını bekliyoruz. Ulusal ve Uluslararası Fon Platformu gibi dünyada çok az örneği olan ya da olmayan teknolojik araçları, uygulamaları devreye sokabildiğimiz için, böylesi platformlar ve network hizmeti verdiğimiz için hem Borsa’lara hem Merkezi Kayıt Kuruluşu’na özellikle mesela Vadeli İşlemler Borsası’nın bütün sistemlerini biz host ediyoruz. Bizde çalışıyor sistemleri. Network’ü biziz, bugün Borsa’nın ikinci network’ü bizde, dolayısıyla oldukça kuvvetli bir teknolojik altyapımız var bunu da hiç öyle zayıflatmak gibi bir niyetimiz yok. En üst düzeye çıkaracağız, uluslararası farkındalık da var bir de bir teknoloji platformu projemiz de var inşallah dağınık durumda olan bütün piyasaları, Sayın Başkan biraz önce bahsetti bir başka yönüyle. Bir platformda şey yaparak, tek noktadan Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik koyacağız ki Dünya’da başka bir örneği olacağı da çok yakın bir gelecekte gözükmüyor açıkçası. Belki böyle bir misyon edindik biz teknolojik açıdan bunu, yoksa hani kurumsal bir ukalalığımız yok bu manada. Biz çok üstün bir teknoloji kuruluşuyuz, biz bugün itibariyle sermaye piyasasına verdiğimiz hizmetleri ki bugün sermaye piyasasının, bizim sermaye piyasamızın likiditesinin arkasında bulunan hizmetler ve sebeplerdir bunlar. Dünyada bizim kalitemizde veren başka bir kurum yok. Teknolojik altyapımız çok güçlü. Ayrıca teknoloji platformu projemiz var. Bir platformda tek noktadan Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik sağlayacağız ki Dünya’da başka bir örneği olacağı da çok yakın bir gelecekte gözükmüyor. Patron biz değiliz, biz hizmetkar olarak yapıyoruz bunu, takdimini sayın başkanlar yapıyorlar. T+2 meselesi, biz Türkiye’deki bütün menkul kıymetlerin takasını T+0’da yapabilecek durumdayız. Bu hem bizim yeteneğimiz, hem bağlantımız itibariyle Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun yeteneğidir. Bunu belki dünyada yapabilecekler vardır ama hazır, ha dedikleri zaman bir iki parametre değişikliğiyle iki günün içerisinde, biz bu aynı gün içerisinde bütün piyasaların takasını yapabilecek durumdayız. Bunu yapmak bizim için faydalı mı? Şimdi, zaman farklarının olduğu, farklı zaman dilimlerinde sermaye birikimlerinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada yaşama durumumuzu göz ardı ederek, saat farklarını hiçe sayıp, Türkiye’ye akan ve Türkiye’den akan sermaye 55 hareketlerini imkansız kılmak gibi bir şey olur bu. Yani T+2 de yapmak, T+3 yapmak zarureti bizden kaynaklanan değil, hani biraz önce söyledik ya, dış tasarruflara muhtaç bir ülkeysek eğer bugün itibariyle, bu dış tasarrufların gelişini teknik olarak, kesintiye uğratacak hiçbir uygulamanın hiçbir tedbirin içerisinde olamayız ve olmamamız gerekir. Ben ikiye indirgedim bu kurumsal otoritelerin etkisini. Bir tanesi doğru fiyat, diğeri doğru ve zamanında bilgi. Bir de müsaade ederseniz bu sorduğunuz soruların dışında halka arzda şu fiyat meselesi, ben ikiye indirgedim şu epeyce bir çalışmıştım söylemeden edemeyeceğim, yazık olacak. Ben ikiye indirgedim bu kurumsal otoritelerin etkisini. Bir tanesi doğru fiyat, bir tanesi doğru ve zamanında bilgi ikiye indirgediğimizde. Şimdi doğru fiyat, göreceli bir şey. Daha çok emirle oluşur. Daha çok arz ve taleple oluşur ama daha çok enstrüman da gerekir. Daha çok arz ve talebi aynı enstrümanla kısıtlı sayıdaki enstrümanlar üzerinde akümüle ederseniz o menkul kıymetlerin fiyatında aşırı dalgalanmalara yine sebep olursunuz. Yani arz ve talebin eksikliğinden kaynaklanan durum, fonksiyon bu sefer tersine çalışıyor. Demek ki daha çok enstrüman da gerekiyor ki bir risk diversification olsun, risk dağılımı, risk çeşitlendirmesi olsun, aynı zamanda bu diversification yatırımlar için de olabilsin. Şimdi burada ikinci şey de doğru ve zamanında bilgilendirme. Bilginin çokluğundan ziyade, etkin ve rafine bilginin olması, yani bilgi kirliliği ve bilginin spekülasyonuna engel olmak gerekiyor. Çünkü bilginin spekülasyonu, bilginin kirliliği spekülasyon yaratabiliyor. Söz gelimi şöyle; siz her şeyi söylemek durumunda bırakırsanız insanları, mesela somutlaştırmak gerekirse, işte biz falanca şirket Borsa’da işlem gören, efendim falanca uluslararası şirkete satma girişimi görüşmesine başladık. Ya bu adam hakikaten satmak için mi görüşüyor, yoksa kahve içmeye mi gitti, yoksa kadınlar günü mü yapıyorlar aralarında, ne bunu bilemezsiniz. Sonra, bir yazı daha gelir, efendim görüşmeleri yaptık ama bir sonuç çıkmadı ya da birleşiyoruz, birleşme görüşmelerine başladık. Şimdi bunlar ve buna benzer bir sürü bilgi kirliliği ya da zorunlu bilgi vermekten kaynaklanan bilginin spekülasyonu, bilginin manipülasyonu haline dönüşür ve o zaman da doğru bilgilendirme olmadığı için fiyatlandırmadaki anormal kısa vadeli hareketlere engel olamıyorsunuz, arkasından manipülasyon incelemeleri çıkıyor. Bir de bilginin en çok kesime ve en kısa zamanda ulaşması önemli. Buradaki adaletin temel yani bilginin dağılımındaki adaletin temel ihtiyacı bu. 56 Halka arza müdahale doğru değil. Evet, liberal ekonomilerde bunu bir konsept olarak söyleyebilirsiniz. Ama siz zaten bir nebze fiyata müdahale ediyorsunuz. Şimdi burada sorumluluk tabii ki sadece aracı kurumlara, Sermaye Piyasası Kuruluna ya da borsaya düşmüyor. Borsa segmentasyon yapar, fiyata müdahale etmez. Ama o şirketi öyle bir segmente eder ki, öyle bir pazara koyar ki, o pazar zaten herkese o fiyatın açıkçası doğru olmadığını izah eder. Sermaye Piyasası Kurulu zaten kayda alırken bütün bu incelemeleri yapıyor. Şimdi bu iki konuda halka arzda fiyata müdahale konusu gündeme geliyor, şimdi Sayın Başkan da söyledi. Sayın SPK Başkanı da söyledi, halka arza müdahale doğru değil. Evet, liberal ekonomilerde bunu bir konsept olarak söyleyebilirsiniz. Ama siz zaten bir nebze fiyata müdahale ediyorsunuz. Ben açıkçası bu görüşü çok paylaşmıyorum. Yani bunu da ilk defa söylemiyorum, belki bu Hüseyin Bey’e biraz ters gelecek ama, ben zaten müdahale edildiğini düşünüyorum. Fiyata nasıl müdahale edilir? Şimdi, bir fiyatla halka arza çıktığında bir fiyat belirliyor ihraççı, büyük ortak bunun sahibi, o kadar değer veriyor ki, şirketini hiçbir yere koyamıyor. Tamam, diyelim ki, iyi niyetten bu şirketi hiçbir yere koyamıyorsun, ama sonucunda bütün kârı, bütün parayı sen alacaksan eğer, o zaman karşı tarafta bir beklenti oluşmazsa bir talep bulamazsın. Zira senin yaptığın mevcut değerleme yöntemleri belli, eğer piyasaya söylemediğin bir şey varsa, namütenahi değeri oluşturabilecek bir şey varsa, o zaman zaten suç işliyorsun. Yani, beklenti fiyatını oluşturacak ya da fiyatın arkasındaki beklentiyi oluşturacak şeyi söylemiyorsan, zaten suç işliyorsun. Eğer, her şey açıksa, ortadaysa o zaman fiyatın kabul görmüyorsa, çünkü fiyat öğrenme fiyat anlama tekniklerini ihraççılar kadar, patronlar kadar aracılar da biliyor, efendim, yatırımcılar da biliyor, kurumsal yatırımcılar da biliyor. Herkesin, bu teknikleri uygulayarak doğru fiyata ulaşması mümkün, o zaman yani ya hayalcilik peşinde ya da iyi niyetli olmayan davranışlar peşinde olmamak gerekir. Fiyatı doğru tespit edip, siz kazanacaksınız, başkasının da kazanmasına izin vereceksiniz. Çünkü beklentiyle oluşan fiyat, beklenti yoksa eğer, oluşmuyor demektir. Sonuçta iş, manipülasyona dönüyor. Şimdi burada tabii aracı kurumlara, sadece Sermaye Piyasası Kurulu’na ya da Borsaya düşmüyor. Borsa ne yapar? Segmentasyon yapar, fiyata müdahale etmez. Ama o şirketi öyle bir segmente eder ki, öyle bir pazara koyar ki, o pazar zaten herkese o fiyatın açıkçası doğru olmadığını izah eder. Sermaye Piyasası Kurulu zaten kayda alırken bütün bu incelemeleri yapıyor. 57 Sonuçta halka arzını vermek ya da vermemek, koşullu vermek ya da belli kesime satılabilir vermek… Mesela nitelikli yatırımcı sorusu oldu, bilmiyorum ona cevap verildi mi, nitelikli yatırımcı, her şeyi ölçmeye muktedir olan yatırımcıdır. Bireysel yatırımcıdan çok daha fazla donanıma sahip olan yatırımcıdır. Dersin ki, nitelikli yatırımcıya satabilirsin ancak. İşte bunlar fiyata doğrudan, hayır senin fiyatın doğru değildir, bu fiyata satma 3 lira, 5 lira eksiğine sat demek yerine geçen çok daha etkili uygulamalardır bana göre. Bir de aracı kuruluşlara düşen bir şey var, kendisine geldiği zaman pazarlık etmek, fiyatın yanlış olduğunu kendileri de gördüklerini söylüyorlar. Bu tecrübeleri var, Sayın Başkan da bahsetti ondan, o zaman şunu diyebilmelidirler: ”Arkadaş ben senin satışına aracılık etmem, bu benim sicilimle alakalı bir şeydir”, der ve bunu noktalar ve buradaki üstüne düşen görevi de yapmış olmak ister. Ben burada keseyim, Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Güler ARAS Ben teşekkür ederim Sayın Emin ÇATANA. Son konuşmacımızın sorularını yönelterek, son turdaki konuşmasını yön vermeye çalışacağım. Birincisi, Emin Bey’in sorularının sizinle ilgili olanlarına sanırım yanıtlarını vereceksiniz ama benim sorum şu; sermaye piyasası araçlarının tamamının kaydileştirilmesi planlanıyor mu Merkezi Kayıt Kuruluşu tarafından? Tahvil bono için herhangi bir plan var mı, ne düşünülüyor bu konuda? Özellikle elektronik oy kullanma konusunda bir hazırlık süreci olduğunu biliyorum, bu yeni Türk Ticaret Kanunu’nda da var, henüz yasalaşmadı ama bununla ilgili çalışmalar ne durumda? Bu konuda bilgi verebilirseniz sevinirim. Esnek ve bürokrasinin azaldığı bir sistemi bize öngörüyor aslında MKK, gördüğüm kadarıyla, sanki ihraççı bütün süreci kendi başına yürütebiliyor. Sermaye Piyasası Kurulundan izin alıp size kayıt olduktan sonra, bütün ihraç sürecini baştan sona kendi başına otomatik olarak yürütebiliyor ve işlemler de otomatik olarak sisteme yansıyor gibi bir görüntü var, bilmiyorum yanılıyor muyum? MKK sonrası fiziki olarak ayrıca menkul kıymetlerin basılması gerekmiyor. Hâlâ menkul kıymetlerin bir yerlerde fiziki olarak saklanması düşünülür mü bilmiyorum. Bunun çok önemli bir maliyet avantajı sağladığını düşünüyorum. Son soru da şu, Yatırımcı Koruma Fonunun merkezi kayıt sisteminin oluşturulması sonrasında, yatırım ortamının iyileştirilmesine sizin katkınız ne oldu? MKK’nın bunlarla ilgili ne tür projeleri var? 58 Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN Merkezi Kayıt Kuruluşu Genel Müdürü H ocam teşekkür ediyorum. Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce doçentlik jürisinde sınava girdiğim zaman, sınav bittiğinde şöyle düşünmüş- tüm, hiçbir şekilde artık bana soru sorulmayacak diye ama ne yazık ki, bu sorulardan kurtulamıyoruz herhalde öyle gözüküyor. Şimdi önce Hocam, şeyden istiyorsanız başlayayım, Emin Bey’e sordunuz ama bizi ilgilendiren konularla ilgili konuşayım. Çünkü bayağı bir soru var, çok hızlı cevap vermeye çalışacağım, zaman kısıtımız olduğunu da biliyorum. T+2, Emin Bey’in söylediği gibi, bu tamamen yurtdışının tercihi halinde gelişti, yabancı kurumların işlem kalıpları, araya koydukları çeşitli kurumlar ve zaman farkları, küreselleşen dünyada Türkiye’yi T+2 ye götürdü. Normalde, çok kısa bir zamanda, belki 1 günle ölçülebilecek zamanda T+0’a geçilebilir, eğer böyle bir talep gelirse. Mesela Emin Bey’in bahsetmediği beraber işlettiğimiz, Emin Bey’in başında bulunduğu Takasbank’ın işlettiği Ödünç Pay Senedi Piyasası. Burada hem işlemler hem de takas real timeonline olarak aynı gün yapılıyor. Yani tahvil bono piyasası öyle, birlikte kurduğumuz Fon Dağıtım Platformu öyle, bunlar anlık olarak işlemin ve takasın yapıldığı sistemler ki, bunlar dünyada benzeri az olan uygulamalar, o yüzden çok bir sorun değil. Çok kısa, sizin sorunuzdan önce, birkaç tespitim var bu halka arza ilişkin bu paneli belki ilgilendirdiğini düşündüğüm için. Normalde talep ve arz tarafını beraber düşünmek lazım, talep tarafında Aracı Kuruluşları Birliğinin önderliğinde yapılan bir anket var. Anketin sonuçlarında da görüldüğü üzere dört beş tane ana unsur var talep tarafının azalmasına sebep olan Türkiye’nin geçmişine baktığımızda. Bunlar tabii manipülasyon denilen iddialar, hani 59 İMKB’de çok fazla manipülasyon çok yoğun yapılıyor denilince, insanlar psikolojik olarak orada ciddi suçlar işleniyor, ben oraya girmem diyorlar. Bu bir kaygı ama çok abartılmış bir kaygı. Bu çeşitli istatistiklerle ispatlanmış durumda zaten. Batan aracı kurumlar dediğimiz, yaklaşık 25’ e yakın aracı kurum 50.000 yatırımcısına zarar vererek yaklaşık 150 milyon dolarlık bir zarara sebep oldu. Bu 15 yıllık süreçte bu yatırımcılar ve bu yatırımcıların etrafında etkilenen insanlarla birlikte, bu yatırımcıların piyasaya bakış açısı negatif gelişmişti. Şimdi bunların her birinin kendimizde cevapları olduğu için tek tek saymak istiyorum. Batan şirketler tamamen finansal kararlarla veya ekonomik sebepler yüzünden batan şirketlerde kayıp olan yatırımcılar söz konusu oldu, bunlar bayağı bir küskün bir grubu oluşturdu. Bir de hiçbir günahı olmadığı halde, ilgili banka battığı için iştiraklerinin tahtası kapandığından mağdur olan yatırımcılar var. Bunları topladığımız zaman yüz binlerce insan var. Tabi bunların her birinin o zamanki şartları düşünüldüğü zaman çeşitli sebepleri vardı ama bundan sonra bunların olmaması ya da az olması için neler yapmak lazım, onlardan biraz bahsetmek gerekiyor. Zaten, sorularınızdan bir tanesi o olduğu için, ben direkt sorularınıza geçiyorum. Genel yapıyı bir daha söylemek lazım. Bizde yerli yatırımcı sayısı çok az, 1.030.000 yatırımcı çok az bir yatırımcı. Bir de rakamlara baktığımız zaman bunun 500.000 tanesinin portföyünün büyüklüğü 1000 liranın altında, 650.000 tanesinin portföyünün büyüklüğü 5000 liranın altında, 750.000 tanesinin portföyünün büyüklüğü 10.000 liranın altında. Yani 10.000 liranın üstünde portföy büyüklüğüne sahip 63.000 tane yatırımcısı var Türkiye’nin ve bunların bir çoğu da yabancı. Biz kurumsal yatırımcı eksikliğimizi her panelde, her platformda söylemeye çalışıyoruz. Aslında biz yabancılara outsource etmişiz, %30’lardan başlayan bir yabancı ağırlığı, şu anda %66’larda, bu kriz öncesi Ekim 2007’ de %72’ye çıkmıştı. İşte bu adamlar, bu ülkeye yatırım yapıyor, fakat bizim kendi insanımız bu ülkeye yatırım yapmıyor. Çok ilginçtir bu. Bunun çeşitli sebepleri var. Demin de söylediğim sebepler bunun başlıcaları, ama bunları yavaş yavaş ortadan kaldırmamız gerekiyor. Çünkü bu insanlar, yabancılar, uzun yıllar boyunca bu ülkeye inanıp yatırım yaptılar ve ağırlıklarını arttırdılar ve ciddi getiriler elde ettiler. Aynı bakış açısıyla bizim yerli yatırımcımız bunu yapmış olsaydı, şu anda çok zengin insanlarımız vardı ama biz bir şekilde korktuk, ürktük. Bu olaylar da tabii bunu tetikledi, belki ekonomik kriz, beklentiler, siyasi istikrarsızlık, bunların hepsine eklenmişti eski zamanlarda. 60 %30’lardan başlayan bir yabancı ağırlığı, şu anda %66’larda, bu kriz öncesi Ekim 2007’ de %72’ye çıkmıştı. İşte bu adamlar, bu ülkeye yatırım yapıyor, fakat bizim kendi insanımız bu ülkeye yatırım yapmıyor. Şimdi sermaye piyasası araçları, evet Kanunun 10/a maddesi şunu söylüyor: sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesi MKK’ ya verilmiş, ama burada kritik husus şu, Sermaye Piyasası Kurulu hangi sermaye piyasası aracının kaydileştirileceğine karar veriyor. Bu da 2004’ ün Ekim ayındaydı, SPK hisse senedinden başlayarak kaydileştirmeye başlayın dedi ve ardından yatırım fonu katılma belgeleri. Biz Nisan 2005’te Türkiye’de ilk yatırım fonu katılma belgesini kaydileştirdik, Kasım 2005’te hisse senetlerinin kaydi sisteme alınmasıyla, hisse senetleri kaydileştirme sürecini başlatmış olduk. Daha sonra, deminki konuşmada söylediğim gibi borsa yatırım fonları, özel sektör tahvilleri devreye girdi. Yani, Sermaye Piyasası Kanunu’nda tanımlanmış, mevzuatta tanımlanmış hangi sermaye piyasası aracı varsa, bu kaydileştirilebilir. Çünkü kurulan sistem ve işleyiş mekanizmasına baktığımız zaman, şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz; bizim için artık bu bir elektronik kıymetten öte bir şey değil. Adı ne olursa olsun, biz her şeyi kaydileştirebiliriz. Yani, (itinayla kaydileştirme yapılır), diyebiliriz, her konuda. Fakat bunun için yetkili organın karar vermesi gerekiyor. Mesela devlet iç borçlanma senetleri. Yıllar önce alt yapısı hazırlandı fakat bir şekilde bankalar kesiminin belli itirazları vardı, Merkezi Kayıt Kuruluşu’nun müşteri bazında DİBS dediğimiz hazine bonosu devlet tahvili kaydileştirilmesini istemiyorlardı. Çeşitli sebepleri ve gerekçeleri vardı. Birincisi, hacizdi. Mesela MKK olarak, biz yılda bir milyon tane haciz bildirimi işleyen bir kurumuz. Yani, bu şu demek; 200 iş günü olsa, günde 5.000 tane evrak geliyor ve basılı evrak bilgisayar sisteminde scan ediliyor oradan OCR’lanıyor, orada kişinin ismi ve TC kimlik numarası sistemde taranıyor. Tarandıktan sonra sistemde bunun borcu alacağı varsa, o ana göre haciz blokajına atılıyor, ilgili kuruma haber veriliyor, geri dönüş yapılıyor filan derken, ciddi bir işleyiş var burada ama çok da ön plana alınan bir işleyiş değil, çok da anlattığımız bir süreç değil dışarıda, fakat gerçek bu. Biz Türkiye’de şu anda ikinci posta işleme şirketi gibi çalışıyoruz! Bu haciz bildirim üzerine, özellikle kriz zamanında bayağı yüksekti. Şu anda aylık olarak düşüşler var, orada da rahatlama oldu açıkçası. Ama MKK‘nın haciz yapmasını, işin esasına bakarsak, istemiyordu bankalar ve DİBS’e geçişinde bankalar bir itirazda bulundular. Yoksa teknik olarak bunun diğer sermaye piyasası araçlarının kaydileştirilmesinden hiçbir farkı yok, özellikle kurulan modelde Merkez Bankası, banka portföylerinin saklamacısı olacakken, biz bankaların yatırımcılara sattığı kıymetlerin müşteri bazında izlendiği bir yer olacaktık. Ama şu anda geçişe 61 ilişkin bir karar verilmiş değil. Eğer karar verilirse, birkaç aylık deneme ve test sürecinden sonra geçilebilir çünkü bayağı bir zaman geçti biz bu hazırlığı bitireli, onun üzerinden biz bir sürü yazılımımızda değişiklikler yaptık, uygulamalar değişti, onların hepsini gözden geçirmek lazım. Kurulan sistem ve işleyiş mekanizmasına baktığımız zaman, şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz, bizim için artık bu bir elektronik kıymetten öte bir şey değil. Adı ne olursa olsun, biz her şeyi kaydileştirebiliriz. Elektronik Genel Kurulla ilgili kısa bir bilgi vereyim. Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili maddelerinde, elektronik genel kurula imkan veren maddeler vardı. Fakat tasarı bu şekilde yasalaşmadığı için bayağı bir zaman kaybettik. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, 2003-2004 yılında Türkiye’de elektronik genel kurulu yaparsa MKK yapar dediğimiz zamanlarda bizim TKK’mız buna müsait değildi. Fakat Danimarka’nın MKK’sı 2003 yılında, o ülkede ticaret kanunu değişti ve EGK’ya izin verildi. 2009’da Danimarka’nın MKK’sı dünyada ilk EGK’yı ben yaptım deyip havasını attı açıkçası, fakat biz bu fırsatı kaçırdık. Tabi 5 milyon nüfuslu bir ülke, 3 milyon tane yatırımcısı var, çok yabancı yatırımcıların göz önünde bulunan bir ülke değil ama Türkiye öyle değil. Türkiye son zamanlarda çok ciddi boyutlarda bir ilerleme sağladığı için, Türkiye’de yapılacak bir EGK, çok ciddi bir şeyi ifade ediyor. Bizim buradaki amacımız şu, MKK’da hak sahibi bazında, anlık olarak kimlerin mülkiyet, hisse senedine sahip olduğunu biliyorsanız, siz şirketlerin ortakların kimler olduğunu biliyorsunuz demektir. O yüzden de şirketlerin anlık olarak ortaklık bilgisini tutan, mülkiyet bilgisini tutan ve Kanun’un 10/a maddesi uyarınca bunu ciddi bir şekilde hukuki altyapısına sahip olan bir kurum olarak biz elektronik genel kurulun özellikle borsada işlem gören şirketler için Merkezi Kayıt Kuruluşu merkezinde yapılmasını düşündük. Buna ilişkin olarak çalışmamızı başlattık. Nasıl bir şeyler hayal ediyoruz? Danimarka’nın yaptığı gibi değil. Danimarka fiziki sistemden önce, birkaç gün önce elektronik olarak oyları toplayıp daha sonra fiziki genel kurula elektronik olarak toplanmış oyları getirip toplu halde genel kurul yapıyor fakat bizim amacımız o değil. Biz başlangıçta öyle yapsak bile mutlak suretle “real time-online” yani genel kurulun İngilizce çevirisiyle beraber naklen yayınlandığı, MKK’nın portalında ve mobil uygulamalar ile elektronik olarak imzalı bir şekilde oyların real time-online verildiği gündemin tek tek değiştiği anda oylamanın da anlık olarak yapılabildiği bir dünya kurmaya çalışıyoruz bizim tarafta. Bunlar çok zorlu şeyler, denenmiş şeyler değil, hele yurtdışında yabancı şirketlerin tek tek yaptığı bir süreci siz 325 şirket için mart ayında başlayıp haziran ayında sona eren genel kurullarda tüm şirketler için yapacaksınız. Bir milyon tane hisse senedi yatırımcısı teorik 62 olarak katılabileceğine göre bir şey yapmanız lazım tabi pratikte bu kadar olmuyor ama bir yatırımcının yabancı da olsa yerli de olsa düşünün yurtdışında herhangi bir şekilde buraya fiziken gelmesine gerek olmaksızın internetten MKK sistemi üzerinden elektronik olarak genel kurula katılmasından bahsediyoruz. Bu anlamda çok önem verdiğimiz bir proje. Şimdi, Emin Bey’in anlattığı sistem, yatırımcı blokajı sisteminin üstüne ne kondu ondan bahsedelim. 95 yılında geçiş yapıldı müşteri numarasına. Hatırladığım kadarıyla, 97 yılında müşteri ismine döndü. 99 yılında yatırımcı blokajını getirildi. Şimdi bazı şeyler anlatılmayınca çok net bilinmiyor. Bunda Emin Bey’in de bizim de ciddi kusurlarımız var, yani her ortamda bunu aslında anlatmak lazım. Şöyle bir sistem düşünün, aracı kurumlarda müşteri bazında ne varsa aynısı sizde yaratılıyor ve TC kimlik numarası ve Takasbank’tayken nüfus cüzdanı fotokopisi. Bizim sistemde ise TC kimlik numarası, ad-soyad bilgisi ile elektronik olarak bağlantı yapılıp o kişinin tüm kimlik bilgileri alındıktan sonra aracı kuruma soruluyor, bu mudur bu kişi diye. Budur dediği anda hesabı açılıp elektronik kıymet onun hesabında yaratılıyor ve hemen akabinde bir sicil şifre üretiliyor. Takasbank’ta da öyleydi, bizde de öyle. Yatırımcı o şifreyi aldığı zaman, artık şuna sahip. MKK sistemine veya Takasbank sistemine bağlanıp telefon bankacılığı gibi bir sistemden faydalanarak internetten veya call center’dan kendi hesabındaki kıymetlerin dağılımını görebiliyor. Bu şu demek, nerde hesabınız olursa olsun, kaç tane kurumda hesabınız olursa olsun, biz sizi tek kişi olarak görüyoruz. Tüzel kişi de olsanız, gerçek kişi de ve tek bir yerden bu bilgilere sahip olabiliyorsunuz. Ne yapmanız lazım? Şifrenizle sisteme bağlanıp bakiyelerinizi kontrol etmeniz lazım. Burada teorik olarak şunu düşünün. Bir banka veya aracı kurum size ekstra bir belge gönderebilir, ama teorik olarak o aracı kurum sizin kıymetlerinizi suiistimal etmişse, sizin haberiniz olmadan satmışsa, size hala o kıymetlerin olduğuna dair bir bilgi gönderecek. Oysa Takasbank ve MKK gibi kapalı sistemlerde fiziki müdehaleye izin verilmeyen sistemlerde o pay eğer bir işleme tabi olmuşsa, hareket etmesi gerekecekse, MKK sisteminden hareket etmek zorunda. Hareket ettiği anda artık yer değiştirdiği için siz sisteme bağlanıp baktığınızda bunu görebiliyorsunuz. Biz ne yaptık? Bu koruma tedbirlerine rağmen bizim yatırımcımızın ne yazık ki bir hastalığı var. Bir elmayı alırken manavdan 8 tane elma düşmüşse 2 kiloya, 1 tane elma çürükse bütün elmaları manavın suratına atıp gideriz. Oysa, biz trilyonlarca liramızı bu sistemde veriyoruz ve kontrol mekanizması olan bir sürü kolaylıklar sağlanmışken, bunlardan faydalanmıyoruz. Burada yatırımcının doğru düzgün bilgilendirilmemesi, bu tür servislerden haberdar olmaması gibi hepimize düşen paylar var ama bu saatten sonra, özellikle 2011 yılındaki yatırımcı seferberliğinde biz 63 bu tür koruma tedbirlerini anlatmak istiyoruz. Biz ne getirdik yeni olarak? Takasbank’ın alo takas sisteminde 1 milyon yatırımcıdan 2000 tanesi aramış, şifresini kullanmış, bakiyesine bakmış veya yatırımcı blokajı koymuş. Biz dedik ki, bu adamlar bunu kullanmıyorsa, başka şeyler getirmemiz lazım. Bizim getirdiğimiz yenilik Emin Bey’in bahsettiği, İkaz adını verdiğimiz bir sistem getirdik. Nasıl olsa bizde insanların adresleri var, e-mailleri ve smsleri var. Biz onlara şöyle bir kolaylık getirdik. Dedik ki, sistemimize bağlanın, eğer MKK hesabınızda bir hareket olduğunda anında farkına varmak istiyorsanız, bu İkaz dediğimiz sisteme üye olun ve size sms ile, e-mail ile anında bilgi geçsin. Öyleyse yanınızda cep telefonunuzu bulundurduğunuz anda aracı kurumun sizin haberiniz olmadığında sizin hisse senetlerinizi veya tahvillerinizi bir yere satması mümkün değil. Sizin talimatınız dışında işlem yapamaz. Çünkü yaptığı anda benim sistemde hareket doğuracağı için, siz de hemen uyanacağınız için, artık suiistimalin o boyutlara ulaşması mümkün olamayacak. Fakat seçimlik olan bu tür hizmetlerin kullanımı çok düşük oluyor. SPK’nın önünde bekleyen konu, bunun zorunlu hale gelmesi. Yatırımcılar belli işlemlerden başlayarak İkaz’a eğer abone olmamışlarsa, MKK sisteminde o işleri yapamaz hale gelecekler. Kademe kademe sisteme bu yedirilecek. Böyle olursa eğer, bu işin sonu nereye gidecek? Sonuçta sizin haberiniz olmadan bir kıymet hareket edemeyeceği için, suiistimal olmayacağından belki bir noktada Yatırımcıları Koruma Fonu denilen o oluşumun varlığı bile tartışılabilir hale gelebilecek. Merkezi Kayıt Kuruluşu hem kaydileştirme fonksiyonunu yerine getiriyor, hem de Yatırımcıları Koruma Fonu’nu temsil ve idare etme yetkisi verilmiş. Yatırımcıları Koruma Fonu, aslında TMSF’nin aracı kurumlar için olanı. Türkiye’de bu da kanunla, Emin Bey’in söylediği gibi, Merkezi Kayıt Kuruluşu’na görev verilmiş. Yani Merkezi Kayıt Kuruluşu hem kaydileştirme fonksiyonuna sahip, hem de Yatırımcıları Koruma Fonu’nu temsil ve idare etme yetkisi verilmiş. Ne yapıyor? Bir aracı kurum battığı zaman, o aracı kurumdan hisse senedi alacaklısı olan yatırımcılara 59.194 TL’ye kadar anında parayı veriyor. Fondan karşılıyor. Bu fon, aracı kurumlar ve bankaların çeşitli yıllarda yatırdıkları ödentilerden veriliyor. İlk başlangıç tutarında 10 milyon TL İMKB vermiş. Şu anda 200 milyon TL ye yakın bir fon birikmiş durumda. Dünya ortalamalarının üstünde bir oran bu. Normalde Avrupa Birliği 20.000 Euro veriyor bir aracı kurum batarsa. Bizde 30.000 Euro ama Emin Bey’in de söylediği tasfiye de var burada. MKK olarak biz Yatırımcıları Koruma Fonu ilave ediyoruz. Önce canı yanan yatırımcıya 59.194 TL parası veriliyor. Sen bir çekil git diyoruz ondan sonra, o aracı kurumla ilgili 64 tasfiye süreci başlıyor. Tasfiye süreci aslında İcra Hukukuna tabi olmaksızın çok hızlı bir şekilde aracı kurumun tasfiyesini yapmaya yönelik. Normalde 15 yıldır süren davalar var hala aracı kurumlarda. 94 yılında batan aracı kurumların davaları hâlâ sürüyor. Bizde ise Yatırımcıları Koruma Fonu yönetmeliklerle beraber çok pratik bir hale gelmiş durumda, 3,5 ay içinde en geç 59.194 TL’lik tutarı veriyoruz. Ondan sonra tasfiye devam ediyor, herhangi bir varlığı varsa nakde çevriliyor ve yatırımcılara dağıtıyoruz. Yaklaşık %99’a varan oranda yatırımcının zararını karşılamış oluyoruz. Bu da ciddi bir güvenlik mekanizması. Fiziki bir kıymetin olmamasının artısı eksisi nedir diye sordunuz. Bazı ülkelerde fiziki sistem ve kaydi sistem beraber yaşıyor. Bizde, fiziki sistem öldü. Yani bir hisse senedi artık fiziken basılamaz. Böyle olunca her şeyin elektronik ortamda saklandığı devasa sistemi düşünün. 500 milyar TL’lik bir büyüklük, 1 Milyon hisse senedi yatırımcısı. Ellerinde herhangi bir belge yok. Eskiden sertifika vardı. Herhangi bir şekilde hak iddia ettikleri zaman o sertifikayı götürüp oy kullanırlardı, temettüsünü alırlardı. Şimdi böyle bir şey yok. Artık her şey elektronik. O yüzden bu tür güvenlik ve bilgilendirme mekanizmaları çok önemli. İnsanların portföyünde hangi kıymetleri olduğunu görmesi, bilmesi, gerektiğinde bunu bloke edebilmesi çok önemli ama bu bizim için bir risk. Nasıl bir risk? Bilgi güvenliği çok önemli burada. İnsanların adlarının, soyadlarının, adreslerinin, kimlik bilgilerinin, zenginliklerinin kaydını tutuyoruz anlık olarak, bu yüzden bilgi güvenliği siber saldırılara karşı koruma, bunlar çok önemli faktörler. Biz şöyle bir portal kuruyoruz. Ortaklarla şirketleri kurumsal yönetim portalı adını verdiğimiz bu portalda bir araya getireceğiz ve bunlar birbirleriyle bizim portal üzerinden haberleşebilir durumda olacaklar. Birbirlerine mesaj ve duyuru geçebilir olacaklar. Yatırımcı toplantıları yapacaklar ve bu yatırımcı toplantıları aslında elektronik genel kurulların bir altyapısını oluşturacak bizim için. Belli duyurular sms ve e-mail ile o insanlara geçecek. Her şirketin burada yatırımcılara hitap etmek için koyacağı reklamlar, duyurular olabilecek ve biz bu insanları bu portalda bir araya getireceğiz. Bunlar ciddi zamanımızı alıyor ve ciddi bir emek harcıyoruz teknolojik olarak. Bu külfetin bir nimeti var tabi ki, bir tarafta 325 tane borsa şirketi hisse senedinden örnek vereyim. 325 şirket bir anda 1 milyon tane hisse senedi yatırımcısı, yani şirketler ve ortakları. Biz şöyle bir portal kuruyoruz. Çok büyük bir aksilik olmazsa, 1 Mayıs tarihi itibariyle devreye alacağız. Bu 65 ortaklarla şirketleri “Kurumsal Yönetim Portalı” adını verdiğimiz bu portalda bir araya getireceğiz ve bunlar birbirleriyle bizim portal üzerinden haberleşebilir durumda olacaklar. Birbirlerine mesaj ve duyuru geçebilir olacaklar. Yatırımcı toplantıları yapacaklar ve bu yatırımcı toplantıları aslında elektronik genel kurulların bir altyapısını oluşturacak bizim için. Belli duyurular sms ve e-mail ile o insanlara geçecek. Her şirketin burada yatırımcılara hitap etmek için koyacağı reklamlar, duyurular olabilecek ve biz bu insanları bu portalda bir araya getireceğiz. Bu da nimetlerinden bir tanesi. Burada böyle 500 milyarlık bir servet, 2 milyona yakın hesap, 17 milyon yatırımcı, bunların bilgilerinin güvenliğinin sağlanması. Bunlar çok ciddi külfetler ama bu tür nimetlere yarayan projelerde sistematik riski ciddi biçimde azaltacağını düşünüyoruz. E-Yönet gibi bu kurumsal yönetimin Türkiye’de geliştiğini düşünüyoruz. Böyle nimetlere de yatırım yapmamızı sağlıyor aslında bu altyapı. Artısı ve eksisi, bu şekilde özetlenebilir. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Güler ARAS Çok teşekkür ederim. Oturumumuzun 2. bölümünü de bu şekilde tamamlamış olduk. Panelistlere, çok sayıda ve kapsamlı sorulara yanıtlarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Sizlere konu çerçevesinde oldukça fazla soru yönelttim, ancak izninizle salondan da bir kaç soru alalım. 66 Soru ve Cevap SORU 1 Sorum özellikle Hüseyin Bey ve Nevzat Bey’lere olacak. Şirket ismi verebilir miyim? Öncelikle onu sorayım örnekleme açısından. Yoksa kapalı mı geçelim? Kapalı geçelim. Özel sektöre ait bir gayrimenkul yatırım ortaklığı, yakın zamanda halka açıldı. Başarılı olacak gibi gözüküyordu. Biliyorum, yani fiyatlara müdahale edemeyiz dediniz Hüseyin Bey. Arz ve talep vardır dediniz. Dikkatimi çeken şu oldu. Ortada %25’e yakın bir alt üst fiyat marjı var. Bu çok ciddi bir rakam. Yani 7.6, 5.5 arada ciddi bir kazanç var. Ciddi bir kayıp var ve bana hiçbir şekilde sorulmuyor. Ben sadece talepte bulunuyorum. Diyor ki, ben sana 7.6 ile 5.5 arasında bir fiyatla mal vereceğim. Sonuçlar açıklandı, 7.3 tavana yakın bir fiyat talep karşılama oranı %80. 67 Arkadaş talebin çok yüksek ise, niçin bana %80’ini verebildin? Neredeyse istediğimin hepsini verdin. Talebin düşükse, niçin fiyatı bu kadar tavana yakın belirledin? Ben buna bir müdahale olması gerektiğini düşünüyorum. Yani burada bir eksiklik var ve dedim ki bu hisse kesinlikle prim yapmaz, kendi tecrübelerime dayanarak ve ilk günden düşer ve ilk günden 50, 100 geri gitmeye başlar başlamaz, biz de geri verdik. Bakın şu anda şirket o kadar tamahkâr davranmasaydı, sanırım 6 küsurlarda bir fiyat belirlemiş olsaydı, elinde tutan yatırımcı bugün %18 zararı sineye çekmeyecekti. Buna bir müdahale olabilir mi, bilmiyorum. Bunun yanı sıra bir karşı örnek vereyim. Çok başarılı bir örnek, yatırımcıya adeta bir torpil yapan. Bir büyük kamu kuruluşunun gayrimenkul yatırım ortaklığı muazzam bir başarı gösterdi. Bugün en yüksek işlem hacimleri ile hemen hemen borsada işlem görüyor. Talebi yüksekti. Ona göre dörtte biri kadar hisse alabildi yatırımcı, biz de öyle tabi. Ve ona baktığımız zaman da fiyat oldukça müsamahalı yatırımcı lehine çıktı ve yatırımcı bunun semeresini aldı daha ilk günden itibaren. Özellikle birinci şirketi kastederek soruyorum, burada bir müdahale şansı olamaz mı? Çünkü yatırımcı bana kalırsa burada yüksek fiyatla malı almak durumunda kaldı. Çok teşekkür ederim. Hüseyin ERKAN Çok güzel iki tane örnek verdiniz. Doğru, biri kötü bir halka arz örneği, maalesef. Bir tanesi de gayet güzel bir halka arz örneği. Müdahale ediyor muyuz? Ne buna mevzuat izin veriyor, ne de biz kurumlar olarak SPK ve İMKB olarak böyle bir müdahaleyi yapmak istemeyiz. Dolayısıyla, dediğim gibi bu konu tamamen arz ve talebe bağlı. Aracı kurum ve şirket ortaklarının arasında yapılmış olan çalışma sonucu, piyasanın verdiği bir geri dönüşle elde edilen bir fiyat. Tabi burada hisse senedi yatırımcısı hiçbir yere sormadan, hiçbir bilgi almadan ya da hiçbir yere danışmadan yatırım yapmalı mı hususu aslında birazcık da gündeme geliyor. Bizlerin hepimizin tavsiyesi, bir yatırımcı hisse senedi alırken ya ikincil piyasada ya da ilk halka arz edilirken mutlaka ve mutlaka o şirketle ilgili piyasadan yani aracı kurumundan veya bir başka aracı kurumdan, mutlaka bilgi almalı. Bu eşten dosttan değil. Bu işi bilen profesyonellere danışmalı mutlaka. Bizim müdahalemiz mümkün değil. Biz müdahale edemeyiz. Biz fiyatın doğru olup olmadığı konusunda hiçbir fikre sahip değiliz. İMKB olarak, SPK olarak müdahaleci olamayız fiyata. Olduğumuz anda, fiyatı biz belirlemiş oluruz. Olduğumuz anda biz sanki fiyatı garanti etmiş gibi oluruz. Böyle bir şey dünyanın hiçbir tarafında yok. Yani hiçbir borsa ya da sermaye piyasası kurulu kalkıp da bu iyi fiyattır ya da bu kötü fiyattır. Ya da, kardeşim siz asgari olarak şu fiyattan çıkarsanız biz izin veririz, diyemez. Bunu dediği anda, o zaman 68 aracı kurumların ne işi var? Aracı kurumlar ve şirketler birlikte bu konuyu değerlendirmek durumundalar. Evet, buna benzer başka maalesef örneklerimiz de var. Sadece bu değil, haklısınız. Burada hakikaten herkese ciddi bir görev düşüyor. Şirketten gelen bütün bilgileri biz zamanında ve anında duyuruyoruz. Hem izahnamesi var, hem fiyatla ilgili konu var. Fiyat aralığının geniş olması da yine İMKB’nin dışında gelişen bir durum. Sermaye Piyasası Kurulu’muz tarafından, tamamen iyi niyetli olarak belirlenmiş bir kuraldır. Onun da sebebi şu; halka arz süreci başladığı andan bitişine kadar belli bir süreç geçiyor. Bu süreç içerisinde dünyadaki çalkantılardan dolayı veya Türkiye içerisinde de olabilir bu, farklı olayların olması, talebi arttırıcı veya eksiltici bazı olayların da olmasını gündeme getiriyor. Bu süreç içerisinde halka arz açıklanırken böyle bir kısıtlayıcı fiyat marjıyla değil, biraz daha geniş bir fiyat marjıyla çıkmanın avantajları olduğu için buna izin verildi. Yani, atıyorum, sadece yüzde 5’lik ya da yüzde 10’luk bir fiyat marjıyla asgari ya da maksimuma çıkmış olsaydınız işte ve bu tam zamanında bir şirketimiz olduğu gibi bir “şişman parmak” olayına denk gelmiş olsaydı, ne yapacaktınız o zaman? Fiyat geri çekilmiş, fiyatı asgarinin altına indiremiyorsunuz, o zaman halka arzdan mı vazgeçeceksiniz veya izahname değişikliğine gitmeniz lazım. Aylarca süren yeni bir prosedür devreye giriyor. Dolayısıyla o fiyat marjının genişliği, bu yüzden verilmiştir. Ama tabi bu demek değildir ki; fiyat marjı çok geniş, ben en tepeden satarım. Bu değil tabi. Ama bu karşılıklı yapılan pazarlık, aracı kuruluşlar ve şirket arasında yapılan pazarlık, ve piyasanın da nabzını yoklayarak yapılan bir çalışmadır. Yani o fiyata piyasaya satabileceğini düşünen aracı kurum fiyatı belirliyor. Geçtiğimiz günlerde yine başka bir tane yaşandı mesela. Fiyatı piyasaya satabileceğini düşündü aracı kurum. Sattığını söyledi, geldi piyasaya, bakıyoruz ondan sonrada piyasada tekrar geri dönüşler olmaya başladı. Şimdi bu başarılı bir halka arz mıdır, değildir. O açıdan herkesin çok dikkatli olması lazım. Ama buralarda kamu otoritesi olarak ne Sermaye Piyasası Kurulu, ne de İMKB olarak biz fiyata müdahale edemiyoruz, etmek de doğru değil. Dünyada da yoktur bu. O yüzden, hakikaten çok sıkı takip etmek, iyi takip etmek gerekiyor. Emin değilseniz mesela, bir şüpheniz varsa, bekleyin ikinci el piyasadan alın. Gelsin piyasaya çıksın, ondan sonra isterseniz alın. Ama bazen de ilk başta almak tabiki avantajlı olabiliyor. Bunu dediğim gibi, aracı kurumunuzla veya bu işin profesyonelleriyle danışarak yapmak lazım. Nevzat ÖZTANGUT Şimdi haklısınız, hep bu örnekleri yaşıyoruz ama bunlar da realiteler. Hani bunları savunmak için söylemiyorum. Fakat ben az önce kendi konuşmamı yaparken size rakamsal örnekler verdim. Bence şuradan başlayalım. Birin69 cisi, halka arzdan hisse senedi alan yatırımcının, bunu yarın satacağım diye almıyor olması lazım. Burası para piyasası değil. Yatırımcının repo yapar gibi, bugün hisse senedini aldım yarın bunun tahtası açıldığı zaman işte yüzde 5 yaparsa satayım beklentisiyle almıyor olması lazım. Ama tabi ki amacımız para kazanmak, para kaybetmek değil. Aldığımız zaman da en azından aldığımızın altına da gelsin istemeyiz. O zaman bu sizin verdiğiniz örnekten konuşursak eğer, size konuşma sırasında örnek verdim, dedim ki işte 500 milyon dolarlık şirket, yüzde 15 iskonto yaptığımız zaman 425 milyon dolara gelir. O zaman bu fiyat makuldür. Burada bir iskonto vardır. Şimdi bunları örneğimize uygularsak eğer, taban fiyattan alırsak, çok iyi. Yani, ucuz almanın bir sakıncası yok. Ama yatırımcının para kazanmak ihtiyacı olduğuna göre ve birinci amacımız da bu olduğuna göre ve haklı bir gerekçe olduğuna göre, taban fiyatının nerde olduğuna iyi bakıyor olmamız lazım. Eğer taban fiyat sizin için pahalı bir fiyatsa ki kendi örneğinizde 6 lira olsaydı daha iyi olurdu dediniz. Sizin taleple işiniz yok. Talebin kaç misli geldiğiyle de işiniz yok. Siz bu şirketin fiyatı iyi midir, değil midir, pahalı mıdır, değil midir? Tutun ki on kat talep geldi, tutun ki bir kat talep geldi. Eğer bu şirketin fiyatı iyiyse iyidir. Ve dünya ölçeğinde Başkanın dediği gibi, başka ülkelerdeki fiyatlarla da mukayese ettiğimize göre iyiyse iyidir, değilse değildir. Eğer 7.6 lira pahalıysa sizin öngörünüze göre, acaba oradan mı alırız aşağıdan mı alırız diye bir şey düşünmüyor olmanız lazım. Çünkü, zaten eğer talep kötü geldiyse, fiyat tavanın biraz altında oluşmaya başladıysa ya da orta yerde oluşmaya başladıysa, zaten orada tehlike var. O halka arz, başarısız halka arz. Sizin daima şunu öngörü yapmanız lazım, tavan fiyat ucuz fiyat mıdır? Ben çok iyi bir halka arzsa bu, beş misli talep geldiyse, kuşkusuz ki bana taban fiyattan verecekler bunu. Yarın da satmayı düşünmediğime göre, ki düşünmüyor olmak lazım, tavan fiyat iyi fiyat mıdır? Dolayısıyla benim öngörüme göre, taban fiyatın zaten yatırımcıya para kazandıracak iskontolu bir fiyat olması gerekir. Eğer değilse, o zaman sıkıntı var. O zaman değilse, demek ki o %15 iskontoları, %10 iskontoları vermemişler demektir. Şirketin değeri iskontosuz fiyattan daha yüksek fiyatlıdır. O zaman zaten sizin o halka arza girmiyor olmanız lazım. Bunun için de yatırım danışmanlarından öneri almanız lazım. Onlar fiyat değerlemesi yapıyorlar. Halka arz bir günlük şey değil, ama mutlaka tavan fiyatın nerde olduğuna, sizin için cazip olup olmadığına bakın. İyi halka arz, zaten tavan fiyattan satılır. Zaten tavan fiyattan satılıyorsa o aldığınız fiyat sizin için iyi midir, değil midir, tabanı boş verin. Tabanı zaten alırsak ne mutlu. Ama zaten o da çok iyi halka arz değil, hiç gördünüz mü taban fiyattan halka arz yapıldığını? Demek ki felaket bir talep var orada şirkete atfedilen değer bu örnekte olsaydı 5.5 lira, felaket! Dolayısıyla tavan nerede, tavanı değerlendirin. 70 Dr. Emin ÇATANA Şimdi ben biraz tersten yaklaşacağım hadiseye. Sakın alınmayın, şahsınızla ilgili değil de bir Nasrettin hoca fıkrası vardır, çok bilinir. Hani, Nasrettin hocanın evine hırsız girmiş. Bütün komşuları toplanmış. Ya bu kapıyla yatılır mı, hiç mi duymadın gürültüyü, insan köpek bağlamaz mı kapıya falan gibi herkes bir şey söylüyor. Haklısınız komşular, ben çok kabahatliyim ama hırsızın hiç mi kabahati yok demiş Hoca. Yani şimdi yatırımcının halka arza bir iştahı var. Çünkü ön kabulle şunu görüyor ki borsa yükseliyor, trend yükselme trendi ve mutlaka alma iştahıyla hareket ediyor. Çünkü %80 talebin karşılandığını söylüyorsunuz ve diyorsunuz ki aracı kuruma; ya aşağı yukarı tamamını da verdin bu fiyatı niye daha aşağılarda oluşmasına imkân verecek bir tavsiyede bulunmadın diyor ihraççıya, değil mi? Nedir ilk başta ihraççı şirketine, yani büyük ortak şirketine, namütenahi değer atfeder. Bir kere gayrimenkul yatırım ortaklıklarını şöyle bir ayırıp bir kenara koyalım diğer şirketlerden. Bunların potansiyel güçlerini bilemezsiniz. O arsaların, o ellerindeki gayrimenkul varlıkların nereye gideceğini. Dolayısıyla, halka arzın iyi ya da kötü olduğu, açıkçası bana göre ikincil piyasadaki işleme başladıktan sonra oluşan fiyatla çok bir ilişki kurmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Kimdir o ikincil piyasada fiyatı düşük oluşturarak hayal kırıklığı yaratan kesim? Yine halka arzdan alanlar değil mi? Hemen satıyorlar. Hemen satarak paraya geçmek istiyorlar. E şimdi ortada durum belli, koşullar var, sinyaller var. Şimdi herkesin yatırımcı olduğu varsayımıyla hareket ediyorum. Yani insanları satmaya sevk edecek, tetiklemeleri yapan spekülasyon gruplarını kastetmiyorum. Eğer bunlar varsa ve eğer bunların farkında isek, zaten onların peşine takılmamamız lazım. Onların istekleri de peşlerine birilerinin takılmasıyla, onların sırtından para kazanmaktır. Hisse senedi çok kısa vadeli bir yatırım aracı değildir. Bir de gayrimenkul yatırım ortaklığı olması sebebiyle, farklı bakmak lazım. Şimdi iyi örnek kamu yatırım ortaklığı. O kamu yatırım ortaklığının çok enteresan bir yetkisi var. Bu imar durumu yapma yetkisine sahip bir kesimin şeysi. Onun aldığı arsalar bugün kıymetsizken, yarın çok kıymetli olabilir. Bu beklentiyi bilenler, ona çok büyük bir iştahla saldırdılar. Bu ikisinin arasında fark var ama yine söylüyorum gayrimenkul yatırım ortaklığı için bu şeyi, bu tahlili yapmak çok doğru olmayabilir. Hani bekleyen derviş sabrede sabrede ölmüş değil de bekleye bekleye muradına da erebilir. Dolayısıyla, sadece kusuru fiyatı şunlar bunlar belirlesin. İMKB ne yapabilirdi? Farklı segmente edebilirdi, ama neye yarardı? Şu an itibari ile Sermaye Piyasası Kurulu diyelim fiyatı daha ucuza yapabilirdi, ama ya o fiyat öyle değilse? Ya doğru fiyat daha yukarılarda teşkil edecekse? Mesela Nisan, Mayıs ayında bu kağıdın fiyatı 8.00071 9.000 olsa bugünkü eleştirinizi yapacak mısınız? Diyeyim ve bitireyim. Prof. Dr. Güler ARAS Teşekkür ediyorum. SORU 2 Saygı değer hocalarım, değerli katılımcılar hoş geldiniz. Değerli bilgileriniz için çok teşekkür ediyoruz. Sayın Hüseyin Erkan, sorum size olacak. Mali istikrar için bir tehlike yaratan döviz portföyüne geçebilmek adına mali istikrarın önüne geçmek için, aynı zamanda da zor tasarruf yapıp bu tasarrufunu borsada kullanmak için güvenli bir liman olması açısından TOBIN Vergisi için ne düşünüyorsunuz? Şöyle ki, Vedat Bey bu konuda fikrini belirtti ama dedi ki, bir duvar çekelim, ne içeri ne dışarı sıcak para. Fakat böyle siyah beyaz mıdır? Sizin için durum böyle midir? O noktada çok merak ediyorum. Bir de, çok yakın zaman içerisinde gayrimenkul ortaklıklarının halka arza gerçekleştirildi ve bu noktada Maliye Bakanlığının vergi ile ilgili bir avantajı vardı. Acaba diğer sektörlerde de bu uygulanabilir mi? Bu şekilde olacak sorularım. Çok teşekkür ediyorum. Hüseyin ERKAN TOBIN Vergisi gibi vergilerin de dünyada çok başarılı olmadığını görüyoruz. Sermaye hareketlerini ne kadar kısıtlarsan, o kadar çok kalıcı zararı oluyor. Çok uzun vadeli düşünüp, Vedat Bey’in dediği gibi, bu işin nasıl daha iyi yönetileceği hususuna kafa yormak lazım. Yani TOBIN Vergisi gelen sermayeye açıksanız, ben vergi düşerim derseniz zaten o sermaye gelmez. Buna isterseniz sıcak para deyin isterseniz bugün dışarıdan gelen sıcak para, yarın da sizin paranız olabilir, bu parayı siz de dışarıda değerlendirmek isteyebilirsiniz. Tasarrufları yüksek bir ülke olarak düşünün Türkiye’yi. Yarın bir gün, biz de bunu yapmak isteyebiliriz. Dolayısıyla, sermaye hareketlerinin önüne çekilecek setler her zaman kalıcı zararlar bırakır. Bunun yerine çok daha akılcı yollarla bunu yönetebilmek lazım. Yani belki geçmişte olduğu kadar bizi etkilemiyor, çünkü elimizde Merkez Bankasının çok yüksek döviz rezervi var. Yani bugüne kadar TC tarihinde görülmemiş yükseklikte. Bu döviz rezervinin bulunması herhangi bir şekilde giriş ve çıkışlarda kan pompası vazifesi görüyor ve bir güvence veriyor. Hatta bunu arttırmak yolunda bazı düşünceleri de var diye görüyorum. O açıdan daha akılcı yöntemlerle bunu idare etmek lazım. Bunun haricinde, ikinci sorduğunuz, gayrimenkul yatırım ortaklıklarının bu 72 vergi teşviki sermaye piyasasına geldiği zaman, halka açık şirketlere de belli bir oranda vergi teşviki verilebilir mi? Hani ben taraftarı olabilirim fakat sadece vergi teşviki ile şirketlerin piyasalara gelmeleri de yanlış. Geçici bir süre ile verilebilir veya küçük orta ölçekli şirketlere verilebilir. Onları sermaye piyasasına kazandırmak amacı ile, mesela belli bir vergi indirimi kısa vadeli olmak kaydıyla verilebilir. Ama teşvikler eğer çok iyi taahhüt edilmemiş ve süreleri belli olarak çıkarılmamışsa, çoğu zaman istismara yol açıyor ve etkili olmuyor maalesef. Ama gelişen şirketler piyasasında biz küçük ve orta ölçekli şirketlere yönelik olarak çalışmalar yapıyoruz. Onların kaydileştirilmesi amacı ile, kayda girmiş ekonomiyi büyütmek amacı ile 3-5 sene süre ile vergi teşviki düşünülebilir. Ama büyük şirketlerde buna çok gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü vergi teşvikine dayanarak sermaye piyasasına gelmek amaç olmamalı. Sermaye piyasası şirketin sürdürülebilirliğini açan ve şirkete bir sürü avantajlar tanıyan bir yer. Bunu o çerçevede değerlendirip gelmelerinde fayda var diye düşünüyorum. Prof. Dr. Güler ARAS Son bir soru daha alalım isterseniz. Öğrencilerimizden olsun bu sefer isterseniz. SORU 3 Öncelikle ben hoş geldiniz demek istiyorum hepinize. Ben işletme bölümü 4. sınıf öğrencisiyim. Sayın Yakup Ergincan’a bir sorum olacaktı. Bu bilgiler konusunu açıklarken, iki farklı sistem olduğunu söylemiştiniz. Birincisi, AB üyeleri, Amerika ve İngiltere’nin de kullanmış olduğu üye bazlı sistem ve diğeri de Kuzey Afrika ülkeleri ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu müşteri bazlı sistem. Bu farklılık neye göre şekilleniyor? Ben bunu öğrenmek istiyorum. Teşekkürler. Doç. Dr. Yakup ERGİNCAN Farklılık şöyle teşkil etti. Uzun yıllardan beri olan piyasalar, Avrupa, AmeriFarklılık şöyle teşkil etti. Uzun yıllardan beri olan piyasalar, Avrupa, Amerika ve İngiltere’nin piyasalarında müşteri bazında sisteme geçmeye neden olacak gelişmeler yaşanmadı. Bizim ülkelerdeki kadar büyük olmadı. Bir tarihi geçmişe baktığınız zaman, 90-2005, 15 sene için 25 aracı kurum, 50.000 yatırımcı, 150 milyon Dolarlık zarar söz konusu ve sürekli olarak bu yatırımcıların haberi olmaksızın, ilk finansal krize girdiklerinde, ilk el attıkları kıymetler, emanete bıraktıkları hisse senetleri ve paraları oluyordu. 73 Özellikle Türkiye’de geçiş, Emin Bey’in de bahsettiği gibi, 94 krizinden sonra aracı kurumlar ciddi bir darbe yedi. 25 kurum kapatıldı. İflas etti ve çok ciddi boyutu o dönem olmuştur. O dönemin SPK Başkanı Ali İhsan Karacan, bu sisteme geçilerek müşteri bazında sistem ile koruma tedbirleri getirerek bu batışların önüne geçilebileceğini veya en azından erken fark edilebileceğini öngörerek, TR için bu modelin daha uygun olduğunu öngördü. Fakat biz 95 yılında, yatırımcıya çok net anlatamadığımız için kullanım oranları düşük olduğundan, 95’ten 2010’a kadar da bazı aracı kurumlar zor duruma düştü veya müşterinin bıraktığı emanetlere el attılar. Bu anlatım net yapılabilseydi, ikaz zorunlu olsaydı, zaten aracı kurum böyle bir duruma düştüğü zaman müşterinin malına habersiz el atmayacaktı. Fakat yatırımcı bunu kullanmayınca, bunu bilen bazı kurumlar işe yeltendi açıkçası. Bu, 2008 krizine kadar devam etti. Biz zorunlu olarak geçtiğimiz sistemin koruyucu olması, mülkiyetleri koruyucu olması açısından tercih ettik. Fakat 2008 yılına kadar bunu dünyaya anlatamadık. Özellikle, Amerika ve İngiltere, sistemler çalışıyor diye tamir etmediler. Aslında çok düşük maliyetler. Aslında 2004 krizi, dünyada böyle sistemler gerekir mi tartışmasını başlattı. Çünkü daha üye bazında bile o kurumun dünya çapında yarattığı riski bilemezken, biz ülke olarak hem üye, hem yatırımcı olarak o kişilerin pozisyonlarını, risk durumlarını anında görüp gerekli tedbiri alabilecek duruma geldik. Eğer tüm dünyada tüm ülkeler aynı anda hak sahibi bazında, müşteri bazında kaydi sisteme girseler bu işlerin merkezi bir yönden müşteri bazında dahi risk izlemesi yapılabilir. Bir aracı kurumun müşterisi olan A kişisinin çeşitli pozisyonlardan dolayı yarattığı riskin teminatının ne olması gerektiğine varıncaya kadar, belli bazı tedbirlerle, bir müşteri zor duruma düştüğü için o aracı kurumun zor duruma düşmesinin önüne geçilebilir. Çünkü bizim bu batan 25 aracı kurumda şu örnekler de oldu. Kredi verdiği yatırımcı finansal kriz yüzünden kredi borcunu ödeyemediği için, aracı kurum battı. Oysa, o yatırımcısının dünyanın her yerinde hangi pozisyonları aldığını bilseydi, belki o adama kredi vermeyecekti veya açtığı kredi daha düşük olup teminatı daha yüksek olacaktı. Herhangi bir riskle karsılaşmayacaktı. Türkiye örneği bu anlamda doğru düzgün kullanılsa, çok iyi bir örnek. Hazır zaten bu maliyet katlanılmış durumda. Özellikle 2008’den sonra geriye dönüşün olmaması kanaatindeyim. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Güler ARAS Teşekkür ederim. 74 Bütün panelistlere verdikleri değerli bilgiler için çok teşekkür ederek oturumu kapatıyorum. Sizlere de bu saate kadar bizleri dinlediğiniz ve sorularınızla olan katkılarınız için çok teşekkür ediyorum. 75 Toplantı Sonuç Raporu H alka arz ile ilgili toplantıların üçüncüsünü oluşturan bu toplantıda, sermaye piyasasının temel kurumlarının yöneticileri tarafından halka arzın bütün yönleri ile ilgili görüş ve düşünceler ortaya konulmuştur. Toplantıda ele alınan konuları ve ulaşılan sonuçları şu şekilde özetlemek mümkündür: • Önceki iki halka arz toplantısında ulaşılan sonuçlar bu toplantının doğal olarak çıkış noktasını oluşturmuştur. Ortak kanaat, Türkiye’de son derece elverişli bir yatırım ortamının bulunması gerektiği ve piyasaya yönelebilecek fon birikiminin mevcut olmasıdır. • Bu çerçevede, halka arz edilebilecek çok sayıda firma olduğu, yani piyasanın arz yönünde önemli bir potansiyel bulunduğu, ancak bu potansiyelin harekete geçirilmesi için gerekli çabanın sarf edilmesi gerektiği yönünde görüş birliği oluşmuştur. • Burada öne çıkan bir diğer nokta ise, halka arz ile ilgili potansiyel firmaların bilgilendirilmesinin önemli olduğu, ancak zorlayıcı unsurlara yer verilmemesi gerektiği şeklinde olmuştur. Halka arz konusunda firmaların motivasyonunu sağlamak ve bilgilendirmek yönündeki çabaların belirli bir strateji ve politika çerçevesinde yapılması gerektiği vurgulanmıştır. • Firmaların sermaye ihtiyacının karşılanmasında en uygun kaynağın sermaye piyasası kanalı olacağı, dünyada firmaların finansal kaldıraç derecesini daha ciddi düşünmek zorunda kaldığı, ülkemize ise, bunun yansımasının biraz daha ciddi boyutta olduğu vurgulanarak, Türkiye’de sanayi ve ticaret firmalarında borç/sermaye oranının dünya ortalamasının çok üstünde olduğu, bu oranın ancak sermaye tabanı genişletilerek sağlıklı bir yapıya kavuşturulabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle sermaye ihtiyacının karşılanacağı en uygun kaynağın sermaye piyasası olacağı ifade edilmiştir. • Aracılık sürecinin etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli aracılık altyapısının var olduğu, ancak piyasanın halka arza ilişkin verdiği hizmetlerde kendi standartlarını gözden geçirmeye ihtiyacı bulunduğu belirtilmiştir. 76 • Fiyatlama, önceki her iki toplantıda en çok öne çıkan konulardan birisi olmuş, bu toplantının da ana tartışma konularının başında yer almıştır. SPK ve İMKB’nin fiyatlamaya müdahalesinin mümkün olmadığı, aracılık sisteminin piyasanın gelişmesini teminen doğru fiyatı tüm tarafların yararına olacak şekilde belirlemesi gerektiği vurgulanmıştır. • Hissedarlık kültürünün önemli bir olgu olduğu ifade edilerek, bunun gelişmesi için pay sahiplerinin bilinçlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yatırımcının doğru hisse senedini almayı amaçlaması ve farklı aracı kurumların tavsiyelerini dikkate alması gerekli olduğu konusunda fikirbirliği oluşmuştur. • Kurumların amacının finansal enstrümanları ya da bir fikri satmak olmadığı, ülkenin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği, yatırımcıları ve tasarruf sahiplerini bu bilince ulaştırmak için stratejik davranılması gerektiği ifade edilmiştir. • Sermaye piyasasında küçük ortaklara da büyük ortaklar gibi adil davranılması gerektiği vurgulanan bir başka nokta olmuş, kamu otoritesinin görevinin burada ihtiyaç duyulan şeffaflığın sağlanması olması gerektiği belirtilmiştir. • Kurumsal yatırımcının hala hisse senedine yatırım yapmamasının önemli bir sorun olduğu, bu sebeple kurumsal yatırımcıların yeteneklerini sadece kurumların değil, yatırımcıların da sorgulamaları gerektiği ifade edilmiştir. Bu anlamda, kurumsal yatırımcıların piyasadaki varlıklarının önemli olduğu belirtilmiştir. • SPK, İMKB, TSPAKB, Takasbank ve MKK’nın yatırımcıları ve halka açılacak firmaları piyasaya çekebilmek amacıyla birlikte Anadolu’yu dolaştıkları, firmaları halka açılarak aynı zamanda piyasaya katkıda bulunmaya davet ettikleri, bu süreçte gerekli yardım ve desteğin ilgili kurumlar tarafından sağlanacağı konusunda onları ikna için çaba sarfettikleri belirterek, aynı şekilde yurt dışı ziyaretlerde de yabancı yatırımcının ve fonların Türkiye’ye gelmesi konusunda ciddi çaba sarf edildiği ifade edilmiştir. • Halka arz konusunda, başta SPK ve İMKB olmak üzere, kurumsal otoritelerin Türkiye’de sermaye piyasasının geliştirilmesi yönünde yoğun çabalar gösterdiği, bu çerçevede başta halka arz sürecinin kısaltılması, maliyetlerin azaltılması ve teşvik edici yönde diğer tedbirlerin alınması konusunda inisiyatif üstlendikleri ortaya konulmuştur. 77 • Sermaye piyasası kurumlarının teknolojik altyapısının son derece güçlü olduğu, gerek işlem sürecinde, gerekse takas, saklama ve kayıt altına alma konusunda son derece ileri düzeyde olunduğu ve bu nitelikte hizmet veren dünyada sayılı piyasalar arasında yer aldığımız ifade edilmiştir. Uygulamaya geçilmek üzere olan teknoloji platformu projesi ile de, tek bir platform üzerinde Türkiye’nin bütün piyasalarına erişebilirlik sağlanmasının amaçlandığı belirtilmiştir. • Yatırımcıları Koruma Fonu ve Tedrici Tasfiye düzenlemeleri bakımından Türkiye’nin bugün Avrupa ülkelerinden daha ileri durumda olduğunu, ancak bazı ilave tedbirlerin uygulamaya alınmasıyla, geçmişteki mağduriyetlerin tekrarının fiilen imkansız hale geleceği belirtilmiştir. • Piyasada yabancı ağırlığının önemli oranda olduğu hatırlatılarak, yerli yatırımcının kendi ülkesinde yatırım yapmadığı üzerinde durulmuş, bireysel yatırımcıların piyasaya gelmeme nedenleri arasında en öncelikli nedenin güven eksikliği olduğu paylaşılmıştır. Bu nedenle, tüm kurumlar tarafından sarfedilen çabaların merkezinde, yatırımcı güveninin yeniden tesis edilmesi olduğu ifade edilmiştir. • Bölgesel borsalarla işbirliğine önem verildiği ve bu çerçevede bölgesel yatırım fonlarının kazanılmasına yönelik olarak ortak endeks ve ürünler geliştirilmek suretiyle çalışmalar yapıldığı ifade edilmiştir. • Sonuç olarak, bütün sermaye piyasası kurumlarının ve otoritelerinin aslında aynı ortak amaca hizmet ettikleri ortaya çıkmıştır. Bu amaç; şirketlerin ve yatırımcıların bu piyasada daha aktif olarak yer almaları ve sermaye piyasasının sağlıklı gelişimine uzun vadeli hedefleri dikkate alarak sürekli ve sürdürülebilir katkı sağlamalarıdır. Prof. Dr. Güler ARAS 78 TÜRKİYE SERMAYE PİYASASI ARACI KURULUŞLARI BİRLİĞİ Büyükdere Caddesi No:173 1. Levent Plaza A Blok Kat:4 1. Levent 34394 İstanbul Telefon: 212- 280 85 67 Faks: 212-280 85 89 www.tspakb.org.tr info@tspakb.org.tr ISBN-978-975-6483-33-6