Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar İlk Uluslararası Mayın
Transkript
Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar İlk Uluslararası Mayın
Sayı: 5 Mayıs 2006 Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar İlk Uluslararası Mayın Günü Sivil toplum örgütlerine 'Yerinden Olmuş Kişiler' semineri 'Uyuyan güzel' için yeni ufuklar Küresel İlkeler ivme kazanıyor Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sosyo-Ekonomik Farklılıkların Azaltılması’ programı çerçevesinde yürütülen ‘Sokakta Çalışan Çocukların Rehabilitasyonu’ projesi, çocukların okuma sevgisinin ar tmasında önemli rol oynuyor. Ankara, Mayıs 2006 ‘İşe geciktiğim için patron beni fazla mesaiye bıraktı.’ ‘Eve geç kalacağım, anneme ne desem?’ ‘Çok yüklü bir sipariş geldi de anne...’ Bir proje aktivitesi sırasında, kendilerinden hikaye üretmeleri istenen çocukların kurdukları cümleler bunlar. Bir başka hikaye de, ‘Bakkala nane almaya giderken annemin verdiği parayı mazgala düşürdüm. Annem beni öldürecek!” cümlesiyle başlıyor; bir diğer çocuğun, “Eve dönerken, kamyon eziyor, ölüyorsun!’ cümlesiyle bitiyor. Aslında çok da hayal ürünü değil bu hikayeler. Çünkü onlar, sekiz-on yaşlarında olmalarına rağmen çalışan, mesaiye geç kalan, sipariş alan, sipariş götüren, ayakkabı boyayan, sokakta binbir tehlikeye maruz kalan çocuklar. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), GAP Bölge Kalkınma İdaresi ve Can Yayınları’nın ortaklığında, sokakta çalışan çocukların okullaşmalarına destek sağlamak için yürütülen Okuma Günleri’nde biraraya gelmiş, hikaye dinliyor, hikaye üretiyorlar. Son olarak, 17-18 Nisan’da Gaziantep ve Şanlıurfa’da, Gaziantep Şahinbey Belediyesi İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Toplum Merkezi’nde ve Şanlıurfa Süleymaniye Toplum Merkezi’nde düzenlenen okuma aktivitelerinde buluşan çocuklar, öykü yazarı Cemil Kavukçu ve tiyatro sanatçısı/çocuk kitabı yazarı Görkem Yeltan ile tanışma fırsatı buldular. Cemil Kavukçu çocuklara kendi kitaplarından öyküler okudu, yazmaktan, yazarlıktan bashetti, çocukların sorularını yanıtladı. Görkem Yeltan ise hayal dünyalarını geliştirmek ve katılımcılıklarını artırmak için çocuklarla ‘Cemil Abi nasıl olunur?’ oyunu oynayarak, onlara hikayeler yazdırdı. Önce çekinerek söz isteyen parmaklar, hikaye geliştikçe birbiriyle yarıştı. Şanlıurfa’daki aktiviteye katılan çocuklar, Toplum Merkezi’ne devam ediyor olmaktan çok memnun olduklarını, derslerinden geri kaldıklarında merkezdeki öğretmenlerinden yardım aldıklarını, burada sosyal faaliyetlerde bulunduklarını, hatta üzgün olduklarında bile moral bulmak için merkeze geldiklerini söylüyorlar. Cemil Abi’leri ve Görkem Abla’larına, hazırladıkları halk oyunları gösterisini sunarken mutlular, o an, ait oldukları ‘çocuk dünyası’ndalar. Ama sadece bir kısmı okuyor, diğerleri ise, ya hem okuyup hem çalışıyor, ya da sadece çalışıyor. Kimilerinin aileleri onları okuldan alıp çalışmaya yönlendirmiş, kimilerininki ise tam tersi; çalışmayı deneyen ve sevmeyen çocuğunun okula dönmesinden memnun. Mehmet, ilkokul 4’ten terk, şimdi boyacılık yapıyor. Okumak da çalışmak da ona ağır gelmiş olacak ki hangisini tercih ettiğini söyleyemiyor, utanıyor. Ama onu doğru olana yönlendirmesi gereken ailesi büyük ekonomik sıkıntıda, Mehmet’i okuldan alan onlar. Diğer tarafta, kız çocuklarının ilkokuldan sonra okumasından yana olmayan, evde kalıp kardeşlerine bakmasını yeğleyen anne-babalara karşın, okula devam etmek isteyen kızlar çoğunlukta. Kavukçu’nun hikayesindeki Sarı isimli çocuk için ‘Okusaydı şimdiye adam olurdu,’ diyenler yine bu çocuklar. Etraflarında sık sık gördükleri uyuşturucu bağımlısı çocuklardan korkuyorlar, sokakta yalnız yürümeye çekiniyorlar. Hatta Mehmet’in kardeşi balicilerin saldırısına uğramış. Nilgün, ‘Tüm bu kötülüklerden ülkesini korkumak için’ polis olmak istiyor, Mehmet ise jandarma. Toplum Merkezi’nde resim dersi alan Mahide ressamlık yolunda, İbrahim ve Özgür öğretmen olmak istiyorlar, Ömer futbolcu, Erhun tekvandocu, Halil ise basketbolcu. Ama bunların eğitimsiz olmayacağının da farkındalar. Bazılarının okullarında öğretmenleri, onları her hafta bir kitap okumaları için teşvik ediyormuş. En çok kitap okuyana yıl sonunda iyi not var. Şimdiden onüç kitap bitirmiş bir tanesi, hepsinin de özetini çıkartmış. Onun kadar kitap okuyamamış olanlarsa utangaç gözlerle bakıyor, ‘Ben de okuyorum, daha da fazla okuyacağım’ diyorlar. Hiç kuşkusuz, ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sosyo-Ekonomik Farklılıkların Azaltılması’ programı çerçevesinde yürütülen ‘Sokakta Çalışan Çocukların Rehabilitasyonu’ projesi, çocukların okuma sevgisinin artmasında önemli rol oynuyor. Hatta öyle ki, Batman, Şanlıurfa ve Gaziantep illerinde, Mart ayı başından beri hemen hemen her hafta çeşitli yazar ve tiyatro sanatçılarının katılımıyla düzenlenen Okuma Günleri’nde en çok ‘Nasıl yazar olunur?’ sorusu soruluyor. Şanlıurfa’da sokakta çalışan çocuklar, edebiyatın yanı sıra, resim yapmaktan da büyük zevk alıyor. Toplum Merkezi’nde gerçekleştirilen resim derslerine katılanlar, yarattıkları eserleri 24 Nisan-1 Mayıs tarihlerinde Şanlıurfa Belediyesi Sergi Salonu’nda sergilediler. Açılışını Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan’ın yaptığı sergiye halkın ilgisi çok fazlaydı. Eserlerini görmeye gelenleri heyecanla karşılayan çocuklar, kendilerine fırsat verildiğinde neleri başarabileceklerini kanıtladı. Okuma Günleri’nin konuklarından Cemil Kavukçu’yla söyleşi Okuma Günleri’nin 17-18 Nisan’da düzenlenen Şanlıurfa ve Gaziantep ayağına katılan sanatçılardan biri, yazar Cemil Kavukçu idi. 8-14 yaş arası çocukların ‘Cemil Abi, yazar nasıl olunur?’ diyen merak dolu sorularına, ‘Yazmak için önce çok ama çok okumak lazım,’ tavsiyesinde bulunan Cemil Kavukçu’nun 9’u öykü, 3’ü roman olmak üzere 12 kitabı var. Bir de, yazdığı kitaplarda yeralan, çocuklara yönelik öyküleri biraraya topladığı bir çocuk kitabı. Şanlıurfa’da kendisiyle kitaplardan, farklılıklardan ve tabii ki sokakta yönlendirilmesinden konuştuk: eğitimden, sosyo-ekonomik çalışan çocukların eğitime UNDP Türkiye: BM Kalkınma Programı ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi’nin Can Yayınları’nın katkılarıyla yürüttüğü ‘Okuma Günleri’ne nasıl dahil oldunuz? Cemil Kavukçu (C.K.): Can Yayınları bana bir çağrı yaptı, ben de böyle bir projeyi severek kabul ettim. Ancak projenin boyutunu, nasıl olacağını tam olarak bilmiyordum, burada yaşayarak gördüm. Benim için çok iyi bir deneyim oldu, bir çok yönden çok iyi oldu. Edebiyatla tanışma imkanı çok zor olan bir kesimle bir araya geldik. Sokakta çalışan çocuklar, kitap alacak parası olmayan çocuklar, evlerinde kitap okunmayan, kitaba ve belki gazeteye, dergiye çok uzak ailelerin çocukları... Ama onların içindeki yaratıcı gücün ne olduğu bilemiyoruz. Bu güç ne yazık ki yalnızca tesadüflerle ortaya çıkıyor. Onların içinde belki yazarlar, sanatçılar var ama doğuş önceliği denilen, göz ardı edilemeyecek bir olgu da var hayatta. Bu çocukların doğduğu yer burası, yaşadığı koşullar bunlar. Ancak, eğer içlerinden birisi, böyle okuma günlerinde kendisini keşfederse, bu ne büyük bir kazanç, ne büyük bir mutluluktur. Onu bir kenara bırakalım, kitapla tanışırlarsa, okumayı severlerse, onlara okunan öykülerden kendilerine pay çıkarıp ‘Biz de kitap okuyalım’ derlerse, bunlar da büyük kazançtır. Kitap okunmadığından yakınıyoruz bugün, bu gibi aktivitelerle kitap okuma oranını yükseltebilirsek ne mutlu bize. UNDP Türkiye: Bir söyleşinizde ‘Kasabada kalsaydım hiçbir şey yazamazdım, benim yazmamı sağlayan şey büyük kentlerin kültürel ortamı’ demişsiniz. Az gelişmiş bölge çocuklarının da imkansızlıklar yüzünden gerçek potansiyellerini kullanamayacağını düşünüyor musunuz? C.K.: Tabii, kesinlikle düşünüyorum. Kasabadayken de okuyan biri olmama rağmen, eğer kasabada kalıp büyük kentin kültürel ortamında bulunmasaydım, ben ancak bir süre daha okuyacak, belki günlük tutacak veya anılarımı yazacaktım ama bunlar asla ortaya çıkmayacaktı; ben yazar yanımla tanışamayacaktım. Ben çok şanslıyım ki tanıştım, ancak tanışmamış bir çok insan olduğunu da düşünüyorum, hatta bu yanıyla tanışmadan göçüp giden insanlar da var. Yetenekleri saklı kalmış insanlar için bir çok imkanlar yaratılmalı, herkes elinden ne geliyorsa yapmalı bence. Okuma Günleri’ne katılmaktan o kadar mutluyum ki, nereye çağırılırsam çağrılayım seve seve giderim, işim varsa işimi bırakır giderim. O çocuklarla tanışmaktan, onlara öykümü okumaktan, onların ilgiyle dinlemesinden, soru sormalarından çok mutlu oldum. Çünkü çocuklar dinlerken düşlüyor, anlattığınız öykü kahramanını gözünde canlandırıyor. Kahraman kitapta her ne yapıyorsa, çocuklar aynılarını bir kez de kendi kafalarında yaratıyorlar; böylece katılım gösteriyor ve kitabımı yeniden üretiyorlar. Örneğin, benim okuduğum öyküdeki Sarı isimli çocuk, her birinde başka bir Sarı oldu; başka bir sokakta yürüdü, başka bir patronla karşılaştı. Hepsinin kafasında başka bir şey canlandı. Benim yazarken düşündüğümle onların okurken düşündüğü çok farklıydı. Çocuklarla karşılıklı bu alışverişi yapmak çok güzeldi. UNDP Türkiye: Türkiye’de bölgeler arasındaki farklılıkların azaltılmasında projeler etkili mi? sosyo-ekonomik C.K.: Bence etkili. Ancak Okuma Günleri gibi bir projenin Mart-Haziran dönemi içinde sınırlı kalmaması gerekir. Böyle bir şeye başlanmışsa önümüzdeki yıllarda da bunun sürmesi gerekir, daha birçok yazarın buna katılması gerekir. Çocuklar her birinden farklı bir şey alacaktır, önlerine farklı bir ufuk açılacaktır. Çünkü bu proje bittiği zaman çocuklar unutacak yapılanları veya belki akıllarında hoş bir anı olarak kalacak: Bir yazar geldi, bir öykü okudu... Ama yazarlar hep gelirse, öyküler hep okunursa, bu artık bir anı olmaktan çıkar ve yaşamlarına yön veren, onları etkileyen bir gerçeklik olur. UNDP Türkiye: değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de eğitimin durumunu nasıl C.K.: Ben eğitimin durumunu acıklı değerlendiriyorum. Hala tartışılan bir müfredat meselesi var, her gün kitaplar değiştiriliyor. Çağdaş eğitim düzeyine ne yazık ki ulaşamadık. Türkiye’de iki farklı eğitim sistemi var; birisi ekonomik gücü yerinde olanların çok rahatlıkla yararlandığı bir eğitim sistemi, diğeri ise ekonomik gücü olmayanların devam ettiği sistem. Yani devlet okullarında okuyanlar ve tabii ki gelişmesini tamamlayamamış ya da az gelişmiş bölgelerdeki okulların çocukları. Bunların durumları çok vahim. Büyük kentlerin çocukları daha ilkokuldan itibaren bir yarışa hazırlanıyorlar, amaç iyi bir üniversiteye girmek. Ancak iyi bir üniversiteye girmek de yetmiyor, çıkınca iyi bir iş sahibi olmak da gerekiyor. Bu tür bölgelerdeki çocukların ise böyle bir şansı yok. Belki bu bölgelerdeki bazı zengin kişiler bu şansı yakalayabilirler ki yine de onların büyük kentlere göre şansları biraz daha düşük. Ama onun dışındaki kalabalık bir kitle ne yazık ki 8 yıldan sonra devam etmiyor ya da diyelim liseyi de okudular, ama orada kalıyorlar. Ayrıca bu okudukları onları geleceğe hazırlamadığı gibi, okulda geçen yıllar onların bir meslek edinmesini de engelliyor. Böylece ortada kalan bir gençlik ortaya çıkıyor. UNDP Türkiye: 2003/04 öğretim yılı için ilköğretime devam eden öğrenci yüzdesi %91.95 olarak açıklandı ancak bu sayı orta öğretimde %46.47’ye ve yüksek eğitimde %13.09’a kadar düşüyor. Zorunlu eğitim çocuklara ve özellikle ailelerine eğitimin önemini kavratmakta yetersiz mi? C.K.: Yanlız o değil ki, ekonomik bir neden de var. Herkes çocuğunu kurslara gönderemiyor, özel okullarda okutamıyor. Bence eğitim bu tip yerlere kaymış durumda, herşey orada veriliyor. Diğerler ise biraz mahrum okuyorlar, zaten güçleri yok. 8 yıllık zorunlu eğitim okuma-yazma öğretmekten başka ne veriyor ki? Düşük olan okuma oranı, ekonomik nedenlerden ötürü gittikçe düşüyor. UNDP Türkiye: 2004 yılı için açıklanan 15 yaş üstü okuma-yazma oranı %88.3 ancak Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in bir konuşmasında belirttiği üzere*, kitap okuma oranı %4,5. Okumayı bilmek okuyor olmak anlamına gelmiyor maalesef. C.K.: Zaten okulda verilen okul başarısı ile hayat başarısı aynı şey değil. Hayat başarısını kazanması için bir çocuğun okul dışında da kendisini yetiştirmesi gerekiyor, okuması gerekiyor. Bugün iyi bir üniversiteyi iyi derece ile bitirmiş iki genci örnek olarak alalım: Birisi sadece okulda verilen kitapları okumuş, derslerini çalışmış. Diğeri ise okul sırasında başka kitaplar da okumuş, film izlemiş, tiyatroya gitmiş, kültürel olarak kendini yetiştirmiş. Bir iş başvurusunda o tercih edilecektir. Mülakatta onun konuşması, beden dili, davranış tarzı hemen kendini ortaya koyacaktır, çünkü işveren öyle bir insandan yararlanacak, diğerinden değil. Burada okul başarısı bir anda sıfıra iniyor, hayat başarısı önem kazanıyor. UNDP Türkiye: Ama bu bahsettiğiniz daha çok eğitim seviyesi yüksek şehirlerdeki gençlere yönelik bir karşılaştırma değil mi? Güneydoğu’da kendini söylediğiniz şekilde yetiştiremeyen, sadece okula gitmişlikle yetinmek zorunda olanlar var. C.K.: Evet var. Ama diyelim ki biz onlara bir biçimde okumayı sevdirdik, okuma alışkanlığı edindirdik, büyük şehirdeki olanakları olmasa da, o da kendisini bulmaya başlayacaktır, kendisini oluşturmaya başlayacaktır. Hangi alanda ne yaparsa yapsın, kitap okumayandan daha farklı, daha avantajlı olacaktır. UNDP Türkiye: Kalkınma ile okuma arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? C.K.: Birebir ilişkisi var. Zaten bakıyorsunuz, ülkenin kalkınmış bölgeleri arasındaki okuma oranı ile kalkınmamış bölgeleri arasında bir uçurum var. Yani topyekün bir kalkınma gerekiyor. Tabii, çok karmaşık bir sorun aslında. Kalkınmamış bölgelerde okuma oranı az, okuma oranı az olduğu için de kalkınma yavaş. Aşılması zor bir kısır döngü var. UNDP Türkiye: Şanlıurfa ve Gaziantep’te gerçekleştirilen “Okuma Günleri”nden edindiğiniz izlenimler neler? C.K.: Çocukların böyle aktivitelere çok aç olduklarını gördüm. Onların ayağına bir yazar gelmiş, bir tiyatrocu gelmiş. Bu onlara önem verildiğni gösteriyor çocuklara. Belki yaşamlarında ilk kez önemsendiklerini, onlara bir şey verildiğini, onlarla konuşulduğunu, fikirlerinin alındığını görüyorlar, kendilerine güvenleri artıyor. Bizim onlara bu güveni vermemiz çok önemli. Ben gençlerin, çocukluklarından başlayarak, güvensiz biçimde yetiştiklerini, kendilerine ve yaşama karşı güvensiz olduklarını, nereye çekilirse oraya gidecek bir boşlukta yaşadıklarını görüyorum. Bu gibi planlı bir şekilde yapılan aktivitelerle gençlere en azından özgüven kazandırabiliriz diye düşünüyorum. UNDP Türkiye: Daha önce böyle bir aktiviteye katılmış mıydınız? C.K.: Hayır ilk kez katılıyorum. Daha önce, okullardan gelen çağrılarla katıldığım okuma günleri ve söyleşiler olmuştu, ancak sokakta çalışan çocuklara yönelik böyle bir faaliyette bulunmamıştım. UNDP Türkiye: “Okuma Günleri”ne tekrar katılmak ister misiniz? C.K.: Kesinlikle, her zaman. Güneydoğu Anadolu’da Azaltılması Programı: Sosyo-Ekonomik Farklılıkların GAP İdaresi tarafından 1997 yılından itibaren yürütülen "Sürdürülebilir Kalkınma Şemsiye Programı"nın devamı olan "GAP Bölgesi'nde Entegre Bölgesel Kalkınmanın Güçlendirilmesi ve Sosyo-Ekonomik Farklılıkların Azaltılması - Aşama II", 20 Aralık 2004 tarihinde GAP İdaresi, Dışişleri Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı (UNDP) ile imzalandı ve yürürlüğe girdi. Programın ikinci aşaması, GAP Bölgesinde dezavantajlı grupların (kadın, gençler ve sokakta çalışan çocuklar) sosyal gelişimini sağlamayı ve bölgesel kalkınma projelerinin planlama, yönetim ve uygulaması için kapasite geliştirilmesini kapsıyor. Mali desteği, İsviçre Hükümeti tarafından sağlanan program, Ağustos 2006'da tamamlanacak. GAP Programı kapsamında, bugüne kadar, bölgede 9 ilde toplam 30 Çok Amaçlı Toplum Merkezi (ÇATOM) kuruldu. ÇATOM'ların pazarlama altyapılarını oluşturmak ve kurumsal sürdürülebilirliklerini sağlamak amacı ile kadınlar biraraya getirilerek kooperatifleşmelerinin yolu açıldı. Kadınların, şehirlerinde düzenli olarak kurulan yerel pazarlarda kendi ürettikleri ürünleri satabilmeleri sağlandı. Güneydoğulu kadınların ürünlerinin, Avrupa ülkelerindeki ‘Adil Ticaret’ uygulaması çerçevesinde, dış pazarlara açılmasına önayak olundu. Gençlerin iş dünyasına atılımlarını kolaylaştırmak, gençler ile özel sektör arasında bir bağ yaratmak amacı ile 'Ulusal Staj Programı' başlatıldı. Ayrıca, Siirt’te 600 gence, tekstil sektöründe istihdam garantili mesleki eğitim vermek üzere UNDP, GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Habitat ve Gündem 21 Gençlik Derneği ve Sancak-Arat Denim Tekstil A.Ş. bir anlaşma yaptı. Tüm bu aktivitelere ek olarak, “Velim Olur musun?” kampanyası başlatıldı ve sokakta çalışan birçok çocuk eğitim masraflarını karşılayacak gönüllü veliler bulundu. 1- Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik'in "Okuma Kültürü ve Okullarda Uygulama Sorunları" konulu panelde yaptığı açılış konuşmasından. (6 Aralık 2004) İlk Uluslararası Mayın Günü Bu yıl, 4 Nisan tarihi, “Uluslararası Mayın Duyarlılığı Günü” olarak belirlendi. Ankara, Mayıs 2006 Kara mayınlarının tehlikeleri konusunda karamsar bir tablo mevcut. 1990’lı yıllarda mayın patlamaları nedeniyle her yıl 26,000 kişi ölüyor ya da yaralanıyordu. Bu rakam son yıllarda inişe geçti. Ancak yine de çatışma günlerinden kalma, toprak altına gizlenmiş olan mayınlar her yıl 15,000 ila 20,000 insanın ölmesine ya da sakat kalmasına yol açıyor. Mayınlar bir askerin postalıyla, masum bir çocuğun futbol topu arasında fark gözetmiyor. Dünyadaki toplam mayın sayısına gelince: 70 ülkede yaklaşık 110 milyon mayın olduğu tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü bir araştırmaya göre en çok mayının gömülü olduğu ülkeler şunlar: Afganistan, Angola, Bosna Hersek, Kamboçya, Hırvatistan, Eritrea, Irak, Mozambik, Namibya, Somali, Nikaragua ve Sudan. Adı geçen bu 12 ülke dünyadaki mayınların yüzde ellisini topraklarında barındırıyor. Aynı şekilde, mayın nedeniyle en büyük can kaybı ve yaralanma da bu ülkelerde meydana geliyor. Annan’ın açıklaması Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan bu ilk mayın günü nedeniyle yazılı bir açıklama yaptı: ‘Kara mayınları savaşın acımasız aletleridir. Çatışmaların üzerinden onlarca yıl geçse bile toprağın altında sinsi şekilde saklanan mayınlar hala öldürüp, sakat bırakabiliyor. Bu nedenle 20’nci yüzyılın savaşları 21. yüzyılda ölümlere yol açıyor; her saat başı yaralanma ve can kayıpları meydana geliyor. Tek bir mayın bile – ya da mayın olduğu korkusu - koca bir toplumu rehin tutabiliyor. Çiftçilerin ekim yapmasını engelleyebileceği gibi evlerinden edilmiş insanların geriye dönüşünü zorlaştırabilir; hatta çocukların bile oyun oynamasını engelleyebilir. Mayınlar insani yardımların yerlerine ulaşmasını; barış gücü askerlerinin yerleşmesini engelliyor. Silahlı çatışmalara sahne olmuş ülkelerde kara mayınları yeniden yapılanma ve canlandırmanın önündeki en büyük engellerden birisidir.’ Türkiye’de durum Uluslararası Kara Mayınlarını İzleme grubunun geçen sene yayınladığı rapora göre Türkiye’nin sınır bölgelerinde toplam 920.000 mayın bulunuyor. Türkiye hükümeti 2003 yılında mayınları yasaklayan uluslararası bir anlaşmayı imzaladı; uygulamaya ise 2004 yılının Mart ayında başlandı. Anlaşma uyarınca Türkiye mayın üretimine ve ithalatına son verdi. Kimi tahminlere göre, kara mayınlarının büyük bölümü Suriye sınırında bulunuyor; tahminen 650,000 mayından bahsediliyor. Resmi verilere göre Türkiye mayın yerleştirmeye ilk olarak 1959 yılında başladı. Hükümet böylece sınırdan kaçak geçişleri engellemeyi amaçlıyordu. Tahminlere göre sadece 1989/1992 döneminde doğu ve güneydoğu illerine yaklaşık 40,000 mayın yerleştirildi. Uluslararası tablo 2004 yılında mayınlara karşı yürütülen kampanyalarda kullanılmak üzere 400.000 Amerikan doları bağışta bulunuldu. Bunun 100.000 doları ABD’den geldi. Afganistan bu yardımdan en büyük payı alan ülke oldu; sadece Afganistan’a 90.000 dolar verildi. Ancak bütün bunlara rağmen mayın üretiminin engellenmesi, depolanmasının ve transferinin durdurulması için yapılan çalışmalar daha verimli sonuçlar doğurabilirdi. Birleşmiş Milletler kara mayınlarından ve savaşlardan kalma patlayıcı maddelerden arındırılmış bir dünya istiyor. Tek tek insanların ve toplumların güvenli bir ortamda yaşamalarını; kalkınmalarına destek vermeyi; mayın ya da savaştan kalma patlayıcılardan zarar görenlere yardım etmeyi ve topluma yeniden kazandırılmalarını hedefliyor. Fon, program ya da ajans olarak, Birleşmiş Milletler toplam 14 departmanda kara mayınlarıyla ilgili yardımda bulunuyor. Birleşmiş Milletler’in bazı kolları sadece belli gruplara yardım ulaştırmayı hedefliyor. Örneğin mülteciler, zaman zaman, yardım eli uzatılan gruplar arasında yeralıyor. Birleşmiş Milletler bünyesindeki kimi departmanlar insani kriz durumlarıyla ilgilenirken, kimileri de doğrudan kara mayınları ile ilgili çalışma yapıyor. Sivil toplum örgütlerine 'Yerinden Olmuş Kişiler' semineri Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Sivil Toplum Örgütleri için bir dizi eğitim semineri hazırlıyor. Yerinden Olmuş Kişiler'e yönelik kapsamlı bir program hazırlanmasında Türkiye hükümetinin desteklenmesini hedefleyen UNDP programı çerçevesinde düzenlenecek seminerler, 8-9 Haziran'da yapilacak. Ankara, Mayıs 2006 Bu çalışma sırasında, Yerinden Olmuş Kişiler alanında çalışan Sivil Toplum Örgütleri’ne ve diğer gruplara, BM’nin Ülke İçinde Yerinden Olmuş Kişiler’le ilgili İlkeler Rehberi’ne uygun biçimde nasıl yardım edilebileceği, bu alandaki yerel ve bölgesel koordinasyon çalışmalarına nasıl dahil olunabileceği konularında eğitim verilecek. Eğitim programının 30 Sivil Toplum Örgütü'ne verilmesi planlanıyor. Eğitimi, merkezi Oslo’da bulunan Norveç Mülteci Konseyi adlı kuruluş verecek. Tarihçe “Ülke İçinde Yerinden Olmuş Kişilere Destek Programı”, Birleşmiş Milletler’in bir uzmanı tarafından hazırlanan raporu izliyor. Söz konusu rapor 2002 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi olan Francis Deng tarafından hazırlanmıştı. Francis Deng, bu raporunda, Türkiye hükümetinin Yerinden Olmuş Kişiler'in sorunlarıyla ilgilenirken sistematik bir yaklaşım geliştiremediğini vurguluyordu. Bunun üzerine, hükümet, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’ne, Yerinden Olmuş Kişiler'le ilgili politikalara temel oluşturabilecek, 'Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması'nı yaptırdı. BM Genel Sekreteri’nin Ülke İçinde Yerinden Olmuş Kişiler'le ilgili daha sonraki Özel Temsilcisi Walter Kälin ise, 2005 yılının Mayıs ayında, Dışişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine yaptığı Türkiye ziyaretinde, Türk hükümetinin bu konudaki çalışmalarının, yerinden olmuş kişilere umut verdiğini vurgulamış, bazı önerilerde bulunmuştu. Türkiye’de 1985 ve 1997 yılları arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde çok sayıda kişi, terör ve silahlı çatışma ortamından kaçmak için evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu açıdan Birleşmiş Milletler’in küresel tecrübesi, Yerinden Olmuş Kişiler’in sorunlarıyla ilgilenmek için Sivil Toplum Örgütleri ile yapılacak işbirliğinin bu yolda büyük bir katkı sağlayacağına işaret ediyor. Böylece, toplumdaki duyarlılığın artması ve hakkaniyete dayanan bir yardımda bulunulması hedefleniyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, bu yolla, Sivil Toplum Örgütleri'ne yardımcı olarak, sorunun çözümü yolunda adım atılmasını sağlamaya çalışıyor. 'Uyuyan güzel' için yeni ufuklar Yerel Gündem 21’in ( YG21) “Yerel Projelere Destek Programı”* çerçevesinde, tarihi bir Or ta Anadolu kasabası olan Mustafapaşa’da uygulanan kültür rehabilitasyon projesi tamamlandı. Ankara, Mayıs 2006 Yerel Gündem 21’in (YG21) “Yerel Projelere Destek Programı”* çerçevesinde, tarihi bir Orta Anadolu kasabası olan Mustafapaşa’da uygulanan ve yerel yönetimin, çalışma gruplarının ve Kent Meclisi’nin katılımıyla gerçekleştirilen kültürel rehabilitasyon projesi, geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Ancak, “daha yapılacak çok iş var”, diyor projenin temel taşlarından Süreyya Aytaş. “Sadece Mustafapaşa’nın mimari yapısını eski haline dönüştürmek için değil, kültürel mirasını korumak için de eylem planımıza uygun olarak çalışmaya devam edeceğiz.” Proje, yerel halkta ve gençler arasında kültürel mirasın korunması bilincinin artırılmasını, konunun demokratik platformlarda tartışılabilmesini ve koruma ve restorasyonun önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Projenin ilk aşaması, koruma ve restorasyon teknikleri üzerine eğitim seminerleri düzenlemeye odaklandı. Mustafapaşa YG21 Genel Sekreteri ve Mustafapaşa Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürü Süreyya Aytaş ile Belediye’nin YG21 ile ortaklığı ve “Yerel Halkta Koruma Bilincinin Geliştirilmesi Projesi” hakkında konuştuk: Süreyya Aytaş (S.A.): Mustafapaşa, Türkiye’nin merkezinde olmasına rağmen az tanınan, yerel halk tarafından ise Kapadokya’nın “uyuyan güzel”i olarak bilinen bir kasaba. Uzun tarihi boyunca, ardında birçok mimari zenginlik bırakan çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Şu an kasabada, koruma altında olan 100’den fazla konak var. Ancak, eski haline kavuşturulması gereken birçok bina, yapı ve anıt da bulunuyor. Mustafapaşa’nın tarihi, doğal ve kültürel mirası korunmaya muhtaç; yoksa “güzellerimiz” yakında yok olacak, bunun hepimiz farkındayız. Yerel halk bu yapıları kendi başlarına koruyabilecek maddi güce sahip değil. Kasabanın mirasını korumak için bir planımız olduğu için şanslıyız; fakat, bu yeterli değil; mükemmel bir sonucu garanti etmiyor. Daha ayrıntılı planlar uygulamamız gerekiyor. UNDP Türkiye: “Yerel Halkta Koruma Bilincinin Geliştirilmesi Projesi”nin uygulanmasında zorluklarla karşılaştınız mı? Mustafapaşa halkını ikna etmek zor muydu? S.A.: Hem de hiç! Aksine, böyle bir restorasyon projesini isteyen yerel halktı. Kent Konseyi, Kadın ve Gençlik Konseyleri ve yerel yöneticiler, herkes projenin yürüdüğünü görmek istiyordu. Proje masraflarının 2000 Amerikan dolarlık kısmı Mustafapaşa’nın yerel yönetimi tarafından karşılandı. Ana sponsor ise, 17,925 dolarlık desteğiyle, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ydı. UNDP Türkiye: Proje hangi aşamada? S.A.: Proje resmen Aralık 2005’te başladı ve 12 Nisan 2006’da sona erdi. Ancak, bu sadece bir hazırlık projesiydi. Projenin sürdürülebilir olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, 20 adet konakta nasıl bir restorasyon çalışması yürüteceğimize dair bir proje teklifi sunduk. Bu 20 konak restore edildikten sonra halka açılacak. Mustafapaşa halkı birinci projeden çok şey öğrendi; restorasyon projesi sırasında aynı hataları bir daha yapmazlar. Artık insanlarımız bu konuda çok hassas ve dikkatli. Halkımızın kendini bu projeye ne kadar adamış olduğuna ben bizzat şahidim. UNDP Türkiye: Sırada ne var? S.A.: Daha önce de söylediğim gibi, proje şu anda resmen tamamlanmış durumda. Öte yandan, daha yapılacak çok iş var. Mustafapaşa’nın mirasını korumak üzere ileriye doğru çok büyük bir adım attık. Proje başlamadan önce insanlar bu konuda kötümserdi, ama şimdi bakış açısı iyimserleşti. Çevremizi geliştirmek için gerçekten de bir şeyler yapabileceğimizi fark ettik. Proje bize yeni ufuklar açtı. Bu sebeple, Mustafapaşa’nın sadece mimari değil, kültürel mirasını da korumak için eylem planımıza uygun olarak çalışmaya devam edeceğiz. UNDP Türkiye: Mustafapaşa Belediyesi olarak YG21 Programı’ndan başka alanlarda nasıl yararlandınız? Türkiye'de, programdan sizin kadar yararlanmayan diğer belediyelere neler önerirsiniz? S.A.: YG21 Programı’na 2001 yılında dahil olmamızla birlikte, öncelikle bize önerilen, kasabanın durum raporunun ve eylem planının hazırlanmasıydı. Bunun üzerine, Mustafapaşa Belediyesi ve Kent Konseyi çalışma grupları ortaklaşa çalışarak, kasabanın tüm envanterinin yer aldığı bir mevcut durum raporu ve eylem planı hazırladı. Bu rapor bizim kılavuzumuz oldu. Diğer tüm kentlerin de böyle bir raporu hazırlamaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca YG21 tarafından Kadın Meclisi, Gençlik Meclisi ve Kent Konseyi’nden seçilen birer kişiye verilen proje eğitimleri sayesinde kasabanın sorunlarına yönelik projeler hazırlamaya başladık. YG21’in hedefleri doğrultusunda kasaba kadınlarının sosyal hayata katılımı sağlandı ve özellikle turistik tesislerde olmak üzere belli iş yerlerinde çalışmaya başladılar. Şu anda kasabamızda işsiz kadın oranı çok düşük. Benim için YG21’in Mustafapaşa’daki başarısı, kadınları evlerinden çıkarıp sosyal hayata katması ve kendini ifade eden, kendi sorunun çözen kadın profilini oluşturması oldu. Başka konularda da eğitim çalışmalarımız sürüyor. Örneğin, kasaba gençleri arasında ortak çalışma ve ortak karar alma bilincini oluşturmaya çalışıyoruz. Kent Konseyi ve diğer çalışma gruplarımız ile birlikte kasabada özellikle yönetişim konusunda ilerleme kaydettik; halkın yönetime katılmasını sağladık. Kasaba ile ilgili kararların öncelikle Kent Konseyi’nde tartışılarak karar bağlanmasını ve daha sonra Belediye Meclisi’ne gitmesini sağladık. Kapadokya’da başlatılan yerel kalkınma projesini Mustafapaşa’da da gerçekleştirerek kasabada özel bir vakıf üniversitesinin açılması için Kent Konseyi ve Belediye Meclisi ile ortak çalıştık ve okulun açılmasına yardımcı olduk. Açılan üniversitenin amacı, Kapadokya ve Mustafapaşa’daki ara eleman açığını kapatmak, yöreye özgü iş eğitimleriyle bölgedeki işsizliği azaltmak ve göçü engellemek. Kapadokya Meslek Yüksekokulu’muz beş bölümüyle 2005-2006 eğitim-öğretim yılında eğitime başladı. Okulda, normal eğitimin yanısıra, kasaba halkına da eğitim veriliyor ve onların sosyal ve kültürel tüm etkinliklerden yararlanmaları sağlanıyor. YG21 kasaba ve kasaba halkı üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu etkinin sürdürülebilir olması için başta tüm kasaba halkı, Belediye Başkanı ve ben elimizden gelen bütün çalışmaları yapıyoruz. Daha iyi yaşanabilir bir Mustafapaşa için biz bunları yaptık ve diğer tüm kentlerin de bu oluşumun içinde yer almak için gayret göstermeleri gerekir. Şunu da belirtmek isterim ki, YG21 bizim için yol gösterici oldu; ancak bütün başarılanlar Mustafapaşa halkının gayretleriyle mümkün olmuştur. Bizim tek katkımız, bu gayretleri biraraya toplamak, bunları harekete geçirmek oldu. Küresel İlkeler ivme kazanıyor Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan iş dünyası, işçi çevreleri ve sivil toplum liderlerinden oluşan 20 kişilik bir ekibi Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin kurul üyeliğine atadı. Ankara, Mayıs 2006 Genel Sekreter'in atama kararı aralarında yerel “iletişim ağları”nın da bulunduğu paydaşlar ile yapılan yoğun danışma sürecini izliyor. Ataması yapılan üyeler daha önceki çalışmalarıyla Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne bağlı olduklarını göstermişlerdi. Bu kişiler ayrıca yerel düzeyde bir iletişim tabanına sahip olmaları nedeniyle de seçildiler. 20 kişilik bu kurulda 10 işadamı, işçi ve işveren örgütlerinden 4 temsilci ve sivil toplum kuruluşlarından yine 4 temsilci bulunuyor. Geriye kalan iki üyelik de Küresel İlkeler Sözleşmesi Ofisi’nin başkanı ve Küresel İlkeler Sözleşmesi Vakfı’nın başkanından oluşuyor. Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurulu, girişimin yönetim çerçevesinin anahtar önemdeki bir bileşeni. (Diğer bileşenler: Üç yılda bir organize edilen Liderler Zirvesi – bir sonraki Haziran 2007’de düzenlenecek-, Yerel İletişim Ağları, yıllık İletişim Ağları Forumu, Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurumu ve Kurumlararası Takım) Bu çerçeve 2004-2005 döneminde yapılan kapsamlı gözden geçirmeden sonra uygulanmaya başladı. Genel Sekreter'in himayesinde çalışacak olan Kurul, Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin devamlılığını sağlayacak ve daha da gelişmesine önayak olacak. Kurul aynı zamanda girişim için stratejik bir danışman konumunda olacak ve BM Küresel İlkeler Sözleşmesi Bürosu'yla, diğer katılımcılara ve paydaşlara tavsiyelerde bulunacak. Kurul ayrıca, Sözleşme'nin bütünlüğünün korunmasında rol üstlenecek; kurul üyeleri girişimin öncü neferleri gibi olacaklar. Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurulu yılda bir defa toplanacak; açılış toplantısı ise bu yaz Birleşmiş Milletler’in New York’taki merkezinde yapılacak. Küresel İlkeler Sözleşmesi hakkında 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından başlatılan Küresel İlkeler Sözleşmesi önde gelen işadamlarını BM’ye bağlı ajanslar, işçi grupları, sivil toplum ve hükümetle bir araya getirmeyi amaçlıyor. Bu sayede insan hakları, çalışma hayatıyla ilgili standartlar, çevre ve yolsuzlukla mücadele gibi alanlarda ilerleme kaydedilmesi amaçlanıyor. Bugün gelinen aşamada bu girişime taraf olan şirketlerin sayısı dünya genelinde 2 bin 500’e ulaştı; 90 ülkeden gelen bu şirketler, dünyanın en büyük şirket hareketini oluşturuyor. Sayıları 45’i bulan yerel “iletişim ağları” sayesinde Küresel Sözleşmenin ilkeleri ulusal ve bölgesel düzeyde yaygınlaşıyor. Şirketler Küresel İlkeler Sözleşmesi'ne niye katılmalı? Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne katılmanın birçok yararı bulunuyor. Bunlar: • Kurumsal Sosyal Sorumluluk’u güçlendirme konusunda öncü olmak • Çoklu paydaşların olduğu bir ortamda, küreselleşme, sürdürülebilir kalkınma ve kurumsal sosyal sorumlulukla ilgili güncel sorunlar için pratik çözümler üretmek • Kritik alanlarda girişimci davranarak risk yönetimi yapmak • Hükümetlerin, iş dünyasının, sivil toplum örgütlerinin ve diğer paydaşların güçlerini bir araya getirerek, BM'nin küresel ağını geliştirmek • En iyi uygulama örneklerini ve tecrübeleri paylaşmak Koç Holding, “Küresel İlkeler Sözleşmesi”ne taraf oldu Türkiye’de Küresel İlkeler Sözleşmesi ile ilgili girişim Mart 2002 yılının Ekim ayında UNDP’nin İstanbul’da organize ettiği bir günlük etkinlikte başlatılmıştı. O günden bu güne Küresel İlkeler Sözleşmesi'ne 60’tan fazla Türk şirketi taraf oldu. Sözkonusu girişim, UNDP’nin, İstanbul’da Özel Sektörle İşbirliği Projesi için geçen yaz açılan bürosuyla ivme kazandı. Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne son katkı Türkiye’nin önde gelen işvereni Koç Holding’in yönetim kurulu başkanı Mustafa Koç’tan geldi. Mustafa Koç, 30 Mart’ta New York’ta Genel Sekreter Kofi Annan’ın da katıldığı imza töreninde yaptığı konuşmada, şirket olarak büyürken aynı zamanda toplumsal sorumluluklarının da farkında olduklarını söyledi. Küresel Sözleşme’nin Başkanlığını yürüten George Kell de, Koç grubunun yaptığı katkıyı memnuniyetle karşıladıklarını belirtti. Küresel İlkeler, İstanbul ve Kuzey Kıbrıs'ta tanıtıldı Halkla ilişkiler şirketlerinin son derece önemli olduğunun farkında olan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 15 şirketin temsilcilerine Küresel İlkeler Sözleşmesi ile ilgili bir sunum yaptı. Sözkonusu sunum İstanbul’da 20 Nisan tarihinde yapıldı. Bir günlük toplantı halkla ilişkiler şirketlerini biraraya getiren şemsiye örgüt, İletişim ve Danışma Şirketleri Birliği, tarafından düzenlendi. Katılımcılara Birleşmiş Milletler’in Küresel İlkeler Sözleşmesi hakkında genel bilgi verildi. Bu çerçevede Sözleşme'nin uygulanması ve şirketlerin sosyal sorumluluğu hakkında sunumlar yapıldı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İstanbul Özel Sektörle İşbirliği Proje Ofisi, halkla ilişkiler şirketlerine yönelik etkinliklerine, önümüzdeki haftalarda devam edecek. UNDP İstanbul Proje Ofisi, 25 Nisan tarihinde de, Kuzey Kıbrıs’ta, Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin tanıtıldığı bir toplantıya katıldı. Kıbrıs’taki UNDP Temsilciliği’nin daveti üzerine yapılan toplantının açış konuşması, Kıbrıs Türk Yönetimi’nin Ekonomi Bakanı Derviş Kemal Deniz tarafından yapıldı. Toplantıya, sanayi ve ticaret odalarıyla, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin yanısıra, akamisyenler katıldı. İstanbul'da 'Sürdürülebilir Kalkınma' sergisi EDUCAIDE Derneği, Beyoğlu Belediyesi, Fransız Kültür Merkezi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Nisan ayında, İstanbul’da, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ konulu bir fotoğraf sergisi düzenledi. Ankara, Mayıs 2006 Serginin, toplum, çevre, eğitim ve sanayi olmak üzere dört ana teması bulunuyor. Bu yıl ikincisi düzenlenen serginin temel amacı, halkın sürdürülebilir kalkınma konusunda bilinçlendirilmesini sağlamak. Sergiye fotoğraflarıyla katkıda bulunanlar, genellikle çocuklardı. Öncesinde, EDUCAIDE Derneği, Beyoğlu’ndaki 17 ilkokuldan seçilmis 50'ye yakın çocuğu 2 gün boyunca sürdürülebilir kalkınma konusunda bilgilendirmiş; çocuklara toplum, çevre, eğitim ve sanayi konularında eğitim vermişti. Daha sonra çocuklara fotoğraf makinaları dağıtılıp, kendi hayatlarından sürdürülebilir kalkınma üzerine fotoğraflar çekmeleri istendi. Sergiye bu çocukların yanısıra, İstanbul'da yerleşik 34 sivil toplum kuruluşu, kendi çalışma alanlarıyla ilgili fotoğraflar ve istatistiklerle katıldı. UNDP Türkiye Daimi Temsilci Yardımcısı Sarah Poole, serginin açılışının yapıldığı Fransız Kültür Merkezi’ndeki konuşmasında, Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma ile ilgili bütün çabalara destek verdiğini; sürdürülebilir kalkınmanın, ancak ve ancak, toplumdaki bütün kesimlerin katılımıyla mümkün olabileceğini söyledi. Sürdürülebilir kalkınma Sürdürülebilir Kalkınma, ‘günün ihtiyaçlarının, gelecek kuşakların ihtiyaçlarının karşılamasında sıkıntı yaratmayacak şekilde giderilmesi’ anlamına geliyor. Kaynakların kuşaklar arasında adil paylaşımından, çevreye geri döndürülemeyecek zararlar verilmemesinden ve doğal kaynakların tüketilmemesinden, şimdiki kuşak sorumlu. Gelecek kuşaklar, günümüzde yapılan hataların faturasını ödememeli. Aslında, dünya, karşı karşıya olunan sorunla henüz tam olarak yüzleşmedi. 30 yıl sonra yeryüzünde fazladan 2 milyar insan yaşıyor olacak. Bugün dünya nüfusunun yüzde 40’ı temiz suya ulaşamıyor. Eğer bu şekilde devam ederse bu oran 2030 yılı itibarıyla yüzde 50’ye yükselecek; Asya’nın batı bölgelerinde bu oran yüzde 90 olacak. Dünya, balık nüfusunun üçte birinin ve memelilerin dörtte birinin nesillerinin tükenme riskiyle karşı karşıya. Halihazırda varoşlarda toplam bir milyar insan yaşıyor. 2010 yılına kadar, şehirlerde yaşayan nüfusa bir milyar kişi daha eklenecek ve bu artış devam edecek. Bir süre önce yayınlanan Dünya Bankası raporuna göre, gelişmekte olan ülkelerde engellenebilir hastalıkların beşte biri hava kirililiği ve kirli su gibi çevre sorunlarından kaynaklanıyor. UNDP gelişmekte olan ülkelerin ekolojik, sosyal ve ekonomik faaliyetlerinde sürdürülebilir kalkınma anlayışını yerleştirmeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyor; bu sebeple toplumu bilinçlendirmek ve ilgisini çekmek için çalışmalar yapıyor. Zira, sürdürülebilir yerleşmesinde toplumun vazgeçilmez bir rolü var. kalkınma anlayışının AB adayları ve yeni üyeler için kılavuz UNDP, geçtiğimiz haftalarda, AB ile ilgili bir kılavuz raporun yayınlanmasına destek oldu. Ankara, Mayıs 2006 Kılavuz esas olarak Avrupa Birliği'ne yeni üye olan ülkeler ile üye olmaya hazırlanan ülkelerde - merkezi hükümet düzeyinde - politika üretimi ve uygulanmasında işbirliğini ve etkinliği artırmaya yardımcı olmayı amaçlıyor. Kılavuz, merkezi, Slovakya'nın başkenti Bratislava'da bulunan NISPAcee örgütü tarafından hazırlandı. Bu örgüt, Avrupa genelinde, kamu yönetimi alanında faaliyet gösteren kurumlar ile okullar arasındaki koordinasyonu sağlıyor. NISPAcee'nin başkanı kılavuzun bölgedeki politika danışmanları ile akademik kurumlar ve okullara doğrudan yardımcı olmayı amaçladığını ve bu sayede danışmanlık kapasitesinin geliştirilmesinin hedeflediğini belirtiyor.