Önsöz Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba
Transkript
Önsöz Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba
Önsöz Elinizdeki yapıt başsanığı olduğum “Bomba Davası”ndaki 10 klasörlük savunmamın 7. klasöründe yer alan dilekçelerin eleştirisinden oluşmaktadır. Bu savunmanın 1. ve 2. klasörleri özet olarak birkaç kez yayınlandı. En son olarak da İleri Yayınları’ndan Ekim 2006’da Bomba Davası Savunma adıyla okuyucularla buluştu. Aslında 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yapılan bu savunma aradan 34 yıl geçmiş olmasına karşın aynı yöntemler günümüzde de uygulanmaya devam ettiği için güncelliğini yitirmemiştir. Bunun yanında 12 Mart faşist darbesinin içyüzünü somut belgelerle ortaya koyması nedeniyle tarihe not düşmek devrimci misyonumuzu da yerine getirmeye çalışıyorum.(1) Yapıtta göreceğiniz gibi 1972-1974 yılları arasında Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde kaldığım dönemde her konuda sürekli dilekçe vererek yasadışı bir dönemin içyüzünü sergilemek için çaba sarfetmiş bulunuyorum. Nitekim dilekçelerimin hiçbirine, biri istisna, yanıt verilmemiştir. Bu da göstermektedir ki, o dönemde iktidar, yönetim ve yargı, faşist ve ABD işbirlikçisi bir anlayış içerisinde hareket ettikleri için hapishanelere aldıkları ve ideolojik hasım saydıkları kişileri muhatap almamış ve belge vermemişlerdir. Oysa ki bizim yazmış olduğumuz dilekçelere anayasa ve yasalara rağmen yanıt verme cesareti göstermeyenler bir anlamda kendilerini de ele vermiş olmaktadırlar. 1972 Yılı Temmuz ayında “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü”ne alınarak bir ay işkence gördüm ve sorgulandım. Bu konudaki ayrıntıyı Bomba Davası Savunma adlı yapıtımda bulabilirsiniz. Daha sonra bir ay hücrede, üç ay ihtilattan men koğuşunda, 21 Mayıs 1974 gününe kadar da Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde harp esirlerine bile uygulanmayacak işlemlere maruz kalarak süreci tamamladım. İşkence köşkünde bulunduğum sürede bir gün çamaşır değiştirirken bana verilen çantamda bulunan jileti alarak yatağımın yanındaki sıva çatlağına yerleştirerek birkaç gün intihar etmeyi düşündüğümü savunmamda açıklıyorum. Gene o dönemde ellerim zincirli, ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı bir durumda tuvalete götürülüp somyama zincirle bağlandıktan sonra üzerime bir şarjör mermi boşaltılarak gözdağı verilmeye çalışıldığı sırada kalp atışlarımı denetleyerek özgüvenimi saptamaya çalıştım. Kalp atışlarımda değişiklik olmaması üzerine intihardan vazgeçtiğim gibi direnmeye de karar verdim. Bu kararım doğrultusunda işkence sonrasında Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’ndeki hücreye geldiğimde elime kağıt kalem geçince oranın çok ağır koşulları içinde yaşadığım haksızlıkları ve hangi konularda mücadele etmemiz gerektiğini saptayarak ilk görüşmede avukatıma aktardım. Bu suretle bir yandan ben bir yandan müdafilerim, faşizme karşı yasal mücadele sürecine girmiş olduk. Aslında yaptığımız bu mücadele kişisel değildi. İnsan onur ve haysiyetini paspas gibi çiğneyen yasaları hiçe sayan yargıyı araç olarak kullanan bir zihniyete karşı yapıldığı için bir bakıma toplumsal bir mücadele olarak da algılanabilir. Selimiye’nin hücrelerinden başladığım antiemperyalist, antikapitalist ve tam bağımsızlıkçı mücadelemi bugün de yayın hayatını sürdürerek devam etmeye çalışıyorum. CIA’nın “Temizlik Operasyonlar”ı Aslında Bomba Davası diye ünlenen bu dava Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde iktidar mücadelesi yapan Amerikancı ve daha az Amerikancı iki kanadın hesaplaşmasını göstermektedir. Ancak iktidar mücadelesinde her yolu mübah sayan Amerikancı zihniyet kendi çıkarlarına ters gelen suçlu olsun ya da olmasın herkesi içeri alıp etkisiz konuma getirmeye çalışmaktadır. Bu yönteme CIA kuramında “Temizlik Operasyonu” denilmektedir. 12’li faşist darbelerde ABD çıkarlarına ters gelen tüm yurtseverler bu anlayışla yargılanmış ve sindirilmek istenmiştir. “Temizlik Operasyonu” deyimi aslında bir “Özel Harp” yöntemidir. Bu yöntemde Anayasa ve yasalar geçerli sayılmaz. Önemli olan mümkün olduğu kadar ABD karşıtı ve devrimci kişinin etkisiz hale getirilmesidir. İdare ve yargılama bu sürece hizmet etmek durumundadır. Nitekim 1965 basımlı “ST 31-15 Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât” K.K.K.lığı Sahra Talimnamesinde şöyle yazmaktadır: Madde 9 b: Bir Gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak, kanuni statüye sahip değillerdir. Madde 9 d: Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet örgütlerini pek az ilgilendirdiğini ve bunların gayri nizami faaliyetlere katılma kararlarında pek az müessir olduğunu göstermektedir. Bunun gibi 1965 yılında Genel Kurmay Basım Evi tarafından basılan David Galula mahlas ismiyle yayınlanan “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adlı kitabın 106. sayfasında şöyle denmektedir: Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan taraf harbi bir an evvel bitirmek isterse, normal zamanlarda tatbik edilebilecek olan bazı kanuni telakkileri ihtilal harplerinde nazari itibare almamalıdır. Çoğunlukla emperyalist ülkelerin istihbarat örgütleriyle onunla işbirliği halinde çalışan diğer ülkelerin istihbarat örgütleri de “Yasalara bağlı olmamak” kuralını benimserler. Örneğin Alman BND istihbarat örgütü kurucusu CIA ajanı General Reinhard Gehlen’in “Hitler’in Sığınağından Pentagon’a” adlı yapıtında şöyle der:2 “Bir istihbarat servisinin, devletin diğer kuruluşları için konulan kurallarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir.” Açıklamalar 12’li darbelerde yaşama geçirilmiştir... Gn. Reinhard Gehlen’in “Servis” adlı kitabı Milli İstihbarat Teşkilatı’nda ders kitabı olarak okutulmakta olduğunu Mehmet Eymür, “Analiz” adlı kitabında yazmaktadır. “Servis” adlı kitabı Hiram Abas’ın da kaynak olarak be-nim-sediği Eymür tarafından “Analiz”de açıklanmaktadır. Gerek Hiram Abas gerekse Mehmet Eymür, MİT içinde operasyonel kanatta yer alarak 12 Mart 1971 darbe sonrası dönemde de eylemlere katılmışlardır.(2) Bomba Davası-Savunma adlı yapıtımda MİT’in hakkımdaki tutuklama kararı belge olarak yayınlanmıştı. Bu MİT belgesi var olduğu sürece o dönemde demokratik hukuk devletinden ve yargının bağımsızlığından söz eden herkesi sahtekar durumuna düşürmektedir. Çünkü bu MİT belgesi açıkça idarenin yargıya müdahalesini göstermektedir. Şöyle ki; MİT tutuklama emri veremez. Bu belgede verilmektedir. MİT Sıkıyönetim Komutanı emrinde olmasına rağmen bu belgede emir verir konumdadır. Bunun gibi, MİT sorgulama yapamayacağı halde bu belgede MİT de “Ziverbey İşkence Köşkü”nde sorgulandığım görülmektedir. Bu yasadışı tutumun perde gerisine baktığımız vakit daha iğrenç bir tablo görmekteyiz. Şöyle ki dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç beni şahsi hasım olarak kabul etmektedirler.(4) Gene o dönemin MİT Başkanı Korg. Nurettin Ersin yukarıda adı geçen iki kişinin adamı olarak tanınmaktadır. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde bir duruşmada MİT İstanbul Bölge Başkanı Turan Deniz’i çok ağır sözlerle eleştirip iddiasını ispata davet etmem üzerine, anılan kişi avukatım Hidayet Ilgar ile ilişkiye geçerek “Kendisine böyle bir tertip yapmak için Nurettin Ersin’in emir verdiğini, eğer bu emri yerine getirmeseydim benim akıbetime uğrayacağını” itiraf etmiştir. Kuşkusuz adı geçen bütün kişilerin öldüğü günümüzde bu iddiamın kanıtlanması olanaksızdır. Ancak, başta “Çeteleşme” olmak üzere yapıtlarımda Turan Deniz’i ölmeden önce avukatıma söylediği sözleri açıklamaya davet etmiş olmama karşın sessizliğini koruması karşısında 12 Mart 1971 darbe döneminde düzenin nasıl çalıştığı ya da çalışmadığını takdirlerinize sunuyorum. İşkencede Duyduğum “Kontrgerilla”yı Ortaya Çıkarmaya And İçmiştim Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü”nde bize işkence yapan ABD’de eğitim görmüş sado-mazoşist Amerikanofil işkenceciler “Burası kontrgerilla örgütü. Burada anayasa-babayasa geçmez. Bizim esirimizsin. Ne söylersek yapmak zorundasın. Yoksa seni öldürürüz.” şeklinde söze başlıyorlardı. Burada adı geçen “kontrgerilla” deyiminin ne olduğunu saptamak için o günden günümüze kadar durmaksızın çaba sarf etmekteyim. Nitekim bir yıla yakın bir süre iddianame hazırlanmadan sorgu sualsiz cezaevinde kaldıktan sonra, mahkemeye çıkartıldığımda vermiş olduğum ve yapıtta bulacağınız 8 Haziran 1973 ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerimde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün zulüm ve baskısı bütün ağırlığıyla devam ettiği bir dönemde, “Kontrgerilla Örgütü”nün açığa çıkartılması için mahkemeden, Başbakanlıktan, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan araştırma yapılmasını ve bu amaçla bir Parlamento Komisyonu kurulmasını talep ettim. Bu Türkiye’de ilkti. O günden bugüne kadar bu konuda Parlamento’daki tüm girişimlerden sonuç alınmamıştır. Buna karşın her geçen gün öne sürdüğüm bu savlar haklılığımı ortaya çıkarmış bulunuyor. Araştırmalarım sonucunda bu konuya açıklık getiren üç belgeye ulaştım: - ST 31-15 Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât (Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sahra Talimnamesi, 1965) - FM 31-16 Counterguerilla Operations (ABD Sahra Talimnamesi, 1967) - Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri (David Galula, Genelkurmay Basım Evi 1965) Bu üç resmi ve gayri resmi belgeyi 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yapmış olduğum savunmada birer suretini mahkemeye vererek savunmamın bir bölümü haline getirdim ve belgeleri kamuoyuna mal ettim. Daha sonra başta “Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla” ve “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adlı kitaplarım olmak üzere konuya tüm kitaplarımda, yazılarımda, konferanslarımda, TV konuşmalarımda açıklık getirdim. O günden günümüze kadar aynı konuda yurtdışında ve yurtiçinde yayınlanan kitaplarda yukarıda adı geçen kamuoyuna mal ettiğim üç belge kaynak olarak gösterilmektedir. Ne yazık ki yayınlanan bu kitapların çoğunda, konu güncelliğini koruduğu için ve günümüzde konunun hiçbir riski bulunmadığından kaynaklarıma genellikle gönderme yapılmamaktadır. Oysaki gerek 1973 yılında idam istemiyle yargılandığım davada vermiş olduğum dilekçelerle ve gerekse yukarıda açıkladığım üç belge Türkiye’de ilk kez tarafımdan her türlü riski göze alarak devrimci yapımın bir gereği olarak açıklanmıştır. Geçtiğimiz aylarda (Ocak 2009) bir televizyon kanalında bu konudaki tartışmaya katılan eski bir bakan, Kontrgerilla konusunu siyaseten ilk kez açıklayan kişinin Bülent Ecevit olduğunu açıklamak suretiyle gerçeği gizlemeyi yeğlemiştir. Bu konuya Bülent Ecevit’in dahil olması 1973 yılı sonlarındadır. Yapıtlarımda bu konunun ayrıntısını bulabilirsiniz. Bu durumda asıl kaynağı saklayarak konuyu kendine mal ederek yayın yapanlar eğer özel bir kast içinde değillerse gerçeği gizlemek gibi etik olmayan bir duruma düşüyorlar. Bu açıklamamdan sonra hâlâ aynı tavrı sürdürmekte ısrar edenleri intihalci olarak suçlamakta hak kazanacağım. Oysaki Akademisyen Daniel Ganser’in oldukça kapsamlı ve özgün yapıtı olan “NATO’nun Gizli Orduları” isimli kitabında Türkiye’deki Derin Devlet yapılanmasını benim ortaya çıkardığım yazılmaktadır.(5) ABD güdümlü tüm askeri darbelerde CIA yöntemleri uyarınca darbe öncesi bir istikrarsızlık (destabilization) süreci yaşanır. Yapılan eylemler bir darbeye gerekçe olacak kadar yeterli sayılırsa darbe sürecine geçilir. 12’li darbeler tıpatıp bu modele uygun bir şekilde cereyan ettiğini biliyoruz. 12 Mart 1971 muhtırasal askeri darbesi öncesi de Türkiye sathında bu tür eylemlere başvurulmuştur. “Seferberlik Tetkik Kurulu” eski başkanlarından Tümg. Cahit Akyol, Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Mart 1971 sayısında “Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekât” adlı yazısında şöyle demektedir: Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen Gayrınizami Harp Kuvvetleri (GNHK) bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla halkın mukavemet cephesine iltihakına çalışırlar. Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi mücadele kuvvetlerince zulme varan halka haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurması tavsiye edilir. Bazı okuyucular bu yöntemlerin savaşta geçerli olduğunu düşünebilir. Oysaki “Temizlik Operasyonu” evresinde sorguya alınan herkes düşman olarak kabul edilmekte. O nedenle “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü” gibi yerlerde zulme maruz kalmakta ve sorgulanmaktadır. Yukarıda adı geçen “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adlı kitapta şöyle yazılmaktadır: Bu gibi şahısların sorgulanması profesyonel kimseler ve halkın yardımını kazanmaya çalışan personelden ayrı bir teşkilat gayet dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Mevcut polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni bir polis teşkilatı yaratılmalıdır. Yeni Osmanlıcılık Tehlikesine 10 Yıl Önce Dikkat Çekmiştim Günümüzde CIA ajanı Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında; Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP), Fethullah Gülen’i ve Emniyet örgütünü övmesi ve Yeni Osmanlı modelinden söz etmesi üzerinde önemle durulmalıdır. Örneğin, 1999 yılında yayınlanan “Çeteleşme” adlı yapıtımda Yeni Osmanlılık kavramını değinmek gereksinimini duymuştum. 10 yıl sonra Türkiye’de CIA İstasyon Şefliği yapmış olan Graham Fuller’in aynı konuyu işlemesi ve bu konudaki yayınların günümüzde çoğalması üzerinde önemle durulmalı, emperyalistlerin Türkiye üzerindeki niyetlerini doğru tanılar konulmalı. Yetkili ve sorumlu çevreler gereken tedbirleri iş işten geçmeden almalıdırlar, diye düşünüyorum. 12 Mart 1971 darbesi öncesi MİT yazısında da görüldüğü gibi Türkiye’deki “Memleket içindeki anarşik olayların planlayıcı olup, bir cunta faaliyeti içinde bulundukları” suçlaması gereğince özel sorgu merkezlerinde MİT suçlaması doğrultusunda sorgulanarak o dönemde İstanbul’da cereyan eden bombalama ve terör eylemleriyle ilişkili gösterilerek suçlandım ve iddianamede bu eylemleri o dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Org. Faruk Gürler (daha sonra Genel Kurmay Başkanı), Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Kemal Kayacan’dan oluşan Marksist-Leninist (!) bir cuntaya iktidar yolu açmakla suçlandım. Özel sorgulama yöntemleriyle... İki yıllık yargılama sürecinde anarşi ve terörle ilgili olan bölümün gerçekle ilgisi olmadığı mahkeme kararıyla hükme bağlandı. Cuntasal faaliyetlere gelince, yukarıda adı geçen kişiler ek iddianameyle mahkeme getirilmek istenilmesine karşın başarılı olunamadığı için yargılanamamış, dava üzerime kalmıştır. Bu tarihsel hesaplaşmanın mutlaka yapılmasını ülkem adına zorunlu gördüğüm için yapıtta bulacağınız affı reddetme dilekçemde yargılanmanın sonuna kadar götürülmesini istedim. Bunun yanında Türk Ceza Kanunu 146. maddesi uyarınca idamla yargılandığıma göre, “ya beni idam edeceksiniz ya da beraat ettireceksiniz” şeklinde mahkemeye iki seçenek sundum. Bu tavrım eğer yargılanma sürecinde hesaba katılsaydı yapılan bütün tertipleri gün yüzüne çıkmış olacaktı. Oysa mahkeme bana zamanında yasa gereğince suç unsurunda değişim olduğunu belirterek savunmamı Türk Ceza Kanunu 171. madde gereğince yapmamı isteseydi sorun kalmazdı. Oysaki böyle bir tebligat yapılmadığı için “Bomba Davası” Türk Ceza Kanunu 146. maddesi gereğince açıldığı için bu maddeden savunma yaptım. Daha sonra mahkeme kararını temyiz etmek istedimse de sanık aleyhinde temyiz yapamayacağı için sonuç alamadım. Görüldüğü gibi, “Özel Savaş” yöntemlerinin tüm kurallarıyla sizi suçluyorlar, sonra da suçsuzluğunuzu kanıtlamaya zorluyorlar. Bu misyonu yerine getirmeye çalıştığınız zaman da önünüzü tıkıyorlar. Demokratik hukuk devleti adına... Aslında özel savaş kuramlarını bildikten sonra bu uygulamalara şaşmamak da gerekir. Nitekim ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat adlı talimnamede “mukavemet hareketine karışmış kişilerin adi suçlarla suçlanılması” önerilmektedir. Bu öneri uyarınca akıl almaz suçlarla suçlandım ve günah keçisi olarak seçildim. Karşı devrimcilerin tüm bu çabalarını savunmamla ve bugüne kadar süregelen yapıtlarımla yanıtlamış olduğumu kabul ediyorum. Burada üzerinde durulması gereken husus ne yazık ki bugüne kadar bu insanlık dışı uygulamalardan dolayı hiçbir kurum bizlerden özür dilememiştir. 12 Mart 1971 cuntasının başı Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç “Sosyal uyanma ekonomik gelişmeyi aştı” demişti. Bu cümle Tağmaç’a verilen misyonu da gösteriyordu. Yani sosyal uyanma engellenecekti. Bu hedefe ulaşmak için hiçbir yasal, anayasal ve ahlaki kural tanınmamış, işkence evlerinin açılmasına göz yumulmuştur. Bu kişinin emekli olduktan sonra özel söktörü finanse eden içinde ABD’nin en etkin casusluk örgütü olan AID’in de sermayesi bulunan bir bankada yönetim kurulu üyesi olması bizi hiç şaşırtmamıştır. Marmara Brifingi O dönemde 3 Kasım 1972 günü kamuoyunda “Marmara Brifingi” olarak ünlenen, aslında 3 Kasım 1972’de Org. Turgut Sunalp, Korg. Abdurrahman Ergeç, Tümg. Recai Engin, Tümg. Memduh Ünlütürk, Tümg. Fazıl Polat, Kurmay Alb. Nahit Arda, Kurmay Alb. Fikret Küpeli, Piyade Alb. Ali Pirgil, Deniz Hakim Alb. Turgut Akan, Hava Alb. Ragıp Horozoğlu, Hakim Yrb. Sabahattin Ar ve Kurmay Binb. Necdet Timur tarafından verilen “Devlet Brifingi” yönetsel ve yargısal bir açmazı belgelemektedir. Şöyle ki aslında MİT elemanı olmayan bu kişiler bir MİT köşkünde (MİT adına) brifing verebiliyorlar. Bunlardan iki kişi (Turgut Sunalp ve Memduh Ünlütürk) adları “Zihni Paşa (Ziverbey) İşkence Köşkü” ile birlikte anılıyor. Recai Engin, “Seferberlik Tetkik Kurulu” eski başkanıdır. Fazıl Polat o dönemde, “İstanbul Merkez Komutanı” Turgut Akan, “Sıkıyönetim Adli Müşaviri” idi… Düşünebiliyor musunuz işkenceci olarak ünlenen kişilerle özel harpçiler ve yargıçlar bir arada 12 Mart yönetiminin felsefesini açıklarken kendilerini de ele vermiş oluyorlar. Yargıçla işkenceciyi bir araya getiren düzen faşist değilse nedir? Şimdi de bu brifingte yer alan bazı bölümleri aktarmak suretiyle o dönemin “Derin Devlet”inin içyüzünü sergilemek istiyorum: (...) Cumhuriyet’e, rejime ve Anayasa’ya kast eden bu kızıl militanlarla, onlara cesaret veren tahrik ve teşvikte bulunan, hatta müzaharet ve muavenet suretiyle fillin icrasını kolaylaştıran çevrelerin temizlenmesi yürürlükte bulunan Ceza Usul Kanunlarıyla normal yargı organlarınca süratle sağlanamaz. Milliyetçi bir cephe halinde bu gereği inanılmadıkça, siyasi partiler ile basını ile aydın çevre ile bu ortak inanç dile getirilmedikçe konu siyasi bir istismar ve rey avcılığı şekline dönüştürülmeden halledilmedikçe sıkıyönetimlerin uzatılmasında gerekçe ve zaruretler birbirini takip eder. Türk Silahlı Kuvvetleri, hukukun üstünlüğüne ve anayasa hakimiyetine bağlılığını sayısız defa ispat etmiştir. Ama yurt bütünlüğüne karşı komünist cephenin haksız taarruzlarında aynı bağlılık ve beraberliği Parlamentodan da beklemektedir. Güvenlik Mahkemelerinin sakıncalarını işaret eden çevreler konuyu salt hukuk açısından değil de, biraz da beynelmilel komünizmin dünyanın bazı bölgelerinde yaptığı tahribatın, Türkiye’de aynen uygulanması amacını güden girişimler olarak mütaala ettikleri takdirde Güvenlik Mahkemeleri konusunda hükümete samimi olarak yardımcı hale gelmiş olacaklardır. (...) Türkiyemiz için komünizmin, proleter bir ihtilalle işbaşına gelmesi zordur, imkansızdır. Şu kadar ki, bu neticeyi bilen TKP’nin yukarı mihrakları Türkiye’yi parçalamak suretiyle hedefe varmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda Anayasa kuruluşlarımızla, siyasi partilerimizle, basın ve ordumuzla, gençlik ve tüm milletimizle müşterek cephede, milliyetçi bir cephede birleşmemiz gerektiğine bugün daha çok inanıyoruz. Yukarıda yer alan öneriler de 12 Mart faşizminin niteliği açıkça görülmektedir. Uygulamada öneri halinde de kalmamış, daha sonra Parlamento’dan çıkarılan bir yasa ile “Güvenlik Mahkemeleri” kurulmuş ve bu mahkemelere askeri yargıçlar da dahil edilmek suretiyle Sıkıyönetim mahkemelerindeki anlayışın devamı sağlanmaya çalışılmıştır. Devlet brifinginde şöyle denmiştir: (...) Sıkıyönetim adli organları görevleri kanunlara uygun olarak yürütürken, buna tesir etmeye müsaati bazı konularda hassas davranılmasına işaret etmek istiyoruz. Belki bu sorunların bir kısmı adli siyaset içinde de mütaala edilebilir. Adaletin tecellisinde siyasetin yeri olmamalıdır da denilebilir. Karar verirken her türlü siyasi cereyan ve telkinlerin dışında kanun ve vicdani ölçüler içinde kalması gereken görevlilerin bunlardan söz açmasının zayit olduğu kararı ishar edilebilir. Ancak Türkiye’nin bir bütün olarak vatanı ile birlikte Cumhuriyetine ve Anayasasına karşı buthanda bulunanların yeraltı çalışmaları biraz evvel yüksek takdir nazarlarınıza arz edildikten sonra milletçe beraberlik ve bütünlük, tasada, kederde ve kıvançta ortak görüş içinde olmamız gerektiğine, bugün dünlerden daha çok inandığımız için tekrarında fayda mülahaza etmekteyiz. 12 Mart 1971 faşist darbesinden arta kalan çok gizli “Marmara Brifingi”, tarafımdan temin edilerek bastırılmış, basın toplantısı düzenleyerek yayınlanmıştır. Kitabın önsözü tarafımdan yazılmıştır. O dönemin Derin Devletini ismen açığa çıkartan bu belge aslında 12 Mart dönemi tüm uygulamaları yasadışı bir konuma düşürmekte ve o dönemi yargılayabilmek için kesin kanıt oluşturmaktadır. Bazı çevreler miladı 12 Eylül 1980’den başlatmayı yeğliyorlar. Oysa ki tarihsel gerçek 12 Mart 1971 muhtırasal yarı askeri darbenin uzantısı 12 Eylül 1980 darbesidir. Bunları birbirinden ayırmak gerçekle bağdaşmaz. Darbeler sürecinde 12 Mart döneminde yapılmak istenip de sonuçlandırılamayan “Temizlik Harekatı” 12 Eylül 1980’de tamamlanmıştır. “Devlet brifinginde” yer alan bazı görüşleri gözden geçirelim: Bu ekip içinde brifingi hazırlarken tebellür eden fikir Anayasa’nın 30. maddesine ‘Sıkıyönetim hallerinde yakalanan kimseler 30 gün içinde hakim önüne çıkartılır’ şeklinde bir hüküm konulmasında ittifak halindedir. Gerçekte hiçbir yetkisi olmayan bir ekip Anayasada yer alan gözaltı süresini onaylamadığını açıkça ifade ediyor. Bu brifingten çok kısa bir süre sonra da Anayasa’da yapılan değişiklikler içinde gözaltı süresi de 30 güne çıkarılıyor. Bu somut olgu varken kuşkusuz TBMM’de “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” söylemi bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü TBMM iradesi üzerinde 12 Mart 1971 derin devletini oluşturan bir kısım kişilerin iradesi doğrultusunda Anayasa değiştirilmiş olmaktadır. Marmara Brifingi’ne devam ediyoruz: (…) yıkıcı faaliyetlerin bir müddet daha etkisini sürdüreceği ve sıkıyönetimlerin kalkmasından hemen sonra yeniden yıkıcı faaliyetlerine hem de tecrübe kazanmış olarak başlamaları çok muhtemeldir. İşte bu kuvvetli ihtimal karşısında devlet olarak elbette ki tedbir düşünecek, Cumhuriyet’e ve Anayasa’ya ve yurt bütünlüğüne kast edenlere ikinci bir tecrübe fırsatı verilmeyecektir. Devletin var oluş felsefesi bunu böyle kabul etmiyor mu? Ama belirli bir çevre Güvenlik Mahkemeleri kurulması sorununu değişik pür hukuk açısından görmek istiyor. Yukarıda görüldüğü gibi “Marmara Brifingi”ni veren kişiler hukuk literatürüne yeni bir deyim eklemektedirler: “Pür hukuk!” Eğer mahkemeler bu kişilerin hasta mantığına uyarlı karar vermezlerse bu şekilde suçlanabilmektedirler. Onlar için demokrasi, özgürlük, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi kavramlar bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim dönemin Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün istediği doğrultuda karar vermedikleri için 1 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi bir haftada lağvedilmiş. Başta Yargıç Albay Remzi Şirin olmak üzere Doğu Anadolu şehirlerine sürgün edilmişlerdir. Mahkemelerin lağvedilmesi Milli Savunma Bakanlığı’nın yetkisindedir. O dönemde Milli Savunma Bakanı’nın gücü Org. Faik Türün’ün gücünü aşamadığı için Türün’ün isteğine uyularak bu haksız tasarruf gerçekleştirilmiştir. Bu koşullar altında Sıkıyönetim Mahkemelerinin bağımsızlığından kim söz edebilir? Yıllardan bu yana “geçmişten hesap sormak” söylemi slogan halinde yinelenmektedir. “Marmara Brifingi” ve Sıkıyönetim Mahkemesinin lağvı tek başına o dönemdeki tüm yargılamaları hukuken geçersiz hale getirecek derecede önemlidir. Eğer gerçekten özlemini duyduğumuz demokratik hukuk devleti hedefine ulaşmak istiyorsak darbe dönemindeki davaları yeniden yargılayacaksak buradan başlamak kesin zorunluluktur. 12 Mart’tan Günümüze Değişmeyen İşkenceci Düzen 12 Mart 1971 döneminde ABD Büyükelçisi bile “Askeri mahkemeler aşırıya kaçıyor” diye uygulamayı eleştirmektedir: 12 Mart döneminin baş-larında Ankara’da görev yapan ABD Büyükelçisi Handley, Wa-shing-ton’a geçtiği telgraf-larda, sıkıyönetim mahkemelerinin özellikle toplu davaları ‘yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları’nı kaydediyor. Handley’ye göre, askeri savcıların hazırladıkları iddianameler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaygın bir komplonun varlığını kanıtlamakta yetersiz kalıyor. Handley’nin yerine tayin edilen Macomber ise, “Sıkıyönetim mahkemelerinin verdiği aşırı cezaları çoğu zaman Askeri Yargıtay düzeltiyor…(6) Günümüzde de değişen bir şey olmadığı anlaşılıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından açıklanan ABD İnsan Hakları Raporu’nda, AKP’nin medyaya baskısına yer verilirken hükümetin yolsuzlukla mücadelede yasaları uygulamadığı vurgulanıyor ve işkencenin arttığı, kadınlara şiddetin yaygın bir sorun olduğuna dikkat çekiliyor. Bunun yanında raporda polisin yargısız infazlarından Ergenekon davasındaki gözaltıların uzunluğuna yer veriliyor(7) Bunun benzeri bir haberde de, “ABD’nin 16 istihbarat örgütünün koordinasyonundan sorumlu olan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü’nün geçen yıl hazırladığı gizli bir raporda holdinglerin ve tarikatların kontrolünde olduğu Türk basını laiklik yanlısı ve İslamcı olarak iki bölümde incelendiği açıklanmakta” ve “Yaygın medyada 2008’de iki ana grup oluştu. Birincisi laiklik taraftarı medya. Bu grubun önde gelen temsilcileri, sahibi işadamı Aydın Doğan olan Doğan Yayın Holding ve sahibi işadamı Mehmet Emin Karamehmet olan olan Çukurova Medya Grubu’dur. Bu ilk grup ayrıca saflarında Kuvayı Milliye gazetelerini içerir. Diğeri ise Fethullan Gülen tarikatı, Albayrak ve Çalık grupları ve liberal İkinci Cumhuriyetçiler gibi çeşitli dini, ticari ve çevre adına , AKP taraftarlarının önayak olmasıyla ortaya çıkan hükümet yanlısı İslamcı-liberal medyadır” yazmaktadır.(8) Aslında Soğuk Savaş’tan bu yana NATO’ya bağlı ülkelerde o ülke halklarının demokratik bilincinin elverdiği ölçüde derin bir yapılanma ABD tarafından kurulmuş, CIA tarafından yönlendirilmiş ve bu amaçla CIA denetiminde olan birçok işbirlikçi örgütlere üye yapılan kişiler ülkelerinde önemli makamlara getirilmek suretiyle demokrasi paravanası ardında derin devlet hükmünü sürdürmüştür. Soğuk Savaş’tan sonra bu yapılanmanın kaldırılması gerektiği halde NATO daha da genişletilmiş, alan dışı görevler verilerek ABD tarafından küreselleşmenin jandarmalığına getirilmiştir. Gerçekte ülkelerdeki derin yapılanmalar NATO içinde bulunan ve ACC denilen “Allied Coordination Center” tarafından yönetildiğine göre NATO var oldukça derin devletler de var olacak ve “Özel Savaş” yöntemleri geçerliliğini sürdürecektir diyebiliriz. Kontrgerilla Cumhuriyeti 1993 yılında yayınlanan bir kitabımın adını “Kontrgerilla Cumhuriyeti” koymuştum. Aslında bu tanımlama geçmişe ve günümüze ışık tutmaktadır. Nitekim bir gazetede yayınlanan bir dizi yazıda İtalyan derin devletinin liderliğini yapmış olan eski Cumhurbaşkanı Cossiga kitaplarımda yer verdiğim Kontrgerilla ve Gladio’ya ilişkin tüm iddiaları 36 yıl sonra motomot doğrulamaktadır. Bir yabancı istihbarat örgütünden (CIA) para alarak yeraltında örgüt kurarsanız bu örgütün kime hizmet edeceğini tartışmak abesle iştigaldir diye düşünüyorum. Nitekim Cossiga 45 yıl CIA’dan para alarak örgütü yönettiğini itiraf etmektedir. Bunun gibi Özel Harp Dairesi’nin eski başkanlarından Emekli Org. Kemal Yamak da yazmış olduğu kitapta9 bu amaçla her yıl ABD’den 1 milyon dolar aldığını açıklamaktadır. Yabancı bir ülkenin (ABD) istihbarat örgütünden (CIA) para alarak yasalara bağlı olmaksızın cinayet dahil her türlü terör yapmakla görevlendirilen bir yer altı örgütü var olduğu sürece demokrasiden, hukuktan, adaletten söz etmek olanaksızdır. Bu yapı var olduğu sürece de ülkemizde faili bulunamamış sayısız cinayetler işlenmiş ve toplumsal provakasyonlarla darbe ortamları hazırlanmış ve politik manipülasyon için kullanılmıştır. Cossiga’nın itiraflarının yer aldığı dizi yazıda şunlar yazmaktadır(10) İkinci Dünya Savaşı sonunda Soğuk Savaş’ın başladığı günlerdi. Özel bir programla Avrupa’dan 5 genç siyasetçi ABD’ye gitti. Aralarında tek bir kadın vardı. O da savaşın galiplerinden olan İngiltere’den Margareth Thatcher’di. Helmut Schmidt ve Helmut Kohl yenilip ikiye bölünen Almanya’dan geliyorlardı. Savaşın diğer galibi Fransa’dan Vallary Gisgard d’Estaing seçilmişti. Yenilen İtalya’dan seçilen hukukçu ise Francesca Cossiga’ydı… 50 yıl sürecek Soğuk Savaş döneminde Avrupa’yı yönetecek olan 5 genç lider, ilk kez ABD’nin liderlik programında tanıştılar. Ve beşi de Soğuk Savaş’ın kaderini çizdiler. Beşi de Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasında rol oynayan güçlü liderler oldular. Cossiga 55 yıl boyunca İtalya’yı yöneten kilit isimlerden ve Soğuk Savaş döneminde İtalya’da komünizme karşı savaşın en güçlü liderlerinden biriydi. Görüldüğü gibi Soğuk Savaş döneminde ABD kendi çıkarlarını korumak için başta NATO ülkeleri olmak üzere yeraltı örgütleri kurmak, finanse etmek ve yönetmekle yetinmemiş, o ülkelerden kendi felsefesine uygun liderleri seçerek ABD’de özel eğitimden geçtikten sonra kendi ülkelerinde sürekli iktidarda kalmalarını sağlamış ve neoliberal felsefeyi egemen kılmıştır. Kuşkusuz Türkiye gibi bir ülkede farklı bir tavır sergilendiğini düşünemeyiz. Nitekim 1954’ten itibaren Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ABD’de özel eğitimden geçirildikten sonra Türkiye’de uzun yıllar lider olarak iktidarda kalmaları sağlanmıştır. Bu iki kişinin 1975 yılında Çesme Altınyunus’ta yapılan “Bilderberg” toplantısında üye olması kuşkusuz rastlantı değildi. Yıllardan beri süregelen kontrgerilla tartışmalarında bu iki kişinin sürekli ikircikli davranmalarının anlamı yukarıda açıklanmaktadır. Pek çok kitabımda gerek bu iki kişinin ABD eğitimleri ve bağlı oldukları örgütlerin ve de kontrgerilla konusundaki ikircikli tavrını ayrıntılarıyla sergiledim. 1973’te Başbakanlığa Verdiğim Kontrgerilla Dilekçesi Biraz evvel sözünü ettiğimiz Nur Batur’un Cossiga söyleşisinde Gladio konusunu zamanında bakan olarak görev yapmış Hüsnü Doğan, İsmet Sezgin, Hikmet Çetin ve Hikmet Sami Türk’e Nur Batur sormuştur. Aslında bugün dahi bu kişiler konunun özüne girmekten çekinmektedirler. Ancak İsmet Sezgin konuyu inkara yönelik tutumunu sürdürmektedir. “Türkiye’de böyle bir örgütün varlığına inanmıyorum.” dedikten sonra kendi kendiyle çelişkiye düşen bir cümleyle dolaylı itirafta bulunmaktadır: “Ancak devletin yüce çıkarları gerektiği zaman dünyada rutin dışına çıkıldığı da görülmüştür…” 1973 yılında kontrgerilla konusunda Başbakanlığa vermiş olduğum dilekçeyle istediğim “TBMM Araştırması” yapılmadığı sürece ve de ülkemizde eski İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga kadar yürekli bir devlet adamı çıkmadığı sürece derin devlet konusunda yapılan tüm girişimler ile geçmişten hesap sorma önlemleri yasak savmaktan öteye geçemeyecektir diye düşünüyorum. Özünde emperyalist güçler tarafından benimsetilen Neoliberal politikalarla azgelişmiş ülke halklarının çıkarlarının tam karşıtı, dolayısıyla bizlere “tam bağımsızlık, antiemperyalizm ve antikapitalizm”i öneren Büyük Atatürk’ün ideolojisini dışlayan karşı devrimci uydu iktidarlar hıyanetlerini sürdürebilmek için şiddet politikasını yeğlerler. Örneğin ABD uydusu Demokrat Parti önde gelenlerinden Ethem Menderes 6-7 Eylül 1955 olayları üzerine vermiş olduğu bir demeçte “Bence tek çare suçu kömünistlerin üstüne yıkıp birkaçını köprü üstünde sallandırmak” derken DP’nin demokrasi anlayışını da sergilemektedir.11 Bunun gibi Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı Celal Bayar 27 Mayıs 1960 öncesi Tahkikat Komisyonu kurulması üzerine “Şiddet ve tenkilden (yok etme) başka çare yoktur…” diyebilmektedir. İşbirlikçi bir iktidarın önde gelen kişilerinin NATO derin devletinin egemen olduğu bir ülkede haksız düzenlerini yaşatabilmek için de başka seçenekleri bulunmamaktadır. Yukarıda sözünü ettiğimiz ST 31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi’nde tutukluluk süresi ve yapay suçlarla insanların suçlanılması da önerilmektedir. Şöyle ki: Madde 18: Ele geçirilen gayrinizami kuvvet mensuplarının kendilerini gayrinizami faaliyetlere katılmaya zorlayan tutumlarını devam ettirmeleri beklenebilir. Bu sebeple: 1) Tutuklu bulunmalarına lüzum vardır ve bu hal uzunca bir süre devam edebilir. 2) Özel suçlarla suçlandırılabilecek durumdaki esirler, süratle adalet huzuruna getirilmelidir. Suçlamaları mümkünse, şahıslara karşı işlenmiş, katil nevinden suçlar olmalı, doğrudan doğruya mukavemet harekatına bağlanmış suçlardan ileri gelmemelidir. Aksi halde bir kahramanlık mahiyetini kazanır ve gayrinizami faaliyetlerin artması için bir bahane teşkil eder. Nitekim Bomba Davası’nda ben bu tür adi suçlar yanında birkaç kişiyle birlikte sadece o tarihte ayakları yapılmış olan 1. Boğaz Köprüsü’nü yapıldığı vakit havaya uçurmayı düşünmek savıyla yargılandık. Gerçi mahkeme kararıyla bu savın gerçek olmadığı ortaya çıkmış ise de özel savaş anlayışı gereğince “Çamur at izi kalır” yöntemi uygulanmıştır. Bomba Davası’nda bir kısım medya sıkıyönetim makamlarıyla birlikte çalışmış ve bu gerçek olmayan iddiaları sürekli manşetlere çıkartmış ve bir anlamda sayısız “andıç” örnekleri vermiştir. Günümüze bu anlayışa hizmet eden bazı medya mensuplarının “andıç”tan şikayetçi olmaları ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Örneğin “Bomba Davası”nda yargılanırken kapağında genelkurmay başkanlığı amblemi bulunan fakat içinde imzası bulunmadığı için hiçbir belge değeri olmayan Kontrgerilla örgütünde işkence altında aleyhime alınan ifadeler kitaba alınarak onbinlerce basılıp tüm askeri birliklere ve kamu kuruluşlarına dağıtılan “ders alalım” adlı bu kitapta şahsıma karşı yargısız infaz yapılmış, mahkeme kararı kitapta yer alan iddiaların hiçbirini doğrulamadığı halde bu broşürü yayan çevreler hiçbir açıklama gereği duymamışlar ve hukuku katletmişlerdir... Demokrat Parti’yle Başlayan Ülkeyi ABD’ye Pazarlama Süreci Yukarıda sözünü ettiğimiz ABD uydusu liberal politikayı benimseyen Demokrat Parti’nin cumhurbaşkanı bir Amerikan gezisinde “Memleketimiz el değmemiş kaynaklara sahip tatlı bir pazardır, geliniz...” diyerek teslimiyetini belgelemiştir.(12) Demokrat Parti’den sonra gelen darbeler döneminde büyük bir kesimin umut bağladığı 27 Mayıs 1960 Hareketi daha ilk bildirisinde “NATO’ya ve CENTO’ya... bağlı olduğunu” itiraf etmek suretiyle aslında ABD güdümündeki politikada bir değişiklik olmayacağını itiraf etmek durumunda kalmıştır. Buna karşın 1961 Anayasası’nın bugün dahi birçok çevre tarafından mükemmeliyeti kabul edilen 1961 Anayasası Türk toplumuna her alanda geniş hak ve özgürlükler tanımış ve sol politikanın önünü açmıştır. Ancak çok kısa bir süre sonra yıkılan Demokrat Parti anlayışı iktidara gelmiş “Bu anayasa ile devlet idare edilmez” söylemi ile Türkiye’deki sosyal ve siyasal gelişmenin önünü kesmek için sürekli karşı devrimci bir çaba göstermiştir. 12 Mart 1971 Muhtırasal darbesinden sonra başbakan olan Nihat Erim, “61 Anayasasını lüks olarak” ilan etmiş, 12 Mart’ın yıktığı iktidarın zihniyetini benimsemiştir. Darbe lideri Org. Tağmaç ise “Sosyal uyanma ekonomik gelişmeyi geçti demek suretiyle baskı ve şiddet politikasını doruğa çıkartarak üç taksitte 61 Anayasası’nın 55 maddesini darmadağın etmiştir. Dolayısıyla 61 Anayasası’nın vermiş olduğu haklar daha o tarihte geri alınmıştır. Yukarıda 12 Mart döneminde Org. Turgut Sunalp’ın başkanlığını yapmış olduğu MİT’in Marmara Köşkü’nde verildiği için “Marmara Brifingi” diye adlandırılan belgede oradaki kişilerin gözaltı süresini 30 güne çıkartmayı uygun gördüklerini belirtmiştir. Yazı ve yapıtlarında bir ülkenin anayasasında gözaltı süresinde uzunluk ve kısalığına göre o ülkenin anayasasının ne ölçüde demokrat olduğunu saptayabilirsiniz diye yazıyorum. Bu örnekte Anayasa değişikliğini bir anlamda 12 Mart Faşist Darbesi’nin derin devletini oluşturan kişiler ilkönce Anayasa değişikliğini öneriyorlar daha sonra da bu madde değiştirilen 55 maddenin kapsamına alınıyor. 12 Mart 1971 Faşizminin somut örnekle açıkladığım uygulamaları emperyalist ülkeleri tatmin etmediği için ABD güdümünde 12 Eylül 1980 darbesi tezgahlandı bu kez 1961 Anayasası’nın tümü 1982 yılında değiştirildi. Konumuz Anayasa tartışması olmamasına karşın bir örnekle günümüzde de güncelliğini koruyan özelleştirmenin 1982 Anayasası’na nasıl girdiğini örneklemek istiyorum: Görüldüğü üzere, 61 Anayasası’ndaki “Devletleştirme” maddesi 1982’de “Özelleştirme”ye dönüşmüş... Turgut Sunalp Kimdir? Önerisiyle anayasayı bile değiştirmek gücünü Org. Turgut Sunalp acaba nerden alıyordu. Sunalp bir gazeteye vermiş olduğu demeçle: “ABD ikinci vatanım! Şimdi harp biter, ne olur? Çocuklar, ben Türk Harp Akademisi’nden sonra Amerikan Harp Akademisi’nde okudum. Kore’de harbettim. Türkiye’de ilk NATO subayıyım. NATO’ya hizmet ettim. Amerikalılarla haşır neşir oldum. Benim akranım Amerikalılarla senli benliyimdir. Çok yakın dostlarım var. Amerika’yı çok severim. Amerikalılar bana çok şeyler kazandırmıştır. Hatta ikinci vatanım addederim. Ben Türkiye ile Amerika’nın ittifak içinde olmasına kaniim. Amerika ile Türkiye ittifaka doğru giderken askeri sahada elli Amerikalı elli Türk çalışmış ve bunlara rozet verilmiştir. Bu elli Türkten biriyim. Bu işe başladığım için kurmay yüzbaşıyken beni Amerika’ya götürdüler, okuttular, getirdiler...” Turgut Sunalp kendisini çok iyi tanımlıyor. Bu ilişkileri nedeniyle onu 12 Mart faşizmi döneminde Ziverbey İşkence Köşkünde görüyoruz. Bir demecinde makata cop sokma işkencesi üzerine “elimizde taş gibi oğlanlar varken niye cop kullanalım” diye kendini sözde savunan bu kişi o tarihte bu tanımlanması ile ünlendi ama Org. olmuş bir kişinin mantığını göstermesi bakımından da işkence üzerinde araştırma yapan çevreler önemle durmalıdır diye düşünüyorum. Turgut Sunalp 12 Mart döneminde “Sabatoj Davası” diye ünlenen Kültür Sarayı’nın yakılması, Marmara Gemisinin batırılması, Eminönü Arabalı Vapurunun batırılması eylemlerini içeren davanın arkasındaki kişidir. Bu davayla Marksizm ve Leninizm suçlanılmak istenilmişse de idamla yargılanan 22 sanığın tümü beraat etmiştir. 1972’li yıllarda ta Kurmay Yüzbaşılığından beri ABD’de yetiştirilmiş Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde 7 yılını yurtdışı görevlerinde geçirmiş bu kişi Genel Kurmay İkinci Başkanı’dır. Çünkü NATO Derin Devleti’nin Türkiye ayağını oluşturan yapılar ve özellikle Özel Harp dairesi doğrudan Genel Kurmay Başkanı’na bağlıdır. Bulunduğu görevde her yönden ikinci vatanının istemleri doğrultusunda çaba sarfettiğini görüyoruz. Bu bağlamda İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün Marksist Leninist olmakla suçladığı Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanlığını engellemek görevi de bu kişiye verilmiştir. Onun için Ziverbey İşkence Köşkü’nde Org. Faruk Gürler, Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal Kayacan aleyhinde alınan ifadeleri de bu kişi yönlendirmektedir. O günün siyasal dengeleri içerisinde Bomba Davası’nda alınan bu ifadelere karşın Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı olması engellenememiştir. Başta Turgut Sunalp olmak üzere karşıdevrimci güçler amaçlarına ulaşmak için çabalarını sürdürmüşler bu arada kuşkusuz başat rol Genel Kurmay İkinci Başkanı olan Turgut Sunalp’e verilmiştir. Bu kişi Genel Kurmay Başkanı Org. Faruk Gürler’i Cumhurbaşkanı olmak üzere görevini terk etmeye ikna etmiş sonuçta Faruk Gürler meclis tarafından seçilmeyerek dışlanmış hemen peşinden de Bomba Davasında ek bir iddianame düzenlenerek bu üç orgeneral MarksistLeninist bir cuntanın başkanı ve üyeleri olarak ek iddianame ile suçlanılmışlardır. O günün dengeleri içinde anılan kişiler Bomba Davası’na sanık yapılamadıkları için dava benim üstümde kalmış ve bu tarihi hesaplaşmada yaptığım savunmayla üzerime düşen görevi yerine getirdiğimi sanıyorum. Peki, Faik Türün Kimdir? Aslına bakarsanız ABD emperyalizmine hizmet eden ve onun kurduğu örgüte üye olan karşı devrimciler hangi konumda olurlarsa olsunlar belirli bir birliktelik içinde anti komünist bir koşullanma içerisinde sola hatta demokratik solu komünizmle eşdeğerli görerek şiddet politikalarını sürdürmüşlerdir. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün de 1950’li yıllarda Turgut Sunalp gibi kurmay binbaşı olarak Kore’de savaşmış anti komünizm eşittir milliyetçilik sarmalına dolanmış yaşamını bu anlayışla tamamlamıştır. Birçok kaynakla belirttiğine göre Faik Türün’ün Turgut Sunalp’a nazaran bir artısı bulunmaktadır. O da tarikatla olan bağlantısıdır. Bunun yanında gözü kara bir yanı da bulunmaktadır. Örneğin 9 Mart 1971’de Org. Faruk Gürler liderliğinde bir sol darbe gerçekleşse idi bu darbeyi kabullenmeyeceğini ve TBMM’yi İstanbul’da toplayacağını itiraf edecek kadar gözü karadır. Bu anlayışı inançlarından kaynaklansa belki kabul edilebilir. Ancak onun derdi başkadır. Kendi anılarında söylediğine göre zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Faik Türün’e cumhurbaşkanlığı vaad etmiştir. Faik Türün bu hedefe ulaşmak için önündeki engelleri (Org. Faruk Gürler, Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal Kayacan) temizlemek için kraldan ziyade kral taraftarı bir tavır sergilemektedir. Faik Türün “Ziverbey Zihnipaşa İşkence Köşkü”nü Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunu kapmak için çalıştırmış orda bulunan tüm işkencecileri ve kamu görevlilerini bu tarihi suçuna ortak etmiştir. Org. Faik Türün tüm çabasına rağmen hasım saydığı Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı olmasını engelleyemediği için, onun hiyerarşisine girmemiş askerlikle bağdaşmamasına rağmen bir yıla yakın süre zarfında yüz yüze gelmemeye çalışmıştır. Hatta, Faruk Gürler’in İsviçre’de yaşayan oğlu yabancı eşiyle birlikte Türkiye’ye geldiğinde hiçbir gerekçe göstermeksizin gözaltına alabilmiştir. Peki Türün bu gücü nereden alıyor derseniz, çok açık olarak Amerikan yanlısı bir kişi olarak Amerikan yanlısı bir partiden aldığını kesinlikle ifade edebiliriz. Nitekim bir gazeteye demeç veren Süleyman Demirel: “12 Mart’ın rövanşını iki sene sonra aldık: Gürler Cumhurbaşkanı olamadı.” (Tercüman, 21 Mart 1969)” diyebilmektedir. Eğer 12 Mart 1971 Muhtırasal Darbesi sonucunda istifaya zorlanan Başbakan Süleyman Demirel direnebilseydi o tavır devlet adamlığına daha yaraşır bir tutum olurdu. Yıllar geçtikten sonra silahlı kuvvetlerle “rövanş aldığını” ifade etmek ancak tarihsel bir yanılgıyı kayda geçirir. Süleyman Demirel’in rövanş alırken kullandığı iki kişiyi (Org. Turgut Sunalp ve Org. Faik Türün) açıkladım. Bu bölümde Faik Türün üzerinde durmak istiyorum. Faik Türün emekli olur olmaz Adalet Partisi tarafından İstanbul’dan parlamentoya sokulmak istenmiş, seçimde hezimete uğratıldıktan sonra bir kamu kuruluşunda yönetim kurulu üyeliği alarak ödüllendirilmiş daha sonra da milletvekili yapılmış ve Cumhurbaşkanı seçiminde Adalet Partisi’nden aday gösterilmiştir. Her şey ne kadar açık değil mi? Demirel bir gazeteye vermiş olduğu demeçte “Komünizmle mücadelede gerekirse şehadet mertebesine ulaşacağız” (Cumhuriyet, 2 Ağustos 1976).(13) Derin Devlet’i Bir de Rockefeller’den Duyalım Bilindiği gibi Soğuk Savaş döneminde ABD kendi çıkarlarını garanti altına almak için ülkelerin her kademesinde seçtiği kişileri özel eğitimden geçirerek örgütlenmeleri için finansman sağlayarak medyayı kullanarak bu işbirlikçileri parlatarak kendi hegemonyasını garanti altına almıştır. Örneğin Uluslar arası Basın Enstitüsü (IPI) 25. yıllık toplantısı, Philadelphia’da ABD Başkan Yardımcısı Nelson Rockefeller tarafından yapılan konuşmayla açılmıştır(14) İster beğenelim, ister beğenmeyelim, dünyayı üzerinde Sovyet güneşinin hiç batmadığı yeni bir imparatorluk haline dönüştürmek için devamlı girişimler var. Emperyalizmin bu yeni biçimi içinde, Moskova’dan yönetilen ve Moskova’nın hâkim olduğu ideolojik, diplomatik, ekonomik, malî askerî ve siyasal yapılar rol oynamaktadır. Sovyetlerin bu genişleme eğilimlerini karşılamak için dünyanın bağımsız ülkeleri arasında daha yakın bir işbirliği gerekmektedir. Bağımsız ülkeler ortak çıkarları için birlikte çalışmaktadırlar. Bu, dünyada insana saygının ve özgürlüklerin gerçekleşmesi için en büyük umudumuzdur. Nelson Rockfeller’in söyleminin tam tersine ABD’de neredeyse medyanın tümü CIA ajanlarının denetimi altındadır. 2000 yılında Ankara kitap fuarında vermiş olduğum “Medya ve Etik” konu başlıklı konferansa bu kişilerin isimlerini açıklamıştım. 1950’li yıllardan bu yana “Küçük Amerika” sevdası içinde olan iktidarlar kuşkusuz medyayı da çeşitli yöntemleri kullanarak Amerikan doğrularını milliyetçilik ve dindarlık sayan bir anlayış ile şekillendirmişlerdir. Bu amaçla da medya mensupları çeşitli burslar seminerler konferanslar vb. yöntemlerle ABD çıkarlarına hizmet edecek şekilde yetiştirilmektedir. Örneğin Asya Ülkeleri Anti Komünist Teşkilatı (APACL) 21. Genel Kurul toplantısı 8 Aralık 1975 günü Tokyo’da yapılmış bu kongreye 30 Asya ülkesinden dörtyüz delege katılmıştır. Bu kongreye davet edilen kişileri öğrenmek ister misiniz(15) - Doktor Fethi Tevetoğlu - Yazar Tekin Erer - Tarihçi Yılmaz Özsuna - Prof. İlhan Akün - Prof. Mehmet Yardımcı Kuşkusuz bu kişiler ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda Tokyo’da en üst düzeyde (VIP) ağırlanmış ve ülkelerine döndüklerinde de görevlerini anti komünizm doğrultusunda yerine getirmeye devam etmişlerdir. 12 Mart 1971 Faşizminin sözcülüğünü yapan gazetelerin birinde köşe yazarlığı yapan Tekin Erer’e 1976 yılında rastgeldiğinde sütunlarında sık sık yer verdiği “köprüyü havaya uçurma” iddiasında yer alan kişinin ben olduğumu bu iddianın mahkeme kararıyla doğrulanmadığını söyleyip ne düşündüğünü sorduğumda “Beyefendi biz askeri mercilerden gelen her türlü haberi doğru kabul ederiz sütunlarımızda aynen yer veririz. Siz de açıklama gönderseydiniz onu da yazardık” diye kendini savundu. Bunun üzerine kendisine Asya Ülkeleri Anti Komünist Teşkilatı kongresine katılıp katılmadığını sorduğumda yüzü kızararak hayretler içinde nerden bildiğimi sordu. Yanıtı verdim. Gerçekleri öğrenmek istiyorsa evime gelebileceğini söyledim. Tabii hiçbir zaman gelemedi... Basın özgürlüğüne sonuna kadar evet anganjmanlara sonuna kadar hayır diyorum. Prof. Nur Serter’in Babası Emin Aytekin’in CHP Düşmanlığı Aslında karşı devrimcilerin yarım yüzyıldan fazla bir süredir süregelen bir özleminden söz etmek istiyorum. Onlar CHP’yi kapatırlarsa Atatürk dönemini de sonlandıracakları sanısını günümüzde bile sürdürmeye devam ediyorlar. 7 Kasım 1975 günü Anarşinin Stratejisi başlığı altında bir gazetede yer alan bir makaleye yer vermek istiyorum: Türkiye’de kurulmuş altı adet Marksist kökenli parti bulunmasına rağmen bunları programları DİSK’in devrimci stratejisine uymasına karşılık DİSK’in tercihi bu yönde olmamış siyasal gücü ağır ve etkin bir parti olan CHP ile bütünleşmesi öngörülmüştür... DİSK’in CHP’den ümitli olduğu görülmektedir. İşçi provakosyonunu siyasal patlama ile sosyal bir sonuca ulaştıracak en etkili örgüt olarak CHP’de tercihte kararlı oldukları anlaşılmaktadır. Bu tercihte, provakosyonun CHP yapısına dayanması ayrıca bunun yanında gençlik ve aydın kesimine de dayanması demek olacak ve güçlü bir Marksist ihtilal süreci yaratabilecektir. Yurt içi anarşizminin bariz karakteri, 12 Mart Faşizmine(!) karşı bir tepki niteliği göstermesidir. Katil Türün(!) parolası esasen CHP bünyesinde oluşturulmuş dikkati çeken bir başlangıçtır. Bunan böyle katil iktidar(!) parolaları ile geliştirilecektir.. Bu dönemde Faşist generallerin(!) tedibi ile ordunun sindirilmesi için kriptolar bolca mürekkep harcamaktadırlar.. c) Türkiye’nin böyle bir ortamda Milli bekayı sağlayacak mutlaka güçlü ve etkili bir hükümete sahip olması ve parlamento yapısını bu gibi provokasyonlara karşı koruması şartı vardır. Bu şartlar içerisinde Milliyetçi hükümeti oluşturan partilerin kendi çıkarlarını düşünmeye hakları da imkanları da yoktur! O tarihte özetini çıkardığımız yukarıdaki makaleyi, M. Emin Aytekin isimli bir yazar yazmış. Günümüze bu ismi çok kişinin tanıdığını sanmıyorum. Ancak tanınmasında fayda olduğunu da düşünüyorum. Emin Aytekin 1942 yılında topçu yüzbaşısıyken Samsun’da 15. Topçu Alayında askerlik stajı dönemimde benim komutanım idi. 27 Mayıs 1960 günü İstanbul’da kurmay albay rütbesiyle kurmay başkanlığı yapmıştır. Daha sonra da Talat Aydemir ile dirsek temasına geçmiş 21 Mayıs 63 darbe girişiminden sonra da geçmişinden kopmayı yeğlediği için bazı çevrelere yaranmak üzere “İhtilalin Çıkmazı” adlı bir kitap yazmıştır. O kitaba “İnfazlarla ilgili açıklama” başlığı altında gönderdiğim yazıyı basmış ancak yazı işine gelmediği için ismimi belirtmemiştir. Bu yazıyı web sitemde bulabilirsiniz. Kitabından sonra 12 Mart 1971 faşizmine destek veren yayın organlarında “Durum Muhakemesi” gibi yazılar yazmıştır. Bir örneğini yukarıda gördünüz. Tabii bu dönüşümün karşılığı olarak da karşı devrimci çevrelerin kendisine sağladığı olanaklarla da daha rahat bir yaşam sürerek ömrünü tamamlamıştır. Cumhuriyet mitinglerinde milyonlarca kişi çok samimi ve iyi niyetlerle cumhuriyet kazanımlarına, Atatürk devrimlerine, Atatürk’ün kişiliğine karşı süregelen iç ve dış olumsuz davranışlara tepki olarak miting alanlarını doldurmuşlardır. Ancak bu mitingleri düzenleyenlerin önceden düzenlenmiş bir plan ve projeleri olmadığı için “solcular CHP’ye sağcılar MHP’ye oy versin” demek suretiyle bu potansiyeli deşarj etmişlerdir. Oysa ki ne CHP solcu ne de MHP’nin bir anlamda sağcı olduğu söylenebilir. Bu mitingleri bahane eden karşı devrimci çevreler Atatürkçü düşünceyi suçlamak için fırsat yakalamış ve bu fırsatı kullanmaya başlamış görünüyorlar. Kuşkusuz cumhuriyet mitinglerinden nemalanmış birkaç kişinin de olduğunu bilmekteyiz. Bunlardan biri Prof. Nur Serter’dir. 1975 yılında CHP’yi ve DİSK’i suçlayan Emin Aytekin’in Nur Serter’in babası olduğunu biliyor musunuz? Emin Aytekin’in 7 Kasım 1975 günü Son Havadis gazetesinde yayınlanan “Anarşinin Stratejisi” başlıklı yazısının yayınlandığı günlerde ben İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Bomba Davası’nda savunma yapıyordum. Savunmamda küresel ve yerel düzeyde karşı devrimci çevrelerin Emin Aytekin’in belirttiği CHP’ye yönelik niyetlerini bildiğim için mahkemeye vermiş olduğum bir şemada ilerdeki bir tarihte “CHP’nin kapatılacağını” ve “Faşist bir düzenin kurulmasından” söz ediyorum. Oysa ki 1975 yılında CHP en güçlü iktidar dönemini yaşamaktadır. 1976 yılında CHP milletvekili Süleyman Genç’in evine bomba atılması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kontrgerilla’nın araştırılması için önerge verilmiştir. Önergedeki öne sürülen argümanları yetersiz bulduğum için kendi olanaklarımla Ankara’ya giderek Başbakan Bülent Ecevit’i bilgilendirmek istedim. Ertesi gün Libya’ya gideceği için Özel Kalem Müdürü Galip Uzun’u bu konudaki bilgi ve belgelerden haberdar ettim. Galip Uzun bu konuyu Ecevit’e açtığında benim kendi adına Deniz Baykal’la görüşmemi önermiş. Bu öneri üzerine Ecevit’in Libya’ya gittiği gün CHP Genel Merkezi’nde Kontrgerilla konusunda saatlerce Deniz Baykal’la görüştüm. Sonuçta benden bu konuda bir rapor yazmamı istedi. 1 Mart 1976 tarihli bu raporu internet sitemde bulabilirsiniz. CHP’nin gücü o tarihte “Derin Devleti” aşabilseydi ne 12 Eylül 1980 faşist darbesi olur ne de CHP kapatılırdı. Faşizmin ve Kontrgerilla’nın CHP Düşmanlığı Karşı devrimci çevrelerin CHP’ye yönelik önyargılı tutumları ilerdeki tarihlerde devam etti. Nitekim Manisa milletvekili Faik Türün AP grubunda yapmış olduğu konuşmada “CHP içinde bir ayağı Marksist Moskavalılar var” dedi:(16) Türün: “Gerekirse ikinci bir kurtuluş savaşı verilir” CHP, karma bir partidir. Bir koalisyondur. İçinde bir ayağı Moskova’da Marksist hizipler vardır Tedhiş olayları şiddet ve yayılmasını artırarak devam etmektedir. Aczimizin nedeni, bir tarihî siyasî partimizin bunlara arka çıkması, korumasıdır. CHP’de aşırılıktan uzak olanlar partiyi kontrol edemezlerse sabotajlara, sırsal bölgelerde yürütülecek ve dış gönüllü müdahalecilerle artık kontrol altına alınamayacak kardeş kavgasına, bir iç savaşa hazır olalım. Hedef, siyasî rejimimizi değiştirmek, komünist bir düzen getirmek, patron devletle bütünleşmektir. Yıllar sonra 12 Mart 71 ve 12 Eylül 80 darbelerinin ünlü savcısı askeri yargıç Süleyman Takkeci 19 Temmuz 1992’de Nokta dergisine vermiş olduğu demeçte “Bütün CHP’lileri hapse atacaktım” diyerek yıllardan beri süregelen karşı devrimcilerin niyetlerini açığa vurmuştur. Aslında derginin de belirttiği gibi “12 Mart döneminde “Bomba Davası” ile yıldızı parlayan, 12 Eylül döneminde de “süperstar” olan askeri savcı Süleyman Takkeci”yi yargılandığım süreç içinde tanımak fırsatını buldum. Sıradan bir hukukçu olmasına karşın komutanlarından aldığı emirleri yerine getirmekte çok becerikliydi. Sırası gelmişken Bomba Davası Savunma’da Süleyman Takkeci’yle ilgili bir bölümü yinelemek istiyorum:(17) Bilindiği gibi Takkeci, Gürler ili Batur ve Kayacan’ın sanık olarak mahkemeye getirilmesini istemektedir. Bomba Davası, “bir aysberg davadır.” Bu davanın zirvesinde görünmemin nedenlerini savunmam da eleştiriyorum. Davaya çözüm getirmek için “aysberg”in su altında kalan bölümünün sosyal, politik, ekonomik, kültürel ve hukuksal bir yaklaşımla su yüzüne çıkarılması hem mahkemenizin hem de tüm yurtseverlerin sürekli görevi olmalıdır... (...) Politik etkenlerle açılan bu davanın ayrıntılarına girmeden önce, bu tip davalardan birkaç örnek vermek isterim: Tüm hukukçulara ve aydınlara bir soru yöneltsek; Meletos, Anytos, Lycon kimdir diye sorsak, özellikle bu soruları askeri savcılar Selahattin Fırat, Nevzat Çizmeci ve Süleyman Takkeci’ye yöneltsek, bu isimlerin kendilerine hiçbir şey anımsatmadıklarını görürüz. Bu düzen uşağı zavallı Meletos, Anytos ve Lycon’lar Sokrat’ı suçlayarak ölüme mahkum ettiren savcıları. Onlar bugün leş olmak değerini bile yitirmiş olmalarına karşın, binlerce sene önce düzene karşı çıktığı için adalet adına öldürülen Sokrat, insanlık değerlerinin ve haysiyetinin seçkin bir örneği olarak yaşamaya devam ediyor... Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi? Ergenekon İddianamesi’nde Ziverbey İşkence Köşkü Nasıl Geçti? Zamanın tarih boyunca birçok olayların aydınlığa kavuşturulmasında birincil etmen olduğunu biliyoruz. Ergenekon davası nedeniyle basına yansıyan bir yazıda eski MİT müsteşarı “Erenköy’de nöbetçi olduğu bir gecede bir sanığa yardımcı olduğunu zincirlerini çözdürdüğünü istediği ilacı verdiğini” ifade etmektedir.(18) Bugüne kadar bu konudaki yapılan tüm yayınlarda Şenkal Atasagun’un Ziverbey Zihni Paşa İşkence Köşkü’nde görev yaptığını bilmiyordum. Yayından sonra belleğimi yokladığımda Şenkal Atasagun’u Ziverbey İşkence Köşkü’nde gördüğümü anımsadım. O tarihte çok temiz bir yüz ifadesi olan bu kişinin bir işkence karargahında ne işi olduğunu kendi kendime sorduğumu da anımsadım... Şenkal Atasagun’un Ergenekon iddianamesinde yer alan bu ilişkisi Ziverbey Zihni Paşa İşkence Köşkü’nün MİT’le ilişkisine ilişkin bugüne kadar gerek mahkemede gerek yazılarımda öne sürdüğüm tüm iddiaları doğrulayıcı nitelikte olduğunu da yeri gelmişken vurgulamak isterim. AKP’nin Konumu Bir yerel seçim geçirdik seçim sonuçları AKP’nin ve onun lideri başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın öngörüleri doğrultusunda sonuçlanmadığı hususu tartışılmaktadır. Bazı çevreler ekonomik krizden bazı çevreler Kürt sorunundan bazı çevreler Erdoğan’ın üslubunun olumsuz etkilerinden bazı çevreler de Ergenekon davasının yarattığı kamuoyu tepkisi nedeniyle seçimden istenilen sonucun alınamadığını ifade etmektedirler. ABD, Washington’daki muhafazakar düşünce kuruluşu Güvenlik Politikaları Merkezi kurucusu ve eski bakan yardımcılarından Frank Gaffney’in yapılan bir söyleşide Ergenekon davası için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:(19) Basından okuduğum kadarıyla... Bu da karmaşık bir iktidar oyunu gibi görünüyor. Orduyu etkisizleştirme hedefinin yanı sıra, kendine düşman gördüklerini savunma pozisyonuna koyma, 4 yıl önce gerçekleşmeyen bir darbe olasılığını güncel bir tehdit olarak kullanarak daha baskıcı yöntemler haklı gösterilmeye çalışılıyor. Bu klasik totaliter bir oyun. AKP’nin asıl hedefi sizce ne sorusuna karşılık da: Benim dışardan gördüğüm kadarıyla kaçınılmaz bir biçimde AKP’nin iktidarı tek başına kontrol edeceği, kurumsal rakipleri veya denetimi olmayan ve şeriatın farklı biçimlerinin Türk halkına dayatılacağı İslamlaşmış bir devlete doğru gidiliyor. Umarım yanılıyorumdur çünkü bu Türk halkının hak etmediği bir Türkiye olacak. Daha önce Erdoğan için “islamofaşist” ifadesi kullanan Frank Gaffney objektif olmayabilir ancak onun düşüncelerine okuyucularımla paylaşmak istedim. Aylardan beri tüm dünyadaki dengeler ekonomik kriz nedeniyle allak bullak olmuş durumda olduğunu yaşayarak biliyoruz. Kanımca bu tanımlama gerçeği yansıtmıyor. Yaşanan kriz “Kapitalizmin krizidir.” Yüzyıllarca liberalizmi serbest piyasayı özelleştirmeyi savunan çevreler düzenin çökmesini önlemek için bir yandan piyasaya trilyonlarca dolar enjekte ederken bir yandan da kamulaştırmaya gidiyorlar. IMF’nin sosyalist kökenli olduğu bilinen başkanı Strauss-Kahn’a yöneltilen “Bu göreve geldikten sonra hala ‘Ben sosyalistim’ diyebiliyor musunuz?’ sorusuna “Tabii. Hatta her zamankinden daha çok sosyalistim.” diye yanıt vermesinin üzerinde önemle durulmalıdır.(18) Ülkemize gelince 20. yüzyılın başlarında Prens Sabahattin ile Osmanlı İmparatorluğuna önerilen “teşebbüs-ü şahsicilik” (özel teşebbüsçülük) ve liberal politikalar özellikle 1950’den günümüze kadar geçen neredeyse 60 yıllık süre içinde iflas etmiş bulunmaktadır. Ülkemiz altından kalkamayacağı kadar bir borç batağı içerisine itilmiş “Dünya Bankası” ve “International Monetary Fond” (IMF) gibi tefeci örgütlerin insafına terk edilmiştir. Günümüzde IMF ile inatlaşan bir zihniyetin iktidarda olduğunu görüyoruz. Buna karşın küresel işbirlikçi çevreler sürekli IMF ile bir an önce anlaşmanın zorunluluğunu dile getiriyorlar ve anlaşma geciktikçe ekonomik koşullarımızın daha da ağırlaşacağını açıklıyorlar. Böyle bir ortamda ABD’deki düşünce kuruluşu stratejik ve uluslararası araştırma merkezi CSIS’ın yayınladığı bir raporda şu değerlendirmeler yapılıyor(20) Ülkenin geleceğini laiklerle dindarlar arasındaki savaşımın belirleyeceğini bildirdi. Türkiye’nin geleceği belirsiz. Erdoğan Milli Görüş’ün kalbinde olan Türk-İslam sentezini savunuyor. Zaman içinde Türk milliyetçiliğini İslamdan daha fazla öne çıkaran yeni milliyetçi bir politikacı ona kafa tutabilir. Gülen hareketi ve AKP arasında farklılıklar var. Eğitim sisteminde, polis gücünde ve medyada özellikle etkili olan Gülen hareketi uzun vadeli stratejisiyle meydan okuma yerini sistem içeriden yavaş yavaş değiştirmeyi hedefliyor. Liberalizmin Atatürk Düşmanlığı Financial Times Gazetesinde “Büyüme hamlesi sona erdi” başlıklı yazıda The Economist dergisinin 28 Mart-3 Nisan 2009 sayısı kaynak gösterilerek 2008’in son çeyreğinde ülkelerin GSYH büyüme oranları grafik halinde gösterilmektedir. Baktığımızda yeni ve eski sosyalist ülkelerin ön sıralarda olduğunu görürken hala daha “Stratejik müttefik”i olmaya çalıştığımız ABD 23. sıradadır. Çin ise 1. sıradadır. ABD bugün yaşadığı krizi Çin’le birlikte çözmek için çaba sarfedecek duruma düşmüştür. Dünün işbirlikçi anti komünistlerine duyurulur. Bu tabloda Türkiye sondan bir önceki sırada yer almıştır. Rakamlar yalan söylemez. Türkiye’yi bu hale getiren işbirlikçi uydu teslimiyetçi, ödüncü, liberal, serbest piyasacı, özelleştirmeci iktidarlar getirmişlerdir. Halkımızın başat olarak üzerinde durması gereken sorun düştüğümüz bu durumdur. Kuşkusuz tarihçi de değerlendirmesini yapacaktır. 2008 yılında “Mont Pelerin” adlı bir kitap yazdık. Bu kitapta liberal ekonominin kuramını oluşturan bilim adamlarının 1947 yılında aynı adla kurmuş olduğu örgütten ve aldıkları kararlardan söz ettik. Bugün yaşadığımız durum Mont Pelerin örgütü kuramcılarının da bir anlamda fikirsel iflasını simgelemektedir. Anılan örgütün Türkiye’deki tek üyesi Prof. Atilla Yayla Atatürk’e karşı olmakla tanınmakta ünlü Abant toplantılarına katılmakta ve zaman zaman da zaman gazetesinde yazıları yayınlanmaktadır. Kuşkusuz liberal düşünce kuruluşlarıyla da yakından ilişkilidir. Liberalizmin kriz yaşadığı günümüzde benimsediği sistemi mevcut nitelikleriyle savunması gereken tek kişi olması gerekir. Oysa ki sesi ve sedası çıkmamaktadır. 60 yıldan beri ülkemizi yöneten işbirlikçi iktidarlar ve 12’li darbelerin iktidarları döneminde uygulanan liberal politikalar bazı çevrelerce az gelmiş olacak ki zaman zaman dışarıdan fonlanan “Liberal Parti” adıyla partiler kuruldu fakat yaşatılamadı. Günümüzde finansmanı kesilmiş olmalı ki “Liberal Parti” tabela partisi haline dönüşmüş bulunmaktadır. Atilla Yayla “Kemalizme Liberal Bir Bakış” adlı kitabında “Kemalizm Bir İdeoloji, Bir Fikir Sistemi midir?” diye soruyor ve şöyle yanıtlıyor:(21) Kemalistlerin bir kısmı “Marks, Lenin, Stalin, Hitler çöktü, Mustafa Kemal Atatürk dimdik ayakta” diyerek övünür veya bir savunma yaparken, aslında, belki farkında olmadan, Kemalizmi otoriter-totaliter kampa yerleştirmektedir. Keza, böyle yapmakla, bir bakıma, Kemalizmin güçlü bir ideoloji veya sistematik fikir olduğunu ve hâlâ yaşadığını iddia etmektedir. Yanılgı şuradadır: Kemalizm bir ideoloji veya bir fikir sistemi değildir. Zaten ideolojileri ve fikir sistemlerini devletsiyaset adamları değil, fikir adamları geliştirir. Devlet adamları bütün olarak veya parçalı hâlde onları alır ve hayata aktarmaya ve uygulamaya çalışır. Kemalistlerin hatası, mekân bakımından mahallî zaman bakımından konjonktürel olan Kemalizmi mekân bakımından tüm dünyayı zaman bakımından bütün zamanları kapsar zannederek gelişmiş bir ideoloji veya tekamül kabul etmiş bir fikir sistemi seviyesine taşımaya çalışmalarıdır. Atilla Yayla, Kemalizmin bir ideoloji bile olmadığını ortaya koyarak aslında büyük bir çarpıtma yapıyor. Anglo Saksonlar tüm Kurtuluş Savaşlarını emperyal çıkarlarına ters gördükleri için sürekli karşı tavır almışlardır. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı döneminde Mustafa Kemal’i Bolşeviklikle suçlamışlar Lozan’ı kabul etmemişler Türk devletini yıllarca tanımamışlardır. Atatürk devrimcidir. Atatürk devletçidir. Atatürk laiktir. Atatürk cumhuriyetçidir. Atatürk milliyetçidir. Atatürk halkçıdır. Bu kavramlara karşı olan iç ve dış çevrelerin “Kemalizm”i boy hedefi seçmeleri üzerinde önemle durulmalıdır. Özelleştirme dayatmasıyla ülkemizin tüm değerlerini Batı emperyalizmine peşkeş çeken iktidarların Atatürk’ün devletçilik ilkesini ve karma ekonomisi anlayışına karşı olmalarından daha doğal ne olabilir? 1977 yılında bir dergide yayınlanan “Emniyet Örgütündeki Yayınlar ve Eleştirileri” başlıklı dizi yazıda A. Faruki Bahşi adlı bir kişinin polise ders olarak okutulan Propaganda adlı kitabında devrimciliğin ılımlılığa çevrildiğini hayretle gördüm. Aradan 82 yıl geçti hiçbir kimseden ses seda çıkmadı. Eğer bugün ABD, AB ve onun içteki bağlaşıkları söz birliği etmişcesine Atatürk’ü karşılarına alıyorlarsa geçmişteki yaptığımız bu hataların özeleştirisini yapmak zorunluluğunda olduğumuzu düşünüyorum. 90’lı yıllarda ABD Genel Kurmay Başkanlarımızı ve Kara Kuvvetleri Komutanlarımızı ABD’ye davet edip Atatürk hakkında konferanslar verirlerdi. Bu konferans veren kişiler de birer madalya vermeyi de ihmal etmezlerdi. Aslında ABD’nin Mustafa Kemal’e karşı tutunduğu tavrın ayırdında olsaydık bu tuzağa düşülmezdi. Günümüzde Atatürk ve Atatürkçülük özünden soyutlanmış dönemsel törenler içine hapsedilmiştir. Bu gidişe dur demekle yükümlü çevreler çeşitli yöntemlerle pasifize edildikleri için büyük liderimize gerçek anlamıyla sahip çıkamamaktadır. Bildiğimiz gibi Atatürk ilke ve devrimlerini nutkunda gençliğe emanet etmiştir. Oysa ABD’nin ve AB’nin çeşitli burslarıyla sürekli fonlanan gençlerimiz ve öğretim üyeleri emperyalist anlayışa göre koşullandırılmaktadır: Erasmus, Sokrates vb... Bu bağlamda İleri dergisinde yayınlanan bir makalemizde AGEE’nin (Asosiation General Des Etudian Europe) da çalışmalarını sürdürdüğünü açıklamıştık.(21) Atatürk’ün ilke ve devrimleri emanet ettiği gençliğin beyinleri küresel değerler doğrultusunda koşullandığı sürece Atatürk karşısında cepheleşen karşı devrimci güçlerin cüretleri daha da artacaktır. Şu anda yapabileceğimiz tek şey milli eğitim bakanlığı gerçekten milli hale getirmek olmalıdır diye düşünüyorum. Atatürk döneminde yaşamak onur ve şerefine erişmiş bir kişiyim. Gerçekten de her anlamda çok büyük sıkıntılar içinde bir yaşam sürmemize karşın bağımsız ve onurlu bir ulusun üyesi olmaktan mutlu idik. Bugün eleştirilen onun iktidarı döneminde Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçlar ödendi. Yatırımlar yapıldı. Ölünceye kadar kamulaştırmaya devam etti. Ve gene o dönemde enflasyon hiç oynamadı. Bu model elimizde varken onu geliştirerek günün koşullarına uyarlamak gerekirken saflarına katıldığımız emperyalist çevreler kendi çıkarları doğrultusunda Atatürk modelini yozlaştırdılar. Atatürkçülüğün Bedeli Bu tespitlerden sonra Atatürkçü devrimci, ilerici, demokrat, bağımsız, özgür, antiemperyalist, antikapitalist çevrelere önemli görevler düştüğünü söyleyebiliriz. 1963-65 yılları arasında tıpkı bugünkü gibi Kemalizmi savunduğum için Mamak Askeri Ceza ve Tutukevine konularak beş ay Ceza ve Tutuk Evinde kalmak zorunda bırakıldım. Ve 3,5 yıllık bir yargılama sonucunda “Genç Kemalistler Ordusu” adlı bir davada belki de ilk kez Askeri Ceza Kanununun 148. maddesi uyarınca siyaset yapmaktan mahkum oldum. O günden bu güne kadar darbe süreçleri dahil geçen zamanı incelediğimiz vakit Silahlı Kuvvetler’in ne kadar politikayla iç içe olduğunu görmekteyiz. Ancak ne yazık ki siyaset yapmaktan mahkum olan kişilerden üst rütbede olan tek subay benim. 2005 yılında “Genç Kemalistler Ordusu” adlı kitabı yayınlayıncaya kadar kendilerini Atatürkçü, Kemalist, devrimci diye niteleyen çevrelerin Kemalist olduğum için mahkum olduğumdan haberleri yoktu. Mensubu olmakla her zaman gurur duymaya devam ettiğim Türk Silahlı Kuvvetleri sürekli “Atatürk ilke ve inklapları”ndan söz ederken bir mensubunun Kemalizmden mahkum olmasına 44 yıldan beri seyirci kalmaktadır. O mahkeme o günün koşulları içinde daha sonraki dönemde faşist 12’li darbelerde öne çıkan generallerin bana karşı olan şahsi kin ve husumetinin sonucunda açılmış sekiz mahkeme dolaştırılarak sürdürülmüş ve karara bağlanmış askeri adalet tarihine bir hukuk garibesi olarak geçmeye aday bir dava olduğunu iddia ediyorum. O dönemdeki askeri Yargıtay üyesi Tümgeneral Rafet Tüzün’e karar açıklandıktan sonra rastladığımda bu davayla ilgili olarak kendisine çok ağır eleştiriler yönelttiğimde aldığım cevabı hiç unutamıyorum: “Ne yapalım Org. Cemal Tural’ı siz sivrilttiniz, biz üzerine oturduk.” Genç Kemalistler Ordusu Davası’nda Askeri Yargıtay’da davaya bakan beş üst düzey yargıçtan sadece Refet Tüzün dostum idi. Ancak karar üç aleyhte iki lehte çıkmıştı. Ne yazık ki hareket ettiğimde yukarıdaki cümleyi sarfeden kişi aleyhimde olmasına karşın Kemal Gökçe ve Nahit Saçlıoğlu isimli üst düzey yargıçlar muhalefet şerhlerinde bana övgü düzmüşlerdi. Bir gün Ankara’da İzmir Caddesi’nde Gül Ağacı denilen bir mekanda bu saygıdeğer iki yargıca (Kemal Gökçe, Nihat Saçlıoğlu) rastladım. Gittim kendimi tanıttım büyük bir eziklik içinde yüzlerinin kıpkırmızı olduklarına tanık oldum. Muhalefet şerhi yazmalarına karşın bu hukuk ayıbını içlerine sindirememişlerdi. Kendilerine teşekkür ettim: “İnsanların hayatta çok müşkül anları olabilir. Öyle bir an yaşamanızı temenni etmem ama böyle bir durumla karşılaştığınız vakit beni mutlaka arayınız.” Bu iki değerli rahmete kavuşmuş yargıcın gözlerinden akan yaşı görmek o davada yapılan tüm haksızlıkları unutturdu. Ödün vermez kişiliğim Atatürk’e aşırı tutkunluğum karşı devrimci çevreler tarafından hiçbir zaman hazmedilemedi. Genç Kemalistler Ordusu Davası sürerken 39 yaşında Kurmay Yarbay rütbesiyle devre arkadaşlarımın içinde birinci konumdayken ve uygun sicil almama karşın 15 gün sonra terfi edeceğim albaylık engellenerek emekliye sevk edildim. Org. Cemal Tural’ın özel isteğiyle... O dönemin koşulları içinde Danıştay’da yapmış olduğum yasal başvurularımın hiçbirinden olumlu sonuç alamadım. Bir gün Danıştay Kanun Sözcüsü arkadaşım Fevzi Tuzkaya’yı ziyarete gitmiştim. İsmail adlı bir kanun sözcüsü büyük bir saygıyla ve düğmeleri ilikli olarak yanıma geldi. “Talat Bey sizin orduya geri dönüş için yapmış olduğunuz başvuru dosyası benim elimde. 20 yıldır bu mesleği yapıyorum. Sizin kadar şerefli, sicili temiz bir insana rastlamadım. Sizi Türk Silahlı Kuvvetlerine iade etmekle hayatım en değerli hizmetini yapmış olacağım.” dedi. Aslında bir yasa adamının “ihsası rey”de bulunması doğru değildi. Ama o kadar samimi gözüküyordu ki duygulandım ve teşekkür ettim. Bu tarihten üç ay sonra aynı kanun sözcüsü aleyhimde mütalaa vermiş olduğunu hayretle gördüm. Afyon’da emekli olduktan sonra orada benim için elverişli bir iş teklifi aldım. Ancak bana iş teklif eden kişi şantaj ve tehdit yöntemleriyle uzaklaştırıldı. 1965 yılında İstanbul Kuzguncuk’a gelip yerleştiğimde altı polis üç yıl boyunca beni izlemeye aldı. Her türlü yaşam hakkım elimden alınmaya çalışıldı. Yasa dışı bu izlemeyi saptayıp zamanın dışişleri bakanına şikayet ettiğimde uygulama kaldırıldı. Bakanla görüştüğümde olayın arkasında MİT ve Org. Cemal Tural’ın varlığını saptadım. Bütün bu olayları Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri adlı iki ciltlik kitabımda ayrıntılarıyla açıklıyorum. Bugün nitelikleri bilinçli kamuoyu tarafından çok daha iyi bilinen Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, Org. Cemal Tural, Org. Faik Türün ve yandaşlarıyla bana göre sırf karşı devrimci nitelikleri nedeniyle sürekli çatıştım kavga ettim. Bu tavrımın ayrıntılarını da kitaplarımda ve internet sitemde görebilirsiniz. Bu saydığım kişiler de elindeki yetkileri kötüye kullanarak ve askeri yargıyı amaçlarına alet ederek beni etkisiz hale getirmeyi denediler. Bugün de ne yazık ki hiç tanımadığım kişiler benzeri tavırları sergilemeye devam ediyorlar. Bomba Davası Bu ilkel tutum sonucunda 12 Mart 1971 muhtırasal darbesinden sonra “günah keçisi” seçilerek Türkiye’deki bütün suçların sorumlusu haline getirilerek Bomba Davası’nın baş sanığı haline geldim. Zulüme karşı direnmek namuslu ve onurlu her insanın doğal bir refleksidir. Bu anlayış sonucunda Bomba Davası’ndan 10 klasörden oluşan 4500 sayfalık bir savunmayla devrimci direncimi belgeledim. Elinizdeki yapıt, bu savunmamın 7. klasörünü oluşturan “Dilekçelerin Eleştirisi” bölümünü kapsamaktadır. 7 bölümden oluşan bu dilekçelerin birinci bölümü “Hazırlık soruşturmaları ve işkence savlarımla ilgili dilekçeler”, ikinci bölümde “sağlığımla ilgili dilekçeler” üçüncü bölümde de “TRT ile ilgili” dilekçe, dördüncü bölümünde “Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğü’ne verilen dilekçeler”, beşinci bölümde “aramada alınan kitaplarımın geri verilmesini isteyen dilekçeler”, altıncı bölümde “avukat görüşmesiyle ilgili” dilekçeler, yedinci bölümde “mahkemeye verilen dilekçeler”i kapsamaktadır. Gerçekte o dönemde bu kadar kapsamlı dilekçenin hiçbir sanık tarafından verilmediğini bugün söylemekte sakınca görmüyorum. Kitapta da göreceğiniz gibi gözaltına alındığım ilk günden beri yaşadığım haksızlıkları tarih sahnesinde paylaşmak ezilen sömürülen horlanan işkence edilen infaz edilen tüm mazlumların adına direnmemi tarih sahnesinde kanıtlamak için bu çaba sarfedilmiştir. Kitapta göreceğiniz gibi aslında hiçbir dilekçeme de biri hariç anayasal hakkım olmasına karşın yanıt verilememiştir. Bu olgu da 12 Mart yönetiminin keyfiliğini göstermek için yeterlidir diye düşünüyorum. Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde yattığım bir dönemde basit bir hastalık nedeniyle yedek subay teğmen olan doktora viziteye çıktım. Birkaç gün sonra duruşmada “Yapılan muayenede işkence izine rastlanılmamıştır.” şeklinde bir raporla karşılaştığımda hayret ettim. Bu konudaki tüm ısrarlı çabalarıma karşın sonuç alamadım. Eğer o doktor yaşıyorsa namus ve şereften bir nebze nasibini almışsa kendisini sahtekarlığa iten nedenleri açıklamaya davet ediyorum. Bunun gibi Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde yaşadığım kalp sorununda geceden saat 1’den 4’e kadar büyük bir özveriyle başımda bekleyen ve iki kere alet değiştirerek elektromu çeken Tbp. Bnb. Doğan Toraman’ı saygıyla sevgiyle anıyorum. Kitapta göreceğiniz nedenlerle Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde yatırıldığım dönemde tedavi kabul etmedim. Ve o koşullarda bu devirde insanları bu ölçüde alçaltan davranış sahiplerini yani o dönemdeki Haydarpaşa Askeri Hastanesi yetkililerini kınıyorum. Günümüzde bazı haddini bilmez kişiler GATA’ya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) “Gatakulli” diyecek kadar cüret kazanmışlardır. Bu cüreti gösterenlere karşı sessiz kalanları da kınıyorum.23 Oysa ki 12 Mart sonrası dönemdeki Haydarpaşa Askeri Hastanesi benim gördüğüm kadarıyla 19. yy koşullarında olmasına karşın çok kısa bir sürede GATA örnek çok değerli hocaların hizmet verdiği saygın bir kurum haline dönüşmüştür. GATA’yı bu duruma getirenleri kutluyorum. Bu konuya katkım olduğu için bu kısa değerlendirmeyi yapmakta kendimi haklı görüyorum. Şöyle ki 1961 yılında Ankara’daki GATA’nın yerinin seçilmesine görevim icabı ben vesile oldum. Bu konudaki ayrıntıyı Çeteleşme adlı kitabımda açıklıyorum. Dostum Uğur Mumcu’nun Bomba Davası değerlendirmesine yer vererek sözlerimi bitiriyorum:23 Savunma hakkındaki 12 Mart sonrasında, Kontr-Gerilla’cılar tarafından işkence edilen emekli Kurmay Yarbay Talât Turhan, dörtbin beşyüz sayfayı bulan savunmasında bu belgeleri birer birer mahkemeye vermiştir. Bu savunma, Türkiye’deki, CIA karargâhlarını, matematik kesinlikle ortaya koymaktadır. Sayın okurlarım, Kitap hakkındaki her türlü görüş ve eleştiriniz bana güç katacaktır. Ancak yaşım ve olanaklarım nedeniyle elektronik postalarınıza yanıt veremeyeceğim için beni bağışlamanızı diler, saygılar sunarım. Talat Turhan Kuzguncuk 2 Nisan 2009 1. Bomba Davası’nın bütün klasörlerinin içindekileri Bomba Davası Savunma’da sayfa 531 ve 532’de Ek-1 olarak yayınlanmıştı: 1. Klasör I. Kısım: Politik Savunma ve Ekleri (Yayınlanan kısım) II. Kısım: Kişisel Durum III. Kısım: Hukuki Savunma (Savunma Avukatlarınca Hazırlanmıştır) 2. Klasör I. Kısım: Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi ve Ekleri II. Kısım: “İşkence Dosyası” (Yeni Halkçı-14 Kasım, 7 Aralık 1973) III. Kısım: İşkence Konusundaki Makaleler IV. Kısım: Avrupa Konseyi ve İşkence V. Kısım: Dış Baskın ve İşkence VI. Kısım: İşkence Konusunda Muhtelif Yazılar VII. Kısım: İşkence İddiaları ve Soruşturması VIII. Kısım: MİT ve Kontrgerilla’yla ilgili Yazılar IX. Kısım: İşkence ve Sağ Basın 3. Klasör (Somut Hukuki Savunma - Giriş ve Ekleri) 1. Sav: Genç Kemalistler Ordusu 2. Sav: Göksenin Olayı 3. Sav: Örgütsel Amaçla Kişilerin Tanıştırılması (6. Kısım) 4. Sav: Örgütsel Amaçla Toplantılar (4. kısım) (Çoğunlukla Sivil Kişiler) 5. Sav: Örgütsel Amaçla İlişkiler ve Toplantılar (4. Kısım) 4. Klasör (Somut Hukuki Savunma) 6. Sav: Örgütün Ankara’da Bulunan Üst Kesimi (Askeri-Sivil) 7. Sav: Örgütsel Amaçlı Toplantılar (4. Kısım) (Çoğunlukla Asker Kişiler) 8. Sav: Ön Anayasa Taslağı ve Devrimci Kadro Listesi (2. Kısım) 9. Sav: 84 Sanıklı Dava ile İlişki (4. Kısım) 5. Klasör (Somut Hukuki Savunma) 10. Sav: Terörist İlişkiler ve Eylemler (4. Kısım) 11. Sav: Boğaz Köprüsü (2. Kısım) 12. Sav: Tutuklamaktan Endişe Duymak 13. Sav: Bomba Davası’nın Diğer Davalarla İlişkisi (2. Kısım) 6. Klasör (Esas Hakkında Mütalaa’ya Verilen Yanıt) 7. Klasör (Dilekçelerin Eleştirisi) 8. Klasör 1. Bölüm: Giriş 2. Bölüm: CIA 3. Bölüm: AID 4. Bölüm: Basından Seçmeler 9. Klasör 1. Bölüm: Giriş 2. Bölüm: Faik Türün 3. Bölüm: Türkiye’de İşkence 4. Bölüm: Dünya’da İşkence 5. Bölüm: Yargılanan İşkenceciler 6. Bölüm: Gürler Olayı 10. Klasör 2. Reinhard Gehlen, Hitler’in Sığınağından Pentagon’a, İleri Yayınları, 2005. 3. Bu konuların ayrıntısı Orhan Gökdemir’le birlikte kaleme aldığım “İç Savaşın MİT’çisi Eymür” adlı yapıtta açıklanmaktadır. 4. Bu konuda “Genç Kemalistler Ordusu” adlı kitabımda ve internet sitemde (http://www.talatturhan.com) ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. 5. Daniele Ganser, NATO’nun Gizli Orduları, Glaido operasyonları, Terörizm ve Avrupa Güvenlik İlkeleri, Güncel Yayıncılık, Ekim 2005, Sf. 400: “Türkiye’den çok az kişi meseleyi açıkça dile getirme cesaretini gösterebildi. Bu cesareti gösterebilenlerden biri Talat Turhan’dı. Talat Turhan, 1960 darbesinde yer alan isimlerden biriydi. Dört yıl sonra ordudan, Topçu Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye sevk edildi. Türk emniyet sisteminin en karanlık sırları hakkında konuşmayı sürdürdüğü için, 1971 Darbesi’nden sonra ordu, Talat Turhan’ı ortadan kaldırmaya çalıştı ve Kont-Gerilla işkencesine maruz kaldı. Daha o zamanlar Turhan şu açıklamada bulunmuştu: ‘Bu NATO ülkelerinin gizli birimidir.’ Ancak, 1970’lerin soğuk savaş konteksinde kimse Turhan’ı dinlemeye yeltenmedi. Kontrgerilla işkencesinden sağ kurtulan Turhan yaşamını, kontrgerillanın gizli ordusunu ve Türkiye’deki örtülü faaliyetlerini araştırmaya adadı...” 6. Sedat Ergin, 20 Yıl Sonra Amerikan Gizli Belgeleriyle 12 Mart, Hürriyet, 16 Mart 1991 7. Elçin Poyrazlar, Cumhuriye,t 26 Şubak 2009 ve Ahu Özyurt, Milliyet, 27 Şubat 2009 8. Engin Esen, Cumhuriyet, ---25 Şubat 2009 9. Kemal Yamak, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, 2006. 10. Nur Batur, Cossiga Söyleşisi, Sabah, 17 Şubat 2009 11. Mahmut Dikerdem, Bir Büyükelçinin Kıbrıs Dosyası, Günaydın, 10 Nisan 1977 12. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bugünlere Nasıl Geldik, Cumhuriyet, 31 Temmuz 1975 13. Yazarın Notu: Süleyman Demirel 1954 yılında ABD’de lider yetiştiren Eisenhower Change Gellowship (EEF)’de 9 ay eğitimden geçirilmiştir. 1975 yılında ise Çeşme Altın Yunus Oteli’ndeki Bilderberg toplantıları katılımcıları arasındadır. 14. Milliyet, 11 Mayıs 1976 15. Son Havadis, 5 Aralık 1975 16. Son Havadis, 3 Şubat 1978 17. Bomba Davası Savunma, İleri Yayınları, s. 63-65 18. “28 Yıl Sonra Ziverbey Yüzleşmesi”, Radikal, 29 Mart 2009 19. Elçin Poyrazlar’ın haberi, Cumhuriyet, 2 Nisan 2009 20. ANKA, Milliyet, 29 Mart 2009. Çok önemsediğim bu raporun değerlendirmesi için “CSIS Raporu Türkiye’nin Gelişen Dinamikleri”, Beril Köseoğlu ile Murat Uyurkulak, Radikal 2-8 Nisan 2009 21. Atilla Yayla, Kemalizme Liberal Bir Bakış, Liberte Yayınları, Haziran 2008. 22. Talat Turhan, “Küresel Çeteleşmenin Gençlik Cephesi: AEGEE”, İleri dergisi, sayı 25, Nisan-Haziran 2005. 23. Tutuklu olduğum sırada, bir üstteğmenin bana Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelenek ve göreneklerine yakışmayan bir şekilde davranmasını içime sindirememiştim. Dilekçe verip durumu “Kişiler değil, kurumlar baki kalır. TSK bağrından çıkan bir kurmay subaya böyle davranırsa, kendi kurumsal kişiliğine zarar vermiş olur.” diye bildirdim. Ancak bir sonuç alamadım. Bugün üzülerek görüyorum ki, üstteğmenin hakaret ettiği kurmay yarbayına sahip çıkamayan zihniyet, bugün de orgenerallerini koruyamamaktadır. 23. Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 3 Nisan 1976. Dilekçelerin Eleştirisi (Bomba Davası Savunma - 7. Klasör) 1. Giriş 7. Klasörde toplatılan gerek değerli savunma avukatlarım gerekse benim tarafımdan verilmiş dilekçeler; VII kısıma ayrılmıştır. a. I. Kısım (Ek 1-23): Hazırlık Soruşturması ve işkence savlarımızla ilgili dilekçeler ve notlar b. II. Kısım (Ek 24-28): Sağlığımla ilgili dilekçeler c. III. Kısım (Ek 29-32): TRT’yle ilgili dilekçe d. IV. Kısım (Ek 33-36): Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne verilen dilekçeler e. V. Kısım (Ek 37-38): Aramada alınan kitaplarımın geri verilmesini isteyen dilekçeler f. VI. Kısım (Ek 39-41): Avukat görüşmesiyle ilgili dilekçeler g. VII. Kısım (Ek 42-56): Mahkemeye verilen diğer dilekçeler 2. İlgili Mevzuat: İlgi: a. Anayasa (Madde: 62) b. İç Hizmet Kanunu (Madde: 30) c. İç Hizmet Yönetmeliği d. Tebligat Kanunu (7201 Nolu Kanun) e. 353 Sayılı Yasa f. Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı g. Ek-33 “Referanslar”a bakınız. Anayasa, vatandaşlara “dilekçe hakkı” tanımış ve dilekçe sahiplerine “yazılı olarak bildirimi” şart koşmuştur (Madde: 62). 7201 Nolu Tebligat Kanununun 8. maddesi de; Anayasa doğrultusunda dilekçe sahiplerine yazılı yanıt verilmesini amir bulunmaktadır. 353 Sayılı Yasanın 10. maddesi Sıkıyönetim tarafından gözaltına alınanları “asker kişi” saymaktadır. “Asker kişiler”e; İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği hükümleri uygulanır, sözü geçen kanun ve yönetmelik gereğince de herhangi bir konuda müracaat edenlere en geç bir ay içinde yanıt verilmesi gerekmektedir. 3. Anayasa, yasalar, yönetmelikler yazadursun; 12 Mart’tan sonra yasadışı kurulmuş gizli örgütler, düzene egemen olmuşlardır. Bu gizli örgütlerde ise, Anayasa ve yasalara küfürle sorgu başlamaktaydı. Doğal olarak Anayasa ve yasalara küfredenlerden, yasalara uygun davranış beklenemez. Askeri Savcı Süleyman Takkeci’nin de büyük bir öngörüşle saptadığı gibi, “Gizli örgütler vesika bırakmadan çalışırlar.” Kural bu olunca, yazılı yanıt vermemek esastır. Dilekçeyi alırken, herhangi bir kayıt yapmamak, belge vermemek ve müracaat sahibine yanıt vermemek kuralı, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bağlı, Askeri Ceza ve Tutuk Evleri başta olmak üzere birçok kurumlarında titizlikle uygulamaya konulmuş bir yöntem olduğunu belgeleriyle açıklayacağım. Yasadışı bu uygulama, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına münhasır kalsaydı eleştirmeye dahi gerek görmezdik. Çünkü, hiyerarşik gücü yanında, Sıkıyönetim Komutanlığına verilen yasal gücünü de, egemen sınıfların hizmetine sunmayı, işkencecibaşılığa kadar götürmüş Türün’den, yasa içi uygulama beklememiz hayaldi. Fakat ne yazık ki Başbakanlığa gönderdiğim, Türün’ün yasadışı tutumundan haklı şikayetlerimi içeren iki dilekçem de Ek-19 ve Ek-25 Talû tarafından yanıtsız bırakılmıştır. Bu iki somut örnek; 12 Mart sonrası dönemde, yasa tanımayan bir anlayışın “yürütme”nin en zirve noktasına kadar uzandığını belgelemektedir. Gözaltına alındığım günden serbest bırakılıncaya kadar 687 günlük süreli işkence döneminin yasadışı olarak 30 gün hücrede tutulduğum evresinde, toplam olarak 12 saat havalandırmaya çıkarılmak hariç, kapalı yerde tutuldum. Yani yaklaşık olarak iki senelik dönemin, 1 aylık evresindeki 12 saat hariç, güneş ve havaya hasret bırakıldık ve gece gündüz elektrik ışığı altında tutulduk. Ceza ve Tutuk Evi Müdürü Cemil Özşen ile yaptığım bir görüşmede kendisine birkaç örnek vererek bazı şeyler anlatmak istedim. Yasal dileklerin dahi sonuca ulaşmayacağını başlangıcından beri biliyordum. Çünkü sonuçlar; Gizli Örgüt’ün elinde idi. Müdür Yarbayın gizli örgütle ilişki derecesini bilemem ama, emrinde olan birkaç kişinin, direkt “Gizli Örgüt” mutemet adamı olarak çalıştıkları belli idi… Örneğin Binbaşıya müracaat yapılırken, ondan çok daha küçük rütbeli bir subay Binbaşının yanında rahatlıkla, “Ne söyleyeceksen bana söyle, burada her şey benden sorulur” diyebiliyor. Böyle bir durumda Ceza Evi görevlisi Binbaşı da yutkunabiliyordu. Bu bizim bildiğimiz askerlik anlayışına sığmazdı ama gerçekte ne yazık ki böyleydi. Türk Silahlı Kuvvetlerinden gelmiş bir kişi olarak, bu acı gerçeği iki yıl boyunca izlemek benim için gerçekten üzücü olmuştur. Ama CIA ajanı, David Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri ad-lı yapıtını1 görünce askerlikle bağdaştıramadığım bu tutumun nedenlerini daha iyi algıladım... Ajan David Galula diyor ki: “Politika yok” vazifesi yalnız düşmanı mağlup etmek olan bir askerin normal harpteki tabii bir reaksiyonudur, fakat ayaklanmaları bastırma hareketinde askerin vazifesi halkın yardımını kazanmak olduğu için, asker pratik siyasetle meşgul olmalıdır. (sh. 80) Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan tarafın personelini rütbe ve kapasitesi ne olursa olsun nasıl aktif ve tesirli bir ajan yapabilmektir. (sh. 102) David’in yapıtındaki görüşleri kişisel kanılar olarak sayamayız. Çünkü, ay-nı görüşler ST 31-15 Talimnamesi’nde de yer almaktadır:2 Gayri Nizamı Kuvvetlere karşı harekâtta bulunan her askeri şahıs bir istihbarat ajanı ve düşman istihbaratına karşı koyma vasıtasıdır... Sivil halk ve gayri nizami kuvvet ile ilgili her türlü bilgi, ne derece manasız olursa olsun haber verilir. (sh. 44) “Ayaklanma Bastırma Hareketi” veya “Gayri Nizami Kuvvet”ten kastın “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı önlemek olduğunu ve gerilla, çete ve ihtilalcilerin bu tanım içine girdiğini2, daha önce açıklamıştım. Türk Ulusunun ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin geleneklerine ve Askeri Ceza Kanunu ve 353 Sayılı Yasaya tamamen ters olan bu anlayışa itibar edilirse, her askeri şahıs (subay, astsubay, er) siyaset yapacaktır, her askeri şahıs ajanlık yapacaktır. Ölçü bu olunca, kim daha iyi CIA ajanı David’in anladığı ve önerdiği anlamda siyaset ve ajanlık yaparsa o ölçüde değerli olacak ve dolayısıyla mevcut hiyerarşi yanında, bir de Gizli Örgüt hiyerarşisi kurulmuş olacaktır. Nitekim, bu itibari hiyerarşiyi Ceza ve Tutuk Evinde izledik. Gizli Örgüt’le daha yakın ilişki ve bağ içinde bulundukları her davranışından belli birkaç küçük rütbeli subay Ceza Evinin mutlak hakimi olarak her türlü yasadışı baskı, terör, iç provokasyon için tedbirleri almışlar ve komutanları bu tedbirlerin alınmasında onlara yardımcı olmuştur. Örneğin: Benim ülkemin yasaları Ceza ve Tutuk Evinde hücrede tutulmama imkan vermediği halde, hücrede tutulmam için emir verenlerle bu emri uygulayanlar suçludurlar. Ceza ve Tutuk Evi Müdürüyle yaptığım bir görüşmede yasadışı tutumu kanıtlamak için, bir örnek vermiştim. 1. Örnek: Havalandırmayla ilgiliydi. Bir gazetede yayınlanan ve İsrail’de havaalanında halka ateş açan gerillaların hapishanedeki havalandırılmasıyla ilgili bir fotoğrafı müdüre kıyas için göstermiştim.3 2. Örnek: Kuzey Vietnam’da, Amerikan harp esirlerine, bir Amerikan ekibinin konser verişini gösteren ve gene bir gazetede yayınlanan fotoğraftı. Ceza ve Tutuk Evi Müdürü teşhisini koydu “Komünist propagandası olmasın?” diye. Oysa, haberin kaynağı Batı menşeliydi. Bunu hatırlattığımda söyleyecek bir sözü kalmamıştı.4 I. Kısım: Hazırlık Soruşturması ve İşkence Savımızla İlgili Dilekçeler 4. Ek 1-23’te yer alan bu dilekçeleri iki grup halinde incelememiz mümkün. Birinci grupta yer alan Ek 17’ye kadar olanları genellikle hazırlık soruşturması evresinde savunma avukatlarımca ilgili makamlara verilen dilekçeleri içermektedir. Ek-18’den 23’e kadar olan bölümde ise genellikle “son soruşturma evresi”nde tarafımdan ilgili makamlara verilen dilekçeler yer almaktadır. Bu dilekçelerin eleştirisi, 2. Klasör 1. Kısım’da “Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi”nde ayrıntılarıyla yapılmıştır. Ayrıca; Ek-12’de yer alan yazı (Bu yazının özeti 23 Şubat 1975 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır.) ve ekleri Ek 8-910-11-13’te bu bölümün eleştirisi niteliğindedir. Dilekçelerin incelenmesinden görüleceği gibi, yasadışı sorgulama ve uygulamalar ile işkence konusunda yaptığımız müracaatların hemen hemen hiçbirine yanıt verilmemiştir. Özetle: a. Yasalara göre sorgulama yetkisi bulunmayan MİT örgütünde işkence ile sorgulandığıma dair başvurularımız ve işkence savlarımızın saptanması için yaptığımız tüm istemler ve tespit talepleri yerine getirilmemiştir. b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Türün, keyfi yönetiminin somut bir belgesi olarak, benim hakkımda “sahte rapor” düzenleterek, işkence savlarımızı karartmaya çalışmıştır. Oysa, alınan raporun sahteliğinin saptanılması için, yaptığımız istemler de araştırılmış değildir. c. 3 Ağustos 1972’den 2 Eylül 1972’ye kadar, yasadışı bir uygulama ile hücrede tutulmamın yasalarımıza göre açıklanması olanaksızdır. d. 4 Temmuz 1972’den 20 Ekim 1972’ye kadar olan 108 günlük sürede, gözaltı süresi hariç “ihtilattan men” durumunda tutulmanın yasalarımıza göre inandırıcı bir açıklaması da olanaksızdır. e. Uzun bir dönem, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi hükümleri yerine getirilmemiş ve Emniyet sorgu zabıtları müdafilerime gösterilmemiştir. II. Kısım: Sağlığımla İlgili Dilekçeler 5. Ek 24-28’de yer alan dilekçeler geçirdiğim bir hastalık nedeni ile tedavi görmediğimi ve sağlık durumu saptamam için istediğim belgelerin bana verilmediğini göstermektedir. İlgililer 353 Sayılı Yasanın 10. maddesinde yer alan “Askeri yargı organınca tutuklanmış veya hapsedilmiş veya askeri makamlarca muhafaza altına alınmış veya göz edilmiş kişiler asker kişi sayılırlar” hükmünü sürekli olarak keyfi ve indi bir yoruma tabi tutarak “er kişi” sayılır şekline dönüştürmüşler ve er olarak kabul ettikleri kişiler üzerinde de her türlü zulmün uygulanmasını kendilerinde hak görmüşlerdir. Oysa, emekli bir subay olarak hüküm giyinceye kadar “masumiyet karinesi” uyarınca her türlü kazanılmış haklarım saklı bulunuyordu. Değil tutuklu bulunmak esir dahi olsaydım, Cenevre Sözleşmesi uyarınca (6020 Sayılı Kanun) daha insani işlem görmem gerekirdi. Nitekim, Cenevre Sözleşmesi’nin 12. maddesinde: “Yaralı ve hasta olanlar her halükarda saygı görecekler ve korunacaklardır.” hükmü yanında madde 44’te “Harp esiri olan subaylarla mümasillerine, rütbe ve yaşlarına göre gösterilmesi gereken hürmetle muamele edilecektir.” kaydı da bulunmaktadır. Halbuki dilekçelerimde de belirttiğim gibi, Haydarpaşa Hastanesi’nde hastaların konulduğu koğuşa bu devirde uygar olduğunu iddia eden uluslar hayvanlarını dahi bağlamazlar… Bu iğrenç, vahşi uygulamanın aleti olmuş herkese teessüf ederim. Nitekim Haydarpaşa Hastanesi’nde tutuklulara yapılan muameleleri dile getirdikten çok kısa bir dönem sonra, tutuklu bir hanım ihmalin kurbanı olarak gencecik yaşında vefat etti... Gördüğüm sürekli işkence sonucu 3 Nisan 1973 günü kalbimden rahatsızlandım. Gecesi Ceza ve Tutuk Evinde mütehassıs doktor tarafından elektrokardiyografim çekildi. Doktor elektrodan hastalığımın önemini anlamış olmalı ki 4 Nisan 1973 sabahı sedye ile hastaneye kaldırıldım. Anlayamadığım bir nedenle ilk önce Çamlıca Askeri Hastanesi’nde elektrom çekildi sonra da Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne yatırıldım. Sedye ile taşınmam birkaç saat sürdü. Nihayet kendimi Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde bir izbede buldum. Bu izbede yatmaktansa ölmeyi tercih ettiğim için, her türlü cezayı göze alarak ilgililere çok ağır hakaret ettim. Bu hakaretlerime o anda aynı koğuşta bulunan başta Alp Kuran dahil görevli kişiler de tanık oldular. Ne yazık ki, ilgililer, yasadışı uygulamaları sahneye çıkmasın diye, hakaretlerime yutkunmayı yeğlediler. Sonuçta tedavi görmeden Ceza ve Tutuk Evine gönderildim. İşkencecilerle birlikte çalışan bir askeri hastanede tedavi görmek olanaksız olduğundan, sağlık durumumun dışarıda kendi olanaklarımla saptayabilmek için çekilen üç elektro ile tahlil sonuçlarını 12 Nisan 1973 tarihli bir dilekçe ile İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığından istemiştim. (Ek-25) Tüm başvurmalar yanıtsız bırakıldığı için, bu dilekçeme de yasal süre olan bir ay içinde, olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadım. Bunun üzerine, İç Hizmetler Kanun ve Yönetmeliğinin “şikayet edilen makam atlanır” kuralından hareketle durumu; 12 Haziran 1973 tarihli bir dilekçe ile (Ek-25) mahkeme aracılığı ile “Başbakanlık” ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına bildirmek istedim. Mahkeme dilekçemi kabul etmedi ve bu hususu duruşma tutanağına da geçirmedi. Bunun üzerine dilekçemin avukatıma verilmesini istedim. Bu dileğim kabul edildi. Avukatıma verdiğim dilekçeler ilgili makamlara ulaştırıldı. (Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi 2. Klasör I. Kısım’da belirttiğim gibi, aynı gün -12 Haziran 1973- işkence savlarımın incelenmesi için mahkeme kanalıyla Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına göndermek istediğim dilekçeler de aynı yoldan ilgili makamlara ulaştırılmıştı.) Sağlığım konusunda, gereği için Başbakanlık, bilgi için Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim bu dilekçelerime de yasal süresi içinde yanıt verilmedi. Ancak aradan bir ay geçtikten sonra 7 Temmuz 1973 günü, görevli bir subay, “sağlığım konusunda şikayetim olduğu adli müşavirlikçe bildirildiğini, onun için doktor asteğmene muayene olmam gerektiğini” bana bildirdi. Bu muayeneyi kabul etmedim. Nasıl edebilirdim ki… Hastanenin bakım ve tedavisinden şikayetçi olduğum için, savım ancak 353 Sayılı Yasanın 62. maddesi gereğince kurulacak bir bilirkişi ile incelenebilirdi. Kaldı ki böyle bir mekanizma içinde her kuruma karşı güvencemi yitirdiğimden ilgililerden sadece çekilen elektrolarla tahlil sonuçlarını istiyordum. Bu durum üzerinde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına 9 Temmuz 1973 günü bir dilekçe vererek (Ek-26) sağlığım konusundaki istemlerimi yineledim ve bu konuda ihmali görülenler hakkında kanuni muamele yapılmasını istedim. Ek-25’teki Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekçeden de anlaşılacağı gibi, tüm işlemlerde olduğu üzere, bu konuda da baş sorumlu Türün’dü; ben ise Ek-26’daki dilekçe ile kendisinden suçluluğunun saptanılmasını istiyordum. Kuşkusuz amacım bu olamazdı. Gayem onun ilkel yönetim tarzını belgesel olarak tarih önünde saptamaktı. 18 Temmuz 1973 günü görevli subay; usulen belge vermemek kuralına bağlı kalarak benimle bu konuda yeniden görüşmek istemesi üzerine 23 Temmuz 1973 günü, aynı konuda dördüncü dilekçeyi verdim. (Ek-27) Ve sonuçta fotokopisi (Ek-28) sunulan 2 Ağustos 1973 tarihli raporu aldım. Rapor istemimin karşılığı değildi. Çünkü; II. Kısım’da bulunan (Ek 24-28) dilekçelerimde görüldüğü gibi, sadece çekilen elektrokardiyogramlar ile tahlil sonuçlarını istiyordum. Buna rağmen ilk müracaatımdan 4 ay sonra da olsa Faik Türün Sıkıyönetiminden yazılı bir belge elde etmek benim için büyük bir başarıydı… Alınan raporu elektrolarımı çektiği anlaşılan Kardiyolog Binbaşı Doğan Toraman imza koymamış olmalı ki “izinli” kaydı ile yetinilmiş olduğu görülüyor. Oysa dilekçelerimde de belirttiğim üzere, kardiyoloğun gösterdiği lüzum üzerine hastaneye kaldırıldığım halde, aynı gün (4.4.1973) kardiovarkülen sistemin tabii bulunduğu hakkındaki raporun doğru olduğunu kabul aklen dahi olanaksızdır. Esasen yetkili tabibin de bu tertibe alet olmamak için imza koymadığı anlaşılıyor. Rap orda imzası bulunan ikinci kişi; Cumhur Kayadelen adlı ruh ve sinir hastalıkları mütehassısıdır. Değerli bir tabip ve şerefli bir kişi olduğunu duyduğum bu kişi, halen İzmir’de sivil olarak hizmet vermektedir. Koşullar elverdiğinde bildiği gerçekleri, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin işkencecilerin hastanesi olduğunu, açıklarsa tarihe hizmet etmiş olur. Her işkence uygulanan ülkede, işkencecilerin hem doktorlarının hem de hastanelerinin bulunmakta oluşu, tabiplik mesleği için tehlikeli bir gelişmedir. Deontoloji okuyan ve Hipokrat’ın yemini ile mesleğe başlayan tabipler ve tabip odaları, bu tehlikeli akıma karşı çıkmalıdır. Örneğin Ankara Tabip Odası bir “işkenceci doktor”a karşı şerefli bir kavga vermesine karşın, ihmal sonucu tutuklu kişilerin ölümüne neden olduğu halde Haydarpaşa Askeri Hastanesi ve onun işkenceci tabipleri eleştirilmiş değildir. İşkenceci tabiplerin kimler olduğunu öğrenmek mi istiyorsunuz? İşkence iddialarıyla ilgili raporlara bakmak yeterlidir. Çoğunlukla aynı kişilerin imzasını göreceksiniz ve onları saptamış olacaksınız… Türkiye’de bu görev yapılmış değildir. Oysa Yunanistan’da 404 Nolu Askeri Hastane işkencecilerin hastanesi olarak saptanılmış bulunmaktadır. İlgililerin sağlık konusundaki yasal istemlerini ısrarla yerine getirmekten kaçınmalarının nedeni işkence sonucu kalbimin rahatsızlandığını iddia etmemi önlemek için başvurulmuş bir yöntemdi… Ceza ve Tutuk Evinden çıkınca üniversitede çektirdiğim elektroradiyagramda “kalp spazmı” geçirdiğim saptanılmıştır. Belgeleri bendedir. Bu durum, bile bile ölüme terk edildiğimi ve kasti olarak tedaviye tabi tutulmadığımı göstermektedir. III. Kısım: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’yla İlgili Dilekçe “Bomba Davası” duruşmalarının başladığı gün (4 Mayıs 1973) saat 19.00 “Haber Bülteni”nde; yasalara, hukuka ve hatta ahlaka sığmayan bir anlayışla, mahkeme hükmünden önce, kamuoyunu aleyhimde etkilemek amacı ile, mülga 1 Nolu Mahkemenin kararları hiçe sayılarak suçlandım. (Ek-30) Bu durum üzerine 7 Mayıs 1973 günü (Ek-29) mahkemeye bir dilekçe vererek Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun yasalarımıza aykırı düşen yayınlarına son verilmesi ve sorumluları hakkında yasal soruşturma yapılmasını istedim. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 11) Mahkeme, dilekçemi Askeri Savcılığa göndermek kararı aldı. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 11) TRT’yle ilgili dilekçem Başbakanlığa gönderilmiş olmalı ki 6.6.1973 tarih ve Başbakanlık Müsteşarlığının 2/41 sayılı yazısıyla cevaplandırıldı. Verdiğim dilekçeyi, haber bültenini ve Başbakanlık yazısının suretlerini takdim ediyorum. Musa Öğün TRT’si ile Talû’nun Başbakanlık yönetim felsefesini gösteren bu belgenin kendisi konuşmaktadır… Mahkemeye çıkarıldığımız gün, hiçbir davaya nasip olmayacak ölçüde yayın yapan TRT, tahliye olduğumuz gün sadece “Bomba Davasının tutuklu 8 sanığı tahliye olundu” diye bildirirken, aynı gün bir başka davadan tahliye olunan kişileri ismen açıklıyordu… Böyle bir tavrı, İsmail Cem’in TRT’sine yakıştıramadığımdan, TRT gibi önemli bir örgütte tüneyen, gizli örgütler mensuplarının marifeti olarak kabul ettim. Ve bu durumu tahliyemin hemen ertesi günü (22 Mayıs 1974) bir mektupla TRT Genel Müdürü Cem İpekçi’ye duyurdum. IV. Kısım: Ceza ve Tutuk Eviyle İlgili Dilekçeler 1963 yılında Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evinde yattım. O tarihlerde gene Sıkıyönetim vardı ve Sıkıyönetim Komutanı Tural’dı. O dönemde de Genç Kemalistler Ordusu’nun birkaç sanığının MİT’te işkence ile sorgulanmasına karşın, 21 Mayısçıların sorgulanmasında yaygın bir işkence iddiasında bulunulmamış ve ilkel bir anlayışla saç kesilmeye te-nezzül edilmemiştir. Mamak Cezaevinde bulunduğumuz sürece; gazete, kitap okumamıza ve radyo dinlememize müsaade edilmediği gibi hasta dahi olsa ne tek kişiye ilaç verilmiş ne de hastaneye gönderilmiştir. Buna karşın havalandırma muntazaman yapılmış, sanıklar yönetmelikler gereğince sınıflandırılarak ayrı ayrı ko-ğuşlara konulmuş ve onur kırıcı sırf rahatsız etmek amacı ile düzenlenmiş aramalar yapılmamış ve avukat görüşmeleri dinlenilmemiştir. Tural her ne kadar etrafına dehşet saçan bir kişi olarak görünüyorsa da, biz onun “karanlıkta şarkı söyleyen” türden bir kişi olduğunu iyi bilirdik.5 Onun için, 27 Mayıs’ta hem vardır, hem yoktur. 27 Mayıs’tan sonra imzalanan protokollerdeki durumu da hemen hemen aynıdır. 21 Mayıs gecesi Konya’daki durumun en yakın tanığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Nihat Aslantürk’tür. Herhalde Aslantürk, Tural’ın 21 Mayısçılara karşı Sıkıyönetim Komutanı olarak gösterdiği tavra epeyce gülmüştür. Neyse… Sıkıyönetim Komutanı Tural’ın sorumluluktan kaçınan ve ürken bir kişi olduğunu bildiğim için; onun da yasadışı tutumunu tarih önünde saptamak için sürekli olarak dilekçeler veriyordum. Bu dilekçelerimin birini aldığında dilekçeyi kendisine gönderen Ceza ve Tutuk Evinde görevli Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’i çağırarak, dilekçenin kendisine neden gönderildiğini sorar. Binbaşı davranışının yasal nedenlere dayandığını açıklaması üzerine Tural kızarak bağırır: “Bu heriflerin dilekçesini bana göndermek şöyle dursun, işkence edeceksiniz.” diye... Binbaşı şerefli bir kişidir. Uşak değildir. Yanıtını verir… “Yassıada örneği yeni oldu. Böyle bir arzunuz varsa, yazılı emir veriniz.” diye... Piyade Binbaşı Necdet Erzeren, 6 ay önce geldiği Ankara’dan ertesi gün Amasya’nın Carcurum’una sürülmüştü ama şerefini korumuştu. Bugün de kendisini hürmetle anıyorum… Selimiye Ceza ve Tutuk Evinde ise; yemekler muntazaman er yemeği kalitesinde çıkmış ve ilaç aksatılmadan verilmiş olmasına karşın, bir öc alma aracı sayılarak herkesin saçları kesilmiştir. “Seçimlerden hemen sonra toplu saç kesme bunlar arasındadır.” Havalandırma hiç yapılmamış; herkese kelepçe takılmış, tutukluları rahatsız etmek amacı ile Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yakıştıramayacağımız toplu ve bireysel aramalar yapılmış, avukat gö-rüşmeleri dinlenmiş, zaman zaman sanıkların bazıları tek tek idareye çağrılarak dövülmüştür. Ben de dahil olduğum halde bazı kişiler kanunsuz olarak hücrede tutulmuş, sanıkların yasal statüsü nazarı itibare alınmadığı gibi Ceza ve Tutuk Evlerinde yapılması zorunlu olan sınıflandırma yapılmamış ve en önemli olarak da personelin bazıları gizli örgütlerle çalıştığı için, içeriye soktukları ajanlarla ve kendilerinin çeşitli gruplar ve kişiler arasında sürtüşme ve kavgalara neden olmuşlar bu kavgaları ve bölünmeleri kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu tavrın nedenlerini bu bölümün başında ST 31-15 ve David Galula’nın Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri adlı yapıtlara dayanarak açıklamıştım.1 2 Ceza ve Tutuk Evi idaresince, zaaflarından yararlanılarak kullanılmak istenilen bir kişi intihara teşebbüs etmek durumuna düşürülmüştür. İddialarımı kanıtlamak için Hasan Bal adlı sanığın dilekçesini ilişikte sunuyorum.6 10 Kasım 1972 günü, Ceza ve Tutuk Evi idaresince verilen talimatla bu kişi ile üzerimde Atatürk’le ilgili bir konuda provokasyon düzenlenmiş, fakat uyanık davrandığımdan başarılamamıştır. Ayrıntılarıyla saptadığım bu olay ve benzerlerini zamanı gelince açıklayacağım. Bütün bu iğrenç uygulamalardan dolayı görevli olan kişilerin tümünü suçlamıyor, hatta bir bakıma büyük bir çoğunluğunu mazur görüyorum. Tüm kader ve gelecekleri, bir kişinin kaleminden çıkacak olan bir miligram mürekkebe bağlanmış, kişilerin tümünden Piyade Binbaşı Necdet Erzeren’in tavrını beklemek yersizdir. Biliyorsunuz 12 Mart’tan sonra, subay, astsubay ve asteğmen öğrenci sicil yönetmeliklerinde yapılan bir değişiklikle sicil amirleri istediği anda subay, astsubay ve askeri öğrencileri “yasadışı görüşleri benimsemek” gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden atabilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir zulmün aracı olmasını önlemek isteyen güçlerin vermesi gereken ilk yasal kavga, sözü edilen yönetmeliklerin kaldırılması olmalıdır. Böyle bir uygulama olan ülkede “hukuk devleti”nden söz edilemez. Kendilerini mazur gördüğümüz büyük bir çoğunluk, sicil yönetmeliği baskısı ile kontrol altına alınırken gizli örgütlerle ilişkili, o örgütlerle ilgili kurslardan geçirilerek indoktrine edilmiş küçük bir azınlık her sanığı komünist dolayısıyla düşman görerek, yasadışı yöntemleri büyük bir aşkla ve şevkle uygulamışlardır. Örneğin, Ceza Evinde bu durumda olan birkaç küçük rütbeli subay, tüm yetkileri kontrollerinde bulundurarak bu uygulamaları fiilen yürütmüşlerdir. Bu karakterde ve vasıftaki kişilerin, safları arasında şerefle görev yaptığımız Türk Silahlı Kuvvetlerine faydalı olduklarına ve olacaklarına inanmadığımız için kendimizi hiçbir zaman affetmeyeceğiz. Ceza ve Tutuk Evi yönetiminde saptadığım, yönetmelik dışı uygulamaların düzeltilmesi için ilgili makamlara gereken müracaatların yapılması için, hazırladığım notları Ek-33’te dinleyici subay önünde okuyarak avukatıma vermek istedim. Müsaade edilmemesi üzerine yetkili bir kişi çağrılmasını istedim. Ceza Evinde görevli Piyade Binbaşı karşıma geldi. Durumu kendisine anlattım ve ilgili yasa maddesini hatırlattım. Ceza Evinden şikayetçi olduğumu ve yasa gereğince şikayet edilen makamın atlanacağını buna rağmen notlarımın niteliğini ilgili subayın öğrendiğini söyledim. Binbaşı kös dinliyordu. Sonuçta verilecek cevabı kalmadığı için “burası hapishane” demekle yetindi... Bir binbaşının kendi rütbesini 14 sene önce taşıyan bir kişiye verdiği bu cevaptan ben utandım. Avukatım, dinleyici subay ve iki nöbetçi er yanında Binbaşıya layık olduğu yanıtı verdim. Binbaşı mazurdu. Gizli örgütün adamı olmadığı rütbe ve makamının görevlerini kullanamamasından belli idi. Belki de dinleyici subay, gizli örgütün adamıydı. Onun karşı çıktığı bir şeyi nasıl değiştirebilirdi… Ek-34’teki dilekçe kelepçeyle ilgili olarak 7 Mayıs 1973 günü mahkemeye verilmek istenmiş idari bir konu olduğu için alınmamıştır. Uygulamanın sorumlusu olanlara dilekçe vermenin gereksizliğine inandığım için dilekçe bende kalmıştır. Bir belge olarak sunuyorum. Yasalarımız ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1000’lerce yıllık tarihinin gelenekleri olarak vermemesine rağmen 140 kez elime kelepçe takılmıştır. Bu uygulamanın sorumlularına da teessüf ederim. Seçimlerden sonra nedense tüm sanıkların saçları kesildi. 353 Sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca “asker kişi” sayıldığımdan ve “asker kişi” olarak da emekli yarbaylık haklarımı koruduğumdan saçlarım ancak iç hizmet yönetmeliği ve kıyafet yönetmeliklerinin subaylar için öngördüğü şekilde kesilebilirdi. Bu durumu Ek-35’teki dilekçe ile Ceza Evi Müdürüne bildirdim. Yasalara göre yazılı yanıt vermek zorunda olan Ceza Evi Müdürü sivil gardiyanını göndererek saçımın kesilmesini istedi. Ceza ve Tutuk Evinde hemen hemen benden başka saçını kesmeyen kalmamıştı. Bu zulüm idaresinde daha müessif bir durumu önlemek için saçlarımı kestirdim. Ceza Evi Müdürü bu davranışından utanmış mıdır bilmiyorum ama, ben onun yerinde olsaydım, bu ölçüde vefasızlık ve haksızlığın aracı olmaya katlanamazdım. Ek-35’teki dilekçem Ceza Evinde dışardan gelen eşyaların sık sık kaybolduğunu kanıtlamak için verilmiş ve tabii yanıtsız bırakılmıştır. V. Kısım: Kitaplarımla İlgili Dilekçeler Evimde yapılan aramada, arayıcılar tamamen keyfi bir tutumla, 20-30 kitabımı almışlar, buna karşılık bana belge vermemişlerdir. Alınan yapıtlar içinde, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan “Rus Harb Doktirini” ve Odalar Birliğince yayınlanan “Komünizm Nedir” adlı yapıtların bulunması, arayıcıları kitap toplamadaki keyfi ve indi tutumlarını kanıtlayan somut bir örnektir. Evimden alınan kitaplar, Emniyet Müdürlüğünde tasnif edilerek Dosya Sıra No: 1269/1’deki belgeyle 4’ünün yasak olduğu belirtilerek Askeri Savcılığa gönderilmiştir. Askeri Savcı bu konudaki Askeri Yargıtay ilamlarından habersiz olmalı ki esas iddianamesinin 194. sahifesinde kitaplar için müsadere kararı alınmasını istemiştir. Bir kere evimden alınan suç unsuru bulunmadığı saptanılan kitaplarımı kendiliğinden bana iade etmeyen İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu tavrı ile gasıp durumuna düşmüştür. Askeri Savcı Çizmeci’ye gelince; Askeri Yargıtay’ın 2. Dairenin, 5.8.1971 tarih ve 1971/340 Esas, 1971/336 Karar, 4. Dairenin 6.8.1971 gün ve 1971/337 Karar, 1971/334 Sayılı ilamlarından habersiz olmalı ki (Ek-33), Lahika III’teki, Cumhuriyet gazetesinde, 16 Eylül 1972 günü yayınlanan, Orhan Apaydın’ın “yasak kitap sorunu”yla ilgili yazısına bakınız. Mahkemenizden kitapların müsaderesini istemektedir.7 Yargıtay ilamı gereğince alınan tüm kitaplarımın tarafıma iadesini talep ediyorum. Aynı konudaki istemde Mayıs1973’te bulunmak istemiştim çünkü bu kitaplara savunmam için ihtiyacım vardı. Mahkeme duruşmanın daha ilerdeki evresinde verirsiniz diye dilekçemi almadı. (Ek-37) Daha sonra değerli müdafilerim 4 Eylül 1973’te aynı konuda Askeri Savcılığa bir dilekçe vererek (Ek-38) el konulan kitaplarımın iadesini istediler. Fa-kat haklı olan bu istemimin de gereği bugüne kadar yerine getirilmiş değildir. Selimiye Ceza ve Tutuk Evinin koridorunun iç avluya bakan pencerelerinin karşısında bir evrak yakma fırını vardı. Bu fırında kamyon kamyon kitapların yakılmasının tanığı olmuş bir kişiyim. Kitap düşmanı Türün tonlarca kitabı yakacağı yerde hiç olmazsa, İzmit’te SEKA’ya gönderseydi, bu cinayeti bir ölçüde hafifletmiş olurdu. Faik Türün’ün emrinde ve hiyerarşisinde bulunan ve onun her türlü, yasadışı tutumuna hukuki kılıf hazırlamak yarışına giren Çizmeci’nin, kitap konusunda da komutanının anlayışına uygun, el koyma istemlerine gereken yanıtını mahkemece verileceğine inanıyorum. VI. Kısım: Avukat Görüşmesiyle İlgili Dilekçeler Ceza Evinde bulunduğum son 1 ay hariç, avukat görüşmeleri devamlı dinlenilmiş, dinleyici subaylar bazen not almış ve bazen de konuşmaya müdahale etmiştir. 353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı olan bu uygulama, ST 31-15 Talimnamesinin 33. maddesi c fıkrasına uygun bulunmaktadır. Onun için, yasa yerine talimname esas alınarak uygulamaya tevessül edilmiştir.2 Bu konunun düzeltilmesi için, ilgili makamlara yaptığımız başvurulara verilen yazılı yanıtlar, Ceza Evi idaresince yazılı olarak bizlere tebliğ edilmemiştir. Ek 3941’e bakınız. Mahkemedeki duruşma arasında bile Asayiş Birliğinin görevli subay ve astsubayları sanıkların müdafileriyle birkaç kelime ile dahi olsun görüşmesine engel olmuşlardır. Bu konuyla ilgili olarak bir subayla aramda geçen ve duruşma tutanağına yansıyan tartışmayı eleştirimi tamamlamak için Ek 2’de8 sunuyorum. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262) Duruşma Tutanağı Sahife 254’te de görüldüğü gibi, tartışmayla ilgili duruşma tutanağı yasa gereğince 1. Ordu Komutanlığına gönderilmiştir. Komutanlık beni haklı bulmuş olmalı ki; hakkımda soruşturma açmak şöyle dursun, benimle tartışan subayı görevinden almıştır. O günden sonra tartıştığım subayı ne duruşma salonunda ne de Selimiye’de görmedim. VII. Kısım: Mahkemeye Verilen Dilekçeler Ek 42’deki dilekçe, Nuri Yazıcı’yla ilişkilerimin niteliğinin saptanılması için, sorgum esnasında mahkemeye verilmek istenmiş, mahkeme tarafından duruşmanın daha ilerdeki evresinde verilmesi önerilmiştir. Bu öneriye uyarak, 5 Eylül 1974 tarihinde mahkemeye verdiğim “duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler”i içeren dosyanın Ek 4’ü olarak dilekçeyi ve eki olan vekaletnameyi vermiş bulunuyorum. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 570, St. No: 5-7’e bakınız) Bu konudaki beyanlar tarafımdan, belgesel olarak doğrulandığı gibi Nuri Yazıcı’nın 3 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçe ve eki ile de aramızdaki ihtilafa neden olan dava konusu belgelenmektedir. Yazıcı ile aramızdaki uyuşmazlığın tanığı olan iki kişi (Ek-42) dilekçede belirtilmiş ve bu kişilerin dinlenilmesine gerek görülmemiştir. Ek 43’teki dilekçe Numan Esin’in sorgusuna yanıt olarak verilmiştir. Duruşma Tutanağı Sahife No: 382, St. 11-12, 13-18, 24-25 el yazılı dilekçenin 10-11. Ek 439’daki daktiloyla yazılı dilekçenin 7. ve 8. sahifelerinde, Memduh Eren’li Kontrgerilla’da “Boğaz Köprüsü”yle ilgili olarak Memduh Eren’in evinde üç toplantı yapıldığı beyan edilmiştir. Bu beyanlara ve sözü geçen yüzleştirmeye rağmen, Memduh Eren’in ifadelerine “Boğaz Köprüsü”yle ilgili suçlamaların katılmaması anlamlıdır. Bu durum tertibin özellikle, seçilmiş belirli kişileri hedef aldığını kesinlikle kanıtlamaktadır. Ek 44’teki dilekçe Saim Deliismailoğlu’nun sorgusuna karşı verdiğim yanıtı içermektedir. Anayasa konusunda benimle ilgili suçlamalar tertipçilerce az görülmüş olmalı ki, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’nun ifadesi ile bir “anayasa toplantısı”na katılmış bulunuyorum. Bu kişinin ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını ve kendisini tanımadığımı kanıtlamak için, kendisinden kişisel durumum hakkında sual sormamı veya mahkemece soru sorulmasını istedim. Bu istemim yanıtsız bırakılmıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No. 47, 18 Haziran 1973) Ek 45’teki dilekçe, Atamer Erol’un sorgusuna karşı verdiğim yanıtı içermektedir. Bu dilekçede, 27 Mayıs’ta 147’lerle üniversitede, kız öğrencilere sarkıntılık yapmakla tanındığı için, asistan olarak uzaklaştırılmış bir kişinin hukuk profesörü olarak, Yedek Subay Okulu dönemindeki öğrenciliği dahil, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliğine yön vermek için çalıştırıldığını, eline geçen bu olanaktan yararlanarak, 27 Mayısçıları özellikle Milli Birlik Komitesi üyelerini her çareye başvurarak suçlatılma tertiplerine katıldığını belirtmiş bulunuyorum. Ayrıca bu dilekçede, genellikle Atamer Erol’un ifadelerinden kaynaklanan “ön anayasa taslağı” ve “devrimci kadro listesi” suçlamalarının, hukuken değeri bulunmadığını da ispatlamış bulunuyorum. Nitekim daha sonra, tanık olarak dinlenilen İlyas Albayrak ve Emin Değer’in ifadeleri, bu konudaki savla da ilgimin bulunmadığını ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Ek 46’da sureti verilen 5 Şubat 1974 tarihli dilekçeye ekli olarak 169 sahifelik bir dosyayı mahkemeye sundum. (Bölüm I ve III Duruşma Tutanağı Sahife No: 502, St. No: 14-22.) Tutanağa sadece dilekçenin sahife adedi yazılmıştır. Bu dosyada benimle ilgili tüm sanıkların ve benim ifadelerim paragraf paragraf eleştirilmiş ve Askeri Savcı Çizmeci’nin iddialarının esasını teşkil eden ifadelerin, hukuki değeri bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca davada tanık durumunda bulunan kişilerin tümü ifadelerin “adı geçenler” bölümünde gösterilmiştir. Ve bazı istemlerde bulunulmuş ve MİT emriyle tutuklanmış olmamın hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Ek 47’deki dilekte, Numan Esin’in ifadelerinde yer alan, avukat ücretiyle ilgili ödemenin yapıldığını göstermektedir. Ek 48’deki dilekçe ile daha Af Kanununun esasları belli olmadığı bir dönemde “Af Kanununun lehimde tecelli etmesi ihtimal dahilinde olan tüm hükümlerinden yararlanmak istemediğimi” mahkemeye duyurmuş bulunmaktayım. 10 Nisan 1974 tarihli duruşmada mahkemeye sunulan ve Ek-49’da sadece dilekçe sureti verilen 213 sahifelik dosyada (Bölüm: III) sorgu evresi sonunda hukuki durumum eleştirilmiş ve bu amaçla istemlerde bulunulmuştur. (Duruşma tutanağı sahife No. 526, St. No:31-37) Askeri Savcı Süleyman Takkeci her nedense verdiğim dosyaları okumamıştır. Zaman zaman verdiği mütealalarında bu gerçeği saptadığım için de kendisini eleştirdim. Bu eleştirilerime rağmen okumamakta direndiği için, bu dosyada yer alan soruşturma genişletilmesi istemlerini yanıtsız bırakmıştır. (Duruşma tutanağı Sahife No: 544, St.No: 43-52, Sahife: 557, St. No: 42-46 ve Ek-52’ye bakınız.) Bu dosyanın ilgili bölümlerini 3.ve 5. klasörlerde yer alan savunmamın “somut hukuki savunma” bölümüne de katmış bulunuyorum. Ek-50’de “kamu tanıkları dinlenilmesi evresi sonunda hukuki durumun eleştirisi” yapılmıştır. (Bölüm: V) ekli çizelgelerde de görüldüğü gibi dinlenen tanıkların tümü benim duruşmadaki beyanlarımı doğrulamış, buna karşın Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin benimle ilgili hiçbir savı doğrulanmamıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 541, Satır No: 46-48) Ek-51’de yer alan ve değerli savunma avukatlarım tarafından yazılan “soruşturmanın derinleştirilmesi istemlerini kapsamaktadır”. Duruşma Tutanağı Sahife No: 549 St. No: 14-17, 22-239 ve Duruşma Tutanağı Sahife No: 544, St.No: 38-52, Sahife No: 550, St. No: 11-19 ve Sahife No:557, St. No.42-46) Askeri Savcı Takkeci gerek bu dilekçede yer alan veya verdiğim diğer dilekçelerde bulunan ve gerekse duruşmada yaptığım istemlerin hemen hemen tümüne katılmıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 551-557) Örneğin: İşkence konusu’nda saptama istemleri, Faik Türün’ün ve bu davada sanık olarak gösterilen komutanların, hiç olmazsa tanık olarak dinlenilmeleri istemleri bunlar arasındadır. Mahkeme ise istemlerin çoğunu incelemek gereğini duymamıştır. (Duruşma Tutanağı Sahife No: 558-559-563-567-570-573-578) Ek-51’deki dilekçe ile Askeri Savcı’nın “soruşturmanın genişletilmesi istemleriyle ilgili mütalaası eleştirilmiş ve Ek-22’de suretini verdiğim 6 Mayıs 1973 tarihinde yazılan ve fakat mahkemeye verilmeyen dilekçe (Ek-51) dilekçeye (Ek-1) olarak sunulmuş rapor sahteliği konusu gördüğüm lüzum üzerine eleştirilmiştir. Ek-53’deki dilekçeye ekli dosya ile “duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler” mahkemeye sunulmuştur. (Duruşma tutanağı Sahife No: 570, Satır No: 5-7) Belgelerin; Askeri Savcı’nın iddialarının gerçekleri yansıtmadığını gösterecek nitelikte olduğu incelendiğinde anlaşılacaktır. Ek-54-56’da yer alan dilekçelerimde, savunma döneminde verirsiniz önerisiyle mahkeme tarafından alınmamıştır. (Ek-54) duruşma tutanağı düzeltmesi, (Ek-55) Askeri Savcı’ya yanıt ve (Ek-56) ise ön anayasa taslağı sav’ının dinlenen tanık beyanlarına göre eleştirisi yapılmıştır. Bilindiği gibi, MİT’te sorgulandığımın tanığı bulunan Faruk Ateşdağlı’nın tanık olarak dinlenilmesini istemiştim. Bu istemim kabul edilmemişti. Oysa benim durumumun saptanılması için Faruk Ateşdağlı’nın tanıklığı çok önemliydi. Zamanın Garnizon Komutanı Korgeneral Fikret Köknar ile Emniyet Müdürü Nihat Aslantürk’ünde MİT’te sorgulandığımı bildiklerini ortaya çıkarıyordu. Bu nedenle, noter kanalıyla alınan ifadesini bir dosya ile mahkemeye sunmak istedim. Bu dosyada savunma döneminde verirsiniz diyerek kabul edilmemiştir.9 (Duruşma Tutanağı Sahife No: 576-578) Adı geçen dosyaya, savunmamın, 2. Klasör, I. Kısmında yer alan hazırlık soruşturmasının eleştirisi bölümünde Ek-5 olarak dahil edilerek mahkemeye sunulmaktadır. Kelimesi kelimesine İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine Avrupa sözleşmesine; yasalar, tüzükler, yönetmeliklere ve dava dosyasına, yüzlerce yapıta ve binlerce belgeye dayanılarak yapılan savunmamda izlediğiniz gibi suçsuzluğumu ispat çabasından daha çok, bu davayı düzenleyen örgüt ve kişilerin suçluluklarını saptamaya çalıştım. Bugün için tertipçilerin suçluluklarının saptanılma olanağı bulunmadığını da biliyorum. Mahkemeniz aracılığı ile tarihe tevdi etmiş olduğum savunmamla, tüm işbirlikçi ve satılmış hainleri ve onların örgütlerini tarihin adil yargısına terk ediyorum. Saygılarımla. 1- Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri (David Galula) (15 No.lu kitap olarak mahkemeye verilmiştir.) 2ST 31-15 “Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât” Talimnamesi 3Günaydın, 30.12.1972 tarihli (İsrail hapishanesine ait bir fotoğraf.) 4Günaydın, 4.1.1973 tarihli (Harp esirlerine verilen konseri gösteren fotoğraf.) 5Akşam, 6 Aralık 1965 tarihli (Tural’a Selçuk Atakan ile yazdığımız açık mektup.) (1. Klasör, I. Kısım P. Savunma ekleri arasında bulunan yazılar dosyasına bakınız.) 6Hasan Bal’ın Deniz Astsubay örgütü davasında mahkemeye verdiği 9 Kasım 1973 tarihli dilekçe şöyledir: Birinci Ordu Komutanlığı 3 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına Açıklama Hakkında Tutuklu bulunduğum sürede tutukluluğun verdiği moral bozukluğu daha evvelce bende mevcut olan asabi rahatsızlığımı arttırmış ve beni sinir krizlerine sürüklemiştir. Bu sinir krizleri anında ne yaptığımı ne de söylediğimi bilemeyecek duruma geliyorum ve daha sonra yaptıklarımın büyük bir kısmını hatırlayamıyorum. Hafızamda kaldığına göre bu kriz anlarından birinde Selimiye Askeri Tutuk Evi Müdürü ile görüştürüldüm. Bu görüşmenin sonrasında neler söylediğimi tafsilatı ile bilmiyorum fakat arkadaşlarıma bir atfi cürumda bulunmuş olabilirim. Bu konuşmaların teyp bantlarına alınmış olabileceğini ve bu davanın aleyhinde iddia makamı tarafından delil olarak öne sürülebileceğini göz önünde tutarak bu açıklamayı yapma zorunluluğunu duyuyorum. Hastalığım sebebi ile 6 aya yakın bir zaman Haydarpaşa Askeri Hastanesin’de yattım. Bu esnada bir sürü sinir krizleri geçirdim. Bu krizler beni intiharın eşiğine kadar getirdi ve hastanede üzerime kolonya dökerek kendimi yaktım. Durumumun göz önüne alınarak eğer varsa arkadaşlarımı suçlar mahiyetteki teyp bantlarının nazari dikkate alınmamasını mahkeme heyetinden 9 Kasım 1973 arz ve talep ederim. Hasan Bal 7- Cumhuriyet, 16 Eylül 1972 tarihli Yasak Kitap Sorunu, Orhan Apaydın. (7. Klasör Ek-33, Lahika III’e bakınız.) 8Duruşma Tutanağı Sahife No: 251, 252, 253, 254, 261, 262’de yer alan görevli subayla tartışma ile ilgili bölümü. 9Faruk Ateşdağlı’nın noter kanalıyla alınan ifadesi (2. Klasör, I. Kısım hazırlık soruşturmasının eleştirisi Ek-5’deki dosyanın ekine bakınız.) Ek 1-A Hukuki Durumuma İlişkin İstekler ve NotlarAvukatlarım İçin (I. Bölüm) 1. Prensip Şahsen ben, prensip olarak sonucunun mutlak olumsuz olacağını bilmemize rağmen, kanun ve yönetmeliklerin hukuken tanıdığı bütün hakların kullanılmasından yanayım. Gayem, uygar insanın önde gelen niteliklerinden biri olan, hak arama hürriyetinin kullanılmasıdır. Sonuç almak değil. Bu dahi beni tatmine yeter. Bu düşüncemin sonucu olarak da bugüne kadarki uygulamada, kanun ve tüzüklere aykırı olduğunu sandığım bazı hususları aşağıya çıkarmış bulunuyorum. Son kararı takdirlerinize sunarım. (ACMUK: 196-198) Bu konular, prensiplerimize uygun olarak hukuki incelemesi yapılır ve gene kararlarınıza göre benim veya sizin tarafınızdan, hemen veya duruşmanın herhangi bir safhasında (özellikle savunma) kullanılması hususu bugünden kararlaştırıldı. Ancak kurumların bir kısmı için bugünden bazı müracaatların yapılması, bize ilerde kullanabilmemiz için malzeme olacağı hususu da göz önüne alınmalıdır. 2. Evde Arama a. CMUK 94-103 madde b. ACMUK 66-68 madde c. Sıkıyönetim Yasası (1402 Sayılı Kanun) - madde-3 Bu üç kanun arasındaki ilişkinin hukuken incelenmesini arzularım. d. Bu inceleme sonucu 3/4 Temmuz 1972 gecesi 24:00-01:00 arasında evimde yapılan aramanın gayri ahlaki, vicdani, insani ve hukuki olduğunun açıklıkla meydana çıkarılabileceğini sanıyorum. Şöyle ki: 1- Arama Gece Yapıldı: (1402 Nolu Kanunun 3. maddesinde zamanı belirleyen bir kayıt bulunmadığına göre, CMUK ve ACMUK’unun bu husustaki maddelerinin uygulanması gerekir. Bu takdirde de işlemin kanunlara aykırı olduğu meydana çıkar.) (CMUK - madde - 96) 2- Arama Emri Yoktu: “Asker kişiler, MİT ilgilileri ve polisten oluşan 20’den fazla şahıs, önce sokak kapısını açıp, merdivenlerde yerleşiyorlar ve bu arada sokak kapısının lambasını yaktıktan sonra zili çalıyorlar. Ben uyanıyorum, gece olduğu için kapıyı açmadan pencereden bakıyorum ve durumu anlayıp, kapıyı açıyorum. Karşıma çıkan şahsa arama emri soruyorum. Bu zat cevap olarak örfi idare diyor. Israr ediyorum, gene örfi idare diyor ve hüviyetini gösteriyor, doğru ise Metin Bozbora ve bütün ekip birden evin her tarafına aynı anda dalıyor. Eşim henüz giyinmiş bile değil. Bu arada ekipte bir Piyade Albay görerek onu muhatap alıyorum. Örfi idarenin de hukuka uyması gerektiğini keyfi idare olmadığını arama emri bulunmamasının ve bu şekilde aramanın kanunlara aykırı olduğunu söyledimse de nafile… Bu şekilde bir arama CMUK - 97. maddeye aykırı olması gerekir.” 3- Aramanın Gayesi Bildirilmedi: (CMUK - 97. madde) aykırı. 4- Aramayı 20’den Fazla Kişi Aynı Anda Yaptı: (CMUK - 97. madde) aykırı. 5- Aramadan Sonra Belge Verilmedi: (CMUK- 99. madde) aykırı. 6- Alınan Kitaplar: Zabıt tutuldu, suret verilmedi. 3. Saç Kesme a. Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun (Kanun No: 1721 Kabul Tarihi: 14.6.1930) Madde 226: Hükümlü ve tutukluların traşı: Hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir. b. Ceza ve Tevkif Evi İç Yönetmeliği (Resmi Gazete ile yayın tarihi: 19/12/1967) Madde-20: Saç Kesme ve Berberlik İşleri Toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakanlar ile, saçlarının temizliğine dikkat ve itina göstermedikleri idarece tespit edilen hükümlü ve tutukluların saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir. c. Türkiye ve Türkiye’nin çeşitli antlaşmalarla bağlı bulunduğu uygar batı aleminin bu konudaki bugüne kadarki teamülü, aydın kişilerin saçının kesilmemesi şeklinde belirlenmiştir. d. Yukarıda 3. madde b fıkrasında açıklanan madde 20’deki saç kesmek için “temizliğe dikkat ve itina göstermemek”in tespitini şart koşmuştur. 1- Gözaltına alınır alınmaz (4 Temmuz 1972’de) ilk defa ve 2- Selimiye’de hücreye alınmadan önce (4 Ağustos 1972’de) bir defa olmak üzere, iki defa saçım 1 nolu makine ile kesildi. f. Kanun ve tüzüklere aykırı uygulamanın da önlenilmesi için gerekli hukuki incelemenin yapılmasını ve buna uygun müracaatların yapılmasını istirham etmekteyim. 4. Tutuklanmanın Yakınlara Haber Verilmesi Bu hususta yerine getirilmiştir. a. Anayasa - madde: 30 b. ACMUK - madde: 73 c. CMUK - madde: 107 d. Tazminat Kanunu: (466 Nolu Ka-nun) madde: 5 e. Ceza İnfaz Hukuku ve İnfaz Müesseseleri (İstanbul Cumhuriyet Savcı Yardımcısı A. Rıza Mengüç,1968, Sf. 15-16) 5. Tutuklama Kararına İtiraz ve Tahliye Talebi a. 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’nce verilen tutuklama kararına itiraz etmedik ve tahliye talebinde bulunmadık. (ACMUK - madde: 74) b. Neden olarak Askeri Savcı tarafından dosyanın incelenmesine müsaade edilmediğini bildirdiniz. Bu takdirde Askeri Savcı, ACMUK - madde-90’ın 3. fıkrasını ihlal etmiyor mu? c. Eğer ediyorsa bu hususu tevsik için yazılı bir müracaat gerekmez miydi? d. Tahliye talebinde bulunmamak ve tutuklama kararına itiraz etmemek zimmen suçu kabullenmek anlamını taçammum etmez mi? Bu husustaki teamül nedir? 6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi: a. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının 8.8.1972 tarih ve 1972/278 NC sayılı kararı ile tutuklama halinin devamına dair olan kararı tebellüğ ettim. b. Bu karara göre yeniden inceleme tarihi 1 Eylül 1972’dir. Siz bu tarihe kadar dosyayı inceleyecek misiniz? c. Eğer dosyayı görmek imkanınız olursa Askeri Savcı’ya incelemek üzere bazı hususların tesbiti talebinde bulunabilir miyiz? d. ACMUK - madde-75 gereğince tutuklama halinin incelemesini isteyecek miyiz? e. 1 Eylül 1972’de verilecek tutuklamanın uzatılması kararına itiraz edecek miyiz? 7. Avukatla Görüşme Meselesi a. ACMUK - madde-91 gereğince bir tutuklunun avukatı ile her zaman görüşmesi mümkün. İlgili maddede süre bakımından bir sınırlama yok. Halbuki bugünkü uygulamada beş dakika oluyor, bu konuda askeri mahkeme nezdinde itiraz etmekte fayda görür müsünüz? b. Gene bu madde gereğince görüşmede Askeri Savcı ya da yardımcısı bulunabilir kaydı vardır. Askeri Savcı yardımcısı olan şahıs As. Ad. Hak. sınıfından olması gerektiğine göre tatbikatta bir usul hatası yapılmıyor mu? Bu hususun belgelendirilmesinde bir fayda mülahaza eder misiniz? 8. Hücre Meselesi: a. Tutukluların Tabi Tutulacağı İşlem: 1- ACMUK - madde-76 ve 143 2- CMUK - madde-116’da açıkça belirtilmiştir. Bu kanunlara göre tutukluların odada bulundurulması gerekir. 3- Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin yönetimine ve cezaların infazına dair tüzük. (Yayın tarihi: 1.8.1967 - Karar Sayısı: 6/8517) Bu tüzüğün 4. bölümü’nde hükümlü ve tutukluların disiplin işlemleri gösterilmiş ve 157. maddede de sadece hükümlülere verilecek cezalar içinde hücre hapsi gösterilmiştir. Ayrıca aynı tüzüğün 161. maddesinde bu cezanın 15 günü geçemeyeceği belirtilmiştir. 4- Tutukluların hakkında cezai tedbir olarak ACMUK - Madde-76 ve CMUK Madde-116 gereğince “demire vurma” dır. 5- Bu ceza ise Anayasa Mahkemesi’nin 15.6.1967 tarih ve 34/18 sayılı kararı ile anayasaya aykırı bulunarak kaldırılmıştır. 6- Yukarıya çıkardığım mevzuat muvacehesinde tutukluyu vazii kanun azami ölçüde korumayı öngörmüştür. 7- Gene yukarıdaki açıklamaya göre 3 hücre hapsi sadece hükümlülere ceza mahiyeti’nde verilebilmektedir. Bunun dışında da Türk Ceza Kanunu - madde-13’te hükümlülerin cezalarının ne kadarını hücrede geçirileceği belirtilmiştir. 8- Bu duruma göre: a- Ceza hukukunun ana kurallarından biri olan: “Kanunsuz suç olmaz kanunsuz ceza olmaz”. kuralı açıkça ihlal edilmiyor mu? b- Bu durum anayasamızın 33. maddesi 2. fıkrasına aykırı değil mi? c- Bu durum, bir nev’i işkence değil midir? Anayasa’mızın 14. maddesine aykırı değil mi? d- Bu durum Türk Ceza Kanunu- 245. maddesi ve diğer ilgili maddelerine aykırı değil midir? e- Bu durum İnsan Hakları Evrensel Demeci madde 5 ve 11’e aykırı değil midir? f- Elbette bu hükümlerin hepsine aykırı, o halde bu hususu hukuken tespit edelim. Sonuç alınması mevzubahis değil. 9- Hücre Konusunda Özel Durumum: a- Kaldığım Hücreler I- 4-7 Ağustos 1972 E hücresi II- 7Ağustos-3 Eylül 1972 G hücresi b- Benim daha önce kaldığım E hücresinde yatan Avukat Nuri Yazıcı’yı 20 Ağustos 1972 Pazar günü akrep soktu. Bu hücre ile aramdaki mesafe sadece iki metredir. Bu durumda haşarat sokması olasılığı her zaman için vardır ve hayati tehlike mevcuttur. c- Çok rutubetli bodrum katında yeni yapılmış beton bir zemin üzerinde ve yatağın üst seviyesi yeri 15 cm olduğu halde yatıyorum. Bu durum sağlığım yönünden ilerde telafisi mümkün olmayan sakıncalar doğurabilir. d- Hücreye girdiğimden bugüne kadar kendi imkanlarım içinde çok özel tedbirler almış olmama rağmen rutubeti kesmiş değilim. Esasen yazın en sıcak günleri olmasına rağmen koridorlara sızan suları idare her gün talaş kullanarak almaya çalışmaktadır. e- Benim bulunduğum bölümde ben dahil sadece beş kişi bu tarz bir işleme tabi tutulmaktayız aynı suçtan tutuklu bulunan diğer şahıslar, aynı şartlar altında değillerse, o takdirde idarenin bu ayrıcalığında bir niyet aramak gerekir. Bu niyetin tespiti dahi hizmettir bence… Esasen bugüne kadarki uygulamada mevcut bu durum birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir. a- Yukardaki 9. madde b fıkrasındaki durum karşısında beni de haşarat sokması ihtimali her zaman için mevcuttur. (Nitekim, yukarıdaki bütün hususları 22 Ağustos 1972 de yazmıştım. 23 Ağustos 1972 günü ben de hücremde bir akrep bularak canlı olarak idareye gönderdim.) 9. Kitap Meselesi: a. Evde arama yapılırken bir kısım kitaplarımı (20 kadar) aldılar. Bunları alanların seçim yaparken bir kıstasları yoktu. Billarz alınan kitaplar içinde Türkiye Odalar Birliği tarafından çıkarılan ve komünizmi yeren “Komünizm Nedir” adlı bir kitap olduğu gibi, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanmış Sovyet Harp Doktrini adlı kitapta vardır. b. Benim bildiğim kadarıyla alınan kitaplar içinde sadece Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi adlı kitap için, Temmuz 1972’de Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından toplattırılma kararı verilmişti. c. Evde kitap bulundurmanın suç olmadığını biliyorum. d. Bu kitaplarımı CMUK - Madde-103 uyarınca ne zaman isteyeceğiz? Talat Turhan (22 Ağustos 1972’de G hücresinde yazdığım yukarıdaki notlarımı 10 Eylül 1972’de G koğuşunda temize çektim. Durum Özeti 1-9 sahifeler için 22 Ağustos 1972’de G hücresinde iken hazırladığım 1-9 sahifelerdeki hususları içeren günce’yi 23 Ağustos 1972’de Sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler’e vermiştim. Kendileri, Sayın Avukat Alp Kuran’la arzularıma istinaden hazırladıkları dilekçeleri 1 Eylül 1972’de ilgili makamlara sundular. (Ek-4 Ek-9) (Sayın G. Çaylıgil’e verilen Dosya 3, I. Bölüm, Ek-1 ve Ek-2’ye bakınız.) Bugün alınan sonuçları aşağıya sıralıyorum: 1. Prensip 2. Arama a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe ile (Ek-6) b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe ile (Ek-7) intikal ettirildi ve: c. İstanbul Baro Başkanlığına (Ek-6) ve (Ek-7) dilekçelerden birer suret ve (Ek-8) d. c’de olduğu gibi Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına birer suret gönderilmek sureti ile (Ek-9) durumdan bilgi verildi. 3. Saç Kesme Bu husustaki ısrarım devam etti. Bugüne kadar herhangi bir müracaat yapılmadı. 4. Yakınlara Tutuklanmanın Haber Verilmesi Bu konu üzerinde sayın avukatlarca durulmadı. Esasen önemli bir konu değildi, fakat ben bütün ayrıntıları açıklamak çabası içinde kaleme almıştım. 5. Tutuklamaya İtiraz ve Tahliye Talebi 6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi a. Bu iki konu; İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının Askeri Savcılığına 1 Eylül 1972’de verilen (Ek-4) dilekçe ile ve, b. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesine sunulmak üzere Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen, (Ek-59) dilekçe ile yetkili mercilere intikal ettirildi. 7. Avukatla Görüşme Meselesi Bu konu, görüşme süresi bakımından zamanla normale yöneldi. 8. Hücre Meselesi a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe (Ek-6) ve, b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 1 Eylül 1972’de verilen dilekçe (Ek-7) ile durum yetkili mercilere intikal ettirildi. c. Yukarıda 2. madde c ve d fıkralarında açıklanan makamlara bilgi verildi. (Ek-8 ve Ek-9) Bu müracaat üzerine (Ek-6 ve Ek-7) 3 Eylül 1972’de G hücresinden üst katta G koğuşuna alındım. Bu suretle kanunsuz uygulamaya son verildiği gibi, geçmiş hücre döneminin (4 Ağustos 1972 ve 3 Eylül 1971) kanunsuz bir uygulama olduğu zimmen kabul edilmiş oldu. 9. Kitap Meselesi Bu konu üzerinde bu güne kadar durulmadı. Özet 1. Yukarıdaki açıklamama göre (10. ve 11. sahifeler) a. 2., 5., 6., 8. maddeler ilgili mercilere duyuruldu (2. arama ve 5. tutuklamaya itiraz ve tahliye talebi 6. Tutukluluk Halinin İncelenmesi 8. Hücre Meselesi b. 3. madde saç meselesi üzerinde herhangi bir müracaatınız olmadı. Bu husustaki ısrarım devam ediyor. c. 7. madde (avukatlarla görüşme meselesi) zamanla süre bakımından normale dönmüş bulunuyor. d. 4. ve 9. maddeler (4. yakınlara tutuklamanın haber verilmesi 9. kitap meselesi) üzerinde durulmadı. 2. Hücre konusunda sonuç alında. (8. madde) 3. (Ek-4: Ek-9’a) bakınız. Ek 1-B Hukuki Durumuma İlişkin İstekler ve NotlarAvukatlarım İçin (II. Bölüm) I. Bölümden: 3. Saç Kesme: a. 3. ve 4. sahifeye bakınız. b. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGS) İstanbul şubesinin hapse mahkum olmuş “Türkiye” gazetesi yazı işleri müdürü Sabri Yılmaz’ın saçlarının kesilmesini Adalet Bakanlığı nezdinde protesto etmesi. c. 2 Eylül 1972 tarihli gazetelere bakınız. d. Bu konu 5 Eylül 1972’de avukatlarım olan Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Sayın Recep Bayırlıoğlu’na yeniden izah edildi. II. Bölüm: 1. Ceza ve Tutuk Evi Yönetmeliğinin Uygulanması: a. Aşağıdaki çizelgede belirtilen eşyalar hizalarında gösterilen tarihlerde Ceza ve Tutuk Evi Yönetmeliği’ne uymadığı gerekçesi ile içeri alınmadı. b. Alınmayan eşyalarım daha sonra içeri girmesine izin verilmesi gerçeği dahi bu konudaki ölçülerin objektifliği hakkında bir fikir verebilir. Bu şekilde bir uygulama bir anlamda işkence anlamını tazammum ettiği gibi daha da önemlisi mukaddes savunma hakkımı engelliyebileceğinden endişe duymaktayım. Bu nedenle konunun ilgililere ulaştırılması dileğimi 5 Eylül 1972’de görüştüğüm avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Recep Bayırlıoğlu’na intikal ettirdim. c. Bu görüşmeden (5 Eylül 1972), dört gün sonra, eşyaların bir kısmının alınmış olması (tesbih ve cetvel) yapılan müracaattan veya görüşmeye nezaret eden subayın duruma muttali olması sonucu bir ölçüde netice almamızı mümkün kıldı. 2. İlk Soruşturmanın Gizliliği Prensibi: a. 3 Ağustos 1972’de Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci tarafından yapılan sorgulama sırasında başımda elinde jop bulunan bir erle, bir Piyade Üsteğmen bekledi. Bu husus ilk tahkikatın gizliliği prensibini ihlâl etmiyor mu? b. 9 Eylül 1972’de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Bir Numaralı Askeri Mahkemesinde yapılan duruşmada Savcı Hakim Yarbay Keramettin Çelebi’nin konuşması: (10 Eylül 1972 tarihli Tercüman gazetesi 7. Sahife) Şu hususu açıklamak gerekir ki, Ceza Evi personeli bir sanığın savcılıkta ne şekilde ifade verdiğini bilemez, çünkü gizlidir. Kaldı ki, biz ifade vermeyen sanıklardan dahi ifade almadık. Bu sebeple sanığa Ceza Evinde baskı yapılması söz konusu olamaz. Kaldı ki, baskı yapılmak gerekirse vasıta kullanmaya lüzum bulunmamaktadır, kendimiz yaparız. Ancak bu ne insanlığa, ne de hukuka sığar. c. Yukarıdaki b. fıkrası, a. fıkrasında sorduğum sorumun cevabı değil midir? 3. Mektup Meselesi: a. Ceza İnfaz Kurumları ile TevkifevlerininYönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük (Karar sayısı: 6/8515, Yayımı tarihi: 1.8.1967) madde-147: Mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç 24 saat içinde, disiplin kuruluna tevdi edilir. Disiplin kurulu, mektupların aynen veya sakıncalı görülen kısımları okunmayacak surette çizdikten sonra mahalline gönderilip gönderilmeyeceği veya aynı suretle hükümlüye verilip verilmeyeceği hususunda karar verilir. Tamamen sakıncalı görülen mektuplar, disiplin kurulu kararı ile yok edilir ve durum sahiplerine bildirilir. b. 24 Ağustos 1972 günü kızım Feza Turhan’a bir mektup yazdım. Bu mektupta: 1- Bir babanın evladına yazacağı normal şeyler, 2- 8 sene evvelki savunmam’dan bazı parçalar, 3- Abdulhamit ve Mithat Paşa olayından, 4- Yaşantısı için direktif ve tavsiyelerde bulunmuştum. c. Kızımın 3 Eylül 1972 tarihinde yazdığı ve 5 Eylül 1972’de aldığım mektuptan bu mektubun yerine ulaşmadığını anladım. Çünkü 24 Ağustos 1972 ve 3 Eylül 1972 arasında 12 gün geçmişti. d. Durumu yöneticilere sorduğumda üst kontrole gönderildiğini öğrendim. Bir babanın 14 yaşındaki çocuğuna yazdığı mektup alıkonulmuştu. Bu mektubun yerine gidip gitmeme meselesi gerçekte benim için önemli olmayan bir ayrıntı. Olaya bir başka açıdan baktığımda, Türkiye’nin düşün hayatına, böyle bir zihniyetin, olumsuz etkisi olacağını hesaba kattığımdan geçiştiremedim. Fikri ürünlerine bu ölçüde alerji duyan toplumlar çağdışı kalmaya mahkum olmaya aday olduğu için müteessir oldum. Kaldı ki benim mektup için böyle bir niteleme yapılması dahi mümkün değil. e. Bunun gibi 4 Eylül 1972’de eşime yazdığım mektubun 9 Eylül 1972’de eline geçmediğini öğrendim. 1- Bu mektupta bir çok isteklerde bulunmuştum. Evime gönderilmeyen mektup arzularımın 15 gün gecikmesi sonucu doğuruyor ki bu dahi manevi bir baskıdır. 2- Aynı adreste bulunan anneme aynı tarihte yazdığım mektubun gitmiş olması da bu mektubumun gönderilmediğini ortaya koyabilecek durumdadır. f. Böylece, kızıma ve eşime gönderdiğim mektuplar yerine verilmediği gibi yukarıda 3. madde a. fıkrasına çıkardığım 147. madde uyarınca mektubumun alıkonulduğu bana bildirilmemiştir. g. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da yapılması gerekeni tamamen takdir ve arzularınıza terk ediyorum. Ek 2 “Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere Duyurulması İstanbul, 1 Eylül 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, Türk Silahlı Kuvvetlerinde yıllarca Türk ulusuna şerefle hizmet etmiş bulunan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 ve 4 Temmuz 1972 gecesi saat 24:00-01:00 arasında evinden alınmıştır. Eve gelen ekip bir anda evin bütün odalarına dağılmış, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın eşinin giyinmesine dahi izin ve imkan verilmemiştir. Kendi başına geldiğinde her insan gibi, her subayı da derinden üzecek nitelikte olan bu olay, müvekkilimizin hayatı boyunca hatırlayacağı devamlı bir işkence kaynağı etkisi yapmıştır. Müvekkilimiz, evine gelenlere arama ve yakalama kararı bulunup bulunmadığını sormuş, her seferine “Sıkıyönetim” cevabını almıştır. Her ne kadar 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 3. maddesi yargıç kararı olmaksızın konutlarda arama yapmak yetkisini tanımışsa da, bu aramanın gerekli tedbirler alınarak Türk törelerine uygun olarak gündüz gözüyle, aile mahremiyetini ihlal etmeden ve buna saygılı olarak yürütülmesinin mümkün olabileceği açıktır. Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan evinden belirttiğimiz biçimde alındıktan sonra, kanunların emredici hükümleri uyarınca derhal Sıkıyönetim makamlarına ve Askeri Savcılığına teslim edilmesi gerekirken, 1 Ağustos 1972 tarihine kadar (bir ay süre ile) meçhul yerlerde kanunlara yabancı sorgu ve yaşama yöntemlerine tabi tutulmuştur. Böylece müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan bir ay süre ile kanunların öngörmediği yollardan ve kanundışı koridorlardan geçirildikten sonra, 1 Ağustos 1972 günü Selimiye’ye sevk ve tevdi edilmiştir. 3 Ağustos 1972 günü Askeri Savcılıkça bu sefer kanunlara uygun resmi sorgusu yapılmış, 4 Ağustos 1972 günü ise hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında hiç değilse, Selimiye kışlasına sevk edildikten sonra kanunlara uygun işlem yapılması gerekirken şüphesiz Yüksek Komutanlığınızın bilgisi dışında olarak- kanunlara uygun davranılmamıştır. Tutuklama kararının bir sureti kendisine tebliğ edilmesi gerekirken ve tutuklama kararına itiraz edebilmek için bunda zorunluluk varken, bu tebligat yapılmamış, durum kendisine sözle bildirilmiştir. Böylece müvekkilimizin ve müdafilerinin eline resmi belge verilmemesi hususunda itina gösterilmiş, eğer işlemlerde kanunlara aykırı cihetler varsa, bunları belgelendirerek itiraz etmek olanağı ortadan kaldırılmıştır. Öte yandan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turlan, kanunlara aykırı olarak, kanuni hiçbir imkan ve sebep yokken 4 Ağustos 1972 günü E hücresine hapsolunmuştur. 7 Ağustos 1972 günü G hücresine nakledilmiştir, ve o tarihten beri bu hücrededir. Binanın bodrum katında bulunan bu karanlık yer rutubet içindedir, yerden sular akmaktadır. Yatağın üst çizgisi yerden 15 santimetre yüksekliktedir. Yaşam, her türlü sağlık koşullarına aykırıdır. Böylece 353 Sayılı Yasanın 76. maddesine ve Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının 58. ve devamı maddelerine aykırı olarak bu yerlerde yaşamaya mahkum edilen sanıklar, suçsuz olsalar ve dava sonunda beraat etseler bile mahkeme kararından önce ömür boyu hasta yaşamaya mahkum edilmektedirler. Öte yandan, müvekkilimizin kapatıldığı hücrede zehirli hayvanlar dolaşmakta ve müvekkilimiz bunlarla birlikte uykusuz yaşamaya zorlanmaktadır. Müvekkilimizin ilk kapatıldığı E hücresine sonradan getirilen Avukat Nuri Yazıcı’yı 20 Ağustos 1972 günü akrep sokmuştur. Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan halen kapalı bulunduğu G hücresinde, 23 Ağustos 1972 sabahı akreplerden birini canlı olarak yakalamış, durumun Yüksek Komutanlığınıza arzedilmesi dileğiyle, akrebi canlı olarak yetkililere vermiştir. Ayrıca müvekkilimizin ayaklarında pranga izleri vardır. Nihayet iki aydan beri kanunlara aykırı olarak ihtilattan men edilen ve hücreye kapatılan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, ziyaretçi kabulünden de yasaklanmıştır. Ailesi ile görüştürülmemektedir. Bu nedenledir ki, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine, anayasamızın 14. 30. ve 33. maddelerine, Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının 58. ve devamı maddelerine aykırı durumunun Yüksek Komutanlığınızın bilgilerine ve takdirlerine arz edilmesini dilemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin uymayı taahhüt ettiği uluslararası antlaşmalara, anayasamıza ve kanunlarımıza aykırı olan bu durum ve koşulları bizzat görmek ve tesbit etmek üzere, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın kapatıldığı hücreyi teftiş etmenizi ve gereğini emirlerinize ve yüksek takdirlerinize arz ve istirham ederiz. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran, Avukat Birsan Balcıkardeşler Ek: Hücre hapsi ve ziyaretçi kabulünden mahrumiyet ile ilgili yasa hükümleri karşısındaki durumumuzu ortaya koyan ve Sayın Askeri Savcılığa verilen dilekçe sureti ilişikte arz olunmuştur. Ek 3 “Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere Duyurulması (II) İstanbul, 1 Eylül 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Askeri Savcılığına, Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan 3 ve 4 Temmuz 1972 gecesi saat 24:00-01:00 arasında kanunlara aykırı bir biçimde evinden alınmış, kanunlarımız uyarınca derhal askeri makamlara teslim edilmek ve sorgusu Askeri Savcılıkça yapılması gerekirken, bir ay süre ile kanundışı koridorlardan geçirilerek ve kanunların öngörmediği usullerle sorgusu yapıldıktan sonra, 1 Ağustos 1972 günü Selimiye Kışlasına getirilmiş, 3 Ağustos 1972 günü bu sefer Askeri Savcılıkça resmi ifadesi alınmış, 3 Ağustos 1972 günü tutuklanmasına karar verilmiştir. Bir ay süre ile Anayasa ve kanundışı işlemlere ve yaşama koşullarına tabii tutulan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın hiç değilse Selimiye’ye sevkedildikten ve hakkında tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra, kanunlara uygun işlemlere ve yaşama koşullarına sahip kılınması beklenirken, bu dahi yapılmamıştır. Gerçekten, bilinir ki, hukukun genel ilkelerine ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 11. maddesine göre: “Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün tertibatın sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır”. Bu nedenledir ki, bir kişinin suçluluğu ancak kesin mahkeme hükmünden sonra sabit olabileceğinden ve o ana kadar sanık masum sayıldığından sanığın serbest olarak kovuşturulması ve yargılanması ceza hukukunun temel ilkeleridir. Ve sanık kaçma teşebbüsüne giriştiği veya suç delillerini değiştirip yok etmeye kalkıştığını gösterir maddi belirtiler var ise, ancak ve ancak bu takdirde tutuklanabilir. Tutuklu sanığın özgürlüğü ancak bu amaçları gerçekleştirecek ölçüde kasıtlanabilir. Nitekim 353 Sayılı Yasanın 76. maddesi de, ceza hukukunun bu temel ilkelerine uygun olarak şu hükmü koymuştur: “Tutuklanan kimse mümkün olduğu kadar hükümlülerden ayrı bir yere konur. Tutuklu hakkında ancak tutuklama ile güdülen amacı ve Tutuk Evinin düzenini sağlayacak kadar kayıtlamada bulunulur. Tutuklu Tutuk Evinin düzen ve emniyetini bozmamak ve Tutuk Evindeki amaç ile uygun olmak şartıyla servet durumuna göre kendisi masraf ederek istirahatını ve meşgalesini düzenleyebilir. Bu hükümlere uymak şartıyla okumak ve yazmaktan yoksun bırakılmaz.” İşte Selimiye’ye getirilinceye kadar kanundışı işlemlere tabii tutulan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında, Selimiye’ye getirildikten ve tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra, bu madde hükümlerinin gerekleri dahi yerine getirilmemiştir. Gerçekten, müvekkilimiz Talat Turhan tutuklama kararından sonra 353 Sayılı Yasanın 76. maddesinin belirttiği yaşama sahip kılınmak gerekirken, 4 Ağustos 1972 günü hiçbir sebep ve kanuni imkan yok iken Selimiye’nin bodrumundaki E hücresine hapsolunmuştur. 7 Ağustos 1972 günü buradan alınarak G hücresine kapatılmıştır ve o tarihten beri G hücresindedir. İlk günden beri ziyaretçi kabulü yasaklanmıştır. İki aydan beri ailesiyle görüşememektedir. Hücrede yatağın üst köşe çizgisi yerden 15 santim yüksekliktedir. Oda rutubet içindedir, yerden sular akmaktadır, odada zehirli hayvanlar dolaşmaktadır. Müvekkilimiz Talat Tarhan’ın daha önce konduğu E hücresinde bulunan sanık Avukat Nuri Yazıcı’yı 20 Ağustos 1972 günü akrep sokmuştur. 23 Ağustos 1972 günü sabahı müvekkilimiz yakaladığı bir akrebi komutanlığın bilgisine arzedilmek üzere canlı olarak yetkililere teslim etmiştir. Anayasamızın 14. maddesi son fıkrasında: “İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz”. emredici kuralı ile kesin mahkumiyet hükmü giymiş suçluların dahi insanlık dışı işlemlere ve yaşama tabii kılınmasını yasaklamış iken masum kişi sayılan tutuklulara reva görülen bu yaşama koşullarının hiçbir şeyle bağdaşmayacağı açıktır. Müvekkilimizin bu şekilde hücreye hapsolmasının, demire vurulmasının, ve ziyaretçi kabulünden yasaklanmasının mevzuatımıza tamamen aykırı olduğu muhakkaktır. Nitekim, 353 Sayılı Yasanın 76. maddesinin ilk üç fıkrası tutuklunun özgürlüğünün hangi ölçülerde ve amaçlarla kanıtlanabileceğini göstermiş, dördüncü fıkrası ise tutuğun Tutuk Evinde hangi durumlarda bu ilk üç fıkradaki özgürlüklerden yoksun bırakılabileceğini, hücreye kapatılıp demire vurulabileceğini tadadi olarak göstermiştir. Dördüncü fıkra hükmüne göre: “Tutuk Tutuk Evinde ancak ciddi bir tehlike teşkil ettiği ve bilhassa diğer tutukluların emniyeti için gerekli görüldüğü, intihara veya kaçmaya kalkıştığı yahut bu hususta hazırlıkta bulunduğu takdirde demire vurulabilir.” Oysa müvekkilimiz bu eylemlerden hiçbirini yapmamıştır, yapmaya teşebbüs etmemiştir. Esasen tutuklama kararından sonra kendisi hiçbir zaman diğer tutuklularla bir araya konmamıştır. Tutuklama sadece sanığın kaçmasını veya suç delillerini değiştirmesini önlemeye matuf bir “ihtiyati tedbir” olduğu halde, hücre hapsinin başlı başına bir ceza olduğu, sanıklara ise suçlulukları sabit olmadığından ceza uygulanamayacağı muhakkaktır. Nitekim, mevzuatımızda hücre hapsi ancak ağır cezalı suçlardan kesin hüküm giymiş mahkumlara uygulanması mümkün olan ve kendiliğinden uygulanan bir ceza türüdür. (T.C.K. madde 13/A) TCK’nın 13. maddesinin belirlediği koşullar dışında, kural olarak, hiç kimseye “hücre hapsi” cezası uygulanamaz. Bu cezanın, 13. madde koşulları dışında uygulanabilmesi için, hükümlünün Ceza Evi düzenini ağır surette ihlâl etmesi gerekir. Ancak hükümlü Ceza Evi düzenini ve disiplinini bozan mahiyette davranışlarda bulunduğu takdirdedir ki, kendisine 15 günü geçmemek kaydıyla ve inzibati mahiyette olmak üzere hücre hapsi verilebilir. (647 Sayılı Yasa, madde-15) Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’a uygulanan “ziyaretçi kabulünden mahrumiyet”, “hücre hapsi”, “demire vurma” tedbirlerinin ancak Ceza ve Tutuk Evi düzenini bozanlara uygulanabilecek hapishane içi “inzibati cezalar” olduğunun bir kesin delili de şudur. Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının “hükümlüler hakkında inzibatı işlemler” başlığını taşıyan 6. bölümünde, “Hükümlülere verilecek disiplin cezaları” başlığını taşıyan 58. madde, “Hükümlülere verilecek inzibati cezalar şunlardır: 1- Tevbih 2- Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet 3- Mektup yazmak ve almaktan mahrumiyet 4- Hücre hapsi 5- Katıksız hapis 6- Demire vurma Hükmünü koymuştur. Görülüyor ki: “ziyaretçi kabulünden mahrumiyet”, “hücre hapsi”, “demire vurma” esas itibariyle Ceza Evi disiplinini bozan hükümlülere uygulanabilecek inzibati cezalardır. Bu cezalar ve tedbirler kural olarak hüküm giymemiş olan sanıklara uygulanamaz. Uygulanabilmesi için, tutuklunun Tutuk Evi düzenini ve disiplinini bozmuş olması gerekir. (Talimat madde-71) Bu inzibati cezalar verilmeden önce, talimatın 72. maddesinin emredici hükmü uyarınca, tutuklunun yazılı savunmasının alınması gerekir. Müvekkilimiz ise tutuklandığı andan itibaren hücreye konmuştur. Tutuk Evinin düzenini ve disiplinini bozacak hiçbir hareketi olmamıştır. Buna rağmen müvekkilimiz Talat Turhan ziyaretçi kabulünden yasaklanmış, hücre hapsine konmuş, fakat bunun nedenleri gösterilmemiş ve yazılı savunması alınmamıştır. Kaldı ki, müvekkilimiz Tutuk Evinin düzenini bozan bir eylemde bulunmuş olsaydı da, kendisine usulüne uygun biçimde inzibati mahiyette hücre hapsi cezası verilmiş olsaydı bile sözü geçen talimatın 62. maddesi uyarınca kendisinin 15 günden fazla hücrede tutulmaması gerekirdi. Oysa kanunsuz uygulanan hücre hapsi müvekkilimiz hakkında bir aydan beri sürdürülmektedir. Sonuç Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın ilk andan itibaren kanunun öngörmediği usullerle koğuşturmaya ve yaşama şartlarına tabii tutulduğu kanısındayız. İlerde büyük bir ihtimalle beraat edeceğine inandığımız müvekkilimiz bugünden yasadışı usullerle cezalandırılmakta ve beraat ettiği takdirde bütün bunların telafisi mümkün bulunmamaktadır. Bugüne kadar yapılan işlemleri ve sonuçlarını düzeltmek her ne kadar mümkün değilse de, hiç değilse bugünden sonra müvekkilimizin durumunun kanunlara uygun biçime getirilmesini, hücreden çıkarılarak salıverilinceye kadar normal tutukluluk şartlarının uygulanmasını, ziyaretçi kabulü yasağının kaldırılmasını arz ve talep ederiz. Saygılarımızla. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 4 “Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere Duyurulması (III) İstanbul, 1 Eylül 1972 Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına, Ankara Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, Selimiye Askeri Tutuk Evinde, yasalara aykırı olarak, bir aydan beri hücreye kapatılmıştır, ihtilattan men edilmiştir, ailesi ile görüştürülmemektedir. Konuyla ilgili olarak sayın İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Askeri Savcılığına sunulan dilekçe suretleri ilişikte takdim edilmiştir. Durumu bilgi ve ilgilerinize arz ederiz. Saygılarımızla. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 5 “Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere Duyurulması (IV) İstanbul, 1 Eylül 1972 Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına, Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, Selimiye Askeri Tutuk Evinde, yasalara aykırı olarak, bir aydan beri hücreye kapatılmıştır; ihtilattan men edilmiştir, ailesi ile görüştürülmemektedir. Konuyla ilgili olarak sayın İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Askeri Savcılığına sunulan dilekçe suretleri ilişikte takdim edilmiştir. Durumu bilgi ve ilgilerinize arz ederiz. Saygılarımızla. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 6 Yasadışı Sorgulama, İşkence, Hücrede Tutulma, İhtilattan Men”in İlgililere Duyurulması (V) İstanbul, 1 Eylül 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Yasalarımız gereğince tutuklama kararının tutuklanan kişiye yazılı olarak bildirilmesi gerekirken (Anayasa madde 30 ve 353 Sayılı Yasa madde 69 vd.); müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan açısından, yasaların bu emredici hükmü yerine getirilmemiştir. Tutuklama kararının kanuna uygun olup olmadığını anlayabilmek ve belgeleyebilmek ve bu karara itiraz edebilmek için, tutuklama kararına ait mahkeme tutanağının ve kararının tam olarak sanığa ve müdafiiye verilmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, müvekkilimiz hakkındaki tutuklama kararının tasdikli bir suretinin tarafımıza tebliğini, ayrıca 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi gereğince, müvekkilimize ait bütün sorgu zabıtlarının incelememize izin verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 7 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi Kararına İtiraz İstanbul, 9 Eylül 1972 1. Ordu Askeri Mahkemesi Yüksek Katına Sunulmak Üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Sanık: Talat Turhan Selimiye Askeri Ceza Evinde Tutuklu Vekilleri: Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Avukat Alp Kuran İstiklal Caddesi Baro Han No: 510 Konusu: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin tarafımızdan 6.9.1972 günü tebellüğ edilen 2.9.1972 gün ve Kayıt No: 972/2414, Kararno: 9 972/100 sayılı kararına itirazdan ibarettir. İtiraz sebepleri: 1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 ve 4 Temmuz 1972 gecesi gözaltına alınmış, 4 Ağustos 1972 günü İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 4.8.1972 gün ve Kayıt No: 972/2383 sayılı kararıyla Türk Ceza Kanununun 146. maddesini ihlâl ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştır. 2- Tarafımızdan 1.9.1972 günü, Askeri Savcılık tarafından dikkate alınması ve tutukluluk halinin devamına karar verildiği takdirde, Askeri Mahkemeye arzedilmesi için, tutukluluk kararının geri alınması talebini havi bir dilekçe verilmiştir. Askeri Savcılık, 353 Sayılı Yasanın 75. maddesi uyarınca tayin olunan günde tutukluluk halinin devamını gerekli görmüş ve bu konudaki yazılı düşüncesi ile birlikte istemimizi yetkili Askeri Mahkemeye göndermiştir. 3- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi 2.9.1972 gün ve Kayıt No: 972/2414 Karar no: 972/100 sayılı kararıyla tevkif kararıyla ilgili olmayan kanun maddelerinden tutuklama sebeplerinde henüz sanık lehinde bir değişiklik görülmemek gerekçesiyle tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. 353 Sayılı Yasanın 75. maddesi “Yetkili Askeri Mahkemenin vereceği karara karşı sanık, üç gün içinde bu mahkemeye en yakın Askeri Mahkemede itiraz edebilir”. hükmünü koymuştur. Hukuk ilkeleri ve mevzuatımız hükümleri muvacehesinde, tutukluluk halinin devamına karar veren Askeri Mahkemeye en yakın Askeri Mahkeme, Yüksek 1. Ordu Askeri Mahkemesidir. Gerçekten 353 Sayılı Yasanın 73. maddesine tekabül eden Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 299. maddesinin 3 No.lu bendi ve uygulaması dikkate alındığında, İstanbul Adliyesinde yedi tane Ağır Ceza Mahkemesi bulunduğu halde, bunlardan herhangi birinin kararına itiraz edildiği zaman itiraz, -örneğin İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına karşı yapılmışsa, bunun incelenmesi için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmemekte-, inceleme Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılmaktadır. Böylece mahkeme kararlarına itirazlarda, itirazı ya bir üst dereceli mahkeme, ya da eğer karar ağır cezalık işlerden ise ayrı bir kaza dairesi tarafından incelenmesi hukukun temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu durumda ve uygulama karşısında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin kararına itirazımızı incelemeye yetkili merci İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesi değil, fakat 1. Ordu Komutanlığı Yüksek Askeri Mahkemesi olmak gerekir, inancındayız. Bu nedenledir ki, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri mahkemesinin sözü geçen kararına Yüksek Askeri Mahkemenin nezdinde itiraz etmek zorunluluğu hasıl olmuştur. 4 - Aşağıdaki nedenlerle, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkındaki tutuklama kararının kaldırılması gerektiği yolundaki inancımızı yüksek takdirlerinize arzetmemize izin vermenizi dileriz. a- 1 Eylül 1972 tarihli dilekçemizde de belirttiğimiz gibi, “Türk Silahlı Kuvvetlerinde yıllarca Türk ulusuna şerefle hizmet etmiş bulunan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan” ömrü boyunca Türk ulusuna hizmetten başka bir amaç gütmemiştir. Kendisi suçsuzdur. Koğuşturma makamlarınca suç delili sayılan herhangi bir şeyi değiştirmeye kalkışacak ahlakta olmadığı gibi Türk mahkemelerinin adaletinden kaçacak mizaçta da değildir.” Koğuşturma dosyası bize kapalı olduğundan, müvekkilimizle yaptığımız konuşmalardan aldığımız sonuca göre, suçsuz olduğuna inandığımız müvekkilimize isnat olunan fiiller ve deliller açısından tahliye konusunda söyleyebileceklerimiz bundan ibarettir. b- Müvekkilimiz Emekli Yarbay Talat Turhan, kendisi hakkındaki koğuşturmanın ve tutuklamanın hukuksal amaçlara değil, fakat kendisini çok aşan operasyonlara dayanak sağlamak üzere siyasal amaçlar güttüğü inanç ve iddiasındadır. Müvekkilimizin dileğine uygun olarak bu konudaki iddiasını Yüksek Mahkemenize arz ederken, müdafii olarak “tutuklama işleminin sadece hukuksal amaçlarla yapılabileceğini, her hangi bir siyasal amaca ulaşmak için tutuklamaya başvurulamayacağı” gerçeğinden hareketle, Yüksek Mahkemenizce koğuşturma dosyasının bu açıdan da incelenmesini ve müvekkilimizin tahliyesine karar verilmesini yüksek takdirlerinize arz ederiz. c- Kaldı ki, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 2.9.1972 günlü tutuklama halinin devamına ait kararının aşağıdaki hukuksal nedenle ve mutlaka kaldırılması ve müvekkilimizin tahliyesine karar verilmesi gerekir inancındayız. Gerçekten İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi 4.8.1972 günlü tutuklama kararında talep üzerine müvekkilimizin Türk Ceza Kanununun 146. maddesinden tutuklanmasına karar vermiştir. Aynı mahkeme 2.9.1972 tarihli kararında ise, Müvekkilimizi ilk tutuklama kararında gözükmeyen kanun maddelerinden, TCK’nın madde 141 ve 168. maddelerini ihlal suçundan sorumlu tutmuş ve bu maddelerden tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Oysa tutuklama kararını inceleyen mahkemenin ancak ilk tutuklama kararında yer alan kanun maddesine göre işlem yapmak ve bu maddenin uygulanması, bu maddedeki suçun işlenmediği kanısına varıldığı takdirde tutuklama kararını kaldırmak zorunda bulunduğu; ilk tutuklama kararında yer almayan yeni kanun maddeleri ihdas etmekle yetkili olamayacağı muhakkaktır, hukukun bedahatidir. Sadece bu hukuksal açıdan dahi, kanımızca müvekkilimizin tutukluluk haline son vermek gerekmektedir. Sonuç Yukarıdaki nedenlerle müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tutukluluk haline son verilmesini yüksek takdirlerinize saygılarımızla arz ve talep ederiz. Tutuklu Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Avukat Alp Kuran Ek 8 353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi Uyarınca, Emniyet Sorgu Tutanaklarının İncelenmesi İstemi (I) İstanbul, 12 Eylül 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi gereğince müvekkilimiz tutuklu sanık Talat Turhan’ın sorgularına ait tutanakları incelemek üzere 6.9.1972 tarihli dilekçemizle savcılığınıza başvurmuştuk. O gün tarafımızdan sadece Sayın Askeri Savcılığınızca tanzim kılınan sorgu tutanağı incelenebilmiş, vaktin darlığı sebebiyle emniyette düzenlenen sorgu tutanaklarının incelenmesi olanağı bulunamamıştır. Sayın savcılığınızca alınan ifade tutanağında ise sık sık emniyetteki sorgu tutanağına atıflar yapıldığı görülmektedir. Bunun sonucu sanığın savcılıktaki sorgu tutanağı çok müphem kalmakta, sanığın sorgusu hakkında tam bir fikir vermemekte, dolayısıyla bazı yasal haklarımızı kullanmamıza engel olmaktadır. Oysa sanığın sorgusu bir bütündür, kaldı ki, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesi “sanığın sorgusuna ait tutanak” diyerek sanığın şu veya bu makam tarafından yapılan sorgularına ait tutanakların müdafiller tarafından incelenmesi konusunda herhangi bir ayrım gözetmemiş, ilk soruşturmanın her safhasında sanığın sorgusuna ait istisnasız bütün tutanakları inceleme yetkisini vermiştir. Bu nedenle: Sayın Askeri Savcılığınızca uygun görülecek elverişli bir gün ve zamanda sanığın emniyet makamlarınca düzenlenen sorgu tutanağını incelememize ve zamandan tasarruf açısından fotokopisini (fotokopi makinesi makamınıza getirerek) huzurunuzda almamıza izninizi arz ve talep ederiz. Tutuklu sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 9 353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi Uyarınca, Emniyet Sorgu Tutanaklarının İncelenmesi İstemi (II) İstanbul, 3 Ekim 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesinin müdafilleri tanıdığı hakka dayanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’a ait 14 sahifelik 19 Temmuz 1972 tarihli sorgu tutanağını incelemek üzere bugüne kadar birçok defa savcılığınıza başvurmuş bulunuyoruz. Bu istemimiz, bugüne kadar, sayın koğuşturma savcılığınca yasalarda yeri olmayan çeşitli nedenler ileri sürülerek geri çevrilmiştir ve yasaların gereği yerine getirilmemiştir. Bu konudaki yasa hükmü bizce açık olduğundan ve müdafiin sanığın sorgusuna ait tutanakları incelemesine hiçbir vakit ve hiçbir sebep ve bahane ile karşı konulamayacağından, sözü geçen tutanağı incelememize izin vermenizi, izin vermediğiniz takdirde, gereğinde kanuni sorumluluğunuza gidebilmemiz için ve bunun sorumluluğunu üzerinize almak üzere hangi yasanın, hangi maddesine veya hangi sebebe dayanarak sorgu tutanağını inceletmediğinizi işbu dilekçemizin suretine meşruhat vermek suretiyle tarafımıza yazılı olarak bildirmenizi talep ederiz. Saygılarımızla. Sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 10 353 Sayılı Yasanın 90. Maddesi HakkındaMSB As. Ad. İşl. Bşk.lığının Mütalaası T.C. MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI MÜSTEŞARLIK KARARGAHI ANKARA Ad: 1972/3553-4 Konu: Mütalaa İstanbul, 10 Ekim 1972 Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına İstanbul İlgi: 3.10.1972 gün ve 1972/354 N.Ç. sayılı yazıya. İlgi yazı ile eki sanık müdafillerinin dilekçesi incelendi: 353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanununun 90. maddesi esas itibariyle soruşturma safhasında müdafiin dosya incelemeye yetkisi olduğunu ve ancak “soruşturmanın amacını bozması” hallerinde müdafiin evrak ve belgelerin, incelenmesinin engellenebileceğini amir bulunduğundan; savcılıkça müdafilerin, soruşturma dosyasındaki incelemeyi istedikleri evrak ve belgelerin, incelenmesi halinde soruşturmanın amacının bozulacağı kanaatına varıldığı taktirde müdafilere bu hususun tebliği ile 353 Sayılı Kanunun 91/2. maddesindeki itiraz hakkının tanınmasının uygun olacağı mütalaa edilmektedir. Bilgilerinizi rica ederim. (İmza) Haydar Tuncay As. Ad. İşl. Bşk. Aslı Gibidir (İmza) Orhan Artağan Tnk. Kd. Bşçv. S. Y. As. Sav. Başkatibi Ek 11 Ek-10’daki Yazının Avukat Birsen Balçıkardeşler ve Avukat Kuran’a Tebliğ Edilmesi için Askeri Savcılığın Yazısı T.C. SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI ASKERİ SAVCILIĞI İSTANBUL Sayı: 1972/354 N.Ç. Konu: Tebliğ İstanbul, 10 Ekim 1972 Emniyet İrtibat Müşavirliğine, Selimiye İlgi: MSB Müsteşarlığı 10.10.1972 gün ve AD.MÜŞ: 1972/3553-4 sayılı mütalaası. Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan vekilleri olarak Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Alp Kuran tarafından verilen 3 Ekim 1972 tarihli dilekçe ile (müvekkillerinin güvenlik makamlarınca alınmış sorgu zaptının da taktik için kendilerine gösterilmesi, aksi halde şikayet yoluna gidecekleri) mealinde ifadeler kullanıldığı görülmüş. İncelemeyi istedikleri sorgu zaptı bünyesinde, müvekkilimi bulunmadıkları kimselerin adlarından ve çeşitli olaylardan bahseden bölümler bulunması itibariyle, soruşturmanın amacının bozulacağı dikkate alınarak, Askeri Savcılıkça dilekçe sahiplerine müspet cevap verilemeyeceği düşünülmekle beraber, keyfiyetin bir defa da Milli Savunma Bakanlığından sorulmasına tevessül edilmiş, ilgi’deki mütalaa ile bu konudaki Askeri Savcılık görüşüne iştirak edilmekle beraber, müdafiller tarafından, 353 Sayılı Yasanın 91/2. maddesi gereğince, bu tatbikata karşı itirazda bulunulabileceği bildirilmiştir. Yukarıdaki hususların ve şikayet haklarını kullanmakta muhtar olduklarının, dilekçelerine karşılık olmak üzere, İstanbul Barosuna mensup Avukat Birsen Balcıkardeşler ve Alp Kuran’a ayrı ayrı teblig edilerek tebellüğ ilmühaberlerinin gönderilmesini rica ederim. Nevzat Çizmeci Hakim Yarbay Yrd. As. Savcı (imza) Ek 12 “Kutudaki Akrep” ve “Gizli Eller” Başlığı Altında Alp Kuran’ın Hürriyet Gazetesine Basılmak Üzere Verdiği İki Yazı İstanbul, 5 Şubat 1975 I. Kutudaki Akrep Hürriyet gazetesinde bir süre önce yayınlanan “12 Mart Olayı” başlıklı yazı dizisi Türk kamuoyunda, siyasal çevrelerde ve çeşitli devlet kademelerinde derin yankılar uyandırdı. Bu yazı dizisinin birinci bölümünde ele alınan konular ve ortaya atılan iddialar bugün de tartışma konusu olmakta, devletin ve rejimin kaderine ilişkin yeni birtakım gizli çalışmalara malzeme hizmeti görmektedir. Bu nedenle, “12 Mart Olayı” başlıklı yazının birinci bölümü ile ilgili olarak doğrudan doğruya tanık olduğum bazı olayları ve gerçekleri -biraz gecikmeyle de olsa- gazeteniz aracılığıyla Türk kamuoyuna ve ilgililerin dikkatine sunmayı yerine getirilmesi gereken zorunlu bir görev saydım. Bu gecikmenin nedeni, açıklamalarıma dayanak olan ve zamanın Genel Kurmay Başkanı Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e gönderilen 19 Eylül 1972 tarihli özel bir belgeyi son günlerde temin etmiş olmamdır. Bu belgede yer alan hususların doğruluğu, sonradan cereyan eden olaylarla kesinlikle kanıtlanmıştır. Yapacağım açıklamalar ise, benim Sayın Talat Turhan ile Dr. Memduh Eren’in avukatı olarak - diğer meslektaşlarımla birlikte - doğrudan doğruya yaşadığım ve tanığı olduğum olaylarla ilgilidir. Bilindiği üzere, 1972 yılında gazeteler İstanbul’da bazı patlamalar yapıldığını yazmış, sanıkların bir kısmı suçüstü yakalanmıştı. Aradan geçen uzunca bir süreden sonra, aynı olaylarla ilgili sayılarak, Sayın Talat Turhan ile Dr. Memduh Eren’de evlerinden alındılar. Meçhul yerlere götürüldüler. Kendilerini Devletin bütün resmi dairelerinde aradık, izlerine rastlayamadık. Bir aylık gözaltı süresinden sonra, Selimiye’ye getirildiler ve tutuklandılar. Artık kendileriyle avukatları olarak görüşebilirdik, derhal ziyaretlerine gittik. İşkence gördükleri her hallerinden belliydi. Tutuk Evinde, yasalara aykırı olarak, birer hücreye kapatılmışlar, ihtilattan men edilmişlerdi. Talat Turhan, içinde gece gündüz lamba yanan rutubetli bir zındana kapatılmıştı. Hücrede zehirli hayvanlar ve akrepler vardı. Aynı hücreye daha sonra Avukat Nuri Yazıcı atılmış, kendisini akrep sokmuş, hayatı zor kurtarılmıştı. Sayın Talat Turhan ise, hücresindeki akreplerden birini canlı olarak yakalamış, bir kutuya koymuş, Komutana sunulması dileğiyle görevlilere teslim etmişti. (Ben ve değerli meslektaşım sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler, durumu kanıtlarıyla birlikte ilgililerin bilgisine sunduk. Bunun üzerine, Talat Turhan’ı akrepli hücreden çıkarmak zorunda kaldılar.) İşte bu koşullar altında yaşayan Talat Turhan ile Tutuk Evinde görüştük. Daha ilk görüşmemizde Sayın Talat Turhan, gözaltı süresince kendisine işkence yapıldığını, gerçekdışı birtakım beyanlar alınıp imzalatıldığını, patlama olayları ile hiçbir ilgisi olmadığı halde kendisinin de bu olaylara zorla dahil edilmek istendiğini, bana ve Sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler’e Tutuk Evi görevlilerinin önünde açıkça bildirdi. Ayrıca, sayın Kuvvet Komutanlarını, CHP Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit’i, AP Genel Başkanı Sayın Süleyman Demirel’i ve partilerini hedef alan bir tertibin hazırlandığını hapishane görevlilerinin yanında bize ifade etmeyi başardı. Sayın Talat Turhan, bu arada, Kontr-Gerilla örgütünde, biri kendi el yazısı ile diğeri daktilo ile olmak üzere, iki ayrı içerikli ifade tutanağı düzenleyip imzalattıklarını, birincisinde Kuvvet Komutanlarını ve diğer bazı Subayları da suçlu duruma soktuklarını, ikincisinde ise Kuvvet Komutanlarının adlarının geçmediğini belirtti. Sayın Talat Turhan’ın anlattıklarından çıkan sonuçlara göre, sorgulamaları yürüten gizli güçler kademe kademe ilerlemeyi ve orduda çok geniş bir tasfiyeyi planlamışlardı. Eğer güçleri yeterse ve güçleri yettiği oranda, dava dosyasına birinci ifade tutanağını koyacaklar, aynı davada sanık sandalyesine Sayın Talat Turhan’ın yanına Orgeneral Faruk Gürler’i, Sayın Orgeneral Muhsin Batur’u, Sayın Oramiral Kemal Kayacan’ı vb. da oturtacaklardı. Eğer işleri ters giderse ve güçleri yetmezse, kendileri suçlu duruma düşmemek ve hapishaneleri boylamamak için, daktilo ile yazılan ifade tutanağının -onun da bir kısmını- dava dosyasına sokacaklardı. Sayın Talat Turhan’dan aldığımız bu bilgiler üzerine, müdafilik görevinin doğal gereği olarak, soruşturma savcısı Bay Nevzat Çizmeci’ye başvurduk. “Sanığın sorgusuna ait tutanakların müdafii tarafından incelenmesine hiçbir vakit karşı konulamaz”. Şeklindeki kanunun açık hükmüne dayanarak, Sayın Talat Turhan’ın emniyet ve savcılık ifadelerini görmek istedik. Savcı Nevzat Çizmeci bizi bir süre oyaladı. Sözlü ve yazılı dileklerimizi hep geri çevirdi. Sonunda yalnızca Askeri Savcılık ifadesinin bir suretini vermeyi kabul etti. Fakat önemli olan ve emniyet ifadesi adı verilen Kontr-Gerilla örgütünde işkence altında düzenlenen ifade tutanakları idi. Birbirinden farklı iki tutanaktan hangisi dava dosyasına girecekti? Davanın yapısı, niteliği ve genişliği buna göre değişecekti. Bunu bilmeden ve görmeden savunma görevini yapma olanağı yoktu. Bu nedenle emniyet ifade tutanağını görmekte sonuna kadar ısrar ettik. Fakat Bay Nevzat Çizmeci, kanunun açık hükmüne rağmen, bize hem emniyet ifade tutanağını göstermiyor, hem de bu kanunsuz davranışının sorumluluğunu yüklenmemek için her türlü çareye başvuruyor, bu konuda herhangi bir yazılı belge vermekten dikkatle kaçınıyordu. Bunun üzerine ben, durumu Sayın Talat Turhan’ın anlattıklarından edindiğim intibaları, kendisinin de ısrarlı istemlerini dikkate alarak, zamanın Sayın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’e 19 Eylül 1972 tarihli özel bir mektupla bildirmek zorunda kaldım. Bence tertip belliydi. Eğer gizli plan uygulanabilir ve adları geçen komutanlar suçlu olarak söz konusu davaya dahil edilebilir ve orduda tasarlanan tasfiye gerçekleştirilebilirse bundan sonrası kolaydı. Atatürk ilkelerine dayalı devlet sistemine ve demokratik rejime son verilecekti. Başka türlü bir nizam kurulacaktı. 12 Mart öncesi bazı anarşik olaylarla ilgili olarak açılan davaların iddianamelerinde 1950 yılı öncesi CHP iktidarının da bu olayların sorumlusu ve suçlusu olarak gösterilmesi ve İsmet Paşa’nın bu suçlamalara karşı gösterdiği sert tepki bundandı. Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e gönderilen bu mektuptan sonra da Sayın Avukat Birsen Balcıkardeşler’le birlikte Savcı Nevzat Çizmeci’ye başvurarak, söz konusu emniyet tutanaklarını görme çabalarımızı sürdürdük. Bir sonuç alamadık. Sonunda, Bay Nevzat Çizmeci’yi bu konuda müspet veya menfi yazılı bir cevap vermeye zorlayacak bir yöntem bulduk. Fotokopisini ilişikte sunduğum 3 Ekim 1972 tarihli dilekçeyi, resmi bir belge ile, kendisine ilettik. Bu durumda Bay Nevzat Çizmeci artık dilekçemize yazılı bir cevap vermek zorundaydı. Fakat bir kez daha sorumluluğu üzerinden atmak çaresini buldu. Kendisi doğrudan doğruya cevap vermek yükümlülüğünde iken, dilekçemizin içeriğini tahrif eder bir biçimde, Milli Savunma Bakanlığı Hukuk İşleri Başkanlığından kendi istediği biçimde bir mütalaa almayı başardı ve bize bu mütalaayı tebliğ ederek emniyet tutanağını göstermedi. II. Gizli Eller Şimdi 12 Mart sonrası çok önemli bir konunun ve tertibin açıklanmasına geliyorum: Biz Sayın Talat Turhan’ın avukatları olarak, Sayın Cüneyt Arcayürek’in yazı dizisinde yer alan ifade tutanağını, Hürriyet gazetesinde yayınlanıncaya kadar, hiçbir zaman görmedik. Sayın Cüneyt Arcayürek yazısında sayın Talat Turhan’dan “açık sözlü sanık” olarak söz etmekte ve yazıya dayanak yapılan ifadelerin devletin resmi makamları önünde verildiğini belirtmektedir. Fakat bir devlet düzeninde ve yasaların yürürlükte olduğu yerde sanığa ait sorgu tutanaklarının tümünün dava dosyasında bulunması gerekmez mi? Oysa Hürriyet gazetesinde yayınlanan ve Kontr-Gerilla örgütünde Talat Turhan’a sonradan teybe de okutulan söz konusu ifade tutanağı hiçbir zaman dava dosyasına konmamıştır ve bugün de dava dosyasında yoktur. Yasaların bu konudaki emredici hükümleri bellidir: Sanığa ait tüm sorgu tutanaklarını ve delilerin dava dosyasında bulunması gereklidir. Sorgulamayı yapan memurlar bununla yükümlü ve görevlidir. Bu durumda karşımıza çıkan çıplak gerçek şudur: Hürriyet gazetesinde kullanılan ifade tutanakları dava dosyasına girmediğine göre, demek ki, söz konusu davada sorgulamalar devlet ve yasadışı gizli birtakım güçler ve eller tarafından yürütülmüştür. Bunlar hem komutanları suçlu gösterecek beyanlar almayı, hem de gerektiğinde dava dosyasına sokmamayı başarmışlardır. Bu, devlet ve yasadışı bir gizli güç ve el değildir de, nedir? Söz konusu tutanakların adları geçen Kuvvet Komutanlarının aleyhinde kullanılmak üzere düzenlendiği muhakkaktır. Bu noktada şu sorular karşımıza çıkmaktadır: Sözü edilen gizli eller hangi olayların etkisi altında ve hangi nedenlerle bu tutanakları dava dosyasına sokmamışlar veya sokmaktan vazgeçmişlerdir? Aynı gizli eller hangi nedenlerle ve hangi ihtiyacın ürünü olarak bu tutanakları 1974 yılının Aralık ayında -düzenlenme tarihinden iki yılı aşkın bir süre sonra- yayınlanmak üzere Sayın Cüneyt Arcayürek’in eline geçmesini sağlamışlardır? Artık bu konuya açıklık getirmek zamanı gelmiştir: Sözünü ettiğimiz yasadışı gizli eller tarafından Sayın Orgeneral Faruk Gürler’in Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu sırada 1972 yılının Ağustos ayında emekli edilmesi planlanmışken, Sayın Gürler’in bilinen koşullar altında Genel Kurmay Başkanlığına gelmesi, söz konusu ifade tutanaklarının dava dosyasına girmesini engellemiştir. Çünkü, bu durumda, tertip sahipleri başkalarının kellelerini istemeye giderken oynamak istedikleri oyunun ve işledikleri suçların açığa çıkmasından ve kendileri tutuklanıp yargılanmaktan korkmuşlardır. Bir süre sonra da, gene bilinen koşullar altında Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler yapılmıştır. CHP ve MSP koalisyonu gerçekleşmiştir. Zamanı gelince sanık sandalyesine oturtulması planlanan CHP genel başkanı Sayın Bülent Ecevit Başbakan olmuştur. Sayın Ecevit’in iktidardaki başarılı politikası ve Kıbrıs zaferindeki hizmetiyle sağladığı üstün prestij, bu tertipler zincirini büsbütün kırar gibi olmuştur. Ancak CHP ve MSP koalisyonu bozulunca, sözünü ettiğimiz gizli güçler ve eller yeniden yuvalarından çıkmışlardır. Bunlar bir yandan 12 Mart öncesi ortamı ve anarşik olayları yeniden yaratma tahrikleri içerisine girerek kamuoyunda yeni bir muhtıra verilmesi özlemini uyandırmak; öte yandan bomba davasını ilk düşünülen senaryoya uygun bir biçimde yeniden canlandırmak, davanın boyutlarını adı geçen komutanları da kapsayacak bir biçimde büyütmek çabasına girmişlerdir. Amaçları bu kanaldan yarıda kalmış oyunu ve tertibi tamamlamaktır. Bu nedenle, dava dosyasına girmeyen sanık ifadelerinin Sayın Cüneyt Arcayürek’in eline geçmesini sağlamışlardır. Nitekim söz konusu davada duruşma savcısının okumaya başladığı esas hakkındaki mütalaa da bunun kanıtıdır. Böylece, Sayın Faruk Gürler’e gönderilen özel mektubun içeriği, bugüne kadar cereyan eden olaylarla tamamen doğrulanmıştır. Bizim bildiğimiz kadarıyla, eğer tertip sonuna kadar yürütülebilir ve hedefine ulaşırsa, Atatürk ilkelerine dayalı devlet sistemine ve demokratik rejime son verilecektir. Yalnız CHP değil, “milliyetçi cephe”yi oluşturan AP, MSP ve CGP de katılacaktır. Tüm basına el konacaktır. Özgür basın susturulacaktır. Türkiye çapında bir temizlik hareketine girişilecek nice masum kişiler ailelerinden ve işlerinden koparılacak, bilinen yöntemlerle koğuşturmaya tabii tutulup hapishanelere sokulacaktır. Bu açıklama ise, benim ülkeme ve halkıma yapabildiğim belki son hizmet olacaktır. Fakat sonunda bu tertibe katılan ve katılmaya devam etmekte ısrar eden kişilerin de mutlaka başları yenecektir. Bu akıbetten hiçbiri kendisini kurtaramayacaktır. Avukat Alp Kuran Ek 13 Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’e Alp Kuran’ın Gönderdiği Mektup İstanbul, 19 Eylül 1972 Sayın Faruk Gürler Orgeneral Genel Kurmay Başkanı ANKARA Müvekkilim Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 Temmuz 1972 günü gözaltına alınmıştır. 4 Ağustos 1972 gününden beri tutuklu bulunmaktadır. Müvekkilim Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, gözaltına alındığı günden bugüne kadar yasadışı işlemlerle tabi tutulmuştur ve tutulmaya devam etmektedir. Bu yasadışı arzedilmiştir. işlemlerden bir kısmı İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Müvekkilim Talat Turhan hakkında yapılan soruşturma, hukuksal amaçlar gütmekten çok, siyasal iktidarı ele geçirerek Atatürk ilkelerine dayalı Türkiye Cumhuriyetinin felsefi temellerini değiştirme politikası ile ilgili görünmektedir. Müvekkilim Talat Turhan’ın beyanına göre, yarın yüksek askeri makamlarda bulunan komutanlar aleyhinde kullanılmak üzere, sorgusu sırasında baskı ve işkence ile, gerçekte olmayan olaylara ait bazı belgeler ve beyanlar kendisine zorla imzalatılmıştır. Bu belgeleri tamamı soruşturma dosyasında bulunmak gerekirken, bunlardan bir kısmı muhtemelen dosyasına konmamış, zamanı gelince değerlendirilmek üzere birtakım gizli kuvvetlerin hizmetine verilmiştir. Soruşturma dosyasındaki sorgu tutanakları ise, 353 Sayılı Yasanın 90. maddesinin “sanığın sorgusuna ait tutanakların müdafii tarafından incelenmesine hiçbir vakit karşı konulamaz” emredici hükümlerine rağmen, müdafilere gösterilmemektedir. Böylece yapılan soruşturmanın hukuksal nedenlerle değil, fakat siyasal amaçlarla yürütüldüğünü saptamamız, müvekkilimizle birlikte devletin kaderine ilişkin yasadışı tertiplere itiraz etmemiz olanağı ortadan kaldırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürkçü temellerini tehdit eden tehlike şuradadır: Sıkıyönetim soruşturma makamlarında görev alan bazı kişiler, yalnızca yasaların emrinde olacak ve bütün işlemlerinde yasalara uygun davranacak yerde, yasalara üstün tuttukları bir hedefe ulaşma çabasında gözükmekte ve bu hedefe varmak için yasaları hiçe saymaktadırlar. Bunlar kendilerine “milliyetçi-toplumcu” (Nasyonal -sosyalist) adını verenlerin ve bu doktrini benimseyen bir siyasal partinin yerin altındaki siyasetinin bir aracı izlenimini uyandırmaktadırlar. Bunlar “milliyetçi-toplumcu” partinin liderinin emrinde olmasalar bile, onun paralelinde hareket etmektedirler kanısını, bizde ciddi olarak yaratmış bulunmaktadırlar. Eski Türk törelerini ihya etmek iddiasında bulunanların sempatizanları olup olmadıklarını kesin olarak bilmediğimiz bu kişilerin, yapısını ve tutumlarını ortaya koymak açısından son bir olayı yüksek bilgilerinize ve takdirlerinize arz etmeyi bir görev sayıyorum. 3 ve 4 Temmuz gecesi evinden alınan ve bir ay süreyle kanundışı koridorlardan geçirilerek sorgusu yapılan ve gerçeklere dayanmayan birtakım “ikrarlar” imzalatılan müvekkilim, tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra Selimiye kışlasında her türlü sağlık koşullarına aykırı ve zehirli hayvanların ve akreplerin yaşadığı bir hücreye kapatılmıştır. Durum tarafımızdan sayın Sıkıyönetim Komutanlığına arz edilmiş, komutanın emriyle müvekkilim derhal hücreden çıkarılmıştır. Fakat bundan üç-beş gün sonra, koğuşu gezmeye gelen Cezaevi Müdürü Sayın Binbaşının emrindeki bir heyette yer alan bir görevli, Türk törelerine ve Ordu geleneklerine bağlılık derecesini ortaya koyacak bir biçimde, Binbaşının bulunduğu yerde kendisine söz düşmezken, Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ı da hedef alarak, “üç gün oldu hücreden çıkıp buraya geldiniz, kıçınız kalktı.” Demek şecaatini göstermiştir. Askeri Tutuk Evi görevlisinin, Kurmay Yarbay rütbesini taşımış eski bir askere bu şekilde hitabının Türk töreleriyle ve Ordu gelenekleriyle ne derece bağdaşacağını ve gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim. Bizim bütün bu olanlardan çıkardığımız kişisel sonuçlar şunlardır: Bu tür zihniyet ve uygulama sahiplerinin, kolladıkları fırsat iktidar olmaları şansını verirse, bugün emekli kurmay yarbaylara, albaylara reva gördükleri işlemleri ve hitapları, yarın çok daha yüksek rütbedeki komutanlara da reva görmekten çekinmeyecekleri muhakkaktır. Bir kişinin yasaları, töreleri ve Ordu geleneklerini böylesine çiğneyebilmesi için, bunların üstünde birtakım ilkeleri ve hedefleri kendisine hedef alması gereklidir. Atatürkçü eski yarbaylara, albaylara reva görülen yasadışı işlemler, işkenceler, hakaretler, rütbe atlayarak konuşma cüretleri ve bugün orduda görevli bulunanlara yönelik tertip hazırlıkları endişesini uyandıran durumlar, ancak bu şekilde izah edilebilir. Durumu bilgilerinize, gereğini emirlerinize saygılarımla arz ederim. Avukat Alp Kuran Ek 14 Mahkeme Kararının Gözden Geçirilmesi ve Tavzihi İstemi İstanbul, 14 Ekim 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesine, Sanık: Talat Turhan. Vekilleri: Avukat Alp Kuran - Avukat Birsen Balcıkardeşler Konusu: 27.9.1972 gün ve Kayıt No. 972/3538, Karar No.972/177 sayılı kararın gözden geçirilmesi ve tavzihi isteminden ibarettir. İstemin Hukuksal Nedenleri 1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tahliye talebini reddeden İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 2.9.1972 gün ve 972/2414-100 sayılı kararına tarafımızdan “ilk tutuklama kararında yer almayan maddelerden tutukluluk halinin devamına karar verildiği, oysa tahliye istemini inceleyen mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan yeni suçlar ihdas ederek tutukluluk halinin devamına karar vermeye yetkili olmadığı” gerekçesiyle itiraz edilmiştir. 2- İtirazımızı inceleyen Başkan Top.Kd.Alb. Orhan Bakioğlu, Duruşma Hakimi Yb. Akdemir Akmut, Üye Hakim Yb. Hulki Bilgin’den kurulu İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesi 27.9.1972 gün ve 972/3538-177 sayılı kararıyla itiraz konusu kararın “gerek esas ve gerekse usul yönünden kanuna aykırı olmadığı, sanığa müsnet suçun mahiyeti, tutuklama sebepleri ve tutuklama süresi yönünden isabetli bulunduğu” sonucuna varılmış; ancak tutukluluk halinin devamına karar veren mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan yeni kanun maddeleri ve suçlar ihdas ederek ve bunlara dayanarak tutukluluk konusunda kararlar vermeye yetkili olup olmadığı konusu yasaların aradığı biçimde gerekçeli olarak ve hukuksal nedenler gösterilerek açıklanmamıştır. 3- Gerçekten 9.9.1972 tarihli itiraz dilekçemizde de belirttiğimiz gibi Başkan Top.Kd.Alb. Mahmut Sayınlı, Duruşma Hakimi Albay Fahrettin Kibritçioğlu Üye Hakim Kıdemli Binbaşı Metin Demirkaya’dan kurulu İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesi’nin 4.8.1972 tarihli ilk tutuklama kararında müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın sadece Türk Ceza Kanununun 146. maddesinden tutuklanmasına karar verilmiştir. Yargıçlar Kurulunda yapılan değişiklikle ve Duruşma Hakimi Sayın Albay Fahrettin Kibritçioğlu’nun yerine Hakim Albay Ferruh Şenerdem’in gelmesiyle tahliye talebini inceleyen aynı mahkemenin 2.9.1972 gün ve 972/2414-100 sayılı kararında ise, müvekkilimizin ilk tutuklama kararında yer almayan TCK’nın 141. ve 168. maddelerinden tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Bu karar bizim bildiğimiz hukuk ilkelerine, yasa hükümlerine, hukuk gelenekleriyle uygulamaya aykırıdır. Bizim bildiğimize göre, tahliye istemini inceleyen yüksek mahkemeler ancak ilk tutuklama kararında gösterilen kanun maddesi açısından tutukluluğun devamına veya kaldırılmasına karar vermeye yetkili ve yükümlüdürler. Bu durumda müdafii olarak yüksek mahkemenizce çözümlenmesini talep ettiğimiz hukuksal sorun şudur: Acaba tutukluluğun kaldırılması istemini inceleyen mahkeme, ilk tutuklama kararında yer almayan yeni suç isnatlarında bulunabilir ve ilk tutuklama kararında yer almayan yeni maddeler ihdas ederek tutukluluk halinin devamına karar verebilir mi? Dileğimiz yüksek mahkemenizin, yasaların öngördüğü biçimde bu sorunu gerekçeli olarak müsbet veya menfi bir karara bağlamasından ibarettir. Sonuç a- Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle ve yukarıda belirttiğimiz açılardan yüksek mahkemenizce müttehaz 27.9.1972 gün ve 972/3536/177 sayılı kararın gözden geçirilmesini; b- Tahliye istemini inceleyen mahkemenin ilk tutuklama kararında yer almayan yeni suçlar ihdas etmek yetkisinde olmadığı sonucuna varılırsa müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında Türk Ceza Kanununun 141. ve 168. maddelerinden tutukluluk halinin devamına karar vermek hukuken mümkün olamayacağından, itiraz konusu 2.9.1972 gün ve 972/2414-100 sayılı kararın bu kısmının kaldırılmasını; c- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında yukarıda belirttiğimiz nedenlerle TCK’nın 141. maddesinden tutukluluk halinin kaldırılması istememiz yüksek mahkemenizce reddedildiği takdirde, tahliye istemini inceleyen mahkemenin hangi yasa hükümleri gereğince ve bilimsel ve yargısal içtihatlar gereğince bir tutuklama kararında yer almayan yeni suçlar ihdas etmek ve bunlardan ötürü tutukluluk halinin devamına karar vermek yetkesinde olduğunun yasaların öngördüğü biçimde gerekçeli olarak açıklanmasını; Saygılarımızla arz ve istirham ederiz. Tutuklu Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 15 İhtilattan Men Kararının Kaldırılması Hakkında İstanbul, 14 Ekim 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesine Sunulmak Üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Sanık: Talat Turhan Vekilleri: Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Konusu: İhtilattan men kararının kaldırılması konusunda İstemin Hukuksal Nedenleri 1- Müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan hakkında 4.8.1972 tarihli tutuklama kararıyla birlikte, Askeri Savcılığın istemi üzerine ve bu isteme uygun olarak zuhulen “ihtilattan men” kararı da verilmiştir. 2- İhtilattan men kararının kaldırılmasına ilişkin 1.9.1972 tarihli istemimiz ise, Başkan Top.Alb. Mümkaz Onay, Üye Hakim Yarbay Ferruh Şenerdem, Üye Hakim Kıdemli Bihbaşı Metin Demirkaya’dan kurulu yüksek mahkemenizin 2.9.1972 gün ve kayıt No:972/2415, karar No:972/99 sayılı kararıyla ve “sanığa müsnet suçun vasıf ve mahiyeti göz önüne alınıp henüz delillerin toplama safhası durumunda bulunduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir. 3- 1.9.1972 tarihli dilekçemizde belirttiğimiz nedenlerle yasalara ve hukuk kurallarına aykırı düştüğü kanısını taşıdığımız sözü geçen “ihtilattan men” kararının, aşağıdaki nedenlerle, yüksek mahkemenizce yeniden gözden geçirilmesini ve kaldırılmasını talep etmek zorunluluğu doğmuştur. a- Anayasamızın 33. maddesinin 2. fıkrası “cezalar ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur” hükmünü, TCK’nın 1. maddesi ise, “kanunun sarih olarak suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı olandan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz” hükmünü koymuştur. Sözü geçen maddeler uyarınca, mahkemelerin yasaların açıkça göstermediği cezaları ve ceza tedbirlerini uygulamaya yetkili olamayacakları bir ceza veya tedbir uygulanırken bunu hangi yasanın hangi maddesinin tanıdığı yetkiye dayanarak tertip ettiklerini kararlarında açıkça göstermeleri gerektiği ortadadır. Yasalarımızda ise, mahkemelere “ihtilattan men” cezası veya tedbirleri uygulama yetkisini veren bir hüküm yoktur. Yasalar mahkemelere böyle bir ceza vermek veya tedbir almak yetkisini vermediğine göre, tutuklu sanıklar hakkında mahkemelerin ihtilattan men kararı almaya yetkili olamayacakları açıktır. b- Öte yandan “ihtilattan men”in başlı başlına bir “ceza” olduğu muhakkaktır. Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının “Hükümlüler hakkında inzibati işlemler” başlığını taşıyan 6. bölümünde yer alan 58. 60. ve 72. maddelerinin başlık ve metinleri bunun kanıtıdır. Nitekim sözü geçen talimatın 58. maddesi “Hükümlülere verilecek disiplin cezaları” başlığını taşımakta, madde metni ise “Hükümlülere verilecek inzibati cezalar şunlardır” dedikten sonra “Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet”i bu cezalar arasında saymaktadır. Aynı talimatın 60. maddesinde “Ziyaretçi kabulünden mahrumiyet cezası üç ayı geçemez” demek suretiyle “ihtilattan men”in başlıbaşına bir ceza olduğu bir kere daha hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde ortaya koymaktadır. Sözü geçen talimat hükümleri gereğince “ihtilattan men” halinin müstakil bir ceza olduğu ve ancak ceza ve tutukevi düzenini ihlal eden hükümlü ve tutuklulara uygulanabileceği muhakkaktır. Nitekim aynı talimatın 72. maddesinin “Hiçbir inzibatı ceza ilgililerin yazılı savunması alınmadan verilemez” emredici hükmü de bunun delilidir. Müvekkilimiz Talat Turhan hakkındaki “ihtilattan men” kararı ise, kendisi daha Tutuk Evine konmadan ve Tutuk Evi düzenini bozacak herhangi bir eylemi bulunmadan verilmiştir. c- Ayrıca bu cezanın ilgilinin savunması alınmadan verilmiş olması da, sözü geçen ihtilattan men kararını bir kere daha hukuka aykırı kılmıştır. d- Yukarıda belirttiğimiz maddeler karşısında, “sanığa müsnet suçun vasıf ve mahiyeti göz önüne alınıp henüz delillerin toplama safhası durumunda bulunduğu” gerekçesiyle yüksek mahkemelerin ihtilattan men kararı vermeye yetkili olmadıkları, böyle bir kararın hukuka aykırı bulunacağı, bu nedenle zuhulen verildiği anlaşılan “ihtilattan men” kararının kaldırılması gerekeceği ortadadır. Sonuç Yukarıda belirttiğimiz nedenlerle: 1- Yüksek mahkemelerin “ihtilattan men” kararı almaya yetkisi bulunmadığından, sözü geçen kararın kaldırılmasına, karar verilmesini, 2- Sözkonusu karar kaldırılmadığı takdirde, Yüksek mahkemeler ancak yasalarda açıkça gösterilen hallerde ve belli yasa maddelerine dayanarak ve bu maddeleri göstererek kararlar almak yetkisinde olduklarından sözkonusu kararın hangi yasanın, hangi maddesine dayanılarak alındığının tarafımıza bildirilmesini; Arz ve talep ederiz. Tutuklu Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 16 Tutuklama Müzekkeresinin Geri Alınması ve Tutukluluk Haline Son Verilmesi İstemi İstanbul, 26 Ekim 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Sanık: Talat Turhan Vekilleri: Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Konusu: Tutuklama müzekkeresinin geri alınması ve tutukluluk haline son verilmesi isteminden ibarettir. Tahliye Sebepleri Malum olduğu üzere tutuklama müessesesi, koğuşturmanın selametle yürütülmesini sağlamak amacıyla ve sadece bu amaçla kullanılmak üzere kabul edilen bir “ihtiyati tedbir” müessesidir. Sanığın kaçması veya suç delillerini değiştirip yok etmesi sözkonusu değilse, müsnet suç ağır cezalık olsa bile, sanığın serbest olarak koğuşturulması ve yargılanması esastır. Nitekim isnat olunan suçun mahiyeti ve ağır cezalık olmasının tutuklama ve tutukluluk halinin devamı için tek başına yeterli sebep sayılmadığı ve sanığın serbest olarak koğuşturulduğu, gerek sivil, gerekse askeri mahkemelerin bugüne kadarki uygulama ve kararlarıyla sabittir. Müvekkilimiz Talat Turhan ise, yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerinde şerefle hizmet yapmış eski bir Subaydır. Kaçması hiçbir suretle düşünülemez, kaçması ihtimali bulunduğu ileri sürülemez. Öte yandan, İstanbul 2 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin 28.10.1972 gün ve 972/2446-137 sayılı kararıyla, müvekkilimin tutuklu kaldığı süre içinde, “koğuşturmanın tekemmül etmiş olması gerekeceği” kabul edildiğine göre, koğuşturmanın selametle yürütülmesi açısından kendisinin daha fazla tutuklu bırakılmasında, herhangi pratik bir fayda kalmadığını da kabul etmek gerekir düşüncesindeyiz. Sonuç Yukarıda belirtilen nedenlerle, müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tutukluluk haline son verilmesi hususunu yüksek takdirlerinize arz ederiz. Tutuklu sanık Talat Turhan Vekilleri Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 17 2 Nolu Askeri Mahkemesinin Kararına İtiraz İstanbul, 13 Ekim 1972 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkemesine sunulmak üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Sanık: Talat Turhan Vekilleri: Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Konusu: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 28.10.1972 gün ve 972/2477-94 sayılı kararının gerekçesine itiraz ve tahliye isteminden ibarettir. İtiraz Sebepleri 1- 27 Ekim 1972 tarihli dilekçemizde: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 18.10.1972 gün ve 972/2446-137 sayılı kararı uyarınca müvekkilimiz hakkındaki kovuşturmanın tekemmül etmiş olması gerektiği göz önünde tutularak, “Müvekkilimiz emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın yıllarca Türk Silahlı Kuvvetlerinde şerefle hizmet yapmış eski bir subay olduğu, ordudan ayrılmış olsa bile bir Türk subayının herhangi bir durumda ve koşulda kaçmasının sözkonusu olamıyacağı, kaçması ihtimalinin düşünülemiyeceği ve ileri sürülemeyeceği” nedeniyle, tahliyesine karar verilmesi talep olunmuştur. 2- İşbu tahliye talebimiz, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No.lu Askeri Mahkemesinin 28.10.1972 gün ve 972/2477-94 sayılı kararıyla ve “353 Sayılı Kanunun 71. maddesinde ağır cezalı işlerde sanığın kaçma şüphesinin var olacağının kabul olunabileceğinin sarahaten belirtilmiş olması karşısında tahliye talebinin yerinde görülmediği” gerekçesiyle reddolunmuştur. Kararda, tahliyeye engel olabilecek başkaca bir neden ve gerekçe de gösterilmemiştir. Sözü geçen red kararı ve gerekçesi, aynı zamanda, “Ordudan ayrılmış da olsa Türk Subayı hiçbir durumda ve koşulda kaçmaz” varsayımını reddeder nitelikte bulunması ve aksi görüşü benimser ve savunur yapıda olması nedeniyle, işbu karara itiraz ve kaldırılmasını talep etmek zorunluluğu duyulmuştur. 3- Bilindiği üzere, 353 Sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Yasasında, ağır cezalık suç isnadı altında bulunan sanığın mutlaka kaçacak sayılması gerektiği söylenmemiş, bu konuda takdir yetkisi yüksek Mahkemelere bırakılmıştır; her olayda sanığın özel durumunun dikkate alınması istenmiş ve böylece sanığın hiçbir biçimde kaçması ihtimali yoksa,-sanık, kesin mahkeme hükmüne kadar masum kişi sayılır- kuralı uyarınca serbest olarak kovuşturulması ve yargılanması esası korunmuş ve kabul edilmiştir. Nitekim, itiraz konusu red kararında da, 353 Sayılı Yasanın 71. maddesinde “ağır cezalık işlerde sanığın kaçması şüphesinin var olacağının kabul bulunmadığının da kabul edilebileceği” ortaya konmuş; bunun sonucu sanığın kaçması şüphesi yoksa serbest olarak kovuşturulabileceği ve yargılanabileceği gerçeği kabul edilmiştir. Bu durumda, isnad olunan suç ağır cezalık olsa bile, sanığın kaçması ihtimali yoksa, bu ihtimal ileri sürülerek sanığın tutuklu bırakılamayacağı ve “sanık, kesin mahkeme hükmüne kadar masum kişi sayılır.” (İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya dair sözleşme, madde 6/2) kuralı uyarınca, sanığın serbest olarak kovuşturulması ve yargılanması gerekeceği muhakkaktır. Çünkü aksi görüş benimsenip uygulandığı takdirde, sadece kovuşturmanın selametle yürütülmesi açısından sanığın kaçmasını ve suç delillerini yok etmesini önlemek amacıyla “bir ihtiyati tedbir müessesesi” olarak kabul edilmiş bulunan ve sadece bu amaçla kullanılabilecek olan “tutuklama müessesi”nin bu niteliğini kaybedeceği ve hukukla bağdaşmayan “keyfi bir ceza müessesesi” haline dönüşeceği bir gerçektir. Sonuç Yukarıda belirtilen nedenlerle, “Ordudan ayrılmış da olsa Türk Subayı hiçbir durumda ve koşulda kaçmaz” varsayımını ve gerçeğini reddeder nitelikte bulunan ve aksi görüşü benimser ve savunur yapıda olan itiraz konusu kararın kaldırılmasını ve müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’ın tahliyesine karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz. Avukat Alp Kuran ve Avukat Birsen Balcıkardeşler Ek 18 İşkence İddialarımızın Tespiti Hakkında İstanbul, 8 Haziran 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: İşkence iddialarımızın tespiti hakkında Olayın Açıklanması: 1- Sayın Askeri Savcı, gözaltında tutulduğumuz 30 günlük süre içinde ifadelerimizin Emniyet Müdürlüğünde alındığını iddia etmektedir. 2- Oysa ben ve benimle ilişkili olan kişilerin çoğunun ifadeleri Emniyet Müdürlüğünde alınmadı. “Kontr-Gerilla” adı altında yasadışı olarak örgütlenmiş ve çeşitli güçlerden oluşan bir sağ cuntaya hizmet ettiği anlaşılan bir yerde, yasalarımızda yeri olmayan yöntemlerle sorgulamaya tabi tutulduk. Gördüğümüz ağır baskıdan kurtulmanın tek yolu, hazırlanan senaryoları imzalamak olduğunu anladığımız için de, bir yandan bizlere bazen telkini sorgu, bazen dikte ettirilen suç isnatlarını elle yazarak verdik, önümüze ifade diye konan kağıtları imzaladık ve bu kağıtları teyplere okuduk. 3- İlk anda İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadeler ile “Kontr-Gerilla Örgütü’nde” alınan ifadeleri birbirinden ayırmak mümkündür. Şöyle ki: a- “Kontr-Gerilla Örgütü’nde” alınan ifadelerde (…………’nın, ……… tarihinde alınan ifadesinde…………) kaydı olmasına karşılık. b- İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde alınan ifadelerinde (………….’nın Emniyet 1 Şube Müdürlüğünde………… günü sanık olarak alınan ifadesinde) kaydı bulunmaktadır. c- Ayrıca, doğrudan doğruya Kont-Gerilla Örgütü’ne götürülen kişilerin parmak izleri alınmadığı halde, Emniyet Müdürlüğünde ifade veren kişilerin parmak izleri alınmıştır. Bu husus 2. Şube Parmak Kısmından tesbit edilebilir. 4- Daha sonra Askeri Savcılık’ta verdiğimiz ifadelerde “Kont-Gerilla Örgütü’ne” götürülmek tehdidi altında bulunmak nedeni ile işkence altında verdiğimiz ikrarların hepsini veya çoğunu kabul etmek zorunda kaldık. 5- Sayın Savcı eğer gerçekten bu örgütle bir ilişkisi yoksa, bizim bu isteğimizi araştırmakla yükümlüdür. İddialarımız doğrulandığı takdirde işkence altında verdiğimiz ifadeler hükümsüz kalacak ve Sayın Savcı da tertipçilerin içinde bulunduğu intibaından kurtulmuş olacaktır. Bu nedenle, bu hususun aydınlığa kavuşmasını bizden çok kendisinin istemesi gerekir. 6. Fakat iddianamesinde böyle bir niyet görülmüyor. Çünkü bu takdirde ikrara dayanan ve “Takriri delil” sisteminden fayda uman Sayın Savcının kurduğu bina, iskambil kağıdından şatolar gibi çökecektir.. 7- Bu konu mahkemenin yürütülmesi ile de yakınen ilgilidir. Çünkü, işkence yapıldı-yapılmadı iddiaları, duruşmaların seyrini olumsuz yönde etkileyebilecektir. 8- İddialarımızı ispat edebilmek için, gözümüz kapalı bulundurulduğumuz bu yerin, muhtelif sanıklarla yaptığımız görüşmelerden sonra tespit edebildiğimiz özelliklerini ve tahmini planını ek’te takdim ediyorum. (Ek-1) 9- Tahminime göre, işkence gördüğümüz bu yer: Erenköy-Göztepe’de Erenköy Kız Lisesi civarında bulunan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın sorgulama bürosu veya Anadolu yakasında bu maksatla kullanılan 3 katlı, büyük bir bahçe içinde bulunan bir başka ahşap köşk olabilir. Sonuç ve İstekler 1- İddialarımızın daha önce MİT’in en yüksek kademelerinde görev almış, şeref ve haysiyetlerine kimsenin tek toz konduramayacağı, Sayın Emekli Tümgeneral Naci Aşkun ile Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın da dahil bulunduğu bir bilirkişi heyeti ile verdiğimiz planın Anadolu yakasında bu MİT binasına uyup uymadığının, tiplerini tarif ettiğimiz kişilerin MİT’te görevli olup olmadıklarının saptanmasını, 2- İfadelerimizin alındığı yerin Emniyet olup olmadığını tespit için, o zaman İstanbul Emniyet Müdürü olan Emekli Tümgeneral Nihat Aslantürk’ün, götürüldüğüm iddia edilen Şube Müdürünün, nöbetçi komiserlerin, geceleri orada kaldığıma göre, Emniyet Nöbetçi Müdürü’nün dinlenmesini ve nöbet defterlerinin derhal mühürlenip mahkemece el konulmasına ve ayrıca Emniyet 1. Şube Müdürü personelinin, müdüründen memuruna kadar isim listelerinin ve resimlerinin mahkemeye getirilmesini, 3- Emniyet ifadesi olduğu iddia edilen sorgu zaptında imzası olan iki kişiden birini teşhis etmiş durumdayım. O şahısların celbi ile sorgu zaptındaki isimlerin ve imzaların onlara ait olup olmadığının saptanmasını, 4. İfadelerin yazıldığı daktilo makinesi ile Emniyet’teki daktilo makinelerinin karşılaştırılmasını, 5- Bu konudaki bilirkişi raporu verilinceye kadar Sayın Savcı’nın istinkaf etmesini, 6- Gözaltına alındığım 3/4 Temmuz 1972 günü gecesi “Kontr-Gerilla Örgütü”nde çekilen fotoğrafım ile Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evinde, hücrede bulunduğum 14 Ağustos 1972 günü alınan fotoğraflarımın mukayese edilmesini (Bu fotoğraf çekilirken yanımda Yüksel Çengel vardı) (Canlı cenazeye benzediğim için en yakın arkadaşım beni gördüğünde tanımamıştı. Daha sonra bu resmi ortadan kaldırmak için birkaç ay sonra koğuşta iken bir resmim daha çekilmişti.) 7- Yüksek Mahkemeniz bu konuda kendisini yetkili görmezse, ilgili ve yetkili mercilere dileğimi iletmesini, 8. Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesinin karar alınmasını arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Ekler: Ek-1 Erenköy MİT sorgulama evinin 3. kat planı. “Kontr-gerilla örgütü” Notlar: 1- Bu dilekçe, 8 Haziran 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı Sahife No.ları: a- Dilekçenin mahkemeye verilmesi: Sh. 19 b- Askeri Savcı Mütalaası: Sh. 20 “ileri sürülen işkence iddiaları varid değildir… Şimdi bu konuda taleplerin isafına lüzüm yoktur… Talat Turhan’ın davadan istinkaf etmemizi istiyen talebi de yersizdir.” c- Dilekçenin İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilmesi: Sh. 20-22-36 3- İşkence konusundaki tespit istemlerimizin isafına gerek olmadığını büyük bir sorumsuzluk ve futursuzlukla isteyen Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, 26 Haziran 1973 tarihli duruşmada, gene aynı rahatlıkla “mahkemeniz gerekli tespitler yaptırmıştır.” diyebilmektedir (Sh. 62) 4- Oysa, bu dilekçem hiçbir sorumlu makam tarafından işleme konulmamıştır. Çünkü iddialarım doğrudur. 5- İstemlerim isaf edildiğinde İşkence ile tertip düzenleyenlerin maskeleri ortaya çıkacaktır. İdarenin şebekeleştiği ve gizli örgütler’in iktidara egemen olduğu bir dönemde bu dilekçem elbette işleme konulamazdı. 6- Ama bu dilekçe ile tertipçileri tarih önünde mahkum etmiş olduğuma inanıyorum. Talat Turhan Ek 19 Türk Devletinin Geleceğini Ağır Bir Tehlikeye Düşürecek NitelikteKanundışı Gizli Örgüt Uygulamaları İstanbul, 12 Haziran 1973 Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına Sunulmak Üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan (Emekli Kurmay Yarbay) Konusu: Türk devletinin geleceğini, ağır bir tehlikeye düşürecek nitelikte, kanundışı gizli örgüt uygulamaları hakkında Olayın Açıklaması 1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığınca düzenlenen, Sayı: 1973/5, Esas: 1973/79 ve İddia:1973/33 No.lu iddianamesi gereğince 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanmaktayım. 2- 28 Mayıs 1973 günü sorgulamalarım esnasında ve mahkemeye sunduğum yazılı sorgumun, 188. sahifesinde bazı açıklamalarda bulundum. 3. Bu açıklamalar, Türk devletinin geleceğini etkileyecek önemdedir. Bir ay, anayasa, mevcut hukuk düzeni, uluslararası hak ve özgürlüklere ilişkin bağlantılarımız hiçe sayılarak, işkenceye tabi tutuldum. İşkence yapanların, hayatıma kasteden tutumlarından daha önemlisi, Türkiye’nin kurulu düzenine, bütün güç ve organlarına açıkça küfür etmeleri olgusunun tanığı olmam ve Türkiye’nin kaderinin, bir cunta eline geçtiğini bizzat gözlemlemenin derin ıstırabı içindeyim. 12 Mart’tan sonra parlamento üzerinde baskı sürdürenler ve anayasa’yı değiştirmeye zorlayanlar bu gizli örgüttür. Bu işlemlere tabi tutulan tek kişi ben değilim. Binlerce kişi benzeri ve çok daha ağır işkence ve komploların kurbanı edilmiştir. 4. Bütün bu kanundışı uygulamaların, tek sorumlusunun İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Sayın Orgeneral Faik Türün’ün olması iktiza eder. Çünkü, bu işkencelerin yapıldığı yerin bir müddet 1. Ordu Komutanlığında görevli bulunan, Tümgeneral Memduh Ünlütürk tarafından yönetildiğini işkence görenler saptamışlardır. 5. 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 6. maddesi gereğince Sıkıyönetim Komutanı Başbakan’a karşı sorumludur. açıklamalarım, Türk Silahlı Kuvvetlerini de ilgilendirmektedir. Bunun yanında 6. İç Hizmet Kanununun, 27. Maddesinde (Her şikayet edilen amir geçilir) hükmü yer almaktadır. Bu kanun gereğince dileğimin Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığına gönderilmesini talep ediyorum. 7. Kendilerini “Kontr-Gerilla Örgütü” olarak tanıtan bu kanundışı örgütte, sorgu ve işkence esnasında: a. Anayasa kanunlar ve parlamentoya, b. O zaman Kara Kuvvetleri Komutanı olan Sayın Orgeneral Faruk Gürler’e Hv. Org. Sayın Muhsin Batur’a ve o tarihte Donanma Komutanı olan Or. Am. Kemal Kayacan ve aile efradına, c. Komünizme ve Komünistlere, d. MBK’sine ve MBK üyelerine, e. CHP ve Sayın Ecevit’e, f. AP ve Sayın Demirel’e, g. Azınlıklara, h. Masonlara, ı. Alevilere j. Vergi kaçakçılarına ve diğer kaçakçılara devamlı küfür edilmekte ve k. 6 ok’un komünist prensiplerinden alındığı ile, l. 27 Mayıs’ın Marksist-Leninist bir hareket olduğu iddia edilmektedir. 8. Bütün bunları yapanlar Türk Silahlı kuvvetleri mensupları olmadıkları halde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin adını ve rütbelerini pervasızca kullanmaktadırlar. 9. Bu tertipler İstanbul’un muhtelif yerlerindeki, MİT binalarında ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yapılmaktadır. 10. Benim götürüldüğüm binanın özelliklerini yazılı sorgumun 1.88. sahifesinde belirtmiş bulunuyorum. Bu binanın Anadolu yakasındaki, Erenköy’deki MİT’in sorgulama yuvası olduğunu sanıyorum. Aynı yakada MİT’in bir başka binası da olabilir. İşkencehane olarak kullanılan ve benim 3/4 Temmuz 1972 den, 1 Ağustos 1972’ye kadar gözaltında kaldığım, bu yerin saptadığım nitelikleri aşağıdadır: a. Büyük bir bahçe içinde, bahçesinde yüksek çam ağaçları ve müştemilat olarak hücreleri bulunan, bodrum katı hariç 3 katlı, ahşap, eski bir köşk, b. Civarında birkaç cami var, bunlardan biri pek yakınında, c. Bina yakınında olduğu anlaşılan, Boğazköy Şan Sineması’nın, ses ve reklamları zaman zaman duyuluyor, d. Civarından geçen demiryolundan tren sesleri duyuluyor, e. Bazı geceler civardan martı sesleri geliyor, f. Köşkün kurt köpeklerinden birinin adı Olga, 11. Gözaltına alınanlar bu binaya ya Kadıköy İnzibat Bölge Komutanlığı, ya da Kadıköy Kaymakamlığı, Emniyet Amirliği önündeki kamyonetlerle götürülmektedirler. 12. Kanundışı tamamen cuntalaşmış ve çete yöntemlerine dahi taş çıkaran uygulamalar ile, kurulu düzeni hiçe sayan, birçok değerlere açıkça küfür eden ve bir kısım insanlar hakkında, kin ve intikam duyguları ile işkence yaparak, çeşitli senaryolarla adaleti tesir altına almaya ve en azından adaleti saptırmaya çalışan bu örgütün, gerçek mahiyeti ve sorumluları ortaya çıkarılmadan, Türkiye’de ne haktan, ne hukuktan, ne adaletten, ne insan haklarından, ne demokrasiden bahsedilemez. Bu örgüt, anayasa’ya dahi pervasızca küfür etmekte ve Türkiye’deki kurulu düzeni hiçe saymaktadır. 13. Montesquieu; “Bir kişiye yapılan adaletsizlik umuma yöneltilen bir tehdittir.” diyor. Türk Devletinin geleceği bu tehditten kurtarılmazsa vahim sonuçlarla karşılaşılması mukadderdir. Sonuç ve İstekler 1. İddialarımın bugüne kadar işkence konusunda, objektif tutum gösterdiğinin tanığı olduğumuz Sayın Bülent Ecevit ve Sayın M. Ali Aybar’ın da dahil olduğu bir parlamento heyetince tahkik edilmesini, 2. a. Trabzon’da öldürülen ve faili bulunmayan Kayıkçılar Kahyası Yahya için, 18 Temmuz 1922 tarihinde Bakanlar Kurulukararı ile beş kişilik parlamento tahkik heyeti kurulmuş ve bu heyet 4 Ağustos 1922’den 12 Eylül 1922’ye kadar geçen 39 gün olay mahalli olan, Trabzon’da tetkikat yapmış idare ve yöneticiler aleyhinde tecelli eden raporunu TBMM’ne sunmuştur. (İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı - Kazım Karabekir Shf. 363:375) b. Yarım asır önce, yüce parlamentonun bu kişinin öldürülmesi olayını, bu derece hassasiyetle incelemek gereğini duyan parlamentonun, sayısız faili meçhul cinayetlerin işlendiği ve insanların akıl, insanlık, vicdan ve ahlak dışı işkencelere tabii tutulduğu bir dönemde duyarsız kalabileceğine inanmıyoruz. c. Bütün dünya, Avrupa Konseyi, Batı basını ve televizyonu, işkence iddialarını ortaya atarken, bunları yalanla suçlamak kimseye bir şey kazandırmaz. Bu iddiaların tespit ve tahkiki Türkiye’nin geleceği için kaçınılmaz bir görev olduğu inancıyla konunun Türk Silahlı Kuvvetleri açısından da incelenmesini, 3. Dilekçemin bir suretinin Avukatıma verilmesini arz ve talep ederim. M. Talat Turhan. Dağıtım: Gereği için: Başbakanlık Gn. Kur. Bşk Bilgi için: 3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığı Ek 20 Başbakan Bülent Ecevit’e Çekilen Telgraf İstanbul, 11 Şubat 1974 ELT Sayın Bülent Ecevit Başbakan ANKARA 1. 12 Haziran 1973 günü, gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına birer dilekçe göndererek “Türk Devletinin geleceğini ağır bir tehlikeye düşürecek” nitelikte, yasa ve ahlak dışı gizli örgüt uygulamaları olarak işkenceler yapıldığını ve siz de dahil olduğu halde, devletin tüm kutsal değerleri ve kişilerine küfür edildiğini belirttim. Ayrıca işkence gördüğüm yerin adresini vererek, bu uygulamanın tek sorumlusu olan Faik Türün’le, işkencelerle yasadışı bir hazırlık soruşturmasını fiilen yöneten kişinin Memduh Ünlütürk olduğunu da açıkladım. İddialarımın saptanması için, sizin de içinde bulunduğunuz bir Parlamento Heyeti’nin kurulması isteminde bulundum. Sorgumda ilaveten işkence ve sorgu timi başkanının bir MİT elemanı olan Eyüp Özalkan olduğunu ve uygulamanın amacının Sunay-Tağmaç ikilisinin iktidar hırs ve kinleri doğrultusunda düzenin saptırılması olduğunu da belirttim. 2. Anayasal dilekçe hakkımın doğal bir sonucu ve demokratik parlamenter düzene olan saygımın bir sonucu olarak, o günün koşulları altında her türlü tehlikeyi göze alarak bulunduğum bu istemime bugüne kadar cevap almış değilim. Aslında cevap verilmesine gerekte kalmamıştır. Çünkü 7-10 Şubat 1974 günleri Hürriyet gazetesi’nde yer alan Faik Türün’ün açıklamaları bir yandan işkence yoktur diyen herkesi yalanlarken bir yandan da, dilekçemde aylarca önce öne sürdüğüm iddiaları kelime kelime doğrulamış bulunmaktadır. 3. O zaman dilekçemi alan Başbakan Talu, hemen uçakla Yeşilköy’e gelmiş ve Yeşilköy’den doğruca helikopterle, Selimiye Sıkıyönetim Karargahına uğrayarak Faik Türün’le gizli bir görüşme gereğini duymuştur. Bu görüşmeden sonra, üzerimde sürdürülen manevi baskı arttırılmış olmasına rağmen yasal özgürlük kavramı bugüne kadar sürdürmeye devam ettim. Bugün Faik Türün’ün açıklaması tüm Sıkıyönetim uygulamalarına gölge düşürmüş ve temelinde gayrimeşruluk yatan bir hazırlık soruşturması sonucu açılan davaların niteliği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu gözlemi affın kapsamını tartışırken ve kararını alırken hesaba katmak gereğini takdir buyuracağınızı umut ediyorum. Şu kadarını arzedeyim ki bu beyanı bir genelleme olarak belirtmeyi uygun buluyorum. Kendi açımdan bir affı kabul etmek kararında değilim. 4. Sayın Talu, bu tutumu ile işkencecileri himaye eder bir duruma düşmüş bulunmaktadır. Konunun aktüel olduğu bu dönemde Talu’nun bu tutumunun tarih ve yüksek makamınız önünde saptanılması gereğini duymaktayım. 5. Utanç verici işkence olayları karşısında 12 Mart’tan beri sürdürdüğünüz uygar tutumun tanığı olarak, bugün kendilerini işkenceci olarak ilân etmek gafletine düşen sorumlu kişiler hakkında hükümet olarak en doğru stratejiyi saptayacağınıza olan tüm umudumuzu muhafaza ederek, saygılarımı sunarım. Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan Ceza ve Tutukevi Selimiye-İstanbul Ek 21 Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’yi İstinkafa Davet İstanbul, 2 Ekim 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına Selimiye İstanbul, İlgi: a. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına sunulan 8 Haziran 1973 günlü dilekçem. b. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına 12 Haziran 1973 günü sunulmak istenen ve kabul edilmemesi üzerine, gereği için Başbakanlığa ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığı’na sunulan dilekçem. Sanık: Talat Turhan Konu: Askeri Savcı Hakim Olayın Açıklanması 1- 8 Haziran 1973 tarihinde ilgi (a)daki dilekçemi Yüksek Mahkemenize sunarak işkence iddialarımızın doğrulanması için bazı tespiti delil taleplerinde bulunmuştum. Bu arada işkence gördüğüm Erenköydeki, gerçekte MİT sorgulama bürosu olan fakat kanundışı Kontr-Gerilla Örgütünce kendi maksatlarına alet edilen binanın planını da takdim etmiştim. 2- Bu dilekçem Yüksek Mahkemenizce kabul buyurularak, 8 Haziran 1973 günlü duruşma zaptında özetlenmiş ve gereği yapılmak üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilmiştir. Bu arada talep ettiğimiz tespitler yapılıncaya kadar Askeri Savcıyı istinkafa davet etmişsem de kendisi buna lüzum görmediğini beyan etmiştir. 3- 12 Haziran 1973 günlü duruşma zabtında görüleceği üzere bu dilekçem İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca gereği için Askeri Savcılığa, bilgi için 3 No.lu Askeri Mahkeme Kıdemli Hakimliğine gönderilmiştir. 4- Yukarıdaki seyirden açıkça görüleceği gibi bizce olayların içinde ve hatta tertiplerin yanında olduğu şüphesi bulunan Askeri Savcıdan şikayetimiz gereği yapılmak üzere Askeri Savcılığa gönderilerek, şikayet edilenle şikayet konusu tahkikle görevlendirilen makamın aynı olması gibi kanunlarımızın cevap vermediği bir durumla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. 5- Dilekçemin işlem görmemesi üzerine gerçekte, benim kanıma göre KontGerilla adlı kanundışı örgütün tüm insanlık dışı faaliyetlerinden sorumlu olarak gördüğüm Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’ü, 1402 Sayılı Yasanın 6. maddesi gereğince, yüksek mahkemenizi merci kabul ederek, 12 Haziran 1973 günlü bir dilekçe ile o günkü duruşma zabtında görüleceği üzere Başbakanlığa şikayet etmek istedim. Mahkemenizce bu dilekçemin kabul edilmemesi üzerine dilekçemi gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına sundum. Bu dilekçemde de kanundışı Kont-Gerilla Örgütünün “Türk Devletinin geleceğini tehlikeye düşürücü uygulamalarından” söz ederek, olayların sorumluları olarak Orgeneral Faik Türün ile Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten söz ederek işkence karargahının adresini verdim. 6- Duruşma zabtında görüleceği gibi işkence ve sorgulama timi başkanı olan kişinin de Eyüp (Özalkuş) olduğunu belirtmiş bulunuyorum. 7- Benim ve diğer bütün sanıkların Kont-Gerilla Örgütü hakkındaki beyanlarımız Askeri Savcı tarafından işkence edebiyatı olarak nitelenmektedir. 8- Oysa ki 1 Ekim 1973 gün ve 133 Sayılı “Yankı” dergisine atfen 1 Ekim 1973 günlü “Yeniortam” gazetesinde Kontr-Gerilla Örgütünün var olduğunu, kendi emir ve direktifi ile kurulduğunu Emekli Orgeneral Faik Türün’ün ifade ettiğim konular bizzat eski Sıkıyönetim komutanı tarafından doğrulanmış ve Askeri Savcı da yalanlamış olmaktadır. 9- Bilindiği üzere hazırlık soruşturması tamamen Askeri Savcının sorumluluğu altındadır. Emniyet teşkilatı Askeri Savcıya niyabeten soruşturmaya katılmaktadır. 1402 Sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca Sıkıyönetim Komutanlığı MİT’le işbirliği yapabilir. Milli İstihbarat Teşkilatının kuruluşu, görev ve yetkileri hakkındaki kanuna göre bu örgütün sorgulama yetkisi yoktur. Halbuki benim ve diğer birçok sanığın ifadelerimiz yasadışı bir örgütte işkence altında, örgütün maksatlarını gerçekleştirmek üzere hazırlanmış senaryoya uygun olarak alınmıştır. Gerçek bu olmasına rağmen Askeri Savcı ısrarla bu gerçeği kabul etmemiş, ifadelerin Emniyet Müdürlüğünde normal koşullar altında alındığını mussırren iddia etmiştir. 10- Hasıl olan bu durum karşısında Kontr-Gerilla Örgütü ifadelerimiz ve bu ifadelere dayanan Askeri Savcılık ifadelerimizle bunlara dayanılarak düzenlenmiş olan iddianame hukuken geçersiz olup, Askeri Savcı adalet mercilerini yanıltmak ve gizli maksatlara hizmet etmek gibi bir suç altına itilmiş bulunmaktadır. Sonuç ve İstekler Eski Sıkıyönetim Komutanı Emekli Orgeneral Faik Türün’ün açıklaması karşısında, yanlış beyanlarda bulunduğu meydana çıkmış olan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’yi yeniden istinkafa davet ederim. Saygılarımla Talat Turhan Notlar: 1. Bu dilekçe, 2 Ekim 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2. Duruşma Tutanağı Sahife No: 270: 274’e bakınız. Ek 22 Benimle İlgili Yazılı Deliller Hakkında (Rapor Sahteliğinin Saptanılması İstemi) İstanbul, 6 Mayıs 1974 1. Ordu Komutanlığı, 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına Selimiye-İstanbul, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Benimli ilgili bazı yazılı deliler hakkında (Bölüm VI) (Kısım: 1) Konunun Eleştirisi İlgi a- Klasör II, Dizi:314 ve 315’teki Milli Emniyet Hizmetleri İstanbul Bölgesi Başkanlığı’nın beni de ilgilendiren 1.7.1972 tarihli yazısı. b- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Alp Kuran imzaları ile sunulan 1.7.1972 tarihli yazısı. c- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına Avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Alp Kuran imzaları ile sunulan 1 Eylül 1972 tarihli dilekçe. d- İlgi b ve c’deki dilekçelerin Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı ve İstanbul Barosu Başkanlığı’na bilgi için sunulan suretleri, e- Mahkemeye sunduğum, 8 Haziran 1972 tarihli dilekçem. (Du. Tu. Sh. 19) f- Gereği için Başbakanlığa, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına gönderdiğim Ek-17’deki dilekçem. g- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının, Sıkıyönetim 3 No.lu Mahkeme Kd. Hakimliğine gönderdiği 11.6.1973 gün ve Ad. Müş 1973/3310-105 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli, benimle ilgili Sağlık Raporu (Ek-2) ve cevap (Ek-3) h- Duruşma Tutanağı, Sahife 17,19,20:24,31,36,37,38. ı- Başbakanlık tarafından 1973 yılında yayınlanan Türkiye Gerçekleri ve Terörizm adlı Beyaz Kitap. i- Mahkemeye sunduğum, 5 Şubat 1974 tarihli dilekçe ve bu dilekçeye ekli 169 sahifelik dosya, (I. ve II. bölüm) j- Hürriyet gazetesi’nin 7, 8, 9, 10 ve 13 Şubat 1974 tarihli nüshalarında neşredilen Faik Türün’ün açıklamaları, k- Mahkemeye sunduğum 6 Mayıs 1974 tarihli 11 sayfalık dosya (Bölüm V) m- Anayasa, n- 353 Sayılı Yasa, o- 211 Sayılı İç Hizmet Kanunu, ö- İç Hizmet Yönetmeliği, p- 7201 No.lu Tebligat Kanunu. 1. İlgi (g) Yazı Ek-2’deki Benimle İlgili Raporun Evveliyatı a. 8 Haziran 1973 günkü duruşmada, sorgum esnasında, gözaltında bulunduğum dönemde ve ondan sonraki dönemlerde maruz kaldığım yasadışı işlemlerin ilgi b ve c dilekçelerle Sayın Avukatlarım tarafından, ilgili makamlara duyurulduğunu, fakat herhangi bir işlem yapılmadığını, çünkü devletin tek yanlı işlediğini belirttim. (D.Tu.Sh.17) b. Bu beyanın zamanın Sıkıyönetim K.ı Faik Türün’ü uyarmış olacak ki, hemen bir duruşma sonra, İlgi g’deki Sıkıyönetim Komutanlığı yazısı ve Ekleri Mahkemeye gönderildi ve Ek-2’deki rapor 12 Haziran 1973 günkü duruşmada okundu. (D.T.Sh.17) c. Daha sonra, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci söz alarak, aynı konu ile ilgili görüşlerini beyan etti. Bu beyanda Sayın Avukatlarımın yazdığı ve makamına sunduğu, İlgi c dilekçeyi almadığını ve fakat aynı konuda, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığını muhatap alan, ilgi b dilekçenin gereğinin yapıldığını beyan etti. (D.Tu.Sh.22) d. Bu konuda Yüksek Mahkemeniz aldığı kararda “…Benzer işlemin sanıklardan Talat Turhan bakımından da icra edildiği ve anılan komutanlık yazısı ekindeki 20.9.1972 tarihli rapor münderecatından anlaşılmıştır” ve “…Bu karara raporun sahteliği hakkında bir iddia ileri sürülmediğini…” belirtti. (D.Tu.Sh.24) e. 13 Haziran 1973 günkü duruşmada ise, anılan rapor İlgi g (Ek-2) hakkında, sahtelik iddiasında bulunarak, Ceza Evindeki Sağlık Fişim hakkında tedbir kararı alınarak, tespiti delail talebinde bulundum. (D.Tu.Sh.31) f. Askeri Savcı Nevzat Çizmeci bu talebimize katılmadığını beyan etti. (D.Tu.Sh.35) Başka türlü bir beyanda bulunmasına da esasen olanak yoktu. Aşağıda ayrıntıları ile açıklayacağım üzere, o da bu suçun iştirakçisi ve sorumluları içinde bulunuyordu. g. Aynı konuda Yüksek Mahkemeniz yeniden aldığı kararda: “…Bu konu ile ilgili Talat Turhan talepleri delillerin ikamesi veya soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınmasını” hükme bağladı. (D.Tu.Sh.38) h. Halen Yazılı Delillerin İkamesi safhasında bitmek üzere olduğundan, bu konu kararınız doğrultusunda yeniden huzurunuza getirilmiştir. 2. İlgi (g) Ek-2’deki Benimle İlgili Rapor Konusunun Eleştirisi a. Sayın Avukatlarımın, maruz kaldığım bazı kanunsuz işlemleri, ilgililere duyurmak için yazdıkları, İlgi b, c, d dilekçelerden, bir an için Askeri Savcılık makamını muhatap alan, İlgi c’deki dilekçenin, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci beyanları doğrultusunda eline geçmediğini kabul edelim. (Yukarıdaki 1. madde c fıkrası. D.Tu.Sh.22’ye bak) bu durumda kendisinin de kabul ettiği gibi, aynı konudaki İlgi b dilekçe, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca alınmış olmaktadır. B. Gerçekte, İlgi b ve c’deki dilekçelerdeki istekler içinde, işkence arazları’nın tespitine dair, bir istemde de bulunulmamıştır. Yalnız İlgi b dilekçenin 2. sahifesi son satırında “Ayrıca müvekkilimizin ayaklarında pranga izleri vardır.” denilmektedir. 1- Bilfarz, İlgi b ve c dilekçelerde Kanunsuz olarak hücrede tutulmamda ilgililere duyurulmaktadır. İlgi g, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı yazısında bu hususa cevap verilmemiştir. 4 Ağustos 1972’den 3 Eylül 1972’ye kadarki dönemde, bir ay hücrede tutuldum. Yasalarımız böyle bir uygulamaya imkan vermemektedir. O halde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Faik Türün, neden İlgi b dilekçeyi ihbar telakki ederek, beni hücrede tutanlar için gerekli kovuşturmayı yapmamıştır? Çünkü uygulamanın baş suçlusu ve sorumlusudur. Bugün, yeniden ilgililerce ihbar telakki edilerek, beni hücrede kanunsuz olarak tutanlar hakkında kovuşturma açılmasını talep ediyorum. 2- Gene, bir an için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın İlgi b dilekçedeki bütün istemleri yok varsayımından hareketle İlgi b dilekçeyi yalnız İşkence İhbarı yönünden değerlendirdiğini kabul edelim: c. Bu durumda, İlgi (n)’deki yasanın 62. maddesinin amir hükmünü görmemezlikten gelmeye, yasal olanak yoktur. Çünkü, anılan madde, hazırlık soruşturması döneminde bilirkişi tayin yetkisini, münhasıran Askeri Savcıya bırakmaktadır. Bu durumda, ilgi (g) yazıdaki tüm işlem yasadışıdır. Askeri Savcı Nevzat Çizmeci hangi hak ve yetki ile kendi yükümlülüğünü, Adli Müşavire veya Sıkıyönetim Komutanlığına terk etmiştir? Yasadışı uygulamanın somut bir örneğidir bu tutum. Nitekim, Yüksek Mahkemenin kararı ve uygulaması yasaya uygun cereyan etmiştir. (D.Tu.Sh.24) 1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı İlgi (b) dilekçeyi, işkence ihbarı olarak kabul ve telakki etmişse, bu dilekçeyi, Askeri Savcıya, gereğine tevessül etmesi için göndermek yasal yükümlülüğü altında bulunmaktadır. (353 Sayılı Yasa, madde 62) 2- Askeri Savcı da aynı yasa gereğince bilirkişiyi seçecektir. Oysa Nevzat Çizmeci, yasa adamı olduğu halde, yasaya saygılı olmak gereğini duymaksızın, kendi yetkisini tecavüz eden, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın savunmasını yapmak gibi garip bir tutum içine girmiştir. (D.Tu.Sh.22) d. Bu düşüncelerimizden daha önemlisi 353 Sayılı Yasanın 62. maddesindeki hüküm, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki uygulamada, daima bu konuda Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ndeki mütehassıslardan oluşan bir heyet bilirkişi olarak seçilmiştir. Halbuki, İlgi (g) yazının Ek-1’indeki uygulama, (Numan Esin raporu) yasaya uygun şekil gösterdiği halde, aynı yasanın Ek-2’sindeki bana ait raporda, bu koşula riayet edilmemesinin tek anlamı olabilir. Raporun sonradan zevahiri kurtarmak için tanzim ettirildiği. e. İlgi (g), Ek-2’deki rapor, 353 Sayılı Yasaya aykırıdır. Çünkü anılan yasanın, 62. maddesi, ikinci fıkrası: “Askeri Tabipler bilirkişi olarak tayin edilir” diyerek, her türlü tereddüdü önlemiştir. Bilirkişi çoğuldur ve birkaç kişiden teşekkül edecektir. O halde benim için verilen rapor bu yönü ile de geçersizdir. Nitekim, yüksek heyetiniz N. Esin, H. Yalçınkaya, M. Çınar’ı muayeneye sevkederken yasa şartlarına uymuştur. f. Bu konudaki uygulamaya Hazırlık Soruşturması döneminden bir örnek vermek gerekirse: Madanoğlu davasında yargılanan, Necdet Düvencioğlu ve Hıfzı Kaçar isimlerini verebiliriz. Bu iki kişi hakkında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’na yapılan, İşkence Konusu’ndaki başvurma, tıpkı benim örnekte olduğu gibi, yasaya aykırı olarak, 1. Ordu Karargahı Tabibince alınan raporla değerlendirilmiştir. Fakat, daha sonra, aynı kişiler bu rapora rağmen, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde mütehassıslardan oluşan, bir bilirkişi tarafından muayene edilerek, haklarında rapor verilmiştir. İlgi (i) kitabın 139. ve 140. sahifelerine bakınız.) Kaldı ki bu işlem dahi, Askeri Savcılık kanalından geçmediği için usulsüzdür. g. Bahse konu olan, benim örnekte ise, istisnai olarak, yetkisiz ve yasa hükümlerine uymayan bir seçimle, tek tabibin raporuyla yetinilmiştir. Esasen, bu işlemdeki anormallik Yüksek Heyetinizin dikkatinden kaçmadığı için, aldığı kararda: “…Benzer işlemin sanıklardan Talat Turhan bakımından icra edildiği” cümlesi kullanılmıştır. (D.Tu.Sh.24) h. İlgi (g) yazıda ise, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın aynı konudaki iki değişik uygulaması ile karşı karşıyayız: 1- Ek-1’deki, N. Esin için alınan rapor yasanın, şekli koşullarına uygundur. 2- Ek-2’deki, benimle ilgili raporda ise, hiçbir kurala ve yasaya uyulmak gereği duyulmamıştır. Bu durumda, uygulamanın sorumlusu, ister Faik Türün, ister adli müşavir, ister Nevzat Çizmeci olsun, yasadışı bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz demektir. a- Ben, bu raporun “Hakikate uygun” olmadığını duruşmada belirtmiştim. (D.Tu.Sh.31) Evet, bu rapor hakikate uygun değildir ve benim duruşmadaki beyanlarımdan sonra, alelacele uydurulmuştur. (D.Tu.Sh.17) b- Buna tevessül eden kişilerin nitelikleri, daha bugünden anlaşılmıştır. Kişiler, gelip geçici, kurumlar ölümsüzdür. Bu kişilerin, kurumlardaki tahribatı, Hukuk Devleti kavramını tahrip etmiştir. Aynı zamanda bu kişiler, maruz bırakıldığım tertibin ve sayısız yasadışı uygulamanın müşevvik, muharrik ve sorumlularıdırlar. c- Bahse konu olan bu raporun, sahteliği saptanınca bu kişilerin, bundan önceki dönemde, yasadışı emirlerle ilgi (a) hakkımda düzenlenen tertibin iştirakçileri olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Şöyle ki: i- Sayın Avukatlarım, İlgi (b) ve (c)’deki dilekçeleri, gereği yapılmak üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına ve Akeri Savcılığa benimle ilgili birtakım yasadışı uygulamaları duyurmuşlardır. Bu dilekçeyi, Komutanlık işkence ihbarı olarak kabul etmiş ve gereğine tevessül etmiştir. O halde: 1- Anayasa madde 62 İlgi (a) kanun madde 25 İlgi (ö) yönetmelik, madde 42 gereğince, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın, Avukatlarıma en geç bir ay içinde, cevap vermesi gerekirdi. Bunun yanında, gerek İlgi (m) madde 62 ve gerekse, İlgi (p) madde 8, gereğince, bu cevabın yazılı olması da zorunlu idi. Bilindiği gibi İlgi (n) yasanın 52. madde 4. fıkrası “Tebligat Kanunu Hükümleri Askeri Mahkemelerde uygulanır” hükmünü de kapsamaktadır. 2- Oysa Faik Türün’e, 1402 Sayılı Yasa ile verilen sınırsız yetki az gelmiş, belli bir zihniyet içinde, emrinde ve hizmetinde olduğu çevrelerin hizmeti ve ihtirasları doğrultusunda çaba sürdürmek dışında, hiçbir yasa ve kavram ile kendisini bağımlı hissetmemiş ve maalesef sıkıyönetim görevleri dolayısı ile kendisiyle ilgili, kurum ve kişiler onun yasa ve insanlık dışı tutumuna karşı durmak şöyle dursun, tertiplerine yardımcı olmuşlardır. Teselli veren tek husus bu tutumda olanların, azınlıkta bulunmalarıdır. Eğer Faik Türün anılan yasalara saygılı olsaydı, Sayın Avukatlarım 1 Eylül 1972 tarihli, İlgi (b) dilekçelerine, en geç 1 Ekim 1972 de yazılı cevap almaları gerekirdi. Bu yapılmamış, aradan 9.5 ay geçtikten sonra, benim sorgum üzerine, 8 Haziran 1973’te, İlgi (g) yazı ve eklerini mahkemeye göndermek gereğini duymuşlardır. (D.Tu.Sh.22) 3- Bu arzettiğim anormal durumun bir an için ilgililerin ihmalinden doğmuş olduğunu kabul edelim. O taktirde, raporun tarihine göz atmamız gerekir. İlgi (g) yazı Ek-2’deki, benimle ilgili raporun tarihi, 20 Eylül 1972’dir. Yani İlgi (b) ve (c) dilekçelerinin tarihi 1 Eylül 1972 olduğuna göre, aradan 20 gün geçmiştir. 20 Eylül 1972 tarihinde ise benim İşkence gördüğüm yasadışı Kontr-Gerilla Örgütü’nden Selimiye’ye gelişimin 50. günüdür. 4- İşkence gördüğüm tarihten (3 Temmuz 1972 gözaltına alındığım tarih olduğuna göre) 50-80 gün sonra (Avukatlarımın işkence tarihine göre) İşkence’nin tespiti için, yasadışı bir tutumla, muayene edilmem söz konusu olmaktadır. 5- Oysa, bu durumu İlgi (i) kitapta bir örnekle, karşılaştırırsak durum daha ilginç bir hale dönüşecektir. (Sahife 139, 140’a bakınız) a- Sayın Avukat Hidayet Ilgar 25 Ekim 1972 günü müvekkili Hıfzı Kaçar’ın baskıya maruz kaldığını beyan eden, bir başvurmada bulunmuştur. b- Bir gün sonra, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı adli müşavirliği, 26 Ekim 1972’de, Hıfzı Kaçar’ın, doktor muayenesine sevkini, Ceza ve Tutuk Evinden istemiştir. c- Bu tarihten bir gün sonra, 27 Ekim 1972’de, Ceza Evi idaresi Hıfzı Kaçar’ı karargah tabibine muayene ettirmiştir. d- Adli Müşavirlik, bu rapora rağmen, Hıfzı Kaçar için, 1 Kasım 1972’de Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde, mütehassıs bir bilirkişi heyetinden rapor istemiştir. (Aradaki günler Cumhuriyet Bayramı tatilidir.) e- Diğer kişiler için de uygulama yukarıdaki örnekte olduğu gibidir. Bu örnekten yararlanmamın nedeni, benim raporla hemen hemen aynı döneme rastlamasıdır. Aynı komutanlığın, aynı tarihlerde, iki değişik uygulamasının bir nedeni olsa gerektir. j- Bu noktada, yeni bir olasılık ve soru akla gelmektedir. Benim hakkımda hakikate aykırı rapor tanzim etmeye zorlanan ilgililer, neden 2, 3, 4 Eylül 1972 tarihini atmamışlardır da, bir anlamda sahteliği ortaya koyan, İlgi (b)’ deki müracaat tarihinden 20 gün sonraki bir tarihi seçmişlerdir. 1- Ceza ve Tutuk Evinde bulunan kişiler için, birer sağlık fişi tutulmaktadır. Bu fişe viziteye çıkış tarihleri ile teşhis ve verilen ilaçlar yazılmaktadır. 2- Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum her gün için, günce tutmaktayım. Bu günceye göre: a- 8 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye, diş tabibi ve tabib uğramış, b- 17 Ağustos 1972 Perşembe günü, kaldığım hücreye tabib uğramış, c- 22 Ağustos 1972 Salı günü, kaldığım hücreye tabib uğramış, d- 1 Eylül 1972 Cuma günü, kaldığım hücreye tabip uğramış, e- Bu uğrayışlar, genel ziyaretler olduğu için, sağlık fişlerine yazılmamış olması gerekir. Esasen (a), (b), (c)’deki, uğramalarında bir talebim olmadığı günce’mde görülüyor. Sadece 1 Eylül 1972 de (sırtımın sağ üstünün ağrıması ve başım dönmesi şikayeti ile hücrede muayene oldum.) f- 20 Eylül 1972, ilk defa kendi arzumla viziteye çıktığım gün olup, güncem’de “Doktor’a ilaç yazdırdım” notu vardır. 3- Görüldüğü gibi Ceza ve Tutuk Evine geldikten sonra resmi olarak ilk viziteye çıkış tarihim 20 Eylül 1972’dir. Onun için de ilgililerce rapor tarihinin 20 Eylül 1972 olması zorunlu görülmüştür. 4- Eğer Yüksek Mahkemeniz gerek görürse, günce’min doğruluğunun saptanması için grafolojik bir inceleme yaptırmaya karar verirse, güncemi sunmaya amadeyim. 5- Bunun gibi iddiamın ispatı için, D.Tu.Sh.31’de de belirttiğim gibi Ceza ve Tutuk Evindeki sağlık fişinin, tarafsız bir kurul tarafından grafolojik incelemeye tabi tutulmasına karar alınmasını talep ediyorum. Esasen mahkemenizin bu konuda ilerde dikkate alınmaya öneren kararı vardır. D.Tu.Sh.38 “…Bu konu ile ilgili Talat Turhan talepleri delillerin ikamesi veya soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınmasına.” j- Bu konuda bir husus daha açıklamakla iddialarıma kesin bir haklılık kazandıracağım. 1- Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcılık ifademin bu konuya ilişkin bölümü aynen şöyle: “İfadem alınırken cebir ve şiddete maruz bırakıldım… Soruldu: Vücudumda cebir ve şiddet asarı yoktur. Keza bahsettiğim şiddeti ispat etmek durumunda değilim dedi.” 2- Bu ifadenin tarihi 3.8.1972’dir. Ve ben bu tarihte, yukarıdaki beyanlarda bulunuyorum. 353 Sayılı Yasanın, 62. maddesi gereğince, hazırlık soruşturması döneminde, bilirkişi tespit yetkisi, Askeri Savcıya ait olduğu halde, ifade tarihinden 47 gün sonra bu beyanlarıma rağmen, İstanbul Sıkıyönetim K.ı Faik türün, İlgi (a) Ek-2’deki raporu tanzim ettirebiliyor. Tüm ilgililerin bu gafletine pes doğrusu. k- Buraya kadar arzettiğim hususlar, raporun hakikate uymadığını, açıklıkla meydana koymaktadır. 1- 1. ve 2. maddede açıkladığım hususları özetlersem: 1 İlgi (a) Ek-2’deki benimle ilgili rapor hakikate uymamaktadır. Çünkü: 2- Avukatlarımın bu konudaki İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerine, yasa ve yönetmeliklere göre, verilmesi gereken cevap zamanında verilmemiştir. Mahkemedeki okuma tarihi, müracaattan 9.5 ay sonradır. 3- Bilirkişi seçiminde, 353 Sayılı Yasanın 62. madde hükümlerine uyulmamıştır. 4- Askeri Savcı bu konudaki yetkilerine yapılan tecavüze seyirci kalmıştır. 5- Bilirkişinin yetkili Askeri Tabibler’den oluşması gerektiği halde rapor tek tabipten alınmıştır. 6- Bu konudaki uygulama İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının uyguladığı yöntemlere de uymamaktadır. a- İlgi (i) kitap, sahife 139:140’a bakınız. b- İlgi (g)’ye bakınız. Aynı yazıya ekli olduğu halde, Ek-Rapor şeklen yasaya uygun, Ek-2’deki benimle ilgili rapor yasa ve kural dışıdır. 7- Gerçekte ne benim, Askeri Savcı ifademin Dosya Sıra No:388’deki beyanlarımdan anlaşılacağı üzere bu konuda bir talebim olmadığı gibi, Sayın Avukatlarımın da İlgi (b) ve (c)’deki dilekçelerinde, İşkence asarı tespitine dair bir talepleri bulunmamaktadır. 8- İlgi (b) dilekçe böyle bir talebi içerse dahi müracaattan 20 gün sonra İşkence asarı tespit edilemez. 9- Kaldı ki, Dosya Sıra No: 388 deki Askeri Savcı ifademde, “Vücudumda cebir asarı” yoktur diyen bir kişinin (ifade tarihi 3 Ağustos 1972) bu tarihten 47 gün sonra İşkence Asarı’nı tespit için muayeneye tabi tutulması akla aykırıdır. 3- İstek: 1- 7. sahifelerde belirttiğim nedenlerle, zamanında tedbir kararı alınmaması sebebi ile delil olan sağlık fişim üzerinde, gerekli değişikliklerin yapılmasını doğal karşıladığımız için, fişin celbedilmesini talep ediyorum. a- 20 Eylül 1972 tarihli verilen raporun, fişte kayıtlı olup olmadığının saptanılmasını, b- Raporda böyle bir kayıt varsa, bu kaydın, 20 Eylül 1972 tarihinde yazılıp yazılmadığının, tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını. c. Bana rapor alınmasına dair, Sıkıyönetim Komutanlığının yazdığı emirle, Ceza ve Tutuk Evince verilen yazılı cevapla, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Adli Müşavirliği ve Ceza ve Tutuk Evi Evrak Kayıt ve Zimmet Defterleri üzerinde tedbir kararı alınmasını. d- c’deki yazılar ve defterlerde gerekli kayıtlar bulunursa, o takdirde bu belgelerin de, Tarafsız bir kurulca grafolojik incelemeye tabi tutulmasını talep ediyorum. (İlgi a, Ek-2’deki rapor) ve (D.Tu.Sh. 24,31,35,36:38’e bakınız.) 4- a Yüksek mahkemeniz bir kararında, D.Tu.Sh.24: “Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 10.1.1972 gün ve Esas 971/457-71/1 sayılı içtihadında: Sanığa işkence yapılıp yapılmaması ve bunun tahkiki işkence yapanlar hakkında takibata tevessül bakımından önem taşıyıp, bunun sanıkla ilgili dava ile münasebeti yoktur” atıf yaparak bunu kararına almıştır. Askeri Yargıtayın bu kararını tüm ayrıntıları ile bilmemekle beraber, bundan 20 sene önceki bir tarihte verilmiş bir Yargıtay kararını hatırlatmakta yarar görüyorum. b- Bu içtihatla, Y.İ.C.D.17.4.5.1953 T. Ve 892 ve K.1434 sayılı olup: “Sanıkların hazırlıktaki ikrarlarının zorlanmaya dayandığı iddia edildiğine göre, zabıta memurları hakkında soruşturma yapılıp yapılmadığının ve sonucunun tespiti gerekir” demektedir. c- Gene yüksek mahkemeniz D.Tu.Sh.24’deki kararda: “Mahkememiz Hükme varırken şüphesiz ki bir sanık hakkında münhasıran emniyette yapılmış bir ikrara müstenit bir karar verilmeyecek, lehte ve aleyhteki deliller hukuki ve vicdani kanaate göre değerlendirilecek hüküm tesis edecektir” diye konuya aydınlık getirmişse de, bu davanın özel bir durumu vardır. Çünkü delil yoktur. 1- Bu gerçeği ben değil, Askeri Savcı iddianamesinin 2. sahifesinde itiraf etmektedir. Onun tek dayanağı Anayasa madde 33. 4. fıkrasına tamamen aykırı olan, sanıkların kendi kendilerini ve diğer sanıkları suçlayan atfı cürümleridir. 2- Bu yasadışı ifadeler, itibar görmüş olmalı ki, 671 günden beri tutuklu tutulmaktayım. 3- Hem de kelimesi kelimesine beni doğrulayan ve tüm iddiaları yalanlayan 16 kamu tanığının dinlenilmiş olmasına rağmen. İlgi (n)’ye bakınız. 4- Yazılı delillerin okunması evresinde delil bulunmadığı açıklıkla görülmüştür. Aksine (a)’daki hakkımdaki MİT yazısı tertibi tüm açıklığı ile ortaya koymuştur. (Bu yazının eleştirisi İlgi (ı) I. bölüm ve İlgi (k) III. bölümde yapılmıştır. 5- Sıkıyönetim yargılanan tüm sanıkların, hatta malum koridorlardan geçirilmiş tanıklar, bütün Türkiye ve tüm dünya, Türkiye’de Sıkıyönetim döneminde yapılan işkenceleri dile getirmektedir. 6- Bu takdirde, işkencenin kamu suçu olması nedeni ile ilgililerin re’sen harekete geçmeleri şöyle dursun, tertiplerini sürdürdükleri yukarda arzettiğim, aksinin ispatı mümkün olmayan, iddialarımda görülmektedir. Bunun yanında, mademki bu davanın yegane dayanağı işkence ile alınan ikrardır, kararınıza müessir olacak faktörlerden önde geleninin, işkence’nin var olup olmadığı hususunun saptanması olması gerekir. 7- Bunun yanında, başından beri İşkenceciler olarak, Gn.M. Ünlütürk, MİT elemanı Eyüp Özaltaş, Şükrü Balcı belirtilmiş olunmasına rağmen, ben baş sorumlu olarak Faik Türün’ü gördüm. Faik Türün, bugün daha iyi anlaşıldığı gibi, hizmetinde olduğu çevrelerle bütünleşmiş olarak, Türkiye kaderi üzerinde, o çevrelerin arzusu ve kendi kişisel ihtirasları doğrultusunda, oynanan iktidar kavgasında taraf olduğu için, İstanbul’u Nazi kamplarına rahmet okutan işkencehanelerle donatmış, bu meyanda, benim üzerimde oynanan tertibin de baş sorumlusu olduğu için, cür’etini sahte rapor düzenletmeye kadar geliştirmiştir. 8- Yukarda istediğim tespitler, bu nedenle kanımızca esasa müessir olacak kadar önemlidir. 9- Bunun yanında, her ne kadar, Mahkemeniz işkenceciler hakkında re’sen harekete geçmek yetkisinde değilse de, ilk mercii olarak iddialarımı ilgili mercilere intikal ettirme durumundadır. d- Kimsenin arkasından konuşmuyorum. Faik Türün’ün Komutanlık döneminde, her türlü terörünü sürdürürken söylediğim sözler teyp bantlarında duruyor. Bu konuda, bazı tespitlerin yapılması isteği ile Yüksek Mahkemeye sunduğum 8 Haziran 1972 tarihli dilekçemde: (D.Tu.Sh.19) 1- Bu dilekçede, Hazırlık Soruşturmasının yasadışı yöntemlerle yapıldığını Yüksek Mahkemeye bildiriyor. İddialarımın doğruluğunun saptanması için bazı tespitlerde bulunulmasını talep ediyorum. İlgi (b) de bu yöndedir. 2- Talebim, her ne kadar bu yönü ile mevzuata göre, İstanbul Sıkı Yönetim Komutanlığı’nı ilgilendiriyorsa da, diğer yanı ile kararınıza müessir olacak ve Hazırlık Soruşturması’nı hükümsüz kılacak bu önemli tespitler, Komutanlıkça is’af edilmemiştir. Dilekçemin işlem görmemesini de doğal karşılıyorum. Çünkü: suçludan suç delillerinin tespiti istenemez. 3- Bunu bildiğim için ve Türk Devletinin hukuk devleti olma niteliğini, bozmaya cüret edenlerin, bunda başarılı olamayacaklarına dair, kesin inanç sahibi olduğum, bilinen kadı hikayelerine, itibar etmeksizin, uygar insan olmanın gereklerini yerine getirmek için, Faik Türün’ün yasadışı tutumunu 1402 Sayılı Kanuna göre, Başbakan’a karşı sorumlu olması nedeni ile 12 Haziran 1972 tarihli dilekçe ile gereği için Başbakanlık ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına sunulmak üzere Yüksek Mahkemeye sunmak istedim. Mahkemeniz kabul etmediği için, ben ilgili makamlara gönderdim. (dilekçe sureti Ek-1 dedir.) 4- İlgi (m), 62. madde, ilgi (n) 10. madde, ilgi (o) 25. madde, ilgi (ö) 42. madde, ilgi (p) 8. maddelerdeki ve yönetmelik hükümlerine rağmen başbakan Talu’dan da dilekçeme cevap almış değilim. Bu durumda sadece iki olasılık düşünülebilir: a- Başbakan Talu, bu tutumu ile Faik Türün mezaliminin iştirakçisi durumuna düşmüştür. (Talu, 16 Haziran 1973’de uçakla İstanbul’a gelmiş Yeşilköy’den Helikopter’le doğruca Selimiye’ye gelerek, bu konuyu Türün’le görüşmüştür.) b- Talu’nun bu tavrını, tarih önünde saptamak için, 11 Şubat 1974 tarihinde, Başbakan Ecevit’e, 380 kelimelik bir ELT telgraf çekmiş bulunuyorum. (Selimiye postanesi makbuz No: 167) b- Gerek, 8 Haziran 1972 ve gerekse 12 Haziran 1972 tarihli dilekçelerimin cevapsız kalması bir yandan iddialarımın haklılığını ortaya çıkarırken, bir yandan da, Türün ve Talu ikilisini, tarih önünde suçlu sandalyesine oturtmuştur. e- Zaman beni kesinlikle doğrulmamış, benden 9-10 ay sonra yüce Parlamento’da, 12 Haziran 1973 tarihli dilekçemde ve sorgumda varlığından söz ettiğim, yasadışı, Kontr-Gerilla Örgütü’nün gerçek olduğunu, Sayın Başbakan Ecevit Parlamento’da dile getirmiştir. (5 Şubat 1974 tarihli TBMM tutanak dergisine bakınız.) 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesinin manşeti aynen şöyle Demirel’e cevap veren Başbakan: “İşkence, Kontr-Gerilla iddialarını ispat etmek için devlet arşivlerini karıştırmaya gerek yok.” f. Bundan başka: 1- Klasör II, Dosya Sıra No: (Dizi Sıra No:) 314, 315 teki MİT yazısı, tek başına, 8 Haziran ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerde öne sürdüğüm iddiaların gerçek olduğunu ve o dönemde tam aksini söyleyen tüm yetkililerin beyanlarının gerçekdışıolduğunu ortaya koymaktadır. 2- Bilindiği gibi, 644 Sayılı Yasa gereğince sorgulama ve soruşturma yapmak hakkı olmayan, MİT’te sorgumun yapıldığını İlgi (a)’daki belgenin ortaya koyması, hazırlık soruşturmasını gayri meşru hale getirmektedir. 3- Faik Türün, Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta, Hazırlık Soruşturmasının yasadışı yöntemlerce, yasadışı örgütlerce yapıldığını itiraf etmiştir. Bu meyanda, yardımcılarından önde gelen kişinin, Gn. Memduh Ünlütürk olduğunu da açıklamıştır. (Hürriyet gazetesi, 7, 8, 9, 10, 13 Şubat 1972 tarihli nüshalarına bakınız.) Faik Türün’ün bu itirafları, benim bu konuda geçen sene, onun komutanlık döneminde, öne sürdüğüm iddiaları doğrulamaktadır. 8 Haziran 1973 günkü duruşmadaki sorgumda şöyle diyordum: D.Tu.Sh.16 “Bugün İstanbul’da işkence şebekesi vardı. Şebeke Faik Türün tarafından yürütülmektedir. Orada Gn. Ünlütürk de vardır. İşkencelerle tespit edilmiş ifadelerle burada icrai adalet edilemez.” g- Fakat bugün görüyorum ki, işkence ile alınmış, Emniyet ve Kontr-Gerilla ifadeleri dışında aleyhimde tek delil bulunmamasına rağmen, tüm benimle ilgili sanık ve tanık beyanları lehimde tecelli ettiği halde ve bir tedbir olan tutukluluk müessesinden yararlanılarak, 671 günden beri içerde tutuluyorum. Türkiye gerçeklerini bildiğim için, bunları doğal karşılıyorum. Eğer bu gerçeklere sırt çevirseydim, şimdi başka yerlerde bulunurdum elbette. Atatürk’ün Bursa Nutku ile verilen görevlerin takipçisi olarak müsterihim. Sıkıyönetim Savcılarından bazıların Bursa Nutku’nun, Stalin’e ait olduğunu iddia edecek kadar cahil olduğu bir dönemde, bir başka savcının talihsiz bir belgesi olan, Bomba Davası İddianamesi’ne dayanılarak tutuklu tutulmam sadece inançlarımı kuvvetlendirir. Sonuç ve İstekler 1. İlgi (a) Ek-2’deki benimle ilgili 20 Eylül 1972 tarihli rapor sahtedir. (D.Tu.Sh.31) Bu hususta Yüksek Mahkemenin kararı (D.Tu.Sh.38) konunun delillerin ikamesi veya soruşturmanın genişletilmesi safhalarında dikkate alınacağı şeklindedir. Bu dava ile hakkımda tertipler düzenleyenlerin, yasadışı tutumunu ve gayri kanuni bir hazırlık soruşturmasına tabi tutulduğumun saptanması için dilekçemde belirttiğim tespitlerin yapılmasını talep ediyorum. 2- 8 Haziran 1973’te Mahkemeye sunduğum, 12 Haziran 1973 te Başbakanlık ve Genel Kurul Başkanlığına sunduğum dilekçelerimdeki (Ek-1) iddialarım, İlgi (a)’daki (Klasör II, Dizi 314, 315 deki) MİT yazısı ile resmen, Faik Türün’ün Hürriyet’e verdiği demeci ile gayri resmi olarak doğrulanmış olmasına rağmen, 8 Haziran 1973 tarihli dilekçemde, istediğim tespitlerin yapılması için ilgili mercilere yeniden başvurularak gereğinin yapılmasına yardımcı olunmasını saygı ile arzederim. Talat Turhan Ekler Ek-1 12 Haziran 1973 tarihli dilekçe sureti. (4 sahife) Ek 23 Türün’ün Hürriyet Gazetesine Verdiği Beyanatın Eleştirisi İstanbul, 18 Temmuz 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına Selimiye-İstanbul, İçindekiler: Dilekçe 13 Sahife Ek-1:Ek-6 6 Sahife Ek-7 3 Sahife Ek-8 1 Sahife Ek-9 1 Sahife Ek-10 1 Sahife Ek-11 1 Sahife Ek-12 1 Sahife Dilekçeyi Veren Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Eski Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün’ün Sıkıyönetim uygulamaları ve Hazırlık Soruşturması ile ilgili olarak Hürriyet gazetesine vermiş olduğu beyanatın eleştirisi. Konunun İncelenmesi: 1- Genel: Yüksek Mahkemeniz, 28 Haziran 1974 günkü duruşmada Hürriyet gazetesinde yayınlanan Faik Türün beyanatında mahkeme celbine karar vermiştir. (Du.Tu.Sh.559) Bu beyanlar; gerçekte benimle ilgili iddialar, ifadelerim, sorgum ve muhtelif tarihlerde mahkemeye ve diğer mercilere sunduğum dilekçelerle çok sıkı sıkıya ilgilidir. Faik Türün açıklamalarıyla adeta beni doğrulayan önemli bir tanık durumuna kendisini sokmuş bulunmaktadır. Çünkü duruşmanın bu evresine kadar neyi iddia etmişsem, iddia makamı ve diğer yetkili makamlar tam aksini iddia ettikleri halde, Faik Türün aradan bir sene geçtikten sonra değişen koşullar içerisinde beni doğrular duruma girmiştir. Beyanatı bir başka açıdan eleştirdiğimiz takdirde ise, Orgeneral rütbesine kadar ulaşmış, Sıkıyönetim Komutanlığı yapmış bir kişinin hukuk devleti kavramıyla ters düşen, hatta en ilkel hukuk kurallarına dahi uymayan anlayışını sergilemek ve bu suretle de tarihe ışık tutmak olanağını bulacağımı umut ediyorum. 2- Eleştiri: a. Ek-1 de sunduğum 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesinde Sayın Başbakan Bülent Ecevit’in “İşkence ve Kontr-Gerilla iddialarını ispat etmek için arşivleri karıştırmaya gerek yok” şeklindeki beyanatı manşette yer almıştır. Sayın Başbakan’ın bu beyanatından hemen bir gün sonra, gene Hürriyet gazetesinde yer alan Faik Türün’ün açıklamaları anılan beyanatla çelişmektedir. (Ek-2 ile 6’daki 7,8,9,10,13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetelerine bakınız.) Esasen, Sayın Ecevit muhalefette iken de, yasadışı Kontr-Gerilla örgütünü ağır şekilde eleştirmiştir. Bu eleştirinin çıktığı 133 Sayılı Yankı dergisinin ilgili bölümü (Ek-7) de sunulmuştur. Bu açıklamamdan anlaşılacağı gibi, Türkiye’deki politik ortamın tutucu güçlerin ve onların iç ve dış destekçisi çevrelerin planları dışında bir oluşum göstermesi sonucu Sayın Ecevit; Erim, Melen, Talu’nun tam aksine, Kontr-Gerilla’nın ve işkencenin varlığını gerek muhalefette gerekse iktidarda iken kabul etmiş olmaktadır. Bu kabulden sonra, Faik Türün açıklamalarının aynı gazetede neşri, eğer bir tesadüf veya bir gazetecilik tekniği değilse, Faik Türün adına ciddi bir talihsizlik olmuştur. Ve bu durumda değerli bir Başbakan tarafından yalanlanmış bir eski Sıkıyönetim Komutanının tüm açıklamaları değersiz hale gelmiş bulunmaktadır. b. Fakat, konu benim açımdan özel bir önem taşıdığından, Yüksek Mahkemenizden, Faik Türün’ün tanık olarak dinlenmesini talep ettim. Kendisiyle, sanık sandalyesinden diyalog kurarak, her önüne gelenin her konuda konuşamayacağını tarih önünde saptamak istemiştim. Mahkemeniz, sadece bu konudaki gazete nüshalarının celbine karar vermekle yetindiğinden, önemine binaen görüşlerimi yazılı olarak sunuyorum. Faik Türün’ün açıklamaları içinde en kayda değer olanı, Kontr-Gerilla konusudur. Konuyu eleştirdikçe görüleceği gibi, ne yazık ki Türün kendi kendisiyle de çelişmektedir. 1- 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasının 2. maddesi: “Milli İstihbarat Teşkilatı Sıkıyönetim Komutanlığı ile işbirliği yapar” hükmünü amirdir. Ne Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununda, ne de 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasında, bu konuda ayrıntılı bir açıklama olmamasına rağmen, işbirliği deyimi sınırlı bir ilişkiyi ifade eder. Fakat Faik Türün ve onun anlayışındaki kişiler, bu kadarıyla yetinmeksizin, Türkiye’deki sosyal uyanışı önlemek için, yasadışı, dışa bağımlı, gizli örgütler kurarak çalıştırmışlardır. 2- Bu anlayıştaki kişiler, kavram kargaşası yaratarak, Türkiye’nin bir iç harbe sürüklenmekte olduğu fikrini kamuoyunda oluşturmaya çalışmışlar ve bu amaçla toplumun her sınıfında bireysel ve gruplar halinde tahrikler sürdürmüşler, yaratmayı başardıkları ortamda, gayri nizami harp yöntemleri uygulamışlardır. Halbuki (Ek-8’deki 1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesinde açıklandığı gibi, gerçekte: “Kontr-Gerilla; Hak, hukuk, kural tanımayan düşman ajanlarına karşı aynı şartlar içinde savaşacaktı. Düşman ajanları öldürüyorsa, o da öldürecek, düşman ajanları işkenceyle bilgi alıyorsa, o da alacak, düşman tedhiş yapıp korkutuyorsa, o da yapacaktı. Kontr-Gerilla’nın görevleri bütün çarelere başvurarak yurdu düşman karşısında savunmaktı. Kontr-Gerilla düşman karşısında görev yapmak amacıyla kurulmuş bir örgüttür.” 3- Bu hususu saptadıktan sonra, Türk halkına yöneltilmiş hıyanet, tüm boyutlarıyla aydınlığa kavuşmaktadır. Çünkü; Türkiye’de amacından uzaklaştırılan, bir Kontr-Gerilla uygulaması, yasadışı yöntemlerle, kendisini Türk sayan hainler tarafından, Türk Halkının her kesimindeki insanına uygulanmıştır. 4- 2 Ekim 1973 tarihli duruşmada Yüksek Mahkemenize Kontr-Gerilla konusunda teorik bilgileri içeren, Sayın Başbakan Ecevit’in o zamanki görüşlerini yansıtan beyanları ile bizzat Faik Türün’ün Erenköy’de Kontr-Gerilla örgütüne ait bir köşk hazırlattığına ilişkin beyanlarını içeren (Ek-7)’deki 133 Sayılı Yankı dergisi ile (Ek8)’deki 1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesi küpürü sunulmuştu. Eğer Faik Türün okumak zahmetine katlansaydı, bu konuda bizzat kendi beyanlarına ters düşen, bilgi ve yetenekleri hakkında olumsuz yankılar uyandıran, Hürriyet gazetesindeki talihsiz beyanatını vermezdi. Onun: Birtakım uygulamaları örtbas etmek çabasıyla ve bu konudaki sorumluluğunu yaygın hale getirmek gibi bir savunma çabası içinde çırpındığını görmemiz bizim için sürpriz olmadı. 5- Harp Akademisinde okutulan, bir çeşit Gayri Nizami harp yöntemi olan, KontrGerilla harekatını ve buna ait deyimi, Ordu Komutanlığı yapmış ve Orgeneral rütbesine ulaşmış Türün’ün: “Kontr-Gerillla diye bir terim olduğunu ben bilmiyorum… Başka memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen örgütler olduğunu da bilmiyorum” şeklinde itirafta bulunmasını bir cehalet örneği olarak kabul edemeyiz. Gerçekleri saklamak amacına yönelik bu tutumu, tarih önünde sergilemekle kendimi görevli sayıyorum. 6- (Ek-7)’de sunulan Yankı dergisinde Faik Türün: “Ben Kadıköy’deki Köşkü Kontr-Gerilla örgütüne özel olarak hazırlattım.” diye açıklamada bulunmuştur. (Bu derginin tarihi 1-7 Ekim 1973 olup, anılan beyanat da tekzip edilmemiştir.) Aynı Faik Türün, bu tarihten 5 ay sonra Hürriyet gazetesinde çıkan beyanatında ise: “Kim buldu bu Kontr-Gerilla deyimini? Talat Turhan çıkarttı bunu. Bir faşist örgütüdür” diye. Açıklamada bulunarak kendi kendisiyle çelişkiye düşmesinin anlamı açıktır. (Ek-3) 8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet. 7- Aslında bu konuda ne Türün’ün, ne de benim açıklamalarımızın Yüksek Mahkemenizi bağlamayacağını biliyorum. Şimdilik sadece kapağının fotokopisini takdimle yetindiğim belge, bu konudaki gerçeği ısrarla inkar eden zavallı kişilere, birçok şeyi anlatacak kadar açıktır. (Ek-9) Amerikan talimname kapağı fotokopisi. Bu belge, FM 31-16 (FM: Sahra talimnamesi demektir.) Sayılı ve Counterguerrilla Operations (Kontr-Gerilla Hareketi) adlı talimnamenin kapağıdır. Bu talimnamede, Kontr-Gerilla hareketi tüm ayrıntılarıyla açıklanmaktadır. Talimnamenin basım tarihi ise 1967’dir. Emekli olduktan sonra dahi, özel davetle Amerika’ya ziyaret yapacak kadar bu ülkeyle sıkı fıkı ilişkilerde bulunduğundan söz edilen bir kişinin, Kontr-Gerilla deyiminden habersiz olduğunu ifade etmesi ve daha da ileri giderek, bu tabirin benim tarafımdan çıkarıldığını iddia etmesi, onun niteliğini ve uygulamalardaki mantığının açık bir kanıtıdır. 8- Faik Türün talihsiz beyanatını bir gezi öncesi vermiştir. Bu beyanatın alınış tarihi 18 Ocak 1974’tür. (Ek-2) (7 Şubat 1974) tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 15) (Ek-10)’da sureti sunulan, Nisan 1974 tarihli ve 5 Sayılı Yeni Dönem dergisinin 39. sahifesinde, “Bir portre” den söz edilmektedir. Metindeki meçhul kişinin, Amerika seyahati tarihi 19 Ocak 1974’tür. Ummak isteriz ki bu portredeki kişi Faik Türün olmasın. 9- Faik Türün açıklamalarına devam ediyor ve diyor ki: “Bildiğim kadarı ile Gerilla-Gerillacı birer deyimdir. Kontr-Gerilla diye bir terim olduğunu ben bilmiyorum. Bir yakıştırma olsa gerektir. Belirttiğiniz şekilde ilk defa bir sanık tarafından (Daha önceki açıklamalarında bu sanığın Talat Turhan olduğunu söylemişti.) muhakemesi sırasında kullanıldığını sanıyorum. Başka memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen örgütler olduğunu biliyorum.” (Ek-6) (13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 11) 10- Gerçekte Türün’ün bu konudaki kabullerini içeren belgeleri mahkemeye sunarak, yukarıdaki bu açıklamalarını yalanlanmış bir duruma kendisini sokmuş oluyorum. Bunun yanında Kontr-Gerilla pratiğinin, teorideki esasları hakkındaki bilgisizliğini de ortaya koymuş oluyorum. 11- Teoride bir şekli bulunmasına rağmen, Kontr-Gerilla uygulamaları dünyada ve Türkiye’de, iki tarzda uygulamaya konulmuştur. Bunlardan ilki, yukarda adı geçen talimnamede yer alan yöntemleri içermekte ve işgal edilen bir ülkede başlaması doğal olan gerilla faaliyetine karşı, işgal eden kuvvetin yöntemlerini, yani Kontr-Gerilla usullerini göstermektedir. Diğeri ise emperyalizmin boyunduruğu altındaki ülkelerde, sosyal uyanışı önlemek için CIA koordinatörlüğünde yürütülen ve işgal edilen ülkelerde sürdürülen vahşet yöntemleridir. Bu yöntemler Vietnam, Kamboçya gibi ülkelerde uygulanmıştır. İkinci guruba dahil olmasına rağmen Türkiye ve Yunanistan’da uygulama farklı olmuştur. Özellikle Türkiye’de 1961 Anayasal düzeninden gocunanlar, birtakım kavramların ardına saklanarak, iç harp bahanesi, demokrasi ve hukuk devletini korumak paravanası arkasında, dışa bağımlı olarak, yerli işbirlikçilerle sahneye konulmuştur. 12- Kontr-Gerilla harekatı ile ilgili planlama ve uygulamalarını asıl amacı içinde yönetmek üzere kurulmuş legal bir örgüt olan, STK’dan bahsetmeyi ülkemin çıkarlarına aykırı bulduğum için üzerinde durmuyorum. Fakat, bu legal örgüt ve benzeri örgütleri, illegal duruma sokarak, dışa bağımlı bir hıyanet kliğinin, iktidar sürelerini uzatmak için, finans kapital ve onun yerli işbirlikçilerinin çıkarları doğrultusunda kullananların, maskelerini düşürmeyi bir görev sayıyorum. 13- İşbu illegal karma hıyanet örgütü, yukarda açıkladığım şekilde kendi ulusuna yönelik bir uygulama sonucu amacından saptırılmış ve birçok tertipler düzenlenerek, suni davalar ve bu davalar içinde, çeşitli nedenlerle düzenlenmiş fişlerle, hesabı görülmesi istenen kişiler, suni sanık yapılarak davalara ithal edilmiştir. Bu oluşum içerisinde, benim özel bir yerim bulunmaktadır. Diyebilir ki, (ilerde bunu da ispat edeceğim) şahsımda Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kesiminin zihniyetini mahkum etmek için özel bir dava tertiplenmiştir. Sorgumda “bu balonu patlatmak şöyle dursun, kalbura çevireceğim” demiştim. Yüksek Mahkemeniz, daha duruşmanın bu evresinde, Çizmeci’yi tarih önünde mahkum edecek olan iddia balonlarını gerçekten kalbura çevirdiğimin tanığıdır. 14- 6 Aralık 1973 günkü duruşmada, yukarıdaki açıklamalarım paralelinde bir dilekçeyi, Yüksek Mahkemeye sunarak, Kontr-Gerilla’nın bir yüzünü açıkladığımı burada belirtmekte yarar görüyorum. 15- Dünyadaki Kontr-Gerilla uygulamaları için bir fikir verebilmek üzere (Ek11)’de sunduğum 23 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan Latin Amerika’daki Kontr-Gerilla Okulları adlı çeviri ile (Ek-11)’de sunduğum 25 Nisan 1974 tarihli Yeni gazetesindeki Uğur Mumcu’nun “Bir Sorunumuz Var” adlı makalesine bakınız. (Ek-12) c- Kontr-Gerilla konusundaki bu açıklamalarımla, yüzde yüz kesinlikle, Faik Türün’ü yalanlamış olmamla genel bir haklılık durumunu elde etmiş bulunuyorum. Bu durumdan hareketle, şimdi de onun bu konudaki beyanlarının ayrıntılı eleştirisine geçebilirim. 1- “Ben Kadıköy’deki köşkü Kontr-Gerilla Örgütü’ne özel olarak hazırlattım.” (Ek8) (1 Ekim 1973 tarihli Yankı dergisi ve (Ek-8) (1 Ekim 1973 tarihli Yeni Ortam gazetesi) (Altı tarafımdan çizildi.) 2- “Ben görevde iken gazetecilerin bazılarına anlattım. Gerilla nedir, Kontr-Gerilla ne olur diye. Gerilla müstevliye karşı silahlanan bizim deyimimize göre çetecedir. Kontr-Gerilla ise, faşist metotlu ülkelerin, Şili’nin, Irak’ın benimsediği örgütler” (Ek-2) (7 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 15) (Altı tarafımdan çizildi.) 3- “Selimiye kışlası civarında, bir askeri jibe, Kontr-Gerillaya teslim etmişler.” (Ek3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 10) (Altı tarafımdan çizildi.) 4- “Kim buldu bu Kontr-Gerilla deyimini?... Talat Turhan çıkardı bunu bir faşist örgüttür diye” (Ek-3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 10) (Altı tarafımdan çizildi.) 5- “Sivil giyinmiş olarak sorgu ekipleri, emniyetten de, MİT’ten de geliyordu. Ayrı bir örgüt. Kontr-Gerilla, hayır deyim tamamen yanlış ve uydurma…” “MİT teşkilatının İstanbul’da yerleri vardı. Ama bu teşkilata özel bir mahiyet verilmesi doğru değil.” (Ek-4) (9 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 7) 6- “Gerilla, Gerillacı birer terimdir. Kontr-Gerilla diye bir terim olduğunu ben bilmiyorum. Bir yakıştırma olsa gerektir. Belirttiğimiz şekilde ilk defa bir sanık tarafından mahkemesi sırasında kullanıldığını sanıyorum.” (Bu sanığın Talat Turhan olduğu daha önce açıklanmıştı.) (yukarıdaki 3. maddenin d. Fıkrasına bakınız.) “Başka memleketlerde kelimenin lügat manasına uygun düşen örgütler olduğunu da biliyorum.” (Altı tarafımdan çizildi.) 7- Yukarıda 3. maddede açıkça görüleceği gibi Faik Türün’ün 1. ve 2. fıkralardaki beyanları, 4. ve 6. fıkralar ile çelişmektedir. 5- Ve 6. fıkralardaki beyanları ise 1. 2. ve 3. fıkralardaki beyanları ile çelişmektedir. Görüldüğü gibi Faik Türün bir çıkmaza, kendi kendini sokmuş bulunmaktadır. d. Beyanattaki Kontr-Gerilla dışındaki hususların eleştirisi: 1- İşkence: a- 8 Haziran 1973 tarihinde Yüksek Mahkemeye ve 12 Haziran 1973 tarihinde gereği için Başbakanlığa ve bilgi için Genel Kurmay Başkanlığına sunduğum dilekçemde, Erenköy’de bir köşkte işkence gördüğüm hususu, o zaman iddia makamınca kabul edilmemiş, buna karşılık her iki dilekçem de işlem görmemiştir. Halbuki Faik Türün (Ek-3,7 ve 8) de görüleceği gibi Erenköy’deki köşkü kabul etmiş ve beni doğrulamıştır. b- Dayak atma, prangaya vurma, saçkesme, dış dünya ile irtibatı kesme gözleri bağlama konularındaki işkenceyi Türün kabul etmiştir. (Ek-3) (8 Şubat 1974 günlü Hürriyet gazetesi, sahife 10) 1- Bazı şeyleri kabul ederken onun kendini savunma gayesi ile iki gerekçeye dayandığını görüyoruz. aa. Dayak atmanın, prangaya vurmanın, saç kesmenin, dış dünya ile irtibatı kesmenin Ceza Evi talimatlarında yeri ve hükmü olduğunu ifade etmektedir. (Ek3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet, sahife 10) Ceza Evleri ile ilgili hiçbir mevzuatta, Türün’ü doğrulayacak hüküm yoktur. Esasen iddiaların çoğu Ceza Evi öncesindeki döneme ait olduğu halde, Türün gayri kanuni bir kuruluşun hiç değilse bir kısım uygulamalarını, beyanatı her okuyan nasıl olsa Ceza Evi talimatlarını bilmez önyargısı ile kanuni imiş gibi göstermek gafletine düşmüştür. Bunu demekle Türün dönemindeki Ceza Evi uygulamalarının kanuni olduğunu iddia etmiyorum. Onun yönetiminde Ceza Evinde her türlü işkence yapılmıştır. bb. Onun ikinci savunma aracı da: “İşkence olarak dün ne yapıldıysa bugün de onlar olmuştur” yollu ikrarıdır. Demokratik hukuk devleti anlayışı içinde, bir yetkilinin, kanunsuz bir uygulamayı emsal göstererek kendisini savunmaya kalkması onun sorumluluğunu azaltmaz. Aksine arttırır. c- Yargı organlarını etkileme: 1- Faik Türün’ün (Ek-2) (7 Şubat 1974 günlü Hürriyet gazetesinin 15. sahifesinde) bu konuda bir beyanatı yer almaktadır. “Solmazer’in bomba davasında içerdekiler derhal tahliyelerini sağlamadıkları takdirde, konuşacaklarını iletmişler, başarı da sağlamışlar ve Solmazer de olduğu gibi, tahliyeler gerçekleşmiştir.” 2- Eğer Faik Türün’ün Anayasa’nın 132. maddesinden haberi olsaydı veya en azından kanunlara saygı duymak alışkanlığı bulunsaydı, böyle bir beyanat vermesi mümkün değildi. 3- Beni konunun bu yönünden daha çok, Faik Türün’ün bu yasadışı anlayışına kılıf uydurmak için, namussuz ve şerefsiz işkencecilerce şahsıma uygulanan yöntemler ilgilendirmektedir. Nitekim (Dosya 176/23) bu konuya ilişkin beyanlar, bu amaçla dahil edilerek, bunlar (Dosya sıra No: 383/14-1, 384:388, 404/1-7, 404/1-11) aktarılmış ve Askeri Savcı iddianamesine de malzeme teşkil etmiştir. Faik Türün’den alınan icazetle, gizli örgütler yargı kararlarını soruşturma konusu yapmak cüret, gaflet ve hıyanetine düşmüşlerdir. 4- Bu konuya ait ayrıntılı eleştiriyi, sorgumda ve 5 Nisan 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyada (Bölüm III) (Sahife 100:102) eleştirmiş bulunuyorum. 5- Her ne kadar bu konuda Faik Türün, tevili tazammun eden bir mektup yazmışsa da, bu onun bu konudaki anlayışına yeni bir boyut getirmemektedir. (Ek-6) (13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 11) f. Yasadışı sorgulama yöntemlerine bir örnek: Hasan Yalçınkaya’nın sorgulanması: 1- Faik Türün 8 ve 10 Şubat 1974 günlü Hürriyet gazetelerinde (Ek-3 ve 5) bu konuda vermiş olduğu beyanatta bir Emekli Levazım Albayının sorgulanmasından söz ederken: “Bomba olaylarından sonra bir Albay tutuklanmış daha doğrusu gözaltına alınmıştı. Alkolikti. Sorgu sırasında almışlar karşılarına masaya içkiyi koymuşlar, konuştuğu sürece vermişler içkiyi…” 2- Bilindiği gibi, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış tek Levazım Albayı Hasan Yalçınkaya’dır. Bu kişinin ifadesi beni fazlasıyla ilgilendirmektedir. Tüm davaya yeni bir boyut getirmek amacıyla alınmıştır. Ve bu ifade ile davaya Gürler-Kayacan-Batur’un dahil edilmesine tevessül edilmiş, bu husus Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin ek iddianamelerinde yer almıştır. 3- Yasalarımızda içki vererek sorgulama yöntemi olmadığına göre, Faik Türün’ün bu ikrarı, tüm hazırlık soruşturmasını bu yönden de geçersiz hale getirmiş olmaktadır. 4- Esasen Askeri Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 974/44 esas, 974/54 karar Sayılı ilamı ile MİT’in yapamayacağını veya yapılan sorgulamalarda MİT mensuplarının hazır bulunamayacağını tescil etmiştir. (6 Haziran 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesi) 5- Oysa Faik Türün, sorgulamalarda MİT elemanlarının bulunduğunu ve bunların tanınmaması için sanıkların gözleri bağlı olarak sorgulandıklarını ikrar ederek, kendi dönemini mahkum etmiştir. (Ek-3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, Sahife 10) g. General Memduh Ünlütürk: 1- 8 Haziran 1973 günlü duruşmada ve Faik Türün’ün tüm kanunsuz ve keyfi uygulaması ve terörünün devam ettiği bir dönemde aynen şöyle diyordum: “Bugün İstanbul’da işkence şebekesi vardır. Şebeke Faik Türün tarafından yönetilmektedir. Orada General Ünlütürk de vardır. İşkencelerle tespit olunmuş ifadelerle burada icrai adalet yapılamaz.” (Du.Tu.Sh.16) 2- Sorgumdaki bu beyanın ne tekzip edilmiş, ne de soruşturma konusu yapılmıştır. 3- Benden sonra ifade veren diğer sanıklar da Ünlütürk’ün davranışlarını dile getirmişlerdir. 4- Bu kişinin, işkenceler içindeki rolünü de, 8 ve 12 Haziran tarihli dilekçelerimde ve 5 Şubat 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum 169 sahifelik dosyada (Bölüm III) açıkça belirttim. b (Bölüm II, Ek-5’e bakınız.) 5- Faik Türün benden bir sene sonra benim iddialarımı doğrulamakta, Gn. Memduh Ünlütürk’ün bu konulardaki rolünü ifşa etmektedir. (Ek-3) (8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi, sahife 10) 6- Yasadışı davranışları eski Sıkıyönetim Komutanı olan Türün tarafından açıklanan Memduh Ünlütürk’ün, hala görev ve olanaklarını sürdürmesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde tutulmasını anlamak mümkün değildir. h. İhtilal kararı ve 40 kişilik cunta toplantısına ait beyan: 1- 8 Haziran 1973 günkü duruşmadaki sorgumda: “9 Mart günü Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup, 50 yüksek rütbeli Subay ihtilal kararı almıştı. Ben bu kararda yoktum. Ancak kabul edilse idim tereddütsüz giderdim.” (Du.Tu.Sh 16 ) diyordum. 2- Faik türün ise 9 şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesine verdiği beyanatta (Ek-4): “Mart başında kırk kişilik cunta toplantısında… tepeden inmeciler arasında bir ayrılık çıkmıştı. Asker kesimi darbenin 30 Haziran’dan önce yapılmasını kararlaştırmış ve İstanbul’a iletmişti. Sivil kanat ve bir kısım asker cuntacılar derhal harekete geçmek kararına varmışlardı. Bir de geçici Anayasa hazırlamışlardı.” 3- Faik Türün’ün beyanatı benden 9 ay sonra verilmiştir ve beni doğrulamaktadır. 4- Bilindiği gibi Faik Türün’ün beyanatında yer alan iddialarla Bomba Davası arasında büyük bir paralellik vardır. 5- Bu noktada tertipçilerin niyeti de sırıtmaktadır. Türün’ün emri ile politik koşullar elvermediği için başlangıçta yumurtasız omlet yapılmış, ihtilal kararı alan 40 veya 50 kişilik Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup gruplar yok varsayımından hareketle, onların yerine Talat Turhan ikame edilmiş, her türlü terör ve işkenceyi onlar adına çekerken, büyük bir çoğunluğun kılı bile kıpırdamamıştır. 6- Fakat aradan bir sene geçtikten sonra, politik koşulların değişmesi sonucunda, Türün ve çevresinin niyetleri sahneye konulmuş ve Askeri Savcı Nevzat Çizmeci hazırladığı ek iddianamesinde Faruk Gürler’i cunta başı olarak baş sanık mevkiine oturtmuştur. Sayın Gürler 12 Mart Muhtırasına imza koyan Generallerden biri olduğuna göre, onun başsanık sandalyesine oturtulması bir yandan Faruk Gürler’in şahsında, 12 Mart’ı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamak anlamını tazammun ettiği halde, meselenin bu yönünü ne Faruk Gürler’ini, ne de bu tutumdan muazzep olması gereken çevrelerin anladığına dair bugüne kadar herhangi bir tepki gelmemiş olması, teessüfe şayan bir olay olsa gerek. Genel Kurmay Başkanlığı yapmış bir Orgenerali, bu makamdan ayrıldıktan kısa bir müddet sonra, hem de senatör iken, uydurma Bomba Davasının başsanığı yapan Askeri Savcı Çizmeci hizmetinin mükafatını görmüş ve Güvenlik Mahkemesine atanmıştır. 7- Ne de olsa, bir Sıkıyönetim Komutanı 40 kişilik bir Türk Silahlı Kuvvetleri grubunun cunta ve ihtilal kararı toplantılarından söz edip de onların yerine Talat Turhan’ı ikame etmek için, emrindeki yasadışı örgütlere emir verecek kadar cüret gösterir ve bunun hesabı sorulmazsa, o ülkede bir düzenin varlığından söz eden kişilere biz güleriz. Sadece gülmekle kalmayız günün birinde, 12 Mart sonrası döneminin tüm uygulamalarının onların da başına gelmesinden endişe duyarız. 1- Erenköy’deki köşk: 1- 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Erenköy’deki işkence köşkünün resmini yayınlamıştır. (Ek-5) 2- 8 Haziran 1973 ve 12 Haziran 1973 tarihli dilekçelerimde (2. dilekçe Faik Türün’ün yasadışı tutumunu Başbakanlık ve Genel kurmaya duyurmak üzere o makamlara sunulmuş, maalesef anayasal dilekçe hakkıma rağmen, müracaatım cevapsız bırakılmıştır. Haklılık içinde bulunduğumun bundan açık kanıtı olmaması bir yana, benden bir sene sonra, aynı konuda bir kısım parlamenterler önerge vermek gereğini duymuşlardır.) Erenköy’deki köşke ait verdiğim kroki, plan, adres ve hatta işkence yapan ve yürüten kişilerin adlarını belirterek, köşkte bir keşif yapılmasına dair istemim, yüksek mahkemeniz tarafından gereğine tevessül edilmek üzere, Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildiği halde, ne yazık ki işlem görmemiştir. Çünkü suçlu, suçluya şikayet ediliyordu. Bilindiği üzere, suçlu da Faik Türün’dü. Bundan başka, 11 Haziran 1974 tarihinde, sayın müdafilerim, Yüksek Mahkemeye sundukları soruşturmanın genişletilmesi talepleri arasında Erenköy’deki köşkte daha önceki iddialarımız paralelinde keşif yapılmasını talep etmişler, bu talep de, Mahkemenizce kabule şayan görülmemiştir. Esasen, benim Erenköy’e götürüldüğüm klasör 2, dizi sıra numarası 347’de, İstanbul MİT Bölge Başkanlığının Sıkıyönetim Komutanlığına hitaben yazmış olduğu yazıda, hiçbir tereddüde mahal kalmayacak şekilde açıklanmıştır. Bunun yanında artık mızrağın çuvala girmeyeceği şekilde işkencelerin Türk ve dünya kamuoyuna yansıdığı bir dönemde, Faik Türün Erenköy’de bir köşk hazırlattığını itiraf da etmiştir. (Ek-7 ye bakınız.) 3- Yukarıdaki açıklamalarımla da belirttiğim gibi, sorgulama hakkı bulunmayan bir kuruluş olan MİT’te, hem de işkence altında alınmış olan ifadelerin geçersiz olduğu, Askeri Yargıtay tarafından verilen bir kararla da tescil edilmiştir. Gerek benim, gerekse bana atfı cürümde bulunan kişilerin hemen hemen hepsinin ifadelerinin MİT’te de değil, fakat gerektiğinde Emniyeti, MİT’i ve diğer devlet güç ve örgütlerini, kendi aşağılık çıkarları için kullanan bir gizli örgüt olan, Kontr-Gerilla’da alındığı Yüksek Mahkemenizin esasen malumudur. 4- Yukarıdaki açıklamalarımda görüleceği üzere yüzde yüz kesinlikle, yetkisiz kişi ve kuruluşlarca sorgulandığım ortaya çıkmıştır. Bu kadarıyla da yetinmeksizin Emniyet’ten bir başka yere gittiğime dair, Sayın Faruk Ateşdağlı’nın 16 Temmuz 1974 günü Beşiktaş Üçüncü Noterliğince tespit edilen ifadesi sayın avukatlarımca mahkemenize sunulacaktır. Bu tanıklıktan açıkça anlaşılacağı gibi, yalnız Faruk Ateşdağlı değil, Korgeneral Fikrek Köknar ve zamanın Emniyet Müdürü Nihat Arslantürk de sorgulandığım yerin Emniyet Müdürlüğü olmadığının tanıkları olarak gösterilmektedir. Bin senelik devlet mazisi olan Türk Devletini babalarının çiftliği gibi idare etmeye kalkan, en aşağılık çete uygulamalarıyla, Türk Milletinin örf ve ananesine saldıran, Türk anasının, kızının ve gencinin bazı yerlerine coplar sokacak kadar, adi uygulamalara tevessül eden bir avuç sadomazoşistin, bu tutumunu sergileyerek, toplumu nispeten huzura kavuşturmak tarihi göreviyle mahkemeniz kendisini yükümlü addeder ise, o taktirde anılan kişilerin dinlenmesine de karar verir. 3. Sonuç: a. Açıklamalarım ile Faik Türün’ün talihsiz beyanatını şimdilik eleştirmiş bulunuyorum. Vatan hizmeti yapıyorum diye bir yandan insanlık dışı yöntemleri, kendi ulusuna reva görürken, bir yandan da Boyacıköy’de, Valde Cami civarında ayinlere katılan, bir yandan Emirgan sırtlarında, İstanbul’un çeşitli yerlerinde milyonluk arsalar kapatan, bir yandan da özel sektör arpalıklarında otlayan kişilerin maskelerini düşürmek için önümüzde daha çok zamanımız olacaktır. Haysiyetimizi kurtarmak için mücadelemiz yasa sınırları içersinde ölüme kadar sürecektir. b. 12 Mart’tan sonra Türkiye’de kurulan düzenin gayrı meşru olduğunu Uluslararası Hukukçular Birliğinin Türkiye Raporu (1971-1973 adlı yapıtında da dile geldiğini bir kez daha görmekteyiz. (Ek-13) Dolayısıyla bu bilimsel rapora göre, bu dönemin diğer uygulamaları da bilimsel olarak batıl hale gelmiş olmaktadır. Nitekim bir kısım Sayın Parlamenterler anayasal düzenin 1961 Anayasası’na yeniden dönüştürülmesi için çaba sarf etmektedirler. (Ek-139’da) sunduğum Uluslararası Hukukçular Birliğinin raporunda Faik Türün’ün Mahkeme lağvına kadar varan ve “kanun benim” diyen tavrı da eleştirilmektedir. Bilindiği gibi bu mahkemenin lağvı ile benimle ilgili iddialar birbirine çok sıkı sıkıya bağlıdır. Eğer Yüksek Mahkemeniz Faik Türün’ün bu tavrını tarih önünde saptamak isterse, o zaman değerli yargıç Remzi Şirin’i de tanık olarak dinler ve ilerde kuvvetler ayrılığı prensibinden nasibedar olmamış bir kısım yetkililerin bu tip keyfi davranışlarını önlemiş olur. Saygılarımla. M. Talat Turhan Ekler Çizelgesi Ek-1 6 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-2 7 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-3 8 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-4 9 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-5 10 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-6 13 Şubat 1974 tarihli Hürriyet gazetesi Ek-7 1-7 Ekim 1973 tarihli ve133 Sayılı Yankı dergisinin 4, 5, 6. sahifelerinin fotokopisi. Ek-8 Yeni Ortam gazetesinin 1 Ekim 1973 tarihli nüshasında çıkan Uluslararası Hukukçular Komisyonu Raporu başlıklı yazısının fotokopisi. Ek-9 Counterguerrilla Operations (Kontr-Gerilla harekatı) adlı Amerikan Sahra Talimnamesinin kapağının fotokopisi. Ek-10 “Bir portre” adlı yazısının sureti. (Yeni Dönem sayı 5, sahife 39) Ek-11 23 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan ve “Latin Amerika’daki Kontr-Gerilla Okulları” başlığını taşıyan The Guardian gazetesi çevirisi. Ek-12 25 Nisan 1974 tarihli Yeni Ortam gazetesinde çıkan Uğur Mumcu’nun “Bir Sorunumuz Var” adlı yazısının fotokopisi. Ek-13 Uluslararası Hukukçular Birliği’nin “Türkiye Raporu 1971-1973” adlı kitabı. Notlar: 1- Dosya halinde, 18 Temmuz 1974 günkü duruşmada mahkeme’ye verilmiştir. 2- Bu bölüme konulmayan ekler için “Dilekçeler Dosyası”na bakınız. 3- Duruşma Tutanağı Sahife No: 562-563’e bakınız. Ek 24 Sağlığım Hakkında (Haydarpaşa Hastanesinin Elektrolarla Tahlillerimin Sonucunun Bildirilmesi İstemi) İstanbul, 12 Nisan 1973 Durumu ve Çekilen İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Selimiye-İstanbul, İstekte Bulunan: M. Talat Turhan. (Emekli Kurmay Yarbay) Halen Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evinde tutuklu. Konu: Sağlığım hakkında. İsteğin açıklanması: 1- 6 Mart 1973’ten beri göğsümde bir ağırlık, genel bir isteksizlik, yemeklerden sonra bir halsizlik ve uyumak isteği belirdi. 3 Nisan 1973 günü saat 18:30 sularında kalp bölgemde duyduğum şiddetli bir ağrı yüzünden yatmak zorunda kaldım. Bu ağrı iki saat içinde boynuma sol omzuma ve sol koluma da yayılarak her geçen gün şiddetini arttırdı ve beni hareketsiz duruma soktu. Ağrı yaygınlaşırken ileri derecede terleme oldu, ölüm duygusuyla bir titreme başladı. Bildiğim kadarıyla ve koğuştaki tutuklu doktor arkadaşların gözlemlerine göre tam bir “infraktüs” krizi içindeydim. Eğer o sırada koğuştaki kalp hastası arkadaşlarda “trinitrin”, “equanit” gibi ilaçlar bulunmasaydı ölmemem olanağı yoktu. 2- Durumum idareye haber verilmiş bulunmalı ki 4 Nisan 1974 saat 01:00 sularında dışardan bir doktor getirildi. Koğuşa beş metre ötede priz olduğu ve bu durumdaki bir hastanın kıpırdatılması zorunluluğu kural iken en az 50 metre yürütüldüm ve böylece gardiyan koğuşuna götürüldüm. Bir kalp hastasının kımıldatılmayacağını herkes bilir. Gardiyan koğuşuna getirilen bir aletle elektro kardiyografi çekildi. Ne var ki anlaşılmayan bir nedenle bu elektro kardiyografa güvenilmeyerek eperce bekletildikten sonra ikinci bir aletle yeniden elektro kardiyografim alındı. Dışardan gelen doktor “luminal” iğnesi yapılmasını salık verip gitti, ama beni herhangi bir muayeneye tabi tutmadı. Doktorun salık verdiği işlemlerin hiçbiri de yapılmadı. Daha sonra gene 50 metre kadar yürütülerek koğuşa geri getirildim, kalp krizi bütün gece devam etti. 3- 4 Nisan 1973 günü saat 09:30 sularında bir sedyeyle ambulansa konuldum. Beraberimde hapishanedeki görevli doktor, sağlık memuru ve görevli Üsteğmen ile muhafız erler olduğu halde hastaneye götürüldüm. Ne var ki üç saat ambulans içinde tutuldum ve hastane hastane dolaştırıldım. Oysa acıyla kıvranıyordum. Bu durumdaki bir kalp hastasına ivedilikle tıbbi müdahalenin yapılması gerekirdi. Böyle bir uygulamanın nedenini hala kavramış değilim. 4- Bu süre içinde, Çamlıca Askeri Hastanesi olduğunu sandığım bir yerde yeniden elektro kardiyografim alındı. 5- Buradan ayrıldıktan sonra Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin Asabiye uzmanı olduğunu sandığım bir hekimce muayene olundum ve hastanedeki koğuşa yine sedye ile sevk edildim. Yatağa 12:30 da konuldum. 6- Sıraladığım işlemlerin “insani” ve “yasalara uygun olmadığı” açıktır. Oysa bununla da yetinilmedi. Hastanede konulduğum yerin hasta psikolojisiyle en ufak bir ilgisi yoktu. Karanlık koridorlara açılan bir izbe olarak nitelenebilirdi. İki toplum polisi, bir sivil polis, bir onbaşı oturuyordu. Demir kapısında bir nöbetçi, demir pencerelerde iki nöbetçi olmak üzere sağlam insanları bile hasta edecek dekor, bir atmosfer vardı. Çağımızda böyle bir uygulamanın yeri olmaması gerekir. Anayasamız, yasalarımız buna izin vermez. Benim “sanık” statüsünde olmam da sanırım bu tutumu haklı kılamaz. İnsanın insan olmaktan ileri gelen doğal haklarının var olduğu bilinir. Suçu sabit oluncaya değin herkesin masum sayılması, kısacası masumluk karinesi hukukun en temel ilkelerinden biridir. Kaldı ki ben mahkum olsam bile yine bu uygulama hukuka uygun sayılmaz. Masumluk karinesini yıkmanın her şeyi yıkmak demek olacağı bilim adamlarınca belirtilmiştir. (Örneğin: Prof. Dr. Faruk Erem “Yargı bağımsızlığını kaldırmanın anlamı”, Cumhuriyet, 30 Mart 1973) Bundan çıkan kaçınılmaz sonuç şudur: Hüküm giymedim ve hukuki statüm Üst Subaydır; öyleyse Üst Subay koğuşuna yatırılmam gerekirdi. Nitekim bu hukuki gerçeği sıkıyönetim ilgililerine iletmesini beni hastaneye götüren Mete adlı Üsteğmene rica ettim. “Aksi halde” dedim, “sonucu ölüm bile olsa haysiyetimle ölmeyi yeğ tutacağım.” 7- Acım devam ediyordu, aynı gün viziteye gelen (saat 14:30 sularında) asabiye uzmanları ile hastanedeki görevli Üsteğmene yukarıdaki dileğimi tekrarladım. Ne var ki, Türk Ordusunun geleneği, Anayasa ve yasalar gereği olan hakkımı elde etmem olanağını yine bulamadım. Ve gelen doktorlar birkaç dozaj ağrı dindirici, birkaç dozaj da “müsekkin” iğnesi yaparak beni uyuttular. 8- Ertesi gün uyandığımda ağrım nispeten hafiflemişti. Ne var ki arazlar tümden geçmemişti. Bu kez de “traksin” vb. uyuşturucu ilaçlarla uyutuldum. Bu arada gelen Subaya da statüm uygun davranılmasını talep ettim, ama herhangi bir olumlu cevap alamadım. 9- 6 Nisan 1973 ve 9 Nisan 1973 günleri kan tahliline götürüldüm. Tahlillerini sonucu alınmaksızın ve son üç gün içinde ilgili doktoru görmeksizin yalnızca uyuşturucu maddeleri içeren bir reçete elime tutuşturuldu. Böylece 9 Nisan günü taburcu edildim. 10- Oysa bu tip olaylarda ilk krizden sonra (en geç 24 ya da 48 saat sonra) çekilecek elektro kardiyografiyle beraber teşhis konulması tıbben zorunludur. Özet: I- Gözaltına alındığımdan bu yana geçen 282 günden beri insan idrakinin kabulde güçlük çekeceği işlemlere, gözaltı süremde de işkencelere maruz bırakıldım. Ne var ki Türkiye’nin bir bunalım içinde olduğu inancından yola çıkarak bunları dile getirmeyi zait saydım. Bu yüzden şimdiye değin hiçbir başvurmada bulunmadım. Ta ki ölümüme yol açacak uygulamalar yapıldığı, hayatıma kastedildiği için susamadım. II- 282 günlük ruhsal birikimin yanında güneşten, havadan, ışıktan ve gıdadan yoksun bırakılan 48 yaşındaki bir insanın “infraktüs” olmasından başka bir sonucun meydana gelemeyeceği açıktır. III- Tedavi edilmiş değilim. IV- “İnfraktüs” endişesine karşın asabiye uzmanına teslim edildim. Tıpkı bir eşya teslim edilir gibi. Oysa hiçbir asabi şikayetim yoktu. Yalnızca bu nokta bile ilgisizliğin, görevi ihmalin, ya da kötüye kullanmanın, ölüme yol açacak işlemlerin en açık seçik kanıtıdır. V- Tıp mevzuatının, Anayasa’nın, Yasaların, Türk Ordusunun gelenek ve göreneğinin, vefa duygusunun böyle bir uygulamaya izin vermediği açıktır. Türk Ceza Yasası kasten ya da taksirle adam öldürmeyi, ölüme sebebiyet vermeyi müeyyidelendirmiştir. Sonuç: a- İlerde doğması muhtemel giderilmesi olanaksız durumların sağlığımla ilgili yeni sakıncaların önlenmesi yönünden hukuki statüm ve geçmişimdeki düzeyime uygun, Türk Silahlı kuvvetlerinin gelenek, görenek ve vefa duygusuna yaraşacak tarzda geçirdiğim rahatsızlığımın saptanabileceği bir hastane bakım ve denetimini talep ediyorum. b- 3/4 Nisan gecesi çekilen iki elektro kardiyografi ve 4 Nisan 1973 günü Çamlıca Askeri Hastanesinde çekilen elektro kardiyografi ile hastanede kaldığım sürece tutulan tabelayı ve yapılan kan tahlillerinin sonuçlarının aslını yada örneklerini ve raporları özel doktoruma inceleteceğimden ve gerekli kanuni başvurmaları yapacağımdan ve görevlerini yapmayanlar aleyhine yargı organlarına gideceğimden istemekteyim. c- Haydarpaşa Askeri Hastanesinde bir kez olsun elektro kardiyografimin çekilmeyişini ve iç hastalıkları ya da kalp uzmanına gösterilmeyişimi manidar bulur, bu durumu sayın makamınıza iletmeyi görev sayarım. d. Hipokrat’ın andını içerek mezun olan doktor için “anarşist”, “komünist”, “Moskof”, “zenci”, “beyaz”, “suçlu”, “suçsuz”, “düşman”, “dost” gibi ayrımların söz konusu olamayacağı açıktır. Oysa Haydarpaşa Askeri Hastanesinde sanıklara yapılan insanlık dışıdır. Çağdaş uygarlık düzeyine erişen ya da erişmeyi amaçlayan ülkelerde hasta sanığa yalnızca hasta işlemi yapılır. Gördüğüm işlemler, sağlam insanı hasta edecek kadar ilkeldir. e- Öyle ki gözüken yerleri her gün beş kez paspas ettiren ilgililerin tutuklulara ayrılan yerleri gördüklerini sanmam. Tuvaletlerin durumu utanç ve tiksinti veriyordu. Uygar bir Türkiye’de buna yer olup olmadığını bilemiyorum. Şahsen dünyanın bu en pis yerinde en doğal ihtiyacımı gideremeyecek denli iğrenme duydum. f- Eğer Yüksek Komutanlığınızca hukuki statüme yaraşacak tarzda ve sağlığım hakkında kapıldığım endişelerden kurtarılmam düşünülüyorsa Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının 55. maddesi ve ayrıca Adalet Bakanlığının bu konuda aldığı karar uyarınca, kelepçesiz olarak getirilip götürülmem kaydıyla ihtiyacım olan sağlık bakım ve denetimini kabul edeceğim. g- Şunu da belirtmem de yarar vardır. Hastalığımın seyri boyunca Ceza ve Tutuk Evi yetkililerinin ellerindeki olanaklarla üzerlerine düşen görevleri büyük bir ilgi ve içtenlikle yerine getirmeye özendiklerini gözlemledim. Bu gerçeği açıklamayı vicdani bir borç sayarım. Yukarda sıraladığım hususları bilgilerinize sunar, gereğine emir buyrulmasını saygıyla arzeder, tarihi, hukuki ve vicdani olanakları en iyi biçimde kullanacağımızı umarak peşinen teşekkürlerimi belirtirim. Talat Turhan Ek: Talat Turhan’ın 12 Nisan 1973 günü akşam yoklamasına gelen nöbetçi heyeti ve koğuş huzurunda bu dilekçenin aynısını üsteğmen Nejat’a vermiş olduğunu gördük. M. Ali Parlakışık (imza) Memduh Eren (imza) Cevat Zamanoğlu (imza) Rafet Kaplangı (imza) Adnan Çakmak (imza) Ekrem Topla (imza) Rasih Nuri İleri (imza) Feyzullah Bigalı (imza) İlhan Sülen (imza) Nuri Yazıcı (imza) Ersin Ertekin (imza) Abdülvahap Mutlugün (imza) Muharrem Dündar (imza) Metin Çakmak (imza) Selahattin Uzunismail (imza) İbrahim Er (imza) Selim Şenay (imza) Yüksel Çengel (imza) Mahmut Dondurmacı (imza) Ek 25 Sıkıyönetim Komutanlığına Verdiğim Sağlığımla İlgili Dilekçeye Yasal Süresi İçinde Cevap Alamadığım ve Şikayetçi Olduğum Hakkında İstanbul, 12 Haziran 1973 Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutan’lığına Sunulmak Üzere İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan. Konusu: Sağlığım Hakkında. Olayın Açıklaması: 1- Gözaltında bulunduğum sürece yapılan işkenceler, Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum sürece yapılan kanundışı uygulamalar sonucu, 3/4 Nisan 1973 gecesi bir kalp krizi geçirdim. Aynı gece Ceza ve Tutuk Evine getirilen doktor tarafından çekilen iki elektrokardiyografi sonucu, durumumun Hastaneye yatmayı gerektiği anlaşılmış olmalı ki Ceza ve Tukuk Evi’nden sedye ile alınarak yeniden bir elektrokardiyografim çekilerek Haydarpaşa Askeri Hastanesine yatırıldım. 2- Bu hastanede tedavi edilmediğime dair ait olan şikayetlerimi muhtevi müracaatımı 12 Nisan 1973 günü (İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına) verdiğim bir dilekçeyle duyurdum, sağlığım yönünden bazı isteklerde bulundum. 3- Hastalık araz ve sıkıntılarımın devam etmesi üzerine de 16 Nisan 1973 günü Ceza ve Tutuk Evi’nde viziteye çıkarak, doktordan sağlık durumumun tespitini istedim. 4- O günden bu yana geçen dönem içinde kalp hastası arkadaşlarımın ilaçlarını kullanarak hayatımı idame ettirmekteyim. 5- Bu durum hakkında verdiğim dilekçe (Ek-1) de sunulmuştur. İç Hizmet Kanunu’nun 30. maddesi gereğince, özellikle sağlıkla ilgili bir konu olduğu için dilekçemin (en kısa zamanda) ki (bu müddet hiçbir halde bir ayı geçemez) amir hükmü olduğu için de, en geç dilekçemin 12 Mayıs 1973’te cevaplandırılması gerekirdi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nca dilekçeme cevap verilmemiş, Anayasa’nın 62. Maddesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 30. maddesi ihlal edilmiş, hayatıma ve sağlığıma açıkça kast edildiği tebeyyün etmiştir. 6- 1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasa’sının 6. maddesi de Sıkıyönetim Komutanı (Bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.) hükmünü ihtiva eder. Türk Silahlı Kuvvetleri hiyerarşisi içinde de 1. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlıdır. 7- Şu anda merciim Yüksek Mahkemenizdir. İç Hizmet Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca da (her şikayet edilen amir geçilir.) hükmünü kapsamaktadır. Sonuç ve İstekler: 1- İdarenin süregelen kanundışı eylemlerinin somut bir örneği olan bu durumun Yüksek Mahkemenizce de saptanmasını, 2. Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan şikayetçi olduğumdan, ilk merciim olan mahkemenizin İç Hizmet Kanunu’nun 27. maddesi gereğince bu makamı atlayarak dileğimin Başbakanlık ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına duyurulmasını, 3- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesine karar alınmasını, Arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Ek 26 Sağlığım Hakkında (Çekilen Elektro ve Tahlil Sonuçları İsteminin Tekrarı ve Dr. Asteğmenle Muayene Edilmek İstenilişimi Kabul Etmemem) İstanbul, 9 Temmuz 1973 Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Sağlığım hakkında Olayın Açıklanması: 1- Anayasa’nın 62. ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yasasının 30.maddesinin tanıdığı yasal hakkın gereği olarak, 12 Nisan 1973 günü, Komutanlığınıza bir dilekçe sunarak, sağlığım ve hayatım yönünden, maruz bırakıldığım işlemlerin yasalarımıza ve Türk Silahlı kuvvetlerinin törelerine uymadığını belirtip, bu konuda bazı yasal dileklerde bulunmuştum. 2- Dileğimin, insan sağlığı ile ilgili olması nedeni ile ivedi olmak özelliği bir yana İç Hizmet Yasasının 30. maddesinin amir hükmü gereğince, bir ay içinde dilekçeme cevap almam gerekirken, aradan 3 ay geçtiği halde olumlu, ya da olumsuz bir cevap almış değilim. 3- 7 Temmuz 1973 günü sabahı, Ceza ve Tutuk Evi ilgililerince çağırıldım. Görevli Subay, Üsteğmen Halit Selçuk ve görevli doktor Asteğmen: “Sağlığım konusunda şikayetim olduğunu ve Adli Müşavirlikçe bu durumun intikal ettirilmediğini ve beni muayene edeceğini” beyan edince doğrusu şaşırdım ve muayene kabul etmediğim gibi, bu dilekçeyi yazmak mecburiyetinde kaldım. 4- Bu durumda, Adli Müşavirliğin, 12 Nisan 1973 tarihli dilekçemi okumamış olduğu anlaşılıyor. Dilekçemin sonuç kısmındaki isteklerim açıktır. Bu bölümde; Haydarpaşa Askeri Hastanesinde uygulanan çağdışı yöntemleri dile getiriyor, bilginiz dışında olduğunu tahmin ettiğim “Kazanılmış Haklar” ve “Masumluk Karinesi”nin ilgilerce büyük bir fütursuzluk içinde hiçe sayıldığını, olayları ayrıntıları ile açıklayarak belirtiyorum. Bunun yanında, sağlığım konusunda statüme yaraşan bir tutumla, hastane bakım ve denetimi talep ediyordum. Bu talebim, bir anlamda; yetkilerini kötüye kullanan, sanık hastalara gayri insani muamele yapan, onları tedavi etmeyen, Haydarpaşa Askeri Hastanesini şikayeti manasını tazammum ettiği için, dileğim Komutanlığınızca makbul addedilirse, ya bir başka Askeri Hastanede ya da Üniversite Hastanelerinden birinde geçirdiğim kalp krizi ve bunun sağlığım üzerindeki etkisi ve alacağım tedbirlerin tespit ve tayini gerekirdi. 5- Hastanenin üzerinde, tıbbi ve hukuki bir statüsü bulunmayan, yetkisiz ve mütehassıs olmayan bir kişinin, her türlü tıbbi alet ve laboratuar imkanlarından yoksun olarak geçirdiğim kalp krizinden tam 3 ay sonra beni muayene ederek sağlık durumumu tespite kalkması, gerek tıbben ve gerekse hukuken olanaksızdır. 6- 353 Sayılı Yasa’nın 62. maddesi, CMUK’nun 66. maddesi ve bu maddelerin gerekçeleri ile konuya ilişkin Askeri Yargıtay ve Yargıtay kararları ile bu gibi durumlarda Komutanlığınızca uygulanan tarzda, aykırı bu tutumu bilginize sunuyorum. 7- Komutanlığınızca yürürlükteki uygulama tarzı daima, işkence vesair konularda karar organı ve yetkili kişiler olarak hastanelerdeki tabiplerden teşekkül eden bir kurul, bilirkişi gibi rapor verdiği halde, bana ait tespitlerde, yetkisiz bir kişi olan Ceza ve Tutuk Evi tabibinin raporuna başvurulması, hem uygulamaya ve hem de kanunlara aykırıdır. Bilirkişinin mütehassıs olması ve bir heyetten oluşması yukarda adı geçen kanunlarda (Askeri Tabibler) diye çoğul yapılarak belirtilmiştir. 8- Bunun yanında, 12 Nisan 1973 tarihli dilekçemde, ikinci istek olarak: Çekilen üç eletrokardiyogram ve tüm tahlil sonuçlarının asıllarını veya suretlerini, tanıdığım hekimlere inceletmek ve durumumu tespit ettirebilmek için istemiştim. Çünkü: Hastaneden taburcu edilirken, ne taburcu kağıdımı bana göstermişler, ne de konulan teşhisi bana bildirmek gereğini kimse duymamıştır. Kaldı ki, bir şüphe dahi olsa ilgililerin ilk krizden 24 veya 48 saat sonra birer elektrokardiyogram daha çekildikten sonra bu gibi vak’alarda doğru teşhis konulabilmesi kabilken bu da yapılmamış, hayat ve sağlığım kadere terkedilmiş bulunmaktadır. Böyle bir durumda hayatım hakkında duyduğum endişeleri kendi olanaklarım ile tespite çalışmaktan, daha doğal bir tutum olamaz. 9- Hastaneden, taburcu edildikten sonra da, hastalık arazlarım devam ettiği için 16 Nisan 1973 günü viziteye çıkarak, Komutanlığınıza sunduğum dilekçemden Ceza ve Tutuk Evi tabibini mealen haberdar ederek durumun tesbitini istedim. Bu muayenenin sonucundan da haberdar edilmedim. Adli Müşavirliğin aradan 3 ay geçtikten sonra benim için hayati bu konuya yeniden eğilmeye kalkmasını anlamak mümkün değildir. Sonuç: 1- 12 Nisan 1973 tarihli dilekçeme, bugüne kadar bir cevap almadığıma göre mahiyetinizde bulunan ve konunun incelenmesi, gerçekleştirilmesi veya talebin reddi ile görevli kişilerin, insan sağlığına ne kadar bigane kaldıkları, bu olayla bir daha açıklığa kavuştuğu gerçeğini bilgilerinize sunarım. 2- İhtisaslaşan bir dünyada, bir hastaneden ve mütehassıs kişilerden yapılan bir şikayetin, bir yetkisiz kişi olan Ceza ve Tutuk Evi hekimince incelenilmeye kalkışılması, kanunlarımıza, Yargıtay kararlarına ve Sıkıyönetimin bugüne kadarki bu konulara ilişkin uygulamalarına aykırıdır. Belirttiğim aksaklıklar bir gerçek olduğuna göre, bu konudaki sorumlulara gereken işlemin tayini Komutanlığın takdirine bağlıdır. 3- Sağlığım konusunda kapıldığım endişeleri muhafaza ediyorum. Askeri tabipler ve Askeri Hastanelerdeki uygulamalara yaşantımla tanık olduğum için buralarda gerçek bir tespitin yapılabileceğine inanmıyorum. Bu nedenle, üç ay önceki dileğimi tekrarlıyorum. Çekilen üç elektrokardiyogram’ın ve tahlil sonuçlarının, konulan teşhisle birlikte bildirilmesini ve 4. Bu konuda ihmali görülenler hakkında gerekli kanuni muamelenin yapılmasını arz ve talep ederim. M. Talat Turhan Ek: Bu dilekçenin bir sureti 9 Temmuz 1973 sabahı yoklama sırasında P. Ütğm. Mete ….’ye verilişinin tanığı olduk. Ersin Ertekin (imza) Mahmut Dondurmacı (imza) Rafet Kaplangı (imza) Kemal Akbaş (imza) Selim Şenay (imza) Feyzullah Bigalı (imza) Ek 27 Sağlığım Hakkında(Çekilen Elektrolarla, Tahlil Sonuçlarının İstemi) İstanbul, 23 Temmuz 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Sağlığım hakkında Olayın Açıklanması: İlgi: (a) Anayasa madde: 62 (b) Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu Madde: 30 (c) Tebligat Kanunu Madde:8 (7201 No.lu Kanun) (d) 12 Nisan 1973 tarihli dilekçem (e) 9 Temmuz 1973 tarihli dilekçem 1- 3/4 Nisan 1973 gecesi geçirdiğim “kalp krizi” sonucu yatırıldığım, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde, tıpla bağdaşmayan ve şu andaki hukuki durumum gereği “masumluk karinesi” ve “kazanılmış haklar”ımla, ilgisi olmayan ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin törelerine uymayan uygulamayı, İlgi (d) dilekçeyle arz etmiş ve bazı dileklerde bulunmuştum. 2- Bu dilekçem, İlgi (a), (b), (c) yasalar çiğnenerek, bugüne kadar cevaplandırılmadı. 3- Aradan, 3 ay geçtikten sonra, yetkisiz bir kişi olan, Ceza ve Tutuk Evi tabibince, 7 Temmuz 1973 günü muayene edilmem istenilmesi üzerine de, İlgi (e) dilekçeyi vermek zorunda kalmış ve İlgi (d) dilekçemdeki isteklerimi tekrarlamak durumunda kalmıştım. 4- Bu kere, 18 Temmuz 1973 günü, Ceza ve Tutuk Evi yetkililerince çağrıldım. İs.Ütğm.Halit Selçuk, dilekçemle ilgili olarak benimle görüştü. Tabii bu görüşme, 2. maddede arz ettiğim, yasadışı durumu değiştirmiyordu. İlgi (c) yasa, hiçbir tefsire ihtiyaç duyulmayacak ölçüde açıktır. 5- Yukarıda belirttiğim durum karşısında, dilekçem üzerinde işlem yapmaktan sorumlu olan, karargah personelinin ve hastane yetkililerinin, insan sağlığına ilişkin bir konudaki umursamazlığının somut bir örneğini, bilgilerinize teyiden sunmak zorunda kaldım. Sonuç ve İstekler: I- Sağlık durumumu, kendi olanaklarımla, tayine çalışacağımdan, İlgi (d) ve (e) dilekçelerimdeki isteğimi tekrarlıyorum. II- Çekilen (3/4 nisan 1973 gecesi ve 4 Nisan 1973 günü) üç elektrokardiyogram ile, tüm tahlil sonuçlarının, asılları veya suretleri ile, konulan teşhisin bana verilmesini, III- İlgi (a), (b), (c), kanun hükümlerindeki haklarımı ve hayatımı hiçe sayan, sorumlu kişiler hakkında, gerekli yasal kovuşturmanın yapılmasını arz ve talep ederim. Talat Turhan Ek: Bu dilekçenin aslının 23 Temmuz 1973 günü sabahı yoklamaya gelen P. Ütğm. Mete…..’ye verilmesinin tanığı olduk. Rafet Kaplangı (imza) Ersin Ertekin (imza) Memduh Eren (imza) Salih Z. Yılmaz (imza) Ek 28-A Haydarpaşa Askeri Hastanesinden Verilen Rapor Sureti (I) İstanbul, 2 Ağustos 1973 Askeri Hastanesi Baş Tabipliğine Haydarpaşa, Tutuklu hasta Talat Turhan Kardiyoloji protokol defterine göre Kardiyoloji polikliniğinde (4.4.1973 tarihinde 945 protokol numarası ile) muayene edilerek Kavdiovarküler sistem tabii bulunmuş ve Asabiye servisine sevk edilmiştir. Doğan Toraman Tabip Binbaşı H. Paşa As. Hst. Kardiyoloji Mütehassısı (İmzada izinli) Onay İ. Nevzat Sekban Tabip Albay H. Paşa As. Hst. Baş. Tbp. V. Ek 28-B Haydarpaşa Askeri Hastanesinden Verilen Rapor Sureti (II) İstanbul, 3 Ağustos 1973 Askeri Hastane Baş Tabipliğine Haydarpaşa/ İstanbul Tutuklu Talat Turhan’ın incelenen kayıtlarına göre 4 Nisan 1973 tarihinde Kardiyoloji şubesinden naklen servisimize yatırılmış, Anksiete reaksiyon teşhisiyle ve selan ile 9 Nisan 1973 tarihinde geldiği Ceza Evine taburcu edilmiştir. Servisimizde yattığı bu süre içinde göz şubesince muayene ettirilmiş gözlük reçetesi verilmiştir. Kulak burun boğaz şubesince muayenesi yaptırılmış Rina Farenjit teşhisiyle reçetesi verilmiştir. Cumhur Kayadelen Tabip Yüzbaşı H. Paşa As. Hst. Ruh ve Sinir Hastalıkları Mütehassısı Onay İ. Nevzat Sekban Tabip Albay H. Paşa As. Hst. Baş. Tbp. V. Ek 29 TRT’nin Şahsımı Hedef Alan Yayınlarına Son Verilerek Sorumluların Hakkında Kanunu Soruşturma İstemi İstanbul, 7 Mayıs 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: Konusu: M. Talat Turhan Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun yasalarımıza aykırı düşen yayınlarına son verilerek, sorumluları hakkında kanuni takibat yapılması hakkında. Olayın Açıklanması: 1- Yüksek Hakimler, elinizdeki kutsal adalet terazisini tutuyorsunuz. Bu terazinin bir kefesinde iddia makamının bulunmasına karşılık, öteki kefesinde biz sanıklar bulunuyoruz. Duruşmalar esnasındaki gözlemlerimin de iddiaya yer verdiğiniz kadar, müdafaaya da değer verdiğinizi görerek bir adalet mercii önünde bulunmanın huzurunu duymuş olduk. 2- Ama, eğer Türkiye’de gerçekten demokratik hukuk devleti varsa, kamuoyu oluşturan araçlardan önde olan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ve Türk Basınının da aynı anlayışı beklemek hakkımızdır. 3- Halbuki, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun özellikle, 4 Mayıs 1973 günü saat 19:00 da yayınlanan haber bülteninde Anayasa’nın 132. maddesine, TRT yasasına, basın yasasına aykırı olarak, sayın mahkemenizi, Askeri Yargıtay’ı etkileyici ve sanıkları ön yargı içinde suçlayıcı, yayın yapılmış ve bu yayın diğer günlerde de sürdürülmüştür. 4- Anayasa’nın 132. maddesi açıktır: Madde-132: Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclislerinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Anayasa’nın 8. maddesi 2. fıkrasında ise: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” Amir hükümlerine yer verilmektedir. 5- Anayasa’nın bu bağlayıcı hükümlerine rağmen TRT’nin yayınında “Masumluk karinesi” de hiçe sayılarak sanıklar “yaptı”, “soydu”, “sabotaja kalkıştı”, “gizli örgüt kurdu”, “para aldı”, “soygun yaptı” gibi kesin bir dil kullanılarak pervasızca suçlanmıştır. TRT kendini yargıç yerine koymuş, yargı organları ve bu arada Askeri Yargıtay’da bulunan 84 sanıklı davanın sonucunu etkileyecek nitelikte yayın yaparak Anayasa ve yasalarımızı açıkça ihlal etmiştir. TRT olsun, bir başka makam olsun, Anayasa’nın üstünde değildir. Kaldı ki: TRT “insan haklarına” uymakla da yükümlüdür. 6- Yayınların bir kısmı benim de adım karıştırılmak istenilen 84 sanıklı davayla ilgilidir. Bu davaya 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde bakılmış ve pek çok yönünden iddiaların varit olmadığı saptanmış ve Askeri Yargıtay’a gönderilmiştir. Bu Yüksek Mahkemede usulden ve özden bozma olasılığı var olduğu halde: a- Taksim Soygunu’nu benim yaptırdığım, b- Adnan Çakmak, Muzaffer Yılmaz ve Rafet Kaplangı ile soygun planladığım, c- Bu amaçla Sarp Kuray’a direktif verdiğim,-----d- Soygun parasından Muzaffer Yılmaz’ın 25.000 TL aldığı, e- Boğaz köprüsünü havaya uçurtacağım vs. gibi ithamlar yer almıştır. 7. Önce TRT Genel Müdürü’nü eski bir silah arkadaşı olduğumuz için kınar Silahlı Kuvvetler Birliği döneminde, Kurmay Albay rütbesinde bulunduğu halde, kendinden bir rütbe küçük olan bana karşı takınmak lüzumunu duyduğu tavrı ve 12 Mart öncesinde bugün suçlanmaya çalışan Sayın Tümeneral Celil Gürkan’ın etrafında dolaştığını hatırlatmak isteriz. 8- Bu tutumla TRT görevlerinin sınırını aşmış ve suç işlemiştir. Önce: a- Bir kamu hizmeti yapan TRT’nin, “kamuoyu aydınlatma ilkesine” aykırı olarak yurttaşları lekelemeye ve mahkemeleri etkilemeye kalkışması idare hukuku yönünden en azından bir “Hizmet kusuru” ve “yetki saptırması”dır. Bu kadar olsa belki üzerinde durmazdık. Vahim olanı, b- TRT “Vatan Cephesi” yayınlarına rahmet okutacak bu yayınlarıyla etkisi altında bulunduğu çevrelerin siyasal tertiplerinin aracı olmak durumuna düşmüş gibi görünmektedir. 9- TRT’yi bu duruma düşürenlerin özel bir amacı olsa gerektir. Bu amacın ne olduğunu sorgularımız esnasında açıklayacağız. 10- a- Bir kere bu yayın bakmakta olduğunuz davanın iddianamesine aykırıdır. Çünkü iddianamenin 10. ve 57. Sahifelerinde soygunun İrfan Solmazer tarafından yaptırıldığı iddia olunmaktadır. b- Bundan daha önemlisi: İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinin, 3 Mayıs 1972 tarihli, esas 1971/1, karar 1973/13 Sayılı gerekçeli hükmünün 48. Sahifesinde: “Sarp Kuray’ın Nejat Çetinkaya’ya verdiği, onun da sanık Muzaffer Yılmaz’a verilmek üzere Hasan Çetin’e 25 bin lira getirdiğine dair iddia subuta ermemiştir. Sanık Sarp Kuray’ın ifadesinin bir kısmının işkence ile tespit edildiği kanaatını teyid etmektedir” denilmektedir. 11- Mahkemenin kararına karşı yayın yapanlar Anayasa’yı hiçe saymışlardır. Pervasızca insan haysiyetlerine saldırabilmişlerdir. Yassıada’da hesap verenleri unuttular galiba. Oysa, rencide olan bizim haysiyetimizden çok, kamu görevi yapan bir kuruluşta, kanundışı olmuş şebekelerin dilini kullanan yetkililerin haysiyetleridir. 12- Ceza davalarında “İnsan haysiyeti”nin korunması asıldır. Sayın mahkemenizin bu konuda hassasiyet göstereceğine inanıyoruz. a- TRT yasası bu konuda özel hükümleri kapsamaktadır. b- TCK’nın 235. maddesi “Resmi Makamlar görevleri sırasında bir suçu öğrendiklerinde yetkili makamlara haber vermek zorundadır” der. 13- Bu meyanda sütunları arasında bazı MİT ajanlarının tünediğini bildiğimiz Mıgırdıç Şelefyan gibi gayri Müslimlerin paralarıyla finanse edildiği halde Müslümanlık ticareti yapan ve patronu, birkaç sene önce, bir kişi ile Frigrofrik kamyonlarla et ihraç maskesi altında eroin kaçakçılığı yaparken yakalandığından ve bunu örtbas etmek için emrinde ve hizmetinde olduğu iktidar güçlerinden yardım gördüğünden haberdar olduğumuz gazete adı altında çıkan bir paçavraya ihtar etmek isterim ki namussuz kişiler, namuslularla uğraşamazlar. Sonuç ve İstekler: 1- İddialarımızın tespiti için TRT yayın bültenlerinin celbedilerek incelenmesini, 2- İddialarımızın doğrulanması halinde Anayasanın 132., TCK’nın 235. maddesi, basın yasası, TRT yasasına aykırı davrandıkları tespit olunacak olan sorumlular hakkında gerekli kanuni kovuşturma yapılmasını, 3- Eğer mahkemeniz karar almada kendini yetkili görmezse mahkemenize intikal ettirdiğim bu suçu ilgili makamlara iletmenizi, 4. Sıkıyönetim Komutanlığının insani şeref ve haysiyetine tecavüz edici tedbirler alarak, bu konuda da bildiriler çıkarmak sureti ile kanundışı bu tutuma son vermesini, 5- Dilekçemin bir suretinin Avukatım’a verilmesine müsaade buyurulmasını arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Ek 30 TRT’nin Şikayetime Konu Olan 4 Mayıs 1973 Günlü Saat 19:00 Haber Bülteni Metni Yayın Tarihi Yayın Saati 4 Mayıs - Cuma 19.00 - Haber Bülteni Anayasal düzeni zor yolu ile değiştirmek, adam öldürmeye teşebbüs etmek, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek, memleket içinde müesses iktisadi ve sosyal nizamları devirmeyi amaçlayan cemiyete girmek ve İstanbul’da meydana gelen çeşitli patlamaları ve bomba olaylarını düzenlemekten sanık 53 kişiden 12’si hakkında idam cezası istendi. İstanbul 3 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde bugün başlayan yargılamada 38 sanık hakkında 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası verilmesi talep edildi. Topçu Albay Vecdi Müftüoğlu başkanlığında, duruşma hakimi Yarbay Coşkun Dündar ve Üye Hakim Yüzbaşı Aydın Emiroğlu’ndan kurulu 3 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde saat 9:30’da başlayan duruşmadan önce sanıkların kimlikleri tespit edildi. Haklarında Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin 1. fıkrasına göre ölüm cezası talep edilen 12 sanığın isimleri şöyle; Talat Turhan, Memduh Nabi Eren, Fevzi Özkaya, Nuri Yazıcı, Selim Yavuz, Yüksel Çengel, Aldülvahap Mutlugün, Turhan Önalan, Sabahattin Küçük, Selahattin Uzunismail, Mümtaz Aktaş ve Servet Çevik. 146. madde 3. fıkrasına göre 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası talep edilen sanıklar şunlardır; Yusuf Altaylı, İbrahim Çenet, Mehmet Yavuz, Yılmaz Bektur, Eyüp Eğrioğlu, Metin Genç, Selahattin Saydan, Kadim Çulfaoğlu, Mehmet Çınar, Niyazi Özgül, Bahattin Özver, Cemil Ateş, Ahmet Göksu, Fehmi İlhan, Atamer Erol, Necdet Darahtalı, Ersin Ertekin, Kamil Güven, Cahit Yılmaz, Nevzat Akay Kaynak, Mustafa Erkan Mete, Necati Elevli, Kadir Dursun Çağlı, Yabioğlu, Selim Şenay, Ali Adnan Çakmak, Mehmet Rafet Kaplangı, Nihat Behramoğlu, Hasan Hüseyin Kutsi Demircan, Serdal Kuyucuoğlu, Esat Karabulut, Ayfer Sıdıka Akdeniz, Alp Kuran, Mahmut Dondurmacı. Haklarıda 5 sene ile 30 sene arasında değişen cezalar istenen diğer sanıklar da; Muharrem Dündar, Hüseyin Akdoğan, Ekrem Topal. Yapılan kimlik tespitinden sonra söz alan sanık Mümtaz Aktaş, Sıkıyönetim Mahkemesinin görevsiz olduğunu, anayasaya aykırı bulunduğunu ve mahkemeyi reddettiğini bildirerek karar alınmasını istedi. Bazı sanıkların da aynı yolda isteklerini belirtmeleriyle duruşmanın öğleden önceki bölümü sona erdi. Saat 14:00’de yeniden başlayan duruşmada duruşma hakimi Yarbay Coşkun Dündar, taleplere ilişkin kararı açıkladı. Oybirliği ile alınan karara göre iddianamede yer alan fiillerin Sıkıyönetim ilanına sebep olan suçlardan bulunduğu, ayrıca 1402 Sayılı Yasanın 13. maddesinin Sıkıyönetim Mahkemelerinin kuruluşunun anayasaya aykırı bulunmadığını, reddi hakim talebinin de 353 Sayılı Yasanın 40. maddesine göre haklı sebeplere dayanmadığını belirterek sanıkların talepleri reddedildi. Daha sonra Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci, 194 sayfalık iddianamesini okumaya başladı. Bu davada özellikle İstanbul’un çeşitli yerlerinde uygulanmış şahıs ve kamuya ait malların tahribine ilişkin olayların ve bu olayları planlayan, bu olayları uygulayan kimselerin eylemlerinin ele alınacağını belirten Askeri Savcı, 2.6.1969 ile 10.5.1072 tarihleri arasında meydana gelen patlama ve bomba olaylarının faillerini teker teker ele alacağını belirtti. Sanıklardan Talat Turhan’ın bu örgütün lideri durumunda olduğunu daha önce, 1962-63 yıllarında ortaya çıkarılan Genç Kemalistler Ordusu adlı gizli örgütün de organizatörü ve lideri bulunduğunu açıklayan Askeri Savcı, sanığın çalışmalarını şöyle özetledi; Sanık Talat Turhan, Türkiye’de sosyalist bir devrimi gerçekleştirmek amacıyla ordu içinde örgütlenme, bu örgütün teğmenlerden generallere kadar uzanan bir teşkilata sahip olma, aydınları devrimci fikre kazandırma ve öğrenci liderleri kanalıyla yüksek öğrenim gençliğini elde etme çalışmaları Talat Turhan ve Memduh Nabi eren tarafından yürütülmüş ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde meydana gelen patlama olayları, soygunlar ve bir kısmı tespit edilemeyen zor yolu ile para almalar sanığın liderliğinde gerçekleştirilmiştir. Sanık Talat Turhan’ın İrfan Solmazer’le birlikte geniş bir kapsamı bulunan bir örgütün üst kademesinde görev aldığını ve İrfan Solmazer aracılığı ile 84 sanıklı davada yargılanan Sarp Kuray ve arkadaşları yardımı ile örgüte geniş maddi olanak sağlayacak soygunlar yapılmasını kararlaştırdığını da açıklayan Askeri Savcı, daha sonra özetle şunları söylemiştir; Daha önce, İstanbul 1 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanan 84 sanıklı davada söz konusu olan Osman Çelenk’e ait işyerinin soyulması da Talat Turhan tarafından düzenlenmiştir. Bu olay Adnan Çakmak, Rafet Kaplangı İrfan Solmazer ve Muzaffer Yılmaz planlayıcı olarak rol almışlardır. Bu arada Muzaffer Yılmaz 25.000 lira para almıştır. Askeri Savcı Hakim Yarbay Nevzat Çizmeci, sanık Talat Turhan’ın fiillerin ile ilgili bölümde sanığın Nuri Yazıcı, Fevzi Özkaya ile birlikte Muzaffer Yılmaz, Rafet Kaplangı’nın yardımları ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu militanlarından da yararlandığını, ayrıca sanığın İstanbul Boğaz Köprüsünü tahrip etmek için planlar yaptığını ve bu konuda sanıklardan bir kısmına ve bu arada Numan Esin’e de açıklamalarda bulunduğunu belirtti. Sanıklardan Memduh Nabi Eren’in çalışmaları hakkında Askeri Savcı, sanığın 13.3.1970 gecesi, Sultanahmet’teki Halide Edip Adıvar büstünü dinamitle bizzat tahrip ettiğini, yapılacak ihtilalden sonra görev alacaklara ait isim listesini hazırladığını ve gerek işçi kesiminde, gerekse öğrenci kesiminde taraftar kazanmak için Talat Turhan, Fevzi Özkaya, Nuri Yazıcı gibi sanıklarla yaptığı çalışmalar hakkında geniş bilgi verdi. Bu günkü duruşmada iddianamenin 44. sayfasına kadar okuyan Askeri Savcı, daha sonra sanıklardan Salim Yavuz, Fevzi Özkaya, Talat Turhan ve Nuri Yazıcı’nın eylemleri ve örgüt çalışmaları ile ilgili bilgi verdi. Bu bölümde adı geçen sanıkların 12 Mart muhtırası öncesi ve sonrası yaptıkları çalışmalar, yapılacak soygun ve çeşitli yerlere konulacak bombaların mali planlaması gibi eylemleri teker teker belirtti. Duruşma, iddianamenin okunmasına devam edilmek üzere, yarın saat 9:30’a ertelendi. Ek 31 Başbakanlığın TRT ile İlgili Dilekçeye Cevabı İstanbul, 6 Haziran 1973 T.C. Başbakanlık Müsteşarlığı Sayı: 2/41 Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına, İstanbul 21.5.1973 gün ve 1973/105 sayılı yazınız karşılığıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 146.maddesinin ihlali iddiasıyla İstanbul Sıkıyönetim 3 Numaralı Askeri Mahkemesi’nde yargılanan tutuklu sanık Talat Turhan’ın TRT yayınlarının kendisini ve kişileri suçlayıcı ve mahkemeleri etkileyici niteliği dolayısıyla ilgililer hakkında kanuni işlem yapılması ve haberlerin kanuni esaslar dahilinde verilmesi hakkında mahkemeye verilip Askeri Savcılık vasıtasıyla Komutanlığınıza intikal ettirilen ve makamınızca Başbakanlığa gönderilen şikayet dilekçesi üzerine durum, TRT Genel Müdüdlüğünden alınan izahat ve belgelerin ışığı altında incelenmiştir. Bu incelemenin neticesine göre: 1- 4 Mayıs 1973 günü TRT’nin saat 19:00 Haber Bülteninde yayınladığı anlaşılan haberin İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askeri Mahkemesinin Savcısı Hakim Yb. Nevzat Çizmeci’nin okuduğu 194 sahife tutan iddianameden özetlendiği, 2- Bu iddianamenin Sıkıyönetim Mahkemesinin aleni bir celsesinde okunduğu, aleniyet sebebiyle önceden TRT’ye ve Anadolu Ajansına ve diğer ajanslarla gazetelere verildiği, 3- Aynı haberin Anadolu ajansının 4 Mayıs 1973 tarihli bülteninde de yayınlandığı, 4- İddianamenin okunduğu günün ertesinde 5 Mayıs 1975 tarihli bülteninde de yayınlandığı, 4- İddianamenin okunduğu günün ertesinde 5 Mayıs 1973 günü aynı haberin gazetelerde yer aldığı, 5- Haberde hiç kimseye suç atfedilmeyerek devamlı olarak “sanık” kelimesi kullanıldığı, 6- Aleni olan iddianamenin yayınlanmasının yasak olmadığı, hakimlerin tesir altında bırakılmasının bahis konusu bulunmadığı, 7- Sanıklardan Talat Turhan’ın 7 Mayıs 1973 günü iddianamenin yayınlanması dolayısıyla TRT yayınları hakkında öne sürdüğü iddia üzerine, Askeri Savcı Hakim Yb. Nevzat Çizmeci tarafından, aleni oturumda okunan iddianamenin basın-yayın organlarınca yayımlanmasında suç teşkil edecek bir unsur olmadığını bildirmiş olduğu, Anlaşılmıştır. Diğer taraftan esasen 5680 Sayılı Basın Kanunu’nun 30. maddesinin birinci fıkrasında: “Ceza davasına ait talep ve iddianamelerle kararların ve diğer her türlü vesika ve evrakın aleni duruşmada okunmasından hazırlık ve ilk soruşturmalarda takipsizlik ve muhakemenin men’i kararı verilmesinden önce neşri yasaktır” denilmekte olmasına göre, bu hükmün muhalif mefhumu icabı olarak, iddianamenin aleni duruşmada okunmasından sonra bütün diğer basın-yayın organları arasında TRT tarafından da yayınlanmasının bu yasağın kapsamına girmeyeceği ve hiçbir suretle suç teşkil etmeyeceği ve herhangi şekilde TRT ilgilileri hakkında bir muamele yapılmasını gerektirmeyeceği neticesine varılmıştır. Bu bakımdan konu hakkında Başbakanlıkça bir muamele yapılmasına mahal görülmediği hususunda bilgilerinizi rica ederim. (imza) Naim Talu Başbakan Aslı gibidir Zuhal Yılmaz 11/6/1973 Resmi mühür ve imza Ek 32 TRT Genel Müdürü Cem İpekçi’ye Mektup İstanbul, 22 Mayıs 1974 Sayın İsmail Cem İpekçi TRT Genel Müdürü Ankara, Bomba davası sanıklarından biri olarak 21 Mayıs 1974 günü Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nden tahliye oldum. Tahliyeme ilişkin mahkeme kararı zamanında avukatlarım tarafından görevli muhabirinize Selimiye’de teslim edilmiş olduğunu da saptamış bulunuyorum. Oysa aynı gün akşamki TRT haber bültenlerinde bir başka davaya ait sanık isimleri tüm ayrıntıları ile verildiği halde, tahliye edilen ve içinde benim de bulunduğum sekiz kişinin isminin kamuoyuna açıklanmasından özellikle kaçınılmıştır. Türkiye’nin geçirdiği karanlık dönemde efendilerine hizmet etmekte her türlü kanunsuzluğu şiar edinmiş, kişiliğini çok iyi tanıdığım Musa Öğün’ün TRT Genel Müdürü olduğu dönemde 4 Mayıs 1973 günkü 19:00 haber bülteninde hiçbir davaya ilişkin ve gerçekleri tamamıyla çevirerek yansıtan uzun bir yayın yapılmıştı. Hiçbir hukuk anlayışı ile bağdaşmayan bu konuyu zamanın Başbakanı Naim Talû’ya da iletmiş bulunuyordum. Suçluların, suçlulara şikayet edilmesinin hiçbir anlamı olmayacağını çok iyi bilmemize rağmen kanunsuz olan bu davranışı tarihsel bir belge ile saptamak istemiştik. Arzu ettiğimiz gülünç cevabı da Başbakan Naim Talû’nun imzası ile 6.6.1973 tarih ve Başbakanlık Müsteşarlığı 2/41 Sayı ile almıştım. Son durumu yukarıda özetlemeye çalıştığım kanunsuzluk döneminin sorumsuzluğundan doğan icraatten soyutlamanın imkanı bulunmamaktadır. Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olan ve sizin “eksik ve yanlış haber” tanımınıza uyan fakat geçmişteki bilinçli davranışlarının çelişkilerinin su yüzüne çıkmasından ürkenlerin eserini, kişiliğinize olan saygımdan dolayı iletmeden yapamadım. Dirayetli yönetiminize, Musa Öğün artıklarının gölge düşürmesine gönlümüz razı olmadığı gibi, bir yandan da Türkiye’de halkın karanlık kişilerin, karanlık karanlık tertiplerini sürdürememeleri için gerekeni hassasiyeti göstereceğinizi umut eder, saygılarımı sunarım. Kuzguncuk, Yenigün S. No: 11/3 Üsküdar-İstanbul Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan Ek 33 Ceza ve Tutuk Evindeki Yasalarda Yeri Olmayan Yöntemler Hakkında İlgili Makamlara Müracaat Edilmesi içinAvukatlarıma Hazırladığım Notlar İstanbul, 21 Kasım 1972 Referanslar: a) Tebligat kanunu (7201 Nolu Kanun) – Yayın Tarihi: 10 Şubat 1959 – Resmi Gazete Sayısı: 10139 b) Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı (29 Haziran 1948 tarih ve MSB Askeri Ad. İşl. Bşk. Ks. 2 Sayı: 48/4760- H. Çakır c) Ceza ve Tevkif Evleri İç Yönetmeliği (Adalet Bakanlığı- Yayın tarihi: 19 Aralık 1967- Resmi Gazete sayısı- 12780 d) Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük yayın tarihi: 1 Ağustos 1967 – Resmi Gazete Sayısı: 12662 e) Hapishane ve Tevkifhanelerinin İdaresi Hakkında Kanun (Kanun No- 1721), (Kabul Tarihi 14-6-1930) f) Müşahede ve sınıflandırma merkezlerine dair yönetmelik (Ad. Bak. 2/8/1967 gün ve 26/66 sayılı genelgesi) (ceza infaz hukuku ve infaz müesseseleri kitabı – İst. Ç. Sav. Yrd. A. Rıza Mengüç – 1968- Sahife: 424-429) g) Cumhuriyet gazetesi- 14 Ekim 1972- Adalet Bakanının (saç konusunda) açıklaması: (Avukatlarıma not: Sahife – 12 Arkası) h) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Avukatlarım İçin Not 13 Kasım 1972 – Alp Kuran’a takdim edildi. (sözlü olarak) 1- Tebligat Meselesi: a- Tebligat Kanunu- madde- 8 (Ref-a) “Tebliğ olunacak her nevi evrak, biri dosyaya konulmak ve diğeri tebliğ edilecek kimselere verilmek üzere lüzumu kadar nüshadan terekküp eder. Bu nüshalarda iş sahibi veya vekilin imzası bulunur.” b- Uygulama: (1) Arama emri gösterilmedi ve verilmedi. (4 Temmuz 1972) (2) Gözaltına alınma emri gösterilmedi ve verilmedi. ( 4 Temmuz 1972) (3) Tutuklama kararı gösterilmedi verilmedi. (4 Ağustos 1972’de 2 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkeme’de gıyabi tutuklama kararının vicahiye çevrildiği sözlü olarak bildirildi. (4) Sıkıyönetim Komutanlığının 8.8.1972 tarih Askeri Savcılık 1972/278 N.Ç. Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı gösterildi istemiş olmama rağmen suret verilmedi. (5) Sıkıyönetim Komutanlığını Askeri Savcı 1-9-1972 tarih ve 1972/278 NÇ (354) Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı gösterildi istemiş olmama rağmen suret verilmedi. (6) Avukatlarım Sayın Birsen Balcıkardeşler ve Sayın Alp Kuran’ın bu konuya ilişkin dilekleri; 1 Eylül 1972 tarihli (Ek-4) ve 3 Ekim 1972 tarihli (Ek-18) dilekçelerle ilgili mercilere ulaştırıldığı halde aylarca is’af edilmedi. (7) Sayın avukatlarımın yaptıkları müracaat üzerine (Ek-19) ancak 108 gün sonra kaldırılan ihtilattan men kararı 19 Ekim 1972’de İs. Ütğm. Halit Selçuk tarafından sözlü olarak tebliğ edildi. İstemiş olmama ve kanun maddesini hatırlatmama rağmen bu bazen darda suret temini mümkün olmadı. (8) Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcının 27/10/1972 tarih ve 1972/278 (354) N.Ç. Sayılı belgesi (Tutuklama halinin devamı) kararı istek üzerine bütün koğuş için ancak bir adet verildi. (Ek-20) 2- Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının Uygulanması: a- Madde-20: (Ref. B) Askeri Ceza ve Tutuk Evine girecek olan Subay ve Astsubay memurlarla durumu müsait olan sivil kişiler ihtiyaçlarını sağlayacak yatak, yorgan, battaniye, aşkabı ve bardak gibi zati eşyalarını kendileri sağlarlar. b- Uygulama: (1) Bu madde bütünü ile uygulanmamaktadır. (2) Ekim 1972’de koğuş kıdemlisi vasıtasıyla hapishane yetkililerine müracaat ederek, Fıssur’den rahatsız olduğum için kanamalara mani olmak için gündüz minder, gece yastık olarak kullanılmak üzere bir yastığa müsaade edilmesini talebinde bulundum. Bu isteğim Doktor’a çıkarak rapor alsın şeklinde karşılandı. Tabii refüze edilme ihtimali de olduğu için doktora çıkmadım ve talebimden vazgeçtim. Hukuksal açıdan yukarda açıklanan 20. maddenin açık hükmünü değiştirmek veya tefsir etmek örfi idare makamlarınca dahi mümkün olamayacağına göre, hapishane görevlilerinin bu maddeyi tefsire hakları olmaması iktiza eder. Çünkü onlar bir uygulama kademesi olarak görev yapmak zorunluluğundadırlar. Halbuki uygulamada bir yastık için dahi doktor raporu isteyerek talimatın verdiği hakkı usulsüz formalite içinde bir lutfa dönüştürmek anlayışı içinde bulunulmaktadır. Oysa ben hayatım boyunca lütuf kabul etmemiş ve kimsenin lütfuna tenezzül etmemiş bir insanım. Hakkımın verilmesini istemek ise doğal uygar bir tutumdur. Hukuk devleti iddiasında olanlarca hakkın teslimi aynı nitelikte doğal bir tutum olması gerekir. c- Madde-35 (Ref.b) Hükümlülerle tutuklular ve ayrıca Subaylarla, askeri memurlar, gedikli erbaşlar, siviller, kadınlar ve 18 yaşından aşağı çocuklar herhalde ayrı ayrı yerlere konur ve temaslarına imkan verilmez. (Ref. c) madde-10 Kuruma gelen hükümlüler, imkan nispetinde, yaşları, hükümlülük süreleri ve suçlarının nevileri itibariyle de tasnife tabi tutulurlar. (Ref. d) madde-78 Hükümlüler, Ceza Evlerinde; 1- İlk defa suç işleyenler, mükerrerler ve itiyadi veya mesleki suçlular, 2- Akli ve bedeni durumları ve yaşları dolayısıyla özel bir infaz rejimine tabi tutulacak olan suçlular, 3- Siyasi suçlular, Gibi gruplara ayrılırlar. Ref. F. madde-19 (Yukarıdaki Ref d. madde 78 aynen) Ref. F. Madde-20 Tasnif (özet) 1- Yaşları itibariyle (18-20), (21-34), (35’ten yukarı) 2- Hükümlülük süreleri itibariyle (3 seneye kadar), (3-6 sene) (6 seneden yukarı) 3- Suçların nevileri itirabiyle: a- Hürriyet aleyhine suç işleyenler, (TCK- 174-201) b- Devlet idaresi aleyhine suç işleyenler (TCK 202-281) c- Adliye aleyhine suç işleyenler, (TCK 282-310) d- e- f- g- ….. Hükümlü ve tutukluların tasnife tabi tutulması gerektiği yukarıya çıkarılan tüm mevzuattan hiçbir tereddüde meydan vermeyecek şekilde açıktır. Mevzuatın bu bağlayıcı hükümlerine rağmen uygulama hiçbir kritere dayanmayan keyfi ve indi kararlara dayandığının en belirgin belgesi aşağıya çıkardığım 13 Kasım 1972 tarihinde benim de dâhil olduğum G koğuşunun mevcut durumudur. 3- Havalandırma: Madde-37: Tutukluların günde iki defa olmak üzere posta, posta ve yerleştirmedeki ayrılığa uyularak (madde-35’e bakınız) hava almaya çıkarılmaları mecburidir. Uygulama: (1) 4 Temmuz 1972: 1 Ağustos 1972’de gözaltında bulunduğum süre içinde 24 saat devamlı ışık yanan penceresi açılmayan, pencereleri kâğıt ve perdelerle kaplı, kapısı açılmayan odalarda tutuldum. Bu bir aylık dönemde sadece 31 Temmuz 1972 günü öğleden sonra, gözlerim bağlı olarak 10 dakika havaya çıkarıldım. (Bir ayda 10 dakika) (2) 1 Ağustos 1972: 4 Ağustos 1972’de Asayiş ve Emniyet Birliği’nde bulunduğum süre içinde böyle bir havalandırma yapılmadı. Esasen bu yerde havalandırma şöyle dursun. Normal tuvalet ihtiyacı dahi 1 saat ve 8 saat arasında bir gecikme ile sağlanmaktadır. Bu nedenle def’i tabii ihtiyaçlarını sağlamak için insanlar çeşitli yöntemler geliştirmektedirler. (3) 4 Ağustos 1972: 3 Eylül 1972’de hücrede bulunduğum süre içinde gayri muntazam sürelerle, bazı durumlarda hiç çıkarılmamak üzere, toplam olarak 745 dakika havalandırma yapılmıştır. Bu, vasati olarak günde 20 dakika havalandırmaya tekabül eder. Halbuki günde bir saat olması gerektiğine göre vasati ölçüleri esas aldığımız taktirde dahi günde 40 dakikalık havalandırma hakkının selbedildiği görülür. G- Koğuşu (13 Kasım 1972) I- Patlama Olayı: 1- Talat Turhan (E. Sb.) 2- Memduh Eren (Dr) 3- Nuri Yazıcı (Av) 4- Vahap Mutlugün (Av) 5- Yüksel Çengel (He. Uz) 6- Ersin Ertekin (Jeolog) 7- Adnan Çakmak (Em. Em. Müf) 8- Selahattin Uzunismail (Stj. Dr.) 9- Selim Şenay (Muhtar) 10- Mahmut Dondurmacı (E. Asb) 11- Ekrem Topal (İşçi) II- Madanoğlu Gr.: 12- Necdet Düvencioğlu (E. Sb.) 13- Cengiz Balıklaya (Öğr.) III- Sabotaj Olayı: 14- Fevzullah Bigalı (İşçi) 15- Cevat Zamanoğlu (Öğ-Memur) IV- Gizli Örgüt: 16- İlhan Sülen (Dz.. Asb.) 17- Hasan Bal (Dz. Asb.) V- Kaçış olayı: 18- Metin Çakmak (Hv. Asb.) VI- Şafak Gr. 19- M. Latif Güvercin (Ög.) (18 Kas.da ayrıldı) VII- Veznedarın ölümü (Bakırköy) 20- Mehmet Seyhan (işçi) 21- Necati Gökgöz (işçi) 22- İbrahim Er (Emlakçı) VIII- Mermi kaçakçılığı 23- Kemal Akbaş (Tiic.) IX- Deniz kazası: 24- Erol Çevik (işçi) X- Gümrük olayı: 25- Kemal Kantarcı (Tiic.) 26- Teoman Saveren (Güm. Kom) 27- Kayhan Eğilmez (Güm. Kom) 1- 27 kişi, 10 grup 2- 27 kişi (24 tutuklu, 3 hükümlü) 3- 27 kişi (19 siyasi tutuklu, 8 adi suçlu) 4- 8 adi suçlu (3 hükümlü, 5 tutuklu) 5- 2 Em. Sb. 4 Asb. 1 Em. Em. Müf., 12 serbest meslek, 2 öğrenci 5 işçi, 1 öğretmen 6- En küçük 18 yaş- en büyük 59 yaş (4) 3 Eylül 1972: 20 Kasım 1972 koğuşta bulunulan süre: (a) 3 Eylül 1972: 25 Eylül 1972 arasındaki dönemde: Sadece koğuşun açıldığı 8x6 adım ebadında (6x4,5 m) bir hole çıkma müsaadesi verildi. Bu müsaade 06:30-20:30 arasında veriliyordu 20:30-06:30 arasında koğuşun demir kapısı kapalı tutuluyor. (b) 25 Eylül 1972: 14 Kasım 1972 arasındaki dönemde gayri muntazam şekilde (takriben haftada 3-4 gün) 36x4,5 m ebadında büyük koridorda havalandırma imkanı verildi. Gerçekte koridorda dolaşma havalandırma yerine sayılmayacağı için ben bu müsaaden de yararlanmadım. Bu dönemde de (6x4,5 m) ebadındaki koridordan dışarı çıkmadım. Büyük koridorda arkadaşlara dolaşmak için tanınan süre 1 saat idi. (c) İhtilattan men kararının fiilen yürürlüğe konulduğu 14 Kasım 1972’den itibaren 06:30-20:30 arasında (36x4,5 m ebadında) Selimiye Kışlası’nın iç avlusunu gören büyük koridorda dolaşma imkanı sağlandı. Ben bu imkandan yararlanmaya başladım. (d) Özet olarak: (I) Bugüne kadarki dönemde geçen 140 gün içinde talimat gereğince 140 saat açık havada ve güneşlenmeye çıkarılmam gerekirken toplam olarak 12 saat havalandırma uygulanmıştır. Bu görüldüğü veçhile talimatların tanıdığı hakkın 1/10’u bile değildir. (II) Açıkta havalandırma ve güneşlendirme şöyle dursun, koğuşta bulunan üç pencere yağlı boya ile boyalı olduğundan pencereden gelecek güneşten ve ışıktan yararlanma olanakları da bertaraf edilmiştir. Gündüz ışık yetersiz olduğu için ancak elektrikler yakılınca okuma imkanı bulunabilmektedir. (III) Dünyanın hiçbir Ceza Evinde böyle bir uygulama düşünülemez. Mevcut bu durum Referans’ta belirtilen bütün dokümanlar, anayasa’mız, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, devlet olarak imzamız bulunan bütün antlaşmalara aykırıdır. (IV) Güneş ve havanın insan sağlığı yönünden değeri kabili münakaşa olmadığından, bu uygulama sağlığımı olumsuz yönde etkilemekte. Devamlı olarak hastalıktan kurtulamamaktayım. (V) Elbette buna gerekçe olarak Ceza ve Tutuk Evleri’nin özel şartları ileri sürülemez. Çünkü Ceza ve Tutuk Evi açanlar bunlara, mevzuatımızda emredildiği gibi şartları sağlamakla da yükümlüdürler. Bunlar yerine getirilmediği takdirde uygulama bir işkenceye dönüşür. Hukuk devleti’nden bahsedildiği sürece sağlığıma ve hayatıma yönelik bir tehdit mahiyetini alan bu yanlış uygulamanın düzeltilmesi istemekten daha doğal bir hak düşünülemez. e- Mektup Meselesi Madde-46: Hükümlülere gelen gazete, kitap ve mecmua gibi basılı yazılar ile sair eşya hakkında da aynı yolda muamele yapılır. (madde-44 ve 45’e bakınız) (Subay ve askeri memurlarla sivil kişiler hakkında adli amirlik kararı olmadıkça bu yoldaki kayıtlamalar uygulanamaz.) Uygulama: (1) Yukarıdaki madde bugüne kadar uygulanmamıştır. Şöyle ki: (a) Dışardan gelen ve dışarı gönderilen her türlü kitap, basılı evrak ve saire kontrol edilmekte. Dışardan gelen kitapların bir hafta sonra verildiği vaki olmuştur. (b) Bazı mektupların yerine ulaşmamıştır. (I) 24 Ağustos 1972’de kızıma yazdığım mektup. (II) 4 Eylül 1972’de eşime yazdığım mektup. (III) 6 Kasım 1972’de anneme yazdığım mektup. (c) Kontrol edilememe bir yana, kontrol halinde referanstaki dokümanların ilgili maddeleri gereğince gönderilmeyen mektupların haber verilmesi gerektiği halde buna da uyulmak lüzumu hissedilmemiştir. (d) (Hukuki durumuma ilişkin istekler ve notlar) – (Avukatlarım için) notlarımın (15-17. sahifelerine bakınız) (2) Tamamen mevcut kanun, tüzük ve yönetmelik hükümlerine uygun olan bu dokümana konu olan isteklerim sözlü olarak 13 Kasım 1972’de avukatım Sayın Alp Kuran’a ulaştırılmış ve hepsi de Ceza ve Tutuk Evi yetki sınırlarını aşan haklı dileklerim avukat gözetimi ile grevli subay tarafından idareye yanlış intikal ettirilmiş olmalı ki, akşam yoklamasında başka bir tema içinde nöbetçi Subayı Piyade Üsteğmen Mete….. tarafından koğuşta tartışma konusu yapıldı. Bu tartışmadan anladığıma göre ve benim kanıma göre Ceza ve Tutuk Evi yetkilileri yanlış bir tefsir içinde bulunmaktadırlar ve bu hatalı tefsiri Askeri Ceza ve Tutuk Evleri Talimatı’nın uygulamasında bariz hataların nedeni olmaktadır. Mevzuata uymayan bu uygulamanın önlenmesi için bu tefsirin hatalı olduğu yetkili mercilere müracaat edilerek, tespit olunmakta mutlak lüzum görüyorum. Şöyle ki; Sıkıyönetim ilamından sonra çıkarılan bir kanunla Sıkıyönetim’ce tutuklananların asker sayılması öngörülmüştür. Bu kanunun çıkarılma nedeni gerekçe’sinde bellidir. 13 Kasım akşamı yapılan tartışma da Asker deyiminin er olarak tefsir edildiği ifade edilmiştir. Yani Ceza ve Tutuk Evi yanlış tefsirinden hareketle herkese er muamelesi yapmaktadır. Halbuki hukukun en belirgin prensiplerinden biri, hiçbir kanuna mukabiline şamil olmak imkanını tanımayacağına göre, kazanılmış bir hak olan Emekli Subay olarak Subay statüsünün bütün haklarından yararlanmam doğaldır. (aa) Böyle olduğu için, Emekli maaşı alıyorum. (ab) Böyle olduğu için, Sağlık Fişi’ni kullanmam gerekir.. (ac) Böyle olduğu için, Seferi Görev Emri ile bir celp vukuunda İzmir, 15. Kor.ya katılmak emrini almış bulunuyorum. (ad) Esasen tutuklunun masum addedilmesi de yasalarımızın gereğidir. Yanlış bir tutum ve anlayışla gasp edilen haklarım Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatı gereğince verildiği takdirde: -Sb. koğuşuna alınmam (Böyle bir koğuş olmadığı için ihdas edilmesi gerekir) (madde-35) -Yatak takımlarımın Ceza Evine sokulması (madde-20) -Gazete, kitap, mecmua, basılı yazılar ve sair eşyalarımın ve mektuplarımın gidip gelmelerde aramadan ve kontrolden azade tutulması gerekir (madde- 44, 45, 46) -Götürüp getirmelerde muhafız subayından başkasının bulundurulmaması ve kelepçe takılmaması gerekir (madde-55, 56, 57) -Saç kesilmesinin kanunsuz olduğu meydana çıkan (madde-75) -Bugüne kadar uygulamada ihtiyaç olduğunda ilaçları kendi paramla temin ettim. Halbuki Sağlık Fişi’m var. Bu Türk Silahlı Kuvvetleri İç hizmet kanun ve yönetmeliğinin bana sağladığı müktesep bir haktır. Halbuki bugüne kadar ki uygulamada sağlık Fişi’nden yararlanma hakkı tanınmamıştır (İlgili mercilerden bu husus sorulmalı ve uygulamaya mesnet olan mevzuatın ne olduğu sorulmalıdır. Hukuken %100 haklı bulunulduğuna göre bu hususun tespiti diğer meseleler için de kıstas olur ve Tutuk Evi bana er muamelesi yapmak için neden bulamayacağı gibi, bugüne kadarki yanlış gayri hukuki uygulamasının tarihi sorumluluğunu taşır) f- Götürülüp getirilme meselesi: Madde-55: ……… müdür veya idare memurunun göreceği lüzum üzerine tutuklulara sevk sırasında kelepçe de vurulabilir. Ağır cezalı suçlardan ötürü tutuklu bulunan erata herhalde kelepçe vurulur. Madde-57: Subaylarla askeri memurlar memur edilecek bir muhafız subay tarafından götürülüp getirilir. Ve haklarında adli amirlikçe emredilmiş olan diğer lüzumlu tedbirler alınır. Uygulama: (1) Yukarıdaki maddelere göre, Subaylar’ın ve dolayısıyla aynı statü ve haklara sahip olması gereken Emekli Subaylara kelepçe vurulmaması ve Subay tarafından götürüp getirilmesi iktiza eder. (2) 4 Temmuz 1972’de gözaltına alınmak üzere evden alındığında KuzguncukKadıköy Kaymakamlığı arası sivil polislerce kelepçesiz olarak, Kadıköy’den bilinmeyen bir yere kelepçeli ve gözler bağlı olarak muhafız erler nezaretinde götürüldüm. (3) Götürüldüğüm yerde kaldığım sürece (4 Temmuz 1972- 31 Ağsustos 1972) ayaklarım prangalı ve zaman zaman ellerim zincire bağlı olarak bulunduruldum. Bu süre içinde aralıksız devam eden sorgulama esnasında gözlerim kapalı olarak bulunduruldum. (4) Bilinmeyen yerden Selimiye’ye nakledildiğim 1 Ağustos 1972 günü ise: Bir Statıon Vagon’la nakledildim. Ellerim kelepçeli ve gözlerim bağlı iken, bir sıraya yatırıldım. Başım polis olan bir şahsın (veya başa bir güvenlik görevlisi) kucağına koymak suretiyle Selimiye’ye kadar getirildim. (5) Bu uygulama, gerek ulaşmak iddiasında bulunduğumuz “Çağdaş Uygarlık Düzeyi” devlet ve milletlerinin anlayışına, gerek devlet olarak imzamız bulunan tüm anlaşmalara, gerek hukuk devleti kavramına, gerek anayasa, yasa ve diğer tüm mevzuatımıza, gerek teamüle ve gerekse son günlerde Adalet Bakanı’nın ifadelerine göre insanlığa aykırı bir tutumdur. (6) Bu şartlar altında benzeri bir uygulama ile karşılaşmak ihtimali karşısında ağır hasta olsam dahi hastane’ye gitmemeyi her şeye tercih edebilirim. Bu nedenle uygulamanın mevzuatımıza uygun hale getirilmesini ilgili ve yetkili mercilerden istemek doğal bir haktır. g- Saç Kesme Meselesi: Ref b. Madde-75 Hükümlü ve tutuklu Subay, Astsubay ve Erlerin İç Hizmet Yönetmeliği ile kifayet kararnamesi: Genel ve Askeri Yargı organlarınca tutuklanmış kişilerin saç, sakal ve bıyıkları iç hizmet yönetmeliği ve kıyafet kararnamesinin erler hakkındaki hükümlerine göre kestirilir. Ref c. Madde-5: Aramadan sonra hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında olan saç ve sakalları traş ettirilir ve sonra hamama gönderilerek temizlikleri yaptırılır. Bilahare, kurum tabibi …. Umumi muayeneden geçirilir. Ref. c Madde-20: Toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakanlar ile, saçların temizliğine dikkat ve itina göstermedikleri idarece tespit edilen hükümlü ve tutukluların saç ve sakal bırakmalarına izin verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir. Ref d. Madde-226: Hükümlü ve tutukluların toplum içinde alışılmış hal dışında saç ve sakal bırakmalarına için verilmez. Bunlar sık sık traş ettirilir. Adalet Bakanı Fehmi Alpaslan’ın açıklaması: -Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) gazeteci Sabri Yılmaz’ın hapse mahkum olması nedeni ile saçlarının kesilmesini Adalet Bakanlığı nezdinde protesto etmesi (2 Eylül 1972 tarihli gazeteler) -Aynı konu ile ilgili olarak Ankara Milletvekili Orhan Birgit’in sorusunu cevaplandıran Bakan: (14 Ekim 1972 tarihli gazeteler) “… Hükümlünün, tüzük ve yönetmelik hükümlerinin “yanlış takdir ve tatbiki sonuç” saçlarının kesildiğini açıklamakta ve şunları söylemektedir: Olayda sorumlu görülenler hakkında kanuni gereğinin ifasına tevessül, ayrıca olay sebebi ile duyulan üzüntü TGS Yönetim Kurul Başkanlığına telle ifade olunmuştur. Yukarıda açıklandığı üzere, ceza ve tutuk evlerinde bulunanlara uygulanması öngörülen rejim diğer uygar ülkelerin kabul ettiği standartlara da uygun bir şekilde milli mevzuatımızda yer almakta yanlış anlayış ve tatbikattan doğan ve her yerde olabilen bu kabil münferit birkaç olay dışında, söz konusu hükümler titizlik ve hassasiyetle uygulanmaktadır. Cezaevlerinin iç uygulanmasına taalluk eden ve bir hükmün yanlış tatbiki sonucu meydana gelen bir olayın…. (Avukatlarım için not: Sahife: 3, 4, 10, 12, 13) Uygulama: (1) Gözaltına alınarak gözlerim bağlı olarak götürüldüğüm meçhul yerde 4 Temmuz 1972 günü gece yarısı 01:30 da sabahı dahi beklemeye lüzum görülmeden 1 No.lu makine ile saçım kesildi. (2) Aynı uygulama hücreye alındığım 4 Ağustos 1972 günü Selimiye Ceza ve Tutuk Evine girerken tekrar edildi. (3) Yukarıya çıkardığım tüm mevzuat ve bu uygulamanın yanlış takdir ve tatbiki sonucu olduğunu beyan eden Adalet Bakanı’nın açıklaması karşısında ilgili ve yetkililer ne düşünür bilemem ama ben bu uygulamayı ve bu zihniyeti insanlığa ve uygarlığa aykırı bulur. Türk Silahlı Kuvvetlerini kıl ve saç düşmanı anlaşılan kurtarılmasını talep ve temenni ederim. Çünkü sırf bu yanlış uygulamanın olumsuz etkilerinin tanığı olmak nedeni ile eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olarak üzüntü ve ızdırap duymaktayım. Bu anlayışımın sonucu olarak da konunun ilgili mercilere duyurulmasını el’an talep etmekteyim. (4) Yanlış bir uygulama, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik-emir arasındaki hukuksal hiyerarşiyi değerlendirme yeteneğinden yoksun ilgililer, yönetmelik hükmü diye bir yandan saç keserken aynı yönetmelik hükmü olan hamam yapma ve doktor muayenesinden geçirme lüzumunu duymamışlardır. Nitekim Selimiye’ye geldikten ancak bir ay sonra (ondan önceki bir aylık dönemde de doğru dürüst yıkanma imkanı bulmamıştım) (30 Ağustos 1972’de) lütfen 15 dakika banyo imkanı sağlanmıştır. (5) Başlı başına bu uygulama anlayışı dahi benim kanıma göre bu uygun dönemde İşkence anlamını tazammum edebilir. (6) Konuyu Ceza ve Tutuk Evi ilgililerine sözlü olarak intikal ettirildiğinde, bana gösterilen tek gerekçe, Ceza ve Tutuk Evi müdürü’nün odasında asılı bulunan ve tabii görülmesi mümkün olmayan bir emre göre hareket ettiklerini ifade ettiler. Oysaki hukuk devleti anlayışı içinde Hukuki bir uygulama olması gereken Sıkıyönetim dönemlerinde dahi emir hukuk hiyerarşisinin en altında bulunan ve o ölçüde geçerli olan bir yönetim aracıdır. Yukarıdaki mevzuatın açık ve hiçbir tefsire lüzum göstermeyen hükümlerinin emirle bozulmuş olması düşünülemez. (7) İlgililer gerekçe olarak yeni bir kanuna istinat etmektedirler. “Sıkıyönetimce tutuklanan şahısların asker sayılması HK.tda” tabii bu kanunun gerekçesinde nedeni açıklanmıştır. Yalnız ceza hukukunun ve kanun yapma tekniği’nin temel prensibi kazanılmış hakların muhafazası yönündedir. (8) Hukuken Emekli Subay olarak Subaylık haklarımı muhafaza ediyorum. Çünkü emekli maaşı alıyorum, seferi görev emri ile bir görev almış bulunuyorum ve nihayet tutuklu olarak masum addedilmen gerektiği mevzuatımız gereğidir. Ve nihayet İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın bir önce seneki uygulaması ile bugünkü uygulama arasında çok büyük bir fark vardır. 3- Kitap Meselesi: (Ref h) Madde-103 Bir suçtan mağdur olan kimseden suç sebebiyle alınmış olan eşya tahkikatın neticesiyle beraber ve hatta daha evvel re’san ve bu hususta ayrıca bir hükme hacet kalmaksızın mağdura geri verilir. Yasak Kitap Sorunu – Orhan Apaydın – 16 Eylül 1972 Ekteki yazıda bu konudaki Askeri Yargıtay kararları kesin olarak konuya açıklık getirmektedir. Uygulama: (1) Genel olarak 12 Mart’tan bu yana bu konudaki uygulama basında ve diğer mahfillerde eleştirilmektedir. Maalesef uygulamalar, eleştirilerin yöneticilerin aleyhinde bir yargıya ulaşma sonucunu doğurmuştur. Bu tutumun UNESCO’nun 1972’de ilan etti beynelmilel (dünya) kitap yılı’na rastlaması ayrıca bir talihsizlik olmuştur. (2) 3/4 Temmuz 1972 günü evimde yapılan aramada hiçbir ölçüye bağlı kalınmaksızın 20’den fazla kitabım alındı. Bunlar içinde Genelkurmay Başkanlığı’nca çıkarılmış ve basılmış kitaplar olduğu gibi, propaganda maksadında bastırılmış broşürler de vardı. Diğer alınanların hiçbiri hakkında da sıkı yönetim komutanlığı tarafından toplanma kararı olduğunu sanmıyorum. (3) Bu durum karşısında ve Askeri Yargıtay kararları’na da dayanılarak bu keyfi uygulama sonucu evimden alınan kitaplarımın iadesinin talep edilmesini istirham ediyorum. (4) Atatürk’ün söylev ve demeçleri’nde çağdaş uygarlık milli eğitim ve kitap hakkındaki açıklamalarına bakınız. (5) Türkiye’de Kitap – Prof. Dr. Cahit Orhan Tütengil Cumhuriyet 19 Ağustos 1972 ve basındaki diğer yazı ve açıklamalara bakınız. 4- Sağlık Fişi Meselesi: (211 Sayılı İç Hizmet Kanunu ve İç Hizmet Yönetmeliğine bakınız) Uygulama a- Yukarıda adı geçen kanun ve yönetmelik gereğince kazanılmış bir hak olarak Sağlık Fişi hamili bulunuyorum. Bu fişi hamil olduğum için ilaç ihtiyaçlarımın ücretsiz olarak karşılanması gerekir. b- Ceza ve Tutuk Evi uygulanmasında Sağlık Fişi kabul edilmemektedir. c- Tabii bu bir hakkın açıkça ihlali anlamını tazammum ettiği gibi bir zihniyeti de belirler. d- Kanımca bu yanlış uygulama alt kademelerin mevzuatı tefsir ve anlayış hatalarından neş’et etmektedir. Yetkili mercilere intikal ettirildiğinde düzeltileceğine inanıyorum. e- Şu hususu da önceden belirteyim ki sadece gayem gaspedilen bir hakkımın iadesinden ibarettir. Yoksa ücretsiz ilaç temini değil. Bu sağlanıldığı takdirde paramla ilaçlarımı temine devam edeceğim. Özet ve İstekler 1- Tebligat Kanunu: (Ref. a) Bu kanunun 8. maddesi hükmü bugüne kadar şahsımla ilgili olarak uygulanmamıştır. Nitekim yetkililerden yazılı tek tebligat almış değilim. 2- Askeri Ceza ve Tutuk Evi talimatı’nın uygulanması: a- Yatak, yorgan, yastık vs.nin dışardan getirilmesine talimat müsait olduğu halde uygulamada müsaade edilmemektedir. (madde-20) (Sahife 2 ve 3’e bakınız.) b- Hükümlü ve tutukluların bölümlere ayrılması tüm mevzuatın amir hükmü olduğu halde nazari itibara alınmamaktadır. (madde-35) (Sahife 3,4,4a bakınız.) c- Havalandırma’ya ilişkin tüm mevzuat uygulanmak şöyle dursun, koğuşun ışık ve güneş gelmesi dahi önlenilmiş, ancak elektrik ışığında gündüz dahi kitap okunabilmektedir. Bu durum gayet tabii olarak sağlığımı olumsuz yönde etkilemektedir. Bir de buna gıda rejimi ilave olununca bu etki daha da olumsuzlaşmada ve sık sık hasta olmaktayım. (madde-37) (Sahife 5,6,7) e- Adli amirlik kararı olmaksızın gelen giden mektuplar ve diğer basılı dokümanlar kontrol edilmekte, bazı mektupların yerlerine ulaşmamakta, gönderilmediğinden de haberdar edilmemekteyim. (madde-46) (Sahife-8) f- Bir yerden diğer yere götürülüp getirilme meselesi tüm mevzuat ve bugüne kadar ki teamüle uymamaktadır. (madde-55) (Sahife-11-12) g- Saç kesilmesi tüm mevzuatla çelişme halindedir. Bu hali ile, uygulama bir öç almaya dönüşmüş bulunmaktadır. Bunun ilerde Silahlı Kuvvetlerle Aydınlar arasında onulmaz kırgınlıkların nedeni olabileceğinden endişe duyarım. (madde75) (Sahife-12,13,14,15,16) 3- Kitap Meselesi: Hatalı bir uygulama sonucu, görevlilerin yetki sınırlarını taşan bir tutum sonucu evimden alınan kitaplarımın iadesini bu mümkün olmadığı taktirde ücretlerini talep etmemiz Askeri Yargıtay kararı gereğidir. 4- Sağlık Fişi Meselesi: 211 Sayılı İç Hizmet Kanunu ve yönetmeliği gereğince kazanılmış hakkım olan Sağlık Fişi’nin kullanma hakkımın kısıtlanması kanunsuz bir uygulama olduğu kanısındayım. Düzeltilmesini talep ediyorum. 5- Sonuç ve İstek: Yukarıdaki açıklamalarımdan anlaşılacağı üzere Anayasa Kanun-TüzükYönetmelik’ten oluşan tüm hukuk kuralları ve uygar dünya uygulamaları ile çelişen bu tutum, mevzuatımızın alt kademede bulunanlarca yanlış ve hatalı bir takdire tabi tutulmasından doğmaktadır. Yetkililere duyurulmak, doğru tefsire ulaşılması gerektiği kanısındayım. Talat Turhan Notlar: 1- Yukarıda, 1-20 safiye ve eklerinde ayrıntıları ile açıklanan bütün mevzuatımızla çelişen uygulamayı dile getiren ve bunların düzeltilmesini sağlamak için yetkililere müracaat edilmesine ilişkin dileklerin, müsvette halinde hazırladığım notlardan, 13 Kasım 1972 günü sözlü olarak avukatımın Sayın Alp Kuran’a arzedildi. Eğer bu uygulama işkence kastı taşımıyorsa, sırf bir tefsir hatası sonucu olmaktadır. Bunun giderilmesini istemek ise doğal bir tutumdur. Bu dileklerim gözetime memnun subay tarafından hatalı bir takdir sonucu idareye duyurulmuş olmalı ki aynı gün akşam yoklamasında koğuşta tartışma konusu yapıldı. (Sahife 8-11’e bakınız) Bu tartışmadan anladığıma göre Ceza ve Tutuk Evi, bir kanunu yanlış tefsir ederek, içeri giren herkesi er sayarak, ona göre işlem yapılmaktadır. Kazanılmış hakları hiçe sayar ve beni Emekli Subay saymayan bu görüş elbette şayanı kabul olamaz. 2-a- Bu görüşmelerin ışığı altında hazırladığım bu yazılı dokümanı 22 Kasım 1972 günü görüşmeye gelen avukatım Sayın Birsen Balcıkardeşler’e dilekçe hakkımı kullanması için vermek istedim. Görerek Piyade Binbaşı…………….. tarafından kontrol edileceği gerekçesiyle engellendi. b- Oysaki işbu doküman tümüyle görevli subay yanında avukatıma okunmuş olduğu için kontrolden geçmiş oluyordu. Esasen gözetime görevli Subay (Astsubay)’ın görevi de bu idi. c- Kaldı ki şikayetçi olduğum konular çoğunlukla Ceza ve Tutuk Evi yönetimiyle ilgili idi. 211 Sayılı İç Hizmet Kanunu gereğince hiçbir makam yüzüne karşı şikayet olunmaz ve şikayet olunan şahıs ve makam atlanırdı. d- ACMUK – madde-91 ve diğer mevzuat karşısında avukatımla ilişkilerime bu tarzda müdahale edilmesi kanunlarımıza aykırı olduğu için kimsenin hakkı olmaması gerekirdi. Bu haksız uygulamayı hatırlattığımda sadece “burası Ceza Evi” deyimine sağınıldı. Bu zihniyete karşı söylenmesi gerekeni söyledim. e- Böylece anayasamızın tanıdığı dilekçe hakkım da önlenmiş oldu. 3- Bu neden böyle olmaktadır? Hukuk devletinde hukuk hiyerarşisi ve piramidi anayasa-yasalar-tüzükleryönetmelikler ve emirler sırasını takip ettiğini uygulayıcıları anlamaz görünüyorlar. Onların anlayışı emri hukuk piramidinin tepesine çıkarmak tarsına dönüşmüş görünmektedir. Halbuki yürürlükte olan ve Anayasa Mahkemesi kararı ile mahkem kaziye haline gelen görüş, Yazılı olsa dahi kanunsuz emrin uygulama sorumluluğu uygulayıcı’yı kurtarmamak şeklindedir. 4- Bu tutum, “kraldan çok kral taraftarı” deyimi ile açıklanabilir. Düzeltilmesinin şahsın açısından önemi yok. Fakat Türk Silahlı Kuvvetlerine bir hizmet olacağı kanısındayım. Çünkü; çağdaş uygarlığa ulaşmak savında olanların, çağdışı’na düşmelerini kabul etmemekteyim. Ek 34 Kelepçe Takılmaması Hakkında İstanbul, Mayıs 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: Konusu: M. Talat Tarhan Kelepçe takılmasının mevzuatımıza ve törelerimize aykırı olduğu, bu durumun moralim üzerinde olumsuz etkisinin sorgu ve savunma hakkımı etkilediği hakkında. Olayın Açıklaması: 1- 4 Mayıs 1973 günü duruşmaya getirilirken, elime kelepçe takılmak istendi. Eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğumu ve Askeri Ceza ve Tutuk Evleri talimatının 55 ve 57 maddeleri muvacehesinde, ellerime kelepçe takılmamasının gerektiğini, bunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin töreleri ile bağdaşmadığını hatırlattığımda, görevli iki şerefli Türk Subayı, haklı isteğimi kabul ederek, ellerime kelepçe takmadılar. 2- Ama, aynı gün duruşmadan dönüşte kelepçe takılmak istendiğini gördüm. Bu uygulamanın gayri kanuni olduğunu görevli Piyade Binbaşısına hatırlattığımda cevabı: “Kaçarlarken de kanun dinlemiyorlardı” oldu. Ne demek istediğini anlamamıştım. Eğer, bir suç işlemişsem, bunun hesabını, yargı önünde verecektim. Hukukta bir “Masumluk karinesi” ve bir “suçların şahsiliği” prensibi vardı. Bunun yanında, Türk Silahlı kuvvetlerinin eski bir mensubu ve 15 sene önce Binbaşı rütbesini taşımış bir kişi olarak bir Subaydan doğrusu böyle bir cevap beklemezdim. Binbaşının “Siz kanunsuzluk yaptınız. Biz de yapıyoruz” anlamına gelen bu karşılığını kendisine yakıştıramadık. Türk Subayını ettiği yemine saygılı görmek isteriz. Asker yemininde “Kanunlara, nizamlara, emirlere itaat” yer alır. 3- Kelepçe takılırken Piyade Binbaşı ile aramızda konuşmalar geçerken, gözetime memur askerler cop vurmaya teşebbüs ettiler. Müdahale ederek, bir vahim olayın vukuunu önledim. 4- Ertesi gün, (5 Mayıs 1973) duruşma başlamadan önce, dün akşamki müessif durum hakkında, kendisiyle tartıştım. “Emir aldığını ve onu uyguladığını” ifade etti. 5- Bilindiği gibi, 4 Mayıs 1973 günü Türk Adaletine saygımız nedeniyle (Süngülü erlerin salondan çıkarılmasını ve durum nedeni ile Sıkıyönetim Komutanını eleştirdiğimi) beyan etmiştim. 6- Hangi makamda, hangi rütbede bulunurlarsa bulunsunlar, biz kişilere, anayasa, yasalar, tüzükler, yönergelere bağlılıkları ölçüsünde saygı duyarız. Ama elindeki yetkileri keyfiliğe dönüştüren ve hele bunları bir kin ve intikam aracı şeklinde getirenlere karşı çıkarız. Bu haksız uygulamanın bir yanlış anlayış sonucu meydana geldiğini sanıyorum. 4 Mayıs 1973 günü ise, bir sanık bir ere bağlanarak, daha değişik bir uygulamaya tevessül edildi. Bu durum gerek sanık, gerekse er açısından insan haklarına tümden aykırıdır. Türk milleti evlatlarını vatan hizmeti yaparken bileklerine kelepçe vurulsun diye askere göndermiyor. Yetkilileri uyarırım. 7- a- Ceza ve Tutuk Evinde bulunduğum süre içinde, kanun ve yönetmeliklere uymayan uygulamalarla sık sık karşılaştık. Her seferinde tıpkı Sayın Binbaşı’nın söylediği gibi ilgililer “Emir aldım” demekle yetiniyorlardı. Fakat bu kanunsuz emirleri verenlerin kimler olduğunu öğrenemediğimiz gibi; emrin kendisini de görmemiz asla mümkün olmadı. Çünkü kanunsuz emri verenler, ekseriya korkak oldukları için şifahi emirleri tercih ederlerdi. b- Halbuki kanunsuz emir alan ast, eğer gerçekten içtiği anda sadık bir kişi ise, önce emri verenden yazılı emir isteyecek, böyle bir belge eline geçse dahi, kanunsuz olduğu için uygulamayacaktır. Eğer uygularsa sorumlu olacaktır. Çünkü, anayasa mahkemesi’nin bu konuda kararı vardır. (Anayasa mahkemesi kararı: Esas: 1963/174, Karar: 1963/115, Karar Tarihi 20/5/1963 Resmi Gazete Tarih ve No.su: 2 Ağustos 1963-11470 Sayı) c- Anayasa’nın 125. maddesi aynen şöyle demektedir: Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun ve anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak üstü emrinde ısrar ederse ve bu emri yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir, bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir surette yerine getirilmez. Yerine getiren kimse, sorumluluktan kurtulamaz. Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır. 8- Hukuk devletinin, hukuk hiyerarşisinde hiçbir emir, yönetmelikten, hiçbir tüzük yasadan, hiçbir yasa anayasa’dan üstün olamaz. Bu kurala göre, Askeri Ceza ve Tutuk Evi talimatının 55. ve 57. maddelerindeki sarahat, Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli anlayışı ve töresi, bana kelepçe takılması yetkisini kimseye vermez. 9- Türk Silahlı kuvvetlerinin şerefli mensuplarının anayasa’ya aykırı olduğu açık olan, Subay ve Astsubay sicil yönetmeliklerinin 99. ve 53. maddeleri (e) fıkralarındaki “Yasaışı görüşü benimseyen ordu’da çıkarılır” hükmünden yararlanarak, kişisel zulüm ve baskılarının aracı haline getirmek isteyen zihniyete karşı çıkar ve kınarım. 10- a- Kelepçe hususu henüz bütün tazeliğiyle belleklerde yaşamaktadır. Gazetecilere kelepçe takılması olaylarının Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın ilgili makamlara başvurması üzerine, konu TBMM’de tartışılmış ve sonuçta Aydın’a kelepçe takılmaması prensibi kabul edilerek adalet bakanlığı tarafından ilgililere genelge gönderilmiştir. d- Bir bakan, sanıl bir gazetecinin haysiyetini koruyorsa, bir General’den de kendisiyle aynı okuldan mezun olmuş, eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun haysiyetini korumasını bekliyorum. Kaldı ki, Ceza ve Tutuk Evleri konularında koordinatörlük görevi Adalet Bakanlığı’na ait olduğu da bir gerçektir. 11- Atatürkçü niteliğinden asla şüphe etmediğimiz ve çok yakından tanıdığımız Türk Silahlı kuvvetlerinin birkaç mensubunun, tasvuplarına imkân olmayan bu tutumu bizim inançlarımızı etkilemez. 12- Bu konuda, Atatürk’ün ruh asaletinden bir örnek vermek istiyorum: Kurtuluş Savaşımızda, 30 Ağustos zaferinden sonra, Yunan Ordusu Komutanı General Trikopis’in esaretini kendi ağzından dinleyelim: Uşak dışında esir olup, o zamanki Türk Ordusu Komutanı İsmet Paşa’nın (…..) dairesine götürüldüm. O da beni Mustafa Kemal’e götürdü. Mustafa Kemal, odasına girdiğim zaman, o ayağa kalkarak dostça bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi. -Unutmayın ki koca Napolyon da esir olmuştu. -Siz vazifesini tam ve sonuna kadar yaptınız. -Biz de sizi takdir ve size hürmet ediyoruz. -Siz burada esir değil, misafirsiniz. (General Trikopis’in anıları, Sahife 102) Esir düşman Komutanına bile misafir muamelesi yapacak kadar vicdan, ahlak, erdem ve tolerans gösteren büyük Atatürk’ün anlayışını onun Ordu’sundan beklemek hakkımızdır. 13- Bizim elimize gerçekten kelepçe taktırmak için emir verenler varsa, yukarıdaki örnek karşısında düşünmeleri gerekir. Bu haksız uygulamadan haberdar olacak olan Türk Silahlı Kuvvetlerinde bulunan sayısız arkadaşlarım ve Komutanların muazzep olacaklarına inanıyorum. Sonuç ve İstekler: 1- Bu uygulamanın moralim ve sıhhatim üzerinde olumsuz etkisi mukaddes savunma hakkımızı sınırlayacağı için Yüksek Mahkemenize bu haksız uygulamayı getirmek zorunda kaldım. 2- Kelepçe takılmamasını ve Askeri Ceza ve Tutuk Evlerin talimatının 55. ve 57. madde Adalet bakanlığının genelgesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin törelerine yaraşacak tarzda uygulamanın durdurulması için, dilekçemin yetkili mercilere intikalini. 3- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesine müsaade buyrulmasını arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Ek 35 Saç Kesilmesi Hakkında İstanbul, 20 Ekim 1973 Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne, Sanık: Talat Turhan Konu: Saç kesilmesi hakkında Olayın açıklanması: 1- 17 Ekim 1973 günü akşam yoklamasında görevli Üsteğmen tarafından saçlarımızın -bu arada tabii benim saçlarımın da- alabros olarak kesileceği tebliği edildi. 2- Ceza ve Tutuk Evleri talimatı’nın 75. maddesi değişik bir bakış açısından yoruma tabi tutulduğunda bu isteğin talimata uygun olduğu söylenecektir. 3- Oysaki hukukta bir masumluk karinesi vardır. Yani tutuklanan bir kişi hüküm giyinceye kadar masum sayılır. 4- Bir hukuk hiyerarşisi vardır. Hiçbir kanun anayasaya; hiçbir tüzük kanuna; hiçbir yönetmelik tüzük ve kanunlara; hiçbir talimat, yönetmelik, tüzük ve kanunlara ve hiçbir emir de bunların hiçbirine aykırı olamaz. 5- Bunun dışında bir de hukukta kazanılmış haklar diye bir kavram vardır Yani emekli subay olmak sıfatıyla İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinin ve diğer ilgili mevzuatın bana vermiş olduğu bazı kanuni haklar vardır. (15.7.1972 gün ve 13896 Sayılı Resmi gazete ve İç hizmet yönetmeliği madde 72-3, 664/4 e bakınız.) Bunların yanında bir de TSK’nın örf ve ananesi vardır. Siz benim mazimsiniz, yarın ben sizin istikbaliniz olabilirim, çünkü 12 Mart’tan sonraki uygulamalarda çok suçsuzun içeride, çok suçlunun da dışarıda olduğunu yakinen bilebilecek bir görevde bulunuyorsunuz. 6- İdari tasarrufların bir öç alma vasıtası olarak kullanılması ve bir kişinin suçunu umuma teşkil etmek ilkel bir zihniyettir. Günümüzün hukuk ve idare anlayışı buna imkân vermez. O halde bugüne kadar saçlarımıza müdahale etmeyen idare, bugün koyun kırpar gibi bizi berberlerin önüne oturtarak insanlık onur ve haysiyetimize tecavüze neden lüzum görmüştür. Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğü emrinde bulunan berberlere emir vermek suretiyle zaman içerisinde aynı sonuca varabilirdi. 7- Türkiye’deki bütün hapishanelerde özellikle 12 Mart sonrasının askeri Ceza ve Tutuk Evlerinde yapılan uygulamaları ayrıntılarıyla bilmekteyim. Ceza ve Tutuk Evi talimatı ve ilgili diğer mevzuat bir bütündür. Sizinle şifahen yapmış olduğum görüşmede belirtmiş olduğum üzere Ceza ve Tutuk Evi Talimatı’nın tümü uygulanmamaktadır. Şunu ifade etmek isterim ki bu tarz uygulama sonucu maruz kaldığım işlemlere çağımızda esir kamplarında bile rastlanılmamaktadır. Esir kamplarında etüt yapmış bir kişi olarak bunları ifade ederken utanç duymaktayım. 8- Ben, kişiliğimi başımdaki kıllara borçlu bir kimse değilim. Saçımı ne zaman ve ne şekilde kestireceğimi tayin edebilecek durumdayım. Verdiğimiz bu emrin beni ve benim durumumda olan diğer kişileri rencide edeceğini bilmeniz gerekirdi. Sonuç ve istekler: Emrinize yeni bir tefsir getirecek bu hususu düzelteceğinizi umut ediyorum. Eğer ısrar ediliyorsa o takdirde dilekçeme yazılı olarak cevap verilemesini arz ve talep ederim. Talat Turhan Notlar: 1- Selimiye, Askeri Ceza ve Tutuk Evi İdaresi, yasa ve yönetmeliklerin kesin hükümlerine hiçe sayarak, hiçbir dilekçeme yazılı yanıt vermemiştir. 2- Bu dilekçeme karşı, Ceza Evi Müdürü bir gardiyan göndererek “saçlarımı kestirmemi” istemiştir. 3- Ceza Evine ilk girme müstesna saçlar normal olarak kesilmekte idi. 14 Ekim 1973 seçim sonuçlarından memnun olmayanlar, ilkel bir öç alma duygusuna kapılmış ve saçlarımızı kestirerek bu komplekslerini gidermeye çalışmışlardır. Ek 36 Kaybolan Kağıtlarım Hakkında İstanbul, 2 Mart 1974 Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne Selimiye- İstanbul, Sanık: Talat Turhan. Konusu: Kaybolan kağıtlarım Hakkın da Konunun eleştirisi: 1- Eşim tarafından, 22 Şubat 1974 günü, matbaada özel olarak dört delikli deldirilmiş, bir tip beyaz dosya kağıdı ile gene matbaada özel olarak kestirilmiş, 35 adet renkli karton, Ceza ve Tutuk Evi ilgililerine teslim edilmiştir. Bununla ilgili pusula da görülmüştür damgası ile damgalanarak bana verilmiştir. 2- Geçen hafta içinde, müracaat ettiğim görevli, Subaylar, kâğıt ve kartonlarımın akıbeti hakkında ilgilendikleri halde bana açık bilgi vermemişlerdir. Hatta kaybolduğu dahi bana resmen bildirilmiş değildir. 3- Eşimin listeye yazmış olmasına rağmen, getirmeyi unutma ihtimalini düşünerek, bugüne kadar bu konuda, başka müracaatım olmadı. Dün yaptığım görüşmede kâğıtların idareye teslim edildiğini öğrenmiş bulunuyorum. 4- Mahkemeye hukuki durumumla ilgili olarak sunduğum dosyanın müteakip bölümlerini hazırlamak için bu kâğıtları istemiştim. Yeni kâğıtları temin edinceye kadar geçecek zamanda savunma hakkım kısıtlanmış olmaktadır. 5- Kâğıt ve kartonların maddi değeri yanında, kesilme ve delinmesi için katkıda bulunan yakınlarımın emeklerinin boşa gitmesi nedeni için bir talepte bulunacak değilim. 6- Benimle yaptığınız bir görüşmede, maddi konularda çok hassas davrandığınızı, hatta dedikoduyu önlemek için, Ceza ve Tutuk Evinde bulunan kişilerin paralarını faizsiz olarak bankaya yatırdığınızı ifade etmiştiniz. Bu hassasiyetinizi, benim kaybolan kağıt ve kartonlarım için de göstereceğinizi doğal kabul ederek durumu bilgilerinize sunuyorum. 7- Daha eski tarihlerde, benim için maddi değeri yanında manevi değeri çok üstün olan, Alfred Weber’in Felsefe Tarihi adlı kitabım kaybolmuştu. Şimdi kâğıt ve kartonlarım. 8- Deneyle ve görgüye dayanan bilgilerimle diyebilirim ki, Türkiye’de hiçbir hapishane, sizinki kadar geniş personel imkânı içinde değildir. Bu kadro bolluğuna rağmen, bu tip kayıpların tevali etmesinin sizi rencide edeceğini sanırım. 9- Bugüne kadar müteaddit defalar gelen kâğıt ve kartonlarım, eşyalarımın geldiği çanta ile bana verildi. Oysa iki haftadır evden eşya listesinin boş kalan yarım kâğıdı dahi yırtıldıktan sonra bana verilmektedir. 10- Bu gayri tabii durumu inceleyerek, badema bu tip olayların meydana gelmemesi için sorumlularını saptayacağınızı ve gereken işlemi yapacağınızı umarak, durumu bilgilerinize sunarım. Notlar 1- Selimiye, Askeri Ceza ve Tutuk Evi İdaresi Yasa ve Yönetmeliklerin kesin hükümlerini hiçe sayarak hemen hemen hiçbir dilekçeye yazılı cevap vermemiştir. 2- Ceza ve Tutuk Evindeki sayısız keyfi uygulamalardan en basiti olmasına rağmen, olayı somutlaştırmak için verdiğim bu dilekçeye, sözlü dahi cevap alamadım. Ek 37 Kitaplarımın Geri Verilmesi Hakkında (I) İstanbul, Mayıs 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına Sanık: M. Talat Turhan Konu: Evimdeki aramada, alınan kitaplarımın geri verilmesine karar verilmesi hakkın da Olayın Açıklaması: 1- 3/4 Temmuz 1972 gecesi, evimde yapılan arama esnasında, 20-30 kadar kitabım alındı. Arama zabtı tutulduğu halde, CMUK’un 99’ncu maddesi gereğince, bana suret verilmedi. 2- Arama yapan kişiler, tam bir keyfilik içinde bulunmuşlar ve hiçbir kıstasa kendilerini bağlı görmeksizin, gelişigüzel kitaplarımı almışlardır. Nitekim 20-30 kadar kitap içinde, sadece 4’ü için, Sayın Savcı’nın müsadere ve zabıt kararı verilmesini talep etmesi iddiamızın en açık kanıtıdır. 3- Alınan kitaplarım içinde, Genel Kurmay Başkanlığı resmi yayınlarından olan ve benim için bir meslek kitabı sayılan Rus Harb Doktrini kitabı dahi yer almıştır. Bu bir cehalet örneğidir. Bu tip cahil uygulamalarını gerek kamuoyunda ve gerek dünya’da sert eleştirilerek tabi tutanlarla haklılık vereceğini anlamak istemeyenleri uyarmak isterim. a- Evimden, Genel Kurmay Başkanlığının resmi yayınını alanlar bana değil, Türk Genel Kurmay Başkanlığı’na saldırıda bulunmak cüretini göstermişlerdir. b- Komünizm’le mücadele ettiklerini iddia edenlerin, komünizmi yeren Komünizm nedir? kitabını almaları, kendi bindikleri dalı kesmekle eş anlamlıdır. Cehaletle hiçbir şeyle mücadele edilemez. 4- bu konuya ait Askeri Yargıtay kararlarını aşağıya çıkarıyorum: a- Askeri Yargıtay 2. Daire, 5.8.1971 gün, Esas: 1971/340, Karar: 1971/336 Sayılı İlamı: Mahkemenin kararları ile yasaklanmış bulunan kitap, broşür, dergi ve emsali neşriyatı üzerinde, ikametgahlarında ve işyerlerinde bulunduranlar ve satanlar hakkında Sıkıyönetim Kanunu gereğince, takibat yapılacağını bildiren resmi tebliğde, yasaklanan neşriyat müfredatı ile gösterilmeli ve yasaklanmış kitapları evinde bulundurduğu iddia edilen kişinin hangi neşriyatın yasaklandığını bilmediğine ilişkin savunmasının aksi ispat edilmelidir. b- Askeri Yargıtay, 4. Daire, 6.8.1971 günü, Esas: 1971/337, Karar: 1971/ 334 Sayılı İlamı: Bir kitabın veya sair matbuatın memleket için zararlı olduğu gerekçesi ile yetkili merciler veya mahkemeler tarafından toplatılmasına veya yasaklanmasına karar verilmesi konu ile ilgili karardan önce, bahsi geçen kitap veya matbuayı temin eden nezdinde veya evinde bulunduran kimseleri ilzam etmez. 5- Sayın Savcı, 4. maddeye çıkardığım Askeri Yargıtay içtihatlarını hiçe sayarak, iddianamenin 194. sahifesi 2. maddesinde kitaplarım için, zabıt ve müsadere kararı alınmasını, Yüksek Mahkemenizden talep etmektedir. Bu talep, Askeri Yargıtay’ın içtihatlarına aykırıdır. 6- Bunlardan başka, Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi Max Beer’in kitabının, Atatürk döneminde Zühtü Uray tarafından tercüme edilerek basıldığını ve Atatürk’ün okuduktan sonra dip notu olarak “Ben okudum, siz de okuyun” cümlesini yazdığını hatırlatmakta yarar görüyorum. Sonuç ve İstekler: 1- Sayın Savcının istediği kitap müsadere talebi gayri kanunidir. Bu nedenle: a- İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yapılan incelemede, (Dosya 1269/1) yasak kitaplar içinde bulunmayan, bütün kitaplarımın savunma döneminde kullanacağımdan iadesine karar verilmesini, b. 1- Sayın Savcı tarafından müsaderesi istenene (Dosya 1269/12) yasaklanmış dört kitabım içinde 4. maddeye çıkarttığım Askeri Yargıtay İlamları gereğince, ayrıca iade kararı verilmesini, 2- Bu dört kitap için iade kararı alınmasına imkân görülmezse Askeri Yargıtay, 4. Daire, 6.8.1971 Gün ve Esas: 1971/337, Karar: 1971/334 Sayılı İlamı gereğince bedelinin tarafıma ödenmesine karar verilmesini, 3- Dilekçemin bir suretinin Avukatıma verilmesine müsaade buyurulmasını arz ve istida ederim. Talat Turhan Ek 38 Kitapların Geri Verilmesi Hakkında (II) İstanbul, 4 Eylül 1973 Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığına, Sanık: M. Talat Turhan Müdafiler: 1. Avukat Gülçin Çaylıgil, 2. Avukat M. Hidayet Ilgar İstem: Müvekkilimiz M. Talat Turhan’ın el konulan kitaplarının geri verilmesi istemidir. İzahı: Müvekkilimizin evinde yapılan aramada, dava dosyasının 126/1-2 dizi sırasında yer alan zabıtlarda belirtilen ve haklarında yasaklama kararı bulunan 4 adet kitaba el konulmuştur. İddia Makamı, iddianamesinde bu kitapların TCK’nın 36. maddesi uyarınca zabıt ve müsaderesini istemektedir. Anayasamız “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir” demektedir. (madde 20/1) Gene Anayasamız “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir” der. (madde 21/1) Görülüyor ki, düşünmek, bir konuda kanaat edinmek, bunları söylemek, yazmak, resimlemek, açıklamak, bilim ve sanatı öğrenmek, öğretmek, yaymak, araştırma ve incelemeler yapmak kişinin temel hak ve özgürlüklerindendir. Basılmış bir eser vasıtasıyla, yani basın yoluyla bir suç işlemek, TCK’nın bir maddesini ihlal etmek mümkündür. Ancak bu tip suçlarda ceza sorumluluğu, suç konusu eseri bulunduran ve okuyana değil, yazıyı yazan veya resmi yapan kimse ile birlikte, basın kanununun belirlediği kişilere düşer. Suçun konusu olan basılmış eser, Anayasanın 22. maddesindeki şartlar varsa Hakim Kararı ile toplatılabilir. Bu konu incelenirken göz önünde tutulacak bir yasaklama kararı var; bu da 26.4.1971 tarihinde ilân edilmiş bulunan Sıkıyönetimin yürürlükte kaldığı sürece geçerlikte olan Sıkıyönetim Komutanlığının 5 numaralı bildirisidir. Bildiri sadece, hakim kararı ile toplatılması gereken eserlerin, yalnız yayınevleri, satıcılar, dağıtıcılarda bulundurulmasını, satılmasını, dağıtılmasını yasaklıyor. Demek oluyor ki, bu gün Türkiye’de ister yasaklanmış olsun, ister olmasın kişinin basılmış eserleri evinde bulundurmasını veya okumasını engelleyen bir tek kanun maddesi yoktur. Oysa, yapılan aramalarda bulunan kitaplara el konulmakta ve basılmış eserler, suçların subut vasıtaları kabul edilmekte ve bunların TCK’nın 36. maddesi gereğince zapt ve müsaderesi istenmektedir. TCK’nın 36/2. maddesi; “Kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması cürüm ve kabahat teşkil eden eşya ……. Zabıt ve müsadere olunur” der. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, evde kitap bulundurmak, cürüm ve kabahat olmadığı için, TCK’nın 36. maddesine göre kitaplara el konulamaz. Sonuç: Elkonulan, müvekkilimize ait 4 kitabın iadesine karar verilmesini, bilvekale, saygılarımızla talep ederiz. M. Talat Turhan Müdafileri Avukat Gülçin Çaylıgil Avukat M. Hidayet Ilgar Ek 39 Yasadışı Olarak Avukat Görüşmelerinin Dinlenildiği Hakkında İstanbul, 2 Ekim 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına Selimiye Savunma hakkının kutsallığı, dokunulmazlığı ve gizliliğinin doğal bir sonucu olarak, iddianame, mahkemeye verildikten sonra, 353 Sayılı Yasanın 91. maddesi uyarınca tutuklu müdafii ile her zaman görüşebilir amir hükmü, uygulamada ilgililerce hiçe sayılarak, avukatlarımla Ceza Evinde görüşmelerim esnasında, yetkisiz kişilerce dinlenmekteyim. İddianamenin bana tebliğinden, dolayısıyla mahkemeye verilmesinden bu yana, 39 kere avukat görüşmesi yapmış durumdayım. Her seferinde Ceza Evinde görevli bir Subay tarafından dinlenmekte, hatta bazen konuşmalarım not edilmekte ve ziyaret Ceza Evindeki deftere not edilerek, kanunsuz işlem tescil edilmektedir. Bu suretle yasanın amir hükmü hiçe sayılarak suç işlenmesi bir yana, iddia makamı dinleyici subaylardan bilgi alarak adeta onlardan bir ajan gibi yararlanmaktadır. Bu suretle de bir yandan savunma hakkım ağır ölçüde ihlal edilirken, bir yandan da şerefli Türk Subayları suça itilmekte ve Türk Silahlı Kuvvetleri örf ve ananeleri dışında kullanılmış olmaktadır. Kanuna aykırı bu durumun önlenmesi için gereken işlemin yapılmasını arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe, 2 Ekim 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı, sahife No: 270’e bakınız. 3. 27 Eylül 1973 günkü duruşmada görevli Subay, görev sınırlarını aşarak ve yasal haklarımı hiçe sayarak avukatımla görüşmeme engel olmaya kalkışması sonucu meydana gelen tartışma, duruşma tutanağı, sahife no: 251:254, 261 ve 262’de yer almıştır. (Sh. 2749) 4- Benim ve diğer sanık müdafilerinin, bir çok defa başvurmalarımıza rağmen yasaya aykırı olarak, sanık-müdafi görüşmesi Nisan/1974’e kadar dinlenilmiştir. Ek 40 Avukat Görüşmesi Hakkında (I) İstanbul, 20 Ekim 1973 Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne Selimiye Sanık: Talat Turhan Konu: Avukat görüşmeleri hakkında Olayın Açıklaması: 1- 2 Ekim 1973 günü 3 No.lu Askeri Mahkemeye bir dilekçe vererek 353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı olarak Avukatlarımla görüşmelerim esnasında Ceza Evi görevlilerince dinlenildiğimi ve dolayısıyla suç işlenmesi bir yana bu tutumu savunma hakkıma ağır bir saldırı olduğu gerçeğini dile getirerek önlenmesini istemiştim. 2- Yetkili mercilere havale edilen dilekçeme bir cevap geldiği 19 Ekim 1973 günü Ceza Evi görevlisi İs. Ütğm. Halit Selçuk tarafından sözlü olarak bana bildirilmiştir. 3- 7201 Sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince dilekçeme verilen bu cevabın yazılı bir suretinin bana verilmesini arz ve istida ederim. Talat Turhan Notlar: 1- Selimiye Ceza ve Tutuk Evi İdaresi, Yasa ve yönetmeliklerin kesin hükümlerini hiçe sayarak, hemen hemen hiç bir dilekçe’ye yazılı cevap vermemiştir. 2- Bununla da yetinmeksizin, 2 Ekim 1973 tarihli dilekçeme verilen cevabı dahi bana göstermekten çekinmiş ve bu konuda, yasadışı uygulamalarına devam ederek, dinlemede elde ettiği bilgileri Askeri Savcılık, MİT ve gizli örgütlere aktarmıştır. Ek 41 Avukat Görüşmesi Hakkında (II) İstanbul, 26 Kasım 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkeme Başkanlığına, Sanık: Talat Turhan Konu: Kutsal savunma hakkıma müdahale yönünden avukat görüşmelerinin cereyanı hakkında. İlgi: a- I. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesine sunduğum 2 Ekim 1973 tarihli dilekçe. b- Askeri Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne sunduğum 20 Ekim 1973 tarihli dilekçe. c- Cumhuriyet gazetesinin 7 Kasım 1973 tarihli nüshasında çıkan “Askeri Ceza Evlerinde bulunan sanıklarla avukatları ve yakınlarının görüşmeleri dinlenmeyecek” başlıklı yazı. d- Barış gazetesinin 18 Kasım 1973 günlü sayısında yayınlanan “Politika Ötesi” sütunundaki M. Kemal’in yazısı. Olayın açıklanması: 1- Avukatlarımla görüşmem husus 353 Sayılı Yasanın 91. maddesine aykırı uygulanarak, kutsal savunma hakkım devam üzere ihlal edilmiştir. Konunun bu yönü idarenin taraflı tutumunu ortaya koyması nedeniyle elbette ki Yüksek Mahkemenizi ilgilendirir. 2- Sıkıyönetim döneminde bu husus devamlı olarak sanık ve müdafilerinin şikayetlerini mucip olmuş ve bu konu bu davada da müteaddit defalar Yüksek Mahkemenizin huzuruna getirilmiştir. Bu konuya ait olayların özeti (Ek-1)’de sunulmuştur. 3- Hiçbir emir ve talimat kanunun amir hükmü fevkinde bir değer taşımadığına göre avukat görüşmesinde kanundışı uygulamalardan müracaatlarımızla beraber olan Askeri Savcı suç ihbarı almış olması nedeni ile yasal bir görevle karşı karşıya gelmiş olmasına rağmen bu konuda bu güne kadar hiçbir işleme tevessül olunmamıştır… Yüksek Mahkemeniz yönünden konunun önemi daha başka bir açıdandır. Şöyle ki; bir sanığın veya sanıkların savunma haklarını kısıtlayıcı etkenlerin bulunduğunun bilinmesi heyetinizin karar almasında göz önünde bulundurması gereken bir konudur. Bunun dışında Yüksek Mahkemeniz bugüne kadar olduğu gibi bu müracaatlarımızı 353 Sayılı Yasanın 95. maddesi uyarınca 1. Ordu Komutanlığına sevk etmede mercilik yapma durumundadır. 4- 2 Ekim 1973 günlü dilekçem yasa hükümleri gereğince 1. Ordu Komutanlığına sunulmuştur. Bu dilekçeyi verirken yasal hakkımın teslim edileceği kanaatında idim. Çünkü sayın 1. Ordu Komutanı’nın iki yıl öğrenciliğini yapmış bir kişi olarak hakka, hukuka, ilme, ahlaka ve fazilete ne ölçüde saygılı olduklarını biliyordum. Bir bakıma da bugün taşıdığım değerlerin bir kısmını kendilerine borçlu olmanın idraki içinde olumlu cevap bekliyordum. 5- 19 Ekim 1973 günü Ceza Evi görevlisi istihkam Üsteğmen H.S. beni yanına çağırdı: “2 Ekim tarihli bir dilekçe verdiğimi, bu dilekçeye cevap aldıklarını, bana şifahen tebliğ ettiğini ve avukat görüşmeleri esnasında yanımızda bulunan görevli Subay ve Astsubayların dinlemek maksadıyla değil emniyet maksadıyla bulunduklarını” tebliğ etti. 6- Oysa bu Subay birçok kereler avukat görüşmesinde dinleyici olarak bulunmuş, bazen not almış, bazen konuşmayı kesmekle tehdit etmiş, bazen de anlattığım konuda sual dahi sorarak bazı hususları öğrenmek gayretinde bulunmuş bir kişi idi. 7- Bu sayın Subay’a bana şifahen teblig ettikleri hususun yazılı bir suretinin verilmesi talebinde bulundum. Kendileri cevaben: “Bir dilekçe vermemi” söylediler. (Ek-2)’de sunulan İlgi (b) dilekçeyi arzularına uyarak Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne 20 Ekim 1973 tarihinde verdim. a- Anayasa’nın 62. maddesi gereğince sahibi olduğum dilekçe hakkımı kullandığımda gene anayasa hükmü olarak “Yazılı olarak” cevap verilmesi gerekirdi. b- 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 8. maddesi uyarınca da dilekçemin yazılı olarak cevaplandırılması gerekirdi. 8- Anayasal ve yasal cevap hakkımı görmemezlikten gelen görevli Subayın kanundışı talebini is’af ederek İlgi (b) dilekçeyi verdim ve 211 Sayılı İç Hizmet Kanununun 30. maddesi gereğince bir aylık cevap süresini bekledim. Bugün bu süre dolmuş olmasına rağmen 1. Ordu Komutanlığı tarafından 2 Ekim 1973 tarihli dilekçemin yazılı cevabını hala almış değilim. 9- (Ek-3)’de suretlerini sunduğum “Cumhuriyet” ve “Barış” gazetelerine göre bana şifahen tebliğ edilen tarzın aksine, 2 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mah-kemesinde 6 Kasım 1973 günkü duruşma hakimi Hakim Binbaşı Günay Gençer, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Sayın Hüseyin Doğan Özgöçmen’in ta-limatı üzerine Askeri Ceza ve Tutuk Evlerinde bulunan sanıkların avukatları ve yakınları ile görüşmelerinin dinlenilmeyeceğini açıklamış bulunmaktadır. 10- Öğrendiğime göre Selimiye’den başka Ceza ve Tutuk Evlerinde uygulama sayın 1. Ordu Komutanının müdahalesi ile yasal duruma gelmiştir. 11- Dilekçe verdiğim 2 Ekim 1973 gününden bugüne kadar 11 (Onbir) defa yapmış olduğum avukat görüşmesi kanunun amir hükmüne ve değerli Komutanın müdahalesine rağmen dinlenilmemektedir. Bunun yanında Cuma günleri yakınlarımla yaptığım “ziyaret” görüşmeleri de Erler ve Subaylar tarafından izlenmekte ve dinlenmektedir. Demokratik hukuk devletinde tutuklunun da hukuku vardır. Ve bu hukuk demokrasinin esasını teşkil eden kişi hak ve özgürlüklerinin ve dokunulmazlığının genel kapsamı içinde olması gerekir. Sonuç ve İstekler: 1- Sayın 1. Ordu Komutanının müdahalesi ile yasal hale getirildiğini öğrendiğimiz avukatlarımız ve yakınlarımızla yaptığımız görüşmeleri yasadışı bir izlemekte olduğunu müşahade ettiğimiz Ceza ve Tutuk Evi yetkililerine gerekli emrin yeniden verilmesini, 2- Dilekçeme verilmiş olan cevabın tarafıma yazılı olarak tebliği için Ceza ve Tutuk Evi Müdürlüğüne emir verilmesini, 3- Kanunsuz uygulamada ısrar eden ve Ceza ve Tutuk Evleri Talimatının ilgili hükümlerini tatbik etmeyen sorumlular hakkında gerekli işlemin yapılmasını, 4- Savunma hakkımı ilgilendirmesi nedeni ile yüksek mahkemenizin bilgisine sunmaktayım. Mecburen merci kabul etmek zorunda kaldığım Yüksek Mahkemenizin dilekçemi 1. Ordu Komutanlığına sunmaya karar almasını arz ve istida ederim. Talat Turhan Ekler: Ek-1: Avukat görüşmesi ile ilgili olayların duruşma zabıtlarına göre evrelerini gösterir çizelge. Ek-2: Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne verilmiş 20 Ekim 1973 günlü dilekçenin sureti. Ek-3: 7 Kasım 1973 günlü “Cumhuriyet” ve “Barış” gazetelerinde çıkan yazıların ilgili kısımlarının suretleri. Ek 42 Nuri Yazıcı ile İlişkilerimin Tespiti İstanbul, 16 Haziran 1973 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 No.lu Mahkeme Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konu: Nuri Yazıcı ile ilişkilerimin tesbiti. Olayın Açıklanması: 1- İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı askeri savcılığı’nın Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79 ve İddia No: 1973/33 iddianamesi ve dava dosyasının incelenmesinde, Nuri Yazıcı ile devamlı ilişki içinde gösterilmekte ve bu ilişkinin gereği olarak da, çeşitli toplantılarda bulunduğumuz ve aynı örgütün üyeleri olduğumuz iddia edilmektedir. 2- Sorgumun 100. sahifesinde açıkladığım gibi kendisini 1968 yıllarında bir avukatlık meselesi için tanımış bulunuyorum. 3- Dayımın oğlu olan ve Elazığ Yakup Şevki Cad. 9/c de oto parçacılığı ticareti yapan, Esat Efendigil inşa halindeki bir apartmandan daire almış ve bu alışverişte dolandırılmıştı. İnşaat sahibini mahkemeye vermek için tanıdığım bir avukat tutmamı benden rica etti. Dr. Memduh Eren’in tavsiyesiyle Nuri Yazıcı’yı avukat tuttum. a- Bu dava, Üsküdar 1. As. Hukuk Mahkemesi Esas No: 970 sıra numarası ile açılmış olup, b- İcra dosya no: 70/2955’dedir. c- Nuri Yazıcı’nın dava ile ilgilenme tarzı beni tatmin etmemiş ve ilişkilerimiz soğumuştur. 4- Dava açıldıktan sonra, teminat akçesinin geri alınması gerekiyordu. Üç ay timenat akçesi olan 6000 TL’yi alıp bana vermesi için müteaddit defalar randevu veriyor fakat gelmiyordu. Bu olay normal olarak ilişkilerimizi daha da olumsuz yönde etkilemişti. 5- Nihayet, Üsküdar Savcı Yardımcısı Sayın Tevfik Barut’a durumu özel olarak intikal ettirdiğimde, bana bir vekaletname getirerek paranın çekilebileceği tavsiyesinde bulundu. a- Elazığ’dan Ek-1 de sunduğum vekaletnameyi bu maksatla istedim. Vekaletname tarihi görüldüğü gibi 26.1.1971’dir. b- Bu arada, Nuri Yazıcı verdiği bir randevuya gelerek 28.1.1971’de teminat akçesini geri çekip bana verdi. Ben de Esat Efendigil’e gönderdim. 6- Tevfik Barut, Esat Efendigil, Memduh Eren-Salim Yavuz, Fevzi Özkaya bu olayı bilmektedirler. Sonuç ve İstekler: 1- Yukarıdaki açıklamalarımın doğruluğunun saptanarak, Nuri Yazıcı ile olan ilişkilerimizin gerçek anlamının tespitini, 2- Dilekçemin bir suretinin avukatıma verilmesi için karar alınmasını arz ve istida ederim. M. Talat Turhan Ek: Esat Efendigil’in vekaletname fotokopisi. Notlar: 1- Bu dilekçe, 16 Haziran 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmek istenmiştir. Mahkeme “soruşturmanın genişletilmesi evresi”nde verilmesini bildirdi. 2- Bu isteme uyularak, 5 Eylül 1974 günkü duruşmada mahkemeye verdiğim “Duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler (Ek-53)” dosyası’nın Ek-4’ü olarak sunulmuştur. 3. Duruşma tutanağı sahife: 570’e bakınız. Ek 43 Numan Esin’in Sorgusuna Karşı Verilen Yanıt İstanbul, 6 Aralık 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkeme Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Numan Esin’in sorgusuna karşı diyeceklerim. Konunun açıklanması: Önce, Sayın Numan Esin’in Askeri Savcılık ifadesinde ve mahkemedeki sorgusunda, benimle ilgili beyanlarının tümünü kabul eder, kendisine teşekkür ederim. Bu meyanda, “Tutuklama Mahkemesinde” ve mahkemedeki ifadesinde kabul etmediği, “Kontr-Gerilla Örgütü” ifadesindeki, benimle ilgili suçlamaların tümünü, ben de kabul etmediğimi belirtmek isterim. Sayın Numan Esin’in, tüm ifadelerini ve ek iddianemesi 24 sahifedir. Taktir buyurulacağı üzere, bu belgelerde de beni hedef alan suçlamalar vardır. Sorgum esnasında, mahkemenizce alınmış olan prensip kararlarına uymak zo---runluluğu nedeniyle Sayın Esin’le ilgili bazı hususları açıklayamadığım gi-bi, ek iddianameye de cevap vermek imkanını bulmuş değilim. Bu nedenle mah--ke-menizi de fazla işgl etmemek için dilekçe şeklinde hazırladığım açıkla-ma-larımı duruşma tutanağı yerine kaim olmak üzere aşağıya çıkarmış bulunuyorum. 1- Sayın Numan Esin’in sorgusunu dinlediğimde, Oidipus trajedisini anımsadım. 13 sene önce iktidar olmuş ve tarihsel bir dönemin sorumluluğunu taşıyan Esin, 27 Mayıs’ın sahibi ve onun şerefini taşıyan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yönetim sorumluluğunu yüklendiği bir dönemde ve 27 Mayıs’ın 13. yıldönümünde işkence altındadır. Bu tarihte gözaltında bulunması dahi tertipçilerin planı gereğidir. İnsan idrakinin dışındaki bu çelişki, 12 Mart sonrası uygulamalarına ışık tutacağı en somut bir örnektir. 2- Türk Silahlı Kuvvetlerinin tarihi geçmişi, insanlık, ahlak ve fazilet anlayışı, örf ve ananesinin böyle bir uygulama ile bağdaşmayacağını en iyi bilecek durumda olan kişiyim. 3- Sayın Numan Esin sorgusu esnasında beni suçlamak için dosyalara konulmuş elyazısıyla yazılmış (dosya 6-7 sayılı ve 28.5.1973 tarihli) ifadesini kendi açısından eleştirerek “Kontr-Gerilla Örgütünün” niteliği, hak ve hukuk anlayışı hakkında belgesel açıklamalarda bulundu. (D. Z. Sh. 374:375) a- Bugüne kadarki sorgulamalardan açıkça anlaşılacağı üzere, benim üzerimde “Kontr-Gerillanın” bir tertip ve bir komplo düzenlemek çabası içinde bulunduğu gerçeği, Sayın Esin’in sorgusu ile yeniden aydınlanmış bulunmaktadır. Sayın Esin, duruşmadaki sorgusunda bir cümlesi ile dinamit alışverişinde de seçilen hedefin ben olduğunu dile getirdi. (D. Z. 374 ve 375 de) yer alan cümle aynen şöyle: “İçlerinden birinin telkini ile araya Talat turhan’ı da sokuşturarak içinde ne olduğunu bilmediğim paketlerin nakline vasıta olduğumu beyan ettim.” b- İddianame sistematiğine göre, benim sayısız suçlanmalarımdan biri de terörizm organizatörlüğüdür. Oysa, bu iddiaya haklılık kazandıracak, ne maddi kanıt, ne de hukuken geçerli hiçbir ikrar yoktur. Ne gam, hesabı görülmesi planlanmış, iki kişiyi al içeri uydur, Talat Turhan üzerinde bir dinamit senaryosu ve iddianameye sözde haklılık kazandır. c- Adı geçen yazılı belgenin, Sayın Esin tarafından kasten konulan benimle ilgili yanlışlıklarını, ispat edebilecek durumda olduğumu beyan etmek isterim. Şöyle ki: (1) İkinci parti dinamit alım-verimi yapıldığı iddia edilen tarih, Sayın Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadesine göre 1972 Temmuz ayıdır. Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesine göre, 1972 Mayıs ortalarıdır. Her iki tarihte de, Kumkapı’da çalıştığım işyerinden ayrılmış durumdayım. Sorgumda da belirttiğim gibi, Kumkapı’daki işte 15 Ağustos 1971 14 Mart 1972 tarihleri arasında çalıştım. Şirket kayıtları arasında bulunan, puantaj defteri, maaş bordrosu ve sigorta primlerimden yüksek mahkemeniz gerek görürse celbederek beyanımın doğruluğunu tetkik edebilir. (2) Sayın Numan Esin’in benden dinamit aldığı iddia edilen Temmuz başında, kendisi tarafından da belirtildiği gibi, (D. Z. 373) gözaltındaydım. Ama KontrGerilla Örgütünün bağlı olduğu hiçbir ahlaki, hukuki, dini ve vicdani kural yoktur. Onlar hem insanı alıp ellerine, ayaklarına pranga vurup, gözlerini bağlayıp dünya ile ilişkilerini keserler, hem de gözaltında olduğum dönemde dinamit alışverişinin içine beni sokarlar. Çünkü onların ne Allahı, ne kur’anı, ne Anayasası ne kanunları vardır. İthal edilmiş ve harp esnasında Düşman savaş esirlerine dahi uygulanmayan yönetmeleri uygulayan devlet üstünde devlettirler. (3) Doğal olarak demokratik hukuk devleti olan Türkiye’de bu nasıl olur sorusu bu noktada akla gelmektedir. Kontr-Gerilla zahiren anarşi ve Marksizm-Leninizmle mücadele etmek amacıyla çaba gösteren gerçekte bir ucunun nerelere kadar uzandığını sorgumda açıkladığım ve herkes tarafından bilinen İstanbul mafyasının ve bu çeteyle bütünleşmiş egemen çevrelerin çıkarlarını koruyan birkaç muhterisin iktidar hırslarına hizmet etmek üzere çalışmış ve amaçlarından saptırılmış legal devlet örgütlerinden alınan karma gizli örgüt elemanlarından oluşan bir işkence ve provakasyon örgütüdür. (4) Bu örgüt elemanlarının ortak yanları Atatürk ve 27 Mayıs düşmanı olmaları, kendi öz çıkarlarının iktidarlarını sürdürmek istedikleri kişiler ve guruplarla bütünleşmesi ve hepsinin sadomazohist kişiler olmasıdır. (5) Bu gizli örgüt STK MİT, Emniyet Teşkilatı ve diğer güvenlik kuvvetlerinden, iktidar içinde iktidar olmak isteyen şebeke elemanlarınca seçilmiş kişilerden oluşan ve bir kısım yetkili kişilerin müsaade ve himayesi altında örgüt amaçlarının gerçekleşmesi için kanundışı yöntemler uygulamıştır. Böylece bazı eylemlerin yapılması tahrik edilerek hazırlattıkları anarşik ortamdan yararlanmak suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini ve devleti korumak ve yaşatmakla görevli tüm örgütleri yanıltarak suçsuz kişileri suçlamaya ve bu yönde davalar açmaya muaffak olmuşlardır. O suçsuz kişilerden birinin de ben olduğum Numan Esin’in ifadesi ile bir kere daha kesinlik kazanmıştır. (6) Bugüne kadar kendi suçsuzluğumun ispatı çabası içinde olmaksızın Türk Devletine, Türk milletine ve Türk adaletine saygımın bir sonucu olarak KontrGerilla Örgütünün devlete olan hiyanetinin ortaya çıkarılması çabasında bulundum. Bu konudaki tüm dilekçelerim suç ihbarı niteliğini taşıdığı ve kamu görevlilerine re’sen harekete geçmek kanuni yükümlülüğü altında bı-rak-tığı halde hiçbir işlem yapılmamıştır. Kontr-Gerilla Örgütünün mahiyetini, ye-rini, işkence yapan kişilerin adını 12 Haziran 1973 tarihinde başbakana bir di-lekçe vererek bildirdim. Ve iddialarımın bir parlemento heyeti tarafından in-ce-lenmesini talep ettim. Dilekçem cevapsız kaldı. Bu dönemde tüm deliller yok edildi. İşkence karargahları kapatıldı, tadil edildi, yıkıldı, eşyaları boşaltıldı ve işkenceciler başka görevlere atandılar. Böylece iddialarımın doğruluğu kesinlik kazanmış olmasına rağmen aynı Başbakanın dilekçemden beş ay son-ra işkence iddialarının tahkikini talep etmesi anlamlı bir çelişki olsa gerektir. (7) 27 Mayıs düşmanı bu örgüt elamanları 27 Mayıs’ın yıldönümünde Numan Esin’e işkence yaparken Son Havadis gazetesinin 27 Mayıs tarihli nüshasında aşağıdaki yazı yer alıyordu: “Tebrikat Bay Madanoğlu, Bay Köksal, Bay Esin Bay Solmazer Bayramınız kutlu olsun Muhsinoğlu” (8) İşkenceler ve tertipler hakkındaki gerçeklerin aydınlığa çıkarılmasına çalışmak, Türk Silahlı Kuvvetleri ve devlet güvenlik kuvvetlerinin, görevleri hudutları içinde feragatkarane hizmet veren namus, şeref ve fazilet sahibi büyük çoğunluğa yapılacak tarihi bir hizmettir. Kanımıza göre Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Devletine ve milletine ve insanlığa karşı suç işleyen bu hiyanet gurubunun gerçek yüzünü su yüzüne çıkarmak tarihi yükümlülüğü altındadır. Bu yapılmadan bu yaranın kapanacağını sanmak gaflettir. Bir avuç işkenceci ruh hastasını ve onları himaye edenleri bünyesinden atmakla Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik örgütlerinin Türk ve dünya kamuoyu önünde kendilerine yöneltilen ithamlardan arınması mümkün olacaktır. Devletin sağlam güçlerini eylemleri ile şaibe altına sokan bu gizli örgüt elemanları ve onları himaye edenlerin tertipleri meydana çıkarıldığında hem devletin sağlam güçleri şaibeden kurtulacak hem maksatlı olarak yanıltılmaya çalışılan yargı organlarının doğru sonuçlarla ulaşmalarına yardımcı olunacak ve hem de topluma huzur avdet edecektir. (9) Aksi halde bu yara kabuk bağlamaz. Alman harp suçluları aynı zaman da insanlığa işkence yaptıkları için “Nurenberg”de yargılandılar. İşkenceci Adolf Eichmann’ın yaşam hikayesi malumdur. Daha birkaç gün önce 2. dünya harbinde Auschwitz Nazi kampında işkence yapan Dr. Joseph Mengele aradan 30 sene geçtiği halde unutulmamış işkence görenlerce gebertilmiştir. (10) Şu hususu beyan etmek zorundayım ki tarihi dönem içinde tüm işkenceciler ya işlenmiş bir suçu ikrar ettirmek ya da çeşitli dinsel, irki vs. nedenlerle hasımlarını bertaraf etmek için işkence yapmışlardır. İşlenmemiş suçları yapmış gibi insanları ikrara zorlayan ve bu yönde ikrar almayı başaran dünya tarihinde tek örgüt Kontr-Gerilladır. İşte Kültür Sarayı… İşte Marmara Vapuru… İşte Boğaz Köprüsü… (11) Dinamit hikayesini, bir başka yönden incelediğimizde, tertip gene sırıtmaktadır. Bu çelişki, Sayın Numan Esin ve Hasan Yalçınkaya’nın ifadeleri arasındadır ve her iki ifadenin alınış tarihleri arasında, 13 gün fark olduğu halde çok belirgindir. Şöyle ki: Sayın Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadesine göre dinamit alışverişinin seyri: (Sh. 9, 10 ve elyazısı ifadesi Sh. 6, 7) Talat Turhan -------) Numan Esin ---------) Hasan Yalçınkaya’dır. Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesine göre (Shf. 7, 8) bu seyir: Numan Esin ------) Hasan Yalçınkaya -------) Talat Turhan’dır. Bu ifadeler, her iki sanığın tüm ifadeleri ile reddedilmiş olmasına rağmen, yapılan tertip yeniden sırıtmıştır. Bu tertibin gayesi; bizlerin şeref ve haysiyetlerimize tecavüz, toplumdaki kişiliklerimizi küçültmekten başka şekilde açıklanamaz. (12) Bu dinamit senaryosunun, Sayın Numan Esin’in ifadesinde yer almadığı halde, Sayın Hasan Yalçınkaya ifadesine dahil edilen diğer kişileri olan F. Özkaya, Y. Çengel ve Abdülvahap Mutlugün ile, bu kişilerin birbirlerini tanıma ve tanımama durumlarını daha önce açıkladım. (D. Z. 72, 370) 4- Sayın Numan Esin’in ifadesi, bir gerçeği daha aydınlığa kavuşturmuş bulunmaktadır. Davanın iki yönü arasında, köprü görevi maksadıyla Fevzi Özkaya’nın işkence ile alınan ve kendisi tarafından reddedilen, Kontr-Gerilla ifadesinin geçersizliği ve hangi koşullar altında verildiği belgesel olarak ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki: a- Beni ilzam eden suçlamaların temelini teşkil eden, 12 Mart sonrası evimde yapıldığı iddia edilen, iki aşamalı toplantı esnasında, Anakara’dayım. Bu husus tanıklar dinlenince açıklığa kavuşacaktır. b- Sayın Hasan Yalçınkaya ve Sayın Numan Esin, kendileriyle ilgili bölümlerin yanlışlığını ispat imkanlarına sahip olduklarına dair, belgeler göstermişler ve bunların tarih ve sayılarını duruşma zaptına geçirmişlerdir. c- Bu durumun, gerek benim gerekse Fevzi Özkaya’nın suçsuzluğunun açık kanıtı olacak hukuki değer taşıdığı kanısındayım. 5- Numan Esin ve benim müştereken suçlandığımız bir husus da 12 Mart öncesi Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesi içerisinde cereyan etmiş olaylarla ilişkili gösterilmesidir. a- 12 Mart öncesi Türk silahlı Kuvvetleri yasal görevi olarak bizim dışımızda sürdürdüğü çabalarını 12 Mart ile noktalamıştır. Ben bu olaylarla ilişkimi mertçe sorgumda açıkladım. Özellikle (D. Z. Shf. 16) da bir gerçeği dile getirdim. Bugün 12 Mart’a müncer olan olayların hesabını birkaç ikişiden sormaya çalışmak ve bunları suç diye nitelemek ancak iddianamesinde 27 Mayıs’a “mezkur silahlı hareket” diyebilen ve bir eski genelkurmay başkanını “Cuntabaşı” diye niteleyebilecek kadar cüret sahibi kılınmış Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin mantık, dünya görüşü ve ayrıntılarını şimdilik bilemeyeceğim angajmanları sonucu olabilir. O kanıdayım ki bu noktada Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı tarihi bir suç işlenmiş bulunmaktadır. Bu suçun sorumluluğunu tarihte açıkça taşıyarak Askeri Savcı Nevzat çizmeci’den başka ikinci bir Türk silahlı Kuvvetleri mensubununu bulunabileceğini tasavvur dahi etmemekteyim. b- Eğer 12 Mart öncesi Türk Silahlı Kuvvetleri Bünyasindeki hiyerarşik ve legal olaylar suç sayılıyorsa iddianamelerde “cuntabaşı” ve “İstanbul kesiminin başkanı” diye ismen açıklanan asker kişilerin asli fail olarak huzurunuza getirilmesi gerekirdi. İktidar kavgası yapan bir kanadın bu niyeti birtakım kişilerin kursaklarında kaldıklarına göre temel bir hukuki kuralla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Asli fail olmayan bir davada ne fer’i maddi ne de fer’i manevi fail olamaz. c- Birçok sanıkların ifadelerine göre bu konuda örgütsel ilişkilere Orhan Kabibay aracılığı ile katılmış gösteriliyorum. Aynı konuyu belirleyen Osman Deniz, Hasan Yalçınkaya ve Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadelerinde zaman ve olay açısından çelişkiler vardır. Bu çelişkileri dikkatinize sunar mahkemede gerçekleri beyan ettiğimi belirtmek isterim. 6- Numan Esin’in mahkemedeki sorgusu, kendisiyle dolaylı ve dolaysız ve duruşma zaptının 43, 65, 72, 75, 76, 80, 81 ve 82 sayfalarında yer alan beyanlarıma, açıklık kazandırmış ve tamamlamıştır. 7-a- Kontr-Gerilla Örgütünde iken önceleri Numan Esin’in Türkiye’deki bütün anarşistlerin silah ve diğer malzemelerini temin ettiği şeklinde beni ikrara zorladılar. Baskı ve işkencelerine dayanarak bunu reddettim. Daha sonra “biz bu husustaki ikrarları kendisinden ve başkalarından aldık” dediler. Ve bana Esin’in de tutuklandığını söylediler. b- (1) Bundan sonra, tam 20 gün, önemli bir tesisi müştereken tahribini dü-şün-düğümüz tarzında, ikrara zorlandım. Kontr-Gerilla ifademin, daktiloyla yazılması 20 ve 28 temmuz 1972 tarihlerinin bütün gün kapsamıştır. İfademdeki tarih sahtedir. Bu suçlamayı kabul etmiyordum. Fakat provakasyonu sürdürmeye yararlı, başka ifadeler almış olacaklar ki, üzerimdeki baskı ve işkenceleri arttırdılar. Gene direndim. Ellerim, ayaklarım prangalı, gözlerim bağlı olarak, işkence yapılan ve bu maksatla bilimsel aletleri olan sorgu odasında idim. (2) Ersin Ertekin’li yüzleşme talep ettim. Ve eğer bu kişi beni teşhis ederse, intihar edeceğimi ve bu hususu belgelemek için, peşinen ve arzumla intihar ettiğime dair, yazılı belge vereceğimi söyleyerek, özel sorgulama timi başkanı ve kendisine Albay diye hitap ettiren MİT elemanı E.Ö. (bu ismi duruşma zaptının 32. sahifesinde açıklamıştım. “Ö” soyadını da “Barış gazetesinin” 3 Aralık 1973 günlü nüshasındaki Nimet Arzık’ın yazısından öğrendim.)’yü iknaya çalışıyor ve kendisinden yardım istiyordum. (3) Cevaben: Şimdi Memduh Eren’i aşağıya indireceğiz. O her şeyi itiraf etti. Sen de sesini çıkarmadan dinleyeceksin, diye hitap etti Bay E.Ö. Biraz sonra gözleri bağlı olduğu için, benden haberi olmayan Memduh Eren’i ayağındaki prangalarla döşemesi ahşap olan odaya tangır tungur getirdirler. Kendisinden, önemli tesisin tahribi için, evinde yapılan toplantının anlatılması istendi. (4) Memduh Eren: “Önemli tesisin havaya uçurulma toplantısının, kendi evinde E.E, T.T, N.E, arasında yapıldığını ve kendisinin zaman zaman odaya girip çıktığını ve özellikle Numan der demez yeter emrini alarak, geri götürüldü. Eren’in sesi bitmiş ve ölgün bir insan sesini andırıyordu. (5) Şimdi sıra bu işi daktiloya yazmaya gelmişti. Direnmek faydasızdı. Yoksa her türlü bilimsel (I) işkence yöntemlerinin hedefi olacak, sonunda da mutlaka istediklerini yaptırtacaklardı. Esasen içinde tutulduğum koşullar, işkencenin ta kendisi idi. Düşündüm kavli mücerret suç olmaz. Kaldı ki, henüz ayakları dahi tamamlanmamış bir tesisin tahribini düşünmek kavli mücerret dahi olmaz. Ve böyle bir suç işlenemez. Bu husus zapta geçerse, şerefli yargıçlar önünde, oynanan provakasyonu ispat olanağına sahip oluruz diye düşündüm. Ve zabıtta Numan Esin’i suçlayan beyan yer aldı. Fakat işkencecibaşı Bay E.Ö. ve yardımcıları kül yutmuyordu. Hemen cümleyi patlattı. “Tahrip işi ikmalinden sonra müsait bir zamana bırakıldı.” Böylece provakosyon noktalandı. (6) Şimdi görüyorum ki, bu maksatla toplantı yaptıkları iddia edilen kişilerden, Ersin Ertekin’in ifadesi (274/6-7) bu paralelde değildir. Memduh Eren’in ifadelerinde bu hususa yer verilmemiştir. Numan Esin’in Kontr-Gerilla ifadesi (Sahife 7) bu yönde değildir. (7) Filvaki, bu suçlamayı Askeri Savcılıkta (Dosya 386:387) ve mahkemedeki sorgumda (D. Z. 76) reddetmiş bulunuyorum. Buna rağmen Sayın Numan Esin’den bu koşullar altında olsa bile, önemli tesisin tahribi konusunda suçladığım için, özür dilerim. Kendisi de aynı koşullar içinde beni suçlamak zorunda kalmış olmasına rağmen bu tutum benim insanlık görevimdir. (8) Bu açıklamalar, normal demokratik döneme dönüşmeye yönelen bir düzen içinde, aklı başında olan hiç kimse tarafından ne düşünülebilir ne de kabul edilebilir. Bu tertipleri yapanlar senelerden beri ellerinde bulundurarak geliştirdikleri bir planı uygulayarak Endonezya katliamı örneği faşist bir düzen için gerekçe hazırlamak çabası içinde idiler. Plana ekli listelerdeki, kendi ölçülerine göre önceden saptanmış sakıncalı kişiler bir gece evinden alınıp bizlerle beraber öldürülecek ve de daha sonra devlet radyosundan, bantlara okutturdukları korkunç ithamlar seslerimizden yayınlanacak ve elyazılı itiraflarımız kendi basınlarında manşet olacak ve böylece devleti yıkmaya yöneldiğini iddia edecekleri ve Marksist-Leninist düzen getirecekleri imha edenler, sermayenin ve fanatik sağın desteğine güvenerek vatan kurtarıcılar olarak kendi iktidar hırslarını tatmin olanaklarını bulmayı tasarlıyorlardı. Boğaz Köprüsü, Kültür Sarayı, Marmara Gemisi provokasyonları bunun için yapılıyordu. Tıpkı Reichtag yangını gibi… Tabii bu tertipleri yapanlar, bilimden, ahlaktan ve faziletten nasipleri olmadığı için zahiren mücadele eder göründükleri MarksizmLeninizme tarihi süreç içinde hizmet ettiklerinin farkında bile değillerdi. İktidar hırsı, bir avuç haine ve onların yardakçılarına tüm insani değerlerini kaybettirmiş bulunuyordu. (9) Şimdi bu noktada devlet bir görevle karşı karşıyadır. Suçsuzluğum Yüksek Mahkemenizce tespit edilecek ve ben serbest bırakılacağım ama bu provokasyonları yapanlar ortaya çıkarılmadan, atılan çamurun izlerini taşıyarak toplum içinde yaşıyamam. Devlet, kendi halkına hiyanet eden bu insanların işledikleri büyük insanlık suçunun hesabını sormakla hem kendini hem de bizleri kurtaracaktır. Aksi halde benim açımdan ihkak-ı hak doğacağını, her uygar insanın kanunen olmasa bile vicdanen kabul etmesi iktiza edecektir. 8- Numan Esin’e ait iddianamede adı geçen Teğmen Fahrettin Karayel’in ismini dahi duymuş değilim. Saygılarımla. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe, 6 Aralık 1973 günkü duruşmada, mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma Tutanağı Sahife no: 382’e bakınız. 3. Dilekçe’nin 7. ve 8. Sh.lerinde (madde-7) yer alan Kontrgerilla’da “Köprü Provokasyonu” için Memduh Eren’le yapılan yüzleşme, kendisi tarafından doğrulanmıştır. (D.TU. Sh. No: 382, St. No: 24:25) 4- Oysa, Memduh Eren’in Kontrgerilla (emniyet) ifadesinde “Boğaz Köprüsü Provokasyonu”yla ilgili herhangi bir beyan bulunmamaktadır. 5. Bu durum çeşitli yorumları birlikte getirebilir. Bunlara girişmeksizin, Provokasyon’un boy hedefi olduğumu anımsatmalıyım. Ek 44 Saim Deliismailoğlu’nun Sorgusuna Verilen Yanıt İstanbul 7 Aralık 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: Talat Turhan Saim Deliismailoğlu’nun, Kontr-Gerilla Örgütü ve Askeri Savcılık ifadeleri ile, tutuklama mahkemesindeki benimle ilgili beyanları gerçek dışıdır. Kabul etmiyorum. Esasen, sorgum esnasında, bu hususun tespiti için, Yüksek Mahkemenizden duruşma zabtı Sahife 47’de yer alan talepte bulunarak, bu hususu ispat etmek istemiştim. Sayın mahkemeniz talebimi is’afa gerek görmemişti. Saim Deliismailoğlu, mahkemedeki sorgusunda gerçeğe dönmüş, beni tanımadığını, fakat polisteki korkusu nedeni ile onların telkini sonucu ifadelerin düzenlendiğini ve bu maksatla da adımın, Memduh Eren’in evinde yapıldığı iddia edilen bir toplantıya polis ilgililerince katıldığını beyan etmiştir. Bu duruma göre, Saim Deliismailoğlu’na ait 22 Mayıs 1973 tarih ve 1973/5 sayı, 1973/79 Esas, 1973/47 iddianame numaralı Ek iddianamenin 4. sahife son paragrafında yer alan, benimle ilgili ön anayasa suçlaması hukuken geçersiz hale düşmektedir. Esasen, ön anayasa suçlaması ana iddianamenin 14. sahifesinde bana yapılmış. Daha sonra bu suçlamayı ispat olanağı görülmediğinden, bu suçlamaya haklılık kazandırmak için, Saim Deliismailoğlu, beni suçlayıcı yönde beyanlara zorlamıştır. ön anayasa suçlamasında, iki önemli ifade Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’ndan alınmıştır. Bu ifadeler arasında zaman, yer, toplantıya katılan kişiler, ve ön anayasa’yı hazırladığı iddia edilen kişiler açısından büyük çelişkiler vardı. Bu husustaki söz hakkımızı Atamer Erol’un sorgusundan sonra kullanacağım. Saim Deliismailoğlu’nun sorgusu, üzerimde sürdürülen tertibin bir yönünü yeniden aydınlığa kavuşturmuştur. (Burası Eksik Y.N.) Tuklama Mahkemesinde sürdürmez. Bu olgu dahi Türkiye’de yürürlükte olan sorgu yöntemlerine ışık tutacak değerdedir. Saygılarımla. M. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe 7 Aralık 1973 tarihli duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma Tutanağı Sahife No: 389’a bakınız. Ek 45 Atamer Erol’un Sorgusuna Verilen Yanıt İstanbul, 13 Aralık 1973 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Tarhan Konusu: Atamer Erol’un sorgusuna karşı diyeceklerim. (Duruşma zabtı yerine geçmek üzere sunulmuştur.) Konunun İncelenmesi: 1- Atamer Erol, benim için olduğu kadar, bu davayı kendi art niyetleri doğrultusunda saptırmak isteyenler için de fevkalade önemli bir sanıktır. Atamer Erol’un, emniyet ve Askeri Savcılık ifadesinin her kelimesi, kişiler ve olaylar açısından, beni suçlayıcı istikamette kullanılmak üzere, kendisi tarafından beyan edilen koşullar altında alınmıştır. (D. Z. Shf: 405 Satır: 51:55) 2- Türkiye’nin normal dönemlerinde ve bunalım dönemlerinde yargıçlık yapan, tecrübeli kişilersiniz. Sırf bu tecrübenizle normal dönemlerdeki emniyet ifadeleri ile 1971 sonrası Türkiye’sinde bir avuç işkenceci tertipçinin aldıkları ifadeleri karşılaştırdığımızda bazı kanaatlara ulaşmamız doğaldır. 3- Asırlarca önce quintilliani Declam: “Suçluluğunu itiraf eden bir kimseyi bunamış kabul etmelidir; bir kimse ancak bir cinnet devresinde, yahut sarhoş bir halde, yahut da küçümseme ve aşağılama dürtüsüyle, yahut eza ve cefanın şiddetiyle, yahut da işkence korkusuyla kendi kendini suçlayabilir. Cebir ve baskıya maruz kalmadıkça, dünyada hiçbir kimse kendini yıkmak için kendine karşı konuşamaz” diyor. (Suçlar ve Cezalar, Beccaria- Sahife 159) 4- Anayasa’mızın 14. maddesi: “Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz” ve 33. maddesi de: “Kimse kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” amir hükümlerini taşıyor. 5- O halde bu ilmi ve anayasal gerçekler karşısında, korkunç ithamnameleri kapsayan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadeleri ve bunların paralelinde askeri savcılık ifadeleri nasıl ikrar niteliği taşıyabiliyor? 6- Bu soruya tek bir karşılık verilebilir: İşkence ile… Yetkili ağızlar istediği kadar aksini konuşsunlar, İnsan Hakları Bildirisinin 25. yılının kutlandığı bu günlerde, Uluslararası Af Örgütü tarafından, birleşmiş milletlere işkence uygulayan ülkeler aleyhine 1 milyon imzalı bir dilekçe sunulmaktadır. Bu belgede, Türkiye işkence yapan 55 ülke içinde 7. sırada gösterilmektedir. Önde gelen 6 ülke ise, ya demokrasi ile yönetilmiyor, ya da sömürgelerinde işkence uyguluyorlar. (Günaydın gazetesi - Haber-2 - 7 Aralık 1973) (Cumhuriyet - 11 Aralık 1973) Doğrusu utanılacak bir rekor ülkemiz için, Türk Devleti’nin itibarını tüm dünyada sarsanlar gerçek hainler ve anayasa suçu işleyenlerdir. 7- Atamer Erol’un ifadesi de tıpkı benimkisi gibi işkence ürünüdür. Ahlaken, vicdanen, ilmen geçersizdir. Esasen sorgusu esnasında emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerini kabul etmediğini beyan etmiştir. (D. Z. Shf. 405, Satır: 51:55) Bunun yanında Atamer Erol’un ifadelerinde, özellikle benimle ilgili konularda, haklarında önemli atfı cürümler bulunan bazı sanıklar tahliye olunmuştur. Bu olgu ifadelerin niteliği hakkında, Yüksek Mahkemenizin daha soruşturma evresinde yeterli bir kanaata ulaştırması açısından umut verici olmasına rağmen, gerçeğe olan saygımızdan bu dilekçeyi yazmak zorunda kaldık. 8- İddianamenin bana ait bölümündeki 14. sahifesinde yer alan, Ön Anayasa Taslağı ve Devrimci kadro listesi ile ilgili suçlamayı sorgum esnasında cevaplandırmıştım. (D. Z. 73) Atamer Erol sorgusu esnasında gerek ifademin bu bölümünü gerekse kendisiyle ilgili D. Z. 41, 60, 79’da yer alan beyanlarımı doğrulamıştır. (D.Z. Shf. 409, Satır: 47. 48; D.Z: Shf: Satır: ) 9- Bu duruma rağmen bir yandan tarihsel bilgim, bir yandan yaşadığım deneyler, diğer yandan 353 Sayılı Yasanın 156. maddesi muvacehesinde Atamer Erol’un ifadelerinde yer aldığı halde iddianamede yer almayan, özellikle Askeri Savcılık ifadesiyle teyid edilen suçlamaları, başka sanıkların da adları geçmesi nedeniyle cevaplandırmak zorundayım. Bu sayede Atamer Erol’un ifadesinin niteliği hakkında Yüksek Heyetinize yararlı olacağımı umut etmekteyim. 10- Yurtsever ve Atatürkçü olduğum için, ülkeme yararlı olmanın önde gelen koşullarının mürşit ilimden yararlanmak olduğuna, inanmış bir kişi olarak kendimi yetiştirmek çabası içindeyim. Özellikle ülkemin sorunlarıyla ilgiliyim. Bulunduğum görevler ve yaşantım, beni ülkemin tarihsel dönemleri içinde, birçok önemli olayın tanığı yaptı. Bu nedenle kendimce bazı yargılara vardım. a- Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara’da kurulan ve Topçu İhsan Mahkemesi diye anılan İstiklal Mahkemesi bir tanığın aleyhindeki beyanı ile, casusluk suçlaması ile Diş Tabibi Ahmek İhsan’a ipi boylatmıştı. Var olma ya da yok olma savaşı yaşanılan bu dönemde benzeri uygulamalar üzerinde kimse durmadı. b- Atatürk’e yapılan suikast davasında aldıkları on senelik hapis cezasını, temyiz edebilmek için kaldıkları Ceza Evi yetkililerinden kalem kağıt isteyen iki kişi, yeni bir yargılama yapılmadan ipi boylamıştır. c- 27 Mayıs’tan sonra, yargılama usul ve stratejisini Ceza Hukuku otoritelerinden oluşan bir kurul saptamış ve tıpkı bugünkü gibi Usul Kanun’larımızda değişiklik yapılmıştı. Buna rağmen ve daha önemlisi her iki dönemin yetkili kurullarının her ikisinde görev alanlar olduğu halde, hatalı saptanan hukuk stratejisi Yassıada duruşmalarında, yargılanan kişiler üzerinde toplum teveccühünü çekecek şekilde sonuçlanmasına müncer olmuştu. d- 1971 sonrası uygulamalarında durum farklı olmamıştır. Hukuk stratejileri bunalımının sürdürülmesinde kendi iktidarları açısından yarar gören çevrelerin de katkısı ile Askeri Yargı bir çıkmaz sokağa sürüklenmiş 10.000’lerce sanık yaratılmış ve 1.000’lerce dosya mahkemelere sunulmuştur. e- 12 Martla, 27 Mayıs’ı mahkum etmek isteyen zihniyet tüm güvenlik kuvvetlerine hakim olduğu için bu sonuca ulaşmak güç olmamıştır. Özellikle bu kanaatim İstanbul Sıkıyönetim dönemi için doğrudur. Çünkü yönetimin her kademesi 27 Mayıs düşmanı tutucu kişilerin elindedir. Askeri yargının sürüklendiği bu çıkmaz sokaktan çıkış Antidemokratik zorlamalarla ve anayasa’nın yeniden değiştirilmesiyle, şekli bir hukukilik kazandırılmış ve Sıkıyönetim Mahkemelerinin görev ve yetkileri uzatılmıştır. Hukuk bilimine ve demokratik hukuk devleti ilkesine ters düşen bu uygulama uygar dünya hukuk otoriteleri ve kurumlarınca ağır bir dille eleştirilmektedir. f- 1960 yılında Hukuk Fakültesinde Asistan olan Bay A.Ö. hakkında, kız öğrencilere sarkıntılık yaptığına dair sayısız ihbarlar alınıyordu. Bu kişinin durumunu görevi icabı inceleyen o zaman Kurmay Albay olan S.A. iddianın gerçekliği hakkında tam bir kanaat sahibi olduğu için o dönemin koşulları içinde üniversiteye gidip bu asistanı bulmuş ve birçok kişi önünde çok ağır hakaret etmişti. Bu asistan sonradan 147’ler arasına katılarak üniversiteden uzaklaştırılmıştı. 147’lerle üniversiteye dönen bu kişi daha sonra profesör olmuş ve İstanbul Sıkıyönetimi’ne hukuki yön vermek ve uygulamanın stratejisini saptamak için Sıkıyönetim Komutanlığı ve Adli Amirliğine önerilerde bulunan bilim adamları heyetine dahil olmuştur. Şu husus da belirteyim ki profesör olan A.Ö.’ye hakaret eden Kurmay Albay da halen Orgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmaktadır. İstanbul Sıkıyönetimine Emniyet Müdürlüğü temsilcisi olarak verilen Bay K.K. 27 Mayıs’ta içeri alınmış bir kişidir. Ondan sonra gelen Bay G.D. 27 Mayıs’tan önce ve sonra Subaylar tarafından hırpalandığı bizce bilinen bir kişidir. Bunun yanında Emniyet 1. Şube Müdürü Ş.B. Adalet Partisi milletvekili adaylığından gelmiş ve partisinin zihniyetine hizmet etmektedir. Kontr-Gerilla adındaki işkence karargahı niteliği herkesce bilinen Bay M.Ü, E.Ö, Ş.A, B.P. (D. Z. 16, 32) tarafından yönetilmekte (Barış gazetesi - Nimet Arzık - 18 Kasım 1973; Barış gazetesi - Nimet Arzık- 10 Aralık 1973) ve bu kişiler yetkili kişilerin himayesine mazhar olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini yanıltmış ve sahte davalar açtırmayı başararak, Türk Devletine leke sürmüşler ve bazı hallerde anarşiyi bizzat tahrik ve teşvik ederek bir yandan efendilerinin iktidar olma hırsını tatmine çalışırken, bir yandan da 27 Mayıs’ın öcünü almaya muvaffak olmuşlardır. Fakat Türkiye’deki bugünkü Demokratik gelişim karşısında korku içinde inlerine çekilmişlerdir. g- Atamer Erol’un ifadesini alan kişilerin niteliği bu olunca; bu ifadenin asıl amacı, sun’i olarak bir araya getirilen, kişiler ve gruplar arasında bağ kurmak ve mutlaka suçlanmasına karar verilen kişileri çeşitli bahanelerden yararlanarak suçlu göstererek aleyhlerinde spekülasyon ve karine yaratmak gayreti olarak nitelenebilir. 11- a- 1963 yılında tutuklandığımda evimde yapılan aramada suç unsuru olarak alınan tek belge yurtdışında bulunan bir arkadaşımdan gelen kartpostaldı. Bu açık kartpostalda mealen: “Bayramını kutlar, gözlerinden öperim. Başarılarını duyuyor ve iftihar ediyorum.” yazılı idi. Tutuklanınca bu kartpostal hakkında ahret sorularına maruz kalmıştım. Ne demekti “Başarılarımla iftihar etmek?” b- Daha sonra Mamak Askeri Ceza ve Tutuk Evinde 21 Mayısçılarla birlikte yattım. Benim masum kartpostal örneği birçoklarından alınan anılar, notlar, özel belgeler ve kitaplar birer maddi delil olmuş ve birçok kişiler bu tip belgeler nedeni ile suçlanmış ve mahkum edilmişti. İçlerinde ciddi ve suç unsuru olanlar da vardı elbette… c- Bu deney nedeniyle özel mektuplarımı dahi saklamamak alışkanlığı içinde bir kişiyim. Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”nu okuyanlar, gazete küpürü ve kitap saklananın dahi kişiyi suçlamaya bazen yettiğine kanaat getirebilir ama, ben hala bu alışkanlığımı terk etmediğim için, evimdeki birkaç kitap maalesef suç unsuru olarak dosyaya konulmuştur. Kitap okumak ve saklamayı hiçbir güç, suç olarak bana kabul ettiremeyecektir. Eğer bu fiil suç olmaya devam edecekse ben kitap okumak ve saklamak sabıkalısı olmayı iftihar vesilesi telakki edeceğim. d- Bu açıklamayı ne Yüksek Mahkemenizin zamanını almak ve ne de kendimi savunmak için yapıyorum. Bütün amacım belli bir zihniyeti dile getirmek ve Türk Toplumuna ve Türk Devletine tarihindeki en büyük hiyaneti yapanların maskesini düşürmektir. e- 12 Mart öncesi ve sonrasının, toplumsal isteri halindeki bunalım dönemindeki, olaylarının büyük bir çoğunluğunun, kışkırtıcı ajanlarca teşvik edilmesi, bugün alışılmış ve Sayın Cumhurbaşkanımız 4 Aralık 1973 günkü konuşmasında “toplum suçlarının doğurduğu yersiz haksız işlemlerle birlikte çeşitli suçlara itilen ve zorlanan gençlerimizde….” demek suretiyle, en yetkili ağızdan bu gerçeği teslim eden, ilk devlet büyüğümüz olmuştur. f- 1961’lerde, 1964’lerde, 1972’lerde darağaçları kurdular cezanın toplumsal yararı adına. Hiçbir şey değişmedi. İşsizlikte tıpkı işkencede olduğu gibi Avrupa birincisiyiz. Pahalılık almış başını gidiyor. Bunun adına bozuk düzen derler. Bozuk düzen, o düzeni değiştirmek istiyenlerce mutlaka değiştirilecektir. Değişecek bu düzende, düzeni bozan, halkına işkence yapan, hakkını sömüren ve sömürtenlerle, Türkiye’yi Atatürkçü doğrultudan saptıranlar mutlaka benim yerime sanık sandalyesine oturtulacağını, 14 Ekim gerçeğine rağmen, anlamayanlar kitap toplatan ve yaktıran ilimden nasibini alamayan zavallılardır. Ben bu gerçeğe sanık sandalyesinde ulaşmanın mutluluğu içindeyim. Egemen güçlere uşaklık yapmak için 1961 anayasasını değiştirenler ve değiştirttenler, gerçek anayasa tebdil ve tağyir suçluları olarak hiyanetlerinin hesabını verecekleri günler uzak değildir. 12- Atamer Erol: a- Tanışma: Duruşma Zabtı Shf. 41 de yer alan tanışmama dair beyanlarımı (D. Z. Shf. 409, Satır 25:28) ve (Z. Z. 409, Satır 44) ile doğrularken: “Özellikle Talat Turhan için dayanılmaz işkence gördüm” beyanını dikkatinize sunmak istiyorum. Diğer sanıkların beyanları ile bu beyan karşılaştırıldığında bir anlam kazanacağını sanıyorum. Grupların birleştirilmesi suçlaması: b- (1) Emniyet ifadesi Dosya 691/10’da yer alan, Dosya 693/2 Askeri Savcılık ifadesi ile desteklenen içinde benim de adım bulunan grupların ayrılması suçlaması Atamer Erol tarafından sorgusunda kaldırılmıştır. (D. Z. 413, Satır 36:37) ve (D.Z. Shf 414, Satır 6:8) (2) Bu beyan iddia edilen gruplar içinde adı bulunan içlerinde benim de bulunduğum hiçbir kimsenin ifadelerinde yer almadığı halde bir amaçla sorguya dahi edilmiştir. (3) Bu amaçla, örgüt içinde örgüt yaratma çabası olarak nitelememiz mümkündür. İlgililer eldeki malzeme ile örgüt kurulamıyacağını anladıklarından, kendilerine ilerisi için bir alternatif yaratabilmek için bu grupların ayrılma suçlamasını Atamer Erol’un ifadesine dahil etmişlerdir. (4) Zorlama ile gruplara ayrılan kişilerin aralarında derin ihtilafların bu günden su yüzüne çıkmış olması bir yana, bu bölünme tarzının iddianamede yer alan iddialara da ters düştüğünü belirtmek isterim. (İddianame Shf. 6-7 ve beyanda adı geçen diğer kişilerin bölümleri) (5) Askeri Savcı (Dosya 693/2) ifadesinin 3. paragrafında yer alan bu suçlama aynı sayfanın 5. paragrafında yer alan benimle Memduh Eren’in liderliği hususundaki beyanların çelişmesini dikkati nazarlarınıza sunarım. (6) Grubun bölünmesine her ne kadar (dosya 693/4) Askeri Savcı ifadesi ile adı karıştırılan Turgut Budak örgütsel irtibat içinde olmadığı belirtilmiş olmasına rağmen, tanıktır. Mahkemeniz gerek görürse dinleyebilir. (7) Ayrıca Atamer Erol’un (Dosya 1075’deki 10.1.19739 tarihli dilekçesindeki liderlik hususunda yapmış olduğu düzeltmede grupların bölünmesi suçlaması ile çelişmektedir. (8) Beni iddianamesinde zor kullanarak düzen değiştirmekle suçlayan (Shf. 16) savcının iddiası ile (Dosya 693/2) paragraf 4’te yer alan “Silahlı Kuvvetler Müdahalesini” istemek ve “İhtilalin kansız olarak düşünülmesi” beyanları da çelişme halindedir. Dikkatlerinize sunarım. c- 1. Ankara Seyahati Suçlaması: (1971 Aralık başı) (1) Yukarıda 12. madde a fıkrasında yer alan ve birbirini tamamlayan beyanlar karşısında, bu seyahatin yapıldığı tarihte Atamer Erol’u tanımamaktayım. Gerçek bu olunca beyanın geçersizliği meydana çıkar. Fakat: (2) Bu beyan (Dosya 691/10 ve 9) emniyet ifadesinde yer alan, (Dosya 693/2) Askeri Savcılık ifadesiyle teyid edilmiş durumdadır. (3) Atamer Erol’un sorgusunda (D.Z. 407, Satır 49:51) yer alan “İfademde yer alan Ankara seyahatları bu bakımdan doğru değildir.” Beyanı ile (D.Z. 414, Satır 10) da yer alan “Bunlar da benim beyanlarım değildir, kabul etmiyorum” diye bu suçlamayı kaldırmıştır. Bunun yanında Atamer Erol (D.Z. 407, Satır 4:12 ve 56:57 ve D.Z: Sayfa 408, Satır 1:12) de yer alan beyanları ile sorgusunda Rafet Kaplangı ve İrfan Solmazer’i tanımadığını beyan etmiştir. (4) Bu suçlamalarda adı geçen kişilerden benim ve diğerlerinin hiçbir ifadesinde bu suçlama bulunmadığına göre, o halde neden yapılmıştır? (a) Ankara-İstanbul arasında örgütsel bir bağ kurulmak istenmesi Atamer Erol sorgusunun (D.Z. 406, Satır 1:2) ile örgüt iddiasını reddetmektedir. (b) Özellikle benimle Rafet Kaplangı ve İrfan Solmazer arasında bir bağ yaratmak ve bundan yararlanmak umudu. d- 2- Ankara Seyahati suçlaması: (1971 Ocak ayının ilk haftaları) (1) Bu suçlama Atamer Erol’un (Dosya 691/9) emniyet ifadesine birbirini tamamlayacak şekilde yerleştirilmiş ve (Dosya 693/2) Askeri Savcılık ifadesiyle teyid edilmiştir. (2) Suçlamaya adı karıştırılan kişilerden Numan Esin’in tüm ifadesinde bu suçlamada adı geçen Tümgeneral Fahrettin Karayel yer almamış olmasına rağmen, Numan Esin’e ait ek iddianamenin 5. Sahifesine konulmuş ve suçlamanın gerçek olmadığı sorgusunda kendisi tarafından cevaplandırılmıştır. (D.Z. 378) (3) Bana gelince, Numan Esin’in sorgusuna karşı 6 Aralık 1973 günü mahkemenize sunduğum dilekçenin 14. Sahifesinde bu suçlamayı reddetmiş bulunuyorum. (4) Atamer Erol bu suçlamasını mahkemenizde sorgusunda kaldırmış durumdadır. (D.Z. 410, Satır 26:36) Bu suçlama da akla aykırıdır. Şöyle ki: Böyle bir haberin bana geldiğini bir an için kabul etsek bile bunu Atamer Erol vasıtasıyla Numan Esin’e ve Erol Dinçer’e ulaştırmam söz konusu olamaz. Çünkü: 1. Ankara seyahati suçlamasında Atamer Erol’un beyanları arasında, kendini bana takdim ederek “M. Eren’in yeğeni olduğunu” söylemektedir. Bu duruma göre tanımadığım bir kişinin gene ifadelerine göre, 4-5 gün sonraya rastlayan bu seyahatte getirdiği haberi ilişkisi olmayan kişilere nasıl gönderebilirim? (5) Kaldı ki ne böyle bir haberin varlığı, ne de haberde adı geçen kişilerle, Tümgeneral Fahrettin Karayel arasındaki ilişkiyi saptamak için, Askeri Savcının 353 Sayılı Yasanın 96. maddesindeki yasa yükümlülüğünü unuttuğunu bu olayla bir daha müşahade etmekteyiz. e- 3. Ankara Seyahati Suçlaması: (1971 Ocak ayının son haftası) Ön Anayasa Suçlaması: (1) Bu suçlamaya birçok sanıkların ifadelerinde yer verdirilmiş ve iddianamelere geçirilmiştir. (2) Tüm ifadelerimde böyle bir suçlamaya ait tek bir kabulüm olmadığı halde, iddianamenin bana ait bölümünde (Shf 14) yer verilen bu suçlamayı sorgumda cevaplandırmış bulunuyorum. (D.Z. 73) Bu beyanımı Atamer Erol da sorgusuyla teyid etmiştir. Suçlama ile uzaktan yakından ilişkim olmamasına rağmen, daha sonra tutuklanan Numan Esin ve Saim Deliismailoğlu’nun ifadeleri ve bu ifadelere dayandırılan ek iddianamelerinde bu konuda beni ilzam eden beyanlara yer verdirilmiştir. Yani önce suçlama yapılmış, daha sonra da suçlama doğrultusunda ifade almak gibi hukukla bağdaşmayan bir yola tevessül edilmiştir. Bu nedenle konuya ilişkin durumu yeniden ortaya koymak zorunluluğunu duydum. (a) Ön anayasa suçlamasının Atamer Erol’un ifadeleri açısında incelenmesi: (I) Suçlamaya (Dosya 691/9, 6, 5) emniyet ifadesinde yer verilmiş ve teyiden (Dosya 693/3) teki Askeri Savcılık ifadesine aktarılmıştır. Bu suçlamalar sorgu esnasında kaldırılmıştır. (D.Z. 406, Satır 1-2, D.Z. 406, Satır 9-14, D.Z. 407, Satır 49-51 ve 56-57 ile D.Z. 408, Satır 1-12 ve D.Z. 413, Satır 32-37, D.Z. 414, Satır 12-15’e bakınız.) (aa) İfadelerde adı geçen kişilerden Memduh Eren’in, tüm ifadelerinde bu suçlamaya yer verilmediği halde iddianameye dahil edildiği için sorgusu esnasında gerçekdışı olduğunu (D.Z. 100, 105, 117)’de yer alan beyanları ile cevaplandırmış ve kabul etmiştir. (ab) suçlamada adı geçen diğer kişi olan Salim Yavuz bu iddiayı sorgusunda (D.Z. 167) de yer alan beyanları ile cevaplandırmış ve kabul etmiştir. (ac) Küçükesat’ta yapıldığı iddia edilen toplantıda bulunduğu ifadede beyan edilen kişilerden hiçbiri suçlamayı ifadeleri ve sorguları ile doğrulamamıştır. (aa) Atamer Erol adı geçen ifadelerinde beni ön anayasa’yı hazırlayıcılar arasında gösteriyor. Sonra bir dilekçe vererek (Dosya 834/3, Tarih 17.11.1972) ifadesinde düzeltme istiyor ve Ön Anayasa Taslağı’nı hazırlayanın Mehmet Çınar olduğunu yazıyor. Bu durumda ön anayasa hazırlayan kişiler içinde ismimin çıkarılması gerekiyor. Fakat kendisine zorla söyletilen beyanlara hakim olamadığı için, ön anayasa yapmakla suçladığı benim ismimi bırakıyor. Buna karşılık daha önce suçlamadığı üç kişinin (M. Eren, S. Yavuz, O. Kabibay) listeden silinmesini istiyor. Suçlamayı sorgusunda kaldırdığı halde bu çelişkiyi dikkatlerinize sunarım. (ab) Daha önemlisi (693/3) teki Askeri Savcılık ifadesinde benim ön anayasa’nın kaleme alınmasında bizzat çalışan kişilerden olduğumu M. Eren’den duyduğu halde, bu beyana M. Eren’in ifadelerinde rastlamamaktayız. (b) Ön anayasa suçlamasının Saim Deliismailoğlu ifadeleri açısından incelenmesi: (I) Ön anayasa suçlaması için, ikinci atfı cürüm, özellikle beni suçlama çabasının sonucu olarak, Saim Deliismailoğlu’ndan alınmıştır. (II) Hiç tanımadığım bu kişinin, sorgusunu 7 Aralık 1973 günü bir dilekçe vererek cevaplandırmıştım. (D.Z. 47, 389) (III) Deliismailoğlu, gerçekdışı olan benimle ilgili atfı cürümlerini kaldırmıştır. (D.Z. 386, Satır 30:35, 49, 55:57) (D.Z. 387, Satır 36:419 (IV) Saim Deliismailoğlu’nun Askeri Savcılık ifadesi 1. ve 2. sahifelerinde yer alan ve kendisi tarafından 6 Aralık 1973 günkü duruşmada reddettiği beyanlarında, toplandıkları iddia edilen kişilerden hiçbirinin ifadeleri ve sorgusu Deliismailoğlu’nun beyanlarını doğrulamamıştır. (V) Beyanların içinde adı geçen tanık durumunda iki kişi vardır. Şuayıp Dilmen ve Yusuf Güven (Bu kişiyi sorgusunda kaldırdı) bu kişilerin, mahkemeniz tarafından dinlenilmesini ve böyle bir toplantıya katılıp katılmadığımın sorulmasını talep ediyorum. (VI) Bunun yanında Saim Deliismailoğlu’nun Askeri Savcılık ifadesi 1. Sahife son paragraf ile 2. Sahife ilk paragrafı ile 2. Sahife son paragrafı ile 3. Sahife ilk paragrafında benimle ilgili beyanları çelişkilidir. (c) Ön anayasa suçlamasının Numan Esin sorgusu açısından incelenmesi: (I) Numan Esin’in bu konuda Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun suçlamalarını doğrulayan ve beni ilgilendiren tek atfı cürmü bulunmamaktadır. (II) Numan Esin’in sorgusuna karşı verdiğim 6 Aralık 1973 tarihli dilekçem ile bu hususu kendi açımdan aydınlığa kavuşturmuş bulunuyorum. (III) Esasen N. Esin sorgusunda (D.Z. 378, Satır 2-34) ile suçlamayı kabul etmemiştir. (3) Suçlama ile ilgili beyanlardaki çelişkilerin incelenmesi: (a) Zaman açısından: Bazı sanıklara göre toplantı tarihi 1969, bazı sanıklara göre 1970 yılı başı. (D.Z. 387, Satır 40:41) (D.Z. 388, Satır 19:21) (b) Yer açısından: (I) Atamer Erol’un ifadesine göre: 1971 Ocak’ta Küçükesat’ta. (II) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre: 1971 yılı içinde Dr. M. Eren’in evinde. (c) Toplantıya katılan kişiler açısından: (I) Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun ifadelerindeki kişiler aynı değildir. (II) Buradaki özellik, mutlaka suçlanmak gayreti içinde olunan kişilerin içlerinde ben de dahil olduğum halde her iki toplantıya da kasıtlı olarak ismimizin dahil edilmesidir. (d) Hazırlayan kişiler açısından: (I) Atamer Erol’un ifadesine ve dilekçesine göre: Mehmet Çınar. (II) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre: (Emniyet İfadesi Sahife 4) Yalçın Küçük Salim Yavuz (e) Bu kadar önemli bir suçlamada sırıtan Bu çelişkinin yüksek heyetinizce değerlendirileceği inancı içindeyim. (f) Son Ankara seyahati suçlaması: ((1972 (Dosya 691/8’e göre) 1971 (Dosya 691/5’e göre) Şubat ayı ortası)) Devrimci Kadro Listesi: (1) Bu suçlamaya bir çok sanıkların ifadelerinde yer verdirilmiş ve iddianameye geçirilmiştir. (2) Tüm ifadelerimde böyle bir suçlamaya ait kabulüm olmadığı halde, iddianamenin bana ait bölümünde (Sahife 14) yer verilen bu suçlamayı sorgumda cevaplandırmış bulunuyorum. (D.Z. 73) Bu beyanım Atamer Erol’un sorgusu ile de teyid edilmiştir. (D.Z. 406, Satır 37-40) (D.Z. 407, Satır 49-51, 56-57) (D.Z. 408, Satır 1-2) (3) (D.Z. 73)’teki beyanlarıma ilaveten, Atamer Erol’un (Dosya 691/8,5) teki emniyet ifadesinde yer alıp (Dosya 693/3) Askeri Savcılık İfadesi ile teyid edilen bu ifadeye iddianamede atıf yapıldığı halde adım geçmemekte, aksine olmadığım bir suçlama içinden çıkartılmam istenilmektedir. Şöyle ki: (b) (x) Çizelgede görüldüğü gibi Devrimci Kadro Listesi’ni ifadesinde hazırlayanlar arasında gösterilmediğim halde, çıkarılmam isteniyor. Buna karşılık ön anayasa hazırlayıcıları içinde ifadeleri ile gösterildiğim halde, orada bu düzeltmeyi yapmıyor, fakat suçlamayı Mehmet Çınar’a indiriyor. (c) İşkence yapılan, ilaç verilerek dünyası şaşırtılan kişilerde böyle çelişkiler bulunması doğaldır. Kaldı ki bu koşullar sonucu Atamer Erol intihara kadar sürüklenmiştir. (d) Atamer Erol gerçekdışı olan bu suçlamasını da (D.Z. 414, Satır 21-22) ile kaldırmıştır. (e) Aynı bölümde M. Eren’le, Orhan Kabibay’a, Dündar Seyhan’a uğradığımız ve burada gördüğümüz kişilerden söz ettiğimiz suçlamaları vardır. gerçekdışı bu suçlamaları sorgusunda kaldırmıştır. (D.Z: 413, Satır 32:37) Esasen bu yerlere uğradığımızda kapıda arabada birlikte beklediklerini söylediği kişilerden S. Yavuz (D.Z. 167) ile Ankara’ya gidişini kabul etmemiştir. Suçlamanın tanığı durumunda olan M. Aktaş’ın ifadelerinde ve sorgusunda yer almayan bu suçlamanın kendisinden sorulmasını talep ederim. (4) Hiçbir sanığın tek beyanı ile desteklenmediği halde, benimle ilgili toplantı iddialarına kuvvet kazandırmak için, Atamer Erol’un (Askeri Savcılık İfadesi Dosya 693/3, 3. paragrafında) ön anayasa’nın “Rafet Kaplangı’nın, Memduh Eren’in ve benim evlerimizde, müteaddit toplantılar yapıldığı beyanı yer almıştır. Bu beyan sorguda kaldırılmıştır. (D. Z. 414, Satır 12:15) Gerçek dışıdır. Bu maksatla kendilerinden zorla ifade alınan kişilerin hiçbir ifadesinde ve sorgularında yer almış değildir. (g) (I) Atamer Erol’un (Dosya 691/8, 6,5)’te yer alan ve Dosya 693/4’teki Askeri Savcılık İfadesinde doğrulanan, 12 Mart’tan sonra M. Eren’in Ankara’ya gelişi hususunu sorgusu ile de teyid etmiştir. Doğrudur, kabul ediyorum. Esasen bu husus benim, (Duruşma Zabtı: Sahife 47, 70, 72)’deki beyanlarımı desteklediği gibi, Memduh Eren’in (Duruşma Zabtı Sahife 105, 114, 119) beyanları ile doğrulanmıştır. (2) Bu suretle, iddianamede benimle ilgili suçlamaların dayanağı yapılan ve Fevzi Özkaya’nın Dosya (176/16-18) de yer alan emniyet ifadesine dayandırılan, 12 Mart’tan hemen sonra evimde yapıldığı iddia edilen toplantı iddiası bir daha geçersiz hale gelmektedir. (h) Atamer Erol’un, (Dosya 691/7) emniyet ifadesinde yer alan 12 Mart’tan sonra Memduh Eren’e uğramama iddiası gerçektir. Fakat bu uğramaya özel mana verilmesi doğru olmaz. Esasen ben Memduh Eren’in evine seyrek uğramış bir kişiyim. Daha önce beni tanımadığı için bu eve seyrek veya sık gittiğimi bilinmesi de olanaksızdır. (i) (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7) emniyet ifadesinde yer alan Numan Esin’le beraber Rafet Kaplangı’yı hapishanede ziyaret edişimiz, benim için doğru, Numan Esin için doğru değildir. Numan Esin’le hapishanede Rafet Kaplangı’yı ziyaret etmiş değiliz. (2) Bu suçlamayı, Atamer Erol (D.Z. 410, St. 41:43)’te yer alan beyanları ile esasen Numan Esin açısından kaldırmıştır. (3) Bana gelince, hapishanedeki bir arkadaşımı ziyaret etmeyi asla suç telakki etmedim. 10 seneden beri hapishanedeki bütün arkadaşlarımı ziyaret etmişimdir. (Osman Deniz’in Askeri Savcılık İfadesi, Sahife: 2, Satır 9-11’ deki beyanları bu beyanımı doğrulamaktadır.) Aynı anlayışla Rafet Kaplangı’yı da ziyaret ettim. Esasen (Duruşma Zabtı 71’deki beyanlarım ile, bu hususu sorgumda dile getirmiş bulunuyorum. (4) (D. Z. Sahife 407, Satır 36-40) da Atamer Erol, Kaplangı’yı tanımadığını beyan etmiştir. j. (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7) de yer alan, 1971/Ekim ayında İrfan Solmazer’in İstanbul’a geldiği ve Kumkapı’da benim Memduh Eren’in, Turhan Önalan’ın katıldığı bir toplantı yaptığımız ve bazı kararlar alındığı doğru değildir. (2) Esasen Atamer Erol, emniyet ifadesini tümden reddetmiş olması nedeni ile suçlama hukuken geçersiz hale gelmiştir. (D.Z. 413, Satır 32:37) (3) Bu beyanın benzeri Turhan Önalan’ın ifadesine dahil edilmiş (Dosya 52/5-6) buradan Mümtaz Aktaş’ın (Dosya 51/5)’teki ifadesine, Solmazer ismi de katılarak dahil edilmiş, onlardan da Selahattin Uzunismail’in (Dosya 561/5, 6)’daki emniyet ifadelerine aktarılmıştır. (4) Bu suçlama, Turhan Önalan tarafından 18 Eylül 1973, Mümtaz Aktaş tarafından 29 Eylül 1973 ve Selahattin Uzunismail tarafından 15 Kasım 1973 tarihli duruşmalarda kaldırılmış ve Kumkapı’ya bana böyle bir ziyaret ve toplantı yapılmadığı beyan edilmiştir. (5) Bu suçlamaya adı karışan Memduh Eren sorum üzerine (Duruşma Zabtı 121 de) yer alan karşılığı vermiş ve suçlamayı reddetmiştir. (6) Aynı husus Salim Yavuz’a tarafımdan sorulmuş ve (Duruşma Zabtı, sahife 175)’te yer alan karşılık ile suçlama reddedilmiştir. (7) Bu suretle Kumkapı’da bazı kişilerle toplantı yapıp kararlar aldığımız iddiası tamamen yalanlanmış olmaktadır. k- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/7, 6’daki) emniyet ifadesinde, Alp Kuran’la tanıştığım beyanı da maksatlı olarak ifadeye dahil edilmiştir. (2) Ben sorgumda Alp Kuran’la ilişkimi açıkladım. (D.Z. 42) Fakat bunu Atamer Erol bilemez. Çünkü; Alp Kuran, Atamer Erol ve ben hiçbir zaman bir araya gelmiş değiliz. (3) Esasen bu beyanın yer aldığı ifade Atamer Erol tarafından kabul edilmemiştir. (D.Z. 413, Satır 32-37) l. (1) Atamer Erol’un Dosya 691/6 da yer alan Numan Esin’le birlikte, Rafet Kaplangı’nın davası için Kemal Kumkumoğlu’na gidişimiz de maksatlı olarak buraya konularak, aramızda bir bağ yaratılma gayreti içinde bulunulmuştur. (2) Numan Esin’le beraber Kemal Kumkumoğlu’na gitmiş değiliz. (3) Bu husustaki gerçeği Atamer Erol (D. Z. 410, Satır 37-41) de dile getirmiştir. (4) Bu hususta benim (D.Z. 79) da yer alan beyanlarım vardır. Kemal Kumkumoğlu’nu, Rafet Kaplangı’nın avukat olarak tutmak istediğini hapishaneden bana ulaştırması üzerine, bu istek sonucu, avukat tutmaya tavassut etmiş ve bu amaçla tek başıma yazıhanesinde kendisi ile görüşmüşümdür, doğrudur. Daha sonra ücret meselesinden Kaplangı, Kumkumoğlu anlaşamadığı için, benim de ilişkim kesilmiştir. m- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/4)’deki emniyet ifadesinde yer alan ve patlamalar için Fevzi Özkaya’dan 1.000. TL almalarını istemem suçlaması, Dosya (693/1 ve 693/5)’teki Askeri Savcılık İfadesi ile teyiden reddedilmiştir. (2) Bunun yanında Atamer Erol (D.Z 413, Satır 3-6 ve D.Z.409, Satır 45-47’ deki) beyanları ile suçlamasını kaldırmıştır. (3) Suçlamaya adı karıştırılan Turhan, Önalan’ın D.Z. 231’de F. Özkaya’dan para alması ile ilgili olarak sıkıştırıldığı hususu varsa da, Atamer Erol’un bu suçlaması sorgusu ile cevaplandırılmamıştır. Bu sorunun kendisinden sorulmasını talep ediyorum. n- (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/4) emniyet ifadesinde yer alan beyanı (Dosya 693/4) Askeri Savcılık ifadesi ile de doğrulanmıştır. Tertipçiler bu irtibatı dolaylı yoldan kurmaya çalışmışlardır. (Son havadis-Tekin Erer-Kemalist Sabıkalılar-12 Mayıs 1973) Bu beyanda Atamer Erol’un kaldığı evlerden söz edilmektedir. (2) Bu husus (D.Z. 411, Satır 41-43 ve D.Z. 413, Satır 2-3) ile de doğrulanmıştır. (3) Buna rağmen Salim Yavuz’un (Dosya 125/9) Emniyet ifadesinin 31. ve 32. satırında Atamer Erol’un benim evimde yattığından söz edilmektedir. Bu beyan da maksatlı olarak ifadeye dahil edilmiş ve bazı kişiler arasında doğrudan doğruya irtibat kuramayanlar, dolaylı bir yola tevessül etmişlerdir. Atamer Erol, bir kere evime gelmiştir. (D.Z. 41, 409) fakat evimde asla yatmamıştır. (4) Kuzguncuk’ta yattığı evin Turhan Önalan’ın evi olduğunu Atamer Erol ifadelerinde ve sorgusunda beyan etmiştir. o. (1) Atamer Erol’un (Dosya 691/1) de yer alan, Salim Yavuz’un tutuklandığını bana haber verdiğine dair olan beyan da doğru değildir. (2) Esasen bu beyanın yer aldığı emniyet ifadesi (D.Z. 413, Satır 32-37)’ deki beyanları ile reddedilmiştir. Sonuç: 1- Her kelimesinde beni suçlamak için sorgulayıcılar tarafından özel bir gayretle sorgulanan Atamer Erol, tüm ifadelerinde yer alan suçlamaları 11 Aralık ve 13 Aralık 1973 tarihlerinde kaldırmıştır. 2- Kendisi gibi ben de, Emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerini kabul etmiyorum. Bu ifadelerde doğru olduğunu kabul ettiğim hususları dilekçeme yazmış bulunuyorum. 3- Sorgusunun benimle ilgili bölümüne aynen katılıyorum. Sorgusunda yer almayan benimle ilgili hususlar dilekçemde belirttiğim gibidir. Saygılarımla. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe, 13 Aralık 1973 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı Sahife No: 416’a bakınız. Ek 46 Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum Hakkında İstanbul, 5 Şubat 1974 1. Ordu Komutanlığı, 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumumu. Konunun eleştirisi: I. Bölüm: 1- 17 Ocak 1974 tarihinde yapılan duruşmada, dava dosyasının, dizi pusulası, Sahife: 16. Sıra No: 314 ve 315’te bulunan, bir “Güvenlik Örgütü”nün öz yapısının somut örneği olan ve “Hukuk Devleti” kavramını temelinden sarsacak nitelikteki bir belgesinden söz ederek, bu belgede imzası bulunan kişiyi ve örgütü, ispata çağırdım. Bu beyanlarım duruşma tutanağına bütünü ile yansımamıştı. Gerçekte bu belge, 12 Mart sonrası uygulaması içinde, “Devlet Benim” diyebilen anlayışın ulusal bir güvenlik örgütümüzün bir bölümünü, kendi çıkarları doğrultusunda, birtakım kişi ve güçlerce kullanıldığının açık bir kanıtı olduğu kadar, şahsımda idarenin, yargı alanına sorumsuz bir saldırısını göstermesi yönünden, tarihsel bir niteliği vardır. Tabii bu meyanda, nasıl bir tertibin kurbanı olarak, yetkisiz ve sorumsuz organların direktifi ile, huzurunuza sanık olarak getirilmemi belirtmesi nedeni ile de benim için özel bir anlam taşımaktadır. Belgenin varlığını çok önceden biliyordum. Hatta kimlerin ağır baskı ve zorlamaları sonunda, imza sahibinin, o günlerin koşulları içinde, belki de vicdanı ürpererek, bu tertibe sokulmak zorunda kaldığından da haberim vardı. Daha önemlisi, tertipçilerin iğrenç iktidar arzularına ulaşmak için, sürdürdükleri entrikalar devam ediyor ve bunların yansıması beni ister Kontr-Gerilla ister Selimiye bodrumundaki hücreler, ister hapishane koğuşu olsun buluyordu. 2- Bugün bu iğrenç oyunun oyuncularının canlarına ot tıkıldığı yeni ve demokratik bir döneme ulaşmış olmasının huzuru içinde, geriye baktığımda, entrika elebaşılarının tasfiye edildiğini de görüyorum. Bu çok değişken politik ortam içinde, ortamın koşullarına sıkı sıkıya bağlı olarak sahneye konan Bomba Davası, yeni bir evreye ulaşmıştır. O halde Devletin en önemli bir “Güvenlik Örgütü”nün beni açıkça suçlayan yazısı karşısında, bunun ispatını istemek sanıkların en doğal hakkı değil midir? 3- Bu istemi bu kadar tok sesle belirtebilmemin tek nedeni, suçsuz olmanın bana vermiş olduğu cür’et ve cesarettir. Çünkü; bu belgedeki suçlamaları var olmaksızın önünüze getirebilecek kadar şebekeleşen entrika güçleri ve çeteleri inlerine çekilmişlerdir bugün. Ve çünkü; Yüksek Mahkemeniz, böyle bir hukuka saldırı niteliğinden olan bir isteme itibar etmeyecek kadar, hak ve hukuk kavramlarına saygılı olduğunu, o belgede suçlanan altı kişiyi salıvermekle göstermiş bulunmaktadır. 4- Bu dilekçe, bir tahliye istemi dilekçesi değildir. Suçsuz bir kişi benim anlayışıma göre, hakkını istemez, ona hakkı verilir. Böyle bir durumda Yüksek Mahkemenizin yetkileri arasında bulunan re’sen tahliye müessesesinin harekete geçirilmesi gerekir. Koşullar elverdiğinde, bu yolla hakkımın verildiğini görmek benim tercihlerim arasındadır. Bu nedenle bu güne kadar tahliye isteminde bulunmadım ve aynı istemde bulunmak isteyen değerli avukatlarıma da karşı çıktım. 5- O halde bu dilekçe ile ne yapmak istemekteyim? Bu dilekçe, mahkemeye sunmayı arzuladığım “Talat Turhan Dosyası”nın bir bölümünü kapsayan eleştirilerden oluşmaktadır. 6- Duruşma evreleri içinde Savunma Evresi, olduğunu da biliyorum elbette. Beni bu ön çalışmaya yönelten etken, suçsuzluğumu kanıtlamak çabası da değildir. Suçsuzluğumun belgesi, mahkeme dosyası’nda duruyor. İdari bir organın tutuklama yetkisini kendisinde görebildiği bir ortamda, bir insana sanık demek dahi hukukun bütün kuralları ile ters düşmesi bir yana, kamu vicdanını da rencide etmesi gerekir. Bu nedenle yetkisi olmayan bir örgütün emri ile beni mahkeme önüne getiren herkes bana yapılan tertiplerin sorumluları ve suçlularıdır. Bunlardan yaşadığım dönemde hesap sorulmasa bile, şimdiden tarihin sanık sandalyesine oturduklarını görüyorum. Çünkü: Ahlak, vicdan ve yasadışı yöntemlerle vatandaşlarına tertipler hazırlayanların, devlet kadroları içinde bulunmaları, bir yandan bürokrasiyi kanserleştirirken, bir yandan da vatandaşın, en kutsal kavramlara inancasını yitirebilir. İnançları yitirilen toplumlarda, anarşinin filizlenmesinden daha doğal bir oluşum düşünülemez. 7- “Talat Turhan Dosyası”nı ilk kez ben hazırlamıyorum. Hukuk katında bunun sorumlusu Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’dir. Çizmeci, Dizi Pusulasısında açtığı davanın adını koyarken kendini ele veriyor. Şöyle ki: “Dizi Pusulası, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı 1973/5-79 Sayılı, Talat Turhan ve diğer bir kısım sanıkla ilgili dava dosyasının dizi pusulasıdır.” Başlığını taşımaktadır. Evet başlık aynen böyle. Yani Askeri Savcı Nevzat Çiçmeci’ye göre, terazinin bir kefesinde Talat Turhan vardır, diğer kefesinde diğer sanıklar. Bu Sayın Savcının, hukuk dışı angajmanları içinde başta meslektaşları vardır. Ve onlar dün aynı anlayışla 27 Mayısçı’lara hizmet sunmuşlardı. Bu anlayışın sonucu olarak 1960’larda Yassıada’ya Tünel Kazdırma suçunun yaratıcıları olarak birçok insanı aylarca zulüm içinde yaşatmışlardı. Devir değişmiş, hizmet anlayışlarını hemen yeni devre uydurup, Sabotaj-Bomba Davaları ve bu meyanda Boğaz Köprüsü provokasyonunun mimarı oldular. Böylece, bir kısım kişilerin iktidar hırslarına hizmeti marifet sayan bu kişilerin bütün bunları hukuk adına yapmalarının üzerinde uzun uzun düşünülmelidir. Yaptıkları hizmete karşılık emir aldıkları kimselerden bekledikleri karşılık sadece İstanbul’da kalmaktır. Nitekim öyle olmuştur da… Biz bu nitelikte bulunan kişilerin yargı kadroları içine dek sızmış olduğunu yaşamımızla idrak etmenin kuşkusu içinde bulunuyoruz. 8- Kutsal kişi hak ve dokunulmazlığının gereği olarak, Anayasal haklarımdan yararlanarak ve güvencemi yitirmeksizin bugüne kadar her makama başvurdum. İşkence gördüğümü, yapan ve yaptıranların eylemlerini, işkence yerini, işkence yapanların isimlerini açıkladım. Bu tertiplerin içinde gördüğüm Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’yi iki kez intinkâf’a davet ettim. Çizmeci her seferinde iddianamesinin tek dayanağı olan ifadelerin, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde, kanuni koşullar içinde alındığını iddia etti. Ama, Türkiye’nin politik koşulları, onun ve hizmetinde olduğu çevrelerin planları doğrultusunda gelişmedi. Bir gün geldi, aynı Savcı “Emniyet beyanının tam anlamı ile doğru olduğu şeklinde kendimizi angaje etmek istemeyiz. Yalnız Emniyet ifadesinin serbest iradesi mahsulü olduğunu beyan ediyoruz.” (Duruşma Tutanağı Sahife 303) Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin bu beyanı anlamlıdır. 39. duruşma günü tam aksini söylediği halde, 40. duruşma gününde bu geri dönüşün nedenleri olsa gerektir. Elbette var. Askeri Savcı suçluların telaşı içinde bu ihtiyacı duymak durumundadır. Günlerden Perşembe, takvim 18 Ekim 1973’ü göstermektedir. Seçim sonuçları alınmıştır ve onun umduğu dağlara kar yağmıştır. Ve artık Çizmeci “Emniyet ifadelerine angaje olmak istememek” durumundadır. O halde, iddianamenin dayanağını kendi eliyle çekerek çökerten Askeri Savcıyı mazur mu görmeliyiz? Hayır. O, hukuka entrika sokmanın telaşı içinde çırpınmaktadır artık ve bu nedenle de atandığı Gelibolu’ya gitmek yerine kendini daha güvenli hissedebileceği bir göreve atanmanın yolunu bulmuştur. 9- Şimdi, kendisini ilk kez istinkaf’a davet etmemin nedeni olan, iddiası hi- lafına emniyet müdürlüğünde değil, yasadışı bir gizli örgüt olan Kontr-Gerilla’da veya MİT’te ifade verdiğimi kanıtlayan belgeden birkaç satır alarak onu yalanlayayım ve malzemesinin hukuki olmadığını kanıtlayayım. (madde-4 gerek İstanbul ve gerek Ankara’da yakalanacak, bu şahısların, her türlü ihtilattan men edilerek üzerlerinin, ikamet ve işyerlerinin sıkı bir aramaya tabi tutularak, suç delilleri teşkil edebilecek vesaikle birlikte ivedilikle büromuza sevklerine müsaadelerinizi emirlerinize arzederim.) “Dizi Pusulası. Sahife 16, Sıra No: 314-315’deki belgeye bakınız. (Ek-1) Tabii bu belgenin başlığı Milli Emniyet İstanbul Bölgesi Başkanlığı olunca, Talat Turhan’ın sevkedildiği büronun da Milli Emniyet Sorgulama Bürosu olduğu ortaya çıkar ki; 8 Haziran 1973 tarihinde Yüksek Mahkemenize sunduğum ve gereği için gönderildiği İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca sonuçlandırılmayan dilekçem ve 12 Haziran 1973 günü, gereği için Başbakanlık’a, bilgi için Genel Kurmay Başkanlığı’na sunduğum dilekçelerimde ben de aynı iddiayı tekrarlıyordum. Ayrıca, 2 Ekim 1973 tarihinde verdiğim bir dilekçede de eski Sıkıyönetim Komutanının bir dergi ve gazetede çıkan beyanlarını tanık göstererek gayri meşru bir sorgulama yöntemi ve işkence gördüğümü belirttim. Böylece yetkisiz kurulların, her türlü insani, ahlaki, vicdani ve hukuki değerlere itibar etmeksizin, iğrenç yöntemlerle düzdükleri senaryolara göre, seçtikleri kurbanlarına verdirttikleri rol doğrultusunda ikrarnameler imzalattıklarını ve bunun tahkikini (bir parlamento komisyonu kurularak) istedim. Gerçekte dosyada benimle ilgili bu MİT belgesi var oldukça benim tüm çabalarıma gerek bile yoktu. Ama, amacım işkencecileri ve onların hamilerini sergilemekti. 10- Evet, Talat Turhan’ın sorgusu Milli İstihbarat İstanbul Bölgesi Daire Başkanlığı’nın Erenköy Bürosu’nda (Faik Türün’ün deyimiyle Anadolu Yakası’nda kiralanmış bir köşkte) yapılmıştır. Bu nedenle “Dizi Pusulası” Sahife 16, Sıra No. 314-315’deki belge doğrudur. Doğru olmayan uygulamanın tarzıdır. Çünkü bina Milli Emniyetindir ama, orada icra-i san’at eden işkenceciler ilk kademede Gn. Memduh Ünlütürk’e, daha sonra da Gn. Faik Türün’e bağlı olarak devletin bütün güçlerini belli bir amaca yönelik kullanmaktadırlar. Görünürde bu amaç, birtakım tutucu ve çıkarcı güçler ve onların yan destekleriyle bütünleşmiş olarak SunayTağmaç ikilisinin iktidar hırsları ve Dünya görüşlerine göre düzenin iç ve dış egemen güçlerin isteği doğrultusuna getirilmesi idi. 11- Şimdi, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’den soruyorum: Cumhuriyet yasalarının koruyucusu yükümlülüğü ile görevli olduğu halde ve 644 Sayılı, Milli İstihbarat Teşkilatı yasasına göre, bu örgütün sorgulama yapmak yetkisi ve hakkı olmadığı, yasa emri iken, bu davayı, belli yöntemlerle Kontr-Gerilla, denilen gizli bir örgütçe alınan gayri meşru ifadelere göre nasıl açabilmiştir. (K. Gerilla için 6 Aralık 1973 tarihli dilekçeme bakınız.) Aynı soruyu, hukuk, adalet, hukuk devleti, demokrasi kavramlarına sahip çıkan Melen’ler, Talu’lar başta olmak üzere sorumluluğu üzerinde taşıması gereken tüm yetkili kişilere yöneltiyorum. Sorun bir kişinin, yüz kişinin, bin kişinin hakkının verilmesi ya da verilmemesi “4” olmaktan çıkmış. Devletin var olması, ya da yok olması niteliğine dönüşmüştür. En kutsal kavramların temeline dinamit koyanların maskeleri düşürülmeli ve bu adamlardan devlet kadroları arındırılmalıdır. 12- Böylece dilekçemin ana amacını açıklamış bulunmaktayım. Şimdi de yasadışı yöntemlerle oluşturulmuş Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin iddianamesinde bulunan tüm suçlamaların kaynağını teşkil eden ifadelerin incelenmesini kapsayan incelememi sunacağım. Bu sunuş sonunda Yüksek Heyetinizin, daha sorgu evresi sonunda, benimle ilgili tüm suçlamaların kaldırıldığını, bir daha müşahade etmek imkanını bulmuş olacağını sanıyorum. a- Sorgumda davaya dahil edilen kişilerden tanıdıklarımla olan ilişkilerimi, Duruşma Tutanağı Sahife 33, 36 ve 47’de açıklamıştım. Bu kişiler dışında olanları ise tanımadığımı belirtmiştim. Bu beyanım sorgu evresi sonunda doğrulanmıştır. (1) Tanıdığım veya tanımadığım halde, benimle ilgili atfı cürümleri bulunan kişilerin, bu atfı cürümlerini kaldırmalarını belirleyen Duruşma Tutanağı Sahife No.larını içeren çizelge Ek-2’dedir. (2) Tanıdığım veya tanımadığım halde, benimle ilgili atfı cürümleri bulunan kişilerin hukuki durumunu saptamakta yararlı olacağını umduğum ve özellikle atfı cürümleri bulunan emniyet İfadeleri, Askeri Savcılık ifadeleri ile, tutuklama mahkemesindeki beyanlarına karşı, sorgularındaki cevapların Duruşma Tutanağındaki Sahife No.larını içeren çizelge Ek-3’dedir. (3) Tanımadığımı sorgumda beyan ettiğim kişilerin, beni tanımadıklarını belirleyen çizelge Ek-4’tedir. (4) Bu dört ekin incelenmesinden çıkan sonuca göre (Ek-4 Sahife 2, Notlar bölümüne bakınız.) Davada bulunan 59 sanıktan, 16 tanesini tanımakta olmam ve bu 16 kişiden, 12’sinin bana atfı cürümü bulunduğu ve bu atfı cürümlerin tümünün sorgu evresi sonunda kaldırılmış olmasıdır. b- Bu gerçeğin ortaya çıkmasına rağmen, yaptığım çalışmayı yeterli görmeksizin, Duruşma Tutanağında yer alan ve bir yandan suçsuzluğumu bir yandan da üzerimde yürütülen tertibi hazırlayanların sarfettikleri çabaları bir bakışta gözler önüne sermek için, emniyet ifadelerindeki Sıra No, ifade alınış sırası kabul ederek ilgili kişilerin beyanlarını Duruşma Tutanağı’ndan aynen alarak hazırladığım belgeyi Ek-5’te sunuyorum. c- Ek-6’daki çizelgede ise benimle ilgili sanıkların hukuki durumlarının saptanması ve dolayısıyla benim durumumun aydınlanması yararlı olacağını sandığım bazı tarihler verilmiştir. Bu çizelge incelendiğinde: (1) Bana atfı cürümde bulunan kişilerin, hemen hemen tümünün Kontr-Gerilla gizli örgütünde belli yöntemlerle ifade verdikleri görülmektedir. (2) Benimle ilgili kişilerin, dört kademede tutuklandığını ve bu tutuklama-la-rın, ülkenin politik koşullarına bağlı bir seyir takip ettiği açıkça görülmektedir. (a) I. grup (Benden önce gözaltına alınanlar.) Bu grupta bulunan kişilerden Turhan Önalan ve Mümtaz Aktaş, eylemlerini ve niteliklerini belirtmişler ve beni suçlamak için İstanbul Emniyet 1. Şube Müdürü Şükrü Balcı tarafından kendileri ile pazarlık yapıldığını sorgularında beyan etmişlerdir. Salım Yavuz’la ilişkilerimin sınırlı olduğu kendi beyanları ile de saptanmış olduğu halde, bir yandan dava üzerinden saptırılır genişletilirken, bir yandan da politik yön verilip, arzulanan yöne alınan tahkikatla, ilgililer niyetlerine ulaşmışlardır. Esasen Salim Yavuz, duruşmada çok kereler davanın kendi üzerinden saptırıldığını beyan etmiştir. Fevzi Özkaya; Salim Yavuz’dan alınan ikrarların, bana da yönelik olarak genişletilmesi için, korkunç ve iğrenç işkence altında istenilen doğrultuda ifade vermek zorunda kaldığını sorgusunda beyan etmiştir. Ersin Ertekin, Köprü Provakosyonu’nu sahneye koymak ve senaryonun dinamit boşluğunu doldurmak için seçilmiş bir kişi gibi görünmektedir. (b) II. grup (Aynı dönemde Kontr-Gerilla’da bulunduğumuz kişiler) I. grupta bulunan 5 kişi ile, davanın çatısı çatılmış ve tasarı alanı tertipçilerce hazırlandıktan sonra (Klasör: 2, Dizi 314-315)’deki MİT istemi ile hem de “Tutuklanacak şahıslar” kaydı ile bu grupta bulunan kişiler gözaltına alınmışlardır. (Ek-1) Gözaltına alınan kişilere, kendilerinden önce alınan ikrarlar doğrultusunda ifadeler oluşturmak çabası ile her türlü işkence gördükleri sorgularında beyan etmişlerdir. I- Memduh Eren, Nuri Yazıcı, Vahap Mutlugün ve Mahmut Dondurmacı’nın, benden önce ifade verdikleri, hem emniyet (Kontr-Gerilla) ifadeleri tarihinden hem de Dosya Sıra No.larının takip ettiği sıradan anlaşılmaktadır. II- Ek-6 çizelgeye göre Adnan Çakmak ve Rafet Kaplangı’nın benden sonra ifade verdikleri görülmekte ise de, ben sorgumda Kontr-Gerilla ifademin tarihinin yanlış olduğunu açıklamıştım. Esasen görüldüğü gibi tertip benim üzerimde yürütülmektedir. III- Gerçekte aynı anda Kontr-Gerilla Gizli Örgütü’nde sorgulanan kişilerin kiminin ilk önce, kiminin sonra atfı cürümde bulunduğunu saptamak hemen hemen imkansızdır. Çünkü; buradaki sorgulama devamlı olarak sözlü, el yazılı yapıldıktan sonra daktiloya geçirilmektedir. Daktilodan önceki hazırlık döneminde bir kişiden alınan ikrar, ötekilere aktarılmaktadır. Sorgulama timi ve işkenceci başı olan kişinin sık sık tekrarladığına göre, bu işin koordinasyonunu yapan 21 Kurmay Subay, Kontr-Gerilla’da görevli bulunmaktadır. Böylece Kurmay Subay olamamış Eyüp Özaltaş bu seçkin grubu da, bilinç altındaki kompleksleri doğrultusunda, bu kirli işe girmiş göstererek sorgulanan kişiler nezdinde onları itibarsızlaştırma yoluna bile tevessül edebilmiştir. (c) III. grup: (Benden sonra gözaltına alınanlar) Bu grupta bulunan kişiler de iki kısım halinde tutuklanmışlardır. (1) III. grup, I. kısımda bulunan kişiler. (Ek-6) Selahattin Uzunismail, Atamer Erol, Alp Kuran, Fuat Turan (Tutuksuz) Salih Zeki Yılmaz. Bu kişiler Askeri Savcının tasarı halindeki iddianamesindeki boşlukları tamamlamak, ve bazı idari tasarrufları haklı çıkarmak, olaylara süreli bir hava vermek için alındıkları anlaşılmaktadır. (II) III. grup, 2. kısımda bulunan kişiler: (Ek-6) Saim Deliismailoğlu, Osman Deniz, Hasan Yalçınkaya, Numan Esin, Mehmet Çınar. Bu kısımda bulunan kişilerin gözaltına alınmasında güdülen amaç, davaya cuntasal yön vererek, tertipleri cuntabaşı olarak iddianamede nitelenen Sayın Gn. Faruk Gürler’e kadar ulaştırmaktır. Bu niyet başından beri Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin hayalindedir. Nitekim Rafet Kaplangı’nın savcılık ifadesi bu amaçla alınmıştır. Dosya Sıra No: 834/23-5’teki yazı aynı nedenle kaleme alınmıştır. Osman Deniz, sorgusunda “Cunta” kelimesinin sorgulayıcıların empozesi sonucu ifadesinde yer aldığını beyan etmektedir. Nitekim, 3. grup, 3. kısım sanıklarını oluşturmak için Sayın Celil Gürkan ve Fakih Özfakih gözaltına alınmış ve serbest bırakılmışlardır. Bu suretle davaya cuntasal yön verme girişimleri akim kalmış bulunmaktadır. Buraya kadarki açıklamalar ile hazırladığım dosyanın I. bölümünün sunuşunu tamamlamış oluyorum. II. Bölüm: 13- Bu bölümde de benimle ilgili atfı cürümleri bulanan kişilerin emniyet, KontrGerilla ve Askeri Savcılık ifadeleri alınış sırasına göre konulmuştur. (Ek-7) Bunların arasında ve gene alınış sırasına göre benim ifadem yer almış bulunmaktadır. Bu bölüm ifadelerin yazıldığı kağıtlar büyüklüğünde şeffaf aydınger kağıtları kullanılarak hazırlanmıştır. Gerek görülürse ifadenin üzerine konularak incelenmesi mümkün olabilsin diye bu yola başvurulmuştur. Bu suretle; a- Hangi atfı cürümlerin, kimlerin ifadesinden kaynaklandığı ve bu atfı cürümlerin kimlerin ifadesinde, ne şekilde aktarıldığı ortaya çıktığı gibi, bir yandan da tertipçilerin niyeti sırıtmaktadır. Dolayısıyla benim ifadelerimi oluşturan malzeme açıklıkla görülür hale gelmektedir. b- Bu gayri meşru ifadeleri bir an için Askeri Savcı Nevzat Çizmeci gibi düşünerek samimi ikrar olarak kabul edelim. Savcının sanık lehinde delilleri toplamakla yükümlü olduğunu yok sayalım. Bu varsayımlarla dosyadaki ifadeleri incelediğimizde görülen durum şudur: (1) İfadelerin tümünde benimle ilgili atfı cürümler sorgu evresi sonunda kaldırılmış bulunmaktadır. (2) Bazı sanıkları atfı cürümlerini Askeri Savcılık ifadeleri ve tutuklama mahkemesi beyanları ile kaldırmışlardır. (3) Dava dosyasında beni suçlayacak maddi delil bulunmamaktadır. c- İfadelerin eleştirisini yaparken, önce atfı cürmü kapsayan paragrafın Askeri Savcılık ifadesi ile teyid veya naks edilip edilmediğini, aynı bölüm içinde belirttim. Sonra bu bölüme, Duruşma Tutanağında yer alan cevabın, Sahife No.sunu veya kendisini ve özetini verdim. Daha sonra atfı cürmide adı geçen sanıkların cevaplarının Duruşma Tutanağının Sahife No.larını ifadelerin sağ bölümündeki yere yazdım. Olayda adı geçen tanık durumundaki kişileri ise, kağıtların sol bölümünde gösterdim. Genellikle kabuller yeşil renkle, redler kırmızı ile, ilgili açıklamalar mavi renkle gösterilmiştir. Tanıklar kahverengi ile belirtilmiştir. d. Bu çalışma sonucu saptadığım duruma göre, Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, gerçekten “Talat Turhan Dosyası ve Davası” hazırlamak tutkusu içinde olduğunu bir daha belgesel olarak ispatladığımı sanıyorum. (Ek-7)’de görüleceği gibi, benimle ilgili atfı cürümleri içeren ve çoğunluğu, Askeri Savcılık ifadeleri ile teyid edilen emniyet ve Kontr-Gerilla örgütü ifadelerinin toplamı 95 sahifedir. Emniyet ve Kontr-Gerilla Örgütü ifadelerinde bulunmadığı halde Askeri Savcılık ifadelerinde yer alan atfı cürümlerin sahife toplamı ise 12’dir. Emniyet ve Kontr-Gerilla Örgütü ifadeleri sahife adedi …. 95 Askeri Savcılık ifadeleri sahife adedi….. 12 Atfı cürümleri içeren toplam sahife adedi…… 107 Böylece, 107 sahifelik atfı cürümü kapsayan, bir suçluluk tablosu içine itilmek istenmiş bulunuyorum. Doğrusu, tertibi yapanlar adına büyük başarı. Aldıkları emirleri bu kadar büyük bir başarı ile sonuçlandıran ilgililere ne yapılsa hakları ödenemez. Ancak hukuken temel kuralları karşısında, tümü sorgu evresinde kaldırılmış bu malzemenin bugün için bir değeri kalmamıştır. 107 sahifelik atfı cürümle Sıkıyönetim dönemini baş sanığı olarak Talat Turhan’ı sahneye koyarak adaleti kin ve intikam aracı olarak kullanmak isteyen birkaç zavallının ve onların yardakçılarının niyetleri bugünden kursaklarında kalmış görünmektedir. 14- Yargı bağımsızlığını, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti kavramlarından nasibi olmayanlara gereken karşılığı vermekle Yüksek Mahkemeniz görevlidir. (Yükümlü) Bu durumda, mahkemenizin görünürdeki bir yandan adaleti tecelli ettirmek olmakla beraber, bundan daha önemlisi bu davadaki tertiplerin ve tertipçilerin rolünü ortaya çıkarmaktır. Bu ikinci tarihi görev yerine getirildiğinde, kutsal mesleğiniz olan adaleti, kendi aşağılık emellerine alet etmeye yeltenen zavallılar gereken dersi almış olacaklardır. Benim çabam bir anlamda olanaklarım ölçüsünde bu konuda mahkemeye yararlı olmak arzu ve tutkusunun ürünüdür. Yüce makamlarda oturmak imkanına ulaşabilmiş küçük adamların, devlet güçlerini kullanarak, vatandaşları arasında seçtiği hasımlarına komplo düzenleyebildiği bir devletin yaşama şansı olmaz. Bugün bu kişiler sağduyunun galebe çalması sonucu tasfiye olmuşlardır. Fakat bunların suç ortakları olan, yetki ve sorumluluklarını, kanunlarımızı hiçe sayarak, entrikaya alet edenler görevi başında ve cinayet ve hiyanetlerinin hesabını vermemek için direnmesinin bir anlamı olsa gerektir. 15- Bu yöndeki çalışmalarımı sürdürerek “Talat Turhan Dosyası”nın diğer bölümlerini hazırlayarak mahkemeye sunacağım. Bu suretle Askeri Savcının iddianame şeklinde sunduğu balonu patlatmak değil, kalbura çevireceğim, sözümü de bir anlamda yerine getirmiş olmaktayım. Sonuç: 1- Dilekçemi ve Ek’lerini içeren dosyanın birinci bölümü, hukuki durumumun saptanmasına yararlı olacağını umduğum ayrıntılı bilgileri kapsamaktadır. 2- İkinci bölüm, 126 Sahifelik ifadenin eleştirisini (hukuki) içermektedir 3- Amacım Devletin çeşitli örgütlerini iktidar hırslarını ve kinlerini tatmin için kullanmayı başarmış kişilerin iğrenç tertiplerini sergileyerek, bunların tekerrürünü önleyecek koşulların sağlanmasına yardım etmektir. Saygılarımla. M. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe 169 sahifelik dosya halinde, 7 Şubat 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Dosyanın tamamı “Dilekçeler” dosyasındadır. 3- Duruşma tutanağı Sahife No: 502’e bakınız. Ek 47 Numan Esin’e Ödenen Avukatlık Ücreti İstanbul, 7 Şubat 1974 1. Ordu Komutanlığı, 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Sayın Numan Esin’e tediye edilen avukat ücreti hakkında Olayın Açıklanması: 1- Avukatım Sayın Birsen Balcıkardeşler’den, Sayın Gülçin Çaylıgil’in de müdafii olarak davama bakmaları temin sadedinde, eşimle temas etmesi ricasında bulunmuştum. Kısa bir müddet sonra bu arzumun yerine getirilmiş olduğunu öğrendim. Tabii, gerek avukat görüşmelerimiz ve gerekse ziyaretçi görüşmeleri dinlenildiğinden bu hususun mali yönünün nasıl halledildiğini de soramadım. 2- Sayın Numan Esin’in emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinin fotokopileri elime geçince; emniyet ifadesi 9. Sahife 3. paragraf ve Askeri Savcılık ifadesi, 4. Sahife 1. paragraf bu ücretin (5000.-TL) (Beşbin)’nin kendileri tarafından tediye edilmiş olduğunu öğrendim. Bunun üzerine bu parayı tediye etmek istedim. Fakat ısrarla şimdilik bunun sırası olmadığını beyan ettiler. 3- Gerçekte beşeri ilişkiler içinde, arkadaşlar arasında bu tip yardımlaşmalar gayet normal olduğu halde, her türlü manevi değerleri ve Türk’ün törelerini tahribe yönelmiş bir anlayışın sonucu olarak, Askeri Savcılığın, Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/59, 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi’nin 4. sahifesi 2. paragrafında “örgüt tesanüdü” suçlaması olarak karşımıza çıkarıldı. 4- Sayın Numan Esin, duruşmadaki sorgusunda, Duruşma Tutanağı Sahife 377, Satır 40-48 ve Sahife 379, Satır 36-40’da bu konunun gerçek mahiyetini açıklamış bulunmaktadır. 5. 17 Ocak 1974 tarihli duruşmada, gerçekte bana ait bir borç olan bu 5000.(Beşbin) TL’nin tediye edileceğini şifahen beyan ettim. Bu tediye yapılmıştır. Buna ait belge ekte sunulmuştur. (Ek-1) Saygı ile arzederim. Ek-1: Numan Esin’e 5000.-TL ödendiğine dair banka makbuzu. Not: Duruşma Tutanağı Sahife No: 502’e bakınız. M. Talat Turhan Ek 48 Af Kanunu’nun Lehimde Tecelli Etmesi İhtimal Dahilinde Olan Tüm HükümlerindenYararlanmak İstemediğim Hakkında İstanbul, 4 Mart 1974 Ceza ve Tutuk Evi Müd. kanalı ile 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığına Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Af Kanunu’nun lehimde tecelli etmesi ihtimali dahilinde olan tüm hükümlerinden yararlanmak istemediğim hakkında Konunun İncelenmesi: 1. Bugünlerde TBMM’de sunulmuş olan Af Kanunu Tasarısı görüşülecektir. 2. Sanırım, şimdiye kadar çıkarılmış aflardan hiçbiri, bu defaki kadar, toplumsal bir özlem halinde, iktidarlar üzerinde, kamuoyu baskısı şekline dönüşerek kendini hissettirmemiş ve bu kadar haklı gerekçelere dayanmamıştır. 3. Toplumun bütün kesimlerine mal olan bu durumun, çok yönlü nedenleri olsa gerektir. Bizim kanımıza göre, düzenin suçlu olduğu bir ülkede, bireyleri suçlu saymak adaletle bağdaşmaz. 4. Bu genelleme yanında, 12 Mart sonrasında, iktidara doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sahip olan kişilerin, ilkel beyinlerindeki dünya görüşlerini, bozuk düzene hakim kılmakta başarı sağlamaları ve tarihin en köklü devlet geleneğine sahip Türk Devleti’ni, aşiret yöntemleri gerisinde uygulamalara sahne kılmaları, bugün Türk ve dünya kamuoyu önünde mahkum olmuş durumdadır. 5. Halen, devletin en önemli makamlarında bulunan sayın kişilerin, dünkülerinin tam tersine, bu gerçeği kabul edecek nitelikte ve yetenekte olduğunu bilmek umut vericidir. 6. Bu mutlu oluşumun doğal sonucu olarak af, bir atıfet olmaktan çıkmış, bir avuç hainin işlediği insanlık suçunu tahfif için, topluma karşı zorunlu bir vazife haline gelmiştir. 7. İnsanın kişiliğine bağlı ve uygarlık yolunda, binlerce senelik uğraşın ürü-nü olan, kutsal hak ve dokunulmazlıklarının ahlaksız ve şerefsizce çiğnendiği bir dönemin, manevi ıstıraplarını dindirecek bir tılsımın keşfedilebileceğini san-mıyoruz. Bu anlayışla, ütopik geçmişe sünger çekme özlemlerinin, günün denge zorunlulukları içinde, uyulması zorunlu asgari koşul olarak saygı ile karşılarız. 8. 27 Mayıs sonrasında da bu tip duygusal özlemler sonucu olarak kardeşlik haftaları düzenlenmişti ama, bir gün geldi ki, karşı devrimciler, hem de bulunduğu makamları 27 Mayıs’a borçlu kişileri kullanarak, 27 Mayısçıları gizli işkence örgütlerine teslim ettiler. 9. Bu deneyden geçmiş bir kişi olarak, benim tüm insani değerlerime, şeref ve haysiyetime yapılmış saldırılar adına işkenceciye ödün vermek, kimsenin hakkı olmaması gerekir. 10. Yüce Meclislerde görüşülecek Af Kanunu Tasarısı’nın bugünden alacağı şekil bilinemeyeceği gibi, ilerde mahkemeye sevk maddesi de değişebilir. Bu dilekçeyi, her iki halde de lehime tecelli edecek olasılıkları bertaraf etmek için, şimdiden Yüksek Mahkemenize sunmayı kişisel prensiplerim yönünden gerekli gördüm. 11. Devlet gücünü kendi kin, ihtiraslarının aleti yaparak, bir avuç sadist işkenceci ile tertip düzenleyenleri affetmek benim açımdan olanaksızdır. 12. Bu anlayışla çıkacak Af Kanunu’ndan yararlanmak istemediğimi ve sapık bir uygulamanın kurbanı olan suçsuz bir kişi olduğumun yargı mercilerince saptanmasını ve her durumda, mahkemenin devam etmesi isteminde bulunduğumu, saygı ile arzederim. Talat Turhan Notlar: 1. Bu dilekçe, 6 Mart 1974 tarihli duruşmada okunmuştur. 2. Dilekçe verildiği tarihte: a. Tutuklu bulunuyor ve TCK 146/1 maddesi uyarınca ve idam istemi ile yargılanıyordum. (21 Mayıs 1974 günü tahliye edildim.) b. Af Kanunu’nun alacağı şekil belli değildi ve bu arada çıkarılacak yasada “Affı reddetme hakkı” bulunup bulunmadığı belli değildi. c. Bu durumda dilekçenin amacı: “Ya beni asacaksınız, ya da beraat ettireceksiniz.” olarak nitelendirilebilir. 3. Duruşma Tutanağı Sahife No: 510’a bakınız. M. Talat Turhan Ek 49 Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum İstanbul, 5 Nisan 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Sorgu Evresi Sonunda Hukuki Durumum. (Bölüm III) Konunun Eleştirisi: 1- Hukuki durumumun sorgu evresi sonunda aldığı durumu saptayan ve daha önce, 7 Şubat 1974 günü, Yüksek Mahkemeye sunduğum, 169 sahifelik dosyada bulunan, I. ve II. bölümlerden sonra, şimdi de Talat Turhan dosyasının III. bölümünü takdim ediyorum. 2- Bu bölüm, I. ve II. Bölümlerle sıkı sıkıya bağlıdır. Ve genellikle sorgulama evresi ile dinlenilen bazı tanıklardan sonra, Esas Hakkındaki İddianame’nin yeniden cevaplandırılması amacı ile hazırlanmıştır. 3- Bu çalışmanın elbette zorunlu nedenleri vardır: a- Yüksek Mahkemenin tüm müsamahasına rağmen, 8. duruşma gününde devam eden ve toplam olarak, 25 saat 25 dakika zaman alan, sorgu süresi içinde, hazırladığım 280 Sahifelik yazılı sorgumun ancak, 50 Sahifesi, Duruşma Tutanağına geçirilebilmiştir. (Du. Tu. Sh. 110’a bakınız.) Bunun yanında, yazılı olarak hazırladığım sorgu dosyamı, mahkeme kabul etmediği için, savunma hakkımla ilgili gördüğüm ve açıklanması noksan kalmış bazı hususları arz etmek ihtiyacını duymam. b- Kontr-Gerilla adlı bir Gizli Örgütçe, bir amaca yönelik olarak şahsımı hedef alan bir hazırlık soruşturmasının, iddianameye olduğu gibi yansıması sonucu, suçlanılmam için azami çaba gösterildiği gerçeğini sergilemek arzusu. c- Bu dosya, bazı sanıkların sorgularına karşı beyanlarımı içermektedir. Ayrıca, hukuki durumun, daha da aydınlığa kavuşmasını sağlamak amacı ile bazı kişilerin tanık olarak dinlenilmesini ve birtakım tespitlerin yapılması isteminde bulunmaktayım. 5- 4 Mart 1974 tarihli bir dilekçe ile, “Af Kanununun lehimde tecelli edecek hükümlerinden yararlanmak istemediğimi” mahkemeye arzettim. Bu ölçüde, yasadışı bir uygulamanın mağduru olmuş bir kişinin, değil yasama organınca, mahkemede dahi suçsuz olduğunun ilan edilmesi yetmez. Bir mahkeme kararı ile aynı zamanda bir komploya kurban edilmek istenişimin, hükme bağlanması, bir ölçüde maddi ve manevi ıstıraplarımı dindirebilir. Ama üzülerek öğrenmiş bulunuyorum ki, affı reddetme hakkım, yasa ile elimden alınmaktadır. Bu tutum, günün politik koşulları içinde, “geçmişe sünger çekmek” anlayışına uygun gelirse de, şahsım açısından, adaletsizliği meşru hale getirmek gibi vahim bir sonuç doğurur. Bu anlayışla, bir Af Kanunu’ndan yararlanan ve suç zannını üzerinde taşıyan bir kişi olarak topluma dönmek istemediğimi belirtmek isterim. 6- Bir idari organın emri ve kararı ile yasadışı bir uygulama sonucu, gözaltına alınarak sanık yapılmanın, birçok vicdanı rencide edeceğini umarım. (Klasör II, Dizi: 314-315’e bakınız) (Bölüm I, Ek-1) Saygılarımla. M. Talat Turhan Ekler: Bir Dosya (III. Bölüm) 9 Adet Ek 23 Sahife Toplam 211 sahife 188 Sahife Notlar: 1- Bu dilekçe dosya halinde, 10 Nisan 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Dosyanın tamamı “dilekçeler” dosyasındadır. 3- Duruşma Tutanağı Sahife No: 526’ya bakınız. Ek 50 Kamu Tanıkları Dinlenilmesi Evresi Sonunda Hukuki Durumum (Bölüm V) İstanbul, 6 Mayıs 1974 1. Ordu Komutanlığı, 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan. Konusu: Kamu tanıkları dinlenilmesi evresi sonunda hukuki durumumun eleştirisi. (Bölüm: V) Konunun Eleştirisi: İlgi: a- 5 Şubat 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan 169 sahifelik dosya. (Bölüm: I ve II) (Duruşma tutanağı sahife 502’ye bakınız.) b- 7 Şubat 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan, dinlenilecek kamu tanıkları ile dava dosyasındaki ilişkilerimi belirleyen, 17 sahifelik dosya. c- 5 Nisan 1974 tarihli dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sunulan, 211 sahifelik dosya. (Bölüm:III) (Duruşma tutanağı sahife 526’ya bakınız.) 1- Hukuki durumumun, sorgulama evresi sonunda, aldığı şekli belirleyen iki dosyayı, İlgi (a) ve (c) dilekçelerle, Yüksek Mahkemenize sunmuştum. 2- Kamu tanıkları dinlenilmesi evresi başında ise, incelenilecek tanıklarla, dava dosyası içinde ilişkili gösterildiğim hususları içeren bir dosyayı, tanıklardan sorulacak sorulara esas olmak üzere, İlgi (b)’deki dilekçe ile Yüksek Mahkemeye sundum. 3- Halen, 17 Ocak 1974’ten, 10 Nisan 1974’e kadar (59.- 65. duruşmalar) olan süre tamamlanmış, bu dönemde, 28 kamu tanığı dinlenilmiştir. (Du. Tu. Sahife 485-528) Bu 28 tanıktan, 11’i benimle doğrudan doğruya ilgili suçlama ve iddialar hakkında beyanlarda bulunmuşlardır. 5 kişinin beyanları ise dolaylı olarak beni ilgilendirmektedir. a- Beyanları benimle doğrudan doğruya ilgili tanıklar: 1- Müslim Topçu (Du. Tu. Sh. 492-493) 2- Muzaffer Güney (Du. Tu. Sh. 493-494) 3- Tuncer Yalçındağ (Du. Tu. Sh. 494) 4- Feridun Özbay (Du. Tu. Sh. 494-495) 5- Fakih Özfakih (Du. Tu. Sh. 496-502) 6- Orhan Kabibay (Du. Tu. Sh. 499-502) 7- Gazi Alankuş (Du. Tu. Sh. 507-508) 8- Bedri Buluç (Du. Tu. Sh. 516-517) 9- Orhan Dengiz (Du. Tu. Sh. 517) 10- Celil Gürkan (Du. Tu. Sh. 520-523) 11- Recep Uslu (Du. Tu. Sh. 524) (Altları çizililerin tanıklığı özellikle Osman Deniz suçlamaları ile ilgilidir.) b. Beyanları beni dolaylı olarak ilgilendiren tanıklar: 1- Nusret Altın (Du. Tu. Sh. 409-491) 2- Refik Tokgöz (Du. Tu. Sh. 509-510) 3- Yalçın Varhan (Du. Tu. Sh. 514-525) 4- Kamber Acarbay (Du. Tu. Sh. 524-525) 5- Raif Ertem (Du. Tu. Sh. 525-526) 4- a- Benimle doğrudan doğruya ilgili tanıkların ifadelerinden sonra, hukuki durumumun aldığı şekli eleştiren çizelge (Ek-1)’de sunulmuştur. (3 büyük sahife) b- Aynı tanıkların ifadelerinden sonra, iddianamede benimle ilgili iddiaların aldığı hukuki duruma ait eleştiri de (Ek-2) çizelgededir. (2 büyük sahife) 5- Yukarıda 3. madde a. fıkrasında (sahife 2) görüldüğü gibi, dinlenilen kamu tanıklarından sekizinin beyanları, Osman Deniz’in suçlamaları ile ilgilidir. a- Osman Deniz’in sorgusundan sonra söz alarak, onu cevaplandırmıştım. (Du. Tu. Sh. 359-360) Bu beyanlarımda, gerçeği tanık beyanlarının ortaya çıkaracağını da belirtmiştim. b- Kamu tanıklarını dinlenilmesi evresi sonunda, Osman Deniz suçlamalarının ve bunlara dayalı iddiaların aldığı hukuki durumu eleştiren çizelge (Ek-3) tedir. (Bir büyük sahife) 1- Bu çizelgenin, (Ek-3) incelenmesinden kesinlikle anlaşılacağı üzere, Osman Deniz’in beni tercim eden; a- Emniyet ifadesi, sahife 7-12, 16-17, 20-23 b- Askeri Savcılık ifadesi, sahife 2, 4-8’de yer alan, 22 sahifelik ifadelerinde yer alan beyanları, hiçbir tanık tarafından doğrulanmamıştır. 2- Halbuki benim beyanlarım, ilgili kamu tanıklarınca kelime kelime doğrulanmaktadır. c- Herne kadar, Yüksek Mahkeme, tahliye olunan sanıklar hakkında, duruşmadan vareste kılınmalarına dair karar almışsa da, bu kişilerin hiç olmazsa, kendileri ile ilgili tanıkların dinleneceği duruşmalarda, hazır bulunma gereğini duymaları doğaldı. Oysa, Osman Deniz, önemli suçlamalarda bulunduğu halde, tanıkların dinlenildiği duruşmalarda bulunmamıştır. Bu nedenle diyalog imkanı hasıl olmamıştır. Böyle bir durumda, sanığın arkasından söz edilmesi düşünülemez. Kaldı ki, duruşma tutanaklarından ve dava dosyasından, her isteyen müdafii yararlanmak olanağına sahip bulunmaktadır. O halde, her sanık veya müdafiinin kendileriyle ilgili bir beyanı, her zaman için cevaplandırması da mümkündür. 6- Beyanları beni dolaylı olarak ilgilendiren tanıklar: a- Nusret Altın’ın beyanları: Hasan Yalçınkaya ve Numan Esin’in emniyet ifadelerinden kaynaklanan, 1970 senesindeki, 1. parti dinamit alışverişi iddiasının gerçekdışı olduğunu ortaya koymuştur. b- Refik Tokgöz’ün beyanları: Selahattin Uzunismail’in Dosya Sıra No: 561/5-4’deki emniyet ifadesindeki benimle ilgili beyanlarının, gerçekdışı olduğunu ortaya koyarak, diğer suçlamalarının ve ifadesinin niteliği hakkında bir fikir vermekte yararlı olmuştur. (Du. Tu. Sahife 510, satır 16-22) c- Yalçın Varhan’ın beyanları: Eğitim yaptırma konusunda, beni tercim eden, Dosya Sıra No: 176/17’deki suçlamaların gerçekdışı olduğunu meydana çıkartmıştır. d- Kamber Acarbay’ın beyanları: Duruşma tutanağı sahife 204’de yer alan ve beni ilzam eden beyanların, gerçek olmadığını ve bu nedenle de, özel bir amaçla, ismim etrafında şüphe yaratmaya matuf bir düşünce ile söylenmiş olduğu ortaya çıkmıştır. (Du. Tu. Sahife 525, satır 20-32) e- Raif Ertem’in beyanları: Dosya Sıra No: 176/12’deki, Raif Ertem’le ilgili beyanların, doğru olmadığını meydana çıkartmıştır. Dolayısıyla, beni bütünü ile tercim eden, Dosya Sıra No: 176/1-26’daki Kontr-Gerilla İfadesi’nin niteliği bir daha anlaşılmıştır. (İlgi (c), Bölüm III, Sahife 1-3’e bakınız.) Sonuç 1- Kamu tanıkları dinlenilmesi evresinde, 28 tanık dinlenilmiştir. Sanık adedi 59 olduğuna göre, takriben iki sanığa bir tanık düşmüştür. Oysa, 28 tanıktan, 16’sının beyanları benimle ilgilidir. Tanıkların tümü, iddiaların gerçekdışı olduğunu belirtmişlerdir ve benim bütün beyanlarımı kelimesine kadar doğrulamışlardır. 2- Bu dilekçe ve ekleri ile (Bölüm V) Yüksek Mahkemeye daha önce sunduğum İlgi (a), (b), (c) dosyalardan kesinlikle anlaşılacağı üzere, durumum tam anlamı ile aydınlığa kavuşmuş ve üzerimde oynanan tertip, bütün iğrençliği ile sırıtmıştır. 3- Özellikle dinlenen 15 tanığın beyanları, gerek benim beyanlarımı doğrulaması ve gerekse iddiaların gerçekdışı olduğunu göstermekle suçsuzluğumu kanıtlamıştır. 4- İdari bir organ olan MİT’in talimatı ile, gayri kanuni yöntemlerle oluşturulmuş, bir hazırlık tahkikatı sonucu tutuklandığımı gösteren belge dosyadadır. (Klasör: 2 Dizi: 314 ve 315) Buna karşılık, böyle bir iddiayı ispat edecek bir delilin dosyada bulunmaması, Adalet ve Hukuk Devleti kavramları ile bağdaştırılamaz. Durumu saygı ile bilgilerinize sunarım. Talat Turhan Ekler: Ek-1 (3 büyük sahife) Ek-2 (2 büyük sahife) Ek-3 (1 büyük sahife) Notlar: 1- Bu dilekçe, 6 Mayıs 1974 tarihli duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı Sahife No: 541’e bakınız. Ek 51 Soruşturmanın Derinleştirme Talepleri İstanbul, 11 Haziran 1974 İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askeri Mahkemesi, İstemde Bulunan: M. Talat Turhan Vekilleri: Avukat Gülçin Çaylıgil Avukat Ziya Nur Erün Avukat Hidayet Ilgar İstemin Konusu: Soruşturmanın derinleştirilmesi taleplerimizi kapsamaktadır. Açıklama: Müvekkilimiz, Emekli Kurmay Yarbay M. Talat Turhan, kamuoyunda ve basında Bomba Davası diye bilinen bu davanın iddianamesinde; zamanın Kuvvet Komutanlarından oluşan askeri cuntaya bağlı, bir üst örgütün üyesi ve İstanbul bölgesi temsilcisi olarak, huzurunuzda bulunan sanıklar grubunu yöneten lider kişi diye gösterilmektedir. O kadar ki, bütün hukuk kurallarını inkar eden hasta ve fanatik bir mantığı yansıtan iddianamede müvekkilimiz; davada yer alan tanıdığı ve tanımadığı diğer sanıkların bütün fiil ve eylemlerini ya doğrudan ya da dolaylı olarak planlayan, icrasını emreden, sonucunu takip ve kontrol eden kimse, bir halk deyimiyle “Her taşın altından çıkan kişi” olarak tanıtılmaktadır. İddianamenin çelişik mantığı yukarıda özetlenen bu ana iddiada gizlidir. Nato’nun en büyük Askeri Güçlerinden birinde komuta eden çok değerli ve yetenekli üç Komutan, iddianamede 500.000 kişilik bir silahlı kuvvete 60 kişilik ihtiyat hazırlayan bir tutum içinde gösterilmektedirler. Esasında, bu gerçek saptandıktan sonra, soruşturmanın genişletilmesi için hiçbir istemde bulunmamak gerekir. Zira bu hal, bir bakıma abesle iştigal sayılabilir. Ne var ki, geride bıraktığımız iki buçuk yılı kapsayan bir hazin dönemde tarih, bir avuç sorumsuz sorumlunun 12 Mart’ta muhtıra alan gerçek suçlular yerine ikame suçlu yaratma çabalarına tanık olmuştur. Bu husus Türk Tarihi için bir nakise teşkil ettiği gibi, Devletimizin çok haklı takip ve cezalandırma hak ve görevinin gereği olan tasarruflarının meşruluğuna da gölge düşürecek netiliktedir. Bu nedenlerle, savunma makamı olarak, bazı gerçekleri tarih huzurunda açıklığa kavuşturmayı görevimiz saymaktayız. İddianame, müvekkilimizi ve diğer sanıkları tercim eden gücünü, sanıkların birbirleri hakkındaki itham ve atfı cürümlerinden aldığını, bunların maddi vakıalara da intibak ettiğini açıklamaktadır. Kanımızca davanın çözümü iddianamenin bu ifadesine bağlı bulunmaktadır. İddianame, sanıkların atfı cürümlerinin maddi vakıalarla da dasteklendiği görüşündedir. Oysa ne okunan belgeler, ne dinlenen kamu tanıkları ve ne de huzurda verilen sorgular, sanıkların müvekkilimizin liderliğinde 146. maddenin ihlâline yönelik bir örgüt oluşturdukları iddiasını desteklememiştir. Aksine, telâkki olunan tüm deliller, atfı cürümlerin ve bundan esinlenen iddianamenin karşısında yer almıştır. Bunların hangisi doğru olabilir sorusuna sayın mahkemeyi inandırıcı bir cevap bulabilmek ve atfı cürümleri taşıyan güya emniyet ifadelerinin gerek şekil ve gerekse muhtevaları bakımından hukuken geçerli belge olmak niteliğinden yoksun olduğunu saptayabilmek amacıyla, bulunabilen ve düşünülebilen yüzlercesi arasından seçilen birkaç örnek yönünde soruşturmanın derinleştirilmesini talep etmek zorununda bulunmaktayız. İstemlerimiz: 1- Dosya 2. Klasör, Dizi 314, 315, 316, 317, 318, 321, 322, 323, 324, 325 te bulunan belgeler, müvekkilimizle beraber en az diğer beş sanığın İstanbul Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltına alınıp, sorgulandıklarını kesinlikle saptamış bulunmaktadır. Gerçekten, müvekkilimiz Talat Turhan’da duruşma tutanağı sahife 19, satır 9 ve devamında özetlenen 8 Haziran 1974 tarihli dilekçesi ile Erenköy’deki bir köşkte gözaltında bulundurulduğunu, burada kendisine cebar ve işkence yapılarak, işlemediği suç ve fiilere ait ifade tanzim ettirilip, imzalatıldığını beyan etmiş; bu köşkün kapatıldığı 3. katına ait bir de taslak plan sunmuştur. Eski İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Emekli Orgeneral Faik Türün’de Hürriyet gazetesinin 8, 9, 13 Şubat 1974 tarihli nüshalarında yer alan beyanatlarıyla müvekkilimizin iddialarını ve Erenköy’deki köşkü doğrulamış bulunmaktadır. Ayrıca çok daha önemli bir husus olarak burada sorgulama yapanların, müvekkilimize ait tutanağı imzalamış olan emniyet mensuplarından başka şahıslar olduğu da sayın komutan beyanlarından anlaşılmaktadır. İşkence, uygulayıcılar yönünden dava ile ilgili olmayan ayrı bir suç konusu olsa bile, netileceleriyle görülen davaya ait bir kısım belge ve tutanakların muhtevalarını etkilemişse; sadece bu yönden incelenmesi ve subutu halinde bahsi geçen tutanaklara itibar edilmemesi gerekir. İşte müvekkilimizin bu doğrultudaki iddialarının gerçekliğini saptamak amacıyla: a- Erenköy’deki köşkte tatbikat yapılarak, bu köşk taksimatının müvekkilimizin 8 Haziran 1974 tarihli dilekçesini eki olan planla karşılaştırılmasını, b- Müvekkilimizin İstanbul Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltında tutulduğunu bilen Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın tanık olarak dinlenmesini, 2- Müvekkilimizin işkence gördüğü yolundaki duruşma tutanağında yer alan beyanlarına karşı, Sıkıyönetim Komutanlığının 11 Haziran 1973 gün ve Ad. Müş. 3810-105 Sayılı yazıları eki olarak mahkemeye gönderilen 20 Eylül 1972 tarihli rapor suretinde vücudunda darp ve işkence arazına tesadüf edilmediği belirtilmiştir. Askeri Savcı 12 Haziran 1973 günlü oturumda (tutanak sayfa 22) bu raporun müveklimizin avukatlarının Komutanlığa yaptığı müracaat muktezası olarak tanzim olunduğuna işaret etmiştir. Oysa müvekkilimiz, bu tarihte başka bir rahatsızlık nedeniyle viziteye çıktığını, bahse konu amaçla muayene edilmediğini, raporun sonradan vizite tarihine uydurularak ve bu tarihten faydalanılarak tanzim edildiğini ileri sürmektedir. Müvekkilimiz bu yoldaki beyanlarının gerçeklik derecesinin saptanması için: a- Rapor aslının, b- Tutuk Evi vizite defterinin, c- Müvekkilimizin muayenesi için Sıkıyönetim Komutanlığından Tutuk Evi Müdürlüğüne yazılan emrin ve emir gereğinin yerine getirildiğine dair Tutuk Evi müdürlüğünden Sıkıyönetim Komutanlığına yazılan yazının, celplerini, 3- İddianamenin 7. sayfasının başında yer alan ve buraya da Fevzi Özkaya ifadesinden aktarıldığı anlaşılan bir üst örgüt iddiası mevcuttur. Müvekkilimiz bunu sorgusunda reddetmiştir. Müvekkilimizin beyanlarının gerçekliğini ya da emniyet ifadelerinin gerçekle ilgisinin bulunmadığını tespit amacıyla, burada isimleri geçenlerden: a- Cemal Madanoğlu, b- Osman Köksal, c- Mucip Ataklı, d- Ekrem Acuner’in tanık olarak dinlenilmelerini, 4- Fevzi Özkaya ifadesinde (176/8) ve iddianame (sayfa 32, satır 3 vd) 1969 yılında Yenikapı’da Maran Restoran’da ihtilali amaçlayan toplantılar yapıldığı iddiası yer almış bulunmaktadır. Müvekkilimiz sorgusunda 22.5.1971 tarihinde açıldığını, ayrıca Maran Restoran’ın altındaki yerde eskiden mevcut olan Yalıspor kulübünün yalnız üyelerininin kabul edildiği bir yer oluşu nedeniyle buralarda toplantı yapmanın mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Bu durumun ilgili yerlerden sorularak tespitini. 5- Müvekkilimizin Taksim soygunu ile ilişkisinin iddianamenin muhtelif sayfalardaki anlatımı da farklılık arz etmekte ve birbiriyle çelişki halinde bulunmaktadır. İddianamenin 10. sayfasında son üç satırda müvekkilimizin soygun olayında, İrfan Solmazer’in tahliyesinden, yani soygun olayından çok sonra; 11. ve 57. sayfalarda ise soygundan önce haberdar olduğundan bahis edilmektedir. Gene 57. ve müteakip sayfalarda yer alan iddiaya nazaran soygun, 12 Mart muhtırasının verilişinden sonra planlanmış ve 18 Mart-20 Mart 1971 tarihleri arasında Ankara’da bulunduğunu zaman ve mekan ve şahıs tasrih ederek açıklamış bulunuyor. Kendisinin bu açıklamalarını Fakih Özfakih, Orhan Kabibay ve Celil Gürkan doğrulamışlardır. Sorgunun 70. sayfasında yer alan diğer günlere ait iddialarının da gerçekliğini saptamak üzere: a- Sadi Koçaş, 11 Mart 1971 b- Nihat erim, 18 Mart 1971 c- İlhami Sancar, 18 Mart 1971 d- Ali İhsan Göğüş18 Mart 1971 e- Kemal Satır’ın 18 Mart 1971 günlerinde beraber bulundukları konusunda tanık olarak dinlenilmelerini, 6- İrfan Solmazer ile 1972 başlarında bir duruşma günü beraber olduğuna dair iddiayı cerh eden beyanının doğruluğunu tesbit için: a- 1972 yılı Şubat ayında hesabına çalıştığı Turan Turizm Şirketi adına devamlı olarak Ankara’da Bulvar Palas otelinde kaldığının gerek bu otelden ve gerekse Turan Turizm Şirketinden sorularak saptanılmasını, b- İrfan Solmazer’in ise 20.12.1971-11.2.1972 tarihleri arasında tutuklu bulunup bulunmadığını tespitini, c- Diğer iddialara ilişkin olarak verdiği beyanlardaki gerçekliği ortaya çı-karmak üzere 14 Ağustos 1971-14 Mart 1972 tarihleri arasında Turen Turizm Şirketinde çalışıp çalışmadığının bahsi geçen şirketten sorulmasını, 7- İddianamenin 13. sayfa son paragrafında yer alan ve buraya Fevzi Özkaya ifadesinden (176-13, 14, 15) aktarılan, 1971 yılı başlarında Fevzi Özkaya’nın Hasan Yalçınkaya emrine verilmesiyle sonuçlanan bir toplantı iddiası bulunmaktadır. Bu iddianın ne derece gerçek olduğunun belirlenmesi maksadıyla, Hasan Yalçınkaya’nın Aralık 1970-Mart 1970 tarihleri arasında nerede bulunduğunun Isparta’daki tümenden sorulmasını, 8- Fevzi Özkaya’nın 176/10 ifadesinde yer alan beyan gerçekdışıdır. Ayrıca müvekkilimiz M. Talat Turhan bir Milli Birlik Komitesi üyesi ile müştereken Hürriyet gazetesine yazı da yazmamış bulunmaktadır. Bu hususun tespiti için ifade de adı geçen Hakkı Aykut’un tanık olarak dinlenmesini, 9- Rafet Kaplangı’nın Mahmut Dondurmacı ile Talat Turhan’a telefon bağı kurmasında, Talat Turhan’ın faydalandığı telefonun sahibi bulunan Gül Recepoğlu’nun tanık olarak dinlenilmesini, 10- Rafet Kaplangı sorgusunda, İrfan Solmazer’in tahliyesini temin için Talat Turhan’ın gösterdiği doğrultuda ifade verdikten sonra, Talat Turhan’ın bir daha kensini ziyaret etmediğini ileri sürmüştür. Bu beyan gerçekte bağdaşmamaktadır. Bu iddianın aksı varittir. Bu maksatla Maltepe Askeri Ceza ve Tutuk Evi ziyaret defterinin celp edilerek (17.8.1971-29.11.1971) tarihleri arasında Talat Turhan’a ait ziyaretlerin saptanmasını, 11- Hasan Yalçınkaya’ya ait ek iddianamede, Talat Turhan’ın Memduh Eren’le örgütsel amaçlar için tanıştırdığı iddiası yer almıştır. Gerçekte bu tanıştırma müvekkilimizin sorgusunda belirttiği gibi Hasan Yalçınkaya’nın kardeşi Ali Yalçınkaya’nın eşinin tedavisi için öngörülmüştür. Bu konuda Ali Yalçınkaya’nın tanık olarak dinelenilmesini ve kendisinden tedavi müessesinin öğrenilerek buradan eşine ait belge ve kayıtların istenmesini, Bilvekâle saygı ile arz ve talep eyleriz. Avukat Gülçin Çaylıgil, Avukat Ziya Nur Erün, Avukat Hidayet Ilgar Notlar: 1- Bu dilekçe 11 Haziran 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı Sahife 549’a bakınız. Ek 52 Askeri Savcının Soruşturmanın Genişletilmesi için Mütalaasına Verilen Yanıt İstanbul, 19 Temmuz 1974 1. Ordu Komutanlığı Nezdinde 3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına, Soruşturmanın genişletilmesi istemlerimiz hakkında Askeri Savcı mütalaasına karşı diyeceklerimi 28 Haziran 1974 günkü duruşmada beyan ettiğim gibi yazılı olarak takdim ediyorum. 1- Örgüt üst kademesinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan’ın dahil bulunmadığı hususundaki Askeri Savcı beyanlarını (Du. Tu. Sh. 551) günün politik ortamı içinde bir geriye dönüş olarak nitelemekteyiz. a- Gerçekte yapılması tasarlanan provakasyonlar içinde bu kişiler de muhtemel birer sanık adayı olarak gösterilmişlerdir. b- Nitekim; Hasan Yalçınkaya ile ilgili ek iddianamenin 1. ve 2. sahifelerinde Sayın Faruk Gürler’in ismi ile birlikte diğer “üst kademedeki komutanların cuntaya mensubiyetleri” iddia adilmektedir. Bu iddianamenin kaynaklandığı Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinin 3-4 ve 5. sahiflerinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan cunta mensupları olarak ismen belirttirilmişlerdir. Ancak Sayın Savcı ek iddianamenin hazırlandığı dönemdeki politik konjüktür içerisinde bu kişilerin isimlerini iddianameye münferiden aktarmayıp “üst kademedeki komutanlar” deyimi ile iktifa etmiştir. c- Savcının yukarda izah edilen nedenlerle, münferiden isim saymaması soruşturmanın genişletilmesi ile ilgili taleplerimize karşı verdiği mütalaasında, taleplerimizin reddini isterken öne sürdüğü Faruk Gürler’den başka bir ismin dosyada yer almadığını mütalaasına mesnet yapmak isteyişi savcılık makamının başından beri göstermiş olduğu çelişkilerin tipik bir örneğidir. d- Kaldı ki; bu konudaki ayrıntılı eleştirimizi 5 Nisan 1974 tarihli dosyamızın 1235. sahifelerinde ayrınlıları ile yapmış bulunuyoruz. 2- a- Sayın Askeri Savcı mütalaasında yeni iddilara serdetmek gereğini duymuştur. O da mealen “Bomba davası örgütü ile Madanoğlu davası sanıklarının aynı örgütün uzantıları” olduklarıdır. (Du. Tu. Sh. 554) b- Oysa yakın tarih sahnesinde adı geçen kişilerle benim bir zamanlar dahil olduğum “Silahlı Kuvvetler Birliği” arasındaki sürtüşmeler bugünden birçok anı kitaplarına yansımış bulunmaktadır. Savcının bunları okumadan yeni iddialar serdetmesini kendi açısında talihsizlik sayıyoruz. c- Politik niteliği ağır basan ve çeşitli art niyetleri bünyesinde taşıyan her iki davada da iddia makamını işgal eden kişinin, tam bizim mukabil delillerimizi huzura getireceğimiz bir dönemde bu iddiayı ortaya atması, bizim yasalardan doğan haklarımızı kullanmamızı engellemek amacına yöneliktir. d- Eğer her iki dava arasında iddia edildiği gibi şahıs ve fiil birliği varsa, davalar arasında irtibat mevcuttur. Her iki dosyayı da görevi gereği bilmek zorunda olan Sayın Savcının daha önce davaların birleştirilmesi talebinde bulunması gerekmez miydi? e- Gerçekte davalar arasında irtibat provokasyon karargahı olan Kontr-Gerilla’da kurulmak istenmiştir. Bu konudaki görüşlerimizi 5 Nisan 1974 tarihinde Yüksek Mahkemenize sunduğum dosya (Bölüm III, Ek-9) da belirtmiş bulunuyoruz. Bugün Askeri Savcının bizim görüşümüzü desteklemesini de kendi adına talihsizlik sayıyoruz. 3- a- Fevzi Özkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde; benim patlama işleri için kendisini Hasan Yalçınkaya’nın emrine verdiğime dair bir atfı cürüm vardır. Bu ifadenin tarihi Mayıs 1972 dir. Bir sene bu atfı cürüm nazarı itibara alınmamış ve Hasan Yalçınkaya gö-zaltına alınmamıştır. b- Fakat 6 Mayıs 1973 tarihli Tercüman gazetesinin 1. ve 7. sahifelerinde bir haberin yer aldığını görüyoruz. “Dinamit temini Askeri Savcı patlamalarda kullanılan dinamitin çoğunluğunun sonradan emekliye ayrılan Levazım Albay Hasan Yalçınkaya tarafından örgüte temin edildiğini de bilirtmiştir.” c- Oysa böyle bir iddia Askeri Savcı tarafından serdedilmiş değildir. Fakat 18 Mayıs 1973 tarihli Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde böyle bir suçun yaratılmış olduğunu görüyoruz. d- Herhalde adalet tarihi yazarları Askeri Savcı Tercüman gazetesi-Kontr-Gerilla triosunun irtibatını ortaya koyarken bu somut örneğe de yer vereceklerdir. e- Uydurulan bu dinamit senaryosu Hasan Yalçınkaya’dan-Numan Esin’e aktarılmış ve ben devreye dahil edilmişimdir. f- Bu konuda Yüksek Mahkemeye sunduğum 6 Aralık 1973 tarihli dilekçemde gerekli açıklamayı yapmış bulunuyorum. g- Sayın Savcı iddiasını ispat için maddi delillerden yoksundur. Kamu tanıklarının beyanlarına itibar etmediğini duruşmalarda pek çok defa ifade etmiştir. Halbuki bu beyanların değerini takdir mahkemeye aittir. Kaldı ki Sayın Savcı mesnetsiz birtakım iddialarda bulunduktan sonra, bunları cerh edici mahiyetteki delillerimizin mahkeme önüne getirilmesine tahammül edememektedir. h- Bilfarz sahnelenen ikinci dinamit alışverişi esnasında ben Kontr-Gerilla örgütünde gözaltındaydım. Bunun aksini kim, ne şekilde iddia edebilir? i- Ceza yargılamasında iddia ve müdafaa birbirini tamamlayan bir bütündür. Müdafaamızın dayanağını teşkil edecek olan delilerimizin gereksiz ve fuzulu addedilmesi adeta karara gidilirken sadece iddia ile bağlı kalınması gibi tasvip edilemiyecek bir hukuki hendikaptır. 4- Rapor Sahteliği: a- 6 Mayıs 1974 günkü duruşmada bu konudaki istem ve iddialarımı içeren bir dilekçeyi Yüksek Mahkemenize sunmak istedim. Daha sonra verilmesini uygun gördünüz. Mahkemenizi işgal etmemek için 11 Haziran 1974 tarihli Sayın müdafilerimin bu konudaki soruşturmanın genişletilmesi talepleri ile yetinmeyi düşünmüştüm. b- Savcılık mütalaasında, bize tutarsız gelen görüşleri dinledikten sonra, mahkemenizin bu konudaki kararına rağmen bu dilekçemi tarihi bir belge olarak ekte sunmak gereğini duydum. (Ek-1) c- Bu konudaki ısrarımın nedeni; idarenin hakkımdaki subjektif menfi niyetinin saptanması yanında, yeteneksiz, bilgisiz, zavallı kişilerin ellerine bir yetki geçirdiklerinde, hiyerarşinin verdiği gücü de azamî ölçüde istismar ederek, görevlerini kanun çerçevesi içinde yapan örgüt ve kişileri kendi emellerine kolayca hizmet ettirebildiklerinin saptanması ve bunun sonucunda bir düzenin icraatının sergilenmesi ve belgelenmesidir. d- Çünkü şahsıma karşı oyunlarını sahte rapor düzenleyerek de devam ettirenler, aynı zamanda idarenin her katını Gizli Örgütleri olan Kontr-Gerilla’yı kullanarak bu davayı şahsım üzerine monte eden kişilerdir. 5- Taksim Soygunu Olayı: a- Duruşma tutanakları sahife 555’te Askeri Savcı eski iddialarını unutur görünerek yeni iddialar ortaya atmışıtr. Onu da cerh edecek en uygun kaynak iddianame olsa gerektir. b- İddianame sahife 9’da yer alan bu konuya ilişkin iddia, aynı sahifede yer alan bir başka iddia ile kendiğinden kakzedilmiştir. (Sahife 9 sondan 5. satıra bakınız) c- Yargılamanın bugüne kadarki safhasında da iddiayı doğrulayacak KontrGerillaa ifadesi dışında yeni bir kanıt getirilmiş değildir. d- İddianamenin buna ait bölümünde (Sahife 14) diğer bölümlerle çelişmeye düşülmemesi için sadece 12 Mart toplantısında A. Çakmak- R. Kaplancı- F. Özkaya tanıştırılmasından söz edilmiştir. Buna karşılık iddianame sahife 33, 34, 57 de “12 Mart’tan hemen sonra,” Sahife 63’te ise “1971 yılı son aylarında” denilmektedir. Bütün bu iddiların tek kaynağı dosya 176/16-18’deki ifadedir. e- İddianamenin bana ait bölümünde meşkuk geçilen bu konu, Sahife 33, 34, 57 ve 63’te benim evimde yapıldığı iddia edilen 12 Mart toplantısı ile Taksim Soygunu olayına bağlanmıştır. Savcının Du. Tu. Sh. 555’teki beyanları ile iddianame çelişmektedir. f- Askeri Savcının Du. Tu. Sh. 555’teki yarım kartla ilgili beyanları, iddianame sahife 11 ve 12’deki iddialarla çelişmektedir. Ve şunu da ifade edeyim ki, bu konudaki yeni beyanlar lehimdedir. Buna rağmen eleştiriyorum. g- Yarım kart iddiası, 84 sanıklı davanın kararına aykırıdır. Bunun yanında bu konudaki Yargıtay kararı ile de Askeri Savcı çelişkiye düşmektedir. İddianame Sahife 11’de yarım kartı Kaplangı’dan alıp Solmazer’e intikal ettirdiğim iddia edildiğine ve kartı aldığım ve verdiğim iddia edilen kişiler beraat ettiğine göre bana bu konuda suç izafe etmek ceza hukukundaki illiyet prensibinden vazgeçmek olacaktır. h- Bu konuda Du. Tu. Sh. 66, 73’te ve 5 Nisan 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyanın (Bölüm III) 84-92 ve 107-113. Sahifelerinde ve Ek-7’de ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Sonuç: Yargılamanın bugüne kadarki seyri boyunca konunun aydınlığa kavuşturulması için müteaddit dilekçeler vermiş bulunuyorum. Özellikle 5 Şubat 1974 tarihli 169 Sahifelik dosya (Bölüm I ve II), 5 Nisan 1974 tarihli 213 Sahifelik dosya (Bölüm III) ve 6 Mayıs 1974 tarihli 11 Sahifelik dosya (Bölüm V) da soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunurken ayrıntılı açıklamalar yapmak gereğini duymamın nedeni, Askeri Savcıya, Çizmeci’in hatalarının miraşçısı olmamak olanağını bahşetmekti. Fakat mütalaasından açıkça anlaşıldığı üzere bunları okumamıştır. Eğer okumuş olsaydı oradaki beyanlarıma mütalaasında yer verirdi. Bundan çıkarılacak tek sonuç onun da Çizmeci’niin hatalı tutumunda ısrar etmekte kararlı olduğudur. Umut ederiz ki, Esas hakkındaki mütalaasında önerilerimizi değerlendirirken reddi mirasta bulunur ve bir hukukçuya yakışacak şekilde davranır. Saygılarımla. M. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe, 18 Temmuz 1974 günkü duruşmada, mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma Tutanağı Sahife 562-563’e bakınız. Ek 53 Duruşmadaki Beyanlarımın Doğruluğunu Saptayan Belgeler Hakkında İstanbul, 5 Eylül 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Duruşmadaki beyanlarımın doğruluğunu saptayan belgeler hakkındadır. Konunun incelenmesi: 1. Memduh Eren’le ilişki: a- Askeri Savcı, Memduh Eren’le ilişkime örgütsel nitelik kazandırmak için özel bir çaba harcamıştır. b- Oysa, (Du. Tu. Sh. 33)’teki benim beyanlarım ve benden sonra sorgusu yapılan Memduh Eren (Du. Tu. Sh. 95) ve Nuri Yazıcı (Du. Tu. Sh. 203)’nın beni teyit ettikleri beyanlarında da açıkça görüleceği gibi, Memduh Eren’le tanışmam, hasta olan yengemi tedavi amacıyla kendisine götürmem nedeniyle olmuştur. c- Benim ve dolayısıyla Memduh Eren ve Nuri Yazıcı’nın bu konuya ilişkin beyanlarının doğruluğunu saptamak için, 3.2.1968 tarihli Memduh Eren’e ait reçeteyi (Ek-1)’de ve tedavinin devamını kanıtlayan 26.2.1968 ve 6.4.1968 tarihli reçeteleri (Ek-2) ve (Ek-3)’te sunuyorum. d- Reçetede adı geçen Zehra Şerifoğlu, Amcam Şevket Şerifoğlu’nun eşi olup, (Üsküdar, Fıstıkağacı, Devrim Apartmanının 17 No.lu dairesinde) ikamet etmektedir. Yüksek Mahkemeniz, bu kişinin yengem olduğunu tevsike gerek görürse, gayet tabii olarak gereğine tevessüh eder. 2- Nuri Yazıcı’yla ilişki: a- Askeri Savcı, Nuri Yazıcı ile olan ilişkime de örgütsel bir nitelik vermek çabasına düşmüştür. b- Oysa, (Du. Tu. Sh. 39 ve 74)’te yer alan benim beyanlarım ve benden sonra sorguları yapılan Memduh Eren (Du. Tu. Sh. 98) ve Nuri Yazıcı (Du. Tu. Sh. 203 ve 204’teki beni teyit eden beyanlarında da açıkça görüleceği gibi, Nuri Yazıcı ile olan ilişkim, bir akrabamın bir davası nedeniyle avukat tutulmasına yardımcı olmam nedeniyle başlamış ve bu davaya müstağni kalması nedeniyle de esasen sınırlı olan ilişkimiz. Bir daha düzelmemek üzere bozulmuştur. Nuri Yazıcı, daha hücredeyken vermiş olduğu bir dilekçede (Dosya sıra No. 450) bu hususu itiraf etmektedir. c- Bu hususu tevsik etmek için, 16 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye bir dilekçe vermek istedim. Yüksek Mahkemenizce dilekçem o tarihte alınmayarak, duruşmanın bu evresinde vermem önerisinde bulunuldu. Bu öneriye dayanarak adı geçen dilekçemin bir suretini ve bu surete ekli olan Esat Efendigil’in tarafıma verdiği Genel Vekaletnameyi (Ek-4)’te sunuyorum. d- Nuri Yazıcı’ya davasının verilmesine aracı olduğum akrabam, dayımın oğlu olup, (Elazığ, İstasyon Caddesi No: 50’de) ikamet etmekte ve (Elazığ, Yakup Şevki Caddesi No:5/C de) otomobil parçası ticareti yapmakta olan Esat Efendigil’dir. e- Nuri Yazıcı ile aramdaki ihtilaf, Atamer Erol’un emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde de görülmektedir. Bundan başka (Ek-4)’teki dilekçemde görüldüğü üzere, dava sahibi Esat Efendigil ve o tarihte Üsküdar Savcı Muavini olan sayın Tevfik Barut, Yüksek Mahkemeniz gerek görürse bu kişileri de dinleyebilir. (Sayın Tevfik Barut, halen Sandıklı Cumhuriyet Savcısıdır.) f- Normal beşeri ilişkiler içerisinde ve ücreti vekaletini peşinen takdir hudutları içerisinde, normal rayiçten daha fazla alan, buna rağmen kendisine verilen davayla asla ilgilenmeyen bir kişiyle, örgütsel ilişki içinde gösterilmem, iddianameyi oluşturan sakat bir mantığın tipik bir örneği olarak görülmektedir. 3- Turhan Önalan’la ilişki: a- Askeri Savcı, Turhan Önalan’la olan sınırlı ilişkime de kendine özgü yöntemi içinde özel manalar vermekte yarar görmüştür. b- Oysa, Turhan Önalan’ın Dosya Sıra No: 52/7 Paragraf 5’teki emniyet i-fa----desinde ve benim Dosya Sıra No: 384 Paragraf 6’daki askeri savcılık ifa-dem-de açıkça görüleceği gibi, Turhan Önalan’la tanışmam kızım Feza Turhan’a ders vermesi için kendisini öğretmen olarak tutmam nedeniyle ol-muştur. c- Bu hususu sorgumda (Du. Tu. Sh. 41 ve 79) da ayrıntılarıyla açıklamış bulunuyorum. İfadelerimizin bu konuda birbirine uyması yanında, sorgudaki beyanlarım da Turhan Önalan’ın (Du. Tu. Sh. 226 ve 234) teki beyanlarıyla teyiden doğrulanmaktadır. d- Turhan Önalan’la ilişkimin iddia paralelinde olduğuna dair hiçbir sanığın veya tanığın emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde ve sorgularında herhangi bir beyana rastlamamaktayız. e- Turhan Önalan’la müştereken Kuzguncuk’ta ikamet etmekteyiz. Evlerimiz birbirine çok yakın olduğundan, kendisini kızım Feza Turhan’a ders vermek amacıyla o tarihte öğretmen olarak tutmuş bulunuyordum. Kızım Feza Tur-han Ek-5’te fotokopisini sunduğum karnesinde görüleceği üzere, 1971-1972 ders yılında ve Şubat 1972 ayı sonunda verilen birinci kanaat notunu belirleyen karnesinde Matematik’ten 4 ve Fen Bilgisinden 4 olmak üzere kırık notlar almıştı. Bu nedenle kendisine öğretmen tutmak gereğini duymuştuk. f- Bu karnenin alındığı tarihe kadar, kızım Feza Turhan’ın hiçbir dersten kırık not aldığını hatırlamıyorum. İlk defa olarak kırık not getirdiği için bu gerek duyulmuştur. Sorgumda da belirttiğim gibi, Turhan Önalan’ın bu amaçla öğretmen olarak tutulduğu tarih Mart 1972 dir. Esasen kendisiyle tanışmamız da bu tarihe rastlamış ve öğretmenlik ilişkisi bir iki kereye münhasır kalmıştır. Bilindiği gibi Turhan Önalan, Mayıs 1972 başında tutuklanmıştır. Böylece, tanışmadan tutuklanmaya kadar geçen çok kısa bir dönem içinde, yaş ve sosyal durumları birbirinden çok farklı iki kişi arasındaki beşeri ilişkiden örgütsel mana çıkartabilmek için, ya bir tertibin maşası olmak, ya da Nevzat Çizmeci mantığına sabip olmak gerekir. 4- Mahmut Dondurmacı ile ilişki: a- Askeri Savcının beşeri ilişkilerden örgütsel ilişkiler çıkartmak yöntemi içinde benimle ilişkili gösterdiği bir kişi de Mahmut Dondurmacı’dır. b- Bu kişi ile olan ilişkimi (Du. Tu. Sh. 42) de belirtmiş bulunuyorum. Benden sonra sorgu veren Mahmut Dondurmacı da, kendisiyle olan beşeri ilişkimin mahiyetini benim beyanlarım doğrultusunda açıklamıştır. (Du. Tu. Sh. 390) c- Sorgumda da belirttiğim üzere, Mahmut Dondurmacı ile ilişkim, Birinci Ordu Saymanlığından, kızım Feza Turhan’ın Ortodonti tedavisi nedeniyle namıma tahakkuk eden paraların alınması için mutemet tayin etmem nedeniyle devam etmiştir. Çünkü: Kızım Feza Turhan’ın bu tedavisi senelerce sürmüş ve dolayısıyla Mahmut Dondurmacı’nın mutemetliği de bu süre içinde devam etmiştir. d- Bu hususa ait belgeler Ek-6’da ve 8 belge halinde ilişikte sunulmuştur. e- Bu belgelerin bazıları asılları olup, bir kısmı da tasdiksiz suretler halindedir. Mahkemeniz gerek görürse, belgelerin asıllarını celbederek, beyanlarımızın doğruluğunu saptayabilir. f- Eğer iddia edildiği gibi, Mahmut Doğramacı ile örgütsel ilişki içinde bulunsaydım, onu mutemet tayin etmemin ve bu suretle ilişki içinde bulunduğmun belgelenmesini akıllı dahi izah mümkün olmazdı. Kaldı ki Ceza Hukukunda örgütsel ilişkiler bilimsel bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. İki kişinin işkence altında birbirlerine atmak zorunda kaldıkları atfı cürümlerden örgütsel ilişki anlamı çıkaran Askeri Savcı Nevzat Çizemeci’nin mesleki yetenekleri hakkında ciddi şüpheler taşımaktayız. Bu yeteneksizliği tespitle görevli mercilerin onu görevlere atamış olduklarını görmekle de ibret, hayret ve dehşetle ürperiyoruz. 5- Osman Deniz’le ilişki: a- Osman Deniz ifadeleri ve sorgusunun, ne ölçüde gerçeği yansıttığını, 6 Mayıs 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyada (Bölüm V, Ek-3) 8 sanık ve 3 tanık beyanına dayanarak eleştirmiş bulunuyorum. (Osman Deniz atfıf cürümlerinin bu 11 kişi dışında benimli ilgili tanık ve sanığı da yoktur.) b- Bu kişinin sorgusu ile teyit edilen, emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde, 12 Mart’tan hemen sonra, çalıştığım iş yerine geldiğini ve 12 Mart’a ilişkin olaylar hakkında, Hürriyet gazetesinde çıkan yazı üzerine kendisiyle tar-tış-tığımızı ve bu tartışma sonucunda, benim olayları çok yakından bilmem ne-deniyle, olayların içinde olduğum kanaatına vardığına dair (mealen) bir atfı cürmü bulunmaktadır. Gerçekte ipe kadar giden hukuki bir deneyden geçen bir kişinin, kanaat serdederek bir kişiyi suçlayamayacağını bilmesi gerekirdi. Fa-kat o, art hesapları içerisinde, Askeri Savcılık ifadesinin sonunda, kendisine muhbirlik sıfatını dahi yakıştıracak bir seviyeye düşmüş bulunmaktadır. Muh-birlik dışında hukuk literatüründe bir de müfterilik sıfatı vardır. Kişilerin bu sıfatını da tarih önünde saptamak Yüksek Mahkemenize düşen bir görevdir. c- Osman Deniz’in sorgusunu, duruşmanın ileri safhalarını beklediğim için, başlangıçta kısaca cevaplandırdım. (Du. Tu. Sh. 360) Duruşmanın ilerdeki safhaları, gerçekte tamamen beni doğrular şekilde ve maalesef onu yalanlar tarzda bir gelişme gösterdi. (6 Mayıs 1974 tarihli dosyanın Ek-3’üne bakınız.) d- Osman Deniz sorgusuna karşı beyanlarıma karşılık vermemiştir. Yalnız (Du. Tu. Sh. 362)’de yer alan ve kendisini Yüksek Mahkemeye karşı angaje eden aşağıdaki beyanlarına rastgelmekteyiz: “Esasen kısa sorgumda bu konularda tensibinize sunacağım tevzii tahkikat taleplerimiz de olacağını arzetmiştim.”demekle yetinmiştir. e- Bilindiği üzere, mahkemeniz tevsii tahkikat için gerekli mehilivermiştir. Bu mehil içinde, ne Osman Deniz’in, ne de müdafiinin bu konuda herhangi bir talepleri olmamıştır. f- Aksine, onun angaje olmasına rağmen, ben, Osman Deniz’le olan ilişkilerimin, daha da aydınlığa kavuşmasını sağlamak amacıyla birtakım taleplerde bulundum. g- (1) Yukarda da belirttiğim gibi, Osman Deniz sorgusuyla da teyet ettiği emniyet ve Askeri Savcılık ifadelerinde, 12 Mart’tan sonra çalıştığım işlerine gelerek, 12 Mart’a ilişkin olayları Hürriyet gazetesi neşriyatı üzerine görüştüğümüzden söz etmektedir. (2) Yüksek Mahkeme, tevsii tahkikat talepleri hakkında aldığı bir karar göre de benim işe başladığım tarihi saptayacaktır. Bu tarih, 12 Mart’tan tam beş ay sonradır. Gene, Osman Deniz’in beyanlarına göre bu konuda konuşmak üzere işyerime işe başladıktan iki ay sonra geldiğinden sözedilmektedir. 17 Mart 1971 tarihli Hürriyet gazetesinde çıkan ve 1. ve 9. sayfalarda yer alan (olayların hikayesi) adlı ve Yılmaz çetiner tarafından yazılmış olaylar üzerine konuşulduğundan söz edildiğine göre, aradan 6-7 aylık bir süre geçmiş olmaktadır. 6-7 ay sonra aktüalitesini sürdüren bir gazete haberinin bulunacağından söz etmek gerçekle bağdaşmaz. Adı geçen Hürriyet gazetesi (Ek-7)’de sunuyorum. (3) Bu açık belge ve gerçek karşısında Osman Deniz’in iki şıktan birini tercih durumunda kalmış olmaktadır. Ya hafızası kendisini aldatmakta, ya da bilerek kasıtlı beyanda bulunmaktadır. 6- Toplantılar iddiaları ile ilgili belgeler: a- İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a yazılan mektup: (1) Sorgumda (Du. Tu. Sh. 50, 54, 55 ve 82)’de belirttiğim üzere, özellikle emekli edildikten sonra evim ve kendim devamlı olarak emniyet kuvvetleri tarafından kontral altında tutulmuştur. (2) Büyük sahtekârların, uluslararası şebekeler halinde iktidarlarını Mafia’laştırarak, kendilerine ve çevrelerine çıkarlar sağladığı bir dönemde, yurtseverlerin izlenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Fakat, bu izleme bir dönem geldi ilkel, bayağı bir şekle dönüştü ki, durumu zamanın İçişleri Bakanı Faruk Sükan’a 14 Eylül 1966’da bir mektupla bildirmek ve bu iğrenç takibin önlenmesi ricasında bulunmak zorunluluğunu duydum. (Adı geçen mektup ile bu mektubun merciine gittiğine dair belgelerin fotokopilerini Ek-8’de sunuyorum.) (3) Bu belgeden anlaşılacağı üzere, en azından 1966’dan bu yana ısrarla izlendiğini bilen bir kişi olarak, evimde örgütsel amaçlarla toplantı yapmam düşünülemez. Bunun içindir ki bu tip iddialarda bulunanları da ancak gaflet içinde bulunmakla nitelemekteyiz. b- 1968-1969 senelerindeki toplantı iddiaları: (1) Bu dönemde, Fıstıkağacı’ndaki evimde bir kısım Havacı Subaylarla toplandığım ve Maran Restoran’da, Nuri Yazıcı’nın evinde birtakım kişilerle toplandığımıza dair iddialara yer verilmiştir. (2) Dosya sıra numarası 176/1-26’daki ifadeden kaynaklanan bu iddiaların sanıkların dahi emniyet ifadelerinde karşılığı bulunmadığı ve hiçbir maddi kanıta dayanmadığına dair ayrıntılı eleştirimizi 5 Nisan 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyanın (Bölüm III) sayfa 7-12 ve (Ek-1, 2, 3)’ünde mahkemeye sunmuştuk. (3) Arzettiğim bu eleştiriler karşısında dahi iddialar gülünçleşmekte ve bu iddiaları serdeden kişi güç bir duruma düşmüş olmasına rağmen, gerçeğe olan saygımızdan ve Türkiye’de bir kısım sahtekârların yeniden tertip düzenlemesini önlemeye yararlı olur umuduyla, bu konuda da belge sunmayı uygun mütalaa ettim. (4) Oyla, (Ek-9)’da sunduğum evimin tamir ruhsatı ve (Ek-10)’daki tapu senedindeki kayıtlardan açıkça anlaşılacağı gibi; 25/7/1968 tarihinden, 1 Mayıs 1969 tarihine kadar evimin inşaatını fiilen yaptırmış bulunmaktayım. (Ek-9’daki belgede adı geçen Reşide Turhan annemdir.) (5) Bu dönemde, bütün gün hiçbir yere ayrılmaksızın inşaat yaptırdığıma dair sayısız tanıklar göstereceğim hususundaki sorgumdaki beyanlarım mahkemenizce gerekli görülmediğinden tanıkların celbi için bir karar alınmamıştır. Bunun yanında gene gerek görülürse bu dönemde Üsküdar, Fıstıkağacı, Devrim Apartmanı Daire 17’de oturduğumu da Kuzguncuk ve Fıstıkağacı muhtarlıklarından saptamak mümkündür. (6) Arzettiğim belgeler incelendiğinde ve gerek görülen bu konuya ilişkin tespitler yapıldığında, bu kadar yoğun bir çaba içinde olan bir kişinin, ilişkileri çok sınırlı olan başka kişilerle örgütsel çalışmalar içersinde bulunamayacağı açıkça anlaşılabilir. (7) Esasen bu tertibi hazırlayanlar ve bu tertibe dayanarak iddianame düzenlemeye cür’et eden kişiler ve bunların akıl hocaları, Türkiye’deki politik ortamın kendi iğrenç niyetleri doğrultusunda gelişmediğini gördüklerinde bir yandan meydanı boş bırakmayı kendi çıkarları açısından yeğlerken, bir yandan da çekildikleri inlerinde susmak yolunu seçmişlerdir. 7- Rafet Kaplangı’nın davası ile ilgilenme: a- Bu konuda sorgum esnasında Yüksek Mahkemenin bir sorusuna muhatap olmuş ve bu soruyu aşağıdaki şekilde cevaplandırmıştım. (Du. Tu. Sh. 79) “Soruldu: Rafet Kaplangı tutuklandıktan sonra aynı tutuklu koğuşunda beraber kaldığı bir kişinin tavsiyesi ile Kemal Kumkumoğlu isimli kimseyi vekil tutmak istedi. Delalet ettim, kabul etti. Daha sonra iki taraf ücret meselesinde anlaşamadılar ve Rafet Kaplangı başka bir avukat bulmamı istedir. Ben de bunun üzerine 1970 yılında Memduh Eren delaletiyle tanımış olduğum Salim Yavuz’u kendisine tavsiye ettim ve vekaletini aldı” dedi. “Soruldu: Rafet Kaplangı’nın durumuyla işin başından beri ilgiliydim kendisi bana devamlı olarak davasıyla ilgilenmemi bir yönden avukatının ciddiyetle davayı takibetmesini sağlamamı isterdi. Bu cümleden olarak işin başında Kemal Kumkumoğlu’nun avukatlığı sırasında dahi iddianame üzerinde çalışmalarım olmuştur. Son safhada da yine bu maksatla Salim Yavuz’un yazıhanesinde birkaç gün dava konusu üzerinde çalışmalarım olmuştur” dedi. b- Yukardaki beyanlarıma karşı Rafet Kaplangı’nın adı geçen diğer kişlerin mukabil ve beni nakseden herhangi bir beyanları olmamıştır. c- Bu beyanlarımın doğruluğunu saptamak için, 84 sanıklı dava ile ilgilenmemi kanıtlayan, Avukat Sayın Kemal Kumkumoğlu’ndan aldığım el yazımla yazılmış ve 84 sanıklı dava iddianamesi üzerindeki çalışmalarımı içeren belgeleri (Ek11)’de sunuyorum. d- Sorgumda da belirtildiği gibi bu çalışma Rafet Kaplangı’nın arzusu üzerine ve avukatlarının dava ile yakından ilgilenmelerini sağlamak için bir arkadaşlık görevi olarak yapılmıştır. 8- Yüksek Mahkemenize sunduğum (Ek-1 ve Ek-11)’deki belgeler dışında, özellikle fikri yapımı keyfi, indi ve ilkel eleştirilere tabii tutarak ve bilimsel veriler dışında iddialar serdeden, Nevzat Çizmeci’yi cevaplandırmak için bir kısım belgeleri ayrıca sunacağım. Haddizatında Türk Silahlı Kuvvetlerinin safları arasında önemli görevler ifa etmiş ve devletin bütün sırlarına vakıf olmaya layık görülmüş bir kişiyi, bu derece çirkin olarak suçlayabilmek bildiğimiz hiçbir insani değer normlarıyla bağdaştırılamaz. Bir tertibe alet olarak beni sanık yapanlar, şerefli askerlik hayatımın bütün evrelerini sicil dosyamı celbederek görebilirlerdi. Fikri niteliğim hakkında, bu dosyadan daha emin bir kaynağın varlığını iddia etmek, bana çok onurlu sicil veren değerli komatanlara da bir anlamda hakaret anlamını taşır. Saygılarımla. M. Talat Turhan Notlar: 1- Bu dilekçe bir dosya halinde, 5 Eylül 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir. 2- Duruşma tutanağı Sahife 570, st. 5-7’de kayıtlıdır. 3- Ekli belgeler, dilekçelerin suretlerini içeren “Dilekçeler Dosyası”ndadır. Ek 54 Duruşma Tutanağı Düzeltme İstemi İstanbul, 5 Kasım 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: 15 Ekim 1974 tarihli duruşma tutanakları ile ilgili olarak “Duruşma Tutanağı” düzeltilmesi istemini kapsamaktadır. Konunun açıklanması: 1- Duruşma tutanağı Sahife 575, satır 41’de “Ve köprünün” diye başlayan cümlenin 44. satıra kadar olan bülümünün aşağıdaki şekilde ve duruşmadaki beyanlarım doğrultusunda düzeltilmesini talep ediyorum. a- (… ve köprü “ayaklarının 1972 Şubatında inşaatına başlanmış olması da nazarı dikkate alındığında, 1970 ve 1971 seneleri içine” olmayan bir şeyin tahribi için nasıl toplantı yapılabiliyor.) b- Ve bu cümleden sonra, Du. Tu. Sh. 575, Satır 43’e beyanlarımın doğru tesbiti açısından aşağıdaki ilavenin yapılmasını talep ediyorum. (Köprü provakasyonu için kimin evinde, kimlerin iştiraki ile hangi tarihlerde toplantılar düzenlendiğini ve bu iddianın hukuki durumunu, 5 Nisaan 1974 tarihinde mahkemeye sunduğum dosyanın 182 ve 184. sahifeleri ve bölüm III, Ek-8’deki çizelge ile eleştirmiş bulunuyorum. Bu çizelgedeki tarihlerle, köprü inşaatının bulunduğu safhalar karşılaştırıldığı takdirde provakasyon sırıtacaktır.) (Bizce, kişilerin suçlu olup olmadığnın saptanılmasından daha önemli olan, idarenin bir kısım fertler üzerinde provakasyon düzenleyecek kadar bozulmuş olduğunun saptanmasıdır. Çünkü böyle bir zihniyetle bir devleti yaşatmak mümkün değildir.) 2-a- Duruşma tutanağı sahife 576, Satır 34-35’teki “Söz konusu ifade tutanağı okundu, bunda Talat Turhan’ın evinden götürüldüğü konusunda beyanlarda bulunulmuş olduğu anlaşıldı.” Cümlesinin aşağıdaki şekilde düzeltilmesini Yüksek Mahkemeden talep ediyorum. “Söz konusu ifade tutanağı okundu, bunda Talat Turhan’ın Milli Emniyet tarafından götürüldüğü konusunda beyanlarda bulunulmuş olduğu anlaşıldı.” b- Bu istemin gerekçesi: (1) Gözaltına alınan bir kişinin evinden alınıp götürülmesi doğaldır. Doğal bir hususun saptanılması için tanık dinletilmesi söz konusu olmasa gerekir. (2) Esasen, alınan ifade tutanağının muhtevasından anlaşılacağı gibi, benim alınıp götürülmemden ziyade, Milli İstihbarat teşkilatı’nda ifade verdiğimin saptanılması için bu ifade mahkemeye sunulmuştur. (3) Bu ifade, Klasör II ve Dizi Sıra No: 314-315’te bulunan ve benim milli İstihbarat Teşkilatı’nda sorgulandığımı açıklayan resmi belgeyi de teyit ve doğrular nitelikte olduğu için amacının bu tarzda tutanağa geçmesi gerekir. (4) Askeri Savcıların bu gerçeği bile bile kabul etmemeleri karşısında, bi r sanığın gerçeğin ortaya çıkarılması çabasında bulunmasından daha doğal bir tutumu olamaz. 3- Duruşma tutanağı Sahife 576, Satır 39-40’taki “evvelce tespit edilen ifadelere biraz dikkat etselerdi anlarlardı.” Cümlesi aşağıdaki şekilde düzeltilmelidir. Çünkü: Duruşmadaki beyanlarım böyledir… Askeri Savcılar “Dava dosyasının, Klasör II ve Dizi Sıra No: 314 ve 315 Sayılı Milli Emniyet hizmetleri İstanbul Bölge Başkanlığının 1.7.1972 tarihli yazısını görmemezlikten gelmekte ısrar etmektedirler. Onları bu yanılgıdan kurtarmak için 5 Şubat 1974 tarihinde Yüksek Mahkemeye bir dosya sundum. Bu dosyanın da okunmadığı anlaşılıyor. Veya bu gerçek bile bile görmemezlikten geliniyor. Çünkü, o taktirde MİT veya KontrGerilla örgütünün aldığı ifadeler geçersiz hale gelecek, bu ifadelere dayalı iddianame hazırlayan Askeri Savcılar görevlerini kötüye kullanmaktan suçlu duruma düşeceklerdir.” Sonuç ve İstek: Yukarda arzettiğim şekilde duruşma tutanaklarının düzeltilmesini arzederim. Saygılarımla. M. Talat Turhan Ek 55 Askeri Savcıya Cevap İstanbul, 5 Kasım 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Sanık: M. Talat Turhan Konusu: Askeri Savcının 15 Ekim 1974 tarihli duruşmadaki beyanlarının, 353 Sayılı Yasanın 159. maddesi uyarınca cevaplandırılmasından ibarettir. İlgi: (a) 1 Eylül 1972 tarihinde, avukatlarım tarafından Askeri Savcılığa ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına verilen dilekçe. (b) 8 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye sunduğum dilekçe. (c) 12 Haziran 1973 tarihinde, mahkemeye sunduğum dilekçe. (d) 5 Şubat 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum dosya. (e) 5 Nisan 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum dosya. (f) 11 Haziran 1974 tarihinde, avukatlarım tarafından Yüksek Mahkemeye sunulan, soruşturmanın genişletilmesi talepleri hakkındaki dilekçe. (g) 18 Temmuz 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum Akeri Savcılığı cevaplayan dilekçe ve ekleri. (h) 18 Temmuz 1974 tarihinde, mahkemeye sunduğum Faik Türün’ün beyanatını eleştiren dosya. (i) Duruşma tutanaklarında yer alan, işkence ve işkenceciler hakkındaki beyanlarım. (Özellikle Du. Tu. Sh. 16, 26, 32’ye bakınız.) (j) Klasör II, Dizi Sıra No: 314 ve 315’te bulunan, Milli Emniyet Hizmetleri İstanbul Bölge Başkanı Turan Deniz’in tutuklanacak şahıslar kaydı ile Sıkıyönetim Komutanlığına gönderdiği 1.7.1972 tarihli zata mahsus yazısı. Konunun eleştirisi: 1- a- Askeri Savcı Süleyman Takkeci; 15 Ekim 1974 tarihli duruşmadaki mütalaasında, aynen şöyle söylemiştir: (Du. Tu. Sh. 577, Satır 42-47) “Sanık Talat Turhan ve Hidayet Ilgar tarafından tevdii edilen Faruk Ateşdağlı’nın noterce tespit edilen ifadesine belirtilen hususlar, delil niteliği değildir, zira sanıkların tespit edilen ifadeleri altındaki imzalardan kimin tarafından tespit edilmiş olduğu anlaşılmaktadır…” b- Bu mütalaanın özellikle altını çizdiğim kısmı beni fazlası ile ilgilendirmekte olduğundan, 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesi uyarınca cevaplandırıyorum. c- Akeri Savcının halâ, ifadelerin, altında imzası olan şahıslarca, yani polis memuru Orhan Özmen ve komiser H. İbrahim Tuncer tarafından alındığını iddia edebilmesi ibret verici bir olgudur. 2- a- Yasadışı gizli örgütler tarafından işkence ile sorgulandığımı içeren ve bu konunun tahkikini, İlgi (a) ve (j)’deki belgelerle ilgili ve yetkili kişilerden talep ettik. b- Yasadışı bir gizli örgütün varlığı ve bu örgütün işkenceyle ifade alması, bir kamu suçu olduğu halde, ne Askeri Savcılar, ne de diğer ilgili merciiler, bu konunun üzerine giderek bugüne kadar görevlerini ifa etmiş değillerdir. Çünkü: bütün dilekçelerim, Anayasa ve Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği ve Tebligat Kanununundaki amir hükümlere rağmen cevapsız bırakılmıştır. Oysa: İlgi (j)’deki MİT belgesi açıklıkla MİT’te sorgulandığımı göstermekte ve emniyette ifade verdiğimi beyan eden Askeri Savcıları doğrulamamaktadır. Çünkü, MİT İstanbul Bölgesi Daire Başkanı bu belgenin 4. maddesinde, (Klasör II, Dizi 315) içinde benim de bulunduğum birtakım kişelerin, “MİT Bürosuna sevkini” istemektedir. MİT’te sorgulandığımın bundan açık ve kesin bir kanıtı olamaz. Askeri Savcı Süleyman Takkeci, bu belgenin sahte olduğunu ispat etmeksizin, benim ifademin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde alındığını iddia edemez. Kaldı ki, THKP-C davasında emniyet ifadesi diye dosyaya konan ifadeler altındaki imzaların, sahiplerine ait olmadığı, yapılan bir grafolojik inceleme sonucu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bomba Davasında da, emniyet ifadeleri altındaki imzaların sahte olduğu ve grafolojik incelemeye tabii tutulması hakhakkında 2 sanık tarafından talepte bulunulmuş, fakat Askeri Savcı bu talepleri mutadı olduğu üzere görmemizlikten gelmiş olmalı ki, bu konuda mütalaa serdetmemiştir. d- 15 Ekim 1974 tarihinde Yüksek Mahkemeye sunduğum ve mahkemece kabul edilmeyen Sayın Faruk Ateşdağlı’nın ifadesi de, benim MİT’te sorgulandığımı açıklar mahiyette idi. 4- As. Savcı Süleyman Takkeci, bu gerçeği bile bile görmemezlikten gelmektedir. Çünkü o taktirde, bir gizli örgüt veya sorgulama hakkı olmayan MİT ve daha da fazlası illegal Kontr-Gerilla Örgütü tarafından alınmış ifadelere dayanarak, iddianame tanzim etmenin, ya da salt bizim davamız açısından tanzim edilmiş bir iddianameye yürekten sahip çıkmanın, maddi ve manevi suçlusu durumuna gelmiş olacaktır. 5- Halbuki, bir Askeri Savcı sırtını sıvazlayan kişilerin, kendisini yalnız bıraktığından geçenlerde dert yandı. Sayın Takkeci bu yalnızlığı henüz hissetmemiş olmalı ki, gerçeklere bile bile sırtını çevirmekte ısrarlı ve kararlı görülmektedir. 6- İfadem ve beni suçlayan ifadeler, MİT’in Erenköy’deki sorgulama bürosunu ele geçiren, yasadışı Kontr-Gerilla örgütünde hazırlanan bir tertip senaryoya göre alınmıştır. Bu yöndeki iddialarım ilgili ve sorumlu mercilerce incelenmemiştir. 7- Gerçek suçlular, idareyi kendi karanlık amaçlarına alet ederek, kullanmağa tevessül eden ve buna alet olan zavallılardır. Bu suçlulardan bugün suçlarının hesabı sorulmuyorsa da, yarın bu hesap mutlaka sorulacaktır. Yunanistan örneği, bunun en yakın ve somut kanıtı olarak halen sahnede durmaktadır. Sonuç: Askeri Savcıların ifadelerin emniyette alındığına ait beyanları gerçekdışıdır. Çünkü bu konudaki hiçbir talebimiz incelenmemiş, yaptığımız bütün müracaatlar cevapsız bırakılmıştır. Saygılarımla. M. Talat Turhan Ek 56 Ön Anayasa Taslağı Eleştirisi İstanbul, 5 Kasım 1974 1. Ordu Komutanlığı 3 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Başkanlığına, Dosya No: Sanık: Konusu: 1973/89 M. Talat Turhan. “Ön Anayasa” iddiasının eleştirisi. İlgi: (a) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/33 ve 3 Nisan 1973 tarihli iddianamesi, (b) 13 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389) (c) 7 Aralık 1973 tarihinde mahkemeye sunduğum, 3 sahifelik dilekçe, (Du. Tu. Sh. 389) (d) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı 1973/5, 1973/79, 1973/33 ve 7.6.1973 tarihli Ek İddianamesi, (f) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İd. No: 1973/47 ve 22 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi, (g) İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığının; Sayı: 1973/5, Esas No: 1973/79, İddia No: 1973/53 ve 25 Mayıs 1973 tarihli Ek İddianamesi. Konunun eleştirisi: 1- a- İlgi(a)’daki iddianamme’nin 14. sahifesinde, “Ön Anayasa Taslağı’nın hazırlanması çalışmalarından uzak kalmamakla” suçlanmaktayım. b- 15 Ekim 1974 günkü duruşmada okunan, Emin Değer’in ifadesi ile bu konu benim açımdan tam bir açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Nitekim bu ifadenin okunmasından sonra söz alarak (Du. Tu. Sh. 575, Satır 19:23)’te, şu beyanda bulunduğum anlaşılmaktadır. “Sanık Talat Turhan söz isteyerek, okunan ifade beni ilzam etmemektedir, ön anayasa meselesi o zaman Silahlı Kuvvetlerde görev yapmış olan kişileri ilgilendirmektedir, bazı komplolar hazırlanmıştı, bu ifadeye (karşı) anayasa taslağı ile ilgili hususları ilerde yazılı olarak detaylı şekilde eleştirip mahkemeye bildireceğim” dedi. c- 353 Sayılı Yasanın, 159. maddesinin bana sağladığı haktan yararlanarak, bu iddianın benimle ilişkisini eleştirerek mahkemeye sunuyorum. (Du. Tu. Sh. 575, Satır 19:23 e bakınız.) 2- a- İddianame sahife 14’teki, benimle ilgili, “Ön Anayasa Taslağ”ı hazırlığı iddiasının kaynağı, sadece Atamer Erol’un, Dosya Sıra No: 691/9, Satır 2638’deki Kontr-Gerilla ifadesindeki beyanlarıdır. (İfade tarihi 27.10.1972) b- Atamer Erol’un bu beyanları, Dosya Sıra No: 693/3, P.1 ve 2 deki Askeri Savcılık ifadesindeki beyanları ile doğrulanmakta ise de, nakli bir beyan haline dönüşmektedir. Bu beyanda mealen: “Benim de dahil olduğum, Ön Anayasa hazırlama çalışmalarına katılan kişilerin isimlerini Memduh Eren’den duyduğu” ifade edilmektedir. (İfade tarihi 30.10.1972) c- Atamer Erol hücrede ve ihtilattan men durumunda iken, 17.11.1972 tarihinde verdiği bir dilekçede ise, (Dosya Sıra No: 834/3) “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayanın yalnız Mehmet Çınar olduğunu beyan etmektedir. d- Atamer Erol, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu, sorgusunda beyan etmiştir. (1) Duruşma Tutanağı Sahife 406 Satır 10-14 (2) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 47-50 (3) Duruşma Tutanağı Sahife 407 Satır 55-57 (4) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 1-3 (5) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 12-15 (6) Duruşma Tutanağı Sahife 408 Satır 18-21 (7) Duruşma Tutanağı Sahife 409 Satır 36-37 (8) Duruşma Tutanağı Sahife 410 Satır 48-50 (9) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 32-37 (10) Duruşma Tutanağı Sahife 413 Satır 38-46 (11) Duruşma Tutanağı Sahife 414 Satır 11-15 3- a- Atamer Erol’un ifadelerinde, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak gibi önemli bir iddia ile suçlanan kişilerden, (Talat Turhan, Memduh Eren, Salim Yavuz) sanık olanların Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinde bu iddianın karşılığı olan herhangi bir beyanları yoktur. b- Anılan ifadede, aynı suçla suçlanan kişilerden bir kısmı, (Saim Deliismailoğlu, Osman Deniz, Numan Esin, Mehmet Çınar) Atamer Erol’dan 8 ay sonra gözaltına alınmışlardır. c- Diğer bir kısım kişiler hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmamıştır. d- Anayasa gereğince, kanunlar önünde kişiler eşit olduğuna göre, böyle bir uygulamayı, hak, hukuk ve adelet ile açıklama olanağı elbette bulunamaz. Fakat bu davayı düzenleyen çevre ve kişiler, hukuka entrika ve politika karıştırmaktan çekinmemişlerdir. 4- a- Atamer Erol’un ifadesinin benimle ilgili İlgi (b)’deki dilekçemle eleştirmiş bulunuyorum. b- Özellikle, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlamak iddiası İlgi (b) dilekçemin 13-16. sahifelerinde eleştirilmiştir. (Du. Tu. Sh. 416) 5- a- Gerçekte, delil yetersizliği içinde bulunan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, (İlgi (a) sahife 2’ye bakınız) önce, ön yargı ile kişileri suçlamış daha sonra bu yönde, yeni gözaltına almalar ve ikrarlarla politik durumun müsaadesi nispetinde davayı yürütmeye çalışmıştır. b- (1) Bu anlayışın bir sonucu olarak, benimle ilgili “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiasının yetersizliğnin farkına varan Askeri Savcı Nevzat Çizmeci, soruşturmayı yürütenlerle irtibatlı bulunmuş olmalı ki, ilk atfı cürüm sahibi Atamer Erol’tan 7 ay sonra gözaltına alınan, Saim Deliismailoğlu’nun Kontr-Gerilla ifadesinin 4. sahifesinde mealen: “Memduh Eren’in evinde “Ön Anayasa Taslağı” okunması toplantısına benim de katıldığım” suçlamasına ve bu “Anayasa Taslağı”nı hazırlayanların Yalçın Küçük ve Salim Yavuz olduğu şeklinde bir beyana yer verilmiştir. (İfade tarihi: 8 Mayıs 1973) (2) Saim Deliismailoğlu, Askeri Savcılık ifadesinin 1. ve 2. sahifesinde, KontrGerilla ifadesinin bir bölümünü doğrulamış ve benim Memduh Eren’in evinde, “Ön Anayasa Taslağı”nın okunduğu bir toplantıya katıldığıma dair beyana yer verilmiş ve “Talat turhan’ın toplantıda konuşma yapıp yapmadığı hatırımda kalmadığı” denildikten sonra, aynı ifadenin 2. ve 3. sahifelerinde de başka hiçbir sanık tarafından doğrulanmayan Atamer Erol’un, Ankara, Küçükesat’ta yapıldığını beyan etitği, “Ön Anayasa Taslağı” toplantısı reddedilmiştir. (3) Saim Deliismailoğlu sorgusunda, bu konudaki Kontr-Gerilla ve Askeri Savcılık ifadelerinin gerçekdışı olduğunu beyan etmiştir. (a) Duruşma Tutanağı Sahife 386, Satır 30-35. Bazı isimleri tanımadığımı söyledim. Bir de Talat Turhan’ı Memduh Eren’in evinde görmüş olduğum hususunu kabul ettirmek istediler. Oysa ben Talat Turhan’ı hiç tanımam, ismini dahi duymamıştım… Ancak Talat Turhan’ı ısrar üzerine tutanağa geçirdiler. (b) Duruşma Tutanağı Sahife 386, satır 45:49, “…Ayrıca son gidişim bir toplantı haline sokuldu… Talat Turhan’ı ben orada görmediğim gibi…” (c) Duruşma Tutanağı Sahife 387, satır 33-41 (d) Duruşma Tutanağı Sahife 388, satır 10-11 c- (1) Yukarıda açıkça görüldüğü gibi, hiç tanımadığım bir kişi olan Saim Deliismailoğlu’ndan, tertipçilerce düzenlenen Atamer Erol’un ifadelerindeki “Ön Anayas Taslağı” hazırlama suçlamasını kuvvetlendirmek için yararlanılmış ve bu suretle benim üzerimdeki tertibe devam edilmeye çalışılmıştır. (2) Saim Deliismailoğlu’nun ifadesindeki “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama suçlamasını, İlgi (b) dilekçemle (Du. Tu. Sh. 389) eleştirmiş bulunuyorum. 6- a- Ön Anayasa Konusu’nda Numan Esin’in, Kontr-Gerilla ifadesinin 9. sahifesinin, 4. paragrafında Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu’nun aynı konuya ilişkin suçlamalarından farklı bir beyan yer almış ve “Ön Anayasa Taslağı” hazırlayıcıları olarak başka kişiler gösterilmiştir. b- Numan Esin’in bu konuya ilişkin beyanları Askeri Savcılık ifadesinin 4. sahifesinin 2. paragrafına intikal etmiştir. c- Numan Esin sorgusunda bu suçlama ile ilgili olarak: (1) Memduh Eren’in evindeki “Ön Anayas Taslağı” toplantısını reddetmiş (Du. Tu. Sh. 377, satır 1-3) ve (2) Du. Tu. Sh. 378, satır 2-4’de: “Ön Anayasa çalışmaları… iddiaları ile herhangi bir ilgim yoktur. Ve çalışma yapılmış olsa bile kimler katılmıştır bilemem.” Şeklinde beyanda bulunmuştur. d- (1) Numan Esin’in sorgusunu İlgi (c)’deki dilekçemle cevaplandırmış bulunuyorum. (2) Özellikle “Ön Anayasa Taslağı” iddiasını İlgi (b) dilekçemin 17. sahifesinde eleştirmiş bulunuyorum. 7- a- İlgi (b) dilekçemin 17. ve 18. sahifelerinde de açıklandığı gibi bu iddiaya ilişkin suçlamaları bulunan kişilerin beyanları; zaman, yer ve Ön Anayasa’yı hazırlayan kişiler açısından çelişkiler içindedir. b- Atamer Erol, Saim Deliismailoğlu ve Numan Esin’in ifadelerine göre “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan kişiler birbirinden farklıdır. 8- a- Yüksek Mahkemeniz, Atamer Erol ve Saim Deliismailoğlu ifadelerinin bu konuya ilişkin suçlamalarını gayri ciddi bulmuş olmalı ki; Ön Anayasa Toplantısı’na katılmak ve Ön Anayasa Hazırlamak gibi suçlamalarla suçlanan birtakım kişileri, (Şuayıp Dilmen, Yalçın Küçük) tanık olarak dahi dinlemeye gerek görmemiştir. b- Buna karşılık, Numan Esin’in, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlanmasına ilişkin beyanlarının mahiyetinin incelenmesine gerek görülmüş olmalı ki, İlyas Albayrak ve Emir Değer’in dinlenilmesine karar verilmiştir. c- Bilindiği gibi, bu konuyla ilgili olarak dinlenen tanıkların (1) Fakih Özfakih, (Du. Tu. Sh. 497, Satır 50:55) (Du. Tu. Sh. 468, Satır 1) (2) Celil Gürkan, (Du. Su. Sh. 520:523) de yer alan beyanları da suçlama ile ilişkimin olmadığını göstermektedir. 9-a- Tanık olarak dinlenen İlyas Albayrak ifadesinde de görüldüğü gibi (Du. Tu. Sh. 560 ve 561) “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama iddiası, tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Mart öncesi kendi bünyesi içindeki çabalarına dayalıdır. b- İlyas Albayrak’ın ifadesinde, hiyerarşi içinde ve Komutanlarından aldıkları emir üzerine, “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama girişiminde bulunan kişiler içinde, Kemal Tunusluoğlu ile 5 General, 5 Albay’dan bahsedilmekte ve dosyanın Hava Kuvvetlerinden, Genel Kurmay’a sunulduğundan söz edilmektedir. c- Eğer, Yüksek Mahkeme bu konuda daha da aydınlanmak isterse, yukarda adı geçen kişilerle, zamanın Hava Kuvvetleri Komutanını ve Genel kurmay Başkanlarını tanık olarak dinleyebilir. d- Du. Tu. Sh. 561, Satır 18:22 de İlyas Albayrak’ın beyanlarını cevaplandırmış bulunuyorum. 10- a- Aynı konuda dinlenen diğer tanık, Emin Değer’dir. (Du. Tu. Sh. 575) b- Emir Değer’in ifadesi de İlyas Albayrak’ın beyanlarını doğrulamaktadır. 11-a- Yukarıdaki eleştirilerimide açıkça görüldüğü gibi, benim açımdan, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının kaynağını teşkil eden Atamer Erol suçlamaları Dosya Sıra No: 384/2 deki 17.11.1973 tarihli rücu dilekçesi ile kaldırılmıştır. (Du. Tu. Sh. 417) b- Atamer Erol’dan 7 ay sonra gözaltına alınıp aynı konuda beni suçlamak için tertipçicilerce kendisinden yararlanılan kişi, Saim Deliismailoğlu’dur. Bu kişi, sorgusunda beni tanımadığını beyan etmiştir. Doğal olarak, bir kişinin tanımadığı bir kişiyle aynı toplantıda bulunması olanaksızdır. (du. Tu. Sh. 386:388) c- (1) Aynı konuda, Numan Esin’in ifadelerinde adı geçen kişiler, tanık olarak dinlenilmiş, (Fakih Özfakih, Celil Gürkan, İlyas Albayrak, Emir Değer) suçlamanın benimle ilgisi olmadığını ve Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çalışmalar cümlesinden olduğunu beyan etmişlerdir. 12-a- Atamer Erol’un beyanına göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan Mehmet Çınar’dır. (Dosya Sıra No: 384/3) b- Saim Deliismailoğlu’nun ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Yalçın Küçük ve Salim Yavuz’dur. (Em. İf. Sh. 4, Sav. İf. Sh. 2) c- Numan Esin’in ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan: Emin Değer, Hidayet Ilgar, Fakih Özfakih, İlyas Albayrak’tır. (Emniyet İfadesi Sahife-9, Askeri Savcılık İfadesi-4) d- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”nı hazırlayan ve bilgisi olan kişiler yukarda adı geçenlerden başka, 5 Alb ve 5 Generalden kurulu bir komite ve Genel Kurmay Başkanıdır. 13-a- Askeri Savcı, İlgi (a) iddianamesindeki iddilarla çeliştiği halde, hiçbir inceleme yapmaksınız, ilgi (e) Ek iddianame Sh. 4 ve İlgi (f) Ek İddianamesi Sh. 4-5’deki iddiaları serdedebilmiş ve adeta bu tavrı ile gizli örgütlerce hazırlanan tertip senaryolarına göre alınan emniyet ve Kontr-Gerilla ifadelerini meşrulaştırma çabasına düşmüştür. b- Tek dayanağının, sanıkların birbirine yaptıkları atfı cürümler olduğunu beyan eden Askeri Savcı Nevzat Çizmeci’nin, (İlgi (a) Sahife 2) Duruşma Tutanağı Sh. 303’te yer alan “Emniyet beyanının tam anlamı ile doğru olduğu şeklinde kendimizi angaje etmek istemeyiz.” Diyebilmesi ibret verici bir örnek olup, yüksek heyetinizce elbette değerlendirilecektir. Sonuç: 1- Yukardaki eleştirilerden kolaylıkla anlaşılacağı gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmalaı ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur. 2- Diğer tanıklarca da doğrulanan İlyas Albayrak’ın ifadesinde de açıkça görüldüğü gibi “Ön Anayasa Taslağı” hazırlama çalışmaları Türk Silahlı Kuvvetlerinin yetkili Komutanlarının müsaadesi ile oluşturulmuş girişimlerden ibarettir. 3- a- Bomba Davası, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde iktidar olma kavgası içinde bulunan, Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin, Gürler-Batur-Kayacan kliğini bertaraf etmek için düzenlediği bir provokasyon sonucu huzurunuza getirilmiştir. b- Politik durum ve iç ve dış koşullar Sunay-Tağmaç-Türün kliğinin ve onların gizli tertip örgütlerinin planları doğrultusunda gelişmediğinden, bu davadaki çelişkiler iddianamelere yansımıştır. c- Örneğin; Gürler’in bazı zorlamalar sonucu, Genel Kurmay Başkanı olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bu nedenle 1972 Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında Gürler-Batur-Kayacan aleyhinde alınan Kontr-Gerilla ifadelerinin bir kısmı hasır altı edilmesine rağmen Türün’ün müsaadesi ile, Selahattin Fırat ve Nevzat Çizmeci 404/2’deki ifadeyle daha 5 Ağustos 1972’de Gürler-Batur-Kayacan’ı cuntacı olarak ilan eden ifadeyi alabilmişlerdir. Bu ifadeden 10 gün sonra, bilinen şekilde, Gürler Genel Kurmay Başkanı olunca, adı geçen ifadenin bir bölümü görülmemiş ve dava açılmışıtr. Ne zaman ki Faruk Gürler Cumhurbaşkanı seçilememiş, yeni gözaltına alınmalar ve yeni Kontr-Gerilla ifadeleri ile 5 Ağustos 1972’deki tertibe kalındığı yerden devam edilmiştir. İlgi (g) Ek İddianame ile 25 Mayıs 1973 te Faruk Gürler, Cuntabaşı olarak ilan edilmiş ve fakat bu iddianamenin kaynaklandığı ifadede yer alan, Kemal Kayacan ve Muhsin Batur’un cuntadan olduklarına dair beyanlar görmemezlikten gelinmiştir. 4- Doğal olarak, bu kadar tertibi ve provakasyonu hukuk kalıpları içine sığdırmaya olanak yoktur. Bu nedenle, tertibi düzenleyenler daha bugünden kamu vicdanında mahkum olmuşlardır. 5- İlyas Albayrak’ın ifadesine göre, “Ön Anayasa Taslağı”, 13 Mart 1971 de Genel Kurmay’a sunulmuştur. (Du. Tu. Sh. 561, Satır 3-4) Eğer bu girişimler bir suç ise, böyle bir girişime müsaade veren ve olanak sağlayan, zamanın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Ön Anayasa Taslağı” suçlamasının baş sanığı olarak huzurunuza getirilmelidir. Saygılarımla. M. Talat Turhan Ek 57 Bomba Davası Sanıklarına İşkence Yapıldığı İddialarıyla İlgili Cumhuriyet Senatosu Görüşmeleri Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına, Gazetelerde Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan sanıklara hakim önüne çıkarılmadan önce özel sorgulamalarda işkence yapıldığına dair haberler yeniden yer almıştır. Cumhuriyet Senatosunun 13 Haziran 1973 Çarşamba günü yapılacak oturumunda bu konuda görüşlerimi belirtmek için 10 dakikayı geçmemek üzere gündem dışı söz verilmesini saygılarımla rica ederim. Suphi Karaman, Tabii Üye Mustafa Deliveli (Hatay): Bu mevzuda benim de söz talebim var. Refet Rendeci (Samsun): Mahkemede bulunan işler için açıklama yapılır mı Sayın Başkan. Başkanlık: Başkanlık divanına intikal etmiş bir isteminiz var mı? Mustafa Deliveli (Hatay): var efendim. Başkan: Mahkemede bulunan işler için Başkanlık Divanı gereken hassasiyeti gösterecektir efendim. Emin olmanızı istirham ederim. Buyurun Sayın Karaman. Suphi Karaman (Tabii Üye): Sayın Başkan, Sayın Senatörler, bu kutsal çatı altında bulunan ayrıntısız hepimiz insan haklarına dayalı demokratik hukuk devletinin korunması ve yaşatılması için namus ve şeref yemini yapmış kimseleriz. Bu yeminimizin gereğini hayatımız pahasına da olsa yerine getirmek azim ve imanı içerisindeyiz. Demokrasimizin bu geçiş döneminden arızasız geçmesi, Ekim ayında yapılacak genel seçim gününe huzurla kavuşması ve ondan sonra da gene başarı ile gelişmesi emel ve arzusu içerisindeyiz. 9 Haziran 1973 tarihli gazeteler İstanbul 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmekte olan “Bomba Olayı Davası” ile ilgili duruşmada bazı sanıkların hakim önüne çıkarılmadan önce kendilerine hukuken yetkisi olmayan kişiler tarafından yapılan özel sorgulamalarda baskılar yapıldığını, işkenceye maruz kaldıklarını bunun sonucunda kendilerine bazı suçları işlediklerinin kabul ettirilmiş olduğunu beyan ettiklerini yazmışlardır. Bu haberi veren gazeteler şu veya bu eğilimdeki bir iki gazete değildir. Her birinin çeşitli görüşleri yansıttıkları bilinen bütün gazeteler bu baskı ve işkence haberlerini vermişlerdir. Hem de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının bu konuda daha önce koymuş olduğu yayın yasağına rağmen. Sıkıyönetim Komutanlığı Mahkemelerinde yargılanan sanıklara özel sorgulama ekipleri tarafından, gözleri bağlı olarak, baskı ve işkence yapıldığı ve ifadelerinin alındığı haberleri duruşmalardaki sanık ifadelerine dayanılarak birçok defalar Türk basınında yer almıştır. Bunun dışında herkes gibi bizim de işkenceler ve örnekleri üzerinde bazı özel duyuşlarımız olmuştur. Fakat resmiyet kazanmadıkları için bunlara inansak bile, bugünedek bu tür bilgilerimizi bu kürsülerden açıklamamış ve bunlara dayalı yorumlarda bulunmamışızdır. Ancak, özel duyuşlara dayalı bu tür işkence haberlerini sivil ve asker sorumlu kişilere zamanında ve resmen aktarmışızdır. Duruşmalardaki sanık ifadelerine dayalı ve basına yansıyan baskı ve işkence olaylarını yasama faaliyetleri içinde bulunan ve bu kürsülerde dile getirmek hukuk devleti ilkesine bağlı bir yasama meclisi üyesi için kaçınılmaz görevdir. Nitekim, bu cümleden olarak daha önceleri de gene basına akseden bu tip işkence olayları için grup arkadaşlarımızdan Sayın Sami Küçük 8 Kasım 1971 tarihinde, Başbakan tarafından cevaplandırılmak üzere, bir yazılı soru önergesini Cumhuriyet Senatosu Başkanına sunmuşlar ve altı ay sonra 10 Mayıs 1972 tarihinde de bu soru İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmıştır. Bu gayret ve uyarılarımızla yetkisiz kişilerin kanundışı davranışları ile sorumlu makamları müşkül duruma sokmalarını önlemeyi amaç edinmişizdir. İşte şimdi de 9 Haziran 1973 tarihli gazetelerde ve bugünkü gazetelerde de yer alan bu tür haberlerden ötürü konuyu gündem dışı bir konuşma ile huzurlarınıza getirmiş bulunuyorum. Bomba olayı ile ilgili olarak ilk defa hakim önüne çıkarılan bir sanığın maruz kaldığı baskı ve işkenceyi mahkeme önünde şu sözlerle anlattığı basında yer almıştır. Bu sanık demiştir ki; “Emniyette maddi ve manevi zor durumda bırakılarak ifadem alınmıştır. Bu hareketin vücudumda etkilerini taşıyorum. Hastaneye sevkimi ve bir bilirkişi marifetiyle bunların tespitini istiyorum.” Bu sanık ayrıca şunları da söylemiştir: “Bu iddianame hukuk dışı, anayasa ve kanundışı bir malzeme ile hazırlanmıştır. Söz konusu ikrar baskı ürünüdür. Savcının bu işkenceleri bilmemesine imkan yoktur. Bu ifadeler savcıya niyabeten alınmıştır. Tabanımda ve vücudumda baskı izlerini taşımaktayım, göstermek istiyorum.” Sanık ayrıca duruşma heyetine verdiği bir dilekçe ile 353 Sayılı Yasanın 122. ve müteakip maddelerine göre kendisinin bildireceği üç doktor tarafından muayene edilip işkence izlerinin tespit ettirilmesini savunma delili olarak mahkemeden istemiştir. Bazı gazetelerde bu sanığın çıplak ayağını duruşma hakimlerine gösterirken çekilmiş resmi de vardır. Bilirkişiye sevk isteği üzerine duruşma hakiminin bu sanığa verdiği cevap ilginçtir. “Burada basın mensupları var diye ayakkabınızı çıkarıyorsunuz.” Diyerek onu şantaj yapmış gibi gösterme gayreti içinde bir ithamın altında tutuyor ve fakat bu ithamını pekiştirmek için sanığın iddiası doğrultusunda kanun hükümlerinin gereğini yapmaktan çekiniyor. Üzerinde işkence izleri bulunan bir çıplak ayağın görüntüsüne rağmen bu ayağın sahibinin bilirkişiye ve o anda muayeneye sevk isteğini reddediyor. Oysa sanığın bu isteği yasalara aykırı işlem yaparak kendisine işkence edip suç işleyen kimselerin cezalandırılmasını temin için yapılmış bir ihbar sayılıp işleme konulması gerekli idi. Bugünkü gazetelerden anlaşılıyor ki, mahkemenin yapması gereken bu görevi, bir gün sonra olsa bile, Komutanlık yapmış, iddia sahibini hastaneye sevk etmiştir. Ayrıca söz konusu ifadelerin işkence ile alınmış olup olmadığının mahkemece araştırılması, ifadelerin hukuki değerinin tayini için de gerekli idi. Başkan: Sayın Karaman, bir dakikanızı istirham ediyorum mahkeme işlemlerinin eleştirilmesi şeklinde olmamasını istirham ediyorum. Mustafa Deliveli (Hatay): Bu konuşma mahkemelere tesirdir. Başkan: Mahkeme işlemleri konusunda, o işlemlerin eleştirilmesi sahasına intikal ettirilmemesini bilhassa istirham ediyorum. Suphi Karaman (Devamla): Efendim, bir cümlem var burada müsaade ederseniz bitireyim. Nitekim Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 17.4.1963 gün ve 892/1434 karar sayılı kararında ikrarın zorlanmaya dayandığı iddiasının mahkemece tetkik ve tespiti gerektiğini kabul etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak bugünkü Cumhuriyet gazetesinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Faruk Eren’in yazdıkları makale ve ortaya koyduğu görüşler ilginçtir. Diğer taraftan, sanık hakkındaki davanın açıldığı tarihin iddianamenin mahkemeye verildiği 7.6.1973 günü olduğu ve davanın ilk duruşma gününün de ertesi günü, yani 8.6.1973 günü olduğu göz önüne alınırsa bu duruşma hazırlığı safhası fiilen ortadan kaldırılmış ve sanığın 353 Sayılı Kanunun 122. ve müteakip maddelerinden yararlanma olanağı yok edilmiştir. Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde iç isyanlarda… O. Mecdi Agün (Rize): Anayasaya aykırı konuşma yapılıyor Sayın Başkan. Başkan: Efendim, müsaade buyurun, ben takip ediyorum. Devam buyurun efendim. Suphi Karaman (Devamla): Sayın arkadaşlarım, 50 yılını dolduran Cumhuriyet yönetimimizin hiçbir döneminde, iç isyanlarda ve İstiklal Mahkemelerinde olanlar da dahil, 12 Marttan bu tarafa sıkıyönetim mahkemeleri soruşturmalarında olduğu gibi yaygın baskı ve işkence iddiaları ileri sürülmemiş, basına yansımamıştır. Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin devrenizde oldu. Suphi Karaman (Devamla): Yok efendim, hayır efendim, (AP sıralarında gürültüler) onu ayrıca tartışırız sayın arkadaşlarım. Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim, sükunet içinde takip edelim. Edip Somunoğlu (Erzurum): Zorluk yapanlar sizin döneminizdeydi. Suphi Karaman (Devamla): Yani siz şimdi bunu… Başkan: Müsaade buyurun, cevap vermeyiniz sayın Karaman, rica ediyorum efendim. Suphi Karaman (Devamla): Peki efendim. Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Canlı misali burada. Suphi Karaman (Devamla): Pek çok sanığın hakim önüne duruşmaya çıkışında ilk soruşturmalarındaki ifadelerini reddettiği, yeni ve farklı ifadeler vermekte olduğu görülmektedir. Neden bu sanıklar duruşmaları sırasında hakim önündeki bu ifadelerini ilk soruşturmalarda vermemekte, kendileri ve çevreleri aleyhinde beyanda bulunmaktadırlar. Bunun bir sebebi olması lazımdır. Demek ki, kapalı soruşturma yerlerinde, açık olmayan bir tarzda alınan ilk ifadelerinde sanıklar hür iradelerine sahip değillerdir. Yani açıkçası, ortada insan haklarının ihlal edildiği, kanun ve hukuk dışı baskıların yapıldığı, zor ve işkence kullanılarak anayasanın 33. maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı “Kimse, kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” Hükmünün ihlal edildiği gibi durumlar vardır. Bu ilk soruşturmalarda bir kısım sanıkların işlemedikleri suçları kabule zorlandıkları mahkeme tutanaklarına geçen iddialarından da anlaşılmaktadır. Örnekleri çoğaltılabilen bu iddialara rağmen yetkili mercilerce kanuni kovuşturmaya gidilmemiştir. Bu iddiaların basına yansıması karşısında da sorumlu hükümetler bugüne kadar bu konuda araştırma yapmamışlar, soruşturma açtırmamışlar ve buna dayanarak da kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapamamışlardır. Bu sorumsuz ekipler tutukluları Sıkıyönetim Tutuk Evlerinden gözleri bağlı olarak kapalı bir arabaya bindirmekte ve bilinmeyen bir semte götürmektedirler. Sanıklar burada yine gözleri bağlı olarak özel hazırlanmış işkence aletleriyle işkence yapılarak işlemedikleri suçları kabule zorlanmaktadırlar. Sorgusu yapılanın mukavemeti kırılıp kendisine atfedilen suçlar kendi sesiyle banda alınmak, el yazılarıyla yazdırılmak ve imzalattırılmak suretiyle sonuç alınmaktadır. Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Sizin yaptığınız o. Suphi Karaman (Devamla): Evet, siz öyle zannedin. Başkan: Devam buyurun efendim. Nurettin Ertürk (Sivas): Öyle idi değil, öyle. Başkan: Lütfen müdahale buyurmayınız efendim. Devam ediniz sayın hatip. Devam ediniz ve bitiriniz lütfen. Suphi Karaman (Devamla): Vücutlarındaki işkence izleri kayıp oluncaya kadar ne avukatlarına, ne yakınlarına gösterilmekte ve ne de mahkeme önüne çıkarılmaktadırlar. Her zaman basınımızda ve daha birkaç gün önce radyo programlarında kötülenen, dikta rejimlerinde uygulanan ve demokratik rejimlerde uygulanmadığı birçok kez tekrar edilen bu tür işkencelerin bizde de uygulanmadığı intibaının verilmesi ve bunun yetkililer ve sorumlular tarafından enerjik davranışlarla yok edilemeyişi bir hukuk devleti olan ülkemizi küçük düşürmektedir. Bu işkence olayları üzerinde başta Sayın Başbakan olarak bütün ilgili sorumluları dikkate, konu üzerinde ciddiyetle eğilmeye, işkence örgütünün mahiyetini, kimlerden emir aldığını ortaya çıkarmaya davet ediyorum. Bu örgüt mensuplarının bu yerlerden geçirilen sanıklara kendilerinin bir kotr-gerilla örgütü mensubu oldukları izlenimini özellikle vermeye çalıştıkları dikkat çekicidir. Daha da dikkati çeken nokta, mensuplarının asker kişiler olduğu kanısını vermek için gösterdikleri gayrettir. Bu suretle Silahlı Kuvvetlerimiz, zulüm ve işkence aracı gösterilerek, tarih ve milet önünde küçük düşürülmeye çalışılmaktadır. Tarih boyunca, yabancı esirlere bile insanca davranma gereğine dünyaca saygı duyulan Türk Silahlı Kuvvetlerini bu türlü lekelendirmelerden arındırmak başta gelen bir görev olmuştur. Aslında zulüm ve işkence yapılan bir kimse hiçbir zaman Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu değildir ve olamaz. Sayın Senatörler, bu baskı ve işkenceler hakkındaki iddiaların yaygınlığını demokratik rejimin kaderi için son derecede tehlikeli bulduğumu huzurlarınızda belirtmek isterim. Özgürlüklere dayalı demokrasi ile idare edilen ülkelerde herhangi bir nedenle, bir geçiş dönemine bir ara rejimine girilince, yönetimin yumuşak tutulması, hukuk dışına taşmaması, geride tortu ve birikim bırakmaması demokratik rejime dönebilmek için son derece önemlidir, tıpkı 27 Mayısta yapıldığı gibi (AP sıralarından “Yaşa, Varol” sesleri) hınç alma eğilimi bu konuda geçerli ve yararlı bir metot olamayacağı gibi, demokratik rejim bakımından da gayeden uzaklaştırıcı bir nitelik taşımaktadır. Sayın Senatörler, uzun zamandan beri içte ve dışta yurdumuzdaki işkence iddiaları tekrarlanmaktadır. Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar. Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bunların hepsi komünist iddialardır. Başkan: Müsaade buyurun efendim, lütfen konuşmayı sükunetle takip edelim efendim. Mehmet Sırrı Turanlı (Adıyaman): Bu mudur anayasaya hürmet Sayın Başkan. Başkan: Sayın Karaman, lütfen cevap vermeden sükunet içinde konuşmanızı tamamlamanızı rica ediyorum. Suphi Karaman (Devamla): Cevap vermiyorum, bir hukuk devleti içerisinde ibretle izliyorum. Evet ibretle izliyorum. Herkesin ne dereceye kadar hukuk devleti ilkelerine, insan haklarına saygılı olduğu anlaşılmaktadır. (AP sıralarından gürültüler, anlaşılamayan müdahaleler) Başkan: Sayın Karaman, konuşmanızı lütfen tamamlamanızı rica ediyorum efendim. İskender Cenap Ege (Aydın): Sayın Karaman, bunları başkaları konuşsun. Başkan: Devam buyurun Sayın Hatip. Suphi Karaman (Devamla): Mahkeme tutanaklarına bu işkence iddiaları geçmekte ve fakat resmi ağızlar her defasında yalanlamaktadırlar. Ortada bir bulanıklık vardır. Hükümet konuyu sorumluluğu içinde ciddiyetle ele almalı, yapacağı araştırmayla gerçeği ortaya çıkarmalı ve varsa önce bu işkence mekanizmasının işlemesi durdurulmalı, sonra sorumluları adalete teslim edilmek üzere haklarında kovuşturma açılmalıdır. Yüce Senatoya saygılarımı sunarım. Başkan: Hükümet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Kemal Satır, buyurun efendim. Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (M. Meclisi Adana Üyesi): Sayın Başkan, Yüce Senatonun değerli üyeleri; Suphi Karaman arkadaşımızın gündem dışı konuşmalarına cevap vermek üzere huzurunuzda bulunuyorum. Sayın arkadaşımızın müsterih olmasını açıkça belirtmek isterim. Hiçbir devlet sorumlusu suç icat ederek, icat ettiği suça uydurma suçlu aramaya çalışmaz. Bu, medeni bir devletin temel ilkesidir. Şüphe yok ki, Cumhuriyet Hükümeti de uydurma bir suçlu icat ederek, suç icat ederek uydurma suçlular bulmaya çalışan bir idare değildir. Biz hepimiz aynı milletin çocukları olarak kanundışı ve insanlığa aykırı bir hareketin sorumluluğuna asla iştirak edemeyiz. Sıkıyönetim Komutanlarımız kendilerine intikal eden konuları, işkence isnadı konularını derhal yetkili uzman doktorlara intikal ettirerek isnatların sıhhat derecesini hemen aramakta ve onları raporlara bağlamak suretiyle neticelendirmektedirler. Bugüne kadar bize hükümet olarak Ankara’da bir babanın müracaatı oldu. Baba, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesinde oğlunun sorgusu sırasında işkence yapıldığını, elektriğe tutulduğunu ve bu yüzden de elinin kötürüm olarak tutmadığını ifade etti. Olaya Hükümet olarak hemen vaziyet ettik. Yetkililere konuyu intikal ettirmek suretiyle araştırma yaptık. Mütehassıs heyet doktorları önünde yapılan bu araştırma ve tahkikatta, muayene neticesinde iddiaların varit olmadığı meydana çıktı. Bize intikal etmeyen İstanbul olayı ise, Sıkıyönetim Komutanlığımızca tahkik edilmiş ve üç kişiden teşekkül eden bir mütehassıs doktor heyeti tarafından isnatların doğru olmadığı raporla tespit edilmiştir. (AP sıralarından “ne oldu şimdi” sesleri.) Haydar Tunçkanat (Tabii Üye): Kaç gün sonra yapıldı bu tahkikat? Başkan: Müdahale buyurmayınız lütfen efendim. Devam ediniz Sayın Bakan. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kemal Satır (Devamla): Sayın arkadaşlarımızın elinde bunun dışında işkence yapıldığı iddialarını ispatlayacak herhangi bir delili Hükümet olarak bize intikal ettirecek olursa, konunun üzerine memnuniyetle eğilip, meseleyi ciddi olarak tahkik edeceğimizden hiç şüpheleri olmasın. Sayın arkadaşımızın da belirttiği gibi, sözlerinin sonunda “şayet varsa” diye ifade buyurdular; “şayet varsa” ile böyle bir isnadın yapılması şüphesiz ki doğru değildir. Bunun dışında olarak ifade etmek isterim; bu işkence isnatları aslında iki hedefe yönelmiş olarak ifade edilmektedir, öne sürülmektedir, iddia edilmektedir. Bunlardan birisi hüsnüniyetle yapılan iddialardır. Bu doğrudan doğruya müdafaada kolaylığı sağlamak için kullanılan bir silahtır. İşkence iddiası yapılıyor ve bu bir müdafaa silahı olarak müvekkillerin savunulmasında kullanılıyor. Diğeri, birtakım rejim düşmanları milli varlığımızı ortadan kaldırmaya teşebbüs eden bedbahtların, yurt dışında memleketimizi müttefik devletlere jurnal etmeleri şeklinde tecelli etmektedir. Bu bizim memleketimiz içinde hiçbir arkadaşımızın ne uygulamayı düşündüğü, ne de aklından geçirdiği bir metot değildir. Bu memleketimizi Avrupa Konseyinden çıkararak arzuladıkları rejime kavuşma iddiasında olan birtakım zavallı insanların öne sürdükleri mesnetsiz iddialardan ibarettir. Bugün Sayın Karaman arkadaşımızın ifade ettiği meselelerin içerisinde kendisinin de ifade buyurdukları gibi “sigayı şartiye vardır” şayet varsa…” denilmektedir. Bize intikal etmiş ve ciddi olarak delile dayanan hiçbir ihbar bugüne kadar vaki olmamıştır. Arkadaşımızın bugün gazetelerde intikal eden yazılara dayanarak ifade ettiği işkence isnatlarının üzerinde ciddi olarak durup, tahkikat yapacağız. Aslında Türk Silahlı Kuvvetlerine kendi mensuplarına, ne de Türk Milletinin herhangi bir ferdine kanundışı, İnsanlık dışı herhangi bir işkence yapmayı aklından geçirmez. Türk Silahlı Kuvvetlerinin dostu olmayan çevrelerin bu güce ve sıkıyönetime yönelmiş olan iftiraların ciddi olarak ele alıp incelemeyi hükümet olarak kendimize vazife bilmekteyiz. Şayet ben de “şayet” olarak ifade ediyorum; kanundışı bir hareket varsa, bu kanundışı hareket komutanların bilgisi dışında, henüz mahkemelere intikal etmeyen vakalarda eğer vuku buluyorsa, bunların da suçlularını arayıp bulmak Hükümet olarak, sıkıyönetim olarak hepimize düşen görevdir. Arz eder, saygılar sunarım efendim. (AP ve Cumhuriyetçi Güven Partisi sıralarından alkışlar) Başkan: Sayın senatörler, gündemimiz müsait olduğu zaman, gündem dışı konuşma istemlerinin hepsini karşılamaya gayret sarfetmekteyiz. Bugün gündemimiz yüklüdür. Ancak, iki sayın üyeye söz vermek gibi bir imkan içindeyiz. Daha üç sayın üyenin gündem dışı konuşma istemi vardır. Sayın Özmen, kalifiye işçilerimizin dışarıya gitmesini önleyecek tedbirlerin alınmasına mütedair. Sayın Hüseyin Kalpaklıoğlu, İncesu ilçesindeki sel olayları nedeniyle gündem dışı konuşma talep etmektedir. Sayın Delivelioğlu, örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları üzerinde konuşma talep etmektedir. Bu istemlere imkân verme durumunda değiliz. Direnme olursa Yüce Senatonun oylarına müracaat edeceğiz. Mustafa Deliveli (Hatay): Tutumunuz hakkında söz istiyorum. Başkan: Efendim. Mustafa Deliveli (Hatay): Konuşma hususunda direneceğim Sayın Başkan. Başkan: Direnme istemleri olup olmadığını sordum. Mustafa Deliveli (Hatay): Sormadınız Sayın Başkan. Başkan: Evet efendim öyle dedim. Direniyor musunuz efendim? Mustafa Deliveli (Hatay): Evet. Başkan: Hay hay efendim, müsaade buyurun. Sayın Deliveli’nin gündem dışı konuşma istemini okuyup, direnişini oylarınıza arz ederim. Sayın Başkanlığa, Örfi idare makamlarınca yürütülen muameleler ve işkence iddiaları hususunda gündem dışı konuşmak istiyorum. Müsaadelerinizi rica ederim. Hatay Mustafa Deliveli Başkan: Bu istemin yerine getirilmesini isteyenler lütfen işaret buyursunlar… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Buyurunuz. Sayın Deliveli. Konuşmalarımız 10 dakika ile kayıtlıdır Sayın Deliveli. Mustafa Deliveli (Hatay): Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar Bu mevzuda konuşmama imkan verdiğiniz için teşekkürlerimi sunarım. Eğer biz şu memlekette hukuk devleti içinde olduğumuzu eden anayasası ile, mevzuatı ile, tatbikatı ile hukuk devletinin hüküm sürdüğü bir memlekette işkence yapıldığını katıksız, düşünen mücerret bir işkencenin karşısına çıkan bir arkadaşımı şu kürsüde hem alkışlamak hem de aşağıda sarılıp öpmek isterim. Bu memlekette işkencelere karşı bağırma bir kişiye değil, ve hepimize düşen bir vazifedir. Yalnız gazetelerde okudum, Sayın Milli Birlik Grubu üyelerinin toplantı yaptığını, yazılı sual sorduğunu ve ayrıca gündem dışı bir konuşma ile de bu mevzuu kürsüye getireceklerini ifade eden yazıyı okudum. Düşündüm. İşkence için bu kürsüye getirsinler. Olur ya şöyledir veya böyledir. Bir işkencenin yapılmamasını isteyen bir konuşmanın aleyhine ne için Deliveli çıkıyor? Duramadım, onun için çıktım. Sayın arkadaşlarım, bu memlekette Jandarma Genel Komutanına silah atıldığı gün çıkmadınız, bu memlekette Emniyet Kuvvetlerine, polislere silah çekilip… Suphi Karaman (Tabii üye): Söz istiyorum. Başkan: Müdahale etmeyiniz lütfen efendim. (...) Talat Turhan Hakkında 1924 yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelerinden Şerifoğulları’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden Efendigiller’dendir. Babasının görevi nedeniyle yurdun çeşitli yörelerinde öğrenim hayatını sürdürdü. Örneğin, 1929 yılında Ardahan’da başladığı ilkokulu 1935 yılında Zonguldak Gazi Mustafa Kemal İlkokulunda tamamladı. Zonguldak’ta başladığı ortaokul yaşamını 1939 yılında Elazığ’da bitirdi. Daha sonra 1940 yılında İstanbul Çengelköy’de bulunan Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenimini sürdürdü. II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle İstanbul’un seyrekleştirilmesi planı çerçevesinde okulu Konya’ya taşındı, devam eden öğrenimini 1942 yılında orada tamamladı. Mezuniyetinde tarih dersi birinciliği nedeniyle ödüle layık görüldü. O dönemde Askeri Liseyi bitirdikten sonra Samsun’da 15. Topçu Alayı’nda askerlik stajını tamamladı. (1944 yılında Harp Okulu mezuniyet sonrasında başarı durumuna göre meslek seçimi yapabildiği için Topçu sınıfına ayrıldı.) Staj sonrası 1942/1944 yılları arasında Ankara’da Harp Okulu’nda öğrenimini tamamladı ve 30 Ağustos 1944’te Asteğmen rütbesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katıldı. Daha sonra 1944/1946 yılları arasında Polatlı’da bulunan Topçu Okulu’nda mesleki öğrenim gördü. Asteğmenliğinden 6 ay sonra Teğmenliğe yükseldi. Okulu bitirdiğinde Adapazarı’nda bulunan 17. Tümen’e bağlı 17. Koşulu Topçu Alayı’na (Atlı) atandı. Bu arada bir süre Kandıra’da görevini sürdürdü. Bir yıl orada görev yaptıktan sonra şark (doğu) hizmeti için 156. Ağır Topçu Taburu Müstakil Takım Komutanı olarak Erzurum Tafta köyüne atandı ve sırasıyla; 1948 Topçu Okulu emrinde Müstakil Topçu Takım Komutanı (kıta ile naklen) Polatlı; 1948/1950 Topçu Üsteğmen Erzurum Gez köyü ve Aziziye Tabyası 13’ncü Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı ve Batarya Komutanlığı (vekaleten); 1948/1949 Kursiyer Uçaksavar Okulu Ağır Uçaksavar M-8 Komuta Aleti ve SCR 584 Radarı Kursu Tuzla; 1950 1. Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanı; İstanbul–Rami, Bandırma (kıta ile naklen); 1950 Yedek Subay Taburu Takım Komutanı Tuzla Uçaksavar Okulu; 1950 Kursiyer (Kurs Birincisi) İzmir Gaziemir Ulaştırma Okulu Motor ve Bakım Kursu; 1950/1951 Üçüncü Bakım Kademesi Komutanı, Öğretmen Subay Kursu Tuzla; 1951-1953 Genel Konular Bölümü Motor Öğretmeni– Tuzla Uçaksavar Okulu (orada Motor bölümü kürsüsünü kurarak ilk bölümün öğretmenliğini yaptı); 1953 yılı Kara Harp Akademisi Sınavı Giriş Birincisi İstanbul-Yıldız; 1953/1954 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutan mv. Ankara ve Seferihisar (Türkiye’de hazırlık); 1954-1955 5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutanı mv. (Batarya Birleşmiş Milletler Birincisi) Topçu Yüzbaşı Kore 1955/1956 Uçaksavar Alayı 187’nci Hafif Uçaksavar Batarya Komutanı İstanbul Orhaniye Kışlası; 1955 Kursiyer Polatlı Topçu Tekamül Kursu; 1958/1959 2’nci Ordu Karargah Harekat Başkanlığı Kurmay Stajyeri Topçu Binbaşı Konya; 1959/1960 39’ncu Tümen Topçu Komutanlığı Ağır Topçu Tabur Komutanlığı mv. – Kurmay Binbaşı Dörtyol; 1959/1960 39’ncu Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdür vk. İskenderun; 1960 Genel Kurmay Harekat Başkanlığı Plan Harekat Dairesi Plan Kısım Amiri Ankara; 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subayı Topçu Kurmay Yarbay Ankara (1960 Yılında atandığı bu görevinde 30 Ağustos 1962 yılında Yarbaylığa terfi etmiştir); 1960/1962 Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdür vk. Ankara; 1961/1962 Ordu Dil Okulu İngilizce bölümü (9 ay süreli bu kurs devam ederken 22 Şubat 1962 başkaldırı girişimi meydana gelmiş, bu olay nedeniyle kursu tamamlamadan ilişkisi kesilerek Afyon Batı Menzil Komutanlığı Plan ve Prensipler Şubesi Kısım Amirliğine sürgün edilmiştir. Daha sonra Danıştay’da dava açarak, dil kursunda bıraktığı yerden devam etme hakkını geri kazanmıştır. 27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Özel Kalem Müdürlüğü görevinde bulunduğu evrede Silahlı Kuvvetler içindeki dalgalanmalarda yer aldı. O dönemden itibaren ülkemizin yakın tarihine ilişkin olaylara devrimci inançları doğrultusunda doğrudan ya da dolaylı olarak katıldı. Silahlı Kuvvetler Birliği’ne üye oldu. Özellikle Ankara’daki görevi sırasında ABD emperyalizminin güdümüne sokulan ülke düzeninin kokuşmuşluğunu algıladı. Bu tavrı düzene egemen olan güçler tarafından gözden kaçırılmadığı için, 22 Şubat 1962 olaylarına katılmış olma bahanesiyle Afyon’a sürgün edildi. Daha sonra Genç Kemalistler Ordusu adlı bir dava nedeniyle Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde 1963 yılında 4 ay 17 gün tutuklu kaldı ve üç buçuk yıl askeri yargıda yargılandı. Dava devam ederken hiçbir gerekçe gösterilmeksizin 42 sayılı yasayla emekliye ayrıldı. Emekli edildiğinde devresinde bulunan kurmay subaylar arasında kıdem bakımından birinci konumda bulunuyordu. Kurmay Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldığı 1964 yılından bu yana kendisine yapılan tüm iş önerilerini reddedip düzen dışında kalmayı yeğledi ve 1965 yılında yazın yaşamına başladı. Egemen güçler peşini bırakmadılar. 1972/1974 yılında Bomba Davası adlı üst düzey cuntacı generallerin birbirleriyle olan makam ve çıkar çatışmaları üzerine düzenlenen komplo bir davanın baş sanığı olarak Ziverbey İşkence Köşkü’nde bir ay işkence gördü ve iki yılını Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi’nde geçirdi. İdam istemiyle yargılandığı bu davada af kabul etmemesine karşın, politik durumdaki değişime uyarlı olarak davası örtbas edildi. 1973 yılında cezaevinde yatarken kontrgerilla işkencecileri hakkında TBMM araştırması isteyerek bu konuyu ülke gündemine soktu. 1990 yılında İtalya’da patlak veren Gladio gizli örgütü, öne sürdüğü tüm savları doğrulamasına karşın, TBMM’de bu konudaki tüm girişimler bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. Susurluk kazasıyla da daha önce öne sürdüğü savlar Türkiye yönünden doğrulandı. 37 yıldan bu yana çeşitli gazete ve dergilerde politik, stratejik, istihbarat ve güvenlik örgütleri, insan hakları, olağanüstü yargı, kontrgerilla, terörizm ve emperyalizmin örgütleri vb. yakın konularda araştırma ve inceleme türü dizi yazıları yayınlandı. Özellikle 1990’dan beri ilgi alanı içine giren konularda 17’si yurtdışında olmak üzere 120’ye yakın konferans, açıkoturum, panel vb. gibi etkinliklere katıldı. Bazı Özel TV kanallarındaki belgesel ve söyleşilerde yer aldı. Basın toplantıları düzenledi.