DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Transkript
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
DÜBAM PURİM’e KARŞI BİRLEŞİN GİLAD ATZMON İsrail politikaları, Diaspora Yahudileri, çağdaş Yahudi kimliği ve Filistin Çeviren: Ertuğrul Aydın DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM GİLAD ATZMON’DAN MAKALELER SEÇKİSİ Ağustos 2010 DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22 www.dunyabulteni.net 2 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Sunuş Dünya Bülteni’nin metinlerini sebâtla çevirdiği isimler arasında yer alan İsrail doğumlu (1963) Gilad Atzmon bir caz saksafon sanatçısıdır. Çalıntı olduğunu anladığı Filistin topraklarından 1994’te kendi isteğiyle çıkmış ve Londra’ya yerleşmiştir. Siyonistler ona kendinden nefret eden Yahudi deselerde, dünya cazının otantik isimlerinden biri olmasıyla örtüşen otantik/sahih/hakiki bir şahsiyettir. Hem nefesi hem de kalemiyle Filistin davasına adanmış bir şahsiyettir. Zalime karşı şedid, mazluma karşı şefkatli bir ruhu yansıtan âdil, hakkaniyetli, liyâkatli, cesur ve güçlü bir kalemdir de. Başbakan Tayyip Erdoğan 2009 Ocak ayı sonunda Davos’ta Şimon Peres’le “karşılaşması” sırasında Gilad Atzmon’dan çarpıcı bir alıntı yaparak Atzmon’a hak ettiği değeri gösterirken Atzmon’un Siyonist eleştirmenlerine Şimon Peres nezdinde hak ettikleri dersi vermişti. Başbakan Erdoğan Gilad Atzmon’dan alıntı yaparken onun “Yahudi” olduğunu not etmişti. Fakat kaydetmekte yarar var, seçkide yer alan röportajda görüleceği üzere Atzmon şöyle söyler: “Sanırım, davranışlarımda yahudilikten ve İsraillilikten kalma pek çok iz vardır. Kendimi soruşturmak ve onlarla teker teker savaşmak benim hayat mücadelemdir.” Atzmon’un Yahudi halkıyla bir kavgası yoktur. Onun kavgası, hükmetme, gasp etme ve öldürme hakkını kendinde gören, üstünlükçülükten beslenen bir ırkçılıkla ve onun mümessilleriyle’dir. Söz konusu olan İsrail ve Yahudilik-Yahudi kimliği olduğunda, araştırmacıların, analistlerin, gözlemcilerin galiba ezici bir çoğunluğundan ayrı bir yerde durur çünkü diğerlerinin yaptığı dış gözlem iken, kendisini “siyasi sanatçı” olarak tanımlayan Gilad’ınki biraz da tarihi, dini, siyasi ve felsefi birikimini harekete geçirdiği bir içgözlemdir. Atzmon, insanlığa, dünya barışına ve gelecek nesillere tahripkâr Siyonist rüyadan daha büyük bir tehdit yoktur der ve “Demokrasi ve Siyonizm” başlıklı makalesinde, bu tehditle baş etme yolunun, Yahudilere güç koridorlarına sızarak siyasi güç elde etmeyi ilham eden Purim’e yani onun aşıladığı ideolojiye, ruh ve zihniyete karşı birleşmek olduğunu söyler. Purim bir Yahudi bayramıdır ve kaynağını Kitâb-ı Mukkaddes’te Ester Kitabı’nda geçen bir hikayede bulur. Ama aynı zamanda, Atzmon’un teşhisiyle, Kitâb-ı Mukaddes'ten neşet eden, kabilevi ve kültürel bir ideolojinin ete kemiğe bürünmesidir” ki birleşme çağrısını işte bu ideolojiye karşı yapmaktadır. Seçkide yer alan makaleler ve röportaj 2008-2010 yılları arasında yayınlanmıştır. Ertuğrul Aydın DÜBAM 3 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İçindekiler İsrail Bir Kez Daha Ziyanda ...................................................................................................................... 5 İçteki Terörle Savaş:Yahudi Tarihinin Sonu ............................................................................................. 7 Tanrı aşkına, bırakın da hüzünlensinler................................................................................................. 13 Enayiler için Kabile Marksizmi ............................................................................................................... 15 Çağdaş Yahudi folklörü'nde organ bağışı ve hırsızlığı............................................................................ 20 Şerrin Patolojisi...................................................................................................................................... 23 Hezeyandan Kinciliğe Siyonist rüyanın tâbiri......................................................................................... 27 Bonapart Blair & Ltd. ............................................................................................................................. 30 Nehirden denize kadar .......................................................................................................................... 32 Yad Va, yazıklar olsun sana! .................................................................................................................. 36 Dreyfus, Protokoller ve Goldstone ........................................................................................................ 40 Yahudi sembolizminin bayağılığı ........................................................................................................... 42 İngiltere'deki Yahudi seçmenler için elkitabı......................................................................................... 44 Samson ve II. Nakba .............................................................................................................................. 46 İsrail'in denizdeki katliamı ..................................................................................................................... 48 Şefkati çarmıha germek......................................................................................................................... 49 Mossad mottosu: “Savaşı hileyle yapacaksın.” ..................................................................................... 51 Siyonizm ve demokrasi.......................................................................................................................... 54 Gilad Atzmon’la röportaj ....................................................................................................................... 58 4 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İsrail Bir Kez Daha Ziyanda mesajı tüm İslam dünyasına ve ötesine yayılıyor. Geçen hafta Londra'da düzenlenen bir yürüyüşe katıldım ve 100.000 kişilik protestocularla birlikte yürüdüm. Afişlerden, baş bantlarından ve hoparlörlerden, her yandan destek seli akıyordu. Hamas yalnızca mağlubiyetten çok uzak değil, ayrıca roket saldırısı düzenleme kabiliyeti de etkilenmemiş görünüyor. Hamas savaşçıları gün be gün Aşdod, Aşkelon ve Sderot'taki İsraillilere aslında çalıntı Filistin topraklarında yaşadıklarını hatırlatıyor. Hamas’a gerekli zamanı verin, balistik mesaj Filistin'in her bir köşesine iletilecektir. Haaretz'de bugün yayınlanan bir habere göre İsrail ordusunun üst düzey komutanları, İsrail'in Hamasla derhal bir ateşkese varması ve Gazze'deki Filistinli İslamcıları hedefe koyup saldırıları genişletmemesi gerektiğine inanıyorlar. Bu bizi şaşırtmamalı. İsrail, geniş ölçekli soykırım uygulayabilme kapasitesi olduğunu bize ispatlamış da olsa askeri kuvvetlerin İslami direnişe bir cevap üretemediklerini de ispatlamıştır. İsrail ordusunun üst düzey komutanları, "İsrail'in şu birkaç gün içinde Gazze'de yapabileceği muhtemel herşeyi yaptığını" itiraf ettiler. Dolayısıyla IDF, Gazze'deki rolünü tamamlamış görünüyor. Komşularını enkaz yığınına çevirdi. Hava saldırıları ve donanma gemilerinden açılan ateşle dur durak bilmeksizin, gözler önünde sivil nüfusu katletti. Okulların ve hastahanelerin tepesinde patlayan beyaz fosfor görüntüleri hepimizin hafızalarında. Bombalardan kaçmak için kendi binalarını terk eden insanların sığındığı, tıka basa dolu okullara tanklarla ateş açılması artık “Yahudi asker imajıyla” ilişkilendiriliyor; ama İsrailliler buna karşılık hiçbir gâyeye ulaşmış da değiller. İtiraf ederim ki İsrailli bir general olmak, özel bir yetenek ister. Savaş suçlarında ne kadar kabiliyetliyseler, her nasılsa bir yolunu bulup herşeyde başarısız olmak gibi bir özellikleri de var. İsrail, bir çıkış stratejisinden mahrum. Savunma Bakanı Barak'ın bir haftalık insani ateşkes arayışında olduğunu öğrendim bugün. Nutkunuz tutulmasın hemen, soykırımcının teki, lekelerinden arınıp birdenbire değişivermedi. Tecrübeli bir general olan Barak, cephedeki askerlerinin ara vermeye ihtiyaçları olduğunu biliyor ve buna tam şu an ihtiyaçları var. Dağınık halde bulunan birkaç açık alanda toplandıklarından dolayı Hamas'ın keskin nişancılarına ve havan toplarına karşı savunmasızlar. İsrail kuvvetleri son birkaç gündür kayıpların artmasından muzdarip. Savaşı Gazze'nin mahallelerine taşıma teşebbüsü sert bir direnişle karşılandı. İsrail ordusu bir kez daha batakta. Şayet bu yeterli gelmezse, birkaç gün içinde Obama Beyaz Saraya yerleşecek, ki İsrailliler yeni Amerikan başkanının cani stratejilerine kör bir şekilde destek vereceğine büsbütün kâni olmuş değiller. Savunma Bakanı Barak, fırsat penceresinin kapanmak üzere olduğunun farkında. İsrail Silahlı kuvvetlerinin, savaşın askeri hedeflerinden hiçbirine ulaşmaksızın Gazze şehri eteklerinde siperde kalmak durumunda olacağının farkında. Barak'ın yeni bir gerçeklik yaratmak üzere birkaç günlük ateşkese ihtiyacı var. İnsani çabanın ardına gizlenmeyi açıkçası tercih ediyor. İsrail ordusunun bir kez daha İsrailli politikacılar başlangıçta Hamas’ı yok etme yemini ettiler, daha sonra beklenti çıtasını düşürerek Hamas’ın roket saldırısı düzenleme kabiliyetini yok etme sözü verdiler, heyecana gelmiş İsrailli seçmenlerini, Yahudi devletinin bu kez ölümüne savaşacağına dair temin ettiler. Görünüşe bakılırsa bir kez daha vaatleri gerçekleşmekten çok uzak. Hamas işte yerinde duruyor; Filistin sokaklarında Hamas’a verilen destek daha da arttı. Ama sadece Filistin sokaklarında artmakla kalmayıp, Hamas'ın gözdağı 5 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM hazırlıksız yakalandığını itiraf etmekten daha kolay tabi. Olmert de destek veriyor ama sadece yalanlarını itiraf edecek kadar aptalca. Görünüşe bakılırsa bunlardan biri bugün erken vakitlerde "Hamas'ın sahneleri görüp sesleri duyduğunu, bu yorumların Hamas ve liderlerine ilaç gibi geldiğini" telkin ederek Barak’ın suratında patlamış. dümdüz edildi, meskun mahallere beyaz fosfor atıldı. Bu yetmezmiş gibi bir de gece gündüz kullandığı tonlarca bunker buster'larla Gazze'deki her evin temellerini sarstı öyle ki Gazze'de ayakta kalan evlerin yaşamak için güvenli olup olmadığı sorusu gittikçe önem kazanıyor. AB yetkilileri, mahvedilen kasabaların, kamp ve köylerin yeniden inşa masraflarını kimin ödeyeceği sorusunu merakla sordular bugün. Mâlum şartlar altında, İsrail Silahlı Kuvvetleri şimdi zor durumda. Beni yanlış anlamayın, halen ölüm kusma ve kan akıtma kabiliyetleri var ama yine de bu savaşı kazanamazlar. İsrail Hava Kuvvetleri'nin "askeri" hedefleri bir hafta önce tükendi; topçu bataryalarının durumu muhtemelen bundan farklı değil. Yeni haberlere göre İsrail askerleri zırhlı araçlarından ve Merkava tanklarından bir kez ayrıldılar mı Hamas'ın merhametine kaldıkları çok açık. Ynet'te, İsrail askerlerinin "gerçekte düşmanı göremediklerini", "vuruluyoruz ama kim tarafından ve nasıl vurulduğumuzu bilmiyoruz" dediklerini aktaran haberi okudum bugün. İdeal ahlâki bir dünyada, İsrail, Gazzelilerin evlerine dönmelerine müsaade ederdi. Ancak İsrail ve ahlak, birbirine kavuşmaz paralel iki çizgidir. Asla kesişmezler. Filistinlilerin topraklarına bir gün döneceği ne kadar açıksa, Filistinlilerin kaçınılmaz geri dönüşlerini memnunlukla karşılayacak olanın İsrail olmadığı da açıktır. Birileri Gazze'yi yeniden imar etmeli; ve akla gelen tek isim demokratik seçimle iktidara gelen Hamas’tır. Hamas'ın yürüteceği böylesi muazzam bir proje, İsrail'in mücrim savaşına ve onun câni gâyelerine doğru cevap olacaktır. Mâlum şartlar altında, Hamas, kahramanca sebâtın sembolü haline geliyor. Cephedeki savaşçıları, Amerika'nın en ölümcül teknolojisine karşı hani neredeyse çıplak elleriyle savaş veriyorlar. Benzer şekilde, Hamas siyasi liderliği, mevcut çatışmaya ilişkin muhtemel her hangi bir çözümün kilidi olduklarını gösterdi. Hamas'ın devrilip gideceği veya itibarını kaybedeceği ümidi, bir diğer Yahudi hülyası olduğunu ispatladı. Hamas artık uluslararası toplumda geniş kabul gören bir teşekkül haline geliyor. Muhtemel bir çözümün temel unsurlarından birisi nazarıyla bakılıyor. Öte yandan İsrail, hak olduğu üzere, en kötüsünden soykırımvâri savaş suçuna bulaşmış câni, mücrim devlet olarak görülüyor. Ancak akılda tutmamız gereken yeni bir gerçeklik var. İsrail'in Gazze'de ardında bıraktığı hasar dehşet verici. Mahalleler 6 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İçteki Terörle Savaş: Yahudi Tarihinin Sonu Apaçık savaş suçlarına verilen böylesi bir halk desteği daha önce görülmüş ve duyulmuş değildir. Terörist devletler öldürür, ancak belli belirsiz utanç duyarlar bundan. Stalin'in Sovyetler Birliği uzaktaki bazı Gulaglarda bunu yaptı; Nazi Almanyası kurbanlarını ormanların derinliklerinde ve tel örgülerin ardında öldürdü. Yahudi devletine gelince, İsrailliler, okulları, hastahaneleri ve mülteci kamplarını hedef alıp gayri nizâmi silahlar kullanarak savunmasız kadınları, çocukları ve yaşlıları güpegündüz boğazlıyorlar. Bugün ele alacağım mesele, İsrail'in vahşiliği ve çağdaş yahudi kimliği hakkında söylemek zorunda olduklarım arasında her halde en önemli olanıdır. Bu mesele hakkındaki düşüncemi kapsamlı bir kitapta yahut akademik metinde şekillendirebilirdim ama bunun yerine tam tersini yapıp alabildiğince kısa ve basit bir dille aktarmaya çalışacağım. Şu geçen haftalar zarfında İsrail'in Gazze'deki Filistinli sivil halka karşı soykırımvâri askeri harekâtına şahit olduk. Dünyanın en güçlü ordularından birinin kadınları, yaşlıları ve çocukları nasıl ezdiğine şahit olduk. Okulların, hastahanelerin ve mülteci kamplarının tepesinde gayri nizâmi silahların estirdiği fırtınaları gördük. Daha önce savaş suçları işlendiğini gördük ve de işittik ancak İsrail'in haddi aşması bu kez kategorik olarak farklı. Yahudi İsrail nüfusunun mutlak çoğunluğu buna destek verdi. İsrail ordusunun Gazze'deki harekâtını İsrail nüfusunun yüzde 94'ü destekledi. Yani İsraillilerin yüzde 94'ü sivillere karşı girişilen hava baskınlarını onayladı. İsrail halkı katliamı televizyon ekranlarından izledi, seslerini duydu, ateşler içindeki hastahane ve mülteci kamplarını gördü ama tüm bunlar onun yerinden kalkmasına yeterli gelmedi. "Demokratik seçimle" iş başına gelmiş zalim liderlerini durdurmak için pek bir şey yapmadılar. Bunun yerine, içlerinden bazıları iskemleleri kapıp ordularının Gazze'yi kan banyosu yapılan, modern bir İbrani arenasına çevirişini izlemek üzere Gazze Şeridine nâzır tepelere çıktılar. Kampanyanın bitmişe benzediği ve Gazze'deki katliam ölçeğinin gözler önüne serildiği bugün bile vicdan azabı duymuş gibi durmuyor İsrailliler. Sanki bu yetmezmiş gibi bir de dünya çapındaki Yahudiler, savaş sırasında "yalnızca Yahudilerin yaşayacağı bir devlet" lehinde nümayişler düzenlediler. Bu seviyeye ulaşmış grup barbarizmi izaha muhtaçtır. Önümüzde duran görev, İsraillilerin toplu vahşiliği üzerine bir soruşturma olarak tanımlanabilir. Bir toplum nasıl olur da şefkat ve merhametini yitirebilir? Terör, Ruhlarında Mündemiç İsrailliler ve onların destekleyici Yahudi cemaatleri, herşeyden ziyade kendi ruhlarında içkin olan vahşilik tarafından terörize/tedhiş ediliyorlar. İsrailliler gaddarlaştıkları nispette korkmaya başlıyorlar. Mantık basit. Bir kimse, ötekine daha fazla acı çektirdikçe çevredeki muhtemel, potansiyel ölümcül kapasiteden duyduğu endişe de o nispette artıyor. Daha geniş ifadeyle İsrail, Filistinli, Arap, Müslüman ve İran'da kendi içindeki saldırganlığı buluyor [kendi içinde bulduğu saldırganlığı onlara yansıtıyor]. İsrail vahşiliğinin sınır tanımadığı, hiçbir benzerinin olmadığı gerçeğini göz önüne aldığımızda müthiş bir iç daraltısı [anksiyete] çektiklerini söyleyebiliriz. Demek ki İsrailliler, suç ortağı olan kendilerinden korkuyorlar. Ruhlarında mündemiç terörle ölümcül bir savaşa tutuştular. Fakat bu iş'te yalnız değiller. Sivillerin üzerine beyaz fosfor yağdıran bir devlete destek vermede yarışa giren diaspora yahudileri de aynı mahvedici tuzağa düştü. Büyük bir cürümün şevkli 7 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM destekçisi olarak ruhunda bulduğu zalimliğin başkalarında tezahür etmesi düşüncesi onu korkuya sevkediyor. İsrail’i destekleyen diaspora yahudileri, kendi içlerinde bulduklarına benzer bir vahşi niyetin bir gün kendilerine dönmesi gibi muhayyel bir ihtimal karşısında harap oluyorlar. Anti-semitizm korkusunun aslı esası işte budur. Kollektif yahudi merkezli kabîlevi acımasızlığın ötekilere yansıtılmasıdır. olup olmadığını sormaktır. Anlaşılabileceği üzere aslında tam olarak İsraillileri ve siyonistleri kurtarmakla ilgili değilim. Daha doğrusu, aklım, siyonistleri haddi aşmaktan kurtarmanın Filistin’e, Irak'a ve galiba bize barış ihtimalini sunacağını söylüyor. İsrail, bunu görmede zaafa düşenler için buzdağının görünen küçük bir kısmıdır. Ölümcül bir şekilde müdahaleci neocon ideoloji ve uygulamalarının doğrudan sonucu olarak Amerika, İngiltere ve Batı, eninde sonunda benzer korku politikalarına mahkûmdurlar. İsrail-Filistin çatışması diye bir şey yok İsrail ve onun destekçilerinin, yanıcı bir iç saldırganlığın üzerine benzin döktüğü, ateşten intikam topu haline geldikleri şu kısır döngünün oluşumunu görüyoruz burada. Tüm bunlar hayli anlamlıdır. Filistinliler askeri bakımdan İsrail saldırganlığına ve İsrail'in yıkıcı kapasitesine karşı koyamayacaklarından dolayı bir İsrail-Filistin çatışmasının olmadığını savunma hakkına sahibiz. Ortada olan biten bir şey varsa o da İsrail'in psikozudur, İsrail'in kaygı içerisinde kıvrandığı, kendi acımasızlığını başkalarına yansıttığı ruhsal bozukluk. Günümüzün Nazileri nazarıyla bakılan İsrailliler her yanda Nazi görmeye mahkum olmuşlardır. Benzer şekilde, antisemitizm'in yükselişi diye bir şey de yok. Basitçe söylemek gerekirse, diaspora yahudileri, bizzat ispatladıkları şekliyle, etnik bakımdan kendileri kadar yoz ve merhametsiz birilerinin var olması ihtimaliyle perişan olmaktadırlar. Kısacası, İsrail politikası ve siyonist lobicilik hakkında hüküm verirken, topyekûn psikozun eşiğindeki ölümcül kollektif yahudi paranoyasından daha azı takdir edilmemelidir. Nasıradan Çekinmek Anlatıldığına göre çok zaman önceleri, Kenan diyârında [din] kardeşleriyle birlikte yaşayan İsrailoğullarından bir zat varmış. Çağdaş İsrailliler gibi o da nefret, intikam ve korkuyla kuşatılmış bir halde yaşıyormuş. Belirli bir merhalede artık müdahale etmeye ve durumu değiştirmeye karar vermiş ve bir de bakmış ki acımasızlıkla baş etmenin lütuftan başka hiçbir yolu yok. "Öteki yanağını çevir" düsturunu salık vermiş. İsrailoğullarının psikozuna "içteki terörle savaş" teşhisi koyan İsa, şiddete karşılıkta bulunmanın tek yolunun, içindeki iyiliği ararken aynaya bakmak olduğunu kavramıştı. İsa'nın çıkardığı dersin, batılı evrensel ahlâkın şekillenmesine zemin hazırladığı hayli belirgindir. Modern siyasi ideolojiler kendi derslerini Hıristiyan ümidinden devşirir. Marks'ın eşitlik adına sürdürdüğü normatif arayış, İsa'nın kardeşlik mefhumunun seküler bir dille yeniden yazılması olarak görülebilir. Ne var ki tek bir siyasi ideoloji bile çıkıp da İsa'nın lütuf (grace) mefhumunu almadı. Barışı arama fiili öncelikle insanın derûnunda başlar. İsrailliler ve onların neocon ikizleri barışı caydırıcılıkta ararken hakiki barışa, ruhta ahenk arayışıyla ulaşılabilir. Lacancı bir uzman komşuyu sevmenin gerçekte kendini sevmek olduğunu telkin edebilir. İsrailli'nin durumu bunun tam tersidir. Tekrar tekrar ispatladıkları üzere gerçekte Siyonisti, kanlı yolculuğundan kurtarmanın bir yolu var mı? Tarihin seyrini değiştirmenin, İsraillileri ve onun destekçilerini düştükleri dalâletten kurtarmanın bir yolu var mı? Bu soruyu sormanın en iyi şekli, İsraili ve siyonisti bizzat kendisinden koruyacak bir yolun 8 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM kendilerini sever, komşudan nefret ederler yahut kısaca, sadece kendilerini sever umumdan nefret ederler. Neredeyse herşeyden ve herkesten nefret ederler: Arap'tan, Chavez'den, Alman'dan, İslam'dan, Mûsevi olmayanlardan, domuz etinden, Papa'dan, Filistinliden, Kiliseden, İsa'dan, Hamas'tan, Kalamar ve İran'dan. Sen söyle, onlar nefret etsin. Böylesi bir nefret zevk vermediği takdirde tüketici bir proje olsa gerektir. Ve hakikat, İsrailoğullarının "zevk ilkesi" şu şekilde ifade edilebilir: Başkalarına acı çektirirken nefrette zevk bulmak. evrensel iyilik esasına dayalı bir temenniye imkan vermektedir. Sürekli olarak şerre mâruz kalma tehdidi altındayız ama iyiliğin galebe çalacağına inanma eğilimimiz var yine de. Hâlbuki İsrailoğullarının kabilevi söyleminde seçilmişin mülkiyetindedir iyilik. İsrailliler komşuda bir iyilik yahut zerâfet görmezler, komşularını vahşi ve yaşamı tehdit eden bir unsur olarak görürler. Zerâfet, İsraillilerin mülkiyetindedir ve tesadüfe bakın, kendileri öylesine masum öylesine mağdurlardır ki. Batının evrensel söyleminde iyilik bir kişiye yahut ulusa ait değildir; herkese aittir ve aynı zamanda hiç kimseye ait değildir. Batının evrensel mirâsına göre iyilik, hepimizin derûnundadır. Bir siyasi parti veya ideolojinin mülkiyetinde değildir. Hepmizin özünde yüceltici bir lütuf ve iyi bir Tanrı var Bu noktada söylemek gerekir ki "içteki terörle savaş" bir yahudi icâdı değildir. Herkes – uluslar, halklar veya bireyler – onun potansiyel nesnesidir. Amerika'nın Hiroşima ve Nagazaki'de yaptığı nükleer katliam Amerikan halkını terörize edilmiş bir topluluk haline getirdi. Bu toplu endişe, "Soğuk Savaş" olarak bilinir. Amerika bizzat kendisinin ispatladığı şekliyle merhametsiz birilerinin ortaya çıkması korkusundan kendisini hâlâ kurtaracak. Şok ve Dehşet'te Amerika ve İngiltere üzerinde bir yere kadar benzer etkiye sahiptir. Yüksek motivasyona sahip bir seçkinler sayesinde dehşete kapılmış kitlelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu türe "korku politikası" deniliyor. Nasıl bir [Tanrı] Baba? "Tanrınız RAB mülk edinmek üzere gideceğiniz ülkeye sizi götürdüğünde ve önünüzden birçok ulusu kovduğunda... onların hepsini yok etmelisiniz. Onlarla antlaşma yapmayacak ve onlara acımayacaksınız." (Tesniye 7:1-2) İsrail ve onun destekçisi lobilerin söyleminde şefkate yer olmayışının kökenini bu noktada anlamaya teşebbüs edebiliriz. Yahudiler ve onların farklı Tanrıları arasındaki sorunlu ilişkileri tafsilatlı bir şekilde incelemenin konuya biraz ışık tutacağına inanıyorum. Yahudi "Tanrılarının", "İdollerinin" ve "Baba Figürlerinin" sayısındaki artışın belli belirsiz sorun teşkil ettiği açıktır en azından söz konusu olan ahlak ve zerâfet olduğu müddetçe. Oğul ve ahlâksız babası arasındaki ilişkiler tetkik edilmelidir. Felsefeci Ariella Atzmon (kendisi annem olur), yanlış başlangıcın karmaşıklığını "Fagin Sendromuyla" tanımlar. Charles Dickens'ın Fagin'i, çocukları suça teşvik eden bir yetişkindir. Yankesiciliğin ve hırsızlığın nasıl yapıldığını öğretip onları Ama yinede batılı söylemi düzeltici bir mekanizma var. Kendi kendini besleyen paranoya eliyle gittikçe radikalleşen yahudi devletinin aksine, şerle öyle ya da böyle yüzleşilmekte ve er ya da geç kuşatılmaktadır. Câni kınanmakta ve barış ümidi bir şekilde eski durumuna iade edilmektedir. Bu demek değildir ki Obama'nın bir değişim getirmesi hususunda nefesimi tutuyorum, hakikat, Obama'ya değişim getirmesi için oy verildi. Obama, şerri hakiki manada sınırlandırma teşebbüsümüzün sembolüdür. Yahudi devletinde ise olmamakla kalmayıp asla da olamayacak bir şeydir bu. İsrail ve Batı arasındaki fark âşikardır. Batıdaki Hıristiyan mirâs, 9 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bıraktı ve sıradan insanoğluna döndü. Diğer pek çok yahudi ise Tanrı'yı terk etti ama ırki ve kabîlevi bağlarını korudu. Kabîlevi aidiyetlerini Museviliğin umdesine değil etnik, ırki, siyasi, kültürel ve ideolojik zemine dayandırmaya karar verdiler. Yehova'yla ilişkilerini kesmelerine rağmen sekülerist bir bakış benimsemede inat ettiler ki çok geçmeden yekpâre, din benzeri bir umdeye döndü. Yahudi kitlelerin 20. yüzyıl boyunca çok cazip bulduğu din benzeri iki ideoloji Marksizm ve Siyonizmdi. çalıştırır ve çocukların çaldığı mallar karşılığında onlara yiyecek ve barınak sağlar. Çocuklar, efendilerine karşı minnet duymalıdırlar ama kendilerini hırsız ve yankesiciye çevirdiği için onu aşağılamalıdırlar da. Çocuklar Fagin'in sahip olduğu her ne varsa hepsinin de çalıntı olduğunu, Fagin'in zarifliğinin içtenlikli veya hâlis olmaktan çok uzak olduğunu farkederler; gayrı ahlaki kancadan kurtulmak için er ya da geç efendi Fagin'e sırt çevireceklerdir. Baba-oğul bakış açısından, Kitab-ı Mukaddes'in Tanrı Yehova'sı, Fagin sendromunda gördüğümüzden farklı değildir. İsrail'in Tanrısı, yerli sâkinleri soyup soğana çevirmeleri maksadıyla şu seçtiği halkı çölden vaad edilmiş topraklara göndermektedir. Ahlaklı babadan veya "inayetli bir Tanrı'dan beklenecek olan bu değildir. Sonuç itibariyle İsrailoğulları Yehova'yı sevdikleri nispette kendilerini katil ve soyguncuya çevirmiş olmasından dolayı onun hakkında belli belirsiz şüphe besliyor olmalıdırlar. Hüsn-ü muamelesinden bile kuşku duyuyor olmalılar. Dolayısıyla yahudi tarihi boyunca "sadece birkaç yahudiden"daha fazlasının semâdaki babaya sırt çevirmiş olmaları bizi şaşırtmamalıdır. Marksizm, seküler bir evrensel ahlak ideolojisi olarak tasvir edilebilir. Bununla birlikte Marksizm, yahudi kabilesinin umdesine dönüşme sürecinde humanizminin veya evrenselliğinin tüm izlerini kaybetti. Bildiğimiz üzere, siyonist ideoloji ve uygulama, kendilerini Marksın gerçek takipçileri olarak adlandıran solcu yahudilerin hâkimiyetindedir. Filistinliler pahasına gerçekleşen yahudi ulusal dirilişinin meşru bir sosyalist çaba olduğuna iman ederler. Yeterince ilginçtir, onların muhalifi olan Siyonist Karşıtı Doğu Avrupa Yahudi İşçi Sendikaları Birliği, Filistinlilerin kurumsal soyguna mâruz kaldıklarına inanmadı; bunun yerine, zengin Avrupalılardan almanın, sosyal adalet yolunda büyük bir evrensel sevap olduğuna inandılar. Aşağıdaki mısralar birliğin marşından: Bununla birlikte sekülerist algıya göre Tanrı/lar insanlar tarafından icât edilmiştir; bu algı çerçevesinden bakınca, böylesi "ahlaksız Tanrıyı" icâd eden kimdi acaba diye sorası geliyor insanın. Böyle bir Tanrının kurallarını takip etmeye insanları zorlayan nedir? Yehova'dan uzak durmaya başladıktan sonra Yahudilerin icâd ettiği alternatif tanrıların hangileri olduğunu tespit etmek ilginç olacaktır. Korkusuz nefretimiz sürüp gidecek, Yoksulu soyana ve öldürene: Çar'a, efendilere, kapitalistlere. İntikamımız çabuk ve kesin olacak Ahlak veya siyasi bağlara herhangi bir soru havale etmeksizin açıktır ki Marksist Yahudi marşı "nefret" ve "intikamla" bezelidir. Yahudilerin Marks, Marksizm, Bolşevizm ve eşitlik şevki bilindiği kadar hikayenin sonu da biliniyor. Yahudiler uzun zaman önce kitle halinde Marks'tan koptular. Devrimi, Chavez, Evo Morales gibi gayri-musevilere (Goyim) terk ettiler; Lincoln'ün Amerika'da köleliği kaldırmasından beri geleneksel kâbilevi ortam ve ortodoks Musevilik'ten [Rabbinik Yahudilik / Çifte Torah] "birkaç yahudiden" daha fazlası uzaklaştı. Pek çoğu kendilerini çevreleyen gerçeklere karışıp gitti, seçilmişlik etiketini bir kenara 10 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM evrensel eşitlik ve ahlakın hakiki manasını hakikaten içselleştirmiş liderlere. BM'e sırt çevirmeleri yine çok zaman almadı. Ben Gurion "gayri-musevilerin ne dediği önemli değil, önemli olan yahudilerin ne yaptığıdır" demişti. İsrailliler şu yakın zamanlarda, Beyaz Saray'daki uşakvâri dostlarından bile sakındılar. İsrailli bir general (emekli general Şolomo Brom) Amerika'da yapılan son seçimlerin arefesinde G.W.Bush'a "aşırı destekleyici olmak sûretiyle İsrail'in çıkarlarına zarar verme" ithamını yöneltti. İsrailli generaller esasen İsrail'i komşularını imha etmekten alıkoymadığı için suçluyorlardı Bush'u. Alınacak ders bellidir: Siyonistler ve İsrailliler, kaçınılmaz bir şekilde tanrılarına, idollerine, babalarına ve yardım etmeye çalışan diğerlerine düşman kesileceklerdir. Fagin sendromunun İsrail politikası bağlamındaki gerçek anlamı budur. Her zaman babalarının aleyhine döneceklerdir. Marksizm, 19.yy'ın sonları ve 20.yy'ın başlarında Avrupalı yahudilerden pek çok takipçi kazandı ama Holokost'un ardından Siyonizm, dünya yahudilerinin sesi oldu. Fagin benzeri Siyonist Tanrılar ve idoller doğdu: Herzl, Ben Gurion, Nordau, Weizmann, takipçilerine gayri ahlâki bir başlangıç vaad ettiler. Vâdesi geçeli çok olmuş tarihi adâlete giden yol, Filistinlileri soymaktan geçiyordu. Siyonizm, Eski Ahid’in kutsi metnini tapu siciline dönüştürdü. İsrailli'nin Siyonizme ve Siyonist ideolojiye karşı hıncını açıklamaya yeter bu. İsrailli, Yahudi Diaspora'nın gayri ahlâki kolonyal projesinde istihkâmcı olmaktan ziyade toprakların tabîî sâkini olmayı tercih ederdi. İsrailli yahudi, siyasi duruşunu ahlâki gerçeklerden kaçarak sağlıyor. İsraillinin, yaptığı savaşları sevdiği gerçeği kadar, bu savaşları vermekten nefret etmesini de açıklar bu. "Yahudi ulusu" veya "Siyonizm" gibi büyük ve ırak bir ideoloji uğruna ölmeye razı değiller. Beyaz fosforu ve misket bombasını muhakkak ki uzak bir yerden atmayı tercih ederlerdi. Hepsinin içerisinde en ilginç yahudi inanç sisteminin, İsrailli felsefeci Yeshayahu Leibowitz'in doğru bir şekilde "yeni yahudi dini" olarak tanımladığı Holokost Dini olduğuna inanıyorum. Holokost dininin en ilginç tarafı, onun tanrı figürüdür: Yahudi. Yeni şekillenmiş dogmatik bu umdenin takipçisi, "Yahudiye" inanır, kendini kurtarana. "Son soykırımdan sağ olarak kurtulana." Takipçileri, Yahudiye iman eder, "vaad edilen toprağına" kavuşmuş "masum" kurbana ve şimdi de başarılı diriliş anlatısını kutlayarak ayin yapar. Holokost dini söyleminde Yahudi, belirli bir dereceye kadar, ifadesini gücünde ve sonsuz keyfiyetinde bulan Yahudiye iman eder. Yeni şekillenmiş bu dini çerçevede Tel Aviv, Mekke'dir, Yad Vashem Holokost Müzesi ise Kâbe. Bu yeni dinin dünya çapında pek çok mâbetleri (müzeler) ve mesajını ileten ve muhaliflerini cezalandıran rahipleri de var. Holokost dini, yahudi bakış açısından, kendini sevmenin en şeffaf ifadesidir. Geçmiş ve gelecek, burada anlamlı "bugünle" birleşir; tarihin praksis'e tahvil olduğu andır. Pratik söylemek gerekirse, politik ve ideolojik Ne ki modern yahudi ulusçuluğunun nispeten kısa tarihi boyunca, Siyon, diğer tanrılar ve koşer idollerden arkadaşlar edindi. 1917'lerde Lord Balfour, yahudilere Filistinde ulusal bir devlet dikebileceklerini vaad etti. Söylemeye gerek yok, Yehova vakasında olduğu gibi Lord Balfour da yahudileri yağmacı ve soygunculara çevirdi; düpedüz ahlaksız bir vaadle gelmişti. Yahudilere bir başkasının topraklarını vaad etmişti. Esasen yanlış bir başlangıçtı. Yahudilerin İngiliz İmparatorluğuna sırt çevirmeleri çok uzun zaman almadı. BM 1947'de ahmakça aynı hatayı yaptı; yahudilere münhasır bir devletin doğmasına yol açtı ve yine Filistinliler pahasına. Uluslar adına Filistin’in yağmalanmasına meşruiyet kazandırdı. Kendisinden uzak durulmuş Yehova vakasında olduğu gibi yahudilerin 11 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bakımdan kendisini Yahudi olarak tanımlayan herkes bilinçli ya da bilinçsiz olarak Holokost dinine boyun eğmekte ve baba figürü "Yahudi’nin" takipçisi olmaktadır. kaldırmak için söyleyelim, ben "Yahudimi" uzun zaman önce terk ettim ve iyiyim. Zerafet'ten ne haber? yeni baba figüründe herhangi bir iyilik var mı? Filistin halkı pahasına her gün yüceltilen bu masum kurbanlık anlatısında lûtfa yer var mı? Eğer tarihin sonu diye bir şey varsa, Holokost dini Yahudi tarihinin sonunu temsil eder. Holokost dini ışığında, Baba ve Oğul nihayet birleşir. En azından söz konusu olan İsrail ve Siyonizm olduğunda, soykırımvâri ideoloji ve gerçeklik amalgamında kaynaşırlar. Holokost dini ve onun destansı bekâ değerleri ışığında, bir yere kaçmanın mümkün olmadığı açık hava hapishanesine kafeslenmiş kadın ve çocukların üzerine yahudi devletinin beyaz fosfor yağdırma hakkı vardır. Yeterince üzücüdür, yahudi devletinin işlediği cürümler yahudi halkı nâmına ve zulüm altında geçen sıkıntılı bir tarih adına yapılmaktadır. Yahudiler tarihte pek çok tanrıdan uzaklaştılar, Yehova'yı, Marks'ı terk ettiler, bazıları ise hiçbir zaman Siyonizmin peşinden gitmedi. Ancak Holokost dini ışığında - Gazze, Cenin ve Lübnan'daki manzaraları akılda tutarak - yahudiler geleneği muhafaza edip bu kez "Yahudiye" sırt çevirebilirler. Yahudi, bu yeni Baba figürünün kendi şeklinde olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır. Dehşete düşürücü olan ise yeni babanın öldürme çağrısı olacağını ispatlamasıdır. Görünen o ki yeni baba, tüm tanrılarının içerisinde en şerlisi olacaktır. Ezoterik baba figürüne sırt çevirecek kadar cesur kaç yahudi çıkacak merak ediyorum. Evrensel bir ahlak söylemi benimseyerek insanlığın geri kalanına katılacak kadar cesur olacaklar mı? Yahudi’nin Yahudiye sırt çevirip çevirmeyeceğini zaman gösterecek. Sadece bir şüpheyi ortadan 12 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Tanrı aşkına, bırakın da hüzünlensinler İsrail vahşiliğinin yeni tedbirleri ışığında, yahudi’nin "akıl sesini" duymak bir hayli ilginç olacak. Bu gülünç yasaya karşı çıkan tuhaf bir ses var; Profesör Ruth Gavison'un sesi. Hebrew Üniversitesinden İsrailli bir hukuk profesörü. Gülmeyin ama aynı zamanda "Siyonist, Yahudi, Liberal ve Beşeri Düşünce Merkezi'nin" de başkanı. Geçen hafta Ynet online'da yeni tasarıyı kınayan bir makalesi yayınlandı. İsrailli kanun koyucular, Filistin halkına karşı yürütülen ırkçı kampanyanın parçası olarak şimdi de Nakba'yı (Felâket / İsrail'in kuruluşu) anma etkinliklerini yasaklamakta ısrar ediyor. Geçenlerde bir dizi kabine ve Knesset üyesi, İsrail vatandaşı Filistinli Arapların 1948 Filistin holokostunu (Nakba'yı) anmalarını kanun dışı bir eyleme dönüştürmek için "kanun taslağı" sundular. Yeterince ilginç, var olma nedeni yahudilerin çektiği ıstırap olan yahudi devleti, aynı şeyi benzer ıstırabı çeken Filistinlilerin yapmasını engellemeye kalkışıyor. Gavison, Siyonizmin hümanist ve liberal bir çaba olarak yorumlanabileceğine inanıyor. Bununla birlikte düşüncelerine yakından bakıldığında yakıcı gerçekle karşılaşılıyor: Profesör, evrensel ahlak veya hümanizmi kavramamış bile. Adalet tasavvuru siyonizmin etkisi altında. Yahudi okuyucularının sakat savına meydan okuyamayacak kadar sıkılmış olacakları ümidiyle sembolik eski siyonist şablonlarla oynuyor. İsrail, Filistin varlığının her bir bâkiyesini silip yok etti. Filistin köyleri, kasabaları, bağ-bahçeleri, tarlalar ve kültür varlıkları 1948'den sonra yok edildi. Şimdi de Filistin mirâsına karşı yürüttükleri savaşı bir adım öteye taşıyorlar. İsrail’in yaptığı yalnızca fiziki ihraç, gerçeklerin silinip yok edilmesi değil, ırk eksenli etnik temizlik, açlık, toprakların istimlâk edilmesi, evlerin yıkılması, okulların bombalanması veya yoğun nüfuslu yerlerde beyaz fosfor kullanılmasından ibaret de değil, artık Filistinlilerin zihinlerini de işgal etmek istiyor. Knesset üyeleri, Filistinin ortak hafızasını da yok etmek istiyor. Hiç değilse resmiyette hatırlama hakkını yasaklamaya çalışıyorlar. Gavison, bu kanun tasarısına karşı çıkıyor. Teklif edilen kanunun "haksız, budalaca olduğunu, kamusal hayatın merkezindeki problemi yanlış teşhis ettiğini" savunuyor ki haklı. Legalizm, ana sorunla yüzleşme yollarının sonuncusudur. Ancak Gavinson'un nezaketini yitirmeye başladığı yer aşağı yukarı yine burası. İşte Gavison'ın Nakba hakkındaki düşünceleri: "Yahudi çoğunluğun, kendi topraklarında bağımsızlıklarını kutladıkları günü, Arap azınlık içinden bazıları, kendi felâketlerinin günü olarak sembolleştiriyorlar." Profesör Gavison nezdinde Filistinlilerin tümünün değil de "sadece içlerinden bazılarının" Nakba'yı anması söz konusu. Bununla birlikte Gavison'a göre Filistinliler suçu başkasında değil kendilerinde aramalılar. Hatırlanmalı ki "bu gün, hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin iki ulus devletin kuruluşunu kutladıkları gün olabilirdi" diyor. Gavison'ın budala yerine koyduğu veya aldattığı kişiler de kimler? Doğrusu merak konusu. Filistinlileri kovma planının Siyonist gündeme sağlam bir şekilde Halid Amayreh'in birkaç gün önce işaret ettiği gibi "Filistinli parlamenterlerden biri, teklif edilen bu yasayı, holokostu anma mahiyetindeki tüm yahudi faaliyetlerini yasaklayan muhayyel bir Alman kanunuyla kıyasladı." Nakba ve holokost arasında kurulmuş yerinde bir eşitlik. Irkçı iki büyük cürümden bahsediyoruz. Ancak Almanlar geçmişleriyle yüzleşmişlerken, yahudi devleti, masum sivil bir halka acı çektirdiği yedinci on yıla doğru ilerliyor. 13 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM yerleştiğini biliyor olmalı. Ve diyor ki "Filistinliler, taksim planına karşı çıktılar ve bu savaşın sonucunda, Filistin toplumu ve topraklarının enkazı üzerinde İsrail devleti doğdu. Pek çok Filistinli, mülteci konumuna düştü, Filistin devleti ise halen kurulmayı bekliyor." İsrailli bu profesör, kendisi aynı zamanda bir imaj olarak "yahudi hümanizmini" teşvik için kurulmuş bir enstitünün "başkanı", zorunlu olarak şu sonuca ulaşacak: "Kovulmuş Filistinlileri ev ve topraklarına geri getirmenin zamanı geçti." müşfik. Ancak sıra yahudi kolonici aygıtın yol açtıklarını üstlenmeye gelince, gönülsüz. Filistin topraklarında ikâmet etmeyi apaçık bir şekilde tercih ediyor ve hatta gerçek sahibine geri vermek yerine ona "anavatan" adını takıyor. İsrail'in vahşiliği ve iğrençliği, sağcı siyonist bağnazlardan, uğursuz kanun taslağını hazırlayanlardan daha ziyade Gavison'ın, sözümona "hümanist siyonistin" zâtında ete kemeğe bürünmektedir. Hümanist sembolizm adına yahudi cürmünün bakımıyla ilgilenmektedir. Nefesinizi tutmayın, Gavison bir evrensel hümanist değil, siyonistin teki. Tüm istediği, Filistinlilerin matem tutmasını engelleyen yasa taslağının yasalaşmasını engellemek. Başka bir deyişle, Filistinlilerin diledikleri kadar matem tutmalarına, hüzünlenmelerine izin verilmesini istiyor. Gavison, makalesini şöyle bitiriyor: "Geçmişin inkârı uygunsuz bir iştir, ancak onun sorumluluğunu üstlenmede zaafa düşmek de kabul edilemezdir. Yahudilerin anavatanda self determinasyon hakkını tasdik eden çözümlerle gelmeliyiz." "Siohümanist" profesörün gözlerimizi açmamıza vesile olmasını umuyorum ki böylelikle diğerleri pahasına self determinasyon hakkını yahudilere verenin ne olduğunu kati olarak anlayabilelim. Bunu bir kez anladığımızda, Filistin’i yasal yahudi anavatanı yapanın ne olduğunu kavrayalım diye Gavison veya diğer "hümanist siyonistlerin" bizi aydınlatmalarına izin verecek kadar olgunlaşmış oluruz. "Hüzün, acı çeken insanın tabii hissiyatıdır" diye kabul ediyor profesör. "Tarihi asla reddetmemeliyiz, tarihi yasalarla yasaklamamalıyız, bilakis onunla yüzleşmeliyiz" diyor. Böylesi sözde bir hümanistin yaptığı ifşaatın siyonist günahı kabul ve teslim etmeye ve sorumluluğu üstlenmeye sevk edeceğini beklersiniz. Gavison'ı okumak, meselenin ne kadar yakıcı olduğunu ortaya koyuyor: Siyonizm ve liberal yahudi düşüncesinin hümanizmle, ahlakla veya evrenselcilikle bir ilgisi yoktur. Siyonizm ve hümanizm basit bir nedenden dolayı karşıt kavramlardır. Siyonizm ırk yönelimli bir kabile felsefesidir, hümanizm ise evrenseli hedefler. Yok öyle bir şey. "Siyonist, Yahudi, Liberal ve Beşeri Düşünce Merkezi'nin" başkanı, bir hümanist hakkındaki müşterek nosyonumuza öyle kolayca uymuyor. Liberal ıstılahın birazını kullanarak acımasız, kaba gayri ahlaki davranışı haklı kılmaya çalışan kabile kampanyacısına daha çok benziyor. Gavison, bölgeye adalet getirmeyi gerçekte istemiyor. Tek istediği, "geçmişe dair bir farkındalık oluşturmak ki Arapların ve yahudilerin (birlikte yaşayacakları değil de) yanyana yaşayacakları bir geleceğe evrilecektir bu." Doğru, Gavison, Filistinlilerin geçmişe matem tutmalarına izin verecek kadar 14 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Enayiler için Kabile Marksizmi Görünüşe bakılırsa Filistinli ve Arap entelektüeller Rusya'yı milyonlarca insanın canı pahasına Sovyetlere dönüştüren yöntemin kendilerini özgürleştirmeyeceğini kavramışlardı. Yahudi Marksistlerin, Filistinli mültecileri evlerine geri getirme niyetlerinin olmadığını apaçık anlamışlardı. Yahudi Marksist, herhangi bir şekilde yeterli bir direniş bile sergilememişti. Dikkatleri Yahudi politikasıyla ve Yahudi kimliğiyle ilgili sorulardan başka yöne çekmek amacıyla söylemi boş laflarla ve sahte analitik jargonla doldurmak için vardı o. Filistinle dayanışma söylemlerine yıllardan beri Yahudi Marksistlerin yürüttüğü sol ideoloji hâkimdir. Yahudi solcuların desteği ilk başlarda oldukça önemli olmasına rağmen, Filistin direnişi ve Filistin dayanışması, etnik temellere dayalı güçlü ve özerk bir söyleme doğru evrildiği için daha sonraları üstünlüğünü ve aciliyetini kaybetti. İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği savaş suçları artık gayet iyi belgeleniyor. Durumu, bu "hakşinas koşer yahudinin" onayından geçirmeye kimsenin ihtiyacı yok. Yeterince ilginç olmalı, İslam’ı terk etmeleri şartıyla Filistinlileri desteleyenler aslında Yahudi kabile politikalarının ibret verici nihâi timsâli olan Yahudi Marksistlerdi. Yahudi’nin çirkin politik tavırlarını en ham haliyle ifşa eden "Siyonist" değil "Yahudi Marksist'tir." Yahudi solunu takibe almak ve onun felsefesini anlamak için yeterli bir sebeptir bu. Birazdan göreceğimiz gibi Yahudi Marksizm’i, Yahudi sorununa herhangi bir şekilde yakınlaşmayı fırıldak çevirerek bastırmak için vardır. Filistin dayanışma söyleminin ilerlediği gerçeğine rağmen Yahudi Marksistler, kendilerinin kabile yönelimli, gerçekliğin sahte analitik vizyonunu zorla kabul ettirmede halen ısrar ediyorlar. Yahudi Marksizmi, Marksizm'den veya Sosyalizm'den çok farklıdır. Marksizm, evrensel bir paradigma iken, onun Yahudi versiyonu çok başkadır. Marksist diyalektiği Yahudi uşağı bir kaideye çevirir. Yahudi Marksizm’i esas itibariyle "Marksist benzeri" bir terminolojinin, Yahudi kabile davasının tek gâyesi uğruna çiğ bir şekilde kullanılmasıdır. Siyasi gücü hedefleyen, Yahudi merkezli sahte entelektüel bir düzenlemedir. Yahudi gücünün ve Yahudi lobisinin mercek altına alınmasını engellemek için vardır. Yahudi Marksist, cevapları bildiğini iddia eden ama bazı sebeplerden dolayı yine de tarihi olayları tam bir felaket denilecek şekilde okuyan sahte bir kâhindir. Tahminlerinin hiçbirisi gerçekliğin testine dayanamaz. Gazze'de, Nablus ve mülteci kamplarındaki durumun 19.yy Avrupasınınkiyle aynı olmadığını farkedenlerin ilki herhalde Filistinli düşünürlerdi. Marksizm’in tek analitik araç olarak kullanılışına kafa tutmak için yeterliydi bu. Bununla birlikte, Yahudi Marksistlerin Filistinliler, Araplar ve genel olarak bölge için çok daha mâceracı planı vardı. Arapların kozmopolitan ateist olmalarını istiyorlardı. Arapların "tepkici İslamı" terk edip, bir yüzyıl önce Yahudilerin yaptığı gibi kendilerini özgürleştirmelerini telkin etmişlerdi. Yahudi Marksist ideolojinin son timsâlinden biri de Profesör Moşe Machover'dır. Machover Tel Aviv'de doğmuş ve 1968'de İngiltere'ye yerleşmiş. Matzpen adlı minyatür bir Sosyalist örgütün kurucusu (1962). Machover'ın Siyonizm okuması hayli abes. İsrail diyor, "bir yerleşimci devlet/i/dir" Machover için gerekli bir kalkış noktasıdır bu zira Siyonizm’i sömürgeci, genişlemeci bir proje olarak ele almaktadır. Böylesi 15 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM sakat bir entelektüel fırıldaklığın arkasındaki gerekçe açıktır. Siyonizm sömürgeci bir proje olarak nakledildiğinde, Yahudiler sıradan bir halk olarak görülmelidir. Fransızlardan veya İngilizlerden bir farkları yok demektir; ölümcül sömürgeci projelerini sadece farklı bir zamanda yürütüyorlar demektir. ve Marksist uymamaktadır. maddeci açıklamalara Demek oluyor ki Machover'ın "yerleşimci devlet/i/nin" bir diğer Yahudi Marksist fırıldaklık olduğunu farz etme hakkına sahibiz ve o, İsrail'in bir Yahudi devleti olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmak için vardır. İsrail'in benzersiz durumunu anlamak için "kimler Yahudi'dir" diye sormamız gerekiyor. Musevilik nedir? ve Yahudilik nedir? Bu soruya vereceğimiz cevap sayesinde Machover ve diğer Yahudi Marksistlerin bu yanar döner işlere niçin bu kadar yatırım yaptıklarını anlayabiliriz. Machover'ın Marksist ideolojiyi tahrif edişi, çok ilginç bir benzerliktir, Siyonistlerin Eski Ahidi tahrif edişine benzer. Bununla birlikte, Machover dikkatleri Yahudi sorunundan, Yahudi kabile politikasından ve Yahudi kimliğinden öte yana çevirmeyi gözü dönmüş bir şekilde istiyorsa da, tüm önermesi tek bir hamlede yıkılabilir. Şayet İsrail bir yerleşimci devlet/i ise o halde sormalı, "anavatanı" neresidir? İngiliz ve Fransız sömürgeciliği devrinde, yerleşimci devletler/i bağlarını "anavatanlarıyla" çok açık bir şekilde korumuşlardı. Yerleşimci devlet/i/nin, tarihte bazı hallerde, anavatanla bağları kopardığı da olmuştur. Hayli dikkat çekicidir. Boston Çay Partisi bir şeyler anımsatabilir. Bununla birlikte, bildiğimiz kadarıyla "Yahudi yerleşimci devlet/i" ile arasında asli bir bağın olduğu "Yahudi anavatanı" yoktur. Yahudi halkı, Yahudi devleti ile ilişkilendiriliyor ama ne ki Yahudi halkı, özerk egemen varlığın "maddesi" değildir. Maddi bir Yahudi anavatanının olmayışı, Machover'ın sömürgeci savının çöküşüne neden oluyor, hemen ve derhal. Machover'ın Kasım 2006'da Brunei Gallery Lecture Theater (SOAS) yaptığı uzun ve tumturaklı bir konuşma bazı nedenlerden dolayı International Socialist Review (ISR) tarafından bu ay yayınlandı. Marchover'ın kâhince tahminlerinin hiçbirisi de gerçekliğin testine dayanamamıştır. Böylesine mahcup edici bir çalışmanın yayınlanması, ISR editörlerinin mevcut dünya meselelerini kavrayışları hakkında ciddi endişeye yol açıyor. Machover'ın İslam hakkındaki şu sözlerini ISR'nın onaylayıp onaylamadığını öğrenmek çok ilginç olacaktır: "İslam, geriye dönüktür [çağdışıdır] ve tabiatı gereği, ilerlemeyi sağlayamaz." Bu gezegende yaşayan her müslüman bilmeli ki Londralı yaşlı bir Yahudi Marksist, Kur'ân'ı kaldırıp atmaları gerektiğine kâni. Dahası, İbrani, İsrailli Yahudiler kültürel ve duygusal olarak hiçbir anavatana bağlı değildirler, kendi devletleri hâriç. Eski bir İsrailli olarak şahitlik edebilirim ki ne ebeveynim ne ben ne de İsrail vatandaşlığından çıkmış diğerleri İsrail hâriç herhangi bir (anavatanla) devletle bağımızın olduğu şeklinde bir farkındalık taşımadık. Dolayısıyla, Siyonizmin bazı sömürgeci nitelikler taşıdığı doğru olabilirse de bizâtihi (per se) sömürgeci bir proje değildir çünkü Yahudi yerleşimci devlet/i ile Yahudi anavatanı arasında bir maddi tekabüliyeti hiç kimse gösteremez. Yahudi ulusal projesi tarihte benzersizdir Ulusçuluğun yükselişinden dolayı burada, İngiltere'de ve diğer Avrupa ülkelerinde kaygılanan çok az insan var. Yeterince sarsıcıdır, Machover'in kurumlu ve üstünlükçü bir tavırla İslam’ı ele alışıyla sağcı ulusçuların İslam’ı ele alışlarının mukayese edilmesi eğlendirici bir gerçeği ifa eder. Machover, Yahudi kabilesinin üstünlükçü üyesi, kendisini Nick Griffin ve 16 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM "Çözüm" vizyonunun - ilkeler ve önşartları – ana hatlarını ortaya koymadan evvel Machover'ın binlerce kelimelik sahte analitik metin döktürmesi gerekiyor. BNP'nin sağına yerleştirdi. Griffin ise "anavatanlarına" dönmeleri için yabancılara 50.000 Sterlin teklif ederken şu bizim Koşer Marksist Machover, yerliyi kendi toprağında soyup soğana çevirmenin derdinde. Griffin, İslam'a "çağdışı" deyip sonra sıvışıp gidemezdi. Şaşırtıcı değil çünkü Griffin büyük bir muhalefetle karşılaşmak durumunda kalırken Machover sol cenahtan çok az muhalefet görecektir. Bunun bir nedeni açıktır ki Machover ve onun üç Yahudi takipçisinin fark edilebilir bir durumda olmamalarıdır. Bir diğer nedeni ise ırkçılık ve üstünlüğün maalesef "Yahudiye mahsus" bir saha olmasıdır. Gördüğümüz gibi Machover sıvışıp gidiyor. Ümit o ki bu durum yakında değişecektir. "Her şeyden evvel" diyor "Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Suriye'nin Golan Tepeleri üzerindeki işgaline son vermesi için İsrail’e baskı yapılmalıdır." "Eşit haklar, kalıcı bir çözümün ete kemiğe bürünebilmesi için temel unsurdur" diyor tasdik ederek. Çatışmayı kavradığını iddia eden bir adamın parmak ısırtan bir ufku bu. "Analitik araştırmasına" rağmen, Machover Yahudi devletinin kendi iradesiyle, hangi şekle sahip olursa olsun "eşitliği" onaylamayacağını farketmiyor; zira Yahudi siyaset ideolojisi, insanın eşitliğine râm olmaz. Machover 2006 Kasım'ındaki konuşmasını ilginç bir soruyla açıyor: "İsrail-Filistin çatışması hakkında nasıl düşün-meli-yiz?" "Dönüş hakkı" diye devam ediyor "Filistinli mültecilerin anavatanlarına dönme hakkının tanınması, haklarının iadesi, mal kaybının ve geçimliklerin uygun bir şekilde tazmin edilmesidir." Machover'ın "biz" ve "meli-malı" eklerini kullandığı sanırım gözden kaçmamıştır. Konuşmanın şekli, entelektüel cephaneliğinde bulunan doğru cevaplara yaşlı kişinin sahip olduğunu telkin ediyor. İbrâni kahinlerin geleneğini takip ederek kendinden emin bir şekilde ilan ediyor: "Meseleye nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda sarîh olmalıyız." Güzel ve doğru sözler bunlar ancak Machover, İsrailli Yahudileri kendi küçük "Yahudilere mahsus" devletlerinden neyin vazgeçireceğini anlatmakta başarısız. Machover nihayet çok basit bir çözümle geliyor. "Sahici bir çözümün üçüncü ve en temel unsuru, çatışmanın temel nedenini ortadan kaldırmaktır: Siyonist sömürge projesi ilga edilmelidir." Bu noktada söylemeliyim ki Machover, benim hiciv olsun diye ortaya attığım kurgusal bir karakter değildir. Gerçek bir kişidir ve asgari üç Yahudi Marksist takipçisi vardır. Buradaki can alıcı soru, söz konusu dört Yahudi Marksist’in bu mâkul fikri İsrailli Yahudilere nasıl satacaklarıdır. Marjinal Yahudi bir Marksist "biz", "melimalı" ve "lazım" gibi [we, should, ought] takı, zamir ve sözcüklere başvurduğunda kırmızı alarmlarım çalmaya başlar. Machover, bir çözüm kavrayışı sunan analitik bir savla geliyormuş gibi yapmaya cüret ediyor "Anlamak" diyor, "hükme takaddüm etmeli." Belki de 50 yıldır tek bir felsefi metin okumayan şu İbrâni kahine birisi hatırlatmalı, "anlamanın" bizâtihi kendisi önceki "anlayışlara" ve "hükümlere" tâbidir. Aslında Machover'ın, İslam'ın ve Arap direnişinin gücünü anlamadaki sistematik başarısızlığı bile bizâtihi önceki anlayışları ve keskin Yahudi Marksist telkinlerden dolayıdır. Filistin’in geleceğini tâyin edecek olanın "o zemindeki fiili durumun / gerçeklerin" olduğunu takdir etmede zaafa düşen diğer ayartıcı dayanışma kampanyacıları gibi Marchover da akademik tek devletli-iki devletli çözüm söylemine yapışıyor. "İki 17 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM devletli bir çözümün onları tatmin etmesi için İsrail, Siyonizm’i terk etmelidir: Etnik merkezli yerleşimci devlet/i olmaktan çıkarak tüm sâkinleri için demokratik bir devlet olmaya doğru yol almalı, dönüşmelidir." İsrail'de dahi yaşamayan Machover bazı nedenlerden dolayı, İsraillilere ne tür bir ülkede yaşamaları gerektiğini söyleyebileceğine inanıyor. "Diğer yandan, tek bir devlet sırf demokratik (dolayısıyla seküler) olmakla kalmayıp iki ulusun varlığını tanıyan, onlara eşit ulusal haklar ve statü veren bir anayasal yapıya kavuşmalıdır." Yaşlı Yahudi Marksist, mümkün nihâi marjinal ses, şayet birlikte yaşamak istiyorlarsa seküler olmak zorunda olduklarını yine bir kez daha Filistinlilere ve İsraillilere anlatıyor. Şimdiye kadar kabul etmiş olmalı, Yahudi Marksist olmak biraz Chutzpah [arsızlık derecesinde hırslı / küstah olmayı] gerektirir. arkaik Marksist gelişen hikayeyi bâriz bir şekilde toparlayamıyor; Arap ulusu büyük ölçüde müslümandır. Araplar, Allah sevgisi ve Ümmet fikri etrafında daha da birleşiyor. Söz konusu olan gerçeklik olduğunda, İslam yükselen güçtür, Yahudi Marksist’imiz hoşlansa da hoşlanmasa da. Hamas, yapılan ilk Meclis seçimlerinde müthiş bir başarı elde etti. Bugün Filistin’de seçim yapılsa, Hamas'ın zaferi daha büyük olacaktır. Batı sömürgeciliğine ve Siyonist savaş makinesine karşı başarılı tek direniş gücünün İslam olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, ISR'nin yayınladığı Machover'a ait Yahudi merkezli, entelektüel bakımdan sakat analiz, Sosyalistlerin ve Marksistlerin kendilerini Yahudi'nin siyasi kıskacından kurtarmaları için vaktin yeterince olgunlaştığını gösterir. Marks 1884 tarihli "Yahudi Sorunu" başlıklı paha biçilmez çalışmasında, dünyanın kapitalizmden âzad olması için kendisini evvela seküler Yahudi'den kurtarması gerektiğini savunmuştu. Bu hükmü biraz daraltıp şunu söyleyeceğim: Marksistler ve Sosyalistler, akıl hocalarının belirttiği üzere, söylemlerini kurtarmak için evvela kabilenin köstebeklerinden kurtulmayı dikkate almalıdırlar. Sözlü mastürbasyonun eşiğindeki 22 sayfalık Marksist zevk-ü sefâ'dan sonra, herifçioğlu zorunlu noktaya geliyor. Dinleyicilerinin vaktini israf ettiğini kabul ediyor. "Güçler dengesindeki devâsa orantısızlıktan dolayı, hakikat, sahih bir çözüm kısa veya orta vadede mümkün değil" diyor. Daha önce gördüğümüz gibi, Machover, hoşgörü ve ahlak bakımından, kendisini Griffin'in ve BNP'nin sağına yerleştirmiştir. Siyasi pragmatizm bakımından da Şimon Peres'in ve onun "Yeni Ortadoğu'sunun" sağındadır. Yeni Ortadoğu için Machover'ın kendi planları var. Hepsini birleştirecek ve Kur'ânı kaldırıp atacakmış. Değişimin nasıl söz konusu olabileceğini merak ediyorsunuzdur bu durumda. İşte şöyle, Arabistanlı Moşe'nin sunacak iki cevabı var: "İlki, Amerikan'ın küresel hâkimiyetinin çökmesi", sanki İsrail mevcut ittifaklarını kaybetmeye mahkum. Machover'ın da bileceği üzere, Yahudiler son yüzyılda çok sık müttefik değiştirmişlerdir. Şimdiye kadar gördüklerimizden anladık ki Machover İslam'dan hazzetmiyor. Diyor ki "İslamizm'in yükselişi sahte umut dağıtıyor...muhtemel birleştirici bir güç olamaz: Tam aksine, Sünniler ve Şiiler arasında olduğu gibi, bölücüdür ve İbraniler şöyle dursun, gayrimüslimler, laik Araplar (Filistinliler dâhil) için hiçbir cazibesi yoktur." "İkincisi" diyor, "Arap Doğu'sunun, Arap ulusunu bir dereceye kadar birliğe sevkedecek radikal-ilerlemeci bir sosyal, iktisâdi ve siyasi dönüşümden geçmesidir – bölgesel federasyon şeklinde olması muhtemeldir bunun." Görünüşe bakılırsa, 18 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yeterince ilginç, Arabistan'ın Moşe'si 2006 Kasım'ında bu hicap verici konuşmayı yaptıktan beş ay sonra Şii Hizbullah, İsrail ordusuna aşağılayıcı bir mağlubiyeti tattırmaya hizmet edecek şekilde İsrail'e kendilerinin sadece Kuzey'de olduğunu, uyanık olduklarını hatırlatarak Gazze'deki kardeşlerine yardım sinyali gönderdi. Yaşlı komedyen Marksist 2006 yılındaki bu konuşmasını, Hamas'ın Meclis seçimlerinde büyük bir zafer elde etmesinden yaklaşık bir yıl evvel yapmış oluyor. Bugün seçim yapılsa daha büyük bir zafer elde edecekler. Aslında pek çok Sosyalist ve Marksist bilhassa Anglo-Amerikan dünyasındakiler böyle yapıyor. Ancak İslam karşıtı fikirleri yayan Marksist ve Sosyalistler, Yahudi lobisine, Wolfowitz ve neocon'lara, NJF'ye katılsalar yeridir. Böyle yapmaları daha iyi çünkü ait oldukları yer orası. 19 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Çağdaş Yahudi folklörü'nde organ bağışı ve hırsızlığı dosdoğru hastahaneye gider; aklında tek bir şey vardır: Böbreğini dostu Lewis'e vermek. Organ nakli için hazırlık yapılırken hemşire böbreğini arkadaşına veren David'in fedâkarlığı, hüsn-ü muamelesi ve metin inancı karşısında şaşkınlık yaşamaktadır. Larry David, Hıristiyanlığa geçiş süreci içerisinde o bildiğimiz bencil David değildir artık. Ancak David'e semâdan ilham edilen insani başkalaşma çok uzun sürmez. Aneztezi yapılmış halde sedye üzerinde ameliyathâneye götürülürken özel dedektif hastahane koridorunda David'e doğru koşmaktadır. "Larry, bir hata yaptım" diye bağırmaktadır: "Evlatlık alınmamışsın." Anesteziye rağmen jetonları hemen düşer. David bir Yahudi olduğunu farkeder. Hıristiyan şefkati derhal kaybolur. Ânında tepkisini verir: O, bir Yahudi'dir ve Yahudiler organlarını başkalarını vermez meğer ki o başkası en yakın arkadaşı olsun. Ağır anestezi altındaki David direnmeye çalışır, böbreklerini vermeden uzaklaşıp gitmek ister ancak uyuşturucu yüzünden zayıf düşmüştür. Ameliyathâneye doğru sürülürken geçici gayri Yahudi hüsn-ü muamelesinin kurbanıdır artık. Senaryo yazarı ve komedyen Larry David, çok izlenen TV (hiciv) programı "Curb Your Enthusiasm”da Amerikan Yahudi kimliğine cesur bir şekilde yaklaşıyor. Beşinci sezonda (2005) organ bağışı konusunu ele almış David: Ayrıksı bir Amerikalı ve bencil bir Yahudi'yi oynayan David ciddi bir ikilemle karşılaşır. En iyi arkadaşı Richard Lewis (bir diğer Yahudi komedyen), akut böbrek yetmezliğinden muzdariptir. Hayatı bir böbrek bağışına bağlıdır ve tahmin edileceği üzere Larry David organ bağışı yapacak en uygun kişidir. Popüler Amerikan kültüründe nihâi bencil şahsiyet David ise böbreğini bağışlamaya gönülsüzdür. İşi ağırdan alır, özürler bulur ve oyunlar oynar. Söz konusu olan böbrek olunca, meselenin "icâbına bakacak" konumdaki zengin, Ortodoks bir Yahudi'yle arkadaş olmaya bile çalışır. Velhâsıl, en iyi ve en yakın arkadaşına böbreğini bağışlamamak için elinden gelen her şeyi yapar. Hikâye ilerlerler ve David gerçek ana-babasını keşfetmek için özel dedektif tutar ve öğrenir ki aslında evlatlık alınmıştır. Genetik ebeveyniyle görüşen David yine keşfeder ki tam bir Yahudi değildir. Hıristiyan İskoçyalı bir soydan gelmektedir. Yeni etnik kimliği ve inancından heyecan duymaktadır. Üzerinde çok fazla kafa yormadan, empati kurabilen bir kişi olmuştur. Bencil şahsiyet arkada hiçbir iz bırakmadan gözden kaybolur. Diğer insanları birdenbire önemsemeye başlar. Larry David'in yukarıdaki sergüzeşt'te verdiği mesaj açıktır. Yahudi olmak bir hâlet-i ruhiyedir. Biyolojik veya genetik değildir. Şefkat ve narsizm arasındaki dönüşüm son derece önemlidir. Handiyse bir seçim meselesidir. Bununla birlikte, söz konusu olan Larry David olduğunda bir şey açıktır: Yahudiliğe döndükten sonra "vermek" mevzû bahis değildir. Söz konusu olan David olduğunda, Yahudi, paylaşmayı, bağışlamayı veya vermeyi sevmez. Anlayışlı, bayıcı şefkatiyle sıradan bir insanoğluna döner. Birkaç sahne sonra David'i yeni ebeveyniyle birlikte Semt Kilisesi’ndeki Pazar Ayin'inde buluruz. Rahipten "vermenin" aslında "almak" olduğunu öğrendiği yer burasıdır. İnsan organlarını devşirmek Son haftalarda İsrail'in organ hırsızlığı ve Yahudi organ kaçakçılığıyla ilgili ilginç gelişmelere şâhid oluyoruz. Temmuz ayında, Brooklyn'de yaşayan Böbrek kaçakçısı Levy İzak Rosenbaum, New Jersey'de yakalandı. Federal dava David bir saniye bile kaybetmeden her şeyi anlamıştır. Hemen Kilise'den ayrılır ve ilk uçakla Los Angeles'ın yolunu tutar ve 20 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM koymak için vücud parçalarını vermeye hazırlar. Doğal olarak bu iki mustakil insan grubunun (bencil zenginin ve beş parasızın) biyolojik benzerlik müstesna, çok az müşterekleri var. Asla karşılaşmayacaklar ve birbirlerine karışmayacaklar. Bir aracı gerekiyor. Hiçbir sınıfa ait olmayan bir tüccar, hiçbir ekonomik üretim zincirinin halkası olmayan bir kişi, ahlâkla bağı olmayan bir kişi, insanlığa ve insancıllığa yabancı bir kişiye ihtiyaç var. Öğrendiğimiz üzere, mükemmel aday bulunmuş. Ve yalnız değiller, Yahudi devleti işi kolaylaştırmak için orada. Teknoloji ve bilgi gibi gerekli vâsıtaları temin için orada. Yahudi aracı, zenginle anlaşabilir, fakirle kolaylıkla başa çıkabilir, yeter ki kazanacağı para olsun, her şeyi yapabilir: Tüccar her yerde tüccardır, ister Venedik, Tel Aviv, Budapeşte olsun isterse New Jersey veya Brooklyn olsun. dilekçesinde belirtildiğine göre 10 yıldır yasadışı böbrek ticareti yapıyormuş. Federal Başsavcı'nın açıklamasına göre savunmasız insanları 10.000 dolara böbreklerini vermeye ikna ediyor ve aldığı böbrekleri 160.000 dolara satıyordu. Temmuz ayında sayıları 30'u bulan bir diğer İsrailli grup Romanya'da tutuklandı. Bu kez insan yumurtası kaçırma suçundan. 18-30 yaş arası Romanyalı kadınlardan 300 dolar karşılığında yumurtalarını almakla suçlandılar. 300 dolara aldıkları yumurtaları 40 kat fazlasına satıyorlardı. Bu hafta başında Alison Weir, İsrail organ kaçakçılığı ve hırsızlığı hakkında sarsıcı bilgiler içeren bir yazı kaleme aldı. Weir, organ hırsızlığıyla ilgili olarak insanı afallatan olayları gün ışığına çıkardı. Ailesinin rızası olmaksızın, hayatta olan bir kişinin kalbinin alındığı bir vakayı ele alarak başlıyor yazısına. Filistinlilerin bedenlerinden çalınan organlar hakkındaki haberleri de zikrediyor. Ancak fazlası var. Larry David'in böbrek sergüzeştinden öğrendiğimize göre, Yahudi olduğunu yeniden keşfetmeye görsün, organ bağışçılığı topyekûn redde dönüşür. David'in davranışı bazı ezici istatistiklerle desteklenmektedir. Görünüşe göre İsrail diğer ülkelerden organ tedarik eden bir numaralı ülke, hiç değilse çapına göre. İsraillilerin sadece yüzde 3.5'i organ bağışında bulunmuş. İsrail'de organ bağışında bulunanlar Avrupa'dakinin beşte biri kadar ve bu yüzden diğer kültürlerden hayâti organlar alıyorlar. İsrail hükümeti, diğer ülkelere gidip organ satın almak isteyenlere 80.000 dolar vererek yardım ediyor. Aracılar verdikleri hizmetleri İsrail radyolarında ve gazetelerinde reklam vererek tanıtıyorlar. Bir hafta önce İsveçli gazeteci Donald Bostrom'un, İsveç'in en büyük gazetesi Aftonbladet'te İsraillilerin organ topladıklarını ifşa etmesiyle İsrail'in organ hırsızlığına yönelen dikkatler daha bir keskinleşti. Bostrom, Filistinlilerin, İsrail'in gençleri tutuklayıp ülkenin organ rezervi muamelesi yapmasından şüphelendiklerini kaydetti. Venedik'ten Tel Aviv'e Organ kaçakçılığının niçin bir "Yahudi işi" olduğunu, İsrail devleti ve Yahudi halkının böylesi iğrenç ve gayri ahlâki ticarete nasıl karıştığı merak edilebilir. Cevap bellidir: İyi bir iş ve bahse değer bir rekabet söz konusu değil; karaciğer ve böbrek hırsızlığı veya kaçakçılığı üzerinden geçimini sağlamak isteyenlerin sayısı çok değil. Kvod Hamet Yahudilik, bu olağandışı / sapkın durumu biraz aydınlatabilir. Musevilik, esas itibariyle, ölünün vücuduna müdahale etmeyi kesin olarak yasaklar. Ölüye saygının gereği olarak bedenin gömülmesini (kvod hamet) emreder. Bir Marksist olmadan, bu durumun materyalist bir izahını yapabilirim: Bazı insanlar hayatta kalmak için büyük paralar ödemeye hazır. Aynı zamanda, bazı insanlar var ki sadece masalarına ekmek 21 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Ancak bu insancıl ve saygılı yaklaşım yalnızca Yahudiler içindir. Musevilik, "bir Yahudi’nin hayatını" (pikuach nefesh) kurtarmak için organ bağışını teşvik de ettiğinden dolayı işler biraz karmaşık hâl alır. İkircikli görünen bu şeyin çözümü ise çok karmaşık değildir. Musevilik, tâkipçilerini organ bağışına karşı gönülsüzlüğe teşvik ederken, diğer insanların organlarının kullanılmasını onaylar hatta teşvik eder. İsrail'in Tıbbi Bilimlerde ileri bir devlet olduğunu akılda tutarak, Yahudi devletinin organ hırsızlığı ve kaçakçılığıyla ilgili tüm bu karanlık işlere yardım ve yataklık etmesi tabîî'dir. Daha ilginç olanı, İsrail'in kendisini laik bir toplum olmasına rağmen, söz konusu olan organ bağışı olduğunda Yahudiler sanki toplu olarak Tanrı'ya iltica etmeyi tercih ediyorlar gibi duruyor. Asli kimliğinin Yahudi olduğunu farkettiği anda Larry David'in böbreğini bağışlamada gösterdiği gönülsüzlük, Yahudi’nin dini emirleri titizlikle seçmesine [yani bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmesine] örnektir. Laik Yahudi yeri geldiğinde Ortodoks olur. kaygı duyuyora benziyorlar. Ahlâki kaygı gütmeksizin tek bir şeyin, dirilerin arasında olmanın kaygısını taşıyorlar sadece. Bu organ hırsızlığı skandalı bir kez daha kanıtlamıştır ki söz konusu olan İsrail olduğunda, komşudan nefret etme ölçüsünde kendini sevmek, çağdaş Yahudi felsefesinin tezahürüdür. Günün sonunda, bizi şaşkınlığa garketmemeli. Başka bir halkın toprağında yaşayan ve başka halkın üzüm ve incirini yiyenlerden başka ne beklenirdi ki. Yahudi Folkloru 1980'lerde İsrail'de sahnelenen HaGashash Ha-chiver adlı kabare tiyatrosu, organ bağışı konusunu hiciv yoluyla işlemişti. Komedi oyununda, organ nakli uzmanı Aşkenazi, sırf şöhret uğruna, Iraklı (Yahudi) bir çocuğun hayatını kurtarmak için Kaz karaciğeri naklinde ısrar ediyordu. Sefarad Yahudisi baba ise harap olmuş haldeydi. Bağışlanacak karaciğer Aşkenazi Yahudisinden hatta Yahudi olmayan bir kişiden (Goy) gelecek diye kaygılanıyordu. Söylemeye gerek yok, kazın ciğerinden de öyle pek hoşnut olmadı. Zaman ilerledikçe, Yahudiler toplu halde bu safhayı geçmişler gibi duruyor. Bazı Yahudiler kursaklarından geçecek olan yiyecek hususunda "seçiciyken" (Koşer perhizi) veya çocuklarının arkadaşlık edeceği kişilerin ırk kimliği hususunda bile kaygı duyarlarken, vücutlarına nakledilen organların kökeni hakkında artık daha az 22 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Şerrin Patolojisi hakikatte ne anlama geldiği hususunda tarihçiler mutabık değillerken, söz konusu olan İsrail'in câni çözümü olduğunda, işte onu hepimiz gördük. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun BM'deki konuşması, İsrail'in zihniyetini, ruhunu ve mantığını ortaya koymuştur. Yediveren ve karizmatik bir lider, Netanyahu, yaptığı konuşmada soykırım işleme temâyülünü ortalığa saçtı; İsrail'in üstünlüğüne ışık tuttu fakat Yahudi ulusal anlatısının merkezindeki titrek ve savunmasız noktaları yakalamamıza da imkan verdi. Netanyahu'nun konuşması, hem Siyonist Shoa'nın (soykırımın) hem de "vaadedilmiş topraklar" anlatısının çökmenin eşiğinde olduğunu âşikar etmiştir. Velhasıl "itibarsız" İran Cumhurbaşkanı başarmış gibi görünüyor. Bizim soykırımımıza bulaşmıyor musun! (Shoa) Gelgelelim Başbakan Netanyahu'yu Siyonist Holokost anlatısını savunmak için koşuştururken görmek eğlenceli oluyor. Wannsee konferansı protokolünü BM Genel Kuruluna sunarken Netanyahu'yu izlemek, İsrail Başbakanı'nın Shoa'ya itibar pompalanması gerektiğine inandığı izlenimini uyandırıyor. Shoa ilk kez savunmada. "Bir milyon Yahudi'nin öldürüldüğü Auschwitz-Birkenau planlarının fotokopisi, buyurun. Bu da mı yalan?" diye soruyor İsrail Başbakanı. Başbakan Netanyahu, tek bir hümanistin bile kesin sayının ne olduğuyla ilgilenmediğini söyleyebilir miyim size: Auschwitz'de ister bir milyon isterse dört milyon Yahudi öldürülmüş olsun, o kampın korkunç bir yer olduğuna kimsenin şüphesi yok. Ne ki iki soru ilk ve son kez cevaplanmalı: Savaş sırasında acı çeken Yahudiler, Auschwtiz'den kurtulduktan sadece üç yıl sonra Filistinlilere karşı (1948 Nakba) ırkçı müthiş bir cürüme nasıl oldu da bulaştılar? Yahudi acısına karşı hassas İsrail liderliği, milyonlarca Filistinli'ye çektirdiği acıyı boşvermeyi nasıl beceriyor? karışıp İsrailliler soykırıma bayılırlar zira Shoa en çok satan Hasbara (propaganda) ürünüdür. Ayrım gütmeden bir şekilde toplu katliam düzenlemelerine imkân tanır ve bu esnada masumları oynarlar. Netanyahu şöyle dedi: "Berlin'in Wannsee banliyösünde bir villaya gittim. 20 Ocak 1942'de, üst düzey Nazi yetkilileri mükellef bir öğünden sonra bir araya gelmiş ve Yahudi halkını nasıl imha edeceklerini kararlaştırmışlardı.” Üstünlük ve ötesi Başbakan Netanyahu, eğer "imha planlarıyla" gerçekten ilgiliyseniz, Wannsee'ye, Berlin'e yolculuk yapmanıza gerek yok. Yapmanız gereken tek şey İsrail ordusunun (IDF) Tel Aviv'deki merkez karargâhına gitmektir. Komutanlarınız IDF'nin Filistinliler için hazırladığı "çözümlerde" size rehberlik edeceklerdir. En nihayetinde, Filistinlileri tel örgülerle çeviren sizin ordunuzdur, sivil nüfusu yetersiz gıda ve ilaca mahkum eden ablukayı siz uyguluyorsunuz. Gezegende nüfusu en yoğun bir bölgenin üzerine kitle imha silahlarını boşaltan sizin ordunuz. Nazi Nihâi Çözümü (Dia Endlösung) tarihçiler tarafından halen tartışılıyorken, Ulusal bir hareket olarak Siyonizm, diğer ulus ve halk hareketlerine saygı duymaz. Görünene göre Netanyahu İran halkına ve İran rejimine saygı duymuyor. "Her nerede becerebilirlerse, kadınların, azınlıkların ve eşcinsellerin yahut gerçek mümin addedilmeyen herkesin vahşice tahakküm altına alındığı geri, güdümlü bir toplum dayatırlar" diyor. Netanyahu, Yahudi kanunlarının bu meselelerde İslam'dan çok da farklı olmadığını biliyor olmalıdır. Eşcinsellerin sadece bir ay önce kendi ülkesinde sokaklarda öldürüldüğünü de hatırlamalıdır. Azınlıklarla ilgili olarak, 23 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Netanyahu'nun İran'ı barbarlık ve Orta Çağ ile bir tutması pek de eğlenceli. Azınlıklar söz konusu olduğunda, Yahudi devleti gezegendeki en karanlık mahaldir. Netanyahu'nun vaadedilmiş topraklarında nüfusun yarısı sırf Yahudi olmadıklarından dolayı demokratik oyuna katılamazlar halbuki. Bu yeterli değilmiş gibi bir de Amerika ve İngiltere, Siyonistlerin liderliğindeki neoconların ve bağışçıların tertiplediği gayri meşru savaşlara giriştiler. Bu savaş şimdiye kadar bir milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu. Ancak Netanyahu ile bir hususta mutabıkım: "Dünyanın yüzyüze kaldığı en büyük tehdit, dini fanatizmin ve kitle imha silahlarının evliliğidir." Netanyahu'ya göre İsrail, Batı modernitesi'nin ete kemeği bürünmüş halidir: "Biz (batılılar) genetik kodu kıracağız. Devâsı olmayan şeyin devâsını bulacağız. Ömrümüzü uzatacağız. Fosil yakıtlara ucuz alternatif bulacak ve gezegeni temizleyeceğiz. Ülkem İsrail'in bu ilerlemelerde ön safta olmasından dolayı gurur duyuyorum." Hakikat, Yahudi devleti ve Siyonizm kaynaklı tehlikeyi hiç kimse bundan daha iyi tanımlayamazdı. Aslında İsrail, Eski Ahit'in soykırımcı barbarlığı, Siyonist fanatizm ile hâlihazırda kullanılan devasa kimyasal, biyolojik ve nükleer kitle imha silahları cephaneliği arasındaki evliliktir. İsrail'in bilimsel veya teknolojik kazanımları karşısında zerre kadar eziklik duymadığımı kabul etmeliyim. İsrail'in insanlığı veya gezegeni kurtarmaya teşebbüs ettiğinin delillerini de hiç görmedim. Tek gördüğüm tam aksi şeyler. Şayet Netanyahu bilimsel ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyorsa, İran'ın nükleer projesinden hoşlananların ilki olmalıdır. Bildiğimiz kadarıyla durum böyle değil. Bazı nedenlerden dolayı, hiç değilse bölge çapında, nükleer enerjinin ve nükleer silahların yalnızca Yahudilerin mülkiyetinde olması gerektiğini düşünüyor. Şabbat Goyim Dünyadaki diğer Siyonist operasyonlarda olduğu gibi, Netanyahu, Yahudi savaşlarını Goyim'in (Yahudi olmayanların) vermesi gerektiğine inanmaktadır: "Her şeyden önce, uluslararası câmia terörist İran rejimini, tüm dünya barışını tehlikeye atarak atom silahları geliştirmekten men edecek mi?" Başbakan Netanyahu'nun burada hatalı olduğunu vurgulamak isterim. Şayet BM dünyaya ve bölgeye barışı getirmek istiyorsa, nükleer projesini hatta askeri nükleer kapasitesini geliştirmesi için İran'a yardımcı olmalıdır. İngilizce Konuşan İmparatorluğun, Irak'ta, Pakistan ve Afganistan'da icra edildiği üzere, ölümcül genişlemeci emellerini dizginleyecek tek şey bu görünüyor. Komşuları pahasına kendi semptomlarını göklere çıkaran Siyonistleri de durduracaktır bu. Netanyahu "en ilkel fanatizm en ölümcül silahlara sahip olursa, tarihin yürüyüşü bir müddet tersine çevrilebilecektir" diye savunuyor. Haklı olabilir belki de fakat söylediği şeylerin başka bir ülke, devlet veya toplumdan daha ziyâde, en çok da İsrail için geçerli olduğunu ifade etmeli ona. Şimdilik, kitle imha silahlarını mahsur kalmış bir sivil nüfus üzerine boşaltırken yakalanan Yahudi devletidir. Hepimizi “göze göz, dişe diş” ilkel bir Kitâb-ı Mukaddes fanatizmine sürükleyen, Yahudi devletidir. Amerika ve İngiltere ordularının başarılı bir şekilde İsrail uşağı bir kuvvete dönüşmelerinin ardından Netanyahu aynı rolü BM'in de takip etmesini ve icra etmesini umuyor gibi. "Hamas" diyor "Gazze'den yakındaki İsrail şehirlerine 24 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM haklı kılınabilir bir harekettir. Roosevelt ve Churchill, Netanyahu'ya mânevi yetkiyi verenler olarak görünüyor. Aklı başında her insan için İsrail'in uygarlığımızı enkaza çevirmeye muktedir soykırımcı bir varlık olduğunu göstermeye yeten beyanlardır bunlar. Uyarı alarmıdır bu: Sadece Filistinliler ve İranlılar değil. Hakikat, hepimiz [tehlikedeyiz]. binlerce füze, hava topu ve roket fırlattı. Yıllar yılı bu füzeler kasıtlı olarak sivillerimizin üzerine fırlatılırken, bu mücrim saldırıları kınayan tek bir BM kararı çıkmadı." Birileri İsrail Başbakanı'na Hamas ve İsrail arasındaki ihtilafın uluslararası kavga olmadığını zira Filistin'in egemen devlet olmadığını ve Gazze'nin İsrail'in yönettiği bir temerküz kampı olduğunu hatırlatsa iyi olur. Başka bir ifadeyle, tatbik imkanı ortadadır. BM yalnızca İsrail'in, İsrail liderlerinin ve İsrail ordusunun savaş suçlarını ve insanlığa karşı işledikleri suçları ele almalıdır. Zulme uğrayan hakkında herhangi bir hükümde bulunmak BM'e düşmez. Barış yapıcı Bibi İsrail Başbakanı Yahudi merkezci mantrasını ifade etmeye artık hazır: "Bayanlar ve baylar, İsrail'in tek istediği barıştır." İstatistiklere baktığımızda ise öğreniyoruz ki İsrailli Yahudilerin yüzde 94'ü, kapı komşularının halı bombardımanına tâbi tutulmasını onaylıyor. Barış lafazanlığı ile öldürücü gerçeklik arasındaki çelişkiyi görmemek imkansız. Kitle katliamı fantezileri Netanyahu'nun ideolojik akıl hocalarını ve ölümcül ilhamının özünü zikretmesi çok da uzun sürmez: "Naziler II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere şehirlerini roket saldırısına mâruz bıraktıklarında... gerçekte müttefik kuvvetler Alman şehirlerini dümdüz ettiler, yüzbinlerce kişi kurban gitti... Bu eğilip bükülmüş standartlarla, BM İnsan Hakları Konseyi Roosevelt ve Churchill'i savaş suçlusu olarak sanık sandalyesini oturturdu. Gerçek nasıl da saptırılıyor. Adalet nasıl da saptırılıyor. BM delegeleri, bu saçmalığı kabul edecek misiniz?" "Filistinlilerin 62 yıldan beri reddettikleri şeyi artık yapmalarını istiyoruz. Yahudi devletine "evet" deyin" diyor. Bir kez daha Netanyahu ile mutabıkım. Filistinliler bir Yahudi devletine EVET diyebilirler fakat Filistin'dekine veya Ortadoğu'dakine değil. Eğer Obama, Brown, Merkel veya başka bir aldatılmış lider halen ırk yönelimli bir "ulusal Yahudi anavatanının" geçerliliğini veya gerekliliğini onaylamada ısrar ediyorsa, buyursun böyle bir proje için kendi ülkesinden toprak tahsis etsin. Filistinliler kutsal topraklarda veya Ortadoğu'da bir Yahudi devletine HAYIR demeliler. Filistinliler kendi topraklarında bir Yahudi devletinin varlığına asla razı olmamalılar. Esasen BM de bu çizgiyi takip etmeli ve bu şerli ırk ayrımcısı rejimi parçalamak için elinden geleni yapmalıdır. Netanyahu neredeyse haklı. II. Dünya Savaşını zikrederken İsrail'in, Roosevelt ve Churchill'in yürüttüğü kitle katliamı taktiklerini uyguladığını kesinlikle kabul ediyor. Fakat iş, kirli politika yerine ahlak ve adalet'e kaldığında, Roosevelt ve Churchill'in en ağır savaş suçlarıyla suçlanabileceğini kesinlikle fark etmiyor. Yeterince sarsıcıdır, Netanyahu İsrail'in faaliyetlerini geniş ölçekli halı bombardımanıyla bir tutarken en bâriz yasal tuzağa düşmektedir. Bunu görmede zaafa düşenler! Kırmızı alarm veren bir âfettir bu. Netanyahu'nun gerçeklik algılamasında, ülkelerin üzerine nükleer bomba atmak, şehirleri dümdüz etmek, Hazarlı Birliği Netanyahu'nun konuşması, bir yere kadar da Yahudilerin kendilerine saklamaya eğilimli oldukları derin endişeyi ifade etmektedir. En nihayetinde, İsrailliler ve 25 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bilhassa da Aşkenazi İsraillileri bilmektedirler ki Filistin, atalarının toprağı değildir. Eğer İsrailli Aşkenazi Yahudileri, buna Netanyahu dâhildir, köklerini bulmak istiyorlarsa, bu işe başlanacak yer Hazar'dır. Ne ki Netanyahu tarihi gerçekleri etkisiz kılmaya çalışıyor. Netanyahu tam bir itminanla "Yahudi halkı, İsrail topraklarının yabancı işgalcileri değillerdir. Atalarımızın toprağıdır bu... Bu toprağın yabancıları değiliz. Anavatanımız bu" diyor. Başbakan Netanyahu, basit ve anlaşılır kılayım. Yalnızca toprağa değil, mümkün ve muhtemel herhangi bir insanlık fikrine de yabancısınız. Esasen Ayrım Duvarı, ki "Yahudilere münhasır demokrasinizle" birlikte o da kaçınılmaz olarak ortadan kaybolup gidecek, ahlak'a, evrenselciliğe ve insanların kardeşliğine yabancı Yahudi ulusal kimliğinin dudak uçuklatan tarihi anıtı olarak hizmet edecektir gelecek nesillere. Yahudi devletinin Yahudi halkı adına insanlığa karşı işlediği suçlar, kısa bir sürede tarih kitaplarından silinip gitmeyecektir. Tam tersi, iflah olmaz üstünlükçülüğün yol açtığı patolojik kendini sevmenin bu hiç bitmeyen menkıbesinde bir diğer mitolojik fasıl olarak yerini alacaktır. İsrail Başbakanı konuşmasını noktalarken "güvenliğimiz olmalı" diyor. Onu hayal kırıklığına uğratacağım. İsrail hiçbir zaman güvende olmayacak. Günahkâr doğdu ve mevcudiyeti herhangi bir ahlak ve insani varoluş fikrinin ötesindedir.Yahudi devleti "dönüşü olmayan noktayı" geçti. Yok olup gitmeye mahkum. Bu gerçekleşirken, Yahudi'nin insanlığa asimile edilmesi ve insanlıkla bütünleşmesi sürecinin kolları sıvamasını ümit edebiliriz ancak. En nihayetinde, Yahudi Ulusçuluğu, hem sol hem sağ hem de merkez, Yahudileri ayrı tutmak için vardı. 20.Yüzyıl tarihi bize öğretmektedir ki bir kimsenin kendisini ayrı tutma / ırk ayrımcılığı eğilimi, insanlık için kötüdür ve Yahudiler için de tahripkârdır. 26 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Hezeyandan Kinciliğe Siyonist rüyanın tâbiri arzusundan ibaret değildir o; uygun bir şekilde muamele görme meselesi de değildir sadece; "kendini dönüştürme" rüyasıdır. Aslında marazî, gayri tabîi bir durumdan çıkıp kabul edilebilir doğru bir insan şekline doğru mûcizevi bir başkalaşımdır. "Yahudi halkının sosyo-ekonomik yapısı, diğer uluslarınkinden esaslı bir şekilde farklıdır. Bizimki aykırı ve gayrı tabîidir." (Ber BorochovThe Economic Development of the Jewish People,1917) Kurgusal bir masal bağlamında bir ineğin sütçü olma fantezisini, bir domuzun Koşer şinitzel olmak için "öldüğünü", bir yılanın İşçi partisini ele geçirmeyi istediğini ve sonra yeni bir siyonist gayrimeşru savaş açmayı planladığını kolayca tahayyül edebiliriz. Ancak bir halkın "sıradan insan" olma emeli beslediğini düşünmek hayli tuhaftır. "Siz (Yahudiler) şeref, vazife duygusu,mâneviyat, vatanperverlik, idealizm yoksunusunuz..." (Max Nordau – 1'nci Siyonist Kongresi konuşması, 1897) "Fakat emek, insanı toprağa bağlayan tek kuvvettir...ulusal kültürün oluşturulması için ana enerjidir. Bizde olmayan bir şey bu fakat yokluğunu hissetmiyoruz. Ülkesiz bir halkız, yaşayan bir ulusal dili olmayan, ulusal kültürü olmayan bir halk. Emeğimizin olmaması bizim için mesele değilmiş gibi görünüyoruz. - bırak işi İvan, John veya Mustafa yapsın..." (A.D. Gordon, "Our Tasks Ahead, 1920) Tuhaf rüyayı açıklamanın yahut tâbir etmenin somut bir yolu herhalde siyonist rüyaya yenik düşenlerin, tâbîi halleri içerisinde, insanlıktan sahiden uzak olduklarına inandıklarını varsaymaktır. İnsan olma rüyası görenlerin, insanlığın onların bir şekilde sahip olmadıkları bir vasıf olduğuna kâni oldukları haklı olarak farzedilebilecektir. İlk siyonizm keyifli bir rüya idi, "Yahudi’nin" "medeni, saygılı ve sahih bir insana" dönüşmesi için vardı. Siyonizm’in kurucuları "diğer halklar gibi bir halk" ve "uluslar arasında bir ulus" fikrinden ilham almışlardı. Nordau, Borochov ve Gordon gibi ilk siyonistleri okuduğumuzda, Yahudi vasfı ve kimliği hakkında aşağılayıcı göndermelerle karşılaşırız öyle ki Nazi ideolojisi onun yanında biraz liberal kalır. Dün, Librairie Résistances, Paris'de (Gazze'ye para toplamak için düzenlenmiş bir faaliyetti) İsrail'in "evrilen barbarizmi" hakkında, İsrail ordusunun geçen Aralık ayında Gazze'deki soykırımvâri suçunu İsraillilerin yüzde 84'ünün nasıl olup da destekleri hakkında bana bir soru soruldu. "İsrail'in câni eylemlerinin nasıl ortaya çıktığını anlamak için yapmamız gereken tek şey, geriye doğru iz sürmek ve ilk siyonist ideologları yeniden okumaktır" dedim. Siyonist düşünürlerden "rüyalarını" ve soydaşlarıyla ilgili vizyonlarını kolaylıkla öğrenebiliriz. Modern Yahudi ulusçuluğunun kurucuları, Yahudi kimliğinde, kültür ve vasfında bir şeylerin topyekûn yozlaşmış olduğunu bir şekilde kabul ederler. Bununla birlikte, ıslah olunabilir olduğuna samimiyetle inanmaktaydılar. Bununla birlikte, bir saniye durun ve siyonist rüya hakkında eleştirel bir şekilde dikkatlice düşünün. Hangi tür bir halkın "insan olma" rüyası gördüğüne hayret edilebilir. Bir Fransız, İngiliz veya Çinli erkek yahut kadının sıradan bir "insan" olma rüyası gördüğünü tahayyül edebilir misiniz? Zulme uğrayan insan varlıklarının insan gibi muamele görmeyi talep edebileceklerini kolayca düşünebiliriz (Filistinliler, Sivil Haklar Hareketi, Irk ayrımcılığı karşıtları vb). Siyonist rüya gene de başkadır. Tanınma veya eşitlik 27 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizmin hümanist başkalaşma rüyası gerçekliğe veya uygulamaya tahvil olmadı. Tam tersi, İsrailliler ve siyonistler kendilerine yanıltıcı vehmi bir prizmadan bakmayı öğrendiler. Hümanistlere dönüşmek yerine, aşırı Yahudi merkezli rüyalarında, "önde gelen hümanistler" oluverdiler. Siyonizm, yeni bir Yahudiyi, medeni üretken bir insanı ortaya çıkarmak için vardı. Aslında sırılsıklam ve menkıbevî bir rüyadır. Genç bir İsrailli olarak, ben bu rüyaya boyun eğenlerdendim. İsrail'in "benim" tarihi toprağım olduğuna inanırdım. Kitâb-ı Mukaddes kahramanlarına benim doğrudan atalarım nazarıyla bakardım. Söz konusu olan "ilk İsrailliler" olduğunda, ideolojik nakil operasyonu büyük bir başarıydı bana göre. Biz, genç İsrailli yerliler, "değiştirilmiş, medenileş/tiril/miş, hümanist ve seküler varlıkların başarı hikâyesinden daha azı olmadığımıza inanırdık. Freud, rüyanın uykuyu uzatmak için var olduğunu öğretti bize: Dışarıdaki bir siren sesi, bebek ağlaması ve damlayan çeşme rüyaya dâhil edilirdi ki uyuklamaya devam edelim. İsrailli'nin hümanist rüyası da benzer şekilde işler: Siyonist, uyuklamaya devam etsin diye vardır, yahudileri, devletlerinin kendi adlarına işlediği suçlardan uzak tutmak için vardır. Goldstone raporu veya Ahmedinejad'ın geçerli eleştirileri gibi "dış dünyadan" gelen rahatsızlıklar, rüyaya "patolojik Yahudi karşıtlığının" yol açtığı "beyaz gürültü" olarak dâhil edilir. Yahudi devleti hakikatte eşsiz bir şekilde barbar olmasına rağmen, onların rüyalarında böyle bir şey yoktur ve "işler her zamanki gibi akıp gitmektedir." Söylemeye gerek yok, Filistin tarihi, Filistinliler ve Nakba bizden tamamen gizlenmişti. Filistinlileri çevremizde de görmüyorduk, bırakın nedenini, acı çektiklerinden bile habersizdik. Esasen büsbütün kördük. Ordumuzun en insancıl ordu olduğuna inanırdık. Her İsrailli'nin kütüphanesinde özel bir yeri olan efsânevi foto albümü "1967 Zafer Günlüğüyle" büyüdük. Bu cilalı propaganda kitabında, İsrailli bir asker Mısırlı mahkuma su veriyordu. Halkımızın evrensel hümanizmi cirolamasının sembolü nazarıyla bakardık ona. Dehşetli gerçeğin, Sina çölünün gerçekte yüzlerce Mısırlı savaş esirinin katledildiği saha olduğu gerçeğinin farkında değildik. Niçin bilmiyorduk? Güzel bir soru bu. Bu savaşa katılan babalarımız bir şeyler biliyor olmalı ama sessiz kaldılar. 1948 Filistinli mülteciler konvoyuna şahit olan ebevenylerimiz Nakba hakkında bir şeyler biliyor olmalı fakat sessiz kaldılar. Yeterince ilginçtir, bizde onların izinden gittik. Büyüyüp IDF askeri olduğumuzda biz de aynısını yaptık, gözlerimizi kapattık (1982 Lübnan). Ve bu hiçbir zaman değişmedi. İsrail'in mânevi uyanışı hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun gerçekleşmeyeceğini şimdiye dek savundum. Siyonist rüya çok konforludur. Yüz yıldan daha fazla süren vehmi bir mânevi aldanıştan sonra, İsrailliler ahlak komasına girdiler. Filistin’deki İsrail barbarlığının günlük gerçeği bizi siyonist dönüşüm rüyasına geri götürmelidir. Yahudi devleti büyük vaade rağmen "diğer uluslar gibi bir ulus" olamadı. Benzer şekilde, siyonist halk "diğer halklar gibi bir halk" değil zira hiçbir halk soykırımı topluca onaylamaz. Kimlik dönüşümünün sözümona kutsanışı olan Yahudi devleti, siyonizmin şifa vereceği marazî semptomların ete kemiğe bürünmüş halidir. İsrail kendisini devasa getto duvarlarıyla çevirmeyi ve yerli nüfusunun üzerine ateş ve kitle imha silahları püskürtmeyi çoktan başardı. Milyonlarca insanı temerküz kampına kilitledi ve açlığa mahkum etti. Çok tuhaftır, siyonist hümanist başkalaşma rüyası ironisinin tam anlamı ancak İsrail'in devasa barbarlığı karşısında yeterince anlaşılabilir. 28 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizm başarısızlığa mahkum: Kan bağına dayalı bir projedir, ırk yönelimlidir ve iliğine kadar üstünlükçüdür. Siyonist rüya tahripkâr bir kabusun gerçek olmasıdır: Golem* Yahudi devleti, Yahudiler adına daha fazla suç işlemek için her sabah uyanıyor. Yüzlerce nükleer bombanın olduğu bir cephanesi var ve intikamdan başka bir şey vaaz etmeyen vehmi bir holokost dini tarafından motive ediliyor. İnsanlığa, insancıllığa ve medeniyetimize karşı İsrail'den ve onun dünyadaki lobilerinden daha büyük bir tehlike yoktur. Söylemek istediğim tüm şey şu: Gözünüzü dört açın. *Golem – Yiddiş Frankeştaynı 29 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Bonapart Blair & Ltd. Avrupalıların çoğunluğu Boney'in Hague'ya sürüklendiğini, adaletle karşı karşıya gelmesini ve müebbet hapis yattığını görmeyi dilerlerken Boney'in kendisi Avrupa başkanlığı için gerekli niteliklere sahip olduğuna ikna olmuş galiba. "Tarihin en iyi hazinecisiyle" birlikte İngiltere ekonomisini enkaza çevirmeyi başarmıştı. İngiliz sanayisini un ufak etti ve her şeyden evvel, hepimizi devasa bir savaş suçuna bulaştırmaya çalıştı. Avrupa liderlerinin bir kez daha düşünmesi için herhalde yeterliydi bu ki Boney'in ben merkezci şevkini ve amansız güç arayışını zaptetmeye karar verdiler. Gordon Brown geçen hafta Avrupa'nın sosyalist liderlerini Tony Blair'i Avrupa Başkanı olarak atamaları için sıkıştırdı. "Gerçekçi olun, ilerlemeci güçlü bir başkana sahip olma yönünde eşsiz bir fırsat bu" dedi. Brown'un haklı olduğu âşikardır, Avrupa'da elleri en kanlı adamı bu makama atamaktan daha tazeleyici, yenilikçi, "gerçekçi" ve "ilerlemeci" başka hiçbir şey olamaz. Bu gezegende elleri Tony Blair'den (Boney'den) daha kanlı tek bir adam daha vardır diye savunma yapan kişi de haklıdır. O adamın ismi George'tur ve Teksas'ta ikamet etmektedir ve Bonapart şahsiyetimizin aksine sessizliğini nispeten muhafaza etmektedir. Bizim Boney, George'un aksine, tanınmak için can atıyor, tahtsız yahut resmi ünvan olmaksızın yaşayamıyor. Çok tarih yazdığını, gerçekten ara verebileceğini birileri söylemeli ona. Irak'ta bıraktığı bir milyondan fazla ölüyle, Hitler ve Stalin'in çok da arkasında değil. Bununla birlikte Blair yalnız değil. Son kamuoyu araştırmalarına göre İngilizlerin çoğunluğu onu Avrupa başkanlığına uygun görmüyorlar ama hızla çözülen Nuevo İşçi Partisi'nde onun adanmış bazı tâkipçileri ve müttefikleri var. İngiliz basınına göre Lord Mandelson'dan kendisinin "kabine başı" olarak hareket etmesini istemiş. Mandelson, suistimalleri yüzünden son on yılda birkaç kez istifa etmek zorunda kalmıştı. Mandelson'un Rusya'nın başı çeken oligarklarıyla yakın bağlara sahip olduğu da ifşa edildi. AB'nin merkezinde böylesi düşük ahlak şöhretine sahip bir kişi tüm bir kıta için pekala tehlike olabilir. Câniler şüphe yok ki eşsiz bir insan demetidirler bazı suçbilimciler psikopatlar etik ilkeleri gözardı eden kişiler oldukları için onların psikopatlardan daha azı olmadığında ısrar ederler. Psikopatlar vicdan ve şefkat duygularından da mahrumdur. Kitle katliamcıları çok daha özel kişilerdir çünkü onlar sadece birkaç çift gözden değil çok sayıda gözden kaçmaya çalışırlar. Hareketlerine yönelik kamuoyu eleştirilerine ve kızgınlığına karşı sağır kesilirler. Bizim Boney'imiz her hâlükarda olağanüstüdür. Milyonlara çektirdiği acıları görmezden gelir, yaptıklarından dolayı nedâmet getirmez ve bir de üstüne muhayyel azametinin tanınmasını sürekli olarak talep eder durur. Farkındalık veya şuur yoksunu görünüyor. Blair'in yakın müttefiklerinden ve destekçilerinden biri de yabancı başkentlere gittiğinde Boney'in "trafiği durduracağı" şeklinde fevkâlade bir iddiayı ortaya atayarak Boney'in başkanlık kampanyasını başlatan Dışişleri Bakanı David Miliband'dır. Boney gibi Miliband da müdahaleciliğe ve "demokrasiyi yaymaya" pek hevesli. İnanması güçtür ama Wolfowitz doktrini 2009 yılında İngiltere'de özellikle de sözümona "ilerlemeci" politikacılar arasında halen revaçta. Geçenlerde Miliband'ın Avrupa Dışişleri Ofisi için önde gelen adaylardan biri olduğunu 30 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM öğrendim. Israr ediyorum ki her Avrupa liderini Miliband'ın Neocon ideolojisine bakmalı ve vakit çok geç olmadan tercihlerini düzeltmeli. soykırım suçuna iştirak etmeyi nihayete erdirebiliriz. Fakat sahte liberal İşçi Partisi tavuk çorbasında kanat çırpmak, bu noktada sona ermeyebilir. Boney'in kendi bir numaralı adamı Lord Cashpoint Levy'e ne tür bir iş havale ettiğini tespit etmek şaşırtıcı olabilir. Müslüman kadını peçesinden soymada ısrar eden "liberal" Jack Straw için Blair'in başkanlık yönetiminde potansiyel bir görev var mı yok mu bilmek isterim doğrusu. Nihayetinde, Straw'ın ötekine yönelik retçiliği tüm kıtaya yayılabilir. Miliband, Yahudi merkezci kabîlevi yakınlığını son zamanlara kadar kendine saklamaya çalıştı. Durum artık öyle değil. İşçi Partisi'nin muazzam ve kaçınılmaz bir seçim mağlubiyeti ile karşı karşıya olması yüzünden Miliband kendini tutamadı. Birkaç hafta önce bir Yahudi hahamını İşçi Partisi çuvalından çıkarmayı kararlaştırdı. Kamuoyunun acıma ve empati duygularını kabartma amaçlı gözü dönmüş ve ham bir teşebbüsle İngiliz kamuoyunu uyararak Muhazafakar Parti'nin müstakbel liderliğinin Yahudi karşıtları ve Neo Nazilerle içli dışlı olduğunu söyledi. Miliband, Polonya Hahambaşısını İngiliz siyasi söyleminin içine çekmeye çalıştı. Miliband'ın kabilevi bakış açısına göre, İngiliz halkına seçimde oy kullanmaları için kimin yeterince "koşer" olduğunu söylemek Polonyalı bir hahama kalmıştır. Miliband'ın en azından karşılıklı müdahale felsefesi tutarlıdır. Biz, İngilizler, dünyaya neyin ahlaki ve neyin yanlış olduğunu söyleyebiliyorsak, kime oy atacağımızı söylemek de Polonyalı bir hahama kalmıştır tabi. Blair başkanlığı cebinde biliyordu. Yanlıştaydı, Avrupalı liderlerin uyandığı artık daha bir belli. Korkutucu rüya sona erebilir. Rezil bir savaş suçlusunun konvoyu geçip gidebilsin diye başkentlerinde trafiği durdurmaları fikri, başa çıkabileceklerinden çok daha büyük. Avrupa başkanı olarak Blair tam bir komedi olabilecekti ki onun "Barış Elçisi" olması kadar tiksindirici bir şey. Kanımca şu an yapılması gereken tek şey, bu mücrimin adaletle yüzleşmesi ve gayrimeşru savaşının neticelerine katlanması için gereğinin yapılmasıdır. Yeterince tuhaftır, Polonyalı haham vaziyetini değiştirdi artık. Polonya Hukuk ve Adalet Partisi liderinin hakikatte "Yahudi karşıtlığına" karşı olduğunu kabul etti. Ama Miliband, Muhafazakar Parti liderlerine Yahudi karşıtı demişti ve halen özür dileyecek. Akıl hocası Boney gibi Miliband da ahlâki muhakeme veya ahlâki davranış kapasitesinin zerresine bile sahip değilmiş gibi duruyor. Miliband'in Yahudi merkezci saldırısını, müdahalecilik şevkini ve ona eşlik eden etnik noksanlıklarını akılda tutarak, bu adamı barışa karşı tehlike olarak görebiliriz. Nüfuz ve iktidara bir kez sahip olduktan sonra, şu veya bu liberal sloganlar (demokrasi, ateizm, kadın hakları, eşcinsel hakları vb) adına yeni bir 31 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Nehirden denize kadar dair ısrarlı olduğu gerçeği, konunun hâlihazırda çoktan "masada" olduğu anlamına gelir. Şöyle diyor Netanyahu: "Mültecilerle İsrail'e akın etme fantezisini terk etmeli, Necef'ten Celile'ye kadar irredantist iddialardan vazgeçmeli ve çatışmanın nihayet sona erdiğini kesin olarak ilan etmeliler." Batı Şeria'da yerleşim birimleri inşasını durdurması için Amerika'nın İsrail üzerinde baskı kuracağından heyecan duymayı artık bırakalım. Bu başlığın büyüleyiciliği Siyonist fırıldaklığın ürünü. Dikkatleri çatışmanın kökeninden uzaklaştırmaya yarıyor: Yahudi’nin eve dönüşü adına Filistin'in ve Filistinlilerin gasp edildiği gerçeğinden. İsrail'in Batı Şeria'da inşa çalışmalarını durdurması çağrıları, bizim Filistin'in gasp edilişinin 1967'de başladığı şeklinde yanlış bir izlenime kapılmamıza yarıyor. Gerçekleri pek çoğumuz biliyoruz ama hepimiz değil. Filistinlilerin büyük bir çoğunluğunun köylerinden, kasabalarından, çiftliklerinden, bağ ve bahçelerinden çıkarıldığı tarih 1948'dir. Açıktır ki Netanyahu, tümü değilse de çoğu İsrailli tarafından paylaşılan dileğini ifade ediyor burada. Hepsi de bir sabah gözlerini açtıklarında Goyim'in, Filistinlilerin, Arap ve müslümanların bölgeyi terk ettiğini görmeyi hayal ediyor. Netanyahu’ya ve kulak vermek isteyecek her bir İsrailli'ye bir tavsiyem var: Bu hayalleri gerçekleşmeyecek. Filistinli mülteci akını, İsrailli'nin kabusudur, Filistinlinin fantezisi değil. Gerçekleşmeyi bekleyen bir gerçektir bu. İsrail, komşularıyla uzlaşma fırsatını kaybetti. Toprağın yerli halkıyla çatışmayı bir çözüme kavuşturmada başarısız oldu. İsrail'in kaderini olay yerindeki gerçekler tâyin edecek yani demografi. Uzlaşmaya gelince, İsrail dönüşü olmayan alana girdi. Kaderi çizildi. Nehir'den denize “tek Filistin” bir "eğer ki" meselesi değil sadece bir "zaman" meselesidir. Batı Şeria'ya doğru genişleyişini durdurması için İsrail'e baskı uygular gibi duran ve Amerikan barış inisiyatifi olarak görünen şey aslında Amerikan yönetimindeki Siyonistlerin teşvik ettiği bir gündemdir; Şaron gibi onlar da farketmişlerdir ki Yahudi devletinin bir sonraki on yıl daha yaşaması için tek şans, onu küçük bir Yahudi gettosuna çevirmektir. Esasen iki devletli çözüm, Siyonizmi canlı tutmak adına sarfedilen son bir gayrettir. Netanyahu, Filistin davasını gözden çıkaran çoğu İsrailli'nin aksine, Filistinlilerin kovulduğunu bugün kabul etti. Filistinlilerin irredantist iddialarına bir İsrail başbakanı ilk kez hitap etti. Ne ki Netanyahu kendisini ve halkını kandırmaya son vermelidir. Söz konusu olan sadece Necef ve Celile değil. Nehir'den denize kadar her bir toprak parçasıdır: Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Be'er Şeva ve her köy, bağ-bahçe, nehir, ağaç. Jetonların ne zaman düşeceğinden başka hiçbir soru yoktur. İsrailliler çalınmış toprakları mesken tuttuklarını ne zaman kavrayacaklar? İsrailliler savaşın kaybedildiğini ne zaman farkedecekler? Bir kez daha komşularının yanlış tarafına Netanyahu ahmak olmaktan çok uzaktır. Durumu anlıyor. Siyonist Revizyonist babasının "Büyük İsrail" rüyasına ulaşılamayacağını biliyor. Haaretz gazetesinin bugünkü haberinde Washington'daki İsrail Başbakanı'nın "yan yana yaşayan iki devlet" için azimli olduğu bildiriliyordu. Ancak "Filistinli mültecilerin kovuldukları eve dönüş hakkı müzakere masasında olmayacak" diye de vurguladı. Görünüşe göre şahin bir İsrail başbakanı, İsrail'in ilk günahını yani Filistin halkının yurtlarından çıkarılışını gönüllü olarak göğüslüyor. Bununla birlikte, konunun "masada" olmayacağına 32 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM düştükleri gerçeğini içselleştirmeleri daha ne kadar sürecek? *İrredantist: Toprakların iadesini isteyen kimse. 33 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM için kararlı olduğunu" söyledi. Ve tabi kafam bir kez daha allak bullak oldu. Livni'nin çapıyla neyi kastetmiş olabilirdi ki? Livni gibi soykırım suçluları artık İngiliz topraklarında hoşça mı ağırlanacak? İsrail liderleri telaşlandı Üst düzey İsrail yetkilileri, İsrail'in geçen Aralık ayında Gazze Şeridi'nde Hamas'a karşı düzenlediği askeri saldırıda oynadığı rol gerekçesiyle bir İngiliz mahkemesinin muhalefet lideri Tzipi Livni hakkında tutuklama kararı çıkardığını teyid ettiler. Miliband "İsrail, İngiltere'nin stratejik ortağı ve yakın dostudur. Bağlarımızı korumaya ve geliştirmeye kararlıyız" dedi. "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" deyişini hatırlatıyor bu. İşçilerin yakın tarihini göz önüne alınca (nâm-ı diğer gayrimeşru savaşlar ve işgaller) Miliband'ın Yahudi devletinde bu kadar çok dostu olmasında – hem de öyle sadece sıradan İsrailliler değil, önde gelen kitle katliamcıları dostlar- şaşılacak bir şey yok. İngiliz kaynaklar, İngiliz mahkemesinin Gazze'de işlediği savaş suçları yüzünden Tzipi Livni hakkında tutuklama kararı çıkardığını ama Livni'nin İngiltere'de olmadığını tespit ettikten sonra kararı iptal ettiğini bildirdiler. Çoğumuzun bir süreden beri tahmin ettiği üzere, olayların seyri değişiyor. Artık İsrailli siyasi ve askeri liderler nihayet takip ediliyorlar. Haaretz'e göre Miliband, tutuklama kararı üzerine nasıl sarsıldığını ifade etmek ve meseleye karşı derhal tavır alınacağı sözü vermek için Livni'yi aradı. Yıllar önce, biz genç ve safken, siyaset bilimi hocaları "adli yargının" demokratik süreçte hayâti öneme sahip olduğunda ısrar ederlerdi. Dünyaya demokrasiyi yayacağını ileri süren Miliband görünüşe bakılırsa bu ilkeye öyle pek de itibar etmiyor. Miliband benim oğlumun ilkokul öğretmenleriyle bir süre birlikte olursa onun için faydalı olabilir ve demokrasinin neyi temsil ettiğini iyice kavrayabilir. Haaretz gazetesinin bugünkü nüshasında İngiltere Dışişleri Bakanı Miliband'ın – İsrail'e bir sonraki büyükelçi olarak siyonist bir yahudiyi atayan kişi – İngiltere'nin İsrailli yetkililerin yargı yoluyla bu şekilde tâciz edilmesine artık daha fazla hoşgörü göstermeyeceğini söylediği belirtiliyor. Miliband "hakimlere önceden bir bilgi olmaksızın yahut savcıdan tavsiye almaksızın ileri gelen yabancıları tutuklama kararı çıkarma izin veren İngiliz kanunlarının gözden geçirilmesi ve reforma tâbi tutulması" gerektiğini savundu. Afalladım kaldım. Bu kanun tam olarak niçin "gözden geçirilecek" ve "reforma tâbi tutulacak? İngiltere etik geleneğinden vazgeçme kararı aldığı için mi? Veya Miliband tekrar seçilebilmek için İsrail'deki İşçi dostlarının desteğine ihtiyaç duyuyor da ondan mı? Yoksa Miliband hep var olan gizli yandaşçılığını mı ifşa ediyor sadece? Livni "tutuklama kararını şahsına yapılmış bir saldırı olarak görmediğini, bir bütün olarak İsrail'e yapıldığı" kanaatini taşıdığını açıklığa kavuşturdu. Kesinlikle haklı. Avrupa kitleleri İsrail toplumuna gitgide imha edici mücrim bir devlet nazarıyla bakmaya başlıyor. İsrail liderlerine karşı çıkarılan tutuklama kararları hakikaten de sembolik bir eylemdir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Salı günü bir beyânat vererek şöyle dedi: "Ehud Olmert, Ehud Barak ve Tzipi Livni'nin sanık sandalyesine çağrılacakları bir duruma rıza göstermeyeceğiz… vahşi ve Miliband "İngiliz hükümetinin, Livni çapındaki ziyaretçilere karşı tutuklama tehditlerinin bir kez daha yinelenmemesi 34 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM mücrim bir düşmana karşı vatandaşlarımızı kahramanca ve ahlaki bir şekilde savunan IDF komutanlarının ve askerlerinin savaş suçlusu olarak mahkum edilmesine rıza göstermeyeceğiz. Bu saçmalığı açıkça reddediyoruz." Netanyahu'nun nereden geldiği bellidir ama İsrail Başbakanı siviller üzerine beyaz fosfor yağdırmanın, Avrupalıların ve kültürlü insanların nazarında "kahramanlık" veya "ahlaki bir tarz" olmadığını anlayamıyor; İsrail Dışişleri Bakanı bağnaz Avigdor Lieberman kadar gülünç. Bakanlık resmi bir açıklamasında şöyle diyordu: "İngiliz hükümetinin Ortadoğu barış sürecinde merkezi bir rol oynama arzusunu takdir ediyoruz ve İsrail'le ilişkilere verdiği önemi eyleme tahvil etmesini umuyoruz." Hadi yüzleşelim, gözdağı vermek bir İsrail taktiğidir. Ama yine de İsraillilerin barışa yol aldıklarına inanmamızı istemeleri komik olmaktan daha aşağısıdır, seciyesizliktir. İngiltere "barış sürecinde" rol almayacak çünkü barış süreci diye bir şey yok. Tutuklama kararına tepki olarak, şahsi cürmüne yön değiştirten Livni, Salı günü "İsrail Silahlı Kuvvetlerine bağlı askerleri teröristlerle kıyaslayan hiçbir suçlamayı kabul etmeyeceğini" söyledi. Aslında haklı. Sözümona teröristler özgürlük savaşçılarıdır. İsrail ise ırkçı, genişlemeci bir devlettir. Askeri kuvvetleri, insanlığa karşı sürekli suçlar işlemektedir. İsrail, Nazi Almanyası kadar habistir fakat uygulamada, çok daha kötüdür çünkü bir demokrasidir. Câni eylemleri, halkının demokratik seçimlerde tezahür eden arzularının doğrudan yansımasıdır. IDF'nin Gazze harekâtının doruk noktasında, Filistin halkına karşı ölümcül tedbirleri İsraillilerin yüzde 94'ü destekledi. İsrailliler terörist değildir. Onlar, terörün ta kendisidir. 35 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yad Va, yazıklar olsun sana! Sözün kısası, belli belirsiz bir acayiplik var. Böylesi bölümlerin Yale ve Londra Üniversitesinde mevcut olması bile tuhaftır. Ancak akademik enstitüler kurumsal bağışlar ve diğer kaynaklar için can attıklarından dolayı, akademik dünyanın entelektüel söylemin başını çekmesini veya hatta herhangi bir ahlâki bütünlüğe bağlılık sergilemesini artık bekleyemeyiz. Holokost çalışmaları, yükselen sahte entelektüel-akademik temayül. Azgın siyonistlere “Goyim’in üniversite eğitiminde niçin zorluklarla karşılaştığı” hakkında tartışma imkânı sunar. Geçenlerde Yale Üniversitesi’nin, Disiplinlerarası Anti-Semitizm Çalışmaları adı altında bir bölüm açtığını, benzer bir enstitünün Londra Üniversitesi’nde de kurulduğunu öğrendim. Jerusalem Üniversitesi Profesörü ve aynı zamanda İsrail Holokost Müzesi "Yad Vashem" müdürlerinden biri olan Yehuda Bauer, anti-semitizm ve Holokost'un en önde gelen uzmanlarından biridir. Prof. Bauer "bir halkı" yani "seçilmişi" yok etme ve ona karşı nefret duyulması konusunda bir dünya uzmanıdır. Geçenlerde bir video kaydına rastgeldim ve insancıl her kişinin izlemesini istiyorum. Prof. Bauer'in 2005 yılında Anti-Semitizm'in kökeni hakkında Hawaii'de verdiği bir ders bu. Eğer ki, mesela, Yahudi karşıtı hissiyatı uyandıran şeyin ne olduğunu kavramak iştiyâkıyla Yahudi kültür ve tarihini inceleyip tetkik edebilecek olsa, AntiSemitizm Çalışmaları değerli bir araştırma sahası olabilir. Yahudi’ye ait ıslah edilesi bir siyasi veya kültürel şablon belirlemeye çalışabilirdi. Esasen ilk siyonistler bu konu üzerinde durmuşlardır. Yahudilere parazit bir güç nazarıyla bakan ev sahibi kültürlerde durmadan ve tekrar tekrar niçin olgunlaştığını öğrenebilmek gâyesiyle, Anti-Semitizme yol açan sebepleri teşhis etmeye çalıştılar. İlk siyonistler, Aliya'nın yeni bir üretken, ahlâki ve medeni Yahudi yetiştireceğinde ısrar ettiler. Ama ne ki çağdaş Anti-Semitizm uzmanlarının akıllarında çok farklı bir gündem var. Araştırmalarını, Yahudileri kategorik olarak masum kabul eden aksiyomlar/belitler üzerinde inşa ediyorlar. Ondan sonra da Goyim'in / yahudi olmayanların niçin gayri ahlâki hatta cânice davrandığını anlamaya çalışıyorlar. Ancak tam burada utanç verici şekilde gâfil avlanıyorlar: İnsanlığın Goyim'den oluştuğunu gözönüne alınca, "Goyim'in sorununu" anlamaya teşebbüs eden AntiSemitizm uzmanları aslında "insanlığın sorunu nedir" sorusunu sormuş oluyorlar. Dikkat çekici bir grup dışarıda tutulmadığı takdirde, aslında meşru bir sorudur bu. Bu durumda, "Anti-Semitizm Çalışmaları" adlı yeni Yahudi merkezli akademik sahada, bir siyonist, Goy'u / yahudi olmayanı patolojik bir vaka olarak gözden geçirmektedir. Bauer önce alımlı ve açık fikirli bir kişi gibi duruyor. Hatta bazı can alıcı tespitler bile yapıyor. İlk yirmi dakika boyunca, sahih, özgün bir entelektüele şahit olunduğuna inanmak mümkündür. "Anti-semitizm yanlış terimdir" diyor Bauer; böyle bir hayvan yoktur çünkü Sâmiler yoktur. Bauer'e göre Sâmi halkı diye bir halk yok; ve Yahudilerin tastamam homojen bir ırk olmadığını kabul ediyor. Wilhelm Marr'ın 19.yüzyılın sonlarında sunduğu ideolojinin kafa karıştırıcı olduğunda mutabık. Mesele Anti-semitizm değil de Yahudi karşıtı (anti-Jewish) hissiyat yahut uygulamalardır. Anti-semitizm nerede başladı? Yeterince ilginçtir, Bauer geriye, Esther Kitabına gidiyor, onun, Diyaspora Yahudisi'nin yokedilme korkusunun alegorisi olduğunu söylüyor. Bauer'e göre Esther, Yahudi'nin etrafını saran çevreden duyduğu korkunun masalıdır: "Yahudi karşıtlığının kökeni, Yahudi medeniyeti ve kültürünün çevre halklarınkinden farklı olmasındadır." Bu 36 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM noktadan sonra kendim ilerleyerek, Yahudi lobisinin ve Yahudi gücünün göz alıcı bir kültürel paradigmaya döndüğü yerin Esher Kitabı olduğunu savunabilirim. Hikâye'nin mânevi yönü açıktır. Şayet yahudiler ayakta kalmak istiyorlarsa, güç koridorlarına sızmalılar. Esther'i akılda tutarak, AIPAC, Lord Levy ve Labour Friends of Israel, Kitab-ı Mukaddes'ten mülhem kültürel bir ideolojinin ete kemiğe büründüğü kurumlar olarak görünüyorlar. Bauer, ırkçılığın 19.yüzyıl Avrupasında doğmadığını "15. yüzyıl İber Yarımadasında ırkçılığın mevcut olduğuna dair bazı deliller olduğunu" söylüyor. Birileri Bauer'e hatırlatsa iyi olur, söz konusu olan Musevilik olduğunda, ırkçılığın izini ister Tevrat isterse Talmud olsun, dini her kaynakta sürmek mümkündür. "Irkçılık yahudiye karşı döndü" diyor Bauer "çünkü biz farklı bir ırkız" çünkü biz paradigmatik ötekiyiz. Fakat sonra kendisiyle çelişkiye düşerek, genel olarak ırk fikrini yürürlükten kaldırmada ısrar ediyor. "Irk diye bir şey yok, insanlık Afrika'dan geldi, hepimiz Afrikalıyız." Bir an olsun Bauer'le hemfikir olalım ve ırkın sahte bilimsel bir kavram olduğunu kabul edelim. Irkla ilgili problem, dünyayı ırki gruplara bölmek veya halkların antropolojik kökenlerinin izini sürme teşebbüsüyle ilgili değildir. Irk, ırkçılıkla birlikte sorun teşkil etmektedir. Irkçılık, insanlardan bir grubun diğerinden daha iyi olduğuna inanmaktır. Müthiş bir şekilde, Musevilik ve Siyonizm ırkçılıkla doludur. Bauer, Yahudilerin bir ırk olmadığını savunurken haklıdır fakat yahudi ideolojisi, hem dini hem de laik olanı, ırkçıdır, iliğine kadar üstünlükçüdür. Ama örnek şahıs, yahudi merkezci entelektüel Bauer, Yahudi medeniyeti ve kültürünün farklı olduğu belirli yerler hakkında bizi aydınlatamıyor. Herşeyden evvel, eğer Anti-semitizm nefretin "eşsiz" bir şekliyse, o halde yahudiler de asırlarca önyargılara sabretmiş diğer azınlıklardan eşsiz bir şekilde farklı olmak durumundadır. Bir Anti-semitizm uzmanının bu can alıcı konuda tafsilata girmesini ve bazı cevaplar vermesini beklerdim. Bauer bunu yapamıyor. Nedeni basit: Bauer bir siyonist ve siyonizm, Diyaspora Yahudileri'nin çözümüdür. Eğer farklı olmak istemiyorsan, eve gel ve bizimle birlikte Filistinli'nin çalınmış topraklarını mesken edin. Bauer devam ediyor ve soruyor: Antisemitizme yol açan krizlerin nevi nedir? Hıristiyan Anti-semitizmini anlamak müşkül bir mesele değildir. "Hıristiyanlık kendisini Musevilik'ten farklılaştırmalıydı" diyor Bauer. Bununla birlikte, Hıristiyanlık büyük bir problem değildir. "Hıristiyanlık Yahudilerden hazzetmez, Yahudiye karşı ayrımcılık uygular ama ne ki akidesinden dolayı soykırımı engeller." Aslında, Bauer'e göre, Avrupa'daki soykırım temâyülü, Hıristiyan cemaatlerin laikleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlığın Anti-semitizmi, bâkiye kalanlardandır ama câni eğilimleri azaltan akidenin artık bulunmadığı bir versiyondur bu. Tekrar söylemek gerekirse, Bauer'in sıradan dünyasında yahudiler masumdur. Ahlâki ve mânevi bakımdan başarısız olan her daim Goyim'dir. İsrail-Filistin çatışması ne derece önemli? Çok önemli" diyor Bauer. Bu çatışmaya bir çözüm bulunması, Anti-semitizmi azaltır mı? Bauer "evet" diyor ama Anti-semitizm gözden kaybolmayacaktır diye ekliyor. Bauer galiba haklı. Onun felsefesine göre Anti-semitizm, yahudinin farklı olmasının/öteki olmasının ürünüdür ve bu gerçek değişmeyebilir. Yahudiler, seçilmiş kabile kimliklerini muhafaza ettikleri müddetçe, "farklılıklarını" her daim sürdüreceklerdir. Bauer, geveze sınıfların, medyanın, entelijansiyanın, üniversitelerin, doktorların Anti-Semitizm'inden" hayli kaygılı. II.İntifada'yla birlikte ani bir yükselişine şahit olduğumuzu ileri sürüyor. 37 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Bauer'in entelektüel bir halkada bir argümanı kazanma şansı âşikar ki sınırlıdır. Bununla birlikte, İsrail'in soykırımvâri barbarlığı gittikçe artarken, medyada, entelijansiyada ve akademideki düşünürlerin Yahudi devletine muhalefet etmeleri gâyet mâkuldür. Anti-semitizme karşı nasıl savaşırsınız? Bauer "ADL ve ASJ hârika işler çıkarıyor" diyor. Fakat örneğin farklı bir ülkede mesela S.S.C.B'de Anti-semitizm'in yükseldiği farazi bir vaka olsun. ADL, Sovyetler Birliğini etkileyebilecek mi? Bauer hayır diyor ama yahudilerin hep birlikte "yahudi olmayanları" etkileyebileceğini düşünüyor. Sovyetler Birliği'nde çok şey değişti çünkü ABD, S.S.C.B üzerinde baskı uyguladı. "Yahudiler müttefikler bulmalı ve Antisemitizmin sadece yahudilerle başladığını anladıklarında müttefikler geleceklerdir" diyor. Kudurmuş bir siyonist zihniyetin mağrur sahibi Bauer'in gerçek rengini göstermesi içim birkaç dakika geçmesi gerekecektir: "İsrail'i eleştirmekte sakınca var mıdır? Hayır diyor Bauer. İsrail basını, İsrail politikalarını eleştirenlerin ilkidir. İsrail'i bir Nazi devleti gibi tanımlamadıkça İsrail'in kınanması Anti-semitik değildir. Bauer'in entelektüel dürüstlüğünün son kırıntısından vazgeçtiği yer burasıdır. Yahudi devletini eleştirirken kullanmamız gereken kurallar mı var? Genişlemeci, câni, ırkçı, yahudilere münhasır bir devleti kastederken göz önüne almamız gereken bir entelektüel mükellefiyet mi var? Avrupalıların yüzde 45'i İsrail'e yokedici bir devlet nazarıyla bakıyorlarsa bunun bir sebebi var elbette. İsrail ve siyonistler kendi fiillerinin sorumluluğunu üstlenmeyi öğrenseler iyi olacak. İşte o zaman Avrupalıların yarısının onları niçin Nazilerle bir tuttuğunu anlayabilirler. Bauer mevcut siyonist ideolojiyi son derece basit kelimelerle açıklıyor. Yahudiler yeni müttefikler bulmalı. Yükselen güçlerle bağlar tesis etmeliler. Anti-semitizm uzmanı Bauer'in yahudi gücüne karşı duyulan kızgınlığın nedeninin tam da bu olduğunu görememesi şaşırtıcıdır. Bu sonsuz nüfuz ve hâkimiyet arayışı yahudilere düşman kazandırmaktadır halbuki. Bauer konuşmasına "radikal İslam’a" hiddetle saldırarak son veriyor: "Radikal İslam Anti-semitik olmakla kalmayıp soykırımcı bir tarzda Anti-semitiktir" diyor. Ve sonra da meşhur Hamas tüzüğünü okuyor. Yahudi gücü, dünya hâkimiyeti ve buna benzer konularda alıntı yapıyor. Alıntılardan bazıları gerçek. Diğer cümleler ise kabul görmüş kanaatler. Bazı fikirler bir miktar yukarıda. Fakat Bauer'in çuvalladığı bir şey var: Soykırımvari tek bir alıntı sağlayamıyor. Çok garip, Bauer konuşmasını şu cümlelerle bitiriyor: "1982'den beri, İsrail hükümetini bu şeyle savaşmak için müttefik bulmaya ikna etmeye çalışıyorum. İşler şimdi olmaya başladı." Aslında, Hamas tüzüğünün yahudi kabile faaliyetleri hakkında sahih bir tanımlama yaptığını Yehuda Bauer'in bizzat kendisi ispatlamaktadır. Bauer'in bastırdığı "müttefikler bulma" çabasına Hamas tüzüğünün şu satırlarında değinilmektedir: "Ortaya çıkan olaylarda Bauer, siyasi eleştirinin meşru olduğunu söylüyor ama saldırıyı halk ve devlete yönlendirdiğinizde "soykırım alanına" girmiş oluyorsunuz. Meselenin hakikati çok basit. Filistin ve siyonist karşıtı söylemde hiç kimse çıkıp da yahudileri imha etmeyi telkin etmez. Pek çoğumuz yahudi devletinin bir halk pahasına varlık hakkının olmadığını savunmaktadır. Fakat hiç kimsenin "imhasından" bahsetmez yahut böyle bir telkinde bulunmayız. Siyasi ortamın değişmesinden, "halkın devletine" dönüşmesinden bahsederiz. Eşit haklara inanırız. Filistinlilerin dönüş hakkına inanırız. Şayet yahudiler, yahudilere münhasır bir devlet istiyorlarsa, bu maksatla bir "çöl adası" yahut iyisi mi farklı bir gezegen bulmalılar. 38 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM kilit unsurlardan faydalandılar ve (siyonist) rüyalarını gerçekleştirmenin hizmetine koştukları muazzam ve sözü geçen bir maddi zenginlik biriktirdiler." (Hamas Tüzüğü, 1988) "Yeni müttefikler" bulmak, medyada ve siyasi hareketlerde nüfuz arayışı değil mi? Hamas tüzüğü bunu güçlü ve ikna edici bir şekilde tanımlamaktadır hakikaten: "...haber ajansları, basın, yayın evleri, radyo-televizyon yayıncılığı vb dünya medyası üzerinde denetim tesis ettiler. Çıkarları doğrultusunda hareket etmek ve meyveleri toplamak maksadıyla (bu zenginliği) kürenin çeşitli kesimlerinde devrimlere yol açmak için de kullandılar." Bu dersin 2005 yılında, "terörle savaşın" dördüncü yılında, İsrail'in düşmanlarıyla savaşan Amerikalı ve İngiliz askerlerin siyonist savaşları neticelendirdiği Irak Savaşı üzerinden ise 2 yıl geçtikten sonra verildiğini göz önüne alınca, Prof. Bauer'in "müttefikler" derken neyi kastettiğini hepimiz bir nebze anlamışızdır sanırım. Prof. Yehuda Bauer, İsrail Holokost Müzesi'nin, Yad Vashem'in akademisyen danışmanı. Bauer, temsil ettiği Holokost Enstitüsü'nün yerli Filistinlilere karşı yahudi katliamına sahne olmuş Filistin köyü Dayr Yasin'in 1.400 metre güneyinde bulunan Filistin köyü Ayn Kerim topraklarındaki Mt.Herzl üzerinde kurulu olduğu gerçeği üzerinde düşünebilir belki. Şayet Bauer sırf bu gerçek üzerinde kafa yorsa, Avrupalıların yüzde 37.4'nün bırakın onun gayri samimi, yahudi merkezci sahte akademik atışlarını, ondan niçin bir eski araba bile satın almayacağını anlayacaktır. 39 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Dreyfus, Protokoller ve Goldstone takip eden Siyonizmin babası Herzl üzerinde muazzam bir etki yaratmıştır. Herzl kısa bir süre sonra Der Judenstaat'ı (Yahudi Devleti) kaleme aldı ve Dünya Siyonist Örgütünü kurdu. Alan Dershowitz, hâkim Goldstone hakkında “fakat onu bir hain olarak görüyorum artık...”Siyonist Liderlerin Protokolleri” tashih etsin diye bir Yahudiyi seçmişler sanki. Yahudi halkına attığı iftirayı kabul edilebilir kılmak için Yahudi soyadını kullanıyor” dedi. Siyonistler son bir asır boyunca Dreyfus Davasına, ırk ayrımcılığının güdülediği Yahudi karşıtlığının ibret verici bir misali olarak baktılar. Aslında Siyonistler hatalıydılar. Bir asır boyunca hem kendilerini hem de başkalarını yanlışa sevkettiler. Fransızlar Dreyfus hakkında ikiye bölünmüşlerdi. Sol ve entelijansiya genç subayı desteklemek için koşturuyordu, ki yeniden yargılanmasına yol açmıştır. Dreyfus aklandı ve 1906 yılında yüzbaşı olarak Fransa ordusundaki görevine iade edildi. Ancak Goldstone raporu tümden farklıdır. İsrail ordusunun BM mülteci kampına beyaz fosfor yağdırdığı görüntüler ortak hafızamıza kazınmıştır. Bu yeterli değilmiş gibi bir de İsrail'in beyaz fosfor kullandığını başlarda inkar etmiş olması da hafızalarımızda. İsrail'in güpegündüz katliam yaptığı algısı da yok olup gitmeyecektir. Yahudi ulusçuluğu ve Siyonizmin Batı akademi kültürünü şiddetle ihlali (hoşgörü, akademik özgürlük, çoğulculuk vb) hakkında halen bir karara varamamış olanlar için Yale Üniversitesi Yahudi topluluğunun Hahamı Shmully Hecht, her şeyi görmeleri için ibret alınacak bir fırsat sunmuştur. Haham Hecht, Goldstone geçen hafta Yale Üniversitesi'nde konuşma yaparken karşısına çıktı. Haham Hecht ve destekçileri, konferans salonunun arka tarafında Goldstone raporunu Siyonist Liderlerin Protokolleri ve Dreyfus Davasıyla eşitleyen bir pankart açtılar. Dreyfus Davası ve Protokoller, hayli etkili olan Siyonist propaganda araçlarıdır ve Yahudi gücü, Yahudi lobisi ve İsrail hakkında yapılan eleştirileri susturmak için kullanılmışlardır. Ama ne ki hakikatle yüzleşme vakti geldi artık. Dreyfus hakkında bir karar verememiş ve ikiye bölünmüş Fransa'nın aksine, İsrail'in mücrim bir devlet olması, dünya barışına karşı en büyük tehdit olması hakkında bölünmüş değiliz biz. İsrail'e ve onun vahşiliğine duyulan tiksinti, hümanistler, barışseverler arasında ve genel olarak dünyada gittikçe büyüyen birleştirici bir güç. İsrail aklanmayacak; ve kendisini Yahudi devleti olarak tanımlamasına bakınca, İsrail'in işlediği suçlar yıkıcı bir şekilde toplu olarak Yahudilere yansımaktadır, ki dünyadaki bir düzine Yahudi kökenli Siyonist karşıtının değiştiremeyeceği bir şeydir bu. Tarihi bakış açısından, İsrail'in Yahudi ulusçuluğu fikri adına toplanmış sempatiyi/anlayışlılığı son damlasına kadar tüketmekte çok başarılı olduğu açık. Dolayısıyla da Goldstone'a veya onun dengeli raporuna tek bir hümanist dahi karşı çıkmadı. Dreyfus Davası ve Yahudi Liderlerin Protokolleri ile Goldstone raporu arasında benzerlikler kurmak bir açılım yaratabilir ama Haham Hecht veya Dershowitz'in sandığı şekilde değil. Siyonizme tarihi bakış açısından bakmamıza izin verir; Siyonizmin nerede başladığını ve nereye doğru gittiğini gözden geçirebiliriz. Dreyfus Davası 1890'ların sonu ve 1900'lerin başlarında Fransa'yı bölmüş bir siyasi skandaldır. Fransa ordusunda topçu subayı olan Yahudi kökenli Kaptan Alfred Dreyfus'un vatana ihanetle suçlanması meselesidir. Dreyfus Davası, Viyana'da yayınlanan bir gazete için duruşmaları 40 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Fakat hakikat söylenmeli. Hümanistlerin Goldstone raporunun arkasında birleşirken, demokratik seçimle iktidara gelmiş liderlerimiz ne yazık ki İsrail ve Yahudi lobilerine karşı çıkmada acze düşüyorlar. AIPAC'ı yatıştırmak için koşuşturuyor, Siyonist lordların ve İsrail lobilerinin verdiği paraları cebe indiriyorlar. Hayli ilginçtir, içinde yaşadığımız marâzi siyasi şartlar, 1906 yılında yazılmış olağandışı kurgusal bir metinde yani Yahudi Liderlerin Protokolleri'nde târif edilmiştir. gerçeği değişmez. “Demokrasi adına” İsrail'in düşmanlarını topluca öldürdüğümüz, Dershowitz'in İsrail ve Siyonizm hakkında, Amerika'da ve Batı'da Yahudi gücü hakkında eleştirel sesleri akademik çevreden silmek için büyük bir çaba sarfettiği bir gerçeklik. Goldstone'un resme dâhil olduğu yer tam da burası. Son yüzyılda, gitgide gelişen câni bir Yahudi ulusçu hareketine şahit olduk. Kısmen de Dreyfus davasının hesaplı bir şekilde yanlış yorumlanmasından doğan bir hareket. Siyonist hareket farklı taktikleri, tümü de 1903'ten kalma kurgusal bir metinde keşfine çıkılan taktikler bunlar, kullanarak bir asırdan bu yana eleştirmenlerini susturmaya bakıyor. Siyonizm çok başarılıydı; Filistin halkı pahasına bir devlete dönüştü. Siyonistler ve İsrail, Yahudi ulusal özlemini katliamlarla ve ırk yönelimli etnik temizlik dâhil yalnızca genişlemeci, şiddet yanlısı yöntemle giderebiliyorlar. Ancak Goldstone raporunun da ifşa ettiği üzere, bu özlem, yerli halkı tedhiş komşuları ise tehdit eden mücrim bir devlete tahvil oldu. Protokoller'e genelde sahte muamelesi yapılır. “Liderlere” katılacak müstakbel bir üye için yazılmış elkitabıdır, geleneksel sosyal düzeni kitle manipülasyonuna dayalı bir düzenle değiştirerek, medya ve finansı kullanmak sûretiyle dünyayı nasıl yöneteceklerini anlatmaktadırlar. Birçok uzman bu kitaba kafa bulan, Yahudi karşıtı pespâye bir metin nazarıyla bakar ama kâhince niteliklerini, yeni yüzyılı ve içinde yaşadığımız, burada gönderme yaptığım siyasi gerçekliği târif etme dirayetini gözardı etmek imkânsızdır: AIPAC, Kredi Daralması, Lehman Brothers, Neocon savaşları, müdahaleci ideoloji, bir İsrail propaganda (Hasbara) yazarının İngilizlerin etik duruşunu/âdabını düzeltmeye çalıştığını söylediği bir İngiltere Dışişleri Bakanı, İngiltere'nin Siyonist bir savaşı niçin başlattığını araştıracak soruşturma komitesindeki bir Siyonist [Martin Gilbert] vb. İçinde yaşadığımız gerçekliği ıslah etmek istiyorsak, içimizdeki Siyonist operatörleri iktidardan, siyasetten, medyadan, akademiden, finanstan ve adli sistemden mümkün mertebe uzaklaştırmalıyız. Yahudilerden değil evrenselciliğin, etiğin/âdabın ve hümanizmin karşısında yer alan muayyen bir yabancı kâbilevi çıkarlara bağlı Siyonistlerden bahsediyorum. Bunu yapmadığımız takdirde insanlığa karşı işlenmiş daha büyük bir Siyonist suçunu soruşturan bir diğer Goldstone raporuyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu arada David Aaronovitch, Nick Cohen ve Alan Dershowitz gibi sâdık Siyonistler, dikkatleri Protokoller'in tasvir ettiği, kâhince isabet buyrulan sarsıcı gerçekliklerden başka yöne çevirmek için son derece bayağı fırıldaklar çeviriyorlar. Müdahaleci savaşları burnumuzun dibinde kışkırttıkları bir gerçeklik. Protokollerin sahte olduğunu tekrar tekrar söylüyorlar. İçerik ve anlamından sarf-ı nazar ederek Yahudi karşıtı menşeine bakmamız gerektiğinde ısrar ediyorlar. Protokoller ister kurgusal isterse sahte bir metin olsun, bugünkü feci durumumuzun keşfine çıktığı Eğer ulusçu, ırkçı, fanatik rüyalarından kurtulmaları için İsraillilere ve Yahudi ulusçulara yardım etmek istiyorsak, Goldstone raporunun yeni İncilleri olduğuna, insanlıktan kopuşlarının son bir kataloğu olduğuna onları ikna etmeliyiz. 41 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Yahudi sembolizminin bayağılığı hükümler çıkaran Dagan'ın aksine, bir hümanist böylesi bir fotoğrafa bakar ve bir bütün olarak tüm insanlık için daha iyi bir geleceğin nasıl kurulabileceği hakkında bize, hepimize olumlu görüşler sunabilecek fikirler üzerinde düşünürdü. The Times dergisi Dubai'deki operasyon hakkında kaydadeğer ifşaatlarda bulunan bir yazıda, Mossad başkanı Meir Dagan'ın felsefesine atıf yapmış: “Tel Aviv karargâhındaki mütevâzı odasının duvarında asılı olan bir fotoğraf, Dagan başkanlığının niteliğini ele veriyor. Fotoğrafta, bir hendeğin kenarında duran yaşlı bir yahudi var. Bir SS subayı tüfeğini yaşlı adamın kafasına dayamış. Dagan ziyaretçilerine ‘bu yaşlı yahudi benim dedem' diyor.” The Times'a göre bu fotoğraf, Dagan'ın inancını yansıtıyor: “Güçlü olmalıyız, aklımızı kullanmalı ve kendimizi savunmalıyız ki Holokost bir daha tekrarlanmasın.” 1940'ların sonlarında birkaç Yahudi düşünürü, Auschwitz'den sonra yahudilerin kendilerini artık şerre karşı savaşta ön cepheye mevzilendirmeleri gerektiğinde ısrar etmişlerdi. Bu gerçekleşmediği gibi üstüne bir de dünya barışına karşı en büyük tehlike olarak Yahudi devleti kuruldu. Dahası, yahudi lobileri ırkçı ideolojiyi (Siyonizm) şevkle destekliyor, dünyada kolonyal genişlemeci ve müdahaleci çatışmaları kışkırtıyorlar. “Mossad başkanı “bu yaşlı yahudi benim dedem” diyor. Saygı uyandıran kollektif 'dedenin' iz bırakan görüntüsü, Mesih ile veya başka herhangi bir dini simgeyle hemen yarışa koyulan bir çile sembolü sağlar yahudiye. 1979'da Papa II John Paul, Auschwitz'i “modern dünyanın Golgota'sı” diye anmıştı. Ama bu düşünceye koşut olarak bir şeyler fena halde kötü gitti. Takipçileri İsa'nın çilesini af ve merhamet çağrısı olarak yorumlarlarken Dagan'ın dedesinin Holokost tecrübesi, ulusçu yahudi tarafından cezalandırma ve intikam çağrısı olarak yorumlandı. Kulağa feci geldiği üzere, İsrailli filozof Yeşhayahu Leibowitz'in yeni yahudi dini olarak tanıdığı Holokost dini, kaba ve meşum bir cinayet çağrısıdır. İnsanoğlunun bildiği en kinci dindir belki de. Dagan'ın fotoğrafik sembolizm yorumu – ki cinayet işleme ruhsatıdır - pek bayağı ama ne ki yahudiler ve bilhassa da siyonistler arasında son derece yaygındır. Bununla birlikte, bu yorum mümkün tek yorum değildir. Dagan'ın odasındaki fotoğrafı görmedim fakat sanırım Nazi üniforması içerisindeki bir katil ile ölümü bekleyen mazlum bir yahudi arasındaki müthiş yoğun bir duygu durumunu tasvir ediyor olmalıdır. Ancak Dagan ve bir yere kadar da pek çok yahudi, saygı uyandıran savunmasız bir kurbanın, kollektif dedelerinin, çilesinden ziyâde açıktır ki tüfekli adamın rolüne kapılıp gittiler. Dagan ve onun Yahudi devleti, Holokost’u ırkçılığa ve her türlü zulme karşı evrensel bir mesaj olarak idrak etmek yerine infaz ruhsatı olarak yorumluyorlar. Karl Marks (Yahudi Sorunu'nda) insanlığın özgürleşmesi için kendisini önce bir yahudilikten kurtarması gerektiğini savunmuştu 1844'te. Karl Marks bir ırkçı değildi; çok yakından bildiği yahudi ideolojisine (Yahudiliğe) atıf yapıyordu galiba. Şayet insancıllığa bir yol bulacaksak kendimizi önce bir Holokost dininden azâd etmeliyiz diyeceğim ben de. Bir mesaj olarak Holokost, evrensel bir Fotoğraf, masum (Yahudi) ve şerir (Nazi) arasındaki basit, sembolik ikili karşıtlık olarak da anlaşılabilir ama bu fotoğraflarda bir başka unsur daha var ki savaş sonrası yahudi siyasi, fikri ve ideolojik söyleminden topyekûn atılmıştır: Evrenselcilik. Siyonistlerin veya eldeki vakada yahudi kabilesine, sadece yahudi kabilesine hizmet etmek üzere ölüm saçan 42 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM çağrıya dönüşemedi. Bunun yerine, insanlığın ve insancıllığın savunduğu her bir değere muhalefet eden bir kabile dini haline geldi. İsrail'in dünyadaki destekçileri de aynı şeyi yapıyorlar, “asil güdülerle” savaş vaazları veriyor, başka insanları sürekli olarak “özgürleştirmek” istiyor, genişlemeci askeri müdahalecilik yoluyla onlara demokrasinin en yüce değerlerini öğretmek istiyorlar. Ben dâhil pek çoğumuz İsrail'i Nazi Almanyası ile bir tutarız. Ben de pek çok kereler diğerlerine katıldım ve İsraillilerin günümüzün Nazileri olduğunu savundum. İfademi bu fırsatla tashih etmek istiyorum. İsrailliler zamanımızın Nazileri değiller ve Naziler o zamanların İsraillileri değillerdi. İsrail aslında Nazi Almanyası’ndan çok daha beterdir ve kurulan eşitlik anlamsızdır ve yanlışa sevketmektedir. İsrail'in efsânevi hümanisti İsrail Şahak, bir yahudi olarak Nazi işgali altında yaşadığı tecrübeyi 1980'lerin sonlarında kaleme almıştı: “Üç çıkış noktasından birinde Alman SS, birinde Ukraynalı, birinde de Yahudi polisin beklediği bir meydana girdiğinizde, geçmek için önce Almanı sonra Ukraynalı'yı denemeli ama Yahudiyi asla denememelisiniz. Geçmişte, Yahudi Devleti'nin totaliteryan Nazi Almanyası’nın aksine bir “demokrasi” olduğunu söylemiştim. Başka bir ifadeyle, Yahudi nüfusunun tümü, İsrail ordusunun insanlığa karşı işlediği suçlara iştirak etmektedir. Bu yeterli değilmiş gibi bir de İsrail nüfusunun yüzde 94'ünün yaklaşık bir yıl önce İsrail ordusunun Gazze saldırısına destek verdiği gerçeği, İsrail'e karşı güdülen davayı bir kaya gibi sağlamlaştırdı. Burada dile getirilmesi gereken başka bir husus daha var. Çok iyi bildiğimiz üzere, Nazi Almanyası yahudilerden hazzetmezdi. Irkçı kanunlar çıkardı, Almanya'yı ve hatta Avrupa'yı yahudilerden temizlemeyi amaç edindi. Yahudileri politikada, iş yerinde, dükkanlarda, medyada, bankalarda ve sokaklarda görmeyi dilemiyordu. Nazi politikalarının kinciliği kadar açık olan bir şey daha var ki o da Almanya tüm bunları açıktan yapmış olmasıdır. Tek bir şey bile gizlemedi. Irkçıydı ve dar kafalılığıyla gurur duyuyordu. İsrail ve onun Yahudi lobileri ise herşeyi aldatıcı bir yöntemle icra ediyorlar. Araplardan nefret ediyoruz demek yerine, etnik temizlik politikalarını ve uygulamalarını kabul etmek yerine, sürekli olarak yüce “ilerlemeci” ideoloji adına öldürüyorlar: Demokrasi, çoğulculuk, “ahlâki müdahalecilik”, terörle savaş vb. Yüksek sesle söylemeliyim ki Şahak'ın tavsiyesini son derece ciddiye alıyorum. Birinde elinde tüfek bulunan Nazi subayın diğerinde elinde tabancayla Meir Dagan'ın bulunduğu iki çıkışlı bir meydana girdiğimde hiç tereddüt etmeden Nazi'nin bulunduğu tarafa yöneleceğim. 43 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İngiltere'deki Yahudi seçmenler için elkitabı kaygılansalardı daha iyimser olurdum. Bu bizi berrak bir resimle karşı karşıya getiriyor: Her geçen gün daha fazla sayıda İngiliz, İngiltere'nin hümanist duruşunu diriltmeye çalışırken, BOD ve JTA, İngiltere'nin tek bir kabilenin çıkarlarına uşak olmaya devam etmesini istiyor. İngiltere'nin üç şeritli başbakanlık seçim yarışı bitim noktasına yaklaşırken, İngilizlerin pek çoğu halen kime oy vereceğine karar vermiş değil. Sanki bir fark yaratırmış gibi. Ancak, bu konuyla ilgili olarak söyleyeceklerime ilgi duyarsanız, Nick Clegg ve Liberal Demokratları seçmenizi öneririm. Nedenini merak ediyorsanız çok basit: Yahudiler Clegg'den pek hoşlanmadılar da ondan. Jewish Telegraphic Agency'i (JTA) okuduktan sonra aldığım intiba bu. Nick Clegg, Liberal Demokratlar, BOD ve JTA'nın gözde adayları değil. İsrail ordusunun 2009 yılında Gazze'deki soykırımvâri saldırısı sırasında Clegg, Guardian gazetesi için kaleme aldığı op-ed makalede, İşçi Partisi hükümetini “İsrail'in taktiklerini kınamaya” çağırdı ve “İngiltere ve Avrupa Birliği'nin İsrail'e derhal silah ambargosu uygulamasını” talep etti. Clegg'in kibar bir hümanist duruş sergilemesi, JTA'nın tasdik etmediği bir şey olduğundan dolayı İngilizler, kendi siyasetlerinde ve medyalarında câni rejimleri ve ideolojileri destekleyenlerin kimler olduğunu teşhise koyulmalılar. JTA, 6 Mayıs seçimlerinde, İngiltere Parlementosunda hiçbir partinin çoğunluğu sağlayamayacağını düşünüyor. Bizler gibi onlar da fark etmiş ki başbakanlık, bir koalisyon anlaşması yapabilen veya diğer partinin desteğini kazanan tarafa gidebilecektir. Acımasız Siyonist finansörler için kötü haber aslında. Genelde tek bir partiyi satın alırlardı. Bu seçimde Muhafazakarlara oynadılar. Ancak şimdi üç partiyi de satın almaları gerekiyor. Clegg, İsrail'in 1.5 milyon Filistinliyi hapsettiği gerçeğiyle ilgili olarak geçen Aralık ayında düzenlenen imza kampanyasının ilk imzacılarından biriyidi. İlave olarak, İsrail'in Gazze'deki operasyonunun Gazze sakinleri için “gerçek bir kabus” olduğunu yazmıştı. Tekrar söyleyecek olursak, JTA, Clegg'in duruşuna bozulduğundan dolayı İngilizler, “Mavi & Beyaz” fonlu siyasetlerinde akl-ı selim bir sese sahip olmalarıyla gurur duymalıdırlar. JTA birkaç gün önce İngiliz Yahudi seçmenler için bir elkitabı yayınladı. Bekleneceği üzere, JTA ve İngiltere'deki Yahudileri temsil iddiasındaki azgın bir Siyonist enstitü olan Britanta Yahudileri Temsilciler Kurulu (BOD) İngiliz siyasetinin birinci önceliği. BOD'dan Rosalind Preston “kim seçilirse seçilsin, kesin olan bir şey varsa o da gerçek ve acil meselelerle uğraşmak zorunda kalacağıdır çünkü sadece ulusal ve uluslararası düzeyde kalmayıp İngiltere'deki Yahudileri de etkilemektedir” dedi. Ona göre İngiliz Yahudileri “İsrail mallarına uygulanan boykottan, İsrail karşıtı kararlardan ve üniversite kampüslerindeki konuşmacılardan” kaydı duyuyorlar. Siyonistlerin aşağıladığı hayran olunası Jenny Tonge (Liberal Demokratlardan) hikayesi var bir de. Tonge, 2005 yılında Lordlar Kamarası üyesi olmuş eski bir Parlamento üyesi. Tonge, 2004 yılında, Filistinlilerin mâruz kaldığı aşağılanmaya ben mâruz kalsam, intihar bombacısı olurdum demişti. 2006 yılında, İsrail lobisinin Britanya ve partisi Liberal Demokratlar üzerinde “mali kontrolü” olduğunu söyledi. Geçen Mart ayında Hamas lideri Halid Meşal'le Suriye'de görüştü. JTA, Tonge'ın tazelik verici Britanya Yahudileri, Yahudi devletinin kendi adlarına işlediği savaş suçlarından 44 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM samimi adalet çağrısını tasdik etmiyor. Tonge, geçen ay, İsrail ordusunun Haiti'ye giden deprem yardım ekibinin deprem kurbanlarından organ topladığı iddiaları hakkında soruşturma açılmasını talep etti. İsrail'in küresel organ kaçakçılığındaki dev payına bakınca, bu iddia mâkuldur. değinilmemiş olması, İngilizleri sarsmamalı. Makale, nesillerden beri İngiltere'de yaşayan Yahudilerin komşularına sıfır ilgi duyduğu intibaı uyandırmaktadır. Kaygısını güttükleri tek şey, Yahudi çıkarları dedikleri şeye (İsrail'e ve Siyonizm’e) İngiliz politikacıların hizmet düzeyi. Ancak yanlış bir intiba edinmeyin. JTA'nın okuyucuları için bazı olumlu haberleri var. Bu azgın Siyonist medya kuruluşuna göre, bazı Yahudiler, eşitler arasında eşitler olarak bu demokratik oyuna iştirak ediyorlar. “Bu yılın ortalarında yaşanan sıkı yarışta, başbakanlık adayları ve Yahudilerin çoğunlukta olduğu seçim bölgelerinden aday olanlar, Yahudi oylarına muhabbet besliyorlar.” İngiltere Yahudileri tarihçisi Geoffrey Alderman bunu olumlu bir gelişme olarak görüyor. “Yahudi oylarını çekmek, güçlü demokratik bir devletin işaretidir” diyor. Yeterince ilginçtir, Tonge'ın bu sözleri, Clegg'in onu parti'nin sağlık bakanlığı sözcülüğünden azletmesine yol açtı. Aslında, Clegg'in bu hareketi, İngiliz seçmenlerin Liberal Demokratlara ve Clegg'e oy vermeden önce not almaları gereken bir şeydir. Hakikat, Muhafazakârlar ve Yeni İşçi Partisi gibi Liberal Demokratların da “İsrailli dostları” var. En nihayet, belli başlı tüm İngiliz partileri, Siyonist Sterlinlere (Şekellere mi deseydim?) dayanamıyorlar. Liberal Demokratların sözcüsü, meseleyle ilgili olarak hiçbir şüpheye mahal bırakmamak adına, “İsrail'in dostu olarak samimi ve eleştirel olmalarından kaynaklandığını” söyleyerek Jewish Cronicle'ı temin etti. Ümit ederim ki İngiliz politikacılar, bu ülkede dikkat ve itinayı hak eden diğer göçmen cemaatlerin de olduğunu çok geç olmadan farkederler. Bekleneceği gibi, Yahudiler, Yahudi baskına riayet etmede düştüğü acziyetten dolayı İşçi Partisini cezalandırmak istiyor. Bir JTA haberine göre “ İsrail politikacıları İngiltere topraklarındayken, iddia edilen savaş suçları yüzünden sıradan vatandaşların onlar hakkında dava açmasına izin veren evrensel kaza yetkisinde değişiklik yapamayan İşçi Partisi, Yahudileri altüst etti.” İngilizler şaşırmamalı. Bir “kabile” operasyonunun “evrensel kaza yetkisine” destek vermesini bekleyemezsiniz. Cameron (Muhafazakarlar) bu kanunu feshedeceğini söyledi. Cameron'un gölge kabinesinin yüzde 50'si, İsrail Dostu Muhafazakârlardan oluşuyor, ki kabine protokollerinin İbrânice veya hiç değilse Yahudi Almancasına da çevrileceğini umuyorum. JTA'nın İngiltere seçimleri hakkında yaptığı değerlendirmede İngiliz ulusal çıkarlarına tek bir kelimeyle olsun 45 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Samson ve II. Nakba verilmeyecek.” Ayrıca bu fırsatla “Kudüs’te binlerce ev inşaatına izin veren bakan olma hakkını bahşettiği için yaratıcısına şükretti.” Netanyahu felâket denecek Washington ziyareti sırasında Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’la istişareye zaman buldu. Ynet haberine göre Lieberman başbakanına “Amerikan baskısına teslim olmama” tavsiyesinde bulundu. Bu hafta İsrail ve Netanyahu’nun Washington’da aşağılandığını görmekten keyif alırken Amerika-İsrail arasında yükselen krizin hepimiz için kırmızı alarm olabileceğini söylemeye isteksizim aslında. Mevcut kriz, söz konusu olan Filistin, İran ve Ortadoğu olduğunda, yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Pek çok siyasi analistin, İsrail’in sağcı genişlemeci ve ırkçı kanaatinin derinliğini kavrayamadığını sanıyorum. Batıya özellikle de ABD’ye çok az saygı besleyen Şaron, Peres, Livni, Rabin, Olmert, Barak ve hatta Netanyahu’nun aksine, Netanyahu kabinesine sağcı Siyonist şahinler hâkim. David Ben Gurion’un eski mantrasını tekrarlıyorlar: “Goyim’in (Yahudi olmayanların) ne düşündüğü önemli değildir; önemli olan tek şey Yahudi’nin ne yaptığıdır.” Netanyahu’nun siyasi ortakları, Amerikan şartlarına uymak ya da zımnen muvakafat etmek istemiyorlar. Haaretz yazarlarından Akiva Eldar’a göre “Netanyahu ve Obama dönüşü olmayan noktadalar.” Netanyahu, Barack Obama ve üst düzey danışmanları nezdinde, asgari ABD’nin Ortadoğu’daki ve İslam dünyasındaki itibarının zedelenmesinden mes’uldür. Amerikalıların İsrail’de barış için bir ortak bulunmadığını anlamaya başlamış olmaları mümkündür. Amerika besbelli ki “koşer müttefikinden” uzak durmak zorunda kaldı. Amerikan askeri ve siyasi seçkinleri, İsrail’in Amerika üzerinde stratejik külfet olduğunu bu hafta kabul ettiler. Görünüşe göre Amerika-İsrail stratejik ilişkilerine gerçekten inananlar sadece AIPAC’ta ve onun “Şabat Kongre üyesi Goyim” listesinde adı geçenlerden oluşuyor. Fakat maalesef hikayenin yalnızca bir tarafı bu. Netanyahu’nun siyasi müttefikleri en azından kısa bir süreliğine Sam Amca olmadan daha iyi iş çıkartacaklarına ikna olmuşlar. Bazı radikal hamleler yapılmadığı takdirde “Yahudilere mahsus devlet” günlerinin sayılı olduğunu fark ediyorlar. Yahudi devleti tüm bir Filistin nüfusunu İsrail’den çıkaracak tedbirler izlemediği takdirde Siyonist rüyanın kısa sürede sona ereceğini idrak etmişler. Son olaylar hakkında derin bir okuma, Amerika-İsrail ilişkilerinde son gediği açanın Netanyahu’nun siyasi ortakları olduğunu telkin ediyor. Yeterince ilginçtir, Amerika, İsrail politikalarından hoşnut olmadığı nispette Netanyahu’nun İsrail’deki müttefiklerinin Amerikan karşıtı tutumu boğucu hâle geliyor. Netanyahu kabinesindeki kişilerin, İsrail ve “en yakın müttefiki” arasında fırtına koparmak amacıyla ellerindeki tüm gücü kullandıklarını anlamak için dâhi olmak gerekmez. Bu şahinler İran bir kez nükleer yeteneğe sahip olduğunda, İsrail’in “terör estiren bölgesel güç” statüsünün bir gecede ortadan kaybolacağını da fark ediyorlar. Netanyahu kabinesinin üyeleri, İsrail bir Yahudi etnokrasisi olarak ayakta kalmak istiyorsa, İsrail’in çabucak İran’la karşılaşması ve 1948 Nakbası’nın amaçlarını tamama erdirecek bir hareketle Filistin’i yerli nüfustan temizlemesi gerektiğini kavramışlar. Netanyahu hükümetine ve İsrail politikasına hâkim olan İsrailli şahinler, Amerika’yla bağların Son diplomatik krizi tetikleyen kararların ardındaki isim, İçişleri Bakanı Eli Yişhai. Bu hafta şöyle bir şey söyledi: “İsrailliler hükümetin bu politikasına oy verdiler yani Kudüs meselesinde hiçbir taviz 46 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM bölge için hazırlanan meşum planları kısıtlayacağını hatta tehlikeye atacağının farkındalar. İsrail’in bir sonraki hamlesini tahmin etmek zordur. Ama Siyonist anlatının merkezinde intihar, soykırım meyillisi bir karakter olan Samson gibi Kitab-ı Mukaddes kıssalarını görmekteyiz. Samson bir Yahudi Herkülü’dür. Yahudilerin düşmanlarıyla savaşmak üzere Tanrı tarafından büyük bir gücün bahşedildiği bir kişidir ve sıradan insanların asla sergileyemeyeceği mârifetler sergiler. Bir aslanla güreşir, sadece bir eşeğin çene kemiğiyle tüm bir orduyu yok eder ve vakit tamam olduğunda kitle katliamına başlar. Tek başına bir Filistin mâbedini yıkar ve yaşlılar, kadınlar, çocuklar ve kendisi dâhil binlerce kişiyi öldürür. Lieberman kendisini yeni Samson olarak mı görüyor bilmiyorum. Son resimlerine bakınca, bir aslanla savaşabilecek biri olmadığı anlaşılıyor. Ancak hem soykırım hem de intihar eğilimi kesinlikle var. 47 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM İsrail'in denizdeki katliamı Bugün dünyada protesto gösterilerine tanık olacağız, ölümümüze yas tutan pek çok etkinlik göreceğiz. İsrail dostlarının katliam karşıtı poz verişlerine bile şahit olabiliriz. Ancak açıktır ki bu yeterli gelmez. Ben bu satırları yazarken, İsrail'in denizde yürüttüğü katliamın çapı henüz belli değil Ancak Gazze saatine göre sabah 4 civarından itibaren İsrail ordusuna bağlı yüzlerce komandonun Özgür Gazze uluslararası yardım filosuna baskın düzenlediğini biliyoruz. Arap basınından öğrendiğimize göre en az 16 barış eylemcisi öldürüldü ve 50'den fazla kişi de yaralandı. İsrail'in gerçek doğasını gizlemeye çalışmadığı bir kez daha müthiş derecede açık: Yakıtı psikoz olan ve paranoyanın güdümündeki İnsanlık dışı câni bir topluluk. Dün yaşanan katliam, önceden tasarlanmış bir İsrail operasyonudur. İsrail kan istedi çünkü ardında daha fazla ölüm bıraktığında “caydırıcılık gücünü” artırdığına inanmaktadır. İsrail'in sivillere karşı yüzlerce komandoyu seferber etme kararı, İsrail ordusunun üst düzey komutanları ve kabine tarafından ortaklaşa alınmış bir karardır. Dün şahit olduğumuz şey, sadece bir başarısızlık/iflas değildir. Esasen, insanlıkla bağını çok uzun zaman önce koparmış hastalıklı bir toplumun kurumsal iflasıdır. İsrail hükümeti, İsrail toplumunu denizde yürütülecek bir katliama günlerce hazırladı. Yardım filosunun silah taşıdığını, gemide teröristlerin olduğunu söyledi. İsrail'in medya vâsıtasıyla ördüğü kirli ağın İsrail kamuoyunu uluslararası sularda ölümcül bir askeri operasyona hazırlama amaçlı olduğu ancak dün gece aklıma geldi. Beni yanlış anlamayın. İsrail'in tam olarak nereye gittiğini ve muhtemel neticelerini ben bildiysem, İsrail kabinesi ve askeri seçkinleri herşeyi tam olarak haydi haydi biliyordur. Dün yaşananlar sadece korsan-terörist saldırı olmaktan ibaret değildir. Olay gece yaşanmış da olsa aslında gün ışığında işlenmiş bir cinayettir. Filistinlilerin yıllardan beri abluka altında yaşadıkları sır değil. Fakat artık harekete geçmek, İsrail ve İsrail vatandaşları üzerindeki baskıyı artırmak dünya uluslarının işidir. Dünkü katliam, “demokratik seçimle iş başı yapmış” bir hükümetin tâlimatlarını yerine getiren bir halk ordusu tarafından işlendiği için aksi ispat edilmedikçe bundan böyle her İsrailli savaş suçlusu işlemiş bir şüpheli muamelesi görmelidir. İsrail'in İrlanda, Türk ve Yunan bayrakları taşıyan deniz taşıtlarına baskın düzenlediği gerçeğinden hareketle hem NATO üyeleri hem de AB üyesi ülkeler, İsrail’le ilişkileri derhal kesmeli ve hava sahalarını İsrail uçaklarına kapatmalıdırlar. Dün akşam saat 10 civarında Özgür Gazze'yle temasa geçtim ve bildiğim herşeyi paylaştım. Çoğu yaşlı olan yüzlerce barış eylemcisinin İsrail'in ölüm makinesi karşısında neredeyse hiç şansları olmadığına müdriktim. Erkek ve kız kardeşlerimiz için bütün gece boyunca dua ettim. Sabah saat 5 civarında dünyaya flaş haberler akmaya başladı. İsrail, abluka altındaki Gazzelilere çimento, kağıt ve tıbbi yardım götüren masum bir uluslararası konvoya uluslararası sularda baskın düzenlemişti. İsrailliler, hakiki mühimmat kullanıyor ve çevredeki herkesi yaralıyorlardı. İsrail nükleer denizaltılarının Körfezde konuşlandığı haberlerinden hareketle, dünya çabucak ve sert bir şekilde tepki vermelidir. İsrail şu an resmen çıldırmış bir halde; ve ölümcül. Yahudi devleti, katliama giden yolda İsrail basınında yürütülen kampanyada gördüğümüz üzere, insan hayatına kayıtsız olmanın yanısıra ötekilere acı ve yıkım yaşatmaktan bilfiil zevk alma arayışındadır. 48 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Şefkati çarmıha germek olmamasına rağmen merhametsiz ideoloji yine de tekerrür ediyor. Siyonist proje, kendisini Kitâb-ı Mukaddes’teki İsrailoğullarının dirilişi olarak tanımladığından dolayı ölümcül Kitâb-ı Mukaddes ideolojisinin hayata dönüşü de bizi şaşırtmamalıdır. Filistinli kadınlara, çocuklara, yaşlılara karşı günlük olarak uygulanırken şimdi de uluslararası insâni yardım konvoyuna uygulanmıştır. İsrail’deki panik seziliyor. Geçen hafta açık denizlerde yaşanan katliam sırasında başbakan olarak hareket eden stratejik işlerden sorumlu başbakan yardımcısı Moşe Yaalon dün “birilerinin standart bir prosedür hazırlama başarısızlığı” yaşadığını söyledi. İsrail ordusu yetkilileri cevap vermekte gecikmedi: “Yürürlükte olan standart bir prosedür yoktu madem, hazırlanması için gerekeni niçin yapmadı? Başbakan’a vekâlet ediyordu ve sorumluluk onundur.” Savaş suçlusu Tzipi Livni de sorumluluğu üstlenemeyen hükümetten hoşnut değildi. İki gün önce Knesset’te güvensizlik oylaması istedi. Geçen hafta, Filistin dayanışma hareketinin başına gelenleri anlamak istiyorsak, büyük bir şuur değişimi üzerinde durmalıyız. Siyasetin, psikoloji veya sosyolojinin ötesine geçer bu; esâsen spritüel/ruhi, metafizik bir değişimdir. Yıllardır tahmin ettiğim üzere, Filistinliler ve onların haklı mücadeleleri aracılığıyla ümit ve kurtuluşu görmeye başladık. Anlıyoruz ki Filistinliler, şerre karşı savaşın ön cephesindeler. Ve bizler, yek vücut olarak onların ardında duruyoruz. Çok ilginç, politikacılar çok arkadalar. İsrail toplumunda ve onun dünya çapındaki lobilerinde bir şeylerin fena halde hastalıklı olduğuna dair dünyada hızla artan umumi farkındalığı halen fark edebilmiş değiller. Politikacılarımız bize muhtemelen daha sonra katılacaklar- Siyonist paraları tükendiğinde. Görünene bakılırsa İsrailliler birbirlerini suçlamaya başladılar. Olumlu bir hamle olarak görünse de İsrailliler bağışlanma dilemiş değiller. Açık denizde yaşana katliamın çapını hiçbir İsrailli kavramış görünmüyor. Ulusların hissettiği öfke düzeyini İsrail’deki hiç kimse algılamış değil. İsrailliler daha ziyâde Hasbara başarısızlığının, askeri operasyonel hatalarının kaygısını güdüyorlar. Açık denizlerde bir kez daha İsa’yı öldürmeye yeltendiklerini halen göremiyorlar. İsa’yı öldürmek, sembolik olarak iyiliğe karşı saldırı, şefkate ve masumiyete karşı işlenen bir suç olarak anlaşılır. Barış eylemcilerinin uluslararası sularda soğukkanlı bir şekilde katledilmesinin de benzer bir etkisi vardır. Merhamete, doğruluğa ve insancıllığa saldırıdır. Hıristiyanlığın ve İslam’ın yücelttiği her ne varsa hepsine de saldırıdır. İsrailliler gibi Siyonistler ve Neocon’lar da aldatıcı bir Yahudi-Hıristiyan ittifakı efsânesini ısrarla yayıyorlar ama ne ki İsrail’in şu son cürmü, Yahudi devletinin insancıllıkla, Hıristiyanlık ve İslam’la paylaştığı hiçbir şeyin olmadığını âşikar kılmıştır. İsrail, kabul görmüş her bir batı değerine karşıdır. İsa’nın öldürülmesini geçen hafta açık denizlerde yaşanan katliama eş tutarak, İsrail’in hasbara makinesinin başarısızlığını anlayabiliriz. İsrailli yetkililer ayağa kalkıp, denizde bir şeylerin korkunç şekilde yanlış gittiğini kabul etmek yerine olağan martavallara geri döndüler. Türk eylemciler “Yahudi’den nefret edenler, “el Kaide teröristi” oldular; Mavi Marmara ise “Nefret Gemisi” oldu. Maalesef çok bildik bir taktik bu. Rabbinik Yahudilik / Çifte Torah, bunu özellikle de İsa’nın hâtırasına karşı iki binyıldır kullanmaktadır. İsa için İbrânice’de “Yeşu” ()ו"שי kısaltması kullanılmaktadır; Yeşu’nun İbrânice “adı, hâtırası batasıca” anlamına Çağdaş İsrail’in kadîm İsrailoğulları ile etnik veya biyolojik bir soy ilişkisi 49 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM geldiğini öğrenince Hıristiyanların ve Müslümanların sarsılacağını ve fena halde bozulacaklarını sanıyorum; Yeşu, Hitler ve Stalin gibi Yahudilerin artık hayatta olmayan düşmanlarını anarken kullanılır. İsa’ya, insanların en şefkatlisine, Tanrı’nın oğluna, İbrâni kültüründe nihâi düşman nazarıyla bakılır. Eğer Hitler İsa’yla aynı yere konulmuşsa, Hasbara yetkililerinin barış eylemcilerini ısrarla el Kaide diye yaftalaması bizi şaşırtmamalıdır. Modern Yahudi felsefesine göre bir kimse İsrail kurşunuyla bir kez vurulduğunda artık Yeşu nefret figürü'dür. Yeşu kısaltmasının yansıttığı üzere İsa’ya karşı Yahudi nefreti, İsrail'in bu son katliamı bağlamında hayli ilham vericidir. İsrail, suçunu kabul edip pişmanlık duymak yerine Türk şehitlerini Yahudi’nin nihâi düşmanı gibi tasvir etmeye girişmiştir. Anlaşılan, bu teşebbüs büsbütün başarısız olmuştur. Özgür Gazze Filosu artık bir ümit ve merhamet sembolüne dönüyor. İsrail ise kendisini bir köşeye sıkıştırdı. Gerçekleşen trajik bir kehanettir bu. İsrail hiçbir zaman iyileşmeyecek, iyileşemez. 50 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Mossad mottosu: “Savaşı hileyle yapacaksın.” Bu olurken, biz de İsrail-Filistin çatışmasını yazıp analiz etmeye dünyanın vaktini harcıyoruz. Ancak olay yerindeki gerçek, alabildiğince basittir. Siyonizm, Filistini yağmalama arzusunun ilham ettiği bir ideolojidir. İsrail, Filistini ve Filistinlileri soyma fikrini tatbikata aktardı. Bir diğer halk pahasına uygulamaya konmuş bir ulusal diriliş projesinden bahsediyoruz burada. Câni bir projedir, Tevrat ve gayri ahlaki, talancı "eve dönüş" projesinden mülhemdir. Eski Ahid'in bazı ölümcül tefsirlerinin ahlaksız şimdiki zamanla öldürücü bir bileşkesidir. Sorulacak tek soru, yaptıklarının yanlarına nasıl kâr kaldığıdır. Yağma, cinâyet, beyaz fosfor yağdırmak ve nükleer silah yığmak nasıl oluyor da hala yanlarına kâr kalıyor? Ankara'nın İsrail'le yapılacak askeri tatbikâtı iptal etmesinin üzerinden bir hafta geçmeden Türkiye devlet televizyonu TRT 1, geçen Ocak ayında İsrail'in Gazze'deki soykırımvâri askeri harekâtını hakkıyla tasvir eden "Ayrılık" adlı yeni bir diziyi yayınlamaya başladı. İsrailliler mutsuz. Bu sabah, İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman "bu dizilerin yayınlanması devlet destekli tahrikin söz konusu olduğu ciddi bir vakadır","gerçeklikle zayıf bir bağlantısı bile olmayan böylesi diziler, İsrail ordusu askerlerini masum çocukların katilleri olarak sunmaktadır..." dedi. Sertlik yanlısı, coşkulu etnik temizlikçi ve Yahudi üstünlükçüsü gururlu ırkçı Lieberman'a birileri çıkıp geçen Ocak ayında olay yerindeki gerçeğin, soykırımvâri savaş suçları ve insanlığa karşı suç işlemekle ilgili bir soruşturmayla "yeterince bağlantılı" olduğunu hatırlatmak zorunda mı acaba diye merak ediyorum. 1.400'den fazla insan hayatını kaybetti. Çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere binlerce insan yaralandı. Ne ki Lieberman hükmünü vermiş bir kez. Türk televizyonunda yayınlanan dizi, İsrail ordusu askerlerini çocukların, kadınların ve yaşlıların katili olarak resmediyor gerçektende de çünkü öyleler ve İsrail'in siyasi, sembolik, ideolojik ve de tatbîki bakımdan temsil ettiği tam olarak işte budur. Cevap: Hile, yalanlar ve ağ örmek İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, BM önünde Wannsee Konferansı protokollerini sallayarak "Nazilerin Avrupa Yahudiliğini imha edişlerinin delilini" elinde tutuyormuş gibi yaptı. Tipik duygu sömürüsüyle uluslardan empati diledi. "Yalan mı bu?" diye haykırdı. Yeterince utandırıcıdır, Genel Kurula sunduğu belge sahih olmasına rağmen, bildik Siyonist ağını örmüştür. Wannsee protokolü, Almanya'da ve Alman işgali altında bulunan topraklardaki Yahudileri Doğu'ya sürgün etmekten bahseder. Belge "Nihâi Çözüm'den" bahsediyorsa da, "çözüm" diye tavsiye ettiği şey, Siyonist Shoa (Holokost) anlatısının takdim ettiği şu bilinen yorumdan bir hayli farklıdır. Wannsee Protokolü, sürgün edilen Yahudileri, yol çalışmalarında çekecekleri kürek cezasıyla kurutup tüketmek gibi meşum bir plana dairdir. Lieberman İsrailli kalabalığı teskin etmeye çalışıyor ve bunda belki başarılı olabiliyorsa da, Türk kanalı ve Türk hükümeti üzerinde baskı oturtabilme şansı hayli sınırlıdır. Şimdiye kadar hepimiz biliyoruz ki İsrail, ismi Filistin olan çalıntı bir toprakta kurulmuş "Yahudilere münhasır" bir devletin kurulması meselesidir. Wannsee belgesi tahrip edici olduğu kadar, Holokost tarihiyle alâkası bir o kadar sınırlıdır zira bu plan hiçbir zaman hayata geçirilmemiştir. Shoa (Holokost) olarak bilinen tarihi gerçeklikle, Yahudilerin imhasıyla, hiçbir ilgisi yoktur. Ölüm kampları veya gaz odaları gibi bir plan 51 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM belirlememiştir. Kanuni bir belge olarak Nazilerin genel eğilimlerini ifade etmekten başkaca hiçbir şey ispat etmez. Tarihi bir belge olarak "Shoa'yı" ve Yahudilerin imhasını asla ispatlamaz, yalnızca Nazi rejiminin, Yahudilerden azâde olma fikrindeki azimlerini teyid eder. Bununla birlikte, yerleşik bir hakikattir bu ve tüm Holokost revizyonistleri tarafından değilse de, çoğu kişi tarafından kabul görmektedir. Netanyahu, taze bir inanılırlık katarak Holokost'u yastıklamada inat ettiği gibi, nispeten önemsiz bir kağıdı ulusların önünde sallayarak işi bitirdi. Söylemeye gerek yok, yaptığı yanına kâr kaldı. yanlarına kâr kalacağına inanmaya meyillidirler ve acı gerçek söylenmelidir. Söz konusu olan dünya liderleri olduğunda, yine yaparlar. Bildiğimiz kadarıyla, Netanyahu'nun BM'de ördüğü ağa hiç kimse kafa tutmadı. Daha rahatsız edici olanı, tek bir tarihçi yahut entelektüel çıkıp da İsrail Başbakanı'na, Wannsee Protokolü'nün başka şeylerden ziyâde aslında tam da onun İsrail'de uyguladığı politikaları tanımladığını ifade etmedi. Siyonist ağa düşürme operasyonuna muhalefet edecek çok az dünya lideri var. Şu yakınlarda yürekli İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Venezüella'nın Hugo Chavez'i ve Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'a şahit olduk. Yahudi devletinin işlediği katliamların muazzam boyutuna bakınca çok da sayılmaz. Ne ki hiç yoktan iyidir. Ancak çok daha ehemmiyetli bir şey var: Wannsee Protokolü, Lieberman'ın Filistinliler için hazırladığı ölümcül plandan farksız bir program belirlemiştir. Gerçekte Filistinlileri kitleler halinde öldüren ve sağ kalanı açlıktan kıran Yahudi devletidir. Dahası, şu sorular üzerinde durulması ilginç olacaktır: Yahudi devletinin lideri nasıl oluyor da ulusların önünde duruyor ve İsrail ve Yahudi halkı adına gün ışığında onları ağına düşürüyor? Bir İsrail liderinin, tüm bir BM Genel Kurulunu aptal yerine koyması gerçeğinden nasıl bir ders çıkarabiliriz? Bir İsrail Başbakanı, dikkatleri insanlığa karşı şu an işlenmekte olan suçlardan nispeten önemsiz bir tarihi belgeye doğru nasıl bu kadar kolayca yönlendirebiliyor? Kısacası, yaptıkları nasıl olup da yanlarına kâr kalıyor? Cevap hayli bayağı olabilir. Mossad mottosunda olduğu gibi, savaşlarını hileyle yürütürler. Tüm bir Yahudi dirilişi projesi yalanlar üzerine kuruludur. Tüm bir Yahudinin eve dönüş masalı, yanlış sav ve yalanlara dayalı olarak gün ışığında topluca işlenen cürümden daha azı değildir. Siyonistler başlangıçta kendi Yahudi hemcinslerini aldatıyorlardı fakat zaman ilerledikçe, taktiklerini genişletiyorlar. Bir süreden beri hepimizi kandırıyorlar. İsrailliler ve Siyonistler bir yalan içerisine doğmuşlardır, hayatlarını yalanla sürdürürler, yalan ve aldatmacaların İyi haber şu ki İnsancıllık ve İnsanlık, politikacıların yahut "dünya liderlerinin" mülkiyetinde değil. Esasen bizim mülkiyetimizdedir, insan ırkının üyelerinin, yükselen şerre şahit olan insanların mülkiyetindedir. Hakiki insanlık ve insancıllık, hüsn-ü muamele ve ahlak ve de doğrulukla mümkündür. İnsancıllığı berrak bir mesaja tahvil edenler ekseriya sanatçılar ve sıradan insanlardır. Bizim seçilmiş müdahalecilerimiz, holokost, demokrasi ve özgürlük adına, bazı nedenlerden dolayı bizi Siyonist savaşlara sürmekte ısrar ediyorlar. Yeterince acıklıdır, Batılı liderlerimiz halen sessiz yahut en azından Siyonist yalanlara yakalanmış haldeler. Fakat bu büyük bir endişe kaynağı olmamalı artık. Batı ideolojilerinin (sol, sağ ve merkez), politikacıların ve kurumların ihaneti yerleşik bir gerçektir. Siyonist yalanlara boyun eğmek pek çok semptomdan sadece biridir. Durum "hakikat kazanacak" demekten ötededir; aslında hakikat zaten kazanmaktadır. Siyonist ağın teşhisi yaygın bir bilgi haline geliyor. Siyonist gaddarlığın sis perdesi genişledikçe, 52 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM hepimizin hakikat ve samimiyet parıltısına duyduğu hasret de öylece artıyor. Savaşlarını aldatma üzerinden yürüttüklerini iyice kavramaya başlıyoruz. Birkaç cephe savaşında büyük kayıplar vererek zafer elde edebilirler ancak muharebeyi kaybediyorlar. 53 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Siyonizm ve demokrasi yakmıştı. Miliband uygulamada hepimizi İsrail'in işlediği dev bir savaş suçuna ortak etti. Jewish Chronicle birkaç hafta önce İngiliz Parlamentosu'ndaki Yahudi vekillerin isimlerinin bulunduğu bir liste yayınladı. Toplam 24 isim verdi. 12'si Muhafazakâr Parti'den, 10'u İşçi Partisi'nden 2'si de Liberal Demokratlar'dan. Yazar ve eylemci Stuart Littlewood'un bu şahıslar hakkında yaptığı analiz şu: “ İngiltere'deki Yahudi nüfusu 280.000 yahut Yahudilerin toplam nüfusa oranı, yüzde 0.46. Avam Kamarası'nda toplam 650 sandalye var ve Yahudilere düşen sadece 3 sandalyedir. Sonuç açık: 24 sandalye sahibi Yahudiler, sekiz kat fazla temsil edilmektedirler ki bunun anlamı, müslümanlar dâhil diğer grupların eksik temsil edildikleridir... eğer Müslümanlar tıpkı Yahudiler gibi fazla temsil edilselerdi (sekiz kat fazla) 200 sandalyeleri olacaktı. Birden kıyamet kopardı.” Sâğlam siyonist Lord Levy, İşçi partisi, Siyonizme karşı son Arap direniş çemberini silip yok etmek için mücrim bir savaş başlattığında bu partiye kaynak sağlamaktaydı. Bu konuda hiç çekingenlik duymuş da değil. Medyada, utanmaz Jewish Chronicle yazarları David Aaronovitch ve Nick Cohen, aynı savaş suçlusunu “ahlâki müdahalecilik” nâmına hevesle savunuyorlardı. Nick Cohen, Neocon ideolojilerini Okyanusun bu yakasında desteklemek için Euston Manifesto” adında güvenilmez bir düşünce kuruluşu da kurdu. Levy, Cohen, Aaronovitch, Miliband hepsi de Saban'ın formülüyle aynı çizgide: Nüfuz, bağışlar, düşünce kuruluşları, medya. Ancak Saban'ı ille de tanıyorlar demek değil bu hatta Siyonist medya moğolu hakkında hiçbir şey duymamış bile olabilirler. Şart değil. Saban hiçbir şeyi kendi kendine icât etmiş değil. Onun formülü, Yahudi din geleneğinde, Yahudi kültür ve ideolojisinde demlenmiştir. Bu noktada bir soru sorulmalıdır. Yahudiler, İngiltere Parlamentosu'nda, İngiliz ve Amerikan siyasi baskı gruplarında, siyasi bağışlarda ve de medyada niçin ezici derecede aşırı temsil ediliyorlar? Purim'e karşı birleşmek İsrailli Amerikalı milyarder, medya moğolu Haim Saban bir cevap sunuyor. The New Yorker'da bu hafta yayınlanan bir habere göre Saban geçen sonbaharda yapılan bir konferansta İsrail yanlısı formülünün genel hatlarını vererek şöyle tanımlamıştı: “Amerikan siyasetinde etkili olmanın üç yolu... siyasi partilere bağış yapmak... düşünce kuruluşları kurmak ve medya kuruluşlarını kontrol etmektir.” Ester Kitabı, bir Kitâb-ı Mukaddes hikâyesidir, Purim kutlamaları, en sevinçli Yahudi bayramı, temelini burada bulur. Ester Kitabı, Yahudi katliamına kalkışma hikâyesidir ama ayrıca Yahudilerin siyasi nüfuz aracılığıyla kaderlerini değiştirme hikâyesidir de. Hikâyede, Yahudiler kendilerini kurtarmaya çalışır ve hatta güç koridorlarına sızarak intikam bile alırlar. Daha önce defalarca bahsettiğim gibi, Yahudi komplosu diye bir şey yok. Herşey açıkça yapılıyor. Tescilli İsrail Propaganda Yazarı ve İngiliz Dışişleri Bakanı David Miliband, İsrail'in Sderot'ta “herşeyden evvel vatandaşlarını korumaya bakması gerektiğini” tüm dünya televizyonlarının önünde söyleyerek İsraillilere Kurşun Dökme Operasyonu için yeşil ışık Ahaşveroş'un krallığının üçüncü yılında geçen bir hikâyedir bu ve hükümdarın, Pers kralı Serhas olduğu söylenir. Saray, entrika ve Yahudi katline kalkışmanın, Yahudi halkını son dakikada kurtarmayı başaran cesur ve güzel Yahudi kraliçe Ester'in hikâyesidir. Hikâyede, Kral Ahaşveroş, Vaşti ile evlidir; Ahaşveroş, 54 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Vaşti'yi şölene çağırır ama Vaşti gelmeyi reddeder. Ahaşveroş'un yeni eşi olarak Ester seçilir. Hikaye ilerler ve Ahaşveroş'un Veziri Haman, Ester'in Yahudi olduğunu bilmeksizin kralın tüm Yahudileri öldürmesi için tezgah kurar. Ester, kuzeni Mordekay'la birlikte halkları için günü kurtarır. Ester, Haman'ın Yahudilere karşı entrikasını Ahaşveroş'a anlatır. Haman ve oğulları, aslında kuzen Mordekay için hazırlanmış olan elli arşın boyundaki darağacına asılırlar. Mordekay, Haman'ın yerine geçer, kralın Yahudilerin öldürülmesi fermanını kimse geçersiz kılamayacağı için Yahudilerin silahlanıp düşmanlarını öldürmelerine izin veren bir diğer ferman yayınlar ki açıkçası Yahudilerin yaptığı da budur. karşıtlığının hedefi olduklarını keşfeden ama kendilerini ve de hemcins Yahudileri kurtaracak mevkideki Yahudilerin en özlü alegorisi olarak okurlar. Ester Kitabı, insicamlı bir “sürgündeki kâbile kimliği” şekillendirmek için vardır. Varoluşsal bir stresi aşılamak için vardır. Holokost zihniyetini takdim etmektedir. Dahası, Holokost'u gerçeğe tahvil eden şartları hazırlamaktadır. Hermenötik ifadeyle, metin, gerçekliği şekillendirmektedir. Uygulamada, kendi kendini gerçekleştiren kehânetin acıklı tuzağına kendini düşüren, korku dolu zihindir. Holokost ideolojisi, gerçek bir hâdise oluvermektedir. Yeterince ilginç, Ester Kitabı (İbrânice nüshâsı) Kitâb-ı Mukaddes'in Tanrı'yı anmayan iki kitabından biridir (diğeri Ezgiler Ezgisi'dir). Laik siyonist ideolojide ve Holokost dininde olduğu gibi, Ester Kitabı'nda da kendilerine inananlar, kendi güçlerine, eşsizliklerine, incelikli düşünce ve davranışlarına, nüfuz kabiliyetlerine, krallıkları ele geçirme kabiliyetlerine ve kendilerini koruma kabiliyetlerine inananlar yine Yahudilerdir. Ester Kitabı, güçlendirme hakkındadır. Haim Saban'ın târif ettiği, AIPAC'ın icra ettiği Yahudi gücünün esâsını ve metafiziğini iletmektedir. Kitâb-ı Mukaddes hikâyesinin ahlâkı açıktır. Şayet Yahudiler sağ kalmak istiyorlarsa, yolları gücün koridorlarına düşerse iyi olur. Dünyanın yöneticileriyle bağ kurarlarsa iyi olur. Ester, Mordekay ve Purim'i akılda tutarak, AIPAC, Levy, ADL, David Milliband, Saban ve “Yahudi gücü” fikri hepsi de Kitâb-ı Mukaddes'ten neşet eden, kabilevi ve kültürel bir ideolojinin ete kemiğe bürünmesidir. Ancak ilginç bir saptırma var burada. Hikâye, tarihi bir kıssa olarak sunulmasına rağmen, Ester Kitab'ının tarihi doğruluğu, modern Kitâb-ı Mukaddes uzmanlarının ve tarihçilerin büyük bir çoğunluğunun üzerinde çekiştiği bir meseledir. Klasik kaynaklar üzerinden Pers tarihiyle ilgili bilinenlerin bu hikâyenin hiçbir tafsilatını açık şekilde teyid etmeyişi, uzmanları hikâyenin büyük ölçüde ya da büsbütün kurgusal olduğu hükmüne sevketmiştir. Başka bir ifadeyle, Yahudi ahlâkı ortadayken, soykırım kalkışması kurgusaldır. Zâhiren, Ester Kitabı, (Yahudi) tâkipçilerini toplu halde travma öncesi stres bozukluğuna itmektedir. Kurgusal bir “helak” fantezisini parlak bir “hayatta kalma ideolojisine” dönüştürmektedir. Ve hakikat, bazıları bu hikâyeyi asimile edilmiş, Yahudi Siyonizm ve demokrasi Siyonistler, demokrasiyi sevmişe benziyorlar. Yahudi devleti, “Ortadoğu'daki tek demokrasi” olduğunu rezilce iddia etmektedir. Dünyadaki İsrail destekçileri de demokrasi adına yürütülen çatışmaları savunmaktadırlar. Demokrasiyi niçin böylesine çok seviyorlar? Cevabın sarsıcı şekilde basit olduğunu sanıyorum: Demokrasi, Siyonist nüfuz bezirganı için ideal bir siyasi platformdur. Şu anki durumuyla demokrasi, özellikle de İngilizce konuşulan dünyada, kifâyetsiz, liyâkatsiz ve güvenilmez tipleri liderlik 55 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM mevkiine oturtmanın uzmanı bir siyasi sistemdir. Demokratik yolla seçilmiş iki lider, Irak'ta hukuksuz bir savaş başlattı. Demokratik olarak seçilmiş liderler, batıyı mâli felâkete sürükledi. değiller; ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Tam üçbin yıldır yapıyorlar bunu. Mordekay ve Ester'in takipçileri onlar. Bu dünyanın Saban'ları, Purim ahlâkını İngiliz ve Amerikan pratiğine nasıl tahvil edeceklerini biliyorlar. Bir devleti yönetmek, kolay bir iş değildir. Şüphesiz ki bir miktar yetenek ve eğitim talep eder. Geçmişte, seçilmiş siyasi liderlerimiz, kendi şahsi hayatlarında, akademide, sanayide, askeriyede veya finans dünyasında olsun, bir şeyler başarmış tecrübeli siyasetçilerdi. Geçmişte, başbakan adaylarımızın bizimle paylaşabildikleri bir özgeçmişleri vardı. Artık böyle bir şey yok. Bu veya şu gülünç, genç fiyaskoya oyumuzu vermek gibi bir “demokratik seçimle” defalarca baş başa kaldık. Yükselen siyasi “yıldızlar”, kendi hayatlarında hiçbir şey başarmamış, bırakın devlet yönetmeyi, bakkal yönetmeye bile ehil olmayan insanları defalarca gördük, görüyoruz. Stuart Littlewood, Yahudilerin niçin aşırı temsil edildiğine şaşırır görünüyor. Purim'i akılda tutarak bir cevap bulabiliriz. Lobi faaliyetleri, nüfuz ve kontrol vaazı veren, sürgüne dair kültürel bir muhitle meşgul olmaktayız. Siyaseti, medyayı ve fikirleri şekillendirmek, Ester Kitabı'nın sahih anlamıdır. Saban, bunu aleni olarak kabul etmekle ya dâhilik ya da budalalık yapmıştır. İslam ya da Hindu kültüründe Ester Kitabı'nın olmayışı, İngiltere'deki diğer marjinal göçmen grupların siyasette ve medyada yeteri kadar ya da nüfuslarına orantılı bir şekilde temsil edilmeyişlerini açıklayabilir. Dahası, bu durumun kısa bir süre zarfında değişmesi de muhtemel değil. Batıdaki çoğu azınlık veya marjinal kimliklerin aksine, Yahudilik sürgüne dair bir ulusal dindir ve Yahudi kimliği, kabilevi beyin yıkamanın ürünüdür. Nesillerden beri sekülerler olarak İngiltere'de yaşayan azâd edilmiş Yahudilerin halen niçin Yahudi siyasi ve sosyal muhitinde, Yahudi siyasi bayrağı altında çalıştıklarını açıklar bu. Blair veya Bush'un direksiyona geçmeden önce hangi liyâkatlere sahip olduğunu sorabilirsiniz kendinize. David Cameron'un İngiltere'yi her cephede (mâli cephede, Irak, Afganistan, eğitim vb cephelerde) topyekûn felâketten kurtarmak amacıyla tasarrufunda hangi tecrübesi var? David Miliband'ın, İşçi Partisi başkanlığı için yanında getirdiği tecrübe nedir? Cevap: Hiçbir şey. Hayatlarımız, geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği, maskara ve cahil tiplerin elinde. Bu, İngiltere'nin niçin umursamaz bir parlamentosunun olduğunu da açıklar. Bu ülkede kamuoyunu yeteneği olduğuna, dürüst olduğuna veya sadece hakiki bir liderliğin tohumuna sahip olduğuna ikna edebilecek tek bir lider bile yok. Birkaç Yahudi’nin doğuştan yetenekli olduğu sır değildir. Hümanist ve evrensel söyleme önemli katkılar sunanlar arasında bazı Yahudilerin bulunduğu da açıktır. Ancak bağışlar, düşünce kuruluşları ve medya kontrolü üzerinden Amerikan dış politikasına nüfuz etmeyi açıkça arzulayan Haim Saban için söyleyebileceğimiz şeyler değil bunlar. Benzer şekilde, İsrailli savaş suçlularının İngiltere'yi rahatça ziyaret edebilmeleri için İngiltere'de evrensel yargılama yetkisi veren kanunda değişiklik yapmanın mücadelesini veren David Miliband da büyük bir hümanist olarak görülmemelidir. İngiliz entelektüel kültüründe Siyonist çıkarları korumak maksadıyla Eustun Manifesto'yu kuran Ama işte haberler. Seçilmiş liderlerimiz topyekûn bilgisizken, Saban'lar, Lord Levy'ler ve Wolfowitz'ler ne yapacaklarını tam olarak biliyorlar. Yahudi dini, kültürü ve ideolojisi, takipçilerine bizi demokratik ar'af'tan koruyan bir anlatı sunuyor. Bu dünyanın Saban'ları, amatör ve bilgisiz 56 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Nick Cohen de ahlâk timsâli olarak görülemez. Yeterince şaşırtıcı bir şekilde hepsi de bunu açıkça yapmaktadırlar. Eğer barışı ve gelecek nesillerimizi umursuyorsak, noktaları birleştirecek kadar cesur olmalıyız. Medyamızda, fikri ve siyasi hayatımızda bulunan Mordekay ve Esterlerin karşısına çıkmalıdır. Purim'e karşı birleşmeliyiz. Eğer İşçi Partisi halen etik bir sorumluluk taşıyorsa, David Miliband'ı ait olduğu yere koymalıdır. Eğer siyasi partilerimiz gündemlerine inanmamızı istiyorlarsa, Siyonist paralara ve Yahudi vekili bağışçılara “hayır” demeyi öğrenseler iyi olacak. Eğer medya kuruluşlarımız “tarafsızlıklarına” inanmamızı istiyorlarsa, içteki düşmanı teşhis etseler iyi olacak. Gerçek anlaşılana dek daha kaç Iraklı'nın ölmesi gerekiyor? “Artık yeter” dememiz için açık denizlerde daha kaç barış eylemcisinin ölmesi gerekiyor? Siyonist savaşlara ve onların aramızda bulunan savunucularına “HAYIR”dememiz için daha kaç tane İngiliz emekçisi işlerini, evlerini ve ümitlerini kaybetmek zorunda? 57 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM Gilad Atzmon’la röportaj "akademik felsefeci" olmanın, çıkıp insanlara diğer insanların metinlerini öğretmenin üretken olmayan bir hayat şekli olduğunu farkettim. Müzikle uğraşmaya başladım ve boş vakitlerimde okuma ve yazmayla meşgul oldum; felsefe adına felsefe yapmak, hikmet sevgisi ve anlam arayışı benimkisi. Bu kararımdan dolayı çok mutluyum zira serbest bir düşünür olarak çalışıyorum. Filistinlilerin direnişini her seferinde açık şekilde desteklediğini ifade eden dünyaca tanınmış İsrailli müzisyen Gilad Atzmon, Eleftherotypia’nın kendisiyle yaptığı röportajda, Gazze saldırısı karşısında yıkıldığını söyledi. Yahudi siyasi oluşumların tümünün trajik sonuçlara gebe olduğunu belirten İsrailli müzisyen, buna örnek olarak yeni bir medeni Yahudi hayatını başlatmak isteyen siyonizmi gösteriyor. Tüm bu farklı müzik tanışmanız nasıl oldu? Müziğe bilhassa kendi müziğime müdahale etmemeye çalışırım. Müzik işte tam şurada, çevremizdedir, tek yapmanız gereken doğru notaları tercih etmektir. O kadar da karmaşık değil doğrusu. Örneğin, yanlış notaların tercihi benim için çok daha karmaşık bir iştir. Aslında, notaları tercih eden ben miyim? Onu bile bilmiyorum. Tüm bu müzik konusu ve tarz meselesi büyülü bir şeydir, bütünüyle kavrayabilmiş değilim. Müziğin, şuurlu halin yitip gittiği yerde başladığına inanıyorum. Güzelin yazarı olmaktan ziyâde o güzele boyun eğmeyi tercih ediyorum. İsrail'in başarısızlığının ortada olduğunu dile getirmekten çekinmeyen Atzmon, "İsrail'in sergilediği vahşilik, hayvanlıktan öte..." ifadesini kullanıyor. Matoula Kousteni: Megaron'da bize ne sunacaksınız? Gilad Atzmon: Merhaba Matoula, "Refuge" adlı son albümümden parçalar çalacağım. Caz ve elektronikle bezenmiş etnik müzik karışımı bir albüm. "Şehirli Halk" (Urban Folk) şeklinde tarif ettiğim kesimle ilgileniyorum son yıllarda. Filistinliler zor günler Neler hissediyorsunuz? Müzikte en çok neyden keyif alıyorsunuz? Sesin bir sonraki ölçü çizgisinde nasıl bir ses olacağını bilmemekten. Ron Carter benim rehberlerimden biridir, ve en başta gelenidir. 1970'lerin sonlarında Caz dinlemeye başladığımda Carter ve Miles'tan başlamıştım. Böyle bir efsaneyle bir sahneyi paylaşmak benim için şereftir. Felsefe öğrenimi gördünüz. Kendinizi müziğe adamaya ne zaman karar verdiniz. bir merhaleye geçiriyorlar. Yıkıldım ama şaşırmadım. Sanırım biliyorsunuzdur, Filistin'in her tür direnişini destekliyorum. Benim kanaatime göre, Yahudi siyasi oluşumların tümü trajik sonuçlara gebedir. İşte yeni bir medeni yahudi hayatını başlatmak isteyen siyonizm. Başarısızlığı ortadadır. İsrail'in sergilediği vahşilik, hayvanlıktan öte. Görebildiğim kadarıyla, İsrail artık imha politikalarına yöneldi. Sorunuza gelince, Filistinlileri tüm kalbimle destekliyorum. Akdeniz’den Ürdün nehrine kadar uzanan bir Filistin görmek istiyorum. İsrail’in vahşiliği, Yahudi devleti için ne Filistin’de ne de başka bir yerde bir alan olmadığına dair delil olarak alınmalıdır. Nedeni basittir, seçilmişlik ve ırki üstünlük (yahudi Ron Carter da sizinle aynı gün Megaron'da çalacak. Onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Belirli tarzlarıyla vardığımda 58 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM üstünlüğü) temelinde yükselen bir kimlik, hem kendisine hem de çevresine karşı bir tehlikedir. bir sorunumun olmadığını söylemem bu noktada çok önemlidir. Şaşırtıcı derecede latif yahudiler var etrafımda. Onların da pek çoğu benim gibi kendinden hoşnut olmayan mağrur kimseler. Diğerleri ise bildiğiniz sıradan güzel insanlar hani şu kendi hayatlarını yaşamaya çalışan ve kredi krizinden paçayı kurtarmaya bakan. Bununla birlikte, yahudi siyasi kimliği ile keskin bir anlaşmazlığım var. Irki yönelimli bir kimliktir ve ben, ırkçı politikanın her türlüsünü açıkça hor görürüm. Müzik veya sanat bugünlerde neler yapabilir? Müzik ve sanat, modanın aksine, güzeli aramanın sahici yoludur. Güzel, insanlığa hayrı getirir. İsrail saldırganlığı ve Amerikan barbarlığı, güzelin ışığında mağlub edilebilir. Doğduğunuz yeri terk etmek zor olmadı mı? Bunu nasıl yaptınız? Aileniz peşinizden geldi mi? 1982 Lübnan savaşı yıllarında orduda askerdiniz. Nasıl bir deneyimdi? Bir şekilde şanslıydım orada bulunmakla. Tüm siyonist hikayenin yalan ve hile üzerine kurulu bir aldatmaca olduğunu o zaman anlamıştım. O savaş sırasında bir yolculuğa çıktım, Filistin halkına ve Filistin davasına karşı sorumluluğumu üstlendim. Yahudi ulusal projesiyle bir müştereğim olmadığını fark ettim. O kadar da karmaşık değildi. Nihayetinde Filistin’deki Yahudi varlığı geç bir fenomendir. Yahudi kolonizasyonu bölgeye tümden yabancıdır. İsrail kültüründe sahihlik denen şeyden pek eser yoktur. İsrailli, sahih (otantik) olma ısrarına girdiğinde Humus yer ve Arapça yemin eder. Dolayısıyla diğer İsrailliler gibi ben de bölgenin ya da toprağın parçası değildim. İsrail bir devlet, Filistin ise ülkedir. "Anavatanımı" mesela ülkeyi özlediğimde bir Filistin yahut Lübnan restoranına giderim, başka bir şık olarak çocuklarıma gerçekte konuşmadığım bir dilde (Arapça) yemin ederim. Filistin halkına veriyorsunuz? niçin destek Çünkü tüm bunlar doğrudan benim kusurumdu. Filistin halkını bu topraklara geri getirmek ve büyükbabamın, babamın ve maalesef benim çaldığımız evleri onlara geri vermek, doğrudan kişisel sorumluluğumdur. Yahudi olmakla ilgili bir sorununuz var mı? "Yahudi kimliğinizi" inkar etmek istiyor gibisiniz. İsrail-Filistin arasındaki ebedi savaşı sona erdirmek için ideal çözümünüz nedir? Çözüm söyleminden sakınıyorum. Ancak İsrail’in bölgedeki yabaniliğini izlemesi, bölgede yahut başka bir yerde, yahudi ulusal kimliği için bir hareket alanı olmadığını bana açıkça gösteriyor. Yahudi devleti kategorik olarak ispatlamıştır ki "komşuları sevmek", müşterek bir Yahudi değeri olmaktan çok uzaktır. Hiçbir sorunum yok çünkü "Yahudiliğimin" ve "İsrailli oluşumun" hükümsüzlüğünü ilan ediyorum. Kendime eski bir yahudi ve eski bir İsrailli nazarıyla bakıyorum. Sanırım, davranışlarımda yahudilikten ve İsraillilikten kalma pek çok iz vardır. Kendimi soruşturmak ve onlarla teker teker savaşmak benim hayat mücadelemdir.Yahudi kimliği, İsrail ve Siyonizm hakkında yaptığım eleştirilerin çoğu içebakış sonucu ortaya çıkmıştır. Eleştirdiğim ve tahlil ettiğim bendeki, benim içimdeki İsrail’dir. Yahudi halkıyla Bu konu hakkında her daim dürüst ve 59 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM ifşa edicisiniz. Hiç korku duyduğunuz oluyor mu? İlginç soru, yıllardır çeşitli ölüm tehditlerine mâruz kaldım. Bununla birlikte hiçbir zaman mesele olmamıştır. Açlıktan kırılan ve katledilen Filistin halkını destekliyorum. Bundan dolayı, şahsi kaderim veya karşı karşıya kaldığım tehlikeler hakkında serzenişte bulunmam acınacak bir hal olurdu. İnandığım şeyi yapıyorum, sözü söylediğim vakit, hakikat olduğuna inandığım şeyi söylemekte ısrar ediyorum ve umursadığım tek şey de bu. Kışkırtmalara gelir misiniz yoksa kışkırtmaları göz ardı mı edersiniz? Delil ve ispata dayalı kışkırtmalara gelirim. Ancak bu hiç olmadı. Doğrusu, açık bir sahnede benimle karşılacak tek bir Siyonist veya sahte-Siyonist yoktur. Barak Obama'nın seçilmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Heyecan yapmıyorum. Adam çevresine bazı azgın siyonistleri aldı. Onların başı Rahm Emmanuel, İsrail ordusunun eski bir askeridir ve İsrail istihbaratına çalıştığından kuşkulanılıyor. Dilerim Obama çok geçmeden uyanır. Sizi eleştiren pek çokları var. Onlar bunu yapmayı sürdürdüğü müddetçe, kendi kanaatlerinizi söylemeyi sürdürecek misiniz? Modern şer'den bahsettiğinizi duydum. Nedir bu modern şer? Aslında sayıları hiç de çok değil ve hepsi de benzer kabilevi algılamalara sahip ve aynı kampta yer alıyorlar. Bir şekilde hepsi de ırk yönelimli yahudi politik hücrelerinde çalışıyorlar. Şunu da söylemeli ki her fikir veya kanaat eleştiriyi hoş karşılamalıdır. Bundan dolayı eleştiriye açığım ve çıkardığım işin yapısökümünden geçirilmesini ve hatta geçersiz kılındığını görmeyi severim. Düşüncelerimin ve yazılarımın delil ve ispata dayalı doyurucu bir eleştiriyle karşılandığına hala rastlamadım Bunun yerine, beni susturmak için hakaret ediliyor, yalanlar ve iftiralar yayarak ham ve bayağı bir teşebbüs sergileniyor. Fikirlerimin elden ele dolaştığını ve Yunanca dâhil pek çok dile çevrildiğini söylemekten mutluyum hatta bunu söylemekten onur duyarım. Beni susturma teşebbüsleri şimdiye dek başarısız oldu. Kalbimde olanı söylediğim ve siyasi her hangi bir oluşum veya kurumla bağ kurmaktan imtina ettiğim müddetçe bu durumun değişeceğini sanmam. İki sırrım var: 1. Konuyla ilgili pek çok yorumcunun aksine, kendimi eleştirel yazıya ve ahlâki ve insani meselelerin yapısökümüne hasrettim. 2. Eğlenceli olabiliyorum. Modern şer, sofistike bir sistemdir ve şerri, ifade olunamayanın alanına doğru itekler. Onu görürsünüz ve fakat susmaya devam edersiniz. Ne olduğunu görürsünüz, haykırmak istersiniz ama yine de içinizdeki bir şey sizi durdurur. Biraz daha detaylandırayım. Şer, "büsbütün gayri ahlâki ve büsbütün yanlış" olan şeklinde yorumlanır. Şerrin nihâi tezahürü benim nezdimde, etnik temizliğe uğrayan, şimdi ise temizleyicileri tarafından toplama kamplarına kitlenen, orada açlıktan kırılan ve orada bombalanan halkın, Filistin halkının, kesintisiz bir şekilde haksızlığa uğratılmalarıdır. 2 milyon aç Filistinlinin İsrail'in yıkıcı hava saldırılarına mâruz kaldığını görüyoruz. Yüzlerce ölü, binlerce yaralı ve suskun bir dünya. Bu cürmü işleyen sadece İsrailliler değil. İsraile kurumsal olarak destek veren dünya yahudileri, Amerika ve İngiltere’yi İsrail misyonuna hizmete koşan Wolfowitz'ler de suçludur. Ama burada da bitmiyor. IDF savaş makinesinin Gazze ahalisini doğramasını izleyip dururken adaleti ayakta tutma başarısı gösteremeyen Batı siyasi liderliği de suçludur. İşi gargaraya 60 DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI ‐ DÜBAM getiren batı medyasıdır. Yahudi devletinin sivilleri katlettiğini gördüğü halde hiçbir şey yapmayan hepimiz suçluyuz. "Şerrin hükümferma olması için ihtiyacınız olan tek şey birkaç iyi insanın kenarda oturup hiçbir şey yapmamasıdır." Ama yine de modern şer bizden bir adım önde gidiyor. Susturmada ve eleştiri ihtimalini bertaraf etmeden çok etkin, incelikli bir matriks. Tüm hepsini görüyoruz, kredi krizini, Lehman Brothers'ı, bizi Irak'a süren Wolfowitz'i, Amerikan orta sınıfı pahasına mâli patlama fantezisi yaratan Greenspan'ları görüyoruz, Bernard Madoff'un 50 milyar dolarlık dolandırıcılığını öğreniyoruz ve fakat haykırmada zaafa düşüyoruz. Gördüğümüz karşısında harab oluyor ama Siyonist güç nosyonunun tetiklediği korkularımızın baskısına giriyoruz. Doğruluk adına hakikati söylemekten geri duruyoruz. Doğrusu, ben kendim, çığlığı basmadan evvel, etrafta dikkatlice ilerliyorum. Modern şer aygıtının tılsımının etkisindeki bizler, hakikati dile getirmenin bize çok fena geri dönüşü olacağından korkuyoruz. Farkına vardığımız şeyler bizi sarsıyor. Kendi kendine yeten, uşak sansür makineleri oluyoruz. İrademiz hilafına, Siyonizmin işbirlikçileri oluyoruz. Dolayısıyla bizi bekleyen vahim kaderin Filistinlilerin başına gelenden farklı olmadığını gördüğümüzde şaşırmamalıyız. Siyaseten doğruluk ve liberal ideoloji adına fıtratımızdaki beka kabiliyetimizi yitirdik. Böylece, Filistinliler gibi biz de büyük bir kurumsal suçun nesnesi oluyoruz. Modern şer dediğim bu ve bundan çok korkuyorum. Vakit geldiğinde, hiçkimse öfke selinin önüne geçemeyecektir. 61