İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Transkript
İçindekiler - Bizturkmeniz.com
Türkmen Kardeşlik Ocağı İçindekiler Birkaç Söz ................................................................ 2 kardeşlik Kültür Edebiyat ve Sanat Dergisi Sayı : 297 - 298 - 299 Temmuz - Ağustos - Eylül 2014 Mayıs 1961 yılında yayın hayatına başlayan bu dergi Türk Dünyası Edebiyat Dergileri üyesidir TKO Adına imtiyaz sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri temsilcileri Tataristan’da toplandı Toplantının Sonuç Bildirisi .................................... 4 IRAK TÜRKMENLERİNDE YAĞMUR DUASI..Doç.Dr. Necdet Yaşar BAYATLI ......6 Doğu Anadolu Halk Kültüründe Kurt Dr. Yaşar KALAFAT .............................................. 22 Şehriyâr’a Irak’ta Yazılan Nazireler .. Prof. Dr. Ayşe Gül SERTKAYA ............................ 28 Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Dr. Sabah Abdullah Kerküklü Masuma (Şiir ) .. Dr. Mehmet Ömer KAZANCI .. 38 Yası İşleri Kurulu Kasım SarıKahya Adnan Ahmet Gaip BEBEKLER (Şiir ) .. Selma MERDAN . . . . ......... 39 Dergi , Irak Gazeteciler Sendikası Üyesidir Üyelik Numarası : 1510 Erşat Hürmüzlü’nün “Bizim Mahalle” İsimli Şiirinin Tahlili .. Haydar BAYATLI ...................... 40 E-mail : kardeslikdergisi@gmail.com Mehmet Akif ERSOY’un Hayatı ve Kişiliği İsmail KESKİN ..................................................... 44 Tasarım Hüseyin Lütfi Avni Birkaç Söz... Irak Türkmenlerinin baba ocağı Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından yayınlanan Kardeşlik dergisinin değerli okurları, dergimizin yeni bir sayısını sizlere sunma onurunu ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bir önceki sayı ile bu sayı arasındaki süreçte genel olarak Irak’ta ve özel olarak Türkmenler arasında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en üzücüsü 10 Haziran 2014 tarihi itibarıyla başta Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’un tamamı olmak üzere Anbar, Selahattin ve Diyale illerinin bir kısmı terör örgütü IŞİD tarafından ele geçirilmesi, binlerce masum sivil Türkmen, Yezidî, Hıristiyan ve Arap’ın öldürülmesi, göçe zorlanması ve mallarına el konulmasıdır. Bunun neticesinde canlarını zor kurtaran yüz binlerce aile Bağdat, kuzey, güney ve orta Fırat bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştır. . Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak kısıtlı imkanlarımıza rağmen Telafer ve diğer Türkmen şehirlerinden Bağdat’a göç eden yaklaşık 160 aileye maddi yardımda bulunduk. En kısa zamanda yerlerinden edilen ve göçe mecbur kalan bu göçmenlerin sıkıntılarının sonra erdirilmesini ve tekrar yerinelerine dönmelerini diliyoruz. Bu sırada Türkmen şehri Amirli’nin IŞİD terör örgütüne karşı gösterdiği direniş ve mücadele dünya çapında bir kahramanlık simgesi olmuştur. İyi savaş eğitimi görmüş ve modern silahlarla donatılmış IŞİD militanlarına karşı Türkmen şehri Amirli›nin yiğit ve kahraman insanları kısıtlı imkanlarına ve ambargo altına olmalarına rağmen üç aydan fazla bir sürede karşı koymayı ve zaferi elde etmeyi başarmakla 21. yüzyılda bir Türkmen kahramanlık destanını yazmış oldular. 24 Haziran 2014 tarihinde Kerkük ilçe meclis başkanı ve ITC yönetim kurulu üyesi sayın Münir Kafili’nin hain teröristlerin düzenlediği suikast sonucunda hayatını kaybetmiştir. Bu olay Türkmenleri yasa boğmuştur. Rahmetli mücadeleci, ömrünü Türkmen davasına adamış, 20 yıla yakın bir sürede hapis yatmıştır. Hapisten çıkar çıkmaz gençliğini uğruna verdiği Türkmen davası yoluna devam etmiş ve 2003 yılından bu yana Türkmen davası için unutulmaz hizmetleri olmuştur. Türkmenlerin bir diğer acı kaybı ise milli mücadeleci Sadun Köprülü’nün kalp krizi sonucunda 21 Temmuz 2014 tarihinde Ankara’da hakkın rahmetine kavuşmasıdır. Köprülü, Türkmen davası uğruna 17 yıl hapis yatmıştır. Hapishaneden çıkınca milli dava yoluna vefat edene kadar mücadele etmiştir. Rahmetli Münir Kafili ve Sadun Köprülü’ye Allah›tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sabır dileriz. Toprakları bol, mekanları cennet olsun. Siyasî gelişmeler çerçevesinde ise Sayın Dr. Fuat Masum Cumhurbaşkanlığına, Sayın Dr. Selim El-Ceburi Irak Temsilciler Meclisi Başkanlığına ve Dr. Haydar El-Ubadi başbakanlık makamına seçilmiştir. Böylece Irak›ın yeni hükümet kabinesi Dr. Haydar ElUbadi başkanlığında kurulmuş ve Temsilciler Meclisi›nin güven oyunu almıştır. Devletin zirvesindeki üç başkanlık ve yardımcıları (Cumhurbaşkanı, Temsilciler Meclisi Başkanı ve Başbakanın üçer yardımcıları var) makamlarında Türkmenlerin bir temsilcisinin bulunmaması bizi derinden üzmüştür. Bir önceki hükümet kabinesinde üç Türkmen bakanının bulunmasına rağmen, yeni kurulan hükümet kabinesinde Türkmenler hak ettikleri oranda temsil edilmemiştir. Ulusal İttifak’ın bir parçası olan Bedir Örgütü kendi kontenjanından Türkmenlere bir bakanlık vermiş ve böylece Sayın Muhammet Mehdi Bayatlı İnsan Hakları Bakanı makamına getirilmiştir. Türkmen Kardeşlik Ocağı olarak Irak’ın yeni Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Fuat Masum, Irak Temsilciler Meclisi Başkanı Sayın 2 Dr. Selim El-Ceburi, Başbakan Dr. Haydar El-Ubadi ve başta İnsan Hakları Bakanı Sayın Muhammet Mehdi Bayatlı’ya olmak üzere diğer bakanlara da üstün başarılar dileriz. Temsilciler Meclisi’nde dokuz Türkmen milletvekilinin bulunmasına rağmen yukarıda belirtildiği gibi Türkmenlere hakkettikleri temsil fırsatı verilmemiştir. Bu da bizi derinden üzmüştür. Buna rağmen Türkmen milletvekillerinin temsilciler meclisinde bir Türkmen bloğunu oluşturup, Türkmenlerin sesini ve isteğini meclise ve dünyaya duyurmalarını temenni ederiz. Dergimizle ilgili çok önemli bir gelişme yaşanmıştır. 1961 yılından bu yana yayınlanan Kardeşlik Dergisi günümüze kadar Irak Gazeteciler Sendikası’nda kaydedilmemiş ve akredite almamıştır. Yaptığımız çalışmalar sonuncunda dergimiz Irak Gazeteciler Sendikası›nda kaydedilmiş ve akrediteli dergiler arasına alınmıştır. Irak Gazeteciler Sendikası’nın üyesi olan Kardeşlik Dergisi’nin üyelik numarası 1510’dur. Bu gelişme hem Kardeşlik Dergisi hem de Türkmen basın ve yayın organları için büyük bir başarı sayılır. Elinizde bulunan dergimizin bu sayısının Türkçe bölümünde Prof. Dr. Ayşe Gül Sertkaya, Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Doç. Dr. Necdet Yaşar Bayatlı, Dr. Yaşar Kalafat, Haydar Bayatlı, İsmail Keskin vd.; Arapça bölümünde ise Habib Hürmüzlü, Dr. Sabah Kerküklü, Dr. Suphi Nazım Tevfik, Dr. Saad El-Fettal, Dr. Abdurrahim Abdulvahit, Vahidettin Bahaettin, Fazıl El-Hallak, Nermin Tahir Baba, Tahsin Huveyyiz, Adnan Ahmet Gayıp, Behcet Sadık vd. tarafından ele alınan inceleme, araştırma ve şiir parçalarına yer verilmiştir. Elinizde bulunan bu sayıda herhangi bir eksiklik varsa hoşgörünüze sığınarak bağışlamanızı diliyor, hataların telafi etmesi ve dergimizin zenginleştirilmesi için notlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyoruz. Doç. Dr. Necdet Yaşar BAYATLI Türkmen Kardeşlik Ocağı Genel Başkanı 3 VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri temsilcileri Tataristan’da toplandı Toplantının Sonuç Bildirisi Kardeşlik dergisinin de üye olduğu Türk Dünyası Edebiyat Dergileri VII. Kongresini, 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti Kazan’ın ev sahipliğinde, TATMEDİA, Tataristan Kültür Bakanlığı, TÜRKSOY ve Avrasya Yazarlar Birliği’nin işbirliği ile 2830- Ağustos 2014 tarihlerinde, Tataristan’ın başkenti Kazan’da toplandı. Kongreye, 14 ülkeden önde gelen 38 edebiyat dergisinin genel yayın yönetmeni ve temsilcileri katıldı. Kongreye davet olan Kardeşlik dergisinin eski genel yayın yönetmeni Dr. Mehmet Ömer Kazancı bu yıl vize problemi yüzünden katılma imkânını sağlayamadı. Kongre, Tataristan Milli Kütüphanesi Salonunda başlamış ve Tataristan Yazarlar Birliği’nde devam etmiştir. Kongrede, Edebiyat ve Tarih, Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Arasındaki İlişkilerin Geliştirilmesi oturumları yapılmış ve Kazan Üniversitesi Filoloji ve Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü tarafından yayınlanan TATARİCA isimli bilimsel derginin tanıtımı yapılmış, VI. Kongrede açılması kararı alınan Kalemdaş “Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Ortak Ağı”nın internette açılışı gerçekleştirilmiş, portalın daha aktif kullanılması için değerlendirmelerde bulunulmuştur ( www.kalemdas.com). Katılımcılar, Tarihî Bulgar Şehrini ziyaret etmişler ve Tataristan Cumhuriyet Günü ile Kazan Şehri kutlamalarına katılmışlardır. Kongre katılımcılar, Tataristan Cumhuriyet Günü kutlamaları vesilesiyle Tataristan Cumhuriyet Başkanı Rustam Minnihanov’la görüşmüşlerdir. VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi delegeleri, Tataristan Parlamentosunu ziyaret etmişler ve Parlamento Başkanı tarafından kabul edilmişlerdir. Kongre iştirakçileri; - Kongrenin, Kazan’da toplanmasını sağlayan Tataristan Cumhuriyet Başkanı Rustam Minnihanov’a şükranlarını sunarak; - En üst düzeyde organizasyon ve sıcak evsahipliği ile çalışmaların gerçekleşmesine katkı sağlayan Tataristan Kültür Bakanı Ayat Sibgatullin’e, Tataristan Enformasyon İdaresi Başkanı İrik Minnahmetov’a, TATMEDIA Genel Müdürlüğüne, Tataristan Yazarlar Birliği Başkanlığı’na, uluslararası ulaşım sponsorluğunu üstlenen TİKA Başkanlığına ve çalışmaları büyük bir titizlik ve ustalıkla idare eden Sembel Taisheva başta olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ederek, aşağıdaki hususların kamuoyu ile paylaşılmasına kararları vermişlerdir: 1. Kazan 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Genel Yayın Yönetmenlerinin Tataristan’da buluşmalarından duydukları memnuniyetin ifade edilmesine; 2. Kazan’da bulundukları süre içerisinde, Türk Dünyası Başkenti etkinliklerinden yakından haberdar olan iştirakçiler, yıl içerisindeki tüm çalışmaları için başta Tataristan 4 Kültür Bakanı Ayat Sibgatullin olmak üzere tüm emeği geçenlere şükranlarının bildirilmesine; 3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin toplanmasında her yıl değeri ölçülemeyecek katkılar sunan, Türk Dünyası Kültür Başkenti uygulamaları başta olmak üzere pek çok emsalsiz kültür faaliyeti ile Türk halklarının dostluk ve kardeşlik bağlarının güçlenmesini sağlan TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsein Kaseinov’a; geçirdiği operasyondan dolayı geçmiş olsun dileklerinin bildirilmesine, 4. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin kurucularından olan ve İran’da yayınlanan Varlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr.Cevat Heyet’in vefatından duydukları üzüntünün ifade edilmesine ve tüm Varlık Dergisi camiasına başsağlığı dileklerinin iletilmesine; 5. KALEMDAŞ, Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Ortak Portalının aktif çalışması için iştirakçi dergilerin yeni sayılarının portal idaresine ulaştırılmasına, 6. Her yeni sayıdan seçilecek bir edebî eserin portalda yayınlanması için önerilmesine, 7.Türk dillerinden çevirileri yapılarak dergilerde yayınlanan eserlerin telif ve çeviri nüshaları ile birlikte portala gönderilmesine, 8. Kazan’da toplanan kongrede kullanılan amblemin Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi Amblemi olarak belirlenmesine, 9. Her yıl verilen Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı-2014 ödülünün Aralık Ayında Azerbaycan’ın Bakü Şehrinde yapılacak olan III. Uluslararası Kaşgarlı Mahmut Yarışması Ödül Töreni ile birlikte verilmesine, 10. Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı TÜRKSOY tarafından 2014 yılının Türkmen Şairi Mahtumgulu Firagi Yılı ve Kırgız Ozanı Toktogul Satılganov Yılı ilan edilmesi dolaysı ile, edebiyat dergileri olarak, adı geçen şairlerin tanıtılması için yapılacak çalışmalara destek verilmesine, 11. Edebiyat dergileri arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesine, ülkeler arasında dergi mübadelesinin artırılmasına ve dergilerin içinde kütüphane adreslerinin de bulunacağı belirlenecek bir ortak listeye gönderilmesine; 12. Yıl içerisinde Kazan 2014 Türk Dünyası Kültür Başkenti faaliyetlerinin kongre üyesi dergilerde duyurulmasına, 13. 2015 yılında Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı olarak Kırgız Şiir Akademisi Başkanı Omor Sultanov’un ilan edilmesine 14. VIII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin, imkânlar uygun olduğu takdirde, 2015 yılı Türk Dünyası Kültür Başkenti’nde toplanmasına, Karar vermişlerdir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. VII. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri temsilcileri Tataristan’da toplandı Toplantının Sonuç Bildirisi 30.08.2014 5 IRAK TÜRKMENLERİNDE YAĞMUR DUASI Doç.Dr. Necdet Yaşar BAYATLI * Mevsimlere ve hava durumlarına göre sayısız dualar, yakın zamanlarda yaratılmış değil, genel olarak dünyanın çok daha eski zamanlarından kalmadır. Uygarlıkta ne kadar ileri gidilmiş ise de kişilerin ortaya attıkları takvim gelenekleri, dinî âdetleri günümüze kadar sürdürülmüş ve daha da sürdürülmektedir. Bunların arasında bizi bu konuda en çok ilgilendiren yağmur duasıdır. 1 İlkellerden başlayarak hemen bütün insanlık tarihinde yağmurun taşıdığı önem büyüktür. Gökten inen bereket sayesinde insanların daha mutlu olacaklarının bilinmesi, yağmura ve diğer gökyüzü olaylarına kutsal bir görüntü verilmesine yol açmıştır. Özellikle İslamiyet’in kabulünden önce ve sonra Türklerin yaşadıkları bölgelerde de bunun için çeşitli törenlerin yapılması, hatta komşu milletlerin kültürlerinden etkilenme veya onları etkileme dolayısıyla birçok varyantın oluşması, yağmur duasının ve bununla ilgili törenlerin ne kadar geniş bir alana yayıldığını kolaylıkla ortaya koymaktadır.2 Orta Asya ve Sibirya’dan Anadolu yaylasına, köy ve kasaba gibi yerleşme alanlarına taşınan yağmur 3 duası inancı varlığını göçebe ve yerleşik Türk hayatında korumaktadır. Her kavimde olduğu gibi Türklerde de yağmur, bulut ve yıldırımlar ile gök gürlemeleri, birbirinden kolaylıkla ayrılmayan tabiat hadiseleridir. Yağmur sözü, en eski Türkçe metinlerinden itibaren görülen ve bu anlayışı karşılayan tek sözdür. 4 Eski Türkler yağmurları da “katı yağmur” deyişi ile açık bir şekilde diğerlerinden ayırarak adlandırmışlardır. Çok eski çağlardan beri yağmurun dinmesi “tındı, tınmak” sözleri kullanılmıştır. Mesela yağmur tındı, yağmur dindi demektir. 5 Türk kavimlerinde çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre, büyük Türk Tanrısı Türklerin ceddi âlasına “yada” veyahut “cada, yat” denilen bir sihirli taş armağan etmiştir ki bununla istediği zaman yağmur, kar, dolu yağdırır, fırtına çıkarırdı. Bu taş her devirde Türk kamlarının ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur. Şamanistlere göre, zamanımızda da büyük kamların ve yadacıların ellerinde bulunmaktadır. 6 Kaşgarlı Mahmut yağmur taşını yat tesmiye ederek şöyle izah etmektedir: “Bir türlü kâhinliktir. Belli başlı taşlarla yapılır. Böylelikle yağmur ve kar yağdırılır; rüzgâr estirilir. Bu Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu Yağma ülkelerinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu; mevsim yazdı. Bu suretle kar yağdırıldı. Ulu Tanrının izniyle yangın söndürüldü”. 7 Şamanist Yakut Türkleri “yada” taşına “sata” derler. Bu taş Yakutlara göre at, inek, ayı, kurt gibi hayvanların içinde bulunur. En kuvvetli sata taşı kurdun karnından çıkarılan taştır. “sata taşı” ile Şamanlar yağmur, yazın kar yağdırabilirler; müthiş fırtına estirirler. Sata taşı canlı bir cisimdir. İnsan suretine benzer. Yüzü, gözü, kulağı, ağzı çok açık görülür. Kadın veya bir yabancının eli veya gözü dokunursa ölür, kuvvetini kaybeder. Kişi, canlı “sata”yı eline alıp yukarı kaldırırsa derhal soğuk 6 rüzgâr eser, yağmur veya kar yağar. Elinde bu taşı bulunan adam uzak yola çıkar, atının yelesi veya kuyruğu altına bunu bağlarsa at terlemez, daima esen serin rüzgâr altında rahat rahat seyahat eder. 8 Yağmur taşı yumuşak ve büyük bir kuş yumurtası büyüklüğünde olup üç türlüdür, diyen Faruk Sümer; kimilerinin, taşın Çin’in doğu sınırlarındaki madenlerde olduğu, kimilerinin taşın Çin serhaddindeki sürhab adlı kırmızı kanatlı bir su kuşunun mahsulü olduğunu söylediğini ve nasıl kullanılacağı hususunda anlaşmasızlık olduğunu, kimilerinin “aşağıya akan bir suyun içine atılır” dediklerini, birçoklarının bunun kullanma sırrına, metoduna yalnız Türklerin vakıf olduğu ve kimseye de öğretmediğini söylediğini anlatmaktadır. 9 Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Şamanlığın birçok pratik ve uygulamasını İslamî bir kılığa büründürerek devam ettirmişlerdir. Günümüzde başta Anadolu sahasında yaşayan Türkler olmak üzere, diğer Müslüman Türk toplulukları arasında da yağmur yağdırmak için yapılan yağmur duası törenlerinde çakıl taşı toplayıp, üzerine Kuran-ı Kerim’den belli ayetler okuyup üfleyerek suya atılması âdeti, eski Türklerin yada taşı ile olan inançlarının bir uzantısı gibi görülmektedir. Türk insanı için yağmur oldukça önemlidir. Yağmur bolluktur, berekettir, hayattır, yaşamaktır, var olmaktır. Onun için yağmurun yağmaması felakettir ve bunu önlemek için Tanrı’ya farklı şekillerde dualar edilir, niyazlarda bulunulur.10 İslamî renge bürünmüş yağmur duasının temeli Kuran-ı Kerim’e değil, hadislere dayanır. Bütün Müslüman ülkelerinde ortak özellikler vardır; ancak törenin şeklini, yağmur duasının yapıldığı ülkenin yapısı belirler. Bunlara yerel âdetler de katılınca her yörede farklılıkların görülmesi 11 doğaldır. Nitekim Türkiye’de de özde aynı olmakla birlikte bölgeler arasında hatta aynı şehir sınırları içerisinde yağmur yağdırma törenlerinin değişik şekillerde uygulandığı görülmektedir. 12 Yağmur duasının hangi durumlarda ve nasıl yapılması gerektiği konusu hadislerde açıkça belirtilmiştir. Buna göre sabahleyin yerleşim alanlarının dışında iki rekâtlık namaz kılınır. Bu namaza katılanlar, sade kıyafetler giyer. Namazdan sonra iki hutbe okunur, cübbeler ters çevrilir ve yağmur duası edilir. “Istiska” adı verilen söz konusu yağmur duasının diğer aşamalarında okunmuş taşlar suya atılır; büyük küçük herkesin katıldığı kalabalık bir toplulukla yerleşim biriminin dışında yüksek bir yerde ya da bir ziyarette dua edilir. Dua sırasında elbiseler ters giyilir; eller, parmaklar yere doğru çevrili olarak tutulur. Daha sonra topluca yemek yenilir ve fakirlere hayır aşı dağıtılır. Bu törene hayvanların ve bebeklerin de katıldığı; burada kuzuların analarından ayrılarak melettirildiği, 13 bebeklerin de ağlatıldığı görülmektedir. Irak Türkmenleri arasında yağmur sözcüğü yerine yaygın olarak yağış sözcüğü kullanılmaktadır. Diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Irak Türkmenleri arasında da yağışa çok önem verilmekte, bolluğu hayra, berekete; yokluğu ve azlığı ise felakete, kıtlığa ve kuraklığa bir işaret olarak görülmektedir. Bölgede yağışın/yağmurun birkaç çeşidi vardır; “ilkbahar yağmuru”, “çişe”, “sis”, “pele”, “çileme”, “qoca berkü”, “qarı muncuğu”, “at quyrığı”, “nemnem” vb.dir.14 Sayılan bu yağmur çeşitlerinden pele, yavaş yavaş yağar ve toprağın canına işler. Güzel bir pele yağarsa yüzler güler, ekmek ucuzlar ve bereketli bir yılın öncüsü sayılır. 15 Günümüze kadar bölgede yapılan yağmur duası törenleri ile ilgili en önemli çalışmanın 16 Ata Terzibaşı tarafından yapıldığı söylenebilir. Burada adı geçen çalışma, konu ile ilgili hazırlanan diğer çalışmalar ve saha çalışmasından derlenen malzemeden yola çıkarak Irak Türkmenleri arasındaki yağmur duası törenleri dört başlık altında incelenecektir ve sonrasında Irak Türkmen halk edebiyatının şah damarını teşkil eden hoyratlarda yağış sözcüğü ele alınacaktır. 1. Büyükler tarafından yapılan dinî törenler 7 2. Çocuklar tarafından yapılan geleneksel törenler 3. Diğer Törenler 4. Yağmurun dinmesi için yapılan törenler 1.Büyükler tarafından yapılan dinî törenler: Bölgede yağmur gecikirse, geçmişte yaşanan kıtlık yılları hatırlanır. Ekip biçme ile ilgisi olmayanlar bile yağıştan, ekinden dem vurur. Topraktan ağaçlara, kuşlara, insanlara kadar her şeyde ve bütün yaratıklarda, yağış için bir bekleyiş, bir sızlanma olur. Gökten inen her bulut parçası bütün yalvaran bakışları üstüne toplar. Kimi zaman koyu bulutlar, günlerce göklerde konaklar da yağmur yağmaz. Göklerde parlayan ışık, yüreklerde doğan umut söner. Yok, yok bu yıl da bildir (geçen sene) kimin, ekin olmaz, perişan olu feqir, fuqara, diye umutsuzluk çöker memleketin üstüne.17 Yağmur duasına bütün memleket halkı katılır. Halk, üç gün oruç tutar. Üçüncü gün bütün memleketin çarşıları kapanır. Memleket halkı, önlerinde müftü, hatip, molla ve diğer din adamları, daha önlerinde de tef çalanlarla bayrak taşıyanlar, bunların önünde de medrese çömezleri tekbir ve salâvatlar getirip dualar, ayetler okuya okuya büyük bir kafile halinde şehrin dışına çıkar ve bir çayın, arkın, suyun kenarında oturur. Kurbanlar kesilir, büyük kazanlarda yağmur aşı yapılır. Dua merasiminde iki rekât namaz kılınır. İmam vazifesi gören müftü, molla vb. cübbesini ters giyer. Namazdan sonra imam yağmurun yağması için Allah’a dua eder, cemaat ise hep bir ağızdan “Âmin” der. Halk orucunu yapılan yağış aşıyla açar. Törene katılan herkes 100 çakıl taşı toplayıp her taşın üzerine “”وهو الذي ينزل الغيث من بعد ما قنطوا وينشر رحمته وهو الولي الحميد ayetini okur ve üfleyerek suya atar. Yağmur duası esnasında suya çakıl taşının atılması sadece bölgede değil, başta Anadolu olmak üzere birçok Türk topluluğu arasında uygulanan bir pratiktir. Çorum’un Kiranlık Köyü’nde yağmur duası yapılırken uygulanan ritüellerin birisi de taş toplamaktır. 100 adet taş toplanır ve her bir taşa sureler (3 ihlâs-1 Fatiha) okunarak torbada toplanır. Toplanan bu taşlar ise o köyde veya yakın bir yerde akan bir su akıntısına gömülür. Taşların suya gömülme amacı yağmurun 18 yağmasına çağrışım yapmaktır. Türk yağmur duası törenlerinde suya taş atma pratiğiyle Sibirya ve Türkistan Türklerinin yağmur taşı arasında bir bağ vardır. Çin ve Arap kaynaklarında yada taşı ile 19 ilgili birçok bilgi bulunabilir. Bölgede tören bittikten sonra herkes kendi evine döner. Dua esnasında veya sonunda müftü, hatip veya 20 din adamlarından hangisi olursa olsun habersiz şekilde suya atılır. Bu esnada çocuklar, bir atın veya bir eşeğin kafa iskeletini bulup yakarlar. 21 Ata Terzibaşı’nın Ali Telaferli’den naklettiğine göre, Telafer’de yağmur duası geleneği şöyle yapılırdı: Telafer’in kırk kilometre kadar kuzey batısına düşen “Şıx Nevrü” yatırı önünde toplanan halk, kestikleri koyunun kanını, taştan yontulmuş bir hayvan veya dibeğin içine akıtırlar. Bunu yağacak olan yağmurun temizleyeceğini düşünürler. Adı geçen yatır hakkında söylenen şu manzum parçalar, bu töreni canlandırmaktadır. Şıx Nevrü’ye gidenler Şatravannan (yıkanmaktan) dönenler Şıx Nevrü haq elçisi Muqaddastır türbesi Yeşil qamış çevresi Etrafında dibek var Şıx Nevrü yağış qanı Karaç üsti mekânı Qoç qoyındır qurbanı 22 Qanını yağmur yexer Bu törenlere sadece erkekler katılır, kadınların katılması uygun görülmez. Bu durum da bizi mit dönemine kadar götürmekte ve bize şunu hatırlatmaktadır;23 eskiden pek çok kabilede kadınların ve çocukların önünde mitler anlatılmazdı. Umumiyetle yaşlı öğretmenlerin öğrencileri ile ormanda inzivaya çekildikleri bir sırada ve giriş merasimleri sırasında bu mitler anlatılırdı. R. Piddington, 8 Karadjanlardan bahsederken: “Kutsal mitlerle kadınlar prensip olarak ilgilenmezler. Bilhassa giriş merasimlerine alınmazlar.” demektedir.24 Bu tören bütün Türkmen yerleşim birimlerinde yok denecek kadar az farklılıkla yapılırdı. Ata Terzibaşı’nın belirttiğine göre bu gelenek İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir. Şakır Sabır Zabıt’ın naklettiğine göre ise Kerkük’te bu gelenek en son 1952’de yapılmıştır. Saha çalışmamızda bu törenin Kerkük’e bağlı Tavuk İlçesinde en son 1964’te, Diyale iline bağlı Hanekin ilçesinde ise 1971’de yapıldığını tespit ettik. Tören esnasında 100 adet çakıl taşının suya atılması âdetinin eski Türklerin yada taşına olan inançlarının bir uzantısı gibi düşünüldüğü yukarıda belirtilmiştir. Bununla birlikte imamın ve din adamının elbiseyi ters giymesinin de eski Türk kültüründen gelen bir âdet olduğu düşünülmektedir. Bölgede yapılan yağmur duası törenleri Türk dünyası ve Anadolu’nun birçok yerinde benzer bir şekilde yapılmaktadır. Bu törenlere bir göz atacak olursak; Hazara Türklerinde yağmurun yağması için yağmur namazı kılınır. Namaz iki rekâttır. Namazla birlikte camide helva pişirilir ve toplu 25 halde yenir. Yağmur duası Karay Türklerinde açık havada yapılmaktadır. Kenasa’nın bahçesinde veya yakınındaki boşlukta din görevlilerin yönetiminde Karay cemaatinin iştiraki ile yapılır. Karay din görevlisi kara cübbe giyer, gümüş aksesuarı ve iç giysisi kök (mavi) 26 olur. Kosova’da yağmur duası şöyle yapılır: Halk bir derenin kıyısında büyük bir grup halinde yağmur yağması için toplanıp dua eder. Kırk taşa dua okunup üfürüldükten sonra bu taşlar sağlam bir çuvala konur, iyi bağlanır ve suyun dibine indirilir. Sonunda ellerini Tanrı’ya açarak “aman Allah’ım bize yağmur ver” biçiminde dileklerini dökerler.27 Adana’da yağmur duası şöyle yapılır: Yağmur yağdırma törenlerine yaşlı, genç, kadın, erkek ve çocuklar katılır. Yağmur duasına çıkılmasına karar verilince hazırlıklar yapılır. Çeşitli yörelerde farklılıklar gösteren bu hazırlıklar, oruç tutma, mevlit okutma, yemekler hazırlama, kurban kesilecekse kurbanı temin etme, kurban sonrası toplu yeme için yemek kaplarını sağlama, dilek için suya atmak üzere taş toplama, hayvan kafatasları toplama, taş çuvallarını okuma vb.dir. Törenin ikinci aşaması yağmur duası yürüyüşüdür. Önde hoca yürür, köylüler onu izler. Bazı yörelerde ceketler ters giyilir. Dualar edilir, ilahiler söylenir.28 Bayburt’ta yağmur duası için hazırlanan yağmur yemeği cemaatin durumuna göre, namazdan önce ya da sonra yenilir. Sofralar, kırlardaki çimenler üzerine serilir. Yemekler tepsilerle verilir. Yemek işi bitince dua edilir. Bu dua şöyledir: Vakit namazı bitince imamla birlikte tüm cemaat ayağa kalkar. İmam duaya başlar. Bu esnada herkes kollarını kaldırıp ileri uzatır, avuçlarının içini toprağa gelecek şekilde yere çevirir. Parmak uçlarını aşağıya doğru büker. İmam duasını bitirince Tanrı’dan yağmur, bolluk ve bereket ister, ekinlerin korunmasını diler. Buna âmin diyenler de ayrıca, kendilerinden geçercesine içten niyazlarla Allah’a yalvarırlar. Yine âmin sesleri göklere yükselir. Törenden 29 sonra herkes kendi mahallesine ve köyüne döner. Dinî ayinlerden amaç insanı Tanrı›yla yakınlaşacağı kutsal bir alana çekmektir. Ayinler inananların kutsal bir atmosfere girmesini sağlayan kurallar ve törensel davranışların bütünüdür. Yağmur duası bir istek duasıdır, arkaik ve geleneksel toplulukların tanınması, mitosların ritüel davranışlarla ve insan topluluklarının hayatını yöneten kurumlarla ilişkisini göstererek 30 bunların önemini ve anlamını ortaya koymuştur. Bölgede dinî törenler içinde ele alınması ve burada üzerinde durulması gereken bir başka tören ise bazı yabancı seyit ve dervişler tarafından yapılan törendir. Tören şu şekilde yapılır: Seyit ve dervişler, tef çalarak yağmur dileğiyle; La ilahe illalla (h) Yağış yağar inşalla (h) nağmesini tekrarlayarak şehrin sokaklarını dolaşır. Halktan topladıkları yağ, pirinç, un, mercimek, bulgur gibi erzakı bir çuvala 9 doldurarak evlerine götürmek üzere birlikte 31 dolaştırdıkları merkebe yüklerler. 2. Çocuklar tarafından yapılan geleneksel törenler Çocuklar tarafından yapılan yağmur yağdırma duası töreni, genellikle akşam saatlerinde şu şekilde yapılır: 2.1.Çemçele Kız: Anadolu’da “bodi”, “bodi bostan”, “dodu”, “gode”, “gode gode”, “göde göde”, “gelin”, “gelin gok”, “çomça gelin”, “çömçe gelin”, “kepçe gelin”, “çullu kadın”, “kepçe kadın”, “çalı gezme”, “çulla kepçecik” vb.32 gibi adlarla bilinen bu oyun Irak Türkmenleri arasında “çemçele kız” ve “çemçele gelin”, “çömçele gelin” adıyla bilinmektedir. Bölgede bu tören genellikle 7–12 yaşları arasındaki çocuklar, özellikle kız çocukları tarafından icra edilir. Büyük bir çömçe (kepçe) beyaz bir kumaşla sarılarak, baş tarafı kömür veya eskiden çok kullanılan bakır kazanın isiyle göz, ağız, burun çizilerek kavurçağ (oyuncak) yani kukla haline getirilir. Çocuklar bunun ipinden tutup bebek oynatırmış gibi oynatarak yakın sokak ve mahalleleri dolaşarak hep bir ağızdan özel bir nağme ile şu manzum parçaları söylerler: Alla (h) bir yağış ele (eyle) Dam duvarı yaş ele Paşa (ağa) qızı geçende Babıcını (qundurasın) yaş ele veya Çemçele qız aş istiri Allah’tan yağış istiri Açın ambar ağzını Verin yağış payını Vereni xatun ossın 33 Vermeyeni qatır ossın veya Çemçele qızım yağıştı Her gelene bağıştı Verenler xatun olsın Vermeyenler qatır olsın Açın xazne qapısını 34 Verin Allah borcını veya Hey çemçele çemçele Çemçelem yağış ister Hüseyin’i yağlamağa Beşigi belemeğe Verene Allah versin Vermeyene de versin Oğlı küreken dursın Qızı helhele versin 10 Ver Allah’ım ver Yağmurunnan sel Köbekli xarman Qoç qoyın qurban Hey çemçele çemçele Çemçelem yağış ister 35 Dam duvar yaş ister veya Çemçele geldi eşige Oğlanı qoydı beşige Tarı bir rahmet versin Qoyınlara süt versin 36 veya Çemçele gelin ne ister Allah’tan yağış ister Xelem eli xemirde Bir tas dolu su ister veya Bir yağ verin yağlıyağ Pirinç verin tox edeğ Duz da soğan samırsağ Aşın dadı xoş edeğ Verenin oğlı olsun Erkekli boylı olsun Buğdası çoxlı olsun Vermeyen qızı olsun Üz gözün poxlı olsun Arvadı qoxlı olsun Bir gözü de kör olsun Bu ezgide geçen “çemçele qızım aş istiri” bölümü ihtiyaca göre “çemçele qızım yağ, şeker, bulgur, soğan, hurma, un, para istiri” şeklinde de söylenebilir. Ev hanımları çocuklara istenilen erzağı verir ve kuklanın yüzüne kovayla su döker. Bu arada çocuklar, sokakta kazan kurarak büyüklerin yardımı ile yemek yapar. “Yağış aşı” adı verdikleri bu yemek uğurlu sayılır ve hep birlikte yenir.37 Çömçele Gelin oyunu Telafer’de şu şekilde icra edilir: Çocuklar ellerine bir kukla alır, mahalle ve sokakları dolaşarak; “Ha şillo ha millo çömçele yağış ister Verene Allah versin vermiyene de versin, ya Allah bir rehmet” tekerlemesini yüksek sesle söylerler. Mahalledeki evlerden üzerlerine su serpilir ve un, bulgur, pirinç vb. bir miktar erzak verilir. Toplanan erzakla bir caminin avlusunda büyük bir kazanda yemek pişirilir ve hem hazır bulunanlara hem de mahalle sakinlerine dağıtılır. Yemek yendikten sonra bir din adamı eşliğinde yağmur duası okunur. Böylece yağmur yağacağına inanılır. Bazen “Çemçele Kız” kepçeden veya tahtadan yapılmaz, Çemçele Kız görevini insan yapar. Onun başına bez sarılır, boynunun arkasına ağız, burun, kaş, göz yapılır. Boynuna ip bağlayıp oynatırlar. 38 Bu âdet Anadolu’nun birçok yerinde icra edilmektedir. Gaziantep’te bu âdete “Gelin Gok” 39 denilir. Harput’ta bu âdet Mola Potik adı ile icra 40 edilmektedir. Mersin Yöresi Tahtacıları arasında bu oyun Dodu, Tümbüdük/Püsücük, Kıtkıdı 41 adları ile bilinmekte ve icra edilmektedir. Bu tören Irak Türkmenlerinin yaşadıkları bütün il ve ilçelerde yok denecek kadar az farklılıklarla icra edilirdi. Günümüzde ise artık bu tören icra edilmemektedir. 2.2.Köse Geldi: Sözcük olarak “köse”, Irak Türkmenleri arasında, buluğ çağını aştığı halde yüzüne tüy/kıl gelmeyen erkek anlamına gelir.42 Bölgede yağmur duası törenlerinde çocuk ve gençler tarafından icra 43 edilen törenlerden birisi de Köse Geldi törenidir. Bu oyun şu şekilde icra edilir: Çocukların biri köse olup yüzünü kazan isiyle kapkara renge boyar. Bir keçe parçasını beline bağlar, iki yemeniden (dikişli ayakkabı) kulak yapar, boynuna kankavur denilen çıngırak takar, başına boynuz yapar, arkasına da bir kuyruk bağlar ve keçi derisi giyer. Tıpkı bir qodığı (sıpayı) veya qancığı (köpek yavrusu) andırır şekilde hoplaya zıplıya mahalle ve sokakları dolaşır ve kapıları çalar. Diğer çocuklar da arkasından koşuşarak ezgiler söylerler. Kösenin çaldığı evin kapısı kendisine açılır, para, yemek, yağ, pirinç vb. yiyecekler verilir. Köseye kapısını açmayan eve, çocuklar “köse geldi qapıvı qırdı”44 derler veya Köse’nin dilinden şunu söylerler; Dura dura yoruldım Tütünivizden boğuldım Açın anbar qapısını Verin yağış payını 45 Bununla birlikte Köse ve beraberindeki çocuklar aşağıda metni verilen ve bir dua niteliğinde olan tekerlemeyi de söylerler. Çax daşı çaxmağ daşı Yandı üregim başı Fellahların yoldaşı Ekinlerin qardaşı Yağ yağışım yağ Yağ yağışım yağ Fellahlar ekin eker Ekinler de su ister Yağış feqir babası Feqir de yağış ister Yağ yağışım yağ Yağ yağışım yağ Ekin çaydan (arxtan) su ister Çay (arx) da sennen su ister Doldur bu çayı (arxı) Allah Sevinsin âlem Allah Beke derdimiz gider Beke qehrimiz gider Beke qurağlığ biter Beke üzümüz güler Yağ yağışım yağ Yağ yağışım yağ Ayrıca damlardan kösenin üzerine kovayla bolca su dökülür. Toplanan gıda malzemeleri ile büyük bir kazanda yağış aşı yapılır ve herkese dağıtılır. Bu aş bazen aynı günde bazen de ertesi gün yapılır. Köse rolünü üstlenen çocuk çapkın ise, tören şöyle yapılır: Bir şahıs köse olur, alışılmadık bir kıyafet giyer; bunun yanına başka bir erkek çocuk gelip gelin kıyafeti giyer; yanında da sağdıç olarak iki erkek eşlik eder. Bunların yanında da bir şahıs qodığ (sıpa) olur. Qodığın kımıldamasını ve hareket etmesini engellemek için elleri bağlanır. Bu grup 11 yaya olarak sokak ve mahalleleri gezer. Bu esnada duvarın üzerine bir heybe koyulur ki toplanan malzeme içine konsun ve toplansın. Gruptaki qodığın görevi gelin kuklaya sataşmaktır. Köse ise elindeki değnekle buna mani olmalı ve geline yaklaştırmamalıdır. Köse zıplayarak koşturur. Bu esnada memleket sakinleri damdan grubun üzerine kova ile su dökerler. Ancak dökülen su en fazla kösenin üzerine dökülür. Çocuklar evlerden aldıkları yiyeceklerle bir su kenarında toplanır. Bu arada herkes arkadaşını suya itmeye çalışır. Kaçan kurtulur kaçamayansa mutlaka suya 46 atılırdı. Günümüzde artık bu tören unutulmuştur. Bu tören başta Anadolu olmak üzere birçok Türk topluluğu arasında farklı adlarla icra edilmektedir. Kosova Türkleri arasında bu törene “Demir Dodole” denir. Demir Dodole adını taşıyan kişi bir çingene çocuğudur. Bu çocuk çırılçıplak vücudunu yeşil ağaç dallarıyla sarar. İyi giyinmiş iki arkadaşı Dodole’yi ortaya alır, sağ ve sol kolundan tutarak şehrin caddelerinde gezerler. Dodolenin her eve, her dükkâna sormadan girme hakkı vardır. O çarşıya çıktıktan sonra hemen arkasına çocuklar toplanmaya başlar ve git gide küme büyür ve hep beraber şu türküyü söylerler: Mutfakta hamur Tarlada çamur Allah versin yağsın yağmur Demir Dodole 47 Yağ olson, bal olson Demir Dodole İçi saman bir asçare Demir Dodole Dağıstan’da elbiselerini çıkan bir adam veya çocuk ağaç dallarıyla, genellikle de hurma ve benzerleriyle, iyice örtülür. Bu şekilde giydirilen çocuğu, erkekler, gençler ve çocuklar bir konvoy halinde takip ederek köydeki evleri tek tek dolaşırlar. Bu özel giydirilmiş kişinin kim olduğunu ancak en yakınlarından olan iki-üç kişi bilir, diğerleri bilmez. Bu adama bazı bölgelerde “peşapay” denildiği gibi, Aşağı Stal, Orta Stal 48 köylerinde “gudu” veya “gudi” de denilmektedir. Mersin’in Buluklu, Çağlarca ve Çapar Köyleri ile Mut ilçesine bağlı Çukurbağ Köyü’nde, Silifke ilçesinin Yenibahçe Köyü’nde bu kuklanın yerini çocuklardan birisi alır. Söz konusu yerleşim birimlerinde çocuklar, bir araya gelir ve içlerinden kendi isteğiyle ortaya çıkan birisine eski ve bol 12 bir kıyafet giydirirler. Daha sonra bu çocuğu ev ev gezdirirler. Her evin önüne vardıklarında hep birlikte; “Dodu dodu neden oldu Bir kaşıcak sudan oldu Verin Dodunun hakkını Gitsin bakını bakını Göğden rahmet Yerden bereket 49 Diyelim bir Allah Allah ...” sözlerini söylerler. Bölgede yağmur törenleri esnasında gerek büyükler tarafından yapılan pratik ve uygulamalar, gerek çocuklar tarafından icra edilen Çemçele Kız ve Köse Geldi gibi geleneksel oyunlarda amaç, para ve erzak toplayarak insanları bir araya getirmektir. Toplanan parayla bir koyun alınır ve Allah’a kurban edilir. Kurban etinden yemek pişirilir ve memleketteki fakirlere dağıtılır. Böylece Allah, toplanan bu insanların dualarını kabul eder ve onlara bol ve bereketli yağmur gönderir. Köse geldi oyunu da Çemçele Kız oyunu gibi günümüzde artık icra edilmemektedir. 3. Diğer Törenler: 3.1. Köy Dögüşü (Dövüşü) Köyün ileri gelen cesaretli kadınları toplanarak ellerine çomaklar alıp diğer köye giderler. O köyün inek sürülerinden bir sürüyü sürüp köylerine doğru kaçırırlar. Diğer köye haber gelince, o köyün de kadınları toplanır, ellerine çomaklar alır ve kaçırılan inekleri geri getirmek için diğer köye giderler. İki taraf bir araya gelerek çarpışır. Evvelki köyün kadınları inekleri kurtarır ve kavgaya devam ederse mağlup olan taraf için gayet utanç verici bir durum sayılır. İnekler köye dönünce, en iyisi seçilir, kesilir. Mahallede bir oluğun altında pişirilir ve bütün köylüler yahnisinden yerler. Sonra yenilen ineğin parası aralarında toplanır, bir başka inek alınır ve sürüye katılır. İnanca göre; ineği pişiren Böylece yağmurun yağacağına inanılırdı. 3.5. Sütten Kesme: Sabah namazından sonra köyün bütün evlerinde koyunlar kuzularından, inekler buzağılarından ayrılır. Ayrıca bütün çocuklar sütsüz bırakılır. Kuzular, buzağılar ve çocuklar ağlarlar. Akşamüstü kadınlar yüzlerine kazan karasından sürer, yanlarına çocuklarını alarak erkekleriyle birlikte çöle çıkar, kıbleye karşı duada bulunurlar. 55 Böylece yağmurun yağacağına inanılırdı. ateşin külünü, gece yağacak olan yağmur, silip süpürecektir. 50 Buna benzer bir âdet Telafer’de şöyle yapılır: Açıkgöz kadınlar, erkek elbisesi giyip silah kuşanarak kasabanın etrafına çıkar, kırda rastladıkları bir kişiyi silahından tecrit ederek zorla parasını alır. Karşılaştıkları çobanın da koyunlarını yine zorla alıp götürür. Eşkıya tarafından soyulduklarını zanneden çoban ve öteki kişi, kasaba halkından yardım istediğinde bulunurlardı. Ama sonradan meselenin içi yüzünü 51 öğrenince utanç duyar üzülürlerdi. 3.2. Anasının İlki: Yağmur duasının kadınlar arasında dinsel ve geleneksel mahiyette bazı törenleri daha vardır. Anasının doğurduğu ilk kız, bir miktar su alarak, cuma ezanı okunduğunda damın oluğundan sokağa su akıtır ve Men nenemin ilkiyem Bir qerece tülküyem (siyah tilkiyim) Üzümi qerelirem (yüzümü karalarım) Haqtan yağış dilerem biçiminde ölçülü sözlerle dua eder. Bazen de evine hiç su taşımayan bir kadın arktan veya çeşmeden bir testi su alıp kıbleye karşı olan oluktan dökse 52 yağmurun yağacağına inanılırdı. 3.3. Ekincinin Kızı: Bazı Türkmen ilçelerinde, bir ekincinin kızını ansızın suya itmekle yağmur olayının gerçekleşeceğine inanan kadınlar, bu geleneği olduğu gibi yürütürler. 53 3.4. Şarkı Söylemek: Bir atıcıdan yay ile tokmak getirilir, bir kadın çölde oturur, tokmağı kıbleye karşı tutar ve çalmaya başlar. Etrafında duran diğer kadınlarla 54 birlikte şarkı söyler. (Şarkı Arapça olurdu). 3.6.Taş Torbası: Bin tane çim taşı toplanır, taşlar iyice yıkandıktan ve her taşın üzerine Kuran-ı Kerim’den ayetler okunup torbaya doldurulduktan sonra bir ark kenarına kazık çakılır ve torba bu kazığa bağlanarak suya doğru sallandırılır. Bu iş yapıldıktan sonra yağmurun yağacağına inanılır. Şayet yağmur haddinden fazla yağarsa taş torbasının çıkarılması gerekir. 56 Aksi takdirde fırtına ve sel geleceğine inanılırdı. 3.7. Diğer Uygulamalar: Mezar kazılma esnasında yağmur yağıp mezara girerse o yıl yağmurun yağmayacağına ve kesileceğine bir işaret sayılır. Bu yüzden o yıl yağmurun yağdırılması için mezarın üzerine bir 57 kova su dökülür. Böylece yağmurun yağacağına inanılır. Ayrıca ayın etrafında hale oluşursa 58 ertesi günde yağmur yağacağına inanılır. Bu iki inanç eskiden olduğu gibi günümüzde de halk arasında yaşamaktadır. Bununla birlikte eskiden Hanekin’de yağmur yağdırmak için aynı anda yedi damın oluğundan kovayla su dökülürdü. Telafer’de yağmur yağmadığı zaman yaşlı kadınlar “Höl Oyunu” oynar. Böylece yağmurun yağacağına inanılır. Höl oyunu şu şekilde oynanır: Her takımda altı kişi olmak üzere iki takım kurulur, her oyuncunun eline bir sopa verilir ve bu sopayla topun belirlenen hedefe atılması gerekir. Hangi takım belirlenen hedefe topu çok atarsa galip sayılır. Yani golf maçına benzer bir oyundur. Bununla birlikte Telafer’de yağmur yağmadığı zaman memleket halkı bir camiye gider ve camideki salacalardan (tabutlardan) birini alıp toplu olarak bir akarsuya atarlar. Böylece yağmurun yağacağına inanılır. Türk yağmur yağdırma törenlerinde Orta Asya kültüründen izler buluyoruz. Elbiselerin ters giyilmesi, yağmur yağdırma temsilleri, yağmur taşları ve yada taşı bağlantısı, çocukların 13 ağlatılması, hayvan kafatası ve iskeletlerinin toplanması, toplu yemek âdetleri, İslamiyet’te olmayan eski kültür izleri bizi Orta Asya yağmur yağdırma törenlerine kadar götürüyor.59 4. Yağmurun dinmesi için yapılan törenler Bazı yıllarda yağmurlar kesintisiz ve haddinden fazla yağdığı için ziraata, ekine zarar gelir ve dam duvarlar yıkılır. Bu yağmurun durdurulması, dindirilmesi için bazı pratiklere başvurulurdu. Bu pratiklerin birisi şöyledir: şehirde kırk keçel (kel) başlının adı mürekkeple ayrı ayrı kırk kâğıda yazılır ve bu kâğıtlar bağda bir çınar ağacının yüksek dalına asılır. Yağan yağmurlar kâğıtlara vurup yazılardaki mürekkepleri dağıtırsa bu bir hayır sayılır ve artık yağmurun dineceğine inanılırdı. Ama meselenin zor yönü kırk keçelin bulunması idi. Kırk keli bulup da ikna etmek gerekirdi. Çünkü adlarını yazabilmek için kendilerini ikna etmek gerekir ki kötülükleri dokunmasın. Çoğu zaman kırk keli bulmak zor olurdu veya hiç bulunmazdı. O zaman yeterli sayıyı bulmak maksadıyla yakın köylere gidilirdi. 60 Bu aralıksız yağmurların arkasının kesilmesi ve durdurulması için bazı köylerde halk arasında başka pratikler yapılırdı. Bunların birisi de şöyledir: Eskiden evlerde, üzerinde yemek pişirmek için demirden üçayaklı saclar* yapılırdı. İşte bu üçayaklı sac tersine çevrilirdi. Yani üçayaklar yukarıya doğru hale getirilirdi. Böylece 61 yağmurların dineceğine inanılırdı. Telafer’de kışın dolu yağarken bir tanesi alınıp bıçakla kesilirse doluyla birlikte şiddetli yağmurun 14 da dineceğine inanılır. Irak Türkmenlerinin millî kimliğini temsil eden hoyrat ve manilerde yağış sözcüğü şairlerimiz tarafından işlenmiştir. Yağış sözcüğünü ihtiva eden birkaç hoyrat ve mani örneğini aşağıya alıyoruz. Yağış yağar xınavlar (ince ince yağmak) Feleg ha miskin avlar Felegin qaidesidi Daim ha miskin avlar Yağış yağar sesi var Qar yağar havası var Gideğ feleg yanına Göreğ bizde nesi var Yağış yağar nemleni Yetim geyvli ğemleni Yetimin qaidesidi Göz yaşıydan şamlanı Yağışlar yağan oldı Yağmadan yağan oldı Çığırdı qanlı dellal 62 Evler dar dağan oldı Yağış yağar göllere Bilbil qonar güllere Menim vefasız yarım Salıp meni çöllere Yağış yağar göl olı Kervan geçer yol olı Gözim yarı görende 63 Dilim tutmaz lal olı NOTLAR *Bağdat Üniversitesi- Diller Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı 1 Tacida Hafız, Kosova’da Yağmur Duaları, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Gazi Ün., Yayın Yüksekokulu Basımevi, 1982, s.243. 2 Nevzat Gözaydın, “Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1987, s.165. 3 Kuzey Azerbaycan-Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’da Eski Türk Dini İzleri/Dini Folklorik Tabakalaşma, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1998, s.168. 4 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş II, Ankara, KB. Yay., 2000, s.464. 5 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş II, Ankara, KB. Yay., s.465. 6 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.160. 7 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.162. 8 Abdülkadir İnan, 2006, a.g.e., s.163. 9 Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara, Elips Yay., 2007,s.71. 10 Esma Şimşek, “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı olarak Oynanan Bir Oyun: “Çömçeli gelin”, Millî Folklor. Y.15, S.6, Kış 2003, s.78–87. 11 İlhan Başgöz, “Çömçe Gelin; Bir Anadolu Yağmur Töreninin Kökeni ve Dağılımı Üzerine Bir Araştırma” Folklor Yazıları, İstanbul, Adam Yay., 1986, s.13. 12 Nilgün Çıblak, “İçel’de Yağmur Yağdırma Geleneği”, Folklor/Edebiyat C.VIII., S.XXXI, s.93103-. 13 Pertev Naili Boratav, “Istiska Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, C.52/, İstanbul, Millî Eğitim Basımevi, 1993, s.1221–1222; Nilgün Çıblak, a.g.m. s.95. 14 Gazanfer Paşayev, Irak Türkmen Folkloru, (Edi. Ve Türkiye Türkçesine Akt. Mahir Nakip), Kerkük Vakfı Yay., İstanbul, 1998, s.71. 15 Nermin Neftçi, Kerkük’te Bulduklarım (O Yakadan Bu Yakaya), 3.baskı, İstanbul, Kerkük Vakfı Yay., 2003. s.28; Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.71. 16 Ata Terzibaşı, “Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Törenleri ve Sosyolojik Değeri”, I.Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt IV, Ankara, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., 1976, s.305–314. 17 Nermin Neftçi, a.g.e., s.28. 18 M. Öcal Oğuz-Tuğçe Işıkhan, 2005 Yılında Çorum’da Yaşayan Geleneksel Kutlamalar, Ankara, Hitit Ün. Fen Edebiyat Fak., Türk Halk Bilimi Topluluğu Yay., 2006, s.48. 19 Pertev Naili Boratav, 1993, a.g.e., s.12221223-. 20 Kerkük’te İçtimai Hayat (Folklor), Bağdat, Zaman Basımevi, 1964.s.113; Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, “Yurt Özlemi III/Yağmur Duası”, Kardaşlık, Y.10, S.3, Temmuz 1970, s.27; Ata Terzibaşı,1976, a.g.b., s.6; kaynak kişiler 21 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.113; Ata Terzibaşı,1976, a.g.b. 22 Ali Telaferli, “Telafer’de Yağmur Duası”, Et turas uş şabi dergisi, Y.4, S.8, 1973 Bağdat, Akt. Ata Terzibaşı a.g.b., s.307. 23 Necdet Yaşar Bayatlı, “Irak Türkmen Folklorunda Köse Geldi (Çemçele Kız) Oyunu ve Yağmur Duası Törenleri”, Edebiyat Otağı, Y.2 S.21, Haziran 2007e, s.21–22. 24 Bilge Seyidoğlu, Mitoloji Üzerine Araştırmalar, İstanbul, Dergâh Yay., 2005, s.17 25 Yaşar Kalafat, Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları I, Ankara, Kültür BakanlığıB. Yay.,2002.s.50. 26 Yaşar Kalafat, 2002, a.g.e., s.173. 27 Tacida Hafız, a.g.b., s.244. 28 Erman Artun, “Adana’da Yağmur Yağdırma Törenleri ve Çomçalı Gelin”, Tuncer Gülensoy Armağanı, Kayseri, Bizim Gençlik Yay., 2000 s.154. 29 Bekir Başoğlu, “Bayburt’ta Yağmur Duası”, TF. Y.2, S.23, Haziran 1981, s.18. 30 Erman Artun, Türk Halk Bilimi, 2.baskı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007, s.304. 31 Ata Terzibaşı,1976, a.g.b., s.307. 15 32 Orhan Acıpayamlı, “Türk Folklor Ürünü Yağmur Duasıyla İlgili Yapı ve Fonksiyon Sorunları”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, KB. Yay., 1976. 33 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.114115-; Ata Terzibaşı, 1976, a.g.b., s.308. 34 Nermin Neftçi, a.g.e., s.29. 35 Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.74. 36 Mehmet Hurşit Dakuklu, Eski Sözler Bahçesi, Bağdat, 1989, s.95. 37 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.114; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.308. 38 Gazanfer Paşayev, 1998, a.g.e., s.75. 39 Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler I, 3.baskı, TTK Yay., Ankara, s.480; Abdülkadir İnan, bu âdetin Suriye Arapları arasında da yapıldığını ve buna Ümmül Gays yani ”Yağmur Anası” denildiğini tespit etmiştir. 40 Rıfat Araz, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği, Ankara, AKM. Yay., 1995, s.146. 41 Ali Selçuk Mersin Yöresi Tahtacılarının Dini İnanç ve Uygulamaları” (Doktora Tezi), Kayseri, Erciyes Ün., 2003,s.180182-. 42 Ata Terzibaşı, 1976, a.g.b., s.309; Habib Hürmüzlü, Kerkük Türkçesi Sözlüğü, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul 2003, s.220. 43 Erbil’de yaşayan Türkmenler arasında Köse Geldi oyununa Köse Baba denilir. 44 Nermin Neftçi, a.g.e., s.2829-, Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.113114-; Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m, s.27, Ata Terzibaşı, a.g.b.,s.309; kaynak kişiler. 45 Mehmet Hurşit Dakuklu, “İmam Zeynelabidin Köyünde Yağmur Kesilince”, Kardaşlık, Y.10 S. 12, MayısHaziran 1970, s.36. 46 Mehmet Hurşit Dakuklu, 1970, a.g.m., s.36; Kaynak kişimiz hocamız Doç. Dr. Hüseyin Şahbaz 1966’da İmam Zeynelabidin köyünde kendisi bizzat Köse rolünü aldığı töreni anlattı; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.309. 47 Tacida Hafız, a.g.b., s.245. 48 Nevzat Gözaydın, 1 Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1987, s.166. 49 Nilgün Çıblak, 2002, a.g.m. 50 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44. 51 Ata Terzibaşı, a.g.b., s.310. 52 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44; Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.115.; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.310311-. 53 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44; Ata Terzibaşı, a.g.b., s.312. 54 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53. 55 Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53. 56 Kardaşlık, “Eski İnançlardan”, Y.2, S.4, Ağustos 1962, s.46. 57 Telafer’de ölü gömülürken yağmur yağarsa o yıl yağmurun yağmayacağına ve kuraklık yaşanacağına inanılır. Bunun önüne geçmek için kısa bir süre sonra mezar tekrar açılır ve “gösük/elhed daşı” denilen lahit taşı bir akarsuya atılır. Böylece mezarın yağmur suyuyla ıslanması sağlanır ve o yıl kuraklığın önüne geçilmiş olunur. 58 Şakir Sabır Zabıt, a.g.e., s.115; kaynak kişiler . 59 Erman Artun, 2007, a.g.e.,s.306. Türk dünyası ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yapılan yağmur duası ve törenleri ilgili hazırlanan çalışmalar için bk. Sabri Koz, Yağmur Duası Kitabı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007. 60 Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m, s.27. * Sacdan yapılmış dışbükey ekmek pişirme aracı. 61 Abdülhakim Mustafa Rejioğlu, 1970, a.g.m, s.27. 62 Kardaşlık, “Hoyratlarımızda Yağış (Yağmur) Sözcüğü”, Y.3, S. 8–9, Aralık-Ocak, 1963, s.56. 63 Ata Terzibaşı, 1975, a.g.e., s.574. 16 KAYNAKÇA Kitaplar AKALIN, L. Sami; Türk Dilek Sözlerinden Alkışlar Kargışlar, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1990. AKMATALİYEV, Abdıldacan; Kırgız Folkloru ve Tarihî Romanlar (Evlilik Geleneği ve Türküleri, Çocuk Folkloru, Edebî Eseri ve Tarihî Kahramanlar), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 2001. ALPASLAN, İsmet; Atatürk Yılında Ağrı, Ankara, 1982. ATALAY, Besim; Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, 2.basım, C.II. Ankara 1985. ALTAYLI, Seyfettin; Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara, 2005. ARTUN, Erman; Türk Halk Bilimi, 2.baskı, İstanbul, Kitabevi Yay., 2007. AŞKUN, Vehbi Cem; Sivas Folkloru I-II, Sivas 2006. ATEŞ, Süleyman; Açıklamalı Büyük Dua Mecmuası, Ankara 1974. BAYATLI, Necdet Yaşar; Irak Türkmenlerinin Halk Masalları (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara, Berikan Yay., 2009. BATUR, Suat; Açıklamalı Örnekli Türk Halk Edebiyatı, İstanbul, Altın Kitaplar Yay., 1998. BENDEROĞLU, Abdülletif; Irak Türkmen Folklorundan Örnekler, Bağdat, Irak Kültür ve Tanıtma Bakanlığı, Türkmen Kültür Müdürlüğü Yay.,1993. BORATAV, Pertev Naili; 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 10.baskı, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 2000. ÇUVAŞOĞLU, Sırrı Ulvî; Tasavvuf Mektupları Burhaniye 2008. DERZİNEVEZİ, Habib; “Güney Azerbaycan ve Kuzey Kıbrıs Manilerindeki Benzerlikler”, Türk Dil ve Kültürünün En eski Dönemleri Tarihi Gelişme Çizgisi Kıbrıs’a Ulaşması Bugünkü Durumu Uluslar arası Bilgi Şöleni Bildirileri, Girne Amerikan Üniversitesi, 23- 25 Mayıs 2005 Girne, 2008 Girne, s. 93–99 DİLEK, İbrahim, Altay Masaları, Ankara, Alp Yayınevi, 2007. DOĞAN, D.; Bütün Yönleri İle Sorgun, Ankara, 1990. ELÇİN, Şükrü; Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yay. Ankara 1993. ESİN, Emel, Türk Kozmolojisi, İstanbul 1979. FERZELİYEV, Tehmasib, ABBASOV, İSRAFİL, HACIYEVA, Naile Türk Dilinde Dualar Beddualar Yeminler, (Yayına Haz. Cengiz Alyıldız), Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum 1996. GÜLENSOY, Tuncer; 60 Yıl Öncesinde Uşak, Ankara 2009. GÜNGÖR, Harun-ARGUNŞAH, Mustafa; Gagavuz Türkleri, Tarih Dil Folklor ve Halk Edebiyatı, Ankara 1991. GÜNGÖR, S., Tasavvuf Mektupları, Burhaniye, 2005. HACALOĞLU, Recep Albayrak, Azeri Türkçesi Dil Kılavuzu, Güney Azeri Sahası Derleme Deneme Sözlüğü, Ankara 1992. HÜRMÜZLÜ, Habib; Kerkük Türkçesi Sözlüğü, İstanbul, Kerkük Vakfı Yay., 2003. İNAN, Abdülkadir; Tarihte ve Bugün Şamanizm 6.baskı, Ankara, TTK. Yay., 2006. KALAFAT Yaşar; Afganistan Türkleri, Özbekler-Türkmenler-Hazaralar-Afşarlar-Kazaklar ve Karşılaştırmalı Halk İnançları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul 1994. KALAFAT Yaşar-DOĞAN, Ahmet; Kuzey Irak’ta Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları, Ankara 1995. KALAFAT, Yaşar; Kuzey Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta Eski Türk Dini İzleri, Ankara, KB. Yay.,1998. KALAFAT, Yaşar; Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları I, Ankara, KB. Yay., 2002. KALAFAT, Yaşar; İran Türklüğü Jeokültürel Boyut, Yeditepe, İstanbul, 2005. KALAFAT Yaşar; Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Babil Yay., Ankara, 2006. KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları II, Berikan Yay., Ankara 2007. KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları III-IV, Berikan Yay., 2007. KALAFAT, Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları V-VI, Berikan Yay., Ankara 2007. KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları VII, Berikan Yay., Ankara 2007. KALAFAT Yaşar; Balkanlar’dan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları IX-X, Berikan Yay., Ankara 2007. KALAFAT Yaşar, Türk Kültürlü Halklarda Türk Halk İnançları/Türk Halk İrfanında Kurt, Berikan Yay., Ankara 2008. KARTAL, Numan; İnegöl Folkloru, İnegöl 1998. 17 KAYA, Doğan, Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Şiirinde Beddualar, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yay., 2001. KEVSER, Hasan; Tısın Folklorundan Örnekler, Kerkük, El Kevser Basım ve Bilgi Yay., 2002. KOZ, Sabri; Yağmur Duası Kitabı, İstanbul, Kitabevi Yay., İstanbul 2007. NEFTÇİ, Nermin; Kerkük’te Bulduklarım (O Yakadan Bu Yakaya), 3.baskı, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul,2003. OĞUZ, M. Öcal - IŞIKHAN, Tuğçe; 2005 Yılında Çorum’da Yaşayan Geleneksel Kutlamalar, Hitit Ün. Fen Edebiyat Fak., Türk Halk Bilimi Topluluğu Yay., Ankara 2006. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültür Tarihine Giriş II, KB. Yay., Ankara, 2000. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültürünün Gelişme Çağları II, MEB. Yay., İstanbul, 2001. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi I, 4.baskı, TTK. Ankara, 2003. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi II, 2.baskı, TTK. Ankara,2002. ÖGEL, Bahaeddin; Türk Mitolojisi II. İstanbul, 1971, ÖZEN, Kutlu; Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk İnançlarına Bağlı Adak Yerleri, Sivas 1996. PAŞAYEV, Gazanfer; Kerkük Folkloru Antolojisi, Dövlet Neşriyatı, Bakü, 1987. PAŞAYEV, Gazanfer; Irak Türkmen Folkloru, (Ed. Ve Türkiye Türkçesine Akt. Mahir Nakip), Kerkük Vakfı Yay., İstanbul 1998. SAATÇİ, Suphi; Kerkük Çocuk Folkloru, 2.baskı, Ötüken Yay., İstanbul, 2008. SEYİDOĞLU, Bilge; Mitoloji Üzerine Araştırmalar, Dergâh Yay., İstanbul, 2005. TANYU, Hikmet; Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Elips Yay., Ankara, 2007. TEHMASİB Ferzeliyev-ABBASOV, İsrafil-HACIYEVA, Türk Dilinde Dualar, Beddualar, Yeminler, (Yayına Haz. Cengiz Alyılmaz), Atatürk Ün. Yay., Erzurum, 1996. TERZİBAŞI, Ata; Arzı- Kamber Matalı, Kerkük Varyantı, İstanbul, 3.baskı, 1971. Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi C.6, KB Yay., Ankara 1997. UÇAR, İ.; Tarih Kültür ve Folkloru İle Atmalı Aşireti, (Lisans Tezi), Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Elazığ 1989. UĞUR, Ahmet; Akkışla, Ankara 1980. VEFAİ, Zöhre Dua ve Nefrnha (Alkış-Kargaışlar) Gerd Avrı, Tebriz, Zeynep Neşriyatı, 2000. VEYSELLİ, Fahrettin, Azerbaycan Türkçesi Fonetiği (Türkçeye aktaran Mehmen Musaoğlu), Ankara 2008. ZABIT, Şakir Sabır; Kerkük’te İçtimai Hayat (Folklor), Zaman Basımevi, Bağdat 1964. Makale ve Bildiriler ACIPAYAMLI, Orhan; “Türk Folklor Ürünü Yağmur Duasıyla İlgili Yapı ve Fonksiyon Sorunları”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, KB. Yay., Ankara 1976. ADAL, O. S.; “Savur’da Yağmur Duası”, Türk Folklor Araştırmaları, 1961, S.151, s.2367. ALİŞAR, Fahreddin; “Mersin’de Söylenen Alkış ve Kargışlar”, İçel Kültürü, S. 24, Kasım 1992, s.17–19. ARTUN, Erman; “Adana’da Yağmur Yağdırma Törenleri ve Çomçalı Gelin”, Tuncer Gülensoy Armağanı, Bizim Gençlik Yay., Kayseri, 2000, s.154–163. ASLAN, Kadir; “Dörtyol ve Çevresinde Kullanılan Deyimler, Beddualar, Hayır Duaları”, Güneyde Kültür, S.23. Ocak 1991, s.55–60. BAŞGÖZ, İlhan; “Çömçe Gelin; Bir Anadolu Yağmur Töreninin Kökeni ve Dağılımı Üzerine Bir Araştırma “Folklor Yazıları, Adam Yay., İstanbul, 1986. BAŞOĞLU, Bekir; “Bayburt’ta Yağmur Duası”, TF. Y.2, S.23, Haziran 1981, s.18–19. BAYATLI, Necdet Yaşar; “Kerkük Folklorunda Dualar (Alkışlar) ve Beddualar (Kargışlar)”, Edebiyat Otağı, Y.2, S.20, Mayıs 2007, s.3942-. BAYATLI, Necdet Yaşar; “Irak Türkmen Folklorunda Köse Geldi (Çemçele Kız) Oyunu ve Yağmur Duası Törenleri”, Edebiyat Otağı, Y.2 S.21, Haziran 2007, s.21–22. BAYATLI, Necdet Yaşar; “Türk Halk Hikâyelerinden Arzu Kamber (Arzı Qamber) Hikâyesinin Kerkük ve Tuzhurmatı Varyantlarının Mukayesesi (İnceleme ve Metin)”, Milli Folklor. 2009, Y.21, S.82, s.122–139. BORATAV, Pertev Naili; “Istiska Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, C.52/, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1993, s.1221–1222. BURAN, Ahmet; “Fırat Havzasında Yağmur Duası ve Yada Taşı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1998, S.19, 18 s.74–76. CUNBUR, Müjgan; “Denizli Kültür Tarihinde Gaziler ve Ahiler”, TÜRK Kültüründe Denzli Sempozyumu Bildirileri 30 Eylül 1989 s.16–21. ÇIBLAK, Nilgün; “İçel’de Yağmur Yağdırma Geleneği”, Folklor/Edebiyat C.VIII., S.XXXI, s.93103-. ÇİNİ, M.; “Urfa’ya Özgü inanışlar ve Vesveseler”, Harran Kültür ve Folklor Dergisi, 1980, S.17, s.13–17. DAKUKLU, Mehmet Hurşit; “İmam Zeynelabidin Köyünde Yağmur Kesilince”, Kardaşlık, Y.10, S.12, MayısHaziran 1970, s.36. DAKUKLU, Mehmet Hurşit; Eski Sözler Bahçesi, Bağdat 1989. DÜZKÖYLÜ, Yıldız; “Samsun/Çarşamba Yöresinde Alkışlar, Kargışlar ve Yeminler”, Folklor Araştırmaları s.21–23. ELÇİN, Şükrü; “Çömçe Gelin”, Türk Folklor Araştırmaları, 1965, S.187, s.52 (s.3650). ELİYEV, Remil; “Efsenelerde Dağ Kultunün Struktü-Semantık Fonksiyonlarına Dair”, Azerbaycan Şifahi Xalq Edebiyatına Dair Tedqiqler XXI, Bakı 2006, s.15–38 FELEKOĞLU, “Telafer’den Yahşi, Hayırlı Dualar”, Kardaşlık, Y.6, S.8, Aralık 1966, s.30. FELEKOĞLU, “Telafer’den Yahşi, Hayırlı Dualar”, Kardaşlık, Y.6, S.9, Ocak 1967, s.34. GARAYEV, Mehmetkulu; “Özbeklerin Rüzgâr İle Alakalı Mitolojik İnançları”, Dördüncü Türk Kültürü Kongresi (4–7 Kasım 1997), Ankara. GÖZAYDIN, Nevzat; “Çuvaşlarda Yağmur Duası”, Uluslar Arası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri (Bildiriler), Ankara, 1976, s.44–49. GÖZAYDIN, Nevzat; “Dağıstan, İran ve Türkiye’de Yağmur Duasındaki Bazı Ortak Motifler Üzerine”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1987, s.165–171. GÜLER, Ali; “Hülasat-ül-Kelam Günahlara Tövbe”, Türkiye, 8 Eylül 1981. HAFIZ, Tacida; “Kosova’da Yağmur Duaları”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt, 19 Gelenek, Görenek ve İnançlar, Gazi Ün. Yayın Yüksekokulu Basımevi, Ankara 1982, s.243–253. İPEK, Sadık Ayhan; “Antalya’nın Dua ve Bedduaları”, Güneyde Kültür” S.4 Haziran 1989 s.12–13. KALAFAT Yaşar; “Keleki’de Dört Gün Üç Gece ve Nahcıvan Halk İnançları”, Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul 1996. KALAFAT Yaşar, “Bazı Kültür Kodları İtibariyle Rumeli–Anadolu Türkleri; Karşılaştırmalı Halk İnançlarında Haklaşmak–Helalleşmek” Uluslar arası Rumeli Türk Kültürü Sempozyumu; Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Ocak 2001 s.34–36; İçel Kültürü Temmuz 1998 S.58 s. 26–28; Erciyes Mart 1999, S.255 s.9–11. KALAFAT Yaşar, “Kayseri ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarımızda Korunma ve Kurtulma Yöntemleri” Kayseri ve Yöresi Kültür Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni Kayseri (13 Nisan 2001) Kayseri 2001 s.397–401 Erciyes, Aralık 2001, S.24, s. 11–12 Orkun 28811/. KALAFAT Yaşar, “Balkan Türklerinden Örneklerle Halk İnançlarımızda Saç” I.Uluslar arası Balkan Türkleri Sempozyumu 28–29 Eylül 2001 Prizren, Balkan Türkoloji Sempozyumu Bildirileri yayına hazırlayanlar, Prof. Dr. N. Hafız, Prof. Dr. T. Hafız BALTAM Prizren 2006 s. 308–314; Erciyes, Ocak 2002 S.301 s.15–16. KALAFAT Yaşar, “Türk Halk İnançlarında Kara” İslam ve Kültür Araştırmaları, Sofya, 1999 S.4 s. 398–409; Erciyes Aralık 2002 S.300, s.30–34. KALAFAT, Yaşar; “Türk Halk İnançlarında Hz. Ali Kültü”, Şehriyar Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserlerine Bir Bakış (Sempozyum), 15–16 Mayıs Ankara, 2003, s.33–34. Yaşar Kalafat , “Batı Doğu Türk Halk İnançlarında Dua”, Erciyes S.315 s.18; Serhat Kültür, Aralık 2004, S.18 s. 17–19; Balkanların Sesi Şubat-Mart 2003 KALAFAT Yaşar; “Sözlü Kültürde Bursa ve Yöresi Örnekleri İle Kurt”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 2022- Ekim 2005 Bursa, Bursa 2005, C.2, s.415–423. KALAFAT Yaşar; “Karşılaştırmalı Nogay–Türk Halk İnançları” Avrasya Etüdleri 2006 S. 29–30, s.225–22. KALAFAT Yaşar; “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri ile halk İnançlarında Tavaf/Dönme”, II. Uluslar arası Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır Sempozyumu”, Diyarbakır, 15–18 Kasım 2006. KALAFAT Yaşar; “Kocaeli ve Çevresi Örnekleri İle Türk Halk İnançlarında Adanmışlık/Sahiplilik” I.Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu, Kocaeli 20–22 Nisan 2006. KALAFAT, Yaşar; “Türk Kültür Coğrafyasında Hz. Hızır İle İlgili İnançlar”, Azerbaycan Milli İlimler akademisi Folklor Enstitüsü, ortak Türk Geçmişinden Ortak Türk Geleceğine V. Uluslar arası Folklor Konferansının Metarialleri, Bakı 2007, s.689–696. KALAFAT, Yaşar; “Türk Kültür Coğrafyasında Yağmur Duası”, Yağmur Duası Kitabı, Hazırlayan M. Sabri Koz, Kitabevi, İstanbul 2007, s.195–225 KALAFAT Yaşar, “Van Gölü Havzası Örnekleri İle Halk İnançlarımızda Ölüm Meleği”, II. Van Gölü Havzası Sempozyumu, (Ed. Oktay Belli), Ankara, 2007, s.332–342. KALAFAT, Yaşar; “Alevi-Bektaşi Halk İnançlarında Gönül”, II. Türk Kültür Evrelerinde Alevilik Bektaşilik Bilgi Şöleni, 17–19 Ekim 2007, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, s.1389–1407. KALAFAT, Yaşar; “Akşehir Örnekleri İle Türk Kültürlü Halklarda Od/ateş/Ocak İyesi”, Uluslar arası Selçukludan Günümüze Akşehir Kongresi 20–21 Kasım 2008. KALAFAT, Yaşar; “Fatma Ana Kültünden Gök Tanrı İnanç Sistemine”, Cumhuriyet Döneminde Sivas Sempozyumu, 27–31 Ekim 2008. Yaşar KALAFAT, “Ağrı Dağı’nın Mitolojik Boyutu ve Türk Kültürlü Halklarda Dağ Kültü” Uluslar arası Türk Kültürü’nde Ağrı Dağı Sempozyumu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı ve Iğdır Valiliği, 28–29 Haziran Iğdır 2008. KALAFAT, Yaşar; “Dedem Korkut Kültür Ellerinde Adlanma” Prof Dr. Ahmet Bican Ercilasun Armağanı, Ankara, Akçağ, 2008, s.520–541. KALAFAT Yaşar; “Bingöl ve Yöresi Örnekleri İle Halk İnançlarında ‘Cini Başına Çıkmak’ Deyimine Dair”, II. Bingöl Sempozyumu 25–27 Temmuz Bingöl 2008. KALAFAT Yaşar; “Giresun Yöresi Örnekleri ile Türk Kültürlü Halklarda Kan İnancı” Karadeniz Sempozyumu, 09–11 Ekim 2008 www.yasarkalafat.info KALAFAT Yaşar; “Bingöl ve Yöresi Örnekleri İle Halk İnançlarında ‘Cini Başına Çıkmak’ Deyimine Dair”, II. Bingöl Sempozyumu 25–27 Temmuz Bingöl 2008. KALAFAT Yaşar; “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri İle Halk İnançlarında Tavaf/Dönme” Osmanlı’dan 20 Cumhuriyete Diyarbakır, (Editörler Bahaeddin Yıldız-Kerstin Tomenendal), T.C. Diyarbakır Valiliği, Ankara 2008, s.453–463. KALAFAT Yaşar; “Akşehir Örnekleri İle Türk Kültürlü Halklarda Od/ateş/Ocak İyesi” Uluslar arası Selçukludan Günümüze Akşehir Kongresi 20–21 Kasım 2008; http:Kanal Kültür.com 01 12 2008. KALAFAT Yaşar; “Alâeddin Keykubat’tan Günümüze Türk Halk Kültüründe Bayrak” I. Alâeddin Keykubat ve Dönemi Sempozyumu 6–7 Kasım Konya 2008. KALAFAT Yaşar; “Mersin ve Çevresi Örnekleri Türk Kültür Coğrafyasında Dua İnancı” Mersin Sempozyumu/ www.Mersin sempozyumu.edu.tr 19–22 Kasım Mersin 2008. KALAFAT Yaşar; “Kurt İle İlgili Türkeçarelerde/Halk Tababetinde İnanç ve Uygulamalar”, 1. Uluslar arası Türk Tıp Tarihi Kongresi, 10. Ulusal Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildiri Kitabı, Uludağ Üniversitesi Deontoloji ve Tıp Tarihi, (20–24 Mayıs 2008) C.I-II, C.II. s.1532–1538. Kardaşlık, “Eski Âdetlerden: Yağmurun Kesildiği Yıllar”, Y.2, S.3, Temmuz, 1962, s.44. Kardaşlık, “Eski Âdetlerden”, Y.2, S.1, Mayıs, 1962, s.53. Kardaşlık, “Eski İnançlardan”, Y.2, S.4, Ağustos 1962, s.46. Kardaşlık, “Hoyratlarımızda Yağış (Yağmur) Sözcüğü”, Y.3, S. 8–9, Aralık-Ocak, 1963, s.56. KÖSE, M.; “Godi-Godi”, Türk Folklor Araştırmaları, 1965, S.187, s.3650. KÖYLÜ, Hayrullah; “Yerli Sögüşler (Küfürler)”, Kardaşlık, Y.3, S.6, Ekim, 1963, s.46. KOÇAR, Çağatay; “Türkistan Halk Edebiyatında Yağmur Çağırma Törenleri” Türkistan İle İlgili Makaleler, Ankara 1991, s.236–245. MALKONDUYEV, Hamit; “Karaçay Malkar Türklerinde Nevruz Bayramı”, Nevruz, Ankara 1995, s.189–191. ÖZEN, Kutlu, “Divriği Yöresinde Ocaklara Bağlı Halk Hekimliği”, Güneyde Kültür, Mayıs 1992 S.39, s.22–26. REJİOĞLU, Abdülhakim Mustafa; “Yurt Özlemi III/Yağmur Duası”, Kardaşlık, Y.10, S.3, Temmuz 1970, s.27. SOFUOĞLU, M. Cemal; İslam Dini İnanç-İbadet-Ahlak Esasları, Yeni Bir Bakış Yeni Bir Yorum, İzmir, 1996, s.295–299. SELVİ, H.; “Suruç Köyünde Yağmur Duası”, Türk Folklor Araştırmaları, 1969, S.254, s.5291. ŞİMŞEK, Esma; “Anadolu’da Yağmur Duasına Bağlı olarak Oynanan Bir Oyun: “Çömçeli gelin”, MF. Y.15, S.6, Kış 2003, s.78–87. ŞİŞMAN, Bekir; “İslamiyet Öncesi Türk İnanç ve Ritüellerinin Samsun Yöresindeki İzleri”, Türk Kültürü Dergisi, Eylül 1996, S.401, s.563–574. TANYILDIZ, V., “Millo Topik Ne İster”, Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Dergisi, 1998, S.1, s.27. TERZİBAŞI, Ata; “Irak Türkmenleri Arasında Yağmur Duası Törenleri ve Sosyolojik Değeri”, I.Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Cilt IV, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., Ankara 1976, s.305–314. TERZİOĞLU, Öykü; “Alkış ve Kargışların, Sözlü Kültürdeki Yerleşik Kodların Aktarımını ve Yeniden Üretimini Kolaylaştıran Biçimsel Özellikleri”, Milli Folklor, Y.19 S.75, 2007, s.34–37. TURAN, İlhan; “Rize’nin Coğrafi Özelliklerinin Halk Kültürüne Etkileri”, I. Rize Sempozyumu, Rize,16–18 Kasım 2006. USLU, Mustafa; “Yozgat ve çevresi Folklorundan Örnekler”, Erciyes S.190, Ekim 1993, s.22–31. YALVAÇ, Mehmet; “Güneydoğu Anadolu Projesinin Adıyaman İlinde Su Altında Kalacak Yerlerde Sosyolojik Bir Araştırma”, Türk Dünyası Araştırmaları, s.146-. YALVAÇ, Mehmet; “GAP Güneydoğu Anadolu Projesinin Adıyaman İçinde Su Altında Kalacak Yerlerde Sosyolojik Bir Araştırma”, GAP Dergisi, s.77, Nisan 1990. Zeliha, zamane.d@gmail.com . 21 Doğu Anadolu Halk Kültüründe Kurt Dr. Yaşar KALAFAT Halk kültürü verileri itibariyle Anadolu’nun doğusu ile batısı arasında; Anadolu’nun güneyi ile kuzeyi arasındaki olduğu gibi bir fark yoktur. Ne var ki alan çalışmalarında incelenilmek üzere ele alınan coğrafi alan daraldıkça, araştırmacının konuya yoğunlaşma şansı artmaktadır. Nitekim II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu’na da “Sözlü Kültürümüzde Bursa ve Yöresi Örnekleri İle Kurt” konusunu bildiri olarak götürdük.[1] Ağrıya bu konuyu getirişimize 4 yıl evvel Türk Tarih Kurumu götürmüş olduğumuz bildirimiz belirlemiştir. [2] Bu bildiri de tesbitini yapabildiğimiz kurtla ilgili halk inançlarının büyük bir kısmı Doğu Anadolu’dan olması vesile olmuştur.Bu bildirimizde ise onları tekrarlamakla yetinmeyeceğiz. Yeni tespitlerimizle birlikte konunun sufistik boyutuna da yer vermeye çalışacağız. Böylece halkın arasında bir şekilde varlığını devam ettiren inançlarının derinliklerine inmeye çalışacağız. Halk kültürü denilince bu incelemeye alınabilen kadarı ile bazı özlü sözler, deyimler, tekerlemeler, Alkışlar, kargışlar gibi hususlar efsaneler toponomi (yer adları) onamastik (insan isimleri) gibi alanlar, büyü, nazar, bereket gibi tesbitleri kastediyoruz. “Kurt kocayınca köpeğin eğlencesi olur” Isparta yöresinden yaptığımız bu tespit Anadolu’da çok yaygındır. Kars ve Ağrı yöresinde “Kurt Arıklayınca İtlerin maskarası olur” şeklinde söylenir. Bazen gücümü yitiren yeni güçlerin oyuncağı olur anlamında kullanılsa da bize göre bu sözün derinliğinde fikri ve inanç içerikli etkinlik için fiziki ve maddi etkinliğin de desteği gerekir; anlamını vardır. “Kurt tüyünü değiştirir huyunu değiştirmez” bu ifade hem batı ve hem de Anadolu’nun diğer bölgelerinde kullanılmaktadır. Bize göre bu ifadeki değişme ve değişmeme zahiri olarak vurgulanmış olsa da, ifadenin batini boyutu da vardır. İmanlı veya inançlı kişi bazı itikadı amellerini mecburiyet karşısında terketmek zorunda kalmış olsa da, imanını inancını yitirmeyecektir. “Kurt dumanlı havayı sever” bazı yörelerimizde “Kurt puslu havayı kollar” şeklinde de söylenir. Görünen anlamı dumanlı veya puslu havanın avlanmaya daha müsait olduğu şeklinde olsa da, Avlanma sadece canlıları parçalama şeklinde algılanmayı gerektirmeye bilir. Dumanlı veya puslu psikolojik atmosfer insanların telkine gönül gözlerinin açılmasına daha uygun havadır. 22 “Kuruya kurt düşmez” bu ifadedeki kurt, böcek anlamında kurt olup etin veya peynirin kurtlanması anlamındadır. Kurutulmuş et kurtlanmaz. Bu sözün de bize göre mistik anlamı olmalı. Tedbiri alınmış inançla donatılmış kalbe vesvefe nifak giremez, anlamındadır. Bu ifade “Kurtlan dın mı? Kurtlanma” veya “Kalbine Kurt Düşmek” gibi de kullanılır. “Kurt koyunun pahasına bakmaz” ve deyimin eş anlamlı diğer söyleniş şekli “Kuzunun kulağındaki en kurda vız gelir” şeklindedir. Bununla kurt kimin malı olduğuna malın cinsine bakmaz yer; mesajı verilmiş olsa da kimin ne zaman ne ile karşılaşacağı bilinemez anlamı da taşır. Neden “Kurda kuşa yem olmak” denilmiş de “Tilkiye ve ayıya yem olmak” denilmemiş. Veya Yunus Emre “Kurtlar ile kuşlar ile çağırayım mevlam seni” derken neden kuşun ismi kurtla birlikte anılmış. Yunus Emre’nin Kurt’u seçmiş olması tamamen tesadüf mu? Kars’da Taşlıçay da tarlaya ekin için tohum atılır ve son bir kere de tohum serpilirken “kurdun kuşun hakkı” denirdi. Buradaki kurt, her ne kadar genel olarak kurtçukları anlatıyor olsa da bize göre anlamlı olmalı. Karaçay –Malkar Türklerinde Kurt’un adı börüdür. Börü, kurt kelimesini kullanmaktan kaçınmak için kullanılır. Börü kelimesi de tekin sayılmaz. Gerek duyulunca “canlı”, “iri kulak”, “dik kulak”, “kızılgöz” gibi isimler kullanılır. Kurt, fındık kurdu, elma kurdu anlamındadır. Kurt’a, bir dönem Sarıkamış ve Sivas’ın Kafkasya göçmeni halk arasında da börü denirdi.[3] Başkurt Türklerinde Kurt’un iki anlamı vardır. Bunlardan biri arı karşılığındadır. Başkurt Arıbeyi, Anaarı’yı dölleyen erken arı demektir. Diğer anlamı ise Kurt sürüsünün beyi anlamındadır.[4] 4050- yıl evvel Kars, Erzurum ve Muş’un bazı yörelerinde arıya kurt denildiğini hatırlıyorum.[5] Böylece farklı anlamlarda kullanılan kurt kelimesinin bir sihri, mistik boyutu olduğu ortaya çıkıyor denilebilir. Eğirdir’de eve yeni gelin gelince kaynanayı fesatlıktan kurtarmak için, kaynananın paçasına düğüm atılır. İnanca göre artık kaynanaya kurt giremez.[6] Dikkat edilir ise gömleğine veya atkısına değil şalvarının paçasına düğüm atılmaktadır. Düğüm halk inançları da büyünün simgesidir. Misafir, “ev sahibinin kurdudur” misafir ev sahibinin karkutur, temkinli tedbirli hale getirir. Bazen de kurt, kurtçuk anlamında kullanılır, misafir ev sahibinin vesveselendirir, içine kurt düşürür. Tasavvuf içerikli nasihatlerde bazen “Hiç kurt kurdun etini yer mi? Bazılarınız bazılarımızın etini yiyor” denilir. İnsanın insan eti yemesi, insanın ölü eti yemesi, giyap etme arkadan konuşmanın yasaklanmış olduğunu anlatmak için söylenilmiştir. İnsan eti yerine kurt etinin adaptasyonu anlamlı olmalı diye düşünüyoruz. Türk halk tefekküründe kurt’un kutlu bir yeri vardır. Akkoyunlu ve Karakoyunlu coğrafyasını yurt tutmuş olan Dede Korkut “Kurt Yüzü mübarektir” demektedir. “At kutu”, “Kurt Kutu” mitolojik dönemden günümüze milli kimliğimizi belirleyen öğelerdir. “Kurda niçin ensen kalın demişler, kendi işimi kendim görürümde ondan demiş” olması bile yüzyılları aşıp gelebilmiş olması itibariyle yerinde bir deyiştir. 23 Karaçay Türklerinde kurt yavrusunun her türlü eğitimi anası ve babasından aldığı inancı vardır. Kurt diğer bilgi ve becerilerini sadece kendisi geliştirir. Bunun için derler ki “Börü börü ana –ata yolunda yürü” Kurttan etkilenmemek yaşayan insanlar için mümkün değildir. Erzurum ve yöresinde Van’da, Sivas’da daha birçok yerde “ölmüş eşşek kurttan korkmaz” özlü deyişi vardır. [7] Kurt toplum ismi de olabilmiştir. Kars, Ağrı ve Muş’un bazı kesimlerindeki Karapapah Türklerinin Kafkasya’daki ilk yurtları Borçalı’dır. Borçalı’nın etimolojisi yapılırken, Borçalı; Boru ve çalı olarak ele alınmaktadır. Borü; borumek, boru, ulumak şeklinde yapılmaktadır. Börü ile uluyan arasında bağlantı vardır. Uluma kelimesinin etimolojisi de ilginçtir. cilt hastalığı vardır. Hasta üç yol ağzına götürülür, arkasına bir seccade veya kilim örtülür. Başka bir kimse hastanın arkasına geçip pişirgeçle hastanın arkasına vurarak ne oldun diye sorar. Hasta kurt oldum der. Bu soru cevap faslı üç defa tekrarlanır. Sorgulamadan evvel hastanın“uuu” diye uluması şarttır. Böylece ciltteki kızarıklıkların geçeceğine inanılır.[10] “Ulu sözü dinlemeyen, uluya uluya yolda kalır” öz deyişindeki ulumak kelimesi bize göre kesinlikle ses uyumu içeriği nedeniyle kullanılmamıştır. Buradaki ulumak yalvarmak, dua etmek anlamındadır. Kurt’un uluyuşu da zikr halinde iken çıkardığı sesdir. Ulu olana yönelmektedir. Kurt ulurken, ulaşmaya ceht etmektedir. Kurtların uluma sebep ve zamanları incelediğinde bu iddiamızın doğrulanacağı kanaatini taşıyoruz. Bu tespit de bize, ulumanın bir nevi dileme, talepte bulunma olabileceğini düşündürüyoruz. Kurt’un sihri boyutu ile tespitlerimizi daha ziyade Hakkari ve Van yöresinden yapmış kurt kanının ve postunun büyü ile bağlantısını gençlerin zivafta başarılarının sağlanmasında yararlı olduğu inancının varlığını belirtmiştik. Ayrıca kurt gözü, kurt kılı, kurt dişi, kurt pençesi ile ilgili tespitlerimizi de bildirilerimize almıştık.[11] Akkışladaki gargışlar arasında “Ocağı batasıca”, “Yaşıyan kara gelesice”, “Boyun devrilecesi”, “Kurtlar gibi uluyasıca” olanlarda vardır.[8] Ulumaya, adeta biteviye bir yakarma yalvarma anlamı yüklenilmiştir. Bütün canlıların kendi dillerinden yaradana yakardıkları inancından hareketle kurt kendi dilinden mi yakarıyor? Çukurova’da köpeklerin uzun uzun uluması uğursuzluk sayılır. Evden bir ölü çıkacağına inanılır. Köpeğin, evin etrafında dolaşan Azraili gördüğü için uluduğuna inanılır.[9] Köpeğin kurda özenmesinin, kurt dili ile yakarması, ölüm meleğini görmüş olmakla izah edilişi de ilginç olmalı. Isparta yöresinde “uluma” diye bilinen bir 24 Borçalı yer adında olduğu gibi doğu Anadolu’da birçok yerde Karakurt, Kurtderesi, Kurtboğazı, Kurttepe gibi isimler vardır. Bunlardan birçoğunun efsaneleri hikayeleri de vardır. Sivas’ın Yıldızeli ilçesindeki “Kurt Çamı” efsanesine göre, köylüler, kala-kıpçak arasında cem-cemaat yaptıkları bir günde, gelinlerin büyüklerin yanında çocuklarını töre gereğince kucaklarına almadıkları dönemlerde bir kış günü gelin bebeğini bir çam ağacının dibine koyar ve sürekli de gözlermiş. Burada unutulan çocuk bir süre sonra gelindiğinde bir kurdun çocuğu emzirmekte olduğu görülür. Bu çam kutsal kabul edilir, buraya adak adar ve “Kurt Isparta’da Kurt Ağzı bağlama, gece otlatmasına çıkarılan hayvanları Kurt’dan korumak için yapılır. Bunun için bir köstek ipi / hıltıra bağlamayı yapacak kişiye verilir. Bu kişi kaybolan hayvanların bunabileceği mevkilerin adını sayarak dualar okur ve elindeki ipe düğüm atar. Böylece Kurdun ağzının bağlandığına hayvanların korumuş olduklarına inanılır.[17] Dua okunarak ismi anılan bölgeler adeta güvenli hale gelmiş olur. Çamı” diye bilinen bu mekana para bırakılır. [12] Kurt Veli, Kırım Tatar Türklerinden ve İsmail Gaspralı’nın dava arkadaşlarındandır. Veli ve Kurt kelimelerinin birleşik isim oluşturmaları ilginçtir. Tıpkı, Kürtseyit, Kurtkurban, Kurthacı gibi.[13] İslami içerikli hacı, veli, kurban kelimeleri ile kurt adının birlikte geçmesi ilginçtir. Bizim bu türden tespitlerimiz Kırım’dan da olmuştur.[14] Kurtağzı bağlama konulu tespitlerimizi müstakil bir çalışma olarak tamamladık. “Yaşar Kalafat “Türk Halk İnançlarında Kurt Ağzı Bağlamak”. Bu defa Kars’dan Erzurum’dan, Ağrı’dan, Van’dan, Hakkari’den yapmış olduğumuz tespitlerde de dağda kalmış hayvanların kurtlar tarafından parçalanmasını önlemek için çakı bıçağının okunarak kapatılıp açıldığını tespit ettik. Kazan çevresinde halk inançlarına göre Kurt Ağzı bağlamak inancı Türkler islamiyete girmeden de vardı.[15] Eğirdir’de Kurt Ağzı bağlanması, sapından açılır-kapanır bir bıçakla yapılır. Yapan bıçağı açarak üç kez dua okur üfler. Bıçağın sağına doğru kapatırken; “Kurt ağzını kapa, Yolun olsun sapa Bıçağımı yağladım Kurt Ağzını kapadım” diyerek bıçağı kapar. Bu uygulama akşam yatsı ezanından sonra olur. Ertesi gün kayıp hayvanın bulunacağına inanılır.[16] Orta Anadolu’da Kurt Tanrı tarafından kısmetine gökten her öğün bir kuş gönderildiğine inanılarak uğurlu hayvan kabul edilir. Dışarıda kalmış insanı, mal ve davarlarını kurt yememesi için “kurt ağzı bağlama” denilen uygulama yapılır. Bunu için imama ağzı açılır kapanılır bir bıçak götürülür. Kaybolan hayvanın, muhtemel yerini sahibi söyler. İmam ilgili duaları okur üfler bıçağı kapatır, böylece yöredeki kurtların ağzı bağlanmış olur.[18] Kurt Kafası, koç, keçi, geyik gibi boynuzlu hayvanların kafa kemikleri bağı bahçeyi, anbarı kötü gözden korumak için, Kars, Erzurum, Sivas ve Van’da da nazarlık kullanılır. “Çukurova’da bağ bahçe gibi nazardan korunması istenilen yerlere at, sığır ve kurt başı bir sırığa geçirilerek asılır. Kem gözün bu kafa tasına takılarak, bağ ve bahçenin korunmuş olacağına inanılır.[19] Kurt Ata motifi ile ilgili destani tespitlerimiz de oldu. Bunların ayrıntılı tahlililerini bölüm bölüm yapmaya çalışıyoruz.( ....................) Sivas da yapılmış yeni bir tespitte oldukça manidardır. Sivas’ın Koyulhisar’a bağlı bir köyünden tespit edilmiş bir efsaneye göre, annesi ile yaşayan bir çocuk, her gece annesine ısrar eder ve dışarıya çıkarmış ve her gece yarı uyur vaziyette bir kurdun sırtında eve dönermiş. Bir gece çocuk dönerken başındaki beresi yere düşer çocuk kurda “anne berem düştü” der. Bunun duyulması üzerine, kurt sırtındaki çocuk ile dağlara doğru kaçar karanlıkta kaybolur.[20] 25 Talih Çarkı Duran Adam hikayesinde, işleri hep ters giden adam, kapalı olan bahtını açtırmak için çetin bir yolculuğa çıkınca Kurt’a rastlar ve kurt adama diğer kurtların aksine benim tüylerim yazın çıkıyor kışın dökülüyor bana da bir çare soruver demiş. Adam kurt’a olur demiş. Giderek kader Kaf Dağının yamacında kadersiz bir adama rastlamış. Adam, evimin merdivenlerinden çıkarken başım dönüyor, lütfen benim için de görüş demiş. Ona da olur demiş. Karşısına bir su çıkmış, suyu geçmek için bir balıktan yardım almış. Buna karşılık baş ağrısı için de kendisine yardım istemesini söylemiş, ona da olur demiş. Talih çarkını çeviren meleklerin bulunduğu yere gelince talihsiz adam, kendi derdini, kurdun, başı dönen adamın ve balığın dertlerini anlatmış. Melekler balığın dişinde çok kıymetli bir taş var, sıkışmış çıkarılır ise bir şeyi kalmaz, zengin adamın merdivenin altında bir gömü var, başı onun için dönüyor. Çıkarılır ise birşeyi kalmaz ve kurt da bir salak insan yer ise sorunu çözümlenir der. Geriye dönerken çarkı duran adam balığın sorununu halleder, balık taş benim işime yaramaz al senin olsun der, ancak adam artık benim bahtım açıldı der kıymetli taşı suya atar. Merdivenden çıkarken başı dönen adam, bu kadar altın bana çok al iyiliğinin karşılığı yarısı senin alsun der. Talihi kapalı adam, artık benim bahtım açıldı bana gereksiz der ve altınları almaz. Derken kurtla görüşür ve serüvenini anlatınca kurt adama senden daha salak insanı ben nerden bulacağım bütün kısmetlerini tepmişsin der, adamı yiyerek iyileşir. Bu tespitde de kurt’a bize göre mistik bir anlam yüklenilmiştir. Tahtacı Türkmenlerinde Hz.Ali kültü kapsamında oluşan inançlarda, mekan ve zamanı aşma, felaketle cezalandırma, gelecekten haber verme, başka bir varlığa dönüşme, aynı anda farklı yerlerde görülebilme, aynı anda değişik kılıklarda görünme, hayvan donuna girebilme hikmet ve marifetlere yer verilirken, Hz.Ali’nin kurt donuna girdiği inancı da vardır. Mehti isimli metine göre, Hz. Ali göyün 7. katında Allah’ın kapısında aslan donuna bekleyen bir bekçidir. Hikayeye göre Hz. Ali, Kurt donuna girerek kendisine ait bahçeye zarar verir. Hz.Ali, Kurt canavarı bahçeden kovması için Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i gönderir. Onlar korktukları için bahçeye giremezler. Bunun üzerine üçüncü oğlu Hz. Mehti’ye görevlendirir. Mehti kurdu yıkarak boynunu koltuğunun altına alıp sıkmaya başlayınca Hz.Ali “oğlum ben babamın boynumu bırak” der. Bunun üzerine Mehdi üzülür, kaçar bir dağa girer. Hz. Ali kurt donuna girdiği için Tahtacı Türkmenleri kurdu kutsal kabul ederler.[21] Tahtacı Türkmenlerinde kurt/ canavar tanımlaması Börü anlamındaki kurtun, meyve veya sebze kurdu, kurtçuk ile karıştırmamak içindir. Berba Dıykan; Uluğ Türkistan halkları arasında kuş donuna da girebilen kahramanı koruyan bir olarak bilinir. Kamber Ata, Hz.Ali’nin seyisi Kamber’den mülhem Atların piridir. Kayberen (Kayıp eren mi?) Kahramanı ve ona ait olanları koruyan bir ruh Kırk Cilten’de bir Kayberen’dir. Manas’da Çerebay’ın adını değiştirip Kurt olmalarını sağlayan da Kırk Çilten’dir. Oysul Ata Veysel Karani’den mülhem i develerin piri, Çolpan Ata koyunların ve Çıçang Ata ise keçilerin piridir.[22] Kırgız Mitolojisinde Kayberen, kayıpdan gelen, destan kahramanına gerektiğinde akıl ve eren de (kayıpdan gelen hayvan) olarak bilinen ruh iken Kırk Çilten kahramanın kurt donuna girmesini sağlayan ruhtur. Manas destanında Çerebay’ın adını ve kılığını değiştirerek kurt olması bu türden bir tespittir.[23] Türklerde, Araplarda olduğu şekli ile bir 26 putperestliğin olduğunu söylemek oldukça zordur. Ancak birçok Arap Kaynağı tarihte puta tapan putperest Türklerin varlığından söz etmektedir. Şamanizm teorisini ileri sürenler de eski Türklerde Şamanların ellerinde putların bulunduklarını iddia etmektedirler. Ünlü Arap tarihçi Mes’udi’nin vermiş olduğu bilgilerden anladığımıza göre putperestlik inancı daha ziyade Türklerle beraber yaşayan Arap kabilelerinde yaygın idi. İslam öncesi Türklerde görülen ve Avrupalıların Şamanizm, Arap kavimlerinin putperestlik adını verdikleri bu inanç, ilkel sistemlerden Animizm, Naturizm ve Toteizm’in birbirine karışmasından veya aynı bölgede beraberce yaşamalarından ortaya çıkmış bir oluşumdur. Türklerin dini konusunda yanıltan husus; Türklerde aynı coğrafya da hem Gök Tanrı inancının, hem de animizm, Naturizm ve Toteizmden meydana gelmiş bu inanç sisteminin bir arada bulunmuş olmasıdır.[24] Bütün bunlardan sonra Türk mitolojisinde Kurt nedir. Bir totem mi Tengricilik inanç sistemi tek Tanrılı bir inanç olduğu kabul edilirken totem’in yeri nedir? Kurt donuna girilen bir varlık mıdır? Tanrının tezahürü olan canlı ve cansız tabiatta kurt’un yeri bu anlayışla mı ele alınmalı? Bize göre bu sorunun cevabı Tengriciliğin döneminin semevi dinlerinden biri oluşundadır. KAYNAKÇA [1] Yaşar Kalafat, “Sözlü Kültürümüzde Bursa ve Yöresi Örnekleri ile Kurt” II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Bursa 2005 [2] Yaşar Kalafat “Göktürklerden Günümüze Türk Halk İnançlarında Kurt” Türk Tarih Kurumu, XIV: Türk Tarih Kongresi (9 -13 Eylül 2002) [3] Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlarında Hayat ve Kültür (...), İstanbul 1993 sh. 267 [4] Yaşar Kalafat, [5] Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk inançlarının İzleri, Ankara 1999 [6] Ispartanın Folklor Yapısı 1998. Isparta 1998 sh. 8 [7]Oltu, 1998 sh. 175 [8] A. Uğur a.g.e. sh. 73 [9] Halil Atılgan, Murtcu Folkloru, Ankara 2002, sh. 338 [10] Ispartanın Folklor Yapısı 1998, Isparta 1998, sh. 14 [11] Yaşar Kalafat a.g.e. [12] Kutlu Özen, Sivas Efsaneleri, Sivas 2001 sh. 301 [13] Emel Aktaran “ Nurlu Kabirler” Kırım Dergisi Nisan-Mayıs-Haziran 1993 S.3 sh. 3537[14] Y.Kalafat, Kırım Kafkasya, Sosyal Antropoloji Araştırmacıları, Ankara 1999 sh. 1163[15] Çağrı Kürşat Yüce, Kazan’ın Beşeri ve İktisadi Coğrafyası, Ankara 2002 sh. 61 [16] Ayşe Akkaya, Eğirdir’de Kültür Değişmesi, Eskişehir 1997 sh. 178180[17] Isparta Folklorunun Yapısı 1998, Isparta 1998 sh. 6 [18] İsmail Gukku Sungurlu Yerköy, Delice, Keskin Kızılırmak Yöresi Derlemeleriyle, Orta Anadolu Halk Kültürü, Ankara 2003 sh. 99 [19] Hali Atılgan Murtcu Folkloru 2002 sh. 336 [20] Kutlu Özen, Sivas Efsaneleri, Sivas 2001 sh. 176 [21] Ali Selçuk “Tahtacılar Kültüründe Orta Asya Şamanizminin İzleri” [22] M.Yılmaz “Kırgız Mitolojisinde ve Manas Destanında Yardımcı Ruhlar” Erciyes, Şubat 2000, S. 266 sh. 67[23] M.Yılmaz “Kırgız Mitolojisinde ve Manas Destanında Yardımcı Ruhlar” Erciyes, Şubat 2000 S. 266 sh. 67[24] Ş.Kuzgun “Atalarımız Şamanist Değildir” Tarih ve Düşünce, Mart 2000, S. 3 sh. 2235- 27 Şehriyâr’a Irak’ta Yazılan Nazireler Prof. Dr. Ayşe Gül SERTKAYA * 20. yüzyılda Türk Dünyasının en büyük Türk şairi hiç şüphesiz ki Şehriyâr mahlasını kullanan Seyyid Mehemmed Hüseyin Behcet Tebrizi’dir. 1 Hacı Mir Ağa Hoşginabî ile Kövkeb (Kevkeb) Hanım’ın oğlu olarak 19041905- yıllarında Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde doğar. Ancak 1905 -1911 yılları arasındaki çocukluğu babasının köyü olan Heyder Baba dağının eteklerindeki Hoşnigab köyünde geçer. İlk öğretimini Tebriz’de Perveriş ilkokulunda, orta öğretimini füyuzat orta okulunda yapar. 1924’te Tahran’a giderek Tıp Fakültesi’ne kaydolur. Öğrenci iken Süreyyâ isimli bir kıza aşık olur, ancak bu yüzden Tahran’dan Nişabur’a sürgün edilir, dolayısıyla da iki üç ay kadar sonra tamamlanacak olan tıp tahsili yarım kalır. Daha sonra devlet memuru olan Sehriyâr, 1940’lı yılların başlarında ruhî buhranlar, sıkıntılar geçirir. Annesi Kövkev (Kevkev) Hanım Tebriz’den Tahran’a gelerek beş yıl Şehriyâr’ın yanında kalır. Bu beş yılda eski günlerden bahsederler, çocukluk hatıraları gözlerinde canlanır ve annesinin gayreti, sevgisi, ilgisi, şefkati ile bu sıkıntılı devreyi atlatır. Şehriyâr şiirlerini Farsça yazmaktadır, ama annesi Kövkev Hanım Farsça bilmemektedir. Bir gün oğluna “Ay oğul! Senin böyük sair olduğunu deyirler. Amma men Farsî bilmirem seni anlamıram. Ne üçün ana dilinde yazmirsen” diye sorunca Şehriyâr Türkçe şiirler de yazmaya başlar. Ancak Şehriyâr annesinin 1953 yılındaki ölümünden sonra uzun zamandır yaşadığı, hastalandığı, üzüntüler, buhranlar geçirdiği Tahran’ı aniden terk eder ve Tebriz’e döner. Tebriz Ziraat Bankası’nda memurluk yapar ve buradan emekli olur. Şehriyâr Tebriz’e dönünce 1953 yılının ikinci yarısında kendisini Türk dünyasının doruklarına çıkaran Heyder Baba’ya Selâm şiirini Tebriz Türkçesi ile yazar ve 1954 yılında yayımlar. Heyder Baba eteklerinde Hosginab, Kayırkursak, Karaçemen, Kıpçak gibi köylerin yer aldığı bir dağın adıdır. Şehriyâr bu şiirinde çocukluğu ve gençliği ile buluşur. Şiir şöyle başlar: Heyder Baba ildırımlar şahanda Seller sular şakkıldayub ahanda Kızlar ona sef bağlayub bahanda Selâm olsun şövktüze elüze Menüm de bir adım gelsin dilüze. Manzumenin vezni 11’li hece vezni, türü beşlik, kafiye seması a / a / a / b / b ’dir. 76 beşlikten oluşan bu ilk manzume Türk dünyasında çok büyük bir yankı yapmıştır. Türkiye’de ilk olarak Aylık Kültür Dergisi Azerbaycan’ın Eylül- Ekim 1954’te yayımlanan 6.- 7. sayısında “Azerbaycan Şiirinin Yeni Bir Harikası” başlığı duyurulmuş, ve şiirin tamamı derginin 6.-7. sayısından başlayarak Temmuz-Ağustos 1955’e kadar tefrika edilmiştir. Mehmet Emin Resulzâde’nin aynı dergide Ocak-Şubat 1955’te yayımlanan “Edebî Bir Hadise” başlıklı yazısı ilk tahlil yazısıdır. Haydar Baba’ya Selâm 1, 1964 yılında Ahmet 2 Ateş tarafından da yayımlanır. 1972’de, Muharrem Ergin Azeri Türkçesi adlı eserinde 3 Haydar Baba’ya Selâm 1 ve 2’yi, açıklamalı olarak yayımlar. Manzumeler Yusuf Gedikli’nin Şehriyâr adlı eserinde de yayımlanmıştır. 2000’li yıllarda Muharrem Ergin’in öğrencisi Dursun Yıldırım’ın da Şehriyâr’ın bu iki manzumesini yayımladığını görüyoruz.4 Şehriyâr 1964 yılında 49 beşlikten oluşan Haydar Baba’ya Selâm 2, şiirini yazar. Böylece her iki manzumenin toplam beşlik sayısı 125 olur. Şehriyâr 1966 yılından itibaren 11’li hece vezniyle ve beşliklerden oluşan, hacimlerine göre sıraladığımız, 9 manzume daha yazmıştır. 28 1 Memmed Rahim’e (birinci cevab) 30 beşlik 1967 2 El Bülbülü (Mir Ebülfez Hüseynî’ye cevab 25 beşlik 1970 3 Döyünme ve söyünme 13 beşlik 1969 4 Ancıla 11 beşlik 5 Hilâl-i meharrem 9 beşlik 6 Aman ayrılıg (Süleyman Rüstem’e) 8 beşlik 7 Sen’et-i memleket 8 beşlik 8 Sehîdî’ye cevab 7 beşlik 1966 9 Oğlum 6 beşlik 1969 1970 Artık Şehriyâr’a nazire yazacakların veya onun tarzında şiir yazacakların yolu belli olmuştur. Nazireler 11’li hece vezni ve beşlikler halinde yazılacak, kafiye sistemi olarak da a / a / a / b / b kafiye sistemi kullanılacaktır. İlk beşliğin kafiyesini Şehriyâr gibi –anda eki ile başlatan şairler çoktur. Şehriyâr’a yüzlerce nazire yazılmıştır. Yazılan bu nazireleri İran’da, Azerbaycan’da, 5 6 Türkiye’de , Irak’ta ve Gagauzya’da yazılan nazireler olarak beş gruba ayırmak mümkündür. 7 Biz Irak’ta yazılan nazirelerden 18 Türkmen şairine ait 26 şiir tespit edebildik. Bu şairler ve şiirlerinin adları şunlardır: 1 Sâbir R. Demirci Dede Kamber 242 beşlik 2 Sâbir R. Demirci Aslan Baba Destanı 219 beşlik 3 Hasan Kevser Balım Baba’ya Selâm 1 Balım Baba’ya Selâm 2 210 beşlik 150 beşlik 4 Sabah Abdullâh Kerküklü Vatan Destanı 205 beşlik 5 Fevzi Ekrem Terzi Tuz ve Balam Nurdan Destanı 193 beşlik 6 Selâhattin Nacioglu Gulam Baba’ya Selâm 174 beşlik 7 Hızır Galib Kehyegil El Sevgisi (Destan) 143 beşlik 8 Hüseyin Ali Mübarek Tuzhurmatu 127 beşlik 9 İsmail Serttürkmen Gürgür Baba›ya Selam 1 Gürgür Baba›ya Selam 2 101 beşlik ??? beşlik 10 Mehmet Mehdi Bayatoglu Kaytaz Baba’ya Selâm (1) Kaytaz Baba’ya Selâm (2) 90 beşlik ??? beşlik 11 Abdullatif Benderoglu Gürgür Baba’ ya Selâm 46 beşlik 12 Ferah Gökkaya Yurdum Kerkük 42 beşlik 13 Sâbir R. Demirci Gözlü Baba 40 beşlik 14 Sâbir R. Demirci Kara Baba 30 beşlik 15 Sâbir R. Demirci Pambuğ Baba 24 beşlik 16 Salah Nevres Şehit Destanı 24 beşlik 17 Salah Nevres Baba Gürgür 1 Baba Gürgür 2 5 beşlik 5 beşlik +1 beyit 18 Şemsettin Türkmenoğlu Gürgür Baba 13 beşlik 19 Hasan Necef Felahî 20 Mutasım Namık Selahiye Koşa Çoban X 21 Rıza Çolakoğlu Hıdırilyas X 22 Faruk Köprülü Gürgür Baba X 23 Kamber Kahyaoğlu 8 10 beşlik X 29 Bu 18 şairin 26 şiiri incelendiği zaman hemen hemen hepsinin 11’li hece vezni ile ve beşliklerden oluşan bir nazım türü ile yazıldıkları görülür. Beşliklerden kafiye sistemi a /a / a / b / b şeklindedir. Dil genellikle Irak Türkmen Türkçesi’dir. Şairlerin adında genellikle Baba kelimesi geçer. Gözlü Baba, Keytez Baba, Gürgür Baba, Gulam Baba, Kara Baba, Pambug Baba, Balım Baba, Aslan Baba, gibi. Burada adı geçenler ya cografi bir mekânın adı, ya daha önce yaşamış bir kişinin, bir velînin adıdır. Kosa Çoban: Şairin dogduğu Kifri’de bir tepenin adıdır. Gözlü Baba: Tuzhurmatı ile Süleyman Beg arasındaki bir kaplıcanın adıdır. Keytez Baba (Büyük Su): Tuzhurmatu’da bir kaplıcanın adıdır. Ancak şair eserinde Keytez Baba’yı “Tuzhurmatu’da efsanelesmiş bir bahçe” olarak açıklıyor. Gürgür Baba: Ümit Tokatlı Gürgür Baba hakkında şu bilgiyi vermektedir.9 Kerkük şehir merkezine 12 km kadar uzaklıkta alev alev yanan ve çıkardığı ses dolayısıyla Gürgür denilen; burada bir yatırın olduğu sanılarak Baba Gürgür veya Gürgür Baba ismi ile anılan ezelî ateşin yandığı yerdir. Gulam Baba: Gulam Baba “Tuzhurmatu’nun en eski yerlilerindendir.Vaktinda Tuzhurmatu’nun kehyesi olmuştur.” Kara Baba: Kerkük’te bir yatırın adıdır. Pambuğ Baba: Bir çocuk oyununun adıdır. Şimdi aşagıda vereceğim metinleri yayımları sırasına göre değil, hacimlerine göre sıraladık. Metinler arasında karşılastırma yapılması için vereceğmiz her şiirin ilk beşligini sunduk. ŞAİRLERDEN ÖRNEKLER 1 Sâbir R. Demirci Dede Kamber Sâbir Demirci’ nin 2001’ de Kerkük’te yayımlanan Dede Kamber (Laylan Destanı) adlı 240 beşlikten oluşan eserinin ilk beşliği şöyledir: Dede Kamber Destanı Dede Kamber geldim sene Laylan’nan Allah bizi ayırmasın imannan Düşünduğçem gözüm dolar al kannan İmam Meyti (Mehdî ) hanın izi kalmayıp Acayibdi kimse yerin almayıp 2 Sâbir R. Demirci Aslan Baba Destanı Sâbir Demirci’nin 2005’te Kerkük’te yayımlanan Aslan Baba Destanı adlı 219 beşlikten oluşan eserinin ilk beşliği şöyledir: Aslan Baba Destanı Aslan baba Öziv basar bu işi Kaybolmasın dedemizin görüşi Hala kalıp zubun caket girişi Çalışıllar tarihini silsinler Hiç silinmez bunu eyi bilsinler 3 Hasan Kevser Balım Baba’ya Selâm 1 Balım Baba’ya Selâm 2 Hasan Kevser’in 1995’te Bağdâd’ta yayımlanan Balım Baba’ya Selâm (Destan) adlı 210 beşlikten oluşan ve dili Türkiye Türkçesi olan şiirinin ilk beşligi şöyledir: 30 Balım Baba’ya Selâm 1 Selâm olsun canınıza yatanlar Aşk demini sürüp kadeh atanlar Ufkumuzdan bir bir akıp bakanlar Hasret çeker şimdi gönül o güne Şaş kalmısız açılmaz bir düğüne Balım Baba’ ya Selâm 2 Balım Baba yene geldim dergâha Darda kalsa sığınacak bir sâha İkimiz de el açagın Allah’a Geçen çağın günleri dönsün geri İnciden de kıymatlıdı değeri 4 Sabah Abdullâh Kerküklü Vatan Destanı Sabah Abdullah Kerküklü’nün 1988’te Bağdâd’da yayımlanan Vatan Destanı adlı 205 beşlikten olu;an ve dili Türkiye Türkçesi olan şiirinin beşligi şöyledir: Vatan Destanı Kutsal yurdum yolun yorgun gezeydim Balık gibi serbest suda yüzeydim Onda ölüp kendi kabrim kazaydım Dünya cihan şeref beni tanırdı San tarihim Gürgür gibi yanard i 5 Fevzi Ekrem Terzi Tuz ve Balam Nurdan Destanı Fevzi Ekrem Terzi’nin 2003’te Bağdâd’da yayımlanan Tuz ve Balam Nurdan Destanı adlı 193 beşlikten oluşan şiirinin ilk beşligi şöyledir: Fevzi Ekrem Terzioğlu adımdı Yurduma yâd işte menim yâdımdı Bu destanım dostlarıma dadımdı Yâd(i)gâr kalsın mennen sora sizlere Işık versin gün görmiyen gözlere 6 Selâhattin Nacioglu Gulam Baba’ya Selâm Selâhattin Nacioglu’nun 1993’te Bağdâd’da yayımlanan Gulam Baba’ya Selâm (Destan) adlı 174 beşlikten oluşan şiir kitabında Gulam Baba’yı “Tuzhurmatu’nun en eski yerlilerindendir. Vaktinda Tuzhurmatu’nun kahyası olmuştur” şeklinde açıklamaktadır. Gulam Baba’ya Selâm destanı şu beşlik ile başlamaktadır: Gulam Baba’ ya Selâm Tuzhurmatu, Gürgür Baba destanı Gulam Baba, Keytez Baba bostanı Bunlar hepsi Heyder Baba fistanı Bu yankılar Sehriyâr’a ad olsun Sehriyâr’ın ruhu bir de şad olsun 31 7 Hızır Galib Kehyegil El Sevgisi (Destan) Hızır Galib Kehyegil’in 2000’de Kerkük’te yayımlanan El- Sevgisi (Destan) adlı kitabında 143 beşlik yer almaktadır. El Sevgisi (Destan) Kaş kararır gece perde atanda Düşünceler hepsi birden çatanda El Sevgisi coşar onda yatanda Yüz bin selâm güzel sevilen yurda Köyümüzün yüzi gülidi bir de. 8 Hüseyin Ali Mübarek Tuzhurmatu Hüseyin Ali Mübarek’in 1965’te Kerkük’te yayımlanan Tuzhurmatu adlı 127 beşlikten oluşan şiirinin ilk beşligi şöyledir: Tuzhurmatu Tuzhurmatu sabah gözün açanda Nur orağı karanlığı biçende Yeşil kuşlar öte öte uçanda O çiseli bağçelerde gezeydim Her dost için bir deste gül düzeydim 9 İsmail Serttürkmen Gürgür Baba›ya Selam 1 Gürgür Baba›ya Selam 2 İsmail Serttürkmen’in 1965’te Kerkük’te yayımlanan Gürgür Baba’ya Selâm (Dastan) adlı birinci ve ikinci şiirinin ilk beşlikleri şöyledir: Gürgür Baba’ya Selâm 1 Gürgür Baba selâm olsun derinden Yalancı değilem özler elinden Nene kucağınnan merdler belinden Gürgür Baba salsav bizi yadıva Adımız bağladı seniv adıva Gürgür Baba’ya Selâm 2 Gürgür Baba kalavdan gün batanda Toran kuşlar yuvanda yatanda Sehidlerüv kan kemiğe katanda Ruhlarına sen ohu Fatiha Kıymatta ne diyesin Fatih’a 32 10 Mehmet Mehdi Bayatoglu Kaytaz Baba’ya Selâm (1) Kaytaz Baba’ya Selâm (2) Mehmet Mehdi Bayatoğlu’nun 1979’da Bağdâd’da yayımlanan Keytez Baba’ya Selâm (Bir Ömür Detanı) adlı şiir kitabındaki destanı 90 beşlikten oluşmuştur. Keytez Baba diğer adı ile Büyük Su, Tuzhurmatu’da bir kaplıcanın adıdır. Ancak şair eserinde Keytez Baba’yı “Tuzhurmatu’da efsaneleşmiş bir bahçe” olarak açıklıyor. Keytez Baba’ya Selâm destanının ilk beşliği şöyledir: Keytez Baba’ya Selâm 1 Keytez Baba! Seher gözün açanda Karanlıklar korkusundan kaçanda Aydın güneş altun saçın saçanda Hayran ollam güler hüsnin görende Ay buluttan ahvalini soranda Keytez Baba! Yıldırımlar çahaydı Gözlerimiz hak yoluna bahaydı Dağıntılığ aramızdan kahaydı Agaç kimin bir bağlama olaydık Dertlerimiz duyup çara bulaydık Keytez Baba’ya Selâm 2 M. Mehdi Bayatoglu’nun Keytez Baba’ya Selâm 2 manzumesi Kasım Sarıkahya’nın Çagdaş Türkmen Şairleri, antolojisinden alınmıştır: İnsancıl ol! Varlığına sen inan. Cevherli ol! insanlıga bir dayan. Mumlar tegi halka dayan sen de yan “Ağır ayağ basa değer” diyerler “Yüngül ayağ daşa değer” diyerler Hatun nenem tendirini yahanda Kanturacımız düz boynına salanda Tütün çıhtı komşular da bilende Tendir kızdı, sıcak ekmek yapıldı Aç karınlı “Heyder gene tapıldı”. 11 Abdullatif Benderoglu Gürgür Baba’ ya Selâm Abdullatif Benderoğlu’nun 1976’da Bağdâd’da yayımlanan Gürgür Baba adlı dili Türkiye Türkçesi olan şiiri 46 beşlikten 10 oluşmaktadır. Şiirin ilk beşliği şöyledir: Gürgür Baba’ ya Selâm Gürgür Baba vaktı geldi bir gürle Ateş saçıp yurdumuzu bir nurla Yak kinleri yüreklerde o korla Aydınlat tez karanlığı her yanı Sil gözlerden sisleri hem dumanı 33 12 Ferah Gökkaya Yurdum Kerkük Ferah Gökkaya’nın 1968’de Kerkük’te yayımlanan Yurdum Kerkük adlı 42 beşlikten oluşan şiirinin ilk beşliği şöyledir: Yurdum Kerkük Yurdum Kerkük adıv kara altındı Kıymetiv her yerde çoh çoh üstündü Sende bin il kalsam bir gündü Bilmem sende sihir veya cadı var Gürgür Baba çoh derliye odı çar 13 Sâbir R. Demirci Gözlü Baba Sâbir R. Demirci’nin Gözlü Baba adlı manzumesi Kasım Sarıkahya’nın Çagdaş Türkmen Şairleri, antolojisinden alındı. Gözlü Baba Tuzhurmatu ile Süleyman Beg arasında yer alan bir kaplıcanın adıdır: Gözlü Baba Gözlü Baba yoluv doyağ tutaydı Yar dodağı beyaz kaymağ tutaydı Keşke bir gün gevil ayağ tutaydı Onda doğru aşık bilini Çoh aşkın adı aşkdan silini 14 Sâbir R. Demirci Kara Baba Sâbir R. Demirci Kerkük’te bir yatır olan Kara Baba ile ilgili manzumesi 1 Ekim 1992’de Bağdâd’da Türkmen Kültür Müdürlüğü tarafından yayımlanan Destan Yazarlarına Destan adlı yazılan alınmıştır: Bu manzume önce bir hoyrat ile başlamaktadır: Hoyrad Kamışlı Kara Baba Men gedim hara baba? Azalmırı bir lehze Bağrımnan yara baba. Kara Baba Kara Baba hanı Bulağ hamamı Bag içinde isitme yel imamı Si Hıdır’ın kestekten direg damı Sele mene geldim görüm izini Harda gömdüv uzun Rahman kızını 34 15 Sâbir R. Demirci Pambuğ Baba Sâbir R. Demirci’nin bir çocuk oyunu olan Pambug Baba adlı manzumesi 2 Temmuz 1992’de Bağdâd’da Türkmen Kültür Müdürlüğü tarafından yayımlanan Destan Yazarlarına Destan adlı yazılan alınmıştır. Bu manzume önce bir hoyrat ile başlamaktadır: Hoyrad Az kaldı gün batmağa Kuslar dalda yatma[a Bir pambug atan gelsin Kemiklerim atmağa Pambuğ Baba Pambuğ Baba pambıvıv çoh olaydı Düşmanlarıv dünyada yoh olaydı Miskinleriv açlarıv toh olaydı Men o zaman şad olurdum gülerdim Kana dönmüş gözyaşlarım silerdim 16 Salah Nevres Şehit Destanı Baba Gürgür 1 Baba Gürgür 2 Salâh Nevres’in 1989’da Bağdâd’da yayımladığı Pencere11 adlı şiir kitabında ilki 29 Eylül 1967’de, ikincisi 1 Kasım 1985’te Kerkük’te yazdığı Gürgür Baba şiiri yer almaktadır. İlk şiir 5 beşlik, 2. şiir 5 beşlik ve 1 beyt olarak 714 =7+ lü hece vezni ile yazılmıştır. 9 Ağustos 1976’da Kerkük’te yazdığı “Şehit Destanı” adlı şiiri ise 24 beşlikten oluşmuştur. Şiirlerin ilk beşlikleri şöyledir: Gürgür Baba 1 Ey sırrımı saklayan tarihin meş’âlesi Ey tükenmez bahârın bizde solmaz lâlesi Sen ey hür güneşlerin ulvî penbe hâlesi Pembe pembe yaldızla gözlerimin yaşını Yansıt ey Baba Gürgür içimin âtesini Gürgür Baba 2 Her sırrıma tanıksın yeter gizleme artık Karşında duruyorum baş açık yaka yırtık Sönersen sön biz ancak ısınmayı bıraktık Ey aşkım Baba Gürgür ey çilem ey özlemim Tutkum, hıncım, dileğim, çerağım cehennemim. Şehit Destanı Anne karnı dokuz aylık evindi Doğarken de herkes sene sevindi Annen baban nice günler devindi Atlas, ipek, telli cihaz biçtiler Kuyumcuda Masallah’lar seçtiler 35 17 Şemsettin Türkmenoğlu Gürgür Baba Şemseddin Türkmenoğlu’ nun 1990’ da Bağdâd’da yayımlanan Çoban ile Avcı adlı şiir kitabında 13 beşlik olarak yer alan Gürgür Baba’ ya Selâm (1) şiirinin ilk beşligi şöyledir: Gürgür Baba’ ya Selâm 1 Gürgür Baba altun ahar ırmagıv Horyat süsler güllü çiçekli bir bağıv Dem gününde bekçidi her bir dağıv Kara altun Allah’tan armağandı O bir vergi, bir çoh derde dermandı. 18 Hasan Necef Felahî Kaytaz Baba geçen ömrün destanı Ekmiş çocuk eski hayat bostanı Naksı güzel her güzelin fistanı Milletimin güzgüsüdür bu destan Göstermiştir gül bağını o bağvan 19 Mutasım Namık Selahiyeli Koşa Çoban Mutasım Namık Selahiyeli’nin Koşa Çoban adlı manzumesi 18 Şubat 1993’te Bağdâd’da Türkmen Kültür Müdürlüğü tarafından yayımlanan Yurt, haftalık gazetedeki yazısından alındı. Kosa Çoban sairin doğduğu Kifri’de bir tepenin adıdır. Koşa Çoban Koşa Çoban Kifri altı haradı Gem gussadan bütün canım yanadı Yalnız sizi görmek buna çaradı Hakdan dile hep küsenler barışsın Ayrı düşen biriyle kavuşsun. 20 Rıza Çolakoğlu Hıdırilyas Rıza Çolakoğlu’nun Hıdırilyas adlı manzumesi Kasım Sarıkaya’nın Çağdaş Türkmen Şairleri, yayımlanan antolojisinden alınmıştır: Hıdırilyas Hıdırilyas sen bir konuş yaşında Neler gördüm neler geçmiş başında Nuh Tufanı, Süleyman’dan, Arşından Anka Kuşu, Kaf Dağı’ndan haber ver Ak devlerin yatağından haber ver. 36 21 Faruk Köprülü Gürgür Baba Faruk Köprülü’nün Gürgür Baba adlı manzumesi Sarıkahya’nın Çağdaş Türkmen Şairleri’nde yayımlanan antolojisinden alındı: Gürgür Baba sehirlerin zîneti Fuzulî’ ler Hicrî’ lerin sîreti Gönül yakar Muçıla’ nın hoyratı Ya da düşer “Bu alma dört olaydı” Boynum vuran keşke bir mert olaydı. 22 Kasım Kamber Kahyaoğlu NOTLER *İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi 1 Şehriyâr’ın hayatı ve şiirleri için bk. Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, İnceleme – Şiir Metinleri–Sözlük, İstanbul 1977. 2 Ahmet Ateş, Şehriyâr ve Haydar Baba’ ya Selâm, Ankara, 1964, s. 80. 3 Muharrem Ergin, Azeri Türkçesi, İstanbul, 1971 4 Dursun Yıldırım, M. Şehriyâr, Haydar Baba’ ya Selam, Ankara, 2002. 5 Osman Fikri Sertkaya, “Haydar Baba’ya Selâm” Siirinin Türkiye’deki Akisleri”, Türk Kültürü, VII/83 ( Eylül 1969), s. (24)836-(29)841; “Haydar Baba’ ya Selâm «Ş iirinin Türkiye’deki Akisleri ( II)”, Türk Kültürü, XXVII/310, Şubat 1989, s. 92 (28)-98 (34). 6 Ümit Tokatlı, “Irak Türklerinin Haydar Baba’ya Selâm’a Yazdıkları Bazı Nazirelerden Örnekler”, Kerkük, Yıl 3, Sayı 7, Mart 1999, s. 5127 Bizim eserlerini görmediğimiz Irak şâirleri ve Şehriyâr’a nazireleri olduğunu düşünüyoruz. 8 Kamber Kahyaoğlu’nun Şehriyâr naziresi hakkında bk. Ümit Tokatlı, agm., s. 12, not 17. 9 Ümit Tokatlı, agm., s. 12. 10 Dr. Yusuf Gedikli, “Irak Türkmen Edebiyatı ve A. Benderoğlu” adlı makalesinde şiirin tamamını yayımlamıştır. Erciyes, Yıl 16, Sayı 188, Ağustos 1993, s.1523-. KAYNAKÇA ATEŞ Ahmet, Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selâm, Ankara, 1964. Azerbaycan Şiirinin Yeni Bir Harikası, Azerbaycan, Aylık Kültür Dergisi, 3, 631 30-( 7-, Eylül-Ekim 1954), s. 14- 15. ÇAGFEROGLU Ahmet, “Şehriyâr”, Türk Kültürü Arastırmaları, I, I (1964), s. 133141-. ERGİN Muharrem, Azeri Türkçesi, İstanbul, 1971. GEDİKLİ Yusuf, “Irak Türkmen Edebiyatı ve A. Benderoğlu”, Erciyes, Yıl 16, Sayı 188, Agustos 1993, s. 1523-. GEDİKLİ Yusuf, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, İnceleme – ;iir Metinleri – Sözlük, İstanbul, 1977. Heyder Baba’ya Selâm, Azerbaycan, Aylık Kültür Dergisi. Eylül-Ekim 1954. Mehmet Emin Resulzâde, “Edebî Bir Hadise”, Türk Yurdu, S. 240, s. 526241 ;530- (Şubat 1955), s. 607613-. NEVRES Salah, “Şehit Destanı”, Millî Folklor, Ankara, 1991, Sayı 11 s. 4243-; Sayı 12, s. 35- 37. SARIKAHYA Kasım, Çağdaş Türkmen Şairleri, C. 12-, Bağdâd, 1989. SERTKAYA Osman Fikri, “Haydar Baba’ ya Selâm Şiirinin Türkiye’deki Akisleri”, Türk Kültürü, VII/83, s.(24)836-(29)841. SERTKAYA Osman Fikri, “Haydar Baba’ya Selâm Şiirinin Türkiye’deki Akisleri (II)”, Türk Kültürü, XXVII/310, Şubat 1989, s. 92 (28)-98 (34). Suphi Saatçi, “Irak (Kerkük) Türk Edebiyatı”, Türkiye Dısındaki Türk Edebiyatları Antolojisi (NesirNazım), 6, Azerbaycan-Irak ( Kerkük) Türk Edebiyatı, VI, Ankara 1997, s. 151485TOKATLI Ümit, “Irak Türklerinin Haydar Baba’ya Selâm’a Yazdıkları Nazirelerden Bazı Örnekler”, Kerkük, Yıl 3, Sayı 7, Mart 1999, s. 512-. YILDIRIM Dursun, M. Şehriyar, Haydar Baba’ya Selam, Ankara, 2002. 37 Dr. Mehmet Ömer KAZANCI Masuma Bekle beni Masuma bu gece geleceğim Annene babana söyle geleceğim Az kaldı, bir azdan yıldızlar çıkacak Ceplerimi yıldızlarla dolduracak Ve yola düşeceğim Çiğ bir sözcük zehirleyebilir kanımı, Öldürebilir beni Sakın Sünni’dir demesinler ben Türküm *** Kız-mız değildir gayem Sen nesin benim için sen de bilirsin Altmışını çoktan aşmış bir şair Hep öyle şekersiz mi çay içecek Kalan ömrünü Yazık olur Hep mısralarını öyle Kuru kuru mu, körü körüne mi dizecek Bir çiçeğe koklatmadan Bir çiçeği koklamadan Yazık olur *** Biz yaşlı şairler kısmı Gözümüz pek gönlümüz temizdir Bir sözcük bizi Götürebilir çöllerin ortasına Su içirmek hevesiyle Çöllerde suyun işi ne demeyiz Babana annene söyle Su serpsinler yolumuza Masuma Sen nesin benim için sen de bilirsin Onlar da bilsin söyle *** Ey güney Azerbaycan’ın kızı, şakrak Masuma Tahran’daki köşkünüzde gözüm yok Sendedir gözüm sen de bilirsin Bir yemek masasında şakalaşa şakalaşa Çözmüştüm tüm sırlarını kalbinin Okumuştum içindeki tüm kitapları Baştanbaşa Kömür karası gözlerinden Tüm bunları annene babana söyle 38 Sünni’dir demesinler ben Türküm Sünnilik Şiilik bir moda Bu gün var yarın yoktur Yıldızlar getiriyorum sana Kerkük’ten Demet demet loda loda Sen nesin benim için sen de bilirsin. *** Türkiye- Bilecik/ 8.5.2014 Değişen Mail Bir mesaj attım mailine Çok sürmeden geriye döndü Tekrar attım tekrar döndü Gerekçesini ararken Bir gümbürtü Arkasından davul zurna Ve üst üste çığlık sesi “Evleniyordur” söyledi “Komşumuzun büyük kızı” Evdekilerden birisi Ben sormadan… Demek ki, Değişmişsin meylini Demek ki, Değişmişsin mailini *** Başımda bir hafif ağrı Dalgalanmaya başladı Bir sigara yetmiyordu Dindirmeye bu ağrıyı Sindirmeye bu meali Kapıya çıktım müptela Kapıdaydın Gelinlik elbisenle Yeni aşkınla kol kola Sol gözümü kırptım sana “n’oldu” diye Sağ gözünden cevap geldi “Geçmiş ola, Artık sorma bu suali” Demek ki, Değişmişsin meylini Demek ki, Değişmişsin mailini *** Selma MERDAN BEBEKLER ÇOCUKLAR (Savaşlarda ölen çocuklara) Sakın ağlama bebek,ağlama Kimsenin hakkı yok, Açma gözlerini. Tanrının verdiği canı almaya... Kimsenin hakkı yok, Çocukluğunuzu çalmaya... Size ne savaşlardan? Gazlardan ölümlerden?. Yüzlerce sıralanmışsınız yere, Kiminiz pijamalı,kiminiz kundakta, Yoksa oyun mu oynuyorsunuz? Benim bilmediğim... Haydi kalkın yerlerden, Çıkarın sırtınızdan, Size yakışmayan kefenleri, Sizin yeriniz ananızın kuçağı, Sizin yeriniz parklar,okullar... Bir de yirmi birinci yüz yıl diyorlar, Uygarlık,uzay çağı,bilgisayar dünyası diyorlar, Yaşam kolaylaştı,dünya güzelleşti diyorlar, Ama,insanların Kafalarındaki vahşeti Irkçılığı,ayrımcılığı İntikam ve kini, Yirmi birinci yüz yılda da, Yok edemediler... Dal güzel rüyalara Ne olur uyanma. Görme, Beyaz kefenleri,kırmızıya Boyanmış kardeşlerini. Tıka kulaklarını bebek, Duyma savaş çığlıklarını. Sadece anneciğinin ninnileri, Kalsın kulaklarında. Sakın duyma... Seni öksüz,seni yetim Seni sakat bırakanların Sevinç çığlıklarını. Gün olur dervan döner, Değişir her şey. Sen, Büyümeye bak... bebek büyümeye... 39 Erşat Hürmüzlü’nün “Bizim Mahalle” İsimli Şiirinin Tahlili Haydar BAYATLI 1959’da Kerkük Türkmenlerine karşı yapılan katliamı, şiirlerine konu alan bir başka Türkmen şairi de ErşatHürmüzlüdür’dür. Ancak Hürmüzlü’nün bu konuya yaklaşımı ve konuyu işleyiş tarzı, diğer Türkmen şairlerin yaklaşımından farklıdır. Abdülhalik Bayatlı’nın Yaman Rüzgâr adlı şiirinde, bu konuyu kendi benliğinde hareket ederek acıma ve merhamet duygusu uyandıran sosyal bir konu olarak işlenmiştir. Hürmüzlü’nünBizim Mahalle başlıklı şiirinde ise, daha çok zalimlere karşı nefret duygusu uyandıran bir konu olarak kaleme alınmıştır. Bahsi geçen şiir, ses ve anlam kaynaşmasına göre şu şekilde çözümlenebilir: 1. Birim: Bizim mahallemizde… Tomurcuklar kabarır…, Çiçekler açardı… Bülbüller öterdi… Bizim mahallemizde, Kuşlar… Bülbüller öterdi… Şen bir ahenkle. 2. Birim: Yazık ki değişti bütün bunlar, Ne bülbüller ötüyor… Ne çiçekler açmakta, Ne de güneş ısıtmaktadır mahallemizi… Işıklarını saçmakta. Gitti o zevk… O hayaller Bir adamın ayak sesleriyle… Devrildi bütün bunlar, İz bırakmadan. 3. Birim: Simsiyah bir adamdı o… Gözleri kırmızıydı… Sertti. O gelince, Şarkıcı kesti şarkısını… Ağladı Kadehler yere düştü ser serpe… Artık çocuklar oynamaktan çekindiler, Annesine hayretle bakakaldı her 40 körpe. Ne yaman bir adamdı bu… Ne uğursuz adam. Simsiyahtı teni… Hiçte sevmezdi beni 4. Birim: Mahallemizde bir ağaç vardı büyük Kesti budaklarını o adam, Alnında kabaran terleri seldi… Ve gülümsedi. Bir korkunç geceydi… Kapkara bir gece. Bir resim astı o ağaca, O geceden… Dönmedi evimize dedem. 5. Birim: Ah ne yazık… Söylediğim her şarkıda babam ağlıyor. Susturuyor beni. Artık çocuklar oynamıyorlar mahallemizde… 1 O eski zevk kalmadı… Eski mahallemizde. Birinci birimde mahalle tasviri söz konusudur. Şair, hikâye kipinden faydalanarak yaşadığı mahallenin geçmişteki halini zihinlerde canlandırmayı başarmıştır. Birim “ Bizim mahallemiz” söz grubuyla başlamıştır. Birimde bu ifadenin (söz grubunun) iki defa tekrar edilerek vurgulandığını görüyoruz. Birinci tekrarla, eskiden mahallede tomurcukların kabarışını ve çiçeklerin ayrı renkle açtığı dile getirilmiştir. İkinci tekrarda ise, eskiden bu mahallede kuşların ve bülbüllerin şen bir ahenkle öttüğü vurgulanmıştır. Şair bu tekrarlarla hem tasvir edilen mekânı vurgulamış, hem de metine konuşma dilindeki coşkulu söyleyişlerin sıcaklığını katmıştır. Birim daha çok düz yazı (nesir) şeklinde kaleme alınmıştır. Şair sözün etkisini artırmak için genellikle nesirde başvurulan kat sanatını bu birimde hayli fazla kullanmıştır. Yukarıda izah ettiğimiz gibi, birim mahallenin geçmişteki tasviri üzerine kurulmuştur. İkinci birimde mahallenin geçmişteki hali değil, bugünkü hali söz konusudur. Bu birimde daha önceden çizilen güzel mahalle manzarasının hem estetik unsurlarını ters çevirerek, hem de zamanın değiştirerek çirkin bir tablo ortaya koymaya çalışılmıştır. Birim “Yazık ki değişti bütün bunlar” cümlesiyle başlamıştır. Şair bu cümleyle birinci birimdeki güzel tabloyu ters çevirerek tasvir etmeyi başarmıştır. Bugünkü mahallede “Ne bülbüller öter, ne çiçek açar, ne de güneş mahalleyi ısıtmaktadır, gitti o zevk, o hülyalar, bütün bunlar iz bırakmadan bir adamın ayak sesleriyle devrildi.”. Görüldüğü gibi birimde “adamın ayak sesleri” ile “bütün bunlar devrildi” yani mahalledeki güzelliklerin yok olmasıyla adamın mahalleye gelişi arasında neden sonuç ilişkisi vardır. Bir başka ifadeyle, mahalledeki güzelliklerin gitmesinin nedeni bu adamın mahalleye gelişidir. Burada şair 1959’da Kerkük Türkmenlerine karşı katliamı uygulayan gücü kötü bir adama benzetmiş, yani birimdeki “adam” kelimesiyle o güçler kastedilmiştir. Şair “adamın ayak sesleri” ifadesiyle kinaye sanatı yapmaktadır. Birinci ve ikinci birimlerde söz konusu mekânın ( mahalle) ön planda olduğunu görmekteyiz. Şair üçüncü birimde, Zülüm ve katliamın simgesi olan kötü adama, yeni sıfatlar izafe edilerek olayın (facianın) dehşetini gözler önüne sermiştir. Burada adamın sıfat ve çevresinde yarattığı panikten söz edilmiştir. Birim iki bölümde oluşmaktadır. Birinci bölümde, adamın sıfatlarından “Simsiyah, gözleri kırmızıydı… Sertti, yaman, uğursuz, simsiyahtı teni” bahsedilmiştir. İkinci bölümde ise, adamın çevresinde yarattığı dehşet “O gelince, Şarkıcı kesti şarkısını Ağladı, Kadehler yere düştü ser serpe, Artık çocuklar oynamaktan çekindiler, Annesine hayretle bakakaldı her körpe” şeklinde dile getirilmiştir. Böylece katliamın dehşeti, kötü adama kazandırılan sıfatlar çağrışımıyla sezdirilmiştir. Özellikle ikinci bölümdeki davranış ve nitelikler kötü bir insandan ziyade bir felaketi çağrıştıran (andıran) nitelikler şeklindedir. Birimde simsiyah sıfatının iki kez vurgulandığı göze çarpmaktadır. Bu vurgu, hem katliamı yapan güçlerin ne kadar zalim, kalpsiz ve kötülüklerle dolu olduklarını göstermiş, hem de bu olayın şairde yaratığı nefret ve bıraktığı izin hacmini sezdirmiştir. İkinci anlamı, şair “ hiç de sevmezdi beni” ifadesiyle güçlendirmiştir. Birimde “ gözleri kırmızıydı” söz grubu, zalim gücün gözleri kanla büründüğü anlamına delalet eden mecazi bir ifadedir. Dördüncü birim ilk bakışta yine kötü adamın yaptıklarından bahsedildiğini düşünülür. Ancak birim dikkatlice 41 okunduğunda, katliamın Türkmen toplumu üzerinde bıraktığı etkiden söz edildiği görülür. Bu birim metinin muhteva çekirdeğini teşkil eden ve ana temayı içeren birimdir. Burada şair edebi dilin kapalılık ve yan anlamlığından yaralanarak ve edebi sanatları kullanarak zalim güçlerin yaptıkları mezalimi dile getirmiştir. Özellikle birimin ilk iki dizesinde “büyük ağaç” ve “ budak” benzetmeleriyle, söz konusu temayı okuyucuya yansıtmakta büyük bir başarı göstermiştir. Şair Türkmenleri “büyük ağaç”a, Türkmen gençlerini ise o ağacın “budak”larına benzetmiştir. Zira bir ağaç yaşamını sürdürebilmesi için budaklara ihtiyacı olduğu gibi bir toplum da ayakta kalabilmek için gençlere muhtaçtır. İşte zalim güçler büyük bir ağacın budaklarını kesmek misali Türkmen gençlerini şehit ettiler. Şiirde kötü adam ağacın budaklarını kesmekle yetinmeyip korkunç ve kapkara bir gecede ağaca bir resim astı. Daha açık bir tabirle, zalim güçler korkunç ve kapkara bir gecede, Türkmen milletinin hafızasında yaptıkları katliamın resmini asmıştır. Şair birimin ilk dizelerinde Türkmen gençlerinin katledilmesinden bahsettiği gibi birimin sonunda “O geceden dönmedi evimize dedem” cümlesiyle, bu vahşet toplumun bütün bireylerine zarar verdiğini belirtmiştir. Dördüncü birimin sonlarına doğru bakışlarını ailesine yönelten şair, beşinci birimin başlarında da bunu devam ettirmiştir. Bu birim metnin sonuç bölümünü teşkil eder. Şair önceki birimlerde anlattığı hadiselerin sonucunu bu birimde ortaya koymuştur. Birim ah ve hasretle başlamıştır. Şair söylediği her şarkıda, babasının ağladığını ve kendisini susturduğunu beyan etmiş, bunun yanı sıra şair o güzel mahallede artık çocukların oynamadığı ve mahallede o eski zevkin kalmadığını vurgulamıştır. Birimin tezat sanatı üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. Genellikle eğlence maksadıyla dile getirilen şarkı ile babanın hüzne boğulup ağlaması arasında tezat vardır. Bunun yanı sıra “söylemek” ile “ susturmak” ve “eski mahallede” yani güzel ve zevkli mahalle ile “ o eski zevk kalmadı” cümleleri anlamca iki farklı tezat teşkil eder. Bu tezatlarla şair hem okuyucuyu 42 derinden etkilemiş, hem de birimde estetik yapıyı sağlamıştır. Hürmüzlü, bu metinde edebi dilin çağrışım zenginliğinde yararlanarak haksızlığa ve zalimlere karşı nefret duygusu uyandıran sosyal bir konuyu ele almıştır. Beş birim ve 38 dizeden oluşan bu şiir, konunun işlenişi bakımından üç bölümde değerlendirilebilir. Bunlar; giriş (birinci birim), gelişme (ikinci, üçüncü ve dördüncü birimler), sonuç bölümleridir (beşinci birim). Şiirin birinci bölümü olarak değerlendirebileceğimiz birinci birimde, şair geçmiş zamandaki mahalleden söz ederek diğer bölümler için belli bir zemin hazırlar. Burada mahallenin geçmişteki hal ve güzellikleri tasvir edilmiştir. Bu bölümde zaman (eskiden) ve mekân (mahallemiz) unsurlarının ön plana çıktığını görmekteyiz. Gelişme bölümünde, şair önce mekânın (mahallenin) eski güzelliğini kayıp ettirilip değiştiğine işaret etmiş daha sonra bu değişime kötülükleriyle sebep olan adamdan bahsetmiştir. Bu bölümün dördüncü biriminde, kötü adam büyük ağacın budaklarını kesmesiyle ve dedenin o geceden eve dönmemesiyle metnin teması açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Sonuç bölümünde de yine mekân (mahalle) ön plandadır. Ancak buradaki mahalle eski mahalle değil bugünkü mahalledir. Bugünkü mahallede, o eski zevk olmayışının yanı sıra bugünkü mahallede şarkı söylendiğinde gözyaşları dökülmektedir. Bütün bunlar kötü adamın yaptıklarının neticesidir (sonucudur). Bu şiir “eski mahalle” ile “bugünkü mahalle” tezatları arasında kıyaslama veya fark gösterme üzerine kurulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şiirin bütün birimlerinde “Kötü adamın gelişiyle eski mahalle değişti” ifadesi ortak anlamdır. Daha açık bir ifadeyle, metinin bütün birimleri “Katliamın yapılmasıyla mahallemizdeki güzellik ve zevkler yerini hüzne bıraktı” teması etrafında birleşmiştir. Metinin bütün birimleri bu temanın etrafında organik bir birliktelik oluşturmuştur. Yani metinin her hangi bir birimini okunmazsa diğer birimlerde ifade edilmek istenilen duygu ve düşünce anlaşılmazdır. Buradaki duygu hali daha önceden belirlenen bir gelişme çizgisi izlenerek anlatılmıştır. Metinin yapısındaki “bizim mahallemizde” ifadesinin iki defa tekrarlanması, şiire Türkmenceye özgü söyleyişlerin doğalılık ve güzelliklerini katmıştır. Metinde dize tekrarlarının yanında kelime tekrarları da görülmektedir. Bunalar; mahallemiz (6 defa), simsiyah (2 defa), adam (4 defa), bülbüller (2defa), çiçekler (2defa), çocuklar (2defa), ağaç (2 defa) ve gece (3defa) tekrarlanmıştır. Söz konusu tekrarlar; öncelikle metinin muhtevasını ve şairin iletmek istediği mesajı vurgulamakla görevlidirler. Bunun yanında sözü edilen tekrarlar metnin ahengini güçlendirmekte de sorumluluk üstlenirler. Şair metindeki ahengi sağlamak için şiir içi ses tekrarlarına önem vermiştir. Mesela “ı-i” ünlülerin tekrarı nerdeyse şiirin bütün dizelerinde görülmektedir. Hem de dize sonu ses benzerliklerini düzensizde olsa ihmal etmemiştir. Bu şiir tahkiye üslubuyla gerçekleştirilen bir imgenin etrafında oluşmuştur. Şair bu üslupla ve alegori sanatını kullanarak soyut bir duyguyu (düşünce), muhayyilesinin yarattığı somut bir hikâye dönüştürmeyi başarmıştır. Böylece şair katliamı yapan zalim güçlere karşı duyduğu nefreti, olayları, kahramanı, zamanı ve mekânı olan somut bir hikâyeye taşımıştır. Metinde tahkiyevi üslubun yanında başka anlatım şekilleri görmek mümkündür. Mesela şair beşinci birimde daha çok açıklama ve yorumlama tarzı bir anlatım şeklini esas almıştır. Metnin üslubundaki bu farklılık, şiiri monotonluk ve sıkıcılıktan kurtarmıştır. Ancak metnin akıcılığın etkileyen ve metindeki dili zorlayıp anlatım bozukluğuna yol açan bir dize görmekteyiz. Şair ikinci birimde mahallede her şeyin değiştiğini belirtmek için, birinci birimde mahalleyi övmek maksadıyla kullandığı ifadeleri “ne” edatıyla olumsuzlaştırarak sıralamış ve bunlara yeni olumsuz ifadeler eklemiştir. Ancak şair “makta” eklerinden sağlanan ritmi devam ettirmek amacıyla bu olumsuz tablonun içine olumlu bir cümle (ışıklarını saçmakta) ekleyince, birimde ifade edilmek istenilen anlam bozukluğa uğramıştır. 1 Erşat Hürmüzlü, “Bizim Mahalle”, Kardaşlık Dergisi, S.3, Yıl:3, Ağustos1963, s.37. 43 Mehmet Akif ERSOY’un Hayatı ve Kişiliği İsmail KESKİN Fatih Dersiamlarından Aslen Arnavut olan Mehmet Tahir Efendi ile Aslen Buharalı olup, Anadoluya göç edip, Tokat’a yerleşmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerife Hanım’ın çocukları olan Akif, 1873 yılında İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya geldi. İlk tahsiline dört yaşında Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İki sene sonra Fatih’te İbtidâi mektebinde İlk tahsilini sürdürdü.Üç sene devam ettiği bu mektep esnasında babasından Arapça dersleri aldı. Sonra Fatih merkez Rüşdiye mektebine devam etti. Bu arada babasından aldığı Arapça dersini devam ettirdi, seviyesi normal mektep programından ileriydi. Bunun için Fatih Camiinde okunan Hafız Divani, Gülistan ve Mesnevi gibi derslere devam etti. Lisan derslerine olan ilgisi sebebiyle Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca da birinciydi. Şiir okumayı severdi. Rüşdiye öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Bu sırada babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp kısa yoldan memuriyet almak için Baytar Mektebine geçti ve birincilikle bitirdi. Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan›da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif›in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn›da edebiyat dersleri vermiştir. 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi. Bu evlilikten Cemile, Feride, Suad adlı kızları, İbrahim Naim (1,5 yaşında vefat etmiştir), Emin ve Tahir isimli oğulları dünyaya gelmiştir. Âkif tahsil hayatında okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarıda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908›de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirleri Sırât-ı Müstakîm›de yayınlanır. Meşrutiyetin ilanına kadar SAFAHAT şairi olan Akif, bu tarihten sonra VATAN ŞAİRİ olur. Zira Meşrutiyetin ilanı da Osmanlı Devletini asırlık dertlerinden, çöküntü sebeplerinden kurtaramamıştı. Bu yüzden Safahatın birinci bölümünden sonraki Süleymaniye Kürsüsünden, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünden, Hatıralar, Asım ve Gölgeler bölümündeki şiirler hep vatan şiirleridir. Bu şiirlerin hedefi memleketin kurtuluş çarelerini belirtmek ve bu çarelerin gerçekleşmesini temin etmektir. Bunu gerçekleştirmek için Halkın arasında dolaşmış, Cami kürsülerinden vaazlar vermiş, halkı uyandırmaya çalışmıştır. 5 Ocak 1913 - 5 Mart 1913 tarihleri arasında Mısır, Hicaz ve Medine’yi ziyaret edip İstanbul’a döndü. Birinci dünya savaşının çıkması ile istihbarat görevlisi olarak Berlin’e gitti. Çanakkale savaşı O Berlin’de iken vuku buldu ve Akif Çanakkale’nin ıstırabını Berlin’de yaşadı. “Berlin hatırları” o tarihte kaleme alınmıştır. Daha sonra aynı görevle Arabistan’a gitti. “Necid çöllerinden Medine’ye” şiiri de o zaman yazıldı. I.Dünya savaşının Osmanlı Devletinin aleyhine sonuçlanması ile başlayan ağır mütareke 44 şartları ve yurdun işgaliyle Yunanlıların İzmir’e çıkması üzerine başlayan Milli mücadele hareketine fiilen katılma kararı ile 1920 Şubatında Balıkesir’e giden Akif, Zagnos paşa Camii ile çeşitli yerlerde halkı birliğe ve direnmeye teşvik maksadı ile vaaz ve konuşmalar yapmıştır. Daha sonra Yüksek maaşlı memuriyetini bırakıp, Anadolu’ya geçmeye karar verdi ve Üsküdar, Alemdağ yolu ile deniz kıyısına, oradan İnebolu ve Ankara’ya geçti. Hacı Bayram Camisinde ilk vaazını verdi. 5 Haziran1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. Zaman zaman Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya, Konya gibi şehirlerde gerek sivil halka, gerekse askerlere milli mücadeleyi teşvik eden konuşma ve vaazlar yaptı. Meclis kararı ile gittiği Kastamonu Nasrullah Camisinde yaptığı konuşma, “Sevr Anlaşmasının memleketimiz için ne denli bir felaket olacağını izah eden, onu yırtıp atmayı ve batılı sömürgecilerin karşısına silah ve imanla çıkmayı hayati bir mecburiyet olarak telkin edip, milli mücadeleyi büyük bir heyecan ile sarılmayı telkin eden” önemli bir belgedir. Kısaca Akif Milli Mücadelede İleri görüşlü bir İslam alimi olarak çok önemli bir şahsiyettir. 1920 yıllarının sonlarında gerekli olan milli marşın yazılması için açılan yarışmaya 700 eser katılmış, ancak hiç biri gerekli ilgi ve ruhu yakalayamadığından, zamanın Milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi’nin ricası ile ödül olarak konulan 500 TL.nin bir hayır kurumuna verilmesi şartı ile Akif bir şiir yazmayı kabul etmiştir. Ve nihayet on dörtlük halinde yazılan bu şiir, 12 Mart 1921 tarihinde T.B.M.Meclisinde okunarak ayakta dinlenip, alkışlanmış; Vekillerin tümünün oy birliği ile Milli marş olarak kabul edilmiştir. Böylece Akif İstiklal Şairi unvanını almıştır. (Akif “Millete aittir.” Diyerek İstiklal Marşı şiirini Safahat’a almamıştır.) Bu başarılara sahip Milli şairimiz M.Akif Milli Mücadelenin başarı ile bitmesinin ardından Büyük millet meclisinin aldığı seçim kararı üzerine, yeniden teşekkül eden ikinci dönemde maalesef millet vekili adayı gösterilmemiştir.Ümit ettiği İslam birliğinin gerçekleşmemesi karşısında hayal kırıklığına düşen akif 1923 yılında Abbas halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitmiştir. İki sene kışın Mısır, yazın Türkiye’de hayat geçiren Akif, kendisine emekli maaşı bağlanmaması yüzünden geçim sıkıntısına düşmüş, aynı zamanda hükümetin muhalif kişiler listesine alınıp, polis takibine uğraması gibi sebeplerle 1925 yılından sonra sürekli Mısır’da kalmaya karar vermiştir. T.B.M.M.nin 21 Şubat 1925 tarihli kararı ile Diyanet İşleri Başkanlığı, K.Kerim tefsiri İçin Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve K.Kerim Meali yazmak için M.Akif’e teklif götürdü. Akif bu işin dini ve manevi sorumluluğunu düşünerek önce kabul etmedi. Sonra Elmalılı M.Hamdi’nin hazırlayacağı tefsirle basılmak şartı ile meal yazmayı kabul etti.192629 yılları arasında çalışmayı tamamladı ise de, “Ezanın kanun zoru ile Türkçe okutulmaya çalışıldığı o yıllarda, namazın 45 da kendi yazdığı Türkçe mealden okutulup, kıldırılmaya zorlanılacağı endişesi ile” meclis ile yaptığı anlaşmayı fesh ederek, aldığı paranın bir kısmını da geri iade etmiş ve Kur’an Tercümesini teslim etmemiştir. Akif, hastalanıp Türkiye’ye gelirken şayet kendisi geri dönemezse yazdığı mealin yakılmasını vasiyet etmiş ve dönmemesi üzerine 1961’li yıllarda yazılan eser yakılarak bu vasiyet yerine getirilmiştir. (Ancak bu mealden K.Kerim’in baştan 0n sure ve 206 sayfalık 13/’lük kısmını ihtiva eden bölümü, merhum Mustafa RUNYUN beyin evrakı arasında bulunmuş ve bu bölüm 2012 yılı Ağustos ayında yayınlanmıştır. M:Ertuğrul Düzdağ) Akif, Mısır’da bulunduğu yıllarda Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk dili ve edebiyatı dersleri vermiştir. Geçim sıkıntısı ve Vatan hasretinin ıstırabı ile geçen on yılın sonunda 1935 yılında hem eşinin ve hem de kendisinin hastalanması üzerine, önce hava değişimi için Lübnan’a gitmiş, oradan da Fransız işgali altındaki Antakya’ya gitmiştir. Hastalığının iyice artması üzerine 17 Haziran 1936 da İstanbul’a dönmüştür. Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Beyazıt Camisinde Üniversite gençliği ve büyük bir halk katılımı ile kılınan cenaze namazından sonra İstiklal marşı Şairimiz M.Akif Ersoy tekbir ve dualarla toprağa verilmiştir. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır. Allah gani gani rahmet eylesin… Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, 46 edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. Ama Akif, hayatı boyunca halktan biri olarak yaşamış, bu yaşayış tarzı çeşitli şekilde şiirlerine de yansımıştır. Akif, halk ve köylüye çok önem verir ve yazarların onlara hitap eden eserler yazmamasından şikayetle : “Erbab-ı fikir ve nazarımız hayalen göklerde uçarlar da, nasib-i nurunu maddeten bağlı bulunduğu topraktan bekleyen şu halkı bir kere olsun hatırına getirmezler…” dedikten sonra, perişan durumdaki köylüye mutlaka sahip çıkılması sadedinde : “Hem bu gün köylüyü düşünmek meselesi bir hamiyet meselesi değil, doğrudan doğruya hayat meselesidir. İyi bilmeliyiz ki, asırlardan beri muttasıl sağmak istediğimiz o zavallıda artık ne can kalmıştır, ne de kan..” diyerek köylünün, halkın derdine derman olmak gerektiğini vurgulamıştır. Devamlı halkın içinde, camilerde onlarla beraber olmuş, gençliğinde kispet giyip, güreş tutmuştur. M.Akif şiirlerinde bazen halk fıkraları anlatmış, gamsız insanların halini anlatırken bir şiirinde: “Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi, Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi, Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek, Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek ! Kâr sayarmış, bir tutam ot fazla olsun yutmayı, Hasmı, derken çullanırmış yutmadan son lokmayı. Akif burada gamsız insanların kıssadan hisse çıkarmalarını istemiştir. Bu manada Japonlardan da misal vermiş ve : Medeniyet girebilmiş yalnız fenniyle, O da sahiplerinin lâhik olan izniyle, diyerek, onların bu konudaki hassasiyetini vurgulamıştır. Akif şiirlerinde bazen bir mizah adamıdır. Mesela “ Hocanın vurduğu yerde gül biter” diyen Köse İmam’a, “Sopanın vurduğu yerden gül değil, kıl bile bitmez. Öyle olsa, şu karşındaki yalçın kelle, kızanlık’taki güllükten fark olunmazdı” cevabını verirken, hazır-cevap bir Akif görürüz. Akif, çağını anlayan bir aydındır, çağdaş bir din bilginidir. Yaşadığı çağdaki bütün gelişmeleri takip etmiş, çağın ilim yüz yılı olduğunu görmüş, bunu fark etmeyen kalabalıkları da uyarmaya çalışarak : “ Hülasa milletin efradı bilgiden mahrum, Unutmayın şunu lakin : Zaman, zaman-ı ulum !” gerçeğini haykırmıştır. Akif, İlmin dini, milliyeti olmadığını; nerede bulunursa alınması gerektiğini ifade etmiş, ancak ilmi alırken başkasının inancını, kültürünü almamak, Mukaddesata saygıya büyük özen göstermek gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu kapsamda: Alınız ilmini Garbın, alınız sanatını, Veriniz hem de mesainize son süratini, Çünkü, milliyeti yok sanatın, ilmin! Yalnız, İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin : Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp, geçmek için, Kendi “mahiyet-i ruhiye”niz olsun kılavuz, Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet, onsuz . Evet, Ulumunu asrın şebaba öğretelim, Mukaddesata fakat çokça ihtiram edelim. demektedir. Akif Sözünde Duran Bir Adamdır. Bir gün arkadaşlarından Eşref Edip’le öğle yemeğinde buluşmak için sözleşmişlerdi. Eşref Edip, Vaniköy’de oturuyordu; kendisi de Beylerbeyi’nde... Öğleden bir saat evvel oraya gidecekti. O gün öyle bir yağmur vardı ki; her taraf sel oldu. Eşref Edip, Mehmet Akif’in böyle bir havada gelemeyeceğini düşünmüştü. Bu sebeple hizmetçiye döneceğini söyleyerek, evden çıkıp yakın komşulardan birine gitti. Yağmur devam ediyordu. O evden çıktıktan bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen eve geldi. Eşref Edip evine döndüğünde onun geldiğini hizmetçiden öğrenmişti. Sırılsıklam bir hâlde olmasına rağmen içeriye girmemiş; “Selâm söyle.” demiş, yağmura aldırmadan gerisin geriye gitmişti. Eşref Edip ertesi gün kendisini bulmuş, durumu anlatarak özür dilemek istemişti, ama Mehmet Akif bu olaydan dolayı kırılmıştı. Ve ona şu unutulmayacak sözü söylemişti: “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felâketle yerine getirilmezse mazur görülebilir.” Evet, Akif böyle bir insan, bir alim, bir mütefekkir. O’nun hayatından alacağımız çok ders var. Onu ne kadar anlatsak azdır. 47