SAYI 24 - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Transkript
SAYI 24 - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Üniversitemiz Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlyas Gökhan ile lâle ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa üzerine konuştuk Çömlek Ustası Şaban Topuz çömlek sanatının inceliklerini anlattı SAYFA 8'DE NEÜ SAYFA 4 ve 5'TE aktüel NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ AYLIK GAZETESİDİR NİSAN 2014 Sayı: 24 Üniversitemizden yeni proje: YEŞİL NEVŞEHİR Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü ve üniversitemiz bünyesinde yer alan Fotoğrafçılık Kulübü tarafından ‘Köy Okullarımızı Ağaçlandırıyoruz’ sloganıyla ‘Yeşil Nevşehir’ projesi başlatıldı. Nevşehir Belediyesi ve Nevşehir Orman İşletme Müdürlüğünün de desteği ile yürütülen proje kapsamında köy okullarında ağaçlandırma çalışmalarına başlandı. Proje kapsamında 300 adet fidan Nevşehir merkeze bağlı Göre, Çardak ve Güvercinlik köylerinde eğitim veren okul bahçelerine dikildi. Proje kapsamında diğer köy okullarında da ağaçlandırma çalışmaları devam edecek. HABERİ SAYFA 3'TE Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ‘3. Uluslararası Sanat Yoluyla Evrensel Sevgi 2014 Suluboya Bienali’ne ev sahipliği yaptı. Bienal, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Uluslararası Suluboya Derneği iş birliği ile düzenlendi. Bianele ilişkin açıklamada bulunan Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Arslan, “Sanat yoluyla farklı kültürlerden sanatçıların kaynaşması, bölgenin kültür ve sanat hayatına katkıda bulunmak, sanat eğitimi veren kurumlar arasında iş birliği ve dayanışmayı gerçekleştirmek amacıyla bugün burada bir araya geldik. Burada yaptığımız bienale 69 ülkeden toplam 697 suluboya ressamı birer adet suluboya eseriyle yarışmacı olarak katıldı” dedi. Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç ise, “Gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğimizde birçok ülkeden farklı dili konuşan katılımcılar bu gün tek bir dili konuşmak için aynı paydada buluştu. O da sanatın evrensel ve kucaklayıcı dili” diye konuştu.” HABERİ SAYFA 2'DE Yol arkadaşım kitap kampanyası başladı Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü ve Basın ve Halkla İlişkiler Birimi öncülüğünde gerçekleştirilen “Yol Arkadaşım Kitap” kampanyası başladı. Herkese kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için başlatılan kampanyayla atıl durumdaki kitapların değerlendirilerek okurla buluşması hedefleniyor. Kampanya sayesinde üniversitemizin ve şehrimizin çeşitli yerlerine bırakılacak kitaplar, herkesin istifadesine sunulacak. Kitabın yeni sahibi kitabı okuduktan sonra istediği bir yere bırakarak kitabın başka kişilerle buluşmasını sağlayacak. Böylece bu kitaplar, okuru, banklarda, kantinlerde, hastanelerde, otobüslerde, otobüs duraklarında kısaca her yerde kitapla buluşturacak. HABERİ SAYFA 3'TE NEÜ KTÜEL ÜNİVERSİTE 2 Sanatın kalbi üniversitemizde attı Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ‘3. Uluslararası Sanat Yoluyla Evrensel Sevgi 2014 Suluboya Bienali’ne ev sahipliği yaptı. Bienal, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Uluslararası Suluboya Derneği iş birliği ile düzenlendi. Üniversitemiz Tafana Aşçılık ve İkram Hizmetleri Uygulama Tesisleri Konferans salonunda gerçekleştirilen bienalin açılışına; Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Çetin Pekacar, Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Arslan, Uluslararası Suluboya Derneği Başkanı Firdevs Posacı, üniversitemiz akademik ve idari personeli, ABD, Avustralya, Kanada, Çin, İspanya, Portekiz, Rusya, Yunanistan, İran, Polonya, Belçika, Tayland, İtalya, Güney Afrika, Azerbaycan, Vietnam, Kolombiya ve İzlanda gibi ülkelerden 60’ı yabancı, 135’i yerli birçok suluboya sanatçısı katıldı. Etkinliğin açılış konuşmasını Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Arslan yaptı. Farklı ülkelerden ayrı dilleri konuşan sanatçıları bir araya getirmenin mutluluğunu yaşadıklarını belirten Prof. Mustafa Arslan, “Sanat yoluyla farklı kültürlerden sanatçıların kaynaşması, bölgenin kültür ve sanat hayatına katkıda bulunmak, sanat eğitimi veren kurumlar arasında iş birliği ve dayanışmayı gerçekleştirmek amacıyla bugün burada bir araya geldik. Burada yaptığımız bienale 69 ülkeden toplam 697 suluboya ressamı birer adet suluboya eseriyle yarışmacı olarak katıldı. Çeşitli ülkelerden 91 ünlü suluboya ressamının jüri üyeliği yaptığı değerlendirme sonucunda çeşitli kategorilerde ilk üç dereceye giren yarışmacılarımızı belirledik. Bu güzel etkinliğin gerçekleştirilmesinde başta Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç olmak üzere, bizleri destekleyen herkese teşekkür ediyoruz” dedi. İletişimin her alanda olduğu gibi sanatı da derinden etkilediğini belirten Uluslararası Suluboya Derneği Başkanı Firdevs Posacı yaptığı konuşmada “İçinde bulunduğumuz iletişim çağı her Yolu sanattan geçen herkes iletişimin gücüyle kolaylıkla kucaklaşabiliyor. Uluslararası Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Adına Sahibi Prof. Dr. Filiz KILIÇ (Rektör) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Çetin PEKACAR Yayın Koordinatörü Uzm. Mehmet AKBAŞ suluboya topluluğu ailesi de iletişim çağının dünya sanatına kazandırdığı oluşumlardan biri” dedi. “SANAT TOPLUMA VE BİLİME NİCE KATKILAR SAĞLAR” Kültürlerin buluşma noktası olan Kapadokya’da böylesine önemli bir organizasyonu gerçekleştirmenin gururunu yaşadıklarını belirten Rektörümüz Prof. Dr. Filiz Kılıç konuşmasında “Biliyoruz ki ‘sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’. Yine biliyoruz ki ‘bilim ve sanat iltifat görmediği yeri terk eder’. Bu sebeple hayat damarlarımızı güçlendirmek; bilim ve sanata hak ettiği değeri vererek toplumu kalkındırmak üniversiteler olarak en asli vazifelerimizdendir” dedi. Rektörümüz, “Sanat insana, topluma ve bilime nice katkılar sağlar. Bu açıdan sanat hayatın en önemli ve vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bununla birlikte toplumsal belleğin korunmasında ve zenginleşmesinde de sanatın önemi şüphesiz yadsınamaz. Kültür ve sanat, sınırı olmayan bir dünya sunar bizlere. Öyle ki tüm sanat eserleri, bizlerle buluşmadan önce birer hayaldi. Burada da gerçeğin sınırlarını kaldırarak hayallerini somutlaştıran sanatçıların eserlerini görmekteyiz. Gerçekleştirdiğimiz bu bienalle, sanatın geliştirici gücünü topluma aktarma fırsatı elde etmiş bulunmaktayız. Bu itibarla Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak bu renkli etkinliğe ev sahipliği yapmış olmanın mutluğunu yaşıyoruz. Sanat toplumları birbirine yakınlaştırarak tıpkı zihin dünyamızın olduğu gibi içinde yaşadığımız dünyanın da sınırlarını kaldırır. Bu yönüyle evrensel bir dil olan sanat, tüm insanları ortak bir paydada buluşturan gizemli bir güçtür. Gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğimizde birçok ülkeden farklı dili konuşan katılımcılar bu gün tek bir dili konuşmak için aynı paydada buluştu. O da sanatın evrensel ve kucaklayıcı dili” diye konuştu. Yapılan konuşmaların ardından etkinlik, 697 suluboya ressamının katıldığı yarışmada dereceye giren sanatçılara ödül ve plaketlerinin takdimi ile devam etti. Bienalin açılış etkinliği, Rektörümüz ve katılımcıların, serginin açılışını gerçekleştirmesi ve ardından düzenlenen uygulamalı suluboya gösterisi ile son buldu. “BİANELİ ÇOK İYİ ŞEKİLDE NETİCELENDİRDİK” Renkli görüntülere sahne olan Bianel, 4 gün boyunca devam etti. Farklı ülkelerden sanatçıları bir araya getiren '3. Uluslararası Sanat Yoluyla Evrensel Sevgi 2014 Suluboya Bienali'yle ilgili açıklamada bulunan Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Arslan “Uluslararası sulu boya sanatçılarının katılımıyla akademik anlamda ilk defa karşılıklı olarak gerçekleştirdiğimiz bienali neticelendirdik. Bu bienalle bölgemize, bölge kültürüne, üniversiteler arasındaki ilişkilere ve kurumumuz adına önemli bir etkinlik gerçekleştirmiş olduk” dedi. Bienalin çok iyi bir şekilde neticelendiğini söyleyen Prof. Arslan, “63 ülkeden pek çok katılımcının eserleri ile katıldığı böylesine geniş katılımlı ve uluslararası düzeyde bir sergi gerçekleştirmemiz bizim için ayrı bir onurdur. İnşallah bu gibi uluslararası veya ulusal düzeyde yarışmaları, sergileri yapmaya ve sergilemeye devam edeceğiz” şeklinde konuştu. '3. Uluslararası Sanat Yoluyla Evrensel Sevgi 2014 Suluboya Bienali' farklı kültürden birçok sanatçıyı bir araya getirdi Görsel Yönetmen&Editör Öğr. Gör. Fadime ŞİMŞEK İŞLİYEN Haber Müdürü&Editör Uzm. Mustafa İŞLİYEN Yazı İşleri Uzm. Taylan VIRACA Rıza GÜNAYDIN Salim KÜRKLÜ Haberleşme Adresi Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Birimi 2000 Evler/Nevşehir www.nevsehir.edu.tr neuaktuel@nevsehir.edu.tr t: 0384 228 10 33/34 f: 0384 215 30 58 Baskı Yaşar Ofset Matbaacılık Bahçelievler Mah. Toptanciler Sitesi No:39-40 Nevşehir Tel: 0384 212 07 54 0384 213 38 55 NEÜ KTÜEL ÜNİVERSİTE 3 ‘Yol Arkadaşım Kitap’ kampanyası başladı Nevşehir Hac ıB Veli Üniversi ektaş tesi Rektörlüğü v eB Halkla İlişkil asın ve er Birimi öncülüğünde gerçekleştiril en Arkadaşım K “Yol itap kampanyası b ” aş Yol Arkadaşım ladı. Kampanyasın Kitap ın etkinliğine Ü başlangıç niversitemiz Rektörü Prof. D Kılıç başkanlı r. Filiz ğında üniversitemiz ak ve idari perso ademik neli ile öğrenciler kat ıld Etkinlik, Tafan ı. a ve İkram Hiz Aşçılık metleri Uygulama Tes is Kafeterya Bö leri lümünde gerçekleştiril di. öğrencilerle b Burada ir gelen Rektörü araya m Dr. Filiz Kılıç üz Prof. , kitap okuma alışkan lı kazandırılmas ğının ı ve yaygınlaştırıl ması adına bu etkinliğin ön adım olduğun emli bir u Etkinliğe kat söyledi. ılanlarla kitaplar üzeri ne sohbet eden Rektör Kılıç, kampanya kap sa masalara bırak mında ıl kitapları ince an leyerek bir süre öğrencile rl kitap okudu. e birlikte Rektörümüz, ilerleyen gün lerd kampanyayla e ilg adımların atıl ili yeni acağını ve bu kampanyan ın büyüyerek dev am etmesi için herkesin desteğine ihtiyaç duyuld uğunu söyledi. Herkese kitap o alışkanlığı kaz kuma andırmak için başlatıla n kampanyayla at durumdaki k ıl itapların değerlendiril erek buluşması hed okurla ef Kampanya sa leniyor. yesinde üniversitemiz in şehrimizin çe ve şitli yerlerine bırak ıl kitaplar, herk acak esin istifadesine su nulacak. Kitabın yeni sahibi kitabı okuduktan so nra istediği bir yere bırak arak kitabın başka kişilerle buluşmasını sağ Böylece bu k layacak. itap okuru, bankla lar, rd kantinlerde, h a, astanelerde, otobüslerde, oto duraklarında büs kıs yerde kitapla aca her buluşturacak . Çevreci üniversitemizden yeni proje: YEŞİL NEVŞEHİR Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörlüğü ve üniversitemiz bünyesinde yer alan Fotoğrafçılık Kulübü tarafından ‘Köy Okullarımızı Ağaçlandırıyoruz’ sloganıyla ‘Yeşil Nevşehir’ projesi başlatıldı. Proje kapsamında 3 köy okuluna 300 fidan dikildi. Nevşehir Belediyesi ve Nevşehir Orman İşletme Müdürlüğünün de desteği ile yürütülen proje kapsamında köy okullarında ağaçlandırma çalışmalarına başlandı. Köy okullarını güzelleştirmeye ve yeşillendirerek gelecek nesillere daha temiz ve güzel bir çevre bırakmayı da amaçlayan projenin ilk etabında Nevşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ile Nevşehir Orman İşletme Şefliğinden temin edilen 300 adet fidan Nevşehir merkeze bağlı Göre, Çardak ve Güvercinlik köylerinde eğitim veren okul bahçelerine dikildi. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi gönüllü öğrencilerinin yanı sıra Güvercinlik İlköğretim Okulu, Çardak İlköğretim Okulu ve Göre İlköğretim Okulu yetkilileri ile minik öğrencilerin katılımlarıyla fidanlar okul bahçelerinde toprakla buluşturuldu. Güvercinlik İlköğretim Okulu Müdürü Cavit Akdemir, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen projenin çok güzel bir proje olduğunu dile getirerek, ‘köyümüzde hem okuyan çocuklarımızın hem de yetişkin köy halkımızın zamanlarını geçirebilecekleri herhangi bir yeşil alan bulunmamakta. Bu güzel çalışma ile hem bunu gidererek güzel bir mesire alanı oluşturmuş, hem de gelecek nesillere daha temiz ve güzel bir okul bırakmış olacağız. Bu vesile ile gerek şahsım, gerekse okulumuz ve köyümüz adına başta Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Filiz Kılıç olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu. Ağaç sevgisini çocuklara aşılama adına güzel bir etkinlik olduğuna vurgu yapan Çardak İlköğretim Okulu Müdürü Mevlüt Yalçın, “geleceğimiz olan çocuklarımıza küçük yaşlarda ağaç sevgisini kazandırmak adına çok güzel bir proje. Bugün burada öğrencilerimiz ile birlikte dikeceğimiz her bir fidan, gelecek nesillerimiz için yetişen ve meyve veren birer ağaç olacak. Köyümüzü ve okulumuzu yeşillendirmek adına yapılan çalışmadan dolayı herkese teşekkür ediyorum” diye konuştu. Bir eğitimci olarak bu güzel projenin okullarında gerçekleştirilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Göre İlköğretim Okulu Müdürü Orhan Yıldız ise, “Okulumuzda gerçekleştirilen bu çalışma hem okulumuzu, hem de köyümüzü güzelleştirmek adına güzel bir etkinlik. Bugün burada öğrencilerimiz belki de hayatlarında ilk kez ağaç dikme şansı buldu. Böylelikle kendilerine bir nevi ağaç ve doğa sevgisi de aşılanmış oldu” dedi. Proje kapsamında diğer köy okullarında da ağaçlandırma çalışmaları devam edecek. RÖPORTAJ 4 NEÜ Üniversitemiz Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Doç. Dr. İlyas Gökhan ile lâlenin geçmişten günümüze uzanan serüvenini ve kültürümüzdeki önemini konuştuk Öğrenci RÖPORTAJ: MEHMET ALİ DOĞAN KTÜEL Lâlenin kültürümüzdeki yeri nedir? Lâle Çiçeği Asya kökenli bir bitkidir. Lâle Türklerin millî çiçeğidir. Bazı Osmanlı sözlüklerinde Lâle kelimesinin dahi Türkçe olduğu yazılıdır. Acaba lâle farsça kırmızı anlamına gelen “Lâlé” kelimesinden mi gelmiştir. Bu da düşünülebilir. Türkler Orta Asya'dan beri bu çiçeğe büyük önem vermişlerdir. Osmanlılar öncesi Anadolu'da mabetlerin ve sarayların bahçeleri lâlelerle süslemiştir. İran'a hâkim olan Büyük Selçuklu ve Anadolu'ya hâkim olan Selçuklu sanat eserlerinde lâle resim ve motiflerine rastlanmıştır. Anadolu Selçuklularının merkezi olan Konya'da lâle motiflerine rastlanmaktadır. Selçuklu Sultanlarının Konya'da bulunan saray bahçelerinde lâle çiçeğinin olduğu bilinmektedir. İznik çinilerinde, halılarda, kilimlerde, kumaşlarda, camilerde, türbelerde, sebil ve medreselerde lâle motifi hep kullanılmıştır. Selçuklular zamanında Dağ lâlesi ve Kara lâlesi gibi çeşitleri vardır. Osmanlıda lâlenin önemini anlatır mısınız? Lâle Selçuklulardan Osmanlılara intikal etmiş bir çiçek. İstanbul fethedilince eski Bizans bahçeleri lâlelerle donatılmıştır. Fatih devrinde Kâğıthane'de lâle bahçelerinin olduğu bilinmektedir. Mimar Sinan'ın Edirne'de II. Selim adına inşa ettiği Selimiye Camiinde meşhur ters lala motifleri bulunmaktadır. Osmanlı ebru sanatında lale motifi çok “Lâle Türklerin millî çiçeğidir” kullanılmıştır. 17. yüzyılda yaşayan Evliya Çelebi, seyahatnamesinde lâleden bahsetmektedir. Seyyah, lâlezar adını verdiği Kâğıthane'de bir bahçeden bahsetmektedir. Lâlenin IV. Murat zamanında (1623-1640) Osmanlı'ya Hollanda'dan geldiği iddia edilse de bu doğru değildir. Bilakis Osmanlı'dan Hollanda'ya gitmiştir. 1901'de Almanya'da yayınlanan bir makalede lâlenin Osmanlı ülkesinden Avrupa'ya nasıl gittiği detaylı şekilde açıklanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Alman imparatorunun elçisi olarak Türkiye'ye gelen diplomat G. Busbeck, dönüşünde İstanbul hatırası olarak bir takım eşyalarla birlikte birkaç lâle soğanını da Avrupa'ya götürmüştür. Bu şekilde Avrupa'nın başta Hollanda olmak üzere birçok ülkesinde lâle ekilmeye başlamıştır. Hollanda'da 1640'larda lâle çok moda olmuştur. Bir botanik profesörü lâleyi kendi tekeline almış. Bu dönemde lâle soğanının değeri altına eşit olup altınla tartılarak satılırmış. Bu kadar değerli çiçeği hırsızlar çalmış ve soğanları her tarafa dağılmıştır. Lâle devri ve lâleye dair neler söylemek istersiniz? Osmanlı Tarihinin 1718-1730 tarihleri arasına Lâle devri denmiştir. Aslında bu isim o dönemde denmemişti. 1990'larda İstanbul'da III. Ahmet ve Nevşehirli Damat İbrahim paşa hakkında araştırmalar yapan ve kendisi de Ürgüplü olan Ahmet Refik bu ismi kullanmış ve Türkiye'de bu isim çok tutulmuş ve yaygınlaşmıştır. Nevşehirli İbrahim Paşa'nın 1718'de sadrazam olması ile Osmanlı devletinde bir barış ve yenilik hareketi başlamıştı. Çok iyi yetişmiş bir aydın olan Damat İbrahim paşa, ülkedeki bozulmayı ve savaşlardaki mağlubiyetleri görmüştür. Bu yüzden İran, Rusya ve Fransa gibi ülkelerle dostluk kurarak savaş dönemine son vermiştir. Avrupa'daki gelişmeleri oralara gönderdiği elçilerle öğrenen İbrahim paşa, matbaanın ülkeye getirilmesini sağlamıştır. O dönemde İstanbul yangınları meşhurdur. Şehir çıkan yangınlarla kül olmaktadır. İbrahim Paşa bunu önlemek için itfaiye teşkilatı kurmuştur. Yine salgın hastalıklara karşı çiçek aşısı yapılmaya başlanmıştır. İbrahim Paşa başta İstanbul olmak üzere ülkenin her tarafında bir imar faaliyetine girişmiştir. Bu bağlamda memleketi Muşkara adlı bir köy olan Nevşehir'i kurup geliştirmiştir. İbrahim Paşa'nın yenilik ve ıslahatları devam etseydi belki de Osmanlılar'da bir Rönesans meydana gelirdi. Damat İbrahim Paşa'nın Lâle tutkusundan bahseder misiniz? III. Ahmed ve Damat İbrahim Paşa'nın dönemlerine Lâle devri denmesi gerçekten çok doğrudur. Bu döneme damgasını vuran lâle, İstanbul'un başta Kâğıthane'de bulunan Sâdâbâd Kasrı olmak üzere her tarafında yetiştirilmektedir. Bu dönemde Sultan III. Ahmed ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa büyük imar faaliyetine girmişlerdi. Yapılan köşk ve bahçeler lâle çiçekleri ile donatılmıştır. Padişah III. Ahmed, lâleye çok düşkündü. Padişah ve sadrazamım özel lâle bahçeleri vardı. Damat İbrahim Paşa zamanında Kâğıthane, yüksek tabaka ve halkın gezinti yeri olan gönül alıcı ve latif bir mesire alanı oldu. Burada birçok kasır inşa edildi. Ancak bu kasırların en muhteşemini İbrahim Paşa'nın yaptırdığı Kasr-ı Hümayun ya da Sâdâbâd Kasrı denilen yerdi. Burası padişah ve sadrazamın eğlence mekânı oldu. Bu kasrın önüne büyük bir havuz, fıskıyeler ve suni bir çağlayan yapıldı. Sâdâbâd Kasrı, Fransa kralının sarayına nazire teşkil ediyordu. Damat İbrahim Paşa İstanbul'da şenlikler yapılmasına büyük önem verdi. Bu dönemde lâle çok önem kazandı. Hiçbir devirde lâleye bu kadar fazla önem verilmemişti. İstanbul'un bahçeleri hatta evlerin pencerelerini lâleler süslüyordu. Özellikle lâle yetiştirmek için bahçeler düzenlendi. Her taraf renk renk lâlelerle donatıldı. Lâle çeşitleri arttı; hatta farklı ve güzel lâle yetiştirmek için yarışmalar dahi düzenlendi. Tabii bunların hepsi Damat İbrahim Paşa'nın himayesi ve yardımı ile yapılmaktaydı. NEÜ KTÜEL TARİH 5 Cumhuriyet Türkiye'sinde Öğretmenlik Mesleği Yrd. Doç. Dr. VEDAT AKTEPE Lâlenin IV. Murat zamanında Osmanlı'ya Hollanda'dan geldiği iddia edilse de bu doğru değildir. Bilakis lâle, Osmanlı'dan Hollanda'ya gitmiştir İbrahim Paşa yaradılıştan dolayı tabiatın güzelliğine ve sanat zevkine tutkun olduğu için lâlenin yayılmasına büyük önem verdi. İbrahim Paşa sadece Osmanlı ülkesinden değil Avrupa'dan da lâle getirdi. Bizzat kendisi de lâle yetiştirdi. Kendisinin yetiştirdiği lâleye “Âsafî” adı verildi. Bu işi yapanlara ödüller verdi. Avrupa'dan getirilen lâleye Felemenk lâlesi dendi. Bu dönemde lâlenin rengi kaybolmasın diye sıcak günlerde üzeri örtülürdü. İstanbul'daki lâle merakı dünyanın her yerine yayıldı. Dünyanın her tarafından İstanbul'a lâle gönderildi. Bu dönemde İstanbul'da 839 çeşit Lâle bulunmaktaydı. Bir lâle soğanının 500-1000 altına satıldığı görüldü. İbrahim Paşa, dışarıdan tac-ı kayser adı verilen bir lâle getirmişti. Bu lâlenin soğanı bir müddet sonra kaybolmuştu. Bunun soğanının bulunması için İbrahim Paşa, sokaklara tellallar gönderdi. İstanbul'un her köşesi aranmasına rağmen bu lâle bulunamadı. İstanbul'da Nisan ve Mayıs aylarında açan lâlenin seyrine doyum olmazdı. Padişah III. Ahmed ve Sadrazam İbrahim Paşa birlikte lâle seyretmeye giderlerdi. Ahali akın akın bu lâleleri seyretmek için giderdi. İstanbul'da lâlenin fiyatı aşırı şekilde artınca, İbrahim Paşa bunu engellemek için lâlenin fiyatını sınırlandırdı. Sadrazam hangi bahçede kim ne çeşit lâle yetiştiriyor bunların tespitini yaptırdı. Bu iş için adam dahi görevlendirdi. Devrin şairleri lâleyi tasvir eden şiirler yazdılar. Lâlelerin künyesi çıkarılırdı. Onların âdeti, ismi, rengi ve kimde bulunduğu pusulara yazılırdı. Bir bahçede 500-600 çeşit farklı renkte lâle açardı. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Maalesef Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, 1730'da çıkan bir isyanla ortadan kaldırıldı. Onun kurduğu şehri bile yıkmak isteyen isyancılar, başta Sâdâbâd Kasrı olmak üzere her şeyi yıktılar. Bu gün içinde yaşadığımız ve 100 bine ulaşan nüfusu ile bu şehrin mimarı O'dur. Ürgüp ve Nevşehir de çok şeyler yaptı. 13 hanelik bir köyden bir şehir oluşturdu. Nevşehir'e camiler, çeşmeler, medrese, kütüphane, imarethane, hamam, han, kale ve çeşme inşa ettirdi. 1725'te yaptırdığı Medreseden yetişen öğrenciler çevreye ışık saçmıştır. Devrin kaynakları bu dönemde Nevşehir'in çok mamur bir yer haline geldiğini yazmaktadırlar. İbrahim Paşa, inşa ettireceği binalara büyük itina göstermiştir. Derme çatma yapılaşmayı engellemiştir. Bizlere düşen onun hatıralarına saygı duymak ve o eserleri korumaktır. Eğitim Fakültesi Ülkemizin gelişmesinde ve kalkınmasında öğretmenlerimiz birinci derecede öneme sahiptir C umhuriyet Türkiyesi'nde öğretmenlik mesleği yurdun kurtarıcısı ve Cumhuriyet'in kurucusu Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde çağdaş, milli ve laik bir anlayış ve yaklaşımla yeniden yapılandırılmıştır. Atatürk'e göre öğretmen "yetiştirici, eğitici, öğretici, yaratıcı, geliştirici" olmasının yanı sıra aynı zamanda "öncü, kurtarıcı, kılavuzlayıcı, yenileştirici, değişimci-dönüşümcü, örnek olucu, yükseltici, yüksek hizmet verici, kutsal bir görev üstlenici" dir. Bütün bunlarla Atatürk'ün tanımladığı öğretmenlik tam anlamıyla gerçek öğretmenliktir. 1921 Maarif Kongresi'nde Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Türkiye'sinin ulusal eğitimini kurmasını istemesi ve öğretmenleri gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olarak tanımlaması, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin öğretmenlik mesleğine bakışının temelini oluşturmuştur. 3 Mart 1924'te öğretmenlik mesleği yasayla tanımlanmış, çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim-Öğretimi Birleştirme Yasası) öğretmenlik mesleğine yeni ve çağdaş bir temel ve 439 sayılı Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu ise yasal bir tanım ve dayanak olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan yasal düzenlemeler ile birlikte, birçok okul açılmıştır. Darülmuallimatların İlk Öğretmen Okulu, Orta Öğretmen Okulu ve Yüksek Öğretmen Okulu olarak yeniden yapılandırılması (1924) ile Musiki Muallim Mektebi (1924), Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü (1926, 1929), Köy Muallim Mektebi (1927) Kız Meslek (Teknik Yüksek) Öğretmen Okulu (1934,1947), Ana Öğretmen Okulu (1927) Köy Öğretmen Okulu (1936), Erkek Meslek (Teknik Yüksek) Öğretmen Okulu (1937, 1947) Köy Enstitüsü (1940), Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü (1942), Necati Terbiye Enstitüsü ve Orta Öğretmen okulu (1944), Eğitim Enstitüleri (1946), Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu (1955, 1965). Yüksek İslam Enstitüleri (1959), Kız Sanat Yüksek Öğretmen Okulu (1962), Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulu (1962), Eğitim Bilimleri Fakültesi (1965). 1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu öğretmenlerin yüksek öğrenim görmeleri zorunluluğunu getirdiğinden, ilkokullara Sınıf Öğretmeni yetiştirilmesi için 1974-1975 öğretim yılından itibaren İlk öğretmen Okullarının bir kısmında iki yıllık Eğitim Enstitüleri açıldı (1974). Sonra Endüstriyel Sanatlar Yüksek Okulu (1975), Dört Yıllık Eğitim Enstitüleri (1978), Yüksek Öğretmen Okulları (1980), Genel Eğitim - Mesleki Eğitim Teknik Eğitim Fakülteleri (1982) açılmıştır. 1982 yılında yürürlüğe giren 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile iki yıllık Eğitim Enstitüleri “Eğitim Yüksek Okuluna” dönüştürüldü. Eğitim Yüksek Okullarının süresi 1989-1990 öğretim yılından itibaren dört yıla çıkarıldı. Eğitim Fakülteleri adını aldı ve "Sınıf Öğretmenliği Bölümüne" dönüştü. Eğitim Bilimleri Enstitülerinin (1994, 1997) kurulması Öğretmenlik mesleğini güçlendirmiş, çeşitlendirmiş ve mesleksel etkinlik alanını genişletmiştir. Ülkemizin gelişmesi, kalkınması ve demokratikleşmesi mücadelesinde öğretmenlerimiz birinci derecede öneme sahiptirler. Öğretmenlik mesleğini üniversite sınavlarında belli bir puanla kazanarak eğitim fakültesine gelen öğrencilerin seçimi çok daha önemlidir. Çünkü öğretmenlerin kişisel beceri, karakter ve liderlik özelliklerinin yüksek vasıfta olması beklenir. Bu anlamda, eğitim fakültelerine gelen öğrencilerin bu bilinçle gelmesi, seçilme süreçlerinin daha dikkatli yapılması önemlidir. 166 yıl önce başlatılan ve uzun yıllardır sürdürülen öğretmen yetiştirme uygulamalarının bundan sonra da milli değerlerden kopmadan, evrensel değerlere doğru geliştirilmesini diliyor, bütün öğretmenlerimizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. NEÜ KTÜEL ÇEVRE 6 Yrd. Doç. Dr. AYŞE KOCALMIŞ BİLHAN Mühendislik Mimarlık Fakültesi Tasarruflu enerji tüketimi 19 - 20. yüzyıllar arasında petrolün bulunması ile insan hayatında birçok olgu tamamen değişmişti. Isınma, aydınlatma, ulaşım, iletişim ve daha birçok alanda enerji insan hayatının ayrılamaz bir parçası haline geldi. İnsan nüfusunun hızlı artışı ve sanayileşmenin artık her alana yayılması ile de enerji kullanım oranları ve bununla beraber enerji tüketim ücretleri de hızla artmaya başladı. Enerji her ne kadar bir toplumun yaşam standardını yükseltse de beraberinde bir sürü sorunu da getirdi. Bu sorunların en başında fosil yakıtların hızla tükenmekte olması sayılabilir. Ayrıca enerji tüketiminin artmasıyla ortaya çıkan sera gazlarının doğaya aşırı zarar vererek doğal dengenin bozulmasına sebep olması, her ay ödenen faturaların giderek artması ve sürekli olarak enerji üreten diğer ülkelere bağımlılığın artması da karşılaşılan diğer önemli sorunlardan bir kaçıdır. Karşılaşılan sayısız sorunlar sebebiyle artık birçok ülkede alternatif enerji kaynakları ve enerjinin daha verimli nasıl kullanılacağı konularında çalışmalar oldukça hızlanmıştır. Rüzgar, güneş, jeotermal yada hidroelektrik santrallerin gerçekleştirildiği nehirler kullanılarak elde edilen alternatif enerji kaynakları doğanın dengesini bozmadan ve her hangi bir artık ürün ortaya çıkarmadan enerji üretmektedirler. Ancak bu kaynaklardan elde edilen enerji miktarı, günümüz koşullarındaki enerji kullanımının büyük bir kısmını karşılayamamaktadır. Bu nedenle de enerji üretimi konuları üzerindeki araştırmalar devam etmektedir. Günümüzde artık enerji üretim çeşitliğinin artmasının yanı sıra üretilen bu enerjinin daha verimli nasıl kullanılacağı da oldukça önemlidir. Enerjinin verimli kullanımı her alanda yaygınlaştığı takdirde doğal çevrenin korunmasına katkıda bulunulmasının yanı sıra hem kendi bütçemizden tasarruf etmiş hem de ülke ekonomisine katkıda bulunmuş olunacaktır. Enerjinin verimli kullanılmasına ilk olarak ev ortamında dikkat edilebilecek birkaç nokta ile başlanabilir. EVDE TASARRUF İÇİN BAZI ÖNERİLER Ÿİlk olarak satın alınan ürünler için (buzdolabı, fırın…) “verimli ürünleri (A++ gibi)” tercih edin. Bulaşıklarınızı elde yıkamak yerine makinede yıkayın kapatılması ve fişlerinin çekilmesi daha doğru bir uygulama olacaktır. ŸGeceleri televizyon karşısında uyuyakalma ihtimaline karşı televizyonu belirli bir saatte otomatik kapatmaya alın. ŸGündüz vakitlerin de oda içinde aydınlatma olarak doğal gün ışığını kullanın. ŸYaz aylarında odaları serin tutmak için perdeleri kapalı tutun, gereksiz yere klima çalıştırmayın. ŸKış aylarında soğu engellemek için kalın perdeler kullanın. Ayrıca apartmana giriş çıkış yaparken dış kapının kapalı olmasını sağlayın. ŸRadyatörlerin önlerini yada ŸEv aydınlatmasında kullanılan üstlerini kapatmayın. ampüller tasarruflu ampül ile değiştirin. ŸKullanılmayan odalarda kalorifer ŸHerhangi bir odadan ayrılırken peteklerini kapatmak yerine en o yerdeki kalorifer peteğini en düşük değerde tutun. lambası kapatılırken, bina içerisindeki aydınlatmalarda sensörlü lambalar kullanın. ŸOcakta yemek pişirirken mutlaka ağzı kapalı yemek pişirin. Ÿİşiniz bittiğinde televizyon, bilgisayar, müzik seti, yazıcı yada oyun konsolunu tamamen kapatın. ŸDonmuş yiyecekleri pişirmeden önce mutlaka daha önceden çözülmesini bekleyin. ŸCihazların bekleme modunda bırakılmasındansa tamamen ŸÇamaşır makinasını tam doldurarak çalıştırın, az kirli çamaşırlar için ekonomik yıkama programlarını kullanın. ŸKurutma makinesi yerine çamaşırları asarak kurutmayı tercih edin. ŸÇamaşırları ütülemek için tamamen kurumasını beklemeyin, nemliyken ütüleyin. ŸElde bulaşıkları yıkamak yerine bulaşık makinesinde yıkayın. Böylece hem sudan hemde kullanılan sıvı deterjandan tasarruf edin. ŸBuzdolaplarını mümkün olduğunca mutfağın en soğuk yerine radyatör ve ocaktan uzağa yerleştirin. Buzdolabının kapısını uzun süre açık bırakmayın. ŸYiyecekleri buzdolabına sıcakken yerleştirmeyin. İlk başta oda sıcaklığında soğutup daha sonra buzdolabına yerleştirin. ŸYakın yerlere arabayla gitmek yerine yürümeyi tercih edin. ŸHızlı araba kullanmak yakıt tüketimini artıracağından, belirli bir hızda seyahat edin. Yakın mesafedeki yerlere araba yerine yürüyerek gitmeyi tercih edin Sayılan tüm bu maddeler bireylerin kendi başlarına yapabileceği oldukça basit uygulamalardır. Gerek bireysel gerek toplumsal olarak çok küçük adımlarla daha faydalı sonuçlar elde edilecektir. KÜLTÜR-SANAT 7 Doğumunun üç yüzüncü yılında... Yrd. Doç. ANIL ÇELİK Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik sanatı çeşitli aşamalardan, dönemlerden geçti. Özellikle 18. yüzyılın ilk yarısından sonra diğer alanlardaki tüm gelişmeler gibi müzik sanatındaki değişimler de hızlanarak yol aldı. 1750 yılında Johann Sebestian Bach'ın ölümüyle başladığı kabul edilen klasik dönemle birlikte müzik tarihindeki en büyük gelişmeler ve yenilikler sahnedeki yerini almaya başladı. Halkın anlayabileceği biçimde yazılmış eserler ve bunların bestecileri artık halkın yanında olmaya başladı. Erken klasik döneme damgasını vuran kişilerden biri olarak Christoph Willibald Von Gluck'da müzik tarihindeki yerini almıştır. Almanya'nın Nurnberg şehrinin biraz dışında Erasbach kasabasında 2 Temmuz 1714 yılında doğdu. Ailesi ormancılık, avcılıkla uğraşan Alman soyundan gelir. Babası Alexandr Gluck, annesi Maria Walburga'dır. 5 yaşında ilkokula başlayan Gluck müziğe Cizvitler Okulunda başlayarak, soprano sesiyle söylediği şarkılarla öğretmenlerinin ilgisini çekti. İlk müzik eğitimini almak üzere Çekoslavakya'ya gitti.1732-1736 yılları arasında Prag kentinde tanınmış müzisyen Czernohorky'den keman, çello ve kompozisyon dersleri aldı. Böylece müzik yaşamında ilerlemeye başladı. Erken yaşta para kazanmak zorunda olan besteci, keman çalarak, zenginlerin çocuklarına müzik dersleri vererek yaşamını sürdürmeye çalıştı. 19 yaşında iken 1933 yılında Prag'da üniversiteye kaydoldu. 1735 yılında Prens Philipp Lobkowitz kendisini Viyana'daki şatosundaki özel orkestrasında görevlendirdi. Böylelikle Viyana'nın ileri gelenleriyle tanışması Gluck'un ününün artmasına neden oldu.1736 yılında Avrupa'nın müzik kenti olarak bilinen Viyana'da kendini tanıtabilmek için konserler verdi. Bu konserlerin birisinde İtalyan Prensi olan Lombard Meizi'nin ilgisini çekmeyi başardı. Prensin oda müziği topluluğuna katılarak birlikte Milano kentine gitti. Milano'da devrin ünlü müzisyeni olan G. Battista Sammartini (1700-1775) ile tanıştı. Bu tanışmanın sonucunda onun öğrencisi oldu. Onunla birlikte çalışarak müzik bilgisini geliştirdi. İtalya'da genç bir besteci olarak önemli başarı kazandı. 1741 yılında Milano Tiyatrosu için “Artaserse” adlı ilk operasını besteledi. 1745 yılına kadar bu ülkede yazdığı yüz kadar eserini kendisi yönetti. Burada yaptığı bestelerin hepsinde İtalyan bestecilerinin etkisi görülür. Yazdığı operalarla kendisinden söz ettiren Gluck, Avrupa'da adının her yerde duyulması üzerine 1745 yılında Prens Lobkowich ile birlikte Lord Middlesex'in davetlisi olarak Londra'ya gitti. Burada George Frideric Handel(1685-1759) ile tanıştı. Handel sanatını yakından inceleme fırsatı yakaladı. Handel onun eserlerinin Londra'da oynanmasında rol oynadı. Aynı zamanda orkestra şefi olarak görev aldı. Avrupa'nın en iyi sahnelerinde Gluck'un operaları gösterime sunulmaya başladı. 1750 yılında 36 yaşında iken İmparatoriçe Marie Therese tarafından başarılarından dolayı Saray Tiyatrosu Besteciğine atandı. Bu görevini 10 yıl süreyle sürdürdü. Art arda verdiği konserler ile ününe ün katmaya başladı. Mingotti'nin gezgin müzik topluluğuna katılarak Dresden, Kopenhag, Prag ve Napoli şehirlerini içine alan iki yıllık bir konser dizisine çıktı.1752 yılında döndüğü Viyana'da Marianna adlı sesi güzel bir kızla evlendi. Bu evlilikten çocukları olmadı. Bu yıllarda Viyana'da saray besteciliği yaptı. 1756 yılında Papa tarafından Altın Mahmuz Şövalye unvanı verilen Gluck,1759 yılında Saxe-Hildburg Hausen orkestrasında birinci keman olarak görev aldı. Daha sonra müzik direktörü olarak çalışmaya başladı. Böylece kendisine düzenli bir maaş bağlandı. 1762 yılında opera tarihinin yeni bir dönem habercisi olarak en önemli eseri olan “Orfeo ed Euridice” yi yazdı. 1773 yılında eskiden piyano dersleri verdiği kraliçe Marie Antoinette'nin hizmetine girdi. Onun desteği ile Paris'te “İphigenie” operası gösterime alınarak büyük başarı kazandı. 1776 yılında Paris'te “Alceste” eserinin gösteriminde A. Mozart ( 1756-1791) bulundu ve Gluck'u kutladı. Paris'e yerleşmesi onun yaşamındaki dönüm noktalarından biri oldu. Buradaki çalışmalarında sahne müziğini daha ön plana çıkarttı. Jean Philippe Rameau (1683-1764) ile tanışma fırsatını yakaladı. Bunun sonucunda Napoli tarzı operalardan Rameau'nun etkisiyle kurtuldu. Paris'teki başarılarından dolayı kraliçe tarafından Viyana'daki İmparator Sarayının besteciliğine atandı. Gluck, operaya yalnız ses gösterilerine dayanan, İtalyan operasına karşıt bir opera anlayışı getirdi. Opera Seria'nın başarısız yönlerini de saptadı. İtalyan operasındaki dramatik bütünlüğü sekteye uğratan abartmalı vitüozluğundan kaçınarak Fransız operalarındaki şiirsel okumayı ön plana çıkartarak müzik ile metin arasında bir denge oluşturarak yeni operanın önünü açtı. Operaların başına uvertur yazma ilk defa Gluck tarafından uygulandı. Opera sanatına getirdiği yeniliklerle müzik tarihine ismini yazdırmayı başardı. Operada devrim gerçekleştiren besteci klasik dönem boyunca uluslararası bir opera türü yarattı. Oluşturduğu yenilik ve katkılar ile opera sanatı ile özdeşleşti. Bu nedenle müzik tarihinden bahsedilirken Gluck ismi oldukça çok tekrarlanır. Getirdiği yenilikler ve önemli katkılar nedeniyle opera sanatıyla birlikte anılan Gluck 15 Kasım 1787 Viyana'da hayatını kaybetti. Christoph Willibald Von Gluck NEÜ KTÜEL NEÜ NİSAN 2014 Sayı:24 aktüel RÖPORTAJ NAİL ÇİNAR Öğrenci Çamuru sanata dönüştüren meslek: Çömlekçilik Nevşehir’i en iyi anlatan objelerden biridir çömlek. Biz de bu mesleğin inceliklerini çömlek ustası Şaban Topuz ile konuştuk. Çömlekçilikten çömleğin tarihinden ilkel çömlekçilikten bahseder misiniz? İnsanoğlunun yaratılışı ile beraber gelen bir şey çömlekçilik. Ben bunu şöyle adlandırıyorum: Hani nasıl bir kuşa yuva yapma fıtraten verilmişse insanoğlunun da bu ilk çanakçılıkla beraber ihtiyaçları gideriliyor. Mesela ilk çanak ustası Hz. Âdem'dir. Günümüzde Anadolu'nun pek çok yerinde çömlek yapılmaktadır. Hatta günümüzden binlerce yıl önce uygulanan teknikler hemen hemen aynıdır. Çanak çömlek yapımı Grek, Hitit, Firig ve Perslerde çok üst safhaya gelmiştir. Mesela şu an bizim yaptığımız çanak ürünleri hep o dönemlerde yapılan ürünlerin bir türevidir. Bugün bizler, hâlâ üst düzeyde onlar gibi çanak anlamında bir çığır açmış değiliz. Ne zamandan beri çanak çömlekle uğraşıyorsunuz ve bize çömlek yapmanın inceliklerinden bahseder misiniz? Şu an 42 yaşındayım işte 15 yaşında başladım yani 27 yıldır bu işi yapıyorum. Bu mesleğin inceliği şudur: bu işe yeteneğiniz olacak ve işinizi seveceksiniz. Ben mesela televizyonda bir dizi izlerken bile arka planda vazo gördüğüm zaman oradaki olayları unuturum. O vazodan nasıl başka vazolar çıkartabilirim diye düşünür sürekli beynimde bunun bir araştırmasını yaparım. Nasıl daha farklı yapabilirimin sorusunu soracaksın kendine. İşte bu işin inceliği budur. Eğer ki işini önemsemezsen mevcut standartlarda yapıp gidersin. Eğer ortaya bir fark koymak istiyorsan önemseyeceksin ve bu şekilde devam edeceksin. Çamura şekil vermek zor olsa gerek. Nasıl biçim veriyorsunuz? Yapacağımız ürüne göre şekillendirme tekniği farklı oluyor. Mesela bazen öyle bir ürün oluyor ki biçimlendirme bir çırpıda olmuyor. Çanak fiziki olarak hemen göçüyor; dayanamıyor. Bir parçasını bugün, bir parçasını iki gün sonra diğer bir parçasını da üç gün sonra ancak yapabiliyorsunuz. Biçimlendirmenin bir yönü böyle bir diğer yönü de merkezkaç. Yani tezgâh dönecek. Çarkta işleme tekniği ve fırınlamadan bahseder misiniz? Tekniği şu: İki elinle tezgâhın dönüş yönünün tersine suyun yardımı ile şekil verilir. Sıkıştırmadan belli yerlerde dengede güç uygulanarak yapılır. Bunu deneme yanılma ile öğreniyorsun. Tabi bazı yerlerde çamuru çok güçlü sıkmak gerekiyor. Bazı yerlerde gevşek tutmak lazım. Çamur böyle şekilleniyor. Çarktaki temel teknik bu. Fırınlamada ise iki hafta yapılan ürün yanalak diye tabir edilen hava kuruma ortamının yavaş olduğu bir yerde yavaş yavaş kurutulmaya bırakılır ve kurutulduktan sonra 20 derecelik fırına sürülür. Sonra kademeli olarak ısı, 100 dereceye kadar çıkarılır. Fırın durdurulur ve sıcaklık homojenleşene kadar bekletilir. Sonra tekrardan ısıtmaya başlanır sıcaklık 1000 dereceye kadar yükseltilir. Bu sıcaklığı bulmak 8 ila 10 saat arasında değişir. Sonra fırın kapatılıp soğuması beklenir. 10 ila 12 saat de soğutulma süresi var. İşte bu tüm işlemler bir buçuk iki günümüzü alıyor. Fırınlama işleminden sonra nasıl bir işlem gerçekleştirilir? Sırlamada ürünü pişirdikten sonra üzerine sır dediğimiz ham maddesi kaolin olan silüs olan bir şekilde şöyle diyebiliriz camın toz hali, su ile karıştırılıp çanağın üzerine sürülür. Bu toz gibidir. 1000 derecede erime noktasında yeniden camlaşır. İkinci sırlamada eğer dekoratif bir ürün yapacaksak çanağı pişiriyoruz. Pişirdikten sonra toprak boyalarla üzerini boyuyoruz ve camın tozunu üzerine sürdükten sonra tekrar pişiriyoruz. Dolayısı ile o toprak boyası ile yaptığımız desen, camın altında kalıyor ve çıkmıyor ömür boyu orada kalıyor. Ne tür süslemeler kullanıyorsunuz? Burada özgün tasarımlar ve kendine göre şekillendirdiğin tasarımlar var. Hem kullanıma hem de göze hitap edecek ürünler var. Kullanıyorsunuz işe yarıyor, göze hitap ediyor en önemlisi de bu ürünler sağlıklıdır. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Avanos çanakçılığının en büyük sorunu şudur. Gelen misafirlere de anlatıyorum çoğu zaman. Misafirler ince bir espri olarak algılıyor. Çanakçılık bu zamana kadar usta çırak ilişkisi ile babadan oğla gelmiş. Ama şu an usta var çırağı yok. Çünkü yetişmiyor. Şu an en küçük çanak ustası 33 yaşında o da kardeşim. Şöyle düz bir mantık yaparsak 20 yıl sonra bu iş bitecek gibi gözüküyor. Kütahya bunun sorununu yaşadı. Şu an Kütahya özel ürünlerinin tamamını Avanos'tan alıyor. Çünkü onlarda da bir iki usta kaldı. Bu yüzden çömlekçilik, çok büyük bir tehlike içerisinde.