teknolojinin doğası - Turkcell Akademi Kurumsal
Transkript
teknolojinin doğası - Turkcell Akademi Kurumsal
T EK NO LOJİNİN D OĞA SI TEKNOLOJİ NEDİR VE NASIL EVRİM GÖSTERİR? B R I A N 1 SORULAR Çoğumuz teknoloji hakkında oturup kafa yormuyoruz. Teknoloji yararlı bulduğumuz bir şey olsa da, dünyamızın arka planında unutulup gidiyor. Yine de dünyamızın arka planında unutulup giden bu şey aynı zamanda bu dünyayı da yaratıyor. Bizi ortaçağdan ayıran şey teknolojidir; doğrusunu isterseniz, 50.000 ya da daha fazla yıl önceki yaşam biçimimizden bizi ayıran şey budur. Teknolojinin, dünyamızın yaratılmasında diğer her şeyden daha çok katkısı vardır. Servetimizi, ekonomimizi, varoluş biçimimizi o yaratır. O halde, bu kadar büyük öneme sahip olan bu şey tam olarak nedir? Teknoloji doğasında, en derin özünde nedir? Nereden gelir? Nasıl evrilir? Teknoloji, şüphesiz, hayatımızı iki ya da üç yüzyıl önce yaşayan atalarımızınkinden çok daha konforlu kıldı; bize refah getirdi. Ama aynı zamanda derin bir tedirginliğe de neden oldu. Bu tedirginlik, teknolojinin çözdüğü her sorun için yeni bir soruna neden olduğu korkusuyla ilgili değil. Daha derin ve daha bilinçaltı bir kaynaktan fışkırıyor. Teknolojiye umut bağlıyoruz. Teknolojinin, hayatlarımızı daha iyi bir hale getireceğini, sorunlarımızı çözeceğini, bizi zor durumlardan kurtaracağını, kendimiz ve çocuklarımız için istediğimiz A R T H U R geleceği bize sunacağını ümit ediyoruz. Yine de, insanlık olarak, umutlarımızı bağladığımız bu şeye—teknolojiye— değil de başka bir şeye ayak uyduruyoruz. Varlığımızın en derininde doğaya bizi ilk çevreleyen şeye, insanlık olarak esas durumumuza uyum sağlıyoruz. Doğaya aşinalığımız, üç milyon yıldır evimizde olmamızdan kaynaklanan güvenimiz var. Doğaya güveniyoruz. Kök hücre yenilenmesi terapisi gibi bir teknolojiyle karşılaştığımızda umutla doluyoruz. Ama hemen sonra bu teknolojinin ne kadar doğal olduğunu sorguluyoruz. Böylece iki muazzam ve bilinçaltı kuvvetin arasında kalıyoruz: İnsanlık olarak en derin ümitlerimizi teknolojiye, ama en derin güvenimizi doğaya bağlıyoruz. Bu kuvvetler tek bir uzun ve yavaş çarpışma boyunca birbirlerini acımasızca sıkıştıran tektonik levhalara benzer. Bu çarpışma yeni bir şey olmasa da, çağımızı diğer her şeyden daha fazla tanımlıyor. Teknoloji sürekli olarak zamanımızın baskın meselelerini ve büyük değişimlerini yaratıyor. Makinelerin doğal olanı geliştirdiği—hareketlerimizi hızlandırdığı, ter dökmemize lüzum bırakmadığı, kıyafetlerimizi diktiği—bir çağdan, teknolojilerin doğal olana benzediği veya onun yerini aldığı—genetik mühendisliği, yapay zekâ, vücutlarımıza yerleştirilen tıbbi aygıtlar—bir çağa ilerliyoruz. Bu teknolojileri kullanmayı öğrendikçe, doğayı kullanmaktan doğaya doğrudan müdahale etmeye geçiş yapıyoruz. Bu nedenle bu yüzyılın hikâyesi, teknolojinin neler sunduğu ve bizim kendimizi nelerle rahat hissettiğimiz arasındaki uyuşmazlık olacak. 1 BRIAN ARTHUR TEKNOLOJİNİN DOĞASI Eksk Olan: Teknolojnn “loj”s Kombnasyonal Evrm Henüz “teknoloji” kelimesinin ne anlama geldiğiyle ilgili görüş birliğimiz, teknolojilerin nasıl meydana geldiğiyle ilgili geniş kapsamlı bir teorimiz, “inovasyonun” neleri içerdiğiyle ilgili derin bir anlayışımız ve teknolojinin evrimiyle ilgili bir teorimiz yok. Burada eksik olan, konuyu, boşlukları doldurmamıza yarayacak türden mantıksal bir yapıya kavuşturacak geniş kapsamlı ilkeler. Bir başka deyişle, eksik olan bir teknoloji teorisi—teknolojinin “loji”si. Teknolojinin nasıl evrim gösterdiğini anlamanın bir yolu var, ancak bunu yapabilmek için düşünme tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Gerçekte aramamız gereken şey, Darwin’in mekanizmasının teknolojide köklü bir yenilik yaratmak için nasıl işlemesi gerektiği değil, “kalıtım”ın teknolojide nasıl etkili olabileceği olmalı. Eğer geniş anlamıyla evrim teknolojiyi kontrol altına alıyorsa, o halde yeni olanlar da dahil olmak üzere, bütün teknolojiler bir şekilde kendilerinden daha önce gelen teknolojilerin soyundan geliyor olmalılar. Bu da, teknolojilerin kendilerinden önce gelen belirli teknolojilerle bağlantılı olması—bunların “çocukları” olması—gerektiği anlamına geliyor. Başka bir deyişle, evrim bir “kalıtım” mekanizmasına, bugünü geçmişe bağlayan ayrıntılı bir ilişkiye gereksinim duyar. Teknolojde Evrm Geniş anlamda evrim, belirli bir sınıfa ait bütün nesnelerin, soylarının kendilerinden önceki nesneler toplamına dayanması nedeniyle birbirleriyle bağlantılı olmalarıyla ilgilidir. Teknolojinin nasıl evrim gösterdiği benim için teknolojinin temel sorusudur. Neden böyle düşünüyorum? Evrim olmadan—ortak bir ilişki hali olmadan—teknolojiler sanki kendi başlarına doğmuş ve gelişmiş gibi duruyor. Hal böyle olunca her biri, kendisini var eden ve diğerlerinden bağımsız olarak geliştiren, açıklanamayan bir zihinsel süreç, bir tür “yaratıcılık” veya “kutunun dışına çıkıp düşünme” sonucu kaynaklanıyor gibi olur. Evrimde ise (eğer onun nasıl işlediğini bulabilirsek), yeni teknolojiler eskilerinden, kayda değer bir zihinsel ebelik sonucunda da olsa, belirli bir şekilde doğmuş ve anlaşılabilir bir uyarlanma süreci sonucu gelişmiş olacaktır. Başka bir deyişle, evrimi anlayabilirsek, süreçlerin en gizemlisini de anlayabiliriz: inovasyon. Evrimin eksiksiz bir teorisi için sadece bazılarının değil, bütün teknolojilerin daha önceki teknolojilerden türediğiyle ilgili kanıtlara ve bunun gerçekleştiği apaçık bir mekanizmaya ihtiyacımız var. Teknolojide çeşitliliği ve seçilimi bertaraf etmek istemiyorum. Şüphesiz teknolojilerin pek çok versiyonları var ve şüphesiz daha üstün bir performans gösterenler seçiliyor. Böylece sonraki biçimler, öncekilerin soyundan gelebiliyor. Ancak yeni teknolojilerin ne kadar köklü bir biçimde ortaya çıktığı kilit sorusuyla—Darwin’in yeni türlerin biyolojide nasıl ortaya çıktığı sorusunun eşdeğeri—karşı karşıya kaldığımızda, elimiz kolumuz bağlanıyor. Darwin’in mekanizması burada işlemiyor. Yeni teknolojiler bir şekilde mevcut teknolojilerin kombinasyonundan kaynaklanıyor olmalı. Aslında, bu fikir, tıpkı evrimin kendisi gibi, hiçbir surette yeni değil. Yüz yıldan uzun bir süredir, aralarında Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter’in de olduğu pek çok kişi tarafından dillendirildi. 1910’da 27 yaşındayken Schumpeter, kombinasyon ve teknolojiyle değil ama ekonomide kombinasyonla doğrudan ilgilenmişti. “Üretmek” diyordu, “elimizin altında olan malzemeler ile kuvvetleri birleştirmek anlamına gelir… Başka şeyler üretmek ya da aynı şeyleri farklı bir yöntemle üretmek, bu materyalleri ve kuvvetleri farklı bir şekilde birleştirmek anlamına geliyor.” Ekonomideki değişim “üretken araçların yeni kombinasyonları”ndan doğar. Modern bir dille ifade edecek olursak, teknolojinin yeni kombinasyonlarından doğar. Schumpeter ekonominin kendisini dış etkenler olmadan —tamamen içerden—değiştirip değiştiremeyeceğini ve eğer değiştirebilirse, bunu nasıl yapacağını soruyordu. Zamanın egemen doktrini, denge iktisadı, bunun mümkün olmadığını söylüyordu. Dış çalkalanmalar olmadığında ekonomi sabit bir gidişata veya dengeye kavuşur, bunun etrafında dalgalanmalar gösterir ve orada kalırdı. Ancak Schumpeter “ekonomik sistemin içinde erişilebilecek her dengeyi kendiliğinden bozabilecek bir enerji kaynağı” olduğunu fark etti. Bu kaynak kombinasyondu. Ekonomi eskiyi birleştirerek durmadan yeniyi yaratıyordu ve bunu yaparken kendini içeriden sürekli bozuyordu. Ama hiç kimse bu tarz bir kombinasyonun yeni bir icadı nasıl meydana getirdiğini açıklamadığı için, bu fikir arada bir zikredilse de yardım için başvurulacak bir şeye dönüşmedi. 2 BRIAN ARTHUR Kombinasyon yeniliğin teknolojide nasıl baş gösterdiğine dair en azından bir yol öneriyor. Ancak bu yol sadece bireysel yeni teknolojilerin, kendilerinden önce var olan belirli teknolojilerle bağlantısını kuruyor. Bize henüz, kendisinden önce gelenler üzerinden gelişen bir teknoloji bütünü düşüncesi sunmuyor. Bunun için, fikrimize ikinci bir kısım eklememiz gerekiyor. Eğer teknolojiler gerçekten de kendilerinden öncekilerin kombinasyonlarıysa, o halde mevcut teknoloji stokunun kombinasyon için gerekli parçaları da bir şekilde temin etmesi gerekir. O halde, önceki teknolojilerin birikimi daha fazla birikim getirir. Yeni teknolojilerin mevcut teknolojilerin kombinasyonundan meydana gelmesini ve (dolayısıyla) mevcut teknolojilerin daha fazla teknolojiye vücut vermesini bir araya getirecek olursak, teknolojinin evrimine dair bir mekanizmaya varabilir miyiz? Cevabım, evet. Birkaç kelimeyle ifade edecek olursam, bu şöyle gerçekleşecektir: İlk teknolojiler eldeki ilkel teknolojileri bileşenler olarak kullanmak suretiyle oluşur. Bu yeni teknolojiler zaman içinde daha yeni teknolojilerin yapımında muhtemel bileşenlere—yapıtaşlarına—dönüşür. Bunların bir bölümü de daha da yeni teknolojilerin yaratılmasında muhtemel yapıtaşları haline gelir. Bu şekilde, zaman içinde, ilk baştaki birkaç teknolojiden birçok teknoloji oluşur; daha basit olanları bileşen olarak kullanarak daha karmaşık teknolojiler oluşur. Teknolojilerin genel birikimi kendini azdan çoğa, basitten karmaşığa yükseltir. Teknolojilerin kendini kendinden yarattığını söylemek mümkündür. Bu mekanizmayı kombinasyonla evrim ya da kısaca kombinasyonal evrim olarak adlandıracağım. Elbette, fikir burada sunduğum şekliyle henüz tamamlanmış değil. Başka bir şey, sadece kombinasyondan daha fazla bir şey yeni teknolojileri yaratıyor olmalıdır. Bu başka şey, yeni doğal olgularının sürekli yakalanması ve bunlardan belirli amaçlar doğrultusunda yararlanılmasıdır. Teknoloji sadece mevcut olanın kombinasyonuyla değil, aynı zamanda doğal olayların sürekli yakalanması ve kullanıma konulmasıyla meydana gelir. İnsanoğlunun, özellikle de zihninin, bu kombinasyon sürecinde oynadığı önemli role bakmamız gerekecek; yeni teknolojiler, fiziksel olarak inşa edilmeden önce zihinsel olarak inşa edilir ve bu zihinsel sürecin dikkatle incelenmesi gerekir. Teknolojilerin hangi sebeple meydana geldiği konusunu dikkate almamız gerekecek: insan ihtiyaçları yeni teknolojilerin yaratılmasını nasıl gerektiriyor. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Teknolojilerin daha fazla teknolojiyi nasıl meydana getirdiği—yeni teknolojilerin mevcut olanların toplamından nasıl vücut bulduğu—konusuna açıklık getirmemiz gerekecek. En temel konuya geri dönecek olursak, “teknoloji” ile neyi kastettiğimizi açıkça tarif etmemiz gerekecek. 2 KOMBİNASYON VE YAPI Teknoloj çn, ktap boyunca kullanacağımız üç tanım sunacağım. En temel olan ilkine göre teknoloji, insani bir amacı yerine getiren bir araçtır. Bazı teknolojilerde—petrol arıtma— bu amaç apaçıktır. Diğerlerinde—bilgisayar—amaç muğlak, çoklu ve değişken olabilir. Bir araç olarak teknoloji, bir yöntem, süreç veya alet olabilir: belirli bir ses tanıma algoritması, kimya mühendisliğinde bir süzme işlemi veya bir dizel motor. Basit olabilir: makaralı rulman. Veya karmaşık olabilir: dalgaboyu bölmeli çoklayıcı. Maddi olabilir: elektrik jeneratörü. Veya olmayabilir: sayısal sıkıştırma algoritması. Hangisi olursa olsun, her zaman insani bir amacı gerçekleştiren bir araçtır. Çoğul olan ikinci tanıma göre teknoloji, bir uygulamalar ve bileşenler topluluğudur. Bu tanım, bireysel teknolojilerin ve uygulamaların derlemesi veya alet çantası olan elektronik veya biyoteknoloji gibi teknolojileri kapsar. Doğrusunu söylemek gerekirse bunlardan teknoloji gövdeleri olarak söz etmeliyiz. Ancak bu çoğul kullanım yaygın olduğu için, burada da öyle kullanacağım. Dikkate alacağım üçüncü bir tanıma göreyse teknoloji, bir kültürün elinde bulunan aletler ve mühendislik uygulamaları toplamıdır. Bu toplu anlamı, “teknoloji”yi hayatımızı hızlandırdığı için suçladığımızda veya “teknoloji”den insanoğlu için bir umut olarak söz ettiğimizde kullanırız. Bir teknoloji bir amacı yerine getirmenin aracıdır: bir alet, yöntem veya süreç. Daha önce de söylediğim gibi, bir teknoloji herhangi bir şey yapar. Bir amacı uygular. Bunu vurgulamak için teknolojiden bazen icra edilebilir bir şey olarak söz edeceğim. Kitap boyunca sıkça kullanacağım bir başka kelime daha var: bir teknoloji bir işlevsellik sağlar. Ama teknoloji tanımımız hâlâ düzgün olmaktan uzak. Bir amaç için başvurulan araçlar, aletler, yöntemler veya süreçler olabilir. Bunların hiçbiri 3 BRIAN ARTHUR birbirine benzemez. Ancak bu sadece görünüşte böyle. Bir alet her zaman bir süreç yürütür, bir şeyi işler: gerekli görevi tamamlamak için o şeyin üzerinde başından sonuna kadar çalışır. Bir uçak yolcuları veya kargoları bir yerden başka bir yere taşıma “sürecini” yerine getirir ve bir çekiç—eğer bu fikri zorlamak istersek—bir çiviyi “işler.” Gerçekte bütün aletler bir şeyi işler. İktisatçıların teknolojilerden bir üretim aracı olarak bahsetmesinin nedeni budur. Peki, bu benzerlik öteki doğrultuda da işliyor mu? Yani yöntemleri ve süreçleri de aletler olarak görebilir miyiz? Bu sorunun cevabı, evettir. Süreçler ve yöntemler bir operasyon dizisidir. Ancak bunları icra edebilmek için her zaman bir donanıma, bu operasyonları gerçekleştiren bir tür fiziksel teçhizata gereksinim duyarlar. Bu fiziksel teçhizatı, operasyon dizisini icra eden bir “alet”in şeklini almış gibi görebiliriz. Süreçler, bunları icra eden teçhizatları hesaba kattığımız ölçüde alettir. Bu açıdan bakıldığında petrol arıtmanın bir telsiz alıcısından herhangi bir farkı yoktur. Biri büyük ölçekli mühendislik teçhizatları, ötekiyse küçük ölçekli elektronik parçalar kullansa da, ikisi de bir şey “işler.” Aletlerin ve süreçlerin farklı kategoriler olmadığını görmenin daha genel bir yolu da vardır. Bir teknoloji, bir operasyon dizisi içerir: buna teknolojinin “yazılım”ı diyebiliriz. Bu operasyonların icra edilebilmesi için fiziksel teçhizata gereksinim vardır; buna da teknolojinin “donanım”ı diyebiliriz. Eğer “yazılım”ı vurgularsak, bir süreç veya yöntem görürüz. Eğer “donanım”ı vurgularsak, fiziksel bir alet görürüz. Teknolojiler her ikisinden meydana gelir, ama birini vurguladığımızda sanki iki farklı kategoriye—aletler ve süreçler—aitlermiş gibi bir görüntü oluşur. Bu iki kategori sadece teknolojiye bakmamın iki farklı yoludur. Teknolojler nasıl şekllenr? Teknolojiler ortak bir anatomik yapıya sahiptir. Bu ortak anatomik yapı nedir? Her şeyden önce teknolojilerin bileşen parçalarından veya takımlardan bir araya getirildiğini veya birleştirildiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle bir teknoloji bir amaç için bir araya getirilmiş bileşenler kombinasyonudur. Bu tür takımlar, alt-sistemler veya alt-teknolojiler (ya da süreç teknolojisi örneğinde olduğu gibi aşamalar), çoğunlukla TEKNOLOJİNİN DOĞASI kendi kendine yeten ve başka takımlardan büyük ölçüde ayrı duran bileşenler gruplarıdır. parçası olabilir. O halde yapımızın ilk bölümü, teknolojilerin parçalardan oluştuğudur. Bir teknolojinin her zaman merkezi bir kavram veya ilke etrafında düzenlendiğini gözlemlersek, daha fazla yapı görebiliriz: “şeylerin yöntemi” veya işlerliği sağlayan öz fikir. Saatin ilkesi, değişmez bir frekansın titreşimlerini saymaktır. Radarın ilkesi—öz fikri—yüksek frekanslı telsiz dalgaları göndermek ve nesnelerin yüzeyinden geri yansıyan dalgaları inceleyerek nesnelerin uzaklıklarını ölçmektir. Bir ilkenin fiziksel bir gerçeklik haline gelebilmesi için fiziksel bileşenler biçiminde ifade edilmesi gerekir. Pratikte bu, teknolojinin, temel ilkesini yerine getiren bir ana takımdan oluştuğu anlamına gelir. Aletin veya yöntemin belkemiği, işleyişiyle ilgilenen, işlevini düzenleyen, enerji ihtiyacını temin eden ve diğer ikincil görevlerini yerine getiren başka takımlar tarafından desteklenir. Bu nedenle bir teknolojinin başlıca yapısının, temel işlevini yerine getiren bir ana takım ve bunu destekleyen alt-takımlar kümesi olduğunu söyleyebiliriz. Neden modülerlk? Teknolojiler için ortak bir yapıyı artık oluşturduk. Teknolojiler, bileşen sistemlerinden veya modüller şeklinde düzenlenmiş parçalardan oluşur. Bunlardan bazıları ana bir takım oluşturur, diğerlerinin destekleyici işlevleri vardır. Bunların da alt-takımları ve alt-parçaları bulunabilir. Bu niçin böyle olmalı? Teknolojiler neden hem takımlardan hem de bireysel parçalardan oluşmalı? Parçaları gruplar halinde toplamanın, bir teknolojinin bileşen organlarının bağımsız olarak gelişmesine olanak tanıdığını söyleyebiliriz: özel bir amaç ve değiştirme için bu organlar bütünden ayırılabilir. Gruplar halinde toplama, çalışır haldeki işlevlerin ayrı olarak test edilmesini ve incelenmesini de mümkün kılar: bunlara ait takımlar, teknolojinin geri kalanını parçalarına ayırmaya gerek kalmadan incelemek veya yerine başka bir şey koymak üzere yerlerinden çıkarılabilir. Gruplama aynı zamanda teknolojinin, farklı amaçlara uyum sağlamak için hızlı bir şekilde yeniden şekillendirilmesine de olanak tanır: farklı takımlar ihtiyaca göre yerleştirilip çıkarılabilir. Ayrıca teknolojileri işlevsel gruplara ayırmak, tasarım sürecini de basitleştirir. 4 BRIAN ARTHUR Kendn Tekrarlama ve Sonuçları Kombinasyon ilkesinden bakıldığında, bir teknoloji bileşen parçalarından oluşur: takımlar, sistemler, bireysel parçalar. Bu yüzden teknolojiyi kavramsal olarak yukarıdan aşağı işlevsel bileşenlerine (ana mı yoksa destekleyici mi olduklarına bakmadan) ayırabiliriz. Bunu yapmak bize en basit parçalarına varıncaya kadar bütün bir teknolojiyi, başlıca takımlarını, alt-takımlarını, alt-alt-takımlarını vb. verir. Bu durum bize henüz, hiyerarşik olması dışında yapıya dair herhangi çok genel bir şey söylemiyor. Ancak daha fazlasını söyleyebiliriz. Her takımın, alt-takımın veya parçanın yerine getirmesi gereken bir görevi vardır. Böyle bir görevi olmasaydı, zaten var olmazdı. Buradan hareketle bir teknoloji, her biri birer teknoloji olan yapıtaşlarından, bunlarsa gene her biri bir teknoloji olan başka yapıtaşlarından meydana gelir. Bu kalıp kendini en basit bileşenlerin bulunduğu temel seviyeye ininceye kadar tekrarlar. Bir başka deyişle, teknolojilerin kendini tekrarlayan bir yapısı vardır. En aşağıdaki en temel parçalara kadar teknolojiler içinde teknolojiler vardır. Kendini tekrarlama yararlanacağımız ikinci ilke olacak. Bu kavram, matematik, fizik ve bilgisayar bilimi dışında pek tanıdık değildir. Kendini tekrarlama (recursiveness) bu alanlarda, yapıların bir şekilde gene kendilerine benzeyen bileşenlerden oluştuğu anlamında kullanılır. O halde teknolojiler, bir teknolojiler hiyerarşisinden inşa edilir. Herhangi bir karmaşık teknolojiyi ele alın: uçak gemileri için tasarlanan F-35C savaş uçağı. F-35C’nin pek çok amacı vardır: yakın hava desteği sağlamak, düşman uçaklarını önlemek, düşman radar savunmasını bastırmak ve yer hedeflerinin peşine düşmek. Bu nedenle bir araçtır, bir teknolojidir. Ama kendisi de birbirleriyle bağlantılı ve etkileşim halinde, karşılıklı olarak dengelenmiş sistemlerden oluşan sistemlerin hiyerarşiik bir toplamıdır. İcra edilebilirlerin hiyerarşisini yukarıya doğru da takip edebiliriz. F35C daha geniş bir sistemin, bir uçak gemisi hava kuvvetinin içinde yer alan bir icra edilebilirdir. Bu sistem, birkaç savaş uçağı filosundan ve hem vurucu güç hem de elektronik muharebe kabiliyeti sağlamayı amaçlayan destek uçaklarından oluşur. Hava kuvveti ise daha geniş bir sistemin, uçak gemisinin bir parçasıdır. Uçak gemisi de bir icra edilebilirdir: amacı, diğer başka şeylerin yanı sıra, uçakları muhafaza etmek, fırlatmak ve yeniden iniş yapmalarını sağ- TEKNOLOJİNİN DOĞASI lamaktır. Bu da daha geniş bir sistemin, uçak gemisi savaş grubunun içinde yer alan bir icra edilebilirdir. İsminden de anlaşılabileceği gibi bu grup, uçak gemisinin çevresinde toplanmış gemilerin—güdümlü füze kruvazör ve fırkateynleri, destroyerler, eskort ve ikmal gemileri ve nükleer denizaltılar—bir kombinasyonudur. Bu da daha geniş bir sistemin, bir savaş sahnesi grubunun bir parçası olabilir: karada üslenmiş hava birimleri, havadan yakıt ikmal tankerleri, deniz keşif uyduları, kara gözetleme birimleri ve deniz kuvvetleri havacılık birimleri tarafından desteklenen bir uçak gemisi savaş grubu. Bu daha geniş savaş sahnesi grubu düzeyi değişkenlik gösterebilir, ama aynı zamanda bir araçtır—donanma görevlerini yerine getirir. Bu yüzden bu da bir icra edilebilirdir. Eğer o açıdan bakmak istersek, bu da bir teknolojidir. Tasvir ettiğim bu savaş sahnesi sisteminin bütünü, faal durumdaki “teknolojiler”in bir hiyerarşisidir. Bu örnekten pek çok genel ders çıkarabiliriz. Bir uçak gemisinin jet savaş uçakları bir gün az çok bağımsız bileşenler olarak hareket edebilirler. Yeni yapılar, yeni mimariler, herhangi bir seviyede, ihtiyaç duyulduğu takdirde hızlıca ve rahatça oluşabilir. Gerçek dünyada teknolojiler yeniden şekillendirilmeye son derece elverişlidir: akışkandırlar, hiçbir zaman durağan, tamamlanmış ve mükemmel değillerdir. Bizim örneğimizde, savaş alanı grubunun tümü bir teknolojidir, tıpkı bir uçak kumanda sistemindeki en ufak transistorun ve bu ikisinin arasında kalan tüm bileşenlerin olduğu gibi. Hiyerarşide ve herhangi bir seviyedeki sistemler arasında dolaşabiliriz ve karşımıza yine de icra edilebilirler—teknolojiler—çıkar. Teknoloji için karakteristik bir ölçek yoktur. Daha yüksek seviyedeki teknolojiler, daha alçak seviyedeki teknolojileri yönlendirir ve (bir bilgisayar programında olduğu gibi) “program”lar. Uçak gemisi amaçlarını yerine getirebilmek için uçakları “program”lar. Daha alçak seviyelerdeki öğelerse (teknolojiler), yüksek seviyelerdekilerin neleri başarabileceğini belirler. Bir savaş sahnesi grubu, uçak gemilerinin neler yapabileceğiyle kısıtlıdır; bir uçak gemisiyse, uçaklarının neler yapabileceğiyle kısıtlıdır. Her bir teknolojinin, daha yüksek seviyelerdeki teknolojilerin birer parçası olmaya, en azından potansiyel olarak hazır olduğunu da görebiliriz. Bu da bütün teknolojilerin, diğer 5 BRIAN ARTHUR yeni teknolojilerde potansiyel bileşenler olarak kullanılmak üzere hazır beklediğiyle ilgili savı destekler. 3 OLGULAR Bir teknolojinin herhangi bir etkiye dayanması genel bir şeydir. Bir teknoloji her zaman, bir amaç uğruna yararlanabileceği ve kullanabileceği bir olguya ve doğal gerçekliğe dayanır. “Her zaman” tabirini kullanmamın sebebi, hiçbir şeyden faydalanmayan bir teknolojinin hiçbir şey başaramayacak olmasından geliyor. Bu da öne sürdüğüm ilkelerin üçüncüsüdür ve fikrim için diğer iki ilke kadar—kombinasyon ve kendini tekrarlama—önemlidir. Bu ilkeye göre, bir teknolojiyi ne zaman incelerseniz inceleyin, her zaman tam merkezinde, yararlandığı bir etki buluruz. Olgular, bütün teknolojiler için vazgeçilmez kaynaktır. Ne kadar basit veya gelişkin olmalarından bağımsız olarak bütün teknolojiler, herhangi bir etkinin—veya, genellikle olduğu gibi, birkaç etkinin—kullanımının farklı giydirilmiş biçimleridir. Daha önce bir teknolojinin bir kavram veya ilkeye dayandığını söylemiştim. Bir teknoloji, işleyişinin temel fikrini oluşturan belirli bir ilke, “bir şeyin belirli bir yöntemi” üzerine kurulmuştur; bu ilke, bunu gerçekleştirebilmek için bir (veya birkaç) etkiden yararlanır. İlke ve olgu farklı şeylerdir. Belirli nesnelerin—sarkaçlar veya kuvars kristali—verili sabit bir frekansta salınması bir olgudur. Zamanı kaydetmek için bu olguyu kullanmak bir ilkedir ve sonuç olarak saati meydana getirir. Yüksek frekanslı telsiz sinyallerinin, metal nesnelerin varlığında bir parazit veya yankıya neden olması bir olgudur. Bu olguyu, sinyaller gönderip onların yankısını saptayarak uçakları tespit etmek için kullanmak ise bir ilkedir ve sonuç olarak radarı meydana getirir. Olgular sadece doğal etkilerdir ve bu nedenle insanlardan ve teknolojiden bağımsız olarak mevcutturlar. Kendilerine ilişik herhangi bir “kullanım”ları yoktur. Buna karşılık ilke, bir olguyu belirli bir amaç için kullanma fikridir ve insan ve kullanım âleminin içinde var olur. Pratikte, olguların bir teknolojide kullanılmadan önce dizginlenmeleri ve düzgün çalışacak şekilde düzenlenmeleri gerekir. Bu nedenle, olguların niyet edilen amaca yönelik düzenlenmesi için gerekli doğru destek kombinasyonunun keş- TEKNOLOJİNİN DOĞASI fedilmesi gerekir. Bir olguyu belirli bir amaç için kullanılır hale getiren alt-sistemler birer teknolojidir ve kendi olgularına dayanırlar. Bu nedenle kullanışlı bir teknoloji, bir arada çalışan pek çok olgudan oluşur. Bir telsiz alıcısı sadece parçaların toplamından ibaret değildir. Sadece minyatür bir sinyal işleme fabrikası da değildir. Belirli bir amaç doğrultusunda bir araya getirilmiş ve uyum içinde çalışmaları için kurgulanmış bir olgular toplamının uyumlu bir düzenlenişidir. Teknolojnn özü Teknolojiye dair artık elimizde, bir amaca yönelik bir araç olduğunu söylemek yerine daha doğrudan bir tarif var. Bir teknoloji, yakalanmış ve kullanıma konulmuş bir olgudur. Daha doğrusu, yakalanmış ve kullanıma konulmuş bir olgular toplamıdır. Başka bir deyişle, teknoloji olguların amaçlarımız doğrultusunda programlanmasıdır. Burada “yakalamak” sözcüğünü kullanıyorum, ama bunun yerine başka sözcükler de kullanılabilir. Teknoloji için, bir olgunun bir amaç uğruna dizginlenmesi, ele geçirilmesi, sağlama alınması, kullanılması, görevlendirilmesi, yararlanılması veya istismar edilmesi de diyebilirdim. Ancak benim düşünceme göre “yakalanmış ve kullanıma konulmuş” sözü kastettiğim şeyi en iyi karşılayan deyiştir. Bu açıdan bakıldığında, işleyiş halindeki bir teknoloji çalışır haldeki basit bir nesne olmaktan çıkar. Bir metabolizmaya dönüşür. Bu, herhangi bir teknolojiye bakmanın alışıldık yolu değildir. Ancak izah etmeye çalıştığım şey, teknolojinin, birbirini destekleyen, kullanan, birbirleriyle “konuşan,” bilgisayar programlarındaki birbirini çağıran alt-programlar gibi birbirini “çağıran” etkileşimli süreçlerin bir karmaşasına— yakalanmış olgular karmaşasına—dönüştüğüdür. Bence olgular teknolojinin “gen”leridir. Birebir bir paralellik olduğunu söylemek elbette mümkün değil, ama yine de bu açıdan düşünmeyi faydalı buluyorum. Biyolojinin, genleri harekete geçirerek yapılarını—proteinler, hücreler, hormonlar ve benzerleri—yarattığını biliyoruz. İnsan örneğinde bunlardan 21.000 tane var ve bu sayı meyve sineği ve insanlar arasında veya insanlar ve filler arasında çok da bir farklılık göstermiyor. Organizmalar, farklı sıralarla harekete geçmek üzere “programlanmış,” neredeyse aynı gen dizilerini kullanarak farklı birçok şekil ve türde kendilerini yaratırlar. 6 BRIAN ARTHUR Teknoloji için de aynı şey söz konusudur. Teknoloji de yapılarını—bireysel teknolojileri—sabit bir olgular dizisini farklı şekillerde “programlayarak” yaratır. Yeni olgular—yeni teknolojik “genler”—zaman geçtikçe elbette bu sabit diziye eklenirler. Ayrıca olgular doğrudan bir araya getirilmez; önce yakalanır ve teknolojik unsurlar olarak ifade edilir, ancak bunun ardından bir araya getirilirler. Kullanımda olan olguların sayısı biyolojik genlerden muhtemelen çok daha azdır, ama yine de analoji geçerlidir. Biyoloji genleri sonsuz sayıda yapılar şeklinde programlar, teknolojilerse olguları sonsuz sayıda kullanıma programlar. Amaçlı Sstemler Teknolojiyi bir amacın aracı olarak tanımladım. Ancak amaçlara yönelik pek çok araç vardır ve bunların bazılarının hiç de teknolojiye benzer bir yanı yoktur. Ticari kuruluşlar, yasal sistemler, para sistemleri ve sözleşmelerin hepsi amaçlara yönelik araçlardır ve önerdiğim tanıma göre hepsi birer teknolojidir. Dahası, bunların alt-parçaları da—örneğin örgütlerin alt-bölümleri ve şubeleri—amaçlara yönelik birer araçtır. Bu nedenle de teknolojinin özelliklerine sahip olmaları gerekir. Eğer bütün araçların—para sistemleri, sözleşmeler, senfoniler, yasaların yanı sıra fiziksel yöntem ve aygıtlar—birer teknoloji olduğu fikrine alışabilirsek, teknoloji mantığı, sözünü ettiğim aygıt ve yöntemlerden çok daha başka yerlere de uygulanabilir. Bu da tartışmamızın kapsamını oldukça genişletecektir. Teknoloj ve blm Burada bilginin yeri tam olarak nedir? Bilginin—enformasyon, gerçekler, hakikatler, genel ilkeler—incelediğimiz bütün bu şeyler için gerekli olduğu aşikârdır. O halde aynı soruyu bu sefer daha açık soralım. Olguların biçimsel bilgisinin—bilimin—yeri nedir? Bilim olguların kullanımıyla nasıl bağlantılıdır? Hatta, bilim teknolojinin kendisiyle nasıl bağlantılıdır? Bilim, modern olguların, en derine gizlenmiş etki kümelerinin kazılıp çıkartılması ve bunlardan teknolojilerin meydana getirilmesi için gereklidir. Bilim yeni etkileri ortaya çıkarırken, teknoloji bunlardan yararlanır. O halde göründüğü kadarıyla bilim keşfeder, teknoloji uygular. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Ancak bu hâlâ teknoloji uzmanlarının bilimsel fikirlere sadece onları uygulamak için yaklaştığı anlamına gelmez. Teknolojinin hem bilimden hem de kendi deneyiminden meydana geldiğini söylemek daha uygundur. Bu ikisi birlikte birikir ve bu olurken bilim teknolojinin organik bir parçası haline gelir. Bilim, teknolojinin içine derinden örülmüştür. Ama teknoloji de aynı derinlikle bilime örülmüştür. Bilim, gözlemler ve mantık yürütmeler aracılığıyla bir kavrayışa ulaşır; ancak bunları mümkün kılan, yöntemleri ve aygıtları kullanmasıdır. Bilim büyük ölçüde doğanın, aletler ve yöntemler— teknoloji—aracılığıyla derinlemesine araştırılmasıdır. Bilim belirli sorulara cevap verebilmek için aletler ve deneyler şeklinde teknolojiler kullanır. Ama bilim kendini elbette bunlardan daha fazlasıyla geliştirir. Bilim anlayışını bilimsel açıklamalarından, mantık yürütmelerinden ve dünyanın nasıl işlediğine dair teorilerinden geliştirir. Bütün bunlardan hareketle, bilimin teknolojiyi sadece kullandığını değil, aynı zamanda kendini teknoloji üzerinden inşa ettiğini söyleyebiliriz. Bilim bir yöntemdir: anlamak, incelemek ve açıklamak için bir yöntem. Pek çok alt-yöntemden oluşan bir yöntem. Bilim, en temeline inildiğinde, teknolojinin bir biçimidir. Ancak ben bilimin teknolojiyle aynı şey olduğunu kesinlikle söylemiyorum. Bilim kendi içinde bir güzelliktir. Emsalsiz bir güzellik. Üstelik, en temelinde bulunan alet, deney ve açıklamalardan çok daha fazlasıdır. Bilim, bir ahlaki fikirler kümesidir: doğa özünde bilinebilir ve araştırılabilir bir şeydir, nedenler seçilip ayırt edilebilir, olgular ve imaları oldukça kontrollü bir şekilde incelenirse bir anlayışa ulaşılabilir. Bilim teori kurmayı, tasavvur etmeyi ve tahmin etmeyi içeren bir uygulamalar bütünü ve bir düşünme şeklidir. Geçmişteki gözlem ve düşüncelerden birikerek meydana gelmiş bir bilişler,—anlayışlar—bütünüdür. Bir kültürdür: inanışlar ve pratikler, dostluklar ve değiş tokuş edilen fikirler, görüşler ve kanaatler, rekabet ve karşılıklı yardım kültürü. Bilim ve teknoloji simbiyotik bir ilişki içinde birlikte evrim gösterirler. Birlikte birikirler. Her biri diğerinin aralıksız yaratılışında yer alır. Bunu yaparken de diğerini içine alır, sindirir ve kullanır ve böylece diğeriyle tamamen iç içe geçer. İkisi birbirinden ayırılamaz, tamamen birbirlerine dayanır. Bilim derinlere gömülü olguları açığa çıkarmak ve anlamak için gereklidir. Teknolojiyse bilimin ilerlemesi için gereklidir. 7 BRIAN ARTHUR Türümüz farklı olgularla dolu bir evrende doğmuş olsaydı, farklı teknolojiler geliştirmiş olurduk. Olguları tarih boyunca, farklı bir sırayla açığa çıkarmış olsaydık, yine farklı teknolojiler geliştirmiş olurduk. Evrenin normal olgularımızın işlemediği bir bölümünü keşfetseydik, teknolojilerimizin de işlemediğini görürdük ve yapabileceğimiz tek şey oraya kendimizi uyarlayarak evrenin bu bölümünü araştırmak olurdu. 4 ETKİ ALANLARI VEYA BAŞARMAK İÇİN ADIM ATILAN DÜNYALAR Bir teknoloji kümesini tanımlayan şey her zaman ortak yanlardır, bileşenlerin bir arada çalışmakla ilgili ortak ve doğal kabiliyetleridir. Bu tarz kümeleri—teknoloji gövdelerini— etki alanı (domain) olarak adlandıracağım. Bir etki alanı, aygıt veya yöntemler oluşturmak için bir araya getirilmiş bileşenlerin, yanı sıra pratik ve bilgilerin, kombinasyon kurallarının ve buna bağlı düşünme tarzının bir kümesidir. Bir teknoloji (bireysel bir teknoloji) bir iş yapar; bir amacı— genellikle de oldukça özel bir amacı—gerçekleştirir. Bir etki alanıysa (çoğul teknoloji) herhangi bir iş yapmaz; zamanı geldiğinde yararlanılacak, kullanışlı bileşenlerden oluşan bir alet çantası olarak, kullanılacak bir pratikler dizisi olarak mevcuttur. Bir teknoloji bir ürünü veya süreci tanımlar. Bir etki alanıysa hiçbir ürünü tanımlamaz; bir teknolojiler topluluğu—karşılıklı olarak destek veren bir dizi—oluşturur ve bunlar kendilerini üreten şirketler tarafından temsil edildiğinde, bir endüstriyi tanımlar. Bir teknoloji icat edilir, biri tarafından meydana getirilir. Bir etki alanıysa—bir bütün olarak radyo teknisyenliğini düşünün—icat edilmez; bireysel parçalarından, kendisini oluşturan bireysel teknolojilerden parça parça ortaya çıkar. Bir teknoloji—örneğin bireysel bir bilgisayar— kendisini kullanan kimseye belirli bir güç verir. Bir etki alanı—dijital teknolojiler—bütün bir ekonomiye, gelecekte zenginlik ve siyasi güce dönüşebilecek bir potansiyel sağlar. Etk alanları seçmek Mühendislikte tasarım bir etki alanı seçerek, yani söz konusu aygıtı geliştirebilmek için uygun bir bileşenler grubu seçerek başlar. Mimarlar yeni bir ofis binası tasarlarken, granit taş duvarlar yerine, görsel ve yapısal nedenlerle camı ve çelik TEKNOLOJİNİN DOĞASI bileşenleri tercih edebilirler. Bunlara da etki alanları adını vereceğiz. Zaman içinde verili bir amaç için kullanılan etki alanı tercihi değişir. Tarih boyunca inovasyon genelde verili bir teknolojideki gelişmelerden—kubbe yapmanın daha iyi bir yolu, daha verimli bir buhar makinesi—ibaret olmuştur. Ancak en önemli inovasyonların hepsi, yeni bir etki alanı oluşturmakla ilgilidir. Bu tarz yeni etki alanları oluşturmanın bu kadar etkili olmasını nedeni sadece, bir amacı gerçekleştirmenin tamamen yeni ve çok daha verimli bir yolunu sunmaları değildir. Yeni olanaklara da imkân sağlarlar. Etki alanındaki bir değişim, teknolojinin ilerlemesinin başlıca yoludur. Yeni bir etki alanı ortaya çıktığında, ilk başlarda doğrudan bir önemi olmayabilir. Yine de, yeni bir etki alanının ortaya çıkışı, yapılabilecekleri değil, daha ziyade yapılabilecek şeylerle ilgili potansiyeli tayin eder. Ayrıca, zamanın teknoloji uzmanlarının zihinlerini de kamçılar. Herhangi bir dönemin etki alanları, sadece nelerin mümkün olduğunu değil, o dönemin tarzını da belirler. Bir devir sadece teknoloji yaratmaz. Teknoloji de devir yaratır. Bu nedenle teknolojinin tarihi, bireysel keşiflerin ve bireysel teknolojilerin—matbaa makinesi, buhar makinesi, Bessemer süreci, telsiz, bilgisayar—bir kronolojisi değildir. Aynı zamanda, amaçların bir araya getiriliş biçimleriyle tanımlanan çağların—bütünsel dönemlerin—bir kronolojisidir. Günümüzün etki alanları çok daha geniş olanaklar sunmaktadır. Gerçekte, bir etki alanının tesiri uzanımıyla—ortaya çıkardığı olanaklarla—ilgilidir; diğer yarısıysa benzer kombinasyonları farklı amaçlar için tekrar tekrar kullanabilmekle alakalıdır. Adım Atılan Dünyalar Bir etki alanı, tasarımcıların yapılabilecek şeyleri zihinlerinde canlandırdığı bir hayal âlemi—bir ihtimaller âlemi veya dünyasıdır. Uzmanlar etki alanı dünyalarında kendilerini “kaybederler”, zihinsel olarak ortadan kaybolurlar. Amaçlar açısından düşünür ve bunları, zihinsel dünyalarında, bireysel süreçlere işlerler. Bir etki alanı başka bir açıdan da bir dünyadır. Etki alanı veya dünyası her ne olursa olsun, bu manevra etki alanının gerçek yararlılığını oluşturur. Bunu, belirli bir dünyanın “içine” giren, 8 BRIAN ARTHUR burada çeşitli işlemlerden geçen ve daha sonra yeniden “dışarı” çıkarılarak kullanıma sokulan bir şey olarak düşünebiliriz. Her bir etki alanında başarılabilecekler, o etki alanının dünyasına özgüdür. Bazı dünyalar özellikle zengin bir olanak kümesi sunar. Dijital dünya, ister mimari bir tasarım, ister bir fotoğraf karesi veya bir uçağın kumanda ayarları olsun, sayısal simgelere indirgenebilen her şeyi maniple edebilir. Geniş bir aritmetik işlemler kümesi veya aritmetik ve mantıksal adımlar dizisi sunar. Bu işlemler oldukça hızlı bir şekilde yürütülebilir: manipülasyonlar, dijital devrelerin ultra hızlı şalter hızında çalışırlar. Öteki etki alanı dünyalarının yapabilecekleri şeyler daha kısıtlı, daha sınırlıdır. Yine de aşırı derecede etkili olabilirler. Bir etki alanının dünyasında rahatlıkla başarılabilenler, o alanın gücünü oluşturur. Etki alanları aynı zamanda bu dünyaların kısıtlamalarını da yansıtır. Tasarımlarını dijital olarak yapan mimarlar, fikirlerinin varyasyonlarını neredeyse anında üretebilir ve tasarım çalışması devam ederken malzeme maliyetlerini otomatik olarak hesaplayabilirler. Ancak dijital faaliyet alanı, nelerin başarılabileceğiyle ilgili kendi gizli önyargılarını dayatır. Gerçek dünyanın sadece ölçülebilir tarafları dijital dünyaya aktarılabilir ve üzerinde başarıyla çalışılabilir. Dolayısıyla, dijital mimari tatlı matematiksel kıvrımlarla eğilip bükülen geometrik yüzeyleri rahatlıkla oluşturabilir. Ancak delifişekliğe, gelişigüzelliğe, tamamlanmamışlığa çok az tahammülü vardır. Bir dünyada üstesinden gelinemeyenler, o dünyanın kısıtlamaları haline gelir. Teknoloji gövdeleri, veya etki alanları, verili bir çağda nelerin mümkün olduğunu belirler; bir çağın karakteristik sanayilerini ortaya çıkarır; mühendislerin başarabilecekleri şeyler için adım attığı dünyaları sağlarlar. 5 MÜHENDİSLİK VE ÇÖZÜMLERİ İçeriden baktığımızda, daha iyi parçalar eskilerin yerini aldıkça, malzemeler iyileştikçe, inşa yöntemleri değiştikçe, teknolojinin dayandığı olgular daha iyi anlaşıldıkça ve etki alanının gelişmesinin ardından yeni öğeler ortaya çıktıkça bir teknolojinin iç bileşenlerinin sürekli değiştiğini görürüz. Dolayısıyla bir teknoloji, ara sıra birkaç çeşitleme veya TEKNOLOJİNİN DOĞASI güncelleme üreten sabit bir şey değildir. Akışkan, dinamik, canlı, yapılandırılabilen ve zaman içinde büyük ölçüde değişebilen bir şeydir. Öte yandan teknoloji sadece sınırlı sayıda işlev sunmaz, aynı zamanda sonsuz sayıda yeni amaçlar için sonsuz yeni şekillerle bir araya getirilebilecek—programlanabilecek— öğelerden oluşan bir kelime dağarcığı da sunar. Teknolojiye bu şekilde bakmakta büyük bir fark vardır. İlerledikçe, iki yan meseleyi de göz önünde bulunduracağız. Bir tanesi Darwin’in mekanizmasının teknolojiye ne kadar uygulanabileceğidir: teknolojideki yeni “türler” ne ölçüde eskilerin çeşitlemesinden ve doğal seçilimden ortaya çıkar? Diğeri de Thomas Kuhn’un fikirlerinin teknolojiye ne ölçüde uygulanabileceğidir. Kuhn kabul gören bilimsel paradigmaların zaman içinde karmaşık bir hale geldiğini, anormalliklerle karşılaştığını ve yerini yeni paradigmalara bıraktığını dile getirir. Aynı şey teknoloji için de geçerli midir? Bir başka şeye daha dikkat ayırmak niyetindeyiz: inovasyon. “İnovasyon” teknolojideki bir başka anlaşılması zor sözcüktür. Ben bu kelimeyi, teknolojide yenilik anlamındaki yaygın biçimiyle kullanacağım. Standart Mühendslk Standart mühendislik adını verdiğim merkezi faaliyet, yeni bir projenin gerçekleştirilmesi, yöntem ve aygıtların bilinen ve kabul gören ilkeler altında bir araya getirilmesidir. Bu bazen tasarım ve inşa, bazen de tasarım ve imalat olarak adlandırılır. Her ikisinde de söz konusu olan, bilinen bir teknolojinin yeni bir örneğinin planlanması, test edilmesi ve bir araya getirilmesidir. Bu faaliyete sadece “tasarım” diyeceğim. Neredeyse bütün tasarım projeleri bu türdendir—bilinen bir teknolojinin yeni bir versiyonunun planlanması ve yapılması—neredeyse bütün bilimsel faaliyetin bilinen kavram ve yöntemlerin verili sorunlara uygulanmasından ibaret olması gibi. Standart mühendislik—tasarım projeleri—tam olarak neleri içerir? Temel görev, bir biçim bir amaç dizisini yerine getirmek için inşa edilmiş bir takım dizisi bulmaktır. Bu, bir amacı kendisine uyacak bir yapı kavramıyla eşleştirmek ve bu yapıyı gerçekliğe taşıyacak takımların bir kombinasyonunu oluşturmaktır. 9 BRIAN ARTHUR Bir şeyleri çalışır hale getirmek, bir makineye bırakılamayacak kararlar gerektirir. Tasarımcılar kavramlar, mimariler ve malzemelerin yanı sıra uygun dayanıklılık, değerlendirme ve kapasite konularında kararlar vermelidir. Bütün bunların bir projenin pek çok farklı seviyesinde eşleştirilmesi, insan tarafından yapılacak bir koordinasyonu gerektirir. Projenin ölçeği koordinasyonu meydan okuyucu kılabilir. Farklı takımlar farklı gruplar—hatta farklı şirketler—tarafından tasarlanıyor olabilir ve bütün bunların dengelenmesi gerekir. Bir ekibin bulduğu çözüm diğeri için engeller yaratabilir ve bütün bunları uyumlu bir hale getirmek, tekrarlanan çok sayıda tartışmayı gerektirebilir. Böyle bir ölçekte standart mühendislik bir tür sosyal organizasyona dönüşür. Yeni bir projenin başarılı olup olmaması—tamamlanmış geçerli bir tasarımla sonuçlanması anlamında—büyük ölçüde bunu çevreleyen geniş çıkarlar ağına bağlıdır: mühendislik savunucuları, parasal kaynak sağlayan bürokrasiler, sponsorlar ve işin tamamlanmasından güç, güvenlik veya itibar kazanan veya kaybeden diğer katılımcılar. Tasarım ve geliştirme, oldukça insani bir organizasyon ve eylem sürecidir. Sorun çözme olarak mühendslk Yeni bir proje her zaman yeni bir soruna neden olur. Genel yanıt—bitirilmiş proje—her zaman bir çözümdür: verili görevi yerine getirecek uygun bir takım kombinasyonuna dair belirli bir fikirdir. Bitmiş bir tasarımın, belirli bir mühendislik sorununa yönelik belirli bir çözüm olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bundan daha fazlasını söyleyebiliriz. Genel çözüm yeni şartları karşılamak zorunda olduğu için, her seviyede seçilen takımların yeniden düşünülmesi—ve uyumlu olmaları için yeniden tasarlanması—gerekir. Genellikle mevcut bir teknolojinin yeni bir versiyonu inşa edildiğinde, her seviye ve her seviyedeki her modül yeniden düşünülmek ve şayet geri kalana uymayacak olursa yeniden tasarlanmak zorundadır. Bu yeniden tasarımların her biri kendi sorunlarını getirir. Dolayısıyla, daha doğru bir şekilde, bitmiş bir tasarım, bir sorun kümesine yönelik bir çözüm kümesidir diyebiliriz. Bunu söylemek her çözümün tatmin edici olduğu anlamına gelmez. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Kombnasyon ve çözümler Eğer mühendislik sorunlarla ilgiliyse, bir sorunun “çözümünü” veya çözümler dizisini oluşturan şey tam olarak nedir? Bir çözümün, verili bir görevi yerine getiren uygun bir kombinasyon olduğunu söylemiştim. Mühendislikteki her yaratım süreci belirli bir amaca yönelik bir inşadır— bir öğeler kombinasyonudur. O halde sorumuzu bu şekilde yeniden sorabiliriz. Mühendislikteki bir çözüm nasıl bir inşadır ve bu durum kombinasyonu tam olarak nasıl içerir? Aslında bu bizim için esas meseledir. Bütün kitap boyunca teknolojileri kombinasyonlar olarak düşündük. Bu da tasarımı bir kombinasyon sürecine dönüştürür. Kombinasyon tasarımda tam olarak nasıl işler? Şüphesiz mühendisler uygun parçaları seçer ve birlikte çalışmaları için bunları bir araya getirip birleştirirler. Ama bu, herhangi bir şeyi birleştirmek için kasten yola çıktıkları veya bir şeyleri birleştirdiklerinin farkında oldukları anlamına gelmez. Mühendisleri kendilerini belirli amaçları yerine getirmekle veya belirli teknik özellikleri karşılamakla ve bunların ortaya çıkardığı sorunları çözmekle meşgul görürler. Bu sürecin zihinsel kısmı elbette tercih yapılmasını gerektirir ve bir arada seçilen bileşenler bir kombinasyon oluşturur. Ama kombinasyon mühendislikteki yaratım sürecinin amacı değildir. Bu tercihlerin bir sonucu, bir teknolojinin yeni bir örneği için öğeleri bir araya getirmenin sonucudur. Teknoloji için de aynı şey geçerlidir. Tasarımcı bir şeye niyet eder, bunu ifade edebilmek için bir alet çantası veya dil seçer, kendi “hayalinde” bunun yerine getirmesini gerekli bulduğu kavram ve işlevsellikleri tasavvur eder, daha sonra da onu başarmak için uygun bir bileşen kombinasyonu bulur. Tasavvur tek bir seferde, neredeyse kendiliğinden olabilir. Tasarım ifadedir. Bunun, mühendislikle ve onun yaratıcı bir alan olmasıyla ilgili bir anlamı vardır. Mühendislik çoğu kez tasarımın önemli olduğu diğer alanlara—mesela mimari veya müzik—göre daha az yaratıcı bulunur. Mühendislik elbette sıradan olabilir, ama aynı şey mimari için de söylenebilir. Mühendislikteki tasarım süreci ilkede mimarideki veya modadaki, hatta müzikteki tasarım süreçlerinden farklı değildir. Bir düzenleme, ifade biçimidir ve bu nedenle bunlarla ilişkilendirdiğimiz her türden yaratıcılığa açıktır. 10 BRIAN ARTHUR Tek bir uygulayıcının yeni projeleri tipik olarak çok az yeni şey barındırır. Ancak paralel olarak hareket eden pek çok farklı tasarımcı yeni çözümler üretir: belirli amaçları yerine getirmek için kullanılan kavramlarda; etki alanlarının seçiminde; bileşen kombinasyonlarında; malzemelerde, mimari ve imalat tekniklerinde. Bütün bunlar mevcut bir teknolojiyi ve bunun etki alanını ileri götürecek şekilde birikir. Bu şekilde, farklı çözümler ve alt-çözümlere sahip deneyim muntazaman birikir ve teknolojiler zaman içinde değişir ve gelişir. Sonuç inovasyondur. Standart mühendislik inovasyona çok katkıda bulunur. Standart mühendislik öğrenir. Yapıtaşlarına dönüşen çözümler Eğer sonuçta ortaya çıkan tasarım özellikle kullanışlıysa, başkaları tarafından da devralınır, topluluk içinde yayılmaya başlar ve genel kullanıma kavuşur. Yeni bir yapıtaşına dönüşür. Mühendislikteki başarılı çözüm ve fikirler kopyalanır, tekrarlanır ve uygulayıcılar arasında yayılır. Kombinasyonlarda kullanılmak üzere hazır bekleyen öğelere haline gelirler. Aslında bir çözüm—başarılı bir kombinasyon—yeteri kadar sık kullanıldığı takdirde bir modüle dönüşür. Kendi ismine sahip olur ve standart kullanım için hazır bir modül olarak bir aygıt veya yöntemin içine yerleştirilir. Kendi içinde bir teknolojiye dönüşür. Yaygınlık kazanan teknolojilerin (veya çözümlerin) daha fazla üstünlük kazanma ve kilitlenme eğiliminde olduklarını, dolayısıyla teknolojilerin “seçiliminde” olumlu geribildirim sürecinin rol oynadığını söylemek gerekir. Standart mühendislikteki her proje bir sorun kümesine yol açar ve tamamlanmış her sonuç bunlara yönelik bir çözüm kümesidir. Kullanışlı çözümler güçlenir ve uygulayıcılar arasında yayılır. Bazıları teknolojinin kelime dağarcığına eklemelere dönüşür; daha başka teknolojilerde kullanılabilecek öğeler veya yapı taşları haline gelir. Standart mühendislik hem inovasyon hem de evrime büyük katkılarda bulunur. TEKNOLOJİNİN DOĞASI 6 TEKNOLOJİLERİN KÖKENİ Yeni teknolojiler nasıl ortaya çıkar? İcat nasıl gerçekleşir? Garip olan şu ki, bu kadar önemli olmasına rağmen, teknolojiye ilişkin bu modern düşünceye verilmiş tatmin edici bir cevap yok. Yeni teknolojilerin nasıl ortaya çıktığıyla ilgili birtakım şeyler biliyoruz. Daha ziyade sosyoloji alanında yapılmış araştırmalardan, yeni teknolojilerin; sosyal ihtiyaçlar tarafından şekillendirildiğini, uygulandıkları standart etki alanının dışında kazanılmış deneyimden ortaya çıktığını, daha çok riski destekleyen koşullardan kaynaklandığını, bilgi değiş tokuşuyla daha iyi ortaya çıktığını ve meslektaş iletişim ağları sayesinde yaygınlaştığını biliyoruz. Ancak bunlar yeni bir teknolojinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaz. O halde ekonomiyi biçimlendiren aygıtlar, yöntem ve ürünler hangi süreçten—kaynaktan—ortaya çıkar? Neler yen teknoloj sayılablr? Kökten yeni bir teknolojiyi, eldeki amaca yeni veya farklı bir ilke uygulayan teknoloji olarak tanımlayacağım. Bir ilke, hatırlayın, bir şeyin işlemesinin yöntemi, bir şeyin temel çalışma tarzıdır. İcadı—kökten yeni teknolojilerin ortaya çıkma süreci—standart mühendislikten ayıran şey ilkedeki değişikliktir. Üzerine temellendirmek istediğimiz fikir, yeni teknolojilerin—icatların—yeni ilkeler kullandığıdır. Bir ilkenin bir kavram, kullanımdaki bir etki veya olgu fikri olduğunu hatırlayın. Dolayısıyla yeni bir ilke üzerine temellendirilen yeni bir teknoloji aslında bir etkinin—veya etkilerin—yeni veya farklı bir kullanımı üzerine temellendirilir. Yeni teknolojiler herhangi bir amacın ihtiyaçlarını yararlanılabilir bir etkiye (veya etkiler kümesine) kavramsal ve fiziksel olarak bağlamakla ortaya çıkarlar. Diyebiliriz ki icat, bir ihtiyacın başarıyla üstesinden gelebilmek için bu ihtiyacı belirli bir etkiyle bağlamaktan oluşur. Zincirin bir ucunda yerine getirilmesi gereken ihtiyaç veya amaç yer alır; öteki ucundaysa bunu karşılamak için kullanılması gereken temel etki bulunur. İkisini birbirine bağlamak, bu amacı yerine getirmek için kullanılan etkinin genel çözü11 BRIAN ARTHUR TEKNOLOJİNİN DOĞASI mü, yeni ilkesi veya kavramıdır. Ancak ilkenin doğru düzgün çalışmasını sağlamak meydan okumalara yol açar ve bunlar da, genellikle çözümü mümkün kılan sistem ve takımlar şeklindeki kendi çözüm yollarını çağırır. Bunları çözümün tümüne dönüşen zincirin halkaları olarak düşünebiliriz. Yeni bir ilke bazen önceki kavramların bir araya getirilmesiyle ileri sürülür. Bir ilke bazen geçmişten çağrılır veya bir meslektaşın yaptığı bir yorumdan alınır veya bir teori tarafından önerilir. Bir ilke—kavramsal çözüm—bazen, her biri bir başka alt-sorunu çözen mevcut işlevselliklerden bir araya getirilir. Gerçek dünyada bu bağlantı süreci büyük farklılık gösterir. Bazı icatlar kendi başlarına çalışan bireylerden ortaya çıkar, diğerleri bağımsız çalışan ekiplerden. Bazıları program niteliğindeki devasa yatırımlardan türer, diğerleri mütevazı özel çabalardan. Bazıları yıllar süren çabalar sonucu ve amacı tam olarak karşılayamayan ara versiyonlardan sonra ortaya çıkar, diğerleri gökten zembille düşmüş izlenimi verir. İcadın yaratıcı merkezinde benimseme, yarı-bilinçli bir önerme şeklinde gelen bir tür zihinsel ödünç alma yatar. Çeşitlemeleri ne olursa olsun, icadın iki geniş kalıbı vardır. Zincirin bir ucundan, verili bir amaç veya ihtiyaçtan yola çıkabilir ve bunu gerçekleştirecek bir ilke bulur. Veya, öteki uçtan, bir olgudan veya etkiden, genellikle de yeni keşfedilmiş birinden, yola çıkabilir ve bunu bir kullanım ilkesi içinde tasavvur eder. Her iki kalıpta da, ilke işleyen parçalara dönüştürülmeden süreç tamamlanmaz. Temel lkey bulmak O halde icadın bir amaçtan, algılanan herhangi bir ihtiyaca çözüm bulmak için yola çıktığını farz edelim. İhtiyaç ekonomik bir fırsattan, örneğin kâr potansiyeli olan bir pazarın fark edilmesinden; veya ekonomik şartlardaki bir değişiklikten; veya sosyal ya da askeri bir meseleden doğabilir. İhtiyaç genellikle dışardan bir uyarıcının etkisiyle değil, teknolojinin içinden kaynaklanır. Genellikle en az birkaç uygulayıcı bu türden bir ihtiyacın varlığının farkında olur, ama hiçbiri kesin bir çözüm göremez. Eğer çözüm var olsaydı, standart teknoloji yeterli olurdu. Dolayısıyla soru, tanımı itibariyle, meydan okuyucudur. Bu meydan okumayı göğüslemek isteyenler, durumu yerine getirilecek bir ihtiyaç veya üstesinden gelinecek bir kısıtlama olarak karşılayabilir, ama bunu çabucak bir dizi gerekliliğe—çözülmesi gereken teknik bir soruna—indirgerler. Bu aşamada aranılan şey eksiksiz bir tasarım değildir. Aranılan şey, daha önce de söylediğim gibi, bir temel kavramdır: bir sorunun gereklerini yerine getirecek, eylem halindeki belirli bir etki (veya etkiler kombinasyonu) fikrinin yanı sıra, bunu başarmanın yollarına dair bir görüş. Kavrayış bir tıkanıklığın ortadan kalkmasıyla gerçekleşir. Her zaman bir bağlanma anı olarak ortaya çıkar, çünkü bir sorunu bununla başa çıkabilecek bir ilkeye bağlar. Bu tarz atılımları deneyimlemiş olanların anlattığına göre, içgörü, garip bir biçimde, sanki bilinçaltı bütün parçaları çoktan bir araya getirmiş gibi bir bütün halinde gelir. Ayrıca çözümün doğru olduğuna ilişkin bir “bilişle”—uygunluğunun, zarafetinin, olağanüstü basitliğinin sezgisiyle birlikte gelir. İçgörü bir ekibe değil, bir kişiye gelir, Kavrama fzksel bçm kazandırmak Kavramı gerçekliğe taşımak, ayrıntılı bir mimarinin hazırlanmış; kilit takımların kurulmuş, dengelenmiş ve inşa edilmiş; ölçüm aletlerinin uyarlanmış; teorik hesaplamaların yapılmış olması gerektiği anlamına gelir. Bütün bunların teşvik ve para kaynaklarıyla desteklenmesi gerekir. Rekabet bu aşamada yardımcı olur. Başlangıçtaki kanıt zayıf olabilir, ama daha fazla çaba ve uygun onarımlarla—ve daha iyi bileşenlere sahip izleyen versiyonlarla—oldukça güçlü çalışan bir versiyon ortaya çıkar ve yeni temel ilke yarı güvenilir bir hale gelir. Artık fiziksel bir biçim almıştır. Yeni aygıt veya yöntem artık gelişmeye ve ticari kullanıma adaydır. Eğer şanslıysa, bir inovasyon olarak ekonomiye adım atabilir. Bir süreç olarak icat, artık tamamlanmıştır. Br olgudan yola çıkan cat Bir olgudan yola çıkan ikinci kalıp kullanımdaki bir etkiyi bir amaca bağlar, ancak bu sefer süreç öbür uçtan—etkiden— başlar. Genellikle birisi bir etkiyi fark eder veya bunu teorik olarak ortaya koyar ve bu da bir kullanım fikri—bir ilke—ileri sürer. İhtiyaçtan-yola-çıkma motifinde olduğu gibi ilkeyi işleyen bir teknolojiye dönüştürmek destekleyici parça ve bölümler üzerinde çalışmayı gerektirir. 12 BRIAN ARTHUR İcadın merkeznde ne yatar? İcadın merkezinde, uygun bir çözümü eylem halinde—işi gerçekleştirecek uygun bir ilkeyi—görmek yatar. Yüksek derecede abartmaya imkân tanıyan geri kalanıysa, standart mühendisliktir. Bazen bu ilke, aşikâr olan veya kolayca ödünç alınan bir şey gibi, doğal bir şekilde ortaya çıkar. Ancak, çoğu örnekte, üzerinde bilinçli bir şekilde kafa yormak gerekir; bir çağrışım—zihinsel bir ilişkilendirme—süreci sonucu belirir. İcat mucidin tamamen aşina olduğu bir arazide meydana gelir. İcat, merkezinde, zihinsel ilişkilendirmedir. Yaratıcı işlevselliklerle dolu bir depoya uzanır ve bazıları bir araya getirildiğinde neler olacağını hayal eder. Yaratıcılar belirli bir işleve ihtiyaç duyduğunda, bildikleri bir alanda buna tekabül eden bir işlevi üretmiş olan bir ilkeye geri dönerler. Bu mekanizmanın merkezinde—buna ilke transferi adını verelim—bir analoji görmek yatar. Bu da başka bir tür zihinsel ilişkilendirmedir. İcadın merkezinde zihinsel ilişkilendirmenin yattığını söyleyerek hayal gücünü devre dışı bırakmıyorum. Tam aksine. Yaratıcılar sorunu ilk başta önemli bir şey olarak kabul edecek, çözülebilir olduğunu görecek, birtakım çözümler tasavvur edecek, her biri için gerekli bileşenleri ve mimarileri görecek ve kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkan alt-sorunları çözecek hayal gücüne sahip olmalıdır. Ancak bu türden bir hayal gücünde doğaüstü hiçbir yan yoktur. Bütün bu yaratıcıların ortak yönü “deha” veya özel güçler değildir. İşin doğrusu, deha diye bir şeye ben şahsen inanmıyorum. Söz konusu olan daha ziyade işlevsellikler ve ilkelerle ilgili geniş bir bilgiye sahip olmaktır. Yaratıcılar, kullanacakları ilkelerin veya olguların uygulaması ve teorisi konusunda son derece bilgilidir. Nedensellk pramd İcat, bir (veya birkaç) bireyin bir şeyleri yerine getirmenin yeni bir yolunu bulduğu bir mikro-süreç olarak tarif edilebilir. Ancak bu bir bağlam içinde gerçekleşir. Yeni bir teknoloji her zaman için zaten yürürlükte olan önceki bileşen ve işlevselliklerin birikimiyle ortaya çıkar. Bu gözlemi bir süreliğine bir kenara bırakabilir ve yeni bir teknolojiyi, söz konusu olan teknolojiye yol açan önceki aygıtların, icatların ve anlayışların ilerlemesi olarak görerek, icat etmeye daha geniş açılı bir mercekle bakabiliriz. TEKNOLOJİNİN DOĞASI İşin doğrusu, herhangi bir yeni aygıtı veya yöntemi desteklemek, o noktaya ulaştıran bir nedensellik piramidi oluşturur: söz konusu ilkeyi kullanmış olan diğer teknolojiler, çözüme katkıda bulunmuş önceki teknolojiler, yeni teknolojiyi mümkün kılan destekleyici ilkeler ve bileşenler, bunları mümkün kılan ve bir zamanlar yeni olan olgular, yeni teknolojide kullanılan aletler, teknikler ve üretim süreçleri, önceki zanaat ve anlayış, kullanılan olguların ve yararlanılan ilkelerin dilbilgileri, tarif edilen bütün bu seviyelerdeki insanlar arasındaki etkileşimler. Bu nedensellik piramidinde özellikle önemli olan şey, zaman içinde biriktirilmiş olan—hem bilimsel hem de teknik türden—bilgidir. Bu bilgi mühendislik pratiğinde yer alır, ama aynı zamanda teknik niversitelerde, öğrenim görmüş toplumlarda, ulusal bilim ve mühendislik akademilerinde, yayınlanmış dergilerde de bulunur. Bütün bunlar, teknolojilerin ortaya çıktığı çok mühim alt-katman oluşturur. Yeni teknolojilerin nedensel bir tarihi olduğunu söylemek, ortaya çıkışlarının önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmez. İcat, yeni olguların keşfinin kaprislerine ve zamanlamasına, yeni ihtiyaçların ortaya çıkışına ve bunlara cevap veren bireylerin ulaştığı sezgilere tabidir. Yine de, bütün icatların bir nedensellik piramidi tarafından destekleniyor olması, bir icadın, bunun için gerekli olan parçalar ve buna duyulan ihtiyaç yerli yerine oturduğunda ortaya çıkma eğiliminde olduğu anlamına gelir. Zamanlamadaki bu kaba “hazır olma hali” yeni bir teknolojinin tek bir yaratıcının eseri olmasını ender bir olay kılar. Tipik olarak pek çok mucit grubu eylem halindeki ilkeyi aşağı yukarı aynı zamanlarda tasavvur etmiş ve bunun işleyen bir versiyonuna ulaşabilmek için teşebbüste bulunmuştur. Bu tarz çoklu çabalar ve kilit parçaları tamamlamak, ilk olmak anlamında bir “icat”tan söz etmeyi zorlaştırır. Çoğu örnekte, ilkenin önceden belirsiz bir şekilde dile getirildiğine veya somutlaştığına, belki çok iyi kavranamadığına ama yine de önceden ele alınmış olduğuna tanık olabiliriz. Aslında, tek bir yaratıcı söz konusu olsa bile, insani etkileşimin ve gayrı resmi iletişim ağlarının bahsettiğim bu sürece katkısı çoktur. Blm ve matematkte cat Bilim veya matematikteki teoriler de, tıpkı teknolojiler gibi, amaçlı sistemlerdir. Verili amaçları yerine getiren bileşen sis13 BRIAN ARTHUR TEKNOLOJİNİN DOĞASI temlerinden oluşturulmuş inşalardır, dolayısıyla teknolojideki mantığın aynısı bunlar için de geçerlidir. ne bağlar ve hepsi bu prensibi işler parçalara dönüştürmek zorundadır. Teknolojide olduğu gibi bilimsel teoride de icat etme en temelinde bir bağlantılandırmadır—bir sorunun gözlemlenebilir verililerinin, kabaca bunları öneren bir ilkeyle (kavramsal bir içgörü) ve en nihayetinde bunları üreten eksiksiz bir ilke dizisiyle bağlanması. Bu durum bize yeni yapıtaşlarının teknoloji bütünü içinde nasıl oluştuğuyla ilgili ne söyler? Yeni yapıtaşlarının üç muhtemel şekilde ortaya çıktığını söyleyebiliriz: standart mühendislik sorunlarının çözümleri olarak (Armstrong osilatörü); kasti olmayan icatlar olarak (para sistemi); veya yeni ilkeler kullanan köklü bir biçimde yeni çözümler, hakiki icatlar olarak (jet motoru). Hangi durum söz konusu olursa olsun, hepsi de yeni unsurun çalışması için gerekli işlevleri sağlayan mevcut teknolojilerin—zaten mevcut olan unsurların— kombinasyonu sonucu ortaya çıkar. Peki ya matematikteki icat etme? Bu da bağlantılandırmadır, ama bu sefer ispat edilmesi gereken—genellikle bir teorem— bir şeyin, bu ispatı oluşturacak belirli kavramsal biçim veya ilkelere bağlanmasıdır. Bütün, amaca ulaşmak için birlikte inşa edilen ilkelerin—kavramsal fikirlerin—birbirine bağlanmasıyla oluşur. Her bir bileşen ilke veya teorem de daha önce gerçekleşmiş bir birbiriyle bağlantılandırmadan türer. Her biri, teknolojide olduğu gibi, bütün bir yapı içinde kullanılan üretken işlevsellikler sağlar. Bilim veya matematikteki icat etmenin teknolojiden esas itibariyle farklı olmaması şaşırtıcı değildir. Benzerlikler, bilim ve matematiğin teknolojiyle aynı şey olmasından kaynaklanmaz. Benzerlikler, bu üçünün de amaçlı sistemler—kabaca yorumlayacak olursak, amaçlara yönelik araçlar—olmasından ve dolayısıyla aynı mantığı takip etmek zorunda olmasından gelir. Üçü de biçimlerden veya ilkelerden meydana getirilir: teknoloji örneğinde kavramsal yöntemler; bilim örneğinde açıklayıcı yapılar; matematik örneğinde temel aksiyomlarla tutarlı doğru yapıları. Dolayısıyla teknoloji, bilimsel açıklama ve matematik höristik süreçlerin benzer türleri—en temelde bir sorun ile onu karşılayacak biçimler arasında bir bağlantı—üzerinden ortaya çıkarlar. İcat ve yen yapıtaşları Bir şey icat etmek, bunu önceden var olan bir şeyin içinde bulabilmektir. İcadın neden bu kadar farklılık gösterdiğini artık anlayabiliriz. Belirli bir vaka ihtiyaç-güdümlü veya olgu-güdümlü olabilir; tek bir veya birçok yaratıcısı olabilir; prensibi idrak edilmesi güç olabilir veya doğal bir şekilde ortaya çıkmış olabilir; bu prensibi fiziksel bileşenlere dönüştürmek kolay olabilir veya can alıcı alt-sorunlar çözüldükçe adım adım ilerleyebilir. Kendilerine has tarihleri her ne olursa olsun, bütün icatlar esasında aynı mekanizmaya sahiptir: hepsi bir amacı ve bunu yerine getirecek bir prensibi birbiri- 7 YAPISAL DERİNLEŞME Geliştirme nasıl başlamış olursa olsun, bir kere yola çıktıktan sonra, teknolojinin farklı versiyonları boy gösterir. Bunların bazıları teknolojinin yaratıcılarından, bazıları yeni bir alana ilgi duymaya başlayan geliştirici gruplarından, bazılarıysa muhtemelen yeni teknolojiyi ilerletmek için kurulmuş laboratuvar veya küçük şirketlerden gelir. Bütün bu farklı versiyonlar ve dal uygulamaları, içsel teknik sorunlara farklı çözümler sunar. Diyebiliriz ki teknoloji sunduğu çözümlerde farklılık gösterir. Aynı zamanda seçilim de gösterir (veya buna tabidir); zamanla geliştiriciler mevcut pek çok çözüm arasından istediklerini özgürce ödünç alır ve tasarımları için değişik tercihlerde bulunur. Burası, Darwinci çeşitlenmenin ve seçilimin teknolojiye gerçekte dahil olduğu yerdir. Bir teknolojinin pek çok versiyonu, içsel tasarım sorunları için daha iyi çözümlerin seçilmesiyle küçük adımlarla iyileşir. Ama tasarımcılar teknolojileri kendi bilinçli çabalarıyla da iyileştirir. Teknolojiler olgunlaştıkça daha karmaşık—sıklıkla oldukça karmaşık—hale gelme eğilimindedir. İç değşklk Bir teknoloji ticari veya askeri bir öneri haline gelince, performansı “itilir”: daha fazla şey sunabilmesi için sıkıştırılır. Destekçileri daha iyi bileşenler bulmaya, mimarisini iyileştirmeye, rakipleriyle mücadele edebilmek için parçalarına ince ayar yapmaya ve bunları dengelemeye çalışır. Eğer kıran 14 BRIAN ARTHUR kırana bir rekabet söz konusuysa, ufacık bir üstünlüğün bile getirisi çok olabilir. Ancak bir teknoloji (daha doğrusu, temel ilkesi), ancak sisteminin bir parçası kendisini kısıtlayan bir engele takılıncaya kadar ileri götürülebilir. Geliştiriciler bu kısıtlamaları engelle karşılaşan bileşeni—bu da bir alt-teknolojidir—genellikle daha iyi çalışan bir bileşenle değiştirerek aşabilir. İç değişiklik yoluyla iyileştirme süreci sadece bir bütün olarak teknoloji için geçerli değildir. Kendini tekrarlama ilkesi dolayısıyla, teknolojiyi oluşturan bütün parçalara uygulanabilir. Bir teknolojinin takımları ve alt-parçaları, bunların yerine daha iyi alt-parçalar ve altalt-parçalar yerleştirildikçe iyileşir. Bu, bir teknolojiyi, hiyerarşisindeki bütün seviyelerde aynı anda iyileşme gösteren bileşen parçaları ve altparçaları aracılığıyla gelişen bir organizma olarak düşünmemiz gerektiği anlamına gelir. Bir teknoloji sadece, kendisine uygulanan doğrudan çabalar sonucu gelişmez. Bir teknolojinin parçalarının çoğu başka teknolojiler tarafından da kullanılır. Dolayısıyla iyileştirmenin oldukça büyük bir bölümü, bu bileşenler söz konusu teknolojinin diğer “dış” kullanımlarda iyileştikçe, otomatik olarak gerçekleşir. Bir teknoloji, bileşenlerinin dış gelişiminin omuzlarında yükselir. Yapısal dernleşme Engel teşkil eden bileşenin yerine farklı birinin yerleştirilmesi tek almaşık değildir. Kısıtlamalarının üstesinden gelmek için ilave bileşenler ve takımlar eklenir. Teknolojiler, bu türden kısıtlamaların etrafından dolaşabilmek için için alt-sistemler ekleyerek evrim gösterdikçe daha ayrıntılı hale gelirler. Yapılarına “derinlik” veya tasarımsal gelişkinlik eklerler. Daha karmaşık hale gelirler. Bu tarz bir karmaşıklığa yol açan kuvvetler sadece teknolojinin genel performansıyla ilgili kısıtlamalar değildir. Bir teknolojinin sadece iyi bir performans sergilemesi yetmez. Dış koşullar değiştiğinde de doğru düzgün işleyebilmesi; bir dizi görevi yerine getirecek yetkinlikte olması; ve emniyetli ve güvenilir olması gerekir. Kısıtlar bunların herhangi biriyle ilgili olabilir. Dolayısıyla bir teknolojinin (ya da alt-sistemlerin), kısıtların üstesinden gelebilmek için, (a) temel performansını geliştirecek, (b) değişen veya istisnai durumları denet- TEKNOLOJİNİN DOĞASI lemesini ve bunlara tepki vermesini mümkün kılacak, (c) daha geniş bir görevler dizisine uyarlayacak, (d) emniyetini ve güvenilirliğini artıracak alt-sistemler veya takımlar ekleyeceğini söyleyebiliriz. Bu sürecin ekonomisi zamanlamayı da yönetir. Diğer geliştiricilerle yaşanan rekabet kızışırsa gelişmeler hızlanır, rekabet olmadığındaysa yavaşlar. Geliştiriciler teknik ilerlemenin aşikâr hatlarının farkında olabilirler, ancak bunları üstlenmenin getirisi olmayabilir. Rekabet baskıları olsun veya olmasın, herhangi bir zamandaki iyileştirmeler dizisi yine de özenle seçilecektir. Teknik olarak ulaşılabilir olan taze iyileştirmeler, geniş çaplı bir yeniden tasarımla ortaya çıkmanın bir getirisi oluncaya kadar ertelenebilir. Böylelikle geliştirme, bu tür iyileştirmeler yaşandıkça bir versiyondan ötekine yavaş yavaş yol alır, kısıtlamalar yolu tıkadığındaysa yavaşlar. Süreç rasgele bir biçimde hareket eder ve büyük ölçüde yapısal derinleşmeye dayanır. Yapısal derinleşme bir teknolojinin, iyileşmesine, genellikle kayda değer ölçüde iyileşmesine olanak sağlar. Kltlenme ve uyarlanablr uzatma Ancak en nihayetinde ne bileşen yenileştirmenin ne de yapısal derinleşmenin performansa daha fazla bir şey katamadığı bir an gelir. Teknoloji olgunluk mertebesine ulaşır. Eğer daha fazla ilerleme kaydedilmek isteniyorsa, yeni bir ilkeye ihtiyaç vardır. Ancak yeni ilkelerin ihtiyaç duyulduğu anda ortaya çıkacağına güvenilemez. Ortaya çıksalar dahi eski ilkenin yerini kolayca alamazlar. Eski tasarım, eski ilke, kilitlenme eğilimi gösterir. Peki neden? 1) Sorunlu da olsa yapılan iyileştirmelerin olgun teknolojinin, halen gelişme aşamasında olan rakiplerden daha iyi bir performans göstermesine olanak tanıması nedenlerden biridir. 2) Yeni bir ilke ayrıntılı ve eskisinden daha iyi bir performansa sahip olsa bile, bunu benimsemek çevreleyen yapıları ve düzenlemeleri değiştirmek anlamına gelebilir. 3) Bir başka neden de psikolojiktir. Eski ilke yaşar, çünkü uygulayıcılar kendilerini yeni olanın tasavvuruyla—ve vaadiyle—rahat hissetmez. 4) Ayrıca yeni olan tehditkârdır. Eski uzmanlığı modası geçmiş hale düşürmekle tehdit eder. Aslında çoğu zaman yeni ilkenin herhangi bir versiyonu zaten önerilmiş veya çoktan mevcuttur, ancak standart uygu15 BRIAN ARTHUR layıcılar tarafından göz ardı edilir. Bunun nedeni hayal gücünün eksikliği değil, yeni olanın potansiyeli ve eski olanın güvenliği arasındaki bilişsel bir akortsuzluk, duygusal bir uyumsuzluktur. Yeni bir çözümle kabul gören bir çözüm arasındaki mesafe ne kadar büyükse, bir önceki geleneğe kilitlenme de o kadar fazla söz konusudur. Bu nedenle bir gecikme—değişime ertelenmiş bir cevap—yaşanır. Yeni olan eskinin başarılı olması sebebiyle ertelenir ve teknolojilerdeki sistem değişikliğini kolay veya pürüzsüz olmaktan çıkarır. Önceki başarılı bir ilkenin böyle kilitlenmesi, uyarlanabilir uzatma adını vereceğim bir olguya yol açar. Yeni bir durum ortaya çıktığında veya farklı bir uygulama alanına yönelik talep doğduğunda, eski teknolojiye—eski temel ilkeye—ulaşmak ve bunu, yeni durumları kapsayacak şekilde “uzatarak” uyarlamak daha kolaydır. Pratikte bu, eski teknolojinin standart bileşenlerini almak ve bunları, yeni amaç için yeniden yapılandırmak ya da yeni amacın üstesinden gelebilmek için bunlara daha başka takımlar eklemek anlamına gelir. Ancak geliştirmenin bir noktasında, eski ilkenin uzatılması her zamankinden daha zor hale gelir. Yeni bir ilkenin işe dahil olmasının önü artık açılmıştır. Eski ilke elbette hemen ortadan kalkmaz, ama belirli amaçlar için özel hale gelir. Yeni ilkeyse ayrıntılı hale gelmeye başlar. Dolayısıyla, burada tarif edilen olgunun— yeni bir ilkenin ortaya çıkması, yapısal derinleşme, kilitlenme ve uyarlanabilir uzatma—doğal bir döngüsü vardır. Yeni bir ilke gelir, gelişmeye başlar, sınırlamalarla karşılaşır ve yapısı ayrıntılı hale gelir. Aynı şey teorilerdeki paradigma değişimi için de geçerlidir. Bir teorinin yeni gerçeklerle yüzleşerek ve yeni uygulamalarda kullanıma konularak “itildiğini” söyleyebiliriz. Teorinin bileşenlerinin yerine yenilerini koymak gerekebilir—daha doğru tanımlamalara ihtiyaç duyulabilir ve belirli inşaların yeniden yapılması gerekebilir. Kısıtlamalarla karşılaşan diğer kısımlar özel durumlar—algılanan kısıtlamalara yönelik incelikli çözümler olan sistem ayrıntılandırmaları—gerektirir. Teori, zorluklar ve özel durumların üstesinden gelmek için alt-teoriler ekleyerek gelişir. Teori geliştikçe, farklı özel durumları dikkate alabilmek için daha ayrıntılı hale gelir—ek- TEKNOLOJİNİN DOĞASI ler, daha başka tanımlar, ek zeyilnameler ve özel inşalar eklenir. Eğer özel durumlar tam olarak uyum sağlayamazsa, teori uzatılır; dış çemberler eklenir. En nihayetinde yeteri kadar anormallikle karşı karşıya kaldığında, “performansı” azalır ve yeni bir ilke veya paradigma arayışı başlar. Bir önceki yapının uzatılıp başarısızlığa uğramasının ardından, yeni bir yapı ortaya çıkar. 8 DEVRİMLER VE YENİDEN ALANLANDIRMALAR Teknoloji gövdeleri (veya etki alanları) onları oluşturan bireysel teknolojilerinin toplamından daha fazlasıdır. Meydana gelişleri ve gelişmeleri bireysel teknolojilerden daha farklı bir karaktere sahip olan tutarlı bütünler, aygıt aileleri, yöntem ve uygulamalardır. İcat edilmezler; ortaya çıkar, bir olgular dizisi veya yeni bir kolaylaştırıcı teknoloji etrafında şekillenir ve bunlardan organik bir şekilde büyürler. Yıllarla ölçülebilen değil, on yıllarla ölçülebilen bir zaman ölçeğinde gelişirler. Ayrıca, tek bir uygulayıcı veya uygulayıcılardan oluşan küçük bir grup tarafından değil, ilgili çok sayıda tarafın katkısıyla geliştirilir. Hatta ekonominin yeni bir teknoloji gövdesini benimsemediği, bununla karşılaştığını ileri sürebiliriz. Ekonomi bu yeni gövdenin varlığına tepki gösterir ve bunu yaparken faaliyetlerini, endüstrilerini, örgütsel düzenlemelerini—yapılarını—değiştirir. Bunun sonucunda ekonomide yaşanan değişim yeterince önemliyse, buna bir devrim adını verebiliriz. Etk alanları nasıl evrm gösterr Etki alanları yeni bir teknoloji etrafında şekillense de, bir olgu ailesinden ortaya çıksa da, her zaman yerleşik bir sahadan doğar. Böyle olmak zorundadır, çünkü orijinal parça ve anlayışlarını bir yerden— herhangi bir ebeveyn etki alanından— inşa etmek zorundadırlar. Bilgiişlem işlemcilerden veya veri yollarından değil, 1940’lardaki radyo lambası elektroniğinin bileşenlerinden ve uygulamalarından ortaya çıkmıştır. Yeni bir alan, henüz ortaya çıkma aşamasındayken, pek de bir alan değildir. Kabaca bir araya getirilmiş bir anlayış ve yöntemler kümesinden biraz daha fazlasıdır. Henüz olgunlaşmamış olan alan, başlangıç aşamasındayken hâlâ büyük 16 BRIAN ARTHUR ölçüde ebeveyn etki alanının bir parçasıdır. Genetik mühendisliği, ebeveyn alanları olan moleküler biyoloji ile biyokimyanın küçük bir dalı olarak başlamıştı. Ancak zaman içinde bu yeni küme kendi kelime dağarcığını ve kendi düşünme tarzını edinir. Anlayışları derinleşir ve uygulamaları pekişir. Bileşenleri, gelişme sürecinin kendi versiyonundan geçtikçe iyileşir. Yeni etki alanı ebeveynliğini unutmaya başlar ve yeni ve bağımsız bir yol izler. Yeni bir alanın kendi başına var olmaya başladığında dair bir bilinç oluşur. Oluşmaya başlayan şey bir teknolojiler ve uygulamalar alet çantasıdır. Eğer atılım önemliyse kolaylaştırıcı bir teknolojiye dönüşebilir. Gelişmekte olan alan ergenliğe, hatta belki erken yetişkinliğe bu tür kolaylaştırıcı teknolojilerle ulaşır. Artık kalkışa geçebilir. Teknik öncüler kalabalıklaşmaya ve küçük şirketler oluşturmaya başlar, bunu bir dizi küçük iyileştirme takip eder ve zenginliğin temelleri atılır. Bir sektör büyümeye başlar, yeni alan heyecan verici bir hale gelir ve medya bunu teşvik etmeye başlar. Olağanüstü kâr beklentisiyle yatırımlar yağar. Kimi durumlarda bir çöküş yaşansa bile, teknoloji var olmaya devam eder ve yeni etki alanı hayatta kalır. Zaman içinde daha da olgunlaştıkça, ekonomiye derinlemesine nüfuz etmeye başlar. En nihayetinde istikrarlı bir büyüme dönemine girer. Yeni dönemin farklı bir ruh hali vardır. Bu, ciddiyet ve sıkı çalışma, güven ve istikrarlı büyüme ruh halidir. Yeni teknoloji hak ettiği yere ulaşmıştır ve ekonominin temel bir parçası haline gelmiştir. Bu dönem onlarca yıl sürebilir ve teknolojinin istikrarlı bir büyüyüşünü temsil eder. Zaman geçtikçe, etki alanı rahat bir yaşlılık dönemine erişir. Artık daha az önemli fikirler için bile olsa yeni patentler alınmaya devam etmektedir ve bir zamanlar göz alıcı olan alan artık ilham verici olmaktan çıkmıştır. Yaşlılık aşamasındaki bu etki alanlarından bazıları yerini yenilere bırakır ve yavaşça ortadan kaybolur. Ama çoğu yaşamaya devam eder. İhtiyaç olduğunda görev verilmek üzere el altında tutulan emektar uşaklara dönüşürler. Kesintisiz dönüşümün yanı sıra bir etki alanı yeni alt-etki alanları doğurur. Bu yeni çocukların sıklıkla birden fazla ebeveyni vardır. Öte yandan ebeveyn alanlar yaşamlarına devam eder, ama dünyaya kendi başlarına var olan şeyler getirmişlerdir ve enerjilerinin oldukça büyük bir bölümü artık yeni dallara yönelir. Yeni alt-etki alanlarını dönüştürme TEKNOLOJİNİN DOĞASI ve dünyaya getirme eğilimi, teknoloji gövdelerine canlı bir nitelik kazandırır. Sabit toplamalar değil minyatür ekolojilerdir—herhangi bir zamanda birbirlerine uyum sağlamak zorunda olan, yeni unsurlar dahil oldukça sürekli değişen ve zaman zaman farklı karakterde küçük alt-koloniler dünyaya getiren parça ve uygulamalar. Ekonomy Yenden Alanlandırmak Yeni bir teknoloji gövdesini, onun yöntemleri, aygıtları, anlayış ve uygulamaları olarak düşünebiliriz. Ve belli bir sanayinin de örgütlerinden ve iş süreçlerinden, üretim yöntemlerinden ve fiziksel teçhizatından oluştuğunu düşünebiliriz. Bireysel teknolojilerin bu iki toplanışı—biri yeni etki alanından, diğeriyse belirli bir sanayiden—bir araya gelir ve birbirleriyle karşılaşırlar. Bunun neticesinde yeni kombinasyonlar ortaya çıkar. Yakından bakıldığında benimseme her zaman için benimseyen alandaki süreçlerle yeni bir olanak alanındaki işlevselliklerin birleştirilmesidir. Bu şekilde oluşturulan yeni kombinasyonlar yeterince güçlü olduğunda, yeni bir sanayi—veya en azından bir alt-sanayi—kurabilirler. Sözgelimi bankacılık ile bilgiişlemin birbirleriyle karşılaşmaları ertesinde yarattıkları şey, yeni bir faaliyet ve ürünler dizisinden daha fazlaydı; finans için yeni “programlama” olanaklarıydı. Finans ile bilgiişlemin karşılaşması yeni bir endüstri olarak finansal risk yönetimini yarattı. Burada söz konusu olan süreç yaratıcı bir dönüşümdü. Sonuç, finans sektöründe günümüzde hâlâ devam etmekte olan yaratıcı bir yenilik ve bankacılığın finans kısmının bilgiişlem sahasında yeniden alanlandırılması oldu. Yeniden alanlandırma süreci, endüstrilerin kendilerini yeni bir teknoloji gövdesine uyarlaması, ama bunu sadece benimseyerek yapmamaları anlamına gelir. Yeni gövdeden bir şeyler alır, istediklerini seçer ve yeni etki alanının bazı parçalarıyla kendi parçalarının bazılarını birleştirir ve bunun neticesinde bazen alt-endüstriler yaratırlar. Bunlar olurken etki alanı da uyarlanır. Kendisine onu kullanan endüstrilerle daha uyumlu olan yeni işlevsellikler ekler. Ekonomideki bu genel süreç hiçbir suretle tekdüze değildir. Süreç ekonominin küçük ölçekli faaliyetlerindeki değişikliklerden başlayarak şirketlerin örgütlenme biçimlerin17 BRIAN ARTHUR deki değişikliklere, kurumlardaki değişikliklere ve toplumun kendisindeki değişikliklere doğru ilerler. Giderek ekonominin yeni bir versiyonu ortaya çıkar. Etki alanı ve ekonomi karşılıklı olarak kendilerini uyarlar ve yeniyi birlikte yaratırlar. Devrim adını verdiğimiz şey bu karşılıklı değişim ve birlikte yaratma sürecidir. Ekonomideki her çağ bir kalıptır; işin, endüstrinin ve toplumun günün baskın etki alanları tarafından düzenlenmiş ve kendi kendileriyle aşağı yukarı tutarlı bir dizi yapısından oluşan bir kalıp. Yeni teknoloji gövdeleri—demiryolları, elektrifikasyon, seri üretim, enformasyon teknolojisi—ekonomi boyunca yayıldığında, eski yapılar dağılır ve bunların yerini yenileri alır. Bir zamanlar kanıksanan endüstriler demode hale gelir ve yenileri ortaya çıkar. Eski çalışma tarzları, eski uygulamalar, eski meslekler bir tuhaf görünmeye başlar; çalışmanın ve toplumun düzenlemeleri yeniden yapılandırılır. Ekonomideki çoğu şey aynı kalır, ama çoğu da artık sonsuza kadar farklıdır. Devrimlerin sadece büyük etki alanları ekonomiyi değiştirdiğinde gerçekleştiğini söylemek hata olur. Daha düşük önemdeki etki alanları küçük ölçekli değişimlere neden olduğunda da gerçekleşirler. Dolayısıyla pek çok devrim herhangi bir zamanda örtüşür, etkileşime geçer ve eşzamanlı olarak ekonomiyi değiştirir. Bu yeni teknoloji gövdeleri ekonomiye birlikte dahil oldukça, birlikte yapıların tutarlı bir kümesini, ekonomide kabaca tutarlı bir kalıp oluşturur. Her bir kalıp ansızın ortaya çıkabilir, bir süreliğine kilitlenebilir ve zaman içinde bir sonraki için altyapı haline gelebilir. Her biri kendini, kendinden öncekiler üzerine jeolojik bir tabaka gibi yayar. Ekonomde zaman Yeni bir etki alanı oluşturan kolaylaştırıcı teknolojilerin gelişiyle bu alanın tam etkisi arasında genellikle birkaç onyıl yatar. Yaşananın sadece basit bir benimseme süreci değil, aynı zamanda sözünü ettiğim etki alanı ile ekonominin karşılıklı uyarlanmasıyla ilgili daha geniş bir süreç olduğunu bir kere kabul edersek bilmece de çözülür. Devrimin temel teknolojilerinin ulaşılabilir hale gelmesi yeterli değildir. Devrim, faaliyetlerimizi—işlerimizi ve ticari prosedürlerimizi—devrimin teknolojileri etrafında düzenlemeden ve bu teknolojiler ken- TEKNOLOJİNİN DOĞASI dilerini bize uyarlamadan tam olarak gerçekleşmez. Bunun olabilmesi için yeni etki alanının taraftar toplaması ve itibar kazanması gerekir. Amaçlar ve kullanımlar bulmalıdır. Onun merkezi teknolojileri belirli engelleri halletmeli ve bileşenler kümesindeki belirli boşlukları doldurmalıdır. Kendisini destekleyen teknolojiler geliştirmeli ve bu teknolojilerle arasında bağlantılar kurmalıdır. Temel olgularını anlamalı ve bunların arkasında yatan teoriyi geliştirmelidir. Pazarlar bulunmalı ve yeni etki alanından yararlanabilmek için ekonominin mevcut yapıları yeniden inşa edilmelidir. Eski dağılım yeni etki alanını kabul etmeli ve onun kendine özgü uygulamalarını yakından tanımalıdır. Bu, eskinin dilbilgisinde usta olan uygulayıcı mühendislerin kendilerini yeni aletlerle donatması gerektiği anlamına gelir. Bunu yapmak kolay değildir. Finansın, kurumların, yönetimin, hükümet politikalarının ve yeni etki alanında beceri kazanmış insanların bütün bunlara aracılık etmesi gerekir. Böylelikle, bu sürecin hızını belirleyen, insanların bir şeyi yapmanın farklı bir yolu olduğunu fark etmesi ve bu yeni yolu benimsemesi için gerekli süre değil, ekonominin mevcut yapılarının yeni etki alanına uyarlanmak üzere kendilerini yeniden inşa etmesi için geçen süredir. Bu süre genellikle birkaç onyılı bulur. Bu süre boyunca eski teknoloji var olmaya devam eder. Daha aşağı olduğunun kanıtlanmış olmasına rağmen hayatta kalır. Bir anlamda bu yapısal değişim süreçleri ekonomide zaman almakla kalmaz, aynı zamanda ekonomide zamanı da tanımlar. Değişim—ekonomideki zaman—kendini değiştiren ekonominin temelinde yatan yapıdan çıkar. Bu, biri yavaş diğeri hızlı iki ölçekte gerçekleşir. Hızlı zaman adını verebileceğimiz daha hızlı olan ölçekte, yeni teknolojilerin tasarımı ve test edilmesi ve ekonomiye çekilmesi şeylerin “oluşum” hızını, yeni iş faaliyetlerinin ve şeyleri yapmanın yeni yollarının oluşma hızını yaratır. Alışılmış zamanla bu aylar ve yıllarla ölçülür. Daha yavaş olan ölçek—yavaş zaman—değişimin yeni teknoloji gövdelerinin gelişiyle belirlendiği yerde ortaya çıkar. Bunlar ekonomide ve toplumda çağlar yaratır; ekonomide “zaman” böyle yaratılır. Alışılmış zamanla bu ölçek yıllar ve onyıllarla ölçülür. Her iki anlamda da zaman ekonomiyi yaratmaz. Ekonomi ya da onun yapısındaki değişiklikler zamanı yaratır. 18 BRIAN ARTHUR İnovasyon ve ulusal rekabet gücü Yeni teknoloji gövdelerinin oluşumuyla ilgili kayda değer bir şey de, öncü kısımların belli bir ülke veya bölgede, en çok birkaçında son derece yoğunlaşmasıdır. Bu neden böyle olmak zorundadır? İleri teknoloji bilgiden—olgular, hakikatler, fikirler ve enformasyon—daha fazlasına dayanır. Gerçek ileri teknoloji—en ileri gelişkin teknoloji—bilgiden değil, derin zanaat adını vereceğim şeyden çıkar. Derin zanaat bilgiden fazladır. Bir bilmeler kümesidir. Neyin çalışmaya yatkın olduğunu ve neyin çalışmayacağını bilmek. Hangi yöntemlerin kullanılacağını, hangi ilkelerin başarılı olmaya yakın olduğunu, verili bir teknikte hangi parametre değerlerinin kullanılması gerektiğini bilmek. İşleri yoluna koyabilmek için koridorda kiminle konuşacağını, yanlış giden şeylerin nasıl düzeltileceğini, neyin görmezden gelineceğini, hangi teorilere başvurulacağını bilmek. Bu türden bir zanaat-bilmesi bilimi ve salt bilmeyi verili kabul eder. Ortak bir inançlar kültüründen, ortak deneyimlerin söze gelmeyen kültüründen kolektif olarak türer. Bu tür bilmeler, yerel mikro-kültürlerde kök salmıştır: belirli firmalarda, belirli binalarda, belirli koridorlar boyunca. Belirli mekânlarda son derece yoğunlaşırlar. İcat, geliştirme ve teknoloji gövdelerinin inşası zaman alır ve diğer bölgelere kolayca aktarılamaz. Tamamen kayda alınmaları da mümkün değildir. Zanaatın resmi versiyonları sonunda teknik makalelerde ve ders kitaplarında yerlerini alırlar. Ancak gerçek uzmanlık, daha ziyade yaratıldığı, verili kabul edildiği, paylaşıldığı ve söze gelmediği yerdedir. Bir bölge—veya bir ülke—ileri bir teknoloji gövdesinde öne geçerse, daha da öne geçme eğiliminde olur. Başarı daha fazla başarıyı getirir, dolayısıyla teknolojinin bölgesel yoğunlaşmasının pozitif geribildirimleri veya artan getirileri vardır. Yeni bir teknoloji gövdesi etrafında küçük bir firma kümesi oluştuğunda, bunu daha fazla firmanın çekilmesi izler. Yeni teknoloji gövdelerinin, karşı çıkılamaz bir şekilde belirli bir veya iki bölgede kümelenmesinin nedeni budur. Elbette diğer mekânların da katkısı olur. Teknolojiyi üretebilir ve iyileştirebilirler, ancak büyük ölçekte başlatamazlar, çünkü ellerinde atılım yapabilecek ayrıntılı bilmeler yoktur. Bölgesel avantaj elbette sonsuza kadar sürmez. Bir bölge herhangi bir teknoloji gövdesine öncülük edebilir, ama bu önemini yitirdiğinde bölge de zayıf düşüp gerileyebilir. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Teknolojide lider olmayan ülke ve bölgelerin durumu umutsuz değildir. Temel bilimlerdeki yeni şirketler ve yatırımlar için iyi düşünülmüş teşvikler çok şey yapabilir. Ayrıca teknoloji her zaman çekirdek bir faaliyetten türer. Dolayısıyla elde uygun bir tohum varsa, beklenmedik yerlerde bir kümelenme oluşabilir. Bir teknolojideki derin bilmeler, bir diğerindeki derin bilgilere dönüştürülebilir. Bütün bunların elbette ulusal rekabet gücü açısından sonuçları vardır. Teknoloji olguların derin bir anlayışından çıkar ve bu anlayışlar insanlarda yer eden ve kendini yerel olarak yerleşik hale getiren—ve zaman içinde büyüyen—ortak bilmelerin derin bir kümesi olarak düzenler. Bilimde öncü olan ülkelerin teknolojide de öncülük etmesinin sebebi budur. O halde, bir ülke ileri teknolojide öncü olmak istiyorsa, sanayi parklarına yatırım yapmaktan veya belirsiz bir şekilde “inovasyonu” teşvik etmekten daha fazlasını yapmalıdır. Temel bilimleri, belirlenmiş herhangi bir ticari kullanım amacı olmaksızın kurmalıdır. Bu bilimi istikrarlı bir ortamda parasal kaynak ve teşviklerle beslemeli, bilimin yeni kurulan küçük şirketleri tohumlamasına imkân vermeli, gelişmekte olan bu girişimlerin asgari müdahaleyle büyümesini ve filizlenmesini sağlamalı ve bu bilimin ve onun ticari uygulamalarının yeni devrimlerin tohumlarını atmasına olanak sağlamalıdır. Bu, yukarıdan aşağıya kolay kontrol edilebilir bir süreç değildir. İleri bir teknoloji için kapasite inşa etmek sosyalist bir ekonomide üretim planlamaya benzemez, daha çok kayalıkta bahçe yetiştirmeye benzer. Ekmek, sulamak ve yabani otları temizlemekle yetinmek beş yıllık planlardan daha uygundur. Etki alanları söz konusu olduğunda yaşanan yavaş, organik ve birikimli bir süreçtir ve ortaya çıkan şey yeni bir aygıt veya yöntem değil, ifade için yeni bir kelime dağarcığı—yeni işlevsellikleri “programlayabilmek” için yeni bir dildir. Bu da, yavaş bir beliriş şeklinde gerçekleşir. Bir etki alanı az anlaşılan bir olgu kümesi veya yeni bir kolaylaştırıcı teknoloji etrafında şekillenir ve bunları destekleyen bileşenler, uygulamalar ve anlayışlar üzerinde organik bir şekilde gelişir. Yeni etki alanının ortaya çıkmasının ardından ekonomi bununla karşılaşır ve bunun neticesinde kendini değiştirir. Bütün bunlar inovasyonun bir başka yüzüdür. Tek bir mekanizma değil, birbirinden aşağı yukarı ayrı duran dört me19 BRIAN ARTHUR kanizma söz konusudur. Birinci olarak, inovasyon, standart mühendislikte varılan yeni çözümlerden—uygulamayı daha ileri taşımak için biriken binlerce ufak ilerleme ve onarımdan—oluşur. İkinci olarak, icat süreci tarafından meydana getirilen kökten yeni teknolojilerden oluşur. Üçüncü olarak, iç parçalarını değiştirerek veya yapısal derinleşme sürecinde bunlara eklemeler yaparak gelişen bu yeni teknolojilerden oluşur. Ve son olarak, beliren, zaman içinde inşa olan ve kendileriyle karşılaşan endüstrileri yaratıcı bir şekilde dönüştüren bütünsel teknoloji gövdelerinden oluşur. İnovasyonun bütün bu türlerinin her biri önemlidir. Her biri tamamen elle tutulabilirdir. İnovasyon gizemli bir şey değildir. “Yaratıcılık” denilen bir şeyin belirsiz bir şekilde yardıma çağrıldığı bir şey değildir. İnovasyon sadece ekonominin görevlerinin başka araçlarla yerine getirilmesidir. İnovasyon ancak insanlar sorunlarla—belirli, iyi saptanmış sorunlar—karşı karşıya kaldığında beliriyor. Bir araya getirebilecekleri pek çok araç—pek çok işlevsellik—konusunda deneyimli olan insanlar tarafından bu sorunlara çözümler üretildikçe beliriyor. Bunu mümkün kılan fonlar, sayısız işlevsellikte eğitim ve deneyim, belirli sorunların incelenmesine adanmış özel projelerin ve laboratuvarların varlığı ve derin zanaatı teşvik eden yerel kültürler tarafından geliştiriliyor. Ancak inovasyon tek bir bölgenin, ülkenin veya toplumun tekelinde değildir. Sorunların incelendiği ve çözümleri oluşturacak parçalara dair yeterli arka planın olduğu her yerde ortaya çıkar. Aslında inovasyonun iki ana teması olduğunu görebiliriz. İlki, mevcut parçaların ve uygulamaların alet çantasından yeni çözümler bulunması veya bir araya getirilmesidir. Diğeriyse yeni gelen alet çantalarından—yeni etki alanlarından—alınan işlevselliklerle kendi uygulama ve süreçlerini sürekli birleştiren endüstrilerdir. İlki gibi bu ikinci tema da yeni süreç ve düzenlemelerin, amaçlara yönelik yeni araçların yaratılmasıyla ilgilidir. Ama daha önemlidir. Çünkü, ekonomideki bütün endüstriler önemli yeni etki alanıyla (dijital etki alanını aklınıza getirin) karşılaşır. Bu gerçekleştikçe, etki alanı sunduğu şeylerin bazılarını pek çok endüstriye özgü olan düzenlemelerle birleştirir. Sonuç ise tek bir uygulama alanında değil, bütün bir ekonomi boyunca yeni süreçlerin ve yeni düzenlemelerin, şeyleri yapmanın yeni yollarının belirmesidir. TEKNOLOJİNİN DOĞASI 9 EVRİMİN MEKANİZMALARI Teknoloji bir şekilde kendisinden kendisini yaratır. Kendisini, mevcut teknolojiler toplamından parça parça oluşturur. İnsani bir ihtiyaca yönelik herhangi bir çözümü—bir amaca yönelik herhangi yeni bir araç—fiziksel dünyada ortaya çıkarmanın tek yolu, zaten o dünyada mevcut bulunan yöntem ve bileşenleri kullanmaktan geçer. Bu nedenle yeni teknolojiler, mevcut olanlar kümesinden meydana getirilir— mümkün kılınır. Hem de her zaman. Bir teknolojiyi mümkün kılan unsurlar şüphesiz sadece fiziksel bileşenlerin ötesindedir: imalat ve takım için gerekli olan unsurları da içerir. “Ebeveyni” tam olarak belirlemek de her zaman basit olmayabilir. Ancak bütün teknolojiler kendilerinden önce var olan teknolojilerden doğmuştur—bunlar tarafından mümkün kılınmıştır. Veyahut da Humberto Maturana ve Fransisco Varela tarafından kendi kendini üreten sistemler için kullanılmış bir terimi alabilir ve teknolojinin otopoyetik (“kendi kendini üreten” veya “kendi kendini meydana getiren” anlamında Yunanca bir kelime) olduğunu söyleyebiliriz. Otopoyez oldukça soyut bir özellik, daha ziyade sistem teorisi veya felsefeye ait bir şey gibi görünebilir. Ancak aslında çok fazla şey anlatır. Her yeni teknolojinin mevcut olanlardan yaratıldığını ve bu nedenle her teknolojinin, insanların yakaladığı ilk olguya kadar uzanan diğer teknolojilerden oluşan ve kendisini mümkün kılan bir piramit üzerinde durmakta olduğunu dile getirir. Gelecekteki bütün teknolojilerin günümüzde var olanlardan (âşikar bir biçimde olmasa dahi) türeyeceğini, çünkü bunların gelecekteki teknolojileri en nihayetinde mümkün kılacak daha başka unsurları oluşturan unsurlar olduğunu söyler. Tarihin önemli olduğunu anlatır: teknolojiler tesadüfen başka bir sırayla ortaya çıkmış olsaydı, bunlardan gelişen teknolojiler de farklı olacaktı; teknolojiler tarihin eseridir. Ayrıca bir teknolojinin değerinin sadece onunla neler yapılabileceğinde değil, aynı zamanda onun gelecekte başka ne gibi olanaklara yol açacağında yattığını dile getirir. Teknolojinin evrimini yönlendiren daha geniş kuvvetlerden biri şüphesiz kombinasyondur. Kombinasyonu mevcut toplamın, mevcut parçaları ve takımları bir araya getirerek ve olguları yakalamak için bunları kullanarak yeni teknolo20 BRIAN ARTHUR jiler “arz etme” yeteneği olarak düşünebiliriz. Diğer kuvvet, amaçları yerine getirecek araçlar için olan “talep,” yeni teknolojilere duyulan ihtiyaçtır. Bunlar fırsat kovuklarıdır. Bu arz ve talep kuvvetleri birlikte yeni unsurları ortaya çıkarır. Çekrdek mekanzma Bu itici kuvvetler teknolojinin nasıl geliştiğiyle ilgili bize geniş bir resim sunar. Kombinasyon halinde kullanılan mevcut teknolojiler yeni teknolojiler için olanaklar—onların potansiyel arzını—ortaya çıkarır. İnsani ve teknik ihtiyaçlarsa fırsat kovukları—onlara yönelik talepler—yaratır. Yeni teknolojiler ortaya çıktıkça, daha fazla kullanıma girme ve kombinasyon için yeni fırsatlar doğar. Teknoloji toplamını, kendi üzerine inşa edilen ve organik olarak dışarı doğru büyüyen bir ağ olarak düşünebiliriz. Bu aktif kümeye zaman zaman yeni teknolojiler eklenir. Ama eşit oranda değil. Aktif ağ eşitsiz inşa olur. Teknolojilerin aktif toplamına yeni unsurlar eklendikçe ve kayboldukça, fırsat kovukları toplamı da değişir. Yeni unsurlar ağa katıldıkça, daha önce söz konusu amaçları yerine getiren unsurları kullanılmaz hale getirebilir veya bu unsurların ekonomik olmaktan çıkmasına sebep olabilir. Bütün bunlara aracılık eden ekonomidir. Ekonomiyi, maliyetleri ve fiyatları belirleyen, dolayısıyla yeni unsurlar tarafından yerine getirilmesi gereken fırsatları bildiren ve aktif toplama hangi muhtemel teknolojilerin gireceğine karar veren bir sistem olarak düşünebiliriz. Söz konusu olan, teknolojinin düzenli bir şekilde birikmesinden çok, yeni unsurların ve fırsat kovuklarının oluşma, ikame olma ve gözden kaybolma sürecidir. Bu algoritmik bir süreçtir, ayrık aşamalar şeklinde işler. Ekonominin kendisini bu yeni teknolojiye uyarlamasıysa yıllar sürebilir. Biyosferdeki türlerin evrimi gibi, teknolojinin evrimi de paralel bir süreçtir. Bu türden bir evrimin, bir kez harekete geçtikten sonra sona ermesi için hiçbir sebep yoktur. Evrmn farklı br bçm m? Bu evrim biçimiyle ilgili bazı yorumlar yapmak istiyorum. Birincisi, evrimin gelişme biçimine ait önceden belirlenmiş kesin bir sıralama yoktur. Hangi olguların keşfedileceğini ve yeni teknolojiler için bir temele dönüştürüleceğini önceden TEKNOLOJİNİN DOĞASI söyleyemeyiz. Kombinasyon olasılıkları bu kadar genişken hangi kombinasyonların yaratılacağını da söyleyemeyiz. Bunlar gerçekleştiğinde hangi fırsatların açılacağını söylememiz de mümkün değildir. Bu belirsizlikler yüzünden, teknoloji toplamının evrimi veya gelişmesi tarihsel olarak belirlenir. Tarihteki küçük olaylara bağlıdır: kim kiminle karşılaşmış, kim hangi fikri ödünç almış, hangi otorite neyi emretmiş. Bu küçük farklılıkların zaman içinde bir ortalaması yoktur. Toplam içinde kurulu hale gelir ve yeni gelen teknolojiler mevcut olanlara dayandığı için de daha başka farklılıklar üretirler. Bu, teknolojinin evriminin tamamen rastlantısal olduğu anlamına gelmez. Önümüzdeki on yılda ortaya çıkacak teknolojilerin sıralaması mantıken tahmin edilebilir. Mevcut teknolojilerin izleyeceği iyileşme yollarıysa, aşağı yukarı kestirilebilir. Ancak genel olarak, tıpkı uzak gelecekteki biyolojik türler toplamını bugünkü toplama bakarak kestirmenin mümkün olmaması gibi, ekonomik gelecekteki teknoloji toplamını da bugünden tahmin etmek mümkün değildir. Hangi kombinasyonların yapılacağını bilmek kadar, hangi fırsat kovuklarının yaratılacağını önceden söylemek de mümkün değildir. Potansiyel kombinasyonlar üs sayısal bir şekilde büyüdüğü için, toplam geliştikçe bu belirsizlik de artar. Konuyla ilgili bir diğer yorumumsa, bu türden bir evrimin zaman içinde tekdüze bir değişim getirmediğidir. Bazı zamanlarda sistem sükûnet içindedir; fırsat kovukları doldurulmuştur, diğerleri de sessizce uygun kombinasyonlar beklemektedir ve küçük inovasyonlar gerçekleşmektedir, şurada yeni bir kombinasyon yapılmakta, burada bir kombinasyon ikame edilmektedir. Diğer zamanlardaysa sistem değişimle kaynar. Hatırı sayılır sonuçlar getirecek yeni bir kombinasyon ortaya çıkabilir—örneğin buhar makinesi—ve bir değişim patlaması zincirlerinden boşanabilir. Yeni kovuklar oluşur, yeni kombinasyonlar ortaya çıkar ve birçok yeniden düzenleme yaşanır. Değişim, değişim sağanaklarına yol açar ve bunlar arasında sükûnet sükûnet getirir. Teknolojinin kendi kendini yaratmasıyla ilgili bu açıklama bize teknolojiye dair daha farklı bir bakış açısı vermelidir. Bir soy bilinci, başka şeyleri meydana getiren geniş bir şeyler gövdesi hissi, toplama katılan veya bundan yok olan şeyler sezgisi edinmeye başladık. Bu süreç ne tekdüze ne de pürüzsüzdür; gelişme patlamalarını ve ikame etme çığlarını barındırır. Durmaksızın bilinmeyene doğru ilerler, yeni olguları 21 BRIAN ARTHUR açığa çıkarır ve inovasyon yaratır. Aynı zamanda organiktir: yeni katmanlar eskilerin üzerinde oluşur ve yaratılışlar ve yerine geçişler zaman içinde iç içe geçer. Toplam anlamındaki teknoloji bireysel parçalarının bir kataloğundan ibaret değildir. Metabolik bir kimya, yeni varlıklar—ve daha başka ihtiyaçlar—oluşturmak için etkileşime geçen neredeyse sınırsız bir varlıklar toplamıdır. Ayrıca teknolojinin evriminin, taze kombinasyonlar ve olguların kazılıp çıkarılması kadar ihtiyaçlar tarafından da yönlendirildiğini unutmamalıyız. Henüz karşılanmamış ihtiyaçlar yoksa teknolojide hiçbir yeni şey ortaya çıkmaz. Son bir düşünce daha. Teknolojinin kendi kendini yarattığını söyledim. Teknoloji kendini kendinden dokuyan yaşayan bir ağdır. Buradan yola çıkarak, teknolojinin bir anlamda—gerçek bir anlamda— canlı olduğunu söyleyebilir miyiz? “Yaşam”ın resmi bir tanımı yoktur. Bir şeyin “canlı” olup olmadığına belirli kriterleri karşılayıp karşılayamamasına göre karar veririz. Sistem dilinde şöyle sorabiliriz: varlık, kendini kendini örgütleyen (kendini bir araya getirmesinin basit kuralları var mıdır?) ve otopoyetik (kendi kendini üretir mi?) bir varlık mıdır? Teknoloji (toplamı) bu iki testten de geçer. Daha gündelik bir dille şöyle sorabiliriz: varlık ürer mi, büyür mü, çevresine tepki verir ve uyum sağlar mı, varlığını muhafaza etmek için enerji alıp verir mi? Teknoloji (yine toplamı) bu testlerden de geçer. Bir organizmadaki hücreler gibi bireysel unsurlarının ölmesi ve yerini başkalarının alması anlamında kendini üretir. Öğeleri büyür—durmaksızın büyürler. Hem bir bütün olarak hem tekil parçaları açısından çevresine uyum sağlar. Aynı zamanda çevresiyle enerji değiş tokuşunda bulunur: her bir teknolojiyi oluşturmak ve çalıştırmak için aldığı enerji ve her bir teknolojinin geri verdiği fiziksel enerji. Bu kriterlere göre teknoloji gerçekten de yaşayan bir organizmadır. Ancak sadece bir mercan kayalığının canlı olması gibi bir canlılığa sahiptir. En azından gelişiminin bu aşamasında—ve bunun için şahsen müteşekkirim—inşa olması ve üremesi için hâlâ insan aracılığına ihtiyaç duyuyor. TEKNOLOJİNİN DOĞASI 10 TEKNOLOJİLERİ EVRİM GEÇİRDİKÇE EVRİM GEÇİREN EKONOMİ Bir ekonomi, teknolojilerindeki, eklemelerindeki ve ikamelerindeki sözünü ettiğim değişiklikleri yansıtır. Teknolojileri evrim geçirdikçe yapısını—ve düzenlenme biçimini—değiştirir ve bunu her zaman ve her seviyede yapar. Teknolojlernn br fades olarak ekonom Ekonomiyi bir toplumun ihtiyaçlarını karşıladığı düzenleme ve faaliyetler kümesi olarak tanımlayacağım. (Ekonomi bilimi de bunun incelenmesidir.) Ekonomiyi oluşturan düzenlemeler kümesi, teknolojiler adını verdiğimiz sayısız aygıt, yöntem ve amaçlı sistemlerin tümünü içerir. Bunlara büyük fabrikalar gibi “üretim aletleri”nin yanı sıra hastaneler ve cerrahi prosedürler de dahildir. Piyasalar ve fiyatlandırma sistemleri de. Ve ticaret düzenlemeleri, dağıtım sistemleri, örgütler ve işletmeler de. Finans sistemleri, bankalar, düzenleme sistemleri ve hukuk sistemleri de. Bütün bunlar ihtiyaçlarımızı gidermek için kullandığımız düzenlemeler, insani amaçları karşılamak için başvurduğumuz araçlardır. Bu nedenle hepsi, daha önce sunduğum kriterlere göre, “teknolojiler” veya amaçlı sistemlerdir. Bütün bu “düzenlemeleri” teknoloji toplamına dahil edersek, ekonomiyi teknolojilerinden inşa edilen bir şey olarak görmeye başlarız. Ekonomi, teknolojilerin aracılık ettiği faaliyetlerin, davranışların ve mal ve hizmet akışlarının bir kümesidir. Buna göre, sözünü ede geldiğim yöntemler, süreçler ve örgütsel biçimler ekonomiyi oluşturur. Ekonomi, teknolojilerinin bir ifadesidir. Ekonominin teknolojileriyle özdeş olduğunu söylemiyorum. Ekonomi bundan daha fazlasıdır. İşte, yatırımda, rekabette ve ticarette strateji geliştirmek—bütün bunlar amaçlı sistemler değil, faaliyetlerdir. Söylemeye çalıştığım şey ekonominin yapısının teknolojileri tarafından oluşturulduğudur, teknolojilerin ekonominin iskelet yapısını oluşturduğudur. Ekonominin geri kalanı—ticari faaliyetleri, oyundaki çeşitli oyuncuların stratejileri ve kararları, bunlardan kaynaklanan mal, hizmet ve yatırım akışları—ekonominin gövdesinin kas ve sinir yapısını ve kanını oluşturur. Ancak bu parçalar, ekonominin yapısını oluşturan teknoloji kümelerini, amaçlı sistemleri kuşatır ve bunlar tarafından biçimlendirilir. 22 BRIAN ARTHUR Ekonomi, teknolojileri için bir ekoloji oluşturur, bunlardan oluşur ve bunun anlamı da ayrı olarak var olmadığıdır. Bir ekolojide de olduğu gibi, ekonomi yeni teknolojiler için fırsat kovukları oluşturur ve yeni teknolojiler ortaya çıktıkça bunları doldurur. Bu türden bir düşünme biçiminin sonuçları vardır. Ekonominin teknolojilerinden belirdiği—fışkırdığı—anlamına gelir. Ekonominin, teknolojileri değiştikçe kendini yeniden düzenlemekten daha fazlasını yaptığı, teknolojileri değiştikçe durmadan biçimlendiği ve yeniden biçimlendiği anlamına gelir. Teknolojileri değiştikçe ekonominin karakterinin de— biçiminin ve yapısının—değiştiği anlamına gelir. Yapısal değşm Yeni bir teknoloji ekonomiye katıldığında, ortaya yeni düzenlemeler—yeni teknolojiler ve örgütsel biçimler—çıkarır. Yeni teknoloji veya yeni düzenlemeler yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu sorunlar daha başka yeni düzenlemeler (veya bu amaç için uyarlanmış mevcut teknolojiler) tarafından çözülür. Bu düzenlemelerse daha başka yeni teknolojilere yönelik ihtiyaçlar doğurabilir. Bütün, sorun ve çözüm—meydan okuma ve yanıt—sıralaması şeklinde ilerler. Yapısal değişim dediğimiz şey bu sıralamadır. Bu şekilde ekonomi kendini değişim sağanakları halinde yenilik, buna uyum sağlayacak yeni düzenlemeler ve bunun neticesinde açılan fırsat kovuklarının birbirini takip etmesi şeklinde biçimlendirir ve yeniden biçimlendirir. Ekonomideki yapısal değişim, sadece yeni bir teknolojinin eklenmesi ve diğerinin yerini almasından ve bunları takip eden ekonomik düzenlemelerden ibaret değildir. Ekonominin iskelet yapısını oluşturan düzenlemelerin sürekli olarak yeni düzenlemelere yol açtığı bir sonuçlar zinciridir. Gerçekleşen ve ekonominin yapısını belirleyen düzenlemelerle ilgili elbette kaçınılmaz—önceden belirlenmiş—bir şey yoktur. Pek çok farklı kombinasyonun, pek çok düzenlemenin teknoloji tarafından gündeme getirilen sorunları çözebilir. Bunların hangilerinin seçileceği kısmen küçük tarihsel olaylarla ilgilidir: sorunların üstesinden gelinme sırası, bireysel kişiliklerin tercihleri ve eylemleri. Diğer bir deyişle, şansın etkileri. Teknoloji ekonominin yapısını ve böylelikle de buradan kaynaklanan dünyanın büyük bir bölümünü belirler, ancak hangi teknolojilerin yerli yerine oturacağı önceden belirlenemez. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Çözümlern yanıtı olarak sorunlar Yeni teknolojilerin gelişi sadece kullandığımız mal ve yöntemlerin daha iyi versiyonları olan yeni kombinasyonlar bularak statükonun bozulmasına yol açmaz. Geniş bir teknolojik uyarlamalar ve yeni sorunlar kafilesine yol açar ve bunu yaparken de daha başka teknolojileri—ve sorunları—öne süren taze kombinasyonları ortaya çıkaran yeni fırsat kovukları yaratır. Bu nedenle ekonomi sürekli değişime—sürekli yeniliğe— açıktır. Her zaman bir kendi kendini yaratma süreci içinde var olur. Hiçbir zaman tatmin olmaz. Buna, çeşitli önem derecelerine sahip bütün yeni teknolojilerin herhangi bir zamanda birbirlerinin yanı sıra ekonomiye adım attığın da ekleyebiliriz. Sonuç sadece denge bozulması değil, sürekli iç içe geçen ve daha başka değişiklikleri tetikleyen eşzamanlı değişimlerin dalgalar halinde yaşanmasıdır. Sonuç, değişim doğuran değişimdir. Daima açık olan ihtiyaçlar ve yeni olguların muhtemel keşifleri, teknolojiyi ve onunla birlikte ekonomiyi durmaksızın ileriye götürmek için yeterli olacaktır. Öte yandan her teknoloji yeni bir sorunun tohumlarını barındırır, genellikle de birkaçının. Bu, teknolojinin, ekonominin veya evrenin bir “kanunu” değildir. Sadece insanlık tarihinden alınmış geniş tabanlı ampirik—ve üzücü—bir gözlemdir. Ekonomide çözümler sonuçlarla, sonuçlarsa daha başka çözümlerle sonuçlanır. Çözümler ile sorunlar arasındaki bu dansın gelecekte değişmesi olasılık dışıdır. Eğer şanslıysak, ilerleme adını verdiğimiz net bir yarar sağlarız. İlerleme var olsun ya da olmasın, bu dans teknolojiyi—ve bunun neticesinde ekonomiyi—kesintisiz bir değişime mahkûm eder. Ekonomi homojen bir şey değildir. Kendilerini yüz yıllar boyunca kendilerinden geliştiren, birbirleriyle etkileşime giren ve birbirlerini karşılıklı olarak destekleyen farklı düzeylerdeki düzenlemelerin bir yapısıdır—muhteşem bir yapısı. Neredeyse canlı, en azından evrim içinde bir şeydir. Düzenlemeleri, daha başka yanıtlara—daha başka düzenlemelere—yol açan daha başka fırsatlar ve sorunlar yarattıkça, kendi yapısını da durmaksızın değiştirir. Yapının bu evrimi, bir düzenleme kümesinin kendinden sonrakilerin ortaya çıkış koşullarını hazırlamasıyla, ekonomiyi biçimlendiren düzenlemelerin sürekli yeniden oluşumudur. Bu, verili düzenlemelerdeki veya endüstriler23 BRIAN ARTHUR deki yeniden düzenlemelerle aynı şey değildir. Ekonomik büyümeyle de aynı şey değildir. Kesintisiz, fraktal ve amansızdır. Aralıksız değişime yol açar. Yapısal değişimle ilgili sabit herhangi bir şey var mıdır? Ekonomi kalıplarını her zaman aynı unsurlar—insan davranışının tercihleri, muhasebenin temel gerçeklikleri ve satılan malların alınan mallara eşit olması gerektiğine dair su götürmez gerçek—biçimlendirir. Altta yatan bu temel “yasalar” her zaman aynı kalır. Ancak ifade ediliş araçları ve biçimlendirdikleri kalıplar zaman içinde değişir ve yeniden biçimlenir. Böylelikle her yeni kalıp, her yeni düzenleme kümesi ekonomi için yeni bir yapı ortaya çıkarır, eski olan geçip gider, ama altta yatan ve bunu biçimlendiren bileşenler—temel yasalar—her zaman aynı kalır. Bir disiplin olarak iktisat sık sık eleştirilir, çünkü fizik veya kimya gibi pozitif bilimlerin aksine iktisat, zaman içinde değişmez bir tasvirler kümesi değildir. Ekonomi basit bir sistem değildir; evrim gösteren, karmaşık bir sistemdir ve biçimlendirdiği yapılar zaman içinde sürekli değişir. Bu, ekonomiye dair yorumlarımızın da zaman içinde sürekli değişmesi gerektiği anlamına gelir. Ekonomiyi bazen, Birinci Dünya Savaşı sırasında gece vakti bir muharebe sahası olarak hayal ederim. Her yer karanlıktır, siperlerden pek bir şey görülemez. Bir kilometreden bile az bir mesafedeki düşman arazisinden gürültüler gelir ve mevzilenmelerin yer değiştirdiği ve birliklerin yeniden düzenlendiği düşünülür. Ancak yeni yapılanmaya dair en iyi tahminler, eskisine dayalı kestirimlerdir. Sonra birisi bir işaret fişeği yakar ve gözlemcilerin zihinlerindeki bütün bir mevzilenmelerin, birliklerin ve siperlerin kalıbını aydınlatır. Ardından her şey yeniden karanlığa gömülür. Aynı şey ekonomi için de geçerlidir. İktisat bilimindeki en büyük işaret fişekleri, Smith, Ricardo, Marx veya Keynes gibi teorisyenlerin yaktıklarıdır. Veya Schumpeter’in. Ortalığı bir anlığına aydınlatırlar, ama gürültüler ve yeniden düzenlemeler karanlıkta devam edip gider. Ekonomiyi gözlemleyebiliriz, ama buna ilişkin dilimiz, etiketlerimiz ve anlayışımız sahneyi aydınlatmış olan büyük işaret fişekleri, özellikle de en son büyük işaret fişekleri kümesi tarafından dondurulmuştur. TEKNOLOJİNİN DOĞASI 11 BU YARATTIĞIMIZ ŞEYİN NERESİNDE DURUYORUZ? Teknoloji toplamı her zaman yeni teknolojiler ekleyerek ve eskilerinin yerine yenilerini koyarak, daha başka teknolojiler için fırsat kovukları oluşturarak ve yeni olguları açığa çıkararak evrilir. Teknoloji sürekli bilinmeyeni araştırır, sürekli yeni çözümler ve yeni sorunlar, ve yanı sıra biteviye yenilik yaratır. Süreç aynı zamanda organiktir: yeni katmanlar eskilerinin üzerinde şekillenir ve yaratımlar ve ikameler zaman içinde örtüşür. Teknoloji, toplam anlamında, bireysel parçaların bir kataloğundan ibaret değildir. Metabolik bir kimya, yeni varlıklar—ve yeni ihtiyaçlar—üretmek için mevcut olan şeylerden inşa olan ve etkileşime giren neredeyse sınırsız bir varlıklar kolektifidir. Ekonomi bütün bunları yönlendirir ve aracılık yapar. İhtiyaçları işaret eder, fikirleri ticari uygulanabilirlikleri açısından test eder ve teknolojilerin yeni versiyonları için talep sağlar. Ancak ekonomi teknolojinin basit bir alıcısı, arada bir parçaları yenilenen bir makine değildir. Ekonomi, teknolojilerinin bir ifadesidir. İskelet yapısı, kendileri de geniş anlamda birer teknoloji olan, birbirlerini karşılıklı olarak destekleyen bir dizi düzenlemeden—işler, üretim araçları, kurumlar ve örgütler—oluşur. Ticaretin faaliyetleri ve eylemleri bunların çevresinde gerçekleşir. Bu “düzenlemeler” daha başka “düzenlemeler” için ihtiyaç yaratır ve bunların birbirlerini izleme sırası ekonomideki yapısal değişimi oluşturur. Ortaya çıkan ekonomi teknolojilerinin bütün niteliklerini devralır. Ekonomi de uzun vadede, değişim kaynar. O da, teknoloji gibi, açık, tarihe bağımlı, hiyerarşik ve belirsizdir. Ve sürekli değişir. Teknolojnn byolojye dönüşmes—ve ters Teknoloji ilerledikçe bu vizyon çok daha uygun hale gelir. Dijitalleştirme farklı etki alanlarından gelen işlevselliklerin bile birleştirilmesine imkân tanır, çünkü dijital etki alanına bir kere adım attıktan sonra hepsi de, aynı şekilde davranabilen aynı türden nesnelere—veri şeritlerine—dönüşür. Telekomünikasyon bu dijital unsurların birbirlerinden uzaktayken de birleştirilmesine olanak sağlar. Böylece herhangi bir yerdeki neredeyse her icra edilebilir bir başkasını tetikleyebilir. Sistemler algılama aygıtlarıyla çevrelerini, 24 BRIAN ARTHUR ilkel biçimde de olsa, algılayabilir ve eylemlerini yapılandırabilir. Sonuçta, farklı etki alanlarından ve birbirlerinden oldukça uzak yerlerdeki işlevsellikler geçici ağlar halinde birleştirebilir; bunlar çevrelerini algılayan ve buna gereken tepkiyi veren şeylerle—karşılıklı konuşan—şeylerden oluşan bağlantılı toplamlardır. Temsili teknoloji artık, sabit bir işlevi yerine getiren sabit bir mimariye sahip bir makine değildir. Çevresini algılayabilen ve eylemlerini uyumlu bir şekilde yürütebilmek için yeniden yapılandıran bir sistem, bir işlevsellikler ağıdır—şeyleri-icra-eden-şeyler metabolizmasıdır. Bu tür şeyleri-icra-eden-şeyler ağları çevrelerini algılayabilmek ve uygun bir şekilde tepki verebilmek için yukarıdan aşağıya tasarlanabilir. Ancak bu zordur. Bir ağ birbirinden bağımsız bir şekilde etkileşime giren binlerce parçadan oluştuğu ve çevre de hızla değiştiği için, yukarıdan aşağıya güvenilir bir biçimde tasarlamak neredeyse imkânsız hale gelir. Bu nedenle, ağlar giderek etkileşimli yapılandırma kurallarının farklı çevrelerde en iyi şekilde işlediği deneyimlerden “öğrenmek” üzere tasarlanmaktadır. Modern teknoloji kendini giderek daha çok, algılayan, yapılandıran ve uygun şekilde icra eden parçalardan oluşan ağlar şeklinde düzenledikçe, bir dereceye kadar bir biliş sergiler. “Akıllı” sistemlere doğru gidiyoruz. Genetik bilimi ve nanoteknolojinin gelişi de bunu kolaylaştıracaktır. Hatta, bu sistemler gelecekte sadece kendi kendilerini yapılandırmakla, optimize etmekle ve bilişsel olmakla kalmayacak, aynı zamanda kendi kendilerini monte edecek, sağaltacak ve koruyacaktır. Kendi kendini yapılandıran, kendi kendini sağaltan ve bilişsel gibi terimler, geçmişte teknolojiyle ilişkilendirebileceğimiz türden terimler değildir. Bunlar biyolojik terimlerdir. Bize, teknolojinin daha karmaşık hale geldikçe, daha da biyolojik hale geldiğini söylerler. Teknolojinin bir mekanizma olduğu kadar bir metabolizma olduğunu da anlamaya başlıyoruz. Öte yandan biyoloji, en azından kavramsal olarak teknoloji haline gelmektedir. Teknolojiyse fiziksel olarak biyolojiye dönüşmektedir. İkisi birbirine gittikçe yaklaşmaktadır. Hatta, genetiğin ve nanoteknolojinin derinlerine indiğimizde, iç içe geçmeye başladıklarını görüyoruz. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Jeneratör olarak ekonom Teknoloji Viktorya döneminde olduğu gibi malzeme işlemenin ağır bastığı bir durumu çoktan geride bıraktı. Şimdiyse yeniden değişiyor ve tek amaçlı sabit işlemler veya makinelerden, farklı kombinasyonlarda farklı amaçlar şeklinde programlanabilen işlevselliklere yöneliyor. Ekonomi de—en azından yüksek teknolojili kısmı—bunu yansıtır bir şekilde, sabit işlemlerin daha incelikli hale getirilmesinden ziyade, nesnelerin bir araya getirilmesiyle ilgili. İş faaliyetleri—ticari bankalar, petrol şirketleri, sigorta şirketleri—elbette hâlâ büyük ve sabit teknolojiler çağını yansıtmaktadır. Ancak, yeni bir başlangıç şirketini bir araya getirme faaliyetlerinde ya da risk sermayesinde veya finansal türevlerde, dijitalleştirmede ya da kombinasyonel biyolojide olduğu gibi, söz konusu olan daha çok kısa vadeli yeniden yapılandırılabilir amaçlar için işlevsellikleri—eylemleri ve iş süreçlerini—bir araya getirmekle ilgilidir. Ekonomi, tek kelimeyle, jeneratör haline gelmektedir. Odağı sabit faaliyetleri optimize etmekten yeni kombinasyonlar, yeni yapılandırılabilir sunular yaratmaya kaymaktadır. Bir yeni başlangıç şirketinde bu yeni kombinasyonları bir araya getiren girişimci için çok az şey anlaşılırdır. Çoğu zaman rakiplerinin kimler olacağını bile bilmez. Yeni teknolojinin ne kadar iyi çalışacağını veya nasıl karşılanacağını bilmez. Hangi hükümet yönetmeliklerinin geçerli olacağını bilmez. Bu, oyunun kurallarının ve ödüllerinin ancak bahisler öne sürüldükten sonra açıklandığı bir kumarda bahis oynamaya benzer. Yeni bir kombinasyonel şirketlerin başlatılmasını kuşatan çevre sadece belirsiz olmakla kalmaz; belli yönleri hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bu, yüksek teknolojili ekonominin karar “sorunlarının” iyi tanımlanmamış olduğu anlamına gelir. Bu durumda, bu sorunlar için optimum bir “çözüm” yoktur. Öyleyse, yönetimin önündeki meydan okuma, sorunları rasyonel bir şekilde çözmek değil, tanımlanmamış bir duruma anlam vermek—onun “farkına varmak” veya ele alınabilecek bir durum olacağı şekilde çerçevelendirmek—ve sunduklarını buna göre konumlandırmaktır. Burada yine bir paradoks var gibi görünüyor. Teknoloji ne kadar yüksek teknolojili hale gelirse, onunla uğraşma işi o kadar daha az rasyonel hale gelecek demektir. İleri teknolo25 BRIAN ARTHUR jide girişimcilik sadece bir karar verme meselesi değildir; tekrar tekrar yanlış tanımlanan durumlara bilişsel bir düzen dayatma meselesidir. Yönetim ürün yapmaktan anlam yapmaya kayıyor. Jeneratör ekonomide yönetim rekabet üstünlüğünü kaynak stoklarından ve bunları mamul mallara dönüştürme yeteneğinden değil, derin uzmanlık stokunu sürekli yeni stratejik kombinasyonlara dönüştürme yeteneğinden sağlar. Bunu yansıtır bir şekilde, ulusal zenginlik kaynaklara sahip olmaktan çok özel bilimsel ve teknik uzmanlığa sahip olmaktan kaynaklanır. Şirketler de rekabet üstünlüklerini teknik uzmanlığa sahip olmakla kazanırlar. Sıklıkla, yeni bir kombinasyonu bir araya getirirken belirli uzmanlıklardan yoksundur ve rekabet baskısı yüzünden bunları kendi başlarına üretmeye zamanları yoktur. Bu nedenle küçük şirketleri satın alırlar veya gerekli beceriye sahip olan diğer şirketlerle stratejik ortaklıklar kurarlar. Bu ittifaklar genellikle belirli bir amaca yöneliktir ve daha sonra yeniden yapılandırılır veya terk edilir. Böylece firma düzeyindeki kombinasyonun, bir dizi—geçici ve bazen son derece başarılı—gevşek ittifakın sürekli yeniden yapılandırılması şeklinde ifadesini bulduğunu görürüz. Bu şekilde modern teknolojinin doğası, şirket yönetiminden üretim süreçlerinin optimum hale getirilmesine ve yeni kombinasyonların—yeni ürünlerin, yeni işlevselliklerin— yaratılmasına kadar birçok alanda bir dizi yeni değişim gündeme getirmektedir: rasyonellikten anlam vermeye; ürün temelli şirketlerden beceri temelli şirketlere; bileşenler satın almaktan ittifaklar kurmaya; sabit hal faaliyetlerinden kesintisiz uyarlanmaya geçişi gündeme getirmektedir. Bu geçişlerin hiçbiri birden bire olmaz. Aslında eski ve yeni tarzların unsurları ekonomide bir arada var olur: işin iki dünyası iç içedir ve birbirleriyle son derece bağlantılıdır. Ancak daha teknolojik bir ekonomi ortaya çıktıkça, fabrika düğümleri ve girdi-çıktı bağlantılarıyla yirminci yüzyılın makineye benzer ekonomisinden, yirmi birinci yüzyılın karşılıklı bağlantılı organik ekonomisine geçeriz. Eski ekonomi bir makineyken yeni ekonomi, her zaman yeni kombinasyonlar halinde kendini yaratan, her zaman keşif halinde olan ve her zaman süreç halinde olan bir kimyadır. Bizzat iktisat bu değişikliklere tepki vermeye ve incelediği nesnenin denge halinde bir sistem değil, unsurları—tüketiciler, yatırımcılar, firmalar, resmi otoriteler—kendileri- TEKNOLOJİNİN DOĞASI nin yarattığı kalıplara tepki veren evrim içindeki karmaşık bir sistem olduğunu yansıtmaya başlamaktadır. İktisadın standart doktrinleri öngörülebilirlik, düzen, denge ve rasyonelliğin uygulanması gibi sarsılmaz ilkeler üzerine inşa edilmişti; bu da uzun yıllar hemen hemen aynı kalan kaba süreç teknolojilerinden oluşan bir ekonomiye uygundu. Ancak ekonomi daha kombinasyonel ve teknoloji de daha açık hale geldikçe, yeni ilkeler iktisat temellerine dahil olmaktadır. Açıklamaları örgütlemenin yolları olarak düzen, kapalılık ve dengenin yerini açık uçluluk, belirsizlik ve biteviye yenilik belirmesi almaktadır. Saf düzen le dağınık canlılık Daha açık, organik bir görüşü yansıtacak şekilde değişen tek şey ekonomi anlayışımız değildir. Dünyayı yorumlayışımız da daha açık ve organik hale geliyor; teknolojinin bu değişiklikte de payı var. Descartes’ın zamanında dünyayı, teknolojinin algılanan nitelikleri açısından yorumlamaya başlamıştık: mekanik bağlantıları, biçimsel düzeni, tahrik gücü, basit geometrisi, temiz yüzeyleri ve harika saat aksamı kesinliği. Bu nitelikler, açıklama ve benzetmede kullanılacak idealler olarak kendilerini kültüre ve düşünceye de yansıttılar— Galileci ve Newtoncu bilimde basit düzenin ve saat aksamı kesinliğinin keşfedilmesiyle büyük destek ivme kazanan bir eğilim. Bu da bize, parçalardan oluşan, rasyonel olan ve Akıl (on sekizinci yüzyılda büyük harfle yazılmaya başlamıştır) ve basitliğin hükmettiği bir dünya görüşü sundu, kusursuz düzenin kuralcı bir hayalini üretti. Newton’dan sonraki üç yüz yıl tekniğe, makinelere duyulan hayranlık ve şeylerin kusursuz düzenine ilişkin hayallerle dolu bir dönem oldu. Bu mekanikçi görüş ağır basmaya başladıkça, 20. yüzyıl bunun en yüksek ifadelerine tanıklık etti. Pek çok akademik alanda—örneğin psikolojide ve iktisatta—mekanik yorumlama içgörülü düşünmeyi teknoloji hayranlığına tabi kıldı. Felsefede rasyonel felsefenin mantığın, daha sonra da dilin unsurlarından kurulabileceğine— bunlardan inşa edilebileceğine—dair umutlara neden oldu. Siyasette, kontrol edilen, mühendisliği yapılan toplum ideallerini, dolayısıyla sosyalizmin, komünizmin ve faşizmin çeşitli biçimlerinin kontrollü yapılarını getirdi. Mimaride, Le Corbusier’in ve Bauhaus’un yalın geometrisine ve temiz yüzeylerine yol açtı. Ama zaman içinde bütün bu etki alan26 BRIAN ARTHUR ları kendilerini tutmak üzere inşa edilmiş sistemlerin ötesine geçti ve bütün 20. yüzyıl boyunca saf düzene dair mekanik hayallere dayalı tüm hareketler başarısızlığa uğradı. Bunun yerine, dünyanın mekanizmalarının toplamından daha fazlasını yansıttığına dair bir anlayış gelişmektedir. Mekanizma, elbette hâlâ merkezidir. Ancak mekanizmalar birbirleriyle bağlantılı hale geldikçe ve karmaşıklaştıkça, ortaya çıkardıkları dünyaların da karmaşıklaştığını görüyoruz. Açıklar, evrim içindeler ve parçalarına bakarak tahmin edilmesi mümkün olmayan özellikler oluşturuyorlar. Yöneldiğimiz görüş artık saf bir düzen görüşü değildir. Bir bütünlük görüşüdür, organik bir bütünlük ve tamamlanmamışlık. “Saf ” olanlardansa melez unsurları, “temiz” olanlardansa uzlaşmacı olanları, “doğrudan” olanlardansa sapmış olanları, “ustaca dile getirilmiş” olanlardansa muğlak olanları, kişisel olmadığı kadar sapkın olanları, “ilginç” olduğu kadar sıkıcı olanları, “tasarlanmış” olanlardansa geleneksel olanları, dışlamaktansa ağırlamayı, basit olanlardansa bol olanları, yenilikçi olduğu kadar işlevini yitirmiş olanları, dolaysız ve açık olanlardansa tutarsız ve belirsiz olanları seviyorum. Aşikâr bir birliktense dağınık bir canlılıktan yanayım. Spekülatif sonuçları da dahil ederim ve ikiliği ilan ederim. Anlamın açıklığından ziyade zenginliğinden yanayım; aşikâr işlev kadar örtük işlevden de yanayım.(Robert Venturi) Düşünmedeki bu değişiklik, modern teknolojinin herhangi bir etkisinden ziyade, evrimsel biyolojinin etkisiyle ve basit mekanikçi görüşün tükenmiş olmasıyla ilgilidir. Ama yine de modern teknolojinin nitelikleri bunu pekiştirmektedir: onun bağlantılılığı, uyarlanabilirliği, evrim eğilimi, organik niteliği. Dağınık canlılığı. Teknolojnn neresnde duruyoruz? Teknoloji eğer amaçlarımıza göre örgütlenmiş doğaysa, o halde teknoloji hakkında ne düşündüğümüzü büyük ölçüde doğanın bu kullanımıyla olan ilişkimiz belirlemek durumundadır. Doğayı görmenin bir tarzı, doğadaki her şeyin kendisini bizim kullanımımız için potansiyel bir kaynak olarak sunmasına izin vermenin bir tarzıydı. Doğa devasa bir benzin istasyonu haline gelir ve onu sömürülebilir bir kaynak, amaçlarımız için kullanılacak “daimi bir rezerv” olarak görürüz. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Daha da kötüsü, teknoloji diye bir şey yarattık, öncelikle insani ihtiyaçlara değil, kendi ihtiyaçlarına yanıt veren bir şey. Teknoloji insan yaşamını yönlendiren bir Şey’dir, insan yaşamının boyun eğmek ve kendini uyarlamak zorunda olduğu bir Şey, “kendi içine kapanma ve kendi geleceğini belirleme eğiliminde olan bir ‘organizma,’ kendi başına bir amaçtır. Yine de bu şeyle, teknolojiyle olan ilişkimiz aynı zamanda bize iyi hizmet etmiştir. Teknoloji ekonomimizi, bununla birlikte servetimizi ve güvenliğimizi yaratmıştır. Bize, atalarımızınkinden çok daha uzun ömürler, onların karşılaştığı sayısız ıstıraptan yoksun yaşamlar getirmiştir. Bu iki görüşün teknolojinin hayatımızı yönlendiren ve aynı zamanda hayatlarımıza hizmet eden bir şey olması her ikisi de geçerlidir. Ancak ikisi bir araya geldiğinde birlikte, etkisini teknolojiye ve onu kuşatan siyasete karşı tutumlarımızda belli eden bir huzursuzluğa, organik bir gerilime neden olur. Bu gerilim sadece, teknolojinin doğayı sömürmemize yol açmasından ve hayatlarımızın büyük bir bölümünü belirlemesinden kaynaklanmaz, bütün varlığımız boyunca doğa bizim evimiz olduğu için ortaya çıkar—doğaya güveniriz, teknolojiye değil. Ancak yine de teknolojiden, geleceğimize özen göstermesini bekleriz—teknolojiden ümit ederiz. Yani ümitlerimizi o kadar da güvenmediğimiz bir şeye bağlarız. Burada bir ironi vardır. Teknoloji, daha önce de söylemiş olduğum gibi, doğanın programlanması, doğanın olgularının örgütlenmesi ve kullanılmasıdır. O halde en derin özünde son derece doğaldır. Ama doğalmış hissi vermez. Şimdi, genetik mühendisliğinin, makine zekâsının, biyoniğin, iklim mühendisliğinin gelişiyle birlikte, teknolojiyi— doğayı—doğaya doğrudan müdahale etmek için kullanmaya başlıyoruz. Bu ise ağaçlar ve çimenler ve diğer hayvanlarla aynı doğal ortamda kendini evinde hisseden bizim primat türümüze, son derece doğaya aykırı bir his vermektedir. Bu bizim derin güvenimizi sarsıyor. Bu derin huzursuzluğa bilinçsizce tepkiler veriyoruz. Geleneğe dönüyoruz. Çevreciliğe yöneliyoruz. Aile değerlerine kulak veriyoruz. Köktenciliğe dönüyoruz. Protesto ediyoruz. Haklı ya da haksız bu tepkilerin ardında korkularımız yatıyor. Teknolojinin bizi doğadan ayıracağından, doğayı yok edeceğinden, bizim doğamızı yok edeceğinden korkuyoruz. Kontrolümüzde olmayan bu teknoloji olgusundan korkuyoruz. Kendimizden çıkmış bir eylemi serbest bıraktığımızdan 27 BRIAN ARTHUR ve bunun kendine ait bir yaşama kavuşmasından ve bir şekilde bizi kontrol etmeye başlamasından korkuyoruz. Yaşayan bir şey olarak teknolojinin bize ölüm getireceğinden korkuyoruz. Hiçliğin ölümü değil, daha beter bir ölüm. Özgür olmamaktan gelen bir ölüm. İradenin ölümü. Söz konusu olan, teknolojiyi kimliği belirsiz ve iradeyi yıkan bir şey olarak mı, yoksa organik ve yaşam kalitesini artıran bir şey olarak mı kabul edeceğiz meselesidir. Hiçbir teknolojiye sahip olmamak insan olmamaktır; bizi insan yapan şeylerin büyük bölümünü teknoloji oluşturur. Teknoloji şeylerin daha derin bir düzeninin bir parçasıdır. Ancak bilinçaltımız doğamızı köleleştiren teknolojiyle doğamızı daha da genişleten teknoloji arasında bir ayrım yapar. TEKNOLOJİNİN DOĞASI Bu doğru bir ayrımdır. Bizi körelten bir teknolojiyi kabul etmemeliyiz; mümkün olanla arzu edileni de her zaman eşitlememeliyiz. Biz insanız ve ekonomik rahatlıktan daha fazlasına ihtiyacımız var. Meydan okumalara, anlama, amaca ve doğayla aynı doğrultuda olmaya ihtiyacımız var. Teknoloji, bizi bunlardan ayırdığı yerde, bir tür ölümü de beraberinde getirir. Ancak bunları daha da genişlettiğinde, hayatı tasdik eder. İnsanlığımızı tasdik eder. Brian Arthur: Teknoloji, iktisat ve karmaşıklık biliminin önde gelen düşünürlerindendir. Stanford Üniversitesi’nde İktisat ve Nüfus Çalışmaları profesörüdür. Teknolojinin Doğası, 2011, Optimist Yayınları. 28