Slayt 1 - Zayende Travel Agency
Transkript
Slayt 1 - Zayende Travel Agency
ZAYENDE GEZGĠNLERĠYLE GANGA’DAN EVEREST’E NAMASTE GANGA‟DAN EVEREST‟E NAMASTE GANGA‟DAN EVEREST‟E NAMASTE Yazı ve Fotoğraflar : Zayende Gezginleri Zayende Gezginleri BaĢak Güçlü Ufuk UlaĢoğlu Cenk Doğru Seval Akbaba Yeliz Ayral Necdet Bükülmez Siren Çerçi Hande Demirvuran Serpil Egi AyĢe Emengen Zeynep Ercan Selin Saatçioğlu Ali Ġzar Pınar Ġzar Ürper Kırdar Gültürk Köroğlu ġirin Tekinay AyĢe Didem Kurucu Reya Özilhan Deniz Reha Özilhan ġebnem Özilhan Ülkü ġarlıgil Cengiz GümüĢtüs YeĢim Tetik ġafak Tülümen Reyhan Türk Lütfiye Güreli Ömer Faruk AyĢe ġahin Güçkıran ġebnem Çaylan Yelda Baler Zayende Travel Agency : Bağdat Cad. 27/10 Kızıltoprak Ġstanbul 0216 348 90 87 www.zayende.com info@zayende.com yeldabaler@superonline.com ca YOL HALĠ Yol baĢtan çıkarıcı, yolculuk kıĢkırtıcıdır . Yolcu, yolculuğa dahil olabildiği sürece gördüklerinin, yaĢadıklarının hakkını verir. Merak ettiklerinin peĢinden giderken bir tutam baharat serpiliverir yolculuğun üzerine, herĢey daha da lezzetlenir ve bu lezzet, yoldaki bizi bize sevdirir. Yolculuğun yalnız gidilen yol olmadığını, öncesiyle sonrasıyla, hazırlıkları ve üretimleriyle gidilen yolun kat kat üstünde bir süreç olduğuna inanırız. Uzun ya da kısa, yolculukları bu süreçte yaĢadığımız zaman bizden mutlusu olmaz. 2010 kasım ayında yaptığımız Hindistan Katmandu gezimizde tam da böylesi bir süreç yaĢandı, hâlâ da yaĢanıyor. Aylar öncesinde baĢlayan hazırlıklar, okumalar, yazıĢmalar on günlük dolu dolu bir yolculukla Ģekillendi. Yollarda biriktirdiklerimiz Ģarkılardan, Ģiirlerden, resimlerden, yazılardan ve fotoğraflardan kendine yol buldu ve bir CD ile kitaba dönüĢtü. Bu yıl içerisinde Zayende Gezginleri ile yaptığımız Hindistan ve Nepal yolculuklarından, yol arkadaĢlarımızla birlikte hazırladığımız bu kitap neĢeli, sorgulayan, düĢündüren, yolun yolcuyu değiĢtirdiğini hissettiren bir çalıĢma. Herkesin gönlüne sağlık. Yolumuz açık ve baharatı bol olsun. Yelda Baler Zayende Travel ca ca Zayende Travel Hindistan - Katmandu Gezisi Fotoromanı 12-21 Kasım 2010 Heyecan içinde baĢladık geziye. Yeni Delhi Havaalanı ile ilk tanıĢmamız.Gezi boyunca 6 kez uğrayınca Havaalanı bizden sorulur oldu haliyle... Yol boyu otobüsümüzü gören Hint erkeklerinin ilgi odağı olduk. Neden acaba? Asıl ilgi patlamasını Zayende Gezginleri Saree’lerini giyip Tac Mahal’e gidince yaĢadık... Ve otobüsümüz. Meğer içinde faremiz de bizi karĢılıyormuĢ. Boynumuzdaki çiçekler gezinin güzel geçeceğini müjdeliyordu . ca ca Herkes o kadar güzel olmuĢtu ki... Otelde bizim dıĢımızdakiler bir düğüne gittiğimizden emindi. Biz de onları üzmedik ve Tac Mahal‟de yapılan bir düğüne davetli olduğumuzu söyledik. ca ca Düğün hazırlığı değil de neydi? Tac Mahal tüm ihtiĢamıyla karĢımızdaydı. Soluğumuzu kesen, bazılarımızı gözyaĢlarına boğan bir güzellik sunuyordu. ca ca Jaipur’da filmden çıkıp kendimizi zorla bir doğum gününe davet ettirdik, sonradan öğrendik ki kabul edilmemizin ana nedeni ġafak’ın tek bacak kınası olmuĢ Jaipur’daki Hint Filmine (Golmaal 3) gidiĢ ayrı bir olaydı... Neredeyse güvenlik marifeti ile atılıyorduk sinemadan! Bu selamı filmden öğrendik, Ģimdi de Hintli bir sinemasevere öğretiyoruz Necdet sorar “doğum günü kimin?” Deepak (Jaipur’da taş satıyor) “6 aylık bebek olan yeğenimin” . Necdet ” Siz yılda iki kere mi doğum günü kutlarsınız?” diye sorar, Deepak’tan gelen cevap şaşırtıcıdır “Hayır prematüre olarak 1 kg doğdu, ancak şimdi parti yapıyoruz” Hintliler soruyordu: ”Aaa bu bizim Cenk de, acaba yanındaki hatun kim?” ca Necdet sarsılmıĢtır aynen “kardeşinin piyano dersi nasıl gidiyor?” diye soru soran adama gelen Ģamar gibi yanıt misali... ”kardeşimin parmakları yok!” ca Ne yani! Hindistan‟dayız diye Bayram Lokumu yiyemeyeceğiz mi? Ülkü Hanım‟ın elini öpen Ufuk 150 Rupi bayram bahĢiĢini cebine koyup, doğru Pashmina almaya koĢtu... Sokaklarda görmediğimiz hayvan kalmadı! Kediden gayri...! Maksat Dosti‟ler alıĢveriĢte görsün! ca ca Çocuklara bayıldık.Ne kadar masumdular! Gezi sonrası hepimize uğur getireceğine inandığımız Ganesh‟in en dejenere halini de görmüĢ olduk bir dükkânda... ca ca Dilek tuttuk, Ganj‟a bıraktık, Katmandu‟da dua çarkı çevirdik. Neler diledik acaba? ca Sadhu‟lara ĢaĢırdık. Amma da liberal olmuĢlardı. TL yi Rupi‟ye çevirdiklerinde sözün bittiği yerdeydik! ca Masala Çayı Herkes Ģahane fotoğraflar çekti ama ne eforlar harcandı... “Yediğimiz içtiğiniz bizin olsun... “ demeyip neler yedik içtik belgeliyoruz! Everest Birası ca ca Ama içimizden bazılarının BĠZĠNIS uçtuklarında yedikleri, içtikleri anlatılmaz, yaĢanır... BIZINISSSS KASTTA UÇAN ARKADAġLARA EKONOMĠK KASTTAN HOSTES MARĠFETĠYLE GELEN NOT Biz Ekonomi kastında olanlar hostes aracılığı ile bir mektup gönderip, 8 öğretiyi sunduk. (bkz yan sayfa) KarĢılığında Bizinıs kast 3 kırık yeĢil zeytin ve bu fotoğrafların olduğu kamerayı ilettiler hostesle. Seval iĢi abartıp, arka kapıdan bindi, herkese “Bizinıs ne tarafta?” diye sora sora! Allahtan indikten sonra golf arabası bulamad,ı aksi halde sakat numarası yapıp yanımızdan arabayla geçecekmiĢ EKONOMĠ KAST GURUSUNUN SEKĠZ ÖĞRETĠSĠ 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Çok tıkınmayın No Alcoholeeeeeeeee No more shopping Hostesleri meĢgul etmeyin Hint filmi yasak. Seyrediyorsanız eĢlik edip oynamayın Pilota dırdır yapmayın No photo Sevgi seniniçinde UNUTMA!!! Not : Bu öğretiler hâlâ iĢe yaramadıysa birinci öğretiye geri dönün. ca ca * Necdet Zayende gezginlerinden bir kaç kiĢiyi Hintlilerle fotoğraflamak isterken bu toplu fotoğrafa girmeye çalıĢan Zayende‟cilerden dolayı bir türlü çekemez. Sonunda “öyle yavaĢ çekiyorum ki aile gittikçe büyüyor, kadraja sığdıramıyorum” der. * Necdet, çevir kazı yanmasın durumlarında yazılarına Ģu imzayı atar “Kaygan Zemin Gurusu” . * Yeliz Katmandu‟da aradığı cafeyi bulmuĢtur.Ġçinde baharat olmadığına inandığı tek Ģey olan dilim kek sipariĢini verir.Elemanın önce çöpü elleyip sonra kek verecek olduğunu görünce “olmazzzz” der ve adamı 20 metre ilerideki lavaboya el yıkaması için gönderir. Adam lavabo‟dan dönünce espresso‟sunu çoktan yudumlayan Siren‟e dönüp mahçup gülücük ile “she‟s right!” der * Yelda ballandıra ballandıra son gece konaklayacağımız Delhi‟deki Galaxy oteli anlatır. Sonunda “odayı 01:30‟da terkedeceğiz” deyince Necdet dayanamaz “ArkadaĢlar odanız ile duygusal bağ kurmayın lütfen, ayrılık acı olur sonra” deyiverir. * Zayende Gezginleri Delhi‟deki Galaxy Otel‟de mide ve kulak ziyafeti içindedir. Sahne alan müzisyen 70-80‟lerden retro parçalar okurken, bizimkiler kendisini Hintli sanıp, Rengarenk‟in Hintçesini isterler ama adamcağız Hintçe bilmiyormuĢ meğer. Bunun üzerine Hande duruma el koyarak önce bir Latin parça arkasından Sezen Aksu „nun bir parçası ile sahne alır. Hande‟nin muhteĢem sesini duyan Hint Sosyetesi ve Brahman kastı mensupları Mercedesler ile akın akın otele gelmeye baĢlarlar. Hintli taklidi yapan müzisyenin iĢine son verilir ve Hande ile 20 milyon rupee‟lik kontrat imzalanır. Zavallı Hande‟cik kontrat görüĢmesinde “abi Ģu odada sabah 06‟ya kadar yatayım, para mara istemem” demiĢ olsa da menajerimiz Seval devreye girer * Deniz’in alternatif Hint içkileri : Ganjitsu : Ganj suyundan yapılmıĢ baharatlı Varanasi yerel içkisi, içtiğiniz zaman doğrudan re-enkarne oluyorsunuz. Yeti suyu : bu bizim rakının, yunan uzosunun Hint versiyonu olup, Himalaya‟larda yetiĢen çeĢitli baharatların karmasından ve hiamalay doğal kaynak suyundan imal edilmiĢ olup alkol derecesi %100‟dür. Budaxa : Kathmandu sokaklarında solumuĢ olduğumuz düĢük oktanlı benzin ve solvent ile saf alkolün karıĢımı bir içki olup, içtiğiniz zaman Buda‟nın gözü gibi her yerde gözünüzün olduğunu düĢündürüp doğrudan kematoryuma götüren bir içki) ZAYENDE GEZGĠNLERĠNDEN ĠNCĠLER * Yeliz Katmandu Gümrük Memuruna aceleyle pasaportunu uzatır. Memur sırıtarak “you‟re not hurry I am hurry” der ve kimliğini gösterir. Adamın adı “Hari” . Bizim Yeliz adama güle güle “your name is Hari but why you are so slow?”der. Kuyrukta sıra bekleyenler “tamam artık akĢama kadar tutar bizi bu adam” derken, Hari gülmeye devam ederek giriĢ damgasını basar. Yeliz‟in arkasından bakakalan Hari fabrika ayarlarına geç de olsa geri döner ve görevine devam eder. * Seval alıĢveriĢe çıktığında tüm esnaf birbirine tuktuk marifeti ile haber gönderip, kepenk kapatma uyarısı vermeye baĢladı. KaĢmir pazarlığı sırasında satıcıya “is your mother beautiful?” diye sorar. Adamcağız da bir mutlu olur “nereden anladın?” der * Bundan sonra Hindistan‟da alıĢveriĢ yapan Türkler çok ĢaĢıracaklar zira esnaf onları “OHA” hitabıyla karĢılayacak. Nedeni Yelda‟nın fiyatı duyunca “oha” diye bağırması, anlamı sorulunca da “very good, very good” demesi... ca ca ġARKI DA YAPTIK SONUNDA... Güfte : Anonim Beste : Hande Demirvuran Uttar Pradesh dolaylarından bir Sadhu bozlağı: Varanasiden varamadım Masala içtim doyamadım Ganesh'e estetik yapamadım, Ellerim kınalıydı deklanĢöre basamadım, Her yerde kınalar yapıldı, uçakta bile Gelecek gezimizde bir düğüne katılıp, kına gecesi tadında eğlenelim diye plan yaptık Yelda ile ... Yandım yandım ommmmmmm Business'da uçamadım,Galaxy'de kalamadım, Ganga'da yıkanamadım, YıkanmıĢ çarĢaflarda yatamadım, Döndüğümde ben ben olamadım, Ruhumu kaybettim bulamadım Yandım yandım ommmmmmm Ganesh oğlan dedi "yandım" Bir biçare Sadhu'ya kandım Her önüme çıkan öküzü Nandi sandım Geceyarısı yollara düĢmekten usandım Yandım yandım ommmmmmm ca ca Özetle; çok yorgun, gördüklerimizden sarsılmıĢ durumdaydık. Geziye baĢladığımız bizler değildik gezinin sonunda. Nirvana‟ya mı ulaĢmıĢtık yoksa mevcut yaĢamımızda sahip olduklarımıza Ģükretmeyi mi öğrenmiĢtik bilinmez. Sindirmek için zamana ihtiyacımız olacak ama bu zaman sonunda ne hissedeceğimizi Ģimdiden biliyoruz. Eksik kalan Ģeyleri tamamlamak için, oralarda kalan ruhumuzu bedenimiz ile buluĢturmak için yeniden yollara düĢeceğiz, aynen Yelda ve Reyhan‟ın daha önce hissettikleri gibi... OM MANI PADME HUM LOTUS ÇĠÇEĞĠ ĠÇĠNDEKĠ MÜCEVHERLER OLDUK ca ca BU FOTOROMANA KATKISI BULUNANLAR Yapım: Zayende Travel DĠġiĢleri: Ali Ġzar Yönetmen:Yelda Baler Ruhani iĢler, Eğitim: Reyhan Türk Senaryo: Necdet Bükülmez Hijyen,temizlik: Yeliz Ayral, Serpil Egi Metin Yazarları: ġebnem Özilhan, Ürper Kirdar, Siren Çerçi Moral, motivasyon, casting: ġirin Tekinay Görünmez adam: Cengiz GümüĢtüs Müzik&kareografi: Hande Demirvuran Varanasi‟de kayıp kız: Zeynep Ercan Dans&Vokal: Tüm Zayende Gezginleri UlaĢtırma: Tuk tuk‟çu Hari Yemek: Lokmacı Kapoor Amca Bayram lokumu için Ülkü ġarlıgil‟e özel teĢekkür Giysi tasarım: Siren Çerçi Grafik bilgisayar: Selin Saatçioğlu Görüntü Yönetmenleri: BaĢak Güçlü, Ufuk UlaĢoğlu, ġafak Tülümen, Cenk Doğru Halkla ĠliĢkiler: AyĢe Emengen AlıĢveriĢ Sorumluları: Reya Özilhan, AyĢe Didem Kurucu ve tüm Zayende Gezginleri Bavul, ambalaj sorumlusu: YeĢim Tetik Ayın elemanı: Katmandu Airport‟daki zımbacı amca Sağlık: Gültürk Köroğlu, Pınar Ġzar Mali ĠĢler: Seval Akbaba Konaklama: Ne mümkün! 02:00 de tekerlek döner. Hukuk&Baharat ĠĢleri: Deniz Reha Özilhan Not: Filmdeki bu isimlerin gerçek Ģahıslarla hiç ilgisi yoktur. Ama Sadhu‟lara 10 Euro verirseniz hemen ilgi kurulur. ca ca ANLAMAK Yazı : Özcan Yurdalan Bir yolcu gördüm… Ne solumadığı hava kalmıĢtı onca iklimin içinde, ne de yeryüzünde uğramadığı bir Ģehir vardı. Gittiği her yerde uzun süre geçirirdi. Sadece gördükleriyle kalmaz, tanıĢıp ahbap olduklarıyla yetinmez, orada yaĢayanların konuĢtukları lisanı da öğrenirdi. Nasıl sığdırırdı bunca kelimeyi, deyimi hafızasına, bilmiyorum. Kısacık süre içinde okuyup yazmayı söker, ana dili o dil olanları bile ĢaĢkınlığa sürükleyecek mükemmellikte konuĢurdu. Dilini bilmediği insanları tanıdığını söylemek bir yana, oralara gitmiĢ bile saymazdı kendini. Ġnsanlarla bir arada olmanın tek yolunun dillerini anlamaktan geçtiğine inanır, gittiği her yerde daima bunu savunurdu. Yıllar böyle geçmiĢti. Öğrendiği o kadar çok dille birlikte yaĢamayı nasıl becerebildiğini aklım almıyordu doğrusu. Merak içindeydim. Ona iyice yaklaĢmanın yolunu bulduğum sırada yolculuklarını çoktan bitirmiĢti. Artık ne bir yere gidiyor, ne bir dil öğrenmek için gayret sarf ediyordu. Bunca zaman sonra kendine özgü bir ifadenin peĢinde koĢtuğunu anlamak için birkaç konuĢmasını dinlemek yeterliydi. Çoktandır her anlattığı hikâyede yıllar boyunca bellediği dillerin arasından seçtiği en nadide sözcükleri kullanmaya baĢlamıĢtı. Bir süre sonra bu kelimelerin sayısı iyice artmıĢtı ve nihayet bütün konuĢmalarını sadece bildiği dillerden seçilmiĢ kelimelerden kurmaya baĢlamıĢtı. Hayatının geri kalanı, yılların süzgecinden geçmiĢ cümlelerde kurduğu anlatıların arasında geçiyordu artık Desen: ġebnem Çaylan ca Neden sonra yanına vardığımda her dalında ayrı çiçekler açmıĢ yaĢlı bir ağaç gibi göründü bana. Gölgesine girdikten sonra bir kenara oturup beklemeye baĢladım. Susuyordum. Doğrusu, sessiz ve kıpırtısız durarak hislerini en iyi Ģekilde ifade edebileceğimi düĢünmüĢtüm. Yine de söyleyeceklerim vardı, sözler boğazımdan taĢmasın diye ağzımı açmıyordum. KonuĢmaya kalkıĢmadan önce ondan bir iĢaret gelmesini bekledim. Benim diyeceklerimi anlayacağından kuĢkum yoktu, ancak onun söylediklerini ben anlayabilecek miydim, doğrusu hiç emin değildim. Anlatacaklarının dilini çözebilmem pek mümkün olmayacaktı korkarım. Zaten bu yüzden öylece oturup onu seyretmeyi, dallarına yuva kurmuĢ kuĢları dinlemeyi, budaklarından sızan kokuyu solumayı tercih etmiĢtim. Bana yakıĢan bu derin sessizlik olmasına rağmen, merakımı yenemedim, bütün o lisanları nasıl öğrendiğini sordum. Durup dururken sordum. Ondan gelen bir iĢaret olmadığı halde dayanamayıp sordum. Asıl sormak istediğim bir ömür süren yolculuklarından geriye ne kaldığıydı hâlbuki. Sözlerim karĢısında hiç tereddüt etmeden, “KonuĢmanı lisanı yoktur,” dedi, “ben anlaĢmak için kelimeler ihtiyaç duymam”. “Peki, yaptığın bunca yolculukta gittiği her yerde, insanların konuĢtuğu ne kadar dil varsa hepsini öğrenen sen değil misin?” “Benim o lisanlarla hiç iĢim olmadı bunca yıl. Gittiğim yerlerde yaĢayanların dillerini değil, nasıl konuĢtuklarını öğrendim önce, nasıl anlaĢtıklarını gördüm. Seslerinden ve sessizliklerinden, bakıĢlarından ve kokularından anlamaya çalıĢtım birbirlerini nasıl tanıyıp nasıl bildiklerini. Sevinçlerini, kederlerini, öfkelerini, hırslarını, kıskançlıklarını, aĢklarını, nefretlerini ve tutkularını hangi davranıĢlarla ortaya döktüklerini gözledim. Bütün o sözcükler, cümleler, deyimler, tanımlar sonradan geldi, kendiliğinden. Lisanlarını öyle öğrendim.” ca Hindistan yıllardır içimde; yara gibi, belki de yavaĢ yavaĢ büyüyen lotus çiçeği gibi, hayallerin ötesinde bir tutkuya dönüĢmüĢ meğerse. Kara sevdaya düĢmüĢ bir aĢık gibi, yollara bakar olmuĢtum. Heyecanla, gideceğim zamana karĢı gün saydım… Hep kendi gönül gözümdeki Hindistan‟ı hayal ettim. Hayal ettiğim bu ülkeyle gerçekleĢecek ilk tanıĢmada, o ilk görüĢteki aĢk olacak mı?, diyerek duyduğum meraktan, uçaktan inmek bile bir asır gibi geldi bana. Zihnimdeki kara çukurlar, her adımda; kaĢmir yumuĢaklığında, huzurlu ve dokunulası tuĢesiyle olduğum yerden çok baĢka diyarlarda berraklaĢtı. Bu ülkeye dair bildiklerimin, gerçek olandan eksik ve farklı olduğunu anlamamla birlikte gerçek, hayalimdeki Hindistan‟ı aydınlatmaya baĢladı. Bu aydınlanmayla birlikte içimdeki merakı gidermek, sorularıma bir an önce cevap bulma arzusunu dizginleyemiyorduk artık… Artık ayaklarım benim değil gibiydi; bağımsız hareket ediyor ve Varanasi‟nin ara sokaklarına doğru çekiliyordu. Ben de Murathan Mungan‟ın dediği gibi belki de, “yakınlarını kaybetmiĢ, öksüz savaĢ çocukları” gibi olmuĢtum. Ne aradığını, aradığını bulduğunda da ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi… Kendi irademin dıĢında kalan aklıma ve yüreğime hakim olamıyordum. Fotoğraf : Cenk Doğru HAYATA DAĠR TÜM BĠLDĠKLERĠNĠZĠ UNUTUN: HĠNDĠSTAN’A GĠDĠYORUZ! Yazı : Siren Çerçi ca Bir yolculuk daha baĢlıyor… Önceki seferlerden farklı olarak; düĢüncelerimi, inançlarımı, yaĢam Ģeklimi, belki de kimliğimi geçici olarak dondurarak yola çıkıyorum. Oralara dair okuduğum, dinlediğim ve izlediğim pek çok Ģey, eminim anlamını yitirecek; bakmakla görmek arasındaki ince çizgide, yeniden benlik kazanıp yer edecek ben de. Ganj‟a çıkan sokakların dar keĢmekeĢinden nehre yürüyüp kayıklarla açıldığımızda, elimdeki çiçekli kandillere bakarken buldum kendimi. Çoktan güneĢ batmaya, Gatlar‟da alev alev yanan ölülerin bedenleri yeni ruh aramaya baĢlamıĢ, dumanlarla birlikte yükselen buruk kokular, çiçek kokularına karıĢmıĢ, Ganj ıĢık ıĢık, renk renk Hindu dostlarını beklemeye koyulmuĢtu. Birbirine paralel sandalların arasından elimi suya uzattım, kollarımdaki rengarenk bilezikler suda Ģıkır Ģıkır ses çıkartırken, çiçekli kandilimi göz kırpan Ganga‟nın usul kollarına dualarla, dileklerle üpererek bıraktım… Fotoğraf : Cenk Doğru Üzerimden büyük bir yük kalkmıĢ gibi, bir anda hafifledim. Yeniden doğuĢ bu olsa gerekti. Her yer ıĢıl ıĢıldı. Tüm nehrin üzeri ilahilerle ĢenlenmiĢ, mumlarla aydınlanmıĢtı… Her akĢam düzenlenen ve bizim ilk kez Ģahit olduğumuz bu mistik törenin bitimiyle Ganj‟ı uykuya yatırıp, bin bir düĢünceyle ayrıldık kenarından…. Sabahın ilk ıĢıklarıyla kollarını açmıĢ anne gibi, bizi bekleyen gizemli nehrin kıyısından hareket ederken; uzaktaki yakınlarımız, yeni doğacak olan güneĢle gelen umutlarımız, hayretler içinde yıkanırken izlediğimiz Hindular, renkler, tenler, duygular, Gatlar‟da yananlar, bir bir gözümüzün önünden geçip gidiyordu. Kavram karmaĢası ve değiĢik duygular da beraberinde… Bu geldiğimiz noktada, yaĢanmıĢlıklarımız ve inançlarımızın ne denli farklı olduğunu anlatmaya; dünyadan kopuk bu alemin, insana kendini baĢka bir yaĢamda ya da gezegende hissettirdiğini söylemek bile kifayetsiz kalıyor… Yakılanların yakınlarının arasından; sessizce, travmatik kokular - korkularla, benliğimiz altüst olmuĢ geçerken - hayatı sorgulayan gözlerle, yüreğimizin derinliklerine bakmaya itiliyoruz. Artık kalbimiz bir baĢka çarpıyor; ironik… ca Mitolojik detaylarla adeta her birimiz Ģok geçirmiĢ bir Ģekilde, çakılmıĢ kalıyoruz ateĢin baĢında; gerçekte var olmak, tokat gibi çarpıyor yüzlerimize… Hintli kadın edalarında yirmi küsür Türk kızı, rengarenk bir Ģenlik havasında cümbüĢe kaptırdık kendimizi. Birbirimizin fotoğraflarını çekerek otobüse doluĢtuk. Oralarda erkekler kırmızı tükürüyor sokaklara. Ġlk gördüğümde hayrete düĢtüm, hasta olduklarını düĢündüm.Bir zaman sonra öğrendim ki, hazmı kolaylaĢtırması için çiğnedikleri bitkilerin renginden kaynaklanıyomuĢ.. Kendi dünyalarından kopup, misyonunu tamamlamaya gelmiĢ gezginler gibi; yaradılıĢın ve tüm inançların kökten sarsıldığı kentlerini gezerken Hindistan‟ın, kaosun tam ortasında kayboluyoruz. Her dört yol ağzında, yüreğimiz ağzımıza geliyor. Aynı anda farklı yönlerden gelen motor rikĢalar, bisikletlerinde keçi taĢıyanlar, kutsal hayvanlar, hızla nereden çıktığını kestiremediğimiz arabalar, türlü çeĢit insan kitleleri ve aniden havaya kalkan toz bulutları içinde göz gözü görmüyor. HoĢgörü ülkesinde, herĢey belli bir ahenk içinde iĢliyor, kimse kimseye çarpmıyor, süratle hareket halinde olmamıza rağmen, akıĢ sorunsuz süregidiyor. Eteklerimize yapıĢıp para isteyen çocuklar, türlü çeĢit satıcılar, fotoğraf çektirmek isteyen naif Hintli dostlarımız ve para karĢılığı fotoğraf çekmemize izin veren Sadular‟la yol alıyoruz kent sokaklarında. Tac Mahal‟in güvenlik kontrolünden geçerken tüm teknolojik detaylardan kurtulup; halhallı çıplak ayaklarım, fotoğraf makinem, ben ve bana eĢlik eden aklımdan bağımsız yüreğimle, dıĢ avludan yürümeye baĢladığımda artık çok geçti. GözyaĢlarım kendiliğinden engellenemez bir süratle dökülmeye baĢlamıĢtı bile. Arınma ve tertemiz olma dedikleri böyle olmalıydı, engellenemeyen gözyaĢlarıyla. Ne de olsa yalnızca gözyaĢlarımız yıkardı ruhumuzdaki yaraları ve tertemiz yapardı… O büyük koyu renk dev kapıdan, yıllardır hayalini kurduğum, masallara özgü beyaz -tertemiz ruhani- uzaktaki aĢkı çağıran akıl almaz yapıyı karĢımda gördüğümde ellerim titremeye baĢladı. Uzunca bir süre karĢısında dondum, öylece durdum, deklanĢöre basamadım. Her an tetikte olan parmaklarım ve bedenim taĢ kesti adeta. Uzayıp giden havuza düĢen yansımamın karĢısında kalakaldım. Etrafımdaki kalabalık bir bir silinip gitmeye baĢladı. Sanki içime Mümtaz Banu‟nun ruhu girdi; çıplak ve halhallı ayaklarımla üzerinde durduğum, bembeyaz mermer avluda kendi peri masalımın içindeydim. Mavi sarimin içinde uçuĢarak, tekrar tekrar reenkarne oluyordum. Fotoğraf : Reyhan Türk Dizlerimizin bağı çözülene kadar geziyoruz sokakları; her köĢesinde bizi farklı sürprizlerin beklediği, maymunların tepemizde gezdiği tapınaklarda soluklanıyoruz... Belki de pek çok kiĢiye nasip olmayan deneyimler yaĢadık, fillere bindik; hiç tahmin etmezdim bir filin bu kadar yüksek olacağını. Sırtında sallana sallana Amber Fort‟a çıkarken; bizim güzel suratlı, boyalı, iĢlemeli filimiz birden huysuzlandı, devam etmek istemedi yola. Geri geri gidiyor sonra kendi etrafında dönüyordu. Merakla ne olduğunu anlamaya çalıĢırken biz, birden hortumunu yere uzattı ve aldığı bir cismi, önümüzdeki filin üzerinde ilerleyen, bir yandan da fotoğraf çekmekte olan Yelda‟ya uzattı. Hayretler içinde ne olduğunu anlamaya çalıĢırken, bir de baktık ki, Yelda‟nın düĢen objektif kapağını uzatıyormuĢ bizim duyarlı dostumuz. Oralarda her an, her türlü sürpize açık olmak gerektiğini bir kez daha deneyimleyip, keyifle devam ettik yolumuza.. Günün ıĢıklarını, buranın kendine has ahenkli doğasında söndürüp, büyülenmiĢ gözlerle muhteĢem Tac Mahal‟in karanlığa kavuĢmasını izledik. Büyük aĢkın mabedinde, her gece aĢıklar yeniden buluĢuyordur. Belki de bundandır, karanlık çökünce hiç ıĢıkla aydınlatılmaması. “Ruhları huzur bulan eĢler birbirlerine orada kavuĢuyor mudur?” diye düĢünmedim değil. Bu vesileyle sanırım biz de “AĢk Hacısı olduk” diye gülümseyerek yürüdüm, Tac Mahal‟i arkamda bıraktım ama yüreğimde evime getirdim. Büyük gün geldi çattı; nihayet Tac Mahal günü… Otel lobisinde her birimiz gelin gibi giyindik kuĢandık; usulüne uygun bağlanmıĢ sarilerimizle, taktık takıĢtırdık, alnımızda bindiler… ca Fotoğraf : BaĢak Güçlü ca Fotoğraf : Yelda Baler ca GANGA‟DAN DĠLEĞĠM Satırlarca anlatmak istedim sana Nasıl gezdiğini benimle çıplak ayak ġah-ı Cihan‟ın mağbedinin beyaz mermerlerinde Nasıl dokunduğumuzu o aĢkın yakutuna Elim gitse de defalarca seyir defterime Yazamadım. Yetmedi kelimelerim… Seni canıma alıp yalanların peĢinden koĢarken Saçma sapan aĢkların, anlamsız telaĢların Bizden çok uzaklarda ne kadınlar varmıĢ Ümitlerini rengarenk kumaĢların ardına saklamıĢ Doğan her güne teslim sonraki sefere hazır kadınlar Verilecek son nefes gibi sakin, sessiz Sırtımda karam, aklımda sen Dolanırken ġiva‟nın kentinde gün ağırmadan O kadınların ellerinden tutup Gan‟ja yürüyen Yüzleri toza sürünmüĢ ne çocuklar varmıĢ Alacalı sokaklarda yanımızdan geçip giden… Ayrı geçen zaman gibi sorgusuz, sualsiz… Daha kaç yıl yüzünü görmeden yaĢarım hiç bilmem Ve daha kaç yıl nefeslenirim özleminle Nilüferin içindeki mücevherin eĢliğinde ağlarken Utanmayı bıraktım yakın gözlerden Ve seni diledim Ganj‟da yanan mumun ateĢinde…. Hande DEMĠRVURAN Kasım 2010 ca ca Fotoğraf : YeĢim Tetik HĠNDUSTAN KATMANDU SEFERĠ – VOL.1 Yazı : ġebnem Özilhan Bugün 22 Aralık ÇarĢamba 2010… Yani Hindustan – Katmandu seferimizden döneli bir aydan fazla oldu. Varsın olsun, benim kiĢisel telefonumun saat ayarı hala Hindustan saatini gösteriyor. Zayende ekibinden gelen her e-mail‟e , cevap veremesem de, çok eğlenerek ve gülerek okuyorum. Hepimizin aklı saree‟lerde, Tac Mahal‟de, yemeklerde, oralarda yaĢanan hayatın tarifsiz karmaĢasında… Hemen herkes döner dönmez ilk aklına düĢenleri çoktan yazdı bile… ca Ben ise fil kafalı Ganej oğlanı (Ajansta kendisine Ganej oğlan diyoruz, sanki daha bi bizden biri oldu!) çalıĢma masama koyduğumdan beri, neredeyse döndüğümden bu yana doğru düzgün uyumayarak, sabahlayarak ve hep çok çalıĢarak acayip bir ay Fotoğraf : YeĢim Tetik geçirdim. DüĢününce, bir varmıĢ bir yokmuĢ düĢler biraz flu görünüyor artık. Ama hissettiklerim döndüğüm günkü gibi… Galiba hep öyle kalacaklar… Ġzlenimlerimi hâlâ anlatamadıklarım soruyorlar, nasıldı? diye. Diyorum ki, ne yüklediğim fotoğraflar ne de naçizane kelimelerim yeter, siz bir de kendi gözlerinizle görün. Görmeye değer ; çünkü kimin ne gördüğü ve hissettiği sadece kendi sınırlarından ibaret, değil mi? Oralardayken tüm Zayende Gezginleri olarak hepimiz isyanlardaydık; nasıl olurda böylesine zengin bir tarih, birikim, biliĢim ve tıp alanında öncülük ve inanılmaz bir hayat enerjisi tarifsiz yoksulluğa razı olur ? Naif bir hayat anlayıĢı acaba zalimin zulmü mü ? ġimdi gözümü kapatıyorum ve aklıma tüm yoksulluğuna karĢılık alıĢık olmadığım tonlarda renkler ve desenler, kocaman gülen gözler ve yürek ferahlatan iyi niyetler geliyor. Mantra bileziğimi ve lotus çiçeğinin en küçük çekirdeklerinden yapılmıĢ bilekliğimi kolumdan çıkarmıyorum. Bir gün yine oralarda kendimi kaybetmek ve bulmak istiyorum. Varanasi de Ganga anayı (Ganj nehri) uykusuna dualarımızla uğurladıktan sonra, Deniz, Reya, Didem ve bendenizin yaĢadıkları film gibiydi. Bize çok uzun gelen bir zaman diliminde, dilenciler, satıcılar ve kelimelerle anlatımın tam anlamıyla Nobel ödüllü yazarlara mahsus olduğu karmaĢada bir süre dolandıktan sonra, bisikletli rikĢalar ile yaĢadığımız bol adrenalinli deneyimin sonucunda, daha güvenli olacağını düĢündüğümüz (HoĢ o kadar gezdik, yalnızca iki hastane görebilmiĢtik ) motorlu rikĢaya binmeye karar verdik. Kısa süreli bir pazarlıktan sonra, aracın iki tarafının açık olduğu, ha çarptık ha Ģimdi bize çarptılar hisleriyle, düĢmemek için birbirimize adeta yapıĢarak (Disneyland neymiĢ!) yer yer çok karanlık yollarda ilerlemeye baĢladık. Gün boyu gördüklerimizden içimiz kırık dökük ve kimsenin yorgunluktan konuĢmaya mecali yok… Ancak rikĢamız tam modunda! Arka tarafta oturan bizler, açılan son volümde müziği duymakta hiç zorlanmadık! Çünkü arkamızda, kafa hizasında tam araç kadar bir hopörlörle adeta diskolu rikĢaya bindiğimizi fark ettik. RikĢamız, son sürat hızına uyan en yüksek volümdeki müziğine önce sözleriyle eĢlik etmeye baĢladı. GülüĢlerimizden aldığı güçle bir de dans etmeye baĢlamasın mı? Korkmayı falan bir tarafa bıraktık, kahkahalarla gülüyoruz, galiba baĢka bir Ģansımız da yok! Tam otelimizin önünde inerken tarumar olmuĢ bizler eğleniyorduk farkında olmadan. ĠĢte Hindustan böyle bir yer! Ölüm kokulu sokaklar; herkesin alnına kondurmak istediği bindilere, kınalarla bezenmiĢ ellere, pullarla süslenmiĢ binbir renkte sarilere, kocaman gülen gözlere, bünyeyi yıkayan ve yakan tadlara ve durumunu nicedir kabullenmiĢ ruhlara karĢılık buluyor. Gerisi, biz fanilere kalmıĢ… ĠĢte malum soru: Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? Zayendeciler bu sorunun cevabını biliyor! ca ca Siz de hiç hissettiniz mi bilmiyorum ama bazı yolculuklar sonrası hayata bakıĢınızı, düĢüncelerinizi gezi öncesine göre farklılaĢmıĢ hissedersiniz. Özellikle Hindistan gezisi sonrası ben bu değiĢimi gördüm kendimde. Dokuz günlük koĢturma ile geçen bir gezinin ardından gördüklerimizi,yaĢadıklarımızı sindirmek biraz zaman alacak sanırım. Ancak Ģu anda ilk olarak hissettiklerimi ve fotoğraflarımı siz dostlarımla paylaĢmak istedim. Fotoğraf : Necdet Bükülmez NĠRVANA YOLUNDA YAġAM SORGUSU Öncelikle bir kez daha bu topraklarda doğmuĢ olduğuma Ģükrettim.Sürekli eleĢtirdiğimiz adaletsiz gelir dağılımı,herkese özellikle de kadınlara eĢit tanınmamıĢ insan hakları,tam demokratik olamamıĢ bir toplum,dengesiz nüfus politikaları,plansız Ģehircilik konularında bizden çok daha geri ülkeler olduğunu görünce halinize Ģükrediyorsunuz ama içinizi büyük bir acı ve umutsuzluk kaplıyor dünya adına özellikle de bu durumda bırakılmıĢ olan o ülke insanları adına.Tek suçları kast sisteminin hala devam ettiği bir düzende alt kastlara mensup ya da kast'a bile alınmamıĢ ana babadan doğmuĢ olmaları. Çaresizlik içinde "bir Ģey yapmak lazım,bir Ģey yapmak lazım" diye söylenip duruyorsunuz.Ve iktidar hırsında olanları,bu hırslarını yerine getirmek için dinleri alet edip,inançları kontrol altına alanları,her türlü nükleer silaha,sanayiye,teknolojiye sahipken bu ezilen halkı için hiç bir Ģey yapmayıp kendi çıkarları için bozuk düzenin sürmesini sağlayanları lanetliyorsunuz. Özellikle Varanasi'de insanlığın geldiği daha doğrusu bittiği noktayı görüyorsunuz.Dinleri gereği bu yaĢamı acı çekmek olarak gören ve amaçlarının bir sonraki yaĢamlarında döngüyü tamamlayıp bir üst varlık olarak dünyaya gelmek olan insanların Yazı : Necdet Bükülmez ca Fotoğraf : YeĢim Tetik Ġnsanlıktan çıktığını görüyorsunuz. YaĢlılar kutsal kent Varanasi'de ölümü bekliyorlar. Ölüp, yakıldıktan sonra külleri Ganj'a serpilen insanların Tanrılarına ulaĢacaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla yeniden doğup yeni bir yaĢam sürdürmek zorunda kalmayacaklarını yani acı çekmeyeceklerini düĢünüyorlar.YaĢadıkları bu hayata değer vermediklerinden olsa gerek, inanılmaz bir sefalet,pislik,çaresizlik buluyorsunuz her yerde. Korku kaplıyor içinizi ama size kötü davranacaklarından değil, insanlıktan çıkma noktasına nasıl gelebildiklerine dair.Sokaklarda baĢıboĢ bir Ģekilde Tanrısal bağları nedeniyle hiçbir tehditsiz kendilerinden daha zor durumdaki insanlar ile yaĢayan inekler, öküzler, maymunlar, yaban domuzları, fareler,köpekler.Hiç olmazsa bu hayvancıklar kurtarmıĢ kendilerini diye bir buruk sevinç kaplıyor içinizi. Kıran Desai'nin de "Kaybın Türküsü" romanında yanıt bulamadığı gibi "Yoksulluk, bu pisliğin nedeni olmamalı!". Gün batımına doğru ölü yakma törenleri yapılıyor.Ölenlerin yakınlarına saygıdan kimse deklanĢöre basmıyor fotoğraf makinalarında ."On Euro ver fotoğraf çektirtelim" diyenlere de kulak asmıyorsunuz,büyüyü bozmamak uğruna. ca Arkasından melodiler eĢliğinde törenler yapılıyor az önce ölülerini yaktıkları Ganj nehri Ghat'larında.Nehirde kayıklara binmiĢ yüzlerce gezgin, yaĢama dair karmaĢık duygular ile izliyor töreni tüyleri ürpererek.Ancak yine de dilek tutuyorlar ve sulara bırakıyorlar mum yakarak çiçekleri. Eminim dileklerin çoğu daha eĢit,adil bir dünya düzeni üzerine. Ertesi sabah gün doğumunda yine kayıklara binip,güneĢi selamlama ayinlerini izliyoruz.Hepimizin mikrop kapar mıyız acaba diye düĢündüğü Ganj'ın sularında insanlar kendinden geçmiĢ bir Ģekilde yıkanıyor,kutsanıyor. Çocuklarını,giysilerini ve ruhlarını yıkıyorlar,yine mum yakıp çiçeklerini bırakıyorlar Ganj'ın esrarengiz sularına. DüĢünüyorum neden insanlar inancını kendi içinde yaĢamak yerine semboller ile baĢkalarına göstermek ihtiyacındalar?Hindistan'ta bireyler yok Sihler,Budistler,Hindular ve Müslümanlar var.Üzerinde çok düĢünülmesi gereken bir konu bence. Jaipur,Agra,Delhi gibi büyük Ģehir yaĢamlarına da giriyoruz zaman elverdiğince. Oralarda da gözümüze ilk çarpan Ģey lüks ve zenginlik ile pislik ve yoksulluğun birarada büyük bir tezat oluĢturarak yaĢaması,çarpık Ģehir yapılanması, düzensiz hatta Ġstanbul trafiğini bile mumla aratan bir trafik,egzost gazlarından oluĢan yoğun hava kirliliği.Bu sefer de çevre bilinci bakımından üzüntü duyuyorsunuz olup bitene.Korna çalmamak ayıp burada. O nedenle her geçiĢ yapan araç mutlaka kornaya basıyor. Ġstanbul'da olsa kavga hatta cinayet konusu olabilecek bu korna çalma eylemi burada kendilerini uyardıkları için takdirle karĢılanıyor diğer sürücüler tarafından. Hiç mi güzellik görmediniz Hindistan'da dediğinizi duyuyorum.Görmez miyiz hiç?YaĢanan sefalete ca Gezimizin son bölümünde sis nedeniyle yedi saat geç varabildiğimiz Nepal Katmandu'yu ziyaret ettik.Hindu ve Budist tapınakları,tapınaklardaki rengarenk dua bayrakları,Hindistan'a göre göreceli temizliği ve Ģehircilik düzeni,kadın erkek herkesi cezbeden çarĢıları,68 kuĢağı ruhunu yansıtan rock barları ve son derece saygılı ve güleryüzlü halkı ile hepimizin gönlünde ayrı bir yer tuttu Katmandu.Ortak kanı bir gün yeniden yolumuzun Nepal'e ve Katmandu'ya düĢeceği idi. Umarım en kısa zamanda egzost gazından oluĢan hava kirliliğine bir çözüm bulur Nepalliler.Söylemeden geçemeyeceğim bir olumlu nokta da Katmandu'da korna çalmanın ayıp karĢılandığına dair reklam panoları görmek oldu. Fotoğraf : Necdet Bükülmez meydan okurcasına süslenmiĢ,takılarını takmıĢ,kınalarını yakmıĢ,nefis bir renk uyumu ile sari'lerini kuĢanmıĢ kadınlar,boncuk gözlü masum çocuklar,bir milyarı aĢkın nüfus ile yaĢamı paylaĢan insanların kavgadan uzak sakin tavırları,sözlerini anlamasınız da sizi kendisine bağlayan,eğlendiren,hüzünlendiren Bollywood filmleri,iĢtahı arttıran düzeyde bir acı sunan baharatlı vejeteryan yemekleri,özgürce dolaĢıp,Ģiddete maruz kalmayan hayvanları,eĢsiz zariflik içinde ve gördüğünüz anda eriĢilmez ve çok gizemli bulduğunuz içinde en güzel aĢk hikayesini barındıran Taj Mahal'i,hortumları rengarenk boyanmıĢ süslü fillerin sırtında çıktığımız Amber Kalesini,Jaipur'da bir zaman kadınların, sokağı ancak oradan izleyebildikleri pembe zarif bir yapı olan Hava Mahal'i,sıkı bir pazarlıkla beĢte bir fiyatına almayı baĢarabileceğiniz otantik hediyelik eĢyalar satan dükkanları,Ġngiliz himayesi altında kalmanın getirmiĢ olduğu herkesin Ġngilizce konuĢup,sizinle diyalog kurabildiğini,sokaklarda dolaĢırken hırsızlık,Ģiddet gibi bir tehlike korkusu yaĢanmadığını bir çırpıda sayabiliriz güzellikler olarak. Fotoğraf : Necdet Bükülmez ca Yazımı Nepal'de çok tekrarlanan bir mantra (seçilen sözcük) olan OM MANI PADME HUM ile bitireyim. Budistlerin en çok tekrarladığı bu mantrayı her yerde,hediyelik eĢyalarda görebilirsiniz. Çevirisi "Lotus çiçeğinin içindeki mücevher" olan bu mantra,kiĢinin sevgi ,kardeĢlik ,hakkaniyet, merhabet, saygı gibi tüm olumlu duyguları içinde, ruhunda hissetmesine yol açar. Katmandu'yu dolaĢırken bu mantranın melodisi ile huzur bulabilirsiniz. Herkese yaĢamlarında en az bir kez yapmalarını önereceğim bir gezi oldu Hindistan-Nepal gezisi.YaĢamı daha anlamlı kılıp NĠRVANA'ya mevcut yaĢamda ulaĢmak için. Ben mi? Eksik kalan Ģeyleri tamamlamaya çalıĢmak için yeniden gideceğim sanırım Taj Mahal,Varanasi ve Katmandu'ya,ama bu kez çok koĢturmadan,yavaĢ yavaĢ :) ca Hindu inanıĢında ruhlar tekrar tekrar dünyaya dönüyorlar. Bu yeniden doğuĢ insan ya da hayvan bedenlerinde gerçekleĢebiliyor ve en sonunda ruhlar tüm yaĢamlarındaki tüm sorumluluklarını yerine getirdiğinde bu dünya ile iliĢkileri bitiyor ve sonsuz bir varlığın parçası oluyorlar. YaĢamınız Varanasi‟de sona erer ise tekrar tekrar dünyaya gelmiyorsunuz. Ruhunuz ölümsüzleĢiyor. Ölümsüz ruh için genç yaĢlı pek çok Hindu buraya geliyor ve ölümü bekliyor bu kentte. Sadece ölüm ve ölümü bekleyenler yok Varanasi‟de. Ganj kıyılarında yaĢama da yer var. Ganj nehri Varanasi‟de hayatın merkezi. Sabahları güneĢ doğarken halk kendisini Ganj sularına bırakıyor, yeni günü selamlıyor, ibadet ediyorlar, arınıyorlar, çamaĢırlarını, bulaĢıklarını yıkıyorlar. AkĢamları ise yanan mumlar yine bu suların üzerine bırakıyor , Ganj‟a karĢı seramoniler/ayinler yapıyorlar. Saatlerce izlediğiniz bu törenlerin/ayinlerin sonunda saatinize baktığınızda zamanın adeta donduğunu ĢaĢırarak farkediyorsunuz. Ganj kıyılarından; gördüklerinizin, yaĢadıklarınızın gerçekliği karĢısında kaybolmuĢ, biraz da ĢaĢkın bir halde boğazınızda düğümlenmiĢ yumrularla ayrılıyorsunuz.. ca Fotoğraf : YeĢim Tetik Fotoğraf : YeĢim Tetik Ölümle yaĢamın içiçe geçtiği kent VARANASĠ Yazı : Seval Akbaba Hindistan‟da Jaipur ve Agra‟dan sonra gördüğüm ve en çok anlatmak da zorlandığım Ģehir Varanasi. Öylesine büyük bir zenginliğe sahip ki insanın ruhuna dokunmuĢçasına, bir ürperti kaplıyor insanın içini. Hayatlarımızın ne kadar maddiyata gömüldüğünü Varanasi‟ye gitmeden daha doğrusu ruhunu hissetmeden anlamak pek mümkün değil. Binlerce yıla dayanan tarihi ve kültürü ile her inançtan insanı içine, üzerine, kıyısına ama en çok da ruhuna ca Fotoğraf : Yelda Baler çeken nehir Ganj. Ganj ölü ya da diri insan ya da hayvan ayırımı yapmadan herkesi içine alıyor, herkes için akıyor... Büyük bir kalabalık ve keĢmekeĢten sonra ulaĢtığınız merdivenler sizi Ganj kıyısına ve Gath‟lara ulaĢtırıyor. Ganj kenarındaki yapılarda ve basamaklarda rengarenk bir yaĢam cümbüĢü, gath‟larda ise ölüm çıkıveriyor karĢınıza. Günün her saatinde Gath‟larda yapılan ölü yakma törenleri ve diğer seramoniler tüm özgünlüğü ile kendinizi baĢka bir dünyada, baĢka bir yüzyılda hissetmenize neden oluyor . ca Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan Türk Çocukları, Coğrafya ve Din Ganj Nehri‟nden bizde ilk Ortaokul Coğrafya müfredatında söz edilir. Genel kültüre (ki o zaman “ansiklopedik bilgi” de denirdi) önem veren ilkokul öğretmenim Ganj‟ı dördüncü sınıfta anlattığı için ortaokulda kutsal nehri önceden bildiğimi belli ederek gösteriĢ yapmaya çalıĢmıĢtım. Bildiğim, iki cümleden ibaretti (ilkokulda da ortaokulda da aynı Ģekilde öğretiliyordu zaten): “Ganj, Hintliler‟in kutsal saydıkları bir nehirdir. Sefalet içindeki halk evleri olmadığı için salların üstünde yaĢar, hem nehirde yıkar yıkanır, hem de pisliklerini nehre bırakır.” Bir Hintliyle tanıĢmama on yıldan çok vardı bu bilgi hapını beynimin kütüphanesinde ukalaca emin bir köĢede sakladığımda. Ne sefil, ne zavallı, ne cahil olmalıydı bu insanlar. Pis sularda hasta olup öleceklerini biz bu yaĢta biliyorduk da onlar nasıl bilmezdi. Fotoğraf : Selin Saatçioğlu RUH YÜKSELĠRKEN Yazı : ġirin Tekinay Üniversite yıllarında bir yerlerde okudum: Ganj sularının bilimsel analizini yapmıĢlar, tehlikeli bir pislik seviyesi bulmamıĢlar; Ganj, o yıllarda balığını yersen iflah olmayacağın kadar kirletmeyi baĢardığımız Ġstanbul Boğazı‟ndan daha temiz çıkmıĢ! Doğa ananın (“Allah‟ın” mı demeliyim?) lütfu iĢte, yatağında ve çevresinde bolca tatlı su kaynağı olduğu için nehir kirlendiğinden daha yüksek hızda temizleniyormuĢ. Bu yeni bilgi kapsülünü edindiğim yıllarda okuyup yazmıĢlığımla kendimi pek beğenmekle çoğunlukla Milli Eğitim Bakanlığı onaylı tarih coğrafya kültürümden kuĢku hatta utanç duymak arasında gelir giderdim. “Athena” takma adını alacak kadar Anadolu toprağının mitolojisine kafamı takmıĢ, arkeolojik geliĢlerimi defalarca düĢlemeye kendimi zorlamıĢtım. Bir de yine o yıllarda bilimsel düĢünceye gururla ve dört elle sarılmakla birlikte, pagan inanıĢların aslında gözlemlenmiĢ ancak bilgi eksikliğinden anlaĢılamamıĢ gerçek doğa olaylarına dayalı olabileceğini savunarak ilkel bulunan geleneklere saygı gösterme duyarlılığımı geliĢtirmeye çalıĢırdım hep. Yağmur duası acaba topluca göğe gönderilen beyin dalgalarıyla gerçekten atmosferik dinamiklere etki ediyor olabilir miydi? Yıllar içinde, dünyanın her yerinden dostlar edindikçe, konuĢtukça, inanç sistemlerini bilgiciklerle değil içtenlikle, ruhumu aça aça öğrendikçe kendi inanç sistemim ve yaĢantım biçimlendi. cesedimin yakılmasına ve küllerimin Cingöz‟ünkilerle karıĢtırılmasına dair. Sonra nereye atılırsa atılsın, dedim. Gel zaman git zaman, iki yıl önce kariyerimin hoĢ bir cilvesi sonucu keyifle Ġstanbul‟a taĢındım. ĠĢ arkadaĢlarımla birlikte ilkyardım eğitimi alıp Kızıl Haç sertifikamı Kızılay sertifikasıyla yenilemeye çalıĢıyordum ki organ bağıĢı ve buna benzer Fotoğraf : Reyhan Türk ağlatmayan, huzurla içimde kabul bulan kendi ölümümün kaçınılmazlığı elimdeki küçük kutu kadar somuttu. Avukatımı aradım, vasiyetime ek madde koydurdum ölünce daha önce vasiyet ettiğim organ bağıĢları yapıldıktan sonra Vasiyet konusu açıldı. Üzülerek öğrendim ki, ölenin vasiyeti kalan yakınlarının duygusallığına kurban edilip ya da din korkusuyla yerine getirilmiyormuĢ. Salların üstünde yaĢadıklarını düĢünüp cahil dediğimiz insanlar gibi dine sarılınmıĢ, diye kızdım. Müslümanlığın bu konuda ne dediğini pek bilmediğimi, ilgili geleneklerimizle maalesef katıldığım cenaze törenleri sayesinde az aĢina olduğumu, bunları zaten pek önemsemeden vasiyetimi düzenlediğimi fark ettim. Öğrenciliğimde din dersleri seçmeliydi, diğer derslere çalıĢmaya ayırabileceğim boĢ saatler anlamına geliyordu bu benim için. Ailem de yüzeysel bir takım gelenek dıĢında fazlaca konuyu vurgulamazdı. Ne biliyorsam sonraları kendim okuyarak edinmiĢtim. Türlü endiĢelerle pek açığa vurmadığım inançlarımın çoğunun beĢiği olan sevgili dostlarımın, meslektaĢlarımın, hocalarımın ve öğrencilerimin ülkesi Hindistan‟a gitme arzusu içimde kamçılandı. Organize eğitimler almanın lüksüne kapılmıĢ olmalıyım ki ilkyardım eğitiminden sonra kendi kendime öğrenmeyi bu yaĢıma ertelediğim fotoğraf çekme sanatını sonunda Yelda Baler‟in dersine kaydolarak çalıĢmaya baĢladım. Çok sevip saydığım fotoğraf hocam Hindistan‟a tur düzenleyince, baĢka kimseyi tanımadığım ama Hindistan‟a gitmek isteyen ve fotoğraf çekmeyi seven, demek ki en az iki ortak noktam olan bu gruba hemen yazıldım. Yelda ile bir derste ikimizin de boynumuza taktığımız semazenlerden söz etmiĢtik, grubun da böyle ufku geniĢ kimselerden oluĢacağını düĢündüm, büyük keyif duyarak haklı çıktım. Bu seyahatin diğer duraklarını Ģimdi tanımaktan gurur ve sevinç duyduğum bu dostlar yazdılar, ben burada kutsal nehirlerle ilgili deneyimlerimizi anlatayım. Bir de not edeyim, seyahate bir hafta kala gruptan birinin gelemeyeceği ortaya çıkınca Yelda‟nın en genç öğrencilerinden, benim en yakın dostlarımdan, dünya vatandaĢlığını çoktan edinmiĢ, on altı yaĢındaki yaĢlı ruh Selin her zamanki kararlılığıyla gruba katıldı, yoldaĢım oldu. Onun koĢullanmamıĢ, apaçık algıları ve dosdoğru, bilgece yorumları bu seyahatte içimdeki çocuğun ortaya çıkıp özgürce gezmesini sağladı. Fotoğraf : BaĢak Güçlü Varanasi Artık Ganj‟a Ganga diyorum, onu seven, her günbatımında onu törenlerle, ıĢıkla, ateĢle, tütsüyle, ninniyle uyutup her gündoğumunda ayinlerle usulca uyandıran insanların diliyle. Varanasi‟ye geldiğimiz akĢamüstü Kurban Bayramı için Ģehrin Müslümanlarının kurduğu hayvan pazarlarından, sonra Hindularca kutsal sayıldığı için sırasında trafiği tıkasa da sabırla ve saygıyla geçmesi beklenen ineklerin yanından geçerek Ganga kıyısına gittik. Fotoğraf makinelerimize sarıldık, yüzlerini kapamaya çalıĢan Sadhu derviĢlerin, kuĢçuların ve içinde baykuĢlar, sakalar olan kafeslerinin, bambu sırıklara asılı (ne iĢe yaradığını sorup bir sürü uyduruk yanıt aldığımız) el örgüsü sepetlerin fotoğraflarını çekmeye baĢladık. Koyulan suları kürekleri sıska ama güçlü ellerce usulca Ģıpırdatan uzun sandalların, nereden gelip nereye gittiklerini bilmediğimiz yolcularının fotoğraflarını çekerken kadrajlarımızın ilginçliğine daldık. “Yelda‟aa, bur‟da ISO kaç kullanıyosun?” “Bu rehber ne dedi, ner‟de fotoğraf çekemez miĢiz?” “Bu çiçekli mumlardan sonra alıcaz, Ģimdi para vermeyelim” diye bağrıĢarak lenslerimizi ıĢığın son demetleriyle mistik bir görünüme bürünüp beklentilerimizi okĢayan Ganj‟ın bir altına bir üstüne doğrulttuk. ca Derken rehberimizin sabırlı tekrarı kafalarımızı kadrajlarımızdan çıkarıp geldiğimiz yerin gerçeğini ve hatta hayallerini yüzümüze yavaĢça vurdu. Buradaki Ghat‟ta ölüler yakılıp külleri Ganga‟ya serpiliyordu. Aslında bir yerde kırk sekiz saatte bir ölü yakılabilirdi ama buradaki Ghat özeldi, Ganga kıyısında olduğu için. Özel olmasının asıl nedeni ise inanıĢa göre burada ölüp burada yakılan kiĢinin, külleri bu kutsal nehre serpilirken ruhlarının artık varoluĢun esaretinden kurtulması, yükselmesi. Her dünyaya geliĢinde o ömrünü dolu ve iyi yaĢamıĢ olmalı ki insan formuna gelmiĢ ve burada öldüğüne göre artık bu yükseliĢi hak ediyor. Tekrar tekrar buralarda fotoğraf çekilmemesi gereği yinelendi. Öğrendik ki bir insan vücudu üç yüz kilo odunla yanıyormuĢ. Zenginler pahalı sedir ağacı ile yakılıyormuĢ. Bir insanın kül olması üç saat sürüyormuĢ, sonra nehre serpmeden küllerin soğuması bekleniyormuĢ. Yanan ateĢlerin, hazırlanmıĢ ya da hazırlanmakta olan odun yığınlarının yanından vücutlarımızdan çıkmıĢ birer kamera gibi geçtik, Ghat‟ın öbür yanında bizi bekleyen teknemize binmeye gidiyorduk sözüm ona. Yakılan ve yakılacak ölülerin sabırla huzurla bekleĢen yakınlarına baktım, suçlulukla. Bir yalın ayaklarına bir bizim “aman Hindistan pis memleket, oraya en eskilerimizi götürelim de sonra atarız” diyerek giydiğimiz Timberland, Adidas, Ecco marka ayakkabılarımıza bakıyorlar mıydı? Üstümdeki Jaipur pazarlarından pek ucuz bulup yine de pazarlıkla aldığım “om” t-shirt‟ümle ipek Ģalvarım gözlerine batıyor muydu? Nereli olduğumuzu merak etmiyorlar mıydı peki? Hiçbiri umurlarında değildi, bütün dünyayı, bizim gibi anlayıĢsızlarıyla birlikte kabullenmiĢ, buralardan kurtulan sevdiklerinin ruhlarının yükseliĢine odaklanmıĢ, sessiz sakin duruyorlardı. Bu uysallık, çaresizlikle teslimiyet gibi görünse de aslında içine bir hayat ve evren anlayıĢını sığdırmıĢ zengin gönüllerin doyumla geri çekilip içine kapanmasıydı. Belki de onların gözünde bizlerin oralarda koĢturan sıska pireli köpeklerden, amaçsızca hoplaya zıplaya gezen keçilerden Fotoğraf: AyĢe Emengen : farkımız yoktu. Gerçekten yoktu. Odunların çıtırtısından baĢka ses çıkmıyordu. Fotoğraf çekme yasağı kameramdan gözlerime geçmiĢ Varanasi‟de. Ben hiçbir ölü görmedim. Kefen bile görmedim. Beynim ateĢlerin içinden yanan insan vücudunu ayıklamıĢ olmalı, cesetleri kesinlikle hatırlamıyorum. Selin daha sonra bana ölülerin kefenler içinde ortalıkta olduğunu, hatta birinin kafasını seçebildiğini, birinin de ayağını gördüğünü söyledi. Teknemize vardığımızda ben yüzü asık ca arkadaĢların saygıyla sus pus olduklarını gözlemledim ama kendi içimde hüzün hissetmedim. AteĢleri bu kez suların üstünde süzülmeye baĢladığımızda dönüp tekrar izlemeye baĢladık. KoĢullanmıĢlıktan mı, buradaki insanları çaresiz ve sefil görmekten mi, gruptaki dostlar sessizce ağlamaya baĢlamıĢlardı. Tutmaya çalıĢtıkları hıçkırıkları duymazdan gelip rehbere “burada ölsem beni de Ganga‟ya serperler mi,” diye sordum. Ciddiyetimi sorgulamak yanıtını geciktirdi ama bunu kibarlıkla ilk anda aksanım yabancı gelmiĢ de anlama güçlüğü çekmiĢ gibi göstermeye çalıĢıp nazikçe “evet,” dedi, “burada ölen herkes.” Sonra dayanamayıp ekledi: “pek çok zengin yaĢlanınca buralarda emekli hayatı yaĢamaya gelir, burada ölmek için.” Sesinde paralı inançsızların kestirmeden cennete gitme planına dair bir küçümseme aradım, yoktu. Tam tersi, parayı böyle kullanmanın akıllılığına saygı vardı. Teknemiz, Ghat‟tan, bazıları bizim gibi turistlerle, çoğu yerli halkla dolu, bazıları da bir iki kiĢinin yüzlerinin çizgilerince yorgunluğuyla sanki kürekler gerekmiyormuĢ da nehir zaten götürüyormuĢ gibi ilerleyen diğer teknelerle birlikte uzaklaĢtı. Ganga‟ya sunacağımız çiçekli mumların, artık büsbütün el etek çeken günıĢığının son demetlerinin, yaklaĢmakta olduğumuz tören alanının Ģenlikli yapay ıĢıklandırmasının ne de güzel karelerimizde hapsolacağını düĢünerek yine keyiflendik. Yüreklerimiz ağırlaĢmıĢ da olsa birbirimize buruk buruk gülümsemeye baĢladık. Ortasında annelerimizin ve Ġstanbullu pastanelerin çocukluğumda yapmaya baĢladığı petit four‟ları hatırlatan minik fırfırlı kağıda damlatılmıĢ parafin ve kısa fitilden ibaret bir mum, mumun çevresinde bir iki mis kokulu pembe yaban gülüyle üç dört turuncu renkli çiçek içeren muz yaprağından kaplar, avuçlarımızı minik sevinçler gibi doldurdu bir süre. Sonra bu hediyelerimizi Ganga‟ya sunarken bir kısmımız "aman ölü küllü dolu pis sulara elleri değmesin" diye özen gösterirken dikkatsizce suya Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan Fotoğraf : Seval Akbaba batan sağ iĢaret parmağımı alnımda gezdirdim. Bunu itiraf ettiğimde Selin çok kızdı ve korkunç bulaĢıcı bir hastalığa yakalanıp öleceğimden emin bir edayla abartılı bir Ģekilde benden uzak durmaya çalıĢtı birkaç dakika. (Ertesi sabah Ganga‟da yıkanan çamaĢırın bizim otelin çarĢaf ve havluları olduğunu ciddiyetle söyleyip öcümü almaktan geri duracak kadar olgun olmadığım ortaya çıktı). Pashupatinath Tapınağı, Kathmandu Rüya gibi Varanasi deneyimimizi arkamızda bırakıp uzun ve cefalı iki uçak yolculuğu sonunda Kathmandu‟ya vardık. Batılı damak tadına hizmet veriĢi, görece temizliği ve alıĢveriĢ olanaklarının geniĢliğiyle Kathmandu, Varanasi‟den sonra grubun gönlüne hızla taht kurdu. Turistlere çok daha alıĢkın ve ne istendiğini bilir davranan bu Ģehrin kuralsızca kirletilen, herkese maske taktıran egzoz dumanlı havasından azıcık kaçıp gittiğimiz tapınakların Çin, Hint ve Nepalli mimarisine bakarken artık fotoğraf çekebildiğimi çocuksu bir sevinçle fark ettim. Keyifle maymunların, çocukların, güzel insanların fotoğraflarını çekerken, bir sonraki tapınağa ca koĢarken, bu rengarenk ülkede daha kimbilir ne kareler dolduracağımı düĢünmeden edemiyordum. Bu arada seyahatin sonuna gelirken cebimde kendime ayırdığım harçlıktan bolca kalması sayesinde üstüme gelen satıcıları kabaca kovmaktan vazgeçtim. Satıcılara fotoğraflarını çekmeme izin verirlerse (ki memnuniyetle veriyorlardı her seferinde) bana satmaya çalıĢtıkları lotus çiçeği çekirdeğinden, sedir ağacından ya da gümüĢten yapılmıĢ kolyeyi, el yapımı minyatürü, turkuaz bezeli kemeri, alabileceğimi söylemeye baĢladım. Bir tapınaktan bir diğerine gitmek üzere ayrılırken Selin, “bak sana da mum aldım, oraya bırakıp dilek dileniyormuĢ,” diyerek bana alevi ellerini okĢayan bir mum verdi, “kendim için aldığımı oraya bıraktım,” dedi. Gösterdiği yer toplanmıĢ kalabalığın aynı Ģeyi yapmaya çalıĢtığı bir köĢeydi. Bir gitmek üzere toplanan grubumuza, bir de kalabalık dilek köĢesine baktım, hızlıca karar verip seri hareketlerle kalabalığa daldım. Ağır ağır huĢu içinde dua edenleri dirsekleyip acelesi olan her meĢgul insan gibi barıĢ ve huzur için çarçabuk içimden bir dilek geçirip mumumu bıraktım ve baĢka bir mumu devirerek geri çekildim. Pashupatinath‟a gitmek üzere toplanan grubuma yetiĢtim. Kutsal Bagmati Nehri‟nin kıyısındaki Pashupatinath‟ta kadın-erkek cinselliğini, yani hayat kaynağını, oluĢumumuzu, sembolleĢtirmekle gerçekçi göstermek arasında bir yerde yerden yükselen heykellerin, gülümseyerek bahĢiĢ istediğini zarifçe baĢıyla iĢaret eden Sadhu‟ların fotoğrafını çektim. Derken nehrin hemen karĢısındaki Pashupatinath Tapınağı‟nın iskelelerinden çıkan dumanlarla birden irkildim. Burada fotoğraf çekmek serbestti. Nehrin bizim tarafında bir kadın çamaĢır yıkıyordu, kocası bebeklerini kollarında tutarken. Nehirde geliĢi güzel atılmıĢ da tesadüfen bir araya toplanmıĢ gibi öbek öbek yüzen çiçekler koyu sulara zıtlıkla parlıyordu sanki. BaĢka türlü, bana daha yakın, bildiklerimi bilen bir hava vardı burada. Bu kez turuncu kefenlere sarılı ölüleri, yanıp kül olmalarının her evresinde gördüğüm gibi, yakınlarının üzüntüsünü, birinin bayılmasını, baĢka birinin hakim olmaya çalıĢtığı çığlıklarla ağladığını gözlemledim. Bir ara durup çektiğim fotoğraflara küçük ekranımda bakarken, bir sürü ateĢli dumanlı karenin arasında, dijital teknolojinin bir zaferiyle yakaladığım muhteĢem bir kare gördüm: son duman bulutu yükselmiĢ, yerde kapkara, yanmıĢ odundan ayırılamayacak küller kalmıĢ, yükselen duman ile yerde kalan arasında hala yere bakan bir aile. Yelda‟ya koĢtum ve “bak!” dedim, “ruh yükselirken yakaladım, son nefes bu!” Yelda kocaman gözleriyle amatörlüğe bile adım atıp atmadığı belli olmayan bu fazla hevesli öğrencisine bakıp, “biliyorsun, ruh değil o, duman,” dedi. Vasiyetim Vasiyetim değiĢmedi. Sadece artık nereye olursa değil, Ganga‟ya serpilmek istiyorum. Sağlığımda eĢimden dostumdan ayrılmamak için Varanasi‟ye taĢınmayacağım. Onun yerine son anıma kadar sevdiklerimle keyifle yaĢamayı umuyorum, arkamdan isterlerse kızsınlar zahmet verdiğim için. Ben nasıl olsa sadık bekçimle birlikte yükselip gideceğim. ca ca O nedenledir ki gezide bir kentte, kentin bir yerinde bir yapının içinde gördüklerim kadar derinden hissettirdikleri de oldu Hindistan ın bana yaĢattıkları. O nedenledir ki gittiğim tapınaklardan, saraylardan saraylardan çok yaĢayan insanlara dokundu yüreğim onları hissetti hep…. 12 – 25 Kasım Dünyanın bir ucunda hissedilenler üzerine : Yazı : Ürper Kırdar Zaman zaman doğadan bir kesite , binalara, yoğun bir kalabalık içinde insan yüzlerine veya çeĢitli objelere dıĢarıdan bakarsınız ve içlerinden birinin/birilerinin öyküsünü merak eder ve yazmak istersiniz. Bu gezi öykü yazmaktan çok; herkesin, her Ģeyin hiç zorlanmadan ama bir o kadar derinden etkileyen adeta tokat gibi çarpan , çeĢit çeĢit baharat kokan öykülerinin bir bakıĢta okunduğu bir Hindistan sundu bana. Her iĢlemeli duvarın yanında rengarenk giyimli bir insan aradı gözüm. Önce ve tüm anlatılan tarihlerde bu nedenledir ki sareler içindeki kadınlar , çocuklar parıltılı giysiler içinde erkekler canlandı hep bu eski binaların içinde …Gözlerim oya gibi iĢlenmiĢ oymalı pencere kenarlarında onları hayal etti. Gerçeküstü kurgulanmıĢ yaĢam sahneleri gibi adeta bu yüzyıla ait değilmiĢcesine gördüklerim duyduklarım ama bir o kadar da gerçek. Zaman zaman can yakan, insanı adeta donduran bu görüntülerin bu kadar rengarenk olması da Hindistan‟ ın yaĢattığı bambaĢka bir Ģok. Okumak yeterli değil, çok içine girmek çok fazla dokunmak gerekli öyküleri derinlemesine anlamak için. Kahvem elimde binlerce metre yükseklikte dönüĢ yolculuğunda yaĢadıklarım gerçek miydi dercesine gezdiğim yerleri tek tek hatırlamaya çalıĢarak ve illaki içine ressamların elinden çıkmıĢcasına rengarenk insanları yerleĢtirerek düĢünüyor da düĢünüyorum. Biri hariç, gezdiğim gördüğüm o kadar çok yer içinde nedense rengarenk sarler içinde gezi ca Fotoğraf : Reyhan Türk arkadaĢlarımın arasında ve o kadar kalabalık içinde dahi mağrur ama illaki yalnız ve tek renk bembeyaz kaydetti gözlerim TAJ MAHAL „ı. Gözlerim bir onun yanına yakıĢtıramadı rengarek giysiler içinde insanları ona bir kimlik isim aradı durdu. Uzun uzun baktı Fotoğraf : Yelda Baler gözlerim bakıĢlarımda kimliğini bulmaya çalıĢtı daha iyi hissedebilmek için ama baĢaramadı diĢi değil erkek değil ama bir Ģeydi dimdik ayakta… Taki binlerce km uzakta arkada bıraktıklarımı düĢünürken birdenbire sisler içinde bir resmine bakarken TAJ MAHAL için „ayın kardeĢi‟ olmalı dedi yüreğim. Yeryüzüne düĢmüĢ ayı göremediğimiz gündüz zamanlarındaki yansıması …Gece olurken ay ile yer değiĢtiren adeta….. Tıpkı ayın doğuĢundaki gibi , hele dolunayın doğuĢunda yüreğiniz bir hoplar ya sonrasında hayranlıkla alamazsınız gözlerinizi iĢte öyle bir Ģey Taj Mahal ile karĢılaĢmak. Sisler içinde gizemli mi gizemli tılsımlar yayıyor ay ıĢığı gibi etrafına adeta konuĢurcasına sessizce ..Öyküsü yaydığı tılsımlarda bastığımız dokunduğumuz bembeyaz mermerlerde rengarenk çiçeklerinde gizli. Herkesin kendi öyküsü ile bir yerinde mutlaka kesiĢtiği, ĠĢte bir gezi daha bitti ama diğerlerinden çok farklı deldi geçti derinden… ca ca Esasında herĢey Aralık 2009‟da baĢlamıĢtı. Hayatımın sadece iĢ ve iĢin getirdiği stres döngüsünden çıkararak kendime de zaman ayırmak ve kendime yeni bir hobi edinmek üzere “Kankam” ile birlikte gitmiĢ olduğumuz fotograf kursunun bitiminden hemen sonrasıydı. YanlıĢ hatırlamıyorsam, ġeb-i Arus‟a bir hafta vardı. Hem fotograf hobisini uygulamaya geçmek, hem de kırk yaĢ arifesine girerken artık hayata daha fazla zaman ayırma kararımın bir sonucu olarak gezmeyi de hobi olarak kabul etmiĢtim. Bunun sonucu olarak, o akĢam birden ġebnem‟e “Hadi ġeb-i Arus‟a gidelim” dedim. Gezi dendiğinde dünden hazır olan ġebnem‟de hemen “Tamam gidelim” dedi. Birkaç seyahat acentasını aradık; ya istediğimiz tarihe yer yoktu; ya da kafamıza yatmadı. Sonra birden o güne kadar birçok kere mail aldığım ama bir kere bile programına katılamadığım Zayende aklıma geldi. Aradım; ilk defa telefonda da olsa tanıĢtığım Yelda ile konuĢtuk. Yer vardı ve okeyleĢtik. Böylece Zayende ve Yelda ile hem ilk tanıĢmamız hem de ilk turumuz oldu. Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan HANGĠ HĠNDĠSTAN? Yazı : Deniz Reha Özilhan YaklaĢık 10 yıl önce ilk defa uzakdoğuya gitmiĢtim. O zamanki rotamız, Singapur, Pataya ve Bankok idi. “Küçük Amerika” Singapur‟u, seks ticareti ile ünlü Patatya ve Bankok‟u görüp yaĢadıktan sonra, “Benim için Uzakdoğu bitmiĢtir; bir daha gelirsem sadece Japonya‟ya gelirim” demiĢtim. Yani bir nev‟i uzakdoğuya bir daha gitmeye tövbe etmiĢtim. 12-21 Kasım 2010 tarihleri arasında yapmıĢ olduğumuz Hindistan- Kathmandu gezisi sırasında bu tövbem aklıma geldiğinde kendi kendime “nasıl oldu da ben buralara tekrar geldim” diye sormadım dersem yalan olur. ca Neden anlatıyorum bunları; çünkü o gezide Yelda ilk defa Mart-Nisan 2010‟da yapacakları HindistanNepal turundan bahsetmiĢti. Zaman olarak katılmamızın mümkün olmadığını söyleyince de, Kurban Bayramı‟nda daha kısa bir tur olabileceğini söylemiĢti. Uzakdoğu‟ya tövbe etmiĢ olan ben, her ne hikmetse ve her nasılsa orada kalkıp Yelda‟ya “eğer böyle bir tur olursa, kesin katılacağımızı” bir çırpıda söyleyiverdim. Bugün dahi neden böyle bir karar verdim bilmem. Belki Zayende ve Yelda ile ilk yapmıĢ olduğumuz turun ve o tura katılanların sıcaklığı, belki Yelda‟nin ballandıra ballandıra anlatması bilemiyorum ve bilemiyeceğim de. Elbette bu durum yıllardır Hindistan ve Nepal‟e gitmek istediğini söyleyen ve her seferinde benden veto yiyen ġebnem‟i ĢaĢırtmıĢtı ama benim ĢaĢkınlığım da ondan az değildi. Aradan aylar geçti, hem de su gibi akıp gidercesine… Tüm hazırlıklar, rezervasyonlar, tanıĢmalar, 27 kiĢilik turda 5 erkek olduğumuzu duymanın doğurmuĢ olduğu kaygılar derken bir de baktık ki; Fotoğraf : Serpil Egi gitme günü gelip çatmıĢ ve ben kendimi Facebook‟taki sayfama “Tomorrow is the day to begin the journey for the country of the mystism: INDIA” yazarken bulmuĢum. Böyle yazdım; çünkü öyle olacağını düĢünüyordum. Neden mi? Bilmiyorum belki az da olsa okuduklarımdan, Yelda‟nın maillerinde detaylı olarak ve ballandıra ballandıra anlattıklarından ya da belki duyduklarımdan… Ama sonuçta öyle hissettim ve yazdım. Bugün geziyi tamamladıktan sonra aynı Ģeyi yazar mısın diye soracak olursanız; cevabım KESĠNLĠKLE “HAYIR” olacaktır. Neden mi? Bunun için orada gördüklerimi sizlerle paylaĢmam gerekir herhalde. Dilim döndüğünce anlatayım o zaman… Öncelikle hızlı bir tempoda yapmıĢ olduğumuz gezimizin Hindistan ayağında, Agra, Jaipur ve Varanasi‟yi gezdik. Bu üç Ģehirde de tanık olduğumuz olaylar ve yaĢamlar hemen hemen birbirinin aynıydı. Belki Varanasi‟yi bundan biraz hariç tutabiliriz; oradaki hayatlar, diğer Ģehirlerde gördüklerimizi daha bir yoğun ama daha bir farklı boyutta yaĢıyorlardı. ca ca Bu Ģehirlerde göze ilk çarpan Ģey, bizim buralarda adına trafik denen ama oralarda tam anlamıyla yaĢanan bir kaos niteliğindeki taĢıt ve yaya hengamesiydi. Bir ülke düĢünün ki; trafikteki araçların arkasında ve yaya hengamesiydi. Bir ülke düĢünün ki; trafikteki araçların arkasında “lütfen kornaya basın”, “PLEASE HORN” yazıları var. Esasında bu yazıya da pek gerek yok, çünkü trafikte yer alan tüm unsurlar, kendi yapılarına uygun bir Ģekilde doğal bir dürtü olarak ellerinde mevcut olan tüm enstrümanları (!) kesintisiz olarak kullanıyorlar. Böyle bir gürültü olamaz ve anlatılamaz. Bunu ancak yaĢamak ve gözle görmek gerek. Yollarda sinyalizasyon yok; araçlardaki sinyal malzemeleri ise tamamen süs unsuru olarak aracın üzerindeki diğer abartılı süsleri tamamlayan bir materyal olarak algılanmıĢ ve esas mevcudiyetlerinin amacı doğrultusunda kullanan da yok. Yollarda insan, motosiklet, bisiklet, tuk-tuk, rikĢa ve otomobiller birbirine dolanmıĢ ve kesinlikle birbirlerine yol vermeden bir güruh olarak akıp gidiyorlar. Gerçi kimsenin kimseye yol verme gibi bir huyu ve niyeti de olmadığı için akamıyorlar da, oldukları yerde duruyorlar genelde… Arada birinin diğerine gücü yeterse veya gözünü karartıp ileri atılan olursa onun sayesinde biraz ilerleme oluyor. Ama size, bütün gezi boyunca bizim ülkemizde bir günde gördüğümüz kaza kadar dahi kaza görmedik; hatta hiç kaza görmedik dersem ĢaĢırmayın. Gezinin Hindistan ayağında görmüĢ olduğumuz Ģehirlerin hiç birinde kaldırım yoktu. Ġnsanlar, araçlar ve kutsal(!) hayvanlar hep beraber aynı yoldan yürüyor veya gidecekleri yerlere gidiyorlardı. Kutsal hayvanlar demiĢken, biraz da onlardan bahsetmek gerekiyor. Çünkü adım attığınız her yerde onlara rastlıyorsunuz ve onları bir dakika bile unutmanız mümkün değil. Evet hayvanlar diyorum, çünkü çoğunluğun bildiği gibi sadece inekler kutsal değil Hindistan‟da fareler ve maymunlar da kutsal. Fareler kutsal olduğu için Fotoğraf : Deniz Reha Özilhan kedi yok koca ülkede. Bu hayvanlar o kadar kutsal ki değil zarar vermek nerdeyse dokunmak mümkün değil. Onlara dokunmaktansa, onların size zarar verme ihtimallerine karĢın sizi uyarmayı tercih ediyorlar. Örneğin maymunların ya da daha doğru bir ifade ile babunların yoğun olduğu bir yerde, “Sakın elinizde yiyecek bir Ģey olmasın”, “Elinizdekileri sallamayın” gibi uyarılar duyuyorsunuz. DüĢünün ki; bu maymunlar zaman zaman küçük çocukları kaçırıyor ama tedbir almak yok; çünkü maymun kutsal. Ġnsanlar açlıktan ölüyor; ineklere dokunulmaz çünkü inek kutsal. Ama bu kutsallık nasıl bir kutsallıksa, kutsal inekler çöplüklerde naylon poĢet yiyorlar…. Ġnsanların bu kutsal hayvanların arasında, onların pislikleri ile dolu yollarda çıplak ayakla yürüdüğünü görüyorsunuz. Bırakın bu pislikleri temizlemeyi, hatta o kutsal hayvanlardan geri kalmazcasına yolun ortasında bir kadının ihtiyaç giderdiğini, yürümekte olan bir adamın birden dönüp bir duvar dibine def-i hacet etmeye baĢladığını görebiliyorsunuz. Bu tür durumların olağan karĢılandığı bir yerde yolların kenarında öbek öbek kurutulan tezeklerin varlığını da görmek çok ĢaĢırtmıyor insanı… ca Esas önemlisi insanları içinde bulundukları fakirlik veya daha doğru tabiri ile sefalet ve daha da ürkütücü olanı bu sefaleti kabulleniĢleri… Elbette bu kabulleniĢ kendi baĢına olmuyor. KAST sisteminin yerleĢmiĢ, katı sınıflandırması altında ezilen çoğunluk, bizde kader denen oralarda döngü denen bir anlayıĢla kabullenip, yaĢıyor ve bu hayatı tamamlamaya bakıyor. Çünkü reenkernasyonun bir sonucu olarak bir sonraki döngüde daha iyi bir hayat yaĢama umudu var. Yani, yaĢadağı bu hayattaki koĢullarını değiĢtirmeye çalıĢmak veya daha iyi bir hayat yaĢamak için çabalamak yerine, bunu kabullenip mevcut sefalet koĢullarında yaĢayıp ömrünü tüketmek ve dünyaya bir sonraki geliĢinde daha iyi bir hayat yaĢamayı beklemek… Diğer tarafta, bir yanda yakılan ölülerin küllerinin atıldığı, diğer yanda hayvan leĢlerinin yüzdüğü kutsal Ganj‟da akĢam yapılan kutsama sonucunda, insanların mikroplardan arındırıldığına inandırıldığı Ganj‟da ertesi sabah yıkanmaları, yüzmeleri ve Ganj‟ın suyunu içmeleri….. Dokuz gün boyunca belki iki, belki üç hastane gördüğümüz, bir kere bile ambülans görmediğimiz, birkaç tane eczaneye rastladığımız bir milyar yetmiĢ milyon nüfuslu bir ülke, bir yandan yukardaki gibi yaĢayan insanların ülkesi olurken, diğer yandan da uzaya uydular gönderen, ilerlemiĢ ilaç sektörü ile dünyaya kafa tutan, ABD‟deki Silikon vadisi benzeri bir oluĢum ile dünyanın neredeyse tüm biliĢim hizmetlerini karĢılayan bir ülke… televizyonu açtığınızda gördüğünüz Avrupavari görünüm ve kıyafetler içerisindeki beyaz(!) Hintlileri sokakta göremediğiniz bir ülke…Nepal Kathmandu‟ya gittiğinizde, tüm hava kirliliğine, keĢmekeĢe ve fakirliğe rağmen, Avrupa‟ya gelmiĢçesine modern bir ortama girdiğinizi düĢünmenize sebep olan bir ülke… Birlikte gezdiğimiz arkadaĢlarım belki benim bu düĢüncelerimi paylaĢmıyor olacaklar, belki benim oradaki duygu yoğunluğunu algılayamadığımı ve belki de çok mantıksal yaklaĢtığımı düĢünebilirler de.. Saygı duyarım. Ama bence o topraklarda doğan öğretilerin veya inançların amacı insanların bu koĢullarda yaĢamasına sebep olmak değildi. Ġnsanların umutsuzca ömürlerini tamamlayıp bir sonraki yeniden doğuĢu beklemelerini sağlamak da… Benim gördüğüm tüm bu öğretilerin ve inançların, kontrol edilemez bir nüfus yoğunluğunun yaĢandığı ülkede, insanların daha iyi ve daha güzel bir yaĢamı talep etmesini ve dolayısıyla da bu amaçla talepte bulunmasını engellemek için kullanıldığıdır. Belli bir kesimin tüm bu öğreti ve inançlara rağmen her nedense bugünkü hayatı yaĢamalarına karĢı, toplumun geriye kalan büyük kesimi ise bir sonraki hayatta onların yerini alabilmeyi umarak bugünkü hayatlarını bir an önce tamamlamayı bekliyorlar. Adı ister din olsun, ister öğreti veya isterse inanç olsun, insan aklı ile birlikte yer almadığında uyuĢturucuların en tehlikelisi ve hatta ölümcülü olabiliyor. Bizdeki kadercilk anlayıĢı da benzer değil mi? Biraz abartıldığında her Ģey Allah‟tan beklendiğinde ve hiçbir çaba gösterilmediğinde varılacak olan sonuç sizce farklı mı olacaktır? Ben bu gezi de mistik bir ülkeye değil, ama miskinleĢtirilmiĢ bir ülkeye gittiğimi düĢünüyorum. Nirvana‟ya ulaĢtım mı bilmiyorum. Ama ulaĢtıysam da onların dediği veya beklediği Ģekilde değil. Gönlümün ve beynimin bir kısmı o insanlarla ve o insanların yaĢam koĢullarına takıldı kaldı. Çünkü onlar da insan, tıpkı bizim gibi…Suçları ne? Sadece Hindistan‟da doğmak… Peki niye onlar orada doğdu ve biz burada doğduk? Sadece kader deyip geçecek miyiz? Yoksa biz de bir önceki hayatımızda o koĢullarda yaĢadık; döngümüzü tamamlayarak bugünkü hayatımızı yaĢamaya mı hak kazandık? Yoksa bugünkü hayatımızı yaĢadıktan sonra eğer gerektiği kadar iyi olmazsak ve hayatta yapmamız gerekenleri yapamazsak, ceza olarak bir sonraki hayatımızda onların yerine o hayatı biz mi yaĢayacağız? Ne dersiniz? Sizce hangisi????? ca Fotoğraf : YeĢim Tetik HERġEYE RAĞMEN BĠR GÜLÜMSEME Yazı : Yeliz Ayral Hijyen mendillerim ve jellerimle 11 saat uçak yolculuğundan sonra nihayetinde Delhi'ye gelmiĢtik. Delhi havalimanına vardığımızda temizliği karĢında ĢaĢkınlığımı gizleyememiĢtim. Çünkü, Hindistan'a gideceğime karar verdiğim zaman çevremden oldukça tepki almıĢtım. “Gidecek baĢka ülke mi kalmadı?”, “Pis Ģehir…”, “Hastalık kaparsın” gibi sözler… Özellikle de annem uçağımın kalkacağı güne kadar gideceğime inanmamıĢtı. Temizlik tutkumu bildiği için Hindistan‟a gideceğime ihtimal vermiyordu. Benim Hindistan-Nepal turunu tercih ca etmemdeki en büyük neden ise hemen hemen tüm Avrupa kültürlerini biliyordum. Hiç bilmediğim bir kültüre yolculuk yapmak istememdi. Havalimanında bizi bekleyen rehberimiz Viki, sarı çiçeklerden yapılmıĢ kolyelerle bizi karĢıladı ve onlar için lüks bizim için Fotoğraf : Reyhan Türk külüstür otobüsle yola koyulduk. Delhi' den Jaipur'a doğru sabahın ilk ıĢıklarında ilerlerken yoldaki görüntüler beni birden birkaç yüzyıl geriye, sanki Ortaçağ‟da çekilmiĢ bir filmin içine götürdü. Baraka evler, evlerin hemen ön kısmında kare Ģeklinde tuğla ile örülmüĢ küçük bir havuz ve içinde yıkanan insanlar, taĢlarla çamaĢır yıkayan kadınlar... Akıl almaz fakirlik görüntüleri. Tüm bunlara rağmen yüzlerinde bir gülümseme… Bu görüntüleri göreceğimi tahmin etmiyordum; evet, temiz olmadıklarını duymuĢtum ama ekonomilerinin iyi olduğunu ve buradan çok fazla ihraç gönderdiklerini biliyordum. Ekonomileri düzelmiĢse yaĢam standartları da yükselmiĢtir kanısındaydım. Oysa standartlar ülkenin çok küçük bir bölümü için yüksekti . Bu görüntülerden sonra rehberimizden gördüklerimin bir teyidini istedim. “Ġnsanlar bu havuzlarda mı yıkanıyor?” diye sordum. “Evet biz hayvanlarla birlikte yıkanırız, çünkü o da bir canlı” cevabını almıĢtım ki arkadaĢlardan biri otobüste fare gördüğünü söyledi. Rehberimiz “Fare “good luck” (iyi Ģans) anlamına gelir” dedi. Bu arada Hindistan sınırları içinde yolculuk yaparken uyuma Ģansınız yok. Çünkü Hindistan da arabalarda sinyal sistemi iĢlemiyor! Onun yerine arabaların üstünde “Horn Please” (Lütfen korna çalın) Ģeklinde bir uyarı da var. ÇeĢit çeĢit korna sesleri içinde pembe Ģehir olarak da bilinen Jaipur‟daki otelimize varıyoruz. Jaipur‟da sabah çok erken renkli boyalarla süslenmiĢ fillerin üstünde Amber Kale‟sine çıkıyoruz. Tepeye çıktığımızda Maotha gölü ve onu çevreleyen kalenin surlarıyla muhteĢem bir manzara ile baĢ baĢa kalıyoruz. Buradan ayrıldıktan sonra gökbilimci Sawai Jai Singh II‟nin yaptırdığı Jantar Mantar'ı geziyoruz. Rasathanede yıldız yörüngeleri izleniyor, güneĢ ve ay tutulmaları da hesaplanıyor. Jaipur‟da ġehir Sarayı ve Hava Mahal de gördüğümüz yerler arasında. Mihrace'nin saray kadınlarının sıkılmamaları için Ģehrin en iĢlek meydanına inĢa ettirdiği aslında iki katlı, dıĢarıdan bakılınca beĢ katlı görülen bir yapı, Hawa Mahal. Ön cepheye tırmanırken küçük küçük pencerelerden dıĢarıyı izlemek mümkün. Saraydaki gezimizi bitirdikten sonra ertesi gün gideceğimiz Tac Mahal için sarilerimizi almak üzere Hava Mahal'in etrafındaki kumaĢ satan dükkanlara atıyoruz kendimizi. Uzun pazarlıklardan sonra sarilerimizi alıyoruz. YanlıĢ anlaĢılmasın, Tac Mahal‟de sari giyinmek mecburi değil ama gezimizi düzenleyen Yelda Baler Tac Mahal‟in hakkını vermek için böyle olmasını istiyor. Ve Agra'ya doğru fareli (yani ĢanĢlı) otobüsümüzle (ayaklar havada tabii) yol alıyoruz, renk cümbüĢü sokaklar ve korna sesleriyle... Nihayet dünyada aĢk için yapılmıĢ tek eser olan Tac Mahal'e varıyoruz. Tac Mahal, ġah Cihan'ın 14üncü çocuklarını dünyaya getirirken hayata veda eden eĢi Mümtaz için yaptırdığı yapılmıĢ bir anıt. Beyaz bulutların içinde bembeyaz bir anıt olan Tac Mahal hayaller ülkesinde olduğumuz hissini veriyordu bize. ca Manzaranın eĢsizliği karĢında bir çok yol arkadaĢım gözyaĢlarını tutamadı yüzyıllar önce yaĢanmıĢ AġK, biz modern (! ) insanları yokluğuyla derinden etkiledi. Etrafımızdaki meraklı yerel halkın yüzümüzde patlattığı flaĢlar, düĢler ülkesinde değil gerçek dünyada olduğumuzu hatırlatıyor bize. Tac Mahal'in oymalı kapılarından içerideki karanlık ve sessizliğe kendimizi atıyoruz. Ġçeride de dıĢarıda da ıĢıklandırma yok, sanırım hala o günkü matem havasını bozmak istemiyorlar. ġimdi de rotamızı Kutsal Ģehir Varanasi‟ye çeviriyoruz. Burası, gittiğimiz Ģehirler içinde en kirli olanıydı. Sanırım bu pisliğin ve sefaletin temelinde Hinduizm dininin 2 önemli özelliği ''reenkarnasyon'' (ruhun bir bedenden diğer bir bedene geçmesi) ve ''Kast'' sistemi var. Hinduizm‟e göre insanların sakatlıkları, hastalıkları ve fakirlikleri bir önceki hayatlarındaki yaptıkları hataların sonucudur. Bu hayatta ceza çekmeyi hak ettiklerine inanırlar ve cezalarını çekerler. Öldükten sonra bir baĢka bedende tekrar can bulurlar. Bu kural bütün canlılar için geçerlidir aslında. Kendi döngüsünü tamamlayan canlı bir üst canlı türüne geçebilir. Yani insan olarak doğabilmek için önce hayvan döngüsünü tamamlamak gerekir. Hinduizm‟de halkı birbirinden ayıran kast sistemi dört sınıftan oluĢur. Kast sistemine göre aĢağıdan yukarıya din adamlığına kadar yükselebilirler. Bisiklet rikĢalara binip eğlenceli bir Ģekilde kutsal nehir Ganj'a doğru ilerliyoruz. RikĢadan nehrin yakınındaki bir yerde iniyor ve maymunlar, köpekler tabii ki inekler arasından ilerliyoruz. Sokakta yürürken kafanıza bir fare bile düĢebilir. Hiç birimizin baĢına gelmese de, bizdeki kuĢ pislemesi onlarda kafaya fare düĢmesi gibi iyi Ģans anlamında. Meydandaki kısa yürüyüĢümüzün ardından tütün kokusu gibi bir koku burnumuza yerleĢmiĢti. Kıyı boyunca ilerleyince Ganj nehrindeki ghat‟lardan birinde (Ghat, Ganj‟a inen basamaklar) ve yakılan ölü bedenlerin arasındaydık. Bizi yaĢamdan alıp ölümü hissettiren bir atmosfer içine girmiĢtik, alevlerin Fotoğraf : BaĢak Güçlü Fotoğraf : Cenk Doğru sıcaklığı ve sandal ağacı kokusu her taraftaydı. Ölülerin kötü kokmaması için sandal ağacı veya tozu kullanılıyor. Ganj nehrindeki akĢam ayinine katılmak üzere yapraktan yapılan içine çiçeklerin konduğu minik kaseleri ve mumlarımızı alıp sandal'a biniyor ve dileklerimizi ilahiler, çan sesleri ile Ganj'ın sularına bırakıyoruz.Yüzlerce mum Ganj‟ı aydınlatıyor. Buradan ayrıldıktan sonra Varanasi'nin küçük labirent sokaklarında kayboluyoruz. Bu arada Hindular için burası kutsal olduğundan çıplak ayakla gezen insan sayısının çok fazla olduğunu öğreniyorum. Motor rikĢamıza binip Varanisi‟nin kalabalık sokaklarında bir ineğe bir arabaya hafifçe dokunarak kornalar eĢliğinde heyecanlı bir yolculuk sonrasında otelimize varıyoruz. Bunca kalabalığa hengameye karĢın kimse kimseye sesini yükseltmiyor. Sabah gün ağarmadan yapılacak ibadetleri izlemek üzere erkenden kalkıp nehre doğru ilerliyoruz. Sabahın erken saati olmasına rağmen etraf çok kalabalık. Ġnsanlar günahlarından arınmak için Ganj'a akıyorlar. Biz de peĢlerinden sandalla Ganj nehrine açılıyoruz. Ve güne ve Ganj Nehrine, ca kutsal banyolarını yapanlar, çamaĢırlarını yıkayanlarla birlikte “merhaba” diyerek baĢlıyoruz. Bu bana Doğu'nun mistik, açıklanamaz, anlaĢılması zor, tarifi imkansız ritüellerinin Batı‟dan çok farklı olduğunu bir kez daha kanıtlayarak iç huzuru bulmama yardımcı oluyor. Bu arada Ganj nehrinin mikrop barındırmadığına inanıyorlar ki baĢka türlü, o renkte bir sudan sağlam çıkmaları da mümkün değil. Hinduların kutsal Ģehrinden ayrılıp Budistlerin kutsal tapınaklarını görmek için Katmandu'ya doğru yol alıyoruz. Fotoğraf : Yelda Baler GösteriĢsiz Katmandu havaalanında baharat kokuları eĢliğinde vize almak için kuyruğa girdik ve uzunca bir bekleyiĢin ardından vizelerimizi aldık. UNESCO tarafından dünya kültür mirası ilan edilmiĢ Tibetli Budistlerin hac yeri olan Bouddhant'a gidiyoruz. Ortada kocaman devasa bir stupa. Kubbe Ģeklinde bu yapının üzerine doğru uzanan kulenin etrafı BUDA'ın gözleriyle çevrili hatta bu gözlerden Buda'nın sürekli insanları izlediğine inanıyorlar. Kulenin üstünden aĢağıya doğru rengarenk dua bayrakları asılı. Bu bayraklardaki duanın rüzgarla çevreye yayıldığına inanıyorlar. Ayrıca stupa'nın etrafındaki silindir Ģeklinde üzerinde dualar yazan çarkları da çevirdiklerinde etrafa dualar yayıldığına inanıyorlar. Üzerlerinde yazan “Om Mani Pad Me Hum” (Lotus çiçeğinin içindeki mücevher) duası ile kiĢinin sevgi ile konsantre olmasına ve etrafındaki pozitif enerjiyi kalbinde hissetmesine yardımcı olduğunu düĢünüyorlar. Nepal‟de gece gündüz tüm sokak ve caddelerde bu ezgiyle geziyorsunuz. Fotoğraf : Yelda Baler Bu arada Stupa dua etmek ve tavaf amaçlı bir yapı ve içine girilmeyen Budist tapınağı. Stupalarda Buda'nın gömülü olduğuna ya da ona ait bir emanetin bulunduğuna inanıyorlar. (Budizm‟de ölüler gömülüyor) Budistler stupa'nın etrafını saat Ģeklinde tavaf ettiklerinde dileklerinin kabul olacağına inanıyorlar. Bouddhant'ın çevresinde alıĢveriĢ yerleri ve cafeler var. Biz de Stupa'nın çevresindeki cafelerden birine oturup öğlen yemeğimizi yedik. Burada böyle özel bir mekanda yemek yediğimiz için kim bilir belki biz de kutsanmıĢızdır. Ardından Katmandu‟nun tepesinde bulunan “Swayambunath” (kendiliğinden yaratılmıĢ anlamında) tapınağına gidiyoruz. Bu tapınağı maymunlar evleri gibi kullandığından buraya “Maymunlar Tapınağı” da diyorlar. Tapınağa 365 basamakla çıkılıyor. Basamakların her biri ayrı bir günü temsil ediyor. ca Ama biz zamandan kazanmak için otobüsümüzle buraya çıkıyoruz. Tapınağa varınca sizi öncelikle seyyar satıcılar, dilenciler ve tabii ki tapınağın ev sahipleri maymunlar karĢılıyor. Maymunlarla göz göze gelmemeye çalıĢıyorum. Biliyorum ki gözlerim maymunun gözlerine değince felaketim olacak (!). Avluya vardığımızda bizi stupalar, her yeri gören Buda'nın gözleri ve dua çarkları “Om Mani Pad me Hum”, dua bayrakları ve etrafta mum yakıp ibadet eden insanlar karĢılıyor ve bu tepeden Katmandu vadisi ayaklarınızın altında… 10 dakika sonra Thamel e varacaksınız dedikleri için biz de zorlu bir Ģekilde yürüyerek Thamel meydanına varıyoruz. Zorlu bir Ģekilde yürüdük çünkü ara sokaklarda rikĢalar, motor rikĢalar üzerinize üzerinize geliyor ve elektrikler kesik, kaldırım yok motosikletlerin farları yüzümüze vurduğunda kaçacak yer arıyoruz. Neyse ki Thamel'e yarım saatten fazla bir süre sonra vardık.Ve meydandaki kısa bir alıĢveriĢten sonra Nepal gecelerine katıldık. Eski Rock‟n Roll parçalarıyla hem yemeğimizi yiyip hem de dans ġimdi de diğer UNESCO Dünya Kültür Mirası‟‟ndaki Katmandu'nun en büyük Hindu tapınağı olan Pashupatinath'a doğru yol alıyoruz. Pashupatinath'i iki katlı altın çatısı ve gümüĢ kapısı olan tapınak Ganj nehrinin bir kolu olan Bagmati nehri kenarında kurulmuĢ (Nepal halkının %80'i Hindu.) Ġçeride birden fazla tapınak var. Yalnız bu tapınakların içine Hindular‟dan baĢka kimse giremiyor. Orada ben Hindu oldum deseniz de onlar için Hindu olunmaz, Hindu doğulur. ettik. Ardından müzik bitince bizde restoranı Türk restoranına çevirip Türkçe parçalar söyleyerek Nepallileri oynattık. Gecenin ardından Katmandu‟nun karanlık sokaklarında bir taksiyle pazarlık edip otelimize geri döndük.Sabahın çok erken saatlerinde kıymetini bilmediğimiz Türkiye'ye dönmek üzere Delhi'ye gittik. Hindistan ve Nepal gezisi büyük Ģehir hayatı koĢturmasında unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz ve en önemlisi ne kadar zengin olduğumuz ve hala beğenmediğimiz hayatlarımızın ve beklentilerimizin ne kadar yüksek olduğunu gösterdi. Çesitli kokularına, temizlik anlayıĢının fakirliğine, insanlarının yokluk içinde varolabilme mücadelesiyle biz yabancılara sahip olduklarımıza bir kez daha Ģükretme firsatı sundu. Etrafımdaki onca insanın söylediği “pis yerler, sakın gitme” sözlerine inanmayarak, iyi ki bu yolculuğu yapmıĢ ve iyi ki bu güzel ülkeleri tanımıĢım. ca Fotoğraf : AyĢe Emengen Fotoğraf : Reyhan Türk Bir sonraki durağımız Güzel Sanatlar Ģehri olan Patan'a yol alıyoruz. Tipik Uzakdoğu mimarisine sahip Ģehrin planı geçmiĢe bir yolculuk yapıyormuĢsunuz hissini veriyor. Patan bizi geleneksel dokusu bozulmamıĢ meydanı ile karĢıladı. Meydandaki yapıların hepsinin ayrı bir mitolojik hikayeleri varmıĢ bana en ilginç geleni ise Kral Yoganarendra malla heykeli'nin üstündeki güvercinin bir gün uçacağına inanmalarıydı. Ġnançlarına göre güvercin uçtuğu zaman dünyadaki savaĢlar ve felaketler sona erecekti. Onlar güvercinin uçmasını beklerken biz de Durbar Meydanına gitmek için otobüsümüze biniyoruz. Otobüsümüz Durbar meydanına yakın bir yerde bizi indiriyor. Buradan Thamel'e ulaĢmak için bayağı çaba sarf ediyoruz. Çünkü burada grubu kaybediyoruz. 3 arkadaĢ sora sora Bağdat bulunur misali yollara çıkıyor. Ama sorduğumuz kiĢiler hep ca ca ayırt edilemeyen ağır kokular en güzel çiçekler en içten dualar bir ordan bir oraya koĢuĢturan fark etmez hangi kastan olduğu herĢeye rağmen titrek mum ıĢığıyla ruhu okĢayan mistik nameler tekrar tekrar arınacak hepsi ıĢıl ıĢıl hepsi süslü belleklerden silinmeyecek ne çok insan var ne çok bu topraklarda insanlar hayvanlar yollar düĢünün bilemedim öncelik hangisinin Yazı : YeĢim Tetik ne fark eder döngünün içinde bir hayvan bir insan belki bir çiçek yollar düĢünün korna basmaktan baĢka bir kuralı olmayan bol süslü teneke misali kamyonlar bisiklet riĢkalar motorlu riĢkalar tıklım tıklım son sürat ganesh‟e emanet taĢıt yolu neresi? yaya yolu neresi? acı acı kornalar yolların dayanılmaz melodisi karınca misali ca Fotoğraf : YeĢim Tetik insan hayvan yığınları içimi ürperten mahĢer misali hepsi bir hayal mi, gerçek mi? karmasını yaĢamakta yaĢam ölüm iç içe var olmanın acısını kabullenerek huzur burda tüm bu karmaĢanın içinde mi? ta ki nirvanaya ulaĢıncaya dek sonun baĢlangıcı gibi onun yeri ki varanasidir ganj kutsalın kutsalı bedenin son ruhun ilk durağı rengi toz toprak gatlar renksiz ruhların bedenlerin kiriyle ama delhi‟den jaipur‟a jaipur‟dan agra‟ya ganesh‟in koruyucu faresi okullu çocuklar göz ucuyla gördüklerim o sistem ki tozun toprağın içinde mantığın asla kabul edemediği pırıl pırıl parlıyorlar insanlığın bitip geldiği son nokta kimbilir gölgesine bile dokunulamadığı var olmak ya da olmamak belki bir gün onlar baĢarabilir bilemedim gölgelere dokunabilmeyi teneke misali otobüsümüzde herĢeye rağmen red fort yol boyunca baraka misali kulübelerden fıĢkıran kırmızı taĢından almıĢ adını hafızalardan silinmeyecek hayat fotoğraf karaleri her sabah insan manzaraları ellerinde diĢ fırçası diĢ firçalayanlar genç yaĢlı çoluk çocuk rengarenk ca tertemiz üniformaları düzgün taranmıĢ saçlarıyla al al duvarları gösteriĢli mi gösteriĢli geleni de gideni de çok yereli bizim gibi misafiri hapsediyoruz birbirimizi fotoğraf karelerine ne de olsa hawa mahal jantar mantar kazıyoruz zihnimize kadınların dıĢarıya acılan penceresi yıldızlar gezegenler burçlar fotoğraf karelerimizle burda da kadının adı yok pembe Ģehir jaipur yollar çarĢı pazar farklı yüzler onlar bizi biz onları zaman durmuĢ burda fil sırtında ağır ağır çıkıyoruz amber kalesine ipekler kaĢmirler taĢlar ölesiye pazarlık ve gezginlerin koruyucusu inmiĢ jaipur‟un orta yerine dolandım burcum aquarius‟un evinde yollar yine yollar sağım solum rengarenk insanlar karanlık hayatlar düĢmanı sersemletip kaçırtan savaĢ nameleriyle karĢılanıyoruz sayısız tanrılar irili ufaklı rengarenk aniden aydınlık tek tek fethediyoruz kaleyi Ģiva parvati kriĢna dantel misali taç mahal kıyısıyla köĢesiyle ama en çok sevdiğim Yine Ganesh aklımda kalanlar aĢkın abidesi kayboldum aĢkın yolunda om mane padme hum dilimden düĢmez oldu katmandu‟da lotus çiçeğinin içindeki mücevheri çiçek çocuklarını aradım tamil‟in keĢmekeĢ daracık sokaklarında kimileri el ele canlandırmakta 68 ruhunu atmosferi kuĢatan mantranın büyüsü buda‟nın herĢeyi ve heryeri gören gözlerinin sıcaklığı dolandım Ama tapınaklar diyarı varamadım huzuruna swayambunath bodhnath ca ve güzel sanatlar Ģehri patan'ı kulağımda tek bir mantra om mane padme hum simgesi hala elimde Ģiva'nın evi pashupatinath uğurlandı yanan bedenler özgürleĢti ruhlar Fotoğraf : Yelda Baler kutsal bagmati‟nin sularında buralara gelen bir daha gelirmiĢ davetini çoktan aldım HĠNDĠSTAN Nisan 2010 Zayende Gezginleri bulutların üstündeki himalayaların ve zirvelerin zirvesi everesti‟in ca Fotoğraf : Yelda Baler ca Fotoğraf : Reyhan Türk Katmandu da Bagmati Nehri'nin kıyısında ki Pashupatinath tapınagında çektim bu fotoğrafı. Gezdiğimiz tüm yerlerin hissettirdiği duyguların aksine ölümün o ağır havası karĢılamıĢtı beni orda. Hani hep uzaklaĢtırırız ya bu duyguyu,bu düĢünceyi kendimizden, hani hiç kimseye yakıĢtıramayız ya bu gidiĢi,hani burda konukluğumuz sonsuzmuĢ gibi davranmayı seçeriz ya, Pashupatinath'ta hissettiklerim öyle değildi. Ġnsanın karĢılaĢmamaya imtina gösterdiği bir durumla burun buruna gelmesi gibiydi. Bir değil bir kaç ölüm vardı ve yakınları kabullenilesi en zor ayrılığı yaĢıyordu acıyla. ."Ah ölüm" diye geçirdim içimden karĢımda yakılan cesetlere bakarken. Yok olmanın son fotoğrafıydı içime yansıyan. Ölümü uğurlamanın türlü Ģekilleri olsada,kimi toprağa, kimi suya,kimi dumana, küle karıĢsa da, hayatın durmadığını, akıp gittiğini,tutamadığımızı haykırıyor her seferinde bize ölüm. Randevusuz gelip,açmadığımız kapılardan giren bir son varken ne çok Ģeyi dert edindiğimi düĢündüm. Kalbimde, beynim de ne çok olmazlar biriktirdiğimi , sürekli bendler kurduğumu akıp giden hayatıma. Bu ömür benimse ve benimle sonlanıyorsa,bedenim,gölgem,sesim, hatta sessizliklerim bile yok oluyorsa benimle beraber, önce ben sarılmalıydım kendime,geriye ne kaldıysa ömrümden sahiplenmeli, yaĢamımı yaĢanacaklar listesinden almalıydım. Pashupatinath'da çektiğim ve gece yatağımda gözlerime takılı kalan bu fotoğrafla tüm karamsarlıkları iteleyerek yepyeni listeler yaptım uzadıkça uzayan. ÖLÜM Yazı : AyĢe ġahin Güçkıran Fotoğraf : AyĢe ġahin Güçkıran ca Büyütecek çocuklarım, Söyleyecek sözlerim, Görecek sevdiklerim, Tutacak ellerim, Yazacak öykülerim, Gidecek yollarım, Çekecek fotoğraflarım, . . Ve her Ģeyiyle yaĢamak istediklerim var daha "ey ölüm". Ben hoĢgeldim hayatıma yeniden,peki ya siz? ca ca KATMANDU 1. Gün: Yolun aktarmaları havaalanları bagajları derken Katmandu‟ya indik. Sarı turuncu çiçeklerle karĢılanıp yerleĢtik otele ve hiç vakit kaybetmeden dolaĢmaya çıktık. Çok karmaĢık bir Ģehrin merkezine gelmiĢtik. Sağlı sollu motosikletler, inekler, ısrarcı satıcılar, yayalar, adım baĢı tapınaklar, rikĢalar arasından ilerlemeye ve izlemeye çalıĢtık. Gördüklerimiz, duyduklarımız, kokular ve tatlar hepsi bize yabancıydı. Yoğun geçti ilk günümüz. Stupaları gördük, sadularla karĢılaĢtık, sakin bir Budist tapınağı (manastır Maha Buda) önünde limonlu çaylarımızı içtik, tekrar kalabalığa karıĢıp çiçekçileri ve satıcıları fotoğrafladık, tapınağın basamaklarında oturup Durbar Marg‟ın kalabalığını izledik. Kötülük tanrısı Galez Kali‟nin renkli kabartma heykelini gördük, kemerinde kafatasları resmedilmiĢti. Korna seslerine tanrıları uyandırmak için çalınan çanların sesleri karıĢıyordu. Ayırt etmeyi öğrendik Budist ve Hindu tapınaklarını. Kasta mandap‟ta Hintli bir kadının “puca” yapıĢını seyrettik. Kumari‟ nin evinin avlusunda oturup güzel bir müzik dinledikten sonra rikĢalarla döndük otele. Yemekten sonra oturup konuĢtuk. En çok nelerden etkilendiğimi sordu Özcan Hoca. Hiç tereddüt etmeden renklerden dedim. “Nasıl renklerden” diye sordular tam anlatamadım demek istediğimi. O toz duman, kötü koyu yapılar, taĢ heykeller, koyu renkli tapınaklar arasında birden bir renk cümbüĢü çarpıyordu yüzünüze ve daha neĢeli daha canlı geliyordu her Ģey o an. Fotoğraf : Yelda Baler Rangiçangi Nepal (Rengarenk Nepal) Yazı : Lütfiye Güreli “Ne güzeldir yollarda olmak Ģimdi” Yeni Türkünün bu Ģarkısını severim. Gezmeyi severim ben, bir yerlere gitmeyi, farklı kültürleri görmeyi, tanımayı, anlamaya çalıĢmayı kısacası yollarda olmayı severim. Aylar öncesinden hazırlanmaya baĢladık. Neler alacağız yanımıza, orada neler yapacağız, nelerle karĢılaĢacağız toplanıp konuĢtuk. Gitmeden dillerinden birkaç kelime öğrenmeye çalıĢtık, kitaplar okuduk, birlikte alıĢveriĢ yaptık ve kimimiz eski arkadaĢ, kimi fotoğraf gezilerinden tanıĢan, kimi ile de ilk defa karĢılaĢtığım 16 gezgin buluĢup yola çıktık. ca 2.Gün: Pashupatinath adlı Hindu tapınağına gittik sabah. Pashupati tanrı Shiva‟nın adlarından biriymiĢ. Burada ölüler Bagmati nehrinde yıkanıp sonra yakılıyor, külleri de nehre atılıyor. Nehirde sular iyice çekilmiĢti. Ölen kadın sarı turuncu giysilere sarılmıĢtı ve çiçeklerle süslenmiĢti, yüzü görünmüyordu örtülüydü. Onu yakacak olan en büyük oğlu (dizilen odunları ateĢe verecekti) tıraĢ ediliyordu ağlarken. Uzaktan izledik bu töreni, Hindu olmayanların girmesi yasak zaten. Her cenaze töreni gibi acıklıydı. Boudhanatha gittik oradan. Ayrı bir dünya gibiydi. Sakin, huzurlu bembeyaz bir tapınaktı. Renkli olan sadece rahiplerin koyu kırmızı cübbeleri, dua bayrakları ve Buda‟nın her Ģeyi gören gözleriydi. Ağzı yok, çünkü tanrılar gözleri ile konuĢurmuĢ. (Üçüncü göz ise iç dünyamızı gözetliyor). Dua bayraklarının beĢ rengi beĢ elementi simgeliyor: kırmızı ateĢ, yeĢil su, beyaz bulut, mavi gökyüzü ve sarı toprak ve bu renkli bayraklar üzerine iyi dilekler, dualar yazılıp asılıyor. Tapınağın çevresini 3 kere dolaĢmak gerekir demiĢ bir Budist rahip. Bu bilgi hemen kulaktan kulağa yayıldı, biz de saat yönünde ilerleyerek sessizce öyle yaptık. Sürekli “om mani pedme hum” sözlerini duyarak ilerledik. Yemek molasından sonra maymunlar tapınağına (Swayambhunath‟a) doğru yola çıktık. Maymunlar tapınağı yüksekte kurulmuĢ, sayısız basamaklar tırmanıyorsunuz ulaĢmak için (bir kitaba göre 365 diğerine göre 398, ben saymadım). Basamakları tırmanarak çıkmak günahlarından arındırırmıĢ kiĢiyi. YeĢillikler arasından çıktık basamakları sağımızda solumuzda maymunlar dolaĢıyordu fazla yaklaĢmadık. Büyük kuĢlar görüp fotoğrafladık. Tepeye ulaĢtığımızda önce renkli Buda heykelleri karĢıladı bizi tavus ve at kabartmaları ile birlikte. Tapınağın üzerinde bakım çalıĢmaları vardı ama Buda‟nın gözleri tüm görkemiyle karĢımızdaydı, üstelik güneĢ alçalmaya baĢlamıĢtı, tamamen altın rengine boyanmıĢtı ortalık. Çevrede birçok hediyelik eĢya satıcısı ve küçük dükkânlar vardı. Çoğu eĢya mercan ve firuze renkliydi. Gün batımı fotoğraflarını çekip otele gittik, akĢam yemeğe davetliydik. Giyinip süslendik yemek için ve çok güzel bir lokantaya yemeğe gittik. Yere oturup önümüze gelen sayısız yemeklerden tatmaya baĢladık, rakĢi içtik biraz. Daal bhat geldiğinde midem isyan bayrağını çekmeye baĢlamıĢtı. Nepal danslarını izledik otele döndüğümüzde ben iyice hastalandım. Ertesi sabah çok erken Himalayaların etrafında uçak gezisi vardı ona katılamayacağım için üzülüyordum çok istiyordum o geziye katılmayı ama yapacak bir Ģey yoktu. ArkadaĢlarım geziye gittiler, döndüler. Onlarla kahvaltıya indim ama tekrar hemen odaya döndüm, sadece uyumak istiyordum. ArkadaĢlarım ziyaretime geldi ya da geçmiĢ olsun dileklerini yolladılar. Sonra onlar Patana doğru yola çıktı onlar ben otelde yattım. Biraz daha iyi hissettiğimde kalkıp eczaneye gittim otele yakındı, iyi olsam 5-6 dakikada yürüyeceğim bir yoldaydı, herhalde 20 dakika sürdü yürümem. ġehrin turistik olmayan bir bölgesiydi ama benim hep görmek istediğim oydu zaten, günlük hayatın geçtiği yerler. Her Ģey ve herkes baharat kokuyordu, çok sıcak bir saatti, hasta olduğum için midir bilmem her Ģey kötü geliyordu bana, midem bulanıyordu. Renkler bile kaybolmuĢtu sanki parlak ıĢıklara ve gölgelere ca dönüĢmüĢlerdi. AteĢimi ölçtüm bayağı yüksekti sonra hep uyudum iyi de oldu. Ġlk gece uyudum mu hatırlamıyorum galiba üĢüyüp kıyafet değiĢtirdim ama sonra geceleri 22:30 da uyanıp 5:30 a kadar uyanık yatmaya baĢladım. O saatten sonra dalsam bile 6-6:30‟da kalk borusu çalıyordu zaten. Odalara göre değiĢiyordu bu kalk borusunun sesi. Bizim oda benim cep telefonumun hafif sesi ile uyanırken, kimi arkadaĢlar uyandırma yazdırıyorlar, otel de ayırt etmeksizin yazdırmayanlar dahil herkesi arıyor, kimileri klasik müzik tonlarını seçmiĢken, kimileri inek obası eĢliğinde uyanıyordu. Patandan erken döndüler çok beğenmiĢlerdi çevre köyleri ve Patanı. Thamel‟e gittiler sonra, oda arkadaĢım Reyhan erken ayrılıp otele döndü beni merak ettiği için. Sonra Nepal yolculuğunun değiĢmez bir faaliyeti baĢladı, bavul yapıp, çanta hazırlayıp yolun o kısmı için gerekli eĢyaları yanımıza alarak diğerlerini geride bırakmak ve yola devam etmek. Fotoğraf : Yelda Baler BHAKTAPUR 4 gün: Otele yerleĢtik ve Ģehri gezmeye baĢladık. Daha sakin bir Ģehirdi burası. Saray meydanını gezdik önce, hamamı gördük (su yok tabii). Çok yaĢlı bir kadın yanına oturmamı iĢaret etti sarılıp fotoğraf çektirdik birlikte. BaĢka bir yaĢlı kadın Nazan‟ın anlına tika yapmaya çalıĢtı, benim yanımdaki çok sinirlendi ve bağırarak kendi dilinde bize ne kadar kızdığını diğer kadının deli veya sahtekâr olduğunu anlattı durdu. Tapınaklar çok etkiledi beni onca fakirlik varken estetiği göz ardı etmemeleri ve sanat ile uğraĢmaları hoĢuma gitti. Tavus kuĢu pencereleri gördüğümüzde Özcan Hoca “Nepal‟in milli bir ağacı ve hayvanı var, tavus kuĢu ve Lali guras” dedi. Lali guras‟ı daha önce duymamıĢtım ama lal ağacı olduğunu tahmin ettim ve birden sanki gördüklerim yerli yerine oturmaya baĢladı. O kırmızılar giymiĢ kadınlar lal ağacının çiçekleriydi, diğer renktekiler tavus kuĢunun tüyleri. Doğu kültürlerinde tavus kuĢu dünyevi meseleleri temsil edermiĢ. Nepal‟de tavus kuĢu tüylerinin o güzel yanardöner renkleri tanrı Ġndra‟nın hediyesi olarak kabul edilirmiĢ. DıĢ görünüĢünün öneminin, kiĢisel gururun simgesiymiĢ bu kuĢ. Ne kadar uygun diye düĢündüm, tüm karĢılaĢtığım Nepalliler süslerine önem veriyorlardı. KarĢılaĢtığımız herkes güler yüzle selam veriyordu bize ellerini birleĢtirerek, önce biz selam verdiğimizde ise çok küçük çocuklar da dahil olmak üzere hemen ellerindeki iĢi bırakıp veya durup onlarda Namaste diyorlardı. (içindeki tanrıyı selamlarım)2 Çömlekçileri dolaĢtık. ġebnem yaĢlı bir kadınla karĢılıklı oturdu, birlikte çömlek yaptılar. Sonra tahta oymacılar, thanka yapanlar, momo piĢirenler arasından geçip çok güzel bir atölyeye geldik. Atölye sahibi bizi karĢılayıp Murat‟a Nazlı‟ya ve bana büyük bir heyecanla bir stupa yapmak istediğini sütun için kabartmalar (tahta oymalar) topladığını Ģimdilik 45 tane bulduğunu veya yaptığını 108 tane olması gerektiğini söyledi. Neden 108 diye sordum Nepal için uğurlu sayı olduğunu 108 tanrı 108 tanrıça bulunduğunu söyledi. (Döndükten sonra internetten bakarken rudrakĢa çekirdeği tespihlerinin de 108‟lik olması gerektiğini öğrendim eğer 108‟lik olamıyorsa 99‟luk veya 54‟lük olmalıymıĢ.) Gittiğimiz yer bir kâğıt atölyesiydi aslında, kâğıt atölyesi ve matbaa. Himalayalar da yetiĢen bir bitkiden kâğıt yapıyorlardı. Nedense pirinç kâğıdı diyorlardı pirinçle ilgisi olmayan bu bitkiden yapılan kâğıda. Hem okulda hem de evde kâğıt yapmıĢtım ben. Tabii kağıt hamurundan, geri dönüĢümlü kâğıtları yapıp boyamıĢtım bile ama pres olmadığı için kalın olmuĢtu çok. ca O yüzden çok ilgimi çekti. Bir de üst katta ne yaparsa taklit ettiğim ve birlikte çok eğlendiğimiz küçük bir kız vardı. Aile iĢletmesiymiĢ ve elle dizilen bir makinede kitap basıyorlarmıĢ bu kâğıtlara. Kâğıtçı güzeldi bazı arkadaĢlar daha uzun kaldılar. Reyhan ben ve AyĢe ayrılıp geze geze otele döndük. Sonra tekrar gün batarken dolaĢmaya çıktık biraz fotoğraf çektik. Yemek sonrası oturup konuĢtuk biraz. Otelde elektrik kesintisi vardı 2:30 da gene uyandım, her yer baharat kokuyordu tekrar uyuyamadım, o telaĢlı kuĢun ötüĢlerini dinledim ve sabah rafting yapmak üzere yola çıktık. 5 gün: Ben raftinge katılmamaya karar verdim. Rafting yapan arkadaĢları yol boyu otobüsle takip edip fotoğraflarını çektik AyĢe ile birlikte. Fotoğrafları büyüterek bakıp kimin el salladığını, kimin suya düĢtüğünü görüyorduk, biz de çok eğlenerek Riverside otele geldik. Otel sayfiye Ģehri gibiydi, yakınımızda Ģehir yoktu güzel bir yerdi. Bu arada diğer arkadaĢlardan da hastalananlar oldu. 6.Gün: Ertesi gün Pokhara‟ya doğru yola çıktık. Yolun bir kısmında otobüsün üzerine çıkarak fotoğraf çektik, çok eğlenceliydi. Çektiğim fotoğraflardan sadece ikisi iyi çıkmıĢ, ama olsun otobüsün üzerinde bir yandan tutunup bir yandan fotoğraf çekmeye çalıĢmak, gerili bez pankartlardan geçerken hep beraber eğilerek bağırmak eğlenceliydi. Pokhara Özcan Hocanın dediği gibi Nepal‟in Bodrumuydu. Otel güzeldi Ģehre yakındı hemen yürüyüp göl kenarına gittik. Sandallarla tapınağa geçtik biraz gölde dolaĢıp geri döndük. Uzaktan kırmızı yelkenleri gördük. AkĢam yemeğini göl kıyısında bir restoranda yedik. Bizdeki su kenarı restoranlar gibi değildi oturduğumuz yerden gölü çok rahat görmüyorduk ama göle yaklaĢıp tel örgünün arkasına baktığımızda çocukluğuma geri döndüm bir an, onlarca ateĢ böceği yeĢil yıldızlar gibi yanıp sönüyordu. AkĢam tekrar bavullarımızı hazırlayıp birini Pokhara‟da bırakarak trekkinge hazırlandık. 7 Gün: Trekking çok güzel patikalar ve merdivenlerden çıkıĢla baĢladı. Sık sık molalar vererek, etrafı izleyerek öğlen vakti kamp yerine vardık. YeĢil bir tepenin üstünde sarı turuncu çadırlarımıza yerleĢtik bir Ģeyler yedikten sonra uyku tulumlarımızı yemek çadırının altına serip öğlen uykusuna yattık. Bazı arkadaĢlar uyumayıp sürekli fısıldaĢtılar (Bkz. Video). Sonra kalkıp çevre köylere yürümeye baĢladık. Kampa yaklaĢtığımızda çevre köyün çocukları etrafımızı sarıp bizimle konuĢarak yürümeye baĢladılar. Benim arkadaĢın adı Sudip‟ti. Kendini tanıtıp evinin yerini gösterdikten sonra her sefer benden çikolata istiyordu. Ben gülerek bende çikolata olmadığını söylesem de Sudip vazgeçmedi, nedense inanmadı bana. Her yürüyüĢ baĢında kısa bir süre eĢlik edip çikolata istedi benden. Yakınımızdaki köyün içinden geçip keçiler ve çocuklar arasından yürüyerek tepelere çıktık. Güzel göl manzaralı bir tepede uzun mola verdik. Temiz dağ havasını içime çekip manzarayı izledim, içimden spor hocama teĢekkür ettim, sonra sırt çantamı baĢımın altına koyup hiçbir Ģey düĢünmeden öylece uzandım ve o güzelliğin tadını çıkardım. Her zaman olduğu gibi etrafımızı çocuklar çevirmiĢti ve bizimle arkadaĢlık ediyorlardı. Mola bitip inmeye baĢladığımızda onların Ayçaaa ,Yeldaa diye sesleniĢleri eĢlik etti bize bir süre. Köye geldik sonra, su kola ve sürme alıĢveriĢi yaptık ve fotoğraf çektik. Kampa vardığımızda gün batmak üzereydi limonlu çaylarımız eĢliğinde günbatımını izledik yemek yedik, yemek sonrası köylerine dönen kadınlar önümüzden geçerlerken aralarında bir Ģeyler konuĢup hemen oraya oturdular ve eğlence baĢladı. Nepal dansları ve Ģarkıları baĢladı bildiğimiz bir Ģarkıya biz de eĢlik edince tekrar tekrar söylediler hep birlikte dans ettik. Bizler de kendi Ģarkılarımızı söyleyip halay çektik elele. Onlar da bizim Ģarkımıza güldüler. Bu karĢılıklı eğlence devam etti bir süre kadınlar çocuklar ve biz ay ıĢığı altında gülüp söyleyip eğlendik. Sonra onlar köylerine döndüler, daha sakin oldu ortalık. Dolunay altında biz oturduk ve Ģarkı söylemeye devam ettik. Sesi çok güzel olan arkadaĢlarımız Reyhan, Zeynep, Deniz ve Özcan Hoca solo söylediler (Deniz yeni sözler yazıyordu bilindik Ģarkılara) biz ise bazı Ģarkılarda koro olarak eĢlik ettik. Çok güzel bir konserdi. 8 Gün: Zirveleri, Machapuchare‟yi görememiĢtik bir türlü. Ertesi sabah erkenden uyandığımızda da görünmüyordu tepeler. Ama kahvaltı sonrasında köyün çocukları görünmeye baĢladılar. Gelip bizim yanımızda oturup izliyorlardı bizi. Bir gece önceki eğlencede arkadaĢ olduğumuz kızlar da katılmıĢlardı izleyici gurubuna. Tepede durup bakıyorlardı bize, ya da yanımıza geliyorlar pek bir Ģey söylemeden izliyorlardı. Ġsimlerini ca bilmiyordum kızların giydikleri renklere göre ayırt ediyordum, bir kırmızılı kızımız vardı çömelip bizi izleyen, biri çok küçüktü gülkurusu bir Ģala sarılı geziyordu, diğeri ise sarı-yeĢil bir üst giyiyordu. Bir de satıcılarımız vardı ısrarlı. Ġlk gün bir kiĢiydi herhalde ben hariç herkes bir Ģeyler almıĢtı ki ne zaman ben çadırdan çıkacak olsam bana sesleniyordu bir bakmam için. Ben çok sıkılıyordum pazarlık etmekten, pazarlıksız alıĢveriĢ ise olmazdı, diğer arkadaĢlarım çok ucuza alırken ben ilk söylenen fiyatı veremezdim. Çareyi Reyhandan yardım istemekte buldum. Beğendiklerimi ona söylüyordum o da pazarlık edip alıyordu. Ġkinci günün güzel kahvaltısı ardından yürüyüĢümüze baĢladık. Hızlı bir yürüyüĢle tarlaların arasından geçtik, bir sağlık merkezinde uzun molamızı verdik, sağlık sorunları hakkında konuĢtuk biraz yetkililer bize bilgi verdiler. Kahve plantasyonunu o sırada göremedik. Öğlen yemeğini yiyeceğimiz çeĢme baĢına geldiğimizde hepimiz terlemiĢtik. ÇeĢme altında duĢ aldık Nepal‟liler gibi. Yemeğimizi yedik sonra çeĢme baĢında bizi izleyenlere de ikram ettik biraz. Tekrar yola koyulduk. Kamp yakınındaki köye geldiğimizde uzun mola verdik. Köyün bütün Coca Cola, su ve sürme stoklarını bitirip kampa döndük. Hızlı bir yağmur baĢladı bu arada dört mevsimi de görmüĢ olduk Nepal‟de . 9. Gün: Erkenden kalktık ertesi sabah. EĢyalarımızı toplayıp çadırların önüne koyduk. Kamp toplanacaktı artık. Kahvaltıyı çabuk bitirdim etrafa bakıyordum. Sarı giysili kız çocuğunu gördüm birden. Ayakta bizim çadırların yanında duruyordu, gözlerini kapamıĢtı, ellerini birleĢtirmiĢ dua ediyordu sanırım. Dudakları oynuyordu ve yüzünde çok hüzünlü bir ifade vardı. Hem gitmemizi istemiyor hem de bizim için dua ediyor gibiydi. Ġzlendiğinin farkında bile değildi. Fotoğrafını çekmedim, o anı bozmak istemedim. Gerek yoktu zaten. O sahne en ince detayına kadar aklımdaydı. Sonra gidip ona sarıldım. Güneydoğuda, doğuda güneyde gezerken arkadaĢ olduğum çocuklara Bahar‟a, Hevidar‟a, Esma‟ya, Zuhal‟e sarıldığım gibi sarılıp vedalaĢtım. Birlikte fotoğraf çektirdik. Çok az bildiğim bir Ģarkının sözleri geldi aklıma. “Aynı gökyüzü aynı keder, değiĢen bir Ģey yok ki”3. TeĢekkürler Reyhan fotoğraf için. Nepal diline en iyi bildiğimiz cümleyi söyleyerek (“Bistare bistare coni ho” yavaĢ yavaĢ gidelim) göle doğru inmeye baĢladık. Tırmandığımız yoldan farklıydı rengârenk yapraklar arasından zevkli bir yürüyüĢle indik. Manzara değiĢiyordu renklerde öyle göl kenarına indiğimizde fotoğrafı çekilecek güzel görüntüler mavi kayıklar bizi bekliyordu. seçilebiliyordu. Koyu kızıl bir ıĢık değdi önce balık kuyruğunun en ucuna. Sonra giderek yayıldı bu ıĢık kızıldan turuncuya, turuncudan koyu sarıya dönerek daha geniĢ bir alanı yaladı. GüneĢin yükselmesiyle tozlar uçuĢmaya baĢladı zirvede, pudra Ģekeri dökülüyormuĢ gibi görünüyordu ıĢık altında. GüneĢle birlikte ısınmaya baĢladığı için fırtınalar çıkıyormuĢ. Sonunda görmüĢtük Machupuchare‟yi. Otele dönüp toparlandık ve Katmanduya uçtuk. Fotoğraf : Lütfiye Güreli bilmiyordum kızların giydikleri renklere göre ayırt ediyordum, bir kırmızılı kızımız vardı çömelip bizi izleyen, biri çok küçüktü gülkurusu bir Ģala sarılı geziyordu, diğeri ise sarı-yeĢil bir üst giyiyordu. Bir de satıcılarımız vardı ısrarlı. Ġlk gün bir kiĢiydi herhalde ben hariç herkes bir Ģeyler almıĢtı ki ne zaman ben çadırdan çıkacak olsam bana sesleniyordu bir bakmam için. Ben çok sıkılıyordum pazarlık etmekten, pazarlıksız alıĢveriĢ ise olmazdı, diğer arkadaĢlarım çok ucuza alırken ben ilk söylenen fiyatı veremezdim. Çareyi Reyhandan yardım istemekte buldum. Beğendiklerimi ona söylüyordum o da pazarlık edip alıyordu. Tekrar Pokhar’ya döndük, daha da güzel bir otele transfer olduk bu sefer. Önce dolu yağdı oteldeyken, fotoğraftan vazgeçmedik ama. Nazlı ve Murat kahve ısmarladılar bize, Özcan hoca piyanoda eĢlik etti Zeynep‟in söylediği Ģarkıya. Sonra Ģehre indik dolaĢıp alıĢveriĢ ettik ve yemek yedik. 10. Gün Çok erken kalktık sabah Sarangkot‟a çıkacaktık Machupuchare‟yi görmeye. Gündoğumundan önce gittik seyir yerine. Zirveler karĢımızdaydı. Ay hala dolunay gibiydi zirvenin karĢısındaki ağaçların üzerinde lacivert bir gökyüzünden bize bakıyordu. Machupuchare bütün ihtiĢamıyla silüet olarak belliydi. Tamamen gölgede değildi ama mavilikler arasında karlı tepeleri mavi-beyaz ca Tekrar Katmandu Tanıdık bir yere geri dönmüĢtük. ġehri keĢfe çıktık tekrar, hippilerin durağı Freak Street‟e gittik. Biraz dolaĢtıktan sonra yürüyerek saray meydanına geldik, oradaki tapınağın yüksek merdivenlerine oturduk biraz dinlenmek için. KarĢımızdaki platformda bir toplantının hazırlıkları sürüyordu. Biraz sonra ellerinde farklı bayraklarla kalabalık guruplar doldurdu meydanı. Seyirciler tapınak merdivenlerini doldurmuĢlardı zaten. KonuĢmalar baĢladı az sonra. Hiçbir Ģey anlamıyordum ama konuĢanların heyecanını duyabiliyordum. GüneĢ çok güzel ısıtıyordu, yakmıyordu. MarĢları dinledim bir süre, kırmızı beyaz bayrak cümbüĢünü seyrettim. Eskisi kadar karmaĢık ve Eskisi kadar karmaĢık ve kalabalık değildi sanki Katmandu. Gürültü de o kadar rahatsız etmedi beni. Evet, hala kötü kokan yerler vardı ama bir süre sonra duymamaya baĢlıyordum kokuyu. Yabancı değildim artık. Daha önce hatırladığım Ģarkının sözleri doğru değildi demek ki. DeğiĢen bir Ģeyler vardı. Ben değiĢmiĢtim. Tekrar yola koyulduk sonra Thamele gittik. Yağmur baĢladı yine Cafe‟ye sığındık. AkĢam Rum Doodle „a yemeğe gittik dağcıların gittiği Cafeye, dev bir ayak izi bıraktık. 12.gün Hastalanma sırası oda arkadaĢımdaydı. O gün dönecek arkadaĢlar tekrar Boudanat‟a gittiler ben otelde kaldım. Öğleden sonra döndü arkadaĢlarım yola çıkıyorlardı biz ise 3 arkadaĢ kalıp Hindistan‟a devam edecektik. ArkadaĢlarımı uğurladık. Nepal seyahatinin bittiğine üzülüyordum bir yandan, bir yandan da Hindistan‟a gideceğim için heyecanlıydım. Daha sonra Thame‟le gittik, Yelda ile yemek yedik döndük. 13. gün Patanı görememiĢtim ben. Sabah erken Patana gittik Yelda ile birlikte, ben fotoğraf çekerken o bir tapınağın kenarında oturup kitabını okudu. Patan meydanına bilet alarak giriliyor. Yoldan meydana girdiğinizde ayrı bir dünyaya düĢmüĢ gibi oluyorsunuz. Trafik yok çünkü. Toz toprak ta yok. Sakin sessiz Fotoğraf : Lütfiye Güreli gezilebiliyor. Çevreleyen dükkânlar çok zevkli ve tabii rengârenk ürünler satıyorlar. Bol güvercinli meydanda (Neden kuĢlar hep tapınakların etrafında olurlar?) çocuklar koĢarak güvercinleri korkutuyor, uçuruyorlar. Meydandan çıkar çıkmaz baĢka bir yürüyüĢü izlemeye baĢladık. GökkuĢağının renkleri gibi ayrı ayrı kırmızılı turunculu sarılı yeĢilli mavili çoğunlukla kadınlardan oluĢmuĢ guruplar halinde bir gösteri yürüyüĢü vardı. Sivil toplum örgütlerinin yürüyüĢüymüĢ ama neyi protesto ettiklerini öğrenemedik. Otele döndük sonra, toparlanıp Hindistan‟a doğru yola çıktık. Katalar verdiler bize uğurlarken. Ben baĢıma bağlayıp Hindistan‟da otele gelene kadar açmadım. Döndükten sonra Katmandu‟da Ev Hali kitabında okudum öyle yapılırmıĢ2. Yolcuların gidecekleri yerlere sağ salim varmaları içinmiĢ. Bilmeden doğru yapmıĢım demek. 23 gün sonra tekrar Ġstanbul Farkı bir hikâyeydi Hindistan. Hep Ģehirlerin müzikleri olduğunu düĢünürdüm. O Ģehre özgü değil de çaldığında bana o Ģehri hatırlatacak bir melodi. Hindistan‟da Ģehirlerin renkleri de olduğunu öğrendim. Amber Ģehir, pembe Ģehir Jaipur, mavi Ģehir Jodpur gibi. Ġstanbul‟a güzel bir saatte döndük. Boğaz köprüsünden geçerken taksi Ģoförü camı araladı. Mis gibi Boğaz havasını içime çektim. Erguvanlar açmıĢtı, mor salkımlar açıyordu, leylaklar açmak üzereydi. Erguvan renkli Ģehrime geri dönmüĢtüm. ca ca Fotoğraf : Yelda Baler NAMASTE! Yazı : Ömer Faruk Farsakoğlu Yolculuk, zihnimi toparlayabildiğim değil, dağıttığım bir Ģeye dönüĢtü. Üstelik bütün “akılcı” alıĢkanlıklarıma rağmen…Algım ve algıyı oluĢturan Ģeyler üzerine de düĢünmeme neden oldu. Net bir fotoğraftan çok, parçalı izlenimlerden oluĢan bir yazı olacak bu. Zamane tabiriyle biraz “postmodern.” 1.Nepal, bölgede yabancı hâkimiyetine girmemiĢ tek ülke. Dünya‟nın en yoksul 50 ülkesinden biri. Halkın çoğu Hindu. Budistler, Müslümanlar veHıristiyanlar da var. Ġnanç temizliğine gitmektense beraber yaĢamayı denemiĢler. Ortalık tapınaktan ve tanrıdan geçilmiyor. Bu da, "Nepal'de hiçbir Ģey kesin değildir, bunu hiç unutmayın. Kesin olduğu varsayılanlar bile en az iki farklı yaklaĢımla, değiĢik adlandırmayla ve zıt açıklamalarla çıkar karĢımıza. Sagarmatha Etekler.inde-Nepal Yolculuğu, Özcan Yurdalan, Agora Yayınları, 2005, s. 68." türü bir gözlemine neden olmuĢ yazarın. "Akla" pek itibar etmiyorlar anlaĢılan... 2. Algımı ilk sarsan Ģey pirinç! Braudel‟den beri bizi yapan Ģeylerin kandan, kemikten öte bir Ģeyler olduğunu biliyoruz. Ġklim de bunlardan biri. Ama yemek asli faktörlerden biri. Salt pirinçle beslenmenin kiĢiyi farklı yapan Ģeylerden biri olabileceğini düĢünüyorum artık. Bu farkın ne olduğunu çözebilmiĢ değilim, zor. Basit: Tahılsız da beslenmek mümkünmüĢ; masada ekmek olmadan yemek de! Hiç aklıma gelmezdi… Ekmek ve hamur iĢleri diyarından pirinç diyarına gitmiĢ olduk. Yağsız pirinç ve ona garnitürlük eden bilumum nebatat. Narin bedenli kadınlar, erkekler. Pirinçle beslenenler rüyalarında ne görürler, nasıl dokunurlar? 3. Nepal‟de kedi yok! Ġlk günler bir Ģeylerin eksikliğini hissederek bakındım. Etrafta hayvan var, keçi ve maymun mebzul miktarda mevcut. Ama kedi yok! [Himalaya/Machapuchare eteklerindeki ıssız bir dağ köyünde iki tane gördüm.-YaklaĢık 2000 m yükseklikte.] Tanrıların koruyucu/taĢıyıcı hayvanları varmıĢ. Fare en popüler tanrılardan olan Ganesh‟in koruyucu/taĢıyıcı hayvanı imiĢ. Kediler kutsal fareyi yedikleri için matah bir hayvan kabul edilmiyormuĢ. Buna bağlı olarak kediden söz eden edebiyat, Ģiir, fotoğraf da yok. Fare var mı peki? Bilmiyorum. ca DeğiĢik kaynaklarda insanın ilk hayvan arkadaĢı olarak at geçer. Rivayet muhtelif. Buna köpek, keçi, koyun, sığır, kümes hayvanları ve kedi eĢlik eder. Nepalliler insanın bu uzun yürüyüĢünde kedi ile değil fare ile yürümüĢler?! Yol arkadaĢı fare olan kiĢi nasıl bir karakter edinir? Yol arkadaĢı kedi olan biri ile arkadaĢlık yapabilirler mi? Selçuk Demirel, Behiç Ak , Oya Baydar… kedi olmadan aynı sanatsal üretimi sürdürebilirler mi? 4. Nepal, dağ ve trekking ülkesi. Dünyanın en yüksek dağ sırası Himalayalar bu bölgede: Langtang Urung (7234 m.), Dorje-Lakpa (6966 m.), Gauri Shankar (7134 m.), Nuptse (7855 m.), Sagarmatha (Everest, 8848 m.), Lhotse (8516 m.), Amadablam (6812 m.), Chamblang (7319 m.), Makau (6463 m.), Kanchenjunga (8170 m.). Dünyanın her yerinden dağ ve yürüyüĢ severler ülkeye akın ediyorlar. Peki, “yukarısı”, yüksek dağ neden çeker insanı? Soğuk, yalnızlık ve ölüm riskine neden katılır insanlar? “Biriciklik” duygusunu tatmak, dünyada çok az insanın yapabildiği bir Ģeyi yapabilmek için mi? Aynı Ģeyler “aĢağıda” da mümkün; soğuk, yalnızlık, ölüm ve biriciklik riski mağaracılıkta da mümkün. Fazlası var, karanlık! Meçhul! Ama mağaracılık yüksek dağ kadar çekmiyor insanları. TanrılaĢmak için olmasın? AĢağıdan kurtulmak, yukarıdan bakmak için?.. “Yukarı”nın görünür olma, yani “poz verme” imkânları daha çok…belki de? Bilmiyorum… 5. “Kazancakis Aynaroz dağında, Karyes‟e giden taĢlı yolda bir arkadaĢıyla birlikte yürümektedir. „Sanki çok büyük bir kiliseye girmiĢtik: Deniz, kestane ormanları, dağlar ve bunların üstünde, kubbe niyetine gökyüzü. ArkadaĢıma döndüm –„Niçin konuĢmuyoruz?‟dedim, sıkıntı vermeye baĢlayan sessizliği bozmak amacıyla. „KonuĢuyoruz‟ diye karĢılık verdi arkadaĢım, hafifçe omzuma dokunarak, „KonuĢuyoruz ama meleklerin diliyle, sessizlikle konuĢuyoruz.‟ Ve birdenbire, çok kızmıĢ gibi: „Ne konuĢalım istiyorsun? Her Ģeyin ne kadar güzel olduğunu, yüreğimizin kanatları olduğunu ve uçmak istediğini, Cennete giden yolda olduğumuzu mu? Laf, laf! Sus.” “Yürümeye Övgü, David Breton, çev: Ġsmail Yerguz, Sel Yayınları, 2008 . s. 48” “YürüyüĢ dünyanın açıklığına yeniden kavuĢmayı sağlayan anlamı yavaĢ yavaĢ üretir. Ġnsan çoğu zaman kendi dıĢına atıldıktan sonra yeni bir çekim merkezi bulmak için yürür. Kat edilen yol cesaretsizlik ve yorgunluk doğuran bir labirenttir, ama bu labirentin tamamıyla içsel bir çıkıĢı vardır ki orada insan bu deneyimi kendi lehine çeviren anlamlar ve mutluluklar bulur.” “Yürümeye Övgü, David Breton, çev: Ġsmail Yerguz, Sel Yayınları, 2008. s. 133 6. Machapuchare‟yi seyir noktalarından birindeyiz. Takriben 2000 m. Çadırlarımız kuruldu. Civarda 5 saat süren yürüyüĢler yapıyoruz. Ahaliyi izliyor, bitki örtüsüne, pirinç teraslarına bakıyor, dayanıklılığımızı sınıyoruz. Yakınımızda çok küçük bir köy var. AkĢam yorgun argın kamp yerine vardığımızda bir ağırlık çöküyor, seriliyoruz. Kamp ekibinin hazırladığı akĢam yemeğini yedikten sonra dağılmıĢ, dinleniyoruz. Hava serin. Machapuchare yüzünü gösterecek mi? Bulutların ardında nasıl bir surete sahip, görebilecek miyiz? Bir kadeh rakı ne güzel giderdi! Tam kerahet vakti! Köylülerde evlerde hazırlanmıĢ rakı olduğu fısıltısı yayılıyor birden. Adı: RakĢi. BaĢ ġerpamız kendisi için almıĢ, bize de ikram ediyor. Birer kadeh atıyoruz. Küçük bir köylü grubu önümüzden geçiyor. Meraklı gözlerle bize bakıyorlar: Kim bunlar? Ne iĢleri var bu ücra yerde? Turiste alıĢmıĢlar bir nebze. Dağlara tırmanan, yürüyen Batılılara rastlamak her zaman mümkün. Ama yine de yaban yaban bakıyorlar. Oturdular. Bakıyorlar. Kadınlar sarilerini* giymiĢ, biraz bakımlı; erkekler daha savruk. Bir tef sesi hafiften sarıyor geceyi. Kadınlar oyuna kalkıyorlar. Ġnce bedenleriyle, zarif el hareketleriyle salınmaya baĢlıyorlar. ġaĢırıyoruz. Dağın baĢında dans eden Nepalli kadınlar! Bir tuhaf müzik. Ġnce, baygın. Katılsak mı, yakıĢık alır mı? Ne yapsak? EĢek değiliz ya, birer kadeh daha rakĢi çekip, cesaret toplayıp, hata yapmayı göze alıp kadınlara katılıyoruz; Türk usulü. Misafirperverliklerine acemi acemi eĢlik etmeye çalıĢıyoruz… Tek bildiğimiz Nepal Ģarkısını istek olarak iletiyoruz: Resham Firiri. ġaĢırıp, seviniyorlar. Beraberce söylemeye çalıĢıyor, dans ediyoruz. Bir ara bir sessizlik oluĢuyor. Elle tutulur gibi. Herkes birbirine bakıyor. Bir kusur, kabahat!? Erdal Öz‟ün bir anısı hücum ediyor: Bir Doğu gezisinde akĢam meĢk ederken karĢılıklı kadehler kaldırılıyor; “bir sen bir o.” Kaldırmamak ayıp. KarĢılıklı ca içiliyor. ġarkılar söyleniyor: O da “bir sen bir o.” Erdal Öz “Turnalar”ı söylüyor. Burada da mı aynı gelenekgeçerli. Onlar söyledi, biz sustuk. Ayıp mı ettik? Sıra bizde mi? Kim söyleyecek? Nasıl? Sessizlik buz gibi? Machapuchare‟nin kaĢları çatık… Birden tok bir ses sessizliği bozuyor: Gül yüzlülerin Ģevkine gel núĢ edelim mey. / ĠĢret edelim yâr ile Ģimdi demidir hey aman aman, / ĠĢret edelim yâr ile Ģimdi demidir hey. / Bu kavli sürâhi eğilip sâgâra söyler, ne der. / Adilleredir, nâtenedir nâtenedir ney aman aman / Dümderelâdir, nâtenedir nâtenedir ney. / Mecliste çalındı yine tambur ile neyler aman aman, / Mecliste çalındı yine tambur ile neyler. / ÂĢık-ı biçarelerin gönlünü eyler aman aman. / ÂĢık-ı biçarelerin gönlünü eyler. / Daire semâi tutarak ney neye söyler, ne der. / Adilleredir, nâtenedir nâtenedir ney aman aman. / Dümderelâdir, nâtenedir nâtenedir hey. [Beste: Tab'i Mustafa Efendi; Makam: Bayati; Usul ve form: Yürük Semai] Rehberimiz Özcan Yurdalan durumu toparlıyor. Biz Ģarkısız insanları mahcup etmiyor. Bu son derece incelikli Ģarkıyı hiç detone olmadan söylüyor. Biz rahatlamıĢ, ayıp etmekten kurtulmuĢ olarak gevĢiyoruz. Ardından Zeynep Yassıbağ, “Kalbim Ege'de Kaldı”yı patlatıyor. Keyifler kekâ! Gece. RakĢi. Kadınlar. Dans. Ve Machapuchare gülümsüyor… harita, kitap, fotoğraf malzemesi, turistik eĢya satan küçük bir büfe mevcut. Bizdeki mahalle aralarında yer alan gazete bayilerine benzer. “Ne okuyorlar” diye merakla bakınırken gördüm. Toplam 20-30 kitabın arasında Orhan Pamuk‟un kitapları vardı. Bir tane de YaĢar Kemal. Çok sevindim! (Her ikisi de Ġngilizce.) Memleketinde korumalarla dolaĢan, yargılanan Orhan Pamuk‟un dünyanın en yüksek, en ücra köĢelerinden birinde okur bulmasına ne demeli, bilmiyorum. Dünyanın zirvelerine aylarca sürecek bir tırmanıĢ için hazırlık yapan, bedenini yıllarca bu tırmanıĢ için sabırla terbiye eden dağcıların, trekkingcilerin Orhan Pamuk‟u yol arkadaĢı olarak seçmelerine ne demeli, onu da bilmiyorum. Sosyolojik gözlemlerle, edebi kestirimlerle sonuç alınabilecek sorular değil bunlar. (Neden Ernest Hemingway değil,örneğin?)Uydurayım bari: Her ikisi de tırmanmayı, zirveyi, zirvenin ıssızlığını seviyor. Soğuk ve puslu zirvelerden aĢağıdaki hayatlara bakıp, düĢünmekten çok hoĢlanıyor. Nasıl? Orhan Pamuk‟un yazarken bolca hayal kurduğunu da biliyoruz, söylüyor. Kendini okuyanları hayal ederken, aralarına 8848 m‟lik dünya zirvelerine çıkmayı hayal eden dağcıları da ekliyor muydu, onu da bilmiyorum. Sari: Hindistan‟ın büyük bölümünde kadınların vücutlarına dolayarak ucunu baĢlarının üzerinden geçirip aĢağıya sarkıttıkları, kadın giysisinin en önemli parçasını teĢkil eden dikiĢsiz kumaĢ parçası. Hint Dünyası, Gordon Johnson, çev.: Müfide Pekin, ĠletiĢim Yayınları, 1998. 7. Pokhara/Nepal, Machapuchare Dağı‟nın eteklerinde küçük, turistik bir yerleĢim yeri. Bu dağa çıkıĢ yasak. ġerpalar, dağcılara eĢlik eden dağ köylüleri “uğursuz” diye çıkmayı reddediyorlar. Uğursuzluk dağda değil, dağa yapılan saygısızlıkta. Bazı Ģeyleri ellememek gerek, her yere çıkmanın, çok meraklı olmanın bir anlamı yok; bırak o da öyle kalsın! Devlet de halkın bu “kutsal dağ”ına çıkıĢ yasağı koymuĢ. Himalayalar‟a çıkmak isteyen dağcıların konakladıkları, dinlendikleri, havanın tırmanıĢ için uygun hale gelmesini bekledikleri bir yer Pokhara. Bütün ekonomi ve sosyal hayat dağcılara göre düzenlenmiĢ. 20-30 civarında koltuk kapasiteli uçaklarıyla yolculara hizmet veren küçük bir havaalanı var. Çok az uçak inip kalkıyor; çok az insanın yolu buralara düĢüyor. Havaalanında da gazete, Fotoğraf : Yelda Baler ca “Kendimden çıkmak” için çıktığım bu yolculuğun en ücra yerinde bütün kitaplarını okuduğum Türkçe‟nin yazarına, Türkçe‟deki kendimin bir parçasına rastladım. Anladım ki kendini bir dünya yurttaĢı gibi kuran, ürünlerini evrensel ölçütleri gözeterek veren yazarlarımızın sinemacılarımızın yankısı dünyaya yayılmıĢ durumda: Orhan Pamuk, YaĢar Kemal, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Sema Kaygusuz… “Milli devlete” sıkıca bağlanarak dünyayı kendinden ibaret görmeye dönüĢen milliyetçilik ise kendini kendine hapsediyor…Evinin pencerelerini kapatıyor, hatta bodruma iniyor. 8. Maocu gerillalar uzun bir süredir silahlı mücadele veriyorlarmıĢ. 2006‟da silahlı mücadeleye son vererek seçimlere katılmıĢlar. 2008 yılında yapılan seçimleri en çok sandalyeyi alarak kazanmıĢlar ve iktidar ortağı olmuĢlar. Genelkurmay BaĢkanı‟nın görevden alınması istemleri reddedildiği için hükümetten ayrılmıĢlar… ġehirli ve önyargılı algılayıĢımla Nepal‟de epey altyapı sorunu olduğunu fark ettim. ġehirlerde insanların hayatlarını kolaylaĢtırmaya, toplu yaĢamanın gereklerini yerine getirmeye yönelik organizasyon sorunu çoktu. Ġlk görenler yığılmıĢ, günlerdir bekleyen çöpleri görünce ĢaĢıp kalıyorlardı, ben de öyle! Ama ücra bir köyde Mao afiĢlerini görünce ne düĢüneceğimi ĢaĢırdım. Politika 2030 haneli köylerin bir parçası olmuĢ. Bir iki saat sonra yine yakın bir köyde 20-30 kiĢilik bir grubun miting yaptığını gördük. Sağlık sorunlarını protesto ediyorlardı. Ġkinci köy ahĢap oymacılığının tarihi merkezlerinden biriymiĢ. O köyde bir kadın evin önünde yıkanıyordu, cıbıl. Ġkaz edilmiĢtik, dikkatli bakmayacak, fotoğraf çekmeyecektik. (Kadınlar için değil bu kurallar tabii, onlar her ikisini de „yakın plan‟ yaptılar.) Yıkanan kadına köy ahalisi aldırıĢ etmiyor, az ötede kâğıt oynuyorlardı. Bu denli politikleĢmiĢ bir halk yakında altyapı sorunlarını çözer bence! Rehberimiz onlarca etnik kökenden ve farklı inançtan söz etti. OrtaklaĢa konuĢtukları dil Nepalce ve Ġngilizce. 9. Yediğim en sert tokat Siddharthabank tabelası oldu. Katmandu‟nun sokaklarında gezinirken arada bir rastladığım tabelayı algılamam, sindirmem uzun sürdü. Biliniyor, Siddharta (çev.:Kamuran ġipal, Can Yayınları, 2002) 1964 yılında Nobel‟i alan Hermann Hesse‟nin doğuyu anlattığı kült kitaplarından birinin adı. Budizmin kurucusu olan Buddha‟nın doğum adı olan Siddhartha, amacına ulaĢan anlamına geliyor. Kartezyen akla, salt iktisattan ibaret bir kavrayıĢa tereddütle bakanların el attığı kitaplardan biri. Yazar kitapta her Ģeyi bırakarak kendini arayan gezgin bir “çilekeĢin/derviĢin arayıĢ” sürecini ve onun yoksul bir kayıkçı olan Vasudeva‟nın yanına, bir ırmağın kıyısına, bir incir ağacının (Bodhi) altına yerleĢerek “bulması”nı anlatır. (Vasudeva, Sanskritçe'de "ırmak tanrısı" anlamına geliyor.) Siddharthabank, kapitalizmin nasıl fütursuz bir küstahlıkla bazı kavramların içeriğini yağmalayarak kendini maskelediğini, kendine dönüĢtürdüğünü gösteren veciz bir örnek. Ama biliniyor bu mekanizmalar ikili çalıĢır hep: Talep yoksa arz yoktur! Budist Nepalliler memnunsa bize susmak düĢer! (YaklaĢık 15 yüzyıllık bir geçmiĢe sahip olan Siddhartha‟nın 2 yüzyıllık bir tarihi olan kapitalizm tarafından massedilebilmesi de ayrıca kafa yorulması gereken bir mevzu! Ama bizi aĢar!) 10. Bhaktapur/Nepal‟de bir çılgın zanaatkâr yaĢıyor. Adı: Aparna Prajapati. Kâğıdı kendi üretiyor. Kitabı kendi basıyor. Atölyesinin adı: The Peacock Shop. Kâğıdın hammaddesi olan ağaç Himalayalar‟da 4.000 ila 7.000 m yükseklikte yetiĢiyor. Defnenin bir türü. Ağaç kesimi devlet denetiminde. Sırf bu ağacın kesimi ile yaĢayan kabileler/köylüler varmıĢ. Daha çok aile mensuplarının çalıĢtığı kâğıt üretim atölyesini gezerken yakın dönemde edindiğiniz matbaacılıkla ilgili bildiğiniz her Ģeyi unutmaya hazır olun. Sanki bir zaman tüneline girip 100200 yıl öncesine seyahat ediyorsunuz. Neredeyse her Ģey el ile, el tezgâhında yapılıyor. Ağaç hamur haline getiriliyor, inceltiliyor, dokusu baskı yapılabilecek hale geliyor, güneĢte kurutuluyor, renk veriliyor. (Pelür kâğıt üretilmiyor, tabii ki!) Ve üretim sürecinde ağacın doğal dokusunu zedeleyecek hiçbir katkı maddesi kullanılmıyor. Üretilen kâğıt mutlak anlamda organik ve çok sağlam. XI. yüzyıldan beri yazılan tüm kutsal metinler bu ağaçtan yapılmıĢ kâğıtlara yazılıyor, basılıyor ve ne denli sağlam olduğunu görebilmek için müzelerde mevcut. Günümüzde muhtelif katkı maddeleriyle üretilen, beyazlatılan ve inceltilen kâğıtların ise ömrü kısa, bir süre sonra dağılacak. Tarih, kâğıt üzerinden gelecek nesillere aktarılamayacak. Ama Aparna Prajapati‟nin kâğıtları en az 15 yüzyıl varlığını sürdürecek. Çılgın demiĢtim! Aparna Prajapati ürettiği kâğıtlarla, minik bloknot, defter, zarf, kesekâğıdı, ambalaj kâğıdı, kartvizit… vb. Ģeyleri yaparken bir de kitap basmıĢ. ca Matbaacılıkla yaklaĢık 30-40 yıldır ilgilenenler hatırlayacaktır. Satırlar kurĢun harflerle dizilir, resimlerin/fotoğrafların kliĢeleri çekilir, sayfa bağlanırdı. Cağaloğlu‟nun izbe bodrumlarında baĢlardı bir kitabın üretim süreci. KurĢunun zehirleyici etkisinden bir nebze korunmak için süt içerdi ustalar. Karanlıkta içtikleri sigaranın ateĢi parlar, epey uzun süren dizgi sırasında kitabı da okur, hakkında iki çift laf ederlerdi. Aralarında imla kurallarını düzelten, bozuk cümleleri onaran ehil zanaatkârlar da vardı. Birkaç kez tanık olmuĢluğum var yazar ile zanaatkârın kitap hakkındaki sohbetine. Yazarlar, kitabını ilk kez okuyan zanaatkârın düĢündüklerini ilgiyle dinler, zevkle gülümserlerdi. En son Burhan Oğuz‟un Can Matbaa‟nın zanaatkârı Ali Usta ile sohbetini hatırlıyorum. (Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri-Teknikleri, Müesseseleri, Ġnanç ve Âdetleri adlı devasa çalıĢmanın yazarı. 1982 yılında Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü‟nü almıĢ olmasına rağmen kıymet bilmez kültür hayatımızın ihmal edilmiĢ incilerinden biri. Bana 08 09 1989 tarihinde imzalamıĢ kurĢunlarla dizilmiĢ kitabının ilk cildini. 928 sayfa + 28 sayfa kliĢe baskı kuĢe, 15.00 TL.) Bekir Yıldız‟la yapılmıĢ bir röportajı da hatırlıyorum. O da Ali Usta gibi aynı iĢi yaparmıĢ, bir gün dizdiği kitapları okurken ben daha iyisini yazarım diye baĢlamıĢ yazarlığa. Ardından Kürt halkının sert gerçeklerini anlatan kitaplar geldi, 1980‟li yıllara damgasını vurdu. Yaratıcılık açısından has zanaatkârlıkla yazarlığın yakın akrabalığına dair çarpıcı bir örnek bu, hatırlamak yerinde olur. Kitabı oğlu yazmıĢ. Adı: Glimpses from Nepal&Tibet- Your First Step into the World of Hindu and Buddhist Imagery, Written, Compiled & Designed by Suyog Prajapati (Nepal ve Tibet'e Bir BakıĢ-Hindu ve Budist Ġmgelerine Ġlk Adım, Yazan, derleyen ve tasarlayan Suyog Prajapati). 148 sayfalık kitabın hemen her sayfasında kliĢeler var. Ġplik dikiĢ yapılmıĢ ve 920 adet basılmıĢ. Her kitaba numara veriliyor, alıcısı kaydediliyor, adı, adresi alınıyor. Benimkinin numarası 650. Ġlk basım 2007‟de yapılmıĢ. Her yıl 220 civarında satılıyor. Fiyatı 80 $. ġimdi sıkı durun: Kitabın dizini var! Ayrıca Ģömizi, ipe iliĢtirilmiĢ ayracı da var. Bizim çeviriye, düzeltiye, dizine özenmeyen, iyi iĢ yapmaya gönül indirmeyen, zanaatkârlıktan el almaktan vazgeçen yayıncılarımızın dikkatine! Hele redaksiyon yapmayan ya da düzeltmenin adını yayıma hazırlayan yerine yazan kimi Foto2 resim altı yazısı: Kitabın yazarı, Ömer Faruk, atölyenin sahibi, kitabı basan usta ve arkada Sallama Heidelberg. Kâğıt okĢamayı sevenlerin mutlu, mesut toplu gülümsemesi. Fotoğraf : Murat G. BaĢ vasıfsız yayıncılarımızın on iki kere dikkatine! [Vasıfsız: “Niteliği olmayan, niteliksiz. Bir zanaatı yapabilecek becerisi olmayan”, Türkçe Sözlük, Dil Derneği Yayınları, 2005. –Aradaki imkân farkı, yoksulluk boyutu dikkate alındığında belki de “vasıf-altı” demek daha doğru olur. Hele hat, tezhip, ebru ve minyatür gibi incelik isteyen bir geleneğin topraklarında yaĢadığımız düĢünülürse bu inceliğin (=incelik, vasıftır!) sürdürülmemesinin yarattığı toplumsal tahribat daha iyi anlaĢılabilir. -ah, kimselerin vakti yok/durup ince Ģeyleri anlamaya. Gülten Akın] Aparna Prajapati‟den rica ettim, kitabın nasıl basıldığını görmek istedim. Ġzbe bodrum macerası tekrar baĢladı. ĠstiflenmiĢ kâğıt toplarının arasından geçerek karanlık, kuytu bir köĢeye geldik. KarĢıma epeydir görmediğim bir siluet dikildi: 1954 model Sallama Heidelberg. Sessiz, vakur. Yedek parçası epeydir üretilmeyen Sallama Heidelberg Himalayalar‟ın gölgesinde ustasını, basacağı kitabı bekliyor. Baskı ustası benim bu denli çok ilgilendiğimi görünce kendi maharetini göstermek istedi. Bir kenara yığılmıĢ kitabın bağlanmıĢ sayfalarından birini alarak Sallama Heidelberg‟i ayarladı, baskıya geçti. Organik kâğıdın üzerine tek bir sayfa bastı. Benzer iĢlemin binlerce kez yapılarak basıldığı, baskının aylarca sürdüğü bir kitaptan, bir zanaatkârlık Ģaheserinden söz ediyoruz. ca Zanaat ve zanaatkârlık hakkında da iki çift laf etmek lazım, elzem! Sözlük Ģöyle diyor: “Ġnsanların maddeye dayanan gereksinmelerini karĢılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim ve ustalık gerektiren iĢ. Türkçe Sözlük, Dil Derneği Yayınları, 2005.” Sosyolojinin yakın dönemdeki en parlak isimlerinden Richard Sennett Karakter AĢınması-Yeni Kapitalizmde ĠĢin KiĢilik Üzerindeki Etkileri ( çev.: BarıĢ Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2005) adlı kitabında yeni ekonomik düzenin insandaki yansımalarını incelerken Ģu sonuca varıyor: Güvensizlik, kayıtsızlık ve karakter aĢınması… Karakter edinmek için insanların birbirleriyle kurduğu iliĢkilerde derinleĢmesi gerektiği, fakat artan kaygısızlık ( = buna kayıtsızlık da eklenebilir) eğilimleri yüzünden bunun gerçekleĢemediği… dolayısıyla uçuculuğa, yüzeyselliğe teĢne insanlar topluluğuna dönüĢmemizden ve bunun tehlikelerinden söz ediyordu. Hasılı: ĠĢini iyi yapmanın hem kendini inĢa etmede asli faktörlerden biri olduğuna hem de toplumsallıktaki dönüĢtürücü rolüne dikkat çekiyor Sennett. Tersten okursak, iĢini kötü yapıyorsan kendini çürük temeller üzerine kurar, çocuğunu da kötü yetiĢtirirsin, diyor ve sorunun bulaĢıcı, yaĢadığı toplumsallığı çürütücü karakterine dikkat çekiyor. Böylece, iĢini iyi yapanların duyduğu haklı “gurur”u edinemeyenlerin baĢka insanlardan iĢini iyi yapmasını istemeye hakkı olmadığına iĢaret ediyor! Çünkü, iĢini kötü yaparak sen hem kendini hem de içinde yaĢadığın toplumsallığı çürütüyorsun, diyor. Hani derler ya “yediğin kadarsın!” Denebilir ki “yaptığın iĢ kadarsın!” Himalayalar‟ın gölgesi Bhaktapur‟daki zanaatkârların saçlarını okĢuyor… Saygı, alkıĢ!.. Son kitabı Zanaatkârlık‟ta* (çev.: Melih Pekdemir, Ayrıntı Yayınları, 2009) ise buna neden olan sürecin temellerine iniyor ve zanaatta duraklıyor. Ona göre “Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyiliği için bir görevi güzel yapma arzusuna iĢaret eder. Becerikli el emeğine kıyasla, zanaatkârlık çok daha cakalıdır; bilgisayar programcısının, doktorun ve ressamın iĢine yarar; yurttaĢlık ve ebeveynlik dahi ustalıklı bir hüner olarak yaĢama geçirildiğinde daha etkin olur. s. 20.” (…) Beceri, yükümlülük (abç) ve muhakeme açısından “El ile kafa arasındaki yakın bağlantıya odaklanıyor. Her iyi zanaatkâr, somut pratikler ve düĢünme arasında bir diyalog kurar; bu diyalog birbirini besleyen alıĢkanlıklara doğru evrilir ve alıĢkanlıklar da sorun çözümü ve sorunu bulma arasında bir ritim oluĢturur. s. 20.” “Maddi Ģeyleri imal etme zanaatı, baĢkalarıyla olan iliĢkimizi de Ģekillendirecek tecrübe tekniklerine bir yaklaĢım sağlar. Ġyi iĢ yaparken karĢılaĢtığımız hem imkânlar hem zorluklar, insanlarla iliĢki kurarken de geçerlidir. s. 378.” “Söz konusu olan, bir çömlek yapımında geçerli olduğu gibi aynı ölçüde bir çocuk yetiĢtirmede de geçerlidir. s. 379. – Her iki „bir‟ de Türkçe açısından fazla. Ö.F.” “Bir kiĢinin yaptığı iĢten duyduğu gurur, beceri ve adanmıĢlığın bir ödülü olarak, zanaatkârlığın kalbinde (abç) yer alır. s. 384. – Yine, her iki „bir‟ de Türkçe açısından fazla. Ö.F.” ca *Kitap salt benim anlattıklarımdan ibaret değil elbette. Atom bombasını yapan da, toplama kamplarındaki cellat da iĢini “iyi yapıyor!” Sennett onları baĢka bir bağlamda ele alıyor. Zanaatkâr iĢ aletini okĢuyor. Fotoğraf: Murat G. BaĢ 11. Ganesh, koca göbekli, fil kafalı bir tanrı. En çok sembolize edilen tanrılardan biri. Her yerde var. Hinduizm'deki en tanınmıĢ ve saygı duyulan tanrı temsillerinden birisi. ġiva ve Parvati'nin ilk doğan oğlu. KiĢinin içinde keĢfedilmeyi bekleyen tanrısallığı sembolize ediyormuĢ. Ġlk görüĢümde sempatik geldi. Tapınmayla arası olmayan bir zihin ikliminden geliyorum. Ama arada bir “rakı tanrısı olsa da gidip yanağından makas alsam” diye düĢünmüĢlüğüm vardır. Bana en az bedelle en çok hazzı veren birinden bir makası neden esirgeyeyim? “Fare, ilahların en sevimlisi Ganesh‟in taĢıyıcı hayvanı. Katmandu‟da büyük bir Ganesh Tapınağı yok, ama çok sayıda minik tapınak ve sunak, kentin dört yanına serpilmiĢ. Ganesh, koca göbekli insan gövdesinin üstüne oturtulmuĢ fil kafalı heykeliyle temsil edilir. Ayaklarının altında kutsal hayvanı fare durur. Bilgelik ve erdem tanrısıdır, yazar çizerlerin ve gezginlerin yardımcısıdır. Öte yandan, oldukça da muziptir, ehlikeyftir, sevecendir. Hem yerliler hem de yabancılar arasındaki haklı Ģöhretini de bu özelliklerinden kazanmıĢtır. S. 58. Sagarmatha Eteklerinde.” 12. Biliniyor, oryantalizm (ġarkıyatçılık-Batı‟nın ġark ArayıĢları, Edward W. Said, çev.: Berna Ünler, Metis yayınları, 1999) epeydir sosyal bilimlerde bir sorun! Üstelik vahim bir sorun! Doğu‟yu öteki, muzaffer ve medeni Batı‟nın karĢıtı olarak gören; O‟nu ilkel, vahĢi, geri diye adlandırmakta beis görmeyen, kendini merkeze alarak ötekini ganimet bölgesi, “çevre” olarak adlandıran zihniyetin adı. Batı kibrinin, aydınlanmanın, hatta terörünün entelektüalize edilmiĢ hali. Kaynaklar Sagarmatha‟ya ilk çıkanı Sir Edmund Percival Hillary olarak gösteriyor. 29 Mayıs 1953‟te yerel saatle 11.30‟da zirveye çıkmıĢ. Elinden tutan kiĢi ise Nepalli dağcı Tenzing Norgay; adamın iĢi bu. Tekrarlıyorum: Adamın iĢi bu, sıradan hayatı. Biri kâĢif oluyor, diğeri rehber. Dağın Nepalce adı Sagarmatha, “deniz anne” ya da “gökyüzü tanrıçası” anlamına geliyor. Batı, oryantalizmin en yüzsüz örneğini vererek Nepalilerin yüzyıllardır yaĢadığı dağı önce keĢfediyor, sonra adını değiĢtiriyor. Bunu da medenilik adına yapıyor…[Sagarmatha ilk olarak Andrew Waugh tarafından ölçülüp, “en yüksek dağ” olarak tanımlanıyor. Waugh, kendinden önceki baĢ ölçümcünün adını, George Everest‟i dağa ad olarak veriyor. Üstelik George Everest‟in itirazlarına rağmen… Batı da Sagarmatha‟yı değil, Everest‟i ad olarak kabul ediyor: Bütün ansiklopediler, ders kitapları, sinema, sözlükler, medya … bu adı benimsiyor… “ĠğdiĢ edici zihin iĢgali”nin parlak bir örneği! Rezalet! Bu “zihin iĢgali”nden Türkiye de payını almıĢ. Everest‟i kendine ad olarak seçmiĢ emlakçi de var, yazılım sistemleri satıcısı da. DüĢünsenize, Everest‟i kendisine ad olarak seçen bir yayınevi bile var Türkiye‟de. Orhan Kemal, Sevan NiĢanyan, Che Guevara , Eric J. Hobsbawm, Ahmet Ümit, Zaide Smith…gibi kültürel/politik kitaplar yayımlayan bir yayınevi; yazılı kültürden, dünyadan haberdar olanların iĢtigal ettiği bir yer. “Zirve”ye doğru yürüyüĢlerini “Batı‟lı Batı‟lı” sürdürüyorlar. Sahibi bir eski AKP milletvekili: -teorik olarak- Müslüman. Oryantalizmi kapsamlı bir biçimde analiz ederek sosyal bilimlerde çığır açan Edward W. Said de Filistinli. Himalayalar‟ın yamaçlarında ġerpalar diye adlandırılan dağ köylüleri var. 500 yıl önce Tibet‟ten gelen, baĢlangıçta hayvancılık yaparak yaĢayan, Budizme inanan, dağ havası almıĢ, bedenlerini dağa göre terbiye etmiĢ “sıkı” köylüler. ġimdilerde dağa tırmanmak isteyenlere rehberlik ediyorlar. (Ġngiliz ordusuna Gurkha olarak katılan savaĢçı dağ köylüleri de var.) Bütün o uçsuz bucaksız dağların iç bilgileri, dirençleri, sabırları onlarda mevcut. TırmanıĢ için gerekli olan bütün alet edevatı, yiyeceği, barınma aksesuarlarını sırtlarında taĢıyorlar. Ġsteyeni elinden tutup dağa çıkarıyor; fotoğrafını da çekiyorlar, mutlu, mesut “Batı‟lı Batı‟lı” gülümsemesini sağlıyorlar. ca Bir “oryantalist akıl” (Edward W. Said buna „örtük Ģarkiyatçılık‟ diyor) projesi olan Ġsrail Devleti‟nin neden olduğu “insanlık tahribatları” artık ayyuka çıktı! Mavi Marmara Gemisi‟nin uğradığı saldırıdan sonra Ġsrail Devleti‟ne savaĢ açmaktan, kurulan bütün ikili ticari, askeri, sportif iliĢkilerin kesilmesinden söz edildiği günümüzde bakalım Everest‟in sahibi eski AKP milletvekili ne yapacak? Oryantalizmin zihnimize tahakküm etme gücüne iĢaret eden Filistin‟li Edward W. Said‟in mezarında kemiklerinin sızlamasına razı olarak “oryantalizmi yeniden üretmeye” devam mı edecek? KaybedilmiĢ bir savaĢın parçası olduğunu bilmeyerek “muhalefet” etmeye çalıĢan birçok Müslüman gibi “oryantalist akla” bir kez daha teslim mi olacak? Ya da?.. Bekleyip, görelim. [Hatırla(t)mak da lazım: Meclis çoğunluğunu arkasına alarak celallenen memleket Müslümanları henüz ortalarda yokken Edward W. Said “oryantalist aklın” ileri karakoluna, Ġsrail‟e sembolik değeri çok yüksek olan bir taĢ atmıĢtı. Tek baĢına!] *** SavaĢın muharebe meydanlarında yapıldığı dönem çoktan bitti! Size küçük bir “savaĢ” oyunu… DüĢman kuvvetler: Batı + oryantalizm + Everest + Sir Edmund Percival Hillary. Dost kuvvetler: Doğu + Edward W. Said + Sagarmatha + Tenzing Norgay. Kimden yanasınız? *** [Ve dört küçük alıntı: 1) “ġarkiyatçılık varoluĢunu, açıklığına, ġark‟ı alımlayabilirliğine değil, ġark üzerindeki kurucu güç istenci konusunda taĢıdığı içsel, yineleyici tutarlılığına dayandırmıĢtı.(abç) Böyle bir yol tutmakla da, devrimleri, dünya savaĢlarını, imparatorlukların gerçek anlamda parçalanmasını atlatıp ayakta kalabilmiĢti. s. 234. ġarkıyatçılık-Batı‟nın ġark ArayıĢları, Edward W. Said, çev.: Berna Ünler, Metis Yayınları, 1999.”; 2) “Utancımızla yaĢamamız artık daha da zor olacak. David Grossman. Ġsrailli yazar. 06 06 2010. Taraf”; 3) “Özgür olmayan birey, efendisiyle ve onun emirleriyle kendi zihin aygıtının içinde özdeĢleĢir. Özgürlük karĢıtı savaĢım kendisini insan tininde, ketlenmiĢ bireyin kendisini ketlemesi biçiminde üretir ve bunun sonucunda kiĢinin kendisini ketlemesi, efendisini ve onun kurumlarını güçlendirir. Eros ve Uygarlık, Herbert Marcuse, Aktaran John Holloway, Ġktidar Olmadan Dünyayı DeğiĢtirmek, çev.:Pelin Siral, ĠletiĢim yayınları, 2003; 4) “Ġktidarın dilini nasıl kırarız? Bizi öldürüyor, bu kesin. Bence okurların yüzlerini „ana akım‟ basından internete dönmesinin bir sebebi bu. Ġnternet özgür olduğu için değil, okurlar yalan söylendiğini bildikleri için, okuduklarının Pentagon veya Ġsrail‟den duyduklarının uzantısı olduğunu, kelimelerinizin hükümet tescilli bir dil olduğunu, hakikati gizlediğini ve bizi büyük Batı hükümetlerinin siyasi ve askeri müttefiki yapmayı amaçladığını biliyorlar. ÇeĢitli Batı gazetelerindeki birçok meslektaĢım, yeni gazeteciliğin yalan gerçekliğine, iktidar-medya ağına tutarlı Ģekilde itiraz ederlerse iĢlerini kaybetme riskine girecektir. Gazze faciası sırasında kaç haber kuruluĢu, Berlin ablukasını delen hava hattının görüntülerini vermeyi akıl etti? BBC verdi mi mesela?” (…) “Batılı muhabirlerin kim bilir kaç kez Afganistan‟daki „yabancı savaĢçılar‟dan söz ettiğini duydum. Elbette ki Taliban‟a yardım ettiği söylenen çeĢitli Arap gruplarına atıfta bulunuyorlar. Irak‟ta da aynı hikâyeyi duyduk. Generaller onlara „yabancı savaĢçılar‟ diyordu. Batılı gazeteciler olarak bizler de hemen aynısını demeye baĢladık. „Yabancı savaĢçılar‟ onların iĢgal gücü olduğu anlamına geliyordu. Tek bir anaakım Batılı televizyon kanalının da çıkıp Afganistan‟da 150 bin „yabancı savaĢçı‟ olduğu ve hepsinin de Amerikan, Britanya ve baĢka NATO üniformaları giydiği gerçeğinden söz ettiğini bir kez olsun duymadım. Batı gazeteciliği hükümetlerin ve silahların dilinin esiri, Robert Fisk, The Independent, Aktaran Radikal, 27 06 2010 ”] Not 1: Bu yazı (aynı zamanda) Sol‟un Ġslam‟ı “gerici, karanlık vb.” kavrayıĢlar üzerinden tanımlamasının handikaplarına iĢaret etmek için kaleme alındı. “Gerici, karanlık vb.” yaklaĢımlar Kemalizme dair nitelemelerdir; fazlasıyla yerel, dönemsel ve kapatıcıdır. Mevcut haliyle Ġslam, dolayısıyla AKP fazlasıyla oryantalisttir. Yeni bir paradigma inĢa edememiĢlerdir. Sol‟un Kemalizmin söyleminden çıkıp, oryantalizme dair düĢünmesinde, “sahici sorularla” meĢgul olarak kendini inĢa etmesinde sonsuz yarar görüyorum. 2: Bu yazı sınırlı bir zihinsel kapasitenin ürünüdür ve hata yapmayı göze alarak kaleme alınmıĢtır. ca 13. "Uçağı, otobüsü, treni, gitmenin biricik aracı sanan benim gibi zamane yolcuları bile bunca hikâye biriktirdikten sonra, asıl gidenler, (abç) sadular, derviĢler, abdallar, âĢıklar ne hikâyeler taĢırlar torbalarında, kim bilir? Sagarmatha Eteklerinde, Agora Yayınları. s. 72" diyebilen bir seyyah rehberimiz Özcan Yurdalan: Has adam! 14.Yolculuğa çıkmadan önce Sagarmatha Eteklerinde‟yi okudum. Bir gün önce Katmandu‟da Ev Hali (Elif Köksal, Metis Yayınları, 2010)* yayımlandı. Aldım, okuyamadım. Bu yazıyı sınırlı bir süre kalan/gören (11 gün) birinin algısı ile 11 yıl orada yaĢamıĢ birinin algısı arasındaki farkı da görmek için kitabı okumadan yazdım. Yazı bittikten sonra okudum. Çarpıcı bulduğum kimi bölümleri aktarıyorum: “Duygularımızı açığa vurmak ayıp, kızgınlık göstermek karakter zayıflığı. KarĢımızdakini üzecekse doğruyu söylemek terbiyesizlik, teselli edici yalanlar bulmak erdem. Hata yapan birine onun adına utandığımızı göstererek dayanıĢmak için gülüyoruz. s.12” “Bedenimizin tapınak olduğundan yola çıkarak, etrafımızdan ziyade içimizi temiz tutmak önemli –yani mesela tükürmeyenler pis. s. 12” “Ölüm mesela, ağır, karanlık bir yer değil. Din, hayat ve sanat tortop olmuĢ öyle yaĢıyorlar. S. 12” “Çiçekler çünkü Nepal‟de tanrılara sunmak için varlar, bize değil tanrılara aitler. s. 12” “Hindu toplumunda dul olmak ağır bir durum, kocasına uğursuzluk getirmiĢ demek. (…) dullar cüzamlı gibiler. s. 23” “Namaste burada merhaba ve hoĢça kal yerine kullanılıyor, içindeki tanrıyı selamlarım demek. s. 26” “Dağlara çıkmadan önce rinpoçelere danıĢmak, puca yapıp dağlardan izin istemek gerekiyor. s. 62” “8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Nepal‟de kadınlara resmi tatil. Erkekler iĢe gidiyor. s. 69” “Sonra Hindu dininde kadınlar için tanrı olan kocalarının ayaklarını bir güzel yıkadılar, kocalarının ayaklarını bir güzel yıkadıkları sudan bir yudum içtiler. Hatta bunu Katmandu‟da yaĢayan, dıĢarıda üniversite okumuĢ, yabancı bir çevre kuruluĢunda sorumluluk taĢıyan iĢlerde çalıĢanları da yaptılar. s.72” “Buraların eski bilgeleri RiĢiler, Himalayalar‟ı seyrederken insan günahlarından arınır demiĢler…Öyle tuhaf bir Ģey sahiden yan yana, ulu dağlara bakarken bir iç temizlenmesi, ferahlık. Enginlik…s.159” “Bizim buralardaki ideolojinin adı Marksizm-LeninizmMaoizm-Praçanda Yolu. Bizim Maocular tam Maocu değiller yani, buraların komünistleri. Praçanda Yolu, biraz Peru‟nun Aydınlık Yolu‟nu çağrıĢtırıyor. Kunda Dixit‟in yazdığına göre taa 1993‟lerde Nepal Himayaları‟nda kayaların üzerinde „YoldaĢ Gorzalo‟yu bırakın‟ yazarmıĢ kırmızı. And dağlarından gelmiĢ bizim devrim. s.162” 15. Gördüklerim, yazdıklarımdan ibaret değil! Kimi durumlar için sözcük bulamadım! Birçok Ģeyin “göründüğü gibi olmadığını” bilecek yaĢı çoktan geçtim. “Haddini bilmek” gibi bir deyimden de haberdarım. Hele yanına “oryantalizmin tuzağına düĢmek” gibi baĢka bir kaygı da eklenince susmak belki daha iyi. Üstelik cahillik derecesinde bilgisiz olduğum bir toplumsallık hakkında, turist gözüyle yazmak “cüret etmek” demektir.-Yazı, yargıdır. Her yargı, cürettir. Ġlle yazılacaksa “belki, sanırım, bilmem ki, herhalde…” eĢliğinde yazılması, uygundur.-Bence! “BaĢbakan olduğunda iĢadamlarıyla bir toplantıda gizli bir Ayn Rand hayranı olduğunu ifade etmiĢ. Öldüğünde tabutunun yanına çiçeklerden yapılma bir seksen boyunda bir dolar iĢareti konan Ayn Rand. s. 163” “Kadın gerillalar her ay muayyen günlerinde dört gün izinli sayılıp gözcülüğe gönderilirmiĢ. s. 174” “Hindular öldükten sonra hemen burada nehrin kenarında yakılmayı seviyorlar. Hindu ölüler yanarken, en büyük erkek evladın babasının ölü kafasını çekiçle parçalayıp ruhu salıvermesi gerekiyor. Erkek evlat mutlaka lazım burada. s. 190” Katmandu‟yu ilk görüĢte söylenecek tek kelime var: Pis! Üstelik “öyle böyle” değil, “bok götürüyor” denecek kadar pis! Ġstanbul‟daki Taksim Meydanı muadili bir meydanın kenarındaki tapınağın duvarına iĢeyeni gözlerimle gördüm, daha önce oraya sıçanın bıraktığı bok ortada duruyordu.-DüĢünün birisi Taksim‟de rahat rahat sıçıyor, kimse de “hey n‟oluyor?” demiyor. Her gördüğümü, yargımı bu pisliği anlamaya çalıĢarak konumladım önce.-Su yok, 10 küsur yıldır savaĢıyorlar, biraz rahat insanlar… Sonra, Katmandu‟da Ev Hali‟ni okudum; Elif Köksal‟ın “tükürmeyenler pis s. 12” sözcüklerini görünce nevrim döndü. Ġçlerini temizlemek için tükürüyorlar; “dıĢarısı pis, içleri temiz!” Batı‟da ise “dıĢarısı temiz, içerisi pis” mi? Soruya/soruna bakar mısınız? “(Saduların) Bazıları bekâret kemeri olarak yanlarında parmak kalınlığında demir zincirle tutturulmuĢ deriden bir don giymiĢ. Giyinik olanları ayaklarında peĢtamal gibi bir lungi ile geziyorlar. Bazılarının penis sinirleri inisinasyon sırasında gurularının demirden asayla vurması sonucu tahrip olmuĢ; cinsel enerjilerinin gücünü artık aydınlanmak için kullanacaklar. s.191” “Bazıları aĢağıda nehrin kıyısında yanan bedenlerden arta kalanları yiyerek yaĢıyor. Çünkü var olan her Ģeyi evrensel ruhun bir parçası, dolayısıyla temiz olmaması imkânsız görüyorlar. Onlar için kötü iyi, ölüm hayat, kirli temiz. s.191” “BaĢkalarına kalbimizi değdirince hafifliyoruz, bir çeĢit uçuĢuyoruz, uçuĢarak derdimizin dıĢına çıkıyoruz. s. 197” “Onlar, buraların en fakirlerinden, dokunulmaz kastın da en düĢük tabakalarından. Fare yiyenler. s.198” “Budistler diyorlar ki dünyadaki herkes, her canlı, sonsuz sayıda hayatlarımızdan birinde annemiz, babamız olmuĢ, herkesin bize derin emeği geçmiĢ. Mesela sivrisineklerin bile öldürülmemesinin bir sebebi bu. s. 216” ca Oysa dehĢetli merak ediyorum çoktanrılı dinlerin (Hinduizmin, Budizmin, ġamanizmin) hayatı nasıl algıladıklarını; sokakta el ele tutuĢmayanların, sarılmayanların cinsel hayatlarını; linga* heykellerini yapanların, tapınaklara kama-sutra pozisyonlarını çizecek kadar mevzuyu alenileĢtirenlerin yatak odası hallerini… Saduların, ermiĢ gibi ortalarda salınırken, penislerinin sinir uçlarını ezdirirken cep telefonu bilgilerini; kamera için boyanmalarını, para istemelerini… Yine dehĢetli merak ediyorum inancın her Ģeyi kendinden ibaret gören bir boyutu içselleĢtirirken, kendini kapatırken, tereddüde yer bırakmadan bunu nasıl baĢardığını, inanmamanın aynı beceriyi neden gösteremediğini… Ġnsan, inanan hayvan mı yoksa? Velhasıl mevzu derin, susmak uygun düĢer! Ya da Elif Köksal‟a “anlat yolcu” demek düĢer! Bitirmeden, “bir kusur ettikse sarhoĢluktandır, hoĢ gör meyhane arkadaĢını Ganesh, hadi Ģerefe” demek düĢer! Haziran 2010 ca Fotoğraf : Lütfiye Güreli ca * Linga: Fallik bir iĢaret olan ve Tanrı ġiva‟nın sembolü olarak bilinen kutsal nesne. Hint Dünyası, Gordon Johnson, çev.: Müfide Pekin, ĠletiĢim Yayınları, 1998. Ömer Faruk: “Her Ģeyin olup bittiği yer kendi içimizde bir yer. Sir John Eccles” Bu sözü epigraf olarak kitabın giriĢine koymuĢsunuz. “Ġç”e özel bir vurgu yapıyorsunuz…Kadim sorulardan biridir: “dıĢ”tan azade bir “iç” var mıdır? Varsa kendini nasıl yapar ve “dıĢ”ı belirler? Elif Köksal: bilmiyorum. Olması lazım. Bilmiyorum. Belirliyordur olsa olsa. Ama orda benim iĢaret etmek istediğim, hiç bir Ģeyin öyle olmadığı. Biz de yokuz, her Ģey illüzyon. Ömer Faruk: Pirinç, dağ ve çok tanrılı dinlerin belirleyici olduğu bir hayatın hayatı algılamada da farklılıklar içereceğini düĢündüm. Hayatla kurulan kodlar farklı çünkü…Buğdaydan, denizden ve tek tanrılı dinden giden size göre bu algı farklılığı nasıl tezahür ediyor? Bilmiyorum, bilmiyorum… SöyleĢi: Ömer Faruk Farsakoğlu Elif Köksal: bilmiyorum. Sahiden bilmiyorum. Ama her konuda baĢvurulacak o konuyla ilgilenen bir tanrı olması var. Dağlar da tanrı zaten. Ya da tanrıların evi. Algı farklılığı hayatın orada üstümüze gelen insanlar ve Ģartlar halinde değil de sebeplerden sonuçlara akan ve bizim de parçası olduğumuz daha yumuĢak bir Ģey olarak tezahür etmesine yarıyor. Çin resimlerinde dağlar vardır hani, minik de bir insan vardır, doğanın içinde bir insan. Dağlarda o pirinci ekmek kolay değildir, teraslama yapmak gerekir. ca Ömer Faruk: “Gitme” baĢka bir yeri öncelikli kılar, içerir. Tarih boyunca yapılan yolculuklara bakıldığı zaman Doğu’nun Batı’ya, Batı’nın da Doğu’ya gittiğini görürüz. Sanki herkes “kendi topraklarından kurtulursa baĢka bir yerde daha mutlu olacağı” inancını zımnen kabul eder. Siz de “Öyle çok insan buradan çekip gitmeyi istiyor ki. Ülkemden gitmeyi çok istemiĢtim ben de, artık nasıl dönüldüğünü hatırlamıyorum.s. 160” diyorsunuz. Siz gitmek istiyorsunuz, Nepal’liler gitmek istiyor…Herkes? Nereye? Gidecek yer var mı? Elif Köksal: gidecek yer var. Ġnsan nereye gitse kendini de götürür demelerine inanmayın, gitmek iyi gelir. Bana geldiydi. Etrafımızdan bazen dıĢarı çıkmak hep iyidir. Nepal'in gençleri çıkmak istiyor evet, herkesi bilmem. Geçenlerde harvard mezunu, en sevdiğim gastenin ceo'su bir nepalli arkadaĢımla gitmeyi konuĢuyordukgitsem artık diyordu, ben de ama sen o kadar okudun Ģimdi memleketin sana ihtiyacı var demeye kalktım, sonra hatırladım ben de gitmiĢtim. Zaten o da sen gittin anlarsın gitme ihtiyacını, ondan soruyorum dedi. Gerçi bana memleketin ihtiyacı yoktu. Sonra vakti gelince dönüyor insan, vakti gelirse, ama gitmek iyidir. Onlar emniyet ve para için gitmek istiyorlar, bir de insan merak eder baĢka ihtimalleri. Ömer Faruk: Nepal’de kadın ve erkek sokakta sarılmıyorlar. El ele tutuĢan kimse görmedim. Dokunmayı içeren sokağa taĢmıĢ bir sosyal hayat yok,-gördüğüm kadarıyla. Ama öte yandan Tanrıça Vajina tapınağı da var lingalar da var. Cinsellik kamusal alanda gelenek olarak mevcut. Kama-sutra gibi yüzyıllar ötesinden gelen gelenek bu topraklarda oluĢmuĢ; tapınaklara oya gibi iĢlenmiĢ. Ev içi hayatlarda ayıplarından arınmıĢ cinsellik ne ölçüde yaygın? Elif Köksal: Vajra Yogini tapınaklarından bahsediyorsanız o kadar tek kelimeye indiremeyiz oraları. Tanrıça Vajina? Parvati'den bahsediyorsanız onun vajinası da Shiva'nın fallusu ile beraber yaratılıĢı, yaratmayı temsil ediyor. Tantra atla deve değil, demode bir Ģey, kitapta anlatmaya çalıĢtığım gibi. Ev içi hayatlarında, okumuĢ/üst sınıfları bilmem ama normal Hindu Nepallilerin üstlerini baĢlarını çıkarmadan aĢk yaptıklarını çok duydum. ġerpalar perdeleri kapatır mesela; gündüz güneĢe, gece aya ayıp olmasın diye. Evlenir evlenmez çocuk yapılması beklenir. Yeni ve Ģehirli nesil daha cinseldir olsa olsa; ama bekaret normalde hem erkek hem kız için önemli, ilk kez evlenince yatmak beklenir ikisi için de. Genelleyemem tabii ama öğrencilerimden bildiğim bu. ġerpa bir arkadaĢım, bizim burada isterik diyeceğimiz bir yengesini anlatıyordu, kadıncağızın çok ihtiyacı var yazık, hasta, amcam yetiĢemiyor, bilmem kim de yardım ediyor diye anlatıyordu, hiç yargılamadan. Kadının durumuna herkes üzülüyordu. ġerpalar budist ama, hindular daha muhafazakarlarÖmer Faruk: Kitabın en veciz cümlelerinden biri Ģu bence: “BaĢka dilde baĢkalarının kelimeleri üzüntümüze ellerini az değdiriyor, az acıtıyor. Sahiden öyle üzgünüm ki kendime Türkçe bir Ģey diyemiyorum. S. 194” diyorsunuz. “Herkesin acısı, sevinci kendine, kendi diline” gibi bir anlam çıkıyor. Bu anlamda gitmek “kendi dilinden gitmek” anlamına mı geliyor? Elif Köksal: kendi dilinden uzaklaĢmanın da bir hürriyeti yok mudur. Sokakta yürürken etrafta konuĢulanları anlamamak Ģahanedir. Bir amerikalı arkadaĢım demiĢti tayland'da ne kadar sorumluluksuz hissettiğini, yurttaĢ sorumluluğundan bahsetmiĢti, hiç bir Ģey anlamıyorum, hiç bir Ģekilde davranmam gerekmiyor ne güzel demiĢti. Ben mesela türkçe aĢk mektubu da yazamam hayatta. ca Türkçe beni tutar zapteder. Hikayeleri de ingilizce yazarken istediğim kadar derine, sağa sola inebilirim. Nasıl olsa benim kelimelerim değildir, ferah ferah en içli duygulardan bahsedebilirim. Türkçede bahsetmem. Ömer Faruk: “Düzlemlerin birinde aslında her Ģeyi bildiğimizi, sussak dinlesek, dünyanın her haline elimizi değmenin mümkün olduğunu görmediğim vakitler. S. 213” diyorsunuz. Bu gittikten sonra edindiğiniz bir yargı mı yoksa gitmeden önce de böyle mi düĢünüyor dunuz? Elif Köksal: görmediğim, orada farkına varmadığım anlamında. Farkına varmak dank etmek Ģeklinde olduğu için görmediğim demiĢim. Daha önce ne düĢündüğümü hatırlamıyorum ama asya bilgisi tabii bunlar bana. amerikalı, ama saduysa sadu, bilgelikse bilge... Yani değiĢen zamanlar diyorum. Onlar hala sadu. Ömer Faruk: “Bu arada ben Nepal’den gittim. Orada aydınlanamadım. S. 210” diyorsunuz. Yine zımnen aydınlanacak bir “ora”ya iĢaret ediyorsunuz! Neresi? Var mı? Elif Köksal: orda daha kolay. Var inĢallah. Himalayalar, evet. ĠnĢallah. Muhtemelen. Evet, evet. ca Ömer Faruk: “Nepal moderniteyi ne yapacağını bazen hiç bilemiyor. S.193” Bence, gelenek moderniteye, kapitalizme direnemiyor. MüthiĢ bir yayılmacı, bünyesinde eritme, yok etme gücü var. Geleneği folklorik bir konuma itiyor. Ne dersiniz? Elif Köksal: maalesef. ĠnĢallah hep öyle değildir demek istedim Ģimdi. Ömer Faruk: Moderniteye direnebilecek potansiyeli barındıranlar Sadular bence. Zamane derviĢleri…Devasa bir üretim/tüketim sarmalının dıĢına çıkarak yaĢamayı deneyenler. Ama onların da kameraya poz vermelerine, poz vermek için boyanmalarına, cep telefonu bilgilerine…ne diyorsunuz? Elif Köksal: ortalarda, durbar meydanında filan poz veren sadular biraz üçkağıtçılar sanki. Poz vermek için boyanan sahici sadu bilmiyorum, onlar zaten boyalılar, boyalar iĢaret. Cep telefonlarından anlayan sadu gençti, yeni zaman insanıydı bir yanıyla. Dilenerek karınlarını doyurdukları için kitabın kapağındakiler gibi saduların poz vermeleri gerekiyor. Feysbukta sayfası olan, laptoplu sadu arkadaĢım da var, ca NEPAL Mart 2010 Zayende Gezginleri Fotoğraf : Yelda Baler ca Desen desen Desenler: ġebnem Çaylan ca ca