Bu sayının online kopyası için tıklayınız
Transkript
Bu sayının online kopyası için tıklayınız
TÜRKİYE CUMHURİYETİ KADIKÖY BELEDİYE BAŞKANLIĞI İnsanca AVRUPA KOMİSYONU DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI GİRİŞİMİ HAZİRAN 2004 SAYI 7 AYLIK ÜCRETSİZ DERGİ İNSAN HAKLARI HUKUKU BİREYSEL HAK ARAMA DİLEKÇESİ AIDS'LE YAŞAMAK VE YAŞATMAK İNSAN TİCARETİ EKİLERİÇİNDEKİLERİÇ İÇİNDEKİLER Türk Toplumunda Demokrasinin Korunması ve İnsan Haklarının Geliştirilmesi Konusunda Toplumsal Aktörlerin İşbirliği Projesi lideri Kadıköy Belediye Başkanlığı adına SAHİBİ Kadıköy Belediye Başkanı Av. Selami ÖZTÜRK SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ İnci BEŞPINAR YAYIN KURULU İnci BEŞPINAR Prof. Dr. Necla PUR Işıl ÖZGENTÜRK Deniz SOM Selen YILMAZ Muhtar ÇOKAR Deniz KOÇ Perihan ULUĞ Proje Merkezi Eğitim Mahallesi, Nahit Bey Sokak No: 16 Kuyubaşı - Kadıköy / İstanbul Telefon: 0.216. 347 58 38 Faks: 0.216. 347 78 86 E-Posta: info@insanca.kadikoy.bel.tr Ofset Hazırlık Olay Bilgi İletişim Basın Yayın Ltd. Şti. İstiklal Caddesi, Kontlar İşhanı No: 113/6 D: 5 80070 Beyoğlu / İstanbul Telefon: 0.212. 292 39 06 - 07 Faks: 0.212. 251 45 28 - 29 www.dataprints.com Koordinatör Aynur NARLER Görsel Yönetmen Atilla AKIN Grafik Tasarım Zeynel YÖNER Baskı Şan Ofset, Cendere Yolu No: 23 Ayazağa / İstanbul Telefon: 0.212. 289 24 24 Bu dergi Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile hazırlanmıştır; dergide yayımlanan yazılarla ilgili olarak Avrupa Birliği’nin sorumluluğu yoktur. 3 İNSAN HAKLARI KURULTAYI İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin kabulünün 50. yılı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in himayesinde İstanbul'da düzenlenen ve dört gün süren bir kurultayla kutlandı. DERGİDEN: İNCİ BEŞPINAR Toplumsal Sorumluluk 4 5 6 BİREYSEL HAK ARAMA DİLEKÇESİ Vilayet ve kaymakamlıklardaki insan hakları kurullarına verilen form dilekçe... BAŞKANDAN: SELAMİ ÖZTÜRK Kapımızın Önü TEMEL SAĞLIK VE HAKLAR MUHTARLARIN DA SORUNLARI VAR İnsanca Yaşam Projesi'nin katılımcı kuruluşlarından Kadıköy Muhtarlar Derneği Başkanı Nazan Gürkan İnsanca'ya yazdı. GAZHANE ÇOCUKLARIN HAYALLERİNDE HAYAT BULDU Tarihi gazhane binasına yeniden hayat kazandırmak için yapılan şenlikte resim, kompozisyon ve röportaj dallarında ödül alan ilköğretim öğrencileri birer bisiklet kazandı. 7 8 10 11 12 13 14 15 16 HAZİRAN SEMİNERLERİ İNSAN HALLERİ: IŞIL ÖZGENTÜRK İnsanın Adı Nataşa'ya Çıkmasın GÖRMEZLİKTEN GELİNEN BÜYÜK SORUN: İNSAN TİCARETİ İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'ndan Dr. Muhtar Çokar, dünyada başta fuhuş sektörü olmak üzere tutsaklık koşullarında çalıştırılan insanları anlattı. MADDE BAĞIMLILIĞI İLE SAVAŞIM Beş üniversite öğrencisi Madde Bağımlılığı ile Savaşım İnisiyatifi'ni kurdu. Gençler, “Yoksulluk, Göç ve Uçucu Madde Bağımlılığı Projesi”ni başlattı. KIRMIZI ŞEMSİYELİ KIZ: NECLA PUR Kadınlar Artık Suskun Değil YÜZYILLARCA SÜREN MÜCADELE Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve Araştırma Birimi Görevlisi Bertan Tokuzlu'nun verdiği İnsan Hakları Hukuku seminerinin notları. İNSANİYET: DENİZ SOM Karşılaştırmaca (1) AIDS'LE YAŞAMAK VE YAŞATMAK 12 yıl önce HIV virüsü ile tanışan Birol Kaya o günden beri bir yandan tedavi oluyor bir yandan da insanları bilinçlendirmek için çalışıyor. KİTAPLAR ARASINDA 'İnsanı Sevmekle Başlar Her Şey' HADDİNİ DEĞİL HAKLARINI BİL İNSANLIĞIN ALEMİ VAR: MUSA KART Kapak: Marc Chagall, 1911, Apollinaire'e Saygı HABER Cumhurbaşkanı Sezer'in himayesinde İstanbul'da düzenlendi İNSAN HAKLARI KURULTAYI AJANDA 10 HAZİRAN Dünya Nüfus Günü, Dünya Hukukçular Günü 20 HAZİRAN Babalar Günü Uluslararası Af Örgütü'nün, dünyada zor koşullarda görev yapan kadınlara verilen ödülünü bu yıl Güneydoğu'daki töre cinayeti mağdurlarına yönelik çalışmaları nedeniyle Kadın Merkezi Diyarbakır Şube Başkanı Nebahat Akkoç aldı. HAZİRAN 2004 İnci BEŞPINAR TOPLUMSAL SORUMLULUK Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Sultanahmet'teki binasında dört gün boyunca 16 oturumun yapıldığı İnsan Hakları Kurultayı'na Avrupa üniversitelerinden hukukçular ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden yargıçlar da katıldı. Oturumlarda İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin ilkeleri doğrultusunda yaşam hakkı, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, eğitim hakkı, özel ve ailevi yaşamın korunması, vicdan-inanç ve din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, dernek ve toplantı özgürlüğü, serbest seçim hakkı, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesi, iktisadi ve sosyal haklar gibi konular ele alındı. RADYODA BU AY YAZAR ve yönetmen Işıl Özgentürk'ün sivil toplum kuruluşu gönüllüleriyle dönüşümlü hazırlayıp sunduğu “İnsanca Yaşam İçin İnsanca” radyo programını 95.1 Özgür Radyo'dan her hafta Salı saat 10.30-11.30 arası dinleyebilirsiniz. EKSi TÜRKİYE'NİN İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ni kabul edişinin 50. yılı nedeniyle İstanbul'da İnsan Hakları Kurultayı düzenlendi. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in himayesinde kurultay Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uyguluma Merkezi, Avrupa Konseyi, Marmara Üniversitesi, İstanbul Barosu ve İnsan Hakları Eğitim On Yılı Uygulama Komitesi'nin işbirliği ile gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kurultayın açılışına gönderdiği mesajda Türkiye'de yasal düzenlemelerle insan hakları konusunda önemli aşamalar sağlandığını belirterek çağdaş toplumlarda insan hakları bilincinin yerleşmesinde bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının da devletle birlikte çaba harcaması gerektiğini söyledi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı avukat Özdemir Özok, hiçbir kurum ya da kişinin gücünü kullanarak insan haklarına aykırı davranamayacağını belirtirken İstanbul Barosu Başkanı avukat Kazım Kolcuoğlu, Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafı İngiltere'nin ABD ile birlikte Irak'ı işgal ettiğini ve hiçbir kural tanımadan insanları işkence ile katleden bir uygulamanın içine girdiğini bildirdi. Marmara Üniversitesi'nin ARTI Ç Dergiden Avrupa Birliği'ne uyum amacıyla yapılan 10 maddelik Anayasa değişikliğinde kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin aynı yetki ile donatılmış ve yalnızca ismi değiştirilerek kurulacak yeni mahkemelerde aynen süreceği anlaşıldı. Bazıları toplumdaki en önemli konunun kendi çevresinde gelişen ya da kendisini doğrudan ilgilendiren konular olduğunu düşünür. Haklılık payı olsa da bu düşünce, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi tehlikeli bir düşünceyi ortaya çıkarabilir. Bu bakımdan toplumsal sorumluluk duyan herkesin, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konularda bile duyarlı ve ilgili çevrelerle dayanışma içinde olması gerekir... Katılımcılarının her biri toplumsal sorumluluk taşıyan İnsanca Yaşam Projesi'ne gelirsek... Seminer çalışmalarımız Mayıs'ta sivil toplum gönüllüsü grupların ilgi alanlarına göre uzmanlık konularında yoğunlaştı; kadın ve çocuk hakları ile özürlülerin hakları ele alınmaya başlandı. Bu konulardaki çalışmalar Haziran'da da sürecek. Dergimizde ise Bertan Tokuzlu'nun İnsan Hakları Hukuku konusunda daha önce verdiği seminerin geniş bir özetini bulacaksınız... Dergimizde geçen ay başlattığımız hukuk sayfasının ilginizi çektiğini umuyoruz. Bu ay, insan hakları kurullarına yapılacak başvurular için doldurulacak form dilekçe örneğini veriyoruz. İnsan hakları ihlali konusunda şikayetçi olanların veya yakınlarının dilekçede sorulan 22 soruya yanıt vermesi gerekiyor... Bildiğiniz gibi İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, projemizin ortaklarından ve vakfın sağlık danışmanı Dr. Muhtar Çokar da dergimizin yayın kurulu üyelerinden. Arkadaşımız Dr. Muhtar Çokar, yine projedeki gazeteci arkadaşımız Işıl Özgentürk'ün sorularını yanıtladı. Söyleşi dünyadaki insan ticaretine dikkati çekiyor. İnsan ticareti konusu, Türkiye'yi de ilgilendiren boyutu ile önümüzdeki süreçte ulusal medyanın gündemine gelecektir... Ulusal medya şu sıralar gençleri tehdit eden uyuşturucu bağımlılığı konusunu ele alıyor. Bu ay İncanca'da beş üniversite öğrencisinin madde bağımlılığı ile savaşım için yaptıkları çalışmaları okuyacaksınız. Gençler, önemli bir konuyu vurguluyor ve basının yansıttığı önyargılı bilgiler doğrultusunda madde bağımlılarının sadece sokakta yaşayan çocuklarla sınırlı olmadığını söylüyor... 12 yıldır HIV virüsü taşıyan Birol Kaya'nın büyük bir içtenlikle anlattıkları da uyarı niteliği taşıyor... İnsanca Yaşam Projesi'nin aylık dergisi İnsanca'ya eleştiri ve önerilerinizle katılımınızı bekliyor ve bir ay sonra yeniden buluşabilmek umuduyla esenlikler diliyoruz 3 HUKUK İnsan hakları ihlalleriyle ilgili şikayetler vilayet ve kaymakamlıklardaki insan hakları kurullarına yapılıyor BİREYSEL HAK ARAMA DİLEKÇESİ Meslekten men, Memurluktan çıkarma, Ceza tayinine mahal olmadığı, Diğer (belirtiniz). YURTTAŞLARIN insan hakları ihlalleri savıyla bireysel başvuru hakkı bulunuyor. Başvurular Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'nın yanısıra illerde vilayet kanalıyla İl İnsan Hakları Kurulu'na ve ilçelerde kaymakamlık kanalıyla İlçe İnsan Hakları Kurulu'na yapılabiliyor. Kurullar her ay toplanıyor. Başvurulara kurul toplantısından sonraki bir ay içinde yanıt verilmesi gerekiyor. Başvuru sırasında istatistiki veri elde etmek üzere form dilekçenin esas olarak görevliler tarafından doldurulması öngörülüyor. Ancak başvuru sahibinin de form dilekçeyi doldurma hakkı bulunuyor. Form dilekçede başvuru sahibinden uğradığı haksızlıkla ilgili olarak şu soruların yanıtları isteniyor: KİMDEN ŞİKAYETÇİSİNİZ? İhlalin olduğu tarih? Gün, ay ve yıl. İhlalin olduğu yer? İl, ilçe, köy, semt/mahalle. İhlalin gerçekleştiği mekan? Şikayet edilen kurum? (belirtiniz) Bakanlık, Valilik, Kaymakamlık, Adliye, Özel İdare, Belediye, Eğitim ve Öğretim Kurumu, Sağlık Kurumu, Sosyal Hizmet Kurumu, Emniyet, Jandarma, Ceza ve Tutukevi, Diğer (belirtiniz). İhlal edilen hak hangisidir? (birden çok seçenek işaretlenebilir) Adil yargılanma hakkı, Ailenin korunması hakkı, Ayrımcılık yasağı, Bilim ve sanat hürriyeti, Çalışma ve sözleşme hürriyeti, Çevre hakkı, Dilekçe hakkı, Din ve vicdan hürriyeti, Eğitim ve Öğrenim hakkı, Engelli hakları, Haberleşme hürriyeti, İfade hürriyeti, İşkence ve kötü muamele yasağı, Kişi hürriyeti ve güvenliği, Konut dokunulmazlığı, Mülkiyet hakkı, Örgütlenme hürriyeti, Özel hayatın gizliliği, Sağlık ve hasta hakkı, Seçme-seçilme ve siyasi faaliyet, Sosyal güvenlik hakkı, Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, Vatandaşlık hakkı, Yaşam hakkı, Yerleşme ve seyahat hürriyeti, Zorla çalıştırma yasağı, Diğer (belirtiniz). ÖNCEKİ ŞİKAYETLER Başvuru konusu ile ilgili başvurulan başka bir kurum var mı? Evet (açıklayınız), hayır. Başvuru konusu ile ilgili verilmiş adli 4 AMACINIZ NE? Başvuru konusu ile ilgili devam eden idari soruşturma var mı? Evet, Hayır. Şikayet konusu ile ilgili başvurulabileceği halde başvurulmayan başka bir adli/idari yol var mı? Evet (açıklayınız), Hayır, Bilinmiyor. Başvuru amacı nedir? (birden çok seçenek işaretlenebilir) Kayıtlara geçmesi, Hakların iadesi, Yanlışlığın düzeltilmesi, Sorumlu/sorumluların cezalandırılması, Yöntem ve bilgi desteği almak, Diğer (belirtiniz). Başvuruyu destekleyen deliller var mı? Doktor raporu, Görgü tanığı, İdari karar, Yargı kararı, Yok, Diğer (belirtiniz). Dilekçe ile yapılan başvurulara kurul toplantısından sonraki bir ay içinde yanıt verilmesi gerekiyor. Başvuruda şikayetçi veya yakınına insan hakları ihlali iddiasıyla ilgili 22 soru soruluyor. veya idari kararlar var mı? Adli karar var, İdari karar var, Hem adli hem de idari karar var, Yok. Başvuru konusu ile ilgili varsa verilmiş yargı kararları nelerdir? (birden çok seçenek işaretlenebilir) Takipsizlik kararı, Yetersizlik ve görevsizlik kararı, Beraat, Para cezası, Hapis cezası, Para ve hapis cezası, Davanın reddi, Davanın düşmesi, Yok, Diğer (belirtiniz). Başvuru konusu ile ilgili devam eden dava var mı? Evet, Hayır. Başvuru konusu ile ilgili varsa verilmiş idari kararlar nelerdir? (birden çok seçenek işaretlenebilir) Uyarma, Kınama, Aylıktan kesme, kademe veya derece ilerlemesinin durdurulması, KİŞİSEL BİLGİLER Cinsiyet? Erkek, Kadın. Aylık ortalama gelir? Bitirilen yaş? Eğitim Durumu? Okur-yazar değil, Okuryazar/okul bitirmedi, İlkokul, İlköğretim, Ortaokul/dengi, Lise/dengi, Yüksekokul veya fakülte, Yüksek lisans/doktora. Medeni hal? Hiç evlenmedi, Evli, Boşandı, Eşi öldü. Tabiiyet? T.C., Yabancı (belirtiniz). İş durumu (duruma uygun tek seçeneği belirtiniz) İşsiz ve mesleği olmayan, Vasıfsız işçi veya hizmetli, Vasıflı işçi, Memur veya yönetici olmayan personel, Müdür veya orta düzey yönetici, Genel müdür veya üst düzey yönetici, Yargı mensubu, Ordu mensubu, Emniyet mensubu, Şirket sahibi veya ortağı, Serbest meslek (doktor, avukat, mimar, mühendis vb.), Esnaf/sanatkar, Tarım/orman/balıkçılık, Ev hanımı, Öğrenci, Emekli, İrad sahibi, Çalışamaz halde olan, Diğer (belirtiniz). İhlal konusu olan olayın ana hatları (ek sayfa kullanılabilir) Kişisel Bilgiler: Ad-Soyad. İkametgah Adresi. Telefon Numarası. Faks Numarası. E-mail adresi. Tarih. İmza Temsilcinin veya Yakınının: Adı Soyadı. Mesleği. Adresi. Telefon Numarası. Faks Numarası. E-mail adresi. Tarih. İmza HAZİRAN 2004 YORUM TÜRKİYE Cumhuriyeti tarihinde eğitim, kültür ve sağlık alanında tasarlanan üç büyük proje köy enstitüleri, halkevleri ve sosyalizasyondur. Sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu çalışmalarına 1960'lı yılların hemen ertesinde başlanmış ve yeni anayasanın en temel özelliklerinden birisi olan sosyal devlet anlayışının önemli göstergelerinden birisi haline dönüşmüştür... Sağlık hizmetlerinin sosyalleşmesi özetle, devletin temel sağlık hizmeti görevini yerine getirmek için örgütlenmesi ve eyleme geçmesidir. Pilot uygulamaları ve ilk örgütlenmesi doğu illerinde başlayan sosyalizasyon, kısa süre içinde sağlık alanında umulanın ötesinde başarılı olmuş ancak batı illerinde uygulamalara henüz sıra gelmişken 1980'li yılların başında iktidara gelen yönetimlerce askıya alınmıştır. Halkevlerinin ve köy enstitülerinin başına gelenler bu sefer sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi çalışmalarının başına gelmiştir... Temel sağlık hizmetleri bir ülkede sağlık hizmetlerinin gerçekten temelini oluşturur. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin yeterince ve gereğince devlet tarafından verildiği ülkelerde, tedavi edici sağlık hizmetleri dahil, toplam sağlık düzeyi diğer ülkelere bakışla daha yüksektir. Birinci basamak sağlık hizmetlerine yapılan yatırım, ülkenin sağlık sorunlarını daha başlamadan önlediğinden verimli ve akılcı bir yatırımdır ancak ticari anlamda kar getiren bir alan değildir. Birinci basamak sağlık hizmetlerine yapılan yatırım belli bir süre sonra insanların sağlık düzeyinin iyileşmesi ve bir anlamda hastalanmaması olarak geri döner. Bu durum ise sağlığı bir ticari alan, kar amacıyla yapılan bir iş olarak gören çevrelerin ilgi alanında değildir... Kamu kuruluşlarının bu arada sağlık kuruluşlarının da karlı olmadığını ve devlete yük olduğunu savunan köşe dönücü yöneticiler son çeyrek yüzyılda sağlık hizmetlerinin özelleşmesi için ellerinden geleni yaptılar. Hastalar müşteri, sağlık kuruluşları ticari yatırımlar haline geldi. İnsanların hastalandıktan sonra başvurdukları ve tedavi hizmeti aldıkları ikinci basamak sağlık hizmetleri gün geçtikçe özelleşiyor. Ancak birinci basamak hizmetlerinin talibi hala yok. Çünkü bu alanda kar yok... Anayasaya göre temel sağlık hizmetleri hala ücretsiz. Yani bir hastalığınızı tedavi için ücret alınmaması gerekiyor. Sizler bundan yararlanıyor musunuz? TEMEL SAĞLIK VE HAKLAR HAZİRAN 2004 Başkandan Av. Selami ÖZTÜRK KAPIMIZIN ÖNÜ T ürkiye'nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ni kabul edişinin 50. yılı nedeniyle geçen ay İstanbul'da İnsan Hakları Kurultayı toplandı. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in himayesinde düzenlenen ve dört gün süren kurultay, insan hakları konusunda Türkiye'de yapılan en kapsamlı toplantılardan biriydi. Türkiye'de fazla yankı bulmasa da Avrupa düzeyinde bir toplantıydı. 50 yıl öncesini anımsamak gerekirse, bildiğiniz gibi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi esas alınarak, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmıştı. Avrupa Konseyi 5 Mayıs 1949'da Fransa'nın Strasbourg kentinde kurulmuş, Türkiye 12 Aralık 1949'da kabul ettiği bir yasayla Avrupa Konseyi statüsünü onaylamıştı. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ise Avrupa Konseyi'ne o yıllarda üye 15 devlet tarafından 4 Kasım 1950'de imzalanmış ve Türkiye sözleşmeyi 10 Mart 1954'te yine bir yasa ile uygun bulmuştu. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın ilk siyasi organı olan Avrupa Konseyi'nin insan hakları sözleşmesi, Birleşmiş Milletler'in insan hakları bildirgesine göre çok önemli bir yenilik getirmişti. Bugün kısaca AİHM dediğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuş ve uluslararası bir yargı sistemi yaratılmıştı. Böylece üye bir devletin insan haklarını ihlal ettiği savıyla başka bir üye devlet hakkında başvurmasına hak tanındığı gibi iç yargı yollarında çözüm bulamayan bireye de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitme yolu açılmıştı. Bugün, bireysel başvuru hakkı dediğimiz bu ilkeyi Türkiye 28 Ocak 1987'den başlayarak üç yıl içinde kabul etmişti. Görüldüğü gibi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile 50 yıl önce tanışmış olmamıza karşın iç yargı yollarının tükenmesi halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının sağlanması ancak 14 yıllık bir geçmişe sahip bulunuyor. Bu kısa geçmişe rağmen “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” denilince sanırım Türkiye'nin kabarık bir sicili olduğu da akla geliyor. İnsan hakları konusunda diplomatik nezaket sınırlarını zorlayan ifadeler, sert eleştirilerle dolu raporlar gözümüzün önünden geçiyor. İstanbul'daki İnsan Hakları Kurultayı'na sunulan belgelerden görüyoruz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne 2003 yılında, Türkiye aleyhine insan hakları ihlali savıyla yapılan bireysel başvurular sonucu açılan geçici dosya sayısı 2 bin 918. Bundan Avrupa sokağı için kapımızın önünü çok daha fazla temizlememiz gerektiği anlaşılıyor. Fakat herkes kendi kapısının önünü süpürürse sokağın temiz olacağını öngören söz işte bu noktada büyük önem kazanıyor. Çünkü ülke nüfusu dikkate alındığında hiç umulmadık bir tablo ortaya çıkıyor. Türkiye'ye nasihat veren ülkeler insan hakları konusunda “sabıkalı” duruma düşüyor! 2003 yılında mahkemede açılan geçici dosya sayısı 1 milyon nüfusa göre oranlandığında insan hakları ihlali savıyla yapılan bireysel başvurularda Fransa, Avusturya, Yunanistan gibi AB üyesi bazı ülkeler Türkiye'nin önünde yer alıyor. Türkiye'nin Belçika, Hollanda, İngiltere, Almanya ile arasında fazla bir uçurum bulunmuyor. 1 Mayıs'ta AB'ye üye olan Polonya'ya göre Türkiye bir insan hakları cenneti gibi görünüyor. Bu tablo tabii ki Türkiye'nin kapısının önünün tertemiz olduğu anlamına gelmiyor. Ama bütün dünya için umut veriyor. Temizliği hep birlikte sürdürebiliriz 5 SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İnsanca Yaşam Projeji'nin katılımcı sivil toplum örgütlerinden Kadıköy Muhtarlar Derneği MUHTARLARIN DA SORUNLARI VAR Nazan GÜRKAN Kadıköy Muhtarlar Derneği Başkanı DERNEĞİMİZ 1996 yılında kuruldu. Kadıköy'ün 28 mahallesi var ve bütün mahalle muhtarları derneğimize üye. Dernek çalışmaları için ayda bir kez toplanıyoruz. Toplantılarımızda, muhtarları ilgilendiren konular üzerinde duruyoruz. Kendi sorunlarımızı dile getiriyoruz. Aslında biz sorun dinleyen merciiyiz ama bizim de sorunlarımız var. Mesela protokolde yerimiz yok; bunun için çalışmalar yapıyoruz. Harç, mühür tasdik ücretlerinin belirlenmesinde rol oynuyoruz. Adli bir durum olduğunda birlik oluşturuyoruz, avukat tutuyoruz... Bize verilen imza yetkisini, noterler gibi herhangi bir elemana veremiyoruz ve dolayısıyla devamlı muhtarlık binasında olmamız gerekiyor. Aslında bizim dışarıda, mahalleliyle olmamız gerekli. Onların sorunlarını yakından görmeliyiz, böylece yeni öneriler, projeler geliştirebiliriz. Yaptığımız en önemli çalışmalardan biri de, nüfus cüzdanlarının noter tasdikli olma mecburiyetini kaldırttık. Şimdi muhtarlıktan verilen nüfus cüzdanı suretleri noter tasdikli gibi işlem görüyor. TABLİGAT KURALI DEĞİŞTİ Yurttaşları bilgilendirmek açısından önemli bir noktayı hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz insanları tanımak kolay değil. Artık nakil belgesi gelmeden kesinlikle kayıt yapmıyoruz. Eskiden mesken sahipleri gelen tebligatları almıyorlardı. Postacıya “o kişi burada oturmuyor” diyorlardı. Biz de alıyorduk ve bir sürü kanuni sorun yaşıyorduk. Şimdi bu yetki postacılara verildi. Postacı kişilere gelen tebligatları, muhtarlıktan kaydını alsa da, almasa da o meskende oturduğunu tespit ederse, bize getiriyor, işlemini yapıyoruz. Yani kişi kaydını almış bile olsa kanuni işlemleri yürüyor. AKTİF MUHTAR KADIKÖY Muhtarlar Derneği Başkanı Nazan Gürkan, Merdivenköy Mahallesi'nde muhtarlık yapıyor ve aynı zamanda iki yıllık görev için seçildiği Marmara ve Trakya Muhtarlar Derneği Kadıköy Şube Başkanlığı'nı da sürdürüyor. Erenköy Kız Lisesi mezunu olan Gürkan, babası Merdivenköy Muhtarı Abdülkadir Kuruçay'ın vefatı üzerine vekaleten bu göreve atanmış ve 1991 yılından beri de seçimle işbaşına geliyor. Nazan Gürkan üyesi olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Tüketici Bilincini Geliştirme Derneği, Tüketiciler Derneği, Deniz Temiz, Doğa ve Barış Derneği'nin etkinliklerine de katılıyor. GAZHANE ÇOCUKLARIN HAYALLERİNDE HAYAT BULDU KADIKÖY'DE yıllardır kullanılmayan 112 yıllık tarihi gazhane binasını yeniden hayata geçirmek için Kadıköy Belediyesi, Gazhane Çevre Gönüllüleri ve yedi mahalle muhtarlığının ortaklaşa düzenlediği etkinliklerin ilki geçen ay yapıldı. Gazhaneyi bir kültür merkezine dönüştürmek amacıyla ilköğretim öğrencileri arasında düzenlenen resim, röportaj ve kompozisyon yarışmasına 15 okuldan 117 öğrenci katıldı. Jüri değerlendirmesini beşinci sınıfa kadar öğrenciler arasında birinci kategori, altıncı sınıftan sonraki öğrenciler arasında ikinci kategori olarak yaptı. Tüm kategorilerde dereceye giren öğrenciler birer bisiklet kazandı. Sonuçlar şöyle belirlendi: (Münevver Şefik Fergar İlköğretim Okulu) 2. Nazlı Uğur (Münevver Şefik Fergar İlköğretim Okulu) 3. Çiğdem Nur Kebapçı (Halil Türkan Etüd ve Beslenme İlköğretim Okulu) RÖPORTAJ Birinci kategori: 1. Su Sapan (Gazi Mustafa Kemalpaşa İlköğretim Okulu) 2. Emre Özder (Özdemiroğlu İlköğretim Okulu) 3. Ortak çalışmalarıyla İkbaliye İlköğretim Okulu 7. sınıf öğrencileri; İkinci kategori: 1. Buşra Aksoy RESİM Birinci kategori: 1. Gülşah Pabuçcu (Özdemiroğlu İlköğretim Okulu) 2. Elif Elgiz (Özdemiroğlu İlköğretim Okulu) 3. Merve Dilan (Osman Gazi İlköğretim Okulu); İkinci kategori: Murat Çapan (İkbaliye İlköğretim Okulu) 2. Ezgi Akdümen (60.Yıl İlköğretim Okulu) 3. Elif Yaman (Münevver Şefik Fegar İlköğretim Okulu) Gazhane Şenliği'nde çocuklar gönüllerince eğlendi. 6 KOMPOZİSYON Birinci kategori: 1. Sebahat Köse (Gazi Mustafa Kemalpaşa İlköğretim Okulu) 2. Sibel Kavukçu (Dr. Sait Darga İlköğretim Okulu) 3. Nilay Çolo (Dr. Sait Darga İlköğretim Okulu); İkinci kategori: 1. Sinem Borazancı (Cenap Şehabettin İlköğretim Okulu) 2. Seda Kayabaşı (Münevver Şefik Fergar İlköğretim Okulu) 3. Deniz Gür (Cenap Şehabettin İlköğretim Okulu) HAZİRAN 2004 EĞİTİM PROGRAMI HAZİRAN AYI SEMİNERLERİ MAYIS ayının son haftasında I, II ve III. gruplar için “özürlüler”, IV, V. gruplar için “kadın ve çocuk hakları” konusunun ele alındığı seminerler başladı. Özürlüler konusunda Bilgütay Durna Özürlüler Yasası Nedir, Özürlüler Yasası ve Uygulama Biçimleri başlıklı seminerleri; kadın ve çocuk hakları konusunda ise Melisa Bilal Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Kavramları, Hilal Dokuzcan Dünyada ve Türkiye'de Kadının Durumu başlıklı seminerleri verdi. Kadıköy Belediyesi Eğitim Mahallesi Aile Danışma Merkezi'nde Haziran ayında tüm gruplar için saat 17.00-20.00 arası verilecek seminerlerin programı ise şöyle: I-II-III. GRUPLAR 1 Haziran Salı (II) Şükrü Boyraz'dan Sakatların Temel Sorunları. 2 Haziran Çarşamba (I-III); 3 Haziran Perşembe (II) Şükrü Boyraz'dan Sakatlar ve İşbirlikleri, Projeler. 7 Haziran Pazartesi (I-III); 8 Haziran Salı (II) Aydın Sirkeoğlu'ndan Çalışma Hakkı ve Meslek Edinme. 9 Haziran Çarşamba (I-III); 10 Haziran Perşembe (II) Aydın Sirkeoğlu'ndan İstihdam ve Alternatif Projeler. 14 Haziran Pazartesi (I-III); 15 Haziran Salı (II) Şükrü Sürmen'den Sakatlar ve Mimari. 16 Haziran Çarşamba (I-III); 17 Haziran Perşembe (II) İbrahim Eke'den Sakatlar ve Halk Sağlığı. 20 Haziran Pazar (I-II-III) Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Deprem Merkezi'nde deprem oturumu. IV-V. GRUPLAR 1 Haziran Salı (V) Nurcan Kaya'dan Yasalarda ve Uluslararası Sözleşmelerde Kadın. 2 Haziran Çarşamba (IV); 3 Haziran Perşembe (V) Yoksul Kadınların Kendi Öncelikleri Konusunda Liderliği ve Örgütlenme. 7 Haziran Pazartesi (IV); 8 Haziran Salı (V) Seda Akço'dan Dünyada ve Türkiye'de Çocuk Hakları. 9 Haziran Çarşamba (IV); 10 Haziran Perşembe (V) Serdar Değirmencioğlu'ndan Çocuğu Birey Olarak Görme ve İhtiyaçlarını Anlama. 14 Haziran Pazartesi (IV); 15 Haziran (V) Gülru Hotinli'den Çocuk Hakları ve İhtiyaçlarına Yönelik Temel Hizmetlerde Aile ve Toplumun Sorumluluğu ve Savunuculuk Rolü. HAZİRAN 2004 İnsan Halleri İNSANIN ADI NATAŞA'YA ÇIKMASIN Işıl ÖZGENTÜRK K im ne derse desin, genç ve güzel bir Rus kadını gördüğümüzde çoğumuzun aklına hemen “Nataşalar” geliyor. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra o ülkede yaşanan ekonomik kriz ne yazık ki, binlerce Rus kadınını başka ülkelerde yeni bir yaşam aramaya itti. Onlar da tıpkı bizim 1960'lı yıllardan sonra Avrupa yollarına düşmemiz gibi komşu ülkelere gidip iş aramaya başladılar. Tabii ülkemize de geldiler. Çeşitli işlere özellikle hasta bakımı, çocuk bakımı, hizmetçilik gibi işlere başvurdular. Pek çoğu üniversite mezunuydu ama ülkemizde oturma ve çalışma izinleri olmadığından bu tür işleri tercih etmek zorundaydılar. Bazıları da zorunlu olarak ya da zorlamayla fuhuş alanında çalışmaya başladılar. Onların fuhuş çeteleri tarafından nasıl sömürüldüklerini, bu işe nasıl zorlandıklarını görmeyen, yaşamayan bilemez. Ben nereden mi biliyorum? Dört yıl önce ülkemize getirilen bir otobüs dolusu Rus kadının yolculuk hikayelerini anlatan Ali Özgentürk'ün yönettiği Balalayka filminin senaryosunu yazacaktım, aralarında çok dolaştım. Onların nasıl örselendiklerine bizzat tanık oldum. Büyük kısmının adeta eli ayağı bağlıydı. Kazançlarının önemli bölümünü fuhuş çetelerine vermek zorundaydılar. Yaşama koşulları son derece zordu. Ve onlara hep birlikte “Nataşa” adını takmıştık. Ve onların da insan olduğunu adeta unutmuştuk. Özellikle, polisin, pasaport kontrolü yapan devlet memurlarının onları pek çok yerde nasıl aşağıladıklarına sizler de tanık olmuşsunuzdur. Öncelikle ne meslek yaparsa yapsın, hiç kimse böylesine bir aşağılanmayı hak etmemiştir. Ayrıca bir başka önemli bir konu da bizlerin tüm Rus kadınlarını fuhuş sektöründe çalışan “Nataşalar” olarak görmemiz. Bu önyargının şiddetle yıkılması gerekir. Geçenlerde gazetelerde okuduğum bir haber doğrusu yüreğime su serpti. Haber şöyleydi; yıllardır Türkiye'de bir finans şirketinde çalışan Ekaterina Kloppicheva, otomobilini çiçekçinin önüne park ettiği için kendisine “Nataşa ve pis o...” diyen Çevre Hastanesi sahibi Dilek Aşıcıoğlu'nu mahkemeye vermişti ve 50 milyar lira manevi tazminat talep ediyordu. Kendisine “Nataşa, pis o...” diye seslenilen Kloppicheva özellikle yanında bulunan sekiz yaşındaki oğlunun bu olaydan çok etkilendiğini, ağladığını belirterek, “Bu davayı oğlum için açtım, onun örselenen onurunun değeri elbette bu parayla ölçülmez” diyordu. İşte önyargılarımıza güzel bir örnek. Sonuçta bu önyargılardan örselenenler daha çok çocuklar oluyor. Geçenlerde gördüğümüz her Rus kadınını “Nataşa” sanmamız nedeniyle çok acı çeken gencecik bir Kazak kızıyla tanıştım. Çok sevdiğim bir arkadaşımın oğluyla İngiltere'de ekonomi mastırı yaparken tanışmış ve evlenmişlerdi. Oğlan iş nedeniyle Türkiye'ye geri dönmüştü ve kızcağız bu ülkeye alışmaya, dil öğrenmeye ve biran önce hayata atılmaya çalışıyordu. Ama çok yalnızdı, kocası yanında olmadan sokağa çıkmaktan korkuyordu. Girdiği her kahvede erkek bakışlarının ona yönelmesinden, göz kırpmalardan ve arkasından “Nataşa” diye fısıldanmasından ürkmüştü. Evet, bu ülkede gencecik bir kız, “Nataşa” kelimesinden ürkmüştü. Haydi artık, her gördüğümüzü sarışın yabancı kadına “Nataşa” demekten vazgeçmek için ilk adımı atıp, onları birer insan olarak görmeye başlayalım 7 SÖYL İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'ndan Dr. Muhtar Çokar, dünyada başta fuhuş GÖRMEZLİKTEN GELİNEN B Işıl ÖZGENTÜRK Mücadele konusunda sivil toplum kuruluşlarının işlevi ne olmalı? Ben insan ticareti alanında sivil toplum kuruluşlarını sadece devletin yetersiz kaldığı alanlarda destek verecek yardımcı kuruluşlar olarak görmüyorum. Mağdurlara yardım, onlara hem tıbbi destek, hem yasal desteğin sağlanması doğaldır ki konunun toplumsal yönünü göz önüne aldığımızda çok önemli. Bunu mutlaka yapmamız gerekiyor ama ben bunun ötesinde sivil toplum kuruluşlarının birincil görevinin savunuculuk alanında olduğunu düşünüyorum. GAZETELERİN sıradan haberleri arasına girdiler artık. Onlar Romanyalı, Ukraynalı, Gürcistanlı ya da Rus kadınlar. Çoğunun varlığından fuhuş kontrolleri sonrası yapılan testlerde AIDS virüsü taşıdıkları için kendileriyle ilişkiye girenleri uyarmak adına medya tarafından yapılan “afişe etme” hizmeti sonucu haberdar oluyoruz. Onlar bizden değil, tecavüze uğramış olsalar da, pasaportları ellerinden alınıp zorla bir eve kapatılsalar da, bir yandan şiddet uygulayıp bir yandan tüm kazançlarına el koysak da onlar bizi ilgilendirmiyor! Oysa onlar insan ticareti mağdurları. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, insan ticareti mağdurlarına yönelik çalışmalar yapan bir kuruluş. İnsanca Yaşam Projesi'nin ortaklarından da vakfın Sağlık Danışmanı Dr. Muhtar Çokar ile insan ticareti ve insan hakları konulu bir söyleşi yaptık. Türkiye'de de insan ticaretinin gündeme gelmesi nasıl oldu? İnsan ticareti tarihsel olarak yeni bir olgu olmamasına karşın, geçen yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki siyasal gelişmelerin yol açtığı toplumsal değişimler nedeniyle Türkiye'nin de içinde bulunduğu coğrafyada gündemin önemli maddelerinden biri oldu.Gelecek için bir zamanlar umut vaat eden yeni düzen, Doğu Avrupa insanlarının bazıları, özellikle de kadınlar için karanlık bir geleceğin başlangıcı haline geldi. Bu ticaret dünyada hangi sektörleri besliyor? Dağılan Sovyetler Birliği'nden ve Doğu Avrupa'dan her yıl 10 binlerce kadın ve erkek iş vaadiyle kandırılarak ya da zorla başka ülkelere götürülüyor ve bu ülkelerde başta fuhuş sektöründe olmak üzere zorla ve tutsaklık koşullarında çalıştırılıyorlar. İnsanların ekonomik yönden sömürülmeleri yetmiyormuş gibi bir yandan da fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalıyorlar. 8 Dr. Muhtar Çokar: “İnsanlar ekonomik yönden sömürülüyor; fiziksel ve ruhsal şiddete uğruyor.” İnsan ticaretinin nedenleri nedir? İnsan ticareti insan hakları konusundaki temel ilkelerin hemen hepsine yönelik ihlallerin yaşandığı bir alan. Temelinde bölgesel eşitsizliklerin, yoksulluğun ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yattığı bir sorunlar yumağı. Batılı ülkeler yasal göç ve ekonomik yardım olanaklarını artırıp insan ticareti ile mücadele yerine sınır kapılarını daha da kapatıp insan tacirlerine yeni iş alanları yaratıyorlar. Dünyadaki insan ticareti konusunda Türkiye'nin durumu nasıl? Türkiye insan ticareti konusunda hedef ülkelerden birisi ve Batı ülkeleri tarafından insan ticareti konusunda önlem almamakla suçlanan ülkeler sıralamasında orta dereceleri paylaşıyor. Özellikle insan ticareti mağdurlarına sağlanması gereken tıbbi ve sosyal desteğin yeterli olmadığı konusunda bu suçlamalar daha da yoğunlaşıyor. Savunuculuk alanı nedir? Bu çok önemli bir alan. Çünkü insan ticareti söz konusu olduğu zaman Türkiye'nin verdiği yanıtta hep bir korunma refleksinin olduğunu görüyoruz. İnsan ticareti zaten başlı başına kendisi bir insan hakları sorunu ama bunu başka hakların kısıtlanmasıyla önleyebilir miyiz sorusu benim kuruluşum için çok önemli bir soru. Örneğin yabancı uyruklularla evlenmelerin neredeyse engellenmesi ve Türkiye'ye girişlerin zorlaştırılması gibi önlemler insan ticareti ile mücadele söz konusu olduğunda gündemden düşmüyor. “Eski Sovyetler ve Doğu Avrupa'ya umut vaat eden yeni düzen, kadınlar için karanlık bir geleceğin başlangıcı oldu.” Yani bu önlemler soruna çözüm getirmiyor mu? İnsan ticaretinin önlenmesi amacıyla ilk elde düşünülen bu düzenlemeler bence sorunun çözümünde kilit noktalar değil. Bu gibi önlemlerin yararları yok mu derseniz yanıtım “var ama zararları da var” olacaktır. Ancak bu konular bence HAZİRAN 2004 LEŞİ sektörü olmak üzere tutsaklık koşullarında çalıştırılan insanlara dikkati çekiyor BİR SORUN: İNSAN TİCARETİ Sizce çözülmesi gereken temel sorun nedir? Asıl üzerinde durulması gereken alanlar bence ülkemizdeki insan ticaretine olan talep. Yani Türk erkeklerinin yabancı seks işçilerine olan taleplerinin artması ile ilgili olanlar. Kaynak ülkelerdeki olumsuz koşulların ortadan kaldırılması ve her ne pahasına olursa olsun karınlarını doyurmak için ülkelerinin dışında geçim derdine düşen kadın ve erkeklere Türkiye'de sunulan olanaklar. Bu durumda Türkiye ne yapmalı? Türkiye'nin bu insanlara sunacağı olanakların kapsamını da yasal göç olanaklarının artırılması, yasal çalışma alanlarının oluşturulması ve göçmen seks işçilerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi noktalar oluşturuyor. Bu saydığım alanlarda herhangi bir girişimde bulunulmadığında ve sadece ülkeye girişlerin zorlaştırılmasıyla ya da evlenmelerin zorlaştırılmasıyla insan ticaretinin önlenebileceğini düşünmüyorum. Aksi halde bir kısır döngü mü söz konusu olur? Bunlara benzer önlemlerle zaman kaybettiğimizde karşımıza şiddet dozu daha artmış bir insan sömürüsü geliyor. Kaynak ülkelerden insanlar her ne pahasına olursa olsun dışarı gitmek ve para kazanmak istiyorlar ve diğer yönden hedef ülkede bir talep yaratılıyor. Ülkeye HAZİRAN 2004 Bu durumda bedeli yine mağdurlar mı ödüyor? İnsan ticaretine olan talebin karşılanması amacıyla insan tacirleri, bedeli çok daha fazla artmış bir biçimde insanları bir ülkeden diğer ülkeye taşıyorlar ama bu kez işlerin daha gizli olması gerekiyor. Bu bedeli mağdur ödediği gibi işlerin gizli kalması gerekliliği şiddeti de beraberinde getiriyor ya da şiddetin dozu artıyor. Türkiye'de de yoğun bir şiddet söz konusu mu? Hayır. İnsan ticaretinin ülkemizde şiddet içeriğinin diğer ülkelere bakışla az olmasının temelinde bence insan ticaretinin önlenmesi amacıyla henüz gereksiz zorlayıcı tedbirlerin alınmaması yatıyor. İnsanlar Türkiye'ye daha rahat giriyorlar, daha rahat iş bulabiliyorlar, daha rahat fuhuş yapabiliyorlar ya da fuhuş yapma gereksinimi ortadan kalkıyor ve insan tacirlerine çok fazla iş kalmıyor. “Batılı ülkeler fuhşu önlemek düşüncesiyle sınır kapılarını daha da kapatıp insan tacirlerine yeni iş alanları yaratıyor.” Olayın ekonomik yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkemiz ekonomisi açısından bu belki kötü bir durum. Kendi işsizlerimiz varken yabancı insanlar ülkemizde niye çalışsınlar, onları da kayıt altına alalım ya da sınırlamamız gerekir diyebilirsiniz ama kaynak ülkelerin halkı açısından düşünürseniz onlar için bu olumlu bir durum. Avrupa'da durum nasıl? Önümüzde çok ders alınacak bir Hollanda örneği var. İnsan ticareti kurbanları fuhuş sektöründe çalıştırılıyor diye bu ülkede yabancı seks işçilerinin çalışmasını bir kanunla yasaklamışlar. Fakat geçen yıllarda yapılan bir araştırma, yabancı seks işçisi oranının yasaklamadan sonra bu ülkede daha da arttığını göstermiş bulunuyor. “Asıl üzerinde durulması gereken konu, ülkemizdeki insan ticaretine olan talep; yani Türk erkeklerinin taleplerinin artması.” Yasaklama çözüm getirmiyor mu? Getirmiyor ve hatta aynı araştırmada fuhşun yer altına indiği, göçmen seks işçilerinin eskiye oranla daha fazla şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmış. Yunanistan'da yüzde 80'lerde, İtalya'da yüzde 90'larda bu oran ve daha önceki rakamlar bundan düşük. Benim endişem bu tip zorlayıcı kısıtlayıcı tedbirlerin insan tacirlerinin işine yarayacağı yönünde. ARTI “İnsan ticareti, insan hakları konusundaki temel ilkelerin hemen hepsine yönelik ihlallerin yaşandığı bir alandır.” giriş çıkışlar zorlaştırıldığında, fuhuş sektöründe kısıtlamalara gidildiğinde ve çalışma olanakları kısıtlanmaya çalışıldığında insan tacirlerine bir şekilde fırsat verilmiş oluyor. EKSi tali konular ve uygulamaya geçmeden önce gerçekten bir yararı olacak mı diye tekrar tekrar düşünülmesi gereken konular. Kars'ın Kağızman ilçesinde görev yapan bayan kaymakam Aylin Kırıcı, çocuklarını okula göndermeyen aileleri ziyaret ederek bin 500 öğrencinin sınıflarına geri dönmesini sağladı ve bu arada 220 çifte de medeni nikah kıydırdı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, astları için “Bir talimat vermişsem, mutlaka yerine gelir. Kanunsuz da olsa yerine getirir, getirtirim. Onun sonuçlarına ben katlanırım. Ama arkadaşlarımızın yerine getirmeme gibi bir sorunu yok” dedi. 9 SİVİL GİRİŞİM Beş üniversite öğrencisi geliştirdikleri bir proje ile yoksulluk, göç ve uçucu madde bağımlılığını sorguluyor MADDE BAĞIMLILIĞI İLE SAVAŞIM “Uçucu maddelere yönelmemizin nedeni bunların ticareti yasadışı olmayan ve bir çocuğun alabildiği şeyler olması. Kullanıcıların yaş grubu genelde 10-16 arasında değişiyor.” Caner YALÇIN İSTANBUL'DA beş üniversite öğrencisi geçen yılın Ekim ayında “Madde Bağımlılığı ile Savaşım İnisiyatifi”ni kuruyor... Gençler oluşturdukları “Yoksulluk, Göç ve Uçucu Madde Bağımlılığı” projesi ile uçucu madde bağımlılığını insanlara anlatmaya ve önyargıları yıkmaya çalışıyor... İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Ezgi Özkurt (24), Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği öğrencisi Hasan Ali Arıkuşu (21), İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri Nurdan Demirelma (21), Ufuk Yılmaz (22) ve Nurgül Örnek'le (24) başlattıkları projeyi konuşuyoruz: Ortak çalışma fikri nasıl ortaya çıktı? Geçen yaz aynı fakültedeki arkadaşlarla sağlık sorunlarıyla ilgili bir çalışma yapmak istiyorduk. Okuldaki imkanların yetersizliğinden projeyi yürütemedik. Okul dışından konuyla ilgili arkadaşlarla internet aracılığıyla bağlantı kurup bir araya geldik ve projemizi şekillendirdik. Altyapımızı oluşturmak için çeşitli kurumlarla görüştük. Çalışmalarımız basında yer aldıktan sonra telefon ve mail aracılığı ile yeni katılımlar oldu. (Özkurt) Proje hakkında bilgi verir misiniz? Proje adında sadece “uçucu madde bağımlılığı”nın geçmesinin sebebi yoksulluk ve göç kavramlarının madde bağımlılığına başlamada önemli etkenler olmasıdır. Bir başlangıç noktası belirlemek gerekiyordu. Biz uçucu madde bağımlılığını konu aldık. Ancak sonraki gündemlerimizde bağımlılık yapan bütün maddelerle ilgilenmemiz gerekiyor. Genel olarak madde bağımlılığı konusunda bir sorun var. (Arıkuşu) Projeleriniz için maddi bir desteğiniz var mı? Maddi herhangi bir destek almıyoruz. Bize ait bir çeviri büromuz var. Oradan kazandığımız parayı bu işe harcıyoruz. Ancak Uçucu Madde Bağımlıları Tedavi Merkezi, Psikologlar Derneği gibi. kuruluşlardan ve çeşitli çevrelerden manevi destek alıyoruz. (Örnek) Uçucu maddeler nelerdir? 10 Boyaların içindeki katkı maddeleri, tiner, yapıştırıcı maddeler, aseton gibi maddeler uçucu maddelerdendir. Ojelerde dahi bu maddeler var. Oldukça kolay bulunup satın alınabilen şeyler. Yapıştırıcı, boya katkısı işlevini yerine getirebilecek ancak uyuşturucu olarak kullanılamayacak başka maddelerin de olduğunu biliyoruz ancak pahalıya mal olduğu için tercih edilmiyor. (Özkurt) Uçucu madde kullanıcılarının genel profili nedir? Çalışmalarımızda uçucu maddelere yönelmemizin nedeni bunların piyasada satılan, ticareti yasadışı olmayan, bir çocuğun alabildiği şeyler olması. Kullanıcıların yaş grubu genelde 10-16 arasında değişiyor ancak yaşça daha tanıyoruz. Sokakta yaşayan çocuklar öne çıkıyor. Ancak ailesiyle yaşayan çocukların da kullandığı oluyor. Bir araştırmaya göre uçucu madde bağımlısı çocukların çoğu ailesiyle birlikte yaşıyor. (Örnek) Madde kullanımına nasıl başlanıyor? Arkadaş çevresi genelde başlıca neden. Sokakta yaşayan çocuklar, sokakta yaşamanın koşullarını kaldırmıyorlar. Aslında insanların akşam işten çıkıp bir yerde içki içip rahatlamaya ve bir şeyleri unutmaya çalışmasından çok farklı değil. Bu çocukların içinde yaşadıkları hayat iyi değil ve iyi şeyler vaat etmiyor. Bu maddeleri kullanarak sahte mutluluklar buluyorlar. (Özkurt) Gençlerle iletişim Hasan Ali Arıkuşu'nun 0.536. 333 34 54 numaralı telefonundan ya da elektronik posta adresinden kurulabiliyor: ucucumadde@yahoogroups.com büyük kimseler de kullanıyor. Kullanıcılar daha çok sokakta yaşayan kimselerden oluşuyor. (Özkurt) Profilin ayrıntılarını biliyor musunuz? Madde bağımlılarının profilini tam anlamıyla çizen bir çalışma yok. Elde ettiğimiz bilgiler Emniyet'e yansımış verilerden oluşuyor. Uçucu maddeler daha çok ergenlik çağının maddesi gibi görülür. Ancak 20 yaşından büyük ve evli insanların da kullandığı oluyor. Bizler medyanın öne çıkardığı kullanıcıları Şimdilerde ne üzerinde çalışıyorsunuz? Şu anda bir anket çalışmamız var. Kullanıcılardan çok önyargılara, insanların madde bağımlılarına karşı neler düşündüklerine yönelik. Bu insanların maddeye başlamasının birçok nedeni var. Kullanıcılar aynı zamanda hayatlarını varsa işlerini, okullarını da kaybediyorlar. Bağımlılar gazetelere çıkarılıp afişe ediliyor. İnsanlar da bağımlılara potansiyel suçlu muamelesi yapıyor. HAZİRAN 2004 Bu şekilde davranmak onların tedavi edilmesini kolaylaştırmıyor. (Özkurt) Sonraki projeleriniz neler? Bunun dışında bir de broşür çalışmamız var. Bu, bizi tanıtan, düşüncelerimizi anlatan ve uçucu madde bağımlılığının genel tanımını yapan bir broşür. Bundan sonra broşür çalışmamızın sürekli olmasını istiyoruz. (Arıkuşu) Biraz da kendinizi tanıtmak mı istiyorsunuz? Madde bağımlılığı konusunda çok şey bilmediğimizi göstermek ve önyargıları yıkmak istiyoruz. Ayrıca ilk etaptaki çalışmalarımız projeyi ve kendimizi tanıtmayı amaçlıyor. (Örnek) Karşılaştığınız temel sorunlar nedir? Mekan sorunumuz var. Haftalık toplantılarımızı dışarıda buluşarak, kafeteryalarda yapıyoruz. Düzenli bir yerimiz olsa çok faydasını görürüz. (Arıkuşu) Ortak kurumsal çalışmalara açık mısınız? Çalışmaya başladığımız bir dernek veya bir kurum bize bir ofis tahsis ettiğinde onlara yardımcı olabilecek faaliyetlerde görev almak, hem bir şeyler kazanmak hem de karşımızdaki insanlara bir şeyler kazandırabilmek isteriz. Bu ikili bir alışveriş olacak ve bizim de çalışmamızı genişletebilmemiz ve kurumsallaşabilmemiz için zemin hazırlayacak. (Demirelma) Topluma düşen görev nedir? İnsanlar “bizim başımıza gelmez, bizim çocuklarımıza bir şey olmaz” diye düşünüyorlar. Ama toplumda bu tür maddeleri kullanan insanlar varsa bundan toplum da sorumludur. Onların o hale gelmesinden de, onların tedavisinden de sorumludur. Madde bağımlısı insanları suçlayarak sorumluluktan kurtulamazlar. (Özkurt) Ya basının konuya bakışı? Rahatsız olduğumuz nokta önyargılar. Uçucu madde bağımlıları sadece sokakta yaşayan çocuklar değil. Basının topluma yansıttığı önyargılar var. Bu çocukları suçlu olarak gösterip toplum dışına itiyorlar. Tedaviye ihtiyaçları olduğu ve bağımlıların bu maddelerden ne şekilde uzaklaştırılabileceklerine yönelik toplum bilinçlendirilmiyor. (Demirelma) Son mesajınız? Madde bağımlısı eşittir “suçlu” anlayışına karşıyız. Basında böyle yansıtılıyor olması bizleri oldukça rahatsız ediyor. (Arıkuşu) HAZİRAN 2004 Kırmızı Şemsiyeli Kız Prof. Dr. Necla PUR KADINLAR ARTIK SUSKUN DEĞİL O ldum olası çok etkilenirim oya sanatından. Oya sanki yazıya dökülmemiş bir şiir, bir öyküdür bence. Yalnızca iplik, boncuk, pul, iğne ya da tığ kullanılarak, yörenin doğal güzelliklerinin kültürüyle harmanlanması sonucu öylesine gizemli bir duruşa bürünür ki, bakakalırsınız. Pembe, yeşil, mor, sarı ve al çiçekler yazmaların kenarlarından salkım salkım döküldüğünde her birini koklamak avucunuza alarak tek tek sevip okşamak gelir içinizden. Duyguların emeğe, emeğin rengarenk çiçeklere dönüştüğü oyadan daha anlamlı başka ne olabilir ki. Başına dolandığında Anadolu kadınının iri ceylan gözlerini daha bir başka yansıtır oyalı yazmalar. Simsiyah gür saçlar iki kalın örgü ile omuzlarına uzandığında bakmalara kıyamazsınız o güzelim yüzüne. Köylerde her kızın sandığı elişi çeyizlerle doludur. Ancak oyalı yemeniler içlerinde ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Genç kızın evleneceği erkeğe sevgisini dillendirmek için pembe yaban güllüsü, yavuklusu askere giderken yanına vereceği turuncu hasret çiçeklisi, anasına, köyüne olan özlemini gelin geldiği aileye hatırlatmak için takacağı mor menekşelisi, kırgınlığını susarak belirtmek için kullanacağı sarı küstüm otlusu, kaynanasının acı sözlerine boynu eğik tepki vermek için örteceği biber çiçeklisi, ola ki eşinden ayrılırsa kullanacağı eflatun çarkıfeleklisi çeyiz sandığının vazgeçilmezleridir. Günümüzde Anadolu köylerindeki genç kadınların bütün duygularını oya aracılığı ile dile getirmesinin yani onları sözsüz anlatımla bir iletişim aracı olarak kullanmalarının artık geçerli olduğunu pek sanmıyorum. Ancak bir önceki kuşağı da kapsayarak daha gerilere gidildiğinde, oya sanatını suskun gelinlerin söyleyemediği duyguları için renkli iplikleri binbir çiçeğe dönüştürerek söyledikleri hoş ama hüzünlü bir masal olarak anımsamak gerekir. Batıdaki dantel işlemeciliğinden çok farklı olan Türk oya sanatının dünya üzerinde bu alandaki benzersiz ve tek uygulama olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla da korunması, yaşatılması ve tanıtılması son derece önemli. Bu nedenledir ki Aile Danışma Merkezleri, kadın emeğinin ekonomik açıdan değerlendirilmesine yönelik olarak yürütmekte olduğu atölye çalışmalarına ek olarak “Oya Evi Projesi”ni beş yıl önce yaşama geçirdi. Projenin gönüllü arkadaşlarımca da benimsenmesi benim için bir rüyanın gerçekleşmesinden de öte özel bir anlama sahiptir. Önce İçerenköy, şimdi de Dumlupınar Aile Danışma Merkezi'ndeki “Oya Evi”nin çalışmaları, sevgili Durgül öğretmenin yürekten çabaları ve gönüllü arkadaşım, can dostum Işık Şahipalp'in yönlendirici hizmetleriyle başarıyla sürmektedir. Oya yapmasını bilen yöre kadınları merkezimizde bir araya getirip emeklerini değerlendiren ve böylelikle ekonomik yaşama katılımlarını gerçekleştiren bu projenin ürünleri yani oyalar, artık yalnızca iç pazardan değil, büyük miktarlarda olmasa da Avrupa ve Amerika ülkelerinde de talep edilir olmuştur. İstanbul'un Kadıköy ilçesine göç eden Anadolu kadınları, şimdilerde duygularını suskun ve sessizce belirtmek için değil, para kazandığını, ayakları üstünde durmayı başardığını yüksek sesle söylemenin gururu ile yapıyor renk renk o güzelim oyaları 11 EĞİTİM PROGRAMI İnsanca Yaşam Projesi kapsamındaki İnsan Hakları Hukuku konulu seminerin notları YÜZYILLARCA SÜREN MÜCADELE MUTLAK İKTİDARLAR Pekiyi bu iktidar mücadelesi Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve kime veya neye karşı Araştırma Birimi Görevlisi verilmiştir? Eskiçağ ve Ortaçağ İNSAN hakları hukukunun bir toplumlarına bakıldığında bunlarda iktidarın mutlak disiplin olarak ortaya çıkışı olarak hükümdara ve/veya nispeten yeni olmasına karşılık, bu disiplinin temelleri tanrıya ait olduğu görülür. Bu düşüncenin doğal bir sonucu yüzyıllar boyunca süren bir da bireylerin insan olma vasfı sürecin sonucunda oluşmuştur. Günümüzde insan dolayısıyla talep edebilecekleri hiçbir hak ve hürriyete sahip hakları hukukunun tarihi olmamalarıdır. Hükümdarın gelişimini inceleyen eserlerde yasama, yürütme ve yargı J. Lock, J.J. Rousseau gibi yetkilerine mutlak olarak sahip yazarların görüşleri ön plana olduğu siyasi rejimlerde çıksa da, açık olan bir konu bireylerin devlete karşı ileri vardır ki; o da insan hakları sürebilecekleri haklar ve hukukunun tarihin bir güvencelerin varlığından evresinde zeki birkaç yazarın bahsetmek mümkün değildir. yarattıkları bir disiplinden Aynı saptama iktidarın ibaret olmadığıdır. İnsanoğlu kaynağının tanrıya ait olduğu insan hakları hukukunun sistemler için de yapılabilir. temellerini yüzyıllar boyunca Nitekim, bu tür siyasi verdiği bir iktidar mücadelerejimlerde iktidarın kaynağı sinin sonucunda atmıştır. Bertan TOKUZLU tanrı olduğu için bireylerin kendilerine dayatılan din temelli hukuk kurallarını kabullenmekten başka çareleri yoktur. HÜKÜMDAR VE HALK Bireyin insan olma vasfı dolayısıyla birtakım hak ve hürriyetlere sahip olduğunun yaygın olarak kabulü 17 ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkan ve hükümdarın mutlak iktidarının aşındırılması sonucunu doğuran tabii hukuk akımının etkisiyle gerçekleşmiştir. Bu akımın temsilcilerinin görüşüne göre iktidarın kaynağı hükümdar yahut tanrı değil, halktır. Halk pratik zorunluluklar dolayısıyla birtakım hakları kullanma yetkisini, bir sosyal sözleşme ile, devlete devretmiştir. Bu akımın siyasi rejimler üzerindeki iki önemli etkisi; birey iradesine dayalı bir sistem içerisinde iktidarın dünyevileştirilmesi ve bireysel özgürlüklerin devletin görevleri içerisinde odak noktası haline getirilmesidir. POZİTİF HUKUK METİNLERİ Tabii hukuk akımı her ne kadar J. Lock, J. J. Rousseau gibi Avrupalı yazarların öncülüğünü yaptığı bir akım olarak ortaya çıksa da bu akımın pozitif hukuk metinlerine etkisi ilk defa Amerikan bildirilerinde görülür. Bunlar arasında kronolojik olarak en önce geleni 1776 tarihli Virjinya Anayasasıdır. Ancak, Amerikan bildirileri arasında en çok tanınanı yine aynı yıl kabul edilen Amerikan TÜRKİYE'DE İNSAN HAKLARI HUKUKU VE ANAYASALAR Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarını insan hakları hukuku açısından incelediğimiz zaman ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: 1924 ANAYASASI Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasacılık hareketlerine bakıldığında, birinci kuşak hakları içeren bir haklar katalogunun 1924 Anayasası'nda yer aldığını görüyoruz. Ancak, klasik liberal felsefenin etkisinde kalan bu Anayasa sadece hakların bir listesini vermekle yetinmiş, bunların kapsamını ve sınırlarını çizmemiştir. Ayrıca, Anayasa yasama organının bu haklara aykırı kanunlar çıkarmasını engelleyecek mekanizmalara da yer vermemiştir. Bu nedenle, uygulamada siyasi iktidarlar anayasada güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlere aykırı kanunlar çıkarmakta tereddüt etmemişlerdir. 1961 ANAYASASI 1924 Anayasası'nın 1960 yılında askeri müdahale sonucunda yürürlükten kaldırılmasını takiben 1961 12 Anayasası'nın kabulü ise hem temel hak ve hürriyetlerin güvenceye kavuşturulması anlamında, hem de bunların kapsamının genişletilmesi anlamında önemli bir gelişmedir. Nitekim, bu Anayasa kanunların anayasaya uygunluğunun denetimini yapacak bir Anayasa Mahkemesi kurarak, yasama organının yetkisini kötüye kullanarak anayasada düzenlenen güvencelere aykırı kanunlar çıkarmasını engellediği gibi, sosyal devlet ilkesine yer vererek (ikinci kuşak haklar), devlete temel hak ve hürriyetleri hayata geçirme bakımından çok daha aktif bir rol vermiştir. Ayrıca, 1961 Anayasası temel hak ve hürriyetlerin keyfi olarak sınırlanmasını önlemek üzere detaylı bir sınırlama rejimine de sahiptir. 1982 ANAYASASI Ancak, 70'li yılların sonlarında dozu iyiden iyiye artan siyasi istikrarsızlık 1980 yılında askeri müdahale ile karşılaştığında, geçmişteki siyasi istikrarsızlığın faturası oldukça özgürlükçü bir rejimi düzenleyen 1961 Anayasası'na kesilmiştir. Bu eksiklikleri gidermek iddiası ile hazırlanan 1982 Anayasası ise, doğal olarak, devlet otoritesibireysel özgürlükler dengesinde açıkça devlet otoritesini ön plana çıkaran hükümlerle doludur. Bu Anayasa, içerdiği haklar listesi bakımında 1961 Anayasası'ndan daha zengin olmasına karşılık, bu hakları sınırlama rejimi bakımından onun kadar özgürlükçü değildir. Ancak, 1982 Anayasası'nın özgürlükleri sınırlayıcı hükümleri 1995, 2001 ve 2004 yıllarında ard arda gerçekleştirilen değişikliklerle önemli ölçüde törpülenmiştir. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı 2001 yılında yapılanıdır. Nitekim 2001 yılında gerçekleştirilen değişikliklerle Anayasa'nın otoriter nitelikteki temel hak ve hürriyetleri sınırlama rejimi 1961 Anayasası'nın ilk şeklindekine benzer bir yapıya kavuşturulmuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki sınırlama rejimi ile ise büyük ölçüde paralellik sağlanmıştır. HAZİRAN 2004 EĞİTİM PROGRAMI Bağımsızlık Bildirgesidir. Tabii hukuk akımının Avrupa'daki pozitif hukuk metinlerinde ortaya çıkışı ise 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile olmuştur. Fransız Bildirisi gerek Fransa'nın sahip olduğu coğrafi avantaj, gerekse Fransızca'nın o dönemde daha yaygın bir dil olması sebebiyle Amerikan Bildirileri'ne göre çok daha fazla ses getirmiş ve söz konusu hakların dünyaya yayılmasına katkıda bulunmuştur. Bu belgelerde düzenlenen haklar günümüzde birinci kuşak haklar (klasik liberal haklar) olarak anılan mülkiyet hakkı, yaşam hürriyeti, işkence yasağı, kişi dokunulmazlığı, angarya yasağı, konut dokunulmazlığı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti gibi haklardır. BİRİNCİ KUŞAĞIN EKSİĞİ Birinci kuşak hakların özelliği bunların devlete sadece bir kaçınma yükümlülüğü yüklemeleridir. Devletin buradaki ödevi kamu düzenini sağlamak bakımından zorunlu olmadıkça bu haklara müdahale etmemektir. Bu dönemdeki insan hakları anlayışının diğer bir özelliği de hakların bir listesinin kabul edilmesinin yeterli sayılması ve hakların somut olarak hayata geçirilip geçirilmediği konusu üzerinde pek durulmamış olmasıdır. Ancak, daha sonraki uygulama gösterecektir ki, bu düşünce hiç de yerinde değildir. Örneğin, söz konusu bildiri ve anayasalarda kabul edilen haklar kataloguna göre bireylerin yaşam hakları vardır ama maddi imkansızlıklar dolayısıyla bireyler o kadar sağlıksız koşullarda yaşamaktadırlar ki yaşam hakkı anlamsız hale gelmektedir. Veya bireylerin mülkiyet hakları tanınmıştır ama adaletsiz ve kontrolsüz ücret politikaları sebebiyle HAZİRAN 2004 İnsaniyet insanların büyük çoğunluğu neredeyse boğaz tokluğuna çalışır halde olduğu için, mülkiyet hakkından sadece küçük bir azınlık yararlanabilmektedir. İKİNCİ BİLDİRGE Bu sistemin ihtiyaca tam olarak cevap vermediği kısa bir süre içinde anlaşılmış olsa gerek ki 1789 bildirisinin üzerinden henüz dört yıl dahi geçmeden, 1793 yılında kabul edilen ve aynı yıl Fransız Anayasası'nın başına eklenen ikinci İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nde bazı sosyal hakların yer aldığı görülür. Bildiride yer alan şu ifadeler devletten beklenen misyon değişikliğini özetler niteliktedir: “Toplum, çalışabileceklere iş bulmak, çalışamayacak durumda olanlara da yaşama imkanları vermek suretiyle yoksul vatandaşların geçimlerini sağlamak zorundadır.”(*) DEVLETİN AKTİF ROLÜ Görülmektedir ki, bu hüküm Devlete birinci kuşak haklarda olduğu gibi pasif bir rol değil, çalışabileceklere iş bulmak, çalışamayanlar ve yoksul insanlar için maddi olanaklar sağlamak gibi aktif bir rol biçmektedir. Bu anlayışa göre, devletin rolü sadece birtakım haklara müdahale etmekten kaçınmak değil, bireyleri özgürleştirmek için birtakım adımlar atmaktır. Ancak, ikinci kuşak haklar olarak anılan sosyal hakların bu ilk belirtilerinin Fransa dışındaki devletlerinin anayasalarına girmesi oldukça uzun zaman alacaktır. 1848 Fransız Anayasası'nda yer alan sosyal devlet ilkesi ancak I. Dünya Savaşı sonrasında diğer devletlerin anayasalarında yer almaya başlamıştır. (*) Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, Ankara, 1993, s. 53 Deniz SOM (1) KARŞILAŞTIRMACA İ talyan ozan Dante Aligheieri, 14 bin 233 dizeden oluşan “İlahi Komedi”yi birkaç gün içinde yazıp bitirdiği sırada Anadolu'daki Selçuklu Devleti yıkılış sürecini yaşıyordu. İlhanlı hükümdarı Gazan Han, himayesi altındaki Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubat'ı davranışlarını beğenmediği için tahttan indirip yerine III. Mesut'u geçirirken Bizans tarihçileri de bir süredir antik Bitinya bölgesinde Söğüt'e yerleşmiş bir Türkmen aşiret reisinin adını ilk kez kayda geçiyordu. Bizanslılar, İznik yakınlarındaki Bapheus Savaşı'nda komutan Muzalon'u yenen Türkmen'e “Ottoman” diyordu. Bu aşiret zaman içinde bir dünya imparatorluğuna dönüşecek ve adı Osmanlı olacaktı. Hıristiyan Avrupa'sında bilim ve sanat dili Latince iken Dante'nin “İlahi Komedi”yi kendi dili olan İtalyanca yazması Avrupa'da “ulusal dil”e geçişin ilk adımı oluyordu. Avrupa'da ulusal dillerin kullanılması Rönesans ve Reform hareketlerinin habercisi sayılırken Anadolu'da yıkılmakta olan Selçuklu devletinin resmi dili Farsça'ydı ve kurulmakta olan Osmanlı da “ulusal dil”ini yeğlemeyecek, Farsça'ya Arapça'yı karıştırarak kendine yapay bir dil yaratacaktı. Rusya'da I. İvan, planlı bir uygulama ile Moskova'ya kent kimliği kazandırmaya çalışırken Orhan Bey'in Bursa'yı fethetmesiyle Osmanlı ilk kez kent yaşamına başlıyordu. Osmanlı, Ankara'yı alırken İtalya'da Rönesans hareketi şekilleniyordu ve bu arada savaşlarda top kullanılması ile şövalyeler korunaklı kalelerinden çıkıp göğüs göğüse savaşmak zorunda kalıyordu. Osmanlı'nın Avrupa'ya geçişi, Gelibolu'daki deprem sonrasına denk geliyor ve yıkılan kaleye ön kuvvetler kolayca çıkıyordu. Katolik kilisesinde büyük bölünmenin yaşandığı ve iki papalığın birden olduğu dönemde Sırpları yenen Osmanlı Balkanlarda askeri üstünlüğü ele geçiriyordu. Aragon Kralı Jean, Lerida Üniversitesi'nde her üç yılda bir, bir kere bir caninin cesedinin tıp için açılıp incelenmesine izin verirken Osmanlı'nın Balkanlardaki fetihleri bütün hızıyla sürüyor fakat Timur da Anadolu'da üstünlük sağlıyordu. Ankara Savaşı'nda, Beyazıt'ın Timur'a esir düşmesiyle Osmanlı yıkılıyor lakin tarihçiler buna yıkılma demiyor, fetret devri diyordu. Osmanlı'nın toparlanıp ikinci kez kurulmasının ardından II. Mehmet, babası II. Murat'ın buyruğu ile tahta ilk çıkışı sırasında Gutenberg matbaayı buluyor ve ilk kitabı basıyordu. Sultan II. Mehmet, tahta ikinci çıkışında, elinde teknoloji olmadığı için Bizans surlarını yıkacak güçteki topları Macar ustalara döktürüyor ve öküzlere çektirterek İstanbul önlerine getiriyordu 13 BİR İNSAN Birol Kaya 12 yıl önce HIV virüsü ile tanışmış; tedavisinin yanında insanları bilinçlendirmek için çalışıyor AIDS'LE YAŞAMAK VE YAŞATMAK Canan ÖNER YAKLAŞIK 12 yıl önce Birol Kaya HIV enfeksiyonuna yakalanmış... O sıra 29 yaşındaymış... O günden beri AIDS'le yaşayan içimizden biri... O günden bugüne HIV enfeksiyonundan çok, toplumun yaptığı haksızlıklar kendisini yormuş... Birol Kaya ile İnsanca Yaşam Projesi ofisinde insan hakları ve AIDS hakkında sohbet ettik... Biz sorduk, o bütün içtenliğiyle yanıtladı. “BANA BİR ŞEY OLMAZ” İlk sorumuz, “AIDS öykün nasıl başladı” diye oldu: “1992 yılında, pazarcılık yaparken seks işçiliği yapan bir travestiyle tanışmıştım. Arkadaş olduk ve birbirlerimizi çok sevdik. Arkadaşım beni defalarca “bende HIV virüsü var, korunalım” diye uyarmıştı ama onunla duygusal bağım vardı ve hiç umursamadım. Bana bir şey olmaz, bana bulaşmaz diye düşünüyordum. Daha sonra bu düşüncemden vazgeçip HIV testi yaptırdım. “ HIV, İKİNCİ TESTTE ÇIKTI Derin bir nefes alıp konuşmasını sürdürdü: “Test sonucu bir şey çıkmadı ama bir süre sonra kendimi iyi hissetmeyip ikinci testi yaptırdım ve HIV enfeksiyonunun bana da bulaştığı ortaya çıktı. Enfeksiyona yakalandığıma bir türlü inanmıyordum. Üçüncü testi de yaptırdım. Ben artık “HIV virüslü” bir insandım. Şok geçirmiştim. Arkadaşım beni uyarmıştı. O çok iyi bir insandı ve geçinmek için bu işi yapıyordu. Ona kızamadım. Hastalığı süresince hiç yardım alamadı ve tedavi olamadan 1995 yılında öldü. 3.5 sene beraber yaşamıştık, onu çok sevmiştim.” AİLESİNİN TEPKİSİ NE OLDU? Peki ailesi ve çevresi bu durumu öğrenince nasıl davrandılar? Birol Kaya: “Ailem Almanya'da yaşıyordu. Gazete haberinde adımı görünce, babam hemen atlayıp İstanbul'a geldi. Haber doğru mu diye sordu? İnkar ettim. Babam inanmayıp araştırmış, gerçeği öğrenince annem de yıkıldı. Normal bir ilişkiden enfeksiyon kapsaydım belki bana bu kadar tepki duymayacaklardı. Şimdi 14 "Pazarcılık yaparken bir travestiyle tanıştım." "Arkadaş olduk ve birbirimizi çok sevdik." "Arkadaşım beni uyarmıştı ama hiç umursamadım." ailemin davranışları çok iyi, çok şanslıyım ve bana çok destek oldular. Kız kardeşim bilmiyor, ondan saklıyoruz çünkü kalp hastası ve eşinin çevresi duyar, kardeşimi iter kakarlar diye söylemiyoruz. Durumumu sadece çok yakın üç arkadaşıma söyledim. Tepki vermediler çünkü bilinçli insanlardı. Ben de onları bilgilendiriyorum ve hala görüşüyoruz.” Birol Kaya'ya bir soru da HIV virüsü ile yaşamanın zorlukları üzerine... Hemen anlatıyor: “En ufak bir üşütmeye dayanamıyorum. Benim özel bir hastanede tedavi olmam gerekiyor. Acılarım var aynı zamanda. HIV enfeksiyonunun en kötü tarafı insanı mikrobik hastalıklara ve kanser türlerine karşı korunmasız hale getiriyor. Geçen yıl makatımda bir tümör çıktı. 18 gün dışarı çıkamadım. Ameliyat olmam gerektiğini söylediler ama cerrahlar korktukları için ameliyatımı yapmaktan kaçındılar.” BİLİNÇLİ DAVRANINCA BİLE... Gerçekten zorluklarla dolu bir yaşam... Birol Kaya: “Bir taraftan hastalık diğer taraftan hastane beni çok yıpratıyor. Hastalığımı kimseye söylemeden gidebilirdim. Ben bilinçli olarak önce zührevi hastalıklar polikliniğine gidiyorum. Cerrahları uyarsınlar, yardımcı olsunlar diye ama hiç bir şey yapmıyorlar. Ne zaman hastaneye gitsem 'Allah'ın cezası yine mi sen geldin' diyorlar. Hastalığım nedeniyle ilaç kullanmam gerekiyor ama diğer hastalığımdan dolayı ilaçları düzenli alamıyorum. Ameliyat olmam gerekiyor ve hastanede zorluk çıkarıyorlar. Ben de Bakanlığa şikayet ettim.” “GÖREVİMİ YAPIYORUM” Birol Kaya'ya son bir soru... Çektiğiniz bunca sıkıntı sonucu topluma karşı duygularınız neler? Birol Kaya'nın yanıtı: “Televizyon programlarına çıktım insanları uyarmak için ama insanların tepkisine neden oldum. Amacım insanların bilinçlenmesine yardımcı olmaktı. Üniversitelerden çağırıyorlar, yaşadıklarımı öğrencilere anlatıyorum. Her üniversiteye gitmeye hazırım. Yeter ki insanlar bilinçlensin. Hastalığımı söyleyerek, el sıkışarak, halkla yakınlaşarak, yaşadıklarımı paylaşarak insan olarak görevimi yaptığımı düşünüyorum. İnsanlara kızgınlığım yok onların da HIV/AIDS'le yaşayanlardan korkmaları için bir neden yok. Sadece HIV/AIDS'e yakalanmaktan korkmaları yeterli.” Birol Kaya'nın anlattıkları “Yaşadığın sorunu yok sayarsan hiçbir yere gelemezsin” sözünü doğruluyor. Birol Kaya ise söyleşiden birkaç gün sonra mide kanamasından hastaneye yatıyor. HAZİRAN 2004 HADDİNİ DEĞİL HAKLARINI BİL HAYATIN İÇİNDEN Kitaplar arasında: 'İNSANI SEVMEKLE BAŞLAR HER ŞEY' Sait Faik'in öykülerinde insan vardır ve Sait Faik kendi halinde yaşayan sıradan insanları anlatır. Anlatmaya da onları severek başlar. BUGÜN Türk hikayeciliğinin en önemli yazarlarından biri olan Sait Faik'ten söz etmek istiyorum. “İnsanı sevmekle başlar her şey” diyen ve hayat boyu bu ilkeden asla taviz vermeyen Sait Faik, 12 kitaptan oluşan hikayelerinde son derece yalın bir anlatımla yaşadığı yer olan Burgaz Ada'daki balıkçılardan, kendi halinde yaşayan küçük memurlardan, meyhanelerde kederli kederli içki içen akşamcılardan, sokak çocuklarından, hayat kadınlarından söz eder ve onların hikayelerini bize anlatır. Sait Faik hikayelerinde insanı alıp götüren şiirsel bir anlatım söz konusudur. Ayrıca ayrıntı zenginliği bu hikayeleri ve hikaye kahramanlarının son derece gerçekçi yapar, en olmayacak durumlar adeta sıradanlaşır. Bir hikayesinde Sait Faik şöyle der: “Yağma! Bu sesi, Pınarbaşı'nın harap suları, sekiz defa size geriye çevirirse çocuk gibi olmaz mısınız? Yağma! Yağma! Yağma! Ve bir uçurtma... İpi kesilmiş bir uçurtma. Minarelerin ve servilerin arasında ipi kesilmiş, düşen bir uçurtmanın titreyişi, benim titreyişim gibidir. Ben; uzakları.Uludağ HAZİRAN 2004 Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenci için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes; işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi denetiminin dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir. (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi/ Madde: 25/1) Yakalanarak ya da tutuklanarak özgürlüğünden yoksun bırakılmış olan bir kimsenin tutuklanmasının yasallığı konusunda gecikilmeksizin karar verilmesini ya da yasal değilse salıverilmesi için mahkeme önüne çıkarılmasını isteme hakkı vardır. (Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi/ Madde: 25/1) Bir üstten ya da resmi bir makamdan alınan emir, işkencenin gerekçesi olamaz. (İşkence ve Başka Zalimce, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Davranışa Karşı Sözleşme/ Madde: 2/3) eteklerini, Pınarbaşı'nı düşündüğüm zaman ipi kesilmiş, düşen bir uçurtma gibi titriyorum... Yağma! Yağma yok çocuklar! Bu yavrucuğun içi titreye titreye sardığı kırmızı yumağı size kaptırmayacağım. Bu yeşil kuyruklu, gazete başlı şeytan uçurtmasını size kaptırmayacağım. Yağma yok çocuklar, yağma yok! Bir şeytan uçurtması, saatlerce koşmadan, uçamayan bir şeytan uçurtması, koca çınarın üst dallarında. Kuyruğu kuş yuvalarına, yosunların içinde büyümüş, zehirsiz su yılanının ürkek tavrıyla dokunuyor. Yağma yok çocuklar, yağma yok! Bu şeytan uçurtmasını size bırakmayacağım.” Evet, uçurtmayı yeniden keşfetmek, içinizdeki çocuğu uyandırmak için başlayın Sait Faik okumaya. Çocuk, eğitimle aynı amaçlara yönelik oyun ve eğlenme konusunda tüm olanaklarla donatılır; toplum ve kamu makamları çocuğun bu haktan yararlanma olanaklarını artırmaya çaba gösterir. (Çocuk Hakları Bildirgesi/ İlke: 7) İlgili işçilerin temsilcisi olan sendikalarla işverenler ya da işveren örgütleri arasında özgürce görüşülerek sonuçlandırılacak toplu iş sözleşmeleri yoluyla en az ücretlerin belirlenmesi özendirilir. (Toplumsal Politika Sözleşmesi/ Madde: 10/1) Kamu çalışanları örgütleri, kamu makamlarından tam bağımsızdır. (Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkı Sözleşmesi/ Madde: 5/1) Devlet, kadınlara ülkenin kamusal ve siyasal yaşamıyla ilgili hükümet dışı örgüt ve derneklere katılma hakkı sağlar. (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi/ Madde: 7/c) Devlet, aynı düzeydeki tüm kamu eğitim kurumlarında eğitim standartlarının eşdeğerde olmasını ve yine sağlanan eğitimin niteliğine ilişkin koşulların eş düzeyde tutulmasını güvence altına alır. (Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme/ Madde: 4/b) 15 KARİKATÜRKARİKATÜ İNSANLIĞIN ALEMİ VAR Musa KART