Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde
Transkript
Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde
editörden Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde güçlendirmek sayenizde olacaktır. YapDeğerli Dostlar, tığınız çalışmaları bizlerle paylaştıkça ve Küçük adımlar sıklıkla devam ettiğinde dergimizi daha geniş kitlelere tanıttıkça büyük başarıları beraberinde getirecektir. önü zaten açık olan dergimiz uzun solukBiz bir küçük adım atarak işe başladık, lu olacaktır. Paylaştıkça güzelleşen ve büuzun uğraşlardan sonra dergimizin ilk sayüyen bir dergiye ilgi daha da artacaktır. yısını sizlere ulaştırmanın ve sizlerle payArtık bu dergi bizim değil sizin yani helaşmanın mutluluğunu yaşadık. Birçok pimizin. Yeşertmek, büyütmek elimizde, okuyucuya ulaşan dergimizin ilk sayısına soldurmak ve yok etmek de. Biz filiz ververilen tepkiler bizi bundan sonraki sasin diye attık toprağa ve filizlendi, boy yılarımız için daha çok heyecanlandırdı. versin istiyorsan katkıda bulunmalısın Birkaç küçük ayrıntı dışında olumsuz tepdeğil mi? ki hiç almadık desem abartmış olmam. Yapılan çalışmanın ihtiyaç olduğu, böyle bir bundan sonraki başarısı sizlerle çalışmanın beklenir olması olumlu tepki- olacaktır. Adımları hızlandırıp, güçlendirmek sayenizde leri artırıcı sebepler- olacaktır. Yaptığınız çalışmaları bizlerle paylaştıkça ve di. Derginin içeriği- dergimizi daha geniş kitlelere tanıttıkça önü zaten açık nin doyurucu olması, olan dergimiz uzun soluklu olacaktır. Artık bu dergi grafik ve tasarımı da buna dâhil edildiğin- bizim değil sizin yani hepimizin. Yeşertmek, büyütmek de olumsuz tepkiler elimizde, soldurmak ve yok etmek de. Biz filiz versin diye yerine gayet olumlu, attık toprağa ve filizlendi, boy versin istiyorsan katkıda yapıcı tepkiler geldi. bulunmalısın değil mi? Elbette kusursuz bir Bu sayımızda Avrupa Birliği konusunu ele ürün ortaya koyduğumuzu söyleyemeyiz. aldık. AB ile ilgili yaklaşık 50 soruluk bir Eldeki imkânları sonuna kadar kullanaanket hazırladık ve eğitimcilerimize uyrak sizlere layık olmaya çalıştık ve bunu guladık. Bence bu sayının en ilginç çalışhep birlikte başardığımızı ve bundan ması oldu diyebilirim. Sahasında uzman sonraki çalışmalar için de başarabilecekişilerle söyleşilerimiz devam ediyor. Bu ğimize inanıyoruz. Bu çalışma için yayın sayıda Yusuf Ziya KAVAKÇI ile yapılan kurulundaki arkadaşlarımıza tek tek tesöyleşimiz yer almaktadır. Portrede Malşekkür ediyorum. Bizlere maddi manevi kom X’i, mekânda ise Topkapı Müzesini sonsuz destek sağlayan Ensar Neşriyat’a, işliyoruz. Materyal geliştirme komisyoDeğerler Eğitim Merkezine ve emeği genunca hazırlanan çalışmayı sizlerle paylaçen tüm arkadaşlarımıza şükranlarımızı şıyoruz. AB ile ilgili diğer çalışmalar da bu sayımızda yer almaktadır. sunuyoruz. Üçüncü sayının konusu ‘Milenyumun Değerli Dostlar, Mabetleri’ olacaktır. Bu çalışmanın bundan sonraki başarısı Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle... sizlerle olacaktır. Adımları hızlandırıp, Bu çalışmanın Mustafa KÜÇÜKTEPE mkucuktepe@hotmail.com İçindekiler DK AB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 ISSN: 1307-4652 Sahibi Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. Adına Ahmet Şişman Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Abdullah Aydın Editör Mustafa Küçüktepe Yayın Kurulu Abdülhamid Ramazanoğlu Bahattin Ünal Fatih Alp Gökhan Erenoğlu Hakkı Karatekeli Hüseyin Akın İsmail Narin Mahmut Balcı Mehmet Ülgünar Mustafa Okumuş Mustafa Küçüktepe Zeki Yaka Dosya: Grafik-Tasarım Erhan Akçaoğlu Tashih Mehmet Ülgünar Avrupa Birliği ve Türkiye .................... 06 Abdulhamid Ramazanoğlu Dağıtım Adem Saydan Yönetim Merkezi Süleymaniye Cad. No. 11-13 Süleymaniye-Eminönü / İstanbul Tel : (0212) 527 49 47 513 03 09 Fax: (0212) 522 46 02 Baskı: Kahraman Ofset 212 629 00 01 Avrupa’da Din Eğitimi ............................ 14 Dr. Zeki Yaka Yusuf Ziya Kavakçı ile Söyleşi .......... 20 Mahmut Balcı AB’de İslam Korkusu - İslamofobia.... 24 İletişim e-maili: dkabbakis@gmail.com Bahattin Ünal Fiyatı : 4 ytl Bir yıllık abone bedeli : 15 ytl Kurum yıllık aboneliği : 20 ytl Yurt dışı yıllık abone bedeli : 20 Euro Metafizik Gerek .......................................... 28 Hesap Numaraları: Hüseyin Kader adına Posta Çeki: 1054938 Bank Asya Fatih Şubesi: 22-393063-1 Yazı Kuralları — Yazılar Daha Önce Yayınlanmamış Olmalıdır — Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir — Gönderilen yazılar iade edilmez — Yazılar eğitim amaçlıdır, telif ödenmez. — Yazılardan yazarları sorumludur. İsmail Narin Eğitimci Gözüyle AB ve Eğitimimiz.. 31 Hakkı Karatekeli - Gökhan Erenoğlu Bir Avrupa Masalı ........................................ 38 Mustafa Okumuş AB Hayatboyu Eğitim Programları 41 Fatih Alp DKAB BAKIŞ Yeşertmek ve Büyütmek Elimizde .......................... 01 Mustafa Küçüktepe Beyaz Karanlığı Aydınlatmak (Malcolm X) ...... 44 Mehmet Ülgünar Yaz Kur’an Kursları: Yeniden Yapılanma İçin Bir Model ......................... 50 Gökhan Erenoğlu Düşünce Fabrikası ........................................................... 54 Materyal Geliştirme Komisyonu En Zengin Saray-Müzelerden Topkapı ................ 58 Hakkı Karatekeli Vahşetin Tanıkları .......................................................... 61 Mustafa Küçüktepe Kitap Tanıtımı: Çokkültürlülük............................... 64 Şeyma Arslan dosya AB Serüvenimizden Bize Kalanlar Ahmet ŞİŞMAN Ensar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile işbirliği anlaşmasının imzalandığı 12 Eylül 1963 tarihinden bu yana 44 yıldır devam ediyor. Bu serüvenin ne zaman ve nasıl noktalanacağı ise belirsizliğini koruyor. Aslında bilindiği üzere Türkiye için Avrupa sevdası, bundan çok daha öncesinde başlamıştır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişe yön veren “batılılaşma ideali”dir geçtiğimiz yüzyıldaki en önemli meselemiz. Avrupa idealimizin en somut görünümü olan Avrupa Birliği üyeliğinde, içinde bulunduğumuz son birkaç yılda önemli dönüm noktalarından birini yaşamaktayız. Üyelik hedefine yaklaştıkça her iki tarafta da daha önce gün yüzüne çıkmamış olan kanaatlerin ve tavır alışların kendisini göstermeye başladığını da müşahede ediyoruz. Avrupa, farklı kültürden bir ülkeyi kendi için kabul edip edemeyeceğine ilişkin bir hazımsızlık tartışmasına girişmişken, Türkiye’de ise “batılılaşma taraftarlarının AB karşıtlığı” gibi ilginç durumlar kendisini gösteriyor. Bu kafa karışıklığı, uzun üyelik mücadelesi serüvenine karşın Türkiye’de Avrupa Birliği mefhumunun ne anlam ifade ettiğiyle ilgili net bir fikir bulunmadığını gösteriyor. Türkiye’nin gerçekleştirmek durumunda olduğu reformların yanısıra üyelik müzakereleri sürecinin, yerleşik kabullerin ötesindeki gerçekleri görünür kılmak adına Türkiye açısından olumlu bir işlev gördüğünü de söyleyebiliriz. Özellikle şu iki açıdan: İlki, AB üyeliği noktasında bastırdıkça karşı tarafın tepkilerindeki samimiyetsizlik ve tutarsızlıklar Türkiye’de Avrupalılık idealinin de büyüsünü bozmakta ve bu kadim ideali tüketmektedir. İkinci olarak ise bu süreç, Türkiye’de “ilericilik” üzerine gerçekleşen iç-çekişmelerdeki belirsiz mefhumların da içini açmakta, deşifre etmektedir. Türkiye’yi AB üyeliğine götüren süreci, Türkiye’nin kendi tarihsel gelişimine katkı yapacak bir tarzda işletmek için, her boyutuyla bu tartışmaya katılmak gerekir. Topyekün kabul veya reddin ötesinde geleceğe bilinçli olarak yön verecek sağlıklı bir tavır geliştirmek için bu tartışmaların katkısı büyük olacaktır. DKAB Bakış dergisi, elinizdeki bu sayısıyla böyle bir gayrete iştirak ediyor. Avrupa Birliği üzerine eğitimcilerin söyleyecek sözleri olmalı ki, ekonomik ve siyasal bir ortaklık olmanın ötesinde kültürel boyutları olan AB üyeliğinin sosyal hayatımıza etkilerini daha sağlıklı bir şekilde düşünebilelim. Eğitimcilerin Avrupa Birliği üzerine görüşlerini dile getirdikleri bu fikri çalışmanın eğitim camiasında hak ettiği yankıyı bulmasını ümit ediyoruz. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 5 dosya-deneme Avrupa Birliği ve Türkiye Abdulhamid RAMAZAOĞLU aramazanoglu@gmail.com Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Sovyet tehdidi, bu nedenler arasında sayılabilir. Avrupa’da dikkate alınması gereken ilk bütünleşme çabası, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra ortaya çıkmıştır. Bohemya Kralının danışmanlarından Antonie Marigni tarafından hazırlanan bu plan askeri, siyasi, ekonomik pek çok ayrıntıyı ihtiva etmekteydi. Bu hareketin maksadı, İstanbul’un fethiyle dünyanın gidişini değiştiren Müslüman Türklere karşı Hıristiyan birliği oluşturarak mücadele etmektir. Daha sonraki tarihlerde pek çok defa, farklı ülke siyasetçileri tarafından birleşme projeleri gündeme getirilmiştir. Bu projelerden ikisine ve onlarda ortaya konan hedeflere, bu günle karşılaştırmaya imkan vermesi açısından genel olarak dikkat çekmekte yarar görüyoruz. Avrupa’da Birliğe Giden Yol Her kurumun ve siyasi yapının ortaya çıkmasında tarihi bir arka plan mevcuttur. Bu arka plan o kurumun ya da siyasi yapının bu gününün anlaşılmasına imkan sağlar. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin bu gününü anlayabilmek için, Avrupa tarihine, hatta konumuzla ilgili olmak üzere daha öze inersek, tarih boyunca Avrupa’da ortaya çıkan birlik projelerine bakmak gerekmektedir. Avrupa’da bütünleşme çabaları tarih boyunca sürmüştür. Bu pek çok nedene dayanmaktadır. Özellikle bölgesel siyasi ve ekonomik gelişmeler, ülkeler arasında çeşitli dönmelerde ortaya çıkan yıkıcı savaşlar ve buna bağlı olarak ortaya çıkan barışın sağlanması ve korunması isteği, II. Dünya 6 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 1638’de IV. Henry tarafından açıklanan ‘Büyük Avrupa Projesinde’ bütün Avrupa devletlerinin temsil edileceği bir senato öngörülmektedir. Birliğe katılan devletler arasında ticaret serbest olacaktır. Konseye bağlı bir ordu kurulacak ve bu ordu üyelere karşı kullanılmayacaktır. 1693’te ise İngiliz asılzadesi olan William Pen tarafından oluşturulan bir başka projede şu iki husus dikkat çekmektedir: Üye devletler arasında başkanlık rotasyonla değişecek, parlamento kararlarına uymayanlara karşı askeri güç kullanılabilecektir. Napolyon’a gelinceye kadar ortaya çıkan bu vb. pek çok çalışma sonuç vermemiş, hiç biri kağıt üzerinde kalmaktan kurtulamamış, pratiğe geçme imkanı bulamamıştı. Napolyon ise, güçlü ve kararlı bir lider olarak Avrupa’yı birleştirme gayesi ile ortaya çıkmıştır. Ne var ki o da çatışma ve şiddete dayalı uygulamaları nedeniyle, birlik dosya -deneme sağlamak bir yana Avrupa devletleri arasındaki düşmanlıkları daha da artmasına ve kökleşmesine neden olmuş ve bu yüzden kendi ideallerinde başarısızlığa mahkum olmuştur. I. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede birleşme çabalardan bir sonuç alınamamış ve sonunda bütün dünyayı etkileyen, yeni dengelerin doğmasına zemin hazırlayan büyük bir trajedinin yaşanması kaçınılmaz olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Devletleri barışı koruyacak uluslararası bir teşkilatın kurulmasına karar vermişlerdi. Milletler Cemiyeti adı verilen bu teşkilat da, ne yazık ki, ABD’nin katılmaması, Almanya’nın da çeşitli nedenlerden ötürü bir süre sonra ayrılması nedeniyle barışı sağlamada başarısız olmuştu. Böylece II. Dünya Savaşı’na giden süreci durdurmaya gücü yetmemiş ve kısa sayılacak bir zamanda dağılmaya mahkum olmuştu. II. Dünya Savaşı, Avrupa’da yeniden büyük bir yıkıma yol açmış, Avrupa Devletleri askeri, siyasi ve ekonomik yönden büyük tahribata uğramış, zayıf düşmüştü. Bu arada dünyada siyasi dengeler değişikliğe uğramış, ABD ve SSCB gibi iki büyük süper güç ortaya çıkmıştı. Bu iki güçlü devlet dünyayı dizayn etme, yönetme hatta sömürme noktasında aralarında bir nevi anlaşmışlar, bu etki alanı tespitine Avrupa’yı da dahil etmişlerdi. Savaş sırasında kendi safında olan Doğu Almanya gibi ülkelere yardım için Avrupa içlerine kadar giren SSCB, savaştan sonra bu bölgelerden çekilmemişti. Kendi yandaşı siyasal örgütlenmelerin iktidara gelmesini temin etmiş, sosyalist, komünist yaşam projesinin hayatiyetini sürdürmesini ordu desteğiyle sağlamaya çalışmıştı. ABD de diğer devletler üzerindeki etkisini geliştirmeye çaba göstermiş, bu gün Ortadoğu’da giriştiği halka rağmen demokrasi insana rağmen insan hakları mücadelesini büyük bir azimle (?) sürdürmüştü. Ancak Avrupa’da yürüttüğü proje dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça farklıydı. Bu dönemde ABD, bir taraftan Avrupa’nın yeniden imarı için yardım fonları tahsis ederken, diğer yandan da yardımların koordinasyonunu sağlayacak bir komite oluşturul- Bugün Avrupa Birliği ülkelerine bakıldığında bütününün en azından kültürel olarak Hıristiyan olduğu görülür. Ancak zaman zaman yapılan tartışmalara dikkat ettiğimizde aslında kültürel bağın ötesine taşan bir Hıristiyan dindarlığının olduğu anlaşılmaktadır. Laik bir birliktelik olan AB’de, bir devlet başkanı ya da üst düzey bir yetkilinin; Papa’nın elini saygı ve bağlılık işareti olarak öpmesi yadırganmaz. Hatta bunun ötesinde dinin AB Anayasası’nda ağırlığını hissettirmesi teklifi siyasal mülahazalarla reddedilmiş olsa da Türkiye’dekilere benzer baskın ve reddedici bir laiklik tartışması açmamış olması önemlidir. masını tavsiye etmekteydi. 1947 yılında ‘Avrupa Ekonomik Birliği Komitesi’ ABD’nin bu isteği üzerine kurulmuştu. Bu gün OECD diye bilinen kuruluşun temeli de bu komitedir. 1950 yılına gelindiğinde ise Fransız dışişleri bakanı Robert Schuman tarafından yeni bir birliktelik modeli ortaya atıldı. Ona göre Avrupa devletleri arasındaki süre giden derin güven krizinin ortadan kaldırılabilmesi ve siyasi birlikteliklerin 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 7 dosya-deneme kurulabilmesi zamanla mümkün olabilecektir. Bunun için öncelikle ihtiyaca dayalı ekonomik örgütlenmelere önem verilmelidir. Böylece bu tez doğrultusunda 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT), Belçika, Batı Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ile kuruldu. Birkaç yıl içinde AKÇT’nin önemli başarılar elde etmesi söz konusu altı ülkenin işbirliklerini daha da ileriye götürmelerine zemin hazırladı. 1957 yılında AKÇT’ye ilaveten Avrupa Atom Enerji Topluluğu (AAET) ve Avrupa Ekonomik Topluluğunu (AET) kuran Roma Antlaşması imzalandı. Antlaşma metninin giriş kısmına dikkat çeken iki temel hedef konmuştu: Bu sürecin devamında halkları arasında sıkı bir birliktelik kurmak ve Avrupa ülkelerini birbirinden uzaklaştıran engelleri ortadan kaldırmak. Bu anlaşma, bir yandan zikredilen devletler arasında bir ‘Ortak Pazar’ kurulmasını sağlamış, diğer yandan da gelecek siyasi birlikteliğe zemin oluşturmuştu. 1967 yılında, AKÇT, AAET ve AET’nin kurumları (AET Avrupa Ekonomik Topluluğu) adıyla birleştirildi. 1990’lara gelindiğinde ise artık çoktan ekonomik süreci geçip fiilen siyasi bütünleşmeye dönüşen bu birlikteliğin adını koyma gereği ortaya çıkmıştı. Bu nedenle 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması Avrupa Birliği’ni (AB) ortaya çıkarmıştır. Son gelinen noktada AB’ye üye ülkelerin sayısı 26 ulaşmıştır. Bu da 1973 yılından itibaren beş farklı genişleme süreciyle ortaya çıkmıştır: 1973 Danimarka, İrlanda ve İngiltere, 1981 Yunanistan, 1986 Portekiz ve İspanya, 1995 Avusturya, Finlandiya ve İsveç, 2004 Kıbrıs, Malta, Macaristan, Polonya, Slovakya, Letonya, Litvanya, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Slovenya ve son olarak Bulgaristan. AB Karar Mekanizmaları Avrupa Birliğini tanıma açısından birlik içinde kararların nasıl alındığının bilinmesi faydalı olacaktır. AB’de karar mekanizması temelde şu dört kuruma dayanır: Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, AB Bakanlar Konseyi, Avrupa Birliği Konseyi. 8 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 a. Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu, AB politikalarını tasarlar ve koordinatörlüğünü yapar. Parlamento ve Konsey’e sunmak üzere mevzuat önerileri hazırlar. Bu komisyon aynı zamanda birliğin yürütme organıdır. Avrupa Birliği mevzuatının, Parlamento ve Konsey tarafından hazırlanan programların uygulamasıyla yükümlüdür. Uluslararası antlaşmalarda ve işbirliği alanlarında Birliği temsil eder. Komisyon ayrıca AB bütçesini yönetir. AB kanunlarının üye ülkelerce doğru bir şekilde uygulanmasını takip eder. Başkan ve Komisyon üyeleri üye ülke hükümetleri tarafından ortak uzlaşmayla atanırlar ve ancak Avrupa Parlamentosu tarafından görevden alınırlar. Komisyon, Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamayla 5 yıllığına bu göreve seçilen üye ülkelerin temsilcilerinden oluşmaktadır. Bu ko- dosya-deneme misyonda alınan kararlar, oluşturulan mevzuat örnekleri Parlamento ve Konsey’e sunulur. Konsey genel olarak Komisyondan gelen önerileri nitelikli çoğunlukla veya oybirliğiyle kabul ya da reddeder. b. Avrupa Parlamentosu: Avrupa halklarının siyasi iradelerini temsil eden bu parlamentonun, üye devletlerin yapısına benzer yetkileri vardır. 1979’dan bu yana çalışan bu parlamentonun üyeleri 5 yıllığına genel seçimlerle işbaşına gelir. Komisyon tarafından hazırlanan mevzuat önerilerini Konsey’e danışarak yasalaştırır. Avrupa Birliği bütçesini onaylar. Büyük önem taşıyan kimi kararların Konsey tarafında yürürlüğe sokulabilmesi için de Parlamentonun onayı gerekmektedir. Parlamento Strasbourg’da toplanır. Nice Antlaşması (Şubat, 2003) ile Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalye sayısı 732’ye ulaşmıştır. c. AB Bakanlar Konseyi: Bu Konsey, AB’nin ana karar mekanizmasıdır. Ekonomik ve siyasi kararların yerine getirilmesi için koordinasyon rolü vardır. Konsey, üye ülkelerin dışişleri bakanlarından oluşur. AB adına uluslararası anlaşmalar imzalar. Ortak dış politikaların ve güvenlik siyasetinin ana hatlarını belirler. Konsey, kararlarını ya basit çoğunlukla ya nitelikli çoğunlukla veya oybirliğiyle alır. Üye ülkelerin oylarının belirlenmesinde ekonomik ve politik durumları ile nüfus miktarı üç önemli kriterdir. d. Avrupa Konseyi: ‘Avrupa Zirvesi’ olarak da adlandırılan Avrupa Konseyi, AB’ye üye ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarıyla Avrupa Komisyonu Başkanı’nın bir arada bulunmasıyla oluşur. 1974 yılından beri, yılda en az iki kez toplanır. Üye ülke liderleri bu toplantılarda AB Bakanlar Konseyi’nde çözümlenemeyen ihtilafları ve başkaca önemli mevzuları görüşür. Türkiye’nin AB’ye aday ülke konumu bu Konsey’in 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde -oybirliğiyle- kabul edilmiştir. Bu konseye bağlı olan kurumlardan biri ve belki de en önemlisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’dir. Bu mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan temel hakların çiğnenmesi durumunda, bireylerin, tüzel kişiliklerin ve devletlerin, başvurabileceği bir yargı merciidir. AB’ye üye olmayan fakat Avrupa Konseyi’ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da bulunduğu 46 devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yargı yetkisini tanımaktadır. Hatta bu mahkemeden çıkan kararlar, üst hukuk konumunda kabul edilmekte, yerel hukuk normları ve mahkeme karaları üzerinde bir ağırlık oluşturmaktadır. Esasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha geniş bir çatı olan Avrupa Konseyi’ne bağlı bir kurumdur. Direkt olarak AB’ye bağlı değildir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları, hem Avrupa Birliği için hem de konseye üye diğer devletler için olmazsa olmaz asgari standartları 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 9 dosya-deneme oluşturmaktadır. Bunun ötesinde mahkemede AB ülkelerinin ağırlığı hissedilmektedir. Bu mahkeme, aynı zamanda Türkiye’de ki AB’ye yönelik tartışmaların odağında yer almaktadır. Zira buradan çıkan kararlar kamuoyunu etkilemekte ve farklı değerlendirmelere sebep olmaktadır. Şu ana kadar iç hukuktaki hak ihlallerini gündeme getiren müracaatlarda mahkemenin genelde iki farklı bakış açısı ortaya koyduğu düşünülmektedir. Şöyle ki; etnik kimliğe dayalı çeşitli yargılamalarda mahkemeden gelen kararlar, genelde Türk yargısını mahkum etmekte iken, dini mahiyeti olan yargılamalar iç hukuk lehine karara bağlanmakta, mahkeme çoğu zaman dini özgürlüğü genişletme yolunda değil de daraltma yolunda kararlar almaktadır. Bu da mahkemenin, en azından bazen, adalet duygusuyla değil de farklı siyasal, sosyal ve ekonomik mülahazalarla karar verdiğine yönelik kuşkuları kuvvetlenmektedir. Yukarıda yer verilen kurumlara ilaveten Avrupa Birliği içerisinde Adalet divanı, Sayıştay, Merkez Bankası vb. resmi kurumlar ile yarı resmi sosyal ve ekonomik kurumlar yer almaktadır. Türkiye’nin AB Serüveni Türkiye, AET’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra, 1959 yılında topluluğa katılmak için baş- 10 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 vuruda bulunmuş ve AET Bakanlar Konseyi’de bir süre sonra Türkiye’nin başvurusunu kabul etmiş, yapılan hazırlık görüşmelerinin ardından 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ‘Ortaklık yaratan Anlaşma’ olarak kabul edilir. Bu anlaşmada, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere toplam yirmi iki yıllık üç farklı devre öngörülmüş; geçiş döneminin başarıyla aşılması durumunda gümrük birliğine gidileceği kabul edilmiştir. Hazırlık döneminin tespit edilen 5 yıllık süreçte sona ermesiyle birlikte, Kasım 1973 yılında Katma Protokol yürürlüğe girmiştir. Bu protokolde, malların serbest dolaşımı, Türkiye’nin AT Ortak Tarım Politikası’na uyumu, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı, ulaştırma ve ekonomi gibi konuların AT mevzuatına uyumlaştırılması öngörülmüştür. 1980 darbesiyle kesintiye uğrayan birleşme süreci, 14 Nisan 1987’de Türkiye’nin yaptığı tam üyelik başvurusuyla yeni bir dönemece girmişti. Komisyonun, 1989 yılında bu başvuruya verdiği cevapta, önceliğin Avrupa’nın kendi iç pazarını tamamlamasına verildiğini bu nedenle yeni bir üye kabul edemeyeceğini bildirmiş, ancak Gümrük Birliği sürecinin tamamlanması önerilmişti. 1993 yılında Gümrük birliği müzakereleri başlamış ve Ocak 1996 yılında da AB-Türkiye arasında Gümrük Birliği anlaşması yürürlüğe girmişti. Aralık 1999’da toplanan Helsinki Zirvesi’yle de Türkiye, AB üyeliğine aday ülkeler arasına kabul edilmiştir. AB Konseyi tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Katılım Ortaklığı Belgesi imzalanmıştır. Bu belge katılım kriterlerinin karşılanması noktasında Türkiye için AB’nin önceliklere işaret ettiği bir yol haritasıdır. Buna binaen Türkiye 19 Mart 2001’de kendi yol haritasını yani Ulusal Programını hazırlamıştır. Aralık 2004’te Brüksel’deki AB Konseyi Zirvesi’nde, Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlanmasına oybirliğiyle karar verilmiştir. 1959’dan 2005’e kadar geçen yaklaşık 50 yıllık süre sonunda Türkiye’nin hala kapıda bekliyor olması ve o dönemde bırakın üye olarak kabul dosya-deneme edilmeyi, düşman görülen doğu bloku ülkelerinin ortaklık içinde yer bulabilmesi, bize gelecek beklentileri için güçlü bir tahmin imkanı sunmaktadır. Üyelik Sürecinde AB Türkiye’den Resmi Olarak Neler istemektedir? 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesinde, üyelik müracaatı yapan ülkelerden yerine getirmeleri gereken bir takım kriterler istenmiştir. Bu kriterler, siyasi, ekonomik ve AB mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç başlık altında toplanmaktadır. Buna göre aday ülkeler, demokrasiye sahip çıkacak, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına riayet edecek. Ekonomide Piyasa ekonomisinin kuralları geçerli olacak, mülkiyet hakkı korunacak, serbest rekabet şartlarının geçerliliğine önem verilecek. Dış politika ve güvenlik alanlarında ortak hareket edilecek, ekonomik alanda AB politikalarına uyulacak, kamunun özel sektörü finanse etmesine müsaade edilmeyecek. Tarım, iletişim, adalet, içişleri, dışişleri, güvenlik, eğitim vb. pek çok alanda topluluk müktesebatına uyum sağlanacak. AB ve Din Bu gün Avrupa Birliği ülkelerine bakıldığında bütününün en azından kültürel olarak Hıristiyan olduğu görülür. Ancak zaman zaman yapılan tartışmalara dikkat ettiğimizde aslında kültürel bağın ötesine taşan bir Hıristiyan dindarlığının olduğu anlaşılmaktadır. Laik bir birliktelik olan AB’de, bir devlet başkanı yada üst düzey bir yetkilinin; Papa’nın elini saygı ve bağlılık işareti olarak öpmesi yadırganmaz. Hatta bunun ötesinde dinin AB Anayasası’nda ağırlığını hissettirmesi teklifi siyasal mülahazalarla reddedilmiş olsa da Türkiye’dekilere benzer baskın ve reddedici bir laiklik tartışması açmamış olması önemlidir. 2004 yılında Brüksel’de yapılan AB Zirvesinde ki Anayasa görüşmelerinde pek çok ülke AB anayasasının giriş bölümünde Hıristiyan- Yahudi dinine atıfta bulunulmasını istemiştir. Bu ülkelere göre AB bir Hıristiyan Birliğidir. Anayasası’nda da buna işaret edilmesi gerekir. Burada önem- le üzerine durulması gereken nokta Avrupa’da Yahudi nüfusun azınlıkta olmasına rağmen bu dinin dikkate alınması, fakat milyonlarca Müslüman nüfusun varlığının göz ardı edilmesidir. AB’ye üye ülkelerde dinin statüsü konusunda fikir birliği yoktur. Dünya Kiliseler Birliği gibi bir takım Hıristiyan örgütler, Hıristiyan Demokratlar ve muhafazakar eğilimli partiler, Hıristiyanlığın AB siyasetinde etkin rol oynamasını savunmaktadırlar. Papa Benedick de bu görüştedir. Benedick, Mart 2006 tarihinde İtalyan ve Alman Başbakanlarının, AB Komisyon Başkanı Barosso vb. üst düzey yöneticilerinin bulunduğu bir toplantıda AB’nin temellerinde hatta kalbinde Hıristiyan değerlerinin bulunduğu ifade etmiştir. Papa’ya göre AB siyasetinde dindar liderlerin sesi daha gür çıkmalıdır. Son yıllarda dinin kamusal alandan dışlanıp, özel bir alana hapis olması çabalarına ve bunun doğuracağı tehlikelere muhafazakar liderler engel olmalıdır. Hıristiyan değerler geçmişte olduğu gibi bir kez daha Avrupa’nın değerleri haline gelmelidir. Papa aynı zamanda bu değerlere sahip ülkelerin birliğinden yanadır. Birliğin içerisinde özellikle Müslüman kültürünün bulunmasının doğru olmayacağı kanaatiyledir ki, Türkiye’nin üyeliğe kabulünü yanlış bulmaktadır. Avrupa ülke halklarının da bu hususta kafaları karışıktır. Financial Times Gazetesi’nin KasımAralık 2006 tarihinde AB genelinde yapmış olduğu ankette; Fransız ve Almanların %35’nin AB’yi bir Hıristiyan kulübü olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Avrupa genelinde Kilise devlet ilişkileri bir takım genel kurallara bağlanmıştır. Buna göre; din devletin işlerini yönlendirmeye, devlet de dini alana 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 11 dosya-deneme müdahale etmemeye çalışır. Ayrıca dini cemaat gurup ve azınlıkların özerk bir yapı kazanarak hayatiyetlerini sürdürmeleri, kendi alanlarında dini özgürlükleri yaşayabilmeleri, çeşitli şekillerde kurumsallaşabilmeleri kanunlarla desteklenmiştir. Buna ilaveten devlet dini kurum ve kuruluşları çeşitli faaliyetler adıyla desteklemekte, çeşitli yollarla finanse etmektedir. AB ve Eğitim Dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi AB’nin de pek çok ekonomik ve sosyal sorunları bulunmaktadır. Avrupa bu sorunların çözümünün yetişmiş insan gücüyle gerçekleşeceğine inanmaktadır. AB gelecek öngörüsünü inşa etmeye çalıştığı insan modelini; değişen durumlara uyum sağlayabilen, çeşitli becerilerle donanmış, entelektüel alt yapısı olan, bilgi kaynaklarına ulaşabilme becerisine sahip, sürekli öğrenme isteği duyan bireyler olarak tanımlamaktadır. Bu isteğini ve ihtiyacını giderebilme yolunda AB’nin önem verdiği konuların başında eğitim gelmektedir. Eğitim öğretim konusu 7 Şubat 1992 tarihli Maastrich Anlaşması’nın 126’ncı ve 127’nci maddelerinde yer almış ve AB’nin öncelikli gündem konuları arasında yer almıştır. AB, bu öncelikli konunun hayata geçirilebilmesi için çeşitli eğitim programları uygulamaya koymuştur. Bu programın amacı Avrupa bilgisi oluşturmak, hayat boyu öğrenmeyi sağlayacak projeler ortaya koymak, eğitimi teşvik etmek, yaygınlaştırmak ve istenilen bilgi, beceri ve niteliklerin kazanılmasına yardımcı olmak, hayatın her alanında gerekli olan nitelikli insan gücünü ortaya çıkartabilmektir. Üyelik Sürecinde Devam Eden Tartışmalar Hollanda’da bulunduğumuz bir sırada bağlı bulunduğumuz belediyenin başkanı davetimiz üzerine bizi ve camimizi ziyarete gelmişti. Kendisinden çeşitli ihtiyaçlarımız için maddi yardım talep ettiğimizde de bize kendilerinin laik olduklarını, bir ibadet mekânına bu isimle yardımcı olamayacaklarını, ancak ibadet dışında yapacağımız her türlü faaliyette destek olacaklarını ifade etmiş, hatta sonrasında hazırlamış olduğumuz projelerimize de verdiği söz üzere destek olmuştu. 12 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Esasında Türkiye her konuda olduğu gibi bu konunda tartışmayı becerememektedir. Bu konuda karşılıklı çatışmaların, ideolojik ayrışmaların baskısı altında değerlendirilmektedir. Taraftar olanlar, birkaç yıl öncesine kadar, AB taraftarlı ve AB karşıtları toplumun farklı ideolojik kesimlerini oluştururken, son zamanlarda roller değişmiş, taraflar bir maçın ikinci devresini oynarcasına konumlarını değiştirmişlerdir. Son yıllara kadar AB’yi dinin kamusal alana müdahalesinin önünde engel olarak görenler, şimdi yapılan düzenlemelerin özgürlük alanını genişletmeye başladığını fark edince karşı tarafa geçmiş, AB karşıtı bir cephe oluşturmuşlardır. dosya-deneme Türkiye’nin kendi dinamiklerinin bir özgürlük ortamı sağlayamayacağı, otoriter zihniyetin, ideolojik iktidar yapısının konumunun ancak dış saiklerle değişebileceği kanaatine varanlar da AB taraftarı olmuşlardır. Bu gün gelinen noktada AB’nin Türkiye’ye karşı samimi olmadığı açıktır. Üyelik sürecinde diğer ülkelerden istenmeyenler Türkiye’den talep edilmektedir. Örneğin Türkiye tam üyelik sürecinden yıllarca önce Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamış ve bunu pek çok alanda tek taraflı olarak uygulamış ve uygulamaya devam etmektedir. Ayrıca Türkiye ile komşuları arasındaki anlaşmazlıklar, üyelik sürecine engel görülürken Yunanistan ve Rum Kesimi Türkiye ve KKTC ile problemlerine rağmen üye yapılabilmiştir. Türkiye’nin sürece dahil oluşu aşağı yukarı 50 yılı bulmuş, çok daha sonraları aday olanlar üyeliğe kabul edilmiştir. AB ülkeleri terörist örgütlerin rahatça barınabildikleri yuvalar olmasına rağmen; Türkiye’den, terörle mücadele etmesi istenmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak, bütün bu ve benzeri örnekler, bize meşhur “Medeniyetler Çatışması” teorisini ortaya atan Huntington’un AB’nin Türkiye’ye hiçbir zaman “evet”, demeyeceği düşüncesini hatırlatmaktadır. Ona göre Türkiye Avrupa değerlerini kabul etse de kültürü ve toplumu ile AB’ye ait değildir. Aslında Papa’nın kanaati de Huntington’u desteklemektedir. Ayrıca son dönemde Batıda yaygın hale gelen Avrupalılık duygusu ve ötekini, kendinden olmayanı dışlama arzusu, kültürel ve dini farklılığın birleşme yönünde engel oluşturduğuna dair önemli bir göstergedir. AB ülkelerinde yayılan yabancı düşmanlığı, AB kültürünün kendi bütünlüğü içerisinde devamından yana olan ve milliyetçi diyebileceğimiz siyasal akımların pek çok ülkede iktidara gelmesi Türkiye’nin işini zorlaştırmaktadır. Bütün bunlara ilaveten son Tavsiye Raporu’nda birlik sürecinin ucu açık bir süreç olduğunun ifade edilmiş olması ve nihai şeklinin ileride verileceğinin ima edilmiş olması da olumsuz kanaatleri beslemektedir. Bizce gelecek 20 yıl içerisinde AB’nin ne durumda olacağı pek belli değildir. Ayrıca Türkiye’nin bunca beklenti ve arzusuna rağmen AB’nin Türkiye’yi kabulleneceğini düşünmek de pek mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak; Avrupa bu gün geldiği noktada asırlar öncesinin hayalini gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Kısa zaman öncesinin aynı kültür ve değerlere sahip, ama düşman olan devletleri bugün bir araya gelmiş, ortak siyaset, ekonomi, savunma ve eğitim projeleri etrafında bütünleşmişlerdir. Ancak bu birlikteliğin ne kadar devam edeceği, ya da ne zaman çatırdayacağı dünyanın tartıştığı önemli konulardır. Zira birliği hüküm sürdüğü geniş coğrafya, farklı etnik kimliklere sahip nüfus, beraberinde sosyal, siyasal ve ekonomik pek çok problemi barındırmaktadır. Üstelik bu geniş çerçeveli problemlerin nasıl çözüme kavuşturulacağını öngörmek de şartlar gereği pek de mümkün değildir. Ayrıca AB bu günkü sınırlarıyla farklı kültür ve dini yapılarla da komşu olmuştur. Bu komşuluğun nasıl yürüyeceği de önemli bir sorundur. Diğer yandan Türkiye’nin yarım asırlık karşılıksız aşkının nasıl bir sonla karşılaşacağı, birliğin kendini aşıp Türkiye’yi içine alıp alamayacağı soruları bizdeki önemli tartışma konularıdır. Bizce gelecek 20 yıl içerisinde AB’nin ne durumda olacağı pek belli değildir. Ayrıca Türkiye’nin bunca beklenti ve arzusuna rağmen AB’nin Türkiye’yi kabulleneceğini düşünmek de pek mümkün görünmemektedir. Ancak mevcut şartlarda Türkiye’nin demokratikleşme yolunu açabilmesi, oligarşik yapıyı değiştirebilmesi, ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa sorunlarını halledebilmesi dış sebeplerle gerçekleşebilecektir. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 13 dosya-deneme Avrupa’da Din Eğitimi Dr. Zeki YAKA zekiyaka@hotmail.com Avrupa’daki Din Eğitimi Niçin Önemli? Bir İslam ülkesi ve bir Müslüman olarak belki de şöyle düşünmekte ve sormakta haklısınız: Avrupa’daki din eğitiminden bize ne? İlahi kaynaklı olmasının dışında, inanç ve ahlak esasları bakımından pek fazla ortak yönü olmayan iki dinin eğitiminin birbirine kıyası ne derece doğru olur? Bizim inanç, kültür, gelenek ve göreneklerimiz Avrupa’nınkiyle çok farklı. Onun için Avrupa’da din eğitiminin nasıl yapıldığı bizi ilgilendirmiyor..! diyebilirsiniz. Bu düşünce belki de bundan kırk-elli yıl önce doğru olabilirdi. Ancak unutulmaması gereken bir takım gerçekler var ki, bunları düşününce Avrupa’nın din eğitimi için yaptıklarının bizi yakından ilgilendirdiği görülmektedir. Günümüzde teknolojinin özellikle ulaşım ve iletişime getirdiği baş döndürücü hızdaki yenilikler ve gelişimler yukarıdaki soruları anlamsız kılmaktadır. Dünyamızın herhangi bir köşesinde meydana gelen olaylar, icadlar ve yenilikler, anında tüm dünyaya ulaşıyor. Böylece bu değişim sadece o bölge halkını değil tüm dünya halklarını yakından ilgilendiren ve etkileyen bir olay haline gelebiliyor. Onun için yeniliklerin değişikliklerin belki de öncelikle paylaşılacağı alan eğitimdir. Bugünkü teknolojik imkanlar artık biz eğitimcilere dünyadaki tüm eğim sistemlerini aynı anda yan yana inceleme, kıyas yapma ve tercihte bulunma imkânı vermektedir. Böylece birçok eğitim sisteminin artıları ve eksileri ortaya rahatlıkla konulabilmektedir. Bu sayede 14 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 her toplum beğendiği bir sistemi kendi öz kültür ve yapısına uygun bir hale getirerek uygulama imkanı bulmaktadır. Bu anlamda her kültürün ve sistemin birbirinden alabileceği mutlak bir şeyler ortaya çıkmakta ve buna bağlı olarak da eğitim sorunlarına yönelik yeni projeler geliştirilebilmektedir. “İlim mü’minin yitiğidir, nerede bulursa alır” “İlim Çin’de de olsa alınız” buyuran bir peygamberin mirasçısı olarak bizlerin de bu gelişmelere duyarsız kalmamız doğru olmayacaktır. Ayrıca Avrupa’daki eğitim sistemini bilmek şu açıdan da önemlidir. Bugün artık Avrupa’nın her tarafından gerek bizim vatandaşlarımız gerekse diğer ülkelerden oraya gitmiş ve sayıları milyonları bulan Müslümanlar vardır. Artık bu insanlar bulundukları ülkenin vatandaşlığını da almış durumdadır. Bu Müslümanların inançlarını öğrenme-öğretme isteği ve zarureti Avrupa’daki din eğitimi sistemiyle yakından ilgilenmeyi gerektirmektedir. Bu ve benzeri gerçekler sebebiyle Avrupa’daki din eğitimini yakından takip etmek, bilmek biz din eğitimcileri için gerekli olduğu düşüncesindeyiz. Avrupa’da Genel Olarak Din Eğitimi ve İçeriği Avrupa’daki din eğitiminin teknik detayları hakkında bilgi sahibi olmak için bazı Avrupa ülkelerindeki uygulamalara bakmamız gerekmektedir. dosya-deneme Avrupa’daki din eğitiminde dikkati çeken durumlardan biri de din eğitimine başlama yaşıdır. Genel olarak din eğitimine başlama yaşının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Örneğin Belçika’da din eğitimi anaokulundan itibaren verilmeye başlanır. Bu sınıflarda eğitime her gün dua ile başlanmaktadır. Öğrenciler topluca kiliseye götürülerek dua ve ilahiler söylemektedirler. Öğrencilerin daha kolay ve sıkılmadan din eğitimi almaları için animatör denilen göstericilerden yararlanılmaktadır. Belçika’da herkesin; istediği inanç ve düşüncedeki bir öğretim kurumunda öğrenim yapması Anayasal bir haktır. Anayasanın 17. maddesi 1.bendi şöyle demektedir. “Topluluklar velilerin özgür seçimlerini garanti eder. Topluluklar tarafsız (nötr) öğretim düzenler. Tarafsızlık öğrencilerin ve velilerin felsefi, ideolojik ya da dini anlayışlarına saygılı olmak demektir. Resmi kurumlar tarafından düzenlenen okullar, zorunlu öğretimin sonuna kadar, tanınmış dinlerden birisine ait din ya da dini olmayan ahlak öğretimi arasında seçme imkânını sunmak zorundadır.” 19 Temmuz 1974 yılında Belçika İslam dinini resmen tanımıştır. Ancak İslam dinini hangi kurumun temsil edeceği belli olmadığı için Müslümanlar bir takım kanuni haklarını kullanamamaktadırlar. 1923 yılında Belçika Adalet Bakanlığınca atanan 16 kişilik “Belçika Müslümanları Yürütme Kurulu” İslam dini eğitimiyle değil, din dersi öğretmenleriyle ilgilenmektedir. Belçika’daki dini özgürlüğe rağmen, Müslümanların eğitimle ilgili birçok haklarını kullanamaması daha çok Müslümanların organize olmamalarından kaynaklanmaktadır. Belçika eğitim sisteminde dini tatillerin önemli bir yeri vardır. Bir öğretim yılı içinde bulunan 41 günlük tatilin sadece bir günü II.Dünya Savaşının sona erme yıldönümüdür. Diğer 40 günlük tatilin tamamı dini günlere aittir. Ancak dini tatiller sadece o günlerle sınırlı da değildir. Din eğitimi açısından bu tatilleri asıl önemli kılan ise bugünleri kutlama şekilleridir. Dini günleri kutlamak için günler öncesinden hazırlıklara başlanır, fişler, boyamalar, resimler hazırlanır, okulun ve sınıfın süslenmesi, yumurtaların boyanması ve saklanması, çam ağacının boyanıp hediyelerle süslenmesi eğlenceli etkinliklerle yapılır. Böylece dini bilinç çocukların hafızalarında sürekli canlı tutulmaya çalışılır. Belçika’daki din eğitimi için hiçbir ayrıntı ihmal edilmemiştir. Mesela öğretim programlarında ve öğrenci karnelerinde “Din Dersi ya da Ahlak Dersi” ilk sırada yer almaktadır. Katolik okullarında her sınıfa haç işareti asılmakta ve bazı sınıflarda dini köşeler oluşturmaktadır. Birçok okul adı, din büyüklerinin adını taşımaktadır. Üniversiteleri de “Katolik Üniversite” şeklinde isimlendirilmiştir. Okullardaki Animasyon dersleri de yine dini eğitimi takviye eder içerikte işlenmektedir. Haftalık iki saatlik animasyon dersinde dualar okunmakta, ilahi söylenmekte, İncil metinleri okunmakta ve ders yarı ayin havası içinde işlenmektedir. Bu şekilde işlenen 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 15 dosya-deneme Animasyon dersleriyle Belçika’daki Din Eğitimi haftalık dört saati bulmaktadır. Belçika’daki din eğitimi Katolik okullarıyla sınırlı değildir. Diğer resmi okullarda da dini gün ve olaylar özenle kutlanır. Katolik üniversite ve yüksek okulların tüm bölümlerinde haftada bir ya da iki saatlik “din dersi” okumak zorunludur. Bu zorunluluk Anayasanın 17. maddesi ve 29 Mayıs 1959 yılında kabul edilen “Eğitim Sözleşmesinin” 8. maddede şöyle ifade edilmiştir: “resmi kurumlara ait ilk ve orta öğretimdeki haftalık ders programlarında en az iki ders saati din ve ahlak dersine yer verilmek zorundadır. Din öğretimi; “Katolik, Protestan, Yahudi, İslam ya da Ortodoks dinlerinden birisi ve bu dinlerin ahlakından olmak zorundadır. Ahlak öğretimi ise dini olmayan bir özellik taşımak zorundadır. Aile reisi, vasi ya da çocuğu korumakla görevli kişi öğrencinin okula ilk kaydı sırasında din ya da ahlak dersinden hangisini seçtiğini resmen imza ile bildirmek zorundadır. Şayet din dersi seçilmişse bunda hangi dersin seçildiği belirtilir. 18 yaşına gelen öğrenciler seçimlerini kendileri yapar.” Belçika eğitim sisteminde ders programları –bizdeki gibi- hangi derste hangi konunun ne kadar işleneceğine dair kesin hükümler içermemektedir. Öğretmenlere rehberlik amaçlı çerçeve program şeklinde hazırlanmaktadır. Belçika’da, din dersi ne kadar dini içerikli ise Ahlak dersi de o kadar dini içerikten uzak işlenmektedir. Ahlak dersinde herhangi bir dinle ilgili konular öğretilmemekte, öğrenciye herhangi bir düşünce de empoze edilmemektedir. Ahlak dersi insancıl (hümanist) psikoloji ve eğitim anlayışı üzerine kurulur. İngiltere’de din eğitiminin statüsü 1944 eğitim yasası ile ortaya konmuştur. Din eğitimi gerek devlet okullarında gerekse devlet kontrolündeki kilise okullarında “yerel eğitim otoritelerince” hazırlanan program çerçevesinde yapılmaktadır. Yani İngiltere’nin din eğitimini şekillendiren merkezi yönetim değil yerel yönetimlerdir. Bu da yöresel özelliklerin korunmasını sağlamaktadır. 1988 yılında yapılan eğitim re16 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 formu yasası ile “Din Öğretimi” olan dersin adı “din eğitimi” olarak değiştirilmiştir. Yeni değişiklikle birlikte toplu ibadet din eğitiminden ayrılmıştır. Böylece din eğitimi denilince sadece sınıf içinde dinlerin öğretimi anlaşılmaktadır. Din dersi müfredatı hazırlanırken Hıristiyanlığın yanı sıra diğer dinlerin öğretimi ve uygulamaların da dikkate alınarak müfredata yansıtılması bu reformla sağlanmıştır. İngiltere’deki din eğitiminin temel amacı öğrencilere sahip oldukları inancın muhafaza edilmesini esas almaktadır. Din eğitimi kesinlikle öğrencileri bir dinden, mezhepten veya inançtan diğerine geçmesi şeklinde uygulanmamaktadır. İngiltere’deki din eğitiminin en dikkat çekici yönlerinden biri de yerel idarelerin her beş yılda bir din eğitimi müfredatını güncellemeleri zorunluluğudur. Eğitim Bakanlığı son zamanlarda model din eğitimi programı hazırlamaya başlamıştır. Ancak bu yerel idarecilerin hazırladığı din eğitimi müfredatı için bağlayıcı olmamaktadır. İngiltere eğitim sisteminde okullardaki dini pratikler de önemli yer tutmaktadır. Bu anlamda okullardaki toplu ibadet uygulamaları dikkati çekmektedir. Toplu ibadet programlarına ilk ve orta dereceli okul öğrencilerinin tamamı katılmak zorundadır. Öğretmenler toplu ibadete katılmak zorunda değildir. Toplu ibadetler genelde okullarda sabah, öğle yemeği öncesi ve eğitim bitmeden önceki vakitlerde, sınıflarda veya uygun mekanlarda yapılmaktadır. Toplu ibadetin süresi ortalama 15-20 dakikadır. Toplu ibadet sadece okulda yapılır. Kilisede yapılması yasaklanmıştır. Okullardaki toplu ibadetlerde bazı ilahiler okunur ve dinle ilgili konuşmalar yapılır. İngiliz yasaları toplu ibadet konusunda (İslamiyet-Yahudilik ve Hinduizm gibi) diğer dinlere de hukuken izin vermektedir. Ancak bu dinlerin pratikte pek bunu uyguladıkları görülmemiştir. İngiliz eğitim sisteminde okullarda –Belçika da dosya-deneme olduğu gibi- din eğitimi için özel bir bölüm ve sınıflar oluşturulmuştur. Dört dine ait eğitim sınıfı düzenlenmiştir. Sınıflara çeşitli dinlere ait figür, resim, harita, semboller vb. dini içerikli dökümanlar yerleştirilmiş, duvar gazeteleri oluşturulmuş, farklı dinlere ait bilgi ve malzemeler sergilenmiştir. Böylece İngiliz okullarında din eğitiminde görsel unsurlara da yer verilmiştir. Avusturya’da haftalık iki saat olan din/ Son dönemlerde Avrupa ülkelerinde dini eğitime ağırlık verildiği gözlenmektedir. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde komünist öğretimin yerine din eğitimi getirilmesi ve 2002 yılında İspanya’da ilk, orta ve lise müfredatlarında din dersinin zorunlu bir ders haline getirilmesi bunun en büyük göstergeleridir. İspanya’da din eğitimi verecek öğretmen seçimi de okul idaresi ve velilerin tercihine bırakılmıştır. Din dersi öğretmeni olmak için ilahiyat eğitimi almak veya herhangi bir üniversite bitirmek kesin şart koşulmamıştır. İngiltere’de olduğu gibi yerel bir dini cemaatin görevlendireceği kişi de din eğitimini verebilmektedir. 1978 anayasasına göre devlet bütün dini cemaatlere eşit mesafede durmaktadır. Devletin tarafsızlığı ön plandadır. Onun için devlet bütün dini cemaatlere eşit din eğitimi hakkı tanımıştır. 1978 Anayasanın 16. maddesiyle Katoliklerin dışındaki diğer dini azınlıkların hakkı da ilk defa devlet güvencesi altına alınmıştır. Danimarka’da ise farklı bir uygulama Almanya’da kamu okullarında okutulan düzenli derslerden biri Din dersi olmasına rağmen veliler ve öğrenciler bu derse katılmak konusunda serbesttir. Artık Din Dersi denilince sadece Katolik ve Protestanlık anlaşılmamaktadır. Son zamanlarda Almanya’da İslam dini de okullarda ders olarak yer almaya başlamıştır. Devletin denetleme hakkı bulunmakla birlikte genellikle din derslerinin içeriği dini cemaatlerce devletin uyum içinde aldığı kararlara göre şekillenir. Belçika’da olduğu gibi, din dersi almak istemeyen öğrenciler içinde Ahlak/Etik dersi konulmuştur. ahlak eğitimi saatini dini cemaatler isterse artırabilirler. Öğretmenler de yine bu cemaatler tarafından temin edilir, ancak maaşlarını devlet öder göze çarpmaktadır. Dersin programı yerel yönetimlerce yapılsa da Eğitim Bakanlığınca onaylanması gerekir. Danimarka’dan zorunlu eğitim 9-10 yıllık bir süreç olmasına rağmen okula devam zorunluluğu yoktur. Ev okulu uygulaması yapılan ülkede, okula devam şart değildir ama dersleri öğrenme ve sınavlara girmek zorunludur. Devletin resmi dini Hıristiyanlık olup, devlet tarafından desteklenmektedir. Eğitimde laikliğin merkezi sayılan ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Fransa 1800’li yılların sonuna doğru ilköğretim okullarında din dersi okul programından çıkarılmıştır. Yani devlet kendi eliyle okullarda din eğitimi vermekten vazgeçmiştir. Ancak halkının çoğu koyu bir Katolik olan Fransa’da din eğitimini yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Özel okullarda ve kiliselerin açtığı kurslarda isteyen vatandaşın din eğitimi almasına karışılmamaktadır. Hatta 1996 yılında alınan bir kararla tarih derslerinde (6-10. sınıflarda) dinler hakkında ayrıntılı bilgi verilmesine başlanmıştır. 2005 yılında alınan bir kararla da dinler hakkında verilen bilgilerin tarih dersiyle sınırlı kalmaması ve daha da arttırılması benimsenmiştir. Bu uygulamalara bakılacak olursa, Fransa’da tekrar okullarda devlet eliyle din eğitimi yapılması yönünde bir eğilim göze çarpmaktadır. Hollanda’da laik bir uygulama bulunmakla beraber devlet din hizmetlerine yardım etmektedir. (Anayasanın 29. maddesi ) din 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 17 dosya-deneme Avrupa’da Din Eğitimine Başlama Yaşı hizmetlerini verecek ortamın sağlanmasını bir görev kabul etmiştir (Anayasanın 30. maddesi). Anayasada sağlanan din özgürlüğü sayesinde ülkede çok sayıda özel okul açılmış, Müslümanlara ait 30 özel okul bulunmaktadır. Bulgaristan, uzun süre sosyalist rejimin etkisi altında kaldıktan sonra 1990’lı yıllardan itibaren dine ve din eğitimine yönelmeye başlamıştır. Bulgaristan’da din eğitimi zorunlu değildir. Derslere dua ile başlanması ve uygulamaya ağırlık verilmesi göze çarpmaktadır. Bulgaristan’da azınlıklara da kendi dinlerinde eğitim yapma hakkı tanınmaktadır. Her din kendi müfredatını kendisi hazırlar; müfredat içeriğini kendi belirler. Devlet zorunlu kıldığı derslerin okutulmasının dışında azınlıkların din eğitimine karışmaz. Yunanistan’da din eğitimi ve dersin planlaması bakanlıkların ortak katılımıyla yapılmaktadır. İlk ve orta dereceli okullarda zorunlu olan din dersi haftada iki saattir. Ülkede Müslümanlara ait özel okullarda da İslam, din dersi olarak okutulmaktadır. 18 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Avrupa’daki din eğitiminde dikkati çeken durumlardan biri de din eğitimine başlama yaşıdır. Genel olarak din eğitimine başlama yaşının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Örneğin Belçika’da din eğitimi ana okulundan itibaren verilmeye başlanır. Bu sınıflarda eğitime her gün dua ile başlanır. Öğrenciler topluca kiliseye götürülerek dua ve ilahiler söylemektedirler. Öğrencilerin daha kolay ve sıkılmadan din eğitimi almaları için animatör denilen göstericilerden yararlanılmaktadır. İngiltere’de de din eğitimi zorunluluğu ana sınıfından sonra başlamaktadır. Ana sınıfı yaşı 3-5 yaş arası olduğuna göre, 6 yaşında din eğitimine başlanmaktadır. Almanya’da din eğitimine başlama yaşı ana okuluna başlama yaşıyla aynıdır. Norveç’te de din eğitimine başlama yaşı yine 6 dır. Hollanda’da zorunlu olan din eğitimi 5 yaşında başlar. Bulgaristan’da din eğitimi ilköğretimin birinci sınıfından itibaren başlamaktadır. Yunanistan’da da din eğitimine ana okulundan itibaren başlanmaktadır. Avrupa’da Din Eğitiminin Zorunlu Oluşu Tüm özgürlüklerde ve laik uygulamalarda örnek olarak gösterilen Avrupa’da din eğitimi, sanılanın aksine çok önemli bir konudur. Birkaç istisna dışında çoğu Avrupa ülkesinde din eğitimi kanunen okutulması zorunlu olan derslerdendir. Örneğin Belçika’da Katolik okullarının dışındaki okullarda, üniversite ve yüksek okullarda haftada bir ya da iki saatlik “din dersi okumak” zorunludur. Bu zorunluluk Anayasanın 17.maddesiyle yasalaştırılmıştır. Hatta hiçbir din eğitimi almak istemeyen laikler bile herhangi bir dinin ahlak eğitimini seçmek zorundadır. dosya-deneme İngiltere’de de anasınıfının dışındaki sınıflarda din eğitimi zorunludur. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde komünist öğretimin yerine din eğitimi konulmuştur. 2002 yılında da İspanya’da din eğitimi zorunlu hale getirilmiştir. Almanya’da Anayasanın 7.maddesi din dersini zorunlu dersler kapsamına almaktadır. Yine Avustralya’da da ilk ve orta dereceli okullarda haftada iki saat din dersi ve ahlak dersinden birini seçmek zorunludur. Danimarka ve Finlandiya’da da din dersinin zorunlu olarak okutulması konusunda benzer durumlar söz konusudur. Yunanistan’da da din eğitimi zorunlu dersler arasındadır.Hollanda ve Norveç’de din dersinin zorunlu olduğu ülkelerdendir. Laikliğin merkezi sayılan Fransa’da ise yeniden devlet eli ile din eğitimine yönelme şeklinde bir eğilim vardır. Portekiz ve Bulgaristan’da ise din eğitimine olumlu bakılmakta, din eğitimi için gerekli ortam ve yasal zemin hazırlanmaktadır. Ancak din eğitiminin yasal bir zorunluluğu bulunmamaktadır. 4. Din eğitimi yapılırken okulların kiliseyle çok sıkı bağlarının olması göze çarpmaktadır. Bizde ise okul-cami diyalogu yok denecek kadar azdır. 5. Okullarda dini kutlamalar oldukça renkli ve canlı geçmektedir. Çoğu okullarda dini sembollerle süslü köşelerin ve sınıfların bulunması, dini amblem ve sembollerin sınıfı süslemesi ayrıca dikkat çekmektedir. 6. Ders kitaplarını seçmede belli bir zorunluluk yoktur. Okullar istedikleri yayınevi ve yazarın eserlerini okutmakta serbesttir. Özet Yukarıda anlatılanlardan hareketle sözü geçen Avrupa ülkelerindeki din eğitimi hakkında şu genellemeler yapılabilir. 1. Bu ülkelerde (Bulgaristan hariç) din eğitimiahlak eğitimi mecburidir. 7. Bu ülkelerde derslerin dua ile başlatılması da çok dikkat çekicidir. 2. Din eğitimine başlama yaşı oldukça düşüktür. Genellikle anasınıfında öğrenciler din eğitimiyle tanışmaktadır. Sonuç itibariyle Avrupa ülkelerinde din eğitimine ciddi anlamda önem verildiği görülmektedir. Ancak ekonomik refah ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak insanların dünyevileşmesi sebebiyle halkın dine olan ilgisi gittikçe azalmaktadır. Din eğitimine verilen öneme karşılık halkın dinden uzaklaşması da düşünülmesi gereken bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. 3. Din eğitimi müfredatı hazırlanırken devletlerin kesin bir çerçeve plan dayatmadıkları görülmektedir. Azınlık vatandaşları kendi dinlerinin eğitim ve planlamasında genellikle serbesttirler. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 19 dosya-söyleşi Yaklaşık Yirmi Yıldır Amerika’da Din Eğitimi İle İç İçe Yaşayan Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı: “ Amerika müslümanlık için bakir bir yer, bizler buralara gelmekte çok geç kalmışız. ” Mahmut BALCI mahmutbalcibirey@hotmail.com Amerika’ya geliş sebebinizi öğrenebilir miyiz? Amerika’ya geliş sebebimiz çocuklarımızın rahat bir ortamda eğitim alabilmeleriydi. Büyük kızımız Ankara Tıp Fakültesinde başörtüsü dolayısıyla derslere alınmayınca böyle bir göç kararı almıştık. Gayemiz çocuklarımızın rahat bir ortamda eğitimlerini sürdürmeleriydi. 1988 yılında Amerika’ya geldik. Müslümanların adedi az ve henüz organize olmuş durumda değillerdi. Dallas bölgesinde İslamıc Asso- 20 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 ciation of North Texas (Kuzey Teksas İslam Organizasyonu)’da ve Amerika’da İslamlaşma bakımından yapılacak çok şeyin olduğunu gördük. Önce çocukların eğitim ihtiyacını ele alarak, Qur’anic School adı altında bir okul kurduk. Burada hafta sonları ve akşam dersleri veriliyordu. Yaz aylarında ise 9 haftalık yaz okulu faaliyete geçiyordu. Eşim bu okulun 13 yıl müdürlüğünü yaptı. Yaşları 4-14 arasında olan binlerce öğrenciye dini eğitim verildi ve Kur’an okutulup ezberletildi ve İlm-i Hal bilgileri verildi. Yetişkinlere dönük derslerimize gelince mukayeseli fıkıh derslerine başladım. Ramuz el-Ehadisi önce orijinalini okuyup İngilizceye tercüme ettikten sonra açıklamasını yaptığım bir çalışmam var. Tümü 90 dakikalık 280 küsur adet kasetlerde toplanmış durumda. Hemen hemen 17 yıldır devam eden bir diğer dersim ise Kur’an-ı Kerimi başından başlayıp ayet ayet İngilizce olarak detaylı dil bilgisi tahlilleri yaparak tefsir dersidir. Halen 26. cüzdeyiz. Bir çok sefer başlayıp belirli seviyeye kadar getirdiğim ondan sonra tekrar başladığım Arapça dil bilgisi derslerim var. Bu dersler belirttiğimiz gibi yetişkinler için. 20 yıldır bu derslerime hiç aksatmadan devam eden çok çeşitli milletlerden ve ırklardan Amerika’ya göçmüş öğrencilerim var. Bu tabii ki çok memnuniyet verici. dosya Bizim kuruluşumuz, Islamıc Association of North Texas, aslında 1970lerden beri faaliyet gösteren koklu bir teşkilat. Fakat dışardan yardim azalmamış sadece kendi mensuplarınca ihtiyaçları karşılanan bir organizasyon. Okullarımıza (IQA, SIS) çok talep bulmasına rağmen ancak bina imkânımız nispetinde öğrenci almak zorunda kalmamız ise bizleri üzmektedir 10 yıl kadar önce de Mülteka’yı İngilizceye tercüme etmiştim. Fakat henüz üzerinden tekrar geçip neşretme imkanı olmamıştı. İslam Hukuku ve Usul-u-Fıkıh adlı ingilizce bir diğer kitabımın ve genişçe yazılmış İngilizce İslam Araştırmaları kitabımın da edit edilip basıma hazırlanması gerekiyor. Kısaltılmış ismi IQA (Islamıc Association of North Texas Quranic Açademy) olan yeni okulumuzdan bahsetmek isterim. Ana sınıfından başlayıp 8. sınıfdan sonra alim programıyla devam eden bir okul. Okulun gayesi burada doğup büyüyen kız ve erkek öğrencilere kıraat, arapça öğretmek, hafızlık yaptırmak, normal okulların müfredatına ilave olarak akaid, fıkıh, tefsir, hadis, siyer, gibi bilim alanlarında iyi bir eğitim vermektir. Kültür derslerini de mümkün olduğu nisbette İslami örnekler verip İslamileştirilerek öğretmek maksadı güdülüyor. Okulumuz akredite olmuş durumdadır. Öğrencilerimize 12. sınıfı bitirdiklerinde lise diploması verilmektedir. Ümmet için bu kıtada bir örneği olmayan okuldur, kız ve erkeklerden burada alim yetiştirmek maksadını güdüyor. Müfredatın geniş olması sebebiyle eğitim haftada altı gün yapılmaktadır. Okul yıl boyu devam etmekte yılda farklı aralıklarla toplam olarak ancak 5 hafta kadar tatil verilmektedir. Sınıf yetersizliğinden şimdiki halde sadece 150 öğrencimiz bulunmakta. 20 öğretmenimiz eğitim vermektedirler. Her gün öğle namazını takiben öğrenciler sıra ile aşır okurlar. Ramazanda ve önemli günlerde de cemaata vaazlar verirler. Bazı öğrencilerimiz hafızlıklarını iki veya üç yılda bazıları da daha uzun zamanda bitirmektedirler. Okulda Kur’an Arapçası öğretilmektedir. Arapça ve hıfz her gün program içindedir. Haftalık tüm derslerin % 60’i hıfz, Arapça ve İslami ilimler teşkil etmektedir. Bir diğer çalışmamız ise Suffa Islamıc Semınary (SIS) adı altında faaliyet gösteren dekanlığını yaptığım üniversite seviyesinde İslami İlimler eğitimi veren bir kuruluşumuz. Halen gelişme halinde olan bu eğitim müessesemizde IQA’den mezun olacak öğrencilerimizin dört yıllık sürede Kadi Beydavi, Mülteka, Menar, Mantık, Ma’ani, ve diğer usül ve furu derslerini de ecdad metinleri olarak okutabilirsek, ki başladık, mutevazi bir şekilde istikbalde ümmete katkıda bulunmuş olacağız ümidindeyiz, inşaAllah. Bizim kuruluşumuz, Islamic Association of North Texas, aslında 1970lerden beri faaliyet gösteren köklü bir teşkilat. Fakat dışardan yardım almamış sadece kendi mensuplarınca ihtiyaçları karşılanan bir organizasyon. Okullarımıza (IQA, SIS) çok talep bulmasına rağmen ancak bina imkânımız nispetinde öğrenci almak zorunda kalmamız bizleri üzmektedir. Halen superpower olan Amerika’da eğer iyi İslam Alimleri yetiştirmek mümkün olursa onlar yoluyla buradaki, Batıdaki ve belki de bütün 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 21 dosya-söyleşi dünya Müslümanlarına hizmet imkanı olur. Mesele iyi ve sağlam alim ve âlimeler yetiştirmektir. O da şartların yan yana gelmesiyle bize göre imkân dâhilindedir. Biz alimlerimize Latince, Grekçe, İbranice , Hıristiyanlık tarihi ve mukayeseli Fıkıh ve Hukuk okutmak durumundayız. Âlim ve alimeler genç, dinç, stratejist ve taktik ve iş görecek ve hizmeti tam olarak ifa edecek vasıfta olmalılar. Burada Neler yapıyorsunuz ? Mütevazı çalışmalarımızla önce cemaatimizin ihtiyaçlarını ele almak zorundayız. Aramızda dünyanın farklı yerlerinden gelmiş ırkları, renkleri, dilleri farklı Müslümanlar var. İngilizce ortak dil. Ancak İngilizce ile iletişim mümkün. Bu çok renkli toplumda ihtiyaçlar da oldukça farklılık gösterir. Karşılaşılan problemlere buranın şartlarına uygun şekilde çözüm üretmek gerekmektedir. Genelde karşılaşılan fıkıh konusundaki sorulara fukahanın içtihadına uygun olarak çözüm bulunmaya çalışır. Miras konusu, ticari konular, iş yerinde tanınan bazı imkânların İslam hukukunda karşılığının bulunmaması halinde ne yapılması gerektiği gibi çeşitli sorular. Dini liderin İslam hukukunu iyi uygulamanın yanı sıra birliği ve bütünlüğü sağlayıp koruyabilmek için de prensipler bulup, onları takip ve öğretip ve gerekirse yeni usül bulup ona göre hareket etmesi gerekmektedir. Bir diğer konu da aile ihtilafları meselesidir. Aile ihtilaflarında da baş vurulan kişi gene dini liderdir. Burada farklı etnik grupların birbirlerine hiç benzemeyen problemleri ile ilgilenmek ve çok ayrı şartlar içinde yaşayan Müslümanların meselelerine fıkhi bakımından çözüm bulmak çok mühim bir ihtiyaçtır. 22 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Batı Dünyası dinin neresinde durmakta, bir başka ifadeyle gelecek müslümanlar için neler vaat etmektedir? Müslümanlar gittikleri yerlerde sayıları 3-5 kişiyi geçtikten sonra, hemen bir mescit kurma yoluna gidiyorlar. Bölgelerinde sayıları artınca camiilerini inşa ediyorlar, veya bir bina satın alıp Cuma ve vakit namazlarında bir araya gelmeye başlıyorlar. Bu sayede aralarında birlik beraberlik temelleri atılıp kuvvetlenmiş oluyor. Amerika’da camiilere müslümanlar ailecek giderler; çocuklarıyla, eşleriyle farklı programlara iştirak ederler. Böyle olması İslam’ın korunması, öğrenimi ve tatbiki bakımdan bir zarurettir, yoksa çocuklar bu umman denizinde yok olup giderler, bu tehlike de her zaman vardır, tehlike kendini göstermeye başlamıştır. Müslümanlar bulundukları yerlerde okullarda ve diğer sosyal müesseselerde gönüllü olarak görev aldıkları gibi mahalli seçimlerde de varlık gösterirler. Eyaletlerin başında valiler ve kendi parlamentoları mevcuttur. Şehir ve kasabaların başında ise belediye reisi bulunmaktadır. Bütün üyeler seçimle iş başına gelirler. Eğitim işleri de seçilmiş eğitim komiteleri tarafından yürütülür. Bütün okullar bunlara bağlı olarak çalışırlar. Günümüzde Müslümanlar buralarda da komitelere girmeye çalışmaktadırlar. Geçenlerde Amerikan tarihinde ilk defa Texas Eyalet Senatosu Fatiha Suresinin Arapça ve Türk kıraat sitiliyle okunmak suretiyle açılması Türkiye’ mizde olağan görülmüş hadiselerden değildir. Bu Müslümanların buradaki politik faaliyetlerde aldıkları mesafeyi göstermektedir. Müslümanların Amerika’da ne gibi etkileri var? 40 yıl kadar önce müslümanların Amerika’da pek varlıkları yoktu. Daha önceleri gelmiş olanlar Amerika potasında eriyip kayıp olmuşlar. Şimdi ise 7-8 milyon müslüman yaşıyor Amerika’da. İdari işlerde olduğu gibi siyasette de faaliyetleri artmakta. Son seçimlerde olduğu gibi önümüzdeki seçimlerde müslümanların daha büyük sayıda oy vermeleri planlanıyor. Gençler çok başarılı ve faaller. Camiilerin ve mescitlerin önünde masa konup herkesin seçim için kayıt olması dosya-söyleşi çalışmaları ve rey vermelerini teşvik faaliyetleri yoğundur. Bizim talebelerden biri aktif bir politik teşkilatın kurucusu ve başkanı. Her yerde sesini duyurabiliyor. Bir müddet önce Türkiye’den gelen parlamenterlere Amerika’daki tarzıyla demokrasi dersi vermek üzere onların karşısına bir Müslüman olarak çıkıp Türkiye’deki başörtüden de bahsedince ve Amerika’da böyle bir sıkıntı ve baskı olmadığını söyleyince bizimkiler başlarını eğmişler. Anlaşılan pek de hoşlanmamışlar. O genç bizim talebemizdir. Öğrencilerimizden bazıları Princeton, Yale ve Harvard’da okuyorlar, hukuk tahsillerini bitiren bir kaç öğrencimiz de siyasete adım atmak için hazırlık çalışmalarında bulunuyorlar. Türkiye’de İslami bakımdan epeyce ilmi çalışmalar var, güzel araştırmalar yapılıyor. Fakat genelde Türk ilim dünyası ve âlimleri kuyu dibi gibidir, mahallidirler, milletlerarasına açık değildir, stil bakımından öyle, kapasite bakımından öyle. Yabancı dil yoksunluğu bunu intaç ediyor, mesela Araplar, Hint, Pakistan ve Begğalli Müslümanlar ve alimler arasında Türkçe hemen hemen hiç bilinmiyor, kitaplarımız o dillere tercüme edilmiyor. Meydan başkalarına bırakılıyor. Hele Amerika’da senelerdir doğru dürüst bir Türk alim, Türkiye’miz tarafından kurulup yürütülen bir İslam merkezi yoktu, olan da çok mahalli Türk cemaate hizmet veren ayrık gibi tesirsiz idi, durum halen de öyle sayılır, İslami ilimlerde alim yetiştiren bir Türk okulu da yoktu ve halen de yoktur. Tabii Türklerden kültür faaliyeti olarak dini konuları başka sosyal etkinliklerle karıştırıp icraatta bulunan bir miktar çalışmalar varsa da bunlar diğer Müslümanların ve buradaki eskiden beri faaliyet icra eden önemli İslam teşkilatlarının, camilerin, mescitlerin ve İslam okullarının yaptıklarına katkıda bulunacak ve onlarla birlikte ümmete hizmet verecek metot da değildir. Ortada fark edilen cemaat ayrılığı ve ayrı durmak vardır, gönül arzu eder ki Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Devlet olarak burada iyi bir üniversite kursun, kız ve erkek Türk tipi alim yetiştirsin, Türk ve İstanbul ağzıyla ve makamlarla Kur’an okuyacak genç hafız ve hafizeler yetiştirsin. Bugün başlayıp 15-20 sene sonra Osmalı’dan gelen Türk şivesiyle okunan mübarek Kur’an’lar Amerika kıtasının gök kub- besinde inlesin ve hoş bir sada bıraksın. Amerika Müslümanlık için bakir bir yer, bizler buralara gelmekte çok geç kalmışız. İslam bakımından Avrupa ve Amerika ile ilgili olarak şunu söyleyeyim; Avrupa ile Amerika halkları arasında büyük farklar var. Avrupa halkı yüz yıllar boyunca müstemlekecilik dolayısıyla Müslümanlar hakkında iyi ve çoğu kez kin dolu hislere ve tarih bilgisine sahiptir. Avrupa halkı öyledir, çocukları oralarda savaştılar. Bu hususta tarafgirdirler, fikir sahibidirler. Fakat Amerika halkı, ordusu ve idarecileri değil de, sadece Amerikan halkı, Afganistan ve Irak savaşına kadar böyle değildi. Burada halk Müslümanlara karşı kin ve menfi bilgi sahibi, önyargı sahibi değildi. Hala halk öyle sayılır. Amerikalı yerli halk bizim Anadolu köylüsü gibi efendi, merhaba diye başlayıp sizinle konuşan önyargısızdır. Bu bakımdan burada şartlara göre hareket etmesini bilen için İslami bakımdan çok yönlü hizmet imkânı mevcuttur, malum Amerika’nın dış siyaseti ile iç siyasetini pratik olarak hiç birbirine karıştırmamak lazımdır. Dış siyaset, hegemonik, ekonomik menfaat İsrail yönlü gider, fakat içerde öyle hürriyetler vardır ki, din hürriyeti dahil o özgürlükleri Türkiye’de ve dünyada İslam ülkelerinde görmek nadiren mümkündür, olanlar da manipülasyondan masun değildir. Tabii bazı bakımlardan Amerika’da 11 Eylül öncesi devrenin geri gelmesi en çok istenen şeydir. Amerika’nın hala düzenli olarak hicreti kabul eden bir ülke olması eşine kolayca rastlanılmayan nadir özelliklerindendir. Hakkımızda fazla bilgi almak isteyenler İngilizce olan şu sitelere başvurabilirler: www.iant.com/suffa www.iqa.com Türkiye’deki kardeşlerimize selamlar. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 23 dosya Avrupa Birliğinde İslam Korkusu İslamofobia Bahattin ÜNAL lider5757@hotmail.com Merkezi Viyana’da bulunan AB nin bir yan kuruluşu olan Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Takip Merkezi (EUMC), Avrupa Birliğinin %3,5 ini oluşturan Müslüman nüfusunun durumu hakkında bir araştırma raporu yayınladı. Araştırma çok geniş çaplı yapılmış ve ilginç sonuçlar ortaya koymuştur. Raporun ortaya çıkardığı gerçeklere bakıldığında, Avrupa insanının, Müslümanlara negatif bir yaklaşım içinde olduğu açıkça görülmektedir. Diğer yönden, 15 milyona yakın bir nüfusu teşkil eden Müslümanlar, anlaşılan o ki, yaşadıkları ülkelerde AB’den umduklarını bulamadıkları gibi, gittikçe zorlaşan yaşam koşulları içinde, kendilerini AB’ye ait hissetmekte zorlanır olmuşlardır. 24 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Rapora göre Müslümanlar, eğitim, istihdam, konut gibi temel yaşam alanlarında, dini kimliklerinden dolayı, açık bir şekilde, dışlayıcı muamele görmektedirler. EUMC ‘in dışında başka kuruluşlar da bu problemi tespit etmek için örnek çalışmalar yapmış, elde edilen veriler ayrıca rapora eklenmiştir. BBC yayın kuruluşu, bir radyo programı aracılığı ile İngiliz, Afrikalı ve Müslüman isimleriyle altı sahte adayın, 50 ayrı iş yerine iş başvurusunda bulunduğu bir deneme gerçekleştirmiş. Sonuçta, İngiliz ismiyle başvuranların işe yerleşme oranı %25 iken, Müslüman isimlerin oranı %9’da kalmıştır. Yine 2004 yılında Paris Üniversitesi, bir satış elemanı için verilen 258 iş ilanına cevap olarak, çeşitli etnik gruplardan oluşan isimlerle yaptığı başvuru sonucuna göre Kuzey Afrikalı birisinin işe alınma şansı, diğerlerinden beş kat daha az olmuştur. Değişik sosyal alanlarda Müslümanların maruz kaldıkları sözlü ve fiziki saldırı olayları ise daha vahim bir durum sergilemektedir. Trende veya otobüste giderken yanınızda bulunan birisi sizin Müslüman olduğunuzu görüp, küfür ve hakaret dolu sözler söyleyebilmektedir. Rapora göre, mekâna yapılan saldırılar da günden güne artmakta olup, bunlar daha ziyade camiler ve Müslümanların işyerlerine yapıl- dosya Raporun ortaya çıkardığı gerçeklere bakıldığında, Avrupa insanının, Müslümanlara negatif bir yaklaşım içinde olduğu açıkça görülmektedir. Diğer yönden, 15 milyona yakın bir nüfusu teşkil eden Müslümanlar, anlaşılan o ki, yaşadıkları ülkelerde AB’den umduklarını bulamadıkları gibi, gittikçe zorlaşan yaşam koşulları içinde, kendilerini AB’ye ait hissetmekte zorlanır olmuşlardır. Rapora göre Müslümanlar, eğitim, istihdam, konut gibi temel yaşam alanlarında, dini kimliklerinden dolayı, açık bir şekilde, dışlayıcı muamele görmektedirler. maktadır. Özellikle Fransa’da bu tür saldırılar yoğunluk göstermektedir. Camilerin duvarlarına kötü içerikli yazılar yazılması, dükkânların camlarının kırılması, Müslümanların yoğun olarak oturdukları mahallelerde evlerin kapısına, aynı içerikli yazılar yazılması gibi ırkçı saldırılar EUMC’nin raporunda belirtilmektedir. Daha da vahim olan ise Müslüman hanımlara ve kız çocuklarına fiili saldırıda bulunulmasıdır. Bu gibi olaylar, eğer önü alınmazsa, gelecekte Müslümanların daha sıkıntılı olaylarla yüz yüze geleceğinin göstergesidir. Almanya’da okulda karşılaştığı olayı bir Türk şöyle anlatıyor: “Okula başladığımda atalarımla ilgili öğrendiğim ilk bilgi, Viyana üzerine yürümüş olmalarıydı. Öğretmen Viyana kuşatmasından bahsederken “Tanrıya şükür onları yendik, yoksa çok büyük sorunlarınız olacaktı çocuklar” dedi. Erkeklere dönüp “yoksa hepiniz sünnet olacaktınız” dedi. Ardından kız öğrencilere dönerek “siz de başörtüsü takıyor olacaktınız” diyerek, nasıl bir kâbustan kurtulduklarını söyledi. Sonra, sınıftaki bütün arkadaşlarım bana bakıp “iyi ki kaybetmişsiniz. Yoksa halimiz perişan olurdu” dediler. Eve döndüğümde ne kadar kötü bir kültürden geldiğimi düşünerek, kendimi suçlu gibi hissettim ve ailem Türkiye’den geldiği için bu suçluluğu her zaman taşıdım.” Hollanda’da bir Müslüman, kliniğe işe girmek için başvuruda bulunur. Kendisine ”Müslümanlar ibadet ediyor, sen de ibadet eder misin” diye sorulur. O da ”imkan olursa ibadet etmek isterim” diye cevap verir. Mülakatı yapan, bu cevaptan memnun olmadığını, sağlık merkezinde ibadet etmek için yer bulunmadığını söyler. Sonunda, “eğer ısrarlıysan, şu an kullanılmayan tuvalette ibadet edebileceğini” söyler. 1997 yılında İngiltere’de gençler arasında yapılan bir araştırmada, Müslümanlara ve İslam dinine nasıl baktıkları sorulmuş, alınan cevaplardan, Müslümanlara yönelik genel izlenim sekiz maddede toplanmıştır. Verilen cevaplar şunlardır. 1. İslam, kendini tek başına gören, durağan ve değişime kapalı bir din olarak görülmektedir. 2. İslam, ayrı ve “bir başka” olarak görülmekte olup; diğer kültürlerle ortak birliktelik oluşturabilecek nitelikte değildir. 3. Batı dünyasından bakıldığında İslam, aşağılık, barbar, akılcı olmayan, ilkel ve cinsiyet ayrımcısı bir dindir. 4. İslam dini denince, şiddet yanlısı, saldırgan, tehditkâr ve teröre destek veren, medeniyetler arası çatışma içerisinde bir din akla gelmektedir. 5. İslamiyet, siyasi ve askeri imkânları kullanan, politik bir ideoloji olarak görülmektedir. 6. Batı tarafından, İslamiyet hakkında yapılan eleştiriler, Müslümanlarca, içeriğine bakılmadan hemen reddedilmektedir. 7. İslamiyet’e karşı oluşan düşmanca yaklaşım, Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılığı haklı göstermek ve Müslümanları ana sosyal yapının dışına atmak için kullanılmaktadır. 8. Müslümanlara duyulan düşmanca hislerin, şaşılacak bir yönü yoktur, bu durum gayet normaldir. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 25 dosya Yukarıdaki görüşler, insanı hayrete düşürecek cinsten olup, bu kadar olumsuz duruma karşı “hiç mi İslam Dini ve Müslümanlarla ilgili olumlu bakışınız yok” diye bir soruyu da akla getiriyor. Bu görüşlerin, en küçük toleransa dahi kapıyı kapatmış bir düşüncenin eseri olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Yaptığı her şey problem doğuran, başka insanları yerinde, yurdunda rahat ettirmeyen, ağzından çıkan her söz ölçüsüz ve seviyesiz olan bir insan, ancak bu kadar olumsuz bir kanaate sebep olabilir. Müslümanlar bu kadar huzursuzluk verdiyse, İslam dini nefrete sebep olabilecek buyruklar içeriyorsa, İslamı ve o dinin mensuplarını tanıma konusunda sıkıntı var demektir. Aynı fabrika’da çalışan, aynı okulda birlikte eğitim gören, aynı sokakta-aynı binada birlikte komşu olan, Üniversite’de eğitim gören, işadamı, sporcu ve sanatçı olan bu insanların bu derece uyumsuz, asosyal, antipati doğuran kişiler olmasını gerçekçi bulmak mümkün değildir. Burada, önyargılı, kökeni daha gerilere dayanan bir yaklaşımın varlığı üzerinde durmakta fayda var. Rapora göre, şu gayet açık ki, İslamafobia olgusu, AB toplumunda iyice kök salmış durumdadır. Ortada büyük bir sorun olduğu kesin.Bu sorunu, Müslümanların yaptığı somut hatalarda aramak çare getirmez.Çünkü, araştırmaya göre, İslamofobia olgusu bireysel hatalarla oluşan ve kısa dönemde meydana gelmiş gibi görünmüyor. İslam dini, Müslüman olmayanlar için, tehdit potansiyeli olacak ne gibi bir içerik taşıyordu? Bu ve benzer sorular doğal olarak hemen akla gelebilir. Buna, aceleci bir Müslüman refleksi demek de mümkündür. Ancak, her şey bir yana, şu an itibarı ile Avrupa’daki, İslama ve Müslümanlara bakış açısı, 11 eylül saldırılarından sonra daha da olumsuz bir noktaya gelmiştir. Durum, vahim bir hal almıştır. Yetkililerin acil önlem alması gerekmektedir. Bu durum EUMC’nin raporunda da ifade edilmekte, yöneticilere çağrıda bulunarak, durumun pozitife çevrilmesi için bir şeyler yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. 26 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 11 Eylül’ün Etkisi mi? İslamofobia üzerine araştırmalar 11 Eylülden daha önce başladığı için, sorunu bu olayla başlatmak kesinlikle yanlış olur. 11 Eylül olsa olsa, olayın üzerine tuz-biber ekmiştir. İspanya’ daki Madrid olayları da aynı şekilde, yangının alevini artırma görevi görmüş, belki de “niçin bu kadar nefret” sorusuna karşı, akla kolay gelecek somut dayanak vazifesi görmüştür. Madrid saldırılarının hemen akabinde yapılacak olan seçimler dolayısıyla, muhalefet kanadı, hükümete yönelik ilginç bir eleştiride bulunmuş ”Seçimi kaybetme endişesi taşıyan iktidarın, çirkin bir tezgahın içinde olduğu” iddiasını dile getirerek iktidara koltuğunu kaybettirmişti. İslamofobia olgusunun giderilmesi, daha ziyade, Avrupa’nın İslam’a bakış açısında yapacağı değişimlerle sağlanacağını söylemek, çok da gerçek dışı olmaz. Kendi tarihsel bakış açısını, gözden geçirirse, sorunun burada neşvü-nema bulduğu görülecektir. dosya müne ışık tutmalıdır. Avrupa Birliği, özellikle birliğe üye bir çok ülke, Necaşi’nin ülkesi gibi görülmekteydi. Hak ve özgürlükler açısından daha toleranslı bir hukuk düzenine sahip bu ülkeler, hakkını eda etme dürüstlüğüyle, Müslümanların gönlünde ayrı bir yer edindi. Bu bakış açısı, aslında o ülkeleri daha da yücelten, oluşturdukları yapının daha evrensel bir kabule mazhar olduğunu kanıtlayan bir durumdur. Bosna Hersek’te yapılan katliamlara kolayca dur diyebilecek güce sahipken, bilerek olaylara göz yuman bazı Avrupa liderlerinin de bir takım bildikleri gerçekler(!) sebebiyle suskun kaldıkları doğru olabilir. Nasıl olsa ölenler Müslümandı, zaten ölmeleri gerekiyordu. İslamofobia olgusunun giderilmesi, daha ziyade, Avrupa’nın İslam’a bakış açısında yapacağı değişimlerle sağlanacağını söylemek, çok da gerçek dışı olmaz. Kendi tarihsel bakış açısını, gözden geçirirse, sorunun burada neşvü-nema bulduğu görülecektir. Burada yapılması asıl zorunlu olan şudur ki, problemin kaynağı bir takım olaylar mı, yoksa kökeni tarihi derinliklere dayanan, uzun bir sürecin sonucunda meydana gelmiş, kolayca değiştirilemez, köklü tabular mı? AB, Necaşi’nin Ülkesi Gibi sayılabilir mi? “Teşbihte hata olmaz” kuralına sığınarak, böyle bir soruyu uygun buldum. EUMC’nin araştırmasına bakarak, “Müslümanlar gördünüz mü, Avrupa hiç de sizin düşündüğünüz gibi değil” gibi bir tespitte de bulunmak istemem.Zira böyle bir uyarı, peşin hükümlülüğün sonucu söylenebilecek bir sözdür. Avrupa insanının İslama ve Müslümanlara bakışındaki hoş olmayan durum, AB’de halli gereken bir sorun olarak görülüyorsa, bizim söyleyeceklerimiz, bu sorunun çözü- Allah’ın insana kazandırmayı amaç edindiği bir takım üstün değerleri yaşatan kim olursa olsun, onu taltif etmekten kaçınmak, bencil bir yaklaşım olurdu.Bugün İslam ülkelerindeki bir çok aydının benimseyip ideal dünya görüşü olarak savunduğu temel fikirler Avrupa’dan doğmuştur. Bu gerçeği ifade edişim, İslam dünyasının, zengin fikir ve düşünce potansiyelinden mahrum olduğu anlamına gelmesin. Sadece te’lif sahibinin hakkını vermeye çalışıyorum. Şimdi, bir kısım arkadaşlarımızın, Avrupa’ya İslam kültürünün etkisinden bahsederek esas Te’lif sahibi biziz diye itiraz edebilirler.Benim söylemek istediğim, hak ve özgürlükler konusunda vicdanları harekete geçirmektir. Nitekim, AB’nin 50. yılı kutlamalarında bazı Avrupalı aydınların, Angela Merkel’e gönderdikleri tenkit mektubu da aynı kaygıyı dile getirmiştir. Avrupa Birliğindeki sorun da budur. Evrensel değerleri ayakta tutmak yerine, ekonomik rantı artıracak ne kadar ayak oyunları varsa, hepsini sergileyerek arka planda, değişik niyetler var kuşkusunu doğrulayan siyasi liderlerin manevralarını görüyoruz. Karikatür krizinde, Avrupalı siyasilerin olayı basit bir özgürlük anlayışına bağlamaları, ya basiretsiz olduklarından, ya da üstü örtülü kinlerinin bir tezahürü oluşundandır. Görünen o ki Avrupa Birliği, inançlara saygı ve hoşgörü konusunda, önyargılarından tamamen kurtulmuş değildir. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Merkezi (EUMC) nin araştırma sonucunda üye ülkelere yaptığı çağrı ise, gelecek açısından ümit vaat etmektedir. Bakalım gelecek günler, ne gösterecek bunu ilerleyen günlerde hep birlikte göreceğiz. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 27 dosya-deneme Metafizik Gerek İsmail NARİN ismailnarin@gmail.com Düşünce sistemleri, temel bir “değer” üzerine yükselir. Bu değer, sistemin meşruiyet kaynağı ve aynı zamanda var oluş sebebidir. Tanrıyı, âlemi, hayatı ve insanı yorumlarken kendi meşruiyetinin temelinde yer alan değerler silsilesine dayandığı oranda sistemler var oluşunu izah edebilir. Düşünce sistemlerinin seçecekleri temel değer, dine dayanabileceği gibi din dışı, seküler de olabilir. Ancak, her hâlükârda bir düşünce sisteminin bazı değerler etrafında şekillenmesi o yapının tutarlılığını beraberinde getireceği gibi, reddettiği düşünce sistemlerinden de farklılığını ortaya koyacaktır. Bireyin ve toplumun ait olduğu kimlik, değerlerin yoğurduğu ve şekillendirdiği yapıdır. Değerler, kimliği inşa eder. Kimlik ise, duyuş ve düşünüşte farklılıktır. Buradaki farklılık, menfi çağrışımlara sebebiyet veren ötekiyi vurgulamaktan ziyade müstakil bir yapının yani Biz’in ifadesidir. Kimliğin oluşumunda farklılığın 28 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 önemsenmemesi ve bu meyanda farklılığı gideren her çaba, ithal değerlerin bireye dayatılmasıdır. Bir toplum ötekinin kimliğiyle yaşayan bireylerle kendisi kalamaz ve neticede toplum da ötekileşir. Eğitime bir kimliği inşa süreci olarak bakıldığında batılı eğitimin yeni bir insan figürü ihdas etme çabası noktasında tarihimizde bazı kırılma noktalarını gözden ırak tutmamamız gerekir. Düşünce tarihimizde yeniden bir oluşum hareketi olarak Tanzimat’ın yeri inkar edilemez. Yeni bir tanzim hareketi olarak, medeniyet yönümüzün de değiştiği bir dönüm noktasıdır. Bu değişimi önemli kılan nokta, özenilen yeni bir değerler manzumesinin teşekkül etmesidir. Aydınımızın düşünce dünyasının temel değerlerine memba olacak kaynağın başka vadilerden alınmış olması, günümüzü yorumlamada da Tanzimat’ı bir kırılma noktası olarak önümüze getirmektedir. Düşünce dünyamızın temellerine eklemlenen farklı bir medeniyete ait bu yeni de- dosya-deneme Düşünce ğerler ve bu değerlerin doğal olarak öncekinden farklı ilkeler edinmeye zorlaması, kimliğimizin aşınması neticesini doğuracaktı. Tanzimat mevta olacak köhne bir yapının tekrar hayata kazandırılmasının adı değil; bilakis ilerde doğacak bir sistemin göbek adıdır. Türkçe konuşan batılı bir insan figürünün piyasada revaç bulduğu ve her yeninin “mukaddes” ilan edildiği bir süreç yaşanacaktır. Tanzimat sonrası kültürümüzde her yeni batılı olana tekabül eder. Cumhuriyet sonrasında da öyle olmuştur; yeniyse makbulümüzdür, çünkü Avrupalı… Düşünce ve eğitim hayatımızda Tanzimat bir kırılmanın adı olmasına karşın Cumhuriyet kapanan bir devrin ve açılan yeni bir sahnenin adıdır. Bu, Tanzimat’la devam eden batılılaşma hareketinin tufulet döneminin bitişi ve Cumhuriyet’le birlikte bu hareketin âkil ve baliğ oluşudur. İnkılâplarla devam eden bu süreç, aklîleşme hareketinde batılı aklı tek meşru memba kabul eder. Cumhuriyete kadar düşünce hayatımızda akletme faaliyetimizin merkezinde hala yerini koruyan “akl-ı kadîm”, bu süreçte mabedin efendileri tarafından bilim yuvalarından kovulur. Geri kalmışlığımızın tüm günahlarının kendisine yüklendiği bu günahkar, bir bayram coşkusu içinde batılılaşma mitine kurban edilir. Tüm yenileşme hareketleri, ülkemizde bir zihniyet değişimi olarak uygulanmıştır. Batılılaşma hareketinin eğitim boyutunda yapılan yenileşmelerde ilmin nasıl kök salacağı sorusu etrafında çalışmalar yoğunlaşmamıştır. Yapılan çalışmalar, insanımızı daha fazla nasıl batılılaştırabiliriz, batının zihniyetine nasıl sahip kılabiliriz çabasıdır. Eğitim sistemimizin en büyük açmazı herhangi bir metafiziğe sahip olmayışıdır. Çocuklarımızın boş kalan ruhlarını dolduracak maneviyata izin vermeyişidir. Eğitimimiz, çocuklarımızın hiçbir değerin insanı olmayışının müsebbibidir. Metafizikten yoksun bir eğitimin sunacağı insan tipolojisinde sorumluluk ve fazilet ahlakı, ancak eskilerin kalıntısı olarak kabul edilir. Eğitim sistemimize palazlanan ve insanımı- ve eğitim hayatımızda Tanzimat bir kırılmanın adı olmasına karşın Cumhuriyet kapanan bir devrin ve açılan yeni bir sahnenin adıdır. Bu, Tanzimat’la devam eden batılılaşma hareketinin tufulet döneminin bitişi ve Cumhuriyet’le birlikte bu hareketin âkil ve baliğ oluşudur. İnkılâplarla devam eden bu süreç, aklîleşme hareketinde batılı aklı tek meşru memba kabul eder. Cumhuriyete kadar düşünce hayatımızda akletme faaliyetimizin merkezinde hala yerini koruyan “akl-ı kadîm”, bu süreçte mabedin efendileri tarafından bilim yuvalarından kovulur. Geri kalmışlığımızın tüm günahlarının kendisine yüklendiği bu günahkar, bir bayram coşkusu içinde batılılaşma mitine kurban edilir. zı namaz ile bale arasında bir seçeneği tercihe zorlayan virüsleri ayıklamamız gerek. Bu virüsler hem insanımızın batıyı tanımasına engel olmakta hem de batılı insanın bizi ve değerlerimizi tanıması önünde sed olmaktadırlar. Tefekkür etmekten ziyade öfke duyan bir gençlik büyüyen bir sorundur. Resmi tarihin gölgesinde ezberledikleriyle geçmişini hakir gören, ama resmi ideolojinin kemendinden kurtulunca hakikatin soğuk çehresiyle karşılaşıp bu defa batıya garez besleyen bir gençlik olsun istemiyoruz. Allah’ın insan şuurundan kaldırılması insan hayatındaki anlam ve gayenin yok edilmesi demektir. Bu durum ferdi ölçekte olduğu kadar toplumsal ölçekte de öyledir. Aynı şekilde eğitim sistemi de Allah şuurunu verme hedefinden uzaksa o eğitim sisteminin anlam ve gayesinin parçalanmışlığını ve derinlikten yoksunluğunu gösterir. Eğitim sistemlerinin merkezinde Allah bilinci güçlü bir şekilde yer edinmiş olmalıdır. Çünkü bu bilinç insanda vicdanı uyandırır. Vicdanın teşekkülü, insanda tanrı fikrinin her eylemine sirayet edişine bağlıdır. Manevi dünyanın 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 29 dosya-deneme Eğitim sistemimizin en büyük açmazı herhangi bir metafiziğe sahip olmayışıdır. Çocuklarımızın boş kalan ruhlarını dolduracak maneviyata izin vermeyişidir. Eğitimimiz, çocuklarımızın hiçbir değerin insanı olmayışının müsebbibidir. Metafizikten yoksun bir eğitimin sunacağı insan tipolojisinde sorumluluk ve fazilet ahlakı, ancak eskilerin kalıntısı olarak kabul edilir. gençlerimizin Batı’yı okuma çabalarının hüsranla neticelenişi; Batı’yı anlamaktan ziyade Batılılaşmaktır. Eflatun’u Aristo’yu ve bilumum Yunan düşünürlerini okuyan, Müslüman Mütefekkirler Helenleşmedi. Aynı şekilde İslam düşüncesini tahsil eden batılılar da İslamlaşmadı. Çünkü her iki taraf da Helenleşmek veya İslamlaşmak için ilim tahsil etmiyordu. Yapılan sadece hakikati arama çabasıydı. Ancak bizim çabamız bir hedefe kilitlenmiştir. Anlamak değil, Batılılaşmak ve çağdaş batılı değerlerle donanmak. Cumhuriyet okulları bir İnkılap heyecanı üzerine kurulan Cumhuriyetin temel niteliklerini yerleştirme telaşının mektepleridir. Okullarımızda tefekkürden ziyade sadakat ön plandadır. Önemli olan öğrencinin cumhuriyet değerlerinin sadık bir bekçisi olmasıdır. Sualin karşısında direnemeyen her efsane, niçinlere ve acabalara karşı asabileşecektir. çöküşü, insanda ilk evvel vicdanı yıkar. Vicdan yıkılınca insanın ihtirasları ve gem vurulamaz arzuları hortlar. Vicdansızlığın dayanacağı son nokta, alemin yıkımıdır. Ahlak kuralları, kökleri manevi değerlere dayanır. Dini, eğitim sisteminden kovan bir yapı hangi ahlak ilkelerine dayanarak çocuklardan sağlıklı kararlar vermelerini isteyecek? İslam evrensel bir din ve buna bağlı olarak Müslümanların evrensel değerleri savunmalarına karşın eğitim sistemimiz bizi dini değerlerden uzak bırakmanın çabası içine girmiştir. Bu çabanın sonucunda çoğu insanımız evrensel düşünceye kapılarını kapamıştır. Bunun neticesinde, metafizikten uzak eğitim, evrensellik babında daha az evrensel kalmamıza sebebiyet vermiştir. Kaygımız, metafiziği olmayan bu eğitime sahip 30 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Eğitim sistemimiz “eski” diye kahredici şekilde tahkir edilen dini ve ahlakî değerlerin tasviye aracıdır. Yeni diye baştacı edilen de yitik bir hafızanın ezberlediği ithal üç-beş kelime. Tasfiyecilik, eğitim sistemimizin amaçları için de en büyük handikabımızdır. Dini tedrisat görmüş insanların dahi bu zihniyet mücadelesinde tasfiye edilen dilden payını aldıklarını görüyoruz. Cumhuriyet sonrası yazılan dini eserleri sadeleştirme çabası, Osmanlı Türkçesinden sonra Cumhuriyet Türkçesinin de yaşanılan süreçte kendi içinde bir kırılma yaşadığını göstermektedir. Dar bir kalıba hapsedilmiş kelime hazinesiyle insan nasıl tefekkür edebilir? Tefekkür nihayetinde kelimelere ihtiyaç duyar. Avrupa Birliği yolunda acaba güçlü bir Türkçe’ye ihtiyacımız yok mu? Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde halkımıza güveniyoruz. Güvenemediğimiz sınıf ise aydınlarımızdır. Çünkü aydınlarımız, ithal kültürle beslenen bir sınıftır. Yerli değerleri anlama çabası olmayan bir sınıftan söz ediyoruz. Söyleyecek yeni bir sözleri olmayan bu okumuşların, batıyı anlamamızda önümüzdeki en büyük açmazlardandır. dosya-anket Eğitimci Gözüyle Avrupa Birliği ve Eğitimimiz (Anket) Gökhan ERENOĞLU - Hakkı KARATEKELİ gerenoglu@gmail.com hkaratekeli@hotmail.com 2. Yaşınız? 3. Branşınız? Sınıf Öğretmeni 117 33,2 Fen Bilimleri Yabancı Dil Matematik Sosyal Bilimler Türkçe-Edebiyat DKAB - İHL Mslk Mesleki-Teknik Diğer Öğretmen Okulu Ön Lisans Lisans Lisans Üstü Doktora 1-5 6-10 11-20 25 21 27 25 37 42 16 40 5 27 269 40 7 110 112 69 7,0 6,0 7,7 7,3 10,5 12,2 4,5 11,0 1,4 7,7 76,4 11,4 2,0 31,3 31,8 19,6 4. Öğrenim Durumunuz? 5. Meslekteki Kıdem Yılınız? 51 14,5 21+ 6. Ülkemiz İçin Sizce Aşağıdaki Sorunlardan Hangisi Daha Önceliklidir? 7. Türkiye Avrupa Birliği’ne Giremezse Ne Gibi Kayıpları Olur? 8. Avrupa Birliği Denilince Aklınıza Gelen İlk Şey Nedir? 9. Türkiye Avrupa Birliği’ne Giremezse Sizce Hangi Ülke/ Ülkelerle Birlikte Olmalıdır? 10. AB İle İlgili Bilgi Kaynaklarınız Daha Çok Nereden Gelmektedir? Eğitim Ekonomi Demokrasi İnsan Hakları Çevre Hepsi Ekonomik Bakımdan Geri Kalırız Çağdaşlaşamayız Eğitim Düzeyimiz Gelişmez Herhangi Bir Zararı Olmaz Zenginlik Ve Refah İyi Eğitim Demokrasi Bilim Medeniyet Hiçbiri Türk Dünyası İslam Ülkeleri Türk-İslam Ülkeleri Rusya ABD Hiçbiri İş Çevrem Kitaplar Arkadaş Çevrem Medya 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Yüzde 59,1 40,3 39,8 36,1 15,1 6,5 Sayı 208 142 140 127 53 23 Cevap Yüzde 1. Cinsiyetiniz? Sürekli değişen ve gelişen ülkemizin belki de daimi ve en eski gündemi Avrupa Birliği olmuştur. Özellikle son yıllarda müzakerelerin başlaması ve çeşitli alanların AB müktesebatıyla uyumlulaştırılması çalışmaları eğitim ve öğretimimiz hakkında bizi biraz daha düşünmeye zorlamıştır. Eğitim – Öğretim konusunda en isabetli görüşlerin meslektaşlarımız tarafından dile getirilebileceği inancındayız. Bu vesileyle eğitimcilerin AB ve Eğitim hakkındaki düşüncelerini bir anketle tespit etmeye çalıştık. Umarız faydalı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Soru Sayı Cevap Erkek Bayan 20-30 31-40 41-50 51+ Soru Tablo 1 DKAB Öğretmenleri Platformu tarafından yayınlanan elinizdeki dergi için her sayıda eğitim ve öğretimle alakalı bir anket çalışması yapmayı planlamıştık. İkinci sayıyla beraber, bu yazımızın konusu olan anketi yapmış bulunuyoruz. Aşağıda bir çok tablo, şema ve notlarla değerlendirmesini okuyacağınız bu anket için öncelikle katkıda bulunan bütün eğitimcilerimize teşekkür ediyoruz. Özellikle ‘DKAB BAKIŞ’ dergisinin yayın kurulundaki arkadaşlarımızın anketin uygulanması konusundaki çabalarını takdirle karşılıyoruz. 113 54 30 10 1 143 32,1 15,3 8,5 2,8 ,3 40,6 66 18,8 34 22 217 83 27 79 28 26 99 57 31 153 9 7 86 6 48 5 285 9,7 6,3 61,6 23,6 7,7 22,4 8,0 7,4 28,1 16,2 8,8 43,5 2,6 2,0 24,4 1,7 13,6 1,4 81,0 DKAB BAKIŞ 31 dosya-anket Ankete katılan öğretmen- ‘Eğitimcilerin AB’ye Bakışı’ adını taşıyan anketimiz 352 öğretmenimiz tarafından doldurul- lerimizin yarısından biraz fazlası erkektir. Büyük çoğunluğu 20–40 yaş arası öğretmenlerimizdir. Yine büyük çoğunluğun meslek yaşı 1– 10 yıl arasıdır. Öğretmenlerimizin üçte biri, ülkemizin en önemli sorununun eğitim olduğunu söylemektedir. muştur. Katılımcıların üçte biri sınıf öğretmeni olmakla beraber(Şekil: 13, Tablo:1) her branştan meslektaşımız ankete cevap vermiştir. Anketi dolduran öğretmenlerimizin hemen hemen hepsi İstanbul’dandır. Öğretmenlerimizin boş cevaplarının azlığı bize göre ankete değer verdiklerinin ifadesidir. Ankete katılan öğretmenlerimizin yarısından biraz fazlası erkektir. Büyük çoğunluğu 20–40 yaş arası öğretmenlerimizdir. Yine büyük çoğunluğun meslek yaşı 1–10 yıl arasıdır. Öğretmenlerimizin üçte biri, ülkemizin en önemli sorununun eğitim olduğunu söylemektedir. Yüzde altmış- Meslektaşlarımız çoğunlukla, Türkiye’nin Av- lık bir kesim Türkiye’nin AB’ye girememesi du- rupa Birliği’ne girmesini savunurken (Şekil 14, rumunda herhangi bir kaybının olmayacağını Tablo 3), bu birliğe girmenin neredeyse hiçbir ifade etmektedir. Bu durum, eğitimcilerimizin alanda ülkemizin gelişmesine katkı sağlamaya- ülkemizin geleceğine güvendiğine işaret etmek- cağını ifade etmişlerdir. Bu çelişkinin sebebinin tedir. Öğretmenlerimizin neredeyse yarısı AB’ye ne olduğu konusunda yeterli fikre sahip değiliz. giremememiz durumunda ülkemizin Türk – İs- Acaba güncel politikalar mı, yoksa AB’nin ülke- lam ülkeleriyle birlik oluşturmasını savunmaktadır. mize bakışı mı bu neticeyi getirmiştir bilemiyoruz. Evet Hayır Kararsızım 32 Sayı 141 134 73 Yüzde 40,1 38,1 20,7 Sayı 203 95 50 Yüzde 57,7 27,0 14,2 Sayı 167 99 83 Yüzde 47,4 28,1 23,6 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Yüzde 33,0 67,0 Sayı 112 240 Sayı 132 148 68 Yüzde 37,5 42,0 19,3 Çevre Yüzde 31,8 68,2 Sayı 98 192 60 Yüzde 27,8 54,5 17,0 Sayı 86 266 Yüzde 24,4 75,6 17.Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerinden Birinde Eğitim Almak İster miydiniz? Sayı 116 236 Sağlık Demokrasi Yüzde 39,8 60,2 16.Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerden Herhangi Birinde Yaşamak İster miydiniz? Sayı 140 212 15.Okullarda Avrupa Birliği İle İlgili Ders Olmasını İster misiniz? Yüzde 35,5 64,5 13.Avrupa Birliğinin Hıristiyan Kulübü Olduğunu Düşünüyor musunuz? Sayı 125 227 12.Avrupa Birliği Konusunda Yeterli Ölçüde Bilgi Sahibi misiniz? Tablo 3 Evet Hayır 14.Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliğini Destekliyor musunuz? Eğitim Ekonomi Tablo 2 11. AB’ye Katılmamız Aşağıdaki Alanlarda Ülkemizin Gelişmesine Katkı Sağlar? Sayı 208 115 26 Yüzde 59,6 32,2 7,2 dosya-anket büdür’ diye meydanlarda siyaset yapardı. Ancak İngiltere’dedir. İngiltere, hangi dinden olursa görülen o ki bu gün, öğretmenlerimizin birçoğu aynı görüşü dile getirmekte ve Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan kulübü olduğunu savunmaktadır (Tablo 3). olsun her çocuğun seçtiği dinden eğitim alma- Öğretmenlerimiz, her ne kadar AB’nin Hıristiyan kulübü olduğunu söyleseler de ülkemizin AB’ye üye olmasını istemekte ancak üye olacağına inanmamaktadır. AB üyesi olduğumuzda aile hayatımızın çözüleceği veya Türk – İslam kimliğimizi kaybedeceğimiz düşüncelerine katılmıyor. İnsanımızın milli değerlerini yitirmeyeceklerine inanıyor. Meslektaşlarımız AB üyeliğinin, bu gün bile ülkemizin her tarafına yayılan misyoner faaliyetleri daha da artıracağını düşünüyor (Tablo 4, Şekil 9, Şekil 10, Şekil 12). kimlik kazandırma çabasına girmiştir. Öyle ki Bilindiği gibi birkaç Avrupa ülkesi hariç he- çocuklara kazandırmayı mı amaçladığı belirli men hemen hepsinde okullarda Din eğitimi değildir. Katılıyorum Kısmen Katılıyorum Kararsızımım Kısmen Katılmıyorum Katılmıyorum Sayı 78 122 45 64 24 Yüzde 22,2 34,7 12,8 18,2 6,8 Sayı 53 104 50 98 31 Yüzde 15,1 29,5 14,2 27,8 8,8 dığının farkına varmış ve yeni nesillere Dinî birçok ülkede Din eğitimi artık ana sınıfından başlamaktadır. Türkiye Din eğitimi konusunda ayrı bir model oluşturmaktadır. Din eğitimini zorunlu kılmasının yanı sıra dördüncü sınıftan başlatmakta, Kültür ve Ahlâkı aynı ders içinde vermekte, buna rağmen ders sayısını ilköğretim okullarında iki, liselerde bir saat olarak uygulamaktadır. DKAB dersinin İslam Dini’ni öğret- Sayı 37 78 63 124 36 Yüzde 10,5 22,2 17,9 35,2 10,2 Sayı 28 60 55 139 52 Yüzde 8,0 17,0 15,6 39,5 14,8 Sayı 69 139 43 63 18 Yüzde 19,6 39,5 12,2 17,9 5,1 Sayı 14 56 99 120 37 Yüzde 4,0 15,9 28,1 34,1 10,5 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 22.AB Ülkelerinin Çoğunda Okullarda Devlet Destekli Din Eğitimi Veriliyor Olmasını Tasvip Ediyorum. 21.AB Surecinde Ülkemizde Misyonerlik Faaliyetlerinin Artacağını Düşünüyorum 20.AB Üyeliğinin Türk - İslam Kimliğimizin Kaybolmasına Yol Açacağını Düşünüyorum. meyi mi yoksa sadece dinî, kültürü ve ahlâkı Sayı 71 133 49 59 26 Yüzde 20,2 37,8 13,9 16,8 7,4 27.AB’ye Giriş Sürecinde Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi Dersinin Birinci Sınıftan İtibaren Başlatılabileceğine İnanıyorum. Yüzde 16,8 25,6 13,4 31,3 6,8 savaşından sonra ulusal kimliğin yeterli olma- 26.AB’ye Giriş Surecinde Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi Dersinin ‘İslam Dini’ Dersi Ve ‘Din Kültürü’ Dersi Olarak İkiye Ayrılıp Ders Saatlerinin Artacağını Zannediyorum. Sayı 59 90 47 110 24 24.Din Eğitimi Müfredatının İçeriğinin Sadece Bu Derse Mahsus Olmak Üzere Dersin Öğretmeni Ve Veliler Tarafından Belirlenmesi Fikrine Katılıyor musunuz? Yüzde 5,4 22,4 20,7 30,7 19,0 sını mecbur kılmaktadır. Avrupa, İkinci Dünya 25.AB’ye Giriş Surecinde Okullarımızda Din Kültürü Ve Ahlâk Bilgisi Dersinin Önemini Yitireceğine İnanıyorum. 18.Ülkemizin AB’ye Üye Olacağına İnanıyorum. Sayı 19 79 73 108 67 23.Dinleri Ne Olursa Olsun, Hatta Hiçbir Dine Mensup Olmasalar Bile İngiltere Örneğindeki Gibi Bütün Öğrencilerin Din Eğitimi Almalarının Zorunlu Olmasına Katılıyor musunuz? Tablo 5 Katılıyorum Kısmen Katılıyorum Kararsızımım Kısmen Katılmıyorum Katılmıyorum 19.AB’ye Girince Aile Hayatımızda Çözülmeler Olacaktır. verilmektedir. En eski ve yoğun Din eğitimi Tablo 4 Yıllar önce bir siyasi parti ‘AB Hıristiyan kulü- Sayı 21 62 96 106 44 Yüzde 6,0 17,6 27,3 30,1 12,5 DKAB BAKIŞ 33 dosya-anket lerimizin Din eğitimine bakışlarını ölçmeye ça- ihtimal vermemektedir. Büyük bir çoğunluk bu lıştık. Öğretmenlerimizin çoğunun AB’deki Din süreçte DKAB dersinin önemini yitirmeyeceği- dersi uygulamalarından habersiz olduğunu fark ne inanmaktadır (Tablo 5. Ayrıca bu konudaki ettik. Hâlbuki birçok ülkede Din dersi ayrı Ahlâk karşılaştırmaları görmek için bakınız: Şekil 3, – Kültür dersleri ayrı olarak verilmektedir. Arzu Şekil 6, Şekil 7, Şekil 8, Şekil 9). ederdik ki, örgün eğitimin üç yaşından başladığı Öğretmenlerimiz özel ve resmi okullarımızdaki bir çağda isteyen ana baba çocuğuna ana sınıfın- eğitimin AB ülkelerinden daha gelişmiş olduğuna dan itibaren din eğitimi verebilsin. inanmamaktadır. Türk eğitim sisteminin ve üni- Öğretmenlerimiz büyük çoğunlukla din eğitimi- versitelerimizin de Avrupa Birliğine katılmaya nin zorunlu olmasını istemektedir. Yarıya yakı- henüz hazır olmadığı düşüncesindedir (Tablo 6). nı AB sürecinde din eğitimine başlama yaşının Türkiye’deki okulların, AB ülkelerindeki okul- birinci sınıfa indirilmesine karşı çıkmaktadır. larla ortak projeler hazırlamasının ve bakanlık Din dersinin birinci sınıftan başlamasını des- fonlarıyla AB ülkelerindeki eğitim ortamının tekleyenlerin oranı ne yazık ki daha azdır. gözlenmesinin faydalı olacağına inanan öğret- Öğretmenlerimiz Din Dersi müfredatının öz- menlerimiz, ülkemizin AB’ye girmekle eğitim gürce belirlenebilmesini destekler görünmekte- sorunlarından kurtulacağı fikrine ise sıcak bak- dir. DKAB dersinin AB sürecinde ‘İslam Dini’ ve mıyor (Tablo 7, Tablo 8). Katılıyorum Kısmen Katılıyorum Kararsızımım Kısmen Katılmıyorum Katılmıyorum 34 Sayı 53 165 62 42 12 Yüzde 15,1 46,9 17,6 11,9 3,4 Sayı 66 186 39 30 11 Yüzde 18,8 52,8 11,1 8,5 3,1 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Yüzde 21,9 36,1 12,8 18,5 Sayı 14 44 53 140 Sayı 19 101 71 98 46 Yüzde 5,4 28,7 20,2 27,8 13,1 Yüzde 4,0 12,5 15,1 39,8 32.Özel Okullardaki EğitimÖğretimin Kalitesi de AB Ülkelerinden Daha İleri Düzeydedir. Sayı 19 56 88 123 Sayı 30 134 81 65 30 Yüzde 8,5 38,1 23,0 18,5 8,5 Yüzde 5,4 15,9 25,0 34,9 37.Ülkemizin Birliğe Katılması Durumunda AB Ülkelerine Katkımız Olacaktır. Sayı 77 127 45 65 36.Avrupa Birliği’ne Üye Olmak, Ülkemizdeki Yasam Kalitesini Artıracaktır. Yüzde 4,5 12,8 11,4 48,3 35.AB’ye Üye Olmakla Birleştirilmiş Sınıflarda Eğitim, İkili Eğitim, Kalabalık Sınıflar Gibi Problemlerin Çözüleceği Düşüncesine Katılıyor Musunuz? Sayı 16 45 40 170 34.AB Eğitim Ve Gençlik Programlarının Öğretmenlere Etkili Bir Şekilde Tanıtılmasının Önemli Olacağına İnanıyorum. Yüzde 14,2 40,1 15,3 18,5 31.Türkiye’deki Eğitim Sistemi, Program Yönünden AB Ülkelerinden İleri Düzeydedir. 29.Türk Eğitim Sistemi AB’ye Girmeye Hazırdır. 28.AB Ülkelerinin Kendi Aralarında Kültür Ve Kimlik Sorunu Olduğuna Katılıyor musunuz? Sayı 50 141 54 65 33.İlk Ve Orta Öğrenime Yönelik AB Eğitim Programı ‘Comenius’ Kapsamında, Türkiye’deki Okulların, AB Ülkelerindeki Okullarla Ortak Projeler Hazırlamasının Faydalı Olacağına inanıyorum. Tablo 7 Katılıyorum Kısmen Katılıyorum Kararsızımım Kısmen Katılmıyorum 30.Türkiye’deki Üniversiteler, Ülkemizin AB’ye Tam Üye Olmasına Henüz Hazır Değildir. ‘Din Kültürü’ dersi olarak ikiye ayrılabileceğine Tablo 6 Tablo 5’teki sorularla, AB sürecinde öğretmen- Sayı 74 161 50 42 17 Yüzde 21,0 45,7 14,2 11,9 4,8 Katılıyorum Kısmen Katılıyorum Kararsızımım Kısmen Katılmıyorum Katılmıyorum Sayı 11 42 41 172 74 Yüzde 3,1 11,9 11,6 48,9 21,0 Sayı 28 88 95 94 35 Yüzde 8,0 25,0 27,0 26,7 9,9 Sayı 14 95 76 108 47 Yüzde 4,0 27,0 21,6 30,7 13,4 Sayı 82 183 36 19 12 Yüzde 23,3 52,0 10,2 5,4 3,4 42.AB Ülkelerinin Kendi İçlerinde Eğitim Sorunlarını Bitirdiğini Zannediyorum. 41.Bakanlık Fonları Ve AB Eğitim Projeleri Çerçevesinde Öğretmenlerin AB Üyesi Ülkeleri Ziyaret Etmelerinin Sağlanmasını Uygun Buluyorum. 40.AB Ülkeleri Müslüman Ülke Türkiye İle İlişkilerini Sorunsuz Sürdürebilir. 39.AB Vatandaşlarının Dini Duyguları Her Geçen Gün Artmaktadır. 38.AB İle Müzakereler Ve AB Üyeliği Konusunda Toplumumuz Yeterince Bilgilendiriliyor. Tablo 8 dosya-anket Sayı 14 75 85 126 33 Yüzde 4,0 21,3 24,1 35,8 9,4 Öğretmenlerimiz AB ülkelerinin kendi aralarında kimlik ve kültür sorunu yaşadığını kabul etmekte, Müslüman ülke Türkiye ile de ilişkilerini sorunsuz sürdüremeyeceklerini savunmaktadır (Tablo 6, Tablo 8). ‘Eğitimcilerin AB’ye Bakışı’ adlı anketimizin daha iyi anlaşılması için bazı karşılaştırmalar verdik. Karşılaştırmalardan çıkan ilginç sonuçları şekillerde siz de göreceksiniz. Örneğin AB üyeliğini bayanlara nazaran erkeklerin daha fazla desteklemesi dikkatimizi çekti (Şekil 1). Belki de AB sürecine biraz duygusal baktığımızın bir ifadesidir bu. Yaş ve eğitim durumlarının bakış açılarında etkili olduğunu düşündük. 6. sıradaki ‘Ülkemiz için sizce aşağıdaki sorunlardan hangisi daha önceliklidir?’ “Çevre” cevabını veren sadece 20 – 30 yaş arası öğretmenlerimizdir (Şekil 2). 30 – 40 yaş arası öğretmenlerimizin diğerlerine nazaran Demokratik alandaki eksiklikleri öncelikli sorun olarak görmeleri manidardır. Yine bu yaş gurubundan arkadaşlarımız ülkemizin birliğe katılım sürecine diğerlerine nazaran daha çok destek vermektedir (Şekil 3). Genelde öğretmenlerimizin çoğu AB ülkelerinin devlet destekli din eğitimi verilmesini desteklerken 50 yaş üstü meslektaşlarımız ekseriyetle buna karşı çıkmıştır (Şekil 4). Öğrenim durumlarına göre yaptığımız karşılaştırmada, bütün öğretmenler genelde üyeliği desteklerken doktorasını yapmış olan meslektaşlarımız farklı bir durum arz etmektedir (Şekil 5). Şekil 1 Şekil 2 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 35 dosya-anket 36 Şekil 3 Şekil 7 Şekil 4 Şekil 8 Şekil 5 Şekil 9 Şekil 6 Şekil 10 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 dosya-anket Şekil 11 Şekil 14 Şekil 12 Şekil 15 Şekil 13 Şekil 16 ‘DKAB BAKIŞ’ sizin desteklerinizle ve yönlendir- şekiller konusunda seçmeler yaptık. Umarız seçi- melerinizle anketlerini sürdürmeye devam ede- len şekiller ve çıkarılan tablolar sonuçlar hakkın- cektir inşallah. Her şeyi yorumlamaktan kaçınır- da yeterli kanaat edinmemizi sağlayacaktır. Son ken bazı konulara değinmeden edemedik. Sorula- olarak, mesai arkadaşlarıma ve ankete katılan öğ- ra verilen bütün cevapları tablolarda gösterirken retmenlerimize şükranlarımızı sunuyoruz. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 37 dosya-deneme Bir Avrupa Masalı (Bu yazının bir kısmı hayal ürünü bir kısmı gerçektir.) Mustafa OKUMUŞ okumustafa@hotmail.com Yıl 2007 2017 de Eğitim: Muallimler odasında Mektep Müdürünün huzurunda toplantı halindeyiz. Odamız son derece konforlu. Duvarlarda celi sülüs hat levhaları, köşede kayalar ve yosunlar arasında dolanan, “veletlerin 40 dakikada geçirttiği travmalara bir nebze şifa olan” Japon balıkları, ve monitörden yükselen sanat musıkisi. Hatırlar mısınız bilmem. Özellikle Milli maçlarda hep bir ağızdan bağırırdık. “Avrupa Avrupa duy sesimizi..… Bu gelen Türklerin Ayak Sesleri…” Sonunda sesimizi duydular, bizi de Birliğin içine aldılar. Diğer köşede bazen açılan renkli televizyon. Umumiyetle Veliefendi Hipodromundan naklen yarışlar, arada sırada haberler ve magazin dünyası. Masamız; sayın- değerli- pek kıymetli ve baş tacımız velilerimizin önceden hazırladığı ev yemekleriyle donatılmış durumda. Sırası mı toplantının şimdi. Elimizi bile süremiyoruz yemeklere. Gündem; Öğrenci başarısı, yani başarısızlığını yok etme yöntemlerinin belirlenmesi. Öncelikle Mektep Müdürü konuşuyor, nokta virgül misali de Öğretmenler konuşurmuş gibi yapıyor. Meseleler ortaya konulup yorumlar ve çözümler karar defterine yazılırken; kendi toplantı da olup kopanlar da yok değil. Yorgunluğun ve rahatlığın verdiği rehavete tek perdeden konuşma ninni gibi geliyor. Ben ise son zamanlarda soframızın ekmeği aşı olan Avrupa Birliğine takılıyorum. (Editörümüz böyle bir yazı yaz demeseydi hiç takılacağım yoktu :) ) AB’ye girince ne değişecek? Mekan mı, koltuk mu, sandalye mi? Yoksa öğrenci mi? Öğretmen mi ? Öğrenci nasıl değişecek? Nasıl mı ? İşte ayrıntılar: 38 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Avrupa Birliğinden önce bizim atasözlerimiz vardı. Atalarımız “çok çabalayan gider değirmene” derlermiş. Biz de çoook çabaladık AB değirmenine varmak için. Bir de baktık ki vardığımızda önümüzde ne buğdayımız kalmış ne de eşeğimiz. Sadece “Oh my God “diyebildik… AB sınıfında öğrencileri tanımak için isimleri okuyorum. Sınıf yoklaması yok artık, mazide kaldı onlar. İsimler; Tilbe, Tilda, Can, Con, Tuana, Yuhanna vb. AB sosyal hayatımıza neler katmış neler! Ve önümüzde bizi dört gözle bekleyen eğitim reformları. Sadede gelelim: 4 TV ve radyolar AB marşı ile açılıp kapanıyor, Radyolarda çalınan müziklerin %50 si yerli, milli, %50 Yabancı. Fifti fifti bölüştük. İşin başında iyi kurtardık. 4 Pazar akşamları İsa’nın hayatı ve mücadelesini anlatan belgeseller yayınlanıyor. Hz İsa bizim de Peygamberimiz; tanımalıyız. 4 Yazılı ve görsel basın “Nostalji Turka” adlı programla geleceğimizi aydınlatıyor, geçmişte yaptığımız hataları! kapatıyor. Barbarlıktan medeniyete geçişin öyküsü bu. Ne güzel. 4 Bu yıl Rio karnavalı Türkiye’de düzenleniyor. Brezilyanın samba – simbasını ekrandan iz- dosya-deneme AB’ye girince ne değişecek? Mekan mı, koltuk mu, sandalye mi? Yoksa öğrenci mi? Öğretmen mi ? lemek hiç tat vermiyordu. Bila vasıta aynel yakin izleyeceğiz. Ne mutlu bize. 4 Pazar, Kilise günü çamaşır yıkanmıyor, araba temizlenmiyor, artık günah itirafı ile kalp temizleniyor. Haftalık manevi temizlik. 4 Artık Saatlerimiz bir geri bir ileri alınmayacak. Oh be. Kendimize geldik. 4 Toplu taşım araçlarında yüksek perdeden Ferdiyi dinlemek, çikolata yemek ve bağırarak telefonla konuşmak serbest. Gürültüyü çok seviyoruz ya. 4 OKS, ÖSS gibi öğrencilerin ruh sağlığını bozan sınavlar kaldırıldı. Öğrenciler yarış atı olmaktan kurtuldu. İstediği internette okuyor. Araba yarıştırıyor. 4 İstiklal Marşını kaldırdık, insanlık marşı söylüyoruz. Aktif öğrencilik interaktife döndü. Öğretmen öğrencinin evine (ayağına) gidiyor. Ödevlerini e-mail ile gönderiyor. 4 Kitap defter mazide kaldı. Flash bellek, DVD, CD ve i-pod’larla interaktif ders işleniyor. 4 Serbest kıyafet uygulaması ile öğrenciler okula şortla ve yarı açık gidebiliyor. Gömleğe kravata yer yok. Çok sıkıcı oluyor be. Onu sıkıcı olanlar giysin. 4 Her sitede haftalık kadınlar günü kutlanıyor. Onların da okuyup yazma, kumar oynama, coşma hakkı var. Kontrolü yapılıyor. Programı aksatanlara pizza ve rozza yapma cezası veriliyor. 4 Mahalli ilan ve önemli haberler duvarlara yazılıyor. Okuması kolay olsun diye. 4 Çocuğunu döven babaya çocukla beraber 6 ay boyunca çizgi film izleme cezası veriliyor. 4 Semte göre kıyafet yasası çıkarıldı. Tuhafiye dükkanı açabilirsiniz. Vallahi iflas etmezsiniz. 4 Okul Müdürleri sabah iki saat Öğrencilerin, akşam iki saat Öğretmenlerin sorunlarını dinleyip kalıcı ve acil çözümler üretiyor. Yerel çözüm bulunması iyi oldu. 4 Taşıt trafik kanununun kapsamı genişletildi, hayvan ve kuş trafik kuralları da belirlendi. Sağdan gidecekler, lüzumsuz ötmeyecekler. Çöpleri çöp kutusuna atacaklar. 4 Düğünlerde dansa değil halaya davet ücrete bağlandı. Birlik için gerekli şart. 4 Piknik yerlerinde mangal yasaklandı, hazır yiyeceklerle piknik yapılıyor, fast-food özendiriliyor. 4 Kırmızı ışıkta geçenlere doktor önerisiyle gözlük veriliyor. Gözlerinde problem olmayanlar ise psikolog tarafından 6 ay boyunca müşahede altında tutuluyor. Adamlık öğretiyoruz. 4 Masa başında yazılan haberler bundan böyle Bilgisayar başında yazılıyor. Milenyumdayız o bakımdan. 4 Kokoreç, çiğ köfte yerine Pizza, hamburger teşvik ediliyor. 4 Mesai saatleri sabah 09.00- 14.00 arası uygulanıyor. Hafta sonu tatili 3 gün Cuma- Cumartesi-Pazar tatil. 4 Türkiye’ye girişler serbest fakat çıkışlar ücretli hale gerildi. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 39 dosya-deneme Uyu(zu)m Yasaları: 4 Eline ehliyetini alan şoförlük yapamayacak. 4 Sadece Başkanlar, Bakanlar takım elbise gi- Mesleği şoförlük olanlar mesleğe girmeden önce 280 saat ders alacak ve her 5 yılda bir de 35 saatlik hatırlatma dersine tabii tutulacak. 4 Odun fırınları kapatılacak, marketlerde ekmekler herkesin ellememesi için yüksek dolaplarda saklanacak. v.s v.s yecekler. Memura ve halka demokrasi gereği istediği kıyafetle çalışmasının önü açılacak. Yolunu bilen memurun önünü tıkamayın. 4 Türk vatandaşları, Avrupa vatandaşları gibi tam Avrupalı olamayacak. Türk vatandaşının Avrupalılığı kağıt üzerinde kalacak, serbest dolaşıma getirilen kısıtlama nedeniyle Türkler ataları gibi viyana kapılarına dayanamayacak Meriç nehrinde yüzecek. 4 Çiftçi tarlasına tuvalet yaptıracak, çoban; hayvanı AB standartlarına göre otlatacak. 4 Hayvan dövmek yasak olacak, hizaya gelmeyen hayvana iki saniyelik şok uygulanacak. 4 Dişi hayvanlar hamileliğinin son haftasında ve doğum sonrası ilk haftada yolculuğa çıkartılmayacak. Yolculuk yapabilecek hayvanlar belirli bir süre yolculuktan sonra bir saatlik molada dinlendirilecek. 4 Balıkçı tekneleri canlarının istediği yerde balığı karaya çıkartamayacak. 4 Balıkçılar ava giderken yağmurluk giymek zorunda kalacak. 4 Selede zeytin, açıkta turşu satılmayacak. 4 Ev kadınlarının evde yapıp sokak tezgahında sattığı tarhana, erişte tarih olacak. 4 Tavuk eti ambalajsız satılamayacak, yumurtalar soğuk ortamda depolanıp satışa sunulacak. 40 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Bütün bu kurallardan sonra AB treninin, kara tren gibi gecikeceğini, belki de hiç gelmeyeceğini düşünenler, ne kadar haklılarmış diye düşünesi geliyor insanın. Düşünün bir; apartmandan sepet sallayan teyzeye bakkalın gösterdiği iyi niyet ve dolmuşta şoföre imece usulü para gönderen yurdum insanının genlerindeki bu insaniyetle AB’deki kokuşmuş naylon hayatlar birbirini kabul eder mi hiç? Avrupa Birliğinin ülkemize ekonomik ve sosyal standart getirilerinden bihaber değiliz elbette; ancak korkumuz daha önceki batılılaşma deneyimimizdendir. Çağdaşlaşma düzeyinde ve teknolojide batılılaşmaktan çok; şekilde batılılaşmanın bedelini ağır ödedik. Avrupa Birliği projesinde de aynı hezimete uğramak istemiyoruz. Duamız her zamanki gibi Hak’tan hayır murad etmektir. Vesselam… dosya-paylaşım Leonardo Da Vinci Mesleki Eğitim Programı Özelinde AB Hayatboyu Eğitim Programları Fatih ALP fatihalp77@hotmail.com Hayat boyu Öğrenme Programı 2007-2013 Hayat Boyu Öğrenme Programı: Avrupa Birliği Parlamentosu ve Konseyi tarafından uygulamaya konulmuş 2007-2013 yılları arasını kapsayan eğitimle ilgili tüm alt program ve faaliyetleri tek bir çatı altında toplayan bir program… Leonardo da Vinci Programı (LdV) ise, Hayatboyu Öğrenme Programı kapsamında, Comenius(Okul Eğitimi), Erasmus(Yüksek Öğretim &İleri Eğitim) ve Grundtvig (Yetişkin Eğitimi) gibi alt sektörlerden oluşan “İlk Ve Sürekli Mesleki Eğitim Ve Öğretim” programıdır. Bu program, Avrupa Komisyonu tarafından AB’ne üye ve aday ülkelerin bütün mesleklerin eğitimine yönelik politikalarını desteklemek ve geliştirmek amacıyla uygulamaya konulmuştur. Hayat Boyu Öğrenim AB’nin bütün bu programlarının omurgasını oluşturan Hayat Boyu Öğrenim programına baktığımızda bazı amaçların göz önünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır. 4 En rekabetçi, 4 Bilgiye dayalı ekonomi Yaşamın her alanında insan, bilgi, tecrübe ve becerilerinde (isteğe bağlı), güncellenen her tür genel, mesleki, yaygın ve gayrı resmi, eğitim, öğretim ve öğrenim faaliyetidir. olması hedefine yönelik olarak eğitim ve öğretimin yaptığı katkının arttırılmasıdır. Hayat Boyu Öğrenim Programının temel önceliği, Lizbon stratejisinde amaçlanan; Kurumsal başvurunun zorunlu olduğu program, her düzeydeki meslek eğitimi ve genel eğitim veren kuruluşların projelerine açıktır. 4 Sürdürülebilir ekonomik kalkınma, 4 Daha çok ve iyi iş imkanları 4 Daha fazla toplumsal birliktelik ile AB’nin Leonardo da Vinci Programı Gerçi 2007 yılı için başvurular mart ayında sona ermekle birlikte gelecek sene için başvurular tekrar alınacaktır. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 41 dosya-paylaşım Programın Temel Amaçları Nelerdir? 4 Mali, sosyal veya fiziksel nedenlerle eğitim- Program, ülkelerarası işbirliği aracılığıyla meslek eğitim sistemleri ve uygulamalarında kalitenin geliştirilmesi, yeniliğin özendirilmesi ve Avrupa boyutunun kazandırılması amacındadır. den yararlanamamış kişiler için temel mesleki eğitimi veya ileri düzeydeki eğitimlere erişimin kolaylaştırılması. Projelerin kabul edilebilmesi için biri AB üyesi olmak üzere en az 2 farklı Avrupa ülkesinden proje ortağı bulunması istenmektedir. Azami proje giderlerinin % 75’inin karşılandığı programın süresi 1-3 yıl arasında değişirken, proje başına AB tarafından yapılacak yıllık maddi katkı 150-250 Avro arasında değişiklik göstermektedir. 4 Mesleki eğitimde bayanların fırsat eşitliğinin teşvik edilmesinin sağlanması. Bu programa katılan ve başarılı bulunan projelerin sektörel dağılımında şu tablo ortaya çıkmaktadır: 2006 YILI BAŞARILI 14 PROJENİN SEKTÖREL DAĞILIMI AB Mesleki Eğitim Programı olan Leonardo da Vinci Programı, AB’ne üye ve aday ülkelerin mesleki eğitime yönelik politikalarını desteklemek ve geliştirmek için yürütülen bir programdır. Programa 2007 yılı bütçesi olarak AB’nin bütün alt programlarla birlikte toplam tahmini olarak 15 Milyon euro bütçe ayırması beklenmektedir. Programa katılan ülkeler ise: AB Ülkeleri, Aday Ülkeler, EFTA Ülkeleri (Iz- Leonardo Da Vinci Programı İle Sağlanacak İmkânlar: 4 Programa katılan ülkelerde mesleki eğitim sistemlerinin ve uygulamalarının kalitesinin artırılması, yeniliklerin geliştirilmesi ve ulusal mesleki eğitim politikalarına katma değer sağlanması. 4 Sürekli mesleki eğitim ve ömür boyu öğrenme isteğinin güçlendirilmesi, yarının mesleklerine hazırlanma ve teknolojik değişimlere uyumun teşvik edilmesi. 4 Modern teknolojiler alanında eğitim ve müteakip eğitimde; yüksek okullar, mesleki eğitim tesisleri ve işletmelerin daha fazla karşılıklı etkileşiminin sağlanması. 4 Mesleki eğitim alanında dil yeterliliklerinin geliştirilmesi ve ortak terminolojinin oluşturulması. 4 Özellikle gençler için temel mesleki eğitimin desteklenmesi ve teşvik edilmesi. 42 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 landa, Norveç, Lihtenştayn), Hırvatistan, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Moldova, Karadağ, Sırbistan, İsviçre’dir. Türkiye de Aday ülke olarak programa dahil olmaktadır. Türkiye genelinde LdV projesinden yararlanıcı sayısına baktığımızda 2004 yılında 1808 kişi, 2006 yılında 4095 kişiye ulaşarak büyük oranda büyüme kaydettiği görülmektedir. YARARLANICI SAYISI dosya-paylaşım 2006 yılına göre programdan faydalanan sayılarının illere göre dağılımına baktığımızda ilk üç ilin İstanbul, Ankara ve İzmir olduğu görülmektedir. İLLERE GÖRE DAĞILIM Programdan Kimler Yararlanabilir? Her düzeydeki meslek eğitimi gerçekleştiren kuruluşlar (üniversite, meslek okulu, eğitim merkezi v.b.), Eğitim ve Araştırma Merkezleri, Enstitüler, İşletmeler ve KOBİ’ler, Yerel Yönetimler, Hükümet dışı kuruluşlar (STK), İş dünyası (Odalar, Borsalar vb. kuruluşlar) Merkezi Ankara’da bulunan Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Leonardo da Vinci Koordinatörlüğü, başvuru sahipleri için bir kılavuz hazırlamıştır. Merkez, hazırladığı bu kılavuzda şu hususa dikkat çekmektedir: “AB Eğitim ve Gençlik projeleriyle birlikte Leonardo da Vinci Programına (LdV) tam katılım hakkını elden eden Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda bu programdan azami faydalanmaya devam etmesinin en önemli aracı, kaliteli projelerin hazırlanmasıdır.” Örneğin; Milli Eğitim Bakanlığı Erkek Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Raylı Sistem ve Teknolojileri” adlı proje –ki bu proje orta öğretim düzeyinde raylı sistem teknolojileri için bir müfredat geliştirmeyi amaçla- yan bir projedir- Türkiye(2), İspanya, Slovakya, Fransa’dan kuruluşların ortaklığıyla gerçekleştirilmiş ve AB’nin bu projeye hibesi 341.944 € olmuştur. www.leonardo.gov.tr Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Adres : Hüseyin Rahmi Sok. No: 2 06680 Çankaya-ANKARA Tel : 0 (312) 409 61 00 Faks : 0 (312 409 60 09 İnternet : www.leonardo.gov.tr, www.ua.gov.tr E-posta : ldv.a@leonardo.gov.tr bilgi@leonardo.gov.tr 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 43 dosya Beyaz Karanlığı Aydınlatmak (Malcolm X) Mehmet ÜLGÜNAR mehmetulgunar@mynet.com Amerika keşfedilir. İlk sahipleri doğup büyüdükleri yerlerde yaşamasını beceremeyen, karınlarını doyuramayan kaçaklardır. Gün gelir kaçakların işgal ettiği bu topraklara “yaşamak için savaşmak ve öldürmek “ kuralı hâkim olur. Gemiler Kara Afrika’dan insan taşır Amerika’ya.. Hıristiyanlık hoşgörüsü ile yerlilere yaklaşan Beyaz Adam, İsa isimli gemi ile Amerika’ya taşıdığı insanları sahiplenir. Taşınmaz mülkün yanında taşınan mülk (Kölelik) devri başlar. Bir Çocuk Yetiştir Sekiz çocuklu bir ailenin oğlu olarak Malcolm dünyaya gelir. Anne temizlik işçiliği yaparken evlerde, Baba Hıristiyan Baptist vaizidir. Zencilerin hiçbir zaman Amerika’da özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşamayacağına inanır. Bunun için Siyahlar Amerika’yı bırakıp hemen kendi vatanları olan Afrika’ya dönmelidirler. Kendini siyahları aydınlatmaya adayan siyah adam vaaz ve konuşmaları sebebiyle her yerde tedirgin olur. Rahatsız edilir, evi barkı yakılır, yıkılır, sürekli yer değiştirir.Ve baba suikaste uğrar. Hayat Uçurumda Başlar Bazı insanlar için hayat uçurumda başlar, ancak bu hayat Malcolm için daha engebeli ve daha korkunç olacaktır. Annesi Batı İndiana’da dünyaya geldiği için renk olarak beyaz kadınlardan bir farkı yoktur. Artık oturdukları yerin yakınındaki kasabaya gidiyor ve orada ev temizliyordur. Bir gün çocuğu bir şey söylemek için annesinin çalıştığı eve gelir 44 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 ve “Mami =Anne” diye seslenir. Bu siyah çocuğu gören işveren ev sahibi, kadının işine hemen son verir. Anne ve büyük çocuklar buldukları işte çalışıp beş on kuruş kazanmaya bakarlar. Gün olur beş kuruşları olmaz. Hayat şartları da hiç kolay değildir. Böyle zamanlarda anneleri bir tencere HİNDİBA ağacı yaprağı kaynatır. Onu yerler.. Bunu duyan arkadaşları okulda Malcolm’u “ Pişmiş ot yiyenler” diye kızdırırlardı. Bazen de çocuklar Lansing’e giderler, fırından beş sente bir çuval kuru ekmek alırlar, anneleri kuru ekmeklerden öyle çeşit yemekler yapardı ki, kapışarak yerlerdi. ”Annemiz, bayat ekmeklerle çok değişik yiyecekler yapabiliyordu. Domatesle ekmeği kaynatınca bize yemek oluyordu. Yumurtamız varsa pide balığı yapardı. Ekmek tatlısı yapardı. Bazen içine üzüm koyardı. Ekmeği etinden kat kat fazla olsa da hamburger yediğimiz olurdu. Çoğu ekmekten yapılmış yemekleri bir solukta silip süpürürdük” diye anlatır. Artık on yaşına gelmiş olan Malcolm kardeşleri ile babalarından kalma 22 kalibrelik tüfekle tavşan avına giderler, vurdukları tavşanı yoldan geçenlere satarlar. O günlerini şöyle anlatıyor: “Hızla büyüyüp gelişiyordum. Bu gelişme kafaca değil bedence daha çoktu. Ben böyle evden uzak kala kala, konu komşunun eşiğini aşındıra aşındıra, dükkânlardan ufak tefek şeyler yürüte yürüte, büyüdükçe, isteklerimi elde etmede daha saldırgan oluyordum, sabırsız oluyordum, hırsla büyüyordum.” Babanın öldürülmesinden sonra ailenin orta direği olan anne de yıkılmak üzeredir. Madde- portre 1948’de Corcord hapishanesine nakledince ağabey Philibert’ten bir mektup aldı. “ Siyah adam dinini keşfetti.” diyordu. Abisi Reginatd ise mektubunda “ Malcolm, sakın domuz eti yeme ve artık sigara içme. Hapisten nasıl kurtulacağını sonra sana anlatırım” diyordu. ten ve ruhen hastadır. Ve anne akıl hastanesine gönderilir. Annenin çocuklara bakamayacağına karar veren Aile Refah Kurumu çocukları Çocuk Esirgeme kurumuna ya da evlatlık olarak ailelere vermek üzere alıkoyar. Anne ise akıl hastanesine gönderilir. Anlaşabildiği iyi bir ailenin himayesine verilen Malcolm, okumaktan hoşlanmaya başlar. Sınıfının en çalışkan öğrencisi olur. İkinci dönemin başında Malcolm’u çok seven İngilizce öğretmeni onu beyazların çoğunluğundaki sınıfa Başkan seçer. Bir gün baş başa kaldıklarında Öğretmeni; “ Artık büyüyorsun, ne olmak istiyorsun?” diye sorunca Malcolm; “Avukat olmak istiyorum.” der. Bu cevap karşısında şaşıran öğretmeni: “Biraz gerçekçi olmalısın. Sen bir zencisin. Bunun için doğru düşünmelisin. Marangoz olmayı niçin düşünmüyorsun?” der. “Daha düne kadar renginden dolayı siyahları otobüse almayanlar, ya da arka kapıdan arkalara oturtturanlar; şimdi kalkmışlar dünyaya insan haklarını öğretmeye kalkışıyorlar. Çok yazık.” Malcolm onbeş yaşında okuldan ayrılır. Kendini tamamen işe verir. Ailesine yardım etme, geçindirme sorumluluğunu yaşarken Boston’da ayakkabı boyacısı Shorty ile tanışır. Ondan geçinmenin bütün sırlarını öğrenir çok para kazanmaya başlar, Esrarla, eroinle, alkolle tanışır, kullanır. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 45 dosya Bir ara Boston- Newyork arasında işleyen trende temizlik işi yapar. Malcolm’un gençliği bizim hiç düşünemediğimiz bir gençliktir. Tren yollarında çalışırken adeta zencilerin mahallesi olan Harlemi tanır. Orasını çok sever. 1942 yılında 17 yaşında işten atılınca bir barda işe başlar. İşini çok sever. İşe hiç geç kalmaz. Bu bar onun deyimiyle “bir mektep” olur. Burası; hırsızların, esrar satıcılarının, kadın pazarlayıcılarının, kısaca her türlü dümencilerin uğrak yeridir. Esrarlı sigara satmaya başlar. Stoklar yapar. Artık Harlem’de viski ve uyuşturucu kaçakçılığın te büyük hizmetler yapacağını anlatır. Askerlik pusulası gelince en acayip zoot elbisesini giyer, saçlarını kımızıya boyatır, dikenli çalı gibi kıvırttıktan sonra askerlik şubesine gider sırada bekleyenlere aldırış etmeden bağırarak içeri dalar, herkesin önüne geçer, görevli komutana” Hadi koçum benim işimi hemen bitir. Ben asker olmak, general olmak istiyorum. Düşmanların kafasını yaracağım, ortasından ikiye ayıracağım.” diye bağırır. Sıraya alırlar beklediği müddetçe aynı şeyleri söylenir. Psikiyatri kliniğine gönderilir. Sonra kendisini muayene eden psikologun kulağına eğilerek; “Bak babalık! Ben güneye gideceğim. Zencileri örgütleyeceğim, ne kadar fellah varsa öldüreceğim.” der. Bunu duyan doktorun elinden kalem düşer. Böylece askerlikten yırtar. Bir Hayal Kur O zamanlar Amerika’da zenciler Üniversiteyi de bitirseler ayak işlerine veriliyordu. Hastanelerde hizmetli, devlette temizlikçi olabiliyordu. Bunu bilen zenciler dümen çevirme yollarını seçiyorlardı. Şimdiye kadar hayatı dümencilerin, esrarkeşlerin, kumarcıların, piyangocuların arasında geçen Malcolm’un hayali, Amerika’daki zenciler gibi en iyi hırsızlık çetesini kurmak ve böylece geçinip gitmek. içine düşmüştür. Polis peşine düşer. Daha önce tanıştığı ve ayakkabılarını boyadığı Orkestra grubu ile dolaşarak Trenlerde seyyar esrar satıcılığı yapar. O güne kadar seyyar esrar satıcısına rastlanmamıştır. Ani bir kararla eroin satıcılığını bırakır. Amerikalı tüm zenciler gibi askere gitmek istemez. Irkçı beyazlara hizmet bütün zencilere züldür. Bazılarının yaptığının aksine bir yol izler. Her gittiği yerde askere gitmek istediğini haykırarak söyler. General olacağını, memleke46 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 Boston’a gider, iki beyaz kız ve üç erkekten oluşan hırsızlık çetesini kurar. Kızlar belirlenen zenginlerin evlerine gidiyorlar, evlerin planını çıkarıyorlar, kıymetli eşyaları belirliyorlar, geriye planı uygulamak kalıyordu. İşler çok iyi gidiyordu. Malcolm, bir gün çaldıkları bir saati beğendi. Alıkoydu. Fakat saatin bir taşı düşmüştü. Antika idi. Tamirciye götürdü. Saatçi iki gün sonra gelmesini söyledi. Tamir parasını aldı. Polisler bastırdı. Yakalandı. Yapılan aramada bir çok kıymetli eşyalar; Kürkler, Mantolar, mücevherler ve bir silah ele geçti. 1946 da arkadaşı Shorty ile bileklerine kelepçe vuruldu eyalet hapishanesine atıldı. Yirmi bir yaşını doldurmamıştı. İlk günler çok sıkıntılı geçiyordu. Alışkanlığı olan uyuşturucu bulamıyor. Ağzına gelen küfürleri savuruyordu. Cezaevinin psikiyatrisi ilgilenmeye başladı.. Papaz geldi, o da olmadık ağır küfürleri duydu. Hücreye girdiğinde avazı portre çıktığı kadar bağırıyor, İncil’e ve Tanrı’ya küfürler yağdırıyordu. Onun için Cezaevindekiler ona İblis adını taktılar. okumaya başlar. Tüm kötü alışkanlıkları sigara dâhil bırakmaya söz verir. Hücre hapsinde kaldığı uzun süreleri okuma alışkanlığı ile geçirir. Bir gün Bimbi diye biri yanına geldi. Çok kitap okuyan ve çok güzel konuşan biriydi. Onunla konuştu. Malcolm artık kitaba ve Tanrıya küfretmemeye başladı. Malcolm, Norlfok hapishanesine gider. Herkesin kendine ait bir odası olan modern bir yerdir. Nefret kusan gardiyanların yerini eğitimci gardiyanlar almıştır ve modern bir kütüphanesi vardır. Buna çok sevinir. Mahkûmların istedikleri kitabı okuyabilmeleri ayrı bir sevinç kaynağı olur. Burada beş saat uyur bunun dışında gece gündüz kitap okur. Gece ışıklar kapansın sözü ona kâbus gibi gelir, pencereden sızan ışıkla okumaya devam eder. Bilmesi, öğrenmesi gereken çok şey vardı. Kendini bilmiyor, geçmişini, atalarını bilmiyordu. Kardeşi Reginald geldiğinde ona “ kim olduğunu bilmiyorsun? Bitip tükenmez hazineleri olan, kralları, medeniyetleri olan bir ırktan geldiğini ne yazık ki bilmiyorsun. Şeytan olan beyazlar bunu senden gizledi. Asıl soyadının ne olduğunu bile bilmiyorsun, ana dilini bilmiyorsun. Beyaz şeytan bütün bu gerçek bilgileri senden aldılar Anayurdundan koparıp getirdiler, köle yaptılar. Şeytanların kurbanı oldun.” demişti. 1948 de Corcord hapishanesine nakledince ağabey Philibert’ten bir mektup aldı. “ Siyah adam dinini keşfetti.” diyordu.Abisi Reginatd ise mektubunda “ Malcolm, sakın domuz eti yeme ve artık sigara içme. Hapisten nasıl kurtulacağını sonra sana anlatırım” diyordu. Bunları hapisten kurtulmanın bir yolu olarak düşündü ve abisinin yazdıklarına uymaya karar verdi ve onun geleceği günü dört gözle beklemeye başladı. “Malcolm, bil bakalım, akla hayale gelebilecek her şeyi, bilinebilecek her şeyi bilen insan kim olabilir?” “Her halde Tanrı gibi bir şey olabilir” dedi Malcolm. Reginald anlatmaya devam etti; ”Her şeyi bilen bir insan var, Tanrı bir insandır, adı da Allah’tır (Haşa)” dedi kardeşi.” Allah’ın 360 derece ilmi olduğunu, bu ilmin bütün ilimleri kuşattığını, şeytanın sadece 33 derece ilmi olduğunu ve buna da Masonluk denildiğini” söyledi. Ayrıca “Şeytanın da bir insan olduğunu ve bütün beyazların şeytan olduğunu” anlattı. Bunun üzerine Malcolm’un aklı karma karışık olmuştu. Özellikle ailesine zulmeden beyazlar bir şerit gibi gözlerinin önünden geçti, kardeşi haklı idi. Newyorktaki polisler, beyazlar, özellikle Avukat olmak istediğinde neden marangoz olmayı düşünmüyorsun diyen en sevdiği İngilizce öğretmeni. Bir Sevda Ateşi Yak Kendisini değiştirmesini bilenler, çevreleri ile birlikte toplumları da değiştirirler…. İnsanlık tarihi çok isimlerden bahseder, lider olarak, önder olarak kendi hayatına yön vererek, etrafı etkileyen..Tarihin akışını değiştiren isimler yönünden ise kısırdır. Abisinden aldığı bir mektupla düşünmeye, derken Bu okumalar düşüncelerinin ve gelecekte yapacağı konuşmalarının alt yapısını oluşturmuştu. Diğerlerinden farklı olarak bu cezaevinde mahkûmlar arasında münazaralar düzenleniyordu. Bunlara katılmaktan zevk alıyordu. “O sıralar insan için en zor olan, fakat en büyük olan, etrafını çepeçevre kuşatmış olan gerçeği, tek gerçeği kabul etmek üzereydim. İslamı kabul etmeye hazırdım.” Diyordu. Belki de bunu beyaz şeytana bir tepki olarak kabulleniyordu. Zira Elijan Muhammed tam bir ırkçı Müslüman idi. Irkçılık öne çıkınca Zenciler Müslüman oluyordu. Burada doğu ve batı felsefesini okudu. Çok şey öğrendi. Beyaz tüccarların koloniler kurarak Afrika ülkelerine saldırışını, Haça İsa’nın ruhuna uygun olarak inanmadıklarını, içten pazarlıklı yaklaştıklarını, azizce görünerek insanlara saldırdıklarını öğrendi. Beyaz şeytan kendi menfaatleri için Hıristiyanlığı bunlara aşılamıştı. Bu Hıristiyanlık, köleci efendisi gibi sarı saçlı, soluk benizli, mavi gözlü tanrıya tapmalarını salık veriyordu. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 47 dosya Ona devamlı mektup gönderen Elijan Muhammed siyahtı. Bir çiftlikte dünyaya gelmişti. İnsan suretine girmiş tanrı ile tanışmış onun görevini üslenmişti. Allahın mesajını kuzey Amerika’daki zencilere iletmekle görevlendirilmişti. Cezaevine gelen bir papaz ilahiyat dersi vermiş, dersin sonunda soruları almıştı. Malcolm ona “Pavlosun rengi ne idi? Siyahtı elbette. Çünkü o bir İbrani idi ve esas İbraniler soyundan gelenler siyah idi değil mi?“ diye sorduğunda “Evet” cevabını almış, “Ya İsa’nın rengi ne idi, O da İbrani, yani siyah değil mi?”deyince ilahiyatcı “Evet İsa esmerdi.” “Peki öyleyse kiliselerde ki bütün resimlerde İsa beyaz çizilmiş, bu resimler gerçeği yansıtıyor mu sizce ?” deyince İlahiyatçı “Bu konuda başka bir şey söyleyemem” diyerek çıkıp gitmiş. Malcolm X, “Üniversiteyi Harlem sokaklarında okuduğunu ve doktora tezini de hapishanede tamamladığını” söyler. Hissettiği okuma açlığını cezaevinde giderir. Doymak bilmeyen bir ihtirasla hapishane kütüphanesinde ki kitapları teker teker okur. “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa gideceği en iyi yer üniversiteden sonra hapishanedir.” der. Öğrenme isteğinin çaresiz ve çözümsüz olmadığını anlatır. Hidayete Adım Adım 1952 yılında 27 yaşında hapishaneden çıktı. Arınmış bir Müslüman olma yoluna girdi. Kardeşinin evinde farklı bir yaşam buldu. Ayakkabılarını çıkararak girdiği kardeşinin evinde tövbe etti ve kardeşinin rehberliğinde ilk gusül abdestini alarak yenidünyasına adım attı. Dünyada Hak-Batıl mücadelesinin yanında, beyaz-siyah savaşları da yaşanmış, yaşanmaktadır. Akıllı olduğunu hükümranlığı ile ispatlamaya çalışan beyaz adam; Amerikanın keşfi ile 48 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 yeni kıtaya ayak basarken, bütün hedefi yeraltı ve yer üstü zenginliklerini doyumsuz ihtirasına yem ederken, siyahların emeğinden menfaat sağlamak için kurbanlar aramıştır. Hızlı bir sokak serserisi olarak girdiği hapishaneden Amerika’da gelişmekte ve yayılmakta olan İSLAM anlayışının etkili ve ateşli bir savunucusu olarak çıkar. Artık yeni kimliği Müslüman’dır. Beyaz adamın verdiği Little soyadı ona, ırkçı olan beyaz adama aidiyetini, sömürüldüğünü ve köleliğini ifade ettiği için ondan bir elbise gibi soyunmak ister. Hakir pis köle olarak çalıştırılan atalarının gerçek kimliğini ve soyadını bilmediği için bilinmezliği ifade eden X’i seçer. Artık The Black Müslim - Siyah Müslümanlar Örgütü- ikinci adamı ve önde gelen hatibi olmuştur. Fakat o zamanları Siyahî Müslüman Hareketinin fikirlerini İslam inançlarıyla örtüştürmek mümkün değildir. İslam’la bağdaşmayan bir düşünceye sahiptirler. Öncelikle ırkçıdırlar. Tüm beyazları düşman kabul ederler. İkinci olarak örgüte hakim olan anlayış “Kur’an’da adı geçen Peygamber Muhammed, örgüt Lideri Elijan Muhammed’dir. Ve Allah Onu insanlığa tekrar göndermiştir” diye inanırlar. Hakikati Söyle Ve Bir İz Bırak 1964 yılında HACCA giden Malcolm X, gerçek İslam la tanışır. Her meslekten, her sınıftan, her renken, her cinsten, her sosyal sınıftan beyaz ve siyah Müslümanların Allah huzurunda eşit olduklarını, aynı safta omuz omuza saf tuttuklarını görünce şaşırır, dehşete düşer. Sömürünün yuvası olan ABD’de siyahların ve kızılderelilerin gördüğü zulümleri, kendisinin ve ailesinin çektiği baskı ve zulümleri, insan yerine koyulmamayı yaşayan Malcolm X, Allah’ın evi Kabe’de mavi gözlü, siyah saçlı, beyaz derili, siyah derili portre bir biriyle kol kola, omuz omuza ve yürek yüreğe olduklarını görünce şaşırır. Düşünen adam sonunda “İslam’la emperyalizmin bir birine zıt olduğunu müşahede ederek öğrenir.” Öz İslam’la tanışan Malcolm X, yeniden ve sahih bir tövbe ile Allah’a yönelir, ismini de ikinci defa Malik ElŞahbaz olarak değiştirir. yanlış davranışı görünce müdahale eder, kısa zamanda arkasına topladığı kalabalıkla karakolu basar, tutuklu olan arkadaşlarının yerinin hapishane değil, yaralarının sarılması için hastane olduğunu söyler. Arkasındaki kalabalığı gören polis istediğini yapar. Fakat gelecek için tehlike olduğunu da not eder. Artık yeni bir kişilikle yepyeni bir dünyaya girer. Komşu Müslüman devletleri ve atalarının yurdunu tanımak ister.Hac’tan yazdığı bir mektupta ”Burada bu kutsal topraklarda Hz.İbrahim’ in, Hz. Muhammed’in Kutsal Kitap Kur’an’ın söz ettiği diğer Peygamberlerin evindeyim. Daha önce de bu kadar içten bir konukseverliği, bütün insanları her renkten ve ırktan insanları kardeş yapan bir ruhun varlığına şahit olmamıştım. Geçen haftadan beri etrafımdaki her renkten, Müslüman; insanların davranışları karşısında nutkum tutuldu.” diye yazar. 21 Şubat 1965 de Newyork’ta bir toplantıda tebliğ konuşması yapmak için kürsüye gelir, ilk sözü “Selamün aleyküm”dür. Dinleyenler hep birlikte “Ve aleyküm selam”derken oluşan coşkunun içinde FBI tarafından şehid edilir. İnsanlığın akışını değiştirenler, toplumun kurtuluşu için kendilerini feda edenlerdir. Kahire’de yaptığı bir konuşma da “bir Müslüman olarak yer yüzünde Allahın huzurunda secde etmeyen bir tek fert kalmayıncaya kadar İslam’ın hakim kılınması yanında kendimi görevli hissetmekteyim.” der. Nijerya’da OMAVAL (yuvaya dönen çocuk) adını verirler. Gönülden sevgi gösterirler. Mekke’den hanımına yazdığı mektupta “İnanmayacaksın ama tenleri beyazdan da beyaz adamlarla aynı bardaktan su içtim, aynı tabaktan yemek yedim. HEPİMİZ BİR KARDEŞTİK. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Gerçek Peygamberimiz olan Hz. Muhammed ırkçılığı yasaklamıştır” diyordu. Amerika’ya dönünce İslami tevhidi açıklamaya, Elijan Muhammed’in sahtekârlığını anlatmaya çalışır. Elijan Muhammed’in oğlu Wallace D. Muhammed’le birlikte Amerikan İslam Misyonu adlı örgütünü kurarlar. Kısa zamanda Amerika’da İslam Cemaati haline gelir. Diplomaları devlet tarafından tanınan okullar açarlar, Kur’an ve Arapça eğitimi sağlarlar. Artık Amerika’da Müslüman denilince özellikle siyahlar arasında Malik El-Şahbaz akla gelir. Amerikan polisinin bir zenci Müslümana yaptığı Malcolm’un cenazesini evinde 22 bin Müslüman ziyaret etmiştir . İslami usullere göre toprağa verilmiştir.Birkaç ayda yüzyıllık mücadele örneği verir. Taşta iz bırakır. Amerika’da bugün 8 milyon civarında Müslüman nüfus vardır. 11 Eylül saldırısından sonra Müslüman olanların sayısı daha çok artmıştır. Yıllık Müslüman olanların sayısı iki katına çıkmış, geçen yıl 50 bin civarında kişi Müslüman olmuştur. Malcolm Little’den Malik el-Şahbaz’a giden hayat çizgisi, mücadelesi ve şahadetiyle, döneminde yaşanan birçok imansızlık hastalığının teşhisine örnek olmuş bir kişidir. Cahillikten kopuşu, hakikati buluşu çok badireli olmuş. Serserilikten, hırsızlıktan ve uyuşturucu tutkusundan ayrılarak Hac ibadeti ile İslam’ın evrenselliği içinde şahadete hazırlanmış ibretli bir yaşamdır O’nun hayatı. En güzel öğüt örnek olmaktır. Asıl azmaz. Şahsiyetler değişmez. Değerler şaşmaz. Ama inançlar değişebilir. Küfürde önde giden niceleri hidayete erdikten sonra da lider şahsiyetler olmuşlardır. El Hac Malik El Şahbaz da böyle bilinmesi, hayatından ibret alınması gereken bir şehittir. Vahşinin duasını hatırladım; “Benim vesilemle Hz. Hamza’ya şahadet şerbetini içiren Allah’ım; Onun kılıcı ile beni Kafir olarak Cehenneme göndermediğin için sana sonsuz şükürler olsun.” Ruhu şad olsun. Makamı Cennet olsun. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 49 düşünce Yaz Kur’an Kursları: Yeniden Yapılanma İçin Bir Model Gökhan ERENOĞLU gerenoglu@gmail.com zırlanan müfredat ve kılavuz kitap, Kur’an kursu öğreticilerine ek ders ücreti verilmesi çok önemli gelişmeler sağlamış olsa da bunlar yeniden yapılanma için yeterli adımlar değildir. Yaz Kur’an Kurslarının Amacı Ne Olmalı? 4 Temel dini bilgileri kısa sürede kazandırmalıdır. 4 Kalıcı dini öğrenmeyi, yani dini bilgilerin yaşantıya dökülmesini sağlamalıdır. 4 Kursa gelen her talebenin bir daha devam et- Yaz Kur’an Kursları toplumumuzun her kesimine din eğitim ve öğretimini götürebileceğimiz en yaygın yapılanmadır. Temel din eğitiminin verildiği ve verilebileceği, insanların Kur’an-ı Kerim’i ellerine ilk aldıkları yerdir. Milyonlarca öğrencinin sadece dini öğrenmek amacıyla aynı anda bir araya geldiği bir eğitim kurumudur. Din eğitimi ve öğretimi Yaz Kur’an Kurslarından bağımsız düşünülemez. Ülkemizde 0–15 yaş arası çocuklarımıza din eğitimi veren bir örgün eğitim kurumu bulunmamaktadır. Sadece bu açıdan baktığımızda bile Yaz Kur’an Kurslarına ne denli ihtiyacımız olduğu ortadadır. O halde, zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılmasından itibaren Yaz Kur’an Kursları yeniden ele alınmalı ve yeniden yapılandırılmalıydı. 1998 öncesinde İmam Hatip okullarının altıncı sınıftan başlıyor olması din eğitimi ihtiyacını bir ölçüde karşılamaktaydı. Ancak şu anda 0-15 yaş çocuklarına Kur’an öğretimiyle beraber din eğitimi verecek başka bir müessesenin bulunmaması Yaz Kur’an Kurslarının yeniden yapılandırılmasını ve ıslah edilmesini gerektirmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı bazı çalışmalarla örneğin Yaz Kur’an Kursları için ha50 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 meyebileceğini düşünerek en iyi ve kalıcı eğitimi uygulamalıdır. 4 Çocuklarımıza dinin ve caminin hayatımızdaki önemini kavratmalıdır. 4 Çocuklarımıza dinimizin sevgi ve kardeşliğe verdiği önemi, sağladığı ortamla yaşayarak görme imkanı sunmalıdır. 4 Kursa gelen bir çocuğun en az üç sene devamını temine çalışmalıdır. 4 Çocuklarımızın boş zamanlarını faydalı bir şekilde değerlendirmesi için kursa geldiklerini düşünerek çeşitli sosyal etkinlikler planlamalıdır. 4 Kurs görmeye gelen bütün insanlara kapılarını açarak caminin tüm toplumun ortak mekanı olduğunu kavratmalıdır. 4 Seviyeli ve kaliteli bir eğitim vererek gelen bütün öğrencileri memnun etmelidir. 4 Öğrencilerin gönüllü olarak bu kurslara gelmiş olmasının farkında olarak din eğitimini en modern yöntemleri kullanarak vermelidir. Yaz Kur’an Kurslarının Önemi 4 Yaz Kur’an Kursları bir çok çocuğun ilk Kur’an-ı Kerim eğitimini aldıkları yerdir. 4 Toplumumuzda Kur’an-ı Kerim okumayı bilenlerin çoğu Kur’an okumayı yaz kurslarında öğrenmişlerdir. düşünce 4 Yaz Kur’an Kursları daha sonraki yaşantılarında yeterli düzeyde din eğitimi alma imkânı olmayan kimselerin asgari düzeyde dini bilgileri öğrendikleri yerlerdir. 4 Çocuklarımızın dine, din görevlilerine, camilere ve Kur’an-ı Kerim’e bakışlarını etkileyen ilk mekânlar yaz kurslarıdır. 4 Yaz Kur’an Kursları çocuklarımızın ilk dini deneyimlerini yaşadıkları kurumlardır. 4 İlköğretim okullarında iki senede, liselerde üç senede verilebilecek eğitim bu kurslarda bir yazda verilebilmektedir. 4 Bir çok insanımız çocukluklarında yaz kurslarında edindikleri bilgilerle dini yaşantılarını sürdürmektedir. 4 Çocuklarımız yaz tatilini bu kurslar sayesinde boş geçirmemekte, başıboşluktan kurtulmakta ve çeşitli etkinlikler sayesinde toplumsallaşmaktadır. 4 Yaz Kur’an Kurslarının cami merkezli yapılması, edinilen bilgilerin uygulamalı olması din eğitiminin kalıcılığını pekiştirmektedir. 4 Kurslara gelen çocuklarımızın gönüllü olduklarını düşündüğümüz zaman halkımızın Yaz Kur’an Kurslarına ne kadar önem verdikleri daha iyi anlaşılacaktır. 4 Bütün bunların yanında yaz kurslarının ne kadar önemli olduğu yazın camilerimizde oluşan öğrenci yoğunluğundan da anlaşılabilmektedir. Yaz Kur’an Kurslarının Hedef Kitlesi 4 Kursların kapısı herkese açık olmakla beraber hedef kitlesi ilköğretimde okuyan çocuklar olmalıdır. 4 Din eğitiminin batıda bile artık anasınıfından başladığı bir zamanda yaz Kur’an Kurslarına başlama yaşı da 6’ya indirilmelidir. Yeniden Yaz Kur’an Kursları Yaz Kur’an Kurslarının önemle üzerinde durulması gereken bir kurum olduğu artık hepimizin malumudur. Yaz gelince camilerde biriken öğrenciler herkesin dikkatini çekmektedir. Özellikle büyük şehirlerde camiler ve cami görevlileri karşılaştıkları yoğun ilgiye cevap verememekte, kursa gelen talebelerin yarısı ilk hafta sonunda kursu bırakmaktadır. Çok sayıda öğrencinin başvuru yapması Yaz Kur’an Kurslarını bir müessese olarak görmek ve sorumluluğu, başka kimseye atmadan üstlenmek durumundayız. Yazdıklarımız sadece diyanet teşkilatına veya sivil toplum kuruluşlarına yönelik değildir. Din eğitimiyle içiçe olan tüm insanlarımızın ve hayırseverlerimizin de sorumluluğu vardır. ve bir öğreticinin başında 80-100 talebenin toplanması hocayı olumsuz davranışlara itmektedir. Cami cemaati kurs vesilesiyle oluşan kargaşadan rahatsız olmakta ve çocuklara karşı olumsuz tutum sergilemektedir. Halbuki gönüllü olarak Kur’an ve dini öğrenmeye gelmiş olan, en azından camiye ve dine sevgisini gösteren çocuklarımızın kursu bırakmaları biz din eğitimcileri için çok acı bir durumdur. Geleceğimizi inşa edecek olan camilerimizin çocuklar üzerinde böyle olumsuz izlenimler bırakmasının hesabını kim verecektir? Diyanet İşleri Başkanlığı ve sivil toplum kuruluşları kurs mekanlarının düzenlenmesi ve öğretici ihtiyacının karşılanması için acil eylem planları hazırlamalıdır. Bir çok ülkede öğrenci bulmak için çeşitli vesileler aranarak hizmetler yapılırken, ülkemizde varolan öğrencilerimize din hizmetini götürememek, onların cami kapılarından geri dönmelerine sebep olmak bizim vicdan azabı duymamıza sebep olmayacak mıdır? Yaz Kur’an Kurslarını bir müessese olarak görmek ve sorumluluğu, başka kimseye atmadan üstlenmek durumundayız. Yazdıklarımız sadece diyanet teşkilatına veya sivil toplum kuruluşlarına yönelik değildir. Din eğitimiyle içiçe olan tüm insanlarımızın ve hayırseverlerimizin de sorumluluğu vardır. Bizce, Kur’an Kurslarındaki öğretici ihtiyacı İHL meslek dersleri ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenleri tarafından giderilmelidir. Diyanet teşkilatı ve vakıflar hazır yetişmiş ve pedogojik formasyon sahibi bu kitleyi yaz kurslarında istihdam etmelidir. Öğretmenlerin yaz aylarında bu iş için kullanılmaları kurslar için büyük bir imkândır. Yaz Kur’an Kurslarını yeniden düşünürken üç önemli unsur karşımıza çıkmaktadır: Müfredat, Öğretici ve Mekân. Kurslarımızı bu üç unsurdaki 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 51 düşünce aksaklıkları ele alarak gözden geçirecek ve her bir alanın ıslahı için önerilerde bulunacağız. Yaz Kur’an Kurslarında Müfredat Meselesi Yaz Kur’an kursları için iki sene öncesine kadar DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) tarafından önerilen ve geliştirilen ortak bir müfredat söz konusu değildi. İki yıl önce bu ihtiyaç geliştirilen bir müfredatla giderilmiştir. Ancak yapılan uygulamalar müfredatın birçok yönüyle aksadığını göstermektedir. DİB tarafından geliştirilmiş olan müfredat sanki örgün eğitim kurumları için hazırlanmış ideal bir çalışmadır. Adı üzerinde yaz kuran kursları örgün eğitim kurumu değil, kısıtlı süreli mevsimlik bir faaliyettir. YKK müfredatının akademisyenler tarafından yazılmış olması, kurs mekan ve öğreticilerinin durumlarının dikkate alınmaması uygulamada bir çok sıkıntıya yol açmıştır. YKK (Yaz Kur’an Kursları) müfredatı öğrencilerin zeka gelişimine göre seviye grupları ayrımını değil bilgi düzeyine göre seviye ayrımını ön görmektedir. Halbuki Kur’an eğitimi ile dini bilgiler eğitimi farklıdır. Bilgiye göre ayrım Kur’an dersi için geçerli olabilir fakat dini bilgiler dersleri için geçerli olamaz. Çünkü dini bilgiler öğretimi on yaşındaki çocukla on beş yaşındaki çocuğa farklı uygulanmalıdır. Burada kastedilen değişik bilgilerin öğretilmesi değildir. Aynı bilgileri farklı anlayış seviyelerine, farklı ağırlık ve metotlarla öğretmeliyiz. On yaşındaki çocuğa da İslamın şartlarını öğreteceğiz onbeş yaşındaki çocuğa da, fakat ikisine de aynı metni öğretemeyiz. Öğrencilerin kaç sene art arda yaz kurslarına geleceği belli değildir. Onların, dini bilgilerin bir kısmını öğrendikten sonra diğer kısmını öğrenmeleri için bir üst seviyeye geçmelerini beklemek yanlıştır. Halbuki her öğrenciye temel dini bilgilerin hepsi, ana hatlarıyla, yaş seviyelerine uygun olarak öğretilmelidir. Yaşı ilerledikçe aynı konulu bilgiler daha geliştirilmiş olarak öğretilecektir. Böylece öğrenci yaşıtlarıyla beraber okuyacak ve anlayabilecekleri dersleri görecektir. Kur’an-ı Kerim’in kıraati ve ezber öğretimine gelince; bu alandaki gruplandırmalar öğrencilerin bilgilerine göre yapılabilir. Çünkü burada somut 52 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 öğrenme söz konusudur. Daha önce öğrenmiş olanlar veya daha çok çalışanlar, aynı yaşta bile olsalar ilerleyecektir. Kıraat ve ezberde ilerleyen öğrencileri yaşları küçük diye bekletmenin de anlamı yoktur. DİB tarafından hazırlanan bu müfredata eleştirilerimizin temelinde, dikkat edilirse hep işlevsellik öncelenmiştir. Anlattıklarımız kurslarda uygulanabilen işlerdir. Henüz öğrenci istikrarı bile sağlanamayan kurslarda örgün eğitimde kullanılabilecek bir programı uygulamaya kalkmak verimi artırmak yerine düşürecektir. Bu müfredat Yaz Kuran Kursları tarihinde bir dönüm noktasıdır. Artık kurs mekânlarının düzenlenmesi, öğreticilerin yetiştirilmesi ve ders kitaplarının hazırlanması gündemdedir. DİB’nın bütün bunları düşündüğüne ve gerekeni de yapmaya çalıştığına eminim. Ancak müfredatta görülen eksikliklere düşmemek için işin içinden gelen insanların bu çalışmaları yapması gerektiği görülmektedir. Yaz Kur’an Kurslarında Öğretici Meselesi Modern eğitimin başlamasıyla okullar camilerden uzaklaştı. Cami çevresinde gelişen İslamî eğitim öğretim modelinin ortadan kalkması ile camiler sadece ibadet edilen mekanlar haline geldi. Diyanet teşkilatı camilerin ibadet işlevini organize etmek için imam ve müezzin dışında görevli tayinine ihtiyaç duymadı. Yıllardır imam ve müezzinlere yaz kursu yaptıkları zaman bir ücretin ödenmemesi aslında onların görevinin kurs yapmak olmadığını da göstermekteydi. Ancak durum böyle değildir. Yaz Kur’an kursu yapması için görevliler tayin edilmedikçe cami görevlileri, kanuni mecburiyetleri olmasa da kursları kendileri yapmalıdır. Kur’an kursu yapan görevlilere ek ders ücreti ödenmeye başlanmış olması bunu ifade etmektedir. Camilerde yaz kuran kursları öğreticiliği için ayrı görevlilerin atanması yakın zamanda söz konusu değildir. İmam ve müezzinlerin İlahiyat mezunu olması da uzun yılları alacak bir meseledir. Yaz Kur’an kurslarındaki öğretici açığını gidermek için dışardan insan istihdam edilmelidir. İmam Hatip mezunları hatta öğrencileri, İlahiyat fakültesi öğrenci ve mezunları öğretici ihtiyacını karşılayacak kaynaklardır. Fakat bizce en önemli kaynak öğret- düşünce menlerdir. Eğer Din Dersi ve İHL meslek dersleri öğretmenleri Yaz Kur’an Kurslarında görevlendirilirse, ki sayıları binlercedir, hem sayısal ihtiyaç giderilecek hem de nitelikli öğretici istihdam edilmekle verimlilik arttırılacaktır. Kur’an kurslarındaki öğretici meselesini çözmek sadece müftülüklerimizin işi olmamalıdır. Öğretmenlerimiz bu konudaki istek ve arzularını gerekli makamlara beyan etmelidir. Ümidimiz odur ki, din görevlilerine verilen ek ders ücreti yaz kurslarında görev alan öğretmenlere de verilir. Öğretici ihtiyacına en kalıcı çözüm herhalde bu şekilde sağlanabilir. Yaz Kur’an Kurslarında Mekân Meselesi Yukarıda da değindiğimiz gibi camilerimiz eğitim öğretim işlevini yitirdiği için kurs yapılabilecek uygun mekânlara da sahip değiller. Kurslar genelde namaz kılınan mekanlarda ve rahlelere oturmak suretiyle yapılmaktadır. Hâlbuki öğrencilerimiz modern okullarda sınıf sistemi ve sıralarda ders görmektedir. Onları camilerde diz üstü oturmaya mecbur bırakmak uygun değildir. Camilerimizde de derslikler oluşturmalıyız. Derslik oluşturulmadan yapılan derslerde sınıf hakimiyeti de sağlanamamaktadır. Öğreticiler öğrencileri kontrol edememektedir. Öğrencilerin ibadet mekanlarını rahat kullanması cemaat tarafından hoş karşılanmamakta, çocuklar çok kere cemaatin olumsuz tutumlarına maruz kalmaktadır. Her cami, sadece yaz için bile olsa kurslar için derslikler oluşturmalıdır. Hatta okul döneminde hafta sonu Kur’an eğitimi yapılabileceği gibi okula giden öğrencilere etütler de yapılabilir. Ayrıca yaşı ilerlemiş insanlara kurslar açılarak bu sınıflardan istifade edilebilir. Dolayısıyla oluşturulacak sınıflar boş yatırımlar olmayacağı gibi yaz kurslarının kalitesine de büyük katkı sağlayacaktır. Yaz Kur’an Kurslarının Yeniden Yapılandırılmasında Dikkat Edilecek Temel İlkeler 4 DİB tarafından hazırlanan müfredat gözden geçirilip uygulanabilir hale getirilmelidir. 4 YKK müfredatı ilköğretim din dersi müfredatı da incelenerek ele alınmalı, ilköğretimdeki dersler ile YKK’larındaki dersler birbirini ta- mamlayıcı olmalıdır. 4 YKK öğretici kılavuz kitabının yanında ders kitapları da hazırlanıp öğrencilere dağıtılmalıdır. 4 Yaz kurslarına kayıtların altı yaşından itibaren başlatılması için gerekli resmi düzenlemeler yapılmalıdır. 4 Öğrenciler yaşlarına göre seviyelere ayrılmalı ve bu çerçevede seviye grubları oluşturulmalıdır. 4 Camilere, İlahiyat mezunu imam atamaları fazlalaştırılarak kurslarda öğretici kalitesi de arttırılmalıdır. 4 Mevcut cami görevlileri kurslar öncesinde uzmanlar tarafından verilen seminerlere tabi tutulmalıdır. 4 Dışardan görevlendirilecek öğreticiler de seminerlere tabi tutularak görevlendirilmelidir. 4 Öğretici ihtiyacı devam ettiği sürece din eğitimi almış birçok insan YKK’larda görev almaya teşvik edilmelidir. 4 İHL ve DKAB öğretmenlerinin YKK’larda görevlendirilmesi için onlara da ek ders ücreti ödenmelidir. Gereken düzenleme bir an önce yapılmalıdır. 4 Camiler kuran kurslarına hazırlanmalı ve cemaatin olumsuz tutumlarının önüne geçilmelidir. 4 Camiye kurs için gelen hiçbir öğrenci geri çevrilmemelidir. 4 Her cami derslik sistemine geçmeli ve gereken araç gereçleri hazırlamalıdır. 4 Derslikler cami müştemilatının dışında olmamalı, öğrenciler devamlı cami ile iç içe bulunmalıdır. 4 Görsel malzemelerin kullanılması için sınıflarda teknik altyapı hazırlanmalıdır. 4 YKK sadece bilgi verilen bir kurum olmamalı, öğrencilere çok çeşitli sosyal etkinlik imkanları sunmalıdır. 4 Öğreticiler velilerle yakın temasta bulunmalı, veli toplantıları yapılmalı, öğrencilerin devamsızlıkları ailelerine bildirilmelidir. 4 YKK öğreticileri kendi aralarında zümre yapmalı, daha iyi ve kaliteli bir eğitimin yapılabilmesi için gereken önlemleri kendileri almalıdır. 4 Ders giriş çıkış saatleri namaz vakitlerine göre ayarlanmalıdır. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 53 paylaşım Düşünce Fabrikası Materyal Geliştirme Komisyonu Eylül ayından bu yana sürdürdüğümüz çalışmalarımız her geçen gün bizlere yeni tecrübeler kazandırıyor. Sivil Zümre Toplantısındaki paylaşımlarımızda, DKAB öğretmenlerimizin proje ve performans ödevleri konusunda da farklı fikir ve örneklere ihtiyaç duyduklarını ve bu konuda çalışmalara ihtiyaç olduğunu anladık ve bu alanda çalışmalarımızı yoğunlaştırmaya karar verdik. Ayrıca ünitelerle ilgili drama yazılması, hikâyeler derlenmesi ve öğrencilerimizin seviyesine uygun kaynak listesi hazırlanması gibi çalışmaları da sürdürmekteyiz. Her üç grupta katkısı olabilecek arkadaşlarımızı aramızda görmek ve onların tecrübelerinden faydalanmak isteriz. 8. Sınıfın 1. Ünitesiyle ilgili geliştirilmiş etkinlik örneklerinden bazılarını daha sizlerle paylaşmak istedik. Sizlerin de bildiği gibi, öğrencilerimizin peygamberimizin ahlakını kendilerine örnek alıp, davranışlarında bunu göstermeleri bizim nihai hedefimizdir. Konuları, Hz. Peygamberin hayatındaki olaylara “öğrenciyi katarak” işlemenin davranış edinmede etkili olacağına inanıyoruz. Aşağıda bu amaca yönelik iki çalışmanın yanı sıra çeşitli şemalarla desteklenmiş etkinlikler de sunulmaktadır. ETKİNLİK 1 Etkinlik Adı KÜÇÜK ENES’İN HATIRASI Amaç Peygamber Efendimiz gibi sorumluluk sahibi olması ve sözünde durması gerektiğini kavrar. Süreç Bir hafta önceden sınıftan rol yapma yeteneği olan bir öğrenciden Enes’in hatırasını canlandırması istenir. Öğrenci rolünü oynadıktan sonra öğrencilere bu olaydan ne ders çıkardıkları sorulur ve cevaplar tahtaya yazılır. Enes’in Hatırası Merhaba arkadaşlar… Benim adım Enes. Herhalde içinizde en mutlu çocuk benimdir. Neden mi? Anlatayım sebebini. Ben on yıl peygamber efendimizin yanında kaldım. Bazen benden yapmamı istediği işleri tam olarak yapamıyordum. Buna rağmen sevgili peygamberimiz bir defa bile bana vurmadı, beni azarlamadı, ayıplamadı hatta bana suratını bile asmadı. O çocuklara karşı insanların en merhametlisiydi. Ahlak bakımından da insanların en güzeliydi. Bir keresinde beni bir işe yollamıştı. Gitmek üzere yola çıktım ama sokakta oynayan çocukları görünce oyalandım kaldım. Biraz vakit geçti. Bir de ne göreyim? Peygamber efendimiz omzumdan tutmasın mı? Bana “ Sevgili Enes söylediğim yere gittin mi ?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim ve sadece: “Şey, hemen gidiyorum efendim.” Diyebildim. Bana hiç kızmadı ama sözümde durmam gerektiğini ve bana verilen bir görevin sorumluluğunu bilmeyi öğütledi. Ben de bir daha hiçbir görevimi aksatmadım. 54 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 paylaşım ETKİNLİK 2 Etkinlik Adı HİKÂYE TAMAMLAMA Amaç Peygamber Efendimizin kendi aleyhinde bile olsa verdiği sözden dönmediğini, bizim de verdiğimiz sözler konusunda O’nu örnek almamız gerektiğini kavrar. Süreç Konu ya sözlü olarak anlatılır ya da tamamlanması istenen bölüme kadar basılmış olarak öğrencilere dağıtılır. Olayın geri kalanı konusunda ya sözlü olarak öğrencilerin tahminleri dinlenir, ya da ellerindeki kâğıda hikâyenin geri kalan kısmını tahminen yazmaları istenir. Sonuçta olayın gerçek seyri anlatılır ve birlikte değerlendirilir. Ebu Cendel Olayı Hudeybiye Antlaşması maddeleri yazılmış, henüz taraflarca imzalanmamıştı. Tam o sırada Ebu Cendel ayakları zincire vurulmuş bir halde çıkageldi. Ebu Cendel müşriklerden Süheyl bin Amr’ın oğluydu. Müslüman olduğu için müşriklerce hapsedilmiş ayakları zincirlenmişti. Bir yolunu bulup hapsedildiği yerden kaçmıştı. Kendisini Müslümanların arasına attı. Babası Süheyl bin Amr antlaşma şartları gereğince oğlunun kendisine teslim edilmesini istedi. Çünkü antlaşmaya göre Mekkelilerden birisi Medine’ye gelecek olursa Mekkeliler’e teslim edilecekti. Bu durumda sizce olay nasıl gelişmiştir? Ebû Cendel’in feryadı Müslümanların gönlünü dağlıyordu: “Yâ Resûlallah! Ey Müslümanlar! Siz, beni bana eziyet etsinler, işkencelere uğratsınlar diye mi, bunlara teslim ediyorsunuz? Siz benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz?” Peygamber Efendimiz, babası tarafından alınan Ebû Cendel’e şöyle buyurdu: “Biraz daha sabret! Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükâfatını Allah’tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol yaratır. Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz” buyurdu. Ebû Cendel, Kureyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı ve “Yâ Resûlallah! Onu Kureyşlilere ne için geri veriyoruz? Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?” dedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu: “Biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık yoktur?” ETKİNLİK 3 Etkinlik Adı HAFTANIN ENLERİ (Performans Ödevi Olabilir) Amaç Öz değerlendirme ve akran değerlendirme yoluyla güvenilir olmayı kavrar. Süreç Sınıftan beş öğrenciye birbirinden habersiz olarak “güven” adı verilir. Bu beş kişi bir hafta boyunca sınıf arkadaşlarını gözlerler. Güvenilir olmaya uygun davranışlarını not ederler. Bir hafta sonraki derste hepsinin listeleri karşılaştırılır. Sonuçta listelerdeki örtüşen isimler haftanın güveniliri ilan edilir. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 55 paylaşım ETKİNLİK 4 Etkinlik Adı AKIL ŞEMASI Amaç Aklın dinî sorumluluğun ön şartı olduğunu fark eder Süreç Şema tahtaya çizilir Şemadaki boşlukları öğrencilerin doldurması istenir Mükellefin ne demek olduğu sorulur ve tanımı yapılır Öğrencilerden, tablodaki mükellef ya da mükellefleri bulmaları istenir. ETKİNLİK 5 Etkinlik Adı DÜŞÜNCE FABRİKASI Amaç İnsanın düşünen bir varlık olmasının ne anlama geldiğini açıklar Süreç Üç fabrika resmi tahtaya çizilir Öğrencilerden bu üç resmin ne olduğunu bulmaları istenir Bu üç resmi, konumuzla ilişkilendirerek yorumlamaları istenir. 1. Resim: Düşünmeyen insan, 2. Resim: İyi düşünceler üreten insan, 3. Resim: Zararlı düşünceler üreten insan 56 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 paylaşım ETKİNLİK 6 Etkinlik Adı GÜVENİLİRLİK ŞEMASI Amaç Güvenilirliğin ne anlama geldiğini kavrar Süreç Güvenilirlikle ilgili şema tahtaya çizilir (ya da yansıtılır). Öğrencilerden güvenilirlikle ilgili kelime ya da kelime gruplarını bularak boşlukları doldurmaları istenir. Elde edilen kelimelerden yararlanılarak güvenilirliğin ne olduğu sınıfta tartışılır. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 57 dosya Dünyanın En Zengin Saray-Müzelerinden Topkapı Hakkı KARATEKELİ hkaratekeli@hotmail.com İstanbul…Yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir. Yüzyıllardır üç denizin dalgalarının duvarlarını okşadığı Topkapı tepesi. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan Saray’ın bugünkü alanı 80.000 m.² dir. Etrafı surlarla çevrili olan saray İmparatorluğun 400 seneden fazla idare merkezi olmuştur. Bir tarafında Horn D’or yani Altın boynuz dedikleri Haliç; bir tarafta dünyanın en güzel su geçidi Altın kolye İstanbul Boğazı. Karadan tek bağlantısı Bab-ı Hümayun. İmparatorluğun şanına yakışır Devlet Kapısı. Hakkın yolunda halka hizmet için Sabah ezanı ile açılır ve Akşam ezanı ile kapanır. Saraya girerken başınızın üzerindeki kitabesi 1478 Fatih Sultan Mehmet zamanını işaret ediyor. “Sana 58 Kapının iç tarafına “Nasrun minallâhi ve fethun garîb” ayeti Ali Sofi tarafından meşk edilmiştir. Bab-ı Hümayunun sağ tarafındaki mermer bir kitabede “es-sultân zıllullâh-ı fil ard” (Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir) yani Sultanlar Allah’ın asına katılır ve sonra da törenle içeri girerlerdi. Koçibey 400 kişinin Topkapı Sarayı’nda güvenlik görevi yaptığını ifade eder. (Koçi bey, Risale s.18) Bab-ı Hümayundan girince 40 000 M2’lik birinci avlu karşımıza çıkar. İkinci avlu 20 000, üçüncü avlu 11 000, dördün bir tepeden baktım düncü avlu 9 000 M2’dir. Sarayın topey aziz İstanbul” lam yüzölçümü 700 emirlerinin tatbikinin yer yüzün- 000 M2’dir. deki takipçileridir, levhası yer alır. Birinci avlunun sağ tarafında Soldaki kitabe de ise “Ya vâliye 120 yataklı hastane olduğu söykülli mazlûmûn yazılmıştır ki, lenir. Sarayda hasta olanlar özel bütün halkın “dilekçe hakkının” arabalarla buraya getirilip tabipleolduğunu ve gerektiğinde kullan- re teslim edilirdi. Hemen deniz tadığını ifade eder. rafı gül bahçesi, yani gülhanedir. Divan toplantısı için davet edi- İlk Gülhane Hastanesi burada hizlen Vezirler, Kazaskerler ile Bay- met vermiş, sonradan Ankara’ya ram günlerinde ziyaret için gelen taşınmıştır. Ne yazık ki I.Dünya halk sabah namazını Ayasofya’da savaşından sonra İstanbul’un işkıldıktan sonra kapının açılış du- galinde Fransızlar burasını depo DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 mekan yapmışlardır. Bu sırada çıkan yangında ahşap işlemeli bölümler yanmıştır. (1923) (Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi). Aya İrina, Saraya gelen Hıristiyanlara dini hizmet için işlevsel görevini yapmıştır. Sarayın içinde hala ayakta duran kilise Osmanlının dinlere karşı hoşgörü örneğinin en güzel göstergesidir. Aya İrina’nın bitişiğinde Darphane-i Amire vardır. Darphanede para basımının yanında gerektiğinde Osmanlı sarayı için madalya, hatıra eşyası ve takı gibi altın ve gümüş aksesuarlar da yapılmıştır. Buradaki faaliyetler, 1967 yılında balmumcu semtine taşınıncaya kadar devam etmiştir. İkinci kapıya kadar devam eden Saadet Yolu, Türkiye’nin nadide açık hava Arkeoloji müzelerindendir. Eski Mısır ve Roma medeniyetlerine ait eserler mevcuttur. Bizans’ın Haliç’e bağladığı zincirin bir halkası yine burada sergilenmektedir. Babüsselam, Fatih Sultan Mehmet zamanında yaptırılan ikinci kapıdır. Saraya giriş yeridir. Orta kapı diye de adlandırılan Babüsselam kapısının üstünde ihtişamlı kuleler vardır. “Kelime-i Tevhid” hattı ve altında II. Mahmud’un Tuğrası bulunur. “Selam kapı”sından devlete hürmeten sadrazamlar bile yaya geçmişlerdir. Elçiler de buradan yürüyerek geçmi ve kapı ağaları dairesinde randevularını beklemişlerdir. Bu kapıdan son kez beyaz at üstünde çıkan Sultan Abdülmecit olmuştur. İkinci avluya girdiğimizde bir meydan çeşmesi ile bir tarihi çınar bize gülümser. Çeşmenin kitabesi Fatih Sultan Mehmet devrini işaret ediyor. Sağ tarafta tepesi yirmi kadar bacalarla süslü, Topkapı Sarayı’nın simgesi haline gelmiş olan mutfağı görüyoruz. Saray nüfusu iki binden on bine kadar çıktığı zamanlar da, binlerce kişiye yemek üreten Matbah-ı Amire şimdileri ziyarete açıktır. Paha biçilmez Osmanlı mutfak araç gereçleri, gümüş malzemeleri ve hediyeler sergileniyor. Divan-ı Hümayun; Adalet kulesinin altındadır. Başta Sadrazam, Vezirler, Beylerbeyleri, Reisülküttab, Defterdar vb görevliler burada toplanırlardı. Divan üyeleri olan Vezirler ve sivil üyeler sabah namazını Ayasofya Camii’nde kılarlar, sonra Bab-ı Hümayuna gelirler, topluca içeri girerlerdi. Selam taşları; Divan yolu üzerinde bulunan taşlardır. Bu taşları selamlamak devlete saygının simgesidir. Sarnıcı geçince sol kenarda, Mermer bir kaidenin üstünde bir burç vardır. Kitabesinden Sohum kalesinden getirildiği anlaşılmaktadır. Sohum yani Özi kalesi, Karadeniz’e akan Dinyeper ırmağının 5 km kadar içerisinde bir Türk kalesi iken, I. Abdülhamit döneminde Ruslar tarafından muhasara edilir. Kaledeki kuvvetler daha fazla dayanamayıp teslim olmaya mecbur olunca, Kale komutanı kaleden ayrılırken, kalenin girişindeki kitabeyi sökerek İstanbul’a getirmiştir. Bu kitabe Sohum kale anıtı olarak anılır. Nişan taşı: III. Selim Levent çiftliğinde tüfekle testiye atış yapmış ve vurmuştur. Divanı Hümayunun bitişiğindeki taş, III. Selim’in Levent çiftliğindeki Nizam-ı Cedid kışlasında tüfekle testiye yaptığı atışın hatırasına buraya dikilmiştir. Hazine-i Hümayun Nişan taşının hemen arkasında Tuğlalardan yapılmış 8 kubbeli, pencereleri yerden 4 metre yüksekte, olan yapıdır. Osmanlı Devletinin hazinesi burası idi. Görenleri hayrete düşüren Tuğralar ve Mızraklar burada sergilenmiştir. Pa d i ş a h l a rın özel silahları da buradadır. 4 . Mu- 59 mekan rat döneminde İran’dan gelen ve sadece Deli Hüseyin Paşa’nın kurduğu dev yay buradadır. Bizanslılara ait silahlardan örnekler de vardır. Osmanlı akçesi, altın ve gümüş paraların saklandığı zamanlar burasını Hazineciler Ocağı korumuştur. Devlet hazinesinin gelirleri çoğalınca Hazine Yedikule iç kalesine götürülmüştür. Padişahın haremini başladığı kapı Babu’s-Sadedir. Saray genelde Harem, Enderun ve Birun denilen üç teşkilatla yönetilirdi. Burası Birun’dan Enderun’a geçiş yeridir. Babüssaade’nin önünde ki flama asma yerine Peygamberimizin (sav) Sancağı Şerif’i asılmıştır. Ordu sefere çıkacağı zaman sancak burada açılır ve devir teslim Bu yer dünyanın en büyük Osmanlı arşivi olarak kullanılmıştır. Arz Odası Sadrazam başkanlığında toplanan divanda alınan kararların padişaha sunulduğu yerdir. Yabancı elçiler de törenle padişaha güven mektuplarını burada sunarlardı. İki kapılı oda şeklindeki müstakil bina padişahın makam odasıdır. Osmanlıda elçi kabulü, Birinci Murat’ın Kosova zaferine kadar çok nazik ve serbest idi. Birinci Kosova harbinin sonunda Sırp kralı ölür. Damadı ise kral olabilmek ümidiyle Murat Hanla görüşme talep eder. Sultan onu gayet rahat ve serbest şekilde Otağında kabul eder. O da huzura girdiğinde Padişaha hürmet için eğiliyor gibi yapıp, çizmesindeki hançeri lus, Sefer, Nadir Şah tahtlarının sergi salonudur. Revan Köşkün 4.Murat’ın Revan seferi galibiyeti anısına yaptırılmış. Daha büyük ve görkemli olan Bağdat köşkü de Bağdat’ın yeniden fethi sonrasında yine 4. Murat tarafından inşa ettirilmiştir.. Şehzadelerin sünnet düğünlerinde çocukların yataklarının da bu köşkte kurulması mekânın önemini göstermektedir. Köşk mimarisinin şaheserinden biri olarak gösterilen Bağdat köşkü, iki bahçenin birleştiği yer, yedi metre yükseklikte bodrum katın üzerinde Haliç, Boğaz, Galata ve Beyoğlu’na hakim bir yerdedir. Topkapı Sarayı, 3 Nisan 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş ve aynı yı- burada yapılırdı. Padişahların cülus merasimleri ve Bayramlaşmalarda burada yapılmıştır. Çok önemli ve acil hallerde, hemen karar verilmesi gereken durumlarda, Padişah bu kapı önünde Ayak Divanı yapardı. Ayak divanında padişah bu kapı önünde tahtına oturur. Geri kalan bütün devlet görevlileri ayakta dururdu. Bazen de devlete baş kaldıran zorbalar, Padişahtan taleplerini bu kapı önünde bildirirlerdi. Bugün buraya ayak basılmasın diye taş konmuş, sonraki dönemlerde dört sarı pirinçli zincirle çevrilmiştir. çıkararak sultanı hançerler. Şahadetine sebep olur. Arz, bu olaydan sonra bazı usüllere bağlanır. Osmanlı devrinin klasik üslubunu mimariye hakimdir. Padişaha hediyelerin sunulduğu Mazurat Penceresi de buradadır. Arz odasının en önemli özelliği ise içerde konuşulanları dışarıdan dinlenmesini önleyen çeşmelerdir. Su sesi hem dinlendirir, hem de sinsice dinlemeye engel olur. Enderun; Osmanlı devletine adam yetiştirmek ve şehzadeleri eğitmek için kurulmuş en yüksek eğitim kurumudur. Bugün burası kaşıkçı elması, Bayramlaşma, Cü- lın 9 Ekim’inde ziyaretçilere açılmıştır. Sürekli ve geçici 20 sergi salonu, 86.000 parça tarihi eseri ile dünyanın en büyük ve en zengin saray-müzelerinden birisidir. Mehmet Niyazi hocamızın şu ifadeleri her şeyi ne güzel açıklıyor. “Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asır’da Filistin’in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştır. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır” 60 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 gezi Vahşetin Tanıkları Mustafa KÜÇÜKTEPE sair@mustafakucuktepe.com Aliya İ. Begoviç’in Mezarı Halis, kaç yasındaydın savaş esnasında? ….. Nerede oturuyor idiniz? ….. Halis kaleden şehri seyrederken soruları yanıtsız bırakıyordu. Yüz hatları değişmiş, rengi solmuş, ağlamaklı olmuştu. O günleri hatırlamak istemiyordu. Bu gün yirmi beş yaşında olduğunu düşünürsek savaş esnasında on bir on iki yaşlarında olduğunu tahmin edebiliriz. Bu yaşlarda derin izler bırakmıştı savaş Halis’in dimağında. Her binada kurşun izleri kaldığı gibi. Kurşun girmedik, topla delinmemiş binalar nerdeyse yok gibi. Belki yirmi otuz yıl geçmesini beklemek gerek savaş izlerinin silinebilmesi için. Halis nasıl silecek zihnini oyup duran savaş izlerini? Halis gibi üç yıl boyunca aç susuz yatıp kalkan; kurşunlarla, toplarla büyüyen savaş çocukları, onlar nasıl silecek bu izleri? Gözleri önünde kurşunlanan arkadaşlarını…Genç, ihtiyar, çoluk çocuk, kadın demeden onları camiye doldurup ateşe veren, kapı komşusu olan yıllarca beraber yaşadıkları insanların ihanetini nasıl silecek Halis? Nasıl? Nasıl? Bilge Kral, büyük insan vefat etmiş, dünyanın kaç bucağından yüz binlerce insan onu son yolculuğuna uğurlarken eşlik etmişlerdi. Allah’ın rahmetidir o gün akşama kadar yağmur yağmıştı. Yüz binlerce insan Saraybosna’ nın o soğuğuna rağmen merasime katılmış ve ayrılmamışlardı. Televizyonlardan izlerken içimiz burkulmuş, dualarımız onunla olmuştu. Şimdi O Saraybosna şehitliğinden bağımsızlığını kazandırıp başkanlık yapıp sonra da büyük bir özveriyle başkanlığı başkasına bıraktığı şehri izlemektedir. Çok mütevazı bir kabirden doyasıya izlemektedir şehri. Şimdi kabrin başında yasinler, fatihalar okumaktayız. Cenaze defnedilirken yüz binlerce kalabalığın içinde olmayı ne de çok istemiştik. İşte şimdi mezarın başındayız. Mekanın cennet olsun yüce insan. Bosna denildiğinde akla ilk gelen yerlerden biri de tarihi Mostar Köprüsüdür. Bosna savaşında tahrip edilen köprüye hepimiz ne kadar üzülmüşüzdür. Mostar şehrinde Boşnaklarla Hırvatların mahallelerini birbirinden ayıran tarihi Mostar Köprüsünün neden yıkılmak istendiğini anlayabilmek çok zordur. Belki de koskoca bir tarihin tüm izlerinin köprüyle birlikte kaybolacağını düşündüler. Zira Bosna’ da savaş esnasında vurulan yok edilen yerlerin bir çoğu tarihi özellik arzeden yerlerdi. Mostar köprüsü yeniden onarılarak koruma altına alındı. Mostar kentinden önce Poçitely köyünü ziyaret ediyoruz. Bunca şehir ve kasaba dururken bu köyü ziyaret etmek anlamlı olsa gerek. Bütün orjinalliği ile korunan Poçitely de savaştan nasibi almış bir Türk köyü. Kalesi, hamamı, camii, sokakları ve evleri ile tam bir Türk köyü görünümünde. Savaştan sonra onarılan yerlerden birisi. Savaş Bosnalılara göre bir anlamda “rahmet” olmuştu. 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 61 gezi Avrupa’nın ortasında Türk izleri taşıyan bir ülkenin ziyareti gurur verici oluşu kadar hüzünlü oldu. Sadece Türk ve Müslüman oldukları için tonlarca bomba yiyen, yüz binlerce insanını kaybeden bu ülkenin insanları Avrupa Vahşetinin 20. yüzyılda canlı şahitleri olmuşlardır. İşin en acı tarafı da budur. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” İnsanlar kendi tarihlerini, kendi kültürlerini, kısaca kendileri yeniden tanımlama ihtiyacı duymuşlar. “Başçarşı” adı verilen Osmanlı’dan kalma sokaklarda sanki Anadolu’ yu sanki Bursa’yı anımsatan yanlarıyla akşam gezintisi; Osmanlı çeşmesi şırıl şırıl soğuk suyunu insanlara ikram etmektedir. Az ilerde yine tarihi bir bina; içerisinde savaştan önce yüz binlerce el yazması, tarihi vesikaların, kitapların bulunduğu kütüphane. Savaşta yara almadık yeri kalmamış bir halde. Avrupa Birliğinden gelen yardımlarla onarılmaya çalışılıyor. Kütüphanenin karşısında şehrin içinden geçen ırmağın üzerinde tarihi bir köprü: Latin Köprüsü. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan köprü. Bir Sırp genci Avusturya –Macaristan İmparatorluğu Veliahdını bu köprü üzerinde öldürmesi sonucu dört yıl süren kanlı savaşın kıvılcımı atılmıştı. “ Burası” demiş Fatih, “çok güzel ve sulak bir yer. Buraya bir şehir kurulsun.” Oraya bir güzel şehir kurulmuş. Etrafında minarelerin yükseldiği, ezan seslerinin, kuş cıvıltılarının ve su seslerinin birbirine karıştığı yemyeşil bir şehir. Avrupa’nın ortasında bir Türk şehri. Şehre Osmanlı kalesinden bakış insanı farklı dünyaların hayaline gö62 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 türmektedir. Şehrin yüksekçe bir yerine kurulan kalenin çıkışına kocaları şehit olmuş kadınların kurduğu dernek, güzel Boşnak ev yemekleri ikram etmektedir. Hiçbir bağışı kabul etmeyen ve bu konuda bizi uyaran bu kadınlar el emekleriyle kocalarının ruhlarını şad ediyorlar. Osmanlı Devletine bir çok vezir ve devlet adamı yetiştirmiş Travnik şehri burası. Yine demiş Fatih “Burası Manisa dağlarına benzer. Üzüm dikin bakalım yetişecek mi?” Dikilmiş üzüm fidanları. Yüzyıllardır aynı yerde üzüm yetiştirilmektedir. Göz alabildiğince uzanan üzüm bağları sanki Fatih’in yeniçerileri gibi nöbet tutmaktadır. Tünel Buna Nehri-Balagay Tekkesi Kaleden saraybosna’nın görünümü gezi Mostar Köprüsü Saraybosna havaalanının yakında yaşlı bir teyzenin evinin altından bir tünel kazılmış ve iki buçuk yıl şehrin bütün ihtiyaçlarının karşılandığı ve giriş çıkışlarının yapıldığı tüneli görmek insanın içini burkmaktadır. Düşünün, şehir her taraftan kuşatılmış, şehre giriş çıkış imkanı kalmamış, tüm bağlantılar kopmuştur. Bu esnada bu tünelin ne kadar değer taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İgman dağları Saraybasna’yı çevreleyen dağlardandır. Bu dağların eteklerinden Bosna nehri kaynamaktadır. Yaklaşık 90 ayrı yerden fışkıran sular Bosna nehrini oluşturmaktadır. Ağaçların ve yeşilliklerin arasından igman dağı eteklerine I. Dünya Savaşına Neden olan Latin Köprüsü ve Kütüphane faytonlarla yolculuk zevkli ve keyif verici olmuştu. Buraya “vrelo Bosna” ( Bosna’nın kaynağı) denilmektedir. -Burada meşhur Boşnak böreği yediğimizi söylemeyelim.Avrupa’nın en büyük ve en temiz su kaynağı olan Buna nehrinin çıktığı yerde 550 yıllık tarihi Balagay tekkesi de bahse değer yerlerdendir. Balkon gibi asılı duran kayalıkların altından sular kaynamakta, kaynağın hemen üzerinde bu tarihi tekke, mescid, sohbet yeri ve günlük deyimle cafee bulunmaktadır. Bu güzelliklerin içerisinde meşhur Bosna kahvesini içmek insanın ömrünü uzatır diye düşünmektedir oradaki insanlar. Küçük bir havaalanı olan Saraybosna havaalanında dostlarımızı hüzünlü bir veda ile arkada bırakarak Türkiye’ye dönmek üzere havalandığımızda buruk bir tat kalmıştı dimağlarımızda. Avrupa’nın ortasında Türk izleri taşıyan bir ülkenin ziyareti gurur verici oluşu kadar hüzünlü oldu. Sadece Müslüman oldukları için tonlarca bomba yiyen, yüz binlerce insanını kaybeden bu ülkenin insanları Avrupa Vahşetinin 20.yüzyılda canlı şahitleri olmuşlardır. İşin en acı tarafı da budur. “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 DKAB BAKIŞ 63 kitap Çokkültürlülük: Eğitim Kültür ve Din Eğitimi Doç. Dr. Recep Kaymakcan (ed.) İstanbul: Dem Yayınları, 2006, 232 sayfa. Dr. Z. Şeyma ARSLAN Doç. Dr. Recep Kaymakcan’ın editörlüğünü yaptığı bu çeviri edisyon kitap çokkültürlülük olgusunu, genel olarak kültür ve eğitim, özel olarak ise din eğitimine yansıyan boyutlarıyla konu edinmektedir. Çokkültürlülük meselesi, Türkiye’de özellikle AB üyelik müzakereleri sürecinde daha çok telaffuz edilir olmakla birlikte üzerinde çok az yayın yapılmış olan bir konudur. Hal böyleyken çokkültürlülüğün eğitime yansıyan boyutlarını gündeme almak, ayrıntıda kalan bir mesele olarak görülebilir. Ancak, çokkültürlülükle ilgili tartışmaların tüm dünyada özellikle eğitim ve dinle ilgili alanlardaki karşılaşma ve taleplerle gün yüzüne çıktığını da müşahede etmekteyiz. Dolayısıyla çokkültürlülüğü eğitim ve din sahasında (özellikle din eğitimi sahasında) konu edinmek, tartışmaya doğru bir başlangıç olarak düşünülebilir. Kitap, editörün bir giriş yazısı ve sekiz makaleden oluşmuş. Makale seçimi ve çeviriler, Kaymakcan’ın başkanlığında Değerler Eğitimi Merkezi’nde 2006 yılında gerçekleştirilen bir grup çalışmasına katılan 6 lisansüstü öğrenci tarafından gerçekleştirilmiş. Seçilen makaleler arasında çoğulculuk ve çokkültürlülük düşüncesine olumlu bakan yazıların yanı sıra, eleştirel değerlendiren yazılara da yer verildiği görülüyor. Kitap Amerikalı ünlü siyaset bilimci ve medeniyetler çatışması tezi ile meşhur Samuel P. Huntington’a ait “Çoktan Tek Bir Ulus” başlıklı makale ile başlamaktadır. Makalede tarihsel olarak Amerikan kültürünü oluşturan unsurlar ve değerlerden bahsedilerek bu tarihin ürünü olan ortak Armerikalılık mefhumuna karşı “çokkültürlülük” ve “çeşitlilik” doktrinleri eleştirilmektedir. Dini çoğulculuk düşüncesinde öncü isim olan John Hick “Teolojide Kopernik Devrimi” başlıklı yazısında “dini çoğulculuk” temasının temel argümanını ortaya koymakta ve çoğulculuğa benzer diğer yaklaşımlarla 64 DKAB BAKIŞ 4YIL 14SAYI 24TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL ’07 karşılaştırmaktadır. Geleneksel olarak Hıristiyanlığın başından beri kendini yaşam ve kurtuluş yolu olarak gördüğü tesbitinden sonra Hick şu soruyu sormaktadır: Bizler inandığımız dinin tek yol olduğunu ve bundan hareketle de kurtuluşun bunun dışında bir yolda olmadığını mı kabul edeceğiz; yoksa insanlığın diğer büyük dinlerini de yaşam ve kurtuluş yolları olarak kabul edebilir miyiz? “Çoğulluk Kavramı ve Din Eğitimi Açısından Anlamı” başlıklı makalesinde Geir Skeie, farklı çoğulluk yaklaşımlarının (naturalist, rasyonalist ve romantik) din eğitimi sahasındaki yansımalarını yorumlamakta ve din eğitimi faaliyetlerinin içeriğe ilişkin ayrıntılar arasında sıkışmaktansa amaçlara odaklanmakla geliştirilebileceğini öne sürülmektedir. “Çokkültürlü Bir Toplumda Din Eğitimi” konulu makalede Almanya’nın tanınmış din eğitimcilerinde Hans-Georg Ziebertz, sırasıyla Francois Lyotard, Jürgen Habermas ve Charles Taylor’ın eserlerinde bulunan üç tür çoğulculuk kavramını ele almaktadır. Yazar bu kavramları karşılaştırıp, yorumlamakta ve çokkültürlü bir toplumda din eğitimi için ne gibi anlamlar ifade ettiğini tartışmaktadır. Rudolf Englert tarafından kaleme alınan ve çoğulcu bir din pedagojisinin sınırlarını Almanya çerçevesinde değerlendiren “Çoğullaşabilir Bir Din Pedagojisi Modeli: Dini Çoğulculuğun Sınırları” başlıklı makalede ise, bir emprik gerçeklik olarak dini çoğulculuk alt kategorilere ayrılarak incelenmekte ve din eğitimi ve çoğulculuk ilişkisinde hangi değişkenler gözönüne alınarak değerlendirme yapılabileceği ortaya konulmaktadır. Genel olarak kitap, çokkültürlülüğün eğitime yansıyan boyutlarına ilişkin batıda dile getirilen görüşleri ve temel tartışma konularından Türk okuyucusunu haberdar etmektedir. Bu haberdar oluşun, Türkiye’nin kendi dinamikleri doğrultusunda konuyu tartışmasına yönelik bir katkı sağlayacağını ümit edebiliriz.