Karabağ PDF olarak indir
Transkript
Karabağ PDF olarak indir
Soykırımın Tanıkları ve Eşyaları Hikâyelerini Anlatıyor... Tek Suçları Azerbaycan Türkü Olmaktı… TÜRKSAM Yayınları: 01 İÇİNDEKİLER Gazete Başlıkları ........................................................................................................................................ 5 Nesilden Nesile Yaşanan Dram: Ermenilerin Azerbaycan Topraklarını İşgali ve Soykırım ................................................................. 7 20 Ocak Bakü Katliamı ............................................................................................................................ 12 Karabağ’ın İşgali ve Acılar ...................................................................................................................... 13 Azerbaycan’ın İşgal Edilen Bölgeleri ve İşgal Tarihleri....................................................................16 Soykırımın Tanıkları ve Eşyaları Hikâyelerini Anlatıyor... Tek Suçları Azerbaycan Türkü Olmaktı… Hocalı Soykırımı ........................................................................................................................................ 17 Şahitlerin İfadeleriyle Hocalı .......................................................................................................18 Doktor Raporlarından ..................................................................................................................26 Uluslararası Basında Hocalı .......................................................................................................28 Hocalı’nın Çocukları, Şimdinin Yetişkinleri ......................................................................................... 31 Sarkozy’ye Açık Mektup .............................................................................................................. 32 Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a Açık Mektup ................................................35 Göçmen (Kaçkın) Sorunu .......................................................................................................................38 Uluslararası Hukuk Suskun!.................................................................................................................. 40 The Council on State Support to Non-governmental Organizations under the Auspices of the President of the Republic of Azerbaijan Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi İnsan Hakları Görmezden Geliniyor ...........................................................................................41 Hocalı Soykırımı’nı Tanıyan Ülkeler.....................................................................................................43 Ermeni İşgalinin Azerbaycan’ın Tarihi ve Kültürel Mirasını Tahribi ............................................45 Duyulmayan Dram – Rakamlarla Karabağ ..........................................................................................51 Tasarım-Baskı: Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. • www.basakmatbaa.com Tanıkların Eşyaları ve Hikayeleri..........................................................................................................55 Küçük Bedende Saklanan Bayrak - Hocalı ..............................................................................57 Gazete Başlıkl arı Şehidin Çocuklarına Ulaştıramadığı Mirası - Daşkesen ........................................................59 Eski Birikimlerle Yeni Bir Başlangıç - Hocalı ...........................................................................60 Küçük Oyuncağın Büyük Hatırası - Ağdam ..............................................................................61 Savaşın Küçük Gözlemcileri, Çocuklar – Ağdam ....................................................................63 Umut Arayışı - Zengilan...............................................................................................................65 Dualarla Gittiler – Dağlık Karabağ .............................................................................................66 Saat Değil, Zaman Durdu - Ermenistan ...................................................................................67 Soykırımın Küçük Tanığı - Ağdam .............................................................................................68 The Times: Kıyım Açığa Çıktı! “Ele geçirilmiş Dağlık Karabağ tepelerinde 60’dan fazla kadın ve çocuk cesedi, Ermeni ordularının barış içindeki Azerbaycan halkının yok edilişini kanıtlıyor” (Anatoly Levin, Kıyım Açığa Çıktı, The Times, 3 Mart 1992) Tarihe İz Bırakan Ayakkabılar - Ağdam ...................................................................................69 Değerliler Değil, Değerleri Çalınan – Vedi, Ermenistan ........................................................70 Cephede Tarih Yazan Kalem – Ağdere .................................................................................... 71 The Sunday Times: Hocalı Geçen Hafta Haritadan Silindi Müzik Bitti, Radyo Sustu - Gubadlı ............................................................................................74 Thomas Goltz Ermeni askerlerinin toplu kıyımını rapor eden ilk raportör: “Hocalı eskiden boş dükkanları ve çakıl yollarıyla çorak, Azerbaycan Türklerinin bir kasabasıydı. Ama yine de tarlalarla ve kaz sürüleriyle ilgilenen binlerce Azerbaycan Türkünün eviydi bir zamanlar. Geçen hafta haritadan silindi.” Her Nefeste, Özlem Çekti İçine - Ağdam - Şuşa.....................................................................75 (The Sunday Times, 8 Mart 1992) Zaman Şahit - Kelbecer ............................................................................................................... 72 Canı Sıyırıp Yüreği Vuran Kurşun – Gence.............................................................................. 73 Bir de Geçmişi İçin Yaktı Hasan Muallim .................................................................................76 Tadı Kalmadı Tandırın, Hayatın - Ermenistan ........................................................................ 77 Bir Ocak Daha Söndü - Zengilan................................................................................................78 Dert Niyetine Tespih Çekmek - Kelbecer ................................................................................79 Emanet Yüzük - Asker Abdullayev .......................................................................................... 80 Öncesi ve Sonrasıyla Soykırım ..............................................................................................................81 Le Monde: “Bu, Azerbaycan Türklerinin Propagandası Değil Bir Gerçektir” “Ağdam’da bulunan basın mensupları, Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç kişi görmüşler. Bu, Azerbaycan Türklerinin propagandası değil bir gerçektir.” (Le Monde, 14 Mart 1992) 5 Nesilden Nesile Yaşanan Dram: Ermenilerin Azerbaycan Topraklarını İşgali ve Soykırım Ermenilerin Kafkasya bölgesine yerleştirilmesiyle beraber Azerbaycan Türklerinin tarihinde acı, gözyaşı ve soykırımlar başlamıştır. Tarihler değişse de Azerbaycan Türklerinin kaderi değişmemiş ve Ermenilerin saldırılarına maruz kalmaktan kurtulamamışlardır. İster Erivan’da, ister Zengibasar’da, ister Gence’de, ister Guba’da isterse de Dağlık Karabağ bölgesinde olsun zulme ve soykırıma uğrayanlar hep Azerbaycan Türkleri olmuştur. Maalesef bu soykırımı ise zaman zaman Rusların desteği ile zaman zaman da Batı’nın desteği ile Ermeniler yapmıştır. Dağlık Karabağ’da tarihi veriler ele alındığında etnik yapının Azerbaycan Türkleri aleyhine zaman içerisinde bozulduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu durum uzun ve planlı bir politikanın sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Etnik yapının değiştirilmesiyle ilgili olan bu sürecin başlangıcı, 19. yüzyıla kadar dayanmaktadır. 1783’te Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina’ya yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermekten ve böylece Asya’da bir Hıristiyan devlet kurmaktan“ bahsetmektedir.1 1828–1830 tarihleri arasında Çarlık Rusya’sının çabaları ile İran’da yaşayan Ermenilerin bir bölümü Azerbaycan’ın Karabağ vilayetinin dağlık bölgelerine göç ettirildi. 1 Bitmeyen Sorun: Dağlık Karabağ Trajedisi, http://www.diplomat.com.tr/atlas/sayilar/sayi12/sayfalar.asp?link=s12-5. htm, Erişim Tarihi: 26 Mayıs 2014. 7 Ermenilerin Dağlık Karabağ’a göç ettirilmeleri ile başlayan Azerbaycan–Ermenistan çatışmaları neticesinde bir kısım Azerbaycan Türkü Karabağ’ı terk etmek durumunda kaldılar.2 Ermenilerle yaşadıkları sorunlar yüzünden Azerbaycan Türklerinin tarihte ilk göç hareketleri de böylece başlamış oldu. Ermenilerin, “Büyük Ermenistan’ı” kurmak için Azerbaycan Türklerini ilk planlı tehcir hareketi 1905–1907 yılları arasında gerçekleşti.3Azerbaycan Türkleri daha sonra 1918–20 yıllarında ikinci defa güç tatbik edilerek kendi topraklarından çıkarıldılar.4 2 R. Memedzade, İbrahimbeyova R, Refugees and Internally Displaced Persons in Azerbaijan: Women and Children – Statistical Data, (Bakü: Sada Yayınevi: 1993), s. 3. 3 ‘Azerbaycanlıların Soykırımı Hakkında’ Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Başkanı’nın 690 sayılı Fermanı, Bakü, 26 Mart 1998. 1918 yılı Mart-Nisan aylarında Ermenilerin Azerbaycan Türkleri’ne karşı yaptıkları soykırım neticesinde 100 binde fazla insan öldürülmüştür. Bu durum 1918-1920 yılları arasındaki Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti tarafından bir gün olarak anılmış ve fakat Azerbaycan’ın Sovyet işgaline uğramasıyla bu devam etmemiştir. Kendisini Demokratik Cumhuriyetin varisi olarak kabul eden şimdiki Azerbaycan Cumhuriyeti bu sebeple bu tarihi günü yeniden kaydetmeye başlamıştır. 26 Mart 1998 yılında soykırımın 80. yılı dolayısıyla Devlet Başkanı tarafından “31 Mart Azerbaycanlıların Soykırım Günü” olarak anılması için bir ferman imzalamıştır; http:/president.gov.az/ azerbaijan/31/doc00.htm, 4 8 1920 yılında Güney Kafkasya’nın her üç cumhuriyetinin de (Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan) Sovyet egemenliği altına girmesiyle bölgesel çatışmalara son verilmiş ve bu ülkelerin insanları ortak “Sovyet vatandaşı” kimliği altında karşılıklı iyi ilişkiler içerisinde yaşamaya başlamışlardı. Ancak dönemin Sovyet yönetimine etki edecek siyasi kadrolarda önemli görevler üstlenen Ermeni asıllı “Sovyet” vatandaşları çeşitli bahanelerle Ermenistan’daki Azerbaycan Türklerinin zorla göç ettirilmeleri yönünde yoğun bir çaba içerisine girmiş ve neticesinde “çiftçiliğe yatkın olmaları bahanesiyle Dağlık Ermenistan’dan, ovalık Azerbaycan’a göç ettirilmelerinin uygun olacağı ve Azerbaycan Türklerinin Sovyet ekonomisine (Muğan ovasında pamuk üreterek) daha fazla katkı sağlayabilecekleri” gibi bir iddia ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) döneminde Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri, 1948–53 yılları arsında5“büyük göçe” tabi 5 SSCB Bakanlar Kurulu’nun 23 Aralık 1947 tarih ve 4083 sayılı ve 10 Mart 1948 tarih ve 754 sayılı kararları ile 150 binden fazla Azerbaycanlı Ermenistan’daki tarihi yurtlarından çıkarılarak Azerbaycan’a yerleştirilmişlerdir. Zor şartlar altında yapılan bu göç sırasında birçok Azerbaycan Türkü yaşamını yitirmiştir. tutarak yaklaşık 150 bin Azerbaycan Türkü tarihi yurtları olan Ermenistan’dan kovulmuştur. Azerbaycan Türklerinin tarihi yurtları olan İrevan Hanlığı’ndan (bugünkü Ermenistan) ve Dağlık Karabağ bölgesinden 1828 yılından itibaren başlayan tehcir sürecinin son ve halledici halkası 1988–1991 yılları arasında uygulanmaya konuldu. Bu son planlı tehcir ve soykırım politikaları ile Ermenistan, Azerbaycan Türkleri’nden arındırılmış ve monolit bir yapıya kavuşmuştur. 1985 yılında Mihael Gorbaçov’un Glastnost6 ve Perestroika7 politikaları, büyük ekonomik ve sosyal sorunlar yaşayan SSCB’de, bir arada yaşamaya zorlanmış olan halkların bastırılmış duygularının dışa vurmasını da geciktirmedi. Onlarca değişik milliyeti 15 idari cumhuriyet altında birleştiren SSCB’de, bu cumhuriyetler arasında bulunan değişik sorunlar ve zaman içerisinde küllendirilen ancak söndürülemeyen düşmanlıklar da mevcuttu. SSCB döneminde sorunlu cumhuriyetler arasında karşılıklı ilişkiler yüzeysel 6 Açıklık. 7 Yeniden yapılanma. anlamda geliştirilse de özellikle Ermenistan, sorunları bir türlü unutmak, unutturmak istemiyordu. İçten içe Azerbaycan Türklerine ve Anadolu Türklerine düşmanlık besleyen Ermenistan, Gorbaçov ile başlayan bu yeni dönemin, SSCB’nin dağılmasına doğru giden sürecinde bastırılmış düşmanca duyguların dışa vurmasını şiddet yoluyla gerçekleştirdi. Azerbaycan sınırları içerisinde 1923 yılında oluşturulan8 ve “Muhtar Cumhuriyet” statüsünde9 bulunan Dağlık Karabağ’ın bağımsızlık istekleri 1987 yılından10 itibaren Ermeniler tarafından çeşitli platformlarda seslendirilmeye başlandı. Bu çağrılar çeşitli kesimlerde ve değişik şekillerde meyvesini vermeye başladı ve 1998 yılına gelindiğinde Dağlık Karabağ’da Ermenilerin toprak istekleri silahlı çatışmalara dönüştü. Ermenistan’ı diğer halklardan ve öncelikle de Azerbaycan Türklerinden temizleyerek monolit bir toplum haline getirmek için 1988 yılından itibaren Dağlık Karabağ’da gelişen 8 Sinan Oğan, Azerbaycan, (İstanbul: TDAV Yayını, 1992), s. 3. 9 Bu statü çatışmaların yoğunlaşması üzerinde Kasım 1991 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Parlamentosu tarafından kaldırılmıştır. 10 http://www.president.az/azerbaijan/az8.htm. 9 olaylara paralel olarak Ermenistan’ın bütün bölgelerinde ve özellikle de Azerbaycan Türklerinin sıklıkla meskunlaştığı yerlerde Ermeni önde gelenleri ve komitacıları çeşitli toplantılar düzenleyerek Azerbaycan Türklerinin ‘korku’ ve ‘sindirme’ politikaları ile kovulması faaliyetleri organize edilmeye başlandı. Bunun için Ermenistan Hükümeti’nden değişik yetkililer Azerbaycan Türkleri’ne yönelik ‘güvenli yerlere gitmelerini ve herhangi bir olay karşısında kendilerinin korunmasına teminat veremeyeceklerine’11dair açıklamalar yaparak korku ve sindirme politikalarının çatısını örmeye başladı. Ermenistan SSC Parlamentosu’nun 22 Kasım 1988 tarihli gizli oturumunda, Ermenistan içerisinde 23 bölgedeki tamamı Azerbaycan Türklerinden ibaret 170 yerleşim biriminde ve Azerbaycan ve Ermenilerin karışık yaşadıkları 94 yerleşim biriminden Azerbaycan Türklerinin bir hafta içerisinde güç tatbik edilerek tehcir edilmeleri hususunda bir karar alınmış12 ve bu karar titizlikle uygulanmıştır. Böylece Ermenistan bu ülkede yaşan Azerbaycan 11 Hidayet Orucov, Diderginler, (Bakü: Gençlik Yayınevi, 1990, s. 42. 12 Vilayet Eliyev, Deportasiya, (Bakü, 1998), ss. 29-30. 10 Türklerine ve bu arada Müslüman Kürtlere13 karşı geçen asrın başlarından beri sürdürdüğü planlı tehcir politikasının son halkasını da başlatmış oldu. Başta Ermenistan SSC Parlamentosu’nun Azerbaycan asıllı Ermenistan vatandaşı 13 milletvekili14 olmak üzere bir çok bürokrat, aydın, öğretmen, öğrenci ve meskun halktan ibaret 243.682 Azerbaycan Türkü bir kaç ay içerisinde Ermenistan arazisindeki tarihi topraklarından kovularak Azerbaycan’a sürülmüşlerdir. Ermenistan’dan ilk göçmenler 1988 yılı Şubat ortalarında gelmeye başladı.15 O tarihe 13 Ermenistan’da yaşayan Kürtler, Müslüman Kürtler ve yezidi Kürtler olarak iki guruba ayrılmaktadırlar. Tehcir sırasında bu ülkede yaşayan Müslüman Kürtler büyük oranda kovulurken yezidi Kürtlere pek fazla dokunulmamış ve meskun bulundukları yerlerde muhafaza edilmişlerdir. Ermenistan’da toplam nüfusları 50 bin olarak ifade edilen Kürt nüfustan zorla göç ettirilen Kürtlerin sayısı hakkında kesin bir rakam bulunmamakla beraber Ermenistan’dan zorla göç ettirilen 200 binden fazla Azerbaycan nüfus içerisinde bu rakamı bazı kaynaklar 11.000 olarak vermektedirler.Bkz. http://ourworld.compuserve.com/homepages/ usazerb/refugees.htm, Ancak Dağlık Karabağ’dan göç ettirilen ve Azerbaycan’da göçmen statüsü almış Kürtlerin sayısı 4.526’dır. 14 İdayat Orucov, Bejensı, (Bakü: Gençlik Yayınevi, 1992), ss. 55-64; Gazeta Azerbaydjan, 10 Dekabr 1989. 15 Neobayavlennaya Voyna, (Bakü Komunist Yayınevi), 1991, s. 14. kadar böyle bir şeye ihtimal dahi vermeyen ve halen Sovyetler Birliği’ne inanan Azerbaycan Türkleri artık kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini ve Sovyetlerin bundan sonra var olamayacağını anladılar. Ermenistan’dan kovulan Azerbaycan Türkleri önce Dağlık Karabağ’a yöneldiler. Ancak dönemin Azerbaycan Devlet Başkanı Vezirov ve Azerbaycan’ın Sovyet yöneticileri buna izin vermeyerek 1988’den başlayarak Ermenistan’dan kovulan yaklaşık 243.682 Azerbaycan Türkü’nün Dağlık Karabağ bölgesine yerleşmelerine izin vermeyerek16Azerbaycan için geri dönülmesi çok zor görünen tarihi bir çözüm fırsatı kaçırılmıştır. Dağlık Karabağ’a sokulmayan göçmenler başta başkent Bakü olmak üzere Sumgayıt ve diğer şehirlere doğru yöneldiler. Her iki toplumda göçmenlerle başlayan karşılıklı gerginlik yerini yavaş yavaş silahlı çatışmalara bıraktı. de kazanılan askeri başarılar Ermenilerin Azerbaycan’ın içlerine kadar sokulmalarına olanak sağlamıştır. Netice itibariyle Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si Ermenistan Silahlı Kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. 1988 yılında silahlı çatışmaya dönüşen Dağlık Karabağ sorunu kısa süre sonra Dağlık Karabağ’ın sınırları dışına taşmış ve cephe16 Sinan OĞAN, ‘Kafkasya’daki Gelişmeler Çerçevesinde Azerbaycan Faktörü’, ASAM Jeopolitik Tartışma Dizini, 24 Ekim 2000, s. 5. 11 20 Ocak Bakü Katliamı Bu süreçte gerçekleşen 20 Ocak Bakü Katliamı’nın, hem Sovyetler’in despotizmini hem de Azerbaycan Türklerinin kahramanlığını göstermesi bakımından üzerinde durmak gerekmektedir. Azerbaycan’ın özgürlük mücadelesini büyük bir kararlılıkla gösterdiği 20 Ocak 1990 tarihi ayrı bir öneme haizdir. “Karanfilin ağladığı gece” olarak da hatırlanan 1990 yılı 19 Ocak’ını 20 Ocak’a bağlayan gece Azerbaycan tarihinde dönüm noktalarından birine işaret etmektedir. Başkent Bakü’de, Sovyet tanklarının önünde bağımsızlık ruhuyla bir araya gelen Azerbaycan Türkleri, bedenleriyle tanklara karşı koymuş, o gece Azerbaycan Türkleri, 140’tan fazla şehit vermiştir. 12 “Kanlı Ocak”, Kızıl Ordu’nun masum insanlara yönelik acımasız bir katliamı olarak sayılmasının yanı sıra Azerbaycan Türklerinin bir kahramanlık destanıdır. Şehitlerin anısına yapılmış olan Şehitler Hiyabanı’nda aziz hatıraları yaşatılan Azerbaycan kahramanları her yıl başta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev olmak üzere birçok Azerbaycan Türkü tarafından katliamın simgesi haline gelen karanfillerle 20 Ocak gününde anılmaktadır. Karabağ’ın İşgali ve Acılar Karabağ’ın işgali, sadece kardeş millet Azerbaycan için değil, bizler ve tüm dünya için büyük bir acının, telafisi mümkün olmayan bir utancın ismi olmuştur. Bu işgal sırasında 18 binden fazla Azerbaycan vatandaşı öldürülmüş (bu konuda bazı yazarlar her iki taraftan 1988-1994 yılları arasında toplam 35 bin kişinin öldüğünü ifade etmektedirler), 20 binden fazlası yaralanmış, 50 bini sakatlanmış ve 5.101 Azerbaycan Türkü ise kaybolmuş ve/veya esir edilmiştir. Esir olan Azerbaycan Türklerinin 66’sı çocuklardan ibarettir. Azerbaycan’da aile fertlerinden bir ve/veya birkaçı savaşta öldüğü için 7.737 aile “şehit ailesi” statüsü almıştır.17 Genelde Azerbaycan nüfusunun 1/3’ü Dağlık Karabağ savaşından doğrudan veya dolaylı olarak zarar görmüştür. 17 Crimes By Armenian Terrorists and Bandit Groupings Against Humanity, Encyclopedia, Baku, Elm, 2011, S. 192 18 Kasım Hacıyev, Karabağ’ın Maddi ve Manevi Kültürü, Karabağ: Sorular ve Gerçekler, S. 57 Sadece 1988-1989 yıllarında 216 Azerbaycan Türkü öldürülmüş, 49’u işkenceden kaçarken donarak ölmüş, 115’i canlı canlı yakılmış, 29’u kafaları otomobil altında ezilmiş, 16’sı kurşuna dizilmiş, 10’u kalp krizi geçirmiş, 3’ü suda boğulmuş, biri asılmış, 1’i intihar etmiş, biri elektrik verilmek suretiyle, ikisi elektrik verilerek, hastanede bakımsızlıktan veya başka nedenlerle öldürülmüştür.18 13 Ermeni işgali Azerbaycan’ın önemli miktarda ekonomik kaybına da sebep olmuştur. 60 milyar dolar19 olarak hesaplanan bu ekonomik kayıp ile Azerbaycan’ın bu bölgesinde 7.000’e yakın sanayi, tarım ve diğer müesseseler kapatılmıştır. Bu müesseseler ile ülke ekonomisinde toplam tahıl hasılatının yüzde 24’ü, alkollü içki imalatının yüzde 41’i, patates üretiminin yüzde 46’sı, et üretiminin yüzde 18’i ve süt üretiminin ise yüzde 34’ü karşılanmaktaydı. Bundan başka bu bölgede bulunan 616 okul, 242 çocuk yuvası,20 683 kütüphane, 464’den fazla tarihi eser ve müze, 695 hastane, poliklinik ve sağlık ocağı, Azerbaycanlıların meskunlaştığı 724 şehir, köy ve kasaba işgal edilmiştir. Azerbaycan’ın bu bölgelerinin işgali ile beraber ülkenin ekolojik sistemine önemli miktarda zarar verilmiş, bölgedeki ormanlar tahrip edilmiştir. Azerbaycan’ın verdiği şehitler, sadece Azerbaycan’ın değil Türk dünyasının yüreğinde bir yara olarak kalmıştır. Bilinmelidir 19 R. Memedzade, İbrahimbeyova R, Refugees and Internally Displaced Persons in Azerbaijan: Women and Children – Statistical Data, (Bakü: Sada Yayınevi, 1993), s. 3. 20 Refugees Azerbaijan, s. 11. 14 ki, Karabağ Savaşı sırasında ve sonrasında Ermeniler tarafından Azerbaycan Türklerini hedef alan saldırılar, tarihte bir leke, insanlık için büyük bir utançtır. Yetim kalan çocukların ağıtları, esir düşen insanların psikolojisi, yakınlarını kaybeden ailelerin üzüntüleri henüz son bulmamıştır ve yaşanan vahşetten zarar gören bu kimseler yaşadıklarını unutmayacaktır. Azerbaycan topraklarının işgali sırasında yaşananlara bakıldığında gerçekten de bu acıların ne denli büyük olduğunu her anlamda en net şekliyle görülmektedir. Hipokrat Yemini’ne aykırı hareket eden Ermeni bir doktorun yasaklanmış iğneler yapması, insanların dişlerinin narkozsuz çekilmesi gibi insanlık dışı işkenceler aynı zamanda savaşın sadece cephede değil cephe gerisinde de çirkin bir şekilde devam ettiğini göstermiştir. Bu vahşetin en trajik örneklerinden olan Kelbecer’de Arzu Hacıyev’in yaşadıkları, Nezaket Memedova’nın babasına yapılanlar ve daha niceleri Azerbaycan halkının tarihine ve milli benliğine bir daha çıkmamak üzere kazınmıştır. “Kelbecer ilçesinin işgali sırasında (31 Mart 1993) rehin alınmış Gülcamal Kuliyeva’nın yeni dünyaya gelmiş oğlu Arzu Hacıyev’e Ermeni doktoru Aida Serobyan yasaklanmış iğneler yaptı. Sonuçta Arzu Hacıyev ömür boyu sakat kaldı. Arzu, 2003 yılının Mayıs ayında 10 yaşında vefat etti.” “Ermeniler 15 yaşındaki rehin Nezaket Memedova’nın gözleri önünde babasına korkunç işkenceler yaptılar, kulaklarını kestikleri için anne bu tehdit ve şantajlara dayanamayarak akıl sağlığını yitirdi, kızını ise 4 bin Rus rublesi karşılığında ailesine sattılar.” “Ağdam ilçesinde rehin alınmış Keklik Hasanova’ya da korkunç işkenceler yapıldı, kerpeten ile 16 dişini çıkardılar. Ağdam ilinin işgali sırasında Ermeniler tarafından rehin alınan yaşlı kadın Şergiye Şirinova’nın 8 altın dişi kerpetenle çektiler. O, altı ay rehine hayatı yaşayarak sürekli işkencelere maruz kaldı.” “Kelbecer’in işgali sırasında 20 yaşındaki Semaye Kerimova’nın 2 yaşındaki çocuğu Nurlane ile birlikte rehin alınmıştır. Kolundan yaralı durumda rehin alınmış çocuğu Nurlane’nin karşılaştığı baskılara, ayrıca kendisinin maruz kaldığı işkencelere dayanamayan Semaye Hanım 15 Mayıs 1993 tarihinde intihar etti.” “Hazangül Tevekkül kızı Hocalı işgal olduğu zaman ailece Ermeni orduları tarafından rehin alındı.. Ermeniler Hazangül’ün annesi Raya’yı, 7 yaşındaki kız kardeşi Yegane’yi ve teyzesi Göyçe’yi kurşunlayıp, babasının üstüne benzin dökerek yaktılar.” “Hocavent’in Karadağlı köy sakini Hakikat Yusuf kızı Hüseynova Ermenilerin 1992 yılının Şubat’ında aynı köyden olan 10 kişiyi diri diri yaktıklarına tanık oldu. Onların arasında kadın ve çocuklar da vardı.” “İmaret Memişova, Kelbecer ilçesinin işgali sırasında iki çocuğu ile rehin alındı. Onun gözleri önünde Ermeniler sekiz yaşındaki oğlu Taleh’i kurşuna dizdi ve cesetleri de yaktılar. Bundan sonra Ermeniler kendisini, 10 yaşındaki oğlu Yadigar’ı, diğer kadın, çocuk ve yaşlıları Hankendi’ne götürerek korkunç işkenceler yaptılar.”21 21 Kadın, Çocuk, Yaşlı Demeden…,http://1905.az/kadin-cocuk-yasli-demeden/?lang=tr, Erişim Tarihi: 29 Mayıs 2014. 15 Azerbaycan’ın İşgal Edilen Bölgeleri ve İşgal Tarihleri 1988 yılında silahlı çatışmaya dönen Yukarı Karabağ sorunu kısa bir sürede Azerbaycan ve Ermenistan’ın bir bölgesel savaşına dönüşmüş ve Ermenistan silahlı kuvvetleri 1988 yılından ateşkesin yapıldığı 12 Mayıs 1994 tarihine kadar Dağlık Karabağ’ın tamamı da dahil olmak üzere toplam 890 rayon, köy, kasaba ve yerleşim biriminden oluşan Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmiştir. Ermenistan Silahlı Kuvvetleri; Şubat 1992’de Hocavend’i, Şubat 1992’de Hocalı’yı, Mayıs 1992’de Şuşa’yı, Mayıs 1992’de Laçın’ı, Nisan 1993’de Kelbecer’i, Temmuz 1993’te Ağdam’ı, Ağustos 1993’te Fuzuli, Ekim 1993’te Zengilan’ı, Ağustos 1993’te Cebrayil’i, Ağustos 1993’te Gubadlı’yı işgal etmişlerdir. 16 İşgal edilen bölgelerden; 4.388 km2’lik toprak sahasına sahip Hocalı Soykırımı Yukarı Karabağ’dan 192.300 kişi, Laçın’dan (1.835 km2) 59.500 kişi, Şuşa’dan (970 km2) 29.500 kişi, Kelbecer’den (1.936 km2) 50.500 kişi, Ağdam’dan (1.093 km2) 158.000 kişi, Fuzuli’den (1.386 km2) 100.000, Cebrayil’den (1.059 km2) 51.600 kişi, Gubatlı’dan (802 km2) 30.300 kişi ve Zengilan’dan (707 km2) 33.900 kişi olmak üzere bu yerleşim birimlerinde yaşayan toplam 676.100 kişi yıllarca yaşadıkları ata yurtlarından kovularak Azerbaycan’ın içlerinde çadırlarda yaşamaya mahkum edilmişlerdir.22 İşgalin en kanlı şekilde yaşandığı yerlerden bir tanesi de Hocalı’dır. 1992 yılının 25 Şubat’ı 26’ya bağlayan gece Ermenistan güçlerinin Hocalı kentine girerek onlarca çocuğu kurşuna dizdiği, insanların derilerini soyduğu, bazı cesetlerin kafataslarının otomatik silahlarla dağıtıldığı, kulağı kesik cesetlerin bulunduğu literatüre geçmiştir. Uluslararası hukuka göre, suçun soykırım olarak tanımlanabilmesi için, suç işleyenin düşüncesinin özel yönü veya eylemin olumsuz sonuçları ile ilgili açık niyeti otaya konulmalıdır.23 Bu bakımdan kıyımdan kaçan Hocalılıların kaçış yollarına pusu kurulması ve cesetlerin üzerinde birden fazla kurşun yarası olması öldürme eyleminde kasıt olduğunu göstermektedir. 22 Sinan Oğan, Ermenistan’ın Tehcir Politikası ve Neticesi: Azerbaycan’da Göçmen (Kaçkın) Sorunu, Ermeni Araştırmaları, Sayı 9, Bahar 2003 23 Report of the International Law Commission on the 48th Session, 6 May- 26 July, 1996, NewYork,1996,p.93- 94. Bunların neticesinde; 936 km2’lik bir alanda 2.605 aileden oluşan 11.356 kişinin yaşadığı Hocalı kasabası, 26 Şubat 1992 tarihinde yüzyılın en acımasız soykırımına maruz kalmış ve kasaba tamamıyla yok edilerek, 613 kişi (63’ü çocuk ve 106’sı kadın) işkence yapılarak öldürülmüş, 487 kişi sakat edilmiş ve 1.275 kasaba sakini ise esir edilmiştir. 8 aileden ise hayatta kalan kimse olmamıştır. Hocalı, henüz tarih olmamış bir soykırımdır; şahitleri, kurbanları ve onların yakınları hala hayattadırlar. Dünya tarihi açısından 22 yıl kadar kısa bir süre önce Hocalı’da yaşanan vahşeti yaşayanlar hala bu acıyı hatırlamaktadır. Hocalı’yı yaşayanların anlattıkları bu soykırımın gerçekten de insanlık dışı bir şekilde yapıldığını bütün detaylarıyla gözler önüne sermektedir: 17 Şahitlerin İfadeleriyle Hocalı Anar Usubov Kübra Paşayeva Türkiye ziyaretinde aslında olayların 1988 yılında başladığını ifade ediyor: (1938 yılında doğmuştur. Halen Terter’in Söylen köyünde ikamet etmektedir.) “Ketik Ormanı’na giderken sol kolumdan ve sağ bacağımdan kurşun yarası aldım. Ermeniler etrafımızı tam olarak sarmıştı. Çalılıkta saklandım ve eşim Tevfik oğlu Şura Paşayev’in, oğlum Şura oğlu Elşad Paşayev’in taranarak öldürüldüğünü gözlerimle gördüm. Sonra bizi yakalayarak Askeran Emniyet Müdürlüğü’nün bodrumuna tıktılar. O gece esirlerden yaklaşık 30-40 kişinin kesik başlarını gözlerimizin önünde istiflemişlerdi. Bodrumda tutulduğumuz sürede Ermenilerin genç kızları ve kadınları yakınlarından ayırdıklarını ve kafalarını duvara çarparak bayılttıktan sonra götürdüklerini gördüm. Susuz kalan çocuklara su yerine idrar veriyorlardı. Herkesi aç tutuyor, sonra idrar katılmış hayvan yemi veriyorlardı.”24 Hocalı’da yaşananlardan sonra esir düşenlerin yaşadıkları da Kübra Paşayeva gibi tanıkların yaşadıkları kadar dehşet vericidir. Hocalı’da sadece, Azerbaycan Türklerini değil, esirlerin anlattıkları göz önüne alındığında Ahıska Türkleri, Müslüman Kürtler gibi bölgedeki Müslüman varlığı hedef alınmıştır. Vugar Necefov (1960 yılında doğmuştur. Helen Bakü’nün Sabuncu ili Pirşağa kasabasında ikamet etmektedir.) “Bizimle beraber esarette bulunan kadınlara, çocuklara, yaşlılara işkenceler yapıyorlardı. Hocalı sakinlerinden Ahıska Türkü Ahmet’in kafasını gözlerimizin önünde kestiler. Sonra beni, Hankendi’ye götürerek bir ahırda zincirlediler. Beni sık sık demir sopalarla dövüyorlardı. Vücuduma birkaç yerden bıçak darbesi de vurdular.”25 24 Ganire Paşayeva, Hocalı Soykırımı, s.138. “Önce yolları kestiler, sonra elektrik ve gaz kesildi. Babamın bir tüfeği vardı. Herkes gibi onun da ‘Ermeniler saldırıya geçmesin’ diye nöbet tuttuğunu hatırlıyorum.’’ Bazı arabaların Askeran bölgesinden geçerken Ermenilerin taş atıp camları kırdığını söyleyen Usubov, “Biz de çocuğuz. Onların arabaları yakınlardan geçerken elimize taş alır atardık. Böyle böyle başladı. Önce taş attılar, sonra tüfek, sonra roketler geldi. En sonunda helikopterlerle dayandılar.’’ 1992 yılı şubat ayındaki olaylar için: “O yıl hiç okula gidemedim. Babam, 2 kardeşim ile annemi daha güvenli olduğu ve kardeşlerimin okula devam edebilmesi için annemin kasabası olan Ağdam’a götürdü. Ben Hocalı’da, babaannem ve amcalarımla kaldım. 70-80 kadar akrabamla Hocalı’da yaşıyordum. Ta ki, 25 Şubat’a kadar.” 25 Şubat akşamı amcalarından birinin geldiğini ve “Ermeniler saldırıya geçti, buradan çıkmamız gerek’’ dediğini aktarıyor Usubov: “Amcam ‘Tek ümidimiz ormana girmek. Başarabilirsek, Ermeniler bizi bulamadan Ağdam’ın Azerbaycan köylerine geçebiliriz’ dedi. Ormana girdik, Ağdam’a ulaştık ama herkes bizim kadar şanslı olamadı. Pek çok insan ormanda donarak öldü. Gargar Nehri’ni geçerken ayakları donduğu için ayaklarını kaybedenler oldu. 40 gün ormanda kaybolanları, yolunu bulamayanları biliyorum.’’ Mürsel Hasanov (Mürsel Hasanov 15 Yaşındaydı) Mürsel Hasanov, silahlı Ermeni güçlerinin saldırıları sonucu 613 kişinin hayatını kaybettiği Hocalı Katliamı zamanında 15 yaşındaydı. 1992 yılının 25’i, 26 Şubat’a bağlayan gece Hocalı’dan çıkmayı başaranlardan; ama Hocalı Soykırımı’nı hiç unutmayanlardan. Ailesi, Hocalı’dan göç eden birçokları gibi kamplarda yaşıyor. Azerbaycan Devleti’nin maddi yardım- 25 A.g.e, s. 142. 18 19 ları yaralarını sarmaya yetiyor ama “Devletten maddi beklentim yok. Bir an önce Ermenilerce işgal edilmiş topraklarımızın geri alınmasını bekliyorum” diyor ve ekliyor “İnsan öyle bir mahlûk ki, her şeye alışıyor.” Kendisinin gözünden olaylar şöyle gelişmiş; “Biz babamla dönüşümlü olarak gözcülük yapıyorduk. Çünkü Hocalı’nın etrafı Ermenilerle çevrilmişti. Karayolu ulaşımı kesilmişti. En son ayın 13’ünde helikopter gelip yiyecek atmıştı. Artık helikopter de gelmiyordu. Ermeni silahlı gruplarının saldırısını bekliyorduk. 25’i akşamı ben akşam 6-7 civarı eve geldim babam gözcülüğe gitmişti. Saat 9 civarı babam eve geldi. ‘Çabuk evden çık. Anneannenlere gidiyoruz’ dedi. Biz yoldayken ilk ateş başladı. Önce roketler geldi ardından dolu yağar gibi her taraftan ateş edilmeye başlandı. Anneannemlere gittik orada sığınaklar kazılmıştı kadınlar ve çocuklar sığınsın diye. Benim kendi annem ve kardeşlerimi daha önceden Hocalı’dan çıkarmıştık ama hala çok sayıda kadın ve çocuk vardı Hocalı’da.” “Kentin yukarı kısmında Ahıska Türkleri’nin evleri vardı. Birden sığınağa bir Ahıska Türkü geldi. Kucağındaki çocuğu yere bıraktı ‘sadece bunu kurtarabildim’ dedi. Babam ‘dışarı’ dedi. Evden çıktık. Yukarı kısımdaki Ahıska Türkleri’nin mahallesinin ahşap evlerinden alevler yükseliyordu. Hepsi yanıyordu. Biz yürümeye başladık. Ermeni silahlı güçler artık kentin içine girmişlerdi. Sokak savaşı başlamıştı. Ermeniler arkadan geliyordu. Biz ben, babam anneannem, halamlar, dayım, dayımın oğulları hep beraberdik. Öyle bir yere geldik ki, artık karar vermek gerekiyordu: Hocalıyı terk mi edelim, Yoksa burada saklanalım mı? Büyükler karar vermeye çalışıyordu. Bir yol vardı oraya biz meşe yolu (Orman Yolu) derdik oraya, o yol açık görünüyordu. Oraya girdik, orada da iki yol vardı birinci yola baktık orada ileride savaş var, çatışma var. Sonra öteki yola gittik.” “Yolda bir çay (akarsu) vardı. Çaydan geçtik, kadın çoluk çocuk yola düştük. Göç ediyorduk. Ben göçün ortasındayım. Öne baktım insan seli, arkaya baktım insan seli. Bütün Hocalı göç ediyor. Sabaha kadar yürüdük. Askeran’a geldik sabah olduğunda Askeran’ı geçtik. Düşünün kar, buz yürüyorsunuz, ayaklar ıslandı. Bana ‘ayakkabını çıkar’ dedi- 20 ler. Ben hiç çıkarmadım çıkaranların hep ayakları yarıldı. Ayakları yarılanların da çoğu gelemedi. Askeran’ı geçtik artık Ağdam’a yaklaşıyoruz açıklık düzlük bir alana geldik. Birden her taraftan ateş açılmaya başladı. Babamla beraber önce hızlı yürümeye başladık. Sonra yere yattık. İnsanlar birer birer yanı başıma düşüyordu. Hayatımda ilk defa yakın mesafeden cesedi orada gördüm. Bir komşumuzdu, onun üzerine yıkıldım. Cesedin gözleri açıktı bana bakıyordu. Gözü gözüme geldi. Daha 15 yaşındayım. Baktım ölmüş. Etrafım hep öyleydi. Korku hissim yoktu, aslında korkmaya vakit yoktu herşey o kadar hızlı oluyordu ki içgüdü ile hareket ediyorsunuz. Babam yanımdaydı ateş hiç susmuyordu. Tanıdığım insanlar, beraber oynadığım çocuklar, tanıdıklarım birer birer vurulup yere düşüyor. O an babam bir anda dizini yere koydu ve kalktı. Ben hala o sakinlikte nasıl sorduğuma hala inanamam ‘baba değdi mi’ (kurşun) dedim. O da bana sakince cevap verdi ‘değdi’. Ama ne bileyim kolu kopmadı başı yerinde. 5 metre yürüdü ve arkası üstü yıkıldı. Hemen üzerine gittim ‘baba’ diye seslendim. Omzunun altından göğsünden kan fışkırıyordu. Ben artık yaşamıyorum gibi hissettim. Hissizleştim. Kafamı çevirdim her tarafta yaralılar inliyor. Babam bana o sırada ‘ileri ileri’ diyordu. Babam sanki beni görmüyordu durmadan ‘ileri ileri’ diyordu. Hemen yanda bir hendek vardı babamı oraya sürükleyebilirdim. Ama yapamadım, 15 yaşındaydım babam da yapılıydı. Sürükleyemedim onu. Hiç unutamadığım bir sahne var mesela bir aile üst üste ölmüştü. Baba ölüyor, onun üzerinde anne, annenin üzerinde kızı öyle öyle bir aile ölmüş. Yakının üzerinde ağlarken ölüyorsun. Orada durmak ölmek demekti. Hareket edersen yaşama şansın vardı. Ben artık sürüne sürüne hendeğe indim gitmeye başladım. Baktım önümde biri var ona seslendim ‘yürüsene yolu tıkıyorsun’ diye. Baktım ses vermiyor ölmüş. Öyle bir manzaraydı. Dayımın oğlunu gördüm. Yol boyu dayımın 2 yaşındaki kızını kucağımda taşımıştım onu hiç bırakmadım sürüne sürüne Azerbaycan köyüne geldik.” “Artık bizi Azerbaycan Türkleri karşılamaya başlıyordu. Ben gördüm onları ama artık bir şey hissetmiyordum. Bizim gruptan önce ben ve dayımın oğlu Ağdam’a ulaştık... Sonra dayımın diğer oğlu ve halam iki gün sonra babamın cesedini getirdiler. 13 gün sonra da anneannemin cesedi geldi. Dayımın karısının cesedi hiç bulunamadı. Dayımın küçük oğlunun da cesedi geldi. İki halamın oğlunun cesedi bulunamadı, biri dokuz yaşındaydı.” 21 “Ağdam’da tam bir karışıklık vardı. Ellerinde silahlı gençler bekliyor, öfke dolular ama lidersizlik, başsızlık var. Teşkilat yapan yok, komutanlık eyleyen yoktu. Tek yapılan şey Ermenilere top atmaktı o da ne kadar doğruydu. ‘İleri’ diyen yoktu. Arkada, Azerbaycan Ordusu bekliyor. Herkesin elinde silah herkes birbirine bakıyor. Sonradan öğreniyoruz tabi Bakü de karışıklık var. Muttalibov başka bir tarafa gider muhalifler başka bir yöne gider. Azerbaycan’da bütünlüklü bir durum yoktu.” Babasının ölümünü şöyle açıklıyor: ‘Ama ne bileyim kolu kopmadı, başı yerinde. 5 metre yürüdü ve arkası üstü yıkıldı. Hemen üzerine gittim ‘baba’ diye seslendim. Omzunun altından, göğsünden kan fışkırıyordu. Ben artık yaşamıyor gibi hissettim. Hissizleştim. Hani denir ya artık her şey vız gelir. Yani her şey manasını yitirir. Kafamı çevirdim her tarafta yaralılar inliyor.’ - Baba, değdi mi? - Değdi. Zülfü Memmedov 25 Şubat 1992’yi 26’ya bağlayan gece, Ermeniler Hocalı şehrini kuşatıp bombaladılar. Ailemle birlikte kuşatmadan kaçmaya çalışsak da Ermeniler bizi esir aldılar ve bodruma kapattılar. Orada 25’ten fazla hemşerim vardı. Ermeniler bizi her gün işkence edip, dövüyordu; bazılarımız öldürüldü, bazılarımız kurşuna dizildi, kalanların da başı kesildi. Aşağıdaki olayları hatırlıyorum: 1. 1960 doğumlu Selimov Fahreddin Bahadiroğlu – bir Ermeni onu başından tüfeğin kabzası ile vurarak öldürdü. 2. 1962 doğumlu Elhan Nesiboğlu–Ermeniler onu bodrumdan çıkardılar ve kurşunladılar. 3. 1968 doğumlu Mobil - Ermeniler onu tüfeğin kabzası ve sopalarla vurarak gaddarca katlettiler. 22 4. 55 yaşındaki Hüseyin (annesinin adı Mariş idi) – Ermeniler onu bizimkine bitişik olan bodrumdan çıkardılar, gaddarca dövmeye ve kurşunlamaya başladılar. 5. 1965 doğumlu Vidadi ve 1974 doğumlu Mürvet – Ermeniler onları bodrumdan çıkardıktan sonra kafasını kestiler. 6. Komşum, 1969’lu Faiq Şahmelioğlu – Ermeni Komutan Karo tarafından kurşuna dizildi. Biz Hocalı’dayken Karo cellât gibi tanınırdı. O, Yangın muhafaza şubesinin müdürüydü. Uzun boylu, iri yapılı ve siyah bıyıklı bir adamdı. Memmed Memmedov 25 Şubat 1992’yi 26’ya bağlayan gece Hocalı Ermeniler tarafından işgal edildikten sonra ben rayon sakinleri ile beraber oradan çıkmıştım. Canan Orucov, Faiq Alimemmedov, Kamil Memmedov, Kamal, İsa, İlqar Abışov, Yaşar Alimemmedov, Mehemmed Memmedov ve adlarını unuttuğum bir grup insan ile beraber ormanlık alanda saklandık. 28 Şubat 1992’ye kadar orada kaldık. Aynı gece Ermeniler beni esir aldılar ve Nahçıvanik’de bir çiftliğe getirdiler. Orada beni esir tuttuktan sonra Memmed’in öldürüldüğünü öğrendim, lakin diğer esir alınan şahıslar hala orada saklanıyorlardı. Karo Babayan bizi esir alanlara önderlik ediyordu. O, yangın muhafaza şubesinin müdürü ve polis komiseriydi. Babayan orada saklanan insanlara işkence ediyordu. Bizimle beraber kadınlar ve çocuklar da esir alınmışlardı. 14 Mart 1992 tarihinde onlar 21 esiri Esgeran polis şubesinin pasaport bölümüne getirdiler. Karo’nun grubundan olan Ermeni askerleri aynı bölümde bizi dövüyordu. O günden sonra onlar bizi geri Azerbaycan’a gönderdiler. Bizi göndermeden önce Karo Babayan Faiq Alimemmedov’u şubenin bahçesinde öldürdü. Kardeşim Cemil Cümşüd oğlu Memmedov da bu olayları onaylayabilir. 23 Settar Ağayev 25 Şubat 1992’yi 26’ya bağlayan gece Hocalı’yı terk ettik. O gün ben nöbetteydim. Eve geldiğimde evde hiç kimse yoktu. Ormana doğru gittim ve ailemle görüştüm. Dışarıda don havası vardı. Qarqar Nehri’ni geçerken baştan ayağa ıslandık. On yaşındaki oğlum Vüsal’ı kucağıma alarak devam ettik. Ancak oğlum dona dayanamayarak yaşamını yitirdi. Ayaklarım donduğundan ben de hareket edemiyordum. O an iki Ermeninin bana doğru yaklaştığını gördüm, beni vahşice dövüp esir aldılar. Oğlumun cansız bedenine ellerimi götürmek istedim ancak tekmeyle onun cesedini iterek ona dokunmama izin vermediler. Beni Dehrez ve Hankendi’nde esir tuttular. Beni zindanda tutarlarken, milli orduda hizmet eden oğlumun olup olmadığını sordular. Onları aldatmaya çalışarak yok cevabını verdim. Sonra bana onun evraklarını gösterdiler, ancak yine de inkar ettim. Beni amansızca dövüyorlardı, sonra bana milli orduda hizmet eden oğlum Zahid Ağayev’in cesedini gösterdiler. Onu kucaklamak istediğimde beni dövdüler ve bilincimi yitirdim. Kerpetenle bütün dişlerimi çıkardılar. Ayağımdaki yaralar çürümeye başladı. Onlar beni tedavi etmediler. 35 günlük esaretten sonra özgürlüğüme kavuşabildim. Senem Abdullayeva 25 Şubat 1992’yi 26’ya bağlayan gece babam, annem, kızkardeşlerim Tazegül, Hatice, Letafet, kızlarım Vüsale, Heyale ve kardeşimin oğlu Ruslan ile beraber Hocalı’yı terkederek ormana saklandık. Ancak kaçarken babam, annem ve kızkardeşim Letafet yaşamlarını yitirdiler. 4 gün boyunca ormanda saklandık. Sonra Pircemal köyü yakınlarında Ermeniler tarafından esir alınarak 300 Hocalı sakini ile beraber bir ahırda esir tutulduk. Esir olduğumuz süreçte Ermeni askerleri Faik Elimemmedov’u ve İsmail’i öldürdüler. Ermeniler bizi tüfek kabzası ve değneklerle dövüyor ve aç susuz bırakıyorlardı… 24 Sevil Abdulova 25 Şubat 1992’yi 26’ya bağlayan gece Ermeniler Hocalı’yı işgal ettiler. Ailem, eşim ve 3 çocuğum ile birlikte ormanlık alana kaçtık. Ermeniler bizim etrafımızı sardılar. İnsanların çok bulunduğu yere doğru Ermeniler ateş açmaya başladılar. 12 yaşındaki oğlum Ceyhun ve ben yaralandık. Sonra Ağdam rayonunun yakınlarında olan Garagaya olarak bilinen yerde biz diğer aile üyelerinden ayrıldık. Orada iki silahlı Ermeni askeri tarafından esir alındık. Hankendi’nden olan Gulli ismindeki bir kadın ve oğlu da bizimle beraber esir düşmüştü. Kadın üzerindeki bütün paralarını Ermenilerin eline geçmesin diye yakınca Ermeniler bunu gördü ve ana oğulu oracıkta katlettiler. Sonra bizi Hankendi’nde bir eve getirerek 3 gün alıkoydular. Ev sahibinin ismi Sarkis idi. Sarkis’in oğlu Karen Ayrumyan Azerbaycan’da hapishanede idi. Sonra Ermeniler bizi Asgeran’da onunla değiş-tokuş yaptılar. Seriye Talibova Gözümün önünde 4 Mesket Türk’ünün, 3 komşumuzun başını Ermeni askerinin mezarı başında kestiler. Ermeniler, anne babalarının önünde çocuklarına işkence yapıp öldürdüler. Sonra cesetleri buldozerlerle dereye döktüler. Cemal Allahverdioglu Orucov 16 yaşındaki oğlumu kurşunladılar. 23 yaşındaki kızımı iki ikiz oğlumu ve 18 yaşındaki hamile kızımı elimizden aldılar. Nesibe Aliyeva Ormandan çıkar çıkmaz Ermeniler ateş açtılar. 40 kişiydik. 26 kişiyi, oğlumu ve eşimi de öldürdüler. 25 Hatice Orucova 8 yaşındaydım. Gözümün önünde babamı, annemi, 6 yaşındaki kız kardeşimi Ermeniler kurşunlayıp öldürdüler. Kurşun bana da değdi ama sadece yaraladı. Muhammed Orucov Ermeniler esirler arasında 10-13-15 yaşlarında kızları ayırarak götürdüler. Cemil Memmedov Şehre giren tanklar ve zırhlı taşıyıcılar evleri yıkıyor ve insanları eziyordu. Talibov Samed Yapılan işkenceler karşısında seslerini çıkaranları hemen öldürüyorlardı. Esirlikte gördüğüm vahşeti hiç unutamayacağım. Selimov Bahadir Mikayiloglu: Nahcivanik yolunda yakılmış, cinsi uzvu kesilmiş, gözleri çıkarılmıştır. Abışov Ali Abdüloğlu: Ezici aletle vurulmuş, kemiklerinin çoğu kırılmış. Aslanov İkbal Kuluoğlu: Cinsi uzuvları kesilmiş, yakılmış. Sahip: Cesedi üstünden tank geçmiş Nuraliyeva Dilara Oruçgızı: Gözleri ve göğüsleri kesilerek götürülmüş. Abbasov Taleh Umidvaroğlu: Öldürüldükten sonra kulağı kesilmiş. Abişova Meruze Muhammedkızı: Gözleri çıkarılmış, göğüs uçları ve burnu kesilmiştir. Kerimov Sarman Sultanoğlu: Katledildikten sonra gözleri çıkarılmış, şişe ile işkence edilmiştir. Kerimova Firengül Muhammedkızı: Bedeni tam doğranmış, gözleri çıkarılmış, kulakları ve göğüsleri kesilmiştir. Kerimov Frunz Salmanoğlu: Diri diri yakılmıştır. Doktor Raporlarından… Soykırım sonrası cesetler üzerinden yapılan incelemelerden doktor raporlarına geçen bazı ölüm vakaları: Hüseyinov Allahverdi Kuluoğlu: 88, yakılarak öldürülmüştür. İmam Agyar Salmanoğlu: Üç yaşındaki bu çocuk Ermenilerce yakılarak öldürülmüştür. Orucov Telinan Enveroğlu: Kafa derisi yüzülmüş, Bedelov Tevfik: Cesedi üzerinde vahşi uygulamalar yapan Ermeniler, kulaklarını kesmiş ve gözlerini çıkarmışlardır. Abdülov Yelmar Enveroğlu: Kafa derisi yüzülmüş, Ferzeliyev Canan Binnetoğlu: Yakılmıştır. Aliekberov Tevekkül İskenderoğlu: Nahçivanik yolunda kurşun yarası ile ölmüş, cesedi üstünde Mehmedova Tamara Selimkızı: Gözleri çıkarılıp, göğüsleri kesilerek öldürülmüştür. 10 bıçak darbesi var. Nuriyev Hafiz Yusufoğlu: Elleri telle bağlanarak kafası kesilmiştir. Hasanova Fitat Ehedkızı: Tecavüz edilmiş, Gözleri çıkarılmış. Bilinmeyen Kişi: başı ve üst dudağı kesilmiştir. Hasanova Gülçohre Yakupkızı: Göğüs kafesinden ve karnından kurşun yarası almıştır. Sol eli Bilinmeyen Kişi: Kafa derisi yüzülmüştür. bilekten kesilmiştir. Bu gerçeklikler karşısında Türk milletinin her bir ferdine düşen görev gönüllü ve programlı bir çalışma ile bu vahşeti soykırım olarak tanıtmaya çalışmak olmalıdır. Ancak bu şekilde soykırım kurbanlarına olan borcumuz ödenmiş olacaktır. Hasanov Şohlet Usuboğlu: Göğüs kafesinden kurşun yarası, üst tarafının kesilmiş olduğu görülmüştür. 26 Selimov Araz Bahaduroğlu: Yaralı halde yakalanmış, küçük çocuğunun gözleri önünde dövülerek öldürülmüştür. 27 Uluslararası Basında Hocalı Golos Ukraini Sunday Times Gazetesi (Londra) 1 Mart 1992 tarihi: Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir. V. Stacko: Savaşın yüzü olmuyor. Yalnız çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm, bedbahtlık, yıkımlar. Hocalı’da bebekleri ne için katlettiler, ya anneleri? Allah insanı cezalandırmak isteyince onun aklını alıyor. Financial Times Gazetesi Nie Gazetesi (Londra) 9 Mart 1992 tarihi: Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır. (Bulgaristan) Violetta Parvanova: “Hocalı insanlığın faciasıdır.” 3 Mart 1992’de BBC Morning News saat 07.37 yayınında durumu şöyle aksettirmiş; “Canlı yayın muhabirimiz 100’den fazla Azeri erkek, kadın ve bebek dahil olmak üzere çocuk cesetleri gördüğünü ve bunların başlarına yakın mesafeden ateş edilerek öldürüldüğünü rapor ediyor.” Times Gazetesi (Londra) 4 Mart 1992 tarihi: Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış. İzvestiya Gazetesi (Moskova) 4 Mart 1992 tarihi: Kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu. Le Monde Gazetesi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Ağdam’da bulunan basın mensupları, Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç kişi görmüşler. Bu, Azerilerin propagandası değil bir gerçektir. İzvestiya Gazetesi (Moskova) 13 Mart 1992 tarihi: Binbaşı Leonid Kravets: “Ben kendim tepede yüze yakın ceset gördüm. Bir erkek çocuğunun kafası yoktu. Her tarafta işkenceyle öldürülmüş bayan, çocuk ve yaşlılar vardı.” Valer Actuel Dergisi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Bu ‘özerk bölgede’ Ermeni silahlı birlikleri yakın doğuda üretilmiş yeni teknolojiye, ayrıca helikoptere sahiptiler. ASALA’nın Suriye ve Lübnan’da askeri kamp ve silah depoları vardır. Ermeniler yüzden fazla Müslüman köyüne saldırı düzenlemiş ve Karabağ’daki Azerbaycanlıları öldürmüşler. 28 Newsweek Gazetesi 16 Mart 1992 tarihli Newsweek‘te Pascal Privat ve Steve Le Vine tarafından hazırlanan haberde katliam şu şekilde yansıtılmış: “Geçtiğimiz hafta Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi; bir caminin arkasına geçici olarak kurulmuş morga sürüklenerek getirilmiş düzinelerce ceset ve yas tutan mülteciler... Bunlar 25 ve 26 Şubat tarihinde Ermeni kuvvetleri tarafından istila edilen Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı köyünün Azeri sakinleriydi. Cesetlerin çoğu kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuştu, bazılarının yüzleri paramparça idi, bazılarının kafa derileri yüzülmüştü…” Human Rights Watch Hocalı katliamını Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırımı olarak nitelendirilmiştir. Amerikalı Gazeteci Thomas Goltz “Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.” 29 Hocalı’nın Çocukları, Şimdinin Yetişkinleri Ermeni Gazeteci Daud Kheyriyan Hocalı katliamına tanık olan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, ‘For the Sake of Cross’ (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında (sayfa: 62-63) vahşeti şöyle anlatıyor: “...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.” The Independent (Londra) 12 Haziran 1992, Frederique Lengaigne/Reuter: “Katliamın mağdurları: Azerbaycanlı bir kadın Şubat’ta Hocalı’da öldürülen oğlunun yasını tutuyor. Bir tren vagonunda sağlık ekipleri ilkel şartlarda yaralı bir adamı kurtarmaya çalışıyor. Kederli akrabaları bir katliam mağdurunun tabutu başında ağılıyor.” The Boston Globe 3 Mart 1992, Paul Quinn-Judge’ın haberinde katliam şu şekilde yansıtılmış: “Olay yeri muhabirleri, bölgedeki öldürülenlerin kesin sayısını vermelerinin zor olduğunu söylediler. Fakat Reutors fotoğrafçısı Azerbaycan Türklerinin cesetleriyle dolu iki kamyon gördüğünü ve bir Rus gazeteci de başka bölgedeki başka yerlerde de katliam olduğunu rapor etti.” The Age (Melbourne) 6 Mart 1992, Helen Womack tarafından hazırlanan haberde katliam şu şekilde yansıtılmış: “Hocalı, Ermeni nufusunun yoğun olduğu bir yerleşim bölgesinin içinde yer alan 6000 nüfuslu bir Azerbaycan Türkleri yerleşkesi. Ağdam Polis Komutanı Raşid Mamedov sadece 500 kişinin şehrine kaçtığını söylüyor. “Peki, geri kalanlar nerede?”” 30 Hocalı’nın sadece bir nesli değil nesillerin etkilediği, bu felaketi yaşayan çocukların tanıklıklarından da anlaşılmaktadır. Hocalı Soykırımı sırasında 8 yaşında bulunan Hatıra Oruçova, yaşadıklarının kendisinde bıraktığı derin izleri şöyle anlatıyor; “Babamı, annemi ve 6 yaşındaki kız kardeşimi gözlerimin önünde öldürdüler. Bana da kurşun isabet etti. Vücudumdaki kurşun yarası çoktan iyileşse de gözlerimle gördüklerimin yarası asla iyileşmeyecektir.”26 Eşi ve çocuğu dahil 22 yakınını kaybeden Rahile Guliyeva’nın kızı Zarife Guliyeva Sarkozy ile Sarkisyan’a mektup yazarak adını ve Karabağ’daki çatışmaları dünyaya duyuran önemli isimlerden biri oldu. Rahile Guliyeva, savaştan önce Hocalı kasabasında yaşıyordu. Ermeni askerleri kente saldırdığında, kentin tek çıkış noktası olan Ağdam kasabasına giden ormana koştular. Orman yolunu da tutan Ermeni askerleri, Rahile Guliyeva’nın sırtından giren 4 kurşundan birinin bedeninden geçerek geride bırakmamak için göğsüne bağladığı iki yaşındaki oğluna isabet etmesiyle dünyada yapayalnız kalmıştır. Kollarının arasında can çekişerek oğlunun ölümünü izleyen Rahile Guliyeva ormana girdiğinde iki yaşındaki oğlunu kaybeden, üç aylık hamile bir anneydi, duldu, öksüzdü, yetimdi. Eşini, kayınvalidesini, kayınbabasını, görümcelerini, kaynını ve onların çocuklarını da kaybetti. O gece bir kendisi, bir de karnındaki Zarife bebek zihinlerinden ve yüreklerinden silemeyecekleri yaralarla hayatta kalmayı başardı… 26 a.g.e, s. 156. 31 Zarife Guliyeva 20 yaşına geldiğinde katliamın failleri olarak gördüğü Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’a, sonra Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye birer mektup yazarak hem hesap sordu, hem de nesillerin bu çatışmalardan derinden etkilendiğini ispatladı: Sarkozy’ye Açık Mektup Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Nicolas Sarkozy! Size bu mektubu yazan Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin yıkılmış Hocalı kentinden olan Azerbaycanlı Zerife Guliyeva’dır. Şu anda 20 yaşındayım. Geçen yüzyılın en dehşetli katliamlarından birinin yaşandığı Hocalı’da Azerbaycanlı sivillere yönelik olarak gerçekleştirilmiş olan soykırımın üzerinden yaşım kadar süre geçti. Hocalı ismini duydunuz mu? 26 Şubat 1992’de Azerbaycan’ın bu tarihi bölgesinde işgalci Ermenistan silahlı birlikleri tarafından işlenmiş cinayet sonucunda 613 kişi öldürülmüş, 1275 kişi esir alınmış, 150 kişi kaybolmuş ve 487 kişi sakat kalmıştır. Bu insanların tek “suçu” onların Azerbaycanlı olmasıydı. Siz söyleyin, eğer bu, SOYKIRIM değilse, o zaman SOYKIRIM nedir? Eğer siz insanlığa karşı işlenmiş olan bu cinayeti açıklayacak sözler bulmakta zorlanıyorsanız, size Hocalı’nın İkinci Dünya Savaşı döneminde Alman faşistleri tarafından yıkılmış Çek Cumhuriyeti’nin Liditse kenti ile kardeş kent olduğunu söyleyebilirim. Bu, ibret verici bir olaydır: insanlığa karşı suçların dehşetleriyle yüzleşmiş iki kardeş kent. Bildiğime göre, siz mutlu bir eş ve mutlu bir babasınız. Sizin güzel eşiniz Carla Bruni 19 Ekim 2011’de size Julia ismli bir kız çocuğu doğurmuştur. Ben Allah’tan bu küçük kızınızın sağlıklı ve mutlu büyümesini diliyorum. Bunun için onun her türlü olanağı da vardır. Dikkatinizi Ermeni faşistleri tarafından Hocalı’da katledilmiş insanlar arasında olan 106 kadın ve 63 çocuğa çekmek isterim. Samimi olmak gerekirse, kendimi bildim bileli hala bir soruya yanıt bulamıyorum. Acaba kanına susayan katiller tarafından katledilmek mi, yoksa Hocalı’da kaybettiğim babamı bir daha görememenin acısıyla yaşamak mı daha korkunç? Bana göre, bir çocuğun 32 babasız büyümesini, ebeveynlerinden birini kaybetmesini anlamak hiç de kolay değildir. Ama siz bir baba olduğunuz için bunu anlayabilirsiniz. Hocalı’da babamla birlikte kardeşimi, ninemi, amcalarımı ve dayılarımı da katlettiler. Bizim aile o korkunç gecede toplam 22 ferdini kaybetti. Bizi annem büyüttü. O bize bakmış, daha da önemlisi insani değerleri aşılamıştır. Biz Hocalı’yı asla unutmayacağız. Çünkü o vahim gecede annemin aldığı 4 kurşun yarası ve hala vücudunda bulunan mermi parçaları onu sürekli rahatsız etmektedir. Bütün Hocalı sakinlerinin kalbinde bu tür kurşun yaraları vardır. Sayın Cumhurbaşkanı, ayrıca bunu bilmenizde de fayda vardır. Bir insanlık dramı olan Hocalı Soykırımı’nın yapıldığı yerde Azerbaycanlı muhabir Çingiz Mustafayev ile birlikte bulunmuş Rusyalı televizyon muhabiri Yuri Romanov kendisinin “Ben savaşı çekiyorum” adlı kitabında sivillerin katledildiği bölgeye gittikleri anı şöyle naklediyor: “Ben helikopterin camından bakıyordum ve gördüğüm, bu insanlık dışı dehşet verici manzara gerçek anlamda beni hayretler içinde bırakıyordu. Karın eridiği dağ yamacının gölgesinde sararmış otların üzerinde insan cesetleri bulunuyordu. Büyük bir alan kadın, yaşlı ve çocukların cesetleri ile doluydu. Cesetler arasında bulunan ninesine (anneannesine) sarılmış küçük kız cesedi, insanı yakan bir manzara idi. Beyaz saçlı, başı açık ninenin yanına küçük kız uzanmıştı. Nedense, onların ayaklarını dikenli tellerle bağlamışlardı. Ninenin elleri de bağlıydı. Her ikisinin kafasında kurşun yarası vardı. Yaklaşık 4 yaşındaki kız çocuğu hayatının son anında ellerini ölmüş anneannesine uzatmıştı. Bu sahneden o kadar etkilendim ki, kamerayı bile unuttum...”. Sayın Sarkozy, siz bu anıları okuduktan sonra ben sizin gözlerinize bakmak isterdim. Eminim, ben o gözlerde başkasının derdine ortak olmayı bilen cesur insanın gözyaşlarını ve kalp acısını görürdüm. Bu nedenle sizin Hocalı’da Azerbaycanlılara karşı işlenmiş soykırımın adını koyacağınıza, onu tanıyacağınıza ümit ediyorum. Sizin ve başkanlık ettiğiniz Halk Hareketi Birliği Partisi’nin Hocalı’da işlenen soykırımın tanınmasına ilişkin yasa tasarısının Fransa Senatosu’nda görüşülmesi önerisinde 33 bulunmanızı bekliyorum. Böylece Azerbaycan’da sizinle ilgili oluşmuş imajı değiştirir ve sizin Fransa’daki Ermeni diasporasına ve Ermeni lobisine doğrudan bağlı olmanızla ilgili söylenenleri de yalanlamış olursunuz. Özellikle de siz 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan olayları Ermenilere yönelik soykırım olarak görmeyen herkesin tutuklanması ve para cezası almasıyla ilgili yasa tasarısının kabul edilmesi girişiminde bulunduktan sonra, Azerbaycan halkı arasında da sizin hakkınızda bu tür fikirleri oluştu. Cumhurbaşkanları göreve gelirler ve giderler, ama siyasetçilerin isimleri, onların faaliyetleri ile tarihte kalır. Hocalı’da sivil Azerbaycan halkına yönelik soykırım yapanlara ilişkin olarak Fransa Senatosu tarafından adil karar alınması konusunda girişiminiz sizin isminizin Azerbaycan-Fransa ilişkileri tarihinde kalması açısından güzel bir fırsat olur. Böyle bir adım atmanın sizin için ne kadar zor olacağını anlıyorum. Fakat uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) Hocalı faciasını “Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ anlaşmazlığı boyunca işlenmiş en büyük katliam” olarak adlandırdığını size bildirmek istiyorum. Bu örgüte göre, Ermeni silahlı birlikleri sivillerin katledilmesiyle ilgili direkt sorumluluk taşıyorlar. Zaman hızla geçiyor. Benim kendi toprağımı görmekten mahrum halde yaşadığım 20 yılın ardından ve Hocalı’da soykırım yapılmasının üzerinden 20 yıl geçtikten sonra insanlığa karşı yapılan bu suç, artık tüm dünyada tanınabilir. Şimdi seçim sizin. Adaletin zafer kazanmasına yardım etmiş bir politikacı olarak mı, yoksa suça suç demeye korkup sadece kendi çıkarlarını üstün tutan bir kişi olarak mı tarihte kalmak istiyorsunuz? Bu sorunun cevabı da Sizin elinizde… Zerife Guliyeva, Hocalı’dan olan zorunlu göçmen. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a Açık Mektup Bu mektubu size, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinden, şu anda kabusa dönüşmüş olan Hocalı kentinden olan Azerbaycanlı Zerife Guliyeva yazıyor. Muhtemelen, Hocalı’yı biliyorsunuz. Hocalı’yı biliyor olmanızın nedeni sadece sizin tarihi Azerbaycan şehri olan ve Sovyet döneminde Azerbaycan SSC’nin bünyesine Stepanakert adıyla bilinen Hankendi’de doğmanız değil, aynı zamanda Hocalı’nın sizin de tanımladığınız üzere “size ait bir bölge olmayan” Ağdam şehrine yakın olmasıdır. Bu arada, defalarca olduğu gibi 2009’da Erivan’da Azerbaycan ve Ermenistan aydınları ile yaptığınız görüşmede de Ağdam’ın Ermenistan’a ait olmadığını söylemenize rağmen Ağdam’ın ismini değiştirerek Akne yaptınız. Eminim, 26 Şubat 1992 tarihinde Ermenistan’ın işgalci ordusu tarafından Azerbaycan’ın Hocalı kentinde yapılan katliamlar sonucu 613 kişinin öldürüldüğünden, 1275’den fazla kişinin rehin alındığından, 150 kişinin kaybolduğundan, 487 kişinin sakat bırakıldığından haberiniz var. Eğer insanlığa karşı işlenmiş bu cinayeti tanımlayan kelimeler bulmakta zorlanıyorsanız, size yardımcı olmak adına Hocalı’nın İkinci Dünya Savaşı yıllarında Alman faşistleri tarafından yeryüzünden silinmiş Çek Cumhuriyeti’nin Liditse şehrine benzetildiğini söyleyebilirim. “Human Rights Watch” Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Hocalı’da yapılan soykırımı “Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ anlaşmazlığı dönemindeki en büyük katliam” olarak adlandırdığını hatırlatmak isterim. Bu örgüt, Ermeni silahlı birliklerinin sivillerin ölümünden dolayı sorumluluk taşıdıklarını kaydediyor. Azerbaycanlı sivillere yönelik olarak gerçekleştirilen bu soykırımın üzerinden 20 yıl geçti. Adım Zarife Guliyeva, 20 yaşındayım ve aslen Hocalılıyım. Hocalı’da benim küçük kardeşim, büyükannem, dayılarım, amcalarım öldürüldü, bizim ailemizden toplam 22 kişi hayatını kaybetti. Bizi annemiz büyüttü. Hayatta en büyük değerlerden olan vatan sevgisini ve insan hayatının değerini anlamayı bize o öğretti. 34 35 Bize bu değerleri aşılayan kadının vücudunda 4 kurşun yarası ve Ermeni askerlerinin yaptıklarını ona her gün hatırlatan şarapnel parçaları var. Bu şarapnel parçaları Hocalı dehşetini hiçbir zaman unutturmuyor. Bu şarapnel parçalarını her Hocalılı kalbinde taşıyor. Bu facianın suçluları sivil Azerbaycanlılara karşı soykırım yapan Ermeni birlikleridir. Ben kendimi tanıttım. Sizin kim olduğunuzu da biliyorum. Sizin Anuş ve Satenik adlı iki kızınız olduğunu biliyorum. Onlar geleceğin anneleri olacak. Şimdi ise siz bu soruma cevap verin ve kendi kızlarınıza da sorun: Ermeni faşistlerin Hocalı’da öldürdükleri 106 kadının ve 63 çocuğun suçu neydi? Bu soruyu kendiniz yanıtlayınız ve kızlarınıza sorun: Onlar da yakınları için bu tür bir dehşeti arzularlar mı? Ben İngiliz gazeteci Tomas de Vaal’ın “Karabağ–Kara bağ” kitabını okudum. Kitapta şöyle deniyor: Ermenilerin işlediği bu suçu itiraf etmeniz için Sizden 7 Aralık 1970 tarihli Polonya ziyareti sırasında Varşova gettosunda, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin Treblinka ve Osvencim ölüm kamplarına sürgün edildiği yerde dikilen anıtın önünde diz çökmüş ünlü Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın yaptığı hareketlerin aynısını yapmanızı rica etmiyorum zaten. Sizden sadece Ermeni askerlerinin Hocalı’da Azerbaycanlı sivillere karşı soykırım yaptığını açıkça itiraf etmenizi istiyorum. Aslında bu adım Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun çözümünde tamamen yeni bir sayfa açabilir ve 20 yıl önce Hocalı Soykırımı’nı yapanların ateş açarak yok ettikleri halklarımız arasındaki eski güvenilir ortamı yeniden sağlayabilir. “Sarkisyan meydana gelen olaylarla ilgili olarak daha samimi ve daha sert şeyler söyledi: ‘Hocalı olaylarına kadar Azerbaycanlılar, Ermenilerin sivillere karşı güç kullanmayacaklarını düşünüyorlardı. Ama biz bu klişeyi yıktık’”. Ben dünya kamuoyunun Azerbaycanlı sivillere karşı yapılan Hocalı Soykırımı konusunda gerekli tutum takınacaklarına ve sorumluların cezalandırılmaları için gerekli tavır dergileyeceklerine inanıyorum. Aynı zamanda çatışmaların ebedi sürmediği ve komşu halkların er ya da geç barış ve huzur içinde yaşayacakları kanaatindeyim. Bunun sizin katılımınızla mı, yoksa sizsiz mi yapılacağı ise tamamen size kalmış bir şey. Siz bu kitabı okumak için kızlarınıza verdiniz mi, Sayın Sarkisyan? Onların Ermeniler içerisinde de tüm dinlerde ve dünyanın tüm halklarında saygı duyulan insanlık, insanseverlik özelliklerine sahip insanlar olmasına Azerbaycanlıların güvenini sarsmak için atalarının kadınların, çocukların ve yaşlı insanların öldürülmesini iyi bir fırsat olarak değerlendirilmesine sevinebileceklerini düşünemiyorum bile. Siz, kendi halkınızın geçmiş hatalarını ve işledikleri suçu itiraf edebilecek cesarete sahip, adaletin galip gelmesi ve halklarımız arasında barışın sağlanması için rol alan bir politikacı mı, yoksa işlenen suçu suç diye itiraf etmekten korkan, yalnız kendi çıkarlarına düşkün, fikrini açıkça söyleyemeyen bir siyasetçi mi olmayı tercih edersiniz? Bunu yalnız siz çözebilirsiniz. Tomas de Vaal kitabında yazıyor: “Ermenilerin komutanı Serj Sarkisyan’dan Hocalı’nın ele geçirilmesini anlatması rica edildiğinde o, şöyle cevap vermişti: “Biz bununla ilgili yüksek sesle konuşmamayı tercih ediyoruz”. Hocalı Soykırımı’nın üzerinden 20 yıl geçiyor. Sayın Sarkisyan, kanımca, bu dehşetli cinayetle ilgili yüksek sesle konuşmanın zamanı gelmiştir. 36 Eğer siz, Hocalı Soykırımı konusunda adil tutum takınsaydınız ve bu katliamı yapan Ermeni askerlerinin suçunu itiraf etmiş olsaydınız daha doğru olurdu. Zerife Guliyeva, Hocalı’dan olan zorunlu göçmen.27 27 Hocalı Katliamının Tanıkları Anlatıyor, http://www.haber7.com/turk-cumhuriyetler/haber/848834-hocali-katliaminintaniklari-anlatiyor, Erişim Tarihi: 1 Nisan 2014 37 Göçmen (Kaçkın) Sorunu Azerbaycan Devlet İstatistik Enstitüsü ülkedeki kaçkın ve mecburi göçmenlerin toplam sayısını 1999 yılı istatistiklerinde 1 milyon kişi olarak vermiştir. Azerbaycan’daki mecburi göçmenlerin 565.408’inin Azerbaycan Türkü, 317’si Rus, 4.628’i Kürt ve 131 kişininse diğer etnik kökenlerden geldiği görülmektedir. Aynı kaynak Ermenistan’dan göç ettirilenlerin sayısını 192.100, Kazakistan’dan 1.600, Rusya’dan 1.000 ve Özbekistan’dan göç edenleri ise 25.100 olarak vermiştir. Rakamlar, Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgal ederken toplum içerisinde ayrım gözetmeksizin tüm meskun nüfusu bölgeden sürdüğünü göstermektedir.28 Bu gruplar içerisinde en büyük yekunu tutan mec- 28 Sinan Oğan, Yüzyılın Dramı... Azerbaycan’da Göçmen (Kaçkın) Sorunu, TÜRKSAM, http://www.turksam.org/tr/makale-detay/101-yuzyilin-drami-azerbaycan-da-gocmenkackin-sorunu, Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2014 38 buri göçkünlerin terkibi ise şöyledir; 289.641 kişi erkek, 321.652 kişi kadın, 196.480 kişi 17 yaşına kadar olan çocuklar, 126.482 kişi öğrenci, 9.000 kişi yetim ve kimsesizlerden oluşmaktadır.29 Diğer yandan her 7 göçmen çocuktan bir tanesinin annesi ve/veya babası savaşta ölmüş veya kaybolmuştur. Sonuç olarak Azerbaycan’da yetim ve öksüz çocuk sayısı; 1990’da 21.807, 1994’de 24.192, 1997’de 25.375 ve 1999 yılında ise bu rakam 26.250’ye ulaşmıştır.30 Nüfusu 9 milyondan fazla olan Azerbaycan’da bir milyondan fazla insan, diğer bir 29 Azerbaycan Respublikasında Kaçkınlar ve Mecburi Göçkünler Hakkında Statistik Albom, Bakı 1999, s. 2-8. 30 Valideyn Himayesinden Mahrum Olan Uşak ve Yeniyetmelerin Yerleştirilmesi, http://www.tehsil.20m.com/azerbaycan/ azerb2-4.htm, Erişim Tarihi: 25 Mayıs 2014. ifade ile, ülkede yaşayan her 9 kişiden birisi göçmen durumundadır. Göçmen nüfusun toplam nüfusa bölümünde ortaya çıkan rakam açısından Azerbaycan dünyanın en çok göçmen barındıran ülkesidir. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si Ermenistan tarafından işgal edilmiştir ve nüfusunun yüzde 13’ü kendi tarihsel yurtları içerisinde göçmen durumundadır. yerler inşa edilmiş ve Karabağ’a dönünceye kadar geçici kasabalarda durumlarının iyileştirilerek yaşamaları sağlanmıştır. Son dönemde Azerbaycan’da çadır kampüsler iptal edilerek modern tesislerin kurulmasıyla ilgili önemli projeler hayata geçirilmektedir. Dönemin şartlarında göçmenlerden 15.530 aile (73.982 kişi) çadırlara, 19782 aile (98.879 kişi) barakalara, 526 aile (20.240 kişi) pansiyonlara ve istirahat evlerine yerleştirilir ve akraba ve tanıdık evlerine 38.926 aile (156.420 kişi), göçmenler tarafından zapt edilmiş evlerde 8.954 aile (44.502 kişi) çiftliklerde 7.555 aile (32.721 kişi), yarım kalmış inşaatlarda 10.616 aile (44.502 kişi), yük vagonlarında 2.070 aile (8.859 kişi) yol kenarlarında ve toprak evlerde (mağaralarda) 3418 aile (14.864 kişi) yaşamak zorunda kalmıştır.31 Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in talimatıyla göçmenlere yaşayacakları yeni 31 Azerbaycan Respublikasında Kaçkınlar ve Mecburi Göçkünler Hakkında StatistikAlbom, 1999, s. 10. 39 Uluslararası Hukuk Suskun! niyle kararlar tabiri caizse yazıda kalmış ve pratik anlamda bir sonuç vermemiştir. Bütün bu olanlar, Ermenistan’ı uluslararası alanda daha da sorumsuz bir hale getirmiştir. İnsan Hakları Görmezden Geliniyor Ermenistan tarafından Dağlık Karabağ’ın ve çevresindeki 7 rayonun işgal edilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğu birçok Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararında da vurgulanmıştır. 3. BM Güvenlik Konseyi, Karabağ sorunuyla alakalı olarak, 14 Ekim 1993’te 874 sayılı kararını kabul etmiştir. Bu kararda da benzer şekilde, devletlerin toprak bütünlüğü ilkesine atıf yapılmıştır. 1. BM Güvenlik Konseyi’nin 30 Nisan 1992 tarihinde yapılan 3205. toplantısında Karabağ sorununa dair 822 sayılı karar kabul edilmiştir. Kararda Azerbaycan topraklarının işgal edildiği, BM nezdinde belirtilmiştir. 4. Dördüncü karar ise Ermeni silahlı kuvvetlerinin Zengilan’ı işgal etmesinden Azerbaycan’ın başvurusundan sonra alınmıştır. BM Güvenlik Konseyi durumu müzakere ettikten sonra, 884 sayılı kararını 11 Kasım 1993 tarihinde vermiştir. Kararda, kurumun işgal edilmiş Azerbaycan topraklarıyla ilgili rahatsızlık belirtilirken bu karar da diğer üç karar gibi uygulanmamıştır. 2. Karabağ sorunu ile ilgili olarak alınan Güvenlik Konseyi’nin bir diğer kararı da 29 Temmuz 1993 tarihinde kabul ettiği 853 sayılı karardır. Bu kararda, işgalci güçlerin Azerbaycan’ın Ağdam rayonunda ve işgal altındaki rayonlardan acilen ve kayıtsız şartsız çıkarılması talep edilmektedir.32 32 BM Güvenlik Konseyi’nin Karabağ’a İlişkin Kararlarının Olumlu ve Olumsuz Yanları – 1, http://www.1news.com.tr/yazarlar/20111027015330344.html, Erişim Tarihi: 27 Mayıs 2014. 40 Görüldüğü gibi, yukarıdaki kararların hepsinde Azerbaycan topraklarının işgalde olduğu belirtilmiş; ama diğer yandan kararların uygulanması adına herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Ermenistan’a karşı uluslararası herhangi bir cezanın uygulanmaması nede- Karabağ’daki soykırıma ilişkin olarak Fransız gazeteci Can İv Yunet’in “Ben savaşlarla ilgili Alman faşistlerin acımasızlığı konusunda çok şey duydum. Ancak Ermeniler 5-6 yaşındaki çocukları öldürerek onları geride bırakmışlardı.” şeklindeki açıklamaları soykırımın boyutlarını tasvir etmektedir.33 “İnsan Hakları Beyannamesi’nin 2. Maddesine göre; herkes ırkına, rengine, cinsiyet, dil, siyasi görüş, milli ve sosyal kökene, sosyal konum ve diğer durumuna bağlı olmaksızın tüm hak ve özgürlüklere sahiptir. 27. Maddesine göre etnik, din ve dil azınlıkları bu grubun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültürlerini kullanmak, kendi dinine inanmak ve ayinlerine katılmak ve kendi dilini kullanmak gibi haklardan mahrum edilemez. 33 Vefaddin İbayev, Yukarı Karabağ İhtilafında Ermenistan’ın Uluslararası Hukuku Çiğnediği Durumlar, Karabağ: Sorular ve Gerçekler, S.159 Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Yukarı Karabağ ihtilafında 18 binden fazla Azerbaycan Türkü öldürülmüş, 50 binden fazla Azerbaycan Türkü yaralanmış veya sakat kalmış ve binlerce insan da kaybolmuştur. İnsan Hakları Beyannamesinin 4. maddesinde “kimse köle ve bağımlı halde bırakılamaz” ifadesine karşın Azerbaycan Devlet Komisyonu, 145 Azerbaycan vatandaşının esirken yaşamlarını yitirdiklerini ortaya koymuştur. Saldırlar sonucunda 314’ü kadın, 58’i çocuk ve 255’i yaşlı olmak üzere 4861 kişi askeri esir, rehine ve kayıp olarak kayda geçmiştir. İnsan Hakları Beyannamesi’nin 5. maddesine göre herhangi bir kişinin işkenceye veya kaba, insanlık dışı veya aşağılanma ile karşılaşmasına ve cezalandırılmasına izin verilmez. İnsan Hakları Beyannamesinin 13. maddesinde herkesin yaşadığı yeri özgürce seçme hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır; Fakat saldırılar sonucu 900 yerleşim sahası dağıtılmış ve sivillerin toplam 9 milyon km2’lik gayrimenkulleri dağıtılmıştır.34 34 Vefaddin İbayev, Yukarı Karabağ İhtilafında Ermenistan’ın Uluslararası Hukuku Çiğnediği Durumlar, Karabağ: Sorular ve Gerçekler, S.154 41 BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli ve 260(III) sayılı kararı ile kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Beyannamesinin 2. Maddesinde belirtilen; Hocalı Soykırımı’nı Tanıyan Ülkeler - Söz konusu gruplardaki insanların öldürülmesi - Bu grupların üyelerine fiziksel ve psikolojik açıdan zarar verilmesi - Herhangi bir gruba kasten tam veya kısmi şekilde fiziki olarak ortadan kaldırılmasını öngören ortamın oluşturulması - Bu gruplarda doğumun engellenmesine neden olan aşağılayıcı eylemlerin gerçekleştirilmesi - Söz konusu gruptan çocuklarının alınarak diğer bir gruba verilmesi şartlarının maalesef Ermenistan tarafından Azerbaycan’ın işgali sırasında acımasızca gerçekleştirildiği görülmektedir. İnsanlığa karşı işlenmiş büyük bir suç olan ve tarihe bir utanç sayfası olarak geçen Hocalı’da yaşananları uluslararası camiada bazı ülkeler soykırım olarak kabul etmektedir. Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, 1 Mart 1994 tarihinde yaptığı açıklaması şu şekildedir; “Azerbaycan Cum- huriyeti Milli Meclisi’nin aldığı kararla 26 Şubat tarihi “Hocalı Soykırımı ve Ulusal Matem Günü” ilan edilmiş, bu husus tüm uluslararası örgütlere duyurulmuştur. Bugün, tüm yurtta Hocalı kurbanlarının ruhları önünde bir kez daha baş eğiyor, yakınlarına ve tüm Azerbaycan halkına başsağlığı diliyorum. Allah tüm şehitlerimize rahmet etsin.”35 35 Ermenistan-Azerbaycan, Yukarı Karabağ İhtilafı ve Bilimsel Yönleri, Karabağ: Sorular ve Gerçekler, S.186 42 Azerbaycan’ın yanı sıra Hocalı’yı soykırım olarak kabul eden ülkeler aşağıdaki gibidir; - Meksika - Pakistan - Kolombiya - Çek Cumhuriyeti - Bosna-Hersek - Peru - Honduras Türkiye’de ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu 2012 tarihinde Iğdır Milletvekili Dr. Sinan Oğan’ın hazırlayarak sunduğu tasarı, Sinan Oğan’ın teklifi ile bildiri haline getirilmiş ve yayınlanarak Hocalı’da yaşananlar ilk defa TBMM’de bir Komisyon tarafından kınanmıştır. TÜRKSAM – Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi 2012 yılında “Hocalı Soykırımı’nın 20. Yılında 20 Sivil Toplum Kuruluşu Hocalı’yı Soy- 43 kırım Olarak Tanıyor!” başlıklı bir kampanya başlatmış ve büyük bir rağbet görmüştür. Bu ülkelerin yanı sıra, Hocalı’yı soykırım olarak kabul eden uluslararası kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, eyaletler ve belediyeler bulunmaktadır. Hocalı Soykırımı’nın 20. yılında TÜRKSAM’da 20’den daha fazla sivil toplum kuruluşunun yaşananları soykırım olarak kabul edildiğine dair açıklama yapılmıştır. Bunun yanı sıra, TÜRKSAM’da her yıl Hocalı Soykırımı’nın yıldönümünde Türk kamuoyunun dikkatini çekmek adına konferanslar düzenlenmektedir. Bugüne kadar TÜRKSAM’da düzenlenen konferanslara hem Türkiye hem de Azerbaycan tarafından birçok üst düzey yetkili katılmış ve Azerbaycan Türklerine karşı girişilen bu insanlık dışı katliamlar hakkında geniş katılımlı konferanslar düzenlenmiştir. Ankara’nın yanı sıra, Tokat, Giresun, Iğdır, Sivas, İzmir gibi illerde de düzenlenen konferanslarda Hocalı’da yaşananlar hakkında gençler başta olmak üzere toplum bilgilendirilmiştir. Hocalı’nın dünyaya tanıtılması hususunda Azerbaycan Cumhuriyeti devleti ve Azerbaycan’ın siyasileri, devlet kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları büyük çabalar 44 sarf etmektedir. Bu kurumlardan Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Himayesindeki Sivil Toplum Kuruluşlarına Devlet Desteği Şurası da bu bağlamda büyük roller üstlenmektedir. Şuranın Başkanı, Milletvekili Azay Quliyev, Avrupa’dan ABD’ye, Rusya’dan Orta Doğu’ya geniş bir coğrafyada Hocalı’daki gerçeklerin anlatılması adına çaba harcamaya devam etmektedir. Bu bağlamda, Hocalı’da yaşananların soykırım olarak tanıtılması açısından Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in “Tek milletin iki diasporası olmaz” sözü son derece anlamlıdır. Azay Quliyev ise “Bizler 2015 öncesi hep birlikte hareket ederek Ermeni lobisinin yalanlarına karşı koymak zorundayız. Bu konuda süre geçirmeden birleşmek ve güçlenmek gerekiyor”36 diyerek yine yurtdışındaki Türk diasporalarının beraber hareket etmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. 36 Avrupa’nın Dört Bir Yanında Hocalı Anmaları Yapıldı, http:// www.aydinlikavrupa.eu/index.php/mansetler/2915hocal-katliam-avrupada-unutulmad.html, Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2014. Ermeni İşgalinin Azerbaycan’ın Tarihi ve Kültürel Mirasını Tahribi Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait bölgeleri işgali ile neticelenen silahlı girişimleri öncelikle bu bölgeleri etnik olarak temizlemiş ve tekleştirmiştir. Bölgenin Azerbaycan Türklerinden arındırılmasından sonra Ermeniler Azerbaycan’a ait kültürel mirası da yok etme yoluna girmişlerdir. Ermeniler bu girişimleri ile aslında tüm insanlığın ortak mirası olan kültür varlıklarını tahrip ve yok etmişlerdir. Ermeniler kültür varlıklarının yanı sıra dini ve milli kültür numunelerini de tahrip etmişlerdir. Camilerden Müslüman mezar taşlarına kadar bir milletin bütün kültür ve dini simgeleri yok edilmek istenmiştir. Anlaşmazlık neticesinde, Ermeni işgali altında kalan topraklarda Azerbaycan halkına ait 500 kadar tarih-mimarlık, 100’den fazla arkeolojik abide, on binlerce eseri olan 22 müze, dört resim galerisi, 4,6 milyon kitap ve el yazması saklanan 927 kütüphane, 808 kulüp, 10 kültür ve dinlenme parkı, 85 müzik ve güzel sanatlar okulu, 20 kültür sarayı, 4 devlet tiyatrosu kalmıştır.37 Özellikle de Azerbaycan’ın adeta bir kültür hazinesi olan Şuşa şehrinin işgali ile Türk İslam eserlerine ait nümunevi eserler tahrip edilmiştir. Özellikle “Yukarı Mescid” yahut Gövher Ağa olarak adlanan Cuma Mescidi, Aşağı Mescid, Mamay Mescidi’nin bugünkü durumu içler acısı haldedir. Taşınmaz tarih, mimarlık, arkeoloji, güzel sanat abidelerinden sadece Şuşa şehrinde 208 adedi devlet koruması altında olmasına rağmen, bu eserlerin akıbeti belli değildir. 37 Refugees Azerbaijan, Bakü, 1997 45 Yine aynı şekilde Azerbaycan’ın en zengin ve tarihi müzelerinden olan Şuşa Tarih Müzesi’nden beş bin muhtelif eşya Ermenistan’a kaçırılmıştır. Şuşa’nın işgali aynı zamanda Azerbaycan müziğinin en temel taşlarından olan Bülbül’ün (400 eşya), müzikolog ve ressam Mir Möhsüm Nevvab’ın (100 eşya) hatıra müzelerinin varlıkları talan edilmiştir. Şuşa’nın dışında Laçın şehrinde Hocaz köyünde mağara–mabet (5. yüzyıl), Cicimli köyünde Malik Ejder Türbesi (14. yüzyıl), adsız türbe (17-18. yüzyıl), Zeyve köyünde Kafir Kalesi (17. yüzyıl), Sultan Baba Türbesi, Şeyh Ehmed Türbesi, adsız türbe (19. yüzyıl), Karıgışlak köyünde mescit (18. yüzyıl), Hüsülü köyünde Hemze Sultan ve Sultan Ehmed sarayları (18. yüzyıl), Hekeri Çayı üzerinde köprü (18. yüzyıl), Ağoğlan Çayı üzerinde mabet (19. yüzyıl), Gülebird köyündeki türbe de şimdi işgal altında ve Ermenilerin talanına maruz kalmaktadır. Zengilan şehrinde Azerbaycan tarihi ve medeniyetinin en erken dönemlerini aksettiren taş heykeller, açık hava müzesinin yüzlerce sanat örnekleri, mimarlık abidelerinden Hacılı köyünde dairevî burç, Memmedbeyli kö- 46 yünde Sekizgen Türbe (1304-1305), Şerifan köyünde kümbet (13. yüzyıl), Yeniköy köyünde kümbet (14. yüzyıl) büyük tarihî ehemmiyete sahiptir. Kelbecer şehrinin Karagöl ve Zalha gölleri sahillerinde, Ayıçıngıllı ve Peri Çıngıllı dağlarında kayalarda bulunan tasvirler, M.Ö. III. binyıllık Tunç devrine aittir. Mimarlık abidelerinden Hotaveng Mabedi, Kelbecer şehrinin şehir tarihi müzesinde 13 bin eşya-halı, değerli madenî eşyalar, altın-gümüş mamûlü süs ve kullanma eşyaları, kadın ve erkek kemerleri, arkeoloji ve etnografik materyaller, el sanatı örnekleri, Azerbaycan devletlerine ait para-sikke materyalleri, maişet eşyaları, senetler talan edilen milli kültür varlıkları arasındandır. Gubadlı şehrinin mimarlık abidelerinden Gavur Deresi’nde mağara-mabet (4 yüzyıl), Muradhanlı köyünde Kalalı Kalesi (5. yüzyıl), Demirciler köyünde iki türbe (14. yüzyıl) ve mescit (19. yüzyıl), Yazı düzünde Cavanşir Türbesi (14. yüzyıl), Gürcülü köyünde türbe (17. yüzyıl), Hoca Muradhanlı köyünde küçük kale ve türbe (18. yüzyıl), Eliuşaglı köyünde mağara-mabet, çeşme (19. yüzyıl), köyün yakınlarında Göy Kale (5. yüzyıl), Lalezar Köp- rüsü (1867), Dondarlı köyünde mescit (19. yüzyıl), Hacıbedel Köprüsü de Ermenilerce tahrip edilen eserler arasındadır. Ağdam şehri arazisindeki medeniyet abidelerinden Haçın Türbeli köyündeki Kutlu Musaoğlu Türbesi (1314), Kengerli köyündeki türbe (14. yüzyıl) şehrin en eski medeniyet abidelerindendir. Papravend köyünde 18. yüzyıla ait çift minareli mescit İslâm abideleri olarak tarihî öneme sahipti. Ağdam şehrinde Gıda Müzesi, Rahim Memmedov Adına Savaş Müzesi, Gülablı köyünde tar sanatçısı Gurban Primov’un hatıra müzesi zengin eserlerden oluşmaktadır. Cebrayıl şehrinde mimarlık abidelerinden Sultan Allahverdi Hamamı, Hudayalı köyündeki dairevî sekizgen türbeler (19. yüzyıl), Şıhlar köyündeki dairevî türbe (14. yüzyıl), Hudaferin Köprüsü Azerbaycan halkının tarihî ehemmiyeti olan abidelerindendir. Ermenistan’ın bölgeyi işgal etmesiyle bir yandan İslami ve milli eserler bilinci bir şekilde tahrip edilmiş, diğer yandan da müzelerdeki tarihi eserler yağmalanmış, talan edilmiş ve Ermenistan’a kaçırılmıştır. Ermeni işgali ile bölgeden 40 binden fazla müze eşyası yağmalanmıştır. Şuşa, Laçın ve Gubadlı resim galerilerindeki seçkin eserlerden Azerbaycan’ın görkemli ressamları Settar Behlülzade’nin, Mikayıl Abdullayev’in, Toğrul Nerimanbeyov’un, Salam Salamzade’nin, Maral Rehmanzade’nin, Büyükağa Mirzezade’nin, Asef Ceferov’un ve başkalarının eserleri yağmalanmıştır. Azerbaycan’ın 7 şehri – Ağdam, Laçın, Kelbecer, Fizuli, Cebarayıl, Zengilan, Gubadlı - işgal edildikten sonra, bu şehirlerde 630 genel kütüphane mahvedilmiştir. Aynı şehirlerde 7 merkezî kütüphane, 9 çocuk kütüphanesi, 27 şehir kütüphanesi ve 589 köy kütüphanesi, bu kütüphanelerin sahip oldukları 4 milyon nüshaya yakın muhtelif kitap mahvolmuştur. Aynı zamanda Yukarı Karabağ, Şuşa ve Hocalı da dâhil olmak üzere 254 kütüphane ve bu kütüphanelerde bulunan 14.769 adet kitap tahrip edilmiştir. Genellikle Ermeni işgali ile alâkalı 808 kulüp ve 927 kütüphane müessesesine, 85 müzik okuluna, 22 müze ve onların şubelerine, 4 resim galerisine, 7 kültür ve dinlenme parkına, 4 tiyatro, 2 konser müessesesine 37 milyar manat maddî zarar verilmiştir. Dünya çapın- 47 da öneme sahip, insanlığın kültür mirasında, önemli bir yer tutan 20,5 milyar manat değerinde 40 bin adet XI-XIX. yüzyıllara ait kıymetli ve nadir müze eşyası dağıtılmıştır. 1852 medeniyet ve güzel sanat müessesesi dağıtılmıştır ki, bunun da neticesinde Azerbaycan devletine milyarlarca manat zarar verilmiştir. İnsanlık tarihi için mühim ehemmiyet taşıyan Azık Mağarası (Fizuli şehrinden 17 km. uzaklıkta Hocavend ilçesinde) işgal altında olan arazide kalmıştır. Yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, tahminen iki milyon yıl önce ilk insanların burada yaşadıkları ortaya çıkmıştır. İnsanların en eski yaşadıkları yer bu bölgedir. Azerbaycan Hükûmetinin 21 Nisan 1969 tarih ve 158 sayılı kararı ile Azık Mağarası Azerbaycan Cumhuriyeti İlimler Akademisi’nin sit alanı ilân edilmiştir. Tunç devrinin Azerbaycan abidesi olan Hocalı kurganları 50 hektar sahada 100’den fazla kurganı ihata etmekteydi. Eski devirlerde Hocalı kurgan sahası mukaddes yer sayılmış ve muhtelif bölgelerden ölüleri defnetmek için oraya getirmişlerdir. Bu kurgan- 48 lar dağıtılmış, tarihî abide gibi mahvedilmiştir. Hocalı şehrindeki Dairevî Mabet (13561357) ve Türbenin (14. yüzyıl) akıbeti ise belli değildir. Bugün Azerbaycan ülkesine ait milli kültür varlıklarının korunması için uluslararası alanda çalışmalar yapmaktadır. Bunun için öncelikle üç mühim sözleşmeye imza atmış ve Millî Meclis bu sözleşmeleri onaylanmıştır. Bunlar 1954 yılında La Haye’de imzalanan “Silâhlı Bir Çatışma Hâlinde Kültür Varlıklarının Korunmasına Dair Sözleşme ve Ekleri”, 1970 tarihli “Kültür Varlıklarının Kanunsuz İthal, İhraç ve Mülkiyet Transferinin Yasaklanması İçin Alınacak Tedbirlerle İlgili Sözleşme” ve 1972 tarihli “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”dir. BM’ye üye ülkelerin La Haye’de 14 Mayıs 1954 yılında imzaladıkları Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme ile aslında çatışma alanlarında olsa dahi bütün kültür varlıkları koruma altına alınmıştır. Sözleşmede; “Mevcut kültür mamelekinin muhafazasının bütün dünya milletleri için büyük önem ta- şıdığını ve bu mamelekin milletlerarası ölçüde korunması gerektiğini müşahede etmiş, Silahlı Bir Çatışma Halinde Kültür Eserlerinin Korunmasına dair olup 1899 ve 1907 La Haye Sözleşmeleriyle 15 Nisan 1935 tarihli Washington Paktı’nda tespit edilmiş bulunan prensiplerini rehber edinmiş, Bu malların korunması hususunda ancak millî ve milletlerarası tedbirlerin tesirli olabilmesi için barış zamanından itibaren teşkilâtlandırılması gereğini düşünmüş, Kültür mallarının korunması yolunda mümkün her türlü çâreye başvurulmasına karar vermiş bulunmakla aşağıdaki hükümler hakkında aralarında mutabakata varmışlardır” ibaresiyle kültürel mirasın korunmasını BM üyesi ülkeler açısından bir zorunluluk haline getirmiştir. yukarıda bildirilen servetlerden mürekkep bilim koleksiyonlarıyla, önemli kitap, arşiv röprodüksiyon koleksiyonları ve emsali gibi milletlerin kültür muameleklerinde büyük önemde yeri olan menkul ve gayrimenkul mallar, Bu kapsamda sözleşmenin 1. maddesinde “menşe veya sahipleri ne olursa olsun” korunması gereken kültür varlıkları söyle sıralanmıştır: Bu anlaşmanın Birinci bölümünün 4. maddesinin üçüncü ve dördüncü bentlerinde “Kültür mallarına riayet” başlığı ile aşağıdaki bentler sıralanmış ve tarafların hangi durumlarda ne yapacakları net bir şekilde anlaşma ile düzenlenmiştir. Buna göre; a) Dinî veya lâik, mimari, tarihi anıtlarla sanat anıtları, arkeolojik değerlerdeki yerler, bütünü itibariyle tarihi veya artistik bir alâka arz eden yapı toplulukları, sanat eserleri, el yazmaları, kitap ve başkaca tarihi, artistik veya arkeolojik değer taşıyan eşya, keza b) Gerçek ve başlıca görevi (a) fıkrasında zikredilen menkûl kültür mallarını koruma veya teşhirden ibaret olan müze, büyük kitaplık, arşiv deposu gibi binalarla (a) fıkrasında açıklanan menkul kültür mallarının silâhlı bir çatışma halinde korunmasına mahsus sığınaklar, c) (a) (b) fıkralarında tarif edilen kültür mallarını büyükçe sayıda içine alan ve “anıt merkezleri” denilen merkezler. 3. Yüksek Akit Taraflar, kültür mallarının, her ne yönden olursa olsun, çalınmasını, yağma edilmesini veya kaçırılmasını ve bunlara karşı girişilecek her türlü tahrip filini men etme- 49 yi, önlemeyi, icabında bu türlü hareketleri durdurmayı da ayrıca taahhüt ederler. Keza bâşka bir Yüksek Âkit Tarafın ülkesi üzerinde bulunan menkul kültür mallarına el koymaktan sakınırlar. 4. Kültür mallarına karşı herhangi bir misilleme hareketine girişmekten sakınırlar. 26 Ocak 1999 tarihinde Paris’te UNESCO tarafından düzenlenen “Kültürel Varlıkların Kanunsuz Çıkarıldığı ya da Sahiplenildiği Durumlarda Onların Vatana Döndürülmesi” Hükûmetler arası Komitesi’nin X. Toplantısı yapılmıştır. Toplantıda Azerbaycan Kültür Bakanı Polad Bülbüloğlu bir konuşma yaparak Ermenistan tecavüzü neticesinde işgal edilmiş arazilerde Azerbaycan halkının kültürel varlıklarının mahvedilmesi hakkındaki faktörleri inandırıcı delillerle ispatlamıştır. Bakan konuşmasında Şuşa şehrinden gizlice çıkarılmış üç abidenin - Şair Natevan’ın, dâhî bestekâr Üzeyir Hacıbeyov’un ve ölmez nağmekâr Bülbül’ün düşman topları tarafından delik deşik edilmiş heykellerinin fotoğraflarını ve bu abideler hakkında muhtelif dillerde olan bilgi toplantıya katılanlara verilmiştir. Şuşa’daki Gövherağa Mescidi’nin yakılması, başka tarihî abidelerin dağıtılma- 50 sı hakkında video görüntüleri bugün isteyen herkesin internetten ulaşabileceği uzaklıktadır. Bu video ve fotoğraflardan da görüleceği gibi Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarında soykırıma uğrattığı sadece Azerbaycan Türkleri olmamış, aynı zamanda Azerbaycan’a ait kültürel ve dini mirasta adeta bir soykırıma uğratılmıştır. Karabağ Savaşı’nın yaraları hala sarılamamıştır. Şuşa’da işgalde bir gün önce okunan “Gazi Ezan” inşallah bir gün tekrar orada okunacaktır. Yine, Şuşa’da, Ağdam’da, Kelbecer’de, Laçın’da harap edilen kültür hazineleri, ileriki yıllarda aslına döndürülecek ve tarihi Türk yurdu olan bu coğrafyada tarihi eserler en güzel şekliyle dünya kültür mirasına yeniden kazandırılacaktır. Ermenistan’ın Azerbaycan’ın kültürel mirasına karşı uyguladığı bu soykırım insan hikayeleri ve kültürel mirasın “Karabağ’ın Öncesi ve Sonrası” fotoğrafları ile çalışmanın müze bölümünde ve bu kitapta açıkça gösterilecektir. Duyulmayan Dram Rakamlarla Karabağ Hocavend: Şubat 1992 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Yaralanma : 1458 km2 : 1992 Kişi : 9874 Kişi : 916 Kişi : 3950 Kişi : 136 Kişi : 13 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Hizmet Kuruluşları Okullar Sağlık Merkezi Kültür Merkezleri Çiftlikler :9 : 2430 : 20 : 31 :4 : 20 :8 Hocalı: Şubat 1992 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın : 936 km2 : 2605 Kişi : 11356 Kişi : 5697 Kişi Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 2771 Kişi : 400 Kişi : 498 Kişi : 576 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Tarihi Yapılar Hizmet Kurumları : 10 :2700 : 25 : 29 :6 : 34 :1 : 30 Şuşa: Mayıs 1992 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 970km2 : 5523 : 23156 Kişi : 12269 Kişi : 8424 Kişi : 184 Kişi : 450 Kişi : 552 Kişi 51 Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Sanatoryum Turistik Alan Müze Tiyatro Cami Hizmet Kurumları : 24 : 5530 :6 : 32 : 26 : 55 :2 :1 :8 :1 :7 : 230 Laçin: Mayıs 1992 52 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 1835 km2 : 14095 : 61763 Kişi : 31278 Kişi : 24705 Kişi : 324 Kişi : 1125 Kişi : 1200 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Hizmet Kurumları Okullar :120 : 8949 :7 : 471 : 154 Sağlık Merkezi Kültür Merkezleri Çiftlik : 30 : 360 : 40 Kelbecer: Nisan 1992 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşlar Hizmet Kurumları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Çiftlik Müze Sanatoryum : 1936 km2 : 14780 : 60698 Kişi : 31363 Kişi : 24279 Kişi : 458 Kişi : 510 Kişi : 734 Kişi : 150 : 11130 :8 : 383 : 97 : 120 : 318 : 54 :1 :1 Cebrail: Ağustos 1992 2 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 1059 km : 14120 : 57125 Kişi : 30277 Kişi : 22850 Kişi : 353 Kişi : 368 Kişi : 218 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Hizmet Kurumları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Çiftlik : 96 : 9242 : 17 : 383 : 114 : 17 : 138 : 44 Ağdam: Temmuz 1993 (Kısmen İşgal Edildi) Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 1093 km2 : 36054 : 158000 Kişi : 82160 Kişi : 63200 Kişi : 538 Kişi : 587 Kişi : 987 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Hizmet Kurumları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Tiyatro Müze Cami : 122 : 24446 : 48 : 1317 : 160 : 65 : 373 :1 :2 :3 Gubadlı: Ağustos 1993 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 802 km2 : 8331 : 30678 Kişi : 16260 Kişi : 12080 Kişi : 80 Kişi : 722 Kişi : 435 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Hizmet Kurumları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar : 95 : 6999 : 15 : 291 : 78 : 13 : 285 53 Zengilan: Ekim 1993 54 2 Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 707 km : 8640 : 34924 Kişi : 17950 Kişi : 12800 Kişi : 490 Kişi : 345 Kişi : 395 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Çiftlik : 93 : 5779 : 15 : 86 : 15 : 279 : 29 Fizuli: Ağustos 1993 (Bir Bölümü İşgal Edildi) Alan Aile Sayısı Nüfus Kadın Çocuk Öldürülen Sakatlanma Yetim : 1386 km2 : 22110 : 98958 Kişi : 53561 Kişi : 36321 Kişi : 669 Kişi : 1450 Kişi : 155 Kişi Yıkım ve Kayıplar Köy ve Yerleşim Yerleri Konut Endüstriyel ve İnşaat Kuruluşları Hizmet Kurumları Okullar Sağlık Merkezi Kültürel Yapılar Çiftlik : 77 : 15213 : 33 : 786 : 117 : 43 : 166 : 50 Tanıkların Eşyaları ve Hikayeleri Küçük Bedende Saklanan Bayrak - Hocalı Yukarı Karabağ’daki çatışmalar, göçmenlerin içinde bulundukları sorunlar ve savaşta büyük kayıplar veren Azerbaycan halkının taşıdığı anı ve acılar kanalıyla varlığını sürdürmektedir. Topraklarından çıkarılan fideler gibi, yeniden kök salmaya çekinen zorunlu göçmenlerin dramı sadece Azerbaycan’ın değil, başta Türkiye ve Türk cumhuriyetleri olmak üzere tüm insanlığın sorunudur. Karabağ’da yaşanan büyük kayıplar sadece Azerbaycan halkının geçmişini değil milli şuura işlemesi neticesiyle bugünü ve yarınını etkilemektedir. Bu nedenle Yukarı Karabağ sorunu bölgesel olmaktan öte, uluslararası düzen ve hukuku, dolayısıyla tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Onların acısını bir nebze olsun paylaşabilmek için seslerini duymak ve hikayelerindeki siyasetten uzak, insana özgü acılarını anlamak gerekmektedir. Ermenistan’dan göç ettirilen insanların ve Ermenistan’ın işgal ettiği bölgelerde yaşanan acılar, dünyanın başka birçok yerinde olduğu gibi ‘insan’ların yaşadıklarıdır ve dolayısıyla tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Bu nedenle oradaki hak ihlallerinden tüm insanlık sorumludur. 56 Bizler TÜRKSAM olarak, Karabağ’da yaşanan bu çatışmaların mirasını, olayların tanıklarından ve çatışmalardan esas etkilenenlerden dinledik. Bu çatışmaların halihazırda yarattığı nesnel değişimlerin yanında, zamana meydan okuyarak nesilden nesile aktarıldığını gördük. İşgalden önce ve sonrasında tarihi ve kültürel değerlerdeki değişimi inceledik ve işgalin tanıklarından nesillerin mağduriyetini, eşyalarının dili olduğunu dinledik. Çatışma mağdurlarından ve sonraki nesillerinden onlara kaybettiklerini hatırlatan eşyalarını ve öykülerini sorduk... Onlar yaşadıklarını kelimelere sığdırmaya çalıştı, bizler de sizlerle paylaşmaya çalıştık. Gördük ki işgal de acıları da gün gibi taze, sadece umutlar biraz yaşlanmış… Biz yaptığımız bu çalışmalarda duyduğumuz ve gördüklerimizden çok etkilendik… Sizlerin de Karabağ başta olmak üzere işgalin sürdüğü yerlerdeki yangının küllerinde soğumayı bekleyenlerin dünyasını merak edeceğinize inanıyoruz… 26 Şubat 1992 yılında benim komutanı olduğum Alaya acil koduyla bir bilgi geldi. Gelen bilgide Ermeni faşistlerinin Hocalı’ya saldırdıkları ve yakaladıkları bütün sivilleri öldürdükleri bildiriliyordu. Çok heyecanlanmıştım, endişelenmiştim de. Bir asker olarak çatışma haberlerine alışmış dahi olsak, sivillerin savaşta olduğunu bilmek korku verici bir durum. Derhal bölgeye doğru hücum emri verdim. Komutanı olduğum Alay’la Ağdam Şehrinin Şelli köyünden Esgeran Şehri yönüne hücum ettik. Şumlu denen bölgeye vardığımızda, bir film sahnesinde gibiydik. Çok sayıda ölü ve yaralı vardı. Yaralılardan gelen inleme seslerini hala çok net hatırlıyorum, belki de hayatım boyunca unutamam. Yaralılardan birisi dikkatimi çekti. Bilinci yarı kapalı bir şeklide ağlıyordu, Yavrum. 11-12 yaşlarında küçük bir çocuktu daha. Hemen çocuğa yöneldim, yaklaştığımda güçlükle nefes aldığını gördüm. Yaralı bedenini kucakladığımda gömleğinin içinde bir bayrak olduğunu fark ettim. Çok duygulanmıştım. Bu bir Azerbaycan Bayrağı idi. Anlaşılan çocuk evden kaçarken bayrağı alıp gömleğinin içerisine saklamıştı. Çok etkilenmiştim… Küçük bir beden, canını kurtarmaya çalışırken nasıl da devletine, milletine sahip çıkmaya çalışıyordu! Derhal onu kucağıma alıp Şelli köyüne yöneldim ve Ağdam’daki hastaneye getirdim. Ailesinden kimseler yoktu. Muhtemelen Hocalı’da şehit edilmişlerdi. Doktorlar çocuğu derhal ameliyata almak istedi. Bayrak hala koynundaydı, çıkarıp bana verdiler. Ben de bayrakla beraber cepheye geri döndüm. İki gün sonra başka yaralılarla yeniden hastaneye döndüğümde ismini dahi öğrenemediğim yaralı çocuğu sordum. Bana durumunun ağır olduğunu, bu sebeple acil olarak Bakü’deki hastanelere sevk ettiklerini söylediler. Çocuğun adını dahi öğrenemeden izini kaybetmiştim. Bana ödünç bıraktığı değerli bir eşyasıymış gibi 22 yıldır bu bayrağı saklarım. 57 O çocuğu savaştan sonra da çok aradım. İsmini dahi bilmediği bir çocuk için endişelenebilirmiş insan olan. Hayatta olup olmadığı bile bilinmeyen bir çocuk… Tarif ederken sadece “Savaşta Ağdam’dan acile getirilen bir çocuk” diyebiliyorsunuz. Aynı durumda olan o kadar çok çocuk vardı ki… Hangisi? Korktuğum başıma gelmiş. Yaralı çocuk, Bakü’ye gönderildiği zaman ağır yaralarına katlanamamış ve hayatını kaybetmiş. Allah rahmet etsin. Çocuğu Ağdam’a defnetmişler. Çocuğun adını dahi öğrenememiştim. O şehit olduktan sonra ailesini de çok aradım ama bulamadım. Ailesi de Hocalı’da Ermeniler tarafından vahşice katledilmişti. Kimsesi kalmamış meğer. Tofiq Cafarov Şehidin Çocuklarına Ulaştıramadığı Miras - Daşkesen Vatanları için cepheye gitmiş tüm askerlerin içinde aile hasreti olur. Elçin Şahmerdanov da Ermeni işgalcilerine karşı ailesini geride bırakıp cepheye giden binlerce Azerbaycan Türkünden biriydi. Elçin, daha çocuk yaşta geride bıraktığı evlatlarını her geçen gün daha da fazla özlüyordu. Her an çocuklarına kavuşmanın hayalini kuruyor, tanıştığı askerlere çocuklarından bahsediyordu. Çocuklarının gelecek endişesi onu yaşama daha çok bağlıyor, onlar için daha da azimli mücadele ediyordu. Elçin Şahmerdanov, vatanı ve ailesi için bütün inancı ve varlığıyla üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu. Biliyordu ki, Azerbaycan olmazsa ailesi de olmayacaktı. Askerliği devam ederken çocuklarına kavuştuğunda vermek üzere bir asker şapkası ile bir oyuncak almıştı. Oyuncakla çocuğunu sevindirmek, askerlik şapkasıyla da oğluna milli bir bilinç aşılamak, onu da kendisi gibi vatan sevdalısı olarak yetiştirmek istiyordu. O günlerde cephede Ermeni silahlı güçlerinin saldırıları sonucunda Elçin Şahmerdanov’un çevresinde birçok silah arkadaşı şehit olmuştu. Elçin, her şehit için ayrı ayrı dertleniyor, içinde hüzün sandığı garip bir duygu büyütüyordu. Canı gibi koruduğu bu hediyelerin kendisinde güvende olmadığına karar verdi ve cephedeki askerlerin eşyalarını yıkatmak için Gence’ye geldiği bir gün Elnare Tağıyeva’ya tıkk oyuncakları vererek “Bunları sakla, eve geri dönersem bunları senden alacağım” demişti. Bu oyuncaklar, artık diumudun yeni bir işareti olmuştu, bir gün Elçin gelecek, hem gelişiyle hem de bu oyuncaklarla ailesini sevindirecekti. ün 15 gün sonra Elçin Asker’in kendisi değil, şehit haberi geldi… Bu haber, sadece çocuklarını değil, bütün Azerbaycan’ı yasa boğdu. Geride uğruna mücadele ettiği bağımsız Azerbaycan, bir asker şapkası ve bir oyuncak kaldı. Savaş, en masum ve sevgi dolu eşyaların bile bir acının hatırası olarak anılmasına sebep olabiliyor. Elçin Asker’den sonra çocukları bu oyuncaklarla oynamaya kıyamadı. Belki, şimdi Elçin Asker, bizlerle değil; ama onun mücadelesi sayesinde çocukları şimdi üç renkli Azerbaycan bayrağı altında güvendeler. Şahmerdanov’un çocuklarını sevindirmek için aldığı bu oyuncakları, şimdi acının, mücadelenin ve hasretin sembolü olarak sizlerle buluşturuyoruz. Elçin Şahmerdanov 58 59 Eski Birikimlerle Yeni Bir Başlangıç - Hocalı Küçük Oyuncağın Büyük Hatırası - Ağdam Adile Selimova da savaş mağdurlarından… Ekonomik olarak zor günler geçirdikleri sırada işgal gerçekleşmiş. Adile Hanım da o zor zamanların bir kahramanı. İşgal, onun da hayatında derin izler bırakmış. Fakat bu, çocuklarının çocuk klarının anneleriyle ilgili birbirinden güzel anılar biriktirmesine engel olamamış. Küçük çocuk bütün gece ateşten kıvranmıştı. Nigar Hanım, önce çocuğun ateşini kontrol etti, ardından da doktorların sıradanlığıyla bir kağıda birkaç ilaç ismi sıraladı. Çocuğa ateşini düşürmek için aşı yapmıştı. 2 yaşındaki sarışın bebeğin yanakları ateşten al al olmuştu. İğnenin tombul etine batmasıyla, çığlığının daha da yükselmesi bir oldu. Bütün hastanede yankılanan sesi ve bu kez biraz da sinirden kızaran yanakları Nigar doktorun gülümsemesine neden olmuştu. Nigar doktor, iş yerinde yanından ayırmadığı, küçük oyuncağı ufaklığın eline tutuşturuverdi. Çocuk bir anda acılarını unutmuş, gülümsemeye başlamıştı. Çocuğun tebessümü doktoru daha da mutlu etmiş ve o da gülmüştü farkında olmadan. Ad e Hanım, elindekilerin kıymetini bilen, tutumlu bir ev kadını, iyi bir anneymiş kendisi. Mutfaktan Adile aarttırdığı üç beş kuruşla çocuklarının ihtiyaçlarını gidermeye çalışan, örnek alınası bir kadınmış. Çok büyük kayıplar yaşamış olsa da, kendisi ve ailesinin canı sağ diye hayatı boyunca şükretmiş bir kadın. Sokağa çıkmak için annelerinden izin almakta zorlandıklarını hatırlıyor çocukları. m Çocukları, annelerinin evin önünden ayrılmamalarını sıkı sıkı tembihlediğini anımsıyorlar. İşgal Ço hikâyeleriyle dehşete düşen bir annenin çocukları için endişelenmesinden daha doğal bir şey olabilir hikâ hi kâye ye miydi Adile Hanım’ın çocuklarını sokağa gönderirken yaşadığı korkuları dünya üzerinde çok az insan miyd mi ydii ki ki?? A yaşamıştır yaşa ya şamı mışt ştır ı bbelki e de. Bu para kesesini de öteberiden arttırdıklarını koyduğu, gerektiğinde kıvırıp kıyafetlerinin içine saklayabildiği bir cüzdan olarak kullanıyordu. Kaçarken de yanındaydı bu kese. Çocukları, içinde tam olarak ne taşıdığını, kaçarlarken yanlarında ne kadar para olduğunu bilmiyorlar. Ama bu kesenin de kaçışlarının ve işgalden sonraki hayatlarının önemli bir parçası olduğunu söylüyorlar. İşgal zamanından gelen bu para, onlara yeni bir düzen kurarken çok lazım olacaktı ve Adile Selimova da bu bilinçle para kesesine gözü gibi bakmıştı. Adile Hanım bugün artık hayatta değil. Vatan hasretiyle yummuş gözlerini hayata. Bu para kesesini 3 Nesil 1 Soykırım Sergisi ve Müzesi için sergilenmek üzere bize getirdiklerinde açıp içine bakmamıştık. Sonra baktığımızda iki adet 5’er Rublelik Sovyet parasının hala kesenin içerisinde olduğunu gördük. Bu bizi hem çok şaşırttı hem de duygulandırdı. Adile Hanım, para kesesinden çıkan bu parayla kim bilir çocukları için neler yapmayı planlamıştı. Ama maalesef ki, Ermeni saldırıları buna müsaade etmemişti… Eşyalar eskir. İnsanlar da, dünya da… Eskimeyen bir şey varsa o da anılardır. Bu keseyi Adile Hanım’ın kendisi de işgal sonrasında pek kullanmamıştı. Ama atamamıştı da… Nigar doktorla çocuk arasındaki bağı gören bebeğin annesi, bunun özel ve geçmişe dayanan bir bağ olduğunu hissetmişti. Doktor bu konuda bir şey söylemese de, insanlar onunla ilgili çoktan çeşitli hikâyeler üretmişlerdi. Bunlardan bazılarını vaktiyle komşularından dinlemişti anne. Nigar Hanım, annenin aklından geçenleri hissetmiş olacak ki, hemen gülümsemeyi bırakıp ciddi bir tavır takındı. Sonra camın yanına gidip, uzaklara, çok uzaklara baktı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra anlatmaya başladı: “Daha çocuktum, yurdumuza baskın edildiğinde ve vatanımı, toprağımı terk ettiğimde. Çocukluk yıllarınn, benim m aanılanıla nı lada insanlar, anneleriyle babalarıyla yaşadıkları acı tatlı hatıraları anımsarlarken, r, insan anrımda hep kahır, kan ve gözyaşı var. Öldürülen yaşlılar, kadınlar, kızlar, çocuklar, insanarım mı lar... Üstelik doğmamış çocuklar bile bundan nasibini almışlardı. Bütün arkadaşlarımı arı rıkaybettim, beraber oyun oynadığımız, oyuncaklarımızı paylaştığımız arkadaşlarır...... mın hepsinin cansız bedenlerini gün gibi hatırlıyorum. Daha küçüktük, çocuktular... Annem ve babama, insanların bunu neden yaptığını sorduğumda, onlar da aynı ynıı yleeçaresizlikle gözlerime bakıp, savaşın başladığını ve onların düşman olduğunu söyleğım diler. Çok istediğim için babamın aldığı bu oyuncak dışında o günlerden hatırladığım güzel hiçbir şey yok...” Diyerek elindeki oyuncağı gösterdi ve ekledi: Adile Selimova 60 61 Savaşın Küçük Gözlemcileri, Çocuklar – Ağdam “Tek mutlu günüm ve anım bundan ibaret. Bu oyuncak bana kim olduğumu hatırlatıyor. Hiç bir çocuk üzülmesin ve ağlamasın diye, nasıl söz verdiğimi ve herkese yardım edeceğime yemin ettiğimi hatırlatıyor. Geçmişimi, yurdumu, bir gün oraya dönmenin ümidini taze tutmamı sağlıyor...” Nigar Hanımın az önceki gülüşünden geriye eser kalmamıştı. Gözleri dolmuş, nefes almakta zorlandığı hissediliyordu. Yüzünü çevirdiğinde, kuru bir sesle teşekkür ederek annenin ona uzattığı suyu alıp içti. Başını kaldırdığında, kadının ağladığını görmüştü ve kadın gayri ihtiyari bir şekilde ona sarılmıştı. Nigar Hanım şaşırmıştı, şaşkınlığını üzerinden atınca o da kadına sarıldı. Nigar Caferova Karabağ’ı işgal eden Ermenilerin yüzünü Ağdam’a çevirmeleri an meselesiydi. Karabağ katliamlarından kaçarak Ağdam Rayonuna sığınan göçmenler henüz katliamların acısını atlatamamış, buraya da saldırırlar mı korkusuyla uykularından oluyorlardı. Nitekim Hocalı Soykırımında kan kaybeden Azerbaycan Ağdam’da tarihinin en kanlı savaşını yaşamaya hazırlanıyordu. Hocalı’da gerçekleşen kan donduran soykırım, Ağdam sokaklarını korkuyla titretiyor, insanlar çocuklarının gözlerinin içine bakmaktan çekiniyordu. Günler içinde Ağdam’da çetin bir savaş yaşanacak ve şehir yerle bir olacaktı. Ağdamlılar Ermeni talanından canlarını kurtarmak için kaçışa hazırlanıyor, her gece evler boşalıyor, yollar akın akın insanla doluyordu. İnsanlar birbirine araç soruyor, taşıyabilecekleri ne varsa çantalarına doldurmaya, ölçüp tartmaya uğraşıyorlardı. Mustafa Askerov daha 10 yaşına bile girmemişti, fakat çevresinde olup biteni kavrayabilecek kadar aklı başındaydı. Kendisinden 4 yaş küçük kardeşiyle oynuyordu evlerinin kapısındaki gölgelikte. Mustafa da bir yandan ceviz kırarken bir yandan da kardeşini oyalıyordu.. Kardeşine ceviz kıracağıyla ceviz kırıyor, sırayla yiyorlardı. Bahçe kapısı hızla açılınca çocuklar korkmuştu. Gelen babasıydı, can havliyle koşmasından olacak ter içinde kalmıştı. Çocuklarını önemsemeden ve telaşla annelerini sormuştu. Mustafa şaşkınlıktan konuşamamış sadece sağ elinde tuttuğu ceviz kıracağını doğrultarak evi işaret edebilmişti. Babası eve girdikten sonra iki kardeş bir müddet öylece kalakaldı. Mustafa’nın elindeki ceviz kıracağı eli gevşeyince yere düştü. O düşene kadar ne kadar vakit geçti bilinmez. Mustafa eğilip kıracağı aldı ve tam doğruluyorken evden annesinin çıktığını gördü. Annesi aceleyle çocuklarına doğru geldi, kıvrak bir hareketle yerdeki ceviz torbasını toplayıp acele etmelerini istedi. “Gidiyoruz.” Mustafa neden olduğunu anlayamadığı bu aceleye, çaresiz boyun eğdi ve son bir kez daha cevizlere bakıp annesinin kolunu çekiştirmesine bıraktı kendisini. Annesi kardeşinin kıyafetlerini giydirirken kendisi de uzaktan babasını takip ederek hazırlanmaya başladı. Babası ceketini sırtına almış, ceplerine öteberi yer- 62 63 Umut Arayışı - Zengilan leştiriyordu. Uzaktan bir akrabaları göç için bir araba bulmuş, onların da sığabileceğini söylemişti. Babası onlarla birlikte göçmedi. Savaşmak için kalmış sonra da bir daha haber alınamamış kendisinden. Kimse başına ne geldi bilmiyor. Mustafa, annesi ve kardeşi, fazla bir eşya almadan kendi canlarını kurtarabildiler savaştan. Mustafa da bu ceviz kıracağını… Ağdam – Berde yolunda ilerlerken annesi, Mustafa’nın elindeki ceviz kıracağını fark etti. Bir anlam veremese de ses etmemiş, başını önüne eğip hıçkırıklarını tutmaya, sessizce ağlamaya devam etmişti. Onlar şehri terk eder etmez, savaş başladı. Ancak Ağdam, Ermenistan saldırılarına karşı sadece 43 gün dayanabildi. Mustafa Askerov Hüseyin Oğlu Faik Selimov Bey, 1964 doğumludur. İşgal Faik Beyin gençlik dönemlerine denk gelmiştir. Faik Bey de birçok Azerbaycan vatandaşı gibi ailesiyle birlikte çetin bir dönem geçirmişti. Ermenilerin baskın düzenlediği köylere yaralı toplamaya giderdi. “Bizim savaşımız canlaydı.”diyor. Yıkılmış, dağılmış evler, cesetler… Bunlar, o günleri hatırlarken en çok aklına gelen, âdete zihnine hücum eden görüntüler. Gördüklerinin çoğunu unutmak istiyor ama bu pek mümkün görünmüyor. Derisi yüzülmüş bebekler görmüş Faik Bey’in talihsiz gözleri. İşgalde yaşananlar için katliam denemeyeceğini düşünüyor. Çünkü katliam kelimesi bu vahşet karşısında hafif kalır. Orada tarihin görmediği bir vahşet yaşandı diyor. ü kor rkunçç m anza zaraalaara ttaa Duvarları kırmızıya bulayanın kan olabileceği, bizlerin sadece filmlerde gördüğü korkunç manzaralara tiştirmeye çalıştı çalıştığı t ğı nık olmuş. Bu kıyımın içinden yaşam umudu toplamaya çalışmış. Hastaneye yetiştirmeye nda. Ama yine de d yaralılar için bir şeyler yapabilmiş olmanın bir nebze olsun huzuru var hayatında. kendi anılarından bahsetmektense, ailesinden bahsetmeyi yeğliyor. Bu nedenle, detaylarını soramıyoruz kendisine. Kanla bulanmış bir geçmişin tanı-ığı Faik Bey. O günlerden kalma pek bir eşyası yok, eskimiş çizmelerinden başka. Eşyanın, gözünde bir kıymeti harbiyesi de kalmamış. Bu çizmeler Faik Bey’in yaralılara yardım ederkenki heyecanına, koşturmasına tanık olmuş. Biz üzerini an silmeye bile kıyamadık… Zira üzerinde işgal edilen Azerbaycan topraklarından kalma izler, çamurlar var… Faik Selimov 64 65 Dualarla Gittiler – Dağlık Karabağ Saat Değil, Zaman Durdu - Ermenistan 1990’ların başında Azerbaycan’da zor günler başlamıştı. Ermenistan’ın saldırıları günden güne artıyordu, gelen katliam haberleri herkesin içini dağlıyordu. Annesinin gözünde her zaman küçük bir çocuk olan Süleyman, artık büyümüş vatanı için cepheye savaşmaya gitmeye karar vermişti. Süleyman, kendinden emindi; am em aamaa annesinin kalbi onu tek başına cepheye uğurlayacak olmanın telaşıyla dertliydi. 22 Kasım 1965, Halisa Köyü şimdiki ismi (Noyakert Ararat İli Ermenistan) doğumluyum.1988 yılı 30 Kasım tarihinde yaşadığım köye, Ermeniler tarafından baskın yapıldı. Köydeki 600 hanenin sadece 120’si Ermenilerindi. Geri kalan nüfus Türk ve Müslümandı. Baskına yıllardır beraber yaşadığımız Ermenilerin yanında diğer bölgelerden gelenler de katıldı. Bir önceki gece bütün Azeri Türklerinin yaşadığı haneler Ermeniler tarafından işaretlemişti. Ermeniler evlere girerek yağmalıyor, şiddette sınır tanımıyordu. Köydeki okulun önünde bir kamyon duruyordu. İşkence ettikleri, dövdükleri ve yağmaladıkları bütün insanları bu kamyona doldurup daha sonra Nahçıvan’a göndereceklerini söylüyorlardı. Sonra belli oldu ki insanlarla dolu kamyonu yakmak istiyorlarmış. Son anda Sovyet askerleri müdahale ederek bizi diri diri yakılmaktan kurtardı. Süleyman askere gitmeden önceki gece, annesi başını yastığa koyduğunda aklına Süleyman’ın bebekliği geldi. Süleyman dünyaya geldiğinde, dünyalar onun olmuştu. Süleyman’ın ilk gülüşü, ilk dişini çıkardığı zaman, okula başladığı ilk gün, hepsi sırayla gözlerinin önünden geçti. Bir gün okul bahçesinde koşarken düşmüş, dizinden yaralanmıştı. Süleyman’ın ağlamaklı suratı aklına geldiğinde ağlamaya başladı. Süleyman, bugüne m kadar ne zaman ağladıysa annesi onun yanında olmuştu; ama yarın Süleyman, bir savaşın kad kurşunlara karşı mücadele edecek; ama annesi yanında olamayacaktı. Bütün bunlar oortasında or ta aklına gelince yastığına gözyaşları sel oldu, döküldü. Gece kimse uyanmasın diye gün ışıyana kl kadar bir yandan sessiz sessiz ağladı, bir yandan Süleyman için dua etti. Oğlu askere gittikten sonra, annesi her sabah onun için dua etti. Süleyman her sabah uyandığında bu duayı sıkı sıkı tutup, hem yaşadığı için şükrediyor hem de Allah’a bu çatışmaları bir an önce bitirmesi için dua ediyordu. Bütün heyecanıyla cepheye koşan Süleyman’a bu küçücük deri ile içindeki dua adeta bir kalkan olmuştu. Süleyman, bu dua boynunda asılı olduğu süre boyunca sayısız tehlikeden burnu kanamadan çıktı, onlarca kurşundan son anda kurtuldu. 15 yaşımdan itibaren eğitim için köye uzak yaşıyordum. Nenemi ziyarete gelmiştim. tim. O yüzden köydeki Ermeniler beni çok iyi tanımıyordu. Bunun sayesinde ninemi Ermenilerin in elinden kurtarabildim.70 yaşında olan ninem Askerova Hanım Ali kızı 5 Ermeni tarafından n öldüresiye dövüldüğünü görünce kendimi onun üzerine atarak korumaya çalıştım. Sonra ikimizide de okulun önüne Türkleri götürmek üzere bir kamyon getirilmiş. Daha sonra asıl niyetlerinin kamyonu yakmak olduğunu öğrendim. Ninemi buna bindirip öz annemi arama düşüncesindeydim. Ermeni komşumuz beni tanıdı ve “Bu u Türktür!” diye bağırarak beni diğer Ermenilere gösterdi. Bir anda sayılarını kestiremediğim Ermeniler üzerime saldırdı. O hengameden tek hatırladığım şey kafama aldığım ağır bir darbedir. Sonrasını hatırlamıyorum. Daha sonra ninemden ve diğer köylülerden dinlediklerime göre, sayıları 50’yi bulan Ermeniler beni tekmelemiş, uzun süre sopalarla dövmüşler. Sonra da öldü diye kamyona atmışlar. Kendime geldiğimde Nahçivan’ın Sederek Köyü’nün hastenesindeydim. Sağ ve sol tarafımdaki bütün kabugalarım, kollarımın ve de ayaklarımın birçok yerindeki kırıklar doktorlar tarafından tespit edildi. Uzun yıllar tedavi olsam da sağlığım bir daha geri gelmedi. Ayaklarımdaki rahatsızlıktan dolayı hala normal olarak yürüyemiyorum. Toprağı vatan etmek, büyük fedakârlıkların bir eseridir. Azerbaycan da büyük fedakârlıklarla ve anaların dilinden düşmeyen dualarla en zor günlerinde ayakta kalmayı başarmıştır. Bu saat de baskın günü köye giderken yanımdaydı. Yeni almıştım bizimkilere. O kargaşada çantamda benimle birlikte dövüldü. Orada bozulmuş olacak, ben gibi, biz gibi.” Süleyman Aliyev İntikam Beşirov Muharremoğlu Sabah oluyordu; ama gökyüzündeki bulutlar kaybolmadığından karanlık, insanın içini daraltan bir hava vardı. Bütün geceyi ağlamakla geçiren kadın, sabah erkenden yatağından fırladı. Oğlunu yolcu etmeye hazırlandı. Süleyman’ı uğurlarken, boynuna bu küçük derinin içerisindeki duayı titreyen elleriyle “Allah’ım seni korusun” diyerek astı. Daha sonra alnından öptüoğlunu ve ona sımsıkı sarıldı. Süleyman’ı kendisi koruyamayacaktı, o da Allah’a emanet etmişti yavrusunu. Bu duanın onu koruyacağına inanıyordu. 66 67 Soykırımın Küçük Tanığı - Ağdam Tarihe İz Bırakan Ayakkabılar - Ağdam Mehmer Eyvazova, küçük oğlu için kıyafet aranmaktaydı. Dolabı karıştırırken, gözüne bir anda soluk, yeşil renkli, küçük bir giysi takıldı. Bir anda gözleri doldu. Göğüs kafesinden gelen kasılma, bir an nefes alışını zorlaştırdı. Dirayetini korumak için, gevşek kapılı dolaba tutunup, dengesini korudu. Bir anda boz bulanık hatırladığı çocukluk zamanına gidiverdi... Gözleri dolan Mehmer Hanım, hayatta unutmak diye bir kelimeni in olm nin olmadığına bir kere daha emin oldu. Hatıralar gölge gibi, siz ne kadar ilerlerseniz ilerleyin peşinizden geliy ge geliyordu sanki. Zihninde gene 1990’lı yıllar canlandı. Özlem, dünyanın en az kendisi kadar büyük bir yüktür. Fakat her omuz, bu yükü taşıyacak güce sahip değildir. Hayatımızın her anında, geçip giden zamanların özlemini duyarız ve yüzümüz hep geçmişe dönük kalır. Zerife Hanım da, bu özlemin bütün hallerini yakından bilenlerden biri. Devletin kendisine ayırdığı emekli maaşıyla bir başına hayatını devam ettiriyor. Bu elbiseyi ona annesi almıştı. O daha doğmadan, bin bir türlü hayaller kurarak almıştı. Annesi kız çocuğu olacağını hissetmişti. Mehmer Hanım, annesinin kendisine karşı ne kadar ilgili olduğu ğunu çok iyi hatırlıyor. Annesinin saçlarını okşarkenki halini, annesi tarafından çok sevildiğini her hatı ha ıra hatırasında gözyaşları sel olup akıyor. 1993 senesinde Azerbaycan’ın üzerine çöken kara bulutlar Ağdam’ı adeta yıldırım gibi vurmuştu. 8 1993 yaşl ya şa yaşlarındaydı Mehmer. Dünyadan, kötülüklerinden, insanların insan katliamı yaptığından haberi yokt yo k u daha. Ruslar ve Ermeniler birlik olup, ordularıyla saldırıya geçmişlerdi Ağdam üzerine. Küçük yoktu Meh Me h Mehmer, yurdunu terk etmek istememiş, çocuk aklıyla ailesinin kaçma ısrarına karşı gelmişti. “Ben gitm gi tm gitmiyorum!” deyip ağlamıştı. Ancak Mehmer, düşmanın küçük büyük, kadın erkek ayırt etmeksizi si zin n saldırdığını bilmiyordu. Tankların karşısına kim geçerse eziyor, hamile kadınları süngüyle sizin öld d öldürüyorlardı. Sav Sa v Savaşın kazananı olmaz, bir taraf daha fazla kaybeder sadece. O gün, Azerbaycan topraklarını, dü dünya insanlığını; küçük Mehmer de tozpembe rüyalarını, güzel hayallerini kaybetmişti. Kaçarken gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı. Arkadaşlarını ve komşularını kaybetmişti. Yaşadıkları yer bir anda değişmiş sanki eski güzel anılarının üzerine bir perde çekilmişti. Kandan kırmızı bir perde... İşte o gün Ağdam’ı terk ederken küçük Mehmer’in üzerinde bu yeşil elbise vardı. Mehmer Hanım büyüdü, kendisi de bir anne oldu ama bu yeşil elbiseyi hiç yanından ayırmadı. Bu elbise Ağdam’ın işgalinin, katliamın, Mehmer’in küçücük dünyasının karartılmasının canlı şahidiydi. Mehmer hanım Ağdam’ın işgalinin şahidi olan bu küçük yeşil elbiseyi orada yaşananları duyurması için 3 Nesil 1 Soykırım Müzesi’ne verdi. Ağdam’dan küçücük çocukların nasıl kovulduğunu, nasıl vahşice katledildiğini şimdi tüm dünyanın görmesini istiyor. Mehmer Eyvazova 68 “O eski günlerde, küçük esnaf dönemlerinde eşimle beraber verdiğimiz mücadele daha anlamlı geliyor. O günler çok özleniyor. Eşim, tek dayanağımdı. Bu dünyada ondan başka kimseye güvenmezdim. İkimiz bir hayat kurmuştuk orada. Küçük bir yuva... Sonra savaş başladı. Bin bir zorluklarla kazandıklarımız, biriktirdiğimiz her şey ve daha da acısı yurdumuz... Hepsini bıraktık.” Böylece hayatı boyunca gurbette yaşayan Zerife Hanım’ın, kaybettiği anne babasının özlemine, yurt özlemi de eklenmişti. Üstelik mezarlarını da ziyaret etmeleri mümkün değildi. Zerife Hanım ve eşi Vidadi Bey yurtsuz kalmışlar, hayat adlı adl dlıı bir bir akıntının çemberinde sürükleniyorlardı... meye me yece cekk Zerife Hanım güçlü bir kadındı, mağrurdu. O sıkışık zamanda ayakkabısı eskidiğinde yenisini istemeyecek tti tiği ği bbir ir kadar yüce gönüllüydü. Eşi de karısının bu durumunu çok iyi biliyordu. Vidadi Bey, işlerinin iyi gittiği şini şi ni gün, karısına bir sürpriz yapmış ve çok istediği bir çift ayakkabı almıştı. Çarşıdan elleri dolu gelen eeşini kapıda karşılamıştı Zerife Hanım. Ayakkabıları eline çocuklar gibi sevinmişti. Zerife Hanım’ın neşelenen ifadeleri yavaş yavaş kayboluyor. Kısa bir sessizliğin ardından “Zaten, birkaç saat içinde Ermenilerin şehri bombalaması esnasında gözlerini yumdu dünyaya.” diyor rahmetli eşi için, sesi kısılarak. kede derrEşini, kendisine bir çift ayakkabı almasından sadece saatler sonra kaybetmesi Zerife Hanımı çokk ke kederlendirmişti. Ermeni işgali başladığı zaman evinden hiçbir şey alamamıştı ama bir çift siyah ayakkabısını almadan çıkamazdı. O sebeple o ayakkabıyı eşinin yadigârı bilerek bunca yıl sakladı. O gün bu gündür o ayakkabıyı hem eşinden hem de yurdundan kalan son hatıra olarak en kıymetli varlığı sayıyor. Kendisi dünya gözüyle bir daha görmeyi umut ettiği Ağdam’ı görmeyi beklerken, bu bir çift siyah ayakkabının 3 Nesil 1 Soykırım Müzesi’nde sergilenmesini ve hikâyesini tüm dünyaya anlatmasını istiyor. Zerife Hanım, bir yandan eşinin ve geride bıraktığı yurdunun özlemi ile yanarken, bir yandan da hem Allah özlemi, hem de anne babasının özleminin birbirine karıştığı bir özlem ummanının içinde kaybolmuş yapayalnız bir kadın... Bir gün acılarının dinmesini bekliyor... Zerife Eyvazova 69 Değerliler Değil, Değerleri Çalınan – Vedi, Ermenistan Cephede Tarih Yazan Kalem – Ağdere Ali kızı Hanım’ın maddi durumları çok iyi değildi ama ziynet eşyasını çok severdi. Zaten fazla da kıymetli eşyası yoktu; annesinden kendisine yadigar kalan sırga dediğimiz küpeleri, evlendiğinde eşinin kendisine aldığı bir kaç parça ziynet eşyası ve evlilik yüzüğü. Bunları kaybetmekten o kadar korkuyordu ki saklamak için küçük bir de çanta almıştı, Hanım Alikızı Askerova. Hele ki, gerçek ederini hiç bilmediği ananesinden hatıra küpelerini çok severdi. Ata yadigarıydı, madden olmasa bile manen değeri büyüktü. Ağdere bölgesinde “Askeri (Herbi) Polis” olarak görev yapan Ali Penahov ahov Vidadioğlu, Vida Vi dadi dioğ oğlu lu, küçüklüğünküçü kü çükl k üğ üğün ü den bu yana yazar olmanın hayalini kurmuştu. O yüzden cephede kalemini kalemi mini ni silahı sil ilah ahıı gi gibi b hep hep beraberasev e gisiini ni,, Ka Kara raba bağğ Sa SSavaşı’nda vaşı va şı’nda berinde taşıyordu. Fırsat bulduğunda kalemini eline alıyor, ülkesine sevgisini, Karabağ da dö ökü küyo y rd rdu. u B azzen kkağıt ağıt cephe hattında arkadaşlarının yaşadığı sıkıntıları, ailesine hasretinii kağıd kağıda döküyordu. Bazen nun bile bulamıyor, o zaman da eline ne geçirirse içinden geçenleri onun üzerine yazıyordu. “Kalem, kılıçtan keskindir” sözünün doğruluğuna en fazla inanan insanlardan biri de belki Ali’ydi… Kasım 1988’de Halisa Köyüne yapılan baskında bütün köy adeta talan edilmiş, so30 K a yup soğana çevrilmişti. “Bütün değerli eşyaları topladılar ve direnenleri oracıkta yu katlettiler.”derken gözlerinden korku okunuyor Ali kızı Hanım’ın. Bakışları kararırken istemsizce elleri kulaklarına gidiyor ve ekliyor: “Ermeniler köye saldırdıklarında evimizin bahçesinde komşularla oturuyorduk. Ermeniler baskın yapınca her şeyi aramaya başladılar. Hareket dahi edemiyorduk. Dona kaldık, talanı izledik.” Baskında Ali kızı Hanım’ın bütün ziynet eşyaları elinden alındı. O gün, misafirleri için biraz özenmişti ve ananesinin yadigar bıraktığı küpeler kulaklarındaydı. Küpeleri fark eden EErmeniler Er menile kendisine yöneldiğinde çok korkmuştu. Bir an için küpeleri unutmuş, kendisi için geldiklerini geld ge diklerin düşünmüştü. “Öldürecekler sandım. Kulağıma yönelince anladım...” Derken elleri kulaklarını sarıyor Ali kızı Hanım’ın. Gözü dönmüş işgalciler küpeleri kulağını parçalayarak almışlar. Gözleri doluyor anlatırken ve eşimin evlilik münasebetiyle aldığı yüzüğü ise vermemekte direnince dayak yediğini anlatıyor. Yüzüğünü vermek istemeyince üç parmağı da kırılarak zorla alınmış ve hastanelik oluncaya kadar dövülmüş. İçindekiler boşaltıldıktan sonra yüzüne fırlatılan küçük çanta o gün yaşananları kendisine hiç unutturmamış. “Para değildi derdim. Orada benden alınan mal değil, ata yadigarıdır, evlilik anılarımdır, onurumdur...” Kendine geldikten sonra yanı başında bekleyen bu küçük ziynet çantası, o gün bu gündür boş… Zira Ali kızı Hanım çantanın amacının değiştiğini düşünüyor. “İçine konacak değerdekiler, şimdi başka ellerde...” Hanım Alikızı 70 Ağdere bölgesinde, Karabağ Savaşı’nın ilk dönemlerinde büyük bir hareketlilik vardı. Ali’nin gecesi gündüzüne karışmıştı, bir gün koşarken ayağı bir yere takıldı ve cebindeki kalem kırıldı. Ali, kırılan kalemini atamadı. O kadar anısının kağıt üzerindeki tek şahidi, sevdiklerine mektup yazarken adeta Ali’nin dili olan bu kalemi atmak onun için bu kadar kolay değildi. Ali bu kalemi sakladı ve istirahatlarında bu kalemi kendisi kendirle ilmek ilmek dokudu. Bir gün bir arkadaşı Ali’nin ne yaptığını merak ederek yavaşça yanına yaklaştı ve neden bu kırık kalemi atmadığını sordu. Ali kafasını kaldırdı, “Kalemi atmak kolay; ama içimin bunaldığı bütün gecelerde bu kalem benim yanımdaydı. Hiç kimse yokken bu kaleme ben derdimi anlattım o dinledi, ben dedim, o yazdı. Ben ne zaman bu kaleme baksam, cephede yaşadıklarım aklıma geliyor, ben düşmanla savaşırken bu kalem de adeta benimle memleket hasretine karşı savaştı. Kalem kılıçtan keskindir, diyorlar ya bu çok doğru bir şey. Bu kalem de artık benim neredeyse silah arkadaşım oldu” dedi. Arkadaşı gözleri nemlenmiş bir şekilde sanki kusur işlemiş gibi Ali’nin yanından kalkıp uzaklaştı. Ali, cephenin arkasında kurşunlar yağmur gibi yağarken bu kalemi kendi elleriyle yeniden yaptı. Ali kaleminin üzerine onu üniformasına bağlayabileceği bir de bağ yaptı. Ali ile kalemi arasındaki bu bağ hiç kopmadı. Ali, savaşın tüm olumsuz şartlarına rağmen ne mücadeleden ne de yazmaktan yılmıştı. Ali farkında değildi; ama elleriyle işlediği bu kalem ile yaşadıklarını mütevazı bir şekilde not ettiği zamanlarda aslında bir kahramanlık destanını kaleme alıyordu. Ali Penahov Vidadioğlu 71 Zaman Şahit - Kelbecer Köy çocuğuydu, Nicad Bey. Kendisi okuyamamış, çocuklarının okuması için çabalamıştı bunca yıl. Allah ömür versin, bir oğlu bir de kızı vardı. İkisi de okumuş, öğretmen olmuşlardı. Köyünde mütevazı bir hayat süren Nicad Bey, evlatlarıyla ve sahip olduklarıyla gurur duyuyordu. Karısıyla birlikte köyünde mutlu mesut yaşlanıyor, torun özlemiyle günlerini geçiriyordu. Nicad Bünyadzade, 1927 doğumlu Kelbecer’e bağlı Sarıdaş Köyünde doğdu. Bu topraklarda bir ömür sürmüş, çocuklarını burada büyütmüştü. Şimdi aatalarının yattığı bu topraklarda gözlerini yumacağını, bir gün zamanı dolduğunda yine onların yanına ggömüleceğini düşünüyordu. Hayat acımasızdı. Savaş, onların hayatına da her geçen gün biraz daha fazla yaklaşıyordu. Çocukları H uzaktaydılar. Fırsat bulduklarında iyi haberlerini gönderiyorlardı ama Nicad Bey ve eşi, artık yurtlarında bile güvende değildi. Ermeniler kıyımlarına kıyım ekleyerek ilerliyordu. Kelbecer Ermenilerce kkuşatılmak üzereydi ve insanlar şehri terk ediyordu. Çocukları çok önceden orayı terk etmelerini isttemişti ama onlar, bir umutla savaşın bitmesini veya Azerbaycan lehine dönmesini beklemişlerdi. Artık daha fazla kaybedecek zaman yoktu. Azerbaycan’ın silahsız gönüllüleri, Ermenilerin top ve A ttüfeklerine karşı direnemiyordu. O akşam, eşine ilk defa açıyordu göç meselesini Nicad Bey. Kelimeler boğazında düğümleniyyordu, “Kaçıyoruz” diyememişti, “Göçmeli…” Karısının belki korkudan, belki de beklediği bir haberi nihayet almış gibi yüzü parladı. Hiçbir şey demeden dinledi kocasını. 1 Nisan 1993 ssabahı, saat üçte evi terk etmeye karar verdiler. Hızla toparlanmaya başladılar. Bir gecede, evlerindeki ‘geride bırakamayacakları’ taşınabilir ne varsa seçtiler. Nicad Bey, on dakikada bir saatine bakıyordu. Zaman adeta koşuyor gibiydi o gece. Çıkmalarına dakikalar kala, artık hazırdılar. Nicad Bey işleri tamamlamanın rahatlığıyla yatak odasına gitti. Eşiyle göz göze gelmişti. O an sanki dünya dönmekten, kuşlar ötmekten, yaprak hışırdamaktan yorulmuştu. O kadar sessizdi ki Nicad Bey’in kolundaki saatin sesi, tüm evde yankılanıyordu. Bir müddet öylece kalakaldıktan sonra hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı. Eşinin beli rahatsızdı. O taşıyamayacağı için sadece bir çanta hazırlamışlardı. Canlarını da alıp çıktılar evden… Nicad Bey, bir daha dönüp bakamadı bile evine. O ev artık onların değildi. Yaşlı çiftin uzunca zaman özlemini çekecekleri geçmişleri, bir çanta eşyası, bir de canları kalmıştı. 72 Canı Sıyırıp Yüreği Vuran Kurşun – Gence Sokağı Nicad Bünyadzade EEdil dil O Oğlu ğ lu Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına saldırıları ve insanlık dışı katliamları ddeevam ediyordu. Azerbaycan Türkleri cephenin önünde ve arkasında seferber olmuş, muş, ş imkânsızlıklar içerisinde ellerinden geleni yapmaya gayret ediyordu. Zaman zaa man çatışmalar yaşandığı Gence sokağında Elnare Hanım da askerlerin elbiseleriele leri rinin yıkandığı bir merkezde çalışıyor, orduya bu şekilde hizmet ediyordu. Gence Küçesi’nde çalıştığı yerde, Elnare Hanım’ın elinden yıkanmak için kanlı, tozlu, kurşunların deldiği, cephede yıpranmış birçok elbise geçmişti. Bu izler, insanlık tarihine kara leke bir olarak geçen Ermeni zulmünün bıraktığı izlere göre mutlaka ki, çok kolay çıkacak şeylerdi. Her yırtığın mutlaka kendisine göre bir hikâyesi, her lekenin bir öyküsü vardı. Elnare Hanım’ın en etkileyici hikâyesi, bir kurşunda saklı. Elnare Hanım, yılı tam olarak hatırlayamasa da olayın 1993 ya da 1994’te gerçekleştiğinden emin. Çatışmaların yaşandığı bir gün çalışırken güpegündüz pencereden içeri bir merminin girdiğini ve tam başını sıyırarak geçtiğini söylüyor. Bu olay gerçekleştikten hemen sonra yerden kurşunu alarak çalışmaya devam ediyor Elnare Hanım. Elnare Hanım, canına kast etmiş bu kurşunu o günden beri saklıyor. Acı dolu o günleri hatırlaması için kurşuna ihtiyaç duymuyor. Dün kadar taze olan bu anılar onu, ne zaman eline çamaşır alsa rahat bırakmıyor. Bu kurşun, ne zaman görse gözyaşlarına sebep olan ve şükretmeyi hatırlatan bir anı Elnare Hanım için. Elnare Hanım, yaşadıklarını anlatırken üzerinden 20 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen hala sesi titriyor. Elnare Hanım’ın onca zaman elinden geçen kanlı kıyafetleri, duyduğu katliam hikayelerini düşününce kurşunun sıyırması ile kendisini şanslı bile görmek mümkün olabilir. Kurşunun isabet etmediği Elnare Hanım birçok kişiye göre son derece şanslı; ama şahit olduğu yüzlerce hikâyenin acısı hala yüreğinde… Elnare Tağıyeva 73 Müzik Bitti, Radyo Sustu - Gubadlı Her Nefeste, Özlem Çekti İçine - Ağdam - Şuşa Te Tevfik oğlu Mehman Haydarov, Ermenistan’ın Azerbaycan’ı işgalini en yakından ve çok acı bir şekilde ya yaşayanlardan sadece biri. Yaşadığı topraklara kan damladığında henüz yirmili yaşlarında bir delikanlıymı mış. ış Savaş her insanı derinden etkiler ama doğasında müzik olan, hayat olan insanları belki de daha çok etkiler. et tk Refail Beyi’in sigarasını tüttürmek için kullandığı Müşlüğünü ona Şuşa’da 1985 yılının n yaz yazında azında tanı tanıştığı l rı h la ızla ız la değ e işmi miş. ve sonradan sıkı dost olduğu İlhan öğretmen vermişti. Fakat savaş başlayınca hayatları hızla değişmiş. dan a eesir siir alınmı m ş, ş eeşi ş şi İlhan öğretmen savaşta şehit düşmüş, 14 yaşındaki oğlu da Ermeni işgalciler tarafından alınmış, iği ği birr yerde ve iki kızının ise göç sırasında izini yitirmişti ve Refail Bey şu anda kendisinin bilmediği yaşamaya devam ettiklerini düşünüyordu. Yıllarca ailesinin izini sürmüşse de neredee olduklarını bulamamış, nihayetinde bu uğraşlarının beyhude olduğuna kanaat getirmişti. Neticede iyi olsunlar da varsın uzakta yaşasınlar, diyebilmişti. Me Meh h Mehman Bey, kendini bildiği günden beri müziği severdi. Dilinden şarkı türkü düşmez, dili kendinden habe ha be habersiz, durduk yere mırıldanmaya başlayıverirmiş. Mehman Bey müziğin hayatında adeta kendisine eeşlik eş likk ettiğini düşünüyormuş. Şimdi bakmayın böyle olduğumuza, diyor Mehman Bey. Eskiden, gençken, li sava sa vaşş da başlamışken en delikanlı günlerinde keyiflerine diyecek yokmuş. O zamanlar elektronik eşyalar da savaş şimdiki şimd şi mddi kadar çok ve yaygın değil. Yeni cep radyolarının çıktığını ilk duyduğunda çok heyecanlanmıştı. Bu radyoyu rady ra dyooy alabilmek için uzunca bir müddet para biriktirmiş, ama en nihayetinde radyosuna kavuşmuştu. Radyosuna gözü gibi bakıyor, hatta yıpranmasın diye kılıfıyla birlikte taşıyordu cebinde. Rady Ra dyoo So Soka kakt kt koşuşturmacayı fark edince radyodaki şarkının neden olduğu hülyalardan kopmuştu. Hemen dıSokaktaki şarı koşturdu. Yan köydeki katliamdan kaçmayı başaran köylüler canhıraş Gubadlı’ya sığındılar. Ağlayanların sesinden kimsenin ne dediğini anlaşılmıyordu. Mehman Bey, o an hayattaki tüm seslerin bir uğultuya döndüğünü düşünüyor. Yaşlı insanların, çocukların, kadınların fena bir şekilde hırpalanmış olduklarını görünce, geride kalanları düşünemez olmuştu. Bu gördükleri karşısında hayatını geçirdiği, büyüdüğü bu yerde kendini yabancı gibi hissetti. O an Mehman Beyin aklı, aklının almadığı bu görüntüler karşısında kendini terk etmiş ama bedeni yaralılar için koşturuyordu. Biraz sonra kendini toplamak, olan biteni anlamak için bir kenara çekildiğinde, cebindeki radyoyu hissetti. Evden çıkarken gayri ihtiyari radyoyu da yanına almış olmalıydı… O an radyoyu cebinde bulmasında hem şaşırmış hem de biraz utanmıştı. Ellerini radyoya götürdüğünde yabancılamış ve radyoyu cebine geri koymuştu. İnsanlar evlerini, annelerini, babalarını, çocuklarını yitirmişlerdi. Bundan sonra sadece Mehman Bey için değil, tüm Azerbaycan için müzik tadını yitirmişti. O gün Mehman Bey’i utandıran bu radyo, bu olaydan sonra sadece bir kez, bir yaralıya moral olsun diye çaldı. Fakat ne yaralıya ne de Mehman Bey’e moral olabildi. 74 Bakü’nün kuytu köşelerinden birindeki kahvehane her zamanki gibi yine kalabalıktı. Refail bey müşlüğü ile sigarasını yakmış, çayını yudumluyordu. Bir köşede sessizce oturmuş, insanların hararetle ve yüksek sesle Karabag’daki savaşa ilişkin yaptığı tartışmaları dinliyordu. Refail Bey olanları dinlerken, 18 yaşına kadar yaşamını sürdüğü Agdam’ı ve çocukluğunda yaz tatilini geçirmek için gittiği Şuşa’yı hatırlıyordu. Şimdi Bakü’de yaşıyor olmasına rağmen düşman işgali altındaki o güzelim yerleri unutamamış, özlem gidermek için neredeyse her firsatta görmeye gitmişti. Refail Bey için Karabağ güzel hatıralarla dolu bir yerdi. Ancak işgalden sonra o güzel hatıralar bile kendisine acı vermeye yetiyordu. Eskiden guzel, şimdi ise can yakan bu hatıralar, Refail Bey’e sigarasını daha derin nefeslerle içirtiyor gibiydi. 1990’lı yılların karanlıklarında, Karabağ’daki insanlık ayıbı gözlerinin önünden gitmiyor ve bu vahşeti hatırladıkça da bir sigara daha yakıyordu. Nasılsa bir “Dur, etme, içme...” diyeni kalmamıştı. Belki de zamansız ve devamlı özlediği o toprakları görememesinin verdiği özlem olmuştu Refail Bey’in hayattan zamansız göçmesine neden olan... Bir gün o topraklara geri dönülecekti mutlaka, ama Refail beyin bunu görmeyeceği kesindi. Nitekim de Refail Bey bu özlemle hayata gözlerini yumdu, atavatanına kavuşamadan... İşte bu müşlük Refail Beye o topraklardan kalan bir hatıraydı. Refail Bey’in doğduğu, büyüdüğü, evlendiği topraklardan göç ederken ceketinin cebinde getirebildiği tek hatıra eşya müşlük olmuştur. Refail Bey, Ağdam’ın kokusunu bu Müşlük’te buluyor, Ağdam özlemini bu müşlükle tekrar tekrar içine çekiyordu... Kim bilir, belki de bir işgal geçiren bu radyo hala çalışıyordur. Bu radyodan yükselen Karabağ türküsünü dinlemeye yüreği yetecek bir kişinin denemesini bekliyor. Biz cesaret edemedik. Oradan gelen birçok insan, bir umut hasretle beklerler vatanlarına, topraklarına dönecekleri günleri... Refail Bey artık beklemiyor. 1990ların ortalarında, hasret ve özlem onun sonu oldu... Gözlerini ebediyyete yumdu. Ağdam’dan ve Refail Bey’den geriye ise dinmeyen vatan özlemi ve bu Müşlük kaldı. Mehman Haydarov Refail Gubadlı 75 Bir de Geçmişi İçin Yaktı Hasan Muallim Tadı Kalmadı Tandırın, Hayatın - Ermenistan Muallim sözü Azerbaycan’da saygı ifadesi olarak kullanılan bir sözcüktür. Hasan Bey de çevresinde saygı uyandıran bir şahıstı ve herkes ona Hasan Muallim diyordu. Hasan Muallim Ermenistan’a karşı vatan savunmasında kardeşlerini yalnız bırakmak istemeyen bir adamdı. 40- 50 yaşlarında aklı başında bir beydi Hasan Muallim. Yaşına rağmen diğer tüm gönüllüler gibi vatanına canını siper etmeyi bir borç bilmiş ve vatanı savunmaya gelmişti. Ersin, fırıncılıkta kullanılan demir bir mutfak gerecidir. Genellikle tandırda pişirilen ekmeğin tandır duvarından koparılması için kullanılır. Bu ersin yaklaşık olarak 50 yıllıktır. Bugünkü Ermenistan Cumhuriyeti’nin Uluhanlı, Zengibasar (Masis) ilinin Çobankere (Rehimabad) köyünden 1988 yılında Ermenistan devletinin baskılarına dayanamayarak kaçkın-mülteci olmuş 1938 doğumlu Cabbarova Gülizar Ali kızına aittir. Gülizar, 1988 yılına kadar bu köyde on kişilik ailesi ile birlikte yaşamıştır. 1988’de sürgün hayatı başlamış ve ailenin tamamı mülteci olmuştur. 1990 yılında Azerbaycan’a yerleşmişlerdir. Cabbarova Gülizar göçmenlik (kaçkınlık) sonrası yerleştiği Azerbaycan’da da zaman zaman bu Ersin’i kullanmıştır. Savaş, sadece savaşı görenleri değil, savaşı yaşamış toplumlarda birkaç nesli birden etkiler. Savaşa gidenler gittikleri yere yaşadıklarını götürür. Çatışmaya yaklaştıkça sevdikleri daha sık gelir insanın aklına. Bir daha görebilecek miyim sorusu çınlar insanın beyninde. Sizinle gelmediğini sandıklarınızın da aklı sizde kalır. Onlar da içlerindeki cephelerde savaşır. Siz gerçek yaralarla ölüm kalım mücadelesi verirken, onlar da sizden haber alamadıkları her dakika yaralanırlar, hem de tedavisi olmayan yaralarla… Hasan Muallim de sigarasında bulmuş çareyi. Savaş başlayınca arttırmış sigarayı. Sigara içen çoğu insanın sunduğu gerekçelerden biraz farklıydı onun sigara içme gerekçesi. Sigaranın çok iyi bir dert ortağı olduğunu düşünüyor. Hasan Muallim sigarasının sessizliğinde savaştan uzaklaştığını da düşünüyor. Eşinin sigarayı sevmediği ve bırakması için de ısrarlarını hatırlıyormuş Hasan Muallim sigara içerken. Bazı eşyaların dili vardır. Ona göre sigaranın dili yokmuş, asıl konuşan hatıraları, konuşan eşi, dostu. Hasan Muallim, savaşa gelirken ailesini geride bırakan bir baba, bir evin büyüğü. Sigara içerken o onsuz ne ederler diye düşünüyordu. Doğru ya, hayat bir yerlerde devam ediyor. Savaşta şehit olanlar için çoktan bitmiş olsa da başkaları için bir yerlerde hayat devam ediyordu. Gidenin ardında kalanlar eksiklerle başlıyorlardı, yeni hayatlarına… Yeni yerde yeni bir eve muhtemelen de eksiklerle çıkılacaktı. Yeni hayata yeni baştan eksiklerle başlanacaktı. Hasan Muallim’in her sigarası yenisini çağırıyor sanki. Yeni baştan kurulacak hayatlara içiyor sanki. O çoktan göze almış yeni bir hayata başlayanlar için hayatını vermeyi, bir sigara da bize bırakıyor: Geride kalanlara, onlarsız devam edeceklere… Hasan Muallimden de hatıra istediğimizde bir adet sigaranın üzerine şu satırları yazarak hediye etti: “Kızlar, savaş tez zamanda bitsin ve siz de istediklerinize nail olacaksınız” Hasan Muallim 76 Tandır hakkında bilgi sahibi olmayanlar, bu gerecin ekmeğini tandırda yapanlar için ç ne kad kadar adar ar öönemli n ml ne mlii ol oldu olduğuduğu ğunu bilmeyebilir. 1980’li yıllarda şimdilerde kullanıldığından daha sık kullanılırmış. kadınlarının rmışş. Sı SSıklıkla klık kl ıkla la eevin vin vi n ka kadı dınl nlar arın ının ın meşgul olduğu bir pişirme yöntemi olan tandır birçoklarımızın zihninde yaşamaya maya de ddevam vam ed eden n ssıcak ıccak ekmeklerin, sıcak yemeklerin, sıcak anıların ocağıdır. Gülizar Cabbarova, doğup büyüdüğü Ermenistan topraklarını terk etmek zorunda kaldığında henüz 21 yaşındaydı. 1988’de evini yurdunu geride bırakıp bugün Ermenistan toprakları içerisinde kalan Zengibasar Rayonu’na kaçtı. Taşıyabileceği birkaç “kıymetli” eşyasını yanında götürmeyi unutmadı Gülizar Hanım. Bunların arasında bir de bu Ersin vardı. Bunu neden yanına aldığı konusunu pek açmıyor Gülizar Hanım. Ama kendisinin tandır böreği sevgisi ailenin tüm bireyleri tarafından biliniyor. İşgalden önce annesi tandır yakarken yardımcı olurmuş. Annesi börekleri yaparken o tandırın başında bekler, pişenleri çevirerek bir işin ucundan tutarmış. Bu ersin o zamanlardan kalma. Kaçışlarının bir parçası Gülizar Hanım için. Sadece bir gereç olarak değil, yüksek ihtimalle Ermeni işgalinden kaçış sırasında gerek duyulduğunda kendilerini savunmak için de kullanılabileceği düşünüldüğünden bunca yol Azerbaycan’a kadar taşınmış olabilir. Kimsenin dili varmıyor o günlerden, kaçışlarından bahsetmeye. Onlara işgali hatırlatan bir eşya var mı diye sorduğumuzda bunu getiriyorlar. Parça parça anlatılan tandır hikâyeleri hep Ermenistan’da geçiyor. Zaten bu ersin de Zengibasar Rayonu’na gelindikten sonra pek kullanılmamış. Kaçıştan sonra uzun bir süre tandır yapılmadığını söylüyorlar. Ağızlarının tadı da yokmuş zaten. İnsanın kurulu düzenini bozması zordur. Hele düzeninizi başkaları bozarsa, bu en zorudur. Cabbarlı ailesinin Ermenistan’daki kurulu düzenlerini bozmuşlar… Kaçkın/Göçmen yapmışlar… Gülizar Cabbarova 77 Bir Ocak Daha Söndü - Zengilan Dert Niyetine Tespih Çekmek - Kelbecer Süleymanovlar 4 kardeştiler, Zengilan’da doğup büyümüşler, bir çatı altında aynı şeylere gülüp ağlamışlardı. Hep omuz omuza olmuşlardı. Ermeni ve Rus kuvvetlerinin, Zengilan’a doğru yola çıktıklarını haber aldıklarında 4 kardeş bu sefer el ele cepheye koşmuşlar. Süleymanov ailesinin bir nesli, düşmana karşı savaşmak için birlik olmuştu. Uzun boylu, esmer yağız bir delikanlıydı Elşen. Soyadını bilmiyoruz. Siz ona “kahraman” ya da “yiğit”, “gözü kara” deyin Hangini derseniz deyin, ama “vatansever” deyin daha çok. Elman Süleymanov, her sabah saçlarını tararken parlak yarınların hayalini kuruyordu. Bir gün Azerbaycan’da birlikte savaşa katıldığı kardeşleri ile bir araya geleceğine, yeniden güzel günlerin yaşanacağına inanıyordu. Fakat bir gün, Ermenilerin silahlarından çıkan bir kurşun hem Elman’ın kardeşini hem de büyük bir ailenin umutlarını vurdu. Elman Süleymanov’un hayalleri yarım kaldı. Elman Süleymanov’un kardeşi Baloğlan Süleymanov, 25 Ekim 1993 tarihinde son kurşununa kadar çarpıştı ve Ermeniler tarafından şehit edildi. Baloğlan Süleymanov daha sonra, Azerbaycan Cumhurbaşkanının fermanı ile “Azerbaycan Bayrağı Ordeni” ile taltif edildi. Sağlığında, Ermenilere karşı verdiği mücadele sebebiyle iki defa “Milli Kahraman” unvanının verilmesine layık görülmüş, ama unvan için savaşmadığını belirterek bu ödüle razı gelmemişti. Baloğlan Süleymanov, vatan savunmasını boynunun borcu olarak görüyordu. Süleymanov ailesi, cephede Baloğlan Süleymanov’u kaybetti; ama tek acıları bu değildi. Süleymanov ailesinin her nesli maalesef Ermeni teröründen nasibini almıştı. 21 Ağustos 1991 tarihinde Baloğlan Süleyamanov’un oğlu evlerinin bahçesinde olanlardan habersiz bir şekilde oynarken Ermeniler bahçeye tankla ateş etmiş ve küçük çocuğu öldürmüşlerdi. Elman Süleymanov, bu haberi alınca hemen evlerine doğru koştu, bahçenin ortasında yatan yeğeni Sadıq’ın cansız bedeni beyaz bir örtü ile örtülmüştü. Elman Bey, o an dünyanın başına yıkıldığını hissetti ve kardeşi Baloğlan ile birlikte Sadıq’ın intikamını almaya yemin etmişti. Acılı iki kardeş Sadık’ın cenazesini bir tarafta bırakarak hemen Ermeni köylerine doğru yol alırlar. Elman Bey, bir Ermeni köyüne vardıklarını; ama köyde yaşayanların hepsinin yaşlı insanlar olduğunu belirtiyor ve “Düşman içimize ne kadar büyük bir ateş salsa da yaşlı ve silahsız insanları öldürmeyi kendimize yediremedik” diyor. 10 yaşındaki bir çocuğun kendi evinin bahçesinde oyun oynarken başka bir insana ne gibi bir zararı olabilirdi ki? 10 yaşında bir çocuğun üzerine tankla ateş açan bir insanın, acaba insanlıkla bağı ne kadar kalmıştı? Ölen, öyle söylendiği gibi çekip gitmiyor. Süleymanovlar Ermeni terörü nedeniyle büyük açılar çekti ve çekmeye devam ediyor. Elman Bey, Baloğlan Süleymanov’un yadigârı Sadiq’ın saçlarını gönlünce tarayamadı. Tarak ise bir köşede boynu bükük kaldı… Elman Süleymanov 78 rının isElşen, benim için tüm bu sıfatlardan daha da öteydi. Tarih kitaplarının i mine yer vermeyeceği bir “alacaklı”ydı: Borcumuzu asla ödeyemeyeceğimiz bir alacaklı… Hayat, bu dünyada nefes alıyor olmak ve diğer bütün önemsiz gibi görünen şeyler aslında hepimiz için önemlidir. Fakat Elşen’in öncelik sırası belki de çoğumuzdan farklıydı. Arkasında ailesini, belki de sevdiceğini bırakmış 25-26 yaşlarının verdiği tüm heyecanlardan vazgeçebilmiş ya da vazgeçmeyi göze alabilmiş. Her insan niyetinden izler taşımaz mı yüzünde… Elşen de taşıyordu. Gönüllü gelmişti. Aklının ve gönlünün bir kenarında “ya geri dönemezsem” endişesi vardı ama orada olmayı gerçekten isteyenlerdendi. Kelbecer’i savunmak için gelmişti. Savaşmak değildi niyeti… Birkaç parça eşyası vardı yanında… Birkaç parça giyecek, öteberi… Bir de tespihi vardı elinde. İkinci defa dahi düşünmeden, onu da gözden çıkardı… Tespihi bana doğru uzatırken gözleri tespihteydi. Vedalaşıyordu belki de. Konuşkan biri olmadığı belli. Sessizlik ve uyumlu halleri adeta kişiliğine işlemişti. Elşen ile Kelbecer savunması sırasında tanışmıştım. Tanışmamızın da ayrı bir tarihi var aslında. Belki de kaderdi bizi tanıştıran… Tespihi elinde son bir kez çevirip avucunun ortasında biriktirdi. Konuşacak pek bir şeyi yoktu belli. Başını öne eğerek bir selam verdi. Sessiz ve emin adımlarla ardına dönüp gitti. Elşen’e ne olduğunu bilmiyoruz. Vatan diyerek şahadete koşanlardan mı oldu yoksa Yaradan bizlere mi bağışladı bilinmez. Başkaca haber alamadık. Tarih sayfalarında yerini alamasa da bizde bıraktığı izler derindir. Tespihi ve kahramanlığı bize emanet… Kelbecer Cephesinde Elşen 79 Emanet Yüzük - Asker Abdullayev Binlerin içinde biri… Okyanusa inen yağmur damlası… Bir vatanının büyütüp büyütebileceği vatanperver bir delikanlı daha… İsmini daha en başından unutturdu bıraktıklarıyla… İsim değil eserdir perv kalan der gibi… Düşmana karşı canıyla vatana siper olmaya gönüllü koşmakla verdiği ders yetka memiş gibi bizlere bıraktığı yüzükle tarihe meydan okudu bu kahraman da. m me Uzaklardan gelmişti belli ki. Etrafa bakışlarındaki yabancılık kalabalıktan pek haz etmediğini Uz gösteriyordu. Dilimin ucunda diyeceğim ismini ama değil, zihnimde bakışları kalmış. Kaşlarındaki göst gö st keskinlik, kesk ke skin inli li bakışlarındaki güven dağlıyor hatırasını. Dudaklarından dökülenlere teslim ediyorum ismini. İİsmii gidiyor, idii id dedikleri kalıyor geçmişte ve geleceğimizde… “Dünya ölüm dünyası, her gün birçok yoldaşımız ölüyor. Bu da benden sana yadigâr kalsın.” Gözleri kaç ölüm görmüş kim bilir. Kaç can kayıp gitti acaba ellerinden… Kaçı O’nun da canından götürdü acaba… Kaç tanesinin yerine kendinin gitmesini yeğledi… Belki yüzüğün diğer eşi çoktan gitmişti… Bazen bazı insanlara, ne kadar merak ediyorsanız edin soru sorulmaz. Sorulamaz. Onlarca sorunun içinden ya siz birini seçemezsiniz ya da sorunuza alacağınız cevabın akıbetinden korkarsınız, ya da merak etseniz bile sormaya yüzünüz olmaz… İşte, bu da tam öyle bir andı… Yıllardır parmağında taşıdığı, parmağında artık yer etmiş yüzüğünü elinden zorlukla çıkarıp uzattı… Her gün bir yoldaşı ölüyordu… Kendisi gibi ardında isim bile bırakamayanlar vardı aralarında. Belki de bunu bildiğinden geride bir şey bırakmak istedi… Vatan için ölüme giderken her şeyin geride kalabileceğini göstermek için, yüzüğünü bıraktı bizlere. Hakkında bildiğim tek şey 181. Bölükten olduğu ve soyadının Abdullayev olduğuydu… Asker Abdullayev 80 Öncesi ve Sonrasıyla Soykırım Ölümü Tanımak İçin Yüze Gerek Yok - Hocalı 82 7’den 70’e Kıyım - Hocalı Beşikleri Mezar Olan Çocuklar - Hocalı Bir Annenin Feryadı - Hocalı Hocalı Soykırımı’nda Katledilen Azerbaycan Evlatları Hocalı Hocalı’daki İnsanlık Ayıbı Kefene Bile Sığmadı 83 Hayata Sarılmak - Hocalı Soykırımın Küçük Tanıkları - Hocalı Soykırımda Anne Olmak - Hocalı 84 Tarihte Kara Bir Leke - Hocalı 85 Kar Üstünde Umut Kıvılcımları - Hocalı Zulümden Kaçış - Hocalı (İşgalden Sonra) Harabeye Dönmüş Ağdam Azerbaycan Uğruna Savaşan Kahraman Askerler - Laçın 86 Cansız Bedenler ve Çaresizlik - Hocalı 87 Yurtsuz Kalanlar - Hocalı Dünyanın Gözlerini Kapatığı Soykırım - Hocalı Kadınlar, Çocuklar ve Soykırım - Hocalı 88 Kurtarılan Canlar, Tükenmeyen Umutlar - Hocalı 89 Hocalı’da İnsanlık Can Çekişirken Şavaş Devam Ederken - Fizuli Büyük Vahşet - Hocalı İşkencenin Delillerinden... - Hocalı 90 Ölüm Tarlalarına Dönüşmüş Hocalı 91 (İşagalden Sonra) Ağdam Camii İçi Tüm Canlılar Ermeni Zulmünden Nasibini Aldı Müslümanın Mezar taşına Bile Tahammülleri Yok Okul Binasının İçi (İşgalden Sonra) Ağdam’da Bir Ev 92 93 (İşgal Öncesi) Ağdam Camii (İşgal Sonrası) Ağdam Camii İnsanlığın Öldüğü Yer - Hocalı (İşgalden Sonra) Gövher Ağa Mescidi, Şuşa 94 95 (İşgalden Sonra) Ağdam’da Kurşulanan Camii (İşgalden Sonra) Kurşunlanan Ağdam Camii (İşgalden Önce) Saatli Mescidi - Şuşa 2. Dünya Savaş Anıtı - Ağdam 96 (İşgalden Sonra) Çörek Evi Müzesi, Ağdam (İşgalden Sonra) Yıkılmış Ağdam Şehri ve Camii 97 Hocalı’da İnsanlık da Yakıldı Ağdam’da Ayakta Kalabilmiş Tek Mezar Taşı Türklerin Mezar Taşlarına Dahi Tahammülleri Yok Mezar Taşları Bile Yerle Bir Edildi (İşgalden Önce) Ağdam Şehri 98 99 (İşgalden Önce) Dağı Delen Ferhad Anıtı, Ağdam (İşgalden Sonra) Yıkılmış Ferhad Anıtı 100 Sönen Ocaklar Hocalı (İşgalden Sonra) Agdam Camii İçi - Domuzlar Acıların Kaydını Tutmak - Hocalı (İşgalden Sonra) Ağdam Camii İçi - İnekler 101 Savaşı Yaşayan Ürkek Gözler 102