2016 Özet Kitabı
Transkript
2016 Özet Kitabı
CTF Bilim Günleri 2016 4. Bilim Günleri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi PROGRAM KİTAPÇIĞI CTF Bilim Günleri 2016 Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı'na katkılarından dolayı teşekkür ederiz. CTF Bilim Günleri 2016 ADRES: ÖBAK İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Tıp Bölümü Fatih / İSTANBUL www.ctfobak.com/tr CTF 4. Bilim Günleri 2016 Organizasyon Ekibi Editör:Beşir Hilmi Aras Kapak Tasarım:Melis Gökçe Çil DESTEKÇİLERİMİZ CTF BİLİM GÜNLERİ 2016 ONURSAL KOMİTE Onursal Başkan Prof. Dr. Alaattin Duran CTF Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Danışman Öğretim Üyesi Prof.Dr. H. Oktay SEYMEN Kongre Başkanı Gülçin Baş Bizleri destekleyen öğretim üyelerimize çok teşekkür ederiz... Prof. Dr. Şükrü Emre Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney Prof. Dr. Tunaya Kalkan Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu Prof. Dr. Çiğdem Özkara Prof. Dr. İlhan Yargıç Prof. Dr. Hacı Murat Emül Prof. Dr. Gökhan Oral Prof. Dr. Oktay Demirkıran Prof. Dr. Kaya Özkuş Prof. Dr. Abdullah Sonsuz Doç. Dr. Mehmet Uzel Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat Uzm. Dr. Fehim Esen DESTEKÇİLERİMİZ SPONSORLARIMIZ TAV Havalimanları Terminal İşletmeciliği A.Ş. Kurukahveci Mehmet Efendi RedBull Arbella Çiğköfteci Ömür Usta Dialogue Dil Kursları English Academy Dil Kursları TUSDATA TUS'a Hazırlık Dershaneleri Nobel Tıp Kitabevi Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Bakırköy Belediyesi ROLLsahne CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi Başkan Gülçin Baş Başkan Yardımcısı İbrahim Halil Baloğlu Bilimsel Program Sorumluları Pelin Kocazeybek, Merve Atik, Neval Yetimçok Genel Sekreter Merve Ümran Yılmaz Mali Sorumlu Mert Can Rador İletişimSorumluları Aslı Akdeniz, Cansu Keş, Zeycan Aytaş Sponsor Sorumluları Sabri Öztürk, Hamit Özgül, Yusuf İnanç Bilişim Sorumlusu Beşir Hilmi Aras Sosyal Program Sorumluları Nurgül Tekeli, Celal Yeşilkaya, Mehmet Zahid Şerefoğlu Haftalık Sunumlar Sorumlusu Alpcan Ateş CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi Dergi Sorumluları İlvana Caklovica,Mert Gürcan, Onur Merzifonlu Panel ve Workshop Sorumluları Pınar Zeytun, Mert Birinci, Salih Karaismail Çalışma Grupları Sorumlusu Pouya Anv Staj ve Kongre Sorumluları Fulya Güçlü, Serdar Çetin Poster ve Afiş Sorumlusu Melis Gökçe Çil Denetim Kurulu Üyeleri Bekir Burak Kılboz, İrem Yenidoğan, Cemre Özdemir İÇİNDEKİLER Önsözler İstanbul Üniversitesi Rektörü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı CTF Bilim Günleri Danışmanı CTF Bilim Günleri Başkanı Prof. Dr. Mahmut Ak Prof. Dr. Alaattin Duran Prof.Dr.H.Oktay Seymen Gülçin Baş 1 2 3 4 Bilimsel Program 5 Sözlü Sunum Özetleri 12 Açılış Konuşması 1. Oturum Açılışı 1. Oturum Özetleri 2. Oturum Özetleri Çalıştaylar 3. Oturum Açılışı 3. Oturum Özetleri Prof. Dr. Tunaya Kalkan Prof. Dr. Şükrü Emre Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney 8 10 14 20 24 31 33 Poster Sunum Özetleri 41 Jüri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası Sosyal Program Yararlı Bilgiler Organizasyon Ekibi Sponsorlar CTFÖBAK 55 56 57 58 59 60 61 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’NDEN ÖNSÖZ PROF. DR. MAHMUT AK Sayın meslektaşlarım, Öncelikle hepinize dünyadaki en eski ve en prestijli üniversitelerden biri olan İstanbul Üniversitesi’nde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cem-i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleşecek Cerrahpaşa Bilim Günleri’ne hoş geldiniz demek istiyorum. 1453 yılında kurulduğundan beri İstanbul Üniversitesi’nin misyonu sadece yerel olarak var olmak değil, aynı zamanda uluslararası da var olmaktır. Bu dileğimiz ve arzumuz bizleri bilimsel olarak gelişen ve “Daha üst seviyelerde eğitimin lider bir eğitimi yüzyıllar boyu” veren büyük öncülerden biri haline getirdi. Bu nedenle, konu bilimsel toplumun geleceğine geldiğinde, öğrencilerin kişisel gelişimlerinin öneminden fazlasıyla haberdarız. Bize göre, özellikle genelde hızlı gelişmelerin ve medikal teknolojideki başarıların özetlenmesi gerektiği tıp eğitiminde Bilim Günleri gibi organizasyonlar desteklenmeyi hakediyor ve eğitimin önemli bir parçasını oluşturuyor. İstanbul Üniversitesi’nin şuanki rektörü olarak, sizleri İstanbul Üniversitesi’nin bu saygıdeğer tıp fakültesinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafında düzenlenen, bu profesyonel ve uluslararası organizasyonda ağırlamaktan gurur duyuyorum. Şüphesizdir ki, Cerrahpaşa Bilim Günleri 2016 tıptaki en son yenilikleri yakalamak, yeni düşünceler vermek ve İstanbul’daki eski kültürü tecrübe etmek için büyük bir fırsat olacaktır. Bütün ÖBAK üyelerini profesyonel ve takdir edilen emekleri sebebiyle kutlamak istiyorum. Cerrahpaşa Bilim Günleri’nin bütün katılımcılar için medikal kariyerlerinde bir dönüm noktası olacağına ve onların tatmin olmuş beklentilerden daha da öteye bakmalarını sağlayacağına inanıyorum. Umarım ki, kongreden zevk alır ve tüm ülke genelinden ve dünyadan gelen meslektaşlarınızla ilişkileriniz, yaratıcı fikir alışverişleri yapmanıza ve böylece kişisel olarak gelişmenize ön ayak olur. Saygılarımla, Prof. Dr. Mahmut Ak İstanbul Üniversitesi Rektörü 1 CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ DEKANI’NDAN ÖNSÖZ PROF. DR. ALAATTİN DURAN Sevgili öğrenciler, Tıp alanında meydana gelen görkemli başarılar ve hala gelişmesi göz önünde bulundurulduğunda 21. yüzyıl büyük ihtimalle en inanılmaz yüzyıldır. Bugün gereğinden fazla bilgiler tüm bilgi kaynaklarında mevcuttur. Dolayısıyla, kongreler ve konferanslar kendimizi en yararlı ve etkili bir biçimde güncellememiz için çok gereklidir. Düzgün yaklaşım düzgün standart getirir. Ülkemizin bilimadamları tüm enerjilerini ülkemizi dünyadaki yeni gelişmelere paralel olarak yüksek standartlara getirmek için harcayıpTürkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder M. Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerliyorlar. Geleceğimizin farkında olmak bilimsel araştırmamızın başarısına dayanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu bu konudaki görevini 140+40 yıllık bir tıp bilgisi, büyük araştırma tecrübesiyle, dinamik fakülte üyeleri ve öğrencileriyle dolu bir ortamda yerine getiriyor. Fakültemizin kuruluşunun 49. Yılında, Cerrahpaşa Bilim Günleri, rektörümüz, Prof. Dr. Yunus Söylet’in takdir edilir desteği ve Öğrenci Bilimsel Araştırmalar Kulübü(ÖBAK)’ın uzun çalışmaları ve üstün çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Cerrahpaşa Bilim Günleri’ni düzenleyen komiteyi ve ÖBAK’ın tüm üyelerini bu çalışmalarından ötürü teşekkür ve tebrik etmek istiyorum. Ülkemizdeki değişik tıp fakültelerinden gelen sevgili tıp öğrencileri, araştırma ruhu bir hayat biçimidir; öğrenciler ve genç araştırmacılar bilimsel araştırmanın ve gelişmenin kalbinde yatar. Ülkenizin bilimsel geleceği sizin ellerinizdedir. Sizleri desteklemek bizim en önemli görevimiz, bizim için büyük bir onur ve zevktir. Bu kongrede sizlerle buluşmaktan ve ev sahibiniz olmaktan son derece mutluyuz. Diyalog bir sürü probleme çözüm olacak ve dünyadaki insanların mutlu yaşamalarını sağlayacak bir anahtardır. Bilmenizi isterim ki, öğretmenleriniz olarak bizler, her zaman sizlerin yanında olacağız. Bilimsel araştırmada, bir konu vardır ki dikkate değerdir, o da etik değerlerdir. Bilimde etik uzun yüzyıllardan beri dinamik bir konu olsa dahi sosyal ve bilimsel gelişmelere göre yeni ölçütler kazanmaya devam etmektedir. Hekimler için bunun sembolü ‘Hipokrat Yemini’dir. Ama biz yine de İslam hekimi Razi’nin söylediği şu sözleri unutturmamalıyız: “Bir kantar ilim, bir okka edebe muhtaçtır.” Cümlelerime İbn-i Sina’dan bir sözle son vermek istiyorum: “ Bilim ve sanat değer verilmedikleri ülkeleri terk eder.” Bir ülke bilimsel gücü olmadan diğerleri arasında hak ettiği yeri alamaz. Yeni bilimsel toplantılarda görüşmek dileğiyle, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Alaattin Duran İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı 2 CTF BİLİM GÜNLERİ DANIŞMANI’NDAN ÖNSÖZ PROF. DR. HAKKI OKTAY SEYMEN Sayın Kongre Katılımcıları, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri 2016 İstanbul’a hoşgeldiniz. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü(ÖBAK) 1985 yılında kurulmuştur. O zamandan beri, ÖBAK fakültedeki en aktif kulüplerden biri olmuştur. Kulübün esas amacı, genç doktor adaylarına bilimsel araştırma yöntemini öğretmek, yeni fikirler geliştirmek ve aynı zamanda literatür bilgisini artırarak yeni fikirler paylaşmaktır. Kulübün son derece demokratik bir yapısı vardır. Genel kurulu, yönetim, kontrol ve disiplin komiteleri mevcuttur. Her yıl bütün komiteler çalışmaya genel kurulun seçiminden sonra başlar. Kulüp başkanı yönetim kurulu tarafından seçilir. Yönetim kurulu üyeleri ve kulüp başkanı kulüp danışmanıyla bilgi alışverişinde bulunur. Aylık raporlar fakülte idaresine sunulur. Kulüp üyeleri özgür bir biçimde kendi bilimsel projelerini geliştirir. ÖBAK üyeleri 1985 yılından beri birçok bilimsel proje geliştirmiştir ve birçok uluslararası ve ulusal kongreye katılarak topladıkları bilgileri sunmuşlardır. Uluslararası ve ulusal ödüller kazanmışlardır. Ayrıca her yıl birçok panel, sempozyum ve bilim günleri düzenlemişlerdir. Son projeler ise çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. İlerde yayınlanacak birçok çalışmalara da sahiplerdir. Onlar yoğun bilimsel çalışmalarının yanı sıra bu kongre atmosferini oluşturmayı başarmışlardır. Bu kongre ambiyansı ÖBAK üyelerinin çabası sonucundadır. En küçük detaya kadar her şeyle uğraşan onlardır. ÖBAK danışmanı olarak ben, inanılmaz çabaları sayesinde bu güzel atmosferi oluşturan kongre komitesine teşekkürlerimi sunuyorum. Katılımcılarımıza bizi onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum. İki yakayı birleştiren bu güzel şehirde güzel ve bilimle dolu günler yaşamanızı dilerim. Tekrardan, İstanbul’a hoşgeldiniz! Prof. Dr. Oktay Seymen ÖBAK Danışmanı 3 CTF BİLİM GÜNLERİ BAŞKANI’NDAN ÖNSÖZ GÜLÇİN BAŞ Sayın Meslektaşlarım, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü, 1985 yılından beri fakültemizde bilimsel araştırmaya hevesli öğrencileri bir çatı altında toplayan, öğrencilerin bir araya gelip ortak fikirler ürettiği ve başarılı organizasyonların düzenlendiği bir kulüp olmuştur. Kulübümüz bugüne kadar düzenlediği birçok panel, kurs, haftalık bilimsel toplantılar ve kongreler ile fakültemizde geleceğin bilim adamlarının yetişmesine ortam sağlayan önemli bir yapıdır. Kulüp olarak katıldığımız sayısız ulusal ve uluslararası kongrelerde fakültemizi temsil etmekteyiz. Ayrıca senede 2 defa yayınlanan Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ile öğrencilerin araştırma ve derlemelerini ulusal çapta yayınlamaktayız. İlki 2010’da gerçekleştirilen Bilim Günleri’nin gelenekselleşmesi gerektiğine zaten o yıl karar vermiştik. Cerrahpaşa Bilim Günleri 2016 için ise ağustosta hazırlıklara başladığımızda hayal etmeye başladık ve şu an karşınızdayız. Bizim tüm isteğimiz tıp alanındaki araştırmalarda bir adım ötesini teşvik ederek yeniliklere ilham vermektir. Çünkü biz biliyoruz ki geleceğimiz genç nesillere dayanır ve bu da klinik tıptaki araştırmalarla mümkündür. Cerrahpaşa Bilim Günleri Organizasyon Komitesi’ndeki iş arkadaşlarıma tutkulu çabalarından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Onlar çoktan bunun bir takım işi olduğunu kanıtladılar. Bilim Günleri 2016 onların emeğine çok şey borçlu. CTF-ÖBAK başkanı olarak başkanlığını yaptığım IV. Cerrahpaşa Bilim Günleri'nin coşkusunu ve kalitesini kulübümüzde yetişen genç arkadaşlarımız sayesinde önümüzdeki yıl uluslararası kongremizde de göreceğimize inanıyorum. Umarım ki bu gönüllü ama profesyonel organizasyonu takdir edersiniz. Hepiniz hoş geldiniz. Saygılarımla, Güş.in Baş IV. Cerrahpaşa Bilim Günleri Kongre Başkanı 4 BİLİMSEL PROGRAM CTF Bilim Günleri 2016 CTF Bilim Günleri, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafından organize edilmiştir. Bilimsel Program 5 4. Cerrahpaşa Bilim Günleri Bilimsel Programı 09.00-10.30 10.30-11.00 11.00-12.00 12.00-13.00 13.00-14.00 14.00-14.55 19 Mart Cumartesi Kongrenin açılış konuşmaları Poster Sunumları Organ Nakli Semineri Öğle Yemeği I. Oturum Açılışı(Oturum Başkanı Prof.Dr. Şükrü Emre’nin Konuşmasıyla) I. Oturum Düşük doz dimetilsülfoksitinhepatosellülerkarsinoma hücrelerinin proliferasyonu,morfolojik özellikleri ve lipid içeriği üzerine etkileri Melatonin in, bağırsak yapışıklığı için preoperatif ve postoperatif kullanımının ratlarda karşılaştırılması OksidatifDistresin Diyabetik Nefropatideki Rolü 14.55-15.10 15.10-16.10 Kahve Arası II. Oturum Fingolimodun Alzheimer Hastalığı üzerindeki noroprotektif etkisinin transgenik fare modeli üzerinde incelenmesi Nosiseptör Nöronların Susturulması Alerjik Havayolu Enflamasyonunu Azaltması Prostat Kanser Hücreleri Ve Kök Hücrelerinde Taksanların Etkisi 16.10-16.25 16.30-17.30 Ayşe Uyanık İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mücahit Polat Gülhane Askeri Tıp Akademisi Cemal Terzioğlu Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Damla Mergen İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Büşranur Ağaç İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Melek Aydın Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi YURTDIŞINDA EĞİTİM ve DİL OKUMAK Çalıştaylar 6 20 Mart Pazar 09.00-10.00 10.00-11.00 11.00-12.00 12.00-13.30 Kahve Arası Poster Sunumları III. Oturum Açılış Konuşması(Oturum Başkanı:Prof. Dr. Elif Seda Tierney) III. Oturum Timoma Hücrelerinde Epitelyal-Mezenkimal Transformasyon Kanser Hücrelerinde Selenit ile İndüklenmiş Hücre Ölümü CVD incidenceandlifestyle risk factors in theNijmegencommunities: using GP practicedata Elif Koçak Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Semra Cemre Atalar Besra Hazal Yeşil Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Yetişkinlerde Toplum Kökenli Üriner Sistem Enfeksiyonu Etkeni Olarak İzole Edilen Asuman Florokinolon ve/veya Beta Begüm LaktamAntimikrobiyallere Dirençli Ateş EscherichiacoliİzolatlarındaPlazmidikFlorokinolon Direncinin Araştırılması Mitokondriyal Artıkların SIRS'taki etkisi 13.30-14.30 14.30-15.30 15.30-16.00 16.00 Öğle Yemeği Uyuşturucu Semineri Kahve Arası-Değerlendirme Ödül Töreni ve Kapanış 7 Burak İsal Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Konuk Konuşmacı 19 Mart Cumartesi 10:00 – 10.30 Prof. Dr. Tunaya Kalkan 8 19 Mart Konuşmacı Açılış Konuşması: Prof. Dr. Tunaya Kalkan Açılış Konuşması: Prof. Dr. Tunaya Kalkan Prof. Dr. Mustafa Tunaya Kalkan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilimdalı öğretim üyesidir. Temel Tıp Bilimleri başkanlığı yapmıştır. Tunaya Kalkan’ın denetiminde yapılan yerli malı radyasyon yaymayan Mikrodalga Teşhis Cihazı (MMT) gibi araştırmaları ve çalışmalarıyla dikkat çekti. 15-17 Mayıs 2015’te Çin’in başkenti Pekin’de Avrupa Cerrahi Birliği (ESS European Society of Surgery) tarafından düzenlenen konferansta, klinik çalışmaları da tamamlanan bu cihaz ‘Mükemmel Çalışma’ (excellent abstract) ödülü alarak birçok modern görüntüleme yöntemini geride bıraktı. 9 Konuşmacı 19 Mart Cumartesi 13:00 – 14.00 Prof. Dr. Şükrü Emre 10 19 Mart Konuşmacı 1. Oturum Açılışı : Prof. Dr. Şükrü Emre 1. Oturum Açılışı : Prof. Dr. Şükrü Emre Sukru H. Emre, MD, FACS Professor of Surgery and Pediatrics Section of Transplantation and Immunology Department of Surgery Yale University School of Medicine Amerika’nın en iyi 10 doktorundan biri olarak seçilen ve kariyeri boyunca Newsweek ve New York Magazine dahil çeşitli yayın kuruluşları tarafından Amerika’nın en iyi doktorları arasında gösterilen Prof.Dr.Şükrü Emre, İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olup genel cerrahi ihtisasını yine İstanbul Tıp Fakültesi’nde tamamlamış, ayni fakultede Hepato-pakreatobiliercerrahi dalinda yandal ihtisası yaptiktan sonra 1988 yilinda doçentlik unvanını almıştır.Prof. Dr.Şükrü Emre karaciğer transplantı konusunda deneysel ve klinik calışmalar yapmak amacı ile Amerika Birlesik Devletlerine gitmiş ve New York’taki SUNY Down Sate Medical Center ve Mount Sinai Tıp Fakultesinde transplantasyonla ilgili deneysel ve klinik arastirmalar yapmistir. Prof. Dr.Şükrü Emre genel cerrahi dalında uluslararası board sertifikası sahibi olmasının yanısıra American College of Surgeons’da da akademisyen unvanındadır.Prof.Dr.ŞükrüEmre,Mount Sinai Tip Fakultesinde Cocuklarda Karaciger Transplantasyonu Merkezini ve Yale Tip Fakultesinde Eriskin ve Cocuk karaciger transplant merkezlerini kurmus ve bu merkezlerin direktorluk gorevlerini basari ile yurutmustur. Şükrü Emre hem yetişkin hem de pediatrik karaciğer nakilleri konusunda uzmandır. 16 gunluk en genç hastasından 75 yaşındaki en yaşlı hastasına kadar 2000 den fazla başarılı karaciger nakili gerçekleştirmiştir.Özelleştiği alanlar parçakaraciğernakilleri ve bir donörün sağlıklı karaciğerinin birkısmının hastaya nakiledildiği canlı nakillerdir. Dr. Emre’nin araştırma alanları üre döngüsü bozukluğuyla doğmuş çocuklar için karaciger hucre transplantasyonu, akut karaciğe ryetmezliği, hepatit B ve C, ve karaciğer kanseri gibi konuları içermektedir.250 den fazla atıfalan makalesi ve 10 kitapta bölümü vardır. Prof.Dr. Emre hastalarına olan özverisive organ bağışını artırma çalışmaları nedeniile TRIO, NKF, DonateLife CT gibi birçok transplantasyon organizasyonu tarafından yilin doktoru secilmistir.Prof. Dr. Emre United Network for Organ Donation, American Society of Transplant Surgeons gibi birçok cerrahi/ transplantasyon grubunun üyesidir. UNOS ve ASTS çalıştaylarında görev almıştır. Prof. Dr. Emre DonateLife CT nin yönetim kurulundadır. Kendisi Annals of Medical Sciences, Pediatric Transplantation, Liver Transplantation, Transplantation Proceeding, World Journal of Gastroenterology, Euroasian Journal of Medicine, World Journal of Transplantation gibi transplantasyon konusunda yayinlanan bir cok tibbi mecmuanin yayin kurulunda yer almaktadır. 11 Sözlü Sunumlar SÖZLÜ SUNUMLAR Sözlü Sunum Özetleri 12 1. Oturum 1. OTURUM 1.Oturum 19 Mart Cumartesi 14.00 – 14.55 Oturum Yöneticileri : Prof. Dr. Şükrü Emre Uzm. Dr. Fehim Esen 14 1. Oturum 1. OTURUM Ad-Soyad: Ayşe Uyanık Üniversite: İstanbul Üniversitesi Derece: 3 Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji Çalışma Başlığı: düşük doz dimetilsülfoksitin hepatosellüler karsinoma hücrelerinin proliferasyonu,morfolojik özellikleri ve lipid içeriği üzerine etkileri Yazarlar: Ayşe UYANIK,Esra ŞENGÜL,Begüm CEVİZ,Rümeysa GÜRBÜZ,Hatice İSAN,Ranan Gülhan AKTAŞ Giriş: Dimetil sülfoksit (DMSO); hücrelerin ve dokuların dondurulması sırasında en sık kullanılan kriyoprezervatif ajanlardan birisidir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda ; DMSO’in apopitozisi, diğer deyişle kontrollü hücre ölümünü indüklediği ortaya çıkarılmıştır. Son araştırmalarla kanserli hücrelerde apopitozis mekanizmalarının işlevselliğini kaybettiğinin ortaya çıkarılması; DMSO gibi apopitozisi indükleyen ajanların kanser tedavisinde kullanılabilirliği sorularını da beraberinde getirmiştir. Bunun yanısıra; düşük doz DMSO’nun embriyonik kök hücrelerde farklılaşmaya neden olduğu, farklı tür hücre kültürü çalışmalarında da nöronal farklılaşmayı uyardığı yönünde son yıılarda yayınlanan çalışmalar mevcuttur. HepG2 hücreleri; hepatosellüler karsinoma tanısı konulmuş bir hastadan izole edilmiş olan ve karaciğer kanseri üzerine çalışmalarda çok sık kullanılan bir hücre dizisidir. HepG2 hücrelerinin farklı kültür koşullarında farklılaşmaya başlayabildikleri gösterilmiştir.Bu hücreler üzerine DMSO’nun etkileri konusundaki çalışmalar kısıtlıdır. Metotlar: HepG2 hücrelerinin (ATCC,USA) 37 °C’de 5% CO2 içeren inkübatörlerde; 10% fetal sığır serumu (FBS) ve 1% antibiyotik (streptomycin+penisilin) içeren Dulbecco’s Modified Eagle’s Medium (DMEM) içerisinde kültürleri yapılmıştır. Kültür medyumuna aşağıdaki konsantrasyonlarda DMSO eklenerek toplam 6 deney grubu oluşturulmuştur: Grup I: Kontrol Grup II: % 0.01 DMSO Grup III: % 0.1 DMSO Grup IV: % 1 DMSO Grup V: % 2 DMSO Grup VI: % 5 DMSO Kültür süresince hücrelerin günlük takibi faz kontrast mikroskop altında (Zeiss, Primovert) yapılmış; X40, X100, X200 ve X400 büyütmelerde canlı görüntüleri kaydedilmiştir. Canlı hücrelerden günlük çekilen fotoğraflarda; “Axiovision” programı kullanılarak hücrelerin kapladığı alanlar ölçülmüştür. Deneyin 7.gün ve 15.günlerinde hücreler iki şekilde fiikse edilmiştir: a. Aseton ile (-20 C, 10 dak.) fikse edilerek Hematoksilen-Eozin ile boyanmıştır. Tüm örneklerden X400 büyütmede fotoğraflar çekilerek; sitoplazma ve çekirdekteki değişim incelenmiştir. b. %2,5 glutaraldehit ile 25 dakika fiksasyonun ardından 1,5 saat Osmiyum tetraoksit ile muamele edilmiştir. Glutaraldehit ve Osmiyum ile boyanmış bu örneklerde; hücre içi lipid oranındaki değişimler değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Hücrelerin günlük takiplerinde kültür yüzeyini kapladıkları alanlar karşılaştırıldığında; I., II, III, IV. gruplarda benzer çoğalma oranları olduğu saptanmıştır. V. grupta ise; canlı hücre sayısının, dolayısı ile hücrelerin kültür yüzeyini kapladıkları alanın deney süresi ile orantılı 15 1. Oturum 1. OTURUM olarak azaldığı görülmüştür. %5 DMSO içeren medyumla beslenen VI. deney grubu hücrelerinde ise 24. saat sonunda örneklerin tamamına yakınında canlı hücreye rastlanamamıştır. Bu nedenle; VI. grup deneyin ilerleyen sürecinde dikkate alınmamıştır. Hematoksilen-Eozin ile boyanmış örneklerde dozla orantılı şekilde sitoplazmik vakuolizasyonda artış saptanmıştır. Deneyin başlangıcında poligonal olan HepG2 hücrelerinin, deneyin ilerlemesiyle şekilsel değişime uğradığı, bu durumun özellikle V. deney grubunda belirgin olduğu dikkati çekmiştir. Osmium tetraoksitle fikse edilerek boyanmış örneklerde; %2 DMSO içeren besi yerinde kültürleri yapılan hücrelerin lipid içeriğinde dramatik bir azalma görülmüştür. Kapanış: Deneyin sonuçları; %2 oranındaki DMSO’nun onbeş günlük kültür süreci boyunca HepG2 hücrelerinde hücre proliferasyon oranı, hücre morfolojisi ve hücre lipid içeriğinde belirigin değişikliklere neden olduğunu göstermektedir. DMSO’nun düşük dozlarda hücre proliferasyonunu inhibe edici etki özelliklerinin mekanizmalarının inceleneceği yeni çalışmalar; bu ajanın apopitotik mekanizmaları indükleyici özellikleri ve karaciğer kanseri tedavisinde umut verici yeni bir ajan olması konusundaki araştırmalara ışık tutacaktır. Anahtar Kelimeler: DMSO, hepatosellüler karsinoma,morfolojik yapı, lipid 16 1. Oturum 1. OTURUM Ad-Soyad: Mücahit Polat Üniversite: Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Derece: 3 Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji Çalışma Başlığı: Melatonin in, bağırsak yapışıklığı için preoperatif ve postoperatif kullanımının ratlarda karşılaştırılması(36 rat üzerinde yapıldı ve skorlama birçok biyokimyasal teste bakıldı) Yazarlar: Mücahit Polat, Doc.Dr.Nail Ersöz, Doc.Dr.Mehmet Özler, Doc.Dr.Turgut Topal, Prof.Dr.Ahmet Korkmaz Giriş: Antioksidan özelliği olan ve sirkadiem ritimle salınan melatonin, postoperatif ciddi bir sorun olan bağırsak adhezyonunda kullanıldı. Bağırsak adhezyonu herhangi bir bağırsak operasyonu sonrası oluşan ve ciddi sorunlara yol açan bir problemdir. Karın içi yapışıklık çoğunlukla kişinin önceden geçirmiş olduğu karın ameliyatlarının sonrasın da meydana gelen zar ya da bant gibi oluşumlarının ortaya çıkma şeklidir. Kişinin geçirdiği karın ameliyatların da karın zarın da meydana gelen yaralanmalar, kullanılmış olan dikiş materyalleri, cerrahi eldivenleri, karnın içerisine dökülen kanlar, gazlı bezler ve bağırsak içeriği gibi sıvıların iltihap reaksiyonu sonucun da yapışıklıkların ortaya çıkmasıdır. Çoğunlukla karın içi yapışıklık pek çok kişi de hiçbir şikâyete sebep olmamaktadır. Genel olarak en fazla olan şikâyetler arasın da karın ağrılarının olması, kusmalar, bulantılar, karın da meydana gelen şişlik ve doğurganlık çağında iken kadın da kısırlığa sebep olması şikâyetleri var olmaktadır. Karın içi yapışıklık problemleri kişi açısından çok acil olarak ameliyat gerektirecek durum çoğunlukla bağırsak tıkanıklığı konusundadır. Ancak bazı hastalar da ise tıkanıklıklar sebebi ile gelip geçici karın ağrılarının yaşanmasına da neden olmaktadır. Metotlar: Preoperatif Melatonin kullanımı yapılacak gruplarda, 15 gün boyunca, günde 5mg/kg içme suyu yoluyla melatonin verilmiştir. Bu sürede diğer grupların ise rutin bakımına devam edilmiştir. Bu 15 gün sonunda ratların tümünde model oluşturmak için yapılan cerrahi girşim öncesi anestezi uygulanmıştır. Anestezi için ketamin ve Xylasine(85 + 12.5 mg/kg) kullanılmıştır. Ratlar anestezi altındayken supin yatırılacak ve abdomen orta hattından traş sonrası neşter ile kesi atılmıştır.Traşlı alanda dezenfeksiyon için Betadin solüsyonu kullanılmıştır. Kolon bölgesinde yapışıklık modeli, ceacum(kör barsak)’un seroza tabakası aşındırılarak oluşturulup ipek ipliklerle kapatılmıştır. Operasyon sonrası Melatonin kullanılması gereken gruplara da günde 5mg/kg ve tek doz Melatonin kullanılmıştır. Melatonin, modellere içme sularının içinde verilmiştir. 15 gün sonra ratlar anestezi altında tekrardan açılıp, peritoneal adhezyon durumları Mazuji Ölçeği ve diğer skorlama ölçeklerine göre karşılaştırılmıştır. Bu ilk karşılaştırmadan sonra, yapışıklık oluşturulan bölgeden (ceacum=kör bağırsak), Melondialdehit(MDA)’e bakılmak üzere doku alınmıştır. Hidroksiprolin ve SOD enzim düzeylerine bakıldı.Kan değerlerinden ise IL-10 bakılmıştır. Modeller ise anestezi altında rutin işlemlerle sakrifiye edilmiştir. Sonuçlar: Melatoninin preoperatif kullanımı, postoperatif ve preop+postop. kullanıma göre daha olumlu sonuç vermiştir. Bu sonuç 17 1. Oturum 1. OTURUM skorlama ve diğer biyokimyasal testler ile daha da doğrulanmıştır. Çalışmamız klinik kullanıma referans oluşturmaktadır. Kapanış: Abdomen bölgesinde ameliyatlar sonrasında ciddi sorun oluşturan yapışıklığa karşı melatoninin özellikle preoperatif kullanımının ciddi şekilde güzel sonuçlar vermesi klinik kullanım öncesinde referans oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kolon, yapışıklık, bağırsak, melatonin, ameliyat 18 1. Oturum 1. OTURUM Ad-Soyad: Cemal Terzioğlu Üniversite: Bezmialem Vakıf Üniversitesi Derece: 2 Başlık: Nefroloji Çalışma Başlığı: Diyabetik Nefropatili Hastalarda Oksidatif Stresin Rolü Yazarlar: Cemal Terzioğlu, Eray Metin Güler, Sinem Uçak, Orhan Çakmak, Mehmet Zorlu, Muharrem Kıskaç, Şahabettin Selek, Abdurrahim Koçyiğit Amaç:Diyabetik Nefropati,Diabetes Mellitus’un yaygın komplikasyonlarından biridir ve böbrek yetmezliğinin en sık nedenlerindendir. Bu yüzden diyabetik nefropati gelişmesini önlemeye yönelik çalışmalar yoğun şekilde sürmektedir. Oksidatif stres, diyabetik nefropati gibi diyabetik komplikasyonların gelişmesinde ve ilerlemesinde önemli rol oynamaktadır. Çalışmamızda diyabetik nefropati tanısı konmuş hastalar ile sağlıklı kontrol grubu arasında oksidatif stres belirteçleri açısından bir fark olup olmadığı araştırıldı. Metotlar:Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Polikliniğine başvuran, diyabetik nefropati tanısı konulmuş 18 - 59 yaş arası 50 hasta ile 50 sağlıklı kişiden heparinize kan örneği alındı. Eritrositlerden glutatyon (GSH) ve glutyon peroksidaz (GSH-Px), glutatyon redüktaz (GSSG-Red), glutayon transferaz (GST), süperoksit dismutaz (SOD), katalaz aktiviteleri ile, plasma malondialdehit (MDA) protein karbonilleri (PC), total antioksidan (TAS), total oksidan (TOS), miyeloperoksidaz (MP), arilasteraz (ARES) ve paraoksonaz (PON1) düzeyleri analiz edildi. Oksidatif stres indeksi (OSI) hesapla bulundu. Sonuçlar: Plazma TAS ve GSH seviyeleri (p=0.01, p<0.05) ile GSSG-Red, ARES, PON1 ve katalaz aktiviteleri hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede (p=0.01, p<0.05, p<0.05, p<0.05) düşük bulunurken, SOD, GST, GSH-Px aktiviteleri (p=0.01, p=0.01, p<0.05) ile MP, TOS, PC, MDA ve OSI seviyeleri (p<0.05, p=0.01, p=0.01, p=0.01, p=0.01) yüksek bulundu. Diyabetik nefropati hastalarında oksidatif stresin artmasının GSH-Rd ve katalaz gibi antioksidan enzim aktivitelerini kompanzasyon mekanizması gereği uyardığı ancak yeterli olmadığı, dolayısı ile oksidatif durumun oksidanlar lehine bozulduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Diyabetik Nefropati, Oksidatif Stres 19 2. OTURUM 2.Oturum 19 Mart Cumartesi 15.10 – 16.10 Oturum Yöneticileri :Doç. Dr. Uğur Uygunoğlu 20 2. OTURUM Ad-Soyad: Damla Mergen Üniversite: İstanbul Üniversitesi Derece: 3 Başlık: Sinirbilimi Çalışma Başlığı: Fingolimodun Alzheimer Hastaligi uzerindeki noroprotektif etkisinin transgenic fare modeli uzerinde incelenmesi Yazarlar: Damla Mergen, Nurgul Aytan, Isabel Carreras ,Bruce G. Jenkins, Alpaslan Dedeoglu Giriş: Fingolimod klinikte MS hastaliginda kullanilmakta olan ilactir. Bunun Alzheimer hastaligi uzerindeki koruyucu etkisi transgenic fare modellerinde denenmektedir. Bunun icin Alzheimer hastaliginin patolojisinde one cikan noroinflamatuar markerlar ve amyloid plaklar incelenmektedir Metotlar: Alzheimer hastaligi transgenic mouse modelinde doza bagli olarak fingolimodun etkisi arastirilamaktadir. Fingolimod farelere su ile oral olarak verilmektedir. ve farelerin fingolimoda karsi gelistiridigi cevap hafiza testi ve beyinde patoloji markerlariyla ölçülmektedir Sonuçlar: Fingolimodun Alzheimer fare modelinde verilen dozu tolere ettigi gozlemlendi.Inflammasyon markerlarinda dusme ve amyloid plaklarda azalma gozlendi Kapanış: fingolimod Alzheimer hastaligi icin yeni bir tedavi secenegi olarak umut vaad etmektedir Anahtar Kelimeler: fingolimod Alzheimer inflammation amyloid plaklar 21 2. OTURUM Ad-Soyad: Büşranur Ağaç Üniversite:İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Derece:5 Çalışma Başlığı:Nosiseptör Nöronların Susturulması Alerjik Havayolu Enflamasyonunu Azaltıyor Akciğer nosiseptörleri öksürük ve bronkokonstriksiyon oluşmasından sorumludur. Bu nöronların aynı zamanda alerjik havayolu enflamasyonuna da sebep olup olmadığını aydınlatmak için akciğer nosiseptörlerini kapsaisin ile uyardığımızda artmış nöropeptid salınımı ve immun hücre infiltrasyonu gözlemledik. Bunun aksine Nav1.8+ duyusal nöronları ablate etmek veya yüklü bir sodyum kanal inhibitörü olan ve geniş porlu iyon kanallarından hücre içine giren QX-314 ile nosiseptörleri susturmak, ovalbümin veya ev tozu akarı kaynaklı havayolu enflamasyonunu ve bronş aşırı duyarlılığını belirgin ölçüde azalttı. Aynı zamanda, aktive olmuş immun hücrelerden salınan IL-5’in nosiseptörler üzerine doğrudan etkiyerek vazoaktif intestinal peptid (VIP) salınmasına sebep olduğunu keşfettik. Ardından VIP, CD4+ ve yerleşik doğuştan gelen lenfoid tip 2 (ILC2) hücrelerini uyarıyor ve alerjik enflamasyonu daha da arttıran bir enflamatuar sinyal halkası oluşturuyor. Sonuçlarımız göstermektedir ki, nosiseptörler patolojik adaptif immun yanıtları arttırıyor ve bu nöronları QX-314 ile susturmak bu nöro-immun etkileşimi kesintiye uğratıyor. Bu da astım için potansiyel yeni bir tedavi stratejisini ortaya koyuyor. 22 2. OTURUM Ad-Soyad: Melek Aydın Üniversite: Ege Üniversitesi Derece: 4 Başlık: PROSTAT KANSER HÜCRELERİ VE KÖK HÜCRELERİNDE TAKSANLARIN ETKİSİ Çalışma Başlığı: PROSTAT KANSER HÜCRELERİ VE KÖK HÜCRELERİNDE TAKSANLARIN ETKİSİ Yazarlar: Melek AYDIN1, Berika ŞENTÜRK1, A.Pınar ERÇETİN2,Ayça PAMUKOĞLU2,Fulya ÇAĞLAR2,Banu DEMİR2, ve Safiye AKTAŞ2 1.Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyokimya Bölümü 2.Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü,Temel Onkoloji Anabilim Dalı ,İzmir Giriş: Prostat kanseri erkeklerde en çok rastlanan,ileri evrede bölgesel lenf düğümlerine ve kemiğe yayılan bir kanser türüdür. Bilimsel gelişmelerde prostat kanserinde başarı giderek artmaktadır. Ancak hala ileri evre hastalıkta baş etmede kanser biyolojisi bilgi birikiminde ihtiyaç duyulmaktadır. Hormon bağımlı olmayan prostat kanserinde taksan sınıfı ajanlardan dosetaksel tedavi rejimlerinde yerini kanıtlamış kemoterapötiktir. Kanser kök hücresi (KKH) kanser dokusunun %1-8 lik alt populasyonunu oluşturan kanser başlatıcı oldukları öngörülen hücrelerdir. Prostat kanserinde KKH CD44+ ile karakterizedir. KKH tümörün büyümesi, metastazı ve tekrarından sorumlu tutulmaktadır. Kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerin KKH lerini de öldürmesi tedavinin önemli hedeflerinden biridir. KKH ler eredike edilen hastalarda uzun süreli sağ kalımlar gözlenmektedir. Bu çalışmanın amacı dosetaksel ve paklitakselin prostat kanserinde KKH lerine olan etkilerini benzer ajanlarla karşılaştırarak araştırmaktır. Metotlar: Bu çalışmada DU145 ve PC3 prostat kanser hücre hatları kullanılmıştır. Bu hücre hatları 37C %5 CO2li ortamda kültüre edilmiştir. Manyetik izolasyon yöntemi (MACs) ile her iki hücre hattından CD44+ ve CD44hücreleri izole edilmiştir. Dosetaksel ve Paklitakselin optimize edilmiş dozları kanser hücrelerine , CD44+ KKH lerine ve CD44- hücrelere 24 saat süreyle uygulanmıştır. WST1 ile hücre canlılık testi yapılarak ELISA ile okutulmuştur. Akım Sitometri ile Annexin V ve Propidyum İyodit (PI) yöntemiyle apoptoz oranları değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Annexin V ile Apoptoz bulgusunda Dosetakselin etkisiyle DU 145 kanser hücresinde geç apoptotik/nekroz oranı %86 iken DU 145 CD 44+ kök hücresinde ise % 2.1 dır.Aynı şekilde PC 3 kanser hücre hattında geç apoptotik/nekroz oranı %69.7 , CD 44+ kök hücrede %1,1 olduğu görülmüştür. Kapanış: Taksanlar prostat kanser her iki hücre hattını da nekroz üzerinden ölüme götürdüğü gözlenirken, KKH lerinde ölüm oranını yarı yarıya azalmakta olduğu görülmüştür. Bulgularımız bu direncin nedeninin bu ajanların prostat KKH lerini nekroza uğratamaması yönünde olduğunu desteklemektedir. Taksan grubu ajanların prostat KKH lerine etkisininin azlığının nedeninin moleküler düzeyde araştırılması, bu direncin ortadan kalkmasında farklı ajanlarla kombinasyonların etkili olup olmayacağının araştırılması faydalı olacaktır Anahtar Kelimeler: Prostat,Kanser Kök Hücresi,Taksanlar,Dosetaksel,Paklitaksel 23 ÇALIŞTAYLAR 19 Mart Cumartesi 16.30 – 17.30 24 19 Mart Çalıştaylar ÇALIŞTAYLAR ÇALIŞTAYLAR TIBBİ MALPRAKTİS VE HEKİM SAVUNMA STRATEJİSİ 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, adli tıp hizmetleri açısından farklı tanımlar getirmekle birlikte hekimlerin cezai ve hukuki sorumlulukları ile ilgili tanımlarda da dikkat çekici değişikilikleri de içermektedir. Bu değişikliklerin ardından hekimler ciddi bir sıkıntı ve endişe içindedir. Hekimlerin, hastaların sağlığı için mesleki bilgi ve becerilerini kullanarak yapacakları her işlem, verecekleri her tavsiye hastanın hayatı ile ilgili ciddi değişikliklere yol açacaktır. Hekimlerin insan yaşamına doğrudan etkili olan mesleklerini uygulamaları sırasında; en üst düzeyde özen göstermeleri gerektiğini ve verdikleri hizmetin aynı zamanda yüksek bir riski de içerdiğini unutmamaları gerekir. Bu kapsamda ilk başvurudan itibaren etik ilkelere ve yasalara uygun bir davranışın sergilenmesi bir zorunluluk olmaktadır. Bugün; yeni ve ağırlaştırılan koşulların, açılan davalarda hekimlerin ceza ve tazminat sorumluluğu ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabileceği öngörülebilmektedir. Türkiye’de hiçbir hekim, kendisini malpraktis davalarının uzağında göremez. Bu nedenle tüm hekimlerin “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimleri” konusunda bilgilendirilmiş olması gerekir. Ancak bu bilgilerin teoride bilinmesinin meslek pratiğinin uygulanması sırasında yeterli ve efektif olamayabildiği gözlenmektedir. Tıbbi malpraktisin görünmeyen ama en önemli nedenlerinden biri olan hasta – hekim iletişimi veya hekimin hukuki sorumluluklarından olan hastanın aydınlatılması ve onamının alınması, kayıtların tutulması ya da hastanın sırlarının saklanması teorik bilginin ötesine geçerek, hekimlerin içselleştirdiği ve davranış modelleri olarak benimsediği kavramlar olmalıdır. Bu nedenle hekimlerin henüz meslek hayatına atılmadan tıp fakültesi eğitimlerinin erken dönemlerinden başlayarak alacakları “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimi” eğitimi onların gelecekte malpraktis iddiaları ile karşılaşmalarını engelleyecek, böyle bir iddia ile karşılaştıklarında ise doğru bir tutum sergilemelerine neden olacaktır. Prof. Dr. Gökhan Oral İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı 25 ÇALIŞTAYLAR CE RRAHİ DİKİŞ KURSU Maketler üzerinde uygulamalı olarak gerçekleşecek çalıştay 20 kişi ile sınırlı olacaktır. ALÇILAMA Yarım alçı atel uygulaması 30 öğrenciyle beraber yapılmıştır. Çalıştay başında kısa bir bilgilendirme sonrası her öğrenci bir kez yarım alçı uygulayacak şekilde öğrenciler kendi üzerinde asistanlar eşliğinde alçı çalışılacaktır. Çalıştay sonunda her öğrenci yarım alçı uygalayacak seviyeye ulaşmaktadır. Ass. Dr. Lercan Aslan 26 19 Mart Çalıştaylar “…Cerrahi olarak dikiş atmak, dokuyu bir arada tutacak bir halka meydana getirmek ve onun çözülmesine engel olacak uygun düğüm konfigürasyonunu oluşturmaktır.Genel tanım olarak temel düğüm, birbirini takip eden aynı yönde veya ters yönde atılmış en az 2 ilmekten meydana gelir…” ÇALIŞTAYLAR LARVA TEDAVİLERİ LABORATUVARI TANITIM VE GEZİSİ Özet Lucilia sericata'nın I. ve II. dönem larvaları ile yapılan Larva Debridman Tedavi (LDT)’si son 20 yıldan beri derideki pürülan, kabuklu yaraların tedavisinde altta yatan hastalıklardan bağımsız olarak kullanılmaktadır.HastanemizdeLDT’si TÜBİTAK’ın desteklediği “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi” başlıklı proje kapsamında kurulan Biyoterapi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarında 14 – 06 - 2007 tarihten itibaren yapılmaya başlamıştır. Çalıştayımız kapsamında genel bilgilendirme verilecek ve laboratuvar gezisi ile birlikte bu heyecan verici laboratuvarın tanıtımı yapılacaktır. Aşağıda, yapılan çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz: Giriş Amerika, İsrail, Britanya Krallığı, Almanya, İsveç, İsviçre, Ukrayna ve Tayland’da; 1990 yılından itibaren basınç ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoiditis, fournier gangreni, nekrotize tümör kitlelerinin ve diğer yumuşak doku yaralarının tedavisinde kullanılmaktadır. Tedavide kullanılan Lucilia sericata sinek tününe ait larvalar sadece ölü dokulara saldırır ve yaranın temizlenmesine yardımcı olurlar. Hareketli larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilirler. Larvalar, ürettikleri enzimler ile yara üzerindeki ölü dokuyu eriterek çıkarır, yarayı da dezenfekte eder, dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar. Lucilia sericata larvalarının salgıladıkları enzimler ve aktiviteleri BApNAα-N-benzoil-DL-arginine-p-nitroanilid; LpNA, leucin-p- nitroanilid; HPA, hippüril-L-fenilalanin; HA, hippüril-L-arginin; GPpNA, giutaril-L-fenilalanin nitroanilid Larva salgılarının hidrofobik peptit benzeri 3-10 kDa ve hidrofofilik 1 kDa olmak üzere en az iki anti-bakteriyel özellikte madde içerdiği tespit edilmiştir. Huberman ve arkadaşları 2007 yılında L. sericata larvalarının salgıladıkları 138, 152 ve 194 kDa ağırlığındaki maddelerin; Gram pozitif [(Metisilin’e duyarlı S. aureus (MSSA), Metisilin’e dirençli S. aureus (MRSA)] ve Gram negatif (P. aeruginosa, S. marcescens, E. coli ve K. pnumoniae) bakterilere karşı anti-bakteriyel aktiviteye sahip olduklarını belirlemişlerdir. Larva Debridman Tedavisi Ortalama 1 cm2’lik yaraya 6-7 adet L. Sericata’nın genellikle I. dönem veya II. dönem steril larvaları; genellikle yara üzerine direkt olara konur. Bu şekilde hareketli larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilir ve nekrotik dokunun derinliklerine girebilirler. Yüzeysel ağrılı yaralarda larvalar steril bir poşet içerisinde yara üzerine konur. Böylece yarada larvaların hareketinden kaynaklana bilecek ağrı önlenir. Eğer yine ağrı oluşursa larva ve yaranın üzerine steril serum fizyolojik sıkılarak ağrı giderilerek larvaların yara üzerinde daha uzun süre kalması sağlanır. Yaradaki nekrotik dokunun durumuna göre larva tedavisi; 24 saatte bir, haftada 1-2 kez veya haftada 1 kez uygulanır. Larva tedavisi genellikle haftada iki kez uygulanır; larvalar yara üzerinde 4872 saat tutulduktan sonra larvalar yaradan uzaklaştırılır. Bu işlem yaradaki nekrotik doku tamamen temizlene kadar devam eder. Nekrotik doku tamamen temizlendikten sonra yaranın iyileşmesine göre hasta iki haftada veya ayda bir kontrole çağrılır. Kontrollerde yara kapanmamışsa genellikle larva tedavisi uygulanır. Çünkü larvalar ürettikleri enzimler ile yarayı dezenfekte eder ve dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar. 27 ÇALIŞTAYLAR Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi Biyoterapi Araştıma ve Geliştirme Laboratuvarı Sorumlusu 28 19 Mart Diyabet hastanelerinde yapılan tedaviye rağmen iyileşmeyen diyabetik ayak ulserasyonu % 25–50 kadar olduğu bilinmektedir. Bunun sonucu Amerika'da yıllık 60 000 ile 70 000 ayak ampütasyonu yapılmaktadır. Diyabetli hastaların % 15’de bir veya daha fazla ayak ulserasyonu gelişir ve bunu sonucu olarak hastaların %15–25 kadarında ampütasyon gerekleşebilir. Bundan dolayı LDT'si diyabetli hastalarda yaraların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü diyabet hastası olan insanlardaki yaraların iyileşmesi diyabet hastası olmayan insanlardaki yaraların iyileşmesine göre daha zordur. Zayıf iyileşme kapasitesi yüzünden, bu yaralar kolaylıkla infekte olabilir ve bakteriler kan dolaşımına geçebilir, bu durumda yaşamı tehdit eden potansiyel infeksiyon sebebi olabilirler. Ancaklarvalar bol miktarda proteolitik enzimler, anti-bakteriyel aktiviteye sahip maddeler ve dokunun granülasyonunu geliştiren değişik maddeler üretirler. Bu maddeler ile yaradaki bakterileri eriterek, öldürerek veya üremesini durdurarak yarayı dezenfekte ederler. Sherman’a göre özellikle antibiyotiklere dirençli bakterilerle infekte kronik yaraların tedavisinde LDT’si çoğu kez başarılı olmuştur. Canlı larvaların özellikle S. aureus, A ve B grubu streptokok gibi patojen bakterileri öldürdüğü çalışmalarla ortaya konmuştur. yada büyümelerini inhibe ettiği in-vitro Thomas larvaların antibiyotiklere dirençli kökenlerle infekte değişik tip yaraların tedavisinde kullanılabileceğini; Metisiline Dirençli S. aureus (MRSA) ile infekte 3 basınç ülseri, 1 pilonidal sinüs ve 1 geniş apseden oluşan 5 lezyonun tedavi ederek göstermiştir. LDT’sinden 48 saat sonra tüm lezyonlarda MRSA negatifleşmiş ve yaralar iyileşmiştir. Bizim çalışmalarımızda P.mirabilis, P. vulgaris, E. coli, P. aeruginosa,MRSA, MSSA, Metisiline dirençli plazma koagülaz negatif stafilokoklar,S. agalactiae, ß hemolitik Streptokoklar ve Gram pozitif çomakların tümü yaralara larva konduktan 48 saat sonra kayıp olmuştur. Osteomiyelit olmuş MRSA ve P. aeruginosa ile enfekte 1 hasta ve MRSA’lı 1 hastanın yaraları larva ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. L. sericata’nın II. dönemden III. döneme geçmek üzere olan steril larvalarının salgıladıkları salgılar Leishmania tropica’nın promastigot sekilerine in-vitro, amastigot şeklerine ise in-vivo koşullarda etkili olduğu Dünya’da ilk kez tarafımızdan tespit edilmiştir. LDT nekrotik venöz ülserlerin tedavisinde, geleneksel tedaviden daha hızlı ve ucuz olduğundan, alternatif uygun bir maliyet sağlayabilmektedir. t Çalıştaylar Sonuç ÇALIŞTAYLAR TEMEL YAŞAM DESTEĞİ Temel Yaşam Desteği hayati tehlike taşıyan bir hastalığı ya da yaralanması olan hastalara tam kapsamlı bir hastanede tıbbi müdahele sağlanana kadar verilen tıbbi destek aşamasıdır. Kursumuz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıbbi beceri konularını öğretme maksadıyla geniş bir çerçevede çeşitli hayati tehlike oluşturan aciliyetlere tanı koyma sağlayacak, KardiyoPulmoner Resüsitasyon uygulama, AED cihazı kullanma, boğulma olaylarını güvenli, hızlı ve etkili bir yöntemle engellemeyi sağlama, aletleri ve mankenleri kullanarak çok amaçlı laboratuvarlarda öğrenime yönelik geliştirilmiştir. Prof. Dr. Oktay Demirkıran DOĞUM SİMÜLASYONU Normal doğum 38-42 gebelik haftaları arasında, kendiliğinden başlayan rahim kasılmalarıyla, başla gelen tek bir bebeğin anne ve bebeğe zarar vermeden vajinal yolla canlı olarak doğmasıdır. Vajinal doğumların %96'sı baş gelişi, geri kalan kısmı da makat gelişi şeklinde gerçekleşir. “Goumard Noelle” adlı eş zamanlı doğum simülatörü ile yapacağımız bu çalıştayımızda amacımız yetişmekte olan tıp öğrencilerine normal doğumun tüm aşamalarıyla tecrübe etmelerini sağlamaktır. Ass. Dr. Kübra Irmak 29 DANS MENDEL BİLİMSEL EĞİTİM PROGRAMI ( SERTİFİKALI ) PSİKANALİZ : Prof. Dr. Hacı Murat Emül AKUPUNKTUR : Prof. Dr. Kaya Özkuş KONTAKT LENS YAPIMI : Uzm. Dr. Fehim Esen FOTOĞRAFÇILIK SPOR HEKİMLİĞİ : Prof. Dr. Gökhan Metin Doç. Dr. Mehmet Üzel 30 19 Mart Çalıştaylar ÇALIŞTAYLAR 3. OTURUM AÇILIŞI: Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney Konuşmacı 20 Mart Pazar 11.00 - 12.00 Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney 31 Prof. Dr. Seda Selamet-Tierney 1996 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Tıp Programı’ndan mezun olup 2004 -2011 yılları arasında Harvard Tıp Fakültesi’nde pediatrik kardiyoloji ihtisası yapan Prof. Dr. Seda Selamet-Tierney Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde pediatrik kardiyoloji uzmanı olarak çalışmaktadır. American Board sertifikası bulunmaktadır. Stanford Üniversitesi Çocuk Hastanesi’nde Pediatrik Vasküler Araştırma Laboratuvarı’nın (Dr. Tierney Lab) baş direktörüdür. Marfan sendromu, aort ve kapak hastalıkları, çocuklarda obezite ve konjenital kalp hastalıkları üzerine birçok çalışması bulunmaktadır. Çalışmaları, çeşitli uluslararası dergilerde çok sayıda makaleyle yayınlanmıştır. 5 yılda 20 den fazla makale çıkarmıştır. 32 Konuşmacı 3. OTURUM AÇILIŞI: Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney 3. OTURUM 3. Oturum 20 Mart Pazar 12.00 - 13.30 Oturum Yöneticileri : Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu 33 3. OTURUM Ad-Soyad: Elif Kocak Üniversite: Koç Üniversitesi Derece: 2 Başlık: Molekuler Biyoloji Çalışma Başlığı: Timoma Hücrelerinde Epitelyal-Mezenkimal Transformasyon Yazarlar: Elif Kocak, Tiphaine Arlabosse, Yann Barrandon Giriş: Timus, primer lenfoid organlarından biridir ve adaptif bağışıklık sisteminin gelişmesini sağlar. Kompleks üç boyutlu bir yapıya sahip olan timusta, gelişmekte olan lenfositler ve timik epitel hücreleri gibi hücreler bulunur. Genellikle timus, yaşın ilerlemesiyle birlikte küçülür, ancak bazı ender durumlarda timik epitel hücreleri yeniden bölünmeye başlayarak burada tümör oluşturabilir. Timik tümörlerin bir çeşidi de timomadır. Timoma vakaları oldukça enderdir. Diğer yandan, bu hücreleri kültürde büyütmek zor olduğundan timomalar hakkında bilinenler oldukça azdır. Vakaların yüzde 93’ünde timomanın invazif olmadığı ve metastaz yapmadığı bilinmektedir. Epitelyal tümör hücreleri metastatik karakteristiklerini epitelyal-mezenkimal transformasyon (EMT) adı verilen bir süreç ile kazanmaktadırlar. Bu süreçte, epitel hücreleri gen ekpresyonlarını değiştirerek mezenkimal hücrelere dönüşmeye başlarlar. Daha sonra artık mezenkimal özellikler gösteren bu hücreler, hücre adezyonu özelliklerini kaybederler, hareket yeteneği kazanırlar. Ayrıca bu hücrelerin şekilleri de değişir ve uzun-ince bir morfolojiye sahip olurlar.Bu araştırmada; timomanın non-invazif oluşunun sebeplerini daha iyi açıklayabilmek amacıyla, hücre kültüründe büyütülmüş timoma hücrelerinin çeşitli EMT belirteçlerini hangi seviyelerde eksprese ettiğinin belirlenmesi ve sonuçların normal timik epitel hücreleri ile karşılaştırılması planlandı. Metotlar: Timik epitel hücreleri ve Tip B timoma hücreleri beş hafta boyunca hücre kültüründe büyütüldü. 100 mm petri kabına aktarılan hücreler büyüme kapasitesini incelemek için, 60 mm petri kabına aktarılan hücreler ise büyütme işlemine devam etmek ve RNA elde etmek için kullanıldı. Daha sonra izole edilen RNA’lardan cDNA yapıldı ve qPCR analizi gerçekleştirildi. İmmünofloresan analizi içinse 12-kuyucuklu plakalara aktarılan hücreler kullanıldı. Sonuçlar: Timik epitel hücreleri ve tip B timoma hücrelerinin 5 hafta boyunca hücre kültüründe büyütülebildiği gözlenmiştir. Bu hücreler için ekim verimliliği değerleri sırasıyla 13% ve 24% olarak hesaplanmıştır. İmmünofloresan analizleri ile tip B timoma hücrelerinin EMT belirteçlerinden olan vimentin, ZEB-1, Beta-katenin, ve SLUG proteinlerini eksprese ettikleri görülmüştür. Tip B timoma hücrelerinden çok katlı yapıya sahip olanların E-kaderin, ZO-1, CD49f, ve pan-keratin gibi epitelyal belirteçleri eksprese ettiği görülmüştür. Sadece mezenkimal belirteçleri eksprese eden tip B timoma hücrelerinin ise birbirine temas etmediği ve uzun-ince bir morfolojiye sahip oldukları görülmüştür. qPCR analizi sonucunda elde edilen verilere göre, tip B timoma hücreleri EpCAM, 34 3. OTURUM ZEB-1, SLUG ve E-kaderin proteinlerini RNA seviyesinde eksprese etmektedir. Kapanış: Kültürde büyütülen tip B timoma hücrelerinin epitel, mezenkimal ve EMT belirteçlerini ekspres ettikleri qPCR ve immünofloresan analizleriyle gösterilmiştir. Sadece bir timoma alt türü üzerinde yapılan bu analizler, uygulanan protokollerin optimizasyonunu sağlamıştır ve EMT olayının bu şekilde test edilebileceğini göstermiştir. Timoma oldukça heterojen bir yapıya sahip olduğu için bu deneylerin farklı hastalardan alınmış örneklerle de gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, bu hücrelerin başka bir organizmada yeniden tümör oluşturma kapasitesi incelenmelidir. Bu çalışma timomada EMT olayını inceleyen ilk çalışmadır ve EMT olayının varlığı timoma hücrelerinin organizmada neden invazif hale geçmediğinin anlaşılması konusunda önemli bir basamak olabilir. Anahtar Kelimeler: tip B timoma, epitelyal-mezenkimal transformasyon, EMT 35 3. OTURUM Ad-Soyad: Semra Cemre Atalar Üniversite: Koç Üniversitesi Derece: 2 Başlık: Onkoloji&Hematoloji Çalışma Başlığı: Kanser Hücrelerinde Selenit ile İndüklenmiş Hücre Ölümü Yazarlar: Semra Cemre Atalar, Jeremy Forsberg, Marcus Olsson, Boris Zhivotovsky Giriş: Selenyum, insan vücudunda eser düzeyde bulunur ve antioksidan olarak işlev gören bazı proteinlerin koenzimi olarak görev yaparak kanserden koruma işlevi vardır. Ancak hücrelerin yüksek dozda selenit iyonuna maruz kalması durumunda toksik etki gösterir ve antioksidan işlevi yerine hücrede reaktif oksijen radikalleri oluşumuna yol açmaktadır. Hücreler bunun sonucunda hücre tipine veya selenyum dozuna bağlı olarak apoptosiz veya nekroz geçirerek ölmektedir. Ancak hücre ölümü tipini neyin belirlediği hala bilinmemektedir. Selenyum iyonunun kanser hücreleri üzerinde sağlıklı hücrelere kıyasla daha toksik etkisi olduğu için bu projenin amacı selenyum iyonuyla indüklenen hücre ölümünü araştırmak ve kaspaz-2 enziminin bu süreçte bir rolü olup olmadığını test etmekti. Ayrıca, selenit iyonunun sfingomiyelinaz (SMase) aktivitesini artırdığı bilindiği için SMase tarafından üretiminin artışı sağlanan seramid lipit ailesinin gözlemlenen hücre ölümünün sebebi olup olmadığını da test edildi. Metotlar: Araştırmada Caov-4 (yumurtalık kanseri) ve HCT 116 (rektum kanseri) hücrelerinin kültürleri kullanıldı ve bu hücrelerin selenit uygulamasına verdikleri tepkiler Western Blot, kaspaz aktivite tahlili, LDH (laktaz dehidrogenaz) tahlili ve sfingomiyelinaz aktivite tahliliyle test edildi. Sonuçlar: Western Blot sonucunda selenit uygulanması sonucu Caov-4 ve HCT 116 hücrelerinde apoptosiz proteinlerinde azalma gözlemlendi. Selenit uygulaması sonucunda kaspaz-2, -8, -9 enzimlerinin aktivitelerinde artış gözlemlenmedi. Bu iki deneyin sonucunda hücrelerin apoptosizle ölmediği sonucuna varıldı. Kaspaz-2 enziminin miktarının ve aktivitesinin bu süreçte azaldığı gözlemlendiği için bu araştırmada kaspaz-2’nin selenit ile indüklenmiş hücre ölümünde bir rolü tespit edilemedi. LDH tahlili sonucunca uygulanan selenit konsantrasyonu arttıkça LDH seviyesinin giderek yükseldiği gözlemlendi ve bu sonuç hücre ölümünün nekroz olduğunu destekledi. Bunun üzerine elimizdeki hücrelerde gözlemlenen hücre ölümünün SMase aracılığıyla üretilen seramid tarafından tetiklendiği hipotezi test edildi. Ancak farklı hücre tiplerinin SMase seviyelerinin selenit uygulamasına farklı tepki verdiği gözlemlendiği için gözlemlenen hücre ölümünün bu yolla tetiklenmediği sonucuna varıldı. Kapanış: Selenit’in kanser tedavisinde apoptosizi indükleyeceği sonuçların alınması ve kanser tedavisinde kullanılabileceği yöntemlerin geliştirilmesi için üzerinde daha bir çok araştırma yapılması gerekmekte, ancak kanser hücreleri üzerinde daha toksik etkiye sahip olması nedeniyle gerekli araştırmalar yapıldığı takdirde selenit gelecekte kanser tedavisinde kullanılma potansiyeli taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Selenyum, Selenit, Apoptosiz, Nekroz, Kaspaz, Sfingomiyelinaz, Seramid 36 3. OTURUM Ad-Soyad: Hazal Yeşil Başlık:Nijmegen populasyonunda KVH insidansı ve bunun yaşam tarzı ile ilişkisi GİRİŞ:Kronik hastalıklar 21.yüzyılın en önemli halk sağlığı problemini oluşturmakta ve tüm dünyada giderek epidemik seviyelere ulaşmaktadır. Kardiyovasküler hastalıklar (KVH) gibi yaşam tarzı ile ilişkili kronik hastalıkların önümüzdeki yıllarda tüm dünyayı alarma geçirecek derecede artması beklenmektedir. Tüm bu veriler, etkili koruyucu sağlık stratejileri ve sağlık hizmetleri planlamaları ile önlenmesi gereken büyük bir problemin göstergesidir. KVH’ın önlenmesinde en iyi ve en etkili sağlık stratejilerini geliştirebilmek için o toplumda yaşayan insanların ve hastalık riskinin en fazla olduğu bölgelerdeki yaşam tarzlarını, hastalığın insidans ve prevalansını bilmek gerekir.Yapılan çalışmalarda, artan KVH insidans ve prevalansı, yaşam tarzı ile ilişkili değiştirilebilir risk faktörleriyle doğrudan ilişkili bulunmuştur. Bu risk faktörleri ortadan kaldırıldığında morbidite ve mortalitenin önemli ölçüde azaldığı gösterilmiştir. Bu araştırmanın amacı Nijmegen’da aile hekimliğine kayıtlı hastaların verilerini kullanarak KVH insidansını hesaplamak ve bu insidansın şehrin farklı risk profillerine sahip bölgelerine göre nasıl bir değişiklik gösterdiğini incelemektir. Ayrıca, yaşam tarzı faktörlerinin KVH riski ve insidansıyla ilişkisi incelenecektir. METHOD:Aile hekimliği ESK (Elektronik sağlık kaydı) verilerine dayanarak yapılan bu retrospektif kohort çalışmasında, KVH insidansını hesaplamak için ICPC ile tanımlanmış hastalık kodları kullanılmıştır.Analizler 4 rakamdan oluşan farklı postakodlarına sahip 23 bölgeden alınan veriler kullanılarak yapılmıştır. Yaşam tarzı faktörlerini incelemek içinGGD Gelderland-Zuid sağlık değerlendirme anketi kullanılmıştır. Her bölgenin 5 yıllık tahmini KVH riskine ait veriler Dr. Bagheri’nin çalışmasından elde edilmiştir. Belirlenen sürede ortaya yeni çıkan vaka sayısının risk altındaki populasyonda 1000 hasta yılına olan oranı bulunarak toplam populasyonun insidans dansitesi (insidans hızı) hesaplanmıştır.Ayrıca, 23 farklı bölgenin insidans dansiteleri de hesaplanmıştır. SPSS’te bivariate korelasyon analizi kullanılarak her bölgenin KVH dansitesinin o bölenin 5 yıllık KVH riski ile olan ilişkisi incelenmiştir.Bütün bölgelerin yaşam tarzı faktörlerinin KVH insidans dansitesi ve 5 yıllık KVH riski ile olan ilişkisi çeşitli korelasyon ve regresyon analizleri yapılarak değerlendirilmiştir. BULGULAR:Tüm populasyonun insidans dansitesi %1,1 olarak bulumuştur. İnsidans dansitesi en yüksek olan bölge 6541 numaralı postakoduna sahip bölgedir. 23 bölgenin 5 yıllık KVH riski ile KVH insidans dansitesi arasında pozitif ve orta derecede ilişki bulunmuştur ( p=0.002 ). Yaşam tarzı faktörlerindenfazla kilolu olmak (p=0.01),obez olmak 37 3. OTURUM (p=0.002), sağlık durumunun kötü olması(p=0.006),anksiyeteveyadepresyon(p=0.006),finanasal açıdan zorluk yaşamak(p=0.02),çevresindekilerle ilişki kuramamak (p=0.02) vekendi hayatında kontrol sağlayamamak(p=0.001) insidans dansitesi ile pozitif yönde ilişkili bulunmuştur. Sağlık durumunun kötü olması (p=0.006),finansal açıdan zorluk yaşamak(p=0.03),obez olmak(p=0.02) 5yıllık KVH riski ile pozitif yönde ilişkili bulunmuş ve gönüllü çalışmalar yapmak(p=0.009)negatiF yönde ilişkili bulunmuştur. SONUÇ Sonuç olarak 23 bölgenin 5 yıllık KVH riski ile KVH insidans dansitesi arasında pozitif ve orta derecede bir korelasyon bulunmuştur. Bunun yanında obezite, fazla kilo, kötü sağlık durumu, finansal zorluk yaşamak, anksiyete veya depresyon, çevresindekilerle ilişki kuramamak ve kendi yaşamında kontrolü sağlayamamak gibi yaşam tarzı faktörlerine sahip bölgeler yüksek insidans dansitesine sahiptir. Var olan insidansın hesaplanan 5 yıllık KVH riskine ulaşmasını önlemek için bu yaşam tarzı faktörleri önleyici sağlık stratejileri tarafından hedeflenebilir. Fakat, bu araştırmada bölgeye ait yaşam tarzı faktörlerinin insidans dansitesi ile olan ilişkisi incelendiğinden bu korelasyonu bireysel boyutta kabul etmek ekolojik yanılgıya neden olacaktır. Anahtar Kelimeler KVH insidansı, yaşam tarzı faktörleri, KVH risk 38 3. OTURUM Ad-Soyad: Asuman Begüm Ateş Üniversite: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Derece: 3 Başlık: Mikrobiyoloji Çalışma Başlığı: Çocuk ve Yetişkinlerde Toplum Kökenli Üriner Sistem Enfeksiyonu Etkeni Olarak İzole Edilen Florokinolon ve/veya Beta Laktam Antimikrobiyallere Dirençli Escherichia coli İzolatlarında Plazmidik Florokinolon Direncinin Araştırılması Yazarlar: Prof. Dr. Zeynep Ceren Karahan, Asuman Begüm Ateş, Melisa Akgöz, İrem Akman, Betül Keskin, Cem Çelik Giriş: Escherichia coli dünya genelinde toplum kökenli üriner sistem enfeksiyonlarının en önemli etkenidir. Üriner sistem enfeksiyonlarının tedavisinde sıklıkla kullanılan özellikle beta-laktam ve kinolon grubu antimikrobiyallere karşı çoklu direnç büyük bir hızla artmaktadır. Dirençteki bu artış tedavide kullanılabilecek antimikrobiyal seçeneklerini kısıtlayıp, tedaviyi zorlaştırmaktadır. Beta-laktam grubu antimikrobiyallere çoklu dirençte en önemli mekanizma “Genişlemiş Spektrumlu Beta Laktamaz (GSBL)” adı verilen, beta-laktamaz inhibitörlü kombinasyonlar hariç, beta-laktam inhibitörlerini parçalayıp etkisiz hale getiren enzimlerin üretimidir. Kinolon grubu antimikrobiyallere dirençte ise en önemli mekanizma antibiyotiğin hedefi olan giraz (gyrA) ve topoizomeraz (parC) enzimlerini kodlayan genlerdeki mutasyonlara bağlı olarak hedef aminoasit dizisinin değişmesidir. Bununla birlikte, özellikle son yıllarda plazmidle kodlanan koruyucu protein sentezi veya atım pompası kodlanmasına bağlı gelişen kinolon direncinde artış bildirilmektedir. Enterik basillerde, hedef bölgeyi koruyan bir protein üretimine neden olan qnr geni taşıyan plazmid carlığı, GSBL üretimi ile de ilişkili bulunmaktadır. Bu çalışmada, çocuk ve erişkin hastalardan idrar yolu enfeksiyonu etkeni olarak izole edilen GSBL üreten ve/veya florokinolon dirençli E.coli izolatlarında, plazmid aracılı florokinolon direnç genlerinin varlığı polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi ile araştırılacak ve çocuk ve erişkin hasta grubundan izole edilen izolatlarda bu genlerin sıklığı belirlenecek, yaş gruplarına göre direnç görülme sıklıkları karşılaştırılarak antibiyotik kullanım politikalarının direnç gelişimine etkisine yönelik yargı sahibi olunacaktır. Elde edilen sonuçların Ulusal/Uluslar arası kongrelerde sunulması ve yayına çevrilmesi amaçlanmaktadır. Elde edilecek sonuçlara göre, izolatlarda gyr ve par geni mutasyonlarının araştırılması gündeme gelebilecek, bu durumda yeni bir proje sunulacaktır. Metotlar: Temmuz 2015- Ocak 2016 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi ve Cebeci Hastanesi Merkez Mikrobiyoloji Laboratuvarları’na gönderilen idrar kültürlerinden enfeksiyon etkeni olarak izole edilen E. coli suşları arasından GSBL pozitif ve/veya florokinolon grubu antimikrobiyallere (norfloksasin, siprofloksasin, levofloksasin) direnç tespit edilen 100 yetişkin ve 100 çocuk kökeni çalışmaya dahil edilecektir. İzole edilen suşlar, DNA ekstraksiyonları yapılıncaya kadar %20 gliserol içeren beyin-kalp infüzyon besiyeri içerisine alınarak -20 °C’de saklanacaktır. Suşların identifikasyonu konvansiyonel 39 3. OTURUM bakteriyolojik yöntemler ve/veya otomatize identifikasyon sistemi (Phoenix, BD) kullanılarak yapılacak; antimikrobiyal duyarlılıkları Kirby Bauer disk difüzyon testi ve/veya otomatize sistem (Phoenix, BD) kullanılarak belirlenecektir. 2. Stok Kültürlerin Canlandırılması ve DNA Ekstraksiyonu: Stok kültürler oda sıcaklığına getirildikten sonra koyun kanlı agar plaklarına pasajlanacak ve 37 °C’de normal atmosfer şartlarında inkübe edilerek canlandırılacaktır. Ertesi gün üreyen kolonilerden, üreticinin önerileri doğrultusunda hazır ticari kit kullanılarak DNA ekstraksiyonu gerçekleştirilecektir. 3. Gen Analizi: Suşlardan plazmidik direnç genlerinin varlığı literatürde belirtildiği şekilde araştırılacaktır. Plazmidik kökenli kinolon direnci genleri (qnrA, qnrB, qnrS, qnrC, qepA ve aac(6’)1b ) varlığı PZR analizi ile; direncin temelinde yatan kromozomal mutasyon varlığını ekarte etmek için araştırılacak gyr ve par geni mutasyonlarının araştırılması PZR ve sekans analizi ile yöntemleri kullanılarak araştırılacaktır. aac(6’)-1b-cr varyantının araştırılması için PZR işlemini takiben elde edilen ürünler BseGI restriksiyon enzimi ile kesilecektir. Araştırmada kullanılacak primerler ve reaksiyon şartları tablo1de verilmiştir. Pozitif kontrol olarak, daha önce yapılan araştırmalarda pozitif bulunan suşlar araştırıcılardan temin edilerek kullanılacaktır. Sonuçlar: Haziran 2016da sonuçlanacak Kapanış: Tahmini veriler. Anahtar Kelimeler: E.coli, GSBL, Florokinolon direnci, Plazmid, PZR 40 Poster Sunumları POSTER SUNUMLARI Oturum Yöneticileri: Prof. Dr. Tunaya Kalkan Prof. Dr. Selma Yılmazer 41 Poster Sunumları Ad-Soyad: Mesut Yılmaz Üniversite: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Derece: 2 Başlık: Patoloji Çalışma Başlığı: VAN İLİNDE BİR AİLE SAĞLIĞI MERKEZİNDE ÇALIŞAN AİLE HEKİMLERİNİN ANTİBİYOTİK KULLANIMI KONUSUNDAKİ DAVRANIŞLARI Yazarlar: MESUT YILMAZ, EMİNE ULU BOTAN Giriş: Bu çalışmada Van il merkezinde bir aile sağlığı merkezinde görev yapan aile hekimlerinin antibiyotik reçete etme konusundaki davranışlarını değerlendirmek amaçlanmıştır. Metotlar: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma, Van ili İpekyolu ilçesinde sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerin kayıtlı olduğu bir aile sağlığı merkezinde yapılmıştır. Çalışmanın yapılabilmesi için Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden etik kurul onayı ve Van Halk Sağlığı Müdürlüğü'nden gerekli izinler alınarak seçilen aile sağlığı merkezindeki aile hekimlerinin Mart 2015 döneminde 2 günlük tanı ve tedavi kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların demografik özellikleri,almış oldukları tanı ve reçete edilen antibiyotikler, antibiyotiğin veriliş yolu gibi bilgileri içeren standart bir veri formu geliştirilerek toplanan veriler bu formlara kaydedilmiştir. Toplanan verilerin analizi SPSS 13.0 paket programı ile yapılmıştır. Sonuçlar: Çalışmada incelenen aile hekimlerin antibiyotik reçete etme oranları yüksektir. Kapanış: Aile sağlığı merkezlerinde görev yapan aile hekimlerine akılcı antibiyotik kullanımı ile ilgili hizmet içi eğitimlerin verilmesi ve toplumda bu konuda farkındalık oluşturacak çalışmaların yapılması faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: ANTİBİYOTİK 42 Poster Sunumları Ad-Soyad: Esra Şengül Üniversite: İstanbul Üniversitesi Derece: 1 Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji Çalışma Başlığı: Kültür Sürecine Bağlı Olarak Hepatosellüler Karsinoma Hücrelerinde Glikojen Depolanmasında Ortaya Çıkan Değişimin Morfolojik Düzeyde Değerlendirilmesi Yazarlar: Esra ŞENGÜL, Sercan UZUN, Hatice İSAN, Ranan Gülhan AKTAŞ Giriş: HepG2 hücreleri; hepatosellüler karsinoma tanısı konulmuş bir hastadan izole edilmiş olan hücrelerdir. Normal karaciğer hücrelerinin bazı fonksiyonlarını az da olsa gerçekleştirebilmeleri nedeniyle karaciğer ile ilgili çok farklı alandaki çalışmalarda tercih edilen bir hücre dizisidir. Karaciğer hücreleri; glikojen sentezleyebilen ve depolayabilen hücrelerdir. HepG2 hücrelerinin de glikojen sentezleyip depolayabildiği farklı araştırmalarda gösterilmiştir. Hücre kültürü çalışmalarında; bazı hücre türlerinin kültür yüzeyine yapışarak çoğalmayı tercih ettikleri, bazı türlerin ise ortamda suspansiyon oluşturdukları gözlenmektedir. Yine bazı hücre türleri sferoidler, yani küresel yapılar oluşturmayı tercih etmektedirler. Bir hücre türünün büyüme karakteri; yapılacak deneylerin ilerleyen aşamalarında bu hücre türüne özgü beklenen büyüme şeklinin değerlendirilmesi ve farklı kültür koşullarında ne şekilde değiştiğinin değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır. Hatta bu özellik; embriyonik kök hücre çalışmalarında hücre kültürü içerisindeki kök hücrelerin ayrıştırılmasında özel bir teknik olarak kullanılmaktadır. Kültür yüzeyine yapışarak üremeyi seven bir hücre tipi olan HepG2 hücreleri; kültür içerisinde kümecikler oluşturmayı tercih etmektedirler. Bu kümecikler tüm kültür yüzeyini kapladıktan sonra farklılaşmaya başlamakta; bazı hücreler küresel yapılar oluşturmakta, ancak bazı hücreler bu küresel yapılar dışında çoğalmayı tercih etmektedir. Hücrelerin tercihinin neden bu şekilde olduğu, küresel yapılar oluşturan kanser hücrelerinin özelliklerinin ne olduğu henüz kesin olarak açıklanamamıştır. Metotlar: HepG2 hücrelerinin (ATCC,USA) 37 °C’de 5% CO2 içeren inkübatörlerde; 10% fetal sığır serumu (FBS) ve 1% antibiyotik (streptomycin+penisilin) içeren Dulbecco’s Modified Eagle’s Medium (DMEM) içerisinde kültürleri yapılmıştır. Kültür süresince hücrelerin günlük takibi faz kontrast mikroskop altında (Zeiss, Primovert) yapılmıştır. Sferoid oluşumu gözlenmeye başlanmasından itibaren; X40, X100, X200 ve X400 büyütmelerde sferoidlerin ve çevre hücrelerin canlı görüntüleri kaydedilmiştir. Deneyin 7., 14., 21. , ve 28. günlerinde hücreler %10 formaldehit ile fikse edilmiştir. Hücrelerin glikojen içeriğini göstermek için örnekler PAS (Periodic Acid Schiff) ile boyanmıştır. Yine tüm örneklerden X40, X100, X200 ve X400 büyütmelerde fotoğraflar çekilmiştir. X100 ile çekilen fotoğraflarda Image J analiz programı kullanılarak PAS (+) alanların ölçümü yapılmıştır. Sonuçlar: Kültürün ilk dönemlerinde çok az sayıda PAS (+) hücreler gözlenmektedir. PAS ile boyanan alanların kültür süresi ile doğru orantılı 43 Poster Sunumları olarak arttığı görülmüştür. Hücreler tüm yüzeyi kapladıktan sonra sferoid oluşumu başladığı dikkati çekmiştir. Sferoid oluşumu gözlenmeye başladıktan sonra; özellikle sferoidlerin merkezinde PAS (+) hücrelerde artış saptanmıştır. Sferoidlerin dışında yer alan hücrelerdeki PAS (+) alanlar tüm kültür sürecinde minimal düzeyde kalmıştır. Çalışmanın sonuçları; HepG2 hücre kültürlerinde glikojen depolayan hücrelerin kültür süreci ile paralel olarak arttıklarını göstermştir. Bu hücreler özellikle sferoidlerin merkezinde yer almaktadır. Glikojen sentezlemek ve depolamak; normal karaciğer hücrelerinin çok önemli bir fonksiyonudur. Karaciğer kanser hücreleri arasında bu fonksiyonu gerçekleştirebilen hücrelerin ortaya çıktığının gözlenmesi; neden bu hücrelerin diğer hücrelerden farklı davrandığı, hangi sinyallerle farklı davranır hale geldiği, bu hücrelerin lokalizasyonunun bu özellik kazanmalarındaki öneminin ne olduğu sorularını beraberinde getirmektedir. Bu sorulara yeni çalışmalarla cevaplar alınması; karaciğer kanser hücrelerinin farklılaşması ve yapay karaciğer çalışmaları alanında yeni ve çok değerli veriler elde etmemizi sağlayacaktır. Kapanış: Çalışmada; uzun süreli kültürlerde HepG2 hücrelerinin glikojen içeriğinin kültür süreci ve hücrelerin lokalizasyonuna göre değişiminin karşılaştırmalı değerlendirilmesi amaçlanmıştır.çalışmalarla cevaplar alınması; karaciğer kanser hücrelerinin farklılaşması ve yapay karaciğer çalışmaları alanında yeni ve çok değerli veriler elde etmemizi sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: hepatoselluler karsinoma, glikojen, hepg2, hucre kulturu 44 Poster Sunumları Ad-Soyad: Hasan Çalışkan Üniversite: Ankara Üniversitesi Derece: Academician Başlık: Sinirbilimi Çalışma Başlığı: Nörotransmitterden Davranışa Depresyon Testi: Zorunlu Yüzme Testi Yazarlar: Hasan Çalışkan Giriş: Zorunlu yüzme testi keşifsel bir depresyon hayvan testidir. Porsolt 1977 yılında sıçanların yüzmeye zorlanması sonucu depresyondaki depresif ruh haline denk gelen su içinde pasif kalma hareketini tanımlamıştır. Su içinde odun kütüğü gibi harektsiz kalan sıçanlara antidepresan ajanlar verildiğinde bu sürenin kısaldığını, aktif hareketin ise uzadığını gözlemlemiştir. 1990’ larda Detke ve Lucki tarafından sıçanların yüzdüğü suyun yükseltilmesiyle hayvanın su içindeki aktif davranışları yüzme ve tırmanma olarak ikiye ayrılmıştır. Bu ayrım nörotransmitter değişiminin davranışa yansıması açısından önemlidir. Modifikasyona uğrayan zorunlu yüzme testinde noradrenerjik sisteme etki eden ilaçların tırmanmaya, serotenerjik sisteme etki eden ilaçların yüzme ile bağlantısı bulunması deneyin popülerliğini ve güvenirliğini arttırmıştır. Depresyon için uygulanan en ucuz ve en kolay yöntem olmasıyla 2000’ lere gelindiğinde diğer davranış deneyleriyle birlikte yapılan çalışma sayısı hemen hemen 5 katına çıkmıştır. Pub Med verilerine göre 2000 yılında yayılanan araştırma sayısı 73 iken 2014 yılında 388 ‘tir. Depresyona yeni tedavi seçenekleri aramak, var olan antidepresanların antidepresan etkilerini karşılatırmak, farklı ilaçların antidepresan etkileri olabileceğini göstermek için çalışmalar yapılmaktadır. Bunlardan dikkat çekici olanlardan birisi 2014 yılında Guan ve arkadaşları tarafından zorunlu yüzme testinde asetilsalisilik asit uygulanan sıçanlarda antidepresan benzeri davranışların gösterilmesi sayılabilir. İnflamasyon oluşturan ajanların doza bağımlı olarak azalması özellikle serotonin yolaklarında triptofandan serotonin oluşumunun arttığı ve böylelikle depresif davranışları azalttığı düşünülmektedir. 2015 yılında Boyko ve arkadaşları tarafından zorunlu yüzme testi ile yapılan diğer bir çalışmada ise depresif davranışların bulaşıcı olup olamayacağını göstermek için kullanılmıştır. Metotlar: 1977 yılı ile 2015 yılı arasındaki zorunlu yüzme testi ile ilgili 500 yayın taranarak, metotsal , yapılış amacı ve sonuçları açısından incelenmiştir. Sonuçlar: Zorunlu yüzme testiyle birlikte moleküler yöntemler, hücresel boyama teknikleri, sterotaksik girişimlerin kullanılmasıyla birlikte depresyonun fizyopatolojisi çözülmeye çalışılmaktadır. Hücresel boyutdaki değişimin davranışa yansıması ve birlikte incelenip gösterilebilmesi özellikle psikolojik rahatsızlıkların patolojisinde etkin çözümlerin oluşmasına olanak sağlayabilir. Kapanış: Zorunlu yüzme testinin akut ilaç uygulaması ile sıklıkla yapılması, yöntemsel olarak kolay ve ucuz uygulanabilir olması açısından depresyonun fizyolojik mekanizmalarının aydınlatılmasında popülerliğini sürdürecek gibi gözükmektedir. Anahtar Kelimeler: Zorunlu Yüzme Testi, Depresyon testi, Nörotransmitterler. 45 Poster Sunumları Ad-Soyad: Fatma Demir Üniversite: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Derece: 4 Başlık: Tıbbi Biyoloji Çalışma Başlığı: BALIN YARA İYİLEŞTİRME MEKANİZMASININ ARAŞTIRILMASI Yazarlar: Fatma Demir1, Muazzez Derya1, Gamze Karadaş1, Pınar Altın1, Nurhan Ertaş Onmaz2, Metin Aytekin1 1 Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 38039 Melikgazi, Kayseri 2 Besin Hijyeni ve Teknolojisi, Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 38039 Melikgazi, Kayseri Giriş: Yara, doku yapısının sürekliliğinin bozulmasıdır. Hasar ise cerrahi veya kaza sonucu dokunun tahrip olması, kan damarlarının bozulması ve kan bileşenlerinin ekstravazasyonu ve hipoksidir. Bu çalışmadaki temel amacımız yara iyileşmesini hızlandırmaktır. Ameliyatlarda, kazalarda veya hastalıklardan sonra oluşan yaralar ne kadar kısa sürede ve az maliyette iyileşebilirse hem hasta hem de ülke ekonomisi için o kadar fayda sağlayacaktır. Bu amaca yönelik balın yara iyileştirme özelliğinin hiyalüronan molekülü sentezini arttırarak olduğu hipotezimizi öne sürdük ve bu hipotez ışığında çalışma gerçekleştirildi. Bu proje TÜBİTAK 2209/A 1919B011401208 nolu proje kapsamında desteklenmiştir. Metotlar: Laboratuvar deneylerinde Erciyes Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden temin edilen 10 farklı bal çeşidi kullanıldı. Bal içerisinde ve bu ballara maruz bırakılan HeLa hücre hatlarının hiyalüronan üretimleri ELİSA yöntemi ile belirlendi. Yara iyileşme (wound healing) deneylerinde HeLa hücreleri kullanıldı. Farklı türdeki balların hiyalüronan molekülünü sentez eden 3 farklı enzimi olan HAS1, HAS2 ve HAS3’ü HeLa hücrelerindeki mRNA ekspresyonları Real Time PCR tekniği ile ölçüldü. Sonuçlar: ELİSA sonuçları, elimizdeki balların hiç birisinin hiyalüronan içermediğini ve süpernatant hiyalüronan seviyeleri incelendiğinde özellikle mersin, ulukışla ve çam ballarına maruz bırakılan hücrelerin diğer ballara maruz bırakılanlara göre çok daha fazla hiyalüronan sentezlediğini gösterdi (p<0,005). Wound Healing deney sonuçları da mersin, çamardı ve çam balların diğer ballara göre yarayı daha çabuk kapattıkları belirlendi (p<0,005). Bununla birlikte HAS2 mRNA ekspresyonlarının HAS1 ve HAS3’e istatistiksel olarak göre çok yüksek olduğu ve özellikle de mersin, çamardı ve çam balına maruz kalan hücrelerdeki ekspresyonlarının diğerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı artış bulundu (p<0,001). Kapanış: Belli bal çeşitlerinin yara iyileştirmesinde diğer ballara göre daha hızlı etki gösterdiği ve bu etkinin mekanizmasında hiyalüronan molekülünün rolünün olabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Hiyalüronan, Ekstraselülermatriks, Yara iyileştirme, Bal 46 Poster Sunumları Soyad: Berke Şengün Üniversite: Koç Üniversitesi Derece: 3 Başlık: Sinirbilimi Çalışma Başlığı: Nöron Kök Hücrelerindeki B-catenin’in HDAC İnhibitörleri ile Değişimi Yazarlar: Berke Şengün, Jonathan Iaconelli, Joanne Huang, Rakesh Karmacharya Giriş: B-katenin, merkezî sinir sisteminde bulunan farklılaşmış ve farklılaşmamış nöronların gelişiminde rol alan multi-fonksiyonel bir proteindir. B-katenin, WNT sinyal zincirinin de önemli bir parçasıdır. WNT sinyal zincirinin aktivasyonu, B-katenin proteininin daha stabil bir hale gelerek hücre çekirdeğinde konuşlanmasını sağlar. B-katenin’in çekirdeğe doğru olan bu yönelimi birden fazla hedef geni aktive eder. Bunun yanında, B-katenin hücre zarında kaderine bağlanarak ara bağlantı (zonula adherens) protein kompleksinin bir parçası olur. Bundan dolayı hücrehücre bağlantılarında ve nöronlar arası sinaps oluşumunda önemli bir rol oynar.1-4 WNT sinyali yokluğunda B-katenin; Ser-33, Ser-37 ve Thr-41 Nterminallerinde Glikojen Sentaz Kinaz B (GSKB3) tarafından fosforile edilir. Bu noktalardaki fosforilizasyon BTrCP (B-transducin repeat containing protein) tarafından algılanır. Bunun sonucunda B-katenin ubikitinasyon ve proteozom zincirine girerek parçalanır. B-katenin’in N-terminali yukarıda bahseliden üç önemli terminalin dışında, Casein Kinaz 1a (CK1A) tarafından fosforile edilebilen Ser-45, ve PCAF (p300/CBP-associated factor) asetiltransferazı tarafından asetile edilebilen Lys-49 lokasyonlarını içerir.5-6 Bu çalışmanın amacı, HDAC inhibitörlerinin, B-katenin proteinlerinin hücre içi konumunu modifiye ederek, hücre-hücre bağlantılarına ve sinaptik ilişkilere etkilerini, indüklenmiş pluripotent kök hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda ve olgun nöronlar üzerinde saptamaktır Metotlar: Hücre kültüründe yetiştirilen olgun nöron hücreleri ve iPS hücreleri toksik olmayacak şekilde optimize edilmiş değerlerde, farklı konsantrasyonlarda izoform spesifik HDAC inhibitörleri ile farklı zaman aralıklarında muamele edilmiştir. Hücredeki B-katenin ve diğer yardımcı proteinlerin miktarının tespiti için Western Blot, HDAC inhibitörlerinin sinaptik ilişkilere etkisinin araştırılması içinse immünohistokimya yöntemi kullanılmıştır. Sonuçlar: Bu araştırmada, izoform-spesifik Histon Deasetilaz İnhibitörleri’nin (HDAC inhibitörleri), indüklenmiş pluripotent kök hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda ve olgun nöronlardaki etkisi incelendi. Elde edilen sonuçlara göre bütün HDAC inhibitörleri arasında sadece HDAC 6 inhibitörü Lys-49 hedefinin asetilasyonunda artış sağlamıştır. Her iki hücre grubunda da, Lys-49’daki bu artışı Ser-45’teki fosforilizasyon takip etmiştir. GSK3B fosforilizasyon bölgeleri de (Ser-33, Ser-37 ve Thr-41) bunun sonucunda aktive olmuştur. Lys-49 asetilasyonu B-katenin’in miktarında önemli bir değişikliğe sebep olmamıştır. Fakat hücre zarındaki lokalizasyonuna bakıldığında, N-kaderinle kesişen 47 Poster Sunumları bölgelerde B-katenin artışı gözlenmiştir. HDAC 6 inhibitörleri synapsin1 ve synaptophysin sinaptik markerlarında artışa sebep olmuştur. Kapanış: Araştırmanın sonuçları, B-katenin Lys-49 asetilasyonunun indüklenmiş pluripotent kök hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda ve olgun nöronlarda, B-katenin lokalizasyonunda ve sinaptik bağlardaki artışta önemli rol oynadığına işaret etmektedir. B-katenin proteininin moleküler seviyedeki işlevini keşfetmek, Alzheimer hastalığı ve diğer nörodejenaratif hastalıkların mekanizmasını daha iyi anlamamızı sağlayarak daha verimli tedaviler geliştirmemize olanak sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: HDAC İnhibitörleri, B-katenin, iPS, Kök Hücre, Nöron, Sinaps. 48 Poster Sunumları Ad-Soyad: Mensure Ustamazman Üniversite: Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Derece: 3 Başlık: Sinirbilimi Çalışma Başlığı: en az 1 yıllık antiepileptik ilaç kullanan epilepsi hastalarının kan ve biyokimyasal parametrelerinin antiepileptik ilaç türlerine göre değerlendirilmesi Yazarlar: Mensure USTAMAZMAN Giriş: epilepsi hastalarında antiepileptik ilaçlarının kan ve biyokimyasal sonuçlarının antiepileptik ilaçlara göre değerlendirilmesi Metotlar: epilepsi hastalarının biyokimyasal verilerin taranıp excell ve SPSSte yorumlanması Sonuçlar: çalışma devam etmektedir Kapanış: sonuç belirtilecektir Anahtar Kelimeler: epilepsi,antiepileptik ilaç,biyokimyasal parametreler 49 Poster Sunumları Ad-Soyad: Tuğba Yılmaz Üniversite: Erciyes Üniversitesi Derece: 4 Başlık: Tıbbi Biyoloji & Kadın Doğum Çalışma Başlığı: Postpartumdaki Plazma Hiyalüronan Seviyesi İle Doğum Sayısı Arasındaki İlişkinin Araştırılması Yazarlar: Tuğba Yılmaz, Müberra Nur Dobur, Gamze Karadaş, Muazzez Derya, Yrd. Doç. Dr. Semih Zeki Uludağ, Doç. Dr. Metin Aytekin Giriş: Doğumun feto-maternal açıdan önemli rolü olmasına rağmenmekanizması tam olarak hala açıklanabilmiş değildir. Ekstraselüler matriksin doğum öncesi ve sonrasında seviyelerinin değiştiği bilinmektedir fakat bu değişimin hangi rolü üstlendiği bilinmemektedir. Ekstraselüler matriks komponentlerinden olan hiyalüronan molekülü ile ilgili çalışmalar olmasına rağmen doğum sayısı ve plazma hiyalüronan seviyeleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir bilgiye literatürde rastlanmamıştır. Böyle bir ilişkinin varlığı hiyalüronan molekülünün doğum sayısı ile ilgili önemli bir rolü olacağı konusunda fikir verecek ve literatürdeki bu boşluğu dolduracaktır. Bu çalışmamızdaki hipotezimiz doğum sayısı ile plazma hiyalüronan seviyesinin ilişkili olduğu yönündedir. Metotlar: Çalışmamıza 18-45 yaş arası 80 gönüllü katılmıştır. 0, 1, 2 ve ≥3 çocuklu olarak gönüllüler dört gruba ayrıldı ve her grupta yaş ortalamaları aynı olması sağlandı. Gönüllülere yaş, kronik hastalık, ilaç kullanımı ve obstetrik öyküsü ile ilgili soruları içeren anket uygulandı ve 3 ml kan EDTA’lı tüplerde saklandı. Kanlar 1500 rpm’de 15 dk santrifüj edilip plazmalar -800C’de ELISA yapılacak güne kadar saklandı. hiyalüronan ölçümleri, R&D kit (katalog no:DY3614) kullanılarak, üretici firmanın protokolüne göre ThermoScientificMultiskanGo ELİSA okuyucusu kullanıldı ve 450 nm dalga boyunda okuma yapılarak belirlendi. Tüm istatistik analizleri JMP versiyon: 5.0.1.2 programı ile gerçekleştirildi. Çalışmanın etiği Erciyes Üniversitesi tarafından onaylanmıştır. Sonuçlar: Çalışmamıza katılan 80 gönüllünün oluşturduğu gruplar arasında,hiyarüloranan seviyelerinin yaş ile farklılaştığı bilindiği için yaş ortalamalarına dikkat edildi. Dört gruba ayrılan gönüllülerin yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0.777). Aynı zamanda yaş ve plazma hiyalüronan seviyeleri arasında da istatistiksel olarak bir korelasyon bulunmadı (p=0.88, r=0.0003).Plazma hiyalüronan seviyeleri ölçümleri sonucu 0,1,2 ve ≥3 çocuklu gönüllü gruplarının plazma hiyalüronan seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir artış olmasada (p=0.06), grup ortalamalarında bir artış trendi gözlemlenmiştir. En az hiyalüronan ortalaması 0 çocuklu bireylerin grubunda iken en fazla hiyalüronan ortalaması ≥3 çocuklu bireylerin grubunda belirlendi [Plazma hiyalüronan (ng/ml, mean±SD): 0 çocuklular 41.3±5.4, ≥3 çocuklular 70±8.5, p<0.001]. Kapanış: Çalışmamızda yaştan bağımsız olarak postpartumdaki plazma hiyalüronan seviyelerinin doğum sayısı ile ilişkili olduğu bilgisini literatüre kazandırmış bulunmaktayız. Gebelerle yapılacak çalışmalarla doğum için bir marker olabileceğini ve genelde doğumları takiben oluşan pelvik taban kaslarının patolojilerindeki rolünün ilerleyen çalışmalarla desteklenebileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Hiyalüronan, Ekstraselüler Matriks, Doğum, Postpartum 50 Poster Sunumları Ad-Soyad: Hüseyin Ozan Doğru Üniversite: Maltepe Üniversitesi Derece: 2 Başlık: Onkoloji&Hematoloji Çalışma Başlığı: Karaciğer Kanser Hücreleri Mitokondri, Endoplazmik Retikulum, Golgi Cisimciği İçeriği ve Sitoplazmik Aktin Filamenti Miktarının Kültür Süreci ve Ortamdaki Hücre Sayısı İle İlişkisi: Konfokal Mikroskopik Kantitatif Çalışma Yazarlar: Hüseyin Ozan Doğru*, Gözde Şanlı*, Ranan Gülhan Aktaş* Giriş: İn vitro çalışmaların büyük bir kısmı, hücreler kültür yüzeyinin %60-80’ini kaplamadan önce yapılmaktadır. Metotlar: 37 C’da, %5 CO2 içeren inkübatörlerde, %10 Fetal Sığır Serumu (FBS) ile %1 Streptomisin-Penisilin içeren DMEM (Dulbecco’s Modified Eagle Medium) içerisinde HepG2 hücrelerinin kültürleri yapılmıştır. Sonuçlar: Aktin filamentlerinde boyanmış preparatlarda ise; hücre başına düşen boyanmış alanlarda belirgin bir artış vardır. Kapanış: Image J görüntü analiz programı altında incelenerek, boyalı alanların ölçümü ve çekirdek sayımı yapılmıştır. Anahtar Kelimeler: HepG2 51 Poster Sunumları Ad-Soyad: Bahadır Karayel Üniversite: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Derece: 3 Başlık: Vaka Sunumu Çalışma Başlığı: Takayasu Arteriti Hastasında Pulse Steroid Terapi Sonrası Ağır Sol Ana Koroner Arter Stenozunun Tamamen Regresyonu Yazarlar: Bilgehan Karadağ,Deniz Ersan Ungun,Bahadır Karayel Giriş: Bu çalışmada Takayasu Arteriti hastalarının pulse steroid terapisi alarak gereksiz revaskülarizasyon prosedürlerine maruz kalmasını önlemek istedik.Takayasu Arteriti aortayı, onun dallarını ve pulmoner arterleri etkileyen nadir görülen kronik bir vaskülittir.Takayasu Arteriti’nin seyrinde bölgesel darlık,tıkanma,genişleme ve de anevrizma oluşumu damar duvarında görülebilir. Burada unstabil angina pektoris tanısıyla hastaneye yatırılan 38 yaşındaki kadın hastada takayasu arteritini ve tedavi sürecini rapor ettik. Vaka Raporu: 38 yaşında kadın hasta unstabil angina pektoris tanısı ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırıldı. EKG: Sinüs ritmi, sağ dal bloku, birinci derece AV blok Kardiyovasküler Hikaye: Ebstein anomali operasyonu (2008), 6 total stent implantasyonuyla 2 perkütan koroner girişim (PCI), Takayasu Arteriti tanısı (2015) Komorbiditeler : Heterozigot faktör V Leiden, Takayasu arteriti, konvansiyonel kardiyovasküler risk faktörü yok. Tedavi: asetilsalisilik asit 100 mg, klopidogrel 75 mg, metoprolol 100 mg, atorvastatin 40 mg, furosemid 40 mg, spirolakton/hidroklorotiyazid 25 mg, adalimumab Koroner angiogram 100 mikrogram intrakoroner nitrat enjeksiyonunu takiben yapıldı. Stenoz sol ana koroner arterde görüldü. Ekip Kararı: Sol ana koroner artere PCI yapılması Romatolojik konsültasyon : aktif vasküliti baskılamak amacıyla üç gün süre boyunca 1 gram metilprednizolon kullanılarak yüksek doz pulse intravenöz steroid tedavisi verildi. (ilk gün 500 mg) İlk angiogramdan dört gün sonra, sol ana koroner perkütan koroner girişim(PCI) yapılması maksadıyla hasta kateterizasyon laboratuarına alındı. Sol ana koroner arter stenozunda tam bir regresyon sağlandı. Sonuç: Takayasu arteriti panarterit olarak karakterizedir ayrıca büyük damarlarda stenoza ve tıkayıcı lezyonlara neden olur fakat koroner tutulum daha iyi gösterilmiştir. Daha önceki çalışmalarda cerrahi revaskülarizasyon prosedüründen sonra karotid arter stenozunun ve sol ana koroner arter ostium stenozunun regresyonu gösterilmiştir.Konvasyonel risk faktörleri bulunmayan genç hastalarda vaskülite eşlik eden koroner arter hastalığını tanımak için yüksek klinik şüpheye ihtiyaç vardır.Steroid ajanlarla farmakolojik tedavi, vaskülitle ilişkili koroner arter hastalığı olan hastalarda gereksiz revaskülarizasyon prosedürlerinden kaçınmaya yardımcı olabilir. 52 Poster Sunumları Ad-Soyad: Yusuf Yaşar Üniversite: Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Derece: 6 Başlık: Fizyoloji Çalışma Başlığı: NÖRAL TÜP DEFEKTİ GELİŞİMİNİ ÖNLEMEDE FOLİK ASİT PROFİLAKSİSİ YERİNE ÇİNKO KULLANIMI Yazarlar: Zehra Dilşad Çoban 1, Orhan Fermanlı 2, Yusuf Yaşar 2, Atmaca Şahin Sağaltıcı3, Gözde Şahin4, Şefik Güran Giriş: Nörogenez ve gliogenezden oluşan beyin gelişimi farklı aşamalarda çeşitli genlerin katımlı ile düzenlenen bir süreçtir. Anjiyogenez önceden var olan damarlardan yeni kılcal damarların oluşma sürecidir. . Anjiyogenez bir yaralanma, iskemik olaylar, travma, damarların varikoz yapılanması, tümör oluşumu ve kanser metastazı gibi durumlarda karşımıza çıkar. Tüm bu patolojik olayların etyolojisinde anjiyogenez çok önemli role sahiptir. Yapmış olduğumuz farklı çalışmalardan elde etmiş olduğumuz sonuçlara dayanarakdan nöral tüp defekti hastalıklarında folik asit yerine çinko kullanılmasını planladık. Metotlar: Uygulanan folik asit ve çinko moleküllerinin CAM üzerinde anjiyogenezi etkileme oranı sekizinci gün gözle yapılan inceleme sonucu not edilmiştir.İnvivo olarak yapılan bu işleme eş zamanlı olarak invitro ortamda folik asit ve çinko molekülleri uygulanarakNGN3, KLF4, c-Myc, Nanog ve Nestin gen ekspresyonlarına bakılarak karşılaştırılmıştır. Sonuçlar: Folik asit gebelik dönemi beyin gelişiminin geç fazında NGN3, KLF4, c-Myc, Nanog ve Nestin gen ekspresyonları üzerinde önemli role sahipdir. Benzer şekilde çinkonun da KLF4, c-Myc, Nanog ve Nestin gen ekspresyonlarını arttırdığı saptanmıştır. Uygulanan folik asit ve çinko moleküllerinin CAM üzerinde anjiyogenezi etkileme oranı sekizinci gün gözle yapılan inceleme sonucu not edilmiştir. Her iki folik asit ve çinko uygulanmış grupta CAM üzerinde ana damar yapılanmalarının zayıfladığı ve kılcal damarlanmanın azaldığı gözlenmiştir. Folik asidin ise ilkin trimestrde KLF4 ve NGN3 gen ekspresyonları üzerine azaltıcı etkisi olduğu halde çinkonun hiçbir etkisi olmadığı saptanmıştır. Elde etmiş olduğumuz diğer sonuçlar ise çinkonun üçüncü trimestr fare beyin gelişiminde ekspresyon düzeylerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. Folik asit ve çinko damar gelişimini koryoallantik membran üzerinde azalttığı bulundu. Bu sonuçlara göre folik asit ve çinkonun artmış dozlarda anjiyogenezi inhibe ettiği saptandı. Kapanış: Sonuç olarak, yapılmış olan çalışmalardan elde etmiş olduğumuz sonuçlara dayanarak Nöral Tüp Defekti hastalıklarında Folik asit yerine çinko kullanılabilirliğini öngörüyoruz. Anahtar Kelimeler: anjiogenez , gliogenez , gen expresyonu , folik asit, çinko 53 Poster Sunumları Ad-Soyad: Zeynep Gençer Üniversite: İnönü Üniveritesi Derece: 5 Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji Çalışma Başlığı: Malatya Bölgesindeki Sirozlu Olguların Değerlendirilmesi Yazarlar: Zeynep Gençer Giriş: Avrupa ve ABD gibi alkol tüketiminin fazla olduğu ülkelerde en sık görülen etiyolojik sebep alkolik siroz iken, ülkemizde siroza çoğunlukla viral hepatitler neden olmaktadır. Bu çalışmada bölgemizdeki sirozlu olguların epidemiyolojik verilerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Metotlar: Çalışmaya klinik, laboratuar, görüntüleme ve biyopsi ile objektif siroz bulguları tespit edilen hastalar alındı toplam 238 hastanın tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi ve SPSS istatistik programı ile analiz edildi. Sonuçlar: Bölgemizdeki sirozlu olguların etiyolojisinde viral hepatitler ve özelliklede hepatit B önemli yer almaktadır. Tanı imkanlarının artmış olmasına rağmen %18,5 gibi yüksek bir kriptojenik siroz oranı saptandı. Kapanış: Viral hepatitlerin önlenmesi sirozu büyük ölçüde azaltacaktır. Anahtar Kelimeler: siroz 54 JÜRİ JÜRİ Tüm sözlü sunumlar ilk olarak oturum başkanları tarafından değerlendirme formu ile birlikte değerlendirmeye alınacaktır. Sunum yapısı, çalışmanın orijinalliği, zaman kullanımı, tartışma ve soru-cevap üzerinden son karar verilecektir. Konuşmacı jüriden ve dinleyicilerden gelecek soruları cevaplayabilecek düzeyde olmalıdır. Poster sunumları jüri tarafından kahve aralarında değerlendirilecektir. Yazarların kahve aralarında posterlerinin yanında olmaları, tartışma ve sorucevap son kararda rolü olan faktörlerdir. Değerlendirmeler hem ayrı olarak seçtiğimiz jüri üyelerinden hem de oturum başkanları tarafından yapılır. Oturum Başkanları ve Jüri Prof. Dr. Şükrü Emre Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu Prof. Dr. Çiğdem Özkara Prof. Dr. Tunaya Kalkan Prof. Dr. Selma Yılmazer Uzm. Dr. Fehim Esen Uzm. Dr. Volkan Kara Ass. Dr. Fırat Tevetoğlu Ass. Dr. Burak Mergen Ass. Dr. Mehmet Köstek Ass. Dr. Serkan Emekli 55 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası 4 3 1 6 5 2 Oklar : CerrahpaşaTıp Fakültesi Girişleri 1 – Cem-i Demiroğlu Oditoryumu 2 – Kafeterya 3 – Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Binası 4 – İngilizce Tıp Binası 5 – Adli Tıp Anabilim Dalı Binası 6 – Tıbbi Beceri Laboratuvarları 56 SOSYAL PROGRAM Taksim InnPera’nın bir yanda muhteşem Boğaz ve Adalar manzaralı öbür yanda Taksim meydanı ve tüm İstanbulu gözler önüne seren şehir manzaralı teras katındaki sosyal programımıza davetlisiniz! Sosyal program akşamı 20.00 – 23.00 arasında gala yemeği (menü aşağıdadır) ardından 23.00-02.00 arası after party olacaktır. After partyden önce yemek süresince meşrubat servisi, after party de sınırsız yerli içki servisi olacaktır. After party den önce servis kalkacaktır. Isteyenler otele ya da okula dönebilir. Menü: Özel Meze Tabağı (10 çeşit) Serpme Paçanga Böreği Mevsim salata sızma zeytinyağı ve limon sos ile Ana yemek: Antrikot Izgara haşlanmış sebze ve püre ile Serpme Meyve Tabağı Pasta 57 YARARLI BİLGİLER METRO - TRAMVAY HARİTASI 1 – Havalimanı 2 – Otogar 3 – Taksim 3 2 1 68 CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Ekibi 59 CTF Bilim Günleri 2016 SPONSORLARI 60 Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Üyeleri 61