alternatif eğitim fikri mülkiyet değerleri istanbul fashıon
Transkript
alternatif eğitim fikri mülkiyet değerleri istanbul fashıon
MAYIS 2014 ALTERNATİF EĞİTİM (ANADOLU ÜNİVERSİTESİ TASARIM KULÜBÜ BU SENEKİ TOPLANTILARININ ADINI “BU TERSLİKTE BİR İŞ VAR” KOYMUŞ YA, NE İSABETLİ OLMUŞ SAHİ!) “ÖTE” YAN GENİŞ OLUNCA, GELECEĞE DOĞRU ATILAN ADIM SAYISI VERİLEN EMEKLE MAALESEF EŞ DEĞİL. KOPYALANAN EMEKLERİN ZİHNİMİN FARKLI KÖŞELERİNDEN ÇIKIP, ASIL “EMEKÇİLERİN” ÖNÜNE GEÇİŞİ İSE BOŞ DEĞİL: DAHA GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE DÜNYA PATENT ÖRGÜTÜ (WIPO) ÖNCÜLÜĞÜNDE, DÜNYA FİKRİ MÜLKİYET GÜNÜ’NÜ 10. KEZ KUTLADIK. TÜSİAD TÜRKIYE’DE SON 15 YILDA AR-GE HARCAMALARININ YILLIK YÜZDE 10’UN ÜZERİNDE ARTMASINDAN DUYDUĞU MEMNUNİYETİ BELİRTTİKTEN SONRA EKLEDİ: “GERÇEKLEŞTİRİLEN ARGE FAALİYETLERİ BİR YENİLİKLE SONUÇLANMADIĞI VE BU YENİLİK FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET HAKLARI İLE KORUMA ALTINA ALINMADIĞI TAKDİRDE, YENİLİKÇİ DÜŞÜNCEYİ VE HEDEFLENEN KATMA DEĞERLİ ÜRETİMİ SAĞLAMAK MÜMKÜN GÖZÜKMÜYOR.” 18. GRAFİST FİKRİ MÜLKİYET DEĞERLERİ ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ İSTANBUL FASHION INCUBE PORTİZMİR3 “BİRLİK, DAYANIŞMA VE HAKSIZLIKLARLA MÜCADELE” GÜNÜNÜN ÜZERİNDEN 2 GÜN GEÇTİ MALUM... TASARIM EMEKÇİLERİ VAR AKLIMDA. TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ’NÜN GEÇTİĞİMİZ ŞUBAT AYINDA YAYIMLADIĞI RAPORUNDA GÖZÜM; 2013 YILINDA YAPILAN YERLİ ENDÜSTRİYEL TASARIM BAŞVURU SAYISININ 43626 ADET OLDUĞU YAZILI. TESCİL BAŞVURUSU YAPILMAYA DEĞER BULUNAN, GÜNDE 119. 5 ÜRÜN... HALBUKİ NE ÇOK TASARIM ‘EMEKÇİSİ’ VAR ÜLKEMİZDE... KAVGASIYLA GÜRÜLTÜSÜYLE, ÜNİVERSİTELİSİ, LİSELİSİ, ALAYLISI BİR YANDA... SESSİZ SAKİN TASARLANMIŞLARI KOPYALAMAYA ‘EMEK’ HARCAYANLAR İSE “ÖTE” YANDA! TAKLİT VE KORSANIN YILLIK EKONOMİK DEĞERİNİN GSYH’NIN YÜZDE 1’İNİ AŞTIĞI DİLDEN DİLE DOLAŞAN ÜLKEMİZDE YENİLİKLE SONUÇLANAN, KORUNMAYA ALINABİLEN GÜNDE 119,5 ÜRÜNE BAKINCA… YARATICI EMEĞİN HAK ETTİĞİ YERİ BULMASI, GELECEĞİN KAPILARINI ARALAMASI İÇİN ÇOK YOLUMUZ OLDUĞU AŞİKAR. VAKİT KAYBETMEDEN BİRLİK OLMALI, DAYANIŞMA YAPMALI VE HAKSIZLIKLA MÜCADELE ETMELİ... YALNIZCA 1 MAYIS’TA DEĞİL, HER GÜN EMEĞİNE, AKLINA VE FİKRİNE SAHİP ÇIKMALI... Umut Kart umut@kaletasarimmerkezi.com +!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:î.î.ª!9,)+ª4!3!2)-ª'!:%4%3î$î2ª0!2!ªî,%ª3!4),-!: KALEBODUR HER AÇIDAN BEKLENMEYENİ YA R AT I R . C-Extreme Çimento, traverten ve ahşap doku görünümünü buluşturan fullbody porselen. Kalebodur’dan. kale.com.tr facebook.com/kalebodur MAYIS/2014 03 FİKRİ MÜLKİYET DEĞERLERİ NASIL YÖNETİLEBİLİR? Kale Tasarım Merkezi’nin ev sahipliğinde, İstanbul Moda Akademisi’nin desteğiyle fikri mülkiyet değerlerinin nasıl yönetilebileceği konusunda interaktif bir atölye çalışması düzenlendi. Kale Tasarım Merkezi ( KTM ) kurulduğu günden bu yana birçok tasarım odaklı etkinliğe evsahipliği yaptı. Tasarımcı ve mimarları biraraya getiren etkinlikler zihinlerdeki ergonomiden, satış noktasında tasarıma, ambalaj tasarımından, ulusal tasarım politikalarının tartışıldığı platformlara kadar birçok farklı konuda tartışma platformu yarattı. Farklı endüstriler ve farklı ihtiyaçların tümünün ortak noktası geliştirilen fikir ve projelerin nasıl korunabileceği ve muhafazası konusuydu. Nisan ayı toplantısı da bu çerçevede planlandı. 1990’lı yılların ortasında AB normları çerçevesinde Gümrük Birliği’ne gireceğimiz dönemde, o dönem hükümetinin aldığı bir karar ile KHK (Kanun Hükmünde Kararname) çerçevesinde patent, marka ve endüstriyel tasarım tescili koruma yasaları AB normları ile eşdeğer hale getirildi. Bu çerçevede TPE yeniden yapılandırılırken, özellikle tasarımcılar için tasarımlarını koruma, kurumlar için de özgün ürünler üretme fırsatı oluştu. Özellikle Batılı büyük firmalar için Türkiye pazarının cazip hale gelmesi, kopye ürünler üreten küçük ölçekli firmaların artık bu ürünleri yasa gereği üretemez hale gelmesi ülkemiz için kısa dönemde bir kayıp orta uzun vade de ise kazanç üretecekti. Tasarım ve tasarımcı kavramlarını legalize eden bu gelişme, ülkemizdeki sistemin WIPO (Dünya Patent Örgütü) ile senkronize olması ile günümüze kadar gelen gelişmeleri tetikledi. Tasarım ve üretim endüstrisi arasındaki etkileşimli ilişkinin ürün ve marka arasında güçlü olması gerekliliği o dönem öğrenilen diğer gelişmeler arasındadır. Günümüz rekabet koşullarında ise farklı yönetim stratejileri ile birçok farklı alanda başarılı sınavlar veren kurumlar, Fikri Mülkiyet Hakları Yönetimi konusu gündeme geldiğinde sınıfta kalabiliyorlar. Bu problemli eşik aslında sadece kurumların ve markaların sıkıntı yaşadığı bir alan değil. Yaratıcı endüstrilerin kalbi olan tasarımcılar da geliştirdikleri fikirleri, ürünleri, önerileri nasıl koruyabileceklerini bilmediklerini ifade ediyorlar. Yerel ve uluslararası prosedürlerin sınırlarını öngöremediklerini, gelişmeleri de izleyemediklerini belirtiyorlar. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak tasarım profesyonelleri, tasarım öğrencileri ve konuya ilgi duyan diğer disiplinlerden temsilcileri biraraya gelerek konu tartışıldı. Bu çerçevede Kale Tasarım Merkezi’nin ev sahipliğinde, İstanbul Moda Akademisi’nin desteğinde yarım günlük bir atölye çalışması düzenlendi. Katılımcıların yeni yasal düzenlemeler ve prosedürler hakkında bilgilendirilmesi somut vaka analizleri ile yapılırken, toplantıya hukuk, endüstri ürünleri tasarımı öğrencileri, tasarım profesyonelleri, mimarlık ve moda alanından temsilciler katıldı. Kale Yapı Grubu Stratejik Tasarım Koordinatörü Sertaç Ersayın’ın moderatörlüğünde APB (Ankara Patent Bürosu) Genel Md. Yardımcısı Aysu Dericioğlu ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan Ertem’in sunumları ile Fikri Mülkiyet Değerlerinin nasıl yönetilebileceği konusunda interaktif bir toplantı gerçekleştirildi. Özellikle ambalaj, endüstriyel ürün, tekstil, iletişim ve moda sektörlerine ait örneklerle yapılan sunumlar ilgi çekerken, ülkemizde bu konuda uzmanlaşmış yetkili mahkemelerin azlığı, sektör içinde fikri haklar farkındalığı yüksek olan firmaların azlığına dikkat çekildi. Adnan Serbest, Aykut Erol, Oğuz Sağdıç, Ela Cindoruk, Gamze Güzen, Zafer Akay, Taner Şekercioğlu gibi kendi alanlarında tanınan uzman isimlerin katıldığı çalışma toplantısında, ülkemiz üretim endüstrisinin Faydalı Model, Patent, Tasarım ve Marka üzerinden sahip olduğu dokunulamayan, görülmeyen değerlerini daha iyi yönetmesi gerektiği tekrar gündeme getirildi. İçinde bulunduğumuz kritik eşik, Tasarımcılar ile beraber üretim endüstrisinin de bu konuya destek vermesi ile aşılabileceği konusunda ortak görüş belirtildi. Özellikle TPE’ne yapılan son dönem başvuruları içinde nitelikli ürün ve fikirlerin sayısının artması gerektiği özellikle gündeme getirilirken, proje veya fikir geliştirmeden önce o ana kadar yapılmış başvuru ve tescillerin de incelenmesi kültürünü benimsememiz gerektiği ifade edildi. Özellikle Tasarım Tescili, Faydalı Model ve Patent alanında benzer konularda daha önce yapılmış tesciller ve alınmış mesafeleri öngörebilmenin stratejik önemi de örnekleri ile tartışıldı. Kale Tasarım Merkezi’nin 2014 yılı içinde ev sahipliği yaptığı toplantıların üçüncüsünde Fikri Hakların Yönetimi konusunda tekrar biraraya gelme konusunda katılımcılar hemfikir oldu. Özellikle özgün ürün ve hizmet geliştirmenin rekabette getirdiği faydalara referans verirken, İstanbul tandanslı bir yaratıcı endüstri platformuna uluslararası bir kimlikte sahip olmayı arzu ediyorsak, fikri haklar yönetiminde de en az batı standartları ölçüsünde yetkin olmamız gerektiği konusunda ortak görüş bildirildi. Rekabetin gelişmesi, bilginin hızla yayılabilmesi geliştirdiğimiz fikir ve projelerin irademiz dışında kamuoyu ile paylaşılması risklerini de beraberinde getiriyor. Bu sebeple pazarda satılan, raflarda sergilenen, tescil kitaplarında yayınlanan, dergilerde tanıtımı yapılan ürünleri de mutlaka gözlem altına almamız gerektiği konusunun da altını çizerek, vaka analizleri ile bu toplantıların devamı konusunda karar kılındı. 04 Bahar Türkay bahar.turkay@gmail.com TEKNOLOJİ, GRAFİK VE 18. GRAFIST Bu sene 18. Kez düzenenlenen Grafist vesilesiyle, bir süredir farklı bağlamlarda tartışılan, teknolojik gelişmelerin meslek özelindeki yansımalarını, etkinliğin konukları ve alanın önemli temsilcileriyle değerlendirdik. İstanbul Grafik Tasarım Günleri’nin (Grafist) bu yıl onsekizincisi gerçekleşti. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım Bölümü’nün, GMK Grafikerler Meslek Kuruluşu işbirliğiyle düzenlediği etkinlik, 14-18 Nisan tarihlerinde seminer, atölye çalışması ve sergilerden oluşan program kapsamında, Lech Majewski, Astrid Stavro, Niels Schrader, Pierre Bernard ve Pablo Martin gibi önemli konukları ağırladı. Türkiye’den Burcu Dündar da sergi ve atölye çalışmasıyla programda yer aldı. Bir süredir farklı bağlamlarda tartışılan, teknolojik gelişmelerin ve dijital dünyanın bu meslek özelindeki yansımaları konusunu, 18. İstanbul Grafik Tasarım Günleri vesilesiyle, etkinliğin konuğu olan uluslararası tasarımcılarla ve Türkiye’den alanın önemli temsilcileriyle değerlendirdik. ICOGRADA (The International Council of Graphic Design), 2000’de Seul’de yayınladığı Tasarım Eğitimi Manifestosu’nda, medya teknolojisi ve bilgilendirme ekonomisi alanındaki gelişmelerin mesleği büyük ölçüde etkilediğini ve tasarımcının yeni yüzleşmelerle karşı karşıya olduğunu deklare ediyor. Manifesto, yakın ve uzak gelecek hakkında düşünme gücünü, görsel iletişim tasarımının vazgeçilmez bir parçası olarak tanımlıyor. Tasarımın yeni eğiliminin ise, geçmiş, bugün ve gelecek arasında dengeli bir uyum sağlamayı vadettiğini belirtiyor. Genç kuşak grafik tasarımcılardan, Future Anecdotes İstanbul ofisinin kurucusu Aslı Altay’ın mesleki değerlendirmesi olumlu yönde. Altay, grafik tasarımın gidişatında gözlemlediği iki zıt kutuptan birisini, teknoloji ve arayüzlerin yayılması sonucu her formatta herkesin birşeyler üretebiliyor olma durumu olarak açıklıyor. Altay, bu gelişmelerin, grafik tasarımcılar olarak onları, yaptıkları işleri neden ve nasıl yaptıklarıyla ilgili daha fazla düşünmeye ve tartışmaya iteceği umudunu taşıyor. Türkiye’nin önemli grafik tasarımcılarından, ICOGRADA Başkan Yardımcısı, aynı zamanda 18.İstanbul Grafik Tasarım Günleri Sergiler Pierre Bernard, Lech Majewski, Niels Schrader 14 Nisan-18 Mayıs 2014 MSGSÜ, Osman Hamdi Bey Salonu / Fındıklı 09.00-17.00, Her gün MSGSÜ’da akademisyen olan Yeşim Demir de gelişmelerin mesleki yansımalarına geniş bir perspektiften bakıyor. Tasarımı, düşünmek, soru sormak, soru yaratmak ve önermede bulunmakla ilgili olarak ve eylemden önce soyut bir sürecin varlığıyla tarifleyen Demir, tasarımın teknolojiyle değil içerik, bağlam, üslup ve yönlendirme becerisiyle var olduğunu savunuyor. Grafist’in konuklarından Astrid Stavro ise, tasarım mesleğinin günümüzde ilgi çekici bir alan oluşunu, tasarımcıların içinde bulundukları bu iki kültürlü çelişkiye bağlıyor. Zamanından bağımsız editoryal içeriklerin ve basılı tasarım malzemelerinin birer değer olarak, dijital dünyanın yaklaşımlarıyla karşılaştırılamayacağını düşünmekle birlikte, teknolojik gelişmelerin heyecan verici, kışkırtıcı yeni seçenekler, olanaklar sunduğu görüşünde. Sonuçta “iyi” tasarımın yalın, keyifli, yorucu olmayan bir kullanıcı deneyimi sunmasının öneminden hareketle, tüm bu teknolojik gelişmeler deneyimi her anlamda genişletiyor. Grafist’in bir diğer konuğu Lech Majewski ise, teknolojik gelişmeleri mesleki anlamda bir risk olarak görmüyor, çünkü maharet yaratıcı kişinin aklındaki fikirde. Teknoloji ve programlar birer araç ve yeni grafik tasarım çözümleri üretmek adına bir nevi itici güç. Majewski’ye göre, dijital grafik tasarım yaklaşımının tek önemli sorunuysa “aynılaştırma” tehlikesi. Kişinin kendinden kattığı “persona” ve özgünlüğün kaybolma riski mevcut. Etrafta pek çok şeyin aynı görünmeye başladığı dünyada, Majewski tam da bu nedenle öğrencilerini öncelikle analog çalışmaya sevk ediyor. Konunun bir de eğitim boyutu var. Şu anda grafik tasarım/görsel iletişim tasarımı eğitimi alan öğrenciler dijital bir dünyaya doğdular. ICOGRADA manifestosunda, tasarım eğitimin her zamankinden daha fazla öğrencileri değişime hazırlaması gerektiğini duyuruyor ve bu noktada öğrencileri teknolojik, çevresel, kültürel, toplumsal ve ekonomik alandaki değişimlere hazırlamak amacıyla, daha katılımcı sorun tanımlamalarına geçişi savunuyorlar. 2014 yılının başına kadar MSGSÜ’de ders veren önemli grafik tasarımcılardan Sadık Karamustafa, çok aşamalı projelerde melez yöntemler kullanarak proje yürütüyor. Öğrencileri, teknolojinin yeni dilinden sonuna kadar yararlanmaları konusunda teşvik etmeye gayret ediyor. Bununla birlikte, derslerinde fikir bulma aşamasında öğrencilerin elle çalışmaları konusunda ısrarcı olduğunu paylaşıyor. Çünkü, asıl kaydı öğrencilerin çevrelerine bakmamaları. Yeşim Demir’in öğrencilerin yaklaşımlarına olan inancıysa olumlu yönde. Demir, öğrencilerinin anlam ve içerikten kopmamak gerekliliğinin farkında olarak, masa başında yalnızca program imkanıyla “yapmaya” kalkışmadıklarına inanıyor. Üretimin içinde olan bir akademisyen olarak gerçek üretimle, ekran arasındaki bilgi ve ölçü algısının farkına dikkat çekiyor ve malzeme ile öğrencilerin arasını iyi tutmaya çalışıyor. Pablo Martin, Astrid Stavro 14 Nisan-18 Mayıs 2014 Ark Kültür / Beyoğlu 10.00-18.00, Pazar hariç Burcu Dündar 14 Nisan-18 Mayıs 2014 Bahçeşehir Üniversitesi Galata Yerleşkesi / Karaköy 09.00-17.00, Her gün Henryk Tomaszewski 100 Yaşında, Tomaszewski’den Afişler 15 Nisan-18 Mayıs 2014 Salt Beyoğlu, Forum 12.00-20.00, Salı-Pazar Paralel Etkinlikler Emre Senan, “Banal” 05 Nisan-03 Mayıs 2014 Galeri Apel, Beyoğlu Selçuk Demirel, “Şimdi” 04 Nisan-05 Mayıs 2014 Galeri Nev, Beyoğlu Selçuk Demirel, “İnsanoğlu Kuş Misali” 02 Nisan-31 Ağustos 2014 İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Taksim Merve Morkoç, “2+1” 17 Nisan-17 Mayıs 2014 Galerist, Tepebaşı Amanda Visell, “Hunger” 01 Mayıs-31 Mayıs 2014 Milk Galery, Galata Ayrıca, 18. İstanbul Grafik Tasarım Günleri kitabevlerinde satışta… MAYIS/2014 05 Sanem Odabaşı odabasisanem@gmail.com İSTANBUL FASHION INCUBE Genç, yetenekli ve gelecek vaat eden moda tasarımcıları kendi ayakları üstünde nasıl durabilir? İşte bu sorunun cevabını verebilmek için hayata geçen İstanbul Fashion Incube, şimdiden dikkatleri üzerine topladı. Türkiye moda sektörü açısından son yıllarda oldukça ilerleme kaydetti. Özellikle İstanbul’un tasarım merkezi haline gelmesiyle tasarımcının da önemi arttı ve tasarımcıya olan yaklaşımlar değişti. Türkiye sadece üretim yapan bir konumda değil artık, tasarımın da ülkesi. Bu yüzden tasarımcının görevi büyük. Peki bu ihtiyaçlara karşılık vermek isteyen genç, yetenekli ve gelecek vaat eden moda tasarımcıları kendi ayakları üstünde nasıl durabilir? Kendi markalarını, kimliklerini yaratırken geçirdikleri süreçler neler? İşte hem bu süreçleri takip ederek doğru yönlendirmeler yapmak, hem de güçlü altyapıları olan tasarımcılara destek vermek amacıyla İstanbul Fashion Incube Ocak 2013’te hayata geçti. İstanbul Fashion Incube moda tasarımcılarına kendi markalarını büyütmek için destek veren bir merkez. Merkezin asıl amaçlarından biri, genç tasarımcıların hem ulusal hem de uluslararası alanda profesyonel bir yol izlemelerini sağlamak. Merkezin binası Nişantaşı’nda, böylece İstanbul’un moda ve tasarım semti diyebileceğimiz bir noktada tasarımcılar sektörle etkileşimde bulunabiliyor. Merkez, tasarımcılara ofis, üretim atölyeleri, materyal kütüphanesi ve showroom imkanı sağlarken bütün bu koleksiyon üretim sonucunda da MercedesBenz Fashion Week İstanbul, Who’s Next Paris, Paris Sur Mode gibi uluslararası defile ve fuarlara da katılmalarına destek veriyor. Sadece üretim için verilen destek yeterli değil tasarımcılar için, uluslararası platformda güçlerini ve kapasitelerini ölçebilecekleri, pazarlama, finans, girişimcilik gibi ticari ve marka yönetimi odaklı konularda da kendilerini geliştiriyorlar. Ocak 2014 ‘de desteklediği 10 tasarımcıyla birlikte başarılı bir yılı geride bırakan İstanbul Fashion Incube, moda endüstrisi için kilit rol oynayan İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği ( İHKİB) tarafından sağlanan destekle faaliyetlerine devam etmekte. “Yeni Moda Girişimcileri Programı” ile destek vereceği yeni moda tasarımcılarına da kapılarını açan merkez için 5 Mayıs 2014 tarihine kadar www.fashionincube.com adresinden başvuruların yapabileceğini duyurdu. Incube genç, dinamik, azimli, yeniliklere açık ve tasarımcıya doğan ihtiyacın farkında olması sebebiyle, hep bir adım ötesini hedefliyor. Bu merkezin Danışma Kurulu Üyesi olan İstanbul Moda Akademisi Direktörü Seda Lafçı Incube ve Türkiye’deki moda sektörü ile ilgili soruları yanıtladı: Fashion Incube moda tasarım alanında çok yeni, dinamik ve aslında birçok ihtiyacı da karşılayan bir merkez. Bunun parçası olan tasarımcılarınızı nasıl seçiyorsunuz? İstanbul Fashion Incube Türkiye’nin ilk moda girişimcilik merkezi. Bu anlamda girişimcilik ruhu olan, tasarım algısı belirgin, kendi markasını kurmuş ve ileri taşıma vizyonuna sahip tasarımcıları radarımıza alıyoruz. Duyurumuza başvuran tasarımcılar seçilirken sektörün kanaat önderlerinden oluşan danışma komitemizin öncülüğünde, yaratıcılık, özgünlük, teknik yetenek, iş modeli ve ticari bakış açısı gibi kriterler göz önünde bulunduruluyor. Türkiye’deki genç moda tasarımcılarının ne gibi kaygıları var? Son yıllarda moda tasarım alanında adı sıklıkla geçen ülkemizde, tasarımcıların ulusal ve uluslararası satış ağlarını kar sağlayan bir sistem haline getirmekte zorlanmaları denilebilir. Fashion Incube ile neleri başarmayı hedefliyorsunuz? En önemli hedefimiz Fashion Incube’u geliştirerek ileri taşımak. Bunun temel dayanağı Incube çıktılarının çok iyi olması, Türkiye’den uluslararası platformlarda yer alan tasarımcı markaları yaratıyor olmak. Desteklediğimiz tasarım markalarının doğru yer ve zamanda doğru ticarileşme faaliyeti içinde alıcılarla buluşturmak çok önemli. Birinci seneyi tamamlamış bulunmaktasınız, yurt içinden ve yurtdışından tepkiler nasıl? Çok kısa süre içerisinde proje tanınmaya başlandı. Ülkemiz içinden ve dışından birçok ziyaretçimiz oldu. Kanada, Belçika ve İngiltere’de uzun senelerdir benzer yapıda faaliyet gösteren merkezlerdeki yöneticilerden çok yapıcı eleştiriler aldık. Geçen yıl ilk grup tasarımcılarımızı alırken, duyuru sonrası başvuru sayımız yaklaşık 25 kadardı. Şu an başvuruları henüz açılmamış olmamıza rağmen 40’tan fazla tasarımcı bizimle iletişime geçmiş durumda. Yurt dışı ile karşılaştırdığınız zaman, ülkemizdeki tasarımcıların zayıf oldukları alanlar neler? Aslında dünyanın her yerinde tasarımcı hep benzer sorunlar ile karşı karşıya bu da genelde satış realizasyonu. Bizim tasarımcılarımız da aynı sorunu yaşıyor. Bir de Türk tasarımcılarında çok parçalı koleksiyon yapma eğilimi olması koleksiyonun birden fazla müşteri grubuna yönelik olarak hazırlanmış izlenimi bırakıyor, bu da toplu satışları güçleştiriyor. Fashion Incube bir moda girişimcilik merkezi. Tasarımda girişimciliğin önemi nedir? Tasarımcının hazırladığı her koleksiyon hayata geçirdiği bir yeni proje aslında. Onu başarıyla kotarmak, satışını yapmak ve geliri ile tekrar yeni bir koleksiyon üretmek ve sonuçta şirketini büyütmek başarması gereken bir meydan okuma. Onun da onaylanmaya, motive edilmeye, iş modelinin yönetilmesine ve yönlendirilmesine ihtiyacı var. İşte İstanbul Fashion Incube tam bu noktada onların yanında ve onlara desteğe hazır ve bunu sadece Türk moda tasarımının güçlenmesi için yapmakta. 06 Yasemin Şener yaseminsener@prchitect.com ARMAN TASARIM’DAN ÇİFTE RED DOT BAŞARISI Ürün tasarımı, tasarım mühendisliği, proje yönetimi ve ürün geliştirme danışmanlığı hizmetleri veren Arman Tasarım, dünyanın en prestijli tasarım ödüllerinden biri olan Red Dot 2014’te iki ayrı tasarımıyla iki ödül birden alarak önemli bir başarıya imza attı. Arman Tasarım kimdir? Arman Tasarım imzalı Fibermak Lazer Makinası ve Armas Flare İnce Sinyal ürünleri, tasarım dünyasının en saygın ödüllerinden biri olan Red Dot 2014’te iki ayrı ödüle layık görüldü. Red Dot’ın uluslararası jürisi, Tasarımcı Murat Armağan ve ekibinin geliştirdiği Fibermak Lazer Makinası ve Armas Flare İnce Sinyal ürünlerini yenilikçilik, tasarım ruhu, işlevsellik, estetik, teknik özellikler ve tüketiciye sağladığı fayda kriterleriyle ödül almaya değer buldu. Arman Design tarafından Ermaksan için tasarlanan ve iki yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan Fibermak, lazer kesim teknolojisi ile çalışan bir metal işleme makinası. Kusursuz kesim kalitesi ve yüksek enerji tasarrufu sağlayan ürünün tasarımında kontrol paneli ve ana güvenlik ışığı ile birleşim köşesi benzersiz formun başlangıç noktası olarak tanımlanıyor. Keskin kenarları ve fonsiyonel yüzeyler arasındaki geçiş özelliği ile Fibermak metal biçimleme endüstrisinin doğasından ilham alıyor. Tasarım ve mühendislik süreçleri Arman Tasarım tarafından yürütülen Fibermak, Red Dot 2014 ödülünün yanı sıra teknolojik yenilikleri ve üstün tasarım özellikleriyle tasarım dünyasının en prestijli iki ödülünün, 2014 iF Product Design ve 2013 Good Design ödüllerinin de sahibi oldu. Red Dot 2014’te Arman Tasarım’a ikinci ödülünü getiren, Armas Elektronik için tasarlanmış Flare Araç Üstü İnce Sinyal ürünü ise polis, kurtarma ve kamu güvenlik araçlarında kullanılmak üzere üretilmiş, ışıklı ve sesli uyarı sistemine sahip olan bir tavan sinyal cihazı. Farklı ölçü ve fonksiyonlara uyarlanabilmesi için modüler yapıya uygun üretim yöntemleri seçilerek tasarlanan ürünün alüminyum ekstrüzyon metodu ile üretilmiş gövdesi, yan fonksiyon birimlerinin üretim aşamasında kolaylıkla eklemlenebildiği bir taşıyıcı omurgayı oluşturuyor. Kullanılan led teknolojisi ile siren ve projektör mühendisliği sayesinde ince ve hafif bir görünüme sahip olan ürünün yan siren birimlerinden başlayan dinamik formunun ürün tüm çevresinde sürdürülmüş. Böylelikle fonksiyonel niteliği olan ürün, dengeli bir biçim diline ve tasarım bütünlüğüne sahip olmuş. Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Murat Armağan liderliğinde ürün tasarımı, tasarım mühendisliği, proje yönetimi ve ürün geliştirme danışmanlığı hizmetleri veren Arman Tasarım, tüketici elektroniği, endüstriyel ekipmanlar, kamusal teknolojiler, ambalaj, mobilya, kent mobilyaları, medikal gibi sektörlerde iddialı projeler geliştiriyor. Ürün geliştirme süreçlerinin titizlikle uygulayan, tasarım, mühendislik ve üretim yöntemleri konularında uzman ekibi ile ürün sonucuna hızlı ve güvenli bir biçimde ulaşarak yüksek verimlilik sağlayan Arman Tasarım, sektöründe yaratıcılığı bilimsel metotlarla iş modellerine dönüştürerek, yüksek katma değer yaratıyor. Ürün geliştirme ve ürün çeşitlendirme stratejileri oluştururken yenilik ve katma değer yaratma kriterlerine öncelik veren firma, müşteri odaklı yüksek verimliliği hedefleyen projelere imza atıyor. Birçok proje yatırımında işverenlerinin tasarım, üretim ve satış üçgenindeki ihtiyaçlarını en yaratıcı ve verimli yöntemlerle çözen Arman Tasarım’ın Red Dot 2014’te aldığı ödüller, firmanın uluslararası boyuttaki ilk başarısı değil. Fibermak Lazer Makinası ile alınan iF Design 2014 Ödülü; PARS Dijital Takograf cihazı, Fibermak Lazer Makinası, Abkant Makinası ve Diamond Akaryakıt Dispenseri ürünleriyle alınan Good Design 2013 Ödülü; Arkel Elektronik ile birlikte hayata geçirilen Arcode İnvertor Sistemi ile Good Design 2013’te alınan Takdir Ödülü ve 2012’de Design TURKEY’de Yatırım Ürünleri kategorisinde alınan İyi Tasarım Ödülü; Tümsaş A.Ş. tarafından üretilen Aura gösterge serisi ile Design Turkey 2012’de Kamusal Ticari Ürünler kategorisinde alınan İyi Tasarım Ödülü, Ecolinn Biyoçözünür Temizlik Serisi ile Ambalaj Ay Yıldızları 2011’de Gıda Dışı Ürün Ambalajları kategorisinde alınan Gümüş Ödül ve Biorichi Medikal Kozmetik Serisi ile Ambalaj Ay Yıldızları 2011’de “Grafik Tasarımı” kategorisinde alınan Bronz Ödül, Arman Design’ın ulusal ve uluslararası ödülleri arasında yer alıyor. MAYIS/2014 07 Ömer Durmaz omerl.durmaz@yahoo.com.tr ULUSLARARASI BODRUM GRAFİK TASARIM GÜNLERİ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü, uyguladığı eğitim programını zenginleştirmek ve öğrencilerine çağdaş anlatım biçimleri kazandırmak için “Uluslararası Bodrum Grafik Tasarım Günleri”ni düzenledi. edebiyatçı ve şair olarak tanınmasından çok önce basın–yayın ressamlığı yaptığı, bu alanın gelişiminde öncü bir rol oynadığı, basın–yayın ressamlarının da bugünün grafik tasarımcılarının öncüleri olduğu sunumun içeriğini oluşturuyordu. “Grafik Tasarımdan Önceki Grafik Tasarımcılar: Basın Yayın Ressamlarının Öncülerinden Cevat Şakir Kabaağaçlı” adlı seminerde, Halikarnas Balıkçısı’nın çizgileriyle oluşturduğu kitap ve dergi kapakları, kitap resimlemeleri, editoryal illüstrasyonlar gösterildi. Kabaağaçlı’nın akrabalarının özel arşivlerinden derlenen günışığı görmemiş belgelerle, Kabaağaçlı’nın sanatçı yönüyle ilgili hâlâ bilinmeyenler olduğu gözler önüne serildi. Geçtiğimiz aylarda kuruluşunun onuncu yılını kutlayan fakülte, daha önce farklı aylarda gerçekleştirdiği grafik tasarım etkinliklerini, bundan böyle Bodrum Grafik Tasarım Günleri adıyla belirli bir zaman dilimi içinde düzenleyecek. Bu yıl 26–28 Mart 2014 tarihlerinde ilki gerçekleşen etkinlikle, tasarım öğrencilerine yeni bakış açıları ve deneyim kazandırmanın yanı sıra, grafik tasarım disipliniyle ilgili farkındalık yaratarak, başta Bodrum olmak üzere Muğla kentinde grafik tasarımın bilinirliğine katkı sağlayacağı umuluyor. Etkinliğin ilk davetli konuklarını, ulusal ve uluslararası düzeyde kendini kanıtlamış grafik tasarımcı ve akademisyenler oluşturdu: Sadık Karamustafa, Alessandro Segalini, Zülfikar Sayın, Ömer Durmaz, Yusuf Keş ve Murat Çeliker. Onur konuğu Sadık Karamustafa’nın yarım asrı bulan kariyerini anlattığı “Düşünceden Deneyime Grafik Tasarım” adlı sunumu, Karamustafa’nın genç meslektaş adayları tasarım öğrencileri tarafından özel bir ilgi gördü. Grafik tasarımın bir meslek olarak tanımlanıp henüz kabul görmediği, sadece sınırlı bir çevre tarafından bilindiği yıllarda tasarım çalışmalarına başlayan Karamustafa için “uluslararası düzeyde en çok tanınan grafik tasarımcımızdır” demek, hak bilirlik olur. Geçmişten günümüze birer vaka olarak kabül gören afiş tasarımlarını gösterirken, yapıldıkları dönemin dinamiklerine de değinerek verdiği bilgiler, sunumunu adeta bir sözlü tarih görüşmesi niteliğine taşıdı. Zülfikar Sayın’ın “Grafik Göstergelerle Anlamlandırma”, Alessandro Segali’nin “Tipografide Temel İlkeler”, Murat Çeliker’in “Afiş Tasarımında Alıntılama” adlı sunumlarından sonra ilgi gören bir başka seminer de, “Halikarnas Balıkçısı” lakaplı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın pek de bilinmeyen 1928 yılı öncesindeki hayatına ışık tutan Ömer Durmaz’ın sunumuydu. Kabaağaçlı’nın Bodrumlu yılları olarak bilinen “Mavi Sürgün” döneminden önce, Nisan ayında 18’incisi düzenlenen İstanbul Grafik Tasarım Günleri Grafist’i örnek alan etkinliğin, Grafist’in 18 yıl önce başladığı devrin tasarım dünyası dikkate alındığında çok daha iyi bir yerden başladığı söylenebilir. Grafik tasarım etkinliklerinin geldiği düzeyin birikimini değerlendiren MSKÜ GSF Dekanı Prof. Erol Turgut ve Grafik Tasarım Bölüm Başkanı Doç. Dr. Enis Timuçin Tan, profesyonel bir organizasyona imza attıkları için taktir edildiler. İzleyiciler arasında yer alan Bodrum’a yerleşmiş ünlü yazar ve tiyatrocularla, etkinliğin Bodrum’un sanat– kültür hayatına da hareketlilik kazandırdığı görüldü. Açıkhava tasarımları ve afişlerle kenti kaplayan tanıtım çalışmaları ise beğeni topladı. Öğrenciler kadar, Bodrum’daki reklam ajansları, kurumların tanıtım birimleri ve grafik tasarım alanına ilgi duyanlara açık gerçekleşen Bodrum Grafik Tasarım Günleri, kayda değer bir çıkış yaparak Türkiye’nin sayıları hızla artan grafik tasarım etkinlikleri listesinde üst sıralarda yerini aldı. 08 Dilek Himam-Er dilek.himam@ieu.edu.tr PORTİZMİR 3 İNSAF DEDİ K2 Güncel Sanat Merkezi’nin düzenlediği, küratörlüğünü Slovenyalı sanat tarihçisi ve küratör Saša Nabergoj’un üstlendiği, Portİzmir bu yıl “İNSAF” teması ile kapılarını açtı. Uluslararası Güncel Sanat Trienali, PORTİZMİR 3, farklı kültürlerden gelen 23 sanatçının katılımı ile İzmir’i bir çalışma alanı olarak belirleyip kentin sosyal, politik ve ideolojik dinamiklerinin doğal yapısını izleyerek buradan evrensel değerlere ulaşmayı hedefledi. Pasaport’taki eski Austo-Türk Tütün Deposu’nda gerçekleşen etkinlikte ilk defa çok disiplinli çalışma grupları çeşitli alanlarda örgütlenerek farklı alan çalışmaları ile ziyaretçilerle buluştu. İzmir kentinin farklı noktalarında organik olarak faaliyet gösterebilecek çok disiplinli çalışma gruplarından oluşan Alan Çalışmaları; Derin Mavi (Su/ Kıyı/ Bellek); Yeniden Yapılandırılmış Kent(Yapı / Kent/ Bellek); Yaban Bostan (Kültür/ Yemek/ Bellek); Stüdyo Okul (Mekan/ Kolektif/ Bellek) ve Yavaş Tasarım: Beden/ Giysi/ Bellek adlı Alan Çalışmaları yapıtları ile Görsel Arşiv sergisinde yer aldı. Serginin en ilgi çeken kısımlarından biri de bu anlamda alan çalışmaları seçkisinden oluştu. Görsel Arşiv Sergisi içinde İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nden moda tasarımcısı ve teorisyeni öğretim üyesi Şölen Kipöz’ün, Slovenyalı tekstil tasarımcıları ve görsel sanatçılar Oloop- Jasmina Fercek, Tjasa Bavcon ve Katja Burger ve Yaşar Tek parça kaşe kumaştan kıvrılarak hacim alan bu bebek tasarımında bedendeki bağlantı noktaları adeta eklemsiz bir his yaratıyor. Bebeklere giydirilen kıyafetler ise tasarımcının çocukluğunda ilk moda öğretisini oluşturan kağıt bebeklerden ilhamla hazırlanıyor. Üniversitesi, Endüstriyel Tasarım Bölümü Başkanı öğretim üyesi Mine Ovacık ile birlikte “yavaş tasarım” hareketinin Beden/ Giysi / Bellek ile ilişkisini disiplinler ve kültürler arası bir çerçevede inceledikleri sergi dikkat çekiciydi.Bu sergide dişi bedenin yeryüzü ile ilişkisinde biyolojik döngüsünü ele alan sanatçılar, çalışmalarında modern dünyada unutulmaya yüz tutmuş dişi bilgeliğinin, kadının belleğinin ve içgüdüsel sezgilerinin kadının üretkenliğine, doğurganlığına ve dolayısı ile yaratıcılığına nasıl aktarıldığına vurgu yaptılar. Sergiye “Cepteki Miras“ adlı eseriyle katılan Şölen Kipöz tasarım sürecine “Kadın kimdir? Kadın olmak ne demektir? Beden ve bellek arasında dişi beden nasıl tanımlanabilir?” sorularını sorarak başladığını ifade ediyor. Kipöz, modern dünyada unutulmaya yüz tutmuş “dişi bilgeliğini” kendinden sonraki kuşaklara aktarmanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha fark ettim” derken, saklaması için annesinden miras kalan bez bebeği sayesinde erginlenen bir kızın hikayesini anlatan bir masaldan yola çıkıyor. Tasarımcı bu süreç sonunda ortaya kadınsı ve bir o kadar da cinsiyetsiz siluetleriyle yeni bir bebek formu tasarımı ortaya çıkartıyor. Bu kıyafetlerin yaratımında kadın emeğini değerlendirmek ve kadınlara kendi hikayeleri ve anılarını paylaşma fırsatı vermek için Ödemiş Kadın Kooperatifi’nin üyeleri ile atölye çalışmaları düzenleyen Kipöz burada farklı sınıfsal katmanlardan gelen kadınlarla buluşuyor. Bu buluşma, hem bu kadınların zanaat becerilerinin tasarımla buluşmasını hedefleyen, kadınların üretirken anlattığı katılımcı tasarım süreci olarak anlam kazanıyor. Sergi boyunca farklı üretici topluluklarla çalışmaya devam edecek olan Kipöz, böylece tasarımı sosyal dönüşüm için bir araç haline getirmeyi hedefliyor. Bu bez bebekler bu yüzden hepimizin aşina olduğu bebeklerden biraz farklı. Çünkü kimisi bir çocuk gelinin ellerinde kırılgan bir hikâye ile biçimlenirken kimisi de aksine aktivist bir sanatçı kadının hayallerini anlatıyor. Bu bebeklerle tanışmak istiyorsanız PORTIZMIR3 sergisini 21 Haziran 2014 tarihine kadar eski Austo-Türk Tütün Deposu’nda ziyaret edebilirsiniz. MAYIS/2014 09 Yasemin Şener yaseminsener@prchitect.com TÜRK MİMARLIĞI’NIN EN İYİLERİ Türkiye’deki mimarlık kültürünün gelişmesi için Mimarlar Odası tarafından 14. kez düzenlenen Ulusal Mimarlık Ödüleri’nde, bu yıl toplam 209 eser değerlendirmeye alındı. Türkiye’nin en önemli mimarlık ödülü olan ve Mimarlar Odası tarafından düzenlenen Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin 2014 yılı sahipleri açıklandı. Her iki yılda bir düzenlenen ve bu yıl 14.dönemi gerçekleştirilen rekor katılımla gerçekleştirildi. Ödülün 2014 dönemi seçici kurulu, 209 esere ait 285 panoyu değerlendirmeye aldı. Haydar Karabey başkanlığında, Nur Akın, Ferhat Hacıalibeyoğlu, Ahmet Özgüner ve Semra Teber Yener’den oluşan seçici kurul, “Mimar Sinan Büyük Ödülü” , “Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülleri” ve “Anma Programı” için ödüle değer görülen isimleri ve “Yapı”, “Proje” ve “Fikir Sunumu” dallarında ödül adaylarını belirledi ve kamuoyuna önceden duyurdu. Ödüller ise, 11 Nisan 2014, Cuma günü, Ankara’da ODTÜ KKM’de yapılan bir törenle açıklandı ve sahiplerini buldu. Emre Arolat tasarımı Sancaklar Camii, Can Çinici imzalı Nef İlkokulu yapısı, Cem Sorguç tarafından tasarlanan Cihangir’deki NoXX Apartmanı ve Hasan Şener ile Ahsen Özsoy tasarımı İTÜ Merkezi Derslik binası Yapı Dalı’nda ödüle layık görülen projeler oldu. Aydın Nazilli’deki 1881 tarihli TCDD Hangar Binaları’nın restorasyon projesi nedeniyle de Şerife Türk Derin’e Yapı Dalı / Koruma ve Yaşatma Başarı Ödülü verildi. Proje Dalı Başarı Ödülleri ise Abdullah Gül Üniversitesi Mimar Sinan Kampüsü ile Alişan Çırakoğlu ve Ilgın Avcı’ya Konya Yaşam Merkezi projesiyle de Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar’a verildi. Hangi yapı/proje, neden ödül aldı? Ödül seçici kurulunun yaptığı açıklamaya göre, Emre Arolat’ın Sancaklar Camii projesi yapı dili ve kurgusunun yerleşik cami mimarisi tipolojisi karşısında biçimsel ve sembolik arayışlardan uzak duruşu gibi nedenlerle, Can Çinici imzalı Nef İlkokulu ise çevresiyle ilişki kurma çabası, bulunduğu çevre içinde gösterdiği mimari jestlerle çevresi için de yol gösterici ve tetikleyici olması gibi nedenlerle ödüle layık görüldü. Cem Sorguç tarafından tasarlanan Cihangir’deki NoXX Apartmanı ise seçici kurul tarafından yalın kitle formunun temel bileşeni olarak tasarlanan değişken ve geçirgen cephe karakteri, iç mekan kurgusunun malzeme, renk ve strüktürel ifadesinin olgunluğu, iç mekanda oluşturulan yatay / düşey mekansal süreklilikler ve genel kütle biçimlenmesi ile iç mekan arasındaki karşıtlığın yarattığı algı zenginliği nedeniyle ödüle değer bulundu. Seçici kurul, Hasan Şener ve Ahsen Özsoy imzalı İTÜ Merkezi Derslik Binası’nı da kitle formunun temel bileşeni olarak tasarlanan değişken ve geçirgen cephe karakteri, iç mekan kurgusunun malzeme, renk ve strüktürel ifadesinin olgunluğu gibi nedenlerle ödüllendirdi. Fikir Sunumu dalında Ahmet Korfalı, Totem adlı projesiyle ödüle layık görülürken, Çeyrek asırlık bir zaman diliminde iki yılda bir düzenli olarak Türkiye mimarlık ortamının düşünme ve uygulama alanlarındaki üretimlerini belgeleyerek, birer dönem kesiti halinde mimarlık ortamının ve kamuoyunun ilgisine sunan Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin gelenekselleşmiş kategorilerinde “Mimar Sinan Büyük Ödülü” bu yıl Ersen Gürsel’in oldu. Mimarlar Odası Anma Programı çerçevesinde önümüzdeki iki yıl boyunca çeşitli yayın ve etkinliklerle gündeme getireceği isim Ernst Arnold Egli olarak belirlendi. İlhan Tekeli ve Besim Çeçener ise Mimarlığa Katkı Dalı Başarı ödüllerinin bu yılki sahipleri oldu. Ödüller kapsamında yapılacak olan Ulusal Mimarlık Sergisi 16 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında Karaköy’deki Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi Sergi Salonu’nda izleyicilerle buluşacak. Ödüle başvuran tüm projelerin yer alacağı sergi daha sonra 8-19 Ekim’de İzmir Mimarlar Odası’nda, 25 Ekim-10 Kasım tarihleri arasında da Kayseri’de izlenebilecek. 10 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com CAM SAKLAMAZ, AFİŞE EDER Camın binlerce yıllık yolculuğunu ve sunduğu imkanları farklı araçlarla ifade eden Anadolu Cam, malzeme ile ilgili bilinç yaratılmasına yönelik çalışmalarına hızla devam ediyor. Tasarım odaklı iletişim stratejisinin kaçınılmaz bir sonucu oluveren tasarım yarışmalarına her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Bu yarışmalar arasında, hedefine ulaşabilen ve zorunlu olarak yoluna devam eden arasındaki farkı kolaylıkla okuyabiliyorsunuz. Henüz ikinci senesinde ilk gruba dahil oluveren Anadolu Cam Afiş Tasarım Yarışması ise başvuru sayısındaki artışın yanında zengin içerikleri ile profesyonel jürinin ve kurumun beğenisini topladı. Yarışmaya gösterilen ilgi, sadece markanın değil, aynı zamanda cam ambalaj sektörünün de bir kazanımı olarak görülüyor. Üniversitesi’nden Mehmet Güzel ise mansiyon alan bir diğer öğrenci oldu. Mansiyon alan üç öğrenci için de ayrı ayrı 1500 TL para ödülü verildi. Ödül alan bu 6 çalışmanın dışında sergilenmeye hak kazanan 30 afiş, 11 Mayıs 2014 tarihine dek Rahmi M. Koç Müzesi’nde görülebilir. İçindeki ürüne duyduğunuz güveni artıran, bazen satın almanızı kolaylaştıran, nadiren de gramaj hesabı nedeni ile zorlaştıran cam; estetik ve duygusal faydalara sahip. Diğer ambalaj malzemelerine göre daha sağlıklı, çevreye daha duyarlı olan cam, 5 bin yıllık geçmişi ile ilham verici. İçindeki her şeyi olduğu gibi dışa yansıtan, adeta afişe eden malzeme, bilgiyi gizlemek yerine dışa vuran bir samimiyete sahip. %100 geri dönüştürülebilen tek ambalaj olan camın en vurucu özelliği ise sağlık alanında vurgulanıyor. 29 üniversitenin güzel sanatlar fakültelerinden, görsel sanatlar ve görsel iletişim bölümlerinden 200’den fazla başvuru aldı. Yarışmaya katılacak tüm afişlerde, camın en doğal ve en sağlıklı ambalaj malzemesi olduğunun vurgulanması istendi. Grafik Tasarımcı Aydın Erkmen’nin başkanlığını yürüttüğü jüride, yine Grafik Tasarımcı Ali Batı, Ulaş Eryavuz ve Onur Bayiç, Anadolu Cam Ürün Tasarım Şefi Eda Yılmaz ve Endüstri Ürünleri Tasarımcısı Oya Akman yer aldı. ‘‘Cam Ambalaj, Sağlıklı Ambalaj’’ teması ile camın sağlık ile ilişkisinin değerlendirildiği bu seneki yarışmaya, “Cam Ambalajda Sağlık Var” dediği afişi ile İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi’nden Ayşe Kaptan birinciliğe layık görüldü ve 7500 TL para ödülünün sahibi oldu. “Camdan Zarar Gelmez” diyerek cam ambalajın masumiyetine vurgu yapan Anadolu Üniversitesi öğrencisi Cihat Yıldız ise ikinci oldu ve 5000 TL kazandı. “Sağlıklı Gelecek Cam ile Gelecek” temasına sahip tazeliği vurguladığı afişi ile üçüncülüğe ve 2500 TL para ödülüne Atatürk Üniversitesi’nden Sema Gürsoy layık görüldü. Yine aynı üniversiteden Meltem İşleyen, doğa kadar sağlıklı dediği günlük süte ve tazeliğe vurgu yapan afişi ile, Turgay Feyzi ise “Cam Sağlıktır” dediği afişi ile mansiyon aldı. Ambalajın sağlıklı olanı doğal olanıdır diyen Marmara Hayatımızdaki cam miktarını artırmaya istekli Anadolu Cam, söz verdiği gibi yoluna inanarak ve üreterek devam ediyor. Geçtiğimiz sene ilkini gerçekleştirdikleri Afiş Tasarım Yarışması ile beraber markanın cam ambalaj konusunda farkındalığı artırmak ve kullanıcıyı bilgilendirmek üzere çıktığı yol sanayi-üniversite iş birliklerine bir örnek oluşturuyor. Önerdiği kazankazan durumunun verimliliği taraflarca değerlendirilebilecek olsa da marka yatırımlarına yenilerini eklemeye devam ediyor. www.hayatacamkat.com adresinde, geçen senenin kazananlarından oluşan sanal sergiyi gezebildiğiniz gibi cam ambalaj konusunda detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz. Çok yakında bu senenin kazananlarını görme imkanınızın da olacağı site, takip edilmek istenecek türden. Yarışmanın gelecek seneki teması için ise hazırlıklara şimdiden başlandığını belirtmek isteriz. MAYIS/2014 11 Esra Bici Nasır esrabici@gmail.com PATRICIA URQUIOLA BİZİM MUTFAKTA Tüm dünyada yarattığı trendler ve sıra dışı tasarımlarla tanınan Patricia Urquiola’nın, Arçelik için tasarladığı Leisure Patricia Urquiola Serisi, artık Türkiye’de tüketicilerle buluşacak. Bu özel seri, tasarım tutkunlarını bir araya getiren bir dizi etkinlikle tanıtıldı. Tüm dünyada yarattığı trendler ve tasarımlarla tanınan Patricia Urquiola’nın tasarladığı ankastre fırın, ocak, davlumbaz, bulaşık makinesi ve buzdolabından oluşan bu çok özel tasarım serisi, Türkiye’de Nisan ayı itibarıyla belirli konsept mağazalarda tüketicinin beğenisine sunuldu. Leisure Patricia Urquiola Serisi, tasarım tutkunlarını bir araya getiren bir dizi etkinlikle tanıtıldı. Rahmi M. Koç Müzesi’nde gerçekleştirilen lansman etkinlikleri kapsamında Patricia Urquiola, tasarım yaklaşımını akademisyenler, öğrenciler, mimarlar ve tasarım dünyasına merak duyan katılımcıların bir araya geldiği bir konferansla paylaştı. Konferansın ardından düzenlenen lansman etkinliğine, Türkiye’nin ünlü mimarları ile inşaat dünyasının önde gelen isimleri katıldı. Patricia Urquiola Kimdir? Lansman etkinliğinde, Leisure Patricia Urquiola Serisi’nin yeni reklam filminin de ilk gösterimi gerçekleştirildi. Yönetmenliğini Nicolas Caicoya’nın, görüntü yönetmenliğini de pek çok uluslararası festivalde ödül kazanan Jose Luis Alcaine’nin yaptığı filmin çekimleri Milano ve Como’da gerçekleştirildi. Patricia Urquiola ve Arçelik İşbirliği Patricia Urquiola ve Arçelik İşbirliği, Koç Holding Dayanıklı Tüketim grubu Başkanı ve Arçelik Genel Müdürü Levent Çakıroğlu’nun, Patricia Urquiola’dan, sadece yemeklerin hazırlandığı ortamlar olmaktan ziyade, ailelerin, arkadaşların bir araya geldikleri, birlikte keyifle vakit geçirdikleri yaşam alanları haline gelen mutfaklarda keyifle kullanılabilecek; bu arada teknolojiden veya tasarımdan ödün vermeyen ve ikisi arasında güçlü bir denge kuran bir ürün serisi tasarlamasını istemesiyle başladı. Çakıroğlu, çalışma süresince; Patricia’nın tasarım yeteneğinin, teknoloji ile harmanlanarak, ürünlere yansımasına büyük bir hayranlıkla tanık olduğunu belirtti. ve etkileri konusunda çok daha farkındalık sahibi olduğunu, bu farkındalığın da sürekli gelişimi gerekli kıldığını vurguladı. Patricia Urquiola Arçelik ile ilk olarak 2012 yılında çalışmaya başladı. Arçelik’in köklü geçmişinden ve yenilikçi anlayışından çok etkilendiğini, Leisure Patricia Urquiola Serisi’ne de bunu yansıttığını ifade eden Urquiola, Türkiye’nin, Doğu ve Batı arasındaki birleştirici konumunun onu farklı kıldığını ve özellikle İstanbul’un her bir köşesinin şaşırtıcı boyutlarda ilham verici olduğunu belirtti. Tasarımın her gün sergilenen farklı davranış şekilleri ile yakından ilgili olduğunu ifade eden Urquiola’ya göre, tüketicinin algısını tasarımın fonksiyonel tarafı oluşturuyor. Kullanıcı, obje ve yaşam alanını birbirinden bağımsız düşünmüyor. Tasarımcı, tam da bu noktada gelecekte tasarımın hayatımızda çok daha önemli bir yer tutacağının altını çiziyor. Urquiola, dijital iletişim dünyası sayesinde tasarımın sürekli bir gelişim halinde olduğunu, insanların neyi neden tükettiklerinin daha çok farkında olduklarını, bu da tasarımın önemini günden güne arttırdığını vurguladı. Tüketici davranışları ve ihtiyaçlarının Arçelik ile hayata geçirilen işbirliğinde özel bir öneme sahip olduğunu belirten Urquiola, günümüzde tüketicilerin ürünlerin değerleri Birçok kez uluslararası ödüle layık görülen ve dünya çapında yayınlar tarafından defalarca yılın tasarımcısı seçilen Patricia Urquiola, bugün modern tasarımın önde gelen isimlerinden biri. İtalya’nın Milano kentinde, tasarım efsanesi Achille Castiglioni’den eğitim alan Patricia Urquiola, uzun yıllar dünyanın en iyi tasarımcılarıyla birlikte çalıştıktan sonra, kendi tasarım atölyesini açtı. Patricia Urquiola, İtalya’nın en önde gelen markaları ile yaptığı başarılı çalışmaların yanı sıra dünyaca ünlü markalarla da çalışıyor. Alessi, Axor Hans Grohe, Baccarat, B&B Italia, BMW, Flos, Four Seasons, Kartell, Louis Vuitton, Mandarin Oriental Hotels, Molteni, Moroso, Mutina, Rosenthal, W Hotels gibi pek çok ünlü marka için yaptığı çalışmalar arasında mimari tasarım alanında yaptığı showroom, hotel ve restoranlarının tasarımları gibi çalışmalar da yer alıyor. Patricia Urquiola, aynı zamanda ödülleri ve ikonik tasarımları olan bir tasarımcı. A&W Designer of the Year ve Design Prize Cologne gibi pek çok ödüle sahip olan Urquiola’nın, 2011 yılında Venedik Bienali’nde yer alan bir tasarımı da modern tasarım ikonları arasında sayılıyor. 12 MAYIS/2014 13 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com TASARIM DÜNYASI NELERE TUTULDU? Bu sene Milano Tasarım Haftası tekrarlanan konseptlere ne kadar yakalansa da, deneysellik ve ilklere açık bir platform da hazırladı. Geleceğin tasarım kültürü nasıl olacak derken, DIY akımı ve deneysellik özellikle Brera ve Lambrate’de cüretkar yaklaşımlarla sunuldu. İşte bu senenin Milano seçkisi... FOMO - Kaçırma Korkusu Caeserstone’un mermerleri Eğer etkinlik kültürü bir suçsa, yayın da cezadır. Joseph Grima’nın yönetiminde, etkinlik kültürü ve yayıncılığa deneysel bir yaklaşım getiren FOMO, ilk kez Milano Tasarım Haftası’nda sunuldu. Palazzo Clerici bu sene hem deneysel, hem de en inovatif tasarımları çatısında toplandı. Bu güzel yapının en iyi işlerinden biri, hiç şüphesiz ki, bu sezon başında Maison&Objet fuarından beri trend olan mermer kullanımına son noktayı koydu. Hem mutfak, hem de banyo konseptinde mermer kullanan Caeserstone, sarayın üst katında, yaklaşık 7 metrelik çok fonksiyonlu mermerden bir mutfak masası kurdu. Masada hem yemek hazırlamak, yemek yapmak ve sunmak için üniteler mevcut. Dünyada birçok tasarım haftası, etkinliği düzenlenirken, hep bir şeyleri kaçırma korkusuna kapılırız. Bu konu üzerinden gelişen proje, Milano’daki Palazzo Clerici’nin avlusunda, Nike’ın havada asılı duran ve kocaman bir bulutu andıran enstalasyonu Aero-Statik Kubbe’nin altında yapılan paneller şeklinde gelişti. Fomo konsepti, paneller sırasında #ontheflymilan hashtagi ile yapılan sosyal medya yayınlarından, panel sürecinde bir dergi çıkarmayı hedefliyor. Bunun için bir algoritma yazan ekip, dergi yayını için bir yandan bulut yayıncılığı teşvik ederken, bir yandan da analog makineler kullanıyor. FOMO’nun bir sonraki durağı Venedik Mimarlık Bienali. Banyo için de, mermer bir küvet ve küvetin yanlara açılan sehpa bölümleri tasarlanmış. Hem mutfak masası, hem de banyo küvetinde; yuvarlak mermer disklerden tasarlanan ayaklar, ününleri benzerlerinden ayırıyor. Danimarka ekolü; HAY Danimarkalı marka, bu sene Brera’da kendi tasarım kültürünü ve işbirliklerini sergilediği büyük bir alan seçmiş. Dünyadan birçok farklı tasarımcı ve stüdyo ile işbirliğinde bulunan HAY, kendi çizgisini yansıtan ürünleriyle bir de dükkan kurmuştu. Marka’nın kültürünü yansıtan ve geçmişinden günümüze ufak bir retrospektif sergisi olarak adlandırılabilecek etkinlikte, Hollandalı tasarım stüdyosu Scholten Baijings’in kağıt porselen masa üstü objeleri ve artık imzaları sayılan neon ve pastel renk skalalrıyla tekstil tasarımları dikkat çekti. bitişik oturma ünitesi, Grcic’in Galata ve Taksim isimli birbirini tamamlayan tabureleri ve Nigro’nun randevu isimli hem tuvalet, hem çalışma masası serginin güçlü tasarımlarındandı. Mermeri günlük hayatın her anında, bir mobilya, aksesuar ve fonksiyonel bir obje olarak gören seçki, sezonun trendiyle neler yapılabileceğini gösteren ve çeşitlilik açısından değer taşıyan bir kurgu sunuyordu. Marsotto Edizioni Nendo for COS Mermer trendini alıp yeniden yorumlayan bir başka sergi ise Marsotto Edizioni’nin oldu. Marsotto Edizioni; Ross Lovegrove, Konstantin Grcic, Studio Irvine, Jasper Morrison, Philippe Nigro, Naoto Fukasawa gibi son yüzyılın kendi alanlarında sıyrılan başarılı tasarımcılarıyla bir koleksiyon sergiledi. İsveç ve Japon kültürünün birleşmesini Şubat ayında Stockholm Tasarım Haftası’nda malzeme kütüphanesi üzerinden izlemiştik. Milano’da her iki ülkenin tasarım alanında belirli bir duruşu olan iddialı iki isim birleşti bu defa. Ross Lovegrove’un satranç masasıyla Mimarlık ve tasarımda yalın ve minimal çizgileri savunan Nendo, Milano Tasarım Haftası’nda, kendi çizgisine yakın bir moda markası olan COS için çoğunlukla gömlek ve takılardan oluşan bir koleksiyon hazırladı. Milano’nun tasarım mağazalarıyla ünlü mahallesi Lanza’daki COS’un mekanında, gömlekler, tavana demir çubuklar ve misinalarla asılmış bir şekilde sergilendi. Takı tasarımları, Nendo’nun diğer tasarımlarındaki yalınlığı ve geometrik formları andırıyordu. Edelkoort: Modada Fetişizm Bu kadın ne yapsa olay olur, demek çok yanlış değil. Sergi konseptlerinin altına en az konsept kadar cüretkar yaklaşımlar bulan küratör ve trend kahini olarak bilinen Lidewij Edelkoort, 2013’te hazırladığı sergi konseptini bu sene Milano’da sergileme şansı buldu. Lambrate’nin en iyi sergilerinden biri olan “Fethishism in Fashion” modada fetişizme atıfta bulunan detayları, hem kumaş, hem moda fotoğrafı, hem de modayı mobilya olarak görme noktasında farklı mecralar arasında gidip gelerek sunuyor. Deri ve doğal kumaşlarla sarılan, gizlenmeye çalışılan ya da tam tersi bu yöntemle ikinci bir deri tabakasına sahip olan mobilyalar, sergide bir fetişizm objesi olarak duruyor. Özellikle İzlanda gibi kuzey ülkelerinden tasarımcıların işlerinin bulunduğu sergide, bu bölgelerdeki av konsepti ve hayvan derileri; maskeler ve yüceltilen objeler haline sokulmuş. LEXUS - Dokunsal Gerçeklik Merakı nasıl resmedersiniz? Tasarımcıysanız, nasıl uygulamaya aktarırsınız, demek daha doğru olur herhalde. Geçtiğimiz sene Lexus Design Award kapsamında açılan yarışmada bu konu başlığında toplam 12 başvuru kabul edildi. Başvurular arasından Fabio Novembre, Nao Tamura ve MIT Tangible Media Group’tan Nao Tamura’nın seçilen projeleri bu sene Milano Tasarım Haftası’nda sergilendi. Fabio Novembre hareketle etkileşen tasarımda bir şarkıyı kullanırken, MIT’den Nao Tamura’nın çalışması, hareket sensörleriyle aktif olan mimari bir strüktürü andırıyor. Nao Tamura’nın kırılgan disklerden hazırladığı enstalasyon, kişisel hayat akışına odaklanmış bir döngüye atıfta bulunuyor. Wallpaper - Handmade Milano’nun merakla beklenenen sergisi Wallpaper Dergisi’nin bu sene 5. Kez düzenlediği “Handmade” başlıklı sergisiydi. Zanaati, el sanatlarını, yaratıcılığı ve işbirliğine bir övgü şeklinde sunulan sergi kurgusu, tasarımcıları, üreticilerle birleştirdi. Wallpaper’ın seçkisinde her tasarımcı, bir üretici firmayla birlikte çalıştı ve Milano Tasarım Haftası için bir proje hazırladılar. Leciettico Galeri’de yer alan serginin en ilgi çeken işi, New York’ta çalışmalarını sürdüren, piksel işleriyle bilinen sanatçı ve ilüstratör Ian Wright’n Caran d’Ache kalemleriyle oluşturduğu Emmanuel Poiré portresiydi. Peugeot Design Lab Konsept ve kurgu anlamında Tortona’nın en başarılı sergilenden biri ve hatta bu sene Tortona’nın en iyisi. (Belki de tek iyisi) Geçtiğimiz sene Mini ve Dezzen’ın Zona Tortona’daki tahtını, bu sene Peugeot almış durumda. Araç tasarımı deyince hafızamızda önemli bir iz bırakmış olan Peugeot, bu sene kendi tasarımı bir piyanoyu ilk kez Milano’da sergiledi. Bunun dışında Peugeot, farklı malzemelerin birbirine eklemlendiği, üç boyutlu yazıcıdan çıkan objeleri de ön plana çıkardı. 3d yazıcıdan çıkan yıldız formlu metal ve meteor taşının birleştiği bir bıçak, obsidiyen ve betonun birleştiği bank tasarımları, Peugeot Design Lab’de fosillerin sergilenme şekli gibi, fanuslarda, açıklayıcı metinler eşliğinde sergilendi. 14 Yasemin Şener yaseminsener@prchitect.com AVCI ARCHITECTS’E LONDRA’DAN BÜYÜK ÖDÜL! Avcı Architects tarafından tasarlanan Ankara’daki Türkiye Müteahitler Birliği (TMB) binası, İngiltere’nin en prestijli mimarlık ödüllerinden biri olan Building Awards 2014’te “Yılın En İyi Uluslararası Projesi” ödülüne layık görüldü. Avcı Architects tarafından Ankara’da tasarlanan ve geçtiğimiz Ocak ayında açılışı yapılan Türkiye Müteahhitler Birliği Binası, mimarlık, iç mimarlık, yapı ve gayrımenkul sektörlerinde faaliyet gösteren İngiliz UBM Built Environment firması ve Londra merkezli Building dergisi tarafından organize edilen Building Awards Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Proje seçildi. Jüri heyeti, TMB Binası’nı ödüle taşıyan en önemli nitelikleri, “projenin üstün entegre tasarım anlayışı, yerellik vurgusu, inşaat sektöründe AR-GE çalışmalarını teşvik edici olması ile mimarlık ve inşaat sektörlerinde eşik yükselten yaklaşımı” ifadeleriyle dile getirdi. Türkiye Müteahhitler Birliği’nin, Ankara’daki yeni genel merkez binası için düzenlediği davetli proje yarışmasında birinci seçilerek inşa edilen binanın Avcı Architects imzalı tasarımını benzersiz kılan en önemli unsurlardan biri de, yeşil bina teknolojilerini bir adım öteye taşıyan “termal labirent sistemi”nin Türkiye’de ilk kez bu projede kullanılıyor olması. Sürdürülebilirlik danışmanlığını Londra merkezli danışmanlık firması Atelier Ten’in yaptığı proje, toprak zeminin belli bir derinliğinde yıl boyu sabit olan sıcaklığı kullanarak ısıtma ve soğutmadaki enerji tüketimini minimize eden labirent sistemi başta olmak üzere, bünyesindeki çok çeşitli ekolojik uygulamalar sayesinde standart binalara oranla yüzde 50’ye yakın enerji tasarrufu sağlıyor ve bu nitelikleriyle de Türk inşaat sektörüne öncülük yapıyor. Mimar İşveren Uyumu Türkiye Müteahhitler Birliği’nin 60. kuruluş yıldönümünde ana yüklenici olan MESA’nın titiz üretim süreci ve yüksek inşaat kalitesiyle hayata geçirilen ve Türkiye’de yeşil bina kategorisinde benzersiz teknolojilerle inşa edilerek bir örnek proje heline gelen TMB Genel Merkez Binası, mimar ve işveren uyumunun da Türkiye’deki başarılı örneklerinden biri. TMB Başkanı Emin Sazak’ın vizyonu ile Avcı Architects’ın kurucusu, Mimar Selçuk Avcı’nın sürdürülebilir entegre tasarım alanındaki uluslararası deneyimleriyle hayata geçen proje, LEED Platinum sertifikasına da aday. TMB Binası’nın Sürdürülebilirlik Kriterleri Proje, tasarım çalışmaları kapsamında tüm disiplinlerin mimar tarafından koordine edildiği, etütlerin, AR-GE çalışmalarının yapılarak, Türkiye’deki inşaat ve malzeme sektörünün gelişimine katkıda bulunan ve yerel malzemelerin kullanımını teşvik eden bir ‘entegre tasarım’ örneği.inanın cephesinde kullanılan ve paslanmaz çelik “Çevre için çabalayanlara yol gösterecek bir işaret ışığı…” Selçuk Avcı, Mimar Avcı Architects “TMB Binası, ülkemizde ve bölgemizde sürdürülebilir inşaat, sürdürülebilir çevre için çabalayanlara yol gösterecek iyi bir örnek, bir işaret ışığıdır. Sürdürülebilirliğe giden yolda insani ve ekolojik sağlık yalnızca ilk adımdır. TMB’nin yeni genel merkez binası, tüm bu kavramlarla ilgili farkındalık yaratmak, teşvik etmek gibi bir öncü rol üstlenmiştir. TMB Binası’nın İngiltere’nin en prestijli mimarlık ödüllerinden biri olan Building Awards 2014’te jüri tarafından ‘üstün entegre tasarım anlayışı’ ve ‘mimarlık ve inşaat dünyasında eşik yükselten yaklaşımı’ nedeniyle “Yılın En İyi Uluslararası Projesi” ödülüne layık görülmüş olması yapının sahip olduğu bu değerlerin yalnız Türkiye’de değil, uluslararası arenada da öncül nitelik taşıdığını gösteriyor.” malzemeden üretilen mesh (ağ) sistemi, güneşe açık yüzeylerde aşırı ısınmayı önlüyor ve binanın aldığı gün ışığını optimize ediyor. Binada kütlesel ısıtma ve soğutma sağlayan betonarme döşeme içi borular, bina iklimlendirmesinde enerji tasarrufu sağlayan “chilled-beam” (soğuk kiriş) sistemi, su tasarrufu sağlayan vitrifiye elemanları, sıcak su sağlanmasında kullanılan güneş kolektörleri, bahçe sulamasında ve tuvaletlerde kullanılmak üzere yağmur suyunun toplanması gibi ekolojik sistemler yer alıyor. 16 Eray Çaylı eraycayli@gmail.com ORADA... BİR ANIT VAR UZAKTA Gerek coğrafi anlamda gerekse anaakım iletişim platformlarında kendisine ayrılan yerin kısıtlılığı nedeniyle geniş kitlelerin görüş açısına girmeyen şiddet olayları ve kurbanları tasarım üzerinden görünür kılınabilir mi? Geride bıraktığımız ayın onsekizi, her yıl, Uluslararası Anıtlar ve Sit Alanları Konseyi ICOMOS tarafından kuruma adını veren kavramlara dair bir kutlama günü olarak idrak ediliyor. ICOMOS, bu yılki Anıtlar ve Sit Alanları Günü’nün temasını, Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yıldönümünün yaklaşıyor olmasının da etkisiyle “anmanın mirası” olarak seçti. Söz konusu tema aynı günlerde memlekette de, 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak ili Uludere ilçesi Roboskî köyünde gerçekleşen askerî hava saldırısında öldürülen otuzdört köylünün hayatlarını kaybettikleri yerde anılabilmelerini sağlayacak bir tasarımın çağrısını yapan “Roboskî Müzesi ve Anma Yeri Mimari Tasarım Yarışması” sayesinde gündeme geldi. Her ne kadar yarışmanın duyurusu henüz yapılmış olsa da, şimdiden, katılımcıların Roboskî’yi alışılagelmiş anıt ve sit alanı örneklerinden ayıran bir sorunsalı dikkate almak durumunda olduklarından bahsedilebilir. “Görünürlük” kavramı etrafında şekillendiği savunulabilecek bu sorunsalı gelin yine geçtiğimiz haftalarda dünyanın farklı noktalarında üretilen iki proje üzerinden kısaca tartışalım. Görünürlüğün, Uludere benzeri örneklerde en az iki nedenle öncelikli bir kaygıya işaret etmesi gerektiği savunulabilir. Bunlardan ilki, mimarlık aracılığıyla anılması söz konusu olan tarihsel olayın yaşandığı yerin coğrafi olarak “gözden ırak” oluşuna, yani geniş kitlelerin gündelik hayatındaki görüş açılarında kendisine yer bulamayışına ilişkin. Benzer bir sorunsalın 2011’de aşırı sağcı Anders Breivik tarafından Norveç’in Utøya adasında gerçekleştirilen ve yetmişyedi kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası gündeme geldiği söylenebilir. Saldırının gerçekleştiği yerde anılabilmesini mümkün kılacak bir anıtın yapılması için açılan kendilerine istatistiksel bir veri olmanın ötesinde yer bulamayan kurbanların öznellikleriyle ilgili. Benzer bir mesele geçtiğimiz günlerde Pakistan kırsalında insansız hava araçları tarafından gerçekleştirilen saldırılarda hayatını kaybeden siviller için gerçekleştirilen bir projede gündeme geldi. “#NotABugSplat” adlı projede, söz konusu saldırıları bilgisayar destekli platformlar üzerinden yürüten operatörlerin yol açtıkları ölümlerden kendi aralarında bahsederken kullandıkları ve hem “hata” hem de “böcek” anlamına gelebilen “bug” kavramı ele alınıyor. Bölgede faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütüyle ortak çalışan bir grup sanatçının imzasını taşıyan projenin hedefi, metrelerce uzaktan bakıldığında ve hele ki dijital ortamlar aracılığıyla izlendiğinde küçücük önemsiz birer nokta gibi görünebilen kurbanların her birinin aslında birer insan olduğu gerçeğini hava saldırılarını gerçekleştirenlere hatırlatmak. Sanatçılar söz konusu hatırlatmayı, yakın geçmişte benzer bir hava saldırısında hayatını kaybetmiş bir kız çocuğunun fotoğrafının metrelerce yukarıdan dahî görülebilecek şekilde büyüterek ve sonuçta ortaya çıkan posteri insansız hava araçları tarafından gerçekleştirilen saldırıların yoğun olarak yaşandığı bir bölgeye yerleştirerek yapıyor. tasarım yarışması geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Yarışmayı kazanan sanatçı Jonas Dahlberg’in tasarımı, Utøya’daki bir kayalıkta enlemesine açılacak bir yarık ve bu işlem sırasında çıkarılacak taşların başkent Oslo’ya taşınarak burada inşa edilecek bir anıtta kullanılması fikri üzerinden şekilleniyor. Dahlberg, tasarımıyla, 2011’deki saldırının açtığı yaranın kapatılmasının ne kadar güç olduğunu şeklen temsil etmeyi ve aynı zamanda coğrafi olarak merkeze oldukça uzak olan olay yeriyle ülkenin kalbi Oslo arasında maddi bir bağ kurmayı hedeflediğini belirtiyor. Sanatçının, böylece, tarihsel olaya hem olayın yaşandığı yerde hem de daha geniş kitlelerin gündelik yaşamlarına nüfuz edebilecek bir noktada görünürlük katmayı amaçladığı söylenebilir. Uludere benzeri örneklerde görünürlüğü bir sorunsal olarak gündeme getirebilecek ikinci bir neden daha var. O da, kitlesel ölümlerin yaşandığı süreçlerde hayatlarını kaybeden ve resmi tarih anlatılarında Tasarım, tarihsel olayları yalnızca belirli gün ve haftalarda anmanın ötesinde ele alabilir mi? Mimari formlar üzerinden gerçekleşecek anma pratikleri, kurbanları zayiat çizelgelerindeki birer rakam olarak hatırlatmanın ötesinde görünür kılabilir mi? Anıt projelerini gerçekleştirenlerin öteden beri boğuşmak durumunda olduğu bu soruların, resmi tarih anlatılarında ve kitle iletişim araçlarında kendine yer bulmakta zorlanan ve gözden ırak addedilen coğrafyalarda gerçekleşmiş olaylar söz konusu olduğunda daha da yakıcı hale geldiği söylenebilir. MAYIS/2014 17 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr KAMUSAL SÜRPRİZ Bugünlerde şehirde karşımıza ne çıkacağını hiç bilemiyoruz. Fütüristik düşünce, söylem ve eylemlerinin, sinema ve modadan sonra artık kamusal mekanda da üretildiğini ve geliştirildiğini görüyoruz. Bir kamu mekanı düşünün... Yürürken karşınıza ışıldayan kocaman bir küp çıkıyor ya da elinizle dokunduğunuz her şey parlayıveriyor. Bunlar Geleceğe Dönüş filminde olmuyor. Bugünlerde tasarımcılar, bazen çevresel kaygıları üzerine buldukları çözümleri gözümüze sokarak sokağa taşıyorlar, bazen de o mekanı tanıtım amaçlı daha çekici kılmak adına akla belki de hiç gelmeyecek önerilerle çıkageliyorlar. Amacı ne olursa olsun, günümüz kamusal mekanında pek de güvercinlere ekmek atılmıyor eskisi gibi. Geçtiğimiz günlerdeki tasarım temelli girişimlerden sonra, Milano’da Piazza San Fedele Meydanı’nda ve Sicilya’da Selinunte isimli arkeolojik alanda bazı şeyler artık eskisi gibi olmayacak. ‘E-QBO’ isimli kara kutu, kentsel tasarım uygulamalarının günümüze kadar nasıl da evrildiğinin belki de en yakın ve en somut örneği. Modüler sistem ile tasarlanıp üretilmiş bu küpler, Ricerca Sistema Energetico araştırma enstitüsü ile T°RED firmasının ortaklığı sonucu ortaya çıkan bir grup İtalyan tasarımcının, güneş enerjisinin kamusal mekanda daha etkin hale getirilmesi ve bunu yaparken toplumsal bir bilinç de yaratmasını amaçlarken ortaya çıkmış. E-QBO, birçok mimari ölçekte uygulanabilmesi sayesinde herhangi bir dış mekana kolayca kurulabiliyor. Photovoltaic akümülatör davranışı gösteren küp, doğa ya da kent ile kuvvetli bir ilişki kurmak üzere tasarlanmış. Esas görevi enerji üretmek olurken, tasarımı ile aynı zamanda kullanıcıların ihtiyaç duyduğu kentsel fonksiyonu da karşılayabiliyor. Kafeden tutun da, kişisel spa alanı ya da şarj ünitesine kadar birçok akla gelmeyecek enterasan fonksiyonda ve ölçekte çalışabiliyor. E-QBO, kamusal veya özel kullanıma uygun. Üzerindeki PV paneller 1mX1m ebatlarda standart olarak üretilirken, istenilen büyüklükte uygulanabiliyor. Bu da, e-QBO’yu enerji üreten ve cep telefonu ya da elektrikli araç şarj eden güçlü bir kaynaktan, içerisinde yaşanabilir bir mekana kadar birçok ölçekte çalışan bir kara kutuya dönüştürüyor. Bu paneller, tamamen ihtiyaca göre ahşap yada çelik birçok strüktürün üzerinde kullanılabiliyor. 5mX5m’lik boyutu ise yaklaşık 150.000 dolar maliyetinde. Aslında, enerji üretmek, kentsel çekicilik yaratmak ve kapalı mekan oluşturmak gibi özelliklerine bakıldığında hiç de pahalı değil. Milano’nun 60 km güneybatısında yeralan Piancenza yerleşmesi bu kutulardan bir tane sipariş vermiş bile; Milano’nun ev sahipliği yapacağı EXPO 2015’de turistik bilgi ünitesi olarak kullanılmak üzere kuruluma hazır. Şu sıralar, bu firmanın, e-QBO ile Lübnan’daki turistik bir otelde 200 metrekarelik bir iç mekan yaratmak üzere olduğunu da ekleyelim. Geçtiğimiz senelerde de benzer uygulamalar görmüştük. ‘Reactive Sparks’ isimli çift yüzeyli kübik bilgilendirme panoları Markus Lerner tarafından tasarlanmıştı. Bu tasarımlar Almanya Münih’teki aydınlatma firması OSRAM ofisinin dış mekanına uygulanmıştı. Bu bilgilendirme panoları, hemen yanından akan trafik hakkında verileri toplayıp ve bu verileri işleyip, sürücülere daha güvenli bir sürüş sağlamak üzere LED ışıklar aracılığıyla görsel olarak bilgilendirme sağlıyordu. Örneğin, yol üzerinde seyreden taşıt sayısı arttıkça, LED’lerin parlaklığı da artıyordu. Berlin, Barselona ve Lizbon’da bulunan ‘Liquid Space 2.1’ isimli dijital mekanda ise, tasarımının bir parçası olan yazılım ve elektronik sistemleri sayesinde mekandaki kullanıcılar bu kentsel alanda etkileşime geçebiliyordu. Kullanıcılar 4mx4x4m’lik bu mekan üzerinden kendi ritim ve tarzlarını o mekanda sergileyip, keyifli zaman geçirebiliyorlardı. Bunun için, likit ile doldurulmuş büyük plastik hortumlar, modüler çalışan bir sistem, ses sistemi ve aydınlatma elemanları tasarımın temel noktaları olarak kurgulanmıştı. ‘The GS Caltex Pavilion’ isimli, Atelier Brückner Studio tarafından tasarlanan, Güney Kore’de yeralan EXPO 2012 pavyonu ise bir diğer kamusal alan uygulaması. Doğadaki enerji akışından esinlenen, rüzgarda süzülen 380 adet ışık yayan çubuk tıpkı gelecekteki bir tarlayı tarifliyordu sanki. Dokunma duyarlı bu mekan, kullanıcının hareketlerine göre de tepki gösteriyordu. Sosyal etkileşim ve paylaşım yaratma amaçlı yola çıkan bir tasarım da, Aspect Studios mimarlık ofisi tarafından tasarlanan ‘The Meeting Place’. Kamusal mekan kullanıcılarının yönlenmesini ve birbirlerini görmezden gelerek geçmelerini engellemeyi amaçlayan tasarım, eğimli sarı yüzeyleri sayesinde kentlileri daha da yakınlaştırıyordu. Hal böyle olunca geçmişin kamusal mekan pratiklerini yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Kent yaşamında, sosyal olarak olmasa da fiziksel olarak bir dönüşüm içinde olduğumuz su götürmez bir gerçek. O filmlerde gördüğümüz fütüristik tavrı, kent planlaması ve mimarlık altında geçen günlük hayatta daha çok deneyimleyeceğe benziyoruz önümüzdeki yıllarda. 18 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr KİM, KİMİNLE, NEREDE, NE YAPTI? İyi tanıdığınız bir markayı düşünün. Bir de o çok sevdiğiniz tasarımcıyı… Keşke bir araya gelseler dedikleriniz aslında bunu dönemlik de olsa, oldukça sık yapıyorlar. Birçok tasarım alanında gerçekleşen tasarımcı-marka işbirliği, sezonluk da olsa, bir pazarlama taktiği olarak küresel ölçekte büyük ses getirmeye devam ediyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya bomba gibi düşen, Amerikalı ünlü tasarımcı Alexander Wang’in, Instagram hesabı üzerinden önümüzdeki sezon H&M ile çalışacağını açıklaması gibi. Halihazırda zaten almış başını gitmiş tüketim pratiklerini bir de körükleyen bu işbirliklerine, kim kiminle nerede ne yaptı sorusu ile bir cevap arayalım dedik. Yalnızca moda değil, ambalajdan iç mekan tasarımlarına kadar farklı ölçeklerde karşımıza çıkan geçmiş örneklere hızlıca bir bakalım. H&M’in kreatif danışmanı Margareta van den Bosch’a göre Alexander Wang moda endüstrisinin bu dönemki en önemli seslerinden. Ona göre Alexander, kimin ne giymek istediğini çok iyi biliyor ve bunu büyük bir enerji ve tutku ile yapıyor. Markanın böyle bir tasarımcı ile çalışması senenin en büyük tasarımcı-marka işbirliği olarak gösteriliyor. Böylelikle H&M’in müdavimlerinin, böylesine genç bir tasarımcının yalnızca kıyafetlerinden değil yaşam biçiminden ve yaratıcılığından faydalanabileceği düşünülüyor. Her ne kadar satış kaygısı olmayan bir markadan bahsetsek de, marka değerini üst raflara taşımanın bir aracı olarak bu işbirliğini iyi bir ustalıkla yapıyor H&M. Daha önceki senelerde de farklı isimler ile adından söz ettiren markaya kimler uğramadı ki… 2004’te Karl Lagerfeld, 2007’de Roberto Cavalli, 2008‘de Comme des Garçons, 2009’da Jimmy Choo koleksiyonunu H&M’e taşıdı. En çok da 2011 yılındaki Versace for H&M ses getirmişti. Geçtiğimiz senede ise, Isabel Marant ile çalışan marka, Marant’ın klasik Paris stiline sezonluk ev sahipliği yapmıştı. 2013 senesinin diğer bombalarının ise, UNIQLO ile biraraya gelen, Japon markanın çağdaş yapısını 60’ların nostaljik tasarımları ile birleştiren İngiliz tasarımcı Celia Birtwell, Amerikan sokak stili öncüsü ayakkabı markası Vans ile farklı doku ve desenler çalışan Kenzo, Topshop ile 90’ların başındaki Rock müziğe ve Japon lolitalara öykünen Meadham Kirchhoff, ve Damien Hirst’in 10. Yılı şerefine bol kurukafalı, kelebekli fular ve eşarp tasarımları ile Alexander McQueen olduğunu iç rahatlığıyla söyleyebiliriz. Türkiye’den iyi bir örnek olarak ise Hakan Yıldırım 2011-2012 Sonbahar-Kış sezonunda Hakan Yıldırım for KOTON Night&Day koleksiyonu var. Koton daha önce de benzer bir açılımı moda tasarımcısı Bora Aksu’yla yapmıştı. Bunların yanı sıra, büyük markaların da işbirlikleri oldu. Olur mu demeyin, bira markası Heineken’nın, Japon denim markası Neighborhood ile bir araya geldiğini gördük. Yalnızca moda tasarımı değil, listeye bir de diğer tasarım alanlarını ekleyelim. Hong Kong’daki The Landmark Mandarin Oriental Oteli’nin 5 çayını kim tasarladı dersiniz? Marc Jacobs. Tasarımcının o çok yakından bildiğimiz 1980’lerin anlayışı ile harmanlanmış punk Lindy çanta tasarımları, bu çay setinin en önemli parçası. Jacobs lüksüne ve meşhur çantasına dair birçok tasarım detayını bu set üzerinden okumak mümkün. Diğer taraftan, Method isimli sıvı sabunları bilmeyen yoktur herhalde. Sade ambalaj tasarımları ile örnek teşkil eden marka, 2012’de Londra’nın ünlü moda tasarımcısı Orla Kiely’nin kendine has grafik tasarımları ile buluşunca, ortaya albenisi yüksek, her eve lazım ambalajlar çıkmıştı. Benzer bir ambalaj tasarımını 2010’da, içme suyu markası Evian, Issey Miyake ile yapmıştı. Paket tasarımından mekana geçişte, Fransız tasarımcı Christian Lacroix’nın, Paris’teki the Hôtel du Continent için yılın ilk aylarında tamamladığı iç mekan tasarımlarını ise atlamayalım. Otelin her bir katını, farklı kıtalarda yeralan farklı kültürlere göre tasarlayan Lacroix, yalnızca kültürel somut ve görsel öğelere yaptığı vurguyla değil, aynı zamanda yaşam pratiklerine yaptığı göndermeler ile şimdilerde bu işin en başarılılarından biri olarak gösteriliyor. Peki, önümüzdeki günlerde bizi ne mi bekliyor? Lüks tüketim markasının önemli temsilcisi Porsche Design ve çok yakında tanıdığımız spor markası Adidas’ın işbirliği ile geliştirilen Adidas Porsche Design Sport. İlkbahar/Yaz 2014 Koleksiyonu ile karşımıza ilk çıkacak ikili. Golf, koşu ve gym kategorilerine katılan yeni erkek kategorisi “Elements” altında sunulacak tasarımlar, doğa yürüyüşü, patika koşusu ve yürüyüş gibi açık hava sporları için konforlu ve nefes alabilen kıyafetlerden oluşacak. Söylemeden geçmemek gerek. MAYIS/2014 19 Bikem de Montebello ibbikem@yahoo.fr LÜKSÜN ÖN KOŞULU: TASARIM Bulgari, Cartier, Tiffany ya da bir başkası... Lüksün tarihini yazan markaların hepsinin ortak bir özelliği var: Tasarım. Elizabeth Taylor boş yere “sadece üç kelime İtalyanca bilirim, Bulgari Bulgari Bulgari” dememiş. Kimse isimsiz bir pırltantadan bahsetmiyor ve mücehverler aslında onları yaratan marka ve tasarımcılarla ölümsüzleşiyor. Ancak çok değerli taşların, onları taçlandıran tasarımlardan bağımsız çok uzun bir ömrü var. Örneğin Hindistan’da bir Buda heykelinin gözünden koparılıp Avrupa’ya getirilen 69 karatlık mavi “Hope” elması, 14. Louis’nin göğsünde, Marie Antoinette’in boynunda ve II. Abdülhamid’in hazinesinde yer aldıktan sonra bugün hayatını Washington Smithsonian Müzesi’nde sürdürüyor. Keza Topkapı’nın medar-ı iftiharı Kaşıkçı Elması ya da dünyanın en büyük elmasları Kuh-i Nur ve Derya-i Nur’un hikayelerine de değinebiliriz. En güzel taşların kaynağı, aynı zamanda 5000 yıllık bir mücehver işçiliği geleneğine sahip Hindistan’dan 19.yüzyıl itibariyle neden maharacalar çıkıp tüm değerli taşlarını toparlayıp Avrupa’lı mücehvercilere getirmiş? Neden bugün en pahalı mücehverler için Bulgari’ler, Cartier’ler, Van Cleef’lerden bahsediyoruz? Van Cleef & Arpels’ın iletişim ve pazarlama müdürü Jean Bienaymé bunun sırrının “Maison”ların kendine özgü stili, sofistikasyonu , eşsiz tasarımları ve tartışmasız işçiliği olduğunu söylüyor. Ne de olsa kendileri, 1933‘te “Serti Mystérieux”nün, yani taşların, montürleri gözükmeyecek şekilde yerleştirilmesi tekniğini bulan “Maison” değil mi? Van Cleef deyince aklımıza kesin bir tarz, periler, çiçekler, böcekler ve 40 yıldır gündemden düşmeyen “Alhambra” modelinin birçok versiyonu gelmiyor mu? 1900’lerin başında pırlantaları platin ayağa yerleştiren ve mücehvere inanılmaz bir incelik, hafiflik ve esneklik getiren marka ise Cartier. Bu tiaralar Stella Mc Cartney’nin 2012’deki seçimi olacak kadar hala modern. Louis Cartier’nin, zamanı için çok öncü, günlük kullanım için yarattığı, iç içe geçen bir pembe, beyaz ve sarı altın halkadan oluşan Trinity modelini bilmeyenimiz var mı? Cartier 1924’ ten beri bu modeli gerek pırlantalısı gerek değişik versiyonlarıyla sürekli gündemde tutuyor. Panter ise gözümüzü kapayıp sayabileceğimiz bir diğer Cartier ikonu. 1949 yılı doğum tarihli ve Windsor Düşesi tarafından anında adapte edilen bu tüyleri beyaz, gözleri sarı pırlanta, benekleri ise safirden panter günümüzde hala Cartier’nin sembolü. Özetle tasarımlarının özelliği, kişiliği olmayan, bir inovasyona imza atmamış lüks markası olamaz. Örnekleri çoğaltmak mümkün: İtalyanlar’ın en asil mücehver markası Buccelatti’nin fırçalı altın takılarını, tül dantel içine pırlantalı yüzüklerini başka kimse yapamaz. Chopard deyince, kaygısız ve özgür boşlukta sallanan “Happy diamonds” pırlantalar, Bulgari deyince mücehveri klasik bir gece aksesuarı olmaktan çıkartıp modern kadının günlük kullanımına uyarlayan rengarenk, iri, kaboşon kesimli taşlar akla gelir. Esas işleri pırlanta olanlar ise farkı taş kalitesinde arıyor, damgasını taşın kendine vuruyor. Graff, pırlantaların üstüne mikroskopik inisiyallerini yerleştirirken, bugün başında ailenin 14. kuşağının bulunduğu 1613’den beri saray mücehvercisi Mellerio, ‘’ Mellerio cut “ adı altında 57 fasetli bir elips içine oval yerleştirerek kendi pırlanta kesimini yaratmış durumda. Louis Vuitton’un da yüksek mücehver pazarına girdiğinde, yaptığı ilk işlerden biri monogramındaki çiçeklerden esinlenen 61 ve 77 faset arasında değişen kendine özgü bir pırlanta kesimi geliştirip onu patentlemesi oldu. Vuitton’un tasarımcısı ise, aynı zamanda kendi markasını çalışan Lorenz Baumer. Şimdiden Vendôme meydanında en prestijli yüzyıllık mücehvercilerin yanında yerini alan ve kendini bir mimar, bahçıvan ve şair olarak tanımlayan Baumer, eğer günümüzün en pahalı ve gözde mücehver markaları arasına girdiyse bundaki en büyük faktör tasarımlarının son derece özgün ve teknik olarak zorlayıcı oluşu. Neler yok ki? Yaprağını açtığınızda içinden boynunuza asabileceğiniz ufak bir örümcek çıkan, etobur çiçeklerden broşlar, kanatları açılan ve içine parfüm sıkabileceğiniz skarabeler, inanılmaz güzellikte bir barok inciden oluşan gövdesiyle yavaş yavaş süzülen denizatları, pembe pırlantalı deniz kestanesi ya da birbirinden güzel renkli taşlardan oluşan meyve sepeti misali yüzükler… Lüks’ün değişik tanımlamaları ve birçok değişik tipi olsa da, herkesin birleştiği nokta bir lüks markasının lüks sayılabilmesi için, yüksek kaliteli, yüksek fiyatlı, estetik zevkimizi okşayan ürünler yaratması, tarihi ve kökleriyle kendine has bir dünya kurarak bizleri özendirmesi, bizlere hayal kurdurabilmesi. Bu yol ise kendine özgü bir tasarım stilini zaman içinde geliştirmesinden geçer. Taşlar ise her ne kadar değerliyse de onları eşsiz işçilikleri ve tasarımlarıyla neredeyse bir sanat eserine dönüştürenler markalar ve tasarımcılarıdır. 20 Dilek Himam dilek.himam@ieu.edu.tr SADUN ERSİN’İN İZLERİ... TBMM’nin ilk mobilyalarından müzik enstrümanlarına geniş bir yelpazede tasarım çalışmalarına imza atan Sadun Ersin’in eserlerinden oluşan İz Sergisi İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde görülebilir. 1930 İstanbul doğumlu Sadun Ersin, Türk tasarım tarihinde ve tasarım eğitiminde birçok ilke imza atmış bir isim. Özellikle içmimarlık alanında mesleğe ilişkin pek çok yeniliği Türkiye’ye getiren Ersin sadece tasarımcı kimliği ile tanınmıyor. O aynı zamanda heykeltıraş, ressam, müzisyen, tiyatro sahne tasarımcısı ve akademisyen olarak da yaşam serüvenini başarılı ve öncül işlerle doldurmuş bir isim. Ülkemizdeki tiyatro dekorlarının kurulmasına öncülük etmiş olan Ersin, meslekle ilgili pek çok alana isim babalığı yapmış. Bugün tasarım eğitimi terminolojisindeki birçok isim ve kavram da Ersin tarafından dilimize kazandırılmış. TBMM’nin ilk mobilyalarını yarışma birincisi olarak tasarlamış biri olmasının yanı sıra çocukluğundan beri sanat içinde yoğrulduğunu belirten Ersin müzik aletleri tasarımları ile de biliniyor. Bunlardan en çok bilineni ise kendi yaptığı ve icrasını da yaptığı santur aleti. 1945 yılında yetenek sınavı ile girdiği Akademi yılları sırasında müziğe olan ilgisi de ortaya çıkınca müzik yapmak dışında müzik aletlerinin tasarımıyla da ilgileniyor. Ersin, 1953-54 yılları arasında Roma Mimarlık Fakültesi’nde iç imarlık, dekorasyon ve tiyatro dekorları konusunda uzmanlık eğitimi alıyor. İtalya’dan dönünce Akademi’nin İçmimarlık bölümünde asistan olarak göreve başlıyor. 1975 Ekim’inde Akademi Başkanı seçildikten sonra günümüz tasarım ve sanat eğitiminin sağlam temellere oturtulması, kültürel eylemlerin yoğunlaştırılması için ömrünü mesleğine adamış bir isim. Sadun Ersin, kendi tasarım ve sanat hayatına yönelik “İZ”ler başlığı altında bir seminer ve sergi ile 16 Nisan 2014 tarihinde “Talking Interiors: İç Mekanları Konuşmak Seminer Serisi” ve “İçmimarlık ve Çevre Tasarımında Uygulamalı Atölye II” dersi kapsamında İzmir Ekonomi Üniversitesi, İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nün konuğu oldu. İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Deniz Hasırcı ve Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ender Yazgan Bulgun ’un açılış konuşmalarını yaptığı etkinlikte Ersin, kendi öğrencilik yıllarındaki içmimarlık eğitimini ve 1950’lerden itibaren Türkiye’de içmimarlık eğitiminin şekillenmesine olan katkılarını aktardı. Profesyonel hayatta başarı ile tamamladığı projelerini detaylı bir şekilde açıklayan Sadun Ersin, semineri öğrencilerin sorularına verdiği cevaplar ile tamamladı. Sergiyi oluşturan görseller, (DATUM) Dokümantasyon ve Arşivleme Türkiye’deki Modern Mobilya Tasarımı başlıklı, Bilimsel Araştırma Projesi kapsamında oluşturuldu. Sergiyi oluşturan proje ekibinde araştırma ve koordinasyon Doç. Dr. Deniz Hasırcı, Yard. Doç. Dr. Zeynep Tuna Ultav, Araş. Gör. Seren Borvalı ve Araş. Gör. Hande Atmaca tarafından yapıldı. Ali İnceoğlu, Edip Çakır ve Ersan Çeliktaş etkinliğe fotoğraflarıyla katkıda bulundular. Sadun Ersin’e ait paftalar Buse Buluç, M. Cüneyt Danacı, Merve Çelebi, Özhan Gül, Sinem Yaralı adlı öğrencilerin çalışmaları sonucu ortaya çıktı. Sergi hazırlığında ise Batu Akın, Elif Tekcan, Emre Bayındır, Eser Sivri, Ezgi Uysal, İpek Kaştaş, Nazlı Dinmez, Onur İşgüzerer, Ünal Çiçek, Yasemin Albayrak’tan oluşan oldukça kalabalık bir ekip yer aldı. Sergiye, İçmimarlar Odası İzmir Şubesi, sektörden ve dönemin mobilya tasarımcıları, dönemin içmimarları, şehir içi ve dışı üniversitelerden öğretim elemanları ve öğrenciler, tasarımcı, sanatçı ve müzisyenler de katıldı. Seminerin ardından Sadun Ersin’in 1950’lerden günümüze gelen, çok zengin arşivinden derlenen projelerinden ve el çizimlerinden oluşan sergisinin açılışı gerçekleşti. Sadun Ersin’in kariyerinin çok önemli çalışmalarına tanık olabileceğiniz sergisi, İzmir Ekonomi Üniversitesi İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nün ev sahipliğiyle D Blok Çok Amaçlı Sergi Salonu’nda 16 Nisan - 2 Mayıs 2014 tarihleri arasında açık kalacak. MAYIS/2014 21 Beste Sabır bestesabir@gmail.com ALTERNATİF EĞİTİM MÜMKÜN! Okul her zaman dersliklere bölünmek zorunda değil. Tüm sıralar öğretmen masasına odaklanmasa da olur. Alternatif eğitim sistemlerini incelerken Radikal Mimarlık akımı üyelerinin geliştirdiği anti-akademik sistem Global Tools’a da bakmakta fayda var. Dikey -tepeden aşağıya- bir eğitim sisteminin yanı sıra yatayda yayılan birçok alternatif sistem mevcut. Sadece giriş kapısı olan, içinde başka hiçbir kapının olmadığı, öğrencilerin geçirgen, esnek, etkileşimli bir sistemle öğrenip üreterek paylaştıkları okulların sayısı dünyada gittikçe artıyor. Öğrenmek için sadece bir tek yol yok. Alternatif eğitimin tarihsel sürecine baktığımız zaman; ana akım eğitime bir karşı çıkış niteliğindeki Rousseau’nın doğacı yaklaşımı, Tolstoy’un Iasnaia Poliana okulu, Özgür okul, Ev okulu, Sudbury Valley okulları, Waldorf okulları gibi örnekler karşımıza çıkıyor. Son dönemde Türkiye’de “Başka Bir Okul Mümkün” Derneği, yaratıcı projeler geliştirmeye devam ediyor. Başka Bir Okul’un projelerinden biri, Bodrum’da 2013’te açılan Mutlu Keçi İlkokulu. Yeşil Okullar Ağı (The Green Schools Alliance) üyesi olan ve alternatif bir eğitim veren okul, çocukları merkeze koyarken ekolojik bir farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Başka Bir Okul Mümkün Derneği çalışmaları Bodrum’un ardından Ankara, İzmir ve Kaş’ta da projeler üreterek devam ediyor. Bali’deki Green School bütünsel ve öğrenci-merkezli bir diğer örnek. Okulun konumlandığı çevrenin de katkısıyla öğrenciler yaratıcı, yenilikçi bir sürecin içinden geçiyorlar. Waldorf Okulları’nın temelinde ise çocukluğun ilk yedi yılının, hayatın bütününü belirlediğinden yola çıkan Waldorf pedagojisi bulunuyor. Sistem, çocuğu birey olarak görüp yaratıcılığını, öğrenme yeteneğini, düş gücünü, iradesini ve iyimserliğini destekleyen, bütüncül bir eğitim tasarımını savunuyor. Bir Afrika atasözüyle ifade edilen “otlar çekince daha hızlı uzamaz” bakış açısından hareket eden Waldorf pedagojisi, “her şeyi kendi zamanında yapma” görüşüne odaklanıyor. Buna göre çocukların okullaşma yaşının takvime bakılarak belirlenemeyeceğini, aksine çocukların bedensel, ruhsal, zihinsel sağlığı ve bireysel gelişimine önem verilmesi gerektiğini savunuyor. Eğitim felsefesinde ayrıca baskı ve ezber bilgiler reddedilirken, bunların yerine çocukların doğa ile iç içe, ritmik gündelik yaşam içerisinde hayatı öğrenmesi hedefleniyor. Rudolf Steiner tarafından oluşturulan ve 1919 yılında Almanya’da açılan ilk Waldorf okulu metodu, bütün dünyaya yayıldı. Steiner, çocuğu akıl, kalp ve ruh unsurlarının bütünü olarak ele alıyor ve çocuğu eğitirken bu unsurları beslemek gerektiğini savunuyor. Bugün Waldorf pedagojisini uygulayan 80 ülke, 1000 civarında yuva, ilkokul, lise ve hatta üniversite bulunuyor. Tüm bu konunun paralelinde Mart ayında SALT Beyoğlu’nda gerçekleşen “Global Tools 1973-1975: Bir Tasarım Ekolojisine Doğru” sergisi ve paralelindeki etkinlikler süresince benzer konular sorgulanıyordu. 1973’te İtalya’da Radikal Mimarlık hareketi öncüleri tarafından geliştirilen multidisipliner tasarım eğitim programı Global Tools ekibi üyeleri de okul olmayan bir okulun programını tasarlama peşindelerdi. Okullarda yürütülen anti-söylemsel projelerden, çizim ve modellerden öte; doğaçlama, zanaat, performans gibi konulardan bahsediyorlardı. Bu paralelde onlara göre mimari proje; tinsel, cisimsiz (immaterial) de olabilir, bir dergi, bir fikir, bir deneyim ya da bir durum olabilirdi. Radikal Mimarlık akımının üyeleri (Anrea Branzi, Ettore Sottsass vb), İtalyan avangardı üyeleri, CasaBella gibi dergiler, Arte Povera ve kavramsal sanatçılardan Franco Vaccari, German Ocheland’ın da içinde bulunduğu bu geniş grup, manifestolarını birleştirip tüm antiakademik fikirlerini ortaya koyarak bu eğitim sistemini geliştirdiler. Ülkedeki konservatif eğitim tipolojisinin yanı sıra dönemin ekonomik ve politik koşullarına karşı inşa edilen bu anti-akademik sistem paralelinde mimarlık ve politika ilişkisinin altı çiziliyordu. Global Tools programı; beden (bedenin limitlerini ve çevre ilişkilerini araştırmak), iletişim (deneysel bir şekilde mekanla iletişim kurmak), teori, inşaat ve hayatta kalma gibi beş bölümden oluşuyor. Dönemin zor sosyal koşullarına bir cevap olarak geliştirilen Global Tools metodolojisi, bir anlamda bölgesel olmayan (un-territorial) bir proje. Yaşamanın, hayatta kalmanın anlamını sorguluyor, binaları giydirmek üzerine düşünceler geliştiriyor, bedenin limitlerini sorguluyor. Hepsinden ötesi bunları anti-akademik bir düzlemde yapma çabası içinde. Fakat ekibin üyelerinin parçalanması ile Global Tools’tan günümüze değen somut bir üretim yok. Bununla birlikte, dönemi için erken ve öncü düşünceleri günümüz koşullarına altlık oluşturup ilişki kurabilecek birçok köke sahip. Cisimsiz ve tinsel kalmayı tercih eden grubun eğitime olan yaklaşımı, günümüz eğitim mekanlarının ve sisteminin gelişimi ve izleyeceği yol için birçok önemli temel fikir sunuyor. Bütün alternatif eğitim metotları, farklı tür öğrenme mekanlarını beraberinde getiriyor. Okulun formu, seçilen malzemeler, hacimler, çevre ilişkileri, konum gibi noktalar tüm bu deneyimsel sürecin tamamlayıcı parçaları. Eğitimin enformal hali mekana nasıl yansır? Alternatif eğitimin mekanları nasıl olmalıdır? Öğrenciler bilgi almak-tüketmek yerine üretken bir şekilde mekansal anlamda bu süreçte nasıl konumlanabilirler? Artık Neufert’in mimari mekan gereksinimlerinden, kalıp ölçülerden, düşüncelerden uzaklaşıp daha tinsel olanın, anlık durumların, iletişimin, paylaşmanın, keşfetmenin izini sürme vaktidir. 22 Bahar Aksel bahar.aksel@msgsu.edu.tr BİR AÇIK ALAN KULLANIMI OLARAK PİKNİK Kentin açık alanlarını çok daha fazla kullanmaya başladığımız şu günlerde çevremize farklı bir gözle bakıp, kendi ihtiyaçlarımızı ve mekanların özelliklerini düşünerek orijinal fikirler ve yaklaşımlar geliştirmeye çalışabiliriz. Sonunda havalar ısındı, bahar geldi ve tüm kışı apartmanlarda, ofis binalarında, araçların içinde geçiren kentliler kendilerini sokaklara, parklara attılar. Açık alanlara hasret büyük kentlerde daha yoğun görülmekle birlikte bir açık alan kullanım hali olarak piknik toplumumuzda çok önemli bir yere sahip. 1800’lerin ikinci yarısından sonra Avrupa’da popüler hale gelen piknik güzel bir park, peyzaj içinde, açık havada, genellikle soğuk yiyecekler ile yapılan yeme ve vakit geçirme eylemi olarak tanımlanıyor. Piknik sırasında aynı zamanda yemek pişirme durumu varsa bu durumda mangal/barbekü yapmak olarak adlandırılıyor. Kalabalık gruplar halinde hazırlıklar yapılıp, birlikte eğlenildiği, çeşitli oyunlar oynandığı örnekler de mevcut. Avrupa’da popüler olmasının ardından sanat eserlerinde de yerini alan piknik, Osmanlı İstanbul’unda Mesire’ye çıkmak olarak adlandırılmakta ve popülerliği Lale devrine kadar dayanmakta. 1850’lerde İstanbul’un en popüler mesire yerleri Kağıthane, Beykoz ve Veliefendi çayırları ile Fener Bahçesi. Zaman içinde kalabalıklaşan ve yapılaşan kent modern planlama ilkeleri ile şekillenirken piknik ve mangal konusunda toplumun ilgisi devam etmektedir. 1985 tarihli Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği piknik alanlarını kentin yeşil alanlar sistemi içinde tanımlamakla birlikte, “Piknik ve eğlence (rekreasyon) alanları” adı ile yeni bir alt başlık oluşturarak yapılanma koşulları konusunda “Kentin açık ve yeşil alan ihtiyacı başta olmak üzere, kent içinde ve çevresinde günü birlik kullanıma yönelik ve imar planı kararı ile belirlenmiş; eğlence, dinlenme, piknik ihtiyaçlarının karşılanabileceği lokanta, gazino, kahvehane, çay bahçesi, büfe, otopark gibi kullanımlar ile, tenis, yüzme, mini golf, otokros gibi her tür sportif faaliyetlerin yer alabileceği alanlardır. Bu alanda yapılacak yapıların emsali (0,05) i, kat adedi 2’yi, asma katlı yapılarda (9.30) m.yi, asma katsız yapılarda (8,30) m.yi geçemez.” hükümlerini getirmekte. üreterek otoban kenarında bulunan refüjlerde açık hava ihtiyacını giderip, mangal ve piknik yapmakta. 5 Mart 2013 tarihli ve 28578 sayılı resmi gazetede yayınlanan Mesire Yerleri Yönetmeliği Türkiye’de mesire yeri olarak tanımlanan alanların barındıracağı kullanımları, yapı tiplerini ve kiralanma koşullarını tanımlamakta. Özelllikle piknik alanı olarak tanımlanan bölgelerde peyzaj düzenlemesi ve kentsel tasarım detay projeleri kullanıcıların konforunu ve çevrenin kalitesini düşünülerek piknik alanlarını düzenlemekte. Belirli mesafelerde piknik masaları yerleştirmekte, çöp kutuları, gerektiğinde küçük lavabolar ve mangal yakma alanları tanımlamakta. Günümüzde İstanbul’un Kuzey Ormanları içinde tanımlanan mesire yerleri, Bentler bölgesinde yer alan kimi boş alanlar ile sahillerde yer alan kıyı banları özellikle en popüler piknik ve mangal alanları haline gelmiş. Yapılaşmanın içinde kalan az sayıdaki yeşil alan ve parklar da bu amaçla kullanılabilmekte. Yeşil alan konusunda en yetersiz ilçelerde ise halk kendi çözümünü Toplumsal olarak en sevdiğimiz dış mekan etkinliklerinin başında yer alan piknik ve mangal konusunda standart düzenlemeler dışında kentsel tasarım ölçeğinde alternatif tasarım yaklaşımları arandığında ne yazık ki İstanbul’a ya da Türkiye’ye özgü çok fazla yaklaşım üretildiği söylenemez. Kullanılan ürün grupları açısından düşünüldüğünde ise büyük alışveriş zincirlerinin yurtdışından getirdiği masa, sandalye, piknik sepeti, güneşlik vb ürünler piyasayı oluşturmakta. Özgün ürün olarak akla tek gelen ise Can Yalman (2004) tasarımı Pic:Nic (6 kişilik piknik seti). Kentin açık alanlarını çok daha fazla kullanmaya başladığımız şu günlerde çevremize farklı bir gözle bakıp, kendi ihtiyaçlarımızı ve mekanların özelliklerini düşünerek orijinal fikirler ve yaklaşımlar geliştirmeye çalışabiliriz. Pratik ihtiyaçlardan doğan anlık kullanıcı çözümlerinin tespit edilmesi bile kullanılan mekanların kalitelerinin gelişmesinde çok önemli role sahip olabilir. MAYIS/2014 Yarışma Hikayeleri Arkitera Mimarlık Merkezi’nin daha iyi projeler ve daha nitelikli bir fiziksel çevre için yerel idarelerle kamu ve özel sektör kurumlarına yaptığı ‘Yarışmayla Yap’ çağrısı, Seranit Yapı Grubu sponsorluğunda hayat buluyor. Proje kapsamında her yıl çeşitli üniversitelerle işbirliği halinde farklı temalarla düzenlenmesi planlanan ‘’Yarışmalar ve Mimarlık Sempozyumu’’ 7 Mayıs 2013’te İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. Türk mimarisinin geçmiş yarışma hikayelerinin ele alınacağı sempozyum, bir düşünce üretme platformu oluşturarak mimarlıkta yarışma ortamının canlanmasına ve gelişmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Yapı Fuarı Başlıyor ‘Yapı Fuarı- Turkeybuild İstanbul 6-10 Mayıs 2014 tarihleri arasında TÜYAP’ta düzenlenecek. Fuar, konuk ülke olarak Güney Kore’yi ağırlayacak. Güney Kore ile Türkiye’nin özellikle yurtdışı müteahhitlik sektöründe toplamda yılda yaklaşık 100 milyar dolarlık işbirliği yapabilecekleri belirtiliyor. Türk yapı sektörünün ve bölgenin en büyük yapı fuarlarından biri olan ‘Turkeybuild’de bin 150 firma ürünlerini tanıtmak için yerini alacak. Fuarı 111 binin üstünde katılımcının ziyaret etmesi bekleniyor. 23 Tasarıma Türk İmzası Ambalaj Tasarımı Plastik ve Metal Ambalaj Tasarım Yarışması’nın amacı Plastik ve Metal ambalaj sektörlerinde yenilikçi fikirleri desteklemek, profesyonel ve Öğrenci tasarımcıların Ambalaj sektörüne olan ilgisini artırmak ve sektörle buluşturmak, ülkemiz ihracatçı firmalarının dünya piyasalarında rekabet gücünü artıracak, katma değeri yüksek, özgün ve modern ürünlerin tasarlanmasına zemin hazırlamak. Jürisinde; Murat Akyüz, Pelin Karadeniz, Özge Yavuz, Selçuk Kamil Yarangümelioğlu, Aslan Kilic, Arslan Özbiçer, Çınar Narter, Orhan Irmak, Serhan Güzelderen, Ayberk Yağız, Ali Bakova, Hazel MacMillan gibi isimlerin bulunduğu yarışmanın son başvuru tarihi 16 Mayıs 2014. Türk Jüri C&A’nın bu yıl ikincisini düzenlediği ‘Re-Imagine Tasarım Yarışması’ başladı. Bu yılki yarışmada aralarında Niyazi Erdoğan’ın da bulunduğu 8 tasarımcı, 173 yıllık tasarım tarihini yeniden yorumlayacak. C&A’nın Düsseldorf mağazasında gerçekleştirilen lansman etkinliğiyle başlayan tasarım yolculuğunun her aşaması, www.facebook. canda.com adresinden takip edilebilecek. Serap Alp İtalya’nın Milano kentinde 2010 yılından itibaren düzenlenen ve dünyanın en kapsamlı tasarım yarışmaları arasında yer alan A’ Design Award Tasarım Ödülleri bu yıl da sahiplerini buldu. Uluslararası alanda 208 ülkeden 12,000’in üzerinde katılımın gerçekleştiği yarışmada, kazanan tasarımcılar listesinin başında ise bir Türk tasarımcı yer alıyor. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’yi dünya sıralamasında ikinciliğe taşıyan ekibi ile Dr. Hakan Gürsu, bu yıl 15 ödül birden kazanarak “En çok ödül alan tasarımcı” unvanını korudu. seraplamoda@gmail.com Feyz’de Tersine Yürüyüş Anadolu Üniversitesi Tasarım Kulübü’nün bu yıl ikincisini gerçekleştireceği FEYZ, “Bu Terslikte Bir İş Var!” ana başlığı ile 2-34 Mayıs 2014 tarihlerinde yapılıyor. Konuşmacı olarak; reklamcılık, tasarım ve sanat dünyasından Yılmaz Zenger, Haluk Mesci, Ferdi Alıcı, Kağan İşmen, Serkan Güneş, Aren Kurtgözü, Can Kazaz, Damla Özlüer, Ömer Durmaz gibi isimlerin yanında TAK, Avareler, Awesome Broduction gibi genç, yenilikçi ya da deneysel grup ve ajansların da katılacağı FEYZ, bu yıl altı oturum ve bir tasarım yürüyüşü ile gerçekleşiyor. Eskişehir’in ilk tasarım yürüyüşü “Tersine Yürüyüş” başlığıyla hayata geçiyor. Moda Konferansı The Woolmark Company ünlü moda yazarı ve tarihçisi Colin McDowell ile İtalyan modasının gözde tasarımcısı Antonio Berardi’yi İstanbul’da bir araya getirecek. Türkiye Giyim ve Sanayiciler Derneği’nin (TGSD) öncülüğünde bu yıl 7’ncisi düzenlenecek olan Moda Konferansı, 8-9 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilecek. Nicole Kidman, Cate Blanchette, Amy Adams, Madonna, Anne Hathaway, Zoe Saldana, Beyonce, Diane Kruger, Kate Hudson and Rosie Huntington Whitely gibi Hollywood oyuncuların takip ettiği Berardi, Moda Konferansı’nda yeni tür kumaşlar ve tasarımlarında dikkat ettiği noktaları katılımcılara aktaracak. Logo Yarışması Aydın İl Halk Kütüphanesi’nin ülkemizde ve dünyada tanıtılması ve bilinirliğinin artırılması amaçlarına yönelik olarak anlaşılabilir, özgün, estetik ve akılda kalıcı bir şekilde temsil edecek bir logonun özgün tasarımı amacıyla yapılan yarışmada, sonuçlar açıklandı. Birincilik; Özgür Özak, İkincilik; Zeynep Çoruh, Üçüncülük; Sinan Ekrem Saraç. Birinciliği alan logo kullanılmaya başladı. Seramik Tasarımı Zeki Yurtbay Tasarım Yarışması’nın amacı Seramik sektörü alanında tasarımın önemini vurgulamak, genç tasarımcıları desteklemek ve seramik sektörüne teşvik edip, başarılı tasarımları ödüllendirmek. Tasarımların son teslim tarihi 1 Temmuz 2014 olan yarışma, üniversitelerin Endüstri Ürünleri Tasarımı ve Seramik Tasarımı bölümünden 2. , 3. ve 4. sınıf öğrencilerine açık. Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 iletisim@kaletasarimmerkezi.com, umut@kaletasarimmerkezi.com Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir. www.kaletasarimmerkezi.com