Kent ve Fotoğraf
Transkript
Kent ve Fotoğraf
Kontrast 36 Temmuz - Ağustos 2013 Fotog raf Dergisi ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır. Kontrast Editör Merhaba Barınmanın olduğu kadar, toplumsal ilişkilerin mekanıdır kent. Daimi devingenlikleriyle sanatçıyı kışkırtır ve üretimlerine sonsuz kaynak oluşturur. İster öznel, ister nesnel yaklaşımla ele alınsın, barındırdığı dinamiklerle sanatçıyı tetikleyen, farklı teknik ve yaratıcılık örnekleriyle kendini ifade etmeye zorlayan bir yapıya sahiptir. Kent dokusu içindeki yapılar, mekanların estetik elemanları, sokaklar, caddeler, meydanlar, köşe başları, duraklar, yeşil alanlar… Hepsi birer yaşam alanıysa, yaşamımız içinde sanatla her karşılaşmamızda bize şu veya bu şekilde dokunabiliyorsa, tüm bu unsurlarını da hayatımızın birer parçası olarak değerlendirebiliriz. Elle tutulur maddi ögelerin yanısıra kentsel yaşam tarzı, mutluluk ya da mutsuzluğun biraradalığı, kente aidiyet ya da yabancılaşma duygusu, birey olma çabası ya da toplumun parçası olma gereksinimi gibi hususlar, görsel etkiye dönüştürülmek üzere estetik unsurların oluşturduğu kompozisyonlardır. Bu noktada önemli olan, kent ve sanat birlikteliğinin doğru ve kalıcı olarak planlanabilmesidir. Tüm duyularımızın bombardımana uğradığı kent ortamında bize düşen sadece, tüm bu ögeleri görmek ve yorumlamaktır. Bu sayımızda kent ve fotoğraf olgusunu ele aldık. “Bir kenti nasıl fotoğraflayalım?” sorusu üzerinde durduk. Kent olgusunu anlamak üzere, M.Rıfat AKBULUT kent sosyolojisine bir giriş yaptı. Yazısında,çok katmanlı bir yapı ve olgu olarak tanımladığı kentin görünen ya da görünmeyen, algısı gözlemciye göre değişen, çok çeşitli, zengin ve birikimli toplumsal ve kültürel katmanlarından ve farklı etkiler altında farklı tepkiler verebileceğini ifade ettiği alt sistemlerinden bahsetti. Tansel TÜRKDOĞAN, post sanatın en çok rağbet ettiği bir alan olarak sanatın, bir malzeme olarak kenti manipüle etmesi ya da tersi bir yaklaşımla, kentin reorganizasyonunda sanatın manipüle edilmesini konu alan yazısını bizimle paylaştı. Işık ÖZDAL, dünyada ve Türkiye’de tarihten bugüne kadar değişim gösteren kent-fotoğraf ilişkisi ve kent kültürüne yansımalarını özetledi. Kent, fotoğrafik ve teknik yaklaşımlar olarak her şeyi kapsamaktadır. Bu anlamda bir kentin amaca uygun fotoğraflanması, sistematik bir yaklaşım AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 gerektirir. Ali İhsan GÖKÇEN bir kenti sistematik olarak fotoğraflamanın adımları ve kentin çekim planının nasıl yapılması gerektiğine dair ipuçlarını bizimle paylaştı. Ferhat ÖZGÜR kentsel dönüşümün toplumsal yaşama etkilerini anlattı. Kentlerin kimliğini kentlilerin yaşam biçimi oluşturur ve her kentin kimliğinde, o kentin süreklilik kazanmış ayırdedici özellikleri mevcuttur. Birey, her dönem, içinde bulunduğu zaman ve çevre koşullarından ister istemez etkilenir ve bu koşullar yaşadığı kentte de izler bırakır. Roma, Bizans, Osmanlı eserlerinin bir sentezi olan İstanbul’u anlamak, bu kentin nice açık ya da gizli köşelerini ve özgün yapısını gözler önüne sermek üzere; Cengiz AKDUMAN, Arif AŞÇI, İbrahim AYŞIL, Cemal EMDEN, Sinan KOÇASLAN, Selim SEVAL ve Cem TURGAY’ın birlikte hazırladıkları CITYRAMA sergisi, serginin küratörü Engin ÖZENDES’in yazısı eşliğinde konuk oldu bu sayımıza. Zamansız şehir New York’u, sessiz zamanlarında fotoğraflayan Christopher THOMAS, Paris anıları ve fotoğraflarıyla Timurtaş ONAN, “Şehirde Olmanın Kısa Tarihi” çalışmasıyla, fotoğraflarında insandan çok, insanın bıraktığı endüstriyel izlere yer veren Merih AKOĞUL konuklarımızdı. Onları Portfolyo bölümünde ağırladık. Erivan ve İstanbul’u birbirlerinin gözlerine emanet eden Kerem UZEL, Serra AKCAN, Özcan YURDALAN, Nelli ŞİMANYAN, Ruben MANGASARYAN, MERHABAREV sergisini paylaştılar bizimle. Özcan YURDALAN bir şehir hikayesi anlatmak üzere, portresiyle, sokaklarıyla, manzarasıyla, doğasıyla hayatın içindeki şehir fotoğrafını bizim için çekti. Kent sokakları, kent meydanları ve parklar, demokratik toplumların kent yaşamında vazgeçilmez öğeleridir. Kentte yaşayan bireyleri bir araya getiren simge alanlardır ve bu özellikleriyle birey ile toplum arasında iletişimi sağlar. Bu alanlar, grupların bir araya gelmesi ile her an bir sosyal aktivite oluşumuna hazırdır. David CROUCH sokağın görüntüsü için şöyle der;“Kültürel eylemler, hayatın sıradan köşelerinden sokağa dökülürler; kültürel eylemlerin sayısız yeri sokaktan görünür hale gelir ve sokak görüntüsünün bir parçasını oluştururlar. Sokağın sınırları benzer biçimde mekanların çevrelerinden içine doğru birleşir. Her bir eylem ve yer sokağın görünümüne katkıda bulunur.” Kontrast AFSAD Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği Adına Sahibi Mustafa ERTEKIN Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür) İmren DOĞAN PINAR Kentte yaşayanlarda kente aidiyet ve ortaklık duygusu ve bilinci geliştiren sokak, park, meydan gibi tüm açık kamusal alanlar son dönemde maalesef ya yok edilmekte, ya da kamusal niteliklerini ortadan kaldıran kullanımlara konu olmaktadır. Ali ÖZ fotoğraflarıyla kentin düğüm noktaları olan meydanların; Doğaçlama köşemizde ise Aydın ÖZDEMİR, kent parkları ve yeşil alanların toplum ilişkilerindeki önemine değindi. Modernist sanatın bir kent sanatı olduğu konusunda tüm kuramcılar hemfikirdir. Kentten etkilenerek sanat yapan ve teknolojinin sağladığı yeni ifade biçimlerini kullanarak dinamik, çok katmanlı ve kuralcılıktan uzak bir tarzla belgeleyen Alman fotoğrafçı Michael WOLF’u, Usta İşi köşemizde ağırladık. Sinema köşemizde Sevgili Eda ÇALIŞKAN, “Ucu Sinemaya Dayanan Şehirler” başlıklı yazısında dünyanın geleceğinde bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini özetleyen Ekümenopolis’ten ve kentlerin konu edildiği diğer filmlerden bahsetti. Okuyoruz köşesinde Kamuran FEYZİOĞLU, Clive Scott’un “Sokak Fotoğrafçılığı” adlı kitabını bizim için yorumladı. Halil Nadir EDE, “Kente Karşı İşlenen Suçlar” konulu iki fotoğrafı öz ve biçim olarak değerlendirdiği yazısıyla sayfalarımızda yerini aldı. Yayın Kurulu Arzu ÖZGEN Irmak SOLDAMLI Mine HOŞGÜN SOYLU Sibel ACAR Redaksiyon Mine HOŞGÜN SOYLU Grafik Tasarım Nur CEMELELİOĞLU ALTIN Yönetim Yeri (Dergi İletişim) AFSAD – Bestekar Sok. No: 28/21 Kavaklıdere – Ankara Tel: 0312 4172115 Faks: 0312 4172116 GSM: 0533 7388208 www.kontrastdergi.com www.afsad.org.tr kontrast@afsad.org.tr İki ayda bir yayımlanır. Baskı Mattek Matbaacılık Basım Yayın Tanıtım San. Tic. Ltd. Şti. Adres: Adakale Sok. 32/37 Kızılay - Ankara Tel: 0312 433 2310 Basım Tarihi: 12.07.2013 Yayın Türü: Bölgesel Süreli ISSN: 1304-1134 Kapak Fotoğrafı: Christopher Thomas “Silverado” Tüm toplumsal yaşam alanlarında sanatla iç içe olmak ve aydınlık günlere birlikte yürümek dileğiyle... İyi okumalar İmren DOĞAN PINAR Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı, makale, fotoğraf, karikatür, illüstrasyon, vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği)’a ve/veya eser sahiplerine aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi ortamda olursa olsun, materyalin tamamının ya da bir bölümünün kullanılması yasaktır. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. İçindekiler 4 Dosya Konusu: Kent ve Fotoğraf 4 Sözümüz Kentten İçeridir.... Mehmet Rıfat AKBULUT 7 Bir Bağlam Olarak Kent Tansel TÜRKDOĞAN 14 Bir Kentin Fotoğraflanmasının Sistematik Adımları Ali İhsan GÖKÇEN 7 17 20 24 Kentsel Dönüşümün Toplumsal Yansımaları Ferhat ÖZGÜR Kentin Düğüm Noktaları: Meydanlar Ali ÖZ İmren DOĞAN PINAR Cityrama Engin ÖZENDES 30 Portfolyo 5 12 22 18 30 Şehirde Olmanın Kısa Tarihi 34 “New York Uykuda” 36 Bir Paris Müptelası Merih AKOĞUL Christopher THOMAS Timurtaş ONAN 24 30 40 f/64 - Bir Şehri Fotoğraflamak Ya da İki Dilde Merhabarev Özcan YURDALAN 45 Ve Sinema... 35 Ucu Sinemaya Dayanan Şehirler… Eda ÇALIŞKAN 40 39 51 56 47 Okuyoruz Sokak Fotoğrafçılığı Kamuran FEYZİOĞLU 48 Doğaçlama Kent Parkları ve Kentli Ruhu Irmak SOLDAMLI İşi - Michael WOLF 50 Usta Sibel ACAR 53 55 Fotoğraf Okuma Kente Karşı İşlenen Suçlar Halil Nadir EDE 47 Dosya Konusu Sözümüz Kentten İçeridir... 4 Mehmet Rıfat AKBULUT Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak. Araşt. Gör. “…Kentlerle olan ilişkimiz rüyalarla olduğu gibidir; hayal edilebilen her şey aynı zamanda düşlenebilir. Oysa en beklenmedik rüyalar bile bir arzuyu ya da arzunun tersi korkuyu gizleyen resimli bir bilmecedir. Kentleri de rüyalar gibi arzular ya da korkular kurar; söylediklerinin ana hattı gizli de olsa, kuralları saçma, verdiği umutlar aldatıcı, her şey başka bir şeyi gizliyor olsa da…” (Italo Calvino, “Görünmez Kentler”) Kent, tarih boyunca çoğu kez fiziksel özelliklerine göre tanımlanmıştır. Antik dünyada her ne kadar kent anlamında kullanılan “polis” tanımının nüfus büyüklüğüyle bir ilişkisi olmasa da sur duvarları, agora, tiyatro v.b. yapılar bir yerleşmenin “kent” olarak adlandırılabilmesinin vazgeçilmez koşullarıydı, fiziksel özellikleriyle tanımlanabilen bir yerleşmeydi. ise, aynı ortak “teknoloji” paydasını paylaşsa da modernizmin mekanik kentinden oldukça farklıdır. Kenti bir organizma olarak düşünmek de aynı kolaylıkla mümkündür. Tıpkı bir organizma gibi doğan, büyüyen, evrimleşen, bazen de ölen. Ulaşım ve altyapı sistemleri ile kentlerin damar ve sinir sistemleri, farklı bölge ve işlevler ile organizmaların değişik doku ve organları arasındaki kolay görünür benzerlikler de bu yaklaşımı desteklemektedir. Ancak bu kaba genellemelerin ötesinde kentin, çeşitli işlevsel özellikler açısından tıpkı bir organizmayı andıran tepkiler verdiği de görülmektedir. Bu tepkiler sosyal olaylar ve kentin mekansal davranışları için özellikle geçerlidir. Bunlara eklenmesi gereken son ve en güncel yaklaşım Kent, nüfus, mekansal büyüklük, işlev gibi ölçütlerle tanımlanabilir. Ancak bir kenti anlama ve çözümleyebilmenin bunlardan daha fazlasını gerektirdiği açıktır. Benzetmeler yapmak; benzeşim modelleri oluşturmak, anlayabilmek ve açıklayabilmek için sıkça yararlanılan bir yöntemdir. O halde, şöyle düşünebiliriz: “Bir kent en çok neye benzer ?” Kent kolayca bir makineye benzetilebilir. Özellikle Newton’un mekanik kuramı etkisi altında modernistler kenti bir makineye benzetme kolaycılığına başvurmuşlardır. Matematik ve mühendisliğin biçimlendirdiği XIX. yüzyıl Batı Kenti kimi kuramcıların gözünde adeta bir makineyi andırmaktadır ve tıpkı bir makine gibi tasarlanıp işleyişi öngörülebilir. Örneğin, 1914’de İtalyan Gelecekçi (Fütürist) Marinetti : “Geometrik İhtişam ve Nümerik Duyarlık” başlıklı manifestoda Endüstri Devrimi’nin yarattığı Makine Çağı ve değerlerine duyulan hayranlığın ölçüsüz bir ifadesi olarak şöyle demektedir: “Hiçbir şey…yuvarlak göstergeler, kadran, klavye ve yanıp sönen parlak ışıklarla kaplı mermer kontrol tablosunun engin yataylığında bir araya gelmiş elektrik gücünden ve uğultulu büyük bir elektrik santralinden daha güzel değildir”. Böylelikle kent de ekonomik etkinlik temelinde işlevleri tanımlanmış, girdileri ve çıktıları belli bir makine olarak tasarımlanabilir hale gelir. Modernist şehirciliğin kenti, iskan, çalışma, eğlence-dinlence ve ulaşım temel işlevlerine indirgediği işlevsel şehircilik anlayışı da makine kent anlayışının tescili olur. Bu çerçevede kent, mekanik estetiğin de bir ifadesidir. Günümüzün yüksek teknolojili kenti AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Kent bir “söylem” ve “metin” olarak okunmaya başlandığında her gerçeklik kendi varlığının ötesinde bir anlatıya dönüşmeye başlar. f: M. Rıfat Akbulut, 2004 Dosya Konusu 5 “Paris’de Yağmurlu bir Gün” (1876-1877). Matematik ve mühendisliğin biçimlendirdiği XIX. yüzyıl Batı kenti adeta insan aklı ve iradesinin makinaya dönüşmüş halidir. r:Gustave Caillebotte vayolunu getirirken, endüstri sonrası ilk aşama ise, mobil iletişim, GPS, Internet gibi sayısal temelli bilgi-işlem ve iletişim ağlarını ortaya çıkarmıştır. Özellikle 1980’ler ve 1990’lardan sonra gelişen bilgi-işlem ve iletişim teknolojilerinin oluşturduğu görünür ve görünmez ağ yapıları ile gündelik yaşam işlevlerinin bir kısmının soyut bir sanal ağ ya da ortama kaymasıyla birlikte kentleri de çeşitli altyapı ve donatıların biçimlendirdiği ve yaşattığı bir ağ olarak tasavvur etme eğilimleri ortaya çıkmıştır. Kent, görünür olanın ötesinde bir çok ideali de içinde barındırabilir. Böylece bugün ve gelecek birlikte var olmaya başlayabilir tıpkı, bu satırların yazıldığı sıralarda gündemin merkezinde yer alan İstanbul Taksim Gezi Parkı’nda olduğu gibi kent, hala bazı ütopyaların filizlenebildiği, ütopik bir geleceğin de habercisi olabilir. Nihayet her kent bir sistemdir. Kendi bileşenleri, alt sistemleri, girdi ve çıktıları, kuralları ve bir ya da birden çok denge durumu olan. Ancak kent, düzenli davranış ve tepkiler gösteren bir sistem değildir. Tam tersine düzensiz davranan, öngörülemez bir sistemdir. Her kent neredeyse sayısız alt-sistemden oluşur ve bunlardan her birisi farklı koşullarda, farklı etkiler altında, farklı alt-sistemler düzeyinde farklı tepkiler verebilir, farklı davranışlar gösterebilir. Bu açıdan kent, bir sistem olarak genellikle “kaotik” davranış özellikleri gösterir: “Manhattan Köprüsü”. Kenti bir makine gibi görmek aynı zamanda kente bir makine estetiğinden de bakmak demektir. f: Berenice Abbott; 1936 ise ağ yapılarıdır. Kentler Endüstri Devrimi’yle birlikte çeşitli ağlarla donanmışlardır. Endüstri Devrimi’nin ilk aşaması su ve kanalizasyon, gaz, demiryolu ve toplu taşım, (tramvay, metro v.b.) telgraf ağlarını; ikinci aşaması elektrik, telefon, radyo, otomobil yollarını; üçüncü aşama, televizyon, bilgi-işlem ve ha- Nihayet, kent çok katmanlı bir yapı ve olgudur. Bir kent görünen ya da görünmeyen birçok katmandan oluşur. Yapılar, açık alanlar, altyapı gibi görünen ve gözükmeyen fiziksel çevre ögeleri yanı sıra kent, kimi zaman varlığı ancak hissedilebilen ya da algısı gözlemciye göre değişen çok çeşitli, zengin ve birikimli toplumsal ve kültürel katmanlar içerir. İstanbul ve Türkiye gibi, tarih boyunca pek çok farklı kültürün izlerini saklamış ve biriktirmiş coğrafyalar için bu durum özellikle geçerli ve önemlidir. Her insan yerleşmesi, her kent, geçmişinin izlerini belirgin ya da belirsizleşmiş fiziksel izlerde taşımaya devam eder. Bunların bir kısmı fiziksel çevre ögeleri gibi somut, nesnel katmanlardır. Bazıları mülkiyet gibi soyut ama yine de görünürdür; bazıları ise sadece anlama dair soyut katmanlardır. Kültür ve alt kültürler anlama dair katmanların ögeleridir ancak mekanla da ilişkilidirler. Dosya Konusu 6 Kentlerde farklı kültür ve yaşam biçimleri kendileriyle özdeşleşmiş mekanları yaratır ya da mekanlara kültürlerini yansıtır. Bu karmaşık yapılar, farklı “kent okumaları”na da olanak verir. Bu şekilde kent, giderek bir varlıktan, bir anlatıya dönüşmeye ve görünen her gerçeklik kendi varlığını aşan anlamların hikayesini anlatmaya başlar. Ünlü Fransız düşünür Roland Barthes kenti “söylem” olarak tanımlar. Buna göre kent, tüm görünür ve görünmez ögeleriyle bir metin gibi okunabilir ve ancak böyle bir okuma ile sırlarına vakıf olunabilir. Günümüzün büyük metropolleri yaşam ve kültür olarak da çok boyutlu, çok katmanlı bir yapı sergilemektedir. Farklı yaşam biçimleri, AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 yaşam kültürleri, yaşam döngüleri kimi zaman iç içe, kimi zaman da birbirine fazla dokunmadan aynı mekanda, yan yana varlıklarını sürdürmektedir. Mahalle arasında günlük işlerini ibadet zamanlarına göre düzenleyen bir esnafın geleneksel kültürü, fabrika ya da atölyede makine başında çalışanların, makineleşmiş kitlesel üretimleri ile 24 saat küresel iletişim içinde, sanal dünyadaki ilişki ve üretim ortamlarında çalışanların yaşam döngüleri, kültürleri birbirinden büyük farklılıklar gösterir. Her biri ayrı bir zaman ve üretim ilişkisi ve kültürüne işaret eden bu farklı yaşam döngüleri aynı mekan içinde devinirken kuramcıların tam da post-modern dünya olarak tanımladıkları “zaman ve mekan sıkışması”nı yaratırlar. Diğer bir deyişle, aynı mekanda eş zamanlı olarak uygarlığın farklı aşamalarını yansıtan yaşamlar bir arada var olmaya devam ederler. Bugün, büyük kentler ve metropoller fiziksel anlamda da kolayca belirlenebilir sınır ve bölgeler yerine giderek birbirine karışan, sınırları belirsizleşen işlevlerden oluşmaktadır. Sınırları, biçimi daha belirgin ve daha kolay algılanabilir bir kentsel yapıdan giderek karmaşıklaşan ve unsurları adeta birbirine karışan, yığınlara dönüşen kentler de artık fiziksel unsurlarından çok, karmaşık yapıları, devinim ve dinamizmleriyle anlam kazanmaktadırlar. Bir Bağlam Olarak Kent Dosya Konusu 7 Prof. Tansel TÜRKDOĞAN Kentin kavramsal alandaki ilişkileri birçok açıdan anlatılan, yazılan ve tartışılan, son dönemde de genel tabiriyle moda bir kavram ve üzerinde çoklukla durulan bir konu oldu. Kent ve sanat başlıklı bu çoklu seçenekler arasında benim açımdan iki önemli nokta var; Birincisi sanatın, bir malzeme olarak kenti manipüle etmesi (yani sanatın kente bakışı) ki, post sanatın en çok rağbet ettiği bir alan olurken, ikincisi kentin reorganizasyonunda sanatın manipüle edilmesi (kenti yeniden inşa eden bakışın sanata bakışı) ayrı bir tartışmalı alan olarak karşımızda duruyor. Bu iki konu şüphesiz birbirinden tamamen bağımsız değil ancak sanatçının kent ile olan ilişkisi çok daha öznel bir tavırla bağlam olarak alınırken, kentin yeniden inşasındaki toplumsal mühendisliğinin sanatı manipüle edişi de sanatçıların ilgi alanına girmiş durumda. Güncel sanat karakteri itibari ile modern sanatın ilgi alanı dışında kalan her konu ve kavramı kucaklarken, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, sosyal politikalar vb. gibi diğer disiplin alanları içerinde ele alınan konular ile bağlar kurmasını sağladı. Bu ilgi alanları o kadar çeşitliliğe kavuştu ki, yaşama ait her şey sanatın temel konusu olabildi. Aslında, sanatın yaşamı kucaklaması, bir anlamda onun normalleşmesiydi. Sanat=yaşam mottosu ile varo- Sulukule kentsel dönüşüm projesi, İstanbul luşunu yenileyen sanatçı için, bugünün insanının yaşam alanlarını oluşturan kentleri hemen malzemesi yapması bu anlamda kaçınılmazdı. Bu saptama bugün şu açıdan çok önemli; nüfus hareketliliği verilerine göre, Türkiye nüfusunun %75’i artık kentlerde yaşıyor. Bu, kent dinamiklerini ve sanatın üretimlerini de yeniden ve derinden etkiliyor. Kent denilen şey tabii ki sadece kent yaşamına ait düzenlilikleri, yapıları, yolları değil evsizleri, kağıt toplayanları, çöpten beslenenleri, eylemleri de, anarşiyi de içerisinde barındırıyor. Bu yaşamsal gerçeklikler, günümüz sanat gramerinde “yokmuş gibi yaparak” sanat yapmanın pratiği çoktan gerilerde kaldı. “Güzel” dışında yepyeni bir estetik peşinde ko- f: www.konuttimes.com Dosya Konusu 8 şan post sanat, metropolün bazen hemen çeperinde bazen de tam kentin merkezindeki-kalbindeki karmaşık ve çarpık kurguyu referans alıyor. Soğuk havada ATM kulübesinde yaşayan evsiz çocuklardan, zabıtadan kaçan seyyar satıcıya bu yelpazede aktüel olan ne varsa sanat alanında ona rastlamak mümkün. Bağlamlarını kurgularken ideolojik bir duruş ile var olabildiği gibi kenti tüketen tüm etnisiteler ve onların oluşturdukları komünler kısacası yaşamın ve kentin tüm kültürü var bu üretimlerde. Kenti dert edinen, onu malzeme eden sanatçı, kimi zaman kentin olanakları ve olanaksızlıklarından hareket ederek işler üretirken kimi zaman da kentin biçimsel özelliklerini araştıran işleri ağırlıklı olarak merkeze aldı. Bu konular modernizmin sosyoloji, şehircilik, sosyal politikalar başlıkları altında tanımladığı alanlardı aslında. Bu disiplinlere soyunması, sadece bu bile, günümüz sanatının hala modernist saldırılara hedef olmasının nedeni olabilir. Ama yaşam nereye akıyorsa, güncel sanat pratikleri Guggenheim Müzesi , Bilbao, İspanya AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 de onu izlemeye, onunla birlikte var olmaya kodlanmış durumda. Kenti bir flanör olarak okuyan sanatçı tipi yanında, bu konuda çalışan tüm sanatçıların farklı tavırlarından bahsetmek olası. Bu arada şunu da belirtelim ki günümüz kentleri AVM’leri, otobanları, alt ve üst geçitleri, mobese kameralarıyla flanör’ün özgürce aylaklık ederek yaya dolaşmasına izin vermeyecek kadar büyük, karmaşık ve denetim altında görünüyorlar. Sorulardan birisi de şu, flanör’ün dolaşacağı kaldırım- f: http://wallpaperstock.net Dosya Konusu 9 lara sahip kent hala var mı acaba? Sanatçılar bunun yanında yeni okumalar yaparken, kenti malzeme eden sanatçının kimi zaman bir toplumbilimci, kimi zaman bir muhabir, kimi zaman bir terapist, kimi zaman bir turist hatta kimi zaman bir röntgenci gibi farklı rollere bürünebileceğini görmek olası. Kentin dökümantasyonu, sosyopolitik göç sorunları sözü edilen rollere bürünen günümüz sanatçısının ilgi alanlarını oluşturmakta. Sanatçı yaptığı gözlemlerin tümünü kendi anladığı dile tercüme ederek gündeme getiriyor kuşkusuz. Bu bağlamda toplumbilimci rolünde bir kent okuması ile, modernist kent ontolojisi içerisinde “modernist hayaller” ve bugünün “kent gerçeklikleri” sanatçıların bu bağlamda işlerinin kurgusunda temel oluşturabilmekte. Bu hayaller modernist dönemde, kentin eşitlikçi, düzenli yaşam vaad ettiğini anlatan hayallerdi ancak modernizm sonrası ortaya çıkan görüntüler bu hayallerin tam tersine, eşitliksiz, düzensiz ve adaletsiz kent fragmanlarını yarattı. Sanatçı bu çarpık kent imajını bir toplumbilimci duyarlılığı ile ele alarak sanat malzemesi yaptı. Yeni estetik gramer bu bağlamda ortaya çıkarılan bazen mide bulandırıcı görüntüleri bile güncel formatta sergiledi. Bunlar modernizmin sanat alanına ancak belirli malzemeler ve sunuş biçimleri ile izin verdiği kadarıyla yer bulabilen konulardı. Modernist Kent’in sonrasında önemli olan kentlerin ya da kentlerin sunduğu yaşam alanlarının en iyi ve en güncel yöntemlerle pazarlanmasıdır. Bu kapitalizmin kar maksimalleştirme çabalarının kentleri getirdiği son noktadır. Bu kentlerin küresel sermaye ve insan dolaşımı açısından daha çekici hale getirilmesi ile olasıdır (Kentsel Dönüşüm Projeleri). Bu okuma içerisinde modernizmin özellikle Türkiye’de 80’lerde şehir banliyöleri kurgusu ile terk ettiği şehir merkezlerini –kötü apartman blok stokları- artık kenti terk eden burjuvazi tarafından fakat başka bir içerikle geri istenmesidir. Ancak tek farkla; örneğin Sulukule eski hali ile değil, yenilenmiş ve tamamen değişerek yepyeni bir formatta, parlatılmış olarak geri alınmalıdır. Bu merkezlerden hemen her kentte bulmak olasıdır; Ankara’da Dikmen vadisi, Altındağ, İstanbul’da Galata, Balat vb. yerler. Sanatçının bu dönüşüm mantığı içerisinde kenti malzeme edinmesi şüphesiz dramatik ancak gerçeklik içeren, güncel bir doğrudur. Ancak burada kent hamurunu biçimlendirenlerin açısından sanat acaba esas malzeme midir? Yoksa tali bir figüran mıdır? Sanırım esas sorulması gereken budur. Kentin yeniden imaj ve inşasında küresel kültürel dinamiklerle oluşturulması kaçınılmazdı. Yeni kent kavramı, sanayisizleştirilen ve kentsel dönüşümün inşaat faaliyetleri ile kentteki nüfus hareketliliği artık büyük ölçüde kültür ve sanat üzerinde temellenen politikaların etkisi altındadır. Bu yaşam mühendisliği etkinliği içerisinde sermayenin mekân üzerindeki düzensiz hareketinin kutuplaştırıcı etkisi, kimi yerlerde geniş yoksulluk bölgelerinin oluşmasına yol açarken, kimi yerlerde de aşırı lüks yaşam alanları ortaya çıkarmaktadır. İşte bu dinamikler bugünün sanatının o toplumbilimci duyarlılığı ile yaptığı gözlemlerinin bu noktalara yönelmesini sağlamıştır. Yaşam sanatın ta kendisi ise , yaşamdaki dayatmalar toplumsal değişim ve genetik kırılmalar olduğu gibi sanatın baş köşesinde yerini alıyor bugün. Bugünün kentinde ve yeni yapısı ile post-fordist tüketim toplumunda kentler birer marka olarak lanse edilmeye başlanmış (bakınız Bilbao, İspanya), kent sermaye ve turist çekmeye yönelik dönüşüm ve soylulaşma süreçlerine maruz bırakılmıştır. Kamusal alanda sanat , kollektivizm içeren, sosyal içerikli ve birçok toplumsal katman ve kesim ile işbirliği içinde, sürece dayalı, farklı mekânlarda üretilen sanat uygulamaları ve sanat projelerini kapsaması anlamında çok daha kapsamlı bir konu olarak post sanat alanının da çok ilgi duyduğu bir kulvar şeklinde değerlendirilmelidir. Özellikle çok farklı coğrafi-politik-ideolojik koşullar, kurumsal arka planlar, toplumsal yapı özellikleri ve farklı kent dinamikleri tarafından şekillenen sanat uygulamalarını kent ile birlikte okunabilir ancak yeni kent mühendislikleri projelerinin bir parçası fakat asla kesin bir armonik yapı olarak değerlendirmemelidir. Kamusal alan ve kamusal sanat kavramları da kentin üretiminde ve kent okumalarında en çok bahsi geçen konulardan birisi. Kamusal sanat ile kamusal alanda sanat kavramları şüphesiz bağımsız iki kavram. Kent’e ait soru ve sorunlar karşısındaki sanatçı okumalarına değişik metodojilerle yanıtlar bulmaya çalışan güncel sanat projelerinin farklı sorulardan yola çıkarak farklı noktalara ulaştıkları, bunun ise günümüz kentinin temel dinamiklerinden birisi olmaya soyunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bu dinamikler kentin panzehirini içerisinde taşımaktadır. Dosya Konusu 10 Kent Fotoğrafına Geçmişten Bugüne Bakış Işık ÖZDAL Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotograf Bölümü Öğretim Üyesi Fotograf, insanın kendini ve çevresini görsel olarak tanımlamasında etkin bir role sahiptir. 1839’dan bu yana, yüzyılı aşan bir süreçte, belgesel-sanatsal-fotografik yorumlar, dönemlerinin siyasal-kültürel izlerini günümüze taşıyan etkin kanıtlara dönüşmüşlerdir. Bu nitelikleriyle fotoğraf insanın tüm dünya ile ilişkilerinin ve onun kalıtlarınınyaratılarının takipçisi olma konumunu korumaktadır. Bu izlemenin çok net yaşandığı alanlardan biri ise “kent” olgusudur. İnsanoğlunun fiziksel, sosyal, ekonomik, kültürel ihtiyaçlarının karşılanması adına oluşturulan bu yaşam alanları, aynı zamanda insanı yönlendirici, kısıtlayıcı... karakterlere de sahiptir. Dolayısı ile tüm bu verileri bünyesinde taşıyan kentler, Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabında ince bir duyarlılıkla işlediği gibi, açık ve gizli birer göstergeler bütünüdür. Bu çerçevede fotoğraf-kent ilişkisini değerlendirirsek; fotoğrafın ilk dönemlerinde kentler tanımlanmak, belgelenmek amacıyla, gezgin fotoğrafçıların objektifinden Asya’dan, Afrika’ya, Kutuplardan, Ekvator’a uzanan çok geniş bir coğrafyada yeniden keşfediliyordu. Amerika’da Photo Secession Grubu (1900- 17) bünyesinde A.Stieglitz, P.Strand, A.Steichen vd. vizyonlarından kentler; modern çağı tanımlayan simgelere dönüşmüştür (Pollack, 1958,260-269). Avant-garde sanat akımlarının fotografik değerlendirmelerinde de kentler, farklı bakış açılarının ve görsel yorumların önemli bir keşif sahasını oluşturmaktadır. Lazslo-Mohory Nagy’nin Bauhaus çerçevesinde AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 kent öncelikli fotoğrafı çalışmaları veya Konstrüktivizm (1910-29) akımının kente yönelik örneklerinden hareketle, Rodcenko’nun fotoğraflarını bu yönde değerlendirebiliriz. Harry Callahan ve Aaron Siskind fotoğraflarında kent kaynaklı soyutlamaları saptarken, Robert Frank’ın vizyonunda kentler, Amerikan rüyasının öteki yüzünü gizli bir eleştiri ile somutlaşmaktadır. 1970’li yıllarda Nicolas Nixon ve Robert Adams’in klasik landscape kurallarının uygulandığı kent peyzajları yeni bir söylemi belirlerken, Garry Winogrand’in non-perfeksiyonist görüntüleri ile Lee Freadlender’in işaret panolarının yönlendiriciliğinde şekillenen, çarpıcı kent fotoğrafları özgün kimlikleri ile ayrışmaktadır. Aynı dönemde Stephene Shore tarafından hiperrealist bağlamda değerlendirilen kent peyzajları resim fotoğraf ilişkisine yetkin örnekler oluşturur. Günümüze kadar olan süreci ana hatları ile özetlemeye çalıştığım fotoğraf-kent ilişkisinde, 1970’li yıllarda gelişen; geçmişe ait sanatsal ve görsel ifadelerin, güncel bağlamlarda yeniden değerlendirilmesi ile oluşan ‘post-modern’ söylem ve sanatsal ifade biçimini içerik haline getiren, formalizmi uç boyutlara taşıyan Minimalizm ile Formalizm’e karşın, seyircinin düşünce gücünü harekete geçirmeyi amaçlayan, sanatsal düzenlemelere ağırlık veren ‘Kavramsal’ akımlarının birleşimi, farklı yorumlar yaratmıştır. Benzer bir süreç Türkiye fotoğrafında da kendini göstermektedir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan kısa bir süre sonra Vedat Nedim Tör’ün Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü döneminde, yeni rejimi dünyaya tanıtmak amacı ile çeşitli dergi, broşür vb. yayınlanması kararı alınmıştır. Bu yayınlardan üç aylık periotlarla çıkması planlanan “La Turquie Kemaliste” (Ak,2001:221) için düzenlenen fotoğraf yarışmasında birinciliği kazanan Othmar Pferschy (18981984), kısa bir süre sonra Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Md. Fotoğraf uzmanlığına atandı ve 1935-40 yılları arasında Türkiye’yi dolaşarak 16 bin kare fotoğraf çekti. Othmar Pferschy’nin fotoğraflarında Türkiye’nin doğa güzellikleri, yeni şekillenmeye başlayan kentler, açılan fabrikalar, yollar, eğitim kurumları vb. doğrudan bakış açısıyla aktarılıyordu. 1932 yılında Halkevleri’nin kurulması ve eğitim programlarında fotoğrafa yer vermeleri, 1935’te Türkiye’de 38 gündelik, 78 yayın zamanlaması birbirinden farklı gazete ve 127 derginin (Ak,2001:180) çıkması fotoğrafın yaygınlaşması ve popülerleşmesi açısından önemlidir. Basın fotoğrafçılığının yanı sıra fotoğraf stüdyosu sahibi pek çok kişi de başta İstanbul olmak üzere bulundukları şehirleri fotoğraflıyorlardı. Pferschy’nin yanı sıra Arif Hikmet Koyunoğlu, Şinasi Barutçu, Baha Gelenbevi özgün çalışmalarıyla Türk fotoğrafına yön gösterici olmuşlardır. 1948 yılında Amerika Birleşik Devletlerinden alınan Marshall Yardımıyla birlikte, Türkiye ekonomik ve politik olarak yeni bir sürece girmiş, yardım sayesinde alınan araçlarla kırsalın yapısal dönüşümü ve kentlileşme ivme kazanmıştır. (Britannica,1993: 381) Aynı dönemde basın hayatı da hızlı bir gelişim sürecine girmiş, 1948’de yayına başlayan Andreas Gursky’nin fotoğraflarında zaman kavramı, yaşam süreci, mekan kullanımı, insanın modem hayatla ilişkileri dolaylı olarak sorgulanmakta, ana tema olarak, insanın kendi eliyle yarattığı mekanlar aracılığı ile doğadan kopuşu, doğaya yabancılaşması tartışılmaktadır. Hürriyet gazetesini, 1952’de Resimli Hayat ve 1956’da Hayat Mecmuası izlemiştir. Adı geçen yayınlar bol fotoğraflı yapıları ve çalıştırdıkları fotoğrafçı kadroları ile önemlidirler. Başta Ara Güler, Ozan Sağdıç, Fikret Otyam, İnal Tengizman, Semiha Es olmak üzere gerçekleştirilen haber ve röportajlar, üretilen fotoğraflar işlevlerinin ötesinde, dönemin sosyo-kültürel yapısının kanıtlarıdır. Konumuz çerçevesinde, Hayat Mecmuası’nın 1960-70 yılları arasındaki sayılarının genel bir taraması sonucunda, yayınlanan pek çok röportaj ve haber fotoğrafında “kent”, olayın gerçekleştiği sahne konumunda saptanmıştır. İnsan yaşamı ön plandadır. Kent(lere) ait her türlü değişim daima olumlu yanı ile yansıtılmıştır. Dönemin popüler yayınlarındaki kente bakış açılarına alternatif olarak, Ara Güler’in sosyal belgeci tarzdaki kent fotoğrafları ve Fikret Otyam’ın Anadolu röportajları eleştirel yapıları ile dikkat çekmektedir. 1965 yılında Türk fotoğrafı’nın gelişimini destekleyen, saptayan ve arşiv değeri taşıyan Eczacıbaşı Yıllıkları yayınlanmaya başlanmıştır. 1965’de başlayan 1968’den 2001 yılına dek her sene belirlenen bir konuda Türk fotoğraf örneklerini bir araya getiren yıllıklarda, mimariye ve kent yaşamına ait temaların yoğunluğu dikkat çeker. Burada yer alan farklı sanatçılara ait fotoğraflar incelendiğinde, ağırlıklı olarak belgesel tavrın hakim olduğu gözlenir. Kent yaşamında yer alan mimari yapıların ve detayların “özne” konumunda değerlendirildiği doğrudan fotoğraflar az sayıdadır. 1970-80’li yıllarda dönemin belgesel anlayışı ile birlikte Türkiye’yi tanıtım amaçlı fotoğraf üretimi de hızlanmış ve çok sayıda sergiler açılmıştır. Başta Sami Güner olmak üzere Şemsi Güner, Ersin Alok, Nurdan Nusret Eren gibi fotoğrafçılarımız Anadolu’nun tarihi, kültürel, arkeolojik değerlerini ve doğa güzelliklerini yeniden saptamışlardır(Öze ndes,1999:209). Sami Güner’in fotoğraflarında kent ve mekan, genellikle cepheden, yaygın ışık altında, çevresi ile olan ilişkilerin net algılandığı, doğrudan bakış açısı ile saptanmıştır. 1975-80 yılları arasında Prof. Reha Günay açtığı mimari temalı sergiler ile dönemin fotoğraf anlayışına alternatif olmuştur. Günay’ın fotoğraflarında mimari yapılar, herhangi bir görsel deformasyon ve dönüştürme olmadan, tüm detayları ile algılanabilecek şekilde cepheden görülmektedir. Dönem itibariyle Amerikan Yeni Topografları ve Avrupa’da Bernard-Hilla Becher’in öncülüğünde gelişmeye başlayan mimari fotoğraf akımı ile paralellikler gösteren bu çalışmalar uzun soluklu olmamıştır. Oysa daha önce değindiğimiz gibi, mimari fotoğraf akımı Avrupa fotoğraf vizyonunda, Kavramsal sanat ve Minimal sanat akımları ile kurduğu içerik bağlantıları sonucunda kısa sürede yaygınlaşarak etkin bir sanatsal ifade biçimine dönüşmüştür. 1981 Eylül’ünde yaşanan rejim değişikliği uzun bir süre Türkiye gündemini belirlemiştir. Bu süreç ve ona bağlı olarak şekillenen yeni siyasi düzenin getirisi olarak artan refah düzeyi ve yurtdışı ilişkilerinin kolaylaşması her alanda gelişmeyi hızlandırmıştır. Fotoğraf anlayışımızda kurgusal Dosya Konusu 11 çalışmalar ağırlık kazanmış, belgesel tarz ve tanıtım fotoğrafçılığı farklı bakış açıları ve estetik yorum çeşitliliği ile zenginleşmiştir. 2000’li yıllarda ise yayınlanan albümler ve açılan sergilerle mimari yapılar ve kent olgusuna farklı yaklaşımlar dikkat çekmektedir. Mimar fotoğrafçı Ahmet Ertuğ, öncelikle 20x25 cm. formatlı makinası vd. ile gerçekleştirdiği çekimlerinde, Türk tarihini temsil eden mimari, sanat ve kültür eserlerini fotoğraflamıştır. Ertuğ’un hazırladığı sergiler müze salonlarında veya Aya Sofya kilisesinde olduğu gibi nesnenin kullanıldığı, özgün mekanın da açıldığı için fotoğraflar ile izleyici arasında, sıradan sergi gezme ritüeli dışında algılama ve sorgulama süreçlerinin yaşanması sağlanmıştır. Fotoğraf sanatçısı ve eğitmen Kamil Fırat’ın (1959) “Kubbe Sonsuz Döngü” sergisi bir çok şehrimizde bulunan Osmanlı dönemi camilerimizin kubbe görüntülerinden oluşmaktadır. Özel tasarlanmış bir makine çekilen ve mükemmel teknik kalitede baskılarla sunulan görüntüler, dingin ve aynı formu tekrarlar niteliktedir. Ancak her bir fotoğraf, kubbelerin kendilerine özel görselliği ile hareket kazanmakta, iç dinamiği ile ayrışmaktadır. Yakın döneme geldiğimizde ülkemizden Murat Germen, yurtdışından Andreas Gursky, Stephane Couturier gibi fotoğrafçıların yaklaşımlarını örnekleyebiliriz. Kent planlaması ve mimari eğitimi alan Murat Germen’in fotoğraflarında kent, fabrikalar, mekanlar tanımlamak–betimlemek amacının ötesinde form ve renk özellikleri ile yorumlanmaktadır. Alt açı, üst açı ve eğik kadrajlarla Dosya Konusu 12 saptanan fotoğraflar bazen simetrik olarak tekrarlanmaktadır. Fotoğraflarda insan–mekan ilişkileri uzak, müdahalesiz “an”ın özgün estetiği bağlamında saptanmıştır. Fotoğrafların sergilenme aşamasında farklı boyutlarda sunumları da alışılagelen kriterleri yıkmaktadır. Andreas Gursky, 1981 yılında girdiği Dusseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1987 yılında Beherler’in master öğrencisi olarak mezun olmuştur. Diziler halinde geliştirdiği vizyonunda; hocalarının nesneyi yorumlamayan, çıplak yansıtmayı tercih eden görsel kriterlerine bağlı kalmakla birlikte, insankent ilişkisini sorgulayan bir bakış açısını ön plana çıkarmaktadır. Fotoğrafları çekildiği kentleri değil, her kentte olabilecek sıradan mekanları yansıtmakta böylece onları kullanan insanlara vurgu yapmaktadır. Fotoğraflarda zaman kavramı, yaşam süreci, mekan kullanımı, insanın modem hayatla ilişkileri dolaylı olarak sorgulanmakta, ana tema olarak, insanın kendi eliyle yarattığı mekanlar aracılığı ile doğadan kopuşu, doğaya yabancılaşması tartışılmaktadır. Fotoğraflarında kenti nesnel kimliği ile yorumlayan bir diğer sanatçı da Fransız Stephane Couturier’dir. Couturier’in fotoğraflarında kent daima kendini ye- Kanyon AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Ulucami,Edirne f: Kamil FIRAT nileyen, eskinin üstüne yeniyi inşaa eden canlı bir organizma gibidir. Çok büyük boyutlu baskılarda, kentin ögeleri üst üste binmiş tabakalar halinde, son derece detaylı ve yorum katılmadan izleyiciye sunu- f: Murat Germen Dosya Konusu 13 lur. Güçlü kompozisyonlara sahip, renk algısıyla hareketlenen bu görüntüler sadece birer ‘sunuş’tur. Bu fotoğraflarda sanatçı kendi adına herhangi bir tartışma veya çözüm önerisi ortaya koymamaktadır. Onun kimliği, kente bakışı, sıradan olanı sanata dönüştürmesi ile ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak; günümüz fotografik kent yorumlarının -geçmişten bugüne ayni çizgisini koruyan turistik ve tanıtımı amaçlayan kent fotoğraflarından ayrı olarak- nesnel bir bakış açısıyla, şehrin kimliğine ve ayırt edici niteliklerine paye vermeksizin, sıradan olanın cazibesini ön plana çıkardığını söyleyebiliriz. Bu yaklaşım, büyük formatlı fotoğraf makineleri ve çok duyarlı filmler ile yapılan çekimleri, modern teknolojinin fotoğrafa armağan ettiği, metrekarelik mükemmel baskıları ile değişen gerçeklik hissi ve sanatçının üstün performansını bünyesinde barındırmaktadır. Diğer yandan bu fotoğraflar aracılığı ile, fotoğraf sanatının tüm özellikleriyle, mimarlık, kent plancılığı gibi disiplinler arasında geçişler de sağlanmaktadır. Bu yaklaşımın bir diğer özelliği de, güncel yaşantımızda dikkatimizi çekmeyen görüntülerden hareketle, insanlığı ilgilendiren zaman, yaşam süreci, coğrafya algısı vb. tartışmaların kavramsal boyutta değerlendirilmesidir KAYNAKÇA BOOKCHIN, Murray; Kentsiz Kentleşme, 1999, İng. Çev:Burak Özyalçın, Ayrıntı Yay., İstanbul. Montparnasse,Paris,1993, 205x421 cm. AK, Seyit Ali ; Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Fotoğrafı 1923-1960, 2001, Remzi Yay., İstanbul. ÖZENDES, Engin ; Türkiye’de Fotoğraf, 1999, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. GÜLER, Ara ; Eski İstanbul Anıları, 1995, Dünya yay.,İstanbul ECZACIBAŞI, Şakir ; “Türk Fotoğraf Sanatı ve 20.Yılında Eczacıbaşı Yıllıkları”, Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi, 1988, Sayı;3, Sf; 16 FIRAT, Kamil ; Kubbe Sonsuz Döngü, Fotoğraf Albüm, 2004,Family Finans Kurumu yay.,İstanbul ANA BRITANNICA Ans.; 1993, İstanbul, Cilt;5 sf; 381 HAYAT MECMUASI 1960 – 1970 yılları arasındaki sayılar ECZACIBAŞI YILLIKLARI, 1968 – 2001 yılları arasındaki sayılar Yeni Fotoğraf Dergisi, İstanbul, Sayı; 3 Yıl;1976- Sayı; 9, Yıl;1977 POLLACK, Peter; The Picture History of Photography, New York , Harry N. Abrahams Inc., 1958. CALVINO, Italo; Gorunmez Kentler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990 WAUTERS Anne; “ Realist Photographs Ordinary Buildings “, ART Press sayı:209, Paris 1995, sf.40-47. DURAND, Regis; “Andreas Gursky, Distance and Emptiness”, ART Press sayı:226, Paris 1997, sf 20-25 DURAND, Regis; “Stephane Couturier Opposite Attractions”, ART Press sayı:214, Paris 1996, sf.42-46 BENJAMIN, Walter; Pasajlar, İstanbul, Y.K.Y., 1995, sf.51-54. ÖZDAL, Işık; “Bernd-Hilla Becher”, Yapı Dergisi, sayı:208, 1999, sf. 102-108 www.milliyet.com.tr www.ahmetertug.com www.kamilfirat.com www.muratgermen.com www.denizce.com f: Andreas Gursky Dosya Konusu 14 Bir Kentin Fotoğraflanmasının Sistematik Adımları Ali İhsan GÖKÇEN Fotoğrafçı KENT: Yaşayan Bir Organizma… Kent, tamamen kültürel bir değerdir ve insanlar için vardır. Kentteki tüm yapılar ve onlara ilgili her şey insan eliyle üretilmiştir ve kullanılmaktadır. Yani kent, yaşamsal sürekliğini insanla sağlamaktadır. Dolayısıyla kenti anlamak ve fotoğraflamak o kenti yaşayan bir organizma gibi anlamak, kültürü bilmek ve insanla birlikte yorumlamakla sağlanır. Her yaşayan organizma gibi kentin de bakıma ihtiyacı vardır, beslenir, hastalanır, kirlenir, temizlenir, neşelenir, üzülür, soğur, ısınır, akıllanır, güçlenir, farklı kültürlerin istilasına uğrar, büyür, küçülür hatta ölür. Bunların bir kısmı doğal, büyük bir kısmı da insan faaliyetleri ile olur. Her kent farklıdır ve özgün bir kimliği vardır. Kimliği kültür; kültürü ise insanlar üretir. Gerek yaşamsal düzeni ve gerekse yapısal olarak sürekli bir devinim ve değişim içindedir. Değişimin algılanması ve takip edilmesi, kentin doğru anlaşılmasını sağlarken, algılanmaması, bizi kentin gerçeğinden çok uzaklara taşır. Kente ait kültürünüz yoksa kenti anlayamamaktan dolayı fotoğraflarınızın niceliği eksik ve yüzeysel olacaktır. Fotoğrafik beceriden dolayı sınırlı sayıda nitelikli fotoğraf üretmek yeterli olmayacaktır. Bir kenti anlamak ve fotoğraflamak ise zamana bağlıdır. Kentte mevsimsel hayat, dönemsel etkinlikler, özel etkinlikler ve olaylar zamansal olarak yaşanmadığı sürece kent eksik yaşanmıştır. Bir diğer gerçek ise, kente yaşayan insanların, kentlerini var eden büyük etkinlikleri yaşamıyor ya da mekanlarında bulunmuyor olmasıdır. İstanbul’da uzun yıllar yaşayıp Topkapı Sarayına gitmemiş, konserlere katılmamış, Emirgan Lale Festivali’ni görmemiş, boğaz vapuru ile gezmemiş sayısız kişi bulunmaktadır. Bir kentin ana aktivitelerini yaşamıyor, ana değerlerini bilmiyorsanız ve özel mekanlarını görmediyseniz kenti kimliksiz olarak yaşıyorsunuz demektir. Tüm bunları yaşamak ve fotoğraflamak ise kültür edinmek ve zaman işidir. Kent, evrensel kimliği ile var olmasına rağmen her birey, kenti kendi koşullarına ve algılarına AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 göre yaşar. Dolayısıyla her fotoğrafçının kenti algılayışı ve yorumu farklı olacaktır. Yani kentin algılanışında tek bir doğrudan söz edilemez. Kent, alt başlıklarında sayısız yaklaşımlarla yorumlanabilir ve bu alt grup çalışmalarında kentin izlerinin olması yeterlidir. Eğer kent ile ilgili genel bir yorumu içeren bir fotoğrafik proje de yapılıyorsa kentin ana kimliği üzerine fotoğraflar aranır. Kaos ve Düzen Kentler, tamamen planlı bir yerleşim olmasına rağmen aynı zamanda büyük birer kaos ortamıdır. Trafik, sokaktaki kalabalık, pazarlar, festivaller, gece mekanları, meydanlar vb. planlanmış mekanlar içinde olmalarına rağmen yaşam kaos içinde sürer. Şehir yaşayanları bunları kaos olarak algılar. Dolayısıyla bir fotoğrafçı için de kent, kaotiktir. Kaosun içinden seçecek ve düzenleyecek olan fotoğrafçıdır. Fotoğrafcı kafasındaki imgeye uygun olarak, kaos içinden özgün, estetik bir seçici yaklaşım uygulayabilmek için aşağıdaki unsurlara dikkat etmelidir: Kentin Tasarımından Faydalanmak; genel anlamda fotoğrafik kaosun ana kaynağı, insan ve kent yaşamı sırasındaki faaliyetleridir. Kentler tasarlanmış yaşam alanlarıdır. Şehir plancıları, mimarlar, peyzaj mimarlar ve yerel yönetimlerin ana işi, kentin daha yaşanır olmasıdır. Yollar, köprüler, mimari yapıların içi ve dışı, metrolar, parklar, meydanlar, çeşmeler gibi şehre ait önemli değerler, zaten özel tasarım ürünleridir. Bu anlamda kentin kendisi estetik olarak tasarlanmıştır veya tasarlanmaya çalışıldığı için bir çok estetik değer içermektedir. Fotoğrafçı kesinlikle mimari yapı ve ortamdaki tasarımı hissetmeli, kullanmaya çalışmalıdır. Gerçi günümüz kentleri ve Türkiye kentlerinde “kaos mimarisi”nin hakim olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye’de kaos mimarisinin başında İstanbul’un geldiği de bir gerçektir. Sadelik; fotoğrafın en temel değerlerinden biridir ve kaosun içinden fotoğrafik konunun seçilip anlam bütünlüğünü koruyarak en sade şekliyle sunulması anlaşılmalıdır. ...kent, fotoğrafik ve teknik yaklaşımlar olarak her şeyi kapsamaktadır. Bu anlamda bir kentin amaca uygun fotoğraflanmasını, sistematik bir yaklaşım gerektirir. Sadelik, anlam, teknik, ışık, atmosferik koşullarla da sağlanabilir. Anlam olarak öncelikle birbiri ile yarışan, birbirini desteklemeyen, farklı anlamlar taşıyan konuların, anlatımı zayıflatan formların, renklerin, ışıkların ayıklanması anlaşılır. Bu tanım; sadeliğin, fotoğrafın konusunun bir anlam ve nesne olması şeklinde algılanmamalıdır. Çok farklı nesnenin, olayın, rengin, ışığın bir amaç doğrultusunda, doğru olarak anlam bütünlüğü içinde anlatılması sadeliktir. Teknik olarak ise alan derinliğin kontrolü, farklı odak değerli objektifler kullanımı, konu ile uzaklığın değişmesi, ışığın kullanımı gibi unsurlarla sadelik sağlanabilir. Ayrıca sis, kar gibi atmosferik koşullar, istenmeyen nesnelerin örtülmesini sağladığından mükemmel sadeleştirici ögelerdir. Mevsim değişiklikleri ile ortaya çıkan yeni koşullar da önemli sadeleştirmeler sunabilir. Aynı şekilde ışık da iyi bir sadeleştirme sağlayabilir. Ters ışık, fazla ya da az pozlama, uzun pozlama, az ışıklı saatlerin seçimi ve doğru kullanımı ile de fotoğrafta sadeleşme sağlanabilir. Derinliğin Hissettirilmesi; şehir plancılarının ve mimari tasarımın önemli bir kavramı olan derinlik, fotoğrafta da üçüncü boyut etkisi verdiğinden çok önemlidir. Kentin yol, metro, köprü, park gibi temel ögelerinde çok kuvvetli derinlik hissedilmektedir. Derinliğin eldesi, insanla birlikte ele alınan kent fotoğraflarında, kaosu düzenlemekte çoğu zaman iyi sonuçlar vermektedir. Derinlik, farklı yöntemlerle elde edilirken kent fotoğrafında en yaygın olarak nokta perspektifi kullanılır. Nokta perspektifi; aynı boyuttaki nesneleri biri diğerine göre daha uzaktaymış gibi göstermek isteniyorsa bu nesnelerden birinin diğerine göre daha küçük gösterilmesi şeklinde açıklanabilir. Bir başka ifadeyle, nokta perspektifi ile asıl olarak gösterilmek istenen, nesnelerin arasında büyüklüklük oranlarıyla, uzaklık etkisi yaratmak ve derinliğin hissettirilmesidir. Bu tür gösterimde genelde bir kaçış noktası oluşturulmaya çalışılır. Bu kaçış noktasına bağlanan Dosya Konusu 15 yatay veya düşeydeki çizgiler veya gittikçe küçülen lekeler uzaklık etkisi yaratarak derinlik hissi oluşturur. Sonsuzca birleşen bir kaçış noktası ile perspektif yaratılırken, çizgilerin başlangıçlarının köşegenlerden veya yakın noktalarından başlaması bu etkiyi çok kuvvetlendirir. Yüksekler; kaosu düzenlemenin en pratik yöntemlerinden biridir. Bir kentin kuleleri, mimari yapıların üst katları, kaleler, yüksek yapıların seyir yerleri kenti hem çok iyi seyredebileceğiniz hem de koasu daha rahat düzenleyeceğiniz yerlerdir. Daha çok dar açı kullanarak kaos içinden düzenli parçalar seçilebilir. Panoromik fotoğraf çekmek için de en uygun yerler yüksek alanlardır. Bir Kenti Fotoğraflamak Her kentin kimlikleri ülkeler arasında büyük farklılıklar gösterdiği gibi aynı ülke içinde de büyük farklılıklar da bulunabilir. Kenti amacına uygun fotoğraflayan kişi bu farklılıkları algılayan ve yorumlayan kişidir. Örneğin, Türkiye’de İstanbul ile Urfa’da çok farklı konularda fotoğraflar çekilebilir. Hatta İstanbul’un farklı semtlerinde farklı fotoğraflar üretilebilir. Bir kenti fotoğraflayabilmek için, öncelikle kenti mekansal, sosyal, demografik, ekonomik, doğal, kültürel (tarihi ve arkeolojik) değerlerini bilmek ve amaç doğrultusunda plan yapıp uygulamak gerekir. Kent manzarası, mimari, iç mekanlar, sokak, mavi saatler, gece çekimi, yaşam, portre gibi temel fotoğrafik konularının bilinmesinin yanı sıra o kente ait kültürün bilinip pratikte uygulanabilir iyi bir planla çekilmesi gerekir. Kentin Fotoğraf Çekim Planı Hazırlıkları ve Bazı Hatırlatmalar • Kent kültürel bir değerdir fotoğrafını çekeceğiniz kente ait kültürünüz yoksa fotoğraflarınız çok yüzeysel ve eksik olacaktır. Dosya Konusu 16 • Bir kenti anlamak ve fotoğraflamak zamana bağlıdır. Kent, mevsimsel, dönemsel etkinlikler , özel etkinlikleri ve olayları ile yaşanmadığı sürece eksik yaşanmıştır. • Kent gezisini veya kente ait bir projeyi hangi amaçla yapıyorsunuz ? Amacınızı net olarak belirlemeniz ve ona göre kaynaklarınıza ve kısıtlarınıza göre plan yapmanız gerekir. Bu kente niye gidiyorum? Ne kadar zamanım var? Bütçem nedir? Coğrafi koşullar, siyasi durum, mevsim, izinler...… her şey planınızı belirleyecektir. • Kentin önemli tarihsel, kutsal alanları, önemli mimari yapıları, meydanları, modern yaşam mekanları, doğal alanları, festivalleri, gece hayatı, çarşı/pazarları, insanların bir araya geldikleri ortamlar mutlaka öğrenilmelidir. • Kenti hızla öğrenmenin en kısa yolu bu konuda yazılmış rehber kitapları almak ve kent haritası edinmektir. İlginçtir ama bu yalnızca kısa süreli gideceğimiz kentler için geçerli değil, özellikle İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir gibi yaşadığımız büyük şehirler için de geçerlidir. Web siteleri, bloglar, forumlar gibi bilgi kaynakları, pratik tavsiyeleri alabileceğimiz yerlerdir. Dünya şehirleri gezilerinde en iyi kitapların başında Lonely Planet, Dorling Kindersley Books gelmektedir. • Kente sınırlı süre için gidiliyorsa amaç dışındaki alanlara zaman ayrılmamalıdır. Örneğin Paris’e kısa süreliğine sokak fotoğrafı çekmeye gidiyorsanız, günlerinizi Louvre müzesine ayıramazsınız (Louvre Müzesi’ni de gezmeden Paris’e gidilmiş sayılmayacağı için buraya sınırlı süre ayırmak uygun olur). • Gezilen kente ait GPS kayıtlarından yararlanmak size kolaylık, hız ve güvenlik sağlar. • Kente gezi amaçlı gidiliyorsa, gezi sonrası fotoğraflarınızın nasıl değerlendirileceği önceden belirlenmelidir. Örneğin, bir gezi röportajı olarak değerlendirme olanağı varsa konu bütünlüğü açısından daha önceden çekim yapmayı tercih etmeyeceğiniz konularda da fotoğraf çekmek gerekebilir. Dolayısıyla bu durumda planınızı yeniden gözden geçirmekte fayda vardır. • Mutlaka doğru yerde, doğru zamanı tercih ediniz. Doğru yer ve zamanın bilgisinin doğru kayAFSAD Temmuz - Ağustos 2013 naklardan edinilmesi gerekir. Örneğin, kış mevsiminde Oslo’ya giderseniz çok kısa gün ışığı ile yetinmeniz gerekir. Veya Muson yağmurları zamanında Hindistan’a gidilirse verim azalabilir. • Gitmeden önce yerel yönetimler, acentalar ya da yöre insanlarıyla iletişime geçip rehberlik hizmeti almaya çalışılmalıdır. Gezi öncesi bu olanak bulunamamışsa gezi alanına ulaşıldığında bu olanağın araştırılması ve sağlanmasıyla verim arttırılabilir. Yerel rehberler çevre halkı ile iletişimi hızlandıracağı gibi sizi de bilgilendirerek detayları bulmanızı kolaylaştırabilir. • İzinler ve diğer kısıtlar; kentin belirli yerleri serbest olarak gezmeye açıktır. Mutlaka çekim yapılacak yerlerle ilgili gerekli izinler, açılış kapanış saatleri , özel izinler ve diğer kısıtların bilinmesi ona göre hazırlık ve plan yapılması şarttır. • Kentin özelliğine göre bazen güvenlik problemleri yaşanabilir ve bu çok ciddi bir sorundur. Her yere istediğiniz zaman ve şekilde gidemeyeceğinizi bilmeniz gerekir. • Kentteki insanların portre çekiminden sonra medyada ve yayınlarda kullanımı, kişinin özel izni ile mümkündür. Yayınlanacak portreler için fotoğrafı çekilen kişiye “model release formu” doldurtulmalıdır. Kent fotoğrafını komposizyon bileşenlerinden kategorize etmek yerine, kenti var eden ana değerlere göre analiz etmek daha doğru olacaktır. Çünkü kent, fotoğrafik ve teknik yaklaşımlar olarak her şeyi kapsamaktadır. Bu anlamda bir kentin amaca uygun fotoğraflanmasını, sistematik bir yaklaşımla; kent manzarası, eski şehirler, mimari yapılar ve detayları, yüksek yapılar/gökdelenler, galeri ve müzeler, cadde ve sokaklar, cadde ve sokak detayları, havuz, çeşmeler ve su üzerine özel eserler, ulaşım ve trafik, mağaza, alışveriş merkezleri, pazarlar, endüstri, kent yaşamı, meydanlar, kutsal alanlar, kafe, bar ve restaurantlar, mavi saatler, gece yaşamı, gece ışıkları, havai fişek gösterileri, spor etkinlikleri, konserler, park ve bahçeler, deniz, nehirler, toplumsal olaylar, gösteriler, eylemler, özel günler olarak düşünmek gerekir. Kentsel Dönüşümün Toplumsal Yansımaları Dosya Konusu 17 Ferhat ÖZGÜR Akademisyen, Sanatçı Ankara İzlenimleri, 2003 Irmak Soldamlı: Size göre kentsel dönüşümün bireyler üzerindeki yansımaları nelerdir ve yapıtlarınıza bu olgular nasıl yansıyor. Ferhat Özgür: Kentsel dönüşüm, toplumsal ve bireysel davranışlarımızda, alışkanlıklarımızda gözlemlenebilir değşimlere yol açıyor. 1950’li yılların ortalarından itibaren bunun adı ‘göç’ idi. Eskiden köyden büyük kentlere göç olmuş olsa da köy ve taşra kendi doğasını korurdu. O köylerde hala dere kenarında yıkanan çocukları, umumi köy hamamlarını, kerpiç duvarlı, alçı sıvalı evleri, tezek kokan köy sokaklarını görürdünüz. Köye gittiğinizde tandır ekmeğinin, gözlemenizin, tereyağlı bazlamanızın kokusunu alırdınız. Köyde olduğunuzu hissederdiniz. Oralardan kente gelenler de bu alışkanlıklarını getirirlerdi. Kentte komşuluk ve dayanışma sürer giderdi. Bu komşuluk f: Ferhat ÖZGÜR dediğimiz şey sosyalleşmenin en önemli etmenlerinden biriydi. Komşuluğun olduğu yerde dayanışma ve paylaşma vardı. Geleceğe güvenle bakardınız. Bir çok anınız komşuluk üzerinden oluşurdu. Şimdi küreselleşme döneminde bunun adı ‘kentsel dönüşüm’ oldu. Taşradan kente taşınan alışkanlıklar da sermayeleşti: Vitrinlerde gözleme açan kadınlar, kır pidesi dükkanları vb, hepsi sermayenin mankenlerine dönüştü. Ancak bunu başka türlü de çevirmek gerekir: Kentsel dönüşüm dediğimiz şey, buraya kadar saydığım tüm insani öğelerin birer birer tahrip edilmesinden başka bir şey değildir. Buna ekolojik kıyımı, davranışlarımızdaki tahribatı ve deformasyonu, şirketlerin toprak rantı kavgalarını, vahşi sermaye mücedelesini de ekleyin. Kentler artık toplumsal dayanışmanın merkezi değil, bireysel izolasyonların çoğaldığı yabanıl alanlardan ibaret. Küreselleşme taşradan gelen kontrolsüz Dosya Konusu 18 göçü tetiklemeye devam ediyor. Köyler de birer birer kentleşiyor. Bizleri uzun vadede içinden çıkılmaz dengesiz bir nüfus patlaması, işsizlik ve elbette toplumsal huzursuzluk ve sefalet bekliyor. Benim de yapmak istediğim şey dağılan, çözülüp giden bu toplumsal ve insani dokuyu görselleştirmek. 2002 yılında ‘Bugün Herkes Dışarı’ adlı iki parçalık bir fotoğrafımda böyle bir durum var: Bir Pazar günü bütün mahalle sakinlerini evlerinden dışarı çıkarıp sokağa sıra sıra dizdim. Sonra sokağın bir girişinden bir de çıkışından onları fotoğrafladım. Hayatlarında bir daha hiç karşılaşmayacakları yegane bir ortak anı yaratmalarını istedim. Şimdi 2013 yılındayız. Artık o mahalleden hiç bir iz yok. IS: Yapıtlarınızda mütenalaşma olgusu nasıl görsellik kazanıyor. Genelde bu olguyu nasıl değerlendiriyorsunuz? FÖ: Bir yeri soylulaştırmak toplumu sınıfsal katmanlara ayırmak demektir. “Soylu olan” ile “olmayan” ayrı- ‘Bugün Herkes Dışarı’, 2002 AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 mı kendini bütünüyle sermaye ve toprak rantı üzerinden tanımlar. Bizde bu gelişim şehirlerin ‘Büyükşehir’ olmasıyla tezahür ediyor. Şehirler büyüdükçe, azınlıkların, işsizlerin, yoksulların, kayıt dışı ekonomiyle geçimini sağlayanların, çingenelerin (Sulukule olayını hatırlayalım) ve evsizlerin hepsi “marjinal” ve “toplum dışı” olarak nitelendirilir. Bir anlamda soysuzlaştırılır. Daha güzel ve ideal bir megakent adına onların evleri devletçe tahrip edilir, yerine soylu büyük bloklar dikilir. Gücü yetenler bu bloklarda yaşamaya mahkum edilir, yetmeyenler kentin dışına sürülür. Kent fazlalıklardan arındırılır ve yerini daha zenginlere bırakır. TV reklamlarına bakın, dakika bir boy boy yeni uydu kent ve site reklamlarından geçilmiyor. Bu lüks, sözde mükemmel mülkiyeti kimler nasıl satın alabilmektedirler? David Harwey defalarca uyarıyor Türkiye’yi: “Bu mütenalaştırma süreci iyiye işaret değil.” Ama dinleyen kim! Bu bağlamda Gezi direnişi üç beş ağaç değil haliyle. Yıllarca içimizde biriktirdiğimiz bu adeletsizliğin bir patlamasıdır. Yapıtlarım genelde bu sürecin bende uyandırdığı etkiler üzerine kuruluyor. f: Ferhat ÖZGÜR Dosya Konusu 19 ‘Biz Ameleyiz!’ (2013) tarihli yeni video çalışmam, mütenalaştırma süreci içinde ucuz işçi çalıştırma olgusunu kişisel öyküler aracılığıyla paranteze alıyor. İnşaatta çalışan amelelerle bir hafta geçirdim ve onlarla söyleşiler yaptım. Yani kent sözde cilalanıyor ama bir de üç kuruşa çalışan o insan gücünü düşünelim. Rant kavgası artık tüm insani değerleri silip süpürmüş durumda. Günlük 20 liraya çalışan 14 yaşındaki amele çocuklar…Bu adelet mi şimdi? IS: Peki bu çarpık kentleşme sanatsal ve kültürel üretim ve paylaşımı nasıl etkiliyor sizce? FÖ: Büyük kent kaosu içinde sanat ve kültürün akışını da sermaye belirliyor haliyle. Alternatif, bağımsız sanat mekanları ya da bir döneme mal olmuş kültürel değerler birer birer sermayenin kurbanı oluyorlar. Emek sineması olayını ‘Biz Ameleyiz!’, 2013 yeniden düşünelim. Kültür ve sanatın paydaşları zengin sınıflardan oluşuyor. Sanat mekanları sözde dönüşümle AVM’lerin içine sıkıştırılıyor, tüketimin yan öğeleri haline dönüşüyor. Sinemaya gitmek için evden çıkmak değil, alışveriş ederken sinemaya uğramak gibi acaip bir tercih durumu. Kamusal sanatın da ifade alanı daralıyor haliyle. Büyük kentlerin kültürel ve sanatsal sürükleyicileri sadece biennallerle sınırlanıyor. İstanbul’da görece olarak bienale alternatif etkinlik mekanları varsa da diğer kentler için bağımsız alanlar birer birer yerini mütenalaştırılmış lüks mekanlara bırakıyor. IS: Kentsel dönüşüm projelerinde tanık olduğunuz insan yaşamlarını yapıtlarınıza aktarırken neler hissediyorsunuz ve bu konuda sizce ideal nedir? Sokağa çıkarak, dönüşümün tahribatına maruz kalmış, sosyal haklardan mahrum, yersiz yurtsuzlarla söyleşerek kendimce, sanatçı olarak bir toplumsal angajman sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyorum. Kentsel dönüşüme elbette tümden karşı değilim. Avrupa’da da bu süreç yaşanıyor. Ancak Türkiye’de artık metropoller bir şantiye alanına dönüşmüş durumda. İstanbul kazmadan kürekten, toz dumandan geçilmiyor. Dönüşüm sürecinde, sivil toplum kuruluşlarıyla temasa geçilmesi, kamunun temel beklentilerinin kamunun ağzından dinlenmesi, birinci derecede koruma alanlarına hiç bir biçimde dokunulmaması, moderleşmenin AVM mantığıyla özdeşleştirilmesinden vaz geçilmesi, kültür ve tabiat varlıklarının yok edilmesi yerine onarılması fikrinin benimsenmesi hepimizin en temel beklentisidir. FÖ: Özdeşleştiğimi hissediyorum. Ferhat ÖZGÜR Dosya Konusu 20 Kentin Düğüm Noktaları: Meydanlar İmren DOĞAN PINAR Kenti; farklı mekânların ve işlevlerin oluşturduğu çoğulluklar toplamı olarak tanımlayabiliriz. Kent yaşamının en önemli özelliklerinden biri bu çoğullukların istemsiz olarak, rastlantısal gelişen karşılaşmalarıdır. Aynı zamanda kentsel çelişkilerin odaklandığı alanlar olarak öne çıktığı ölçüde farklı kesimler için farklı anlamlar ve işlevler taşıyan kamusal alanlardır. Bu farklılıkların, toplumsal bir zeminde bir araya gelerek birbirleriyle etkileşmeleri ve paylaşımlarda bulunabilmeleri, bireylerde bütünleşme ve aidiyet duygusunun oluşumu, demokrasi ve kentlilik bilincinin gelişimi, kentin düğüm noktaları olan meydanlarda başlar. İnsanın en temel gereksinimlerinden olan ilişki kurma ve böylece sosyalleşme ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olarak ortak paydaları kentleri olan sosyal oluşum ve toplulukların oluşumuna katkıda bulunur. 1 Mayıs 2009-Taksim, İstanbul AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 1 Mayıs 1996,Kadıköy,İstanbul Kentte yaşayanlar için meydan, gündelik yaşamla iç içe geçmiş aktivitelerin alanıdır. Kimi zaman bir buluşma mekânı, kimi zaman yorgunluk atıp dinlenme yeri, kimi zamansa bir gösteri mekanı. f: Ali ÖZ Devletin gücünün simgesel ve işlevsel olarak kamuya sunulmasında ise bir güç alanıdır. Toplumsal açıdan önemli fonksiyonları barındıran ve dönemlerinin önemli olaylarına tanıklık etmiş meydan- f: Ali ÖZ Dosya Konusu 21 2002 Ekonomik Kriz Eylemleri, Tandoğan, Ankara lar, kent ve onu belirleyen ana parçalar olarak, toplumsal belleğin, kimliğin, aidiyetin oluşumundaki asıl etmenleridir. Parçası olduğu kentle fiziksel, sosyal, kültürel, tarihsel bağlamda bir bütündürler ve kentin kültürel özelliklerinin ve tarihi geçmişinin anlaşılmasında, kimliklerinin belirlenmesinde ve özgün karakterinin oluşumunda son derece etkilidirler. Meydanlar, toplumun her katmanından bireylere hizmet ederken Ekonomik Kriz Eylemleri, 1998, Kızılay, Ankara f: Ali ÖZ bu toplumsal işlevinin yanı sıra kent imgesinin oluşumunda da etkilidir. Temelde sosyal, kültürel, siyasal ve ticari amaçlar için bir araya gelme gereksiniminden doğan bu alanlar, ortak akıl ve sınıf bilincini de etkileyerek gerek f: Ali ÖZ Dosya Konusu 22 birey ve toplum ilişkilerinin ve gerekse sosyal yapılanmanın oluşumunda beyin görevi görürler. Kentsel iletişim ve birlikteliğin merkezi olarak, kent kimliğinin oluşumuna ve kentin kendi kültürünü yaratmasına öncülük ederler. Kent meydanlarının bir diğer önemli fonksiyonu ise özgürlük ve demokrasi mücadelelerinin platformlarıdır. Halkın, iktidardan beklentilerini dile getirdikleri alanlardır. Meydanların ilk oluşumunun iktidarın kendi gücünü ve otoritesini sağlamlaştırma niyetiyle bağlantılı olduğunu biliyoruz. Dinin egemen güç olduğu Ortaçağ döneminin meydanları, dinsel törenlerin gerçekleştirildiği alanlar olmanın yanı sıra yasalara uymayan ve isyan çıkaranların idam edildiği, otoritenin oluşumuna hizmet eden, zemin hazırlayan alanlardı. Rönesans döneminde, oldukça büyük biçimde inşa edilen bu alanlara konulan askeri ve dinsel simgeler, iktidarın gücünü simgeleyen anıtsal yapı ve heykellerle, adeta bireyin iktidar karşısındaki güçsüzlüğü sembolize edilmek isteniyordu. Bugün ise Dünyada meydanlara baktığımızda iktidarlar, birbiriyle en az ilişki içinde yaşayan topluluklardan yana bir anlayışla meydanlara karşı bir tavır sergilemekteler. Şehirler meydanlarıyla vardır, Paris, Republique Meydanı’dır, Londra, Trafalgar. Asırlara varan tarihiyle bir devrimin sembolü olmuş Kızılmeydan (Moskova), 20.yy’ı tamamlayan büyük olayların kaynağı Tiananmen (Pekin), Mısır devriminin sembolü Tahrir. İstanbul’un tarihi ile iç içe ve kent imgesini oluşturan en önemli AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Cumhuriyet Mitingi-2007, Gündoğdu, İzmir Mavi Marmara Gemisinde Öldürülenlerin Cenaze Töreni, 2010, Beyazıt, İstanbul f: Ali ÖZ Dosya Konusu 23 ögelerden Beyazıt, yakın zamana kadar 1 Mayıs kutlamalarının sembol adresi bugünse Gezi Parkı eylemlerine tanıklık eden Taksim Meydanları. Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş, uyanışın simgesi Ulus, bugün artık meydan özelliğini neredeyse kaybetmiş Tandoğan, kenarından köşesinden kent kültürü ve estetiğinden çok uzak binalar ve trafik nedeniyle traşlanmış Kızılay, İzmir’ de toplumsal hareketlerin başlangıç ve bitiş noktası Gündoğdu Meydanları…Tarihten bugüne agora, forum, plaza, cambo, piaza, grandplace olarak pekçok isimle anılan meydanlar. f: Ali ÖZ Gezi Parkı Olayları,2013, Taksim, İstanbul f: Ali ÖZ Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de kentin temel ögesi olarak kent kültürünün önemli bir parçası iken Türkiye’nin 1950’li yıllarda başlayarak hızlanan gelişme ve değişme sürecinde, yaşadığı hızlı kentleşme olgusuyla birlikte kentler sürekli büyümüş ve nitelik olarak değişmiştir. Tarih boyunca kentlerimizin kimliğini ve kişiliğini ortaya koyan önemli bir kentsel yaşam odağı iken günümüzde taşıt trafiğini hafifletecek kavşaklara, otoparklara dönüştürülerek özgün değerlerini yitirmişlerdir. Bu aynı zamanda kentlilerin ev ve iş arasındaki sıkışmış yaşamları, neredeyse getto niteliğindeki mahalle ve sitelerdeki yaşamları veya AVM’lere hapsedilmeleri ile bireyselleşmeyi ve kalabalıklar içinde yalnızlaşmayı getirmektedir. Kaynakça 1.http://www.sendika. org/2011/07/kent-meydanlarimahmut-ustun/ 2.http://www.birgun.net/city_index.php?news_code=1241147741&d ay=01&month=05&year=2009 Dosya Konusu Cityrama 24 Engin ÖZENDES (ESFIAP) Fotoğraf Tarihçisi, Küratör Yaşadığımız kenti tarihi, kültürü, sanatı ve insanı ile tanıyor muyuz? ya gayret eder. Sonuçta kendi fotoğraf anlayışını, yaratısını ortaya koyarak kenti sunar. Mevsimlerin baştan çıkarıcı dönüşümlerini o kentin hangi köşelerinde keyfimizce yaşıyoruz? Orada yaşayıp, kentin sahipleri olan fotoğrafçılar objektifin arkasına geçtiklerinde, çok yakından bildikleri binaların, meydanların, anıtların, sokakların, tarihsel, kültürel, sosyal izlerini, yaşayan ruhunu, estetik anlayışları ile yoğurarak yeniden keşfederler. Çağın homurtulu, keskin dişli makinalarına kendini direnmeden teslim eden eski yapılara ne duygularla bakıyoruz? Tüm bu değişim, sınırlarını aşan, genişleyen İstanbul’un kayboluşu mu, yoksa doğal bir büyüme süreci mi? Kent Fotoğrafları Bir kentin tanıtılması için en önemli öge mimari dokudur. Kent hakkında ilk bilgiyi, yapıları verir. Bu tanıtımı başarı ile yürütense fotoğraftır. Batının yaşam biçimine yansıyan genel bir oryent fikri, yüzyıllardır süren ilgi, Romantizmin etkileri, gelişen siyasal olaylar, ekonomik ilişkiler, bilimsel ve arkeolojik araştırmalar 19. Yüzyılda Oryantalizm modasının kapılarını sonuna kadar açtı. Kente dışarıdan gelen fotoğrafçılar, öncelikle yabancısı olduğu sokakları, yapıları, insanları tanıma- Bu yüzyılda Doğu ülkelerinin tanıtıldığı gravürlü kitaplara duyulan ilgi artarak, sonunda pazarı bes- Galata’ya Bakış, İstanbul, 2004 AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Dosya Konusu 25 lemek için yeni bir profesyonel sanatçı sınıfı doğmasına neden oldu. Gravür sanatçılarının en parlak dönemi başladı. Gravür albümleri “A la Turquie” kıyafetlere ve göz kamaştıran Doğu mimarisine hayranlıkla bakışın kapısı oldu. 19. yüzyılda sanat ortamını etkileyen önemli faktörlerden biri kuşkusuz, ulaşım araçlarının geçmişe oranla değişmiş, düzenli gezi turlarının yapılmaya başlanmış olmasıydı. İstanbul’a yapılan karadan ilk toplu turistik seyahat, Orient Express’in 1 Haziran 1890’da Sirkeci Garı’na gelmesiyle başladı ve Orient Express Doğu’ya seyahatin bir simgesi haline geldi. Bu ilgiyle birlikte de İstanbul’un büyük otelleri, kafeteryaları, mağazaları yeni bir görünüm kazandı. Doğu’ya yapılan gezi koşullarının düzelmesi, gezgin fotoğrafçılara da kolayca ulaşma olanağı sağlamış oldu. 19. Yüzyılın ortalarına doğru bulunuşu ile birlikte sanata yeni bir bakış açısı getiren fotoğraf, kentlerin tanıtımı için en değerli araç olarak yerini aldı. Fotoğraftan gerçek görüntüleri izleyenler artık gravür sanatçılarının genellikle sunulan yerlerin, görülmeden çizdikleri görüntülerine ilgi duymaz oldular. Tam bu nedenle sönmeye yüz tutan gravür sanatı, o dönem fotoğraflarının basılarak çoğaltılma olanağı olmadığından baskıya hazırlanması aşamasında yeniden gereksinim duyulan bir çalışma alanı oldu. Hatta uzun poz süresi nedeni ile fotoğraf karesine giremeyen canlılar da gravürcüler tarafından fotoğrafın yeniden çizilen görüntüsüne eklenerek hareket kazandırıldı. Doğu’nun manzaralarına, arkeolojik sitelerine, görkemli mimarisine, ilginç sokaklarına, portrelerine ilgi arttıkça, Batılılara hayal ettikleri dünyayı daha da çeşitlendirerek göstermek için yerli fotoğraf stüdyoları çalışmalarını yoğunlaştırdılar. 1860’larda hem paraca daha ucuz, hem de küçük olduğundan taşıma kolaylığı olan carte-de-visite bo- f: Arif AŞÇI Dosya Konusu 26 Santa Maria Depespier Kilisesi İstanbul Modern AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 f: Cengiz AKDUMAN f: İbrahim AYŞIL Saraçhane Bozdoğan Kemeri, İstanbul,2004 f: Selim SEVAL Dosya Konusu 27 Komando Merdivenleri, İstanbul, 2004 f: Selim SEVAL Galata Kulesi, İstanbul 2004 f: Arif AŞÇI Dosya Konusu 28 yutunda (6.6 X 10.7 cm.) fotoğraflar pazarlanmaya başladı. 1865’den sonra fotoğrafçılar turistik fotoğrafları, cabinet boyutlarda (11.25 X 16.25 cm.) veya batılının ilgi noktalarını titizlikle saptayıp büyük boy albümler halinde satışa sunmaya başladılar. En çok alıcı bulan Beyazıt veya Galata Kulesi’nden çekilen panoramik fotoğraflardı. Fotoğrafçı makinası ile kulenin balkonunda dönerek parçalar halinde çektiği fotoğrafları birleştirerek özel bezlere yapıştırıp katlanmalarını sağlıyor ve yine özenle hazırlanmış bir kapak içine ciltliyordu. Resimli kartpostallar Batı dünyasından sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda da görülmeye başlandı. Cumhuriyet döneminde Matbuat Umum Müdürlüğü, Türkiye’de yaşayan Avusturya asıllı fotoğrafçı Othmar Pferschy’yi 1935 yılında sözleşmeli olarak görevlendirdi. Beş yılı aşkın bir süre bu görevde çalışan Pferschy, Anadolu’yu dolaşarak binlerce fotoğraf çekti. Bu fotoğraflarla Türkiye’yi tanıtmak üzere hazırlanan albümde, devlet eliyle yapılan tüm sanayi kuruluşları, binalar, yeni sistemde eğitim, açılan yollar, barajlar, yeni anlayışla kentleşme, tarım, sanat, gençlik ve çalışan nüfus görüntüleri vardı. de tüm bu çabalara kendi tarzını katarak çekime yönelmek ve sonuçta o kentin özgün yapısını gözler önüne sermektir. Roma, Bizans, Osmanlı eserlerinin bir sentezi olan İstanbul kentinin nice açık ya da gizli köşelerini Cengiz Akduman, Arif Aşçı, İbrahim Ayşıl, Cemal Emden, Sinan Koçaslan, Selim Seval ve Cem Turgay kente doğrudan bakış yerine, fotoğraf estetiğinin kullanıldığı, artistik tadlar arayan fotoğrafları ile görsel bir şölene dönüştürdüler. Hem içerik, hem de teknik olarak ustaca yaratılmış; bazılarında simetrinin, bazılarında dizilmelerin, bazılarında tekrarların kullanıldığı fotoğraflar değişik bir senfoni oluşturdu. Fotoğrafçılar tarafından seçilmiş bu anlar, bir kentin siluetinin insanoğlu tarafından yok edilmeden izleyeceğimiz belki de son kayıtlarıdır. Yenikapı arkeolojik kazılarıyla İstanbul’un tarihi 8500 yıl daha geriye gitti. Kentlerdeki yeni yapılaşmanın burayı ne hale getireceğini bilmiyoruz. Bir kez daha zihnimize kazınsın diye, 2005’de İstanbul Modern’de izleyicileri ile buluşan Cityrama’yı sizinle de paylaşmak istedim. Düz görüntüleri fotoğraf sanatına dönüştüren; bir kenti anlamak, ulaşılmak istenen sonucu özümlemek ve İstiklal Caddesi, İstanbul, 2002 AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Lebon önünde f: Cengiz AKDUMAN f: Cem Turgay Dosya Konusu 29 Portfolyo Doğaçlama Şehirde Olmanın Kısa Tarihi 30 Merih AKOĞUL Fotoğraf Sanatçısı, Yazar Trafiğinden, küçük hırsızlarına, lodosundan, hergün iki kıta geçen yolcularına, görünmez labirentlere mahkûm edilmiş insanlarından, günü geldiğinde meydanları dolduran büyük isyanlarına, alışık olmayanın altından kalkamayacağı, bu değişik ve tuhaf coğrafyada, bazen bir fotoğrafçı, bazen de bir şair olarak yaşıyorum ben. 70’li yılların ikinci yarısında fotoğrafa başlayan bizler (ki 80 Kuşağı olarak anılırız) aslında manzara fotoğrafıyla, fakir mahallelerin sokak aralarında sümüklü çocuk fotoğraflarının arasında kalarak fotoğrafı anlamaya çalıştık. Ülkenin sosyal konumu ve fotoğraftaki uyanışın ikinci AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Benim yaşadığım şehri fotoğraflamam, klasik güzergâhım üzerinde anlık/günlük değişimlerin yarattığı enerji alanları üzerinden ilerlemektedir. Ben yolumun üzerindeki fotoğrafı Portfolyo Doğaçlama 31 çekerim, fotoğraf için bir yere gitmem. Enstitüsü) niyetlenmeme neden oldu. Sınavını kazanarak Akademili olmakla başlayan okul yıllarım, hocalarımdan ve o dönemin fotoğrafçılarından öğrendiklerimle bugünlerimi hazırlayan bir altyapının temelini attı. İnternetin olmadığı, yabancı kaynaklardan kitap, dergi olarak yararlanamadığımız, kapalı bir dönemdi. Sıklıkla arkadaşlarımızla bir araya gelip, tartışıp konuşarak, adeta iğne ile kazarak elde ettiğimiz bilgileri birbirimizle paylaştığımız bir süreçti. Sanat dünyası bu kadar kirlenmemişti. Bizim de tıpkı eski ustalarımız gibi iki yolumuz vardı. Ya görünenin ardındaki anlamın ardına düşecek, zamanının sınırlı teknikleriyle bazen gerçeküstücüfantastik işler üretecek, ya da yaşadığımız çevreyi, başka bir gözle yeniden ele alacak ve fotoğraflara dönüştürecektik. perdesine denk gelen bu dönem, biraz daha büyüyüp üniversite çağına geldiğimizde ben ve benim gibi duyarlılıkları olan arkadaşları ister istemez görsel bir arayışa itmişti. Bugün, İstanbul’da çekmekte olduğum fotoğrafı daha doğru değerlendirebilmek için, fotoğ- rafımızın yakın tarihine bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Fotoğrafa başlarken, Türkiye’nin fotoğraf dinamikleri, benim fotoğraf okumaya karar vererek, Türkiye’nin o zamanlar fotoğraf eğitimi veren ama henüz mezun bile vermemiş bir okuluna (o günkü adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Fotoğraf Sosyal-belgesel fotoğraflarda da şehir vardı ama yalnızca fonda öylesine bir öğeydi. Anadolu’un huzurlu buğday başağı ya da karlı dağ manzaralarına baktığımızda da fotoğraf makinesinin yalnızca güzel görüntüleri aktaran bir araç olduğunu görüyorduk. Turizmin yaygınlaşmaya başladığı bu dönemde en fazla kartpostal ve takvimlerdeki güzel görüntüleri referans olarak sunabiliyordu fotoğrafçılık. Ağırlıklı olarak camileri, tarihi binaları, Boğaz’ı, park ve bahçeleriyle İstanbul; kalanı da Anadolu’nun tarihi yapıları ile Uludağ, Bodrum, Kuşadası görüntüleriyle, fotoğrafın kamusal temsili gerçekleşiyordu. Gerçekten de fotoğrafa bu günlerde gözlerini açanlar, pitoresk bir anlayışı, somut İstanbul ve Anadolu fotoğrafını izlek olarak seçmek ve uygulamak durumundaydılar. Portfolyo Doğaçlama 32 90’lı yıllara gelindiğinde, depolitize olmuş bir toplumun içsel gelişimini tamamlayıp, psikolojik ve ontolojik bir bağlamda, dünyayı kendi üzerinden yeniden kavramasından sonra sanat da farklılaşarak kulvarını değiştirmişti. Şehrin, sadece içinde devindiğimiz ve fotoğrafların fonlarını oluşturan bir mekân değil, aynı zamanda yaşayan bir organizma da olduğunun farkına varmıştı insanlar. Taşı toprağı fotoğraftı İstanbul’un. 2000’li yıllarda bunu dünyanın önemli fotoğrafçıları da keşfetmişlerdi. Aynı zamanda bu yıllarda fotoğraf, adeta karışık tekniğin yerini alarak özellikle güncel/çağdaş sanat yapan bir grubun malı olmuştu. Fotoğraf -iddiasız amatörler dışında- bir ucu belge (Magnumvari), diğer ucu da sanat olan bir tahterevalliye dönüşmüştü. Tekrar konumuza dönersek: Benim yaşadığım şehri fotoğraflamam, klasik güzergâhım üzerinde anlık/günlük değişimlerin yarattığı enerji alanları üzerinden ilerlemektedir. Ben yolumun üzerindeki fotoğrafı çekerim, fotoğraf için bir yere gitmem. Zoolojik anlamda bir timsahın ya da toplumsal anlamda bir Hintli’nin fotoğrafını çeksem, koyacak yerim AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 yok ki benim. Hangi serginin içine nasıl katabilirim ki... Sadece Sih din adamının yüzü ve takıları (bir batılıya göre) ilginç diye onu çekme hakkını kim verir bana. Eskiden bu ülkelere az sayıda fotoğrafçı gittiği için ilginç olan bu görüntüler, turizmin bir endüstriye dönüştürülüp her birey için ulaşılabilir olmasıyla önemini yitirmiştir. Önemli olan, oralara gidildiğinde görülen ilginç şeyler değil, oralarda çekilen fotoğrafın buralara nasıl bir estetik ve bakış açısıyla getirildiğidir. Ben fotoğraflarımda insandan çok, insanın bıraktığı endüstriyel izlere yer veriyorum. Leicam ile tek makine, tek objektif kullanıyorum. Ne çok içine giriyorum konuların, ne de çok uzağında kalıyorum. Aşırı geniş açılarla ya da fotoğraf işleme programları ile abartılmış fotoğraflardan uzak duruyorum. Biraz canlandırma, varsa küçük bir açısal düzeltme benim için yeterli. Çekeyim, evde hallederim gibi bir yaklaşımım hiç olmadı. Büyük iddialarım yok, bazen bir şeyleri kaçırmış olmaktan da bü- Portfolyo Doğaçlama 33 yük keyif duyuyorum. Düşünsenize her istediğiniz fotoğrafı çekebiliyorsunuz, ne sıkıcı olurdu. 2010 yılında İstanbul’un Kültür Başkenti olmasını bahane ederek hazırladığım “İç İçe İstanbul” serimde de her zaman yaptığım gibi fotoğraflarımı elden geldiğince sessizce çektim. Gittiğiniz yerde insanlar, sizi kabul etseler bile kameraya oynuyorlar, poz veriyorlar. Sahte ya da kurmaca bir şeyler olduğunda -elbette belgesel fotoğrafçılıktan söz ediyorumorada fotoğraf çekmeyi bırakırım. Benim için önemli olan, insanların içinde, onları rahatsız etmeden sessizce dolaşabilmektir. Makine bir teferruattır. Fotoğraflarıma bakanlar, orada belli belirsiz gülümseten “ironik” bir şey olduğunu söylerler. Son Gezi olaylarında da gördük. Öyle bir hiciv var ki çevremizde, bizim bir yere geçip en uygun açılardan fotoğrafı çekmemiz yeterli oluyor. Fotoğraflarımda insanları gülümseten şey; yan yana gelen tuhaf şeyleri hemen ayrımsamam ve fotoğraflarda bunun yarattığı dinamizmi kullanmamdır. Tuhaflıkları görmekte mahirimdir. Ben şehir fotoğraflarımı çekerken onca somut malzemenin varlığına rağmen, o nesneler bir araya gel- meden asla görülmeyecek boş ve somut bir alanı tasarruf ederim. Sokakta olmayı, sokaktan beslenmeyi seviyorum. Kendine has kuralları olan bir mahallede büyüdüğümü asla unutmuyorum. Fotoğrafta bir yerlere gelmeden önce ağzı iyi laf yapan (ilkokulda kümenin sözcüsü), şiirler yazan (hislerimi dizelere çevirirdim), iyi langırt oynayan (bir iki kişi yenebilmişti beni), minyatür kale maçlarında çok iyi back tutan (açı hesabım o zaman da iyiymiş demek), tuhaflıkları görüp hissedebilen (ama herkesin gördüğünü de görmekten aciz) bir adamdım. Mahallem, yaşadığım şehrin beni dünyaya bırakan rahmiydi. Genetik kodum, şehirlere olan aşkım hep bu mahallelerde biçimlendi. Şehirleri fotoğraflayan arkadaşlarımın, şehirle olan ilişkilerini sorgulamalarını şiddetle öneririm. Herkesin şehri, şehirleri var. Çıksınlar, koklasınlar, hissetsinler, sokaklarında gezsinler, seyyar satıcılarından yemekler yesinler, umumi tuvaletlerine girsinler, parklarında bahçelerinde soluklansınlar, su kenarlarında çay içsinler, yağmurlarında ıslansınlar, gösterilere katılsınlar, dışlarında kaldığını sandıkları olaylarla aralarında empati kursunlar. Hâlâ olmuyorsa, şehir onlara istedikleri fotoğrafı vermiyorsa, ceplerine Kavafis’in -Cevat Çapan’ın harika çevirisiyle- meşhur “Şehir” şiirini koyup aşağıdaki dizelerin avuntusuyla yeni maceralara doğru yol alsınlar. “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir.” Bu şehrin sokaklarında olmak, “Geçen Yaz Viyana’da”, “Siyah Beyaz Afyonkarahisar” kitaplarını ve “İç İçe İstanbul”un da içinde olduğu şehir serilerini yapmış olmak benim için büyük bir keyif ve onurdur. Ruhu olduğuna ve fotoğraflarının adımı fısıldadığına inandığım şehirlere, bana sundukları anlar nedeniyle minnettarım. Mekânlar aynı kalabilir ama fotoğrafı kıymetlendiren, değişimin kendisidir. Örneğin İstanbul, 2013 yılının Haziran ayından sonra yalnız bizim değil tüm dünyanın gözünde asla aynı şehir olmayacak. İnsanlar ağaçların üzerinden, evrene ve varoluşa nasıl bakacaklarını yeniden hatırladılar. İyi ki… İstanbul, Haziran 2013 Portfolyo Doğaçlama New York Uykuda 34 Christopher THOMAS www.christopher-thomas.de Çeviri: Arzu ÖZGEN “New York Uykuda”, şehrin günlük yaşamın kargaşası, gürültü patırtısından soyutlanması ve özünün ortaya konmasına yönelik bir çalışmadır. olması ve artık üretilmemesi çekim açımı çok dikkatli belirlemeye zorluyordu beni. Kullandığım makinanın çok büyük olması ise bir başka güçlük sebebiydi. Herkesin bildiği gibi New York, dünyanın en canlı ve hareketli şehirlerinden biridir ve insanlar New York’u normal bir zamanda gündüz gördüklerinde bütün iz- Şehrin kalabalık yerlerini insansız fotoğraflamanın başka bir yolu da birkaç dakikalığına çok uzun pozlamalar yapmaktı… lenimleri bol gürültü ve kargaşadır. Şehri bu kargaşadan soyutlayabilmek adına çekim yaptığım yerlere ya sabahları çok erken saatlerde ya geceleri geç saatlerde ya da insanların evlerinden çok çıkmadıkları kötü hava koşullarında gitmeyi tercih ettim. Şehri kısa bir süreliğine de olsa sessizken yakalayıp görüntülemek için uzun süreler dışarda kaldım. Hiç uyumuyor gibi görünen bu şehir aslında çok kısa sürelerle de olsa sessiz sakin zamanlara bürünüyor. Bu zamanların az olması nedeniyle bunca sessiz fotoğrafı bir araya getirmenin benim için hiç de kolay olmadığını söylemeliyim. Neyse ki, böylesine dinamik bir şehrin sessiz zamanlarını yakalamak adına tatmin edici sonuçlar alabildim. Bir başka zorluk ise fotoğrafları linhof technica ile çekiyor olmakla ilgiliydi. Kullandığım filmin Polaroid 55 Sevgilerimle… AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Portfolyo Doğaçlama 35 Portfolyo Doğaçlama Bir Paris Müptelası 36 Timurtaş ONAN Fotoğraf Sanatçısı, Yönetmen www.timurtasonan.com Paris benim fotoğraf sanatını sevmeme neden olan şehirlerin başında gelir. Robert Doisneau, Eugene Atget ve Henry Cartier Bresson gibi fotoğrafçıların Paris fotoğrafları beni çok etkilemiştir. Şimdi o fotoğraflardaki Paris yerini steril ve turistik bir şehire bırakmış. Her şeye rağmen geçmişte yaşanmış, dünyaya örnek olmuş tarihsel olayların ve başlangıç yeri Paris olan sanat akımlarının mirası bu şehire sinmiş. Paris, herkesin bildiği tüm ihtişamı ile önümüzde uzanıyor, her yer müze ve anıtlarla dolu. AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Baudelaire, Rimbaud, Verlaine gibi edebiyatçıların, Albert Camus gibi filozofların yaşadığı, Empresyonizm, Kübizm gibi bir çok sanat akımının ve fotoğrafçılığın başlangıç noktası olan; Jean Luc Godard, Francois Truffaut, Claude Chabrol gibi büyük yönetmenlere ev sahipliği yapan bu şehir hakkında çok şey yazılabilir ama ben ne yazık ki sadece fotoğraf çekebiliyorum Geçen yıl eşim Sennur ile ünlü Pigalle semtine yakın bir otelde kalıyorduk. Sacré-Cœur Bazilikası otelimizin penceresinden görünüyordu. İlk gün Montmar- tre adlı efsanevi ressamlar tepesinde bulduk kendimizi. Picasso, Salvador Dali, Claude Monet gibi ressamlar bu bölgede yaşamışlardı. Notre Dame kilisesi, Louvre müzesi gibi şehrin önemli simgelerini ziyaret ettikten sonra Musee d’art Moderne de efsanevi Jean Michel Basquiat sergisini gezme fırsatını bulunca çok mutlu olduk. Pariste beni neler etkilediyse o yönde devam edip kendi bakış açımla ve kendi anlatım biçimim ile fotoğraflamaya çalışıyorum bu şehri. Gündelik yaşamdan imgeler benim için çok önemli. Paris’te beni neler etkilediyse o yönde devam edip kendi bakış açımla ve kendi anlatım biçimim ile fotoğraflamaya çalışıyorum bu şehri. Gündelik yaşamdan imgeler benim için çok önemli. Portfolyo Doğaçlama 37 Sokaklarda yürürken Atilla İlhan’ın “Biraz Paris” Nazım Hikmet’in “Paris Üzerine Bilmeceler” adlı şiirleri havada uçuşuyor. Metroda bir müzisyen akordiyonu ile Astor Piazzola’dan melodiler çalıyor. Bir Paris müptelası olduğuma eminim artık. Yılmaz Güney’in, Ahmet Kaya’nın ve birçok ünlünün gömülü olduğu ihtişamlı Pere Lachaise Mezarlığı’na gidiyoruz. Bulmamız zor olsa da Gaspard-Félix Tournachon’un namı diğer Nadar’ın mütevazi mezarını ziyaret ediyoruz. Jim Morrison’u da unutmadık tabi. Paris’in en iyi tarafı her yere yürüyebiliyorsunuz. Örneğin Saint Germain den Notre Dame’aa çıktınız. Nehir boyu yürüyerek Jardin des Tuileries, Concorde Meydanı, Musee d’Orsay, Pont Alexandre köprüsü ve Le Grand Palais’in önünden geçerek Champs-Élysées’ye. Arc de Triomphe’un önünden Trocadero’ya ve Eyfel’e doğru yürümek mümkün. Saint Germain harika galerileri ve güzel kafeleri ile sanat kokuyor. Beyoğlu’nun da rant uğruna alışveriş merkezine dönüştürülmeden önce Saint Germain gibi olma ihtimali vardı. Seine nehri boyunca dizilmiş kitapçılarda Paris’in kültürel geçmişine ait fotoğrafları ve kitapları bulabilirsiniz. Tüm kafelerde, duvarlarda harika afiş çalışmaları bulunuyor. Dükkânların üzerindeki ve tabelalardaki orijinal kaligrafik yazılar bize geçmişi yaşatıyor. Şehir merkezi dışında kentin fotoğrafçılar için enteresan olan bir yeri daha var. Cam ve çelikten yapılma gökdelen ve modern binaları, alternatif heykelleriyle Paris’in iş merkezi La Défense. Geleceğin dünyasını sunuyor size. Yirmi beş gün boyunca fotoğraf peşinde koştuktan sonra artık İstanbul…Tüm çarpık kentleşmesi ile önümde uzanıyor şimdi, ama özlemişim. Dosya Konusu 38 AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Dosya Konusu 39 f/64 Doğaçlama Bir Şehri Fotoğraflamak Ya da İki Dilde Merhabarev 40 Özcan YURDALAN Fotoğrafçı, Yazar ozcanyurdalan@yahoo.com Narphotos, Erivan, 2006 Adına şehir dediğimiz organizma, her canlı gibi bedeni ve ruhuyla birlikte tezahür eder. İçine aldığı ne varsa biraz kendisine benzetir, biraz da kendisi ona benzer. Bu sayede aralıksız dönüşüm yaşayan şehir dokusu aynı zamanda şehrin suretlerini yaratır. Bir şehrin kadraja giren parçası her ne kadar görünen yanına ait olsa bile, her suret gibi onun da arkasında yaşanmışlıklara ait derinlikler vardır. O derinliklere bakabilen ve yüzeyde gördükleriyle yetinmeyen fotoğrafçının mahareti, şehrin sinir uçlarını kurcalamaya başladığı zaman ortaya çıkar... En sonda söyleyeceğim lafı yaAFSAD Temmuz - Ağustos 2013 f: Serra AKCAN zının başında söyleyerek okuru zahmetten kurtaracak olursam eğer: “Bir şehri fotoğraflamak, ruhuna nüfuz etmiş suretlerin peşine düşerek o şehrin hakikatini aramak işidir,” derim. Bu işe kalkışan her fotoğrafçının kendi meşrebine göre tutturduğu bir yol, aklının kestiği bir yordam vardır. Bu fotoğrafçılardan bazıları ruhlarına düşmüş şehir yansımalarını görüntü haline getiren suret ustalarıdır. Bazıları ise gözleme dayalı şahsi tanıklığı yaratıcı bir ifadeyle hikaye eden fotoğrafçılardır. Onlar kameralarını doğrultup meydanlardan bulvarlara, oradan mahallelere, sokaklara, mekanlara gire çıka şehre bakar, algı boyutlarını zorlayarak şehrin bünyesini görmeye çalışırlar. Zihinlerindeki şehri fotoğraflarken aynı zamanda bir merakın peşine düşerek öncelikle şu soruların cevabı ararlar: Burası nasıl bir yer? Burada kimler yaşıyor? Bu insanların nasıl bir hayatları var?... Buldukları her cevap bize fotoğrafçının zihninden süzülmüş o şehrin bir sureti olarak görünür. Hayatın İçindeki Şehir Fotoğrafı Fotoğraf makinesinin sıradan Bir şehri fotoğraflamak, ruhuna nüfuz etmiş suretlerin peşine düşerek o şehrin hakikatini aramak işidir. f/64 Doğaçlama 41 bir teknik kayıt aracı olduğunu biliyoruz. Ancak “fotoğrafçılık mahareti”nin bu aleti kullanmaktan ibaret olmadığını, çünkü fotoğrafların aynı zamanda “gösterme” ve “sordurma” yetenekleri bulunduğunu, “kanaat yaratma” etkisine sahip olduğunu kabul ediyoruz. Görüntüler bize bir şeyler anlatırken aynı zamanda fotoğraflarda kurgulanmış anlam dünyası aracılığıyla fotoğrafçının zihni ile bizim zihnimiz arasında bir kanal kuruluyor. Ancak bu ilişki o kadar saf, sade ve masum değil. Her fotografik görüntüyü içselleştirdiğimiz kültürün kodlarıyla ve edindiğimiz ideolojinin saikleriyle çözümlediğimiz kadar bize ulaşmasını sağlayan mecranın kodlamasıyla da okuyoruz. Fotoğraflar, giderek yaygınlaşan illüstratif görüntüler halinde her geçen gün hayatımızda daha fazla yer tutuyor. Sadece tanımlayan, tasvir eden, gösterip anlatmayan suretlerle kuşatılmış vaziyetteyiz. Kameralar fotokopi makineleriyle yarışarak hayattan kopyalar çıkarıyor. Görünümlerin sıradan kopyaları halinde biteviye üretilen bu fotoğrafların yanı sıra şehirde karşımıza çıkan başka görüntüler de mevcut. Bu bolluk durumu bazı fotoğrafların karmaşa içinde kaybolup gitmesini değil, bereketli bir zeminde daha gür belirmesini sağlıyor. Manipülatif görüntüler yaygın ve derinlemesine bir etki alanına sahip. Hatta şehre egemen suretler halinde hem tanımlıyor hem yönlendiriyorlar. Mesela reklam imajları. Ticari beklentilere uygun olması kadar ideolojik bir mecra ve düşük yoğunluklu siyaset kanalı olarak kullanılan reklam fotoğraflarındaki çarpıcı anlatımlarla ve stratejik yönlendirmelerle hepimiz her zaman karşı karşıyayız. Özellikle tüketim toplumlarında, fotoğraflarla insanları yönlendiren reklamlar şehirlerde üretilir ve en fazla şehirlerde tüketilir. Şehirde yaşayan birinin doğrudan maruz kaldığı, hatta çoğu zaman yeniden ürettiği bu görüntüler şehrin hikayesini kovalayan fotoğrafçının gördükleri arasında önemli yer tutar. Kimi zaman reklamlardaki fotoğrafların canlı halleriyle karşılaşmak olağan hallerdendir. Bir vakitler hayatı taklit eden sanat, yerini sanatı taklit eden hayata bırakmıştı. Şimdi ise reklamlardaki suretlerin hayat tarafından taklit edildiği zamanlardayız. Bu gerçeğin görünümleri şehre bakan fotoğrafçıların tam karşısında duruyor. Fotografik görüntülerle tektipleştirilmeye, kategorize edilmeye, kimlik giydirilmeye çalışılan şehir hayatlarını yaşamaya teşvik ediliyoruz. Fotoğraf bu eğilimi beslediği ka- Patker Photo, İstanbul, 2006 dar bu kabulü bozacak, bu rızayı itiraz haline getirecek düzenekleri de besliyor. Ama nasıl? Şehrin Portresini Çıkarmak Bir şehri fotoğraflamak işi, fotoğrafın hangi türüne daha yakındır diye sorulacak olursa benim cevabım PORTRE fotoğrafçılığı olur. Portre fotoğrafçıları hepimizin bildiği gibi modellerinin fizyonomisini göstermekle, dış görünüşünü tanımlamakla yetinmezler; asıl peşinde oldukları objektifin karşısındaki öznenin kişiliği, duygu dünyası, iç âlemidir. Onlar fotoğraf çekmeye değil objektiften çıkan görünmez bir zıpkınla birlikte modellerinin gözbebeğinden girerek ruhuna saplanmaya çalışırlar. Portre fotoğrafını dar anlamıyla ele aldığımız takdirde fotoğrafçının beklentilerini ifade eden f: Anahit HAYRAPETYAN f/64 Doğaçlama 42 Narphotos, Erivan, 2006 durumlar, bir şehri çeken fotoğrafçının arayışlarına çok benzer. Mesela stüdyodaki portre çekimlerinde fotoğrafçının başarısı nasıl ki fotoğrafını çektiği kişinin iç dünyasına göndermeler yapabilmesinden geçiyorsa, bir şehri fotoğraflamak da aynı amaca yöneliktir ve bu nedenle portreci titizliği ister. Aksi takdirde sıradanlık nitelemesi hazır bekler. Bir şehri sıradan kayıtlar halinde önümüze getiren görüntüler ne kadar yavansa o şehrin güzelliklerini yansıtan dekoratif fotoğraflar, turistik imajlar da o kadar sığ ve sıradandır. Portre fotoğrafı derinlikli bakışın fotoğrafçılıktaki turnusol kağıdı ise eğer, klişelerden oluşan, zaten üretilmiş şehir imajlarının tekrarından ibaret fotoğraflar da aynı mihenk taşında kolayca kıymetini ölçebilir. Bütün bu nedenlerle bir şehri fotoğraflamanın en az portre fotoğrafı kadar zengin kimlik uzantılarına göndermeler yapması gerektiğini düşünüyorum. Yüzeysel bilgilendirmelerle, sıradan beğenilerle yetinmek yerine o şehrin katmanlarını oluşturan ilişkilere uzanan, anlam zenginlikleri yaratan fotoğrafları tercih ediyorum; AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 bu açılımlara sahip çalışmaların yeterli kapsayıcılığa sahip olabileceğini düşünüyorum. Portre fotoğrafları, dar alanda en az hareketle en ateşli dansların gerçekleştirildiği bir sanat gibi görünür bana. Belki de bu sayede güçlü portrelerde zuhur eden kişilikler kadar fotoğrafçısının zihni de o surete yansır. Fotoğrafın ince hüner isteyen alanlarından biri olduğunu bildiğimiz portre fotoğrafçılığının sahip olduğu gelenekten istifadeyle bir şehrin ruhuna nüfuz edilebilir kanısındayım... Şehrin Manzarasını Çıkarmak f: Kerem UZEL bilen fotografik yaklaşım sayesinde başarılı doğa fotoğrafları ortaya çıkar. Tabiat ahenge işaret ederken şehirler de kaotik olana işaret eder. Doğa varlığını çeşitlilikle zenginleştirir ve bunu özendirirken şehir kategorik farklılıkları yaratır. Bir şehri fotoğraflamak, bir manzarayı oluşturan her bir ögenin birbiriyle ilişkisini çözümleyebilen doğa fotoğrafçısının bütünlüklü bakışını ister. Bu aynı zamanda kaosun içindeki ritmi ve uyumu ortaya çıkaran ve fotoğrafta yeniden yaratan bakış anlamına gelir. Şehrin Özünü Çıkarmak Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafın hangi türüne daha yakındır diye sorulacak olursa DOĞA fotoğrafçılığına yakındır derim. Bir şehri fotoğraflamak, geniş fotoğrafçılık yelpazesinde hangi türe daha yakındır diye sorulursa benim cevabım MAKRO fotoğrafçılık olur. Şehirler, insan müdahalesinin had safhada olduğu, doğaya en uç seviyede yabancılaşmış ortamlar olmasına rağmen bir şehri fotoğraflamak doğa fotoğrafçısının hassasiyetini ister. O bakıştaki analitik keskinlik ve bütünü oluşturan her bir unsurun kıymetini Hatta buna “makronun da ultrası” diyebiliriz, yani mikroskobik algıya yakın, öze yönelik bir bakış keskinliği ister. Çünkü şehrin kılcal damarları, birbirinden farklı bin türlü korelasyonun olup bittiği, nice buluşmaların, kaynaşmaların, ayrılıp bölünmelerin cere- f/64 Doğaçlama 43 Narphotos, Erivan, 2006 yan ettiği derinlikler âlemidir. Şehri fotoğraflamak bu hassas yaklaşımı, bu delip parçalayan, bütünden öze giden bakışı ister. Sokakların Nabzını Tutmak Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafın onca uygulama alanından hangisine daha yakındır diye sorulacak olursa ben en çok SOKAK fotoğrafçılığına benzer derim. Çünkü bir şehri fotoğraflamak, sokak fotoğrafçısının sezgilerindeki keskinliği gerektirdiği kadar, onun bakışındaki analizci yaklaşıma, onun anlatımındaki sentezci duyarlılığa ihtiyaç duyar. Sokak fotoğrafçıları, sokağa yakışan yaratıcı, hınzır ve esprili dili kullanarak şehrin görünümlerine hayatiyet katmayı becerirler. Şehir, dinamikleri itibariyle sürekli değişen bir görünüme sahiptir. Sokak fotoğrafçılarının doğru yerden bakarak kurduğu görsel denklem, bu değişimin karar durumlarını tespit eder. Sokakta gelişen bir sürecin kristalize olduğu an(lar) hikayenin özünü açığa çıkarmaya çalışan sokak fotoğraf- f: Kerem UZEL çılarının aradıkları görüntülerin kaynağını oluşturur. Olay, karar kıldığı anda, yani doğası gereği kurulan denge durumu içindeyken, hem geçmişine hem de geleceğine dair ipuçları taşır. Sokak fotoğrafçısı tam bu denge durumunu gösteren fotoğrafları arar, kendi sözü olarak fotoğrafın diline tercüme etmeye çalıştığı görüntüyü yaratma peşindedir. Bir şehrin nabzı sokaklar kadar kapalı alanlarda atar. Özel ya da kamuya açık mekanlar sokak fotoğrafçıları için eşdeğer önem taşır. Bu nedenle bir şehri fotoğraflamak sokak fotoğrafçısının sınır tanımayan girişkenliğiyle birlikte bir adap ve erkan sahibi olmasını gerektirir. Ancak derin bir konsantrasyonla anlatılabilecek yoğun hikayeler sokak fotoğrafçıları gibi bir şehri fotoğraflayanların da aradığı görüntülerdir. Bir Şehir Hikayesi Anlatmak Bir şehri fotoğraflamak, fotoğrafçılık alemindeki hangi tarza, hangi geleneğe daha uygundur diye sorulursa hiç düşünmeden BELGESEL fotoğraf derim. Zaten tarihsel kesitte fotoğrafın varlık nedeni olarak kabul edilen “belgeleme” faslından şehirlere bakan pek çok fotoğrafçı biliyoruz. Belgeleyerek kayda geçirmenin ötesinde, fotoğrafla hikaye anlatmayı esas alan belgesel fotoğraf, ele aldığı konuyla değil de izlediği metotla diğer tarzlardan ayrışır. Belgesel fotoğrafın bu özelliğini dikkate alırsak, pekâlâ şehre bakan fotoğrafçı bu metodu esas alarak yola çıkabilir. Şehir dediğimiz derya deniz birbirinden farklı bileşenlerle ve kâh yan yana duran, kah üst üste yaşayan katmanlarla kaim. Ayrıca bu katmanlardan bazılarının her an kırılmaya hazır fay hatlarının üstünde oturduğunu bildiğimiz gibi, kimilerinin birbiriyle hayli kaynaşmış kenetlenmiş durumda olduğunu da biliriz. Her rengi ve türlü kokusuyla şehirler bir büyük anlatının konusu olabilir ancak. Belgesel fotoğrafın metodolojisiyle hikayelerine ayrıştırılabilen bu büyük anlatı, bu yöntem sayesinde derin bir ifadeyle yaşanmışlıkların hakikatine ulaşmaya çalışabilir. Fotoğrafın her alanında maharetle deklanşör f/64 Doğaçlama 44 Patker Photo, İstanbul, 2006 basan fotoğrafçılar bu metotla bütünlüklü bir anlatı kurma imkanı bulabilirler. Sanatın dünyasına atılacak adım tam burada, yani özgür ifadenin yaratıcı yaklaşımla buluştuğu, gerek hikayede gerek formda aranacak özgünlüğün eşiğinde başlar. Çünkü bir şehri fotoğraflamak, galiba her şeyden önce o şehrin hikayesini ve o hikaye içinde sanatçının yaratıcı katkısını ister. Lafı başladığımız gibi bağlayacak olursak eğer, “bir şehri fotoğraflamak, ruhuna nüfuz etmiş suretlerin peşine düşerek o şehrin hakikatini aramak işidir,” diyebiliriz. İki Dilde Merhabarev Sene 2006... Paragrafa böyle girince sanki tarihin derin geçmişlerinden bir zamanı çekip çıkarıp önünüze koyacağımı düşünmeyin. Hem zaman daha dün kadar yakın, hem de olay gayet taze. 2006’nın Mart ayında beşi İstanbullu beşi Erivanlı on fotoğrafçı bir araya gelerek ortak bir çalışma yapmaya karar vermiştik. Hareket noktamız her iki toplumun, birbirini yeterince tanımıyor olmasıydı. En başta biz fotoğrafçılar birbirimizin şehrini, o şehirlerin neye benzediğini, nasıl hayatlar sürdüğümüzü karşılıklı olarak merak ediyorduk. Yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız, aynı coğrafyaları paylaştığımız, bugün de kapı komşusu olduğumuz halde aramızda uçurumlar vardı. Erivanlı belgesel fotoğrafçıların kuruluşu Patker Photo ile İstanbul’da çalışan Nar Photos kollektifi bu ortak çalışmayı sürdürebilmek için karşılıklı olarak AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 f: Nelli ŞİŞMANYAN birbirimize güvenmemiz gerektiğini biliyorduk. Fotoğrafçılar yaşadıkları şehirleri birbirlerinin gözlerine emanet ettiler. Erivanlı fotoğrafçılar İstanbul’u, İstanbullular Erivan’ı fotoğrafladılar. Birbirimizin kentlerinde yedişer gün geçirdik bu süre içinde sadece görünenleri değil, görünenlerin arkasındaki gerçekleri de fotoğraflamaya çalıştık. Günlük yaşamın görünümlerini, sokaktaki hayatın tezahürlerini yansıtan binlerce kare çekildi. Bu paralel çalışma iki şehrin fotoğraflanmasıydı.Uzun süren seçme sürecinin ardından ortaya çıkan fotoğraflarla MERHABAREV adlı bir sergi ile kitap hazırlandı. Kitap dört dilde Türkçe, Ermenice, Almanca ve İngilizce basıldı. İki şehrin fotoğraflanması ile ortaya çıkan bu paralel çalışmanın adı daha önce Yunanistanlı ve Türkiyeli fotoğrafçıların ortaklaşa gerçekleştirdiği “KALİMERHABA” çalışmasından mülhem “MERHABAREV” kondu. “MERHABAREV” Türkçe’deki “Merhaba” ile doğu Ermenicesinde aynı anlama gelen “Barev” sözcüklerinin mükemmel uyumu ile ortaya çıktı. Bu çalışma sosyal belgesel tarzda gerçekleşmişti. Fotoğrafçılar sergiyi önce İstanbul’da sonra Erivan’da, ardından yurt içinde ve dışında pek çok yerde tekrarladı. Kitap yaygın biçimde dağıtıldı. Çeşitli konuşmalar ve izlenim paylaşımları yapıldı, röportajlar, radyo ve televizyon konuşmaları yapıldı. On fotoğrafçı, “acıların paylaşıldıkça azaldığını, sevinçlerin paylaşıldıkça çoğaldığını” dile getirerek izlenimlerini ve gözlemlerini anlattılar. Bu süreçte birlikte olduğumuz Arto TUNÇBOYACIYAN sohbetlerimizin birinde şöyle demişti: “Kendine karşı dürüst olursan fotoğrafın gerçek olur.” Ucu Sinemaya Dayanan Şehirler… Ve Sinema... 45 Eda ÇALIŞKAN edacaliskan@yahoo.com Kameralı Adam Dziga Vertov, 1929 Gün doğumundan gün batımına kadar bir kentin serüveni… Akşamın yorgunluğu henüz çökmektedir, boşalan sokaklara şehrin silueti hakim olur. Şehri kaplayan uzun sakinliğin bitişiyle insan kalabalıkları şehir meydanına doluşur, otobüsler ve tramvaylar alabildiğine kalabalıktır, şehir uyanmıştır ve yeni bir gün daha başlamıştır. Yeni bir iş günü... İş makineleri, fabrika ve madenlerde çalışan insanlar, dikiş diken kadınlar, tek bir vücut olup adeta ülkeyi yeniden yaratma çabasındadırlar. Filmin en çarpıcı yanı, sanayi devrimi ile hızlanan hayata yaptığı dokunuş. Sovyet yönetmen Dziga Vertov’un gözünden, 1929 yapımı, henüz gelişmekte olan sosyalist bir ülkenin ve orada yaşayan insanların anlatıldığı belgesel bir film. Hanasaari A Hannes Vartiainen ve Pekka Veikkolainen, Finlandiya, 2009 Helsinki’deki bir kömürlü elektrik santralinin son günlerini anlatan deneysel bir belgesel. Helsinki’nin kent yapısı değişiyor, eski sanayi tesisleri yıkılarak yerlerine modern konut siteleri inşa ediliyor. Hannes Vartiainen ve Pekka Veikkolainen, bu ilginç öyküyü anlatmak üzere fotoğraflar, animasyon, aktüel çekimler ve grafik çizimleri başarıyla biraraya getiriyor. Megakentler (Megacities) Michael Glawogger, Avusturya, 1998 Mumbay, Meksiko, New York ve Moskova. İnsanlar bu dört şehrin sokaklarında, gece kulüplerinde, fabrikalarında, çöplüklerinde, tren istasyonlarında, restoranlarında hatta evlerinin içinde bile hayatlarını sürdürmek için kıyasıya mücadele ediyor. Her şehirde yaşam mücadelesi veren insanlar.. Şehrin ritmine ayak uydurma çabasıyla hırpalanan insanlar... Yönetmen Glawogger, “İşçinin Ölümü”nden sonra çektiği bu ikinci belgeselinde, yer yer kurmacaya göz kırpan bir tarzla, megakentleri içinde yaşayan insanlarının aracılığıyla anlatıyor. Berlin, Bir Şehir Senfonisi (Berlin: Die Sinfonie der Grosstadt) Walter Ruttmann, Almanya, 1927 Şehir senfonisi türünün en ünlü örneklerinden biri olan film, iki savaş arasındaki Berlin’de bize zaman yolculuğu yaptırıyor. Savaş yorgunu Berlin’i farklı bir bakış açısıyla anlatan film, kendi dalında klasiklere girebilme özelliği taşıyor kanımca. Kameranın, dönemine göre bu denli özgür ve hareketli oluşu, şehirde dolaşarak, görsel izlenimler üzerinden günlük hayatı özetliyor. Filmin dinamik kurgusu, izleyeni Berlin’e bağlamaya hedeflenmiş adeta… Ve şehirde yaşam alanı biraz daha daralıyor... Şehir ve yaşam konusunda etkileyici yapımlardan biri de 2012 yılında Türkiye’den geliyor... Ekümenopolis, Ucu Olmayan Şehir İmre Azem, 2012 Film ismini; 1967 yılında Yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan “ekümenopolis” teriminden alıyor. Ekümenopolis; dünyanın geleceğinde bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini özetliyor. Yönetmen İmre Azem, varlığı ile insanlık üzerinde oluşturduğu baskıyla ciddi bir tehdide dönüşen, “şehirde kaos” kavramına dikkat çekiyor. Film; ucu olmayan şehir İstanbul’un bir gün civar şehirlerle birleşme ihtimalnii konu alıyor, bağlantılı olarak, kentsel dönüşümün yaşama etkileri, geçici çözümlerde boğulmanın anlamsızlığı, nüfus yoğunluğunun tüm cüretiyle ensemizde duruşuna da eleştirel yaklaşımda bulunuyor. Son yıllarda yapılan en iyi ve akıcı anlatımlı belgesel filmlerden biri olmasının yanı sıra teknik olarak animasyon ve çizimlerle kurgu dili de daha dinamik hale getirilmiş. Ayrıca dramatik alt yapısının gücü, kentin içine girmemizi, filmde yaşamamızı, insanların çaresizliklerine ortak olmamızı sağlıyor. Film bitiminde ise bir çok şeyi aynı anda düşünüp sorgulamaya başlıyoruz. Yönetmenin konuya bakış açısı tek taraflı değil. Kentsel dönüşüm projelerinin çekici yüzünün arkasında, insanların çaresizliği, çevreye olan duyar- Ve Sinema... 46 sızlığımız bir bir yüzümüze vuruluyor. İnsanoğlunun bencilliği ve tüm sayılan nedenlerle içinde bulunduğumuz şehirlerin yavaş yavaş bizleri yutmasının yarattığı tehdit, filmin konuya yaklaşımlarından biri... Tüm dünyada sanayileşmenin ve nufüs artışının doğal bir sonucu olarak kentin sakinlerini boğma tehlikesi; Türkiye’nin en yüksek nüfuslu, bir çok topluma hizmet etmiş, yorgun şehri, İstanbul üzerinden anlatılıyor aslında. Ülkemizin en çok göç alan şehri olması, durumun vehametini iyiden iyiye arttırıyor. AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Türkiye ve Almanya ortak yapımı olan “Ekümenopolis”, 4. DOCUMENTARIST İstanbul Belgesel Günleri’nden “Yeni Yetenek Ödülü”, 44. SİYAD Ödülleri’nden “En İyi Belgesel Ödülü” ve İstanbul Mimarlar Odası, Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nden “En İyi Belgesel Ödülü”nü kazandı. Bağlarken... Sinema gibi yaşamın içinde olan bir sanat dalının kent grafiğine değinmesinin etkili sonuçları, tüm dünyada izlenmeye değer örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Aklıma gelen birkaç çarpıcı öneri ile naçizane katkım olsun istedim… Sinema dolu günler… Sokak Fotoğrafçılığı 47 Kâmuran FEYZİOĞLU Sokak hep içinde olduğumuz, yaşadığımız ve yaşattığımız bir alan olması sebebiyle, fotoğraf meraklılarının ilgisini hep çekmiştir. Sokağın dolayısıyla yaşamın en doğal hallerini karelemek ve gelecek nesillere aktarmak, biz fotoğrafçılarda daimi telaştır. Geçmişten gelerek kapımızı çalan o fotoğraflar hayalimize düştüğü an, negatifimize veya algılayıcımıza düşecek o izin heyecanı da aynı kapıda beliriverir. Ancak görüldüğü kadar kolay olmayacağını da ilk deneyimle birlikte anlamak zor olmayacaktır. Ne kadar içinde olduğumuzu düşünsek de içselleştirdiğimiz alanın dışında kalarak, dışarıdan bir göz olabilmek de bir o kadar zordur. Bu işin incelikleri veya püf noktaları var ise de biz bilemeyiz. Zaten fotoğrafçılıkta “püf noktası” diye bir şey yoktur, deneyimler ve hayata dair tüm pratikler vardır. Sokak dediğimiz kamusal alan da tam da bu pratiklerin bir uygulama alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ay yorumlayacağımız kitap, Sokak Fotoğrafçılığı. Clive Scott iyi bir araştırma kitabı sunmuş bizlere. Sokak fotoğrafçılığının tam olarak ne olduğunu, özellikle belgesel fotoğraftan ayrıldığı noktaları, kökenlerini, empresyonizmle (izlenimcilik) ve dönemin sanat akımlarıyla olan ilişkilerini ele almış kitabında. Kent algısını, Paris’in Haussmann tarafından yeniden planlanmasını ve bunun kentin yaşantısındaki psiko-dinamik algıyı nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışırken, anlatmaya da çalışıyor. Biz hala “resim değil fotoğraf” demeye devam ederken, Clive Scott “Stüdyodan Sokağa” bölümünde, yüzey üzerinde anlatım dilini kullanan iki alan olan resim ve fotoğrafı tarihsel verileriyle harmanlıyor. Dönemin ressamlar için fotoğraf çeken fotoğrafçıları nı da göz önünde bulundurarak ve tablolardan yola çıkarak, kenti resmeden ressamlar ile kenti fotoğraflayan fotoğrafçıları ortaklaştırıyor. Yazar, kitabın her bölümünde rastlanan sokak fotoğrafçılığı ve belgesel Okuyoruz fotoğraf ayrımını ayrıca bir bölüm olarak ele alıyor. Berger’in, “masalcı, ressam yada aktörün tersine fotoğrafçı her bir fotoğrafında sadece tek bir temel tercih yapar, fotoğraflanacak anın tercihi” (S:79) sözünü anımsatıyor ve bu ana, sokak fotoğrafçısının ne kadar sadık kaldığı ve önemsediğini; belgesel fotoğrafçısının ise özne hakkında bilgi iletmeye yönelmesinin, fotoğraflama eylemlerinde ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Buradan Bresson’un meşhur “karar anı” teorisine de ulaşıyoruz ister istemez; “görünenin kamera vasıtasıyla sezgisel yakalanışı” olarak tekrar tekrar bahsediliyor. Sokağı daha fazla içselleştirip tanımaya yönelik bölüm, sokak sanatları ve zanaatları bölümü ile başlıyor. Bu bölümde yazar, gece ile gündüzü arasındaki değişkenliği, orada olup bitenleri ve her biri yeni başlayan maceraları, fotoğrafçıların yaptığı çalışmalarla birlikte ele alıyor. Fotoğrafın anlatım dili, görselin zenginliği ve her fotoğrafta belki de sil baştan yeniden başlayacak olan anlatım ve çağrışımlarımız için hazırladığı bölüm, “dilin uygunluğu ve uygun bir dil” bölümünde inceleniyor. Bu bölüm, özellikle Roland Barthes’ın alıntı yorumlarıyla zenginleştirilmiş olarak karşımıza çıkıyor. Haussmann’ın Paris’i üzerinden bir kentin değişimi ve dinamikleri üzerine, “sokaklar, yapılar ve cinsiyetli şehir” bölümünde gidiliyor. Sokak kentin içinde kamusal bir yaşam alanı olması sebebiyle değişimin halk, gruplar ve kentin cinsel kimliğine olan etkisi vurgulanıyor. Kitaptan birkaç alıntıyla yazımızı sonlandıralım: “Benim daha çok ilgilendiğim, izleyiciler olarak, bireysel algımızın, sokak fotoğrafıyla olan ilişkisinde, anlaştığı yollar ve fotoğrafın varsayılan tarihinin, algının kişisel geçmişleriyle, algısal otobiyografiyle, fotoğrafçılığın kendine has tarihi geri alma ve tarihin elde edilebilirliğini yeniden Sokak Fotoğrafçılığı/Clive Scott Çeviri:Hüseyin Yılmaz/Espas Yayınları/230 s. tanımlama yoluyla nasıl mücadele etmesi gerektiğiyle alakalı” (S:193). “…orası ve sonrası ile burası ve şimdi arasında, fotoğrafın çözemediği bir süreklilik krizi vardır. Fotoğrafik geçmiş sırasız anların geçmişidir, yerini belirleyebileceğimiz bu görüntülerde zamansal olarak bir ardışıklık yoktur. Hepsi kendine ayrılmış zamandadır ve bu yüzden fotoğraflar şimdiki zamanla, kendine has bir havada ilişki kurarlar. Aslında fotoğrafçılığın sonradan ziyade, orada olmaya eğilimi vardır; başka bir zamandansa başka bir yerde olmaya…Bu yüzden genellikle bir fotoğrafa bakıldığında, görüntüyü yokmuş gibi değil “herhangi bir yerdeymiş” gibi düşünürüz (s:195)”. Çeviri açısından bizleri çok mutlu etmeyecek bir kitap olmasına rağmen inat ederek okunmaya değer. Önümüz tatilken denizin kenarında okurum diye düşünüyorsanız sizleri biraz yoracağını söyleyebilirim. Kitaplar yazlık, kışlık diye ayrılamaz elbette ama okuması zahmetli bir süreç sizleri bekliyor, ancak inatla okursanız edineceğiniz bilgilerin paha biçilmez olacağını da eklemeden geçemeyeceğim. Doğaçlama Kent Parkları ve Kentli Ruhu 48 Irmak SOLDAMLI Çevresinde yeşil alanı olmayan bir yerleşim yeri düşünebilir miyiz? Yeşil alanlar, kent yaşamında çatısız, duvarsız evlerimizdir adeta. Burada yorgunluğumuzu atar, huzuru soluklarız, güzel zamanlar geçiririz. Kentlerdeki parkların sağlık ve sosyal yaşam açısından önemi büyüktür. Öncelikle, her yaştaki insana ve toplumun bütün kesimlerine hitap eder. Zengini, fakiri, genci, yaşlısı birdir parklar için. Çocuğunun elinden tutan ebeveynin ilk uğrak yeridir, kimi zaman aşkların doğduğu, kimi zaman yaşlıların sohbet mekanı, kimi zaman evsizlerin yuvası, hayvanların yaşam alanıdır. Kimseyi ayırmaz. Herkesi kendine davet eder, herkesle vakit geçirir. Belediyelerin yetki sınırları dahilinde olan parklarda, halkın düşüncelerinin ve isteklerinin bertaraf edilerek, kent işlevi ve estetiğine aykırı projelerle yeniden yapılandırılması, nefessiz kalan kentlilerce tepkiyle karşılanmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki parklar üzerinde bireysel kararların alınamayacağı, toplumun ortak kullanımına açık kamusal mekanlardır. Yakın zamanda tanık olduğumuz Gezi Parkı olayları da, kent yaşamı içinde zaten sıkışmış olan yeşil alanın, halkın isteminin dışında, farklı değerlendirilmesi girişimi nedeniyle tepkileri üzerine çekmiştir. Ülkemizde yapılaşma mantığı, doğal yeşil alanları koruyan bir anlayış yerine, plansız ve kamu yararı gözetilmeksizin gerçekleştirilmektedir. Bilinçsiz şehirleşmenin, büyümenin, her yere inşaat yapmanın bedeli, daha büyük zararlarla kapanmaz. Unutulmamalıdır ki doğa eninde sonunda kendinden alınanı geri alır… Kent parkların kentli üzerindeki sosyo-kültürel etkilerini ve tarihsel gelişimini araştırmak, varoluş nedenlerini kavramak, parklara/ yeşil alanlara yönelik değişimleri izleyip değerlendirmek, sonuçlarını toplumla paylaşmak akademik çalışmaların başlıca konularından olmuştur. Konu ile ilgili olarak akademisyenlerimizden Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden Doç Dr. Aydın Özdemir’ in çalışmalarına dayalı tepsitlerine ve görüşlerine başvurduk; “Demokratik toplumların kent yaşamında vazgeçilmez öğeleri kent meydanları ve parklardır. Türk toplumunda da kentler meydanları ve geniş park alanlarıyla anılmıştır. Osmanlı’da mesire yerleriyle başlayan süreç, Cumhuriyet döneminde Millet Bahçesi, Güven Park ve Gençlik Parkı ile süregelmiştir. Bu alanlar, bireylerin AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 boş zamanlarını değerlendirmesi ve doğadan yararlanması için oluşturulan geniş yeşilliklerdir. Ayrıca kültürel ve kişisel çeşitliliğin sergilendiği ve demokratik, açık görüşün vurgulandığı alanlardır. Ancak son yıllarda meydanlarımız ve parklarımıza birşeyler oluyor. Çeşitli müdahaleler var. Bunlara geçmeden önce, bu alanların öneminden bahsedelim. Tanımlı kent boşlukları olan kent parkları, insanları bir araya getiren simge alanlar olmaları nedeniyle birey ile toplum arasında iletişimi sağlar. Grupların bir araya gelmesi her an bir sosyal aktivite oluşturmakta, kutlamalar, eylemler, konserler, sergi ve gösteriler gerçekleşebilmektedir. Diğer insanlarla bir arada bulunmak ve onları izlemek hepimizi olumlu etkiler. İşte bu biraradalığı sağlayan ve zaman içinde şekillenen alanlar kent parkları ve meydanlardır. Madem bu alanlar kamusallığın gereği olarak herkesin kullanımına açık, neden özgürce hareket edemiyoruz? Bizi engelleyen ve durduran ne? Ülkemizde salt birer kamu alanı olarak tarif edilen parklar ve meydanlar yönetimlerin politik ve siyasal bakış açılarına göre şekillenmekte. Bunun belki de farkında değiliz ama her hafta sonu gittiğimiz kalabalık alışveriş merkezleri bizi bu açık alanlardan biraz daha uzaklaştırıyor. Sadece alanlardan değil birbirimizden de uzaklaşan bir toplum haline geldik; araçlarımız çok değerli ve onlar için en güzel park yerini bulmak için uğraşıyoruz. Çağdaş yaşam biçiminin bize sunduğu yeni alışkanlıklarımız var artık… Eskiden Güven Park’ta anıtın önünde buluşurduk. Şimdi kapalı ve yapay alanlara akın ediyoruz, zamanı unutarak ve unutturularak. Bu durum,tüketim toplumunun bir gereği olsa gerek. Çünkü parkta alışveriş yapmak mümkün değil. Çevremizdeki değişimler o kadar hızlı oluyor ki kentimizin nasıl bu hale geldiğini farkedemiyoruz. Binalar hızla yükseliyor, sokaklarımız bir gecede isim değiştiriyor, yıkılan yerler hemen değerlenip otoparka dönüşüyor…Bu süreçte sahip olduğumuz birkaç yeşil alan ne kadar da değerleniyor; Kuğulu Park ve Gezi Parkı gibi… çadırları kurup bekçilik yapmak zorunda kalıyoruz. Bir zamanlar Atatürk Orman Çiftliği vardı. Evet, başkentin ortasında bir Çiftlik! Bozkırda yeşeren başkent için bir hayal…Ne kadar değerli bir arazi parçası…Bu alanı talan etmek için “hiç birşey” yapmamak belki de tek çareydi. Bırakalım kendi kaderine terkedilsin. Oysa şimdi, kent parkı ve meydanı olmayan bir başkentte sonunda bir tema parkımız da oldu... Kent insanının doğaya olan özlemi yeşil alanlarla giderilmeye çalışılırken kentsel yaşamın olumsuzluklarını Doğaçlama 49 kalabalıklar, kontrolsüz sosyal çeşitlilikten daha karlı olur” mantığı ile bu mekanları tasarlamaktadır. Yeni tüketim mekanlarının oluşması ile zamanla kentli kent merkezlerini ve kent parklarını kullanmaz ve diğer kentlilerle açık mekanlarda buluşamaz duruma gelmiştir. En son ne zaman bir parka gittiniz, gitseniz bile sanırım hemen sıkıldınız. Çünkü sizi eğlendiren şeyler orada yok! Artık politik aktivitenin yerini yönlendirilmiş tüketim davranışları almaktadır. Bu kapalı alanlarda kullanıcılar kentli olma bilinçlerini kapıdan geçtiklerinde unutarak merkez yöneticilerinin istediği şekilde hareket etmektedir. Gezi Parkı, 5 Haziran 2013 f: Yusuf ASLAN bir an olsun unutuyoruz. Parkta gürültü, kirlilik, karmaşa ve düzensizlik yok. Herşey planlı ve olması gerektiği gibi. Doğanın birer parçası ve kopyası gibi. Kent içinde doğal habitatlarla karşılaşıyoruz. Sokak hayvanlarına ev sahipliği yapıyor. Ancak kentin her metrekaresi değerli. Kent toprağında müthiş bir rant kavgası yaşanıyor. Park alanlarının yerini yapılar almaya başladı. Yeni tüketim mekanları cazibesi ve ilgi çeken isimleriyle bizleri karşılıyor. Alışveriş merkezlerinde sanırım hiç yüksek sesle konuşan ya da gösteri yapan birilerini görmediniz. Çünkü herşey kontrol altında ve siz nasıl davranılması isteniyorsa o şekilde hareket ediyorsunuz. Son 20 yılda ülkemizde ekonomik düzende oluşan köklü değişimler sonucu bu iletişim ve karmaşa yeni boyut kazanmış ve sonuçta yeni tüketim mekanları ile alışveriş aktiviteleri özel sektörün kontrolüne geçmiştir. Bu süreçte kamusal dış mekan da özelleşmektedir. Artık kent halkının boş zamanlarını değerlendirme konusunda ilk akıllarına gelen yerler, dış mekanın doğaya erişim dışında tüm özelliklerini sunan alışveriş merkezleri olmaktadır. Bu merkezlerin yöneticileri, güvenlik ve tüketim merkezli yapı ve mekanlar tasarlama yoluna giderek halkın rekreasyonel alışkanlıklarında değişimler yapmışlardır. Bu kapalı mekanların plancıları, özel sektörün yönlendirmesi ile “kontrol edilebilen Şimdi kentsel dönüşümle yeni tip yerleşim merkezlerinin oluşumu da, demokratik kentsel kimlik üzerinde tehdit edici uygulamalardan. Rezidans, Tower ya da Konak olarak adlandırılan modern konutlardan ev alma yarışındayız. Merak etmeyin hepsi aslında birer apartman, kimisi on kimisi otuz katlı. Bu yeni yaşam merkezlerinde çocuklarımız güvende, geniş yeşil alanlar ve yapay göletler yanında balkonlarda yer alan bahçeler de “doğa” sembolik olarak bizlere sunuluyor. Ne var ki, bu yeşil alanlara sadece toplumun belirli bir sınıfı sahip olabilmekte ve bu alanlara site sakinleri dışında insanların girmesi engellenmektedir. Özel korumalar, şifreli kapılar, kameralarla herkes güvende… Çevremizde bu kadar tehdit var mı? Yoksa biz mi bu korkuyu yarattık? Tıpkı kent meydanında yaratılan korku gibi. Onun da bir çözümü bulundu; kamusal alan artık özelleşti. Peki biz plancı ve tasarımcılar olarak bu değişime ayak uydurabildik mi? Elbette hayır. İş kapma bahanesiyle bizlere söylenen şeyleri projelerimize aktardık. Mutlak korunması gereken tarihi yerleri kullanımlara açtık. Elbette hedefimiz, iletişimin, hareketin ve sosyalleşmenin özgürce ve rahatlıkla sağlanacağı mekanlar yaratmak. Bizlere öğretilen de bu. Eğer bu hareketi kontrol etmek yeni amacımız ise sanırım bu amaca ulaştık. Bir sonraki aşama ise daha ürkütücü; kamusal yaşam biçimi olmazsa kamusal mekana da ihtiyaç duyulmayacaktır. Bırakalım sosyal hayat biçimi planlarımızı ve tasarımlarımızı yönlendirsin. Bireyi ve toplumu planlarımıza dahil edelim. Önce Güven Park ve Kuğulu Park’ta, şimdi ise Gezi Park’ında her kesimden bireyler biraraya gelerek kamuyu ve kamusal alanı yeniden tarifledi. Bize düşen görev bu engellenemez hareketi fiziksel olarak yeniden oluşturmak… Her ne kadar bireyselleşsek ve yalnızlaşsak da köklerimizden kopamayız. Biz kalabalıkları severiz ve toplu hareket ederiz. Yine kamusal mekanı biz şekillendireceğiz.” Usta İşi Doğaçlama Michael Wolf 50 Sibel ACAR Wolf’un kamerası, çeşitli görsel yaklaşımlar ve açılarla zamane kentinin akışındaki insanın durumunu gözler önüne seriyor. Kenti ve içindeki yaşamı, insanın yapma etme, şekillendirme, uzlaşma, kendini ifade etme gücünün altını çizen bir yaklaşımla çok katmanlı olarak belgeliyor. Dünya ekonomisinin nabzının attığı, üretim ve tüketim merkezleri mega kentler… Her geçen gün daha fazla insana sınırsız lüks ve öldürücü yoksulluk arasındaki yelpazede yaşama koşulları sunan distopya. Michael Wolf, objektifini mega kentlerdeki yaşama çevirmiş bir fotoğrafçı. Wolf, kentin mimarisini ve sokak yaşantısını klasik bir yaklaşımla belgelemek yerine kent insanının küresel ve yerel olanla nasıl uzlaştığı, üretim ve tüketim ilişkileri, mimariyle ve kentin kurgusuyla ilişkili olarak mahrem ve kamusal alanların iç içe geçişi gibi modern kent yaşamının sorunsallarına odaklanan projeler üretmekte. 1956 Münih doğumlu Alman fotoğrafçı, Kanada, Avrupa ve ABD de yetişti. Berkeley’de okudu. Essen The Folkwang School’da Otto Steinert ile çalıştı. 1994’de Hong Kong’a taşındı ve haber fotoğrafçılığı yaptı. 2001 yılından bu yana kendi projelerine yoğunlaşıyor. Wolf’un Stern Dergisi için en son ürettiği “China: Factory of the World” (Çin: Dünyanın Fabrikası) çalışması sırasında ilk büyük sanat projesinin fikri de belirir. 2004 yı- lında “The Real Toy Story” (Gerçek Oyuncak Hikayesi) adını verdiği bir enstalasyon gerçekleştirir. Bu çalışma için, Kaliforniya bölgesindeki ikinci el mağazalardan ve bitpazarlarından, arkasında “made in China” (Çin’de üretilmiştir) yazan oyuncaklar toplar. [1 nolu foto]Galerinin bütün duvarlarını oyuncaklarla kaplar, oyuncakların arasına oyuncak fabrikalarındaki işçilerin portrelerini yerleştirir. Tüketilen nesne yığınlarının arasından izleyiciye dikilmiş bakışlar, bu küresel arz talep ilişkisinin ardında, çalışan insanların gerçeğini yüze vurmaktadır. Doğrusu bu ilk çalışmanın altını çizdiği olgular Wolf’un gelecekteki projelerinin konularına dair ipuçları vermektedir: Mikro ve makro perspektiflerin çakıştırılması, toplama takıntısı, sıradan detayları fotoğraflayarak onlarda gizli sembolik değerleri açık etmek. Hong Kong’u konu edindiği bir dizi çalışmasından biri olan “Architecture of Compression” (Yoğunluğun Mimarisi) çalışmasında gökyüzünü ve ufuk çizgisini yok ederek binaları sonsuza uzanan iki boyutlu yüzeylere indirger. [2 nolu foto] Bu çeşit formalizm ve mimariye kütle olarak yaklaşmak Bernd and Hilla Becher’in ekolünden olsa da Wolf, mimariyi etrafındaki günlük yaşamla birleştirerek belgeler. Bu devasa beton kütleler, insandan yoksun gibi görünürler ancak asılı çamaşırlar gibi ufak detaylar, her The Real Toy Story, Enstelasyon AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Michael WOLF Usta İşi Doğaçlama 51 The Architecture of Compression f: Michael WOLF bir çerçevenin içinde süre giden yaşamlara işaret eder. “Back Door” (Arka Kapı) çalışmasında ise arka sokaklarda şehrin katmanlarının izini sürer. Kurumaya bırakılmış iş eldivenleri, kanalizasyon borularının iç içe geçmiş formları, boruya sıkıştırılmış süpürge gibi günlük yaşamın detaylarına yoğunlaşır. İşlevselliğin forma tercih edildiği detaylardaki güzelliği ve yerel olanı bulup çıkarır. [3 nolu foto]Bu fotoğraflarda da hiç insan göremesek de yaşantılarına dair pek çok ipucu buluruz. “100x100” çalışmasında ise Hong Kong’da bir toplu konut kompleksi içinde yer alan 100 evi aynı bakış noktasından fotoğraflar. Bu çalışmasında ev sahiplerini kendi mekanları içerisinde görürüz ancak orada bulunuşları bu çalışmayı bir portre serisi yapmaz. Tek tipleştirilmiş mekânları nasıl kişiselleştirdikleri, nasıl birbirinden farklı özgün dünyalar yarattıklarının göstermenin bir parçası olarak kadraja dâhil edilirler. Wolf’un yukarıda bahsi geçen çalışmalarını fotoğrafçıya konu içerisinde bir rol vermeden olup bitene dâhil olmadan, dışarıdan bir gözlemci konumunu koruyarak ürettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Oysaki 2008 yılından bu yana gerçekleştirdiği “Transparent City” (Şeffaf Kent), “Street View” (Cadde Görünümü), “Tokyo Compression” (Tokyo Kompresyon) çalışmalarında Back Door f: Michael WOLF Usta İşi Doğaçlama 52 f: Michael WOLF The Real Toy Story, Enstelasyon kameranın arkasında fotoğrafçının izleyen bir göz olarak rolünün sorgulandığı bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Ayrıca kent insanının izlenebilir olması, kentin onu istemediği bakışlardan kaçamayacağı mekânlara hapsetmesi gibi modern kent yaşamının tartışmalı olguları son yıllarda yaptığı çalışmalarının ortak paydası. [5,6 nolu foto] Şikago’nun mimarisini konu edinerek yüksek bir bakış noktasından gökdelenleri çektiği “Transparent City” isimli çalışması teknik olarak Hong Kong çalışmasına benzese de mimarinin farklı oluşu bambaşka bir sonuç yaratır. Şikago’nun cam cepheli gökdelenlerinin şeffaflığı nedeniyle içeride süregiden yaşamlardan kesitler de kadraja girer. İnsan bedeninin devasa kütleli yapılar yanında boyut olarak küçücük kalmasının, betonun sertliği sağlamlığı karşısında bedenin incinebilirliği algısının yarattığı gerilim hissedilir. Öte yandan, devasa bir kütlenin üzerindeki küçük bir noktaya optik bir alet marifetiyle yaklaşarak bakış atmak, mikroskopla ya da teleskopla kent yaşamına bakmaya benzemekle beraber fotoğrafçıyı bir çeşit röntgenci konumuna düşürmektedir. Günümüz kentinde insanların günlük yaşantıları güvenlik kameraları, uydu görüntüleri, cep telefonu kameraları nedeniyle her an kayıt altında. “Street View” serisinde sanatçı, Google görsellerinden bazı sokak görüntülerinden detayları seçip büyüterek sokak fotoğrafının büyük ustalarının unutulmaz karelerine göndermelerle izleyiciye sunuyor. “Tokyo Compression” da ise camlara yapışmış yolcular görüyoruz, bu defa yoğunluk Hong Kong çalışmasında izlediğimiz mimari yoğunluk değil insan yoğunluğu: İnsanların günlük hayatlarının bir diliminde metroda sıkışmış, diğer insanların bakışlarıyla kuşatılmış olAFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Transperant City f: Michael WOLF maları durumu. Hem bakanın bakışını kaçıracak yeri olmayışı hem bakılanın kaçacak yeri olmayışı, sadece bedenlerle sıkıştırılmış olmanın değil bakışlarla kuşatılmış olmanın verdiği rahatsızlık hissi… Fotoğrafçıya maruz kaldıklarında kurbanların kareden çıkmak için kaçabilecekleri bir yer yok. Michael Wolf çeşitli görsel yaklaşımlar ve açılarla za- Usta İşi Doğaçlama 53 f: Michael WOLF Transperant City Street View f: Michael WOLF mane kentinin akışındaki insanın durumunu gözler önüne seriyor. Kenti ve içindeki yaşamı, insanın yapma etme, şekillendirme, uzlaşma, kendini ifade etme gücünün altını çizen bir yaklaşımla çok katmanlı olarak belgeliyor. Böylelikle günümüz kent yaşamının sadece yerel değil küresel gerçeğiyle de uğraşan bir çalışmalar bütünü üretmekte. Tokyo Compression f: Michael WOLF Çalışmaları hakkında basılmış pek çok kitabın yanı sıra işleri 2010 Venedik Bienali de dahil olmak üzere pek çok prestijli galeri ve müzede sergilenmiştir. Eserlerinden bazıları Metropolitan Museum of Art, the Brooklyn Museum, New York; the San Jose Museum of Art, California; the Museum of Contemporary Photography, Chicago; Museum Folkwang, Essen and the Usta İşi Doğaçlama 54 German Museum for Architecture, Frankfurt, kalıcı sergilerinde yer almaktadır. 2005 ve 2010 yıllarında World Press Photo ödülüne layık görülmüştür. Michael Wolf’un çalışmaları ülkemizde kendisini temsil etmekte olan Elipsis Galeri aracılığıyla iki kez sergilenmiştir. “Architecture of Compression” ve “Tranparent City” serilerinden bir seçki 2009 yılında, “Street View” ve “Tokyo Compression” serisindeki işlerinden oluşan “Seni İzliyorum” isimli ikinci sergi ise 2011 yılında İstanbul’da izleyiciyle buluşmuştur. Kaynakça http://photomichaelwolf.com/ http://www.elipsisgallery.com/images/michaelwolf/sergi_michaelwolf_tr.pdf http://www.elipsisgallery.com/images/michaelwolf/seniizliyorum_basinbulteni.pdf AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Tokyo Compression f: Michael WOLF Kente Karşı İşlenen Suçlar Fotoğraf Okuma Doğaçlama 55 Halil Nadir EDE Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Görevlisi “Kente karşı da suç işlenir mi, kent canlı mı?” diye sorabilirsiniz. Bana kalırsa kentler de canlı organizmalardır. Doğarlar, yaşarlar, yaşatırlar ve artık yaşanamaz yerlere dönüşünce de ölürler. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Ölüp toprağın derinliklerine gömülmüş pek çok kent var. Eğer kentler ölmeseydi arkeologlar işsiz kalırdı... Tabii kentlerin ölüp kaybolması için pek çok sebep var, bunların bir bölümü, deprem gibi doğal sebepler. Bazen de biz yaşadığımız şehirlerin boğazını sıkıp onu öldürmeye çalışıyoruz. Tıpkı Nasrettin Hoca’nın bindiği dalı kesmesi gibi, biz de içinde yaşadığımız kentin yaşanmaz bir yer olması için ade- ta yarışıyoruz. Yaşadığımız kente, kentlere, ülkemize ve ne yazık ki gidecek başka bir yerimiz olmadığı halde, dünyamıza karşı suç işliyoruz. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Fotopya’nın bu suçları belgelemek üzere düzenlediği yarışmaya gelen fotoğraflar, kente karşı işlenen suçların çarpıcı örnekleri ile doluydu. Ben burada sizlere, beni de etkileyen iki örneği teknik ve içerik olarak okumaya çalışacağım. İlk fotoğrafın önce içeriğine bakalım. Suç o kadar belirgin ki bakar bakmaz sizi çarpıyor. Solda yığılmış çöpler bir taraftan denize karışıyor. Denizin bile rengi kirli sarıya dö- nüşmüş. Uzakta kent biraz mahcup bir suçluluk duygusu içinde kendi felaketine korku ile bakıyor. Kendisini yaratan insanların, hoyratça kendisini ölüme doğru sürükleyişlerini çaresizlikle izliyor gibi. Karamsarlığı gri bulutlar tamamlıyor. Fotoğrafta sadece rengarenk çöpler mutlu görünüyor. Fotoğrafın tümü bir çaresizlik çığlığı gibi. Teknik kısmına gelince; soldan denize nerede ise 45 derecelik bir eğimle inen çöp yığını fotoğrafa hareket katıyor. Ufuk çizgisinin yerleştirilişinde belirgin bir kararsızlık var çünkü fotoğrafın altı, yani deniz de fotoğrafın üstündeki kara bulutlar kadar önemli kompozisyon için. Uzaktaki şehrin çöp yığını kadar f: Garip YÖRÜK Fotoğraf Okuma Doğaçlama 56 f: Erkan KALENDERLİ parlak ve büyük olmayışı perspektiften kaynaklanıyor ama bu da anlamı tamamlamak için gerekli. Bence fotoğrafın tek kusuru ufuk çizgisinin belli belirsiz sağa doğru eğik oluşu. daha koyu ve farklı kıvrımlarla bize sunarken şekillerin zıtlığı ile duygusal kontrastı vurgulamış. Arka plandaki artık iyice uzakta kalan şehir dokusu ise büsbütün çaresiz bir bekleyiş içinde. İkinci fotoğrafta ise, dijital fotoğrafın tüm imkanları kullanılarak sonumuzun ne olacağı adeta yüzümüze vuruluyor. Ön planda, keskin yükselip alçalmalarla köprü bizi sanayinin korkunç yüzüne taşıyor. Tarihi köprü daha insanca ve doğaya uyumlu. Ulaştığımız yerde görünen fabrika ise adeta bizleri yok etmeye çalışan bir canavar gibi boydan boya uzanıyor. Köprüyü oluşturan taşların sıcak ve doğal görüntüsüne karşı fabrikanın, boruları, kazanları, bacaları medeniyetin, çevreyi kirletmek olmaması gerektiğini hatırlatıyor. En arkada ise ümitsiz bir bekleyiş içinde gibi duran kent. Biz yarattığımız bu dehşet senaryosu içinde adeta kaybolmaya mahkumuz. Üstelik bu sadece bizim ülkemize has bir sorun da değil. Bütün dünyada çarpık kentleşme ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunlar acil çözüm bekliyor. Bu fotoğraf, fotoğrafın sadece çekilerek değil yapılarak da oluşturulabileceğini gösteriyor bize. Fotoğrafçı, görüntü düzenini oluştururken kompozisyonu da sağlam kurmuş. Ön plandaki köprünün dinamik, hareketli ve aydınlık görüntüsüne karşılık arka plandaki fabrikayı AFSAD Temmuz - Ağustos 2013 Kente karşı işlenen suçlar evrensel suçlardır bana göre ve aslına bakarsanız, topluma ve insana karşı işlenmiş suçlardır...Biraz düşünürsek kente karşı işlenen suçlarda hepimizin biraz payı olduğunu görürüz, hepimiz kentimize karşı suç işliyoruz. Şarkıdaki gibi, “...masum değiliz, hiç birimiz” Bizden sonra bu dünyada yaşayacaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için hepimizin gayret göstermesi dileğiyle…