ORTADOĞU`NUN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASAL
Transkript
ORTADOĞU`NUN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASAL
Raportörler: Çiğdem Akgül Suna Güzin Aydemir Çalıştay Raporu ORTADOĞU’NUN EKONOMİK, SOSYAL VE SİYASAL DÖNÜŞÜMÜNDE KADIN GÜÇLENMESİ WOMEN’S EMPOWERMENT IN ECONOMIC, SOCIAL AND POLITICAL TRANSFORMATION OF THE MIDDLE EAST Workshop Report Rapporteurs: Çiğdem Akgül Suna Güzin Aydemir Çalıştay Raporu 20 Aralık 2011 – İstanbul Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Dönüşümünde Kadın Güçlenmesi Raportörler: Çiğdem Akgül Suna Güzin Aydemir Yayının Türkçe Editörü: Handan Çağlayan Konrad-Adenauer-Stiftung e.V. Bütün hakları saklıdır. Tekrar basımı ancak Konrad-Adenauer-Stiftung izniyle Ahmet Rasim Sokak No: 27 06550 Çankaya – Ankara / TÜRKİYE Telefon : +90 312 440 40 80 Fax : +90 312 440 32 48 E-mail : info.tuerkei@kas.de www.kas.de – www.kas.de/tuerkei ISBN : 978-605-4679-02-7 Tasarım&Baskı: OFSET FOTOMAT +90 312 395 37 38 Ankara, 2012 İÇİNDEKİLER ÇALIŞTAY RAPORU 5 | I. BÖLGESEL İSYAN, TOPLUMSAL UYANIŞ 6 | I.a. İSYANLARIN SİYASİ VE İKTİSADİ ARKA PLANI 10 | I.b. UYANIŞ 13 | I.c. KADIN İSYANININ ARKA PLANI 14 | I.d. KADIN UYANIŞI 15 | II. GELECEK SENARYOLARINDA KADINLAR VE KAYGILAR 15 | II. a. KAYGILAR “Siyasal İslam”ın Yükselişinde Temellenen Kaygı Cinsiyetçi Reflekslerden Kaynaklanan Kaygı Batılı Olanın Verdiği Kaygı Ekonomik Kaygılar 23 | III. UMUT VE STRATEJİNİN İTTİFAKI 27 | KAYNAKÇA 29 | RAPORTÖRLER Çalıştay Raporu 20 Aralık 2011 – İstanbul Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Dönüşümünde Kadın Güçlenmesi I. Bölgesel İsyan, Toplumsal Uyanış Geçtiğimiz yıl dünya siyasetine Arap halklarının büyük isyanı damgasını vurdu. Muazzam bir hızla kitleselleşerek siyasal sınırları da aşan ve -“Prag Baharı”na atıfla- “Arap Baharı” olarak adlandırılan bu büyük isyan dalgası, sadece bölge açısından değil, dünyanın geri kalanı açısından da siyasi tarihin dönüm noktalarından birini teşkil edebilecek önemli bir potansiyeli barındırıyor. Yasemin Devrimi’nin sembolü ve ilk şehidi Bouazizi’nin 18 Aralık 2010’da, Tunus’ta kendini yakmasıyla başlayan, daha sonra Mısır, Cezayir, Libya, Yemen ve Ürdün’e sıçrayan ve nihayet, üç ülkede devrimlere yol açan bu toplumsal hareket, bölge halklarının kötü yönetimlere ve kötü yaşam koşullarına karşı tükenen tahammülünün cisimleşmesi olarak adlandırılabilir. Bizler, böylesi bir arka plana sahip olan ve Tahrir Meydanı ile özdeşleşen yeni bir yeni bir protesto tarzının oluşumuna tanıklık ettik. Dahası bu tarz, kısa bir süre sonra Atlantik’in her iki yakasında baş gösteren işgal eylemlerinde de örnek alındı. “Arap devrimleri”, eşitlik, özgürlük ve adalet umutlarını yeşertmekteyken, bütün bu hareketliliğin, toplamda, demok- 6 ratik kültürün gelişmesine katkı yapması da beklenebilir. Ancak bunun için dünyanın her yerinde, yönetenlerle yönetilenler arasındaki iletişimi güçlendiren ve çeşitlendiren bir kurumsallaşmaya gitmek; hem iktisadi hem de politik bakımdan sürdürülebilir küresel, bölgesel ve ulusal projelerin inşasını hızlandırmak gerektiği açıktır. Aksi halde, protestolar ve bunlara karşı alınan tedbirlerin yıkıcı boyutlara varması kaçınılmaz olurken; bölgede kan, gözyaşı ve hatta iç savaş ihtimali artabilir. Dünya kamuoyu, Arap halklarının bu kapsamlı eylemlerini ve söz konusu eylemlerin sonuçlarını bir yandan endişe ve merak öte yandan saygı ve umutla izledi, izlemeye devam ediyor. Bu saygı, örneğin ABD Başkanı Barack Obama ve İngiltere Başbakanı David Cameron’un, Times gazetesi için kaleme aldıkları bir makaleye de yansıdı. Liderler, Arap devrimcilerinden “karanlığı aydınlığa dönüştürmek isteyenler ve baskılardan kurtulup özgür olmaya çalışanlar” olarak bahsettiler.1 Bütün bu yaşananların, herkesin aklına getirdiği ortak soru, Libya, Tunus ve Mısır’da on yıllarca süren diktatörlükleri alaşağı eden, dahası bölgedeki diğer anti-demokratik yönetimleri de derin bir meşruiyet bunalımına sokan bu güçlü isyan dalgasının gerisindeki temel etkenin ne olduğu sorusudur. Diğer bir ifadeyle, çok çeşitli toplumsal grupları -toplantımızda da defalarca tekrarlanan- “ekmek, özgürlük ve toplumsal adalet” gibi üç kelimelik tek bir sloganın etrafında bütünleştiren dinamiğin temeli nedir? I.a. İsyanların Siyasi ve İktisadi Arka Planı Çalıştayımızda, yukarıdaki sorular etrafında yoğun tartışmalar yürütüldü. Ortaya çıkan yanıt; 2011 boyunca bölgeyi dalga dalga saran, her bir ülkede karşılanamamış ne kadar toplumsal talep varsa, neredeyse tümünü, iktidar karşıtı cephede birbirine ekleyerek, sosyal grupları homojenleştirerek ilerleyen kolektif güçtü. Tunuslu katılımcımız K.Arfoui’nin tespiti bu bağlamda çok dikkat çekici idi. Arfoui, Tunus halkının, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi dönemi hariç, hiç bir zaman, kendisini Yasemin Devrimi sürecindeki kadar birlik içerisinde hissetmediğini ve hatta bugün de hissetmemekte olduğunu dile getirdi. Yukarıda bahsedilen hayranlığın ve şaşkınlığın kaynağında da, sokakların, kadın-erkek, İslamcı-liberal-solcu, Müslüman-Hıristiyan, tüm kimliklerin dayanışma ve hatta kaynaşma alanlarına dönüşebilmiş olması bulunmaktaydı. Öte yandan bölgeden gelen ve kendi alanlarında uzman olan katılımcıların tümünün dile getirdiği üzere, 1 Barack Obama and David Cameron, “Commentary: Not just special, but an essential relationship,” McClatchy, 24 Mayıs, 2011, http://www.mcclatchydc.com/2011/05/24/114684/commentarynot-just-special-but.html (Son erişim, 17 Şubat 2012). 7 Arap Baharı’nın planlı, programlanmış ve organize edilmiş bir ayaklanma olmadığının da altını çizmek gerekir. Nitekim yine Arfoui’nin saptamalarından aktararak ifade etmek gerekirse; bu devasa hareket, bütün gücünü de buradan, yani belli bir grubun elinde ya da liderin önderliğinde şekillenmemişliğinden almıştır. Çünkü farklı etnik, dini, siyasi kimliklerin birleşmesi, ancak böylesi bir örgütsüzlük ve lidersizlik koşullarında mümkün olabilirdi. Yukarıdaki ilk tespitler ışığında, Arap Baharı’nın çok büyük çaplı bir sosyal patlamaya karşılık geldiğini ve dolayısıyla, bölgenin içinde bulunduğu iktisadi ve politik çıkmazla açıklanabilir, rasyonel bir arka plana sahip olduğu belirtilebilir. Ancak ulaştığı boyutların şaşkınlık yarattığı ve zamanlaması itibariyle de hem bölge halklarını hem de dünya kamuoyunu hazırlıksız yakaladığı da açıktır. Mısır, Ürdün ve Tunus’tan gelen değerli katılımcılarımızın paylaştıkları izlenimler, Arap dünyasını “isyan”a götüren bu ortak hattı gözler önüne sererken, “ayrı” yerlerden yükselen isyanların zemininin “aynı” olduğunu da gösterdi. Buna göre, özgürlük talebinin yakıcılığı bölgedeki demokrasi eksikliğinin boyutları ile doğru orantılıdır. Özellikle bireysel ve siyasi haklar kategorisinde sorun kontrolsüz bir biçimde derinleşmiştir. Sosyal patlamanın siyasal gerekçelerini oluşturan iki temel etkenden söz etmek mümkündür. Bunlardan birisi; “işkencenin olağan bir hal alması”, “devlet şiddeti” ve “cinsiyetçi ayrımcılık” olarak ifade edilebilecek sistematik hak ihlalleridir. İkincisi ise başta basın-yayın özgürlüğü olmak üzere ifade özgürlüğünü ortadan kaldıracak derecedeki baskı ve yasaklama politikalarıdır. Statükoya isyanın baş gösterdiği Tunus, Mısır, Yemen, İran ve Suriye’de yoksulluk ve işsizlik oranlarının yüksekliğinin de göz önünde tutulması gerekir. Dahası bölgedeki siyasal iktidar sahiplerinin, aynı zamanda ülke hazinelerinin ve topraklarının büyük bir kısmını elinde bulunduran oligarşik yapılar olduğu vurgulanmalıdır. Örneğin, devrik lider Bin Ali ve ailesinin yaklaşık olarak 12 milyar dolarlık dev bir maddi varlığın sahibi olduğu ve bu mal varlığının büyük kısmının da Fransa gibi eski rejimi destekleyen ülkelerde bulunduğu tahmin edilmektedir.2 2 Sustam, Engin, “Tunus ve Mısır: Siyasal Krizden Arap Baharına: Bir Özgürlük Denemesi mi?” Birikim Güncel, 2011,http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=697&makale, (erişim: 01.02.2011) 8 Arap Ligi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) ait istatistikler, bu bölgedeki yoksulluk artışına dair önemli rakamlar içerir. 2008 yılına ait ilgili çalışmalarda, bölgedeki ülkeler iktisadi yapı farkları gözetilerek dört gruba ayrılmıştır. Tunus, Mısır, Ürdün, Lübnan’ı da içine alan ve “gelir kaynakları farklılaştırılmış Arap ülkeleri” olarak tanımlanan grupta 1991–1999 yılları arasında % 14.7 olan yoksulluk oranı, 2000–2005 yıllarında % 16.8’e yükselmiştir. Bu verilerin nüfus açısından anlamı, söz konusu grupta yer alan ülkelerdeki yoksul sayısının 18,4 milyondan 22,8 milyona tırmanmış olmasıdır. Sudan ve Yemen’i içine alan ve “ekonomisi ihracata dayalı ülkeler” olarak tanımlanan grupta ise yoksulların toplam nüfusa oranı 2000–2006 yılları arasında %36,2 gibi çok yüksek bir rakama ulaşmıştır. Bu oran ise 8,1 milyon yoksul insana karşılık gelmektedir. Nihayetinde, bölgenin imtiyazlı grubunu oluşturan “petrol ülkeleri”ni dışarıda bırakarak hazırlanan bölge ortalamalarında yoksulluğun %18,4 gibi yüksek bir oranda olduğu belirtilmelidir. Yoksulluğun yukarıda gösterildiği gibi bir yandan sistematik olarak artmasına karşılık, bölgede kişi başına düşen gelir hesaplamalarının yıllar itibariyle yükseliş gösterdiği; başka bir ifade ile bölgede “toplam refah düzeyi”nde bir artış görünümünün bulunduğunun da vurgulanması gerekir. Ancak her ne kadar toplam refah düzeyine ilişkin verilerindeki yükselişin önemi yadsınamayacak olsa da, bölge ülkeleri arasındaki büyük gelir farklardan ötürü, soruna yoksullukla mücadele bağlamında bakıldığı zaman, bu yükselişin pek fazla anlam taşımadığı vurgulanmalıdır. Kaldı ki, bu noktada, bazı ülkelerde GSYİH ile aynı anda yoksulluk rakamlarının da arttığının belirtmek gerekir.3 Yine aynı kaynaktan edinilen yoksulluk artışı bulgularına göre, 2005–2006 yıllarında dünyadaki genç işsizliği oranı % 15 iken, Arap ülkelerindeki gençler arasında işsizlik oranı %30 civarlarındadır. Tek tek ülkelere bakıldığında bu tablonun kimi yerde daha trajik hale geldiği görülür. Örneğin genç işsizlik oranları, Yemen’de % 20, Ürdün ve Sudan’da % 40, Tunus ve Kuveyt’te % 30, Cezayir de ise % 50’lere dayanmıştır ve bu oranlar, isyanların neden bir sosyal patlamaya tekabül ettiğini anlamayı kolaylaştırır Arap Ligi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) ait istatistikler, bu bölgedeki yoksulluk artışına dair önemli rakamlar içerir. 2008 yılına ait ilgili çalışmalarda, bölgedeki ülkeler iktisadi yapı farkları gözeti3 Bu artış, 2001’de, 5.038$; 2006’da 7.760$; 2008’de ise 8.345’$’dır. 9 lerek dört gruba ayrılmıştır. Tunus, Mısır, Ürdün, Lübnan’ı da içine alan ve “gelir kaynakları farklılaştırılmış Arap ülkeleri” olarak tanımlanan grupta 1991–1999 yılları arasında % 14.7 olan yoksulluk oranı, 2000–2005 yıllarında % 16.8’e yükselmiştir. Bu verilerin nüfus açısından anlamı, söz konusu grupta yer alan ülkelerdeki yoksul sayısının 18,4 milyondan 22,8 milyona tırmanmış olmasıdır. Sudan ve Yemen’i içine alan ve “ekonomisi ihracata dayalı ülkeler” olarak tanımlanan grupta ise yoksulların toplam nüfusa oranı 2000–2006 yılları arasında %36,2 gibi çok yüksek bir rakama ulaşmıştır. Bu oran ise 8,1 milyon yoksul insana karşılık gelmektedir. Nihayetinde, bölgenin imtiyazlı grubunu oluşturan “petrol ülkeleri”ni dışarıda bırakarak hazırlanan bölge ortalamalarında yoksulluğun %18,4 gibi yüksek bir oranda olduğu belirtilmelidir. Yoksulluğun yukarıda gösterildiği gibi bir yandan sistematik olarak artmasına karşılık, bölgede kişi başına düşen gelir hesaplamalarının yıllar itibariyle yükseliş gösterdiği; başka bir ifade ile bölgede “toplam refah düzeyi”nde bir artış görünümünün bulunduğunun da vurgulanması gerekir. Ancak her ne kadar toplam refah düzeyine ilişkin verilerindeki yükselişin önemi yadsınamayacak olsa da, bölge ülkeleri arasındaki büyük gelir farklardan ötürü, soruna yoksullukla mücadele bağlamında bakıldığı zaman, bu yükselişin pek fazla anlam taşımadığı vurgulanmalıdır. Kaldı ki, bu noktada, bazı ülkelerde GSYİH ile aynı anda yoksulluk rakamlarının da arttığının belirtmek gerekir. Yine aynı kaynaktan edinilen yoksulluk artışı bulgularına göre, 2005–2006 yıllarında dünyadaki genç işsizliği oranı % 15 iken, Arap ülkelerindeki gençler arasında işsizlik oranı %30 civarlarındadır. Tek tek ülkelere bakıldığında bu tablonun kimi yerde daha trajik hale geldiği görülür. Örneğin genç işsizlik oranları, Yemen’de % 20, Ürdün ve Sudan’da % 40, Tunus ve Kuveyt’te % 30, Cezayir de ise % 50’lere dayanmıştır ve bu oranlar, isyanların neden bir sosyal patlamaya tekabül ettiğini anlamayı kolaylaştırır. Çalıştaya Ürdün’den katılan ve ülkesindeki ilk kadın hakim sıfatına sahip olan akademisyen Dr. Shabeeb, sosyal adalet sorununun, yani yönetici sınıf ile halk arasında gittikçe derinleşen ekonomik uçurumun altını defalarca çizme gereği duydu. Konuşmasında Ürdün halkını, kaynakların dengesiz dağılımı, işsizlik, siyasi yozlaşma, sömürülmekten yılmış, bıkmış bir kitle olarak tanımlayan Shabeeb, bu bölgedeki diktatörlüklerin uzun ömürlerinin eşitlikçi ve demokratik düzenlere geçişi çok zorlaştıracak büyüklükte eko- 10 nomik, politik ve yasal güç tekellerini oluşturduğunu dile getirerek, bölgede toplumsal adaleti tehdit eden en yapısal sorunu betimledi. Doç. Dr. İpek İlkkaracan ise konuşmasında Mısır, Tunus, Ürdün, Yemen ve Cezayir’deki ekonomik bunalımı, tarihsel ve yapısal bir yaklaşımla analiz etmeye çalıştı. Doç. Dr. İlkkaracan’ın yaptığı analize göre, Türkiye dahil Orta Doğu ülkeleri, 1980’lerden itibaren yaşanan küresel ekonomik liberalleşme sürecine, Asya ülkeleri gibi parlak bir biçimde dahil olamadılar. Arap ülkelerinin küreselleşen pazarın büyümesinden neredeyse hiç faydalanamaması “doğal kaynakların laneti”yle açıklanabilir. Biliyoruz ki bölgede tek kaynaklı ekonomik yapı yaygın modeldir ve bu yapı bir yandan istihdam alanlarını ve imkânlarını azaltarak, yüksek oranlı işsizliğe, diğer yandan ticareti tekelleştirerek zenginliğin aşırı dengesiz dağılımına sebep olmuştur. I.b. Uyanış: Bouazizi’nin, yani üniversite mezunu, genç bir seyyar satıcının hayat hikâyesi ve kendini yok etme yoluyla gerçekleştirdiği protestosu, isyanların temel etkenini olduğu kadar öznesini tanımlamayı da kolaylaştırır. Bouazizi bize, bu sosyal-coğrafi-ekonomik dokuda, uğradığı haksızlığın farkında, ekonomik dengesizliği ve siyasal yozlaşmayı tarif edebilen, dahası yoksun bırakıldıklarının hesabını sorabilecek cesarette bireylerin ve hatta kuşakların hali hazırda yetiştiklerini ve sayıca çoğaldıklarını gösterir. Nitekim Çalıştay katılımcıları da bu toplu uyanışı mümkün kılan ve “kitleleri harekete geçiren kilit bir grup”un var olduğunu; bu grubun da eğitimli veya vasıflı gençlerden oluştuğunu tespit ettiler. İşte bu kilit grubun kitlesel uyanışa katkısının anlaşılabilmesi için, ilgili ayaklanmalarda merkezi bir rol oynayan sosyal medya fenomeninin üzerinde durmak gerekir. Ayaklanmalar öncesinde ve sırasında göstericilerin sık sık online görüşmeler yaptıkları ve bunlara katılımın ulusal sınırları aştığı ve yine bu görüşmelerin devrim beklentilerini yükselten etkilerinin bulunduğu bilinmektedir. Sosyal medya kullanımının, göstericilere, hükümetler ve kolluk güçleri karşısında asimetrik bir güç sağladığını iddia eden önemli bir araştırma mevcuttur. Washington Üniversitesi’nin4 üç milyon tweet, gigabytelarca youtoube içeriği, binlerce blog postasını esas alan kapsamlı 4 Howard, Philip N. , Aiden Duffy, Deen Freelon, Muzammil Hussain, Will Mari, and Marwa Mazaid, “Opening Closed Regimes: What was the role of social media during the Arab Spring?” Project on Information Technology and Political Islam (PITPI), Working Paper, January. University of Washington, Seattle, 2011 http://dl.dropbox.com/u/12947477/publications/2011_Howard-Duffy-FreelonHussain-Mari-Mazaid_pITPI.pdf 11 araştırmasına göre, ortak siyasal duyarlılıkların organize olmaları, sosyal ağlar yoluyla çok daha kolay ve hızlı biçimde gerçekleşmiştir. Aynı araştırma, iletişimdeki muazzam yoğunlaşmayı somutlaştırmak açısından da fikir vericidir. Buna göre, sadece Hüsnü Mübarek’in istifasından önceki hafta boyunca bu ülkedeki politik değişime ilişkin Mısır ve dışından paylaşılan toplam tweet oranı bir günde 2300’den 230.000’e yükselmiş, öte yandan protesto ve politik tartışmaların bulunduğu toplam 23 video 5,5 milyon kez görüntülenmiştir. Mısır’da Mübarek’in görevden çekilmesini izleyen iki hafta içinde, civar ülkelerden paylaşılan günlük tweet ortalaması 2400’dür. Bu rakamlarla uyumlu olarak, Bin Ali’nin istifası sırasında yine diğer ülkelerden akan tweet oranı da günlük 2200’ü bulmuştur. Uyanışın başını çeken bu genç grubun ortaya çıkış koşullarının anlaşılması bakımından Çalıştay’da dile gelmemiş olan başka bir bağlama daha işaret etmek gerekir: “Görece yoksulluk”. “Yoksulluk”, ekonomik ve sosyal literatürde tanımlanması zor kavramlardan biridir. Bununla birlikte müdahale araç ve yöntemlerinin belirlenmesinde belirleyici oldukları için tanımların önemi yadsınamaz. Sosyal dünyanın dinamizmi, yoksulluğun karakterini de çeşitlendirmiştir. “Görece yoksulluk”, nitelemesi, II. Dünya savaşı sonrasında yoksulluğa ilişkin gelişen yeni bir kavrayışın ürünü olup,5 “mutlak yoksulluk” durumundan ayrı tutulur. Esasen, görece düşük yaşam standartlarını tanımlamak için kullanılır. Görece yoksulluk, yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli olan gıda, giyim ve barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasına karşın, toplumun çeşitli kesimlerinin kaynaklara erişim şansının diğer bazı toplumsal grupların erişim düzeyine kıyasla daha az olduğu bir durumu ifade eder. Görece yoksulluk, kişilerin eğitim durumları ve eğitim durumlarına dayalı olarak şekillenen tercih ve hedefleri ile uyumlu yaşayamaması; yani yaşam formlarının, onların beklenti, tercih ve kapasitesinin çok gerisinde kaldığı bir durumu imler.6 Arap coğrafyasına ait yaşam hikâyelerinin sosyal adalet bağlamı, başka bir ifade ile geniş halk kesimlerinin kaynak ve gelirlere erişimdeki sıkıntıları, bölgede artan yoksulluk tipinin, görece yoksulluk olduğunu düşündürmektedir. 1980 sonrasındaki küresel ekonomik yapılanma, hem kuzey hem de güney ülkelerinde göreceli yoksulluğun kitlesel bir hal almasına yol açmıştır. 5 Lister, Ruth, Defining Poverty, Polity Press, Cambridge, 2004, s. 20. 6 Sen, Amartya, Development as Freedom, Alfred A. Knoff, New York, 2001. 12 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının (UNDP)’nın bölge rakamları, açıkça belirli bir gelişmeye işaret eder. Anthony Giddens’ın kavramsallaştırmasıyla ifade edecek olursak, “görece dayanıklı kurallar ve kaynaklar dizisi olarak modernitenin kurumları”7 bu coğrafyada da belirli bir gelişmişlik düzeyine çoktan ulaşmıştır. UNDP’nin Arap ülkelerinin 2001–2006 yıllarını karşılaştırdığı 2009 tarihli insani gelişim indeksi buna delil oluşturur. Söz konusu kıyaslamaya göre 2001 yılında 0.662 olan indeks, 2006 yılında 0.713’e yükselmiştir. Aynı yılın verileriyle, bölgenin en az gelişmiş ülkelerindeki kitlesel yoksulluğu istisna tutarsak8 (Ör. Yemen’de 13.2 milyon, Sudan da 24.5 milyon ve Fas’ta 4.5 milyon), bölge insanlarının elektriğe erişimleri çoğunlukla %90 ile %100 arasında değişmektedir. Söz konusu ülkeler, Filistin dışında %2 ile %10 arasında değişen büyüme hızlarına sahiptir.9 Yine okuma-yazma ve okullaşmayla ilgili istatistikler de önemli gelişmelere işaret eder. 2009 verileriyle, temel eğitimini tamamlamış ve orta öğrenime devam edenlerin oranı, 15-24 yaş aralığında %87’ye ulaşmıştır. Bununla uyumlu olarak kadın erkek okullaşma oranları arasındaki fark azalmakta ve hatta lise öğrenimine gelindiğinde, kadınların lehine bir fark gözlenmektedir. Nitekim 1980 itibariyle lise düzeyinde erkek nüfus için %8 ve kadın nüfus için %4,6 olan okullaşma oranları, 2005’te erkekler için %18 olurken, kadınlar için ise %29’a ulaşmıştır. Öte yandan Dünya Bankası’nın Bilişim ve İletişim Teknolojilerine ilişkin ülke istatistikleri de Arap bölgesinde isyanı tetikleyen “görece yoksulluk” durumunu daha görünür kılar. Örneğin, 2006 yılında, bölge ülkeleri arasında bin kişi başına düşen bilgisayar oranının en düşük olduğu ülke olan Yemen’de (binde 20) dahi her bin kişiden 630’unun mobil telefonu bulunmaktaydı. Dahası bu rakamların geçen beş yılda, yukarı doğru katlanarak büyüdüklerini düşünmek için haklı sebeplerimiz var: İnternet erişiminin son on yılda dünyada ulaştığı büyüme oranı, ortalama %480 iken bu rakam Afrika kıtası için %2527,4 ve Orta Doğu için ise % 1987’dir.10 7 Bkz., Giddens, Anthony, The Constitution of Society, Berkeley: University of California Press, 1984. 8 Bahsedilen ülkelerdeki yoksulların sayısı, Yemen’de 13.2, Sudan’da 24 ve Fas’ta ise 4.5 milyondur. 9 2007 yılına ait ekonomik istatistiklere bakıldığında ise, enflasyon oranı 3.1 olan Tunus’da, gelişim oranı, % 6, enflasyonun 11 .0 olduğu Mısır’da gelişim oranı, % 7, 12.5 enflasyon oranına sahip Yemen de % 4 oranına sahip gelişim yüzdeleri göze çarpmaktadır. 10 Mohammed Bin Rashed Al Maktoum Foundation (MBRF) and the United Nations Development Programme / Regional Bureau for Arab States (UNDP/RBAS), Arab Knowledge Report 2009: Towards Productive Intercommunication for Knowledge, Al Ghurair Printing and Publishing House L.L.C, Dubai, 2009,s.10.,http://www.mbrfoundation.ae/English/Documents/AKR-2009-En/AKREnglish.pdf, Son erişim 27-03-2012. 13 Öyleyse, tam da Dr. Shabeeb’in örneklediği gibi, “kendi çocukları yürüyerek okula giderken, yönetici sınıftakilerin çocuklarının Limuzin ile gitmesi”ni sorun olarak algılayan ve bu durumu “kabul etmeyen” bir zihniyetin yaygınlaşmasıyla kaçınılmazlaşan bir kitlesel uyanışa tanık olunmuştur. Bu noktada belki de gözden kaçırılmaması gereken en kritik mesele, yeni bir toplumsal düzenin, örneğin İslamcı-laik gibi birbirleriyle ilişkileri gerilimli kabul edilen grupların ortak özlemi olmasıdır. Statükonun alaşağı edilmesi olarak tanımlanabilecek bu ortak özlem, neredeyse tüm ideolojikpolitik hareketlerin ve toplumsal kesimlerin ortak mücadelesi haline dönüşebilmiştir. Bizim Çalıştayımız gibi başka benzer çalıştayların varlık nedeni de söz konusu uyanışın, İslamcıları olduğu kadar sekülerleri; gençleri olduğu kadar yaşlıları; erkekleri olduğu kadar kadınları da kapsamış olmasıdır. Bu toplumsal uyanışın kadınların eşitlik ve demokrasi taleplerinde ve bu doğrultudaki eylemlerinde de somutlaşması, kanımızca Arap devrimlerine yönelik çözümlemelerde henüz hak ettiği ölçüde irdelenmemiş çok önemli bir boyutdur. I.c. Kadın İsyanının Arka Planı Çalıştayda bölge kadınlarının karşı karşıya kaldığı eşitsizlikler ile özgürlük ve adalet eksikliği tartışılırken, asimetrik gelişmelere yoğunlaşmak anlamlı oldu. Burada kastedilen, eğitim kurumlarının kadınları kapsayıcı kapasitesinin bariz bir şekilde gelişmesine karşın, bu gelişmenin başta iktisadi alan olmak üzere kamusal alanın diğer kurumlarınca takip edilememesinin ortaya çıkardığı asimetridir. Katılımcılar iktisadi bağlama seçici bir ilgi gösterdiler. Bu konuyla ilgili tespitlerden biri, bölgede yönetici sınıf ile halk arasında ekonomik açıdan derinleşen uçuruma paralel olarak kadınlarla erkekler arasında da ekonomik güç farkının derinleşmiş olduğudur. İstihdam edilmiş kadınlar ve erkekler arasında, istihdam alanları, çalışma koşulları ve nihayet ücretler bakımından erkeklerin lehine muazzam bir eşitsizlik bulunmaktadır. Ortadoğu ve İran uzmanı Arzu Celalifer Ekinci, bölgede istihdamdaki kadınların erkeklere oranının üçte bir olduğunu dile getirdi. Viola Raheb ise Filistin özgülünde, bunun dörtte bir gibi daha yüksek bir eşitsizliğe denk geldiğini ve 2010 yılı istatistiklerine göre, ortalama 15 yaş üstü iyi bir işe sahip nüfusun % 67’sini erkekler oluştururken, kadınların sadece % 15’nin 14 bu gruba dahil olabildiğini ortaya koydu. Basant Montaser ise, 2008 yılında Kadın Ekonomik Forumu tarafından yapılan araştırmada, kadın istihdamı sıralamasında, Mısır’ın 140 ülke arasında 128. sırada yer aldığını hatırlattı. İstihdama ilişkin bu olumsuz verilere karşılık, yukarıda UNDP’den aktardığımız istatistiklerin de işaret ettiği üzere, kadınların sadece okullaşma oranı değil, öğrenim düzeyi de bariz bir biçimde yükselmektedir. Hatta yer yer erkek okullaşma oranlarını geride bırakan gelişmeler dikkat çekmektedir. Filistin’de 2008–2009 yıllarında üniversiteden mezun olan gençlerin yaklaşık % 60’nın kadın olduğunu, yine Ürdün’de üniversite öğrencilerinin % 70’ni kadınların oluşturduğunu, hatta lisans derecesini yüksek ve üstün başarı ile tamamlayanların % 90’nın da yine kadın olduğunu belirtmek gerekir. Bu durumun kadının aktivizmi, duyarlılığı ve farkındalığının artışında ve dolayısı ile güçlenmesinde atlanılmaması gereken çok önemli bir faktör olduğu açıktır. Son bir husus olarak, kültürel bağlamda da kadınlar açısından ciddi bir eşitlik ve özgürlük sorununun mevcut olduğu vurgulanmalı. Erken evliliklerin, ev içi şiddetin, kadınların kamusal katılımının, en başta siyasi bağlam olmak üzere, iktisadi olmayan bağlamlarda da sistematik bir biçimde kısıtlandığının altını çizmek gerekir. Burada bahsedilen eşitsizlik, şiddet ve kısıtlılık durumunun yanında, kadının insan haklarını ve demokrasiyi savunarak tepki gösteren aktivist kadınların maruz kaldığı politik baskılar da kadın isyanının anlaşılabilir arka planını şekillendirmiştir. Tüm bunlar, bize, kadınların isyan ve devrimlerin neden en etkin katılımcılarına dönüştüklerinin hikâyesini az çok anlatacak kapasitede, önemli verilerdir. I.d. Kadın Uyanışı: Bütün dünya kamuoyunun kabul ettiği üzere, Arap kadınları, devrimlerin ortaya çıkmasında önemli roller oynadılar. Siyasal aktivizm içinde yer almaları, bir bakıma geleneksel cinsiyet rollerinin reddedilmesiyle mümkün oldu. Kadınlar, Tahrir Meydanı başta olmak üzere, birçok yerde erkeklerle beraber dayak yediler, gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Yürütülen muhalefetin, ayaklanmaların ve gerçekleşen devrimlerin her aşamasında varlık gösterdiler. Arap Baharı, bu şekilde tarihe yeni kadın kahramanlar kazandırdı. 15 Adları zikredilmeden devriminin hakkının verilemeyeceği kadınlar, Çalıştayda da atlanmadı. Tunus’ta 2011 Temmuz Seçimleri ardından kurulan kabinenin Kadın İşleri Bakanı olarak atanan akademisyen Lilia Labidi, Yemenli ve Nobel Barış Ödülü sahibi gazeteci Tawakul Karman, ünlü blogger Lina Ben Mhenni gibi isimler kadın görünürlüğünün artışının simgeleridir. Kadın aktivistler etrafında dönen tartışmalarımızın merkezinde yer alan soru, bu kadınların devrim süresince ve öncesindeki yadsınamaz katkılarının, devrim sonrası yapılanma sürecinde karşılığını bulup bulamayacağı; kadınların yeni rejimin kurulmasına ne ölçüde dahil olabileceğiydi. Başka bir ifade ile diktatörlüklerin yıkılmasında mücadeleye destek veren kadınlar, sıra patriarkal sistemin yıkılmasına geldiğinde ne kadar desteklenecekler; kimlerle işbirliği yapacaklar? Katılımcılarımız, bu konu bağlamında yaptıkları değerlendirmelerde, umut ve iyimserliği elden bırakmamakla birlikte, kadınların bölgedeki geleceğine dair artan ve çeşitlenen kaygılarının da altını çizdiler. II. Gelecek Senaryolarında Kadınlar ve Kaygılar II. a. Kaygılar “Siyasal İslam”ın Yükselişinde Temellenen Kaygı “Eskiden her şey yasaktı, şimdi ise haram”: Devrim sonrası, Tunus’ta “muhafazakâr demokrat” Nahda Partisi, 90 sandalye gibi açık bir sayı farkıyla iktidara gelirken, Mısır’da Müslüman Kardeşler’e yakın “Muhafazakâr Demokratlar” ve Ürdün’de İslamcı olarak tanınan “Müslüman Kardeşler” ile onlardan daha muhafazakâr olarak bilinen, gelenekçi grup “Selefi”lerin yükselişi dikkat çekicidir. Müslüman toplumların kadın erkek ilişkilerine yaklaşımlarını ve taviz vermeyen “cinsiyet kuralları”nı göz önüne alan katılımcılar, konuşmalarında bu yükselişten duydukları endişeleri yansıttılar. Dile getirdikleri kaygılar, İslami tonların daha da belirginleşeceği yeni düzen içinde kadın için öngörülen rollerinin cinsiyetçi bir çizgide değişebileceği ve kadının toplumdaki pozisyonun olumsuz biçimde dönüşebileceği yönündeydi. Katılımcıların tümü böylesi bir genel kaygıda birleşmelerine karşın, kaygılarının içeriğinin ve boyutlarının farklılık gösterdiğini belirtmek gerekir. “Ilımlı İslam” olarak tanımlanan siyasi model altında, İslam’ın kadına yönelik tutumunun değişeceği varsayımına umutsuz yaklaşanlardan, kadına 16 karşı ayrımcılığın İslam’a has bir tutum olmadığını; bölge kadınlarının sorunlarının din kadar cinsiyetçi sistemin bir ürünü olduğunu; dolayısıyla da değiştirilebileceğini savunanlara ve dahası bölgedeki İslamcıların tutumu ile “gerçek İslam”ın karıştırılmaması gerektiğine, kadın aleyhine pratiklerin, çoğu zaman İslamcı grupların, bu dini yanlış yorumlama ve savunmalarından kaynaklandığına inanlara değin farklı düşüncelere sahip kadınlar bulunmaktaydı ve yukarıda belirtilen genel kaygılar da, bu geniş yelpazede farklılaşan pozisyonları içinden dile getirildi. Söz konusu geniş yelpaze, aslında kadınların bölgeye yönelik analiz perspektiflerinin zenginliğinin de göstergesiydi. Her katılımcının, kendi kaygısını haklılaştıran deneyimleri de toplantıda aktarması, bölgenin yeniden yapılanma sürecinde nelere temkinli ve hassasiyetle yaklaşılması gerektiğini ortaya koydu. Örneğin Khedija Arfoui, Selefilerin tiyatro ve sinema salonlarına, özellikle Tunuslu kadınlar tarafından çekilen “Ne Tanrı Ne Efendi” filminin gösterimine karşı yaptıkları saldırı eylemlerinden bahsetti ve Baluba Üniversitesindeki öğrencileri “burka” giymeye zorlamalarının üniversite tarafından reddedilmesi üzerine, üniversitenin kapatılması gibi açık ve somut “baskı” örneklerinin, ülke içinde haklı bir panik yarattığını dile getirdi. Arfoui 1980’li yıllarda kaleme aldığı, “Türbandan Bikiniye” başlıklı yazısında betimlediği, görece “özgürleştirici” eğilimin, ülkesinde tersine dönmesinden ve bu çerçevede “zor” kullanılması ihtimalinden duyduğu endişesini vurguladı. Tunus’ta devrimi takip eden seçimlerde, 217 sandalyeli parlamentoda 49 sandalyeyi kadınlar kazanmış bulunuyor. Seçilen kadınların çoğu da kabinede 90 koltuğun sahibi En-Nahda Partisinin milletvekilidir. Kadınların aday olması ve seçilmesiyle parlamentodaki kadın temsilini % 27’ye çıkaran, böylelikle Mısır, Ürdün gibi ülkelerle kıyaslanmayacak bir umudu yeşerten En-Nahda’nın dahi, evlilik yaşının düşürülmesi, çalışan kadınların ilk doğumlarından sonra dört sene izne ayrılmaları gibi kadınları çalışma yaşamından dışlayan ve eve, evliliğe, anneliğe yönelten önerileri, Arfoui’nin dillendirdiği kaygılara temel oluşturan pratikler arasında bulunuyor. Mısır’da kurulan Anayasa Düzenleme Komisyonu’nda bir tek kadın üyenin olmaması ya da Buthaina Kemal’in başkanlık seçimlerine aday olma gibi haklı ve yerinde girişimine Müslüman Kardeşler’in karşı çıkması gibi örnekler, “yeni Mısır”ın inşasında kadınların hak ve çıkarlarının dikkate alınmayacağına dair kaygıların yersiz olmadığını gösterir. Nitekim 21 Ocak 2012’de açıklanan resmi seçim sonuçlarına göre, Müslüman Kardeşler’in Hürriyet ve Adalet Partisi 10 milyon oy, 127 sandalye ile birinci parti olurken, Nur 17 Partisi 7 milyon oy, 96 sandalyeyle ikinci parti olmuştur. Buna karşılık, çok sayıda kadın aday seçime katılmış, sadece 10 kadın seçilebilmiştir. Ancak Çalıştayda üzerinde açık bir uzlaşma sağlanan noktalardan birisi, söz konusu dönüşüm sürecinde, kadınların aleyhine yaşanan gelişmelerin sadece İslam’la, başka bir ifade ile dinsel temelde açıklanabilecek refleksler olarak değerlendirilemeyeceği idi. Bu değerlendirmeye göre, cinsiyetçilik, tarihsel ve yapısal süreçlerin iç içe geçmesiyle oluşmuş, dinamik ve bütünsel karakterli, makro bir sorundur. Dinle cinsiyetçilik arasındaki ilişkinin aşırı vurgulanmış bir sunumu, kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik ufku daraltır ve çözüm önerilerinin çeşitlendirilmesini engeller. Cinsiyetçi Reflekslerden Kaynaklanan Kaygı Fransız ve Nikaragua Devrimleri, Cezayir ve Afgan Bağımsızlık Savaşları11 ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde olduğu gibi, Arap Devrimleri döneminde de cinsiyetçi reflekslerin tepkisel bir biçimde güçlenmesi beklenebilir. “Eskiyi yıkma” süreçlerine dahil edilen kadınların, “yeninin inşası”ndan dışlanması, bölgesel, zamansal ve nihayet kültürel farklılıkları aşan, cinsiyetçiliğin neden makro bir sorun olarak tarif edilmesi gerektiğini kanıtlayan, tipik bir reflekstir. Bu bağlamda, Çalıştaya Beyrut’tan katılan Ceren Kenar’ın dile getirdikleri oldukça anlamlıydı. Mısır’daki gösterici kadınlar, son derece aşağılayıcı bir uygulama olduğu kabul ettiğimiz ve kadınları küçük düşürücü niteliği açık olan bekâret testlerinden geçirildiler ve tecavüze uğradırlar. Üstelik bunu yapanlar ne Müslüman Kardeşler ne de Selefi üyeleri idi. Ceren, faillerin, kendini “seküler” olarak tanımlayan Mısır’ın ulusal ordusunun eğitimli personellerinden başkası olmadığını ifade etti. Bu durum, kadın haklarına yönelik tehdidin, İslam’la olduğu kadar laiklikle de eklemlenebildiğini gösterdi. Bu durum, kadınların sosyal, siyasal, iktisadi ve yasal inşa süreçlerine dahil olamayışlarındaki temel engelin laik, muhafazakar, dindar iktidarlardan öte “eril iktidar” olduğunu hatırlatması bakımından anlamlıdır. Yukarıda adı geçen bütün devrim süreçlerinde, iktidarlar ve halklar, “yeni”nin, “değişim”in belirsizliği karşısındaki kaygıyı azaltmak üzere, eskisi ile yeni düzen arasındaki süreklilik unsurlarının tanımlanmasını ve hatta pekiştirilmesini gerekli görmüştür. Bunların içinde geleneksel kadın ve erkek kimliklerini pekiştirme çabası hep stratejik bir öneme sahip olmuştur. Diğer bir ifadeyle eril iktidar, “cinsiyet rolleri”nin devlet rejimi ile beraber 11 Bkz, Jill G. Steans, Gender and International Relations, Rutgers University Press, New Jersey, 1998 Ayrıca, bkz. Ayşegül Altınay, Vatan Millet, Kadınlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000. 18 değişmeyeceğinin garantisini verme ve toplumsal dönüşümün sınırlarını çizme yoluyla meşruiyet sağlayan bir iktidar biçimidir. Bu nedenle kadınlara yönelik ve hatta doğrudan kadın bedeni üzerinde çok sert tedbirler alınmasına yol açar. İktidar el değiştirirken, kadın hakları doğrultusundaki değişimin hep cılız kalmasını ya da kadın hakları kategorisinin demokratik dönüşümlerin genellikle en az işlenmiş başlıklarından biri olmasını, işte bu “eril iktidar” konsepti ile açıklamak mümkün ve gereklidir. “Eril iktidar” güç oyunlarının gölgede kalan önemli bir boyutunu aydınlatır. Bahsedilen “güç oyunları”nın kadın aktivistler üzerindeki olumsuz etkileri de Çalıştayda ciddiye alınan ve üzerinde çok durulan konulardan biri oldu. Katılımcılarımız bu bölgede, kadın hakları konusunda geniş bir ufka sahip oldukları halde, siyasal platformlardan uzak durmak isteyen ve sayısı azımsanmayacak düzeyde olan bir kadınlar grubunun varlığından söz ettiler. Bunlar, güç oyununa alet olmak istemeyen, eril iktidar ağlarında kaybolmaktan çekinen; bu sebeple siyasete hiç bulaşmamış ya da siyasetten hızla yılmış kadınlardır. Bu durum, önüne geçilmesi gereken ciddi bir kan kaybını haber verir. Çalıştaya Ürdün’den gelen Dr. Shabeeb’in sunuşu, kadını siyasal, kurumsal ve yasal alandaki mücadeleden “korkutan ve/ veya uzaklaştıran” bu düzenek hakkında oldukça aydınlatıcıydı. Ürdün’ü, katı aşiret geleneğini taşıyan atmosferi ile Mısır ve Tunus’tan ayıran ve bu anlamda bu iki ülkeyi Ürdün’e göre daha “ümit verici” bulan Dr. Shabeeb, Ürdün’de yeterince bilgili, eğitimli, güçlü kadınların bulunduğunu ancak, bu kadınların topluma ve sisteme güven duymadıklarını belirtti. Shabeb, iktidarda yer alma girişiminde bulunan Ürdünlü bir kadının, “ılımlı İslamcı” kesim tarafından gelecek “İslam’a aykırı hareket etme” eleştirisi ile gelenekçi muhafazakâr kesim tarafından dile getirilecek olan “erkeklerin işine karışmak isteyen utanmaz bir kadın” suçlaması arasında kalacağını ekledi. Onun yaptığı bu vurguyla birlikte, bölge kadınlarının siyaset kurumuna olan güvensizliğinin en az üç bileşene sahip olduğu açığa çıktı: Bölgede yıllardır süregelen siyasal alternatifsizlik, demokrasi dışı yönetim ve nihayet kimi İslamcı grupların kadının katılımına karşı sergiledikleri katı tutum. Yukarı çizilen zemin üzerinde, kendilerini “Müslüman bir kadın” olarak tanımlayan ama İslam’ı yanlış temsil ettiğine, toplumu binlerce yıl geriye götüreceğine inandığı partilere yaklaşmayan, bununla birlikte Müslüman kimliği gereği “İslam karşıtı” bir partiye de oy vermek istemeyen” bir Arap kadını tipinin varlığına da işaret eden katılımcılar, Arap dünyasındaki kadınların bu toplumsal dönüşüm sürecinde seçeneksiz kaldıkları yönünde 19 bir izlenim yarattılar. Bu “seçeneksizlik ve geri çekiliş” karşısında, nitelikli bir demokrasiden söz etmenin mümkün olmayacağı açıktır. Bu durumda kadının siyasal varlığı, oy kullanmak ve seçmek edimine indirgenebilir ve cinsiyetçiliğin geri çekilişi bir başka bahara ertelenecektir. İktidarın eril karakterinden ötürü siyasal bağlamda oluşmuş tehlikenin çok kritik bir başka boyutu da yasal kazanımların belirsiz sürelerle ötelenmesidir. Arzu Celalifer Ekinci’nin Ortadoğu ve İran uzmanı sıfatıyla ifade ettiği gibi, “enformel biçimlerde son derece etkin ve faal olan bölge kadınları ve kadın örgütlerinin çabaları, yasal revizyonlarla sonuçlanmadığı takdirde etkili kazanımlara dönüşememektedir. Uygulamalar yasalarla garantilemedikleri ve yasal yaptırımlarla takip edilemediği sürece cinsiyetçilikle mücadele dolambaçlı bir yol olacak, uzayacaktır. Nitekim Viola Raheb ve Çiğdem Aydın da aynı probleme işaret ettiler. Kadının insan haklarının ve eşitliğinin yasal dayanaklara kavuşturulması ve asıl olarak yasaların uygula(n)masının takibi, eşitlik mücadelesinde bilinen, etkili araçlardandır. Ancak bu konudaki farkındalığın zayıf oluşu, birçok bölge ülkesinde paylaşılan ortak bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Batılı Olanın Verdiği Kaygı Bölgeyi saran bu güçlü dönüşümcü dalga içerisinde, bölgenin, kendi kültürünü koruma ve kendi kültürüne referansları çok güçlü bir toplum projesi oluşturma çabasının önemli bir yere sahip olduğu göz ardı edilemez. Bu durum, özellikle batı dışı toplumlarda modernleşmenin handikaplarını üretegelen Doğu-Batı geriliminin, yeni formlar alarak tırmanması ihtimalinden dolayı üzerinde dikkatle durmayı gerektiriyor. “Batılı olan”a yönelik artan tepkiselliğin uç örnekleri, kendini, Çalıştayda da dile getirildiği şekliyle, komplo teorilerinde gösteriyor. Buna göre “İslamcılar”ın bölgede yükselişinin, aslında onları başarısızlığa mahkum ederek düşürmek isteyen Batının bir planı olduğuna dair iddia, toplumsal tabanda yaygınlık kazanmıştır. Bölgedeki siyasal hareketliliğin doğu-batı gerilimi eksenine oturan kavrayışları bölgenin, “batılı” bir ithalat nesnesi gibi de algılanabilen “kadın hakları”ndan yüz çevirmesi ve cinsiyet eşitliği rejimine şüpheci yaklaşımları güçlendirmesi ihtimali dolayısıyla katılımcılar arasında tedirginlik yarattı. Çalıştaya da adını veren kadının “güçlendirilmesi” amaçlı stratejik açılımların, “Arap ülkelerinin batılılaştırılması” biçiminde yorumlanması eğilimi, sadece erkekler değil, kadınlar arasında da kabul görmektedir. Katılımcılar, bu algı sorununu aşmak üzere tedbirler alınması yönünde de çağrıda bulundular. 20 Cinsiyet eşitliği rejimine yaklaşmayı engelleyen etkenlerden birisi de kültürleri hiyerarşik bir sınıflamaya tabii tutan pozitivist, ilerlemeci bir modernizme karşı olan ve “oryantalizm”in meşru eleştirisinden de beslenen post-modern şüpheciliğin uç noktalara ulaştığı durumlardır. Post-modernist şüpheciliği, ünlü “gender” teorisyenlerinden biri olarak Ann Phillips’in (1995: 288–302) çizdiği üçgen içinde düşünmek mümkündür. Buna göre, post modernist argüman, toplumun daima kendi iradesine ters biçimde yönlendirildiği temasını içerir. Evrensel değerlere inanmaz ve evrenselliğin, tikel realiteyi, yani yereli -ki bu çeşitli bağlamlarda ulusal, ulus üstü ya da ulus altı bölgesel ölçeğe de tekabül eder- yok etmek için yaratıldığına inanır ve bu arka planda yereli ve ulusalı yüceltir. Bu gerilimin Doğu-Batı ya da evrenselcilik-kültürel görecelilik ikiliğinin (dualism), “kadının insan hakları” tartışmalarına yönelik yansımaları çok nettir. Tartışmaların merkez sorusuna, yani kadınların, sorunları ve çıkarları itibariyle ortaklığı olan bir kategori oluşturup oluşturmadığı sorusuna verilen cevaplar çeşitli ve çelişkilidir. Bahsedilen çelişkiyi somutlaştırmak üzere feminist literatürden destek alınabilir. Cynthia Cockburn ve Nira Yuval Davis yerel ve kültürel öznellikler elden bırakılmadan yürütülen her tartışmada “ortaklıklar”ın yakalanabileceğinin, “benzerliklerin” kesişebileceğinin altını çizerler (Cockburn, Davis, 1999). Bu yazarların en önemli savları ise bu farklılıklar üzerinden yakalanan benzerliklerle bir “biz” tanımının yapılabilme ihtimalinin bulunduğudur. Bu saptamalar, toplantının en kritik soruları açısından, önemli teorik katkılardır. Katılımcılar, burada kategorize ettiğimiz kaygıları tartışırken, sürekli kendilerine ve birbirlerine “biz kimiz?” sorusunu sordular; bölgenin kadınlarını temsil haklarının meşruiyetini sorguladılar; görüş ve köken farklarına, bu temelde kadınları birbirinden ayrıştıran muazzam bir çeşitliliğe takıldılar. Toplantı süresince sorulan ama cevapsız bırakılan bu kritik sorular ışığında, Yuval-Davis ve Cockburn’un (1999) “çaprazlama politika (Transversal Politics)”12 kavramsallaştırmasına değinmek anlamlı olabilir. Çaprazlama politika Yuval-Davis ve Cockburn’ün savaş bağlamında geliştirdiği bir kavramdır.13 Yazarlar, her kadının o güne kadar ırk, ulus, din gibi belli 12 Ayrıntılı bilgi için bknz. Nira Yuval- Davis; Werber Pnina, Women, Citizenship and Difference, Zed Books, Londra, New York, 1999, ; Cynthia Cockburn, “What is Transversal Politics?”, Soundings: Journal of Politics and Culture, Cynthia Cockburn ve Lynette Hunter[ed]., 12 Summer, 1999. 13 Dini, etnik ya da sınıf gibi her türlü çatışmada, fiziksel şiddet, tecavüz, çocuk kaçırılması, bebek ölümleri, bebeklerin bakım zorluğu, kötü beslenme ve sıhhi olmayan şartlarda doğum, cinsel istismar, farklı gruplara, kökenlere sahip kadınların savaş bağlamında ortaya çıkan ortak sorunlarıdır. Bu sorunlara çözüm üretilebilmesi için kadınların bu kimliklerine takılmadan tartışması hedeflenmektedir. 21 kimlik sembolleri ile belli bir bireysel ilişkisinin bulunduğunu; savaşı ve ondan kaynaklı sorunları da bu ilişki içerisinden kavrayacağını kabul ederler. Ancak buradan kişilere atfedilen ismin, onlar hakkında bilgi vereceği çıkarsamasının yapılamayacağını düşünürler. Kişilerin burada verili kimlikleri dışında düşünebileceği, savunabileceği, reddedeceği ve talep edebileceği şeyler olduğuna inanırlar. Bu kabul ile birlikte çaprazlama politika, birbirini kendi yaşam koşulları içinde anlamaya çalışmayı, başka bir ifade ile empatiyi talep eder. Kendi kökenlerini ortaya koyma suretiyle ötekini de anlamaya çalışarak sorunların tartışılması gerektiğini savunur. Tartışıldıkça yeni soruların ortaya çıkacağını ve tartışmanın düşünülmeyenleri, daha önce fark edilmeyenleri açığa çıkaracağını savunur. Kuşkusuz bu ciddi bir emeği ve uzun bir zamanın varlığını gerektirir. Çalıştayda tam da bu böylesi bir zemin üzerinde, pek çok farka rağmen evrensel ile tikel olanın karşılıklı dengesi adına anlamlı kimi ortaklaşmaların sağlanmış olduğu gözlendi. Bölge katılımcıları, çok eşlilik, kadının kısıtlı miras hakkı, peçenin kullanımı, çalışma haklarının kısıtlılığı gibi zaten oldukça geniş çevrelerde meşruiyetini kaybetmiş kültürel pratiklerin tekrar tekrar önlerine çıkarılmasından haklı gerekçelerle büyük rahatsızlık duymaktalar. Bu coğrafyada kadın sorunlarını tartışmaya her seferinde aynı noktadan başlamanın, kadınların “daha ciddi problemleri”ni dile getirmelerini engellediği, kadınların “yerel, kültürel” olduğu iddia edilen bu mevzularla “oyalandığı” konusunda açık görüş birliği mevcuttur. Mısır’dan Montasar’ın katkısıyla bölge kadınları için aslında sosyal güvencelerden yoksunluk, istihdam olanaklarının yokluğu, nüfusa kayıtlı olmama gibi “daha öncelikli ve ortak sorunlar” kümesinin olduğu saptaması yapıldı. Bilhassa Selcan Yılmaz ve İpek İlkkaracan’ın Orta Doğu’nun ekonomik yapısına ilişkin analizleri de, kadının ekonomik varlık şansının nasıl tehdit altında olduğunu göstermesi bakımından önemliydi. Ekonomik Kaygılar Yukarıdaki istatistiklerde de kısmen gösterildiği üzere, bu bölgede kadın istihdamının zayıflığı düşündürücüdür. İlkkaracan da 2010 WEF (World Economic Forum) verileriyle bu bulguları destekledi ve bu ülkelerden -Tunus’u Türkiye’yle ikame etmek kaydıyla- spesifik bir kategori oluşturarak, söz konusu kategorinin kadının işgücü piyasasına katılımı bakımından 200 ülke içinde son 10’a düştüğünü belirtti. İlkkaracan, 19. yüzyılda gelişen endüstriyel devrimin yükselişi ile 20. yüzyılda altın çağını yaşayan kapitalizmin etkilerini karşılaştırmalı bir analizle okuyarak, kadın istihdamındaki 22 bu zayıflığın gerisindeki etkenlere tarihsel bir açıklama getirdi. İlkkaracan, kapitalizmin yükselişinin Avrupa’da işgücüne olan talebi büyütüp iş kollarını çeşitlendirdiğini, öte yandan bu sürecin dışında kalan “geç sanayileşen ülkelerin” ekonomik ve sosyal yapılarının Avrupa’nınkinden nasıl olup da farklı tarzlarda dönüştürdüğünü anlattı ve burada söz konusu olan Avrupalı iktisadi yapıyı Avrupalı olmayanından ayıran farkların başında da kadın işgücü’nün gelişim hikâyesinin geldiğini dile getirdi. Kadın istihdamı, ücrette cinsiyetçilik başta olmak üzere pek çok başlıkta kadın insiyatiflerinin ortak muhalefet yürütmesi açısından kimi sorunlar taşıdığı için, cinsiyet eşitliği rejimi bakımından kritik bir başlık olduğu üzerinde yaygın bir konsensüsün bulunduğu bilinmektedir. Kadının ekonomik yaşama katılmasının, bilgi, beceri edinerek mikro ve makro ekonomik süreçlere müdahil olmasının, geleneksel cinsiyetçi rollerin çözülmesinde yaptığı etkiden dolayı “kadın güçlenmesi”nde önemli bir rolü bulunmaktadır. Oysa uzun süre bu gelişmenin dışında kalan ve ekonominin bütün ağırlığını tek bir kaynağa, yani petrole dayandıran ülkelerde, kadın işgücüne yönelik bir talep gelişmemiş ve bu durum bir taraftan kadının katılacağı “mikro ekonomik alanların” eksikliğine neden olurken, diğer yandan kadınların ev içi rollere ve aileye bağlı kaldığı, kırılması zor sosyal yapılar ve rolleri pekiştirmiştir. Bugün içinse, yeniden yapılanma döneminde olan ve küresel pazara hızla dahil olmak, gelişmiş ülkelerin seviyelerini yakalamak isteyen bu ülkeler, tam da “fark kapatma motivasyonu” ve “tek kaynak” geriliminden ötürü, hem ülke ekonomilerin tamamı hem de kadının ekonomik güçlenmesi açısından haklı endişelere yol açmaktalar. Arap Dünyası’ndaki bu hassas tehdidi, “ticarileşen devlet” kavramı ile açıklayan ekonomist Selcan Yılmaz, ekonomik aktörler ile siyasi aktörler arasında farklılaşmanın oluşamamasından, kamu ve özel sektörlerin gelişimini durduran, ülkenin biricik kaynağının üretimini ve küresel pazara dağıtımının “ticaretini” yapan siyasal/ ekonomik güç tekelinin varlığına dikkat çekti. Kurulmakta olan rejimlerin “öncelikli meselesi”nin kısa vadede büyüme planı olması, sosyal bir piyasa ekonomisinin gelişmesine ket vuracak riskler taşımaktadır. Çünkü önceliğin hızlı büyümeye verilmesi yüzünden, kadın ve genç işsizliğine çözüm bulma gibi uzun vadede ülke ekonomileri açısından büyük önem taşıyan başlıkların kolayca ötelenmesi ihtimali yüksektir. Nitekim Fas’lı katılımcı Azbane’nin aktardığı gibi, kendi ülke başkanlarının ilk sözlerinden biri, “kadın mevzusundan daha önemli işlerinin olduğunu” hatırlatmak olmuştur. 23 Öyleyse, yeniden yapılanma döneminde hem iktidarlaşan İslami kesimlere hem de kadın örgütlerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Süreç, kaygıların dile getirildiği ama yargıların çıkarılmayacağı bir süreçtir. Bu “kesinliğin olmaması” hali her iki kesim için de bir fırsata işaret ettiği gibi, dile getirilen kaygılar, ülke, yönetim ve kadın adına çok olumlu adımların rotasını da çizebilir. Mademki, İslama dair belirgin bir kaygı bulunmaktadır; bu dönem, bütün dünyanın ne yapacaklarını “merakla” izlediği İslamcı iktidarların, söz konusu kaygıyı gidermeleri ve mevcut kanıyı değiştirmeleri açısından sağlam bir eşiktir ve eğer kadınların geri çekilmesi, isteksizliği derin endişelerden biri olarak öne çıkıyorsa, bu dönem, kadınların devrimdeki ateşinin “geçici” olmadığını kanıtlamalarının ve kendi sözlerini kendilerinin yazmalarının ve kendi seçeneklerini yaratmalarının, kapıları zorlamalarının da tam zamanı olduğunu gösterir. III. Umut ve Stratejinin İttifakı İlkkaracan ve Yılmaz analizlerinde, bölgeye kadın işgücü talebini arttıracak ve iş alanları yaratacak yatırımların yapılmasının, bölge politikasının istikrarına ve bundan sonraki yönetimlerin demokrat tutumlarına bağlı olduğunu dile getirdiler. Bu durum, kadınların da demokrat, adil bir rejim için, siyasal kanallara stratejik manevralarla sızmaları gerekir. Bu aşamada, politik lobi faaliyetleri, siyasal aktörlerle işbirliği, karar mekanizmalarında yer alma ısrarı ve mücadeleyi bırakmama “stratejik manevralar” olarak öne çıkmıştır. KAGİDER Başkanı Türktan, sürecin kırılganlığına dikkat çekerek, böylesi bir dönemde karar süreçlerinden ve yasal yapılanmadan uzak durmanın, kadınlar için başından kaybetmek anlamına geleceğini belirtti ve bunu önlemek için kadınların öncelikle, bölgesel, yerel, öznel sorunlarını “spesifik olarak ve açık bir şekilde tanımlamaları gerektiği”ni dile getirdi. Türktan ancak böyle bir tanımın, açık, kesin çözüm önerilerini üreteceğini ekleyerek kadınlara, “bu sorun ve önerileri yılmadan, siyasal aktörlere taşımak ve dinletmek için her yolunu denemeleri”ni önerdi. KA.DER Başkanı, Çiğdem Aydın konuşması ise, Türktan’ın kadınların mücadelelerinde ısrar etmeleri yönündeki önerisi için en uygun zeminin tam da şu an var olduğunu gösteriyor. Çiğdem Aydın, politik güçlerin geniş bir taban desteğini elde etmek adına bu dönemde herkesle ittifaka geçebileceklerini, böylesi dönemeçlerde adeta “kulaklarının herkesin sözünü dinleyecek kadar büyüyeceklerini” dile getirdi. Bu strateji, kadınların bir araya gelmesi açısından da büyük bir öneme sahip. Bu aşamada, farklı kesimden ve farklı kimliklerden kadınlar, bir araya 24 gelebilir ve bu atmosfer, tartıştıkça, tanımlanamayan sorunları görünür ve tanımlanır kılabilir; daha önce dile getirilmemiş olanı, su yüzüne çıkarabilir. Bu anlamda, kavramları ve hatta kimlikleri dahi dönüştürebilecek ortaklıklar yakalamak olasıdır. Nitekim bu toplantıda farklı etnik, dini ve kültürel kimliklere sahip kadınlar, çok eşlilik, peçe, miras hakkı, gibi konularla kadınların “oyalan”dığı konusunda birleştiler. Bu gibi sorunlar, kadınların ortak sorunları biçiminde değil, “oyalanmanın” ortaklığı ekseninde belirdi. Daha açık bir ifade ile kadınların bu konularda daha önce toplumsal ve yasal ilerlemeler kaydettiğini belirten ve şimdi bu alanda hiç savaş vermemişler gibi tekrar önlerine koyulmasına tepki gösteren Tunus ve Ürdün’den katılımcılara, Türkiye’den Doç. Dr. Elif Akşit de benzer sürecin 19.yy da Osmanlı kadınlarının da yaşadığını vurgulayarak katıldı. Doç. Dr. Akşit, “çokeşliliği” istemediklerini belirten Osmanlı kadınlarının bu konuyu ilk defa tartışmaya açan grup olmalarına rağmen, dikkate alınmadıklarını, fakat daha sonra, Cumhuriyetin kurucu kesimi tarafından argümanlarının sahiplenildiğini dile getirdi. Bu örnek bizde, her yerde ve dönemde “kadının görünmez kılınan politikliği”nin kadınların esas ortaklığı olabileceği kanısını uyandırdı. İşte bu tartışma, ortaklıkların konuştukça yakalanacağını kanıtlarken, yakalanan ortaklıklar çevresinde tanımlanacak “biz” olasılığına da işaret etti. Tabi bu ortaklıkların yakalanabilmesi için, karar ve yönetim organlarında yer alan kadınların, yerellerdeki kadınlarla ve enformel kadın örgütleriyle iletişim içinde olmayı sündürmeleri ve bu organizasyonlarla koordineli bir şekilde çalışmaları gerekiyor. Kadınların birbirinden farklı ve çeşitlilik gösteren yerel sorunları, ancak bu şekilde duyulur ve görünür kılınabilir. Cynthia Cockburn’un tespiti bu bağlamda bir kez daha haklılık kazanıyor. Çünkü kendilerini İslamcı, laik, dinsiz, Hıristiyan vs. olarak tanımlayan farklı kesimlerin birbirleriyle diyaloga geçmemesi ya da bu farklıklar içinde birbirlerini anlama çabasından uzak olmaları, Arap bölgesinde devrim sonrası dönemde “ortak bir stareji”nin belirlenmesi ve programlı bir ilerlemenin sağlanmasının önünde ciddi engel oluşturuyor. Dünya genelinde birçok kadın örgütünü ayrışmasına yol açan bu husus, toplantımızda da katılımcıların kimi kez ayrışmasına ya da bu konuya çelişkili yaklaşmalarına neden oldu. Kadınların haklarının korunması için günümüzde Belgrat ya da Hindistan’daki kimi kadın örgütlerinin uyguladığı bir yöntem olan din görevlileri ya da aşiret reisleri gibi dinsel, geleneksel otoritelerle iletişime geçmek, devlet yetkilileri ve adli mercilerle görüş- 25 meler yapmak suretiyle bütün alanlarla bağlantılı bir çalışmayı önerenler olduğu gibi, politik lobiciliğe mesafeli duranlar da oldu. Lobi faaliyetlerine mesafeli duranlar, bunun “Arap kadınları için neyin doğru, iyi olduğunu” dayatan hiyerarşik bir ilişkiyi üreteceğinden endişe etmekteydiler. Ancak söz konusu temkinli yaklaşım, hem farklı bağlamlardaki kadın sorunlarının duyulmasını ve öğrenilmesini engelleyebilir hem de Aydın’ın yukarıda yer alan haklı saptamasında belirttiği gibi “sorunların tanımlanmamasına, netleşmemesine” de yol açabilir. Açıktır ki, fark edilemeyen sorunlar için çözüm stratejileri geliştirilmesi de beklenemez. Bu noktada, seslerini iktidar basamaklarına taşıyabilen kadınlar önemli bir grup oluşturmaktadır. Bu konumdaki kadınların sayısı kadar, hatta belki de daha önemlisi ne söyledikleri, sözlerinin niteliği ve yerel kadın gruplarıyla koordineli çalışmaları büyük önem kazanıyor. Çünkü kabinede kaç kadının yer aldığına dair sayısal veriler çoğu kez yanıltıcı olabilir. Kadınları sadece demokrasinin bir yüzü olarak kabineye taşıyan partiler ya da salt partilerin bu yaklaşımının sonucu olarak koltuk sahibi olan kadınlar düşünüldüğünde, bu tür konumlarda yer alanların, dönüşüme ivme kazandırmadıkları aksine dönüşümün önünde engel olabildikleri belirtilebilir. Bu bağlamda, kadınların politik alanda güçlendirilmesi açısından kota uygulamasının iyi bir araç olduğunu kabul eden Marburg Üniversitesinden Prof. Derichs, kota uygulamasının aynı zamanda nasıl işlevsiz kalmaya müsait olduğunu da ekledi. Prof. Derichs, kota ile gelen kadınların, çoğunlukla erkekler tarafından “uzun bir politik deneyime sahip olmadıkları” gerekçesiyle “yetersiz” ve “bilgisiz” bulunduklarına ve bu nedenle de sözlerinin dikkate alınmadığına değinerek, kadınların seslerinin kota aracı içinde zayıflatılması riskine karşı uyarıda bulundu. Bu anlamda, konuşmacıları birleştiren ortak noktalardan biri; hangi kanalla olursa olsun, karar mercilerine girebilmiş kadınların, içinde bulundukları parti ya da kimliğin dışındaki kadınların seslerini de dinlemeleri gerektiği vurgusu ve temennisi oldu. Çünkü “en az kadınlığı kadar, Hıristiyanlığının da tanınmasını” isteyen Raheb’in talebi, ancak bu şekilde karşılık bulabilecek gibi görünüyor. Hem halk hem de kadınlar arasında farklılıkların ve çeşitliliğin tanındığı güçlü, birleştirici bir politika takibi, hem iktidarda yer edinen kadınlar hem de siyasal partiler için en etkin yol, Arap bölgesine “baharı” taşıyacak öncül reçete olarak kendini gösteriyor. 27 KAYNAKÇA Ayşegül Altınay (2000), Vatan Millet, Kadınlar, İstanbul:İletişim Yayınları. Barack Obama and David Cameron (2011), “Commentary: Not just special, but an essential relationship,” McClatchy, Tuesday, 24 Mayıs 2011, http://www.mcclatchydc.com/2011/05/24/114684/commentary-not-justspecial-but.html (Son erişim 17 Şubat 2012). Cockburn, Cynthia, and Lynette Hunter (1999), “What is Transversal Politics?”, Soundings: Journal of Politics and Culture, Issue 12, Summer 1999, http://www.lwbooks.co.uk/journals/soundings/archive/introduction12. html (Son erişim 14 Haziran, 2012). Giddens, Anthony (1984), The Constitution of Society, Berkeley: University of California Press. Howard, Philip N., Aiden Duffy, Deen Freelon, Muzammil Hussain, Will Mari, and Marwa Mazaid (2011), “Opening Closed Regimes: What was the role of social media during the Arab Spring?” Project on Information Technology and Political Islam (PITPI), Working Paper, January. Seattle: University of Washington, http://dl.dropbox.com/u/12947477/publications/2011_Howard-Duffy-Freelon-Hussain-Mari-Mazaid_pITPI.pdf (Son erişim 14Haziran, 2012). Lister, Ruth (2004), Defining Poverty, Cambridge: Polity Press. Mohammed Bin Rashed Al Maktoum Foundation (MBRF) and the United Nations Development Programme / Regional Bureau for Arab States (UNDP/RBAS) (2009), “Arab Knowledge Report 2009: Towards Productive Intercommunication for Knowledge”, Dubai: Al Ghurair Printing and Publishing House L.L.C, http://www.mbrfoundation.ae/English/Documents/ AKR-2009-En/AKR-English.pdf (14 Haziran, 2012). Phillips, Anne (1995), “Democracy and Difference: Some Problems for Feminist Theory”, The Rights of Minority Cultures içinde, (ed.) Kymlicka, Will, Oxford, U.K: Oxford University Press. 28 Sen, Amartya (2001), Development as Freedom, Alfred A. Knoff, New York. Steans, Jill G. (1995), Gender and International Relations, New Jersey: Rutgers. Sustam, Engin (2011), “ Tunus ve Mısır: Siyasal Krizden Arap Baharına: Bir Özgürlük Denemesi mi?” Birikim Güncel, 01.02.2011, http://www.birikimdergisi. com/birikim/makale.aspx?mid=697&makale Yuval- Davis Nira; WerberPnina (1999), Women, Citizenship and Difference, Londra, New York: Zed Books. 29 RAPORTÖRLER: Çiğdem Akgül Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 2006 yılında mezun olmuş, aynı yıl Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümünde yüksek lisansa başlamıştır. 2010 yılında tamamladığı “Militarizm ve Toplumsal Cinsiyet” konulu master tezi, 2011 yılında kitap olarak yayınlanmıştır. Halen, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalında öğrenci olarak araştırmalarına devam etmektedir. Suna Güzin Aydemir Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunudur. Yüksek Lisansını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak, aynı fakültede ve siyaset bilimi alanında, “Radikal Demokrasi ve Yurttaşlık: Liberal ve Komünitaryan Yaklaşımlarla Bir Karşılaştırma” başlıklı bir tez vererek tamamlamıştır. Halen Bielefeld Üniversitesi Sosyoloji Fakültesi’nde doktora öğrencisidir. “Türkiye’de Hegemonik Projeler ve Din: AKP Söyleminin İmkan Koşulları” başlıklı bir tez yazmaktadır. Aynı zamanda Konrad-Adenauer-Stiftung Türkiye Temsilciliği’nde proje koordinatörü olarak çalışmaktadır. Workshop Report December 20, 2011 - Istanbul Women’s Empowerment in Economic, Social and Political Transformation of the Middle East Rapporteurs: Çiğdem Akgül Suna Güzin Aydemir Translator of the Publication: Ayşegül Bahçivan Editor of the English Text: Sharon Loo TABLE OF CONTENTS Workshop Report 5| I. REGIONAL UPRISING, SOCIAL AWAKENING 7| I.a. THE POLITICAL AND ECONOMIC BACKGROUND OF THE UPRISINGS 9| I.b. AWAKENING 12|I.c. BACKGROUND OF THE WOMEN’S UPRISING 13|I.d. WOMEN’S AWAKENING 14|II. WOMEN AND RELATED CONCERNS IN FUTURE SCENARIOS 14|II.a. CONCERNS Concerns based on the Rise of Political Islam Concerns Stemming from Gender-based Responses Concerns regarding that which is Western Economic Concerns 22|III. AN ALLIANCE OF HOPE AND STRATEGY 26|REFERENCES 28|RAPPORTEURS 29|LIST OF PARTICIPANTS Workshop Report December 20, 2011 - Istanbul Women’s Empowerment in Economic, Social and Political Transformation of the Middle East I. Regional Uprising, Social Awakening Last year, the monumental uprising of the Arab people left its mark on world politics. This immense wave of demonstrations and protests rapidly transcended political borders and engaged the masses. It was later dubbed the Arab Spring, on account of its similarities with the Prague Spring. The Arab Spring marks one of the turning points in the political history of both the region and the world. The social movement was sparked by the self-immolation of Mohamed Bouazizi in Tunisia on December 18, 2010. Bouazizi thus became the first symbol and martyr of the Jasmine Revolution in Tunisia. This revolution rapidly spread to Egypt, Algeria, Libya, Yemen and Jordan, culminating in a revolution in three countries. The movement may be regarded as the manifestation of the long-exhausted tolerance of the people of the region towards failed administrations and unfavourable living conditions. Amidst such a backdrop, we witnessed the emergence of a new style of protests that became identified with Tahrir Square. Moreover, this new style inspired the Occupy movement, which spread on both sides of the Atlantic. 6 While the Arab Revolutions nurtured hopes of equality, freedom and justice, it is altogether possible for popular activity of this nature to contribute to the development of a culture of democracy. To this end, it will be necessary to institutionalize changes that strengthen and diversify the communication between the rulers and those who are ruled. Diversified communication would also expedite the development of economically and politically sustainable global, regional and national projects all around the world. Unless positive changes and diversified communication are institutionalized, the protests and counter measures in the region will inevitably reach destructive dimensions thereby increasing the possibility of bloodshed, tears and civil war. The world watched and still watches the comprehensive actions of the Arab people and the outcomes of these actions with concern and curiosity as well as respect and hope. This respect was reflected in a column co-authored by U.S. President Barack Obama and British Prime Minister David Cameron for The Times of London. The two leaders spoke of the Arab revolutionaries as “those who want to bring light into dark… those who seek freedom in place of repression.”1 These developments raise a question posed by people all around the world: What is the motivation behind the powerful wave of uprisings that overthrew long dictatorships in Libya, Tunisia and Egypt and created deep concerns of legitimacy in all other non-democratic governments in the region? In other words, what unified diverse social groups under the three-word slogan ‘bread, freedom and social justice’? This slogan, ‘bread, freedom and social justice’, has been repeated several times at our workshop. I.a. The Political and Economic Background of the Uprisings At the workshop, considerable time was spent discussing the aforementioned questions. The collective power enveloping the region throughout 2011 brought together the unsated social demands to the forefront of the protests against governments and united all different social groups. The observations of our Tunisian participant, Khadija Arfaoui, are very striking in this regard. Arfoui stated that other than the Tunisian fight for independence against colonialism, the Tunisian people had never felt as united as they did during the Jasmine Revolution. It is a source of awe and bewilderment that the streets were transformed into an arena of solidarity and 1 Barack Obama and David Cameron, “Commentary: Not just special, but an essential relationship,” McClatchy, Tuesday, May 24, 2011. http://www.mcclatchydc.com/2011/05/24/114684/ commentary-not-just-special-but.html (accessed February 17, 2012). 7 integration for all identities, women-men, Islamist-liberal-leftist, Muslim and Christian. Moreover, as repeatedly underlined by the regional experts who composed the panellists of our workshop, the Arab Spring was not a planned and organized uprising. According to Arfoui, the power of this massive movement stemmed from the very fact that it had not been orchestrated by any one specific group or leader. In other words, the diverse ethnic, religious and political identities could only come together under such disorganized and leaderless efforts. In light of this, it is fair to surmise that the Arab Spring corresponds to an extremely large-scale social outbreak and is therefore founded on a rational background marked by an economic and social stalemate. Yet, it reached bewildering dimensions and its timing caught the people of the region and the world by surprise. The outlook shared by the participants from Egypt, Jordan and Tunisia reveals a common paradigm behind the uprising in the Arab world and in the near uniform background of the protests that broke out in different places, viz., the intensity of the demand for freedom is directly proportional to the lack of democracy in the region. The political reasons sparking the outbreak of protests against the lack of democracy and freedom in the region were: • The systematic violations of human rights such as normalized torture (i.e. casual practice of torture), state violence and gender-based discrimination; and • Pressurizing and censuring policies eliminating the freedom of press, publication and expression. The uprisings in Tunisia, Egypt, Yemen, Iran and Syria sought to challenge to status quo and call attention to the high level of poverty and unemployment. Moreover, most governments in the region were oligarchies holding a significant portion of the land and treasury in their respective country. For instance, it is estimated that the overthrown Tunisian leader, Ben Ali and his family have assets worth some $12 billion in countries supportive of the former regime, such as France. 2 2 Engin Sustam, “ Tunus ve Mısır:Siyasal Krizden Arap Baharına: Bir Özgürlük Denemesi mi?”, Birikim Güncel, February 01, 2011. http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale. aspx?mid=697&makale (accessed February 1, 2011) 8 Statistics from the League of Arab States and the United Nations Development Programme (UNDP) show a significant increase of poverty in the region. In the studies for the year 2008, the countries of the region were divided into four groups according to their economic structures. The poverty rate of Tunisia, Egypt, Jordan and Lebanon, which were defined as Arab countries with diversified sources of revenue, increased from 14.7% in 1991-1999 to 16.8% in 2000-2005. This means that the number of poor people in these countries increased from 18.4 million in 1991-1999 to 22.8 million in 2000-2005. 36.2% of 8.1 million people in the exporting countries of Sudan and Yemen were living in poverty in 2000-2006. Consequently, the average rate of poverty in the region (excluding privileged oil producing countries) is 18.4%. While analyzing the systematic increase of poverty, we must also consider the regular increase in average per capita income. The region’s average per capita income or total increase in welfare was $5.038 in 2001, $7.760 in 2006 and $8.345 in 2008. Although these figures are important, they are not so meaningful in combating poverty. This is due to the immense income discrepancies in the countries of the region. Furthermore, the increase in GDP is coupled with an increase in the poverty rate in some of these countries. According to the same sources, the rate of unemployment among the young in 2005-2006 was 15% internationally, but 30% in the Arab countries. A closer look at individual countries reveals a more tragic picture. Unemployment rates reached 20% in Yemen, 40% in Jordan and Sudan, 30% in Tunisia and Kuwait, and 50% in Algeria. In light of the widespread poverty and high unemployment rates, it is easy to understand why the uprisings corresponded to a social explosion. Dr. Lina Shabeeb, a Jordanian participant in our workshop, is an academic and the first female judge in her country. She repeatedly emphasized the issue of social justice, i.e. the ever growing economic gap between the rulers and the people. In her speech, Dr. Shabeeb described the Jordanian public as a people tired of the unbalanced distribution of resources, unemployment, political corruption, and exploitation. To describe the structural problem threatening social justice in the region, she pointed out how the longevity of the dictatorships in the region had created economic, political and legal monopolies that made it difficult for the country to adopt an equitable and democratic regime. 9 Assoc. Prof. Dr. İpek İlkkaracan developed a historical and structural approach to the economic crises in Egypt, Tunisia, Jordan, Yemen and Algeria. According to her, Middle Eastern countries, including Turkey, could not be included in the global economic liberalization process experienced by Asian countries since the beginning of the 1980s. Arab countries failed to gain any benefit from the growth of globalizing markets due to the curse of natural resources. The oil producing countries of the Arab world suffer from this because their economic structures are dependent on a single resource, oil. Such a structure has led to a high rate of unemployment by decreasing employment areas and opportunities. It also results in a highly unbalanced distribution of wealth by monopolizing trade. I.b. Awakening The life and self-immolating protest of Bouazizi, a young man working as a peddler, helps us to identify the cause and effect of the uprisings. Bouazizi represents the individuals and generations of people conscious of the injustice, economic imbalance and political corruption in their country. His self-immolation gave people the courage to break out of the existing regional socio-economic framework. Indeed, the participants of the workshop agreed that there was a critical key group mobilizing the masses, making a mass socio-political awakening possible. This key group consists of educated and qualified young people. In order to understand the contribution of this key group to the mass socio-political awakening, one must consider the phenomenon of social media and the central role it played in the protests. It is widely known that before and during the uprisings, the demonstrators frequently engaged in online discussions transcending national borders and increasing the expectations for a revolution. There is a significant study claiming that the use of social media confers an asymmetric power on the demonstrators in the face of governments and law enforcement. A comprehensive study carried out by Washington University3 based on three million tweets, gigabytes of YouTube content and thousands of blog posts, showed that common political sensitivities were more easily transmitted and could rapidly turn into an organized movement. In other words, this study is a testament to the power of online communication. As noted in the study, during the 3 Philip N. Howard, Aiden Duffy, Deen Freelon, Muzammil Hussain, Will Mari, and Marwa Mazaid. 2011, “Opening Closed Regimes: What was the role of social media during the Arab Spring?” Project on Information Technology and Political Islam (PITPI), Working Paper, January. Seattle: University of Washington. http://dl.dropbox.com/u/12947477/publications/2011_Howard-DuffyFreelon-Hussain-Mari-Mazaid_pITPI.pdf. 10 week before the resignation of Hosni Mubarak, the total number of international and Egyptian tweets regarding the political changes in the country increased from 2300 to 230,000 in a single day. In addition, 23 videos of the protests and political discussions were viewed 5.5 million times. During the two weeks following Mubarak’s resignation, the average number of daily tweets from neighbouring countries was 2400. Similarly, the average number of daily tweets from other countries during Ben Ali’s resignation reached 2200. Before the emergence and ascendance of the group of young people leading the socio-political awakening in the region can be understood, we have to first delve into a concept that was not discussed in the workshop, namely, the concept of relative poverty. In economic and social literature, poverty is a difficult concept to define. The difficulty in defining poverty stems from the diverse nature of poverty. We must endeavour to define it, as definitions directly impact the instruments and methods of intervention. Relative poverty is an understanding of poverty that evolved after the Second World War.4 It is not to be confused with absolute poverty. Relative poverty defines a standard of living that is relatively low, i.e., where the basic needs of food, clothing and shelter are met but access to resources produced by other groups in the society is severely limited. Relative poverty denotes a situation where individuals are not able to live up to their level of education, expectations or aims. In other words, it is a situation where the way of life lags behind the expectations, choices and capacities of the individual.5 Relative poverty is prevalent in the Arab world because of difficulties faced by vast majorities in accessing resources and income opportunities. The post-1980 global economic structuring created mass relative poverty in both the northern and southern countries of the region. This is explicitly indicated by UNDP figures of the region. The institutions of modernity, i.e. “the durable sets of rules and resources” (Giddens)6 of the region has long reached a significant level of development. The UNDP’s 2009 human development index for Arab countries, which compares the years 2001-2006, is proof of such a development. According to the find4 Ruth Lister, Defining Poverty. Cambridge: Polity Press, 2004, p. 20. 5 Amartya Sen, Development as Freedom. New York: Alfred A. Knoff, 2001. 6 Anthony Giddens, The Constitution of Society, Berkeley: University of California Press, 1984. 11 ings, the index rose from 0.662 in 2001 to 0.713 in 2006. This means that, barring the mass poverty in the least developed countries of the region such as 13.2 million people in Yemen, 24.5 million people in Sudan and 4.5 million people in Morocco, public access to electricity in the Arab world varies between 90% to 100%. The growth rates of the countries, excluding Palestine, are between 2% to 10%.7 Statistics on literacy and schooling also point to significant developments in the development of the region. According to the UNDP’s 2009 data, 87% of students between the ages of 15 and 24 have completed basic education and are continuing intermediate education. The report also reveals that the gap between the numbers of men and women in schools are decreasing and that more girls than boys are attending high school. The rate of enrolment in high school in 1980 was 8% for men and 4.6% for women, whereas high school enrolment figures in 2005 increased to 18% for men and 29% for women. The World Bank’s country statistics on Information and Communication Technologies is further proof of the relative poverty in the Arab region. For example, there were 20 computers for every one thousand people in Yemen in 2006. This is hardly surprising, seeing how Yemen is one of the poorest countries in the region. However, there were 630 mobile phones for every one thousand people in Yemen in 2006. This is a significantly high figure. We have good reason to believe that these figures have increased exponentially in the last five years. Within the last decade, internet access has increased at an average rate of 480%, with a 2527.4% increase on the African continent and 1987.0% in the Middle East.8 Dr. Shabeeb elucidated the inevitably of the masses rejecting a sociopolitical reality as part of their awakening through her example of ordinary people seeing “their own children walk to school while the children of the ruling class go to school by limousine.” While the Islamists and Secularists have come into prominence in the aftermath and appear to be at loggerheads with one another, both these groups and the people in their countries long to overturn the status quo 7 In 2007, the inflation rate in Tunisia was 3.1% as opposed to a development rate of 6%. During the same period, the inflation rate in Egypt was 11.0% as opposed to a development rate of 7%; and the inflation rate in Yemen was 12.5% as opposed to a development rate of 4%. 8 Mohammed Bin Rashed Al Maktoum Foundation (MBRF) and the United Nations Development Programme / Regional Bureau for Arab States (UNDP/RBAS). 2009. Arab Knowledge Report 2009: Towards Productive Intercommunication for Knowledge. Dubai: Al Ghurair Printing and Publishing House L.L.C, s. 10. http://www.mbrfoundation.ae/English/Documents/AKR-2009-En/AKR-English. pdf. 12 of the previous regimes through the institution of a new social order. This longing for a new social order enabled almost all ideological/political movements and social groups to band together in the uprisings and protests. In other words, many actors were involved in this socio-political awakening such as Islamists, Secularists, the young, the elderly, women and men and so on. We believe that the socio-political awakening of women in the Arab Spring uprisings and their resultant demands for equality and democracy have been insufficiently explored. I.c. Background of the Women’s Uprising A great deal of time in the workshop was devoted to discussions on asymmetrical developments vis-à-vis women’s lack of equality, freedom and justice in the region. Specifically, the notable increase in the numbers of women and girls in education do not seem to be reflected in other public institutions, especially those in the economic realm. Discussants and panellists at the workshop have also demonstrated selective interest in the economic aspects of women’s rights. One relevant observation is that the difference in economic power between women and men also runs parallel to the economic gap between the ruling classes and the public. As cited by some of the panellists, there is an immense difference in favour of men when it comes to employment, working conditions and wages. Arzu Celalifer Ekinci, an expert on the Middle East and Iran, stated that the ratio of working women to men was one to three. Viola Raheb, on the other hand, noted greater imbalance in Palestine, for the ratio of working women to men there was one to four. Furthermore, the 2010 statistics revealed that only 15% out of the total 67% of employed persons in Palestine over age of fifteen were women. On the other hand, Basant Montaser observed that of the 140 countries analyzed in a study conducted by the Women’s Economic Forum in 2008, Egypt ranked 128 in female employment. Despite the dismal number of employed women in the Arab region, statistics from the UNDP indicate a pronounced increase in the level of education among women as well as an increase to the average female schooling rate. In certain areas, developments in women’s education surpass that of men. For instance, approximately 60% of young university graduates in Palestine in 2008-2009 were women. By the same token, 70% of Jordanian university students are women. Women also make up 90% of Jordanian 13 students who complete their undergraduate studies with honours. Therefore, access to education is a very important factor vis-à-vis women’s empowerment, women’s activism, and women’s awareness of their rights. Issues of women’s equality and freedom are very entrenched in the cultural context of the Arab Spring uprisings as well. Early marriage, domestic violence, the systematic restriction of women’s public participation in both political and non-economic contexts, the surveillance and pressure faced by female activists advocating human rights and democracy, as well as the inequality of employment opportunties and wages have collectively shaped the rational background for women’s participation in the uprisings of the region. These factors are vital to our understanding as to why women were on the frontlines of uprisings and revolutions. I.d. Women’s Awakening It is common public opinion throughout the world that Arab women played important and active roles in the revolutions. Women’s rejection of traditional gender roles made such participation in political activism possible. Women have been beaten, detained and arrested together with men in many places, especially Tahrir Square. Yet women remained prominently visible at all stages of opposition and at various demonstrations and uprisings. The Arab Spring thus introduced to us the new heroines of history. The names of these women, who were so influential in the Arab Spring revolutions, were mentioned in the course of our workshop. Academic Lilia Labidi, who was appointed Minister for Women’s Affairs in the cabinet formed after the July 2011 elections in Tunisia, Yemeni journalist Tawakul Karman, who received the Nobel Peace Prize, the famous blogger Lina Ben Mhenni are some names evocative of the increasing visibility of women. It remains to be seen whether the undeniable contributions of these women activists before and during the revolution, would be duly matched in the post-revolution structuring phase. The extent to which women would be included in the founding of new regimes is also as yet unknown. It is possible to rephrase this central question thus: Given that women have supported the overthrow of dictatorships in their countries, will similar support be offered to them in overturning the patriarchal system? With whom would they cooperate in overturning the patriarchal system? 14 Though the participants at the workshop were hopeful as to the future of women in the aftermath of the Arab Spring revolutions, they also expressed diverse concerns as to the prospects faced by women of the region. II. Women and related Concerns in Future Scenarios II.a. Concerns Concerns based on the Rise of Political Islam “In the past, everything was prohibited, now it is haram (forbidden by religion),” is a slogan that has since become popular after the conservative democratic moderate Islamist party, Ennahda, won the October 2011 Tunisian Constituent Assembly election. Ennahda won 89 of 217 assembly seats in this election and became the ruling party in Tunisia. This trend is reflected in post-revolutionary Egypt as well, for the conservative democrats and its allies, the Muslim Brotherhood, rose to power. In Jordan, politics is a battleground between the Tribalists and the conservative Salafis. All the panellists and discussants expressed much concern over the policies these conservative Muslim political parties would implement vis-à-vis women’s rights, owing to their uncompromising notions of gender rules. It is widely feared that women’s place in the Arab Spring countries would undergo a negative transformation under the new noticeably sexist socalled Islamic regimes. While all participants expressed this concern, they differed as to the type of change that would be implemented in these new regimes. Some panellists doubted the new so-called moderate Islamic regimes’ claims to respect women through their religion-based policy changes. Others opined the view that discrimination against women is not unique to the Islamists’ interpretation of Islam, for the traditions and cultures of the region are inherently sexist. They also hoped that changing these traditional mindsets would help to improve the lots of women and men’s opinion of them. Some other discussants argued that the attitude of the Islamists in the region must not be confused with the tenets of real Islam. Proponents of this view suggested that the practices against women were mostly a result of the misinterpretation of Islam by the Islamist parties. The myriad of views expounded by the participants of the workshop conveyed the depth of 15 their different analytical perspectives of the region. Each participant conveyed his/her own experiences justifying his/her concerns. They displayed both sensitivity and prudence in their analyses of the region’s restructuring process. For example, Khadija Arfoui spoke of the Salafists aggressive protests at cinema theatres against the film, Neither God nor Master, which had been produced by a Tunisian woman. She added that various sectors of society legitimately feared the open instances of repression such as the forcible closure of the University of Manouba when it refused to force its female students to don burkas. Arfoui posited that this trend marks a regression in Tunisia’s hitherto liberal attitude towards women. Previously, Tunisia was lauded for its liberal attitude towards women, as may be seen in the 1965 New York Herald Tribune article titled, “From Veil to Bikini in Tunisia.” Tunisia today, under the rule of the so-called moderate Islamists, openly uses force on those who do not subscribe to the ruling party’s belief that women should veil themselves. In the October 2011 Tunisian Constituent Assembly election following the revolution, women won 49 seats out of 217 were in parliament. However, most of these women belonged to the Ennahda Movement, the ruling party. Although these women form 27% of the members of parliament in Tunisia, they follow their party’s platform and support proposals to tie women to the home and exclude them from working life. In fact, Ennahda has proposed lowering the legal age of marriage for girls and giving women four years maternity leave after the birth of their first child. Similar trends might be gleamed from other Arab Spring countries. For example, there is no woman in the Constitutional Commission in Egypt. When Buthaina Kemal, a television presenter, announced her candidacy to the Egyptian presidency, the Muslim Brotherhood vociferously opposed it. The Muslim Brotherhood’s vehement objection to a female presidential candidate demonstrates that fears regarding women’s rights and interests in the building of a new Egypt are not unfounded. These fears will continue to grow because the Freedom and Justice Party of the Muslim Brotherhood and the ultra-conservative Islamic party, Al-Nour, won the most votes in the January 21, 2012 election. The Freedom and Justice Party clinched 10 million votes and 127 parliamentary seats, while the Al-Nour Party received 7 million votes and 96 parliamentary seats. Although many female candidates ran in this election, only ten were elected. 16 Tempting though it is to claim that these practices working against women are due to the new regimes’ ultra-Islamic interpretations of the Koran, it would be shortsighted to do so. The participants of our workshop were in one mind on this subject. From their discussions, it is clear that all our participants viewed sexism in the Arab world as a dynamic, multi-faceted macro-problem engendered by a combination of historical and structural processes. Any overemphasis of the relationship between religion and gender vitiates the endeavour to improve the lives of women and prevents the diversification of possible solutions. Concerns Stemming from Gender-based Responses Women’s rights activists have expressed expectations of gender-based responses in the aftermath Arab Revolution and the hope that these changes would be similar to that of the French and Nicaraguan Revolutions, the Algerian and Afghan Wars of Independence,9 and the founding of the Republic of Turkey. However, the truth of the situation is very different. While women were included in the process of tearing down the old regime, women were excluded in the building of the new one. As several new regimes in the post-revolutionary Arab Spring countries have demonstrated their stance against women’s rights in their gender-based policies, their prevailing sexist thought is a macro problem going beyond regional, temporal and cultural differences. Ceren Kenar, a workshop participant from Beirut, posed a meaningful argument within this framework. While the female demonstrators in Egypt were subjected to degrading virginity tests and raped, the perpetrators of this crime were neither the Muslim Brotherhood nor Salafis. They were the trained staff of the national army of Egypt, which had always defined itself as secular. This situation proves that the threat against women’s rights can be articulated through secularism as well as Islam. This observation reminds us that the masculine rule excluding women from the social, political, economic and legal restructuring process goes beyond the notion of secular, conservative and religious governments. In the different revolutionary processes of the various Arab Spring countries, both governments and people alike felt the need to define and reinforce the elements of continuity between the old and new regimes. So 9 Please refer to, Jill G. Steans, Gender and International Relations, New Jersey:Rutgers University Press, 1998, Also see Ayşegül Altınay, Vatan Millet, Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. 17 doing would reduce the vagueness of the possible changes the new regime might enact. During this period of time, efforts to reinforce the traditional identities of women and men are strategically important. In other words, masculine rule seeks to legitimize itself by drawing the perimeters of social transformation and providing a guarantee to the public that gender roles would not change together with the state regime. As an upshot, extremely rigid measures are imposed on women and their bodies. This concept of masculine rule explains both the precarious position of women’s rights when governmental power changes hands and the lack of development in women’s rights in times of democratic transformations. Masculine rule, therefore, sheds light on a significant dimension of power games that is often shrouded in shadows. The negative effects of masculine rule’s use of power games on women activists were elaborated and discussed during the workshop. Participants spoke of groups of women, the size of which cannot be underestimated, who preferred to stay away from political platforms despite their apparent vision regarding women’s rights. These are women who refused to be pawns in the power game, who refrained from entanglement in the web of masculine rule and who therefore have never been involved in or have quickly abandoned politics. Dr. Shabeeb drew attention to the system that frightens away and/or estranges women from the struggles of the political, institutional and legal arenas in her presentation. She spoke of the atmosphere of rigid tribal traditions in Jordan, thereby distinguishing her country from Egypt and Tunisia, and concluding that the latter two countries were more promising. Though there are many educated, knowledgeable and strong women in Jordan, they do not trust their society or the Jordanian political system. Dr. Shabeeb also added that any Jordanian woman attempting to assume a role in government would be accused by so-called moderate Islamists of acting against Islam and by the ultra-conservatives of being a shameless woman poking her nose into men’s business. This illustration of women’s mistrust of the political systems in the region underscores three dimensions: (a) the persistent and long term lack of any real political alternative in the region, (b) the presence of anti-democratic governments in region, and (c) the rigid attitude of some Islamist groups against women’s participation. Participants pointed out that an Arab woman who defines herself as a Muslim is between a rock and a hard place when it comes to socio-political 18 matters. On the one hand, she does not want to support political parties misrepresenting Islam out of fear that they would take the country backwards thousands of years if they came to power. On the other, she does not wish to vote for a anti-Islamic political party because of her Muslim identity. There are many such women in the Arab world, who are left without alternatives in the process of social transformation. It is impossible to speak of the institutionalization of a liberal democracy when there is a lack of viable alternatives and a climate of self-reservation. In such regimes, the political existence of women would be reduced to mere voters and the reduction of sexism would be postponed to another uprising in the distant future. The masculine character of government has also resulted in the indefinite postponement of legal achievements. As Arzu Celalifer Ekinci, an expert on the Middle East and Iran, asserts, the informal but extremely effective efforts of the region’s women and women’s organizations are not transformed into effective achievements because they do not lead to legal revisions. As long as implementation of women’s rights is not guaranteed by laws and followed by legal sanctions, the struggle against gender norms will be a long and arduous one. Indeed, Viola Raheb and Çiğdem Aydın highlighted the same problem. Instituting a legal safeguard for human rights and equality of women, and following up on these legal safeguards are the most effective instruments in the fight for equality. However, the region and many countries in the world suffer from a weak awareness of the issue. Concerns regarding that which is Western With this transformational wave enveloping the region, the different countries therein are understandably anxious to protect their own cultures and wish to rebuild their countries with a strong sense of their own cultural heritage. The modernization of the post-revolutionary countries is fraught with many difficulties on account of the tensions between Western notions of liberal democracy and non-Western nations’ desire to imbue their democratization process with their own cultural identity. As the Western world scrutinizes the new regimes coming into power in many of the Arab Spring countries and attempts to prescribe that which these countries must do to be truly democratic, our non-Western countries are wary and fear the West’s intentions. This, in turn, resulted in the formulation of many conspiracy theories. According to these theories, the rise of the Is- 19 lamists in the region is part of the West’s plan to condemn them to failure. The idea that the West wants the Islamists to rise to power and then fail in their nation building attempts is widely acknowledged throughout Arab society. Tensions between the West and the Arab world, and the Arab world’s belief in these conspiracies have shaped the political activity in the postrevolutionary Arab Spring countries. Consequently, the post-revolutionary regimes’ suspicions on gender equality are heighted and women’s rights are rejected as an idea imported from the West. Both men and women in the region look askance at any discussion or movement in favour of women’s empowerment, as they have bought into the widespread opinion that women’s empowerment is a nothing more than a way to westernize Arab countries. Hence, the participants of our workshop called for the adoption of measures to overcome this problem of perception. A regime practising gender equality will not come into being when extreme postmodern scepticism decries any culture with hierarchical traditions as outmoded orientalism. To better understand this postmodernist scepticism, we must first delve into the theory outlined by famous gender theorist Ann Phillips.10 The postmodernist argument posits that society is always directed against its own will and that universal values or universality was fabricated to destroy particular reality, i.e. the local reality at the national, supranational, subnational or regional level. In short, this argument glorifies that which is local and national. The tensions between East and West, and between universality and cultural relativity are very clearly reflected in discussions on the human rights of women. Opinions are divided as to whether women constitute a partner with regard to their problems and interest. Reference to feminist literature can help us to better understand the contradictory opinions on the subject. Davis and Cockburn stress that we would be better able to understand partnerships and draw up similar opinions if we do not abandon local and cultural subjectivities. More importantly, reaching an accord in this manner renders it possible to define the concept of “us” and “we” as activists. Several noteworthy theoretical contributions to the critical questions were raised in the workshop. While discussing the concerns outlined here, participants constantly asked themselves and each other: “Who are we?” They questioned the legitimacy of their representation of women’s rights in the region. They analyzed their differences in opinions and origins, and the enormous disparity 10 Anne Phillips, “Democracy and Difference: Some problems for feminist theory.” in The Rights of Minority Cultures, ed. Will Kymlicka. Oxford: Oxford University Press, 1995, pp. 288-302. 20 that separated women from one another. Since these critical questions were posed and left unanswered in the workshop, it would behove us to explore Davis’ and Cockburn’s conceptualization of Transversal Politics.11 Transversal politics is a concept developed by Davis and Cockburn within the context of war.12 They argue that every woman has a specific individual relationship with specific symbols of identity such as race, nation and religion. Accordingly, a woman comprehends war and other related issues from the perspective of this relationship. However, they added that it would be impossible to deduce anything from the labels assigned to people. They believe individuals can think, defend and demand things that are outside the identity attributed to them. Transversal politics, therefore, is about one person understanding another within his/her own living conditions. In other words, transversal politics is about understanding one another through empathy. If one’s own roots are not revealed when one discusses problems with others, one will not manage to successfully understand the other. It then follows that new problems will be disclosed as the discussion progresses and that the discussion will come to reveal things hitherto unknown or unrecognized. Any attempt at this will be a tedious and time consuming one. Yet, we managed to share our backgrounds and empathize with one another in the workshop, and were thus able to reach a meaningful consensus on some issues. There were also repeated references to cultural practices, such as polygamy, restricted inheritance rights of women, the use of the veil and the limitation of the right to work, deemed to be illegitimate means of restricting the rights of women. The participants unanimously agreed that constantly harping on the same issues vis-à-vis women’s rights only prevents discussions of more serious women’s problems. The discussants also maintained that women were distracted by these local and cultural issues. As Basant Montaser rightly pointed out, women of the region should concentrate on common problems of a higher priority such as lack of social security, lack of employment, failure to register female births in the popu11 For detailed information see, Nira Yuval-Davis and Pnina Werber, eds. Women, Citizenship and Difference. London and New York: Zed Books, 1999.; and Cynthia Cockburn and Lynette Hunter. “What is Transversal Politics?”, Soundings: Journal of Politics and Culture, Issue 12, Summer 1999. 12 Despite their different socializations and different origins, women face similar problems in times of wars and conflicts. It does not matter whether these conflicts are of a religious, ethnic or class-based nature. Women still face problems like physical violence, rape, child abduction, infant mortality, difficulty in infant care, malnutrition, childbirth in unsanitary conditions, sexual abuse in times of war. In order for women to find solutions to these problems, they must put aside their racial, class, religious and social differences before engaging in real discussion with one another. 21 lation database etc. The analyses of Selcan Yılmaz and İpek İlkkaracan on the economic structure of the Middle East are especially important in showing how it threatens the economic existence of women in the region. In other words, cultural issues do not merit as much immediate attention as political-economic ones. Economic Concerns As was previously mentioned in this report, the low level of women’s employment in the region is thought provoking. İlkkaracan supported these findings with data from the World Economic Forum (WEF) study of 2010. She stated that most of the Arab countries were at the bottom ten of the list on women’s participation in the labour force. İlkkaracan provided a historical explanation of the low levels of women’s employment by comparatively analyzing the rise of the industrial revolution in the 19th century and the effects of capitalism in its golden age in the 20th century. İlkkaracan explained the ways in which the rise of capitalism increased the demand for labour in Europe and diversified types of employment. In contrast, countries late to the industrialization process underwent a different transformation from the European countries. She also made it clear that the development of women’s labour differed in European and non-European economic structures. There are many issues in women’s employment (such as equal pay for equal work) that a regime practising gender equality can address. Participation of women in economic life, allowing them to take part in micro and macro economic processes and granting them the opportunity to develop their knowledge and skills, are ways of empowering women and deconstructing traditional gender roles. However, countries excluded from this development for long periods of time and dependent on a single product (i.e. oil) for revenue have never had any demand for women’s labour. This, creates an absence of micro economic fields in which women could participate. In turn, it reinforces traditional social structures that fixes women’s roles to domestic duties and the family. Today, these countries are anxious to be a part of the global market and on par with other developed countries. However, these countries are still struggling to restructure themselves after being dependent on one source of revenue for decades. Despite their desire to narrow the gap between 22 themselves and other developed countries, they are still hesitant to provide their female citizens with the means of economic empowerment. Economist Selcan Yılmaz explains that the dominance of commercialized governments in the Arab world has resulted in a failure to distinguish economic actors from political ones. She also stressed that the existence of a political/economic power monopoly prohibits the development of the public and private sector by producing and globally distributing the sole resource of the country. Short term growth plans that end up becoming the main priority of newly founded regimes risk impeding the development of a social market economy. When countries prioritize rapid growth, they run the risk of postponing issues that are important for the country’s economy in the long run, such as the employment of women. Indeed, as our Moroccan participant, Azbane, rightly pointed out in her quotation of her President’s stance on prevailing socio-political and economic issues, “there are more important things than women’s issues.” Thus, Islamic parties coming into power and women’s organizations have a great deal of responsibility in this time of post-revolution nation building. At present, many concerns are voiced, but judgements cannot be made. This state of uncertainty signals an opportunity for both the Islamic parties and women’s organizations to benefit their countries, governments and women by ensuring that the right issues are addressed. The Islamist governments that are scrutinized by the world can do something about the world’s concerns vis-à-vis Islam by implementing policies to change this negative impression of their religion. Similarly, women should step up and speak out instead of cleaving to their distrust of the new parties in power. In so doing, they will prove that women’s involvement in politics and the various uprisings are not an aberration. Only then will women be able to write their own words, forge their own choices, and bring about change. III. An Alliance of Hope and Strategy In their analyses, İlkkaracan and Yılmaz observed that future governments in the region have to prove they are capable of democratizing their nations and restoring peace before foreign investors will invest in the region. The demand for women’s labour and the creation of new job opportunities are, in turn dependent on foreign investments and regional stability. Women should position themselves in readiness for such time. To do so, women ought to penetrate political channels and participate in strategic manoeuvres for a more democratic and fair regime. Strategic manoeuvres that 23 women might adopt include political lobbying, cooperation with political actors, insistence on taking part in the decision making process and being active in the struggle for change. The President of KAGİDER, Türktan, drew attention to the fragility of the process by emphasizing that failure to participate in the decision-making processes and legal structures would amount to a defeat for women. To prevent this, she recommended that women explicitly define their specific regional, local and subjective problems before developing concrete solutions to their plights. Lastly, Türktan suggested women take these problems and their proposed solutions to political actors and try every possible means to alert them to these issues. She was joined in this view by the President of KADER, Çiğdem Aydın, who maintained that women should persist in their struggle if change is to be enacted. Aydın added that the time is ripe for women’s organizations to make themselves heard because political forces making up the transitional and new governments of the regime would form alliances with everyone so as to receive wide public support. This strategy can also be used to bring women together, for women from different segments of the society with different identities can join forces. This atmosphere of cooperation and discussion can draw attention to hitherto unknown problems and shape identities and concepts within women’s rights. As this workshop of women from different ethnic, religious and cultural backgrounds has revealed, it is possible to reach an accord on some issues. After all, all the participants agreed that women activists were currently diverted by issues of polygamy, the veil, and the right to inheritance. It was agreed that these issues are common to all women because they are nothing more than a means of diverting them from the crux of women’s rights issues. Participants from Tunisia and Jordan shared how women in their respective countries have already made social and legal progress in these areas. These same participants were nonplussed that the same issues were brought before them again as though their countrywomen had never sought to redress those same issues in the past. Assoc. Prof. Dr. Elif Akşit from Turkey agreed with this and observed that Turkish women underwent a similar experience in the 19th century in the Ottoman Empire. Akşit explained that it was Ottoman women who first introduced discussions about polygamy because they were against it. Sadly, those women’s words were not heeded at the time. When the founders of the Republic seized power, they appropriated these arguments as though they had conceptualized them. This example demonstrates the timeless 24 nature and pervasiveness of the invisibility of the politics of women. Our workshop has shown that a common ground can be reached through discussion. This, in turn, would allow for the creation of a joint identity for women. To foster such partnerships, women in decision making processes and higher levels of government should always communicate with local women and informal women’s organizations. Through active engagement with local women and informal women’s organizations, the diverse local problems afflicting women can be heard and brought to the forefront. A common strategy in the post-revolution period in the Arab world cannot be devised if different segments of society fail to establish dialogue. Failure to understand one another despite differences is also a serious impediment in ensuring planned progress. However, the subject of engagement and dialogue is a harry one, and it is the cause of much conflicting opinions among the participants of our workshop. While some advocated the method deployed by women’s organizations in Belgrade and India, i.e., communication with traditionalist actors (religious officials, tribal leaders), government officials and judicial staff in advancing women’s rights, others preferred women’s organizations to adhere to political lobbying activities. Those who opposed communication with traditionalist actors were wary of engaging religious officials and tribal leaders. They feared it would lead to a hierarchical system imposing that which these figures deem to be “right” and “good” for Arab woman instead of actual women’s rights. However, this cautious approach prevents different people from learning about women’s problems. As a result, figures in power (the traditionalist actors, government officials and judicial staff) lack a concrete definition as to the problems faced by women. When there is a lack of clarification as to the exact nature of women’s problems, strategies resolving them cannot be developed. Therefore, women who bring their plight and concerns to the attention of the government are very important. They do not have to make up large numbers, because they have coordinated with local women’s groups and speak for all the women in society. In fact, the quality of women’s voices (i.e. whether they are heard and taken seriously) is more important than the number of women lobbying for change. Nowhere is this more evident than in parliament. The percentage of women in the cabinet can be very deceiving. This is because including women in the cabinet and in parliament is a way of showing 25 the world, especially the West, that a country has adopted democratic principles. The men in power might not take these women parliamentarians seriously because, to their minds, these women are only present for display purposes. Moreover, there are some women who obtain parliamentary seats only because they want power for themselves. These mindsets are impediments to any real transformation vis-à-vis women’s rights in the region. Professor Derichs from Marburg University, a key proponent of the use of quotas to strengthen female representation in the political arena, also warns that the quota system is open to abuse and liable to be dysfunctional. Derichs stated that men often regarded women who assumed positions through quotas to be incapable and ignorant because they lacked political experience. As a result, they do not pay any heed to anything these women might say. Thus, the quota system could potentially attenuate women’s voices. To mitigate the problems of the quota system, women who have succeeded in entering decision making levels of government should hear out women outside of their own political party or identity. In so doing, the women in power can present a united front to the men and be a force to be reckoned with. Hence, pursuing a unifying policy that recognizes the differences among women and people in general, is the most effective path for both women in government and political parties, for it is the best way of bringing spring to the Arab region. 26 REFERENCES Ayşegül Altınay (2000), Vatan, Millet, Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları. Barack Obama and David Cameron (2011), “Commentary: Not just special, but an essential relationship,” McClatchy, Tuesday, May 24, 2011, http://www.mcclatchydc.com/2011/05/24/114684/commentary-not-justspecial-but.html (accessed February 17, 2012). Cockburn, Cynthia, and Lynette Hunter (1999), “What is Transversal Politics?”, Soundings: Journal of Politics and Culture, Issue 12, Summer 1999, http://www.lwbooks.co.uk/journals/soundings/archive/introduction12. html (accessed June 14, 2012). Giddens, Anthony (1984), The Constitution of Society, Berkeley: University of California Press. Howard, Philip N., Aiden Duffy, Deen Freelon, Muzammil Hussain, Will Mari, and Marwa Mazaid (2011), “Opening Closed Regimes: What was the role of social media during the Arab Spring?” Project on Information Technology and Political Islam (PITPI), Working Paper, January. Seattle: University of Washington, http://dl.dropbox.com/u/12947477/publications/2011_Howard-Duffy-Freelon-Hussain-Mari-Mazaid_pITPI.pdf (ac- cessed June 14, 2012). Lister, Ruth (2004), Defining Poverty, Cambridge: Polity Press. http:// www.polity.co.uk/keyconcepts/samples/lister-chapter.pdf (accessed June 14, 2012) Mohammed Bin Rashed Al Maktoum Foundation (MBRF) and the United Nations Development Programme / Regional Bureau for Arab States (UNDP/RBAS) (2009), “Arab Knowledge Report 2009: Towards Productive Intercommunication for Knowledge”, Dubai: Al Ghurair Printing and Publishing House L.L.C, http://www.mbrfoundation.ae/English/Documents/ AKR-2009-En/AKR-English.pdf (accessed June 14, 2012). Phillips, Anne (1995), “Democracy and Difference: Some Problems For Feminist Theory” in The Rights of Minority Cultures, (ed.) Will Kymlicka. Oxford: Oxford University Press. 27 Sen, Amartya, (2001), Development as Freedom, New York: Alfred A. Knoff. Steans, Jill G. (1995) Gender and International Relations, New Jersey: Rutgers University Press. Sustam, Engin (2011), “Tunus ve Mısır:Siyasal Krizden Arap Baharına: Bir Özgürlük Denemesi mi?”, Birikim Güncel, February 1, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=697&makale (accessed June 14, 2012). Yuval-Davis, Nira, and Pnina Werber, (1999), Women, Citizenship and Difference, London and New York: Zed Books. 28 RAPPORTEURS Çiğdem Akgül She graduated from Ankara University Department of English Language and Literature in 2006. In September of that same year, she began Master Program at Ankara University Department of Political Science. In 2010, she wrote her master’s thesis about Militarism and Gender. The thesis was published in 2011. She continues her studies as a student at Ankara University Department of Women Affairs. Suna Güzin Aydemir Suna Güzin Aydemir graduated from Ankara University Faculty of Political Sciences, Department of Public Administration. She completed the Master’s Programme of the same faculty under the Social Sciences Institute with her dissertation entitled ‘Radical Democracy and Citizenship: A Comparative Study of Liberal and Communitarian Approaches’. She is currently a PhD student at the Bielefeld University, Faculty of Sociology and is writing a dissertation entitled ‘Hegemonic Projects and Religion in Turkey: The Conditions of Opportunity in the Discourse of the AKP.’ She also works as a project coordinator in the Konrad-Adenauer-Stiftung Turkey Office. 29 LIST OF PARTICIPANTS Akgül, Çiğdem Ankara University, Women’s Studies Center Akşit, Elif Ekin, Assoc. Prof. Dr. Ankara University, Faculty of Political Sciences Alıcı, Merve NAHDA Network, Young Civilians Arfaoui, Khadija, Dr. Women’s Studies and Human Rights at the Higher Institute of Languages, Tunis Aydın, Çiğdem President, Association for the Support and Training of Women Candidates (KA-DER), Turkey Azbane, Khalida Vice President of AFEM, the Moroccan Women Business Owners Association Celalifer Ekinci, Arzu, Dr. Middle East and Iranian Affairs expert at International Strategic Research Organization (USAK), Turkey Demir, Zekiye, Dr. The Presidency of Religious Affairs of the Republic of Turkey, Directorate of Foreign Affairs 30 Derichs, Claudia, Prof. Dr. University of Marburg, Comparative Politics/International Development Studies, Germany Dürkop, Colin, Dr. Representative of Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) in Turkey Halıcıoğlu, Sıdıka Chairwoman, Iraq- Middle East Businesswomen and Businessmen’s Association, Member of Adana Women Entrepreneurs Council of the Turkish Union Chambers and Commerce (TOBB) İlkkaracan, İpek, Assoc. Prof. Dr. Istanbul Technical University, Faculty of Management and Founding Member of Women for Women’s Human Rights Kenar, Ceren NAHDA Network Director, Lebanon Keysan, Asuman Özgür Researcher, PhD Candidate, University of Strathclyde, School of Government and Public Policy, Women Studies Montaser, Basant Ashraf Project manager, Save the Children,Egypt Raheb, Viola Consultant on development cooperation and adult education, specializing in the Arab World Shabeeb, Lina, Dr. Director of the Human Rights Clinic, Jordan Türktan, Gülden, Dr. President, KAGİDER Vural, Hasan Sayim Ankara University, Faculty of Political Sciences, Center for Human Rights Yılmaz, Selcan Economist (banking sector), female entrepreneur, KAGİDER Member 31 Yılmaz, Zehra Assistant, Ankara University, Women’s Studies Center Organization Team Aydemir, Güzin KAS İnce, Ender KAS Öncel, Bekir KAS Özbay, Nuray KAGİDER Seviğ, Yeşim KAGİDER Tamer, Doğa KAGİDER