Tasarım Gazetesi Kasım sayısı için
Transkript
Tasarım Gazetesi Kasım sayısı için
MİLYONLARIN SOKAKLARA DÖKÜLDÜĞÜ, BAYRAKLARA SARILI BİR GECENİN ARDINDAN... KAH ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA, KAH GÖZÜ YAŞLI KUTLANMIŞ BİR 90 YILI BETİMLEMEK İÇİN KALEME SARILIYORUM. MÜMKÜNMÜŞ GİBİ... BU TARİHİN NASIL TASARLANDIĞINI YAZMAK İSTİYORUM, BECEREBİLİRMİŞÇESİNE. OLMUYOR... NE SÖYLESEM EKSİK KALIYOR. OKUYORUM BEN DE YAZMAK YERİNE... ATATÜRK’ÜN SEYYAR SERGİSİ KARADENİZ GEMİSİ’NİN TÜRK ÜRÜNLERİNİ NASIL GEZDİRDİĞİNİ HATMEDİYORUM. “SUNUŞ TARZI ÇOK İYİDİR. HAZIRLAYICISINI TAKDİR VE TEBRİK EDERİM” SÖZLERİNİ KAZIYORUM AKLIMA… BİR KEZ DAHA ÖYKÜNÜYORUM O GEMİNİN YOLCULARINA, SANATÇILARINA, ZANAATKARLARINA. İHAP HULUSİ’NİN ATATÜRK’ÜN İSTEĞİYLE TASARLADIĞI ALFABE KAPAĞINA BAKIYORUM; BİRLİKTE RESMEDİLDİĞİ MANEVİ KIZI ÜLKÜ’YE LATİN HARFLERİNİ ÖĞRETİŞİNİ İZLİYORUM UZUN UZUN, CANLI GİBİ, GÖRMEDEN ÖZLÜYORUM. “BİZE ORİJİNAL BİR MODERN TÜRK MİMARLIĞI GEREKİR. İNANIYORUM Kİ, YETİŞMEKTE OLAN GENÇ TÜRK MİMARLARI, BU HAKLI İSTEĞİMDE OLUMLU BİR YARATICILIĞA ERİŞECEKLERDİR” DEDİĞİ GÜNLERE DÖNÜYORUM ZİHNİMDE… İLK MESLEK ODASINI KURAN MİMAR KEMALEDDİN BEY’İN GAR BİNALARINI GEZİYORUM, MİMAR VEDAT TEK’İN İKİNCİ MECLİS BINASINA, MİMAR ARİF HİKMET KOYUNOĞLU’NUN ETNOĞRAFYA MÜZESİ’NE UĞRUYORUM. “GÜZEL SANATLARDA BAŞARI, BÜTÜN DEVRİMLERİN BAŞARILDIĞININ EN KESİN KANITIDIR. BUNDA BAŞARILI OLAMAYAN MİLLETLERE NE YAZIKTIR!” SÖZLERİNİ KAZIYORUM ZİHNİMİN DERİNLERİNE, YILLAR İÇİNDE YIKILANLARIN, YAKILANLARIN YANIBAŞINA. DİLİMİ ISIRIYORUM… ATATÜRK’ÜN ŞAPKASINI, AYAKKABISINI, KOSTÜMLERİNİ TASARLAYANLARI LİSTELİYORUM BİR BİR… ALTIN ÇİZME’Yİ, NURİ’Yİ MERAK EDİYORUM. YALNIZ KENDİNE TİTİZLENMEDİĞİNİ, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NİN ÜNİFORMALARINI COCO CHANEL’E TASARLATMIŞ OLDUĞUNU ÖĞRENİYORUM. GÜLÜMSÜYORUM, İSTER İSTEMEZ… VİTRİN TASARIMLARI MODANIN ALTIN ÇAĞLARI GÖSTERGE OLARAK MİMARLIK TASARIM HAFTALARI ÇÖP KÜLTÜRÜ KASIM 2013 KENTSEL AKUPUNKTUR VE EN SON “İNSANLARIN HAYATINA, FAALİYETİNE EGEMEN OLAN KUVVET, YARATMA, İCAT YETENEĞİDİR” SÖZÜNÜ NOT EDİYORUM, GURURLANIYORUM, SANKİ BANA SÖYLENMIŞ GİBİ. “BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİN” SÖZLERİNİ HER OKUDUĞUMDA DOKTOR OLMADIĞIMA HAYIFLANDIĞIM ATATÜRK’ÜN…. TÜRK TASARIMCILARI İÇİN DE BU CÜMLEYİ - YA DA BU ÖDEVİMİRAS BIRAKTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM. SAHİP ÇIKMAYA SÖZ VERİYORUM. Umut Kart umut@kaletasarimmerkezi.com KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ. KALEBODUR HER AÇIDAN BEKLENMEYENİ YA R AT I R . C-Extreme Çimento, traverten ve ahşap doku görünümünü buluşturan fullbody porselen. Kalebodur’dan. kale.com.tr C Extreme RADIKAL EK 240x325.indd 1 16.08.2013 18:21 KASIM/2013 03 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com TASARIMCININ BURSA KEŞFİ Bir yılı aşkın süredir art’ı Mekan Dekorasyon ve Mimarlık Dergisi liderliğinde kurgulanan Design City Bursa Yaratıcı Endüstriler Buluşması, şehir ve tasarım dünyası için önemli bir etkinlik olarak hafızalarda yerini almayı başardı. 4-5 Ekim tarihlerinde Aloft Hotel ev sahipliğinde gerçekleşen, art’ı Mekan Dekorasyon ve Mimarlık Dergisi tarafından organize edilen, Design City Bursa Yaratıcı Endüstriler Buluşması’nın ilk gününde tasarımcılar, şehir haritaları ile bir geziye çıktılar. Belirledikleri rotayı karış karış gezen her bir tasarımcıdan şehir deneyimini en az 5 fotoğraf ile özetlemesi istendi. Kent müzeleri ve şehrin iletişim araçları ile ilgilenen Eray Makal, Yeşil Camii’de An’ı fotoğraflayan Derin Sarıyer, Koza Han ve dolayısıyla Bursa ipeğine verdiği önemi bir kez daha hatırlatan Gamze Saraçoğlu, İnkaya’daki tarihi çınar, Karagöz Hacivat Anıtı ve Kadınlar Hamamı gibi şehrin bilinirliği yüksek tarihi yerlerini gezen ve kendini de fotoğraflarına fiziksel olarak dahil eden Mehmet Turgut şehri keşfedenler arasındaydı. Bursa ve çevresindeki İznik Çinileri’ni araştırmak üzere yollara düşen ve şaşırtıcı perspektifler ile karşılaşan Oya Akman, Kozahan’dan yola çıkıp Ünlü Cadde, Irgandı Köprüsü ve ardından Atatürk Caddesi’nde son bulan rotası ile Erdem Akan rastlantısal yolculuğu etkileyiciydi. Sit alanı olarak belirlenen Cumalıkızık’tan başlayarak şehri, mimariyi, insanı okumalarını akıcı ve çözüm odaklı bir dilde aktaran Yılmaz Zenger, şehrin markalaşması için gerekenleri objektif bir şekilde paylaşan, şehrin tarih kokan bölgelerinde günümüz teknolojilerinin amatörce kullanılmasından dolayı gördüğü zararları fotoğraflayan Adnan Serbest ve ziyaret ettiği camileri, medreseleri eskiz defterine çizen Kerem Erginoğlu, çektiği fotoğrafları telefonundaki uygulama aracılığıyla çizgi romana dönüştürdüğü sunumu ile izleyicinin karşısındaydı. Etkinliğin sonunda gerçekleşen partide DJ kabininde de endüstriyel tasarımcı ve DJ, olan Ezgi yer aldı. Katılımcıların görüşleri şöyle oldu: Eray Makal: “Verimli bir etkinlikti. Şehrin dışından gelen tasarımcıların şehre yeniden bakıyor olması izleyiciler için heyecan vericiydi. Bu, tasarım ile ilişkili Bursalılar için yeni bir bakış açısı olabilir mi, yeni bir sinerji çıkabilir mi sorusunu canlandırdı. Tasarımcıların kendilerini anlatmalarındansa kenti yaşamaları daha önce deneyimlenmemişti. Birebir kentin insan, tasarım ilişkisini göstermenin markalaşmanın yüzeysel anlatılmasından daha verimli bir yaklaşım olduğu kesin. Daha iyiye gitmesi için bu bir adım, tasarımcının tek başına şehri bir yere getirmesi mümkün değil. Sivil toplum kuruluşları ile bir sistem kurgusunun yapılması gerektiğini düşünüyorum.” Yılmaz Zenger: “Bu etkinlik Bursa’ya yönelik bir etkinlikti. Şehre katkısı, katılımcıların ne kadar Bursa dışından olduğuna bağlı olarak değişir. Bursa’ya nasıl baktığımız, Dünya’ya nasıl baktığımızdan yola çıkarak şekillendi. Böylece okumalarımız ortaya çıktı. Mimari, kent, insan nasıl okunur; olaylar, geçmişler, objeler nasıl okunur, herkes kendinden anlattı. İzleyiciler arasında çok genç insanlar vardı, bu etkinlik bir okuma etkinliği oldu. Farklı disiplinlerden gelen insanların söyledikleri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar arasındaki faz farkı da çok önemli. Disiplinlerin farklılaştırma potansiyeli ve bizler için çizdiği pencereler nasıldır, bizleri sorgulamaya yönlendirdi. Tüm bu sorgulamalar görseller ile desteklendi, ancak bana göre görsellerden daha çok sözler önemliydi. Görseller izleyiciler için tanıdıktı. Nesneler üzerindeki okumalar, daha sonrasında aynı nesnelerle karşılaşan izleyicilerin, okumaları anımsayıp kendilerine bir eğitim süreci yaratabileceklerini düşünüyorum.” Adnan Serbest: “Türkiye’nin özellikle markalaşma konusunda bazı sorunları çözmesi gerekiyor. Bu konuda, insanların gelişmesi ve sorunları birlikte çözmesi adına bir araya gelmeleri, örgütlenmeleri ve bu konu ile ilgili problemleri ortadan kaldırmak için çalışmaları gerekiyor. Bu etkinlik, bu bir araya geliş için ilginç ve ciddi bir adım. Belki küçük, ancak doğru bir adım.” 04 Gözde Tüfekçi gozdetufekci@kale.com.tr KALEBODUR ADI DESIGN INDEX 2013’E SEÇİLDİ Türk seramik sektörünün lider markası Kaleseramik, ışığın farklı açılarıyla hayat bulan ve Kalebodur markası ile üretilen “Light+” Seramik Karo Koleksiyonu ile, İtalya Endüstri Ürünleri Tasarımı Birliği’nin (ADI) her yıl en başarılı tasarımları seçtiği “ADI Design Index 2013” seçkisine alındı. İtalya Endüstriyel Tasarım Birliği - The Italian Association for Industrial Design (ADI)‘nin değerlendirme kriterleri arasında bulunan, üretimde mükemmelliyetçilik ve ayırt edici tasarım özelliklerini karşılaması ile bu seneki seçkide yer almaya hak kazanan Isao Hosoe tasarımı Light+ koleksiyonu, seramik ve yapı ürünleri grubu dışında birçok alandan başarılı ürünlerin aday gösterildiği, İtalya’nın en prestijli tasarım seçkilerinden biri olan organizasyonda, 853 adayın arasından seçilerek 170 ürünün arasına girmeyi başardı. yanısıması olan seri, yalın duruşunun içinde bir hikaye barındırarak uygulandığı duvarda üçüncü bir boyut kazandırmayı hedeflemiş. Çok ince ve şekil alabilen bir tabaka olan kağıt davranışının, rijit ve bir o kadar dayanıklı karo ürününe yansıması olarak şekil alan seri, sade, yalın ve bir o kadar da etkileyici. Sekiz farklı renk seçeneği ile sunulan karo serisi, bir kağıdın katlanışındaki ışık ve gölge oyunlarını ürüne taşıyarak, banyo mekanlarında farklı renk kullanımlarını da öneriyor. “Light+” Triennale di Milano’da Işık ve gölgenin birbiri ile olan ilişkisinden ilham alan koleksiyon, sanatsal ve matematiksel teorilerden esinlenilerek, banyo alanlarına farklı bir yorum getirme hedefiyle ortaya çıkıyor. Japon bakış açısı ile İtalyan tasarımının birleşiminden doğan koleksiyon ve kağıt katlama sanatı origaminin banyolardaki ADI Index kapsamında her yıl, seçkiye giren ürünlerin yer aldığı bir sergi de ziyaretçilerin ilgisine sunuluyor. Organizasyon kapsamında kentin önemli modern sanat ve tasarım müzesi olan Triennale di Milano’da bu sene 2 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen serginin açılış gecesinde, ADI Konferansı da yer aldı. Ziyaretçilerin beğenisine sunulan Light+ koleksiyonunun yanısıra, İtalyan tasarım bakışaçısıyla ortaya konmuş, birçok büyük markanın ürünleri de ziyarete açıldı. Çanakkale Seramik, Kalebodur ve Kale markalarıyla banyolar ve yaşam alanlarında farklı ve konforlu mekanlar yaratan Kaleseramik, Isao Hosoe Design ile yaptığı işbirliğinden doğan proje ile, Türk firmasının İtalyan bir tasarım ofisiyle işbirliğinden doğan başarısını da bir kez daha tescillemiş oldu. İtalyan tasarımcı ve tasarım ofislerine ait ürünlerin arşivlenmesine yönelik olarak gerçekleştirilen ADI Design Index’te yer alan diğer sektör firmaları arasında ise, Ceramica Sant’Agostino, Ceramiche Refin, 3D Surface ve XILO1934 markaları bulunuyor. Müge Yorgancı mugeyorganci@gmail.com DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN Her yıl 8 Kasım’da kutlanan Dünya Şehircilik Günü bir kez daha şehir ve tasarım kelimelerini yan yana koyup düşünmemize neden olacak. Doğrusu ‘şehir’ kavramı hiç bu kadar anlamlı olmamıştı! Demokrasi arayışındaki bir toplum olarak şehirde kendini ifade edebilme, şehirde var olabilme, yaşadığımız yer ile ilgili söz hakkımızı kullanabilme haklarımızı hatırlamaya başladığımız günlerde eski bir Alman atasözünü anımsadık: “Şehrin havası özgür kılar”. Dünya nüfusunun yarısından fazlasına ev sahipliği yapan yoğun şehir alanları aynı zamanda yaratıcılığın ve üretkenliğin yüksek olduğu yerler. Tasarımın doğadan ilham aldığını kabul edersek, şehrin de iyi tasarım için yaratıcılık ortamını sağladığı söylenebilir. Bu ortam yalnızca farklılıkların yan yana gelerek oluşturduğu ahengin değil, eşitsizliklerden oluşan adeletsizliğin tasarım yolu ile aşılabileceği gerçeğinden doğuyor. İyi tasarlanmış bir kentin, yaşayanlara sunacağı en önemli özellik adalet dersek yanılmış olmayız. Kamusal alanda var olmak, kentin sunduğu olanaklardan eşit bir şekilde faydalanmak için kentin ve sağladığı olanaklar iyi tasarlanmış olması bir gereklilik. Her yıl 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu’nun 37.si, 6-7-8 Kasım 2013 tarihlerinde İzmir’de, Dokuz Eylül Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilecek. Bu yıl Kolokyum’un en önemli amaçlarından birisi, gözlemlenen yeniden yapılanma süreçlerinin kentin yönetimi ve planlanmasındaki etkilerini ve sonuçlarını değerlendirebilmek için belirtilen soruları yanıtlayabilecek örnekler üzerinden tartışma platformları oluşturmak. Ayrıntılı bilgi için http://www.sehircilik. org/ adresini ziyaret edebilirsiniz. KASIM/2013 05 Serap Alp Demirel seraplamoda@gmail.com MERCEDES-BENZ FASHION WEEK ISTANBUL’U İLE Dünyanın sayılı moda şehirleri arasına girmek için çaba gösteren İstanbul, bir adım daha attı. Mercedes-Benz Fashion Week, toplam 40 tasarımcının çalışmalarını ağırladı. Erdoğan, Zeynep Tosun, Zeynep Mayruk ve Mercedes Benz Presents Zeynep Tosun. İstanbul, dünya moda şehirlerinden biri olabilmek için bir sınav daha verdi. İki sezondur güçlü sponsorluk alan Moda Haftası’nın organizasyonu her geçen yıl daha da güçleniyor. Organizasyon güçleniyor güçlenmesine... Ancak organizasyonun PR’ı, organizasyonu takip eden satın almacı ve defileleri izleyen profil açısından bir değişim olmuyor. Gerçi geçen sezon bir yayın grubuna verilen yayın sponsorluğu krizi bu yıl aşıldı. Geçtiğimiz iki sezondur boykot eden dergi grupları da moda haftasına katıldılar. Podyumun ön sıraları yine ajanslar tarafından doğru yönetilemedi. Olması gereken uluslararası ve yerli satın almacılar, geleneksel ve dijital basın ön sıralarda değildi. Maalesef satın almacıların dikkatlerini çekebilen bir organizasyon yapılamadığını söyleyebiliriz. MBFWİ’ye 40 tasarımcı katıldı: ADL Cengiz Abazoğlu, Argande, Arzu Kaprol Private Viewing, Asu Aksu, Ayhan Yetgin, Ayşe Deniz Yeğin, Beste Gürel, Burçe Bekrek, Çiğdem Akın, DB Berdan, Ece Gözen, Emre Erdemoğlu, Gizia, Günseli Türkay, Hakan Akkaya, İstanbul Fashion Akademi (İMA), Janucha by Jale Hürdoğan, Kaf’tan by Elaidi, Kith&Kin, Lady Faith Designed by Nazlı Soylu, Les Benjamins, Lug Von Siga, Made İn Love, Maybelline New York By DB Deniz Berdan, Merve Bayındır, Nej, Nian, Nil Kandemir, Niyazi Erdoğan, Odrella, Özgür Masur, Özlem Erkan, Özlem Kaya, Red Beard By Tanju Babacan, Şafak Tokur, Selma State, Serdar Uzuntaş, Songül Cabacı, Tuba Ergin, Tuvanam, Raisa Vannesa Sason, Zeynep Tasarımcılar koleksiyonlarını defile ya da “studio” olarak sergilediler. Geçen sezon Studio yapan Deniz Berdan, Tuba Ergin ve Ece Gözen bu yıl koleksiyonlarını defileyle tanıttılar. MBFWİ kapsamında ilk defilesini sunan Tuba Ergin’e görüşlerini sorduk: “Mart ayında Studio sunumu yapmış olduğum MBIFW kapsamında bu sezon “Earth Unknown” adını vermiş olduğum ilk defilemi gerçekleştirdim. Ana sponsorumuz Desa ile başlamış olduğumuz ‘’Tuba Ergin for Desa” işbirliği ‘ altında 5 parçalık deri ve deri kombinli ürünlerden oluşmuş kapsül koleksiyonu da sergilediğim defilemin geneline çok ince ve işlenmiş deriler, organze ve keten gibi kontrast materyaller, deneysel formalarla yorumlanan modeller, lazer kesimler ve elişçiliğiyle zenginleştirilmiş detaylar hakimdi. Geriye dönüştürülmüş kamyon lastikleri gibi endüstriyel atıkları ipek organzelerle birleştirdiğim koleksiyonum farklı olmayı seven genç ve güçlü hisseden kadınlara hitap ediyor. Gerçekleştirdiğim ilk defilem ile hem basın hem de sektörden tam not aldık. Organizasyon için seçilen mekan Kuruçeşme Arena, herkesi İstanbul boğazının güzel manzarası eşliğinde birbirinden kreatif birçok koleksiyon ile buluşturarak moda haftasına ayrı bir keyif kattı. Organizasyonel aksaklıkların çok daha azaldığı, hazırlanmış koleksiyonların daha nitelikli olduğu genel anlamda daha profesyonelce ele alınmış bir etkinlik olduğunu düşünüyorum. Basın ve ünlülerin yoğun ilgisi olmasına rağmen, sektörel katılımın yeterli olmayışı üzücüydü. Türk ve uluslararası satın almacıların daha yoğun katılımı kesinlikle sağlanmalı ve tasarımcılara somut dönüşlerinin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. “ MBFWİ’ye 3.kez katılan Songül Cabacı’nın görüşleri ise şöyleydi: “Bu yıl bir kez daha moda haftasını atlattık. Her şey oldukça keyifli ve gerçekten profesyoneldi. Her sene gelişerek devam eden moda haftamız bu sezon dingin ortamı ve sadece yaptığımız işe odaklı halimiz ile olması gerektiği gibi geçti. Mutlaka düzelmesi gereken detaylar çok irdelersek çıkabilir. Fakat tüm emekleri için İMG ekibinin ve bizlerden desteğini eksik etmeyen herkesin hakkını yemiş oluruz. Hepsine sonsuz teşekkürler. Her sezon daha profesyonel ve güzel geçmesi dileğiyle...” 06 Yasemin Şener yaseminsener@prchitect.com MIMARLAR ARKIMEET’TE TOPLANDI 7-8 Ekim tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen Arkimeet bu yıl mimarlık dünyasının duayenlerini “Mimarlar İstanbul’da Buluşuyor” sloganıyla bir araya getirdi. Arkitera tarafından düzenlenen ve her yıl mimarların buluştuğu Tükiye’deki en büyük platform olarak hayata geçirilen Arkimeet, bu kez 7-8 Ekim tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde kapılarını açtı. Mimarlık dünyasının uluslararası isimlerinin de konuşmacı olarak davet edildiği etkinlikte, Türkiye gündemindeki önemli konular ve projeler yapılan konferans ve oturumlarla ele alındı. Etkinlik kapsamında düzenlenen ödül programlarıyla fiziksel çevrenin niteliğinin iyileştirilmesine katkı sağlayan kişi ve kurumlar da onurlandırıldı. Arkimeet 2013’ün “Mimarlar İstanbul’da Buluşuyor” konferans serisinde yer alan en ilgi çekici iki isim, Josep Luis Mateo ve Manuelle Gautrand’dı. ETH Zürih’te mimarlık kürsüsünde profesör ve MateArquitectura’nın kurucusu olan Josep Llois Mateo konuşmasında doğa, kent ve mimarlık olgularının kendi mimari üretimi üzerindeki etkilerinden söz ederken; Manuelle Gautrand ise yenilikçi mimari konusunda yaptıkları işlerden örnekler sergiledi. Kentlerin geleceği ve yaratıcı bir şekilde yeniden keşfi için uluslararası bir otorite olan Charles Landry, Arkimeet’in özel konuklarından bir diğeriydi. Sürdürülebilir Tasarımlar Konferansı ise Duygu Erten’in moderatörlüğünde, Selçuk Avcı, Engin Ayaz ve Chip DeGrace’nin katılımıyla gerçekleşti. “İngiltere’nin En İyi 50 Genç Mimarlık Ofisi Rehberi”nde yer alan Avcı Mimarlık’ın kurucusu Selçuk Avcı, sürdürülebilirlik kavramının geçmişten bugüne hikâyesini anlatırken mimarların ve mühendislerin karbon salınımının %40’ından sorumlu olduklarını ve modern mimarinin yanlış tasarımlarla çok farklı boyutlara ulaştığını söyledi. Arkimeet izleyicilerinin en çok ilgi gösterdiği etkinliklerden biri olan Pecha Kucha Night, Yaşar Adanalı, Ali Taptık, Ertuğ Uçar, Koray Çalışkan, Ömer Selçuk Baz ve Arman Akdoğan’ın sunumlarıyla gerçekleşti. Pecha Kucha oturumunun kapanış konuşmasını ise İstanbul milletvekili, gazeteci-yazar Şafak Pavey yaptı. “İstanbul’un bir çiviye bile dermanı kalmadı” diyen Pavey, İstanbul’a yapılan tüm müdahaleleri ağır yaralı birinin defalarca bıçaklanmasına benzetti. Arkimeet’in ikinci ve son gününe ise, son yılların en çok ses getiren projelerinden Zorlu Center damgasını vurdu. Katılımcılar, Arkimeet kapsamında gelenekselleşmesi hedeflenen oturumlardan biri olan ‘Zaman Tüneli’nde mercek altına alınan Zorlu Center projesini, mimarı Emre Arolat’tan dinleme fırsatı buldu. “Bir projenin, özellikle de süreklilik taşıyacak bir etkinlik projesinin ilkini yapmak -yapmayanların bilemeyeceği kadar- zor bir iş. Aynı anda dikkat edilmesi gereken çok sayıda kriter var, kurguladığınız strateji bir anda çökebiliyor. Bu zor durum içinden de bakacak olursak kesinlikle Arkimeet’in oldukça başarılı geçtiğini düşünüyorum” diyen Arkitera Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Yılmaz, etkinlikte en fazla ilginin Arkimeet Zaman Tüneli’ne gösterildiğini söyleyerek, bunun nedenlerini şu şekilde açıkladı: “Zaman Tüneli projesi zaten ilginç; inceleyeceğimiz yapılar zaten her zaman büyük ölçekli yatırım projeleri olacak. Bunun üzerine açılışı tam da bugünlerde yapılan ve gündemde oldukça önemli yer bulan Zorlu Center projesinin bu yılki yapı olması sanıyorum ilgiyi yüksek tuttu.” Arkitera Ödülleri Arkitera tarafından Türkiye’deki mimarlık ortamını teşvik etmek amacıyla verilen Arkitera İşveren Ödülü, Genç Mimar Ödülü ve RAF Yapı Malzemesi Ödülü Arkimeet kapsamında düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. İTÜ Mardint ve PAB Mimarlık tarafından tasarlan Namık Kemal Üniversitesi Ortak Derslikler ve Merkezi Laboratuvarlar Binası Projesi kamu dalında Arkitera İşveren Ödülü’nü alan ilk üniversite yapısı oldu. ArkiParc Gayrımenkul Ödülü Tekfen Bomonti Apartmanı projesi ile DB Mimarlık’a verilirken, Seçici Kurul Teşvik ödülleri ise 2P Evleri ile Bürgehan ve Burçin Postalcıoğlu’na ve İglo Mimarlık tasarımı Logipark Lojistik Tesisleri ile Access Turkey Capital Group’a verildi. Arkitera Genç Mimar Ödülü’ne ise bu sene ulusal ve uluslararası başarılara sahip bir mimar olan Arman Akdoğan layık görüldü. KASIM/2013 07 Bahar Türkay bahar.turkay@gmail.com KENT-KARAKTER-BELLEK-KİMLİK 21. yüzyılda kentleri tehdit eden küresel dinamiklere bağlı olarak İstanbul’un içinde bulunduğu değişimle birlikte, kimliğe ait yerel, özgün izlerin başkalaşma ihtimaliyle karşı karşıyayız. Kentlerin görsel kimlik sorunsalı yaygın olarak pazarlanan ‘marka kent’/‘kent markası’ bağlamında tartışılıyor gibi görünse de, kentte yaşayan herkesin farklı şekillerde yüzleştiği bir konu. Kentler toplumsal yaşantının izlerini barındırıyorlar ki bu, beraberinde ortak bir bellek ve bu belleğin devamında bir kimlik oluşması süreci. Kentin görsel kimliği ve bunu yansıtan tüm grafik tasarım unsurlarıysa bunun yansıması. Kentsel dönüşüm sürecini fotoğraflarıyla belgeleyen isimlerden Kerem Uzel, kentin yeniden tasarlanmasında aslolanın özne değil, ekonomi olduğu İstanbul’da şimdiki estetik anlayışı siluetinde yeni yer edinmeye başlayan inşaatlarla tanımlanıyor, dolayısıyla şehir sakinleri için kentin görsel kimliğinin çok farkedilir olmadığı görüşünde. İstanbul çok hızlı bir değişim, yaygın ifadeyle ‘dönüşüm’ sürecinde. 3. köprü ve havalimanı, yeni meydanlar, yıkılan binalar, dikilen kuleler derken çok fazla şey olup bitiyor. Bu başdöndürücü hızın, kentin kimliğiyle ilgili öncelikle kentte yaşayanlar olarak bize dokunduğu haliyle ne söylediğini dinlemeyi akıl ettiğimizde geç olabilir. Görsel kimlik kişinin algısında ortak bir ruh ve aidiyet oluşturan, başlı başına bir kimlik yaratmasa da varolan değerleri, kimliği görünür kılan bir uzmanlık. Türkiye’de grafik tasarım dendiğinde ilk akla gelen tasarımcılardan olan, ağırlıklı olarak kültür ve sanat alanında çalışmalarını yürüten ve halen MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü’nde öğretim üyesi olan Bülent Erkmen yıllar önce yazdığı ‘Şehir Kimliği Üzerine Bazı Düşünceler’ yazısında şehirlerin insanlar gibi, o şehri o şehir yapan bir karakteri, bir kimliği olduğunu belirtiyor. Tek başına bir tabela veya tasarlanmış bir otobüs durağının kimlik olmadığını, kimliğin bütünsel bir karakter olduğunu vurgulayan Erkmen, şehir için yapılacak her şeyin o şehrin kimliğine uygun tasarlanması gerekliliğinden söz ediyor. Ulaşım araçlarından yönlendirme işaretlerine kadar tüm bu unsurların o şehre ait olması için sadece orada yer almaları yeterli değil. Şehir üzerine tasarlanacak işler için önce belirgin bir şehir kimliğine ihtiyaç var ve burada asıl olan, göze hoş gelmese de şehrin kişiliğini belirleyecek güçte bazı özelliklerden kaçınılması değil, aksine üzerine gidilmesi. Erkmen’in verdiği örnekte olduğu gibi; İtalyan rehber Napoli sokaklarında gezdirdiği turistlere balkonlardan sarkan çamaşırları göstererek, ‘Bunlar Napoli’nin bayraklarıdır’ der. İstanbul’daki dönüşüm faaliyetleriyse bunun tersi bir temizleme/düzenleme eğilimini çağrıştırıyor. Bunda belki de kimlik, tasarım gibi kelimeleri kullanırken esas olarak ‘bir karakter kazandırmayı’ değil o şeyi ‘güzelleştirmeyi’ anlıyor olmamızın tehlikeli etkisi var. Bu konular üzerine düşünürken akla gelen çalışmalardan biri, 2005’te Bülent Erkmen ve Aykut Köksal tarafından tasarlanan ve İstanbul’un tamamında uygulanan kırmızı sokak tabelaları. Büyükşehir Belediyesi’nin talebiyle başlatılan projede kentin bilgi veren bu öğelerinin kente özgü olması hedeflenmişti. Erkmen, kent kimliğini bir tür ‘evinde hissetme hali’ olarak tanımlıyor ve bu bağlamda bu tabelaları ‘küçük aidiyet işaretleri’ olarak birleştirici bulduğunu ifade ediyor. 1997-2007 yılları arasında BEK tasarım ofisinde çalışmış, şu anda i-am Associates İstanbul’un kreatif direktörü olan, bahsi geçen projede yer alan ve bu kapsamda ‘Kent’ isimli yazı karakterini de tasarlayan Yetkin Başarır’a göre esas tasarım problemi o dönemde şehirde belli standardı olmayan tabalalar olmasıydı. Dolayısıyla fonksiyonel ihtiyaçların doğurduğu bir iş. Tasarladığı yazı karakteri için ise öznel olarak kendisiyle İstanbul arasındaki izlerden yola çıkan Başarır’a göre proje iyi çalışan, doğru bir iş ve sonunda kentin kimliğinin doğal bir parçası haline geldi. Ancak Başarır, kent kimliği meselesinin arkasında, nicelikler üzerinden tanımlanmaya çalışılmış günlük ihtiyaçlar yerine, geçmişle gelecek arasında bağ kuran bir vizyon, nitelikten vazgeçmeyen bir kent bilinci taşıması gerektiği görüşünde. Yapılan yanlışlar düzeltilmeli, diğer taraftan öncelikle varlığıyla kent belleğine kazınmış bir takım şeylerin yaşatılması gerekiyor; kendisinin ifadesiyle ‘dolan bir kül tablasını garsonun 3 dakikada bir boşaltması başka birşey, o mekanda 100 senedir aynı kültablasının kullanılıyor olması başka birşey’. Bu açıdan, bellek oluşturmak, onu korumak bir kimlik yaratmanın ön koşulu olarak önümüzde duruyor ve Başarır’ın ilettiği gibi, önce kente insanların sahip çıkmasını sağlamak gerekiyor ki kent kimliğinden bahsetmeye başlayabilelim ve daha sonra da onun üzerine tasarımlar yapalım. Not: Tüm bunları yazarken İstanbul’un eski valilerinden Lütfi Kırdar’ın isminin Harbiye’deki sokak tabelasında ve metro istasyonunun içindeki yönlendirmelerde yanlış yazdığını (Lütfü Kırdar olarak) görmek, üzülmek… Not etmek! 08 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr SİZ NASIL HAYAL EDERDİNİZ? Mimarlık ve şehircilik dünyasına ilham vermek üzere düzenlenen The City of Dreams Pavilion yarışmasının 2013 birincisi heyecan yarattı. “Bakalım bu sene de 53.780 adet plastik şişeden yapılmış bir yapı gelecek mi?” sorusu akıllardaydı. American Institute of Architects New York Chapter (AIANY) ve The Structural Engineers Association of New York (SEAoNY) tarafından bu sene 4.sü düzenlenen Rüyaların Şehri (The City of Dreams) Yapı Yarışması’nın finalistleri belli oldu. Önümüzdeki yaz sezonunda New York Governors Island’da uygulanacak birinci proje ise 31 Ekim günü açıklanıyor. Standart kalıcı şehircilik yarışmalarının aksine, The City of Dreams Pavilion, geçici kullanımlar için sürdürülebilir ve etkin tasarım çözümlerinin arandığı bir yarışma. Rüya gibi çekici, belki de hiç olamayacak kadar ütopik bir kent mekanının hayali. Bu yarışmadaki en önemli kriter, katılımcılarının öncelikle kullandıkları malzemelerin sürdürülebilir kullanım koşullarını, çevreye olan uyumlarını ve nasıl en zararsız uygulanabileceklerini içeren süreçleri gözetiyor olmaları. Öneri yapı malzemelerinin ise artık kendi bağlamlarındaki kullanım ömürlerini tamamlamış, atık ya da eski malzemeler olması bekleniyor. 2010 yılında ilki düzenlenen yarışmada Ann Ha, Assoc. AIA tarafından tasarlanan “Living Pavilion”u, 2011’de Bittertang’nın “Burble Bup”ı ve 2012’de ise uygulaması bu Eylül ayında yapılan “Head in the Clouds” isimli tasarımlar birincilik aldı. Projelere baktığımızda, 2010’daki Living Pavilion, form, strüktür, ışık ve yaşamın sentezi olarak tasarlanmıştı. Yüzeyler yarı geçirgen yeşil öğeler ve bitkiler ile iklimlendirme sağlayacak şekilde düşünülmüştü. Living Pavilion, ekosistemdeki çeşitliliğin devam ettiği ancak daha yeşil bir kentin hayali olarak tasarlanmıştı. Temsilinde, yeşil duvar ve yeşil çatılar aracılığıyla, akşam saatlerinde yapılı çevrelerde görülen ısınmanın etkisinin azaltılabileceği düşünülmüştü. Doğaya dönen, teknolojinin bize kazandırdıklarını kullanmadan aksine onun yol açtıklarına savaşır nitelikteydi Living Pavilion. Modüler tasarımı sayesinde bu yeşillerin, postuse sürecinde kent içindeki konut ve kamusal yaşam alanlarına dağıtılabileceği planlanmıştı. 2011’deki Burble Bup ise, oturma, uzanma, yatma gibi eylemlerin rahatça gerçekleştirilebileceği bir iç mekan sunuyordu. Farklı ölçeklerdeki iç alt mekanlar, tırmanma, zıplama gibi çocuk oyunlarına da imkan sağlıyordu. Dışarıdan bakıldığında ise göz alıcı, amorf sakız balonlarını anımsatıyordu. Bu kocaman yapıyı oluşturan öğelerin, ışığın açısına göre renk değiştirerek daha keyifli bir mekan sağlayabildiğini düşünürseniz, aslında konforlu, eğlenceli ve renkli bir kentin hayali olduğunu kolayca söyleyebilirdiniz. Ağırlıklı olarak renkli şişme balonlardan oluşan, parçalara ayrılabilir strüktürün, “post-use” sürecinde New York kentindeki havuzlarda şişme can simidi ve yüzme öğeleri olarak kullanılması planlanmıştı. Geçtiğimiz haftalarda Governors Island’da kurulan, 2012’nin birinci gelen projesi Head in the Clouds ile medyada ses getiren bu yarışmanın bilinirliği daha da pekişmiş oldu. Tasarımcılar Jason Klimoski ve Lesley Chang bu tasarımda, kentlerdeki karbon ayak izini düşürmeyi hedeflemişti. Yapı da kullanılan tüm malzemeler geri dönüştürülebilir türde seçilmişti. Şehirden topladıkları 53.780 adet plastik şişe ve süt kutularından inşa ettikleri rüya yapı strüktüründe 120 adet yastıktan oluşuyordu. Bulutların üzerinde kurulmuş bir kent ortamı sunan tasarımda, bu yastıkların biraraya gelişinden oluşan hayvan, insan ve şehir formları ortaya çıkıyordu. Bu fantastik strüktür, içinde bulundurduğu formlar ve şeffaf yapısı ile gökyüzüne bir bakışı temsil ediyordu. Bu senenin final projeleri de öncekiler kadar iddialı; Polonyalı IKAR tasarım ekibi tarafından önerilen “ArtCloud” yapısı, geleceğin şehirlerinin, kültür ve teknolojinin melez bir karması olacağının vurgusunu yapıyor. Çoğunlukla Amerikan Mimarisi’nde karşılaştığımız ‘siding’ malzemeleri toplayarak yeniden değerlendiriyor. Modüler olarak tasarlanması, ziyaretçileri kendi mekanlarını oluşturmalarına ve kişiselleştirmelerine imkan sağlıyor. Prefabrik olması sebebiyle kurulum aşamasında zaman ve enerji kaybı engelleniyor. Brooklyn New York’dan Manifold ArchitectureStudio’nun “Dream Catcher”ı da finalistler arasında. Basit, dairesel ve hafif bir strüktür önerisini hareketli balonlar ile tamamlayan tasarım, eğlenceli bir mekan deneyimi sunmayı hedefliyor. Peki neden balon? Bu finalistin tek iddiası, onları hareketi ile rüyaların bir temsilini mekana yansıtmak. Bir diğeri, yine New York’tan CDR Studio’nun projesi Governor’s Cup. Geri dönüştürülmüş plastik bardakların kullanıldığı üst örtüsü ile yarı gölge mekanların önerildiği yapı, aynı zamanda dışarıdaki esintinin iç mekanda yankılanmasına fırsat veriyor. Bir başka New Yorklu ise STUDIO V Architecture’ın tasarımı MÖBI Water Tower Pavilion. New York’un ikonik Möbius’unun ikonik yapısal özelliklerinden ilham alan proje, eski su tanklarından çıkan malzemeler ile tasarlanmış. Prefabrik ve ekolojik bir yapım süreci öneren proje, post-use aşamasında birbirinden farklı kamusal kullanımlara da ayrılabileceği iddiası ile tasarlanmış. Son finalist ise yine bir lokal; Afoam tasarım grubundan Urban Accordion. Bu yapının tasarımında özelleştirmeye ve azalan kamusal alan kullanımlarına vurgu var. Birbiri ile yarışan özel ve kamusal kullanımların farklı formlar ile birbirinden ayrıldığı ve bu kullanımların aynı anda gerçekleşebildiği, kimsenin birbiri üzerinde hakimiyet kurmadığı bir kent yaşamının hayali. Bu birbirinden iddialı yapılardan bakalım hangisi bize o hayal ettiğiniz kentlerin, “acaba bir gün ulaşabilir miyiz” dediğimiz mekanların en iyi örneğini sunacak, bundan sonra hangisi gerçekten rüya gibi bir kent ya da yapı tasarımına ilham verecek bekleyip, göreceğiz. KASIM/2013 09 Esra Bici Nasır esrabici@gmail.com ESKI OYUNLARA YENI ADETLER Çocukluğumuzun oyunları nelerdi? Adam asmaca? Monopoly? Sessiz sinema? Neredeyse ekipmansız oynanan bu oyunların, içerdikleri zengin ‘oynama’ deneyimi, gelişen oyuncak endüstrisiyle birlikte, tasarımcılara da keyifli bir mecra yaratıyor. ünite de dijital açık arttırma aparatları. Başka bir versiyonunda ise elektronik bir yapay zeka ünitesi oyunun ortasına yerleştiriliyor ve bu ünite oyunculara sesli komutlar vererek oyunu oynatıyor. Fantastik kurgu versiyonlarının da türetildiği bu oyunu Yıldız Savaşları ya da Yüzüklerin Efendisi kurgusunda oynamak, otel işletmek ve arsa almak yerine galaksiyi işgal etmek mümkün. Ya da Tokyo, New York veya Türkiye versiyonlarında lokal deneyimler yaşanabiliyor. 2015 yılında 100 milyar dolarlık bir hacme ulaşacağı tahmin edilen oyuncak ve oyun endüstrisinin gelişimi çocukluğumuza ait sokak oyunları, kağıt kalem oyunları ve hatta kutu oyunlarınıın değişimi ve yeni tasarımlarını gündeme getirdi. Yılların el yakmaca oyunu artik dijital yüzüklerle, ‘sessiz sinema’ dijital zaman ölçerlerle, ‘adam asmaca’, ışıklı yazı tahtalarında oynanıyor. Kağıt kalemle oynanan Amiral Battı ise, gerçek savaş gemisi modelleriyle bambaşka bir deneyim yaşatıyor. Üstelik bu deneyime oyundan alınan referanslarla yapılmış Battleship filmi de eşlik ediyor. Oyuncuların kağıt kalemle 10x10’luk bir koordinat sistemine gemilerini çizerek dizmesi ve birbirlerinin donanmasını tahminlerle batırmaya çalıştığı Amiral Battı, Hakan Diniz tarafından yeniden tasarlanarak Hasbro tarafından piyasaya sürüldü. Artık kağıt kalem yerine zırhlı bir laptopu andıran iki oyun birimi ile oynanan oyunda, oyuncular uzaylı veya insan taraflardan birini seçiyor. Oyuncunun donanmasını koordinat sistemine dizmesi, gerçek savaş gemilerinin ölçekli modellerini, diğer oyuncunun gemilerinin yerleriyle ilgili tahmin geliştirmesi ise plastik top mermileri gride dizmesiyle fiziksel olarak gerçekleşiyor. Oyunun yaşattığı üç boyutlu deneyim, çeşitli versiyonlarıyla daha da zenginleşiyor. Galaksi versiyonunda, gelecekte insanlık için uzayda altıgen koordinat sistemleriyle savaşmak mümkün. Elektronik Amiral Battı ve ipad üzerinde gerçek gemilerle oynanan dijital versiyonlar da farklı deneyimler sunuyor. Kağıt ve kalemle oynanan oyunlardan biri olan Adam Asmaca’nın oynanma şekli de yine karşılıklı tahminlere dayanır. Oyunculardan birinin belirlediği bir kelimeyi, diğer oyuncu harf tahminleri yaparak bulmaya çalışır. Yanlış tahmin edilen her harf asılan bir adam figürünün bir parçasını oluşturur ve belli sayıda yanlış tahmin sonucu oyuncu ‘asılmış’ olur. Hakan Diniz ve firması Studio HDD , oyunu yeni ekipmanlar düşünerek ve işin içine çizimi de katarak yeniden tasarlamış. Oyunun temel ekipmanları dijital, aydınlatmalı bir çizim yüzeyi ve bu yüzeye yazabilen bir kalem. Adam asma metaforu karanlık bir imge olarak değerlendirildiği için kullanılmıyor. Oyuncu önceden hazırlanmış kartlardaki kelimeleri ışıklı ve çift taraftan görünen bir ekrana çizerek diğer oyuncuya belirli bir zamanda anlatmaya çalışıyor. Popüler bir dijital oyun uygulaması olarak da farklı versiyonları türetilmiş. Yeniden tasarlanmış masaüstü oyunlara da Monopoly örnek verilebilir. Oyuncuların emlak ticareti yaparak, oteller ve evler kurarak kira toplamaya ve nihayetinde zengin olarak oyunu kazanmaya calıştığı bu oyunun modern versiyonunda yeni tasarımlara gidilmiş. Kağıt para yavaş yavaş yerini kredi kartına bırakmış. Oyuna eklenen bir başka En keyifli topluluk oyunlarından biri olan Sessiz Sinema da güncel oyun sektöründe yeniden tasarlanmış oyunlardan biri. Orijinal halinde hiçbir ekipman kullanılmadan oynanan bu oyun, bir oyuncu grubu tarafından belirlenen bir filmin diğer oyuncu grubunun anlatıcısına bildirilmesi ve anlatıcının kendi grubuna sadece hareket, mimik ve jestlerle söz konusu filmi anlatmasıyla ilerler. Charades adı ile yeniden tasarlanan bu oyuna eklenen temel ekipman sinema denince en başta akla gelen ikon objelerden biri olan klaket. Önceden hazırlanmış film kartları, bir klakete yerleştirilerek oyun oynanıyor. Oyuncu belirli bir sürede filmin adini tahmin edemezse kart klakette yer alan mekanizma tarafından yere bırakılıyor. Görünen o ki, oyun sektörü gitgide renkleniyor! 10 Beste Sabır bestesabir@gmail.com KENTSEL AKUPUNKTUR 26 Eylül - 3 Ekim arasında gerçekleşen Beijing Tasarım Haftası 2013 paralelinde kentin tarihi dokusu Dashilar, tasarımcıların projelerini sergilediği bir platforma dönüştü. Tasarım Haftası’nın İtalyan Direktörü Beatrice Leanza’nın “kentsel akupunktur” olarak tanımladığı küçük müdahaleler mahallenin boş ve kullanılmayan mekanlarında bir tür test yapıyor, dokunun, yaşamın, gündelik hayatın içine sızarak sosyo-kültürel ve fizik mekanda etki bırakmayı amaçlıyor. Bir diğer yandan da akla şu soru gelmiyor değil: Yapılan müdahaleler tıpkı kent merkezlerinde turistik ve parlak mekanlar yaratmak gibi, tasarımcılar için “otantik sahneler” yaratma yolunda mı ilerliyor? Prefabrik kütüphane Beijingli stüdyo People’s Architecture Office “avluya eklenmiş” (courtyard plug- in) çalışmasıyla prefabrike yaşam ünitelerini var olan konut birimleriyle birleştiriyor. Su tesisatı, ısıtma gibi donanımların sağlandığı bu deneysel projenin eklenti parçaları, yaşayanların kullanacağı bir kütüphaneye dönüşüyor ve sosyal dokuda bir etki yaratmayı amaçlıyor. Yaratıcı ve etkileşimli bir aradalık İnsan odaklı tasarımlarıyla tanınınan Fransız Tasarımcı Matali Crasset, önerdiği sosyal merkez aracılığıyla yaşayanların yaratıcı bir şekilde bir araya gelerek etkileşim kurmalarını amaçlıyor. Günlük yaşamdaki yaratıcılığa odaklanan “Sınırsız Hutong” (Unlimited Hutong) çalışması kentin merkezine eklemlenen bir mekan öneriyor. Hutonglar -yani Çin’in geleneksel, avlulu konutlarıdar sokaklarla birleşerek geniş ve organik bir yerleşim oluşturuyor. Crasset’in önerisi, iki hutong’un birleşimiyle ortaya çıkan bir halk evi. Proje paralelinde mahalle sakinleri, yaratıcı aktiviteleri deneyimliyor. Bu öneriyi gerçekleştirmek amacıyla yeni katılımcıları bekleyen Crasset, 2014 yılındaki Beijing Tasarım Haftası’na kadar projeyi devam ettirerek deneyimleri biriktirmeyi planlıyor. Küçülen sosyal konut birimleri Çinli mimar Zhang Ke ve ofisi Standartarchitecture tarafından hazırlanan deneysel proje “mikro hutong” mekansal bir yerleştirme ile sosyal konuta dair bir deneme ortaya koyuyor. Proje, geleneksel tarihi dokunun organik ve iç içe geçmiş dokusu içinde, çok küçük birimlere sahip bir sosyal konutun mekansal araştırmasını yapıyor. Mobil logolar Lava Design Amsterdam tarafından seyyar grafik tasarım servisi veren araçlar kentin tarihi dokusunda gezerek küçük işletmelere kurumsal kimlik ve logo konusunda danışmanlık veriyor. Küçük işletmelere ücretsiz olarak verilen bu hizmet, bazen sadece üst gelir grubunun ulaşabildiği tasarımı yerel halkla buluşturuyor. KASIM/2013 11 Eray Çaylı eraycayli@gmail.com GÖSTERGE OLARAK MIMARLIK: İKON MU, SEMBOL MÜ? İşlevi ‘harfîyen’ biçime dönüştürmüş görünen mimari tasarımları salt estetik açıdan değerlendirip konuyu kapatmadan önce, mimarlığın gösterge niteliğine dair gündeme getirdikleri soruları tartışmakta fayda var. Geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıyan ve hatta anaakım basında da kendine yer bulan bir mimari proje var: Artvin Çoruh Üniversitesi Kütüphane Binası. Kütüphane, dışarıdan görünümü üst üste istiflenmiş dört kitabı andıracak şekilde tasarlanmış. Binanın “mimari özellikleriyle Türkiye’de bir ilk” olacağını öne süren haberler, mimarlarının görüşlerine de yer vermekte. Kitap imgesine yaptıkları biçimsel göndermenin binanın kabuğuyla sınırlı kalmayacağını söyleyen mimarlar, proje tamamlandığında iç mekânda da “tavandan sarkıtılan kitap şeklindeki aydınlatmaların” yer alacağından bahsediyorlar. İşlevi ‘harfîyen’ biçime dönüştürmüş görünen böylesi bir tasarımı nasıl ele almalı? Hızlı bir yargıya vararak kütüphaneyi ‘kiç’ addetmek elbette işten değil. Ancak böylesi bir yargı, söz konusu projenin, ‘mimari tasarım’ ve ‘gösterge’ kavramları arasındaki ilişkiye dair gündeme getirdiği ve tartışılmaya değer bir dizi soruyu da gözden kaçırmak anlamına gelecektir. Gelin, kısaca bu soruların birkaçına değinelim. ‘Mimarlık’ ve ‘gösterge’ denildiği zaman ilk akla gelen çalışma elbette Robert Venturi, Denise Scott-Brown ve Steven Izenour üçlüsünün 1970’lerin başında yazdığı Las Vegas’ın Öğrettikleri kitabı. Üçlü, kitabın büyük bölümünde Las Vegas Şeridi’nde yer alan tabelaların mimarlık üzerine yaptıkları etkiyi ele alırlar. Yazarlar, her ne kadar reklam ve bilgilendirme gibi işlevlere hizmet ettikleri düşünülse de, tabelaların aslında bölgedeki mimarlık algısını birinci derecede tanımlayan öğeler olduklarına dikkat çekerler. Vegas’ın dışına çıktıklarında ise inceledikleri örneklerden biri 1930’ların Amerikası’nda ördek yetiştiriciliği yapan Martin Maurer’in çiftliğinde yetiştirdiği ürünlerin satışını yapabilmek amacıyla inşa ettiği, kocaman bir ördek biçimindeki “Big Duck” (Büyük Ördek) adlı bir yapıdır. Yazarlar, bu yapıyı “süslü baraka” (decorated shed) olarak tanımlarlar ve hatta şeklindeki yeni binası, en geniş iki cephesini ABD bayrağı şeklindeki aydınlatma yerleştirmelerine ayırır. Yine ABD’de, sepet üreticisi Longaberger şirketinin 1990’ların sonunda inşa ettirdiği yedi kat üzerinde 3000 metrekareye yayılan merkez binası da şirketin en çok satan ürününün tam 160 kat büyütülmüş hali olarak, yani kocaman bir sepet şeklinde tasarlanır. Big Duck’ın mimari anlamda “en saf” süslü baraka olduğunu söylerler. Venturi, Scott-Brown ve Izenour her ne kadar mimarlık ve göstergeler arasındaki diyalektik ilişkiye dikkat çekmeleri açısından öncü olsalar da, Big Duck örneğinin kendilerine sunduğu ve belki de kitapta irdeledikleri tüm soruları da toparlayacak kapsayıcı bir çıkarsama yapma fırsatını ıskalarlar. Bu çıkarsama, ‘bina’ ve ‘gösterge’nin artık ayrı olgular olarak ele alınamayacakları ve tamamen örtüştükleri durumlara ilişkindir. Richard Brook ve Nick Dunn, 2011 tarihli Urban Maps adlı kitaplarında bu ıskaya işaret ederler: Şayet Big Duck’ın mimari saflığından bahsedilecekse bunu mümkün kılan, yapının “süslü baraka” oluşu değil, ‘süs’ ve ‘baraka’nın aynı şey haline gelişine bir örnek teşkil etmesidir. Gerçekten de, yakın geçmiş bize göstergelerin bina, binaların da gösterge haline geldiği birçok örnek sunar. Örneğin, New York’un en işlek meydanı Times Square’de, profesyonel orduya eleman arayan askerlik şubesinin 2000’de inşa edilen dikdörtgenler prizması Ancak yukarıda bahsi geçen yapılar, göstergenin alabildiği hallerden yalnızca birini örnekliyor. Bu, göstergenin, temsil ettiği şeyi fiziksel olarak anımsattığı, göstergebilimin öncülerinden Peirce’ın “ikon” adını verdiği, hal. Yine Peirce’la devam edersek, göstergenin alabildiği “simge” adlı bir halin daha olduğunu görüyoruz. Peirce “simge” terimini, göstergenin bağlamından kolayca koparılabildiği ve temsil etmesi gereken şeyle aynı uzam ve zamanda bulunmayabildiği halini tanımlamak için kullanıyor. İlginçtir ki, göstergenin bu halini de kitap şeklindeki iki binayla örneklemek mümkün. İlki, 2006’da Türkmenistan’ın “ömür boyu lideri” Sefermurad Türkmenbaşı tarafından ülkenin başkenti Aşkabat’ta açılan Özgür Yaratıcılık Evi. İkincisiyse 1970’lerin Doğu Almanyası’nın önemli şehirlerinden Leipzig’de inşa edilmiş Hermann Henselmann tasarımı otuzaltı katlı gökdelen City-Hochhaus. Basın ve akademi üzerindeki yoğun baskı ve sansürle anılan bu iki bağlamda gerçekleşen söz konusu projelerden ilki medya kurumlarına, ikincisiyse Leipzig Üniversitesi’ne ev sahipliği yapmak üzere inşa edilmiş. Peki, bir gösterge olarak mimarlığın günümüz Türkiyesi’ndeki hali “simge” olmaya mı “ikon” olmaya mı daha yakın? Belki de, Artvin Çoruh Üniversitesi kütüphanesi gibi projeleri, salt estetik açıdan değerlendirip konuyu kapatmadan önce, böylesi bir soru ekseninde tartışmak daha anlamlı. 12 KASIM/2013 13 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com TASARIMIN EN UZUN HAFTASI Tasarım, her yıl Eylül ayı itibariyle kentlere daha yoğun sızmaya başladı. Tasarımcılar, dünyanın dört bir yanında gerçekleşecek sergileri için çalışmalarını sonlandırırken, diğer yandan ziyaretçileri bir heyecan kapladı. Bu sene, en yeniyi hangi tasarım haftasında göreceğimiz bizim için de merak konusu oldu. Helsinki Design Week, 12 – 22 Eylül Budapest Design Week, 27 Eylül – 06 Ekim Helsinki Design Week ekibi tüm fikirlerin gerçeğe dönüşme vaktinin geldiğini söylerken bu sene için temasını “hareket” olarak belirliyor. Her tasarım haftası için söylendiği gibi Helsinki de tasarımın şehir ölçeğine yayılmasında katkı olduğunu belirtiyor. Ziyaretçilerin katılımcı bir şekilde gezmesi, haftanın etkin bir programa dönüşmesi için bir fırsat olarak görülüyor. Hafta, tasarımın hayatımızdaki tüm varoluş biçimlerinden referanslar taşıyarak sergilere yer ayırıyor. Yaratıcı endüstrilerin farklı kollarının yanında, tasarımı desteklemek isteyen ulusal ve uluslararası firmalar da programa kendi etkinlikleri ile katılıyor. Haftanın ana sergisi Old Customs Warehouse’da gerçekleşirken, seminerler, kapılarını ziyarete açan ofisler, moda defileleri, IKEA liderliğindeki farklı atölye çalışmaları ve dahası şehre yayılıyor. Budapeşte, izleyiciler ile buluşturduğu sanat ve günümüz tasarım ürünlerinin yanında trendler ile ilgili benzersiz teknikleri şehrin gizli hazinesi olarak görüyor. Avrupa’daki ekonomik sınırlamalar uygun bütçeler ve az maliyetli yöntemler ile ürün üretilmesine imkan veriyor. Prag merkezli designSupermarket tasarım ekibinin liderliğinde ekonomik krizlerden referansla malzemenin yeniden ve ekolojik yönelen ürünleri ile Redesign ve değerlerden beslenerek üretilen Designeast sergileri görülmeye değerdi. Uluslararası Çek tasarımcılara yer verilen sergi, Aralık ayının ilk haftası, Prag’da! Bu senenin konuk ülkesi ise İtalya oldu. Tasarım klasiklerine yer verilen ülke sergisinin yanında tasarıma ve gastronomiye odaklanan çalıştaylar da ev sahipliği yapılan etkinlikler arasındaydı. Teknolojinin faydaya dönüştüğü etkinlik içinde Meed:madeinhungary sergisi ile yerel malzeme, üretim yöntemlerinin yanında kullanım alışkanlıkları birer çözüm önerisine dönüştürüldü. Cincinnati Design Week, 30 Eylül – 5 Ekim Design Week Portland, 07 – 12 Ekim Vienna Design Week, 29 Eylül – 06 Ekim Ev sahipliğinin tasarım ofisleri ve okulları tarafından yapıldığı bu hafta, farklı yetenekleri çalıştaylar, paneller, defileler ve büyük partiler ile bir araya getirmeyi tercih ediyor. Bu tasarım haftası Kaleidpscope, Foster&Flux, We Have Become Viking ya da Brazee Street Studios gibi yaratıcı disiplinlerin bir araya gelerek kurduğu ve yönettiği firmaların tanıtılmasına imkan veriyor. Profesyonellerin deneyimlerinin paylaşıldığı TedXCincinnati konuşmasından, tasarımcı-üretici eşleştirme toplantıları olan SpringBoard, Cincinnati Mimarlık Vakfı’nın liderliğinde düzenlenen zanaat ve teknolojiyi karşılaştıran çalıştayları ya da kullanıcı deneyimlerinin iyileştirilmesine yönelik düzenlenen beyin fırtınası etkinlikleri haftanın mutlaka ziyaret edilmesi gerekenleri arasında! Etkinlik kapsamında, bir hafta boyunca, üretim yöntemleri, disiplinlerarası geçiş yöntemlerinin programlandığı zanaat ve tasarım uygulamaları ziyaretçiler ile paylaşılıyor. Portland, on yıl içinde kendi ihtiyaçlarını bünyesinde çözebilmek, tasarımcı ve üreticilerin iş birliklerinin artırılmasına motive dinamik bir merkez olmaya niyetli. Beraber yaratmanın verimli bir yöntem olduğunu vurgularken, yaratıcılığın gelişmesi için ilham kaynağı olmak istiyorlar. Kurumlar, bireyler, stüdyolar, müzeler, işletmeler, üniversiteler ve politikacıların bir arada bu haftayı gözlemleyerek geçirmelerine odaklanan bir hafta olmak için çalışıyorlar. Viyana’da gerçekleşen bu tasarım haftasının her geçen gün uluslararası bilinirliği artarken, marka değeri yükseliyor. Her sene, Eylül’ün son günlerinde başlıyor, yoğun etkinlikler Ekim ayı içinde devam etse de bazı programlar Kasım ayına dek sürüyor. Viyana’da tasarım haftası, şehir için ‘‘Tasarım Sonbaharı’’ olarak da adlandırılabilir. Bu sene, deneysel malzeme ve üretim yöntemlerinden, beslenme alışkanlıklarına, çocuklar için atölye çalışmalarından trend sunumlarına, bölgenin cam ve porselen üretim zenginliklerinden kağıdın binbir türüne Viyana Tasarım Haftası’nda ulaşmak mümkündü. Pecha Kucha’ları, farklı konferanslarının yanında, atölyeleri ile kendi içindeki üretkenliğini göstermeyi başardı. Dutch Design Week, 19 – 27 Ekim Geriye dönüp geçen 12 yıla bakınca en katılımcı ve gelişmeye açık tasarım haftası olduğu konusunda birçoğumuz hemfikirizdir. Yıllar içinde özgün bakış açısı ile ayrışmayı başaran, 2000’den fazla tasarımcıyı katılımcı olarak, yüz binlerce insanı ziyaretçi olarak ağırlayan hafta, Eindhoven gibi küçücük bir şehrin tasarım ile nasıl var olduğunu gözler önüne seriyor. Haftanın bu seneki teması ise ‘Gelecek Şimdi!’ oldu. Direktör, etkinlikler için tasarım dünyası için birlikte bir vızıltı üretmenin memnuniyetini yaşadığını dile getiriyor. Deneyim ve kavramsal tasarımın, yaratıcı üretim yöntemlerinin yanında sunmanın merak uyandırıcılığı ve etkileyiciliği görülmeye değerdi her zamanki gibi. Design Week Birmingham, 21 – 28 Ekim Birmingham, tasarım dünyasının günlük yaşam için önemini vurgulamak üzere mimarları, grafik tasarımcıları, iç mimarları, peyzaj mimarlarını ve endüstriyel tasarımcıları birleştiren çok yönlü bir hafta olma yolunda ilerliyor. Tasarım yürüyüşleri, TedxBirminghamSalon etkinliği, iletişim tasarımı alanındaki yeni ajansların ziyaret edildiği, web tasarımı alanında programların tanıtıldığı ve uygulamaların yapıldığı bir hafta olduğu söylenebilir. Istanbul Design Week, 27 Kasım – 1 Aralık Istanbul Design Week, her sene bambaşka bir formatta karşımıza çıkıyor. Bu sene, yine mekan değişikliği yaşanıyor ve Küçük Çiftlik Park haftanın ev sahibi oluveriyor. Yılın trendlerinden beslenilerek çalışmaların sürdürüldüğü söylenen haftada, moda ve endüstriyel tasarımcıların bir araya gelmesi bekleniyor. “Tasarım ve Kent” başlığı altındaki haftanı bu sene Finlandiya, İsviçre, İngiltere, Avusturya, Polonya, İtalya, Hollanda, Almanya ve Fransa gibi birçok ülkenin tasarım yaklaşımının paylaşılacağı sergiler düzenleniyor. Gerçekleşmesi planlanan konuşmalarda yaratıcı endüstriden ‘‘özel’’ isimlerin olacağı söyleniyor. Bahrain International Design Week, 05 – 07 Aralık Bahreyn, en güncel haberleri, mimari ve tasarım hizmetlerini ve bunun yanında yaratıcı disiplinlerden profesyonelleri bir araya toplamak için kendini adıyor. Uluslararası pazarlara açılmak üzere yeteneklerini göstermeyi önemserken, tasarımcıları yeni sergi ve benzersiz ürünleri ile bir araya toplamaya çalışıyor. Hafta bünyesinde hayata geçirilen One-Stop-Shop mağazası, tasarımcıların ürünlerini ziyaretçiler ile buluşturmanın yanında, mesleki bilgilendirme için bir buluşma noktası oluyor. Sergi alanı üç ana başlıkta toplanıyor. Moda, giyim, takı, aksesuar ve parfüm gibi kozmetik ürünlerin olduğu Kişisel Tasarım, mimari, iç mimari ve dekorasyon ürünleri, tekstil tasarımı, mutfak tasarımından oluşan Mimari Tasarım ve tasarım okullarının ve firmalarının yer aldığı, otomotiv tasarımından grafiğe, görsel sanatlardan iletişim tasarımına Tasarım Hizmetleri Bölümü sergi alanının başlıklarını oluşturuyor. 14 F.Dilek Himam dilek.himam@ieu.edu.tr YENİ ÇÖP “KÜLTÜRÜ” Çöp tenekeleri artık içlerinde sadece atık bulundurma fonksiyonunu taşımıyor, onları kent sokaklarında renkli ve farklı tasarımlarla görebiliyoruz. Çöp kavramını Prof. Dr. Neşe Özgen, kentleşmeyle birlikte ortaya çıkmış bir kavram olarak görürken çöpün kendi doğasının, çürüme, bozulma sonucunda çıkardığı gazların tehlikeleri nedeniyle sosyal ve sağlık alanlarının da ilgi konusu haline geldiğini belirtiyor. Dolayısıyla çöpü gözle görünmeyecek bir alanda bırakma, çöpten yakma, denize dökme gibi yöntemlerle kurtulmaya çalışırken, çöp, sanayi ve üretim faaliyetleriyle şekil değiştirerek gelir getirici bir unsura dönüşüp “çöpten geçinenler”i ve “çöp toplayıcılarını” da yaratıyor. Çöpten geri kazanım projeleri gibi projelerin “çöpten geçinme” veya “çöpte yaşama” ile karıştırılmaması gereken faaliyetler olduğunu belirten Özgen’e göre çöp kültürü, kent yaşamında üzerine tartışılması gereken gündemler yaratıyor. Çöp tenekeleri ile ilgili ilk tasarım faaliyetleri 1930 yılında George Dempster tarafından başlatılmış. Daha sonra çöp tenekeleri ve çöp boşaltma sistemleri üzerine çalışmalar hız kazanmış. Çöpleri yere atmama üzerine bir kültürü aşılamak, görüntü kirliliği yaratmamak üzerine artan ilgi, tasarımcıları da çöp tenekeleri ve çöple ilgili tasarımlara yöneltmiş. Özel bomba sensörlü çöp tenekeleri, terör alarmı veren dünyamızda yeni bir ürün olarak ortaya çıkan tasarımlardan biri. Çoğu zaman içine bomba atılma korkusuyla kamusal alanlardan kaldırılan çöp tenekelerine karşı bomba sensörlü çöp tenekeleri en yeni tasarımlardan. Sokak sanatının hayranlık uyandıracak şekilde çöp tenekeleri ise gülümseten çöp tenekesi çalışmalarına örnek. Çöp tenekelerinde yaşayan Susam Sokağı’nın Kırpık karakteri ve görev icabı da olsa çöplerden içimizi ısıtan dünyalar yaratan iyi kapli romantik Wall- E de çöple ilgili sevimli karakterler olarak aklımıza geliyor. Çöp tenekeleri, başka endüstriyel ürünlere de ilham veriyor. Apple’ın yeni Mac Pro serisi, Japon çöp tenekelerinden ilham alınarak yapılmış. Koku giderici ekipmanlarla tasarlanan çöp kutuları, origami tekniğiyle yapılan kâğıttan çöp kutuları, banyoda gazete, dergi okumayı sevenler için tasarlanmış çöp kutuları, çöp toplayıcıları ile empati kuran ve onların daha rahat işe yarar atıklara ulaşmalarını sağlayan tasarımlar da çöp tenekesi dünyasında zihin açıcı projeler arasında. Adidas’ın Paris’te yerleştirdiği bir diğer yaratıcı çöp kutusu çözümü ise yerden gerçek bir pota yüksekliğinde yerleştirilmiş bir tür gerilla pazarlama stratejisi olarak da kullanılan çöp kutuları. 1939 yılından beri çöp kutusu tasarlayan ünlü Vipp Inc. firması tarafından ortaya çıkan çöp kutusu tasarımları da ses getirenlerden. Tasarımcılar arasında Danimarkalı ünlü model Helena Christensen gibi isimlerin yer aldığı çalışma, bir tür sosyal sorumluluk projesi olarak ortaya çıkmış. Lessja Verlingieri tarafından tasarlanan couture çöp kutuları, moda duyarlılığıyla bildiğimiz Lady Gaga, Britney Spears ve Gwyneth Paltrow gibi ünlü isimler için binbir zahmetle tasarlanarak ‘Trashion’ isimli bir eğilim başlatmış. Vipp Inc. firması daha önce de ünlü sanatçı Damien Hirst ile polka benekli desenleriyle karşımıza çıkmıştı. Çöp sosyolojisi içinde bir kısır döngüyü de barındırıyor, tükettikçe daha da çok çöp çıkarıyoruz, atıklarımızı bir yandan görmek istemezken onları paketleyip özenle yeniden kullanıma sokmaya çalışıyoruz. Artık hiç olmadığı kadar estetik görünen çöp tenekeleri ile mahvettiğimiz doğaya adeta borcumuzu ödüyor gibiyiz. KASIM/2013 15 Elif Tekcan eliftekcan@yandex.com MODANIN ALTIN ÇAĞLARI Avrupa sanat ve kostüm tarihi moda tasarımcıları için her zaman önemli bir ilham kaynağı oldu. Bu sezon da Alexander McQueen, Dolce & Gabbana, Valentino başta olmak üzere pek çok koleksiyon masalsı bir tarihsellik sunuyor. Orta Çağ her ne kadar karanlık çağ olarak adlandırılsa da, dönem giysileri oldukça zengin detaylara sahip. 5. ve 15. yüzyıllar arasında 1000 yıllık bir süreyi kapsayan bu dönemde, Avrupa Coğrafyası’na etki eden kültürlerin çeşitliliği farklı siluetlerin oluşmasına katkı sağlamış. Dönem içinde etkisi en fazla hissedilen kültürlerden biri ise Bizans. Özellikle imparatorluk sanatını ve dinsel kültürünü yansıtan ikonalar, çeşitli mitolojik kurguların veya imparatorlukla ilgili önemli olayların tasvir edildiği mozaikler bize hem dönemin giyim biçimleriyle ilgili ipuçları veriyor hem de tasarımcılar için geniş bir renk paletiyle, sınırsız desen seçeneği sağlıyor. 2013-2014 SonbaharKış sezonunda Bizans etkisinin en fazla görüldüğü koleksiyon hiç şüphesiz Sicilya mozaiklerinden ilham alan Dolce & Gabbana koleksiyonu olmuş. Giysilerin oluşturduğu sade fakat keskin A ve X formundaki siluetler, organza üzerine yapılan mozaik baskılar, boncuk ve payet işlemeler, brokar ve dantel yüzeylerle zenginleştirilmiş. Tel işleme tekniğiyle yapılmış ve çeşitli taşlarla süslenen kraliçe taçları, göz alıcı mozaik detaylarına sahip ayakkabı, çanta, kolye ve küpeler ise koleksiyonu tamamlıyor. Koleksiyonun en iddialı parçalarından biri olan ve yine tel işleme tekniğiyle yapılmış altın rengi büstiyer ise Sicilyalı Aziz Agatha’ya ithaf edilmiş. 15. Yüzyılda yaşamış Hollandalı ressam Petrus Christus ise Marios Schwab’ın esin kaynağı modern bir üslupla bir araya getiriyor. Belden itibaren artan volümler, fırfırlı kol ve yaka detayları, ipek ve metal ipliklerle yapılan işlemeler 16. yüzyıl kraliyet giysilerine referans verirken, yoğun bir şekilde kullanılan inciler Ballets Russes etkisi taşıyor. olmuş. Koleksiyonda kullanılan yeşil, kırmızı, krem renkleri ve seçilen kadife, şifon, brokar gibi kumaşlar da ressamın çalışmalarında kullandığı renkleri ve o dönemin giyim biçimlerini yansıtıyor. O her ne kadar farklı bir döneme referans vermiş olsa da Shwab’ın koleksiyonunda Pre-Raphaelite (Rafael-Öncesi) etkiler de hissediliyor. 19. Yüzyılda ortaya çıkan ve Yüksek Rönesans sanatını ve Neo-klasik üslupları reddeden bu akım, orta çağ kültürünü romantik bir üslupla yeniden yorumlamış, Bizans, ErkenRönesans ve Gotik dönem sanatından etkilenmişti. Schwab omuzları tamamen açıkta bırakan tasarımlarında kolları uzatmış ve derinleştirdiği kol yırtmacıyla bu akımı yansıtan tablolarda görülen ve aşağı doğru genişleyen kol formuyla benzerlik yakalamış. Dirsek arkasında oluşturduğu ve astarın dışarı taşmasına izin veren kesikler, John William Waterhouse’un The Lady Claire tablosundaki görünümü anımsatıyor. Orta çağ etkisi kıyafetleri tamamlayan deri sandaletlerde de etkisini gösteriyor. Jean-Charles de Castelbajac koleksiyonu da yine Rafael-Öncesi sanatçılarından biri olan Millais ve onun ünlü Ophelia tablosundan etkilenmiş. Alexander McQueen Haute Couture koleksiyonu ise her zamanki gibi gotik üslubun sağladığı ruhaniliğe sahip. İlhamını kardinal giysilerinden, rahibelerden, papadan, Kraliçe Elizabeth’ten ve Ballets Russes’tan alan Sarah Burton, tarihselliği ve sanatı 17. Yüzyıl Hollanda sanatına referans veren Valentino ise Dolce & Gabbana gibi ilham kaynağını oldukça net yansıtan koleksiyonlardan birine imza atmış. Bu netliğin bir nedeni de Hollanda sanatının sadece giysilere değil, markanın reklam kampanyasına da nüfuz etmiş olması. Reklam kampanyasında da kullanılan ve Jan Daemen Cool tarafından 1636 yılında yapılan Portrait of a Young Woman with Fan (Yelpazeli Genç Bir Kadın Portresi) adlı tablo, koleksiyondaki yalın hatlara sahip, kol ile yaka detaylarıyla ön plana çıkan siyah elbiselerin ilham kaynağını oluşturuyor. Siyahtan sonra etkisi en fazla hissedilen renk ise mavi. Özellikle beyaz kumaş üzerine mavinin tonları kullanılarak yaratılan çini desenleri, 16. yüzyıl sonrasında Avrupa’ya ithal edilmek üzere Çin’de üretilen ve sonrasında Hollanda natürmort sanatında oldukça sık görülmeye başlayan beyaz üzerine mavi desenli porselenleri anımsatıyor. Özetle bu sezon da tarihin farklı dönemlerinden aldıkları estetik detayları giyim kültürüyle birleştiren moda markaları, koleksiyonlarında bizlere sanatın giyilebilir hallerini sunuyor. 16 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr MODA HAFTALARINDA VİTRİNLER Aylardır hazırlıkları süren, Milano, Paris, Londra ve New York Moda Haftaları’nı geride bıraktık. Birbirinden çılgın moda şovlarının, ünlü tasarımcıların yepyeni koleksiyonlarının yanı sıra aklımızda bir şey daha kaldı... Vitrinler. Burberry Printemps, Paris Paris’in ünlü mağazası Printemps, bu seneki moda haftasında Londra yaşamına vurgu yapmayı tercih etti. Yalnızca Printemps için değil, tüm kentte bu seneye özel böyle bir kurgu vardı. “Londra’da mıyız?” diyerek dolaşılan Paris sokaklarının en çekici vitrini de dünyaca ünlü Hausmann Bulvarı’ndaki Printemps’tı. İngiliz Burberry’nin burayı çok sevdiğine dair grafiksel büyük bir iddiada bulunan vitrinde, Londra’nın şehir imajını destekleyen Londra Köprüsü, Big Ben Saat Kulesi, London Eye gibi kentsel öğelerine rastlamak mümkündü. Yalnızca markanın sunduğu ürün çeşitliliği değil, bunun yanı sıra İngiliz mimarisi, yaşam tarzı, havası da bu vitrinler üzerinden hikaye edildi. Louis Vuitton Printemps, Paris Yayoi Kusama adlı Japon tasarımcının, Paris Printemps’daki Louis Vuitton vitrini de en çok konuşulanlar arasındaydı. Avant-garde stilinin temsilcilerinden olan Kusama’nın kendine has puantiyeleri, bu sefer boş odalardan kıyafetlere, ağaçlardan insan vücutlarına kadar her detayda hakimdi. Louis Vuitton’un kreatif direktörü Marc Jacobs’un da bu seneki tasarımlarında sıkça kullandığı logo çılgınlığı ile çok da ayrı düşmediğini gördüğümüz bu puantiyeler, mekanda göz ardı edilemeyecek yoğunlukta ve sıklıkta kullanıldı. Jacobs’a göre bu vitrin, takıntının geldiği son noktayı ve bitmeyecek bir dünyayı vurguluyormuş. Hal böyle olunca, Kusama’nın işlerini Louis Vuittton’un gözünden görmek için, galeriler yerine alternatif bir mekan yaratılmış oldu. Le Bon Marché, Paris Film yönetmeni Sofia Coppola, Paris’in en eski mağazası Le Bon Marché’nin vitrini için Louis Vuitton’un 2009 SC çantasını yeniden ele aldı. Güncellenen çanta, bu sefer bir film yönetmenin elinden tasarım dünyasına bir kere daha sunuldu. Sesin çekiciliğinin kullanılmadığı bir alanda çalışan Coppola, vurgu yapacak diğer öğeleri, neon ışıklarını, gerçek görünümlü vahşi hayvanları ve sıra dışı ürün tasarımlarını bir araya getirdi. SC çanta kimi zaman büyük renkli balonlara bağlanırken, kimi zaman da bir geyiğin boynuzlarında taşındı. Eğlenceli ve feminen bir mekan düzeninde çanta, her zaman bir hediyeymiş gibi sunuldu. Brassiere Chavot, Londra Moda bu sefer kıyafet vitrininden çıkıp, bir restoran vitrinine girdi. Londra Moda Haftası kapsamında, ünlü çiçek tasarımları ekibi Todich Floral Design, taze çiçeklerden yaptıkları kıyafet tasarımlarını mankenler ile Brassiere Chavot’da sergilediler. Tel strüktür üzerine, 50’lerin eteklerini canlandırdıkları tasarımların yapımına Moda Haftası’nın ilk günlerinde başlandı. Tabaka tabaka oluşturulan kıyafetlerin en dış kısmında, göz alıcı parlak pembe ve sarı yavruağzı çiçekleri, pembe okaliptüsler ve dam koruğu bitkileri vardı. Kırmızı ateş laleleri de bu tasarımların vazgeçilmez çiçeklerinden biriydi. Çiçeklerden tasarlanan kıyafetler, gelecek sezon da kullanılacak desenlerin habercisiydi. Vitrinde ayrıca, bu kıyafetlerin KASIM/2013 taşıdığı dönem ruhuna uygun olması adına ahşap çerçeveler, mankenler ve kilimler de kullanıldı. Liberty London, Londra Londra’nın en bilinen mağazalarından Liberty London’da “Moda Canavarları” konsepti temelinde tasarlanmış mankenler ile dolu vitrinler vardı. Makyaj tasarımcısı ve genellikle interdisipliner projelerin aranılan adamı Isamaya Ffrench tarafından tasarlanan sahnelerde, moda haftaları dahilindeki en kreatif mankenler yer aldı. Mankenlerin vurgulandığı tasarımların en temel nokta ise, en fazla 1 ya da 2 poz verdirilen mankenlerin sade bir arka planda yer almasıydı. Sergilenmek üzere sunulan ürünlere yapılan vurgunun böylece arttırıldığı mekanlarda, genelde sıra dışı yüzeyler ve organik formlar kullanıldı. Charlie Le Mindu’nun tasarladığı kanatlar ve Ffrench’nin karışık renk ve desenleri ile canavarlaşan mankenlerde 13 farklı koleksiyon tanıtıldı. Yün, angora, parlak kürkler, kıvırcık koyun yünleri kullanılan malzemeler arasındaydı. Bergdorf Goodman, New York New York’un Bergdorf Goodman mağazası ise moda haftasını, 1980’lerin grafiksel ifadesinin yeniden keşfi ve yeniden yorumlanması ile karşıladı. Moda ilüstratörü Tony Viramontes, vitrinlerde konsept olarak Dean Rhys Morgan’ın ünlü kitabı “Bold, Beautiful and Damned”en esinlendi. Daha çok post-punk akımının hakim olduğu vitrinde, arka plan olarak ise küçük ölçeklerdeki birbirinden çarpıcı renklerim hakim olduğu ilüstrasyonlar yan yana gelecek şekilde kullanıldı. Birçok tasarımcının kıyafetlerinin tek bir sahnede kullanıldığı bu sergileme anlayışında, ön sıraları ise 1980’lere ait fotoğraf makinesi, video kaset, kitap ve magazin dergileri kaptı. Süreçte ise, Post-Punk’ı çağrıştıracak her türlü ürünün, kıyafetlerle olan doku, desen ve renk uyumu tamamıyla göz ardı edilmiş. Lacoste 5th Ave, New York New York’un en çekici yerlerinden biri olan 5.Cadde’deki Lacoste mağazası ise geçmişe öykünen bir vitrin tasarımına doğru gitti. Markanın zengin tarihsel ve kültürel vurgularını ön plana çıkardıkları vitrinlerde 8 adet farklı sahne yaratıldı. Bu sahnelerde, Lacoste’nin arşivinden geçmişten bugüne kadar olan yolculuğundaki, akımlar ve kıyafetler yer aldı. Özellikle spor kıyafetler üzerinden işleyen tasarımlarda en çok arşiv fotoğrafları altlık olarak kullanıldı. 1930’lardaki tenis şampiyonalarında karşımıza çıkan polo yaka tişörtler, 1950’lerdeki deniz aşırı yolculuk yapan gemiler ve denizciliğe ait birçok öğe, 1990’lardaki her zaman ve herkese hitap eden yumuşak renkler bu 8 seri vitrinin yalnızca birkaçıydı. Saks Fifth Avenue’s, New York Lüks tüketim markası Christian Dior, moda haftası kapsamında Manhattan Saks Fifth Avenue’deki 17 adet vitrini işgal etti. Fransız marka, her bir vitrine krom küreler yerleştirdi. Bu küreler ile ayakkabı, çanta ve diğer kozmetik ürünleri havada asılıymışçasına durdular. Bir vitrin ise yalnızca Dior’un o çok tanıdığımız 17 kırmızı rujuna ayrıldı 60. yılı şerefine. Diğer vitrinde ise Dior’un insan ölçeğinden büyük parfüm şişesi sergilendi. Saks Fifth Avenue’dan Kathleen Ruiz, bu sene büyük kısmını Dior’a ayırdığı vitrin tasarımları için, markaların ilham aldıkları hikayeleri anlattıklarını, tasarım trendlerini vurguladıklarını ve inandıkları sergilediklerini ifade etti. La Rinascente, Milano İtalyan tasarımcı Fabio Novembre’nin elinden çıkan La Rinascente vitrini de Milano Moda Haftası’na hazırdı. Ünlü marka Tommy Hilfiger’ın “Tailored” serisi için kolları sıvayan tasarımcı, çoğu mağaza vitrininden farklılaştı. “Benim bir yaşam tarzım var” mottosuna vurgu yapan mekanda, genelde erkeklerin kullandıkları ve maskülen sayılabilecek günlük ürünler ön plana çıktı. Bu ürünlerin hepsi, mat metalik maviye boyanmış, demir tüplere asılı duruyorlardı. Tıpkı maket yapmak üzere aldığımız kutudan çıkan parçalara benziyorlardı. Vitrinde yer alan bu maket parçaları, gerekli unsurların bir arada kullanılarak istenilen figürün oluşturulabilmesi konseptine vurgu yapmaktaydı. 18 Beste Sabır bestesabir@gmail.com AKORDEON GIBI BELGELEMEK Geçtiğimiz günlerde gösterime giren “Yüksek Yapılaşmanın Kısa Öyküsü” (The Short History of the Highrise) sadece kente odaklanan bir belgesel değil; aynı zamanda etkileşimli ve deneysel bir dijital arşivle insanların mekansal deneyimlerini paylaşıyor. Sıcak su, asansör bunların hepsi bir dönem konutlar için çok yeniydi… Evet, kendimizi gökyüzüne yaklaştırmaya başlayalı uzun zaman oldu ve bunun beraberinde getirdiği soru ise açık: Üst katı kim alır ve neden? Düşey yaşamın evrimini 2.500 yıllık bir süreçte mekansal, sosyo-politik ve kültürel anlamda inceleyen Emmy ödüllü deneysel belgesel; “çamur”, “beton”, “cam” ve “yuva” bölümlerinden oluşuyor. İlk üç bölüm The New York Times arşivlerinden yararlanılarak ortaya çıkıyor. Her bölüm bir hikaye kitabı formatında tasarlanmış. Dördüncü bölüm “yuva”, halk tarafından paylaşılan imajlardan oluşuyor. İnteraktif bir deneyim içeren bu bölüm, sahip olduğu ek arşiv ve belgeler sayesinde görsel bir akordeon şeklinde, izleyicilerin döneme dair derinleşmesine olanak sağlıyor. Yönetmen Katerina Cizek’in belirttiği üzere, büyük kentler tarih boyunca sahip oldukları etkileyici binalarla tariflenmiş: Tapınaklar, bankalar, saraylar, kültürel anıtlar vb. Fakat bir kentin günlük yaşam dokusu ve sıradan binaları da birçok bilgiyi içinde barındırıyor. 1800’lerin sonlarında New York’ta başlayan üst gelir grubuna yönelik yüksek katlı yapılaşma, o zamandan itibaren kentsel yoğunluk ve yayılmayla mücadeleye yönelik bir araç haline geldi. Ama düşey yaşamın tarihsel kökeni aslında çok daha eskilere dayanıyor. (Babil Kulesi, Arizona’daki uçurumda konumlanan birimler, Sovyet Kruşçev Kuleleri vb.) 1900’lerin başında yüksek katlı yapılar üst gelir grubuna hitap edecek şekilde düşünülerek farklı bir anlam kazanmaya başladı böylelikle, yüksek katlı bina (highrise) doğdu. Peki ya daha sonra yüksek yapılaşma 20. yüzyılın sorunlarını çözmekten nasıl çıktı? Bugün yüksek katlı konutlar, toplumsal ve mekansal ayrışmanın önemli sembollerinden. New York, bu global fenomenin gelişim sürecinde önemli bir rol oynadı. Dünyadaki kentler büyüyüp yoğunlaştıkça yüksek katlı konutlar kentleşmenin başarı ve başarısızlıklarının sosyo-politik bir barometresi oldu. Bu paralelde ele alınan belgesel aslında binalardan çok insanlara odaklanıyor. Film paralelinde hazırlanan dijital etkileşimli arşivin, gelecekte eklenecek mobil uygulamalar ve materyallerle genişlemesi amaçlanıyor. Arşiv, gezegenimizin durumunu keşfetmek için yüksek katlı binalarının pencerelerinden hayatlarını ve deneyimlerini paylaşan insanlara yer veriyor. Güçlendirilmiş betonun bulunmasıyla sosyal konut anlayışına da yer açmaya başlayan yüksek yapılar, savaş sonrasında toplu konutlar üzerinde odaklanır. Kapitalizm paralelinde “orta gelir grubu konut planlaması” olarak adlandırılan yüksek yapılaşma, Sovyetler tarafından ise “yeni insanlık için konutlar” şeklinde tanımlanır. İdealizmden yıkıma kadar uzanan bir öyküye sahip olan yüksek katlı yapılaşmanın göz kamaştırıcı etkisi 1960’larda söner. 1970’lerde kentsel yayılmanın yaygınlaşması ile üst gelir grubu, kent dışındaki düşük katlı konut alanlarına kayar ve kent içindeki yüksek katlı konutlar düşük gelir grubuna devrolur. Devlet politikalarının yetersizliği paralelinde bakımsız kalan binaların koşulları gittikçe kötüleşirken sosyal başarısızlıklar için binalar suçlanır, ardından Pruitt-Igoe’da olduğu gibi yıkımlar ve sonrasında yenileme hareketleri başlar. Bir diğer taraftan, küresel bir ölçekte, çoğalan toplu konutlar artık sosyal bir eşitlik için değil, kapitalizminin finansal bir aracı şeklinde üretilir hale dönüşür ve kat mülkiyeti kavramı ortaya çıkar. Uzun süre betonla şekillenen günümüz kentlerinin yapısına 1990’larla birlikte cam eklendi. Bu paralelde kentin yeni lüks yüksek katlı konutları; daha akıllı, daha yüksek, daha yeşil bir hal alırken düşük gelir grubunun konut birimleriyse gittikçe küçülür halde. Cam ve inşaat malzemelerinin sürdürülebilirliği açısından bakıldığında, bu binaların da gelecekte düşük gelirlilerin yerleşeceği alanlar haline dönüşmesi pek muhtemel. Dünyanın farklı şehirlerinde yaşayan ve son yüzyılın en yaygın inşaat üretim biçimi olan betonarme yüksek katlı konutların sakinleri, kendi dünyalarını, deneyimlerini, hayatlarını paylaşıyor. Yani global anlamda bir yolculuktan bahsediliyor. Arşiv aracılığıyla, insan ruhu ve modernizm kalıntıları arasındaki anlam yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Bu paralelde dünyanın farklı ülkelerinden 13 şehirden 49 hikaye, 13 farklı dilde paylaşılıyor. Arşiv aslında yüksek katlı kentsel deneyim alanlarına, banliyölere, düşey şehrin keşfedilmemiş yaşamlarına aralanan bir “lens”. Çalışma aynı zamanda, bir belgeselin sosyal değişimleri sadece belgelemek yerine ona katılabilmesi ve etkilemesi üzerine yapılmış bir deney. * Belgeseli izlemek ve daha detaylı bilgi edinmek için: http://www.nytimes.com/projects/2013/ high-rise/, http://highrise.nfb.ca ** Arşivin depolandığı interaktif siteyi incelemek için: http://interactive.nfb.ca/#/outmywindow KASIM/2013 19 Bahar Aksel baksel@msgsu.edu.tr KAMUSAL ALANDA “SANAT” Açık kamusal alanlarda yer alacak kalıcı sanat eserlerinin, kimi zaman kent mobilyaları formunda olsalar dahi seçimi, siparişi ve yerleştirilmesinde yönetimlerin karar verici rolü halen devam ediyor! eksenini oluşturmakta. İstanbul gibi karmaşık bir sosyal yapıya sahip bir kentte özellikle kamusal alanda yer alan her türlü etkinlik ve objenin topluma karşı bir sorumluluğu olduğu unutulmamalı. Kentlerimizde, kamusal alanda yer alan sanat eserleri söz konusu olduğunda genellikle ilk akla gelen heykellerdir. Cumhuriyet sonrasında planlanan ana caddeleri ve meydanları ile yeni bir görünüme kavuşan kentler aynı zamanda anıtsal heykeller ile donatılmaya başladı. Batı’nın modern kent planlama anlayışını takip eden yeni kentsel yapılanmanın olmazsa olmazı olarak düşünülen bu heykeller devlet eli ile sipariş edilerek kent mekanlarında yerlerini aldı. Büyük boyutlarda çalışılarak kaideler üzerinde sergilenen bu eserlerin büyük bir kısmı başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet’in kurulmasında rol alan önemli kişileri, yaşanan olayları ve kahramanlıkları aktarmaktaydı. Yeni bir ulusun inşaası mekansal ve anlamsal açıdan şekillenmekteydi. Sanat eserleri ise kamusal alanda yer almakla birlikte halkın ancak uzaktan izleyebileceği bir konumdaydı. Sanatın toplumla buluşması ancak 1950’lerin ardından açılmaya başlayan sanat galerilerinin etkisi ile oldu ve sanatçılar kendi söylemleri ile işler üretir hale geldiler. 90’lara gelindiğinde ise özel sektörün artan, devletin ise önceye göre azalan destekleri ile İstanbul’un sanat ortamı iyice hareketlendi. İlk İstanbul Bienali’nin düzenlenmesi de bu döneme rastladı (1987). Ardından gelen sürede pek çok etkinlik, özellikle de sokak ve yaya sergileri gibi etkinlikler geçici de olsa halkı sokaklarda yer alan sanat işleri ile biraraya getirdi. Bunların kimisi özel sektör destekli, kurumsal yerleştirmeler olsalar da kentin mekanları farklı fikirlere ve görselliklere açıldı artık. Kent planlaması açısından bakıldığında açık kamusal alanlarda yer alacak kalıcı sanat eserlerinin, kimi zaman kent mobilyaları formunda olsalar dahi seçimi/siparişi ve yerleştirilmesinde yönetimlerin karar verici rolü halen devam etmekte. Diğer yanda sanat çevrelerinin gündeminde ise sermaye ve sanat ilişkisi var. Sponsorluklar ile gelişmeye/yayılmaya çalışan etkinlikler gerçekten ne kadar kamusal/halka ait olabiliyor? İstanbul’un en önemli sanat etkinliği olan İstanbul Bienali’nin 13.sünün sonlandığı şu günlerde kamusal alan ve sanat üzerine yapılan tartışmalar daha da yoğunlaşmış durumda. Gezi Süreci ile kamusal alanın kullanım biçimleri çeşitlenmiş, halkın kendini ifade şekilleri çeşitlenmiş ve cesaretlenmiş iken kurumsal sanat etkinliklerinin daha tutucu kalmış olması, diğer yandan sergilenen işlerin mesajlarının karmaşıklığı tartışmaların Günümüzde sanat dalları toplumsal dialoğun geliştirilmesi için en önemli araç. Bireylerin kendilerini ifade etmek için alternatif yolları bulması, halk ve sanatçıların beraber işler üretmesi ve kent mekanlarında bunların yer alması toplum tarafından daha çok izlenen, benimsenen ve korunan eserlerin artmasını sağlayacaktır. Bir diğer önemli rolü ise karşılıklı ‘tolerans’ın gelişmesine katkısıdır. Gezi sürecinde pekçok yaratıcı ifadenin ortaya çıkmasında bu tolerans ortamının rolü unutulmamalıdır. Her fikrin, her görsel anlatımın ve her ifadenin kendine ait bir önemi ve mesajı olduğu düşüncesi ile, ilk adımı eleştiri olmayan, tolerans ve kabul ile başlayan bir bakış İstanbul’un yaratıcı ortamı ve kamusal alanlardaki sanatsal zenginliklerini daha olumlu etkileyecektir. Eserin mesajının netliği, estetik/sanatsal yeterlilikleri ya da üretim biçimi ile ilgili eleştiriler sanat ve kamusal alan pratikleri uzun yıllar formel olarak tanımlanmış İstanbul’da yeni yeni gelişmekte olan alternatif yaklaşımlar üzerinde ancak olumsuz etkiler yapabilir. Oysa ki, yeni fikirlerin üretimi, yaratıcı ifadeler ve yaklaşımların daha da önem kazandığı günümüzde her düşüncelerin gelişmesi ancak serbest ve karşılıklı toleransın yüksek seviyelerde olduğu ortamlarda mümkündür. Kent içinde bir duvar çatlağına [Urban Geode, Çukurcuma, 2013] yerleştirilmiş ufacık bir sanat işinden bile öğrenecek ve ilham alınacak çok şey olduğu unutulmamalı, çevreye daha açık bir vizyonla bakmanın yolları aranmalıdır. Fotoğraf: Urban Geode, Çukurcuma, 2013. www.urbanbacklog.tumblr.com 20 Didem Bilge didembilge@gmail.com İLHAM KAYNAĞI YEŞİL Doğadan ilham alınan tasarımlara aşiyanız hepimiz. Yeri geldi doğallığı ilham oldu, yeri geldi sesi, bazense rengi. Sahi... Rengi nasıl ilham olmuştu bize? 18 Ekim gecesi binlerce polis, onlarca iş makinası ve “belediye görevlisi” ile bir gecede binlerce ağaç katledildi. 50 yıllık yemyeşil orman 9 saatlik çalışmanın sonucunda bir bozkıra döndü. Çok değil bundan sadece birkaç ay önce ‘Mesele sadece ağaç değil!’ diyerek dökülmüştük sokaklara. Şimdi yine, meselenin tam da merkezinde iken ağaç, ağacın rengi yeşilin tasarımdaki anlamını ve kullanım alanlarını inceleyemeye koyulduk. Tasarımlarımızda kullandığımız malzeme ve şekillerin insanlar üzerindeki etkileri kadar renk seçimlerimiz de vermek istediğimiz mesajı doğru iletebilmemiz açısından çok önemlidir. Rengin seçimi hatta kimi zaman renkler üzerinde yapacağımız en ufak ton farklılıkları dahi algının değişmesinde etkili olabiliyor. Hal böyleyken renklerin dili, kulağımıza fısıldadıkları çok daha da önemli hale gelmeye başlıyor. Yeşil iki ana rengin karışımından oluşan bir ara renk. Güneşin rengi sarı zihnimizi temsil ederken gökyüzünün rengi mavi ruhumuza su serpiyor adeta. Yeşil de tam bu iki rengin birleşiminde kendine saygının ve iyiliğin sembolü olarak yer buluyor. En temel anlamıyla yaşamın rengi yeşil. Günlük yaşamın stresini atmak için yardımına ihtiyaç duyduğumuz renk. Gözlerimizi kapatıp kendinizi yemyeşil çimenlerin ortasında hayal etmek bile huzur bulmamıza yeter kimi zaman. Tam da bu sebeple doğa ve çevrecilik ile ilgili alanlarda sıkça kullanıldığmız renktir yeşil aynı zamanda. Tıpkı Alman 3deluxe Tasarım Ofisi’nin Syzygy firmasının Frankfurt Ofisleri için tasarladığı Red Dot 2013 ödüllü iç mekan tasarımlarında olduğu gibi. Projede en çok göze çarpan nokta formların yumuşaklığı ile beyaz ve yeşil uyumu. Tasarım sürecinde doğadanın yumuşak kıvrımlarından ilham aldıklarını belirten 3deluxe yetkilileri, bütünde kullandıkları beyaz renk ile gün ışığının daha verimli kullanılmasını sağlıyorlar. Beyazın bir avantajı da iç mekanda yarattığı ferahlık. İkinci ana renk olarak kullandıkları yeşil ise ofis çalışanlarının iş stresinden uzaklaşmalarını sağlayacak rahatlama ve dinlenme alanları karşımıza çıkıyor. Doğanın kendi içindeki uyumundan ve dengesinden ilham alarak kullanılan yeşil tonları ile ofis içi huzurun, dengenin ve dolayısı ile iş veriminin artması hedefleniyor. Benzer şekilde doğa dostu ve geri dönüşümlü tasarımları simgeleyen renktir yeşil. O’right markası Tayvanın dünyaca ünlü kozmetik markalarından. ‘Yeşil Dünyanın Merkezinden’ mottosuyla sundukları doğal kozmetik ürünlerini Red Dot 2013 Ambalaj Tasarımı ödüllü doğaya saygılı geri dönüşümlü ambalajları ile kullanıcıları ile buluşturuyor. Jüri tarafından yapılan açıklamada ‘yenilikçi, çığır açan tasarımlarında kullandıkları biçim ve doğal renklerin uyumu’ ile ödüle layık görülen markanın tüm kurumsal yapısı doğanın, doğal olanın sağlıktaki önemine gönderme yaparcasına yeşil ve yeşil tonları üzerine konumlandırılmış. Aynı zamanda büyüme, gelişme ve yenilenmeyi de temsil eder. Doğurganlık ve bereket temaları da yaygın olarak bu renk ile ilişkilendirilir. Bir diğer Red Dot 2013 ödülü sahibi Almanya’da yaşamakta olan Türk Mustafa Karakaş ise posterlerinde doğayı, yeşili, gelişimi, doğurganlığı bambaşka bir yaratıcılık ile yorumluyor. Günümüz toplumlarındaki kadın haklarına dikkat çeken poster çalışmaları ile bir sosyal duyarlılık kampanyasının parçası oluyor. Her bir çalışma kadınların maruz kaldığı ayrı bir şiddete vurgu yapılıyor. Anlaşılan o ki, yeşilin hayatımızdaki olumlu etkilerini en doğal hali ile kaybetmeye devam ettikçe, ağacın yerini toprak, yeşilin yerini kahverengi almaya başladıkça, ruhlarımızda oluşan boşluğu doldurabilmek adına tasarımlarımızda daha çok yeşile başvuracağız. KASIM/2013 21 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com GIDEBILDIĞINCE... Mimar Coşkun Demirok’un Nişantaşı Galeri ArtCollection’da açtığı “Gidebildiğince// Seeking Limits” sergisi, sanatla mimarlığın ne denli iç içe olabildiğini gözler önüne seriyor. dik bir tepenin doruğuna yuvarlayarak Mimar mekan yaratma eyleminde yalnız değildir ve bu süreç onu görüp dokunabildiği, üzerine yağmur yağdığı, kenarından rüzgarın geçtiği bir objeye götürür. Coşkun Demirok için bu süreç hiç bitmiyor. Mekan yaratma “deneyimleri” kentsel mekanda değil, tuvalde, kendini yenileyen-yineleyen bir süreçte gidebildiğince devam ediyor. çıkarmakla cezalandırılır. Her seferinde tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya elinden kayar ve Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda kalır. Bu ceza böylece sonsuza kadar sürecektir. Coşkun Demirok’un bunu en iyi anlatan işi ise sergideki videosu. Videoda resim başlıyor, formlar ortaya çıkıyor, silmeler Mimar Coşkun Demirok’un bu ay, Nişantaşı Galeri ArtCollection’da açtığı “Gidebildiğince // Seeking Limits” isimli kişisel sergisi bize mimarlık ve sanat disiplinin ne kadar iç içe olabileceğini gösterdi bir kez daha. Mimarlık bir yandan da, kusursuzluğu yüceltir ya, Demirok, işlerinde kusursuzluğu tesadüfen bozuyor ve bu tesadüfler zincilerlemeleri üzerine gelişen bir kurguda yakaladığı “arayış” devam ediyor. Sevgili Frank Gehry’yi hatırlayıp, “mimarlık müziğin donmuş hali ve dolayısıyla müzik de mimarinin likit hali” dersek; mimarinin ritimlerinin Demirok’un işlerinde nasıl dönüştüğünü çok rahatlıkla okuyabiliriz. Coşkun Demirok’un işlerinde geometrik formlar, modernist bir temsiliyete kendini bırakıyor. Kompozisyon modernizmin önerdiği uyum, ritim ve düzen içindeymiş gibi görünse de, kasti bir tavırla gelişen ve bitmemişlik hissi veren dağılmalar, renk lekeleri çağdaş bir dilin sanatçıya özgü yorumu olarak tanımlanmalı. Sanatçı resimlerinde kasıtlı kurduğu düzen ve bozulmuşluk ikilemini bağlantılı ve bağlantısız, etkileyici ve etkisiz, eleştirel ve kayıtsız olanın karşıtlığını kurmak için kullanıyor. Yapıtta ters yüz etmeyi, düzensizliği, parçalanmışlığı ve absürd olmayı seçiyor. Coşkun Demirok, karşıtlıklardan yola çıkarak bütünlük ve yenilik yakalamak istiyor. Gidebildiğince ileri gidiyor, sonsuz varyasyonlar geliştiriyor ancak hiç bitirmiyor. giriyor, bozmalar yapılıyor ve sonsuz bir tekrarla kurgu başa sarıyor. Bitmeyenin, bitmemişliğin ve bitmeyecek olanın güncesi bu. Demirok’un videosuna atfen yazdığı şiir, sergi kadar çarpıcı: - Bu bir inat, Bir karşı çıkma. Hem kendime, hem de bilinmeyene. Konuşmuyorum hayır Anlatacak bir öyküm yok, Sorsalar bile. İşaretler bunlar yururken bırakılan Rastlantısal ve anlık, Hırçın ve yüzeysel Apaçık ve hayale zıt Kandırmacaya, Kendini kandırmacaya... Bunlar duvara attığı çizikler Ömür boyu bir mahkumun Gidebildiğince... Gidebildiğince sergisinde resimlerde gördüğümüz önce kurulan sonra bozulan strüktür anlayışı, üç boyutlu işlerde de mevcut. Heykel olarak adlandırabileceğimiz bu işlerde düz satıhlar yer yer koparılarak boşluklar ile tamamlanmış ve bitmiş ve bitmemişlik arasındaki gerilim kasıtlı/ spontan müdahaleler ile başarılı bir şekilde yansıtılmış. Demirok işlerinde boyama, silme ve bozmalarla tuvalde yeni çözümler arayarak hiç bitmeyen bir resmin kurgusunu yapıyor. Sonsuz varyasyon, sonsuz deneme ve bitmemişlik… Bu anlamda Sisifos efsanesine öykünen bir yanı var. Yunan mitolojisinde Korint kralı Sisifos, suçları nedeniyle tanrılar tarafından büyük bir kayayı Tartarak çeşitlemelerini hiçliğin Sınayarak boşunalıkları yeniden Yalınayak Ve yalın duyu Ve yalın özgürlük Güzelim anlamsızlık İyi ki varsın... - 22 Berna Dalaman tasarim.bd@ostim.com.tr KOBİLER AÇISINDAN TASARIM “İmalat sanayiinde, hisselerinin %25’in fazlası büyük işletmelerin elinde olmayan, 1’den 250’ye kadar işçi çalıştıran” şirketler... Yani KOBİ’ler. Endüstriyel tasarım ihtiyaçlarının, güncel gelişmelerin ve karşılaştıkları zorlukların ne kadar farkındayız? kuruluşlar, sanayi bölgelerine yakın olmalı, sahada bizzat bulunarak KOBİ ihtiyacını anlamalı ve çözüm yolu önermeli. Tabii ki bu bahsedilen yöntem, işleyiş bakımından oldukça zorlayıcı ve eforlu bir hareket... 21.yüzyıl dünyasında teknoloji çok hızlı bir gelişme kaydediyor. Global dünyada bu değişim ve gelişim hareketlerinin neticesi olarak, günümüz işletmecilik felsefesi ve işletmecilik alanında da bir takım önemli değişim hareketleri gerçekleşiyor. İşletmeler yeniden bir yapılanma süreci yaşamak zorunda kalıyor. Bu değişimi yakalamayan işletmeler başarısız oluyor ve bu zorlu ortamdan ayrılmak hatta yok olmak durumu ile karşı karşıya kalıyor. KOBİ’lerin tasarım ihtiyaçlarını en iyi anlayıp, çözüm yolu bulmaları, önlerine getirilecek somut örnekler, öneriler ve maddi olarak desteklenmeleri ile akışkan hale gelebilir. Bu akışkanlık ise sanayi bölgelerinde yerleşmiş endüstriyel tasarım merkezlerinin bilgi, tecrübe ve öneri aktarımları ile olabilir. Ancak çok sayıda olmayan bu merkezler de yetersiz kalıyorlar. Endüstriyel tasarım konusunda özellikle KOBİ’lere yönelik devlet destekli projelerin yaygınlaşması bu ihtiyaca bir nebze katkı veriyor ve bilgilenme çapını arttırabiliyor. Dolayısıyla, üretimde olmazsa olmaz değişim hareketleri, teknolojik yenilikleri takip edebilme olduğu kadar üretilen ürünlerin “endüstriyel tasarım” ile yeni yüze kavuşması, ergonomik ve fonksiyonel olarak gelişmeleri, estetiğin ve kullanım kolaylığının ürün üzerine yerleşmesi ile rekabet edebilirliğinin arttırılması gerekliliği tartışılmaz bir nokta haline geliyor. Endüstriyel tasarım, üretimin en önemli girdilerinden biri haline gelmiş durumda. Endüstriyel tasarım eylemi başlığının detayına indiğimizde kalitenin, fonksiyonelliğin, ergonominin, estetiğin, ekonominin önemli üretim faktörleri olma niteliği kazandığını görüyoruz. Tasarımın yüksek teknolojiler ile beraber kullanılması, rekabet gücünün artırılmasına fark yaratan katkılarda bulunuyor. Türkiye Ekonomisi’nde % 98’lik gibi önemli bir paya sahip olan KOBİ’ler, kalite, bilgi ve teknoloji alanlarında yeterli donanımlara sahip değiller. Kalite, bilgi ve teknoloji gibi genel bileşenlerin yanında endüstriyel tasarım, KOBİ için çok daha spesifik, anlaşılması güç, uygulaması karmaşık olarak karşılanıyor. Genel bileşenlerin yanında endüstriyel tasarımı şirket kültürlerine katamamış KOBİ’lerin rekabet güçleri aynı oranda düşük seviyede kalıyor. KOBİ’lerin üretim süreçlerinin teknoloji ile yapılandırılması ve ürünlerinin endüstriyel tasarım ile geliştirilememesi neticesinde yüksek rekabet düzeyine erişebilmelerinin mümkün olabileceği ise bir gerçek. Sanayi bölgelerinde endüstriyel tasarımın ihtiyaç olduğunu anlayıp bu konuda çözüm arayışına geçmiş KOBİ’ler ne yazık ki parmakla gösterilebilecek kadar az sayıda. Az sayıda KOBİ’nin tasarım ihtiyaçlarını keşfetmeleri anlamlı bir gelişme olsa da bu gerekliliği endüstriyel tasarım ile nasıl çözümleyecekleri veya bunun için kiminle nasıl çalışacakları onlar için karmaşık bir konu. Endüstriyel tasarım ile elde edebilecekleri kazancın farkında olsalar bile bu iş için yapmaları gereken yatırım miktarından da son derece habersizlerdir. Tasarım hizmeti için yapacakları harcama kıyaslanamaz ve somut verilere dayandırılamaz durumda. Bu belirsizlikler, tasarım hizmeti almak için niyetlenmiş KOBİ’yi endişeleniyor ve korkak adımlar ile hareket etmelerine neden oluyor. Diğer yandan tasarım ihtiyacının farkında bile olmayan çok sayıda KOBİ, neden gelişip daha fazla kazanamadıklarını ve rekabetin içine dahil olamadıklarını çözemiyor. Yan sanayi üreticisi olan KOBİ ise endüstriyel tasarıma ihtiyaç duymuyor. Bu nedenler ile endüstriyel tasarımın ne olduğunu ve üreticiye neler kazandırabileceğinin anlaşılabilmesi için bilgi ve danışmanlık kaynağı yaratılması gerekiyor. Endüstriyel tasarım alanında faaliyet gösteren Örneğin Ostim OSB’de yerleşik Ostim Endüstriyel Tasarım ve Mühendislik Merkezi (OTM) tüm Türkiye’deki kalkınma ajansları ile endüstriyel tasarım özelinde KOBİ’lerin faydalanabileceği projeler geliştirmek üzere iletişime geçerek bu kültürün yaygınlaştırılması ve daha çok sayıda örnek oluşturmak amacı ile çalışmalar yapıyor. OTM’nin Ankara’da medikal sektörde daha önce benzer bir proje gerçekleştirmesi, bu projenin önemli bir referans yaratmış olması ve Kayseri OSB ile benzer bir projenin başlangıç temellerini atması ile endüstriyel tasarım kültürünün yaygınlaşması ve bilgilenme çapının arttırılması yönünde önemli bir gelişme olarak gösterilebilir. Endüstriyel tasarımcıların veya endüstriyel tasarım kuruluşlarının, bu kavramın ülkemizde ve özellikle KOBİ dünyasında henüz bir başlangıç noktasında olduğunun farkında olarak karşılaşılan zorluklar ve imkan yetersizliklerinden olumsuz etkilenmeyip, motivasyonlarını düşürmeden çalışmalarına devam etmesi, yakın gelecekte endüstriyel tasarım için şaşırtıcı bir başarı ve potansiyel oluşturmasını mümkün kılacaktır. KASIM/2013 Geleceğin Tasarımcıları Seramik Tasarım Yarışması Türk seramik sektörünü geliştirecek ‘geleceğin tasarımcılarını’ arıyor. Çimento, Cam, Seramik ve Toprak ürünleri İhracatçıları Birliği tarafından düzenlenen yarışmanın amacı çevreci ve sağlıklı çözümler sunan seramiğin, değişen yaşam mekanlarında kullanılabilecek, yaratıcı tasarımlarla geleceğe taşınması. Seramik kaplama malzemeleri ve seramik sağlık gereçleri olarak iki ayrı kategori olan yarışmanın son başvuru tarihi 20 Aralık 2013. Hediyem İstanbul “Hediyem İstanbul Desen Tasarımı Yarışması”nın amacı “Hediyem İstanbul”un kurumsal yapısını ve konseptini temsil edecek özgün desen tasarımları ortaya çıkarmak. Konusu ise İstanbul Kültür A.Ş.’nin İstanbul temalı hediyelik eşya tasarımı için oluşturduğu yeni markası olan “Hediyem İstanbul”un misyon ve vizyonu ile uyumlu, basılı ya da basılı olmayan her tür üründe kullanılabilirliği olan ve markanın konseptiyle de örtüşecek desen tasarımına ulaşmak. Son başvuru tarihi 11 Kasım 2013. İş Ve İnşaat Güvenliği Tasarımcıya Destek Tasarımcılara destek veren markalara bir yenisi daha eklendi. İnci markası Niyazi Erdoğan ve Gamze Saraçoğlu ile işbirliği yapıyor. 2013 yılı içerisinde marka için iki koleksiyon hazırlayan tasarımcılardan Niyazi Erdoğan’ın ürünleri geçtiğimiz günlerde özel bir davetle tanıtıldı. Niyazi Erdoğan Büyük Hun İmparatorluğu’nun güçlü hükümdarı Atilla’dan ilham alarak oluşturduğu on adetten fazla parçadan oluşan ayakkabı-bot koleksiyonuna ek olarak, koleksiyon parçalarına uygun çanta, kemer ve bileklikler de tasarladı. Sıkılabilen Poşet Çay Sıcak suya batırılan poşet çayın demini saldıktan sonra etrafa dökülmeden bardağın içinden nasıl çıkarılacağı sorunu, İzmir’e uluslararası ödül getirdi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Tarımsal Teknoloji ve Gıda Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazan Turhan’ın demlik poşete pratiklik kazandıran “sıkılabilen poşet çay” buluşu, Güney Kore’deki Uluslararası Kadın Buluşçular Fuarı’ndaki yarışmada “Hayata Geçirilebilen Gıda Ambalajları” kategorisinde dünya üçüncülüğüne seçildi. Serap Alp seraplamoda@gmail.com Müzik ve Tasarım İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı, 21. İzmir Avrupa Caz Festivali’ni 01 – 20 Mart 2014 tarihleri arasında gerçekleştiriyor. “Avrupa Cazı” gibi özel bir alana sahip, dünyanın sayılı festivallerinden biri olan “İzmir Avrupa Caz Festivali”ne gençlerin bakış açısını taşıyor. Yarışma; ayrıca grafik sanatına ilgi duyan öğrencilerin ve genç grafik sanatçılarının yaratıcılıklarını desteklemeyi hedefliyor. İKSEV, seçilecek eseri 21. İzmir Avrupa Caz Festivali gibi saygın bir organizasyonun afişi olarak kullanarak, genç sanatçılara yeni ufuklar açmayı, yeni olanaklar sağlamayı amaçlıyor. Yarışmanın son başvuru tarihi ise 31 Aralık 2013. Son dönemin en dikkat çeken ve önemli konu başlıklarından biri olan iş güvenliğiyle ilgili bir yarışma düzenlenmişti. Anadolu Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü tarafından düzenlenen “İş ve İnşaat Güvenliği” temalı afiş ve fotoğraf yarışması sonuçlandı. Jüri tarafından yapılan değerlendirmede yarışmaya gönderilen afiş tasarımları arasından, birincilik ödülüne Uğur Şenarslan, ikinciliğe Erhan Yalur, üçüncülüğe de Murat Akkan tarafından hazırlanan eserler layık görüldü. Koçtaş’tan Yarışma Koçtaş Ürünleri İç Mekan Tasarımı Öğrenci Yarışması’nın amacı geleceğin iç mimar, mimar ve endüstri ürünleri tasarımcılarına markanın ürünlerinin tanıtılması, markanın ürünleri ile yaratıcı mimari çözümlerin geliştirilmesi. Yarışmanın konusu ise yarışmacıların uygun göreceği ölçekteki bir konut içinde çalışma işlevini üstlenecek bir mekan tasarımı yapmaları, bu “çalışma” mekanı içinde, farklı kullanım ve düzenleme olanakları sunabilecek bir “kitaplık” sistemi tasarlamaları. Son başvuru tarihi 16 Aralık 2013. 23 İMA Seminerleri MTD (Moda Tasarımcıları Derneği) ve İMA (İstanbul Moda Akademisi) moda tasarımı alanında kendini geliştirmek isteyenler için “Talk Mode” seminerleri düzenliyor. Moda ve tekstil endüstrisi profesyonelleri ile öğrencilerine yönelik “Talk Mode” seminerlerinde tasarım süreçleri ve markalaşma çeşitli başlıklarla ele alınıyor. MTD Başkanı Mehtap Elaidi olmak üzere; Seda Saydam, Gül Ağış, Özlem Kaya, Niyazi Erdoğan, Gamze Saraçoğlu, Simay Bülbül ve Tuvana Büyükçınar gibi moda tasarımı dünyasından önemli isimler eğitim veriyor. Vespa Zamanı Piaggio Group’un Türkiye distribütörü Ferco Motor tarafından bu sene dördüncüsü gerçekleştirilen Art Vespa başlıyor. Kendi Vespa tasarımını yaratacak olan katılımcılar reklam sektörünün önemli isimlerinden oluşan jüri tarafından değerlendirilecek. Son başvuru tarihi 30 Kasım 2013 olan yarışmanın jürisinde Atilla Aksoy, Metin Aroyo, Selim Demirdelen, Hakkı Mısırlıoğlu, Faika Ergüder ve Derin Sarıyer bulunuyor. Daha detaylı bilgiyi fercomotor.com. tr/artvespa adresinden alabilirsiniz. Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 iletisim@kaletasarimmerkezi.com, umut@kaletasarimmerkezi.com Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir. www.kaletasarimmerkezi.com