1 You Were Always On My Mind – Elvis Presley Maybe I didn`t treat

Transkript

1 You Were Always On My Mind – Elvis Presley Maybe I didn`t treat
You Were Always On My Mind – Elvis Presley
Maybe I didn`t treat you quite as good as I should have.
Maybe: Belki
Treat: Davranmak, muamele etmek
As good as: …. kadar iyi
Belki sana yapmam gerektiği kadar iyi davranmadım.
Quite: Oldukça, epey
Maybe I didn't love you quite as often as I could have.
Love: Sevmek
As often as: …. Kadar sık
Belki seni yapmam gerektiği kadar sık sevmedim.
Little things I should have said and done.
Little things: Küçük, ufak şeyler
Done (do’nun 2. Hali): Yapmak
Söylemem ve yapmam gerekenler ufak/küçük şeylerdi
I just never took the time.
Just: Sadece
Never: Hiçbir zaman
Ben sadece hiç acele etmedim.
to take time: Acele etmek
You were always on my mind (2x)
Mind: Akıl
(Oysa) sen hep aklımdaydın (2x)
Maybe i didn't hold you all those lonely, lonely times.
Hold: Tutmak
Lonely: Yalnız
Time: Zaman
Belki seni bütün o yalnız, yalnız (olduğun) zamanlarda tutamadım.
And I guess I never told you I'm so happy that you`re mine.
Guess: Tahmin etmek, sanmak
Told (tell’in 2. Hali): Anlatmak, söylemek
Happy: Mutlu olmak
Mine: Benim(ki)
Ve sanırım sana benim olduğun için çok mutlu olduğumu hiç söylemedim.
So: Çok
If I make you feel second best, girl I'm sorry I was blind
Feel: Hissetmek
Second: İkinci, tekrar
Best: En iyi
Girl: Kız
Sorry: Üzgün olmak, özür dilemek
Blind: Kör
Eğer senin en iyi(m)/değerlim olduğunu hissettiremediysem, kız/sevgilim üzgünüm, körmüşüm
You were always on my mind (2x)
(Oysa) sen hep aklımdaydın (2x)
Tell me, tell me that your sweet love hasn't died
Sweet: Tatlı
Die: Ölmek
Söyle bana, o tatlı aşkının sona ermediğini söyle bana
Give me, give me one more chance to keep you satisfied,
1
Give: Vermek
Chance: Şans, talih
Keep: Tutmak, korumak
Satisfy: Mutlu etmek
Ver bana, seni mutlu etmem için bir şans daha ver bana,
Satisfied...
Mutlu etmem (için)...
Little things I should have said and done.
Söylemem ve yapmam gerekenler ufak şeylerdi
I just never took the time.
Ben sadece hiç acele etmedim.
You were always on my mind (2x)
(Oysa) sen hep aklımdaydın (2x)
You were always on my miiiiiiiiiiiinnnnnnnndddd.....
Her zaman aklımdaydıııııın.....
*
*
*
A Million Miles Away – Rihanna
Here we lay face to face once again
Here: Burada, işte
Lay: Uzanmak, yatmak
again: Bir kez daha
İşte bir kez daha uzanıyoruz yüzyüze
Face to face: Yüzyüze
Once
Silence cuts like a knife as we pretend.
Silence: Sessizlik
Cut like a knife: Bir bıçak gibi kesmek
Pretend: Kaçınmak, -mış gibi
yapmak
Biz görmezden gelirken/mış gibi yaparken yalnızlık bir bıçak gibi kesiyor
And I’m wondering who will be the first to say what we both know
Wonder: Merak etmek, şaşırmak
Merak ediyorum da, ilk kim söyleyecek her ikimizin de bildiğini
We're just holding on to “could have been”s and we should be letting go.
Just: Sadece
Hold: Tut(un)mak
Let: İzin vermek
(Bugün) tutunduğumuz sadece “olmuş olabilir”ler ve (sanırım) gitmesine izin vermeliyiz (artık)
It feels like your a million miles away as you’re lying here with me tonight.
Feel: Hisset(tir)mek
a million miles away: bir milyon mil uzakta
Tonight: Bu gece
2
Bu gece burada sen benimle yatarken/uzanmışken (bile), (sanki) bir milyon mil uzaktaymışsın gibi
hissediliyor/uzakta gibisin (benden).
I can’t even find the words to say “I can find a way to make it right”
Even: Bile
Find: Bulmak
Word: Kelime, sözcük
Find a way: Bir yol bulmak
Right: Doğru
“Doğrusunu yapabilecek/her şeyi düzeltebilecek bir yol bulabilirim” diyecek sözcükleri bile
bulamıyorum
and we both know that the story is ending.
Both: Her ikimiz
Story: Hikaye
ve ikimiz de bu hikayenin sonuna geldiğini biliyoruz.
End: Bitmek, sonlanmak
we play the part but we're just pretending.
Play the part: kısmını/bölümünü oynamak
(Hikayenin bize ait) kısmını/bölümünü oynuyoruz ama sadece kendimizi kandırıyoruz
and I can’t hide the tears b’cause even though you’re here, it feels like you’re a million
miles away.
Hide: Gizlemek
Tear: Göz yaşı, ağlamak
Even though: -e rağmen
ve gözyaşlarımı saklayamıyorum çünkü sen burada olsan bile, bir milyon mil uzakta gibisin
(benden).
Was it me, or was it you that broke away?
Break away: Kaçmak, sıvışmak, bırakıp gitmek
Ben miydim yoksa sen mi kaçan/bırakıp giden/vazgeçen?
for what we were is like a seasons love is change and every time i think about it,
Season love: Mevsim(sel) aşk (örn. yaz aşkı)
Change: Değişmek
Think about: … hakkında düşünmek
Bir mevsimlik aşk gibiyiz, değiştik ve bunu her düşündüğümde,
it tears me up inside like the rivers of emotion but I got no more tears to cry.
Tear up: Ağla(t)mak, kana(t)mak
Inside: İç, içeriden, içerisi
River: Nehir
Emotion: Duygu, his
No more: Başka hiç
Cry: Ağlamak
Tear: Gözyaşı
Bu duygu nehirleri gibi içimi kanatıyor benim ama artık dökecek gözyaşım kalmadı
We can try to talk it over but we walked that road before,
Try: Denemek
Talk over: Üzerine konuşmak
Walk: Yürümek
Road: Yol
Üzerine konuşmayı deneyebiliriz fakat bu yolu çoktan kat ettik/geçtik,
while our song is playing its last note, we both know for sure that it’s time to close that door.
While: -iken
Song: Şarkı
Play: oynamak, çalmak
Last: Son
3
Note: not, nota
For sure: Emin biçimde/olarak
it’s time to: ….nın zamanı geldi
Close: Kapatmak
Door: Kapı
(şimdi) şarkımızın son notası çalarken, ikimiz de o kapının kapanma zamanının geldiğini
biliyoruz/eminiz.
4