Tasarım Gazetesi Eylül sayısı için

Transkript

Tasarım Gazetesi Eylül sayısı için
RENKLERLE BÜYÜDÜK BİZ...
MAVİYLE KORUNDUK KEM GÖZLERDEN.
CİNSİYETİ PEMBEYLE MAVİ ARASINA BİR YERE KONUMLADIK...
İNSANDIK, FARKIMIZ TONUMUZ OLDU.
HASTALIĞIMIZIN ADINI “SARILIK” KOYDUK...
SARI SARI BAKAN YÜZLERE ÜZÜLDÜK İÇİN İÇİN.
TASARIM MÜZELERİ
AKÇA PAKÇA DİYE SEVDİK KOMŞUNUN ÇOCUĞUNU...
AL AL DİYE SIKTIK YANAKLARINI.
KAZANMAK “MORARTMAK” OLDU DİLİMİZDE...
FİKİRLERİMİZ, UMUTLARIMIZ YEŞERDİ SEVİLİNCE...
MERDİVENLER
KARALAR BAĞLADIK ÜZÜLÜNCE...
MASUMİYETİ BİLE KIRMIZI KUŞAKLA BAĞLADIK BELİMİZE...
ANNELERİMİZDEN, ANNEANNELERİMİZDEN KALAN MİRASTI RENGİMİZ.
ONDANDI GÖKKUŞAĞINA SEVGİMİZ.
3D PRINT VE MODA
GEZİ MODASI
STEAMPUNK
RENGARENKTİ… YERİMİZ YURDUMUZ, RUHUMUZ, KAMUMUZ.
O YÜZDEN KAMUMUZUN MALI “ZARAR” GELMESİN DİYE GRİYİ
KUŞANINCA, İŞİN RENGİ DEĞİŞTİ. DAHA DÜNE KADAR OTOBÜSLERİN
RENGİNİ, VAPURLARIN FORMUNU SEÇMEYE YETKİN KENT “SAKİNLERİ”
BASAMAK RENGİNE VAKIF SAYILMAYINCA SAKİN KALAMADI,
FIRÇALARIYLA YARIŞTI.
DUVARLARINA DOKUNDU İSTANBUL’UN USUL USUL.
ELELE TUTUŞTU ONUNLA... SEVER GİBİ. DİNLEMEYE ÇALIŞTI KENT(D)İNİ;
ANLATTIKLARINI, İHTİYAÇLARINI… YAŞAR GİBİ.
SAKİN’CE İLİŞKİ KURDU YURDUYLA, RENK DİLİNDE.
SAVAŞMA TASARLA
… NE GÜZEL Kİ BU İLİŞKİNİN ADI TASARIMDI.
… NE GÜZEL Kİ, TASARIM İÇİN BU İLK BASAMAKTI.
Umut Kart
umut@kaletasarimmerkezi.com
EYLÜL 2013
KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ.
KALEBODUR
HER AÇIDAN
BEKLENMEYENİ
YA R AT I R .
C-Extreme
Çimento, traverten ve
ahşap doku görünümünü
buluşturan fullbody porselen.
Kalebodur’dan.
kale.com.tr
C Extreme RADIKAL EK 240x325.indd 1
16.08.2013 18:21
EYLÜL/2013
03
Barış Gün Şahin
barisgunsahin@gmail.com
TASARIM MÜZELERİ
MÜZE TASARIMLARI
Son günlerde, müzeler cephesinde tasarımcıları ve mimarları ilgilendiren pek çok
gelişme yaşanıyor! Siz bu gelişmelerden haberdar mısınız?
tasarım arasından- İngiliz mimarlık şirketi
Grimshaw Architects’in tasarımı seçildi.
50 milyon Euro yatırımlık müze projesinin
konumu ve tasarımı, İstanbul için oldukça
merak uyandırcı fakat bir o kadar da eleştiriye
açık. Dolapdere’de kurulacağı belirtilen müze
için Haliç bölgesi dedikoduları da dolaşıyor.
Müzenin, dış mekanın bir uzantısı olarak,
iç-dış çizgi belirsiz, herkese açık, çevredeki
zenginlikle yeniden gelişmeyi ve kaynaşmayı
hedeflediği belirtiliyor.
Design Museum London
ve Zaha Hadid
Sir Nicholas Grimshaw tarafından 1980
yılında kurulan Grimshaw Architects
firmasının diğer çalışmalarına kısaca bakacak
olursak: Amsterdam Bijlmer Tren İstasyonu,
Waterloo Uluslararası Tren İstasyonu,
Southern Cross Tren İstasyonu, Heathrow ve
Zürih Havaalanı’nın bir bölümü, müze işleri
olarak ise Amerika’da Miami Science Museum
ve Queens Museum New York örnekler
arasında.
1989 yılından beri Tasarım Müzesi’ne
(Design Museum London) ev sahipliği
yapan Shad Thames binası, 2015 sonlarına
doğru müzenin yeni binaya taşınmasıyla
kollarını Zaha Hadid’e açacak. Zaha Hadid’in
İngiltere’deki ilk kişisel sergisine yer veren
müze, yeni işlevinde mimarlık ofisinin arşivi
için kullanılacak ve zaman zaman sergilere ev
sahipliği yapacak.
Tasarım Müzesi’nin kurucu ve mütevelli
heyet üyesi Terence Conran tarafından
1980’de kurulan Shad Thames binası The
Conran Foundation’a ait. Terence Conran,
müze için 7.2 milyon pound ve bina
satışından gelen yaklaşık 10 milyon pound’u
Commonwealth Institute yapımı için
bağışlamıştı. Son 10 yıldır kullanılmayan,
2012’de John Pawson’ın yeniden modellediği
bina ile Tasarım Müzesi mevcut binasından
3 katı daha büyük bir alana yerleşmiş olacak.
Kensington bölgesinde; V&A, Science
Museum, Natural History Museum, Royal
College of Art and Serpentine Gallery’nin
bulunması ise alanine, kültürel bir üretim,
paylaşım, destek bölgesi olacağına işaret
ediyor.
Müzecilik açısından oldukça yenilikçi ve açık
işler yapan Tasarım Müzesi, Eylül 2012’de
müze bina yapım çalışmaları başlarken, yıllar
sonra açmak üzere birçok tasarımcıdan aldığı
ikon obje seçkisiyle hazırladığı bir zaman
kapsülünü binanın altına gömmüştü.
Tasarım Ödülleri Adayı
Müzemiz!
Guggenheim Müzeleri
ve Şehir
Tasarımcılar, mimarlar ve müzelerden
bahsederken, New York ve Bilbao’daki
Guggenheim müze tasarımlarından söz
etmemek olmaz. İlk olarak 1956-59’da Frank
Lloyd Wright tarafından tasarlanan Solomon
R. Guggenheim Müzesi, resimlerin kesintisiz
uzanan spiral bir koridorda aşağıdan yukarıya
ya da yukarından aşağıya doğru gezilen,
kronolojik sergilere de oldukça elverişli bir
tasarım olmasıyla dikkat çekiyor. Frank Gehry
tarafından 1997’de Guggenheim Bilbao’nun
tasarlanmasıyla, Bask bölgesindeki Bilbao
şehri modern sanat ön sıralar hızlı geçiş yaptı.
Dünyadaki 5 Guggenheim şubesinden biri
olan müzenin şehre katkısı ise akıllara ziyan;
ilk üç yılda 4 milyon ziyaretçi, 500 milyon
Euro kar! 2007 yılındaki 10.yıldönümünde 10
milyonuncu ziyaretçisini karşılayan müzenin
yıllık konuk sayısı 1 milyon civarında ve
yaklaşık % 60’ı yurt dışından ziyaretçiler.
Koç’lardan Büyük Açılım:
Koç Çağdaş Sanatlar
Müzesi
18 Temmuz’da designboom, ArchDaily gibi
uluslararası mimarlık ve tasarım haberleri
veren siteler tarafından Vehbi Koç Vakfı’nın
Koç Çağdaş Sanatlar Müzesi projesi gündeme
geldi. 2016’da açılacak müze için -20 mimari
Bu sene Türkiye’den bir diğer haber ise bu yıl
Design Museum London tarafından altıncısı
düzenlenen Tasarım Ödülleri’nin mimari
tasarım dalında Orhan Pamuk’un Masumiyet
Müzesi’nin aday olmasıydı. İstanbul
Çukurcuma’da geçtiğimiz yıl ziyarete açılan
müze, Renzo Piano’nun Batı Avrupa’nın en
yüksek binası olarak tasarladığı Londra’daki
Shard Kulesi, Zaha Hadid’in Beijing’deki
Galaxy Soho binası, ölümünden 40 yıl sonra
Mimar Louis Kahn’a adaylık getiren New
York’un Dört Özgürlük Parkı gibi pek çok
önemli mimari tasarımla yarıştı fakat ödüle
60 yıllık sosyal konut tesisini modernize eden
Paris’teki ‘Tour Bois-le-Prêtre’ bina tasarım
layık görüldü.
Dünya ve Türkiye’de araştırmalara gebe
oldukça keyifli gelişmeler yaşanıyor.
Ülkemizde de yavaş yavaş bir kültür bilinci
oturmaya başlıyor gibi görünüyor.
04
Gözde Severoğlu
gozdeseveroglu@gmail.com
YARATICILIĞIN
YENİ MESKENİ
Yakın zamana değin, yalnızca aracınız için çözüm noktası olarak tanımlanabilecek
yer… Şimdilerde ise yaratıcı disiplinlerden profesyonellerin, öğrencilerin ve öğretim
üyelerinin mesken tuttuğu bir lokasyon: Atatürk Oto Sanayi Sitesi!
Manhattan’a göndermeler yapılarak
inşa edilen plazalar ve rezidanslar
arasında kendi eko sistemine sahip
olan Atatürk Oto Sanayi Sitesi’nde artık,
aracınızın ihtiyaçlarına yönelik çözümler
sunan atölyelerin yanında, yaratıcı
disiplinlerden profesyonellere ulaşmak
da mümkün. Bir yanda motor tamircisi
ya da bir lastik depose… Çaprazında
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi’nden bir öğretim görevlisi,
arka sokakta bir heykeltıraş, az ilerde
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü
öğrencisi...
yüzbinleri hedef kitle olarak seçerek
Sanayi’nin ilk hibrid lokantasını hayata
geçirdi. Kendi tabiri ile ‘Füzyon Esnaf
Lokantası’ ile her öğlen misafirlerine
dünya mutfağını ve yöresel tatları
harmanlayarak sunuyor.
Sanayide olmak, prototip düzeyinde ya
da ürününüzü üreten bir tasarımcı için
biçilmiş kaftan. Örneğin Arda Tunçman
ve Serkan Ağırgöl ortaklığında kurulan
1012 Tasarım, 2008 yılından bu yana,
merak uyandıran atölyelerinde prototip
ve seri ölçekte sayılabilecek ürün
üretimi gerçekleştirirken, özel efekt
tasarımı ve prodüksiyon çalışmaları
yapıyor. Tasarladığı ürünü hayata
geçirmek üzere üretime başlamaya
hevesli tasarımcıya da kapıları her
zaman açık! Kilit Taşı Tasarım’ın
ortakları Kunter ve Taner Şekercioğlu
ile tasarım danışmanı Ali Bakova da
sanayide ofisleri olan diğer tasarımcılar
arasında.
Atatürk Oto Sanayi Sitesi’nin özellikle
ikinci kısmına doğru konuşlanan
profesyoneller zaman içinde Sanayi’nin
yerlisi tarafından da kabul görüyor.
Kabul görülseler de görülmeseler de
Şişhane’nin, Galata’nın yaşadığına benzer
bir dönüşümün içinde olan bu bölge,
birçoğumuz için odak noktası oldu bile.
Sanayi’nin bir de film sokağı var ki orada
yok yok! Birçok güncel dizi veya film
çekimleri için sahneler kurgulanıyor.
Ayrıca, ses kayıt ya da prodüksiyon
konusunda hizmet veren ofislerin
arasında Manga, Model, Baba Zula gibi
grupların üyelerinin stüdyoları da yer
alıyor.
Yalnızca tasarımcılar için değil, sanatçılar
için de bir yaratıcılık merkezi haline
geliyor Site. Taş, ahşap ve metali ağırlıklı
olarak kullanan heykeltıraş Ahmet
Özparlak ve Armaggan Art&Design
Gallery’de devam eden Sanat 7/24 Vol.2
sergisindeki balonlu figürü ile tanıdığımız
Derya Özparlak’ın sanayideki atölyeleri,
hem evleri hem de ofisleri. Üretmek için
zaman, mekan sınırlarının olmayışı onlar
için büyük özgürlük. Çok daha büyük ve
açık alanda çalışma imkanı sunan bir
yerleri olmasını da istemiyor değiller.
Tuğrul Selçuk, Malik Bulut, Kemal
Tufan, Hale Tenger, Erda Aksel, Nermin
Ülker, Hera Büyüktaşçıyan Sanayi’yi
benimseyen diğer heykeltıraşlardan bir
kaçı.
Ressam ve moda tasarımcılarının
yanında, Güzel Sanatlar Fakültelerinden
ya da Tasarım Fakültelerinden öğrenciler
Sanayi’de yaşamlarını sürdürüyor. Bu
kadarla kalmıyor; yaratıcı lezzetler de
kendilerine aynı ilham mekanını seçiyor.
Mutfak Sanatları Akademisi’nde eğitim
alan Hakan Lokanoğlu Maslak’taki çalışan
Site’nin dört bir yanını dolaşma fikri
canlandıysa kafanızda, hiç fena fikir
sayılmaz. Karşınıza kimin çıkacağını
hiç tahmin edemeyeceksiniz. Bu merak
uyandıran yapısı Site’yi tasarım haftası
için yeni mesken seçer miyiz acaba
diye sordurmuyor değil. Belki de çoktan
seçildi de haberimiz yok! Ne dersiniz?
EYLÜL/2013
05
Esra Bici Nasır
esrabici@gmail.com
SAVAŞMA, TASARLA!
Savaşmak... Dağıtmak, parçalamak, yok etmek, zarar vermek, ezmek, sindirmek,
saldırmak... Onca olumsuz ve yıkıcı eylemi içeren bir üst ve hiper eylem. Tasarlamak...
hayal etmek, planlamak, yapmak, üretmek, yaratmak, oluşturmak, kurmak. Birçok
olumlu ve yapıcı eylemi içeren bir kavram. Tasarımla, savaşı nasıl alt edebiliriz?
2012’de yer almış olan ‘Adhocracy’
sergisinde sergilenmişti.
Silahları gündelik yaşam nesnelerine
dönüştüren bir başka tasarımcı ise
Mozambikli Gonçalo Mabunda. Mabunda,
Jack Bell Gallery’de yer alan kişisel
sergisinde ülkesinin uzun ve sıkıntılı
bir sivil savaştan geçmiş olan kolektif
belleğine odaklanmıştı. Sanatçı, bundan
21 sene önce geri kazanılmış silahlarla
çalışmıştı.
Çalışmalarında, AK47lere, roket
fırlatıcılara, tabancalara ve diğer yıkım
objelerine insan biçiminde formlar
veriyor. Maske çalışmaları, geleneksel
Afrika sanatına yakın bir çizgide
seyrederken, diğer çalışmalarının Braque
ve Picasso’ya yakın vurucu bir Modernist
tarafı olduğu söylenebilir. İşleri, sanat ve
tasarımın dönüştürücü gücü kadar, Afrika
sivil halklarının yaratıcılığı ve direncinin
de yansıması.
Savaşı savaş yapan en önemli unsurlar,
silahlar. Tabancalar, tüfekler, ateşli
silahlar, roket fırlatıcılar, revolverler,
makineli tüfekler, mermiler, ve gelişmiş
yeni teknolojili diğerleri... Hepsi yıkmak,
devirmek, saldırmak, kısacası savaşmak
için tasarlanmış ve üretilmiş. Savaş
nesnesi tüm bu silahları farklı şekillerde
yeniden yorumlayarak savaş duygusunu
ve fikrini pasifize etmeyi, etkisiz hale
getirmeyi amaçlayan tasarımcıların
ve sanatçıların çabası, tasarımı savaş
karşıtı bir etkinlik olarak ele almanın
önemli bir örneği. Böylelikle algısal
olarak savaşı temsil eden unsurlar
olan silahlar konvansiyonel algılarının
dışına çıkartılıp, savaş bağlamından
kopartılarak yeni formlarıyla yeniden
üretiliyorlar.
Bu etkinliğin öncülerinden biri Meksikalı
Pedro Reyes. 2008’den beri Reyes,
ülkesindeki suç oranlarına işaret
etmek için silahları sosyal sorumluluk
nesnelerine dönüştürüyor. İlk olarak
Meksika’nın yüksek suç oranlı Culiacán
kentinde, vatandaşlara yasadışı
silahlarını gönüllü olarak bırakmayı,
hibe etmeyi teşvik eden bir kampanyayla
başlıyor işe. Bunu yapan vatandaşlara
yerel mağazalardan alabilecekleri ev
Mabunda silahları kullanarak tasarladığı
‘taht’ çalışmalarıyla ünlü. Ona göre,
tahtlar, güç kavramının dayandığı
nitelikler, kabile kültürüne ait semboller
ve etnik Afrika sanatının geleneksel
parçaları olarak işlev görüyor. Ve
çocukluk yıllarında yaşadığı şiddet
deneyimi ile uzun süre ülkesini izole
eden sivil savaşı yorumlayan ironik bir
yol oluyor. Tesirsiz hale getirilmiş roket
fırlatıcıları, tüfekler ve tabancalar, taht
ve Afrika esinli maske serileri yaratmak
için birbirleriyle kaynaklanıyor.
aletleri ve elektronik ürünlerle ödülleri
veriyor.
Reyes’in en güncel projesi ise çok daha
yaratıcı: ‘İmagine’, değişik çeşitllerde
ateşli silahlardan üretilmiş 50 parçalık
bir müzik enstürmanları seti. Bu ateşli
silahların arasında toplu tabancalar, av
tüfekleri, makineli tüfekler bulunuyor.
Ciudad Juarez’de gerçekleşen geniş
çaplı kamusal silah parçalama eylemi
sırasında ortaya çıkan metalleri bu
çalışma için değerlendirmesi ise
hükümetin önerisi aslında. İki hafta
boyunca, altı müzisyenle birlikte
çalışarak 6700 parçayla donanarak,
Reyes, el konmuş silahları eksiksiz
bir şekilde çalışan bir orkestraya
dönüştürmüş. Hatırlayacaksınız, müzikal
yıkımın objeleri, İstanbul Tasarım Bienali
Mabunda’nın çalışmaları bu zamana
değin Dusseldorf’ta Kunst Palast,
Londra’da Hayward Gallery, Paris’te
Pompidou, Tokyo’da Mori Art Museum,
Johannesburg’da Johannesburg Art
Gallery ve başka pek müze ve galeride
sergilendi. Ayrıca İngiltere’deki Herbert
Art Gallery and Museum’da yer alan
Caught in the Crossfire adlı güncel
bir grup sergisine dahil edildiğini de
söylemek gerek.
06
MODA GEZINTIDE
Gezi sürecinin ana mizah unsurlarından biri haline gelen penguen, çiçek kaplı, renkli
çelik yelekler ve militer detaylar Türkü Şahin’in, siyasetin modanın oluşumundaki
önemini vurgulayan “Mute” projesinde bir araya gelmiş.
Gezi olayları dünyada yankısını sürdürmeye
ve yaratıcı endüstriler için bir ilham
kaynağı olmaya devam ederken, moda
tasarımcısı Türkü Şahin, 2014 Sonbahar
Kış sezonu için Gezi olaylarına değinen bir
koleksiyon hazırladı. Üç yıldır Yeditepe
Üniversitesi’nde 20. Yüzyıl tasarım tarihi
ve modanın oluşumu ile ilgili eğitmenlik
yapmakta olan tasarımcı Gezi süresince
hafızamızda yer edinen imgeleri kumaş
üzerine giydirerek modayı tek sezonluk
geçiciliğinin aksine, sosyopolitik bir tavır
olarak irdeliyor.
Mizahın kuvvetli bir ifade aracı olarak
yer aldığı süreci çekimlerde de gerçeğe
yakın kılma konusunda ise iş, Avrupa’da
yaptığı işlerle tanınan moda fotoğrafçısı
Mert Derman’a düşmüş. Temayı giysi
detaylarından mekana yayabilmek
için çeşitli renklerde sis bombalarının
kullanıldığı çekimler ünlü kadın arkeolog
Halet Çambel’in Arnavutköy’deki yalısında
gerçekleştirilmiş. Sis bombasının çekim
esnasında sıkıntılı anlar yarattığına değinen
Mert Derman neticenin buna değmiş
olduğunu belirtiyor.
Koleksiyonda temaya en çok yoğunlaşan
detaylar çelik yelek benzeri aksesuarların
üzerinde yer alan çiçek kaplı cepler.
Militer öğeler, kalın britler ve geniş
cepler savunma- karşı durma hissini
yoğunlaştırırken bisiklet kullanıcıları
için üretilmiş bir başlık, asker kasklarını
andırır şekilde koleksiyona eşlik ediyor.
Kaskın çene altına gelen kısmının çekimin
bazı karelerinde modelin ağzını kapaması
projenin ismi olan “Mute” (Dilsiz,sessiz)
kelimesine atıfta bulunurken kol evinin
kapalı olduğu bir palto ile basının Gezi
süresince içinde bulunduğu iktidarsız
tutuma değinilmiş. Ön ve arka bedenin
açık koyu kontrastını taşıdığı bir elbise ise
Gezi olaylarının ana mizah unsurlarından
biri haline gelen penguenden yola çıkılarak
tasarlanmış. Penguen aslında koleksiyonun
ana ilham kaynağı. Renkli çelik yelekler,
kimin giydiğinden bağımsız, olaylar
sürsince kendini korumak zorunda kılınmış
herkesi kapsayan diğer bir unsur.
Projede emeği geçen diğer iki önemli isimse
çekimlerde yer almayı tereddütsüz kabul
eden Enginay Gültekin ve Leyla Yüngül.
“Mute” ikisinin de ilk modellik tecrübesi.
Enginay Gültekin geçtiğimiz yıl Laçin
Ceylan’ın yönettiği Ionesco eseri “Yeni
Kiracı”nın oyuncuları arasında yer alırken,
Leyla Yüngül sonbaharda vizyona girecek
ilk uzun metrajlı filmi ile karşımıza çıkmaya
hazırlanıyor.
Projeyi klasik ve tek sezonluk bir moda
projesinden bir adım öteye taşıyan Türkü
Şahin ise Gezi sürecine tanıklık etmiş biri
olarak çekimlerde bizzat kendisi de bulunup
iki parça giymiş. Tasarımcının satışa
sunulmamasına karar verdiği koleksiyonun
en ilginç yanı ise Gezi olaylarının başlangıç
noktası olarak gündeme gelen AVM
kültürünün, dolaylı yoldan kapitalizmin
moda ile olan ilişkisinin iredelenmesi ve
modanın sistem içinde kaybolan kimliğinin
gün ışığına çıkarılması gibi gözüküyor.
EYLÜL/2013
07
Gözde Severoğlu
gozdeseveroglu@gmail.com
CAM OCAĞI’NIN
YENİ ATÖLYESİ
Cam Ocağı Vakfı, yeni bir atölye çalışması öneriyor: Mimari Alanda Işık ve
Renkli Cam konusunun değerlendirildiği çalışma, Mark Angus ve Manfred Mislik
liderliğinde 27 Eylül-5 Ekim tarihleri arasında Vakıf kampüsünde gerçekleşecek.
İstanbul’da yüzyıllık ağaçların arasından
geçerek ulaştığınız çok az sayıda bölge
kaldı. Şehrin Anadolu yakasında Beykoz’a
doğru ilerlerken, Riva nehri kıyısındaki Cam
Ocağı Vakfı o nadir bulunan bölgelerden
biri. Cam sanatına dair farklı kategorilerde
eğitimler alma imkanınızın olduğu yirmibin
metrekareye yayılan Vakıf, sanat ve doğayı
harmanlamayı başarıyor.Yurt dışından
gelen cam ustaları ve katılımcı öğrenciler,
Cam Ocağı Vakfı’nın rengini koruyarak
yoluna devam etmesini sağlıyor. Huzurlu
mekanda öğrenirken cam üretimini
deneyimlemeniz, bol oksijenli kampüste
ikamet imkanı edinerek katıldığınız
etkinlikten maksimum fayda sağlamanız
mümkün.
Sonbahar aylarında yazın rehavetinden
kurtulmak ve öğrenmek için yollara
düşmek isterseniz eğitimler size benzersiz
teklifler sunuyor. Grup etkinlikleri ile
takım çalışmasını deneyimleyebilir, cam
sanatına dair bilgi edinebilir, boncuk ve
füzyon atölyelerinde bireysel becerilerinizi
geliştirebilirsiniz.
Özellikle bahar ve yaz aylarında
yoğunlaşan atölye çalışmalarına bu ay
bir yenisi ekleniyor. İçmimar, mimar ve
farklı alanlarda çalışan sanatçıları bir
araya getirmeye niyetli Mimari Alanda
Işık ve Renkli Cam konulu bu çalışma, 27
Eylül- 5 Ekim tarihleri arasında Glashütte
Lamberts ile işbirliği içinde Cam Ocağı
Vakfı’nın kampüsünde gerçekleşiyor.
Uluslararası mimari cam sanatçısı Mark
Angus ve Glashütte Lamberts’den Manfred
Mislik’in liiderliğindeki atölye çalışması
ile Türkiye’de mimari cam sanatına
ilginin artması hedefleniyor. Çalışmada
cam teminine destek veren Glashütte
Lamberts’in yanında Wacker firması silikon
sponsorluğunu üstlenirken, Baierlein emay
ve gümüş boyaları temin ediyor.
Mimari cam, laminasyon, cam boyama
konularının değerlendirileceği atölye
çalışması, bireysel olarak tasarlanacak
üfleme cam tekniğinin dahil olduğu,
küçük projeler ile pratik yapma imkanı
sunuyor. Gümüş, siyah ve transparan
emay boyalarla cam boyama tekniklerini
deneyimleyeceğiniz program, kurşun şerit ve
laminasyonların yer aldığı yapım tekniklerini
de deneyimlemeniz için bir fırsat.
Tanıtılmak istenen üretim yönteminin
mimari ölçekteki örneklerinin yer aldığı
sunumların ve konuşmaların, bilginin
paylaşıldığı ve tartışıldığı bir temel
oluşturması planlanıyor.
Atölye çalışmaları boyunca Cam Ocağı
Vakfı’nın kampüsündeki tek, ikili ya da
daha çok kişinin paylaştığı odalarda farklı
fiyat aralıkları ile konaklayabiliyorsunuz.
Kampüste ikamet edip şehir merkezine
gitmek isteyen katılımcılar Cumhuriyet Köyü
belediye otobüslerini kullanabiliyor. Atölye
çalışmasına dahil olan ve şehir merkezinde
ikamet eden katılımcılar ise Kavacık veya
Beykoz’dan kalkan personel servisinden
yararlanabiliyor. Önceden bilgilendirme
yapıldığı takdirde fiziksel engelli konuklar
için özel yardım hizmetleri sağlanabiliyor.
Yıl boyunca hiç durmadan çalışan cam
fırını, eğitim ile olduğu kadar üretim
danışmanlığı ile de biliniyor. Cam ile
ilgili ihtiyaçlarınızı çözümlemek için ise
ekip, hazır bekliyor. Etkinlik biterken
ve kampüsten ayrılırken girişteki küçük
mağazadan hatıra olarak kendinize bir ürün
satın almanız mümkün.
Farklı düzeydeki bu eğitimlerle,
cam sanatına ilgi duyan deneyimli,
deneyimsiz herkese, camın doğasını
ve potansiyelini keşfedebilecekleri ve
kendilerini geliştirebilecekleri özgür
ve yaratıcı bir ortam sunuluyor. Cam
Ocağı’nda gerçekleşen eğitimleri takip
etmek, günlük ve haftalık çalışmaların en
günceline ulaşmak için web sitelerine göz
atabilirsiniz.
08
Eray Çaylı
eraycayli@gmail.com
GRI LEKELERI ANLAMAK
Kent peyzajına yapılan müdahalelerin tetiklediği tartışmalar yalnızca estetik ve
hijyene ilişkin meselelerle sınırlı değil...
ettiği söylenebilir. Paul Curtis, Scott Wade
ve Alexandre Orion gibi sanatçıların başını
çektiği reverse graffiti (tersine grafiti) adı
verilen bu teknik, kent yüzeylerindeki kirin
temizlenmesiyle üretilen işlerden oluşuyor.
Yapılan iş ‘boyama’ değil de ‘temizlik’
olduğundan otoriteler bu sanatçılara suçlu
muamelesi yapamıyorlar. Öyle ki, Alexandre
Orion, işleri estetik açıdan oldukça kışkırtıcı
sayılabilecek kurukafa benzeri imgeleri
içermesine rağmen, söz konusu teknik
sayesinde herhangi bir kovuşturmaya
uğramadan çalışabiliyor. Orion gibi sanatçılar
böylece bir yandan kentsel peyzaj ve hukuk
arasındaki ilişkiyi irdelerken diğer yandan da
‘temizlik’ ve ‘güzelleştirme’ gibi kavramlara
dair kalıplaşmış algıları tartışmaya açıyor.
Beyoğlu’nun dinamik sokak peyzajına son
eklenen katmanlardan biri, ilçe belediyesi
ekipleri marifetiyle griye boyanan yüzeyler.
Önceleri Gezi Parkı bağlantılı duvar yazıları
ve resimlerinin önünü almanın bir yolu
olarak ortaya çıkan bu gri katman, son
olarak Fındıklı’yı Cihangir’e bağlayan Salı
Pazarı Yokuşu merdivenlerinde baş gösterdi.
Mahalleli Hüseyin Çetinel tarafından
gökkuşağı renklerine boyanan merdivenleri
ilkin griyle badana eden belediye her ne kadar
gelen tepkiler üzerine merdivenleri tekrar
rengârenk boyamış olsa da “sizin temizlik ve
güzelleştirme anlayışınız bu mu?” minvalli
eleştirilerin hedefi olmaya devam ediyor. Söz
konusu eleştiriler gibi, merdivenlere yaptığı
yaratıcı müdahaleden bahsederken “pırıl
pırıldı” ve “herhangi bir eylem veya grup için
boyamadım, mahallem güzelleşsin istedim”
ifadelerini kullanan Çetinel de hijyen ve
estetiğe ilişkin kavramlara vurgu yapmakta.
Ancak, dünyadaki diğer örneklere bakılırsa
kent mekânına yapılan müdahaleleri yalnızca
söz konusu kavramlar üzerinden tartışmak
benzer müdahalelerin hukuk, mülkiyet ve
demokrasi gibi temel toplumsal müesseselere
ilişkin gündeme getirdiği soruları gözden
kaçırmak anlamına geliyor.
Sokağa yapılan yaratıcı müdahalelerin işaret
ettiği önemli sorulardan ilki kentin kime ait
olduğuyla ve kente ilişkin kararları kimin
alacağıyla ilgili. Sokak sanatçıları bu soruyu
çoğunlukla kentsel yüzeylerin özelleştirilmesi
sorunsalına dikkat çekerek soruyor. Söz
konusu sanatçılara verilebilecek başlıca
örnekler arasında 1995 tarihli Bus Stops
adlı çalışmasında Los Angeles’taki otobüs
duraklarında yer alan banklara beyaz-yeşil
renkte çizgili kompozisyonlar uygulayarak
bu yüzeylerin neden her zaman reklama
ayrıldığını tartışmayı amaçlayan Daniel Buren
yer alıyor. Elbette, son yıllarda giderek artan
sıklıkta karşılaştığımız ‘gerilla pazarlama’
benzeri stratejiler kent yüzeylerinin sanatsal
ve ticari kullanımları arasındaki ilişkinin bir
tür simbiyoza da dönüşebildiğini gösteriyor.
Ancak Salı Pazarı Yokuşu’nda da görüldüğü
gibi, kent yüzeylerine yapılacak herhangi
bir müdahale hâlâ mülkiyete ilişkin soruları
gündeme getirme potansiyelini taşıyor.
Örneğin, Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah
Demircan yokuşu ilk etapta griye boyayan
ekiplerini harekete geçirenin “burası
izinsiz bir şekilde boyandı, gençlerin gelip
burada sabaha kadar oturması ihtimalinden
korkuyoruz” diyerek şikâyette bulunan bir
mahalleli olduğunu öne sürüyor. Dahası,
Demircan, merdivenleri tekrar gökkuşağı
renklerine boyatmaya karar verme nedeninin
mahalle sakinleri arasındaki genel görüşün
renkli merdiven fikrinin lehinde çıkması
olduğunun altını çiziyor. Aslında bu sözleriyle
bir kent mekânına ilişkin tasarruf hakkının
o mekânın etrafında yaşayanlara ait
olduğunu ima eden başkana, son haftalarda
Beyoğlu’ndaki türlü yüzeyler griyle badana
edilirken civarda yaşayanlara ne oranda
danıştığını sormak gerekiyor.
Başkan Demircan’ın “izin” meselesine yaptığı
vurguda da görüldüğü üzere, kent yüzeylerinin
dönüşümünün tetiklediği sorulardan bir
diğeri de hukuka ilişkin. Sokak sanatçılarının
eylemlerinin çoğu ülkede yasadışı kabul
edildiği gerçeği benzer soruları gündeme
getiren olgular arasında yer alıyor. Sanatçılar
söz konusu yasadışılıkla mücadelede
farklı yöntemlere başvuruyorlar. Örneğin
1990’larda üne kavuşan grafiticilerden ESPO,
çağdaşlarının gizli kapaklı aktivitelerinin
aksine, belediye çalışanı gibi gözükmesini
sağlayan iş tulumlarını üzerine geçirip gündüz
gözüyle yaptığı çalışmalarıyla tanınıyor.
Sanatçı bu yöntem sayesinde eyleminin
yasal olduğu izlenimini vermede öylesine
başarılı oluyor ki, kimi zaman yanından geçen
polislerle yapmakta olduğu iş için aldığı
maaş üzerine sohbet bile ettiğini anlatıyor.
Diğer bir grup sokak sanatçısınınsa hukuki
sorunların nasıl bertaraf edilebileceğine kafa
yorarken yepyeni bir grafiti tekniğini icat
Aslında Beyoğlu Belediyesi’ninki gibi
doğrudan ‘temizlik’ müdahalelerinin dahi,
yukarıdaki soruları gündeme getirmekte en
az kentsel peyzaja yapılan yaratıcı katkılar
kadar etkili oldukları savunulabilir. Bu etkiye
dikkat çekme amacındaki özgün bir yaklaşım
geçtiğimiz aylarda DS adlı Londralı sokak
sanatçısı tarafından sergilendi. Islington
mahallesindeki bir duvara çizdiği ilk işinin
hemen aynı gün bir görevli tarafından
silinişini fotoğraflarla belgeleyen DS, bu
‘temizlik’ hamlesiyle mücadeleyi silinen
çalışmasını birebir tekrar çizmekte inat
ederek yürütmek yerine, aynı duvara, işini
silen görevliyi ‘temizlik’ sırasında gösteren bir
grafiti yapmayı seçti. Çalışmanın duvardaki
yerini bugüne kadar korumuş olmasına
bakılırsa taktiğin işe yaradığı söylenebilir.
Aslında, Salı Pazarı Yokuşu’ndan çok da uzak
olmayan bir noktada, İstanbul Modern’in
hemen yanı başında yer alan ve belediyenin
tarafından üstü kapatılmış yazılamaların
yer aldığı bir duvarda da DS’inkine benzer
bir yaklaşımın izleri görülüyor. Burada
da gri badananın yarattığı dikdörtgenle
üzerine çizilecek yeni bir resim ya da
yazılacak yazıyla rekabet edilmiyor. Aksine,
dikdörtgenin kenarlarına kondurulan küçük
protestocu penguen imgeleri aracılığıyla
belediyenin ‘temizlik’ işlemi de tüm
tahripkârlığına rağmen tarihsel bir sürecin
belli bir anını imleyen bir belge olarak
değerlendiriliyor. Kent peyzajına yapılan
müdahalelerin gündeme getirdiği önemli
soruları gözden kaçırmamanın yolu tam da
böyle bir yaklaşımdan geçiyor.
EYLÜL/2013
09
Didem Bilge
didembilge@gmail.com
GÖKKUŞAĞI RENGİNDE
MERDİVENLER
Temel amaç hepsinde aynı... Şehri biraz değiştirmek, biraz yaşam katmak.
Motivasyon ve yöntemler hepsinde farklı... Sonuçlar ise tartışmaya değer!
Şehirlerin ışık ve renk ihtiyacı ile
insanoğlunun bir arada olma, beraber
hareket etme ihtiyacının sonucu bu gökkuşağı
renklerindeki merdivenler. Bakıldığında
sürecin tek dezavantajı ise kuruyuncaya
kadar merdivenlerin kullanıma kapatılıyor
olması. Ama sonrasında genel kanı hep aynı...
Merdiven çıkışları kolaylaşıyor, hatta eğlenceli
hale geliyor.
Şili doğumlu sanatçı Jorge Selaron’un Brezilya
halkına borcunu ödediğini söylediği eseri.
1990 yılında kapısının önündeki harap olmuş
merdivenlerde hobi olarak başlağı fakat daha
sonra -rivayete göre- komşuları tarafından
desteklenmediği için takıntı haline getirdiği
çalışması.
süren ve 73 basamağı piano tuşları gibi
boyadıkları ilk çalışmaları sonucunda ekibe
dahil olan gönüllü katılımcıların artması ile
projeleri ülke çapında bir kamusal sanat
projesine dönüş.
Haberdar olmuşsunuzdur, hatta belki de
çoktan dahil oldunuz bile ülkemizdeki bu
rengarenk halk hareketine. Bizler için yeni
sayılabilecek bu renkli dünyanın dört bir
yandaki örneklerini incelemenin vaktidir
öyleyse...
Bir diğer örnek, sanatçılar Aileen Barr ve
Colette Crutcher tarafından tasarlanmış
bir çalışma. Deniz ve gökyüzü temalı bu
mozaik merdivenler bizi balıkların kuşların
arasında yolculuğa çıkartırken, yıldızları adeta
ayaklarımızın altına seriyor. Renkli, akıcı ve
bir o kadar da eğlenceli bu çalışma, 2004
yılından beri San Francisco Kaliforniya’da
hem yerli halkın hem de turistlerin ilgi odağı
olmaya devam ediyor.
İlk olarak Beyrut’tayız. Lübnanlı sanatçı ve
tasarımcılardan oluşan 10 kişilik bir ekip
Dihzahyners. Biraraya gelme amaçları ise
Beyrut sokaklarındaki kamusal alanlarda
bulunan merdivenleri renklerdirmek. 7 saat
Tasarımın günümüzde, fiziksel çevreden yeni
kültürel eğilimlere kadar günlük yaşamımız
üzerindeki etkilerine bir kez daha tanıklık
ediyoruz Şili’de. Valparaiso’da karşılaştığımız
her iki çalışmada da merdivenlerin çevresi
Escadaria Selaron halen dünyanın en turistik
7 merdiveninden biri olarak ziyaretçileri ile
buluşmaya devam ediyor.
ile uyumunu farketmemek mümkün değil.
Hayatı anlamanın ve dünyayı daha iyi
yaşanacak bir yer haline getirmenin bir aracı
olarak tasarım anlayışının iki güzel örneği bu
merdivenler.
Şimdi de Brezilya Rio de Janeiro’dayız.
Escadaria Selaron merdivenleri, tasarımcısı
Son bir örnek Wuppertal, Almanya’dan.
Yüksek binalar arasında herkesi kendine
çağıran bu rengarenk merdivenlerin
boyanmadan önce nasıl göründüğünü ve
neler hissettirdiğini tahayyül edebiliyor
musunuz? İki duvar arasına sıkışmış, uzun,
uzun olduğu kadar da sıradan, insanı her
basamakta biraz daha içine hapseden tek
ton gri basamaklar… Peki ya renkli nasıl
hissettiriyor sizce?
10
Müge Yorgancı
mugeyorganci@gmail.com
KENT IÇIN "GERÇEKÇİ"
DÜŞÜNMEK…
Kent mobilyaları, sokağın, meydanın ya da parkın canlılığını sağlayan insanları
sokağa davet eden ve sahiplenmesini sağlayan yapı taşları. Dolayısıyla kent
sakinlerinin gerçek ve güncel ihtiyaçlarını düşünmek “olmazsa olmaz”.
Geçtiğimiz aylarda kentler, kamusal alanın yeniden keşfedildiği, her yaştan insanın
kamusal alanı hiç olmadığı kadar verimli kullandığı bir döneme şahitlik etti. Parke
taşlarından kütüphane, istinat duvarlarından dükkan rafları gördük. Durum bu olunca,
“kamusal alana sahip çıkmak”, “kent için tasarlamak”, “demokratik ve adil kent
mekanlarının oluşmasına olanak tanımak” gibi kavramları ölçüp biçme zamanı geldi çattı.
Bisikletliler için kent mobilyaları
İsveçli tasarımcı Marcus
Abrahamsson bisikletçileri
trafik ışıklarında dengede
tutmaya yardımcı olan bir
ayak dayanağını geliştirmiş.
Kent mobilyaları firması Nola
için tasarlanan bisikletliler
için dinlenme amaçlı çelik
boru, tutunma ve ayak koyma
noktalarında iki çemberden
oluşuyor. Birincisi tutunmayı
sağlarken diğeri de bisikletin
üstünden inmeden ayağınızı
dayayarak dengede kalmanızı
sağlıyor.
Bu yıl Zürih şehir
yönetimi Limmat Nehri
kıyısı boyunca Velokafileri
kullanıma açtı. Bisiklet
kullanımını teşvik ederek
araç trafiğini azaltmayı
amaçlayan kent yönetimi
bu geçici kent mobilyası
ile bisiklet kullanıcılarının
bisikletlerinden
uzaklaşmadan
sosyalleşebilmeleri için
tasarlanmış. Velokafi iki
ahşap kutunun ile yan
yana gelmesi ile oluşuyor.
Yapılan bu çalışmalar ve daha pek çok yatırımla 2050 yılında Zürih’teki bisiklet kullanım
oranının iki katına çıkacağı düşünülüyor.
Reklam için basit müdahaleler
Billboardlar çoğu zaman kenti algılamamıza engel olan, görsel kirlilik yaratan
kapitalizmin mekanı kullanış biçimi olarak eleştirilir. Bu eleştirilerden yola çıkılmamış
da olsa Ogilvy & Mather yaratıcı ajansı billboardları kent mobilyası olarak “işlevli” hale
getirmek fikrini ortaya atmış. IBM’in Smarter Cities (daha akıllı şehirler) kampanyası için
tasarlanan kentsel elemanlar reklam ile sokağa yapılan akıllı müdahaleleri birleştiriyor.
Ogilvy & Mather bu seride üst kısmından kıvrıldığında yağmur korunağı olarak, alt
kısmı kıvrıldığında oturma alanı yaratan, merdivenin üstünü rampa olarak kaplayarak
bisikletliler ya da eşya taşıyanlar için kolaylık sağlayan billboardlar tasarlamış.
Reklam panoları ilk Londra ve Paris’te kullanıma sunulmuş, sırada başka kentler var.
Yaşanabilir bir kent üretmenin basit yolları hakkında düşünmek için ilham vermeyi
amaçlayan IBM, dünyanın her yerindeki şehirleri daha yaşanabilir yapmak için akıllı
tasarımlar ile yardımcı çözümler üretme fikrini destekliyor.
Doğaya
karışmak
Herhangi bir vida ya da
yapıştırıcı kullanmadan nasıl
bir bank yapabilirsiniz? Basit
bir demet bambuyu çelik
iplerle bağlayın! Bu kamusal
alan mobilyası, sadece
estetik değil aynı zamanda
da konforlu. Elena Goray ve
Christoph Tönges adlı iki
Hollandalı tasarımcı tarafından tasarlanan oturma elemanının en önemli faydası
kentsel mekanlarda, çevredeki bitki örtüsü ile bağlanma kabiliyetini doğal olarak
sağlaması. Bu rahatlatıcı bağlantı sayesinde beton yığını arasında olduğunuzu
unutabilirsiniz.
EYLÜL/2013
11
İzlenimci banklar
Özgür yerleşim zamanı
Paris parklarında
gezdiğinizde insanların
sandalyelerini
istedikleri köşeye çekip
oturabildiklerini görürsünüz.
Bernstrand bu fikirden
yararlanarak, yeri sabit
banklar yerine bir paylaşım
sistemi ile ödünç alınabilir
sandalyeler öneriyor. Bu
paylaşım sistemi marketlerde
bozuk para ile emanet alınan
alışveriş sepetlerinden
esinlenerek üretilmiş.
Elbette sandalyeyi yerine
bıraktığınızda bozuk paranızı geri alıyorsunuz. Böyle bir hizmete geçici de olsa
paranızı emanet etmekten kaçınabilirsiniz ama şüphesiz yönü önceden belirlenmiş
sabit banklardan daha kullanışlı.
Japon tasarımcı Ryuji Nakamura gridli tasarımı toz kaplı paslanmaz çelik ızgaralardan
oluşuyor. Çubuklar, renkli kalem boyalarla boyanmış ve rengi sabitlemek için de
cila kullanılmış. Bank, 6 yüzeyden oluşuyor; her bir yüzeyinde farklı bir renk görmek
mümkün. Nakamura uzaktan bakıldığında, tek yumuşak bir renk oluşturan bu teknik
için izlenimci ressamlardan ilham aldığını söylüyor.
Samimi banklar
Hollandalı tasarımcı Chris
Kabel, dairesel bankı 10 metre
uzunluğundaki ahşap kirişten
üretmiş.
Devrim değil evrim
Endüstriyel tasarımcı Konstantin Grcic, 1929’da Mies van der Rohe tarafından
tasarlanan ikonik Barselona sandalyesinden yola çıkarak bir bank sistemi tasarlamış.
Bank sistemi 1929’deki orijinal tasarımın kendine özgü bacak sistemini taşıyor ancak
esnek ve modüler bir sistem olarak yeniden ele alınmış.
Kabel uzun ahşap malzemeyi
yamuk şeklinde parçalar
halinde kesmiş ve sonra onları
birlikte dairesel bir form ile bir
araya getirmiş. Daire formunu
koruması için bu parçalar
metal bir kayış ile düzenlenmiş.
Bu banka üç kişi ya da çok
daha fazla ile oturduğunda
fazlasıyla samimi bir yer haline
geliyor ve “bir ağaç tarafından
kucaklanmış hissini yaşatmayı” vaat ediyor.
Bankın Rotterdam’daki Witte de With Center for Contemporary Art merkezindeki
“Paylaşılan Mekan 3” adlı bir enstalasyon için kullanıldığını hatırlatalım.
Klasikleşmiş tasarımlar
(Çok bilinen çatal tasarımlarının yanı sıra) 1950’li ve 1960’larda yenilikçi sokak
mobilyaları, otobüs durakları, sokak ışıkları, sınır elemanları ve trafik ışıkları tasarlayan
David Mellor’un bu çalışması İngiltere yollarında kullanılıyor. Belediyenin çevre birimi için
tasarlanan trafik ışıkları, posta hizmetleri için tasarlanan ve postaların daha hızlı toplanıp
dağıtılması için geliştirilen posta kutusu gibi ürünler, banklar, çöp toplama üniteleri “iyi
tasarım” örnekleri olarak, elli yıldan uzun süredir hala kullanımda.
Konstantin Grcic; “Bu referansların yaptığınız tasarımında ilgi çekici olduğunu
düşünüyorum. Tasarım her zaman yeni şeyler icat etmek değil, bir şeylerin evrimidir”
diyor. Bu bank için tek kişilik koltuklar yan yana gelerek altı metrelik bir strüktür
oluşturuyor; kol dayama olmadığından uzunluk değişebiliyor. Dahası, döşemesi
değiştirilerek iç veya dış kullanım için uygun hale getirilebiliyor. İspanyol markası
BD Barcelona Design için tasarlanan kolduk geçtiğimiz aylarda Köln’de kullanıcılara
sunuldu.
12
F.Dilek Himam
dilek.himam@ieu.edu.tr
3D YAZICILARLA GELEN
ÖZGÜRLÜK
3D yazıcılar, istediğiniz her şeyi dilediğiniz renkte ve biçimde tasarlayıp hızlı biçimde
üretebilme olanağı sağlıyor. Moda dünyası için de hayranlık uyandıran benzersiz
alternatifler sunduğu bir gerçek.
Schmidt’in ışıltıya olan ilgisini gösteren
12.000 adet Swarovski kristali ile bir arada
kullanıldı.
Hollandalı tasarımcı Iris Van Herpen’in
Voltage Haute Couture koleksiyonunda da
3D yazıcı tekniğin şaşırtıcı örnekleri yer
almıştı. Van Herpen’in fütüristik tasarımları
da moda tasarımcısı ve mimar ortaklığı ile
gerçekleştirilen önemli bir 3D proje olarak ses
getirmişti.
Şu anki aşamada moda tasarımcılarının 3D
yaratımları çok giyilebilir değil; daha ziyade
birer sanat nesnesi özelliğinde. Ancak bu
teknolojinin daha kullanılabilir ve fonksiyonel
olması üzerine çalışmalar sürüyor.
Tasarımcılar, daha giyilebilir ve nefes alabilir
malzemelerle nasıl çalışabileceklerinin
peşine düştüler. Bu doğrultuda yeni dokuma
yüzeyler ve farklı dikişler ile daha organik
malzeme kullanımına yönelik çözümler
aranıyor. Bu arayış içnde Bitonti’nin son
projesi, deri ile birleştirdiği 3D baskılı el
çantaları göze çarpıyor.
1986 yılında Charles Hull tarafından
geliştirilen 3D yazıcı teknolojisi bugün
son derece hızlı biçimde üretilebilen yeni
tasarım alternatifleri yaratıyor. Müşteriler
tasarım firmalarının web sitelerinden kolayca
istedikleri ürünün malzemesine, boyutuna
ve rengine karar vererek ürün siparişlerini
verebiliyorlar.
Bilgisayar destekli tasarım programları ile
desteklenen 3D baskı teknolojisi başlangıçta
tasarımcılar için sadece prototip üretmek
için kullanıldıysa da şimdi nihai ürünü kısa
sürede elde edebildiğiniz teknolojik bir
araç. İstediğiniz tasarımlar sadece tek bir
işlemle bitmiş bir şekilde gerçek ürünlere
dönüştürülüyorlar. Böylelikle, telefon kılıfı
ve bilezik üretmek sadece 30 dakika içinde
tamamlanabiliyor.
Endüstri tasarımında yeni bir devrim olarak
tanımlanan 3D yazıcılar mobilya, aydınlatma
elemanları, yedek parça üretimi, medikal
sektörü, müzecilik gibi alanlarda yaygın
olarak kullanılmaya başlandı. Plastik,
metal, beton ve çikolata gibi malzemeler bu
yöntemle kolayca şekil alabiliyor.
3D yazıcılar ile “sayısız şekil, doku ve model
yaratmak son derece kolay” diyen firmalar ve
tasarımcılar bu yöntemin birçok avantajından
bahsediyor. İş gücü açısından yarattığı
kolaylıklar, zaman tasarrufu gibi olanaklar bu
avantajlardan bazıları. Bu cihazların ilerleyen
zamanlarda evlere girebileceğini düşünen
bazı üreticiler, düşük fiyatlı masa üstü bazı
modeller piyasaya sürmüş durumda. Kendi
modellemelerinizi evde yapabiliyorsanız işiniz
çok daha kolay. 3D baskı tekniği moda sektöründe çok da yeni
bir teknoloji değil; zira, mücevher tasarımcıları
çabuk modelleme yapabilmek için bu
yöntemi tercih ediyorlardı. Ancak sektörün
geri kalan kısmındaki örnekler de bir o kadar
kreatif ve zihin açıcı nitelikte. Spor ayakkabı
tasarımlarıyla tanınan New Balance’ın 3D
teknolojisi ile üretilen ayakkabıları, Ron
Arad’ın güneş gözlükleri bu yeni teknolojinin
üretilmiş örneklerinden sadece birkaçı.
Dahası, sektörde birçok firma artık web
sitelerinde müşterilerine vücut ölçüleri
bilgilerini girdiklerinde kolayca ürünlerini
tasarlama ve hızlı biçimde iletme olanağını
sunuyor.
3D tasarım örnekleri içinde en ses getiren
tasarım ürünü burlesque sanatçısı Dita Von
Teese’nin sunduğu giysi. Bu yıl mimar Francis
Bitonti ve moda tasarımcısı Michael Schmidt
tarafından tasarlanan giysi, moda sektöründe
yeni bir trendin habercisi sayılabilir. Manuel
olarak 2500 farklı birleşim noktasından
birleştirilmiş Von Teese’nin elbisesi
Tekrarlı dijital etkiler, vücudunuza
giydiğinizde yaşayacağınız olası plastik
hissi, beden üzerinde kumaşın akış hissinin
olmaması gibi olumsuz özellikler dışında
3D teknolojisi, geleceğin giysi üretim
teknikleri arasında sayılıyor. Bir görüşe
göre bir süre sonra bireyler gelecekte,
kendi evlerinde hayallerindeki tasarımlarını
kolayca üretebilecek duruma gelecekler. Bu
anlamda geleceğin bireyi çok daha yaratıcı
olacak. 3D yazıcı teknolojisinin sağladığı
dijital nesne bankaları oluşturma, fiziksel
nesne transferi gibi işlemleri dijital ortamda
kolayca yapabilme, stok maliyetlerini azaltma
olanakları gibi avantajları yeteri kadar çöp ve
atık malzeme birikmiş dünya için büyük bir
avantaj gibi gözüküyor.
EYLÜL/2013
13
Türkü Şahin
sahinturku@gmail.com
KIŞA SON MODA
BIR MERHABA
Moda tasarımcıları önümüzdeki yılın ilkbahar yaz koleksiyonlarını hazırlayadursun,
sonbahar kapıya dayanmışken kış modasına bir göz atmamak mümkün değil.
Kalın Çizgiler
Çizgiler bu sezonun oldukça sık rastlanan
detaylarından, ancak bu sefer ince değil,
oldukça belirgin, yer yer siyaz beyaz gibi
kontrast renkleri, kimi zaman da aynı rengin
farklı tonlarını bariz bir şekilde göze sokan,
kalın ve belirgin çizgiler var. Geometrik
şekillerle birlikte kullanıldığı Op Art dönemini
ve 60’lar Mod modasını hatırlatsa da uzay
çağı ile hiçbir ilintisi yok bu seferkinin.
1960’larda en kısa boyuna ulaşıp, 1970’li
yıllarda uzun zaman sonra tekrar gündelik
kullanımda yerini almıştı. 1990’larda daha
minimal bir formla ve derin bir yırtmaçla
karşımıza çıkan uzun elbiseler bitirmekte
olduğumuz yazdan bu yana kullanılmakta
olup bu kış da yine eski romantizmine
geri dönerek, yüksekten bir bel kesiği ile
yere doğru hafif bollaşarak yeniden sezon
modasının önemli bir parçası haline geliyor.
Pantolon Üstü Etek
Ön ve Arka Beden Kontrastı
Giysilerle genellikle üst ve alt beden
olarak ayrılan insan vücudu, bu sezon
yer yer dikey olarak, yer yer de ön ve
arka bedende kullanılan kumaş, renk ve
desen kontrastlarıyla bölünüyor. Elbise,
pantolon, ceket, hatta kaban türü parçaların
bile asimetrik bir biçimde farklı renklerle
bölündüğüne tanıklık ediyoruz. En çok da
kontrast renkler ön planda.
Uzun Elbiseler
1890’larda inmeye başlayan kabarık
etekleriyle bilek hizasındaki uzun elbiseler
Paul Poiret ve oryantalizmle birlikte dönem
modasının çığır açan bir kombinasyonu haline
gelen harem pantolonları üzerine giyilen
elbiseler ve uzun tunikler zaman zaman şekil
değiştirerek günümüze adapte olmakta.
Geçtiğimiz sezondan beri elbise ve eteklerin
altına giyilen pantolonlar, feminenliği arka
plana atmaya cesareti olan cool kadınlar için
yeniden bir araya geldi.
Ekoseler
Kışlık kullanımın bir klasiği haline gelen
ekoseli, kareli kumaşları yeni biçimlere
sokmanın en ustaca yolu elbette yeni drapaj
yöntemleri. Sade etek ceket takımları ya da
oduncu gömlekleri yerine farklı ve yoğun
biçimler verilerek deseni adeta geri planda
bırakılan kumaşlar yer yer uzun elbiseler, yer
yerse kabarık etekler üzerinde yeni bir form
kazanıyor.
Renkli Kürkler
Kürk çılgınlığı canlı renklere bürünerek bu
sezonun vazgeçilmezlerinden biri halini
alıyor. Fendi’den Marni’ye, Valentino’dan
Versace’ye birçok marka insan yapımı
desenlerle süsledikleri kürkleri kış
koleksiyonlarının vurucu parçaları haline
getirmiş. Yapaylığı ön planda kılan leopar
desenleri, devasa boyutlarda çalışılmış
tropikal desenler ve baskılar gerçek bir
hayvanı üzerinde taşıyor olma hissini geri
plana atıyor. Yapaylığın nedeni belki de
kullanıcının peluş havası verilerek form
kazandırılan kürklere yakınlık hissettirmesini
sağlamak…
Bel Hattı Kaybolmuş
Paltolar
Bel oyuntusu kaybolmuş paltolar söz konusu
olduğunda akla yine Paul Poiret geliyor.
Koza şeklindeki, etek ucuna doğru darlaşan
paltolar 20’li yıllarda da düz kesimli dış
giyim parçalarına dönüşürken kadınsı formu
geri plana atan düz bir kesimin geri gelmesi
1950’li yılları bulmuştu. 1960’lardan sonra da
bu neredeyse her on yıl kendini gösterirken
2000’li yılların minimal tasarım ürünlerinin
de vazgeçilmezlerinden biri oldu. Bu sezon da
paltoların omuz hattı genellikle düşük, kollar
sıklıkla dirseklere doğru genişleyip bilekte
daralıyor, renk konusunda ise tüm sınırlar
kalkıyor. Paltolar zaten nicedir kahverengi,
siyah ya da gri renklere meydan okuyor…
Dior ve New Look
Christian Dior’u şöhrete kavuşturan omuzları
hafif düşük, belde darlaşan ve kalçada yine
genişleyen ceket ve altına giyilen diz altı etek,
feminen duruşunu benzer formlar üzerinden
sezon modasına taşıyor. Omuz vurgusu,
incelen bir bel, kabarık ya da dar inen diz
altı parçalar kimi zaman bir hırka ve etekten
oluşan bir takım, kimi zaman bir palto, kimi
zamansa Dior’un klasik New Look’unda
kullandığı gibi etek ceket takımları üzerinden
kendini buluyor.
14
Elif Tekcan
eliftekcanyandex.com
STEAMPUNK: RETRO GELECEK
1980’lerin sonlarında bir alt kültür hareketi olarak ortaya çıkan ve Sanayi Devrimi’nin
makine estetiğini Viktoryen estetikle birleştiren Steampunk, son dönemlerde
tasarımın çeşitli alanlarında etkisini arttırarak sürdürüyor.
Başta Punk olmak üzere pek çok alt kültür,
özellikle moda tasarımı gibi hızlı üretim ve
tüketimi gerektiren dinamik endüstrilerce
tasarım trendi olarak sunularak, ana akım
markalar aracılığıyla çok kısa zamanda
daha geniş kitlelere ulaştırıldı. Özellikle
80’ler sonrasında görmeye başladığımız, alt
kültürlerin lüks endüstriler tarafından tasarım
ürünlerine uyarlanarak pazarlanması durumu,
ortaya çıkan yeni alt kültür oluşumlarıyla
devam ediyor. Tasarım endüstrisinin bu
alandaki son keşiflerinden biri ise Steampunk.
Steampunk kültürüne kaynak oluşturan en
önemli alanlardan biri 19 yy. bilim-kurgu
romanları. Bu dönemin keşif ve macera
ruhunun 80’ler deki uyanışına ise 1985
yılında seyirciyle buluşan Geleceğe Dönüş
filmi katkı sağlıyor. 90’lara gelindiğinde
ise, Steampunk’ın potansiyeli bilgisayar
oyunları endüstrisi tarafından fark edilip
kullanılmaya başlanıyor. Her ne kadar sınırlı
sayıda kullanıcı tarafından rağbet görüyor
olsalar da bu oyunlar, Steampunk’ın etkinlik
alanını genişletmesi açısından önemli. Bunun
nedeni ise grafik açıdan gerçekliği her geçen
gün artan bilgisayar oyunlarının, bu türe ait
materyal kültürü yeniden ve her seferinde
daha kreatif bir şekilde üretiyor olması. Bu
oyunlar aracılığıyla kullanıcılar Art Nouveau
tarzı mobilyaların yer aldığı Viktoryen iç
mekanlar, çeşitli çark ve dişlilerden oluşan
mekanik düzeneklerin yer aldığı terk edilmiş
fabrikalar, tren istasyonları, laboratuvarlar,
müzeler gibi daha pek çok kurgusal mekana
erişim hakkına sahip oluyor.
Yüzünü hem geçmişe hem de geleceğe
dönen bu fantastik bilim kurgu dünyası,
2000’lerin sonunda farklı dönemlerin
estetik anlayışlarının sentezlendiği melez
tasarımların oluşumuna ortam hazırlıyor.
Bu zamansal melezliğin en belirgin hali
Steampunk kurgusu içerisinde 19. yy.
mekanik teknolojilerinin günümüz dijital
teknolojileriyle birleştirilmesiyle meydana
geldi. Fonksiyonel açıdan en yeni teknolojiler
kullanılarak üretilen bilgisayarlar, depolama
aygıtları, cep telefonları, hatta arabalar, 19.
yy. estetiğiyle tasarlanıp, Steampunk temalı
ürünler olarak pazarlanmaya başlandı.
2010 yılı ise Steampunk ve türün takipçileri
açısından bir kırılma noktası oldu. 2010’dan
bu yana her yıl Mayıs ayında New Jersey’de
Steampunk Dünya Fuarı düzenleniyor
ve bu organizasyonlar kapsamında
çeşitli paneller, moda defileleri, müzik
performansları, yemekler ve kostüm partileri
gerçekleştiriliyor.
2010 yılının bir diğer önemi ise Steampunk’ın
moda endüstrisi tarafından keşfedilmesi.
Daha önceleri küçük butiklerde az sayıda ve
çoğunlukla el işçiliğine dayalı olarak üretilen
Steampunk giysiler, bu yıldan itibaren
uluslararası moda markaları tarafından
yüksek moda endüstrisine uyarlanmaya
başlandı. Alexander Mcqueen’in İlkbahar/
Yaz 2010 koleksiyonunda yer alan topuk
kısmı mekanik görünüme sahip ayakkabıları,
yarattığı pazar etkisi açısından armadillo
ayakkabıların gerisinde kalsalar da,
Steampunk severlerin dikkatinden kaçmadı.
Aynı yıl İlkbahar couture koleksiyonunda Jean
Paul Gaultier giysilerini Steampunk etkisine
sahip aksesuarlarla tamamladı. Yine Gaultier
tarafından tasarlanan Hermes 2010/2011
Sonbahar/Kış koleksiyonu Viktorya Dönemi
giysilerinden esinlenerek yaratıldı. 2011/2012
Sonbahar/Kış erkek giyim koleksiyonunu
Milano Moda Haftası’nda görücüye çıkaran
John Varvatos hem podyum hem de giysi
tasarımlarıyla Steampunk ruhunu yansıttı.
Son olarak da 2012/2013 Sonbahar/Kış
erkek koleksiyonuyla Prada podyumlardaki
Steampunk etkisini gözle görülür boyuta
ulaştırdı. Steampunk’ın uluslararası moda
markalarına ilham kaynağı oluşturması,
Steampunk giysilerinin bazı çevrelerce klişe
olarak görülen korse, uçuş gözlükleri, metal
ve deri aksesuarlar gibi detaylarının, doğru
tasarım tercihleriyle doğru sonuçlar verecek
şekilde kullanılabileceğini kanıtladı.
Son olarak IBM’in sosyal medya analizi,
Steampunk’ın 2013-2015 yılları arasında
yükselen başlıca trendlerden biri olacağını
gösterdi. Facebook, Twitter, çeşitli forumlar,
oyun siteleri ve bloglardaki yazışmalar
temel alınarak yapılan bu araştırmaya göre,
Steampunk estetiğinin başta giyim-aksesuar
ve mobilya olmak üzere çeşitli sektörlere
esin kaynağı olacağı, daha önceleri az sayıda
ve el işçiliğiyle üretilen bu ürünlerin seri
üretime uygun hale getirilerek geniş kitlelere
pazarlanacağı öngörülüyor.
EYLÜL/2013
15
Bahar Aksel
baksel@msgsu.edu.tr
İÇINI DUVARLARA DÖKMEK:
İSTANBUL’DA GRAFITI
Yaşadığı yerlerde kendinden bir iz bırakmak insanoğlunun en temel iç güdülerinden
biri. En basit şekli ile duvarlara birşeyler çizmek, grafitinin de ilkel atası olarak kabul
edilerek tarih öncesinde kalma mağara duvarlarından beri hayatın içinde.
ve bunların kalıcı olabildiği bölge. Kadıköy
sanata olan yakınlığı ile sokak sanatı işleri
konusunda oldukça zengin, yerel yönetiminin
desteği ile Sokak Sanatı festivallerine ev
sahipliği yapıp duvarlarını açıyor. İstanbul’un
ilk ve tek ‘hall of fame’i ise mahalledeki
gençlerin talebi üzerine Güngören
Belediyesi’nin desteği ile oluşturulmuş.
Zamana ve teknolojiye bağlı olarak
değişse de toplumsal bir varlık olan insan
düşüncelerini paylaşmak için daima bir
yol bulmuş. Kentlerde yaşamın artması
ile kalabalıklar içinde kalıp, sadece onun
bir parçası haline gelen birey için kendi
varlığını, fikirlerini, izini diğerlerine
göstermek, duyurmak daha da önemli
hale geliyor. İşte tam da bu yüzden grafiti,
kentlerin sanatı. Kentsel yaşama ait
kaygıların insan üzerinde yarattığı etki
sonucunda doğuyor.
Sokak çetelerinin alanlarını işaretlemek
için duvarlara yazdığı yazılar ya da New
York’lu bir gencin geçtiği yerlere lakabı
olan TAKI 183 yazarak (‘tag’leyerek) kendi
izini bırakması grafitinin ilk örnekleri olarak
kabul ediliyor. Berlin duvarı üzerinde politik
mesajlar verirken bir yandan da kendi
estetik tarzını yaratmaya başlayan örnekler
hem mesaj hem de görselliğin bir arada
kullanılarak grafitinin bir sanat dalı olması
yönünde adımlar atıyor. Kentin kalabalığı
içinde sesini duyuramayanların kendilerini
ifade etme ve görünür olma yöntemi olarak
ortaya çıkan grafiti, Hiphop kültürünün
dünyaya yayılması ile daha farklı bir boyuta
ulaşıyor. Kendi çizim ve boyama kuralları
olan bir sanat dalı haline gelen grafiti bir
yandan da pazarlama stratejileri içinde
çokça yer almaya başlayarak ticarileşiyor.
Dünyaya hızla yayılan grafiti son yıllarda
bir sanat dalı olarak kabul edilerek galeriler
içinde de yerini almaya başladığını
söyleyebiliriz. Yine de ‘gerçek’ sokak sanatı
(street art) ve grafiti olarak karşımıza çıkan
işler esas olarak bugün hala sokakta, kentin
duvarları üzerinde üretiliyor.
Özellikle kentsel yönetim açısından
bakıldığında grafiti konusunda sanat mı
suç mu tartışması dünyada olduğu gibi
hala İstanbul’da da devam ediyor. Kimi
yaklaşımlar sokak sanatlarını kente kimlik
katan, yaratıcılığı-imajı destekleyen ve
hareketlilik getiren ögeler olarak görse
de, bir çoğu kamu malına zarar, bölgede
güvensizlik ve kontrolsüzlüğün bir
göstergesi, kontrol dışı beklenmedik durum
yaklaşımı ile karşılıyor. Oysa kamusal alanda
kendini sanatsal, düşünsel olarak ifade
etmenin nispeten daha kalıcı bir yöntemi
olduğu ve hatta bu durumun bir kentsel hak
olabileceği üzerinde durulmuyor.
İstanbul grafiti açısından hızla gelişiyor,
yabancı çizerlerin gelip kentin duvarlarında
işler yapmasının yanında Türk çizerler de
kaliteli işler üretiyor. 80’lerdeki başlangıcın
ardından 2000’ler ile hızlı bir ilerleme var.
Kentin sanat merkezi ve aynı zamanda vitrini
Beyoğlu, Taksim, Cihangir, İstiklal caddesi
çevresi pekçok sanatçının en çok iş ürettikleri
Kent içine yerleştirilen sanat eserleri
konusunda yönetim eliyle yerleştirilen, belli
temalar içinde sınırlı kalan ve daha sonra
çoğu bakımsızlıktan yok olan heykeller ve
az sayıda duvar seramiği, mozaiği dışında
çok fazla alternatifi olmayan İstanbul için
grafiti ve ‘street art’ sanatın kentli tarafından
üretilmesi adına önemli bir araç. Sanatın
kamusallaşması, standartlaşan toplum
ve yaşam alanlarının dışına çıkılması,
alternatiflerin ve dolayısı ile farklı temsil
biçimlerinin kabul edilmesi konusunda sanat
dalları arasında en kentli olanı grafitiye
büyük rol düşüyor.
Artan ticari kampanyalar yoluyla hiphop
kültürünün yayılması grafitinin ruhunu
kaybetmesi olarak nitelense de toplum
içinde yayılması ve kabul edilmesi üzerinde
olumlu etkilerde bulunuyor. Bu etkilerin
artarak devam etmesi ile İstanbul’da kentin
sokaklarının sadece gelip geçilen yerler
olmaktan öte birlikte üretilen, izlenen ve
yaşanan rengarenk mekanlar olması çok da
uzak değil...
16
Onur Mengi
onur.mengi@ieu.edu.tr
SÖRFÜN
TASARIM YOLCULUĞU
Bir zamanlar sadece dünyanın bize uzak köşelerinde yapıldığını düşünürdük; oysa son
dönemde Türkiye’nin dört bir yanında. Hal böyleyken sörfün uzaklarda başlayan tasarım
yolculuğuna göz atmak kaçınılmaz oldu!
Her ne kadar sörf tahtalarının ortaya çıkışı
MÖ.3000`lerde Güney Amerika’da yerleşmiş
Perulu balıkçılara dayansa da, bugünün
bağlamında ilk ortaya çıktığı yer Havai. 1977
yılında, kaşif Kaptan James Cook`un Havai
yerlilerinin büyük ahşap tahtalar üzerinde
dalgalara karşı yüzdüklerini açık bir biçimde
seyir defterine kaydettiği biliniyor. Konsept
olarak sörf tahtalarının kullanımı ise o
tarihten günümüze çok da değişmiyor. İlk
olarak Alaia ve Olo adı verilen sörf tahtaları ile
tanışıyoruz. Bunlar masif ağaçtan elde edilmiş
ve insanın taşıyabileceğinin oldukça üzerinde
ağırlığa sahip tasarımlar.
O dönemlerde bulundukları yörenin yerel
ağaçlarından imal edilecek şekilde gövde
formu düz ve eğimsiz, kuyruk kısmı ise
dörtgen tasarlanıyormuş sörf tahtaları. Bu
tutum 1926`da ilk defa içi oluklu olacak
şekilde üretilen sörf tahtalarına kadar
da devam etmiş. İçi oluklu üretilmeye
başlanan sörf tahtaları, tasarımları ile daha
az ağır çekerken, öncekilerine göre daha
iyi bir performans sağlıyormuş. Sörf tahtası
tasarımlarındaki bilinen ilk büyük adım,
denizci Tom Blake tarafından atılmış. Blake
ilk defa oluklu sörf tahtasında su geçirmez
yapıştırıcı ve “Cigar Box” denen kontraplak
strüktürü kullanarak sörfçülükte yeni bir
dönem başlatmış. İşte bu dönemle birlikte
sörf tahtaları ilk kez gerçekten hafiflemiş.
Bob Simmons ise sörf tahtasını, Rocker
adı verilen bir eğimle tasarlayıp, okyanus
yüzeyinde sallanmadan rahatlıkla durmasını
Ağırlıktan sonra, 3 metreleri geçen uzunluğun
da konu olmaya basladığı bu yıllarda
Kaliforniyalı George Greenough, birdenbire
küçük sörf tahtaları, ince ve esnek olacak
şekilde tasarlanmış salmalar ile çıkageliyor.
Avustralyalı şampiyon Nat Young ve
zanaatkar Bob McTavish ile işbirliğine
soyunan Greenough, San Diego`daki 1966
Dünya Kupası`nda görücüye çıkardıkları
Magic Sam`dan sonra gelen sörf tahtası
tasarımlarına, daha dar, kısa ve ince gövdeler
ile esnek salmalar hakim oluyor. 1980`lere
geldiğimizde 2,5m`den 1,5m`ye kadar inen
bir aralıkta görülen sörf tahtaları, “gun” adı
verilen formlarda, 1 yada 2 salmalı olarak
tasarlanıyor artık. Amerikalı sörfçü Simon
Anderson, bu anlayışa 3. salma fikrini de
ekleyince sörf tahtası tasarımlarında tarihte
başka yeni bir dönem başlatıyor, ki bu daha
iyi performans, mükemmel denge anlamına
geliyor. Tarihteki bu süreç içinde sörf
tahtasının evrilmesini sağlayan, tasarıma yön
veren diğer önemli isimler de Al Merrick, Jeff
Bushman, Gery Lopez ve Tom Wegener.
sağlayınca, 1930`ların ortasında, sörf tahtası
tasarımlarında başka bir devir başlatmış.
Ancak 1940`larda tasarımlarda herşey
daha iyiye giderken sorun halen ahşap
malzemeymiş. Bu sebeple, ilerleyen yıllarda,
poliüretan köpüğün ve salmanın tasarımlarda
kullanılmaya başlanması ile sörfçülükte tam
bir milat yaşanmış. Tasarım yoluyla sağlanan
iyileştirmeler ile insana daha duyarlı
hale gelen sörf tahtaları ve sörfçülük için
1960`larda ise tam bir Altın Çağ yaşanmış.
O tarihlerden günümüze kadar form ve
biçimlerde köklü değişiklikler olmasa da,
2005`te tüm tasarım mecralarını etkisi
altına alan küresel çevresel duyarlılık anlayışı
ile malzemede poliüretan köpüğün yerini
bambu ve yeniden üretilmiş (dönüştürülmüş)
köpükler alıyor. Epoksi malzeme ile hafiflik
ve performans sağlanması, sökülüp-takılabilir
salma tasarımları sayesinde sörf tahtası
üzerinde seyir etmenin ve gösteri yapmanın
birbirinden ayrılması, tahta üzerine ayak için
yapılan eklentiler ile performans ve güvenlikte
ileriye gidilmesi de yakın dönemde sörf tahtası
tasarımlarındaki diğer önemli öğeler.
Günümüz tasarım anlayışının en büyük
hakimi ise hiç şüphesiz bilgisayar destekli
çizim programları ve dijital kesme yöntemleri.
Bunlar sayesinde artık daha kusursuz
görünüme sahip sörf tahtaları üretilebiliyor.
Bugünün tasarım anlayışı sayesinde daha
çok “kişiselleştirilmiş” sörf tahtaları var.
Kullanıcının vücut ağırlığına, sörf becerisine
ve kullanılacak suyun/dalganın niteliklerine
göre tasarlanıp, bilgisayar ortamında çizilip,
ürettirilip el ile işleniyor. İşleme sürecinde ise
grafik tasarım büyük yer tutuyor. Öykünen ve
kullanıcısını ifade eden tasarımlar bu işin en
önemli parçası.
Bu sezona özel görücüye çıkan tasarımlardan
bahsetmeden olmaz tabii. Sörf tahtasının
ölçülerinden dolayı yaşanan taşıma ve
saklama problemlerine karşı tüm gövdenin
ve gövde üzerinde yer alan elemanların
kompakt/parçalara ayrılabilecek şekilde
tasarlayan Nicholas Notara, Peugeot Design
Lab`de RCZ R`dan esinlenen fütüristik GTI
Surfboard Concept`i tasarlayan Peugeot
Tasarım Ekibi ve 156 cm uzunluğundaki,
60 km hıza çıkabilen, preslenmiş ahşaptan
üretilen, üzerinde altın süslemeler olan
Dragon isimli dünyanın en pahalı sörf
tahtasını çevresel duyarlılığa gönderme
yapan bir üslupla tasarlayan Yeni Zelandalı
tasarımcı Roy Stewart, 2013 senesine
damgasını vuruyor.
EYLÜL/2013
17
F.Dilek Himam
dilek.himam@ieu.edu.tr
ŞEMSİYELER DEĞİŞİYOR
Yüzyıllarca güneşten, yağmurdan ve rüzgârdan korunma ve gizlenme amaçları için
kullanılan şemsiyeler, pek yakında, yeniden vazgeçilmezlerimiz arasında yerini
alacak. Acaba hangi formla?
Şemsiye tasarımı deyince akla gelen en
estetik görüntülerden biri de Jacques
Demy’nin yönettiği başrollerini Catherine
Deneuve ve Nino Castelnuovo’nun paylaştığı
1964 yapımı Les Parapluies de Cherbourg
(Cherburg Şemsiyeleri) adlı filmin sahneleri
olsa gerek. Fransa’nın Cherbourg kentindeki
şemsiye satılan butiğin ve şemsiyelerin
geçtiği sokak sahnelerinin pek çok kentsel
tasarıma ilham verdiğini biliyoruz.
Giysi tarihi terminolojisinde parasol
ismiyle bilinerek tasarım dünyasında
yer alan ve daha ziyade güneş ışınlarına
karşı koruyan bu nesneler, yağmura karşı
koruma amacıyla kullanılmaya başlayıp
daha büyük ölçülerde üretildiğinde şemsiye
umbrella adını almış. Açılır kapanır ilk
şemsiyelerin ise Çin’de kullanıldığı biliniyor.
Palmiye yaprakları ve tüylü versiyonlarıyla
Mısır’da bir tür soyluluk işareti olarak
kullanıldığı bilinen şemsiyelerin, Pers
İmparatorluğu’nda, Antik Yunan’da,
Hindistan’da, Orta Çağ Avrupası’nda da
yaygın olarak kullanıldığı bilinmekte. 1920’li
yıllardan itibaren şemsiyelere endüstriyel
katkılar eklenerek yeni tasarım özellikleri
kazandırılmaya başlanıyor: Yağmurda sigara
içmek isteyenler için tasarlanan sigaraya
takılan şemsiyeler, cep şemsiyeleri, şapka
şemsiyeler, fotoğrafçılar için kullanılan
şemsiyeler bu tasarımlardan bazıları. Birçok
kişinin zihninde son derece standart bir
gününde ilham alarak bir mühendislik
harikası olarak yarattığı Blunt şemsiyeleri,
kullandıkları özel kumaşlar sayesinde
asla su geçirmiyor ve ürüne kazandırılan
aerodinamik yapıdan dolayı da ters dönme
sorununu çözüyor.
Bir diğer şemsiye üreticisi olan Senz’in
ürünleri de alışageldiğimiz şemsiye
formunu yeniden tanımlıyor. Asimetrik
yapısı ile özellikle fırtına gibi şiddetli
rüzgârlara dayanıklı şemsiyeler üreten
Senz markası, tasarım ödülleri kazanan
şemsiyeler üretmekte. Senz’in tasarımcıları
şemsiyelerini uçaktan atlayarak test etmişler
ve saatte 100 km ile esen rüzgâra dayanıklı
ürünler tasarladıklarını söylüyorlar.
nesne gibi algılanan şemsiyeler, bu anlamda
yaratıcılığın sınırlarını da zorlamış.
Bugün bazı üreticiler son derece standart
bir formu olan şemsiyelerle ilgili buluşlarla
yenilikçi tasarımlar öne sürüyorlar. Nubrella,
Senz, Blunt gibi tasarım firmaları teknoloji
ve mühendislik harikası olan şemsiye
tasarımları ile bu ürüne ilişkin tüketici
algısını değiştirecek aerodinamik özellikler
kazandırdıkları ürünler üretmekteler.
Özellikle Alan Kaufman’nın Nubrella markası
ve Greg Brebner’in Blunt markalı şemsiyeleri
bugün bilinen ünlü şemsiye markaları
arasında.
Bir şemsiyenin yapısal bütünlüğü öncelikle
onu tanımlayan sap kısmı ve üst örtüsü
olduğu için şemsiyelerde dayanıklılık
ve sağlamlık çok önemli. Bilindiği gibi
şemsiyelerde yaşanan en önemli sorunlar
da rüzgârda ters dönen şemsiyeler ve
dayanıksız kumaşlar. Greg Brebner’in 1999
yılında Londra’nın standart yağmurlu bir
Alexander McQueen, Paul Smith, Gucci ve
Burberry gibi tasarımcılar da az da olsa bu
nesneyi koleksiyonlarının içine almışlar.
McQueen, gotik tarzda şemsiyesinin
kurukafa formundaki tutma sapı ile akıllarda
kalıyor. Tasarımcılar bu anlamda siyah
gibi koyu renkleri tercih ediyorlar. Yağmur
yağdığında renk değiştiren ve her an
yeni bir şemsiyeniz varmış gibi sürprizler
yapabilen şemsiyeler de yeni tasarım
eğilimleri arasında. Yazın sona erdiği şu
günlerde şemsiye kullanmayı sevmeyen
tüketicilerin bile aklını çelecek şemsiyeler
tekrar tasarımcıların ve üretici firmaların
gündeminde olacak.
18
Onur Mengi
onur.mengi@ieu.edu.tr
AVM’LER VE
GÖSTERİ TOPLUMU
Birbirleri ile yarışan kentler, günümüzdeki mekan tasarımları ve ideolojileri sebebiyle
daha karmaşık hale gelirken, bizler de bu yapı içinde geniş yer tutan AVM’lerin
gösterilerini hayranlıkla ve kendimize yabancılaşarak izler olduk.
Bir proje olarak modernizm ve onun
getirdiği üretim koşulları, zaman içinde
daha da kemikleşerek, kentsel yaşamı birer
gösteriler ve temsiller birikimine dönüştürdü.
Öyle ki endüstriye dayalı günümüz kent
mekanları gösterileri ile ünlü bugün. Gösteri,
toplumun bir parçası, somut ve maddi
olarak da birleştiricisi konumunda artık.
Gösteri, tasarım üzerinden kurduğu dili ve
işaretleri sayesinde topluma hakim olmaya
çalışıyor. “Modern” dediğimiz tasarım,
varolan geniş çeşitliliği tekdüzeleştirirken,
aynılaştırıp ve stardartlaştırıyor. Guy
Debord’un “Gösteri Toplumu” ifadesinden
yola çıkarak, kentsel mekan üzerinde geçen
bu gösterileri anlayabilmek için onun tasarım
dilini konuşmak, ve çözümlemek için onun
metodunu kullanmak gerekiyor. Peki nedir
bu gösteriler, nasıl gerçekleşirler?
Gösteri toplumunda tüm yaşam, gösterilerin
uçsuz bucaksız bir birikimi olarak bilinir.
Gerçek yaşam yerini bir temsile bırakarak
çoktan uzaklaşmıştır. İnsan, bu resimde
bir yerlerde tüketici kimliğiyle yeralmakta;
alışveriş yapmakta, yiyip içmekte,
arkadaşları ile vakit geçirmektedir... Gerçek
kamusal alan, insan odaklı tasarım kriterleri
ise çoktan unutulmuştur. İnsan, farkında
olmadan, hayranlıkla, tasarlanmış birçok
altmekan ve ürünleri üzerinden bu gösterileri
izlemektedir şimdilerde. Günlük hayatının
izleyicisi haline gelen insan kendine
yabancılaşmış; ne kadar çok seyrederse
hayatı o kadar az yaşamakta, kendini o kadar
az tanımaktadır. Tasarım bu bağlamda belki
de ilk defa yapıcı değildir kentte.
Bugün, gösteri için söylenen “görünen şey
iyidir, iyi olan şey görünür” sözü de bu
anlamda kentin okunabilirliği ve mekanın
temsil mekanı olarak tasarlanması görüşüyle
örtüşüyor ve gösteri, tertemiz bir yüzey
olarak masum bir mekanda geçiyor. Küresel
gücün her türlü yaşam alanında dominant
olacak şekilde tasarlanması, süreçte “var
olmak”tan “sahip olmak”a geçilmesini
nedenliyor. O yönettikçe gösteri de insanları
kendine bağlı kılıyor. Televizyon, akıllı
telefonlar, tabletler gibi gündelik ürünlerin
tasarımları da, bu gösteri sisteminin seçtiği
mallar olarak iktisada bağlı ekonomik
sistemlerin altında servis veriyorlar. Bu
gösterinin izleyicisi olan kentli ise hiçbir
yerde evinde gibi değil, çünkü gösteri her
yerde. AVM’lerin tasarlanma prensipleri de
bu düzenin tam kalbinde yer alıyor. Sosyal
bir ürün olarak mekan, acımasız tasarımlar
ile her geçen gün daha da metalaşıyor.
Çevremizdeki AVM’lerin kente dönük
yüzeylerine, yani dış mekanlarına
baktığımızda gösteri toplumu olmanın ne
demek olduğunu daha iyi anlıyoruz belki
de. Onların, güçlü çevreyolu ve şehiriçi
bağlantıları ile kentsel yaşama mükemmel
bir şekilde entegre edilmiş yerleşim
planları var. Çevresinden kopuk, heykel
gibi, anıtsal bir duruş sergiliyorlar. Bazen
çok katlı inşa edilirken bazen de küçük bir
kent kadar büyük bir alan kaplayabiliyorlar.
Kimisi çatısında yeşil alan olacak şekilde,
kimisi de geçirgen, dışa dönük, yarı açık
mekanlar yaratacak şekilde tasarlanıyorlar.
Büyük kütleler, farklı formlar, akışkan ve
dijital yüzeyleri var, dikkat çekiyorlar. Süs
havuzları, ses ve su oyunları ile çevrelerinde
tasarlanmış oturma birimleri ve bambaşka
iklimlere ait ağaçlandırmaları ile “ben
buradayım” diyorlar. Moda şovları, dans
gösterileri, ürün tanıtımları ve kampanyaları
gibi büyük organizayonlara da ev sahipliği
yaparken daha mı yaşanabilir oluyorlar.
Aydınlatma elemanları ile süslenmiş
cepheleri, yanıp sönen neonları ve reklam
panoları ile ölçeğinden kopmuş bir şekilde
bu gösteriye hizmet ediyorlar. Kamusal
mekan davranışları gösteren bu mekanlar ise
7/24 kameralar ile kontrol altında. Aslında
güvende olan biz miyiz, AVM’ler mi bilinmez.
İnsan ölçeğinde, bu alanlara yaklaştığımızda
büyüsüne şöyle bir kapılıyoruz bu gösterinin.
Çevresinde toplanmış insanlar, büyük
firmaların tanıtım aktivitelerine, oyunlarına
ve şovlarına katılıyorlar. Kapalı bir mekan
olmasına rağmen AVM’lerin yakın çevresi
panayır yeri gibi; otoparklar, yürüyüş aksları,
otobüs ve metro durakları. Aralarda kimi
boş alanlar dikkatimizi çekiyor. Kentsel
ölçekte yatırım bekleyen alanlar bunlar.
Sessizce gösteriyi izliyorlar yattıkları yerden.
Birazdan ayağa kalkıp gösteriye katılacaklar.
Sonra bir AVM’den çıkıp diğerine gidiyoruz;
çevresindeki dokuya daha duyarlı olanına,
alışveriş sokağı gibi kurgulanmışına, dikey
bahçeli tasarlanmışına, iklime duyarlı
olanına, sürdürülebilir olanına.. Peki
deneyimlerimiz farklılaşıyor mu?
AVM’ler, kent içindeki yer seçimleri ve
mekan tasarımları ile günlük hayattaki
görme ve düşünme biçimlerimizi etkilerken,
seçimlerimizi ve iletişim metotlarımızı
yönlendiriyor. Böylece birer kent imgesi
olarak kendilerini ön plana çıkarırken, bir
yanda da nasıl bir üretim modelinin egemen
olduğunu imgeliyorlar bize. Bu anlamda
AVM’ler, sanayileşmişliğin yarattığı düzen
içinde, küresel gücün baştan çıkarıcılığının
arkasında büyüyorlar. Mimari tasarımları ile
de gösterilerini pekiştirirlerken, koskoca bir
kentin imajını sahipleniyorlar. Bu gösteride
aralarında, hep daha büyüğü, daha dikkat
çekicisi olmak için amansız bir yarış var.
Gösteri toplumu üzerinden bakıldığında,
tüketimi destekleyen, ihtiyaç ve
alışkanlıkların birbirine benzediği, kent
mekanlarının tasarım yoluyla aynılaştığı,
yanıltıcı ve bunaltıcı olduğu, temsilinin
medya üzerinden pazarlandığı bir yapı
kurmuş durumda. Bu yapıda AVM’ler,
kendilerine ait işaretleri ve dilleriyle her an
sokaktaki hayata müdahil oluyorlar. Ancak
nasıl tasarlanırsa tasarlansınlar, hiç bir
zaman tam anlamıyla kamusal mekanlar
olamayacaklar. Gösteri üzerinden birbirleri
ile olan yarışta nihayetinde, birer sosyal
ürün değil, ancak günümüz düzeninin birer
modern tamamlayıcısı olabilirler.
EYLÜL/2013
Tasarım
Atölyesi
Ata’ya
Saygı Zinciri
Niş Moda
Efsanevi Doğu’nun güzellik
ritüellerininden ilham
alınarak yaratılan ve Paris,
Londra,Milan ve New
York moda showlarının
kulislerinde rüzgarını
estiren Mythic Oil, yeni
ambalaj tasarımında ünlü
moda tasarımcısı Dilek
Hanif ile çalıştı. Hanif,
Mythic Oil’in dünyasını haz
ve tarihin derinliklerinden
gelen güzellik olarak
yorumluyor. Siyah ve altın
gölgelerin maksimize
edildiği Dilek Hanif Mythic
Oil Couture tasarımında
ile kadınların prenses,
saçların mücevher olduğu
dünyada zarafet, kadın
ruhu ve modernite bir
araya getiriliyor.
Festival Afişi
Adana Büyükşehir Belediyesi
20. Uluslararası Altın Koza
Film Festivali’nin duyurulması
amacıyla düzenlenmekte olan
afiş tasarım yarışmasında
kazanan tasarımcılar belli
oldu. 82 sanatçının 112
eser ile katıldığı yarışmada
sıralama şu şekilde
gerçekleşti: Birincilik, Kamil
Doğan’a, ikincilik, Bahadır
Mermut’e, üçüncülük, Hasan
Hemşindereli’ye gitti.
Birinciliği alan Kamil Doğan
tasarımında “festival ışığının
Adana’nın sembolü olan
Seyhan Nehri’nden yayılarak
tüm Türkiye’yi ve dünyayı
kucaklamasını” işledi. Afişte,
elinde film şeridi taşıyan
çocuk ise sevgi, barış ve
kardeşliğe çağrı yaptı.
Ulu önder Atatürk’ü
anlamak, fikirlerini geleceğe
taşımak, genç nesillerimizin
onun gösterdiği aydınlık
yolda yürüyerek, barışa
sahip çıkmasını sağlamak
ve dünya lideri olarak
evrenselleştirmek amacıyla
düzenlenen Kadıköy
Belediyesi Ata’ya Saygı
Zinciri Uluslararası Afiş
Tasarım Yarışması tüm
profesyonel ve amatör
katılımcılara açık. Günseli
Kato, Emre Noyan, Doç. Dr.
Gürbüz Doğan-Ekşioğlu gibi
tanınmış isimlerin jürisinde
olduğu yarışmanın son
başvuru tarihi 27 Eylül 2013.
German Design
Award Designnobis baş tasarımcısı
ve ODTÜ Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü Öğretim
Üyesi Dr. Hakan Gürsu ödüllü
tasarımı “TAXI Station” ile
German Design Award 2014’e
aday gösterildi. Katılımın
ancak aday gösterilme yoluyla
mümkün olduğu etkinlik,
German Design Council
tarafından düzenlenmekte
olup, uluslararası bağlamda
alanında ileri gelen tasarımcı,
tasarım stüdyoları, kurum
ve enstitülerin katılımıyla
gerçekleşiyor. “TAXI”
harflerinin görsel ve yapısal
kullanımı ile kentsel
doku içinde dikkat çeken
tasarımıyla Taksi Durağı, aktif
bir reklam alanının yanı sıra,
yağmur suyu toplayan çatı
ve dikey yeşil örtü alanı gibi
yenilikleriyle uluslararası
alanda ilgi toplamayı
sürdürüyor.
19
Defne Koz’a
Red Dot
Ünlü endüstriyel tasarımcı
Defne Koz’un İzmirli
Megaron markası için
tasarladığı “Basket” isimli
ürünü Red Dot ödülüyle
onurlandırıldı. Tasarımda
yenilikçi ve kaliteli üretimi
hedefleyen Red Dot
ödüllerinde Defne Koz’un
Megaron’a hazırladığı Lounge
serisi de 2009 da Red Dot
kazanan ürünü olmuştu.
Basket isimli tasarımın
özelliği ise kompozit
malzemeden tek tek el
işçiliği ile üretilen ürünlerin
hem iç hem de dış mekanda
kullanılabiliyor olması.
Serap Alp
seraplamoda@gmail.com
İklimlendirme
Tasarımı
Orta Anadolu İhracatçı
Birlikleri (OAİB), geleceğin
iklimlendirme pazarında
söz sahibi olabilecek
ürünlerin geliştirilmesine
öncü olmak, endüstriyel
tasarım etkinliklerini
yaygınlaştırmak, özendirmek
ve tasarımın, Ar-Ge’nin ve
inovasyonun iklimlendirme
sektörü için önemini
vurgulamak amacıyla
İklimlendirme Sanayii
Tasarım Ve Uygulama
Yarışması’nı düzenliyor. Son
başvuru tarihi 21 Ekim 2013
olan yarışmanın jürisinde
Prof. Dr. Ahmet Arısoy, Halit
Turgut Salaçin, Zeki Özen
gibi isimler yer alıyor.
Toyota’dan
Tasarım
Yarışması
Toyota Lojistik Uluslararası
Tasarım Yarışması Komitesi
organizasyonun amacını
şöyle açıklıyor: “Hızlı hareket
eden bir dünyada, akülü
çekiciler temel mal akışının
kontrol ulaşımını sağlar. Ağır,
güçlü ve güvenilir araçlar,
uzun mesafelerde ağır yükler
taşıyarak zaman, enerji ve
para tasarrufu sağlarlar.
Yarışma katılımcılarından
bu işlevsel araçların
aynı zamanda çok şık da
olabileceğine yönelik tasarım
önerileri bekliyor”. Son
başvuru tarihi 14 Eylül
2013 olan yarışmanın jürisi,
alanında uzman tasarımcı ve
endüstriyel yöneticilerden
oluşuyor.
Kadıköy Belediyesi
Yeldeğirmeni’ndeki Özen
Sineması’nı yeniledi ve
Tasarım Atölyesi Kadıköy
(TAK) tasarım merkezi olarak
tekrar topluma kazandırdı.
Yenilikçi ve yaratıcı fikirlerin
uygulamaya geçtiği buluşma
ortamı TAK, fikirleri olan
Kadıköylüler, projesi olan
tasarımcılar ve olanakları olan
destekçileri merkezine davet
ediyor. Sloganı ise ‘Tasarım
Sizden, Uygulaması Bizden!’ Merkezin genel amacı kentsel
sorunlarının çözülmesi için
yaratıcı buluşma ortamları
sağlayarak, tasarımın gücü ile
yenilikçi çözümler üretmek.
TAK, Kadıköy’ün sorunları
üzerine düşünen, fikri,
tasarımı veya projesi olan
herkese açık.
Horoz
Yorumlandı
2012 yılına kadar Denizli
kent meydanında bulunan
polyester horoz
heykelinin kaldırılmasından
sonra, Karma Tasarım
Atölyesi tarafından
Denizli’nin sembolü olan
horoz imgesi camla yeniden
yorumlandı.
Füzyon, alevle çalışma
ve kalıpla şekillendirme
yöntemleri kullanrak
yapılan cam horoz
heykeli 7000 parçadan
oluşmaktadır ve yüksekliği
4.1 metre. Heykelde canlı
renkler ve derinlik hissi cam
malzemesinin
olanaklarıyla birleşerek
vurgulanmış. Cam horoz
heykeli kentin
tanıtımına şimdiden büyük
katkı sağlıyor.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
iletisim@kaletasarimmerkezi.com, umut@kaletasarimmerkezi.com Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
www.kaletasarimmerkezi.com
www.kaletasarimmerkezi.com