1 - Kitabsiz.az
Transkript
1 - Kitabsiz.az
1 işelerden geçerken arabam ın ön cam ındaki elektronik ödem e cihazı her biplediğinde gü lüm süyorum . Eğer bir um um i tuvalete birden çok kez giriyorsam her seferinde aynı kabini kullanıyorum. Banyoda geçirdiğim süre o günkü ruh hâlimi yansı tır. N e kadar kısa, o kadar m utlu. Eğer bir sırada bekliyorsam aklım dan sürekli yirm i den geriye doğru sayarım. Bazı sabahlar günde bir tane alm am gereken multivitam inlerim den iki tane alıyorum , bazen de hiç al m ıyorum. 9 t / { <t ( t V }\ \ l / ( Son anda iptal edilen bir randevudan kaynaklanan fazla zamanı çok seviyorum. Bazen yaya geçidinde kırmızı ışıkta geçiyorum. Bütün bunlar bana sorulmasını beklediğim sorular için hazırladığım cevaplar. Parktaki ücretsiz yoga der sim in sonunda bir ağacın altında shavasana* pozisyo nunda yatarken aklım dan bunlar geçiyor. Bir haftadır denizaşırı bir ülkede yalnızım ve artık yön sorm aktan daha derin bir sohbet için hazırım. “ G üneşle, rüzgârla ve bu güzel parkla bütünleşin” diyor yoga eğitm enim . Bir taraftan da etrafta dolaşa rak kunduzların açtığı çukurları ayaklarıyla kapatı yor. D ah a sonra tem izleneceğini um duğum parm ak arası beyaz terlikleri kırm ızı toprağa bulanarak yavaş yavaş daha da kirleniyor. Estetikli göğüsleri ve yüzü ne kalıcı olarak yapışm ış h afif şaşkın, heyecanlı bir görünüşü var. H ep birlikte sevgiyle nefes alıyoruz ve gökyüzü ne doğru uzanıyoruz. A rdından nefes veriyoruz ve eğitm enim izin söylediğini tekrarlayıp ‘defol g it’ d i yerek içim izdeki tüm olum suzlukları atıyoruz. Tek rar nefes alıyoruz ve artık ihtiyaç duym adığım ız tüm yüklere ‘defol g it’ diyoruz. Son ‘defol g it’, artık bizi sınırlam ayacak olan o bulanık zihinsel kalıplar için. Shavasana: (Ölü Duruşu) Yogada bir pozisyon adıdır. Shava, Sanskritçede ölü demektir. Bu duruşun adı Mrt-asana olarak da bilinir. Rahat ve doğal bir şekilde hareket etmeden sırtüstü yatmayı ifade eder, (ç.n.) /O • / . i / 'i r m t ' j v '/ r t ı t ’i /t « J ( < t / « / t D ers coşkulu alkışlar, kucaklaşm alar ve tezahüratlar la bitiyor. H azırlıksız yakalandığım bir kucaklaşm a ya m aruz kalm am ak için yanım daki bisikletçi eşof m anı giym iş adam ın hevesli gülüm sem esini görm ez den geliyorum . M erhaba coşku. M erhaba H ollyw ood. G ezegen deki bütün liselerin ve tiyatro okullarının en yakışıklı erkekleri ve en güzel kızları memleketlerinden çıkarak soluğu Los Angeles’ta alıyorlar ve bunlara her gün ye nileri ekleniyor. Hollyvvood’un m erkezindeki tam m öbleli kiralık stüdyo dairem e dönüyorum ve karşı binanın tu ğ la duvarına bakan pencerem den dışarıyı izliyorum. Buraya gelm eseydim de H in distan ’a gitm iş olsay dım m anzaram nasıl olacaktı acaba? Sidn eyden bir an önce ayrılm am gerekiyordu. B om bay’a bilet ba karken Avustralya’daki ajansım la konuştum ve bana LA’ye gitm em i önerdi. Burası için bilet fiyatının B om bay’dan yarı yarıya ucuz olduğun u görünce de kendim i burada buldum . Kendim e bir fincan çay yapıyorum . Çayım la bir likte dizüstü bilgisayarımı da alıp iki kat yukarıya çı kıyorum ve çamaşırhanenin yanındaki 521 numaralı apartm andan kablosuz internet çalmak için uzun bir koridoru yürüyorum. Güvercin kümesine benzeyen // bu bina ve bu kısır hayattan çok da uzakta olmayan çamaşırhane deterjan, aile ve ev kokularıyla dolu. H âlâ sıcak olan kurutuculardan birinin üzerine oturuyorum ve ertesi gün öğleden sonra gireceğim ilk seçmenin bilgilerine kısaca göz atıyorum . N ike rekla mındaki ‘koşucu rolü için bir seçme bu. Koşucunun tanımı: Biçimli, form da bir vücut ve güzel bir gülüm seme. Nasıl oldu da bir figüran rolü için seçmelere gi recek kadar alçalmayı kabul ettim? Sayfanın alt kısm ı na bakınca nedenini görüyorum : Ücreti Potts Point’te bir stüdyo daire almaya yetecek kadar dolgun. H em en Facebook’a geçip karşıma çıkan sayfayı okuyorum : Facebook tanıdıklarınla iletişim kurmanı ve hayatında olup bitenleri paylaşmanı sağlar. Kesinlikle katılm ıyo rum. Bence Facebook şimdiye kadar gördüğüm en çok yalnızlık yüklü kavram. D avet edilm ediğim bir partiye kalın camların ardından bakıyorm uşum gibi. Gelen kutusunda G eorge Shores’tan gelen okunm a mış bir mesaj fark ediyorum. G eorge birkaç yıl önce Sidney’de rol aldığım bir televizyon dizisinde benim âşık olduğum adamı oynuyordu. Merhaba, buralarda olduğunu duydum. Bir şeyler içmeye ne dersin? Numaram 3234239388. Öptüm. 12 • ' /- ı / / ı ı ı ı t 'j ^ f(t n -Itt - / \ ft /< 1 t Burada herhangi bir seçme için uyman gereken kıyafet zorunluluğu, m üm kün olduğunca seksi giyinmendir. Söylenenlere göre, sergilediğin göğüs dekolte si ne kadar fazlaysa seni geri aramaları ihtimali o kadar yükseliyormuş. Saçm a sapan bir dolgulu sütyen takıp aynadaki görüntüm den ürkerek arabama atlıyorum. Yüzleri tanıdık gelen bir sürü kadının olduğu bek leme salonuna giriyorum. O rtalık sessiz. Son dakikada ortaya çıkan bir gerginlik içime dolup her yerimi kap lıyor. Lanet olsun! Bir sandalyeye oturup yavaş yavaş nefes almaya çalışıyorum. G öz tem asından kaçınıyo rum çünkü gerginliğim gözüm den anlaşılacak kadar güçlü. En azından repliğim yok! Yani Amerikan aksanıyla konuşm ak zorunda kalm ayacağım. Bu bana, son derece keyifli olduğum zam anlarda bile am uda kalkıp yürüm ek kadar zor geliyor. O d a yavaş yavaş dolm aya başlıyor ve her yeni ge len kız, kapının arkasındaki bir deftere imza atıyor. Kahretsin, imza atm am mı gerekiyordu? Birilerine sorsam mı? N e yapm am gerektiğini bilm iyorm uşum gibi görünm ek de istemiyorum. Amerikan aksanıyla mı sormalıyım? Ya eğer yanlış tonlarsam? Deftere yak laşıyorum ve isim, ajans ve geliş saatinin kaydedildiği sütunları görüyorum . “Affedersiniz” diyorum kızlardan birine. Avustral yalI aksanım norm alden bile daha güçlü çıkıyor. “H er kesin bu deftere imza atm ası mı gerekiyor?” (WaM “Evet. G eldiğiniz saati de yazın. Burada seçmeler için herkese aynı randevu saati verilir am a geliş saatine göre içeri girersiniz.” Böyle bir şeyle Avustralya’da hiç karşılaşm am ıştım . Bende spor ayakkabılar var. D iğer herkes yük sek topuklu ayakkabılar giym iş. Sıram gelene kadar yaklaşık bir saat bekliyorum . Sonu n da içeri girip rol dağıtım asistanına ve kam eram ana kısaca kendim i tanıtıyorum . Seçm enin ne için olduğu ya da işin ne olduğu hiç fark etmez, ne zam an ‘m otor’ dense, o anda kim olm am gerekiyorsa kendim i o kişi olarak görürüm . Bunu tek bir kelim ede anlatam am am a ge nellikle sizi yirmi terapi seansına ihtiyaç duyacak hâle getiren bir şeydir. K endi kendim le dalga geçiyorum . M üm kün olduğunca sakin görünm eye çalışarak ışığa doğru yürüyorum am a nedense el freni çekili hâlde araba kullanıyorm uşum gibi hissediyorum . Beni kut layıp teşekkür ediyorlar ve kendim i bir dakika içinde dışarıda buluyorum . Kiralık güm üş P T Cruiser arabam a atlayıp eve geri dönüyorum . Trafik ışıklarında cep telefonum u çıkarıp bir şeyler içmek için G eorge’u arıyorum. K albim şim di iki kat hızlı çarpıyor. Telefon çalmaya başlam adan hemen önce kapatıyorum . Bana neler oluyor böyle? O ndan hoşlanm ıyorum bile. Eski bir arkadaşla sıradan bir içki bu, Tanrı aşkına. Tutkuyla öpüştüğüm eski bir arkadaş. A m a o bir televizyon dizişiydi, sayılmaz yani. *4 * ^ J ** 11-\ < t . / / tt ( 1/ i Tekrar arıyorum. Çalıyor. Kesik kesik nefes alıp veı i yorum . Lütfen sesim titrek çıkmasın. “Alo?” “George, ben Sunny.” idare eder, o kadar da titrek değil. “Ah tatlım , sesini duym ak çok güzel! N eler yapı yorsun?” “Az önce ‘koşucu kadın rolü için bir seçmeye gir dim am a sanırım göğüslerim yeterince büyük değil. Karakter tanım ında ‘biçimli bir vücut’ diyor.” “ M oralin mi bozuldu?” “Evet, bozuldu. Yani şimdiye kadar işler oldukça iyi gitti benim için. Sen nasılsın?” “İyiyim. Özel bir şirket kısa filmimi alacak gibi ve ayrıca Echo Parkta dağınık bir eve kondum . Ev bir yönetmenin ve kendisi birkaç aylığına şehir dışında olacak.” “Lanet olsun! Bir saniye bekle, polis var.” Polisi ge çene kadar telefonum u kucağım da tutuyorum . “ Burada araba kullanırken telefonla konuşm anın serbest olduğunu biliyorsun, değil m i?” diyor George, telefonu tekrar kulağım a götürdüğüm de. “ D aha neler!” “Evet, öyle. Eğer yasak olsaydı telefon şirketleri çok para kaybederdi. Neyse, gelip yeni evime bak- ./{ < t 11<> ' W r ı l / . m alısın. Bu akşam ne yapıyorsun? Jakuzi keyfine ne dersin?” “Tabii, evet, neden olm asın, gelirim. Saat kaçta ge leyim?” “Ben 7:30 gibi dönm üş olacağım . O saatten sonra ne zaman istersen gel. Ben gelirken yiyecek bir şeyler getiririm. İstersen televizyon seyrederiz.” “Tam am . Nasıl geleceğim? O toyollardan tarif eder sen sevinirim. N orm al yollarda araba kullanamıyorum hâlâ.” “ Neden?” “Çünkü çok korkutucu.” “Tam am , anlaşıldı.” >6 2 « V; ay canına! Em inim bu ev piliçleri götürürken epey işe yarıyordur” diyorum . “ Kesinlikle yarıyor” diyor. Ev çok büyük am a sıcacık bir kayak evi havası var. İpli kuklalardan Amerikan yerlilerinin başlığına kadar bir sürü değerli süs eşyası var ve sanırım hepsi film set lerinden. Sigara böreği, lim onlu tavuk, kara fasulye soslu et, kızarmış Ç in pilavı, Curb Your Enthusiasmm bir bölü m ü ve yaklaşık iki şişe şarapla keyif yapıyoruz. Konu dönüp dolaşıp birlikte oynadığım ız diziye geliyor. 17 G eorge az kalsın kovulm asına neden oluyordum diye bana hâlen kızgın olduğunu söylüyor, ikim iz bir araya geldiğimizde gülm em ek için çok çaba sarf ediyorduk ve bu yüzden birlikte oynadığım ız sahnelerin çekimi her zaman zordu. Kalkıp tepelere bakan bir manzarası olan terastaki jakuziye atlıyoruz. G eorge köpük m otorunu çalıştır mayı bir türlü beceremiyor. T u h af bir durum oluyor. Birlikte sıcak suyun içinde m ayolarımızla öylece otu ruyoruz. George neşelenmemizi sağlamak” ıçin balon cukların olmayışını bahane olarak kullanıyor. “Tobey ile ayrılmışsınız. Bunu duyduğum a üzül düm . Nasıl geçti? Yani bütün o ayrılma süreci...” diye soruyor George. “ Bilirsin- işte, oldukça kötüydü. Sanki ilişkim iz birden kansere yakalandı. H em de hızlı yayılan bir türüne.” “ Sidney’de um utla senin dönm eni bekleyen bir sürü erkek olduğunu söylemem gerek.” “Bu da ne dem ek şim di?” “Senin ayrılman tarihteki önemli anlardan biriydi. Bekleyen onca erkeğe seninle yatağa girebilmek için bir um ut ışığı doğm uştu. Sıkıcı, yaşlı insanlarla bir likte yaşarken kaybolm adın. Saygı duruşunda durup m um yakan ve bu um udu kutlayan bir sürü erkek ta nıyorum ben.” 18 “Saçm alıyorsun.” “ Hayır, hiç de saçm alam ıyorum . H atta ben iki m um yaktım .” “ H adi canım !” “Bu doğru. Senin için düdüğüm her zaman hazırdı.” “ D ü d ük mü? Bu da ne dem ek?” “ Boş ver.” Bir sigarayı paylaşarak konuşm aya başlıyoruz. Bana kısa film inin konusunu anlatıyor. G ayet güzel bir filme benziyor. Ben de ona yeni A m erikalı m e najerim i anlatıyorum . C üm lem in ortalarındayken suyun altında bir ayağın benim ayağım a d ok u n d u ğu nu hissediyorum . Hayır, ayağını çekerken yanlışlıkla dokun m uş değil. “Sakın harekete geçeyim falan dem e.” “N e?” diye soruyor am a ayağı hâlâ olduğu yerde. “A n lam am ış gibi yapm a. O koca ayağını h isse d iy o ru m .” “Tamamen masumane. Sen devam et. N e diyordun?” G ülüm süyorum . “ D iyordum ki, tanışm aya gitti ğim de gözlerime inanam adım . Kadının ofisi Beyaz Saray’a benziyordu.” Ayak hâlâ orada. Ben benim kini çekiyorum. O nunki peşim den gelip tekrar benim ayağım ı bu . / lrı (*<• '' W c o / / luyor. Jakuziden çıkıyorum, o da peşim den çıkıyor. Beni yakalayıp geri çekiyor. Ayağa kalkana kadar ne kadar sarhoş olduğum u anlam ıyorum . Bir süre öyle ce duruyoruz. H avada ergenlere özgü ağır bir sessizlik var. M ükem m el ses sistem inde yüksek sesle çalan Ray LaM ontagne’in ‘Shelter’ isim li şarkısında yavaş bir dansa çekiyor beni. “ Bu gece sevişecek miyiz?” diye soruyor. “ Hayır, George. Kesinlikle sevişmeyeceğiz.” “A m a birlikte çok iyi dans ediyoruz. Yatakta da iyi olacağım ız anlam ına geliyor bu, biliyorsun.” “Cevabım hâlâ hayır.” “Birlikte olm am am ız için bana tek bir iyi neden söyle.” “ Sidney’deki kadın oyuncuların hemen hepsiyle yattın.” “D aha iyi ya işte! Seninle yatm adım diye kendini kötü hissetm ek istemezsin, değil mi? D ah a iyi bir ne den söyle.” “ Kadın oyunculara ‘yatak’ diye isim taktın.” “ Eğer sen bir yatak olsaydın geniş, konforlu, lateks dolgulu ve yaylı bir yatak olurdun.” “Eğer yatak olsaydım geniş olacağım ı söyleyerek mi yatağa atm aya çalışıyorsun beni?” “ Evet. N e kadar doğal ve sam im iyim , değil m i?” 20 “Öylesin am a cevabım hâlâ hayır.” D an sa devam ediyoruz. Boynundan O ld Spice kokusu alıyorum. Genel kaidelere göre yakışıklı sayılmaz am a gözlerin deki ışıltı, yönetmenlerin ve güzel kadınların kapısına gelmelerini sağlıyor. “Sidney’deki kadın oyuncuların hepsiyle yatm a dım ” diyor. “G önlünü eğlendirmek için daldan dala gezdiğin gerçeğini inkâr etmeye kalkm a.” “D oğru kişiyi henüz bulam adım da ondan. H epsi psikopata dönüştü sonunda.” D an s ettiğim iz şarkı bitince banyoya gitm ek için ondan ayrılıyorum . Banyoya giderken sendeliyorum . Tuvalette başım ı ellerim in arasına alarak oturuyo rum . O d a etrafım da dönüyor. Lanet olsun! Araba kullanam ayacak kadar sarhoşum . Evim de taksi p a rasını karşılayam ayacağım kadar uzakta. Yüzüm ü yı kıyorum ve m usluktan bir yudum su içiyorum . Ar dından m utfağa giderek kendim e koca bir bardak su dolduruyorum . “Hey, bu kadar adi bir adam olduğum için özür di lerim. Kendim e engel olam adım . Çekilm ez biriyim. İstersen kolum a yum ruk atabilirsin.” Atıyorum . G er çekten sert bir yum ruk. “Kahretsin, erkek yum ruğu gibiydi! Çürüyecek. H adi dışarı çıkıp dans edelim. So kağın hemen aşağısında salaş bir bar biliyorum .” ,' / { < , ( t e <>W aM “ Yo, kendimi kötü hissediyorum .” “ Ne? İçkiden mi? U ç kadeh içtin sadece.” “Altı veya yedi kadeh içtim. Genelde dördüncüde kusardım oysa.” “Ah, zavallım benim! Gel şöyle.” Beni oturtup aya ğımı yakalıyor ve belli bir noktaya parm ağıyla bastırıp ayılmamı sağlam aya çalışıyor. “ H içbir işe yaramıyor. H atta m idem i daha fazla bu landırıyor.” “ Konuşm a. Beş dakika zaman gerekiyor.” “ Beş dakika mı? Bu asır gibi.” “ Sabırlı ol. Beklerken izlemen için benim tanıtım C D ’mi takıyorum oynatıcıya. Bittiğinde kesinlikle ayılmış olacaksın.” Tanıtım C D ’si için seçtiği m üzik ve sahneler olduk ça iyi. İkim izin bir arabanın içinde tutkuyla öpüşür ken oynadığı bir sahne de var. İçim de bir kusm a isteği dalgalanıyor. Ayağımı kurtarıp tuvalete gitm ek için kalkıyorum. Şelale gibi kusuyorum . H iç bitmeyen bir limonlu tavuk şelalesi gibi. Tam bir aptalım. Ne dem e ye bu kadar çok içtim ki? Kusm am bittiğinde pisliğim i temizliyorum ve ayna da kendime bakıyorum . Burada ne işim var? Başka bir adam la ne işim var? Eve gitm ek istiyorum. Gözlerim kan çanağı gibi, saçımın önünde bir iki parça kusm uk 22 « ' l') / s :i U U ' j (, ■ / (()!■ > f i *J {O / < / ’ var, tepem ıslak ve rim elim yüzüm den ta boynum a ka dar akmış. D ünyadaki en iğrenç kişiyim. “Sen kustun m u?” diye bağırıyor George, kapının ardından. “Sanırım ” diyorum gayet kısık bir sesle. “İyi m isin?” diyerek kapıyı açıyor. “Hey, hâline bak.” “ Dışarı çıkar mısın, lütfen?” “ Üzerini değiştirm ek için kıyafet ister m isin?” “Ah, evet! Bu iyi olur.” Yüzüm ü kızarana kadar ovalayarak m akyajım ı tem izliyorum . O anda m akyaj çantam ın yanım da olm adığını hatırlıyorum . Lanet olsun! G eorge elin de giysiler ve paketi açılm am ış bir diş fırçasıyla geri geliyor. “Yatıya kalan kızlara vermek için hazır mı tutuyor sun bunları?” diye soruyorum . Cevap vermiyor. D uş alıyorum ve giyinip koltuğa oturuyorum . “Ö zür dilerim, çok utanıyorum” diyorum . “ U tanm ana gerek yok. D aha iyisin, değil mi?” “Evet, çok daha iyiyim gerçekten.” “Bara gidecek kadar iyi m isin?” “George, hayır. Gidem em . A m a eğer gitm ek isti yorsan sen git.” 23 <J{<1{t*> (W<dl “ H adi ama, hoşuna gidecek. Söz veriyorum. G itti ğimizde sana şu bitki özlü içkilerden alacağım . Kendi ni harika hissedeceksin.” “Gerçekten hiç hâlim yok.” “Lütfen. Gelm eni sağlam ak için yapabileceğim bir şey var m ı?” “ Şunu tak.” Şapka askılığında duran ayı kafasını gösteriyorum. Bir kostüm ün üstü olmalı. “Tam am .” Ayı kafasını alıp başına geçiriyor. “ H adi gidelim .” “O n u barda takmayacaksın, değil m i?” “Bahse var m ısın?” “Tam am . Evden çıktıktan sonra sürekli takacaksın onu. N e olursa olsun çıkarmayacaksın. Eğer çıkarırsan giderim, anlaştık m ı?” A m a bu benim evden makyajsız ve G eorge’un kıya fetleriyle çıkm am gerektiği anlam ına geliyor. O n kapıdan çıkıyoruz. G eorge önündeki sepetin de çiçekler olan, tekerlekleri süslü bir kız bisikleti ge tiriyor. “Atla” diyor. “M üm kün değil, dostum . N eden yürüm üyoruz ki?” “Yürümek için çok uzak. LA’de hiçbir yere yürüye rek gidilmez.” 24 , C ! < 1 1 1 -i<( » / { <t { i l 1 “ O zaman taksiye binelim .” “ LA’de taksi yok.” Bisikletin gidonuna oturuyorum . H areket ediyo ruz. Köşeyi dönünce dik bir yokuşu inmeye başlıyo ruz. Popom öndeki sepetin içine doğru kaymaya baş lıyor. T üm yokuş boyunca çığlık atıp küfrediyorum. Serbest düşüşle düşiiyormuşum gibi hissediyorum. Ar kamda bir adam var ve o Tobey değil. Bundan hiç hoş lanmıyorum. “Ah, terliğimin birini düşürdüm !” diye bağırıyo rum. “ O lsun.” “Hayır, dur. G eorge geri dön lütfen.” M eneviş m a visi parm ak arası terliklerimi çok seviyorum. “Ç o k geç artık. O yokuşu pedal çevirerek geri çıka m am şim di. Eve dönerken alırız.” “O ayı kafasının içindeyken yolu görebiliyor m u sun bari?” “Sayılır.” Bara yaklaşınca inip bisikleti bir köşeye bırakıyo ruz. Bir ayağım da terlik olm adığını gizlemek için George’un bana verdiği eşofm anın altını aşağı doğru çekiştiriyorum. Kapıya yaklaştığım ızda kapıdaki fedai G eorge’a başındaki ayı kafasıyla içeri giremeyeceğini söylüyor. G eorge tam çıkaracakken “Sakın buna yel25 . / ( <ı ( i e ‘ ‘i Urt ( ( tenine” diyorum . Görevliye de neden onu içeri böyle alm adıklarım soruyorum . “Şirket politikası” diyor. “Ayı kafasıyla girilemez diye bir şirket politikası ol duğunu sanm ıyorum .” “ Ö zür dilerim, hanım efendi.” Aram ızdaki tartışm a devam ediyor. Ayı kafası az ötem izde sessizce bekliyor. “ Bak, tam am , sana gerçeği söyleyeceğim” diyorum adam a. “Arkadaşım dün burnundan estetik ameliyat oldu. İki gözü ve yüzünün her yeri mosm or. Buraya gelebilmemizin tek yolu bu ayı kafasını takm asıydı.” “Tam am , girin bakalım .” M erdivenlerden aşağı iniyoruz. İçerisi buz gibi so ğuk. Dövm eli, piercing’li, deri giysili insanlarla dolu. Karanlık ve dum an altı. Bir duvar olduğu gibi grafitiy le bezeli. Eski m oda altın rengi çerçeveyle çevrelenmiş camın ardındaki kabinde D J parçalarını çalıyor. İçerisi darm adağın görünüyor am a daha dikkatli inceledi ğim de bu karm aşanın özellikle tasarlandığını anlıyo rum. Birkaç kişi dans ediyor ve hiç kimse ayı kafasıyla ilgilenmiyor. G eorge içkilerim izin siparişin i vermeye çalışıyor am a sesi duyulm uyor. B en im kulağım a bağırıyor, ben de duyduklarım ı bu d urum d an hiç de hoşlan- 26 % - S f / t i Ç ’/ r / ıı*i <t : d j u u < 5 m ayan barm ene iletiyorum . Fernet-Branca’la n m ız ıt alıyoruz. G eorge içkisini ayının ağız kısm ın daki bir delikten so ktu ğu m u z p ip et yardım ıyla içiyor. H a k lı. Bitkisel içki kendim i biraz dah a iyi hissetm em i sağlıyor. Tek kalan terliğim i de çıkarıyorum ve dans et meye başlıyoruz. N eden se G eorge çalan m üziğe hiç uym adığı hâlde ‘ Walk Like an Egyptian * * dansı y ap m aya başlıyor. Yapm a diye kafam ı sallıyorum am a o uzun bir süre bu dan sa devam ediyor. Sadece, uzun bir bardaktan yine pipetle içtiği biradan bir yudum alm ak için duruyor. A m a barda sadece kısa pipetler var. Bu nedenle birayı şişeye geri dökm ek zorunda kalıyor. Bardan çıkınca bisikleti aynen bıraktığımız yerde buluyoruz. “Ayıyı şim di çıkarabilir m iyim ?” diye soruyor G eor ge. Terden sırılsıklam olmuş. “ Evet, çıkarabilirsin.” Eve dönüş yolu epey uzun.-Yokuş çok dik ve bisik letten inmemiz gerekiyor. G eorge bana spor ayakka bılarından birini veriyor. Ayakkabı çok büyük, tıpkı ** Fernet-Branca: Çeşitli aromatik ot ve bitki kökleriyle yapılan oldukça sert bir içki. Genellikle aperatif olarak ama daha çok mide bozukluklarında ferahlatıcı özelliği nedeniyle içilir.(ç.n.) Walk Like an Egyptian: (Bir Mısırlı Gibi Yürü) The Bangles isim li grubun 1986 yılında çıkardığı Different Light isim li albümün en ünlü parçası. Klibinde Mısır fira vunları şeklinde yürüyen insanlar vardı, (ç.n.) 27 . / (<<(te ) İW/ / bir palyaço ayakkabısı gibi oluyor bana. Kaybettiğim terliği de bulamıyoruz. “Gece kalmak ister misin? Söz veriyorum senin üs tüne gelmeyeceğim” diyor. “Tamam o zaman.” Ana yatak odasındaki kocam an yatağa atlıyoruz. Ç ift kanatlı camlı kapıyı açık bırakıyoruz. Esinti cen netten geliyor sanki. Kolum u yukarı uzattığım da karşımdaki duvarda gölgesini görüyorum. Eski evimde de olurdu bu. Tobey ile birlikte her gece ellerimizi ördek kafası şekline getirip gölgesini duvara yansıtırdık ve ördekler birbir lerine iyi geceler öpücüğü verirdi. Elimle ağzım açıp kapatan bir ördek kafası şekli ya pıyorum. Ardından George elini kaldırıp gölgesiyle bir tür timsah şekli yaparak benim ördeğime saldırıyor. H em en elimi aşağı indiriyorum. G eorge gülüyor am a ben gülmüyorum. “Kızlarla yatarken genelde uyum am , biliyorsun” diyor George. “ Evet, uyursun. H iç âşık oldun m u?” “Uzun zam andır olm adım .” “Neden sence?” “ Kalbim kırıldı bir kere ve tam ir olacağını hiç san m ıyorum .” G eorge’un bu kadar dürüstçe konuşm ası 28 • ' /- i / / f u t t ' j J h n .i« » / t u {< /t pek sık rastlanan bir şey değildir. “Katil balinaların bir kez yakalandıklarında sırtlarındaki yüzgeçlerinin yan taraflarına düştüğünü biliyor m uydun?” “Hayır, bunu bilm iyordum .” “O kyanusa geri salınsalar bile yüzgeçleri her zaman yan tarafa yatık kalıyor. Kendim i yüzgecim yana yat mış gibi hissediyorum” diyor karanlığa doğru. “Jess’ten mi bahsediyorsun?” diye soruyorum . CCT-' hvet. » “Bunun üstesinden geleceksin, George. Biz oldukça dirençli yaratıklarız.” “Gelebileceğimi sanm ıyorum , biliyorsun. Neredey se her gün onu düşünüyorum .” “Ayrılmanızın üzerinden ne kadar zaman geçti?” “Yaklaşık iki yıl.” “ O ldukça uzun bir süre.” “Evet, öyle. İyi geceler, kusm uklu” diyor. “ İyi geceler.” 29 3 O ldukça kötü bir uykudan sonra ertesi sabah uya nıyorum. Tobey’nin horlaması olm adan uyu m ak sessizlikte dans etm ek gibi zor bir şey. Evime dönüyorum . Koridorda ilerlerken kapıları açık birkaç daireden içeri bakıyorum. Genellikle gör düğüm şey, televizyon izleyen iğrenç görünüşlü yalnız erkekler. Tanrım , burada yaşam ak bir erkekler hapis hanesinde yaşam ak gibi. A vustralya’daki en yakın ark ad aşlarım d an biri olan N in a ’ya u laşm ay a çalışıy o ru m . N in a son üç y ıldır LA ’de yaşıyor. “ E rkek ark ad aşım d e ğ il” de- d iği İki G ü n lü k R ay ’Ie bir h aftad ır şehir d ışın d a kam ptayd ı ve b u g ü n dönüyor. T elefon u m esaja d ü şüyor. İki kere d ah a d en ed ikten so n ra m esaj b ıra kıyorum . K üveti o ld u k ça sıcak bir suyla d old u ru p içine giriyorum . Suyun sıcaklığın dan cildim kıpkırm ızı oluyor. iP od’u m dan Jo n i M itch ell dinleyerek buruş buruş olm u ş parm aklarım la bir portakal soyuyo rum . Su neredeyse soğu k hâle gelene kadar küvette kalıyorum . Sonunda dışarı fırlayıp market alışverişine gidi yorum ve doğruca Sağlıklı Yiyecekler reyonuna giri yorum . Tanrım , buradaki sağlıklı yiyecek reyonları Avustralya’dakilerden çok daha büyük. Tam bir cen net. Yağsız, şekersiz ve buğday unsuz olduğunu iddia eden am a tadı sünger keke benzeyen bir ekmeğin ta dına baktıktan sonra ufak bir şüphe uyanm aya başlı yor içim de. K ısa bir süre şüpheyle düşünüyorum am a iddialara inanm ak daha kolayım a geliyor ve sepetimi doldurm aya devam ediyorum. A rabam a dönerken yağm ur oluğuna eğilmiş inleyen birini görüyorum . İlk önce bunun bir evsiz olduğunu düşünüyorum am a biraz daha dikkatle bakınca yanın da Sağlıklı Yiyecekler reyonunun kâğıt alışveriş torbası bulunan beyaz keten pantolon giymiş pahalı gözlüklü birini görüyorum . 32 « Ç i fi t l’\ft » J ( <t /' / ’ “Affedersiniz, siz iyi m isiniz?” diye soruyorum . “A m an Tanrım! Yaşlı sırtım fena tutuldu” diyor adam , iki büklüm otururken. Altm ışlarının sonunda veya yetmişlerinin başında olmalı. K ibar bakışları var ve sandal ağacı kokuyor. “Aslına bakarsanız buna benzer bir şey bana da olu yor bazen, iyisiniz, bir şeyiniz kalm ayacak” diyorum yanm a diz çökerken. “Sadece derin nefes alın.” “ Bu olanlar için sizi rahatsız ettiğim den dolayı özür dilerim. D aha önce dışarıda hiç olm am ıştı. Genellikle yatakta ya da evdeyken kilitleniyor am a galiba alışveriş paketi biraz ağır geldi.” “Ö zür dilemeyin. Size yardım etmekten m em nuni yet duyarım . Benim adım Sunny. Sizinki nedir?” “Albert Sinkway. Tanıştığım ıza m em nun oldum . Bana yardım etmeniz büyük incelik.” “ Şim di, doğrulabilecek misiniz, bir bakalım .” Ya vaşça onu oturur pozisyona getiriyorum. Gözleri nemli ve hafifçe titriyor. Bu kendine özgü ağrıyı kendim den çok iyi biliyorum. “ Derin nefes almaya devam edin. Nerede oturuyorsunuz?” “H ollyw ood H ills’de. Arabam ı şuraya park ettim .” Eliyle bir yeri işaret ediyor. “Sizi benim arabam a götürüp arka koltuğa yatıraca ğım ve evinize bırakacağım .” . J{ ft ( ic ° W c d l “Ah, hayır tatlım! Sana daha fazla sorun yaşatm ak istemem. Bana bir taksi ya da am bulans çağırsan yeter li olur. Buradan alırlar beni.” “ Hayır, saçm alam ayın.” Arabam la gelip karşısına duruyorum . Yaşlı adamı arabaya bindirm ek neredeyse on dakikam ı alıyor. B ü tün hareketlerimizi gayet yavaş biçim de yapıyoruz. O sürekli “özür dilerim” diyor, ben de “derin enfes alın.” Sanki hamile bir kadına doğum yaptırıyorum. Evine doğru yola çıkıyoruz. T ipik bir Hollyw ood Hills evi. O n u evine sokup bir koltuğa yatırıyorum. Terden sırılsıklam olm uş bu hâliyle yağm urda ıslanmış bir yavru kuşa benziyor. “Aramamı istediğiniz biri var mı? Aileniz falan?” diyorum. “Kim sem yok, aslına bakarsan. Eşim dokuz ay önce vefat etti.” “Bunu duyduğum a üzüldüm .” “Teşekkür ederim, canım .” M asörünü arıyorum ve hemen geleceğini söylüyor. A dam gelene kadar Albert’ın yanında kalm ak için ısrar ediyorum ve ona bir fincan çay hazırlam ak için m ut fağa gidiyorum. “D aha önce hiç bu kadar çok çeşit çayı bir arada görm em iştim ” diyorum , açtığım dolabın tüm ünü çeşit çeşit çayla dolu görünce. ■M m ı ': v / < / ■ / / - i fV . / ( a / '/ < “Onların hepsi eşim Pearl’ündü. Ç ay içecek baha neyi her zaman bulurdu. İyi haber için, kötü haber için, günlük işleri tam am ladıktan sonra ödül olarak... Etrafındakilerin de ona eşlik etmesi için ısrar ederdi. Tam bir çay partisi tutkunuydu. Ç o k sosyal bir kadın dı Pearl.” Yüzüne baktığım da karısını ne kadar çok sevdiğini görebiliyorum. “ Çayı ben de severim” diyorum . “İngiliz m isiniz?” Benimle ilgili konulardan, burada ne yaptığım dan konuşuyoruz. Avustralya’da sahildeki hayatımı bıraka rak havuza atılmış bir kedi gibi H ollyw ood gettosu nun ortasına nasıl düştüğüm ü anlatıyorum. M asör geliyor, Albert’i muayene ediyor ve bir kas spazmı yaşadığını, masaj, ağrı kesici ve iyi bir uykuyla düzeleceğini söylüyor. Tekrar N ina’yı arıyorum ve bu kez ona ulaşıyorum. Albert’ın arabasının yanında buluşm aya karar veriyo ruz. Böylece arabayı alıp Albert’a getirebileceğim. Beverly Bulvarı’ndaki M ilk adlı kafeye geliyorum. N ina çoktan gelmiş. Beni görünce ayağa fırlıyor. Sı kıca kucaklaşıyoruz am a o kendini geri çekip tekrar sarılıyor. ./ ! I 1/ “Sol kolunu kaldırarak sarılmalısın. Böylece kalple rimiz birbirine dokunabilir” diyor. Birine böyle sıkıca sarılmayalı uzun zaman olmuş. Sidney’de yıllarca beraber yaşamıştık. Arkadaşlığım ız öyle ilerlemişti ki içtiğimiz su ayrı gitmezdi. O n yıl dır tanıyordum onu ve bu süre içinde sürekli C oco C hanel’in M adem oiselle kokusunu kullanır, her za man kollarına şıngırdayan bir sürü bilezik takardı. D üzgün bir yüzü, uzun kıvırcık saçları vardı ve bana Kate H udson’un Almost Famous isimli filmde oynadı ğı karakteri hatırlatıyordu. Kendim izden ve görüşm e diğim iz son üç yılda yaptıklarımızdan konuşuyoruz. Vanilyalı dondurm a, çilek, m aldı süt, dondurulm uş çilek püresi ve tereyağlı kurabiye kırıntılarıyla yapılan Strawberry Shortcake milkshake sipariş ediyoruz. “ Bu milkshake sayesinde gelecek ayki bütün tat lı haklarımı kullanmış oldum ama, Tanrım, değerdi” diyor N ina. H afif aksanlı konuşm asına Amerikalılara özgü bazı özellikler katmış. N in a da bir oyuncu ve tanıdığım en takıntılı insan. Terapistine yalan söylediğini kabul ediyor ve onu ta nıdığım dan beri sürekli diyette. Yiyecekler ve erkekler konularının ikisinde de çok açık ve bunlar onun uyuş turucuları gibi. İki G ü n lü k R ay’le sürekli kavga ettiği fela ket geçen kam p y olculuğun u an latm aya başlıyor. 36 i İ . t<tn'in. Jiri/'/' t A dam o ldukça ünlü bir rock gru b u n d a baterist ve İki-G ü n lü k lakabını da tan ıştıktan sadece iki gün sonra N in a’ya on u çok sevdiğini söylediği için aldı. Benzinlikte arabalarına benzin alırken tanışm ışlar, birbirlerine bakm ışlar ve İki G ü n lü k R ay benzin p om pasıyla sevişir gibi hareketler yapm aya başlam ış. Ben olsam polis çağırırdım am a N in a adam ın telefon num arasını alm ış. Ben adam ı sadece fotoğraflarda gördüm : Aşırı de recede dövmesi, omuzlarına gelen siyaha boyanmış saçları (iğrenç) var ve vücudu tek bir öm ürde beş ha yat yaşam ış gibi görünüyor. Evli am a hâlâ karısından boşanacağı ve sadece N ina’ya ait olacağı sözünü verip duruyor. N in a ise bir yıldan daha uzun zam andır bu nun gerçekleşmesi için bekliyor. “ Lanet olsun, Sunny! Bu adam çok zengin olmalı. Seksi m i?” diye soruyor N ina, Albert’in arabasını gör düğünde. “Yetmişine gelmiş am a evet, sanırım gençliğinde epey yakışıklıymış.” “ Ne? Beni bütün LA boyunca ikimizin de yatamayacağı bir adam için mi dolaştıracaksın yani? Sen ciddi m isin?” N in a benim arabam ı kullanacak, ben de A lbert’ınkini kullanarak evine götüreceğim . Sonra N in a’yı 37 f kendi arabasına getireceğim ve oturup gidişini sey redeceğim. Nina çok değişti. Ona telefonla ya da e-postayla ulaşmak mümkün değil. Gözlerinde bir şey var; bir uçurumun daha önce hiç olm adığı kadar kenarında sanki. Avustralya’dayken iki tane uzun soluklu televiz yon dizisinde oynamıştı ama buraya geldikten sonra oyunculukla ilgili hiçbir iş yapm adı. Tanıdığım bir sürü AvustralyalI oduncu buraya gelebilmek için hayatları boyunca ödem ek için uğra şacakları büyük borçların altına girdiler. Hollywood büyük bir kumarhane gibi, oyuncular da mecburen kumarbaz. Belki burada uzun süre kalıp çok para kay bettiler ve büyük ikramiyeyi kazanm adan buradan ayrılamazlarmış gibi hissediyorlar. Belki de düğmeye bir kez basıp bütün paraların şıngırdayarak döküleceği zam ana kadar sabrediyorlar. Albert’ın evine ulaşıyorum. M asör hâlâ yanında. Ben de evi şöyle bir dolaşıyorum. 1 9 2 0 ’ler havası var. Beyaz, aydınlık ve ferah. O daların çoğuna büyük çiçek aranjmanları yerleştirilmiş ve olağanüstü bir kütüpha nesi var. H avuz kısm ına çıkıyorum. Küçük bir süs şe lalesi, bir dizi şezlong ve tepelere bakan bir manzarası var. Bir pencereye yanaşıp odaya baktığım da ağzımın suyu akıyor. Ç o k paran varsa burada gerçekten güzel .;<v . ' /•! /{ t IH I ' U V f t t I I ' i <1 , / ( < ! / < { ' bir hayat yaşayabilirsin. İçeri dönerken koridorlarda çerçevelenmiş film afişleri görüyorum . H epsi ‘7 0 ’lerden ve 8 0 ’lerden kalm a eski püskü afişlerin üzerinde ‘Senaryo’ kısm ında Albert’ın adı yazıyor. Yukarıya Albert’ın odasına çıktığım da m asör işini yeni bitirmiş, m asasını topluyor. Yatak odasının açık duran kapısını tıklatıyorum. “ Gel içeri.” Albert gülümsüyor. Yatağında uzanıyor am a az da olsa ağrısının devam ettiği yüzünden belli. “ Bir senaristmişsiniz, öyle m i?” diyorum , yatağının yanındaki sandalyeye otururken. “ Bir zam anlar yazdığım kötü senaryoları satm ıştım , evet. İyilerine dokunm ak istemedi hiç kimse. Bu yüz den ben de istedikleri şeyi yaptım .” “ Bu harika! Em inim kötü değillerdir. Siz ünlü m ü sünüz yani?” “ Hayır, hayır, değilim. Ya sen?” “ Hayır.” Albert masöre parasını ödüyor. İzin isteyip tuvalete gidiyorum . Albert’in özel banyosunda ellerimi yıkarken gördü ğüm bir şey heyecandan nefesimi kesiyor: İki tane diş fırçası var. Biri pem be, biri mavi. Pembe olan Pearl’ün müydü, çöpe atm aya kıyamadığı? Tuvalete oturuyo rum ve ayak parm aklarım dan göğsüm e kadar yükselen bir dalgayı hissediyorum . O n u nefesimde yakalıyo rum. Bir bent kapağını kapatm aya çalışır gibi gözyaşlarıtnı engellemeye çalışıyorum am a başaramıyorum. Küçük bir hıçkırık çıkıyor. Yüzüm titriyor; dudakları mı ısırıyorum, kendim e gelm ek için tırnaklarımı avu cuma batırıyorum am a pek bir faydası olmuyor. Lanet olsun! Rimelim akıyor. Albert benim bir tür depresif sapık olduğum u düşünecek. “Albert, çok özür dilerim . Banyonda azıcık ağladım. Beni tanımıyorsun bile. M uhtem elen Beli olduğum u düşün üyorsundur.” “Her şey yolunda m ı?” “Evet, evet. İyiyim. Ö zür dilerim .” “Ah, özür dilem ene gerek yok, sevgili kızım. Bu d u varlar gözyaşlarına yabancı değil. G eçirdiğim iz bu yıl düşündüğüm den çok daha fazla ağladım ben.” “Pearl için çok üzgünüm . Yakınlarımın ölüm ünü hiç yaşamadım ben. N eler yaşadığını tahmin bile ede miyorum. O n u kaybetmek nasıl bir şeydi?” Uzun bir süre benim yüzüm e bakıyor. “Böyle bir şeyi sorduğu ma inanamıyorum. Sınırı tam am en aştım .” “ Hayır, hayır. Bunu sorduğuna sevindim. Bana bu soruyu soran ilk kişisin sen. Ç o k kişi, yakınında bile olm ak istemediği gerçeğini telafi etm ek için ölüm ü ‘çok zor’ sepetine koyup üzerini çiçeklerle örter. Yakın larımın bir adım öne çıkıp bütün bu süreçte elimden 40 • ' /•f/c t ı n t " K Jrt ıı-Ut * /!<t { < 1 r tutm alarını isterdim am a kimse çıkm adı. O nları suçlayamam. K endim de aynı şeyi yaptım . Bu ülkedeki insanlar ölüm ün yakınında olm ak istemiyorlar. H iç kimse bu kelimeyi söylemiyor bile. Kimseyi kırm am ak için göçtü’ diyorsun.” “Nasıl öldü?” “Akciğer kanseri. Sigaraya asla dokunm am ıştı. Bir fırt bile çekmedi. Teşhis konduğu zaman bir yanlışlık olduğunu düşündü am a sonradan tam amıyla kabul lendi. D oktorlar altı ay verdiler, yedinci ayda gitm işti. Bu dünyadan büyük bir zarafetle ayrıldı. Ö lüm üne de onun o küçük projelerinden biriymiş gibi hazırlandı. Son altı hafta yataktan çıkam adı am a o zam ana kadar savaştı. H atta burada, evimizde kendisi için bir hoşça kal partisi bile düzenledi. Büyük bir organizasyondu.” “Vay canına. İnanılmaz bir kadınm ış, Albert. Ya şam lar çok çeşitli, değil m i?” “Kesinlikle öyle.” Sessizce gülümseyerek oturuyoruz. Bir süre sonra Albert’a bir şeye ihtiyacı olup olm adığını ve ona akşam yemeğini nereden alabileceğimi soruyorum . “İhtiyacım olan ağrı kesiciler banyoda bir kavano zun içinde. Eğer zahmet olm ayacaksa kavanozu getir sen iyi olur. Yemeğim de yarı hazır sayılır. M ikrodal gada on dakika buzunu çözmen yeterli. D ondurucuda üstte sağda mavi bir saklam a kutusunda.” 41 . J l< t ı fV / / M ikrodalganın ekranında geri giden sayıları izler ken bu yemeği Pearl m ü yaptı acaba diye düşün ü yorum . Bal kabağı çorbası gibi görünen yem eği bir tepsiye koyarak A lbert’a götürüyorum ve birkaç kitap ödünç alıp alam ayacağım ı soruyorum . Evden ne ister sem alabileceğim söyleyerek ısrar ediyor. Eğer alm az sam ölüm ünden sonra sokağın köşesine bırakılacakla rını söylüyor. 42 E rtesi sabah A lb ert’ı arad ığ ım d a dah a iyi o ld u ğu n u söylüyor. Ben de yogan ın M c D o n a ld ’s’ı olarak bilinen ilk B ikram yoga dersim e gid iyoru m . B ikram y ogad a kırk bir derece sıcakta yapılan yirm i altı değişik d uruş var. Sın ıfın kapısını açıp derin nefes ald ığım an d a ciğerlerim e ağır bir hava d o lu yor. K en d im i su altın d a nefes alm aya çalışır gibi hissediyoru m . D iğerlerin e katılıp m atım ın üzerine uzanıyorum ve o anda sağım d a duran kız ters yöne d oğru u zan dığım ı söylüyor; ayaklarınızı eğitm ene d oğru u zatm ak H in d istan ’da belli ki hoş karşılan mıyor. ,'/{<Uıc (WcUİ Başlam a zam anı geldiğinde gülünç, kom ik kılıklı öğretm enim iz görkemli bir giriş yapıyor. Ayaklarımı ona doğru uzatm ak gücendirm ekten çok daha faz la şeye sebep olacakm ış gibi bir his oluşuyor içimde. D uruşlar arasında takımlarını yoklayıp duruyor ve ben onun neden Bikram yoga dersi verdiğini anlıyorum; doksan dakika boyunca sınıftan ayrılamayacak olan seyircileri var. H er biri yağlarımızdan kurtulm am ızın şartı olduğu söylenen duruşlar on saniye ile bir dakika arasında değişiyor. Eğitm enim iz bu hareketlerin ‘Simon D er K i’ oyununun cehennem versiyonu olduğu nu ve zihnimizdeki gevşek vidaları yerlerinden söke ceğini söylüyor, ikisine de katılıyorum. C ildim in üst tabakasının soyulduğunu hissediyorum ve bu sınıfa on ders daha devam etmeye karar veriyorum. Son derece popüler bir donm uş yoğurt kafesi olan Pinkberry’de sıraya giriyorum. Sade yoğurttan yeşil çaylıya, üzeri taze meyveyle süslü olandan kuru meyve ve tahıl karışımlıya kadar birçok çeşit yoğurt bulm anız m üm kün burada. K oca bir yalan: Aslına bakılırsa kes kin bir tada ve kokuya sahip bir tür dondurm a bu am a nedense ‘yoğurt’ ve ‘meyve’ kelimeleri bir araya gelince sağlıklı yiyecekler kategorisine giriveriyor hemen. İşte yine; iddialara inanm ak daha kolay. Üzeri bol malze meli iki kutu sade yoğurt alıyorum ve Albert’ın evine doğru yola koyuluyorum . 44 Farklı bir adam gibi görünüyor; tavırlarında gerçek bir zarafet var. Tatlılarımızı yemek için dışarı çıkıyoruz; Albert bir şezlonga oturuyor, ben de ayaklarımı suya sallandırarak havuz kenarına oturuyorum . Yaseminler olağanüstü kokuyor ve kendim i kesinlikle Amerika’da gibi hissetm iyorum. “Ç ocuğunuz var m ı?” diye soruyorum . “Hayır, çocuk sahibi olam adık. Yine de bunun ek sikliğini yaşam adık. Senin kardeşin var m ı?” “Ü ç kız kardeşim var.” “Ailen şanslıymış. Sen kaçıncısın?” “Ben ortancayım , ikizler benden küçük. Bir de ab lam var. Yaşlarımız birbirine oldukça yakındır.” “İdare etm ek ne zordu kim bilir.” “ Evet, öyleydik. A nnem bunu kendi başına yaptı neredeyse. İkizlerin doğum undan birkaç yıl sonra ba bam ın bir ilişkisi oldu ve o zam andan sonra hiçbirimiz bir daha onu görm edik.” “ Bunu annen mi istedi? Yani babanızla görüşmeyi kesmenizi?” “Ah, hayır. Sanm ıyorum . Annem le babam ayrıldık tan sonra biz kızlar birbirimize çok bağlandık. Babam la görüşm ek asla bir seçenek değildi bizim için.” “Babanı hatırlıyor m usun?” . / 11t ( / (' î \ 'tt { ( “ Evet, sayılır. Şehirden gidişim izi hatırlıyorum . İlişkisini öğren dikten sonra annem bizi bir arab a ya d old u rd u ve A vustralya’nın d oğu kıyısına yakın olan Bellingen adın daki kü çü k bir kasabaya getirdi. Büyük, eski bir çiftlik evi satın aldı. H âlâ o evde yaşıyor.” “Annen oldukça güçlü bir kadına benziyor.” “Evet, olağanüstüdür. Ayrıca kendi işini kurdu; or ganik ekmek yapan bir şirketi var.” — “Aferin ona” diyor Albert. G ülüm süyor ve boğazı nı temizliyor. “ Bir fikrim var. Bahçedeki m üştem ilatta yaşamaya ne dersin? Dilediğin kadar kalabilirsin. Ev den bağım sızdır ve oldukça rahattır. Yaşadığın o kötü muhitten çıkarm am ız gerek seni.” “ Hayır, hayır. Bunu yapam am . Kiraya verseniz epey para kazanırsınız. Ben bunu karşılayam am .” “Aptal olma, lütfen. Benim paraya ihtiyacım yok. Ayrıca arkadaşlığın bana iyi geliyor” diyor Albert. Ayak parm aklarım dan saç diplerime kadar utanıyorum. “ Kira ödem eden kalm ak fikri beni rahatsız ediyor.” “ Bu bir problem yaratıyor o zaman. Senden para alm ayacağım, Sunny.” Sonunda bir anlaşm aya varıyoruz. Kira karşılığı ola rak ara sıra ona akşam yemeği pişireceğim. Evime d ö nerken gülüm süyorum ve aptalca çığlıklar atıyorum. 46 « 1 /.i / • f i t ! t y / / *i <Y i / ( < i l ' / ’ Sanki m utlu sonla biten bir peri masalını anlatan bir Amerikan filmindeyim. Belki bu doğrudur; belki de market alışverişinden çıkıp bir mucizeyle karşılaşabiliyorsunuzdur bu şehirde. Yedi basam ak düz; sola dön ve on iki basam ak ilerle; sağa dön ve dört basam ak ilerle; metal koltuk ayağına dikkat et, başparm ağını çarpabilirsin; sola dön ve dört basam ak ilerle; sağa dön ve iki basam ak ilerle. Bütün bunlar, eski evimde gece karanlıkta tuvaletin yoluydu. Yeni evim olan m üştem ilatta gecenin bir yarısı uyanı yorum ve aklıma eski evin tuvalet yolu geliyor. Yeni zihinsel haritam ı eskinin yerine yerleştirebilir miyim? İyice eskiye gidip Tobey ile birlikte yaşadığım evime dönebilir miyim? Ertesi gün öğleden sonra e-posta kutum a bir tele vizyon dizisi için denem e çekimiyle ilgili bir bilgi geli yor. Benim oynayacağım karakter oldukça zeki, ilginç, sıra dışı ve elbette son derece güzel bir garson. G örü nüşe göre aradıkları şey bir ölçü M aggie Gyllenhaal, bir ölçü Natalie Portman, bir tutam Scarlett Johansson. İlk sahnede kız karaoke yapıyor; ikinci sahnede bir tuvalette, yanında başroldeki erkek oyuncuyla bir likte kokain çekmek için hazırlık yapıyor. Telefonum un mesaj uyarısı ötüyor; G eorge’dan bir mesaj geliyor. 4? . ( ' ‘W « 1 1 Geçen akşam yumruk attığın yer kocaman morar dı. Erkeksin sen. Gülümseyip cevap yazıyorum: Bu da seni eşcinsel yapıyor çünkü bana asıldın. Mesaj hemen gidiyor. Bir süre sonra telefonum un mesaj uyarısı yine ötüyor. G eorge’dan bir mesaj daha geliyor; yemek yiyip yem ediğimi soruyor. Bu akşam dışarı çıkamam. Ezberlemem gereken repliklerim var. " Yardıma geleyim mi? Yeni adresimi veriyorum. Bir saat olm adan G eorge geliyor. Albert ile G eorge sohbet ederken m utfağa gidip ak şam yemeği hazırlamaya koyuluyorum . M utfakta yal nız olduğum için m utluyum çünkü ne zaman yemek pişirsem kafam ın içinde bir yem ek program ı sunuyo rum ve neyi nasıl yapm am gerektiğini genellikle yük sek sesle söylüyorum. Benim alâm etifarikam hâline gelen bir yemeği yapıyorum : Lahana, havuç, kişniş, nane üzerinde fırında balık; yeşil lim onlu, balık soslu, kırmızıbiberli, zencefilli ve fıstıkla süslemiş erişte sala tası. Salatayı hazırlıyorum, balığı marine ediyorum ve George’u benim m üştem ilatım a götürüyorum . Karaoke sahnesiyle başlıyoruz. Söylem ek için ‘Look G ood in Leather’ şarkısını seçm iştim ve sallanarak söy 48 . <• / . J ! i l f 'j /</ i l-\ < l . / it i /f/l lemeye başlıyorum. O ynadığım karakterin berbat bir sesi var; yani bana tam uyuyor. ikinci sahneyi çalışm ak için tuvalete giriyoruz ve bi raz mahremiyet için kapıyı kapatıyoruz. Tuvalet ban yodan ayrı, oldukça küçük bir mekân. O dar alanda, ellerimizde senaryolar, kokain çeker gibi yapıyoruz. Birazdan öpüşeceğim izi hissediyorum ve bu durum geldiğinde ne yapacağım ı bilm iyorum. G eorge bana doğru biraz daha yaklaşıyor. Sakalım ka şıdığında ellerindeki nasırların ne kadar da çok oldu ğunu fark ediyorum. Büyük, cildi kurum uş elleri var. Nefes alıp verişimin değiştiğini fark ediyorum am a normale dön dürebilecek gibi görünm üyorum . Yüzü biraz daha yaklaşıyor bana ve işte o an geliyor: Karar verme anı. D aha sonra hatırladığım ilk şey öpüşüyor olduğu muz. Ö püşm em iz istekli ve acele am a aynı zam anda kendimi iyi hissettiriyor. Aynen koca bir paket çiko latayı tek başınıza yiyip bitirdiğinizde kendinizi iyi hissetmeniz gibi. H atıralarım daki tadını hatırlamaya çalışıyorum. H ayal meyal hatırlayabiliyorum, bilinçaltımın bir yerlerine gizlenmiş am a yine de oldukça tanıdık. “ Bunu ben mi başlattım, yoksa sen m i?” diye soru yorum. “ Kesinlikle sen.” 49 < J ( <ılıe “Aman Tanrım. Çok özür dilerim.” Yüzüm yanmaya başlıyor. “Ö zür dilemene gerek yok.” “Masayı hazırlasam iyi olacak.” Neyse ki, Albert için hazırladığım ilk akşam yemeği gayet güzel geçiyor. Kaliforniya pinot gris üzümlerin den bir şişe şarap içiyoruz. Şaşılacak kadar iyi çıkıyor. (İndirimde 2.99 dolara bulduğum u söylemeye cesaret edemiyorum.) - “Yemek pişirme konusunda doğal bir yeteneğin ol duğu kesin” diyor Albert. “Tarifte yazanları aynen bir yol haritası gibi takip eden herkes yemek pişirebilir” diyorum. “ Bu yemeği pişirmek için bir tarif kullandın m ı?” diye soruyor George. Gözlerimin içine bakm am aya özen gösteriyor. “ Hayır. Konu yemek yapm aya gelince yöntem ko nusunda hislerim gayet iyidir” diyorum * göz teması kurm aktan özellikle kaçınıyorum ben de. Yemekten sonra Albert poker oynamayı teklif edi yor ve hepimizin şapka takması konusunda ısrarcı davranıyor. George kendisiyle dalga geçme konusunda nerede duracağını gayet iyi biliyor. İçinde bir yerlerde sadık bir koca ve iyi bir baba mı var yoksa her zaman eğlence adam ı mı olacak, merak etmeye başlıyorum. so l , y / / ( D il', û v i f i 11 <) . lifi ( '/ r “ Sen iyi m isin?” diye soruyor George bana. “Evet. Sadece biraz yorgunum .” O yun, Albert’ın açık ara galibiyetiyle bitiyor. G e orge ayrılırken bana garip bir şekilde sarılarak veda ediyor. Albert evin bir kuralı olduğunu söylüyor: Yemekleri biri yapar, bulaşıkları diğeri yıkar. O yıkıyor, ben de kuruluyorum. “ Sizce G eorge iyi biri m i?” diye soruyorum . “ Evet. Bence o da senin iyi biri olduğunu düşü nüyor.” O gece yatakta, gözüm saatte, uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyorum. Sabah yapılacak seçme için endişeleniyorum ve rüyamda Tobey’i görüyorum . s B ekleme odasında otururken duvarlarda asılı duran film afişlerine bakıyorum. Belli ki ajansın kendi oyuncularının çalıştığı filmler. O ldukça büyük filmler am a küçük ofis kasvetli ve sıkıcı bir yer. O yunculuk ajanslarında oldukça büyük paralar olduğu belli am a yine de oyunculara gelince para yok. Bu kez imza at m am gereken bir defter yok ve yine epey uzun bir süre bekliyorum. Tuvalete giderek şans getiren son kat rim elimi sürü yorum. N eden her rimel sürüşüm de ağzımı kızgın bir balon balığı gibi açm ak zorundayım ki? Ü stelik bunu yapan sadece ben değilim. Tuvaletlerde m akyajını ta53 w „// zeleyen kadınları görüyorum zam an zaman. H epsi aynı şeyi yapıyor. Sonunda küçük bir odaya alınıyorum. Harika! O şehvetli sahneleri aynı zam anda kam eram an da olan elli yaşlarında, şişman, kızıl saçlı bir kadına karşı oku yacağım. Şarkıyı söylemekle başlıyorum. Bu sabah duşta şu anda olduğundan çok daha iyi geliyordu ku lağa. O f, bu kötü işte; doğru notaya bir türlü ulaşa mıyorum . H er ikimize de bir iyilik yapıp şarkıyı kısa kesmeye karar veriyorum. Sıradaki: K okain/tutku sahnesi. Çalıştığım şe kilde oynayıp dün akşamı hatırlamaya çalışıyorum. Avustralya’da hemen hemen her zaman size bir şeyler söylerler, tekrarlamanızı isterler, falan. A m a burada her sahneyi tek bir kez çekerek teşekkür ettiler ve kapıyı gösterdiler. Tak fişi bitir işi. Am erika’da bu işler hep böyle m i oluyor yoksa ben mi çok kötüydüm , merak ediyorum. Kafam ı dağıtm ak için Bikram yoga dersine gidiyo rum. Şortum ve atletim yanım da değil. Ben de sütyen ve külotla derse giriyorum. N orm al iç çamaşırı gibi de ğiller, daha çok spor giysisine benziyorlar am a yine de biraz rahatsız oluyorum . A m an Tanrım. Bu sefer, ge çen sefer olduğundan daha sıcak. Vücudum birden ha yatta kalm a m oduna geçiyor ve şunun gibi düşünceleri beynim den süpürüp atıyor: Dün gece neden George’u öptüm? Adi yaratığın biriyim. Bir seçme daha böyle kötü 54 geçerse menajerinin sana olan ilgisinin dağılması an me selesi olacaktır. Dersi bitiriyorum. Zihnim bir kam era lensi gibi uzaklaştırma m oduna geçmiş. Üzerimi giyinirken tele fonum a bakıyorum. M enajerim den gelen iki cevapsız çağrı var. Bugünkü denem e çekiminin yapımcılarıyla yarın öğleden sonra Fox Stüdyoları’nda görüşm em ge rekiyormuş. A m an Tanrım! Yaşasın! En azından beni fark etmişler. Birden dünya gözüm e başka bir renkte görünm eye başlıyor. D aha açık bir renk. G eorge’a m e saj atıyorum. Yapımcılarla görüşmemi istiyorlar. Dün geceki yar dımların için çok teşekkür ederim ve bu kadar adi olduğum için özür dilerim. Öpüyorum. Bekliyorum . Yanıt yok. “Sunday Triggs.” Kendi sesimi tanıyamıyorum. Bu iki kelime Fox Stüdyoları’nın kapı bariyerlerinin yuka rı kalkmasını sağlıyor. Derin bir nefes alıyorum ve C 2 binasına ulaşm ak için haritayı takip etmeye çalışıyo rum. Lanet olsun. Klim a çalışıyor am a yine de koltuk altlarım ufak ufak terlemeye başlıyor. Terlemesin diye koltuk altlarına iğne yaptıran biriyle tanışm ıştım . O kadar da aptal bir adam değilm iş dem ek ki. Yedi kadın ve iki erkek bulunan bir odaya alın ı yorum . H iç kim se konuşm uyor; ya önündeki kâğıdı . /(<1(f<‘ ) \<(Ii okuyorlar ya da gözlerini kapatm ışlar. Ben de gö z lerim i kapatm aya ve çağrılan a kadar içim den y irm i den geriye d oğru saym aya karar veriyorum . K üçük bir tiyatro salon u n a alınıp d ört yapım cıyla ve yö netm enle tan ıştırılıyorum . Y apım cılar g ü lü m sem i yorlar; tam tahm in ettiğim gibi kartondan yapılm ış m aketler gibi öylece oturuyorlar. N eyse ki J C ad ın daki yönetm en on lara nazaran biraz d ah a sıcakkanlı görünüyor. O yuncu ajansındaki kızıl saçlı kadın karşımda tu valet kabini sahnesini okuyor. O sahneyi tersinden bile okuyabilecek durum dayım şu an am a Amerika’da hangi seçm ede olursam olayım senaryoyu asla elimden bırakm am am gerektiğini söylediler daha önce. Eğer bırakırsam, perform ansım ın bitm iş bir ürün olduğu nu, yapabileceklerimin bu kadar olduğunu düşünür lermiş. Teşekkür ediyorlar ve m utlu bir şekilde oradan ayrılıyorum. O öğleden sonra m enajerim den bir tefefon alıyo rum. İki gün içinde beni bir kez daha denem ek iste diklerini söylüyor. Aynı sahne, aynı yer. “A m a zaten iki kez denediler beni.” “A m a otuz tane stüdyo çalışanının önünde değil” diye yanıtlıyor m enajerim , m ükem m el Am erikan m o notonluğuyla. “ Saat beşte Avalon’da buluşalım .” 56 . '•' L l / i t i n iy j ^ J f i ı l ’ i t ı » / 1 1(/ <1r A rabam dan inm iş, Beverly H ills’teki Avalon O teli’ne doğru yürürken aksesuarlarla bezenm iş bir köpek görüyorum ve bu benim sinirden çenem in ge rilm esine neden oluyor. M esajlarının sonuna gülen surat koyanları görünce de aynı şekilde sinirleniyo rum. Bu akıl dışı tepki sırasında derin derin nefes alm aya çalışıyorum am a bir işe yaramıyor. Bu şehirde nereye baksam pırıltılı taşlarla süslü bir tasm a takıl mış ya da şeker pem besi bir giysi giydirilm iş bir kö pek görüyorum . Otele geldiğim de menajerim M aryn’i pencerenin yanında bir masaya oturm uş buluyorum . O ldukça şık ve bakımlı. D oğru ışık altında fotoğraflansa çekici bile denebilir. Telefonla konuşuyor am a beni görür görmez konuşm asını bitiriyor. “Seni geri aradıklarında hepim iz çok heyecanlan dık! Seni çok sevmişler!” diyor, beni yanaklarımdan öperken. Şim diye kadar duyduğum en tiz ses bu kadı nın sesi herhalde. “Ah, bu iyi işte” diyorum , karşısına otururken. “Eteğine de bak! Ç o k sevimli! Nereden aldın?” “Ö nem li bir yerden değil. Avustralya’da ikinci el eş yalar satan bir hayır kurum undan alm ıştım .” “ Sana çok yakışmış.” içeceklerimizin siparişini veriyoruz. M aryn’in yap tığını yaparak o eski sıkıcı soda lim ondan alıyorum. .57 . / t tt i ti ) \ f t / / “ Vizeni alabilm en için seni bir avukatla tanıştıraca ğım ” diyor. “ H arika bir avukattır. H iç vakit kaybetm e den işini halledecektir. Böylece önüm üzdeki birkaç yıl vize işini düşünm ek zorunda kalmazsın. Ç o k önemli işler yapacaksın, bunu hissediyorum .” “Teşekkürler” diyorum , yüzüm e yapışan bir gülüm semeyle. “Yeni fotoğraflarını çekm emiz gerek. Seninle iyi ça lışabilecek bir fotoğrafçı tanıyorum .” “ Gerçekten mi? D aha geçen yıl çektirdim son fo toğraflarımı. O nlardan hoşlanm adın m ı?” “Avustralya’dan gelen herkeste o siyah beyaz fo toğraflardan var galiba. Bütün yüzlerde de gerçek bir m utsuzluk ifadesi var. Bizim ihtiyacımız olan şey şöyle renkli, gerçekten parlak ve seksi fotoğraflar.” “Tam am .” H er zaman bu perdeden mi konuşuyor acaba diye m erak ediyorum am a belli ki sadece heye canlandığında böyle konuşuyor. “Pazarlama dilinde, bir ‘m al’ olarak, kendini kim in yerinde görüyorsun?” “N e dem ek istediğini tam olarak anlayam adım .” “Yani pazarlam a sürecinde C hloe Sevingy ile K irş ten D unst karışımı olabilir m isin?” “ Hayır, sanm am . O nların kariyerine sahip olacağı mı sanm ıyorum .” “N eden?” “Eğer onlarınki gibi bir kariyer bekliyorsa beni, feci şekilde hayal kırıklığına uğrarım” diyorum gülerek. Şaşkın görünüyor. “İkisi de oldukça başarılı, bili yorsun değil m i?” “Evet, biliyorum. Sadece asla o kadar ünlü olam a yacağımı söylemeye çalışıyordum .” “Anlaşıldı güzelim, seni bu tavırlardan bir an önce kurtarm am ız gerek! Kendini geri çekmekten vazgeçe ceksin. Seni her daim canlı tutmalıyız.” M asanın üzerinden uzanarak elimi tutuyor. Sanki az önce intihara yeltendiğim i söylem işim gibi sıcak kanlı bir biçim de bana bakıyor. “ Bu düşm e anların da eğlenmene bak! Kanyonda yürüyüşe çık, sık sık oyunculuk derslerine katıl. Seni zinde tutacak her şeyi dene. Seni temin ederim bir işe başlam ana çok az bir zaman kaldı.” Bir sonraki randevusu geldiğinde rahatladım; tem sil ettiği güzel bir esmer kız yanımıza geldi. Ben ayrılır ken M aryn birkaç dakika daha iltifatlar ediyor bana ve toplantı sonuna kadar o tiz sesinin tonunu korumayı beceriyor. N ina’yı arıyorum ve ‘yiyebildiğin kadar ye’ resto ranlarından birine suşi yemeye gidiyoruz. Ç o k sevin diğini söylüyor am a aynı zam anda çok da kıskandığını kabul ediyor. . J(rı a<‘ üWtUl “ Bir aydır buradasın ve bir iş almaya benim üç sene de yapabildiğim den daha fazla yaklaştın” diyor N ina. “Bu sadece bir denem e çekimi. Büyütülecek bir şey değil gerçekten.” “Saçm alam a. Benim için şaşılacak bir şey değil bu, Sunny. Sen her zam an çemberin içinde oldun.” “N e yani? Sen de her zaman dışındaydım öyle m i?” «t-' hvet. yy “Bu çok anlam sız çünkü çemberin dışındaki insan lar diğerlerine göre her zaman daha avantajlıdır.” “ Ben değilim .” “ Senin günün nasıl geçti?” diyerek konuyu değişti riyorum. “O ldukça ilginç. M enajerim bana tekmeyi vurdu.” “Aman Tanrım! Ç ok üzüldüm .” “Sorun değil, gerçekten. C adalozun tekiydi za ten. Bunu bekliyordum; bana karşı ilgisini yitirmişti. O nun için yeni bir elbise gibiydim ; başta heyecanlan dı, özellikle de onu Avustralya’da çok ünlü bir oyuncu olduğum a inandırm am dan sonra. A m a dolaba yeni gelen başka bir elbiseyle yer değiştirerek çabucak kirli sepetine atıldım .” Sake içiyoruz. Uzun, beyaz sakallı yaşlı bir Japon aşçının önüm üzde yaptığı suşi, lezzetinden neredeyse ağzım ızda eriyor. 60 N ina ‘Kırbaçlar’ adındaki striptiz kulübünün ba rındaki işinden söz ediyor. Ç alışm a vizesi olm adığı için Am erika’da yasal bir şekilde çalışamıyor. Bu yüz den maaş alamıyor, sadece bahşişlerden kazanıyor. G ö rünüşe göre N ina, dokunulam az kadınlardan olduğu için müşterilerin dikkatini striptizcilerden daha çok çekiyor. Bu da kızların çoğunu sinir ediyor. M üşteri ler sürekli ona hediyeler, muazzam miktarda bahşişler veriyorlar. H atta N ina’ya kafayı takan bir müşterinin bara gelmesi yasaklandı. İyi bir gecede altı yüz dolar kazanabiliyor. Bu da gündüzleri seçmelere girebilmek için hazırlanma süresi bırakarak haftada birkaç gece çalışması yeterli oluyor anlam ına geliyor. “ Gerçekten, nasılsın?” diye soruyorum. “Gerçekten iyiyim. K üçük bir yardım almaya başla dım ” diyor suçlu bir gülümsemeyle. “ Kimseye söyleme am a ben antidepresan almaya başladım .” “Am an Tanrım .” “ Biliyorum, biliyorum. Kulağa kötü geliyor am a bu ülkedeki pek çok kişi antidepresan kullanıyor. G eçen lerde bir gün evi temizliyordum ve televizyon açıktı. Televizyonda antidepresenlarla ilgili bir reklam vardı ve sorulan bütün sorulara ‘evet’ diye cevap veriyordum. Ü ç beş tanesi değil, on tane belirtinin hepsi bende var dı. Reklamın sonunda ‘bunu tek başınıza halletmek zorunda değilsiniz’ diyordu. Ben uzun zam andır tek 67 , J l ft { f < ) \ (t I { başım a halletmeye çalışıyordum. H ayatım da ilk defa kendim i gerçekten m utlu hissediyorum .” “Ama bu ilaçlardan gelen yapay bir mutluluk. D o ğal değil.” “ Katılm ıyorum . Bence ilaçlar içindeki karanlığı aşarak aydınlığa ulaşm akta insana yol gösteriyorlar. Seni karanlığın ellerinden alıyor ve içindeki mutluluğu bulm ana yardımcı oluyor. K üçük bir yardım cı gibi davranıyor. K afam ın içinde dönüp duran ‘hayatım a ne yaptım ben böyle’ sorusu sustu artık. Bu soru ay nen Ç in işkencesi gibiydi, Sunny. Yıllardır kafamın içindeydi. İşkence nihayet bitti ve ben nihayet özgü rüm artık.” “Vay canına. O zaman sanırım bu iyi haber.” “ Botoks gibi bir şey bu da. Eğer baş edemiyorsan baş eğ.” “ Botoks yaptırmıyorsun, değil m i?” “ Burada tanıdığım hemen her kadın gibi ben de yaptırıyorum.” “İnanmıyorum . Botoks yaptıracak kadar aptal olan kadınlara birlikte gülm üyor m uyduk biz? Birbirimizi görmeyeli o kadar uzun zaman oldu m u?” “Neden öyle bakıyorsun bana?” diyor Nina. “Antidepresanlar konusunda haklısın. Am açlarına kesinlikle hizmet ediyorlar. A m a ‘m utluluğunuzla tek62 i • /.I/•/ /// / ^ *'/<■/H'ift • J(a(<Iı rar kucaklaşın teorine katılıp katılm adığım dan emin değilim. Bence yara bandı gibiler ve sorunları daha sonra ilgilenilmek üzere bir kutuya doldurarak yatağın altına iteliyorlar. Bir noktaya gelince ‘hayatım a ne yap tım ben böyle’ sorusuyla gerçekten yüzleşmek zorunda kalacaksın. Ya şim di yüzleşeceksin ya da belki on yıl sonra, bu sana bağlı. Yuttuğun ilaçlar sana sadece za man kazandırıyor bence.” “ içinden geçeni olduğu gibi söylediğin için teşek kürler.” “Ah, hayır! K ızm a lütfen.” “ Ben sadece bana arka çıkm ana alışkınım, o kadar. Ben her zaman şunu düşündüm . Bir banka soymuş bile olsam benim le oturup çay içersin ve yaptığım şe yin gerçekten doğru olduğunu hissetmemi sağlarsın.” “ Geçen gün radyoda biri bir şey söylüyordu. Rasyonalizasyon insan sağlığı için seksten daha önemliymiş. Gerçekten, bunun yanlış bir şey olduğunu düşünm ü yor m usun?” “Neyin?” “İnsanların, özellikle de kadınların, birbirlerinin hareketlerini yanlış bile olsa haklı göstermeye çalışm a larını?” “Kim e göre yanlış?” “ Mesela, bence evli bir adam la yatm ak yanlış.” 6.1 “Ah, içinden geçeni apaçık söylediğin için yine te şekkürler. Ray’le ilişkim hakkında en ufak bir fikrin yok. Bütün bunları cadı biri olm ak için söylüyorsun.” “ Neden cadı olm ak isteyeyim ki? Bütün bunları sana değer verdiğim için söylüyorum. N ina, antidepresanların dertlerini unutturmalarını bekliyorsun.” Bana dik dik bakıyor. Ç antasını kapıp cüzdanından biraz para çıkarıyor ve m asanın üzerine atıyor. “Lütfen gitm e. Ö zür dilerim. O turur m usun?” Elinden yakalıyorum am a o elini benden kurtarıyor ve restorandan çıkıp gidiyor. Arabam a dönerken telefonla N ina’ya ulaşmaya çalı şıyorum. Telefon üç kez çaldıktan sonra mesaja düşü yor. ikinci, üçüncü, dördüncü kez deniyorum . Eve gelip kendim i yatağa atıyorum ve ona bir ‘özür dilerim’ mesajı gönderiyorum . N eden antidepresanlara karşı bu kadar katı bir tutum içinde olduğum u anlamaya çalışıyorum. Belki de benim ki hâlen devam ederken onun Ç in işkencesinin bitm iş olmasını kıska nıyorum. 64 U yanıyorum ve menajerim in şiddetle tavsiye ettiği oyunculuk dersime gitm ek için hazırlanıyorum. Giyecek bir çorap bulm ak için çorap çekmecemi ka rıştırırken Tobey’in çoraplarından birinin tekini bulu yorum . K onu çorapları olunca Tobey oldukça takın tılı bir hâl alıyor. Tekini bulam ayınca sinirleneceğini biliyorum . Tobey’nin tek çorabım bir ayağıma geçiri yorum ve diğer ayağım a giym ek için benim tek kalan çoraplarım dan birini arıyorum. Arabam ı Studio C ity’deki sınıfımızın olduğu yolun karşısına park ederken binanın kapı önünde toplanan bir grup insan görüyorum . Biraz gürültücü ve hareket li oluşlarından belli ki hepsi de oyuncu. 65 Jlol c e ° W a U M asanın etrafına toplanm am ızla derse başlıyoruz. Permalı saçları olan öğretm enim iz Robin bir daire oluşturarak kendim izi tanıtm amızı istiyor. İlk çocu ğun adı Eric. Herkesi sinir krizine sokarak bize ikizler burcu olduğunu ve günbatım ında sahilde dolaşm ak tan keyif aldığını söylüyor. Bir sonraki çocuk, “Benim adım M ark ve ben bir oyuncuyum ” diyor. Sınıf, “M erhaba M ark” diye yanıt veriyor, sanki bir Adsız Alkolikler toplantısındaym ışız gibi. Yine sinir krizi gülüşmeleri. B ir sonraki kız, G eorgia, bir rap şarkısıyla kendi ni tanıtıyor. A rdından sandalyesinden kalkarak bir break dans figürü yapıyor. Bolca kahkaha ve bir de alkış var.“M erhaba, ben Sunny. AvustralyalIyım.” Birkaç kişi gülüm süyor am a tam bir sessizlik hâkim. Ben çantam da bir şey aram aya dalm ışım gibi yapar ken grubun kahkaha ve alkışı devam ediyor. D u dak nem lendiricim i buluyorum ve telaşla dudaklarım a sü rüyorum. Hepim ize birer parça kâğıt ve kalem veriliyor. K âğıdı iki sütuna ayırıp birinin üzerine Korkular, di ğerine Gerçek yazm am ız isteniyor. İlk sütuna korku larımızı, İkinciye o korkunun gerçekte olduğu hâlini yazmamızı istiyorlar. 66 111 r v !<i 11 \f( . //fV /</< (/ Robin bu çalışmayla bizi geçmişte tutan tüm ger çekdışı ve olum suz düşüncelerden kurtulacağım ı zı söylüyor. Ne yazacağım dan çok da emin değilim. Karşım daki kızın kâğıdına bakıyorum. O da tam da ters bir zam anda kafasını kaldırıp bana bakıyor ve beni burnum u karıştırırken yakalıyor. Teker teker korkularımızı ve karşısındaki gerçeği okumaya başlıyoruz. Yanımda duran Amelia adında ki iri yarı kız başlam ak istedi. Korkusu yeni başladığı ‘Kilo Kontrolü’ adlı program a devam edem em ek ve bu yüzden her zaman kilolu kalmaktı. Gerçek kısm ına yazdıklarıysa ‘Kilo Kontrolü’ program ında kalacağı ve bir yıl içinde Jam ie Lee C urtis’in Gerçek Yalanlar fil mindeki hâli gibi olacağıydı. Herkes alkışlıyor. H atta erkeklerden biri, “ Kim tu tar seni!” diye bağırıyor. Sırada ben varım. “ Benim korkum yeni bir rol teklifi alamam ak. G er çeğim ise, oyuncuların yüzde doksan dokuzunun işsiz olduğunu görünce, muhtemelen alamayacak olm am .” “Çalışm ayı tam amıyla yanlış anlamışsınız” diyor Robin, p asif agresif bir gülümsemeyle. Yüzüne gelen kıvırcık saçları eliyle düzeltiyor. “Ah, hangi kısmı yanlış anlam ışım ?” “Gerçek sütununu. O rada hâlen sizin korkularınız yer alıyor, şu anki gerçekliğe tarafsız bir bakış açısı değil.” 67 . / ( t i (1 1 ) \ it / / “Yani gerçek kısmını yanlış mı anlam ışım ?” “Neden sınıfa sormuyoruz? Siz ne düşünüyorsunuz arkadaşlar? Sunny gerçek kısm ını yanlış mı anlam ış?” Herkes ‘evet’ diyor. “ Gerçek nedir o zam an?” diye soruyorum . “ Senin hayalindeki rolü kapacak olm an.” “Tam am , değiştireceğim.” Kendi yazdıklarımın üzerini çizerek onun söylediklerini yazıyorum. Yanımdaki çocuk korkularıyla başlıyor am a Robin’in ürkütücü gözleri benim üzerimde kalıyor. N e? N eden hâlâ ban a bakıyor? Ve neden saçları na biraz bakım yapm ıyor? Sadece beş doların a m al olur. H epim iz çiftlere ayrılıyoruz ve elimize sınıfa oy nam ak üzere birer metin veriliyor. Ben Eric’le eşleşi yorum ve Ayrılık filminden bir sahne olan parçamıza çalışm ak için birlikte bir köşeye çekiliyoruz. Jennifer Aniston ile Vince Vaughn’un karakterlerinin kavga sahnesi. O kum a provası yapıyoruz ve Eric ilk satırdan son satıra kadar bağırarak konuşuyor. Birkaç kez daha okuyoruz. Ben sesimizi biraz daha alçaltmaya çalışıyo rum am a Eric bunu beceremiyor. Kendi sahnemizi sınıfa okum ak için sıramız geldi ğinde ilk birkaç saniyede ses tonum uz doruğa ulaşıyor ve kavga süresince sesimizi yükseltebilm e ihtimalim iz 68 i t ^ )H l ~ {/ ^ J f t 11 i . J (< t ( '/ ' kalmıyor. Eric az önceki çalışm am ızda yaptığının ay nını yaparak baştan sona kadar bağırıyor. Sahnemizi izledikten sonra Robin, Eric’in perfor mansını öve öve bitiremiyor, onun tüm varlığıyla bura da olduğunu söylüyor. Bende ise potansiyel olduğunu am a kendim i geride tuttuğum u söylüyor. Bir de söyle diklerimin çoğunu anlam adığını sözlerine ekliyor. Ders biter bitm ez ilk ayağa kalkan ve yetmiş dolar lık ücreti ilk ödeyen ben oluyorum . Ç ıkm adan önce tuvalete giriyorum ve aynada sabahki kahvaltımdan bir parçanın dişlerime yapıştığını görüyorum . D işle rim çürüm üş gibi görünüyor. “Sunday Triggs.” Fox Stüdyolarının kapısı açılıyor. M aryn’in daha önce sözünü ettiği ve imzalamam ge rektiğini söylediği bir sözleşmeyi incelemem için beni bir odaya alıyorlar. G örünüşe göre dizinin tutm a ih tim aline karşı ilk bölüm denem e çekimlerinden önce oyuculara sözleşme imzalatıyorlar. Varsayımsal olarak hayatımın sonraki yedi yılı için haftalık otuz beş bin dolara imza atm ak üzereyim. Sahneyi yönetmen J C ile çalışm ak üzere küçük bir prova odasına alınıyorum. Kızıl saçlı kadın yine be nimle birlikte okuyacak. Siyah deri koltuğa otururken kızıl saçlı kadın kameranın açık olduğunu söylüyor. Bu da ne dem ek şimdi? D aha karizmatik olm ak için 69 çaba mı harcamalıyım? Ah! Nasıl olm am gerektiğini bilm iyorum. J C karakterle ilgili biraz bilgi veriyor ve normal konular üzerine biraz sohbet ediyoruz. İki kez beni duyam adığını söyleyerek daha yüksek sesle konuşm amı istiyor. Am an Tanrım, korkularım gerçekleşmeye başlam ak üzere ve ben bu konuda yapabilecek bir şey görem iyorum. Sahneye başlam adan hemen önce J C bana, “ Her kelimeden önce seks düşün” diyor. Kızıl saçlıya kısa bir bakış atıyorum . Gülümsüyor. Elim de senaryo, repliğimi bilm iyorm uş gibi yapı yor ve yine aksanım la konuşarak Amerikalıymış gibi davranıyorum. Sonra, küçük tiyatro salonundan dışarı uzanan koridora alınıyorum . K oridorda üç sandalye var. Sandalyelerden ikisinde oldukça güzel iki sarışın ha tun oturuyor. Belli ki ikisi de benim rakibim . K en d i lerini bana tanıtıyorlar. Sesleri de görünüşleri kadar güzel. O ld uk ça uzun görünen bir süre birlikte sessizce oturuyoruz. Benim vahşi at aklım dizginlerinden kurtularak şu şekilde düşüncelerden oluşan bir ko şuya başlıyor: Sen bir düzenbazsın, burada olmama lısın. Eğer seni seçiyorlarsa başka seçenekleri kalma mış demektir. Yeterince güzel değilsin ve şu yanındaki 70 • ' /.) /cim t V ^ Jft/i'ts/ . J î / ' / 1 ' * d kızlarla asla aynı ligde oynayamayacaksın. Ne kadar zayıflarsan zayıfla, başrol oynamak için fazla iri ke miklisin. Kafamın içindeki bu sesleri bastırabilmek için yirmiden geriye en yüksek iç sesimle saymaya ça lışıyorum. Sonunda yönetici kadro sel olup yanım ızdan akı yor. Kimileri bize bakıyor, kimileri de bakm ıyor Sanki bir hapishane sırasındayız am a bu kez seçilmek için can atıyoruz. İlk ben çağrılıyorum. İçeri yürüyorum ve benim kızıl saçlı arkadaşımın karşısındaki sandalyeye oturuyorum . “ Ve m otor” diyor kadın. İçimdeki seksi kızı çağırmaya çalışıyorum am a gel miyor. Neden karşımıza okum ak için genç ve yakışıklı bir erkek getirmezler ki? Bu korkunç. Kötü rol yaptı ğımın farkındayım am a yine de bu konuda yapabile ceğim bir şey yok. Sahne bitiyor ve yine koridorda beklememi söylü yorlar. İki kız da bana cesaret vermek için gülüm süyor am a belli ki ikisi de içinden başarısız olm am için dua ediyorlar. D iğer kız içeri giriyor ve o girer irmez içe riden gürültülü bir kahkaha yükseliyor. Bir espri mi yaptı acaba? Yoksa takılıp düştü mü? Şeytan kılıklı ak lım İkincisini um ut ediyor. Ü çüncü kız da bitirdikten sonra benim tekrar içe ri girm em i ve sahneyi AvustralyalI aksanıyla okum a7/ , / {< t li-e , l\ ^ f t / / m ı istiyorlar. Yaşasın! Bu benim için N o el hediyesi gibi bir şey. Bu kez okurken kendim i özgür hisse diyorum . B u ikisi takım elbiseyle d alm ak ve çıplak dalm ak kadar farklı. 72 7 lyamda karanlıkta, farlar kapalıyken ters yolda raba kullandığım ı görüyorum . Korkuyla uya nıyorum ve daha fazla bu ülkede yaşam ak istemiyo rum. O rtalık hâlen karanlık am a tekrar uyuyamıyo rum. Aşağıya iniyorum ve kendim e sessizce sıcak bir bal-limon yapıyorum . H em en yatağım a geri dönüp bilgisayarımı açıyorum. E-postalarım ı kontrol ediyo rum. Tobey’den gelen bir e-posta var. BlackBerry’den gönderm iş. Bir ayı geçti, ayrıldıktan sonra hiç görüş medik. E-postanın konu başlığı yok. Açıyorum. Hey, anahtarımı içeride unutup kapıda kaldım. Ça maşırhaneye hiç yedek anahtar sakladın mı aca ba? Bulamadım da. 73 . /( a lı e i î^ ı { ( Kafamdan bir hesap yapıyorum: Avustralya’da şimdi akşam. Arıyorum. Telefon çalıyor. Kalbim deli gibi çarp maya başlıyor ve bir anda soğuk duş almış gibi oluyorum. “Alo?” “Tobey, benim , Sunny.” “Selam. Bir saniye bekleyebilir misirv lütfen?” CC'-T' lam am . » “Benim için biftek sipariş eder misin?” “N e?” “Ö zür dilerim, yemek için dışarıdayım. İçeri gire bildim sonunda.” “ Öyle mi? N asıl?” “ Banyo penceresinden.” “ Pencerenin pervazını kazıdığını söyleme bana.” “ Pencerenin pervazını kazıdım.” “Am an Tanrım. Kendine bir zarar verebilirdin.” “Neyse, sen nasılsın?” «T * * ” İyiyim. “Neler yaptın?” diye soruyor, oldukça resmî bir ses tonuyla. Bu ses onun sesine hiç benzemiyor. “ Bir sürü seçmeye girdim. O ldukça m eşguldüm . G örünüşe göre gelecek vaat eden birkaç iş de çıkacak aralarından.” 74 • ' Li/st ın t ' (. Jft//■><( ıJlftldt û 4 “ Evet, tam am . O radan hoşlandın m ı?” “Evet, hoşlandım . Sevdim hatta. Aslına bakarsan bu bir yalan. Buradan hiç hoşlanm adım .” Tobey gülüyor. G ülüşü bana evimi hatırlatıyor. İçeri girip kıvrılıp yat m ak istiyorum. “ D ürüst olm ak gerekirse Avustralya’yı özledim. Plajı özledim .” “ Şu anda plajdayım .” “Öyle mi? H angisinde?” “ Kuzey Bondi’de. İtalyan restoranında yemekteyim.” “Ah, ne kadar şanslısın! Yanında kim var?” “ Bir arkadaş.” Sesi yine resmî tona bürünüyor. Bir kadınla birlikte. Kıskançlık keskin bir bıçak gibi saplanıyor. Nasıl olur da biriyle çıkar? Nasıl olur da benim dışım da bir kadını yemeğe götürür? Nasıl olur da yanında başka biri varken bir menüye bakıp ne yi yeceğini söyleyebilir? Boğazım sıkışıyor. “ Biriyle mi çıktın?” diye soruyorum . “Tam olarak çıkm ak denemez, hayır.” “O ndan hoşlanıyor m usun?” Sesim öfkeyle çıkıyor. “Sunny, bunu şu anda telefonda konuşamam seninle.” “Öylece kapatacak mısın yani?” “ Hayır.” “ Buraya kadar yani. G özden uzak olan gönülden de ırak oluyorm uş dem ek ki. Yenisi gelsin hem en.” TJi<1(ti' )\HIi “ Benden ayrılan şendin.” Sesi tarafsızdı. “ Hayır, Tobey. Sen benden ayrıldın.” “Tanrı aşkına. İşte yine aynı noktadayız.” “Bana önemli bir soru sordun ve cevabını bilm iyo rum diye benden ayrıldın.” “ K apatm am gerek.” “ Güzel. H oşça kal.” O benim suratım a kapatm adan önce ben onun suratına kapatıyorum telefonu. Yüzümü yastığım a göm üyorum . N e yaptım ben? O n u kaybettim sanırım. Belki de ilk uçağa atlayıp geri dönm eli ve ona koşmalıyım. Uçuş tarihimi değiştirip değiştiremeyeceğimi öğren mek için Qantas Havayollarını arıyorum. Uç gün sonra ki bir uçuşta bir koltuk boş. Ya geri döndüğüm de evimiz de başka bir kız görürsem? N e yapacağımı bilmiyorum. Önce kız kardeşlerimden birini, ardından annemi arı yorum. İkisi de oldukça anlayışlıdır. A m a maalesef ikisi de ne yapm am gerektiği konusunda bir şey söyleyemedi. G üneş yükselmiş. Z ulam dan bir sigara alıyorum ve arabaya atlıyorum. K endim i uyuşm uş gibi hissederek arabam ı hiçbir am acım olm adan, sigara içerek ve boş caddelere bakarak sürüyorum . LA’de hiç kimse yü rümez. N e işim var benim burada? Turuncuya çalan renkleriyle her zaman gülümseyen insanların yaşadığı farklı bir gezegendeyim sanki. 7 6 Hollywood: Karanlıkta size her şeyi vaat eder, ‘Home and Awayden* çıkarak zahmetsiz bir adım la Amerikan sinem a dünyasında kapalı gişe gösterilen filmlerde baş rol oynayanların gerçek hikâyelerini anlatır am a sabah olunca yatakta yalnız uyanırsınız. H içbir zaman var ol m am ış gibi usulca çekilip gider. N e arayabileceğin bir telefon numarası vardır ne de ondan bir iz. M enajerim den telefon geliyor. Denem e çekim in den istediğim sonuç çıkmayacak gibi görünüyor. Ö nüm üzdeki bir hafta boyunca egzersiz yapm ayaca ğım, seçmelere gitmeyeceğim, sebze yemeyeceğim ve gülmeyeceğim. N eT o b ey ne G eorge ne de N in a cevap veriyor telefonlarıma. Facebook’taki sayfalarına bak tım, evet üçü de hâlen hayatta; başkalarının fotoğraf larına m utlu mesut yorum lar yapıyorlar, durum larını güncelliyorlar, diğer arkadaşlarının duvarlarına bir şeyler yazıyorlar ve lanet olası güzel vakit geçiriyorlar. Tobey’nin profilinde ilişkisi var yazıyor. Ayrıldığımızda da değiştirmemişti bunu. Bu ne kendine güven böyle. Üstelik şim di yeni ortaya çıkan bu şıllık sayesinde de ğiştirmesine de gerek kalmadı. Sabit bakışlarla hareketsiz durarak, alışveriş m er kezlerinde kendim i kaybederek, sigara içerek, her türlü ham ur işini yiyerek, internetten hayatımı değiş tireceğine söz veren bir sürü şey sipariş ederek, beni Home and Away: 30’dan fazla ödül kazanan bir Avustralya pembe dizisi. 17 Ocak 1988’de yayın hayatına başlayan dizi hâlâ devam etmektedir. Isla Fisher, Julian McMahon, Heath Ledger gibi birçok yıldız bu diziyle şöhrete kavuşm uştur, (ç.n.) :/(„(«■ (w<di hiç de ırgalam ayan park cezalan alarak günlerimi ge çiriyorum . Bir insan denizinde yavaş adım larla yürü mek zorunda kalm ışım sanki. İstediğim tek şey, biri nin om uzlarına çıkm ak ve bu denizin nereye kadar gittiğini görm ek. A m a hiç kimseyi om zuna çıkmayı rica edecek kadar iyi tanım ıyorum ve üstelik çok ağır gelm ekten korkuyorum . Toz fondötenim in tam amını kazayla banyoda yere döküyorum am a temizlemeye yeltenmiyorum bile. Direkt fayansın üzerinden alarak kullanıyorum. H a m ur işlerindeki unlar yüzünden üstüm başım sürekli beyaz. Bir haftadır aynı taytı ve göbeğim i saklam ak için aynı bol tişörtü giyiyorum. Çalıp çalm adığım anlam ak için telefonum u kontrol etme konusunda psikoz derecesinde takıntı geliştiriyorum. H angisine inanacağımı bilem ediğim kişiler hakkında aklım da bir sürü hikâye uydurup sonra onları kafam dan süpürüp atıyorum . Kendim e verdiğim değer her geçen dakika azalıyor. H ayatım rasta yapılmış saçlar gibi. Çözm eye neresinden başlayacağımı bilm iyorum. Üstelik bu ka dar büyük bir karmaşayı açmaya yetecek boyutta bir saç kremi de yok. 78 U yanıyorum ve güzellik merkezinden bazı rande vular alarak ve Albert’la bir akşam yemeği ayarla yarak kendim i bu yapışkan bataklıktan çekip çıkarm a ya çalışıyorum. O bsesif zihnimi çıkarıp dolaba aşmalı ve onsuz bir gün geçirmeliyim. İlk durak: Tırnaklar. Siyah renk bir oje seçiyorum ve m anikür için oturm uş bir sıra kadının arasında ye rimi alıyorum. “İçecek olarak ne alırsınız?” diye soruyor manikürcüm. “ Çilekli şam panya almalısınız. H arika, değil mi?” diyor yanım daki kız, elindeki paketten aldığı şekerle meleri çatır çutur sesler çıkararak yerken. 79 .J i f t i t e ’ lVtıl( H o lly w oo d ’un tüm kriterlerine uyuyor: V ücu duyla oran tılan d ığın d a çok dah a bü yük bir kafa, çantasının içinde kü çü k bir köpek, parıldayan be yaz dişler, d on u k bakışlar, sarıya boyanm ış saçlar ve solaryum la bron zlaşm ış bir ten. T elefon um la bir fo toğrafın ı çeksem on dan k u rtulab ilir m iyim , m erak ediyorum . “Sadece su alacağım , teşekkürler” diyorum . Sonraki durak: Kuaför. D ip boyam ı yapıyor am a saçlarım daki kaynakları sollaştıram ayacağını söylüyor çünkü Avustralya’da uygulanan yöntem i kullanmıyormuş. Telefonum a bakıyorum , menajerim den bir ce vapsız çağrı var. Televizyon kanalı beni bu kez ‘kim ya denem esi’ için görm ek istiyormuş. Başrol erkek oyun cusu seçilmiş ve onunla kimyamızın uyuşup uyuşm a yacağına bakm ak istiyorlarmış. Ne? D ah a önce ‘kim ya denem esi’ diye bir şeyi hayatım da duym am ıştım . Tuvalet kabini sahnesinde onunla tutkulu bir şekilde öpüşm em gerektiği anlam ına mı geliyor bu? Kasaya ücretimi ödüyorum ve kuaförden çıkıyo rum. Kapıdaki birkaç basam ağı daha yeni inm iştim ki kuaförün arkamdan seslendiğini duyuyorum . “H an ı m efendi?” “Efendim ?” “Yanlış bir şey mi yaptım ?” diye soruyor. “Yanlış mı? Hayır. Neden sordunuz bunu?” 80 “ Saçlarınızı beğenm ediniz gibi geldi.” “ Hayır, bayıldım . H arika bir iş çıkardınız. N eden böyle düşündüğünüzü anlam adım .” “Bahşiş verm ediniz de. A m a sorun değil. Ben sade ce sizi üzecek bir şey yapıp yapm adığım ı m erak ettim .” Kollarında dövmeleri, simsiyah saçları, kıpkırmızı ruju ve kar gibi bembeyaz bir cildi var. Beni ürkütüyor. “Ah, Tanrım . Hayır, beni üzmediniz. Buradaki kuaförlerin bahşiş kabul ettiğini bilm iyordum sadece. Ben AvustralyalIyım. Bilm iyordum , özür dilerim” diyorum çantamın içinde deli gibi cüzdanım ı ararken. “Bahşiş peşinde olduğum için gelm edim buraya. Sadece m utlu olduğunuzdan emin olm ak istedim .” “İşte, buyurun. Ö zür dilerim” diyorum kıza yirmi dolarlık bir banknot uzatırken. “Hayır, sorun değil.” “ Lütfen alın. İsrar ed iyoru m .” Parayı kızın eline sıkıştırıyorum ve arabam a d oğru olabildiğince hızlı yürüm eye başlıyorum . Ben yağım , bu şehir ise sir ke. Bizi asla birbirim ize karıştıram azsm ız. K arışm ış gibi görünsek de her şey yerli yerine otu ru n ca tekrar ayrılırız. Hollyw ood H ills’de gizli bir restorandan içeri giri yoruz. Sahibi Albert’ı kucaklayarak karşılıyor. Sanki . / {flite ' ' ) i ^ f t //■ birinin çocukluğundaki hayal dünyasına girm iş gibi yiz. Işıklandırm a oldukça loş. M asalar H in t işi harika ve rengârenk perdelerle birbirinden ayrılarak özel böl meler yaratılmış. K üçük birer oyun evine benziyorlar. Akşam yemeği için bu küçük bölm elerden birine otur duğum uzda garson bize bir şişe beyaz şarap, ekm ek ve zeytin getiriyor. “ Canın mı sıkkın?” diye soruyor Albert. Om uzlarım ı silkiyorum . ... “Şu anda bir işin olm adığı için m i?” “Evet, bu da nedenlerden biri. İşsiz olduğum d ö nemlerde her zam an biraz dağılırım . Şim diye kadar elimde bir senaryo olm asına çok alıştım . Ç alışm adı ğımda, elim de bir senaryo olm adığın da hayat durm uş gibi geliyor bana. O yuncak kutusuna atılıp unutulm uş bir oyuncak bebek gibiyim sanki. Üstelik kutunun ka pağı da kapatılmış. H er yer kapkaranlık.” “Bu sektörde hayatta kalm ak istiyorsan işsiz oldu ğun zamanlardaki tutum un u değiştirm elisin.” “Evet, biliyorum. Ben sadece işsiz olduğum bir d ö nem olm asın istiyorum. Bir iş bitince hemen diğeri başlasın. Aradaki boşlukları silip atalım .” “ Kendi hayatını mı sileceksin? K endi özel senar yonu?” “Evet, belki.” 82 Küçük küçük tabaklarda servis edilen mezeler dur madan gelmeye devam ediyor: Zeytin, fırında peynir, şim di de karides. Bunu sevdim. Bize bir m enü bile göstermediler. “Seni Avustralya’dan buraya getiren ne oldu?” “Erkek arkadaşım bana evlenme teklif etti.” “ Bu harika, Tebrikler.” “Evet, harikaydı. Bir gün akşamüzeri işten ıslak bir kafayla geldi. Bana bakam ıyordu. M ayom u giyip yüz me gözlüğüm ü takm am ı istedi. Küçük bir koya gittik. Neler döndüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Beni denize doğru sürükledi. Derin bir nefes alm am ı ve onu takip etmem i istedi. Suya daldık ve dibe doğru yüzdük. D ipteki kumları eliyle temizledi ve bir yazı ortaya çıktı. ‘Benim karım olur m usun?’ yazıyordu, beyaz bir kayanın üzerinde.” “Sen ne yanıt verdin?” “O nunla evlenmek isteyip istem ediğim i bilm ediği mi söyledim.” “N eden?” “A slına bakarsan hâlâ nedenini bilm iyorum . S a dece tam olarak em in değild im . Tobey ile birlik teyken sanırım em inim am a oyunculuk yaparken tam am en başka bir yere savruluyorum . Ç o k güçlü bir duygu oluyor oynarken özellikle de aşk sahne- , / {<((t<’ ) t / / İtrinde. Eğer evlenirsem bu duyguyu yitirm ekten korkuyorum .” “ N asıl?” “Bir role bürünebilm ek için boş bir tuval gibi ol m am gerektiğini hissediyorum .” “Yani kendi hayatım ve m utluluğunu kariyerin uğ runa feda ediyorsun.” “Aslında ne hissettiğim i bilm iyorum. Belki sadece korktum , bu yüzden evet diyem edim .” ~ “Ya Tobey? O n a âşık m ısın?” “Evet” diyorum cevap verdiğimin bile farkında ol m adan ve koca bir mantarı hırsla ağzıma tıkıştırıyorum. “ O yunculuk konusunda tam olarak neyin peşin desin?” “ İşte bu iyi bir soru çünkü çoğu zaman oyunculuk yapm aktan hoşlanm ıyorum ” diyorum dolu bir ağızla. “Bazen m onotonluktan kaçm ak için bu işi yaptığımı düşünüyorum . Sıkıcı bir hayatım olm asından her za m an korktum . N e zam an işler bir rutine girse hemen o rutini bozm am gerekir.” “ Bu diğer bir neden olsa gerek.” “ Bu sıra dışı ihtiyacım ın her zam an anlaşılması gerekiyor. Benim için görünm ez olm ak gibi bir şey bu. A m a sanırım bu, insanları beni daha çok sevmeye zorluyor.” “A nlattıklarına bakılırsa sen oldukça çok sevilm iş sin. Bildiğim tek şey, şöhretin seni tam tersi istika mete fırlatacağı. Bu şehirde yaşayan ünlü insanların çoğu gezegendeki en yalnız insanlar arasında yer alı yorlar.” “ B unu duym uştum . Bazı günler sadece çıkm az bir sokakta yaşayan, karnı burnunda evli bir kadın ol m ak istiyorum , bazen de özgürce kariyerimin peşin de koşm ak.” “Bu çıkmaz sokak hayaline Tobey dâhil m i?” “Evet, dâhil am a ilişkimiz pek iyi gitm edi. Şim di konuşm uyoruz bile. Ben sadece evlenme konusunda emin değilken o benden ayrıldı. Aynı yöne bakm adı ğımız sürece bir arada kalm amızın bir anlamı olm adı ğım söyledi. Ben ayrılmak istem em iştim ve evliliğe de kesin anlam da ‘hayır dem edim . Sadece biraz zam ana ihtiyacım olduğunu söyledim.” “ O n u özlüyor m usun?” “Evet am a bildiğim tek şey hiçbir şeyin yüzde yüz olm adığı. Yani eğer evet dersem , kaşınan bütün ya ralar daha da çok kaşınm aya başlayacak ve eninde sonunda iltihaplanacak. İltihaplı bir evlilik istem i yorum . Pearl’le evlendiğinde senin için her şey yüzde yüz m üydü?” “ Bence aşk böyle ölçebileceğin bir şey değil. H er bir parçam ın hayatımın sonuna dek onunla olm ak iste- . / ( d { ir ) i^ t/( d iğini biliyordum . Elbette zor tarafları vardı onun da, kim in yok ki?” “ Bu zor taraflarla nasıl başa çıktınız?” “Asıl bu zor taraflar sevgimin büyük bir bölüm ünü kapsıyordu. H atta bu zor tarafları yüzünden onu daha da çok sevdim.” G arson tatlı olarak bize çikolatalı pasta getiriyor. A lbert’in yuvarlak pastayı özenle iki eşit parçaya ayır masını izliyorum. ~ 86 CC ^ u n d a y Triggs.” Açıl susam açıl. Kapı bariyeri O yukarı kalkıyor. Yine C 2 numaralı binaya gi diyorum . K apıdan içeri girer girmez Shelly’ye doğru koşuyorum . Shelly, AvustralyalI bir oyuncu arkadaşım. Buraya genel görüşm e için gelmiş. Aslında tam olarak arkadaş sayılmayız am a birbirimize sıkı sıkı sarılıyoruz. İşim in ne zam an biteceğini bilm ediğim i söylüyorum am a hemen yan taraftaki kafede beklemek için ısrar ediyor. Ben çıkınca birlikte kahve içeceğiz. Yüzünün her yerinden yalnızlık akıyor. Koridorda tek kişilik sandalyeye çöküyorum ve ta kım elbiseli yönetici seli yanım dan akıp geçiyor. Bir 87 . J(aii<ı ’)\'} rıl/ tarafım aptalca sakin, diğer tarafım kulakları sağır ede cek şekilde çığlıklar atıyor. Pejmürde kılıklı bir adam köşeyi dönüyor. Yüzünü büyürken izlediğim bir tele vizyon dizisinden hemen hatırlıyorum. Bana doğru gelirken sanki üç boyutlu görüntüsü geliyor. O n a ba kıyorum ve sanki onu çok iyi tanıdığım ı hissediyorum. O n u gören herkes böyle mi hissediyor acaba? Star ışığı dedikleri şey bu mu? “ İyi günler” diyor, kötü bir Avustralyah aksanıyla. “ İyi günler” diyorum , m ükem m el Avustralyah aksanımla. “ Sen Sunny olm alısın. Ben Sam .” Elini uzatıyor. Elini sıkıyorum am a nedense sandalyeme yapışm ış va ziyetteyim. El sıkışm ayı bitirir bitirmez ayağa kalkm a lıyım. Şim di kalksam çok garip olacak. “ D enem e çekim inde çok iyi olduğunu duydum .” T iki var. Küçücük, anlaşılması zor bir baş hareketi. “Gerçekten m i?” “ Evet, gerçekten.” K ötü, bu kötü: H içbir kimyasal çekim yok ve adam benim yabancı bir ucube olduğum u sanıyor. “Pekâlâ, içeride görüşürüz.” Tiyatro salonuna doğru ilerliyor. Birkaç naneli şeker atıyorum ağzım a ve öpüşm em gerekmeyeceğini umuyorum . 8 8 \t u t ;y ^ f it I i ’iıı ./ îti / '/ r A m an Tanrım! Vahşi at aklım dizginlerinden boşalı yor yine. Bu kez gerçekten tehlikeli. Herkes kendini ko rusun, Kim se güvende değil. Ben de kendimi korum ak istiyorum. Buradan nefret ediyorum. Herkesin üzeri şeker kaplı olan ve kimsenin dürüst olmadığı bu sahte dünyadan nefret ediyorum. N eden çekip gitmiyorum ki? Sandalyeden kalkacağım, arabama koşacağım, eve dönüp eşyalarımı toplayacağım ve doğruca havaalanına gidip eve dönen ilk uçağın kalkmasını bekleyeceğim. “ Seni bekliyoruz” diyor, kızıl saçlı. İçeri giriyorum ve Sam ’in karşısındaki sandalyeye oturuyorum . Lanet olsun! Sam sohbete başlıyor. “Eee, LA’den hoşlandın m ı?” Nefret ettim, hatta az önce kaçmayı planlıyordum. “Evet, harika.” Yalan. “ En çok nesini sevdin?” H içbir şeyini. “ Runyon Kanyonu epey güzel. D ü n oradaydım! Sıkıcı, sıkıcı. Ç o k sıkıcıyım. Runyon Kanyonu ce henneme benziyor. G özün görebildiği her yer kahve rengi toprak ve her taraf köpek pisliği kokuyor. O tuz çift gözün üzerimde odaklandığını ve bir nebze olsun kimya görmeye çalıştıklarını hissedebiliyordum am a tek bir dam la bile yoktu. 89 . /{ f) ( t v /( “ Ö yle mi? Yürüyüşün iyi geçti m i?” “Evet, iyiydi. A m a utanılacak bir şey oldu.” A m an Tanrım. Bu hikâyeyi anlatm ak üzere olduğu m a inanam ıyorum . “Ö yle mi? N e oldu?” diye soruyor Sam. Ç o k geç, uçurum dan atladım artık. Geri dönüş yok. “Yani, orada tuvalet yok ve ben bütün yürüyüş bo yunca tuvaletimi tuttum . Etrafta kimselerin olm adığı bir ara seyrek olan çalılardan birinin arkasına gittim . Köpekleriyle birlikte iki adam yanım dan geçmeden hem en önce bitirm iştim işim i.” “ Seni gördüler m i?” “ Ben görm ediklerini sanıyordum am a çalılardan toprağa dam lam aya devam ediyordu ve bir tanesi az daha üzerine basacaktı.” “Senin çöm eldiğini görm edi m i?” diye sordu Sam, gerçekten gülerek. “ G ördü ve bana hayatında gördüğü en iğrenç yara tıkm ışım gibi baktı!” “ H ayıııır!” ikim izde güldük. O anda bizden başka kimsenin gülm ediğini fark ettim. Başım ı kaldırıp baktım. Takım elbiseliler gülüm sem iyorlardı bile. Tanrım! Aptal, ap tal, salak. H angi akla hizmet bu hikâyeyi anlattım ki? Az önce kaçmış olsaydım şu an burada oturup kendi90 11 i t (' mi öldürm ek istiyor olm azdım . Bu hikâyeyi anlatarak coşkulu kahkahalar yükselmesini ve hemen cesur, sıra dışı kom edi kraliçesi olarak taç giymeyi bekliyordum am a bunun yerine pis bir ucube gibi göründüm . “Tam am , sahneye başlayalım, olur m u?” diyor kızıl saçlı. “ Bu okum ada aksanım zı bırakm anızı istiyoruz” diyorlar. “Amerikan aksamnı m ı?” “ Hayır, Avustralya aksam nı.” Lanet olsun! Sam bana göz kırpıyor ve kafasını senaryodan kal dırm adan kokain sahnesini okum aya başlıyor. Sonun da okum a bitiyor (tutkulu öpüşm e olmuyor) ve çıka bileceğimi söylüyorlar. Binadan çıkar çıkmaz koşm aya başlıyorum. Araba ma kadar koşuyorum . Sağ salim içeri girer girmez ka famı direksiyona dayıyorum. Ah, lanet olsun! Zavallı Shelly’nin kafede beni bek lediğini unuttum . Çekip gitmeyi düşündüm am a son radan kendimi suçlu hissedeceğimi biliyorum. Telefon numarası da yok bende. Geri dönüyorum ve olay m a hallini hızla geçip kafeye giriyorum. Shelly bana bir kez daha sıkı sıkı sarılıyor. Az önce yaşadığım korkunç kimya testini anlatıyorum. XGUie. “W,J/ “Em inim o kadar kötü değildir. Em inim hikâyeni kom ik bulmuşlardır. Ya güldüklerini duyam adıysan?” “ Beni rahatlatmaya çalışman çok güzel am a seni te m in ederim ...” Lanet olsun! İçeri Sam giriyor. G öz göze geliyoruz. H em en başka bir yöne bakıp Shelly ile sohbetimize devam etmeye çalışıyorum. Sam kasaya siparişini veri yor ve bize doğru yaklaşmaya başlıyor. “ Hey” diyor. - “Selam, çok üzgünüm ” diye yanıt veriyorum yük sek sesle. “Neden üzgünsün?” “ Benim o aptal, hiç de kom ik olmayan hikâyem için. Ç o k gergindim ve ben...” “Harikaydı. Ben kom ik buldum . Bu testler çok in safsız.” Shelly’nin elini sıkıyor. “Ah, affedersin! Bu benim arkadaşım Shelly. O tu r m ak ister m isin?” Lütfen hayır de. “Tabii, kahvemi beklerken oturabilirim .” Sohbet oldukça garip devam ediyor ve Sally kendi siyle ilgili bir şeyler anlatm aya başlayınca ben rahatlı yorum . Vay canına, kız gerçekten kötü günler yaşamış. Gözlerim i ayakkabılarım a dikiyorum ve görünm ez olabilmeyi diliyorum. 92 » 1 / . ı / ' ı t u t ' . <•- f t t ) t - i 11 . / l t t / t / t û “Eee, burada epey insan tanıyor m usunuz?” diye soruyor Sam. “Pek değil” diye yanıtlıyorum ve yine ayaklarıma bakm aya devam ediyorum. “ Benimle gelip hayatınızdaki en kötü filmlerden bi rini izlemek ister misiniz bu gece? Mesajınız Vardan (Youve Got Mail) aşırma. Mesajınız Var ı gördünüz, ne kadar berbat olduğunu biliyorsunuz, değil m i?” “Evet, gördüm ” diye yanıt veriyorum. “ İşte bu ondan gerçekten on kez daha kötü.” “ Bir de bana filmi satm aya kalkıyorsun. Bu kadar kötü bir filme neden gideyim ki?” diye soruyorum . “Tom H anks’in rolüne benzeyen rolü ben oynuyo rum ve bu gece Ç in Tiyatrosu nda prömiyer var. Bil men, belki de şehre yeni gelen kızlar için iyi bir dene yim olabilir.” “O h hayır. Ben gelemem. M enajerimle randevum var. Lanet olsun!” diyor Shelly. H ıh L “ Ben gelirim” diyorum. “ H arika. Bütün o kırm ızı halı olayını yerine ge tirm em gerek. Film i baştan sona tekrar izlemeye katlanam am am a sonrasındaki partiye katılacağım . Bir arkadaşını ya da erkek arkadaşını getirm ek ister m isin?” . J { (t / tf jVrt / ( “ Evet, bir arkadaşım ı getirebilirim ” diyorum , garson elinde kâğıt bardakta kahveyle Şam ’a yakla şırken. Sam garson kıza gülümsüyor. Günlerdir uyum am ış gibi bir hâli ve gözlerinde Hollyvvoodlu yüzüne yakış mayan bir hüzün var. Birbirim ize num aralarım ızı veriyoruz. D avetiyele rimi gişeye bırakacağını söylüyor. Shelly yine kendin den bahsetm eye başlayınca bir bahane ku lu p kalkı yorum . Arabaya doğru yürürken N ina’ya ulaşmaya çabalı yorum am a yine cevap vermiyor. Evine gitmeye ka rar veriyorum. Yolda durup bir dem et barış zambağı alıyorum. Kapısını çalıyorum, cevap yok. Apartm anın merdivenlerine oturup beklemeye başlıyorum. Bekli yorum , bekliyorum. Telefonum un mesaj kutusunu temizlemeye başlıyo rum. Yarıya geldiğim de Tobey’nin bir mesajını görü yorum. Lanet olsun sana tapıyorum Sunday. Bana gerçek ismimle seslenen sadece iki kişi var: Annem ve Tobey. Sabahları ilk kelimesini bir başkası nın duyuyor olması içimi ürpertiyor. Başım ı kaldırıp baktığım da N ina’nın arabasını park ettiğini görüyorum. 1111 / a 11 A r t . / i n (< 1 i “Ö zür dilerim , ben korkunç bir arkadaşım ” diyo rum, bana doğru yaklaşırken. “ Sorun değil, ben de öyleyim.” “ Bu akşam eğlenceli bir şeyler yapm ak ister m isin?” “ İşe gitm em gerek.” “ İzin alamaz m ısın?” )■> 10 G işeden davetiyelerimizi alıyoruz ve kırmızı ha lıya doğru yürüyoruz. Hollyw ood Bulvarı’nın bir sokağı olduğu gibi trafiğe kapalı ve bir fotoğraf çı denizi var. Fotoğraf makinelerinin flaş ışıkları kör ediyor. Fotoğraf makinelerinin bana doğru çevrilmesi nin ne kadar kötü bir duygu olduğunu düşünm ekten nefret ederdim. Sam ’in kameralara röportaj verdiğini görüyorum . O anda elbisemle çantam ın kötü ve ucuz durduğunu hissediyorum. Kendim i ortam a son derece yabancı hissediyorum. Sanki birilerinin şehir dışından gelmiş kuzeni gibiyim. Elim den geldiğince hızlı yürü yüp içeri giriyorum. 3 7 yitrti* uW<Ul N ina bir paket patlam ış mısır alıyor am a ücretini ödem ek için cüzdanını çıkardığında her şeyin bedava olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine bir paket çikolata, bir paket draje şeker ve iki içecek daha alıyor. Sinem a salonunda ışıklar kararırken çılgınca bir alkış başlıyor. N e zam an beyaz perdede yeni bir ka rakter görünse ıslıklar, alkışlar, tezahüratlar yükseliyor. Bir spor m üsabakasını ya da seyircilerin dâhil oldu ğu bir pandom im gösterisini izlemek gibi. Bu seviye de coşkudan hoşlanıyorum. Böyle bir şeyi daha önce görm em iştim . Avustralya’da prömiyerler genelde ölüm sessizliğinde olur. Film in gösterim inin ardından düzenlenen partiye gider gitm ez elim ize bir kokteyl tutuşturuluyor. Four Seasons’taki salonun her yeri ince topuklu ayakkabı la r a dekore edilm iş çünkü filmin baş kadın karakte ri ayakkabılara tutkun ve bir ayakkabı m ağazası var. Sam de onu piyasadan silmeye çalışıyor. Tavandan sarkan, duvarlara sıralanan bir sürü ayakkabı var. Kendinizi devasa bir ayakkabı dolabında gibi hisse diyorsunuz. K adınların yüksek topuklu ayakkabılara neden bu kadar büyük paralar harcadığını anlayam ıyo rum. O n lara karşı özel bir d üşkü n lüğü m yok. İnsa na acı verirler ve her zam an sizi yavaşlatırlar. H atta Tobey’nin seksi bu lm asın a rağm en hayatım boyunca hiç yüksek topuklu ayakkabım olm adı. Buraya gel- i ; y/ r * V- 'i r t H ' i a * //< ■ //'X ' diğim ilk günlerde N in a beni Jim m y C h o o ’nun m a ğazasına götürm üştü. Benim için araba egzozu satan bir dükkândan hiç farkı yoktu. D ışarı çıkıp N in a’yı orada bekledim . “ Film hakkında ne düşünüyorsunuz, hanım lar?” Aha... İki koca ahm ak ortaya çıkıyor. İkisi de şişko ve ikisi de açık mavi kot pantolon giyiyor. “ İyiydi” diyorum . N ina’nın yüzündeki ifadeye ba kıyorum ; ‘kurtul şunlardan diyor. “Nerelisiniz?” diye soruyor, H arry H igh pants.* “Avustralya” diyor N in a ve hemen arkasını dönüyor. “Avustralya’ya hep gitm ek istem işim dir” diyor diğe ri; rengârenk, bayram lık bir göm lek giyen. “ Siz beğendiniz mi filmi?” diye soruyorum . “ Evet, harika bir film. İkimiz de bu filmde çalıştık. M uhasebe bölüm ündeydik.” Tekdüze bir sesle aralıksız anlatm aya başlıyor. N in a ile ben toz olm ak için adam ın konuşm aya kısa bir süreliğine de olsa ara vermesini bekliyor duk am a adam susm uyordu. Soluk bordo bir gö m lek giyen Sam ’e bakınm aya başladım . Son u n da onu gördüm am a kendini önem li bir sohbete kaptırm ış gibiydi. Harry Highpanîs. AvustralyalI yazar Tony VVilson’un yazdığı, pantolonunu çok yu karıya çekerek giyen bir çocuk kitabı kahramanı. Pantolonunu bu şekilde giyenlere de bu isim veriliyor, (ç.n.) )9 . / { a l i<> ' “Affedersiniz, tuvaleti kullanm am gerek. Sunny?” N in a sabırsızlıkla bakıyordu bana. “Ah, evet! Benim de kullanm am gerek.” İki adam ı cüm lenin ortasında bırakıp uzaklaştık. “Vaktim izi iyi değerlendirmeliyiz. Üzerimize kal m adan onlardan kurtulsak iyi olacak” diyor Nina. “ Sadece arkadaş olm aya çalışıyorlardı.” “ Hayırseverlik yapılacak yer değil burSsı.” Tuvaletten çıkıp kalabalığa karışıyoruz ve son de rece k om ik görünen bir garsondan yeni kokteylleri mizi alıyoruz. Sam ’le göz göze geliyorum . O n a katıl m am ızı işaret ediyor. Bir m asada üç adam la birlikte oturuyor. Biri arkadaşı Jam es. Takım elbise giyen d i ğer ikisi yapım cı. Sam film hakkında ne düşündüğüm ü soruyor. O nu oldukça iyi bulduğum u söylüyorum. Bunun verilebi lecek en iyi yanıt olduğunu söyleyip göz kırpıyor. Ya pım cılardan biri oldukça yüksek sesle ve hevesle bir hikaye anlatm aya başlıyor. Sam başka kimsenin onu göremeyeceği şekilde bana dönüp gözlerini deviriyor. Sonra eliyle silah şekli yapıp ağzına sokuyor ve tetiği çeker gibi yapıyor. “Avustralya’da kadınlar sokaklarda sık sık çöm elir m i?” diye soruyor bana. /d o . '- / l / i - C 1tf ti'ift . /(<t/'/’ “ Evet, evet. O nları her yerde görebilirsin; kaldırım kenarlarında, parklarda. Tuvaletimizi yapm am ız ge rektiğinde yaparız.” G ülüyor ve gözlerinin kenarlarını siliyor eliyle. Bileğinin iç kısm ında bir dövm e dikkatim i çekiyor. Siyah harflerle SAPGD yazıyor. “ Bu harfler ne anlam a geliyor?” diye soruyorum . “Sadece açık pencereleri geçmeye devam.” “N e dem ek bu?” “ Benim en sevdiğim kitaplardan birinden alıntı. Kitaptaki ailenin işler kötü gittiği zam anlar birbirle rine azimle devam etmeleri gerektiğini söyleme şekli.” “Sonunda ne oluyor?” “Sonunda kızlardan biri bu öğüdü boş verip pence reden atlıyor.” “Neden bileğine dövme yaptırdın bunu?” “ U nutm am ak için.” “ Ben de yaklaşık bir ay boyunca her sabah elime ‘Sigaraya H ayır’ yazdım. İşe yaradı. Sigarayı bıraktım ” diyorum. “ Gerçekten m i?” “ Evet, sayılır. A m a birisi bana D alai L am an ın da ara sıra sigara içtiğini söyledi. Ben de eğer canım çok çekerse arada sırada bir tane içiyorum .” /o/ •/ { t ı(t e < W a M “ Bunu da dövm e yaptırsam iyi olacak herhâlde.” “ Sigara içiyor m u su n ?” “Ah, evet!” “ O zaman gerçekten yaptırmalısın. İşe yarıyor. Sa dece SH de yazdırabilirsin. Böylece her sabah yeniden yazmaktan kurtulm uş olursun. H em mürekkebi sağa sola da bulaşm az. B ir ay boyunca beceriksiz bir okul çocuğu gibi dolaştım ben.” Şöyle bir bakınca N ina’nın Jam es’le'konuştuğunu görüyorum . Keyfi yerinde. Adam ı gözüne kestirdiğin den em inim . Sam ayağa kalıyor ve beni de kaldırıyor. Yapımcılar dan izin istiyoruz. N in a ve Jam es ile birlikte bara d oğ ru ilerliyoruz. H em en herkesin gözü Sam ’in üzerinde. O ise bunun farkında bile değil. Kendine bir soda, Jam es’e de viski alıyor. N in a ile ben o tatlı kokteylden birer tane daha alıyoruz. Alkol kendini gösterm eye başlıyor. Birden ‘vay ca nına, hayat ne güzel’ m oduna geçiyorum. İçimde bir vites değişiyor ve ben olm ak istediğim insan oluyo rum. Bütün doğru sözler ve hareketler kendiliğinden içimden çıkıyor. Ses sistem inde Beyonce’den ‘Crazy in Love’ şarkısı oldukça yüksek bir tonda çalıyor. N in a ile birbirim i ze bakıp dans pistine çıkıyoruz. Pist hıncahınç insan dolu. Yeniyetmeler gibi dans etmeye başlıyoruz: Sanki 102 . \ (A fe ti m jj it t t i't f t . / { tt /'/< odam ızın penceresinden kaçtık ve ailemiz bizi bulup sürükleyerek eve geri götürm eden önce harcadığımız her kuruşun karşılığını almaya çalışıyoruz. Bütün şar kılarda dans ediyoruz ve kısa bir sürede bütün dans pistini zıplayarak dolaşıyoruz. “Yeni erkek arkadaşınla işler nasıl gidiyor?” diye ba ğırıyorum N ina’nın kulağına, yüksek sesli müziği bas tırm ak için. “İyi, ya seninki?” diye yanıt veriyor ve ben gülüyorum. N ina’nın dansa karşı doğuştan bir yeteneği var. M üziği içinde hissediyor ve hareketleri müzikle uyum lu. Biraz kıskanıyorum onu am a hemen m ükemmel bir çözüm buluyorum . O nun yaptıklarının aynısını yapm aya başlıyorum. Şim di dans pistindeki en iyi iki dansçıyız. Sırılsıklam terliyorum am a en popüler şar kılar ardı ardına gelmeye devam ediyor. Sam ’in bize doğru geldiğini görüyorum . İlk tepkim dans etmeyi bırakm ak oluyor am a dansı bir anda kesersem daha utandırıcı bir durum olacağına karar veriyorum. O nu duyabilm em için bana doğru iyice eğiliyor. “ İyi m isin?” diye soruyor, oldukça bariz bir kafa tikiyle. “ Evet. Ya sen?” “Evet. Benim için bu kadar eğlence yeter. Yukarıda bir odam var. Birazdan odam a çıkacağım. Sen evine tek başına gidebilecek m isin?” İ03 . /{<t{ H' )\^t1// “ Evet, hallederim . A rabam var am a kullanabile ceğim i sanm ıyorum . G eld iğim d e park etm esi için valeye verm iştim . G ece burada kalsa sorun olm az, değil m i?” “ Sen de gece burada kalm ak ister m isin?” u t lıııı... yy O nunla mı kalacağım? “ikiniz için bir oda ayarlarım. Sen eğlenmeniz bi tince resepsiyona gidip adını söyle sadece!” “Ah, harika! Teşekkür ederim .” “G eldiğiniz için teşekkürler” diyerek yanağım a kar deşçe bir öpücük konduruyor. Buraya N in a ile gelerek onu ihmal mi ettim? Beni beklemekten sıkılıp yukarı çıkmaya mı karar verdi? D ansım ıza devam ediyoruz. Jam es elinde dört ka deh içkiyle bize geliyor. Ben hayır anlam ında kafamı sallıyorum. N in a ile birlikte ikişer kadeh içiyorlar. İyi dans etmiyor ve N ina’nın dansından etkilendiği belli. Kulağına bir şeyler fısıldayınca N in a kahkahayla gü lüyor. O nlara bir sonraki bakışım da tutkuyla öpüş tüklerini görüyorum . Yavaş yavaş kontrolden çıkmaya başlıyorlar ve ben onların yanından uzaklaşmaya karar veriyorum. Bir bardak su alm ak için bara yöneliyorum . Yorul duğu m u ve uykum un geldiğini hissediyorum . Bura- İ04 . 1 /■» / : 1 1 / / i j v / < / 1t - i r t */{ a / r/r da kalm alı m ıyım ? G itsem mi? Rezervasyonu yaptı mı acaba? Servete m al olm uştur m uhtem elen. Z en gin insanlar her zam an diğerlerinin de kendileri gibi zengin olduklarını sanırlar. Lanet olsun! K alsam iyi olacak. Parti salonundan çıkarken kapıda bir kadın elime büyük bir kâğıt torba tutuşturuyor. Avantalar! Resep siyona doğru yönelmeden önce torbanın içine çabucak göz atıyorum. R esepsiyonda bilgisayarın başın daki görevliye o da ücretini şim di ödeyip ödeyem eyeceğim i so ru yorum . “H er şey halledildi. Bu taraftan hanım efendi” diyor. “O danın num arası kaçtı? Arkadaşım a haber ver mem gerek.” H âlâ ağızlarından birbirlerine kenetli olan N in a ile Jam es’in yanına gidiyorum . N in an ın dikkatini çek meye çalışıyorum am a çok sarhoş ve kendi âleminde. O nlar öpüşm eye devam ederken çantam dan bir kalem çıkarıyorum ve N ina’nın eline oda num aram ızı yazı yorum . O d am a çıkıyorum . M ükem m el. D u varları ö p m ek istiyoru m . Toz p em be renginde. K ö p ü k lü bir banyo yapıyoru m ve yatağa süzülüp p rom osy on torbasın ı dökerek çıkan şeylere bakıyorum . Vay canına! A vustralya’da birkaç şam pu an ve saç krem i 105 . / { ttlic )V n 11 poşetiyle bir paket çik olata çık arsa şanslı sayılırdı nız. B u n d a bir ruj (M.A.C!), bir kol saati, iki p a r füm (bir kadın , bir erkek için ), ışıldayan bir fıstık ezmesi paketi, p ija m a altı, u cu n d a barış işareti olan bir kolye, diş beyazlatıcı, iç çam aşırı ve iki kupon çıkıyor. K u p o n lard an biri Beverly H ills’teki bir ku aförde ücretsiz saç boyası ve kesim için, diğeri ise yeni açılan bir resto ran d a iki k işilik akşam yem eği için. Yaşasın! Bedava hediyelere neden bu kadar takmış durum dayım ki? K üçük bir çocukken bile zamansız verilen bir paket şekere doğum günlerim de verilen hediyeler den daha çok sevinirdim. Birkaç saat sonra çalan telefona uyanıyorum. N ina oldukça ayık bir sesle konuşuyor. “Neredesin? Bensiz mi çıktın?” diye soruyor. “ H ayır, yukarıdayım . O d a n um aram elinde y a zıyor.” Topuklu ayakkabılarını bir eline almış, öbüründe üç prom osyon torbasıyla içeri giriyor. Ellerindekileri yere atarak yatağa oturuyor. “Nasıl gitti?” diye soruyorum . “ Koridorun karşısından geliyorum. Yattık, tabii ki.” “A m an Tanrım, ciddi misin? N asıldı?” iü6 * ^ f ı i f c ı u ı i j <<-')« n A « %s İ <ıl<lt “Korkunç. Beni düşünm edi bile. İşi bitince de uyu du. Ah, ayrıca kokusunu da hiç sevmedim. H in t d o m uzu gibi kokuyordu.” “ Kokusunu sevmediysen nasıl yattın onunla?” “ Ç ünkü ben iğrenç bir fahişeyim, Sunny.” “ Kesinlikle öylesin” diyorum ve uykuya dalıyoruz. 107 11 Y ine çalan telefona uyanıyorum. Ağzımın tadı öyle kötü ki içinde bir fare uyum uş sanki. Başım güm atıyor. “Alo” diyorum . “Sunny, ben Sam. U yandırdım m ı?” “Hı hı. Evet, uyandırdın. Bugün ilk sözcüğüm ü d u yan sen oldun.” “Ö zür dilerim. Kapatayım da uyu.” “H ayır hayır. Sorun değil. N e vardı?” “Kahvaltı eder misiniz diye soracaktım. Burada mı kaldınız?” 103 “Evet, buradayız. Kahvaltı için de evet. O n beş da kika içinde hazırlanırım.” “Tam am . Lobide görüşürüz o zam an.” C( '-t-' lam am . » “G ünaydın” diyorum . Üzerim de dün geceden kal m a elbiseyle, kendim i geceyi yabancı bir erkekle geçir miş biri gibi kötü hissediyorum. En azından ayağım da topuklu ayakkabı yok. - “ Selam. Ö zür dilerim, dün gece çok erken çıktım” diyor Sam , tikiyle. “Hayır, önem li değil. N in ay ı uyandıram adım . Ö lü gibi yatıyor.” “ Ben de -James’in kapısını çaldım am a cevap verm e di. Ayrıldığında hâlâ orada mıydı? a -j—< Evet. Dışarı çıktığım ızda bizi oldukça parlak bir güneş karşılıyor. G üneş gözlüklerime ihtiyaç duyuyorum am a yanında değiller. Valenin Sam ’in arabasını ge tirmesini beklerken söyleyecek bir şey bulam ıyorum . Ben de çantamı eşelemeye başlıyorum ve oldukça kes kin tadı olan bir naneli şeker kutusu buluyorum ve Sam ’e de ikram ediyorum. “Hayır, teşekkür ederim. O n u pek sevm iyorum” diyor. tıo . ' /.f/i’ m t'j Jtt ıı-lft . /!«{</t “ Ö yle mi? B enim en sevdiğim . B u rad a bulam am belki diye A vustralya’dan gelirken birkaç paket ge tirdim .” Sessizlik. Uzun bir sessizlik. Lanet olsun! “ Biliyor m usun, ben çocukken bunlardan alabil mek için balıkçı olm ak zorunda olduğunu sanırdım. Gerçekten balıkçı olduğunu kanıtlam ak için markette bir tür sertifika gösterm en gerektiğini düşünüyordum ” diyorum. Sam ’in dudakları gülüm süyor bana am a çatılmış kaşları aynı fikirde değil. Sessizlik devam ediyor. “Neyse, belli ki konum uz... Bu senin araban m ı?” diye soruyorum , nihayet vale küçük bir kırmızı ara bayla gelince. H iç de klas bir tarafı yok. Ucuz ve tehli keli görünüyor. Yola çıkm ak için çok eski. “ Evet, benim arabam. Tekerlekli paten Barbarella ile tanış.” “Tanıştığım ıza sevindim, Barbarella. Vay canına. LA’de tanıştığım insanların içinde pahalı bir arabaya sahip olmayan ilk insansın.” “ Hey, sözlerine dikkat et. O nların hiçbiri Barbie’nin eline su dökemez. O n u pokerde bir arkadaşım dan ka zandım. O da doksan dolara almıştı. Arkadaşım , yolda kaldığı güne kadar Barbie’yi kullanacağım a söz verdir / / / di. Bu yıllar önceydi ve Barbie hâlâ tık dem eden gidiyor. O nu artık emekliye ayırmayı planlıyorum am a yüreğim el vermiyor.” Bence bir insanın arabasına, o kişi biriyle yolculuk yapacağını beklemezken binerseniz, onun kişiliğiyle ilgili çok şey öğrenebilirsiniz. O turacağım koltuktaki şişeleri, ambalaj atıklarını, senaryo sayfalarını ve giysi leri toplam ası epey uzun sürdü. Arka koltuktaki erimiş çikolata lekesinin elbiseme bulaşm asın^ engellemek için ön koltuğa geçip oturdum . Silver Lake’teki vejetaryen kafelerinden birine doğru yola çıkıyoruz. Sam araba sürerken bir sigara yakıyor. “ D ü n geceki gibi şeylerden nefret ediyorum ” diyor. “N esini sevmiyorsun?” “ H içbir şeyini. K ötü bir film, o kötü filmde oynadı ğın için seni kutlayan aptal insanlar...” “ İçim rahatladı. Bunu sevmeyen ilk Amerikalısın tanıdığım . G elip Avustralya’da yaşamalısın. O radaki hayata çabuk uyum sağlarsın.” “ Belki gitm eliyim. G idip çömelen kadın nüfusunu bir kontrol etmeliyim.” G ülüyorum . “Ç o k güzel gülüyorsun” diyor. 112 • (s V i a t /A ıı « / i a / '/ ' “Ah, hayır! Ç o k kötü gülüyorum . Bir gün ıssız bir yere gidip gülüşüm ü evcilleştirmeyi düşünüyorum am a henüz yapam adım bunu.” “Yapma.” “Değiştirm eyeceğim , sadece daha küçük bir versi yonu için çalışacağım. Eee, birlikte gelen şeylerin hiç birini sevmiyorsan sen neden oyuncu oldun?” “ D aha uzun süre yapm ayacağım bu işi. Senin de gördüğün gibi şu sıralar sahip olduklarım ı elden çı karm a sürecindeyim. Birkaç tane daha boktan film ya pacağım , eğer ilk bölüm ü tutarsa belki bir tane daha boktan televizyon dizisi yaparım, sonra oyundan çıkı yorum .” “N e yapacaksın peki?” “Em in değilim . Kendim e hobiler bulurum sanı rım.” Sigarasından derin bir nefes çekiyor. Arabanın içi dum anla doluyor. “Çam aşır ipin var m ı?” diye soruyorum . “Neden? Ç am aşır yıkam an mı gerekiyor?” “ Hayır, sadece Amerika’da kaç kişinin çam aşır ipi olduğunu anlam ak için anket yapıyorum .” “Hayır, benim yok.” “ O lan biriyle tanışm adım zaten. Ç o k garip çünkü gezegeni korum ak furyası son derece ‘in’ burada.” f /3 . / ( t i { t1 ) i tt / ( “ Burası LA.” Saatine bakıyor.” Lanet olsun! Ora ya. vaktinde gitmeyi hiçbir zaman beceremeyeceğim.” Yine baş tiki. “Kahvaltı için yer mi ayırttın?” “ Hayır, hayır. Yer ayırtm adım . A m a ‘Sessiz C um ar tesi Kahvaltısı’ için birkaç arkadaşım la buluşacağız.” “N e dem ek bu? N eden sessiz?” “H er cum artesi aynı kafede buluşuruz am a birbi rimizle konuşmayız. Sadece sipariş sırasında garsonla konuşm a iznimiz var.” “Neden? A nlam adım .” “Gazetelerim izi suçluluk duym adan okuyabiliyo ruz da ondan. Eskiden de her hafta buluşurduk ve aslında o zam anlar da sessizdi. C um artesi sabahları herkes yorgun olurdu ve tek istediğim iz sessizce otu rup gazete okum aktı. Biz de sessizliği kural hâline ge tirerek üzerimizdeki sohbet etme zorunluluğu hissini kaldırdık.” “Ç am aşır ipleri olup olm adığını nasıl soracağım peki?” Arabadan inip kafeye doğru yürümeye başlıyoruz ve ben yerde bir çeyreklik görüyorum . H iç düşünm e den eğilip yerdeki parayı alıyorum. “Ç o k tatlısın” diyor, gülüm sem esinde h afif bir pat ronluk taslama, h afif bir şaşkınlık var. /// ' fi- t 1 1 1 1 ' û ^ f(t 1111 1 ' / ( a ld ı “ Ne? Yerde bulduğun çeyrekliği almayacak kadar zengin m isin sen?” “Evet, zenginim .” “Tekrar çalışman gerekecek m i?” “İstemezsem gerek yok.” “ Paranı nasıl kazandın?” “Adını anm adığım ız televizyon dizilerinden.” “ Evet, ben birini hatırlıyorum.” Yalan söyleyip ben hatırlam ıyorum demiyor. “Avustralya’ya gittin mi hiç?” “ Evet. Bu yüzden seninle tanıştığım da biraz ger gindim .” H ip p i kılıklı yaşlı bir çift bizden önce gelm işti ve bizim içeri girdiğim izi görünce el salladılar. A rdın dan yanında küçük oğluyla bir kadın geldi. G arson a oğlunun sadece beyaz şeyler yediğini, m u tfakta be yaz ne varsa onlardan hazırlanm ış bir tabak istedik lerini söyledi. K ü çü k çocuğun oldukça sıra dışı bir görüntüsü var, parm ak uçlarında yürüyorm uş gibi görünüyor. Sam m enüde karabuğday unundan yapılm ış böğürtlenli pankekleri gösteriyor. Sonra sessiz sinem a oynar gibi hareketlerle ne kadar lezzetli olduklarını ve m utlaka onlardan sipariş etm em gerektiğini anlatıyor. Bir tom ar peçeteyi alarak m asanın altına giriyor ve sal115 w <u/ lanm asını durdurm ak için m asanın ayaklarından biri nin altına katladığı peçeteleri sıkıştırıyor. Bunu yap m ak için fazla ünlü biri değil mi? Kahvaltımızın ortalarındayken ayrı ayrı iki adam geliyor. Biri boncuklu yeleğiyle eski bir keşe, öteki kocam an salyalı bir yavru köpeğe benziyor. Boynuna doğru ilerleyen ağaç köküne benzer bir dövmesi var. Sessizce kahvaltımızı ediyoruz ve ben gülüm sem ekten kendim i alamıyorum. Birisine sü rgjiz bir parti hazırlıyormuşum gibi hissediyorum. H epim izin kah valtısı bittiğinde Sam kasaya gidip hesabı ödüyor. O n a yirmi dolarlık bir banknot uzattığım da yine o patron luk taslayan gülüm sem esiyle bakıyor. Arabam ı alm ak için Four Seasons’a geri dönüyoruz. Sessizliği bozan olm am ak için çabalıyorum. “iyiydi, değil m i?” diye soruyor. “Evet.” G ülüm süyorum . “Birkaç sene önce on gü n lük bir sessizlik inzivası olan V ipassana yaptım . O n gün sonra bittiğinde tekrar konuşm aya başlam ak çok zor geldi. Aslında ne kadar saçm a şeylerden konuştu ğum u anladım . Z am anı doldurm ak için gürültü yapıyorm uşum sadece.” “Z or m uydu?” “Hayır, aksine kolaydı. H ayatım ın en m utlu on gü nüydü.” 116 ı * \ f f l ;/•)< / * / ( d / ( / ' “Vay canına! Kulağa ürkütücü geliyor. Asla yapa m azdım bunu.” “Ü rkütücü olan ne?” “ Kendim e güvenemem. Kaybederdim . Senin yaptı ğın süre içinde kaybeden oldu m u?” “Aslında bir adam kendini öldürmeye kalktı ve am bulansla hastaneye kaldırıldı.” “C id di m isin?” “ Evet. İçindeki her şey dışarı çıkıyor. D ört saat bo yunca oturup kım ıldam adan m editasyon yapıyorsun. H içbir şeyden kaçamazsın.” “H adi ya... Peki sen? H ayatının sonuna kadar oyun culuk yapm ak istiyor musun? Yani yapm alısın, harika sın bu işte, am a yapm ak istediğin şey bu m u?” “Aslına bakarsan emin değilim. A m a bir oyunculuk yaparken bir de suyun altındayken her yer sessizleşiyor ve dünya duruyor. Bu yüzden, evet, yapm ak istediğim şey bu.” “A m a?” “A m a galiba hayatımın büyük bölüm ü suyun dı şında, gürültüde geçiyor. Saçlarım a kaynak yaptırmak, rol kapm ak, özgeçm işim de şu anda ‘işsiz’ yazsa da ken dim i değerli biri olduğum a inandırm ak için etrafta ko şuşturup duruyorum .” “Saçlarında kaynak mı var?” 117 • / { m ( te ) \ d i/ “Evet.” Kendim i aptal bir oyuncak bebek gibi his sediyorum. “N eden?” “ Kendim i daha güzel yapm ak için sanırım .” “Kafanı da kazıtsan, saçlarını iki katm a da uzatsan sen her zaman güzelsin.” “ Söylediğin şey çok hoş, teşekkür ederim .” “Suyun altı derken ne dem ek istediğini anlıyorum. Böyle bir şeyi öm rüm de sadece bir kez yaşadım .” “N e zam an?” “Sinem alarda gösterilmeyen küçük bütçeli bir ba ğımsız filmde oynarken.” “Sadece .o zaman m ı?” “Evet, galiba.” “A m a birçok projede oynadın sen.” “Evet am a çoğu benim norm al hayatım dan bile daha gürültülüydü.” Arabayla giderken kafam ı kaldırıp H ollyw ood yazı sına bakıyorum ve H harfinden atlayarak intihara kal kışan oyuncuyu düşünüyorum . O n un hayatı da çok m u gürültülüydü? O n a bunu yaptıran şeyin bu sektör deki denetim eksikliği mi olduğunu m erak ettim. Bel ki damarları yaratıcılıktan çatlıyordu am a içindekini dışarı çıkaramam ıştı. Kendi hayatını orada burada be- 118 • ' /•> ( i t V •/« l l ' t f t % / { t t ( < ( t dava örnekler gösterdiği bir prova, asla izlenmeyecek bir perform ans gibi mi görüyordu acaba? O akşam Albert’ı alarak hediye çantasından çıkan kuponu kullanabileceğimiz yeni açılan o restorana gi diyorum . Neden insanları buraya çekmeye çalıştıkları nı görebiliyorum: Ç o k fazla müşteri yok. Bütün ekip m ana sahip olsa da kasvetli, sıkıcı bir havası var. Birer tane pirzola, kızarmış patates ve salata siparişi veriyoruz. Siparişimizi alırken garsonun A lbert’la be nim çıktığımızı düşünüp düşünm ediğini merak ediyo rum. Yine de Albert’ın babam olduğunu düşünm esini um uyorum . Sam ’in prömiyeriyle ilgili her şeyi anlatıyorum Albert’a. “N eden sana bunları anlatıyorum ki? Em inim sen kendi filmlerinin prömiyerlerine kaç kere gitmişsindir. Bana senaryosunu yazdığın filmleri anlatsana biraz.” “Ah, anlatacak pek bir şey yok, tatlım. H epsi saçma sapan şeyler.” “ Kom edi miydiler?” “Evet, çoğu rom antik kom edi.” Albert’ın kendisi hakkında konuşm aktan sıyırma şekline bayılıyorum. H iç de Amerikalı gibi değil. “G urur duyduğun yok m u içlerinde?” 119 . /{ < t A ( e “Hayır, pek yok. Büyük stüdyoların birine yazdım ve aslına bakarsan her seferinde kabataslak ne istedik lerini söylediler. O filmler aslında tam olarak benim filmlerim sayılmaz.” Telefonum u kontrol ediyorum. “Telefon m u bekliyorsun?” diye soruyor. “ Hayır, sadece saate baktım. Servis epey gecikti.” “O kadar da uzun süre geçm edi.” “Ah, özür dilerim! Sabırsız biriyim. Aslında sabır sız biri değilim de hayatın çok yavaş ilerlediğini düşü nüyorum .” Albert gülüyor. “K üçük bir çocukken bile gözlerimi dikip saate bakar, zamanı hızlandırm ak için uğraşırdım. İlk defa kek yaptığım zam anı hatırlıyo rum. Yarı sürede pişsin diye fırının sıcaklığını iki katı artırm ıştım .” “ Büyüdüğün zam an dünya hızlandı m ı?” “Hayır. H âlâ pirzolam ı bir an önce m asam da gör mek istiyorum .” G arson önüm e büyük beyaz bir önlük seriyor. A rdın dan A lbert’a. D o m u z pirzolası yapay ve tatlı kokuyor. Albert’a bakıyorum . Pirzolayı bıçakla ayırıyor ve elinde tutarak yemeye başlıyor. Tabağım ı hafifçe öne doğru itiyorum. “ H er şey yolunda m ı?” diye soruyor Albert. /2 0 * ^ t (< > l ’i f t • / l <1 / ’ “Bunu yapabileceğimi sanm ıyorum . Bir süredir et yiyorum am a aslında bir vejetaryen olarak yetiştiril dim . D ah a önce hiç pirzola yem edim .” “ O ldukça güzeldir.” “Em inim öyledir am a ben yiyemeyeceğim, özür di lerim. Benimkileri de sen yer m isin?” “Ben kendiminkileri bitirebilirsem şanslıyım.” G arsonu yakalıyorum ve ona derdim i anlatıyorum. Ayrıca tabağa hiç dokunm adığım ı, dilerse m utfaktaki birine ikram edebileceğini söylüyorum. Bu dom uzun boş yere ölm üş olmasını istemiyorum. Böyle sorun çıkardığım için Albert’tan yine özür diliyorum . Ö n lüğüm hâlâ üzerimde, patates kızartması ve salata ye meye başlıyorum. Gözlerini devirip gülüm sem esini bastırmaya çalışan Albert’a bakıyorum ve çocuğu olsaydı iyi bir baba ola cağını düşünüyorum . 12 / 12 « O am mesaj göndermiş. Bizi bu akşam bir partiye v j davet ediyor” diyorum N in a’ya, ertesi sabah. “ Beni unut. Çinli doktorum bana şu yeni balerin çayından verdi. Tuvaletten çıkamıyorum. İnanılmaz bir şey. M üshilden bile daha etkili. H em de hiç karın ağrısı yaşam adan. Sen de denemelisin. İstersen vere yim, bir sürü var bende.” “ Hayır, teşekkürler.” “ Parti nerede?” diye soruyor. “ Beverly H ills’te.” “Ev partisi mi, barda m ı?” /2 3 . CtT-' • J t ft( ti’ ) \< tI { • >7 Ev partisi. “ Bir ünlünün evi olabilir. Tam am . Eğer bağırsakla rım öğleden sonra yavaşlarsa gelirim.” Partiye girer girmez elimize şam panya tutuşturuyor lar. içerisi kalabalık, karanlık ve gürültülü. Tavan çok yüksek. Ev desen, olağanüstü. Barda beyaz giymiş bir sürü görevli var. H ava parfüm ve olasılık kokuyor. Ev, arkada devasa bir bahçe ve neredeyse göl"kadar büyük bir havuza bakıyor. Bahçede, büyük bir çadırın altında bir caz orkestrası şarkılar çalıyor. Ağaçlarda kâğıttan yapılm a beyaz kuşlar ve fenerler asılı. “İyi günler, Avustralya!” D önüp baktığımda Sam ile H int domuzu Jam es’in yanımıza geldiklerini görüyorum. “ Kıyafet balosu olduğunu söylemedin bana. Kıyafet balolarına bayılırım” diyorum m erhaba öpücüğünün arasında. “ D eğil ki” diyor Sam . “Şu kız neden öyle giyinmiş o zam an?” diye soruyo rum, vücudunun her yerinde H in t kınasından dövm e ler olan az ötedeki sarışın kızı göstererek. Turuncu bir sari giymiş ve bir sürü H in t takısı takmış. “Ah, o Ria!” diyor Sam , sodasından bir yudum ala rak. “H indistan’dan daha yeni döndü ve H int şeylerine takmış durum da.” İ24 . /.» / t m t 'j K 'l « ı ı- \ « . j{ tt /< /t “Ya şuradaki adam ?” Uzun etek giyen bir adamı gösteriyorum . Ö n ü açık ceketinden kalın bir altın zin cir sallanan çıplak göğsü görünüyor. “O sadece bir çatlak” diyor, H in t dom uzu. insanlar renk, hırs ve şehvetle yanıyorlar. Nereye baksanız yüzlerde sansürsüz, özürsüz bir özgürlük ifadesi var. O d a m üşterek paydaları başarı olan anoreksik, obez, siyah, beyaz, genç, yaşlı bir sürü insanla dolu. Sam bizi yanım ızdaki adam la tanıştırıyor. Bir yer lerde daha önce tanışm ıştım onunla ya da belki de daha önce gördüğüm bir filmden hatırlıyorum. Evet! Bir kom edi filmiydi sanırım. A nında geriliyorum am a N ina son derece sakin ve hoşsohbet. N in a’yı nereye götürürseniz götürün hem en kendi ne arkadaş edinir. Bu onun bu sektör için yaratıldığı, benim de hiç uygun olm adığım anlam ına mı geliyor? H içbir zam an sınıfın en kom iği olm adım . H er za m an oldukça sakindim . Birebir ilişkilerde iyiyim am a bir grubun içinde en sönüklerden biri kalıyorum . En büyük korkum yüksek binalar ya da köpekbalıkları değil, spot ışıkları altında olm ak; bir kalabalığın için den seçilerek spot ışıklarının altına çekilm ek ve se yircilere kendim le ilgili bir şeyler anlatm ak zorunda kalm ak. U tangaç bir oyuncunun uçm a korkusu olan bir pilota benzeyip benzem ediğini düşünürüm . Belki 125 . Jlnii, {W cdl de bu yüzden bu işi yapıyorum : Beni dehşete düşür düğü için. Bu parti aynen bir magazin dergisinin kapağı nı açm ak gibi. Tanıştırıldığım insanların isimlerini daha onlar söylem eden biliyorum . Sadece oyuncular değil, müzisyenler, yönetmenler, mankenler ve hat ta bir O lim piyat şam piyonu. Ö nüm üzden bir tepsi suşi geçiyor, hem de en sevdiklerimden. A m a nedense Sam ’in önünde yemek yiyebileceğirrû sanm ıyorum . Sohbete katılm alıyım am a ne zam an bir şey söylemek için araya girm ek istesem söyleyeceğim şey zihnimin en acım asız yargısından geçiyor ve yüksek sesle söyle nemeyecek kadar değersiz bulunuyor. Bu şehir yavaş yavaş siliyor m u beni? İzin isteyip yanlarından ayrılarak bir parça yılanbalığı stışisi ve şişe geçirilm iş birkaç parça meyve alı yorum ve tuvalete kaçıyorum . Klozetin kapağını ka patarak üzerine oturuyorum ve elim dekileri yiyorum. Bunun hiç de hijyenik bir şey olm adığının farkında yım am a tuvalet bal dök yala düzeyinde temiz, güzel ve sessiz. El çantam ın içini temizlemeye karar veriyo rum. Boş am balaj kâğıtlarım , peçeteleri ve yarısı yen m iş kuru meyve paketlerini çöp kutusuna atıyorum . Vergi iadesi için kullanm ak üzere biriktirdiğim fatu raları lavabonun üzerine yığıyorum. A ynada kendi me bakıp burnum dan estetik am eliyat olsam mı diye düşünüyorum . H ayatım ın gidişatını değiştirir miydi rz(> *' /■! / t ı ı ı f j ^ f i t t l-lrt ./ ( a (fit böyle bir şey? Burnum her zam an yüzüm deki en be lirgin noktaydı. Biri kapıyı çalıyor. H ay Allah, burada normalden çok daha uzun süre kalmış olmalıyım. “ Bir saniye, çıkıyorum.” Bütün faturalarımı toplu yorum . Ç abucak tuvaletimi yapıyorum. Ellerimi yı karken kapı ikinci kez ve daha yüksek çalınıyor. Kapıyı açınca endişeli gözlerle bana bakan N ina’yı buluyorum karşımda. Beni iteleyerek geçip tuvalete dalıyor ve ka pıyı hızlıca kapatıyor. “iyi m isin?” diye sesleniyorum kapıya doğru. “Hayır.” “Sunny! Gel de ev sahibiyle tanış!” diye sesleniyor Sam. Am an Tanrım. ‘Ev sahibi’ Amerika’daki en ünlü kadın oyunculardan biri. Am an Tanrım! Son ayrılığı nı biliyorum , köpeğinin neye benzediğini biliyorum , Starbucks’ta ne içtiğini biliyorum, hangi diyeti uygu ladığını biliyorum , onun hakkında çok şey biliyorum. Ben bir röntgenciyim. Benim kendisi hakkında bu ka dar çok şey bildiğim i biliyor mu? Ö ğrenm ek için özel likle çaba harcam asam da markette kasada beklerken magazin dergilerinin çarpıcı başlıklarını görmezden gelm ek m üm kün mü? Altından yapılm ış gibi. O scar heykelciğine benzi yor. Elim i sıkm ak için elini uzatıyor. El sıkışıyoruz. O lam az, ellerim ıslak. 127 < /{diİc. l' W c ı / t “Sizinle tanıştığım a sevindim. Islak ellerim için de özür dilerim. Lavabodan geliyorum. D ah a yeni yıka dım ” diyorum. Sam kahkahalara boğuluyor. “El havlularımız bitm iş m i?” diye soruyor, o milyon dolarlık gülümsemesiyle. Bence gerçekten iyi arkadaş olabiliriz. “Hayır. Sadece kullanılmaya kıyılmayacak kadar güzel olduklarını düşündüm . Bir de tuvaletten çabuk çıkm am gerekiyordu çünkü biri aceleyle kapıya vuru yordu.” Arkadaşım çok fazla balerin çayı içtiği için ishal oldu dem eden önce lütfen biri beni durdursun. “ Çam aşır ipin var m ı?” diye soruyor Sam , bana göz kırparak. “Ah, hayır! N eden?” “Sunny çam aşır iplerine takmış durum da da.” “ Öyle m i?” Yine gülüm süyor ve bu garip Avustral yalInın yanından ayrılıyor. “Affedersin” diyorum Şam ’a. “Yanında gezdirmek için çok utanç verici bir arkadaşım. N eden seninle bir likteyken her konu çişle ilgili oluyor?” Yanımıza birileri geliyor: Nefes kesici güzellikte iki kız. Nasıl? Nasıl oluyor da insanlar bu kadar güzel ola- 128 ^ Jf< i tA a . /{< ( / '/ r biliyorlar? Sam ’e sarılıyorlar ve ben tuvalete N ina’nın yanına gitm ek için aradan sıvışıyorum. Kapıyı çalıyorum. “M eşgul!” diye bağırıyor aceleyle. “N ina, benim , Sun.” Bir süre sonra beni içeri alıyor. “Altım a yaptım ” diyor. Kahkahayla gülüyorum . “ Gülm e! Ö nem li insanlardan biriyle konuşurken oldu ve ben oradan kaçm ak zorunda kaldım .” “Tam am , tam am . H em en buradan gideceğiz.” “ Hayır, tam am değil” diyor aceleyle tuvalete otu rurken. G ürültülü bir osuruk sesi geliyor ve ben yine kı kırdam aya başlıyorum. G ülm em ek için elimle ağzımı kapatıyorum . “ K apa çeneni, seni sıçan!” diyor bana. “Ö zür dilerim, elimde değil.” Kapı çalınıyor ve ikimiz birden donup kalıyoruz. N ina tek kelimeyle dehşete düşüyor. “ Bir dakika lütfen!” diye bağırıyorum. “Hayır, hayır, hayır! Buradan çıkam am !” diyor Nina. 12<) ,/ i (t ( IV }\<t ( ( Nakışlı el havlularından bir yığın kapıyorum ve pan tolonunun içine koymasını söylüyorum. Bir sürü oda kokusu sıkıyorum, sifonu çekiyorum, N ina’nın elini tutuyorum ve onu dışarı çıkarıp arabaya götürüyorum. Tam arabayı çalıştıracağım sırada N ina’nın ağladı ğını fark ediyorum. Sarılm ak istiyorum. “Sakın bana dokunm a. İğrenç durum dayım . Rezil biriyim” diyor. “ Ne? Rezil falan değilsin. Sadece yarm güleceğimiz küçük, aptal bir kazaydı.” “ Hayır, hayır. Sadece bu değil. N e yapıyorum ben? Zayıflam aya kafayı taktım. Alkolikler içkiyi toptan bı rakırlar am a ben düşm anım la her gün savaşm ak zo rundayım. Kaçacak yerim yok.” “O destek gruplarından birine tekrar katılmaya ne dersin?” “Hayır, bu sadece durum u daha da kötüleştiriyor. İnsanlar kendi hikâyelerini anlatırken yeni diyetler ve zayıflama hapları öğreniyorum .” O n a bir mendil uzatıyorum. “Şuradan çıkalım önce” diyorum . Arabayla uzaklaşırken telefonum çalıyor. “Alo?” “Alo, ben Sam .” “M erhaba Sam .” /.so * (*l - i / İ t t t l t ' j t. ‘i t t l l ' t f f . / / « {< (l “Neredesin?” N ina kafasını sallıyor. “Arabadayız. Ç ıkm ak zorunda kaldık. N in a pek iyi değil.” N ina’nın kafa sallaması daha da artıyor. “O iyi m i?” diye soruyor Sam. “Evet, düzelecek.” “Geri dönecek m isin?” “ Hayır, döneceğimi sanm ıyorum Sam. A m a bizi davet ettiğin için teşekkürler. Araba kullanıyorum, şim di kapatm alıyım .” “Aynı anda hem konuşup hem araba kullanamaz mısın?” “Evet am a tutuklanm ak istem iyorum .” “Neden tutuklanasın ki?” “Ah, evet! Burada yasal olduğunu unuttum . Avustralya’da yasak. Aslında öyle de olmalı. Gerçekten tehlikeli çünkü. K apatsam iyi olacak.” “ H oşça kal.” “H oşça kal.” Kapatıyorum . “Seninle yatm ak istiyor” diyor Nina. “Hayır, istemiyor. Benim garip biri olduğum u dü şünüyor.” • /{fit i e ''M^rı / ( “Yanılıyorsun. Bu arada, gözlerini senden alam adı ğını da söylemem gerek.” “Hey! Bu gece ne fark ettim, biliyor musun? H int dom uzu Jam es’in epey kocam an bir kıçı var.” “Ah, hayır! Lütfen, hayır! Em in misin? D aha kötüsü olamazdı. H int dom uzu gibi kokm ak koca bir kıça sa hip olm akla karşılaştırıldığında solda sıfır kalır.” “ Öyle devasa değil am a cüssesine göre fark edilir de recede büyük.” “ Ben nasıl fark etm edim peki? O gece iyi içm işim dem ek ki.” N in a duştayken ben de onun parti kıyafetlerini suya bastırm ak için bir kovaya koyuyorum. Ardından lavanta ve portakal yağıyla bir banyo yapıyorum . İki mize de naneli çay yapıp banyonun yanında bağdaş kurarak yere oturuyorum . “Antidepresanları bıraktım ” diyor N ina. “Nasıl yani?” “ Başlam am ın asıl nedenlerinden biri yemek yeme isteğimi azaltacağını düşünm em di am a bir işe yaram a dılar.” “Bıraktığına çok sevindim, N ina. Sorunları, onlarla karşılaştığın anda halletmelisin bence. Aynen bulaşık ları yıkam ak gibi. Sonunda üzerlerinde çıkarm ak için 1 .İ2 k ♦^ V f <( 11-\ft »/ { <t / ' / ' çok uğraşılacak kurum uş yem ek artıkları duran dağ gibi bir bulaşık yığınıyla baş başa kalm ak istemezsin.” “ D eğiştiğim i düşündüğünü biliyorum am a aslında pek değişm edim . Bu kadar uzun zaman oyunculuk yapm ayınca işler zorlaşıyor.” “Aslında değişm ediğini biliyorum am a bence bura dan uzaklaşman gerek.” “Ne? Sidney’e geri mi döneyim ?” “Evet. Bence zamanı geldi çünkü bu şehir senin içindeki cevheri dışarı çıkaram adı.” “Aslında ben de bunu düşünüyorum am a yapabile ceğim den emin değilim, insanlara ne derim? ‘M erha ba. Evet, ben harikayım! U ç yıldır çalışm adım .’ Bunu m u diyeceğim ?” “Kim se bunu um ursam az N ina. insanlar sadece kendilerini umursarlar. Sidney’de çalışacaksın. Üstelik deniz kıyısında yaşayabilirsin. Eğer deniz kıyısında ya şam azsan çıldıracağını söylerdin hep.” “Çıldırdım işte, değil m i?” “ Biraz. A m a yine de seni seviyorum.” /.i. i 13 N ina nın yatağında uyanıyorum. Kendini daha iyi hissettiğini söylüyor. Kahvaltı niyetine bir pro tein desteği içiyor. Bense tıkız bir çavdar ekmeğinin arasına koyduğun avokado ile sardalyeyi yiyorum. Ardından biraz dolaşm ak için N ina beni dışarı çı karıyor. İlk olarak; ünlülerin ve m odacıların aradıkları her şeyi bulabildikleri bir m ağaza olan Fred Segal’e gidiyo ruz. D ünyanın en iyi m odacılarının giysi ve aksesuar ları tek çatı altında satılıyor burada. “Silkelen ve Tobey bu kızla birlikte yaşamaya baş lam adan önce git onu geri al” diye bağırıyor yandaki /.;.r °W<M . denem e odasından. Az önce ona Tobey ile olanları an latm ıştım . Ü zerim de inanılm az derecede pahalı bir elbiseyle onun denem e odasına girip sandalyeye oturuyorum . “ Bana evlenme teklif ettiğinde neden ona ‘evet’ de m edim ? Benim derdim bu: Bir şeyi kaybedince daha da çok istemeye başlıyorum .” “Sadece bu kızın ortaya çıkıp seni kendine getirm e sine ihtiyacın vardı. Tobey kim senin arayıp da bula m adığı bir adam , Sun. Yakışıklı, bu sektörde değil ve üstelik kendi işinin patronu. A nında kapılacak tabii. Senin neden hem en atlam adığını biliyorum am a G e orge veya Sam gibi erkekler asla durulup yuva kurm az lar. Yaşlı birer adam olduklarında bile macera peşinde koşuyor olacaklar. D em ek istediğim , git dolaş onlarla, eğlen am a eninde sonunda bu tür adam lardan uzak durm ak isteyeceksin. Güven bana. Eğer sonun benim gibi olsun istiyorsan durm a devam et. Sandalye kap maca oyunundakiler gibisin. Sandalyeye m üzik bitti ğinde oturm ak istiyorsun.” “N e demeye çalıştığım anlam adım .” “M üziğin durm asını, çocuk sahibi olacağın yaşın gelm esini istem iyorsun” diyor. “ Ç ocu k sahibi olmayı senin kadar çok isteyen biriyle tanışm adım ben. K ari yerini ön plana koyup bir sabah gerçekten pişm an bir şekilde uyanm anı istem iyorum .” /3 6 k. * 1 /.i / t ıti r^ y J<t i ı-i r; * / { <t \ “ Evde oturup çocuk büyüten ve ara sıra oyunculuk yapan bir anne olsam m utlu m u olurum sence?” “ Başarılı olm ak geceleri seni ısıtmaz.” Buradaki hiçbir şeyi almaya param ızın yetmeye ceğine karar verip dikişleri ertesi gün sökülecek olan daha ucuz giysiler için Beverly Ç enter alışveriş merke zindeki mağazalara gidiyoruz. A rdından M elrose cad desindeki M C afe’ye uğruyoruz. Burası tam bir makrobiyotik cenneti. Bir tabak üzeri A kçaağaç şurup kaplı brüksellahanası ve çıtır teriyaki soslu buğday glüteninden yapılm a biftek (etmiş gibi yapıyor) alıyorum . N in a soya jam bonlu (daha da çok etmiş gibi yapıyor) Kaliforniya kulüp sandviç ısmarlıyor. Yanımızdaki m asada oturan gömlekli adam , “ Kadın doğum uzmanı değilim am a bir bakacağım ” dediğinde N in a histerik bir kahkaha atıyor. “Sam’in ‘bir kere yattıktan sonra bir daha aramayan kötü çocuk’ kategorisine girdiğini sanmıyorum” diyorum. “Ah, evet, giriyor. İnan bana, o bu kategorinin ön cülerinden.” “Bence yanılıyorsun. O farklı biri. Kahvaltıya gitti ğim izde arkadaşlarından bazılarıyla tanıştım . H epsi de gerçekten eski arkadaşları.” “ H iç fark etmez. K oca kıç da onun arkadaşı am a beni becerdi ve bir daha aram adı.” 137 . /{( ıh <> 'IVfıJ ( “Adı koca kıç mı yoksa H int dom uzu m u?” “ Sence?” “ Bana hiç bakm a. Senin erkek arkadaşın.” “Tam am . K oca kıç. H er söylediğimde tüylerimi di ken diken ediyor. K oca kıç, koca kıç, koca kıç.” “ D ün gece konuştun m u onunla?” diye soruyorum . “ Hayır.” “ N eden?” ^ “ Bilm em . O da benim le konuşm ak için bir şey yap madı. İşte bu yüzden bu şehirde insanlar sürekli baş kalarıyla çıkıyorlar. Bu arada, G eorge’dan haber aldın mı hiç?” “Hayır. Garip, değil m i?” “Neler oldu onunla?” “ Bir seçmeye hazırlanm am için bana yardım etm e ye geldi am a sonra ondan bir daha haber alm adım .” “Ö püştünüz m ü peki?” “Evet am a sadece senaryoda öyle yazdığı için.” “ İkisi de aynı karaktere sahip, biliyorsun değil mi? Sanki aynı adam ın Amerikalı ve Avustralyah versiyonu gibiler. Kızışmış, yakışıklı gönül avcısı” diyor, ikimiz birden son lokm a havuçlu kekimizi yerken. “M akrobiyotik yiyeceklerin kökenlerinin geleneksel doğu tıb bına dayandığını biliyor m uydun?” 138 U rİ . / ( (t I c l ı “Ah, harika! Ben de mi ishal olacağım ?” Son durak, bir kadeh şam panya için Beverly Wilshire Oteli. Lobiyi Özel Bir Kadın filminden hatırlıyo rum hemen. “ Bir fotoğrafım ı çeker m isin?” diye soruyorum . “M üm kün değil! Yürümeye devam et.” Fotoğrafım ı çekmesi için zorluyorum onu. Fotoğ rafı en büyük ablam a göndereceğim . Bu filmi videoda kaset bozulana kadar defalarca seyretmiştik. “ Beninle Avustralya’ya dön. Söz veriyorum elini hiç bırakmayacağım” diyorum , içkilerimizin yanında ge len tabaktan bir tütsülenm iş badem alırken. “ Bunu düşüneceğim .” N in a işe gidiyor. Ben de evime dönerek Tobey’e ne yazacağımı bilemeden bilgisayarın ekranındaki boş sayfaya bakıyorum . Yazdığım her şey klişe geliyor. So nunda şu cümleyi yazıyorum: Selam. Seni görmeye gerçekten ihtiyacım var. Bu akşam eve dönmek için bir uçuş bakıyorum. Sence ne yapmalıyım? /.î<j 14 * I '‘obey’den gelen başlıksız bir maille uyanıyorum. ■*- Seyahat planların konusunda karar vermene yardımcı olamam. Lanet olsun! Buz gibi soğuk bir yanıt. Bilgisayarı mın ekranındaki tek cümleye bakıyorum ve uyuştuğu m u hissediyorum. Sanki içimde bir güvenlik anahtarı duygularım ın şalterini indiriyor. Büyük eve doğru yürüyorum . Lanet olsun, Albert daha uyanm am ış. Kafam ın içinde bir saatli bom ba varmış gibi hissediyorum ve düşüncelerimi dağıtm ak için bir şeylere ya da birilerine ihtiyacım var. 141 . / { 11 ( iv ^'Wall M utfak dolabını açıp ne tür olursa olsun çikolata bakıyorum am a çikolata yerine bir paket halka şeklin de renkli kahvaltılık gevrek buluyorum . Paketi m asa nın üzerine dökerek çıkanları saymaya başlıyorum. Bir paketteki bin altm ış halka her yüz gram daki otuz sekiz gram şekerle birlikte üç yüz kırk gram yapıyor. Şim di de renklerine göre ayırmaya başlıyorum. Yüz otuz iki buçuk adet mavi, yüz kırk beş adet mor, yüz otuz beş buçuk adet yeşil, yüz otuz altı adet sarı, iki yüz yetmiş altı(!) adet turuncu ve iki yüz otuz beş adet kırmızı. Turuncu ve kırmızıların neden daha fazla olduğu nu m erak ediyorum. Tam am en tesadü f mü? İmalatları daha mı ucuz? Ya da belki araştırmalar bunların en se vilen iki renk olduğunu göstermiştir. “A m an Tanrım! Sen ne yapıyorsun böyle?” diye so ruyor Albert m utfağa girince. “ Sadece kendim i meşgul ediyorum. Paketi açtığım için özür dilerim. Sana yenisini alacağım. Kahvaltı is ter m isin?” “N e önerirsin? Bir tabak mavi gevrek m i?” “ Ben daha çok yum urtalı pastırm a düşünm üştüm .” “Evet, lütfen.” Kahvaltıyı hazırlarken A lbert’a yüzüm ü dönm em e ye özen gösteriyorum . Böylece hayali yem ek progra m ım için yaptıklarım ı görüp benim deli olduğum u düşünmeyecek. 142 “Ç o k iyi taklit ediyorsun” diyorum , Albert’a bir ta raftan gazetesini okuyup diğer taraftan kuşların ötüş lerini taklit ederken. “Pearl kadar iyi değilim. O tam bir kuş kraliçesiydi” diyor. “ Ben sadece onu kopya ediyorum .” “ O nunla tanışmayı çok isterdim. Bana ondan biraz daha bahsetsene.” “N e zaman bir iş seyahatine çıksam, havaalanına beni uğurlam aya gelirken koluna hep bir ter bandı ta kardı. H er seferinde ağlardı ve o ter bandının m endil den daha çok işe yaradığını söylerdi.” Renkli kahvaltılık gevrekleri temizliyorum ve bir koca tabak yağlı kahvaltımızı etm ek için masaya otu ruyoruz. D aha sonra yatağım a kıvrılıp bilgisayarım da Albert’ın verdiği Six Feet Underm DVD setini izleme ye başlıyorum. Tobey yi telefonla arıyorum am a yanıt vermiyor. Ben de beni aramasını istediğim bir sesli mesaj bırakıyorum. Birbiri ardına bölüm ler izleyerek saatler geçiriyorum. Telefon çalıyor, DVD’yi durduru yorum . Arayan özel num ara. Tobey olmalı. “Alo?” “Yani sen şim di Avustralya’da çok m u ünlüsün?” “Ö zür dilerim, kim siniz?” .J la C< p Sam. 4(’c ) i ft// » “Ah, merhaba! N eden öyle sordun?” “Şimdi google’dan sana baktım. Bir hayran sayfan var.” G ülüyorum . “ Ç o k ünlüyüm diyemem, hayır.” “N e kadar zam andır oyunculuk yapıyorsun?” “Yaklaşık on yıldır.” “Sokakta insanlar tanıyorlar mı seni?’” “ Bazen. Hey, geçen gece seni o kadar çabuk bıraktı ğım ız için özür dilerim” diyerek konuyu değiştirmeye çalışıyorum. “Sorun değil” diye yanıtlıyor. A rdından kısa bir ses sizlik oluyor. “N eler yapıyorsun?” “H iç, oyalanıyorum. Sen neler yapıyorsun?” “D V D izliyorum.” “ Hey, haftaya işin var m ı?” “ Hayır, aslına bakarsan yok. N eden?” “Sundance’e gidiyorum . Bir arkadaşım ın Salt Lake C ity’de bir evi var. K im se kalmıyor. Belki gelip birkaç film izlemek istersin diye düşündüm .” “Ah, Sam. Bu inanılmaz bir teklif. Tanrım! Bilmem ki.” “H em en karar vermene gerek yok.” 144 L u 11' â L j r t }tA ti . J{< ı / '/ ' “ O raya gitm eyi her zaman çok istemişimdir, am a...” K onuşm a aralarındaki duraksam alar giderek uza m aya başladı. “ İsrar yok. Bir ihtimal, m üsait olursun diye aradım. D ü şün ve bana kararını bildir, lütfen.” “ Tam am . Teşekkür ederim .” N e yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Ne düşündüğünü sorm ak için N in a’yı arıyorum. “ Kahretsin. İşte bu zor bir durum , Sun. Öncelikle şundan emin olmalısın. O nunla yatm ak istiyor m u sun? Eğer hafta sonu için seni bir yere götürüyorsa ke sinlikle seninle yatm ak isteyecektir.” “ Sanm ıyorum . Benden hoşlanıyor sadece. Bence sadece biraz yalnız.” “ Kesinlikle yalnız değil, am a bence gitm elisin. H a rika bir deneyim olacaktır.” “ Denem e çekimi yaptığım ız dizide başka kimlerin oynayacağını biliyor m udur sence?” “Am an Tanrım! Bunu hiç düşünm em iştim . Evet, kesinleşen bazı rolleri biliyor olmalı. Sence bu davet diziyle ilgili olabilir m i?” “ H içbir fikrim yok.” 145 15 çağa biniyoruz ve ceketimi baş üstü dolabına ko yuyorum. Bir hostes aceleyle bana doğru atılarak ceketimi alıyor ve düzgünce askıya asıyor. D ah a yeri me bile oturm adan bundan önce hiç business class’ta uçm adığım gerçeğini ele veriyorum böylece. Size içecek bir şey ikram edebilir m iyim ?” diye soruyor hostes, uçağın kalkmasını beklerken. “Evet, iki şam panya lütfen” diyorum . “Ah, hayır. Ben istemem. Bana sadece soda lütfen” diyor Sam. “H adi ama, içm ek zorundasın, bu m ecburi!” *4 7 ./ { ( ' ’i Ç c ı l ( H avalandıktan sonra koltuklarımızı geri yatırm ak için ısrar ediyorum . Böylece elimizde şam panya, yatıkt koltuklarda seyahat ediyoruz. G ülüm sem ekten ve hos teslerin ikram ettiği her şeyi kabul etmekten kendim i alamıyorum. “ Şu hâline bak” diyor Sam. “H ayatım ın en iyi yolculuğunu yapıyorum .” M enüden ne isteyeceğimize karar veriyoruz. “Yiyeceklerin beni bu kadar heyecanlandırıyor ol m asına inanam ıyorum ” diyorum . “Benim eski kız arkadaşım ın tam tersisin.” “Yemekle pek alakası yok m uydu?” “Ç o k yerdi am a tat almazdı. Kelim enin gerçek an lamıyla tat duygusu yoktu.” “ C id d i m isin? T at alm a duygusu olm adan m ı d o ğm u ş?” “Hayır, ergenlik dönem inde geçirdiği bir trafik ka zasında kaybetm iş.” “D aha önce hiç böyle bir şey duym am ıştım . N e yi yordu peki? Tatsız tuzsuz şeyler yiyordur herhalde.” “Hayır. H er şeyi yiyordu aslına bakarsan. En sevdiği yiyecek çikolatalı m uştu. K öpük kıvam ındaki her şeyi çok severdi. N eden ondan ölm üş gibi bahsettiğim i bil m iyorum . Ö lm edi tabii ki.” 148 * *>'/y f c ı r n ^ J t i 1 1 -i< t . / { a / '/ < “U cuz şarap mı içerdi?” Sam gülüyor. “Aslında oldukça tehlikeli bir durum olabilir. Tat alm a duygusu olmayan insanlar farkında olm adan bozulm uş gıdaları yiyip içebilirler.” “Evet, haklısın. N eden ayrıldınız?” “Zam anı gelm işti” diyerek konuyu kapatıyor. “Hey, dizinin denem e çekim inden bir haber var m ı?” Şam panyanın da etkisiyle cesaretimi toplayıp so ruyorum . “ Bana bir haber gelm edi.” “Bence kesinlikle sensin am a kanaldan kaynaklanan bazı gecikmeler var. Bu işlerin nasıl yürüdüğünü bilir sin. Sonuçlanm ası uzun zaman alabilir” diyerek konu yu kapatıyor yine. “Yeşil soğan nedir?” diye soruyorum , menüye ba karak. “ Yeşil soğanın ne olduğunu bilm iyor m usun?” “Hayır, H iç duym adım . Severm işim gibi geliyor” diyorum . Tanrım , bu şam panya her şeyi sevm em i sağlıyor. “U zun, ince, yeşil ve beyaz kısımları olan soğan.” “Taze soğan yani.” D aha çok şam panya içiyoruz ve sözlerini o m eşhur şarkıya* uydurarak şarkı söylemeye başlıyoruz. * Yazar burada Fred Astaire’in 1937 yapımı Shall W e Dance isim li film indeki ‘Lets Cali The Whole Thing O ff isim li şarkısına gönderme yapıyor, (ç.n.) 149 {WcoU . “Sen diyorsun yeşil soğan, ben diyorum taze soğan/ Sen diyorsun gel al servis, ben diyorum eve servis/Yeşil soğan, taze soğan/G el al servis, eve servis/H aydi bftna bir son verelim.” Film izlerken şam panya içmeye devam ediyoruz ve bir kutu çikolatayı bitiriyoruz, içim deki alkol sınırı kendini hatırlatıyor bir an. “ Serçe parm ağım üst ekleminden kesilmiş olsaydı beni yine de davet eder m iydin?” diye soruyorum . “Evet.” “Ya ikinci ekleminden kesik olsaydı?” “Evet” diye yanıtlıyor çabucak. “Ya parm ağım ın tüm ü olm asaydı?” “Hayır,’ birlikte olduğum piliçlerin parmaklarının ne kadarının eksik olacağının bir sınırı vardır.” Şü p heyle bana bakıyor. “ Bana ellerini göster.” Gösteriyorum . “Şanslısın.” Salt Lake C ity’ye iniyoruz. H avaalanına adım ım ızı atar atm az bir grup adam bize doğru koşuyor. Bazıla rında kamera, bazılarında fotoğraf m akinesi var. Bir kaçı bana dönüyor am a kam era ve fotoğraf m akinele rinin çoğu Sam ’e yöneltiliyor. Bir sürü soru soruyorlar am a Sam sessizliğini koruyor. 150 ♦ 'v / . i / * / / v J r t 1 1 -ı< t * / ( <t / '/ > Elim i tutarak başını öne eğiyor. Bütün bunlar ağır çekim de oluyorm uş gibi hissediyorum . Fotoğrafları mızı kötü m agazin dergilerinin kapağında görür gibi oluyorum : Adım larım ızın yarısında, el ele, yüzüm üzde ‘bizi rahat bırakın, biz de norm al bir insanoğluyuz işte’ diyen bakışlarla çekilmiş fotoğraflar. Siyah bir cipin arka koltuğuna güvenle ulaşıyoruz. Am erikan paparazzilerinin bronz tenli, bembeyaz dişli olduklarını sanırdım am a öyle değilm iş. Birçoğu beyaz değil, bazılarında öğrenci tipi var ve biri hapisten yeni çıkm ışa benziyor. “H ayvanlar” diyor Sam. “ Neden çekilip gitmelerini söylemedin sadece?” “Ç ünkü ağzım ızdan tek bir kelime çıktığı anda bu özel bir röportaja döner ve alt tabakadan gelen bu in sanlar binlerce dolar kazanırlar.” Bir kış parkının içinden geçiyoruz. Burası Noel B ab an ın Kuzey K utbu’ndaki köyüne benziyor. A ğaç larda peri ışıltıları ve kar kümelerine benzeyen beyaz dekorlar var. Şoförüm üzü işaret ederek “Leroy bir M orm on” diye fısıldıyor Sam , kulağım a. Süpermarkette şişm an birini parm ağıyla işaret ederek annesine gösteren fırlam a bir erkek çocuğuna benziyor bu hareketiyle. Leroy’un yü zünde sürekli bir gülüm sem e var ve arabayı sürerken sürekli şarkı mırıldanıyor. , W f i,/ i Kalacağımız eve geliyoruz. Devasa bir kayak pistine bakıyor. Sam kalacağı odayı seçiyor: ikinci katta bir oda. Ben de üçüncü kattan bir oda seçiyorum. Ardın dan Sam beni yeraltı mahzenine indiriyor. Yüzlera? şişe şarap var. Bir kucak dolusu şarap seçiyor ve bana da aynı şeyi yaptırıyor. “Bunları içmeye iznimiz olduğundan emin misin? Arkadaşın bir şey dem ez mi?” “Güven bana. Bu onun için hiçbir şeydeğil.” “ H angisini alacağımı bilm iyorum.” “Sağındakilerden al.” Ellerimin üzerine bakıyorum ve uzanıp iki şişe alı yorum . “N eden ellerine baktın?” diye soruyor Sam. “ Bakm adım .” “Yalan söyleme.” “ Sağla solu karıştırıyorum.” “ Şaka yapıyorsun.” “ Keşke şaka olsaydı. Sağ elimin üzerinde çiller var.” “ M uhteşem sin.” “ Eğer muhteşem lik buysa evet. Üstelik bazen de de ğil. H er seferinde kontrol etmem gerekiyor.” “Tanrı’ya şükür çillerin var.” İ5 2 i * ^ i f t > ı - ı <t . / ( « / ' / ' “İşin kötüsü de bu işte: Renkleri solmaya başladı.” G österiyorum . “ H ay Allah!” diyerek kahkahayla gülmeye başlıyor. Yukarıya geri dönüyoruz. Sam şişelerden birini açıp iki kadehe şarap koyuyor. “ D oğduğum yıl” diyorum . Sam bir an yaptığı işe ara verip yüzüm e bakıyor. Sanki hapiste yattım diyece ğim i bekler gibi. Benden çok da büyük olamaz, değil mi? O tuzları nın sonlarında olduğunu düşünüyorum . Bir kadeh şarap uzatıyor. Ardından duvardaki bir düğm eye bastığı anda şöm inede bir alev parlıyor. “Ahhhh!” El çırpıyorum. “ Bu inanılmaz. Bunu daha önce görm em iştim . Vay canına... Şöm inede ateş yakan düğm e.” “ D aha önce otom atik gazlı şöm ine görm edin mi? O ldukça yaygın aslında.” “Karlı bir yerde ilk görüşüm . Belki de bu yüzden.” Sam kadehini bana doğru kaldırıyor ve bir sigara sarmaya başlıyor. “O nlardan bir tane de ben alabilir miyim?” diye so ruyorum. “Kendini sıkıntıda mı hissediyorsun?” “ Hayır, neden?” /.T .} .J l / 1f )\ f< / { “Bana sadece kendini sıkıntıda hissettiğin zaman sigara içtiğini söylem iştin.” “Ah, evet, haklısın! Belki sadece birazcık” diyorum . Şişeyi bitiriyor ve yola çıkm adan önce yanm a bir şişe şarap alıyor. Leroy bizi günbatım ına doğru götürüyor ve ben arazinin bu kadar boşa harcanmış olm asına inanam ı yorum . Sam öne uzanıp radyonun sesini biraz daha açıyor. Pencere açık ilerliyoruz ve sıcaklık dayanılmaz durum da. Peş peşe sigara içmeye devam ediyor. Şarabı da şişeyle kafaya dikiyor. Robert Redford’un Sundance’daki evine geliyoruz. Bidonlarda yanan ateşler küçük bir tiyatroya uzanan yolu ve küçük bir köprüyü aydınlatıyor. Şim di idam cezasının infazını bekleyen bir tecavüzcü-katille ilgili belgeseli izlemek için yerlerimizi alıyoruz. Parkta teybe kaydettiği bebek ağlamasıyla kadınları kandırıp çalıla rın arkasına çekiyordu. Kurbanları yaklaştığı anda da onları yakalıyordu. “ Bu filmin ne hakkında olduğunu biliyor m uy dun?” diye fısıldıyorum , başladıktan yaklaşık on da kika sonra. “Evet” diyor Sam. B u tür şeylerden nefret ederim. İliklerime kadar korku kaplar. 134 . ' / . l / »m t 'j K J f t n - i <t * / ! < < / < / t Sonunda belgesel bitiyor ve restoranda bulunan ve “Ağaç O da” adı verilen özel bir odaya geçiyoruz. A n lamsızca büyük ahşap bir m asada yerimize oturuyoruz. Etrafım ız Am erikan yerlilerinin sanat eserleriyle dolu. “ M erhaba. Benim adım Lucy. Sizinle bu gece ben ilgileneceğim. Size ne ikram edebilirim ?” “ Bir şişe Ju d d ’s Hill N apa m erlot...” Araya giriyorum. “ Ben kırmızı içmeyeceğim.” “ Benim içm em de mi yasak?” “Hayır, sadece ben içmeyeceğime göre şişe yerine kadeh söylemek istersin belki diye düşünm üştüm .” “Bir şişe N ap a merlot, başlangıç olarak sığır eti, ar dından kum ru.” “H arika seçim” diyor Lucy. Ben de bir kadeh Selby Sundance sauvignon blanc, başlangıç olarak mavi karides, ana yemek olarak da alabalık alacağım. Alabalığı yanında risotto yerine Brüksel lahanasıyla alabilir miyim ?” diye soruyorum . “Elbette. H epsi bu kadar m ı?” “ Evet” diyor Sam. “ Harika. Ç o k beklemeyeceksiniz” diyor Lucy. Ba kışları Sam ’in üzerinde kısa bir andan daha uzun süre geziniyor. “ Brüksel lahanasından nefret ederim” diyor Sam. /,ss ./ { (1 { ı t • ) \ '<t / / “Gerçekten mi? Benim en sevdiğim sebzedir. O bu ruk tadını seviyorum.” Birdenbire tuvalete gitm ek için ayağa kalkıyor Sam. Dalgınlıkla tırnaklarımdaki siyah renk ojeyi kazımaya başlıyorum am a fark ettiğim an buna pişm an oluyo rum. M aniküre ne kadar sık gidersem gideyim bunu yapıyorum . İşte şim di de tırnağım da boylu boyunca kazınmış bir çizgi var. Başlangıçlarımızı neredeyse hiç konuşm adan yiyo ruz. D urm adan bardağını dolduran Sam ’i izliyorum. Şişenin üçte ikisini içti bile ve üst dudağının üzerinde kırmızı şaraptan bir iz oluştu. “ K um ru nedir?” diye soruyorum , Sam tadına bak m am için ana yem eğinden bir çatal uzatınca. Güvercin. “Hayır, olamaz.” “Evet, öyle. H adi, bir dene bakalım . Brüksel laha nasından iyi olduğuna bahse girerim.” “ Hayır, teşekkürler. Güvercinler her türlü hastalığı taşıyor olabilirler. Fare yemek gibi bir şey bu.” Bir kaşını kaldırarak bana bakıyor ve yemeye devam ediyor. “Affedersiniz, kullanabileceğim bir peçete var mı acaba?” diye soruyorum Lucy’ye, bir ihtiyacımız olup olm adığını sorm ak için yanımıza geldiğinde. 156 * < \ t{ı m ‘v' / r / } ıA < t . / t < (/ ' / r Ya benim peçetem yoktu ya da Sam benimkini çaldı. “G idip bir bakayım” diyor. Uzaklaşırken gülm esini zor tutuyorm uş gibi bir hâli var. Sam de gülümsüyor. “Ne? Ben bir şey anlam adım . Ben ne kaçırdım ?” diye soruyorum . “Hayır, hiçbir şey yok. H adi bakalım , bana soracak larını sor. H er şeye açığım .” Sam ’in zihnine giden tüm yolları bilen bir gazeteci gibi hissediyorum kendim i. Belki sonra da o bana bazı sorular soracak ve benim hazırda bekleyen cevaplarım sonunda gün ışığına çıkacak. “Eğer bir taksiye binseydin öne mi otururdun, ar kaya m ı?” “ Ben taksiye binm em .” “Ya binersen?” “Arkaya.” “ Tam am . Bu senin kişiliğin hakkında çok şey söy lüyor” diyorum. “Ya sen?” “ Her zam an öne. Ben taşradan geliyorum. O ralarda herkes konuşkandır. Taksi şoförleri de genellikle çok şeker olurlar.” “Ç o k şeker bir taksi şoförüne şimdiye kadar hiç rastlam adım. Benim kişiliğim hakkında ne söylüyor/.57 (W<M m uş yanıtım , Sunny? Aşağılık herifin biri olduğum u m u?” Kelimeleri hafifçe ağzında yuvarlıyor. “ Eğer be nim yerimde olsaydın sen de arkaya otururdun.” “Evet, muhtemelen. Eğer çayım da bir karınca görseydim onu çıkarır, içmeye devam ederdim . Yeni çay yapm azdım . Ya sen?” “ Ben çay içmem . Evim de de karınca olm az” diyor Sam , uzaklara bakarak. Lucy tam zam anında yine görünüyor. “ D iğer gar sonlara da sordum am a hiçbirimizde yok” diyor bana, sessizce. “ H iç mi yok? Bütün restoranda da mı yok?” “ Hayır, sanırım yok.” “ Bu garip işte! Tam am , neyse, sorun değil. “Amerikan aksanıyla söyle, Sunny. Lucy ne dediğini anlam ıyor” diyor Sam , yüksek sesle. “Sadece ellerimi silm ek için peçete istiyorum ” diyo rum, Sam ’in peçetesini göstererek. “Ah, anladım !” diyor Lucy ve hızla uzaklaşıyor ve kısa süre sonra elinde bir peçeteyle geri dönüyor. “ Size tatlı olarak ne ikram edebilirim ?” diye soru yor, biten tabaklarımızı alırken. Yine gülm em ek için zor duruyorm uş gibi bir hâli var. “ Ben istem em ” diyor Sam. 158 • 1 { ' } / c t t u t y V ' l u i t ’i t t « J ( <t/<{t Hayır! Tatlı en güzel kısım! “ Ben de istem iyorum ” diyorum . Kahretsin! “Bir şişe daha N apa m erlot alacağım ben. Sen içe cek bir şeyler istemez m isin?” diye soruyor bana. Hayır, anlam ında kafam ı sallıyorum. “ Harika, teşekkür ederim” diyor Lucy. “ Bu kadar kom ik olan ne söyledim ki?” diye soru yorum . “Peçete.” “ Bunun nesi kom ik?” “ Burada peçete, sıhhi peçete anlam ında kullanılır, kadınların özel günlerinde kullandıkları türden.” “Am an Tanrım !” diyorum , kendi kendim e gülerek. Sam gülmüyor, gözleri donuk bakm aya başlıyor. “Bir şişe daha şarap istediğinden emin misin? D ö r düncü şişen olacak, Sam .” “ Sen de içtin, Sunny.” “Evet am a sen çok büyük m iktarda alkol aldın. Bu kadarı yeterli olm az mı sence?” “ Neyin bana yeteceğini nereden biliyorsun sen? Beni aslında tanım ıyorsun bile” diyor ve ayağa kal kıyor. H aklı. H em de hiç tanım ıyorum . H esabı ödüyor ve şarabı yanm a alıyor. Şişeyi ara bada bitiriyor ve sızıp kalıyor. Eve geldiğim izde onu uyandırıyorum . Beni daha önce hiç görm em iş gibi ba kıyor bana. O m utfağa doğru gidiyor, ben de odam a çıkıyorum. “ İyi geceler” diye bağırıyorum am a yanıt gelmiyor. 160 16 erkezi ısıtm a yüzünden bütün solunum yolla rım kurum uş şekilde uyanıyorum. Saat nere deyse öğlen 11:00 olm uş am a aşağı inm ek istemiyo rum. O dam ın kapısına yaklaşıp dışarıyı dinliyorum ; ses yok gibi. O dam daki banyonun spa tarzı küvetini dolduruyorum ve uzun bir banyo yapıyorum. Suyun altında kaç saniye durabildiğim i ölçüyorum ve tırnak larım daki bütün ojeleri kazıyarak çıkarıyorum. Sonunda sessizce alt kata iniyorum am a Sam ’den bir işaret yok. Kahve yapıp biraz televizyon izliyorum. Yavaş yavaş sıkılmaya başlıyorum. Saat bir gibi burada olup olm adığını merak ediyorum. H âlâ uyuyor olabi lir mi? . J (f t ( i<' 1) l /r/ ( ( Yavaşça odasına çıkıp kapıyı dinliyorum . Ses yok. Kapıyı tıklatıyorum. “Evet?” “ İçeri girebilir m iyim ?” diye soruyorum . “Evet.” Kapıyı açıp giriyorum. Yatağında sırtı kapıya d ö nük hâlde yatıyor. Girişte duruyorum . “Ö zür dilerim” diyor, bana doğru dönm eden. “Sen iyi m isin?” “ Hayır, değilim .” Yatağın etrafını dolanarak yüzünün olduğu tarafta ki sandalyeye oturuyorum . H âlâ bana bakmıyor. “ D ün geceye kadar yaklaşık altı aydır içm iyordum .” A m an Tanrım . Bilm iyordum .” Birden aklım a uçakta şam panyaya hayır demeye ça lışı rkenki hâli geliyor. İçmek zorunda olduğunu söyle yerek ısrar eden bendim . “D ün gece aşağılık herifin biriydim, değil m i?” diye soruyor. “Evet” diyorum , gülümseyerek. O da gülüm süyor am a gülüm sem esinde bir üzüntü var. “ Ö zür dilerim .” “ Ç o k m u içiyordun?” /62 “ Evet. Yıllarımı buna verdim. İlişkilerimi, işimi, ar kadaşlarımı kaybettim .” Başı tikle sallanıyor. İki kez. “ Bütün o rehabilitasyonlar, o toplantılar, her şey boşa gitti.” “ Dünyanın sonu değil ya! D uyduğum kadarıyla tekrarlayan ataklar gayet norm al.” Gözlerini kapatıyor. “Seninle bir kadeh şam panya içmemin sorun olmayacağını düşündüm . N e aptalım! İçki içmeyi herkesten ve her şeyden daha çok seviyo rum ve sanırım her zaman bu böyle olacak.” “ Bu doğru değil. Eğer doğru olsaydı şimdiye dek ölene kadar içerdin. A m a içmiyorsun ve ayıksın.” Aşağı kata iniyoruz. O n a bir kahve yapıyorum ve düğm eye basarak şömineyi yakıyorum. “Ü zgünüm , üzgünüm , üzgünüm , üzgünüm ...” “ Dur, özrün kabul edildi” diyorum . “Tanrım , neler oluyor diye düşündün m ü hiç?” “ Evet, biraz.” “ Lütfen Tanrım, bu hayvandan kurtulm am a yar dım et, dedin mi?” “ Pek sayılmaz am a sen tam am ıyla başka biriydin.” Kafasını ellerinin arasına alıyor. “ Çünkü uzun za m andır ilk defa yanında kendim gibi davrandığım ilk kızsın” diyor, kafası hâlen ellerinin arasında. ./ {f < ( t e / ( “ Bunun benim hatam olduğunu söyleyemezsin.” “Ah Tanrım! Ben onu dem ek istemedim , hayır. Kahretsin, Sunny, tam am en yanlış anladın.” “ Sana biraz reiki vermeme ne dersin?” “ iyileştirm ek gibi şeyler için enerji vermek m i?” “ Evet.” “Hayır, aslına bakarsan bu tür şeylerle pek ilgilenmem.” “Kulağa sadece birilerine özgüym üş gibi geliyor am a işe yarıyor. Tamirciye kalsa çamaşır m akinemin öldüğünü söylemişti am a ben onu reiki ile hayata dön d ürdüm .” Sam gülüyor. “Bu doğru, yemin ederim. Sadece yere oturdum , biraz reiki yaptım ve makine çalışmaya başladı.” “N edir senin bu çamaşır ipi ve çam aşır makineleriy le derdin böyle?” Yere uzanıyor. Ben de bağdaş kurarak yere oturuyo rum , başını dizlerimin üzerine yatırıyorum ve ellerimi alnına koyuyorum . Annem le birlikte bir hafta sonu re iki kursuna gitm iştik ve bilgilerim bununla sınırlı am a ne zam an birine reiki yapsam hep çok iyi yorum lar alıyorum . Gözlerini kapatm ış, hiç kıpırdam adan yatı yor. Gözkapakları uykuyla kapanm ak üzere. Bu hâliyle küçük bir oğlan çocuğuna benziyor. . 1 / . i /.■ / 1 1 1 f ' j \ ) a 1 1 <i<t * J ( < t { < / r Aşırı ısıtılmış kayak kiralam a dükkânında bir kol tuğa oturm uş elimdeki süslü bardaktaki sodam dan yu dum larken Sam ’in kayak takım ını seçmesini bekliyor dum am a bu sonsuza dek sürecek gibi görünüyordu. Sonunda elinde bir çift kayakla bana yaklaştı. “Ah hayır! Ben istemiyorum. Ben sadece oturup ka yanları izleyeceğim” diyorum . “ Dünyanın en iyi yarışlarından biri bu. Kaym aya cak mısın yani?” “ D aha önce hiç izlemedim. İlk kez izleyeceğim.” “ Ne? D ur bir dakika! Sen ciddi m isin?” “Evet. D ün de söylemiştim sana.” “ Hayır, söylem edin.” “ Evet, söyledim.” Geri dönüp elindeki kayakları bırakıyor ve bir kızak seçip getiriyor. Ah, hayır! “Sam , hayır. Gerçekten izlemeyi tercih ederim .” “ Kaym ak zorundasın. Bu m ecburi” diye yanıtlıyor. Kahretsin! Pistin başına gittik. D işlerim in takırdamasını durduram ıyorum . “Bunun iki kişilik olduğundan emin m isin?” diye soruyorum , beni kızağa bindirmeye çalışırken. /6.s Arkam a biniyor. “Evet, hazır m ısın?” diye soruyor ellerini belime sararken. “ Hayır! Kask takm am ız gerekmez m i?” “ Hayır. H oşuna gidecek, söz veriyorum.” “ Hayır! H oşu m a gitmeyecek, biliyorum. Bunu yap m ak istemiyorum” diyorum , onun kollarından kurtu lup ayağa kalkmaya çalışırken. Beni sıkıca tutuyor. “N eden istem iyorsun?” “ Çünkü ben ödleğin tekiyim.” Bu delilik; burada karların içinde Sam ’le birlikte öl m ek istemiyorum. Yine serbest düşüşle düşüyormuşum gibi hissediyorum. Yine arkamda bir adam var ve o Tobey değil. Veyine, bundan hiç hoşlanmıyorum. Yorgunluktan bitm iş hâlde birer koltuğa uzanıyo ruz ve H B O ’da Entourage ı izliyoruz. Diziyi seviyor m uyum yoksa nefret mi ediyorum, anlam ıyorum . Yan gözle baktığım da Sam ’in ilaç içtiğini görüyorum . “ N e için onlar?” diye soruyorum . “N e?” diyor, bir yudum su içerken. Ç o k becerik siz bir yalancı. N asıl olm uş da oyunculuktan bu kadar para kazanmış, anlam adım . “Az önce yuttuğun tabletleri diyorum . N e içindi onlar?” t66 »('/*i let n r t j V/e///.)</ \ f{^ıtch “U yum am a yardımcı olmaları için.” O n dakika içinde gözleri kapanıyor. Yüzünde d ü şünceli bir hâl var. Bence insanların uyurken görün dükleri doğal hâlleri kişilikleriyle ilgili çok şey anlatır. Küçük kız kardeşlerimden biri her zaman yüzünde bir gülüm sem eyle uyur. G idip yatağından bir örtü getiriyorum ve üzerini örtüyorum . “ Gelsene” diyor, gözleri kapalı. “ Nereye?” “Buraya.” Kollarını açıyor. Yanına uzanıyorum, bana sıkıca sarılıyor. “Tanıdığım en güzel insanlardan birisin” diye fısıl dıyor kulağım a ve uykuya dalıyor. 17 rtesi sabah boynum da öpücüklerle başlıyor gün. E G özlerim hâlen kapalı, yüzüm ü Sam ’e dönüyo rum. G özlerim i yavaşça açıyorum ve birbirimize ba kıyoruz. Yüzünün her noktasından seks akıyor. O ne doğru uzanıp beni öpüyor. Ö pücüğüne karşılık verm i yorum . Tadı yabancı bir ülke gibi. Eli kazağım ın içine girerek sütyenim in altına doğru uzanıyor. O n u durduruyorum . “Bunu yapam am . Sevişemeyiz” diyorum. “N eden?” diye soruyor. Gözlerinde farklı bir şeyler var. 163 (w a ı ı “O lm az işte.” “ Senin de istediğini sanm ıştım .” “İstiyor olsam bile yine de olm az.” “Saçmalıyorsun. Gerçekten basit bir soru soruyo rum. N eden sevişmek istem iyorsun?” “D oğru olduğunu düşünm üyorum .” “ H arika olacak, söz veriyorum.” Yine beni öpmeye başlıyor. Kendim i geri çekiyorum. “ H ayır, Sam .” O d ad an çıkm ak için ayağa kalkı yorum . “ Başlayan bir şeyi ansızın yarıda kestiğinde bence bir açıklam a yapm alısın.” H er zaman istediğini almaya alışmıştı. “ Başlatan şendin, ben değildim .” O dam daki banyo ya gidip duşu açıyorum ve suyu dayanabildiğim kadar sıcağa ayarlıyorum. N e yapıyorum? Azıcık tanıdığım biriyle buralara ge lirken aklım neredeydi? D u şta uzun zam an kalıyorum. Bitirdiğim de bütün vücudum birinci derece yanık gibi görünüyor. Suyu kapatıyorum ve soğuk fayanslara kıv rılıp oturuyorum . Banyonun kapısı çalınıyor. “Evet?” diye bağırıyorum . “Sana kahve yaptım .” “Teşekkürler.” 170 <*■/-ı/:<1111", V )<t ıı-ut • / 1'11ifit d " “ Kapıya bırakıyorum” diye bağırıyor dışarıdan. Birkaç dakika daha yerde oturuyorum . Sonra bir havluya sarınıp kapıyı açıyorum ve Sam ’i elinde kahve fincanı kapının önünde beklerken buluyorum . “ Kıpkırm ızı olm uşsun” diyor. “ Biliyorum .” “Az önce tam bir hıyar gibi davrandım . Seninle se vişmeyi çok istiyordum. M ünasebetsizlik ettim. Ö zür dilerim .” “Ö nem li değil.” “ Senin için eğlenceli bir şeyler ayarladım. Ama önce giyinm en gerek.” Yine yüzünde o üzgün gü lüm seme var. A n a C ad d e’ adındaki ana cadde sihirli köylere ben ziyor. O ldukça kalabalık ve havada N oel öncesine ben zeyen bir heyecan var. K üçük bir kulübenin kapısında oldukça güzel sarışın bir kadın bizi selamlıyor. “Saaaam! Seni görm ek çok güzel! Sen de Sunny ol malısın. Tanıştığım ıza çok sevindim. H arika görünü yorsun. Sam , bu çok güzel bir kız. Ceketine BAYIL DIM . Ben Suzannah, bu arada.” “Tanıştığım ıza sevindim” diyorum . Kadın tüylerimi diken diken ediyor. 17/ ./{a He // “İçeri girin de ifadenizi alalım bakalım .” Kulübeye giriyoruz. İçerisi bir tür pazara benziyor. H er birimizin yanında ganim etleri’ taşım ak üzere bir m anken var. N e yaptığım ızdan hâlâ tam olarak emin değilim. İlk stanttaki kadın öne d oğru çıkarak dikkatimizi çekmek için el sallam aya başlıyor. “Çizmelerimizi denem ek ister m isiniz?” diye soru yor bana. “Tabii.” “ H angisinden hoşlandınız?” “ Kahverengiler güzel görünüyor.” “ H arika seçim. Ü stelik çoo o ok rahattırlar. İçleri kürk kaplıdır ve karda giym ek için muhteşemdirler. Bunlarla kaymayacağınıza garanti veririm .” D eniyorum . Gerçekten güzeller. “ Size çok yakıştılar!” diye çığlık atıyor kadın. Suzannah ile iki manken de lafa karışıyorlar “H arika oldular.” “ Siz de hanım efendiyle birlikte giyebileceğiniz bir çift almalısınız” diyor kadın, Sam ’e. Sam hayır anla m ında başını iki yana sallıyor am a kadın hayırı bir ce vap olarak kabul etmiyor. Bize birbirine uyum lu bere ler, eşarplar, ceketler ve eldivenler veriyor. Bütün bunların ne kadar tutacağını düşünüp en dişelenmeye başlıyorum . Bize indirim yapacaklar mı acaba? Bütün ödemeyi Sam yapm ak ister mi? 172 • ' /.I /<t t u t 'j < fr t tt-irt ı / l t t i t / t Birden kadın oldukça parlak bir flaşla fotoğrafım ızı çekmeye başlıyor. “H adi, sarıl biraz” diyor, Sam ’in kolunu alıp benim belime sararken. Bu hâlde bir fotoğrafım ızı çekiyor. Sam oldukça memnuniyetsiz biçim de uzaklaşmaya başlıyor. “Tam am , devam edelim” diyor Suzannah. Stanttaki kadına teşekkür ediyorum. Kadın çektiği fotoğraflardan bir tanesini basıp bana veriyor hemen. Alıp ceketimin cebine koyuyorum. “ Bu nedir böyle?” diye fısıldıyorum Sam ’e. “Aldık larımızın parasını sonra mı ödeyeceğiz?” “Hayır. Sadece canın ne istiyorsa al.” “Ne? Bunların hepsi bedava m ı?” a-ı-> hvet. 55 “ Benimle dalga mı geçiyorsun?” “ Hayır.” Bütün hayatım boyunca bu anı bekledim: Kendim i gerçek hayattaki ‘hediye kulübesinde’ bulmayı. Lanet olsun! “Pembe iPhone’um uz var” diyor, Apple standındaki adam. “Ah, evet, alayım lütfen!” diye cevaplıyorum. Ah! . / ! tt { /i' M t // Makyaj bölüm üne ilerliyoruz. Sam bir telefon etmek için dışarı çıkacağını söylüyor. Saçlarımı ve makyajımı yapm ası için, Sandra Bullock’a benzemek için estetik ameliyat olan adam ın önündeki koltuğa oturuyorum. “Sana büyük bir iyilik yapacağım , tatlım. Söz ve riyorum, hayatın boyunca bana teşekkür edeceksin. H ayatını değiştirm em için bana izin veriyor m usun?” “ Elbette.” Bu dakikadan sonra hatırladığım ilk^ey Sandra’mn yüzüm ü tıraş ettiği. Kelim enin gerçek anlamıyla elekt rikli tıraş makinesiyle beni tıraş ediyor. Bu aletin ka dınlar için özel olarak üretilmiş özel tüy temizleyicisi olduğu konusunda da bana tem inat veriyor. Yani tüy ler çıkarken sert çıkmayacaklar. Beni bir koca paket dolusu prom osyonla ve yanık kurbanına benzeyen yüzüm de üç kalın tabaka fondö tenle gönderiyor. M ücevher standına gidiyorum bir çift elmas kü peyle ucunda pervane şeklinde yeşim taşından bir kol ye ucu olan bir altın zincir alıyorum. Yine ürünlerle birlikte fotoğrafım ı çekiyorlar. Kam eralara bakarken içim de bir yerlerde aslında koca bir hiç olduğum u d ü şünüyorum . Ergenlik dönem inde m ağazalardan giysi aşırırken de aynı telaşı yaşardım. Enseleneceğimi ve her şeyin elimden alınacağını düşünürdüm ve bu yüz den de acele ederdim. 174 L . V / -i fzı i tt ı j v J 1 1 A rt . J { n I >1t Bir sonraki kulübeye giderken Suzannah bana eş lik ediyor. Dahası mı var? İç çamaşırı, iPod kulaklığı, bir elbise, kaşm ir şallar ve el yapım ı küçük G uatem ala bebekleri alıyorum . Bir sonrakine geçiyoruz. Sam ne rede? Kayıp. K ısa sürede ürkek birinden korkunç de recede açgözlü birine dönüşüyorum . Bebeği olan hiç kimseyi tanım adığım hâlde birkaç bebek giysisi seçiyo rum. K ot pantolon standındaki kıza benim bedenime uygun pantolonu olm adığı için kızıyorum. Çarşaflar, spor ayakkabıları, organik mumlar, bam bu havlular ve bir bikini alıyorum. Ö ğleden sonranın parlak gün ışığına çıkıp bütün ‘ganim eti’ arabaya yüklenmiş hâlde bulunca kendim i az önce bir striptiz kulübünden çıkmış gibi kirli his sediyorum. A m an Tanrım , az önce ne oldu bana öyle? Bir sürü şey almışım . Sam ’i arıyorum; yakındaki bir barda bir arkadaşıy la buluşm uş, kapıya da benim adım ı bildirmiş. Leroy çantaları bırakm am için beni eve götürüyor ve sonra beni bara bırakıyor. Ben arabadan çıkarken ‘seyahati mi daha konforlu hâle getirebilmek için bana kartını uzatıyor. İçerisi karanlık; bana M elbourne’daki kuytu bir şarap barını hatırlatıyor. Tavanın ortasında büyük, siyah bir avize asılı. Sm okin giym iş bir adam gürülıy r > . /{< ı( i<‘ l'Çft / / deyerek yanan şöm inenin yanındaki piyanoyu çalı yor. Sam , arka köşedeki bir odad a bir grup insanla birlikte oturuyor. “ Selam” diyorum . “Ah, m erhaba!” Sam duvara en yakın yere oturm uş ve zaten herkes sıkışm ış durum da am a yine de benim Sam ’in yanm a geçm em için kalkıp bana yol açıyorlar. En sona oturuyorum . Sam beni herkesle teker teker tanıştırıyor. Yanında oturan Charlotte adındaki çıtı pıtı sarışın kızı tanıyorum . Birkaç filmde görm üştüm . ‘H azır kek türü oyuncu kavramını tam am en karşılı yor: içeriği tahm in edilebilir, yapay ve sıkıcı. “Senin günün nasıldı?” diye soruyor Sam. “ Gerçekten iyiydi, H atta harikaydı.” “N e yaptın güzelim ?” diye soruyor bana Charlotte. “ G anim et alışverişine gittim .” “ Güzel. G üle güle kullan” diyor üstünlük taslayan bir edayla. Sanki az önce işsizlik parası aldığım ı söyle m işim gibi. “İlk kez Sundance’e gelişimi asla unuta m am . Güzel bir film açılışına davetliydim. Ardından ilk ganim et alışverişime gittim . Çok heyecanlıydım. Birkaç diyet gazoz verdiler ve elimde onlarla fotoğrafı m ı çekmeye çalıştılar. M enajerim hemen beni dışarı çı kardı ve hiçbir şey alm am a izin vermedi. Çok üzülm üş tüm . Sonradan ona gerçekten çok kızdım ve içeri geri girm em e izin vermesi için yalvardım am a uzun vadede 176 t ( / j 'v Jrt ı t -if i » //< / / '/ r ona teşekkür edeceğim i söyleyerek bana izin vermedi. Elim de diyet gazozla çekilmiş fotoğraflarımın şu anda ortalıkta dolaşıyor olduğunu düşünsenize!” Herkes gülüyor. M asanın kenarında çantasını as ması için pırıltılı bir çengeli var. Bu tek bir detay o kadar sinirime dokunuyor ki kıza zar zor bakıyorum. “ İçecek bir şey isteyen var m ı?” diye soruyorum si nirli bir sesle. “Evet. Bana bir şişe daha C halone pinot noir alabi lir misin?” diyor adam lardan biri. Pahalı bir şeye benziyor. “Evet, tabii.” Kafamı çevirip baktığımda Sam’in önündeki kırmızı şarap kadehinin neredeyse bitmek üzere olduğunu görüyorum. Benim gördüğümü anlıyor. Kafamı iki yana sallayıp sessizce, “Yapma!” diyorum. “ Bu neydi?” diye soruyor yüksek sesle. Cesur. Şim diye kadar epey içmiş anlaşılan. Herkes bana bakıyor. İyi bir insan olduğum için çok şanslı. Bara gidiyorum ve diğer adam ın şarabıyla kendime bir bardak meyve suyu söylüyorum. İçecekler de be dava. Kırmızı şarabı m asanın ortasına koyuyorum. İlk dolan Sam ’in bardağı oluyor. M asada şim di adını hiç duym adığım bir yönetm en le ilgili bir hikâye anlatılıyor. Yanım da oturan adam la bir sohbet başlatmaya çalışıyorum. 177 . /{ li I Vrıl ( “Affedersin, hikâyenin sonunu duym ak istiyorum” diyerek sözüm ü yarıda kesiyor. Yönetmenle ilgili hikâye bitiyor am a adam bana geri dönüp bakm ıyor bile. Ö ğleden sonra böyle geçiyor. Sam benim le göz te ması kurm am ayı başarıyor ve hiç kim se beni bir soh bete dâhil etm ek için çaba harcamıyor. Sanki tam a men görünm ez biriyim. „ Herkes kalkıyor. M ısır Tiyatrosu’ndaJki Fransız fil minin prömiyeri başlam ak üzere belli ki. “ Bunu yapm a!” diyorum Sam ’e, fısıltıyla. “ Neyi?” “ İçm e, Sam .” B iraz daha yüksek sesle söylüyo rum . “ Bunu yapm aya ihtiyacın yok. H ad i buradan çıkalım . Eve gidelim , san a yiyecek bir şeyler hazır layayım .” “Aç değilim ve bu filmi görm ek istiyorum ” diyor, gözlerimin içine bakarak. “ Benim gelm em i istiyor m usun yoksa bu arkadaşla rınla mı gitmeyi tercih edersin?” “ Sana bağlı.” Utah’taki ilk sesli sinem a salonu olan M ısır T iyatrosu n d a boş boş dolanıp duruyorum . Yine en sondaki yere, Sam den altı koltuk uzağa oturtuluyo rum. Charlotte yine Sam ’in yanında oturuyor. Film /7<? . ' /.I / / t İ l i l J t ) « ll-tfl . / 1d i fiI oldukça ağır ve takip etm ek oldukça zor. Ben de gözle rimi dinlendiriyorum biraz. Alkış sesleriyle uykudan fırlıyorum. Yönetmen ve oyuncular, çevirmen eşliğinde soru-cevap bölüm ü için sahneye çıkıyorlar. Çenem e akan salyamı ceketimin koluna siliyorum. Soru sorm ak için bir sürü el kalkı yor. Bence film hakkında soru sorm aktan çok kendi seslerini duym ak için konuşuyorlar. Çıkışta özel bir partiye katılmak için hepimiz gece ku lübüne gidiyoruz. Kafam karışık, bitkinim, yorgunluktan ölüyorum. Tuvalete kaçıyorum ve kendimi Charlotte’un yanındaki lavaboda ellerimi yıkarken buluyorum. “ Filmi nasıl buldun?” diye soruyor. “Aslına bakarsan uyudum .” “ C iddi misin? Yılın filmiydi bu! Tam bir sanat ese riydi. Yönetmeni gerçekten bir dâhi. Nasıl uyuyabil din? Yabancı filmlerden hoşlanmayan o insanlardan mısın sen de yoksa?” “ Ben de yabancıyım, bu yüzden hayır, ‘o insanlar dan’ değilim .” “Haklısın. Biraz kokain ister m isin?” D ah a kötü bir şey düşünem iyorum bile. Makyaj tazeleme odasındaki üzeri aynalı küçük an tika m asalardan birine yan yana oturuyoruz. Kendim e gelm ek için kimyasal fırtınayı burnum a çekmeyi ka173 ' WaJ( bul ediyorum . H iç kimse bize dönüp bakm ıyor bile. C harlotte üst üste defalarca çekiyor. Ben iki kez çek tikten sonra partiye geri dönüyorum . Zihnim ve oda yavaşlıyor, bedenim ve kalbim hızlanıyor. D oğruca Sam ’in yanm a gidiyorum . Bir sohbetin tam ortasında. Bekliyorum . Derken, beklemekten sıkılıyorum. “ B öldüğüm için özür dilerim am a seninle bir saniye konuşabilir m iyim ?” diyorum. “Tabii. Bu Alex. Alex, Sunny.” Beni yanındaki adam la tanıştırıyor. “ Tanıştığım ıza m em nun oldum ” diyorum . Alex gü lümsüyor. “Sana nasıl yardımcı olabilirim ?” diye soruyor Sam. D udağın ın üzerinde yine kırmızı şarap izi var. “ Şurada konuşabilir miyiz? Sadece bir iki saniye?” “N e hakkında? Ç am aşır ipi olup olm adığını Alex’e de sorm ayacak m ısın?” “ Hayır.” “H ad i Sunny. Sor. Seni ısırmaz.” “ İstem iyorum .” “N e hakkında konuşm ak istiyorsun o zaman? Alex benim hakkım da çok şey bilir. Yani ne söyleyeceksen burada söyleyebilirsin.” “ Bence içmeye bir son vermelisin.” Alex bir kahka ha atıyor. “Ç o k m u kom ik?” diye soruyorum . ISO t ^i*)fcıınty ÇVan*i<ı %/i<ı(<iı “ Evet, öyle. K im bu piliç?” diye soruyor Sam ’e. “ Sam bir alkolik. Bunu biliyor m uydun?” “ H angim iz değiliz ki?” diye yanıtlıyor Alex ve kade hini Sam ’in kadehine vuruyor. “Şerefe!” “ Başka bir şey?” diye soruyor Sam. “İçkiyi bırakm an için uğraşacağım ı bildiğin için mi beni duym azdan geliyorsun, yoksa bu sabah seninle sevişmedim diye m i?” “Seni duym azdan geldiğim falan yok.” “Ah, yapm a!” “N e zaman ve ne kadar ilgiye ihtiyaç duyduğunu nereden bilebilirim?” diye soruyor Sam. Eğer onunla sevişseydim bu kimyamızın uyuştuğu anlam ına mı gelecekti? D izide oynamayı garantiye mi alacaktım? Bu benim Amerika’daki kariyerimin baş langıcı mı olacaktı? Böylece kendim e yeni bir hayat kuracak parayı kazanacak mıydım? Konuşacak başka kim sem ve gidecek başka bir ye rim olm adığı için tuvalete geri dönüyorum . Tam gi derken karnım ın üst kısm ında ani ve keskin bir acı hissediyorum . Ağrı soluğum u kesiyor.  det ağrısı olabilir mi? Hayır, yanlış zam an ve karnım ın yanlış yeri. Bütün vücudum korkuyla geriliyor. D erin derin nefes almaya çalışıyorum am a hayır, daha da kötüye gidiyor. 181 Ağrı yüzünden ayakta dik duram ıyorum . Ö ne doğ ru eğilm iş yürürken nefes almaya çalışıyorum. Bir kabine girip klozete oturuyorum ve başım ı ellerimin arasına alıyorum. Tehlikeli bir ağrı olduğunu hissedi yorum . Böylesini daha önce hiç yaşam am ıştım . K oka in yüzünden mi? N asıl bu kadar aptal olabildim? Ah, lanet olsun! Giderek daha da kötüleşiyor. G öz lerimden yaşlar aktığı için doğru düzgün önüm ü göre miyorum. N e yapıyorum ben böyle? H i£ tanım adığım bir yerde, karların arasında, hiç tanım adığım insanlarla beraberim. Ah, hayır! Kesinlikle yardım a ihtiyacım var. Bu kabinden çıkıp Sam ’in yanm a dönm eliyim. Hayır, yapam am . Ç o k utandım , bana yardım etmek isteme yecektir. O nun ilgisini çekmek için uydurduğum u dü şünecektir. Gözlerimi kapatıyorum ve daha derin nefes alm ak için kendimi zorluyorum. Azıcık işe yarıyor. Kalkıp kabinden çıkıyorum am a ağrı yüzünden hâlâ ayakta dik duram ıyorum . Sam ’i görm ek için odaya göz atıyorum am a hiçbir yerde görem iyorum . Bensiz çık mış olam az, değil mi? Bir kez daha odaya bakıyorum ve o anda bir korum anın girişinde beklediği ve önü iple çevrilmiş başka bir alan görüyorum . “ Ö zür dilerim hanım efendi. Burası özel bölüm ” di yor görevli. “Birkaç saniyeliğine girsem olm az mı? Birine bakı yorum .” /8 2 .' i i t 1 1 m 'Tj V Jtt n -ırt . / î <t I </t “ Sizi içeri alam am . Ö zür dilerim .” “Lütfen. O tuz saniyeliğine. H em en geri geleceğim, söz veriyorum.” “Yine de cevabım hayır, hanım efendi. Sizden ipten uzaklaşmanızı rica edeceğim .” “Al, çantamı senin yanında bırakıyorum . Eğer otuz saniye içinde geri gelmezsem çantam senin olabilir, içinde epey para var.” G özlerim den yaşlar akm aya baş lıyor. Ağrı giderek şiddetleniyor. “Burası Amerika Birleşik Devletleri, hanımefendi ve o çantanın içinde ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.” “Ah, Tanrım! Yemin ederim çantam da bom ba falan yok. Bak, kendin kontrol edebilirsin” diyorum , çanta mı açarak. “A slına bakarsan pek de iyi değilim ve arka daşım ı bulm ak zorundayım .” Kafam ı uzatıp bakınca Sam ’in odanın arkalarında bir yerde, Charlotte’la birlikte oturduğunu görüyo rum. “Sam !” diye bağırıyorum. Bakıyor, beni görüyor ve başka yöne bakıyor. “ Bak, orada işte. O benim ar kadaşım Sam . O n u tanıyorum ben” diyorum korum a görevlisine. “Bir sürü genç kadın tanıyor onu” diyor adam. “ Sam !” diye bağırıyorum tekrar. Yanıt vermiyor. Ben de ona telefon etmeye karar veriyorum. Telefona bakı yor ve hayır tuşuna basarak aramayı kabul etmiyor. /&; . (Wcıll “ Sizden binayı terk etm enizi istiyoru m ” diyor görevli. “ C id d i m isin?” “Ya kendi rızanızla çıkarsınız ya da biz size dışarı kadar eşlik ederiz.” “Tam am , tam am . Zorluk çıkarmanıza gerek yok. G idiyorum .” Gözyaşlarına boğularak karla kaplı soka ğa çıkıyorum, insanlar bana bakıyorlar ve hiç kimse yardım teklif etmiyor. Taksi bulm ak um ıjduyla cadde ye bakıyorum am a hiç taksi yok. O anda kaldığımız yerin adresini de bilm ediğim i fark ediyorum. Parkta bir banka oturuyorum ve tekrar Sam ’e te lefonla ulaşmaya çalışıyorum. Telefonu şim di tam a m en kapalı. G iderek daha da çok üşüyorum . Bir anda Leroy’un kartının çantam da olduğunu hatırlıyorum. O n u arıyorum. Bana oldukça uzun gelen birkaç daki ka sonra arabayla önüm de duruyor. “N e oldu?” diye soruyor, ben ön koltuğa otururken. “ Ben pek iyi değilim . Beni bir doktora götürebilir m isin?” G ecenin bu saatinde açık bir doktor muayenehane si olm adığı için beni hastaneye götürüyor. 184 t G österişli bir binanın önünde durm adan önce yaklaşık yarım saat yol alıyoruz. Bina iki katlı ve girişi otel lobisine benziyor. “Ç o k acil bir doktora muayene olm am gerek” diyo rum, resepsiyondaki kadına. “Sigortanız var mı efendim ?” Ah, hayır! Biletim i alırken bir kum ar oynayıp seya hat sigortası yaptırm am aya karar vermiştim. “Hayır, yok.” “Tam am . Bu form u doldurm anız gerek.” “ Bunu daha sonra yapsam olmaz mı? Gerçekten hastayım.” 18.5 . / { f t ( te ) I d // “Kesinlikle olmaz, efendim. Bu form u doktora m u ayene olm adan önce doldurm anız gerek.” Bir sandalyeye iki büklüm oturarak bilgilerimi Leroy’a söylüyorum. O da benim yerime form u dol duruyor. “Tedaviniz süresince bizde durm ası için kredi kartı nızı alm am gerek” diyor resepsiyonist. “Ne kadar tutacağını öğrenebilir m iyim ?” Kredi kartımı cüzdanım dan çıkarmaya çalışırken ellerim tit riyor. H esabım da sadece bin dolar kaldı. “Bunu söylemem m üm kün değil, özür dilerim .” Kartım ın lim itinin az olduğunu anladıklarında te davime son m u verecekler? Annem i arasam mı? “ Bilm em gerekiyor” diyorum , şaşırtıcı derecede sert çıkan bir sesle. “ D oktor m uayenesinin ücretini peşin alıyoruz. Geri kalan ücret size neler yapıldığına göre daha sonra faturalandırılıyor.” “M uayene ücreti ne kadar?” “ D ört yüz dolar.” Leroy lobide bekliyor. Beni içeride dört yatak olan bir odaya alıyorlar. Seksi bir siyahi hemşire benim uzandığım yatağın etrafındaki perdeleri çekiyor ve giym em için bana bir hasta önlüğü getiriyor. Bir ka dın doktor geliyor ve bana standart sorular soruyor. 186 t (- f ' l /< t ! M l 'j t. '/</ l l ' i r t . / ( ft / < / r Bu soruları G eorge’la birlikte oynadığım bir hastane dizisi için aldığım ız hızlandırılmış yoğun tıbbi kurstan hatırlıyorum. Söylemeye niyetim yoktu am a kokain kullandığım ı itiraf etmem in daha iyi olacağını düşün düm . Karnım da çeşitli yerlere bastırıyor. Karnımın üst kısm ındaki belli bir noktaya bastırınca sancıdan çığlık atıyorum . Ağrının daha fazla artamayacağını düşünüyordum am a yanılm ışım. K onuşm ak bile sancının artm asına neden oluyor. Yapabildiğim tek şey yatağın kenarında ki metal parmaklığı sıkıca kavramak. “Ağrıya birden ona kadar bir puan verseniz kaç ve rirdiniz?” diye soruyor doktor. “O ndan da fazla” diye cevaplıyorum hemen. “Biraz ağrı kesici veremez misiniz lütfen?” “ Ü zgünüm , neyiniz olduğunu anlam adan size ağrı kesici veremem.” “Ö lüyorum .” Gözlerim den yaşlar süzülmeye başlı yor. “ Düzelecek m iyim ?” “ H içbir şeyiniz kalm ayacak” diyor bana doktor, el leriyle saçlarımı okşayarak. Kan ve idrar testi yapıyorlar. Beklediğim süre bo yunca dikkatim i tavana yoğunlaştırıyorum. “N e düşünüyorsunuz?” diye soruyor hemşire. “Sayıyorum. Geriye doğru” diye fısıldıyorum. *87 . / ! a (iv )\rt/ / “Nasıl yani?” “ Başına ne geleceğini bilm ediğin zamanlarda en azından bir sonraki sayının ne olacağım biliyor olm ak insanı rahatlatıyor.” H âlâ fısıldıyorum. Test sonuçlarım çıkıyor. G örünürde hiçbir şey yok. “Bir ağrı kesiciye ihtiyacım var, lütfen. Bu ağrıyla bir dakika daha yaşayam am .” D oktor içmem için bana birkaç tablet veriyor. H e men yutuyorum , iki farklı hap daha veriyor. O nları da hemen yutuyorum . Sonra bana iğne yapm ak için üst kattan bir doktor geliyor. “ Bu Jeff” diyor hemşire. “Bu iğneyi yapm aya yetkili tek doktordur.” ‘Bu iğne’ marifetini gösteriyor. Sıcak bir sıvının hu zur dolu bir göl gibi bedenim i sardığını hissediyorum. Yatağın metal parm aklığını kavrayan parm aklarım gevşiyor, elim yana kayıyor ve gözlerim kapanıyor. “İyi m isiniz?” Uzaklardan bir yerlerden birinin bu soruyu sorduğunu duyuyorum . G ülüm süyorum . A l tım da duran tüm katı cisimler yumuşuyor. Bir kozada gibiyim. Ağrım yok oluyor. İnsanların neden bu tür ilaçlara bağımlı olduğunu anlayabiliyorum: Tam an lamıyla sa f bir m utluluk denizinde yelken açm ak gibi. “Sunday? Kendini daha iyi hissediyor m usun?” diye soruyor hemşire. /AVV ^ /•! /<■! III t'j 1. J<! 11.i (t , /{<{ (</t Yavaş yavaş yüzeye çıktığımı hissediyorum. G öz lerimi açıyorum ve ne kadar süre kapalı kaldıklarını m erak ediyorum. “Evet. Ağrı tam am en yok oldu.” Ç o k sakinim ve her şeyi farklı bir gözle görüyorum . “Bu iyi haber çünkü sorunun ne olduğunu henüz bulam adığım ız için seni M R ’a göndereceğiz.” “ Pahalı bir şeye benziyor bu. Benim sigortam yok. N e kadar tutacağım biliyor m usunuz?” “ Bilm iyorum. Bu bilgiyi muhasebe verebilir size.” “M uhasebeden biri benimle görüşm ek için gelebilir m i?” Hem şire geri geldiğinde bu saatte muhasebeden kimsenin çalışm adığım , sabah 0 6 :0 0 d a mesaiye başla yacaklarını söylüyor. Yaklaşık olarak ne kadar tutacağını soruyorum ona am a yasal nedenlerden ötürü bana bir rakam vereme diğini söylüyor. Param olm adığını ve zengin bir aile den gelm ediğim i söylüyorum ona ve o da bana ‘benim gibi insanlar’ için mali bazı düzenlemeler olduğunu söylüyor. MR yaptırm adan gitsem bir sorun olup ol mayacağını sorduğum da ise böyle bir şeyi önerm edi ğini am a kararın yine de bana ait olduğunu söylüyor. Birden zavallı Leıoy’u hatırlıyorum ve telefonum u bularak onu arıyorum. H âlâ lobide bekliyor. Teşekkür t8<) . / l ft ili' } \f{ // edip gidebileceğini, işim bitince onu arayacağımı söy lüyorum . Annem i arıyorum, anında panik oluyor. İlk uçağa binip geleceğini söylüyor. “ Hayır, hayır anne. Şim di iyiyim. A m a ne yapm am gerektiği konusunda bazı tavsiyelere ihtiyacım var.” “Senden istedikleri bütün testleri yaptır hayatım. N e tutarsa ben ödeyeceğim. Sağlığın şu anda her şey den daha önem li.” U'-p1 lam am . yy “ Neden bir uçağa atlayıp hemen buraya gelmiyorsun?V ’ , Bunu doktora soruyorum . Sorunun tam olarak ne olduğunu anlam adan uçak yolculuğu yapm am am ge rektiğini söylüyor. M R ’a gitmeye karar veriyorum. M R makinesi kam yonunda yüklü olan ve çağrı üzerine gelen uzmanı beklem emiz gerekiyor. Saatlerdir bir şey yem edim. A ç lıktan ölüyorum. Şu anda ağrım yok. Uzm an geliyor. Beni ince bir metal sedyeye yatırıp kar yağarken dışarı çıkarıyorlar ve adam ın kam yonuna bindiriyorlar. M R m akinesini filmlerden hemen tanıyorum. B ü yük döner metal dairenin içine doğru girerken fonda muzaffer bir müzik çalmıyor. H ayatım ın amacıyla il gili kavrayışın bir an dank etmesini bekliyorum am a bir şey olmuyor. !<)<) . ' / .» / • tutt'j >. i (t u-ifi . / { ft r Sonunda beni yatağım a geri götürüyorlar. Film le re bakm ası gereken uzman New York’ta ve dönm esini beklem emiz gerekiyor. Telefonum çalıyor; özel num ara arıyor. “Alo?” “ Benim .” Tobey kısık sesle konuşuyor. Gözyaşları yanaklarım dan süzülüyor. K onuşam ı yorum . “Annen beni aradı. Şim di nasılsın?” Bütün hikâyeyi anlatıyorum (Sam ve kokain kısım larını atlayarak). Endişelendiği sesinden belli oluyor. Yapılması gereken bütün testleri yaptırm am ı istiyor ve istersem bana kredi kartının num arasını verebileceğini söylüyor. “Sadece ne kadar üzgün olduğum u bilm eni istiyo rum , Tobey. Tereddüt ettiğim için çok üzgünüm . Se nin için ne kadar zor olduğunu tahm in bile edem iyo rum. K urduğum uz küçük aileyi dağıttığım için özür dilerim .” “Şimdiye kadar yaşadığım en kötü şeydi.” “Benden nefret mi ediyorsun?” “Hayır.” U zun bir sessizlik oluyor. “ Hey, sabah içeceğimi hazırlarken karıştırıcının se siyle nasıl da dans ettirirdim seni?..” 191 %H .t t lir '} l ' » l ( Gülüyor. “ D ön düğüm zam an... Eve dönebilir m iyim ?” diye soruyorum . Sessizlik. N efesim i tutuyorum . “ Şim di bunları düşünm eyelim . D inlen biraz. Soru nun ne olduğunu öğrendiğinde bana haber ver.” M R sonuçları da sıra dışı bir şey göstermiyorlar. U ltrason yapılıyor, yine bir şey yok. H iç kimse soru nun ne olduğu konusunda en ufak bir şey söyleyemi yor am a kendim i artık daha iyi hissediyorum ve bu nedenle artık gitm ek istiyorum. Kaldığım eve geri dönerken Leroy’u bir benzinlikte durdurup iki kutu ballı m ısır unu krakeri alıyorum. Eve ulaşınca kapıyı yavaşça açıyorum am a Sam ’in evde olduğuna dair bir işaret yok. Bir battaniyeye sa rılıp güneşin karların üzerinden doğuşunu izliyorum ve krakerleri bir bardak sütle birlikte bir çırpıda silip süpürüyorum . H içbir not bırakm adan ve son param ı da bilete ve ekstra bagaja harcayarak LA’e dönen uçağa biniyorum. U çak kalkarken ellerimle yüzüm ü yokluyorum . Sandra Bullock yalan söylemiş: Tüyler sert sert elime geliyor. i< )2 i B üyürken restorana neredeyse yılda bir kez gider dik. Annem Volvo’muzun bagajında koca bir şişe meyve suyu getirirdi. Restorana girmeden önce hepimiz bagajın etrafına toplanır, şişeden meyve suyu içerdik çünkü restorandan içeri girdiğimizde içecek bir şey ıs marlamamız yasaktı. Restoranda içecek ısmarlamak ve birinin sizi havaalanının içinde, gelen yolcu kapısında karşılaması hâlâ özel bulduğum iki şeydir. Annem resto ran konusunda eskisi gibi değil artık am a havaalanının otoparkına para ödemeye hâlâ delicesine karşı çıkıyor. Los Angeles Uluslararası H avaalanı’nın gelen yolcu kapısına doğru ilerlediğimde gelmemesini söylediğim hâlde N ina’yı beni beklerken buluyorum. . / (ti ( n )\ '« / / “Sana bir sürü hediye getirdim ” diyorum ikinci va lizimi alırken. N in a beni H ollyw ood’un kuzeyinde muayene ücre ti yüz dolar olan bir devlet hastanesine götürüyor. “İyi olduğundan em in olm am ız gerekiyor. Seni ya tağında m osm or bir hâlde yüzüstü yatarken bulduğu m u söylemek istem iyorum annene” diyor Nina. “Ama artık iyiyim, gerçekten” diyorum . “ D o k to r iyisin, gidebilirsin dem eden iyi olm aya caksın benim gözüm de. N e kadar hasta görünürsen seni o kadar çabuk m uayene ederler. Şim di gerçek ten göster bakalım , bir oyuncu olarak ne kadar ye teneklisin.” “Hayır, doktora yalan söyleyem em .” “Evet, söyleyebilirsin. O radaki insanlar on altı saat tir muayene olmayı bekliyorlar.” Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra hastaneye ulaşıyoruz. “Yürüyemiyormuş gibi yap ve ağlam aya başla” diyor N in a ve kolunu destek oluyorm uş gibi belime doluyor. T im sah gözyaşları döküyorum ve beni ilk değerlen dirm e için bir odaya alıyorlar. “Acilen doktoru görm em iz gerek” diyor Nina. '9 4 i * ^ */.i i< t u t t"-; V '/*■/ ıt yW t . / / ' V 1 “ Buradaki herkes öyle” diye yanıtlıyor hemşire, ruhsuz bir şekilde. “Gerçekten çok ciddi bir sorunum varmış gibi his sediyorum” diyorum , araya girerek. “ Bir Logie’yi* hak ediyorsun” diye fısıldıyor N ina, hemşire bazı notlar alırken. Bekleme odasına gönderiliyoruz. N ina’nın on altı saat tahmini abartılı değilmiş. Birçok insan günlerdir buradaym ış gibi görünüyor. Beyaz, baskın ten rengi değil. Bekleme odası kalabalık, çok aydınlık, gürültülü ve pis kokulu. Bir yerleri kesilenler, ağlayanlar, evsizler ve uyuyanlar her yerde. Sanki üçüncü dünya ülkelerin den birinde kadın-erkek karışık bir hapishanedeyim. Adam ın biri resepsiyondaki kadından bir şeyler isti yor. Kadın bir camın ardında. A dam bağırıyor ve cama vuruyor am a kadın adam ı görmezden gelerek yaptığı işe devam ediyor. Koltukların hepsi dolu, oturacak yer kalm am ış. Üstelik insanların yarısı yerlerde ya oturu yor ya da yatıyorlar. M eksikalı bir ailenin yanında, duvar dibinde küçük bir yer buluyoruz. Yer döşem esi soğuk ve yanımızdaki küçük çocuğun elindeki oyuncağın sesi çok yüksek ve sürekli aynı melodi ötüp duruyor. Saatler geçiyor. N in a biraz dolaşm aya çıkıyor ve gö rünüm ü idare eder bir adam ın yanında kendine yer Logie: Avustralya televizyon endüstrisinde verilen en önem li ödül, (ç.n.) . / (a /ir buluyor. Adam Fransız. Az önce bir m otosiklet kaza sında om zu yırtılmış bile olsa N in a adam la flört et meyi başarıyor. Bir büfe buluyor. D ergi yok am a bol m iktarda şeker var. Yanımızdaki aileden ödünç iskambil kâğıtları alıyo ruz ve oyun oynayarak bolca şeker yiyoruz. Doktor, sihirli mavi kayar kapının arkasında saat başı falan gö rünüyor. Kapı her açıldığında kalabalık doktora doğru hücum ediyor. D oktor bekleyenlerderuözür diliyor. O yunum uza ara verip doktorun ‘Sunday Triggs’ de mesi için dua ediyoruz. ‘A h, sıçtık!” diyorum bir el daha kaybedince. “Sıçtık mı? K im diyor bunu?” diye soruyor N ina. “ Ben.” “Senin daha önce böyle bir şey söylediğini hiç duy m adım .” “Tobeyden öğrendim . Ara sıra söyler o da, bir şey ler gerçekten ters gittiğinde. M esela tanıdığı birisi kalp krizi falan geçirdiğinde.” “İskam bil oynarken onun kazanm asına izin verdiği ne inanam ıyorum hâlâ.” “ Vermiyord um.” “Veriyordun. Blue M ountain’e yaptığımız, o kam p yolculuğunu hatırlasana. Kâğıt oyuyorduk ve Tobey !< )(> i . ^Lyfirru ty t Ju jı-tft » / ( (t/ '/ r senin hemen solunda oturuyordu. Sen de ona ihtiyacı olan kartları atıp duruyordun.” “ Öyle m i?” Tuvalet kapısının arkasında kalın siyah kalem le İSA’YI SEVİYORUM yazıyor. İsa tuvalet kapılarına adının yazılm asını ister miydi acaba? Reklam ın iyisi kötüsü olm az, değil mi? Klozete dokunm adan tuva letim i yapm aya çalışırken bacaklarım titriyor. Tuvalet uzun zam andır tem izlenm em iş gibi görünüyor ve d o kunduğunuz anda idrar yollan enfeksiyonu kapm a nız garanti. N in a uyuyor. A dım ın çağrılm a ihtim aline karşı ben uyanık kalıyorum . H er nasılsa bir düşünce zih nim e beliriyor ve giderek daha da güçleniyor. Haya tım olmasını düşlediğim gibi gitmiyor. Verdiğim her karar yanlış ve beni daha da geriye çekiyor. O kulu çok erken bıraktım . H içbir eğitim im , diplom am , ke narda birikm iş param yok ve hâlâ bekârım . Bir dünya savaşı çıksa hâlim ne olacak? İşe yaram azın biriyim ; yapışm ayan bir post-it gibiyim . N eden bu mesleği seçtim? A rtık ne m esleğim i değiştirebilirim ne de on sekiz yaşındakilerle birlikte üniversite okuyabilirim . H ayatım sadece iş aram aktan ibaret. H em de ne için? Bir daha hiç rol teklifi alam ayabilirim . O yunculuk yapan o bir deri bir kem ik ya da olağanüstü güzel kızlardan değilim . 197 . / ! « { iv 1' / { '« 1/ O n dört saat sonra sıra bana geliyor. Sihirli ka pıdan geçiyoruz. C ennetin kapısından içeri girm ek gibi bir şey bu. Benden daha genç görünen M eksikalı-Am erikalı kadın doktorum çok sevimli ve ger çekten benim iyiliğim i düşünüyor gibi. D ah a önceki hastaneden yaşadıklarım ı anlatıyorum . Tedavinin ne kadara m al olacağını bana söylem em elerini korkunç buluyor. Beni m uayene ediyor, kan ve idrar tahlille ri istiyor. Ben de ona bakm ası için M R sonuçlarım ı veriyorum. “Teşekkür ederim. Sen olmasaydın ne yapardım? Sen harika bir arkadaşsın” diyorum N ina’ysP, D o k tor raporunu yazm ak için çıktığında. Gözlerim yine yaşlarla doluyor. N in a gelip yatağa yanım a yatıyor ve bana sıkıca sarılıyor. “ Lezbiyen olduğum uzu düşünecekler” diyorum . “ G üzel” diyor. Birlikte uyuyakalıyoruz. “ M R sonuçlarınız hakkında size ne söylediler?” diye soruyor doktor, döndüğü zaman. A ğzım dan sızıp saç larımın içine kadar akan salyayla uyanıyorum. “ O lağandışı hiçbir şey bulam adıklarını söylediler” diyorum . “ Bu filmler aşırı ışıklı ve okum ak imkânsız. Bu yüz den neden böyle söylediklerini anlayabilmiş değilim .” / 'j S i ut t İ r i , Lift • /1tt /'/' û 1 Kan ve idrar tahlillerinin ikisinin de normal oldu ğunu söylüyor. Bağırsaklarım da bir gaz sıkışması ola bileceğini, bunun da ani ve büyük bir sancıya neden olduğunu söylüyor. Şu anda ağrım olm adığına göre hastaneden ayrılabilirmişim. Yüz dolarlık ücreti N in a kendi kredi kartıyla ödü yor ve m utlu m esut hastaneden çıkıyoruz. “ Sakın kimseye gaz sıkışm asından bahsedeyim deme. Utanç verici” diyorum . “Neden ayağa kalktın?” diye soruyorum A lbert’a içeri girerken. “Uyuyamadım. Sana da bir bardak çay yapayım mı?” “ Evet, lütfen” diye yanıt veriyorum ve kendim i kol tuğun üzerine bırakıyorum. Bir çaydanlık naneli çay yapıyor ve bir tabağa koy duğu çikolata parçacıktı kurabiyelerle birlikte getiri yor. O na Sam ’in içmeye başlam asından hastanelere kadar bütün hikâyeyi anlatıyorum. “Neden beni aram adın?” diye soruyor Albert. “ Seni rahatsız etm ek istem edim .” “Rahatsız etm ek mi? Ben bu yüzden buradayım. Hastaneye borcun kaldı m ı?” “İlk hastanede sadece muayene ücretini ödedim . Geri kalanı fatura edecekler.” *99 ‘‘Para durum un nasıl, eğer sorm am da bir sakınca yoksa?” “ Pek iyi değil.” “Pekâlâ, en azından bu konuda sana yardımcı olm a mı kabul et.” “ Hayır. Hayır, Albert. Yine de teşekkürler.” Çayım a bir kurabiye daha batırıyorum. Sonunda kendi yatağım a gidiyorum . Ü şüm ediğim hâlde fazladan bir örtü daha alıyorum üstüm e. Başım zonkluyor, sanki bütün bir geceyi gece kulübünde ge çirmişim gibi. Yeni bir sesli mesaj geldiği uyarısını du yunca telefonum a uzanıyorum. « "Merhaba bebeğim. Sadece iyi olup olmadığına bakmak istedim. Annenle konuştum, daha iyi oldu ğunu söyledi. Hımmm, peki, daha sonra görüşürüz." Arayan Tobey. Sesi birlikte olduğum uz zam anlarda ki gibi. Uykuya dalm adan önce mesajı defalarca din liyorum. 200 20 yanıyorum ve Avustralya’da gecenin bir yarısı ol duğunu bildiğim hâlde Tobey’i arıyorum. Sesli mesaja düşüyor. H a fif gergin bir sesle kısa bir mesaj bırakıyorum. Arabaya atlayıp kötüleşen hava nedeniyle suratları düşen insanları görm ek için dolaşm aya çıkıyorum am a herkes daha mutlu görünüyor. Starbucks inanılmaz kalabalık ve herkes ‘m ükem m el’ hava üzerine yorum yapıyor. H içbir şey bunların keyfini bozam az mı? Antidepresanlar oldukça güçlü galiba. Adım Sunny (Güneşli) olm asına rağmen ben fırtına lı havalan güneşli havalara tercih ederim. Sabah ışıkları yakacak kadar yağm urlu ve karanlık günlere bayılırım. . / { <t / 11 ) \n / / Kırsal bir bölgede büyüdüm ben. Sabahları eğer yağ m ur sesiyle uyanıyorsak bu genellikle o gün okula git meyeceğimiz anlam ına gelirdi. Yağmuru bol bir bölge de oturuyorduk ve yılın büyük kısmı yağmurlu olurdu. Bir elimde büyük seçim chai latte, yürüyorum. K ah ve öyle güzel ki her yudum da bir gözüm şaşı oluyor. G elinlik satan bir mağazanın önünde duruyorum ve vitrindeki gelinliklerden birini gözüm e kestiriyorum. D ah a ben ne olduğunu anlam adan tezgâhtar kız sırtım da gelinliğin fermuarını çekiyor ve ben gelinli ğin içinde duran kendim e bakıyorum. Bunu gerçekten giym em in m üm kün olup olm adığını merak ediyorum. Nasıl bir eş olurdum ben? İhtimalleri kapının dışında bırakm aya hazır mıyım? Başarısız bir evlilik yapm ış biri olmak, istemem. İç çamaşırlarını lastikleri yıpran m adan atan, memeleri ve kalçaları sarkm am ış bir evli kadın olm ak istiyorum. Bu benden önceki m ilyonlar ca kadının da istediği şey değil miydi? Ben de farkında bile olm adan onlar gibi olup bir sabah bıyıklarını sa rartmayı bırakan, bunun o kadar da kötü olm adığına kendini inandıran ve lazer epilasyonu çok pahalı bulan biri olur muyum ? Şişko ve bıyıklı bir kadın olsam To bey beni yine de sever mi? D oğru adamı bulduğunuzdan kesinlikle emin ol duğunuzda içinizde işaret veren özel bir yer olup olm a dığını m erak ederim. A m a öyle olsa bile sonsuza dek aynı duyguları yaşayacağınıza nasıl söz verebilirsiniz? 202 * (*/*iX*ir u ı t'j v_'/*■/uA<t </ / r/ {</t Annem evlendiği zam an on dokuz yaşındaki aklın da en ufak bir tereddüt yoktu ve hâlâ babam la evlen diği için asla pişm an olm adığını söyler. Ninesi Poppy tarafından büyütülm üştü. Ç o k yaşlı olduğu için ye mekleri aşevinden geliyordu ve getiren de babam dı. Tanıştıklarının ilk haftalarında birbirlerine söyledikle ri tek şey, babam ın yemek geldi’ demesi, annem in de ‘teşekkürler’ diye yanıt vermesiydi. Bir gün kapı çaldı ve annem (babam ın geleceği sa atlerde her zaman biraz daha bakımlı olurdu) kapıyı açtığında kimse yoktu. Derken babam ı kamyonetin ar kasına oturm uş buldu. Yanına gittiğinde bir örtünün üzerinde iki kişilik aşevi yemeği olduğunu fark etti. Plastik kapaklan bile üzerlerindeydi ve ortada bir m um yanıyordu. Bundan kısa bir süre sonra evlendiler. A rabam a geri dönerken ellerimi cebime sokuyorum ve hediye kulübesinde Sam ’le birlikte çekilen fotoğra fımızı buluyorum . Birbirine uygun kışlık kıyafetlerin içindeyiz. Sam bir koluyla bana sarılmış. Karların ara sına balayına gelmiş bir çifte benziyoruz. Sam ’in ci nayet işlemek üzereymiş gibi görünm esini saymazsak oldukça şirin bir fotoğraf. Tam cebime tekrar geri ko yacakken bir çöp kutusunun yanından geçiyorum ve fotoğrafı çöpe atm aya karar veriyorum. Eve dönerken kontör kartı alm ak için markete uğruyorum. 203 ./trt(te ( W r t l( “ Nerelisiniz?” diyor kasadaki adam . “Avustralya. H iç gittiniz m i?” diye soruyorum , ya nıtı bildiğim hâlde. Bir yerlerde Amerikalıların sadece yüzde onunun yurtdışına çıktığını okum uştum . G e lişmiş ülkelerin arasında en zengin am a en az seyahat eden millete sahip ülke burası. Kendi ülkelerinde farklı kültürleri yaşam ak için uzak yerlere gitmeleri gerekm i yor ya da belki hepim iz onlara geldiğim iz için onların bize gelmesine gerek kalmıyor, diye düşünüyorum . “ Hayır, daha önce Avustralya’ya hiç gitm edim ” di yor adam . “Eee, sizin de kendi pop starlarınız var m ı?” “ Evet. H atta popstar yarışm amız bile var.” “ Bu iyi işte!” D urm adan kahkahalar atıyor. Vay canına! Stand-up gösterisi yapmalıyım. Kredi kartımı uzattığımda bakiye yetersizliğinden geri çevrili yor. D aha önce banka hesabım hiç böyle boşalmamıştı. Bu çok kötü bir duygu; sanki yaşamaya bile hakkım yok muş gibi. Bu yaşımda böyle bir şeyin olmasına nasıl izin verdim? Derdim ne benim? Asla buraya gelmemeliydim. Eve dönüyorum , e-postalarım a baktıktan sonra in ternette biraz araştırm a yapıyorum ve hikâyemden elli bin dolar civarında bir para kazanabileceğimi görüyo rum. Sam benden sonra yine içmeye başladı. Yine, bu kadar iyi biri olduğum için çok şanslı. 204 21 « I ''V ün gece İki G ün lük Ray’le bir otelde kaldım. i. -J Benden ayrılacak, em inim ” diyor N ina, yata ğım a oturm uş, ayak tırnaklarını keserken. « T • Iyı. “Bana turneye gittiğini söylemişti am a geçen akşam aslında gitm ediğini anladım . LA’den hiç çıkm am ış bile.” “N e diyebilirim Neens? İyi olm uş.” Telefonum çalıyor. Son derece neşeli sesli genç bir Amerikalı adam hastane faturamı eğer şim di telefon aracılığıyla kredi kartım dan ödersem bana yüzde on 205 ;/(„(,< w<di beş indirim yapacaklarını söylüyor. Ayrıca fatura tuta rının toplam yirmi iki bin üç yüz dolar olduğunu da ekliyor. N efesim kesiliyor. Adam a Salt Lake C ity’deki hastaneye gidişim in tam anlamıyla bir zam an israfı ol duğunu, sorunum un ne olduğunu bile anlayam adık larını söylüyorum. O da bana kendisinin bir tahsilat şirketinde çalıştığım ve hastanenin tahsil için faturayı kendilerine gönderdiğini, bu nedenle yapılan tedavi konusunda benim le konuşam ayacağını söylüyor. “ B irin in başı belad a” diyor N in a, Kiüçük tırn a ğını keserken. T ırn ağ ın sıçrayıp h avada uçtuğu n u görü yoru m . “ Başım belada falan değil. Faturayı kesinlikle öde meyeceğim” diyorum . “ Hikâyeni sat” diyor. Sam ’in Sundance’te nasıl içti ğini bütün detaylarıyla anlatm ıştım ona. “Elli bin elli bindir. Bu kadar düşünm ene gerek yok. Faturanı da ödeyebilirsin böylece.” “ Hayır, ona bunu yapam am .” “Ne? O n un sana ne yaptığına bir baksana! Ö lebi lirdim Peki, ben senin yerine satsam nasıl olur? Ben olduğum u söylerim. Sen de bana biraz pay verirsin.” “Yine de hayır. O nun için üzülüyorum .” Bilgisayara Alanis M orisette’in Jagged Little Pili al büm ünü takıp sesini sonuna kadar açıyoruz ve LA’deki AvustralyalIların toplanacağı bir partiye gitm ek için 206 • ^ /»i /< ( t t ı t ' j CJ f t 11 . i t t t J î r t /f// hazırlanmaya başlıyoruz, ikim iz de albüm ü hâlâ keli mesi kelimesine hatırlıyoruz ve şarkıları yüksek sesle, bozuk bir melodiyle am a tutkuyla söylüyoruz. Kalabalık bir caz barda ilerleyerek dar merdivenleri çıkıp toplantının yapılacağı üst kattaki odaya ulaşıyo ruz. içerisi AvustralyalIlarla dolu. H avada öyle ağır bir hırs ve um utsuzluk var ki neredeyse onu cildinizde his sedeceksiniz. “Seni görm ek ne güzel!” Shelly hemen önüm de be liriyor. Fox Stüdyolarındaki kafede birlikte kahve içti ğim iz zam andan daha da keyifsiz görünüyor. “Nasılsın?” diye soruyorum . “ H arikayım !” diyor, hiç de inandırıcı olmayan bir gülümsemeyle. “Bu hafta ajanslarla görüşm elerim oldu. H epsi de çok iyi geçti.” “N e derler, bilirsin: LA’de kötü görüşm e diye bir şey yoktur.” “LA’e bayılıyorum.” “En çok nesini seviyorsun?” “İlk önce insanlarını. İnsanların bu kadar yüreklen dirici olmasını sevmiyor m usun?” “ Bu şehirde insanların sizi iltifata boğm asının tek nedeni, sizin de onlara iltifat etmenizi istiyor olm aları” diye yanıt verirken göz ucuyla G eorge’u görüyorum . 207 ./ (a / 1<’ J \ ti t / O da beni görüyor. Nefesim kesiliyor. İkimiz de he men başka yönlere bakıyoruz. “Ya peki In -N -O ut Burger’e ne dersin? Orayı sev m iyor m usun?” diye soruyor Shelly. “Avustralya’daki H ungry Jack’in aynısı. Zaten Avustralya’da da hiç gitm ezdim . Buradayım diye niye durduk yere ham burger yiyeyim ki?” O lum lu tutum una ne oldu da böyle tepkiler veri yorsun? N eden beceriksizin tekine dönüştün birden bire? “ H arik a bir DVD var bende. Belki izlem ek ister sin. Şu anda içinde bu lu n d u ğun ruh hâli için birebir. A dı Sır.” “Hayır, teşekkür ederim .” “ Fevkalade bir şey. İstediğin her şeyi elde edebilir sin. D üşünce m odelin aslında senin gerçeğini oluştu rur. O lum suz düşünce modeline saplanıp kalırsan ha yatında da karşına hep olum suzluk çıkacaktır.” “ Bir kız tecavüze uğram ışsa bundan kendisi mi so rum lu yani? Bütün bunlar başına olum suz düşünce m odeli yüzünden mi gelm iş oluyor?” “Ah, bundan pek em in değilim ...” “ G id ip kendim e bir içki alacağım. Sen de ister m i sin?” diye soruyorum . “ Hayır, teşekkürler.” 208 . 1 l.i/c ı I lıt â v, j f j I I . i < { 5 > J l €t / f i ’ Bara doğru ilerliyorum. Tanrım, biliyorum, biraz kaba davrandım am a bu sohbete bir dakika daha kat lanamazdım . “Affedersiniz?” G enç bir AvustralyalI çocuk om zu m a dokunuyor. “Annesini kaybeden bir kızı oynadığı nız o filmde olağanüstü olduğunuzu söylemek istiyor dum am a zaten muhtemelen bunu biliyorsunuzdur” diyor utangaç bir gülümsemeyle. “Teşekkür ederim .” Bir oyuncu olarak, oyunculuğun aslında ne kadar öznel bir şey olduğunun pek farkında olm uyor insan. N e kadar iltifat alırsanız alın hiçbir zam an yeterli ol muyor. Size kalan kötü eleştiriler oluyor; neon ışıkları gibi sürekli aklınızda yanıp sönüyor. Öyle parlak bir ışığı var ki, gözlerinizi kapatsanız bile gözkapaklarınızın içinde yanıp sönmeye devam ediyor. Barm enden bir bardak m usluk suyu istiyorum. Bunun nedeni, biraz Sundance’te Sam ’le geçirdiğim günlerden sonra içki içemiyor olm am , biraz da içki alacak param olmayışı. Tanıdık yüzlerle dolu bir oda da olm ak iyi geliyor, değişiklik oluyor. Sıcak sohbet lerin birinden diğerine gidiyorum . H epsi de oldukça hoş başlıyor am a sonunda belli bir gündem e oturuyor: M enajerin kim? Ajansın mı var yoksa menajerin mi? İş için geri arayan oldu m u ya da şimdiye kadar hiç iş yaptın mı? Tek gecelik başarılar çok daha büyük ih 20 9 i / ! <f{İf )\^l 1 / tim al burada. Üstelik gerçekten bu sektörde iş yapıp para kazanan ve ilerleyen birkaç kişiyle, delicesine su yun üzerinde durm ak için uğraşan geri kalanlarımız arasında kesin bir ayırım var. G uy adındaki bir adam yanım a gelip bana sıkıca sarılıyor. Avustralya’daki iyi bir oyunculuk okulundan mezun olm uş am a küçük bir ajanstan tek bir teklif al mıştı. Avustralya’da yıllarca ortalıkta dolaştı, telefon da şarap satışı yaptı am a Amerika’ya geldikten birkaç ay sonra vampirlerle ilgili büyük bütçeli bir televiz yon dizisi için sözleşme imzaladı. O n a Jack Russell* derdik çünkü onu ne zam an görseniz küçük bir Jack Russell’ın bacağınıza abanm ası gibi size yapışırdı. O nu severdim am a ondan uzak durm aya çalışırdım. “ Vay canına, AvustralyalI oyuncuların hepsi siyah gi yiyor. Sen bir de Amerikalıların partilerini görmelisin, rengârenk” diyorum, George yanım ızda belirdiğinde. “Amerikalılar giyinmeyi bilm iyor” diyor George, yanaklarım dan öperken. G uy’ın da elini sıkıyor. “Sen nasılsın, ortak?” “iyiyim. Tam am ıyla kana susadım , am a iyiyim” diye yanıtlıyor Guy. “Amerikalıların canları nasıl istiyorsa öyle giyinm e lerini seviyorum. Kim senin ne düşün düğün ü um ursa mıyorlar” diyorum . Bir köpek cinsi. 210 . ( /r i / t 1111 ^ t < l 11 ’ i r t > J { tt / '/ r “ İnsanlar ne düşünür diye düşünm eden istediğini giy o zaman” diyor George. “ Hayır, George. G iym em .” “ Seni durduran nedir? Ayı kafalar mı?” “Hayır, step dansı ayakkabıları. O nları her zaman giym ek istiyorum: Sinem aya giderken, alışverişe gider ken, her yerde...” diyorum . G eorge gülümsüyor. Ç o k iyi olm asam da büyürken step dansı en sevdi ğim danstı. Annem step ayakkabılarımı dans salonu nun dışında giym em e asla izin vermezdi. Döşem elere ya da ayakkabılara zarar veririm diye evde alıştırma yapm am a bile izin yoktu. “Neyse, ikinizi de görm ek güzel” diyor G uy ve çe kip gidiyor. H ava değişiyor. “H ayattasın yani, işte bu iyi haber” diyorum . “Evet. N eden?” “ M esajlarım a yanıt vermemen biraz garip diye dü şündüm sadece.” “ Ne zaman aradın beni? Bana mesaj geldiğini hatır lam ıyorum .” Ç o k m inik de olsa, gözlerinde bir şeyler kırpışıyor. “M esaj alm am ış olsan bile, beni aram ak aklına hiç mi gelm edi?” diyorum , katı bir sesle. 2 İİ . / / < / ( ıe ) \ ‘f t I ( “ Biraz m eşguldüm .” “H aklısın.” Salağın tekiyim. G eorge’un etrafında her zaman bir sürü kız var. Elbette benim le sevişmek isteyecek. Kızların hepsiyle sevişmek istiyor o. Bu, beni özel biri yapmıyor. “Seni bir seneden beri görm üyordum , karşılaştığı mıza çok sevindim. Benden telefon beklediğinin far kında değildim , özür dilerim .” “Hayır, sorun değil.” N e kadar zor olsa-da gülüm sü yorum . “ Lavaboya gitm em gerekiyor.” Klozete oturarak önüm deki duvara boş boş bakm a ya başlıyorum. N eden beni aram adığını sorm ak m an tıklı mıydı? Yoksa tüyler ürpertici, saplantılı bir um ut suz gibi mi göründüm ? Bence İkincisi. Belki de onun farkında bile olm adığı bir hikâye uydurdum , onunla ilgili. Az önce korkudan ödünü m ü patlattım ? Yatmı şız gibi mi davrandım? Yaptığımız tek şey öpüşm ekti ve üstelik bu bir senaryo provasıydı, sayılmaz bile. A m an Tanrım! K endim i küçük düşürdüm . Neden onu ciddiye aldım ki? O günün hatırına bir dram yaratmaya mı çalışıyordum? K afam a bir sürü tuvalet kâğıdı dolayıp usulca partiden çıkıp gitm eliyim. N ina’yı bulup gideceğim i söylüyorum (tuvalet kâğıdı fikrini uygulam aya geçirm edim tabii ki) am a m aalesef o gitmeye hazır değil. K apıdan çıkıyorum ve George’ıı dışarıda bir grup insanla birlikte sigara içer- 212 /tın ı tXâ 9 ct ;/<ft /r/r ken görüyorum . G ülüm süyorum , o da gülümsüyor. Tek başım a arabam a yürüyorum ve peşim den gelip gelm ediğini görm ek için dönüp bakıyorum . Hayır. Bir rom antik kom edide yaşam ıyorum. Yürümeye devam ediyorum. N eden bu kadar üzüntü verici bir meslek seçtim? D aha ne kadar devam edebilirim? O yunculuk mesleğini yaptığınız sürece koşu bandı sürekli çalışı yor. Sürekli koşm ak zorundasınız çünkü eğer durur sanız, bir saniyeliğine bile olsa, geriye doğru savrulup düşersiniz. 213 22 A ynı anda hem ter emici Bikram yoga kıyafetleri mi çıkarıyorum hem de telefonuma uzanıyorum. M enajerim den gelen bir cevapsız arama var. M esajı dinliyorum : Televizyon dizisi için yapılan deneme çe kimi olum suz sonuçlandı. M enajerimi arıyorum am a ‘şu anda m aalesef m asasında değil.’ Eve döndüğüm de kapıda içinde elli dolar olan bir zarf buluyorum . Albert’tan para kabul etmek düşün cesi beni hasta ediyor am a bugün yoga dersime gitti ğim de parkmetreye verecek tek bir dolarım bile yoktu gerçekten. Bunu sadece borç olarak kabul ediyorum, en kısa zam anda geri ödeyeceğim. 215 . /!(th<< İJWnll Sert bir kahve içiyorum. Dışarı çıkıp kontör kartı alıyorum ve saatlerce telefonla boğuşup hastane fatu ram hakkında konuşabileceğim bir yetkiliye ulaşmaya çalışıyorum. Sıkıcı şeyleri yapm aktan nefret ediyorum. Özellikle böyle karm aşık sıkıcı işleri. Boşa kürek çekti ğim birkaç görüşm eden sonra yakınlarda bir yerde Salt Lake C ity’de gittiğim hastanenin kardeş hastanesinin var olduğunu öğreniyorum. Telefonda hiç kimse be nimle fatura hakkında konuşmuyor. Bu nedenle ben de yüz yüze görüşm ek için hastaneye gitmeye karar veriyorum. Hastaneye giderken arabayı kiraladığım şirkete uğ rayıp P T C ruiser’i daha ucuz bir arabayla değiştirmeye karar veriyorum. Kiralık arabaların arasında kararsızca dolaşarak epey bir vakit geçiriyorum. Bir oyuncu olarak kendim i sonsuza kadar kiralık bir şey gibi hissettim. Eğer evlenirsem yine de kiralanacak mıyım? Evlilik bir şekilde değerimi etkileyecek mi? A s lında bunu hiç um ursam ıyorum artık. Bütün kararla rımın rol kapm ak ve insanların benden hoşlanm asına çalışm ak etrafında şekillenmesinden bıktım artık. Bulabileceğim en ucuz arabada duruyorum . Bagajı na bir ceset sığdırabilirm işsiniz gibi görünen beyaz bir bom ba. Ağzında hiç dişi olmayan M eksikalı görevliye el salladığım da adam bana doğru geliyor. O n a bu ara bayı alacağım ı söylüyorum. 216 • ' /-l  l t t t t ' j ^ ’/ f l >!•) O . / ! ( t (< / t Hastaneye vardığım da bana fatura konusunda gö rüşebileceğim hiç kim senin olm adığını söylüyorlar. “Sizinle görüşem ez m iyim ?” diyorum , cam ın arka sındaki kadına. “Dosyanıza erişme yetkim yok.” “M uhasebeden biriyle görüşem ez miyim ?” “Muhasebe bölüm üm üz burada değil, hanımefendi.” “Yapabileceğim bir şeyler olm alı.” “ İyi şanslar, hanım efendi” diyor kadın ve cam pen cereyi kapatıp uzaklaşıyor. Bekleme odasında oturuyorum . N e beklediğimden emin değilim. Bir köşede oturm ak için büyük pofuduk koltuklar ve pem be karanfiller var. Karanfilleri hiç sevmem, bana ölüm ü hatırlatırlar. H avalandırm adan harika bir serinlik geliyor ve kan kaybeden ya da ağla yan hiç kimse yok. O tom ata gidip tatlandırıcısı içinde bir kahve alıyo rum. iPhone’um la oyalanıyorum, bütün tırnaklarımı kemiriyorum ve sonunda çıkmaya karar veriyorum. Dışarı çıktığım da boynunda doktorlarınki gibi yaka kartı olan bir adam görüyorum . Telefonuyla konuşu yor. Ben de sabırla hemen yanında bekliyorum. “ Bir dakika” diyor telefonuna. “Yardımcı olabilir m iyim ?” Kırk yaşlarında görünüyor ve yakışıklı dene bilir. 217 . J ( <t ( ı i' (W a M “U m arım olabilirsiniz am a konuşm anızın bitmesini bekleyebilirim.” Konuşm asına geri dönüyor, ben de bekliyorum, bekliyorum. “N e vardı?” diyor, sonunda telefon görüşm esini bi tirerek. D erdim i anlatıyorum . Beni bekleme salonuna geri götürüyor ve yapabileceği bir şey olup olm adığını an lam ak için gidiyor. Yaklaşık yarım saat sonra beni bir ofise alıp kaba rık saçları, geniş vatkaları ve uzun tırnakları olan Bev adında bir kadınla tanıştırıyorlar. D osyam ın çıktısı ka dının önünde duruyor. Beni dinlerken yüzünde anaç bir ifade var. “Tam am . İki farklı seçenek var. İlk seçenek; eğer peşin öderseniz büyük m iktarda indirim alacaksınız. İkinci seçenek; bir ödem e planı için başvurmanız. A m a gördüğüm kadarıyla Am erikan vatandaşı veya özürlü değilsiniz. Bu nedenle, başvurunuzun uygun bulunacağından şüpheliyim .” “Ya ülkeden çıkarsam? Amerika’ya tekrar dönm em e ne zam an izin verileceği um urum da değil” diyorum . “ D ünyanın her yerinde tahsilat acenteleriyle bağ lantım ız var. Avusturya’da kendi adınıza bir cep tele fonu bile alamazsınız ya da banka hesabı açamazsınız.” 2 /8 t ^ /•%/ t n t f*' ^ '/r///.»</ t /{<</c/( “Avustralya. Ben AvustralyalIyım. Bu parayı ödeyem em . Yapabileceğiniz başka bir şey yok mu? S o runum un ne olduğun u bile söyleyemediler. Benim ülkem de hastaneler ücretsizdir. Bu kadar tutacağı ak lım a bile gelm edi.” “Yardımcı olabilm eyi çok isterdim am a faturayı değiştirecek gücüm yok. H astane faturayı tahsilat acentesine gönderdiği anda tutar tartışılacak d u ru m dan çıkar.” “Am an Tanrım !” Gözyaşlarına boğuluyorum. Bev bana bir kutu mendil uzatıyor. Gerçekten de bu fatura nın havada buharlaşıp yok olacağını mı düşündüm? “Ya bir avukat tutarsam ve bunu mahkemeye götürürsem?” “Tatlım , avukat masrafın bununla karşılaştırıldığın da uğraştığına değm ez maalesef.” “M ichael M oore Sickoda bundan bahsetmiyor. Te daviye alınm adan önce bana ücret hakkında bilgi ver meyi reddettiler. Tam anlamıyla kazık attılar bana.” D urm adan ağlıyordum. Burnum dan bir süm ük balo nu çıkınca gülm em i saklam ak için yüzüm ü diğer tara fa dönm ek zorunda kaldım. Bev’e ricalarım, onun durm adan beni anladığını am a elinden gelen bir şey olm adığını söylemesi arasın da gidip geliyoruz. “Bekle de bir iki yere telefon edeyim, bakayım” d i yerek ayağa kalkıyor. 2 / 9 , j ( < ı i ı i ' 1 M-'fi a “Salt Lake C ity’deki hastanenin doktorları M R so nuçlarım ın gayet norm al olduğunu söylemişlerdi am a daha sonra gittiğim hastanedeki doktorlar filmlerin aşırı ışıklı olduğunu ve okum anın m üm kün olm adığı nı söylediler” diyorum , Bev odadan çıkarken. Sihirli son dakika sözleri. Bu tek bir detayın borcu mun tam am ını sileceğini kim düşünebilirdi? Bev, M R sonuçlarım a bakm ası için bir doktor bulu yor. D oktor filmlerin okunam adığını kabjjl ediyor. Bu gerçek ve faturam da yazan açıklama arasındaki çelişki nedeniyle, faturam ve dosyam anında küçülmeye baş lıyor. Bev iki yüz dolarlık ücreti ödersem alıp vereceği mizin kalmayacağını söylüyor. * D ışarı çıkıp gökyüzüne doğru bakıyorum ve sessiz ce teşekkür ederim diyorum . Bu şimdiye kadar sergi lediğim en iyi perform anstı: Yirmi iki bin yüz dolar değerinde gözyaşları. 220 23 rtesi sabah kulağım ın dibinde bir vakvak sesiyle E uyanıyorum. Bunun yeni iPhone’umun melodisi olduğunu anlam am biraz zaman alıyor. “Alo.” “Kılçıksız Buğday?” Arayan Tobey. Kılçıksız Buğday ilk buluşm am ızın ardından benim Tobey’ye taktığım isim. O n u sağlıklı yiyecekler satan bir kafeye götürm üş ve kılçıksız buğ daydan yapılmış bir sandviç sipariş etmiştim. “Nasılsın?” “ iyiyim, Tobe. Yeni uyandım. Sen dışarıda mısın? G ürültülü sesler geliyor.” 2 2 / ./{o H c jl'rt / ( “Evet. Cevabın nedir?” Sarhoş. Tanrım , sesini duym ak çok güzel. “ Sen” diyorum hemen. “Evet, şim di cevabın bu am a yeni bir rol teklifi gel diğinde seni yine kaybedeceğim.” Ç o k sarhoş. “ Hayır, kaybetmeyeceksin.” “Nasıl emin olabilirim ?” “Sadece bana güvenm elisin.” “Sana güvenip güvenemeyeceğimi — bilm iyorum . Artık bunu yapabileceğim i sanm ıyorum Sun. Bence buna bir son vermeliyiz.” “ Hayır! Hayır!” Yatakta oturuyorum ve birden bü tün uykum açılıyor. “N e yapıyorsun? Bunu yapm a. Ben sadece seni düşünüyorum .” “ U m utla beklemeye devam edemem . Bunu daha fazla yapam am . Bu beni öldürüyor.” “Cevabın ne diye sorm ak için beni arıyorsun, sana cevabım sensin diyorum . Şim di de sen hayır diyorsun, öyle mi? İlk uçağa binerek eve dönüyorum .” “ D önm e. D önsen bile senin artık benim olduğunu düşünebileceğim i sanm ıyorum . Birbirimize güven m ek zorundayız ve ben artık sana güvenebileceğimi sanm ıyorum .” “ Tabii ki güvenebilirsin.” 2 2 2 m t d L fa Ii.tr/ , J( f t I ' / ' 5 “ Senden benim karım olm anı istedim ve sen evet dem edin. U zun zam andır içim de bir şeyler biriki yordu.” Sesi titriyor. “Seni seviyorum, tam am m ı?” diyorum ve olanca gücüm le dudağım ı ısırıyorum. “H ayatım da ne olursa olsun, kalbim hep senin peşinden gidecek.” “ K apatm am gerek” diyor. “ Kapatm a, lütfen. Benim , dinle, bu sadece benim .” “ K apatm am gerek, hoşça kal.” Ye kapatıyor. U zunca bir süre boş bakıyorum . Ardından duşa gi rerek cildim i kaynar suyla haşlıyorum. Bütün hayatım boyunca istediğim şeye sahiptim . Sorunun bir kısmı onun garanti olduğunu düşünm em di belki de, çünkü şimdiye kadar onun için çabalam ak zorunda kalm a m ıştım hiç. Yatak yarası açılması için ne kadar zaman gerekir? U m arım bende açılır. En azından o zaman beş gündür yatakta yatm anın karşılığını almış olurum . Evden en son çıkışım yangın m usluğuna çok yakın park ettiğim için arabam ın çekilmesi yüzündendi. Avustralya’da olduğu gibi birkaç metre ötedeki yasal yere park et mediler. Çekiciyle çekerek şehrin öbür tarafındaki bir yere götürdüler. Bir saat içinde oraya gidersem indirim 22.3 yapacaklarını söyleciiler. Nasıl? Toplu taşım a araçlarına binem em çünkü binerseniz bıçaklanabilirsiniz. Bu şe hirde taksi de pek bulunm uyor zaten. Kendim e kapı dan dışarı çıkmayı yasaklıyorum . Ters gidecek bir tek şeyle daha başa çıkam ayacağım . Yatağımın başucunda duran su bardağım a tırm an m aya çalışan karıncayı izliyorum. U zanıp eziyorum karıncayı. H içbir suçluluk duym uyorum . Asla Budist olam am ben. H ristiyan ya da ateist de olam am . H atta neye inandığım ı bile bilm iyorum . D aha biz küçükken büyük teyzem bizi kilisenin Pa zar okuluna götürürdü. O öldükten sonra Hristiyanlığa tekrar sarılm ak istedim . H er pazar keadi başım a kiliseye gitmeye ve her akşam dua etmeye başladım. Birlik olm a ve bir am aca sahip olm a duygularını sev dim am a bir gün ayinde kibarca hom oseksüel insan ların cennete gidemeyecekleri söylendiğinde kiliseden çıktım ve bir daha asla gitm edim . A lbert’a her şeyi anlatıyorum . K oltuğa oturm uş, üzerimde yaklaşık bir haftalık pijam alarla sigara üstüne sigara içişimi izliyor ve çoraplarım ı çekm em gerektiği ni bile söylemiyor. Bana satranç oynamayı öğretiyor. G ünler süren oyunlar oynuyoruz. İki yeni arkadaşımla birlikte (fıstık kremalı kurabiye parçacıklı dondurm a ve rulo şeklinde tarçınlı ham ur işi olan cinnabon’lar) Albert’ın yazdığı ve gerçekten oldukça kötü olan b ü tün filmleri izliyoruz. 224 . i u ı'-j ^ J a 1 1 - i n . J ( < ı/ ' / ’ Albert bu fırtınanın da geçeceğine ikna etmeye çalı şıyor beni. O n a katılm ıyorum am a sesimi de çıkarm ı yorum . Tobey’nin her zaman hayatım da olacağını dü şünm üştüm am a telefonlarıma ve e-postalarım a yanıt vermiyor ve kalbim gerçek anlam da ağrıyor. (Bunun nedeni içtiğim sigaraların sayısı da olabilir tabii.) M aryn’i ne zam an arasam sekreteri şu anda m asa sında olm adığını söylüyor ki bu da beni sepetledikleri anlam ına geliyor. Bu, en kötü ayrılma türü: Bana di rekt olarak söylemek yerine gayet nezaketsiz biçim de ölüm cül bir sessizliğe gömülüyor. Başka herhangi bir ajanstan teklif gelm ediğine göre, burada oyunculukla ilgili tek bağlantım kopm uş durum da. Kim ya testiyle ilgili kötü duyum lar aldığı konusunda düşünm eden edemiyorum . O çiş hikâyesini anlatırken aklım dan ne geçiyordu? Buradan gitm em gerektiğini biliyorum am a Sidney’de kendi başım a bir hayat kurm a düşüncesi beni hasta ediyor. Belki de Bellingen’e annemin yanm a taşınmalıyım. Bana nasıl ekmek yapılacağını ve fırında çalışarak nasıl basit bir hayat yaşanacağını öğretebilir. 226 24 A lbert bütün bir öğleden sonra için beni evden ko valıyor. Eve döndüğüm de de gözlerimi bağlayıp beni salona götürüyor. Salonda yüksek sesle bir M ek sika müziği çalıyor. “Şim di gözlerini aç!” diyor kafam a doladığı m utfak havlusunu çıkarırken. O d a parlak M eksika renkleriy le bezenmiş. Pencerenin yakınında şişme bir kaktüsün yanında tavandan sarkan eşek şeklinde bir pinyata var. Albert geniş kenarlı bir M eksika şapkası giymiş, elinde de bir marakas tutuyor. “ D oğum günün kutlu olsun!” N in a koltuğun arka sından fırlıyor. . / ( filic Jift / ( “Siz ikiniz... Bunca zahmete girmemeliydiniz. Bu sene doğum günüm ü kutlam ak istem iyordum .” N ina bana bir zarf uzatıyor. Kutlam a kartının için de M eksika’ya uçak bileti var. “Gelecek Perşembe boş m usun?” diye soruyor. “Ahhhh! Bu çok büyük bir hediye, N in a.” Sıkıca sa rılıyorum. “H er zam an M eksika’ya gitm ek istemiştim. Buna inanam ıyorum .” Albert da elime bir zarf tutuşturuyor, içinde Fred Segal’in bir hediye çeki var ve utandırıcı bir şekilde yüklü bir miktar. M argarita ve Acı M eksika soslu tavuk için masaya oturuyoruz. G ülüm sem em i başaram ıyorum ve ikisine de teşekkür ediyorum. Yemek bitince ışıklar kararıyor ve N in a üzerinde m um ları yanan doğum günü pasta sını getiriyor. Ü çüm üz birden iyi ki doğdun şarkısını söylüyoruz. Pastanın üzerinde Doğum günün kutlu ol sun sonra altına Sunny yazıyor. “ N e yazdığını anlam adım ” diyorum m um lan üf ledikten sonra. N e dileyeceğim konusunda da hiçbir fikrim yok. “K üçük bir Filipin fırınına telefonla ısmarladım pastayı. Telefondaki adam a pastaya ‘D oğum günün kutlu olsun’ sonra altına ‘Sunny’ yazın dedim . Söyle diğim her şeyi olduğu gibi yazmışlar. Düzelttirmeye kıyam adım ” diye açıklam a yapıyor N ina. 228 ;j u u , N ina, Albert’la bana makarena dansı yapmayı öğ retiyor. Ardından pinyatayı bir türlü kırmayı başara m adığım ız sıralarda kapı çalıyor. Albert kapıyı açmaya gittiğinde N in ay la ben elimizdeki tahta sopalarla za vallı eşeğe vurm aya devam ediyoruz. “Sunny?” diye sesleniyor Albert. Kapıya gittiğim de karşım da elinde bir paketle G eorge’u buluyorum . “D oğum günün kutlu olsun” diyor, paketi bana uzatırken. “ Bugün doğu m gü n ü m o ld u ğu n u nereden ö ğ ren din?” “ Facebook’tan.” Süssüz, beyaz kutunun kapağını açtığım da ince pem be kâğıtların arasında bir çift step ayakkabısı gö rüyorum. A ğlam ak üzere olduğum u hissediyorum am a gözyaşlarımı yutmayı beceriyorum. N eden herkes bana bu kadar iyi davranıyor? Bunların hiçbirini hak etm iyorum ben. “A m an Tanrım ! Teşekkür ederim !” diyorum sarı larak. İçeri giriyoruz. Albert, G eorge’a margarita yapıyor ve tavuk yem eğinden alması için ısrar ediyor. “Ayak num aram ı nasıl bildin?” diyorum , ayakkabı ları denerken. Tam uyuyorlar ayaklarıma. 229 . / ( ( { i te ) V rt / / “Facebook’tan N in a’ya sordum .” Pinyatayı sonunda kırabilen G eorge oluyor. İçin den eski, garip görünüşlü, pırıltılı şekerler dökülüyor. Herkes birer tane alıyor. M eksika m üziğini kapatıyo ruz ve iPod’um u hoparlörlere bağlayıp m üzik açıyo ruz. D ördüm üz dans ediyoruz. M akarena dansının bu kadar işlevsel olduğuna şaşıyorum. Flo R id an ın Low şarkısına da, W hite Stripes’ın The Doorbell şarkısına da uyuyor. Albert şapkası hâlâ başında, elindeki marakasları hareketlerine uydurarak sallıyor. N in a D J ’liği ele alıyor ve Veronicas, Beyonce ve Britney Spears’ın en ünlü şarkılarını ardı ardına çalmaya başlıyor. Albert artık yatmaya gideceğini söylüyor. Bu yüz den N in a, G eorge ve ben bahçedeki evime geçiyoruz. Telefonum u kontrol ediyorum: Tobey’den gelmiş bir doğum günü kutlam a mesajı hâlâ yok. Ardı ardına sigara içerek kafam ın içindeki bu düşünceyi dum ana boğm aya çalışıyorum. G eorge bir esrarlı sigara çıkarıyor. Ü çüm üz aynı si garayı paylaşıyoruz. Birkaç nefes bile uçm am a yetiyor. İki ihtimalden biri olabilirdi: Aptalca paranoyak da olabilirdim am a neyse ki beni sakinleştiriyor. “Am an Tanrım! Bu gerçekten pahalı bir gitar” diyor George, odanın köşesinde duran bir gitarı alarak. “Albert zengin bir adam ” diyor N ina. “Çalabilir miyim?” diye soruyor George. 230 . ^ /ut fj '/r t ı ı . i f t % /lt t lt/ t “Evet, çalışıyorsa çalabilirsin tabii. Em inim Albert bir şey dem ez” diyorum , büyük bam bu koltuğun ke narına oturup ayaklarımı aşağı sallandırarak. “En sev diğim şarkıyı çalabilir m isin?” George, Jon i M itchell’den A Case ofYou şarkısını ça lıyor. Bu şarkıyı ne zam an çalsa odada bulunan kadınla yatmayı garantiler. Genelde bu şarkıyı partinin sonuna saklar ve birden söylemeye başladığında, kadınların zi hinlerinin çalışmaya başladığını ve G eorge’tan olacak bebeklerinin neye benzeyeceğini düşündüklerini anla yabilirsiniz. H un ters& C ollectors’dan Throut YourArms Around Me, Radiohead’den Fake Plastic Trees ve Counting Crows’dan Round Flere şarkılarıyla devam ediyor. Biz de şarkılara eşlik ediyoruz. N in a bilgisayarım dan son fo to ğ raf çekim im in pro va baskılarına bakıyor. Fotoğrafçı belli ki LA’deki en iyilerden biri; iki saatlik çekim için bin üç yüz dolar lık bir fatura çıkarm ış. Gelirken yanım da en dekolte kıyafetlerim i getirm em i istem iş ve oraya gittiğim de bir bardak şam panya içm em için ısrar etm işti. Ve b ü tün ciddiyetiyle bana ‘kam erayla sevişm em i’ tavsiye etm işti. “Bunlarda rötuş var m ı?” diye soruyor George. “Benim gerçek yüzüm e bak, G eorge” diyorum ve üçüm üz hiç neden yokken kahkaha krizine giriyoruz. “ Gerçekten, kaç yaşında gösteriyorum ?” 23/ »/ t '! { ti’ ) \ << l i “Yirmilerinin ortalarında.” “ Şim di fotoğraflara bak. O rada kaç gösteriyorum ?” “ O n iki.” “ İşte böyle, kendi sorunu kendin yanıtladın. Fo toğraflarda rötuş olup olm adığını adam a sorm adım bile. K endim i az çok tanıyorum . N e çillerim kalmış ne başka bir şey. Ergenlik dönem indeki o aşırı derecede makyajlı kızlara benzemişim. Başlam ışken göğüslerim i de azıcık büyütm eliydi.” Esrardan birer nefes daha çekiyoruz. Tanrım, insa nın aklının başından gitm esi gerçekten çok güzel! “Sana meydan okuyorum , Sunny” diyor George. “Sen de bana istediğim konuda meydan okuyabilirsin.” “N eden seninle her şey bir pazarlık ya dâ yarışma konusu oluyor?” “N e mesela?” “Ayı kafasını giymen anlaşm anın bir parçasıydı. ‘Skor tabelasından bahsetm iyorum bile.” “ Skor tabelası nedir?” diye soruyor N ina. “ H astane dizisini yaptığım ız sıralarda bütün ana karakterlerin adının yazdığı bir çizelge yaptı. N e za m an birinin dili sürçse ya da repliğini unutsa hemen setten fırlıyor, yeşil odaya koşuyor ve o kişinin adının karşısına bir işaret koyuyordu.” “Ne? Ç ekim aralarında m ı?” diyor N ina. 232 «' / .)/ ît ı m ' j x t < n ı-n t . J t < t/t/t “ Evet. H epim iz stüdyoda onun dönm esini bekli yorduk. H afta bitim inde en çok işareti alan kişi yirmi dörtlük bira paketlerinden alm ak zorundaydı.” “ Buradaki bayan yaklaşık-bir-seksen sadece tek bir işaret alm ıştı” diyor George. “ O sayılmazdı aslında. Ç ünkü o gün dişçiye gitm iş tim ve ağzım tam am en uyuşuktu.” “Yine de dilin sürçtü sayılır. Kural kuraldır” diyor George. “Tam am , hadi, işte sana meydan okuyorum . Ben ne olduğunu söylemeden önce kabul ettiğini açık lam alısın.” “ Kabul ediyorum ” diyorum biraz acele davranarak. “ Bu fotoğraflardan birini Facebook’a profil fotoğrafı olacak koyacaksın ve durum unu güncelleyerek Sunday Triggs Hollyıvood’da(!) çektirdiği fotoğraflar hakkında insanların ne düşündüğünü çok merak ediyor, yazacak sın. H ollyw ood’dan sonra bir ünlem işareti koyman gerekiyor.” “ H A Y I1 IIIR , hayır, George. Bunu yapm ayacağım . N e olursa yaparım am a bunu asla. ‘D urum unu gün celle’ kısm ına şim diye kadar hiçbir şey yazm adım ben. Lütfen bana bunu yaptırm a.” George ve N in a yapm am için beni zorluyor ve ya zarken beni izliyorlar. Bir çırpıda bütün karizmayı çiz diriyorum . N in a ardı ardına G eorge’a meydan okum a ya başlıyor ve her biri giderek daha da iğrençleşiyor. . J(tı(ı<' < W a M Sonunda buna bir son veriyorum. Birden N in a sabah erkenden özel egzersiz seansı olduğunu hatırlıyor. G e orge da gitmeye karar veriyor. O nlarla birlikte dışarı çıkıyorum. Arabasına ilk bi nen N in a oluyor. G eorge oyalanıyor. “Sana yazdığım kısa filmden bahsetm iştim , hatırlı yor m usun?” diye soruyor. « Evet. yy “Özel bir kuruluştan geçen hafta btr haber geldi. Sen oynarsan sevinirim. Kadın oyuncunun diyalogla rını seni düşünerek yazm ıştım .” “ Elbette oynarım. E-postayla gönder bana. Erkek oyuncuyu belirledin m i?” “Evet, ben oynayacağım .” Arabasına binerek uzaklaşıyor. Arabası gözden kay bolana kadar arkasından el sallıyorum. Bu kadar uzun süre el sallam ak norm al mi? Yoksa gerçekten uçuyor muyum ? 234 25 D ün gece G eorge sadece filminde oynam am ı iste diği için mi geldi? G önderdiği e-postanın ekini açıp senaryoyu okuyorum . Film in adı Avcı. Zoe adın daki kadınla oğlu H unter (Avcı) ve onun babası Ryan hakkında. Zoe küçük bir kasabada yaşıyor ve oradan geçmekte olan Ryan’la yaşadığı tek gecelik ilişkiden hamile kalıyor. Zoe çocuğu doğurm ayı düşündüğünü söylemek için Ryan’ı arıyor am a Ryan bu konuyla hiç bir şekilde ilgilenm ediğini söylüyor. Beş yıl geçiyor. Zoe ile Hunter, Zoe’nin m ücev her işindeki olağanüstü başarısı sayesinde artık Los Angeles’ta yaşıyorlar. Ryan şim di H unter’ın hayatın ./{<tlİc °Wcvll da yer alm ak istediğine karar veriyor ve LA’e geliyor. Birbirlerini tanım a süresinden sonra Ryan bazı hafta sonları H unter’ı alm aya başlıyor. Zoe oğlunda bazı olum lu değişimler görüyor. Ryan, LA’e geldikten epey bir süre sonra Z oe’yi bir akşam yemeğine davet ediyor. Sadece ikisi. Aralarında inkâr edilemez bir bağ var. Ryan, Z oe’yi Santa M onica plajına götürüyor. Gece denize girip dalgaların arasında öpüşüyorlar ve Ryan geceyi Z oe’nin evinde geçiriyor. Film in son sahnesinde Zoe ve H unter kahvaltı ya pıyorlar. Ryan duşta. Hunter, annesine, daha önce hiç babası için kedi kapısından girip girm ediğini soruyor. Zoe oğluna ne dem ek istediğini soruyor. Ç ocu k açık lamaya başlıyor. Babasında kaldığı hafta donları farklı farklı insanların evlerine gittiklerini am a onların evde olm adığını söylüyor. Babası H unter’ın emekleyerek kedi kapısından içeri girm esini istiyor. İçeri girince ön kapıyı açarak babasını içeri alıyor ve kendisi gi dip kam yonette bekliyor. Ç ocu k babasının anahtarını evde unutup dışarıda kalan insanlara yardım ettiğini söylüyor. “Güzel, G eorge” diyorum telefonda. “Teşekkürler. Sanırım yaklaşık yirmi dakika olacak ve sendikasız çalışacağız... Bilm ek istediğin başka bir şey var mı? Bütçe o kadar büyük değil am a sana ödem e 236 i . ' / . i / o » m ^ f f / 11 - \ f t . /1 f t / ' / r yapabiliriz, kayıtsız olarak tabii ki. Pazartesinden baş layarak beş günlük bir çekim olacak. M üsait m isin?” “Evet, sanırım m üsaidim .” “Bunu yapm ak istiyor m usun?” “Evet, istiyorum .” “ Güzel. H unter ı oynayacak ufaklıkla anlaştık ge çen gün. Rol için m ükem m el. Bu çarşam ba öğleden sonra bir okum a provası yapm ak istiyorum. Senin için uygun m u?” “Evet.” “Harika. Ah, bir de okum a provasından çıkışta ak şam bir arkadaşım ın imece doğum günü partisi var. G elm ek ister m isin?” “İmece parti ne dem ek?” “ Herkes gelirken bir tabak yiyecek getiriyor.” “Belki gelirim. Bakarız.” “ Faceboolc’a göz atıyorum . Yeni profil fotoğrafım hakkında arkadaşlarım dan gelen yedi yeni yorum var. “Vay canına, harika görünüyorsun!” , “ Harikalar D iyarı’nda sana bol şans!” falan filan. N e zaman biri bunu söylese onun hakkındaki düşüncelerim olum su za doğru dönm e eğilimi gösterir. Hayır, aslında tam hızla yere çakılır. Katlanam ıyorum . A m an Tanrım! Herkes benim ciddi olduğum u d ü şünüyor. H er şeyin tozpem be olduğu bir dünyada 237 » / ! a ( i<■ ')\^rı/ ( kendim i kaybettiğimi düşünüyorlar. En yakın zam an da memlekete dönüp bu düşünceleri düzeltmeliyim. Profil fotoğrafım ı çabucak değiştirip şehla bakmaya çalıştığım eski fotoğrafı koyuyorum. Nefesim i tutup internet bankacılığı sayfamı açı yorum . Tam nefesimi verecekken duruyorum : H esa bım da Avustralya’daki ajansım dan yatırılan dokuz bin kırk üç doları görüyorum . H esaplarım ın e-postalarına bakıyorum ve ajansım dan gelen okunm am ış bir m e saj görüyorum . Beni kutluyorlar ve geçen yıl çektiğim bir araba reklamının yeniden oynatılmaya başlandığını haber veriyorlar. Teşekkürler Tanrım. Albert’e borcu m u ödeyebilirim artık. Kapısını açtığında G eorge’a “Bunlar içfrt tekrar te şekkürler” diyorum . “Ayaklarında harika görünüyorlar” diyor, yeni, par lak siyah ayakkabılarım a bakarken. “ Bu tabağı imece parti için getirdim” diyorum . “ Baharatlı yum urta mı? Kaç yaşındasın sen? Yet miş m i?” “ insanlar buna bayılıyor. Benim özel tarifim .” “Eğer gecenin sonunda hepsi bitm em iş olursa ka lanları sen yiyeceksin, anlaştık m ı?” “ K aç yaşındasın sen? Yedi m i?” 238 . /•! IM <' 1 Üt U -lft . /(< t{t/t Senaryonun tam am ını okuyoruz. H unter’ı oynayan küçük çocuk, adı Luka, m ükem m el. Senaryo bitiyor ve yine Avustralya aksanıyla oyunculuk yapıyor olm ak beni oldukça rahatlatıyor. D ah a sonra birkaç kat yukarı çıkarak loş ışıklı, tüt sü kokan, her yerde m inik m um ların yandığı bohem cenneti bir eve giriyoruz. Joni M itchell’in şarkılarında 1970’lerde LA’de yapıldığından bahsettiği küçük par tilerden biri olduğunu hayal ediyorum. “AvustralyalI G eorge!” Bir kız kollarını açarak G eorge’a yaklaşıyor ve uzun bir süre sarılıyor. Sarılm a hâlâ devam ediyor. “ Bu benim arkadaşım Sunny. Sunny, bu da Paige” diyor George, sarılm a bittiğinde. “ M erhaba, tanıştığım ıza sevindim . Beni kabul et tiğiniz için teşekkür ederin” diyorum , kız bana da sa rıldığında. “Sen de AvustralyalIsın! A m an Tanrım, bu çooook tatlı! Siz ikiniz çok güzelsiniz! ikinizi de burada, doğum günüm de gördüğüm e çok sevindim!” Kızın yüzü güneş gibi ışıyor ve cildindeki gözeneklerden bile m utluluk fış kırıyor. Bu dünyayla iyi bir anlaşma yapm ışa benziyor. “D oğum günün kutlu olsun” diyorum ve baharatlı yum urta tabağını eline tutuşturuyorum . George, kıza bir poşet dolusu ucuz patates cipsi uzatıyor. 239 :/<„(„ n >«/{ Tabaklarım ızı veriyorlar, biz de dolduruyoruz. Seb ze, kahverengi pirinç pilavı, tofu, soya fasulyesi, körı, çorba, sos, falafel ve rengârenk salatadan oluşan bir zi yafet sofrası var. K üçük bir çekyata G eorge’un yanına oturuyorum . Tabaklarım ızı kucağım ıza, punç bardaklarımızı yere koyuyoruz. G eorge’un tabağına bakıyorum , hiç ba haratlı yum urta yok. Ben de benim yum urtalarım dan birini veriyorum. “ Bundan birkaç tane daha yiyebilirsin” diyor yum ur talarımı göstererek. “H anutçu olsan iyi edermişsin.” “Affedersiniz” diyorum yanım daki uzun saçlı ada ma. Saçları beline kadar geliyor. “Şu baharatlı yum ur taları bir denemelisiniz. Gerçekten nefisler.” U zun saçlı adam , koca kıçlı adam kadaî kötü biri. “Ben vejetaryenim.” “Ah, ya peki siz?” diyorum onun yanında oturan kıza. O nun da saçları beline kadar geliyor. “Ben de vejetaryenim” diyor kız, sevimli bir gülüm semeyle. “Ah, buradaki herkes vejetaryen m i?” “ Evet, birçoğu” diye yanıtlıyor kız. Benim zavallı baharatlı yum urtalarım . “Bugün doğum günü olan kızın vejetaryen olduğu nu biliyor m uydun?” diye soruyorum G eorge’a. 240 . ' f -i/ t ı u t t "j n -io . / ( r t (< lt “Hayır.” “Nereden tanıyorsun onu?” “ Buralardan.” “O n u becerdin m i?” “H ayır” diyor, gücenm iş gibi bakarak. Ben onun bunu kom ik bulacağını düşünm üştüm . D oğum günü pastası organik, unsuz, şekersiz bir vejetaryen pastası. Koyu pem be rengi kırmızı pancar dan gelen doğal boyayla elde edilmiş. Tadı ise iğrenç. “Evet, sıra en iyi bölüm e geldi” diyor uzun saçlı vejetaryen kız. “ U m arım en iyi artistik becerilerinizi Paige için hazırlamışsınızdır! Kim başlam ak istiyor?” D ar kesim, yüksek bel bir yeşil kot pantolon giyen sapsarı saçlı bir adam elini kaldırınca herkes alkışlıyor. “Bundan haberin var m ıydı?” diye fısıldıyorum G eorge’a. “Evet, sana söylemeyi unuttum . D oğum günü he diyesi getirm ek yerine bir artistik beceri sergilemen gerekiyor.” Kahretsin! Böyle bir şeyi beklem iyordum kesinlikle. İki sandalye birbirlerine bakacak şekilde hayali sah neye yerleştirildi. G eorge bana bir bardak daha punç veriyor ve yarım daire yaparak yere oturm uş insanların arasına karışıyoruz. 24i • /{< < ( t <’ )\U / Sapsarı saçlı adam Paige’i sandalyelerden birine oturtuyor, Kendisi de diğerine oturuyor. O rada bir birlerinin gözlerinin içine bakarak sessizce yaklaşık bir dakika boyunca oturuyorlar. Ta ki tek bir dam la yaş adam ın gözünden yanaklarına süzülene kadar. A dam gözünden süzülen tek dam la yaşı silerek Paige’in eline bırakıyor. “D o ğu m günün kutlu olsun, Paige” diyor ayağa kal karken. Adam kıza sarılıyor, kız da parm ak uçlarında yükselerek adam ın beline sarılıyor. Herkes alkışlayıp tezahürat yapıyor. Paige’in gözlerine yaşlar doluyor. A dam ı dudaklarından uzun uzun öpüyor. “ Pekâlâ, bu hem Paige için hem de geçen hafta uyu tulan köpeğim Pocket için” diyor ayağa kalkan bir kız. Sahne olarak bir sandalye, bir m asa ve üzerinde bir fincan hazırlıyor. Enstrüm antal bir H int müziği başlı yor. Kız kım ıldam adan durup fincana bakıyor. Derken çevik bir hareketle fincana uzanıyor am a dokunm adan hemen önce duruyor ve sarsılarak yüzünü başka yöne dönüyor. Müzikle uyum lu bir şekilde kuşa benzer hız lı bir kafa hareketi yapıyor ve ardından yere düşerek uzunca bir süre kım ıldam adan yatıyor. Herkesin gözü kızın üzerinde. Birden fırlıyor ve m asanın köşesiyle sevişiyormuş gibi hareketler yapıyor. Yan gözle bir hareket h issediyoru m . B ak tığ ım d a G eo rg e’un o m u zların ın sarsıldığın ı görü yoru m . 242 . ' / .l /< t t u t ' <y V j<t 11 -id • J ! <t i < /t B en im azıcık ö n ü m d e o tu rd u ğ u için y üzün ü iyi ce seçem iyorum am a öne d o ğ ru eğilince g ü ld ü ğ ü nü anlıyorum . Sessizce, fark edilm em eye çalışarak gülüyor. Sanki ish alin i tu tm aya çalışıyorm uş gibi yüzü bem beyaz. Beni g ö rd ü ğ ü n d e yüzü dah a da b e yazlıyor. Bu bulaşıcı. D udağım ı ısırıyorum , bakışlarımı önü me çeviriyorum ve üzücü bir şey düşünm eye çalışıyo rum. İşe yaramıyor. Şim di benim de om uzlarım sarsılı yor ve üstelik terlemeye de başladım . Bu duygu hiç de kom ik değil. Acı verici ve korkunç. Sonunda yorum lam ak dans bitiyor ve alkışlar ve te zahüratlar bizi bir parça rahatlatıyor. Partide sadece on iki kişiyiz ki bu da haber vermeden sıvışmayı imkânsız hâle getiriyor. “Birlikte Paige’in hayatının film müziğini yapalım” diyor şim di ayağa kalkan başka bir kız. H epim izi daire şeklinde oturtuyor, el ele tutuşup gözlerimizi kapatıyoruz. Bir ahenk yaratm ak için bir birimizle organik olarak uyum sağlıyoruz. Tanrı’ya şü kür yanım da oturan kişi G eorge değil. Benim de katıldığım alçak bir uğultuyla başlıyor. Bu iyi. Kontrol altındayım. Sadece dikkatim i toplam a lıyım. Sonra olay büyümeye başlıyor ve aniden bir kız gerçekten yüksek bir sesle bağırıyor: “Ah, doğum günü kızı, sen bize yol gösteren ışıksın, sa f huzurun yaşa 24 3 yan dışavurum usun.” Bu şimdiye kadar duyduğum en kötü kadın sesiydi. içim deki gülm e dalgası tekrar kabarıyor. Gözlerim i açtığım da G eorge’un bana baktığını görüyorum . D i ğer herkesin gözleri kapalı. Kısa bir an için birbirimize bakıyoruz ve her şey duruyor. Benim espri anlayışımı bu kadar iyi paylaşan bir başkasıyla hayatım boyunca tanışm adım . George tekrar gülmeye başlıyor ve göklerimi kapat m ak zorunda kalıyorum. Ben de gülmem ek için zor du ruyorum ancak bu şarkı hiç bitmeyecekmiş gibi görü nüyor. Gözlerimden yaşlar süzülüyor am a silemiyorum bile çünkü iki yanımdaki insanların ellerini tutuyorum. “İyi m isiniz?” diyor yanım daki adam , şarkı nihayet bittiğinde. * Rim elim in yanaklarım dan aktığının farkındayım. “ Evet, gerçekten çok güzeldi” diye yanıtlıyorum. A dam bana sarılıyor. İzin isteyip banyoya gidiyorum ve yüzüm ü yıkıyo rum. Bir an önce buradan çıkmamız gerek. “Sıra AvustralyalIlarda!” diyor Paige, ben odaya dö nünce. Hayır, lütfen hayır. George ayağa fırlayıp bir sürü karm aşık alkış ve to kadın olduğu M aori evlilik dansı yapıyor. Bunu daha . ' /.t/c t ı ı ı t 'j ^ Jrt ıı.) <t <,/{tt/</t önce defalarca görm üştüm . O ldukça etkileyici ve bü yük bir alkış alıyor. O nu izleyemiyorum bile çünkü kara kara ne yapa cağım ı düşünüyorum . Avuçlarım terliyor ve yüzüm ün kızardığını hissediyorum. “Sıra Sunny’de!” diyor Paige. Herkes bana bakıyor. Ruhum bedenim den çıkıyor gibi hissediyorum. “Ah, üzgünüm ! Bir şey hazırlam am gerektiğini bil m iyordum . H iç hazırlıklı değilim” diyorum , titreyen bir sesle. Lütfen, hemen buradan gidelim. “Bir şeyler yapm ak zorundasın” diyor Paige. “Yapam am, hiçbir şey yapam am .” “ Evet, yapabilirsin! Evet, yapabilirsin! Evet, yapabi lirsin!” Herkes hep bir ağızdan bağırm aya başlıyor. N efesim tıkanıyor. G eorge’a bakıyorum . O diğerle rine katılm ıyor am a beni kurtarm ak için çaba da har camıyor. Paige elimden yakalıyor, beni ortadaki sahneye sü rüklüyor ve orada bırakıyor. Sessizlik. Herkes gözlerini dikm iş bana bakıyor ve ben kendim i suda boğuluyor gibi hissediyorum. O rada öylece durm uş ayaklanm a bakıyorum. H içbir şey yapam am . Beceriksizin teki yim. O rtaya koyabileceğim hiçbir şey yok. 245 :/{«(,<■ w ,t(( O yuncu dediğin bu tür durum larla başa çıkabilir. G eorge benim tam bir ucube olduğum u düşünecek. U m utsuzca yapacak bir şey düşünüyorum am a sanki aklım kekeme olm uş gibi. Gözlerim i kapatıyorum ve derin bir nefes alıyorum. Bu işe yarıyor. Ayaklarım dan birini yere vurmaya başlıyorum. Ba şım aşağıda step dansının rutin figürlerini yapm aya başlıyorum. Hareketleri çocukluğum da gittiğim dans kursundan hatırlamayı başarıyorum her nasılsa. Bitti ğinde herkes çığlık atıyor, tezahürat ediyor ve üzerime atlıyor. “ Şim di gidebilir miyiz lütfen?” diye fısıldıyorum G eorge’a. “ T am am ” diye yanıtlıyor. Herkese hoşça kal diyoruz ve ben baharatlı yum ur talarımı yanım a alm ak zorunda kalıyorum çünkü yu m urtalar A lbert’ın en iyi tabaklarından birinin içinde. “Film hakkında konuşm ak ister m isin?” diye soru yor, G eorge arabaya bindiğim izde. “ Şim di m i?” «T’ hvet. 55 “Peki, tam am .” Çevre yollarından giderek Santa M onica plajına geliyoruz. İç çamaşırlarımıza kadar soyunuyoruz, ar dından koşup buz gibi suya atlıyoruz. Aynen Zoe ile 246 • (- /•! İC 1 1,11'-' t,* ' i f t , , ’i f t ı J i f t /< /t â - Ryan’ın filmde yaptıkları gibi. H em en suya dalıyorum ve soğuk ani bir baş ağrısına sebep oluyor. “ O yuncu olm ak için çok utangacım ” diyorum . “ Bu da senin güzel tarafın. D iğer aktrisler gibi ken dini farklı göstermeye çalışmıyorsun, bu um urunda değil.” “ Belli ki biraz um urum da çünkü saçlarım da kaynak var. Gelen bir dalganın içine dalıyorum ve ufka d o ğ ru yüzüyorum. Bir anda bir şeyin bacağımı kavradı ğını hissediyorum ve su altında tüm gücüm le çığlık atıyorum . Yüzeye doğru yüzüyorum ve tam arkam da G eorge’u görüyorum . “ Hergelenin tekisin” diyorum . “ Ö zür dilerim” diyerek bana sarılıyor. Kendim i kurtarm aya çalışıyorum. Kolları güçlü. Birbirimize bakıyoruz, ardından beni bırakıyor, insanlar en güzel saçları ıslakken bakarlar bence. “G üçlü bir yüzücüsün” diyor George. “ Bence bu önemli. H er zam an kızımın da güçlü bir yüzücü olması için elim den geleni yapm am gerektiğini düşünm üşüm dür.” “ Ben de her zam an oğlum un güçlü bir yüzücü ol m ası için elim den geleni yapm am gerektiğini düşün müşüm dür. Belki abla kardeş olurlar” diyor. 247 . / i e t { te N rt/ ( G ülüyorum , ikim iz de donm aya başlıyoruz ve su dan çıkıyoruz. “Allahım ya R abbim !” diye bağırıyor bize doğru esen serin havaya. “ Sen A llahım ya Rabbim ’ mi dedin az önce?” G eor ge kafasını evet anlam ında sallıyor. “İşte şim di gözüm e girdin. Bu tabiri çok severim” diyorum , gülüm süyor. “ Hey, gündüz gözüyle prova yapam ayacağım ız bel li. N eden hemen çabucak bir prova yapm ıyoruz?” “Neyin provasını?” “ Burası Zoe ile Ryan m öpüşerek sudan çıktıkları yer. “ Hayır, G eorge.” “H ad i; çabucak. Karakterlerimiz (jpüşecek, biz öpüşm üş sayılmayacağız yani.” “ Dilinin işe karışmayacağından em in olam am ” di yorum . “ Bunu tek bir şartla yaparım: Elim i koyaca ğım .” Elim i kaldırıp ağzım a koyuyorum. Üzerimizde ıslak iç çamaşırları, gecenin bir yarısı Santa M onica plajında G eorge şehvetle elimin tersini öpüyor, ben de avucum un içini öpüyorum . 248 26 eksika havası beşinci kadem ede direkt yüzünü ze üfleyen bir saç kurutm a makinesi gibi. N in a ile kendimize Puerto Escondido’da, plajda, terasında solm uş mor renkli birbirinin aynı iki ham ak bulunan ve içeride tek kişilik iki yatağı olan bir bungalov bulu yoruz. Küçük m utfağındaki tabak çanak doğru dürüst yıkanm am ış. Böcekler, karıncalar ve uçabilen her türlü haşarat mevcut. Elim deki rehber kitap buranın Meksika’nın en iyi plajlarından biri olduğunu söylüyor. Plajın kum u üze rinde yürünemeyecek kadar sıcak ve deniz kabuğuyla dolu. Deniz koyu yeşil; ters akıntı var, dalgalar çok bü yük ve kıyıya büyük bir hızla çarpıyorlar. LA’deki aç 249 . Jlr ılte ' ( lıktan ölen estetikli vücutların tersine şişm an insanla rın dolaştığını görm ek insanı rahatlatıyor. G österm elik yüzm em iz oldukça kısa sürüyor. Kum ların üzerindeki kafede bedava şezlong buluyoruz. İçm ek için hindis tancevizi suyu söylüyoruz ve birbirimizin kısa m esaj larına bakm ak için telefonlarımızı değiştiriyoruz. Bir birimize göstermeyi unuttuğum uz kirli çamaşırlarımız kalmış olm ası ihtimaline karşın bunu uzun zam andır yapıyoruz. “ İki G ünlük Ray’den gelen şu mesaj nedir? Paspasın altına baktın mı?' diye soruyorum . “ Paspasımın altında bir anahtar ve kapının önüne park etm iş bir Toyota Prius vardı” diyor N ina, yüzüme bakm adan. “ N eden?” « “ Bana yeni bir araba aldı.” “Ne? Senin arabanın nesi vardı?” “ H içbir şeyi yoktu. Ben sadece hep bir Prius iste m işim dir.” “N eden bana söylem edin?” “D ah a geçen gün oldu bu. H iç kimseye söyleme dim daha. K endim i fahişe gibi hissediyorum ...” “N eden aldı sana bu arabayı?” “ Bu bir ayrılma hediyesi. Karısı hamile. En azından şim di ayrıldığım ızdan kesinlikle em inim .” 2 6 0 • ' /•! /cı m t V /<{ )i-lr( “Kahretsin! O zam an num arasını silebilir m iyim ?” “ Ben daha sonra silerim. G eorge’dan gelen bu mesaj nedir? Bir dağda seninle birlikte durmak istiyorum, de nizde seninle birlikte yıkanmak istiyorum, gökyüzü üze rime yağana kadar sonsuza dek öylece yatmak istiyorum. Sabaha karşı saat 0 1 :4 9 ’da gönderilm iş bu, Sunny!” “Ah, hayır! Heyecanlanacak bir şey yok. D ah a önce leri bir keresinde G eorge’un bana karaokede söylediği bir şarkının sözlerini hatırlamaya çalışıyorduk. Savage Garden’ın Truly Madly Deeply şarkısının sözleri onlar. Geçen gece dışarı çıktık ve beni eve bıraktıktan hemen sonra bu mesajı gönderm iş.” “O ndan hoşlanıyor m usun?” “Hayır, birbirimize çok benziyoruz. Kendim le iliş kide olm ak gibi bir şey olur bu. Teşekkürler, ben alm a yayım.” “A m a çok iyi anlaşıyorsunuz.” “Evet, am a ben bir sürü insanla çok iyi anlaşıyo rum. G eorge son derece zeki biri am a bunu anladığı anda eli ayağı birbirine dolanıyor. Egosu işe karışıyor ve her şeyi tam am en berbat ediyor. En çok da bu özel liğini seviyorum.” “Sam ’den bir haber var m ı?” diye soruyor N ina. “ Hayır. H içbir ses yok. O lm asını da beklem iyorum zaten.” 251 ./ !C({ iv C)VÇ<ı l / “Neden ki? Senden hoşlandığı belliydi.” “ H ayatın ı benim gözüm den görebilm ekten h o ş landı o. A rtık onun hayatına bakarak heyecanlan m ad ığım d a aslında ne kadar trajik bir d u ru m d a o ld u ğu n u görm eye başladı ve artık ban a ihtiyacı k alm ad ı.” “ Bu yüzden mi onunla yatmayı reddettin?” C ildim iz artık güneşten yanmaya başlıyor. Biz de öğleden sonra biraz kestirmek için bungalovum uza gi diyoruz ve tavan vantilatörünü sonuna kadar açıyoruz. H ayatım boyunca ne kadar az şey yapsam o kadar çok yorulm uşum dur. U yandığım ızda odam ızın köşesinde büyük gri bir kertenkele görüyoruz. Derisinin yapısı, başını hare ket ettirme şekli, boncuk gibi küçük gözleri bana çok kom ik geliyor. N in a yatağının üstüne çıkmış çığlıklar atarak kertenkeleyi süpürgeyle kovalam am için bana bağırıyor. Yum uşak ve ılık bir geceye çıkıyoruz. Ana restoranı, büfeleri ve sokak çalgıcılarını geçiyoruz. Plajda olm a malarına rağmen, insanlar hâlâ bikinileriyle dolaşıyor lar. Arkası açık bir kam yona dolm uş, makineli tüfekle ri om uzlarında bir sürü üniformalı asker geçiyor yanı mızdan am a bizim dışım ızda hiç kim senin um urunda bile olmuyor. Fotoğraf m akinem e davranıyorum ama korkup vazgeçiyorum. 252 İlil'. â v J t t t t.ı </ . J ( < t ( ' / ' ' Kum ların üzerindeki bir restoranda karar kılıyoruz. Bira ve deniz ürünleri tabağı ısmarlıyoruz am a mısır tortillası, fasulye ve pilav geliyor. “M avi arabanı satacak m ısın?” diye soruyorum . “Evet. Prius’u da satacağım .” “Neden ikisini birden satıyorsun?” “Ç ün kü seninle birlikte Sidney’e geri döneceğim .” “ C iddi m isin?” “ Kesinlikle. Ajansım a bildirdim bile.” “Ahhhhh!” M asanın üzerinden uzanıp ona sıkıca sarılıyorum. “Bütün bir yıl boyunca duyduğum en gü zel şey bu. A m an Tanrım! Annen çok sevinecek.” “ Sen bana sor. Geçen akşam telefonda söyledim ve gerçekten ağlamaya başladı. Birlikte oturalım mı? Yok sa sen Tobey’le birlikte yaşamaya devam mı edeceksin?” “ En son beni aradığında sarhoştu, bir daha konuş m adık. Telefonlarıma cevap vermiyor.” “ Biraz güç toplam aya çalıyor sanırım .” “Hayır. Bence bu sefer gerçekten pim i çekti.” “Bundan şüpheliyim. Birbirini sizin kadar seven başka hiç kimseyi görm edim ben. Yaşlı çiftler gibi bir birinize baktınız siz.” N ina’ya gülüm süyorum . “Elde kalmış aşkı ne yapa caksın?” diyorum . “Bu sanki altı yıl boyunca tıp fakül233 ./ { < ıii< ‘ ( ( tesinde okuyup mezun olunca doktorluk yapam ayaca ğını öğrenm ek gibi bir şey. Bütün o öğrendiğin bilgiler çöpe mi gidecek? H epsini unutm anı mı bekliyorlar senden? Altı yıl değerinde bir bilgi birikim im var T o bey üzerine ve onu ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok.” “ Bence henüz ona dönm em elisin. Gerçekten dön düğün zaman ne olacağını bekleyip gör bakalım . Ne zaman gidelim sence?” “Ben filmi bitirir bitirmez gitmeye ne dersin? Bir kaç hafta içinde?” lam am . 254 27 rtesi sabah el yazısıyla ve renkli kalemle yazılmış E masaj ve iridoloji tabelasına rastladık. Ayak yıka ma, bir saatlik masaj ve bir iridoloji seansını kapsayan ‘ful paket’ için ödem em izi yaptık. Elinde bir hortum olan bön bakışlı bir kız önüm üzde duruyor. Bahçe su lar gibi hortum u ayaklarımıza tutuyor. Konsantrasyo nunu giderek kaybedip eteğimi ıslatırken bir benim, ardından N ina’nın, sonra tekrar benim ayaklarıma su tutuyor. Yerde tek kişilik iki şilte olan ve daha çok yatak o dasın a benzeyen bir odaya alınıyoruz. N in a’nın ya tağın d a ayakucuna doğru bir leke fark ediyorum . Ya . /la (ı<‘ ' iVrt if tak lekeyi em m iş. M asaj aslında h afifçe d ok u n m alar dan oluşuyor ve ben m asözüm e biraz d ah a sert m asaj yapm asını söylediğim de kız kıkırdıyor. M asözlerim iz kendi aralarında yüksek sesle so h b et ediyorlar. D ışarıdan da bir tür köpek dövüşü v arm ış gibi sesler geliyor. D ah a sonra bir m utfaktan geçerek turuncu bir peş tam alla bölünm üş küçük bir alana giriyorum . Bir fı rının yanındaki tabureye oturuyorum . Yaşlı bir Meksikalı kadın gözlerime bakıyor. G ö z kapağım ı biraz sertçe çekiyor ve anlıyorum’ an lam ın da bir sürü a-ha’ çıkıyor ağzından. “Aşkı kucaklam aya ihtiyacın var” diyor. Sabit ve d ü rüst bakıyor. Kadına teşekkür ediyorum. Sonra plaja gidip otu ruyorum ve N ina’yı beklemeye başlıyorum . D alg alar bu gü n d ah a da öfk eli. Su y a girm eye çalışan herkese bir şam ar atarak kıyıya geri g ö n deriyor. H angi aşkı kucaklayacağım? K im in aşkını kucakla yacağım? N ina beni buluyor ve plajın en uç noktasına kadar yürümeye karar veriyoruz. “A şk nasıl kucaklanır bilm iyorum ” diyor N ina. “Ne? Nereden çıktı bu?” 256 . ( /i /■( /1 / 1 j V t fi 11A fi . / ı tı / ' / ’ “İridolog aşkı kucaklam am gerektiğini söyledi. H aklı. Belki benim bütün sorunum budur:  şık ol m am a izin verilmedi hiç.” “K adın bana da tam olarak aynı şeyi söyledi. M uh temelen bildiği tek İngilizce cüm le bu.” “Ne? Sen ciddi m isin?” Kahkahaya boğuluyoruz ve konuşm adan yürüyo ruz. Plajın sonuna geldiğim izde havlularımızı serip gün boyunca kitaplarım ızı okuyoruz. Karanlıkta plaj da oyalana oyalana geri dönüyoruz ki rehber kitabım bunu hiç tavsiye etmiyor. O gece yatakta bir türlü uyuyamıyorum. Çarşaflar kaşındırıyor. H ava oldukça sıcak ve durgun. H er yön den yüzlerce kâğıttan uçak kafam a doğru atılıyormuş gibi düşünceler beynime üşüşüyor: N eden tadı iğrenç olduğu hâlde buğday çimi suyu içiyorum ki? M adem utangaç biriyim neden oyunculuk yapıyorum? H aya tımı uydurm a hikâyelerin peşinde koşm aya adadım . Üstelik çoğu kötü yazılmıştı. Belki de kendim den kaç m ak için bahane arıyordum. Kaçm aya çalıştığım şeyin gerçekten kendi zihnim ve onun doğal felaketleri olup olm adığını m erak ediyorum. Ertesi sabah plajdan uzaklaşıp bir alışveriş alanına gitmeye cesaret ediyoruz. İnsanların avazları çıktığı ka dar yüksek sesle şarkı söyleyip dans ettiği bir kilisenin 257 önünden geçiyoruz. Erkekler takım elbise giym iş ve gitar çalıyorlar. Kadınlar ise tam daire şeklindeki par lak renkli eteklerden giymişler. Bindiğim iz taksi bizi göz alabildiğine uzanan bir pazar yerinin önüne bırakıyor. H er sergi kendine ait tentenin altında hınca hınç eşyayla dolu. A m a gölge bile patlak renkli eşyaların rengini donuklaştıramıyor. M eksika düğünüyle ilgili bir tablo alıyorum. Ö yle renkli ki bakarken sanki güneşe ballayorm uşsunuz gibi gözlerinizi kısmanız gerekiyor. Ö ğle yemeği için bir tortilla fırınına giriyoruz. Ö n tarafta, üç büyük cam kabın içinde farklı renklerde içe cekler var. Arkada, içine ham ur konan büyük bir m aki ne, taşıyıcı bandın üzerine m ükemmel yuvarlak şekilli seri im alat tortillalar çıkarıyor. TortillaUr neredeyse ta vana kadar uzanan büyük bir yığının üzerine konuyor. Kadınlar böyle bir sıra tortilla almak için sıraya giriyor lar ve onları başlarının üzerine koyarak götürüyorlar. Boş bir m asa için bekliyoruz. Sadece dört m asa ol duğu düşünülürse bu epey bir zaman alıyor. M enü yok. Tek bir ürünleri var: Balıklı tortilla. Fiyatı yakla şık bir Amerikan Doları, ikim iz de yemeğin inanılmaz güzel olduğuna karar veriyoruz ve ortaklaşa yemek için bir tabak daha söylüyoruz. “Yeme sorunun nasıl gidiyor?” diye soruyorum N ina’ya. 25$ « ' /. I / ' t m ty ’V i rt ı ı-\<t » / { f t ( '/ r “Bu sıralarda iyi.” “Tetikleyen şeyler neler?” “Aslında bu bir hastalık ve tetikleyen şeylerin ne olduğundan pek emin değilim. Bazen iyi olduğum u hissediyorum am a ertesi sabah uyandığım da kahval tı etm iyorum ve ardından bütün gün boyunca hiçbir şey yem emek için çaba harcıyorum çünkü yemeyi hak etm ediğim i düşünüyorum . Öyle günlerde ağzıma koy duğum tek bir lokm a bile herhangi bir şekilde rol veya doğru düzgün bir erkek arkadaş bulm am ı engelleye cekmiş gibi geliyor. Kendi kendim e ne kadar az yemek yersem o kadar başarılı olacağım ı söylüyorum .” “Yemediği ve parlak bakışlarla baktığı zaman, başa rılı bir insan ya da başarılı bir arkadaş ve hatta kesin likle başarılı bir oyuncu olm uyor insan.” “Bunu biliyorum. “ Kaç kilo olursan ol sen çok güzelsin ve şu anda gerçekten iyi görünüyorsun.” “ Evet, am a asla yeterince zayıf olm ayacağım . Açlık tan ölüm döşeğinde olsam bile kollarımın üst kısm ın dan ya da kalçalarım dan biraz daha vermem gerekti ğini düşüneceğim . LA’de geçirdiğim ilk birkaç aydan sonra Avustralya’ya ziyarete geldiğim zamanı hatırla sana. O kadar zayıftım ki herkes arkam dan ‘Iskeletor’ dem em iş m iydi?” “Ben dem edim am a evet, dediler.” . / ( fi / iv j i 'r t / ( “B u beni hiç korkutm adı ya da yanlış yaptığım bir şeyler olduğu n u düşünm em e neden olm adı. Bunu an lad ığım d a gerçekten dehşete düştüm .” “ N ina! Avustralya’da yaşarken hiçbir zaman bu ka dar kötü olm am ıştın. Bu lanet olası LA yaptı bunu sana. İyileşm en için sana yardım etmeyi gerçekten çok istiyorum . Bunu becerebilirsin. Yeme bozukluğu olan insanlar düzelebiliyorlar.” “A slında geçen gün okuduğum birjn ak ale beni çok korkuttu. Anoreksik insanların vücutlarına kötü dav randıkları için çocuk sahibi olamayacaklarına dair bir yazıydı. Sidney’e geri dönm ek istem em in bir nedeni de doğru düzgün yardım alm ak.” Bu bizim son günüm üz. Bu nedenle yüzm ek için kendim i zorluyorum . O kyanus yiıje çok öfkeli gö rüyor. D enize girip dalgayı geçiyorum ve sanki biri beni takip ediyorm uş gibi düşünüyorum . N e kadar hızlı yüzersem, kalbim ne kadar hızlı atarsa kendim i o kadar canlı hissediyorum . Nereden çıktığını anlaya m adığım bir dalga geliyor ve beni hızla yere çarpıyor. D eniz kazanıyor. Sudan çıkıyorum ve sıyrılan dirseğimi kontrol ede rek ağrıyan om zum u oynatıyorum. H avlum la kafamı kurularken saçlarım daki kaynaklar çıkmaya başlıyor. U zun olan tutam lardan biri onu kafatasım a yakın tutan metal boncuktan ayrılıyor am a kafam ın arka 2 60 ın t^ ^ f((11<t . / Irt { ' / ' kısm ındaki saçlar çok karışık olduğu için tam am en çıkmıyor. G özlerim i sıkıca kapatıyorum ve onu çekip çıkarıyorum. İnanılmaz şekilde acıyor kafam . Islak, iğrenç, düğüm düğüm olm uş oksijen sarısı saçlarım kucağım da plajda oturuyorum . Nasıl oldu da hayatım bu hâle geldi? O lm ak istediğim insandan çok uzak bir yere sürüklendim . 261 2 8 CC M üm kün olduğunca kendi doğal rengime ya kın bir şey istiyorum” diyorum kuaföre, Be- verly H ills’e döndüğüm üzde. “M at kahve mi? Tatlım , saçlarının şu anki rengini yok etmeye kesinlikle karşı çıkıyorum .” Erkek olan ku aförüm yüksek topuklar, dar bir pantolon ve son de rece kaslı omuzlarını açıkta bırakan bir tişört giyiyor. “ Başka bir yere gideyim o zam an.” “Bu renk sana çok yakışıyor. N eden değiştirmek is tiyorsun?” “Ç ünkü gerçek değil.” “ H ayatım , benim hiçbir şeyim gerçek değil” diyor, sanki bu övünülecek bir şeymiş gibi ve kızgın bir şekil de boyayı karıştırmaya gidiyor. M agazin dergilerine bakm aya başlıyorum . M ükem mel kadın üstüne m ükem m el kadın görm ek yaşama isteğinizi neden yok ediyor? Sonunda kasaya, Sam ’le birlikte katıldığımız prö miyerde verilen prom osyon çantasından çıkan hediye kuponunu uzatıyorum ve m at siyah saflarla dışarı çı kıyorum. A rabam a yürürken bir dükkânın vitrininde yan sım am a bakıyorum ve kendim e gülüm süyorum . En azından doğru yöne doğru bir adım attım. Az önce gelen kutum a düşen e-postaya bakıyorum. Başlığı “ Rosie ile M ark’ın Byron koyundaki çıplak ayaklı hazırlıksız düğünü.” Bu ikisini Tobey ile ben tanıştırdık. Rosie benim yıllardan beri tanıdığım bir oyuncu. Tobey de M ark’la aynı okula gitm iş. Fotoğraf larımızın çoğunda dördüm üz birlikteyiz. Düğünlerine gitm em gerek, em inim ki hiç hazırlık yapılm am ıştır tabii. Gelecek cum artesi değil, ondan sonraki cum ar tesi. Nişanlılardı ve evlenmeyi uzun zam andır düşü nüyorlardı ve ben bunu gerçekten yapıyor olmalarına inanam ıyorum . U çuşum u değiştirerek düğün sabahına bir bilet alı yorum. N ina’yı arayıp uçuş num arasını söylediğim- 264 de, Amerika’dan gerçekten ayrılıyor olduğu için yük sek sesle ağlam aya başlıyor am a aynı uçaktan kendisi için de yer ayırtacağını söylüyor. Ardından Sidney’den Ballina’ya gidecek bir iç hat uçuşu ayarlıyorum. E m i nim , Tobey dam adın sağdıcı olacak. Ertesi günü G eorge’un çekimleri yarın başlayacak olan filmindeki repliklerimi ezberlemekle geçiriyo rum. Karakterim in birçok repliğini yeniden yazıyo rum ve telefonda G eorge’a okuyorum . Değiştirm eyi o da kabul ediyor. Aynı zam anda ondan daha iyi oldu ğum u da kabul ediyor. 265 23 CC ~K T a şıl oldu da bunun için sponsor buldun, GeX N orge?” diye soruyorum , makyajlarımız yapı lırken. Çekim kam yonuna bakılırsa pek de düşük bir bütçe değil. “Tatlı dilliyim, Sunny. Işıltılı gözlerime bak, anlar sın. Ve elbette, doğru insanlarla yattım .” “B u beni hiç şaşırtm adı” diyorum büyük bir ciddi yetle. İğnelemenin ne olduğunu bilen bir Amerikalıya rastlam adım daha. Turuncuya çalan bronz cildiyle makyözüm de bir istisna değil. C id di şekilde gücen 267 * J { <t / 1 / )<• '/t'i'/ / miş görünüyor am a bütün o botoksları yüzünden pek de emin olam ıyorum . İlk bakışta bir genç kıza benzi yor am a boynu her şeyi ele veriyor. Boğazlı bir şeyler giymeli ya da boynunu da yaptırmalı. A m a ardından henüz yaptırm adıysa göğüslerini, sonra karnını, sonra kalçalarını yaptırm ak zorunda kalacak ve bu asla bit meyecek. “Saç rengini değiştireceğini bana söylediğin için te şekkür ederim” diyor George. “ H ay Allah! U nuttum . Beni kovm ak ister m isin?” “ Başkasını bulm ak için zam anım olsa kovardım. Benim listeme çizik attın şim di sen. Ben sadece sarı şınlarla beraber olurum .” “ H ay Allah!” M akyözüm kısacık öksürüyor ye yüzünü anında benden öte tarafa çeviriyor. M akyaj kam yonunun basam aklarına oturup bir sarm a sigara yakıyorum ve günün doğuşunu seyredi yorum . Bir film seti benim en sevdiğim yerdir. H er detayı severim: M eşguliyeti, kabarık montları, erken sabahları, sinirlenmeleri, yemekleri ve yeni edindiğin arkadaşları. Avustralya’daki düzenin kendine Amerika’daki düzeni model aldığını düşünürsek, arada sade ce tek bir fark görüyorum : İkramlar. İkram servisine inanm ak için kendi gözlerimle görmeliyim . Temelde gözlemeden jelibon şekere kadar her şeyin bedava ol 268 . ' /.i/-1 u t t J V’/f1/n.\ 11 . / ( f( /'/' duğu ve gözü doym ayan birini bile doyurabilecek çeşit lilikte yiyeceklere sahip bir 7-Eleven gibi. Avustralya’da genelde büyük bir plastik kutuda karışık bisküvi olan çay-kahve arabası olarak bilinir. Eğer şanslıysanız kre m a da vardır. Yönetmenle tanıştırılıyorum: Adı Dirk. O tuz beş yaşlarında; siyah bir çift N ike Air M ax ve siyah kapüşonlu bir üst giyiyor. G eorge aslında kendisi yönetm e yi planlıyordu am a geçen hafta kafayı sıyırdı ve kaptan koltuğuna D irk’i oturtm aya karar verdi. Benim oynadığım karakterin evi, yerden tavana kadar pencereleri ve bir yüzme havuzu olan yepyeni bir ev. Senaryoyla en ufak bir alakası yok. Bana daha önce gördüğüm bir örnek evi hatırlatıyor. G eorge’la birlikte m ükem m el bir bej koltuğa oturarak replikleri mize çalışıyoruz. Sonra ayağa kalkıp prova yapıyoruz. George’un tarzını çok iyi biliyorum: Son dakikaya ka dar dalga geçer am a “m otor” dendiği anda sihirli bir düğm eye basılm ış gibi olur. “M otor!” diye bağırıyor Dirk, o m uazzam Am eri kan aksanıyla. İlk replik benim ve o gürleyen Amerikan aksanıyla tembel Avustralya aksanının bir arada olmasını sevi yorum. Ryan’ın Zoe’nin evine ilk kez geldiği sahneyi çeki yoruz. O n kapıyı açıyorum ve G eorge bana sarılıyor. 2(><) . /{< > ( i e '/t'M/ ( Bunu provalarda yapm am ıştı. Beni yanaklarım dan öpm ek istiyor am a ben çekiliyorum ve bu son derece garip kaçıyor. G eorge’un gözünde yapay hiçbir şey yok ve ağzından çıkan her kelimedeki inanç beni neredeyse rahatsız ediyor; hiçbir kelime ucuza söylenmiyor. H er düşünce gözle görünür hâlde ve büyük bir hassasiyetle ortaya çıkıyor. “ Kes!” diye bağırıyor Dirk, sahnenin ortasında ve bizi anlayam adığını söylüyor. Elimizden gelen en iyi artikülasyonla sahneyi yeniden çekiyoruz am a D irk aynı sebeple tekrar kesiyor. George gerilmeye başlayınca kısa bir ara veriyoruz, ikim iz ikram aracına gidip tadı sıvı pisliğe benzeyen birer filtre kahve alıyoruz. “Endişelenm e. Bu ülkedeki hiç kim se bizim akşa mınızı anlamıyor zaten. Ben bütün gün tekrar edebi lirim” diyorum . “Am a ben filmin buradaki festivallere katılm asını istiyorum. Anlaşılıyor olm am ız gerek.” “ Bizim oldukça belirsiz bir aksanım ız var, G eo r ge. Belki de anlam ayan sadece odur ya da belki de altyazı geçm en gerekecek” diyorum D irk arkam dan yaklaşırken. “Çocuklar, harika iş çıkarıyorsunuz am a aksan ola yını bir kenara koymaya ne dersiniz?” 270 * V J </ f I A f t . /1 ( 1 / ' / ' Belli ki bu onun ilk dram a çalışması. D ah a çok küplerde ve reklamlarda deneyimli. “ D ostum , aksan olayını bir kenara koysak da ortaya Am erikan aksam çıkm ayacak” diyor George, yüzünde bir gülümsemeyle. “ Bakın, biz şu anda Avustralya’nın ortasında değiliz çocuklar. Los Angeles’tayız.” “Bize verdiğin bu bilgi için teşekkürler, Dirk. Peki, sen senaryoyu okudun mu? Karakterler Avustralyalı” diyor George, yüzünde hâlâ gülümsemeyle. “Evet, okudum . Senaryo harika. Eline sağlık G eor ge. Benim sorunum iki ana karakterimin de anlaşıla mıyor olm ası.” G ünün geri kalanı boyunca kekeleyip duruyoruz. G eorge ile D irk’ün arasındaki gerilime rağmen bence George ortaya çıkan işten m utlu olacak. İkram aracına doğru gidiyoruz ve fırından yeni çıkmış çikolatalı ıslak keki mideye indiriyoruz. “ Bugün çıkardığınız iş için teşekkürler çocuklar” diyor Dirk. “Birlikte gerçekten harikasınız. Gece şu aksan işini biraz düşünm eye ne dersiniz? Sizi yarın tek rar görm ek için sabırsızlanıyorum .” “ Senin için yarın olup olmayacağından emin deği lim dostum ” diyor George. 271 \/ { .t i d < ' ‘I V f i l l “A nlam adım ?” Pürüzsüz coşkusu bir anda uçup gitti. “ H adi am a... Bir türlü olmuyor. Bugünlük yardım ların için teşekkürler am a...” “ Bir türlü olm am ası benim suçum değil.” Ahhh! İzin isteyip ayrılırken D irk’ün sesinin giderek yük seldiğini duyuyorum. 2 7 2 30 İ kinci gün program olduğu gibi karışıyor ve G eorge’un yönetm enliğinde Zoe ile H unter’ın tüm sahnelerini çekiyoruz. Ben m akyajım ı yaptırırken Luca oturup bana bakıyor ve neden gerçek çocuğum olup olm adığını soruyor. Ben de ona yakında kendi çocuğum olacağını söylüyorum. N e zam an diye soru yor, yakında diyorum . Bütün provaları m utfakta yapıyoruz. Çekim den hem en önce G eorge azıcık sola kaymam ı istiyor. Son ra biraz sağa, ardından azıcık daha sola. Bana bir kez daha yana kay dediğinde Luca’nın göremeyeceği şekil de ona bakıyorum ve parm ağım la işaret yapıyorum. 273 . /{flite )\’ fi// “H âlâ öğrenemedin m i?” diye soruyor George, eli m in üzerindeki çilleri işaret ederek. Sessizce defol git diyorum . O da “M otor!” diye ba ğırıyor. “Parmağını ham ura batır, Luca” diye bağırıyor G e orge, sahnenin ortalarındayken. Luca çikolatalı kek karışım ına tüm elini daldırı yor. Ç ocuğun başını belaya sokm aya çalışıyorum am a o elini çabucak benim önlüğüm e siliyor. Kaşığı ona doğru sallıyorum. H am ur kazara her yerine bulaşıyor. G eorge’un da cesaretlendirmesiyle sahneyi bembeyaz m utfağın her yerini çikolatalı kek ham uruna bulam ış olarak bitiriyoruz. Luca oyunculuk yapm ak için doğm uş o ender ço cuklardan- biri. M asa altından bana sarkıyor. Bu sahnenin çekim inin ardından Luca beni gerçek annesinden daha çok sevdiğini söylüyor ve onu her yere benim taşım am için ısrar ediyor. Sonraki sahne için beklerken kucağım a oturuyor, ben de onun bur nunu çalıyorm uşum gibi yapıyorum. Başımı kaldı rıp baktığım da G eorge’un bize baktığını görüyorum . Gözlerim gözlerine değdiği anda bakışlarını başka yöne çeviriyor. Luca’nın kendi annesi de bir oyuncu ve Avustral ya’daki uzun soluklu bir pem be dizide oynamıştı. Yö netmen olan kocası A m erika televizyonlarına iş yap 274 » ' ı ım y L J fi ! ı- \ f i . J (fi / '/ ' m aya başlayınca bir yıl önce buraya taşındılar. O n a buranın benim için biraz fazla olduğunu ve gelecek hafta gideceğimi söylediğimde bundan oldukça m em nun bir hâli var. Ö ğleden sonraki çekimlerde Luca’nın dikkatini toplam a süresi giderek azalmaya başlıyor am a biraz fazladan şeker ve G eorge’un coşkulu yorum larıyla gü nün program ını istekli bir şekilde tamamlıyoruz. Sonraki gün sadece Ryan ile H u n terın sahnelerini çekiyorlar. Yani bana ihtiyaç olmuyor. G eorge gön derdiği kısa m esajda sonraki üç gün için yeni bir yö netmenle anlaştığım yazıyor: K atrina bizim G eorge’la birlikte çalıştığım ız hastane dizisinin yönetm eniydi ve bazı görüşm eler yapm ak için bir aylığına buraya gelm iş. O akşam erken bir akşam yemeği için Albert’la dı şarı çıkıyoruz. Seçtiği restoran Los Feliz’de etkileyici eski bir bungalovda. Etrafı teraslar ve avlularla çevrili ve insanlarla dolu. Ben çiftlik soslu bir salata söylüyo rum. Albert ise ham burger söylüyor. “Soğansız istediğini söylemedin m i Albert?” diye soruyorum ham burgerinin içindeki soğanları çatalıyla dikkatlice çıkarırken. “Evet, söyledim am a önemli değil.” Tanrım! Bu adam ı seviyorum. 2 7 5 . / (ti / 11' ) \ fi / / “B om ba gibi bir haberim var” diyorum , nefesimi tutarak. “Sana söylemeyi erteleyip duruyorum . Eve dönm ek için biletimi ayırttım .” “A h!” Yere bakıyor ve beceriksizce peçetesiyle oynu yor. “N e zaman gidiyorsun?” “Gelecek haftanın sonunda.” “ O kadar yakın m ı?” Başını kaldırıp bana bakıyor ve gülümsüyor. “ Biliyorum , üzgünüm . Burada geçirdîğim günlerde başım a gelen en iyi şey sensin. Sen olmasaydın iki haf ta daha dayanam azdım .” “Tabii ki dayanırdın, sen çok güçlüsün.” D ikkatini tekrar peçetesine veriyor ve gülüm sem esi giderek azalryor. “Ah, hayır! Lütfen üzülme. Sonunda biraz rahata ve sessizliğe kavuşacaksın! Ben gittiğim de em inim ortalık biraz rahatlayacak.” “Bundan emin değilim , Sunny.” Sakın ağlama. O ne doğru eğilip onu kucaklıyorum. Sandal ağacı kokusunu alıyorum yine. Tanıştığım ız ilk gün de aynı koku vardı üzerinde. Kasaya gidip tatlı olarak bir tane katlı pasta söylü yorum. Albert’la paylaşacağız. M asaya geri dönerken ilan tahtasındaki üzerinde ‘H indistan yazan bir el ilanı 276 n, f , k (/ İ<1 1 1 < t . /{ <t { t / ' dikkatim i çekiyor. İlanda beyaz kıvırcık saçlı bir kadı nın fotoğrafı var. Düşüncelerinizden kurtulmak müm kün. İlana bakıyorum. Bu hafta sonu öğleden sonra ruhsal öğretmen eşliğinde yapılacak bir etkinliğin rek lamı aslında. Kasadan bir peçete kapıp üzerine num a rayı yazıyorum. Bir beyzbol maçı izlemek için D odgers Stadyum u na gidiyoruz. Albert hiç konuşmuyor. O toparka giri yoruz. Bu kadar arabayı ve insanı bir arada öm rüm boyunca görm em iştim . Albert kendisininkiyle aynı ol ması için bana bir D odgers şapkası alıyor. Yerlerimize oturduğum uzda cep telefonum la ikimizin bir fotoğra fını çekiyorum. “A h, benim bir fo to ğ rafım ı istem ezsin ” diyor A lbert. “ Evet, isterim. Bu fotoğraf benim duvar kâğıdım olacak.” Albert, önüm üzden geçen seyyar satıcıdan ikimize birer kova kabuklu fıstık alıyor. Etrafımızdaki herkes fıstık yiyor ve kabuklarını yere atıyor. Yanımda olduk ça şişm an bir adam oturuyor. Fıstıklarının kabukları göbeğinden aşağıya düşm üş değil henüz. H epsi göğ sünde birikmiş. Ben benimkileri peçetenin içinde bi riktiriyorum am a Albert yere atm am konusunda ısrar ediyor. Ben de ona uyuyorum am a her seferinde suç luluk hissediyorum. 277 :/<«(+<> (>WcM M aç başlıyor ve ışıklar her yeri kaplıyor. Seyircile rin kalabalığı devasa bir mavi leke şeklini alıyor. Bir çardak kuşu sahanın içine doğru uçsa düşüp ölür. İn sanlar ellerindeki bayrakları sallayıp sanki tüm hayat ları bu m aça bağlıymış gibi bağırıyorlar. Albert bana kuralları anlatm aya çalışıyor am a anlam ıyorum . Bu yüzden o ne zaman bağırsa ben de o zam an bağırıyo rum. O yunculardan daha çok seyircilere bakıyorum. Çığlıklar kulakları sağır edecek noktaya ulaştığında hiçbir şey duyam az hâle geliyorum. A lbrrt’a baktığım da oturduğu yerden kalktığını ve kolunu havaya doğru kaldırdığını görüyorum . Gözlerim beni dinlem iyor bu kez ve yaşlarla doluyorlar. 2 78 31 rtesi gün öğleden sonra makyajım ı yaptırıyorum . E G eorge arkam daki lavaboda dişlerini fırçalıyor. “ Kulak tıkacı kulağındayken dişlerini fırçaladın mı hiç?” diye soruyorum . G eorge kafasını iki yana sallıyor. “Denem elisin.” “N eden?” diye homurdanıyor. “Sanki bir araba yıkam a makinesindeym işsin gibi sesler çıkıyor.” Bir kaşını kaldırıp bakıyor bana. 273 ,/ { f i d e ' // “ D enem en gerek. Ses, araba yıkam a makinesine o kadar benziyor ki inanam ayacaksın.” Lavaboya tükürüyor. “Kulak tıkacım yok.” “Gel, fırçalarken ben senin kulaklarını kapatırım .” Kapatıyorum . “Vay canına, bu gerçekten harika, Sunny.” “ Evet, öyle. Denem ek istersen senin de kulaklarını kapatabilirim” diyorum makyözüme, yerime otururken. K adın kafasını iki yana sallıyor. Üzerine giydiği giy si, göğüslerinin estetikli olduğunu olduğu gibi ortaya çıkarıyor. G enç kız yüzü, genç kız göğüsleri ve kırk yaşında bir boyun. Eğer boynunu elletmeyeceksen ne den bunca zahmete giriyorsun? “Sakın bu akşam dilin falan sürçmesin Sunny” di yor George. Bu akşam Ryan ile Z oe’nin gece denize girdikleri sahneyi çekeceğiz. “M erak etme, kesinlikle sürçmeyecek.” “Yaratıcılığımı ortaya çıkarabilm ek için birlikte ça lıştığım insanla kendim i güvende hissetmeliyim. Sana güvenebilm em gerek am a senin karşında kendim i sa vunm asız hissediyorum. Benden yararlanacağın d ü şüncesini aklım dan çıkaram ıyorum .” G ülüyorum . M akyöz bir bana, bir G eorge’a bakıp duruyor. Yüzünde hiçbir ifade belli olmuyor. 280 i l /ît 11 j t ^ . K A 'v Ja ı /•) </ » / { t ( / ' / ' “ Sunny nin gayet m asum göründüğünün farkında yım ” diyor George, makyöze. “Ama öyle değil. D ah a önce bir keresinde bir sahnede öpüşüyorduk ve bazı bölgelerimle çok ilgilendi.” “Ah, kapa çeneni, George. Öyle bir şey yapm adım . Sen onu dinlem e.” M akyöz bana garip bir şekilde gülüm süyor ve kir pik kıvırm a aletini gözüm e biraz daha sert bastırıyor. K endim i geri çekince kirpiklerim çekiliyor ve bu da gözlerim in yaşarm asına neden oluyor. K adın bana kalıcı takm a kirpiklerden yaptırm am ı tavsiye ediyor. Bunun gözlerimi ekranda daha belirgin yapacağım söylüyor. “M otor!” diye bağırıyor yeni yönetmenim iz Katrina. Suya doğru koşuyoruz. Su buz gibi soğuk. Dişleri min takırdamasını durdurm aya çalıştıkça durum gide rek daha da kötüleşiyor. Senaryo uçup gidiyor çünkü repliğimi hatırlayamayacak kadar üşüyorum. Diyalogum uzu doğaçlam a yapıyoruz ve ben doğaç lam a olarak bir am uda kalkma yarışması başlatıyorum. George diken diken olan tüylerimle ilgili bir şey söy lüyor ve ardından bana sarılıyor. O n u itmeye çalışıyo rum am a beni sıkıca tutuyor. Bana bakıyor, gözlerimin önüne gelen ıslak saçlarımı düzeltiyor ve öpm ek için uzanıyor. D ilini ağzıma sokacak mı diye merak etmeye başlıyorum ve bu gülm em e neden oluyor. G eorge da 281 . / {a d<' ° W a M kendini tutam ıyor ve Katrina “Kestik!” dem ek zorun d a kalıyor. “ ikinizin birlikte ne kadar inanılm az olduğunuzu unutm uşum ” diyor Katrina. “ Benim işim i kolaylaş tırıyorsunuz, bu harika. Gerçekten güzel bir sahne oldu.” Birbirimizi öpüyoruz ve ben iliklerime kadar üşü yorum. Bir an önce bitirebilm ek için çekime devam ediyoruz. Sonunda battaniyelere sarılıyoîTız ve kostüm karavanında ısıtıcının önüne oturuyoruz. Ardından Katrina, G eorge ile beni bira içmeye götürüyor. “ Burada ne yapıyorsun?” diye soruyorum . “ Film im e yatırım yapm akla ilgilenen birkaç zengin insanla görüşmeye geldim .” “Senaryosunu senin yazdığın o uzun film m i?” diye soruyor George. “Evet. Avustralya’da hiç kimse bulaşm ak istemedi. Biz filmi yaptığım ızda elli yaşına gelm em iş olursanız ikiniz de oynayacaksınız!” Flarika bir gülüşü var ve kendi yaptığı şakalara her zaman güvensiz bir şekilde gülüyor. “ Eee, daha ne kadar burada kalmayı planlı yorsunuz?” “ Vizem bitene kadar en azından birkaç sene daha kalacağım” diyor George. “ Ben haftaya eve dönüyorum ” diyorum. 282 ı +J~Cctsl(h “ Bunu bana söylem edin” diyor George. “N e zaman buraya geri döneceksin?” “Em in değilim. Belki hiç dönm em .” “ Burada sadece birkaç ay kalıp dönemezsin. D ayan m an gerek. Eve git, vizeni ayarla ve en azından birkaç yıllığına buraya dön .” “ D öneceğim i sanm ıyorum . Amerika’ya göre biri değilim ben.” “ Buradan gittiğinde de doğru düzgün işler çıkarta cak kadar iyisin. Burada da Avustralya’daki kadar iyi işler yaparsan star olursun. K ocam an harika bir evin olur. H ayatının sonuna kadar kutu gibi kiralık bir yer de yaşam ak zorunda kalm azsın.” “ Bir noktada G eorge haklı, Sunny. N eden birkaç yıl burada kalıp paranın peşinde koşm uyorsun?” diyor Katrina. “Avustralya’da iş bulm am ı sağlayan bütün beceri ler, Amerikan aksam nın silindiriyle ezildi. N e zaman Amerikan aksanıyla konuşm aya çalışsam kendimi şar latan gibi hissediyorum .” “Aksan olayı çabucak ikinci bir tabiat oluyor. Eğer buraya dönm ezsen delisin. Bu çok belli. Bu kadar ko lay vazgeçmene izin vermeyeceğim” diyor George. “ Burada m utlu değilim .” “ H iç kimse değil” diye yanıtlıyor George. 2 8 3 . J { r ı (te J Vrt / ( O beni ikna etm ek için çabalam aya devam ediyor, ben de mazeretler göstermeye devam ediyorum. Geç oluyor. Birbirimize hoşça kal diyoruz. G eorge arabam a kadar bana eşlik ediyor. Arabam a bindikten sonra camı açıyorum ve eve en kısa yoldan nasıl gideceğimi soruyorum . Gelirken aslında zaman kazandıracak olan otoyollara girm em ek için epey dolandım . Bana kendi evine giden yolu tarif ediyor, benimkini değil. “Sadece bir tek içki içm ek için gel” diyor. “G elem em . Yarın sabah erken kalkm am ız gerek.” “ Gecenin bir yarısı yolu bulm aya çalışırken elin üzerindeki çillere bakm ak tehlikeli değil m i?” “Evet, tehlikeli.” “O zam an neden öğrenm ek için çaba harcamıyor sun? Zeki bir kızsın sen.” “D enem ediğim i nereden biliyorsun? İşe yaramıyor, öğrenem iyorum .” “ H adi ama, sadece küçük bir içki için gel. Benim arabam ı takip edebilirsin.” “Gerçekten gelemem. Eve gidip sıcak bir banyo yapm alı ve yatağa girm eliyim .” “Banyo ve yatak benim evimde de var.” Sesli bir nefes alıyorum. “Benimle yatm ak isteme nin tek nedeni film için ilginç olacağını düşünm en. İlginç olan bu değil George. İlginç olan yatm ak için harcadığın çaba. Bir kez yattıktan sonra bütün o kim yasal çekim sönecek ve sadece uygunsuzluk geriye ka lacak. Film için en iyisini istiyorsan işleri şim di olduğu gibi bırakırsın.” “ Benim kim olduğum u düşünüyorsun, Sunny? B u nun lanet olası filmle hiçbir ilgisi yok.” “Yalan söyleme. Bu film ortaya çıkm adan önce ben aklına bile gelm iyordum . Sana kaç kere ulaşmaya ça lıştım am a sen beni asla geri aram adın.” “Seni neden aram adığım ı bilm ek ister misin? Ç ü n kü senden hoşlanıyorum ” diyor içim i ürperten bir sesle. “ Sonunda seninle karşılaştım. Kimseyle birlikte değildin am a yine de benimle yatmayacağını gayet net bir şekilde belirttin.” “Ne? Kustuğum gece seninle yatm adım diye mi ara m adın beni? Tek gecelik ilişkiler bana göre değil.” Be nim sesim de şim di G eorge’unki kadar yüksek çıkıyor. “Bu işler nasıl olur, bilirim. Filme aykırı düşm em ek için benimle ilgili hikâyeler uyduruyorsun. Bundan sonraki iş başladığında bir başka kıza gideceksin.” “Gerçekten benim bu kadar aşağılık biri o ld uğu m u mu düşünüyorsun? Film benim um urum da bile değil.” “ Sen işinle evlisin. Kafanın içinden neler geçtiğini biliyorum çünkü benim kafamdan da aynı şeyler geçi . / { n { < <• ' )'V < ı / / yor. Senaryo o karakterin senin hayallerindeki kadın olduğunu söylüyor. Sen de gerçek hayatta bana bakı yorsun ve nasıl yapıp beni o kıza benzetirsin diye dü şünüyorsun.” “Am a bu senaryoyu ben yazdım. Seni de ben seç tim” diyor ve arkasını d ön ü p uzaklaşmaya başlıyor. Güzel cümle, G eorge. G üzel final. Arabam ı karanlığa d oğru sürüyorum . Isıtıcı en yük sek ayarda çalışıyor olm asın a rağmen Jbir türlü beni ısıtmıyor. 2 8 6 32 S on çekim günüm üz. Ryan ile Z oe’nin gece yüz meden Zoe’nin evine döndükleri ve oynaştıkları sahneyi çekeceğiz. M akyaj kam yonuna giriyorum ve G eorge’u lavaboda dişlerini fırçalarken buluyorum . G ülüm süyorum , o da dişlerini fırçalamaya ara verme den yarım ağızla gülüm süyor bana. Ben de dişlerimi fırçalamaya başlıyorum ve gürültülü bir şekilde dişleri mizi fırçalarken gözlerimizi dikip birbirimize bakm aya başlıyoruz. D ün gece için özür dilemeyeceğim ve göz lerini ilk kaçıran da ben olm ayacağım . M akyöz içeri giriyor, bize yapay bir şekilde gülüm seyip bir köşede kendini oyalamaya başlıyor. 2 87 ) X ^ r ı{ ( . “ Bugünün sahneleri için bazı değişiklikler yapacak tım. M esela ‘Zoe Ryan’a oral seks yapar’ gibi bir şey koyacaktım am a sabah sabah çok da iyi karşılanm aya cağım düşündüm ” diyor G eorge. Söyleyecek zekice bir şey bulam ayınca gülüyorum . M akyöz boğazım temizliyor. “M otor!” diye bağırıyor Katrina. Kapalı bir set. İçerisinin karanlık görünm esi için pencereler karartılıyor. D iy alog yok. Anlaşm aya göre birbirimizin kıyafetlerini çıkaracağız (iç çamaşırlarına kadar) ve biraz öpüşeceğiz. Arabayla bir ram padan aşağı doğru giderken biraz daha hızlanıp önüm deki arabaya çarpm anın nasıl bir duygu olduğunu m erak etm işim dir hep. İşte bu, bunu öğrenm enin güvenli yolu gibi. O daya dalıyoruz ve birbirim izin üzerindeki giysileri yırtarak çıkarıyoruz. G eorge sert öpüşm ekten hoşlanır ve öpüşürken baskın olan kendisidir. Beni sanki hayatı buna bağlıymış gibi öpüyor. Beni kavrayan elleri her nasılsa güvensizliğimi alıp götürüyor. G eorge geri çekilip yüzüm ü ellerinin arasına alıyor. Bana yoğun bir öfkeyle bakıyor. Neredeyse bakışları mı kaçıracağım. Tanrım. Ç o k güzel bir adam. Zam an duruyor. Sessizlik elle tutulur düzeyde. H içbir karşılık beklemeden, birbirimize, suçluluk duygusundan uzak, meşru bir hediye vermiştik. Yiyecekleri buzdolabın 288 dan, dolabın kapısı açıkken yediğinizde daha az ka lorili olmaları gibi. Ağzım bantlı, üzerimde kollarımı sıkıca saran deli gömleğiyle yaşıyorm uşum da birden bire özgür kalm ışım gibi. Sonunda aklımın geri geldiğini ve bana geri çekil dediğini hissediyorum. Bu, sigarayı bırakmaya çalıştı ğınızda paketi dam layan m usluğun altına koymanızı söyleyen sesin aynısı. D erken başka bir ses onu bastırı yor: “Sigaralarını neden boşa harcıyorsun ki? Bedavaya mı aldın onları?” Bu ikinci ses kendim i geri çekm eme mi söylüyor bana. “ Kestik!” Bu da nereden çıktı şimdi? K im di bu? Kesiyoruz. Sanat yönetmeni kız koşarak üzerimize geliyor. “Vay canına!” diyor Katrina. Elindeki kâğıtla ken dini serinletmeye çalışırken. “ H arika bir sahne oldu. İstediğim şeyi kesinlikle aldım .” Em in mi? Tek bir çekimle mi? “ Bundan sonrasını çabucak bitiririz.” Üzerimde bir bornoz, alev alev yanan yanaklarımla yalpalayarak gün ışığına çıkıyorum. Patlayacakmışım gibi hissediyorum. Sanki az önce bir uçaktan atladım. Bundan sonra hayatıma nasıl normal akışında devam edebilirim, bilm iyorum. 289 Kendi karavanıma gidiyorum ve koltuğa oturarak neye ihtiyacım olduğunu düşünüyorum . Sigara mı? Şeker mi? Votka mı? D u ş mu? Bir sigara yakıyorum ve Sigara içilmez uyarısına bakarak dum anım pence reye doğru savuruyorum. D ışarıda oturam am çünkü George’u görm ek istemiyorum. G ülüm sem em i durduram ıyorum . Neydi bu? Tanrım? Kalbim in hızla atışı bir türlü düzelmiyor. ikinci sigarayı yakıyorum ve arada nefes bile alm a dan uzun nefesler çekiyorum. D ikkatli ol, diye uyarı yorum kendim i, şehvet aşk değildir, kimyasal çekim aşk değildir, bunun aslında G eorge’la falan ilgisi yok. İkram aracına gidip bir Eskim o Pay ve biraz çiko lata alıyorum ve karavanım a geri kaçıyorum. Eskim o Payı yemeye başladığım sırada kapı çalınıyor. Lanet ol sun! Gerçekten G eorge’u görem em şu anda. Kalkıyo rum, parm ak uçlarım da yürüyerek lavabonun yanına gidiyorum ve gözlerimi yarı kapatarak duvarın dibinde duruyorum . Kapı yine gürültüyle çalınıyor. H ay Allah! Israrcı. İlkinde cevap verm ediğim için şu anda hiç cevap ve remem. “Seni görebiliyorum” diye bağırıyor George. Ah! Gözlerimi açıyorum, pencerenin perdesinin ara lığından bakınca direkt George’u görüyorum. Ah, hayır! Ç o k salağım. Elimde dondurm ayla kapıyı açıyorum. 230 % S^İ^Jz4/rrvı^ Ç & ffvrv& a “Sen saklanıyor m usun?” diye soruyor George. “Hayır.” Ben çok çok kötü bir oyuncu ve tam bir salağım . “Ekipten biri olduğunu düşündüm . Bir son raki sahne için gelmeye pek hazır değilim . Yani evet, saklanıyordum .” “Bir sonraki çekim den önce bir saat ara verdik.” “Ah, bunu bilm iyordum !” O olağanüstü oyunculu ğum dan biraz daha sergiliyorum. “ D ü n gece için özür dilem ek istem iştim .” lam am . “Tam am ” diyor G eorge da ve uzaklaşıyor. Ah, Tanrım! Kalan dondurm ayı hızla yiyorum. Ç i kolatayı yemeye başlasam iyi olacak, boşa gitmesini istemem. Neyse ki günün sonunda çekilen birkaç sahne o ka dar da uzun değil. Oynarken iyiyim am a sahne arala rında G eorge’la konuşm akta zorlanıyorum. Sonunda film bitiyor ve herkes etrafımızı çeviriyor. Herkes birbirine sarılıyor. G eorge’la sarılmamız oldukça kısa ve kendini geri çeken ben oluyorum. “K utlam a partisine gelecek m isin?” diye soruyor G eorge kendisi de geri çekilirken. “D irk de orada olacak m ı?” 291 i CW<M “O n u davet etm edim . N eden?” “ Biraz gevezelik ederiz diye düşündüm .” “Sen ciddi m isin?” “Hayır, Tanrım, hayır!” Yine garip kaçıyor. Bar bir yüzme havuzunun etrafına kurulm uş. D J ’i ve bir sıra şezlongu geçiyorum. Üzeri sazdan bir dam la örtülü etrafı açık bir kulübede bizim küçük partim i zi buluyorum . Bir farklılık olarak, ortalık süperm odel kaynıyor. Bu da en sevdiğim beyaz elbisemin içinde bile kendim i tıknaz, orta yaşlı bir kadın gibi hissetme me neden oluyor. Bu arada, içtiğim soğuk algınlığı ilacı ağrının yerini belirliyor ve oraya nişan alıyor. Zeki votka da aynı şeyi yapıyor ve zihnimde hışırdayıp duran tüm parçalar bi rer birer yok olm aya başlıyor. Katrina hikâye üstüne hikâye anlatıyor. G ülüşü her kadeh içkide biraz daha gürültülü olm aya başlıyor. Bir şeyler yem em gerektiğine karar veriyorum ve m asam ız daki kızartılmış yiyeceklerle dolu tabağı götürüyorum . Ağzımın etrafı kalın bir yağ tabakasıyla kaplanıyor ve ben temizlemek yerine sigara içmeye karar veriyorum. “ H em en tuvalete gidip gelm ek ister m isin?” diye soruyor George. 2<J2 ı/rr * J(< ı /< /r “ Hayır.” “H ad i ama.” Ayağa kalkıyor. Ben de onunla birlikte ayağa kalkıyorum. Erkekler tuvaletine giriyoruz am a kim se dönüp bana bakm ıyor bile. Bir kabine girince G eorge bir kokain paketi çıkarıyor. “ Bir akşam beni evine çağırmıştın ve ben de seçmeye hazırlanırken repliklerine çalışmana yardım etm iştim , bir tuvalet kabininde kokain çeker gibi yapm ıştık, hatırlıyor m usun?” diye soruyor Geroge, fısıltıyla. G ülüm süyorum . “ Sonra beni öpm üştün.” “Senaryoda öyle yazıyordu” diye yanıtlıyorum ben de fısıldayarak. “Biliyorum am a bir sahne çalışıyorduk ve sen beni öpm eyi seçtin yine de.” Birbirimize bakıyoruz. Ardından G eorge beyaz tozu klozet kapağına serpmeye başlıyor. “Ah, kahretsin! Neredeyse unutuyordum . Tanrım! Ben çekemem, bana koyma” diyorum . H âlâ fısıltıyla konuşuyoruz. “Bu ülkede son kez kokain içtiğimde hastanelik oldum .” “N e? N e zaman? Bana bundan bahsetm edin.” “U zun hikâye.” “Bu görebileceğin en iyi mal. Bir şey olmayacağını garanti ederim.” “Hayır, gerçekten yapam am ” diyorum . 233 G eorge iki nefes çekiyor ve bara gidip Fernet-Branca içm ek istediğini söylüyor. “Buraya dönüş biletini ayarladın m ı?” diye soruyor. “Hayır. D öneceğim i sanm ıyorum .” “ D önm en gerek. D ö n ve gelip benim le birlikte yaşa.” “Biz birbirimizi öldürürüz.” “Öldürm eyiz, bunu biliyorsun.” “ Evet, öldürürüz.” “ H iç bizi düşündüğün oldu m u?” diye soruyor G eorge. G özün ü elindeki nasırlardan birinin üzerine dikm iş. “Evet” diyorum . “Ve?” “Evet, spot ışıklarının altında, arkada bir fon m üzi ğinin eşliğinde gerçekten m ükem m el bir çiftiz am a bu gerçek hayatta m üm kün olur m u sence?” “ Bilm iyorum .” “ G erçek hayata dönüp de selülitlerimi gördüğünde ve adet öncesi ne kadar şirret olduğum a şahit olduğun da bir kilometre öteye kaçarsın.” “N eden bir sandalyede oturm uş benim aslında ne hissettiğim i veya ileride neler hissedeceğimi söylüyor sun bana?” 294 “ Sen benden ne istiyorsun tam olarak? Benimle yat m ak mı? Çünkü şim diye kadar birkaç kez teklif ettin ve ben her seferinde geri çevirdim.” G eorge bakışlarını benden kaçırıyor. “Burada bir sürü güzel kız var. Em inim hangisini istesen seninle eve giderler.” A-ha! Sanırım çizgiyi biraz aştım. “Sana inanam ıyorum ” diyor G eorge başını elleri nin arasına alarak. “Sana senden hoşlandığım ı söy lemeye çalışıyorum am a sen benim kafam ı koparıp atıyorsun.” Bir içki daha alıyor ve diğerlerinin yanına gidiyoruz. Burada olm ak istem iyorum artık. Ayağa kalkıp iyi geceler dediğim de hiç kim senin karşı çıkm am asına şa şırıyorum. Vale arabam ı getirirken çok fazla içip içki sın ırı nı aşm ad ığım için T an rı’ya şükrediyorum . A rabam a bin ip oradan uzaklaşırken bu gün öpü şm e sah n esin den sonra neler h issettiğim i düşün m eden ed em iyo rum . Bu, beni Tobey’in evlenme teklifine evet demekten alıkoyan duyguya benzer bir duygu mu? İşin kom iği, hissettiğim o duygu aslında gerçek de ğildi. Sahip olm adığım bir şeyi istediğim içindi. Bu arzu, beynimin şu anki hâlim den m utlu olm am am 29 5 J l a i i e . 'JW < d t için uydurduğu bir seraptı. Bir şişeye koyup eve götüremeyeceğim bir gökkuşağı gibi bir şey. Evim e ulaşıyorum ve yiyecek bir şeyler bulm ak için büyük eve gidiyorum . Sessizce içeri giriyorum ve A lbert’ın karanlıkta koltukta oturduğunu görü yorum . Yan taraftaki pencereye bakıyor. Elinde viski bardağı var. “Albert? Sen iyi m isin?” “Evet, tatlım. K üçük bir gece devriyesi yapıyorum .” “N e düşünüyorsun?” diye soruyorum , koltuğunun yanında dizlerimin üzerinde yere çökerken. “Pearl’ü” diyor sessizce ve gülümseyerek. “Em inim bir sürü çayın olduğu çok güzel bir yer dedir.” Yine gülümsüyor. “ Bazen neden hâlâ buralarda oya lanıp durduğunu m erak ediyorum” diyor, belli belirsiz nefesim kesiliyor. “ Burada olm an için bir sürü neden var, Albert. Be nim için yaptıklarına bir baksana. Sen benim hayatımı kurtardın.” “ Hayır, asıl sen benim hayatımı kurtardın.” 236 33 S ol taraf, hayır. Sağ taraf, hayır. Yüzüstü, hayır. Sır tüstü, hayır. Keşke Tobey nin horlam asını kaydet- seydim. U yum am a yardımcı olacak tek şey o. Özel bir yoga pozisyonu deniyorum , çokça papatya çayı içiyo rum, bilgisayarım a bakıyorum, kitabım ı okuyorum ve sonunda sabaha karşı lam ba açık vaziyette uyuyakalıyorum . U yuşuk bir baş ağrısıyla uyanıyorum ve benimle bolca kahve içm ek için dışarı çıkar mı diye sorm ak için N in a yı arıyorum. Yapacak çok işi olduğunu söyleyerek geri çeviriyor. Ben de uçağa binm eden önce yapm am gereken şeylerin listesini yapm aya karar veriyorum. Kirli çamaşırlarımla başlıyorum. K ot pantolonlarım ı 237 :/ {« £ < « ° W a M makineye yerleştirirken ceplerden birinde o ruhani öğ retmenin num arasını yazdığım peçeteyi buluyorum . Belki de bu son anda vazgeçip onun yerine Amerika’ya geldiğim H indistan’la ilgili küçük bir anı olur. Pazar öğleden sonrası için bir program ım olm adığını görün ce numarayı arayıp yer ayırtmaya karar veriyorum. Kötü bir binada küçük bir oda beklerken tam ter siyle karşılaşıyorum. Ö nünde renkli Buda bayrakları nın asılı olduğu, organik ürünler satan bir kafe, bir sürü kitap ve C D satılan bir pazar meydanı ve hatta çabuk bir yüz m asajı ya da akupunktur seansı için gi rebileceğiniz şifa merkezi bile olan bir ruhani cennete giriyorum. Kayıt m asasında kaydımı yaptırırken kadın bana adım ı tam üç kez soruyor. Belki de yüksek sesli m ü zik nedeniyle beni duyam am ıştır ya da belki aksanım nedeniyle anlamamıştır. Sorun ne olursa olsun kadın son derece sinirli görünüyor ve bu alnındaki H in t işi noktayla veya boynundaki m andala boncuklarıyla tam bir tezat oluşturuyor. Biraz boş zam anım var. Ben de kafede öğle yeme ği yiyorum, içecek olarak ‘kombucha’ adında bir şey ve yiyecek olarak da soya eti ve güveç tarzı pişirilmiş mercimek söylüyorum, içecek, şimdiye kadar içtiğim en berbat şey herhalde. Etiketinde ‘kom bucha kolonisi’ 298 11 A f i y / { < ( / < / ’ adındaki türdeş mikroorganizmalarla fermente edilmiş bir tür çay olduğu ve sindirime ve iyileşmeye yardımcı olduğu yazıyor. Tadı safranın gazlı hâli gibi. Kendim i zorlayarak birkaç yudum daha içiyorum ve hemen ar dından çöpe atıyorum. İçeceğimden sadece birkaç ba sam ak iyi olan güvecimi yemek için zorluyorum yine kendim i am a az pişm iş koca parça patlıcanları bir kena ra ayırıyorum. O rtalıkta biraz dolanıp marketteki ruh sal öteberiye bakm ak için pazar m eydanına gidiyorum. Toplantının yapılacağı odaya giriyorum. O d a ta m am en sessiz, oturan ve meditasyon yapan insanlar la dolu. A-ah... Başlıca kıkırdam a bölgesi. Bir m inder alıyorum ve önlere yakın bir yerde, sarı saçlı genç bir kadının yanında bir yer buluyorum . K adın ellerini bir leştirip başını öne eğerek bana selam veriyor. Karşılık olarak ben de böyle mi yapmalıyım? H intli veya Japon olm adığım a göre bunu yapm aya hakkım yokm uş gibi hissediyorum. G ülüm seyip kadının be nim kaba biri olduğum u düşünm eyeceğini um arak ar kam ı dönüyorum . O turunca, gözlerimi kapatıyorum am a zam an geçmiyor gibi geliyor. Yeni bir şey oluyor m u diye etrafa bakınm aya başlıyorum. Sessizde oldu ğundan emin olm ak ve son on dakika içinde arayan biri olup olm adığını görm ek için telefonum u kontrol ediyorum. Etrafa bakınıyorum . Bazı insanlar cüppe tarzı elbise giymişler, bazılarının kafasında beyaz tür banlar var, geri kalanlar kot pantolonla gelmişler. 299 \J~Ccc6ieSonunda gözlerimi açıyorum ve fotoğraflardaki ruhani liderin ön taraftaki sahnede gözleri kapalı şe kilde durduğunu görüyorum . K adın zarif bir şekilde güzel ve bir dem et turuncu çiçeğin yanındaki beyaz bir koltukta oturuyor. Beyaz bir elbise giymiş, boynunda parlak turkuvaz renkli bir kolye var ve ona bakm aktan kendim i alamıyorum. O n u bu kadar özel yapan şey beklenti mi? Bütün bu kurgu mu? Buna benzer hisleri kiliseye veya konsere gittiğim de de yaşıyorum. Sonunda gözlerini açıyor, hafifçe birkaç büyük zile dokunuyor, ellerini dua eder biçim de birleştiriyor ve odada gözlerini gezdiriyor. D iğer herkesin elleri de dua pozisyonunda, yani ben de aynısını yapıyorum. O ldukça iyi geliyor aslında. Herkes ya gülüm süyor ya da ağlıyor ve sanki oda sarsılıyor. “ Buradaki herkes için bir davetim var.” Bazı nedenlerden ötürü kadının Am erikan aksanıyla konuşm asını beklemiyordum. “ Bağlılığınızı zihinsel faaliyetten fiziksel m evcudi yete çevirmek için bir davet. Bu şu dakikada gerçekle şebilir” diyor. Bu m üm kün mü? Zihninizin m erham etinde olm a m ak gibi bir seçenek var mı? Zihnim in beni diri diri yemesine öyle alıştım ki. G urusuyla ilgili bir şeyler anlatm aya başlıyor. G ü rünün bir baş tiki var. K adın bununla ilgili bir soru 3 0 0 * » / { f i i< /ı sorduğunda guru ona, “ Bir fil, bir çadırın altına girdi ğinde verecek bir şeyler gerekir” diyor. Sam ’i düşünüyorum . Bu tikin onda en başından beri mi var olduğunu yoksa şöhret ve içkiden sonra mı geliştiğini m erak ediyorum. Kadın tüm öm rünü aydınlanm a ve ‘ifa düşünce lerinin peşinde koşarak harcadığını am a o hırslı arayışı boyunca huzur ve özgürlüğün hep orada bir yerde ol duklarını ve kendim izin dışında bir yerde keşfedilenleyeceklerini şimdi anladığını söylüyor. Bu bana da uygulanabilir mi? Yoksa sadece ona özgü mü? Ö ğleden sonra saatleri akıp geçiyor, konsantrasyo num bir gelip bir gidiyor am a tek bir cüm le kafamın içinde dönüp duruyor: “Bu hayatta yapm anız gereken tek şey, sizi gerçekten neyin m utlu ettiğini bulm ak ve onun peşinden gitmektir.” O akşam en başından başlayarak ince ham ur pata tesli ve biberiyeli pizza yapıyorum. (Gizli tarifi İtalyan bir ev arkadaşım dan.) Albert yerken kendinden geçi yor ve bunun şu ana kadar yediği en lezzetli şey oldu ğunu söylüyor. Ardından gökyüzüne bakarak Pearl’den özür diliyor. “ Sem inerden ne öğrendin?” diye soruyor. 301 “H ım m ... Sanırım kendim i satmayı. N e zam an yeni biriyle tanışsam kendim i onların beni görm ek isteye cekleri şekle sokm aya çalışıyorum.” “N eden sence böyle yapıyorsun?” “En büyük nedeni, herkesin benden hoşlanmasını istiyor olm am dan am a biraz da aslında gerçekten kim olduğum u bilm ememden. Sanırım aslında kendi zev kim i bile bilm iyorum. Bazı günler iPod’um a bakıyo rum am a ertesi gün baktığım da hiç de hoşlanm adığım şeyler olduğunu görüyorum . O şarkıların hiçbiri aslın da beni anlatmıyor.” “Bana geçekten seni anlatan şarkılara bir örnek ver.” “John Farnham’dan You’re the Voice.” “D aha önce adını duyduğum u bile söyleyemem.” “AvustralyalI. Küçük bir kızken ne zam an kirpik di leği dilesem hep sonunda onunla evlenmeyi dilerdim. Bu, aslında oldukça ürkütücü çünkü yaşı benim iki katım .” “ Şim di ne diliyorsun?” “Bilm iyorum , Albert. Son zam anlarda sadece ses sizlik diledim. Bir süredir hayatım oldukça gürültülü gidiyor.” 3 0 2 34 rtesi sabah uyanıyorum ve Albert ın doğum gü nüm de verdiği hediye çekini harcam ak için Fred Segal’e gidiyorum. D üğünde giym ek için bir elbise alacağım. Tanrı’ya şükür çıplak ayak olacağız. Yani bir de ayakkabı düşünm ek zorunda kalm ayacağım. Bir kucak dolusu elbise alıp deniyorum ve sonunda elbi seleri ikiye indiriyorum. Biri biraz kısa ve bol dekolteli olan kırmızı bir elbise, diğeri kraliyet mavisi ipek bir elbise. Birini çıkarıp birini deniyorum ve hangi tarafa yönelm em gerektiğine karar veremiyorum. George’dan bana ödem e yapacağını söyleyen ve ne zaman bırakabileceğini soran bir mesaj geliyor. O na . ''Visali bir mesaj gönderip nerede olduğum u söylüyorum. O da bana bir saat içinde yakınlarda bir kafede buluşabileceğimizi söylüyor. Aşırı heyecanlı satış elemanı üzerimde ne kadar ‘şi rin durduğunu söyleyerek kırmızıyı alm am konusun da ısrar ediyor. O tek kelime mavide karar kılm am a neden oluyor. George’u beklerken ayağımı sürekli sandalyemin bağına vuruyorum ve çırpılmış krema koymamalarını söylemeyi unuttuğum için kendim e küfrederek buzlu kahvemden içiyorum. Kendim i sıkıcı magazin dergisi ne kaptırm ış gibi yapıyorum am a G eorge’un içeri gi rip girm ediğini görm ek için birkaç saniyede bir kapıya bakıyorum. Sonunda geliyor. Yanaklarımdan çabucak öpüyor ve elime bir nakit para zarfı uzatıyor. “ H er kuruşunu hak ettin” diyor çapkın yaşlı adam edasıyla. Gülüyorum . Sonra partide ona kötü davrandığım için özür diliyorum . Ö nem li olm adığım , buna alıştı ğını söylüyor. Kasaya gidiyor ve elinde üzeri mavi şekerlemeyle kaplı bir topkekle geri dönüyor. Bir ısırık alm am için bana uzatıyor am a mavi herhangi bir şey yiyemediğim için geri çeviriyorum. 30 4 L I Perform ansım dan ve filmden ne kadar m em nun kaldığını anlatıyor. H avadan sudan konuşuyoruz ve bu süre boyunca G eorge sürekli ellerine bakıyor. “Sence bu doğru m u?” diyor, benim le arabam a ka dar yürürken. Üzerim deki soluk renkli tişörtü gösteri yor. Ö n tarafında ‘İhtiyacın olan tek şey aşk’ yazıyor. “ Evet” diyerek gülüm süyorum . “ Sence?” “ Evet” diyor çabucak ve hoşça kal diyerek sarılıyor. “Eğer dönm eye karar verirsen ben buradayım, ta m am m ı?” “Tam am .” Arabam ı sürerek uzaklaşıyorum. Sahip olmayı istediğinizi düşündüğünüz şeye so nunda sahip olduğunuzda parıltısını kaybediyor olm a sı inanılmaz bir şey. M üziği açıyorum ve şimdiye kadar geçm ediğim kadar çok sarı ışık geçiyorum. H avaalanına yolculuk oldukça sessiz geçiyor. Sanki ikisini de ölüm e götürüyorum . Albert gözlerini yola dikm iş, arabayı sürüyor. Ben önde oturuyorum . N ina dört bir yanı valizlerle çevrili hâlde arkada oturm uş pencereden dışarı bakıyor. Albert’a arabayı park edip bizimle içeri gelmeyeceğine dair söz verdiriyorum. B u nun bir nedeni, otopark parası ödemesini istemiyor olm am am a daha çok uzun vedalaşm alara dayanamayışım. 3 0 3 ÎJ & O ie, (W c d l H avaalanının kapısında duruyoruz. Albert bagajı açarken göm leğinin kolu sıyrılıyor ve ter bandını ko luna takm ış olduğunu görüyorum . “Ah, Albert!” diyorum. Alt dudağım titremeye başlıyor. Bana sarılıyor. “ Seni özleyeceğim ufaklık” diyor saç larımın içine. “ Ben seni daha çok özleyeceğim. Benim için ne yaptığının farkında bile değilsin. Sana teşekkür etmem için bir sürü neden var.” ~ Kelimeler koca, beceriksiz klişeler gibi görünüyor lar, içim in derinliklerinde bu adam için hissettiğim m innettarlık ve sevgiyi anlatm anın yakınından bile geçmiyorlar. Albert’ın boş eve dönüşünü hayal edi yorum ve büyük bir suçluluk dalgası kaplıyor içimi. D ön üp birkaç adım atıyorum . Albert peşim den gelip bana tekrar sarılıyor. “Senden ayrıldığım için çok üzgünüm ” diyorum tiz bir sesle. Gözyaşları yüzüm den aşağı süzülüyor. “Ah, beni m erak etme! Bana bir şey olmaz” diyor, hâlâ bana sarılmış hâldeyken. “ G itsek iyi olur” diyor N in a nazikçe. N in a haklı, geç kalıyoruz. Ç an tam a bakınırken Albert’ın küçük hediyesini buluyorum . “Ç o k küçük bir şey. Sana ne alacağım ı bilem e dim .” O n a birlikte çekilmiş bir fotoğrafımızı koydu 3 0 6 %S$ı£-/itvrrvt^ ğum çerçeveyi uzatıyorum . Karşılığında bana bir zarf uzatıyor. İçine bakm adan çantam a koyuyorum. “Eğer Avustralya’ya gelirsen beni ara!” diye bağırıyorum N ina’yla birlikte uzaklaşırken. Artık görünm ez olana kadar arkama dönüp el sallamaya devam ediyorum. Q antas Havayolları mn uçağı pek de kalabalık sa yılmaz. Böylece N in a ile birlikte üst kata çıkıp ken dim ize birer boş sıra bulabiliyoruz. Elimizdeki plastik bardaklarda Yeni Zelanda sauvignon blanc şarabımız var ve her taraftan yükselen Avustralya aksanım duy dukça gülüm sem ekten kendim i alamıyorum. Akşam yemeği servisi yapılıyor ve N in a önüm deki köfte ve püreye uzun uzun bakıyor. “Vejetaryen m enü istememeni söyledim sana. Yedi ğin tek şey pirinç ekmeği.” Yemeğimi ve hatta çikola tam ın yarısını onunla paylaşıyorum. “Eve dönm ek en doğru hareket sanırım” diyorum . “ Evet, bence de. Boğazım a sahip olm ak bazen ol dukça zor oluyor.” “N e dem ek istediğini anlıyorum. Bazen gerçek iç güdülerimle, zihnim in, üzerinde ‘içgüdü’ yazan bir isim etiketi taşıyan yaramaz parçası arasında ayrım yapm ak bence çok zor.” “O etiketlere güvenseydim gün aşırı pankek yeme yarışm asına katılıyor olurdum .” 3 0 7 (WcJl Kendi küçük dünyalarım ıza dalıp film üstüne film izliyoruz. N in a bir uyku ilacı alıyor ve anında uyu yor. Ben ilaç alm ak istem ediğim için uyuyamıyorum. Albert’in verdiği zarfı hatırlıyorum. İçinde bir çift ku lak tıkacı var ve şöyle yazıyor: Dileğini yerine getiriyo rum. Sessizlik istediğin an hemen bunları tak. Sevgiler. Albert. H em en kulaklarım a takıyorum ve yarı uyur yarı uyanık garip bir uykuya dalıyorum. Tutulm uş bir boyun ve tıkalı bir fciırunla uyanı yorum. N in ay ı dürtüklüyorum am a ölü gibi uyuyor. Ben de tuvalete gidiyorum . G ökyüzünde, etrafında bu kadar çok uyuyan insanla küçük bir yerde kapalı kal m ak çok ürkütücü. Yüzümü yıkıyorum ve koridorda biraz rahatlam a hareketleri yapıyorum. Koltuk ara ları daracık olan yerime zar zor geçiyorum. Business class’la arasında dağlar kadar fark var. Pencereden dışa rı, karanlığa doğru bakıyorum. Business class’ta olm ak zorunda değilim aslında, tam da ünlü olm ak zorunda olm adığım gibi. Sanırım bugün olduğum insana pek katlanamayan çocukluk hayallerim tarafından yönlendiriliyordum. H ani ba zen yeni bir diş fırçası almayı uzun zam an unutursu nuz ya, ben de gerçekten ne istediğim le ilgili listeyi uzun zam an yenilememişim. 35 S onunda Avustralya toprağına ayak basıyoruz. N ina’nın gülüm sem esinde uzun zam andır göre m ediğim bir şey görüyorum . Annesi bizi karşılamaya gelmiş. N in a y a öyle sıkı sarılıyor ki tırnakları bem be yaz oluyor. Sonra bana sarılıyor ve kızını eve geri getir diğim için teşekkür ediyor. Ballina ya giden uçak çok küçük ve her türbülansta sallanıyor. Bu da tüm yolculuk boyunca avuçlarımın terlemesine neden oluyor. En büyüklerinden bir pa ket şekerleme alıyorum ve büyük bir başarıyla hepsini çabucak yiyorum. Annem benim le havaalanında b u luşm ak için üstelemeye çalıştı am a düğün nedeniyle î? C c v 6 ie - <ty t fc ı£ l pek zam anım olm ayacağından yarın gelm esinin daha iyi olacağını söyledim. Ballina H avaalanından Byron koyuna giderken tak side öne oturuyorum . H ava m ükem m el. Şehrin içine girdikçe havanın değişm e şekli sihirli gibi. Tanrım, bu ülkeyi seviyorum. Taksi şoförün e buralarda en iyi kahveyi nereden alabileceğim i soruyorum . B ir yerde duruyor, ben de soya lattem i alıyorum . N ihayet! Sıvı p islik ye rine sıvı altın tad ın d a bir kahve. W ategos plajında, denizin hem en karşısındaki yol üzerinde bulunan, o da kahvaltı, küçük otelim e ulaşıyoruz. Vay canına! İnternette görü n d ü ğü n d en dah a güzel gerçekten de. L o b id e pişm iş topraktan yer döşem eleri ve B allina tarzı büyük beyaz koltuklar var. T erasa açılan çift kanatlı cam kapılar palm iyelere ve okyanusa b ak ı yor. C enn etteyim . Burası biraz fazlaca pahalı am a kendim için bir gecelik hediyeyi hak ettiğim i d ü şü nüyorum . Yatak odasında üzerinde cibinlik olan ahşap bir kar yola var. K endim i yatağın üzerine atıp sırtüstü yatıyo rum ve gözlerim kapalı bir şekilde yastığın üzerindeki çikolatayı yiyorum. Günlerce uyuyabilirm işim gibi hissediyorum. Uyuyakalm adan kalkıp bikinim i giyi yorum ve dalm ak için okyanusa gidiyorum . Su ılık. Sanki kan nakli yapılıyor. 310 Z orla sudan çıkıp odam a geri dönüyorum . Saatim e bakınca hazırlanm ak için sadece yarım saatim olduğu nu fark ediyorum. Kahretsin! Kısa bir duş alıyorum , yeni m avi elbisemi giyiyo rum ve sadece özel zam anlarda kullandığım canlandı rıcı cilt bakım kremimi sürüyorum . Rim elim i sürer ken ellerimin titrediğini fark ediyorum. Parm ak arası terliklerimi çantam a sokuşturarak ıslak saçlarım la ve yalınayak W ategos plajında yürüyorum. Ö nce tepeye doğru çıkıyorum, sonra K üçük W ategos’a doğru yürüyorum. U zaktan düğün topluluğunu görü yorum ve bir gitar sesi duyuyorum . D ikkatim i kum lu bölgeye ulaşm adan önce geçmem gereken sıcak gri taş denizine yöneltiyorum. H er yerim karıncalanıyor, ellerim hâlâ titriyor ve saat farkı etkisini gösterm eye başlıyor. Bir taştan diğerine dikkatle yürüyorum . A yağım takılır ya da T obey’i görürüm korkusuyla kafam ı kaldırıp baka m ıyorum . Son taşı da geçince kafamı kaldırıyorum ve tam karşım da onu görüyorum . Üzerinde takım elbiseyle dam adın yanında duruyor. Yüzü kalabalığa dönük. Sandalyelerin arasındaki koridorda ona doğru yürür ken birden arkasına dönüp bana bakıyor. Bir an için kalbim nasıl atacağını unutuyor. O nunla evlenmek için yürüyor olabilirdim. j/ / (W <d,l H ayatım asla bir peri m asalına benzemedi. Karar larımı vermek için harcadığım zam anın bedelini öde meliyim belki de. Belki şu anda çıktığı biri var burada ya da belki elim den tutup beni eve götürür. N e olacağı hakkında en ufak bir fikrim yok am a en azından ne istediğimi biliyorum. -Son- 312