Nous avons lu Bunu okuduk
Transkript
Nous avons lu Bunu okuduk
Nous avons lu ‘’La bâtarde d’!stanbul’’ de Elif Shafak aux Editions Phoebus’’ Ce roman se tisse entre l’histoire de la famille Kazanci, famille turque vivant à !stanbul, et les Tchakhmakhian, une famille arménienne de San Francisco. La Bâtarde d’!stanbul ne se contente pas d’être un excellent roman fourmillant de personnages étonnants et excentriques, écrit tantôt avec un humour décapant tantôt avec une indulgente malice, c’est aussi un livre engagé qui prouve que ‘’ la littérature reste la plus belle arme pour bousculer l’ordre établi’’. C’est un livre tout en finesse contre le nationalisme et l’obscurantisme. Asya, la bâtarde d’!stanbul, qui n’a que faire de son passé et Armanoush, une jeune américaine à la recherche de ses racines, de père arménien et de mère américaine, devront l’une assumer le passé de ses aînés et l’autre ne pas se complaire dans la victimisation. La Bâtarde d’!stanbul est un livre d’espoir et de passions, passion d’Istanbul et de la Turquie moderne cosmopolite et ne parvenant pas toujours à dépasser ses contradictions. Nous avons aimé. Odile Bunu okuduk Phoebus yayınlarından Elif "afak'ın - !stanbul piçi". Bu roman, !stanbul'da ya#ayan Türk kökenli Kazancı ailesiyle, San-Fransisko'lu Ermeni kökenli Tchakhmakhian, ailesi arasında geçen bir hikayeyi anlatmaktadır. "!stanbul piçi", tuhaf ve #a#ırtıcı ki#ilikleri uyu#an harika bir roman olmakla yetinmeyip, bazen güçlü bir mizah bazen de muziplik ho# görü#üyle yazılmı#, aynı zamanda "Edebiyat, düzeni de$i#tirmeye iten en güzel silah" fikrini ispatlayan güdümlü bir kitap. Halk dü#manlı$ı ve ulusalcılı$a kar#ı ince bir dille yazılmı#. Asya, !stanbul piçi, geçmi#ini önemsemiyor. Armanoush, genç amerikalı durmaksızın ermeni babasının, amerikalı annesinin ve atalarının geçmi#ini dü#ünüyor. Asya, geçmi#ini kabullenecek, Armanoush da geçmi#inde zarar gören (kurban) ki#i olmaktan kurtulmayı ba#aracak. "!stanbul piçi", umudun ve tutkuların, ve asla çeli#kilerini geride bırakamayan, modern kozmopolit Türkiye'ye ve !stanbul'a olan tutkunun kitabıdır. Kitabı be$endik. Odile Carnet de voyage HASSAN KEYF, la perle du Tigre GEZİ NOTLARİ HASANKEYF, Dicle’nin İncisi Textes et dessins de JeanLouis Bonhommet Jean-Louis Bonhommet’nin notları ve çizimleri Jean-Louis Bonhommet est tombé amoureux de la Turquie il y a une trentaine d’années, pour la richesse de son passé, sa diversité culturelle présente et le maintien de certaines traditions originales. Il s’est passionné plus particulièrement pour le village d’Hasan Keyf, menacé par le projet de construction d’un barrage sur le Tigre au bord duquel il est construit. Hasan Keyf, ce sont 12 000 ans d’Histoire qui risquent de disparaître. Pendant sept ans, Jean-Louis a fréquenté le village, en compagnie d’une famille de Diyarbak���� ı��� r. Ce fut pour lui l’occasion de croquer un certain nombre de scènes et paysages qui constituent le présent carnet de voyage, édité grâce à l’Association. Ce magnifique carnet est disponible au prix de 15 € au local et auprès de l’auteur à Jupilles. Jean-Louis Bonhommet, 30 sene önce Türkiye’ye, Türkiye’nin zenginliğine, geçmişine, şuanki kültürel çesitliligine ve orjinal geleneklerini hala sürdürmelerine hayran olan biri. Onun özellikle Hasankeyf’e çok büyük bir ilgisi var zira bu bölge Dicle nehri üzerinde inşaatı yapılacak olan bir baraj projesi ile tehdit ediliyor. Hasankeyf, 12.000 yıllık tarihiyle yok olma tehlikesi ile karşi karşiya. Jean-Louis Bonhommet, 7 seneden beri Diyarbakırlı bir aile ile birlikte Hasankeyf’e sık sık gidiyor. Bu da, derneğin desteği ile basılan, gezi notlarının oluşmasında birçok rçesim ve görüntü yakalamasına neden oldu. Bu harika Gezi Notları eserine dernekten ya da Jupilles’de bulunan yazarın kendisinden 15€ karşilıığında sahip olabilirsiniz. KONUSU İSTANBUL'DA GEÇEN POLİSİYE ROMANLAR Mine Kırıkkanat'ın 2006 yılında Métailie Noir yayınevinden çıkan "Kostantin'in Laneti" adlı kitabı. Mine Kırıkkanat Vatan gazetesi başyazarı ve gazeteci. Devamlı olarak TV5 televizyonu "Kiosque" yayınında program yapar. İstanbul büyük bir depremle sarsılır, deniz bölgenin büyük bir kısmını sular altında bırakır. Uluslararası yardım eli uzanır. Avrupa ve Amerika çıkarları arasındaki rekabet ve ülkenin geleceği ile oynandığı jeopolitik bir mücadele başlar. Heyecanlı bir akışa sahip olan bu roman, halkına ve kentine olan sevgiyi dile getirmekte ve Türkiye'nin sahne olduğu oyunları ortaya koymaktadır. Yeniçerilerin Komplosu ‐ Jason GOODWİN İstanbul Hazineleri ‐ Jason GOODWİN LITTÉRATURE POLICIÈRE À ISTANBUL La Malédiction de Constantin de Mine KIRIKKANAT Editions Métailié Noir 2006. Mine Kirikkanat est journaliste, éditorialiste à Vatan, elle intervient régulièrement sur TV 5 dans l’émission Kiosque. Istanbul a été secouée par un grand tremblement de terre et un raz de marée a englouti une partie de la région. L’aide internationale se met en place, la rivalité entre les intérêts de l’Europe et des EtatsUnis se révèle et l’on assiste à une lutte géopolitique où se joue l’avenir du pays. Ce roman rythmé comme un thriller est une déclaration d’amour à la ville et à son peuple, il illustre clairement les enjeux dont la Turquie est le théâtre. Le complot des janissaires de Jason GOODWIN poche 10/18 Le trésor d’Istanbul de Jason GOODWIN poche 10/18 Jason GOODWİN bir İngiliz tarihçidir, Cambridge Üniversitesi'nde bizans tarihi okumuş ve bir Osmanlı tarihi yazarıdır. Yeniçerilerin Komplosu ve İstanbul Hazineleri, Osmanlı dedektifi Haşim tarafından yapılan bir soruşturma serisinin ilk kitaplarıdır. Yeniçerilerin Komplosu, bizi Sultan tarafından güçleri ellerinden alınmış ama görkemli bir dönüş planını uygulama hazırlığında olan yeniçerilerin son derece kapalı olan dünyalarına götürüyor. İstanbul Hazineleri olan diğer kitap ise, bizi Sultan ikinci Mahmut'un ölümüne yakın olan zamana götürür. Dedektifimiz, eski bizansı yeni bir yunan imparatotluğuna çevirme hayalini kuran gizli, yakalanamaz bir topluluğa karşı mücadele etmelidir. İstanbul sevdalıları, Haşim'i şehrin sokaklarında ve Boğaziçi sahilinde izleme zevkini tadacaklardır. JeanLouis BERNAUS Jason Goodwin est un historien britannique, il a étudié l’histoire byzantine à l’université de Cambridge et est l’auteur d’une histoire de l’empire ottoman. Le complot des janissaires et le trésor d’Istanbul sont les premiers tomes d’une série d’enquêtes menées par Hachim le détective ottoman peu ordinaire – c’est un eunuque – Le complot des janissaires nous introduit dans le cercle très fermé des janissaires privés de pouvoir par le Sultan mais qui seraient en train d’échafauder le plan d’un retentissant retour. Le trésor d’Istanbul nous place au moment où le Sultan Mamut II est sur le point de mourir. Notre détective doit lutter contre une insaisissable société secrète qui rêve de rétablir dans l’ancienne Byzance un nouvel empire grec. Les amoureux d’Istanbul prendront plaisir à suivre Hachim dans les rues de la ville et sur les rives du Bosphore. JeanLouis BERNAUS LIBRE OPINION SERBEST DÜ!ÜNCE OUI A LA TURQUIE (de Michel ROCARD) Editions Hachette TAPAGE TÜRK"YE'YE EVET Michel ROCARD Hachette TAPAGE Yayınları « J’ai la conviction qu’ouvrir l’Europe à la Turquie est économiquement intelligent, stratégiquement indispensable et culturellement visionnaire. » "Avrupa'nın Türkiye'ye kapılarını açması, ekonomik açıdan akılcı, stratejik açıdan vazgeçilmez ve kültürel açıdan da zenginle!tirici olaca"ı inancındayım". D’entrée de jeu, M. Rocard est à contrecourant de bien des dirigeants politiques et plaide pour l’intégration. Her!eyden önce Michel Rocard, birçok siyasi yöneticinin dü!ündüklerinin tersine entegrasyonun yanında yer alıyor. Après un rappel historique il donne les principales dates du rapprochement vers l’Europe. Il évoque l’évolution des réformes sur le plan de la justice et de la démocratie. Fidèle a son habituel franc parler, il aborde également les questions qui fâchent : L’ « abcès Kurde », le « tabou arménien », le « cassetête chypriote ». Kısa bir tarihçeden sonra, Türkiye'nin Avrupa'ya yakınla!masının belli ba!lı tarihleri üzerinde duruyor. Demokrasi ve adalet konuları üzerinde yapılan reformları ortaya koyuyor. Açık sözlü söylemine sadık kalarak, "Kürt sorunu", "Ermeni tabusu" ve "Kıbrıs çıkmazı" sorunları ile ilgili kızdırıcı sorulara da de"iniyor. La Turquie se replie sur ellemême devant les hésitations de l’Europe. Pourtant la Turquie est une « chance » pour l’Europe : elle est installée sur les routes du pétrole et du gaz, elle est influente en Asie Centrale ou gisent des réserves d’énergie fossile. Elle est une importante puissance militaire aux confins de la Russie, de l’Irak, de l’Iran, de la Syrie. Türkiye, Avrupa'nın tereddütleri önünde kendisini sürekli olarak geri çekiyor. Bununla beraber, Türkiye Avrupa için bir !anstır: Zira Türkiye, petrol ve gaz da"ıtım yolları üzerinde bulunmakta; Orta Asya ülkelerinde etkili ve de fosil enerji kaynaklarına sahip bir ülke. Suriye, #ran, Irak ve Rusya sınırlarında bir önemli güçtür. L’Europe lestée et enrichie d’un pays de bientôt 80 millions d’habitants, face à l’Asie et aux Etats-Unis, verrait sa force de paix et de compromis renforcée. Michel Rocard reste lucide mais résolu et croit à une intégration par étapes. Asya ve Amerika ile kar!ı kar!ıya bulunan, nüfusu yakla!ık 80 milyona dayanan bu ülkeyle ço"alan ve zenginle!en Avrupa, barı! görü!meleri ve uzla!tırmadaki gücünü görür. Michel Rocard aklı ba!ında, kararlı ve a!amalı bir entegrasyona inanıyor. Pour ma part, je peux lui reprocher de ne pas évoquer la forte corruption de la classe politique dirigeante qui ne fait que satisfaire un clientélisme excessif. Il n’évoque pas non plus, la majorité islamique qui avance masquée pour mieux prendre le pays en otage. Jean-Louis BERNAUS Kendi açımdan; sadece yanda!ların a!ırı iltimasını tatmin ettiren siyasi yönetici sınıfının yozla!masını gündeme getirmedi"i için ona sitem edebilirim. Ülkeyi iyice etkisi altına alarak örtülü bir !ekilde ilerleyen islami ço"unlu"u da hiç gündeme getirmiyor. Jean-Louis BERNAUS Tchador de Murathan Mungan – Editions Actes Sud – Lettres turques D’emblée, je ne peux m’empêcher d’écrire que la force de ce livre est inversement proportionnelle à sa taille. C’est un petit livre de seulement 111 pages que vous ne refermerez pas avant d’avoir lu la dernière page. Après un long exil, Akhbar revient dans sa ville natale où il ne retrouve plus personne ; impossible de la situer, nous savons seulement qu’il devait faire bon vivre dans cette ville aux couleurs et senteurs de Mardin où l’auteur a passé une grande partie de son enfance. Sa ville est « devenue une étrange partie du monde où l’Armée de l’islam a fait régner la terreur » où les femmes « dissimulées dans l’ombre de leur voile, tels des esprits désincarnés laissaient un monde appauvri, amoindri, un monde vide. Elles n’étaient plus là pour faire rêver ». Si à son retour, de ruelle en ruelle sous ce que l’auteur appelle un catafalque, il a cherché sa mère, sa soeur, sa fiancée, désormais « il se met en quête du visage de n’importe quelle femme bien vivante emprisonnée dans cette fantasmagorie » avant de faire « soudain une terrible découverte : il manquait la moitié de la vie… ». Un livre qu’il faut absolument lire pour découvrir un grand auteur dont Tchador** est le second livre traduit en français ; je n’ai pas encore lu Quarante chambres aux trois miroirs. ** Après discussion avec nos amis de Turquie où l’auteur est très connu, et bien que le titre original soit çador, il est apparu que ce mot n’appartient pas au vocabulaire turc…que faut-il en déduire… ?... Jeunes originaires de Turquie, entre l’école et la communauté de Mahir Konuk Logiques sociales – L’Harmattan Bien que j’aie eu beaucoup de mal à entrer dans ce livre, la forme m’ayant un peu rebutée, je n’ai pas regretté d’y avoir passé un peu de temps. En étudiant le parcours d’une quarantaine de jeunes issus de l’immigration turque, l’auteur se penche sur leur équilibre identitaire dans leur rapport au quartier, entre l’école et la famille et enfin sur leur intégration à la société globale. Un ouvrage qui interpellera forcément et plus particulièrement ceux et celles de l’association. Odile ÇADOR - Murathan MUNGAN, Actes Sud Yayınlarından-Türkiye Mektupları Kitabın boyutuna nazaran içindekilerin etkisiyle hemen birşeyler yazmaktan kendimi alamadım. Akbar, uzun süren bir sürgün döneminden sonra, hiç kimseyi bulamadığı doğduğu kente geri döner; yerini belirlemek artık mümkün değildir, çocuklugunun büyük bir bölümünü geçirdiği Mardin’de renkleri ve kokularıyla bu şehirde güzel bir hayat geçirmiştir. Baba ocağı olan bu şehir; “islam ordusunun şiddetiyle egemenleşen bir yabancı dünyaya dönüşmüş” kadınlarının “peçelerinin gölgesine gizlenmiş, kiminin maddi dünyaya önem vermeyen düşünceleri verimsizleşmiş bir dünyaya, kiminin ise içi boş bir dünyaya. Onların artık bu dünyaya söyleyecek birşeyleri kalmamış”. Bu kente dönüşünde, yazarın katafalk diye adlandırdığı çadorun altında sokaktan sokağa, annesini, kızkardeşini ve nişanlısınıı arar bundan sonra, “bu görüntü oyununun içine hapsolmuş yaşayan herhangi bir kadın çehresini araştırmaya başlar, birden korkunç birşeyin: hayatın yarısını kaçırmış olduğunu farketmeden” önce. Çador*, yazarın fransızcaya çevrilen ikinci kitabı, yazarını tanımak için mutlaka okunması gereken bir kitap.Yazarın diğer kitabı olan “Üç Aynalı Kırk Oda”yı henüz okumadım. *Yazar, Türkiye’de çok tanınmış, oradaki arkadaşlarımızla kitabın orjinal ismi olan Çador kelimesi üzerinde tartıştık, ama ne ilginçtir ki bu kelimenin daha sözlüklerde yer almadığı ortaya çikti. Buna ne demeli......? Mahir KONUK’un okul ve türk toplumu arasında kalan “Türk Kökenli Gençler” adlı kitabı Bu kitabı okumaya başlamakta zorlansam da, biçimi beni sıksa da okumaya biraz zaman ayırdığım için pişman değilim. Türk göçmen doğumlu kırk genç üzerinde yapılan bir çalismada, yazar yaşadıkları semtteki ilişkilerinde, okul ve aileler arasında, ve son olarak da bulunduğu topluma uyum sağlama konusunda, kimlik dengeleri üzerine eğiliyor. İster istemez ve özellikle de dernektekileri çagristiran bir kitap. Odile « Deux peuples proches, deux voisins lointains » de Hrant DINK - Actes Sud İki yakin halk, iki uzak komsu Hrant DİNK, Actes Sud yayınları Ce petit livre posthume de Hrant DINK* est le manifeste de celui qui n’a eu cesse de travailler à la réconciliation de deux peuples, l’Arménie et la Turquie. Hrant DİNK’in ölümünden sonra yayımlanan bu küçük kitap, Ermeni ve Türk halklarının barışma çalışmalarını asla elden bırakmayan birinin bildirisidir. Arménien de Turquie s’acharnant à atténuer « le ressentiment des Arméniens » et « à adoucir la paranoïa des Turcs », Hrant DINK fut combattu par les nationalistes turcs et mal compris de la diaspora arménienne. Ardent défenseur du rapprochement entre ces deux peuples, tout au long de ce livre, il s’adresse à eux pour qu’ils « reconstruisent leur mémoire commune en transformant le monologue en dialogue… ». Hrant DİNK, «ermenilerin kini» ve «türklerin paranoyasını yumşatmak» mücadelesi veren Türkiyeli bir Ermeni. Aşırı milliyetçi kesimle mücadele etti ve ermeni diasporası konusunda yanlış anlaşıldı. Sa détermination inlassable lui a coûté la vie…mais il a laissé son empreinte sur le monde : les esprits ont changé. Depuis, la Turquie et l’Arménie ont ouvert un processus de normalisation diplomatique ; depuis, même si la question arménienne reste un sujet brûlant, ensemble, les intellectuels et les journalistes turcs et arméniens s’en sont emparés. C’est toujours un sujet qui fâche, mais c’est un sujet qui a pris sa place dans l’espace public turc. C’est un livre pour tous ceux qui souhaitent « déverrouiller l’histoire ». * Hrant DINK était directeur de la rédaction d’Agos, seul hebdomadaire édité et en arménien et en turc, lorsqu’il a été assassiné à Istanbul, devant son journal, le 19 janvier 2007. ____________________ Pour les amoureux d’Istanbul …. …. et pour tous ceux qui veulent découvrir ou redécouvrir Istanbul Dans la collection BOUQUINS chez Robert LAFFONT, ISTANBUL … Histoire, promenades, anthologie et même un dictionnaire pour se repérer dans le temps, dans l’espace et…à Istanbul. ____________________ « Passeport à l’iranienne » de Nahal Tajadod – Livre de poche Vouloir faire renouveler son passeport est banal en soi, sauf si vous êtres pressée et iranienne. Passeport à l’iranienne est le parcours du combattant auquel est confrontée l’auteur pour retourner en France où elle réside habituellement. L’Iran, tout d’abord, c’est l’univers des barbus et des ayatollah ; dans ce livre, on n’en parle pas... L’Iran apparaît comme un pays pittoresque où la débrouillardise des habitants fait face ou contourne, c’est selon, une bureaucratie kafkaïenne …L’auteur en parle avec humour ; drôlerie et cocasserie sont présentes à chaque page. Un livre, pour découvrir un autre visage de l’Iran et sortir des clichés. Kitapta, her iki halkın birbirlerine yakınlaşmasını isteyen bu ateşli savunucu onlara «ayrı ayrı konuşacaklarına birlikte biraraya gelip konuşarak, ortaklaşa belleklerini tazelemelerini» öneriyor. Onun bu sabırlı azmi, yaşamına mal oldu, ama dünyada bir iz bırakmayı başardı: fikirler değişti. O günden bu yana, Türkiye ve Ermanistan bir normal diplomasi süreci başlattılar, o zamandan beri, ermeni sorunu hala daha sıcak bir sorun olsa bile, birlikte Türk ve Ermeni fikir adamları ve gazeteciler bundan yararlandılar. Bu konu hala her iki tarafı kızdırıyor, ama kamuoyunda yer almaya başladı. artık Türk Bu kitap, «tarihin kapısını aralamak» isteyen herkes için. *Hrant DİNK, haftalık ermenice ve türkçe yayımlanan Agos gazetesi müdürüydü, 19 ocak 2007 yılında İstanbul’da gazetesinin önünde öldürüldü. ____________________ İstanbul sevdalılarına.... ve İstanbul’u keşfetmek ya da yeniden keşfetmek isteyen isteyenlere..... BOUQUİNS kolleksiyonundan İSTANBUL... Tarihi, gezilecek yerleri anlatan, seçme yazılara ve şiirlere yer veren ve hatta zamanın ve mekanın nerede olduğunu anlattıran bir sözlük. ____________________ «İran pasaportu», Nahal Tajadod - Livre de poche Acelen ve İranlı olmadıkça, pasaportunu yenilemek istemek boşuna zaman harcamaktır. Bu kitap, yaşamakta olduğu ülkeye, Fransa’ya dönmek için yazarın karşı karşıya kaldığı mücadeleleri anlatmaktadır. İran, herşeyden önce, sakallıların ve ayetullahçıların dünyası; bu kitapta, bundan bahsedilmiyor....İran, oturanların karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelebildiği güzel bir ülke gibi görünüyor, bu kitaba göre; Kafka’nın romanlarındaki asap bozucu, saçma sapan atmosferi andıran bir bürokrasi.... Yazar, bundan nükteli bir şekilde bahsediyor; Her sayfa, komik ve eğlenceli bir tarzda sunulmuş!!! Klişelerden çıkıp ta, İran’ın bir diğer yüzünü keşfettiren bir kitap. AŞK de Elif Şafak éditions Phébus Önceki romanlarında olduğu gibi, Elif Şafak yine toplumsal kuralların, geleneklerin, göreneklerin kıskaca aldığı insanları ele alıyor. «Aşk» roman içinde roman. İç içe geçmiş bir kurguyla aşkın kuralları ve aşka varış yolları anlatılıyor. Olaylar çok geniş bir coğrafyada, farklı zaman dilimlerinde geçiyor, farklı kültürleri anlatıyor ve iki farklı düzlemde ilerliyor. Kahramanları Ella (Amerikalı Yahudi asıllı evkadını), Aziz A. Zahara (Hollanda’da yaşayan İskoç kökenli ateist, sonradan müslüman olmuş), Tebrizli Şems, Konyalı Mevlana, Kerra (Mevlana ile evlendikten sonra rum ortodosluktan müslümanlığa geçmiş). Hepsi sizi alıp kendi dünyalarına götürüyor. Elif Şafak yüzyıllararası yolculuğuna okuyucuyu da ortak ediyor. Kimi zaman Ella, kimi zaman Kerra, kimi zaman Aziz A. Zahara ve kimi zaman da Şems ile özdeşiyorsunuz. Elif Şafak, «AŞK»ı yazıya dökmeden önce, 15 yıla yakın bir süre mayalandırmış bu konuyu. Onun için tasavvuf felsefesinin özünü okuyucuya yalın bir dille aktarabiliyor. Kitaptaki Aşk şeriatında yeralan 40 kural, tasavvuf felsefesinden beslense de tamamen Elif Şafak’ın hayalgücünün ürünü. Bu kitap «Okudum, bitti» denilecek türden bir roman değil. Okurken de, sonradan da üzerinde uzun süre düşündürüyor. „Aşk“, her yaştan ve her sosyal gruptan, herkes tarafından okunması gereken bir kitap. Sema Livres récents ... ou non « La saga de Mehmet le Mince » - les éditions Gallimard viennent d’éditer la grande saga du Mandrin turc, Mehmet le mince - dans sa bibliothèque, un basique d’un auteur incontournable, Yasar Kemal - à lire et à relire « Le Samovar » de Sait Faik Abasiyanik – auteur poète, novelliste et humaniste– Editions Bleu Autour Et puis le dernier de Nedim Gürsel, aux éditions Empreintes du temps présent – « Belle et rebelle, ma France »- impressions de voyage, réminiscences, évocations historiques et littéraires d’un auteur que nous connaissons tous bien. Quelques bons CD « Hiç » , l’incontournable de Erkan Ogur SOUFI, MON AMOUR de Elif Shafak éditions Phébus Comme dans ses romans précédents, Elif Shafak traite des usages, coutumes et traditions. Soufi, mon amour, c’est un roman dans le roman. L’amour, l’accès à l’amour sont présents tout au long de ce livre, raconté par les divers personnages. Les événements se déroulent décalés dans le temps, en des lieux éloignés. Les personnages sont de cultures différentes, Ella, une américaine d’origine juive, Aziz A.Zahara qui habite en Hollande, originaire d’Ecosse, athée et converti à l’islam, Sems de Tabriz, Mevlana de Konya et Kerra, grecque orthodoxe convertie à l’islam. Tous ces personnages vous emmènent dans leur propre univers. Elif Shafak transporte le lecteur dans son voyage inter siècles et le lecteur s’identifie à l’un ou l’autre de ces personnages. Elif Shafak dira que ce roman fermenta en elle pendant une quinzaine d’années ; c’est sans doute pour cette raison qu’en un langage simple elle livre au lecteur l’essentiel de la philosophie mystique qu’est le soufisme. Les 40 règles de l’amour, tout droit sorties de l’imagination de l’auteur, se nourrissent de soufisme. Ce livre n’est pas un roman dont on peut seulement dire « Ca y est, je l’ai lu, il est fini » ; ce livre fait réfléchir tout au long de sa lecture et une fois refermé, on réfléchit encore. Soufi, mon amour est un livre qu’il faut absolument lire. Sema Eski ve yeni kitaplar «İnce Mehmet Efsanesi» - Gallimard yayınları, büyük efsanevi türk romanlarından olan İnce Mehmet’i yayınlamıştır.Kitaplığınızda büyük türk yazarı Yasar Kemal’in kitaplarını bulundurmanızı tavsiye ederiz. Tekrar tekrar okuyacağınız türden kitaplar bunlar. «Semaver» - Sait Faik Abasıyanık - yazar, şair, romancı ve hümanist - Bleu Autour Yayınları Nedim Gürsel’in son kitabı - Empreintes Yayınları - « Güzel ve asi, benim Fransam» - Hepimizin yakından tanıdığı bu yazar, gezi izlenimlerini, eskiyi günümüze taşıtan olayları, tarihi çağrıştırıcı ve edebi bir dille bizlere aktarıyor. Biraz da müziğe ne dersiniz «Hiç» adlı Erkan Uğur’un CD’si « Cazname » si vous aimez la clarinette des Balkans avec Barbaros Erköse, célèbre pour jouer avec des musiciens du monde entier Editions Kalan «Cazname» Barbaros Erköse ile Balkan müziğini onun klarnetinden dinleyiniz. Dünya çapında diğer ünlü müzisyenlerle de çalışmış ünlü bir klarnetçi. Kalan Yayınları. et un disque des Kardes Türküler, littéralement les chants fraternels – ce groupe reprend le patrimoine commun aux peuples d’Anatolie et de Mésopotamie ; deux valeurs sûres « Bahar » ou « Dogu » Erkan Uğur Ve son olarak ta «Kardeş Türküleri»den bir CD - Bu grup Mezopotamya ve Anadolu halklarının ortak eski türkülerini yorumluyorlar.; ilk dinlediğinizde hemen alacağınızdan hiç şüphemiz yok. CD’nin adı «Bahar ya da Doğu». MASUMİYET MÜZESİ - Orhan PAMUK 674 sayfa, Gallimard yayınları Le Musée de l’Innocence – Orhan Pamuk Sibel’le nişanlı olmasına ve onunla tüm yaşamı boyunca iyi olacağını bilmesine rağmen, Kemal yoksul ve uzaktan bir akrabası olan genç kuzeni ile karşılaşır ve onunla engellere ve zamana karşı duran tutkulu bir ilişkiye girer. Alors qu’il est fiancé à Sibel, auprès de laquelle il est certain de se sentir bien toute sa vie durant, Kemal rencontre sa jeune cousine de 18 ans, une cousine éloignée et pauvre ; il engage avec elle une liaison passionnée qui résistera aux temps et aux obstacles ; il ne rompra pas même ses fiançailles. Chez Gallimard – 674 pages İstanbul’un görkemli bir otelinde yapılan nişan töreni esnasında Füsun iz bırakmadan ortadan kaybolur. Kemal boş yere onu aramaya başlar; Sibel de sonunda kendisinden ayrılır. Kemal inat eder ve Füsun’u bir çocukluk arkadaşıyla evlenmiş olarak bulur. Bu, onun için önemli değildir, Füsun bile evli bir kadını çevreleyen yasaklara rağmen ona geri döner; Kemal aileyi her ziyaretinden sonra birer birer Füsun’un dokunduğu küçük eşyaları götürmeye başlar, yavaş yavaş bu aşk için tasarladığı «Masumiyet Müzesi»ni oluşturmaya başlar. Flaubert kendi mektuplarında metreslerinden biri için «onun mendillerini, saç tokalarını, saçlarını,....saklayarak, yıllarca onlara dokunarak teselli arar» sözlerinden yola çıkarak, bu aşkın hikayesini anlatmaya ve bu müzenin de kataloğunu hazırlamaya başlar. Bu roman sıradan bir aşk hikayesi değil; Orhan Pamuk’un sanatı, Batı ve onun yaşam tarzıyla büyülenen 1970’lerin (ki bu 30 yıl süresince) İstanbul burjuva sınıfındaki (ki buna yazar ve roman kahramanı olan Kemal de dahildir), kadınların kendilerini öne çıkartmak için toplumun benimsemiş olduğu prensiplere son verdirmeyi isteyen dönemdeki kişilikleri bizlere sevdirmeyi hedeflemektir. İstanbul sevdalıları - bu romanda da öne çıkarOrhan Pamuk’un daha önce çok harika bir portresini* çizdiği İstanbul’un, bu kentin her anını, her köşesini belirlemekten büyük bir haz duyacaklardır. Bu kitap belki de sizleri Çukurcuma, Dalgıç çıkmazındaki «Masumlar Müzesi»ni aramaya itecektir..... Odile * İstanbul-Bir Kentin hatıraları - Orhan Pamuk Mais c’est au soir de ces fiançailles, dans un hôtel somptueux d’Istanbul, que Füsün disparaît, effaçant ses traces.Kemal part vainement à sa recherche ; Sibel finalement choisira la rupture. Alors, Kemal se montrera si obstiné qu’il retrouvera Füsün mariée à un ami d’enfance. Peu importe, même mariée Füsün lui reviendra un jour malgré les interdits qui entourent une femme mariée ; après chacune de ses visites à la famille, Kemal emportera une à une les pièces qu’elle aura simplement touchées…Petit à petit, il constituera Le Musée de l’Innocence qu’il consacrera à cet amour. Comme il dit plus tard à l’écrivain qui racontera l’histoire de cet amour et dressera le catalogue de ce musée, Flaubert dans sa correspondance n’écrivaitil pas qu’il avait aimé une de ses maîtresses « au point de cacher ses mouchoirs, ses barrettes, ses mèches de cheveux…et de chercher consolation à leur contact pendant des années ». Ce n’est pas une banale histoire d’amour ; l’art d’Orhan Pamuk est de parvenir à nous faire aimer tous ses personnages, au point qu’il devient captivant de les suivre dans cette Turquie des années 1970, trente ans durant, à une époque où la grande bourgeoise stambouliote - celle de Kemal comme celle de l’auteur – est fascinée par l’Occident et ses modes de vie, à une époque où la femme souhaite rompre avec les principes d’une société pour mieux s’affirmer. Les amoureux d’Istanbul – toujours présent dans ce roman – prendront un véritable plaisir à situer chaque moment dans chaque lieu de cette ville dont Orhan Pamuk a déjà fait un si magnifique portrait*. Peut-être vous poussera-t-il jusqu’à chercher le Musée de l’Innocence, à Çukurcuma, Impasse Dalgıç… Odile * Istanbul - Souvenirs d’une ville - Orhan Pamuk Littérature étrangère - Gallimard L’imposture turque - de Martine Gozlan Grasset, 117 p Le « modèle turc » semble fasciner le monde arabe à la recherche d’une solution politique. Le tableau idyllique de la Turquie ne semble pas être la réponse attendue. C’est ce que Martine Gozlan cherche à prouver dans son livre : « L’imposture turque ». - Modèle de démocratie ? Le premier ministre exerce un pouvoir de plus en plus autoritaire, le simple fait de s’intéresser à des minorités religieuses ou ethniques devient un délit d’opinion et à ce titre plusieurs dizaines de journalistes et un éditeur sont en prison ; la justice est mise sous tutelle ; la secte de l’imam Fethullah Gülen infiltre les rouages de l’Etat. Ikiyüzlülük - Martine Gozlan - Grasset Yayınları, 117 sayfa «Türk modeli» Arap dünyasının politik bir çözüm arayışında oldukça çekici görünüyor. Türkiye’nin bu harikulade tablosu beklenen bu cevabı vermeyebilir. Bundan dolayı Martine Gozlan, son kitabı «İkiyüzlülük’te « de bunu ispat etmeye çalışıyor. Demokrasi modeli mi? - Başbakan gittikçe otoriter bir güç sergilemeye başlıyor. Sadece dini ve etnik azınlıklara karşı olan düşünce suç sayılmakta, ve bu konuda onlarca gazeteci ve bir yayımcı hapisanede; adalet baskı altında; Fethullah Gülen tarikatı devlet mekanizmalarına sızmış durumda. - Modèle de laïcité ? Le voile devient omniprésent ; l’alcool est interdit aux moins de 24 ans ; les manuels scolaires sont adaptés aux exigences islamistes ; des principes de la charia gagnent insidieusement le droit privé ; les prêches sont natalistes et recommandent que la femme reste au foyer. Laiklik modeli mi? - Peçe her yerde görünür olmuş; alkollü içecekler, 24 yaşın altındakilere yasaklanır olmuş; ders kitapları islami taleplere göre hazırlanır olmuş; şeriat ilkeleri sinsice özel hukukta yer almaya başlamış; doğumu teşvik eden ve kadının evde kalmasını öneren vaazlar verilmeye başlanmış. - Modèle de géopolitique ? Les changements de stratégie concernant les Etats-Unis, Israël, la Syrie, l’Iran et l’Europe, font penser à une absence totale de vision à moyen terme de l’équilibre du Moyen Orient, des pays musulmans et du rôle de la Turquie. Jeopolitik model mi? - Amerika’yı, İsrail’i, Suriye’yi, İran ve Avrupa’yı içine alan strarateji değişiklikleri, Orta Doğu’da, müslüman ülkelerde ve Türkiye’nin rolünde orta vadeli denge açısından tam bir vizyon eksikliğini düşündürüyor. Enfin, concernant cet « islamisme modéré » qui aveugle nos politiciens, l’auteur rappelle cette phrase de T.R. Erdogan « la démocratie, c’est comme le bus, on en descend une fois arrivé à destination ». Mais quelle est la destination ? Jean-Louis Sonuç olarak; politikacılarımızın gözünü kör eden bu «ılımlı islamcılık» ile ilgili yazar, R.T. Erdoğan’ın şu cümlesini hatırlatıyor : « demokrasi bir otobüs gibidir; bir kez varılacak hedefe geldiğinde orada inersin». İyi de, hangi hedefe? Jean-Louis Allez, les enfants, c’est votre tour ….. Haydi çocuklar sıra sizde.... Les jeunes de 6 à 15 ans sont invités à répondre aux questions suivantes. Les 3 premiers qui auront correctement répondu aux questions recevront un petit cadeau. Bonne recherche et apportez votre réponse à Sema. Aşağıdaki soruları yanıtlayan yaşları 6 ila 15 arasında olan çocuk ve gençlerimizi araştırmaya davet ediyoruz. Soruları yanıtlayan ilk 3 kişi küçük armağanlarla ödüllendirilecektir. İyi araştırmalar. 1. Quelle est la différence entre LIMA et LAMA ? 2. Quel est le nom de l’empereur du Japon ? 3. Quel animal mange des fourmis ? 4. Qui a inventé l’imprimerie ? 5. Quelle est la traduction française des initiales anglaises UFO ? 1. LIMA ve LAMA arasındaki fark nedir? 2. Japon imparatoruna ne ad verilir? 3. Karınca yiyen hayvanın adı nedir? 4. Matbaayı ilk kim bulmuştur? 5. İngilizce UFO kısaltımı hangi kelimelerin baş harflerinden oluşmuştur? Immigration, intégration, le langage de vérité de Malika Sorel-Sutter* aux éditions Mille et une Nuits, 2011 GÖÇ, ENTEGRASYON VE GERÇEĞİN KENDİSİ - Malika Sorel-Sutter* Binbir Gece Yayınları, 2011 Parce que la question de l’intégration depuis plus de trente ans est restée sans réponse, il faut bien se résigner à un constat d’échec. Et c’est ce que Malika Sorel déplore. Entegrasyon sorunu tam 30 yılı aşkın bir süredir yanıtsız kaldığından bu başarısız girişime katlanmak gerekir. Malika Sorel bu duruma üzülüyor. Dans son livre, elle dénonce le divorce entre l’école et la famille, ce qu’elle nomme « l’incompatibilité culturelle ». Elle aborde l’absence « de socle commun » entre communautés étrangères et communauté d’accueil ainsi que le rejet par la plupart des immigrés des principes fondamentaux républicains rendant ainsi impossible toute intégration. Elle est convaincue que le renforcement des diversités et les louanges au multiculturalisme rendent impossible « le vivre ensemble » et peuvent même devenir une menace pour la laïcité. Les concessions aux communautarismes dressent un mur entre les uns et les autres au point que « les français se sentent apatrides chez eux ». Kitabında «kültürel uyumsuzluk» diye adlandırdığı aile ve okul arasındaki karşıtlığı dile getiriyor. Yabancı toplumlarla evsahibi ülke arasındaki «ortak zemin» yokluğunu, tam entegrastonu imkansız kılan cumhuriyetin ana ilke ve değerlerinin bazı göçmenler tarafından reddi gibi konuları ele alıyor. Malika Sorel regrette que l’immigration extra européenne soit davantage intéressée par les papiers d’identité plutôt que par l’identité française ; en conséquence, l’obtention de la nationalité française ne pourrait se faire qu’après un véritable parcours de citoyenneté. Sans distinction, l’auteure fustige les hommes politiques et leurs solutions inefficaces ; elle marche sur un terrain miné et aborde un sujet tabou que les politiquement corrects refusent « au risque de tuer le débat républicain» Le livre ne propose pas de véritables solutions à effet immédiat…Malika Sorel dénonce plutôt qu’elle ne propose …. Alors ? Lire ce livre c’est toutefois saisir une occasion de réfléchir sans se voiler la face sur un sujet brûlant d’actualité. Ames sensibles, s’abstenir. Malika Sorel ne connaît pas le double langage, elle met tout le monde à la même table, élus comme immigrés, devant leurs responsabilités mais aussi face à leurs devoirs. ; elle n’épargne personne et personne n’en sort indemne. * MALIKA SOREL-SUTTER est ingénieur de l’École Polytechnique d’Alger et diplômée d’un troisième cycle de gestion de Sciences-Po. Née en France, elle a passé une quinzaine d’années en Algérie. En 2007, Malika Sorel-Sutter a publié Le Puzzle de l’intégration. Les pièces qui vous manquent (Mille et une nuits). Elle est aujourd’hui membre du Haut Conseil à l’intégration, aux premières loges pour constater l’ampleur des dégâts et l’urgence d’une politique cohérente et courageuse. Farklılığın sağlamlaştırılması ve çok kültürlülüğün övgüleri «birlikte yaşamayı» imkansız hale getirdiğini ve belki de laiklik için bir tehdit olabileceğine inanıyor. Toplumlara sağlanan bu imtiyazlar, «fransızların ülkelerinde kendilerini vatansız hissettikleri» noktasında birbirlerinin arasında bir duvar örmektedir. Avrupa dışından gelen bu göç, kimlik belgelerinden ziyade daha çok fransız kimliğini elde etme dezavantajına üzülüyor yazar. Aslında, fransız kimliği, gerçek bir vatandaş olma yolu izlendikten sonra elde edilmelidir. Öte yandan, yazar politikacıları ve onların başarısız girişimlerini eleştiriyor ve çok hassas konulara giriyor. Konuşmaktan çekindiğimiz soruları ve eğer bu sorulara yanıt vermeye çalışırsak tam demokratik tartışmayı yok etme riskiyle karşı karşıya kalacağımız yasak konuları ele alıyor kitabında. Kitap, bu konu hakkında çözümler vermiyor, hatta yazar da kendi önerilerini bizlere aktarmıyor.... Öyleyse niye okunmalı bu kitap?... Çünkü, gündemdeki sıcak bir konuyu gözardı etmeksizin biraz düşünme fırsatı yakalamamız için bu kitap okunmalı bence. Gerçeklerden korkuyorsanız, bu kitabı okumayın. Malika Sorel diplomatik bir dil kullan mıyor, seçilenleri olduğu kadar göçmenleri de sorumluluğa ve aynı zamanda ödevleriyle birlikte her iki tarafı da aynı masaya koyuyor. Taraf tutmuyor, ve kimsede oradan zararlı çıkmıyor. * Malika Sorel-Sutter; Cezayir politeknik okulunda mühendis ve bilim-poliltika idaresi bölümünden diplomalı. Fransa’da doğmuş, 15 yılını Cezayir de geçirmiş. 2007’de «Entregrasyon Bulmacası» kitabını yayımlamıştır. Bugün, zararın boyutunu ve tutarlı bir politika aciliyetini görmek için ön sıralarda oturan Entegrasyon Yüksek Konsey üyesi ve cesur bir politikacı. Le Turquetto de Metin Arditi – Editions Actes Sud – 288 pages Le Turquetto est un peintre mystérieux. At-il réellement existé ? A-t-il été réellement l’élève prodige du Titien ? Cette énigme est au centre du roman de Metin Arditi, écrivain suisse, né à Ankara. L’histoire commence et se termine à Constantinople en passant longuement par Venise où s’exilera Elie, un jeune juif surdoué passionné de dessin et de portraits alors que sa religion lui interdit de représenter toute figure humaine. Aussi, à la mort de son père, marchand d’esclaves, il se retrouve à Venise où il se convertit à la religion chrétienne et intègre l’atelier du Titien dissimulant son identité juive. Très vite, il atteindra le sommet de sa gloire suscitant jalousies et suspicions jusqu’à ce qu’une liaison avec une jeune juive le conduise auprès des tribunaux qui le condamneront à détruire ses œuvres et surtout à ne plus peindre. Il fuira Venise et retrouvera Constantinople, sa ville natale. Les aventures du Turquetto nous entraînent dans le bazar coloré et trépidant de Constantinople avant de nous emmener à Venise en pleine Renaissance où règne une Eglise toute puissante et sévit une noblesse animée par l’attrait du pouvoir, une Venise où vanité et corruption mèneront le Turquetto à sa chute, lui un homme de vérité. Le livre se lit d’un trait. Metin Arditi communique son affection pour son héros dont on suit l’aventure avec passion. Odile Mémoires d’un secret ottoman agent Pour faire suite à l’article de Sema « Cem Sultan» paru dans un précédent numéro de Gazetem, je vous suggère de lire le livre de Roderick Conway Morris, Djem, Mémoires d’un agent secret ottoman - paru aux éditions Libretto. Djem, fils cadet de Mehmet II fut, à la mort de son père, au centre d’une féroce querelle de succession. Barek, agent secret, nous entraîne dans ce 15ème siècle et nous fait côtoyer les Borgia, le pape, les rois et le maître de l’immense Empire ottoman. Entre roman d’aventures et roman historique, ce livre est passionnant d’un bout à l’autre. Jean-Louis *Turquetto - Metin Arditi / Actes Sud Yayınları - 288 sayfa Turquetto gizemli bir ressam. Gerçekten yaşamış mıdır? Gerçekten o *Titien’in dahi bir öğrencisi miydi? Bu muamma Ankara doğumlu isviçreli yazar Metin Arditi’nin romanının merkezinde yer alıyor. Hikaye Kostantinopolis’te başlar ve Elie’nin, dininin ona tüm insan figürlerinin temsilini yasaklamasına rağmen portre ve resim tutkunu yetenekli genç bir yahudi, sürgün olarak yaşadığı Venedik’ten geçerek yine Kostantinopolis’te biter. Köle tüccarı babasının ölümüyle, kendini hiristiyanlığı kabul ettiği ve yahudi kimliğini gizleyerek Italyan ressam Titian’ın atölyesinin bulunduğu Venedik’te bulur. Çok çabuk kıskançlık ve kuşku uyandıran başarı zirvesine ulaşır. Bu başarı onu, tüm eserlerinin yok edilmesi ve artık bir daha resim yapmama kararı veren mahkemelere götüren genç bir yahudi kızla olan ilişkisine kadar. Kol gezdiği Venedik’ten kaçar ve kendini memleketi Kostantinopolis’te bulur. Kibir ve yolsuzluğun olduğu Venedik Turquetto’yu yıkılışa sürükleyecektir, onu, gerçeğin adamını. Kitap bir solukta okunuyor. Metin Arditi, ilgiyle macerasını takip ettigimiz kahramanına olan tutkusunu dile getiriyor. * Turquetto: «Küçük Türk», ustanın sadece parlak öğrencilerine verdiği lakap * Titien (türkçe Titian diye bilinir) : Tiziano Vecellio (14901576), Rönesans Dönemi İtalyan ressamı, Venedik’in en büyük ressamlarından biri, Giovanni Bellini’nin öğrencisi. Odile Bir Osmanlı Gizli Ajanının Anıları Bir önceki sayıda Sema’nın «Cem Sultan» ile ilgili makalesini takiben, sizlere Roderick Conway Morris’in Libretto yayınlarında çıkan kitabı CEM «Bir Osmanlı Gizli Ajanının Anıları» adlı kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Cem Sultan, II. Mehmet’in küçük oğlu, babasının ölümüyle arka arkaya gelen şiddetli sürtüşmelerin odağı olmuştur. Barek, gizli ajan, bizi 15. yüzyıla götürüyor ve bizleri ünlü *Borgia Ailesi’ne, Papa’ya, krallara ve büyük Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerine yaklaştırıyor. Hem tarihi hem de macera dolu bir roman, başından sonuna dek heyecan verici ve okunması gerekli bir kitap. Jean-Louis *Borgia ailesi, aynı zamanda Borja, Borjia veya Borges olarak da bilinen Rönesans döneminde öne çıkan İtalya ve İspanya asıllı Papalık Devleti ailesi. Borgia ailesi 15. yüzyıl dini ve siyasi arenasında etkili olmuştur. Bu dönemde aile iki papa çıkartmıştır. Alfonso 1455-1458 yılları arasında Papa III. Callistus, Rodrigo ise 1492-1503 arasında ise Papa VI. Alexander olarak iktidara gelecektir. Özellikle Papa VI. Alexander dönemindeki saltanat yoğun yolsuzluk, cinayet, adam kayırma, hırsızlık, tecavüz, ensest ve zehirleme iddialarıyla gündeme gelecektir 10 La maison du Bosphore Le roman de Pinar Selek se déroule essentiellement à Yedicule, un des plus anciens quartiers d’Istanbul. Quatre jeunes, d’origine et de formations différentes, se croisent et cherchent leur chemin dans une société figée par le coup d’État de septembre 1980.Quatre parcours difficiles, mais un besoin de liberté et une même devise, prémonitoire de l’évolution de la société turque : « Il nous reste un demi-espoir…» Une occasion pour Pinar Selek, opposante notoire au régime politique actuel, de revenir sur tous ses combats : condition sociale de la femme, oppression politique, difficultés des minorités kurde, grecque ou arménienne. Emprisonnée, torturée et condamnée à tort en Turquie, lors de procès truqués, sous le faux prétexte d’attentat au marché égyptien, alors que l’enquête de police avait abouti à une explosion de gaz accidentelle, l’auteure, exilée en France depuis 2011, vit et enseigne à Strasbourg. Éditions Liana Levi, avril 2013,318 pages, 21 € Francis Landier Istanbul, à la rencontre de ses artisans de musique Boğazın Evi Pınar Selek’in romanı İstanbul’un eski semtlerinden biri olan Yedikule’de geçmektedir. Kökenleri ve eğitimleri farklı olan 4 genç karşılaşırlar ve Eylül 1980 askeri darbesiyle baskı altına alınmış bir toplumda yollarını bulmaya çalışırlar. Dört zorlu yol, fakat bir özgürlük arayışı, hatta bir istence, Türk toplumunun değişim önsezisi : «içimizde hâlâ yarım kalmış bir umut var...» Mevcut siyasi rejime karşı olan, kadının sosyal durumu, politik baskılar, azınlıkta olan Kürt, ermeni veya yunan sorunlarını, bütün bu mücadeleleri yeniden ele almak Pınar Selek için bir fırsat. Polis soruşturmasında kazaran gaz patlaması oluştuğu tespit edildiği halde, mısır çarşısındaki bombalama iddialarıyla, gerekçesiz davalar sonucunda haksız olarak mahkûm edilmiş, işkence görmüş, hapse atılmış biri olan yazar 2011’den beri Fransa’da sürgünde, Strasburg’da yaşıyor ve okutman. Liana Levi Yayınları, Nisan 2013, 318 sayfa Francis Landier İstanbul, müzik ustalarının buluştuğu adres.... Entrez dans le secret de leurs ateliers avec ce nouveau DVD réalisé par le Centre du Patrimoine de la Facture Instrumentale grâce à des contacts donnés par notre association. De la naissance d’un Derneğimiz tarafından sağlanan temaslar neticesinde, Kalıt EnstrümanlarıYapım Merkezi (CPFI) tarafından gerçekleştirilen bu yeni DVD ile atölyelerin gizemine giriyorsunuz. Bir Ney’in doğuşundan, semâzenlerin ney, la flûte des derviches tourneurs, au tournage de la zourba, hautbois traditionnel, ce film documentaire retrace la rencontre d’un luthier du CPFI avec des facteurs d’instruments de musique turcs. Hanefi, Feridun et Hasan, trois luthiers d’Istanbul nous ouvrent les portes de leur atelier et nous invitent à entrer dans le secret de leur univers. Le DVD inclut des mini concerts improvisés d’une durée de 18 minutes qui mettent en valeur les instruments, la culture et la musique turcs. En vente 10 € au CPFI, 11 rue des frères Gréban au Mans, tel 02 43 43 81 05, e-mail cpfi.lemans@wanadoo.fr Francis Landier flütünü, zorba filminin çekimlerini, geleneksel Obua’yı görüyorsunuz, bu dokümanter film, bir CPFI enstrüman imalatçısının , türk müziği enstrüman yapımcısıyla olan karşılaşmasını dile getiriyor. Hanefi, Feridun ve Hasan, İstanbullu 3 enstrüman imalatçısı, bize atölyelerinin kapılarını açıyor ve onların gizemli dünyalarından içeriye girmeye davet ediyorlar. DVD’de türk müziği ve kültürünü değerli entrümanlar eşliğinde yaklaşık 18 dakika süren bir mini doğaçlama müzik konserine dalıp gidiyorsunuz. CPFI’ bu DVD’nin satışı, 10€, Adres; 11 rue des frères Gréban - Le Mans Tel : 02 43 43 81 05, e-mail : cpfi.lemans@wanadoo.fr Francis Landier 03 La nouvelle Bourgeoisie Islamique - Le modèle turc Dilek Yankaya * - PUF mars 2013 On les appelle les «tigres anatoliens», en référence aux tigres asiatiques des économies émergentes d’Asie du sudest et parce qu’ils viennent des provinces anatoliennes autrefois marginalisées par la modernisation laïque voulue par Mustafa Kémal Atatürk. Dilek Yankaya a mené son enquête auprès des patrons de PME appartenant à l’organisation du Müsiad, fondée en 1990 par cette élite économique liée au mouvement islamique et partageant des valeurs et une conception du travail imprégnées par l’islam. La valeur du travail est considérée comme un devoir vis-à-vis de la société, l’entreprise devient un facteur de cohésion sociale et semble, ainsi, autoriser les rapprochements avec l’éthique protestante et une conception affirmée du libre arbitre, l’islam n’est pas considéré comme la solution aux problèmes économiques mais comme une ressource culturelle et intérieure au service de l»activité économique. Pour coller à l’actualité, il faut citer Gilles Kepel qui, dans la préface à l’ouvrage de Dilek Yankaya a cette phrase prémonitoire : « cette révolution bourgeoise et religieuse qui a profondément transformé le pays d’Atatürk est à la croisée des chemins, une partie du mouvement ayant entrepris de démocratiser la pratique politique de l’islam tandis qu’une autre tendance retrouve les voies d’un islamisme autoritaire dont les femmes et les libertés publiques seraient les premières victimes.» Jean-louis BERNAUS * Dilek Yankaya est Docteur de Sciences Politiques Paris, chercheuse à l’Observatoire de recherche interdisciplinaire sur la Turquie contemporaine (OBTIC) et chargée de cours à l’INALCO, elle travaille également sur les questions d’immigration et de diversité en France. Bachi-bouzouk, la fameuse injure de l’inénarrable capitaine Haddock, complice du célèbre reporter Tintin, est un mot composé turc. Il signifie «têtes cassées», avec le sens de «têtes folles». L’expression désignait les soldats irréguliers de l’ancienne armée impériale ottomane. 8 Ça c’est de l’info, mille sabords !!! YENİ İSLAMI BURJUVA - Türk Modeli Dilek Yankaya* - PUF Yayınları, Mart 2013 Onları «Anadolu Kaplanları» olarak adlandırıyoruz; Güney Doğu Asya’da ki gelişmekte olan ekonomilere verilen Asya Kaplanları gibi Anadolu’dan geldikleri için bu isim onlara uygun görülmüş. Zira onlar bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk’ün istediği modern-laik devlet tarafından dışlanmış Anadolu insanı. Dilek Yankaya, Müsiad’taki (Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği) küçük ve orta boy şirketlerdeki patronlarla anket yapmıştır. 1990 yıllarında faaliyete geçen Müsiad, dev bir ekonomiyi İslamın değerlerine uygun bir iş kavramıyla yönetmektedir. Toplulukta, iş değeri bir görev olarak algılanıyor. Şirket bir sosyal uyum faktörü olma yolunda hızlıca ilerliyor. İslamiyet, ekonomik problemlere çözüm olarak değil ancak ekonomi’ye hizmet eden kültürel ve yerli bir kaynak olarak görülüyor. Gündeme bakacak olursak, Dilek Yankaya’nın kitabındaki önsöz bölümünde Gilles Kepel şu cümleleri kullanmış ; “ Atatürk’ün ülkesini derinden değiştiren bu dini ve burjuvazi devrim bir yol ayrımında; devrimin bir yanı siyasal islamı demokratikleştirmek isterken, bir yanı ise otoriter islamcılığa eğimli. Bu durumda ilk kurbanlar kadınlar ve insan hakları.” Jean-Louis BERNAUS • Dilek Yankaya, Paris Siyaset Bilimi Doktoru, çağdaş Türkiye konusunda Disiplinlerarası Araştırma Gözlemevinde (OBTIC) araştırmacı ve INALCO’da öğretim görevlisi. Fransa’da göç ve çeşitlilikler konuları üzerinde de çalışmaları var. «Başıbozuk» ünlü gazeteci Tenten’in ortağı Kaptan Hadok’un meşhur küfürü bir türkçe kelimedir. Bu ifade eski Osmanlı İmparatorluğu ordusundaki düzensiz askerleri tanımlamaktadır». Le royaume sans racines Sema Kılıçkaya KÖKENSİZ KRALLIK Sema Kılıçkaya Suane Gül, bientôt rejoint par sa famille, quitte sa ville Antakya et sa région le Hatay, près de la frontière syrienne pour l’»El Dorado» européen. Il rejoint une petite bourgade de la Haute-Marne : Allanville. Dans ce roman Sema Kılıçkaya nous fait vivre l’exil à travers les trois personnes d’une famille turque, le père Suane , la mère Selime et la fille Zora. Trois autres petites filles naîtront en France. Avrupa için, Suriye sınırına yakın Antakya şehrini terkeden Suane Gül ailesine kavuşur. Ailesi, Fransa’nın Haute-Marne yerleşim bölgesindeki küçük bir kasaba olan Allanville’e gelirler. Bu romanda Sema Kılıçkaya bizlere bir türk ailesinin üç ferdi olan baba Suane, anne Sevim ve kızları Zora’nın sürgün hayatlarını yaşatır. Diğer üç küçük kız Fransa’da doğarlar. Suane, daha önce bu ülkeye yerleşmiş olan ermeni ustabaşı Daniel’in yardımıyla bıçkı fabrikasında bir iş bulur ve türk, suriyeli kürt ya da arap arkadaşları ile de birlikte yaşamına devam eder. Her toplumun kendi geçmişi vardır ama hepsi de yaşadıkları ülkede «yabancı»dırlar. Onlar çabalarlar, ayakta durmaya çalışırlar, taşınırlar, ama yine de ülkelerinde bıraktıkları diğer yarılarını kaybederler. Suane üçlü bahiste asla kazanamaz ve tüm yaşamı boyunca Antakya’da çalışacağı o küçük dükkanı hayal edip durur. Sevim’in Fransa’da karşılaştığı günlük rahatsızlıklar ve dil nedeniyle çektiği zorluklar onu hüsrana uğratır. Türkiye’de arapça konuşuyor ve türkçe yazıyordu ve şimdi de anlayamadığı fransızca ile karşılaşır. Sevim daha sonra bir fabrikada kalifiyesiz işçi, evde bir anne ve apartmanlarında diğer kadınlara destekçi olarak, yaşamına devam eder. Adeta bir «Bağdat Kulesi»ni andıran apartmanlarında kızı Zora diğer komşularıyla olan ilişkilerde gelenek bakımından zenginleşir. Eski ermeni sürgün olan arkadaşı Diaz’la fransızcayı öğrenir ve 3 dilde tercüme yapacak hale gelir. Öğretmeni Bayan Zambala birgün onu kütüphaneye götürür ve artık o, oradan çıkmaz ve orası onun okuyacağı, anlayacağı, araştıracağı bir ev haline gelir. Daha sonra Zora, bu alafranga yaşam tarzı nedeniyle ailesiyle bir çatışma içine girer ve ailesi onu kendi duvarlarının ve kendi geleneklerinin içinde hapsetmek isterler. Hatta Türkiye’deki tatiller bile gittikçe zorlaşmaya başlar, bazen dönüşler bile acı verici olur. Çünkü şimdi GÜL ailesi de artık Alamancı olmuşlardır. Suane, à l’aide du contremaître Daniel, un arménien déjà bien implanté dans le pays découvrira le travail à la scierie, la vie locale avec des compagnons turcs, syriens kurdes, ou arabes. Chaque communauté ayant son histoire, mais tous «étrangers» dans le pays où ils vivent . Ils s’entraident, ils survivent, ils déménagent mais ont perdu une partie d’eux-mêmes laissée au pays. Suane ne gagnera jamais au tiercé l’argent du retour et toute sa vie il rêvera d’une petite échoppe à Antakya où il aurait voulu travailler. Sevime, déçue par sa vie en France, lutte contre l’inconfort quotidien et les difficultés dues au langage. Elle avait parlé arabe en Turquie puis écrit en turc et elle découvre le français qu’elle ne comprend pas. Sevime restera travailleuse à l’usine, sans qualification et mère dans son foyer, solidaire des autres femmes de l’immeuble. Dans l’immeuble, véritable «Tour de Babel», la fille Zora s’enrichit des coutumes des uns et des autres. Avec son ami Diaz, ancien exilé arménien, bien implanté dans le pays, elle s’ouvre à la force des mots et à la richesse de pouvoir les traduire en 3 langues. Madame Zambala, l’institutrice l’emmène à la bibliothèque, elle n’en sortira plus et deviendra à la maison celle qui déchiffre, explique … Plus tard Zora entrera en conflit avec ses parents qui refusent la vie «à la française» pour leur fille et veulent la garder dans leurs murs et leurs coutumes. Même les vacances en Turquie deviennent difficiles au fil des années, un retour parfois douloureux car maintenant les Gül sont considérés comme des «Alamanjı» (turcs expatriés en allemagne) Ni d’un pays, ni de l’autre. Quel avenir ? Livre à découvrir avec plaisir. Une belle écriture qui mêle des récits de souvenirs de la famille turque au pays, racontés avec beaucoup de poésie et une analyse de l’abîme qui sépare les 2 mondes dans lesquels évolue la famille Gül : un pied de chaque côté avec les difficultés que cela soulève. Michèle Hervé Ülkeleri ne orasıdır, nerededir ? ne de burası. Peki gelecekleri Güzel bir kitap. Türk ailesinin anılarını hikayeleştiren, şiirleştiren, Gül ailesinde gelişen ve onları iki ayrı dünyaya ayıran, her iki tarafta oluşan bu zorlukları, bu büyük ayırımı analizleştiren güzel bir kitap. Michèle Hervé 9 De la part de la princesse morte g/h35(16(6 0DJQLÀTXH URPDQ pFULW SDU .HQL]p 0RXUDG ÀOOH GH 6HOPD OҋXQH GHV GHUQLqUHV VXOWDQHV de la dynastie ottomane. 3DVVLRQQDQW VXU OH SODQ KLVWRULTXH DYHF OD YLVLRQGHODWRXWHMHXQH6HOPDHWGHODIDPLOOH RWWRPDQHVXUOHVpYpQHPHQWVOLpVjOD*XHUUH GH OҋRFFXSDWLRQ Gҋ,VWDQERXO SDU OHV WURXSHV DOOLpHV OD UpVLVWDQFH GH 0XVWDSKD .HPDOIDFHjOҋHQYDKLVVHXUJUHFQRWDPPHQW VRQ DVFHQVLRQ MXVTXҋj OD FRQTXrWH GX SRXYRLU OH GpVDVWUHX[ WUDLWp GH 6qYUHV OD GHVWLWXWLRQ GX GHUQLHU VXOWDQ 9DKLGGHGLQH HWVDIXLWHDYHFODFRPSOLFLWpGHV$QJODLVOD SURFODPDWLRQGHOD5pSXEOLTXHSDU$WDWUNHWOҋH[LOGH ODIDPLOOHRWWRPDQH 5pFLWFDSWLYDQWGXGHVWLQWUDJLTXHGHODSHWLWH6HOPD SULQFHVVHRWWRPDQHTXLDSUqVDYRLUYpFXOHVIDVWHV GHODFRXUYRLWOҋ(PSLUHVҋpFURXOHUjOҋkJHGHVHSWDQV ©/ҋKRPPHPDODGHGHOҋ(XURSHªHVWPRUWPDOKHXU DX[YDLQFXV$SUqVDYRLUYpFXDX/LEDQHWHQ,QGH R HOOH UHVWH © OҋpWUDQJqUH ª HOOH FRQQDvWUD OҋDPRXU j 3DULV HW GRQQHUD QDLVVDQFH j XQH ÀOOH DYDQW GH PRXULUGDQVODPLVqUHjYLQJWQHXIDQV &H URPDQ DYDLW REWHQX OH *UDQG 3UL[ OLWWpUDLUH GHV OHFWULFHVGH(OOH3XEOLpSDU/H/LYUHGH3RFKH 2VPDQO×+DQHGDQO×ù×Q×QVRQVXOWDQODU×QGDQ ELUL6HOPDҋQ×QN×]×.HQL]p0RXUDGWDUDI×QGDQ \D]×OP×üKDULNDELUURPDQ , 'Q\D 6DYDü× HVQDV×QGD RVPDQO× DLOHVL YH NoN 6HOPDҋQ×Q YL]\RQX\OD KH\HFDQ YHULFL WDULKVHO ELU DQODW× PWWHÀN NXYYHWOHULQFH LüJDO HGLOHQ úVWDQEXO |]HOOLNOH <XQDQ LüJDOFL\H NDUü× GLUHQHQ0XVWDID.HPDOYHLNWLGDU×QIHWKLQH NDGDU RODQ LOHUOH\LüL 6HYU DQWODüPDV×Q×Q EDüDU×V×]O×ù× VRQ 6XOWDQ 9DKGHWWLQҋLQ D]OL YH úQJLOL]OHULQ \DUG×P×\OD ONHGHQ NDo×ü× $WDWUN WDUDI×QGDQ &XPKXUL\HWҋLQ úODQ× YH RVPDQO×DLOHVLQLQVUJQ \DüODU×QGD LPSDUDWRUOXùXQ o|NüQ J|UHQ VDUD\ ONVQ \DüDG×NWDQ VRQUD NoN SUHQVHV 6HOPDҋQ×Q LOJLQoNDGHULQLDQODW×UURPDQ©$YUXSDҋQ×QKDVWDDGDPת |OU PDùOXS ROPXüWXU 6HOPD KHU ]DPDQ NHQGLQL ©\DEDQFתKLVVHWWLùL/EQDQYH+LQGLVWDQҋGD\DüDG×NWDQ VRQUD 3DULVҋWH DüN×Q× EXOXU \Dü×QGD VHIDOHW LoLQGH |OPHGHQ|QFHELUN×]oRFXNGQ\D\DJHWLULU %XURPDQ(//(GHUJLVLRNX\XFXODU×WDUDI×QGDQHGHEL\DW GDO×QGD%\NgGOҋHOD\×NJ|UOU %X NLWDS ©/LYUH GH 3RFKHª \D\×QHYL WDUDI×QGDQ EDV×OP×üW×U Francis LANDIER Francis LANDIER .pUDEDQOH7rWXDXWRXUGHODPHUQRLUH (FULWHQ©.pUDEDQOH7rWXªHVWOҋXQ GHV URPDQV OHV PRLQV FRQQXV GH -XOHV 9HUQH .pUDEDQ XQ ULFKH PDUFKDQG WXUF VҋDSSUrWH j UHQWUHU FKH] OXL VXU OD ULYH DVLDWLTXH GX %RVSKRUH PDLV LO DSSUHQG TXH OH 6XOWDQ GH OD 6XEOLPH 3RUWH LPSRVH DX[ YR\DJHXUV GH VҋDFTXLWWHU GҋXQ RFWURL SRXU SDVVHU OH SRQW GpFLGpPHQW QRWUH URPDQFLHU pWDLW XQ SUpFXUVHXU GDQV WRXV OHVGRPDLQHV3RXUQHSDVSD\HUFHGURLW GH TXHOTXHV VRXV TXҋLO HVWLPH LQMXVWH OH QpJRFLDQW ULFKLVVLPH HQWUHSUHQG XQ ORQJ SpULSOHGHNLORPqWUHVDXWRXUGHODPHU Noire. $YHFKXPRXU-XOHV9HUQHQRXVLQYLWHjXQYR\DJH DXWRXU GX 3RQW (X[LQ GҋXQH ULYH j OҋDXWUH GX %RVSKRUHHQSDUWDQWGH&RQVWDQWLQRSOHSRXUDUULYHU j6FXWDUL8VNXGDUHWHQWUDYHUVDQWGHVSD\VTXL DXMRXUGҋKXLVҋDSSHOOHQW%XOJDULH5RXPDQLH8NUDLQH 5XVVLH HW SRXU ÀQLU OD 7XUTXLH$FFRPSDJQp GҋXQ DPLKROODQGDLVGHVRQQHYHX$KPHWHWGHQRPEUHX[ VHUYLWHXUV .pUDEDQ YD FRQQDvWUH GHV VLWXDWLRQV EXUOHVTXHV PDLV DXVVL GH JUDQGV SpULOV HW GHV FDWDVWURSKHVSURYRTXpHVSDUVRQHQWrWHPHQW /HFKHPLQHVWORQJTXLWUDYHUVHOHGHOWDGX'DQXEH SDVVHSDU2GHVVDDUULYHHQ&ULPpHPDLVpYLWHGH FRQWRXUQHUODPHUGҋ$]RIIUDQFKLWOHGpWURLWGҋ,pQLNDOp .DUDGHQL]L7XUOD\DQúQDWo×.HUDEDQ %XNLWDS\×O×QGD\D]×OP×ü-XOHV9HUQHҋLQ H] D] ELOLQHQ URPDQODU×QGDQ ELULGLU =HQJLQ WFFDU.HUDEDQ%RùD]ҋ×QDV\D\DNDV×QGDNL HYLQH G|QPH\H KD]×UODQ×U DPD 2VPDQO× 6XOWDQҋ×N|SU\JHoHQKHUNHVWHQELUYHUJL YHUPH ]RUXQOXOXùX NR\PXüWXU %XQXQ KDNV×]O×NROGXùXQXYHEXSDUD\×YHUPHPH\L GüQHQEX]HQJLQWFFDUNLORPHWUHOLN ELU .DUDGHQL] WXUX \DSPD\D NDUDU YHULU 1NWHOL ELU WDU]GD -XOHV 9HUQH EL]L .DUDGHQL]ҋGH HVNL \XQDQFDGD 3RQW (X[LQ GHQLUGL ERùD]LoLҋQLQ ELU N×\×V×QGDQ ,VWDQEXOҋGDQ \ROD o×NDUDN EXJQ %XOJDULVWDQ 5RPDQ\D 8NUDQ\D 5XV\D GL\H DGODQG×UG×ù×P×] ONHOHUL JHoHUHN GLùHU \DNDGDNL hVNGDUҋD YDU×ü \ROFXOXùXQD GDYHW HGHU .HUDEDQ EX VDoPDVDSDQ GXUXPODU×Q YH LQDWo×O×ù×\OD EDü×QD JHOHFHN WHKOLNH YH IHODNHWOHULQ GH IDUN×QGDG×U %X X]XQ ELU \ROFXOXNWXU 7XQD GHOWDV×Q× JHoHUHN 2GHVVDҋ\D JHOLU RUDGDQ $]DN 'HQL]LҋQL GRODüPDGDQ .×U×PҋD<HQLNDOHERùD]×Q×DüDUDN.DINDV'DùODU×ҋQDYH $ùU×'Dù×ҋQD\NVHNOLùLPHWUHGLUWHùHWJHoHUHN ELUVRQUDNLHWDSRODQ$UJRQRWODUYHOLGHUOHUL,DVRQҋ×Q\D GD-DVRQL]OHULQLWDNLSHGHUHN*UFLVWDQҋ×QEDW×V×QGDNL 3RWL OLPDQ NHQWLQH JHOLU RUDGDQ GD ,]PLWҋH YDUPDGDQ |QFH 7UDE]RQҋGDQ JHoHUHN X]XQ ELU \ROFXOXN \DSDU VHIURWWHDX[0RQWV&DXFDVHHWDX0RQW$UDUDWjXQH DOWLWXGHGHPSDUPLGҋDXWUHVVRPPHWVIDLWpWDSH j3RWLVXUOHVWUDFHVGH-DVRQHWGHV$UJRQDXWHV SXLV j 7UpEL]RQGH VXU FHOOHV GH ;pQRSKRQ DYDQW GҋDUULYHUj,VPLG (Q PDUV OҋpPLVVLRQ WpOpYLVpH (FKDSSpHV EHOOHV D FRQVDFUp XQ pSLVRGH j UHIDLUH FH SpULSOH GH QRV MRXUV 0 D O K H X U H X V H P H Q W QRWUH YR\DJHXU QҋD SDV SX DFFRPSOLU OH WRXU FRPSOHW GH OD PHU 1RLUH (Q UDLVRQ GHV pYqQHPHQWV SROLWLTXHV VXUYHQXV HQ *pRUJLH LO D G SDVVHU SDU 0RVFRX j FDXVHGHODIHUPHWXUH GҋXQHIURQWLqUH0rPH -XOHV9HUQHWRXMRXUVWRXUQpYHUVOHSURJUqVQҋDXUDLW SDVRVpLPDJLQHUSDUHLOOHFKRVH $XFRXUVGHVVLqFOHVODPHU1RLUHDFRQQXSOXVLHXUV QRPV 'DQV OҋDQWLTXLWp OHV *UHFV OD GpVLJQqUHQW GҋDERUG6N\WKLNRV3RQWRVODPHUGHV6F\WKHVSXLV DSUqV OҋDYRLU DSSULYRLVpH 3RQWRV (X[HLQRV FҋHVW jGLUH OD PHU DPLFDOH RX DFFXHLOODQWH HQ IUDQoDLV 3RQW(X[LQ/HV5RPDLQVOҋDSSHOqUHQW0DUH&DHFLOH FHTXLVLJQLÀH©PHUDYHXJOHªRX©IHUPpHªHWOHV *pQRLVPHU0DMRXUHRX©JUDQGHPHUªGHOҋLWDOLHQ maggiore. 3RXUH[SOLTXHUOHQRPGH1RLUHFHUWDLQVVHUpIqUHQW 0DUWҋGH)UDQFH©(FKDSSpHVEHOOHVª*]HO <ROFXOXNODU SURJUDP×QGD EX \ROFXOXùX JQP]GH GH JHUoHNOHüWLUPDN DPDF×\OD ELU E|OP \DS×OG× $PDQH\D]×NNLEXJH]JLQLPL]*UFLVWDQҋGDJHOLüHQ SROLWLN QHGHQOHUGHQ GROD\× .DUDGHQL]ҋGHNL EX WXUX JHUoHNOHüWLUHPHGL 6×Q×U×Q NDSDW×OPDV×QGDQ GROD\× 0RVNRYDҋ\D JHoPHN ]RUXQGD NDOG× -XOHV 9HUQHҋQLQ ELOH E|\OH ELU KD\DOL JHUoHNOHüWLUPH\H FHVDUHWL ROPD]G× <]\×OODU ER\XQFD .DUDGHQL] ELUoRN LVLPOH DQ×OG× $QWLN oDùODUGD <XQDQO×ODU|QFH6N\WKLNRV 3RQWRVúVNLW 'HQL]L GDKD VRQUDODU× 3RQWRV (X[HLQRV \DQL 'RVWOXN 'HQL]L \D GD .RQXNVHYHU 'HQL] GL\H DGODQG×UP×üODU 5RPDO×ODU LVH 0DUH &DHFLO \DQL .|U 'HQL] \D GD .DSDO× 'HQL] &HQHYL]OLOHU LVH 0DMRXUH úWDO\DQODU 0DJJLRUH \DQL ©%\N 'HQL]ª GHPLüOHUGLU .DUD LVPLQL Do×NODPD\D JHOLUVHN ED]×ODU× GHQL]LQ UHQJLQLQ NR\X ROPDV×QD DW×IWD EXOXQXUODU DPD UHQJLKHU]DPDQGHùLüNHQGLUJ|N\]JLELLQVDQ×Q UXK KDOL JLEL %X YDUVD\×P EHONL ELUD] LQDQG×U×F× RODELOLU $PD JHQHOOLNOH HQ VRQ Do×NODPD WHUFLK HGLOPHNWHGLU |QFH 6HOoXNOX 7UNOHUL GDKD VRQUD UHQNOHUOH WHPHO QRNWDODU× EHOLUOH\HQ 2VPDQO×ODU WDUDI×QGDQ .DUDGHQL]ҋH EX LVLP YHULOPLüWLU =LUD ©NDUDª NX]H\L EHOLUWPHNWHGLU 7UNL\HҋQLQ NX]H\LQGH EXOXQDQ EX GHQL]H WUNoH ©.DUDGHQL]ª JQH\LQGH EXOXQDQ GHQL]H GH ©$NGHQL]ª GHQLOHJHOPLüWLU \×OODU ER\X *QH\GHNL N×]NDUGHüLQH QD]DUDQ GDKD D] WXULVW oHNHQ .DUDGHQL] GH DVO×QGD EHNOHQPHGLN RODùDQVW PDQ]DUDODU VHUJLOHQPHNWHGLU GDùO×N N×\×ODU× oD\ WDUODODU× HOEHWWH NDUDGHQL] LQVDQ×Q×Q V×FDNNDQO×O×ù×g\OH\VHELUVRQUDNLJH]LQL]L7UNL\HҋGH \DS×Q DPD úQDWo× .HUDEDQҋ×Q \DSW×ù× JLEL GHùLO Francis Landier jVDFRXOHXUVRPEUHPDLVVDFRXOHXUHVWWUqVFKDQJHDQWH FRPPHVRQKXPHXUHWODFRXOHXUGXFLHO&HWWHWKpRULHHVW GRQFSHXFUpGLEOH2QOXLSUpIqUHVRXYHQWXQHH[SOLFDWLRQ SOXV UpFHQWH FH QRP OXL DXUDLW pWp DWWULEXp SDU OHV 7XUFV 6HOGMRXNLGHV SXLV SDU OHV 2WWRPDQV TXL GpVLJQHQW OHV SRLQWV FDUGLQDX[ SDU GHV FRXOHXUV .DUD OH © QRLU ª FRUUHVSRQGDQW DX QRUG 6LWXp DX QRUG GH OD 7XUTXLH OH 3RQW (X[LQ D GRQF pWp GpVLJQp HQ WXUF © .DUDGHQL] ª RX PHU 1RLUH DORUV TXH OD 0pGLWHUUDQpH DX VXG VҋHVW DSSHOpHPHU%ODQFKHRX©$NGHQL]ª 0RLQVFRQQXHGHVWRXULVWHVTXHVDJUDQGHV±XUGXVXG ODPHU1RLUHQҋHQRIIUHSDVPRLQVGHVSD\VDJHVVXSHUEHV HW LQDWWHQGXV GHV F{WHV PRQWDJQHXVH GHV SODQWDWLRQV GH WKp HW FHOD YD GH VRL«XQ DFFXHLO FKDOHXUHX[ GH OD SRSXODWLRQ$ORUVIDvWHVHQYRWUHSURFKDLQHGHVWLQDWLRQHQ 7XUTXLHVXUOHVSDVGH.pUDEDQOH7rWX! Francis Landier 11 Yusuf Atilgan * L’homme désœuvré. Actes Sud, «Lettres turques». Le roman est paru en 1959 et c’est seulement maintenant qu’il retrouve l’intérêt qui lui revient, alors que l’auteur a été reconnu, est toujours reconnu, comme un grand classique du roman turc contemporain au même titre que Ahmet Hamdi Tanpinar, Yasar Kemal et bien d’autres. Pourquoi ? sans doute parce que le sujet n’a pas trouvé sa place dans la Turquie encore kemaliste de l’époque, en mal de modernité mais toujours freinée par la tradition. Le roman raconte un homme que beaucoup comparent à «L’Etranger» d’Albert Camus. Un homme désillusionné, qui ne croit en rien, déambule dans les plus beaux quartiers d’Istanbul sans but, excepté celui de combler la journée à écouter, regarder le temps mais aussi à penser, à surtout penser aux femmes qu’il lui arrive d’aimer ; tout cela avec l’énergie de celui qui ne parvient pas à être en phase avec la société à laquelle il appartient. Même si je me suis épuisée à suivre cet homme dans la vacuité, apparente seulement, de ses journées, j’ai beaucoup aimé** ce roman dans la lignée des grands romans existentialistes de la littérature française. J’ignore le succès qu’il rencontre dans la Turquie actuelle, mais il était temps qu’il soit traduit en français. Odile * Yusuf Altigan est aussi l’auteur de « L’hôtel de la mère patrie», roman porté à l’écran. ** Comme j’ai beaucoup aimé « Meursault contre enquête » paru chez Actes Sud, de Kamel Daoud, écrivain algérien, qui vous dira qui fut l’Arabe tué dans l’Etranger d’Albert Camus La Turquie et le fantôme arménien - Sur les traces du génocide- Editions Actes Sud Laure Marchand et Guillaume Perrier – Préface de Taner Akçam Difficile, en 2015 de ne pas aborder la question arménienne, sujet toujours aussi brûlant en Turquie, même si ce n’est plus un tabou. Pour cela, parmi tous les ouvrages sortis sur le même sujet, j’ai choisi La Turquie et le fantôme arménien, remarquable enquête de deux journalistes, correspondants du Monde et du Figaro en Turquie. Alors que le fantôme du génocide rôde, les auteurs ont multiplié les rencontres et les témoignages, les visites d’églises, de sites 8 Yusuf Atılgan* - Amaçsız Adam. Actes Sud Yayınlarından «Türk Mektupları». Roman 1959 yılında yayınlanmş ve yazarı tanınmaya başladığından beri yalnız şimdilerde hak ettiği ilgiyi buluyor, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal ve diğer klasik roman yazarları gibi günümüzde oldukça tanınmakta. Niçin? Modernizimin yetersizliği ve daima geleneklerle frenlenen o zamanların kemalist Türkiye’sinde romanın konusu yerini bulamadı kanımca. Roman, Albert Kamü ‘nün (Camus) «Yabancı» adlı romanıyla çok benzeşiyor. Hiçbir şeye inanmayan, amaçsız İstanbul’un en güzel semtlerinde gezinen, gününü dinlemek, zamanı izlemek ama aynı zamanda düşünmek, özellikle de kendisine aşık olan kadınları düşünmek olan düş kırıklığına uğramış bir adam; Sahip olduğu bu enerjiyle ait olduğu toplumda var olmayı başaramıyor. Gündelik yaşantısında bomboşluktaki bu adamı, sadece görünüşte, izlemekten yorulmuş olmama rağmen, fransız edebiyatının büyük varoluşçuluk romanları geleneği çerçevesinde bu romanı çok beğendim**. Bu romanın Türkiye’deki başarısını bilmiyorum, fakat fransızcaya çevirmeleri için zamanları olmuş. Odile * Yusuf Atılgan, aynı zamanda ekranlara yansıtılan «Anayurt Oteli»nin yazarı. ** Cezayirli yazar Kemal Davud’un(Daoud) «Actes Sud» yayınlarından yapılan çeviri romanı «Meursault Soruşturması»nı beğenmiştim. Bu kitapta yazar Albert Kamü’nün(Camus) «Yabancı»adlı kitabında öldürülen Arab’ı anlatmaktadır. Türkiye ve Ermeni Hayaleti - Actes Sud Yayınları Laure Marchand et Guillaume Perrier Önsöz, Taner Akçam Bu kitap, 2015 yılında ermeni sorununu ele almak için değil, bu artık bir tabu olmasa bile hâlâ Türkiye’de sıcak bir konu. Bunun için aynı konu hakkında çıkan tüm eserler arasından «Türkiye ve Ermeni Hayaleti» adlı kitabı seçtim, Türkiye’deki iki büyük gazetenin yazarlarının olağanüstü araştırması. Soykırım hayaleti aylak aylak et de villages qui ont survécu aux destructions, aux spoliations et à l’oubli ; ils ont donné la parole à des rescapés, à des convertis de force, à des « justes » qui ont sauvé des persécutés. L’enquête décrit l’obstination des autorités à nier des faits historiques avérés ; elle révèle qu’encore de nos jours des arméniens vivent dans la peur ; même des petits-enfants de convertis à l’islam sont identifiés comme arméniens par leurs voisins et l’administration. Ce livre exhume « la mémoire d’un peuple fracassé, interdit de parole dans le pays qui fut le sien... » ; ce livre est d’autant plus intéressant, percutant et troublant que « son objectif n’est pas de parler de la Turquie du siècle dernier, mais de la Turquie d’aujourd’hui et de son rapport à la question arménienne » d’une Turquie qui bien que hantée par son passé ne parvient pas à l’assumer. NB : Sur le même sujet de mémoire d’un peuple : Le livre de ma grand-mère de Fetiye Çetin Les Petitsenfants de Ayse Gül Altinay et Fethiye Cetin S’affranchir de la mémoire et devenir le sujet de son propre destin : Arméniens – Le temps de la délivrance de Gaïdz Minassian – journaliste au Monde, enseignant à Sciences Politiques. Odile dolaşırken(pusudayken), yazarlar yıkımlar, yağmalamalar ve unutulmuşluğu yaşayan köyleri, şehirleri, kiliseleri ziyaret etmişler, tanıklarla görüşmüşler; zulümden kaçanları, zorla dönüştürülmüş kişileri, hayatta kalanları dinlemişlerdir. Anket, tarihi oluşumu! yadsımayan yetkililerin ısrarını dile getirir; bugün bile ermenilerin hâlâ korku içinde yaşadıklarını dile getirir; hatta islama dönüştürülen torunlar bile komşuları ve yönetim tarafından daima ermeni olarak tanımlanırlar. Bu kitap « bu konuda konuşmanın yasak olduğu bu ülkede, dağılmış bir toplumun hatıralarını» gün ışığına çıkarmakta; bu kitap ilginç, çarpıcı ve şaşırtıcı, «amacı geçen yüzyıldaki Türkiye’yi değil, bugünkü Türkiye ve ermeni meselesine ilişkisi hakkında. Odile 9