ZABİTAN SAYI 4
Transkript
ZABİTAN SAYI 4
Şehitlerimiz 1987 MEZUNLARI YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ ISSN 1303 - 2505 İmtiyaz Sahibi 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Güler canlarımız Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. Oçocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu! Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; Şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu! Türk budur; Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir! Yazı İşleri Müdürü Oğuz Aksoy Yayın Kurulu Aziz Güler (Başkan) Derya Ecevit Muzaffer Potur Gökhan Akşahin Editör H. Özgün Özkan Yayım Türü Elektronik Dergi 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kızılay Mah. İzmir-2 Cad. Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA seksenyedililer.org@gmail.com 0 534 355 42 20 Yazıların veya reklamların içeriğinden sahibi sorumludur. 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği veya Yayın Kurulu sorumlu tutulamaz. Yayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Kaynak belirtmek koşuluyla, yazılardan toplamda çetrek sayfayı geçmeyen alıntı yapılabilir. Bunun dışında seri olarak çoğaltılması, çeyrek sayfadan fazla alıntı veya kopya yapılması “Yayın Kurulu”nun yazılı iznine bağlıdır. 2 3 D eğerli arkadaşlar, derneğin mesajı fışkırıyordu inanın, keşke gelebilseydiniz ama inanıyoruz ki, gelemeseniz de sizlerde hissetmiş, fotoğraflarda o parıltıları yakalamışsınızdır. İnşallah onlara okuma sevincini verecek, okuma tutkusunun fitilini ateşleyecek bu paylaşımımız hedefine tam olarak ulaşır, yarın büyük büyük adam olurlar. dergimizin dördüncü sayısı ile bir kez daha karşınızdayız. Bundan önceki sayılar gibi, bu sayı için de ciddi anlamda emek ve zaman harcandı. Bizler, bu çabaların karşılık bulduğunu gördükçe, daha fazla yoğunluk, daha fazla gayret içerisine giriyoruz. Umarım yeni sayımızı sizler de beğenirsiniz. Nisan ayında bir de anma etkinliğimiz vardı. Şırnak Uludere’de, 18 Nisan 1994 Mart ayında; 18 Mart Şehitler Günü tarihinde şehit olan Lütfü Tekelioğlu dolayısıyla, 1987 Mezunları Yardımlaşma kardeşimiz için, Balıkesir’in Dursunbey ve Dayanışma Derneğinin öncülüğünde ilçesinde, şehadetinin 22’nci yılında, ve sekiz devre derneğinin (1979-1980- Şehitler Anıtında tören yapıldı, mezarı 1981-1982-1984-1985-1986) birleşimi ile başında dua edildi, höşmerim ve lokma Maltepe Camii’nde, aziz şehitlerimizin tatlısı ikramı yapıldı, hatıra ormanı ziyaret ruhları için mevlid-i şerif okutulmuş, helva edildi. Hepsinden önemlisi ve anlamlısı ise dağıtılmış bilahare Cebeci Şehitliğinde ailesine yalnız olmadıkları, bir sıkıntıları kabirleri başında dua edilmiştir. Ruhları bir dertleri olduğunda paylaşacakları bir şad, makamları cennet olsun. derneklerinin olduğu bildirildi. Onlarında bu üzüntülü günde, hatırlandıklarını Bu sayı Nisan ayına denk gelince, ister hissettirmek, bir nebze de olsa mutlu istemez insanın aklına 23 Nisan Ulusal olduklarını görmek bizleri ziyadesiyle Egemenlik ve Çocuk Bayramı geliyor, sevindirdi, tüm yorgunluğumuzu aldı. aslında aklımızdan hiç çıkmayan bir Balıkesir ekibine de organizasyon ve bayram ama yine de Çocuklarımızın bu misafirperverlikleri için teşekkürü bir borç güzel bayramını kutlamadan edemiyoruz. biliyoruz. Yeni faaliyetlerimizde de katılım Daha güzel yarınlara, musmutlu olacakları ve desteğinizin artarak devam edeceğinden günlere bir an önce kavuşmalarını diliyoruz. eminiz. Tabii sadece çocuklarımızın değil, gönlü her daim çocuk kalanların da bayramını Bu yıl yeni düzenlemeler nedeniyle kutluyoruz. Sivas- Yıldızeli- Yusufoğlan birçok arkadaşımızın da emekli olacağını köyündeki çocuklarımız, bu bayram daha öğrendik. Emekli olacak tüm devrelerimize, bir başka sevinç yaşadılar, bayram öncesi yeni yaşantılarının hayırlı uğurlu olmasını daha bir mutlu oldular. Derneğimizce temenni eder, şimdiden mutlu bir emeklilik yürütülen kampanya ile ve sizlerin katılımı hayatı diler, kendilerini derneğimizin çatısı ile temin edilen yüzlerce kitap, çeşitli altına bekleriz. spor malzemeleri, kabartma haritalar ile eğitici oyunlar kendilerine iletildi. 1987 Mezunları Faik Derya Ecevit arkadaşımızın verdiği Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği “Kendi Hayatının Lideri Ol” semineri de Yönetim Kurulu cabası idi. Hepsinin gözlerinden mutluluk 4 İzmir Casusluk Kumpası Erhan Tokatlı S on dönemde, Türk Silahlı Kuvvetlerine 2009/2010 yılında uygulamaya konan birbirinin türevi olan çok sayıda kumpas kuruldu. Bildiğimiz gibi; Bu kumpaslardan sonuncusu, başka bir ifadeyle çöken son kumpas, ‘İzmir Sözde Casusluk Davası’dır. Bu dava hepimizi benzer veya farklı şekillerde etkiledi. Bir kısım silah arkadaşımız sanık olarak yargılandı, bir kısım arkadaşımız bu sanıklara ve ailelerine sahip çıktı, bir kısım silah arkadaşımız da başlarına benzer şeylerin gelebileceği kaygısıyla yargılanan arkadaşlarımızdan uzak durdu, irtibatını kesti. Ama en acısı, bir kısım silah arkadaşımız da bilerek veya bilmeyerek bu kumpasçılarla birlikte hareket etti. 310’u asker olmak üzere toplam 357 sanıklı “Sözde İzmir Fuhuş Casusluk Davası” olarak bilinen davada, 26.02.2016 tarihinde açıklanan kararla tüm sanıklar beraat etti. Bu kumpas davanın sorumluları hakkında da yasal işlemlere başlandı. Bu kapsamda, davanın Özel Yetkili Savcısı ve sorgu hakimleri HSYK tarafından görevden alındı. Özel yetkili savcılık talimatıyla hareket eden kolluk personelinin bir kısmı tutuklandı, bir kısmı açığa alındı, bir kısmının da görev yerleri değiştirildi. hukukçu şikayetlerimiz işleme konulmuş olmasına rağmen, asker kişiler hakkında askeri makamlarda henüz kayda değer bir gelişme olmamıştır. Sadece Genkur Adli Müşaviri’nin görev değişikliği yapılmıştır. Yaklaşık 1500 klasörden oluşan geniş kapsamlı bu davanın özetlenmesi de aslında oldukça güçtür. Buna rağmen en azından kronolojik olarak dava süreci ve dava dosyasının köşe taşıları diyebileceğimiz tarzdaki konu başlıkları hakkında birkaç hususa vurgu yapabiliriz. Bu dava da diğerleri gibi yurtdışından gelen ihbar e-postaları ile başlamıştır. Süreç, 2010 yılında, IP adreslerinden tespit edildiği şekliyle, ABD-Maryland’den gelen ihbar e-postaları ile başlamış gibi görünse de, paralel örgüte verilen, kazandırılan veya kaptırılan dijital verilerden ve hazırlık soruşturmasındaki bir takım faaliyetlerden anladığımız kadarıyla kumpasın ön çalışması 20062007 yıllarına kadar gitmektedir. TSK’nin itibarsızlaştırılması, halkın TSK’ya güvenin sarsılması, TSK’nin gelecekteki komuta kadamesinin şekillendirilmesi, bazı kriterlere göre tasfiyelerinin yapılması şeklinde sıralayabileceğimiz bir kısım hedefin gerçekleştirilmesi amacıyla kurgulanan TSK içindekiler de dahil olmak üzere bu davada; Askeri personel ile eskort tabir kumpasçılar ve onların işbirlikçilerine edilen (kadın-travesti-eşcinsel ...) kişilerin yönelik olarak 2013 senesinden itibaren irtibatlandırılması gayretini görmekteyiz. İzmir ve Ankara C. Başsavcılıklarının yanısıra, Genkur. Adli Müşavirliği, Söz konusu davada, çok iğrenç, çok Genkur. As. Savcılığı’na suç duyurlarında acımasızca planlar yapılıp insanlar bulunduk. Bu suç duyuruları ile ilgili karalanmış, böylece davanın arkasında olarak; sivil savcılıklarca siviller hakkındaki hiç kimsenin duramaması, toplumsal 5 İzmir Casusluk Kumpası Erhan Tokatlı desteğin engellenmesi sağlanmıştır. B u amaca ulaşmak için özellikle aramayakalama-elkoyma kararlarına 8 farklı suç ismi yazılmıştır. Sonuçta; Fuhuştan ve casusluktan hiç kimsenin yargılanmadığı, bu yönde bir talep içermeyen iddianame tanzimi ile yargılamaya başlanmıştır. Diğer kumpas davalarında olduğu gibi, ABD ekolünden hareketle, bu tür davaların hepsine birer isim verilmiş bu davanın adı da biraz önce ifade ettiğim gerekçelerden hareketle ; özellikle “İzmir Fuhuş ve Casusluk Davası” olarak adlandırılmış, kamuoyunda algı yaratılmaya çalışılmıştır. Bu sebeple, davanın avukatları tarafından, dava süresince, dayatılan isim yerine, davanın ismi olarak, “İzmir Gizli Bilgi Belge Davası” kullanılmıştır. Bu dava kapsamında ilk tutuklamalar; o zaman ki tabirle “dalgalar halinde”, Mayıs 2012’de başlamış, Ağustos 2012’ye kadar devam etmiştir. Sorgu ve tutuklama sürecinde Genkur Bşk.lığı konuyla ilgili suskunluğunu hiç bozmamış, personelinin yanında olduğunu gösteren hiçbir gayrete girmemiştir. Buna rağmen yargılama sürecini çığırından çıkaran, çok büyük sıkıntılara sebebiyet veren, Savcılık ve Mahkeme tarafından sanıkların tutuklanmasına ve tutuklukluğun devamına gerekçe olarak gösterilen, dört adet değerlendirme raporu hazırlayıp, bu raporları soruşturma ve kovuşturmayı yapan bizce kumpasçı savcı ve hakimlere göndermiştir. hukukçu Gnkur. Bşk.lığı’nın veya ilgililerinin ağır kusurunu, vebalini yargılananlar affetmediği gibi eminim Türk milleti ve tarih de affetmeyecektir. Kastettiğimiz raporlar (21/28 Eylül 2012-12 Ekim 2012 – 31 Ocak 2013 tarihli) dört adet rapordur. Bu raporların en belirgin özellikleri şunlardır; 1. Sapanca’ daki adreste aranması ve bulunması tamamen bir düzmece, bir senaryo ve kendisi de sahte olan “Pandora” veri tabanının yasaya, uygulamaya ve mantığa aykırı bir şekilde hardcopy’leri / printer çıktıları, Özel Yetkili Savcılık tarafından klasörler içinde Gnkur. Bşk.lığı’na gönderilmiştir. Gnkur Bşk.lığınca öncelikle yapılması gereken husus; a. İçindekilerin kendisine ait olduğu iddia edilen söz konusu dijital veri tabanın aslının veya imajının gönderilmesini istemesi, b. Bu veri tabanının içindeki verilerin kendine ait olup olmadığının tespiti, hukukçu İzmir Casusluk Kumpası Erhan Tokatlı B enzer istikamatte hareketle Gnkur. Adli Müşaviri tarafından akıllara zarar belki de çok zekice bir “önkabul ile değerlendirme yapmıştır”. Aynı makam tarafından, “Belgelerin (dijital verilerin) gerçek, içeriklerinin doğru olduğu” önkabulünün gerekçesi olarak, her ne kadar bize inandırıcı gelmese de “birliklerle yazışmanın çok uzun zaman alacağı ve bu birliklerdeki muhtemel sanıkların delilleri karartma ihtimalinin olduğu” ileri sürülmüştür. Böyle bir mantıkla hareket eden kişilerden doğru ve adil bir değerlendirme olmayacağı son derece açıktır, nitekim olmamıştır. bazı kişiler için yapılan değerlendirmeler tam olarak uygun olmamıştır. Yani; Değerlendirme neticesine göre müebbet hapis cezası ile yargılanması değerlendirilenlerin (9 kişiden 7’si hiç tutuklanmamıştır) bir kısmı tutuksuz yargılanırken, 6 ay- 3 yıl hapsi istenenlerin çoğu yaklaşık 1-1,5 yıl hapis kalmıştır. Söz bir konsu hukuki davada garabet böylesine yaşanmıştır. Sonuç olarak, bugün için tüm sanıkların beraat ettiği düşünüldüğünde, bu haksızlığın boyutu izah edilemeyecektir. Suçlu bulunsa bile, yasa gereği belki Bu heyet/heyetler tarafından; TSK’de de bir gün dahi hapse girmeyecek hiç yazılmayan hiç oluşturulmamış olan birçok insanın cezası hukuka ve evraklara gizlilik dereceleri atfedildiği vicdana aykırı olarak infaz edilmiştir. gibi, bir çok dijital veri için yapılan gizlilik derecelerinin tespitine dair Erhan Tokatlı değerlendirmeler de hatalı olmuştur. Nisan 2016 Tutuklamalar önceden yapıldığı için bazen c. Bu tespit çerçevesinde bir değerlendirme yapmasıdır. Fakat böyle bir talep ve değerlendirme yapılmamıştır. 2. Gnkur. Adli Müşavirliği, bize Balyoz davasında karşılaştığımız benzer bir durumu hatırlatan (bir takım faraziyelerin gerçek olduğu kabulüne dayanan “Bnb.Erdoğan Raporu”) yaklaşım sergilemiştir. Söz konusu bu raporların hazırlanmasında 6 7 Rasim Acıyan SEN DEMEK şiir molası AŞK BİZİ BEKLER Sabah güneşi bekler... Gün ise akşamı... Doğan bebek büyümeyi... Çocuk ise adam olmayı, Kağıt kalemi bekler, Satırlar dizeleri... Dizeler ise yüreğimin sesini... Sen diyorum... Martılar kanatlarını Meltem rüzgarına Yüreğim ise seni bekler gülüm... bırakıyor. . Gül bülbülün şakımasını, Kuğular nehirden merasimle geçiyor... Çiçek arının konmasını, Hasretlik vuslatı, Sen diyorum... Hasta şifayı, Kalbim ritmini şaşırıyor... Dert dermanı, Gözlerim yağmur bulutu oluyor.. Gözlerim gözlerini, Sen diyorum.. Tenim ise tenini bekler gülüm... Gönül aşkı, Aşk ise bizi bekler gülüm... Her şey şiir oluyor... (mr_a) Şiir içinde seni buluyor... Sen ki şiirin ta kendisisin... Mr_a Sen diyorum.. Eskilerden bir şarkı çalıyor... Bir yazlık sinemada, Kadir İnanır ve Türkan Şoray “Selvı boylum Al yazmalım” ile boy gösteriyor... Sinema Efe C. Arslan 1 940 ve 50’lerdeki çizgi roman süper kahraman patlaması gibi, bu sene de sinema filmlerinde süper kahraman patlaması görüyoruz. gençlerimiz sonra gerginlik oluyor savaşıyorlar, savaşıyorlar. Süpermen’in yeşil sahalarda görmek istemediğimiz üzücü davranışları başlıyor, sonra barışıyorlar.. Şimdiden 2020 ‘ye kadar bu tür film Tabi ki baş kötü Lex Luthor var. Jesse çekimleri planlandı bile. En son 2020’de Idenberg benim sevdiğim bir aktör ama son Green Lantern filmini yapacaklar. Marvel yıllarda pek kendini gösteremiyor bence. ve DC daha sonra neler yapar bilinmez. Son filmleri hep uçuk kaçık komedilerdi. 2016’da sonbahara kadar sinemalara Herkes onunla ilgili ön yargılıydı bu rolü gelecek gençlik filmleri huzurlarınızda. nasıl yapacak diye. Ben de diyorum ki Social Network’ü izlediniz mi, orda şahane Mart oynuyor. Burada ise bir tarz Pulpatin munipulatorü – soğuk buz gibi bir karakter. Batman vs Supermen filmi perdede olacak ve neredeyse 3 saat. Hiçbir rakibi Amerika’nın başkanı olmak için gerçek yok, gişeyi silip süpürecek. Bizim için başkanı öldürmek var kafasında. Oradaki de bir sürpriz var. Milli gururumuz Türk performansı çok iyi. Derken empatik bir Hava Yolları bu filme sponsor oldu. İki hikâye başlıyor. Annesi ve babası onu hiç uçağı filmin logolarıyla boyadılar. Film sevmemiş, hep eziyet etmiş. Kahvaltıda oyuncuları THY reklamında oynadılar, fast food yedirmişler. Bana göre hakikaten reklamı çok beğendim. eziyet. Filimdeki karakterlerden biri de Wonder Woman - Gal Gadot. Aslında orta bir karakter, bir aşk dörtgeninde. Aşk üçgenini bilirsiniz, bu onun bir sonraki seviyesi. Bir Bond kızı gibi gizemli ve biraz çapkın, çok enterasan özgür bir karakter. Tam 400 yaşında ama yaşına göre çok genç görünüyor:)) Nasıl 400 yaşında derseniz Star Wars’un Yoda’sı gibi… Bu arada Filmi Detroit’te çektiler, Detroit ekonomik belirtmek lazım Wonder Woman Amerikalı olarak gelişsin diye bence. Yönetmen Zack ve Hıristiyan değil, bence Müslüman Sneider, Man of Steel ve 300 Spartan’ı kökeni Amazonlardan geliyormuş. da yönetmişti. Ana rollerde Ben Affleck, Henry Cavill, Gal Gadot. Bu filimle ilgili Kriptonlu olmadığına dair bir söylenti anahtar kelime bence “Empati”. Filmde de var diye ama ben inanmıyorum, çizgi önce Batman ve Süpermen tanışıyorlar romanda uçabiliyor. 8 9 Sinema Efe C. Arslan B gençlerimiz u filimde neler yapabildiğini beraber anlatıyor, süper kahraman filmi gibi göreceğiz. değiller. Haziran Mayıs Civil War - Captain America’yı Cris Evans ve Iron Man’i Robert Downy Jr. oynuyor. Oyuncular, karekterleri ile artık özdeşleştiler. Burada birbirlerine girecekler hem de kötü sonuçları olacak. Dört yıl boyunca Marvel evreninde gerginlikler olacak. Bu filmin yarısı Birleşmiş Milletlerle ilgili, bizimkileri kontrol altına almak istiyorlar ve Spider Man ortaya çıkacak. Tek siyahi süper kahraman Black Panther (Harrison Ford’la “42” isimli müthiş filmde oynayan Chadwick Bozwin) da bu filmde var. Bilirsiniz muazzam Harrison Ford’la bir filmde oynamak çok zordur, oyunu ile siler atar insanı. Chadwick Bozwin ise “bu çocukta bir şeyler var” dedirten oyuncu.. Angry Birds’ün filmi yapılıyor. Aslında ne kadar saçma, oyununun üzerinden 5 yıl geçti. Adamlar geç kaldılar ve yaratıcı da değiller, demode, sert eleştiriyorum. Fragmanlarından birisinde kötü bir espri var ve bütün havayı değiştiriyor. Bunu yapan Colombia Pictures ile Sony Animation. Sony zaten iflas arifesinde, iflasları yüzünden sevilen karakterleri Spiderman’i, Marvel ile paylaşıyorlar. Finding Dory, I Love Pixar!.. Yönetmen Andrew Stanton Finding Nemo’yu da yapmıştı. Belki bilirsiniz, Nemo biraz fazla meraklı, araştırmacı ve engelli bir genç palyaço balığı. O filmdeki arkadaşı Alzeheimer’s hastası – kısa hafıza sorunları yaşayan Dory çok ünlü olmuştu. (Bana de sevgili Dedemi anımsatıyor) Ellen de Generes şimdi kendi talk-show’unu yapıyor. Alzeheimer’s hastalığını iyi Yönetmenler iki kişi: Joe ve Anthony anlatabilirlerse yıllar sonra benden bir Russo kardeşler. Winter Soldier’le göğe alkışı hak edecekler. çıkarılmışlardı, bu filmde bir psikolojik dram deneyecekler. Aslında hem bu film Buna biraz şüpheci yaklaşılıyor çünkü hem de Batman vs Superman birer dram Pixar’ın son devam filimleri pek iyi değildi. Toy Story 2 ve 3 güzeldi ama onların dışındakiler; Monsters Universe, Cars 2 felaketti - buna “The Pixar Problem” dediler. Dory’i seslendiren Ellen De Generes’in geri gelmesi çok hoş tabi ama acaba Pixar’a yeterince güveniyor mu? 10 Sinema Efe C. Arslan gençlerimiz Yönetmen ve yazar aynı kişi, Çok meraktayım, bakalım neye benziyor? çocukluğumuzu yapan ve sonra yakan: Yönetmen Paul Feig komedilerle tanınıyor Andrew Stanton. Pixar’ın büyük babası, ama Türkiye’de pek bilinmiyor. muazzamdır. Ama biliyorsunuz 10-15 yıl önce Pixar uçuyorken şimdi çok fena düştü. Inside-Out’u sevdim tabi ama Inside-Out, tek başına Pixar’ı geri getirecek olan film değil. Geçen sene The Good Dinazor’u çıkardılar, beğenen olmadı. Yapım devam ederken yönetmen değişti, yazar değişti, oyuncular (seslendirenler) değişti ve sonuç felaketti. Kasım Kasımda Dr.Strange var, Marvel’in enteresan bir yapımı. İlginç yanı –Disney’in buna izin verdiğine inanamıyorumbir korku filmi yönetmeninden süper kahraman filmi. Temmuz Ghost Busters geri dönüyor ve de olağanüstü kadroyla. Ölümsüz filmin devamından daha çok aynı konuyu farklı şekilde işleyen bir yapım gibi. Büyükbaba’nın Marvel filimleri gibi olmayacak. Nedenini söyleyeyim hafif ürkütücü olacak. Sihir - bilim karışımı olacak. Kadro da çok güzel, Benedict Cumberbatch olağanüstü bir seçim, bir sanat makinesi. Tildon Swinton da var, bir kadın ama, erkek bir karakteri oynuyor… Dr. Strange bir cerrah, araba kazasında elleri kopuyor. Ondan sonra sihirle ellerini geri kazanmaya çalışıyor. Dr. Strange’i oynayan Benedict Cumberbatch, olağanüstü bir oyuncu: BBC’nin top actor’ü Hobbit’teki Ejderha Smaug, Sherlock Holmes, niceleri… Filmde Bill Murray gene var, cameo (bir film, video oyunu, televizyon gibi gösteri sanatlarında insanlar tarafından çok bilinen birisinin kısa süre ile görülmesi) yapacak. Ah Marshmellow man, o olmadan olur mu? Kristen Wiig ve Chris Hemsworth oynuyorlar, komik şişman kadın Melissa Mc Carthy de var, kadronun çoğunluğu Saturday Night Live’dan - Bu evrene de böyle bir karakter lazım. çok iyi bir kadro. Bu ayın sonunda bir Onun doğal evreni Marvel, Avangers fragmanı yayınlanacak, büyük olasılıkla göndermesi yapacaklarını sanmıyorum. Batman V. Superman’den önce görürüz. 11 Sinema Efe C. Arslan gençlerimiz Bulalım... Arif Cankut eğlencelik adamın hikâyesi bu. Episode 8’de Kaylo Ren’le devam edecekler ama herhalde Kaylo Ren’in karekterinin tam oturmadığını fark ettiler ki Darth Vader gibi klasik bir kötüye geri döndüler bence. Bu filmde Jedi’lar yok, ışın kılıçları yok sadece fedakar bir ekip, ama gene de Star Wars. Sabırsızlıkla bekleyeceğiz. Kasım- Aralık Fantastic Beasts and Where to Find Them, Senaryosu Harry Potter yazarı J.K.Rowling’den. Film, 1960’ların New York’unda geçiyor, başrolde iki Oscar’lı Eddy Redmaine var. Yönetmen son iki Harry Potter filmlerinin de yönetmeni. Şimdilik bu kadar bilgi yeter. Rogue One. Bu bir antoloji filmi. Death Star’ın planlarının çalınmasının öyküsünü anlatıyor. Senaryoyu Chris Weitz ve Gareth Edwards beraber yazdılar. Gareth Efe C.Arslan Edwards’ı Godzilla’dan tanıyoruz, Nisan 2016 görselliği konusunu aşan bir Holywood yapımıydı. Filmin tonu açısından bakarsak,”Görevimiz Tehlike” ile “Black Hawk Down” arası bir şey, yani bir casus filmiyle savaş filmi arasında ilerliyor. Çok da acıklı bir hikâye, Darth Vader ve birkaç kendine güvenen 12 YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1. BAKI - ÜZERİNDE KUŞ UÇAN TEPE KUŞ TEPE DİYE ARAZİ TARİFİ YAPAN BL.K. 2. PARAZİT - BİR ŞAŞKINLIK SÖZÜ - 2012 YILI ABD YAPIMI, YÖNETMENLİĞİNİ BEN AFFLECK’İN YAPTIĞI DRAMATİK GERİLİM FİLMİ 3. BİRLEŞİK KRALLIĞIN KISALTMASI - ESKİ DİLDE SU - ÜNLÜ BİR TATİL YÖRESİ YEMİN 4. TERSİ İÇİNDE YEMEK ISITILAN VEYA YUMURTA GİBİ ŞEYLER PİŞİRİLEN, DERİNLİĞİ AZ METAL KAP - KEDER - BİR BAĞLAÇ 5. BİR KOMUT TÜRÜ - BAĞIŞLAMA - KAYINBİRADER 6. İLKEL BİR TAŞIT TÜRÜ - ÜST KARŞITI - ESKİDEN, 0,0125 GR. OLAN AĞIRLIK ÖLÇÜ BİRİMİ - İKİ FARKLI ANLAM TAŞIYAN MEŞHUR KISALTMA 7. BİR SPOR MALZEMESİ MARKASI - OKSİJENİN SİMGESİ SAVUNMAK VEYA SALDIRMAK AMACIYLA KULLANILAN ARAÇ 8. BİR NOTA - TRABZON İLÇESİ - MEŞHUR BİR GAZOZ MARKASI - GÜMÜŞÜN SİMGESİ 9. ADİL BİR YEMEK PAYLAŞIM SİSTEMİ 10. ERİŞMİŞ, ELE GEÇİRMİŞ, BAŞARMIŞ, KAZANMIŞ, ULAŞMIŞ - MANTIK - FAS PLAKA KODU 11. DERSTEN KAÇMA YÖNTEMLERİNDEN BİRİ - ÖLÇEKSİZ ÇİZİLEN KUŞ BAKIŞI ARAZİ 12. BİR ADA İSMİ - TERSİ KRİBATİ CUMHURİYETİ PLAKA KODU - BİR SINIF ADI - RORONUN SESSİZ HARFLERİ 13. EMARE - BARINDIRMA 14. BİR NOTA - KÜÇÜK BİR YERLEŞİM YERİ - BİR OTOMOBİL MODELİ 15. İSKAMBİLDE BİRLİ - BİZMUTUN SİMGESİ - BİRBİRİMİZLE OLAN YAKINLIĞIMIZ 16. RENYUMUN SİMGESİ - YAKARIŞ - BİR NOTA 17. İRİDYUMUN SİMGESİ - TANTALIN SİMGESİ - YOLUNU ŞAŞIRAN KİMSE 18. ÜFLEMELİ BİR ÇALGI TÜRÜ - ARSENİKİN SİMGESİ - BİR PETROL BÖLGESİ 19. BİR BAĞLAÇ - ÖZSEVER - BİR İLİMİZ 20. SU GEÇİRMEYEN SPOR CEKET - MUHABERENİN KISALTMASI YARARLIKTAN, KULLANIŞTAN KALDIRMA. SOLDAN SAĞA: 1. AKARYAKIT TAŞIMA ARACI - HARBİYELİNİN SIK SIK YAZMAK ZORUNDA KALDIĞI BELGE - SEVİLMEYEN BİR YEMEK ADI 2. BİR RADAR ADI - BİR KISALTMA - MAĞARA 3. BİR NOTA YARINLARIN YARATICISI - BİR KARNAVAL ŞEHRİ 4. BEDDUA - RUSÇADA EVET - KIRMIZI, BİR KASAP TÜRÜ 5. SEMBOL TATLIMIZ - BÜYÜKÇE 6. BÜYÜK KARDEŞ - TANKSAVAR - UD ÇALAN KİMSE - BİR NOTA - BİR SINIF ADI 7. YAYLA ATILIR - TERS - SUYLA ÇEVRİLİ KARA PARÇASI 8. TEMEL MOTİF ANA KONU - ESKİ TARİH BELİRTİR - BİR SAYI - RUTENYUMUN SİMGESİ - BİR NOTA 9. BAĞIRSAKLAR - ÇELİK ÇOMAK OYUNUNDA DEĞNEK - BİR SPOR ALETİ 10. SANI - İLERİ SARMAK İÇİN BASILAN TUŞ - KOYUN HAŞLAMA - TERSİ BEYAZ - BİR KART TÜRÜ 11. APARTMAN DAİRESİ - OLUNCA, OLURSA - SAFRA - MATARADA TAŞINIR 12. PERŞEMBE GÜNLERİ YAPILAN FAALİYET - BİR SINIF ADI 13. HER YIL ARTAN ŞEY - BİR NEHİR - EŞİ BULUNMAYAN - KROMUN SİMGESİ 14. NARANIN SESSİZ HARFLERİ - BİR TANKSAVAR SİLAHI - BİR HAYVAN - VURMA,DÖVME 15. AĞABEY - BİLET DEĞERİ KADAR İKRAMİYE - SABAH ÇAYLA İYİ GİDER 16. BİRDEN FAZLA ARAÇLA YAPILAN İNTİKAL- BİR LAKAP - ÜYE 17. BİR CETVEL TÜRÜ - RUHSAL YAŞAMA VE BEDENE EGEMEN OLMAYI AMAÇLAYAN HİNT FELSEFE SİSTEMİ - KÜÇÜK BİTKİLER - MEHİL. 13 Kumandan Aziz Güler gülmece güncel Kınıyorum Bülent Gücün O ’nun işi, canımızı en beklenmedik zamanda, en beklenmedik yerde ve en etkili biçimde acıtmak. O varlığını ve etkinliğini, en vahşi, en insanlık dışı, en barbar yöntemlere dayandırıyor. Öldüreceği insanları çocuk, yaşlı, kadın diye ayırt etmeden kendini patlatıyor. hiçbir akitim olmadığı gibi ondan hiçbir beklentim de yok. İşte tam bu yüzden terörü kınamıyorum, sadece lanetliyorum. Ve ömrümün sonuna kadar da lanetleyeceğim. AMA... Terör örgütleri ile hesap peşinde olanları Ve biz bu katliamları kınıyoruz... Herkes, KINIYORUM... her defasında bu eylemleri kınıyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri bakanı, Şiddet ve şehit sayısı üzerinden oy Gnkur.Bşk., ilgili/ilgisiz devletin bütün toplama ve iktidar olma hesabı yapanları kurumları, partiler, spor kulüpleri, aydın KINIYORUM... sıfatlı zatlar...ve maalesef vatandaşlar, yani bizler. İllerde ve ilçelerde, terörist adı altında, tecrübeli ve büyük kısmı müttefik Kınama ne için yapılır? Kınama, iyi olanın dediğimiz ülkelerden diplomatik tercih edilme şansı varken, kötü olanın pasaportla gelmiş olan yabancılarla bilinçli ve maksatlı olarak tercih edilmesi savaştığımızı halktan saklayan devlet nedeniyle yapılır. Kınamada bir vicdani yetkililerini KINIYORUM... tercih beklentisi söz konusudur, hayal kırıklığı ile birlikte bir acizlik mevcuttur. Asli görevi, bu olayları daha yaşanmadan önlemek olan istihbarat birimlerini Peki, biz terör örgütünü yaptığı eylemden KINIYORUM... dolayı neden kınıyoruz o zaman? Ondan vicdani tercih yapmasını mı bekliyoruz? Tüm yetki ve gücü elinde bulunduran Kınamak için onunla bir bağlantımızın ama kullanma basiretini gösteremeyenleri olması, asgari müştereğimizin bulunması, KINIYORUM... bir karşılıklı söz vermişliğimizin olması ve onun da bu sözünde durmamış olması Personeli zarar gören ve asli görevi gerekir. bu olaylarla mücadele etmek olduğu halde UTANMADAN kınama mesajları Eğer terör örgütü ile böyle bir sözleşmemiz yayınlayan tüm kurumları ŞİDDETLE ve buna bağlı beklentimiz var ise..., KINIYORUM... yazıklar olsun bize. Biz terör örgütünü ve eylemlerini ancak lanetleriz. Kızarız, Maaşlarını malum ülkelerden aldığı hiddetleniriz, küfür ederiz...Çünkü o kötü, yıllardır konuşulan ve ifadeleri ile zaten biz iyiyiz. Ama asla kınayamayız. eğitimsiz olan milletimin beynini yıkayan, tepkisizleştiren sözde akademisyen ve Ne yazık ki bizler terörü kınayacak kadar medya jönleri ile onları sürekli ekranlara aciz durumdayız. Çünkü bu hale getirildik. taşıyan medyayı KINIYORUM... Benim 14 terörle ve teröristle karşılıklı 15 Kınıyorum Bülent Gücün güncel Çıkarlarını vatan sevgisinin üzerinde gören Bu mücadele politik görüşle veya inançla ve yaşanan bunca rezalet ve acıya rağmen ilgili değildir. Mevzu-u bahis olan tercihini kötüden yana kullanmakta ısrar VATAN’dır. edenleri KINIYORUM... MEVZU-U BAHİS VATANSA, GERİSİ ATATÜRK’ü sadece rozetlerinde veya TEFERRUATTIR. arabalarının arka camında taşıdıkları için aktif tepki gösterme kudretini Bülent Gücün damarlarındaki kanda bulamayan ve en Nisan 2016 az çıkarcılar kadar vebal altında olanları KINIYORUM... İçi içini yiyen ama tepki gösterme konusunda fikir birliğine varamayanları KINIYORUM... HUKUK KURALLARI İÇİNDE OLMAK KAYDIYLA, BİLGİ, TECRÜBE VE FİKİRLERİMLE BİRLİKTE İNİSİYATİF ALIP HAREKETE GEÇMEK YERİNE, SOSYAL MEDYADA AĞZIMA GELENİ SÖYLEYEREK RAHATLAYAN VE BİR HALT ETTİĞİNİ SANAN KENDİMİ DE KINIYORUM. Terörün ne yapmak istediğini, zekasını, karakterini, tecrübesini ve kabiliyetini biliyoruz. İster dağda olsun, ister düzde; Ne şekilde mücadele edileceğini de biliyoruz. Terörle mücadelenin silahlı safhasını pek çoğumuz tamamladık. Şimdi sıra, bu toplumun donanımlı bir parçası olarak, mücadele ve çözüme katkı sunma konusunda etkin ve itici güç olma safhasındadır. 16 bilimsel Atatürk ve Antropoloji Mustafa Güneş Mustafa Kemal Atatürk; 19.yüzyılda hayata gelmiş, 20.yüzyılın ilk yarısı içinde yaşamış ama öğretileri, ilke ve devrimleri, kendisinin peşinden gelen ve onu seven halkı tarafından 21. yüzyıla taşınmıştır. çizmiştir. Entelektüel açıdan Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını iki evreye ayırabiliriz. İlki 1919 öncesi, diğeri ise sonrasıdır. Çağdaşlarına baktığımızda hepsi kendi toplumu tarafından reddedilmiş ve 21. yüzyıla ne adı ne de öğretileri taşınamamıştır. Yani çağdaşları arasında 21. yüzyıla taşınan tek lider Atatürk’tür. Atatürk’ü nesilden nesile aktaran, çağdan çağa taşıyan husus sahip olduğu özelliklerdir. Bu özelikler, O’nu halkının ulu önderi, Ata’sı, lideri, başöğretmeni, başkomutanı ve hatta babası yapmıştır. Mustafa Kemal Atatürk 1919 öncesi Osmanlı Devleti’nin değerli bir subayı ancak 1919 sonrasında bir siyaset adamı bir devrimci olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Ancak basitçe sıraladığımız tanımlamaların altında büyük entelektüel birikim görüyoruz. bu bir Entelektüel birikimi okuduğu 3997 kitap ve hayata dair yaşadıkları ile oluşmuştur. Kitap okumak derken “kitap okumak”tan bahsediyorum. “Kitap okumak” ile “kitap okumak” arasında fark vardır. Birisinde okunur geçilir, diğerinde içerik bütünüyle analiz edilir ve hayata geçirilir. İşte Atatürk için “kitap okumak” analiz etmek, hayata geçirmektir. Atatürk, her okuduğu kitapta dikkatini çeken cümlelerin altına özel işaretler koymuştur. Bu işaretler; “xx”: Önemli.“xxx”: Çok önemli.“müh.”: Mühim.“ç. müh.”: Çok mühim.“D.”: Dikkat.“?”: Belirtilen fikri kabul etmiyor, ya da şüpheli görüyor. Cümlelerin altını bazen kırmızı, bazen de mavi kalemle Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanması vatan topraklarına bağımsızlığı yeniden getirmiştir. Fakat esas mücadele, toplumsal dönüşümün gerçekleştirilme safhasıdır. Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk her alanda ardı arakasına devrimler gerçekleştirmiştir. Türkiye, çağdaş bilim ve eğitimi, devrimlerin etkisi ve itici gücüyle beraber 30’lu yıllarda 20. yüzyılda yakalayabilmiştir. Bu süreç antropoloji ile başlamış, dil, tarih, coğrafya, jeoloji, biyoloji gibi tüm bilim dallarını içine alarak devam etmiştir. Antropoloji kültür devrimini tetiklerken diğer taraftan ideolojik savaşta da belirli bir saf tutulmasını sağlamıştır. Dolikosefal Ari ırkı yücelten Nazi antropolojisi, brakisefal tezlerle çürütülmeye çalışılmıştır. Bu süreç aynı zamanda Batı’nın Türk insanına önyargı ile bakışının giderildiği dönem olmuştur. Yani Antropolojinin yanılgılarını gideren çözüm yolları yine antropoloji bilimi kullanılarak bulunmuştur . 17 Atatürk ve Anropoloji Mustafa Güneş bilimsel Antropoloji, iki yunanca sözcükten, insan farklılıkları, kültürel evrenselleri, anlamına gelen “anthropos” ve söylem toplumsal yapı çözülmeleri ve sembolizmin ya da bilim anlamına gelen “logos”tan yorumlarını inceleyen bilim dalı. oluşmuştur. d. Antropolojik Dilbilim: Farklı dillerin Bilimsel disiplin bağlamında 16. yüzyılın geçmişine yönelerek antropoloji ile ilk dönemlerinde Latince şekli olan ilişkisini inceleyen bilim dalı. “anthropologium” olarak kullanılmıştır. Daha sonra Orta Avrupa yazarları I. ve II. Dünya Savaşları’nın arasındaki antropolojiyi “anatomi” ve “fizyonomi” dönemde Nazi Almanya’sının etkisiyle anlamında kullanmaya başlamışlardır. Bu Germen antropolojisi Ari ırkın saflığına süreç sonunda da “fizik” ya da “biyolojik” yönelmiş ve “ırk milliyetçiliği”nin antropoloji ortaya çıkmıştır. gelişerek Orta Avrupa ile Balkanları kadar yayılmasına neden olmuştur. 17 yüzyılda, Antropoloji, teologlar tarafından kullanılmaya başlanmış ve Latin antropolojisi ise “bilimsel” uhrevi söylemlerinde insan-benzeri özerkliğini muhafaza etmiştir. Ancak unsurlar teolojik antropoloji”nin alanını Ari ırk kuramını sorgulayarak Ari ırkın oluşturmuştur. yücelttiği dolikosefal teze karşı brakisefal tezini ortaya koymuştur. 18.yüzyılın son çeyreğinde kültürel kimlik için Almancada “Anthropologie” sözcüğü Ari ırk tezi, dolikosefallerden oluşan kullanılırken “etnoloji” sözcüğü de benzer kuzey ırkların saflığını savunurken, alanları içermiştir. Sonraki yüzyılda Latin antropolojisinin tezi, brakisefallerin Avrupa ve Amerika’da fizik antropolojinin dışarıdan geldiği ve zamanla temelleri atılmış 20.yüzyıla gelinince dolikosefallerle karıştığı ve fakat uygarlığı yüzyılın ilk yarısında antropoloji analitik taşıyan taraf oldukları idi. bir ayrışmayla dört ana eksende evrilmiştir. Türkiye’de de 1925’ten sonra geliştirilen Bu ana dallar; antropolojinin ana çizgisi Latin antropolojisinin çizgisi olmuştur. a. Fizik Antropoloji (biyolojik antropoloji): insan biyolojisi biyolojik Bu yolun seçilmesine etki eden hem evrim, kalıtım, uyum ve varyasyon, primat arkeolojik bulgulardı hem de 1900 yılında morfolojisi ve insan evrimine ilişkin fosil Deniker’in Türklerin brakisefal olduğunu kayıtlarını inceleyen bilim dalı. ortaya koyması olmuştur. b. Arkeoloji: Fizik Antropolojinin elde ettiği bulgularla yapılan kazılarda ortaya çıkan mekanları eşleştirerek tarih öncesi toplumları inceleyen bilim dalı. c. Kültürel Antropoloji: Kültürel 18 Cumhuriyet Türkiyesi’nin dört elle antropolojiye sarılmasının bir nedeni de Türklerin sarı ırktan olduklarına dair bir tez idi. Atatürk ve Antropoloji Mustafa Güneş Bu öne sürülen sarı ırk tezi ancak fizik antropolojisinin bulguları ile çökertilebilirdi. Bu nedenledir ki antropoloji bilimi Türkiye’de en gelişen bilim dalı olmuş ve hatta Cumhuriyet ile birlikte gelişmiştir de denebilir. Avrupa ders kitaplarında ırklar, Urallar ve Himalayalar’ın konumuna göre ifade ediliyordu. Tarih öncesinde Urallar’ın batısı beyaz ırk, doğusu sarı ırk, himalayalar’ın güneyi ise siyah ırk’ın bulunduğu coğrafya olarak tanımlanıyordu. bilimsel topraklarında çalışmalarını sürdüren İsviçreli bir antropolog ve etnolog idi. Pittard, 1928’den 1938’e kadar Anadolu’da yaptığı çalışmalarda Atatürk’le birçok kez bir araya gelmiştir. Pittard bu karşılaşmalarda görüştüğü Atatürk’ün entelektüel yapısını, bilime bakışını ve bilime olan tutkusunu gözlemlemiştir. Bu gözlemini de yazmış olduğu bir makalede ifade etmiştir. Pittard’ın, Dil devrimiyle beraber Atatürk’e olan saygısı, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Bu tanımlamaya göre Türkler sarı ırk olarak toplumsal devrimlerle hayranlığa kabul ediliyordu. Bu durum Afet İnan dönüşmüştür. Bu saygınlık ve hayranlığını tarafından Atatürk’e bir şekilde rahatsızlık artıran diğer bir etken de Atatürk’ün emri duyularak ifade edilmiştir. ile gerçekleştirilen “büyük antropolojik anket” olmuştur. Bütün bu gelişmeler Atatürk’ün ilgi alanının sosyolojiden antropolojiye Atatürk, Türk insanının köklerini en iyi dönüşmesine sebep olmuştur. Oysa ki şekilde bilmek ve Avrupa’nın yaptığı sosyolojiye duyulan ilgi 1908 yılında “sarı ırk” tanımlamasının yanlış olduğunu ittihatçılarla başlamış ve sonunda ortaya koymak düşüncesiyle ırk sorununa Durkheim ülke sınırları içinde bilime da el atmıştır. Bu bağlamda en güvendiği damga vurmuştur. kişilerden biri olan Afet İnan’a ilk önce 1932 yılında Türk Tarih Kongresi’nde bu Öyle ki Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün konuyla ilgili tebliğ vermesini sağlayarak Esasları” adlı Milli Mücadele’yi antropolojiye yönlendirmiş ve ardından gerçekleştirenlerin temel ideolojisini Cenevre’de Pittard’ın yanında antropoloji oluşturan eserlerden birisi Durkheim’ın alanında eğitim almasını sağlamıştır. sosyolojisinin etkisiyle hayata geçirilmişti. Ancak yukarıda bahsedilen sebeplerin yanı Afet İnan’ın eğitimi sonunda vereceği tez sıra 1929 Buhranı ve buhranın Avrupa’da kapsamında başlatılan anket antropoloji yarattığı toplumsal çöküntüyle bir değişim alanında Türkiye’yi en tanınır ülke yaşanmış ve sosyolojinin yerini antropoloji konumuna sokarken Türk insanının o almıştır. Durkheim’ın yerini de Eugéne güne kadar herhangi bir fiziksel ölçümleri Pittard almıştır. yapılmadığı için gerçek fiziki ölçümleri antropolojik değerler kapsamında ortaya Eugéne Pittard, Türkiye ile yakın bir ilişki koyulacaktı. içinde olan ve 1911 yılından beri Anadolu 19 Atatürk ve Atropoloji Mustafa Güneş Diğer taraftan tezin de içeriği olarak Türklerin dolikosefal mi, brakisefal mi oldukları ortaya konacak, böylece var olan uygarlığa etkisi belirlenecekti. Aynı zamanda Türk ırkının ilmi açıdan incelenmesini ve böylece Türklerin tarihsel olarak bir yere konmasını sağlayacaktı. Büyük antropolojik anket 1937 yılının Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında gerçekleştirilmiştir. 64.000 kadın ve erkek üzerinde uygulanan anket için on ekip oluşturulmuş ve ülke on bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgeler ve sayılar şöyledir: bilimsel bilim insanları ayrıntıya girmeyerek sınırlı ölçümler yapmışlar, bunlar da sadece boy ve baş karinesi olmuştur. Anketle elde edilen vasıflar; kadın ve erkeklerde ayrı ayrı, boy, skelik karinesi (gövdeye göre bacak uzunluğu), kulaç, ağırlık, baş karinesi, alın genişliği, baş irtifaı-uzunluk karinesi, yüz vasıfları, burun ölçüsü ve burun karinesi, göz şekli, burun profili, kafanın arka kısmı profili, cilt rengi, göz rengi ve saç rengi gibi dökümlerdir. Böylece ülke içinde Türk, Kürt, Rum, Ermeni gibi hiçbir ayrım yapılmaksızın Türkiye Türkleri’nin antropolojik yapısı Trakya Bölgesi 6000 ortaya çıkarılmıştır. Saptanan bu vasıflar Bursa, Bilecek Bölgesi 6000 diğer ırklarla karşılaştırılmış, çıkarılan Çanakkale, Balıkesir, Manisa 6000 sonuçlar tarih öncesi alana tatbik edilerek Ege Bölgesi 6000 Türklerin tarihten önceki varlığı hakkında Eskişehir, Afyon, Burdur, Kütahya, Isparta, tezler ileri sürülmüştür. Antalya bölgesi 6000 Orta Anadolu bölgesi 8000 Anket sonucunda; Türklerin beyaz ırkın Garbi Karadeniz bölgesi 6000 Alpin kolundan oldukları ve Anadolu’da Cenup bölgesi 6000 yaşamış insanların vasıfları neolotikBirinci Şark bölgesi 7000 kalkolitik-Eti devrinden beri aşağı yukarı İkinci Şark bölgesi 7000 aynı olduğu esasına varılmıştır. Nitekim Kansu tarafından yapılan incelemelerde Anketi gerçekleştirenler askeri ve sivil de baş karinesi olarak Selçuklular ile doktorlar, sıhhiye memurları ve az da Osmanlılar’ın da aynı oldukları tespit olsa beden eğitimi öğretmenlerinden edilmişti. Varılan nihai noktada şöyle seçilmiştir. Seçilenler öncelikle ankete denilebilirdi; bu topraklarda yaşayanlar bu hazırlık olması amacıyla Ankara Dil ve insanların torunlarıydı. Elde edilen verilerin Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji de tarih öncesi alanına uygulanmasıyla, Profesörü Şevket Aziz Kansu tarafından eski Orta Asya Alpinlerinin yüksek eğitime alınmışlardır. kültürü, Alpinlerin Ön Asya ile Avrupa’ya yaptıkları göçler, oralarda yaydıkları demir 64.000 kişinin değerlendirildiği ankette kültürü vurgulanmıştır. Böylece uygarlığı 4.000 veri kusurlu olarak belirlenmiş ve simgeleyen bu kültürün Ön Asya’daki 59.728 veri değerlendirmeye alınmıştır. merkezinin Anadolu olduğu ve Avrupa’nın Bu verilerde 27 antropometrik vasıf uygarlaşmasındaki Anadolu’nun etkisinin saptamıştır. Oysa ki O güne kadar Türkiye’de büyük olduğu sonucuna varılmıştır. yapılan antropolojik çalışmalarda yabancı 20 bilimsel Atatürk ve Antropoloji Mustafa Güneş S onuç olarak; Cumhuriyet ile başlayan değişim, çağdaşlaşma ve kalkınma hedeflerine ulaşmak üzere gerçekleştirilen kültürel bir devrim idi. Bu bağlamda yapılan bütün bu antropolojik çalışmaların “ırkçılık” veya “ırk milliyetçiliği” açısından gerçekleştirilmediği rahatlıkla söylenebilir. Cumhuriyetin gündeminde olan “ırkçılık” değil, “kültür davası”dır. Batı’nın bilgisizlik ya da etnik önyargılar nedeniyle Türk tarihini gerçek haliyle ortaya koymadıkları gibi Türkleri, ait olmadıkları ırka dahil göstermişlerdir. Fakat yapılan anket gerçeğin çok farklı olduğunu göstermiştir. Atatürk’ün antropolojiye katkısının O’nda bulunan bilim tutkusunun sınırsız olduğunu ifade etmiştir. Bu sınırsız tutkunun daha sonra Atatürk’ün dil, tarih çalışmalarında da etkili olduğu görülmüştür. Son söz olarak, Eugéne Pittard’ın Atatürk hakkında söylediği birçok övgü dolu sözlerden sonra kendisine sorduğu soruya yer verelim: “Dünya’da Atatürk benzeri, geniş siyasal görüşünün yanı sıra bilime bu derece tutkuyla yaklaşan, aynı oranda dinamik bir başka devlet adamı var mıydı?” Mustafa Güneş Nisan 2016 Prof.Dr.Zafer Toprak’ın “Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji” adlı kitabı kaynak olarak kullanılmıştır. Bilime gerekli değeri veren Atatürk, eğer bu büyük antropolojik anket için gerekli direktifi vermemiş olsa ve desteklememiş olsaydı, Türk insanı ile ilgili bu kadar ayrıntılı ve gerekli bilgilere daha uzun bir süre ulaşılamayacaktı. Eugéne Pittard, 21 sağlık Sağlıklı Beslenme Cengiz Benli Karnabahar Lahananın bir çeşidi sayılan Karnabahar daha çok Akdeniz Ege, Marmara bölgesinde yetiştirilmektedir. Lahanada yapraklar sebze olarak kullanıldığı halde, karnabaharda yenilen kısım genç çiçek tomurcuklarıdır. Karnabahar daha lezzetli, besince Fosfor, potasyum ve vitaminler bakımından zengindir. C vitamininden zengin olan karnabahar özellikle dokular için kolejen üretimini sağlar ve demirin emilimini de artırmaktadır. K Vitamininden zengindir, kemik oluşumuna katkıda bulunarak kemik erimesini önler. Özellikle menapoz sürecinde olan bayanların diyetlerinde yer vermeleri gereken bir sebzedir. Sadece lahana çeşitlerinde bulunan U vitamininin mide, bağırsak iç yüzeylerini koruyup o bölgelerdeki yaraları hemen iyileştirici etkisi bulunmaktadır. A ve E vitamini açısından zengindir. Koenzim Q10 içermesi nedeniyle de antioksidan, kalp ve dolaşım sistemini destekleyici etkisi bulunmaktadır. İdrar söktürür. Dalak hastalıklarına iyi gelir. Şeker hastalarına faydalı olduğu bilinir. 22 Zihin yorgunluğunu giderir. Sakinleştirici etkisi bulunmaktadır. Sinirleri ve beyni iyi çalıştırır, onların yıpranmasını önler. Kanseri önleyen karotenoid ve indol-3 maddesi taşımaktadır. Kolon, Akciğer, Yumurtalık ve Prostat rahatsızlığında kullanılması önerilmektedir. Özellikle çiğ olarak yenilmesi tavsiye edilmektedir. C vitamini ve betakaroten açısından son derece zengin olması nedeni ile pişirilince besinsel değerlerinin büyük kısmını kaybederler. Bu nedenle çiğ salata olarak yenmeli ya da buharda pişirilmelidir. Eğer pişirirken kokusundan rahatsızlık duyuyorsanız haşlarken içine iki dilim ekmek atabilirsiniz. Eğer bağırsak hastalığınız varsa, kolit gibi, karnabahar tüketilmemesi önerilmektedir. Mürdüm Eriği Sağlıklı Beslenme Cengiz Benli Erik ayrıca potasyum ve magnezyum minerali açısından da zengin bir meyve olması nedeniyle özellikle tansiyon hastalarının kullanması önerilmektedir. Mürdüm eriği tansiyon hastalarının yanı sıra karaciğer, kalp ve böbrek hastalıklarına, sindirim rahatsızlığı çekenlerde, tuzsuz rejim yapan ve romatizma rahatsızlığı olanlarda da kullanması gereklidir. Güçlü antioksidan, yani sağlıklı dokuları ve hücreleri koruyucu maddeler içermesi nedeniyle kalp hastalıklarına yakalanma ve kriz riskini azaltıcı etkisi bulunmaktadır. 100 gr da; 50 kalori, 12,3 gr karbonhidrat, 299 mg potasyum 0.5 mg demir 17 mg fosfor, 2mg sodyum, Erik 2000 y ı l d ı r bilinen ve vücudumuz için çok faydalı olan bir meyvedir. Bol miktarda B vitaminleri (B1, B2, B3, B6), A vitamini, C ve E vitamini içeren mürdüm eriğinin birincil olarak barsakları çalıştırıcı etkisi bilinmektedir. 0.5 mg demir, 0.7 mg lif içeriyor. Sarımsak Grip virüslerinin vücutta çoğalmasını engelleyen allicine ve aliin maddelerini sağlık bol miktarda içeren sarımsağın, hastalığa yakalanmadan önce ve çiğ olarak yenmesi gerekiyor. Sarımsağın sürekli kullanımı kalp hastalıklarından koruyor. Sarımsak iyi huylu (HDL) kolesterolü yükseltirken, kötü huylu ( LDL ) kolesterolü ve trigliseritleri düşürüyor. Ayrıca tansiyonu düşürmek için kullanılıyor. Araştırmalar sarımsağın mikroorganizmalara karşı olduğunu ortaya koyuyor. çeşitli etkili Sarımsak bağışık sistemini güçlendirmesinin yanında antiviral ve antifungal olarak da kullanılıyor. Sarımsakta sıtma ve kansere karşı savaşta önemli rol oynayan bileşikler olduğu ortaya çıkmıştır. Kanada’nın Toronto Universitesinde yapılan araştırmada sarımsağın sıtmada olduğu kadar kanserle savaşta da önemli rolü olduğu saptanmıştır. Disülfides adı verilen sarımsaktaki bileşiklerin antiviral, antibakteriyel, antiparaziter ve antikanserojen özellik taşıdığı belirlenmiştir. Sarımsağın bir bileşeni olan Ajoenin, hücreler için önemli olan glutatyon sistemi üzerine etkili olduğu gözlenmiştir. 1.Sarmisagin bileşiminde şekerler, vitaminler (A,B,C), kükürtlü bir uçucu yağ ve içerisinde bol olarak allil sülfür bulunur. Sarmisagin özel kokusu ve tadı bundan ileri gelir. 2.Çok eski çağlardan beri bilinmekte ve tedavide kullanılmaktadır. 23 sağlık Sağlıklı Beslenme Cengiz Benli 3.Eskiden salgın hastalıklarla mücadelede çok kullanılmaktaydı. 4.Antiseptik, iştah açıcı, tansiyon düşürücü, solucan düşürücü, idrar arttırıcı, kan temizleyici etkileri vardır. 5.Antiseptik etkisi, içindeki allisinden ileri gelir. 6.Bakteriler üzerinde üremeyi azaltıcı ve öldürücü etkisi vardır. 7.Eskiden harplerde antibiyotik ve antiseptik olarak çok kullanılmıştır. 8.Ayrıca, kansere karşı üstün bir koruyucu, hemeroide faydalı, bronşit, astım, varis, siyatik ve romatizma ilacı olan sarmısağın faydaları ve kullanıldığı yerler çoktur. 100 gr. da; Kalori 136 kkal Protein 6,1 gr KH 27,5 gr Yağ 0,1 gr Su 64 gr Kolesterol 0 Kalsiyum 38 mgr Fosfor 134 mgr Demir 1,4 mgr B1 Vit 0,2 mgr B2 Vit 0,08 mgr Niasin 24 C-Vit 14 mgr Çok eskilerden beri sarımsağın kanser oluşma riskini azalttığı ve kanser tedavisinde kullanılabileceği yönünde pek çok söylem bulunmaktadır. Günümüzde yapılan pek çok çalışmanın sonucu da bu söylemi destekler nitelikte olup, sarımsaktan antikanserojen bir ilaç geliştirmenin formülleri aranmaktadır. Sarımsağın kan kolesterol düzeyini düşürdüğü ve ateroskleroz gelişimini önlediği söylenmektedir. Üzüm Eskiden efsanelerin meyvesi ve tanrıların güç kaynağı olarak kabul edilen kurusundan, suyundan bile faydalandığımız üzüm, şekeri ve mineralleri bol olan bir meyvedir. Üzümün bir diğer adı da ‘bitkisel süt’tür. sağlık Sağlıklı Beslenme Cengiz Benli Antioksidanlar Gün boyu soluduğumuz kirli hava, bozulmuş besinlerdeki zararlı maddeler, katkı maddeleri, bilinçsiz beslenme ve hareketsizlik sonucunda vücut serbest radikal adı verilen sağlığın baş düşmanlarından biri olarak gösterilen oksijen atomları, başta kanser olmak üzere pek çok hastalığa neden olurlar. Serbest radikalleri etkisini yok eden enzimleri artırarak vücudumuzun savunma sistemine katkıda bulunan ve onları bloke eden maddelere antioksidan maddeler denir. Dirençli olmamızı sağlayan, serbest radikallerin ve toksinlerin oluşumunu engelleyen ve yaşlanmayı yavaşlatan bu maddeler en çok yeşil ve kırmızı yapraklı besinlerde bulunur. Ayrıca A,C ve E vitaminleri de doğal bir antioksidan işlevi görerek serbest radikalleri bloke ederler. Yararları saymakla bitmez: A vitamini, serbest oluşumunu önler, Bol miktarda A,B ve C vitaminleri, mineraller en çok da demir ile potasyum içerimektedir. Vitamin E, antioksidan bir enzim gibi çalışıp hücre zarının parçalanmasına engel olur, Bileşimindeki zengin maddeler, özellikle sıcak havalarda vücuttan terle atılan minerallerin geri dönüşümünü sağlamaktadır. Selenyum, serbest radikalleri çokludoymamış yağ asitlere dönüştüren ve antioksidan etkili bir enzimdir, kanserden korunmak isteyen kişilerin alımına özen gösterdikleri minerallerden biridir, Vücut tarafından kolayca özümsenen basit şekerleri sayesinde bol enerji verir. Bol lifli olduğu için bağırsakları yumuşatıcı ve idrar söktürücü özelliği ile organizmayı toksinlerden arındırıp temizler. radikallerin Vitamin C, hücrelerdeki zararlı reaksiyonların oluşmasını engeller. Vitaminler taşıdıkları bu antioksidan özellikten dolayı hücreleri koruyarak, bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu kanser, kolesterol ve kalp krizi gibi pek çok hayati hastalıktan korur. Sinir hücrelerinin ömrünü uzatarak ilerleyen yaşlarda alzheimer gibi hastalıklarla karşılaşılmasını engeller, daha genç ve dinç görünmenizi sağlar, bağ dokusunu güçlendirerek cilt sarkmasına engel olur, kırışıklıklara karşı önleyici özelliği bulunur, kalp ve damar sistemindeki dokulara esneklik sağlar, eklemlerde hareketleri kolaylaştırır, uzun, zinde ve sağlıklı bir hayatı garanti etmektedir. Bazı yiyecekler içerdiği antioksidan maddeler nedeniyle işlevseldir. Brokoli, lahana, brüksel lahanası, domates, sarımsak, soğan, fındık, ceviz, yulaf, balık, balık yağı, süt ürünleri, şarap,üzüm, çay gibi. A vitamini, koyu renkli yapraklı bitkilerde, C vitamini, trunçgiller, çilek, brokoli, lahana, patates, maydanoz ve çok sayıda meyva, sebzelerde, E vitamini kuruyemişler, bazı bitkisel yağlar ve lifli yeşil besinlerde bulunmaktadır. Antioksidanların oluşmuş hastalığın tedavisini değil, hastalıkların önlenmesini sağladığı bilinmelidir. Hergün alınan sebze ve meyveler günlük antioksidan ihtiyacını karşılayamamakta bu nedenle supleman (Ek) olarak alınabilmektedir. 0,6 mgr 25 sağlık Sağlıklı Beslenme Cengiz Benli Domates A , B1, B2, C, K vitaminleri, niacin, protein, yağ, karbonhidrat, organik asitler, potasyum, kalsiyum, fosfor , sodyum, demir ve pek çok etkin madde içeren domates en iyi bilinen antioksidan etkiye sahip ve en çok kullandığımız bir sebzedir. Bir domatesteki C vitamini, almamız gereken günlük miktarın yüzde 50 sinden fazlasını karşılamaktadır. Damarları yumuşatır, böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürür, kanı durultur, üre miktarını düşürür ve vücudu gençleştirir. Kalp, karaciğer,böbrek bozuklukları,gut hastalığı ve şeker hastalarında faydalıdır, kansere karşı koruyucudur, hazmı kolaylaştırır. Yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olur. Kabızlığı önler. Olgun domateste bol miktarda bulunan ve bir karoten maddesi olan likopen domatese kırmızı rengini veren maddedir, gözleri korumakta ve kanı zararlı maddelerden arındırarak dolaşımını hızlandırmakta, hücreleri serbest radikal hasarından korumakta, ultra viyole ışınlarına karşı korumaktadır. Likopenin kolesterol düşürücü özelliğe de bilinmektedir. Likopen maddesi domates piştikçe artmakta, vücutta gerektiğinde A vitaminine dönüşmektedir. Kestane Kayıngiller familyasındandır. 20-25 m boyunda bir ağaçtır. Meyveleri kahverengi ve iridir. Potasyum, fosfor, magnezyum, klor, kalsiyum, demir ve sodyum mineralleri ile C, B1, B2 ve PP vitaminlerini içerir. 26 Şeker, protein ve yağ açısından zengin olan kestanenin, 100 gramında 200 kalori bulunur. Nişasta, mineral tuz, özellikle potasyum ve diğer besinsel değerleriyle kestane, kış mevsiminin olumsuz şartlarına, fiziksel ve beyinsel yorgunluklara karşı oldukça etkili bir koruyucudur. Kalp ve kas sistemini uyarıp organizmanın su dengesini düzenler. Kasları güçlendirir. Kan dolaşımını hızlandırıp varis ve basurların gelişimini önler. Kestane, en çok potasyum düşüklüğünden yakınanlara önerilir çünkü 100 gramında tam 500 mg potasyum bulunmaktadır. Çocuk, genç ve yaşlılar için çok değerli bir enerji kaynağıdır. Cengiz Benli Nisan 2016 KAYNAK: h t t p : // w w w. m u m i n e m . n e t /d i ye t s a g l i k l i - b e sle n m e /4 9 7 8 - s a g l i k l i beslenme-sebzeler-ve-meyveler.html Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül AVRUPA BİRLİĞİ TARİHİ SÜRECİ Bu bölümde ATAD ‘ın yargılama yetkisine dayanak oluşturan Topluluğun ve hukuk sisteminin ortaya çıkışı, gelişimi ve özelliklerinden bahsedilecektir. Bu ayrıntılı konuya girmeden önce Topluluğu oluşturan bütün kurum ve kavramlara ilham kaynağı olan Avrupa kelimesinin anlamı nedir, nereden gelmiştir, bir kıta ya da kıta parçası tarihin başlangıcından bu güne neden bu isimle anılmaktadır? Avrupa kelimesi hakkında zaman ve mekana bağlı olarak değişik tanımlamalar vardır. Ancak genelde başvurulan Grek Mitolojisidir. Grek tanrıçası Europa, Zeus tarafından kaçırılmış, bir boğaya dönüştürülerek tanınmaz duruma getirilmiştir. Ancak bu tez Grek ve Avrupalılar tarafından fazla kabul görmez. Diğer bir efsaneye göre ise Europa, Mısırda yerleşmiş Asyalı bir genç kızdır ve aynı zamanda Afrika ile bağları vardır. Bu tez üzerine bir yazar, “eğer Europa bir Avrupalı ise o zaman Avrupalılığını kanıtlaması epey güç olacaktır” demiştir. Orijin konusundaki farklı tezler gibi Avrupalı kimliği de oldukça tartışmalı ve karışık bir konudur. Avrupa politik anlamda coğrafik bir ifadedir. Tanımlanmış ya da kabul edilmiş sınırları yoktur, bir çok benzetmeye veya hayale dayalı olarak açıklanmaya çalışılır. Örneğin Gorbaçov’un beyanlarında kullandığı müşterek Avrupalı yurdu (Common European Home) gibi Avrupa kimliğini açıklama teşebbüsleri, bazen karşı tezler kullanılarak ya da Avrupalıların müşterek düşmanı kavramı ile güncel açıklanmaya çalışılır. Bu nedenle de Avrupa genellikle “Diğeri” kavramı ile ilişkilendirilerek tanımlanmıştır. Tarihsel açıdan Avrupa var oluşundaki uzun süreçte Asya’dan farklılaşmaya başlamıştır. Hıristiyanlık bu ayrışmada önemli bir rol oynamıştır. Edward Said “Diğeri” kavramının canlandırılması için Avrupalıların doğu (Orient) kavramını yarattıklarını söylemektedir. Avrupalı kimliğinin negatif şekli, farklılığa ve asılsız suçlamalara dayanmaktadır. Buna örnek olarak diğer Avrupalılar içinde sık kullanıldığı itiraf edilse de barbar, putperest veya despotluk kavramları “Diğeri” Kavramını tanımlamakta kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Avrupa’yı tekrar inşa edecek olan politikacılar, “güçlü Avrupalı” önderliğinden ziyade Amerikan sponsorluğun da Rus düşmanlığı ile oluşturulan bir yapı içinde çalışırken, Avrupalı olmayan dünya hala bir Avrupalı kimlik duygusunun yapılmakta olanlar için ön şart olduğunu düşünüyordu. Avrupa kelimesi ve Avrupa kimliği ile ilgili bu kısa açıklamadan sonra Avrupa Topluluğunu oluşturan tarihi sürece kısaca değinmek istiyoruz. Avrupa’nın birleşmesi isteği yeni bir düşünce değildir. Roma İmparatorları, Cengiz Han, Napolyon, Hitler gibi tarihin farklı karakterleri bu kıtayı almayı şiddetle arzulamışlardır. Bunlardan bazıları başarılı olamamışsa da diğerleri, farklı zamanlarda sınırlı bir başarı sağlamışlardır. 27 Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül Hiç kimse Avrupa’da yaşayanlara uzun süreli bir barış ve refah getirememiştir. Avrupa Birliği, bağımsız ve zaman zamanda birbirine düşman olan devletlerarasında işbirliği yolu ile bu sonuca ulaşmayı amaçlamaktadır. Avrupa, vatandaşların yararı için yine onların rızasıyla birleştirecektir. Ancak bu birleşme ya da bütünleşme süreci ile ilgili olarak sadece imparatorlar veya diktatörler çaba göstermemiştir. Düşünsel alanda da bu amacın esasları 14. yüzyıldan itibaren tarihçiler, filozoflar ve hukukçular tarafından değişik zamanlarda ifade edilmiştir. Fransız hukukçu Pierre DuBois’in 1306 yılında yayımlanan eserinde birlik düşüncesinin temelleri bulunmaktadır. Avrupa’da devletlerin ortaya çıkması ile birlik yaratma düşüncesi de belirmiştir. Avrupa’daki her büyük savaştan sonra imzalanan antlaşmalarda birlik düşünceleri gündeme gelmiştir. 17. yüzyılda Kant “Avrupa Birleşik Devletleri” fikrini ortaya atmış zamanla bu fikir düşünürler tarafından da benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Bu alanda ilk adım 1786 yılında Fransa ile İngiltere arasında Avrupa’da büyüyen üretimi geliştirmek için Gümrük Tarifelerinin İndirimini Antlaşması ile atılmıştır. 1815 Viyana kongresi ile Avrupa’da kalıcı bir barış için adımlar atılmış, 1834 yılında Alman devletleri arasında gümrük birliği kurulmuştur. Bu yapı 1871’de Bismark’ın Alman siyasi birliğinin tamamlaması ile sonuçlanmıştır. 1860 İngiliz – Fransız, 1862 Rusya – Fransız antlaşmaları ile Avrupa’daki büyük devletler arasında gümrük indirimi sağlanmıştır. 28 güncel Bu süreç 1870’den 1915’e kadar ülkelerin korumacı politikaya dönmeleri sonucu durmuştur. Birinci Dünya Savaşı akabinde savaşın etkisi ile devletlerin eşitliğini temel alan bir birliğin kurulması ile ilgili fikirler ortaya atılmıştır. Kont Coudenhove Kalengi’nin 1923’de PanAvrupa hareketini kurarak önderi olması, 5 Eylül 1929’da Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand’ın Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında bir Avrupa Birliğinin oluşturulmasını önermesi savaş sonrası birlik fikri için örnek verilebilir. Birinci Dünya Savaşı neticesinde yapılan savunma antlaşmalarının ve milletler cemiyetinin faaliyetlerinin yeni bir savaşa engel olamadığı, İkinci Dünya Savaşı sonucunda anlaşılmıştır. Fransızlar, Almanların savaş makinesinin özünü oluşturan kömür ve çelik endüstrisinin kontrol altına alınmasının ve Almanya ile politik ve ekonomik bir ortaklık yapmanın önemini kavramışlardır. Buna ek olarak Amerikalılar 1919’da yaptıkları gibi Avrupa’yı terk etmemişler ve Rus tehlikesine karşı Avrupa’nın ve Batı Almanya’nın ekonomik olarak hızla kalkınması için Marshall Planını devreye sokmuşlardır. Ayrıca batı Avrupa’nın demokratik ülkelerinin Sovyet tehdidine karşı korunması amacıyla 1949’da NATO kurulmuştur. Bu süreç içinde Batı Avrupa ülkeleri, karşılıklı bağımlılık ihtiyacının bir gerçek olarak belirmesi ile Avrupa’nın Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül W inston Churchill 1946’da Zürich’te Avrupa Birleşik Devletlerinin Kurulmasını ve bunun ilk adımının da Fransa ve Almanya arasında bir ortaklık yaratılması yolu ile olması gereğini ifade etmiştir. Fransız – Alman ortaklığını temel alan Avrupa federasyonu fikri iki Fransız politikacı Jean MONNET ve Robert SCHUMANN tarafından coşku ile paylaşılmış, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun kurulması ile yeni Avrupa düzeninin inşasında ilk adım atılmıştır. Yüzyıllar boyu güç mücadelesini kıta içinde, 19. yüzyıl süresince ise hem kıta içinde hem de sömürgelerinde sürdüren ve iki büyük savaş ile de bu rekabete diğer Dünya devletlerini ortak yapan Avrupa’nın güçleri karşılıklı bağımlılık ve kontrol mekanizması ile bir bütünleşme sürecine girmişlerdir. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) Mayıs 1950’de SCHUMANN, Fransa ve Almanya’nın kömür ve çelik endüstrilerinin birleştirilmesi için bir plan açıklayarak diğer ülkeleri de bu plana katılmaya davet etmiştir. 1951’de Fransa, Federal Almanya Cumhuriyeti, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafından 1952 yılında yürürlüğe girecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile ilgili antlaşma imzalanmıştır. İngiltere bu antlaşmaya katılmayı reddetmiştir. İngiliz çelik endüstrisinin üretimi kara Avrupa’sından düşüktür ayrıca çelik endüstrisinde bir yatırım ve modernizasyon programı yeni tamamlanmıştır, dolayısıyla üretim güncel ve yatırımda dayanışma ve işbirliğine dayalı böyle bir topluluğa girmek İngilizlere cazip gelmemiştir. Bu kararda güvenlik anlayışı da önemli bir rol oynamıştır. Çelik ve kömür ulusal savunmanın en önemli unsurudur ve bir savaş durumunda Batı Avrupa ülkeleri hızla işgal edilecek ve İngiltere, Amerika’nın yanında tek başına savaşacaktır. Bu nedenle sözleşmeye İngiltere taraf olmamıştır. Topluluğun diğer antlaşmalardan farkı, demokratik seçimler yolu ile yönetme erki kazanmayan, fakat üye devletlerden bağımsız bir yüksek otorite tarafından yönetiliyor olmasıdır. Topluluk yönetici kurulu ulusal hükümetlerden bağımsız ve doğrudan demokratik kontrole tabi değildir. Bu durumda yönetici kurulu denetleyecek ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) içindeki gücün suiistimalini önleyecek bir kontrol mekanizmasına ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Topluluk yönetim kurulunun, kendisine verilen yetkileri antlaşmaya aykırı kullanması durumunda ortaya çıkan işlemi iptal etmek için bir adalet divanı kurulmuştur. Avrupa bütünleşmesinin başlangıcı için kömür ve çeliğin seçimi de tesadüf eseri değildir. Kömür-Çelik endüstrisi savaş gücünü oluşturan esas yapıdır. Sözleşmeci devletlerin katılımıyla oluşturulan kontrol mekanizması, hiç bir devletin tek başına bu savaş gücü kapasitesine sahip olmasına izin vermeyecektir. Sözleşme ile yaratılan yönetim kurulu ülkeler arası kömür ve çelik ticareti ile ilgili kısıtları belirleyecek ve üretim 29 Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül işlemini planlayıp yönetecektir. AKÇT sözleşmesinin başlangıç kısmında, bu antlaşmanın Federal Avrupa için ilk adım olduğu ifade edilmiş, ancak üye devletler daha büyük ideallerden önce kömür ve çelik kontrolü amacıyla ortaya çıkan dayanışmanın önemine dikkat çekmişlerdir. Topluluğu kuranlar, bu sözleşmenin bir deneme olduğunu ve kademeli olarak diğer ekonomik alanları da kapsayan bir Avrupa Federasyonuna ulaşma düşüncesini taşıdıkları için AKÇT antlaşmasının süresini 50 yıl ile sınırlandırmışlardır. 23 Temmuz 2002’de AKÇT ile ilgili bütün yapılar ve sorumluluklar Avrupa Topluluğuna devredilmiştir. güncel imza aşamasında çekilmiştir. AET ve AAET antlaşmaları 1 Ocak 1958’de altı ülkenin onayı ile yürürlüğe girmiştir. AET’nin ana kurumları; Komisyon, Bakanlar Konseyi, Parlamento ve Adalet Divanıdır. AET, AKÇT’nin sahip olduğu hukuksal yapıya benzer olarak kurulmuştur. AAET ise başlangıçta Fransa’nın nükleer silah programı ile birlikte çalışmalar yürütmüş, sonrasında nükleer güç ile ilgili güvenlik şüphelerinden dolayı başlangıçta öngörüldüğü gibi gelişmemiştir. 8 Nisan 1965’de Toplulukların kurumsal yapılarının sadeleştirilmesi amacıyla birleşme antlaşmasının imzalanması tamamlanmış, üç Topluluk için, tek bir Konsey, Avrupa komisyonu, Adalet Divanı ve Parlamento oluşturulmuştur. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) Tek Avrupa Senedi Antlaşmaları Roma antlaşması, esaslı bir düzeltme ve Kömür ve çelik alanındaki antlaşmadan değiştirme olmaksızın yürürlüğe girdiği sonra Avrupa’nın savunma ve siyasal 1958 tarihinden itibaren 30 yıl süreyle topluluk olarak bütünleşme çabaları sonuca varlığını sürdürmüştür. Kurumsal yapıyı ulaşamamıştır. Bunun üzerine ekonomik düzenleme ve yetkilerini genişletme yolu bütünleşme gerçekleştirilemeden siyasi ile Topluluğun yapısında önemli sayıda alanda bir birliğin sağlanamayacağı değişiklik yapan Avrupa Tek Senedi anlaşılmıştır ve ekonomik bütünleşme 1986 yılında imzalanmış ve 1 Temmuz ile ilgili faaliyetler hız kazanmıştır. 25 1987’de yürürlüğe girmiştir. Avrupa Mart 1957’de Roma’da Ortak Pazar Tek Senedinde Avrupa Birliğine ulaşma antlaşması olarak da bilinen Avrupa ideali de belirtilmektedir. Ayrıca 1992 Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran yılı sonuna kadar Avrupa’da tek bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma ile pazarın oluşturulması ile ilgili hukuki gümrük birliği ve ekonomik bütünleşme düzenlemeler yapılmakta buna ek olarak sağlanmıştır. AET antlaşması ile aynı tarihte da çevre, teknoloji ve araştırma alanlarında Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu da (AAET) yakın işbirliğini sağlayacak kurallar Avrupa’nın enerji sorununu atom enerjisi getirilmektedir. Tek Senette malların, ile çözmek için kurulmuştur. İngiltere, her sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin iki antlaşmanın da başlangıç görüşmeleri serbestçe dolaşımının sağlanması ve bu aşamasına katılmış ancak ulusal egemenlik amaca engel olan durumların kaldırılması yetkilerinin kaybı korkusu ile antlaşmanın amaçlanmıştır. 30 güncel Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül T ek Senet ayrıca Avrupa bütünleşmesinin yavaşlayan seyrini hızlandırmak, yeni gelişmeleri Topluluk seviyesinde yakalamak amacıyla imzalanmış ve yürürlüğe konmuştur. Maastrıcht Antlaşması Avrupa Birliği Hakkındaki Antlaşma (ABA), 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht’de imzalanmış ve Kasım 1993’de yürürlüğe girmiştir. Antlaşma ile taraflar arasında birlik olarak tanımlanan “Avrupa Birliği”nin (AB) kurulduğu ilan edilmiş bu birliğin ekonomik, siyasal ve parasal yeni bir birliğin ilk adımını oluşturduğu ifade edilmiştir. AB, mevcut bulunan üç Topluluk üzerine kurulan bir yapıdır. Bu yapı, yanına adalet ve iç işlerinde işbirliği ile dış politika ve güvenlik alanını da almış ve üç sütun teorisi olarak adlandırılan sistem ortaya çıkmıştır. AB bu üç sütun üzerine oturmuştur. Birinci sütunda topluluklar, ikincisinde dış politika ve güvenlik, üçüncüsünde ise adalet ve iç güvenlik vardır. ABA ile küresel alanda kendine özgü bir yapı oluşturmak amacıyla Toplulukların önceden üzerinde taşıdığı yoğun ekonomik kimlik aşılmış, bunun yerine ise ekonomik ve parasal birliğin sağlanması, ortak bir savunma politikası ile uluslararası alanda güç sahibi olma, birlik vatandaşlığı, adalet ve iç işlerinde yakın işbirliği ile Topluluk düzenlemelerinin tam uygulanması hedeflerine ulaşmak amaçlanmıştır. Maastricht Antlaşmasında Avrupa Birliğinin tek bir kurumsal yapıya sahip olduğu ve AT’nin temel kurumları olan Avrupa Parlamentosu, Bakanlar Konseyi, Komisyon ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın (ATAD) kurumsal çerçeveyi oluşturduğu ifade edilmiştir. Ancak tam olarak AB Kurumu niteliğine, yalnızca hükümet ve devlet başkanlarını bir araya getiren Avrupa Birliği Konseyinin sahip olduğu, yukarıda sayılan çerçeveyi oluşturduğu söylenen kurumların ise varlıklarını Topluluk Kurumu olarak devam ettirdikleri görülmektedir. Topluluğun aksine birliğin hukuki kimliği yoktur. Buna ek olarak Avrupa Birliğinin, Topluluk gibi bir bütçesi bulunmamaktadır. Ortak dış güvenlik politikası ve adalet ve içişleri alanında işbirliği ile ilgili harcamalar üye devletlerce Topluluğun çeşitli kaynaklarından sağlanmaktadır. Amsterdam Antlaşması Avrupa Birliğinin entegrasyonunu ilgilendiren birçok konuda yeni kararların alındığı Amsterdam Antlaşması 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanmış ve 01 Mayıs 1999’da yürürlüğe girmiştir. Antlaşma ile istihdamın arttırılması, AB yurttaşlık haklarının birliğin merkezine yerleştirilmesi, hareket serbestisi ile ilgili kısıtların tamamen kaldırılması, Avrupa’nın uluslararası alanda güçlü bir duruma gelmesi ve Birliğin kurumlarını güçlendirme amaçlanmıştır. Antlaşma ile 3. sütun olan adalet ve içişlerinde işbirliği alanında üye devletler arasında güçlendirilmiş işbirliği kabul edilerek bu alanın büyük kısmı Topluluğun alanına dahil edilerek Topluluk aşamasında ortak olarak düzenlenmesi (göç ve iltica konularının) üye devletler tarafından kabul edilmiştir. Schengen Antlaşması, Amsterdam Antlaşması ile Topluluk müktesebatına aktarılmış, yasama usulündeki işlemler basitleştirilmiştir. Nıce Antlaşması Nice antlaşması 26 Şubat 2001’de üye 31 güncel Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül devletler tarafından imzalanmıştır. Haziran 2001’e kadar yapılan referandumlar sonucunda İrlanda haricindeki üyeler antlaşmayı onaylayarak yürürlüğe girmesini sağlamışlardır. İrlanda’da yapılan halk oylamasında %54 oranında hayır oyu çıkmıştır. İrlanda Ekim 2002’de ikinci bir oylama yapmış bu oylamada ise antlaşmanın onaylanması %63’lük bir oranla kabul edilmiştir. Nice antlaşmasının temel gerekçesi, AB kurumlarında, Topluluğun üye sayısını arttırmak için hazır hale getirecek düzenlemelerin yapılmasını sağlamaktır. Antlaşma ile Komisyonun bileşimi yeniden düzenlenmiş ve Komisyon başkanının yetkileri arttırılmış, nitelikli çoğunluk karar alma sürecine dahil edilmiş, parlamentonun işlevleri arttırılarak ATAD’ın ve ilk derece mahkemelerinin görev ve yetkileri yeniden tanımlanmış, statülerinde değişiklikler yapılmıştır. Nice antlaşması 1 Şubat 2003’de yürürlüğe girmiştir. Antlaşma ile genişleme sonrası AB kurumlarının yeni şekli belirlenmiştir. İ kinci Dünya Savaşından sonra Almanya’yı kontrol etmek ve aynı zamanda barış zemini içinde tutabilmek için kurgulanan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, üzerine kurulduğu sahanın dışına öncelikle ekonomik kaygılar sonucu AKÇT’nin başarısından da kuvvet alarak çıkmış, ekonomik ve siyasal bütünleşmenin ilk adımını teşkil etmiştir. Bu süreç yukarıda belirttiğimiz antlaşmalarla Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu, Avrupa Birliği haline getirmiştir. Birliğin bütünleşme yolculuğu devam etmektedir. Şimdiye kadar Avrupa’nın sosyal, kültürel ve ekonomik alanda ortaya koyduğu sonuçlar ise üye devletlere yeni düzenlemeler yapmak ve bütünleşmenin her alanda tam 32 ve kesin olarak uygulanması için elverişli ortamı sağlamaktadır. Birliğin geleceğini ve hukuksal statüsünü ortaya koymak amacıyla hazırlanan ve üye devletlerin onayına sunulan AB Anayasa Antlaşması ise Fransa ve Hollanda’daki halk oylamalarında ortaya çıkan ret kararıyla bir süre için soğuma ve sakinleşme sürecini ortaya çıkarmıştır. Lizbon Antlaşması “AB’ne üye ülke sayısının son dönemdeki genişlemelerle neredeyse iki katına çıkması kurumsal yapının ve karar alma mekanizmalarının reforme edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede AB Anayasal Antlaşma üzerinde mutabakata varmış, fakat bu antlaşmanın Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmesi sonucu süreç akamete uğramıştır. Yaklaşık iki senelik bir değerlendirme sürecinin ardından Almanya Dönem Başkanlığı sırasında AB’nin kurumsal reform dosyası yeniden açılmış, Anayasal Antlaşmanın belirli bölümlerinin alınması suretiyle oluşturulan Lizbon Antlaşması isimli bir metin üzerinde siyasi mutabakat sağlanmıştır. Ardından Portekiz Dönem Başkanlığı Hükümetlerarası Konferans toplayarak üzerinde mutabakat sağlanan siyasi metni hukuki bir metin haline getirmiş ve Lizbon Antlaşması adını alan bu metin üzerinde AB liderleri 19 Ekim günü uzlaşmaya varmışlardır. Sözkonusu metin, 13 Aralık 2007 tarihinde AB Zirvesinde Devlet ve Hükümet Başkanları tarafından imzalanmıştır. Antlaşma, 27 üye ülkede onay sürecinin tamamlanmasının ardından 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Avrupa Birliği Hukuki Yapısı Mehmet Emin Akgül L izbon Antlaşması’nın birtakım kaydadeğer aşağıda sunulmaktadır. güncel getirdiği enstrümanı Temel Haklar Şartı, Lizbon yenilikler Antlaşması’nda yapılan bir atıfla hukuki olarak bağlayıcı hale getirilmiştir.” 1. Lizbon Antlaşmasında daimi bir AB Konseyi Başkanı görevi ihdas edilmiştir. Bu kişi nitelikli çoğunluk yöntemiyle bir kereye mahsus yenilenebilen 2,5 yıllık bir süre için AB üyesi ülkeler tarafından seçilecektir. 2. Lizbon Antlaşmasıyla birlikte getirilen bir diğer önemli yenilik nitelikli çoğunluk oylama sisteminde değişikliktir. Yeni sistem nitelikli çoğunluğun sadece üye ülkelerin sayısı ve sahip oldukları ağırlıklı oya göre tanımlamamakta, ülkelerin nüfuslarını da hesaba katmaktadır. 3. Ayrıca, Lizbon Antlaşmasıyla Avrupa Parlamentosundaki (AP) üye sayısı 751 (750 üye + Başkan) ile sınırlandırılmaktadır. Ülkelerin AP’da temsil edileceği üye sayısı en az 6, en fazla 96 olabilecektir. Parlamento üyeleri beş yıl için seçilmekte ve AP, başkanını kendi üyeleri arasından seçmektedir. 4. Lizbon Antlaşması AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi için de bir düzenleme getirmektedir. AB Konseyi, nitelikli çoğunlukla, Komisyon Başkanı ile de anlaşarak, Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisini atayacaktır. 5. Lizbon Antlaşmasında yer alan bir diğer husus AB komiserlerinin sayısının azaltılmasıdır. Yeni sisteme göre Lizbon Antlaşmasının yürürlüğe girdiği tarih ile 31 Ekim 2014 arasında atanmış Komisyon, her üye ülkeden birer temsilciden oluşacaktır. 6. Son olarak, İnsan Hakları alanında ayrıntılı düzenlemeler getiren AB Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma Anayasa Antlaşması, Avrupa da siyasi bütünleşmenin sağlanması ve birçok antlaşmanın oluşturduğu karmaşık yapıyı ortadan kaldırmak için bir zorunluluk olarak görülmüştür. Anayasa Antlaşması taslağı geniş katılımlı bir kurultay tarafından 2001 yılı Mart ayında çalışmalara başlamış ve Anayasa Taslağının yazımını 27 Haziran 2003 tarihinde tamamlamıştır. Anayasa Antlaşması 29 Ekim 2004 tarihinde imzaya çıkarılmıştır . Anayasa dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel ilkeler ve kurumsal yapı, ikinci bölümde temel hak ve özgürlükler, üçüncü bölümde Birliğin politikaları, dördüncü bölümde ise antlaşmanın kabul ve yürürlüğe girişi ile ilgili konular düzenlenmektedir. Anayasa Antlaşması Fransa ve Hollanda da halk tarafından veto edilmiştir, bu nedenle antlaşmanın geleceği Birlik açısından şimdilik belirsizliğini korumaktadır. Gelecek sayıda Avrupa Birliği Hukuku’na kaldığımız yerden devam edeceğiz. Meraklanın biraz. Mehmet Emin Akgül Nisan 2016 33 Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş Y olcu uçaklarında kabin basıncı sistemi, deniz seviyesinden itibaren 12.500 feet (3.800 m) - 14.000 feet (4.300 m) irtifaları üzerindeki seyir seviyelerinde, uçak mürettebatı ve yolcuları düşük dış hava basıncının neden olabileceği bir kısım fizyolojik problemlere karşı korumak için geliştirilmiş bir sistemdir. Bu sistem, aynı zamanda yolcu konforunu artırmak amacı taşısa da 8.000 feet (2.400 m) üzerindeki kabin irtifaları için yolcu uçaklarında bulunması ve uçuş esnasında sürekli olarak uygun şekilde çalışması gerekli bir sistemdir. Basınçlama sistemi aynı zamanda uçakların kargo bölümleri için de olası sızıntı, genişleme, açılma, patlama ve kargonun ezilmesi ihtimaline karşı gereklidir. teknoloji Akciğer parsiyel basıncı deniz seviyelerinde 160 mmHg (mm civa) seviyesinde iken 10.000 feet (3.000 m)’de bu oran 105 mmHg, 15.000 feet (4.500 m)’de 85 mmHg ve 20.000 feet (6.000 m)’de 73 mmHg ve 50.000 feet (15.200 m)’de ise 18 mmHg seviyelerine düşer. Yüksek irtifalarda insan hava azlığı çekmeye, görüş bulanıklaşmaya, irade zayıflığı ve kaslarda koordinasyon bozukluğu belirmeye başlar. Tüm bunların neticesinde irtifaya ve zamana bağlı olarak kaçınılmaz bir şekilde bilinç kaybı gelişir. Bu olayın ne kadar sürede gelişeceği; bulunulan yüksekliğe, süreye, kişinin fiziksel yapısına, yaşına ve kondüsyon düzeyine göre değişiklik gösterir. Örneğin, yüksek irtifaya aklimatize olmamış bir kişide 11.400 metre irtifada bilinç kaybı 30 Yüksek kabin basıncının mürettebat ve saniye içerisinde ortaya çıkar ve yaklaşık 1 yolcu üzerinde neden olabileceği fizyolojik dakika sonra da koma hali görülür. problemler aşağıda sıralanmıştır. Günümüz yolcu uçaklarında kabin irtifası HYPOXIA tırmanışta uçağın bulunduğu irtifaya bağlı olarak tedricen artar ya da alçalma 10.000 feet (3.000 m) seviyelerinden esnasında yine tedricen azalarak iniş itibaren tedricen daha yüksek irtifalardaki meydanı irtifasına eşitlenir. düşük oksijen basıncı (parsiyel basınç) özellikle oksijene duyarlılığı yüksek olan Bu sistem otomatik olarak çalışır ve kabin akciğerler ve bilahare beyin ve gözlerde içindeki yolcuların konforunu maksimum oksijen azlığına bağlı olarak birçok fiziksel seviyede tutmayı hedefler. Tüm bu sorunu da beraberinde getirerek ‘’hypoxia irtifa değişikliklerinde yolcu kabininin – oksijen azlığı’’ ya neden olur. uçağın bulunduğu seviyeye bağlı olarak çıkabileceği maksimum irtifa 8,000 ft (2,400 Bir de ‘’anoksiya’’ denilen durum vardır m)’dir. Örnek olarak, Boeing 737 ve Airbus ki o da tamamen oksijensiz kalmaya, yani uçaklarının maksimum uçuş seviyeleri boğulmaya verilen isimdir. olan 40.000 feet (12.000 m)’de kabin basıncı maksimum olarak ortalama 7.000-8.000 10.000 feet (3.000 m) seviyelerinden feet düzeylerinde korunarak yolcunun itibaren birçok insanın akciğerleri parsiyel sorunsuz seyahati hedeflenir. oksijen basıncı düşüklüğünden dolayı yeterli oksijeni transfer edememeye başlar. 34 Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş Y teknoloji eryüzünün yüksek kesimlerinde yaşayan insanlar seyrek hava solumaya alışkın olduklarından daha yükseklerde daha uzun süre kalabilirler. Hipoxia’da ölüm nedeni solunum merkezi depresyonudur. Ağır ve ani hipoxia’ya maruz kalan kişide koma döneminde oksijen azlığına bağlı olarak ortaya çıkan metabolitler beyindeki solunum merkezi nöronlarını baskılamaya başlar ve bunun neticesinde solunum sayısı artacağı yerde daha da azalarak durur. Örneğin, aniden yüksek irtifalara çıkan (5.500-6.000 m) bir kişide solunum sayısı sadece % 65 artar, oysa bu irtifada günlerce kalacak olsa solunum sayısı birkaç gün sonra % 400 artar. bağlı olarak görülen patolojik bir rahatsızlıktır. Genellikle 8.000 feet (2.400 metre) üzerinde görülür. Özellikle yüksek rakımlara tırmanan dağcı ve kayakçılar ile yüksek irtifalarda oksijen desteği (kabin basıncı) olmadan uçan kimselerde görülür. Alçak atmosfer basıncı nefes alıp-vermeyi güçleştirir. Bunun yanı sıra şu rahatsızlıklar da görülebilir; Pilotlar özel hazırlanmış basınç odalarında yüksek irtifada karşılaşılabilecek sorunlar için eğitilirler. Örnek olarak, bir kağıda önceden yazılmış basit toplama işlemlerinin sonuçlarını ilgili yere yazması istenir. Kabin basıncı olmaksızın yükseklik arttırıldıkça sonuçlar doğru olmamaya, hafıza yavaşlamaya ve yazılar da kötüleşmeye başlar. Kişinin kendisi yaptıklarının doğru olduğunu sanır. Bilahare kendisine belli bir süre sonra oksijen verildiğinde yazılarda ve zihinde düzelme başlar. Hipoxia’nın kişinin zihinsel ve adale iradesini yok ettiği aşikardır. Basınç odalarında basit toplama işlemlerini bile yapamayacak duruma gelir insanlar. Hipoxia ile mücadele için oksijen şarttır. 34.000 feet seviyelerinin üzerinde ise sadece oksijen maskesi yeterli olmaz, aynı zamanda basınçlı elbise ya da basınçlı kabin de gereklidir. Daha ciddi vakalarda göğüs ağrısı da görülebilir. Yüksek irtifa hastalığı nedeniyle beyin ödemi, koma ve ölüme kadar giden ağır hipoxi/anoksi vakaları da oluşabilir. YÜKSEK İRTİFA HASTALIĞI Yüksek irtifalarda oksijen yetersizliğine •İlk başlarda coşku ve zindelik hissi (öfori) ile birlikte gereksiz cesaret •Baş ağrısı •Mide bulantısı/kusma •Baş dönmesi •Uykusuzluk •Bitkinlik Pek çok dağcıda belirtiler yüksek rakımda 6 saat geçirdikten sonra görülmeye başlar. Kişi aynı rakımda kalırsa belirtiler 1-2 gün içerisinde kaybolabilir. DEKOMPRESYON Yüksek irtifalarda (25.000 feet – 7.500 metre üstü) bir başka tehlike de ‘’dekompresyon’’ oluşma riskidir. Derin sulara dalış yapan dalgıçların ‘’vurgun yeme’’ olayının benzeri, yüksek irtifalarda, havada yaşanan bir durumdur. İnsan vücudu yeryüzündeki normal hava basıncı altında (deniz seviyesinde yaklaşık 760 mmHg) yaşamaya alışıktır. 35 Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş B teknoloji u basınç düzeyinde -başta azot olmak üzere- atmosferdeki bazı gazlar vücut dokularında çözelti halinde (sıvı halde) bulunurlar (malum olduğu üzere, solunan havanın % 78’i azot, % 21’i oksijendir). Hava basıncı düşmeye başlarsa, dokulardaki gazlar yavaş yavaş kana karışırlar ve solunum yoluyla vücuttan atılırlar. Ancak vücuda etki eden basınç aniden düşerse (örneğin basınç ayarlaması olmayan bir uçak aniden yüksek bir irtifaya çıkarsa) bu gazlar dokularda kabarcık haline gelerek ufak kabarcıklar halinde damarları tıkar (emboli durumu) ve kan akımını engelleyerek baş dönmesi, baş ağrısı, bilinç kaybı, damar tıkanıklığına bağlı kriz ve felçler meydana getirebilirler. Bu nedenle, yüksek irtifalarda sadece oksijen solumak yeterli değil, aynı zamanda basınçlandırılmış kabinlerde bulunmak zorunluluğu vardır. çevreleyen dokulara (örneğin kulak zarı vs.) zarar verebilir. Deri altındaki gaz kabarcıkları kızarıklığa ve kaşıntıya neden olurlar. Bu durum genellikle 10-20 dakikada geçer. Şiddetli öksürme ve nefes darlığı, solunum sisteminde gaz kabarcıklarının varlığına işaret eder. Diğer belirtiler göğüs ağrısı, nefes alıp-verirken yanma hissi ve şiddetli şoka girmedir. Bunlara kısaca göz atacak olursak; BAROTRAVMA Vücuda etki eden basıncın değişmesine bağlı olarak oluşan bazı rahatsızlıklara verilen addır. İnsan vücudundaki orta kulak, sinüsler, akciğerler ve bağırsaklar gibi hava boşluklarına sahip bölümler, hava basıncındaki değişikliklere bağlı olarak genişler veya daralır. Bu basınç değişimleri ani gerçekleşirse, boşlukları 36 Yukarıda da belirtilen şekilde, insan deniz seviyesinde yaklaşık 760 mmHg (1013,25 hPA) atmosfer basıncında yaşamaya adapte olmuştur. Bu basınç seviyesi, su altındaki derinliklerden veya atmosferin üst tabakalarından oldukça farklıdır. İnsan vücudunun büyük kısmı katı veya sıvı dokulardan meydana gelir ve basınç değişikliklerinden fazla etkilenmez. Ancak hava boşlukları basınç değişiklerinden etkilenirler. Örneğin denizaltı ile dalan bir denizci nefes vermeden, ani bir şekilde yüzeye çıkarsa göğüs kafesinde genişleyerek sıkışan hava akciğerlerin delinmesine neden olabilir. Barotravmalar oluş biçimine veya organ ve doku hasarına göre sınıflandırılırlar. Kulak Barotravması Kulak barotravmaları, dış kulak, orta kulak ve iç kulak barotravmaları olarak ayrılır. En çok orta kulak barotravması görülür. Dalgıçların % 10 ile % 30’u orta kulak barotravması yaşamaktadırlar. Dış kulak yolu barotravması genellikle çıkış esnasında dalış giysisi veya kulak kirinin dış kulak yolunu kapası nedeniyle oluşur. İç kulak barotravması ise nadir görülür, aşırı valsalva yapılması gibi mekanik nedenlerle oluşur. Değişen derecelerde işitme kaybına ve vertigoya (baş dönmesi) neden olabilir. Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş Sinüs Barotravması Sinüslerde oluşan bir tıkanıklık sinüs barotravmasına yol açabilir. Baş ağrısı ve burun kanaması ile belirti verebilir. Maske Barotravması (Maske Sıkışması) teknoloji olursa sürtünme de o kadar az olacaktır. Bu nedenle, uçak ne kadar yüksekten uçarsa o kadar az hava ve bir o kadar da az sürtünme (drag) oluşacaktır. Diğer taraftan, gaz türbünlü motorlar daha seyrek hava bulunan ortamlarda yakıt yönünden daha da ekonomik bir şekilde uçarlar. Ayrıca, hava sürtünmesinin azalması, uçak gövdesine daha az yük bindirerek daha fazla sürat yapabilmesinin önünü açar. İniş safhasında dalgıcın maske içerisine hava göndermemesi nedeniyle oluşan vakum (negatif basınç) etkisiyle, gözde ve maskenin kapsadığı alanlarda oluşan Uçakların azami süratleri yüksek irtifalarda küçük kanamalar olması halidir. ölçülen süratlerdir. Deniz seviyelerinde o hızı yapamazlar, deniz seviyesinde o Pulmoner Barotravma (Akciğer süratlerde sürat aşımı meydana gelerek Barotravması) gövdede hasarlar oluşabilir. Ayrıca, yüksekten uçmak birçok atmosferik olayın Tüplü dalışlarda (SCUBA diving) cereyan ettiği tabakalardan yukarıda çoğunlukla dalgıcın nefesini tutarak yukarı olmayı sağladığı için olumsuz hava çıkması sonucu oluşur. Dalgıç yüzeye koşullarından (yağmur, oraj, türbülans vs) yaklaştıkça, akciğerlerde tutulan hava, etkilenme riskini de minimuma indirerek basıncın düşmesiyle genişlemeye başlar. daha rahat ve sarsıntısız bir seyir imkanı Genişleyen hava akciğerin yırtılmasına verir. sebep olabilir. KABİN BASINÇLAMA SİSTEMİNİN -Diğer Barotravmalar KISA TARİHÇESİ VE ÖZELLİKLERİ . Diş barotravması . Sindirim sistemi barotravması Hiç kimse yüksek irtifalarda uçmanın bu . Genital barotravma avantajları uğruna, ağzında oksijen maskesi . Patlamaya bağlı barotravmalar ve de üstünde basınç elbisesi olduğu halde uçağa binmek istemez. NİÇİN YÜKSEKTEN UÇULUR ??? Madem ki yüksek irtifalarda uçmak bu kadar riski beraberinde getiriyor, neden 10.000 feet altında uçularak bu riskler bertaraf edilmiyor da yüksekten uçulmaya devam ediliyor? Birinci ve en önemli neden; bir uçağın çevresindeki hava miktarı ne kadar az İkinci dünya savaşında durum böyleydi... Hatta meşhur roket motorlu Masserschmitt Me-163 (ki 3 dakikada 40.000 feet irtifaya tırmanabiliyordu….) uçağında bile basınçlı kabin yoktu. O nedenle, üreticiler bir an önce uçakları basınçlı hale getirmek için çaba sarf etmeye başlamışlardı. İşin ilginç yanı, basınçlı kabin çalışmalarının tarihi 1922 yıllarına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. 37 Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş İ lk basınçlı kabine sahip olan uçak Nisan 1940’da hizmete giren Boeing Stratoliner 307 idi. Bu esnada İngiliz ve Alman uçak tasarımcıları uçakları basınçlayarak yüksek irtifalarda uçurmak yerine, hala aerodinamik kaygılarla akıcı hatlarla tasarlama derdindeydiler. Askeri alanda ise basınçlı kabine sahip ilk başarılı örnek, Luftwaffe’ye ait Junkers Ju 86P2 olup yüksek irtifa keşif uçuşlarında kullanılmıştır. İngilizlerin basınçlı kokpite sahip ilk askeri uçağı Canberra ise ilk uçuşunu 1949’da yapmıştır. Basınçlı kabine sahip uçaklarda solunabilecek düzeyde kabin içerisine hava sağlamak son derece kolaydır. Bu maksatla motorlardan veya süper charger’lardan hızla kabine giren hava kullanılır. Kabine giren hava, sıcaklığı ayarlanarak gönderilir. Basınç ölçümleme sistemi iç ve dış ortam basıncını sürekli kontrol ederek tırmanma ve alçalmalarda basıncı belirtilen limitlerde tutar. Kabine basınçlı hava sağlamaktan daha da önemlisi bunu muhafaza edecek dayanıklılıkta kabin üretmek ve havanın dışarı sızmasına mani olmaktır. Tek motorlu pistonlu bir motora sahip kabini basınçlı bir küçük yolcu uçağının kapısı 20.000 feet irtifada uçarken 8.000 feet’lik ortam havasını sunabilmek için 5 tonluk basınca karşı koyabilecek sağlamlıkta olmak zorundadır. Bir Boeing 747 uçağının 38.000 feet irtifada ne kadarlık bir basınca dayanmak zorunda olduğunu düşünün!!! Uçaklar tüm bu nedenlerle hem hafif olmayı sağlayan hem de basınca karşı dirençli olabilen oval şekilde bir kesit geometrisine sahiptirler. Dikdörtgen kesite sahip uçaklarda bu basınca dayanmak daha güçlü dirence sahip bir gövde gerektirir. Nihayetinde, en dayanıklı kabin bile bir 38 teknoloji gün gelir metal yorgunluğuna bağlı olarak iflas edebilir, bir kapı menteşesi yerinden çıkabilir ve kabin basıncını kaybettirerek küçük bir çatlak vasıtasıyla ve büyük bir gürültü ile havanın kabinden kaçışına sebep olabilir. Böyle bir durumda pilotlar maskeleri düşürür (veya otomatik olarak düşmesi sağlanabilir) ve süratle uçağı 10.000 feet seviyeleri altına indirmek için derin bir şekilde alçalmaya başlarlar. 38.000 feet irtifadaki bir uçağı bu şekilde süratle 10.000 feet seviyelerine alçaltmak için 4-5 dakikalık bir zamana ihtiyaç vardır. Oysa 38.000 feet irtifada normal bir insan bilinci bu duruma ancak 25 saniye dayanabilir. Bu nedenle havayolu uçaklarının üreticileri nispeten büyük çatlaklarla başa çıkabilen basınç sistemleri geliştirmişlerdir. İçeriye hava basan valflerden gelen hava, küçük çatlaklar ve kurşun delikleri gibi deliklerden dışarı kaçan havadan daha fazla hava basmaya muktedir hale gelmişlerdir. Savaş uçaklarında ise kabin basıncı nispeten daha düşüktür, 280 mmHg, yani 25.000 feet yüksekliğe eşittir ama savaş uçağı pilotları oksijen maskelerini tüm uçuş boyunca takmaya devam ederler. Bir hava muharebesi anında kanopi kırılsa bile dekompresyon etkisi çok düşük seviyede kalır. Uçaklarda kabin basıncı Hakan Kantaş teknoloji yetersiz kalması durumuna karşı, uçakların otopilota bağlı olarak kendiliğinden düşük irtifaya alçalabilme (otomatik emergency descent) kabiliyeti bile vardır. U nutulmamalıdır ki yolcu uçaklarının servise girmesi, yolcu taşımaya yetkili olabilmesi ve bunun sürdürülebilirliği adına çok sıkı kurallar manzumesi mevcut olup bu konuda kesinlikle taviz verilmesi mümkün olmadığı gibi tüm bu sistemlerin de iki hatta üçüncü yedekleri mevcuttur. İYİ UÇUŞLAR………….. Hakan Kantaş Nisan 2016 Sonuç olarak belirtmek gerekirse, günümüz havayolu uçaklarının kabin basınç sistemleri zaman içerisinde gelişerek en güvenilir düzeye ulaşmışlardır. Hatta bazı yolcu uçaklarında uçuş mürettebatının olası bir kabin basıncı kaybına maruz kalması neticesi, zihinsel aktivitesinin 39 Balyoz Süreci Mustafa Koç Mustafa hoşgeldin. Hepimizin şaşkınlıkla, kızarak, korkarak, nefretle izlediğimiz, bazılarımızın yanınızda olduğu, ama çoğumuzun yanınıza bile yaklaşmadığı korkunç bir süreç geçirdiniz. “Geçirdiniz” diyorum çünkü yalnız bırakıldınız. Aslında bu süreçte hepimiz ve belki de daha önemlisi “Silah Arkadaşlığı” kavramı sınandı. Daha genel bakarsak, gurur duyduğumuz o meslek sınandı aslında. Bunun sonuçları mutlaka sizlerde saklı. Bu röportajda, bu saklı duyguları öğrenmek istiyorum. Yaşadıklarınızdan ders çıkartması gereken herkes o dersi alsın diye. Belki de kendimizi sorgulayalım diye. Bir daha olmasın diye. röportaj vardır, amenna. Ama bizim hiç haberimiz olmayan şeyler. Mesela Balyoz Davasında diyor ki; “1’inci Ordu Komutanı Çetin Doğan seminer yapmış, o seminere 160 kişi katılmış, orada darbe planı örtülü olarak konuşulmuş, siz de size verilen görevi kabul etmişsiniz.” Bana bunu ne zaman diyor? 2010’un Haziran’ında diyor. Bu seminer dediği ne zaman olmuş? 2003’ün Mart’ında. Yani yedi yıldan daha uzun bir süre önce olmuş. Şimdi orada öyle bir seminer yapıldığından haberimiz yok ki. Olsa, dersin ki; “Böyle böyleydi. Bir seminer vardı, emir verildi, Özgün, Silahlı kuvvetleri sindirme, ben de gittim herkes gibi katıldım.” Ama beğenmedikleri adamları tasfiye bizim böyle bir şeyden haberimiz de yok. operasyonu diyorum ben buna. Bundan alacağımız çok ders var. Bundan bir ders Önüne bir tane word belgesi uzatıyor; alınmalı ki bir daha bunlar başa gelmesin. “Bunun yedinci satırında Bnb. Mustafa En yukarıdakinden en aşağıdakine herkes Koç var“diyor. İyi, kim yazdıysa bulun kendini sorgulasın. ben de şikayetçi olayım. Yani bırak imzayı, mührü, tarihi, sayıyı, kâğıt üzerinde bir Ben aslında bunca sıkıntıyı çekmiş, bir şey bile yok. Bilgisayar ortamında, bir CD şekilde sistemin dışına çıkmış biri olarak, içinden çıkmış bir word dokümanı bu. Bir bu manada bu işin, bir işe yaramasından çizelge. yanayım. Dolayısıyla ben bu işlerden bir şey Herkesin tabi farklı farklı düşünceleri var. çıkmayacağına inandım. Bir de Bizim için önemli olan mevzu bireysel jandarmayız, Fransa’da hukuk okumuşuz. olarak suçsuz olmaktı. Askerlik emir Hayatımız Ceza Hukuku içinde geçmiş. komutadır, komutanlar bir işlere angaje Medeni Hukuk’tan anlamayız ama. Bir olur, sen de bilerek bilmeyerek, isteyerek, yerden döneceğini düşünüyorsun baştan. istemeyerek o işin bir parçası olursun da Yani “bunda bir yanlışlık var” diyorsun. bedelini ödersin. Bunun bir mantığı var. Bir kabul edilebilirliği var. Fakat sonra sonra, o savcıların taleplerini, hâkimlerin kararlarını, gördükçe aşama Bizim hiç haberimiz olmayan şeylerle aşama bu işin başka bir iş olduğunu yavaş suçlandık biz. Hani sen bir şey yaparsın da, yavaş idrak etmeye başlıyorsun. Yani o, onu kötüye yorar falan. Öyle bir şey de ortada bir hukuk mukuk olmadığı belli. değil. Senin bir suç kastın yoktur da, o işin Çünkü, evet savcının soruşturma yetkisi suç olan, kanunlara aykırı olan bir kısmı var, hakimin yargılama yetkisi, taktir 40 Balyoz Süreci Mustafa Koç savcının. Hukuk çerçevesinde hangi tercihte bulunacağı kitapta bellidir. Babasının çiftliği değil, kafasına göre hareket edemez. Ama bakıyorsun ki, savcı onu yapmıyor. Mesela eskiden Sulh Hâkimleri vardı, sorguyu onlar yaparlardı. Sulh Hâkimleri Türkiye’de kaldırılınca Sulh Hâkimliği görevleri de savcıya yüklendi. Dolayısıyla savcı, sadece sanığı suçlamak için değil, olayı aydınlatmak için soruşturma yapar ve lehindeki delilleri de toplar. Bizim savcı, lehinde delil toplamıyor. Bir yere bir yazı yazıyor, oradan gelen yazıyı beğenmezse, lehte ise, onu atıyor, o meşhur adli emanet dediğimiz yere. Şimdi gönderiyor Tubitak’a, oradan bir rapor geliyor. Raporu beğenmedi mi, onu işleme almıyor, atıyor bir yere. Yazıyor bilmem ne üniversitesine, “sizde şu öğrenciler var mı?” Oradan cevap geliyor. Diyor ki; “Biz de böyle bir öğrenci hiçbir zaman olmadı, bizde bu öğrenci 2007’de girdi, 2009’da çıktı.” Üzerinde 2003 Ocak yazıyor düşün. Yani bunun uydurulduğu belli. Bir savcının burada yapması gereken şey de belli. Ama yok, o savcı onu kaldırıyor atıyor. Onun derdi, birilerini tutuklayıp içeri atmak, Ordu’ya ayar vermek. Ve orduya da ayar verdiler. Dolayısıyla ben tutuklanacağımı hiç düşünmedim. Tutuklandım. Bu mahkemenin bize ceza verebileceğini hiç düşünmedim. Ceza verdi. Bu Yargıtay’ın onu onayacağını hiç düşünmedim. Sonra sonra anlıyorsun ki mahkeme mahkeme değil. Orada ne olacağı belli. “O kadar süre tutuklu kalan adama kimse beraat röportaj vermez. Mahkemeyi ayarlamışlar, ama bu Yargıtay’dan döner” diyorsun, çünkü Yargıtay’ın kararı içtihat olur, Yargıtay onadı. Nasıl onadı? Baransu’nun bavulla getirdiği manipüle edilmiş CD’yi, Hizbullah’ın hücre evinde çatışmayla ele geçirilmiş CD ile eşdeğer tutarak onadı. Birinde bir örgütün hücre evine bir baskın yapıyorsun, çatışmayla giriyorsun, adamları öldürüyorsun, polislerin yaralanıyor, şehit oluyor, yakmaya çalışılan verilerden bir kısmını kurtarıyorsun ve o CD’den çıkan verilerle o örgüt hakkında bir karar tesis ediyorsun. Onun dahi orada imajının alınması lazım o ayrı. Ama onu orada fiilen, kavgayla, gürültüyle girip buluyorsun. Burada ne? Bir tane gazeteci, bir tane CD getiriyor, o gazeteci de diyor ki, “bunun içinde çok gizli evraklar vardı, biz onların bir kısmını da yaktık” diyor. Onu da itiraf ediyor yani. “Bu bana geldiği gibi size getirdim” dese belki. Dolayısıyla bir organizasyon devleti ele geçirmiş. Hükümetin de önüne, “sana suikast yapacaklar, sana darbe yapacaklar” diye uydurma şeyler götürmüşler, koymuşlar. Kamera görüntüleri, şemalar, krokiler. Hükümetin de zaten orduya bir önyargısı var, Silahlı Kuvvetlerin Atatürkçülük ve laiklik hassasiyetinden dolayı. Hükümet de bunlara ucu kendine dokunana kadar dokunmadı. İnandı, inanmış göründü, işine geldi. MİT Müsteşarı’nı ifadeye çağırma olayı ortaya çıkınca, bu cemaat ile hükümetin arası açıldı. Bir soru işareti çıktı. Sonra da cemaat, güç zehirlenmesiyle, bir yerlerin talimatıyla, kendisine bütün kapıları açan, Cumhurbaşkanı’nın tabiriyle; “ Ne istediler de vermedik” 41 Balyoz Süreci Mustafa Koç diyen hükümete yolsuzluk operasyonu yaptı. Ama oradaki sıkıntı ne? Cemaatin yargısında, polisinde şöyle bir mantık var. Bireysel bir sürü hırsızlık var. Biz yirmibeş sene, otuz sene jandarma komutanlığı yaptık. Bir suçu öğrendiğin zaman mecbursun gidip o suça el koyacaksın. Bunlar çeteleşmiş, bunlar biriktiriyorlar. Milletin özel hayatını kaydediyor. Telefon konuşmalarını kaydediyor. Yaptığı usulsüzlükleri, yolsuzlukları, hırsızlıkları kaydediyor. Ne zaman? Devletin memuru olarak görevini yapmak için değil. Kişilerin açığını biriktirip gerektiğine kullanmak için. Şimdi filan bakanın oğlu yolsuzluk yapıyorsa yap operasyonunu. Hepsini bekletip, bir örgüt haline getirip, ondan sonra bilmem ne CMK 250’den soruşturma falan yapmaya kalkıldığı zaman işin cılkı çıkıyor işte. Fenerbahçe’de de öyle. Onsekiz maçta şike var diyor. Bir devletin polisi, jandarması onsekiz maç bekler mi ya? Şike varsa, git suçüstü yap, işlem yap. Yok, bunun derdi o değil. Adam onsekiz maçta şike yapmış, şampiyon olmuş, aradan zaman geçmiş. Eee, “gel sen şike yaptın.” Öyle yok. Onun derdi de şike değil. Fenerbahçe’yi ele geçirme operasyonu. Her işi, yani devletin verdiği gücü, imkânı, yetkiyi kendi örgütsel çıkarlarına göre kullanmak isteyen bir yapı var. Devletin polisi, devletin askerinin aleyhine internet sitesi açar mı ya? Paşa Keyfi’ni kim yaptı? Paşa Keyfi’ni emniyet yaptı. Bizde de malzeme müsait, meraklı, herkes bakıyor oraya. Sivillerin umurunda bile değil. Kaç kişi Paşa Keyfi diye bir site olduğunu biliyor ki? Ama o Silahlı Kuvvetlerin dedikodu sitesi haline geldi. İçeride adamları var. 42 röportaj Balyoz Süreci Mustafa Koç Bir garip psikoloji yaşadı Türkiye. 20072008’den 2013’ün sonuna kadar. 17-25 Aralık’a kadar. Dolayısıyla, bu yaşanan süreçte seni etkileyen duygulardan çok, bunlar neden oldu? Niye bir üniforma taşıyan silah arkadaşlığı bilinci içerisinde olması gereken adamlar bir reaksiyon gösteremedi? işin aslında orasına girmek lazım. Mesela bu kumpas davalarının içine, Askeri Fabrikaların ve Tubitak’ın dahil edilmesi çok anlamlı. Yani şimdi adam Balyoz’da bizi darbeden alıyor içeri, Havelsan’ın Genel Müdürü de var. Bir Havelsan Genel Müdürü’nün 1.Ordu’da yapılan Seminer kapsamından, planlandığı iddia edilen bir darbenin içinde ne işi olur? Ama ateşli bir adam o. Onun düşüncesinde olan teknokratlara gözdağı vermek amaç. Buradaki meseleyi ben şöyle görüyorum. Birinci kırılma noktası, Doğu bloğunun dağılması. Doğu Bloğu dağılınca, bana göre, NATO’nun, Avrupa’nın, Amerika’nın bize çok ihtiyacı kalmadı, görünürde. Bizim de onlara çok ihtiyacımız kalmadı. Oturdular NATO’nun Kuvvet Yapısını falan değiştirdiler. Bir şeyler yaptılar. Mesela terfi sırasındaki kurmaylar ve bunların işine gelmeyen generaller asıl hedef. Bir de bakıyorsun bir sürü mühendis. Daha teknik ve yardımcı sınıf birkaç kişi de var içlerinde. Onların durumuna bakıyorsun, ya MEBS’çi, ya istihbaratçı, mili projelerde görev alan mühendisler falan. İkinci kırılma noktası, 1 Mart Teskeresi. Çünkü o tarihe kadar, Amerika veya emperyalizmin babaları Türkiye’deki politikalarını Silahlı Kuvvetler ile koordine ederek yürütebiliyorlardı. Çünkü çıkarları örtüşüyordu. Silahlı Kuvvetlerin karşı çıkacağı şeyler değildi bunlar. Şimdi bunlar olduktan sonra onlar bize başka gözle bakmaya başladılar. Biz de onlara başka gözle bakmaya başladık. Ve biraz etine, buduna bakmadan da, kastı aşan söylemler ortaya çıkmaya başladı. İşte Tuncer Kılınç’ın, “Rusya ile İran ile yakınlaşmalıyız” demesi, diğer taraftan henüz gerçekleştirilmemiş ama bir niyet olarak ortaya çıkmış Savunma Sanayinin Millileştirilmesi Projesi. NATO’ya her yerde ayak diriyoruz, kafa atıyoruz artık, milli gemi yapacağız, milli tank yapacağız, milli piyade tüfeği yapacağız, milli kripto yapacağız falan. Aslında, her şey davul zurna çala çala yapılıyor. Yani şu ülkede olanı biteni görmek için, ben 2009’dan beri çevreme, ziyaretime gelenlere onu söylüyorum, yani “gündemi takip etmeye, işte parçaları birleştirip analiz yapmaya falan gerek yok, Türkiye’de olanı biteni görmek için. “ Türkiye’de olan biten, kör gözün parmağına, en sıradan adamın bile anlayabileceği açıklıkta. Gizli kapaklı bir şey yok çünkü. Şimdi en sıradan adam bile mesela evinde televizyon seyrederken, böyle Amerikan filmlerinin aksiyon müzikleri eşliğinde, projektörlerle, gece yarısı yerin altına gömülmüş patlayıcıların dozerlerle, kepçelerle aranmayacağını bilir. En sıradan adam bilir, askerliğini yapmayan kadınlar bilir. Yani bu meret, adı üstünde patlayıcı. Buna kepçenin bıçağını sapladığın zaman havaya uçarsın. Allahın röportaj gündüzleri torbaya mı girdi? Çevirirsin etrafını, emniyete alırsın, beklersin. Günışığında elektronik aletlerle ararsın. Kanal kazıcıyla, ekskavatörle patlayıcı arandığı nerede görülmüş? Ama insanlar bunu idrak etmiyor o zaman. Şimdi diyor ki, “cami krokisi yapmış, cami bombalayacak” diyor. Şimdi sen tarihinde üç kıta’da at koşturmuş, üç dine, dört dine devletlik yapmış bir milletin mensubusun. Kimin kilisesine, havrasına dokunmuşsun? Bizi batılılar sevmez. Türklere, Müslümanlara bir ön yargı var. Ama bizi hiçbir zaman, “kiliseyi tahrip etti, yaktı yıktı, papazları astı, kesti” diye suçlamazlar. Çünkü yapmamışız ki öyle şeyler. Şimdi düşün, bütün Balkanları fethedeceksin, bir tane kiliseye dokunmayacaksın, Bosna’daki bir camide Fatih’in altıyüz yıllık fermanı çıkacak yıllar sonra, ama sen İstanbul’da ecdat yadigârı camiye bomba koyacaksın! Onu da öyle aptalca yapıyor ki, gidilmiş güya keşif yapılmış, denmiş ki; “burası çok kalabalık, burada eylem olmaz.” Şimdi eylem yapan adam niye gidiyor da garın önünde miting varken patlatıyor? Onun derdi o çünkü. Camiye bomba koyacak adam cami boşken patlatacaksa gider akşam patlatır. Yani neyin keşfini yapıyor? Bunlar akla ziyan, insan aklıyla alay eden algı operasyonları. Millet de bu algıyı yemeye hazırmış, yedi. Milleti bırak, senin ordun yedi. Şimdi şu İzmir Casusluk Davasında, üç beş tane bekar çocuğun zamparalık maceraları var. Devletin polisi, işi gücü bırakmış bu bekarları takip etmiş, kameralar yerleştirmiş,kayıtlarını almış. 43 Balyoz Süreci Mustafa Koç Bunları toplayıp üçyüz kişi suçlanır mı ya? Fuhuş, casusluk, bilmem ne falan. Yok askeri okul öğrencisi kızlara iftiralar. Bu akla zarar. Kabul edilebilir, mantıklı, kendi içinde tutarlı bir şey değil ki. Süleyman Demirel’in çok güzel bir sözü var. Diyor ki; “Allah yakışan iftiradan korusun”. Yani bir iftira sana hiç yakışmıyorsa, zaten kimse ona inanmaz. Ama “acaba” dedirttiriyorsa o iftira iftiradır işte. Şimdi bizim Silahlı Kuvvetlerimiz ne yaptı? “İddialar vahim” dedi. Yahu ne vahimi? Bir dur, bir bekle. Yetmiş kişiyi attı. Bunlar Atatürk’ün emanetini, onun bunun siyasi emellerine peşkeş çektiler. Sırf orada kalmak için. Her üstüne vazife olmayan işlere karışan bir tayfa var o dönemde. Sağda solda sivillerin gazıyla veriyor veriştiriyor. Güya “hükümete muhalefet” ediyorlar. Bir taraftan da birbirleriyle uğraşıyorlar. “O şu makama gelmesin ben geleyim”. Böyle bir şey ordunun tarihinde yok geçmişte. Bir taraftan birbirini yer, bir taraftan da üstüne vazife olmayan işlere karışırsan... İkisi birden olmaz. Bu sefer öbürü öbürünü gammazlıyor. “Bu senin için bunu dedi, öbürü senin için bunu dedi.” Bunu diyen de makam sahibi biri olduğuna göre karşı tarafın inanmaması için bir neden yok ki. Şimdi de kumpas açığa çıkmış, Hükümet “kandırıldık” diyor. Kanmıştır, kanmamıştır o ayrı mesele ama kanmasının şöyle bir mantığı var, kendi içinde tutarlı. Bir telefon veriyorlar, diyorlar ki; “Süper bir kriptolu telefon yaptık hiç kimse dinleyemez, al bunu kullan”, o da alıyor kullanıyor, telefonu verenler de basıyor “kayıt” tuşuna. Bu kandırılmak değil de ne? 44 röportaj Şimdi muhalefet, dönemin savcısı için “önemli hizmetler yapmış bir savcıdır” diyor. Ya kumpas açığa çıkmış, taraflar neredeyse suçlanıyor, itiraf etmişler sen hala hangi “darbe hevesinden” bahsediyorsun? Bunların böyle dediği yerde bu işin içinde öyle ya da böyle ortak olduğu düşünülenlerin, kumpasçılarla mücadele ediyor olması benim için bir anlam ifade ediyor. Bunu başka kim yapacak çünkü? Hükümet dediğin “kalp krizi gibidir.” Bypass yaparsın, stend takarsın hastayı yaşatırsın. Ama devletteki bu yapılanma bir kanser gibi. Metastaz yapmış bütün vücudu sarmış. Şimdi bu oluşuma sahip çıkan muhalefetin görmek istemediği şu. Ondört senedir büyük bir oyla iktidar olan, “ne isterse verdik” diyerek bunlarla içili dışlı olan birine, ondört senedir Türkiye’de tek bir gücü temsil eden birine bunu yapanlar, yarın sen iktidara geldiğinde, sana ne yapabilir? Bir düşün. Böyle bir devlet yapısı düşünülebilir mi ya? Adam Albay, Başçavuş’a “ağabey” diye konuşuyor. Niye? Çünkü o daha ileri seviyede o yapılanmanın içinde. Yarbay, yüzbaşı’ya “ağabey” diye konuşuyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bütün devlet kurumlarında var bu. Bunların dayandıkları ahlaki bir temel yok. Bunu için bu “haşhaşi” lafını beğeniyorum ben. Çünkü, özgür iradesiyle bir muhakeme yapıp, bir karar verip uygulayabilecek yapıda değiller. Şimdi Balyozun hakimi mesela. Aslında iyi hâkim, adam hukukçu. Yargıtay’da falan yıllarca çalışmış. Ama buna bir yerden deniyor ki; “Bunları yargılayacaksın, Balyoz Süreci Mustafa Koç röportaj bu cezayı vereceksin.” O da, hiçbir şey fark ettim ki, adamlarda statüler arasında düşünmeden bunu yapıyor. Cübbesine büyük bir çatışma var. Hiçbir rütbeli personel ihanet ediyor. kendi statüsü dışındakileri sevmiyor. Biz o zaman öyle değildik. Biz birbirimizi Ordu da da böyle. Düşünebiliyor musun? severdik. Bizde film 28 Şubatla beraber Bir rütbeli biriyle oturacak, ona kendi silah koptu. Hem içimizde birbirimize düştük, arkadaşlarının dedikodusunu yapacak. hem de vatandaşla ilişkilerimiz bozuldu. Bilgi verecek, belge verecek. Böyle bir adam Onun için bu kumpas davaları sürecini, nasıl o üniformanın içinde durabiliyor? 28 Şubat sürecinden ayrı düşünmemek Anlamak mümkün değil. Bırak iftira lazım. Beni tanıyan arkadaşlar bilirler. Ben etmeyi, hakikati bile söylemesi bana göre bunları yaşarken öğrenmiş biri değilim. doğru değil. Çünkü bizim sistemimiz Tam da o zaman söylerdim bunu. 28 Şubat içinde hakikatin kime, nasıl söyleneceği meselesi, ordunun milletle arasını açma belli. Bir arkadaşın bir hatası varsa gider operasyonudur. onun amirlerine söylersin. Biz Harp Okulundayken üniforma ile Sağda solda, müfteri, kumpasçılarla belediye otobüsüne bindiğimizde, ön buluşup onlara dedikodular anlatmak, sıradaki teyzelerin, amcaların bizim için filancanın görüntüsünü, sesini kaydedip dua ettiklerini duyardım, hissederdim. Bizi onlara vermek, oradan da internet sitesine herkes severdi . Üniformalı birini gördü koydurmak, şeref, namus sahibi adamın mü kucaklayası, öpesi gelirdi herkesin. yapacağı işler midir? Sonra biz ne yaptık bunlara? Yüksek rütbeli birinin tapesini yayınladılar biz cezaevindeyken. Adam diyor ki arkadaşına telefonda; “Bir iki kişi daha alsalar da bizim önümüz açılsa”. Böyle bir ordu ne yapacak ya? Bizimkiler de “İddialar vahim” diyor. Ben asıl işin orasındayım. Olmuş, bitmiş. Ben anamdan paşa olacağım diye doğmadım ki. Çıktığımdan beri de hayatımın en keyifli zamanlarını yaşıyorum. Astını kıskanan bir amir olabilir mi ya. Şark kafasıyla yaşayan bir ülkedeyiz ne yazık ki. Şehit annelerine yemek vereceğiz, fellik fellik başı açık şehit annesi arıyorum. Böyle bir şey var mı ya? Çocuğun yemin töreni var, ailesi 600-700 Km.den cümbür cemaat gelmiş, kapıdaki görevli anasını içeri almıyor başı kapalı diye. Latife hanımın fotoğrafları ortada. Yüzbaşının ablası lojmanlardan içeri giremiyor. Hadi kışlayı falan anlarım da, adamın evi. Bunları yapa yapa milleti kendimizden uzaklaştırdık. Bu işin bu kadar cılkını çıkartırsan, tabi seni cami bombalamayla fsuçlarlar. Onun için, bence alınması gereken çok ders var. Mesela ordunun ast rütbedeki personeli, üst rütbedeki personelini içeri atıyorlar diye davul zurna çalıyor. Böyle bir şey olabilir mi. Bu işi buralara bizi yönetenler getirdi. 1995-1996 Fransa’dayım. Orada hayretle Ama dün de söyledim, bugün de söylüyorum. Yarın bunu herkes görecek. Ordunun bu süreçte YAŞ kararlarıyla irticai yapılanmayı tasfiyesine yönelik verdiği kararların ne kadar isabetli ve ne kadar da yetersiz kaldığını millet anlayacak üç beş yıl sonra. 45 röportaj Balyoz Süreci Mustafa Koç Tek cepheden baktığın zaman dindarları ordudan atıyorlar”! “vay Cevap verdi; “Onlar da cennete gidecek. Zulme sabrettikleri için.” Benden dindar adam yok, ben beş vakit namazı, mesai saatlerinde olanları akşam namazından sonra olsa da, zaman zaman aksatsam da kılmaya çalışırım. Oruçlarımı tuttum. Dini konularda, değme din adamıyla tartışacak kadar da bilgi sahibiyim. Ama adam seni dinsizlikle suçluyor. Veya dışarıda senin hakkında öyle bir algı yaratılıyor. Biraz da bu işlerin ayarı kaçtığı için millet de her şeye inanıyor. Bu yapılanmanın nelere muktedir olduğunu anlamak konusunda hala herkesin kafası karışık. Bu acayip bir yapılanma, bunun yeryüzünde örneği yok. Bir hakim arkadaşım bu kumpas davaları sürecinde, bunlardan olmadığı için epey mağdur edilmiş. Kenarda köşede uyduruk görevler verilmiş. Yeni HSYK ile birlikte bu cemaatçiler tasfiye edilince, bu da orada bir ağır ceza başkanı oldu. Cezaevinden çıktıktan beş altı ay sonraydı, bana ilginç bir şey anlattı; “O zamanlar bu cemaatçiler koridorun ortasında yürürlerdi, kafaları havadaydı, bize selam bile vermezlerdi. Sanki sizdeki hiyerarşiye göre onlar en yüksek rütbeli asker, biz er’iz. Böyle bir havaları vardı. Şimdi şimdi kenardan yürümeye, başla da olsa selam vermeye başladılar. Bunlardan biriyle konuştuğumuz da ona; “bu kadar adamın vebalini aldınız, günahına girdiniz, değer miydi? Neden yaptınız?” Cevap verdi; “Biz ne yaptıysak Allah rızası için yaptık, biz bunun için Allah’tan cennet umarız.” Bu sefer ben sordum; “Peki, o istikbalini aldığınız, senelerce içeride yatırdıklarınızın halkları ne olacak?“ 46 dernekten haberler Bunu bir Ağır Ceza hakimi söylüyor. Böyle bir paradigma ne ile ölçülebilir, tartılabilir? Bu akıl alır bir şey değil. Bir tane cemaatçi, iktidara yakın televizyon kanallarından birinde konuşuyor. Prof. Dr. adamın unvanı. Soruyorlar; “Neden bu kadar yükselene kadar bunun gerçek yüzünü görmediniz. Bunlarla beraber hareket ettiniz de şimdi ayrıldınız, koptunuz cemaatten, niye bu kadar geç kaldınız? O Prof.Dr. unvanlı şahıs cevap veriyor; “Biz cenab-ı Allahın hoca efendiye yanlış yaptırmayacağına inanıyorduk.” Bir profesörden bahsediyoruz. Adam peygamberin de üstüne koyulmuş. Kuran-ı Kerim’de bir sürü ayet var. Peygamberin hatalarını düzeltiyor. “Yanlış yaptın, şöyle yap, öyle yapma, böyle yap” diyor. O profesör, cemaatin liderinin hata yapamayacağına inanabiliyor. Şehit Ütğm. Şenol KAMIŞ, şehadetinin yıldönümünde, Geyve/Sakarya’daki mezarı başında anılmıştır. Devre arkadaşlarımız her ayın Son Perşembe günü 10 ayrı merkezde bir araya gelmiştir. Aslında inanılmaz özetledin her şeyi. Burada bir soru sormam lazım. Başlangıçta dedin ki; “Atatürkçü, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı subaylar tasfiye edilmek istendi bu süreçte.” Peki bu subaylar nasıl tespit edildi ve nasıl seçildi? (Röportajın ikinci bölümüne bir sonraki sayımızda ulaşabilirsiniz. Okuduklarınıza inanamayacaksınız. Bildiklerinizin, tahmin ettiklerinizin çok ötesindeki gerçeklerle yüzleşeceksiniz.) Şehit Ütğm. Sadullah SEVER’in isminin verildiği okula iki adet klima hediye edilmiştir. İki günlük Ilgaz gezisi 5-6 Mart 2016 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. 47 dernekten haberler Şehitler Günü münasebetiyle, 8 devre derneğinin bir araya gelmesiyle Maltepe Camiii’nde mevlit okutulmuş ve helva dağıtılmıştır. Sivas Yıldızeli İlçesi Yusufoğlan Köyü İlkokulu ve Ortaokuluna ayni yardım yapılmış ve ortaokul öğrencilerine F. Derya Ecevit tarafından “Kendi Hayatınızın Lideri Olun” semineri verilmiştir.. Şehit Ütğm. Lütfü TEKELİOĞLU ailesi ve devre arkadaşlarımızın katılımıyla şehadet yıldönümünde Dursunbey/Balıkesir’de mezarı başında anılmıştır.. 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kızılay Mah. İzmir-2 Cad. Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA seksenyedililer.org@gmail.com 48