dergiyi pdf formatında okumak için tıklayınız!
Transkript
dergiyi pdf formatında okumak için tıklayınız!
66 Bu süreli yayın Özel PEV Liseleri öğrencileri tarafından hazırlanmıştır ve ücretsizdir. Yayın Kurulu Ceyda ZORBOZAN Zehra AKINCILAR Erol YILMAZ Erdal TURGUT Berin SOYLU 4 Grafik ve Düzenleme Çetin BAT Yazı İşleri Sorumlusu Mehmet KORKMAZ İrem TALU 16 18 ÜLKE Yazıların sorumluluğunu yazarları üstlenmiştir. PERDE 38 1 2 Değerli Okur, Yaşamın her evresinde öğrenme, yenilenme gayreti içinde olan insanoğlunu yaşama bağlayan, güçlü ve üretken kılan önemli unsurlardandır merak. Merak eden insanların, sorularına bulduğu yanıtlar üzerine kurulup renklenmiştir dünya. Farkındalığı olan insanlar yüceltmiştir toplumları. Merak edip keşfedenler... Kendilerini gerçekleştirip çevrelerine ışık olmuşlardır. Başarılarıyla tarihe geçmişlerdir. Peki başarının ölçütü nedir? Neye, kime göre başarılıdır insan? Günümüz koşullarında ne yazık ki sınavları kazanmak, başarının tek ölçütü olarak algılanır. Başarı, sonuçlarla mı ölçülür? İşinde en iyisi olmak, ünlü olmak, zengin olmak...Peki ya mutlu olmak? Toplum için başarılı olmanın belirlenmiş ölçütleri vardır. Bireyse başarıyı, kendisi için değerli olana göre tanımlar. İstediklerini, kendi hayallerini gerçekleştirmektir kimileri için başarı. Bana göre başarı yoluna, edinilenlerle çıkılır ve bu yolda güç kaynağı, daha fazlasını edinme isteğidir. Başarı için amaç, tutku ve çaba gerekir. Özveri gerektiren her işte, bazıları cesaretlerini yitirip yoldan çekilir, bazıları yolunda coşkuyla ilerler; kararlılığın başarıyı getireceğini bilir. Ulu Önder ATATÜRK’ün de dediği gibi vatan, çalışkan insanların omuzlarında yükselecektir. Biz de çalışan, merak eden, hayalleri olan, hayallerinden vazgeçmeyen, kendini gerçekleştiren, mutlu gençler yetiştiriyoruz. Dergimizi onlar biçimlendirdi ve zenginleştirecekler. Çalışmalarının uzun soluklu olması ve yaşamlara renk vermesi dileğiyle... PELİN YEREBAKAN SIZLI ÖZEL PEV LİSELERİ MÜDÜRÜ Değerli Okur, Eğitim, birey için sabır isteyen bir süreç. Bu sürecin sağlıklı bir ortamda ve çağın gereklerine göre işlemesi için biz eğitimciler de yapılabileceklerin en iyisini yapma gayretini göstermekteyiz. Öğrencilerimizi güçlü karakterli, yapıcı, yaratıcı, üretken, topluma karşı sorumlu kişiler olarak yetiştirmek en büyük idealimiz. Bu idealimizin gerçekleşmesi, öğrencilerimizin okulda edindikleri bilgi donanımı ve bilimsel kazanım yanında, sosyal ve kültürel çalışmalarımıza da bağlı. Okul dergilerinin, bu çalışmalar içinde önemli bir yer tuttuğu tartışılmaz bir gerçek; çünkü bu tür yayınlar sayesinde insan, çevresini, üyesi olduğu toplumu, geçmişini tanır. Bütüne baktığında göremediği detayların farkına varır. Dünyadaki gelişmeleri, değişimi fark eder. Bugün,”çevre” denilince akla sadece doğal çevre gelmemelidir. İnsanoğlunun dünyasında doğa her zaman başrolde olmalıdır; ancak insanın dünyası aynı zamanda kültür dünyasıdır. İnsan, dünyasını kendi biçimlendirip zenginleştirir. Yarattığı çevre de onu yeniden yaratır. Bu döngü içinde yaşamın yelpazesi rengarenk olur. Özel PEV Liseleri öğrencileri de yaşamın türlü renklerini gözler önüne serme isteğiyle bir dergi hazırlamak için kolları sıvadı ve ilk sayımız sizleri bekliyor. Öğrencilerimize, çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. Dergimizin bizleri daha iyi yarınlara hazırlaması dileğiyle... SAYGIN FENLİ ÖZEL PEV LİSELERİ MÜDÜR YARDIMCISI 3 9 .SINIF ÖĞRENCİLERİMİZLE EĞLENCELİ BİR ORYANTASYON Özel PEV Liseleri ailesine, bu eğitim öğretim yılında katılacak olan öğrencilerimiz için uyum programı düzenledik. Kahvaltıyla başlayan ve iki gün süren programımızda, öğrencilerimizin Özel PEV Liseleri akademik ve sosyal yaşantısına uyum sağlamaları için okulumuzun eğitim ve öğretim koşulları, kuralları, öğrenci toplulukları hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlayan sunumlar; rehberlik servisi tarafından hazırlanan test ve anketler, drama çalışmaları, açık havada yapılan etkinlik ve yarışmalarla programımızı tamamladık. 4 5 12 .SINIF ÖĞRENCİLERİMİZİN VELİLERİNE SEMİNER DÜZENLEDİK Lisemiz, 12.sınıf velilerine yönelik “ÖSYS Bilgilendirmesi ve Bu Süreçte Velilerin Tutumu” konulu bir seminer düzenledi. Seminerde, okulumuz PDR Uzmanı Muhammet EROĞLU, üniversiteye giriş sisteminin unsurları YGS ve LYS hakkında genel bilgiler verdi. Ayrıca, alanlara karşılık gelen bölümler, testlerin katsayı oranları ve Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP) ile bilgiler aktardı. Velilerimizin konuyla ilgili sorularını yanıtladı. Toplantının ikinci bölümünde sınav sürecinde velilerimizin çocuklarıyla iletişimini kolaylaştıran ve zorlaştıran etmenlerin neler olabileceği ile sınav kaygısının aile içinde nasıl yönetilebileceği konuları üzerinde durdu. Toplantı, velilerimizin paylaşımları ile sona erdi. A RAMIZA YENİ KATILAN ÖĞRENCİLERİMİZLE VE AİLELERİYLE PAZAR KAHVALTISI Özel PEV Liseleri yönetici ve öğretmenleri olarak, güneşli bir pazar gününde, Saki Restaurantta 9.sınıf öğrencilerimize ve ailelerine pazar kahvaltısı düzenledik. Ailelerle öğretmenlerin birbirini tanıma fırsatı bulduğu kahvaltıda , öğrencilerimiz , ev yaşantıları, arkadaşlarıyla ilişkileri ve onlarla yürütebileceğimiz faaliyetler hakkında konuştuk. K ANGURU MATEMATİK YARIŞMASI”NA KATILIYORUZ Okulumuz bu yıl “Uluslararası Kanguru Matematik Yarışması”na katılıyor. Dünya çapında 60’tan fazla ülkede 6 milyondan fazla öğrenciyle yapılan ünlü matematik sınavı Kanguru’ya artık Türkiye’de de katılmak mümkün. Başkanlığını, Uluslararası Matematik Olimpiyatları’nda (IMO) sekreterlik görevi de yapan, Prof. Gregor Dolinar’ın üstlendiği derneğin tüm dünyada matematiği sevdirmek amacıyla düzenlediği sınava Özel PEV Okullarının ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileri de katılıyor. Başvuru için son tarih 6 Kasım 2015 Cuma. 6 7 ÖZEL PEV LİSELERİ ARTIK “LİSE TEMA” ÜYESİ Liseli gençlerimizin ekolojik okuryazarlıklarını destekleyecek etkinliklerden oluşan çevre eğitim programı olan “Lise Tema”da artık biz de varız. Gençlerin; doğanın yaşamı nasıl sürdürdüğünü anlayan, sürdürülebilirliği bir yaşam biçimi olarak benimseyen, kendi çevresinden başlayarak gezegeni ilgilendiren çevre sorunlarına duyarlı ve çözüme yönelik harekete geçebilen bireyler olmalarına katkıda bulunmak hedefiyle oluşturulan programı uygulamaya koymak için sabırsızlanıyoruz. 8 “GENÇ BAŞARI EĞİTİM VAKFI” ÜYESİYİZ Genç Başarı Eğitim Vakfı, 1919 yılında Amerika’da kurulan ‘Junior Achievement (JA) /Genç Başarı organizasyonuna bağlı olarak, Türkiye’de 1999 yılında kurulmuştur. Uluslararası Genç Başarı organizasyonun, Brüksel’de bulunan Genç Başarı Avrupa (JA-YE Europe) merkezine bağlı olarak faaliyet gösteren Genç Başarı Eğitim Vakfı, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. Özel PEV Liseleri olarak; ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyindeki gençlere girişimcilik, ekonomi ve iş yönetimi eğitimleri ve uygulamalı programlar düzenleyip gençleri küresel ekonomiye hazırlayan ve uygulamalı eğitim programları ile buluşturarak girişimciliğe teşvik eden bu vakfın üyesi olduk. ÖZEL PEV LİSELERİ INTERACT İÇİN KOLLARI SIVADI Okulumuz, “Rotary”nin sponsorluğunda gençler için hizmet kulübü olup gençlere anlamlı hizmet projelerine zevkle ortak olma fırsatı veren Interact üyesi oldu. Çalışmalar sırasında liderlik yeteneklerini geliştirip yeni arkadaşlar edinen interaktörler, “Uluslararası Rotary”nin (UR) ve Rotary Vakfının birçok kaynağına ulaşabilmektedir. Uluslararası Rotary, Interact kulüplerinin gelişmesi için idari desteği sağlamaktadır. Interact sözcüğü, “Uluslararası Hareket” (international action) anlamına gelmektedir ve bugün yaklaşık 200 000 genç 110 dan fazla ülkeye ait 8700 kulüp çalışmaktadır. Gençler, Interact hizmet etkinliklerinin geniş donanımıyla arkadaşlığı ve uluslararası anlayışı bütün dünyaya yaymışlardır. 9 ARALIK Dünya AIDS Günü (1 Aralık): Dünya AIDS Günü, 1 Aralık tarihi olarak kabul edilmiştir. Bu gün HIV’ in yayılması ve AIDS hastalığının artışına karşın bilincin yükseltilmesi amacına adanmıştır. Böyle bir günün varoluşunun diğer bir amacı ise bu hastalıktan yaşamını yitirenleri anmak ve onları onurlandırmaktır. AYI İÇERISINDEKI ÖNEMLI GÜN VE HAFTALAR bul edilmiştir. Vakıflar Haftası (3-9 Aralık): Vakıflar Haftası 3 – 9 Aralık tarihleri arasında kutlanan, temelinde toplum hizmeti sunan kurumları tanıtmayı amaçlayan bir etkinliktir. Bu haftada vakıfların topluma sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda yaptığı katkılar hakkında bilgiler verilmekte, vakıfların Köleliğin Yasaklanması Günü işleyişi ile ilgili tanıtımlar yapılmak(2 Aralık): İlk kanunlar İngiltere’de tadır. ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha Dünya Madenciler Günü sonra diğer Avrupa devletleri onla- (4 Aralık): Madencilerin koruyurı izlemişti. Avrupa’da İngiltere’den cu azizesi olarak kabul edilen Santa sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı Barbara’nın 4 Aralık tarihinde bu İmparatorluğu’dur. Osmanlı’da kö- mağaraya yerleşmesi ve mağarada lelik, Sultan Abdülmecid dönemin- çalışmakta olan madencileri koruyor de 1847’de bir fermanla yasaklanmış- olmasına olan inançla, önce Anadotır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün lu’da daha sonrada Avrupa ve tüm dünyada köleliği yasaklamış, daha dünyada “Dünya Madenciler Günü” sonra Birleşmiş Milletler de bu hük- olarak kutlanmaktadır. mü teyid etmiştir. Kadın Hakları Günü Uluslararası Engelliler Günü (5 Aralık): 5 Aralık 1934 de “Ka(3Aralık): Uluslararası Engelliler dınlara Milletvekili Seçme ve SeçilGünü, 1992 yılından bu yana 3 Ara- me Hakkı” veren yasanın kabulü ile lık günü Birleşmiş Milletler tarafın- bu tarih Kadın Hakları Günü olarak dan uluslarararası bir gün olarak ka- kutlanmaya başlamıştır. Yaşamın her 10 alanında yok sayılan kadın, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte önemli siyasi ve sosyal haklar elde etmiş, toplumsal alanda varlığını ortaya koymuştur. Dünya İnsan Hakları Günü (10 Aralık): Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda önemli bir yer tutan insan hakları, ilk kez 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulunca kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile özel bir düzenlemeye konu olmuştur. PELİN MERCAN PAL 10- A pmercan18@pev.k12.tr 11 BİLİM DALINDA NOBEL ALAN İLK TÜRK AZİZ SANCAR Mardin Savur’da 1946 yılında dünyaya gelen Aziz Sancar, DNA çalışmalarıyla bilim dalında Nobel ödülü alan ilk Türk olarak tarihe geçti. İlköğrenim ve ortaöğrenimini Mardin’de yapıp İstanbul Üniversitesi mezunu olan Aziz Sancar, Dallas’ta Teksas Üniversitesinde doktorasını, Moleküler Biyoloji dalında, DNA onarımı üzerinde, 1977 yılında tamamladı. Dr. Sancar Yale Üniversitesinde yine DNA onarımı dalında doçentlik tezini tamamladı. 1982 yılında UNC Chapel Hill’de Biyokimya ve Biyofizik alanlarında çalıştı. Burada da DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerinde çalıştı. 288 makale ve 33 kitap yayımladı. Birçok ödüle layık görülen Dr. Sancar, geçtiğimiz günlerde kimya alanında Nobel aldı. Ayrıca Dr. Sancar, eşi Gwen Sancar ile Carolina’daki “Türk Evi”nin kurucularıdır. Aziz Sancar, yaptığı çalışmalarla ilgili olarak Temmuz 2014’te şunları söyledi: ‘’Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu, DNA’yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaşamasına yol açıyor. Biz bu mekanizmayı anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu ‘inhibe’ edip kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu mekanizmayı açıklamak.’’ Sancar, bu mekanizmayı 35 yılda çözdüklerini, ancak bunun hastalara ulaşmasının biraz zaman alacağını ifade etti. ENGELLİ DAHİLER ÜMİDİNİ YİTİRMEYEN İNSAN CHRİSTY BROWN 23 çocuklu bir ailenin hayatta kalan 13 çocuğundan biri olan Christy, 5 Haziran 1932’de Dublin’de doğmuştur. Beyin felci ile dünyaya gelmiş ve uzun süre hareket ve konuşma yetenekleri olmadan yaşamıştır. Doktorlar, başlangıçta C.Brown’un zihinsel olarak özürlü olduğunu düşünmüşlerdir ve öleceğini söylemişlerdir; fakat annesi, C.Brown ‘dan vazgeçmemiştir ve oğlunun eğitilebileceğini düşünmüştür. Çabaları sonuç vermiştir: Christy, sol ayağını kullanarak yazı yazmayı, resim çizmeyi ve daktilo kullanmayı başarmıştır. Kendi hayat öyküsünü yazdığı Sol Ayağım (My Left Foot) daha sonraları filme çevrilerek iki Oscar ödülü almıştır. “Onun orada oturup ne hakkında yazacağını bulamaması ve benim burada cam kenarında, fikirler beynimde cirit atarken kalem tutamamam, bende sandalyeden fırlayıp sağa sola saldırarak koşma isteği uyandırdı.” (Sol ayağım,Christy Brown) 12 G ÖRME ENGELLİ RESSAM EŞREF ARMAĞAN 1953 yılında doğan, dünyaca ünlü kör ressamdır. Doğuştan kör olan Armağan asla bir güneşin doğuşunu görememiştir, çiçeklerin rengini görememiştir, doğayı görememiştir; ama bu, hayal gücünü asla etkilememiştir. Real Super Humans (Gerçek Süper İnsanlar) adlı ödüllü belgeselde kendisinden ayrıntılı olarak bahsedilmektedir. Armağan’ın hiçbir şey göremediği halde resim çizmesine hayran kalan profesörler Harvard Üniversitesinde beyin fonksiyonlarını incelemiştir. Bunun sonucunda Eşref Armağan'ın bir nesneye dokunduğunda beynindeki görülen cisimlerin algılanması ile ilgili bölümün harekete geçtiğine şahit olmuşlardır. Armağan, kendisi gibi görme engelli eşiyle Türkiye’de yaşamaktadır. HEVAL BARAN ELÇİN PFL 9-B hbelçin19@pev.k12.tr 13 ARCHITECTURAL The Sedlec Ossuary also known as the Church of Bones is one of the most unusual chapels you will ever see. If you think that you saw everything in your life, think again! The Sedlec Ossuary is nothing spectacular in the outside. It is a small chapel located in Sedlec, in the suburbs of Kutna Hora, in the Czech Republic. You would think that it is just an average old medieval gothic church. As you enter the Sedlec Ossuary though, you will soon realize why it is one of the most amazing and unique churches in the world.The Sedlec Ossuary is artistically decorated by more than 40.000 human skeletons. Thus it is also known as the Church of Bones or as the Bone Church. One of the most fascinating artistic works inside the Sedlec Ossuary is the big chandelier of bones that lies in the center of the Church of Bones. The immense chandelier contains at least one of every human bone. Another impressive artwork is the coat of arms of the Schwarzenberg family that is also made of human bones. While there are other macabre places to visit in Europe like the Paris Catacombe, the Sedlec Ossuary is really unique in nature. 14 You may wonder how all these bones ended up being craved in a small chapel located in the Czech Republic. It all goes back to 1278 when the King of Bohemia sent the abbot of the Sedlec Cistercian Monastery to Jerusalem. When the abbot came back he brought with himself a jar of soil from the Golgotha, that was known as the “Holy Soil”. Soon people from all over the places desired to be buried in Sedlec, thus the cemetery there had to be expanded. In the 15th century a Gothic church was built near the cemetery and its basement was used as an ossuary. The bones stayed there for centuries till 1870 when a woodcarver named Frantisek Rint was appointed to place the bones in order. The result was impressively shocking. For more interesting facts, check out the page dedicated to the history of Sedlec Ossuary. If you want to visit this unique masterpiece you can travel to Prague, the capital of the Czech Republic and from there you will make a 1 hour trip till Kutna Hora. Finally, the Sedlec Ossuary may seem a macabre place, but while visiting it, you will most likely not find it to be scary, but peaceful. Those 40.000 dead people wished to be buried in a holy place, that is why they went to Sedlec in the first place, and now their bones are right in the middle of the chapel. Kaynak: http://sedlecossuary.com/ Burak TURGUT PAL 11-B bturgut17@ pev.k12.tr 15 Y UNAN MİTOLOJİSİ Mitoloji, “mithos” yani “söylenen ya da duyulan söz” ve “logos” yani “konuşma” kelimelerinin birleşiminden oluşmuş olup Eski Yunan’da “geçmişte söylenenlerin tekrar edilmesi” gibi bir anlam barındırmaktayken zamanla Doğu dilllerinde “efsane”, Batı dillerinde ise “mit” anlamı kazanmıştır. Mitoloji kelimesinin Türkçe karşılığı “söylenbilim” veya “söylencebilimi”dir. Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları, tanrıçaları ve kahramanları hakkındaki hikâyelerden oluşan sözlü edebiyatla yaratılmış ve yaygınlaşmış bir mitolojidir. Titanlar;Kronos, Lapetos, Okeanos, Hyperion, Krios, Koios. Titanisler; Rhea, Themis, Tethys, Theia,Mnemosyneve Phoebe ancak Uranos titanları doğar doğmaz Gaia’nın bağrına gömmektedir. Artık bu ağırlığı taşıyamayan Gaia, Uranos’tan olan oğlu Kronos’un yardımıyla Uranos’u yener ve çocuklarını özgürlüğüne kavuşturur. Daha sonra Kronos da kendi oğlu Zeus tarafından Tartarus’a atılarak aynı kaderi paylaşacaktır. Kronos ile Rhea’nın evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk dünyaya gelir. Babası Uranüs’e yaptıklarını unutmayan Kronos kendisinin de oğullarından aynı karşılığı göreceğinden korkar ve bu yüzden karısının her yeni doğurduğu çocuğu yutup karnında saklar. Bu duruma üzülen Rhea ise Gaia’nın öğütleri ile yalnız Zeus’u onun elinden kurtarır. Tanrıça, Zeus’u yanına alarak gecenin karanlığından faydalanarak çabucak Girit Adasındaki İda Dağı’nın tepesine çıkar. Orada Gaia, çocuğu alıp bir mağaranın dibine saklar. Rhea ise geri dönüp bir kocaman taşı kundak bezlerine sarıp Kronos’a verir. Olgunluk çağına gelince Zeus, saklandığı mağaradan çıkıp savaşa hazırlanır. İlk iş olarak yer altı ülkesine gider.Kronos’un hapsettiği kiklopları ve elli başlı, yüz kollu hekatonkheireri serbest bırakır. Kikloplar ise buna karşılık yıldırımlarını hediye eder. Evrenin oluşumuyla başlayan Yunan mitolojisiyle ilgili birçok farklı mit olsa da en çok kabul gören ve inanılan görüş, Hesiodos’un Theogoniasıdır. Hesiodos, Yunan didaktik şiirinin babası diye anılan ünlü bir ozandır. Efsaneye göre, Helikon yamaçlarında koyun güderken musalar, yani ilham perileri ona şairlik bağışlamışlardır. Bu yetenek, onun Yunan ilk çağının Homeros’tan sonraki en büyük epik ozanı olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Kaostan bahsettiği Teogoni (Tanrıların Doğuşu) ile ilgili olan genel kanı, yazarının Hesiodos olduğu yönündedir, ancak bu kesinleşmiş bir bilgi değildir. Savaş, kiklopların ve hekatonkheirlerin birlikte devasa büyüklükteki kayaları gökyüzündeki titanlara savurmasıyla başlar. Bu esnada Zeus da şimşekleri Hesiodos’a göre, “başlangıçta Khaos vardır”. ile Titanlara saldırır. Sonra da Rhea’nın verdiği kusBir başka deyişle, Yunan mitolojisinde bir çeşit ilkel turucu bir içecek ile Kronos’u yuttuğu tanrıları ve tanrısal varlık olarak gösterilen Khaos, “düzen”den taşı çıkarmaya zorlar. Titanomachy (Titan - Tanrı ya da öteki adıyla “evren”den (kosmos) önce gelmiş- savaşları) adlı savaşta Zeus ve kardeşleri, hekatonktir. Bu Khaos nedir pek bilinmez. Belki de bu bilin- heirler ve kikloplarlarla beraber Kronos ile titanmezlik ona Khaos ismini vermiştir. Khaos karışık lara karşı savaşırlar. Sonra da Kronos ve titanları ve hiçbir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu gökten kovup dünyanın dibine, Tartarus’a atarlar. ve karanlığı temsil ediyordu ve türevi bakımından, Bu savaşta, Zeus’a karşı savaşan titanlardan biri “esneyen boşluk” demektir. olan Atlas, Zeus tarafından gökkubbeyi omuzlarında taşımakla cezalandırırlar. İlk önce Khaos’tan Toprak Ana-Gaia ve gökyüzü-Uranos oluşmuştur. Başka bir inanışta ise Gaia ilk önce gökyüzü Uranos’u daha sonra Pontos’u kendisinden çıkarmış, bir başka tabirle doğurmuştur. Gaia ve Uranos’un birleşmesinden Brontes, Steropes ve Arges (Gökgürültüsü, Parıltı ve Şimşek) isimli üç kiklop doğar. Kikloplar alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yer altı alevini gökyüzü ateşine dönüştürüyorlardır. İkinci olarak Gaia ve Uranos elli başlı, yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes (Öfke, Güç, Dehşet) adlı hekatonkheirleri yarattılar ve nihayet titanlar oluşturulmuştur. 16 Bunların ardından Tanrılar arasında kura çekilir ve Hades’e yer altı, Poseidon’a denizler Zeus’a ise gökler düşer. Bu savaştan sonra hikmet ve akıl tanrıçası Metis, Zeus’tan hamile kalır. Zeus ise Gaia’nın ‘‘Metis’in doğuracağı erkek çocuğun iktidarına el koyacak.’’ şeklindeki kehanetine uyarak Metis hamileyken onu yutar ama çocukları Athena ölmez ve Zeus’un kafasından doğar. Zeus kızının kendini affetmesi için ona mızrak, miğfer ve kalkan verir. Böylece Zeus, kuşaktan kuşağa geçen iktidar lanetini yok eder ve böylece değişmez bir düzen kurar. Bu *FOTOĞRAF: Gökkubbeyi Taşıyan Atlas yeni düzende evren Zeus, Zeus’un Hades dışındaki kardeşleri ve bazı çocukları tarafından yönetilir. Bu tanrı grubuna Olimposlular denir. Olimposlular, adını Olimpos Dağı’ndan alır. Sayıya yüklenen bu bakış açısından dolayı Yunan tanrıları da 12 tanedir ve 13 sayısının uğursuzluğuna inanılır. Örneğin ev ve aile yaşamı tanrıçası Hestia, Zeus’un oğlu, şarap tanrısı Dionisos doğunca taht kavgalarının çıkacağını öngörüp tahtını Dionisos’a bırakır. Olimpos Dağı’nda yaşayan ve tahta sahip olmayan çok sayıda tanrı ve tanrıça vardır.; fakat bu yeni düzen Gaia’yı öfkelendirir; çünkü tanrıların savaşıp Tartarus’a attıkları titanlar, gökyüzünü sırtında taşımak zorunda kalan Atlas ve Kafkas dağlarına zincirlenmiş Prometheus, Gaia’nın çocuklarıdır. Bu yüzden diğer çocukları Typhon, Ehidna ve gigantlar (devler) Olimpos tanrılarına saldırırlar. Tanrılar bu savaşta birçok gigant ile savaşırlar. Zeus da Typhon ve Ehidnayla savaşıp onları yener ve Etna Dağı’nın en dibine kapatır. Etna Yanardağı, Sicilya’nın doğu kıyısında, Messina ve Catania’ya yakın aktif yanardağ. Avrupa kıtasındaki en yüksek yanardağdır. Şu anki yüksekliği 3.326 m olmakla beraber, zirvedeki püskürmelerle bu yükseklik zaman zaman değişmektedir. Popüler Kültürde Yunan Mitolojisi Yunan mitolojisine inanan insanlar her geçen gün azalmışsa da yunan mitolojisinden etkilenenler için bunu söyleyemeyiz. Devletlerin paralarına figür olarak kullanmasından Disney yapımı Hercules filmine, God of War video oyunundan Rick Riordan’ın yazdığı Percy Jackson ve Olimposlular Serisi’ne, titanyum elementinden spor markası Nike’a, William Shakespeare’in Macbeth eserinden Karayip Kalipso Müziği’ne, uzaydaki sayısız adlandırılmalardan Apollo 16’ya, Sigmund Freud’un Elektra ve Oidipus komplekslerinden yüzyıllardır doğan çocukların isimlendirilmesinde ve benzeri bir sürü konuda yunan mitolojisinden etkilenilmiştir. İPAR SELİN DEMİRCİ PFL 11- A isdemirci17@pev.k12.tr *FOTOĞRAF: Hades ve Üç Başlı Köpeği Kerberos 17 FAROE ADALARI Faroe, 18 adadan oluşan ve Danimarka’ya bağlı olan özerk bir bölgedir. 1948 yılında kurulmuş özerk bir yerel yönetime sahiptir. Ülkenin adı kendi dilinde Føroyar’dır. Keçileri ile meşhur olan bu ülke, keçi ülkesi olarak da anılır. İlginçtir ki bağlı olduğu Danimarka bir Avrupa Birliği ülkesiyken Faroe Adaları Avrupa Birliği üyesi değildir. Faroe Adaları 1035 ile 1814 yılları arasında Norveç Krallığı’nın bir parçasıyken 1814 yılında Kiel Antlaşması’yla Grönland ve İzlanda ile Danimarka himayesine girmiştir. Adalar, 1948’ten beri Danimarka’ya bağlı olarak kendi kendini yönetmektedir. Ekonomisinin büyük bir kısmı balıkçılığa dayalıdır. Sert iklim koşullarından dolayı ülkenin turizm sezonu çok kısadır. Bu sebeple Faroe Adaları’nı ziyaret etmek isteyenlere genellikle yaz ayları önerilir. Ülkenin başkenti Tórshavn’dır. Adaların toplam nüfusu 49.469’dur ve bu ülkede iyi yaşam koşullarından dolayı ortalama hayat süresi de Türkiye’nin üstündedir. Kadınlar ortalama 82.8 yıl; erkekler ise ortalama 75.91 yıl yaşamaktadırlar. Faroe Adalarında Dil Faroece 20. Yüzyılda Faroe Adaları’nın iki anadilinden biri olarak kabul edildi ve ticarette, yönetimde, politik hayatta, kültürel yaşamda resmi olarak kullanılmaya başladı. Adaların diğer anadili Dancadır ve Danca, ada halkı tarafından iyi derecede konuşulur, yazılır. Aynı zamanda Norveççe, İsveççe ve İzlandaca da ada halkı tarafından kolayca anlaşılır ve kullanılır. Faroece ve Danca Bazı Türkçe, Hoş geldiniz Adın nedir? Günaydın! Seni seviyorum. Evet / Hayır 18 Sözcükler ve Cümleler: Faroece, Danca Vælkomin. Velkommen Hvussu eitur tú? Hvad hedder du? Góðan morgun! God morgen Eg elski teg Jeg elsker dig. Ja / Nei Ja / Nej Faroe Adaları’nda Coğrafya ve İklim Adalar yüksek dağlardan oluşur. Sarp dağlarda, çok sık aralıklarla derin vadiler içinden geçen şelaleler bulunur. Üzerinde hiç ağaç bulunmayan bu dağlar, yılın üçte ikisi yağan yağmurlar sebebiyle yemyeşildir ve harika manzaralar oluşturmaktadır. Adaların sönmüş volkanik dağdan oluşması ve kuzey kutbuna yakınlığı sebebiyle rüzgarlı olması, orman oluşumunu engellemektedir. Orman olmadığı için vahşi hayvanlar da bu adalarda yaşayamamakta, bu sebeple bu bitki örtüsünde keyifle yaşayabilecek hayvanlar olan koyunlar gece gündüz her yerde otlamaktadır. Ağacın olmadığı yemyeşil dağlarda beyaz koyunlar uzaktan birer çiçek gibi görünür. Ada çok kuzeyde hatta Kuzey Kutbu’na yakın olmasına rağmen sıcak su akıntılarından dolayı ılımandır. Örneğin, Şubat ayında ortalama düşük sıcaklık 1.3 °C; ağustos ayında 9.2°C’dir. Şubat ayında ortalama yüksek sıcaklık 5.61 °C; ağustos ayında ise 13.1 °C’dir. Kışları karlı, yazları ise yağmurlu geçer. Faroe Mutfağı Faroe adaları, birçok lezzetli çiğ ürüne sahip bir mutfağa sahiptir. Adalarda toprak ürünleri hava koşullarından dolayı sınırlıdır ve çok yavaş büyür. Burada daima taze et bulunur ve deniz ürünleri çok tüketilir. Eğer bir vejetaryenseniz ve bu ülkede bir tatil planlıyorsanız yemeğinizi de yanınızda getirmelisiniz yoksa aç kalmanız olasıdır. Koyun ve balina eti en çok tüketilen yiyeceklerin başında gelir. Geleneksel Faroe mutfağında asılarak rüzgarda kurutulmuş tuzlu et, balık ve kuş, haşlanmış patates ve şalgamla birlikte tüketilir. Aynı zamanda marketlerde hastalıkları önlemek için ithal sebze ve meyve satılmaktadır. ŞEVKET YENİYOL PFL 11- A syeniyol17@pev.k12.tr 19 URFA GÖBEKLİTEPE İnsanlık tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden düşünmemizi sağlayacak, yerleşik tarih anlayışını ve bilgilerini değiştirip, dinler tarihini sorgulatacak, bir kısmımızın varlığından haberi dahi olmadığı bir arkeolojik çalışma 1995 yılından beri Urfa Göbeklitepe’de devam ediyor. İnşası Milattan önce 10000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor.Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbeklitepe eteklerinde rastlanmıştır. Göbeklitepe’nin coğrafi konumu Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın 20 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik köyü yakınlarında, yaklaşık 300 metre çapında ve 15 metre yüksekliğinde geniş görüş alanına hakim bir konumda yer almaktadır. En eski yapıttan 7500 yıl daha eskiye ait Göbeklitepe bu zamana kadar bilinen en eski yapıt ve tapınaktan 7500 yıl daha eskiye ait. Göbeklitepe’nin keşfine kadar bilinen en eski tapınak ise Malta’da bulunmakta ve 5000 yaşında. Ayrıca Stonehenge’den 7000, Mısır piramitlerinden ise 7500 yıl daha yaşlı... Buğdayın atası Göbeklitepe’de Bölgede yapılan araştırmalar ve elde edilen bulgular doğrultusunda önemli kültür bitkisi olan ve yüzlerce genetik varyasyonu bulunan buğdayın atasının ilk olarak Göbeklitepe eteklerinde yetiştiği ortaya çıkarıldı. Çiftçinin bulduğu oymalı taşla gelen arkeolojik devrim 1983 yılında tarlasını süren Mahmut Kılıç tarlada bulduğu oymalı taşı müzeye götürdü fakat eser sıradan bir arkeolojik bulgu olarak Urfa Müzesi’nde sergilenmeye başlandı. 1963 yılında ise İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi ortak bir çalışma yürütmüş, bölgeyi incelemiş fakat çalışmaların üzerinde durulmamıştır. Ve çalışmalar 1995 yılında başlıyor Şanlıurfa müzesi başkanlığında ve Prof. Dr. Klaus Schmidt’in bilimsel danışmanlığında kazılar başlamıştır. 2007 yılında ise kazı başkanlı- 20 ğına Klaus Schmidt getirilmiştir. Tarihi tapınakta tarihi hırsızlık 2010 yılında, 40 santimetre boyunda, 25-30 kilogram ağırlığında taştan yapılmış ve üzerinde hayvan figürleri olan insan başı heykelinin çıkartıldıktan iki gün sonra kazı alanından çalındığı tespit edildi. Bira için tarım! Bulgular taş devri insanlarının bira içtiğini de gösteriyor. Kazılarda şu ana kadar en büyüğü 160 litrelik kapasiteye sahip kireç taşına oyulmuş, altı bira varili bulundu. Klaus Schmidt, bulgular ışığında, insanoğlunun ekmek için değil, bira uğruna tarıma başladığına, bunun da ilk kez Urfa’da gerçekleştiğine kanaat getirmiş. Tarımla değil tapınakla gelen yerleşik hayat Göbeklitepe, yıllardır tarih derslerinde öğretilen “göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiği” tezini de çürütüyor. Yerleşik hayata geçişin çiftçilik ve hayvancılığın ortaya çıkışıyla birlikte gerçekleştiği düşünülüyordu. Schmidt’e göre ise avcı ve toplayıcı toplulukların Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir araya gelmelerinin sonucunda yerleşik hayata geçilmiştir. Kalabalık toplulukların ibadet merkezine yakın olma arzusu ve çevrede bu toplulukların ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yeterli kaynak bulunmamasından dolayı insanlar tarıma yönelmişlerdir. Yani tarım yerleşik hayatı getirmemiş, dini mabetlerin etrafında kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat tarımı getirmiştir. Göbeklitepe UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’nde Göbeklitepe 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınmıştır. Bilgi Göbeklitepe’de kazı başkanlığını yürüten Prof. Dr. Klaus Schmidt geçtiğimiz günlerde yaşadığı kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. “Göbeklitepe’deki kazılarda elde edilen bulgularla, dünyanın bilinen en eski tapınma merkezlerinden birinin bu bölgede olduğunu ortaya çıkarıldı. Ancak, son kazı çalışmalarıyla tapınma merkezinin dünyanın en büyük tapınma merke- zi olduğunu tespit edildi ve yapılan araştırmalarda, Cilalı taş Devrinde yaşamış insanların, yabani sığır, akrep, tilki, yılan, aslan, yaban eşeği, yaban ördeği ve yabani bitki kabartmalarını incelediğimizde hayvanlarını evcilleştiremedikleri sonucuna ulaşıldı. Ayrıca, dikili taşların üzerindeki resimler ve kabartmalar o dönemde yaşamış olan insanların sanatları hakkında bizlere fikir veriyor.” Buradaki tapınak, dünyanın bilinen en büyük tapınağı olma özelliğini taşıyor” Prof. Dr. Klaus Schmidt Küçük buluntular Kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan, mimari dışındaki küçük buluntuların çok büyük bir bölümünü burada çalışanların kullandığı taş aletler oluşturmaktadır. Bunların hemen hemen tümü çakmaktaşından yapılma aletlerdir. Obsidiyen taş aletler istisnaidir. Bu aletlerde kullanılan obsidiyenin kaynağı çoğunlukla Bingöl A, B ve Göllüdağ (Kapadokya) olarak görülmektedir. Bu aletlerde kullanılan taşların, 500 km. mesafedeki Kapadokya’dan, 250 km. uzaklıktaki Van Gölü’nden, yine 500 km. uzaklıktan, Kuzeydoğu Anadolu’dan olması apayrı bir bilmeceyi oluşturmaktadır.Taş aletler dışında kireç taşından ve bazalttan oyulma malzeme de ele geçmiştir. Bunlar çoğunlukla taş kaplar, taştan yapılma boncuklar, küçük figürinler, öğütme taşları, havanelleridir. Diğer buluntular Çıkarılan toprağın incelenmesinde yabani buğday türü Einkorn taneleri bulunmuştur. Tahılın evcilleştirilmiş türlerine ilişkin bir bulguya henüz rastlanmamıştır. Tespit edilen diğer bitki kalıntıları ise sadece badem ve yerfıstığının yabani türleridir.Hayvan kemiklerine ait buluntular ise çok çeşitli hayvana aittir. İçlerinde en çok rastlananlar ceylan, yabanıl sığır, toy kuşu’dur. Bu çeşitliliğe karşın evcil türlere ilişkin bir bulgu yoktur. Düzenleme ve Koruma Göbekli Tepe, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun koruması altındadır. Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 27.09.2005 tarihli ve 422 numaralı kararıyla I. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilmiştir. Göbekli Tepe’de sürdürülen kazı çalışmalarının son birkaç senelik uygulamasında, yapıların ve bölgenin ortaya çıkarıldığı gibi korunmasına ve sergilenmesine yönelen çalışmalar geliştirilmiştir. Duvarlar ve dikilitaşlar, kumaş, elenmiş toprak, ahşap konstrüksiyon ve tel örgü hatlarıyla korunmaya çalışılmaktadır. Ancak yine de uzun dönemde yağmacılığın ve dış çevre koşullarının tehdidi, buradaki yapıların ve arkeolojik eserlerin özel olarak korunmasını gerektirmektedir. Bu gerekliliğin bir yanıtı olarak, Küresel Miraslar Fonu, 2010 yılında Göbekli Tepe’nin korunması için çok yıllıklı bir çalışma programı yapılacağın açıklamıştır. Arkeolojik Höyük Adı: Göbekli Tepe İl: Şanlıurfa İlçe: Merkez Köy: Örencik Türü: Kutsal alan Tescil durumu: Tescilli Tescil No: 422 Tescil Derecesi: I. Derece Arkeolojik Sit Tescil tarihi: 27.09.2005 Araştırma yöntemi: Kazı KAYNAKÇA tr.wikipedia.org onedio.com ebrudurupinar.com M.FATİH BEYRU 11/B 69 mfbeyru17@ pev.k12.tr 21 70’LERİN DÖNÜŞÜ Moda, XIX. yüzyılda 27 Paris terzisini 100 metrelik kumaştan 11 gün boyunca balo kıyafeti dikmeye zorlayan şeydir ve moda, sayısız şekilde, özellikle biz bayanların trendler uğruna ne yapacağımızı bilememize yol açan ölümcül bir kavramdır. Moda kaynakları, akımları tarih boyunca değişim göstermiş, birçok olaydan etkilenmiştir. Moda; toplumların, geleneklerin, olayların bir büyülü aynasıdır. Savaşlar,barışlar,buluşlar,sanat olayları modayı her açıdan etkiler. 68 kuşağı; barış, sevgi, sanatı ve konforlu, tasasız yaşamı temel alan, hippi topluluğunu ortaya çıkardı. Hippiler, Fransızca kökenli tasasız, sanatı temel alan rahat yaşam stili anlamında Bohemian tarzı giyimi benimsedi. İşte Bohem tarz 70’li yıllar modasının çıkış noktasıydı. Asi, barış ve sanatsever, tasasız ve bir o kadar asil olan tarz. 50 ve 60’ların çıtı pıtılığı yerine rahatlık ve konfor ön plandaydı ve Maxi-midi-mini boy karışık etekler, mümkün oldukça yüksek topuklu ayakkabılar, sütun bacaklar ve hiç olmadığı kadar özgüvenli kadınlar... Aynı zamanda, 70’lerde makyajda minik değişimler oluyor. Artık dudaklar değil gözler ön plana çıkıyor. Canlı renkler, büyük desenler en çok kullanılan- 22 lar arasında. Baklava dilimi, ekose ve allı güllü desenler göz alıyor. 70’lerin en popüler parçalarından biri İspanyol paça pantolonlar. Bu dönemde hem erkekler hem de bayanlar İspanyol paça pantolonları sıkça kullanmışlar. Bayanların üzerinde yakaları uzun, sivri ve kalın manşetli gömlekleri görmek mümkün. Aksesuarlar, rugan apartman topuklu ayakkabılar çok kullanılıyor. Özellikle bilekten bağlamalı ayakkabılar tercih edilmiş. Ayakkabılar da canlı renklerde. Makyaj çantasını andıran orta ya da küçük boylarda el çantaları ya da askılı çantalar vazgeçilmezler arasında. Bu dönem kısa şort ve elbiselerle giyilen topuklular dikkatimizi çekiyor. Tabii ki hep giyilmiyormuş, maxi boy elbise ve mini; ama genel olarak baktığımız zaman bu oranın yüksekliği bizi şaşırtacak dereceye geliyor; yaptığım araştırmaya göre neredeyse %80 ! Hippilik dönemi olarak anılan 1970’ler tarzı, günümüz modasındaki yerini yeniden aldı. Bu yıl tam anlamıyla hippi sezonuydu. Günümüze uyarlanmış şekliyle; saç bantları özellikle çiçeklerden yapılmış olanları, İspanyol paça pantolonlar, örgü büstiyerler ve kısa şortlarla giyilen kovboy botlar, uzun diz üstü çizmeler... Şimdi ise, o zamanlar moda olmasa da yeni yeni çıkan kimono ceketler yıla damgasını vurup dolaplarda yerini aldı. Kumaşlarda kullanılan etnik desenler sadece kıyafetlerle sınırlı kalmayıp bandanalarda da kullanıldı. Bu kıyafetleri tamamlayıcı takılar bulmak hiç de zor değil! Takılara gelirsek bilezikler bu yaz hiç kullanılmadığı kadar çok kullanıldı. Bol miktarda gümüş renkli kabartmalı bileklik ve yüzükleri parmaklarınıza takmanızla stilinizi anında bir tık yukarıya taşıyacak kombin yapmış olursunuz. Zamanın akım yaratan modacıları: İtalya’da =Versace,Valentino,Gucci,Armani Fransa’da= Pierre Balmain, Ungaro, Lagerfeld, Kenzo,Daine Hecpter, Cloude Montana 1970’lerin vazgeçilmezlerinden 15’i 1.Mini çan etekler 2.Büyük tokalı kemerler 3.Platform topuklar 4.Hippiler(çiçek çocuklar) 5.Maxi, mini, midi boy etek ve elbiseler 6.İspanyol paça pantolonlar 7.Disket şapkalar 8.Büyük çiçek desenler ve çiçek taçlar 9.Püsküllü kısa botlar 10.Amerika yerlisi, kovboy tarzı 11.Derin V yaka 12.Gömlek elbise 13.Süet uzun çizme 14.Platform topuklular 15.Renkli peluş kürkler Şöyle özetleyelim: Her şey üst üste ve karışık bir görüntü halinde. İşte YETMİŞLER! İLERYA BALIKOĞLU PFL 11- A ibalikoglu17@pev.k12.tr 23 TİYATRO Tiyatro, bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatıdır. Tiyatro sözcüğü Yunancada “seyirlik yeri” anlamına gelen “theatron”dan türetilmiş, dilimize İtalyancadaki teatro sözcüğünden geçmiştir. Günümüzde modern bir tiyatro binası başlıca üç bölümden oluşur: 1 - İzleyicilerin oturarak oyunu izlediği oditoryum; 2 - Oyunun sergilendiği sahne; 3 - Sahnenin iki kenarında ve arkasında, çeşitli dekor ve gereçlerin bulunduğu sahne arkası yada kulis. TÜRK TİYATROSU Türk tiyatrosu, Anadolu uygarlığını oluşturan çeşitli toplumların, Anadolu’ya göç eden Türklerin atalarının ve İslam dünyasının kültürel birikimine dayanan, hem Doğu hem de Batı kaynaklı etkileri içeren bir seyirlik geleneği üstünde gelişmiştir. GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU Geleneksel Türk tiyatrosu; seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu’ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür. Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür. Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan “kapalı biçim” anlayışının tam tersine, “açık biçim” özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır. Meddahlık Türklerde Orta Asya’dan bu yana var olan öykü anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834’te geçmiş olan ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yeni dünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del’arte arasındaki hem adlarına hem de yapılarına ilişkin benzerlik ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19.yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan ortaoyunu, Tanzimat’ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet’ten sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur. 24 GELENEKSEL TÜRK TİYATROSUNUN ÖLÜMSÜZ ÜÇ İSMİ EROL GÜNAYDIN Tiyatroya Galatasaray Lisesi bünyesinde başlayan Günaydın, 1955’te Haldun Dormen Cep Tiyatrosunda “Papaz Kaçtı” adlı oyun ile profesyonel aktörlük hayatına başlamıştır. 1960’ta ilk sinema filminde oynayan Erol Günaydın, elli yıllık bir süre içinde çok sayıda filmin ve tiyatro oyununun yanı sıra TRT’de yayınlanan Çiçek Taksi adlı dizide de oynadı. Nasreddin Hoca tiplemesi, meddah gösterileri, Ayı Yogi seslendirmesi ve canlandırdığı diğer pek çok karakter, onun günümüzde en tanınan ve kıdemli aktörlerinden biri haline gelmesini sağlamıştır.Gazeteci-yazar Emine Algan tarafından birkaç aylık süre içinde kendisiyle gerçekleştirilmiş bir nehir-söyleşi 2007 yılında “İki Kalas Bir Heves” başlığı altında kitaplaştırılmıştır. Rol Aldığı Tiyatro Oyunları • Namussuzum ki Namusluyum : Nokta Tiyatrosu • Uzun Donlu Kişot : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular - 2005 • Soyut Padişah : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular • İstanbul’u Satıyorum : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular • Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı : Ferhan Şensoy - Orta Oyuncular • Yaygara Yetmiş : Erol Günaydın • Devr-i Süleyman : Aydın Engin - Genar Tiyatrosu - 1968 • Yolcu : Nazım Hikmet - Genar Tiyatrosu - 1967 • Kalbin Sesi - Halkın Gözü : Peter Shaffer - Kent Oyuncuları - 1964 • Martı : Anton Çehov - Kent Oyuncuları - 1963 • Ayı Masalı : Dormen Tiyatrosu - 1962 • Altın Yumruk : Dormen Tiyatrosu - 1962 • Müfettiş : Nikolay Gogol - Dormen Tiyatrosu - 1959 • Zafer Madalyası : Thomas Heggen\Joshua Logan - Dormen Tiyatrosu - 1958 • Duvarların Ötesi : Turgut Özakman - Dormen Tiyatrosu - 1957 • Klopatra’nın Mezarı : Cevat Fehmi Başkut - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1956 • Papaz Kaçtı : Phillip King - Dormen Tiyatrosu - 1955 25 GAZANFER ÖZCAN Saim Gazanfer Özcan Türk tiyatro ve sinema sanatçısıdır. İlkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulunda, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulunda, liseyi ise Vefa Lisesinde okudu. Lisedeyken oynadığı “Hisse-i Şayia” adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanıştı. Şehir Tiyatrolarının “çocuk bölümü”ne katıldı. 1955 yılında Komedi Tiyatrosunda oynanan Mahallenin Romanı oyunu tiyatro yaşamının dönüm noktası oldu. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap’ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya girdi. 1962 yılına kadar hem çocuk tiyatrosunda hem yetişkin oyunlarında görev aldı. 1962 yılında Gönül Ülkü ile evlendi ve “Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu”nu kurdu. 1950’li 1960’lı yıllarda çok sayıda sinema filminde de rol alan Gazanfer Özcan, uzun bir süre sinemaya ara verdikten sonra 2000 yılında çevrilen Komiser Şekspir filmi ile sinemaya döndü. Pek çok dizide de rol aldı. Kuruntu Ailesi adlı dizideki Hüsnü Kuruntu rolü ile tanındı, pek çok yapımda ailenin babası rolünü üstlendi. Avrupa Yakası adlı dizideki Tahsin Bey rolü ile de “baba” rolünü sürdürdü. Avrupa Yakası dizisinde 2004 - 2009 yılları arasında üst üste 5 sezon başrol oynadı.Nisan 2010 tarihinde Kadıköy Belediyesi Kozyatağı Kültür Merkezi’ndeki Gazanfer Özcan Sahnesi’ni hizmete sundu. Gazanfer Özcan, 1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığınca verilen “devlet sanatçısı” unvanına sahipti. Rol Aldığı Tiyatro Oyunları • Yeter Artık • Sülüman Bacanak • Koca Eşşek • Aşk Mektubu • 5 Milyona Kim Ölmez? • Nerden Nereye • Karım Gene Doğurdu • Hanımlar Terzihanesi •Deli • Maymun Gözünü Açtı • Karımın Nişanlısı • Öp Babanın Elini • Aşk Çorbası • Yağmurdan Kaçarken • Karımla Evleniyorum • Oh Olsun 26 NEJAT UYGUR Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç çocuğundan ortancası olan Uygur, Kilisli sanatçı İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve meşhur edilmiştir. Eğitimini Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde tamamlamıştır. İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe’de okumuş ve bu dönemde tiyatroya müsamerelerle başlamıştır. Sarıyer, Çanakkale ve Manisa’da ortaokulu tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisinin Heykel bölümüne girmiş; fakat mezun olamamıştır.1943 yılında Sarıyer Halkevinde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi artmıştır. Atletizm ve su topu dışında iyi de bir at binicisidir. 1950 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirmiştir. Tiyatroya profesyonel anlamda 1949’da “Nejat Uygur Tiyatrosu” ile adım atmıştır. Nejat Uygur, düşündüğü ilk mesleğin tiyatro olmadığını belirtmiştir.” Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm. Hatta hiç unutmam Manisa’da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika’da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum.” Sanatçı tiyatro tutkusunun doğuşunu şöyle anlatır: “Benim gençliğimde herkeste Amerika’ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten.” 13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Ahmet, ikiz kardeş olan Süheyl ile Süha, Kemal, Behzat adlı beş erkek çocukları dünyaya gelmiştir. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle “Armut ağacının dibine düşmüş.” ve tiyatrocu olmuşlardır. 1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen “devlet sanatçısı” unvanını almıştır. Rol Aldığı Tiyatro Oyunları • Alo Orası Tımarhane mi? • Aman Özal Duymasın • Benim Annem Evden Neden Kaçtı? • Cibali Karakolu •Hanedan • Hastane mi Kestane mi? •Kaynanatör • Miğferine Çiçek Eken Asker • Minti Minti • Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı? • Son Umudum Milli Piyango • Şeyini Şey Ettiğimin Şeyi • Şeytandan 29 Gün Evvel Doğan Çocuk (Minti Minti 2) •Zamsalak AYBEGÜM AYDOĞAN PAL 11-B aaydogan17@pev.k12.tr 27 DÜNYA LİDERİ ATATÜRK O, bugün de sarı saçları, mavi gözleri ve güçlü liderliğiyle bilinmektedir. O, Türkiye’yi bağlılık ve bağımlılıktan kurtararak, başarılı bir devlet adamı ve aynı zamanda üstün nitelikli bir asker olarak ün kazanmıştır bütün dünyada. Üstelik bu sadece geçici bir ün değildir; çünkü o, asla unutulmamış ve unutulmayacak tek adam, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu sözler harfi harfine doğru olmakla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatabilmek için bir o kadar eksik, yetersiz; çünkü biz Atatürk’ü sadece tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: “Asker Atatürk” ya da “Devlet Adamı Atatürk” olarak... Oysa onu anlatmak ne sözcüklere sığar ne de bu yazıyı okuyabileceğiniz beş dakikaya; bu yüzden biz bu yazıda onu, ona farklı bir açıdan bakmanızı sağlayabilecek birkaç anıdan yola çıkarak anlatmak istedik. Atatürk, yılın değil asrın lideri olmayı başarabilmiş, sadece halkının değil bütün dünyanın nabzında canlılığını koruyabilmiş tek liderdir. Hatta Norveç’te insanlar bir olay ya da durum karşısında umutsuz kaldıklarında, “Atatürk gibi düşünmek.” deyimini kullanmaktadır. Ünlü araştırmacı Prof. İlknur Güntürkün’ün dediği gibi, Türkçenin bu deyime Norveççeden daha fazla ihtiyacı olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Ve günlerden bir gün, yıl 1976, UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümle aynen şöyledir: “Bugün, UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” Öneri ise 152 üyesi olan UNESCO’nun tüm üyelerince Atatürk’ün 100.doğum gününün aynı anda kutlanmasıdır. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle 28 mi kutlayacağız?” Bu sözlere karşı Rus delegesi ayağa fırlar, hiç hazırlıksız bir şekilde yumruğunu masaya vurup 152 ülkenin delegelerine aynen şunları söyler: “Genç delege arkadaşım, hatırlatmak isterim ki Atatürk, dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı, her problemimizde çare olarak görmeliyiz.” UNESCO tarihinde ilk ve tek olarak hiç negatif ve çekimser oy almadan 152 ülke metne imza atar ve o İsveç delegesi imzanın atıldığı gün mikrofona gelip aynen şunları söyler: “Ben Atatürk’ü inceledim, bütün ülkelerden özür diliyor, ilk imzayı ben atıyorum.” İşte o muhteşem belge diyor ki: “ATATÜRK KİMDİR? ATATÜRK, ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞ BİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLİŞTİRMİŞ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU.” Bir filozof der ki: “Bir ülke için ölçüt aradığınız zaman, o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin.” Sanıyorum ki ölçüt arayan ülkelere bundan daha güzel bir yanıt verilemeyecektir. Atatürk’le ilgili anılardan biri de Haiti’de geçer. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir vasiyet bırakmıştır. Haiti’ye baktım, haritada bir kutup kadar uzak ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996’da öldüğünde vasiyeti açılır. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabe diyor ki:“Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve değerlerini uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm.” Peki Mustafa Kemal Atatürk neden dünya lideridir? Bu sorunun da yanıtı oldukça basit. ATATÜRK “Ben topraklarınızı kurtardım askeri bir dehayım.” deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve hangi sınırın lideri ise, o sınırların içerisinde ne var ise taşından toprağına hepsinin sorumluluğunu omuzlarında hissetmiştir de onun için bugün dünya lideridir.Sayısız örneklerinden biri de şudur: O günün Ankara’sı kurak, çorak bir köymüş. Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden geçişlerinde hep arabasını durdurur, iner ve o iğde ağacına selam verirmiş. “Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?”, “Eee o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var”. Yani “Niye şaşırıyorsunuz?” der gibiymiş ve bir gün yanında bulunan arkadaşına “İşte bu benim...” derken bakmış ki ağaç yok ortada. Hemen inip “Ne yaptınız bu ağaca?” demiş. “Paşam, yolu genişletmek için mecburduk, kestik o ağacı”. demişler. “Yahu!” demiş. “Bana sorsaydınız bu ağacı kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum.” Daha fazla dayanamayıp arabasına binmiş, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlı olan o iğde ağacının da sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarındadır da onun için. Tarihte onun ağladığı anlara çok nadir rastlanır. İşte böyle yönleri de vardır Atatürk’ün. İnsan okuyup araştırdıkça anlıyor aslında Mustafa Kemal’e neden Atatürk dediğimizi. O kadar çok sevmiş ki Türkiye’yi, Türk olmayı, insan olmayı ve insanları... Büyük Önder Atatürk’ün gözünde, bizim topraklarımızda yaşayan herkes hiçbir ayrım olmaksızın Türk’tü ve o koca yürekli adam şu sözüyle bunu en iyi şekilde özetlemiştir: “Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk ve ebediyen Türk olarak kalacaktır. Türkiye Türklerindir!” ATATÜRK, 2 Eylül 1921 DEREN ERDEMİR PFL 11-A derdemir17@pev.k12.tr 29 WORLD LEADER ATATÜRK He is known for his blond hair, blue eyes and leadership skills. He saved Turkey from foreign dependency and became known as a successful national leader and qualified soldier around the world. His fame is not temporary because he is Mustafa Kemal Atatürk who has never been forgotten and will never be. These words are not only true but also not enough to describe Mustafa Kemal Atatürk. We only know him as a leader and a great soldier but he is a lot more than we can explain in this article that you can read in five minutes. So instead of describing him, we decided to gather some of his memoirs in order to show the other sides of him. Atatürk managed to become the leader of the century and he is not just a leader of his country but also respected around world. In Norway, when people are hopeless in a bad situation, they use the phrase ‘think like Atatürk’. Famous researcher Prof. İlknur Güntürkün says that Turkish language needs this phrase more than Norwegian. Atatürk was also revered in international organizations. In order to commemorate a previousmilestone, the 100th anniversary, in 1976 UNESCO members were given a recommendation that“All of the projects UNESCO works on today originate from Mustafa Kemal.” The suggestion wasthat on his 100th birthday the 152 members of UNESCO should celebrate Atatürk at the same time.Suddenly, the Swedish delegate stood up and said: “There are many statesmen in the 30 world, arewe going to celebrate all of their birthdays thisway?” To these sarcastic words, the Russian delegatejumped up to his feet, pounded the table withhis fist, and said the following to the delegates from152 member countries: “Maybe our young delegate will remember thatAtatürk is not just any world statesman, forgetcommemorating him for one year, every countryshould look to him for a solution to every problem.” For the firstand only time in UNESCO history, there were nodissenting votes, nobody abstained from voting,and 152 countries signed the resolution. On theday of the signature, the Swedish delegate took themicrophone and said:“I have examined Atatürk, I apologize to all ofthe countries and will be the first to sign.” The Resolution on the Atatürk Centennial as follows: Convinced that personalities who worked for understanding and cooperation between nations and international peace will be examples for future generations, Recalling that the hundredth anniversary of the birth of Mustafa Kemal Atatürk will be celebrated in 1981, Knowing that he was an exceptional reformer in all fields relevant to the competence of UNESCO, Recognizing in particular that he was the leader of the first struggle given against colonialism and imperialism, Recalling that he was the remarkable promoter of the sense of understanding between peoples and durable peace between the nations of the world and that he worked all his life for the development of harmony and cooperation between people without distinction of color, religion and race, It is decided that UNESCO should collaborate in 1981 with the Turkish Government on both intellectual and technical plans for an international colloquium with the aim of acquainting the world with the various aspects of the personality and deeds of Atatürk whose objective was to promote world peace, international understanding and respect for human rights.” A philosopher said: “If you want a criterion for a country, examine that country’s greatest leader.” I believe that there is no better answer. One of the anecdotes about Atatürk happens in Haiti. In 1996,President of Haiti died. He left a will before he died. He saidhis wish is to have the following written on his gravestone: “I died happy because my entire life I under- stood and followed Turkey’s leader Mustafa Kemal Atatürk.” Why is Mustafa Kemal Atatürk a world leader? The answer is quiet simple. He didn’t say “I’m a military genius who saved your country” and take a back seat. He wore his civilian clothes and felt the responsibility of his country from end to end on his shoulders. That’s why today Mustafa Kemal is a world leader. Here is one of the countless examples: Back in the day Ankara was a barren village. From Çankaya to the parliament, there was only one silverberry tree on the way. Every time Atatürk passed that tree, he stopped and saluted. People next to him asked “Dear Pasha, what are you doing?” and he said “It is a soldier of the fruit I eat, the shadow I take shelter in, the air I breathe. Just like any other soldier, it deserves to be saluted.” as if he was asking “Why are you surprised?”. One day he was about to show the tree to a friend, he realized that the tree no longer exists. He asked “What happened to the tree?”. They said “We had to cut it down in order to widen the road.”. And then he said “If you asked me, I would have found a way to save it.” He couldn’t bare anymore and went to his car and started crying in front of his friend and his driver. Do you think he did that just for the tree? No. Because he felt the responsibility of that tree which survived on the land that he saved from war on his shoulders. In history, there are rare occasions that he cried. This is another unknown side of Atatürk. When you research about Atatürk, you understand better why we call him the Father of Turks. He loved Turkey, being a Turk, being a human and people so much. For him, everybody who lived in this country was Turkish and that man with a big heart summarized it by saying: “This country was Turkish in the past, is Turkish today and will be Turkish forever. Turkey belongs to Turks.” GİZEM YILDIRIM PFL 11 -A gyıldırım17@pev.k12.tr 31 ROBERT NESTA “BOB” MARLEY ( 6 Şubat 1945 - 11 Mayıs 1981) Bob Marley Jamaikalı bir ‘’raggae’’ sanatçısıydı. Aynı zamanda söz yazarı müzisyen ve gitaristti. Ayrıca bu dalların hepsinde uluslararası bir üne ulaşmayı başarmıştı. 1963 yılında ‘’ The Wailers’’ adında bir müzik grubu kurmuş ve müzik hayatına başlamıştı. Sıra dışı tarzı ve vokal stiliyle dünyanın birçok yerinden dinleyici kazanmıştı. The Wailers Lee Scratch Perry ile beraber ilk raggae albümlerinden birini çıkarmıştı. The Wailers, 1974 yılında dağıldıktan sonra Marley, kariyerine solo söyleyen bir sanatçı olarak devam etti ve ilk kendi albümü Exodus’ u 1977 yılında çıkardı. Bu albüm bütün dünya tarafından çok beğenildi. Bob Marley bu albüm sayesinde en çok satan sanatçı seçildi(75 milyon kaset). Bob, “Rastafari” adında bir kuruluşun üyesiydi ve bu kuruluşun duyduğu inanç, şarkılarının ruh halini de etkilemişti. Marley ve Neville Livingston (Bunny Wailer olarak da bilinir.) çocukluk arkadaşlarıydı. İlkokul ve ortaokulda birlikte müzik yapmaya başlamışlardı. Marley 12 yaşındayken Nine Mile kasabasını annesiyle terk etmişti ve Trenchtown’ a taşınmışlardı. Bir süre sonra Bunny Wailer’ın babası ve Bob Marley’in annesinin Pearl adında bir kızları olmuştu. Bu kız hem Bob un hem de Bunny’nin kız kardeşiydi. Bob ve Bunny artık anne ve babaları yüzünden aynı evde yaşamaya başladıkları için müzik çalışmaları git gide derinleşmişti. Şu an dinlenen r&b müzik türünün temellerini atmış sayılabilirlerdi. Bundan bir süre sonra Marley, kendini Bunny ile beraber bir müzik grubunda buldu. Aynı zamanda arkadaşları Peter Tosh Beverley kelsi ve Junior Breathwaite da bu grubun üyeleriydi. Marley ve diğer arkadaşları herhangi bir enstrüman çalmıyorlardı. Sadece vokal olarak uyumlu bir şekilde söylü- 32 yorlardı. Higgs onlara bu konuda yardım etmek için can atıyordu ve bir yandan Marley’ e gitar çalmasını öğretiyordu. Attığı bu temeller sayesinde Bob Marley ileride dünyanın en çok satan raggae albümünü çıkaracaktı. Bob Marley uzun bir süre Rastafari hareketine üyeydi. Bu grubun kültürü raggaenin gelişmesi için bir anahtardı. Bu, raggae müziği -Jamaika’daki kendi sosyal bölgelerinden çıkartıp uluslararası müziklerin arasına katmıştı. Bob bir röportajında Rastafari hakkında şunları söylemişti. Muhabir: Bize rastafari üyesi olmanın nasıl bir şey olduğunu açıklar mısın biraz? Marley: İnsanlara derdim ki aynı kalın ve bilin ki Etiyopya’nın majesteleri, imparatoru Haile Selassie yüce olandır. Biliyor musun, İncil, Babil gazetesi, ben ve çocuklar böyle söylüyor. Anlamıyorum insanlar daha ne istiyor, ne kadar açıklama istiyor? Beyaz tanrı. Tanrı zenci olarak gelecektir. Gerçek budur. Bob Marley reggae tarzının kilit noktası olan Rastafari hareketindendi. Marley Rastafari’nin lideri haline geldi ve Reggae’yi Jamaica’dan çıkartıp uluslararası üne sahip bir müzik haline getirdi. Biyografilerine göre, Twelve Tribes Mansion’a bağlıydı. O “Tribe of Joseph” diye bilinen Rastafari mezhebindendi; çünkü şubatta doğmuştu. (Rastafarinin 12 mezhebi 12 ayrı ayda doğanlar tarafından oluşur).Gerçek Rastalar (Rasta = Rasta dinine inanan insan) Ital adını verdikleri inanç ile et yemezler. Yani Bob Marley vejetaryen idi. Marley bunu kendi notlarında belirtmiştir. Marley Etiyopya Ortodoks Hıristiyan Kilisesi tarafından 4 Kasım 1980’de Kingston, Jamaika’da vaftiz edildi. ROBERT NESTA “BOB” MARLEY Robert Nesta “Bob” MARLEY, OM (6 February 1945 – 11 May 1981) was a Jamaican reggae singer, song writer, musician, and guitarist who achieved international fame and acclaim.Starting out in 1963 with the group The Wailers, he forged a distinctive songwriting and vocal style that would later resonate with audiences worldwide. The Wailers would go on to release some of the earliest reggae records with producer Lee Scratch Perry. After the Wailers disbanded in 1974 Marley pursued a solo career that culminated in the release of the album Exodus in 1977, which established his worldwide reputation and produced his status as one of the world’s best-selling artists of all time, with sales of more than 75 million records. He was a committedRastafari who infused his music with a sense of spirituality. Marley and Neville Livingston (later known as Bunny Wailer) had been childhood friends in Nine Mile. They had started to play music together while at Stepney Primary and Junior High School. Marley left Nine Mile with his mother when he was 12 and moved to Trenchtown, Kingston. Cedella Booker and Thadeus Livingston (Bunny Wailer’s father) had a daughter together whom they named Pearl, who was a younger sister to both Bob and Bunny. Now that Marley and Livingston were living together in the same house in Trenchtown, their musical explorations deepened to include the latest R&B from American radio stations whose broadcasts reached Jamaica, and the new Ska music. The move to Trenchtown was proving to be fortuitous, and Marley soon found himself in a vocal group with Bunny Wailer, Peter Tosh, Beverley Kelso and Junior Braithwaite. Marley and the others didn’t play any instruments at this time, and were more interested in being a vocal harmony group. Higgs was glad to help them develop their vocal harmonies, although more importantly, he had started to teach Marley how to play guitar—thereby creating the bedrock that would later allow Marley to construct some of the biggest-selling reggae songs in the history of the genre.[ Bob Marley was a member for some years of the Rastafari movement, whose culture was a key element in the development of reggae. Bob Marley became an ardent proponent of Rastafari, taking their music out of the socially deprived areas of Jamaica and onto the international music scene. He once gave the following response, which was typical, to a question put to him during a recorded interview: Interviewer: “Can you tell the people what it means being a Rastafarian?” Marley: “I would say to the people, Be still, and know that His Imperial Majesty, Emperor Haile Selassie of Ethiopia is the Almighty. Now, the Bible seh so, Babylon newspaper seh so, and I and I the children seh so. Yunno? So I don’t see how much more reveal our people want. Wha’ dem want? a white God, well God come black. True true.” AccordingtoMarley’sbiographers, he affiliatedwiththe TwelveTribesMansion, one of the Mansions of Rastafari. He was in thedenominationknown as “Tribe of Joseph”, because he wasborn in February (each of thetwelvesectsbeingcomposed of membersborn in a differentmonth). He sign if iedthis in his album line rnotes, quoting the portion from Genesis thatincludes Jacob’sblessingto his son Joseph.Shortlybefore his death, Marley was baptisedinto Christianity by Archbishop AbunaYesehaq of the EthiopianOrthodoxChurch in Kingston, Jamaica, on 4 November 1980. GÖRKEM ÖZBAY PFL 10-A gozbay18@pev.k12.tr 33 SADELİK Sadelik fotoğraf ile aktarılacak mesajın kafa karıştırmadan izleyiciye ulaşmasını sağlar. Eğer objeye veya modele yakınsanız, arka planda dikkat dağıtacak kalabalığın olmasından kaçının. Örneğin arkadaşınızın portre fotoğrafını çekecekseniz bir duvarın önünü tercih edebilirsiniz. 1/3 KURALI 1/3 kuralı yıllardır kullanılan ve belki de kompozisyon kurallarının en önemlisidir. 1/3 kuralı fotoğraf karesini yatay ve dikey olarak 3 eşit parçaya bölen hayali çizgiler çizerseniz. Eğer asıl çekmek istediğiniz objeyi (insan, ev, ağaç, çiçek vb.) şekilde kırmızıyla işaretlenmiş 4 noktadan birine koyup fotoğrafı çekerseniz, tam ortaya koyduğunuz halinden çok daha etkileyici olacaktır. Yatay çizgilerden herhangi birine ufuk çizgisini yerleştirebilirsiniz örneğin. 34 ÇERÇEVE KULLANMA Çerçeveye alma, fotoğraftaki özneyi daha da anlamlandırmak için çevredeki öğeleri kullanarak bir çerçeve yaratma anlamına gelir. Uzaktaki bir binayı bulunduğunuz odanın penceresini de kadraja alarak çekmek veya manzara çekerken bir köşede ağaç dalları ve gövdesi bulundurmak çerçeve kullanmaya girer. Ama bunu yaparken odağın istediğiniz yerde (çerçevede veya öznede) olmasına dikkat edin. Bu arada küçük bir not, eğer çerçeveniz öznenizden daha karanlıksa bırakın öyle kalsın. Doğal bir paspartu olacaktır. BAKIŞ VE YÜRÜYÜŞ BOŞLUĞU Fotoğraflanan kişiler için bir bakış boşluğu bırakılmalıdır. Fotoğrafta hareket eden kişi veya nesnenin karenin dışına çıkıyormuş gibi görünmesi istenmeyen bir durumdur ve hareketin bitmekte olduğunu gösterir. Bakış yönü ve yürüyüş boşluğu bırakılarak fotoğrafta bir hareketlilik, dinamizm oluşturulabilir. Fotoğraf karesi içinde yer alacak konuların hareketlerinin ne yöne doğru olduğu / olacağı bilgisi fotoğrafta anlaşılabilir olmalıdır. PERSPEKTİF Fotoğraf makinesinin çalışması, insan gözünün görmesine çok benzer. Fotoğraf makinelerinin insan görüşünden farkı, insanın iki gözü varken fotoğraf makinesinin bir tek objektifi olmasıdır. İki gözle görüş bizim derinliği algılamamızı sağlar. Tek objektifle iki boyutlu, bir başka deyişle eni ve boyu olan bir düzlem üzerinde, üçüncü boyut yanılsaması oluşturulmaya çalışılır. Fotoğrafta oluşturulacak üçüncü boyut yanılsaması bizim derinliği algılamamızı sağlar. Bilindiği gibi uzaktaki nesneler küçük görülür, küçülen boyutlar bize perspektif bilgisini verir. Perspektif kullanılarak vurgulanmak istenen konu ön plana çıkartılabilir. 35 36 MEHMET KORKMAZ PFL 11- A mkorkmaz17@pev.k12.tr 37 OKUDUKLARIMIZDAN KİTAP ÖNERİLERİ NUTUK (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK): Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günlerden başlayarak Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklal Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk, siyasi ve milli tarihimizin değerli bir kaynak eseridir. Atatürk’ün kendi kaleminden çıkan bu eser, tarihi bir hitabeye dayandığı için “Nutuk” adını almıştır. Nutuk, ulusu ülkenin geleceğini belirleyecek olan birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip kenetlendirerek, milli irade ve milli hakimiyet kavramlarının harekete dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan başarılı bir tarihi akışın öyküsüdür. Nutuk yalnız dünümüzü anlatmakla kalmayıp yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen bir değer taşımaktadır. 38 FAHRENAİT 451 (RAY BRADBURY): Belirsiz bir gelecekte, özel yanmaz giysileriyle itfaiyeciler, kimi evlere düzenledikleri baskınlarda içinde su yerine gazyağı bulunan hortumlarla evlerde ele geçirdikleri kitapları yakarlar. ‘İtfaiyeciler‘in tek görevi budur. İşini seven bir itfaiyeci’ olan Guy Montag, bir gün bir genç kızla karşılaşınca kafasında o güne kadar hiç sorgulamadığı sorular uyanmaya başlar. Kitaplar nasıl şeyledir, insanların birlikte yanmayı bile göze aldığı bu kitaplarda neler vardır? Montag artık işini, eşini ve tüm yaşamını başka bir gözle değerlendirmeye başlar. Kitapları düşünür ve her kitabın arkasında bir insanın varlığını duyumsar; çünkü her kitabı bir insan düşünüp yaratmıştır. Montag bundan sonra, yakmak için girdiği evlerden kitap çalmaya başlar ve gelişen olaylar sonucunda yasa dışı, aranan bir suçlu durumuna düşer. BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT ( GEORGE ORWELL): Partinin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı; çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell’in kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır. KÜRK MANTOLU MADONNA(SABAHATTİN ALİ): “Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum “Kürk Mantolu Madonna”yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.” Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor. UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN MACERALARI – SU ( BUKET UZUNER): Gazeteci Defne Kaman, bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman’ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler. Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık’a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor. CEYLİN ÇALIŞKAN PAL 10- B ccalıskan18@pev.k12.tr 39 PERDE B Vizyondaki Filmler Sizler için bu ayın göze çarpan filmlerini seçmeye çalıştım. Eğer dikkate alır ve izlerseniz, umarım sizleri hayal kırıklığına uğratmamış olurum. MARSLI: Ülkemizde yakında zamanda yayımlanmış ‘’Marslı’’ kitabından uyarlanan film, ekim ayında vizyona girdi. Ben de dahil olmak üzere; okurları tarafından tam not alan kitabın, sinemada başarılı olup olamayacağı merak konusuydu. Kitaplardan uyarlanan filmlerin çoğu zaman kitabına kıyasla başarısız olduğu bir gerçek. Bu film için de benim görüşüm bu yönde; fakat tüm kitabı iki buçuk saate sığdırmanın mümkün olmadığının farkındayım. Bilimkurgu filmlerinin ünlü yönetmeni Ridley Scott’un elinden çıkan bir filmin ne kadar kötü olabileceği de tartışma konusu. Filmin konusuna gelirsek; Mars’ta araştırma yapmak için gönderilen bir grup astronot, şiddetli bir fırtınaya maruz kalır. Fırtına sırasında öldü zannedilen Mark Watney, görev iptal edilerek orada bırakılır; fakat Mark hayattadır ve koca bir gezegende yapayalnız kalmıştır. Film Mark’ın sınırlı şartlarda aklını ve dayanıklılığını kullanarak hayatta kalmaya çalışması ve Mark’ın hayatta olduğunu fark eden NASA’nın çalışmaları arasında gidip gelmektedir. Genellikle bu tür filmlerde karanlık bir atmosfer çizilir ve trajedi üzerinden film, izleyenlere yansıtılmaya çalışılır; ancak bu filmde hem Mars’ta hem de Dünya’da umut vardır. Bu yönüyle film, izleyenler için gerilim sebebi olmayacaktır diyebilirim. Marslı, izlenmesi gereken bilimkurgu filmlerinin başında yer alıyor. Harcadığınız zamana ve paraya değeceğini düşünüyorum. Şimdiden iyi seyirler… FRANKENSTEİN: Gerilim severlerin memnun olabileceği türden bir film olmuş. Daha önce aynı öykünün filmlerinin çekilmiş olması bana göre bir eksi olsa da bu film bunu artıya dönüştürebilir gibi duruyor. Fragmanlardan anladığım kadarıyla fantastik olan bu filmi olabildiğince gerçeğe uyarlamaya çalışmışlar. İzlenmeye değer diyebilirim. Merakla bekliyorum. 40 AÇLIK OYUNLARI: ALAYCI KUŞ BÖLÜM2: Efsane seri sona doğru yaklaşıyor… On üç mıntıkanın on üçü de birlik olmuş ve başkente yöneliyorlar. Seri, ya mıntıkaların zaferi ve yönetimin çökmesiyle sonuçlanacak ya da bu ayaklanma onların sonlarını getirecek. Bir yıldır heyecanla beklediğimiz film sonunda geldi fakat Açlık Oyunları serisi bittiği için üzülmüyor da değilim. Umarım son, benim ve hayranlarının beklediği gibi gerçekleşir… BU SAYIYA ÖZEL Michelle herkes gibiydi. Tek farkı, dünyasının siyah olmasıydı… Film, sekiz yıl boyunca kör ve sağır olarak yaşayan küçük kızın hayatına bir öğretmenin girmesiyle, kapkaranlık dünyasının aydınlanmasını konu ediniyor. Michelle’in; öğretmeni eşliğinde yaşamını yavaş yavaş anlamlandırmaya çalışması, azmi ve yaşamın amacına olan tutkusu, onu bu karanlıktan çekip çıkarıyor. Siyah, bize çaba ve umut ile her şeyin başarılabileceğini, üstesinden gelinmeyecek hiçbir şeyin olmadığını fısıldıyor aslında. Aynı zamanda, öğretmeni Debraj’ın küçük kıza olan güveni ve başarabileceğine olan inancı izleyenleri derinden etkiliyor. Film, gerçek bir öyküden konu edinilmiş. Bu hayatı yaşayan binlerce insan var ve hepsi aslında bizim gibiler. Helen Keller da onlardan biri. Hayatın ona sunduğundan hep daha fazlasını isteyip başarmanın hazzını duyumsayan... Hangimiz beş lisan biliyor, hangimiz bir dizi makale ve kitap yazabiliyoruz ki? Türünde, şu ana kadar izlediğim en iyi film olduğunu söylemeden geçmemeliyim. Yirmi sekiz ödül ve üç dalda Oscar kazanmasının bunun kanıtı olduğunu düşünüyorum. Herkes engelli olarak doğmayabilir; ama herkes birer engelli adayıdır. Bana kalırsa, bunu unutmamamız ve onlara elimizden geldiğince yardımcı olmamız gerek. ‘’Senin dünyan farklı Michelle. Sen farklısın. Sen, sen farklısın ve farklı olduğun için gurur duyuyorsun.’’ İREM TALU PFL 11- A italu17@pev.k12.tr 41 BEN MESAJLARI İ nsanlar, his ve düşüncelerini anlatabilmek için iletişime girmek zorundadırlar. Hepimiz hayatımızda arkadaşlarımızın, akrabalarımızın ve komşularımızın hoşlanmadığımız davranışlarını onlara bildirmek zorunda kalmışızdır. Bunu yaparken de epey zorlanmışızdır; çünkü olumsuz bir tavrı karşı tarafa bildirmek risklidir. Karşı tarafı incitebiliriz, onda nefret hissinin uyanmasına vesile olabiliriz veya ters bir tepkiyle karşılaşabiliriz. İşte bu durumlarda iletişimin etkili olabilmesi için bazı metotlar kullanırız. Bunlardan birisi de “ben mesaj”larıdır. Ben mesajının geniş çerçevede tanımını yapabilmek için “sen mesajı” ile birlikte ele almamız gerekmektedir. Ben mesajı, karşı tarafın olumsuz bir davranışını ona bildirirken ilgiyi kendi üzerimize çekip ben merkezli his ve düşüncelerimizin aktarılmasıdır. Burada sen mesajının tersi kullanılır. Sen mesajı ise, davranışta bulunanın davranışını kendi kusur ve noksanlıklarından kaynaklandığını hissettirilmesidir. Örnek: Çocuklardan birisi sınıfa geç kaldığı zaman öğretmen, çocuğun geç kalma davranışının sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlatır. Yani çocuğa “senin geç kalman ve dersi bölmen ile benim dikkatim dağılıyor, konsantrasyonum bozuluyor. Dersi yeterli verimlilikte anlatamıyorum, arkadaşların da dersi eksik anlıyor.” türünden bir mesaj “ben” mesajıdır. Burada öğretmen davranışın sonucunun kendi üzerindeki tesirini anlattı; fakat şu şekilde de söyleyebilirdi. “Senin sınıfa geç kalmanın asıl sebebi, senin terbiyesizliğin ve tembelliğinden kaynaklanıyor. Bir daha sınıfa geç kalma!” Yukarıda iki tür mesaj gördük. İlk mesajda davranışın sonucu anlatanı kendi his ve düşüncesi çerçevesinde karşı tarafa yönelinmeden anlatıldı. Burada çocuğa karşı taraftaki insanların durumları anlatılarak çocuğun empati duygusuna vurgu yapıldı. Bu durumda çocuk, kendisini öğretmen ve arkadaşlarının yerine koymaya başlar. Çocuk, empati duygusunun kışkırtılmasıyla hatasını anlar, hatasını daha kolay kabul eder ve davranışını düzeltebilir. Fakat ikinci mesajda ise, çocuğun doğrudan şahsına bir saldırı olduğu için çocuğun buradan yanlış yorumlara gitmesi ihtimal dahilindedir. Öğretmenin çocuğun şahsiyetine söz söylemesi çocuğun gururunu incitecektir. Öğretmen haklı da olsa çocuğun incinmiş olması, hatasını kabullenmesini zorlaştıracaktır. Bu durumda çocuk öğretmenine karşı sert ve ön yargılı bir tutuma gider. Hatta belki de öğretmenin bu davranışından hoşlanmadığını fark ederek intikam almak için bu davranışını bilinçli olarak tekrarlayacaktır. Öğretmenle çocuk arasında bir güven eksikliği olduğundan derslere de gerekli dikkati göstermeyecektir. 42 Bütün bu olumsuzluklar göz önüne alınarak “sen” mesajı yerine “ben” mesajı kullanmaya dikkat edilmelidir. Fakat her zaman da ben mesajının kullanılması doğru değildir. Bazı çocuklar, ben mesajının verdiği mesajı anlamakta zorluk çekebilirler. Karşı taraftaki insanı pasif olduğu için ben mesajı kullandığı hükmüne varabilirler. İçlerinde bulundukları durum onların doğru algılamasını zorlaştırır. Bu durumda çocuğa sen mesajının kullanılması daha doğrudur. Çocuğu bu şekilde sarsarak paradigmasını kırmalı ve kendi hatası üzerinde düşünmeye yönlendirmeliyiz. Yukardaki örneğe tekrar dönelim. Çocuk geç kaldığında öğretmen çocuğa birkaç kere ben mesajı ile iletişimde bulunur; fakat bu, çocukta vurdumduymazlık oluşturabilir. Öğretmenini pasif ve korkak olarak değerlendirebilir. İşte bu durumda çocuğun kusur ve noksanlığı gösterilerek yani “sen mesajını” kullanarak çocukta bir sarsıntı meydana getirmek gerekebilir. Ben mesajının çatısı nasıl kurulur? Hoş olmayan hislerimizi karşı tarafa iletmemizin asıl sebebi karşı tarafın davranışının sonucundan kaynaklanır. Yani davranışın sonucunun bizi engellemesidir. Çocuk eğer izinli olarak geç kalsaydı buna hazırlıklı olduğumuzdan bu davranışın sonucu bizi rahatsız etmeyecekti. Fakat haberimizin olmadığı bir ortamda böyle bir davranışın sonucu hem biz hem de sınıfı rahatsız etti. Çocuğa ben mesajında sonuç gösterilmelidir. Çatı buna göre kurulur. Ben mesajının üç kısmı vardır : a) b) c) Bizi engelleyen davranışı açıklamalıyız, Davranışın bizde uyandırdığı hissi anlatmalıyız, Davranışın sonucunu anlatmalıyız. Yukardaki örneği bu formata uyduracak olursak; Davranışın açıklanması: Geç kaldığın zamanlar bizde uyandırdığı hisler: Benim ve sınıfın dikkati dağılıyor ve benim konsantrasyonum bozuluyor. Davranışın sonucu: Bu benim verimimi düşürüyor ve sınıfın dersi anlamasını zorlaştırıyor. Bazen bu çatı tamamen bu şekilde oluşturulmayabilir, hisler anlatılmayabilir; fakat sonuç her zaman gösterilmelidir. Yaşamın her alanında bu basit teknikle ilişkilerimizi çok daha güçlü duruma getirirken kendimizi de daha iyi ifade etme şansını yakalamış oluruz. MUHAMMET EROĞLU ÖZEL PEV LİSELERİ PDR UZMANI meroglu@pev.k12.tr 43 ÖĞRENCİ LERİMİZİNKALEMİNDEN LERİMİZİNKALEMİNDEN KORUMAKTIR VAZIFEMIZ CUMHURIYETI Özgürlük ve eşitliktir adı, Atamızdan aldık biz bu şanı Az dökülmedi, bu uğurda şehitlerin kanı Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı. Ey oğul, ey kardeşim ver elini birleşelim! Cumhuriyet ateşinin kıvılcımlarını birlikte üleşelim Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkez yani herkes Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı. Çağdaşlık, aydınlık, hepimizin olsun mutluluk Karanlığın kapılarını açtırmayalım artık Adaleti, demokrasiyi , hürriyeti, hakkı Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı. Hep bizimle olsun bilim, bizimle olsun sanat, kültür Yürüyelim Mustafa Kemal yolunda gümbür gümbür Her zaman, her yerde, her koşulda Korumaktır vazifemiz cumhuriyeti, vatanı. TÜRKÜSU SARICA PAL 10-A tsarica18@pev.k12.tr EMPATİ OLMADAN... Empati, diğer deyişle eşduyum, bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu anlamak ve içselleştirmek demektir. Bebekler üzerinde yapılan incelemelere göre, doğuştan empati yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun şartlarda hızla kaybedilebilir. İnsanların gittikçe kaybettikleri bu davranış, günümüzde en çok aranan özelliğe dönüşmüş durumda. Gözümüzün önünde sırayla empati yoksunu sosyopatlara (antisosyal kişilik bozukluğu) dönüşen insanlara karşı tek yapabildiğimiz şey, dönüşümlerini izleyip kendi dönüşümümüzü beklemek oluyor. İçimizdeki duygular yok olurken benliğini kaybetmiş topluluk olma yolunda ilerliyoruz. Bizi uyarmaya çalışan farkındalık sahibi insanlara cam bir ekran arkasından bakıyoruz. Aynı evi paylaşırken bile birbirlerini önemsemeyen, bencil insanlar artarken ülkemizde nasıl birlik olabileceğimizi düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Kalabalıklar içinde yalnızız. Paylaşamadığımız duygular içimizde birikiyor. Sorunlarını çözemez hale gelen insanlar çevremizi sarıyor. Kendinden başkasını düşünmeyen bilgisizler giderek artıyor ve duyarlı insanları kendileri gibi olmaya zorluyor. Önlem almamız için bağıran insanları duymuyoruz. Kişilik bozukluğunun yol açtığı kaos ortamına sessizce izin veriyoruz. SUDE EYLÜL KARA PFL 10-B sekara18@pev.k12.tr MODA Dış çevreyi algılamaya başladığımızdan beri bazı şeyler tarafından uyarılmaya başladık. Bunlar sayesinde kişiliğimiz, zekâmız gelişti, biz oluştuk. Daha farkında bile olmadığımız pek çok özellik kazandık. Gelişen ve değişen dünya şartlarında dünyaya gelen nesil yani biz, dünyada fazlaca yer verilen bir unsura maruz kaldık, modaya. Gerçekten bizim neslimiz acımasız yetişti her ne kadar önemli olan iç güzellik olsa da, insanları dış görüşüne, giyimine göre yargılar olduk. Peki, bize bunu yaptıran şey neydi? Moda. Moda bana eskiden beğendiğim şeyleri, beğenmememe neden olan, bazen de gerçekten beğenmediğim bazı tarz kıyafetlerin ben farkında bile olmadan hoşuma gitmesine neden olan şeydi. Peki, moda denilen şey bunu bize nasıl yapıyor? Fikirlerimi değiştirip beğenmediğim şeyleri bana nasıl beğendirtiyor? Bahsettiğim, özenmenin dışında gelişen gerçek bir beğeniyi nasıl oluşturuyor? Bir düşünelim; bir giysiyi hemen her gün görmeye alıştığımızda gerçekten gözümüze hoş gelir. Örneğin; günlük hayatımızda evde, arabada, sokakta, her yerde, her şekilde reklamlara maruz kalıyoruz. Bunun bilinçaltımızı nasıl etkilediğini anlatmama bile gerek yok. Tabii ki bunların ötesinde insanın beğenisi pek çok unsura bağlı olarak değişebilir. Yine de bizim beğenilerimizin yönetilebilir olduğunu düşünmek rahatsız edici. FEYZA BERCA ŞENTÜRK PFL 10-B fbercasentürk18@pev.k12.tr 44 45 KÖRLİNG Körling, 42×4,3 metrelik buzdan bir pist (ring) üzerinde oynanan olimpik bir takım oyunudur. En basit şekilde anlatacak olursak oyunun amacı, granitten yapılmış dairesel taşı buz üzerinde kaydırarak hedefin merkezinde durdurmaktır. Buz üzerinde iç içe geçmiş halkalardan oluşan hedefe “ev” adı verilir. Pistin iki ucunda olan 3,66 m çapındaki evin; oyun hattı olan hogdan uzaklığı 6,4 m, evlerin birbirlerinde uzaklığı 34,7 m’dir. Puan, evin merkezine karşı takımdan daha yakına taş atarak kazanılır. Hassaslık seviyesi ve kazanmak için ortaya konan stratejik düşüncenin karmaşık yapısı nedeniyle curling “buz üstü satranç” olarak adlandırılır. Körling, Ortaçağ İskoçya’sında icat edildi. Renfrewshire’deki Paisley Manastırı binalarının yanında buz üstünde taşlarla Şubat 1541’de yapılmış bir yarışmanın yapıldığı bilinmektedir. 1565’te Baba Pieter Brueghel Flaman köylüleriyle körling oynarken resmedilmiştir. O yıllarda İskoçya ve bugünkü Benelüks ülkelerinin sıkı kültürel ve ticari bağları bulunmaktaydı. Bu gerçek, golf tarihinde de kendini göstermektedir. İlk kez 1924 Kış Olimpiyatları’nda bir olimpik spor olarak yer alan körling, 1998 Kış Olimpiyatları’ndan beri olimpiyatlarda resmî spor olarak yer almaktadır. Körlingte bir maç on oyun sonundan ibarettir. Eğlence için genelde 8 veya 6 sonla oynanır. Bir (oyun) son(u) her iki takımın tüm oyuncularının iki atış hakkını, toplam 16 kayayı kullanmasıdır. Eğer 10 (oyun) son(u) bittiğinde eşitlik varsa bir son daha tie break (uzatma) eli olarak oynanır. Bu uzatma eli de beraberliği bozamamış ise beraberlik bozulana kadar son oynanmaya devam edilir. Kazanan tüm sonlar bittiğinde en fazla puana sahip olan takım kazanır. Herhangi bir seviyedeki karşılaşmada tüm sonlar bitmeden kaybeden takımın kazanma şansı kalmasa bile maçı terk etmesi uygun değildir. En çekişmeli turnuvalarda 8 son tamama ermeden kaybeden takımın terk etmesine izin verilmez. Çekişmeli turnuvalarda kaybeden takımın “taşlarının bitmesi” ile maç sona erer; bu da sonuncu kaybeden takımın elindeki taşların beraberliğe yetecek olandan az kalmasına verilen addır. Uluslararası yarışmalarda her taraf kendine verilen 73 dakikada tüm atışlarını tamamlamalıdır. Ayrıca her takımın her 10 sonda iki adet 60 saniye mola hakkı vardır. SELÇUK DABİS PFL 9-A sdabis19@pev.k12.tr 46 47 ANTİVİRÜS Doğru bilinen yanlışlardan başlayalım ; Öncelikle %100 güvenlik diye bir şey yoktur. Bilgisayara deepfreeze kurdum, güvendeyim diye bir şey de yoktur. Bilgisayara keyscrambler zemana firewall + 5 anti kurdum %100 güvendeyim diye bir şey hiç yoktur. :) ----------------------------------------Neyse... Şimdi konuya başlayalım. 2015 Ağustos Ayı (Sonuçlar sadece zararlı yazılımı tanıyıp tanımamasına göre sıralanmıştır.) Aklınızdan şöyle bir şey geçiyor olabilir. Ben üstteki paralı Avlerin internetten crackini/ keygenini bulup kullanırım. Ne yazık ki günümüzde keygen/crack yapımcıları da en az sizin kadar akıllı.Yaptıkları çoğu keygen/crack Av’ın kendi yaptıkları zararlı yazılımı görmemesini sağlıyor veya arka planda BitCoin miner dediğimiz, sizin bilgisayarınızı adeta bir zombi haline getiriyor; fakat siz psikolojik olarak kendinizi rahatlattığınız için bunu fark edemiyorsunuz. (Sonra niye çalındı Facebook’um? :)) Listeyi yorumlamak gerekirse; Avast’ın bedava versiyonu birçok şirketin paralı sürümünden daha iyi bir konumda ama özellikleri diğerlerine göre kısıtlı.Üstteki dediklerimi de dikkate alarak bilgisayara Avast kurmak en mantıklı seçenek olacaktır. Antivürüsleri arabalar gibi düşünebilirsiniz.Her arabanın iyi bir özelliği vardır; ancak hiçbir araba 4/4’lük değildir. İçinde insan faktörü bulunan her sistemin hacklenmesi mümkündür. Undetecting, yani yaptığımız zararlı yazılımı Avlerden gizleme denilen bir olay vardır. Bu, çoğu zaman manuel olarak da yapılsa paralı şifreleme programları tarafından da yapılabilir.(Bkz.Google Amca-->Private crypter) Size verebileceğim en güzel tavsiye saçma sapan, kaynağını bilmediğiniz sitelerde dolaşmayın. İnternetten Crackli oyun/program vb. indirirken Virustotal ve jotti taramalarına bakın. Mümkün olduğunca güvenilir sitelerden indirmeye çalışın. Anubis ve Malwr nedir ? Üstte demiştim; undetecting yaptığımız zararlı yazılımı tamamen gizleyebiliyoruz diye. Peki bu siteler ne işe yarar?Bu sitelerin virustotal ve jottiden kısaca online av tarama sitelerinden farklı olarak yaptıkları şey, dosyayı av programlarına taratmak yerine dosyanın ne haltlar karıştırdığını analiz etmek. Dosyanın nerede ne oluşturduğunu, nerelere eriştiğini, regeditte ne gibi düzenlemeler yaptığı, dışarıya bağlantı veriyorsa bu bağlantının ip numarası gibi çeşitlendirilebilir. EKİN ABALIOĞLU PFL 11-A eabalıoglu17@pev.k12.tr 48 antivirus antivirus Let‘s start with false facts that we think are true; First of all there is no such thing as 100% security. There is no such thing as installing deep freeze and thinking you are safe. There is no such thing as installing Keyscrambler Firewall +5 anti and thinking you are 100% safe. Okey let‘s start our topic. August 2015 (Results are sorted only based on the recognition of the harmful software.) There could be something going through your mind like this: I’m going to find the cracks/keygens of the AVs from the internet and use them. But today’s keygen/crack producers are as clever as you. The keygen/cracks they made don’t detect their own harmful software or in the background they are using your computer as a BitCoin miner and transform your pc into a Zombie. But because you are psychological relieved you don’t even notice. (And then you wonder why your Facebook account got hacked). If we are going to make a comment about this list; Avast’s free version is better than most companies’ paid versions but still lacks some features. And if you are going to use my advice, buying avast is the best option. Think of anti-viruses as if they are cars. Every car has good features but none of them is perfect. Any system with human factors can be hacked. There is something called undetecting. It is hiding the harmful programs we made from AVs. You can do this manually or via paid programs. (For example: Uncle Google-->Private crypter.) The best advice I can give you is don’t go to sites that you don’t know. If you are going to download cracked games or programs, look at the virustotal and jotti scans. Try using the most reliable sites. What are anubis and malware? As I said above, we can make harmful programs undetected. But what are these sites used for? These sites search what these programs are doing instead of just scanning them like virustotal or jotti internet AVs. It can detect where the file was made, where it can gain accesses, if it got any outside source, the IP of it and the kind of changes it made to the regedit. KAAN ÇİĞDEM PAL 11-A kcigdem17@ pev.k12.tr 49 KONSERLER Haluk Levent 02.12.2015 YER: imagine cafe Koray Avcı 06.12.2015 YER: imagine cafe Hüsnü Arkan 04.12.2015 YER: imagine cafe Fazıl Say 28.12.2015 YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi Zakkum 11.12.2015 YER: imagine cafe Kaan Tangöze 15.12.2015 YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi BASKETBOL Sinpaş Denizli Basket – Final Gençlik 24.11.2015 Sinpaş Denizli Basket – İstanbul DSİ 12.12.2015 TİYATRO Tersine Dünya Tüm mahalleliye yaka silktiren Bitirim leyla yine bir gece yarısı naralar atarak mahalleye girer. Neye uğradığını bilemeyen mahalle halkı öfkeyle uyanır ve ortalık karışır. Olaya mahalle bekçileri el koyar. Bu kez yakayı kurtaramayan Bitirim Leyla, mahalle bekçisine hakaretten içeri atılır. Bitirim Leyla içerideyken, namuslu bir ev erkeği olan kocasını ve delikanlı oğlunun namussuz kadınların eline düşmesini dert eder. Cezaevinden çıkıp merakla mahalleye dönen Bitirim’in başına bakalım neler gelecek... Orhan Kemal’in aynı adlı romanından sahneye uyarlanan Oyunda kadın-erkek kimlikleri tersine çevrilerek sistemin çarpıklıkları ortaya konuyor. 04 Aralık Cuma 20:00 05 Aralık Cumartesi 20:00 05 Aralık Cumartesi 14:00 YER: Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi 50 Bizim Yunus Sormuşlar Derviş’e, Hayat nedir? Demiş ki Derviş; Hayat gelip geçen bir gölgedir, hayat bilmecedir. Attığın her adım bir hece, çözene gündüz, çözmeyene gece. Peki sevgi nedir? Derviş; Gönül sevdiğini bulmuş ise başkasını anar mı hiç. BEN ve SEN gafletini aşıp BİZ olanların rızkıdır AŞK… Tekrar sorarlar, bu şiirleri nasıl yazıyorsun böyle..? Derviş cevap verir; Aklımda sevdiğim olunca kelimeler gökten düşüyor yüreğime. Evreni tanımak istiyorsan onu yeniden içinde kurman gerek, Yûnus gibi… 27 Kasım Cuma 20:00 28 Kasım Cumartesi 20:00 28 Kasım Cumartesi 14:00 YER: Hasan Kasapoğlu Kültür Merkezi Türkmen Düğünü Çatalçeşme Oda Tiyatrosu’nda sergilediği Türkmen Düğünü adlı oyun ile perdelerini açan Denizli Büyükşehir Belediyesi Genç Denizli Tiyatro Kulübü, Türkmen geleneğini devam ettiren iki aile arasındaki kız isteme ve düğün hikayesini sahneye taşıdı. Aşk Terapisi Sıradan bir terapist olan Sorgun günün birinde ilkokul aşkıyla ilginç şekilde karşılaşır. Olaylar bundan sonra akıl almaz halde gelişmeye başlar. Meraklı ve oğlunu evlendirmek isteyen annesiyle ve muayenehaneye gelen garip tiplerle başa çıkmaya çalışan Sorgun sonunda kararını ne yönde verecek? Finalini seyircinin belirlediği oyunu Hülya ve Macit Koper kaleme aldı. Kaçırmamanız gereken bir komedi haline geldi. 29 Kasım 20:00 YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi Ferhangi Şeyler Ferhan Şensoy’un 7 Mart 1987’den beri aralıksız oynadığı tek kişilik gösterisi, gündelik herhangi olayların Ferhanca bir mizah penceresinden değerlendirilmesidir. 17 Aralık 20:30 YER: EGS Kongre ve Kültür Merkezi ŞULE AKAN PFL 11- A sakan17@pev.k12.tr 51 BİLİYOR MUSUNUZ? *Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bütün gömlekleri beyazdı. *Türk kahvesinin misafire suyla ikram edilmesi bir Osmanlı geleneğidir. Misafir önce suyu içerse aç olduğu anlaşılır, kendisine yiyecek sunulurdu. *Galatasaray Kulübünün kurucusu Ali Sami YEN, hakem olarak 14 Fenerbahçe maçı yönetmiştir. *İnsanların %76’sı bir ürün alırken cüzdanındaki bozuk paraları harcıyorsa ürünü bedavaya almış hissine kapılıyor. *Yahudiler, ayinlerinde günahlarını bir erkek keçiye yükler, arınmak için o erkek keçiyi uçurumdan atarlardı. Dilimize “günah keçisi” deyimi oradan gelmektedir. *Dostoyevski en ünlü kitaplarını, içki ve kumar borcunu ödemek için yazmıştır. *Sosyal ve özel ilişkilerdeki tartışmalar %10 farklı görüşlerden, %90 yanlış ses tonu kullanımından çıkar. *Reşat Nuri GÜNTEKİN’in “Çalıkuşu” eseri, Atatürk’ün başucu kitaplarındandı. *Charlie Chaplin, “Charlie Chaplin’e Kim Daha Çok Benziyor?” yarışmasına katılmış ve ekrandaki yüzüne diğer yarışmacılardan daha az benzetilmiştir. *Ağlarken gözyaşı ilk sağ gözden süzülürse sebebi mutluluk, sol gözden akarsa acıdır. *Şeker , tuz, fast food sağlığa zararlı. Üzülmeyin; üzüntü hepsinden daha zararlı. :) BERK ALTIN PFL 11-A baltın17@pev.k12.tr 52 PİŞKİN OTEL PİŞKİN TİC. TUR. A.Ş. Hacikaplanlar Mh. Atatürk Cd. No:10 Pamukkale / Denizli Tel: 0258 264 5648 - 0258 264 9293-94 Fax: 0258 264 92 95 e-mail: piskin@hotmail.com www.piskinotel.com DEĞERLİ TAŞLAR AKUAMARİN En kıymetli taşlardan olması sonucu taklidi en fazla yapılan taşlardan biridir. Şeffaflık derecesi, içinin temizliği ve renginin koyuluk derecesi taşın değerini arttırır. Solunum yolları rahatsızlıklarına, boğaz ağrılarına, astım ve tiroid bezi rahatsızlıklarına iyi gelir. Bunun yanında psikolojik faydalar da sağlar. Cesareti ve inancı arttırarak insanı yüreklendirir. Bereket ve uğur taşıdır. AVENTURİN Aventurin denildiğinde ilk olarak akla yeşil aventurin gelir; çünkü genellikle yeşil tonlarında bulunur. Fiziksel güçle canlılığı arttırır. Mutlu hissetmek için kullanılabilecek bir taştır. Kalp sağlığına ve strese karşı olumlu etkileri vardır. AZURİT Farklı yapılarda bulunan bir taştır. Çoğunlukla bakır yataklarında bulunur. Göz yorulmalarına iyi gelir. Eğer sırt üstü yatıp gözlerinize azurit taşı koyarsanız yarım saat içerisinde faydasını görebilirsiniz. Kişinin duygularını ve düşüncelerini rahatça ifade edebilmesini sağlarken konuşkanlığı artırır. Düşünceleri berraklaştırır. ÇEROİT Yeni bulunan taşlardan biridir. Mor ve lila renkleriyle Ametist’e benzeyen fakat opak olan bir taştır. Duyma bozukluklarına ve baş ağrılarına iyi gelir. Uykusuzluğa da yardımcıdır. Kişideki güven duygusunu arttırır. FLORİT Şeffaf ve yarı şeffaf halde bulunabilir. Sarı, kırmızı, yeşil, pembe, mavi, menekşe, mor ve beyaz renklerde olabilir. Baş ağrılarına iyi gelir. Mutsuzluk ve rahatsız edici düşüncelere karşı destek olur. Düşüncelerin kesinleşmesini sağlar. Konsantrasyonu arttırır ve sezgileri güçlendirir. GARNET Sekiz yüzlü ve genellikle kırmızısı bilinen kristaldir. Çeşitli renklerde ve şeffaf, yarı şeffaf halde bulunurlar. Kırmızı renklisi lal taşı olarak da bilinir. Bedeni kuvvetlendirir ve canlandırır. Bel ağrılarını geçirmeye yardımcı olur. HAVLİT Gerçek rengi beyazdır; ancak piyasada maviye boyanmış halini turkuaz adıyla görürüz. Kalsiyum dengesini sağlar. Diş ve kemikler için olumlu etkileri vardır. Bencilliği kaybettirir. Huzur ve sakinlik verir. KALSEDON Kadıköy anlamına gelen kalkedon ismi dolayısıyla Kadıköy taşı olarak da bilinir. Göz ile ilgili problemlerin geçirilmesinde kullanılır. Duygusal dengeyi sağlar. Değişikliklere alışmayı kolaylaştırır. İletişim yeteneğini güçlendirerek insanların duygu ve düşüncelerini cesurca ifade etmelerini sağlar. KALSİT Sertlik derecesi düşük olduğu için takılarda kullanılmaz. Çalışmayan çakraları harekete geçirerek çakraların dengelenmesini sağlar. Ortamdaki negatif enerjiden arınmak için kullanılabilir. Kişinin kendisiyle barışık olmasını sağlayan koruyucu bir taştır. Öğrenme yeteneğini de geliştirir. Bu özelliği ile öğrencilere fayda sağlayabilecek bir taştır. PERİDOT Beden ve zihin dengesini sağlar. Doku bozulmalarını engeller. Kalp, pankreas, dalak ve ciğer üzerinde olumlu etkileri vardır. Kaygının azalmasını sağlar. Kişinin yaşam enerjisinin ve canlılığının korunmasına yardımcı olur. Çevreyle iletişimi mükemmelleştirerek kıskançlık, egoistlik ve aşırı duygusallık gibi duyguların kaybedilmesini sağlar. BEYZA KAYA PFL 9-B bkaya19@pev.k12.tr 54 Tel: 258 268 6200 | Faks: 258 268 9700 www.bintat.com.tr 55 Koç ( Aries ) 21 Mart – 20 Nisan: Koçlar ateş grubundadır. Liderlik özlerinde vardır. Uğurlu renkleri kor kırmızısı ve nar çiçeğidir. Ayın başlarında sevgi doludur. Ayın ortalarında ise gizemli durumlar gözlemci ve araştırmacı olmaya itecek koçları. Ayın sonunda yapacakları açıklamaları dosdoğru söylemeli, karışık hale getirmemeliler. İkizler (Gemini) 21 Mayıs – 21 Haziran: İkizler hava grubundandır. Yardımseverdirler. Uğurlu renkleri sarı, gri ve mavidir. Bu ay söyleyeceklerini iyi tartmalılar. Yanlış anlaşılabilirler. Ayın ikinci haftasında herkes bir telaş içindeyken soğukkanlılıklarını koruyacaklar. Ayın sonlarında her şeye itiraz etme eğiliminde olacaklar. Aslan ( Leo ) 23 Temmuz – 22 Ağustos: Ateş grubundandır. Plan yapmada doğuştan yeteneklidirler. Uğurlu renkleri altın sarısı ve orkidedir. Ayın ilk haftalarında yeni şeyler deneyebilirler. Ayın ortalarında kararlarını verirken sezgilerinizle hareket etmeliler. Ayın sonlarına doğru beklentileri karşılanmayabilir. Terazi (Libra) 23 Eylül – 23 Ekim: Ateş grubundandır. Her durumda ölçülü davranır. Uğurlu renkleri Açık pembe, açık mavidir. Ayın başlarında dinlenmek isteyebilirler. Dış görünüşlerinde değişiklikler yapabilirler. Hiç huyları olmamasına rağmen, kibirli tavırlar sergileyebilirler. Ayın sonlarında eğitim, bilişim ya da seyahat gündemde olabilir. 56 Yay (Sagittarius) 23 Kasım 21 Aralık: Ateş grubundandır. Düşünme üstün yetenekleridir. Uğurlu renkleri mor ve koyu mavidir. Ayın başlarında yaptıkları hareketlerle çevrelerindekileri şaşırtabilirler. Ay ortalarında kendilerine güvenleri artıyor ve ilerlemeleri kolaylaşıyor. Ayın sonunda çevrelerinden destek ve onay alabilirler. Kova (Aquarius) 21 Ocak 18 Şubat: Hava grubundandır. Sağduyuludurlar. Uğurlu renkleri koyu mavi ve laciverttir. Ayın başlarında Kovalar şaşırtıcı gelişmelere açıklar. Ayın ortaları giriştikleri her işte başarılı olacakları bir dönem. Ayın son haftasında, tuhaf gelişmeler yaşanabilir. Olayları çok fazla sorgulamamakta fayda var. Boğa (Taurus) 21 Nisan - 20 Mayıs: Gurubu topraktır. Dost canlısıdırlar ve koruyucudurlar. Uğurlu renkleri pembe, gök mavisi ve koyu yeşildir. Olumlu ilişkiler kurabilecekleri bir ay. Kendilerine zaman ayırıp dinlenmek isteyebilirler. Çevredekileri farklı bir gözle görmeye başlayabilirler. Ayın sonlarında, arkadaşları Boğalara yardımcı olabilirler. Yengeç (Cancer) 22 Haziran - 22 Temmuz: Grubu sudur. Sabırlı ve merhametlidirler. Uğurlu renkleri beyaz ve gümüş rengidir. Ayın başlarında, sıcak ve konforlu ortamlarda vakit geçirmeyi veya evle ilgilenmek isteyebilirler. Yaratıcılık gerektiren işler Yengeçleri mutlu edebilir. Ayın sonlarında, sağlıklarına önem vermeye başlayacaklar. Başak (Virgo) 23 Ağustos - 22 Eylül: Toprak grubundadır. Disiplinlidirler. Uğurlu renkleri sarı, açık mavi ve kobalt mavisidir. Aya olumlu düşünerek girmeleri durumunda, her şeyin olumlu gelişeceğine şahitlik edebilir Başaklar. Ayın son on günü, sözlerinde durmakta ya da randevularına yetişmekte zorlanabilirler. Akrep (Scorpio) 24 Ekim - 22 Kasım: Su grubundandır. Sezgileri çok kuvvetlidir. Uğurlu renkleri kor kırmızısı ve siyahtır. Başardıkları şeyler, Akreplerde koşturarak sevinçlerini paylaşmak veya etrafındakileri neşelendirmek istemelerine yol açabilir. Ayın sonlarında yaşadıkları yerdeki sorunları çözmek isteyebilirler. Oğlak (Capricorn) 22 Aralık 20 Ocak: Toprak grubundandır. Kararlarının arkasında dik durur. Uğurlu renkleri kurşuni, koyu kahverengidir. Endişeli ruh halleri, sağlamcılıkları ilerlemelerini engelliyor olabilir. Ay ortalarında planlar yapabilirler. Ayın sonlarında sabırlarının sınanması söz konusu olabilir. Yalnız kalmak isteyebilirler. Balık (Pisces) 19 Şubat - 20 Mart: Grubu sudur. Şefkatlidir. Uğurlu renkleri yeşil, gümüş rengidir. Bu ay bazı konularda ilerleme sağlayabilirler. Katılacakları aktivitelerde yaratıcılıkların gösterme fırsatı bulabilirler. Ancak ayın sonlarında, hayallere dalabilirler. Yanıltıcı durumlara karşı tedbirli olmalılar. 58 59 60 61 62 63 64