TARİFSİZLİK Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir zamandayız
Transkript
TARİFSİZLİK Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir zamandayız
SAYI:3 MAYIS 2013 HAYAL ETTİKÇE ÇIKAR KASTAMONU GÖL ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ KÜLTÜR EDEBİYAT BİLİM VE SANAT DERGİSİ TARİFSİZLİK Çoğu duygunun önemini yitirdiği bir zamandayız. Sadece menfaatin değerli kılındığı bir zaman. Gençlik olarak duygularımızı harcıyoruz. Sevgimizi, nefretimizi öfkemizi boş yere tüketiyoruz. Bu durum insanlar arasındaki güven bağlarını tek tek yıkıyor. Bize bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırını tek kalemde sildiriyor. Öyle ki genç nesiller artık ne vefakâr ne de fedakârlar… Amaçlarını belirleyemeyen, rüzgara göre hareket eden varlık gibiler. Başkasına bağımlı. Ruhları karmaşayla dolu. Ne istediklerini bilemiyorlar. Kendilerini tanımıyorlar. Gelecekten bir beklenti varsa beklentilerin karşılanabilmesi için gençlerin kendilerini tanımalarına izin verilmelidir. DİLVİN TİRYAKİ 12/B DELİLİK VE YAZI İnsan nasıl yazmayabilir? Ya da yazmadan nasıl durabilir? Düşüncenin göstergesi değil midir yazı? Hayır, bence değildir. İnsan yazı yazmadan da durabilir. Düşünce demiştik. Bir çok yolu yok mu zaten düşünce ifade etmenin? Gözler, eller, sözcükler … Hepsi ifade etmez mi bizi ? Yazı yazmamak değildir insanı deli edebilen, ifade olunamamaktır. Yazı bütün duyguları barındırmaz. Ben kızgınlığımı, sevincimi, hüznümü, heyecanımı ya da coşkumu nasıl ifade edebilirim yazıda? Şimdi içinizden hepsinin bir yolu var diyenler olduğunun hissediyorum. Ama yoktur bence. Belki düşünce uyanabilir ama duygu hissedilemez. Neyse asıl konumuza dönelim , ”İnsan yazmazsa deli olabilir mi? ” . Deli olması için yazıya öyle tutkulu bağlanmalı ki her şeyini yazıda bulmalı. Belki vardır öyle insanlar hatta çoktur sayıları. Ama hani nerede? Ben kendi adıma konuşuyorum :Yazı yazmadığı için deli olan birini görmedim. Görebileceğimi ya da kendimin olabileceğini de düşünmüyorum. Uzun lafın kısası yazı yazmamak deli olabilmek için bir sebep değildir. İREM ÇATAL 11/C isimsiz şiir herkes farklı maskeler takar oldu yanı başımda tanımaz oldum kimseleri yalanlar dolaşır oldu başımda palyaço güldürürken herkesi neden kendi sevinip gülemez? dışarıdaki rengarenk maskesi kalplerindeki karanlığı örtemez BURAKCAN İZMİRLİ 11/B AĞLASAM “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda? Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?” sadece iki mısra mıdır size sunulmuş? Yoksa yardım çığlığı mıdır tüm şairler adına? Şiir okumak ile şiir yazmak arasında fark vardır. Okuyup geçmekle yazarla empati kurmak hiç bir olur mu? Herkes şiir okumuştur. Herkes şiirden etkilenmiştir, kendinde anlam çıkarmıştır. Peki kaç kişi kendini bırakıp da şairi dinlemiştir. Onun sıkıntısını duymaya çalışmıştır. Yoksa şair hiçbir tasası olmayan zengin bir insan mıdır? Hayır! Şair hiçbir dizesini sizi düşünerek yazmaz. Kendi acısıdır, aşkıdır anlattığı. Sadece “ ben” öznesini çıkartır ve “sen” öznesini sunar size. Ve biz de okuruz, ağlarız, sızlarız. Peki şair, o ne yapıyor? Sizi üzmek mi amacı? Sizi biçare bırakmak, hatalarını yüzümüne vurmak mı? Şair siner bir köşeye. Mutluluğunu da üzüntüsünü de içinde yaşar. Yaşadığı her şeyi imgeli bir dille örter. Kendi gerçeğini kapatır. Utanır belki, belki sizi düşünür. Hani ilham geldi gökten derler. Aslında her bir dize içlerinde kopan fırtınalarda bağıran martı sesleridir. Geçmişin yüzüdür onlar. Şair kelimelerle ağlar. Onun hıçkırığı şiiridir. Ve kim kendini düşünmeyi bırakıp şairin kelimelerine, çağrısına odaklanırsa o zaman görür, onu teselli eder, anlamaya çalışır, sırtını okşar. İşte okuyucunun asıl görevi budur. Sonuç olarak, yazarın, şairin ağlaması duyulur, hıçkırıkları her tarafı sarar. Ama sessizdir, duymasını bilene. Kulakla değil, kalple duyulur akılla duyulur ve hissedilir. BU DA GEÇER NURAN İZBELİ 9/E Birçok şey yaşamışımdır hayatımda. Ama sadece iki şey tamamını etkilemiştir hayatımın. Biri henüz duygularımla anlatamadığım dünyaya gözlerimi açtığım gün. Diğeri bir daha yaşayamadığım ama korktuğum veda günü. İkisi arasında geçen zaman diliminde öyle şeyler gördüm ki. Tüm yaşanabilecek duygular türlü imtihanlardan geçtim hayat yolunda. Tüm bunların bende bıraktığı tek iyi etki birkaç formüldü aslında. Birincisi Pollyanacılıktı. Sevinmekti her şeye, iyi yanını görmekti. Sonucunda her şey doğmamla başladı. Yürümem,koşmam,oynamam…Tüm bunlardır bizi hayata bağlayan. Her şey bu mükemmel olayla başlar. Yeni alınmış bir kalem gibi birçok şey yazacaktır hayat defterine. İkincisi ise ölüme alışmaktı. Zaten gelecekti alışsak da alışmasak da. Şu açıdan bakarsak tüm acılardan kurtulmanın formülüdür ölüm aynı zamanda bizi korkutan geride bırakılanlardır ama unutma ki senden önce gidenler de vardı. Bu bir konun ki değiştirilmez böyle geldi böyle geçecek hayat. Aslında ben hayatımın formülünü buldum bu iki noktada. Doğumla ölüm arasında. Formülüm bir cümle aslında. Hepsini anlatan iki kelime.Hayatı ve ölümü birleştiren bir payda. Bu da geçer diyorum ben hayatın aslına . BURCU ÇAĞLA ÜNAL 11/A HAİKU HAİKU HAİKU HAİKU Ormanda rüzgar Estirir durur beni Aynı sen gibi Bu gece böldüm Fevkalade uykumu Sırf senin için Ateşten yolda Buzdan bir bisikleti Kullanan olmaz Kör olmuş geçmiş Yaşamın dizeleri Diz çök önünde BURAK ALİUSTAOĞLU 10/D MEHMET BATUHAN YALÇIN 10/D TUĞBA ESKİ ESMA MELEK CEBECİ 10/D 10/D 2 AĞLASAM “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda? Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?” sadece iki mısra mıdır size sunulmuş? Yoksa yardım çığlığı mıdır tüm şairler adına? Şiir okumak ile şiir yazmak arasında fark vardır. Okuyup geçmekle yazarla empati kurmak hiç bir olur mu? Herkes şiir okumuştur. Herkes şiirden etkilenmiştir, kendinde anlam çıkarmıştır. Peki kaç kişi kendini bırakıp da şairi dinlemiştir. Onun sıkıntısını duymaya çalışmıştır. Yoksa şair hiçbir tasası olmayan zengin bir insan mıdır? Hayır! Şair hiçbir dizesini sizi düşünerek yazmaz. Kendi acısıdır, aşkıdır anlattığı. Sadece “ ben” öznesini çıkartır ve “sen” öznesini sunar size. Ve biz de okuruz, ağlarız, sızlarız. Peki şair, o ne yapıyor? Sizi üzmek mi amacı? Sizi biçare bırakmak, hatalarını yüzümüne vurmak mı? Şair siner bir köşeye. Mutluluğunu da üzüntüsünü de içinde yaşar. Yaşadığı her şeyi imgeli bir dille örter. Kendi gerçeğini kapatır. Utanır belki, belki sizi düşünür. Hani ilham geldi gökten derler. Aslında her bir dize içlerinde kopan fırtınalarda bağıran martı sesleridir. Geçmişin yüzüdür onlar. Şair kelimelerle ağlar. Onun hıçkırığı şiiridir. Ve kim kendini düşünmeyi bırakıp şairin kelimelerine, çağrısına odaklanırsa o zaman görür, onu teselli eder, anlamaya çalışır, sırtını okşar. İşte okuyucunun asıl görevi budur. Sonuç olarak, yazarın, şairin ağlaması duyulur, hıçkırıkları her tarafı sarar. Ama sessizdir, duymasını bilene. Kulakla değil, kalple duyulur akılla duyulur ve hissedilir. BU DA GEÇER NURAN İZBELİ 9/E Birçok şey yaşamışımdır hayatımda. Ama sadece iki şey tamamını etkilemiştir hayatımın. Biri henüz duygularımla anlatamadığım dünyaya gözlerimi açtığım gün. Diğeri bir daha yaşayamadığım ama korktuğum veda günü. İkisi arasında geçen zaman diliminde öyle şeyler gördüm ki. Tüm yaşanabilecek duygular türlü imtihanlardan geçtim hayat yolunda. Tüm bunların bende bıraktığı tek iyi etki birkaç formüldü aslında. Birincisi Pollyanacılıktı. Sevinmekti her şeye, iyi yanını görmekti. Sonucunda her şey doğmamla başladı. Yürümem,koşmam,oynamam…Tüm bunlardır bizi hayata bağlayan. Her şey bu mükemmel olayla başlar. Yeni alınmış bir kalem gibi birçok şey yazacaktır hayat defterine. İkincisi ise ölüme alışmaktı. Zaten gelecekti alışsak da alışmasak da. Şu açıdan bakarsak tüm acılardan kurtulmanın formülüdür ölüm aynı zamanda bizi korkutan geride bırakılanlardır ama unutma ki senden önce gidenler de vardı. Bu bir konun ki değiştirilmez böyle geldi böyle geçecek hayat. Aslında ben hayatımın formülünü buldum bu iki noktada. Doğumla ölüm arasında. Formülüm bir cümle aslında. Hepsini anlatan iki kelime.Hayatı ve ölümü birleştiren bir payda. Bu da geçer diyorum ben hayatın aslına . BURCU ÇAĞLA ÜNAL 11/A HAİKU HAİKU HAİKU HAİKU Ormanda rüzgar Estirir durur beni Aynı sen gibi Bu gece böldüm Fevkalade uykumu Sırf senin için Ateşten yolda Buzdan bir bisikleti Kullanan olmaz Kör olmuş geçmiş Yaşamın dizeleri Diz çök önünde BURAK ALİUSTAOĞLU 10/D MEHMET BATUHAN YALÇIN 10/D TUĞBA ESKİ ESMA MELEK CEBECİ 10/D 10/D 2 UN NİÇİN ÇOK TEHLİKELİ BİR PATLAYICIDIR? Tarihte kayda geçen ilk un patlaması 1785 yılında İtalya'da Turiri'de bir ekmek fırınında, bir lambanın un tozunu tutuşturması sonucu oldu. Ölüme ve fazla zarara yol açmayan bu patlamadan sonra konu unutuldu gitti. Modern günlerimizin başlangıcında, insanlık tarihinin ana gıdası ekmeğimizin en önemli girdisi olan unun çok ciddi bir şekilde yanarak patlayabileceğini kime söyleseniz herhalde şaka kabul eder gülerdi. 1981'de ABD'de büyük bir hububat silosu infilak edip, 9 kişi ölüp, 30 kişi de yaralanınca gülmeler durdu. 1988'de hububat bulunan yerlere belirli bir emniyet standardı getiren kuralların uygulanmasına başlanılmasına rağmen 90'lı yıllarda sadece ABD'de undan kaynaklanan ortalama yılda 13 patlama oldu. Peki nasıl oluyor da un bu kadar tehlikeli bir şekilde patlayabiliyor? Sebebi basit. Çünkü o bir karbonhidrat. Havada toz olarak asılı duran karbonhidratın miktarı, bir metreküpte 50 gramı aşınca herhangi bir şekilde tutuşturulduğunda patlar. Un tozları o kadar küçüktür ki, anında yanar ve bu yangın diğerlerine zincirleme yayılır. Bu da toz bulutunda, ortama da bağlı olarak, patlayıcı bir güç oluşturur. Benzer durum şeker, puding ve hatta çok ince testere talaşlarında bile oluşabilir. Bir yangının çıkması için üç şeyin bir arada olması gerekir. Hava (içindeki oksijen), yanıcı madde (burada un oluyor) ve tutuşturucu. Silolarda insanların çalıştıkları yerlerde tutuşmak için gereken metreküpte en az 50 gram un tozu miktarına pek ulaşılamaz. Tabii burada unutulmaması gereken patlamaya sebep verenin yanıcı maddenin havada asılı duran toz miktarı olduğudur, yoksa yere serilen unda böyle bir tehlike yoktur. Silolarda tutuşmaya sebep olan şeyler, bilinçsizce yapılan bir kaynak, bir kesme işlemi, sigara, asansörler ve konveyörlerin mekanizmalarından çıkan kıvılcımlar olabilir. Şüphesiz ortamın da çok önemi vardır. Patlamanın yarattığı büyük basınç boşalacak yer bulamazsa binayı bile yıkabilir. Açık havada ise patlama olmaz ama yine de tehlikeli bir alevlenme olur. Hanımlar, endişelenmeyin, kurabiye veya börek yapmak için aldığınız bir kilo undan 50 gramı havaya uçmaz. Bu olay için tonlarca un gerekir. Hamur yoğurmak için balkona çıkmanıza hiç gerek yok! DEVELERİN HÖRGÜÇLERİNDE NE VAR? Devenin ana yurdu Kuzey Amerika'dır. Tarih içinde oradan Güney Amerika ve Asya'ya yayılmış, Kuzey Amerika kıtasında ise zamanla yok olmuştur. Güney Amerika'daki lama, alpaka (bir cins koyun), guanako (lamanın irisi) gibi hayvanlar devenin akrabaları sayılabilirler. Yaşadıkları kum fırtınalarına ve diğer olumsuz şartlara uyabilmek için iki sıra koruyucu kirpikleri ve tüylü kulak delikleri oluşmuş, burun deliklerini açıp kapayabilme, çok uzaktan görebilme ve koku alabilme yeteneklerine sahip olmuşlardır. Develerin tek hörgüçlülerine Arap devesi, çift hörgüçlülerine ise Baktriane (Bactrian) devesi adı verilir. Baktriane Afganistan'ın kuzeyinde bir yer olup bugün adı pek bilinmemesine rağmen çok çeşitli medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapmış, çok önemli tarihi geçmişi olan bir bölgedir. Her iki cins deve de yük hayvanı olarak kullanılırlar. Çift hörgüçlü deve daha yavaştır (3-5 kilometre/saat) ama bir günde kervan içinde durmadan 50 kilometre yol gidebilir. Hörgücünün tepesine kadar olan yüksekliği 2 metre iken Arap devesinin sadece bacak yüksekliği neredeyse 2 metredir. Arap devesi 18 saat boyunca saatte 13-16 kilometre hızla yol alabilir. Develerin yük hayvanı olmalarının yanında etlerinden, sütlerinden, yünlerinden ve derilerinden de faydalanılır. Genelde develerin hörgüçlerinde su olduğuna, bu sayede çöllerde uzun süreli yolculuklara bu kadar dayanıklı olduklarına inanılır ama gerçek bu değildir. Öyle olsaydı deve vücudundan su tükettikçe hörgücünün de bir balon gibi porsuyup inmesi gerekirdi. Develerin hörgüçlerinde sadece yağ bulunur. Burası 30-35 kilogramlık bir yağ deposudur. Genellikle bir çok hayvan ilerde enerji kaynağı olarak kullanmak üzere vücudunda yağ depolar ama develer bunu hörgüçlerinde yaparlar. Yiyecek bulamadıkları zaman buradan faydalanırlar. Hörgücün bir ikinci işlevi de deveyi çölün kızgın güneşinden korumasıdır. Develer zaten çölde suya az gereksinim duyarlar. 40 dereceyi bulan sıcaklıklarda iki haftaya yakın susuz kalabilirler. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Bu sayede nefes verirken havada bulunan nemin üçte ikisini geri kazanabilirler. Bir devenin vücudundaki toplam suyun yüzde 22'sinin kaybı halinde karnı çekilir, kasları büzüşür ama bu, onun performansını çok etkilemez. Buna karşın bir insan vücudundaki suyun yüzde 5'ini kaybedince görme duyusunda azalma başlar, yüzde 12'sini kaybedince de ölebilir. Develerin susuzluğa dayanıklı olmalarının nedeni su kayıplarının büyük bir kısmının dokularındaki sudan olması, kandaki suyun pek etkilenmemesidir. Ancak bütün bu özelliklere rağmen susuzluğa dayanma rekoru develerde değil, farelerdedir. Bu konuda zürafa da her ikisiyle yarışabilir. Yeri gelmişken develerin bir başka özelliğine de değinelim. Hayvanlar arasında sadece deve, kedi ve zürafa önce sağ taraftaki ön ve arka ayaklarını, sonra sol taraftakileri atarak yürürler. Yani sol - sağ şeklinde değil sol - sol, sağ -sağ şeklinde. Hatta şiirdeki aruz vezninin ritminin Arap yarımadasındaki develerin bu yürüyüşlerindeki ritimden doğduğu bile rivayet edilir. KAYNAK:TAMER KORUGAN,LUZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ. 4 ZAMAN DENEN SOYTARI Zaman…Ruhlara bağlı bir soytarı.Ruhlara göre şekil, kıyafet ve uzunluk değiştiren el ulağı.Ruhlar labirentinde ilerleyen, yollara göre yön değiştiren bir yolcu.Adeta ruhların kölesi olmuş.Ruhlar isterse kısa isterse uzun. Mesela bir hediye bekleyen bir çocukla gurbete gitmeye hazırlanan birinin zamanı eşit midir? Hayır!Çocuk ne kadar beklese de zaman geçmez.Ama gurbete gidecek biri için zaman çabucak geçiverir.Kuşatma halindeki şehir ile kuşatma yapan şehrin zamanı eşit değildir.Sanırım… Ama tüm bunlara rağmen bize içinde iyi kötü espriler katarak doğruyu yansıtır.Bu doğrular kimsenin hoşuna gitmeyebilir ama bir laf vardır:”Gerçekler acıdır.” Zaman bir soytarıdır ve bize her zaman esprilerle olmasa da doğruyu gösterir… M.BATUHAN YALÇIN 10/D KARAR SENİN Hayat önündeki seçeneklerdir. Hep karşına çıkıp bir yol seçmeni isterler senden. Çok iyi düşünüp tercih etmek gerekir. Yoksa geride bıraktığın seçenekler er ya da geç öcünü alır, seni hiç dinlemeden. Seçimlerini beynin mi belirler kalbin mi? Beyin mantıkla olanı seçer, öncesini ve sonrasını sonuçları düşünerek doğruyu bulmaya çalışır. Kalpse o an istediğini kimsenin ne düşüneceğini umursamadan hangisiyle karar vereceğini sen belirlersin. Mantıksız olanı seçip mutlu olmak mı mantıklı olanı seçip istemediğin bir hayat yaşamak mı? Evet bunu sen seçeceksin zor değil mi? Bir seçim yaptıktan sonra, o yola devam etmekte kolay olmasa gerek. Bence çoğu insan az da olsa pişmanlık duyar kararlarından.Hep bir ukte kalır içinde. Keşkelerle donanır aklı.Hatta ne kazandığından çok,ne kaybettiği düşünür. Bazen kendine kızar içten içten, kimseye belli etmese de değiştirmek ister tercihlerini.Herkesi her şeyi bırakıp gitmek ister sessizce.Kimseye haber vermeden, belki bavulunu bile toplamadan. Fakat bu kadar kolay mı gitmek? Düşünüyorum da eğer şu an arzuladığın yoldan gitseydin gerçekten mutlu olur muydun? Yoksa yine özlem duyar mıydın o seçmediğin seçeneğe? Bak yine beyinleri tırmalayan soru işaretleri,bitmek tükenmek bilmeyen yol ayrımları ve dahi niceleri bizleri bekler küçücük hayatlarımızın tek avunağı geleceğimizde ESMA MELEK CEBECİ 10/D MİNİMAL ÖYKÜ-GÖKDELEN Gökdelenin karşısında bahçeli bir ev varmış. Gökdelenin pencerelerinden bahçenin çimlerine ışık geliyormuş yani çimleri sarartıyormuş. Evin sahibi gökdelen yıkılsın diye beddua etmiş. Ertesi gün büyük bir deprem olmuş. Hem gökdelen hem de kendi evi yıkılmış. R.ULAŞ KILIÇARSLAN 10/A 5 HAYATIN ANLAMI Hayat insana öyle farklı yollar yollar çıkarır ki. Her an ne olacağını bilemezsin Bazen bir bakmışsın sana bir fırsat sunuyor.Tam dersin işte şans ama bir de ne göresin o an bitmiş.Fırsatın elinden kayıp gitmiştir.Bu yüzden hayat suya suya yazı yazmak gibidir.Bir anlık görürsün sonrası yoktur.Beklentilerimiz,gelecek hesaplarımız vardır.İşte bir sürü karmakarışık düşüncelerimiz. Bazen hayatımız hep aynı olaylarla,aynı işlerle geçerken deriz ki :Benim hayatım bir doğru gibi hep aynı ama düşünen var mıdır acaba o doğru hep mi düz gidiyor.Yaşamımız eğer el ile çizilen bir çizgiyse elbet sapmalar,küçük kaymalar olacaktır.Hep sabit bir hayatımız olsaydı hayattan ne anlardık.Mesela aralıksız hep okula gidip,ders çalışsak başka bir şey yapmasak hayatın bir anlamı olur muydu o zaman.Bu yüzden hep aynı giden bir doğru değildir.Yaşantımızda acı-tatlı,sevinçli-hüzünlü günlerimiz olacaktır ve sabit değiliz.Sonuna kadar aynı iş ve olaylarla kalmayı yapamayız. Günlerimiz geçtikçe bir sürü olayımız birçok anımız olur. Bunlar birbiri ardına gelip geçtikçe hayatımızın tekrar başa döndüğü, aynı şeylere vardığımız hissine kapılabiliriz. Ama bence böyle olmamalı. Mesela yaptığımız bir işin sonuna gelince birden başa dönsek ne amacı kalır o zaman. Evet gerçek dünyamızda bunu gösterebiliriz. Örneğin insanlar yaşlanınca yeniden dişi çıkar,bakıma muhtaç olurlar.Bu hallerini ilk baştaki bebeklik hallerine benzetebiliriz ama bu fiziksel olaraktır yani duygularımız,hayallerimiz hiçbir zaman tekrar başa dönmez.Bu yüzden hayatımız başa dönen bir çembere de benzemez ve benzememelidir de.Benzerse bilin ki boşa yaşamışsınızdır. Hayattan zevk almak, mutlu olmak varken neden hayatımızı bir çember veya doğruyla kısıtlayalım.Bırakın hayat olduğu gibi sürsün.İnişli-çıkışlı farklı duygularla kaplı olsun.Yeni hayallerimizden hiç vazgeçmeyelim.Hep durgun değil heyecan verici bir hayatı umut edelim.Kendimizin kim olduğunu artık anlayalım.Bu yüzdendir ki hayat ne doğruya benzer ne de çembere.Hayat insanın kendisini tanıyabilmesidir ve bir şeyler hissedip,hayalini kurmasıdır.Peki o zaman siz hayatınızı hala daha sınırlandırmak istiyor musunuz? SALİH GÜDÜKOĞLU 10/B KAZANMAK VE KAYBETMEK İnsanoğlu her zaman kazanmak ister.Başarısızlığa tahammül edemez.Başarısızlık karşısında çok üzülür,hayatını zindana çevirir.Başarısızlığı kendine asla yakıştıramaz.Bu kaybetme karşısında suçu kendinde arayacağı yerde başka kimselerde arar.Asla suçun kendinde olduğunu kabul etmez. Kimse başarısız olabileceğini düşünmez örneğin sınavdan düşük not aldığımızda “ Hoca , az puan vermiş ! “ deriz.Oysa ki güzel bir not alsaydık “Yüksek not aldım!”deriz . Bu insanın doğasında vardır Spor turnuvalarına katılırız.Eğer kazanırsak “Güzel yarıştım ve kazandım!” deriz.Oysa elenirsek “Beni elediler.Torpil yaptılar.Benim yerime başkasını aldılar!” gibi başkalarını suçlayıcı cümleler kullanırız. Hiç kimse kaybetmeyi yenilgiyi kabul etmez edemez.Eğer bir başarı elde etmişse kendisi çalışmış çabalamış ve kazanmıştır oysa yenilmişe suçu başkalarına devirir.Bu da en büyük hatalardan biridir. Bir insan yenilgiyi kabul edebilmeli her zaman kendisinin kazanamayacağını anlayabilmelidir.Bunu anlamış olmak bir olgunluktur.Hayatta her zaman başarılı olursan,başarısızlığın verdiği o hüznü,acıyı hırsa gelme gibi duygular tadamazsınız her zaman yenilirsen,kaybedersen başarının verdiği tadı anlayamazsın. İnsanoğlu kazanmayı da kaybetmeyi de bilmelidir , başarılı olduğunda kendini övüp , başarısız olduğunda da başkalarını suçlamamayı öğrenmelidir . SİNEM AKİL 11/A HAYAT VE GURBET Çocuk doğunca anne evinde anne kucağındadır. Temel bilgileri,ahlaki kuralları ondan öğrenir.Fiziken gelişip kullanabilmeye başladığı zaman okul derken koşuşturma başlar,yavaş yavaş aileden ayrılmaya,uzaklaşmaya başlar. Hem dünyevi hem ahret düşüncesinde bebek daha beşikteyken gurbete çıkmıştır,sılayı özler.Anne kucağından,sıcacık yuvadan ayrı kalır.Uzakta olmak aradaki ,ipleri bir süre sıkılaştırsa da,ayrılık uzadıkça ip de uzar ve yavaş yavaş bollaşır,zamanla incelir ve hatta kopabilir.Evinden uzakta herkes gurbettedir. Gurbet hayattır.İnsan doğup dünyaya gelmesi de gurbete gelmesidir ve ölümü bizler bu yüzden yeni bir başlangıç sayarız. AYŞE CEREN AYDİL 10/D 6 SATRANÇ,HIZ VE ÖLÜM SANTRANÇ HAYATTIR Bir insanın hayatı ölüme karşı satranç oynamaya benzer. Doğduğunda oyuna başlamış olursun. Beyaz olma istersin. Ölümün bir adım önüne geçmek için ama ister beyaz ol ister siyah ol ölüm her zaman bir adım öndedir. Ölümün bir adım önde olması için zaman var bir kere . Zaman geçtikçe ölüm yaklaşır. Oyunda en önce piyonlarını öne sürersin. Piyonların değeri az diye. Sonra ölümde bir hamle yapar aynı hastalık gibi. İçine girmeye çalışır.İçinden başlayıp seni bitirmek için.Sıra sendedir Saldırıya karşılık saldırı ile cevap vermek istersin. Atını yani antibiyotiğini kullanırsın. Bu kez saldırısını azaltır yokmuş gibi davranır. Bir köşeye saklanmış uygun zamanı bekler. Sıra ölümdedir. Atağa kalkmaz. Kendini belli etmeyecek küçük hamleler yapar. Aynı grip gibi.Biraz saldırır sonra geri çekilir. Ama seni yorgun düşürür. Sen piyonlarını ileri sürmeye devam edersin, sonunda değersiz dediğin piyonlar kalmamıştır. Diğer taşların korunmasızdır. Ölüm artık yeneceğini anlamıştır. Artık seninle dalga geçer. Durmadan seni tehdit eder. Aynı kalp krizi gibi Senin yapacağın hamleler azalmıştır. Ne kadar daha dayanabilirim diye düşünmeye başlarsın. Taşların azalmıştır. Sonunda vezirin kalmıştır sadece senin Taşların azalmıştır sonunda bir vezirin kalmıştır. Yani eşin. Ölümün birkaç hamlesine dayanırsın. Ölüm bir hamle daha yapar. Ve vezirini alır. Artık dayanacak gücün kalmamıştır dayanacağın destek olacağın biride.Ölüm seni süründürmeye başlar. Son hamleni yapar ve köşeye sıkışırsın . Ölüm mat yapmıştır.Her zamanki gibi kazanmıştır. Bütün canlılar ölümle yaşamak için oyun içindedir. Bu aynı bir satranç oyunu gibidir. Canlı kafasını kullanıp her zaman ölümden bir adım daha önde olmalıdır ve ölümün ona yaklaşmasını engellemek için ondan her zaman daha önce bir strateji bulmalı ve strateji onunkinden üstün olmalıdır. Örneğin bir geyik ölümle karşılaşmamak için her zaman stratejisi hız, vb. özellikleriyle en hızlı avcıdan daha üstün olmalıdır. Avcı ise her gün en hızlı avdan daha üstün olmalıdır. Bu yüzden bütün canlılar hayatta yaşam kavgası içindedir.Ölüm her an kapımızda bizim oyunda en strateji vb. bir çok yönden en zayıf olmamızı kendine kurban olarak görür.Her zaman av avcı ilişkisi gibi zayıf olan av oyunu kaybeder veya zayıf olan avcı oyunu kaybeder. Bu yüzden başkaları tarafından ezilmemek için, her zaman kendimizi geliştirmeli kendimize en uygun stratejiyi seçmeliyiz. Eğer stratejimiz, hızımız vb. özelliklerimiz bakımından rakipten ne kadar hızlı olursak yaşam yarışında kolay kolay sırtımız yere gelmez UĞUR ÖZPİYAL 11/D M.OĞUZ ŞEN 11/C ÖLÜMLE SATRANÇ Hayat ölümle oynanan satranç gibidir.O her zaman atak yapar seni mat etmeye çalışır.Sen de onun atakları karşısında savunma yaparsın .Ama ölümü yenmek imkansızdır.Ancak uzatabilmek senin elinde . Oyunu uzatmanın en iyi taktiği mutluluktur.Ne kadar mutlu olursan ölümün ataklarına karşı hamleler yapabilirsin Hayatta mutlu olabilmen için şahı koruyan piyonlar gibi çok sayıda arkadaşların olmalıdır .Bu arkadaşlarınla kale gibi sağlam dostluklar kurmalısın.Hayata her zaman düz değil bazen de fil gibi çapraz bakmalısın ki küçük ayrıntıları da görebilesin böyle arkadaşlarınla birlikte vezir gibi seni her yönden gelen saldırılar karşısında koruyan arkadaşlarında olmalı .Böyle arkadaşların olursa hep yanında olurlar, sana her sıkıntıda yardım ederler böylece mutlu olursun Mutlu insanlar hiçbir sıkıntı, hiçbir sağlık problemi yaşamazsın.Böylece ölümle oynanan satranç oyununu uzatabilirsin. ALİ BEYTULLAH ÖZKAN 11/D 7 ÖLÜMDEN KAÇMAK, ÖLÜME KOŞMAK GİBİDİR Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba? OĞUZ ATAY ALDANMAK Kapının gıcırtısı İçimi kaplar bir hüzün Hatırlarım o an Sana aldandığım anı. Çeşmenin şırıltısı Gelir bana gürül gürül Hatırlarım o an Sana aldandığım anı. Yeni kesilmiş çimen kokusu Hüzünlendirir beni Hatırlarım o an Sana aldandığım anı. İlkbahar yaz sonbahar kış Birbirini takip eder Aldanmakta böyle Aldandıkça aldanıyor insan. FURKAN ASLAN HATIK 9/C Bir dama tahtasının üzerine döktüğüm kandan çok düşündüğüm ‘’Neden şimdi?’’ sorusuydu.Ve büyük ihtimal bu soruyu cevaplayacak kadar zamanım bile olmayabilir Her şey gibi gördüğüm bu basit oyunu hiç bu kadar önüme geleceğine inanmazdım. İlk defa hayatımı düşündüğüm bu son saniyelerde , heyecan ve korku terleri içinde çıkarabileceği en büyük silahı nasıl oluşturabilirdim?Kaçmaya sığınmaktan başka bir çarem olmaması ölümle savaşmaktan daha kötüydü. Çünkü her halükarda yakalanacaktım Her gözyaşım tedirginliğimi daha çok arttırmakla beraber en büyük silahımı yok ediyordu. İnsan olmamı ,bedenen değil ruhen insan olmamı hatırladım. Mutlaka ölecektim. Hiç bir taktiğim Azrail’in gücünü yenemezdi.Mutlu olsam bile…Öldüğüme mutlu olsam bile…Sevsem sevilsem bile ölümün ilacı yoktu Sonunda karar verdim.Köşeye sıkışmıştım.Kaçmaktan .Kurtulmak için hiçbir yolum yoktu. Haykıramıyordum.Sesimi kimse duymuyordu.Kimse bana yardım etmiyordu.Olmadı.En sonunda sustum ve gözlerimi kapadım…. NİHAN FEYZA ÜNAL 11/C 64 KARELİ DUYGULAR HİÇLİK Piyonumu oynuyorum kurşun misali, Dört kanatlı düşünceler vuruluyor; Bulamıyor kimse katili Büyüdükçe büyüyor kar, Alev olup uçup gidiyor. Çığlıklarımı yutmak Nefesimi tutmak içimde Ve seni anmak Yanmak her gün,her gece. Sonsuzluk şahı kalbim Şimdi kan revan içinde Ormanda kaybolmuş zihin Paramparça hayalleri süpürüyor. Aklımın yüreği perperişan Kazma kürekle en derinde Yalnızlık penceresinin karanlığı Aydınlatmıyor zifiri sessizliği Ölmemiş sessizliğin ruhu Zalimce dans ediyor gözlerimde Şansımın veziri de gökyüzünde Zihnimin kaleleri çırpınıyor İliklerime kadar işlemiş çaresizlik. SERAY TAYMAZ 9/E Tütmek soluk soluk Sakinliğime yanmak Ve seni büyütmek Günden güne solmak. Kalbimi sökmek Lanet etmek gönlüme Umarsızca yitmek Şeffaf bir perde çekmek gözlerime. Ve ben kanıyorum durmadan Ben ölüyorum, sakinim Ben susuyorum usanmadan Boşlukta uzanıyor ellerim. GÖZDE KORKMAZ 11/A "Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da hırstan başka ne idi ? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım." Sait Faik Abasıyanık,Haritada Bir Nokta. sait faik abasıyanık* haritada bir nokta 8 GÜVEN Sakin bir gecenin ortasında Yabancı rüzgarların esiri olmuş insan Gör, bak! Kaldırımların dizleri ağarmış. KARDAN ADAMIN KAYGISI Güneşim çıktı Beyazım daha beyaz Rengimin derinliklerinde Kuvvetli bir ayaz. O gün masumiyet damarına vurulmuş kelepçe Sessizliğin hıçkırıkları duyulmuş bir an Dinle! Sesi düğümlenmiş şarkıların. Çorak vadilere yönelmiş Eriyen bedenim İçimden aklan Nil olsa Neye yarar? Anlayamadım yirmi birinci yüzyılın lisanını Bulutların haykırışı mı korkutmuş insanları? Hatırla! Bu kadar çabuk mu çürürdü yaslandığın ağaç? Sen hiç yerine beni koyup Düne küstün mü? Ayakta kalmak için Ölene can verdin mi? Sözler kalbi olmuş yalanların Bir lokmaya gizlenmiş fırtınalar Hadi sor! Mutluluğun daim dostu, gözlerini kapayınca yok mu olmuş? Artık daha çok yaklaşıyorum Sonsuzluk sandığına Bedenim bırakıyor kendini Yalvarırcasına Ilık bir nisan sabahının şakasıymış iki damla gözyaşı Paslanan yüreklerde durmuş saniyeler Anlat! Yoksa doğruyu anlatamayan fırtınaya mı mahkum sözler? Bırak elimi yaşam kaygısı Hayallerimi bitirdin Sevindireceğim diye herkesi Bedenimi erittin. Yere düşünce, Dirsekleri kanamış hayallerin Sadece sar! Aranan mutluluk, her kan damlasında kaybeder olmuş insan. Doğamamış henüz tohumun elleri Beli bükülmüş yaşlı dedenin, nenenin anılarına sor Ve dinle! Güven kimin sesi? KÜBRA ÖZKAN 10/A YİNE VAKİTSİZ SONBAHAR Vakitsiz oldu sonbahar Döküldü hayaller, soldu Kuşlar uçmaktan yoruldu. Rüzgâr esmekten sıkıldı. Vakitsiz oldu sonbahar, Doyamadık geçen yaza… Dün yakıyordu ya güneş, Şimdi ağlıyor ağaçlar. Vakitsiz oldu sonbahar Sarardı yine umutlar Yine gelecek bu yazlar Ve hep, vakitsiz sonbahar… MERTCAN DEMİRBAŞ 9/C 9 Kaybettiğim tüm umutlar Ömrümden yitirdiğim Müberra Bir yudum yaşammış DEMİRBAŞ Saf kar taneleri gibi 9-B Anladım! Ben artık ben değilim Kardan adam değilim ben Gözyaşına döndüm Selden, çamurdan, kaygıdan GECE Gece, uçsuz bucaksız bir uçurum Sessizliğiyle çığlığımı bastıran Hıçkırıklarımı, haykırışlarımı susturan Hem de yalnızken hem de ağlarken Belki de seni düşünmeden geçen ilk gece Belki de sensiz ilk gece sensiz ve sessiz Mehtapta benimle aynı fikirde Suskun, hüzünlü ve sessiz Bakışları da bir o kadar donuk Anıları hatırlıyor olmalı o da Benim gibi, sessizlik gibi, gece gibi .. ESMA BÜŞRA ERDEM 11/C YÜREĞİME SEN DÜŞÜNCE Güneşsiz ruhumu sarar da durur Müptelası olmuşumdur artık o aşkın Kalbimin en ıssız girdaplarında Ansızın ona kapılmışımdır Uyusam rüyamda sen Uyansam hayalimde sen İnsan içinde olsam karşımda sen Tek başıma kalsam gönlümde sen Senden vakitsizce gelen ayrılığa Sessizce selam verdim Pervasızca kalbinde Duruşumu özledim GÖKLERDE BİR DÜŞ Gökyüzünde bir çiçek açtı altı yapraklı Her yaprağında farklı bir düş saklı Kırmızı yaprak düştü gökyüzün giden avcuma İçinde kapalı aşktan kaçan kaçana Süpüremedim yalnızlığı kapımdan Şimdi en güzel şiirlerimde Kaleme adını sayıklatırım Yüreğime sen düşünce Turuncu yaprak uçtu gitti uzaklara Belki de ayrılık yanıyordu kaçışlarında Sarı da düştü göklerden toprağa Biri bastı üstüne acısını atarcasına BÜŞRANUR DOYMUŞ 11/D Yeşil direndi kopmamak için delicesine O da düştü rengini vermek istercesine Mavi düş ise suyun üstünde dalgalandı Özünde huzur ve sukunet vardı Mor kelebek de düştü gökyüzünden Arzu vardı her kanadında konduğu dallarda Bir çıkmaz yolda korkusuz yürürcesine Bir umut ışığı vardı çevresinde Çiçeğin yaprakları dünyanın ruhuna karıştı Tüm evrene büyülü rengini dağıttı Ve her yağmurdan sonra bir düş olmak için Gökyüzünün derinliklerine sessizce saklandı MERVE KIMIL 10/D 10 HAYAT-MEMAT Göz kapaklarını hafif indirirsen çok olur ninni söyleyenin, yatağını hazırlayanın. Başının altına yumuşak yastık koyanın çok olur. Uyuyabildiğin kadar uzun sürekli uyu diye. Uyumak… İki türlüsü var bu uyumanın.Birincisi hiçbir şey duymadan, mışıl mışıl uyumak. Yorganına yastığına; kafana göre dolanarak bir kez bile gözlerini açıp kapamadan… İkincisi yarı uyumak. Uyuduğun halde bütün konuşulanlar ı duymak. Başının ucuna kurduğun saate, etrafta mırıldananlara, kapının çalan ziline inat uyumak.Hayat bundan ibaret, ya tam ya yarı uyumak. Terazinin bir kefesindeyim ben hep.Terazinin bir ucunda yiyecek, diğer ucunda kütle varken elini kaşla göz arası yiyecek kefesine koyan uyanık bakkalın terazisi gibi; hayatın terazisi.Bir kefedeyim, ben ve ayarlanamayan denge.Hayat da bu işte… Kırmızı kurdelesi, Işıl ışıl, yapışkanlı paketi kartondan genişçe kutusu olan bir kutu aslında hayat. Hep göze süslü.Kurdeleyi açıp açılışı yaparsın. Paketi yırtıldıkça, kutusu çürüdükçe içindeki sürpriz gerçeği anlarsın. Gözüne takılmış üst üste bir sürü gözlük hayat.Çıkartıp çıkartıp bakarsın istediğin kadar.Belki görünce aldanırsın ama ne çare bakmak zorundasın. Konuşmaya başladıkça kelimelerimiz intihara başlarsa, uzanırsa anlarız yerlere hayatta öylesine konuşanlardan mıyız?Ne kadar uğraşımız, kime ne kadar hayrımız? Hayır.Sen de ağzında tütmeyen sigarası olanı gördün mü ateşini tutuşturup dumanını yükseltince teşekkür bekleyenlerden olamazsın! EMİNE ÖZDEMİR 11/B ŞİİRİN SESİ Bazen bir hüzün kaplar insanın içini. Karanlık boşlukta kaybolmuş gibi hisseder. Ya da sevinç taşar gözlerinden, yerinde duramaz. Bu iki duyguda insanın içindir. Önemli olan bu duyguların ifade ediliş biçimidir. Kimileri davranışlarıyla anlatırken içindekini, kimileri üç beş satır yazı ya da birkaç mısra ile anlatır. Mısralara dökemiyorsak bile bunu yapabilenleri anlayabiliriz. Okuduğumuz kitap nasıl etkiliyorsa bizi, olayları biz yaşamışız gibi hissettiriyorsa, şiirler de aynı etkiyi yaratabilir. Öyle şairlerin öyle mısraları vardır ki tüylerimiz diken diken olur, şairin haykırışları duyulur içten… Onunla konuşuyoruzdur aslında. Gönül gözümüz ve kulağımız açık oldukça da konuşmaya devam ederiz. Gözlerimiz istediği kadar gezinsin o mısralarda, algılamadıktan sonra neye yarar? Ancak bu algılama karşılıklıdır. Şair istediği kadar ağlasın, haykırsın mısralarında. İşitecek kulak, görecek göz yoksa karşısında işte o zaman sesi boşlukta kalır, kaybolur… Anlayan ise şairin ne acılar çektiğini, belki yağmurun altında hıçkırarak ağladığını bilir. Belki yavaş yavaş mutluluk gözyaşları akıyordur gözlerinden. Sözün özü; söylemesini bilene yarenlik eder mısralar, dinleyip anlamsını bilene yaverlik eder mısralar… SÜNDÜZ DEMİRCİ 10/B HAYAT OYUNLARI Hayat aslında tek başına bir oyundur. Tüm oyunlara benzer ama kendini korur. Hayat oyununun en önemli özelliği ise asla aynı yere çıkmamasıdır. Her oyuncunun farklı özelliği vardır. Başlı başına ise belki körebeye benzer. Bazen insanın gözü hiç bir şeyi görmez. Etrafında yardım edecek birini arar. Aradıklarıysa ışığı kapatıp çoktan yan odaya kaçmaya başlamıştır. Hayatı körebe olarak yaşayanlar en çok ihanete uğrayanlardandır. Belki saklambaca benzer. Belli bir süren vardır kaçmak için. Saklanırsın ve kaçarsın ama gizlice ebelemek için uğraşırın. Saklambaç oynayanlarsa en korkanlardır. Belki hayat boma benzer bazıları için. Bazı şeyleri söylemen yasaktır. Söylesen başın beladadır. Hayatı bom gibi yaşayanlarsa kapana kısılanlardır. Belki de hayatta bazen aynı çember içinde geçiririz. Bazıları arkasını dönerken bazıları sıralarını bekler. Herkes bir gün arkasına döner. Ama herkesin geri döndüğü anlar vardır. Dönüşler de gidişler kadar sıralıdır. Aynı kutu kutu pensedeki gibi. Asla istediğini bulamayanlardandır. Hayat karşımıza tek bir oyun çıkarabileceği gibi bu oyunların hepsine oyuncu yapabilir bizi. Böylece kazananlar belli olur. Hayat önümüze çıkardığı en korkunç oyunsa köşe kapmacadır. Birisi her zaman fazladır. Hayatta yer almak o olmamak önemlidir. Bu oyunda ise en acımasız olan kazanır. Hayat oyunun hiçbir kuralı olmayabilir. Yada en acımasız kuralları içerebilir. Buna oyuncular karar verir. AYYÜCE GENÇ 10/B 11 MASKELERİMİZ Maske nedir ? Maske ,yüzümüzü saklayan kısa sürede olsa gerçeklerden kaçmamıza yarayan olağan üstü bir buluştur.Tiyatronun sembolü bile maskedir! Peki maske nasıl bir şeydir?İyi midir,kötü müdür? Hayatımızdaki rolü nedir? İnsanın kaç tane maskesi vardır? Maskeler hem iyi hem de kötü şeylerdir.İyi şeylerdir çünkü bir süre için kimliğimizi saklamamıza yardımcı olurlar.Düşünün,yanınızda hiç de haz etmediğiniz biri var.Bu benim başıma çok geldi.Onun o an dediği her söz,yaptığı her hareket sinirime dokunur.Öyle anlarda en cana yakın maskemi alırım ve gülücükler saçarım.Tabi içimden de maskenin mucidine sevgi ve saygılarımı da yollarım o ayrı. Maskeler kötü şeylerdir çünkü bazen insanlar o maskelerin altına o kadar çok saklanırlar ki kendi benliklerini kaybederler. Kim olduklarını, hayattan beklentilerini hayallerini… Hepsini maskelerinin altına saklayıp , onları gün ışığından mahrum bırakılırlar. İnsanın kaç maskesi vardır? Siz mimiklerinizi sayabilir misiniz? İşte ikisi eş değer sorular.İnsanın sayısız maskesi vardır.Gün içinde sayısız duygu ve düşüncelere sahip oluyoruz çünkü. Sonuç mu ? Sonuç atalarımızın da dediği gibi ‘‘Her şeyin azı karar çoğu zarar.’’ Yani tamam maskeniz olsun. ama o maskelerin altında fazla kalırsanız bedelini benliğinizi kaybetmekle ödersiniz. SENA TÜMER10/B KASTAMONU GÖL ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ KÜLTÜR EDEBİYAT BİLİM VE SANAT DERGİSİ Sahibi:Göl Anadolu Öğretmen Lisesi Adına Okul Müdürü İsmail Küçükkahveci Genel Yayın Yönetmeni: Yalçın Ulupınar-Edebiyat Öğretmeni Yayın Kurulu: Emine Özdemir 11/B-Kübra Özkan 10/A-Zuhal Dilek 9/E-Ayşegül Münevver Görgülü 9/B, Büşra Başkaya 10/B İnceleme Kurulu:Özlem Köse-Edebiyat öğretmeni,Şenol Danışman- Edebiyat öğretmeni,Mustafa DoğrulMüdür Başyardımcısı Dizgi:Ege Özdemir 10/B İletişim:golkiyisi@yahoo.com Tasarım: Yalçın Ulupınar Hayal ettikçe bir yayımlanan bir dergidir.Özgün yazılarınızı,görüşlerinizi ve eleştirilerinizi golkiyisi@yahoo.com adresine gönderebilirsiniz.Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. SAYI 3-MAYIS 2013 12