Sayı 2 - TOPLUM VE SOSYAL HİZMET
Transkript
Sayı 2 - TOPLUM VE SOSYAL HİZMET
TOPLUM ve SOSYAL HİZMET Society and Social Work DANIŞMA KURULU / ADVISORY BOARD Prof. Dr. Aliye MAVİLİ AKTAŞ (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Haluk SOYDAN (Univ. of Southern California) Prof. Dr. Horst UNBEHAUN (Georg-Simon-Ohm-Fachhochschule Nürnberg) Prof. Dr. Işıl BULUT (Başkent Üniversitesi) Prof. Dr. İlhan TOMANBAY (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Theda Borde (Alice Salomon Hochschule Berlin) Prof. Dr. Kemal ÇAKMAKLI (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Muammer ÇETİNGÖK (Tennessee University) Prof. Dr. Remzi OTO (Dicle Üniversitesi) Prof. Dr. Ronald FELDMAN (Columbia University) Prof. Dr. Şengül HABLEMİTOĞLU (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Veli DUYAN (Ankara Üniversitesi) BU SAYININ HAKEMLERİ / REVIEWERS OF THIS ISSUE Prof. Dr. Vedat Işıkhan (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr.Sunay İl (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Veli Duyan (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Selahattin Gelbal (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Gülen Baran (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Yüksel Baykara Acar (Kocaeli Üniversitesi) Doç. Dr.Tarık Tuncay (Hacettepe Üniversitesi) Doç. Dr. Elif Gökçearslan Çifci (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Sema Buz (Hacettepe Üniversitesi) Doç. Dr. Gülsüm Çamur Duyan (Turgut Özal Üniversitesi) Doç. Dr. Cengiz Özbesler (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Doç. Dr. Özgür Uğurluoğlu (Hacettepe Üniversitesi) Doç. Dr. İsmet Galip Yolcuoğlu (İstanbul Üniversitesi) Yrd. Doç. Ercüment Erbay (Hacettepe Üniversitesi) Yrd. Doç. Sibel Kalaycıoğlu (ODTÜ) Yrd. Doç. Bilge Önal Dölek (Turgut Özal Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Nüket Paksoy Erbaydar (Hacettepe Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. İshak Aydemir (Turgut Özal Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Oğuz Işık (Kırıkkale Üniversitesi) Dr. Uğur Özdemir (Hacettepe Üniversitesi) Dr. Özcan KARS (Hacettepe Üniversitesi) Dr. Gonca Polat Dergimiz, EBSCO HOST ve INDEX COPERNICUS uluslararası; ASOS INDEX, TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler ve Türkiye Atıf Dizini ulusal bilimsel veri tabanları içerisinde yer almaktadır. The journal is listed in the international indexes of EBSCOHOST and INDEX COPERNICUS besides being listed in the national indexes of ASOS INDEX, TUBITAK ULABIM for social sciences and the Turkish Reference Index. TOPLUM VE SOSYAL HİZMET Society and Social Work Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü Dergisi Publication of Social Work Department Faculty of Economics and Administrative Sciences, Hacettepe University Hakemli Dergidir. Blind Peer Reviewed Journal H. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Adına On Behalf of H.U. Faculty of Economics and Administrative Sciences SAHİBİ/PUBLISHER Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ/EDITING AUTHORITY Yrd. Doç. Dr. Ercüment ERBAY YAYIN KURULU BAŞKANI/CHIEF EDITOR Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN YAYIN KURULU BŞK. YRD./ASSOCIATE EDITOR Prof. Dr. Kasım KARATAŞ YAYIN KURULU/EDITORIAL BOARD Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Prof. Dr. Doğan Nadi LEBLEBİCİ Prof. Dr. Kasım KARATAŞ Doç. Dr. Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ Doç. Dr. Hilal ONUR İNCE Doç. Dr. Tarık TUNCAY Yrd. Doç. Dr. Ercüment ERBAY YAYIN SEKRETERİ Arş. Gör. Özgür ALTINDAĞ Arş. Gör. Ahmet EGE Arş. Gör. Buğra YILDIRIM İNGİLİZCE EDİTÖR/ENGLISH EDITOR Prof. Dr. Mehmet DEMİREZEN CİLT/Volume: 24 SAYI/Number: 2 AY/Month: EKİM YIL/Year: 2013 ISSN 2147-3374 YAYIN TÜRÜ/TYPE OF PUBLICATION YEREL/SÜRELİ YAYIN YAYIN DİLİ TÜRKÇE YAYINLANMA BİÇİMİ Altı Ayda Bir BASIM TARİHİ/PUBLICATION DATE 27 Aralık 2013 BASIMCININ TİCARİ ÜNVANI/TRADE TITLE OF PUBLISHER HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ BASIMEVİ 06100, SIHHİYE-ANKARA Tel: 0312 310 97 90 YAYIN YÖNETİM YERİ/ADMINISTRATION OFFICE OF PUBLICATION Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Beytepe/Ankara Tel: (0312) 297 68 30 İLETİŞİM ADRESİ/CONTACT ADDRESS Arş. Gör. Ahmet EGE Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü Beytepe/ANKARA-TÜRKİYE Tel: +90 312 297 63 63 Faks: +90 312 297 63 65 http://www.tsh.hacettepe.edu.tr E-Posta: tsh@hacettepe.edu.tr İÇİNDEKİLER/CONTENTS Araştırma/Research 9-22 Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeğinin Geçerlik Güvenirlik Çalışması The Validity And Reliability of Perception of Gender Scale 23-44 45-58 İnsani Hizmet Örgütlerinde Sosyal Emine ÖZMETE Çalışmacıların Karşılaştıkları Mobbing Ayşegül LALEOĞLU Davranışları İle İş Tatmini ve Sağlık Sorunları Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi Assessing the Relationship between Mobbing Behaviours Fronted By Social Workers in Human Services Organizations and Their Work Satisfaction and Health Problems Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ninZeliha YAZICI 60-72 Aylık Türk Çocuklarına Uyarlanması Veli DUYAN Adaptation of the Loneliness and Social Selahattin GELBAL Dissatisfaction Scale to 60-72 Month Old Turkish Children 59-82 Hükümlülerin Suç Davranışının Nedenlerine ve Suç Davranışı Risk Faktörlerine İlişkin Düşünceleri Prisoners’ Opinions Regarding Reasons And Risk Factors of Criminal Behaviour 83-94 Türkiye Tıbbi Ürünler Sektörünün Avrupa Birliği Cuma YILDIRIM Ülkeleri İle Karşılaştırılmasına İlişkin Bir ÇalışmaSelami YILDIRIM Comparative Analysis of the Medical Device Sectors of Turkish and European Community 95-108 Sosyal Hizmet Öğrencilerinin Sosyal Hizmet Uygulaması Dersleri Kapsamında Uygulama Yürütecekleri Kurumları Tercih Etme Süreçleri The Process of Organisation Selection by Social Work Students Within the Scope of Social Work Practice Courses Hasan Hüseyin ALTINOVA Veli DUYAN Tuğba GÖRGÜLÜ Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ Ercüment ERBAY İlkay Başak ADIGÜZEL Sinan AKÇAY İÇİNDEKİLER/CONTENTS 109-122Huzurevinde Kalmakta Olan Yaşlılarda Aile İçi İstismar Family Abuse Against the Elders Living in Nursing Homes Taner ARTAN 123-144Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan Ergenlerin Anne-Baba Algıları: Nitel Bir Çalışma Perception Of The Adolescents Living In The Orphanage Regarding Parents: A Qualitative Study Özlem KARAKUŞ Mehmet KIRLIOĞLU Doğa BAŞER Burcu BATI Derleme/Review 145-154Yaşam Sonu Bakımda Sosyal Hizmet Uzmanının Rolleri Roles of Social Workers in End-of-Life Care Tarık TUNCAY 155-178Sağlık Kurumlarında Dış Çevre Analizi External Environmental Analysis in Healthcare Organizations Özgür UĞURLUOĞLU 179-192Sosyal Hizmet Mesleğinin Bir Uygulama Alanı Doğa BAŞER Olarak Toplum Temelli Ruh Sağlığı Sistemi ve Mehmet KIRLIOĞLU Güncel Değişimler Aliye MAVİLİ AKTAŞ Community Mental Health System as a Practise Field of Social Work Profession and Current Changes 193-208Palyatif ve Yaşam Sonu Bakımda Sosyal Hizmet Semra SARUÇ Uzmanının Rolleri ve Sosyal Hizmet Mesleği Standartları The Role of the Social Worker and Social Work Standards in Palliative and End of Life Care 209-230Feminist Grup Çalışması: Melike TUNÇ Temeli, Kapsamı ve Süreci Feminist Group Work: Backround, Scope and Process 231-252Onkolojide Sosyal Hizmet: Vaka Örnekleri Social Work in Oncology: Case Examples Melis ACAR İÇİNDEKİLER/CONTENTS Vaka Sunumu / Case Presantation 253-268İntihar Sonucu Ebeveyn Kaybı Yaşayan Çocuğa Zeki KARATAŞ Yönelik Sosyal Hizmet Müdahalesi: Bir Vaka Sunumu A Case Study: Social Work Intervention in for Child Who Lost His Parent Due to Suicide Altınova ve Duyan Araştırma olduğu bulunmuştur. Sonuçta alfa güvenirlik katsayısının kabul edilebilir düzeyde olduğu bulunmuştur. Yapılan bu çalışmanın sonucunda Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’nin geçerli ve güvenilir olduğu belirlenmiştir. TOPLUMSAL CİNSİYET ALGISI ÖLÇEĞİNİN GEÇERLİK GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI Anahtar Sözcükler: Toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet algısı ölçeği, geçerlik, güvenirlik The Validity and Reliability of Perception of Gender Scale Hasan Hüseyin ALTINOVA* Veli DUYAN** * Öğr. Gör., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ** Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ABSTRACT The aim of this research is to develop a scale which is devoted to assess the people’s perception of gender. At the end of the study, we come up with five point likert scale, consisting of 25 items which are considered to represent people’s perception of gender. In order to determine structural validity of the scale, data collected from 443 (244 women, 199 men) people are analyzed by Principal Components Analysis and factor structures are examined. According to explanatory factor analysis which has conducted for validity it is seen that the scale is unidimensional. In order to determine the validity of the scale Cronbach Alpha has the value of 0.872. Also alpha reliability coefficient is acceptable. As a result of this study, Perception of Gender Scale is decided to be valid and reliable. Key Words: Gender, perception of gender ÖZET Bu çalışmanın amacı, bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını değerlendirmeye yönelik bir ölçme aracı geliştirmektir. Çalışma sonunda bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını temsil ettiği düşünülen toplam 25 maddeden oluşan beşli Likert tipi bir ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin yapı geçerliğini saptamak amacıyla 443 (244 kadın 199 erkek) kişiden toplanan verilerin Temel Bileşenler Analizi yöntemi ile faktör yapısına bakılmıştır. Geçerlik için yapılan açıklayıcı faktör analizi sonuçlarına göre, ölçeğin tek boyutu olduğu ortaya çıkmıştır. Ölçeğin güvenirliği saptamak için Cronbach Alpha değerinin 0.872 scale, validity, reliability GİRİŞ Toplumsal cinsiyet toplumsal ve kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik cinsiyetten ayırmak üzere kullanılan bir kavram olup; toplumsallaşma süreci ve kültürün içinde edinilen kadın ve erkek olma özelliklerine işaret eder, kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rollerini ve sorumluluklarını tanımlar, toplum içindeki konumlarını ve davranışlarını belirler. Tarihsel-toplumsal süreç 9 Toplum ve Sosyal Hizmet içinde oluşan, dinamik ve değişebilir ilişki örüntülerini içerir (Ertürk, 1996). Toplumsal cinsiyet kadının sosyal, kültürel, politik ve ekonomik alanlarda erkeğe göre düşük konumlarda tutulması olarak tanımlanır (Sakallı-Uğurlu (2002). Kadının ve erkeğin rolleri, aslında toplumsal cinsiyet temelinde tanımlanmış olmasına rağmen, biyolojik cinsiyet esasında tanımlanmış gibi düşünülmektedir. Bu anlayış, kadının erkekten farklı olduğu, ayrı roller oynaması, erkekten ayrı bir dünyada yaşaması gerektiği şeklindeki yargıların gelişmesine kaynaklık etmektedir. Bu nedenle toplumsal cinsiyet, erkek ya da kadınların birbirlerinden farklı olmalarına yol açan fiziksel niteliklere değil, erkeklik ve kadınlık hakkındaki toplum tarafından oluşturulmuş özelliklere göndermede bulunmaktadır (Atauz, Kardam, Saktanber, Yalın, 1999; Giddens, 2000; Özvarış, 2008). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet biyolojik faklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir kavramdır. Bireyin içinde yaşadığı toplumun kültürü; bir kadının ya da erkeğin nasıl davranacağı, nasıl düşüneceği ve nasıl hareket edeceğine ilişkin beklentileri ortaya koyan, yani kadın ve erkeği sosyal olarak yapılandıran özellikleri belirlemektedir (Akın ve Demirel, 2003:74; Üner, 2008:6; Powell ve Greenhause, 2010:1012). Bir başka deyişle, insanlar dişi veya erkek cinsiyeti ile doğar ancak yetiştirilirken toplumun cinsiyetlerine özgü beklediği roller çerçevesinde sosyalleşerek büyür (Terzioğlu ve Taşkın, 2008: 63). 10 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çocuklar cinsiyetlerine uygun roller kazanmakta ve toplumsal cinsiyet kimliğini edinmektedirler. Böylece kadınlar için ev ile ilgili işleri yürütme ve çocuk bakımı gibi işler öne çıkarken, erkekler için iş rolleri aile rollerinden daha önemli hale gelmektedir (Powell ve Greenhause, 2010:1012). Toplumsal cinsiyet kavramının en kritik noktası üretim ile ilgili rollerdir (Ecevit, 2003). İş, üç ayrı kategoriye ayrılabilir: Üretken iş, yeniden üretim işi ve topluluk işleri. Kadınların rolü, her üç kategoriyi de kapsar ve bu nedenle, kadınların rolü “Üçlü Rol” olarak adlandırılır. Toplumsal cinsiyet kavramı kadınlık ve erkekliğin içinde örüldüğü toplumsal ilişkilere işaret etmektedir. Aynı zamanda bu ilişkiler politik bir duruşun da ifadesidir. Cinsiyetin içinde kurulduğu toplumsal ilişkilerin birer iktidar ilişkisi olduğunu, bu ilişkilerin belirli ve kavranabilir bir sistematiğinin bulunduğunu, bu sistematiğin toplumdaki bütün iktidar ilişkileri ve yapılarıyla da etkileşim içinde işlediğini iddia eder (Bora ve Üstün, 2005). Toplumsal cinsiyet rolleri genel olarak yeniden üretim, topluluğun idame edilmesi ve toplumsal- siyasal katılım gibi dört tip aktivite içinde ele alınır (Atauz ve diğ. 1999). Dolayısıyla bu süreç basitçe “sosyalleşme” olarak adlandırılamaz, tersine, kişinin çeşitli biçimlerde müdahil olduğu karmaşık ilişkileri içerir ve bir yandan kişisel düzeyde kadınlık ve erkekliğe, diğer yandan toplumsal düzeyde bir cinsiyet rejimine işaret eder (Bora ve Üstün, 2005). Toplumsal cinsiyeti oluşturan bir başka olguda rol kavramıdır. Toplumsal sistem içinde belirli konumdaki kişinin nasıl davranması gerektiğini belirten normlara rol denir ve toplumsal ve Altınova ve Duyan kültürel beklentiler, insanlara bu beklentilere uymaları konusunda baskı yapar. Cinsiyet rolü, bireyin kendi kimliğini kadın veya erkek olarak algılayıp, cinsiyetinin gerektirdiği davranışı göstermesi anlamına gelir. Toplumsal cinsiyet rolü, toplumun tanımladığı ve bireylerin yerine getirmelerini beklediği cinsiyetle ilişkili bir grup beklentisidir. Dökmen’e (2006) göre, kadın ve erkeğin yaşamda üstlendiği ya da üstlenmesi gerektiği roller bellidir ve bu roller keskin çizgilerle ayrılır. Birçok toplumdaki kültürel normlarda, evdeki erkeklerin daha yüksek statü ve daha yüksek karar verme gücünün yanı sıra başlıca gelir ve sağlık payına sahip olduğu da görülür. Kadınların “bakım verme rolleri” ofis işleri, hizmet endüstrisi ve hemşirelik gibi kadınların hâkim olduğu formal iş alanlarında kendini gösterir. Bu alanların da güçlü bir bakım ve hizmet verme unsurları mevcuttur (Akın, 2007). Cinsiyet rolü bireye içinde yaşadığı toplum kurallarına uygun olarak öğretilmekte ve bireyin de bu cinsiyet rolü kalıpları içinde davranması beklenir. Kısacası kadın, toplumca benimsenen kadınsı özelliklerin hepsine sahip olup, erkeksi özellikleri taşımamalı, erkek ise, toplum tarafından cinsiyet rolüne uygun kabul edilen özelliklerin hepsine sahip olup (erkeksi) kadınsı özellikleri göstermemelidir (Aydın ve Kavuncu, 1991). Yaşamları boyunca kız ve erkek çocukların belli roller için yetiştirildiği dikkate alındığında, cinsiyet kalıp yargılarını etkileyen en temel unsurun toplumsallaşma süreci olduğu görülür. Toplumsallaşma süreci içerisinde, etkileşimde bulunduğumuz diğer insanlar ve topluma ait sosyal, ekonomik, ahlaki, kültürel düşünme sistemi, önyargılarımızı, kalıp yargılarını oluşturur ve geliştirir (Ecevit, 1985; Fichter,1994; Atauz ve diğ., 1999;Tanrıöver, 2003; Yogev, 2006). İnsanlar, sınıflandırma süreci yoluyla dünyayı birçok farklı toplumsal gruba ayırır ve bu toplumsal gruplara ilişkin bilgilerini, inançlarını ve beklentilerini içeren bilişsel bir yapı geliştirir. Bu bilişsel yapıya da “kalıp yargı” adı verilir (Kağıtcıbaşı, 1999). Kalıp yargılar kadına ve erkeğe nasıl davranacağını öğretir. Kalıp yargılar; algılayışları, toplumsal gruplara ilişkin bilgileri inançlarımızı ve beklentiler içeren bilişsel bir yapı olarak tanımlanabilir (Mackie, Hamilton, Susskind, Rosselli, 1996). Kadınlara ve erkeklere ilişkin ayrımcılığın, eşitsizliğin ve tutumların oluşmasında kalıp yargılar en önemli unsur olarak karşımıza çıkar. Dünyadaki birçok toplumda erkekler; güçlü, kendine güvenli, korkusuz, bağımsız, gerçekçi gibi güçlü benlikleri yansıtan ve istenir kalıp yargılarla kadınlar ise bağımlı, pasif, kararsız, duygusal gibi daha zayıf benlikleri yansıtan kalıp yargılarla tanımlanır (Sakallı-Uğurlu, 2003). Kültürde kadınlar ve erkekler sadece doğuştan farklı olarak görülmemektedir; akılcılık, bağımsızlık, önderlik gibi erkekler doğuştan kadınlardan üstün görülür ve erkeklerle ilişkilendirilen özellikler genellikle kültürün en fazla değer verdiği özelliklerdir. Duygusallık, duyarlılık, ortak çalışma gibi kadınlarla ilişkilendirilen özellikler ise kültürün en az değer verdiği özelliklerdir. Bu beklentiler içinde kadınlardan sorun çıkarmayan, uyumlu olan, sorgulamayan, eşine itaat eden, eşine hizmet eden, hem iyi bir eş, hem iyi bir iş kadını, iyi bir anne olan bir kadın rolü vardır. 11 Toplum ve Sosyal Hizmet Toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, toplumsal cinsiyet beklentilerini doğurur ve bu beklentiler bizim diğerlerine bakışımızda birer algısal filtre görevi görürler. Beklentilerle tutarlı davranışları normal karşılarken (örneğin, bir kadının yemek pişirmesi), beklentilerle tutarlı olmayan davranışları istisna olarak kabul edilir (örneğin, bir erkeğin yemek pişirmesi). Böylece bu algısal filtre sürekli pekiştirilir, değişime direnç gösterir ve gittikçe daha da güçlenir (Zanna ve Pack, 1975; Basow, 1992). Kültürel yargılar daha dünyaya gelirken kız ve erkek çocukları ayırır. Kızlara daha olumsuz yüklemelerde bulunur. Bunlar atasözleri ve deyimlerle de içselleştirilir. Örneğin, “Dünyaya kız çocuğu olarak geldiğinde, bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz”, “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün”, “Kadın erkeğin şeytanıdır”, “Dişi köpek kuyruk sallamadıktan sonra çevresinde erkek köpek dolaşmaz”, “Benim derdim inek ile dana da karının derdi sürme ile kına da” “Kadın gibi düşman olmaz, güler, bildirmez”, “Atın ardında, kadının önünde gitme”, “Kadının saçı uzun, aklı kısadır”, “Kadının kazdığı kuyudan su çıkmaz” ve “Zehirden şifa, kadından vefa beklenmez”. Bunlar gibi atasözleri, kadının kategorik olarak kötülüğünü ifade eder, toplumsal ilişkilerde de bozucu ve doğaları gereği suçlu taraf olarak görülür (Tekeli,1988). Toplumsal cinsiyet rolleri oluştuktan sonra kadın ve erkeklerin kamusal alana nasıl çıkacağı ve kamusal alandan nasıl, ne kadar yararlanacağı belirlenir. Kadın ve erkeğin toplumdaki işlevleri, sorumlulukları, hakları, üretim sürecindeki konumları gibi unsurlar, toplumsal cinsiyete göre şekillendirilmekte ve bunun sonucunda kadınlar özel alana, 12 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 erkekler ise kamusal alana yönlendirilir (Altan, 2001). Kamusal alan her türlü rekabete açık, soyut olarak fırsat eşitliğinin bulunduğu, ama hep güçlü olanın ayakta kaldığı bir mücadele alanıdır. Özel alan ise tüm gününü savaşarak geçiren erkeğin, ertesi günün muharebesine hazırlandığı rahatlık ve huzur alanıdır. Kadının da görevi erkeğini bu güne hazırlamaktır. Dolayısıyla özel alanın tek efendisi erkek, tek hizmetçisi de kadındır. Erkek ailenin reisi sayılır; ev ona aittir; onu korur ve geri kalan dünya, eskiden olduğu gibi diğer erkeklerle rekabet edeceği yani av ve savaş alanıdır. Birçok toplumda hem özel hem kamusal alanda erkekler kadınlardan daha fazla iktidara sahiptir (Kammeyer – Ritzer,1997; Tekin, 2006). Kamu ve özel alan ayırımı, aynı zamanda aile içindeki egemenlik ilişkilerinin de belirleyicisi olarak değerlendirilebilir. Bu egemenlik ilişkisinde erkek üstün olup kendi istekleri doğrultusunda yaşamını sürdürmesine karşın kadının isteklerini gerçekleştirme düzeyi erkeğin izin verdiği yere kadardır. Kadının aile dışındaki yaşamı kamusal alanda rol almadığı için her yönüyle sınırlıdır. Kadının bu şekilde özel alanda sınırlandırılması aileyi antisosyal bir kuruma dönüştürür. Antisosyallik, yaşam alanı sınırlı olmasından dolayı kadında da bir özellik haline gelir. Özel alan, yani mahremiyet alanı, kadının kendi değerlerini ve kültürünü yarattığı ve nesillere aktardığı bir alan olarak feminist kuram acısından da ayrıcalıklı bir önem taşır. Tekeli (1988) feminizmi, “kadınların dünyaya, erkeklerin gözlerinden, onların çıkarları açısından değil, kendi gözleriyle bakmasını savunan, kendi seslerini bulmalarını isteyen Altınova ve Duyan bir düşünce akımıdır. Feminizm, kadınlara, kadın-insan olma yolunda cesaret veren ya da kadınlar için “kadınca” denilen yaşam biçiminin sınırlılığını, yetmezliliğini ortaya koyan bir düşünce” olarak tanımlamaktadır. Bütün toplumlarda doğuştan gelen biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilir. Böylece kadınlar ve erkeklerin hangi davranış ve faaliyetleri yapabileceklerine, hangi haklara ve güce kimin ne derece sahip olduğuna veya sahip olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentiler geliştirilir. Bu beklentiler, toplumdan topluma ve aynı toplum içinde bir toplumsal kesimden diğerine kısmen değişse de özünde ortak noktalar vardır. Toplumsal cinsiyet kavramı sonuçta kadın ve erkek eşitsizliğini ortaya çıkarır. Avrupa Birliği kadın-erkek eşitliği kavramını “Tüm insanların kendi kişisel yeteneklerini geliştirmekte ve belirlenmiş katı toplumsal cinsiyet rolleriyle sınırlanmaksızın seçimlerini yapmakta özgür oldukları bağlamından hareketle; kadınların ve erkeklerin farklı davranış, istek ve ihtiyaçları eşit şekilde dikkate alınır, değerlendirilir ve kayrılır” şeklinde tanımlanır (Avrupa Komisyonu, 1998). Dökmen’e (2006) göre toplumdaki en önemli sorunlardan biri toplumsal cinsiyet ayırımcılığıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, modern ve demokratik toplum olmanın gereğidir. Akhun, (2000) kadın ve erkeklere eşit olanaklar sunulmayan bir toplumda, gerçek anlamıyla demokrasinin varlığından söz edilemeyeceğini ülkemizde ailede, eğitimde, istihdamda ve siyasette cinsiyet ayırımına dayalı, eşitlikçi olmayan uygulamalar söz konusu olduğunu belirtir. Türkiye’de insanların toplumsal cinsiyet rollerini nasıl gördükleri ve algıladıkları hakkında güvenilir ve geçerli bir biçimde ortaya koyacak bir ölçme aracına gereksinim bulunmaktadır. Bununla birlikte ülkemizde sıklıkla kullanılan Bem Cinsiyet Rolü Envanteri, Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği gibi ölçekler sadece kadınsılığı, erkeksiliği ve cinsiyetçiliği ölçtüğü için toplumsal cinsiyet rolleri hakkında yeterince fikir vermemektedir. BCRE sıfatlardan (kendine güvenen, fedakâr, karamsar, hırslı gibi) oluşmaktadır ve kişilerin erkeklik ve kadınlık özelliklerini ölçmektedir. Diğer bir deyişle, bu envanter kişilerin kendilerini veya karşılarındaki kişiyi nasıl (erkeksi veya kadınsı) tanımladıkları konusuna odaklaşmaktadır. Kalıp yargıların ölçümü ve cinsiyetler arası farklılaştırma konusu için uygun olabilecek olan bu envanter, kadınlara ilişkin yanlış ve esnek olmayan genellemelere dayalı olumsuz tutumları, yani genel olarak kadınlara ilişkin önyargıyı ölçmede yetersiz kalacağı düşünülmektedir. Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği’nde de “feminist” kelimesinin geçtiği maddeler öğrenci dışı popülâsyonda bazı ölçek doldurma sorunları yaratabilmektedir. Öğrenci olmayan popülâsyondan, özellikle eğitim seviyesi düşük katılımcılar bu kelimenin anlamını sorabilmektedir. Ayrıca, bilindiği gibi “feminist” kelimesi öğrenciler tarafından bile olumsuz olarak algılanmakta ve değerlendirilmektedir (Sakallı, 2002). Bunun için Türk toplumunun değerleri ve kültürü göz önüne alınarak toplumsal cinsiyet hakkında Türkiye’ye özgü bir ölçeğin geliştirilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir. 13 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Amaç Çalışma Grubu Bu çalışmanın amacı, bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını belirlemeye yönelik bir ölçme aracı geliştirmektir. Çalışma grubuna ilişkin bilgiler Tablo 1’de verilmiştir. Ankara İli Çankaya, Sincan, Gölbaşı, ilçelerinde çocukları ilköğretime devam eden 244 kadın (%55,1), erkek 199 (% 44,9) veli olmak üzere 443 katılımcı araştırma grubunu oluşturmaktadır. Araştırmaya katılan velilerin 136’sı ilkokul (96 kadın, 40 erkek), 49’u ortaokul YÖNTEM Bu bölümde çalışma grubu, veri toplama aracının geliştirilmesi, verilerin toplanması ve çözümlenmesi konularına yer verilmiştir. Tablo 1. Çalışma Grubunu Tanıcı Bilgiler Durum Cinsiyet Kadın Yerleşim Çankaya Yeri Sincan Gölbaşı % % Erkek % Toplam 98 56,65 75 43,35 173 39,1 92 53,18 81 46,82 173 39,1 54 55,67 43 44,33 97 21,8 Öğrenim İlk Düzeyi Orta 96 70,6 40 29,4 136 30,7 27 19,8 22 16,1 49 11,1 Lise 78 57,3 71 52,2 149 33,6 Üniversite 39 28,6 56 41,1 95 21,4 Yüksek lisans ve doktora 4 2,9 10 7,3 14 3,2 Çalışma Çalışıyor Durumu Çalışmıyor 52 21,31 183 91,96 235 53,05 192 78,69 16 8,04 208 46,95 Yaş 25-30 arası 19 90,4 2 9,6 21 4,5 31-35 arası 71 73,1 26 26,9 97 21,9 36-40 arası 93 57,4 69 42,6 162 36,6 41-45 arası 41 40,9 61 59,1 102 23 46-50 arası 16 36,3 28 63,7 44 9,9 51-55 arası 3 33,3 6 66,7 9 2 56-60 arası 1 16,6 5 83,4 6 1,4 61-65 arası 0 0 2 100 2 0,5 37,5 - 41,5 - 38,6 Yaş ort. 14 Altınova ve Duyan (27 kadın, 22 erkek), 149’u lise (78 kadın, 71 erkek) 95’i üniversite (39 kadın, 56 erkek), 14’ü de yüksek lisans ve doktora (4 kadın 10 Erkek) mezunudur. Kadınların özellikle ilkokul mezunu olma oranı erkeklere göre daha yüksektir. Çok az kişinin yüksek lisan ve doktora yaptığı görülmektedir. Okuma yazma bilmeyen veliler araştırma kapsamına alınmamıştır. Araştırmaya katılan kadınlardan sadece 52’si (%21,31) bir gelir getirici bir işte çalışmaktadır. Erkeklerin hemen hemen tamamı (183, %91,96) gelir getiren bir işte çalışmakta ya da emekli maaşı vardır. Araştırmaya katılan velilerin yaş ortalaması kadınlarda 37,5, erkeklerde 41,4 olup, yaşları 26 ile 65 arasında değişmektedir. Kadın ve erkeklerin yaş ortalamaları birbirine yakındır. Ölçme Aracının Geliştirilmesi Ölçek geliştirme çalışmaları şu aşamalardan oluşmuştur: Denemelik ölçek hazırlanırken toplumsal cinsiyet kavramı ile ilgili makale, kitap ve tezler taranmış, toplumsal cinsiyete ilişkin kavramsal çerçeve oluşturulmuştur. Araştırma için öncelikle toplumsal cinsiyet ile ilgili literatür taraması yapılmıştır. Alanda kullanılan diğer ölçekler incelenmiştir. Diğer ölçeklerden de yararlanılarak ölçek maddeleri oluşturulmuştur. Ölçek maddeleri hazırlanırken; Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği (Sakallı-Uğurlu, 2002). Cinsiyet Rolleri ile İlgili Kalıp Yargı Ölçeği (Kantiyoti, Akt.Tok, 2001) Attitudes Towards Women Scale-Short version (Spence, Helmrich, Stapp, 1978), Personal Attributes Questionnaire (Spence, Helmreich ve Stapp, 1974) ölçeklerinden yararlanılmıştır. Sonuçta araştırmacılar tarafından toplumsal cinsiyet algılarını temsil ettiği düşünülen 40 maddelik bir madde havuzu oluşturulmuştur. İkinci aşamada, maddelerin kapsam geçerliği için eğitim bilimleri, psikoloji, sosyal hizmet, kadın çalışmaları ile ölçme değerlendirme alanında uzmanlıklarını almış yedi öğretim üyesinin görüşlerine başvurulmuştur. Değerlendirmeler sonucunda, bazı maddeler yeniden düzenlenmiş, tekrar ve benzer ifade olarak algılanan sorular çıkarılarak toplumsal cinsiyet algılarını temsil ettiği düşünülen toplam 30 maddeden oluşan beşli Likert tipi bir ölçek elde edilmiştir. Verilerin Toplanması Ölçek çocukları ilköğretime devam eden anne babalara uygulanmıştır. Ölçek öğrenciler yoluyla anne babalarına ulaştırılmış ve doldurmaları istenmiştir. Katılımcılara öncelikle hem araştırmanın amacı hem de uygulama aşamasında nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda bilgi notu verilmiştir. Katılımcılardan kişisel bilgileri istenmemiştir. Ölçeğin uygulanması yaklaşık 10-15 dakikalık bir süreyi kapsamaktadır. 30 maddeden oluşan ölçek değişik sosyo-ekonomik özellikler gösteren kadın ve erkekler üzerinde uygulanmıştır. Araştırmada toplam 550 form kullanılmış ve bunların 497’si (%90,3’ ü) geri dönmüştür. Tam olarak doldurulmamış olan 42 form, tüm yanıtların aynı seçenekten verildiği ya da çift yönlü uç değerleri veren 12 form çıkartılmış kalan 443 form üzerinde analizler gerçekleştirilmiştir. Verilerin Analizi Ölçeğin yapı geçerliliğini sağlamak için geçerlilik ve güvenilirlik testi yapılmıştır. 15 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Veriler bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra, SPSS 17.0 paket programı ile analizler yapılmıştır. Bu analizlerde maddelerin psikometrik özellikleri (madde ayırı-cılık gücü ve madde-toplam puan korelasyonları) ve testin psikometrik özellikleri (yapı geçerliği ve güvenirlik) belirlenmeye çalışılmıştır. BULGULAR Bu bölümde deneme uygulamasından elde edilen verilerin analizi ile ulaşılan bulgulara ve bulgulara ilişkin yorumlara yer verilecektir. Geçerlik Ölçeğin yapı geçerliğini analizlerini gerçekleştirmeden önce örneklem uygunluğunu incelemek amacıyla KaiserMeyer Olkin (KMO) ve Bartlett testi yapılmıştır. Bir ölçme aracının geçerliliği, aracın ölçmeyi amaçladığı özelliği ne denli doğru ölçtüğüne işaret etmektedir. Faktör analizi aynı zamanda yapı geçerliliği hakkında bilgi vermektedir. Faktör analizinin yapılabilmesi için yeterli sayıda örnekleme ulaşılması gerekmektedir. KMO katsayısı, 1’e yaklaştıkça verilerin analize uygun olduğu, 1 olmasında ise mükemmel bir uyum olduğu anlamına gelir ve ,70’in üzerinde değer veren veri kümeleri faktörleşme için uygundur (Pett, Lackey ve Sullivan, 2003; akt: Di Lorio). Bartlett küresellik testi korelasyon matrisinin faktör analizi için uygun olup olmadığını değerlendirmek amacı ile kullanılır. Bartlett testi sonucunda elde edilen değerler istatistiksel açıdan anlamlı olduğu durumda verilerin faktör analizi için uygun olduğu kabul edilmiş olur (Munro, 2005). Araştırmanın verileri ile gerçekleştirilen KMO ve Bartlett testi sonuçları Tablo 2’de yer almaktadır. Test sonuçlarına göre KMO katsayısı ,882; Bartlett testi ki-kare değeri 3389,153 (df=435) ve istatistiksel açıdan anlamlı (sig.=.000) bulunmuştur. Bu sonuçlara göre veriler temel bileşenler analizi için uygun olduğundan ölçeğin yapı geçerliğini saptamak amacıyla toplanan verilerin temel bileşenler analizi yöntemi ile faktör yapısına bakılmıştır. Madde toplam puan korelasyonunun yorumlanmasında mutlak ölçüler dikkate alınmıştır. Buna göre korelasyonu ,30 ve daha yüksek olan maddelerin bireyleri iyi derecede ayırt ettiği, ,20-,30 arasında kalan maddelerin zorunlu görüldüğü takdirde ölçeğe alınabileceği, ,20’den düşük maddelerin ise ölçeğe alınmaması gerektiği söylenebilir (Büyüköztürk, 2009). Maddelerin ortalamaları, standart sapmaları, madde- toplam puan korelasyonları ve madde ayırt edicilikleri Tablo 3’dedir. Tablo 2. KMO ve Bartlett Testi Sonuçları Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) Bartlett Testi 16 Measure of Sampling Adequacy ,882 Ki-Kare 3389,153 Serbestlik 435 Sig. ,000 Altınova ve Duyan Tablo 3. TCAÖ’nın Ayırt Edici Özellikleri X SS Extraction Component Matrix(a) Corrected ItemTotal Correlation M1 3,5463 1,58885 ,406 ,454 ,406 M2 2,6862 1,58141 ,421 ,488 ,424 M3 2,6826 1,58141 ,326 ,213 ,256 M4 3,5440 1,56741 ,558 ,480 ,432 M5 4,1919 1,32560 ,665 ,504 ,441 M6 3,9661 1,47566 ,550 ,367 ,322 M7 3,2709 1,58720 ,529 ,540 ,476 M8 3,6298 1,47933 ,550 ,464 ,413 M9 2,3160 1,36683 ,512 ,419 ,385 Madde M 10 2,3160 1,36683 ,445 ,279 ,213 M 11 2,9278 1,65708 ,498 ,430 ,354 M 12 4,2438 1,29362 ,544 ,610 ,539 M 13 3,4537 1,48735 ,550 ,408 ,354 M 14 3,0000 1,50565 ,398 ,462 ,395 M 15 3,6027 1,47381 ,478 ,362 ,314 M 16 3,0000 1,65456 ,419 ,480 ,413 M 17 3,1242 1,67100 ,517 ,542 ,469 M 18 3,5937 1,63174 ,506 ,650 ,581 M 19 4,6366 1,03391 ,411 ,472 ,408 M 20 4,6366 1,03391 ,607 ,253 ,223 M 21 3,5124 1,64405 ,485 ,574 ,501 M 22 3,6005 1,52674 ,401 ,496 ,435 M 23 3,6005 1,52674 ,568 ,289 ,250 M 24 3,0474 1,46760 ,513 ,589 ,518 M 25 3,0474 1,46760 ,425 ,229 ,211 M 26 3,8916 1,43707 ,516 ,644 ,578 M 27 3,7043 1,55026 ,506 ,399 ,336 M 28 2,8939 1,65593 ,469 ,453 ,390 M 29 3,5914 1,55666 ,441 ,420 ,355 M 30 3,5463 1,58885 ,473 ,572 ,500 17 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Ölçeğin güvenirlik çalışması için 30 maddeden oluşan bir madde listesi hazırlanmış ve uygulanmıştır. İç tutarlılık ölçüsü olarak hesaplanan güvenirlik katsayılarında 5 maddenin istenilen düzeyde olmadığı için ölçekten çıkartılmış ve geri kalan 25 madde için geçerlik katsayılarının istenilen düzeyde olduğu görülmektedir. Güvenirlik Ölçeğin boyutlarına ilişkin olarak hesaplanan güvenirlik analizi sonuçları Cronbach Alpha katsayısı ile hesaplanarak Tablo 4’de verilmiştir. Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’nin bütününe ait iç tutarlılık ölçüsü olarak hesaplanan güvenirlik katsayısının (Cronbach Alpha ,872) istenilen düzeyde olduğu görülmektedir. Bu sonuçla ölçeğin 25 madde için güvenirliğinin sağlandığı ifade edilebilir. Puanlama Bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını ölçmek üzere geliştirilen ölçekte, toplam 25 madde bulunmaktadır. Maddelerin 10’u olumlu, 15’i olumsuz olarak yazılmıştır. Beşli Likert şeklinde oluşturulan ölçekte Maddelerde belirtilen düşünceye, bireylerden “tamamen katılıyorum (5), katılıyorum (4), kararsızım (3), katılmıyorum (2), tamamen katılmıyorum (1) olmak üzere beş derecede görüş bildirmeleri istenmektedir (Ek 1) olumsuz maddeler tersten hesaplanmaktadır. Ölçekte 2., 4., 6., 9., 10., 12., 15., 16., 17.,18., 19., 20., 21., 24. ve 25. maddeler olumsuz olup tersten hesaplanmaktadır. Buna göre, ölçekten alınabilecek puanlar 25-125 aralığında olup, yüksek puanlar toplumsal cinsiyet algısının olumlu olduğunu ifade etmektedir. SONUÇ Bu çalışmada “Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği”’nin geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmıştır. Öncelikle toplumsal cinsiyet kavramına açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyeti oluşturan etmenlere yer verilmiştir. Bireylerin toplumsal cinsiyet algılarını ölçmek üzere geliştirilen ölçek 25 maddeden oluşmaktadır (Ek 1). Araştırmanın sonuçları, ölçüm aracının tek boyuttan oluştuğunu ve alfa güvenirlik katsayılarının kabul edilebilir düzeyde olduğunu ortaya koymuştur. Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği yetişkin insanların toplumsal cinsiyet rol ve algılarını değerlendirmek için düzenlenen kendi kendini bildirim tarzında bir değerlendirme aracıdır. Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’ne ilişkin olarak hesaplanan güvenirlik analizi sonuçları Cronbach Alpha katsayısı ile hesaplanmıştır. Bu katsayı ölçek için 0.872 olarak hesaplanmıştır. Sonuç olarak Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği’ni oluşturan maddelerin istendik özelliklerde olması, Ölçeğin güvenirliğinin ve geçerliğinin yüksek olması, bu ölçeğin insanların toplumsal cinsiyet algısını belirmede kullanılabileceğini göstermektedir. Tablo 4. Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeğine Ait Güvenirlik Analizi Sonuçları Ölçeğin Boyutları 1 18 Madde Sayısı 25 Cronbach Alpha Güvenirlik Katsayısı ,872 Altınova ve Duyan Çalışmada test-tekrar test uygulaması yapılmamış olması çalışmanın bir kısıtlılığı olarak ele alınabilir. Bu çalışma bir ölçek geliştirme çalışması olduğundan üzerinde çalışılan örneklemin toplumsal cinsiyet algı düzeyine bakılmamıştır. Araştırmacılar gerçekleştirecekleri ileri çalışmalarda daha geniş ve farklı örneklemler üzerinde çalışabilir ve bu örneklemlerin toplumsal cinsiyet algı düzeylerini farklı değişkenler açısından inceleyebilirler. Ayrıca gerçekleştirilecek toplumsal cinsiyet eğitimi, farkındalığı gibi etkinliklerinden önce ve sonra yapılacak uygulamalar ile grupların toplumsal cinsiyet algı düzeylerinde oluşabilecek farklar araştırılabilir. Bu bağlamda ölçek toplumsal cinsiyet algılarının düşük olduğu düşünülen gruplar için bir değerlendirme aracı olarak kullanılabilir. Ayrıca ölçek, toplumsal cinsiyet algılarını güçlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilebilecek mesleki uygulamaların (bireylerle sosyal hizmette, gruplarla sosyal hizmette gibi) etkililiğini değerlendirebilmek amacıyla da kullanılabileceği düşünülmektedir. Ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmalarının yürütüldüğü araştırma grubu çocukları ilköğretime devam eden velilerdir. Dolayısıyla ölçeğin geçerlik ve güvenirliği için farklı örneklemler üzerinde yapılacak çalışmalar da son derece önemlidir. Çeşitli düzeylerdeki gruplarla ölçek uygulanabilir. Ayrıca çeşitli meslek grupları mensuplarının toplumsal cinsiyet algı düzeyleri bu ölçek ile belirlenebilir. Sonuç olarak bireylerin toplumsal cinsiyet algı düzeylerinin belirlenmesi bireysel farkındalık düzeyinin geliştirilmesinde katkı sağlayabilir. Bu ölçek bu konuda yapılabilecek diğer çalışmalarla geliştirilebilir. KAYNAKÇA Akhun, İ. (2000). Kız çocuklarının mesleki eğitime ve istihdama yönelimleri. Ankara: Cem Ofset. Akın, A. (2007). Cinsiyet rollerinin kadının günlük yaşamına etkisi. Http://www.Gencgazeteciler.Org/Crolleri.Asp 11 Aralık.2007’ de alınmıştır. Akın, A. ve Demirel, S. (2003).Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkisi. Cumhuriyet üniversitesi tıp fakültesi dergisi, 25 (4), 73-82. Aksoy, N. (2006). Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ve kadının statüsü genel müdürlüğünün rolü. TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Uzmanlığı Tezi, Ankara. Altan, S. (2001). Eğitim materyallerinde cinsiyetçi öğeler. Ankara: Can Matbaacılık. Atauz, A.,Kardam, F.,Saktanber, A. ve Yalın, H.İ. (1999). Toplumsal cinsiyet eğitimi el kitabı. Kadın İstihdamını Geliştirme Projesi T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü. Aydın B., Kavuncu, A, N, (1991). Farklı sosyo-ekonomik düzeylerdeki lise öğrencilerinde cinsiyet rollerinin araştırılması. Psikolojik danışma ve rehberlik dergisi, 1 (2), 23–39 Basow, S. A. (1992). Gender: stereotypes and roles (3. Baskı). Pasific Grove, Ca: Brooks/Cole. Bora, A. Üstün, İ. (2005). Sıcak aile ortamı: demokratikleşme sürecinde kadın ve erkekler. Tesev Yayınları. Büyüköztürk, Ş. (2009). Sosyal bilimler için veri analizi el kitabı, Ankara: Pegem Akademi Di L. ve Colleen K. (2005). Measurement in health be-havior methods for research and education. USA: Pub. John Wiley & Sons Inc. Dökmen, Z.Y. (2006). Toplumsal cinsiyet. İstanbul: Sistem Yayıncılık Ecevit, Y. (1985). Üretim ve yeniden üretim sürecinde ücretli kadın emeği. Toplumsal araştırmalar dergisi, Şubat-Mart, 72–93 19 Toplum ve Sosyal Hizmet Ertürk, Y. (1996). Alternatif kalkınma stratejileri: toplumsal cinsiyet, kadın ve eşitlik. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 2 (1–2), 341–356 Fichter, J. (1994). Sosyoloji nedir. (Çeviren: N. Çelebi ) Ankara: Atilla Kitabevi Giddens, A. (2000). Sosyoloji. Ankara: Ayraç Yayınları Jolliffe, I. T. (2002). Principal component analysis, USA: Springer Series in Statistics, Second Edition. Kağıtcıbaşı, Ç. (1999). Sosyal psikoloji. İstanbul: Evrim Yayınevi Kammayer, K; Ritzer G; Yetman, N. (1997). Sociology experiencing -changing societies, 7. Baskı, Boston: Allyn ve Bacon Mackie, D. M., Hamilton, D. L., Susskind, J. ve Rosselli, F. (1996). Social psychological foundations of stereotype Formation. (Derleyenler: C. N. Macrae, C. Stangor ve M. Hewstone), Stereolype And Stereotyping Ny: Guilford, 41–47 Munro, B. H.. (2005). Statistical methods for health care research, (5. Baskı). USA: Lippincott Williams and Williams Özvarış, S. (2008). Toplumsal cinsiyetsağlık ilişkisi ve türkiye’deki durum. 1 kadın sağlığı kongre “”kadına yönelik şiddet”.20–22 Mart 2008. Powell, G.N. ve Greenhaus, J.H. (2010). Sex, gender, and decisions at the family work ınterface. Journal of management. 36 (4),1011-1039 Sakallı-Uğurlu, N. (2003). Cinsiyetçilik: kadınlara ve erkeklere ilişkin tutumlar ve çelişik duygulu cinsiyetçilik kuramı. Türk psikoloji yazıları, 6 (11–12), 1–20 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Spence, J. T., Helmreich, R., & Stapp, J. (1974). The personal attributes questionnaire: a measure of sex role stereotypes and masculinity-femininity. Journal supplement abstract service catalog of Selected Documents İn Psychology, 4, 43. (Ms. No. 617) Tanrıöver, H. (2003). Türkiye’de Televizyon Kültürü ve Kadınlar. Kadın Yaşantıları. (Yayına Haz. Ayşegül Yaraman) İstanbul: Bağlam Yayınları. Tekeli, Ş. (1988). Kadınlar İçin: Yazılar (1977-1987). Femizim Nedir, Ne Değildir. İstanbul: Alan yayıncılık. Tekin,İ. (2006). Kadın Sorunlarına Yönelik Sosyal Sorumluluk Kampanyaları Ve Reklamlarda Kadın Cinsiyetinin Sunumu. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalı Reklamcılık Ve Tanıtım Bilim Dalı, İstanbul. Terzioğlu, F. ve Taşkın, L. (2008). Kadının toplumsal cinsiyet rolünün liderlik davranışlarına ve hemşirelik mesleğine yansımaları. C.Ü. Hemşirelik yüksekokulu dergisi. 12 (2), 62-67 Tok, Y. (2001). Cinsiyet rolleri ile ilgili farklı kalıp yargılara sahip üniversite öğrencilerinin saldırganlık düzeyleri. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Üner, S. (2008). Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına yönelik aile içi şiddetle mücadelede temel eğitim seti. TC Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, UNFPA, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Ankara: Dumat Ofset Sakallı-Uğurlu, N. (2002). Çelişik duygulu cinsiyetçilik ölçeği: geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk psikoloji dergisi, 17 (49), 47 – 5 Yogev, S.P. (2006). Ergenlerde toplumsal cinsiyetin kazanılması aile, okul ve arkadaş etkisi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Spence, J.T. ve Helmreich, R.L. (1978). Masculinity and femininity: their psychological dimensions, correlates, and antecedents. Austin, Tx: University Of Texas Press. Zanna, M. P. ve Pack, S. J. (1975). On the self-fulfilling nature of apparent sex differences in behavior. Journal of experimental social psychology, 11, 583–591. 20 Altınova ve Duyan Ek 1: Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği Tamamen katılıyorum Katılıyorum Kararsızım Katılmıyorum Tamamen katılmıyorum Aşağıda yer alan ifadelere ne derece katıldığınızı “Kesinlikle katılmıyorum”, “Kısmen katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Kısmen katılıyorum”, “Kesinlikle katılıyorum” seçeneklerinden birini (x) işareti ile belirtiniz. Lütfen hiçbir soruyu cevapsız bırakmayınız. 1. Evlilik, kadının çalışmasına engel olmaz. () () () () () 2. Kadın sadece ailesinin ekonomik sıkıntısı varsa çalışmalıdır () () () () () 3. Çalışan kadın da çocuklarına yeterince zaman ayırabilir. ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) 4. Kadınlar anne olduktan sonra çalışmamalıdır. () () () () () 5. Kadın siyasetçiler de başarılı olabilir. () () () () () 6. Kadınlar evlendikten sonra çalışmamalıdır. () () () () () 7. Çalışma hayatı kadının ev işlerini aksatmasına neden olmaz. () () () () () 8. Çalışan bir kadın hayattan daha çok zevk alır. () () () () () 9. Kadınlar erkekler tarafından her zaman korunmalıdır. () () () () () 10. Kocası izin vermiyorsa kadın çalışmamalıdır. () () () () () 11. () () () () () Kadınlar yönetici olabilir. 12. Çalışan bir kadın kazandığı geliri eşine vermelidir. () () () () () 13. Çalışan bir kadın çocuklarına daha iyi anne olur. () () () () () 14. Erkekler de çamaşır bulaşık gibi ev işlerini yapmalıdır. () () () () () 21 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 () () () () () 17. Kadınlar kendi başına ticarethane gibi yerler (kafe, market, emlakcı gibi) açmamalıdır. Tamamen katılıyorum 16. Bir ailenin gelirini erkekler sağlamalıdır. Katılıyorum () () () () () Kararsızım 15. Kocasız kadın sahipsiz eve benzer. Katılmıyorum Tamamen katılmıyorum Toplum ve Sosyal Hizmet () () () () () 18. Kadınların birinci görevi ev işlerini üstlenmektir. () () () () () 19. Bir kadın kocasından fazla para kazanmamalıdır. () () () () () 20. Erkek her zaman evin reisi olmalıdır. () () () () () 21. Toplumun liderliği genellikle erkeklerin elinde olmalıdır. () () () () () 22. Kız çocuklarına da erkek çocuklar kadar özgürlük verilmelidir. () () () () () 23. Bir kadın kendi haklarına sahip olabilmesi için gerekirse kocasına karşı çıkabilmelidir. () () () () () 24. Kadın kocasından yaş olarak daha küçük olmalıdır. () () () () () 25. Ailedeki önemli kararları erkekler vermelidir. () () () () () 22 Özmete ve Laleoğlu Araştırma İNSANİ HİZMET ÖRGÜTLERİNDE SOSYAL ÇALIŞMACILARIN KARŞILAŞTIKLARI MOBBİNG DAVRANIŞLARI İLE İŞ TATMİNİ VE SAĞLIK SORUNLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ1 Assessing the Relationship between Mobbing Behaviours Fronted by Social Workers in Human Services Organizations and Their Work Satisfaction and Health Problems Emine ÖZMETE* Ayşegül LALEOĞLU** *Prof.Dr. Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü **Bilim Uzmanı, Diyarbakır Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü 1 Bu makale “İnsani Hizmet Örgütlerinde Mobbing Davranışlarının Değerlendirilmesi” konulu Yüksek Lisans tezinin verileri kullanılarak hazırlanmıştır. ÖZET Bu araştırma insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarına ilişkin değerlendirmelerini; mobbing davranışları ile iş tatmini ve yaşanan sağlık sorunları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla yürütülmüştür. Mobbing, iş yaşamında geçmişten bu yana yaşanan ancak yeni adlandırılmış bir olgudur. Günümüzde çalışanların motivasyonunu, verimliliğini, sağlığını ve iş tatminini olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörlerden biri “mobbing”dir. Çünkü mobbing; bir ya da birkaç bireyin genellikle tek bir bireye karşı sistematik bir şekilde uyguladıkları düşmanca ve ahlaki olmayan davranışları içermektedir. Bu durum bireyi savunmasızlığa ve çaresizliğe itmekte; devam eden taciz davranışlarıyla da bireyin bu durumdan kurtulması engellenmektedir. Bu nedenle mobbing; birey, grup ve toplumun tümü üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. İnsani hizmet örgütlerinde görev yapan 228 sosyal çalışmacının katıldığı bu araştırmada; mobbing davranışlarına maruz kalanların hem iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği, hem de yöneticiler ile ilişkiler açısından iş yaşamından duydukları tatminin azaldığı; depresyon nöbetleri, psikolojik/duygusal sorunlar ile fiziksel sağlık sorunları yaşama sıklıklarının da arttığı belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Sosyal hizmet, sosyal çalışmacı, sorunları mobbing, iş tatmini, sağlık ABSTRACT This research has been conducted to present the evaluations on mobbing behaviors of social worker who work in human service organizations. It also handles the relation between mobbing behaviors-job satisfaction and health problems. Mobbing has been in existence from past till today, but it is a phenomenon which is currently encountered. It is one of the most important factors that 23 Toplum ve Sosyal Hizmet affect people’s motivation, productivity of work, health and job satisfaction negatively. As mobbing includes immoral and hostile behaviors directed towards an individual systematically, this situation pushes the individual into vulnerability, and on going molestations prevent the individual’s recovery from this situation. For this reason mobbing causes negative effects on the individual, group and society. 228 social workers participated to this study, and the social workers who faced mobbing behaviors experienced that their satisfaction from working life, both with their collaborators and administrators, has decreased and their depressions, crises, psychological/emotional problems and physical health problems have been on the increase. Key Words: Social work, sosyal çalışmacı, mobbing, job satisfaction health problems GİRİŞ Günümüzde çalışanların motivasyonunu, verimliliğini, sağlığını ve iş tatminini olumsuz yönde etkileyen en önemli konulardan biri “mobbing”dir. Mobbing çalışanların iş tatminini ve sağlığını olumsuz etkilemekte; örgütte performansın ve verimin düşmesine neden olmaktadır (Jelic ve diğerleri, 2005:347). Böylece “mobbing”in çok yönlü olarak analiz edilmesinde yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Bu makale insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing mağduru olma durumlarını; mobbingin çalışanların iş tatmini ve sağlık durumları üzerindeki etkilerini açıklamayı amaçlamaktadır. Örgütsel verimliliğin ve örgütsel bağlılığın oluşmasındaki en önemli unsur örgütsel güvendir. Bir örgüt, çalışanları karar alma süreçlerine dahil ederek, sorumluluk ve yetki alanlarını genişletip, 24 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kendi kontrol alanlarını oluşturarak, çift yönlü bilgi akışı ile etkin bir iletişim sağlayarak, çalışanlarda örgüte karşı güven duygusunu geliştirebilir. Güven ile şekillenen iş ilişkileri, işbirliği yaratmakta, çatışma oranını düşürmekte ve iş tatminini artırarak çalışanlar arasındaki ayrılma eğilimini azaltmaktadır (Locke, 1976:1327). Ancak son yıllarda insani hizmet örgütlerinde sıklıkla ortaya çıkan mobbing davranışlarının örgütte istenen bu güven atmosferini bozduğu görülmektedir. Mobbing örgütlerde, bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmalara, olumsuz örgüt iklimine, örgüt kültürü değerlerinde çöküşe, güvensiz bir çalışma ortamına, genel saygı duygularında azalmaya ve çalışanlarda isteksizlik nedeniyle yaratıcılığın kısıtlanmasına neden olmaktadır (Tınaz, 2006:7). Örgütlerde yaşanan mobbing, çalışanları kısa ve uzun dönemde etkileyerek, bireylerin çeşitli sağlık sorunları yaşamasına ve buna bağlı olarak da işten duydukları tatminin azalmasına neden olabilmektedir. Aynı zamanda bu süreçte çalışanların örgüte ilgi ve bağlılığının, sorumluluk duygusunun azalması; işte hata yapma ve yetersizlik duygusu, doğrudan ortaya çıkan yansımalarıdır. İşe devamsızlık yapma, işe geç gelme, işten erken ayrılma, ani emeklilik istemi, iş tatminsizliği ve işe yoğunlaşamama ise dolaylı olarak ortaya çıkan durumlardır (Tengilimoğlu, 2005:29). Sosyal hizmet açısından işyerinde mobbing konusu; birey, grup ve toplumun tümü üzerindeki duygusal ve diğer olumsuz etkileri nedeni ile önemlidir. İtibar ve saygı herkesin hakkı olduğu için işyerinde bireye nasıl davranıldığı gerçekte temel insan hakları sorunudur. Bu nedenle özellikle sosyal hizmet Özmete ve Laleoğlu bakış açısı ile sosyal çalışmacıların araştırma kapsamına alınarak konunun değerlendirilmesi, bilimsel olarak alana katkı sağlayacak verilerin elde edilmesi açısından önemlidir. KAVRAMLARIN TANIMLANMASI Mobbing İngilizce “mob” kökünden gelen mobbing kavramı “yasal olmayan biçimde şiddet uygulayan kalabalık ya da çete” anlamında kullanılmaktadır (Bayrak, 2001:3). Türkçe karşılığı saldırma, sataşma, hücum etme olsa da bildiğimiz kaba şiddetten farklı bir durumu içerdiğinden “psikolojik terör”, “ruhsal taciz”, “psikolojik taciz”, “duygusal taciz”, “ psikolojik şiddet” kavramları ile açıklanmaktadır (Yavuz, 2007:11). Mobbing, iş yaşamında geçmişten bu yana yaşanan ancak yeni adlandırılmış bir olgudur. Mobbing kavramı çalışmalarda farklı şekillerde tanımlanmıştır: Brodsky 1976 yılında, mobbing kavramını bir bireyin bir başkasını yıpratmak, engel olmak ya da eziyet etmek için sürekli ve tekrar eden davranışlarda bulunması olarak tanımlamıştır. Mobbingin karşı tarafı kışkırtacağını, üzerinde baskı yaratacağını, korkutup, sindireceğini diğer bir anlatımla rahatsız edeceğini açıklamıştır (Brodsky, 1976:30). İş yerinde mobbing kavramı geniş şekli ile 1980’li yılların sonunda İsveç’te yaşayan Alman Çalışma Psikoloğu Dr. Heinz Leymann tarafından tanımlanmaktadır. Leymann’ a (1990) göre mobbing; bir ya da birkaç bireyin genellikle tek bir bireye karşı sistematik bir şekilde uyguladıkları düşmanca ve ahlaki olmayan davranışları içermektedir. Bu durum bireyi savunmasızlığa ve çaresizliğe itmekte; devam eden taciz davranışlarıyla da bireyin bu durumdan kurtulması engellenmektedir. Söz konusu davranışlar sıklıkla tekrarlanmakta (en az haftada bir kez) ve belirli bir süreçte (en az altı ay) devam etmektedir. Zapf (1999:70) 1990 lı yıllarda mobbingi çalışanların öz benliğinin parçalanmasına neden olacak; itibar ve statüsünü düşürecek kötü davranışlar serisi olarak açıklamıştır. Hoel ve arkadaşları (2001) ile Salin (2001) ise mobbing tanımında mobbing davranışının birden fazla kişi tarafından, belirli bir zamandan bu yana sürekli olarak uygulanmasına dikkat çekerek; bir kez gerçekleşen vakaların mobbing olarak kabul edilmeyeceğini belirtmektedirler (Hoel, Cooper, Faragher, 2001:458; Salin, 2001:427). Mobbing ile ilgili farklı tanımlar yapılmasına karşın bu alanda çalışan araştırmacıların hem fikir oldukları bazı temel noktalar bulunmaktadır. Bunlardan ilki, mobbingin kurban tarafından olumsuz olarak algılanan agresif ve düşmanca hareketleri içermesidir. İkinci olarak, bu davranışların bir kez ve birbirinden bağımsız olarak gerçekleşen davranışlar değil, belirli bir süredir devam eden ve belirli bir sıklıkta gerçekleşen davranışlar olmasıdır. Üçüncü olarak, taraflar arasında belirgin bir güç dengesizliğinin bulunmasıdır, bu güç dengesizliği nedeniyle kurban eşit bir platformda kendisini savunamayacağı hissine kapılmaktadır (Salin, 2003:10). Söz konusu güç dengesizliği, kurumsal hiyerarşiden kaynaklanan resmi bir güç farklılığı olabileceği gibi, bireysel, durumsal ya da toplumsal güç farklarından da oluşabilmektedir (Salin, 2003:12). İşyerinde mobbing;(i) anlaşmazlık, (ii) saldırgan eylemler, (iii) psikolojik saldırılar ve (iv) istifa ya da işten kovulma 25 Toplum ve Sosyal Hizmet aşaması olmak üzere 5 aşamalı bir süreç olarak ortaya çıkmaktadır. Mobbing olgusunun, birey üzerinde olduğu kadar örgüt üzerinde de tahrip edici sonuçları vardır. Bu nedenle yöneticilerin, mobbingin hem çalışanlara hem de örgütlerine vereceği zararların ne denli ağır olacağının farkında olarak konu ile mücadele etmeleri ve buna son vermeleri gerekmektedir. İşveren açısından ortaya çıkan hasarlar, öncelikle ekonomik niteliktedir. Ancak bunun yanında ağır sosyal sonuçların oluşması da kaçınılmazdır (Tınaz, 2006:19). İş Tatmini İş tatmini en genel anlamda iş ortamına ilişkin olumlu ya da olumsuz duyguların tümü şeklinde ifade edilmektedir. Vroom (1967) ise iş tatmini “kişinin işini veya iş deneyimini değerlendirmesinden kaynaklanan hoşa giden veya olumlu duygusal durumdur” şeklinde açıklamaktadır. Locke (1976) iş tatminini, “bir kimsenin işini ya da deneyimini değerlendirmesi sonucunda oluşan, zevkli veya olumlu hisleri’” şeklinde tanımlamaktadır. Davis (1981), iş tatmini kavramını tanımlarken, işten duyulan memnuniyet ve mutluluk kavramlarına odaklanmıştır. Davis’e (1981) göre iş tatmini üç önemli boyutu vardır: (i) iş tatmini bireyin işe ve iş çevresine karşı duygusal yanıtıdır, (ii) iş tatmini genellikle kazançların ne ölçüde karşılandığı ya da beklentilerin ne kadar aşıldığının belirlenmesidir, (iii) iş tatmini birbirleriyle ilişkili çeşitli tutumları temsil eder. Bireyin yaşam tatmini ile yakından ilişkili olan iş tatmini (Feldman ve Arnold, 1983:197) yöneticiler için çalışanların işlerine karşı tutumlarının performans ve verimlilik üzerindeki etkisi açısından önemlidir. İş 26 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 tatmini, çalışanların bedensel ve zihinsel sağlıkları yanında bireysel fizyolojik ve ruhsal duygularının bir belirtisidir. Mobbing, İş Tatmini ve Sağlık Sorunları Çalışan bireylerin örgütte etkili olabilmeleri için sağlıklı olmaları gerekir. Örgütlerde yöneticiler ile çalışanlar, çalışanlar ile çalışanlar arasında yaşanan olumsuzluklar; iş ve görev tanımındaki yetersizlikler; çalışanların karar verme süreçlerine katılmaması gibi sorunlar çalışanları kısa ve uzun dönemde etkileyerek, işten duyulan tatmini azaltmakta; örgütsel faaliyetlerde verimliliği ve performansı düşürmektedir (Tutar, 2004). Son yıllarda çalışma yaşamında olumsuz bir atmosferin oluşmasındaki en önemli risk faktörlerinden biri olarak mobbing, bireylerin mesleki bütünlük ve benlik duygusunu zedelemekte; kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırıp, paranoyaya ve kafa karışıklığına neden olmaktadır. Böylece kurban olarak seçilen birey kendine güven duygusunu yitirmekte, huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duygularını yaşayabilmektedir. Mobbing, ağlama, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratabilmektedir. Birçok araştırma; kalp hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, yüksek tansiyon, gerginlik ve depresyon gibi sorunların, bireyin işinden ve çalışma koşularından memnun olmayışından kaynaklandığını göstermektedir (Baltaş ve Baltaş, 2003). Örgütler için olumsuz bir çalışma çevresi yaratan, çalışanın mesleki başarısını, sosyal ilişkilerini ve sağlığını olumsuz yönde etkileyen mobbing, iş tatmini Özmete ve Laleoğlu azaltan ve bireyi işten ayrılmaya kadar zorlayan bir durumdur. Bu çalışma insani hizmet örgütlerinde çalışan sosyal hizmet uzmanlarının mobbing davranışlarına maruz kalma durumları; mobbing davranışlarının iş tatmini ve sağlık sorunları üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Özellikle ülkemizde mobbing ve sosyal hizmet ilişkisini ortaya koyan çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Toplumsal değişim sürecinde ve çalışma yaşamının çoğu zaman yazılı olmayan değişen kuralları çerçevesinde bu çalışmada sosyal hizmet ve mobbing arasındaki ilişki de açıklanacaktır. Mobbing ve Sosyal Hizmet Çalışmak, bireyin yaratıcı gücünü kullanabilmesi, kendini gerçekleştirebilmesi, işlevselliğini kullanarak toplumla bütünleşmesinde en önemli araçlardan biridir. Bu nedenle çalışma yaşamını olumlu ya da olumsuz olarak etkileyen tüm faktörlerin farklı boyutları ile saptanması gerekmektedir. Bu süreçte örgüt yöneticilerinin, ortaya çıkan olumsuz duruma yönelik çözüm yollarını üretebilmesi, yardımcı ve destekleyici mekanizmaları oluşturabilmesi, barışçıl ve hoşnut bir çalışma ortamının yaratabilmesi açısından önemlidir (Işıkhan, 1994:379). Bilindiği gibi son yıllarda çalışma yaşamındaki barışçıl atmosferi bozan mobbbing olgusu sosyal çalışmacılar için birey, grup ve toplumun tümü üzerindeki duygusal ve diğer olumsuz etkilerinin ortaya çıkması nedeni ile önemlidir. İtibar ve saygı herkesin hakkı olduğu için işyerinde bireye nasıl davranıldığı temel insan hakları sorunudur (Reichert, Çev. Özmete 2010:2). İşyerindeki istismarın bu şeklinin yaygınlaşması, sosyal çalışmacıların mobbing olgusunu anlamasını zorunlu hale getirmektedir. İşyerindeki çatışma ve istismar gerçeği mobbing dinamiklerinin, kültürünün ve diğer ilişkili faktörlerin daha derinlemesine anlaşılmasını gerektirir. Örgütte mobbinge maruz kalan bir sosyal çalışmacının performans düzensizliklerinin neden olduğu olumsuzluklar, örgüte katkısından daha fazladır. Özellikle uzmanın örgütte istenilen performans seviyesine ulaşamaması çoğunlukla mobbingin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Mobbingin, sosyal çalışmacılar üzerinde bıraktığı psikolojik etkilerin giderilmesine yönelik yapılacak müdahale çalışmaları, bu bireylerin çalışma yaşamlarına daha sağlıklı bir şekilde dönmelerini kolaylaştıracaktır. Materyal ve Metot Araştırma, insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing davranışları ile karşılaşma durumlarını; mobbing davranışları ile işten duydukları tatmin ve sağlık sorunları yaşama sıklıkları arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile planlanmıştır. Araştırma Evreninin Saptanması ve Örnek Seçimi Araştırmanın evrenini halen bir insani hizmet örgütünde (yalnızca kamu kuruluşları) görev yapan sosyal çalışmacılar oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi kartopu örnekleme yöntemi ile belirlenmiştir. Kartopu örnekleme yöntemi, özellikle bir çerçevenin mevcut olmaması ya da oluşturulmasının güç olduğu durumlarda kullanılmaktadır. Bu yöntemde, örnekleme süreci tanımlanan evrende yer alan bir bireyin, genellikle rassal olarak seçilmesiyle başlar. Belirlenen bu birey örneklemeye 27 Toplum ve Sosyal Hizmet giren birinci birimdir. Temas kurulan birimin yardımıyla ikinci birime, ikinci birimin yardımıyla üçüncü birime gidilir. Bu şekilde, sanki bir kartopunun büyümesi gibi örneklem büyüklüğü genişler (Yazıcıoğlu ve Erdoğan, 2004:45). Bu süreç araştırmacı tarafından belirlenen en hacimli örneklem oluşturuluncaya kadar sürdürülür. Bu araştırmada örneklem; araştırma sırasında ulaşılabilen ve araştırmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden sosyal hizmet uzmanlarından oluşmaktadır. Veri Toplama Yöntem ve Araçları Araştırma kapsamına alınan sosyal hizmet uzmanlarının araştırma konusu açısından iş yerindeki mevcut durumlarını ortaya koyabilecek verilerin elde edilmesinde anket tekniğinden yararlanılmıştır. Anket formunda yer alan soruların insani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal hizmet uzmanlarının mobbinge maruz kalma davranışlarına ilişkin değerlendirmelerini, yaşadıkları sağlık sorunlarını ve işten duydukları tatmini ölçüp ölçmediği yapı geçerliliği analizi ile test edilmiştir. Analiz sonucunda anket formunda aynı ve farklı yapıyı ölçen sorular belirlenmiş, soruların bir yapı altta yer alıp almadıkları ise madde faktör yük değeri ile incelenmiştir. Faktör analizinde yük değerinin 0.45 ve üstü olması önerilmekle birlikte pratikte 0.30 yük değerinin alt sınır olarak alına bildiğine de rastlanılmaktadır. Bu çalışmada bir maddenin faktör yük değerinin 0.30 ve üstünde olması yeterli kabul edilmiştir. Bu değerin üstünde olan sorular seçilerek, bu değerin altında kalanlar çalışmanın sonraki aşamalarında istatistiksel analizlere dahil edilmemiştir (Kerlinger, 1973:437) 28 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Anket formunun güvenirliği için iç tutarlılık katsayısı olan “Cronbach Alpha” hesaplanmıştır. Ayrıca anket formunda yer alan soruların olumlu tutum ve olumsuz tutumları ayırt etme gücü madde analizi yapılarak incelenmiştir. Bu amaçla madde toplam puanları arasındaki korelasyonlar hesaplanmıştır. Araştırma verilerinin elde edilmesinde kullanılan anket formu dört bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde araştırma kapsamına alınan bireyleri tanıtıcı bilgileri elde etmeyi amaçlayan cinsiyet, yaş, öğrenim düzeyi, medeni durum, çalışılan il ve kurum, kurumdaki pozisyon gibi sorular yer almaktadır. İkinci bölüm Aiello ve arkadaşları tarafından 2008 yılında İtalya’ da, çalışan bireylerin mobbinge maruz kalma durumlarını değerlendirmeleri amacıyla kullanılan ve geliştirilen “VOL. MOB.” adlı mobbing ölçeğinden oluşmaktadır. Bu ölçek esasında Leymann’ın mobbing ölçeğine dayanmaktadır. Çalışan bireyin iş arkadaşları ile ilişkilerinin ne düzeyde olduğu, bireyin fiziksel, psikolojik şiddete ve tacize maruz kalıp kalmadığı, yaptığı işle ilgili geribildirimlerin ne düzeyde olduğu, bireyin kendisini de ilgilendiren konularda görüşünün alınıp alınmadığı, işle ilgili değişikliklerden haberdar edilip edilmediği gibi konuları tespit etmeye yönelik sorular yer almaktadır. Mobbing ölçeğinin yapı geçerliliği için faktör analizi sonucunda Aiello ve arkadaşlarının (2008) geliştirdikleri ve bu araştırma için temel oluşturan mobbing ölçeğinde beş faktör ortaya çıkmıştır (Çizelge:1). Üçüncü bölümde Scott Macdonald ve Peter Maclntyre (1997) tarafından geliştirilmiş ve farklı meslek Özmete ve Laleoğlu çalışanları üzerinde uygulanmış 10 maddelik iş tatmini ölçeği bulunmaktadır. İş tatmini ölçeği iki faktörden oluşmaktadır (Çizelge:2). Anketin dördüncü bölümünde bireylerin sağlık sorunları yaşayıp yaşamadıklarını belirlemek amacı ile Leymann (1990) tarafından oluşturulan Sağlık Sorunları Ölçeği yer almaktadır. Sağlık sorunları ölçeğinde, çalışan bireyin uykusuzluk, baş ağrısı, sindirim sistemi sorunları, yorgunluk gibi sağlık sorunlarını ne düzeyde ve ne sıklıkta yaşadığını tespit etmeye yönelik sorular bulunmaktadır (Çizelge: 3). BULGULAR Araştırma sonucunda elde edilen bulgular; “ Sosyal Çalışmacıları Tanıtıcı Bilgiler”, “Sosyal Çalışmacıların İnsani Hizmet Örgütlerinde Mobbing Davranışlarını Değerlendirme Durumları”, “İş Tatmini” ve “Sağlık Sorunları” başlıkları altında verilmiş ve tartışmaları yapılmıştır. Sosyal Çalışmacıları Tanıtıcı Bilgiler Bu bölüm araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacılara ilişkin “Demografik Özellikler” ile “Çalışma Yaşamına İlişkin Bilgiler” başlıkları altında ele alınmıştır. Demografik Özellikler: Katılımcıların yaklaşık yarısı (%50,4) kadın, yarısı (%49,6) ise erkektir. Sosyal çalışmacıların yarısına yakını (%48,2) 29 ve daha küçük yaş gurubundadır. 30–39 yaş grubunda olanların oranı %24,7 iken; yaşı 40 ve daha büyük olanların oranı %27,1’dir. Katılımcıların yaşları 22–60 arasında değişmektedir. Ortalama yaş 32,08+64,808 olarak belirlenmiştir. Sosyal çalışmacıların %11,8’i yüksek lisans mezunudur. Çok az sayıda birey (%0,9) doktora yapmaktadır. Sosyal çalışmacıların %49,1’inin evli, %48,2’ünün bekar, %2,2’sinin boşanmış oldukları ve %0,4’ünün eşini kaybettiği saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınanların yarısına yakını %48,2’si bekardır. Evli olup çocuğu olmayan (%17,5) ile evli ve bir çocuklu (%17,1) olanların oranı birbirine yakındır. Sosyal çalışmacıların yalnızca %14,9’unun iki çocuğu vardır. Çalışma Yaşamına İlişkin Bilgiler: Araştırmaya katılan sosyal çalışmacıların yaklaşık üçte biri (%24,1) Marmara Bölgesinde, yaklaşık dörtte biri ise (%31,6) İç Anadolu Bölgesinde çalışmaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi (%5,3) ile Güneydoğu Anadolu Bölgesinde (%4,8) çalışan ve araştırmaya katılanların oranı daha düşüktür. Karadeniz Bölgesinde (%12,3), Ege Bölgesinde (%10,1) çalışanların oranı birbirine yakındır. Araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların %79’u (%34,6) Sağlık Bakanlığı’nda, 35’i (%15,4) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda, 32’si (%14,1) gençlik ve çocuk alanında, 30’u (%13,2) yaşlılık ve engellilik alanında, 30’u (%13,2) Adalet Bakanlığı bünyesinde, 8’i (%3,5) sosyal yardımlaşma ve dayanışma alanında, 7’si (%3,1) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nda, 6’sı (%2,6) kadın ve aile alanında, 1’i (0,4) ise Belediye’de çalışmaktadırlar. Sosyal çalışmacıların yarısından fazlasının (%89,9) uzman olarak, 20’ sinin uzmanlığın yanı sıra (%8,8) orta düzey yönetici olarak, 3’ünün de (1,3) üst düzey yönetici olarak çalıştıkları belirlenmiştir. Araştırmaya katılanların yarısına yakını (%49,1) 4 yıl ve 4 yıldan daha az süredir çalışmaktadırlar. 5–15 yıl aralığında çalışanların 29 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge 1. “VAL. MOB.” Ölçeği’nin (Aiello, Deitinger, Nardella ve Bonafede, 2008) Türkçe Uyarlamasında Ortaya Çıkan Faktörler FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.96) FAKTÖR 3 (Cronbach Alpha:0.90) İş arkadaşları ile ilişkiler İş ve kariyer ile ilgili engellemeler •İş arkadaşlarımın ben yokmuşum gibi davranırlar. •Uzmanlık gerektirmeyen basit işler bana verilir. •İş arkadaşlarım benimle yüksek ses tonuyla konuşurlar. •İş için kullandığım araç gereçler bana haber verilmeden kaldırılır. •İş arkadaşlarım arkamdan konuşur •Benim uzmanlık alanıma uygun olmayan işler bana verilir. •İş arkadaşlarım ile düşmanca ilişkilerim vardır •İş arkadaşlarım beni azarlamak için bahane ararlar. •İş arkadaşlarımın beni boykot ettiklerini düşünüyorum •İş arkadaşlarımın beni reddettiğini ve bana arkadaşça olmayan tavırlarla yaklaştıklarını düşünüyorum. •İşte aşağılayıcı sözlerin hedefi haline geldiğimi düşünüyorum. •Aldığım ücrete uygun olmayan işler bana verilir. •Gereksiz işler ile ilgili olarak çalışmam istenmektedir. •Kariyerimin yönetim tarafından engellendiğini düşünüyorum. •Yetenek gerektirmeyen işler bana veriliyor. •Kariyer gelişimimim kasten engellendiğini düşünüyorum. •Çevremde düşmanca bir havanın olduğunu hissediyorum •Çalışırken kendimi çok kaygılı hissediyorum. •İş arkadaşlarım tarafından izlendiğimi düşünüyorum. •İş arkadaşlarımın benimle ilgili olarak dedikodu yaptıklarını düşünüyorum. •Saygısızca davranışların hedefi haline geldiğimi düşünüyorum. •İş arkadaşlarım tarafından günah keçisi ilan edildiğimi düşünüyorum. •İş arkadaşlarımın sürekli bana baktığı izlenimine kapılıyorum. •Molalarda yalnız kalıyorum. •Kimsenin beni dinlemediğini düşünüyorum. 30 FAKTÖR 4 (Cronbach Alpha:0.86) Özel Yaşama Müdahale •Siyasi görüşlerim eleştiri odağı haline geliyor •İş arkadaşlarımın özelime girdiğini düşünüyorum •İş arkadaşlarım benim özel yaşamımla ilgili olarak gereksiz eleştirilerde bulunuyorlar. •İş arkadaşlarım benim dini inançlarımla ilgili olarak eleştirilerde bulunmaktadırlar Özmete ve Laleoğlu FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.90) FAKTÖR 5 (Cronbach Alpha:0.93) Tehdit ve taciz İşe bağlılık •İş arkadaşlarımdan yazılı tehditler alıyorum. •Hiçbir şey işten daha önemli değildir. •İşim benim için her şeyden önce gelir. •Hafif derecede fiziksel şiddete maruz kalıyorum. •Cinsel tacize maruz kaldığımı düşünüyorum. •Cinsel içerikli kabaca şakalara maruz kalıyorum. •Dış görünüşüm ile dalga geçiliyor. •İş arkadaşlarım kişisel eşyalarıma zarar veriyor. •İş arkadaşlarımdan telefonla tehditler alırım. Çizelge 2. İş Tatmini Ölçeği’nin (Scott Macdonald ve Peter Maclntyre,1997) Türkçe Uyarlamasında Ortaya Çıkan Faktörler FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.83) FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.78) İş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği Yöneticiler ile ilişkiler •İş arkadaşlarımla olan ilişkilerimi olumlu buluyorum. •İşimi iyi bir şekilde yaptığımda takdir edilirim. •Bu kurumda çalışmak bana kendimi iyi hissettiriyor. •İdare (yönetim) yaptığım işten dolayı beni önemsiyor. •İşim bana kendimi güvende hissettiriyor. •Yaptığım işten mutluluk duyuyorum. •Genel olarak, işimin sağlığım üzerinde olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır. •İşimde sahip olduğum tüm bilgi ve becerilerimi kullanabiliyorum. •İşimin karşılığı olarak aldığım ücreti yeterli buluyorum. •Amirlerimle olan iş ilişkilerim olumludur. 31 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge 3. Sağlık Sorunları Ölçeğinin (Leymann, 1990) Türkçe Uyarlamasında Ortaya Çıkan Faktörler FAKTÖR 1 (Cronbach Alpha:0.92) FAKTÖR 2 (Cronbach Alpha:0.87) Depresyon belirtileri Psikolojik duygusal sorunlar •Depresyon nöbetleri •Kaygı •İlgisizlik •Demoralizasyon •Mantıksız korkular •Agresiflik •Panik atak •Unutkanlık •İşle ilgili kritik konularda senaryo düşünceler üretme •Konsantrasyon sorunları •Bireylerarası güç ilişkiler •Aşırı güvensizlik duygusu •Aşağılık duygusu •Aşırı yorgunluk hissi FAKTÖR 3 (Cronbach Alpha:0.79) Fiziksel Sorunlar •Kendini suçlama duygusu •Uykusuzluk •Ağlama nöbetleri •Mide bulantısı / Kusma •Ritim bozukluğu •Kas sorunları •Migren, baş ağrısı •Gastrit oranı (%29,8), 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların oranı ise %12,1 olarak belirlenmiştir. Sosyal Çalışmacıların İnsani Hizmet Örgütlerinde Mobbing Davranışlarını Değerlendirme Durumları Bu bölümde sosyal çalışmacıların iş yerlerinde mobbing davranışlarını değerlendirme durumları; (i). İş arkadaşları ile ilişkiler, (ii). Tehdit ve taciz, (iii). İş ve kariyer ile ilgili engellemeler, (iv). Özel yaşama müdahale, (v). İşe bağlılık başlıkları altında incelenmiştir. Mobbinge Maruz Kalma: İş Arkadaşları İle İlişkiler Sosyal çalışmacıların iş yerinde iş arkadaşları ile ilişki ve etkileşime bağlı 32 ortaya çıkabilecek mobbing davranışlarına ilişkin değerlendirmeleri incelenmiştir. Buna göre sosyal çalışmacıların aşağılayıcı sözlerin hedefi _ haline gelmedikleri belirlenmiştir (x:6,53). Ancak diğer yandan sosyal çalışmacıların çoğunlukla iş arkadaşlarının arkalarından _ x:4,86), konuştuklarını ( dedikodu yap_ tıklarını (x:5.15) ve çalışırken kendilerini _ kaygılı hissettiklerini (x:5,59) belirttikleri ortaya çıkmıştır. Sosyal çalışmacıların iş yerinde ilişkilere bağlı olarak değerlendirdikleri mobbing davranışları sayı ve yüzde değerler dikkate alınarak yorumlanmıştır. Böylece iş arkadaşlarının kendilerini azarlamak için bahane aramadıkları(%67,5), iş arkadaşları ile düşmanca ilişkilere sahip olmadıkları (%64,0), iş arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini düşünmedikleri Özmete ve Laleoğlu (%63,2) ve kendilerine karşı arkadaşça olmayan davranışlarla karşılaşmadıkları (%60,1) belirlenmiştir. İş arkadaşları tarafından günah keçisi ilan edilmediğini düşünenlerin oranı %63,2’dir. İş arkadaşlarının sürekli kendilerine baktığı izlenimine kapılmadıkları (%57,0) ve molalarda yalnız kalmadıkları (%56,6) anlaşılmaktadır. Sosyal çalışmacılar iş yerinde saygısızca davranışların hedefi haline gelmediklerii (%58,3) ve kendilerinin dinlenmediğini düşünmediklerini (%57,0) belirtmektedirler. Ayrıca iş arkadaşlarının kendileri yokmuş gibi davranmadıklarını (%50, %32,9) ve kendileri ile yüksek ses tonunda konuşmadıklarını (%51,3, %37,3) belirttikleri anlaşılmaktadır. İş yerindeki ilişkiler ve etkileşim açısından sosyal çalışmacıların çok yüksek oranlarda olmasa da arkalarından konuşulması (%6,1, %6,1, %9,2), haklarında dedikodu yapılması (%7,0, %8,8, %9,2), ve böylece çalışırken kendilerini çok kaygılı hissetme (%4,4, %5,3, %9,2) gibi mobbing davranışları ile karşılaştıkları saptanmıştır. Dedikodu, arkadan konuşma gibi davranışlar mobbing sürecinde hedef seçilen kişiye yıldırmak üzere itibar ve statüsünü zedelemek için kullanılan yöntemlerin başında gelmektedir. Bu süreçte iş çevresi, katlanılmaz ve düşmanca bir ortama dönüşür. İş arkadaşları ile ilişkilere dayalı olarak karşılaşılan mobbing davranışlarının cinsiyete göre istatistiksel açıdan bir anlamlılık oluşturmadığı bulunmuştur. Bu konu yaşa göre değerlendirildiğinde; 40 ve daha büyük yaştaki bireylerin diğer yaş gruplarına kıyasla iş arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini daha çok düşündükleri (p<0,05), çevrelerinde düşmanca bir havanın olduğunu daha çok belirttikleri (p<0,05) ve molalarda daha çok yalnız kaldıkları (p<0,05) bulunmuştur. Ayrıca toplam iş deneyimi (yıl) değişkenine göre; 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların iş arkadaşlarının kendilerini boykot ettiklerini düşündükleri (p<0,05), kendilerine reddeden ve arkadaşça olmayan tavırlarla yaklaştıkları (p<0,05), çevrelerinde düşmanca bir havanın olduğunu düşündükleri (p<0,05) ve iş arkadaşları tarafından daha çok günah keçisi ilan edildikleri (p<0,05) bulunmuştur. 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların 0 – 4 yıl ya da 5 – 15 yıl aralığında görev yapan sosyal çalışmacılara kıyasla sözü edilen davranışlara daha çok maruz kaldıkları görülmektedir. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan da anlamlı bulunmuştur. Bu araştırmada yaş ve toplam iş deneyimi arttıkça özellikle bireylerarası ilişkiler açısından mobbing davranışları ile daha fazla karşılaşıldığı sonucunun ortaya çıkması dikkat çekicidir. Çünkü mobbingin ilk tanımlarında mobbing uygulayanların genellikle yöneticiler ve üstler olduğu belirtilmektedir. Yaş ve toplam iş deneyimi arttıkça çalışanların yönetici olma durumları da genellikle artmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2013 Mayıs ayında yayınladığı mobbing bilgilendirme rehberinde mobbing astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ibaresi yer almaktadır. Böylece mobbingin yeni şekilleri arasında astların üstlerine uyguladığı mobbingden daha fazla söz etmek mümkün olabilmektedir. Ayrıca astların daha yaşlı ve daha uzun yıllar çalışmış olanları boykot etmeleri ve molalarda yalnız bırakmaları kendi aralarında üstlere karşı güç birliği yaptıklarını düşündürmektedir. 33 Toplum ve Sosyal Hizmet Mobbinge Maruz Kalma: Tehdit ve Taciz Sosyal çalışmacıların mobbing açısından tehdit ve tacize maruz kalma durumlarına ilişkin değerlendirmeleri incelendiğinde; katılımcıların iş yerinde iş arkadaşlarından yazılı tehditler _ almadıkları (x:6.82; %80,7), hafif derecede fiziksel şiddete maruz kalma_ x:6,72; dıkları ( %86,0), cinsel tacize _ (x:6,66;%85,1;) ve cinsel içerikli _kabaca şakalara maruz kalmadıkları (x: 6,61; %80,7;) belirlenmiştir. Cinsiyet ve yaş değişkeninin tehdit ve taciz açısından mobbing davranışlarına etkisi değerlendirildiğinde; istatistiksel açıdan herhangi bir anlamlılık bulunamamıştır. Ancak toplam iş deneyimine göre; 5–15 yıl arası görev yapan sosyal çalışmacıların 4 yıl ve daha az süre ile 16 yıl ve daha fazla süredir çalışanlara kıyasla daha çok cinsel içerikli kabaca şakalara maruz kaldıkları (p<0,05) saptanmıştır. Bu sonuç istatistiksel açıdan anlamlıdır. Mobbinge Maruz Kalma: İş ve Kariyer İle İlgili Engellemeler Sosyal çalışmacıların mobbing ile ilgili olarak iş ve kariyer ile ilgili engellemeler açısından; genellikle kendilerine uzmanlık gerektirmeyen basit işlerin _ verilmediğini (x:5,54), iş için kullandıkları araç gereçlerin kendilerine_ haber verilmeden kaldırılmadığını (x:5,78), uzmanlık alanlarına _uygun olmayan işlerin verilmediğini (x:5,10), yetenek gerektirmeyen işlerin verilmediğini _ (x:5,49), kariyer gelişimlerinin kasten engellendiğini düşünmediklerini _ (x:5,44), belirtmişlerdir. Ancak aldıkları ücrete uygun olmayan işlerin 34 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 _ kendilerine verildiği (x:4,72), gereksiz işler ile ilgili olarak çalışmalarının is_ tendiği (x:4,84), kariyerlerinin _yönetim tarafından engellendiği (x:4,77) belirlenmiştir. İş ve kariyerle ilgili engellemeler faktörüne bağlı olarak sosyal çalışmacıların karşılaştıkları mobbing davranışları cinsiyete göre değerlendirildiğinde sonuçların istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık ortaya koymadığı bulunmuştur. Ancak ortalamalar incelendiğinde; kadınlara erkeklere göre daha fazla uzmanlık _gerektirmeyen basit işlerin verildiği (x:5,53), _ uzmanlık alanına uygun olmayan (x:5,06) ve aldıkları _ücrete uygun olmayan işlerin verildiği (x:4,68), gereksiz işlerle _ilgili olarak çalışmalarının istendiği (x:4,72) görülmektedir. Erkeklerin ise kadınlara kıyasla daha fazla iş için kullandıkları araç gereçlerin kendilerine haber verilmeden kaldırıldı_ ğını (x:5,75), yetenek gerektirmeyen iş_ lerin kendilerine verildiği (x:5,35), kariyer gelişimlerinin _ kasten engellendiğini düşündükleri (x: 5,33) anlaşılmaktadır. Bu noktada kadınların daha çok yaptıkları ve verilen işin niteliğine ilişkin mobbing davranışlarına maruz kaldıkları erkeklerin ise işi yaparken daha çok teknik konularda sorun yaşadıkları anlaşılmaktadır. Kadınlara düşük nitelikli ve uzmanlık gerektirmeyen işlerin verilmesi; çalışma yaşamında kadının düşük statülü olarak algılanmasının; mesleki bilgi ve becerilerinin görmezden gelinmesinin bir nedenidir ve kadın istismarı sürecini içermektedir. Konu yaşa göre değerlendirildiğinde; 40 ve daha büyük yaştaki çalışanların diğer yaş grubundakilere kıyasla kariyerlerinin yönetim tarafından engellendiğini (p<0,01), kariyer gelişimlerinin Özmete ve Laleoğlu kasten engellendiğini düşündükleri (p<0,001) ortaya çıkmıştır. Toplam iş deneyimi açısından ise; 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanlara daha çok uzmanlık alanlarına uygun olmayan işlerin verildiğini (p<0,05), gereksiz işlerle ilgili olarak çalışmalarının istendiğini (p<0,001), yetenek gerektirmeyen işlerin kendilerine verildiğini (p<0,001), kariyer gelişimlerinin kasten engellendiğini düşündükleri (p<0,05) saptanmıştır. Hem 40 ve daha büyük yaştakilerin hem de daha uzun süre çalışanların kariyerlerinin engellendiğini düşünmeleri; yöneticilerin kendilerine rakip olarak gördükleri, yönetici adayı olabilecek “parlak”, “başarılı” sosyal çalışmacıların kariyerlerini engelleyici mobbing davranışlarını uyguladıklarını açıklamaktadır. Mobbinge Maruz Kalma: Özel Yaşama Müdahale İş yerinde sosyal çalışmacıların özel yaşama müdahale açısından mobbing ile ilgili olarak durumları incelendiğinde; iş arkadaşlarının kendilerinin dini inançları ile ilgili_ olarak eleştirilerde bulunmadıkları (x:6,14) belirlenmiştir. Ayrıca çalışanların siyasi görüşlerinin _ eleştiri odağı haline gelmediğini (x:5,92), iş _arkadaşlarının özellerine girmediğini (x:5,86), iş arkadaşlarının özel yaşamları ile ilgili olarak gereksiz _ eleştirilerde bulunmadıklarını (x:5,82) belirttikleri anlaşılmaktadır. Mobbing açısından özel yaşama müdahale faktörü cinsiyete göre değerlendirildiğinde; kadınların iş arkadaşlarının özellerine girme (p<0,05) ve iş arkadaşlarının kendilerinin özel yaşamları ile ilgili olarak gereksiz eleştirilerde bulunma (p<0,05) durumunu erkeklere kıyasla daha çok yaşadıkları saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır. Sosyal çalışmacıların özel yaşama müdahale davranışlarına maruz kalma durumları yaşa ve toplam iş deneyimine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Kadınların özel yaşama müdahale konusunda daha çok mobbing davranışlarına maruz kalmaları; kadın olsun erkek olsun diğer bir kadın çalışma arkadaşının özeline girmeyi ve bu konuda eleştirilerde bulunmayı kendilerine hak görüyor olmasından kaynaklanabilir. Bunun esası çalışma yaşamında toplumsal cinsiyet ayrımcılığına ve kadın istismarına dayanmaktadır. Mobbinge Maruz Kalma: İşe Bağlılık Sosyal çalışmacıların mobbing ile ilgili olarak işe bağlılık durumları incelendiğinde; işin kendileri için her şeyden önce gelmediği (%29,4, %29,8, %12,7) ve “hiçbir şey işten daha önemli değildir” cümlesine katılmadıkları (%31,6, %3,03, %10,1) belirlenmiştir. Mobbing Faktörlerinin Farklı Değişkenlere Göre Analizi Araştırma bulgularının bu bölümünde sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarını değerlendirme durumları mobbing faktörleri toplam puanlar üzerinden; cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerine göre incelenerek belirlenmiştir. Böylece; toplam puanlardan sosyal hizmet uzmanlarının en çok iş arkadaşları ile ilişkiler anlamında mobbing davranışlarına maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. 35 Toplum ve Sosyal Hizmet Cinsiyete göre mobbing faktörlerinin istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık ortaya koymadığı saptanmıştır. Ancak ortalamalar incelendiğinde “iş arka_ daşları ile _ilişkiler” (x:1,0784), “tehdit ve taciz” (x:46,4336), _“iş ve kariyer ile ilgili engellemeler” (x: 41,5398) ve _ “işe bağlılık” (x:10,2920) faktörlerindeki mobbing davranışlarına erkeklerin kadınlara göre daha fazla maruz kaldıkları ortaya _çıkmıştır. “Özel yaşama müdahale” (x:23,3652) faktöründeki mobbing davranışlarına ise kadınların erkeklere kıyasla daha fazla maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. Mobbing faktörlerinin yaşa göre farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir. Buna göre; iş ve kariyer ile ilgili engellemelere bağlı ortaya çıkan mobbing davranışlarının yaşa göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık gösterdiği anlaşılmıştır. _Bu farkın 29 ve daha küçük yaştaki (x:43,8219) _ bireyler ile 30–39 yaş grubundaki (x:37,8667) bireylerin ortalamaları arasındaki farktan kaynaklandığı saptanmıştır. Toplam iş deneyimi değişkeni de yalnızca iş ve kariyer ile ilgili engellemeler faktöründe istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık ortaya koymaktadır. Bu fark 16 _ yıl ve daha fazla süredir çalışanlar (x:46,9554) _ ile 4 yıl ve daha az süredir çalışan (x: 47,2083) bireylerin ortalamalarından kaynaklanmaktadır. İş Tatmini Araştırma bulgularının bu bölümün de sosyal çalışmacıların iş yaşamından duydukları tatmin (i) iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği, (ii) yöneticiler ile ilişkiler başlıkları altında incelenmiş bulgular cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimine göre yorumlanmıştır. 36 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 İş Tatmini: İş Arkadaşları İle İlişkiler ve İşin Niteliği Sosyal çalışmacıların iş arkadaşları_ ile olan ilişkilerini olumlu buldukları (x :4,04, %27,2, %57,5) ve_ yaptıkları işten mutluluk duydukları (x:3,68, %21,5, %44,7) ve bu açıdan iş yaşamlarını tatmin edici buldukları belirlenmiştir. Araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların yarısından biraz fazlasının (%13,6, %42,1) yaptıkları işin kendilerini güvende hissettirdiğini belirtikleri ve işlerinde sahip oldukları tüm bilgi ve becerilerini kullanabildikleri (%16,2, %37,3) saptanmıştır. Kendilerini yaptıkları iş nedeniyle güvende hissetmeyen (%13,6, %5,3) ve bu konuda kararsız olan (%25,4) çalışanların oranı az değildir. Ayrıca sosyal çalışmacıların yaklaşık dörtte biri işlerini yaparken sahip oldukları tüm bilgi ve becerilerini kullanamadıklarını (%18,4, %9,2) düşünmektedirler. Sosyal çalışmacıların iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliğine bağlı iş tatmini belirleyicilerini değerlendirmelerinin cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık ortaya koymadığı belirlenmiştir. İş Tatmini: Yöneticiler İle İlişkiler Sosyal çalışmacıların yöneticiler ile ilişkiler kapsamında en çok amirleri ile olan ilişkilerini olumlu olarak değerlen_ dirdikleri (x:3,67, %14,9, %56,6) ancak yaptıkları işin karşılığı olarak aldıkları ücreti yeterli bulmadıkları _ ve bundan memnun olmadıkları (x:2,45, %20,2, %35,5) belirlenmiştir. Ücretlerinin yanı sıra sosyal çalışmacılar genel olarak işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz etkisi bulunduğunu da düşünmektedirler Özmete ve Laleoğlu (%13,02, %36,4). Çalışanların yarısından fazlası yönetimin yaptıkları işten dolayı kendilerini önemsediğini (%12,3, %42,0) ve işlerini iyi bir şekilde yaptıklarında takdir edildiklerini (%16,2, %39,0) belirtmektedirler. Sosyal çalışmacıların iş tatmini ile ilgili olarak yöneticiler ile ilişkilerini değerlendirmeleri cinsiyete göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Ancak bu konuda yaş ve toplam iş deneyimi değişkenlerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Yaş değişkenine göre yöneticiler ile ilişkiler incelendiğinde; 29 ve daha küçük yaştaki çalışanların işlerini iyi bir şekilde yaptıklarında daha çok takdir edildikleri (p<0,05), yönetimin yaptıkları işten dolayı kendilerini daha çok önemsedikleri (p<0,01), işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz bir etkisinin bulunmadığı (p<0,05), işlerinin karşılığı olarak aldıkları ücreti yeterli buldukları (p<0,001), amirleri ile olan ilişkilerini daha olumlu buldukları (p<0,001) belirlenmiştir. Ancak 30–39 yaş grubundaki uzmanlar ile 40 ve daha büyük yaştaki çalışanların işlerinin karşılığı olarak aldıkları ücreti yeterli bulmadıkları (p<0,001), işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz bir etkisinin bulunduğunu düşündükleri (p<0,05) saptanmıştır. Toplam iş deneyimine göre; 4 yıl ve daha az süredir görev yapan sosyal çalışanların işlerini iyi bir şekilde yaptıklarında takdir edildikleri (p<0,05), yönetimin yaptıkları işten dolayı kendilerini önemsediği (p<0,05), genel olarak işlerinin sağlıkları üzerinde olumsuz bir etkisinin bulunmadığı (p<0,01), işlerinin karşılığında aldıkları ücreti yeterli buldukları (p<0,001), amirleri ile olan ilişkilerinin olumlu olduğu (p<0,001) belirlenmiştir. 5–15 yıl ya da 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların sözü edilen durumlardan daha az memnun oldukları ve olumsuz değerlendirmelerde bulundukları saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan daha anlamlı bulunmuştur. Bu sonuçlar yaş ve toplam iş deneyimi arttıkça artan mesleki bilgi, beceri ve deneyim sonucunda ücretin artması beklentisinin de yükseldiğini; işin psişik maliyeti yaşla birlikte arttığı için sağlık sorunlarının daha sıklıkla yaşandığını göstermektedir. Sağlık Sorunları Bu bölümde araştırma kapsamına alınan sosyal çalışmacıların sağlık sorunları yaşama sıklıkları (i) depresyon belirtileri, (ii) psikolojik/duygusal sorunlar ve (iii) fiziksel sorunlar incelenmiş; sonuçlar cinsiyet, yaş ve toplam iş deneyimi değişkenine göre yorumlanmıştır. Sağlık Sorunları: Depresyon Belirtileri Sosyal çalışmacıların sağlık sorunları ile ilgili olarak depresyon belirtilerini değerlendirmeleri incelendiğinde; pa_ x:3,74), nik atak olmadıkları ( kendilerini _ suçlamadıkları (x:3,69), _ mantıksız korkular yaşamadıkları (x:3,51), _ depresyon nöbetleri yaşamadıkları (x:3,51), aşırı güvensizlik duygusu yaşamadıkları _ (x:3,48), ağlama nöbetleri geçirmedik_ leri (x:3,70) belirlenmiştir. Diğer yandan sosyal çalışmacıların işle ilgili kritik konularda senaryo, düşünceler ürettikleri _ (x:3,23), bireyler arası ilişkilerde güç_ lükler yaşadıkları (x:3,24) belirlenmiştir. Depresyon belirtileri cinsiyete göre incelendiğinde; kadınların erkeklere göre daha fazla depresyon nöbeti (p<0,05) 37 Toplum ve Sosyal Hizmet ve ağlama nöbetleri geçirdikleri (p<0,001) saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Bu sonuç çalışma yaşamında kadınların daha fazla sorunlarla karşılaştıklarını, karşılaşılan bu sorunlar ile baş etme sürecinde kadınların depresyon belirtilerini daha sıklıkla yaşadıklarını göstermektedir. Depresyon belirtileri yaşa göre incelendiğinde; 29 ve daha küçük yaştaki bireylerin diğer yaş grubundaki bireylere kıyasla daha sıklıkla mantıksız korkular yaşadıkları (p<0,05), panik atak oldukları (p<0,05), aşağılık duygusuna kapıldıkları (p<0,05), kendilerini suçladıkları (p<0,05) ve ağlama nöbetleri geçirdikleri (p<0,05) saptanmıştır. İş yerinde sağlık sorunlarına bağlı olarak ortaya çıkabilecek depresyon belirtileri toplam iş deneyimine göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık göstermemektedir. 29 ve daha küçük yaştaki çalışanların henüz başlangıç kariyer düzeyinde olmaları nedeniyle mesleki bilgi, beceri, deneyim açısından kendilerinin yeterli olmadığını düşünmeleri ve zaman zaman geleceğe yönelik belirsizlikler nedeniyle daha sıklıkla suçluluk ve aşağılık duygusu yaşamalarına neden olabilir. Sağlık Sorunları: Psikolojik/ Duygusal Sorunlar Sosyal çalışmacıların psikolojik/duygusal sorunlara bağlı oluşabilecek sağlık sorunları incelendiğinde; kon_ santrasyon (x:2,93, %62,5) ve unutkanlık problemlerini bazen yaşadıkları _ (x:2,96, %56,1), bazen kaygılı oldukları _ (x:2,88, _%55,7), bazen demoralize oldukları (x:2,82,%55,3) ve bazen agresif _ oldukları (x:2,96, %56,6) görülmüştür. Aşırı yorgunluk hissini her zaman 38 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 yaşayanların oranı ise diğer psikolojik/ duygusal sorunlara göre daha yüksektir (%11,4). Ayrıca kadınların erkeklere kıyasla daha çok unutkanlık durumunu (p<0,01) ve yorgunluk hissini yaşadıkları (p<0,01) saptanmıştır. Bu sonuç istatistiksel açıdan da anlamlıdır. Sosyal çalışmacıların yaşadıkları psikolojik duygusal sorunlar yaşa ve toplam iş deneyimine göre incelendiğinde; 29 ve daha küçük yaştaki bireylerin daha fazla agresif _oldukları (p<0,05), unutkan oldukları (x:2,86) belirlenmiştir. 30–39 yaş arası çalışanların daha fazla kaygılı _ oldukları (x:2,79), daha çok demoralize _ oldukları (x:2,70), konsantrasyon _ sorunlarını daha sık yaşadıkları (x:2,90) belirlenmiştir. Ayrıca 4 yıl ve daha az süredir çalışan uzmanların daha çok agresif tavırlar sergiledikleri (p<0,05) saptanmıştır. Sağlık Sorunları: Fiziksel Sorunlar Sosyal çalışmacıların iş yerinde fiziksel sorunlara bağlı olarak yaşadıkları sağlık problemlerini değerlendirmeleri istenmiş; bireylerin en çok uykusuz_ x:3,0, luk ( %16,2), migren–baş _ağrısı _ (x:3,20, %11,8,%2,2), ve gastrit (x:3,32, %10,1, %5,3) sorunlarını yaşadıkları bulunmuştur. Sosyal çalışmacıların ritim bozukluğu (%4,4, %2,2) mide bulantısı, kusma (%3,9, %1,8) sorunlarını yaşama sıklıkları daha azdır. Sosyal çalışmacıların cinsiyete göre fiziksel sağlık sorunlarını yaşama sıklıkları incelendiğinde; kadınların erkeklere kıyasla daha fazla uykusuzluk (p<0,05), migren, baş ağrısı (p<0,001) ve mide bulantısı, kusma (p<0,05) problemlerini yaşadıkları saptanmıştır. Bu sonuçlar istatistiksel açıdan anlamlıdır. Sonuçlar kadınların erkeklere Özmete ve Laleoğlu göre söz konusu fiziksel sorunları daha çok yaşadıklarını göstermektedir. Kadınların daha sık fiziksel sağlık sorunları yaşamaları; daha sık depresyon belirtileri yaşamalarına ilişkin bulguyu desteklemektedir. Çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar ile baş ederken yaşadıkları depresyon belirtilerinin psikosomatik sonuçları olarak kadınlarda fiziksel hastalıkların da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sosyal çalışmacıların fiziksel sorunlara bağlı olarak yaşayabilecekleri sağlık sorunları yaşa göre incelendiğinde, 29 ve daha küçük yaştaki bireylerin uykusuzluk (p<0,05), 30–39 yaş arası bireylerin ise daha çok migren, baş ağrısı şikayetlerinin olduğu (p<0,05) saptanmıştır. Toplam iş deneyimine göre; 4 yıl ve daha az süre çalışan bireylerin uykusuzluk sorununu(p<0,05), 5–15 yıl ve 16 yıl ve daha uzun süre çalışan uzmanların gastrit sorununu daha çok yaşadıkları (p<0,05) belirlenmiştir. Mobbing Davranışları ile İş Tatmini ve Sağlık Sorunları Faktörleri Arasındaki İlişki Araştırma bulgularının bu bölümünde sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarını değerlendirme durumları ile işten duydukları tatmin ve yaşadıkları sağlık sorunları arasında bir ilişki olup olmadığı Pearson Korelasyon analizi ile araştırılmıştır. Böylece; İş arkadaşları ile ilişkiler, kariyer ile ilgili engellemeler konusunda mobbing davranışlarına maruz kalan sosyal çalışmacıların hem iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği (p<0,001) hem de yöneticiler ile ilişkiler açısından (p<0,001), iş yaşamından duydukları tatmin azalmaktadır. Ayrıca bu konularda mobbinge maruz kalma davranışları arttıkça; depresyon nöbetleri (p<0,001), psikolojik/duygusal sorunlar (p<0,001) ile fiziksel sorunlar (p<0,001) ile fiziksel sorunlar (p<0,001) yaşama sıklıkları da artmaktadır. Sosyal çalışmacıların tehdit ve taciz gibi mobbing davranışları ile karşılaşma durumları arttıkça özellikle yöneticiler ile ilişkilerden duydukları tatminin azaldığı (p<0,0001) ancak depresyon nöbetleri (p<0,001), psikolojik/duygusal (p<0,001) ve fiziksel sağlık sorunları (p<0,001) yaşama sıklıklarının arttığı görülmektedir. Özel yaşama müdahale ile ilgili mobbing davranışları ile iş tatmini arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0,001), (p<0,005). Ayrıca özel yaşama müdahale arttıkça depresyon nöbetlerinin (p<0,001) ve fizik sağlık sorunları yaşama sıklığında (p<0,001) arttığı anlaşılmaktadır. İşe bağlılığı yüksek olan sosyal çalışmacıların hem iş arkadaşları ile ilişkiler ve işin niteliği (p<0,001) hem de yöneticiler ile ilişkiler (p<0,001) açısından işten daha fazla tatmin duydukları; depresyon nöbetlerini (p<0,001) psikolojik/ duygusal sağlık sorunlarını (p<0,001) ve fiziksel sağlık sorunlarını (p<0,001) daha az yaşadıkları bulunmuştur (Çizelge:4). SONUÇ İnsani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarına maruz kalma durumları; mobbing davranışlarının iş tatmini ve sağlık sorunları üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlayan bu araştırmada; mobbingin sosyal çalışmacıların iş tatmini ve sağlıkları üzerinde olumsuz 39 40 - 0,392** 0,000 228 - 0,285** 0,000 228 0,044 0,507 228 0,163** 0,000 228 0,531** 0,000 228 0,163** 0,000 228 0,497** 0,000 228 0,462** 0,000 228 0,507** 0,000 228 0,524** 0,000 228 Fiziksel Sorunlar P N - 0,263** 0,000 228 0,207** 0,002 228 0,630** 0,000 228 0,661** 0,000 228 0,248** 0,000 228 İşe Bağlılık 0,492** 0,000 228 0,153* 0,021 228 0,248** 0,000 228 Özel Yaşama Müdahale Psikolojik/Duygusal Sorunla P N Depresyon nöbetleri P N - 0,596** 0,000 228 - 0,245** 0,000 228 - 228 - 0,424 0,000 228 - 0,327** 0,000 228 Yöneticiler ile İlişkiler P N Sağlık Sorunları - 0,257** 0,000 228 Kariyer ile İlgili Engellemeler - 0,424 0,000 228 Tehdit ve Taciz - 0,336** 0,000 228 İş arkadaşları ile İlişkiler İş arkadaşları ile İlişkiler ve İşin niteliği P N İş tatmini Mobbing Çizelge 4: Mobbing ölçeği ile iş tatmini ve sağlık sorunları ölçekleri arasındaki ilişkisi Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Özmete ve Laleoğlu sonuçlarının olduğu görülmüştür. İş yerinde mobbinge maruz kalma durumu bireylerin iş arkadaşları ile ilişkilerini; işin niteliğini ve yöneticiler ile olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca mobbinge maruz kalanların fiziksel, psikolojik/duygusal sorunlar ve depresyon nöbetlerini daha çok yaşadıkları belirlenmiştir. İnsani hizmet örgütlerinde görev yapan sosyal çalışmacıların mobbing davranışlarının değerlendirildiği araştırmadan çıkan bu sonuçlar mobbingin çalışanlar üzerinde olumsuz sosyal, psikolojik ve fizyolojik etkilerinin olduğu ve bu olumsuzluklardan örgütlerin de büyük zararlar görebileceğini ortaya koymaktadır. Sosyal çalışmacıların istihdamındaki yetersizlikler nedeniyle aşırı iş yükü olması, insanlarla birebir çalışmaları, mesleğin tanımı ve içeriği açısından bazı sıkıntılar yaşamaları mobbingden daha fazla etkilenmelerine neden olabilmektedir. Mobbing eylemine uğrayanlar kafa karışıklığı ve yalıtılmışlık yaşayarak, sürekli bir tehlike duygusu hissedebilmektedirler. Kaygıların artmasıyla da yaşama ve geleceğe umutsuz bakabilmektedirler. Mobbingin etkileri birey, aile yaşamı ve örgüt düzeyinde aşamalı olarak ortaya çıkmakta böylece tüm boyutları ile bireyin yaşamını kontrol altına almaktadır. Mobbingin ortaya çıkardığı sonuçların örgütlerde travmatik bir çevre ve kirli bir örgüt kültürü yarattığı belirtilmektedir. Bu konuda sosyal güvenlik kurumlarına, yöneticilere, sendikalara, sağlık kuruluşlarına, meslek odalarına, basın ve yayın kuruluşlarına da görevler düşmektedir. Bu kurumların sağladığı yardım ve sosyal destek, stresli olayların çalışanlar üzerindeki etkisini azaltacaktır. Mobbingin olumsuz etkileri bir bütün olarak ele alındığında mobbingle gerek politika yapıcılar, gerek diğer kurum ve kuruluşlar, gerekse çalışanlar mücadele etmek zorundadır. Mobbingle mücadelede en önemli konu soruna ilişkin farkındalığın, mağdurun kendisi tarafından olduğu kadar; işveren, iş arkadaşları ve tüm toplum tarafından aynı önemde sağlanmış olmasıdır. Konuyla ilgili herkes, iş yerinde mobbingi durdurmak için bir şeyler yapmalıdır. Çünkü mobbing hedef ya da mağdur kişinin mental sağlığını açık bir şekilde olumsuz etkiler. İş yerinde mobbinge maruz kalan bireyler ağır stres ve kaygı yaşarlar. Mobbing hastalıklara, sosyal dışlanmaya neden olur, mesleki ilerlemeyi engelleyebilir. Mobbingin, sosyal çalışmacıların üzerindeki psikolojik etkilerinin giderilmesine yönelik yapılacak müdahale çalışmaları, bu bireylerin çalışma yaşamlarına daha sağlıklı bir şekilde sürdürmelerini kolaylaştıracaktır. Son yıllarda mobbing konusu davranış bilimleri ile sosyal bilimler alanında bulunan birçok disiplinin dikkatini çekmektedir. Ancak sosyal hizmet bilimi ve uygulaması kapsamında mobbing konusunda yurt içinde ve yurt dışında yapılan bilimsel çalışmaların ve uygulamaların sayısı oldukça sınırlıdır. Bu nedenle bu araştırmada sosyal hizmet bakış açısı ile ortaya konulabilecek öneriler önemli hale gelmektedir. Çalışan birey olarak sosyal hizmet uzmanlarının kendi iş yaşamlarında karşılaştıkları mobbing süreci ile ilgili çözümlemeleri yapabilmeleri için öncelikleri nelerdir sorusuna yanıt aranması gerekmektedir. Diğer yandan müdahaleye dayalı süreçleri kullanan bir meslek ve disiplin olarak sosyal hizmet 41 Toplum ve Sosyal Hizmet mobbingin önlenmesi ve mobbing sürecinin kontrol edilebilmesi için neler yapar/yapmalıdır sorusu yanıtlanmalıdır. Sosyal hizmet açık bir şekilde insan haklarının korunmasına dayalı bir meslektir. İş yerinde bir insana nasıl davranıldığı, insan hakları konusudur ve işyerinde mobbing mevcut insan hakları doktorinlerini/öğretilerini ihlal eden bir konudur. İşyerinde mobbing uygulayarak insan haklarını ihlal etme noktasında sosyal hizmet uzmanları mobbing karşıtı politikaların iyileştirilmesinde katkı sağlayabilirler. İşverenler mobbing olayı gerçekleştiğinde çalışanlara yol gösterebilecek bir rehber oluşturmalıdır. Bunun için her kurumda bir sosyal servis kurulmalıdır. Bir işveren mobbingle ilgili yasal bir uygulama olursa çalışana misilleme yapılamayacağını garanti etmelidir. Süreç bir grubun genel görüşüne karşı olsa bile, mobbingden şikayet eden bireyi korumalıdır. Mobbing karşıtı politikaların oluşturulması, kabul edilebilir davranış normlarına uygun örgütsel politikaların gelişmişliği ile ilişkilidir. Bu makro ve genel düzeydeki mobbingle mücadele önerilerinin yanısıra bu araştırmanın sonuçlarına odaklanarak gerçekleştirilecek öneriler aşağıdaki gibi açıklanabilir: Bu araştırmada iş arkadaşları ile ilişkiler konusunda sosyal çalışmacıların en çok iş arkadaşlarının arkalarından konuşmaları, dedikodu yapmaları gibi mobbing davranışlarına maruz kaldıkları belirlenmiştir. Bu davranışlar sonucunda uzmanların çalışırken kendilerini kaygılı hissetmeleri durumu da ortaya çıkmıştır. Oysa iş, bireyin yaşamının en önemli parçasıdır. Bireyler sıklıkla kendilerini iş deneyimleri ile tanımlarlar 42 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 ve genellikle saygın bir işyerinde günün önemli bir bölümünü geçirirler. Bu nedenle, bireyler için çalışma arkadaşlarının davranışları büyük öneme sahiptir. İş ve kariyerle ilgili süreçte kadınların işin niteliği açısından erkeklerin daha çok araç-gereç gibi teknik konularda sorunlar yaşadıkları görülmektedir. Ayrıca özel yaşama müdahale konusunda kadınların iş arkadaşlarının özel yaşamları ile ilgili olarak gereksiz eleştirilerde bulunma durumunu erkeklere kıyasla daha çok yaşamaları toplumsal cinsiyet ayrımcılığının mobbing davranışlarına da yansıdığını göstermektedir. Cinsiyet değişkenine göre madde düzeyinde yapılan analizlerde bazı anlamlılıklar olmasına karşın; mobbing faktörleri üzerinden yapılan analizlerde cinsiyet değişkeninin mobbing davranışlarına maruz kalma açısından istatistiksel açıdan anlamlı bir fark oluşturmadığı belirlenmiştir. Aynı şekilde yaş değişkeninin toplam faktör puanları üzerinden yapılan ANOVA analizine göre yalnızca iş ve kariyer ile ilgili engellemeler faktöründe istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık ortaya çıkardığı saptanmıştır. Buna göre 30-39 yaş grubundaki çalışanlar ile 40 ve daha büyük yaştakilerin daha fazla iş ve kariyer ile ilgili engellemeler ile karşılaştıkları bulunmuştur. Buna paralel olarak ayrıca 16 yıl ve daha uzun süredir çalışanların da daha fazla iş ve kariyer ile ilgili engellemeler ile karşılaştıkları istatistiksel olarak ortaya konulmuştur. Araştırmada kadınların erkeklere oranla daha sıklıkla depresyon belirtileri, psikolojik sorunlar ve fiziksel rahatsızlıklar yaşadıkları belirlenmiştir. Mobbing davranışları ile karşılaştıkça çalışanlarda işten duyulan tatminin azaldığı ve sağlık sorunlarının arttığı Özmete ve Laleoğlu anlaşılmaktadır. Araştırma sonuçlarına dayanarak, bireyin tüm yaşamını etkisi altına alan mobbing sürecinin yaşanmaması ya da var olan mobbing davranışlarının etkilerini en aza indirebilmek bazı önlemlerin alınması gereklidir. İlk olarak çalışanların, yöneticilerin ve işverenlerin mobbing konusundaki farkındalığını artırmak önemlidir. Bireyin, bilinmezin ve çaresizliğin karşısında duyduğu korku ve endişeyle kendi içinde, tek başına mücadele edebilmesi çok güçtür. İnsanlar, bir olguyu tanımayı öğrendikleri takdirde yaşadıkları deneyimlerini çok daha gerçekçi bir bakışla değerlendirebilir. Bu olgunun yarattığı zararlardan kaynaklanan korunun şiddeti de azalır. Bu süreçte; mobbing mağdurlarına karşılaştıkları mobbing davranışlarının onların hatası olmadığı; dirençli ve cesur olmaları, öz güvenlerini yüksek tutmaları; üstesinden gelemeyeceği durumlar söz konusu olduğunda (yönetim mobbingi uygulayan taraf olduğunda) kendisine bir eylem planı oluşturması ve çok geçmeden profesyonel destek alması gerektiği ve yasal yollara başvurabileceği anlatılmalıdır. Ayrıca yapısal değişime ve örgüt politikalarına dayalı olarak; işveren ve yöneticilerin psikolojik süreçler ve insan kaynakları yönetimi konusunda bilgili olmaları, başka insanların tutum, davranış ve duygularını anlayabilmeleri; etik dışı davranışları (ayrımcılık yapma, şiddet–baskı–saldırganlık, hakaret, cinsel taciz, dedikodu) engelleyici etik değerleri uygulamada kararlı olmaları; farklılıkları yöneterek, anlaşmazlık, uyumsuzluk, zıtlaşma ve birbirine ters düşme gibi mobbingi tetikleyici durumlarda güç ve otoritelerini kullanmaları ve çatışmaları çözümleyecek stratejileri geliştirmeleri; temiz bir örgüt kültürü oluşturmak için gerekli sosyalizasyon sürecini ve eğitimi sağlamaları gerekmektedir. KAYNAKÇA Aiello, A. ve Dientinger, P. (2008). A tool for assessing the risk of mobbing in organizational environments:the “val.mob.” scale. Prevetion Today, 3,9-24. Baltaş, A. (2003). Adı yeni konmuş bir olgu: işyerinde yıldırma. http://www.baltas-baltas.com/web/makaleler/m_20.htm. Erişim Tarihi: 11 Ocak 2012. Bayrak, S. (2001). İş ahlakı ve sosyal sorumluluk.İstanbul: Beta Yayınları. Brodsky, C.M. (1976). The harassed worker. Toronto:Lexington Books. Davis, K. (1981). Human behavior at work, organization behavior. New York: McGrawHill. Feldman, C.D. ve Arnold, J.H. (1983). Managing individual and group behavior in organization. Auckland: Mc.Graw-Hill. Hoel, H. Cooper, C.L. ve Faragher, B. (2001). The experience of bullying in Great Britain: The impact of organizational status. European Journal of Work and Organizational Psychology, 10, 443 – 465. Işıkhan, V. (2004).Çalışma hayatında stres ve başa çıkma yolları. İstanbul: Sandal Yayınları. Josipovic-Jelic Z, Stoini E, ve Celic-Bunikic S. (2005). The effect of mobbing on medical staff performance. Acta Clin Croat, 44, 347–352. Kerlinger, F.N. (1973). Foundations of behavioral research. New York: Hold, Rinehart and Winston. Leymann, H. (1990). Important note in preface to Heinz Leymann, mobbing and psychological terror at workplaces. Violence and Victims, 5, 119-126. 43 Toplum ve Sosyal Hizmet Locke, A. (1976). The nature and causes of job satisfaction.In Hanbook of ındustrial and organizational psychology. Chicago: Rand mc.Nally Collage Publishing Comp. Mcdonald,S., MacIntrye, P. (1997). The generic job satisfaction scale: scale development and its correlates. Employee Assistance Quarterly, l3,2,1-16. Reichert, R. (2003). Work place mobbing: a new frontier for the social work profession, professional development: The International Journal of Continuing Social Work Education,4 – 12: Çeviren: Emine Özmete Salin, D. (2001). Prevalence and forms of bullying among business professionals: a comparison of two different strategies for measuring bullying. European Journal of Work and Organizational Psychology,10, 4. Salin, D. (2003). Workplace bullying among business professionals – prevalance, organisational antecedents and gender differences. Swedish School of Economics and Business Administration, Unpublished Report, Helsingfors. Tengilimoğlu, D. (2005). Hizmet işletmelerinde liderlik davranışları ile iş doyumu arasındaki ilişkinin belirlenmesine yönelik bir araştırma. Gazi Üniversitesi Ticaret Ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi,1,28 – 32. Tınaz, P. (2006). Mobbing: işyerinde psikolojik taciz, Çalışma ve Toplum Dergisi, 10, 19– 24. Tutar, H. (2004). İşyerinde psikolojik şiddet. Platin Yayınları:Ankara. Vroom, V. H. (1967). Work and motivation. New York:John Wiley and Sons Inc. Yavuz, H. (2007). Çalışanlarda mobbing (psikolojik şiddet) algısını etkileyen faktörler: sdü tıp fakültesi üzerine bir araştırma. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Isparta. Yazıcıoğlu, Y. ve Erdoğan, S. (2004). Spss uygulamalı bilimsel araştırma yöntemleri. Detay Yayıncılık: Ankara. 44 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Zapf, D.(1999).Organizational work group related and personal causes of mobbing/ bullying at work. International Journal of Manpower, 20, 70 – 85. Yazıcı, Duyan ve Gelbal Araştırma YALNIZLIK VE SOSYAL MEMNUNİYETSİZLİK ÖLÇEĞİ’NİN 60-72 AYLIK TÜRK ÇOCUKLARINA UYARLANMASI Adaptation of the Loneliness and Social Dissatisfaction Scale to 60-72 Month Old Turkish Children ğun sosyalleşmesinde akranların rolü büyüktür. Okul öncesi dönemdeki çocukların akran ilişkilerinde yaşadığı sorunlar genellikle ebeveyn veya öğretmenler tarafından değerlendirilmekte ya da gözlem tekniği kullanılmaktadır. Alanda, çocuğun akran ilişkilerine dayalı olarak yaşadığı yalnızlığı ve soysal ilişkilerindeki memnunluk düzeyini kendi değerlendirmelerine dayalı olarak ölçen bir ölçme aracı bulunmamaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Cassidy ve Asher (1992) tarafından geliştirilen Loneliness and Social Dissatisfaction Questionnaire (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’nin 60–72 aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlanması amaçlanmıştır. Bu amaçla ölçek 60–72 aylar arasındaki 297 (kız: 139, erkek: 158) çocuğa uygulanmıştır. Veriler üzerinden temel bileşenler analizi yöntemi ile faktör analizi yapılmıştır. Faktör analizi sonucunda ölçme aracının 15 maddeden oluşan, tek boyutlu bir yapı sergilediği anlaşılmıştır. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı 0.759, test-tekrar test yöntemi ile hesaplanan güvenirlik katsayısı 0.849 olarak hesaplanmıştır. Anahtar Sözcükler: Okul öncesi çocuk, Zeliha YAZICI* Veli DUYAN** Selahattin GELBAL*** *Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü, Okul Öncesi Eğitimi Anabilim Dalı **Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ***Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü ÖZET Sosyal gelişim okul öncesi yıllarda büyük önem taşımakta ve bu yıllarda çocuklar daha sonraki yaşantılarına temel oluşturacak pek çok sosyal beceri kazanmaktadırlar. Çocu- yalnızlık, sosyal memnuniyetsizlik, ölçek uyarlama ABSTRACT Social development is an important issue in pre-school period and in these years children gain lots of social skills which provide a basis for future experiences. The peers have a vital role in child’s socialization. The problems that the children who are in pre-school period have in peer relations are generally evaluated by parents or teachers or observation technique is used. In the field, there isn’t any evaluation tool which evaluates the child’s loneliness and pleasure level in social relations according to its own assessment. Because of this in this study adaptation of Loneliness and Social Dissatisfaction Scale which was developed by Cassidy and Asher 45 Toplum ve Sosyal Hizmet (1992) to 60-72 months old Turkish children is aimed. With this aim the scale was applied to 297 children (girl:139, boy:158) who are between 60-72 months. On the basis of that data factor analysis was done by using components analysis method. According to factor analysis result it was found that evaluation tool is unidimentional and formed by 15 items. The inner coefficient of consistence of the scale is 0.759, the reliability of co-efficient is 0.849 that was calculated by test-retest method. Key Words: Preschool child, loneliness, social dissatisfaction, scale adaptation GİRİŞ Erken çocukluk yılları bireyin kendisine, başkalarına ve tüm dünyaya karşı olumlu ya da olumsuz duygularının oluştuğu en önemli dönemdir. Bu dönemdeki duygusal özellikler sosyal ilişkiler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir (Trawick-Smith, 2013:296). Duygusal açıdan sağlıklı çocukların hem akranlarıyla, hem de yetişkinlerle olumlu ilişkiler kurduğu birçok araştırma ile kanıtlanmıştır (Fabes ve diğ., 200: 908; McElwain diğ., 2007). Erken çocukluk yıllarında akranla kurulan ilişkiler ve sosyal beceriler sonraki yaşamda genel mutluluk ve ruh sağlığının en önemli göstergeleridir (Ladd, 2006:822). Bu yıllarda bazı çocuklar arkadaş edinme, oyun arkadaşları tarafından kabul edilme ve saygı görmede oldukça başarılı iken, bazıları akranlarıyla etkileşime girmede problem yaşayabilmektedir Yalnızlık; “üzücü ya da acı verici bir tecrit hissi, birliktelik, temas ya da yakınlıktan yoksunluk ya da bunlara özlem duymayla ilişkili olarak yalnız olma, başkalarıyla bağı kopmuş ya da 46 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 mesafeli olma durumu” olarak tanımlanmaktadır (Parkhurst ve Hopmeyer, 1999:58). Benzer şekilde, pek çok araştırmacı sosyal ilişkilerin nitel ve nicel yönlerinde fark edilen bozukluklar ve beraberinde gelen duygusal rahatsızlıkların ortaya çıkardığı sıkıntıların her yaş dönemindeki bireyleri etkileyen sosyal ve duygusal bir problem olabileceği noktasına vurgu yaparak, özellikle erken çocukluk yıllarında yalnızlık düzeyinin incelenmesi gerektiğini savunmaktadırlar (Asher ve diğ, 1984: 1461; Asher ve Wheeler, 1985:1456; Cassidy ve Asher, 1992:355; Page ve diğ., 1994:109; Margalit ve Efrati, 1996:70; Margalit, 1998:175; Pavri ve MondaAmaya, 2000:26; Asher ve Paquette, 2003:76; Han ve Choi, 2006:540; Jobe ve White, 2007:1480; Bakkaloğlu, 2010:335; Margalit, 2010:37). Erken çocukluk döneminde akran ilişkileri üzerine yapılan çalışmalarda özellikle akranları tarafından dışlanan çocukların yalnızlık duygusuna kapıldığı vurgulanmaktadır (Asher ve diğ., 1984: 1462; Asher ve Wheeler, 1985:1455; Cassidy ve Asher, 1992:356; Parkhurst ve Asher, 1992:240; Yu ve diğ., 2005:325). Sanderson ve Seagal (1995:562) de akranları tarafından dışlanan çocukların ihmal edilmiş çocuklardan daha yalnız olduklarını vurgulamaktadır. Bireylerin gruplara katılma, yakın ilişkiler kurma gibi temel ihtiyaçları vardır. Erken çocukluk döneminden itibaren sosyal ihtiyaçların karşılanmaması durumunda ne gibi sonuçların oluşabileceğinin incelenmesi gerekmektedir. Son otuz yıldır çocukların akran ilişkilerindeki zorlukları gelişimsel ve çocuk klinik psikolojisi çalışmalarının odak noktalarından biri haline gelerek çocukların sosyal hayatlarının içsel, öznel Yazıcı, Duyan ve Gelbal ve duygusal yönlerine önem verilmeye başlanmıştır (Rubin ve diğ., 1998:620). Çocuklarda sosyal yalnızlık ve memnuniyetsizlik düzeyinin değerlendirilmesine yönelik ölçüm araçları incelendiğinde; 1980’lerin ortasında çocuklarda yalnızlıkla ilgili çeşitli ölçeklerin geliştirildiği ve kullanıldığı görülmektedir (Asher ve diğ., 1984:1458; Marcoen ve Brumagne, 1985:335). Çocukların yalnızlık düzeyi ve akran ilişkileri çalışmalarında en çok kullanılan ölçme aracı Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği (Loneliness and Social Dissatisfaction Scale)’dir. Ölçeğin orijinali ilk olarak 3. sınıftan 6. sınıfa kadar olan çocuklarda kullanılmıştır (Asher ve diğ., 1984:1458). Daha sonrasında ise ölçeğin Cassidy ve Asher, (1992:352) tarafından 5-7 yaş çocuklar için (okul öncesi ve birinci sınıf), Parkhurst ve Asher (1992:238) tarafından ortaokul çocukları için Williams ve Asher (1992:373) tarafından 8-11 yaşlarındaki hafif zihinsel engeli olan çocuklar için, Vellymalay (2010:170) tarafından da 6 yaş çocukları için uyarlanmış olduğu görülmektedir. Okul öncesi dönemindeki çocuklarda yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizliğin değerlendirilmesinin pek çok amaca hizmet edebileceği düşünülmektedir. Çocukluğun ilk yıllarında görülen yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik, okul öncesi ve temel eğitimdeki sosyal ve akademik başarıda ciddi problemlere sebep olabilirken, aynı zamanda ileriki yaşamdaki sosyal ve duygusal uyum düzeyleriyle ilgili ciddi bir ölçüt de olabilmektedir (Asher ve diğ., 1984:1457). Rastlantısal olarak yalnızlıkla ilgili zaman içinde tekrarlayan değerlendirmeler yalnızlık duygusunun 10 haftalık bir süreçte (r=.66) ve hatta bir yılda (r=.56) oldukça istikrarlı bir biçimde devam ettiğini göstermektedir. Belirtilen ilişki katsayısının büyüklüğü, yalnızlık çeken çocukların ileride de yalnızlık çekmelerinin muhtemel olduğunu öngörmekte ve yalnızlıkla ilgili bir tutarsızlığın varlığının, yalnızlığın kronik olmasının yanı sıra, durumsal olabileceği varsayımını da güçlendirmektedir (Renshaw ve Brown, 1993:1277; Asher ve Gazelle, 1999:19). Çocukların sosyal ve duygusal yaşamlarıyla ilgili birçok araştırma yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Ancak okul öncesi dönemdeki çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyleri konusunda alanda yapılmış fazla çalışmaya rastlanılmamaktadır. Bu nedenle bu tür çalışmaların değerlendirilmesi amacıyla kullanılacak olan yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik ölçeğinin alana kazandırılması Türk çocuklarının da ileriki yaşamını etkileyecek olan yalnızlık ve memnuniyetsizliğin erken çocukluk döneminden itibaren belirlenmesine yardımcı olabilir. Çocukların akranlarıyla ilişkilerinde memnuniyetsiz olup olmadıklarının saptanması ve duygularının değerlendirilmesi müdahale programlarına katılması gereken çocukların belirlenmesine yardımcı olabilir. Çocukların sosyal ilişkilerinin değerlendirilmesi, gözlem ya da yetişkin değerlendirmelerine dayalı olarak yapılmakta olduğundan özellikle çocuğun kendisini değerlendirmesine dayalı çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır. Çocuklardaki yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyleri hakkında değerlendirmeler yapılırken çocuğun sosyal ortamındaki anne-baba ya da öğretmen gibi gözlemcilerden elde edilen verilerin yanında çocuğun kendisini değerlendirmesine yönelik 47 Toplum ve Sosyal Hizmet verilerinde göz önünde bulundurulması çalışmaların daha kapsamlı olmasına olanak tanıyacaktır. Ayrıca, çocuğun kendi bakış açısıyla ilgili veriler, sosyal beceri eğitiminin çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik duygularını azaltıp azaltmadığının değerlendirilmesinde ve müdahale çabalarının çocukların eğitim öncesindeki duygularında işlev olarak fark oluşturacak biçimde başarılı olup olmadığının belirlenmesinde kullanışlı olabilir. Sıralanan nedenlerden dolayı erken çocukluk eğitiminde tüm diğer gelişim alanlarında olduğu gibi sosyal gelişim boyutunda da çocukların sosyal yalnızlık ve memnuniyetsizlik düzeyinin değerlendirilmesine yönelik geçerlik ve güvenirlik özelliği taşıyan ölçme araçlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Cassidy ve Asher (1992) tarafından geliştirilen Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği (Loneliness and Social Dissatisfaction Questionnaire) 60-72 aylık çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini değerlendirmeye olanak sağlayacaktır. Türkiye’de 60-72 aylık çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini güvenilir ve geçerli bir biçimde ortaya koyacak, çocuğun kendi kendini değerlendirmesine olanak tanıyan bir ölçme aracına gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Türkçe uyarlamasının bu gereksinimi büyük ölçüde karşılayacağı düşünülmektedir. Amaç Bu çalışmanın amacı Cassidy ve Asher (1992) tarafından geliştirilmiş olan Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’ni 60-72 aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlamaktır. 48 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çalışma Grubu Antalya İli Merkez İlçelerine bağlı ilköğretim okullarına bağlı beş anasınıfı ve beş bağımsız anaokulundan 6072 aylar arasında toplam 297 çocuk araştırmaya dâhil edilmiştir. Öncelikle ilköğretim okulu ve bağımsız anaokullarının yönetiminden izin alınmıştır. Daha sonra her okulun veli toplantısında ebeveynlerle görüşülmüş (çoğunlukla anneleri) ve ebeveynlerden sözlü izin alınmıştır. Çocuklarla yapılan uygulama öncesinde her çocuğa kısa uygulama ile ilgili bir bilgi verilmiştir. Çocuklarla yapılan görüşmeler birinci araştırmacı ve üç yüksek lisans öğrencisi tarafından gerçekleştirilmiş olup, her bir görüşme 15-20 dakika sürmüştür. Ebeveynlerin tamamı izin vermiş olmakla birlikte araştırmaya katılmayı istemeyen ya da görüşme sürecinde sıkılma, dikkat dağınıklığı ve cevap vermeme gibi nedenlerle 36 çocuk araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. Sonuçta ölçeğin güvenirlik ve geçerlik çalışması tamamı 60-72 aylar arasındaki 297 çocuktan elde edilen veriler temel alınarak gerçekleştirilmiştir. Tablo 1’de Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin uyarlama çalışmasına katılan 60-72 aylar arasındaki çocukların sosyo-demografik özelliklerine ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Tablo 1’den de anlaşılacağı üzere uyarlama çalışması 60-72 aylar arasındaki çocuklar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu çocukların %46,8’i (n=139) kadın ve %53,2’i (n=158) erkektir. Çocukların beşte dördü çekirdek (%81,8), yedide biri geniş (%13,1) ve çok az bir bölümü (%5,1) de tek ebeveynli ailelerde yaşamakta olup; genelde tek çocuktur (%38,7) ya da bir kardeşi (%37,6) vardır. Yazıcı, Duyan ve Gelbal Tablo 1. Çalışma Grubunun Sosyo-Demografik Özellikleri Sosyo-Demografik Özellikler S % Cinsiyet Kadın 139 46,8 Erkek 158 53,2 Aile Yapısı Çekirdek 243 81,8 Geniş 39 13,1 Tek ebeveynli 15 5,1 Toplam 297 100.0 Kardeş Sayısı* Tek çocuk 115 38,7 Bir kardeş 112 37,6 İki – dört kardeş 70 23,7 Toplam 297 100,0 Annenin Yaşı** 24-30 76 25,6 31-35 146 49,1 36-40 67 22,7 41-48 8 2,6 Toplam 297 100,0 Babanın Yaşı*** 27-30 17 5,7 31-35 115 38,7 36-40 118 39,7 41-48 47 15,9 Toplam 297 100,0 Annenin Öğrenim Durumu Okur-yazar değil 3 1,0 İlkokul 70 23,6 Ortaokul 126 42,4 Lise 61 20,5 Önlisans 12 4,0 Lisans 25 8,5 Toplam 297 100,0 Babanın Öğrenim Durumu Okur-yazar değil 4 1,3 İlkokul 55 18,5 Ortaokul 127 42,8 Lise 66 22,2 Önlisans 17 5,7 Lisans 28 9,5 Toplam 297 100,0 * Ort=0,92; SS=0,93; En alt-En üst=0-4 ** Ort=33,54; SS=3,96; En alt-En üst=24-48 *** Ort=36,57; SS=4,22; En alt-En üst=27-48 49 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Uyarlama çalışması yapılan çocukların annelerin %25,6’ının yaşı 30 ve altında, %49,1’i 31-35 yaş arasında, %22,7’side 36- 40 yaş aralığındadır. Babaların % 38,7’si 31-35 yaş arasında, %39,7’si 36-40 yaş aralığındadır. Anne-babalar ağırlıklı olarak ortaokul mezunudur (anneler %42,4, babalar %42,8). ve “Hayır=1” olarak puanlanmaktadır. Ölçekten alınabilecek toplam puan 15 ile 45 arasında değişmektedir. Ölçekten alınan yüksek puanlar yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyinin yüksek; düşük puanların ise yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyinin düşük olduğu anlamına gelmektedir. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği: Geçerlik ve Güvenirlik Sonuçları Cassidy ve Asher, (1992) tarafından geliştirilmiş olan Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği) okul öncesi çocukların yalnızlık ve memnuniyetsizlik düzeyini ölçmek için kullanılmaktadır. Puanlama Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nde toplam 23 madde bulunmaktadır. Maddelerde belirtilen ifadeye, çocuklardan “Evet”, “Bazen” ve “Hayır” seçeneklerinden birini seçmesi istenmektedir. Ölçekte yer alan 1, 3, 4, 6, 8, 9, 10, 12, 14, 16, 17, 18, 20, 21 ve 23. maddeler çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini değerlendirmede kullanılmaktadır. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nde yer alan 2, 5, 7, 11, 13, 15, 19 ve 22. maddeler çocukların hobilerini ve ilgilerini belirlemeye yardımcı olan “dolgu=filler” sorusu olup yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini belirlemede değerlendirmeye alınmamaktadır. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ndeki 1, 3, 4, 8, 10, 14, 16, 18, 21 ve 23. maddeler “Evet=1”, “Bazen=2” ve “Hayır=3”; 6, 9, 12, 17 ve 20. maddeler tersine “Evet=3”, “Bazen=2” 50 Bu bölümde ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmasına ilişkin bilgiler verilmiştir. Ölçeğin Türkçe formu araştırmacıların gözetiminde üç yüksek lisans öğrencisi tarafından ilköğretim okullarına bağlı anasınıfları ve bağımsız anaokullarının gözlem odasında gerçekleştirilen yüz yüze görüşmeler yoluyla toplanmıştır. Çocuklarla yapılan görüşmeler 15-20 dakika sürmüştür. Sonuçta ölçeğin güvenirlik ve geçerlik çalışması tamamı 60-72 aylar arasındaki 297 çocuktan elde edilen veriler temel alınarak gerçekleştirilmiştir. Geçerlik Dil Geçerliği: Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin uyarlama çalışmaları kapsamında ilk olarak ölçeğin İngilizce formu Akdeniz, Ankara, Hacettepe ve Yıldırım Beyazıt üniversitelerinde dil çalışmaları ve okul öncesi eğitimi alanında akademisyen olan dört kişinin yanı sıra, yabancı dil bilgisi çok iyi düzeyde olan bir yüksek lisans öğrencisi tarafından Türkçe’ ye çevrilmiştir. Daha sonra bu çeviriler bir araya getirilerek hepsinin ortak yönleri aranmış ve farklılık gösteren ifadeler, çeviri yapan kişiler ile görüşülerek ortak bir cümle haline getirilmiştir. Uzman görüşüne dayanarak oluşturulan Türkçe formu, öncekinden farklı, her iki dile de hâkim İngilizce öğretmenliği ve dil bilim Yazıcı, Duyan ve Gelbal çalışan iki kişi tarafından tekrar İngilizceye çevrilmiştir. Ölçeğin orijinal hali ile tekrar İngilizceye çevrilmiş hali Akdeniz ve Hacettepe üniversitelerinden birer akademisyene incelettirilerek, ikisi arasında farklılığın olmadığı yönünde ortak görüşe varılmıştır. Uzman görüşü referans alınarak elde edilen ölçeğin Türkçe formu ile İngilizce formunun aynı anlamı ifade edip etmediğini uygulamada görebilmek açısından iyi derecede İngilizce bilgisine sahip 22 öğrenciye uygulanmış ve her iki ölçekten alınan puanlar arasında Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı 0.816 (p=0.000) olarak bulunmuştur. Elde edilen korelasyon katsayısına ve uzman görüşlerine bakılarak ölçeğin çeviri açısından paralelliğin sağlandığı kabul edilmiştir. Yapı Geçerliği: Faktör analizi yapılmadan önce verilere Bartlett testi uygulanmıştır. Bartlett testine göre k-kare değerinin manidar (k-kare=939,293; p=0.001) olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda KMO (Kaiser-Meyer-Olkin) değerinin yüksek olduğu (0.726) görülmüştür. KMO değerinin yüksek çıkması ve Bartlett testinin manidar olması örneklem büyüklüğünün faktör analizi yapmak uygun olduğu söylenebilir. Bu verilere dayalı olarak yapı geçerliğini belirlemek amacıyla açımlayıcı faktör analizi (döndürülmüş) yapılmıştır. Faktör analizi ile ölçeğin, ölçmek istediği yapıyı ölçüp ölçmediği belirlenmeye çalışılmıştır. Faktör analizine alınan değişkenlerin (maddelerin) kaç faktörde toplandığını belirlemek amacıyla öncelikle öz değerlere (Eigenvalue) ve açıklanan yüzdelere bakılmıştır. Tablo 2 incelendiğinde; öz değerleri 1.00’ın üzerinde beş bileşenin olduğu ve ölçeğin beş faktörlü bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tablodan da anlaşılacağı üzere birinci bileşene ait öz değerin ikinci bileşene ait öz değerden en az iki kat fazla olması ve ikincisi ile sonrakiler arasında çok fazla bir farkın olmaması ölçeğin tek boyutlu olduğunu göstermektedir (Lord, 1980). Tablodan da anlaşılacağı üzere birinci bileşene ait öz değer 3,643 iken, ikinci bileşene ait öz değer 1,644 olarak hesaplanmıştır. Elde edilen bu sonuçlar Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin tek boyutlu olduğuna işaret etmektedir. Ölçeğin toplam varyansının açıklanma yüzdesinin yüksekliği Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin ölçmek istediği yapıyı ölçebildiğini göstermektedir. Bu nedenle ölçeğin geçerli olduğu kabul edilmiştir. Tablo 2. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği Maddelerinin Özdeğerleri ve Açıklanan Yüzdeleri Bileşenler Özdeğer Açıklanan Var. % Toplam % 1 3,643 24,285 24,285 2 1,644 10,963 35,248 3 1,326 8,840 44,088 4 1,118 7,454 51,542 5 1,064 7,090 58,633 51 Toplum ve Sosyal Hizmet Doğrulayıcı faktör analizi ile model-veri uyumuna ilişkin hesaplanan istatistiklerden en sık kullanılanları Ki-kare (c2), c2/sd, RMSEA, RMR, GFI ve AGFI’dir. Hesaplanan c2/df oranının 5’ten küçük olması, GFI ve AGFI değerlerinin 0.90 dan yüksek olması, RMR and RMSEA değerlerinin ise 0.05 dan düşük çıkması, model-veri uyumunu göstermektedir (Jöreskog ve Sorbom, 1993; Marsh ve Hocevar, 1988). Bununla birlikte, GFI’nin 0.85’ten, AGFI’nin 0.80’den büyük çıkması, RMR ve RMSEA değerlerinin 0.10’dan düşük çıkması, model veri uyumu için kabul edilebilir alt sınırlar olarak kabul edilmektedir (Anderson ve Gerbing, 1984; Cole, 1987; Marsh, Balla ve McDonald, 1988). Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği ’nin geçerlik çalışması için yapılan doğrulayıcı faktör analizinden elde edilen diyagram Şekil 1’de verilmiştir. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarının uyumuna ilişkin istatistikler Tablo 3’te verilmiştir. Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin kuramsal yapısına ilişkin kurulan model Şekil 1’de görülmektedir. Kurulan bu modelin uygunluğuna ilişkin yapılan doğrulayıcı faktör analizinden (Confirmatory Factor Analysis) elde edilen uyum indeks sonuçlarına göre, model ve veri arasındaki uyum yüksektir. Ki-kare değerinin serbestlik derecesine olan bağımlılığını düzeltmek için bu değer serbestlik derecesine bölündüğünde, elde edilen sonuç model-veri uyumuna işaret etmektedir. Buna ek olarak yine model-veri uyumu göstergelerinden olan CFI (0.93), NFI (0.88), AGFI (0.90) değerleri model ve veri uyumunu göstermektedir. Ayrıca, örneklemden bağımsız olarak SRMR değerinin olasılığını veren uyum indeksi IFI değeri 0.93 çıktığından, modelveri uyumunun uygun olduğu yorumu yapılabilir. Modelin standartlaştırılmış hatalarına ilişkin model uyumunu veren SRMR değerinin 0.08’den küçük (Hu ve Bentler, 1999) olması da modelle veri uyumunun güçlü bir göstergesi olarak Tablo 3. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Uyum İyiliği Testlerine (Goodness-of-Fit Indices) İlişkin Değerler Uyum İyiliği Testlerine İlişkin Değerler Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği Chi-Square DF P-Value CFI NFI AGFI IFI SRMR RMSEA 90% C.I RMSEA 1401.06 83 P < .05 0.93 0.88 0.90 0.93 0.057 0.058 0.045–0.070 52 Yazıcı, Duyan ve Gelbal Şekil 1. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin Sorularına Uygulanan Doğrulayıcı Faktör Analizi Diyagramı değerlendirilebilir. Ayrıca RMSEA değerinin %90 olasılıklı güven aralığının 0.045-0.070 olması, model-veri uyumunun yüksek olduğunu göstermektedir. Model – veri uyumuna ilişkin değerlerin tamamı dikkate alındığında, kurulan modelin veriyle mükemmele yakın uyum verdiği, bu nedenle ölçeğin yapısal geçerliğe sahip olduğu söylenebilir. Ölçeği oluşturan maddelerin yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik örtük değişkenini ölçebildiği kabul edilebilir görülmektedir. Güvenirlik Ölçeğin uygulama sonuçları madde analizine alınmıştır. Maddelerin ayırt edicilik özelliği olarak bilinen maddetoplam korelasyonları Tablo 4’de verilmiştir. Tablodan da anlaşılacağı üzere 53 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Tablo 4. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ndeki Maddelerin Maddetest Korelasyonları Ölçek Maddeleri Madde-test Korelasyonu m17 ,265 m12 ,297 m23 ,307 m8 ,317 m14 ,318 m16 ,342 m18 ,350 m3 ,357 m10 ,382 m20 ,384 m21 ,400 m6 ,404 m4 ,431 m9 ,476 m1 ,541 madde-toplam puan korelasyonlarının 0,265 ile 0.541 arasında değiştiği görülmüştür. Korelasyon katsayıları, test puanlarından madde puanları düşülerek hesaplandığından düzeltilmiş katsayı olarak görülmektedir. Düzeltilmiş korelasyon katsayıları, düzeltilmemiş katsayılara göre daha düşük çıkmaktadır. Bu nedenle hesaplanan en düşük 0,265 korelasyon katsayısı yeterli kabul edilmektedir. Bu katsayının yeterliliği konusunda Özçelik (2010) 0.20 ve üzerinin yeterli olabileceğini belirtmektedir. Madde-toplam puan korelasyonlarının istendik düzeyde olması, bu maddelerle oluşan ölçeğin güvenilir olduğu konusunda da önemli ipuçları vermektedir. Homojen maddelerden oluşan test de homojen, dolayısıyla güvenilir bir ölçektir denilebilir. 54 Güvenirlik için, ölçekten alınan puanların tutarlılık derecesi ve ölçeğin homojenliğini belirlemek amacıyla iki yönteme başvurulmuştur. Bunlardan birincisi test-tekrar test yöntemidir. Bağımsız anaokulundaki 15 ve anasınıfındaki 20 olmak üzere 35 çocuğa Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği iki hafta arayla iki kez uygulandığında, bu çocukların ölçekten aldıkları puanlar arasındaki korelasyon 0.849 (p=000) olarak bulunmuştur. Bu sonuç ölçeğin farklı zamanlarda uygulanmasıyla elde edilen puanlar arasında tutarlılık olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ölçek güvenilir olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ikinci yöntem olarak ölçeği oluşturan maddelerin iç tutarlılığını veren Cronbach Alpha Katsayısı hesaplanmıştır. SPSS 16.0 ile maddelerin iç tutarlılık katsayısı 0.759 olarak belirlenmiştir. Yazıcı, Duyan ve Gelbal Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’nin farklı kültürlerde yapılan güvenirlik çalışmalarında; ilkokul çağı çocuklar için Cronbach’s alpha değerinin 0.90 olduğu (Asher ve diğ., 1990:260, Parker ve Asher 1993:614; Asher ve Gazelle, 1999:22), 5-7 yaş çocukları için 0,79 olduğu (Cassidy ve Asher, 1992:357), 6 yaş çocukları (okul öncesi çocuklar) için ise 0.88 olduğu (Vellymalay, 2010:170) belirlenmiştir. Bu çalışmada ise Cronbach alpha değeri 0.759 olarak belirlenmiştir. Test-tekrar test yöntemi ve iç tutarlılık katsayısının her ikisi de yüksek bulunmuş ve bu nedenle Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’nin Türkçe formunun 60-72 aylık çocukların yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeylerini değerlendirmede güvenilir bir ölçme aracı olduğu kabul edilmiştir. Sonuç Cassidy ve Asher (1992) tarafından geliştirilmiş olan Loneliness and Social Dissatisfaction Scale (Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği)’ni 60-72 aylar arasındaki Türk çocuklarına uyarlamak amacıyla yapılan bu çalışma Antalya İli Merkez İlçelerindeki ilköğretim okullarına ve bağımsız anaokullarına devam eden toplam 297 çocuk üzerinde gerçekleştirilmiştir. Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği’ni oluşturan maddelerin istendik özelliklerde olması ve orijinal haliyle benzerlik göstermesi, ölçeğin güvenirliğinin ve geçerliğinin yüksek olması, bu ölçeğin Türkiye’de çocuklarda yalnızlık ve sosyal memnuniyetsizlik düzeyini belirmede kullanılabileceğini göstermektedir. KAYNAKÇA Anderson, J.C. and Gerbing D.W. (1984). The Effect of Sampling Error on Convergence, Improper Solutions, and Goodness of Fit Indices for Maximum Likelihood Comfirmatory Factor Analysis. Psychometrika, 49,155-173. Asher, S.R. and Wheeler, V.A. (1985). Children’s loneliness: A comparison of rejected and neglected peer status. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 53, 500-505. Asher, S.R. and Paquette, J.A. (2003). Loneliness and Peer Relations in Childhood. Current Directions In Psychological Science, 12 (3) 75-78. Asher, S.R., Hymel, S. and Renshaw, P.D. (1984). Loneliness in Children. Child Development, 55,1456-1464. Asher, S. R., Parkhurst. J. T, Hymel, S. and Williams, G. A. (1990). Peer rejection and loneliness in childhood. In S. R. Asher and J. D. Coie (Eds.), Peer rejection in childhood (pp. 253-273). Cambridge, England: Cambridge University Press. Bakkaloglu, H. (2010). A comparison of the loneliness levels of mainstreamed primary students according to their sociometric status. Procedia - Social and Behavioral Sciences, 2(2), 330-336. Cassidy, J. and Asher, S.R. (1992). Loneliness and peer relations in young children. Child Development, 63, 350-365. Cole D. A. (1987). Utility of Confirmatory Factor Analysis in Test Validation Research. J Consult Clin Psych. 55,1019-1031. Fabes, R. A., Leonard, S. A. Kupanoff, K. and Martin, C. L. (2001). Parental coping with children’s negative emations: Relations with children’s emational and social responding. Child Development, 72, 907920. Hu, L. and Bentler, P.M. (1999). Cut-Off Criteria for Fit Indexes in Covariance Structure Analysis: Conventional Criteria Versus New 55 Toplum ve Sosyal Hizmet Alternatives. Structural Equation Modeling, 6,1-55. Jobe, L.E. and White, S.W. (2007). Loneliness, social relationships, and a broader autism phenotype in college students. Personality and Individual Differences, 42(8), 1479–1489. Jöreskog K.G. and Sörbom, D. (1993). LISREL 8: Structural Equation Modeling with the SIMPLIS Command Language. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers. Ladd, G.W. (2006). Peer Rejection, Aggressive or Withdrawn Behavior, and Psychological Maladjustment from Ages 5 to 12: An Examination of Four Predictive Models. Child Development. 77 ( 4), 822-846 Lord, F. M. (1980). Applications of Item Response Theory to Practical Testing Problems. New Jersey: Lawrence Erlbaum. Marcoen, A. and Brumagne, M. (1985). Loneliness among children and young adolescents. Developmental Psychology. 3, 344-350. Margalit, M. and Efrati, M. (1996). Loneliness, coherence and companionship among children with learning disorders. Educational Psychology, 16(1), 69-79. Margalit, M. (1998). Loneliness and coherence among preschool children with learning disabilities. Journal of Learning Disabilities, 31(2), 173-180. Margalit, M. (2010). Lonely Children and Adolescents: Self-Perceptions, Social Exclusion, and Hope. New York, Published by Springer Science+Business Media. Marsh, H.W. and Hocevar, D.A. (1988). New more powerful approach to multitrait-multimethod analyses: application of second-order confirmatory factor analysis. Journal of Applied Psychology . 73 (1), 107-117. Marsh, H.W., Balla J.R. and McDonald, R.P. (1988). Goodness-of-Fit Indices in Confirmatory Factor Analysis: The Effect of Sample Size. Psychological Bulletin, 102: 391-410. 56 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 McElwain N.L., Halberstadt A.G. and Volling B.L. (2007).Mother- and father-reported reactions to children’s negative emotions: Relations to young children’s emotion understanding and friendship quality. Child Development. 78:1407–1425. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/ PMC2562604/Erişim Tarihi, 08.08.2013) Özçelik, D. A. Test Hazırlama Klavuzu, Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara. Page, R.M., Scanlan, A. and Deringer, N. (1994). Childhood loneliness and isolation: Implications and strategies for childhood educators. Child Study Journal, 24(2), 107118. Parker, J.C. and Asher, S.R. (1993). Friendship and friendship quality in middle school: Links with peer group acceptance and feelings of loneliness and social dissatisfaction. Developmental Psychology, 29, 611-621. Parkhurst, J.C. and Asher, S.R. (1992). Peer rejection in middle school: Subgroup differences in behaviour, loneliness, and interpersonal concerns. Developmental Psychology, 28, 231-241. Parkhurst, J.T. and Hopmeyer, A. (1999). Developmental change in the source of loneliness in childhood and adolescence: Contructing a theoretical model. In K.J. Rotenbeerf and S. Hymel (Eds.) Loneliness in childhood and adolescence (pp.56-79) New York: Cambridge University Press. Pavri, S. and Monda-Amaya, L. (2000). Loneliness and students with learning disabilities in inclusive classroom: Self–perception, coping strategies, and preferred interventions. Learning Disabilities Research & Practice, 15(1), 22-33. Renshaw, P.D. and Brown, P.J. (1993). Loneliess in middle childhood: Concurrent and longitudinal predictırs. Child Development. 64, 1271-1284. Rubin, K.H., Bukowski, W. and Parker, J.G.(1998). Peer interactios, relationships, and groups. In W. Damon (Eds-in-Chief) and N. Eeisenberg (Vol. Ed.), Handbook of Yazıcı, Duyan ve Gelbal child psyhology: Vol. 3. Social, emotional, and personalty develeopment (pp.619700). New York: Wiley. Sanderson, J.A. and Siegal, M. (1995). Loneliness and stable friendship in rejected and nonrejected preschoolers. Journal of Applied Developmental Psychology, 16(4), 555-567. Trawick-Smith, J. (2013). Erken Çocukluk Döneminde Gelişim (Çok Kültürlü Bir Bakış Açısıyla). (Beşinci basımdan çeviri Edit. Prof. Dr. Berrin Akman). Ankara. Nobel Yayınları. Vellymalay, S.K.N. (2010). Loneliness and Social Dissatisfaction among Preschool Children. Canadian Social Science. 6(4), 167-174. Williams, G. V. and Asher, S.R. (1992). Assessment of loneliness at school among children with mental retardation. American Journal of Mental Retardation. 96, 373-385. Yu, G., Zhang, Y. and Yan, R. (2005). Loneliness, peer acceptance, and family functioning of Chinese children with learning disabilities: Characteristics and relationships. Psychology in the Schools, 42(3), 325-331. 57 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Ek-1: Yalnızlık ve Sosyal Memnuniyetsizlik Ölçeği (60-72 Aylar) Değerli Katılımcı, bu çalışma okulda çocukların diğer çocuklarla ilişkilerini ve bazı etkinliklerden hoşlanıp hoşlanmadığını değerlendirmek üzere yapılmaktadır. Aşağıda yer alan soruları çocuklara sorunuz ve verdikleri yanıtları uygun sütunlara işaretleyiniz. Lütfen yanıtlanmamış soru bırakmayınız. No Maddeler 1 Okulda yeni arkadaşlar edinmek senin için kolay mıdır? 2 3 4 5 Okumayı sever misin? Okulda konuşabileceğin başka çocuklar var mı? Okulda diğer çocuklarla ortak çalışma yapmada iyi misin? Çok televizyon seyreder misin? 6 Okulda yeni arkadaşlar edinmek senin için zor mudur? 7 Okulunu sever misin? 8 Okulda çok arkadaşın var mı? 9 Okulda kedini yalnız hisseder misin? 10 İhtiyacın olduğu zaman bir arkadaş bulabilir misin? 11 12 Çok spor yapar mısın? Okuldaki çocuklara kendini sevdirmen zor mudur? 13 Bilimle ilgilenir misin? 14 Okulda oyun oynayacağın arkadaşın var mI? 15 Müzikten hoşlanır mısın? 16 Okulda diğer çocuklarla aran iyi mi? 17 Okulda faaliyetlerden dışlandığını hissettiğin olur mu? 18 Okulda ihtiyacın olduğunda yardım isteyebileceğin arkadaşın var mı? 19 Resim yapmayı ve boyamayı sever misin? 20 Okulda kendini yalnız hissettiğin olur mu? 21 Okuldaki çocuklar seni sever mi? 22 Oyun kartlarıyla oynamayı sever misin? 23 Okulda arkadaşların var mı? 58 Evet Bazen Hayır Görgülü ve Cankurtaran Öntaş Araştırma HÜKÜMLÜLERİN SUÇ DAVRANIŞININ NEDENLERİNE VE SUÇ DAVRANIŞI RİSK FAKTÖRLERİNE İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ Prisoners’ Opinions Regarding Reasons and Risk Factors of Criminal Behaviour Tuğba GÖRGÜLÜ* Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ** *Uzman Psikolog, Adalet Bakanlığı **Doç, Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Normatif sosyal düzenin ve yasaların ihlali olan suç davranışının birçok nedeni olmakla birlikte suç davranışı, birçok faktörün birleşmesi ya da etkisiyle meydana gelmektedir. Literatürde de suç davranışının birçok nedeni olduğu ifade edilmektedir. Ancak genel olarak işsizlik, ekonomik sorunlar, ailevi problemler, arkadaş ilişkileri, yaşam koşulları, çevresel koşullar, kişinin geçmişinde bir suç davranışının olması, psikolojik problemler, geçmişinde fiziksel ya da cinsel tacizin olması gibi faktörler suç davranışının nedenleri arasında gösterilmektedir. Peki suç işlemiş bireyler, suç davranışlarının nedenlerini açıklar- ken hangi faktörlere atıfta bulunmaktadırlar. Bu soruya cevap aramak adına, bu çalışma Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ nde kalmakta olan 60 hükümlüyle yapılmış, 60 hükümlünün onbeşiyle, 60 ile 90 dakika arası bireysel görüşülmüştür. Hükümlülere, “Neden burada olduğunuzu düşünüyorsunuz?”, “Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız”, “Cezaevini anlatır mısınız?”, “Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” soruları sorulmuş ve alınan cevaplar analiz edilmiştir. Bu çalışma nitel bir çalışma olup, çalışmada katılımcı araştırma yöntemlerinden olan metin yazdırma yöntemi kullanılmıştır. Anahtar Sözcükler: Suç davranışı, risk faktörleri, hükümlüler. ABSTRACT Crime behavior happens with the combination or influence of multiple factors in addition to its being a reason of many crime behaviors which break normative social order and laws. But generally, unemployment, economical problems, family problems, friendships, life conditions, environmental conditions, any prior crimes, physiological problems, and any prior physiological or physical abuse are shown as reasons of crime. Which factors do criminal individuals refer to when they explain their crime behaviors? The research was made with sixty prisoners as participants who were interviewed individually sixty and ninety minutes with fifteen of sixty prisoners who were in Ankara Prisons Campus in order to look for answer this question. The questions such as “Why do you think you are here?”, “What kind of discriminations did you meet?”, “Could you talk about the prison?”, “What do want to do after your prison life?”, were asked and the answers were analyzed. This study is a qualitative work, and a script writing method from participative research methods was used. Key Words: Criminal behavior, risk factors, prisoner 59 Toplum ve Sosyal Hizmet GİRİŞ Suç davranışı farklı disiplinlerde tanımlanmış olup genel olarak yasanın ihlal edilmesi ve normatif kabul edilmiş sosyal düzende sorunlara neden olan davranış olarak tanımlanmaktadır (içli, 2004: 4). Literatürde suç davranışının birçok nedeni olduğu ifade edilmektedir. Suçun nedenleri olarak; kalıtım, hormonlar, kafa travmaları gibi faktörlerle açıklayan biyolojik teoriler (Dugdale, 1985; Leon-Carrión ve Ramos, 2003; Rada ve diğ., 1976), suçu model alma ve öğrenmeyle açıklayan sosyal öğrenme teorisi (Bandura, 1978), suça makro bir perspektif sunan sosyolojik teoriler (Baron, 2008; Smångs, 2010) ve yine suça mikro perspektif sunan psikolojik teoriler (Adler, 1976; İçli, 2004) suçun nedenlerine ilişkin farklı bakış açıları getirmişlerdir. Yine de bu teorilerin tek başına suç davranışını açıklaması mümkün olmamıştır. Alan yazısında tek bir faktörle açıklanamayan suç davranışı genel olarak çoklu faktörlerin birleşmesi ya da bu faktörlerin etkileşimiyle meydana gelmektedir. Genel olarak işsizlik, ekonomik sorunlar, ailevi sorunlar, arkadaş ilişkileri, eğitim, yaşam koşulları, çevresel faktörler, kişinin geçmişinde suç davranışının olması, psikolojik problemler ve geçmişinde fiziksel ya da cinsel tacizin olması (Biles, 1979; Britt, 1997; Felson ve Jo Lane, 2009; Keels, 2008; Mears ve Field, 2002; Warr, 1993) suç davranışının nedenleri arasında gösterilmektedir. İşsizlik ve suç arasındaki ilişki hala tartışma konusu olsa da kronik bir işsizliğin olması ya da ekonomik problemlerin yoğun olarak yaşanıldığı dönemlerde suç davranışlarında artış olduğu bilinmektedir (Biles, 1979). Yine evsiz olan ve yanı 60 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 sıra hırsızlık, gasp gibi suç davranışları nedeniyle tutuklanmış olan suç popülasyonunda işsizliğin daha yoğun olduğu bilinmektedir (Smith ve diğ., 1992). Arkadaş ilişkilerinin de suç davranışında etkisi olduğu araştırmalarca gösterilmiştir. Arkadaş ilişkilerinin suç davranışına etkisi özellikle çocuk suçluluğunda önemli bir faktör olarak gösterilmektedir (Smångs, 2010; Stepp ve diğ., 2011). Psikolojik faktörlere baktığımızda ise kişilik bozuklukları, özellikle antisosyal kişilik bozukluğu, madde kötüye kullanım hikayesi, hiperaktivite bozukluğu ve mental bozuklukluklar gibi faktörlerin (Bennet ve diğ., 2011; Fridell ve diğ.; 2007; Kröber ve Law, 2000; Männynsalo ve diğ., 2009; Pratt ve diğ., 2002) suç ile ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Görüldüğü üzere, suçla ilişkilendirilebilecek birçok faktör vardır. Bu bile bize suçun tek bir faktörle açıklanamayacağının kanıtıdır. Peki, suç davranışı gösteren bireyler açısından suçun nedenleri nelerdir? Buu soruya cevap bulmak adına, bu çalışmanın amacı cezaevinde kalmakta olan hükümlülerin kendilerini suç davranışına iten faktörlerin neler olduğu onların gözüyle anlamak ve suç davranışlarına ilişkin hangi faktörlere atıfta bulunduklarını araştırmaktır. YÖNTEM Bu araştırma Mayıs-Haziran 2012 tarihinde Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ nde kalmakta olan 60 hükümlüyle yapılmıştır. Ayrıca bu çalışma nitel bir araştırma olup, katılımcı araştırma yöntemlerinden metin yazdırma ve derinlemesine görüşme yöntemleri kullanılmıştır, veriler birinci yazar tarafından toplanmıştır. Verilerin toplanma aşamasında çalışmaya dahil edilecek Görgülü ve Cankurtaran Öntaş olan katılımcılar cezaevi hükümlü listesinden rastgele seçilmiş, ayrıca, suç türü dağılımın eşit olmasına dikkat edilmiştir. Çalışmaya katılmayı kabul eden hükümlüler beşer kişilik gruplar halinde cezaevi sınıflarına çıkarılmıştır. Çalışmaya başlamadan önce her gruba kendisini tanıtan araştırmacı, bilimsel bir çalışma yapıldığı, bu çalışmanın mahkeme süreci, cezaevi koşulları ya da kendilerinin suç davranışı ile ilgili olmadığı ve kişisel bilgilerinin tamamen saklı kalacağı ifade etmiştir. Ayrıca araştırmaya katılmanın zorunlu olmadığı ve istemeyenlerin ayrılabileceği belirtilmiş, üç hükümlünün katılmak istememesi üzerine çalışmadan çıkarılmışlardır. Hükümlülere, kendilerine dört soru sorulacağı ve bu sorulara içtenlikle cevap vermeleri ifade edilmiş ve istedikleri her şeyi yazabilecekleri belirtilmiştir. Söz konusu sorular şunlardır: 1. “Neden burada olduğunuzu düşünüyorsunuz?” 2. “Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız? 3. “Cezaevini anlatır mısınız?” 4. “Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” Bu süreçten sonra, yine suç türleri dağılımına dikkat edilerek, onbeş hükümlüyle yüzyüze görüşme yapılmış, görüşmeler ortalama 60-90 dakika arasında değişmiştir. Hükümlüler tarafından yazılan her metin olduğu gibi tırnak işareti içinde verilmiş ve o ifadenin hangi hükümlüye ait olduğuparantez içinde numaralarla belirtilmiştir. BULGULAR I.Tanımlayıcı Bulgular Çalışmaya toplam 60 hükümlü katılmış olup, bu hükümlülerin büyük çoğunluğunu genç popülasyonun oluşturduğu (%63’ ü 18-32 yaş aralığında), hükümlülerin %51,7’ sinin bekar, %25’ inin ilkokul mezunu olduğu, %65’ inin daha önce en az 1 kez cezaevine girdiği, %36,7’ sinin cezaevine girmeden önce en fazla asgari ücretle geçindiği ya da hiç gelirlerinin olmadığı, %75’ inin ise mektup, telefon ya da açık-kapalı görüşlerle ailesiyle görüştükleri bulunmuştur. II. Nitel Bulgular Hükümlüler Açısından Suçun Nedenleri Bu bölümde hükümlülerin kendilerini suça iten faktörler üzerinde durulmuş ve hükümlülerin yazdıkları literatür bilgileri ile eşleştirilerek verilmiştir. Hükümlülere kendilerini cezaevine getiren nedenleri düşünmeleri ve akıllarına gelen her şeyi yazmaları istenmiştir. Hükümlülerin yazdıkları analiz edildiğinde aile, arkadaş çevresi, işsizlik, ekonomik sorunlar, yaşanılan çevre, madde kullanımı, eğitimsizlik ve suç davranışının cezaevi ortamında öğrenilmesi… vb faktörlerin suç davranışının nedenleri olarak karşımıza çıktığı görülmüştür. Belirtilen faktörlere aşağıda kısaca değinilmiştir. Aile Suç davranışında aile faktörünün rolü oldukça önemlidir. Aile içinde yaşanan olumsuz tutumların benimsenmesi, çocuğun suç davranışı göstermesi için bir risk faktörüdür. Özellikle ailede suç işleme davranışı söz konusuysabireyin de suç işleme riski artmaktadır (Van De Ract ve diğ, 2009; Warr, 1993). Ayrıca ailenin bireyi reddetmesi ya da bireyden desteğini çekmesi bireyin suça yönelmesini daha da kolaylaştırmaktadır. Kriminoloji bilimi çocuk ve yetişkin 61 Toplum ve Sosyal Hizmet suçluluğunda ailenin önemi üzerine vurgu yapmaktadır. Ailelerin, bireylere agresif, antisosyal ve şiddet davranışını öğretmede güçlü bir model olduğu ifade edilmektedir. Yine ebeveynlerden birinin ya da ikisinin yokluğu kişinin suç davranışı için risk oluşturmaktadır (Hansom ve diğ., 1984; Wright ve Wright, 1994). Bu çalışmanın popülasyonunu oluşturan hükümlüler de suç işleme davranışında aile faktörünün etkisini ifade etmişlerdir. 34 yaşında yaralama suçundan cezaevinde bulunan hükümlünün tek ebeveynli olmanın suç davranışı üzerindeki etkisini şu cümlelerle ifade etmektedir: “ Babam yok zaten, çok oldu vefat edeli. Bir annem var. Eve pek gitmezdim, sürekli evden kaçardım, gezerdik arkadaşlarla, anne –abi dinlemedik. Annem baş edemedi tabi.” demiştir. (15) Yine 18 yaşında gasp suçundan ceza almış bir hükümlü, tek ebeveynli olmanın suç davranışı üzerindeki etkisini şu cümleleriyle anlatmaktadır: “Babam vardı yapamıyorduk. Annem baş edemedi. Babam sınırlıyordu, çevrenin iyi olmadığını biliyordu o yüzden de kızıyordu. Babam gidince böyle olduk, yine en iyisi (kardeşlerinden bahsediyor) benim.” (26) 31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde bulunan hükümlü ise suç işleme davranışında ailenin önemini şu şekilde belirtmiştir: “Ailemin cezaevinden cıktıktan sonra beni istememesi ve devletimizin Adaletindeki adaletsizliğinden dolayı buradayım.” demiştir. (27) Yine 28 yaşında hırsızlık suçundan cezaevinde olan bir hükümlü: “Hem ailevi sorunlar yani kopuk yaşamım hem arkadaş çevrem hemde biraz da kendi Aptallığımdan dolayı…” demiştir. (13) 62 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Yine aile yaşantısının dolayısıyla aile desteğinin eksikliği, kişinin kendini yalnız hissetmesine ve dolayısıyla umutsuzluğa neden olduğu ifade edilmiştir. 37 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle cezaevinde kalmakta olan bir hükümlü aile desteğinin olmaması ve dolayısıyla çaresizliğini şu şekilde ifade etmiştir: “ Çaresizlikten ve kimsesizlikden Anam ve Babam yok Tek Başıma bir kulum Bu sepevlerden dolayı sık sık Çeza Evne girip çıkıyorum napayımki başka” demiştir. (3) 31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise: “Cezaevinden çıktıktan sonra ailemi aradım ne babam ne de kardeşim beni istedi. Annem başkasıyla yakalandı zaten. Babam annemi öldürmemi istedi, 17 yıldır baskı yapıyor. 12 yaşımda elime silah verdi. 12 yaşından beri dışarıdayım, tek yaşarım.” (27) Ailenin sorumluluklarını yerine getirmemesi, aile kontrolünün ve denetiminin olmaması kişinin suça yönelmesi için zemin hazırlayan faktörler arasında olduğu da açıktır. Bunu başka hükümlü şu şekilde anlamaktadır: “ 13-14 yaşındaydım, babam koskoca iş yerini bana bıraktı, o yaşta bana hiç bir şey sormadı, ne iş yaptığımı sorgulamadı, altımda araba gezip tozuyordum, 2 cebimde para, şımarık büyüdüm, azıttık tabi.” (58) Benzer şekilde aile içinde sorunların olması, özellikle genç bireylerin evden uzaklaşmasına ve suç davranışına yönelmesine neden olduğu görülmektedir. Bu durumu başka bir hükümlü şu şekilde aktarmaktadır. “Manevi sorunlar da var tabi. Aile içi tartışmalar da sıkıntı yarattı. Aile içi sorunlar nedeniyle eve gitmedim, kaçtım, gittiğim yerde de Görgülü ve Cankurtaran Öntaş ne para ne de kalacak yerim oldu. Parasız kalınca da…” (10) Suç davranışına etki eden aile faktörlerinden bir diğeri de ailede suç davranın olmasıdır. Ailede suç davranışının olması, bireylerin suç davranışını öğrenmesine ve bir süre sonra suç davranışını normalleştirmesine neden olmaktadır. Kısaca sosyal öğrenme zarar verici ve suç davranışların öğrenilmesinde en etkili faktörler arasında gösterilmektedir (Akers ve Diğ., 1979). Bu durumu 19 yaşında tüm ailesi cezaevinde olan ve adam öldürme suçu nedeniyle hüküm almış bir birey şu şekilde ifade etmiştir:“ Beklide buraya gelmesem ben ölecektim çünkü bizim çok pis bi yaşam tarzımız var ama ben yaşadıklarımı kesinlikle çocuma yaşatmamayı düşünüyorum.” (34) Bir diğer hükümlü: “akrabalarımızın hepsinde bi suç var, hepsi azılı katiller ister istemez yanımızdaki insanlar böyle. Hepsine bakıyorum paralı, bu sefer noluyor temelli hırslanıyorsun. Bakıyorum hepsi kötü yolla para kazanıyor, sen de öyle yapıyorsun, zamanında büyüklerimiz bize iyi yolu öğretseydi, böyle mi olurdu?” demiştir. (47) 50 yaşında uyuşturucu ticareti suçundan hüküm almış olan bir başka hükümlü ise, ailede, çevrede suç davranışının olmasının ve ailenin çocuk yetiştirmedeki yanlışlarının bireyin suç davranışını öğrenmesindeki etkisini şu şekilde ifade etmektedir :“Arkadaş kurbanıyım kötü çevre itti. Mesela mahallemizin hepsi bu işi yapıyor, babam yapıyor, kardeşim, ağabeyim yapıyor, öğreniyorsun… bu güne kadar doğru yolu gösteren olmadı, cahillikten neler olmaz ki, o yaşlarda bilemiyorsun, göremiyorsun, kişiliğimi kaybettim.” demiştir. (50) Yaşanılan olumsuz çevre koşulları Olumsuz çevre koşulların suç davranışına olumsuz etkisi açıktır. Yapılan çalışmalarda da özellikle gasp, hırsızlık ve uyuşturucu gibi suçlarda, yaşanılan çevrenin rolü gösterilmiştir (Keels, 2008; Klingve diğ., 2005). 25 yaşında gasp suçundan cezaevinde olan bir hükümlü çevrenin suç davranışı üzerindeki etkisini şu şekilde ifade etmiştir:“ Yetişmiş olduğum cevre ve kişiler tarafından Yanlış yönlendirme ve yönlenme sonucundan dolayı buradayım.” (22) 31 yaşında uyuşturucu suçundan ceza almış olan bir başka hükümlü:“bulunduğumuz ortamlar, aile ve çevre etkenleri” demiştir. (41) 23 yaşında hırsızlık suçundan ceza almış bir hükümlü: “Devlet Büyüklerimiz ne zaman Bizlerin Ellerinden tutaçak. Bizler varoş semptlerde yoksulluk içinde yetişiyoruz…” demiştir. (12) Bir başka hükümlü: “Oturduğum ortam da iyi değil. Uyuşturucu satanı var, içeni var, hırsızı var. Sizin aklınızın alamayacağı şeyler oluyor. İnsanlar yan komşusunun evine giriyor, adamın haberi olmuyor. İyi bir yerde olsak böyle olur muydu hiç!” demiştir. (10) Arkadaşlık İlişkileri Bu çalışmada hükümlüler, suç davranışlarının sebeplerini ifade ederken genel olarak gençlikte yapılan hatalar ve olumsuz arkadaş ilişkilerine atıfta bulunmuşlar, özellikle genç suçluların suç davranışlarının nedenlerini genellikle olumsuz arkadaş çevresi ile açıklamışlardır. Daha çok uyuşturucu, hırsızlık ve gasp suçu işleyen hükümlülerin, olumsuz arkadaş çevresine atıf yaptıkları görülmektedir. Yapılan çalışmalarda da 63 Toplum ve Sosyal Hizmet genç suçluluğunda arkadaş ilişkilerinin önemine vurgu yapılmaktadır. Ülkemizde Öntaş ve Akşit’ in (2006) çocukların suça yönelme nedenleri üzerine yaptıkları çalışmada, benzer sonuçlar ortaya konmuştur. Buna göre çocuklar, suça itilmelerinde ilk sebep olarak arkadaş çevresini göstermektedirler. 18 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü işlediği suçun sebebi olarak;“ arkadas cevremden dolayı burdayim” demiştir. (1) 31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü: “Arkadaş ortamım da iyi değildi. Yokluktan geliyorsunuz, arkadaşlarınız iyi yaşıyor, gezdiğiniz ortam, takıldığınız kişiler farklı. Her şey var uyuşturucu falan her şey vardı, biraz da özendim. Suça iten onlar oldu, onların ortamında olmam için para lazımdı, gasp, hırsızlığı onlardan öğrendim.” demiştir. (27) 18 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise: “Arkadaş çevrem de psikopat gibiydi. Ne aklına gelirse yaparlar. Uyuşturucu satarlar, kavga dövüş zaten hiç eksik olmaz. Mahallede doğru düzgün kimse yok. Çocukluktan beri onlarlasınız, artık bu olayların içinde buluyorsunuz kendinizi.” demiştir. (26) Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 23 yaşında uyuşturucu ticareti yapmak nedeniyle ceza alan bir diğer hükümlü ise: “Bulunduğumuz ortam, Kimbilir Belkide hayat şartları. Bizde istemezdik. Yanlış arkadaş seçimi en büyük etken bence… ” şeklinde ifade etmiştir. (49) İşsizlik ve Ekonomik Sorunlar Ekonomik sorunların suç davranışı ile ilişkisini açıklayan birçok teori vardır. Bu teorilerden bir tanesi Agnew’ in (1992) açıkladığı Genel Gerilim Teorisidir. Bu teoriye göre, suçun ilişkili olduğu objektif deneyimler, sübjektif yorumlar ve duygusal reaksiyonlar olarak 3 temel durum vardır ki, objektif deneyimlerden ekonomik sorunların, özellikle işsizlik olgusunun, suç davranışı ile anlamlı olarak ilişkilidir. Geçmişte yapılmış olan çalışmalar bu iki olgu arasındaki ilişkinin zayıf olduğunu söylüyor olsa da (Chiricos, 1987), günümüzde yapılan çalışmalar suç davranışı ile ekonomik sorunların ve işsizlik arasında manidar bir ilişkinin olduğunu göstermektedir (Baron, 2008; Britt, 1997; Farrington ve diğ., 1986). Bu çalışmaya dahil olan hükümlüler de yaşadıkları ekonomik sorunların, suç davranışına etkisini ifade etmişlerdir. 30 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü: “ Ben neden burada olduğumu düşündüğüm zaman aklıma gelen ilk cevap yanlış zamanda yanlış insanlarla ve arkadaşlarla görüşmemdir ve şu an çok pişmanlığım var” demiştir. (16) 26 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü, yaşadığı ekonomik güçlüklerin suç davranışına olumsuz etkisini şu şekilde ifade etmektedir:“Fakirlik. Hırsızlık yapmamın sebebi bu, ailemin, benim istediğim hayat kalitesinde bir yaşam sağlayamadığımdan dolayıdır.” (11) 40 yaşında uyuşturucu ticareti yapmak nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü: “yanlış arkadaşlık ve nefsime yenik düştüm.” demiştir. (48) 30 yaşındaki bir diğer hükümlü: “Bazen maneviyatın, maddiyat ile geldiğini düşünüyorum. İnsanın ailesi oldumu, bu aileye düzenli bakamaz ise, 64 Görgülü ve Cankurtaran Öntaş bir çocuğun beslenme çantasına sıra arkadaşlarının yediklerinden koyamıyorsanız, ailesinin durumu yoksa… yarı yolda kalır işte… Başka ne çaresi varki!” demiştir. (33) 18 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir başka hükümlü, sabıkalı olmanın doğurduğu işsizlik sorununun, kendisini suça ne şekilde ittiğini şu cümlelerle anlatmıştır. “Aldığımız maaşla ev geçindiremedik. 650 TL para alıyorsun zaten. Ben de buradayım işte. Ev kirası, elektriği, suyu yeter mi? Dolayısıyla yapıyorsun, zaten sabıkan da var ve her işte çalışamıyorsun, çalıştırmazlar, temiz kağıdı isterler. Temiz değilsen seni işe alırlar mı? Sonra çaresiz kalıyorsun işte…” demiştir. (26) 55 yaşındaki uyuşturucu ve uyarıcı ticareti yapmak suçundan cezaevinde olan bir hükümlü, yine sabıkalı olmanın doğurduğu işsizlik sorunu ve bunun neden olduğu suç işleme davranışınışu şekilde açıklamaktadır. “kimse burada olmak istemez. Bir iş istiyorsun, sabıkalı adamsın, adamlar biz seni ararız diyorlar. Çoluğun çocuğun var, ya birinin gırtlağına sarılacaksın ya da hırsızlık yapacaksın yoksulluktan. İşim gücüm olsa uyuşturucu satar mıyım sanıyorsun. İşsizlik başımızı yaktı işte, sen (devlet) iş verdin de ben mi yapmadım?” demiştir. (47) Öfke Öfke problemlerinin suçlu popülasyonunda, özellikle şiddet suçlularında, belirgin bir özellik olduğu bilinmektedir. Şiddet suçluları sıklıkla agresif ve öfke temelli zarar verici davranışlar göstermektedirler (Hollin, 2001). Çalışmalar, cezaevlerinde öfke problemlerinin şiddet ve fiziksel/sözel saldırganlıkla ilişkili oluğunu, öfkenin suçlu popülasyonu için güçlü bir yordayıcı olduğunu göstermiştir (Cornell ve Diğ., 1999).Özellikle şiddet suçlarında öfke puanlarının diğer suç türlerine göre daha yüksek olduğu ifade edilmektedir (Howells ve diğ., 2004). Elbette ki öfkenin şiddet suçları ya da diğer suç grupları için tek başında etken bir faktör olabileceğini söylemek yanlış olsa da, özellikle şiddet suçları için önemli bir değişken olduğu gerçektir. Öfke duygusu bu araştırmada da suç davranışı için bir önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak sadece adam öldürme suçu nedeniyle cezaevinde olan hükümlüler, öfkelerini kontrol edemediklerini ve bu nedenle suç işlediklerini ifade etmişlerdir. Hükümlüler, yaşadıkları öfke duygusu nedeniyle suç işlediklerini şu şekilde anlatmaktadırlar. 35 yaşında adam öldürmekten ceza almış olan bir hükümlü:“Çocukların anası beni aldattı. Sonra ailesi geldi, arayı düzeltmeye çalıştılar, çocuklarımı düşünüp bağışladım. Eşim, sevgilisini düşünüp planlar yapmaya çalışıyordu, bende insanım her şey bir yere kadar, çok öfkelendim, kendimi kaybettim ve onu öldürdüm. Çok ama çok pişmanım.” demiştir. (36) 33 yaşında adam öldürme ve yaralama suçundan hüküm giymiş bir hükümlü, aile içinde yaşanan öfke sorunlarının olumsuz öğrenmişlikler için zemin hazırladığını, bireyi olumsuz etkilediğini ve neticede suç davranışına neden olduğunu şu cümlelerle anlatmıştır. “ insanın küçük yaşta hem ailesi içindeki öfkeye, hem de dışarıdaki öfkeye şahit olması, kendisinin de öfkeli yetişmesine ve kendi gördükleriyle bütünleşmesine neden oluyor. Bundan işte…” (33) 65 Toplum ve Sosyal Hizmet 44 yaşında ateşli silahla adam öldürme suçundan hüküm almış olan bir diğer hükümlü: “Eşimin ihaneti ve buna göz yuman ve bundan menfaat sağlayan eşimin ailesinin benim üzerime gelmeleri ve beni tehdit ve tahrik etmeleri sonucunda bir anlık öfke ile cinayet işlemem sonucu buradayım.” demiştir. (31) Diğer nedenler Bu çalışmada yukarıda belirtilen faktörler dışında iftira, gençlik, cehalet, kader, özenti, macera, haksız yargılama, sosyal politika eksiklikleri… gibi olguların bazı hükümlülerce suç davranışlarına neden olan faktörler arasında gösterildiği bulunmuştur. Özellikle “kadercilik” temasının suç davranışının meşrulaştırılmasında çok sık kullanıldığı görülmektedir. Kaderci anlayışla hükümlü, yaşadığı olumsuzluğu dış faktörlere yüklemekte, böylece yaşadığı olumsuz duyguyu hafifletmeye çalıştığı düşünülmektedir. Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kendime kızıyorum, benim yaptığım salaklık senin ne işin olur Adam öldürmekle daha on sekiz günlük bebeğin varken neyse her şerrin altında bir hayır vardır belkide buraya gelmesem ben ölecektim.” demiştir. (34) 19 yaşında gasp suçu işlemiş bir hükümlü: “Cahillikten ve suça sürüklenen çocuk olduğumdan dolayı buradayım.” demiştir. (14) Yine 19 yaşında gasp suçu nedeniyle hüküm almış bir diğer hükümlü: “Cahillik diyelim çünkü 14 yaşındaki bir çocuğu düşünün cahil dimi ama acısını halen çekiyorum” demiştir (19) Yine “haksız yargılama” teması özellikle gasp ve hırsızlık suçlarından hüküm giymiş bireylerce çok sık ifade edilmiştir. 42 yaşında gasp suçu nedeniyle hüküm giymiş bir hükümlü: “Neden buradayım? Tamamen iftira ve haksız yargılamadan” demiştir. (25) Örneğin 32 yaşında ateşli silahla adam öldürme ve yaralama suçlarından ceza almış olan bir hükümlü, işlediği suçu kadercilik anlayışla dışsallaştırmaktadır. “burada olma sebebim Cenabı Allah’ ın takdiridir. Bütün bu olanlar kaderdir. Bizim bunun önüne geçmemize imkân yoktur. Cenabı Allah alnımıza ne yazdıysa o olur. İnsanların kaderi daha doğmadan önce alnına yazılmıştır.” demiştir. (28) 26 yaşında hırsızlık suçu nedeniyle hüküm almış bir başka hükümlü: “Esat’ ta oturuyoruz, babam polis memuru. Aslında sorunum yoktu ama istediğim hayat başkaydı. 23 yaşındaydım, Çankaya’ daki insanları görüyorum, aramızdaki farkı görüyorsun, özendim. Biraz da macera diyelim, iyi hayat istiyordum, arkadaşlarım da bu işi yapıyorlardı, kolay oldu, bu işe girdim. Baktım yeteri kadar param yok, direkt aklıma geldi zaten.” demiştir. (9) Yine 19 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü, suç işleme davranışının sebepleri arasında cehalet, çocukluk ve kaderi göstermektedir.“Neden burada olduğumu elbetteki düşünüyorum benim burada oluş sebebim tamamen çocukluk Düşünmeden hareket ettim. Bazen Ceza infaz sisteminin amacı bireyleri cezaevlerine kapatmak değil, bireylerin rehabilitasyonu ve tekrar suç işlemelerini engellemektir. Ancak en büyük hedef bireyler suç işlemeden suçun engellenmesine yönelik yapılan mikro ve makro çalışmalar olmalıdır. Suçun engellenmesine yönelik sosyal politika 66 Görgülü ve Cankurtaran Öntaş eksikliklerinin ya da yanlış politik tutumların suç davranışlarını tetikleyeceği açıktır. Bu noktada suç davranışının önlenmesinde sosyal politikaların rolü yadsınamaz. Suç davranışı konusunda sosyal politika eksikliğinin etkisini 18 yaşında gasp suçu işlemiş bir hükümlü şu şekilde anlatmaktadır. “Devletin ve yargı kurumlarının bu cezaevine düşmemde yetersiz kaldığından, bana karşı kurumların sosyal bir yaklaşım göstermediğinden, yargının insanları sadece mahkum edip cezaevlerinde ıslah etme çabası olduğundan, bana sahip çıkıp kucak açmadıklarından Topluma kazandırma gibi bir niyetleri olmadığından ben şu an bu nedenlerle buradayım.” demiştir. (24) Cinsel suçtan hükümlü olanlara baktığımızda on kişiden altısı suç davranışını inkar etmiş, diğerleri ise farkındalığını olmamasına ya da adalet ve yargı sistemindeki hatalara atıfta bulunmuşlardır. Buna göre bir hükümlü: “insan küçümseniyor tabi burada, çünkü yüz kızartıcı bir suç, ben olsam ben bile öyle düşünürüm. Dışarı çıktığımda da bu suçun bana ait olmadığını anlatacağım herkese. Benim 15-16 yaşında bir kızım var, o da biliyor zaten bu suçu yapmadığımı, kendimden eminim” demiştir. (59) “Kız kaçırma” olgusunun ülkemizde cinsel suç kapsamında değerlendirildiğinden, temelde kız karçırma nedeniyle ceza almış birçok hükümlü bulunmaktadır. Bu durumun adaletsizlik olduğunu düşünen ve kendine göre yargı sisteminin yanlışlarına atıfta bulunan bir hükümlü bu durumu şu şekilde ifade etmiştir. “Yaptığım olay iyi niyetle bile olsa bir suç iki seveni kavuşturmak için. Yaptığım suçtan pişmanlık duymuyorum çünkü 2 çocuklu mutlu bir aile oluştu. 33 gün hapis yattık tahliye olunca evlendiler, ama ben 11 yıl sonra neden ceza aldım hala anlayamadım. Benim cinsel suçum olmamasına rağmen çok utanıyorum. Neden bu koğuştayım diye kızıyorum, çünkü çok kötü suçu olanlar var burada, onlarla yatmaktan çok rahatsızım. Evlenmek için kız kaçıranla seri sapıkların bir arada olması çok yanlış bence. Bir an önce tahliye olup bu azaptan kurtulmak istiyorum” demiştir. (55) Cinsel suçun bir diğer boyutu da para karşılığı yapılan cinsel ilişkilerde taraflar arası yaşanan sorunlardır. Bu tarz ilişkiler sonucu olan anlaşmazlıklar kişilerin adli sistem içinde ceza almalarıyla sonuçlanmaktadır. Bu olumsuz durumu bir hükümlü şu şekilde ifade etmiştir. “İftira olduğunu söylemek istiyorum çünkü iftira. Para istediler vermeyince şikayetten ettiler. Çoğu insan artık bu işi meslek haline getirmiş durumda. İnsanların hayatıyla oynuyorlar. Şikayet edip para veya değerli eşyalar istiyorlar vermeyince de ya şikayetten ya da kamudan ceza aldırıyorlar böylece çoğu insanın hayatını karartıyorlar” demiştir. (54) Yine başka bir hükümlü: “Yanlış bir zamanda yanlış insanların yanında bulunduğum için. Çünkü bizlere para karşılığı kurulmuş bir tuzağa düşürüldüm ve iftiraya uğradım ve bu şahıslar 2007 yılına kadar bu faaliyetlerine devam ettiler. Bu konulara biraz dikkat edilmesini istiyorum bu olaydan 7,5 yıl ceza aldım ve halen neden olduğunu anlamış değilim” demiştir. (53) Ayrımcılık Bu bölümde hükümlülere “ne tür ayrımcılıkla karşılaştınız? ” sorusu 67 Toplum ve Sosyal Hizmet sorulmuş, cezaevindeki ya da dışarıdaki hayatlarında herhangi bir ayrımcılığa uğrayıp uğramadıkları ve maruz kaldıkları ayrımcı tutum ve davranışların suç davranışlarına olumsuz bir etkisi olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Hükümlülerin bu soruyu yanıtlarken oldukça zorlandıkları gözlenmiştir. Gerekli açıklama yapılmış olsa da bazılarının soruyu anlamadıkları ve dolayısıyla soruyla ilişkili olmayan yanıtlar verdikleri gözlenmiştir. Örneğin 5275 sayılı kanuna göre cezaevinde aynı suç türündeki mahkûmların aynı koğuşta kalmaları zorunluluğu, “ayrımcılık” olarak algılamıştır. Hükümlüler genel olarak herhangi bir ayrımcı davranışa maruz kalmadıklarını belirtmişlerdir. Ayrımcı tutum ve davranışlara maruz kaldıklarını söyleyen hükümlüler ise genel olarak suç türü, etnik köken, ekonomik ya da suç işlemiş olduklarından dolayı ayrımcı tutum ve davranışlara maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Yine de suç türü hariç diğer nedenlerin somut gerekçeleri olmadığı gözlenmiştir. Suç türü nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını söyleyenler genel olarak cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan hükümlülar olduğu bulunmuştur. On cinsel suçludan sekizi (%80), suç türleri nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını ifade etmekte, suç türleri nedeniyle utanç duymakta ve yaşadıkları olumsuz duygulardan bahsetmektedirler. Örneğin;30 yaşında “çocukları fuhşa teşvik etmek ya da yaptırmak” suçu nedeniyle ceza almış bir hükümlü, yaşadığı ayrımcılığı şu şekilde ifade etmektedir. “Ayrımcılık bütün cezaevlerinde var. Suç cinsel olunca bütün mahkûmlara ayrımcılık yapıyorlar. Bunu da gerek sözle gerekse iş yaptırarak belli ediyorlar” demektedir. (56) 68 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 22 yaşındaki bir diğer mahkûm: “Cinsel diyip konsere çıkarmıyorlar kavga falan çıkar diye. Çoğu faaliyetlere katılmıyoruz temizlikleri biz yapıyoruz. Çocuğundan, kardeşinden yararlananla aynı koğuştayız, bize de onlar gibi muamele yapıyorlar” demiştir. (54) 26 yaşındaki yine cinsel suç nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü: “Cezaevinde selam almıyorum. Cinsel suç olduğum için insanlar yüzüme bile bakmıyor bazen, çok gücüme gidiyor –Ağlıyor-. Daha önce de cezaevindeydim ama hiç böyle ayrımcılıklarla karşılaşmadım. Kardeş ne yapıyorsun deyip konuşuyorlardı. –Ağlıyor-” demiştir. (58) Gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü, yine cinsel suç türü nedeniyle ayrımcılığı şu şekilde ifade etmiştir. “4 dosyadan yargılandım, bir tanesi de cinsel suçtu fakat beraat ettim. Cinsel suçta ister suçlu ol istersen suçsuz, yargı aşamasında bile bu suçta ayrımcılık ve dışlanma gördüm. İnsanların cezasını adalet veriyor ikinci bir cezaya gerek yok diye düşünüyorum.” demiştir. (16) Diğer bazı hükümlüler suç işleme davranışları nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldıklarını belitmişlerdir. 19 yaşında, gasp suçu nedeniyle ceza almış bir hükümlü, suç işleme davranışı nedeniyle yaşadığı ayrımcılığı şu şekilde anlatmaktadır: “cezaevine girdim, çıktım. İnsanlar korkuyorlardı, soğuk davranıyorlardı, dışlanmış gibiydim. Cezaevine girmiş çıkmış dediler. Benden uzak durmak istediler.” demiştir. (15) 31 yaşında gasp suçu nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü, yine suç işleme davranışı nedeniyle dışlandığını ve ayrımcılığa uğradığını şu cümlelerle ifade Görgülü ve Cankurtaran Öntaş etmiştir: “suçlu olduğumdan ve sabıkalı bir insan olduğum için beni ilk başta ailem suçladı ve sonra çevremdeki insanlar. Bana kol-kanat gerselerdi beni kendilerinden ayrı tutmasalardı şu an burada olmazdım.” (27) Sadece bir hükümlü etnik ayrımcılıktan bahsetmiştir. 28 yaşında gasp suçu nedeniyle hüküm giyen bir hükümlü etnik ayrımcılığa uğradığını ve bu nedenle suç işlediğini ifade etmiştir. “Doğulu olmamdan dolayı hep toplum tarafından dışlandım tabi genel olarak bu durumla karşı karşıya kalmadım ama yaşamın boyunca hep karşılaştım bu beni toplumun dışında bıraktı suça itti. Bu sebepten dolayı suça karıştığım için çok pişmanım” demiştir .(13) Bir diğer hükümlü yargı sistemindeki ayrımcı tutum ve davranışların sonuçlarına atıfta bulunmaktadır. Buna göre: “Ben 14 yaşında girdim ama çocuk mahkemesinde yargılanmadım nedir bu hep 1. ağır cezada yargılandım sizce bu ayrımcılık değil mi? Belki de özgür olacaktım ya da az ceza alacaktım” demiştir. (19) Yine başka bir hükümlü ekonomik problemelerin ve sınıfsal ayrımların ayrımcılığa neden olan faktörler arasında göstermektedir. Buna göre: “1. Sınıf, 2.sınıf, 3. Sınıf insanlar var. Tamamen 3.sınıf insanlar yerine koyduğumuz için bu tür ayrımcılıklar üzerine maddi ve giyime önem verdiklerinden bizler 3.sınıf oluyoruz, bundan dolayı ayrımcılık yapıyorlar” demiştir. (12) Suç Döngüsünde Cezaevinde Yaşamak Bu bölümde hükümlülere “cezaevini anlatır mısınız?” sorusu yöneltilmiş, nerdeyse her hükümlünün cezaevine karşı olumsuz düşünceleri olduğu gözlenmiştir. Yanı sıra hükümlüler, kapalı ortamda kalmanın, aile ve arkadaşlardan uzak olmanın kendilerinde yarattığı olumsuz duygulardan bahsetmişlerdir. Cezaevi yaşantısının en problemli yaşantılardan biri olduğu açıktır. Kapalı ortamda kalmak, dışarıyla bağlantıya geçememek, aile ve arkadaş gibi sosyal desteklere istedikleri zaman ulaşamıyor olmak hükümlülarde ciddi problemlere neden olmaktadır (Yılmaz, 1997). Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, cezaevindeki bireylerde çeşitli psikiyatrik bozuklukların yanı sıra kendine zarar verme ve intihar davranışları gibi birçok sorunlar oduğu bulunmuştur (Görgülü ve Kışlak, 2012; Kaya ve diğ., 2004; Motiuk ve Porporino, 1992). Bu çalışmaya dahil olan hükümlüler kapalı ortamda yaşamanın, özgürlüğün kısıtlanmış olmasının, aile ve arkadaşlardan uzak olmanın yarattığı olumsuz duygu ve düşünceleri şu cümlelerle anlatmışlardır. 20 yaşında cinsel suç nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü: “Bir insanın hayatı boyunca hiç girmek istemeyeceği özgürlüğünün kıymetini anladığı ama anlasa da geriye dönüşü olmayacağı bir hata yaptığı için çok pişman olacağı bir yer. Anne, baba, kardeş özlemiyle yanıp tutuştuğu bir yer.” demiştir. (60) 26 yaşındaki cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü: “bir canlının en büyük kazancı özgürlüktür. Bana hayatta daha önce sorsalardı neyini kaybetmek istemezsin diye özgürlük derdim tereddütsüz. Şimdi özgür değilim. Buradaki yaşanan her şey gelip geçsin istiyorum bir anda. Burası anlatılmaz sadece yaşamak lazım anlamak için” demiştir. (58) 69 Toplum ve Sosyal Hizmet 22 yaşındaki cinsel suç nedeniyle ceza alan bir diğer hükümlü yaşadığı olumsuz duyguları ve bu duyguların neden olduğu olumsuz sonuçlarını şu cümlelerle anlatmaktadır: “Cezaevi kimsenin girmek istemediği bir yerdir. İnsanlar buraya düştüğünde hayatın ne kadar değerli olduğunu ve özgürlüğün tadını çıkarmasını bilmediğini burada anlayıp bir daha düşmemek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalıştığı bir yer ve burası insanların hayatlarını karartan kimilerini intihara, kimilerini kendine zarar vermeye zorlayan bir yerdir” demiştir. (54) 51 yaşındaki hırsızlık suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü ise: “Perişanlık çektiren hayattan bıktıran mezardan önce gelinmesi gereken son yer” demiştir. (20) 27 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü, hem kalabalık içinde kapalı ortamda kalmanın verdiği sıkıntıyı hem de cezaevinin kalıplaşmış jargonunun yarattığı problemleri şu şekilde anlatmıştır: “Güzel bir yer değil, buna emin olun. Komik kurallar var mesela, bacak bacak üstüne atılmaz, volta atarken kimsenin önüne geçilmez geçilirse küfür ediyorsun anlamı çıkıyormuş. Dört duvar arası tabut işte uğraşacak bir şeyler lazım insanlara, onlar da garip kurallar çıkarıyorlar. TV’ den kavga çıkar, yan baktın kavga, benim sandalyeme oturdun kavga… yani bir dünya saçma enerji birikir, toprak yok, çim yok enerji nereye gidecek? Kavga edilir, stres atılır… Kışın çok soğuk olur kalorifer yansa da romatizma falan olursunuz duvardan soğuk geldiği için, sürekli sıkıntı yaparak yatarsınız yavaş yavaş böbreklerin iflas etmeye başlar… 37 ekran TV’ yi 20-25 metre uzaktan izleyince gözler bozulmaya 70 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 başlar, sürekli düşünmekten psikolojin bozulmaya başlar. Spor yapamazsınız, spor dediğimde volta, kemikler uyuşmaya başlar ve zamanda sıkıntı yaratır. Yani burası iyi bir yer değil, hiç gelmeyin” demiştir. (32) Bazı hükümlüler de cezaevinde olmanın ıslah edici yanından bahsetmiştir. Ancak bu hükümlüler de ıslah edici yanından bahsederken, cezaevinin olumsuz davranışları pekiştirici ve suçu öğretmeye yönelik bir yer olduğu gerçeğini de ifade etmişlerdir. 19 yaşındaki adam öldürme suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü, farkındalığının arttığını şu cümlelerle anlatmıştır. “Cezaevi bir açıdan benim için iyi bir yer oldu. Kendimi tanıdım, kendime göre daha sağlıklı düşünmeye başladım nerde nasıl davranacağımı öğrendim bi açıdanda çok kötü bir yer aile ve sevdiklerinden hepsinden uzaksın işte!” demiştir. (19) 26 yaşında ‘kullanmak için uyuşturucu madde temin etmek’ suçundan ceza almış olan bir hükümlü ise ceza infaz sisteminin farkındalık kazandırabileceğini şu cümlelerle anlatmıştır: “Cezaevi insanlara düşünme zamanı veriyor. Dışarıda insanlar her şeyi düşünmez, yaptıklarını düşünmez. Ama burada her şeyi ayrıntılı bir şekilde düşünüyorsunuz. Yaptığınız hataları bir daha yapmayacağanıza söz veriyorsunuz, ama burası ömür çürüten bir yer…” demiştir. (42) 40 yaşındaki uyuşturucu ticareti yapmak suçu nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü, cezaevinin ıslah edici ve aynı zamanda suç davranışını pekiştirici ve öğretici yanını şu şekilde ifade etmiştir. “Cezaevi insanların özgürlüğünü elinden almaktadır. Hasreti, özlemi Görgülü ve Cankurtaran Öntaş görmektir. Aslında bir nevi doğruyu bulmak için çok ama çok kısa süreli yatanlar bunu anlamalı ve bir daha girmemelidir. Uzun yatanlar için pek fazla bir şey söylemek istemiyorum. Sadece uzun yatan mahkumlar çok daha suça meyilli ve kinci olur.” demektedir. (48) Bir diğer hükümlü: “Allah kimseyi düşürmesin, buralar çok zor. Özgürlüğün yok, yuva yıktırır, aç kal açıkta kal ama dışarıda ol. İnsan burada uyuşturucu bağımlısı olur, iş yok güç yok, ilaç alıyorlar yatıyorlar, yatıp kalıyorlar…normal olanda kendini kaybediyor, resmen uyuşturucu bağımlısı oluyorlar.” biçiminde ifade etmiştir. (6) 49 yaşındaki gasp suçu nedeniyle cezaevine girmiş olan bir diğer hükümlü şöyle belirtmiştir: “Cezaevi insanları topluma kazandırmak için yapılan ceza çekme yerdir. Ama ne suç olursa olsun onun pişmanlığı duymak ve dışarı sosyal hayata çıktığı zaman geçmişteki yaşadığı yer beynin bir yerine kazımasıdır”. (17) olumsuz etkisini şu şekilde anlatıyor: “Cezaevleri insanları ıslah olmaları için kurulmuş bir tesis. Bence bu böyle değil insanlar buraya girip çıkınca daha da azılı suçlular olarak çıkıyorlar…” demiştir. (10) 18 yaşında gasp suçu nedeniyle yine birkaç kez cezaevine girmiş olan bir diğer hükümlü ise cezaevini şu cümlelerle anlatmaktadır. Cezaevi benim görüşüme göre insanı bitiren hayatını karartan tüm hayallerini yıkan ve insanı ıslah etmeye çalışıldığı ama kesinlikle ıslah etmeyen suç potansiyelini Toplumda Tavan yaptıran suç artışını daha kolay sağlayan Devletin bir kurumu bence…” demiştir (24) Gelecekle İlgili Planlarına Dair Düşünceler 18 yaşındaki gasp suçu nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü ise suç davranışının öğrenilmesini şu şekilde anlatıyor: “15-30 suçlu bir arada yatıyor. Herkes anlatıyor suçlarını suçu öğreniyorlar, çıkınca daha profesyonel oluyorlar. Burası insanların düzelmesini ve arındırılmasının sağlanmasını sağlayan kapalı bir ortam olarak bilinmektedir. Ama ne yazık ki tam tersi insanlar akıllanacağı yerde cezaevinde kurmuş oldukları arkadaşlıklarla daha da kötü bir suçlu haline geliyorlar. Ben her şeyi burada öğrendim.” demiştir. (26) Bu bölümde hükümlülere “bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusu yöneltilmiştir. Bu soruyla hükümlülerin gelecekle ilgili bir planlarının olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Cevaplar analiz edildiğinde bir kısmının gelecekle ilgili, özellikle evlilik ve çalışma hayatı ile ilgili, planları olduğu gözlenmiş, aynı zamanda bu hükümlüler bir daha suç işlememe, anne ve babanın sözünden çıkmama ya da hayırlı bir evlat olma… gibi geleceğe dair olumlu düşüncelerinden bahsetmişlerdir. Aksine diğerleri ise, özellikle uzun süre ceza alanlar, gelecekle ilgili bir planları olmadığını, dahası geleceğe dair umutsuz olduklarını belirmişlerdir. Gelecekle ilgili olumlu planları olan hükümlüların ifadeleri şu şekildedir: 26 yaşında hırsızlık nedeniyle cezaevinde olan ve birkaç kez cezaevine girmiş olan bir diğer hükümlü cezaevinin suç davranışını öğrenme üzerindeki 32 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü, geleceğe dair beklentilerini şu şekilde açıklamıştır: “Tahliye olduğum zaman işime 71 Toplum ve Sosyal Hizmet kaldığım yerden devam edeceğim, şirketimi büyütmek ve daha çok istihdam sağlamak istiyorum, ve inşallah alnımda yazılı insanı bulup mutlu bir evlilik yapmak istiyorum.” demiştir. (55) 27 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış olan bir hükümlü, cezaevinden çıktıktan sonraki planlarını şu şekilde anlatmaktadır: “Çok güzel bir hayatım varken buralara gelmek zorunda kaldım. Bundan sonra eski düzenimi tekrar kurup huzurlu ve mutlu olmak istiyorum. Giden gitmiş olacak yıllar geçmeye devam edecek ama buradan ne kadar çabuk kurtulursam o kadar çabuk geçmişle değil gelecekle yaşayacağım. Ve en sonunda da düzenimi tekrar sağladıktan sonra evlenip güzel bir aile kurmak istiyorum.” demiştir. (29) 31 yaşında gasp suçu nedeniyle cezaevinde olan bir diğer hükümlü ise: “buradan çıkıp topluma faydalı bir insan olarak yaşamayı amaçlıyorum suçtan uzak bir yerde, geri kalan zamanımı değerlendirmek istiyorum.” demiştir (27) 21 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir başka hükümlü özgür olmayı hayal ettiğini ve aynı zamanda ailesiyle planladığı yaşamı şu şekilde anlatmaktadır: “Bundan sonra sadece dışarı çıkmayı ve özgür olmayı hayal ediyorum, ailemle tertemiz bir sayfa açıp kalan yoluma devam etmek istiyorum.” (52) 26 yaşında cinsel suç nedeniyle cezaevinde olan bir hükümlü hem dışarı çıktığında güzel bir yaşam beklentisi içerisinde olduğunu hem de uzun süreli ceza aldığından dolayı yaşadığı umutsuzluk duygusunu şu şekilde anlatıyor: “Bir gün gelirde bu cezaevinden çıkabilirsem, kendi evime ve bir aileye o kadar çok ihtiyacım var ki. İşime girip güzel 72 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 bir yuva kurmak istiyorum, sabah işime akşam evime gelmek hayata ve aileme hiç bırakmayacak gibi sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Bir de düşünüyorum gencin kötüsü olur mu acaba. Burada yıllarca yatan bir insan dışarıda ne yapabilir ki? Sahiplenen olur mu ki?” demiştir. (58) Umutsuzluğunu ifade eden hükümlülerden biri ise: “28 sene sonra çıkacam gibi görünüyor. Bu sürede ben psikopat olurum. İçeride 24 saat sevmediğin insanlarla bile olsa yan yana olmak zorundasın. Ayrılamıyorsun… buradan emekli olacağım ben, kaybolmuş bir ailem olacak, belki herkes ölmüş olacak. Ben de o saatten sonra bir şey yapamayacağıma göre ben de kaybolurum herhalde…” (9) 35 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle ceza almış bir diğer hükümlü gelecekle ilgili umutsuzluğunu şu ifadelerle anlatmaktadır: “20-25 sene sonra 60 yaşında olacağım yaşarsam o yaştan sonra benden bir şey olmayacağı için hiç plan yapamıyorum. Nasıl olsa iş de bulamam. Ya fakirlikten ya da iş bulamamaktan ölürüm herhalde. Benim sonum belli” demiştir. (30) Yine 51 yaşında adam öldürme suçu nedeniyle müebbet hapis cezasıyla yargıtayda yargılanan bir hükümlü yaşadığı umutsuzluk duygusunu şu cümleleriyle anlatıyor:“Kaç yıl alacağım Allah bilir. Çıktığımda en az 70 olurum herhalde, o saatten sonra ne yapılır ki? Hiç ümidim yok ama Allah bana fırsat verirde çıkarsam insanların iyiliği için çalışırım herhalde. Burada bunları daha iyi görme fırsatım oldu keşke buraya girmeden önce bunları düşünebilseydim.” demiştir. (37) Görgülü ve Cankurtaran Öntaş TARTIŞMA Bu araştırma ile farklı suç türlerinden hükümlü bireylerin suç davranışlarının nedenleri, ayrımcılık deneyimleri ve gelecek planlarına ilişkin görüşleri nitel araştırma yöntemi ile ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu araştırmaya katılan 60 hükümlüye “Neden burada olduğunuzu düşünüyorsunuz?”, “Ne tür ayrımcılıklarla karşılaştınız?”, “Ayrımcılıkla karşılaştıysanız sizce nedeni ya da nedenleri nelerdir?”, “Cezaevini anlatır mısınız?”, “Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” soruları yöneltilmiştir. Bu çalışma niteliksel bir araştıma olup, çalışmada katılımcı araştırma yöntemlerinden metin yazdırma ve derinlemesine görüşme yöntemi kullanılmıştır. Katılımcılara öncelikle metin yazdırılmış, bu işlemden sonra onbeş hükümlü ile yüz yüze görüşülerek yazdıkları üzerine derinlemesine görüşme yapılmıştır. Bu çalışmada, cinsel suç işlemiş bireylerin %60’ ının (n=6), suç davranışlarını kabul etmedikleri ve aldıkları cezayı hak etmediklerini düşündükleri bulunmuş olup, cinsel suç işlemiş hükümlülerinin bir kısmı ise cinsel suç koğuşunda kalmaktan duydukları rahatsızlığı dile getirmişlerdir. Cinsel suçlulardaki bu inkâr davranışı, hükümlülerın suçun niteliği nedeniyle çevre tarafından dışlanıyor olmaları,saldırgan ve reddedilme davranışlarıına açık olmaları, toplumda yoğun korku ve kaygı duyguları uyandırmaları (Levenson ve Diğ., 2007) nedeniyle suç davranışlarını reddettikleri ve benliklerini rahatlama yoluna gittikleri düşünülmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalarda cinsel suç işlemiş bireylerde davranım bozuklukları gibi psikiyatrik olguların sık rastlandığı bulunmuştur (Galli ve Diğ., 199; Kavoussi ve Diğ., 1988). Dolayısyla cinsel suç işlemiş bireylerde varolan davranış bozuklukları gibi psikopatolojiler, bu bireylerin suç davranışların inkar etmelerine ve davranışlarını manipüle etmelerine neden olduğu düşünülmektedir. . Kız kaçırma olgusuna baktığımızda, kız kaçırma Türkiye’nin kültürel yapısı bağlamında evlenme gelenekleri arasında gösteriliyor ve kültürel bir olgu olarak ifade ediliyor olsa da (Tezcan, 2003), kızın rızası yoksa ya da reşit olmayan kızla cinsel ilişki söz konusuysa Türk Ceza Kanunu’ na göre cinsel suç kategorisinde yer almaktadır ve cezai müeyyide söz konusudur. Bu çalışmada da “kız kaçırma” nedeniyle cezaevinde olan bireylerin, yaptıkları eylemi suç davranışı olarak algılamadıkları hatta evlenenlere yardım ettiklerini düşündükleri, bu nedenle cinsel suç koğuşunda kalmak istemedikleri görülmüştür. Bu sorunun ortadan kaldırılması adına bu bireylerin cezaevi içerisinde başka koğuşlarda kalmaları gerektiği ve böylece “kabullenmeme” duyguları nedeniyle yaşadıkları olumsuz duyguların minimize edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Yapılan bu çalışmada aile faktörünün suç davranışında oldukça önemli bir değişken olduğu bulunmuştur. Buna göre ailenin bireyi reddetmesi, aile birlikteliğinin noksanlığı ya da ailenin sorumluluğunu yerine getirmemesi, çocuk üzerinde aile kontrolünün eksikliği, ebeveynlerden birinin ya da ikisinin yokluğu, aile içi sorunlar, aile içi şiddet ve ailede suç davranışının olması… gibi ailesel faktörlerin bireylerin suç davranışı için önemli faktörler olduğu bulunmuştur. Yapılan çalışmalar bu çalışmanın bulgularını destekler niteliktedir. Hanson ve ark. (1984) 163 aile 73 Toplum ve Sosyal Hizmet ve bu ailelerin erkek çocukları ile yaptıkları çalışmada, aileleri ile çocuklarının suç davranışları arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Çalışmanın sonuçlarına göre, 89 erkek çocuğun babasının olmadığı gözlenmiş ve ebeveynlerin en az birinde sosyal agresyon bozuklukluğunun olması, erkek çocukların suç davranışları için en iyi yordayıcı değişken olduğu ortaya çıkmıştır. Yine Öntaş ve Akşit’ in (2006) 69 suça sürüklenen çocuk ile yaptıkları nitel çalışmada, aile içi bağların zayıf olan ve aile etkileşimlerinde sorun yaşayan çocukların, suç davranışlarına daha eğilimli oldukları bulunmuştur. Yine ailede suç davranışının olması bireydeki suç davranışı için önemli belirleyici bir faktör olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalar da bu bulguyu destekler niteliktedir. Van de Ract ve ark. (2012) ebeveynlerin suç deneyimlerinin çocuklarının kriminal davranışları üzerindeki etkisini inceledikleri çalışmalarında, ebeveynlerin suç davranışı ile çocukların suç işleme davranışları arasında anlamlı bir ilişki olduğunu bulmuşlardır. Yine Goodwin ve Davis’ in (2011) yaptıkları çalışmada, ailede kriminal davranışı olan çocukların, ailesinde böyle bir deneyim olmayan çocuklara göre (erkekler için %70, kızlar için %80 ve üzeri) suç işleme davranışı açısından daha riskli oldukları bulunmuştur. Ailenin, çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimde en önemli faktörlerden olduğu bilinmektedir. Sorunlu yetişen bir çocuğun, ailesinde de sorunlu yetişkin ya da yetişkinlerin olacağı açıktır. Bu nedenle ailelere çocuk gelişimi, anne-baba eğitimi gibi eğitimler verilmelidir. Ayrıca şiddete eğilimli ebeveynlere psikolojik destek sağlanması ve bu uygulamaların makro boyutta bir sosyal politika olarak benimsenmesi gerektiği düşünülmektedir. 74 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Bu çalışmada suç davranışı ile yaşanılan yerin ilişkili olduğu bulunmuştur. Buna göre suç davranışının yoğun olduğu, yoksulluk içinde ve fiziksel imkânların oldukça yetersiz olan bir yerde yaşamak bireylerin ileride suç işlemelerine etken olabileceği görülmüştür. Yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Sosyal çevrenin suç davranışı üzerindeki etkisi araştırılan bir çalışmada, suçlu bireylerle suç işlememiş bireyler aynı ortama koyulmuş, kontrol grubundaki suçlu bireyler ise daha uzak bir yerde barındırılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre deney grubunun tekrar suç işleme riski, kontrol grubuna göre % 21 daha yüksek olduğu bulunmuştur (Kling ve Diğ., 2005). Yapılan bu çalışmada da sosyal çevrenin suç davranışı üzerindeki etkisi hükümlülerce de ifade edilmiştir. Bu bulgular ışığında, yoksullukla mücadele etmeye yönelik çalışmaların yapılması, kötü koşullarda yaşayan çocuklar ve ailelerin gerekli ihtiyaçlarının karşılanması ve en önemlisi suç davranışının yoğun olan yerlerde çarpık kentleşmeyi önleyici ve suç davranışını önlemeye yönelik gerekli çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir. Ayrıca suç davranışında öğrenme faktörünün de göz önüne alınarak ilgili yerde yaşayan çocuklara ve ailelere olumlu davranışların öğrenilmesine yönelik psikolojik ve sosyal hizmet desteğin verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Yine bu çalışmada, arkadaşlık ilişkilerinin suç davranışı üzerinde olumsuz bir etkisi olduğu bulunmuştur. Arkadaşlık ilişkilerinin suç davranışı üzerindeki etkisi birçok teoride ve bu teorileri analiz eden çalışmalarca gösterilmiştir. Örneğin sosyal kontrol teorisine (social control theory) göre bireyler arkadaşlık Görgülü ve Cankurtaran Öntaş ilişkilerini suç davranışına göre seçerken, farklılaşmış ilişkiler teorisi (differential association theory) ise suç davranışın yakın ilişkilerde öğrenildiğini ve arkadaşlık ilişkilerinin suçun derecesine bağlı olduğunu ifade etmektedir (Knetch ve diğ.., 2010; Tittle ve diğ., 1986). Arkadaşlık, özellikle adolosan dönemde etkili bir faktör olduğu düşünüldüğünde, olumsuz davranışlar da dolesanlar arasında bir “kabul görme” olarak algılanıyor olabilir. Bu nedenle özellikle çocuklara yönelik davranışsal desteğin sağlanması, suç davranışına yönelen çocuklara yönelik sistematik çalışmaların ve ailelerin bilinçlenmesine yönelik eğitsel çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir. Kuşkusuz bireylerin suç işleyen bireylerle geçirdikleri süre de önemlidir (Haynie ve Osggod, 2005). Özellikle cezaevi içerisinde diğer suçlu bireylerle sürekli etkileşim halinde olmak da suç davranışını pekiştirilmesine ya da yeni suç türlerinin öğrenilmesine neden olabilir. Cezaevinin suç davranışlarının öğrenilmesi üzerindeki etkisini bazı hükümlüler ifade etmiş olsa da, bu risk bu çalışmada açıkça belirlenememiştir. Yapılacak başka çalışmalarda, bu faktörün de göz önünde alınması gerektiği önerilmektedir. Ekonomik problemler günümüzde büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle neoliberal politikaların sonuçlarından olan yoksuzluk, evsizlik, işsizlik… gibi sorunlar kişilerin yaşam kalitelerinin düşmesine ve sonuçta suç davranışlarına neden olabilmektedir. Yapılan bu çalışmada da, ekonomik problemlerin suç davranışına neden olan risk faktörlerinden biri olduğu bulunmuştur. Baron (2008) 400 sokak çocuğu ile yaptığı çalışmada işsizlik ve suç davranışını incelenmiş, işsizliğin ve evsizliğin suç davranışına neden olan önemli bir risk faktörü olduğu göstermiştir. Bu nedenle kişilerin ekonomik zorluklar nedeniyle işlenen gasp, hırsızlık, uyuşturucu madde satmak… gibi suçları önlemenin en gerekli yollarından biri, aktif refah politikalarını üretmek ve bu politikaları harekete geçirilmesidir. Devlet, bu politikaları üretmek ve uygulamakla mükelleftir ve suçu önleme politikalarında, refah politikalarının üretilmesi ve risk faktörlerinin minimize edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu çalışmada öfke kontrolü problemlerinin özellikle şiddet suçunda etkili bir risk faktörü olduğu bulunmuştur. Bu çalışmada adam öldürme suçu nedeniyle hüküm giymiş bireyler yaşadıkları öfke duygularının suç işlemelerine neden olduğunu ifade etmişlerdir. Yapılan çalışmalar da öfke problemlerinin suça neden olduğu ve öfkenin suç için önemli bir yordayıcı değişken olduğunu göstermektedir (Cornell ve diğ., 1999; Howells ve diğ., 2004). Bu nedenle şiddete eğilimli, öfke kontrolü problemleri olan bireylerle, öfke kontrolüne yönelik bireysel ya da grup çalışmaları yapılmalı ayrıca öfke kontrolü problemlerinin şiddet suçları gibi olumsuz sonuçları olduğu konusunda topluma yönelik mikro ve makro boyutta farkındalık çalışmalarının yapılması gerektiği düşünülmektedir. Bu çalışmada hükümlülere, “Ne tür ayrımcılıkla karşılaştınız” sorusu yöneltilmiştir. Bu soruya en çok cinsel suç nedeniyle ceza almış bireylerin (N=8) ayrımcılığa uğradıklarını ifade ettikleri görülmüştür. Cinsel suç işleyen bireylerin, cezaevi içerisinde olan diğer hükümlü ve tutuklularca sosyal ortamlarda 75 Toplum ve Sosyal Hizmet kabul görmemeleri nedeniyle ve olası saldırılara maruz kalmamaları adına ve mevzuat gereğince cezaevi yönetimince ortak faaliyetlerden uzak tutulmakta ve sadece kendi suç türündeki tutuklu ve hükümlülerle cezaevi içerisindeki etkinliklere dahil edilmektedirler. Bu durum cinsel suç işlemiş bireylerin kendilerini yalnız hissetmelerine neden oluyor ve ayrımcılığa uğradıkları düşüncelerini tetikliyor olabilir. Bu nedenle bu suç grubundaki bireylerle daha etkili çalışmalar yapılmalı, bu bireyler aile ve çevre desteğinin sağlanması yolunda desteklenmelidir. Diğer bir bulgu ise hükümlülerin sabıkalı olmaları nedeniyle ayrımcılığa uğradıkları ve iş bulamadıkları yönündedir. Toplumdaki bireylerin suç işlemiş bireylerden ya da suçlu davranışlardan kaygı duydukları bilinmektedir (Levenson ve diğ., 2007). Bu nedenle birçok işveren, eski hükümlülere iş verme konusunda isteksiz olmaktadır. Ancak bu bireylerin topluma adaptasyonu için düzenli işe ihtiyaçları olduğu da bir gerçektir. Bu sorunun ortadan kaldırılabilmesi, eski hükümlülerin topluma adaptasyonun kolaylaşması ve suç davranışından uzak tutulabilmeleri adına iş yaşamına dahil edilmeleri gerekmektedir. Devlet ve özel sektör bu bireylere istihdam olanaklarını arttırmalı dolayısıyla suçu önleyici bir unsur olarak eski hükümlülerin istihdamı sorunu bir sosyal politika olarak benimsemeli ve gerekli iş olanakları sağlanmalıdır. Hükümlülere “cezaevini anlatır mısınız” sorusu yöneltilmiş ve genel olarak hükümlüler kapalı ortamda kalmanın, kalabalık bir koğuşta yaşamanın, fırsatlardan yoksun, aileden ve sevdiklerinden uzak olmanın yarattığı olumsuz duygu ve düşüncelerden bahsetmişler 76 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 ve cezaevinde yaşantısında yeni suç davranışları öğrenmenin olumsuz bir faktör olduğunu ifade etmişlerdir. Yine de hükümlüler cezanın, özellikle cezaevi yaşantısının, yarattığı olumsuzluklar nedeniyle caydırıcı bir yanı olduğunu ifade etmişlerdir. Cezaevinde kalıyor olmanın yarattığı psiko-sosyal sorunlar açıktır. Bu problemlerin nedeni olarak küçük bir hücrede kalabalık içinde yaşamak, uzun süre cezaevinde kalmak, tek kişilik hücrelerde kalmak… gibi sorunlar gösterilmektedir (Lekka ve diğ.,2006). Türkiye’ de hala bazı cezaevlerinde koğuş sistemi nedeniyle mahkumların kalabalık bir ortamda yaşamaları, olumsuz fiziksel koşullar (spor salonlarının eksikliği, psiko-sosyal çalışmaların yapılamamasına neden olan fiziki yetersizlikler, yatak kapasitesinin yetersiz olması, iaşe bedelinin düşük olması nedeniyle olumsuz beslenme), ve uzun tutukluluk süreleri göz önünde bulundurulduğunda, hükümlülerın yaşadıkları problemlerin daha da derinleşeceği açıktır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda cezaevi fiziksel koşullarını iyileştirici etkin planlamaların yapılması gerektiği ayrıca olumlu davranışların pekiştirilmesine yönelik etkin psiko-sosyal çalışmaların, mahkumların aileleri ile iletişimlerini güçlendirmeye yönelik sosyal hizmet odaklı çalışmaların planlanması ve uygulanması gerektiği düşünülülmektedir. Burada uluslar arası belgelerden ‘Hükümlülerin Tretmanı için Minumum Kurallarında’ yer alan önemli kurallar da hükümlülerin belirttiği konuları, minimum kurallar olarak sayılmaktadır. Söz konusu kurallarda hükümlülerin kaldıkları yerin okumalarını sağlayacak kadar ışık alması gerektiğine yer verilirken spor ve tıp hizmetlerinden yararlanmaları konularına kadar gündelik Görgülü ve Cankurtaran Öntaş yaşam ve cezaevi sonrası hizmetlerin ne olması gerektiğine de yer verilmiştir. Bu noktada uluslar arası belgelerin azami düzeyde uygulamaya konması gerektiği düşünülmektedir. Bu çalışmada hükümlülere “bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusu sorulmuştur. Bu soruyla hükümlülerin gelecekle ilgili planlarının olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Hükümlülerin bir kısmının gelecekle, özellikle evlilik ve çalışma hayatı ile ilgili planların olduğu aynı zamanda bir daha suç işlememe, anne ve babanın sözünden çıkmama ya da hayırlı bir evlat olma… gibi geleceğe dair olumlu düşünceleri olduğu gözlenmiştir. Ancak bir kısmının özellikle uzun süre ceza alanların, gelecekle ilgili planlarının olmadığı, dahası geleceğe dair umutsuz oldukları gözlenmiştir. Bu nedenle hükümlülerin salıverilmelerinden sonra mesleki fırsatlar bulmalarına yönelik etkin meslek eğitim kursları verilmeli, bu kurslar özellikle ilgili sektörlerle ortak yapılmalı, salıverildikten sonra iş bulma imkânları sağlanmalıdır. Geleceğe dair umutsuz olan hükümlülere yönelik etkin psiko-sosyal çalışmalar yapılmalı, özellikle umutsuzlukla ilişkili olan olası depresif semptomların (DSM-IV, 1994) minimize edilebilmesi için etkin iyileştirme çalışmaların yapılması gerekmektedir. Hükümlülerin psikiyatrik destek alma konusu ‘Hükümlülerin Tretmanı için Minumum Kurallarında’ verilmesi gereken hizmetlerden biri olarak yer almaktadır. Bu çalışmayla suç işlemiş bireylerin, suç davranışlarına neden olan faktörlerin neler olduğu kendi bakış açılarıyla anlaşılmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla objektif ölçümlerin yapılmaması bu çalışmanın sınırlılıkları arasındadır. Bu nedenle bu konuyla ilgili yapılacak olan çalışmalarda geçerli ve güvenirli test ve ölçeklerin kullanılması gerektiği önerilmektedir. Yine bu çalışmada, hükümlülerin herhangi bir psikiyatrik bozuklukları olup olmadığı ve suç davranışları ile ilintili olabilecek psikopatolojik faktörlerler ölçülememiştir. Bu sınırlılık nedeniyle hükümlülerin ifadelerinin ne derece manipülatif olup olmadığı belirlenememiştir. Dolayısıyla bu konuyla ilgili yapılacak olan çalışmalarda psikopatolojileri ölçebilen test ve ölçeklerin de kullanılmasının önemli olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada hükümlülerle yapılan bireysel görüşmeler bizzat kurum psikologu tarafından yapılmıştır. Hükümlüler kurumdan bir uzmanla görüşme yapıyor olmaları nedeniyle kaygılanmış ve bu nedenle suç davranışlarına yönelik önemli bilgileri saklamış ya da manipüle etmeye çalışmış olabilirler. Dolayısıyla bu sınırlılık çalışma için karıştırıcı bir değişken olmuş olabilir. Bu sınırlılığın ortadan kalkması için, görüşmelerin tarafsız bir uzman tarafından yapılması gerektiği, böylece daha objektif sonuçlar alınabileceği düşünülmektedir. KAYNAKLAR Adler, A. (1976). Individual psychology and crime. Journal of Individual Psychology, 32(2), 131-144. Agrew, R. (1992). Foundation for a general strain theory of crime and delinquency. Criminology, 30(1), 47-66. Akers, R. L., Krohn, M. D., Lanza-Kaduce, L., Radosevich, M. (1979). Social learning and deviant behaviour: a spesific test of a general theory. American Soiological Review, 44, 636-655. Bandura, A. (1978). Social learning theory of aggression. Journal of Communication, 28(3), 12-29. 77 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Baron, S. W. (2008). Street youth, unemployment, and crime: is it that simple? Using general strain theory to untangle the relationship. Canadian Journal of Criminology and Crime Justice, 50(4), 399-434. Fridell, M., Hesse, M., Billsten, J. (2007). Criminal behavior in antisocial substance abuser between five and fifteen years follow-up. The American Journal on Addiction, 16, 10-14. Bennet, D. J., Ogloff, J. R. P., Mullen, P. E., Thomas, S. D. M., Wallace, C., Short, T. (2011). Schizophrenia dissorders, substance abuse and prior offending in a sequential series of 435 homicides. Acta Psychiatrica Scandinavica, 124, 226-233. Galli V, McElroy S. L, Soutullo C. A, Kizer D., Raute, M., Keck, P. E., McConville, B. J. (1999) The psychiatric diagnosis of twenty two adolescents who have sexually molested other children. Comprehensive Psychiatry, 40, 85-88. Biles, D. (1979). Unemployement and crime-some research and policy considerations. Australian Journal of Forensic Sciences, 11(4), 167-173. Görgülü, T., Tutarel-Kışlak, Ş. (2012). Erkek hükümlü ve tutukluların boyun eğici davranışları, depresyon ve intihar olasılıkları. Nöropsikiyatri Arşivi Dergisi, DOI: 10.4274/ npa.y6563. Britt, C. L. (1997). Reconsidering the unemployement and crime relationship: variation by age group and historical period. Journal of Quantitative Criminology, 13(4), 405-428. Cankurtaran-Öntaş, Ö., Akşit, B. T. (2006). Çocukların gözüyle suça yönelme nedenleri ve sonrası: çocuk tutukevinde yapılan bir çalışma. Hukuk ve Adalet Eleştirel Hukuk Dergisi, 2(8), 134-151. Chiricos, T. G. (1987). Rate of crime and unemployment: an analysis of aggragate research evidence. Social Problems, 34(2), 187-212. Cornel, D. G., Peterson, C. S., Richards, H. (1999). Anger is a predictor of aggression among incarcerated adolescents. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 67(1), 108-115. Dugdale, R. L. (1985). The Jukes: a study in crime pauperism, disease and heredity. (3 rd ed). New Yok: G.P. Putnam’s Sons. Farrington, D.P., Gallagher, B., Morley, L., Ledger, R.J.S., West, D.J. (1986). Unemployment, school leaving and crime. The British Journal of Criminology, 16(4), 335356. Felson, R. B., Jo Lane, K. (2009). Sexual and physical abuse, and adult crime. Aggressive Behavior, 35, 489-501. 78 Hanson, C. L., Henggeler, S. W., Haefele, W. F. Rodick, J. D.(1984). Demographic, individual, and family relationship correlates of serious and repeated crime among adolescents and their siblings. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 52(4), 528-538. Hollin, C. R. (Ed). (2001). The essential handbook of offenders assessment and treatment. Chichester, UK: Willey. Pp:135. Howells, K., Day, A., Wright, S. (2004). Affect, emotion and sex offenders. Psychology, Crime and Law, 10(2), 179-195. Haynie, D. L., Osgood, D. W. (2005). Reconsidering pers and delinquency: How do peers matter. Social Forces, 84(2), 11091130. Kaya N., Güler Ö., Çilli., A.S. (2004). Konya kapalı cezaevi’ ndeki mahkumlarda psikiyatrik bozuklukların yaygınlığı. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 5, 85-91. Kavoussi R. J, Kaplan M, Becker J. V. (1988) Psychiatric diagnoses in a adolescent sex offenders. Am J Acad Child Adolesc Psychiatry, 27, 241-243. Keels, M. (2008). Second- Generation effects of Chicago’ s gautreaux residential mobility program on children’ s participation in crime. Journal of Research on Adolescent, 18(2), 305-352. Görgülü ve Cankurtaran Öntaş Kling, J. R., Ludwing, J., Katz, L. F. (2005). Neighborhood effects on crime for female and male youth: evidences from a randomized housing voucher experiment. The Quarterly Journal of Economics, 120, 87-130. Kröber, H. L., Lau, S. (2000). Bad or mad? Personality disorders and legal responsibility-the german situation. Behavioral Science and the Law, 18, 679-690. Lekka, N. P., Argyriou, A. A., Beratis, S. (2006). Suicidal ideation in prisoners: risk factors and relevance to suicidal behaviour. A prospective case-control study. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci, 256, 87–92. Levenson, .S., Brannon, Y. N., Fortney, T., Baker, T. (2007). Public perception about sex offenders and community protection policies. Analysis of Social Issues ans Public Policy, 7(1), 137-161. Mears, D. P., Field, S. H. (2002). A closer look at the age, peers, and delinquency relationship. Western Criminology Review, 4(1), 20-29. Minke, L. K. (2011). The effect of mixing offenders with non-offenders: finding from a Danish Quasi-ecperiment. Journal of Scandinavian Studies in Criminology and Crime Prevention, 12, 80-99. Motiuk L. L., Porporino F. J. (1992). The prevalence, nature and severity of mental health problems among federal male inmates in Canadian penitentiaries. User Raport. Research and Statics Branch Correctional Service of Canada. Männynsalo, L., Putkonen, H., Lindberg, M., Kotilainen, I. (2009). Forensic psychiatric perspective on criminality associated with intellectual disability: a nationwide register-based study. Journal of Intellectual Disability Research, 53(3), 279-288. Pratt, T. C., Cullen, F. T., Blevins, K. R., Daigle, L., Unnever, J. D. (2002). The relationship of attention deficit hyperactivity disorder to crime and delinquency: a meta-analysis. International Journal of Police Science&Management, 4(44), 344-360. Rada, R. T., Laws, P. R., Kellner, R. (1976). Plasma testosterone levels in rapist. Psychodomatic Medicine, 38(4), 257-268. Smångs, M. (2010). Delinquency, social skills and the structure of peer relations: assessment criminology theories by social network theory. Social Forces, 89(2), 609632. Smith, M. D., Devine, J. A. Sheley, J. F. (1992). Crime and unemployement affect across age and race categories. Sociological Perspectives, 35(4), 551-572. Stepp, S. D., Pardini, D. A., Loeber, R., Morris, M. (2011). The relation between adolescent social competence and young adult delinquency and educational attainment among at-risk youth the mediating role of peer delinquency. The Canadian Journal of Psychiatry, 56(8), 457-465. Tezcan, M. (2003). Türk kültüründe kız kaçırma geleneklerinin antropolojik çözümü. Aile ve Toplum Dergisi, 2(6), 41-48. Tittle, C. R., Burke, M. J., Jackson, E. F. (1986). Modeling Sutherland’ s theory of differential association: towards an empirical clarification. Social Forces, 65(2), 405432. Van De Ract, M., Murray, J., Nieuwbeerta, P. (2011). The long-term effect of paternal imprisonment on criminal trajectories of children. Journal of Research in Crime and Delinquency, 49(1), 81-108. Wright, K. N., Wright, K. E. (1994). (forthcoming). Family life and delinquency and crime: A policymaker’s guide to the literature. Washington, DC: U.S. Department of Justice. Warr, M. (1993). Parents, peers and delinquency. Social Forces, 72, 247–264. Yılmaz, B. (1997). Cezaevinde intiharı önleme çalışmaları ve buna ilişkin düşünceler. Çev. Türk Psikoloji Bülteni, 3(6), 90-92. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (29 Aralık 2004) T.C. Resmi Gazete, 25685 79 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge. Bilgi veren hükümlülerin katılımcı numaraları ve bazı değişkenlere göre özellikleri Suçu Kaçıncı kez cezaevine girdiği Eğitim durumu Cezaevine girmeden önce aylık kazancı (TL) 18 Hırsızlık-Gasp İlk ilkokul 120 2 29 Hırsızlık İkinci Okur-yazar Belli olmuyor 3 37 Hırsızlık Üç ve üzeri İlkokul 300 4 35 Hırsızlık Üç ve üzeri Okur-yazar 2000 5 35 Hırsızlık İlk İlkokul 750 6 39 Hırsızlık İkinci Lise terk 1200 7 30 Hırsızlık İlk Lise mezunu 2000-2500 8 19 Hırsızlık Üç ve üzeri Ortaokul 500 9 27 Hırsızlık ilk Üni terk 100.000 10 20 Hırsızlık İlk Ortaokul 600 11 26 Hırsızlık Üç ve üzeri Ortaokul terk 150.000 12 23 Hırsızlık İkinci İlkokul 1500 13 28 Hırsızlık İkinci Lise 1200 14 19 Gasp Üç ve üzeri Ortaokul 500 15 19 Gasp İkinci İlkokul Bilinmiyor 16 20 Gasp İlk Ortaokul Bilinmiyor 17 49 Gasp İlk Lise 2350 18 24 Gasp Üç ve üzeri İlkokul 3000 Katılımcı numarası Yaş 1 80 Görgülü ve Cankurtaran Öntaş 19 19 Gasp İlk Lise Geliri yok 20 51 Gasp İlk İlkokul 600 21 41 Gasp Üç ve üzeri Lise 2000-2500 22 25 Gasp İkinci Ortaokul 1500 23 35 Gasp Üç ve üzeri İlkokul Geliri yok 24 18 Gasp Üç ve üzeri İlkokul 500 25 42 Gasp İlk Lise 2000 26 18 Gasp İlk Ortaokul 650 27 31 Gasp İkinci Lise okuyor 750 28 32 Adam Öldürme İlk Lise terk Bilinmiyor 29 27 Adam Öldürme İkinci Üni okuyor 3000 30 35 Adam Öldürme İlk Üniversite 2000 31 44 Adam Öldürme İkinci Lise mezunu 850 32 27 Adam Öldürme İlk Lise 750 33 30 Adam Öldürme Üç ve üzeri Okur-yazar Geliri yok 34 19 Adam Öldürme İlk İlkokul 850 35 36 Adam Öldürme ilk Lise 700 36 33 Adam Öldürme İlk İlkokul 750 37 51 Adam Öldürme İlk İlkokul 700 38 38 Uyuşturucu İkinci Lise 1500 39 33 Uyuşturucu İlk Okur-yazar değil 500 40 32 Uyuşturucu Üç ve üzeri Okur-yazar 300 81 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 41 31 Uyuşturucu Üç ve üzeri Lise terk 4000 42 26 Uyuşturucu Üç ve üzeri Lise mezunu 3000-5000 43 30 Uyuşturucu Üç ve üzeri Okur-yazar değil 2500 44 21 Uyuşturucu İkinci Ortaokul 1000 45 25 Uyuşturucu Üç ve üzeri İlkokul 800 46 70 Uyuşturucu İkinci Üniversite 1500 47 55 Uyuşturucu Üç ve üzeri İlkokul 500 48 40 Uyuşturucu Üç ve üzeri Ortaokul 1500 49 23 Uyuşturucu Üç ve üzeri Lise terk 1200 50 26 Uyuşturucu İkinci Ortaokul Geliri yok 51 42 Cinsel suç İlk Ortaokul Bilinmiyor 52 21 Cinsel suç İlk Otaokul Bilinmiyor 53 51 Cinsel suç İlk İlkokul 1000 54 22 Cinsel suç İkinci İlkokul 500 55 32 Cinsel suç İlk Ortaokul terk 2000 56 30 Cinsel suç Üç ve üzeri İlkokul 1500 57 27 Cinsel suç Üç ve üzeri Ortaokul terk Bilinmiyor 58 26 Cinsel suç İkinci Ortaokul 5000 59 42 Cinsel suç İkinci Ortaokul terk 10000 60 20 Cinsel suç İlk Ortaokul Geliri yok 82 Yıldırım ve Yıldırım Araştırma TÜRKİYE TIBBİ ÜRÜNLER SEKTÖRÜNÜN AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ İLE KARŞILAŞTIRILMASINA İLİŞKİN BİR ÇALIŞMA Comparative Analysis of the Medical Device Sectors of Turkish and European Community Cuma Yıldırım* Selami Yıldırım** * Uzm., University of Phoenix, Business Administration ** Doç.Dr., Azerbeycan Devlet İktisat Üniversitesi, İşletme Fakültesi ÖZET Tıbbi malzeme ve ekipman sektörü tanı ve tedavi hizmetleri gibi sağlık hizmetlerinin sunumunda kullanılan çok çeşitli ürünleri içermektedir. Bu sektör, tanısal araçlar ile tedavi amaçlı ekipmanlar ve tıbbi malzemeleri kapsamaktadır. Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzeme sektörü çok hızlı gelişmektedir ve 2012 yılı itibariyle 5,2 milyar Dolarlık hacme erişeceği öngörülmüştür. Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzemelere yönelik talep, sağlık harcamalarının artması ve Sağlık Bakanlığı’nın tedavi hizmetlerine daha fazla ağırlık vermesi, yeni hastane ve klinikler açması ve sağlık sigortası kapsamının genişletilmesi nedeniyle sürekli artırmaktadır. Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzeme sektöründe, uluslar arası işletmelerin pazar payı oldukça yüksektir. Bu makalede tıbbi cihaz ve malzeme endüstrisinin sektörel gelişimi, hem iç pazar hem de uluslararası pazarlar açısından analiz edilmiştir. Sözcükler: Sağlık politikaları, sağlık sektörü öngörüleri, medikal işletmeler Anahtar ABSTRACT The medical products and equipment sector cover a wide spectrum of products used in the provision of health services such as diagnosis and treatment of diseases. This sector includes diagnostic devices, treatment devices and medical supplies. In Turkey, the global medical device and medical supply industry are growing rapidly, and the value expected to reach $5.2 billion by 2012. In Turkey demand for medical devices is increasing constantly by escalating via expenditures and greater attention to health care by Ministry of Health, construction of new hospitals, clinics, establishments, and coverage expansion public health insurance. International companies have a great market share in Turkey with medical device and supply field. This article analyzed that the sectoral development of medical device industry in both domestic and international markets in Turkey. Key Words: Health Policies, predictions of the health sector, medical products, medical entities GİRİŞ Sağlık sektörünün önemli parametrelerinden biri olan medikal sektör ya da tıbbi ürünler sektörü dinamik ve önemli 83 Toplum ve Sosyal Hizmet sayılabilecek büyüklükte bir sektördür. Dinamiktir; çünkü teknolojik gelişime anında ayak uydurmak zorunluluğu vardır. Dinamiktir; çünkü hastane ve hastaların talebini anında karşılama zorunluluğu vardır. Sektörün sağlığa ayrılan bütçeden ne kadar pay aldığına bakılır ise, sektörün büyüklüğü de ortaya çıkacaktır. Sağlık hizmetleri sunumu önemli bir ölçüde tıbbi cihaz ve ürünlerin doğru ve yerinde kullanımı ile bağıntılıdır. Hastaneler tıbbi cihaz ve ürünleri, sağlık sistemi içerisinde yer alan tedavi hizmetleri sisteminin bir alt sistemidir. Sistemin girdileri olan hasta, doktor, çalışanlar vb. ile sistemin dış etkileri olan devlet, bakanlık, sigorta şirketleri vb. kurumlar ile ilişkili olduğu düşünülür ise, sektörün önemi ve büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkacaktır. O halde hastanenin tanımını yapmak bu bağlamda yerinde olacaktır (Yıldırım, 2009: 113). Çeşitli kaynaklar incelendiğinde sağlık politikalarının amaçlarının; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne ve Tıp Etiği’ne dayanan, sağlıklı bireylerden oluşan sağlıklı topluma ulaşmak, sağlığın gelişmesine destek için sektörler arası işbirliğini güçlendirme, çevre sağlığını iyileştirme, halkın yaşam biçimini yükseltme ve sağlık hizmetlerinin sunumunu planlama şeklinde olduğu görülmektedir (Belek, 1994, Tokat, 1993). Sağlık politikaları ile sağlık hizmetinin kimler tarafından üretileceği, finansman kaynakları, hizmeti üretenlere ücretlerinin ödenme yöntemleri ve hizmetin nasıl satın alınacağı belirlenir. Türkiye’de sağlık hizmeti kamu kurumlarınca ve özel sektör tarafından üretilir. Yataklı tedavi kurumları işletme yönetmeliğine göre hastane; “hasta ve 84 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 yaralıların, hastalıktan şüphe edenlerin ve sağlık durumlarını kontrol ettirmek isteyenlerin, ayaktan veya yatarak müşahede, teşhis, tedavi ve rehabilite edildikleri, aynı zamanda doğum yapılan kurumlardır” şeklinde tanımlanmaktadır (Resmi Gazete, 1983). Günümüzde hastaneler, tedavi ve tıbbi bakım işlevlerinin yanı sıra doktor ve yardımcı sağlık personeline eğitim, tıbbi araştırma ve toplum sağlığı gibi hizmetler de vermektedirler. Bu nedenle; hastaneleri tıbbi bir kuruluş, ekonomik bir işletme, doktor ve diğer sağlık personeline eğitim veren bir eğitim kurumu, bir araştırma ünitesi, birçok meslek gruplarından kişilerin çalıştığı bir örgüt, sosyal ve toplumsal bir kurum ve büyük çoğunluğu kamu kuruluşu nitelikleri olan ve belirlenen amaçların gerçekleştirilmesi doğrultusunda faaliyet gösteren ve hizmet veren organizasyonlar olarak tanımlamak olasıdır (Ak, 1990: 69). Medikal sektörde yer alan medikal işletmeleri ise kendi içerisinde üreticiler, tek dağıtıcılar, bayiler ve temsilciler olarak sınıflandırılabilir. Bu sistemde yer alan işletme sayısı on bin olarak öngörülmektedir. Bu işletmeler üretim yaparak ya da gelişmiş ülkelerde üretilen ve ileri teknoloji gerektiren medikal ürünleri ülkemize getirerek medikal sektörün hizmetine sunmaktadır. Bu süreçte, sektörde yer alan işletmelerin kurumsallaşmamış olması dikkat çeken konuların başında yer gelmektedir. Bunun yanı sıra, sektörün oldukça dinamik olması ve devamında büyük oranda ileri teknoloji gerektirmesi nedeniyle üretimin düşük oranlı olması dikkat çeken başka bir konudur. Ayrıca, medikal sektörde faaliyet gösteren işletmelerin herhangi bir mesleki izne ve Yıldırım ve Yıldırım yeterliliğe tabi olmadan kurulabilmesi ise en dikkat çeken konudur. Ülkemizde medikal sektör büyük oranda dışa bağımlıdır. Tıbbi cihazların hemen hemen tamamı, tıbbi sarf malzemelerinde büyük kısmı ithalata dayalıdır. Bu durumun devam etmesi sektörde kartelleşmeyi ve dışa bağımlılığı artıracaktır. Hatta az oranda olan yerli üretimin de zor durumda kalacağı söylenebilir. Medikal ürünlerin hasta güvenliğini etkileyen en önemli faktörden birisi olduğu düşünülür ise, bu ürünlerin yokluğu ve zamanında temin edilememesi durumunda hastaların kaybedilebileceği kaçınılmaz olacaktır. O halde medikal sektördeki üretici işletmelerin desteklenmesi ve sayısal olarak artırılmasını, yapılması gerekli en önemli projelerden birisi olarak görülebilir. Bütün dünyada, medikal sektör alanında küresel bir rekabetin yanı sıra yerel olarak da rekabet en yüksek düzeyde kendini hissettirmektedir. Bu kapsamda ülkemizdeki medikal işletmelerin kendilerine iyi bir konum bulabilmeleri ve başarılı olabilmeleri için bilimsel bir şekilde yönetilmeleri kaçınılmaz görünmektedir. Her ne kadar medikal sektörde faaliyet gösteren işletmeler kendi alanlarında uzmanlaşmış olsalar da, asıl kalıcı başarıların, yöneticilerin sergiledikleri liderlik tarzlarıyla ilişkili olduğu gerçeğidir (Yıldırım, 2009: 113). BİLGİ BİRİKİMİ Toplumların sağlık hizmetlerine olan taleplerinin gittikçe artması ve sağlık sisteminin en önemli öğesi olan hastanelerin artan talebi karşılayamaması, en verimli ve etkili şekilde kullanılmalarını gerektirmektedir. Bu nedenle, hastanelerin verim ve etkililiğini etkileyen faktörlerin analizi gittikçe daha fazla önem kazanmaktadır (Doğrusöz, 1987: 10). Hastanelerin verimlilik ve etkililiğini etkileyen faktörlerden birisi de tıbbi cihaz ve alet gereksinimi, kullanımı ve planlanmasının yeniden düzenlenmesidir. Sağlık hizmetlerinin çağdaş bir şekilde sunumu büyük oranda tıbbi cihaz ve aletlerin kullanımına bağlıdır. Hastalar, kullanıcılar, doktorlar, yöneticiler, ithalatçılar, üreticiler, hükümetler gibi birçok paydaş, tıbbi cihaz ve aletlerle ilgileri bulunmaktadır. Bu tıbbi cihaz ve aletlerin etkili ve güvenli kullanımı, ilgili bütün paydaşlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve izlenmesini gerektirmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2003: 26). Birçok ülkede ise bu ilişkilerin izlenmesi, düzenlenmesi ve yönetilmesi ile ilgili kuruluşlar (örneğin, FDA -U.S. Food and Drug Administration -Türkiye Standartları Enstitüsü) bulunmaktadır. Tıbbı Cihaz Yönetmeliğinde Yönetmeliklerde tıbbi cihaz ya da cihaz, insanda kullanıldıklarında asli fonksiyonunu farmakolojik, immünolojik veya metabolik etkiler ile sağlamayan, fakat fonksiyonunu yerine getirirken bu etkiler tarafından desteklenebilen ve insan üzerinde; • Hastalığın tanısı, önlenmesi, izlenmesi, tedavisi veya hafifletilmesi, • Yaralanma veya sakatlığın tanısı, izlenmesi, tedavisi, hafifletilmesi veya mağduriyetinin giderilmesi, • Anatomik veya fizyolojik bir işlevin araştırılması, değiştirilmesi veya yerine başka bir şey konulması, • Doğum kontrolü uygulamak, veya ilaç 85 Toplum ve Sosyal Hizmet amacı ile üretilmiş, tek başına veya birlikte kullanılabilen, amaçlanan işlevini yerine getirebilmesi için gerekiyorsa bilgisayar yazılımı ile de kullanılan ve cansız hayvanların dokularından da elde edilen ürünler dahil olmak üzere, her türlü araç, alet, cihaz, aksesuar veya diğer malzemeler olarak tanımlanmaktadır (Resmi Gazete, 2007). Tıbbi cihazları sınıflamak için ise FDA’nın (U.S. Food and Drug Administration) önerdiği sınıflama bütün dünyada geçerli olan bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Federal Gıda, İlaç ve Kozmetik Kanunu uyarınca; FDA tüm medikal cihazları, cihazın güvenliliği ve etkililiğinden emin olmak üzere gerekli olan kontrol düzeyi bazında üç düzenleyici sınıftan birine dâhil etmektedir. Sınıflandırma riske dayalı olup; cihazın hasta ve/veya kullanıcı işin teşkil ettiği risk, cihazın hangi sınıfta yer alacağının belirlenmesinde önemli bir faktördür. Üç sınıftaki cihazların tümü, kısmen şirketlerin aşağıdakileri yapmalarını gerekli kılan genel kontrollere tabidir; (1) Kurumlarını kaydettirmek ve FDA ile pazarladıkları tıbbi cihazları listelemek, (2) tıbbi cihazlarını iyi üretim uygulamalarına göre üretmek ve (3) cihazlarını etiketleme yönetmeliklerine uygun şekilde etiketlemek (Janson, 2011:4-5; Fries, 2006: 28-30). 1. Sınıf cihazlar, sadece genel kontrollere tabidir. Bunlar tipik olarak zarar verme yönünden en düşük potansiyeli teşkil ederler ve II. veya III. sınıf cihazlara göre tasarımları daha basittir. I. sınıf cihazlara örnek; elastik bandaj, muayene eldiveni ve elle kullanılan cerrahi gereçler verilebilir. 86 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 II. Sınıf cihazlar, güvenlik ve etkililiğin makul şekilde güvence altına alınabilmesi için tek başına genel kontrollerin yeterli olmadığı cihazlardır. II. sınıf cihazlar genel kontrollerin yanı sıra yönetimce belirlenen ve özel etiketleme gerekliliklerini, performans standartlarını ve pazarlama sonrası takibi de içerebilecek özel kontrollere de tabidirler. II. sınıf cihazlara örnek olarak elektrikli tekerlekli sandalye, infüzyon pompası ve cerrahi örtü verilebilir. III. Sınıf cihazlar, genellikle güvenlik ve etkililiğin makul şekilde güvence altına alınabilmesi ve genel veya özel kontrollerin yeterli olup olmadığına karar vermek için yeterli bilginin olmadığı cihazlardır. III. sınıf cihazlara örnek; kalp kapağı, kalp stenti ve intra aortik balon kateter seti verilebilir. Tıbbi ürün üreten işletmeler ile hastane ve hastanenin ilişkili olduğu çevrenin iletişiminin sorunsuz olması kaçınılmaz bir gerçektir. Tıbbi ürün üreten işletmeler ile hastane ve ilişkili olduğu çevre aynı dili konuşmalı ve anlamalıdır. Aynı dili konuşmak ürün temin sürecini ve hasta tedavi sürecini hızlandırarak pozitif etki edecektir. Tıbbi ürün sektöründe uzmanlaşma ve iş bölümünün yaygınlığı iletişimin önemini bir kat daha artırmaktadır. Ayrıca tıbbi ürün sektörü her ne kadar yüksek teknolojiyi kullansa da, bu yüksek teknoloji ile insan öğesinin en üst düzeyde birleştirilmesi ve uyumlaştırılması bir gerekliliktir. Yüksek teknoloji ile birlikte uzmanlaşmış insanların yoğun olarak kullanıldığı bu alan da iletişimin de son derece üst düzeyde ve doğru olarak kullanışı gerekliliği öne çıkmaktadır (Yıldırım, 2010: 109). Araştırma yaptığımız tıbbi ürünler sektörü, tıbbi alet ve sarf malzemeleri Yıldırım ve Yıldırım üretim yapan işyerlerinden oluşmaktadır. Bu işyerlerinin ürettikleri ürünlere; laboratuar malzeme ve aparatları, cerrahi ve tıbbi aletler, cerrahi cihaz ve sarf malzemeleri, diş gereç ve sarf malzemeleri, ortodontik ürünler, protez dişler ve ortodontik cihazlar örnek olarak verilebilinir. GEREÇ VE YÖNTEM Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere tıbbi ürünler sektörünün özellikle tıbbi cihazların gereksiz kullanımı ve kanıta dayalı olmayan yöntemler sağlık sektörüne ayrılan ülke kaynaklarının etkin kullanımını önemli ölçüde olumsuz etkileyecektir. Türkiye tıbbi ürünler konusunda önemli ölçüde dışa bağımlıdır ve bu da sağlık harcamalarında artışı beraberinde büyük bir yük olarak getirmektedir. Bu sebeple tıbbi ürünler sektörünün anlaşılması, iyi analiz edilmesi, diğer ülke verileri ile kıyaslanması ülkemizde özellikle politika belirleyiciler için büyük önem arz etmektedir. Gelecekte bu alanda belirlenecek olan sağlık politikaları için ise sağlam öngörülere ihtiyaç vardır. Bu araştırmanın amacı, medikal sektör ya da tıbbi ürünler sektörü hakkında öngörüleri ortaya koymaktır. Bu öngörüler belli sayıda kaynak ve faktörlere dayanarak oluşturulan bir ekonomik modele göre yapılmaktadır. Bu ekonomik model aşağıdaki verilere göre çevrelendirilmiştir; • ABD’deki en büyük endüstrilerin büyüklüğü ve karakteristikleri (Amerika Nüfus Sayım Dairesinin istatistiklerinin yanı sıra diğer ticari birlikler ve özel araştırma kaynaklarına, enflasyon oranlarına ve endüstri eğilimlerine dayandırılarak), • Diğer ülkelerin göreceli gelir büyüklükleri ve karakteristikleri (Gayri safi yurt içi gelir ve imalat, hizmet, tarımsal ve kaynak endüstrilerinin oranlarına dayandırılarak), • Her endüstrinin istihdam ve kuruluş özelliklerine göre (CIA dünya gerçekleri kitabından (CIA World Factbook) ve ekonomik özgürlük için tarihsel miras vakfı tarafından (Heritage Foundation’s Index of Economic Freedom) yapılan nüfus öngörülerine dayandırılarak), • Yabancı ülkelerden gelen ikincil kaynaklar, Barnes tarafından yayınlanan küresel raporların tahminleri değerlendirme için kullanılır. Barnes Raporlarında belirtilen, ekonomik modellerdeki öğeler ve ağırlıklı noktalar ülkelerin gerçek koşullarına göre uyarlanır, • Yerel geçerli güncel para öngörüleri, ABD satış öngörüleri ve en güncel kambiyo oranlarına dayandırılan, • Her endüstri tanımını standartlaştırmak ve destek rapor kullanıcılarını netleştirilmek için, her endüstri tanımında kullanılan NAICS kodlarını belirlemek (Kuzey Amerika Endüstri Sınıflandırma Sistemi). Bu araştırmada kullanılan yöntem; Barnes tarafından 2012 yılında yayınlanan rapordan alınmıştır. Raporda açıklanan bütün sektör verilerinin tamamı kullanılmamış olup, yalnızca Avrupa Birliği üye ülkelerinin tıbbi ürünler sektör verileri kullanılmıştır. Ayrıca, bu veriler Türkiye’nin verileri ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR Avrupa Birliği’nde yer alan on sekiz ülkenin tıbbi ürünler sektörüne ait 87 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge 1. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı İşyeri Öngörüleri Tıbbi ve cerrahi cihazlar a b c d e f g h ı J k l m Avusturya 46 2 9 1 10 6 2 30 14 1 34 55 9 Belçika 55 2 11 1 12 7 2 37 17 1 41 66 11 Çekoslovakya 55 2 11 1 12 7 2 36 17 1 40 65 11 Danimarka 29 1 6 1 6 4 1 19 9 1 21 34 6 Finlandiya 28 1 6 1 6 4 1 19 9 1 21 34 5 Fransa 311 10 63 8 70 39 13 206 96 5 229 371 60 Almanya 424 14 86 10 95 53 18 280 131 7 312 505 82 Yunanistan 55 2 11 1 12 7 2 36 17 1 40 65 11 Macaristan 50 2 10 1 11 6 2 33 15 1 37 59 10 İrlanda 31 1 6 1 7 4 1 20 9 1 22 36 6 İtalya 323 11 66 8 73 41 14 214 100 5 238 385 62 Hollanda 86 3 18 2 19 11 4 57 26 1 63 102 17 Polonya 179 6 36 4 40 22 8 118 55 3 131 213 34 Portekiz 57 2 12 1 13 7 2 38 18 1 42 68 11 İspanya 247 8 50 6 56 31 11 163 76 4 182 294 48 İsveç 51 2 10 1 11 6 2 34 16 1 38 61 10 İngiltere 325 11 66 8 73 41 14 215 100 5 239 387 63 TÜRKİYE 355 12 72 9 80 44 15 235 109 6 261 423 68 a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar c. Tıbbi Tanısal Cihazlar d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik) g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar 88 h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri ı. Personel Güvenlik Gereçleri j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler k. Protez Cihazlar l. Ortopedik Cihazlar m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler Yıldırım ve Yıldırım işyerlerine, çalışan personel sayılarına ve beklenen gelirlerine ilişkin bulgular tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Türkiye ait veriler Avrupa Birliği ülkelerinin verileri ile karşılaştırılmıştır. Araştırmaya konu olan medikal ürünler sektörü ya da tıbbi ürünler sektörü; Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar, Göz Cihazları ve Aparatlar, Tıbbi Tanısal Cihazlar, Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar, Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar, Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik), Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar, Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri, Personel Güvenlik Gereçleri, Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler, Protez Cihazlar, Ortopedik Cihazlar ve Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler alt sektörlerinden oluşmaktadır. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı İşyeri Öngörüleri adlı Çizelge incelendiğinde; Almanya’da Ortopedik Cihazlar üreten 505 işyeri, Almanya’da Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 424 işyeri, İngiltere’de Ortopedik Cihazlar üreten 387 işyeri, İtalya’da Ortopedik Cihazlar üreten 385 işyeri, Fransa’da Ortopedik Cihazlar üreten 371 işyeri, İngiltere’de Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 325 işyeri, İtalya’da Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 323 işyeri, Almanya’da Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 312 işyeri, Fransa’da Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 311 işyeri ve İspanya’da Ortopedik Cihazlar üreten 294 işyeri olacağı beklenmektedir. Türkiye’nin ise Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten 355 işyeri ve Ortopedik Cihazlar üreten 423 işyeri ile Almanya’nın hemen arkasında yer alacağı öngörülmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde, 2011 yılında öngörülen işyerlerinde çalışacak personel sayıları incelediğinde; Almanya’nın Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinde 13.981 personel çalıştıracağı, İngiltere’nin Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinde 10.723 personel çalıştıracağı, İtalya’nın Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinde 10.664 personel çalıştıracağı, Almanya’nın Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde 10.327 personel çalıştıracağı, Fransa’nın Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde 10.264 personel çalıştıracağı, Almanya’nın Ortopedik Cihazlar üreten işyerlerinde 9.470 personel çalıştıracağı, İspanya’nın Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinde 8.149 personel çalıştıracağı, İngiltere’nin Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde 7.921 personel çalıştıracağı, İtalya’nın Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde 7.877 personel çalıştıracağı ve Fransa’nın Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten işyerlerinde 7.582 personel çalıştıracağı öngörülmektedir. Türkiye ise Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeleri üreten işyerlerinde 11.699 personel ve Tıbbi ve Cerrahi cihazlar üreten işyerlerinde 8.642 kişi çalıştıracağı öngörülerek, Almanya’nın hemen arkasında yer alacağı beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri 2011 yılı satış öngörüleri bakımından incelendiğinde; Almanya, 11.125 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden beklerken, Fransa, 8.125 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden, İngiltere, 7.130 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden, İtalya, 6.828 milyar USD bir satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden, Almanya, 5.932 milyar USD satışı Personel 89 90 71 85 84 44 44 478 651 84 77 47 496 132 274 88 379 78 499 545 1.121 1.350 1.334 699 691 7.582 10.327 1.332 1.214 744 7.877 2.093 4.350 1.390 6.019 1.243 7.921 8.642 b 1.953 1.790 281 1.360 314 983 473 1.780 168 274 301 2.333 1.713 156 158 301 305 253 c a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar c. Tıbbi Tanısal Cihazlar d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik) g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar Avusturya Belçika Çekoslovakya Danimarka Finlandiya Fransa Almanya Yunanistan Macaristan İrlanda İtalya Hollanda Polonya Portekiz İspanya İsveç İngiltere TÜRKİYE a 4.458 4.086 641 3.105 717 2.244 1.080 4.064 384 626 687 5.328 3.912 357 361 688 697 578 e 1.106 1.013 159 770 178 557 268 1.008 95 155 170 1.321 970 88 89 171 173 143 f 559 512 80 389 90 281 135 509 48 79 86 668 490 45 45 86 87 72 g 11.699 10.723 1.683 8.149 1.882 5.889 2.833 10.664 1.007 1.643 1.803 13.981 10.264 936 947 1.806 1.828 1.517 h h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri ı. Personel Güvenlik Gereçleri j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler k. Protez Cihazlar l. Ortopedik Cihazlar m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler 54 50 8 38 9 27 13 49 6 8 8 65 47 4 4 8 8 7 d 5.048 4.627 726 3.516 812 2.541 1.223 4.602 435 709 778 6.033 4.429 404 409 780 789 655 ı Çizelge 2. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Çalışan Öngörüleri 345 317 50 241 56 174 84 315 30 49 53 413 303 28 28 53 54 45 j 4.263 3.907 613 2.969 686 2.146 1.032 3.885 367 599 657 5.094 3.740 341 345 658 666 553 k 7.924 7.263 1.140 5.520 1.275 3.989 1.919 7.223 682 1.113 1.221 9.470 6.952 634 641 1.224 1.238 1.028 l 1.428 1.309 205 995 230 719 346 1.302 123 201 220 1.707 1.253 114 116 220 223 185 m Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 2 1 1 1 9 12 1 1 1 7 3 2 1 5 2 8 2 259 110 168 131 1.378 1.886 165 67 130 1.158 429 289 131 810 256 1.209 381 b 1 a 218 a. Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar b. Göz Cihazları ve Aparatlar c. Tıbbi Tanısal Cihazlar d. Veterinerlik Cihazlar ve Aparatlar e. Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar f. Tıbbi Araç ve Gereçler (Kan, Kemik) g. Diğer Tıbbi ve Cerrahi ve Cihazlar Avusturya Belçika Çekoslovakya Danimarka Finlandiya Fransa Almanya Yunanistan Macaristan İrlanda İtalya Hollanda Polonya Portekiz İspanya İsveç İngiltere TÜRKİYE 30 97 20 65 10 23 34 93 10 5 13 151 110 10 13 9 21 17 c e 645 2.047 434 1.371 221 489 726 1.960 220 114 279 3.194 2.333 222 284 186 439 369 f 44 140 30 94 15 34 50 134 15 8 19 219 160 15 19 13 30 25 g 1 5 1 3 1 1 2 4 1 1 1 7 5 1 1 1 1 1 h 2.247 7.130 1.510 4.776 770 1.703 2.529 6.828 765 396 973 11.125 8.125 773 990 648 1.529 1.285 ı 1.198 3.802 805 2.547 411 908 1.349 3.641 408 211 519 5.932 4.332 412 528 346 815 685 h. Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeleri ı. Personel Güvenlik Gereçleri j. Pamuk ve Pamuklu Sarf Malzemeler k. Protez Cihazlar l. Ortopedik Cihazlar m. Diğer Cerrahi Cihazlar ve Sarf Malzemeler 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 1 D Çizelge 3. Tıbbi Ürünler Üreten Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Satış Öngörüleri j 3 8 2 5 1 2 3 8 1 1 1 12 9 1 1 1 2 1 k 335 1.062 225 711 115 254 377 1.017 114 59 145 1.656 1.210 115 147 97 228 191 L 510 1.618 343 1.084 175 387 574 1550 174 90 221 2.525 1.844 175 225 147 347 292 M 23 72 15 48 8 17 26 69 8 4 10 113 82 8 10 7 15 13 Yıldırım ve Yıldırım 91 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge 4. Avrupa Birliği Ülkelerinin 2011 Yılı Tıbbi Ürünler Öngörüleri Ülkeler Toplam İşyeri Sayısı Toplam Çalışan Sayısı Toplam Satış Tutarı (Milyon$) Avusturya 219 6.228 3.099 Belçika 263 7.503 3.689 Çekoslovakya 260 7.413 1.567 Danimarka 138 3.922 2.388 Finlandiya 136 3.841 1.865 Fransa 1.481 42.133 19.598 Almanya 2.018 57.391 26.834 Yunanistan 260 7.400 2.348 Macaristan 238 6.747 958 İrlanda 145 4.135 1.848 1.540 43.774 16.470 İtalya Hollanda 409 11.631 6.102 Polonya 849 24.174 4.110 Portekiz 272 7.727 1.860 İspanya 1.176 33.450 11.520 243 6.907 3.644 İngiltere 1.547 44.017 17.199 TÜRKİYE 1.689 48.024 5.418 İsveç Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden, İspanya, 4.776 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler üreten işyerlerinden, Fransa, 4.332 milyar USD satışı Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden, İngiltere, 3.802 milyar USD satışı Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden, İtalya, 3.641 milyar USD satışı Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden ve Almanya, 3.194 milyar USD satışı Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar üreten işyerlerinden beklemektedir. Türkiye Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeleri üreten işyerlerinden 2011 yılında 2.247 milyar USD satış beklerken, Personel Güvenlik Gereçleri üreten işyerlerinden 92 ise 2011 yılında 1.198 milyar USD satış beklemektedir. Avrupa Birliği ülkeleri 2011 yılında öngörülen işyeri bakımından incelediğinde; Almanya’da toplam 2.018 işyeri, İngiltere’de toplam 1.547 işyeri, İtalya’da toplam 1.540 işyeri, Fransa’da toplam 1.481 işyeri ve İspanya’da toplam işyeri olacağı beklenmektedir. Türkiye’de ise 2011 yılında 1.689 işyeri olacağı öngörülerek, Almanya’nın peşinden ikinci sırada yer alacaktır. Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya 2011 yılında tıbbi ürünler sektöründe 57.391 personeli çalıştırmayı öngörürken, İngiltere 44.017 personeli, İtalya Yıldırım ve Yıldırım 43.774 personeli, Fransa 42.133 personeli ve İspanya 33.450 personeli çalıştırmayı öngörmektedir. Türkiye ise 2011 yılında 48.024 personeli çalıştırmayı öngörerek, Almanya’nın peşinden ikinci sırada yer alacaktır. Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya 2011 yılında tıbbi ürünler sektöründen toplam 26.384 milyar USD gelir beklerken, Fransa 19.598 milyar USD gelir beklemekte, İngiltere 17.199 milyar USD gelir beklemekte, İtalya 16.470 milyar USD gelir beklemekte ve İspanya 11.520 milyar USD beklemektedir. Türkiye ise 5.418 milyar USD bir beklenti ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında altıncı sırada yer alacaktır. SONUÇ VE ÖNERİLER Tıbbı ürünler sektörünün Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırılmasını amaçlayan bu çalışmada elde edilen sonuçların; toplum sağlığının gelişimi ve sağlık politikalarının sağlık hizmetlerinin finansman ve sunumunu planlama amaçlarına katkı yaptığı düşünülmektedir.Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde tıbbi ürünler sektörü ile en fazla ilgili olan ülkeler; Almanya, İngiltere ve Fransa’dır. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011 yılında Almanya’da 2.018 adet işyerinin olacağı, İngiltere’de ise 1.547 adet işyeri olacağı beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde; 2011 yılında yer alan işyerlerinde 57.391 personelin Almanya’da çalışacağı, İngiltere›de ise 47.017 personelin çalışacağı öngörülmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011 yılında tıbbi ürünler üreten işyerlerinden Almanya’nın 26.834 Milyar USD gelir elde edeceği öngörülmektedir. İngiltere’nin ise 17.199 Milyar USD gelir elde edeceği beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011 yılında Almanya’da 2.018 adet işyeri ve İngiltere›de ise 1.547 adet işyeri olacağı öngörülmektedir. Bu öngörülen işyerlerinin; Ortopedik Cihazlar ve Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar üreten branşlarda olacağı beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde, 2011 yılında tıbbi ürünler üreten işyerlerinden Almanya’nın 26.834 Milyar USD bir gelir ve İngiltere’nin ise 17.199 Milyar USD bir gelir elde edeceği öngörülmektedir. Bu öngörülen işyerlerindeki gelirin; Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler, Personel Güvenlik Gereçleri ve Cerrahi Cihazlar ve Aparatlar üreten branşlardan elde edileceği beklenmektedir. Türkiye’deki tıbbi ürünler sektörünü; işyeri, işyerlerinde çalışan personel ve elde edilen gelir bakımından, Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırdığımızda işyerinin, Tıbbi ve Cerrahi Cihazlar branşında olacağı, işyerlerinde çalışan personelin; Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler branşında çalışacağı ve işyerlerinden elde edilecek gelirinde Cerrahi Cihazlar ve Sarf malzemeler branşından elde edileceği beklenmektedir. Türkiye’nin 2011 yılındaki tıbbi ürünler sektöründe; toplam işyeri ve bu işyerlerinde çalışacak personel bakımından, Almanya’dan sonra Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde ikinci sırada yer alacağı öngörülmektedir. Buna karşılık bu işyerlerinden elde edilecek gelir bakımından ise Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde ancak altıncı sırada yer alabileceği görülmektedir. Bu gelir azlığının nedeni, tıbbi ürünler sektöründe üretilen ürünlerin tamamen yerli üretim olmadığı, ürünleri oluşturan parçaların büyük bir kısmının yurt dışından elde edildiği ve dolayısı ile rekabetçi fiyatlarla 93 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 satılamayıp, düşük fiyatlara satılabildiği şeklinde açıklanabilir. Resmi Gazete (2007). Tıbbi Cihaz Yönetmeliği, 9.1.2007, Sayı: 26398, 2007. Tıbbi ürünler sektörü verilerini, Avrupa Birliği ülkelerinin nüfus verileri bakımından inceleyip, Türkiye verileri ile karşılaştırılacağı bir araştırmanın literatüre pozitif katkı sağlayacağı görüşündeyiz. Resmi Gazete, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği (1983), Sayı: 17927, Ankara. Türkiye tıbbi ürünler sektöründe kullanılan teknolojinin yeterliliğine, üretilen ürünlerin yapısal analizine ve karlılıklarına yönelik bilimsel araştırmalar yapılmasının, sektördeki işletmelere yol göstereceği söylenebilir. KAYNAKÇA Ak, B. (1990). Hastane yöneticiliği. Ankara. Barnes, C. (2012). Barnes Reports, Worldwide Medical Equipment & Supplies Mfg. (NAICS 33911). Industry & Market Series, C. Barnes & Co. USA. Belek İ. (1994). Sosyal devletin krizi ve sağlığın ekonomi politiği. İstanbul: Sorun Yayınları. Doğrusöz, S. (1987). Hastanelerde Örgütsel Çatışmanın Yönetimi, Sağlık Kurumları Yönetimi Programı, Yayınlanmamış Bilim Uzmanlığı Tezi, Ankara. Fries, R. (2006). Reliable design of medical devices. CRP Press, Taylor & Francis Group LLC, Second Edition, New York. Information Sheet Guidance For IRBs, Clinical Investigators and Sponsors Frequently Asked Questions About Medical Devices (2006). Office of Good Clinical Practice Office of Special Medical Programs, Office of the Commissioner Food and Drug Administration, 10903 New Hampshire Ave., WO32-5129 Silver Spring. Johnson, T.A. (2011). FDA regulation of medical devices. Congressional Research Service. 94 Sağlık Bakanlığı (2003). Proje Yönetim Destek Birimi, Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Projesi Konsept Notu, Ankara. Yıldırım, S. (2009). Medikal sektör yöneticilerin liderlik tarzları betimlemesi. Hastane Dergisi, Sayı: 61, İstanbul. Yıldırım, S. (2010). Tıbbi ürünler üreten işletmelerde personelin iletişim özellikleri: Johari penceresi yaklaşımının uygulanması. Hastane Dergisi, Sayı: 67, İstanbul. Tokat, M. (1993). Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü. Türkiye’de Sağlık Sektörünün Finansmanı. Ankara. Erbay, Adıgüzel ve Akçay Araştırma SOSYAL HİZMET ÖĞRENCİLERİNİN SOSYAL HİZMET UYGULAMASI DERSLERİ KAPSAMINDA UYGULAMA YÜRÜTECEKLERİ KURUMLARI TERCİH ETME SÜREÇLERİ The Process of Organisation Selection by Social Work Students within the Scope of Social Work Practice Courses Ercüment ERBAY* İlkay Başak ADIGÜZEL** Sinan AKÇAY** * Yrd. Doç Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ** Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Sosyal hizmet eğitimi, en basit şekliyle öğrencilere sosyal hizmetin bilgi, beceri ve değer üçlemesinin öğretildiği, etik ilke ve sorumlulukların aktarıldığı bir farkındalık kazandırma süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreçte kazanılan bilginin uygulamaya aktarılması ise temel bir zorunluluktur. Eğitim sürecinde bu aktarım süreci uygulama dersleriyle mümkün olabilmektedir. Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümünde Sosyal Hizmet Uygulamaları dersine geçmeden önce öğrencilere hangi kurumda uygulama yapmak istedikleri sorulmaktadır. Araştırmada öğrencilerin kurum tercih süreçleri, ilgili değişkenler çerçevesinde irdelenmiştir. Araştırma nicel araştırma yöntemiyle yürütülmüş, bu kapsamda Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F Sosyal Hizmet Bölümü 3. sınıfta eğitim gören 117 öğrencinin uygulama yapacakları kurumu tercih etme süreci hakkında görüşü alınmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük bir kısmının kendilerini uygulama yapmaya hazır hissetmemesi ve uygulama öncesi çeşitli endişeler taşıması elde edilen sonuçlardandır. Anahtar Sözcükler: Sosyal hizmet, sosyal hizmet öğrencisi, sosyal hizmet uygulaması ABSTRACT Social work education can simply be defined as a process of awareness-raising including teaching knowledge, skills and value bases of social work and transfering ethical principles and responsibilities to the students. Transferring the knowledge gained in the process into practice is a basic requirement. The process of transfering could be done by practice cources. In Hacettepe Unıversity F.E.A.S. Department of Social Work, at the beginning of the course, students are asked to choose the organization for the course of Social Work Practices. In this study, the students’ organization selection process within the framework of the related variables is investigated. The study had been carried out with quantitative research methods and opinions of 117 stu- 95 Toplum ve Sosyal Hizmet dents who study in 3th class of Social Work Department, FEAS, Hacettepe University have taken about the process of organization selection. Feeling unready to make practice and having various concerns before practice are some results of the study. Key Words: Social work, social work student, social work practice GİRİŞ Sosyal hizmet eğitimi bir bilim, bir sanat biçimi ve bir tutkudur1. Sosyal hizmet eğitimi, 4 yıllık lisans programıyla öğrenim gören öğrencilerin birey, aile, grup ve topluma yönelik yardım hizmetlerinde ve iletişimlerinde etkili profesyoneller olmasını hedefler (Mavili Aktaş, 2011: 73). Diğer bir tanıma göre sosyal hizmet eğitimi, kuram uygulama bütünlüğü çerçevesinde sosyal hizmetin temel bilgi, beceri ve değerlerinin, eğitime katılan taraflar arasındaki karşılıklı iletişim ve etkileşim yoluyla ele alındığı ve geliştirildiği aktif bir süreçtir. Bilginin araştırılması, üretilmesi, geliştirilmesi, paylaşılması ve uygulamaya aktarılması boyutlarında aktif katılım gösteren -başta öğrenci ve eğitimci olmak üzere- taraflar karşılıklı öğrenme, gelişme ve değişme yaratma misyonu üstlenerek etkin iletişim becerilerini demokratik etkileşim ortamında belirli değerler çerçevesinde kullanmaktadırlar (Çelik, 2011: 220). Sosyal hizmet eğitimi teorik ve uygulamalı derslerden oluşmakta ve söz konusu dersler birbirini tamamlayıcı bir 1 96 East ve Chambers, 2007; Aktaran: Çelik 2011: 220. Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 nitelik taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında öğrenilen teorilerin sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında uygulamaya aktarılmasını sağlayan sosyal hizmet uygulamalarına yönelik dersler büyük önem taşımaktadır (Akçay, 2012: 198). Demiröz de (2005:134) sosyal hizmet eğitimindeki uygulamalı dersleri “öğrencilerin bir eğitsel yöneticinin yönlendirmesiyle sosyal hizmet kurum, kuruluş ve ortamlarında, müracaatçı sistemi ile çalıştıkları, eğitim sürecinde elde ettikleri kuramsal bilgi ve becerilerini hayata geçirdikleri süreç” olarak tanımlamakta ve bu derslerin Sosyal Hizmet Akademisi’nden bu yana müfredatın üçte birini oluşturduğunu ifade etmektedir. Uygulama dersleri kapsamında öğrencilerden uygulamaya katıldıkları toplumun değerlerini kavramaları, sosyo-kültürel sistemlerini tanımaları, ekonomik kaynaklarını belirlemeleri, kurum içi görev ve yetki dağılımlarını öğrenmeleri, sosyal hizmet uzmanlarının rolünü gözlemlemeleri ve uygulamaları beklenmektedir. Kendini tanıma, mesleki kimlik kazanma ve geliştirme yönünde önemli katkılar sağlayan alan uygulaması dersleri, sosyal hizmet uzmanı adaylarını meslek yaşamına hazırlamaktadır (Çelik, 2011: 220). Duyan’a göre ise sosyal hizmette alan uygulaması çerçevesinde öğrenciler bireylerle, ailelerle, gruplarla, örgütlerle ve toplumla sosyal hizmet yapabilme deneyimi edinir. Bu yolla öğrenciler psiko-sosyal, politik, kültürel ve ekonomik sitemlerin insanların yaşamları üzerindeki etkisini anlama ve değerlendirme becerisi kazanır. Sınıf ortamında öğrendiği kuramsal bilgileri uygulamaya aktarabilir. Alan uygulaması ile öğrenciler gerçek yaşama hazırlanır ve Erbay, Adıgüzel ve Akçay bağımsız sosyal hizmet uygulaması yapabilme yeterliliğine erişirler (2010: 55). Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü’nde alan uygulaması, SHO 417 – SHO 418 Sosyal Hizmet Uygulaması 1-2 dersleriyle gerçekleştirilmekte ve bu süreç iki aşamayı kapsamaktadır. İlk aşama öğrencilerin tercihleri doğrultusunda ilgili kurum ve kuruluşlara yerleştirilmeleri, ikinci aşama ise bu kurum ve kuruluşlarda öğrencilerin eğitsel ve kurum danışmanlarının yönlendirmeleriyle uygulamalarını gerçekleştirmeleridir. Sosyal hizmet uygulaması derslerinin işlevselliği açısından bu iki aşamanın oldukça kapsamlı ve dikkatli bir biçimde şekillendirilmesi ve yürütülmesi gerekmektedir (Erbay ve Sevin, 2011: 144). Bu bağlamda Karataş, Demiröz ve İçağasıoğlu Çoban’ın Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeniden Yapılanma çalışmaları kapsamında 97 sosyal hizmet uzmanıyla gerçekleştirdikleri çalışmada önemli fikirler verilmektedir. Buna göre sosyal hizmet uzmanları; öğrencilerin uygulamaya başlamadan önce hazırlık yapmaları, uygulamalı derslerde öğrencilerin yetki ve sorumluluklarının arttırılması, öğrencilerin öğretim elemanlarının ya da deneyimli sosyal hizmet uzmanlarının yaptıkları çalışmaları izlemesi önerisinde bulunmuşlardır. Bununla birlikte uygulamalar sırasında eğitsel yönetici, kurum danışmanı ve öğrenci arasındaki bilgi alışverişinin sürekli kılınması ve okulda verilen bilgilerin alanın gereksinimlerine uygun olması önerilmiştir (2002: 77). Bu çerçevede alan uygulamasının etkililiği açısından ilk aşama olan öğrencilerin uygulama yapacakları alanı seçmeleri üzerinde özellikle durmak gereklidir. Bu araştırma böyle bir gereklilikten doğmuştur. PROBLEM Sosyal hizmet, uygulamalı bir bilim ve meslektir. Eğitim sürecinde elde edilen tüm bilgiler, beceriler ve değerler, müracaatçının refahı temelinde uygulama sürecinde kendini gösterir. Uygulama becerisinin kazanılması, sadece mesleki yaşama bırakılamaz. Bu nedenle sosyal hizmet eğitiminin temel amaçlarından biri öğrencilere mezun olmadan uygulama becerisini kazandırma ve teori-pratik ilişkisini kurabilmelerine yardımcı olmaktır. Öğrencilerin profesyonel eğitiminin bir parçası olarak, müracaatçılarla doğrudan uygulamalarında sınıf ortamında öğrendikleri bilgileri ve becerileri kullanmaları gerekir (Duyan, 2010: 55). Sosyal hizmet eğitiminde uygulama becerisi, Sosyal Hizmet Kuramı ve Alan Uygulaması gibi derslerde kazanılabilir. Bunun yanı sıra Sosyal Hizmet Ortamlarında Uygulama dersi kapsamında uygulama becerileri tam olarak pekişir. Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümünde SHO 417 Sosyal Hizmet Uygulamaları I dersine başlamadan önce 3. Sınıfta iken öğrencilere hangi kurumda uygulama yapmak istedikleri sorulmaktadır. Bununla birlikte öğrencilerin bu kurumları tercih ederken, nelere dikkat ettikleri ve nasıl tercih yaptıklarına ilişkin bilimsel bir veri bulunmamaktadır. Bu çerçevede araştırmanın problemini, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin SHO417 Uygulama I dersi kapsamında uygulama yürütecekleri kurumları tercih etme süreçlerinin incelenmesine yönelik gereksinim oluşturmaktadır. 97 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 AMAÇ YÖNTEM Bu araştırmanın genel amacı, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin SHO417 Uygulama I dersi kapsamında dördüncü sınıfın güz döneminde uygulama yürütecekleri kurumları tercih etme süreçlerini ilgili değişkenler çerçevesinde ortaya koymak ve sosyal hizmet literatürüne bu konu bağlamında yeni bir bilgi kazandırmaktır. Araştırma, nicel araştırma metoduyla gerçekleştirilmiştir. Bu metot çerçevesinde araştırmacılar tarafından görüşme formu hazırlanmıştır. Araştırmanın işlevsel alt amaçları ise soru cümleleriyle ifade edilmiştir: 1. Öğrenciler kendilerini uygulama yapmaya hazır hissetmekte midir? 2. Öğrencilerin sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri nelerdir? 3. Öğrencilerin bilgi temeli ile ilgili kendilerini yetersiz gördükleri noktalar nelerdir? 4. Öğrencilerin sosyal hizmet beceri repertuarını uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri nelerdir? 5. Öğrencilerin beceri repertuarları ile ilgili kendilerini yetersiz gördükleri konular nelerdir? 6. Öğrencilerin sosyal hizmetin mesleki değerlerini uygulamaya aktarabilmeleri konusundaki düşünceleri nelerdir? 7. Öğrencilerin sosyal hizmetin mesleki değerleri ile ilgili kendilerini yetersiz gördükleri noktalar nelerdir? 8. Öğrencilerin uygulama sürecine ilişkin endişeleri ne durumdadır? 98 Veriler, Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü 117 üçüncü sınıf öğrencisi ile yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Elde edilen veriler SPSS 15.0 paket programıyla analiz edilmiş; veriler sayı ve yüzde olarak ifade edilmiştir. BULGULAR Araştırmaya katılan öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerine bakıldığında yaş ortalamalarının 22.7 olduğu görülmüştür. Cinsiyetlerine göre dağılıma bakıldığında ise öğrencilerin %42.7’sinin kadın, %57.3’ünün erkek olduğu görülmüştür. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü 3. Sınıf öğrencilerinin %88’i devam etmekte oldukları bu bölümde isteyerek bulunduklarını ifade etmiştir. İsteksiz olarak bölüme devam edenlerin oranı ise %12’dir. Son dönemlerde Türkiye’deki sosyal hizmet bölümlerinin sayısında ve kamu kurum/kuruluşlarına alınan meslek elemanı sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. Çalışma alanlarının çeşitli ve iş bulma olanağının nispeten daha kolay olmasının sosyal hizmet disiplinine olan ilgiyi artırdığı düşünülmektedir. İstekli olarak bölüme devam edenlerin oranı yüksek olsa da isteksizce devam edenlerin oranlarının fazlalığı da düşündürücüdür. Bu grubun bir yıl sonra alanda mesleki uygulamalar gerçekleştirmeye başlayacak üçüncü sınıf öğrencileri olduğu göz önünde bulundurulursa, mesleki müdahalelerin Erbay, Adıgüzel ve Akçay niteliği ile ilgili endişelerinin olması doğaldır. İstekliliğin motivasyonu, motivasyonun da verimliliği etkilediği düşünülürse bireysel (öğrencinin kendisi) ve toplumsal yarar için birtakım çalışmaların yapılması önemli bir gerekliliktir. Öğrencilerin uygulama alanı tercihlerine ilişkin elde edilen bilgilere göre öğrencilerin tercihlerindeki yoğunluk, %26.5’lik bir oranla tıbbi sosyal hizmet alanındadır. Tıbbi sosyal hizmet alanını, çocuk refahı (%13), Adalet Bakanlığı (%13), psikiyatrik sosyal hizmet (%9.4), yoksulluk ve sosyal yardım alanı (%6), Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü (%5.5), yaşlılık refahı (% 4.7), sivil toplum örgütleri (%4.1), gençlik refahı (%3.5), suçluluk ve ıslah hizmetleri (%3.5), özürlülük alanı (%3), okul sosyal hizmeti (%1.5) ve son olarak diğer seçeneği (%6.3) içerisinde öğrencilerin belirttikleri aile danışmanlığı, endüstriyel sosyal hizmet, sığınmacılık ve göçmenlik alanı, kadın refahı, emniyet müdürlüğü, rehberlik ve araştırma merkezi takip etmektedir. Müdahaleye gereksinim duyan tüm bireylerin psiko-sosyal ve sosyo-ekonomik sorunlarının çözümünün sağlanması ve bu hizmetlerin geliştirilip yaygınlaştırılması toplum için önemli bir gereksinim haline gelmiştir. Sağlığın sosyalleştirilmesi amacıyla yapılan bazı girişimlerin sosyal hizmetin etkinlik alanını genişletmekte olduğu görülmektedir. Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren Tıbbi Sosyal Hizmet Uygulama Yönergesi ile ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurum ve kuruluşlarında tıbbi sosyal hizmet uygulamaları yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun, öğrencilerin sağlık alanını tercih etmelerinde önemli bir unsur olduğu düşünülmektedir. Mesleki sınırların ve sorumlulukların yasal olarak belirlenmiş olması, meslek elemanına gereksinim duyduğu müdahale özgürlüğünü vermiştir. Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu (%65), bu tablonun kendilerinin mezun olduktan sonra çalışmak istedikleri alanları yansıttığını belirtmiştir. Ağırlıklı ikinci tercih nedeni ise %13’lük bir yüzde ile uygulama yapmayı tercih ettikleri bu alanlara ilişkin seçmeli dersler almış olmalarıdır.Seçmeli dersler bireylerin ilgi ve becerileri, kendilerini özellikle geliştirmek istedikleri konularda aldıkları dersleri kapsamaktadır. Lisans eğitimi boyunca alınması gereken zorunlu derslerin yanı sıra seçmeli derslerin de verilmesinin öğrencilerin gelecekte çalışacakları alanlarda derinlemesine bilgi sahibi olmasına ve uzmanlaşmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir. Öğrencilerin (%6.5) bir diğer tercih nedeni ise belirtilen alanla ilgili bir uygulamalı araştırma yapmış olmalarıdır. Uygulamalı araştırma, bir öğretim elemanı öncülüğünde üçüncü sınıfa geçmiş öğrenci grupları tarafından sosyal hizmete ilişkin seçilen bir konuda araştırılan, hazırlanan ve uygulanan, bir yıllık dönemi kapsayan bir çalışmadır. Erbay ve Sevin tarafından yapılan bir araştırmada (2013: 37) öğrenciler bazı derslerin içeriklerini yetersiz bulduklarını belirtmişlerdir. Seçmeli dersler ve uygulamalı araştırma olarak belirtilen tercih nedenlerinin düşük yüzdelere sahip olması, bu etkenlerin uygulama alanı tercihinde belirleyici olmadığını göstermektedir. Bu da ders ve araştırma konularının seçiminin sağlıklı yapılmıyor olabileceğini düşündürmektedir. Diğer tercih nedenleri arasında ise çalışma koşullarının daha rahat olması, 99 Toplum ve Sosyal Hizmet öğretim elemanlarının önerileri, bilgi ve deneyim kazanma arzusu, daha fazla çalışılmasına gereksinim duyulan bir alan olması ve ulaşım gibi konular yer almaktadır. Öğrencilerin kendilerini alan uygulaması yapmaya hazır hissetme durumlarına bakıldığında, öğrencilerin %61.5’ inin kendilerini buna hazır hissetmedikleri, %38.5’inin ise hazır hissettiği görülmektedir. Teorik eğitimin büyük kısmını geride bıraktıkları ve kendilerinden öğrendiklerini pratiğe aktarmaları beklenen bu evrede, öğrencilerin büyük bir kısmının endişe duyması düşündürücüdür. Öğrenciler uygulama yapmaya hazır hissedip hissetmeme durumlarının nedenlerini aşağıdaki tabloda açıklamışlardır: Bu açıklamalara göre kendilerini uygulama yapmaya hazır hisseden öğrencilerin büyük kısmı, başarılı alan uygulamaları için gerekli bilgi, beceri, duyarlılık ve yetkinliğe sahip olduklarını düşünmektedir. Bu ifadeler, öğrencilerin öğrenim sürecinde aktif birer katılımcı olduklarını göstermektedir. Sosyal hizmet bölümüne giriş ile başlayan sürecin, bu öğrenciler için Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 verimli geçtiği düşünülmektedir. Bununla birlikte aynı şeyi araştırmaya katılan öğrencilerin tamamı için söyleyebilmek mümkün değildir. Eğitim, içinde değiştirici ve dönüştürücü unsurları da barındırmaktadır ve bu, öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Olumlu gelişim sağlanabilmesi ise bu süreçten en yüksek düzeyde yararlanılmasına bağlıdır. Öğrencilerin yanıtları arasındaki ayrışmanın, aslında değişimi yönetmelerindeki farklılıktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Öğrenciler kendilerini uygulamaya hazır hissetmemelerinin nedenlerini şu şekilde açıklamışlardır: Öğrencilerin kendilerini uygulamaya hazır hissetmemelerinde rol oynayan başlıca neden, teorinin uygulamayla bütünleştirilerek sunulmaması ve daha çok bilgi aktarımı şeklinde derslerin işlenmesidir. Bu durum bilgilerin soyut kalmasına, içselleştirilememesine ve sonraki aşamalarda da uygulanamamasına neden olabilir. Öğrencilerin uygulama yapmaya hazır hissetmemelerinde rol oynayan bir diğer neden de sosyal hizmetin bilgi, beceri ve değer temeline ilişkin eksiklikleri olduğunu Çizelge 1. Öğrencilerin Uygulama Yapmaya Hazır Hissettiklerini Nasıl Anladıklarına İlişkin Bulgular Öğrencilerin Uygulama Yapmaya Hazır Olduklarını Nasıl Anladıkları S % Edindiğim bilgi ve becerileri uygulamaya aktarabileceğimi düşünüyorum 16 48.5 Donanımlı ve yetkin olduğumu düşünüyorum 10 30.2 Diğer 7 21.3 Toplam 33 100 100 Erbay, Adıgüzel ve Akçay Çizelge 2. Öğrencilerin Kendilerini Uygulama Yapmaya Hazır Hissetmemelerinin Nedenlerine İlişkin Bulgular Uygulama Yapmaya Hazır Hissetmeme Nedenleri S % Derslerimiz tamamen teori odaklı. Hiç uygulamaya yönelik örnekler görmüyoruz. Teorik dersler çok yüzeysel kalıyor. Eğitim tamamen ezberci 21 55 Bilgi, beceri ve değer temelinde çok fazla eksiğim olduğunu düşünüyorum. Bu eksiklikleri tamamlamadan alana çıkmak müracaatçılara zarar verecektir 17 45 Toplam 38 100 düşünmeleri ve kendilerini yetersiz hissetmeleridir. Öğrenciler, bu eksiklikleri tamamlamadan alana çıkmaları durumunda müracaatçılara zarar verebileceklerini ifade etmektedir. Barlow ve Hall (2007:404)’in sosyal hizmet öğrencileri ve kurum danışmanlarının uygulama sürecindeki duygusal deneyimlerine ilişkin yaptığı araştırmada elde edilen bulgular öğrencilerin bu düşünce ve endişelerini destekler niteliktedir. Araştırmada öğrencilerin kendi yeterlilikleri konusunda endişe duymaları, uygulama süreçlerindeki bir gerginlik kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Öğrenciler, yapabilecekleri hataların müracaatçıyı olumsuz etkileyebileceği ve böylelikle uygulama süreçlerini başarılı bir şekilde tamamlayamayabilecekleri konularında endişe duyduklarını ifade etmektedir. Araştırmaya katılan 117 öğrencinin %55.5’i (65 kişi) sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktarabileceğini düşünürken %44.5’i (52 kişi) sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir. Sosyal hizmetin bilgi temelini uygulamaya aktaramayacağını düşünenlerin kendilerini yetersiz hissettikleri konular ise şu şekildedir: Uygulama yöntemleri (%31.6), kuramsal yaklaşımlar (%24.5), kişilerarası dinamik, grup dinamiği, örgütsel dinamik (14.4), toplumsal yapı ve kurumlar (%11.5), planlı değişim süreci (%7.2), insan gelişimi (%5.75), etik ve değerler (%5.05). Öğrencilerin daha çok uygulama yöntemlerinde kendilerini yetersiz hissetmeleri, öğrencilerin kendilerini uygulama yapmaya hazır hissedip hissetmediklerine ilişkin ifadeleriyle uyumlu görünmektedir. Öğrencilerin kendilerini uygulama yöntemleri konusunda yetersiz hissettikleri için uygulama yapmaya da hazır hissetmedikleri düşünülmektedir. Uygulama yöntemleri birey, aile, grup ve toplum düzeylerinde yapılan arabuluculuk, savunuculuk, bakım yönetimi, danışmanlık, krize müdahale, görev odaklı uygulama gibi yöntemleri içermektedir (Thompson, 2009: 78). Thompson’ın ifade ettiği bu yöntemler sosyal hizmet lisans eğitimi almış her meslek elemanının biliyor ve etkin biçimde kullanıyor olması gereken uygulama yöntemleridir. Bu sonucun öğrencilerin söz konusu teorik bilgileri 101 Toplum ve Sosyal Hizmet içselleştiremediğinin ya da sahip olduğu bilgiler ile uygulamayı bütünleştiremeyeceği endişesi taşıdığının bir göstergesi olduğu düşünülmektedir. Thompson (2002)’a göre öğrenme, hazırlık gerektiren bir süreçtir. Bu süreç “düşünme, hissetme ve yapma”yı içermektedir. Bu üç bağlam öğrenciyi derinlemesine düşünmeye yönlendirirken yaptıklarının ya da yapmadıklarının kendilerini nasıl hissettirdiği; ne yaptıkları ve nasıl yaptıklarına ilişkin farkındalık oluşturmalarını da sağlamaktadır. Beceri, bireyin belirli bir eylemi gerçekleştirme kapasitesidir ve geliştirilmesi mümkündür. Sosyal hizmetin sacayaklarından biri olan beceri, sosyal hizmet uygulamasının temel bir öğesidir. Öğrencilerin %59.8’i sosyal hizmet beceri repertuarını uygulamaya aktarabileceğini düşünürken, %40.2’si uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir. Sosyal hizmet beceri repertuarını uygulamaya aktaramayacağını düşünen öğrenciler kendilerini en çok problem çözme becerisi (%14.5) ve raporlama becerisi (%14.5) konularında yetersiz görmektedir. Sosyal hizmet sosyal adalet ve insan hakları değerleri üzerine inşa edilmektedir. Sosyal hizmet uzmanları yaptıkları her mesleki çalışmanın insan hakları ve sosyal adalet değerlerine uygunluğunu gözetirler. Bu değerler mesleğin uygulanmasında vazgeçilemez değerler olduğundan sosyal hizmet eğitimi ile içselleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Öğrencilerin %78.7’si sosyal hizmetin mesleki değerlerini uygulamaya aktarabileceğini düşünürken %21.4’ü uygulamaya aktaramayacağını düşünmektedir. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun mesleki değerleri uygulamaya 102 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 aktarabileceğini düşünmesi memnuniyet vericidir. Sosyal hizmetin mesleki değerlerini uygulamaya aktaramayacağını düşünen öğrencilerin kendilerini yetersiz gördükleri konular ise adil olmayan politika ve uygulamalarla mücadele (%47) ve kişinin kendi kaderini tayin hakkı (%37)’dır. Türkiye’de dikey hiyerarşi kamusal alanda ağırlıklı olarak kendini göstermektedir. Bu durum bir yandan sınıflar arası farkı artırırken bir yandan da sınıflar arası bağımlılığı artırmaktadır. Görülen tablo, henüz iş yaşamına atılmamış olan öğrencilerin kendilerini böyle kökleşmiş bir sistem içinde zayıf hissettikleridir. Öğrencilere uygulama öncesi endişeli olma durumları sorulmuş ve öğrencilerin %81.2’si endişeli olduğunu ifade ederken %18.8’i ise endişeli olmadığını ifade etmektedir. Öğrencilerin endişeli olduğu konular ise sırasıyla: ulaşım (%21.4), kurum danışmanı ile ilişki (%14.6), kuruluştaki meslek elemanları tarafından kabul görmeme (%12.3), eğitsel danışman ile ilişki (%11.4), mesleki çalışma yapmaya izin verilmemesi %10), kılık-kıyafet (%9), fiziki ortamçalışma odası (%7.3), fiziki ortam-görüşme odası (%5.8), çalışma saatleri (%4.4), öğle yemeği (%2.6) olarak ifade edilmiştir. Diğer seçeneğinde ise (%1.2) bürokrasi, katı mevzuatların varlığı, mesleki bilgi ve becerimin kısıtlı olması, bildiklerimi pratiğe dökememe endişesi endişeleri yer almaktadır. Öğrencilerin uygulama sürecine ilişkin çok fazla soru işareti ve belirsizliğe sahip olması (hangi kurumda uygulama yapacağı, kurum ve eğitsel danışmanının kim olacağı, teorik bilgilerini uygulamaya aktarıp aktaramayacağı gibi) nedeniyle endişeli olmalarının sürecin doğal bir sonucu olarak düşünülebilir. Erbay, Adıgüzel ve Akçay Ancak kurum veya mesleki çalışmalara ilişkin endişelerin daha fazla olacağı düşünülürken en fazla endişe duyulan konunun ulaşım olması araştırmacılar tarafından beklenmeyen bir sonuç olarak değerlendirilmektedir. Ancak Gelman ve Baum (2010:432)’un sosyal hizmet öğrencilerinin uygulama öncesi endişelerini saptamak amacıyla yaptığı araştırma, bu bulguyu destekler niteliktedir. Araştırmanın uygulama yapılacak kurumla ilgili endişeler kısmında öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun kurumun yeri ve kuruma ulaşılabilirlik gibi lojistik konularda endişe duyduğu sonucuna ulaşılmıştır. Öğrencilere uygulama yapacakları kurumda sosyal hizmet uzmanı olmasını önemseyip önemsemedikleri sorulmuş ve öğrencilerin %90.6’sının bunu önemsedikleri sonucuna ulaşılmıştır. Uygulama sürecinde uygulama yapılan kurumda sosyal hizmet uzmanının olması öğrencilere rol model olabilecek meslek elemanı olabilmesi açısından önem taşımaktadır. Öğrencilerin de bu doğrultuda düşündükleri görülmektedir. Sosyal hizmet uygulamasında süpervizyon, bireyin uygulama alanına ilişkin bilgi ve becerilerini geliştirmesini sağlayan, bireysel ve mesleki yeterlilik kazandıran bir unsurdur. Uygulama dersleri kapsamında öğrenciler eğitsel danışmanlarının ve kurum danışmanlarının süpervizyonları altında çalışmalarını gerçekleştirirler. Eğitsel danışman, kurum danışmanı ve öğrencinin oluşturduğu çalışma ekibinin uygulama sürecinde öğrencinin pratikte kendisini geliştirebilmesinde önemli bir işlevi vardır. Uygulama yapan öğrencilerin en fazla iletişim ve etkileşim içinde olacağı söz konusu danışmanlarla olan ilişkileri, hiç şüphesiz uygulama derslerinin verimliliğini etkileyecektir. Bu durumda karşılıklı beklentilerin belirlenerek bir harita çizilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir. Araştırmada yalnızca öğrencilerin danışmanlarına yönelik beklentilerine yer verilmiştir ancak danışmanların beklentilerinin de öğrenilmesi bu araştırmanın bir çıktısı olabilir. Öğrencilerin bilgi ve becerilerinin yanı sıra alandaki öğrenim deneyimlerinin de değerlendirilmesinin büyük önemi vardır (Maxwell, 1999: 86). Bu deneyimleri etkileyecek olan kurumsal yapı ve akademik beklentilerin yanı sıra eğitsel danışmanlar ve kurum danışmanlarının işlevlerinin de değerlendirilmesi, uygulama sürecinin öğrenciye yarar sağlaması açısından gerekli görülmektedir. Çizelge 3’te öğrencilerin eğitsel danışmanlarından beklentilerine ilişkin bulgular verilmiştir: Öğrencilerin %88.5’i beklendiği gibi eğitsel danışmanlarından uygulama yaptıkları alanda onlara rehberlik etmesini, onlarla ilgilenmesini, eksik oldukları konularda onlara yardımcı olmasını beklemektedir. Öğrencilerin %37.3’ü de kurum danışmanlarından bildiklerini aktarabilmesini, beceri kazandırmasını ve yol göstermesini beklemektedir. Öğrencilerin bu beklentileri etkili ve verimli uygulama yapabilmek için gereklidir. Uygulama yapılacak kurumun niteliği öğrencileri uygulama becerisi kazanabilme, çalışabileceği alanlarda fikir sahibi olma gibi birçok yönden etkileyebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında uygulama yapılacak kurumun belirlenmesi, bir karar verme sürecini gerektirmektedir. Bu doğrultuda öğrencilerin 103 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çizelge 3. Öğrencilerin Eğitsel Danışmanlarından Beklentilerine İlişkin Bulgular Öğrencilerin Eğitsel Danışmandan Beklentileri S % Uygulama yaptığım alanda bana rehberlik etmesi, benimle ilgilenmesi, eksik olduğum konularda bana yardımcı olması 76 88.5 Ulaşılabilir olması 4 4.6 Eğitsel danışmanımın kurum danışmanı ile ilişkimde yanımda olması 2 2.3 Diğer 4 4.6 Toplam 86 100 Çizelge 4. Öğrencilerin Kurum Danışmanlarından Beklentilerine İlişkin Bulgular Öğrencilerin Kurum Danışmanından Beklentileri S % Bildiklerini aktarabilmesi, beceri kazandırması, yol göstermesi 31 37.3 Uygulama yapmamda destekleyici, yapılan uygulamalarda deneyim edinmem için aktif olmama izin veren biri olması, beni geri plana atmaması 22 26.5 Anlayış, saygı, rol model olma 10 15.8 Kurumun işleyişi ve politikaları hakkında bilgilendirmesi 9 7.2 Diğer 11 13.2 Toplam 83 100 Çizelge 5. Öğrencilerin Uygulama Sürecine İlişkin Beklentilerine Dair Bulgular Öğrencilerin Uygulama Sürecinden Beklentileri S % Kuramsal bilgiyi uygulamaya aktararak kalıcılığını sağlamak ve kuramsal bilgi eksikliğimi giderip becerilerimi geliştirmesi 31 37 Mesleki yaşamıma hazırlayacak bilgi, davranış ve deneyimler kazandırması 24 28.4 Uygulama sürecinin beni yetkinleştirmesi 11 13 İlerde alanda çalıştığımızda bize ön hazırlık olması 10 12 Diğer 8 9.6 Toplam 84 100 104 Erbay, Adıgüzel ve Akçay karar verme süreçlerinde biriyle görüşme durumları sorulmuş ve öğrencilerin %71’inin biriyle görüştüğü, %29’unun da biriyle görüşmediği sonucuna ulaşılmıştır. Öğrencilerin tercih öncesi görüştüğü kişiler ise 4. sınıfta olup uygulama dersini alan öğrenciler (%47), öğretim elemanları (%23), alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları (%19.7), alana ilişkin bilgisi olan bir yakını (%8.6)’dır. Tercih sürecinde olan öğrencilerin daha çok uygulama dersini alan öğrencilerle görüşmüş olmasının uygulama dersini alan öğrencilerin de aynı süreçten geçmiş olmalarından kaynaklı benzer deneyimlere sahip olmaları ve diğer seçeneklere göre daha kolay ulaşılabilir olmalarının etkili olmuş olabileceği düşünülmektedir. Tercih öncesi biriyle görüşmenin öğrencinin kararını etkilemesi durumuna bakıldığında ise öğrencilerin %72.6’sı etkilediğini düşünürken, %27.4’ü etkilemediğini düşünmektedir. Konuya ilişkin deneyim ve bilgi sahibi biri ya da birilerine danışmanın, uygulama alanını tercihte büyük ölçüde belirleyici olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin %23’ü uygulama yapılacak kurumun tercih edilmesi öncesinde bölüm öğretim üyelerinin hazırladığı Uygulama Rehberini okumuşken, %77’si okumamıştır. Uygulama rehberi öğrencilerin uygulama sürecinde yerine getirmeleri gereken sorumlulukları içeren yönlendirici bir araç olması nedeniyle son derece önemli bir kaynaktır. Buna rağmen söz konusu rehberin öğrencilerin büyük bir çoğunluğu tarafından okunmamış olması düşündürücüdür. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında öğrencilerin bu rehberin varlığından haberdar olmamalarının etkili olmuş olabileceği düşünülmektedir. Bunun yanı sıra en fazla danışılan kaynağın bir önceki yıl alan uygulama yapmış öğrenciler olması, öğrencilerin bireysel etkileşim yoluyla bilgi edinmeyi daha fazla önemsediğini göstermektedir. Son olarak öğrencilerin ifade etmek istedikleri diğer konular şöyledir: • Uygulamada tercih ettiğim alanlar dışında başka bir kuruma gönderilmek istemiyorum. • Staj alanlarına endüstriyel sosyal hizmet de eklenmeli. Ben o alanda çalışmak istiyorum. Her alanda staj imkanı var ama bu alanda yok. • Not ortalaması ve seçmeli derslerin alanı belirlemede etkili olmasının çok doğru olmadığını düşünüyorum. Seçmeli dersleri seçme imkânımız pek fazla olmuyor. Kotası boş olan dersleri almak zorunda kalıyoruz çoğu zaman. Ayrıca bir öğrencinin notları düşük olabilir, bunun çeşitli sebepleri vardır. Bu onun istediği alanda staj yapmasına engel olmamalıdır. Bu süreçte verimli olmamız bekleniyorsa istediğimiz alanda staj yapabilmeliyiz diye düşünüyorum • Tercih yapmadan önce kurumda staj yapmış/yapmakta olan üst sınıf öğrencileriyle bizi bir araya getirecek, bilgi alabileceğimiz toplantı, seminer, söyleşiler hazırlanabilir. Danışmanlarla bire bir görüşme yapabilmeliyiz. • Uygulama rehberinin var olduğundan haberim yoktu. Bu rehberin stajla ilgili süreçleri ilgilendiren ilanların yanına konulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. 105 Toplum ve Sosyal Hizmet • Uygulamanın sadece son sınıfta olması çok kötü. Bence meslek elemanı olmadan önce, her sene belirli bir süre her alanda deneyim sahibi olmalıydık. • Ulaşım etkeninin göz önünde bulundurulmasını istiyorum. Öğrencilerin gereksinimleri üç noktada yoğunlaşmaktadır. Bunlardan ilki, ilgi duyulan alanda uzmanlaşma ve alan uygulamasının da tercih edilen bu alanda gerçekleştirilmesi fırsatının sunulmasıdır. Bunun için seçmeli derslerin daha çeşitli olması ve almak isteyen her öğrencinin bu derslere kabul edilebileceği işlevsel yapının kurulması önemli görülmektedir. Bir diğer nokta ise öğrencilerin uygulama süreci ile ilgili bilgilenme gereksinimidir. Daha önceki uygulayıcılarla deneyim paylaşımının yapılacağı etkinliklerin organize edilmesi ve uygulama rehberinin daha ulaşılabilir olması öğrencilerin sunduğu öneriler arasındadır. Sonuçlar öğrencilerin alana inmeden önce başarılı bir uygulama dönemi geçirmelerini sağlayacak öneriler olarak değerlendirilmelidir. SONUÇ VE TARTIŞMA Sosyal hizmet, sosyal sorunların çözümünde ve bireyin iyilik halinin arttırılmasında insan hakları ve sosyal adalet değerlerini temel alarak bütüncül bir bakış açısıyla mikro, mezzo ve makro düzeylerde çalışmalar yapan uygulamalı bir meslek ve bilimdir. Sosyal hizmetin uygulamalı bir bilim olması onu diğer bilim dallarından ayıran niteliklerden biri olarak dikkat çekmektedir. Sosyal hizmet eğitimi hem teorik hem de uygulamalı derslerden oluşmaktadır. Öğrenilen teorik bilgiler uygulamalı 106 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 araştırma ve sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında yapılan uygulama dersleri aracılığıyla pratiğe dönüştürülmektedir. Öğrencilerin müracaatçı ile ilk kez karşılaşmaları uygulama dersleri ile mümkün olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında öğrencilerin hangi alanda ve hangi kurumda uygulama yapacaklarına karar vermeleri onlar için son derece önemlidir. Bu süreci çeşitli değişkenlerle irdelemek ve anlamaya çalışmak bu araştırmanın başlangıç noktasını oluşturmuştur. Araştırma sonucunda öğrencilerin uygulamaya başlamadan önce uygulama yapmaya hazır olup olmadıkları, hangi konularda kendilerini yeterli ya da yetersiz gördükleri, uygulamaya ilişkin ne tür endişeleri veya beklentileri olduğu gibi birçok konuda sürecin daha işlevsel bir şekilde yürütülmesini sağlayacak bilgiler elde edilmiştir. Öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun uygulama yapmaya hazır olmadığını ifade etmesi araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biridir. Öğrenciler uygulamaya hazır hissetmemelerinin nedenini de derslerin teorik odaklı olması, uygulamaya yönelik olmaması olarak ifade etmiştir. Uygulama ve teori birbirini tamamlayan ve birbirini besleyen unsurlar olarak birbirinden ayrı düşünülemez. İyi uygulama yapabilmek hiç şüphesiz bilgi, beceri ve değer temelinin yeterli olması ile yakından ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında teorik derslerin önemi yadsınamaz. Ancak derslerin teori ile pratiğin bütünleştirilmesine dönük olmasının öğrencilerin bu konudaki endişelerini gidereceği düşünülmektedir. Erbay, Adıgüzel ve Akçay KAYNAKLAR Akçay, S. (2012). Sosyal Hizmet Uygulaması Yapan Öğrenciler İçin Süpervizyonun Önemi Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme Derneği Yayını. Barlow, C. and Hall, B. L. (2007). What about Feelings?: A Study of Emotion and Tension in Social Work Field Education. Social Work Education: The International Journal , 399-413. Çelik, G. (2011). Sosyal Hizmet Eğitiminde Alan Uygulaması. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme Derneği Yayını. Demiröz, F. (2005). Sosyal Hizmet Eğitimi İçinde Uygulamaların Yeri ve Önemi. Ü. Onat (Yayına hazırlayan), Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeni Yaklaşımlar içinde (s. 134141). Ankara: Sosyal Hizmet Uygulama Araştırma ve Geliştirme Derneği. Duyan, V. (2010). Sosyal Hizmet: Temelleri, Yaklaşımları ve Müdahale Yöntemleri. Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi Yayını, No: 16. East, J. and Chamber, R. (2007). Courage to Teach for Social Work Educators. Social Work Education, 26(8), 810-826. Erbay, E. ve Sevin, Ç. (2011). Hacettepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Sosyal Hizmet Bölümü 4. Sınıf Öğrencilerinin Gözüyle Sosyal Hizmet Uygulaması Derslerinin Değerlendirilmesi. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme Derneği Yayını. Erbay, E. ve Sevin, Ç. (2013). Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet 4. Sınıf Öğrencilerinin Eğitim Süreçlerine ve Gelecekteki Meslek Yaşamlarına İlişkin Görüşleri. Toplum ve Sosyal Hizmet, 25-40. Gelman, C. R. and Baum, N. (2010). Social Work Students’ Pre-placement Anxiety: An International Comparison. Social Work Education: The International Journal , 427440. Karataş, K., Demiröz, F. ve İçağasıoğlu Çoban, A. (2002). Sosyal Hizmet Uzmanlarının Türkiye’deki Sosyal Hizmet Eğitimine İlişkin Değerlendirmeleri. Sosyal Hizmet Eğitiminde Yeniden Yapılanma I. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayını, No: 12. Mavili Aktaş, A. (2011). Profesyonelliğin Gelişimi Kimi Etik Tartışmalar. Sosyal Hizmet Sempozyumu 2011: 50.Yılında Türkiye’de Sosyal Hizmet Eğitimi: Sorunlar, Öncelikler ve Hedefler. Ankara: Sosyal Hizmet Araştırma ve Geliştirme Derneği Yayını. Maxwell, J. A. (1999). Student Assessment of Supervision in Social Work Field Practice in the Caribbean and Southern Africa: A Comparative Study and Commentary. Journal of Social Development in Africa, 14(1), 85-100. Thompson, N. (2002). People Skills. New York: Palgrave Macmillan Thompson, N. (2009). Understanding Social Work. New York: Palgrave Macmillan. 107 Artan Araştırma HUZUREVİNDE KALMAKTA OLAN YAŞLILARDA AİLE İÇİ İSTİSMAR Family Abuse Against the Elders Living in Nursing Homes Taner Artan* *Dr., Sosyal Hizmet Uzmanı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkez Müdürlüğü Müdür Yardımcısı ÖZET Bütün dünyada, yaşlı istismarından etkilenen yaşlıların sayısının giderek arttığı dile getirilmektedir. Ülkemizde, “yaşlı istismarı üzerine” yapılan araştırmaların sayısının azlığı dikkat çekmektedir. Bu araştırmanın amacı; huzurevine girmeden önce yaşlıların aile içinde istismara maruz kalıp kalmadıklarının belirlenmesidir. Bu amaçla, İstanbul’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi, Zeytinburnu Semiha Şakir Huzurevi, Göztepe Semiha Şakir Huzurevi ve Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay Huzurevi Müdürlüklerinde kalmakta olan 93 yaşlı ile görüşme yapılmıştır. Araştırma kapsamında; yaşlıların en fazla “psikolojik istismara”, ikinci sırada “ekonomik istismara” ve üçüncü olarak da “fiziksel istismara” maruz kaldıkları belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Yaşlılık, yaşlı istismarı, aile içi şiddet ABSTRACT It is generally known that the number of the elders who are affected by abuse is increasing day by day in the whole world. The small number of researches carried out on “elder abuse” in our country is a noteworthy phenomenon. The purpose of this study is to determine whether the elders have experienced abuse within their families before they enter the nursing home. To research this case, 93 elders living in Bahçelievler Nursing Home Elderly Care and Rehabilitation Center, Zeytinburnu Semiha Şakir Nursing Home, Göztepe Semiha Sakir Nursing Home and Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay Nursing Home Directorates, located in the province Istanbul, were interviewed. All of these centers operate under the control of the Ministry of Family and Social Policies. In the scope of this study, it is discovered that elders experience “psychological abuse” mostly; secondly comes the “economical abuse”; and thirdly, “physical abuse”is prominent. Key Words: Elderliness, elderly abuse, family violence GİRİŞ Sağlık ve tıbbi bakım hizmetlerindeki gelişmeler; buna paralel olarak demografik değişimler, teknolojik ilerlemeler, modernizasyon, nüfus hareketliği, yaşam tarzındaki değişimler ve geleneksel değerlerde yaşanan erozyon, hızla artacağı öngörülen “yaşlı nüfusa 109 Toplum ve Sosyal Hizmet ilişkin” sağlık, sosyal refah, adalet ve finans sistemlerinde önemler alınmasını zorunlu kılmaktadır. Dünya yaşlı nüfus oranındaki dramatik artış, potansiyel yaşlı istismarı vakalarının da artması riskinin yüksek olacağı anlamına gelmektedir (Kalavar, Jamuna ve Ejaz, 2013: 4). Yaşlı istismarı, 1970’lerde eş ve çocuk istismarı üzerine yapılan aile içi şiddet çalışmaları sonucunda, ortaya çıkmaya başlamıştır. Aile içi şiddetin bir türü olan “yaşlı istismarı”; alanyazında ilk kez 1975 yılında Baker ve Burston tarafından “granny battering” olarak tanımlanmıştır (Baker, 1975; Burston, 1977; Decalmer, 1997). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve yaşlı istismarının önlenmesi uluslararası ağı tarafından (1995) “yaşlı istismarı”: “yaşlı insanlara karşı herhangi bir güven ilişkisi içerisinde sıkıntı ve zarara neden olabilecek bir kez veya tekrarlanan hareket veya uygun davranış eksikliği” olarak tanımlanmaktadır. Diğer taraftan, yaşlı istismarının sosyal ve kültürel farklılıklardan dolayı, üzerinde tam bir görüş birliği söz konusu değildir. Buna rağmen, yaşlı istismarının genellikle üç temel kategorisi olduğu kabul edilmektedir. Bunlar; aile içi istismar, kurumsal istismar ve kendini istismardır. Ayrıca, yaşlılara yönelik istismarın birçok farklı türü bulunmaktadır. Bunlar, fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik istismar olarak sınıflandırılabilir (Lai, 2011: 327). Yaşlıların istismara uğrama riskini artıran faktörler arasında ise; fonksiyonel yetersizlik, bilişsel bozukluk, sosyal izolasyon, yaş, ırk, gelir, aile geçmişi, yaşam olayları, demans ve depresyon sayılabilir (Conner, Prokhorov, Page, Fang, Xiao ve Post 2011: 21-22). 110 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Yaşlı istismarı alanında yapılan son çalışmalar, istismara maruz kalan yaşlı sayısının giderek arttığını göstermektedir. Yaşlı istismarı, yalnızca insan hakları ihlali değil aynı zamanda yaşam kalitesini azaltıcı niteliklerde içermektedir (Erlingsson, Saveman ve Berg, 2005:214). Son yıllarda yapılan uluslararası çalışmalar göstermektedir ki, yaşlı istismarı Finlandiya’dan Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, Polonya, Norveç, Yunanistan, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’ya kadar bütün dünya ülkelerini, yakından ilgilendiren bir sosyal sorun niteliği taşımaktadır (Yan, Tang ve Yeung, 2002:174). Esasında, yaşlı istismarının giderek görünür hale gelmesine etki eden en önemli etkenler, dünya nüfusunun giderek yaşlanmasından kaynaklanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre; 60 yaş ve üzeri dünya nüfusunun 2025 yılında 1.2 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Her ay 60 yaş üzerine çıkan 1 milyon insanın, %80’i gelişmekte olan ülkelerde bulunmaktadır. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki süreçte gelişmiş ülkelerle benzer yaşlı nüfus oranına ulaşacaklarını göstermektedir (Hutton, 2008:1). Benzer bir durum, Türkiye açısındanda söz konusu olup; 2011 yılı itibariyle, 60 yaş ve üzeri grupta yer alan yaşlı sayısı %9.9 iken 1950 yılına kadar, %26’ya yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilerden anlaşılacağı üzere, önümüzdeki süreçte Türkiye de yaşlı nüfus oranın giderek artacağı ve gelişmiş ülke yaşlı nüfus oranlarıyla benzer nitelikler taşıyacağı öngörülmektedir (United Nations Department of Economic and Social Affairs Population Division, 2011: 107). Artan Yaşlı nüfus oranındaki hızlı artış, sağlık hizmetlerinin yanı sıra ev ve kurum bakımı hizmetlerinin geliştirilmesini de zorunlu kılmaktadır. Yaşlı nüfus oranı artmakla birlikte, bu kitlenin, diğer yaş grupları kadar görünürlüğe sahip olmadığı söylenebilir. Örneğin; bakıma muhtaç bir yaşlının dışarı çıkması, markete gitmesi ya da sokakta biriyle konuşma olasılığı, yok denecek kadar azdır. Özellikle yatağa bağımlı yaşlı sayısının artması, sadece bakıcısı ile yaşamak zorunda kalan bir yaşlının istismara uğrama olasılığını, çok daha fazla artırabilmektedir. Bu gibi durumlar da, yaşlı istismarının tespitini zorlaştırmaktadır (Quinn ve Tomita, 1997:4-5). Diğer taraftan ülkemizde, “yaşlı ile bakıcısı arasındaki ilişkileri”, sosyal ve psikolojik açıdan ele alan araştırmaların azlığı, bakıcı ile bakıma muhtaç yaşlı arasındaki ilişkilerin niteliği ve değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. Ancak literatüre göre; bakıcı ile bakılan arasındaki sevgi-nefret ilişkisi, bakıcının stresten kaynaklı olarak, bir bakım çıkmazına girmesi riskine neden olabilmektedir. Bir taraftan bakım yükünden kurtulmak isterken, diğer taraftan kendisini bakmakla yükümlü hissedebilmektedir. Bu psikolojik durum, yaşlı yakınının kendisini ya da baktığı yakınını suçlamasına, utanç veya kızgınlık duymasına da, neden olabilmektedir. Çoğunlukla bu tür ilişki ortamında, yaşlı yakını kendisi için profesyonel yardım almayı ve yaşlısını bir bakım merkezine yerleştirmeyi reddedebilir. Bu tür stres dolu ortamlar, yaşlıya yönelik istismar veya ihmale uygun koşulları beraberinde getirebilmektedir (Yan, Tang ve Yeung, 2002:170). İstismar veya ihmale uygun ortamlara müdahaleyi zorlaştıran önemli bir etken de, toplumdaki çoğu insanın aile içinde şiddete maruz kalma ihtimali yüksek olan; zihinsel, fiziksel ya da her iki yetisini birden yitirmiş yaşlılardan uzak durmayı tercih etmesidir. Bu tür yaşlılar, korkutucu veya rahatsızlık verici kişiler olarak dahi algılanabilmektedir (Quinn ve Tomita, 1997:6-7). Yaşlı istismarının, ülkemizde yaşlı nüfus oranındaki artışa paralel önümüzdeki süreçte çocuk ve eş istismarı kadar belirgin hale geleceği söylenebilir. Büyük ölçüde, aile içinde gizli tutulan istismar kurbanları için, sosyal, hukuki ve tıbbi destek hizmetlerinin yokluğu, sorunların gizli ve çözümsüz kalmasına yol açmaktadır (Artan, 1996: 2). Yaşlı istismarının yaygınlığının ölçümü veya şiddetin seviyesinin tespiti oldukça güçtür. Son yıllarda yaşlı istismarı türlerine sosyal bir problem olarak değil de; bir suç olarak bakılmaya başlanmıştır. Vakanın ihbar edilme olasılığı ülkenin kanunlarına, polisin çalışmasına, sosyal hizmetlerin kurumsal yapısına ve olaya karışan insanlara bağlıdır. Sağlık personeli, kanun adamları ve diğer meslek sahiplerinin hepsi probleme hep farklı açılardan bakmaktadırlar. Bu nedenle multidisipliner bir çalışma ortamının oluşturulması sorunun tespiti ve çözümünü önemli ölçüde kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir (Artan, 1996: 36). Araştırmalara göre, yaşlı istismarı oranın yüksekliği ya da düşüklüğü, yaşlının hasta olması ya da özel bakıma ihtiyaç duymasıyla da yakından ilgilidir. Türkiye’de yaşlılar çoğunlukla çocukları ile birlikte aynı ortamda yaşamaktan mutlu olduklarını beyan etmektedirler. Ancak diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hoş olmayan ve “istismar alanına giren” bazı toplumsal gerçeklikler 111 Toplum ve Sosyal Hizmet mevcuttur. Yaşlının evde bakımı, bakıcısı ve diğer aile bireyleri üzerinde tartışmasız maddi ve manevi baskılar yaratarak, ailedeki stresin ana kaynağı durumuna gelebilmektedir. Diğer taraftan, huzurevi ya da bakım merkezlerinde kalıp yakınları tarafından hiç ziyaret edilmeyen, ilgi ve destekten yoksun, yaşlılar da bulunmaktadır (Artan, 1996: 66). YÖNTEM Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın esas amacı, halen huzurevinde kalmakta olan 60 yaş üzeri akıl ve ruh sağlığı yerinde olan yaşlıların, huzurevine girmeden önce aile içinde herhangi bir ihmal ya da istismara maruz kalıp kalmadıklarının belirlenmesidir. Özellikle yaşlı istismarı ve ihmali hakkındaki “bilgi eksikliği”; bu sorunla ilgili önlemlerin alınması ve politikaların oluşturulmasını doğrudan engelleyici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle araştırmanın konuya ilişkin bilgi eksikliğini önlenmesine katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Ayrıca yaşlı istismarının ele alınmasının diğer bir nedeni de, “yaşlı bireylerin” bir insan olarak tartışılmaz değeri ve toplumsal bakımdan vazgeçilmez önemidir. Çalışma Grubu Araştırmanın evrenini, Türkiye genelinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı huzurevlerinde kalmakta olan yaşlılar oluşturmaktadır. Ancak olanakların kısıtlı olması ve evrene ulaşma zorlukları nedeniyle araştırma, seçilen örneklem yolu ile yürütülmüştür. Örneklem; İstanbul’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Bahçelievler Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi, Zeytinburnu 112 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Semiha Şakir Huzurevi Müdürlüğü, Göztepe Semiha Şakir Huzurevi Müdürlüğü ve Çamlıca Fahrettin Kerim Gökay Huzurevi Müdürlüklerinde kalmakta olan, akıl ve ruh sağlığı yerinde olan ve son iki yıldır huzurevinde kalan yaşlılardan oluşturulmuştur. Yaşlılara görüşme formları, 15 Eylül-15 Kasım 2012 tarihleri arasında bire bir yapılan görüşmelerle uygulanmıştır. Araştırmanın yapıldığı dönemde, son iki yıldır huzurevinde kalmakta olan yaşlılardan uygun olan ve görüşmeyi kabul eden 93 yaşlı araştırmanın evrenini oluşturmuştur. Veri Toplama Aracı Araştırmada belirlenen amaçlar doğrultusunda, betimsel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırma verileri, yukarıda adı geçen huzurevlerinde son iki yıldır kalmakta olan yaşlılara “Yaşlı İstismarını Belirleme Formu” uygulanarak toplanmıştır. (1) Yaşlı İstismarını Belirleme Formu Araştırma için belirlenmiş konularda bilgi almak amacıyla, araştırmacı tarafından düzenlenmiştir. Yaşlı istismarını belirleme formunda, yaşlının demografik verilerinin yanı sıra çocukları ve akrabaları ile ilişkileri ve kendilerine yönelik uygulanabilecek istismara ilişkin sorular da yer almaktadır. “Yaşlı İstismarını Belirleme Formu” 29 soruyu içermektedir. (2) Verilerin Analizi Araştırmada elde edilen veriler “Yaşlı İstismarını Belirleme Formu” kullanılarak elde edilmiş ve değerlendirmeler basit tablolar yoluyla yapılmıştır. Artan BULGULAR VE YORUM Araştırma sonucunda elde edilen bulgular; a) Araştırma kapsamına giren yaşlıları tanıtıcı bulgular, b) Yaşlıların çocukları ile ilişkilerini betimleyici bulgular, c) Yaşlıların sosyal ilişkilerini betimleyici bulgular d) Yaşlıların istismar ve ihmale uğrama durumlarına ilişkin bulgular ve e) Yaşlıların huzurevine gelmelerine neden olan bulgular olmak üzere beş ana grupta ele alınmıştır. Araştırma sonucu ortaya çıkan bulgulara ilişkin olarak tablolar hazırlanmış ve her bir tabloya ilişkin yorumlara aşağıda yer verilmiştir. Tablo 1. Tanıtıcı Bulgular Sosyo-Demografik Değişkenler (n = 93) Cinsiyet Erkek n = 55 (% 59.1) Kadın n = 38 (% 40.9) Yaş Ort = 73.16 (ss 2.25) Medeni Durum Evli n = 10 (% 10.75) Bekar n=9 (% 9.68) Dul n = 43 (% 46.24) Boşanmış n = 31 (% 33.33) n = 14 (% 15.05) Eğitim Durumu Okuryazar değil Okuryazar n = 12 (% 12.90) İlkokul n = 43 (% 46.24) Ortaokul n= 8 (% 8.60) Lise n = 13 (% 13.98) Üniversite n=3 (% 3.23) Aylık Gelir Durumu (n = 86) Evet n = 86 (% 92.47) Hayır n=7 (% 7.53) Aylık Gelir Ort = 686,76 Aylık Gelirini Yeterli Bulma Durumu Evet n = 33 (% 38.37) Hayır n = 53 (% 61.63) Halen Bir İşte Çalışma Durumu Evet n=1 (% 1.08) Hayır n = 92 (% 98.92) 113 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Tablo 1’de araştırma kapsamına giren yaşlıların cinsiyet, yaş, medeni durum, eğitim durumu, aylık gelir, aylık gelirini yeterli bulma durumu ve halen huzurevinde kalmakta olup bir işte çalışıp çalışmadığına ilişkin bulgulara yer verilmiştir. Tablodan anlaşılacağı üzere katılımcıların %59.1’i erkelerden %40.9’u kadınlardan oluşmakta olup, yaşlıların yaş ortalaması ise 73’tür. Yaşlıların medeni durumlarına baktığımızda, ilk sırada dul olanların (%46.24) yer aldığı, bunu boşanmış olanların (%33.33) takip ettiği, üçüncü sırada evli olanların (%10.75) dördüncü sırada ise hiç evlenmemişlerin (%9.68) yer aldığı görülmektedir. Yaşlıların eğitim durumlarına bakıldığında ilk sırada (%46.24) ilkokul mezunları, ikinci sırada okuryazar olmayanlar (%15.05), üçüncü sırada (%13.98) lise mezunları, dördüncü sıra (%12.90) okuryazar olanlar, beşinci sırada ortaokul (%8.60) mezunları ve son sırada ise (%3.23) üniversite mezunları bulunmaktadır. Yaşlıların %92.47’sinin herhangi bir kaynaktan gelire sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yaşlıların ortalama aylık gelirlerinin 686,76 TL. olduğu hiçbir yerden gelire sahip olmayanların ise (%7.53) düşük bir yüzdeye sahip olduğu belirlenmiştir. Yaşlıların aylık gelirlerini yeterli bulup bulmadıklarına baktığımızda çoğunluğu (%61.63) gelirlerini yetersiz bulurken, yeterli bulanlarında yarıya yakın (%38.37) olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca katılımcı yaşlılardan sadece birisinin aktif çalışma yaşamına devam ettiği görülmüştür. Tablo 2’ye göre, yaşlıların %81.72’sinin çocuk sahibi olduğu, buna karşılık %18.28’nin çocuk sahibi olmadığı görülmektedir. Çocuk sahibi olan yaşlıların ortalama çocuk sayıları 3’ tür. Yaşlıların (n = 76) çocukları ile görüşme sıklığına baktığımızda; ilk sırada çocukları ile hiç görüşmeyenlerin (%38.16) yer aldığı, bunu ikinci sırada (%36.84) sık görüşenlerin takip ettiği, son sırada ise nadir olarak görüşenlerin (%25.00) yer aldığı belirlenmiştir. Ayrıca anne ya da babasının ekonomik durumlarıyla ilgilenmeyen çocukların oranın (%69.74), ilgilenenlere (%30.36) oranla oldukça yüksek olduğu görülmüştür. Tablo 2. Yaşlıların Çocukları İle İlişkilerini Betimleyici Bulgular (n = 93) Çocuk Durumu Evet Hayır n = 76 n = 17 Çocuk Sayısı Ort = (2.947) 3 Çocukları İle Görüşme Sıklığı (n = 76) Sık Görüşen Nadir Görüşen Görüşmeyen n = 28 n = 19 n = 29 (% 81.72) (% 18.28) (% 36.84) (% 25.00) (% 38.16) Yaşlıların Ekonomik Durumlarıyla Çocuklarının İlgilenme Düzeyi (n = 76) Evet Hayır 114 n = 23 n = 53 (% 30.26) (% 69.74) Artan Tablo 3’de görüldüğü üzere yaşlıların yarıdan fazlasının (%51.61) huzurevine girmeden önce yalnız yaşadıkları, bunu ikinci sırada (%17.20) oğlunun yanında yaşayanların takip ettiği, üçüncü sırada (%15.05) eşi ile yaşayanlar, dördüncü sırada (%7.53) kızı ile yaşayanlar, beşinci sırada (%5.8) akraba yanında yaşayanlar, son sırada ise diğer seçeneğinde yer alan (%3.23 ile geçici olarak komşu vb. yanında kalanlardan) oluştuğu tespit edilmiştir. Huzurevine Tablo 3. Yaşlıların Sosyal İlişkilerini Betimleyici Bulgular (n = 93) Huzurevine Gelmeden Önce Birlikte Yaşadığı Kişi/ Kişiler Yalnız n = 48 (%51.61) Eşi n = 14 (%15.05) Oğlu n = 16 (%17.20) Kızı n=7 (%7.53) Akraba n=5 (%5.38) Diğer n=3 (%3.23) Huzurevine Gelmeden Önce Yaşlıların (Doktora/ Alışverişe vb.) Giderken Yardım Alma Durumu Evet n = 23 (%24.73) Hayır n = 70 (%75.27) Yaşlıya Doktora/ Alışverişe vb. Giderken Yardımcı Olanların Dağılımı (n = 23) Bakıcı n=2 (%8.70) Çocukları n = 11 (%47.83) Akraba n=3 (%13.04) Komşu n=7 (%30.43) Evet n = 65 (%69.89) Hayır n = 28 (%30.11) Ailelerince İstenmediklerini Düşünen Yaşlıların Dağılımı Fazla Miktarda Alkol Kullanan Yaşlı ve Yakınlarının Dağılımı Kendisi n = 13 (%13.98) Eşi n=8 (%8.60) Damadı n=6 (%6.45) Çocukları n = 14 (%15.06) Kullanmayan n = 52 (%55.91) Yaşlıların Evdeki Özel Yaşantılarını Yeterli Görme Durumu Evet n = 51 (%54.84) Hayır n = 42 (%45.16) 115 Toplum ve Sosyal Hizmet girmeden önce doktora, alışverişe ya da herhangi bir konuda yardıma ihtiyaç duyduklarında büyük çoğunluğunun (%75.27) herhangi bir yardım ve destek almadığı anlaşılmaktadır. Yardım aldıklarını ifade eden (%24.73) yaşlıların ise öncelikle çocuklarından yardım aldıkları bunu komşu, akraba ve bakıcıların oransal olarak takip ettiği görülmektedir. Yaşlıların çoğunluğu (%69.89) ailelerindeki hiç kimsenin kendilerini istemedikleri yönünde bir düşünceye sahip olduklarını ifade etmektedir. Aile içi ihmal ve istismarla yakından ilişkili olan alkol ya da uyuşturucu kullanımına ilişkin olarak sorulan soruya yaşlıların yarıdan fazlası (%55.91) hayır cevabı verirken aşırı alkol kullanımı olduğunu ifade edenlerin oranı ise (%45.16) azımsanmayacak bir orandadır. Aşırı miktarda alkol kullananların oransal dağılımına baktığımızda ilk sırada (%15.06) çocukların geldiği, bunu ikinci sırada yaşlıların kendilerinin (%13.98) takip ettiği, üçüncü sırada eşlerinin (%8.60) ve son sırada (%6.45) damatlarının yer aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yaşlılara evdeki özel yaşamlarının yeterli olup olmadığı sorulmuştur. Yaşlıların yarıdan fazlası (%54.84) evdeki yaşantılarını yeterli bulurken (%45.16) önemli bir kısmı ise yetersiz bulduğunu ifade etmiştir. Tablo 4’de görüldüğü üzere, aile içinde herhangi bir şekilde ihmal ya da istismara maruz kalanların oldukça yüksek bir orana (%62.40) sahip olduğu görülmektedir. Yaşlılara yönelik istismarda bulunanların kim ya da kimlerden oluştuğuna baktığımızda; (bu ve aşağıdaki diğer soruda istismarda bulunanların bir veya birden fazla olmasından dolayın n = 58, n = 88 olarak gözükmektedir.) ilk sırada erkek çocukların (%25.00) 116 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 yer aldığı, bunu ikinci sırada gelinlerin (%21.59) takip ettiği, üçüncü sırada eşlerin (%19.32), dördüncü sırada kız çocuklarının (%15.91), beşinci sırada özellikle çocuğu olmayan yaşlılarla ilgilenmekte olan yeğenlerin (%11.36), altıncı sırada damatların (%4.55) ve son sırada torunların (%2.27) yer aldığı anlaşılmaktadır. Yaşlıların ne tür ihmal ya da istismara maruz kaldığına baktığımızda; yaşlıların en fazla psikolojik istismar olarak nitelendirilebilecek olan sözel hakaretlere maruz kaldıkları (%30.69) görülmektedir. Bunu ekonomik istismar olarak nitelendirilen parasını zorla alma ya da el koyma (%27.27) takip etmektedir. Yine yaşlıların yaklaşık dörtte birinin (%23.86) fiziksel istismara maruz kaldığı ve son sırada ise yaşlıların yaklaşık beşte birinin (%18.18) evden kovuldukları tespit edilmiştir. Fiziksel istismara maruz kalan yaşlıların, (n = 21, %23.86) ne tür bir şiddetle karşılaştıklarına baktığımızda; ilk sırada yaşlıları tokatla cezalandırma (%28.57), ikinci sırada başını duvara veya sert bir yere vurma ile cezalandırma (%19.06), üçüncü sırada yaşlıları iterek yere düşürme (%19.05), dördüncü sırada (%9.52) aynı yüzdelik dilime sahip olan, sert bir cisim fırlatma, boğazını sıkma ve bıçakla yaralama olarak sınıflandırılan üç farklı şiddet uygulamasına maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Son sırada ise (%4.76) şiddetli dövme ile cezalandırma bulunmaktadır. Tablo 5’de görüldüğü üzere yaşlıların huzurevine girme nedenleri yer almaktadır. Yaşlıların huzurevine girme nedenlerine baktığımızda en önemli nedenin yalnızlık olduğu (%38.71), görülmektedir. Bunu ikinci sırada ev Artan Tablo 4. Yaşlıların İstismar ve İhmale Uğrama Durumlarına İlişkin Bulgular (n = 93) Yaşlılardan İstismar ve İhmale Maruz Kalanların Dağılımı Evet n = 58 (% 62.40) Hayır n = 35 (% 37.60) Yaşlıya Yakın Olup Yararlanmaya veya Zarar Vermeye Çalışanların Dağılımı (n = 58) Eşi n = 17 (%19.32) Oğlu n = 22 (% 25.00) Kızı n = 14 (%15.91) Gelin n = 19 (% 21.59) Damat n=4 (% 4.55) Torun n=2 (% 2.27) Yeğen n = 10 (% 11.36) Yaşlıların Maruz Kaldığı İhmal veya İstismarın Genel Dağılımı (n = 58) Sözel Hakaret n = 27 (% 30.69) Parasını Alma n = 24 (% 27.27) Fiziksel Şiddet n = 21 (% 23.86) Evden Kovma n = 16 (%18.18) Ailede Yaşlının Fiziksel İstismarı (n = 21) Başını Duvara veya Herhangi Bir Yere Vurma n=4 (% 19.06) Tokat Atma n=6 (% 28.57) Sert Bir Cisim Fırlatma n=2 (% 9.52) Boğazını Sıkma n=2 (% 9.52) Bıçaklama n=2 (% 9.52) Şiddetli Dövme n=1 (% 4.76) İtme n=4 (% 19.05) Tablo 5. Yaşlıların Huzurevine Gelme Nedenleri (n = 93) Yalnızlık n = 36 (%38.71) Huzur Bulmak İçin n = 24 (%25.81) Kimseye Yük Olmamak İçin n = 23 (%24.73) Ekonomik Durum n=8 (%8.60) Çocukları Olmadığı İçin n=2 (%2.15) 117 Toplum ve Sosyal Hizmet ortamında yaşadıkları sıkıntılardan dolayı huzur bulmak için (%25.81) müracaat edenler, üçüncü sırada kimseye yük olmamak için (%24.73) başvuranlar, dördüncü sırada ekonomik nedenler (%8. 60) ve son sırada (%2.15) çocukları olmadığı için müracaat edenler takip etmektedir. TARTIŞMA VE SONUÇ Batı Avrupa ve ABD’de 1970’lerde başlayan yaşlı istismarına yönelik bilimsel araştırma ve önleyici tedbirler, ülkemizde henüz başlangıç aşamasında olarak nitelendirilebilir. Son yıllarda, batı toplumlarında yapılan yaşlı istismarı araştırmalarına göre, istismara maruz kalanların genel nüfus içinde % 1.4 ile % 10 oranları arasında değiştiği bildirilmektedir (Biggs ve ark., 2009; Cooper, Selwood ve Livingston; 2008; Laumann, Leitsch ve Waite., 2008). Amerika Birleşik Devletleri “Ulusal Yaşlı İstismarı Merkezi” (NCEA) verilerine göre, 2001 yılında ortalama 1.5-3.2 milyon arasında yaşlının sözel, ekonomik ve fiziksel istismara maruz kaldığı tespit edilmiştir. 2050 yılında yaklaşık 2.7-5.7 milyon arasındaki 65 yaş üstü yaşlının, istismara maruz kalabileceği öngörülmektedir (Mouton ve ark., 2005). Kanada’da yapılan çalışmalarda, yaşlı istismarına maruz kalanların %4-10 oranları arasında değiştiği bulunmuştur. Örneğin 1999 yılında 4000 örneklem üzerinde yapılmış bir çalışmada, yaşlıların %7’sinin psikolojik istismara, %1’inin fiziksel ya da cinsel istismara maruz kaldığı tespit edilmiştir (Walsh ve Yon, 2012:108). Yine 2003 yılında İtalya’da yapılan bir çalışmada, yaşlıların %4’ünün fiziksel, %10’unun 118 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 ekonomik ve %4’ünün psikolojik istismara maruz kaldığı belirlenmiştir (Daskalopoulos ve Borrelli, 2006:67). İngiltere’de, 2004 yılında yapılan bir araştırmada ise, yaşlıların %5.6’sının sözel istismara, %1.7 sinin fiziksel istismara ve %1.5’nin ekonomik istismara maruz kaldığı tespit edilmiştir. Bu sonuçlar, İngiltere’de ortalama 500.000 yaşlının bir veya birden fazla şekilde istismara maruz kaldıklarını öngörmektedir (Daskalopoulos, Mullin, Donovan, ve Suzuki, 2006: 67). Yine İngiltere’de, ulusal yaşlı istismarı yaygınlığına ilişkin elde edilen verilere göre, ülke genelindeki yaşlıların %2.6’sının istismara maruz kaldığı belirlenmiştir (Biggs, Manthorpe, Tinker, Doyle ve Erens, 2009). 2004-2005 yılları arasında, İsrail’de kentlerde yaşayan 65 yaş üstü 1.045 yaşlı ile küme örnekleme yöntemiyle yaşlı istismarının ülke genelindeki yaygınlığı ölçülmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada, yaşlıların %18.4’ünün istismara maruz kaldığı yönünde bulgular elde edilmiştir (Eisikovits, Lowenstein, Winterstein ve Enosh, 2009: 259, 262). 2001 yılında, Çin’de 355 yaşlı üzerinde yapılan bir çalışmada; yaşlıların %20.8’inin sözel, %2.0’sinin fiziksel ve %3.9’unun sosyal açılardan istismara maruz kaldığı bulunmuştur (Yan ve ark., 2002:175). Yine Çin’de 2007 yılında 412 yaşlı üzerinde yapılan bir araştırmada yaşlıların %35’2 sinin istismar ve ihmale maruz kaldığı bulunmuştur (Dong, Simon ve Gabien, 2007:85). Hindistan’da 65 yaş üstü 400 yaşlı üzerinde yapılan bir çalışmada, yaşlıların %14’ünün bir veya birden fazla istismar ve ihmale maruz kaldığı; %10.8’inin sözel, %5’inin ekonomik, %4.3’ünün fiziksel ve %4.3’ünün ihmale maruz kaldığı Artan belirlenmiştir (Chokkanathan ve Lee, 2005:45-46). Yine Hindistan’da 150 huzurevi yaşlısı ile yapılan bir araştırmada huzurevine geliş nedenleri arasında aile içi çatışmanın %28 ile ilk sırada yer aldığı tespit edilmiştir. Aile içi çatışmada gelinle anlaşmazlık ilk sırada yer alırken, bunu çocukları ve torunları ile yaşanan uyum sorunları takip etmektedir (Kalavar, Jamuna ve Ejaz, 2013:7-8). Yukarıdaki istismar verileri göstermektedir ki ülkeleri, birbirleriyle oransal olarak karşılaştırmanın ve değerlendirmenin çeşitli zorlukları söz konusudur. Bu durumun başlıca nedenleri arasında, ülkelerdeki araştırma sayılarının oldukça sınırlı olması, istismarın tespitine yönelik farklı tanımlamaların ve farklı araştırma tekniklerinin kullanılması yatmaktadır. Bunun yanı sıra, ülkelerin “sosyal ve kültürel farklılıkları” da, istismarın ortak tanımlanmasını güçleştirmektedir. Diğer taraftan (gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde) yapılan çalışmalar göstermektedir ki yaşlı istismarının kaynağını aile oluşturmaktadır. Ayrıca, bütün dünyada yaşlıya yönelik sözel istismar vakaları, ilk sırada yer almaktadır (Kosberg, Lowenstein, Garcia ve Biggs, 2003:71-73; Thomas, 2000:1-2). Dünyada, yaşlı istismarı alanında yapılan çalışmalar, genel olarak istismara uğrayanların pek çoğunun, 75 yaşın üstünde olup, sakatlık ya da hastalık nedeniyle savunmasız, istismarcı ile aynı evi paylaşmak zorunda kalan kadınlar olduğu yönündedir. İstismarcının ise, büyük ihtimalle psikolojik sorunları olan uyuşturucu ve aşırı alkol kullanımı bulunan ve muhtemelen küçüklüğünde şiddete tanık olmuş kişiler olması ihtimali yüksektir (Artan, 1996: 35; Boldy, Horner, Crouchley ve Davey, 2005: 3). Türkiye’de, yaşlı istismarı alanında ilk bilimsel çalışma 1996 yılında İstanbul ilinde huzurevine girmek için müracaat eden 113 yaşlı ve yaşlı yakınları ile yapılan “Aile İçi Fiziksel Yaşlı İstismarı” konulu araştırmadır. Bu araştırma sonuçlarına göre; huzurevine girmek için müracaat eden yaşlıların %60. 18’i fiziksel istismar dışı istismara maruz kalırken, % 25,6’sının fiziksel istismara maruz kaldığı ve yaşlı yakınlarından %86,7’sinin yaşlılardan rahatsızlık duydukları belirlenmiştir. Ayrıca fiziksel istismarda bulunanların kimler olduğuna baktığımızda, ilk sırada gelinlerin geldiği, bunu erkek çocukların, damatların, kardeş, kız çocukları ve son sırada torunların takip ettiği görülmüştür (Artan, 1996:68). Bu çalışmada (n = 93 yaşlıdan) aile içinde herhangi bir şekilde ihmal ya da istismara maruz kalanların %62.40 ile yukarıda ifade edilen Türkiye’deki (1996) ilk çalışma ile benzer sonuçlar içerdiği bulunmuştur. Yaşlılara yönelik istismarda bulunanların kim ya da kimlerden oluştuğuna baktığımızda ilk sırada erkek çocukların (%25.00) yer aldığı, bunu ikinci sırada gelinlerin (%21.59) takip ettiği, üçüncü sırada eşlerin (%19.32), dördüncü sırada kız çocuklarının (%15.91), beşinci sırada özellikle çocuğu olmayan yaşlılarla ilgilenmekte olan yeğenlerin (%11.36), altıncı sırada damatların (%4.55) ve son sırada torunların (%2.27) yer aldığı anlaşılmaktadır. 1999 yılında 120 yaşlı üzerinde yapılan benzer bir çalışmada, yaşlıların %46’sının psikolojik istismara, %17.5’inin fiziksel istismara, üç yaşlının ise cinsel istismara maruz kaldığı bulunmuştur (Sözen, İnancı, Arıcan, Alkan, Tüzün, ve Şahin 1999). Ayrıca 2004 yılında 119 Toplum ve Sosyal Hizmet İzmir ili İnönü Sağlık Ocağı bölgesinde 65 yaş ve üzerindeki 204 yaşlı ile yapılan bir araştırmada; yaşlıların %1.5’inin fiziksel, %2.5’inin ekonomik istismara maruz kaldığı, %3.5’in de kesin ihmal bulgusu ve %28.9’unda da ihmal bulgusu olduğu saptanmıştır (Keskinoğlu, Giray, Pıçakçıefe, Bilgiç ve Uçku, 2004:57-61). Yine 2005 yılında Ankara ili Yenimahalle ilçesi Anadolu mahallesinde aile içi yaşlı istismarı sıklığını ve buna etki eden etmenleri saptamak amacıyla 65 yaş üzeri 275 kişi üzerinde araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonuçlarına göre; yaşlıların %18.2’sinde aile içi yaşlı istismarı saptanmıştır. Yaşlı istismarının %40.5’ni duygusal, %29.7’sini ihmal, %20.3’ünü ekonomik ve % 9.5’ni fiziksel istismar oluşturmaktadır (İlhan, 2005:1). Ayrıca 2005-2009 yılları arasında gerçekleştirilen 1. Türkiye Gerontoloji Araştırması’na göre 7,3 milyon yaşlıdan yaklaşık 200.000 yaşlının istismar ve ihmale maruz kaldığı öngörülmektedir (Tufan, 2011). Diğer taraftan yaşlı istismarı ve ihmali olgusu sadece aile içinde meydana gelmemektedir. İstismar ve ihmal vakalarına huzurevleri, bakım ve rehabilitasyon merkezleri gibi sosyal hizmet kuruluşlarının yanı sıra sağlık kurumlarında da rastlamak mümkündür. Ancak ülkemizde basına yansıyan bazı olumsuz haberlerin dışında bilimsel olarak yapılmış bir araştırma bulunmamaktadır (Akdemir, Görgülü ve Çınar, 2008:72-73). Ayrıca, bu alanda araştırma yapmak kimi zorlukları beraberinde getirmektedir. Aile içinde yaşananların yaşlılar ya da yakınları tarafından gizlenmek istenmesi, birisine söylenmesi durumunda daha fazla istismara maruz kalacağı korkusu ya da utanma duygusu, 120 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 vakaların tespitini ve araştırma verilerinin elde edilmesini güçleştirmektedir. Diğer taraftan, yasal olarak istismar vakalarının bildirilmesine ilişkin bilgi eksikliği, kurumlar arası koordinasyon yetersizliği, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, doktor, hemşire, vb. uzman personelin eksikliği istismar ve ihmalin tespitini zorlaştıran nedenler arasında sayılabilir (Artan, 1996:69-70). ÖNERİLER Araştırma sonucunda; huzurevinde kalmakta olan 60 yaş ve üzeri yaşlıların %62.40’ının bir ya da birden fazla ihmal veya istismara maruz kaldığı belirlenmiştir. İstismara maruz kalanların oransal fazlalığı, araştırma kapsamında yer alan (huzurevine kabulü yapılmış) hedef kitle ile doğrudan ilişkilidir. Konuya ilişkin literatür incelemesi göstermektedir ki Türkiye’de yaşlı istismarının boyutları konusunda henüz batı ülkeleri düzeyinde araştırmalar yapılmamıştır. Yaşlıya yönelik istismar ve ihmale bilimsel bulgular doğrultusunda yaklaşılabilmesi için, Ulusal Yaşlı İstismarı Merkezi oluşturulması ve bu alandaki çalışmaların teşvik edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, yaşlı nüfus oranındaki artışa paralel olarak özellikle geriatri merkezlerinin sayısı artırılmalıdır. Aile içi istismarın önlenmesine katkı sağlaması açısından yaşlılara yönelik evde bakım hizmetleri ve gündüzlü bakım merkezlerinin (day center) her ilçe de oluşturulması ve bu hizmetlerin doğrudan yaşlıya ulaşabilmesi amacıyla belediyeler tarafından sunulması gerekmektedir. Birey ve ailelerin potansiyel istismar durumunu görmekten aciz olduğu veya isteksiz davrandığı durumlarda, Artan istismarın sona erdirilmesi için yaşlı ihmal-istismarının önlenebilmesini sağlayacak, olaylara kamusal müdahalenin gerçekleştirilmesini sağlayıcı yapısal-örgütsel önlemlerin alınması için gerekli mekanizmaların oluşturulması gerekmektedir. Belli nüfus büyüklüğüne sahip mahallelerde, belediyeye bağlı “yerel sosyal hizmetlerin etkinleştirilmesi” ve bu kapsamda, yaşlılara yönelik sosyal hizmetlerin zenginleştirilmesi, kısa sürede önemli iyileşmelerin oluşmasına yarayacaktır. Son olarak da, tüm ailelere ve yaşlı ailelerine yönelik “rehberlik-danışmanlık” faaliyetlerine ilişkin politikaların geliştirilmesi, yaşlı istismarları meydana gelmeden, sorunlara “erken müdahaleyi” olanaklı kılacaktır. Kaynakça Akdemir, N., Görgülü, Ü., & Çınar, F. İ. (2008). Yaşlı İstismarı ve İhmali. Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi, 68-75. Artan, T. (1996). Aile İçi Fiziksel Yaşlı İstismarı. İstanbul: T.C. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Baker, A. A. (1975). Granny Battering. Modern Geriatrices, (8), 20-24. Biggs, S., Manthorpe, J., Tinker, A., Doyle, M., & Erens, B. (2009). Mistreatment of Older People in the United Kingdom: Findings from the First National Prevalence Study. Journal of Elder Abuse & Neglect, 21, (1), 1–14. Boldy, D., Horner, B., Crouchley, K., & Davey, M. (2005). Addressing Elder Abuse: Western Australian Case Study. Australasian Journal on Ageing, 24 (1), 3-8. Burston, G. (1977). Do Your Elderly Parents Live in Fear of Being Battered? Modern Geriatrics, (5), 54-55. Chokkanathan, S., & Lee, A. E. (2005). Elder Mistreatment in Urban India: A Community Based Study. Journal of Elder Abuse & Neglect, 17 (2), 45-61. Cooper, C., Selwood, A., & Livingston, G. (2008). The Prevalence of Elder Abuse and Neglect: A Systematic Review. Age and Aging, 37, 151–160. Conner, T., Prokhorov, A., Page, C., Fang, Y., Xiao., Y.,& Post. A. L. (2011). Impairment and Abuse of Elderly by Staff in Long-Term Care in Michigan: Evidence from Structural Equation Modeling. Journal of Interpersonal Violence, 26(1), 21-33. Daskalopoulos, M. D., & Borrelli, S. E. (2006). Definitions of Elder Abuse in an Italian Sample. Journal of Elder Abuse & Neglect, 18 (2-3), 67-85. Daskalopoulos, M., Mullin, A. S., Donovan, E., & Suzuki, H. (2006). English Perceptions of Elder Abuse. Journal of Elder Abuse & Neglect, 18 (2-3), 33-50. Decalmer, P. (1997). Clinical Presentation and Management. P. Decalmer, & F. Glendenning (Ed.), The Mistreatment of Elderly People içinde, (pp. 42-73). London: Sage Publications Ltd. Dong, X., Simon, M.A., & Gorbien, M. (2007). Elder Abuse and Neglect in an Urban Chinese Population. Journal of Elder Abuse & Neglect, 19 (3-4), 79-96. Eisikovits, Z., Lowenstein, A.,Winterstein, t., & Enosh, G. (2009). Is Elder Abuse and Neglect a Social Phenomenon? Data from the First National Prevalence Survey in Israel. Journal of Elder Abuse & Neglect, 21(3),253-277. Erlingsson, C. L., Saveman, B.-I., & Berg, A. C. (2005). Perceptions of Elder Abuse in Sweden: Voices of Older Persons. Brief Treatment and Crisis Intervention, 5 (2), 213-227. Hutton, D. (2008). Older People in Emergencies : Considerations For Action and Policy Development. Geneva:World Health Organization. 121 Toplum ve Sosyal Hizmet İlhan, F. (2005). Ankara İli Yenimahalle İlçesi Anadolu Mahallesinde Aile İçi Yaşlı İstismarının Saptanması. Ankara: Gazi Üniversitesi Tıp fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı. Kalavar, M. J., Jamuna D., & Ejaz.K.F.(2013). Elder Abuse in India: Extrapolating From the Experiences of Seniors in India’s “Pay And Stay” Homes. Journal of Elder Abuse & Neglect 25(1), 3-18 Keskinoğlu, P., Giray, H., Pıçakçıefe, M., Bilgiç, N., & Uçku, R. (2004). Yaşlıda Fiziksel, Finansal Örselenme ve İhmal Edilme. Türk Geriatri Dergisi, 7 (2), 57-61. Kosberg, J. I., Lowenstein, A., Garcia, J. L., & Biggs, S. (2003). Study of Elder Abuse Within Diverse Cultures. Journal of Elder Abuse & Neglect, 15 (3-4), 71-89. Lai, W.L, D. (2011). Abuse and Neglect Experienced by Aging Chinese in Canada, Journal of Elder Abuse & Neglect, 23(4), 326-347. Laumann, E. O., Leitsch, S. A., & Waite, L. J. (2008). Elder Mistreatment in the United States: Prevalence Estimates from a Nationally Representative Study. Journal of Gerontology, 63, ss.248–S254. Mouton, C. P., Larme, A. C., Alford, C. L., Talamantes, M. A., Mccorkle, R. J., & Burge, S. K. (2005). Multiethnic Perspectives on Elder Mistreatment. Journal of Elder Abuse & Neglect, 17 (2), 21-44. Quinn, M. J., & Tomita, S. K. (1997). Elder Abuse and Neglect Causes, Diagnosis, and Intervention Strategies. New York: Springer Publishing Company, Inc. Sözen, M.S., İnancı, M.A., Arıcan, N., Alkan, N., Tüzün, B., & Şahin, C. (1999). Abuses on Elderly. 4th International Symposium on Advances in Legal Medicine. 2225 September, Germany. Thomas, C. (2000). The First National Study of Elder Abuse and Neglect: Contrast with Results from Other Studies. Journal of Elder Abuse & Neglect, 12(1), 1-14. 122 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Tufan, İ. (2011). Türkiye’de 200 bin yaşlı şiddet görüyor. 02 Ocak 2013’de http:// www. sondakikahaberleri.info.tr adresinden indirildi. United Nations Department of Economic and Social Affairs Population Division. (2011). World Population Prospects The 2010 Revision Highlights and Advance Tables. Newyork: United Nations. World Health Organization; International Network for the Prevention of Elder Abuse. (2002). Missing Voices, Views of Older Persons on Elder Abuse. Geneva: WHO. Walsh, C. A., & Yon, Y. (2012). Developing an Empirical Profile for Elder Abuse Research in Canada. Journal of Elder Abuse & Neglect , 24 (2), 104-119. Yan, E., Tang, C. S.-K., & Yeung, D. (2002). No Safe Haven A Review on Elder Abuse in Chinese Families. Trauma, Vıolence,& Abuse, 3, (3), 167-180. Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı Araştırma YETİŞTİRME YURDUNDA KALMAKTA OLAN ERGENLERİN ANNEBABA ALGILARI: NİTEL BİR ÇALIŞMA1 2 Perception of the Adolescents Living in the Orphanage Regarding Parents: A Qualitative Study Özlem KARAKUŞ* Mehmet KIRLIOĞLU** Doğa BAŞER** Burcu BATI*** * Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ** Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü *** Yüksek Lisans Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet ABD 1 2 Bu çalışma 7-8 Kasım 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen “Farklılıkları Anlamak” temalı Sosyal Hizmet Sempozyumu 2012’de özet bildiri olarak sunulmuştur. Çalışmalarımızı her daim destekleyen ve düşüncelerini paylaşmaktan çekinmeyen Sayın Hocamız Prof. Dr. Aliye MAVİLİ AKTAŞ’a; yine bu çalışmada düşünceleri ile bizi zenginleştiren Dr. Gonca POLAT’a teşekkür etmeyi bir borç biliriz. ÖZET Bu araştırmanın amacı yetiştirme yurdunda kalmakta olan ergenlerin anne-baba algılarına yönelik betimlemelerde bulunmaktır. Ergenlerin anne-baba algılarına ulaşmak için metaforların yardımına başvurulmuştur. Araştırma nitel araştırma yöntemine göre dizayn edilmiştir. Veri toplama aracı olarak, yarı yapılandırılmış görüşme formu oluşturulmuş, ergenlerin özlük niteliklerine ait bilgiler doküman analizi yapılarak elde edilmiştir. Araştırmanın örneklemini gönüllü 39 ergen oluşturmakta olup, ergenlerin yaş aralığı 13-20 arasında değişmektedir. Araştırmada elde edilen veriler üç başlık altında analiz edilmiştir. Birincisi, ergenlerin aileyi nasıl tanımladıkları; ikincisi, ailenin nasıl olması gerektiği; üçüncüsü ise anne-baba algılarına ilişkin görüş ve düşünceleridir. Yapılan araştırma sonucunda ergenler “aile nedir?” sorusuna daha çok olumlu ifadelerle cevap vermişlerdir. Ergenlerin “Olması gereken aile/ideal aile nasıl olmalıdır?” sorusuna ailenin destek mekanizması işlevini, ailede paylaşım ve açık iletişimin olması gerektiğini, ailede birliktelik olgusunu vurgulayarak cevap vermişlerdir. Ayrıca “annebabanızı tanımlamak isteseydiniz hangi mecazları kullanırdınız” sorusunda ergenlerin anneye ilişkin algıları daha çok annenin melek ve cadı olması üzerine yoğunlaşmış; babaya ilişkin algıları ise babanın sorumsuzluğu, şiddet uygulaması, kuvvetli-çalışkan olması ve yetkinliği üzerine odaklanmıştır. Anahtar Sözcükler: Yetiştirme Yurdu, anne- baba algısı, ergenlik, gençlik ve sosyal hizmet ABSTRACT The aim of this survey is to depict the perception of the adolescents living in orphanage evaluating their parents by means of metaphors. The result of metaphors was applied in order to reach the perception of adolescents regarding their parents. The survey was de- 123 Toplum ve Sosyal Hizmet signed according to the qualitative research method. Semi-configured interview form was created as a means of data collection and the information about the essential characteristics of the adolescents was achieved by making document analysis. The sample of the survey consists of 39 volunteering adolescents aged between 13 and 20. Data obtained from the research was analyzed under three titles. First one is about how the adolescents define family; second one is about how a family should be, and the third one is about their ideas and thoughts of their perception on parents. As a result of the survey, adolescents answered with positive statements of this question was asked: “What is family?.” The function of support mechanism in a family, sharing in the family, the necessity of open communication and unity in a family came into prominence when the question “How should a family/ ideal family be?” is considered. In addition, the question “If you were to define your parents, which metaphors would you use?” was asked. Adolescents’ answers focused on mothers’ being an “angel” or” a witch” while the perception regarding on fathers focused on their responsibilities by means of such metaphors like “committing violence,”and “being strong-diligent.” Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 PROBLEM yaşanan olumsuz yaşam olayları (cinsel, fiziksel ve duygusal istismar, ebeveyn kaybı, ebeveyn terki) sonucunda çocuklar kurum bakımına alınabilmektedir (Kesen, Karakuş, ve Deniz, 2012). Söz konusu yaşam olayları ergenin kimlik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmekte (Gündoğdu ve Zeren, 2004: 58) ve ruh sağlığı sorunlarına yol açabilmektedir. Şimşek ve Erol (2004: 481482), yetiştirme yurdunda yaptıkları araştırmalarında kurum bakımının adölesan ruh sağlığı üzerinde olumsuz etki yarattığını belirtmekte, bu anlamda aile yanında bakımla birlikte alternatif hizmet türlerinin altını çizmektedir. Literatürde ebeveynleri boşanmış bireylerin evlenmekten uzak durdukları, aile içi şiddet uygulayan bireylerin de çocukluk-ergenlik döneminde ebeveynlerinden şiddet gördüğü vurgulanmaktadır (Suğur ve Saygı Doğru, 2010; Deveci, Karadağ ve Yılmaz, 2008; Demirbilek, 2000). Bu anlamda olumsuz aile işlevi öyküsü oranı yüksek olan kurum bakımındaki ergenlerin öykülerinin değerlendirilmesi, çocuk ve ergen ruh sağlığı politikası çerçevesinde koruyucu-önleyici stratejilerin geliştirilmesi, koruyucu aile-evlat edinme hizmetlerinin planlanması ve son yıllarda gündemde olan kurum bakımına alternatif hizmet modellerinin oluşturulması açısından önem taşımaktadır. Araştırmanın problemini yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin “anne-baba imgelemleri” oluşturmaktadır. Ailenin sağlıklı bir gelişimin temel taşı olduğu düşünüldüğünde çocuğun ve ergenin gelişim sürecinde ebeveyn ile ilgili deneyimleri, yaşantıları ve öyküleri bir anne-baba imgelemi oluşturmaktadır. Ailenin varlığı söz konusu olsa dahi çocukluk ve ergenlik döneminde Bu açıdan bakıldığında aslında başlangıçta toplum içinde dezavantajlı doğan ya da sonradan dezavantajlı grup içine dâhil olan korunmaya muhtaç çocuklar, toplamda yaşayacakları yıllar arasında niceliksel olarak oranı küçük olan çocukluk yıllarını korunmaya muhtaç çocuk olmasına neden olan olayları yaşayarak geçirmekte; bu olaylar, niceliksel olarak daha büyük bir orana sahip olan Key Words: Orphanage, perception regarding parents, adolescence, youth and social work 124 Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı hayatlarının diğer evresini büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Bu noktada her şeye rağmen yetiştirme yurdunda kalmakta olan ya da yurttan ayrılma aşamasına gelmeye başlayan gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelemlerini emik bakış açısıyla dile getirmek, Sezer’in (2010: 4) de ifade ettiği üzere var olan durumun betimlenmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi için önem taşımaktadır. KURAMSAL BİLGİLER Ergenlik dönemi, insanın bebeklikten sonraki en hızlı gelişiminin gerçekleştiği dönemdir (Ertem ve Yazıcı, 2006: 8). Ergenlikte biyolojik, psikolojik, duygusal değişimler ile birlikte çocukluk özdeşimlerinin-kendilik algılamalarının sürdürülmesi ve toplumsal beklentiler, ergende zorunlu bir değişim sürecini gündeme getirmektedir (Atak, 2011: 160-170). Erikson’un kişilik kuramında ergenlik döneminin bireyin kimlik oluşumuna etkisi “kimliğe karşı rol karmaşası” olarak ele alınmış ve bu dönemin kimliğin oluşmasında önemli olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle ergenlik döneminde birey yardıma, desteğe ve dayanışmaya diğer dönemlerden daha çok ihtiyaç duymakta olup bu dönemde aile, arkadaş ya da yetkin kişilerin bulunması, bireyin iyilik hali üzerinde olumlu etki göstermektedir (Kutlu, 2005: 100). Ergenin yetişkin yaşamına adım atabilmesi ve toplumsal olgunluğa erişebilmesi ancak bu dönemi başarılı bir şekilde atlatması ile mümkündür (Gündoğdu ve Zeren, 2004: 58). Bireyin gelişim dönemleri zihinsel, fiziksel, duygusal ve entelektüel değişim süreçlerini kapsamakta ve bir dönemden diğer döneme geçiş sürecinde çeşitli sorunlarla karşılaşılabilmektedir (Danış, 2006: 47). Ergenlik dönemi ve yurt yaşamı birlikte düşünüldüğünde ergenlik döneminin karmaşıklığı ve bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatabilmenin zorluğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle ilk olarak gençlerin yurt öncesi hayatları ile aile yapıları bilinmeli (Demirbilek, 2000: 140) ve bunlara ek olarak ergenlerin anne-babalarına ait imgelemleri ortaya çıkarılmalıdır. Nitekim Bıyıklı’ya göre (1995: 4) duygusal hayat, zihinsel ve fiziksel hayattan önce gelişmekte ve tüm gelişimin kaynağını oluşturmaktadır. Bireyin yakın çevresi, onun kendini ve kendi dışında var olanları algılamasını etkilemekte ve biçimlendirmektedir (Sezer, 2010: 2). Bu algılamayı resmetmek için metaforlar yaygın bir şekilde kullanılmaktadır (Aldan Karademir, Uçak ve Bağ: 2012; Oflaz, 2011; Öcal ve Kemerkaya, 2011; Saban, 2009; Saban, 2007; Saban, 2004). Bilindiği üzere metafor, mecaz kavramının eş anlamlısı olarak kullanılmakta (Türk Dil Kurumu, 2012) ve insanların bir şeyi nasıl gördüklerini benzetmeler aracılığı ile açıklamaya çalışmasında kullanılan bir araç olarak tanımlanmaktadır (Cerit, 2008: 694). Bu çalışmada da ergenlerin anne-baba algılarına ulaşmak için metaforların yardımına başvurulmuştur. Ayrıca kuramsal bilgiyi oluşturmak için literatür taramasında elde edilen bilgiler aşağıda yer alan dört temel başlık altında toplanmıştır. Çocuk ve Ergen Gelişiminde Ailenin Önemi Toplumu oluşturan bireyler “aile” adı verilen bir kurum içerisinde kendine yer bulabilmektedirler. Aile, çocuğun kimliğini kazandığı, ailenin ve toplumun değerlerini öğrendiği bir ortamdır (Özdal 125 Toplum ve Sosyal Hizmet ve Aral, 2005: 264). Aile, sosyal bir kurum olmakla birlikte anne karnında başlamakta ve ailenin çocuk üzerinde yaşam boyu süren bir etkisi bulunmaktadır (Ünal, 2007: 134; Özdal ve Aral, 2005: 256). Diğer bir ifade ile aile, çocuğun ilk karşılaştığı (Ünal, 2007: 139), ilk sosyal yaşantılarını edindiği, sosyal dünyaya uyumunu ve bu dünya ile iletişim kurmasını sağladığı kurumdur (Erdoğan ve Uçukoğlu, 2011: 53). Aile, sağlıklı gelişim üzerinde en önemli etkiyi gösteren sosyal çevredir (Deci ve ark., 1994, akt; Kocayörük, 2012: 25). Ailenin önemliliğinin vurgulanmasına rağmen her çocuk bir aileye sahip olmayabilir. Çocuklar boşanma, anne veya babanın ayrılmaları ya da ölmeleri, çocuğun terk, ihmal veya istismar edilmesi nedeniyle aile kurumundan mahrum kalabilirler (Kesen, Karakuş ve Deniz, 2012; Kutlu, 2005). Aile kurumunun yokluğu, ergenlerin temel psikolojik ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olabileceği gibi, özerk benlik gelişimlerine ve duyuşsal iyi oluşlarına olumsuz etki eder (Kocayörük, 2012: 26-31). Ailesiz bir çocuk, becerilerini geliştirme ve sosyal dünyayı keşfetme açısından kısıtlı bir sosyal çevreye sahiptir (Yaban ve Yükselen, 2007: 64). Ayrıca Kutlu (2005: 95), annesi ve babası olmayan veya boşanmış olan ergenlerin yalnızlık duygusu yaşayabileceğini ifade etmektedir. Sonuç olarak yurtta yaşayan çocukların yurt ve aile algılarında farklılıklar söz konusur. Çünkü; aile, sevgi, saygı, huzur ve dayanışmanın olduğu bununla beraber temel gereksinimlerinin karşılandığı sıcak bir ortam olarak nitelenmesine rağmen (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 122) yetiştirme yurtları bu kavramlarla pek anılmamaktadır. Yurdun bu 126 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kavramlarla anılmamasının nedenleri bir sonraki başlık altında ele alınmıştır. Yetiştirme Yurdunun Çocuk ve Ergen Gelişimine Zararları Genel olarak literatüre bakıldığında yetiştirme yurdunda kalan çocuklar ile anne-baba yanında kalan çocuklar arasında öğrenilmiş güçlülük, başarılı kimlik geliştirme, kimlik arayışı ve kimlik kargaşası yaşama, benlik tasarım düzeyi açılarından istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar olduğu belirlenmiştir (Boyraz ve Aydın 2003: 59; Gündoğdu ve Zeren, 2004: 57; Gürsoy, Aral ve Yıldız Bıçakçı, 2005: 30; Kutlu, 2005: 92). Çocukların yetiştirme yurdunda yaşamaya başlamasıyla birlikte kurum bakımının çocuklar üzerine olumsuz etkileri baş göstermektedir. En temelde kurum bakımının ergen ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği (Şimşek ve Erol, 2004: 481-482) belirtilmektedir. Yetiştirme yurdunda kalan çocuklar aile kurumunun dışında sosyalleşmek ve yaşama hazırlanmak durumundadır (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 121). Aileden ve sosyal çevreden uzak olarak yaşayan bu çocuklar (Aral, Gürsoy ve Yıldız Bıçakçı, 2006: 12); ilgisizlik, çevreyi umursamazlık, insanlara sokulamama, arkadaşlık kuramama, öğrenmeye karşı ilgisizlik, saldırganlık, hırsızlık ve okuldan kaçma gibi davranış özellikleri de sergileyebilmektedirler (Demirbilek, 2000: 139). Bu durumun ortaya çıkmasında anne-babanın yokluğu önemli bir faktördür (Kutlu, 2005: 95). Sonuç olarak sosyalleşmenin odağındaki çocukların yurdun olumsuz izlerini silmelerinin uzun bir süreç alacağı söylenebilir. Alternatif hizmet modellerinin etkinleştirilmesi süreci ülkemizde gün geçtikçe Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı hız kazanmasına rağmen yetiştirme yurtları halen geçerliliğini korumaktadır. Alternatif hizmet modelleri arayışının nedeninin ise yetiştirme yurdunun çocuklar üzerinde bıraktığı etkilerden kaynaklandığı söylenebilir. Yapılan araştırmalar da bu durumu doğrular niteliktedir. Kelebek Etkisi Çocukluk dönemi veya daha sonraki dönemlerde yaşanan olumsuz yaşam olaylarının ileri süreçlerde etkisinin devam ettiğinden yola çıkılarak “kelebek etkisi3” teması oluşturulmuştur. Olumlu ya da olumsuz, insanın deneyimlediği her yaşantı gerek bilişsel ve mental süreçlerin düzenlenmesinde ve gerekse yeniden yapılanmasında doğrudan etkilere sahiptir (Bahadır, 2002: 57). Belki de bu yüzden Freud insan yaşamını evrelere ayrırken ergenlik döneminin bitimine kadar olan zamanı ele almıştır. Çünkü “erken dönem bakımındaki kopukluklar ve duygusal yetersizliklerin yaşamın daha sonraki dönemlerinde nesne ilişkilerini olumsuz etkilediği uzun zamandır bilinmektedir” (Kayaalp, 2008: 38). Ayrıca çocukların içinde bulundukları ailenin sosyo-kültürel düzeyi, ailedeki ilişki biçimi ve anne babaların çocuk yetiştirme tutumları (Ünal, 2007: 139), anne-baba-çocuk etkileşimi sonucu elde edilen bilgi, beceri ve tutumlar yetişkinlik yıllarında önemli bir rol oynamaktadır (Özdal ve Aral, 2005: 256). Bu amaçla çocukların gelişimlerine etki eden nedenler ile sonuçları ortaya koymak önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin yenidoğan döneminde veya küçük yaş 3 Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kelebek_etkisi). grubunda yetiştirme yurduna bırakılan çocukların bilişsel gelişimlerinde gerilik olmakta, sosyal ve duygusal açıdan çocuklar olumsuz etkilenmekte ve bu durum çocuğun tüm yaşamına yansımaktadır (Aral, Gürsoy ve Yıldız Bıçakçı, 2006: 15). Ayrıca korunmaya muhtaç çocuklar bir aile içinde yetişmediklerinden aile yaşamını kendilerine uzak görebilmektedirler (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 122). Bu da ileride sağlıklı bir aile kurmaya yönelik gençlerin algılarını olumsuz etkilemektedir. Kelebek etkisi, ekolojik sistem yaklaşımı kapsamında incelenebilmektedir. Çevresel yapıda meydana gelen değişimlerin davranışın oluşumunda önemli olduğu düşüncesi üzerine inşa edilen ekolojik sistem yaklaşımına (Danış, 2006: 45) göre çocuğun anne, baba ve arkadaşlarıyla girdiği ilişkiler onun gelecekteki kişiliğini oluşturmaktadır (Büyükşahin Çevik ve Çelikkaleli, 2010: 226). Bu nedenle çocuğun sağlıklı bir aile içerisinde yetişmesinin gelecekte ne olacağının ya da olamayacağının sınırları çizilmektedir. Buna dayanarak doğumdan itibaren çocukların çevresinde bulunan kişilerden elde ettikleri deneyimler, onların kendilerini nasıl gördüklerini ve diğer insanlarla etkileşimlerini etkilemektedir (Ünal, 2007: 144). Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse çocuğun aile üyeleriyle olan ilişkileri, diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturmaktadır (Erdoğan ve Uçukoğlu, 211: 69). Çocukluk döneminde maruz kalınan işlevsel olmayan ebeveynlik biçimi, yetişkinlik döneminde psikolojik bir soruna yol açabilmekte (Soygüt ve Çakır, 2009: 151) ve aile içinde anne, baba arasında gerçekleşen şiddet 127 Toplum ve Sosyal Hizmet olaylarına tanık olma yolu ile şiddeti öğrenme (Deveci, Karadağ, ve Yılmaz, 2008: 360; Kayaalp, 2008: 38), evlilikten korkma ve evlenmeyi düşünmemeye (Demirbilek, 2000: 149) yönelik tutumlar oluşturmaktadır. Goodman ve arkadaşları (1995) olumsuz yaşam olaylarını deneyimlemiş çocukların sosyal problem çözme becerilerinin düşük olduğunu belirtmektedir (akt. Yaban ve Yükselen, 2007: 63). Örneğin ilköğretim öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada öğrenciler şiddet karşısında “öç almak isterim, sinirlenirim, hak ettiğini düşünürüm, zevk duyarım” gibi olumsuz ifadelerde bulunmuşlardır. Bu durum da şiddet olaylarının başka şiddet olaylarının nedeni olduğu biçiminde yorumlanabilir (Deveci, Karadağ ve Yılmaz, 2008: 363). Dolayısıyla ergen, sorunu çözmek için tanık olduğu, öğrendiği yöntemi kullanacaktır. Görüldüğü üzere çocukluk döneminde gerçekleşen olumsuz yaşam olayları çocuğun diğer kişilerle olan ilişkilerini, davranış şekillerini, kendini ve dünyayı algılamasını büyük ölçüde etkilemektedir. Rol Model Eksikliği Rol model denilince ilk akla gelen Sosyal Öğrenme Kuramının öncüsü olan Albert Bandura’dır. Çünkü Bandura (1986) rol model ile özdeşim kurmanın ve rol modeli gözlemleyerek, modelin karakteristik özelliklerini taklit etmenin çocuğun sosyal gelişimindeki etkisini vurgulamış olup taklit etme, oyun içinde ergenlerin anne-babaları ile gerçekleştirdikleri iletişimin kalitesi, ergenlerin sosyal yaşamlarında kurdukları ilişkilerin kalitesini de önemli ölçüde etkilediği belirtilmektedir (Kocayörük, 2010: 38-39). Çocukların hayatlarındaki en önemli rol modellerinin anne babalarıdır (Sezer ve 128 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Oğuz, 2010: 744). Özellikle çocuk, oyun içinde anne ve babanın davranışlarını gözlemleyerek taklit etmekte, onların davranışlarını özümseyerek kendisiyle özdeşleştirmektedir (Gürsoy, Aral ve Yıldız Bıçakçı, 2005: 25). Kurum bakımı altında bulunan çocuk açısından söz konusu durum düşünüldüğünde birtakım problemler ortaya çıkmaktadır. Öncelikle aile ortamında anne-baba ve kardeşler arasında süregelen ilişkiler yurt hayatında yerini, arkadaş ve kurum personeliyle olan ilişkilere bırakmaktadır (Demirbilek, 2000: 146). Hatta sosyal servis görevlilerinin ergenin yetiştirilmesinden sorumlu olduğu, ailenin yerini alması beklendiği bile söylenebilir (Özgür Sayar, 2006: 118). Bu noktada sosyal öğrenme tekniklerinden biri olan modele dayalı öğrenme düşünüldüğünde yurtta yeterince model olmaması çocukların düşük öğrenilmiş güçlülük düzeyine sahip çocuklar olarak yetişmelerine neden olabilir (Boyraz ve Aydın, 2003: 63). Çünkü çocuklar özel bir sorumluluk ve ilgi gerektiren ergenlik döneminde aile ortamından uzak ve anne-baba modellerinden yoksun olarak kurumlarda büyümek zorunda kalmaktadırlar (Aral, Gürsoy ve Yıldız Bıçakçı, 2006: 13). AMAÇ Bu araştırmanın amacı nitel araştırma deseni kullanılarak yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelemlerini belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda doğrultusunda, araştırma sonunda yanıt bulması planlanan sorular aşağıda yer almaktadır: 1. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin algılarında “ideal aile” nasıl ifade edilmektedir? Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı 2. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin geçmiş yaşantıları onların kendi ailelerine ilişkin algılarına nasıl etki etmektedir? YÖNTEM Araştırma Deseni Araştırma nitel araştırma yöntemine göre dizayn edilmiştir. Nitel araştırma “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak ifade edilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 39). Bir çalışmada katılımcılar nitel araştırmayı; “bilgileri resmetme işi”, “doğal ortamda ilk elden perspektif kazanma çabası”, “sosyal bir olgunun derinlemesine çalışılması”, “kişisel algı ve perspektifleri ortaya çıkarma gayreti” “sayısal verilerin ve kalıplaşmış prosedürlerin dışına çıkma” işi olarak tanımlamışlardır (Saban, 2007: 477). Nitel araştırma deseninin seçilmesinin nedeni ise yetiştirme yurdunda kalan gençlerin anne-babalarına ilişkin imgelerini “onlarca algılanan ve yeniden kurgulanan bir resmini olabildiğince ayrıntılı ve derinlemesine ortaya çıkarmasını mümkün kılan veri oluşturma ve çözümleme tekniklerini içermesindendir” (Çelik ve İçağasıoğlu Çoban, 2012: 462). Bu çalışmada görüşme ve doküman analizinin yanısıra mecazlar yolu ile veri toplama tekniği kullanılmıştır. Mecazların kullanılmasının nedeni ise “insanların deneyimlerini anlamlandırmanın ve bu deneyimlerin anlamını açıklamanın ve iletmenin bir yolu olarak daima mecazları kullanması” (Punch, 2005: 212) ayrıca mecazların “çalışılan konu, olgu, olay ve durum hakkında çok sağlam, zengin bir resim sunması, görsel bir imaj” sağlamasındandır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 212). Bu çalışmada nitel araştırmanın kullanılmasının bir nedeni de söz konusu imgelemin sayılabilen bir nitelik olması, sayılacak bir şeyin ve anne-babanın olmaması bunun yerine anne-babaya ait izlerin var olduğu ve bu izlerin izinin sürülmesi amacıyla belirlenmiş sorulardan ziyade özgür ifadelere yer verilmek istenmesidir. Katılımcıların tümünün anlatacak bir öyküsünün olması ve bu öykülerinin birileri tarafından dinlenmesi ihtiyacında olmaları, bu izlerin ve özgür ifadelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Verilerin Toplanması Anket formları hazırlanma sürecinde uzman görüşüne sunulmuş ve alınan eleştiriler doğrultusunda düzeltilerek geliştirilmiştir. Geliştirilen anket formları uygulamaya aktarılmadan önce 12-18 yaş aralığındaki 20 ergene uygulanarak ön denemeden geçirilmiştir. Uzman görüşleri ve ön deneme sonuçlarına göre geliştirilerek son biçimi verilen anket formları uygulamaya hazır duruma getirilmiştir. Görüşmeler yarı yapılandırılmış görüşme formu ile gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler iki araştırmacı tarafından yurt ortamında ortalama 30 dakika boyunca yapılmıştır. Bir araştırmacı görüşmeyi sürdürürken diğer araştırmacı not tutmuştur. Yetiştirme yurdunda kalmakta olan 39 genç ile gerçekleştirilen görüşmeler 15 Nisan – 15 Mayıs 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler sonunda elde edilen veriler bilgisayar ortamında kaydedilmiş, daha sonra araştırmacılar tarafından araştırmanın amacına yönelik üç ana temaya ayrılmış, bu üç ana 129 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 temanın altında da alt temalar oluşturularak konu derinleştirilmiştir. Araştırma bulgularının iç güvenirliğini ve geçerliliğini artırmak amacıyla yetiştirme yurdunda yaşayan gençlerin görüşlerinden sıkça alıntılar yapılmıştır. Oluşturulan temalar; “yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin aile tanımlamaları, hayallerindeki ideal aileyi betimlemeleri ve anne-babalarına ilişkin imgelemleri” şeklinde gruplandırılmıştır. BULGULAR Araştırmada elde edilen veriler üç başlık altında analiz edilmiştir. Bunlar katılımcıların; 1. Aileyi nasıl tanımladıklarına ilişkin görüş ve düşünceleri, 2. Ailenin nasıl olması gerektiğine ilişkin görüş ve düşünceleri, 3. Anne-baba imgelemleri hakkındaki görüş ve düşünceleridir. Araştırmacılar tarafından söz konusu başlıklar üç ana tema ile çerçevelendirilmiş, sonra ana temalar alt temalara bölünmüştür. İlgili temalar tablo 1’de verilmektedir. Katılımcılar Kız yetiştirme yurdunda kalmakta olan ve araştırmaya katılmak isteyen 39 kişi ile görüşme yapılmıştır. Tablo 2’deki sosyo-demografik bilgiler doküman analizi ile elde edilmiştir. Bu bilgiler, derinlemesine görüşmeler yoluyla da elde edilen veriler ile harmanlanıp ortaya çıkan son metin içerik analizine tabi tutulmuştur. Tablo 1. Çalışmaya İlişkin Ana ve Alt Temalar Ana Tema Ailenin tanımlanması Olması Gereken Aile Anne Baba İmgelemi 130 Alt Tema Olumsuz Olumlu Destek Mekanizması, Paylaşım, Aile İçi İletişim, Birliktelik, Bir Ailemiz Olsun. Anneye İlişkin İmgelemler: İyilik Meleği, Cadı, Terk. Babaya İlişkin İmgelemler: Şiddet, Sorumsuz, Kuvvetli, Çalışkan, Yetkin. Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı Tablo 2. Katılımcılara Ait Sosyo-Demografik ve Diğer Bilgiler DEĞİŞKENLER SEÇENEK n 13 5 14 8 15 2 16 8 17 9 18 4 19 1 20 2 1 11 2 6 3 1 4 5 5 2 6 2 7 1 8 1 9 1 10 6 11 2 15 1 3.Çocukların Kuruluşa Geliş Nedenleri Cinsel İstismar Ebeveyn Terki Çocuğun Evden Kaçması Fiziksel Şiddet, İhmal ve İstismar Ebeveyn kaybı Boşanma 11 7 5 8 5 3 4.Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan Ebeveynlerin Hayatta Olma Durumu Her ikisi sağ ve beraberler Her ikisi de sağ ve ayrı yaşıyorlar Anne sağ baba vefat etmiş Anne vefat etmiş baba sağ Her iki ebeveyn de vefat etmiş 10 20 5 3 1 1.Yaş 2.Çocuklar Yetiştirme Yurdunda Ne Kadar Süredir Kalmaktadır 131 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 5.Yetiştirme Yurdunda Kalmakta Olan Çocukların Ebeveynlerinden Bir ya da İkisini Görme Sıklığı Haftada bir İki haftada bir Ayda bir İki ayda bir Altı ayda bir Hiç 12 4 6 4 2 11 6.Çocukların İzinlerde ve Tatil Günlerinde Hangi Ebeveynin Yanına Gittikleri Anne Baba Her iki ebeveyn Ebeveynlerden hiç biri 10 7 8 14 Yetiştirme yurdunda kalmakta olan gençlerin yaşlarına bakıldığında en az 13 en fazla 20 olduğu görülmektedir. Gençlerin büyük çoğunluğunu 16 – 17 yaş aralığındadır. Katılımcıların 11’i bir ve bir yıldan daha az süredir yurtta kalmakta olup yurtta kalınan süre on beş yıla kadar (1 kişi) çıkmaktadır. Yurda geliş yaşının küçülmesi, yurtta kalma süresinin artması ve çocukların hiç ziyaret edilmemesi ergenlerin yalnızlık düzeyinde artışa sebep olabileceği gibi duygusal yalnızlık yaşamlarına da neden olabilmektedir (Kutlu, 2005: 95-98). Özellikle bebeklik döneminde yurtlara yerleştirilen çocuklar, antisosyal davranışları daha fazla sergileyebilmektedir. Bir anlamda yaş ne kadar küçükse risk o kadar artmaktadır (Soysal, Bodur, İşeri, ve Şenol, 2005: 97). Gençlerin kuruluşa geliş nedenlerine bakıldığında ise “cinsel istismar” nedeniyle ile kuruluşa gelen genç sayısının diğer nedenlerin sayısından fazla olduğu görülmektedir. Kesen, Karakuş, ve Deniz’in çalışmasında (2012) da hem cinsel istismar nedenine hem de diğer nedenlerden (terk, boşanma, fiziksel ve duygusal istismar, çocuğun evden 132 kaçması, ebeveyn kaybı) dolayı kuruluşa kabul edilen çocuk/genç sayısında yıllar içinde artış gözlenmektedir. Doküman analizinde elde edilen bilgilerde gençlerin aileleri ile anlaşmazlık yaşamaları nedeniyle evden kaçma davranışında (5 kişi) bulundukları, bunun sonucunda da haklarında bakım tedbiri alındığı ortaya çıkmıştır. Kız ergenlerin özgürlüklerinin hem anneleri hem de babaları tarafından erkek ergenlerle karşılaştırıldığında daha fazla kısıtlandığı belirtilmektedir (Öngen, 2004: 11). Adana ve Kutlu, yaptıkları bir çalışmada annelerde aşırı annelik ve sıkı disiplin, babalarda sıkı disiplin alt boyutlarından alınan puanların yüksek olduğunu bulgulamış olup Türk toplumunun aile yapısında otoriter, kısıtlayıcı tutumun sık gözlendiğini, anne-babaların çocuklarının bağımsız kişiliklere sahip olarak yetişmeleri konusunda genellikle pekiştirici değil baskıcı olduklarını belirtmektedirler (2009: 20-21). Bunların da kaçma davranışında etkili olduğu söylenebilir. Terk nedeniyle (7 kişi) çocuğun kuruluşa gelmesinin arkasındaki hikâye Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı genel olarak annenin evi terk etmesi ve yoksulluk içinde bulunan babanın çocuğun bakımı ile gereken şekilde ilgilenememesidir. Terk edilmenin çocukta utanç, üzüntü, kendini suçlu görme gibi etkiler yarattığı ve bunun da başta ayrılık kaygısı bozukluğu olmak üzere diğer kaygıları arttırdığı vurgulanmaktadır (Özdal ve Aral, 2005: 264). Ebeveynlerinin terki nedeniyle yetiştirme yurduna gelen çocukların sayısının her geçen yıl arttığı belirtilmektedir (Kesen, Karakuş, ve Deniz, 2012: 142). Doküman analizinde elde edilen veriler doğrultusunda genel olarak ebeveyn kaybının arkasındaki hikâye şöyledir: Babanın anneyi öldürmesi ile annenin yaşamını yitirmesi, ilaveten ailenin sosyal destekten yoksun olması ve bunun sonucunda da söz konusu çocuğun “korunmaya muhtaç çocuk” adı altında kuruluşa kabul edilmesidir. Tablo 2 incelendiğinde bir diğer kuruluşa geliş sebebi boşanmadır. Boşanma başlı başına bir geliş nedeni oluşturmamakta, ancak boşanmadan sonra atılan adımlarda dikkatli davranılmadığı için boşanmanın yarattığı “kriz” ile birlikte çocuk başka nedenlerden dolayı kuruluşa gelebilmektedir (şiddet, istismar, yoksulluk vb.). Yetiştirme yurdu ile ilgili yapılan bir araştırmada gençlerin %45 gibi önemli bir kısmının anne ve babasının sağ, fakat boşanmış olduğu (Demirbilek, 2000: 144), anne babası birlikte olan ailelerde babaların izleme davranışlarının boşanmış ailelerdeki babalara göre daha fazla olduğu, boşanmış ailelerde anne destek davranışlarının artmakla birlikte baba destek davranışlarının anlamlı bir şekilde düştüğü (Aksoy, Kahraman ve Kılıç, 2008) vurgulanmaktadır. Bu durumun boşanmanın aile bütünlüğünü bozucu etkisini ve parçalanmış ailelerde çocuk bakımı ile yetiştirilmesi sorununun ortaya çıktığını belirginleştirmektedir. Tablo 2’deki 3., 5. ve 6. değişkenler birlikte değerlendirildiğinde; her iki ebeveynin ya da ebeveynlerden birinin hayatta olmasına rağmen çocukların aileleri ile görüşmesine, hafta sonları veyahut diğer tatil günlerinde ebeveynlerinin yanlarına izinli olarak almasına kuruluş tarafından izin verilemediği görülmektedir. Bunun altında yatan nedenin de çocuğun hangi tedbirle kuruluşa kabul edildiğidir. Örneğin tedbir nedeni “cinsel istismar” olan bir çocuğun ailesi ile görüşmemesi konusunda katı davranılmaktadır. Bunun yanında haftada bir zaman sıklığında ebeveynlerin biri ya da her ikisi ile iletişimini devam ettiren (tedbir nedeni boşanma, evden kaçma, ebeveyn kaybı olan çocuklar) çocuk sayısı çoğunluğu oluşturmaktadır. Gençlerin önemli bir kısmının tatil ve izinlerini aileleri ile birlikte geçirmelerinin sosyalleşmelerindeki yetersizliklerini bir ölçüde giderebildikleri düşünülebilir (Demirbilek, 2000: 145). Aile nedir? Olumsuz aile tanımlamaları “Aile, pek çok olumsuzluk var, dayak, şiddet, iletişimsizlik, kararsızlık demek” (17 yaş) “İletişimin, sevginin, huzurun olmadığı, hakaret ve küfür olduğu bir yer” (16 yaş) “Huzurlu bir ortam ama sıkıntılı” (17 yaş) “Gerçek aile gibi değildir, gerçek sevgi yok, her alanda kısıtlamalar vardı” (17 yaş) 133 Toplum ve Sosyal Hizmet “Diyalog eksik, sorunlar konuşularak halledilemezdi. Hep kavga, gürültü vardı” (16 yaş) “Kavgacı, huzursuz, şeref duygusu olmayan bir baba” (17 yaş) “Dağılmış bir birliktelik” (14 yaş) “Hiçbir şey ifade etmiyor” (18 yaş) “Benim için aile yurt demek, buraya alışmışım artık” (15 yaş) Olumlu aile tanımlamaları “Benim için aile bir çiçektir, bazen solarlar ama bazen de solmazlar. Tek bir farkı vardır. Anne-babamız ölmezler” (13 yaş) “Ebeveynlerin hem birbirleri ile hem de çocukları ile ilgili oldukları bir düzen” (18 yaş) “Sevgi” (10 yaş) “Küçük bir tohumu büyütmek” (15 yaş) “Anne-baba şefkatli, sevgi, saygı var” (16 yaş) “Bambaşka bir şey hiçbir şey yerini tutamaz” (17 yaş) “Karışık ilişkiler olan, sık sık sorun yaşanan, ama yine de çok ihtiyaç duyduğum bir şey” (16 yaş) “Boş vakitlerimi birlikte geçirdiğim insanların oluşturduğu bir ortam” (17 yaş) “Çocukların, eşlerin toplanıp beraber huzur içinde oturmak, mutlu, mesut yaşamak demek” (14 yaş) “Mutlu, mesut yaşayan, ebeveynler ayrı olsalar bile çocukları ile ilgilenen demek” (16 yaş) 134 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 “Özel şeylerimi paylaşabildiğim bir topluluk” (14 yaş) “Ailedeki tüm bireyler; anne, baba, kardeşlerin bir evde barınması demek, mutlu olmak demek” (13 yaş) “Mutluluk, bazen sevinçli, bazen hüzünlü olabilen bir topluluk” (14 yaş) “Her şeyi beraber yaptığımız, beraber olduğumuz” (13 yaş) “Aynı evde yaşamak, mutluluk, sevgi, saygı demek” (13 yaş) Yapılan araştırma sonucunda katılımcıların “aile nedir?” sorusuna verdiği cevaplar yukarıda belirtilmiştir. Katılımcılar aile için daha çok olumlu ifadelere yer verirken küçük bir grup da olsa gençlerin bir kısmının aile ile ilgili kullandığı ifadeler olumsuzdur. Benzer olarak başka bir araştırmada da ergenler aileyi sıcak ve huzur dolu bir ortam diye tanımlamaktadırlar (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 131). Bu da çocukların aileye karşı özlemlerinin halen devam ettiğini göstermektedir. Demirbilek (2000: 148) araştırmasında araştırmaya katılan gençlerin %50’sinin yurttan ayrıldıktan sonra tekrar ailesinin yanına dönmeyi ve onlarla birlikte yaşamayı planladığını ortaya koymuştur.Bu sonuç, gençlerin aile ortamına duydukları özlemin bir ürünü olup, korunma sürecine önemli bir boyut kazandırmaktadır. Olması gereken nedir?: İdeal aile tanımlamaları Destek mekanizması “Her şartta yanımda olan, kararlarıma destek olan bir aile. Hep bir arada olmak isterdim. Gerçekten annem olsun isterdim” (17 yaş) Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı “Sorunsuz ve ailesi sadık fedakâr olmalıdır” (18 yaş) ve “Baba içki ve kumarı bırakan, anne temizliği yapan, çocuklara destek olan aile” (17 yaş) “Yaptığım her harekette bana karşı çıkmamalı, beni herkesin yanında yalancı durumuna düşürmemeli, mutlu bir aile olmalı” (14 yaş) Paylaşım “İki abim olmasını isterdim. Akşam olunca birlikte bir şeyler yapabileceğim, sıcak bir yuvam olsun isterdim” (18 yaş) “Anne-babanın çocuklarının mutluluklarını paylaştıkları bir yuva” (16 yaş) “Demokratik, paylaşım yapılan, iki ebeveynin de eşit ölçüde adil olduğu” (17 yaş) Açık iletişim “İyi, derdimi dinleyen, beni anlayan bir aile olmalı” (17 yaş) Birliktelik “İki kız bir oğlan bir anne bir baba ve de çok mutlu” (13 yaş) “Anne-baba-çocuk birlikte olmalı” (14 yaş) “Anne-babanın çocuklarının yanında olduğu, babanın alkol almadığı bir aile olmalı” (14 yaş) “Annenin hep çocukların yanında olduğu, okula annesine bıraktığı, çocuklarının annesi gibi olmalı, anne-baba birlikte olmalı” (16 yaş) “Dindar olmalı, birlikte beraber yaşamalı” (13 yaş) “Derslerimizle daha ilgili olan, bizimle daha çok ilgilenen bir aile olmalı” (14 yaş) “İki kardeşim olmalı (şu an üç kardeş), anne-baba ve çocuk hep birlikte yaşamalı” (13 yaş) “İyi olmalı, bana yardımcı olmalı, her açıdan anne-baba birlikte mutlu bir aile olmalı” (15 yaş) Bir ailemiz olsun “Düşüncelerime saygı duyacak, beni dinleyecek, küfür olmayan, küfür etmeyen huzurlu bir aile olmalı” (16 yaş) “Anne-baba ne zengin ne fakir, manevi değerimiz olsun yeter” (15 yaş) “Fikirlerime biraz daha saygı duysunlar isterdim, iletişim kurmalarını isterdim” (17 yaş) “Güzel, temiz oda, bebeklerim olsaydı, keşke evlatlık verilseydim, annem-babam olsaydı, ufak güzel bir kız kardeşim olsun, temiz giyinsin” (14 yaş) “Hep bir arada olmalı, mutlu olmak, sorunları konuşarak halledebilmeli” (16 yaş) “Anlayışlı, inatçı olmayan” (16 yaş) “Sevgi ve güven ilişkisi olmalı” (16 yaş) “Düzgün, çocuğuna düşkün” (17 yaş) “Hastalandığı zaman hastaneye gidebilecek parası olan bir aile olmalı. Babam da soğan tarlasında değil de güzel bir işte çalışsaydı, çiftçilik gibi” (13 yaş) 135 Toplum ve Sosyal Hizmet Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların “Olması gereken aile/ideal aile nasıl olmalıdır?” sorusuna verdiği cevaplar yukarıda tanımlanmıştır. Verilen cevaplarda ailenin “destek mekanizması” işlevi, ailede “paylaşım” ve “açık iletişim”in olması gerektiği hususu, ailenin “birliktelik” olgusu ön plana çıkmaktadır. Anne-Babaya İlİşkİn İmgelemler Anneye ilişkin imgelemler İyilik meleği (koruyuculuk, sevgi) “Annem çok iyidir, beni çok sever, ben de onu çok severim. Güle benzetiyorum. Kendi kendine açar, kendi kendine solar” (18 yaş) “Annemi Fatma GİRİK, annemin saçları ve gözlerini çok sevdiğim için” (13 yaş) “Annemi bir meleğe benzetiyorum, annemin güzelliği benim için ön planda” (18 yaş) “Annem koruyucu, kollayıcı, sahip çıkar. Sarıp sarmalar, kanatlarını gerer. Kuş gibidir” (17 yaş) “Öz annemi hatırlamıyorum. Üvey anne; anne gibidir, çok yakın davranır” (17 yaş) “Çok iyiydi, melek gibiydi” (16 yaş) “Yavrularını koruyan dişi kuş” (16 yaş) “Annem melek gibidir, her zaman iyiliğimi ister” (17 yaş) “Anne güzel benzer, her şeye rağmen güzel olduğu için” (16 yaş) “Anne şefkatli, merhametli, sabırlı; peygamber gibi” (17 yaş) “Pamuk prenses, beni sevdiği, yemek yaptığı için” (14 yaş) 136 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 “Papatya, çünkü çok sevimli, hep güler yüzlü, hatalarımızda uyardığı için, papatya gibi saf ve temiz biri” (14 yaş) “Anne melek, çünkü onu çok seviyorum, dövse de dövmese de ben onu her türlü seviyorum” (13 yaş) “Lale, çünkü annem lale kadar güzel bir kadın” (13 yaş) Cadı (diken, yılan, tilki, sertlik, kurnazlık) “Annem çiçek gibidir, kimi zaman solar, kimi zaman açar, ne zaman ne yapacağı belli olmaz” (17 yaş) “Diken gibi değdin mi batıyor” (16 yaş) “Annemiz bir oduna benziyor; görünüşü iyi, içi kalın ve kötü” (15 yaş) “Anne tilki, çünkü annem çok kurnaz biri, söylediği yalanların ortaya çıkmayacağını zanneder, her şeyi kendisinin çok iyi bildiğini zannederdi” (14 yaş) “Yılan, çünkü yılan gibi sürekli laf sokuyor” (13 yaş) “Pamuk prensesteki kötü kalpli cadı, çünkü en ufak şeyde bağırıyor, ayrımcılık yapıyor, diğer kardeşimle daha çok ilgileniyor” (15 yaş) Terk “Anne başkasını tercih ettiği, arkamızda durmadığı için nankör bir kedi” (14 yaş) “Anne sadakatsiz, kedi gibi nankör” (16 yaş) “Anne cadı, beni bir yaşında bırakıp gitmiş, arayıp sormuyor, ilgilenmiyor benimle” (16 yaş) Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı Annem boşluk, hiçbir şey yok çünkü annemi hiç tanımadım, hiçbir fikrim yok” (14) Babaya ilişkin imgelemler Şiddet (şeytan, saldırganlık) “Hiçbir şeye benzetemiyorum. Soba gibidir, içi yanar bizi de yakar” (17 yaş) “Tanımadığım için hiçbir anlam ifade etmiyor” (16 yaş) Kuvvetli, çalışkan (koruyuculuk, aslan, sağlamlık) “Güçlü ve sağlamdır, çelik gibidir” (16 yaş) “Babam… Kapı gibi… Sağlamdır” (17 yaş) “Babam kaplan gibi, saldırgan bir hayvan” (17 yaş) “Aslan… Çünkü cesur, kuvvetli, her dediğini anında yapan biri” (14 yaş) “Babam kartal gibi yırtıcıdır. Nefret ediyorum” (17 yaş) “Aslan… Çünkü çok iyi çalışıyor, hiç yorulmuyor, aslan gibi güçlü biri” (13 yaş) “Öküz, bana yaptıklarından dolayı, beni dövdüğü için, öküz gibi içtiği için” (14 yaş) “Öz babam çok küçükken öldüğü için bir fikrim yok, üvey babam korkunç bir masal kahramanı, alkol alıp bizi dövdüğü için” (14 yaş) “Şeytan… Çünkü insan görünümlü ama şeytan, çok kötü biri, kendi annesini döven insandan ne beklersiniz” (15 yaş) Sorumsuzluk (duvar, odun, yılan, duyarsızlık, soğukluk) “İlgisiz, alakasız, şımarık bir çocuk gibidir. Bir şey yapmaz ama yetki ister” (17 yaş) “Kuş… Her şeye yetişir kuşlar gibi, nerede iş olursa ona yetişir” (13 yaş) Yetkinlik (danışmanlık, güven, akıl küpü, melek) “Babam çok mükemmel bir insan, çok seviyorum. Benim babam benim için akıl küpüdür, her şeyi danışırım” (18 yaş) “Babamı bir meleğe benzetiyorum, her şeye olumlu yaklaşır” (13 yaş) “Yuvada yavrularına yiyecek toplayan erkek kuş” (16 yaş) “Babam Jackie Chan’e benziyor, güler yüzlü” (15 yaş) “Baba, duvar gibidir, soğuk, tepkisiz” (14 yaş) “Medine filmindeki aksakallı amcaya (Ahmet Dede karakterinden bahsediyor) benzetiyorum… Çünkü o amca çok saf, çok iyi niyetli, yardımsever, kendi halinde birisi…” (14 yaş) “Yılan, kendi evlatlarını korumaya çalışıyor ama etrafından gelen zararları, kötülükleri de engellemiyor” (16 yaş) “Çocuklar Duymasın dizisindeki Haluk… Taş fırın erkeği gibi maço, babamın huyları, hareketi ona benziyor” (13 yaş) “Odun gibiydi, hiçbir şeyden anlamazdı, iletişim yoktu, babamın varlığı yokluğu birdi” (16 yaş) 137 Toplum ve Sosyal Hizmet Yapılan araştırmaya göre, katılımcıların “Anne-babanızı tanımlamak isteseydiniz hangi mecazları kullanırdınız?” sorusuna (Bu soruda sondaj soru sorma söz konusu olmuştur: Anne-babanı bir nesne, bir şekil, bir hayvan, bir masal kahramanı, bir tarihsel kimlik, ya da bir canlıya benzetmeni istesem neye benzetirdin? Neden, Niçin?) verdiği cevaplar yukarıda tanımlanmıştır. Katılımcıların anneye ilişkin ifade ettikleri imgelemler daha çok annenin “Melek” ve “Cadı” olmasına yoğunlaşmıştır. Katılımcıların babaya ilişkin ifade ettikleri imgelemler ise babanın “Sorumsuz”luğu, “Şiddet” uygulaması, “Kuvvetli-Çalışkan” olması ve “Yetkin”liği üzerinde odaklanmıştır. Oluşturulan temalar literatür ile benzerlik göstermektedir. Örneğin Spinks ve Yeung (1989); Spinks ve Ho (1993) Doğu kültüründe anne ve babaların ergenlerle olan iletişimlerinde sert baba, yumuşak anne anlayışının hüküm sürdüğünü ortaya çıkaran bulgular elde etmişlerdir (Öngen, 2004: 4). Ayrıca literatürde erkeklerin sözel ve fiziksel şiddete daha yatkın oldukları belirtilmektedir (Parrot, Adams ve Zeichner, 2003; Jakupcak, Lisak, ve Roemer, 2002). Yetiştirme yurdunda yapılan bir başka araştırmada kız çocukları %54, erkek çocukları ise %52 oranla yurtta kalmalarından sorumlu kimse olarak babalarını göstermiştir. Çünkü babalarını evdeki şiddetin ve yoksulluğun sorumlusu olarak gördüklerini ifade etmişlerdir (Suğur ve Saygı Doğru, 2010: 120). Baba yoksunu olan çocuklar ile yapılan bir diğer araştırmada ise babanın genellikle anne ve çocukları için güven kaynağı olduğu belirtilmekte, çocukların da babayı güçlü, saygı uyandıran kişi (kuvvetli-çalışkan ve yetkin temaları) olarak algıladığı ifade edilmektedir (Özdal ve Aral, 2005: 256). 138 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Sonuç ve Öneriler Çalışmaya katılan ergenlerin kuruluşa geliş nedenlerine, ergenlerin verdikleri ifadelere ve doküman analizinde elde edilen verilere bakıldığında ergenlerin olumsuz yaşam olaylarını deneyimleyen ya da sağlıksız aile işlevine sahip ailelerden kuruluşa geldikleri görülmektedir. Gündoğdu ve Zeren de (2004: 58) yapmış oldukları çalışmada yetiştirme yurdunda korunma ve bakım altında bulunan çocukların büyük bir çoğunluğunun ya hiçbir ana-baba tutumuyla karşılaşmadığının ya da sadece olumsuz ana-baba tutumuyla karşılaştığının altını çizmektedirler. Araştırmaya katılan gençler her ne kadar çeşitli nedenlerle yetiştirme yurduna gelseler de bu durum zihinlerindeki aile algısını çok da olumsuz yönde etkilememiştir. Suğur ve Saygı Doğru (2010: 122) da yaptıkları çalışmada benzer sonuçları elde etmişlerdir. Çocukların aileyi tanımladığı bölümde aile ile ilgili daha çok olumlu ifadelerde bulunmaları, anneye ilişkin imgelemlerinde “iyilik meleği” metaforunu paylaşmaları, babaya ilişkin imgelemlerinde daha çok babanın “yetkin”liği ve “kuvvetli”liği, “çalışkan”lığı üzerinde odaklanmış olmaları da bu durumu destekler niteliktedir. Sorunların baş göstermesinde çevrenin önemi bilinse de yaşamlarının diğer evrelerine de etki edecek olumsuz yaşam olaylarını, anne-babalarına yüklemek isteyen az sayıda ergenin olması dikkat çekici sonuçtur. Toplumsal yaşantıda babaya atfedilen imgelemlerden “aslan”, babadan beklenen kuvvet, koruma ve cesarete uygun nitelemelerdendir. Benzer şekilde “kuş” imgelemi de her şeye yetişme ve her yerde olabilme özelliği ile örtüşmektedir. Annenin “iyilik meleği” imgelemiyle Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı örtüşen sabırlılık, koruyuculuk, merhametlilik yanı ve babanın “aslan” imgelemindeki koruyuculuk, cesaret, çalışkanlık yanı onların ailenin ihtiyaçlarını karşılamaya yetme olarak nitelenmiştir. Annenin “melek” imgelemi ile koruyucu, kollayıcı, sevgi dolu özelliğini belirtilmekle beraber annenin davranışları ve kişilik özelliklerinin olumlu yanları pekiştirilmiştir. vb) - nesne kalıcılığı] arkadaş, sevgili, eşte somutlaşan sevgi ve vefayla sürekli ve anlamlı yakın ilişkilere transfer edilen hayatların ortaya çıkmasını sağlar. Erken çocukluk dönemi yaşantılarında anne-baba sevgi ve desteğinden yoksunluk, sonraki yıllardaki arkadaşlık ve sevgi ilişkilerinde sevginin bulunması veya oluşturulmasındaki yoksunluk olarak kendini gösterebilir. Anneye ilişkin olumsuz olarak kullanılan “cadı, diken, tilki, yılan” imgelemleriyle ifade edilen hayvan ve nesneler beraberinde kötülük, sertlik, kurnazlık, duyarsızlık ve ilgisizlik özellikleri somutlaşmaktadır (5 ifade). Benzer şekilde “nankör kedi” imgelemi de evlerini terk eden anneleri olan kızların yaşadığı sadakatsizlik, terk, boşluk özelliklerinde somutlaşmıştır (4 ifade). Bilindiği gibi Mahler’in Bireyselleşme Kuramında (Mahler, Pine ve Bergman, 2012) Freud’dan farklı olarak bireyselleşmenin 5. yaşın sonuna kadar uzayarak, süperegonun daha ileri düzeyde gelişip olgunlaşmasıyla birlikte “içe alınmış nesne” ilişkileri olarak kavramsallaştırıldığını görmekteyiz. Bu dönemlerde yetersiz ilgi destek ve sevgiyle büyütülen bireylerin kendilik algılarının sağlıklı olamayacağına ilişkin öngörülerimiz olabilir. Nitekim çocukların cümlelerinde izlediğimiz, “diken gibi değdi mi batıyor”, “oduna benziyor, görünüşü iyi, içi kötü ve kalın”, “yılan, çünkü yılan gibi sürekli laf sokuyor” cümleleri ile ifade edilen örselenme, hayal kırıklığı, zorlanma, ağır travma ve kayıplar, anne-babadan ayrışma anksiyetesi yaşanma biçimi, ergenliğin doğal gelişişim krizlerinden öte yoksunluklara götürebilir. Bu noktada koruma kararı alındığı andan itibaren, çocukların daha yakın, nitelikli güven ve destek ilişkilerinin temin edilebileceği yetiştirme yurdu dışındaki koruyucu aile, sevgi evleri-çocuk evleri hizmet modellerinin içinde yaşamalarının temin edilmesinin uygun ve gerekli olduğu açıktır. Babaya ilişkin olumsuz imgelemlerin önemli bir bölümü (6 ifade) şeytan, öküz, yırtıcı, kartal olarak şiddet, saldırganlık, dayak davranışlarıyla ve özelliğiyle somutlaşmıştır. Benzer şekilde “duvar, odun, yılan” imgelemleriyle ifade edilenler, duyarsızlık, tepkisizlik, anlayışsızlık, ilgisizlik ve sorumsuzluk özellikleriyle tanımlanmıştır. “Odun” imgelemi olumsuz içeriğiyle (anlayışsız, tepkisizlik olarak) kullanılırken baba için kapı, sağlamlık niteliğini vurgulamıştır. Öncelikle koruma kararıyla kurumlarda kalan ergenlik dönemindeki kızların çocukluklarıyla ilgili aile yaşantılarında şiddet, yoksulluk, terk davranış örnekleriyle olumlu destek ve koruma ortamlarından mahrum ve yoksun yaşantıları ve dönemleri olmuştur. Bilindiği gibi 0-3 yaş arasındaki temel güven duygusunun kazanılarak, bireyselleşme ve ayrışmanın sağlıklı gerçekleşmesi, sonraki dönemlerde [geçiş nesnesi (yastık Öncelikli olarak vurgulanması gereken nokta yetiştirme yurdu gibi kışla tipi, 50-60 (veya daha fazla) kişilik kurumların yerine küçük ev tipi bakım modellerinin gerekliliğidir. Bu kurumların 139 Toplum ve Sosyal Hizmet hayata geçirilmesine ilişkin öneriler izleme ve değerlendirme çalışmalarında da vurgulanmıştır (Mavili Aktaş, 2002; Gökçearslan, 2003). Bıyıklı da 0-10 yaş kız ve erkek çocukların aile ve toplum çevresinden uzaklaşmadan, soyutlanmamış bir yaşam ortamı sağlayacağını düşündüğü “SOS Çocuk Köyü Ailesi” gibi öneriler geliştirmiştir (Bıyıklı, 1995: 5-10). Sıklıkla vurgulanan, bu temel ihtiyacın kışla tipi kurum bakımının ailedeki travma ve yoksunluğa yeni travmatik izler ekleme olasılığının da yüksek olduğu gerçeğidir. Nitekim 2003 yılından itibaren sevgi evleri, çocuk evleri modellerine geçiş hızlanmıştır. Bu durum 2011 yılında yeniden yapılanan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının temel hedefleri içindedir. Buna ek olarak kiralanan apartman dairelerinde ya da müstakil evlerde bakıcı anne ve baba figürüne uygun (üç vardiyalı hizmet elemanı alımı yolu ile) ev tipi (5-8 kişilik) bakımlara geçilmesi 10. Kalkınma Planının sosyal hizmet ve yardımlar, çocuk sektörü raporlarında da benimsenen bakım türü olarak tercihlerine yerleşmiştir (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2012) Bu bağlamda koruma kararının amacı doğrultusunda çocuğun, gencin toplumla ilişkilerinin kesintiye uğratılmaksızın ya da çok kısa süreli olsa bile uygun rehabilitasyon ve danışma hizmetleriyle grup çalışmaları, akran grupları, bireysel kriz müdahaleleri vb profesyonel müdahalelerle yakın ve destekli özdeşim modellerinin rehberliğinden yararlanmaları önemlidir. Mahalle içinde kiralanan evlerde kendi akran gruplarıyla bakıcı personelle sağlanan bu koruma modelinin toplum içindeki apartman dairelerinde olması yerindedir. Ancak eğitim seviyesi düşük, özel hizmet alımı 140 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 personelinin çocukların tamamının rol modeli ihtiyacını karşılayamayacağı açıktır. Bu nedenle eğitim kurumundaki öğretmen, psikolojik danışman ve okul sosyal hizmeti uygulamalarının normal, ailesi olan akran çocukları da içine alacak biçimde düzenlenmesi, bunların düzenli ve sürekli programlara dönüştürülmesi önerilmektedir. Bilindiği gibi ergenlik dönemi ailesi yanında olan çocuklar için de zaman zaman zor ve sıkıntılı bir dönemdir. Koruma altına alınan çocuklar için ana-baba kaybı ya da terk gibi (ayrılma) istenmedik durumların ekonomik yoksunluk ile birleşmesi durumunda karşımıza çıkabilecek risklerin barınma ve fiziki ihtiyaçların karşılanmasının (yeme içme vb) ötesine geçmemesi için psikolojik ve sosyal desteğin de yerinde temin edilmesi gerekir. Yetiştirme yurdunda korunma ve bakım altında bulunan ergenlerin biyo-psikososyal açıdan tam iyilik haline kavuşması, hak temelli, nitelikli bakım ve korunma hizmetlerinin ihtiyaç içindeki koruma kararı verdiğimiz bütün grupları kapsaması beklenir. Küçük yaştaki gruplar için de koruyucu aile hizmetinin yaygınlaştırılıp etkili izleme ve değerlendirme ayağının güçlendirilmesi önemlidir. Ayrıca yeterli profesyonel alımı ve yerinde (mahalli düzeyde) verilecek hizmetlerin standartlarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından tespit edilip yürütülmesi de önemlidir. KAYNAKÇA Adana, F. ve Kutlu, Y. (2009). Anne-Baba Tutumlarının Adolesanların Kendilik Kavramı Üzerine Etkisi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 12 (2), 18-23. Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı Aksoy, A. B., Kahraman, Ö. G. ve Kılıç, Ş. (2008). Ergenlerin Algıladıkları Ebeveyn İzleme ve Destek Davranışları. İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 9 (15), 1-14. Aldan Karademir, Ç., Uçak, E. ve Bağ, H. (2012). “Fen Bilgisi Öğretmen Adaylarının Bilgi Kavramına İlişkin Sahip Oldukları Metaforlar” X.Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi, Niğde., 27-30 Haziran 2012. Alisinanoğlu, F. (2002). Gençlik Dönemi Özellikleri ve Genç Anne-Baba İletişimi. Eğitim ve Bilim Dergisi, 27 (123), 62-63. Aral, N., Gürsoy, F. ve Yıldız Bıçakçı, M. (2006). Yetiştirme Yurdunda Kalan ve Kalmayan Kız Ergenlerin Yalnızlık Düzeylerinin İncelenmesi. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (15), 10-19. Atak, H. (2011). Kimlik Gelişimi ve Kimlik Biçimlenmesi: Kuramsal Bir Değerlendirme. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3 (1), 163-213. Bahadır, A. (2002). Ergenlik Dönemi Kişilik Gelişiminde Temel Kavramlar. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergis , 8, 57-66. Bıyıklı, L. (1995). Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve S.O.S. Çocuk Köyleri. Özel Eğitim Dergisi, 2 (1), 3-10. Boyraz, G. ve Aydın, G. (2003). Yetiştirme Yurdu ve Anne-Baba Yanında Kalan Ergenlerde Öğrenilmiş Güçlülük. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 2 (20), 5964. Büyükşahin Çevik, G. ve Çelikkaleli, Ö. (2010). Ergenlerin Arkadaş Bağlılığı ve İnternet Bağımlılığının Cinsiyet, Ebeveyn Tutumu ve Anne-Baba Eğitim Düzeylerine Göre İncelenmesi. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (3), 225-240. Cerit, Y. (2008). Öğretmen Kavramı İle İlgili Metaforlara İlişkin Öğrenci, Öğretmen ve Yöneticilerin Görüşleri. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 6 (4), 693-712. Çelik, G. ve İçağasıoğlu Çoban, A. (2012). Çalışan Kadın ve Erkeklerin Ebeveynlik İzin Haklarına İlişkin Görüş ve Düşünceleri: Niteliksel Bir Çalışma. Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu 27-28 Kasım, (s. 458-470). Ankara. Danış, M. Z. (2006). Davranış Bilimlerinde Ekolojik Sistem Yaklaşımı. Aile ve Toplum Eğitim Kültür ve Araştırma Dergisi, 8 (3), 45-53. Demirbilek, S. (2000). Korunmaya Muhtaç Gençlerin Topluma Kazandırılmasında Yetiştirme Yurtları. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15 (2), 137-152. Deveci, H., Karadağ, R. ve Yılmaz, F. (2008). İlköğretrim Öğrencilerinin Şiddet Algıları. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7 (24), 351-368. Erdoğan, Ö. ve Uçukoğlu, H. (2011). İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Anne-Baba Tutumu Algıları İle Atılganlık ve Olumsuz Değerlendirilmekten Korkma Düzeyleri Arasındaki İlişkiler. Kastamonu Eğitim Dergisi, 19 (1), 51-72. Ertem, Ü. ve Yazıcı, S. (2006). Ergenlik Döneminde Psiko-Sosyal Sorunlar ve Depresyon. Aile ve Toplum Eğitim Kültür ve Araştırma Dergisi, 3 (9), 7-12. Gökçearslan Çifçi, E. (2003). Çocuk Yuvalarında Kışla Bakım Modeli İle Grup Evi Bakım Modelinin Hizmet Kalitesi Açısından Karşılaştırılmasına Yönelik Bir Değerlendirme Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmetler Anabilim Dalı. Ankara. Gündoğdu, M. ve Zeren, Ş. G. (2004). Yetiştirme Yurdunda ve Ailesinin Yanında Kalan Ergenlerin Kimlik Gelişimlerinin Karşılaştırılması. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3 (22), 57-65. Gürsoy, F., Aral, N. ve Yıldız Bıçakçı, M. (2005). Yetiştirme Yurdunda Kalan ve Kalmayan Ergenlerin Benlik Tasarım Düzeylerinin İncelenmesi. Eurasian Journal of Educational Research, 21, 24-34. 141 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Jakupcak, M., Lisak, D. ve Roemer, L. (2002). The Role of Masculine Ideology and Masculine Gender Role Stress In Men’s Perpetration of Relationship Violence. Psychology of Men and Masculinity, 5 (3): 97–106. Öcal, A. ve Kemerkaya, G. (2011). Yetiştirme Yurdunda Kalmış Yetişkinlerin Devlet ve Vatandaşlık Algıları Üzerine Bir Araştırma. Yetiştirme Yurdunda Kalmış Yetişkinlerin Devlet ve Vatandaşlık Algıları Üzerine Nitel Bir Araştırma, 30 (1), 63-82. Kayaalp, L. (2008). Ergenlikte Kimlik İfadesi Olarak Şiddet. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Adolesan Sağlığı II Sempozyum Dizisi No:63, (s. 3339). İstanbul. Öngen, D. (2004). Özerklik Kazanma Sürecinde Ergen-Anne ile Ergen-Baba İlişkileri Arasındaki Farklılıklar. Eğitim ve Bilim Dergisi, 29 (131), 3-13. Kesen, N. F., Karakuş, Ö. ve Deniz, M. E. (2012). Yetiştirme Yurtlarında Kalan Çocukların Kuruluşa Geliş Nedenlerinin İncelenmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet, 23 (1), 139-150. Kesici, Ş. (2007). Ortaöğretim Öğrencilerinin Anne Baba Tutumlarının ve Rehberlik İhtiyaçlarının Mesleki Karar Verme Zorluklarını Yordaması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 18, 329-340. Kocayörük, E. (2010). Ergen Gelişiminde Aile İşlevleri ve Baba Katılımı. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergis , 4 (33), 37-45. Kocayörük, E. (2012). Öz-Belirleme Kuramı Açısından Ergenlerin Anne Baba Algısı ile Duyuşsal İyi Oluşları Arasındaki İlişki. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 4 (37), 24-37. Kutlu, M. (2005). Yetiştirme Yurdu Yaşantısı Geçiren Lise Öğrencilerinin Yalnızlık Düzeyleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 3 (24), 89-109. Özbey, S. (2012). Ebeveynlerin Evlilik Uyumu ve Algıladıkları Sosyal Destek ile Altı Yaş Çocuklarının Problem Davranışları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 20 (1), 43-62. Özdal, F., ve Aral, N. (2005). Baba Yoksunu Olan ve Anne-Babası İle Yaşayan Çocukların Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi. Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, 6 (2), 255-267. Özgür Sayar, Ö. (2006). Yetiştirme Yurtlarında Akran Şiddet i-Ankara’da İki Yetiştirme Yurdu Örneği-. Toplum ve Sosyal Hizmet, 17 (1), 113-132. Parrott, D. J., Adams, H. E. ve Zeichner, A. (2002). Homophobia: Personality and attitudinal correlates. Personality and Individual Differences, 5 (32): 1269–1278. Punch, K. F. (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş Nicel ve Nitel Yaklaşımlar. (D. Bayrak, H.B.Arslan, ve Z. Akyüz, Çev.) Ankara: Siyasal Kitabevi. Mahler, M. S., Pine, F. ve Bergman, A. (2012). İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu. (A. N. Babaoğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları. Reçber, B. (2011). Bir Özsaygı Geliştirme Programının Yetiştirme Yurdundan Yaşayan Ergenlerin Özsaygı Düzeyleri Üzerinde Etkililği. Toplum ve Sosyal Hizmet, 22 (1), 115- 132. Mavili Aktaş, A. (2002). Korunmaya Muhtaç Çocuklar Raporu Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Uzman Raporu. Ankara: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu. Saban, A. (2009). Öğretmen Adaylarının Öğrenci Kavramına İlişkin Sahip Oldukları Zihinsel İmgeler. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 7 (2), 281-326. Oflaz, G. (2011). 2nd International Conference on New Trends in Education and Their Implications 27-29 April, 2011 Antalya-Turkey. (s. 884-893). Ankara: Siyasal Kitabevi. Saban, A. (2004). Giriş Düzeyindeki Sınıf Öğretmeni Adaylarının ‘Öğretmen’ Kavramına İlişkin İleri Sürdükleri Metaforlar. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 2 (2), 131-155. 142 Karakuş, Kırlıoğlu, Başer ve Batı Saban, A. (2007). Lisansüstü Öğrencilerin Nitel Araştırma Metodolojisine İlişkin Algıları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (17), 469-485. Yıldırım, A., ve Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Sezer, Ö. (2010). Ergenlerin Kendilik Algılarının Anne Baba Tutumları ve Bazı Faktörlerle İlişkisi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7 (1), 1-19. Sezer, Ö., ve Oğuz, V. (2010). Üniversite Öğrencilerinde Kendilerini Değerlendirmelerinin Ana Baba Tutumları ve Bazı Sosyo Demografik Değikenler Açısından İncelenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 18 (3), 743-758. Soygüt, G. Ve Çakır, Z. (2009). Ebeveynlik Biçimleri İle Psikolojik Belirtiler Arasındaki İlişkilerde Kişilerarası Şemaların Aracı Rolü: Şema Odaklı Bir Bakış. Türk Psikiyatri Dergisi, 20 (2), 144-152. Soysal, A. Ş., Bodur, Ş., İşeri, E. ve Şenol, S. (2005). Bebeklik Dönemindeki Bağlanma Sürecine Genel Bir Bakış. Klinik Psikiyatri, 8, 88-99. Suğur, N. ve Saygı Doğru, E. (2010). Korunma Altındaki Çocukların Aile ve Devlet Algısı Üzerine Bir Araştırma. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 65 (1), 115-133. Şimşek, Z. ve Erol, N. (2004). Kurum Bakımının Adölesan Ruh Sağlığına Etkisi. A. İçağasıoğlu Çoban, ve H. K. Arslanoğlu (Dü.), Türkiye’de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar içinde (s. 479482). Ankara: Haberal Eğitim Vakfı. T.C. Kalkınma Bakanlığı.(2012). Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018). Ankara: T.C. Kalkınma Bakanlığı. Ünal, F. (2007). Çocuklarda Empatinin Gelişimi: Empatinin Gelişiminde Anne-Baba Tutumlarının Etkisi. Milli Eğitim (176), 134148. Yaban, E. H. ve Yükselen, A. (2007). Korunmaya Muhtaç Yedi-On Bir Yaş Grubundaki Çocukların Sosyal Problem Çözme Becerilerinin İnlenmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet, 18 (1), 49-67. 143 Tuncay Derleme YAŞAM SONU BAKIMDA SOSYAL HİZMET UZMANININ ROLLERİ Roles of Social Workers in End-of-Life Care Tarık TUNCAY* * Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Bireylerin yaşam sonu ve palyatif bakımının etkililiği, çok disiplinli bir ekibin tüm üyelerinin kendi uzmanlık alanlarındaki rollerini yerine getirmesiyle artar. Hekimlerin ve hemşirelerin, ekip içinde yer alan diğer profesyonellerin farklı mesleki rollerini ve uzmanlık konularını bilmeleri son derece önemlidir. Bu sayede hastaları ilgili ekip üyesine havale edebilirler. Bu makalede, hekimlere ve özellikle hemşirelere yaşam sonu bakım ekibinin üyesi olan sosyal hizmet uzmanının rolleri açıklanmaktadır. Sosyal hizmet, sağlık meslekleri olan tıptan ve hemşirelikten farklıdır. İnsanları güçlendirmek ve yaşam kalitelerini yükseltmek için hem makro ölçekte sosyal adaletin sağlanmasına, hem de mikro ölçekte psikososyal sorunların çözülmesine katkı veren çok boyutlu müdahaleler içerir. Sosyal hizmet yalnızca, psikolojik danışma, çocukları koruma altına alma, sosyal sigorta işlemlerini yürütme, sosyal yardım sağlama veya taburculuk sorunlarını giderme mesleği değildir. Bu makalede bir vaka örneği üzerinden sosyal hizmet uzmanının farklı rollerinin yaşam sonu bakım ekibine nasıl katkılar sağladığı üzerinde durulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Yaşam sonu bakım, palyatif bakım, sosyal hizmet uzmanı, tıbbi sosyal hizmet. ABSTRACT Effective care at the end of life requires input from all members of the multidisciplinary team. Physicians and nurses working need to be aware of the different roles and expertise of other professionals so that they can refer their patients accordingly. This article will describe to physicians and nurses the role of social workers. Social work differs from medicine and nursing, and instead its practice aims to integrate social justice and psychosocial problem-solving with personal help in order to empower people and enhance their quality of life. Social work should not be equated with counseling, taking children into care, or merely sorting out social security, providing social aids, or solving discharge problems. Within this article, a case study will illustrate how these different aspects of social work are integrated within end-of-life care team. Key Words: End-of-life care, palliative care, social worker, medical social work. GİRİŞ Tıp alanındaki sürekli ve son derece önemli ilerlemeler birçok hastalığın etkin tedavisini veya yönetimini olanaklı 145 Toplum ve Sosyal Hizmet kılmasına rağmen hala bazı hastalıklar ölümcül olmaya devam etmektedir. Ölümcül hastalıklar, her biri ayrı uzmanlık gerektiren, bedensel, ruhsal ve sosyal boyutlarda hasta, ailesi ve tedavi ekibi açısından zorlayıcı bir süreci ortaya çıkartmaktadır. Birçok tıbbi olanağa ve çabaya rağmen bazı hastalıklar tedaviye yanıt vermemekte ve hastalar terminal döneme girmektedir. Bu dönemde tedavi edici uygulamalara son verilmekte, kişinin ortalama yaşam beklentisi çok düşmekte ve ölme sürecine girilmektedir. Yine de hemşireler başta olmak üzere sağlık profesyonelleri hastanın bu dönemdeki yaşam kalitesini yüksek tutmaya dönük palyatif bakım hizmetleri sağlamaktadır (Elçigil, 2006). Bu profesyonel süreçte rol alan etkin bir diğer unsur da sosyal hizmet uzmanıdır. Sosyal hizmet mesleği, ortaya çıktığı yirminci yüzyılın başından beri sağlık alanında uzmanlaşmış ve palyatif bakımın önemli bir unsuru olmuştur. Zira palyatif bakımda kişiye bütüncül olarak yaklaşılmakta, hastayla, ailesiyle ve hastanın sosyal çevresiyle çalışacak olan bir bakım ekibi gerektirmektedir. Aile ve sosyal çevre, hastanın yaşam sonunda kişisel hedeflerini gerçekleştirmesinde destekleyici olduğu kadar birçok yönden engelleyici de olabilmektedir. Bu durum hastanın iyi ya da kötü bir yaşam sonu süreci geçirmesinde belirleyicidir (Payne, 2007a). Sosyal hizmet uzmanı, hastaya temsil ettiği geniş bir sosyal ve kültürel çevrenin bir unsuru olarak odaklanır ve hastanın psikososyal sağlığının bu geniş bağlamda korunmasına ve geliştirilmesine vurgu yapar. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de sağlık alanında aktif olarak 146 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 çalışan 613 sosyal hizmet uzmanı bulunmaktadır. Bu kişilerin 529’u Sağlık Bakanlığı’nda, 71’i üniversitelerde çalışırken 13 sosyal hizmet uzmanı özel sektörde hizmet vermektedir (Sağlık Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı Belgesi (2011-2023), 2011). Bakanlık tedavi kurumlarındaki sosyal hizmet uzmanları, hasta hakları birimlerinde, sosyal hizmet birimlerinde ve özellikle kronik bedensel ve ruhsal hastaların yoğun olduğu kliniklerde tedavi ekibiyle birlikte hastalığın psikososyal boyutuyla ilgili çalışmalar yürütürler. Sağlık Bakanlığı bünyesinde istihdam edilen sosyal hizmet uzmanlarının sayısı her yıl artmaktadır. Türkiye genelinde Sağlık Bakanlığı haricinde, başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere birçok resmi ve özel kuruluşta 5000’den fazla sosyal hizmet uzmanı çalışmaktadır. Bu makalede, sağlık kurumlarında çalışan ve ölmekte olan hastalara ve yakınlarına psikososyal destek sağlayan sosyal hizmet uzmanlarının rolleri üzerinde durulmaktadır. SOSYAL HİZMETİN KAPSAMI Sosyal hizmet uzmanları yalnızca eğitimde aldıkları gelişim ve klinik psikoloji bilgisini kullanarak hastalara ve ailelerine psikolojik danışmanlık vermekle sınırlı kalmazlar. Bununla birlikte, bireylerin ve ailelerin diğer insanlarla, sosyal çevreyle ve örgütlerle ilişkilerini geliştirmelerine yardımcı olurlar. Böylece, hem insanların bireysel tutumlarını ve düşüncelerini değiştirmeye çalışır hem de bireyle toplum arasındaki etkileşimlerin iki yönüne de bakarak toplumsal alandaki sorunlara müdahale ederler. Bu sayede gerek bireysel gerekse toplumsal iyilik halinin geliştirilmesine Tuncay katkı verirler. Sosyal hizmetin bu rolüyle bağlantılı olarak insanlara, ihtiyaç duydukları hizmetlerin ve sosyal politikaların sunulmasına aracılık yaparlar. Sosyal hizmet toplumda genelde tanınan bir özelliği olsa da yalnızca istismar ve ihmal mağduru olan çocukları, ruhsal/zihinsel özürlüleri, kadınları ve yaşlıları koruma ve kurum bakımı altına alma mesleği değildir. Kuşkusuz sosyal hizmetin temel görevleri arasında risk altındaki ve incinebilir nüfus gruplarının korunması vardır. Bunun bir parçası olarak da, sosyal hizmet uzmanları insanları olası istismar ve şiddet türlerinden korumak için gerekli değerlendirme ve yasalarla belirlenmiş müdahaleleri yaparlar. Sosyal hizmetin temel görevlerinin ayrılmaz bir parçası, özgürlüklerini sürdürebilmelerine ve sosyal işlevselliklerini geliştirmelerinde insanlara yardımcı olmaktadır. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları insanlar arasındaki eşitsizliklerin azaltılması gereken birçok alanda dünyanın her yerinde aktif olarak çalışırlar. Hekimler ve hemşireler sosyal hizmet uzmanlarıyla genelde hastaların barınma, sosyal yardım, sosyal bakım hizmetleri gibi ihtiyaçları için bağlantı kurarlar ve bu sayede hastaların hastanelerden taburculuk işlemlerinin tamamlanması sağlanır. Ne var ki, bu roller sosyal hizmet uzmanlarının sağlık alanındaki en genel rolleri arasında yer alır. Lisans ve yüksek lisans düzeyindeki sosyal hizmet eğitim müfredatlarında bunun ötesinde bireylerin psikososyal sorunlarının iyileştirilmesine yönelik birçok kuramsal ve uygulamalı dersler bulunmaktadır. Hastanın barınma, bakımla ilgili ve ekonomik sorunlarının giderilmesi insan ihtiyaçlarının evrensel hiyerarşisine göre kuşkusuz önceliklidir. Bunun ardından psikolojik, duygusal ve sosyal ihtiyaçların karşılanması gereklidir. Bu nedenle sosyal hizmet uzmanları, ihtiyaçlar hiyerarşisinin sırasını izleyerek, hastaların ilişki ağında bulunan ailesi, yakınları, toplum üyeleri ve örgütleri odak alarak, sağlıklı aile ve sosyal çevre ilişkilerinin ve toplumsal hizmetlerin oluşmasına katkı verirler. Uluslararası Sosyal Hizmet Okulları Birliği ve Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu’nun ortak tanımına göre sosyal hizmet (“Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu”, 2011), bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumun iyilik halini artırmak için sosyal değişime, insan ilişkilerinde sorun çözmeye, güçlenmeye ve özgürleşmeye katkı sağlayan bir meslektir. Sosyal hizmet, insan davranışı ve sosyal sistem teorilerinden yararlanarak, insanların çevreleriyle etkileşim kurdukları noktalara müdahale eder. Sosyal hizmette insan hakları ilkeleri ve sosyal adalet temeldir. Sosyal hizmet uzmanı ise; birey, aile, grup ve toplumun sorun çözme ve başetme kapasitelerini geliştirerek psikososyal işlevselliğin sağlanması, onarılması, korunması ve geliştirilmesi; sosyal değişimin desteklenmesi; sosyal politika ve programların insan ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla planlanması ve uygulanmasının sağlanması yönünde insan davranışına ve sosyal sistemlere ilişkin teorilerden yararlanarak sosyal hizmete özgü yöntem ve tekniklerle uygulamayı yerine getiren meslek mensubudur. Sosyal hizmete ilişkin meslek ve profesyonel tanımında güçlendirme, sorun çözme ve sosyal değişim amaçları öne çıkmaktadır. 147 Toplum ve Sosyal Hizmet YAŞAM SONU BAKIMDA SOSYAL HİZMET Terminal dönemde hastalar, sıklıkla ailelerine yük olma, ölürken fiziksel ve duygusal yeteneklerin kaybolması, dayanılmaz ağrıların yaşanması, ölüm sürecinde önemli yaşam hedeflerini başarmadan erken ölme korkularını yaşayabilmektedir. Hastalar için son dönemlerinde kendilerine etkili bir bakımın sunulması, kendilerine ve ailelerine sosyal destek sağlanması ve geride bırakacakları yaşamlarının yeniden düzenlenmesinin önemi son yıllarda artmıştır. Hastaların bu sorunlarını ortadan kaldırma veya hafifletmede sosyal hizmet mesleği önemli işlevler üstlenir. Bu çerçevede, terminal hastaların yaşam sonu bakımında sosyal hizmet mesleğinin işlevleri büyük oranda hastanın ve ailesinin psikososyal iyilik halini sürdürmesine yardımcı olmakla ilgilidir (Allison, Gripton, & Rodway, 1983). Geçmişten bugüne değin ölmekte olan bireyler ve ailelerine çeşitli ortamlara sosyal bakım desteği sunan sosyal hizmet uzmanları için yaşam sonu bakımı yeni bir çalışma alanı değildir. Yeni olan, yaşam sonu bakımın hak ettiği ilgiyi günümüzde çekiyor olmasıdır. Yaşam sonu bakım, bireyin yaşamının son aşamasında kendisi, ailesi ve toplum için kurumsal bağlamda önem kazanmıştır (Taylor-Brown & Mary, 2004). Ölen bireyler ve aileleri için sağlık ve sosyal bakım hizmetlerini ve sosyal hizmet uzmanlarının bu alandaki katkılarını güçlendirmek için 2002 yılında Amerikan Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği (NASW, 2003) sosyal hizmet uzmanları için bir rehber niteliği taşıyan Palyatif Bakım ve Yaşam Sonu Bakımda Sosyal Hizmet Uzmanları için Uygulama Standartları belgesi 148 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 hazırlamıştır. Bu standartlar çeşitli hastalık gruplarında (HIV/AIDS, kanser, organ yetmezliği vb.) palyatif bakım ve yaşam sonu bakımdaki sosyal hizmet uygulamasının temel aşamalarını ele almaktadır. Gelişmiş ülkelerde ölmekte olan hastalara yönelik hizmetlerde sosyal hizmet uzmanları aktif olarak çalışmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Ulusal Kanser Enstitüsü’nün bildirdiğine göre, kanser merkezlerinden hizmet alan hastalara yönelik psikososyal destek çalışmalarının %75’i sosyal hizmet uzmanları tarafından yürütülmektedir. Sosyal hizmet uzmanları ölüm sürecindeki hastalara kapsamlı tıbbi ve psikososyal destek hizmetleri sunan disiplinlerarası ekipte önemli roller üstlenmektedir. Sosyal hizmet uzmanları, altı aydan daha kısa ömrü kaldığı tahmin edilen ve artık iyileştirici bir tedavi uygulanamayan hastalar ve ailelerine yönelik olarak müdahalelerle yaşam kalitesinin artmasına katkı vermektedir. Yaşamsal değişikliklere rehberlik etme, hastanın ve ailesinin potansiyel güçlerini ve kaynaklarını kullanmalarını mümkün kılarak uyum sorunlarının çözülmesini sağlama gibi işlevler üstlenmektedir. Özellikle terminal dönem hastaların yaygın olarak yaşadığı yalnızlık, yalıtılmışlık, anksiyete ve kaygı gibi duyguların ve süreçlerin tanınmasını ve hastanın bu sorunlarla başetmesine destek olmaktadır (NASW, 2003). Hastalığın başından ölüm gerçekleşene dek geçen sürede ailenin de gereksinimleri değişebilmekte ve farklı biçimler alabilmektedir. Bu nedenle aile bireyleri enerjilerini dengeli kullanmak ve onlara en çok gerek duyulan anda işe yaramaz hale gelecek kadar kendilerini tüketmemek zorundadır. Ailenin Tuncay Feriha Hanım 40 yaşındadır ve iki kız ve bir erkek çocuk (20k, 16k ve 14e) annesidir. Eşinden boşanmıştır. Evde onlarla birlikte yaşayan annesinin de (dul) bakımını üstlenmiştir. Büyük kızı zihinsel engellidir. Feriha Hanım’a İki yıl önce meme kanseri tanısı konulmuş yapılan tedavilerden bir süre sonra kanser akciğerlerine metastaz yapmıştır. Hastalığının terminal aşamasında olmakla birlikte hala evinde kalabilmektedir. Sigortalı olarak çalıştığı işinden hastalığı sonrası ayrılmak zorunda kalan ve sosyal yardım alan Feriha Hanım’ın yüksek miktarda kira, fatura vb. borçları bulunmaktadır. Özbakımında (tuvalet, kişisel bakım vb.) kendisine yardımcı olan oğlunun, annesine yardım etmede istekli olsa da, genç bir erkek olarak bunları yapmasının uygun olmadığını düşünmektedir. Ayrıca ikinci çocuğu olan kızı, hem anksiyetesi nedeniyle hem de annesi ile daha fazla vakit geçirebilmek için okula düzensiz gitmektedir ve bu yüzden okuldan uyarı gelmiştir. Feriha hanımın tedavisinden sorumlu olan hekim ve hemşireler onun sağlığından endişe duymakta ve olabildiğince uzun süre yaşam kalitesini korumaya çalışmaktadırlar. Feriha Hanım’ın ilgilenmesi gereken işleri için güce ve zamana ihtiyacı vardır. kaygılarını, isteklerini ve gereksinimlerini dinleme konusunda, kendini bu duruma duygusal olarak hazırlamış olan yaşam sonu bakım ekibinin üyesi olan sosyal hizmet uzmanı ailelere yardımcı olmaktadır (Işıkhan, 2008). Aşağıda vereceğimiz vaka örneği sosyal hizmet uzmanlarının yaşam sonu bakımdaki rollerini anlamada yardımcı olacaktır. Vaka Örneğinin Değerlendirmesi Sosyal hizmet uzmanı Feriha Hanım ile birlikte çalışmaya başlayarak mümkün olduğu kadar çok sorunu çözmeye çalışacaktır. Yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanının müdahaleleri belirli ölçüde vakasına da yararlı olmakta, kişinin daha huzurlu ölmesi mümkün olmaktadır. Ancak sosyal hizmet müdahalesinin asıl yararları aile üyelerinin geleceğine dönüktür. Eğer Feriha Hanım bu kadar sıkıntılı ve karmaşık bir durumda iken ölseydi geride kalan aile üyeleri için gelecekte birçok ruhsal ve sosyal sorun artarak gelişecekti. Sosyal hizmet uzmanları çalıştıkları tüm alanlarda karmaşık aile sorunlarını çözmek için uğraşırlar. Temelde uygulama yaklaşımı, sorunun ayrıntılı değerlendirmesini ve sorunla ilgili her alt bileşenin müdahale edilecek konulara dönüştürülmesini içerir. Feriha Hanım örneğinde sosyal hizmet uzmanı şu konular üzerinde müdahaleler yapar (Payne, 2007a): Sosyal hizmet uzmanı insan ihtiyaçları hiyerarşisini göz önünde bulundurarak öncelikle ailenin ekonomik 149 Toplum ve Sosyal Hizmet sorunlarına odaklanır. Feriha Hanım’ın kira borçlarının ödenmesi için sosyal yardım aldığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Sosyal Yardım Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı sosyal yardım kuruluşunda görevli sosyal hizmet uzmanı ile bağlantı kurar, vakanın durumu hakkında bilgi verir. Vakasına yapılan düzenli nakdi yardımlara ek olarak kira yardımı da alması yönünde bir sosyal inceleme yapılmasını talep eder. Sosyal yardımlar bünyesinde kira yardımı da olduğu için ailenin ekonomik zorluklarla ilgili anksiyetesinin düşmesini sağlayan bir kira yardımı da yardım kalemlerine eklenir. Sosyal hizmet uzmanları sorun çözücü profesyonellerdir ve aynı zamanda aileleri güçlendirirler. Ailenin ekonomik yüklerini azaltan sosyal hizmet uzmanı daha sonra ailenin ileri derecede zihinsel engelli olan büyük kızı için Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Özürlü Hizmetleri Birimi ile bağlantı kurar. Özürlülerle çalışan psikolog ve sosyal hizmet uzmanları büyük kızın ölüm olgusunu hem duygusal hem de zihinsel olarak anlamada ve algılamada zorlanacağına karar vererek ona annesinin öleceğini bildirmemeye karar verirler. Ayrıca büyük kızının annesiyle görüşme sıklığını azaltırlar. Burada amaç zihinsel engelli olan genç kızı duygusal bir travmadan korumaktır. Büyük kızın yatılı kurum bakımına alınması için işlemler de başlatılır. Sosyal hizmet uzmanı diğer çocuklarıyla ilgili olarak da Feriha Hanımla birlikte çalışır. ikinci kızıyla ve oğluyla sağlık durumu hakkında nasıl bir konuşma yapabileceği, onlara neler söyleyeceği, çocuklarının zor sorularına nasıl yanıtlar verebileceği üzerinde çalışma yaparlar. Bu görüşme Feriha Hanım’a bu zorlu süreçte güven sağlar. 150 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Sosyal hizmet uzmanı, Feriha Hanım’ın hem 16 yaşındaki ikinci kızı ve 14 yaşındaki oğluyla birlikte birlikte bir hatıra kutusu hazırlamasını da önerir. Hatıra kutusu ölen kişinin onu kaybedenlerle birlikte olan anılarının hatırlanmasını sağlayan şeylerden oluşur. Böylece kayıp yaşantısının yol açacağı ruhsal baskıların azaltılmasına yardımcı olunabilir. Ayrıca kişilerin ve yakınlarının ölüme belirli ölçüde hazırlanmasına yardımcı olabilir. Sosyal hizmet uzmanı evde aileyle birlikte yaşayan Feriha Hanım’ın annesinin bakımı için Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nün Yaşlı Hizmetleri birimi ile bağlantı kurar. Onun huzurevi veya evde bakım hizmetinden yararlanması alternatifleri üzerinde durulur. Bu konuda yaşlı annenin görüşüne başvurulmasına karar verilir. Annenin evden ayrılma isteği olmadığı anlaşılınca huzurevi seçeneği yerine evde bakım seçeneğinden yararlanılır ve hem belediyenin yaşlı hizmetleri biriminden hem de aile hekimliğinden alınan desteklerle yaşlı annenin evinde düzenli olarak sağlık kontrolünün yapılması, evin temizliğinin yapılması ve sıcak yemek sağlanması mümkün olur. Ailenin ekonomik sorunlarının, özürlü çocuğun ve yaşlı ebeveynin bakım sorununun çözülmesinin ardından sosyal hizmet uzmanı okula devam sorunu olan ikinci kıza odaklanır. Feriha Hanım’ın düzenli olarak okul dışındaki saatlerde kızı ile birlikte vakit geçirmesine ilişkin bir program yapmasına destek olunur. Feriha Hanım’ın ölümünün ardından yasal olarak ebeveynlik sorumluluğu üstelenecek olan ve aileden ayrı yaşayan babanın sürece hazır olup olmadığı Tuncay anlaşılmaya çalışılır. Bu durum Feriha Hanım’ın önemli endişeleri arasındadır. Feriha Hanım’ın eşi ile çatışmasız bir iletişim kuramadığı ve bağlarının çok zayıflamış olduğu göz önünde bulundurularak onun eşiyle sosyal hizmet uzmanının da bulunacağı uygun bir yerde ve zamanda görüşme yapması planlanır. Sosyal hizmet uzmanı aracılık yaptığı görüşme öncesinde Feriha Hanımın eski eşiyle neler konuşacağı konusunda kendisini hazırlamasına da yardımcı olur. Görüşme zor geçer. Fakat iki görüşmenin ve çocukların görüşlerinin de alınmasının ardından Baba çocuklarının bakımı konusunda yeniden kişisel hayatını planlar. Sosyal hizmet uzmanı sorun çözme yöntemini kullandığı süreçte tüm tarafların konuşmasını ve belirli ortak paydalarla anlaşmasını mümkün kılar. Sosyal hizmet uzmanının bir diğer rolü Feriha Hanım’ın en küçük çocuğu olan 14 yaşındaki oğluyla bakım sorumlulukları hakkında görüşmektir. Aileye evde bakım desteği sağlanmasına başlandığı için çocuğun annesine ve eve ilişkin bakım sorumlulukları azaltılır. Yine de annesine destek olmaktan dolayı ruhsal olarak güçlendiği için çocuğun belirli ölçülerde bakım vermeye ve evle ilgili sorumluluklarına devam etmesi sağlanır. Bu çabaları oğlunun kişisel gelişimine de katkı verir. Vaka örneğinde görüldüğü gibi, hekim ve özellikle hemşireler Feriha Hanım’a sağladıkları tıbbi destek tedavileriyle yaşam kalitesini ve genel sağlığını olabildiğince yükseltmeye çalışırlarken, sosyal hizmet uzmanı Feriha Hanım’ın kalan zamanında yaşamını rahat edeceği bir şekilde düzenlemeyi amaçlamaktadır. Sosyal hizmetin amacı Feriha Hanım’ın ailesinin ve çevresindeki insanların psikososyal işlevselliklerini korumaktadır. Bu sayede sosyal hizmet insanlararası etkileşimleri düzenleyerek toplumun genelinin de ruhsal ve sosyal sağlığının korunmasına katkı verir. İnsanlar yaşamda sınırlı zamanları kaldığında, önceliklerini belirlemede ve yapmalarını gerektiğine inanadıkları işleri tamamlamalarında yardıma ihtiyaç duyarlar. Birçok insan bunları genellikle kendi başlarına ya da yalnızca aile üyelerinin desteğiyle yapmak zorunda kalmaktadır. Yine de, vaka örneğinde olduğu gibi aile üyeleri de yetersiz kalabilmekte ve yaşam sonu düzenlemelerin yapılmasında sosyal hizmet uzmanı gibi bir profesyonelin yardım eline ihtiyaç duyulmaktadır (Reith, 2009). TIP, HEMŞİRELİK VE SOSYAL HİZMET MESLEKLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER Sağlık bakım meslekleri olan tıp ve hemşirelik ile sosyal hizmet mesleği, zor durumdaki insanlara yardım etme, insanları onurlarına saygı duyarak tedavi etme gibi birçok ortak değeri paylaşır. Bununla birlikte, tıptan ve hemşirelikten farklı olarak sosyal hizmetin makro ölçekte bir amacı da vardır ve bu toplumun daha işlevsel olmasının sağlanmasıdır. Sosyal hizmet uzmanları, toplumsal hizmetlerin geliştirilmesine ve sosyal sorunlarla yüz yüze olan insanların psikososyal sağlıklarının korunmasına ve iyileştirilmesine yönelik çalışırlar (Gutheil & Heyman, 2011). Örneğin bir hastanenin fizik tedavi ve rehabilitasyon kliniğinde çalışan bir sosyal hizmet uzmanı kronik eklem hastalarının psikolojik, duygusal ve sosyal çevreyle etkileşim sorunlarını iyileştirmeye dönük klinik müdahaleler yaparken, aynı hastanenin hasta veya 151 Toplum ve Sosyal Hizmet çalışan hakları biriminde çalışan bir başka sosyal hizmet uzmanı hastaların ve sağlık çalışanlarının haklarının korunmasını ve sorumluluklarının yerine getirilmesini kolaylaştıran uygulamalar yapabilir. Dolayısıyla sosyal hizmet mesleği hem birey ve aile düzeyinde, diğer ifadeyle mikro ölçekte psikososyal müdahaleler yaparken, hem de örgüt ve toplum düzeyinde, diğer ifadeyle makro ölçekte hizmetlerin geliştirilmesine dönük çalışabilmektedir. Sosyal hizmet mesleği ister bireyle birey arasında, isterse bireyle örgüt arasında olsun ilişkilerin tümünde sosyal etkileşimlerin iyileştirilmesine odaklanarak tıp ve hemşirelik mesleklerinden ayrılır. Tıbbın ve hemşireliğin temel vurgusu insanların ve toplumun sağlıklarının korunması ve iyileştirilmesidir. Sosyal hizmet bu vurguyu destekler ve sağlık alanında çalışan sosyal hizmet uzmanları hasta veya ölmekte olan bireylerin ve ailelerinin psikososyal sorunlarını çözmelerinde yardımcı olurlar. Sosyal hizmet uzmanlarının bu çabası hekimlere ve hemşirelere de yardımcı olmakta ve hastanın tedavisinin ve bakımının istenen hedeflere ulaşması kolaylaşmaktadır (Payne, 2007b). Tıp ve hemşirelik ile sosyal hizmet mesleği arasındaki en belirgin farklılık, sosyal hizmet uzmanlarının biyomedikal bilgiden ziyade sosyal bilimlerde eğitim almış olmalarıdır. Bununla birlikte, kronik bedensel ve ruhsal hastalıkların etiyolojisi ve epidemiyolojisi hakkında temel düzeyde bir eğitim de alırlar. Sosyal hizmet genelde hastanın hastalığının sonucunda kendisinde, ailesinde, sosyal çevrede ve toplumun genelinde ortaya çıkan değişimlere odaklanır. Hastalığa ve tedavisine odaklanmaz (Csikai, 2012). Yine de psikiyatri, organ 152 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 ve doku nakli gibi birimlerde çalışan sosyal hizmet uzmanları uygulamada ihtiyaç duydukları ayrıntılı biyomedikal eğitimi alırlar. SONUÇ Bu makalede sosyal hizmet uzmanlarının yaşam sonu bakımdaki rolleri üzerinde durularak, hekimlere ve hemşirelere sosyal hizmet mesleğinin kendi mesleklerinden farklı yönleri ile hastalık ve ölüm olgularının sosyal yönleri açıklanmaya çalışılmıştır. Sosyal hizmet uzmanlarının sosyal bilimler temeli üzerine kurulu olan eğitimi ve bilgi repertuarının sağlık alanına olan katkıları vurgulanmıştır. Yaşam sonu bakımda, vaka örneğinde görüldüğü gibi, sosyal hizmet uzmanları ölmekte olan insanların ailelerine ilişkilerini düzenlemede, birbirlerini desteklemelerinde, ekonomik düzenlemelerin yapılmasında ve çocuk/yaşlı bakımının planlanmasında yardımcı olurlar. Mesleki müdahalede amaç, ölmekte olan kişinin psikososyal iyilik halinin korunması, aile üyelerinin sorunlarını çözebilecek düzeyde bir kişisel kapasiteye kavuşturulması ve insanlara sevdiklerinin ölümüyle başedebileceklerine ilişkin güven kazandırmaktır. Hekim ve hemşireler yaşam sonu bakım sürecindeki hastaların ailelerini, hastaya bakım vermekle birlikte onu bazen destekleyen bazen de zorlayan ve engelleyen yapılar olarak görürler. Sosyal hizmet uzmanları ise genelde sağlık bakımını, özelde yaşam sonu bakımı insanların kapasitelerini artıracakları, sosyal uyumu sağlayacakları alanlar olarak görürler. Sosyal hizmet uzmanlarının bu bakışı ve profesyonel müdahaleleri hekimlere ve özellikle Tuncay hastadan sorumlu olan hemşirelere hastanın hayatındaki engellerin kaldırılması ve sağlık bakımının etkin biçimde sunulmasında yardımcı olmaktadır. Taylor-Brown, S., & Mary, S. (2004). Endof-Life Care. Health & Social Work, 29(1), 3-5. Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu (2011). from http://www.ifsw.org KAYNAKÇA Allison, H., Gripton, J., & Rodway, M. (1983). Social work services as a component of palliative care with terminal cancer patients. Soc Work Health Care, 8(4), 2944. Csikai, E. L. (2012). Emerging areas of focus for social work practitioners in end-oflife and palliative care. J Soc Work End Life Palliat Care, 8(3), 205-206. Elçigil, A. (2006). Pediatrik Palyatif Bakım ve Hemşirelik. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yükseokulu Dergisi, 9(4), 75-81. Gutheil, I. A., & Heyman, J. C. (2011). A social work perspective: attitudes toward endof-life planning. Soc Work Health Care, 50(10), 763-774. Işıkhan, V. (2008). Terminal dönemdeki kanser hastalarının ölüm yeri tercihleri. Türk Onkoloji Dergisi, 23(1), 34-44. NASW. (2003). NASW Standarts of social work practice in palliative and end of life care. National Association of Social Workers. Payne, M. (2007a). Know your colleagues: role of social work in end-of-life care. End of Life Care, 1(1), 69-73. Payne, M. (2007b). Safeguarding adults at end of life: audit and case analysis in a palliative care setting. J Soc Work End Life Palliat Care, 3(4), 31-46. Reith, M. (2009). Social work in end-of-life and palliative care. Journal of Palliative Medicine, 12(12), 1163-1164. Sağlık Bakanlığı Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı Belgesi (2011-2023). (2011). Ankara: Sağlık Bakanlığı. 153 Uğurluoğlu Derleme değerlendirme aşamalarını kapsamaktadır. Anahtar Sözcükler: Stratejik yönetim, dış çevre analizi, sağlık kurumları SAĞLIK KURUMLARINDA DIŞ ÇEVRE ANALİZİ External Environmental Analysis in Healthcare Organizations Özgür UĞURLUOĞLU* *Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sağlık İdaresi Bölümü ÖZET Sağlık kurumlarının başarılı olabilmesi için içinde bulundukları dış çevreye etkili bir şekilde konumlandırılmaları gerekmektedir. Dış çevre analizi bir organizasyonu etkileyecek dış çevredeki stratejik konuların belirlenmesi ve anlaşılması ile bunların organizasyon üzerindeki etkilerinin tespit edilmesi sürecidir. Dış çevre analizi sürecinin sonuçları organizasyonun strateji, misyon ve amaçlarının geliştirilmesini etkileyecektir. Bu çalışmanın amacı, sağlık kurumlarının dış çevresini ayrıntılı olarak tanımlamaya çalışmaktır. Sağlık kurumlarının dış çevresi, genel çevre, sağlık hizmetleri çevresi ve hizmet alanı çevresindeki birey ve kurumlardan oluşmaktadır. Bu çalışmada dış çevre analizi sürecinin adımları tarama, izleme, tahmin ve ABSTRACT To be successful health care organizations must be effectively positioned within their external environment in which they operate. External environmental analysis is the process of identifying and understanding the strategic issues that will impact the organization in the external environment and determining their implications for the organization. The results of external environmental analysis process affect the development of organization’s strategy, mission and objectives. The aim of this paper is to provide a comprehensive description of the external environment for health care organizations. This environment includes individuals and organizations in the general environment, health care environment, and the service area of health care organizations. In this paper, the steps in the external environmental analysis comprise of scanning, monitoring, forecasting and assessing processes. Words: Strategic management, external environmental analysis, healthcare organizations Key GİRİŞ Sağlık hizmetleri endüstrisinin bir değişim süreci içinde olduğu söylenebilir. Yoğun piyasa baskısı ve rekabet sağlık kurumlarını değişmeye zorlamaktadır. Karmaşık ve değişen çevre koşulları, sağlık hizmetlerinin sunum maliyetleri, erişim ve kalitesi üzerinde bir baskı oluşturmaktadır. Bu da değişen çevreye hızlıca uyum sağlamanın yanında, sağlık hizmetlerini daha etkili ve verimli sunmanın yollarını aramayı ve 155 Toplum ve Sosyal Hizmet tüm organizasyonun performansını artırmayı da gerekli kılmaktadır (Wallick, 2002: 390; Guo, 2003: 368). Sağlık sektöründeki hızlı, kompleks ve aralıklı olan değişimle başa çıkabilmek liderliği gerekli kılmaktadır. Sağlık kurumları başarılı olabilmek için dış çevrenin doğasını anlayan, değişimle başa çıkabilecek etkili stratejiler geliştirebilen ve örgütün devinimini aktif olarak yönetebilen yöneticilere sahip olmalıdırlar. Stratejik yönetim olarak adlandırılabilecek tüm bu faaliyetler, örgütü dinamik bir çevrede yönetmek için gereklidirler (Swayne ve diğ., 2006: 6-7). Sağlık kurumları içerisine stratejik yönetim yaklaşımının kullanılması, yalnızca 20-30 yıllık bir geçmişe sahiptir. Aslında, sağlık kurumları tarafından benimsenmiş birçok yönetim yaklaşımı (hem kamu hem de özel için) iş dünyası içerisinde gelişmiştir. Birçok bakımdan sağlık hizmetleri, tıpkı birçok gelişmiş ticari faaliyet gibi, benzer süreç ve terminolojinin pek çoğunu kullanmaktadır. Özel sektördeki kâr amaçlı girişimlerin değer ve uygulamalarının, sağlık hizmetleri endüstrisi için her zaman uygun olup olamayacağı konusunda kafalarda soru işaretleri mevcuttur. Fakat stratejik yönetim, sağlık kurumlarına çevrelerinde gerçekleşen büyük değişimlerle başa çıkabilmeleri için gerekli yöntemleri sağlıyor gibi görünmektedir (Swayne ve diğ., 2006: 9-10). Stratejik yönetim bir anlamda işletmenin gelecekteki varlığını sürdürebilmesiyle ilgilidir. Bu durumda işletme, varlığını sürdürebilmek için değişen çevre koşullarına uyum sağlamak durumundadır. Burada genellikle kabul edilen ve uygulanan yaklaşım, işletmenin çevreye uyum göstererek kendini 156 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 değiştirmesidir. Bazı düşünürler ise, daha proaktif yaklaşımla, stratejik yönetimi işletmenin faaliyette bulunduğu çevreyi değiştirmesiyle ilgili faaliyetler, kararlar ve uygulamalar olarak görmekte ve esas olanın işletmenin değil, çevrenin işletme amaçlarına uygun olarak hazırlanması ve hatta değiştirilmesi olduğunu ileri sürmektedirler. Her iki durumda da işletmenin, reaktif (çevreye uyum sağlayan) veya proaktif (çevreyi değiştiren) olarak çevre ile karşılıklı bağımlılığı ve etkileşimi söz konusudur. Bu nedenle öncelikle işletmenin bulunduğu çevredeki faktörlerin incelenmesi ve bu faktörlerin işletmeyi nasıl etkileyebileceğinin belirlenmesi gerekmektedir (Ülgen ve Mirze, 2004: 80). Dış çevre, işletmenin kendisiyle ilgili fakat kendi dışındaki faktörlerden oluşur. Dolayısıyla dış çevre “bir sistemle ilgili olan ve o sistemin dışında kalan her şey” olarak tanımlanabilir (Dinçer, 2007: 71). Sağlık kurumları değişken bir dış çevre içerisinde faaliyette bulunurlar. Bu açıdan çevresel değişimler hem fırsatlar hem de tehditler yaratabilmektedir. Bir sağlık kurumu çevresel olanaklardan yararlanabildiği, çevresel tehditlerden korunabildiği ölçüde yaşamını devam ettirebilecektir (Kavuncubaşı ve Yıldırım, 2010: 225). Sağlık kurumları, amaçlarına ulaşmalarına yardım edecek rekabetçi stratejiler geliştirebilmek için çevrelerindeki önemli değişiklikleri sıklıkla değerlendirmelidirler (Kotler ve diğ., 2008: 73). Sağlık kurumları yöneticileri için en önemli güçlük, bu değişikleri tanımlamak ve planlamaktır. Sağlık kurumları yöneticilerinin çevrelerindeki değişiklikleri önceden tahmin etmeleri ve kurumlarını yeni ortaya çıkan konularla etkili Uğurluoğlu bir şekilde başa çıkabilecek şekilde konumlandırmaları gerekmektedir (Ginter ve diğ., 1991a: 35). Sağlık kurumları yöneticileri başarılı olabilmek için, içinde bulundukları dış çevreyi anlamak ve bu çevre içerisinde gerçekleşen önemli değişimleri tahmin ederek yanıt vermek zorundadırlar (Swayne ve diğ., 2006: 48). Dış çevre analizi, dış çevrede meydana gelen konuların anlaşılması ve bu konuların sağlık kurumları üzerindeki etkilerinin belirlenmesi sürecidir. Çevre analizinin sonuçları sağlık kurumunun misyon ve amaçlarının geliştirilmesi sürecini etkileyecek, iç analiz için bir odak noktası sağlayacak ve nihayetinde sağlık kurumunun stratejisi üzerinde direkt etkileri olacaktır. Dış çevre analizinin temel amacı, sağlık kurumunun çevresi içerisindeki konumunu anlamak ve bu bilgiyi kurumu daha iyi bir konuma getirmek için kullanmaktır (Ginter ve diğ., 1991a: 35-36). Şekil 1’de de görüldüğü gibi, sağlık kurumlarının çevresi, genel çevre, sağlık hizmetleri çevresi ve hizmet alanı çevresi olmak üzere üçe ayrılabilir. Bu çalışmanın amacı bu üç farklı çevre türünü incelemek, sağlık kurumları üzerindeki yansımalarını değerlendirmek ve bu çevresel Şekil 1. Sağlık Kurumlarının Dış Çevresi Kaynak: Swayne ve diğerleri (2006)’nden uyarlanmıştır. 157 Toplum ve Sosyal Hizmet unsurların nasıl analiz edilebileceğine ışık tutan bir yaklaşımın unsurlarını ortaya koymaktır. İlerleyen bölümde bu üç farklı çevre türü ayrıntılı olarak ele alınacaktır. GENEL SAĞLIK ÇEVRESİ Genel çevre, bir örgütün sektör ve hizmet alanın dışında kalan ve örgütle doğrudan ilişkili olmamasına karşın örgütün içinde bulunduğu sektör ve hizmet alanı üzerinde önemli etkilere sahip olan geniş bir çevreyi kapsamaktadır. Örgütün etki ve kontrol alanı dışında kaldığı için sıklıkla uzak çevre olarak da adlandırılır (Evans ve diğ., 2003: 168). Örgüt, genel çevrenin bileşenlerini direkt olarak kontrol edemez, ancak başarılı örgütler her bir bileşen ve bu bileşenlerin örgüt stratejileri üzerindeki etkilerini anlayabilmek için gerekli bilgileri dış çevreden toplayabilirler (Hitt ve diğ., 2007: 36). Genel çevrenin analiz edilmesi, örgütün stratejik kararları üzerinde etkisi olan dış değişimleri anlayabilme, öngörebilme ve yanıt verebilme kapasitesini artıracaktır (Ginter ve diğ., 1991b: 135). Bir sağlık kurumunun izlemesi ve gerektiğinde yanıt vermesi gereken genel çevresi, altı önemli unsurdan oluşmaktadır. Bunlar, politik ve yasal çevre unsurları, ekonomik çevre unsurları, sosyokültürel çevre unsurları, demografik çevre unsurları, teknolojik çevre unsurları ve uluslar arası çevre unsurlarıdır (bu unsurlar PEST analizi olarak da adlandırılmaktadır). Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu unsurların birbirleri ile karşılıklı bir etkileşimde bulunuyor oluşudur. Örneğin nüfusun artması (demografik) daha fazla kaynak tüketimine, çevre kirliliğine ve dolayısıyla daha fazla hastalığa 158 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 sebep olacak ve bu da tüketicileri koruyacak daha fazla yasal düzenlemeye (politik ve yasal) gereksinim doğuracaktır. Yasal sınırlılıklar yeni teknolojik çözümleri (teknolojik) teşvik edecek ve eğer bu çözümler karşılanabilir bir maliyette (ekonomik) ise fiilen tutum ve davranışların (sosyo-kültürel) değişimine yol açabilecektir (Kotler ve diğ., 2008: 73). Politik ve Yasal Çevre ve Unsurları Politik ve yasal çevre unsurları, bir örgütün stratejik karar ve seçimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu unsurlar örgütün içinde bulunduğu çevreyi düzenleyen parametrelerden oluşmakta ve örgütü etkileyen ve sınırlandıran yasaları, devlet kurumlarını ve baskı gruplarını kapsamaktadır (Kotler ve diğ., 2008: 82). Politik ve yasal çevre unsurları, örgütler için imkân ve fırsatlar sunabildiği gibi, duruma göre tehdit ve tehlike kaynağı da olabilirler (Eren, 2005: 122). Devlet ve mahalli idareler örgütlere ve ekonomiye artan bir şekilde müdehale etmeye başlamışlardır. Asgari ücretler, fiyat kontrolleri, kuruluş yerinin belirlenmesi, teşvik politikaları, iş güvenliği, istihdam şartları, çevre sağlığı gibi pek çok konuda yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Devletin bu düzenlemeleri, örgütün stratejik seçimleri üzerinde etkili olmakta, örgütlere yönelik tehlike ve fırsatları ortaya çıkarmaktadır (Dinçer, 2007: 86). Yasal düzenlemeler genellikle çalışanları, tüketicileri, halkı ve çevreyi korumaya yönelik sınırlandırıcı düzenlemeler olarak algılansa da patent yasaları, devlet sübvansiyonları ve ürün geliştirme yardımları gibi pek çok yasal düzenleme örgütleri koruma amacıyla tasarlanmıştır (Pearce ve Uğurluoğlu Robinson, 2007: 87). Burada önemli olan örgütlerin stratejilerini belirlerken var olan ve yeni politik ve yasal düzenlemeleri dikkatle izleyip analiz etmelerinin ve en uygun tepkiyi verebilmelerinin gerekliliğidir (Hitt ve diğ., 2007: 44). Politik ve yasal düzenlemeler sağlık kurumları üzerinde çeşitli şekillerde etkili olabilmektedir. Sağlık önemli ve temel bir hak ve ihtiyaç olduğundan, sağlık sektörü devlet ve hükümetler tarafından çok yakından izlenmekte ve sıklıkla müdehale edilmektedir. Bu müdehale özellikle kalkınma planları, reformlar ve bu reformları yürürlüğe koymaya yönelik kanun, yönetmelik ve tasarılar yoluyla gerçekleşmektedir. Türkiye’de 2007-2013 yılları arasını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı, sağlık hizmetlerine erişim olanaklarının iyileştirilmesine, sağlık personeli açığının giderilmesine, hasta odaklı bir sağlık sistemi oluşturmaya, aile hekimliğini tüm illere yaygınlaştırmaya, hastaneleri idari ve mali olarak özerkleştirmeye, özel sektörün sağlık alanında yapacağı yatırımları teşvik etmeye, anne-çocuk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklar gibi koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik vermeye ve akılcı ilaç kullanımını sağlamaya, kısacası sağlık sistemini etkinleştirmeye yönelik politika ve hedefler içermektedir. 2003 yılından beri uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde Türkiye’de tüm vatandaşları tek bir sosyal güvenlik kurumu çatısı altında birleştirmeye, sağlık hizmetlerinin sunumunu genişletmeye, sağlık personelinin performansını iyileştirmeye, etkili bir sağlık bilgi sisteminin oluşturulmasına yönelik önemli politik ve yasal adımlar atılmıştır. Sağlık sistemi üzerinde etkili olan bir diğer yasal unsur, 2005 yılında katılım müzakereleri ile birlikte başlayan Avrupa Birliği’ne katılım sürecinin getirdiği birtakım mevzuat uyum çalışmalarıdır. Avrupa Birliği müktesebatı çerçevesinde yürütülen sağlıkla ilgili düzenlemeler, ağırlıklı olarak “malların serbest dolaşımı”, “sosyal politika ve istihdam”, “çevre”, “tüketici sağlığının korunması” ve “fikri mülkiyet hukuku” gibi başlıklar altında yürütülmektedir (Ekmekçi, 2010: 20). Tüm bu gelişmeler, kamu ve özel sektördeki tüm sağlık kuruluşlarının geleceğe yönelik stratejik faaliyet ve planlarında, devlet ya da hükümet tarafından belirlenen hedef, politika ve yasal düzenlemeleri izlemelerini, bu düzenlemelere nasıl tepki vereceklerini ve ne tür önlemler alacaklarını belirlemelerini gerektirmektedir. Örneğin, hizmete erişim ve finansmandaki eşitsizliklerin giderilmesi amacıyla, daha önce herhangi bir sınır olmadan ve sağlık hizmet sunucusunun inisiyatifi ile belirlenen hastadan alınan fark ücreti, yeni düzenlemelerle hastanelerin sınıflandırılmasına göre belirlenmeye başlanmıştır. Buna göre A sınıfı hastane ile E sınıfı bir hastanenin alabileceği fark ücreti farklı olabilmektedir. Bu yasal düzenleme karşısında bazı özel hastaneler SGK hastalarına hizmet sunmamayı bir politika olarak belirlerken bazı özel hastaneler rekabet edebilmek için belirlenen yasal sınırın da altında fark ücretleri alma kararı almıştır. Ekonomik Çevre Unsurları Bir ekonominin sağlığı, o ekonomi içinde faaliyet gösteren sektör ve örgütleri etkileyecektir. Bu sebeple örgütler sektördeki değişiklikleri, trendleri ve kendi stratejik çıkarımlarını belirlemek için ekonomik çevreyi 159 Toplum ve Sosyal Hizmet titizlikle incelemelidirler. Ekonomik çevre unsurları, örgütün içinde bulunduğu ekonominin doğası ve gidişatı ile ilgili faktörleri kapsamaktadır (Hitt ve diğ., 2007: 43; Pearce ve Robinson, 2007: 84). Ekonomik büyüme, döviz kurları, gelir düzeyi, enflasyon ve işsizlik oranı gibi faktörler, insanların mal ve hizmetlere olan ödeme/satın alma gücünü etkileyecek ve bu doğrultuda talep düzeyi üzerinde de etkili olacaklardır. Benzer olarak üretim düzeyleri, ücret düzeyleri, enflasyon oranları ve döviz kurları gibi faktörler, üretim maliyetleri ve rekabet gücünü etkileyeceklerdir. Tüm bu faktörler örgütler tarafından ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir (Evans ve diğ., 2003: 162). Örgütler üzerinde etkili olabilecek tüm ekonomik faktörleri incelemek bu çalışmanın kapsam alanının dışında kalmaktadır. Bunun yerine ilerleyen kısımda özellikle sağlık kurumları için ekonomik çevrenin öneminin altını çizen gelir dağılımı ve sağlık harcamaları konularına değinilecektir. Gelir Dağılımı: Gelir ve tüketim arasındaki ilişkileri ortaya koyan Engel Teorisi’ne göre, aile gelirleri artıkça gıda maddelerine yapılan harcamalar yüzde olarak azalır, konut ve evle ilgili harcamalar yüzde olarak fazlaca değişmez ve sağlık için yapılan harcamalar oransal olarak artar. Buna göre, sağlık harcamalarının gelir esnekliği esnektir. Ülkede gelir düzeyi yükseldikçe sağlığa yapılan harcamalar artacak, düştükçe azalacaktır. Bu görüş doğru olmakla birlikte tabiatı ile sağlıkla giyimi aynı kategoride değerlendirmek yanlış olur. Ciddi bir sağlık problemi ile karşılaşan bir kişinin tedavi olmaktan 160 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 başka bir seçeneği şüphesiz yoktur. Yani talep esnekliği düşüktür. Fakat hasta geliri azaldığında, pahalı bir özel klinik yerine bir devlet hastanesine başvurabilir. Başka bir ifade ile sağlık temel bir ihtiyaç olduğu için genelde fiyat ve gelir esnekliği yüksek değildir, ancak karşılama yol veya yöntemi bakımında esnek olabilir. Dolayısıyla gelir düzeyindeki artış ve azalışlar kamu hastanelerinden çok özel hastaneleri etkileyecektir. Öte yandan temel sağlık hizmetleri talebi genelde fazla esnek olmamakla birlikte, bu esneklik toplumda gelir düzeyinin aşırı ölçüde düşmesi halinde yükselebilir. Gelir düzeyi düştükçe mümkün olduğu kadar doktora gitmeme, reçetelerde yazılan ilaçların bir kısmını almama gibi eğilimler güçlenir (Karafakıoğlu, 1998: 39). Ayrıca özellikle “estetik cerrahi” ve “diş protezi” gibi sağlık hizmetlerinin gelir esnekliği yüksektir. Yani gelir arttıkça bu alanlara yapılan harcama oransal olarak hızla artış eğilimine girmektedir (Tokat, 1996: 9). Ulusal Sağlık Hesapları Hane Halkı Sağlık Harcamaları Araştırması (20022003) sonuçlarına göre, Türkiye’de yıllık kişi başı gelir dilimlerine göre yapılan sağlık harcamalarına bakıldığında, nüfusun %22,65’lik bir kısmını oluşturan en düşük gelir diliminin sağlık harcamasının %15,13’ünü ve nüfusun %14,46’sını oluşturan en yüksek gelir grubunun ise sağlık harcamasının %23,23’ünü gerçekleştirdiği görülmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2006: 6). Gelir diliminin artması ile birlikte yapılan sağlık harcamaları da artmaktadır. Özel sağlık kuruluşlarının Türkiye genelindeki dağılımı ile bölgenin ekonomik gelişmişlik düzeyi arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. Özel sağlık Uğurluoğlu kuruluşlarının Türkiye’de ki dağılımına bakıldığında, genellikle yüksek gelirli bölgelerde yer aldıkları görülmektedir. Örneğin, özel tıp ve dal merkezlerinin %40’ı ve özel polikliniklerin %46’sı Marmara Bölgesi’nde yer almaktadır. Buna karşın Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde özel tıp ve dal merkezlerinin %8’i ve özel polikliniklerin ise %9’u bulunmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2010: 66). Bu dağılımı etkileyen nüfus gibi başka faktörler de olmasına karşın özel sağlık kuruluşları için temel itici gücün bölgenin gelir düzeyi olduğu düşünülmektedir. Özel sağlık sigortacılığı ve gelir arasındaki ilişki ise çok daha güçlüdür. Kişinin geliri artıkça bir özel sağlık sigortasına sahip olma olasılığı da artacaktır. Özel sağlık sigortaları özellikle gelir düzeyi yüksek bireyleri hedef almaktadır. Sağlık Harcamaları: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2008 yılında Türkiye sağlığa toplam 57 milyar 740 milyon TL harcamıştır. Kişi başına sağlık harcaması ise 812 TL olup ilgili yılın ortalama dolar kuruna göre 624 ABD$’dır. Bu değer, Satın alma Gücü Paritesi (SGP)’ne göre 846 ABD$’dır. Türkiye’de ki toplam sağlık harcamasının ülkenin gayri safi yurtiçi hâsılası (GSYİH)’na oranı, 2008 yılı için %6,08 olarak bulunmuştur. Bu oran bir önceki yıla (%6,04) göre önemli oranda yükselmezken, 1999 (%4,76) yılından bu yana önemli miktarda artmıştır. Toplam sağlık harcaması içindeki kamu sağlık harcaması payı, 1999’dan beri en yüksek düzeyini görerek 2008 yılında %73 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılında özel sektörün payı ise önceki yıllara göre düşmüş ve %27 olarak hesaplanmıştır. 1999 yılında %29,1 olarak gerçekleşen hanehalkı tarafından yapılan cepten sağlık harcamalarının toplam sağlık harcamaları içindeki payı 2007 yılında %21,8’e, 2008 yılında ise %17,4’e düşmüştür. Toplam sağlık harcamaları içerisinde, yatırım harcamaları %9,4 ile oldukça az bir dilime sahipken, asıl harcama kalemlerini %39,8 ile hastane harcamaları ve %30,5 ile tıbbi malzeme harcamaları ve %13,4 ile ayakta hasta hizmetleri harcamaları oluşturmaktadır. Halk sağlığı ve programlarının sunumu ve yönetimine ayrılan pay (%0,7) ise oldukça düşüktür (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011d). Sosyokültürel Çevre Unsurları Toplum bizim inanç, değer ve normlarımızı şekillendirir ve belirli bir toplumda yaşayan insanlar pek çok ortak değer ve inanca sahiptirler. Sosyokültürel unsurlar, bir örgütün çalışan ve tüketicilerinin davranış biçimlerini ve yaşam tarzlarını etkileyebilecek bu değer, inanç ve tutumlarla ilgilidir (Alkhafaji, 2003: 77). Örgütün mallarını pazarladığı çevredeki tutum ve değerler ile bunlarda ortaya çıkacak değişiklikler, örgütün stratejisini etkileyecektir. Değer ve tutumlara bağlı olarak, yaşam tarzı ve dolayısıyla mal ve hizmetlere olan talebin miktarı, çeşidi ve niteliğinde değişmeler meydana gelebilecektir (Dinçer, 2007: 84). Örneğin sosyal tutumlar değiştikçe, çeşitli türdeki giysilere, kitaplara, boş zaman aktivitelerine olan talep de değişecektir. Genel çevredeki diğer güçler gibi sosyal güçlerin de dinamik olduğu söylenebilir (Pearce ve Robinson, 2007: 85) ve dinamik sosyal güçler belirtildiği gibi, bir örgütün mal ve hizmetlerine olan talebi etkileyebilir ve örgütün stratejik kararlarında değişikliğe yol açabilir. Dolayısıyla bir 161 Toplum ve Sosyal Hizmet örgütün müşterilerinin değişen tutum, değer ve davranışlarının izlenmesi ve değerlendirilmesi, amaç ve stratejilerin oluşturulmasında büyük önem taşımaktadır (Alkhafaji, 2003: 77). Çevrelerindeki sosyal değişim ve trendleri yakalayamayan örgütler, bu değişim ve trendlerin yarattığı fırsat ve tehditleri fark edemeyecek ve uygun stratejileri geliştiremeyeceklerdir. Kültür, tutum ve değerler ve örf ve adetler özellikle sağlık hizmetleri talebi üzerinde önemli etkilere sahiptir. Toplumların kültürleri ve buna bağlı olarak yaşam tarzları sağlık hizmetleri talebini etkiler. Örneğin, kapalı ekonomi ve birleşik aile yaşamını sürdüren kırsal kökenli toplumlarda kişiler daha az sağlık hizmeti talebinde bulunurken; sanayi toplumuna geçmiş ve değişik bir hayat tarzı benimsemiş toplumlarda daha çok talepte bulunmaktadır (Tokat, 1996: 13). Toplumsal ve kültürel açıdan çeşitlilik içeren bir yapıya sahip olan Türkiye’de metropolitan alanlarda yaşayanların çoğunluğunun hayata bakışları, Batı ülkeleriyle benzerlik gösterir. Buna karşın, metropollerin varoşlarında ve ülkenin kırsal kesiminde yaşayanlar görece daha tutucu ve geleneksel bir bakışa sahiptirler. Aile bağları halen güçlüdür ve toplumsal değerlerin, tutumların, istek ve hedeflerin oluşması üzerinde etkilidir. Bu bakış açısı farklılığı sağlık hizmetlerine olan talebin miktarını ve türünü önemli ölçüde etkilemektedir. Örneğin, Türkiye’de doğurganlık düzeyi kırsal alanlarda kentsel alanlara göre daha yüksektir. Kırsal alanda yaşayan kadınlar her yaş grubunda kentsel alanlardaki aynı yaş gruplarındaki kadınlara göre daha fazla çocuk doğurmaktadır. Kentte yaşayan kadınlar evliliklerini 162 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 geciktirme, doğumlarını erteleme ya da doğurganlığına son verme eğilimindedirler (TNSA, 2009: 3-61). Bu durum kentte ve kırsalda yaşayan kadınların talep ettikleri sağlık hizmeti türünü de etkilemektedir. Ayrıca özellikle kırsal kesimde yaşanan toplumsal baskı ve ataerkil yapı, kadınların bir hastane yerine evde doğum yapmalarına ya da bir hastanede erkek doktor yerine bayan doktoru tercih etmelerine sebep olabilecektir. Gene sahip olunan güçlü aile bağları, yaşlıların yaşlı bakım merkezleri yerine evde bakılmasına sebep olurken, dini inançlar uygulanan tedavi yöntemleri ya da sahip olunacak çocuk sayısı gibi kararlar üzerinde etkili olabilmektedir. Burada sağlık kurumları yöneticilerine düşen önemli bir rol, bulundukları çevredeki örf ve adetler ile tutum ve davranışları takip etmek, sağlık hizmetlerini bu karakteristiklere göre planlamak ve bu karakteristiklerdeki muhtemel değişikliklere karşı ise hazırlıklı olmaktır. Demografik Çevre Unsurları Sağlık kurumları üzerinde etkili olabilecek temel demografik unsurlar, nüfus büyüklüğü ve nüfus artışı, nüfus yapısı (nüfus içindeki yaş grupları, cinsiyet dağılımı), eğitim durumu ve göçlerdir. Nüfus Artışı ve Nüfus Yapısı: Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 yılı sonuçlarına göre, Türkiye nüfusu 73,7 milyondur (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011a). 2010 yılı itibariyle nüfus artış hızı ise ‰13,0 olarak tespit edilmiştir. TUİK tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2020’de 81,7 milyon ve 2025’de 85,4 milyon olması beklenmektedir (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011c). Uğurluoğlu Sağlık hizmetlerine olan talep öncelikle o ülkedeki kişilerin sayısına bağlıdır. Nüfus artıkça doğal olarak bu hizmetlere olan talep de artar. Dolayısıyla Türkiye’de gelecekte, diğer mal ve hizmetlerle birlikte, sağlık hizmetine olan talebin de artacağı düşünülebilir. Ancak toplam nüfus yanında nüfusun yapısı da büyük önem taşımaktadır (Karafakıoğlu, 1998: 36). Türkiye yakın geçmişteki yüksek doğurganlık ve hızlı nüfus artışı sonucu genç bir nüfusa sahiptir (TNSA, 2009: 7). TUİK verilerine göre 2010 yılı itibariyle, 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun %67,2’sini oluşturmaktadır. Ayrıca nüfusun %25,6’sı 0-14 yaş grubunda ve %7,2’si ise 65 ve daha yukarı yaş grubunda bulunmaktadır (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011a). Bununla birlikte TUİK’in geleceğe ilişkin tahminleri incelendiğinde, genç nüfus büyüklüğünün neredeyse aynı kalması beklenirken, yaşlı nüfusun artacağı düşünülmektedir. 65 ve üstü yaş grubunun 2050’de %7’lerden %15-16’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir. Gene TUİK tahminlerine göre, 2010 yılı itibariyle 2,11 olan doğurganlık hızı 2025’de 1,97’ye düşecek ve 74,3 olan doğuşta beklenen yaşam süresi 75,9’a yükselecektir (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011c). Demografik yapıda oluşan tüm bu değişiklikler, sağlık hizmetlerine olan talebi de önemli ölçüde etkileyecektir. Örneğin, çalışan nüfus oranının artması beraberinde iş kazaları ve yaralanmalarının artmasına sebep olabilir. Ya da doğum oranın yükselmesi kadın doğum ve pediatri alanları gibi hizmetlere olan talebi artırırken, yaşlı nüfus grubunun büyümesi yaşlı bakım hizmetlerine olan talebi artırabilir. Sağlık kurumları bulundukları çevredeki nüfus yapısını ve trendlerini titizlikle incelemeli, çevrelerinde baskın olan nüfus gruplarının sağlık hizmeti ihtiyaçlarını öngörebilmeli ve sunabilmelidirler. Bu trendler, özellikle strateji planlamada potansiyel olarak önemlidirler. Neyse ki demografik değişkenler diğer pek çok çevresel faktör ile karşılaştırıldığında daha yavaş değişen ve daha az çalkantılı bir yapıya sahiptir. Eğitim Durumu: Eğitim düzeyi, sağlık hizmetlerine olan talebi etkilemektedir. Yetişkinlerin eğitim düzeyinin artmasına paralel olarak, bu kişilerin sağlıklarına daha çok önem verdikleri ve daha çok talepte bulundukları da çeşitli araştırmalarla ortaya koyulmuştur (Tokat, 1996: 13). 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) sonuçlarına göre, üreme davranışı, gebeliği önleyici yöntem kullanımı ve çocuk sağlığı gibi pek çok sağlık olgusu hanehalkı üyelerinin eğitim düzeyinden etkilenmektedir. Örneğin eğitim düzeyinin artmasıyla toplam doğurganlık hızı hızla düşmektedir. Ayrıca annenin eğitim düzeyi ile çocuğun ölüm riski arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır. Bu durum eğitimle birlikte annenin beslenme, doğum öncesi bakım, çocuk hastalıkları ve aşılama gibi konularda daha fazla bilgi sahibi olması ile açıklanmaktadır (TNSA, 2009: 23). Çetin ve diğerleri (2005: 247) doğum öncesi bakım hizmetlerinin kullanımı ve eğitim düzeyi arasında çok güçlü bir ilişki bulunduğunu ortaya koymuşlardır. TUİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi eğitim istatistiklerine göre, 2010 yılı itibariyle Türkiye’de okuma yazma bilmeyenlerin oranı %5,8’dir (Türkiye İstatistik Kurumu, 2011b). Bu oran Japonya’da %1, Amerika Birleşik 163 Toplum ve Sosyal Hizmet Devletleri’nde %15’dir. Pek çok araştırma okuma yazma bilmeyenlerin, ortalama bir okuryazar için geliştirilmiş olan sağlık dokümanlarını ve tıbbi belgeleri (randevu fişleri, rıza formları, reçeteler gibi) anlamakta güçlük yaşadıklarını ortaya koymuştur (Kotler ve diğ., 2008: 75). Göçler: Türkiye’de özelikle 1950’lerden itibaren sürekli ve bazı dönemlerde artış gösteren bir iç göç olgusu yaşanmaktadır. Genellikle kırsal alanlardan kentsel alanlara ve özellikle de az gelişmiş yörelerden gelişmiş bölgelere doğru bir nüfus hareketliliği söz konusudur. Bu nüfus hareketliliği sonucu, Türkiye’de bir kentleşme sürecine girilmiş ve 1950’de kentlerde yaşayan nüfus oranı %25 iken 2007’de %70’e yükselmiştir. Kentleşme hızı 19902000 döneminde binde 33 dolayında gerçekleşmiştir (TNSA, 2009: 8). Bu göç ve kentleşme süreci kaçınılmaz olarak beraberinde işsizlik, yerleşim, konut, çevre, altyapı, ulaşım, eğitim, asayiş ve önemli sağlık sorunlarını da birlikte getirecektir. Göç alan bölgelerde yeterli sağlık kuruluşu ve sağlık insan gücünün olmaması, göç edenlerin gelir düzeyinin düşük olması, ekonomik yönden sürekli sıkıntı içinde olmaları, yetersiz beslenmeleri, dil engeli ile karşılaşmaları, sağlık sigortasına sahip olmamaları, geleneksel yaşam kalıplarına sahip olmaları, sosyal ve psikolojik stres gibi faktörler göç edenlerin sağlık koşullarını olumsuz yönde etkilemektedir. Yapılan çalışmalar, göç eden gruplarda sağlığı tehdit eden sigara ve alkol tüketimi ile yüksek kalorili diyet gibi riskli davranışların yoğun olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. Ayrıca göç eden gruplarda enfeksiyon hastalıklar daha sık görülmekte ve göç eden 164 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 bireylerde karşı karşıya kaldıkları stres faktörüne (stres bozukluğu, kültürel çatışma, aile rollerinde değişim, aile içi şiddet) bağlı olarak fizyolojik hastalıkların yanında pek çok psikolojik rahatsızlık da sıklıkla görülmektedir (Topçu ve Beşer, 2006: 37). Bu durum göç eden bireylerin sağlık hizmeti talebini önemli ölçüde etkileyecektir. Dolayısıyla göç alan bölgelerde hizmet sunan sağlık kurumlarının, çevrelerindeki bireyleri ve sağlık gereksinimlerini iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Teknolojik Çevre Unsurları Yeni teknolojilerin geliştirilmesi sağlık hizmetlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bilimsel atılımlar ve teknolojik ilerlemeler, şimdiye kadar tıbbi müdahalelerle iyileştirilemeyen pek çok hastalık için yeni teşhis ve tedavi metotlarının geliştirilmesini sağlamış ve tıp alanını yeniden şekillendirmiştir. Günümüzde yeni bir hastanenin kuruluş çalışmaları harcamalarının yaklaşık yarısı teknolojik altyapıya gitmektedir. Fakat kullanılan teknolojinin %80’nin den fazlası ise oldukça kısa ömürlüdür. Dolayısıyla sağlık kurumları için teknolojinin genel çevrenin en hızlı değişen unsuru olduğu söylenebilir. Radyoterapide kullanılan x ışını cihazı, gama bıçağı cihazı (beyin tümörü tedavisinde kullanılan bir cihaz), MRI cihazı gibi pahalı tıbbi ekipmanların 6-7 yıllık bir süre içerisinde yenilenmesi gerekebilmektedir. Tıbbi cihazların kısa ömürlü olması özellikle sağlık kuruluşlarının yatırım harcamalarını ve dolayısıyla teşhis ve tedavi masraflarını artırabilmektedir. Ayrıca tek kullanımlık sarf malzemelerinin de sağlık sektöründeki en büyük harcama kalemlerinden birisi olduğu bilinmektedir (Curian, 2008: 89). Uğurluoğlu Teknolojik değişimler, sağlık hizmetlerine iki alanda ivme kazandırmaktadır: Tıbbi teknoloji ve enformasyon teknolojisi. Tıbbi teknoloji, özellikle bu yüzyılın başında etkili farmakolojik ajanların keşfi ile birlikte sağlık sistemlerinin önemli yürütücülerinden birisi halini almıştır. Sağlık sistemleri yeni tıbbi teknolojilere (hem cihazlara hem de tıbbi ürünlere) hızla adapte olmaktadırlar (Grosel ve diğ., 2003: 6). Tıbbi teknolojik gelişmelerin sağlık sektörünün hizmet sunumunu etkilediği aşikârdır. Fakat tıbbi teknolojideki gelişmeler karşısında gerekli yatırımı yapmayan ülkeler, başka ülkelerin ürettiği teknolojileri almak zorunda kalmaktadırlar. Bu durum ise sağlık harcamalarının artmasına neden olan önemli bir faktördür. Türkiye’de tıbbi cihaz üretimi oldukça azdır ve daha çok yedek parça ve sarf malzemesi şeklinde olmaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin tıbbi teknoloji konusunda dışa bağımlı olduğu söylenebilir (Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 155-172). Tıbbi teknoloji konusunda geleceğe yönelik yapılan çalışmaların özelikle, akılcı ilaç tasarımı, tıbbi görüntüleme, laparoskopik cerrahi (minimal invaziv cerrahi), genetik haritalama, gen terapisi, aşılar, yapay kan, başka canlılardan insana yapılan organ nakli gibi yeni konularda olması beklenmektedir (Grosel ve diğ., 2003: 6-7) Enformasyon teknolojisi ve bilgisayarlı otomasyon da sağlık hizmetleri üzerinde önemli etkilere sahiptir. Günümüzde tele-tıp ve robot teknolojilerinin kullanımı ile hasta cerrahını görmeden tedavi edilebilmektedir (Curian, 2008: 89). Türkiye’de tele-tıp henüz sistematik ve yaygın olarak kullanılmamaktadır. Fakat Sağlık Bakanlığı e-sağlıkla ilgili çalışmaları 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte başlatmıştır. Bazıları üzerinde halen çalışılmakta olan ve bazıları tamamlanan Türkiye Sağlık Bilgi Sistemi/esağlık, Çekirdek Kaynak Yönetim Sistemi (ÇKYS), Temel Sağlık İstatistikleri Modülü (TSİM), Hasta Takip Sistemi (HTS) ve Tek Düzen Muhasebe Sistemi (TDMS) gibi projeleri bulunmaktadır. Sağlık enformasyon teknolojilerini geliştirmeye yönelik araştırmalara destek sağlayan bu projeler, sağlık kurumları arasında birlikte çalışabilirlik ve bilgi alışverişi, ortak elektronik hasta kayıtlarının oluşturulması ve mobil teknolojilerin sağlıkta kullanılmasıyla hizmete erişimin artırılması gibi konulardaki çalışmaları teşvik etmektedir (Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 167-169). Sağlık kurumları için önemli olan nokta, teknolojik atılımların dış çevreleri üzerinde ani ve dramatik etkileri olabileceğinin farkında olmalarıdır. Sağlık kurumları, hem mevcut teknolojik gelişmeleri hem de sundukları hizmetleri etkileyebilecek gelecekteki muhtemel teknolojik gelişmeleri takip etmek zorundadırlar. Teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan kurumlar rekabet avantajlarını kaybedecekler; rekabet avantajını yakalayan kurumlar ise, bu avantajı koruyabilmek için gelişmeleri yakından izlemek zorunda kalacaklardır. Uluslar arası Çevre Unsurları Uluslar arası çevre, örgütün faaliyette bulunduğu ülkenin dışındaki yabancı ülkelerdeki fırsat ve tehditleri barındıran politik, yasal, ekonomik ve sektörel olayları ve oyuncuları (müşteriler, tedarikçiler, rakipler) kapsamaktadır (Ülgen ve Mirze, 2004: 89). Kısa bir süre öncesine kadar ulusal sınırlar içinde kalarak 165 Toplum ve Sosyal Hizmet mal veya hizmet üretip satmak örgütlerin başarılı olması için yeterli iken, özellikle 1960-70’li yıllarda ve ülkemizde de 1980’li yıllarda ihracat ve uluslar arası ticaret giderek önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzde yaşanan globalleşme sürecinin de bir sonucu olarak, dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan bir teknolojik yenilik, kısa sürede çok uzaktaki bir ülkenin herhangi bir işletmesinin teknolojisini verimsiz kılmakta, aynı şekilde dünyanın çeşitli yerlerindeki siyasi bir gelişme, yeni bir ekonomik birlik veya askeri bir harekât, giderek bir başka ülkenin ekonomisini ve işletmelerini krize sokabilmektedir (Dinçer, 2007: 79-80). Bu tür gelişmeler sonucunda, sınırların kalktığı, ticari engellerin kaldırıldığı, mal, hizmet ve üretim faktörlerinin serbestçe, arzu ettiği ülkede faaliyette bulunduğu, bu gelişmeleri destekleyen uluslar arası kuralların ve yasaların geçerli olduğu bir dünyaya doğru adım adım yaklaşıldığı görülmektedir. Artık dünyadaki her ülkenin uluslar arası bir pazar haline dönüştüğünü, her işletmenin uluslar arası rekabete açılmış olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu sebeple gelecekle ilgili stratejik analizlerde uluslar arası çevre faktörlerinin önemle incelenmesinin gerektiği şüphesizdir (Ülgen ve Mirze, 2004: 89-90). Globalleşme sağlık kurumları için de önemli fırsatlar ve potansiyel rekabetçi tehditler sunmaktadır. Yukarıda sıralanan gelişmelerin sağlık sektöründeki en önemli yansıması sağlık turizmidir. Sağlık turizminin hızla büyüyen bir trend olmasının sebepleri arasında, globalleşme, sağlık sistemlerinde yaşanan çeşitli problemler (uzun bekleme listeleri ve yüksek maliyetler gibi) ve tüketicilerin/hastaların bilinçlenmesi 166 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 sıralanabilir. Günümüzde medikal turistler pek çok sağlık hizmetini, kendi ülkelerinden daha ucuza başka ülkelerden satın alabilmektedirler. Pek çok gelişmiş ülke sağlık sistemi de sağlık turizmini desteklemekte ve vatandaşlarını başka ülkelerin sağlık sistemlerinden yararlanmaları konusunda cesaretlendirmektedir. Türkiye de gerek sahip olduğu sağlık kuruluşları ve sağlık personelinin kalitesi ve gerekse sunduğu fiyat avantajları ve iklim koşullarıyla, pek çok ülke ile kıyaslandığında önemli bir rekabetçi avantajlara sahiptir. Henüz Türkiye’nin sağlık turizmi konusunda sahip olduğu bu avantajlardan yeterince yararlandığı söylenemez. Bununla birlikte sağlık turizminin 2010 yılında Türkiye’ye 850 milyon dolar kazandırdığı tahmin edilmektedir ve gerek kamu ve gerekse özel sektör sağlık turizmi konusunda önemli atılımlarda bulunmaktadır. Örneğin, Sağlık Bakanlığı 23.07.2013 tarihinde 25541 sayılı Bakan onayı ile Sağlık Turizmi ve Turist Sağlığı Kapsamında Sunulacak Sağlık Hizmetleri Hakkında Yönerge’yi yürürlüğe koymuş ve potansiyel illerde Yurtdışı Hasta İl Koordinasyon Merkezlerinin ve seçilmiş bazı hastanelerde Yurtdışı Hasta Birimlerinin kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu genelgenin uygulamaya konması ile devlet hastanelerinin kapısı da sağlık turizmine açılmış olacaktır. Sağlık kurumları için sağlık turizmi önemli avantajlar sunmaktadır ve bu avantajlardan yararlanmak isteyen kurumların sundukları hizmeti uluslar arası kalite belgeleri tescillemeleri, bunun yanında ulaşım ve iletişim sistemlerini etkin bir şekilde hayata geçirmiş olmaları ve uluslar arası düzeyde bir medikal turizm acentesiyle çalışıyor olmaları büyük önem taşımaktadır. Uğurluoğlu SAĞLIK HİZMETLERİ ÇEVRESİ Sağlık hizmetleri çevresinde yer alan kurum ve bireyler yeni teknolojiler geliştirmekte ve kullanmakta, politik değişiklikleri seslendirmekte, yeni düzenlemeleri oluşturmakta ve uygulamakta, diğer sağlık kurumları ile rekabet etmekte ve sağlık hizmetleri ekonomisi içerisine dâhil olmaktadır. Bu sebeple sağlık kurumları yöneticileri, tüm bu konu ve değişikliklerin doğasını anlama niyeti ile sağlık hizmetleri çevresini incelemelidirler. Sağlık sektörüne özel çevresel konu ve trendler, sağlık kurumlarını önemli ölçüde etkileyeceği için bu konu ve trendlerin incelenmesi, önceden tanımlanması ve analizi büyük önem taşımaktadır. Sağlık hizmetleri çevresini oluşturan çok sayıda kurumu sınıflandırmak oldukça güç olmasına karşın Şekil 2’de de görüldüğü gibi temel olarak beş temel gruptan söz edilebilir (Swayne ve diğ., 2006: 62-64). Düzenleyici Kurumlar Türkiye’de sağlık hizmet sunucuların faaliyetlerinin planlanması, düzenlenmesi ve denetlenmesinden ve sağlık alanında ulusal düzeyde kararlar alınıp genel politikaların belirlenmesinden Sağlık Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı (eski ismiyle Devlet Planlama Teşkilatı), TBMM, YÖK ve Anayasa Mahkemesi sorumludur. Sağlık alanında ulusal düzeyde politika belirlenmesi konusunda asıl görev ve fonksiyon TBMM ve Sağlık Bakanlığı’na aittir. Sağlık hizmetlerinin planlanmasından ise Kalkınma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı sorumludur (Aktan, 2006: 4). Kalkınma Bakanlığı’nın rolü, makro planlamaları belirlemektir. Sağlık sisteminin amaçları, görevleri, ilkeleri, yöntemleri ve politikaları düzenli olarak Beş Yıllık Kalkınma Planları’nda belirlenmekte ve TBMM onayından geçmektedir. Kalkınma Bakanlığı’nın birbirinden farklı iki planlama görevi vardır. Birinci rolü ekonomik planlama rolüdür. Bu görevi doğrultusunda beş yıllık kalkınma planları hazırlar. Ayrıca 5018 sayılı Kanun’da, stratejik plan hazırlamakla yükümlü olacak kamu idarelerinin ve stratejik planlama sürecine ilişkin takvimin tespitine, stratejik planların kalkınma planı ve programlarla ilişkilendirilmesine yönelik usul ve esasların belirlenmesine Kalkınma Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Bu çerçevede kamu idarelerine stratejik planlama sürecinde yol gösterir. İkinci rolü ise, yatırım onaylama ve planlama görevidir. Tüm yeni sağlık yatırımlarının Kalkınma Bakanlığı onayından geçmesi şarttır. Sağlık Bakanlığı ise, sağlık hizmetlerinin sunumuna ilişkin operasyonel planlamalar yapmakta ve tanımlanan politikaların uygulanmasından sorumlu bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı, programlar aracılığıyla ulusal sağlık stratejilerinin uygulanmasından ve sağlık hizmetinin doğrudan sunumundan sorumlu temel organdır. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin temel yürütücüsü ve uygulayıcısı Sağlık Bakanlığı’dır. T.C. Anayasası 56. maddesine göre yasal olarak sağlık hizmetlerinden sorumludur ve yasal olarak standartları belirlemek ve etkinlikleri kontrol etmekle sorumludur (Aktan, 2006: 5; Devlet Planlama Teşkilatı, 2006: 3; Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 98). YÖK, üniversite hastanelerinden sorumlu olmakla birlikte sağlık politikalarında yapıcı bir rolü yoktur. YÖK, Kalkınma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’na planlamalar esnasında danışmanlık yapar. Anayasa Mahkemesi ise 167 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Şekil 2. Sağlık Hizmetleri Çevresini Oluşturan Kurumlar Birincil ve İkincil Hizmet Sunucuları Düzenleyen Kurumlar Sağlık Bakanlığı Kalkınma Bakanlığı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) Anayasa Mahkemesi Sağlık Hizmeti Sunan Kurumlar (Birincil Hizmet Sunucular) Birinci Basamak Sağlık Kuruluşları (Aile Sağlığı Merkezi, Toplum Sağlığı Merkezi, Özel Muayenehane ve Poliklinik, Verem Savaş Dispanseri vb.) İkinci Basamak Sağlık Kuruluşları (Sağlık Bakanlığı Hastaneleri, Özel Hastaneler vb.) Üçüncü Basamak Sağlık Kuruluşları (Üniversite Hastaneleri, Eğitim ve Araştırma Hast. vb.) Kaynak Sağlayan Kurumlar/Tedarikçiler (İkincil Hizmet Sunucular) Eğitim Kurumları Tıp Fakülteleri Diş Hekimliği Fakülteleri Hemşirelik Bölümleri Sağlık Bilimleri Fakülteleri Sağlık Yönetimi Bölümleri Sağlık Meslek Yüksekokulları Sağlık Meslek Liseleri Geri Ödeme Kurumları Maliye Bakanlığı Sosyal Güvenlik Kurumu Özel Sigorta Şirketleri Uluslar arası Ajanslar İlaç ve Tıbbi Malzeme Firmaları Eczaneler İlaç ve Araştırma Şirketleri Medikal Firmalar Birincil ve İkincil Hizmet Sunucuları Temsil Eden Kurumlar (Meslek Örgütleri ve Sivil Toplum Kuruluşları) Türk Tabipler Birliği Türk Hemşireler Derneği Özel Hastaneler Derneği Sağlık İdarecileri Derneği Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (SAĞLIK-SEN) Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Kamu Görevlileri Sendikası (TÜRK SAĞLIK-SEN) İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası vb. Hastalar ve Hastaları Temsil Eden Kurumlar Hastalar Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD) Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) vb. Kaynak: Swayne ve diğerleri (2006) ile 2004 yılı Türkiye Sağlık Raporu’ndan (Hıfzısıhha Mektebi Müdürlüğü, 2004) uyarlanmıştır. 168 Uğurluoğlu TBMM’nin yasama rolü çerçevesinde hazırladığı kanun maddelerinin Anayasaya uygunluğunu denetlemek gibi bir fonksiyon icra etmektedir. Anayasa Mahkemesi, sağlık politikalarının belirlenmesinde dolaylı ve yardımcı bir role ve fonksiyona sahip bulunmaktadır (Aktan, 2006: 5). Sağlık Hizmeti Sunan Kurumlar Sağlık hizmeti sunan kurumlar, hizmet üretim ve sunumu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşları içermektedir. Bu kurum ve kuruluşları çeşitli şekillerde sınıflamak mümkündür (hizmet türü, mülkiyet, büyüklük, eğitim statüsü, hizmet düzeyi vb.). Bu çalışmada sağlık hizmeti sunan kurumlar sundukları hizmetin kapsamı bakımından, birinci basamak, ikinci basamak ve üçüncü basamak sağlık kuruluşları olmak üzere üç düzeyde incelenmişlerdir. Birinci basamak sağlık kuruluşları, hastane müdahalesi gerektiren acil durumlar (trafik kazası, travma, kalp krizi vb.) dışında, hastanın ilk temasa geçtiği sağlık personelinin bulunduğu ve genellikle kişinin yaşadığı toplumsal çevre içinde bulunan sağlık kuruluşlarıdır. İkinci basamak sağlık kuruluşları, kişilerin birinci basamakta teşhis veya tedavi edilemeyen hastalıkları nedeniyle, birinci basamaktan sevk edilerek sağlık sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan, belli dallarda uzmanlaşmış hekimlerin görev yaptığı, teknik donanımı yüksek yataklı veya yataksız sağlık tesisleridir. Üçüncü basamak sağlık kuruluşları ise ana dallar veya yan dallar konusunda sağlık ve eğitim hizmetinin yürütüldüğü, genellikle ikinci basamaktan sevk ile gelen hasta grubuna hizmet vermeyi hedeflemiş sağlık kuruluşlarıdır (Aydın, 2004: 43-46). Kaynak Sağlayan Kurumlar Kaynak sağlayan kurumlar, sağlık hizmeti sunan birincil hizmet sunucuları destekleyen eğitim kurumlarını, geri ödeme kurumlarını ve ilaç ve tıbbi malzeme firmalarını kapsamaktadır. Türkiye’de lise, ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora ve tıpta uzmanlık düzeyinde sağlık insangücü yetiştiren eğitim kurumları bulunmaktadır. Tıp ve diş hekimliği fakülteleri, sağlık bilimleri fakülteleri, hemşirelik bölümleri, sağlık yönetimi bölümleri, sağlık meslek yüksekokulları ve sağlık meslek liseleri her yıl çok sayıda sağlık insangücünü mezun etmekte ve sağlık kurumlarının personel ihtiyacını karşılamaktadır. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanı alanında devlet ve özel kesim bir aradır ve Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu ve özel sigorta şirketleri başlıca finansman/geri ödeme kurumlarıdır. Kamu sağlık harcamalarının finansman kaynaklarından en önemlisi Maliye Bakanlığı’nın kontrolündeki devlet bütçesidir. Devlet bütçesi vergi gelirleriyle finanse edilmekte ve esas itibariyle Sağlık Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Üniversite Hastaneleri, diğer kamu kurumları ve aktif çalışan devlet memurlarının sağlık harcamaları için kullanılmaktadır. Devlet bütçesinden bu kurumlara ayrılan doğrudan katkının yanında devletin Sosyal Güvenlik Kurumu’na bütçe transferleri de söz konusudur (Liu ve diğ., 2005: 29-30; Mollahaliloğlu ve diğ., 2007: 178). 2006 yılında kabul edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile tüm sosyal güvenlik kuruluşları Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu, Genel Sağlık Sigortasının 169 Toplum ve Sosyal Hizmet işleyişini yürütmekle görevlidir ve yaşlılık ve emeklilik gibi konular yanında, kuruma bağlı sigortalılar için kamu ve özel sektörde bulunan sözleşmeli ve sözleşmesiz sağlık kurumlarından alınan hizmetleri finanse etmektedir. Kurumun harcamaları işçi, işveren primleri ve devletin katkısı ile karşılanmaktadır. Türkiye’de genel bir sağlık sigortası kapsamı geliştirildiği ve kapsamlı bir teminat sistemi bulunduğu için, isteğe bağlı özel sigortacılık ve özel sigorta şirketleri sistem içerisinde oldukça sınırlı bir role sahiptirler. Özel sigorta şirketlerinin rolü, teminat paketinde sunulandan daha yüksek konfor standartları ve SGK ile anlaşması olmayan kaliteli ve belirli konularda uzmanlaşmış özel kurumların sunduğu bakım gibi ek hizmetleri de kapsama alarak tamamlayıcı sigorta temin edilmesini kapsamaktadır (OECD ve Dünya Bankası, 2008: 106). Özel sağlık sigortası nüfusun yaklaşık %1’ini kapsamaktadır. Türkiye’de özel sağlık sigortası uygulamasına 1990’lı yıllarda izin verilmiştir ve günümüzde 36 özel sigorta şirketi faaliyet göstermektedir (Liu ve diğ., 2005: 33). Kaynak sağlayan kurumların üçüncüsü olan ilaç ve tıbbi malzeme firmaları ise, birincil hizmet sunucular için ilaç ve tıbbi malzemelerin üretim ve tedarikini sağlamaktadırlar. Bu firmalar, eczaneler, ilaç ve araştırma şirketleri ile medikal firmalardan oluşmaktadır. İlaç Türkiye’de büyük ve karmaşık bir sanayi dalını temsil eder. Sağlık hizmetlerinin büyük oranda kamu tarafından sağlanmasına karşılık, ilaç özel sektörün hâkimiyetindedir. İlaçların ve tıbbi malzemelerin üretimi, ithali, depolanması, toptan satışı ve perakende satışı işlemleri tümüyle özel firmalar tarafından yürütülmektedir (Liu ve diğ., 2005: 170 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 37). Türkiye’de ulusal ve uluslar arası 300 ilaç firması faaliyet göstermekte ve bu firmaların büyük bir kısmı yalnızca pazarlama faaliyeti yürütmektedir. Türkiye’de ayrıca 14’ü yabancı sermayeli uluslar arası kuruluşlara ait toplam 42 üretim tesisi mevcuttur. İlaçlar Türkiye geneline yayılmış 22.600 serbest eczane ile dağıtılmaktadır (Çelik ve Seiter, 2008: 18). Türkiye’de yerli ilaç firmaları genellikle jenerik/eşdeğer ürün üretimine yoğunlaşmışlardır. Lisanslı ve fason olarak referans ilaç üretimi ya da ithalatı yapılmakla birlikte, ilaç sektörünün temel faaliyet alanını jenerik ilaçlar oluşturmaktadır. Yeni ilaç keşfi, dünyada çok az ülke tarafından yapılmakta ve Türkiye’deki ilaç araştırmaları yeni bir molekül bulmak, yeni bir ilaç geliştirmek yönünde değil, bulunmuş moleküllerin 2-3’lü kombinasyonları, farklı dozaj formlarını ya da jenerik ürün geliştirmek yoluyla yapılmaktadır (İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası, 2011). Hizmet Sunucuları Temsil Eden Kuruluşlar (Sivil Toplum Kuruluşları/ Meslek Örgütleri) Birincil ve ikincil sağlık hizmet sunucuların çıkarlarını temsil eden, mesleki bir disiplin oluşturmayı amaç edinen ve üyelerinin maddi ve manevi haklarını korumak için kurulmuş çok sayıda kurum, dernek, birlik ve sendika da sağlık hizmetleri çevresi içerisinde yer almaktadır. Bu kuruluşlara örnek olarak Türk Tabipler Birliği, Türk Hemşireler Birliği, Özel Hastaneler Derneği, İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası gibi kuruluşlar gösterilebilir. Sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri özellikle sağlık politikalarının Uğurluoğlu oluşturulmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Devlet, sağlık politikalarını oluştururken bu kuruluşların görüşlerini de dikkate almaktadır. Sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri, temsil ettikleri grubun ve aynı zamanda toplumun çıkarlarını gözetecek politikalar geliştirilmesi için önemli baskı mekanizmaları geliştirmektedirler. Sivil toplum kuruluşlarının sahip olduğu gücü, temsil ettiği üyelerin sağlık sistemi içerisindeki konumu ve sahip olduğu otonomi belirlemektedir. Örneğin, sağlık sistemi içerisindeki en çok söz sahibi ve en özerk meslek grubu olan hekimleri temsil eden Türk Tabipler Birliği, hükümetin sağlık politikaları üzerinde en çok baskı unsuru yaratan meslek örgütüdür. Bu tür kuruluşlar gelirlerini genellikle üye aidatları ve yürüttükleri etkinliklerden sağlanmaktadırlar. Hastalar ve Hastaları Temsil Eden Kurumlar Sağlık hizmetleri çevresini oluşturan son halka, hastalar ve bu hastaları temsil eden kurumları içermektedir. Hastalar sağlık kurumlarının varoluş sebebidir. Geçmişte bu gruba sağlık sisteminin önemsiz bir bileşeni gibi davranılmışsa da, günümüzün rekabetçi çevresinde sağlık hizmeti kullanıcılarının istek ve ihtiyaçları, sistemi harekete geçiren itici bir güç konumuna erişmiştir (Swayne ve diğ., 2006: 68). Ayrıca hastaların oluşturdukları Hasta ve Hasta Yakınları Derneği ve Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği gibi pek çok kuruluş sağlık hizmetleri ile ilgili konularda seslerini yükseltmektedirler. HİZMET ALANI ÇEVRESİ Genel çevre ve sağlık hizmetleri çevresine ilişkin trend ve stratejik konular tanımlandıktan ve değerlendirildikten sonra, daha spesifik bir analize daha ihtiyaç duyulur. Hizmet alanı rekabet analizi, kapsamlı bir çevre analizinin üçüncü parçasını oluşturur. Hizmet alanı, sağlık hizmet sunucusunun etrafını çevreleyen coğrafi alan olarak düşünülebilir. Hizmet alanı, genellikle iyi tanımlanmış coğrafi sınırlarla kuşatılır. Bu sınırların ötesine hizmet sunmak, mesafe, maliyet, zaman gibi faktörlerden ötürü güç olabilir. Bu sebeple bir sağlık kuruluşunun hizmet alanını tanımlaması ve aynı zamanda hizmet alanı ile ilgili tüm özellikleri (ekonomik, coğrafi, psikografik, hastalık karakteristikleri gibi) detaylı bir şekilde analiz etmesi gereklidir. Hizmet alanı rekabet analizi, spesifik hizmet alanı/hizmet kategori konularını tespit ederek; rakipleri tanımlayarak, rakiplerin güçlü ve zayıf yönlerini belirleyerek ve stratejik hamlelerini önceden görerek örgütün çevresini tanımlaması ve anlaması girişimlerinden oluşur. Kısacası hizmet alanı ve rakiplerle ilgili veri toplama sürecini kapsar. Sağlık kuruluşları hizmet alanlarındaki rakiplere odaklanmak zorundadır. Ticari işletmeler için rakipleri ve içinde bulunulan sektörü anlama görevi önemli bir zorluk taşır. Ancak tüketicilerin çeşitli bakım hizmetleri için uzun mesafelerde bile yolculuk etmeyi göze alması, bu konuyu sağlık kuruluşları için daha da zor bir görev haline getirmektedir. Rakiplere ilişkin bilgiler, örgütü içinde bulunduğu pazarda güçlü bir şekilde konumlandıracak geçerli stratejiler seçebilmek için gereklidir. Rekabet analizi yapan bir örgüt, hizmet alanı içerisindeki rakipleri hakkında genel bir fikir edinecek; rakiplerin açıklarını ve 171 Toplum ve Sosyal Hizmet hassasiyetlerini tanımlayabilecek; belirli rakiplere karşı kendi stratejik hamlelerinin etkisini değerlendirebilecektir (Swayne ve diğ., 2006: 98-102). ÇEVRE ANALİZİ SÜRECİ Çevre analizi yürütebilmek için çeşitli yöntemler bulunmakla birlikte hangi yöntem uygulanırsa uygulansın çevre analizi sürecinin genel olarak dört temel aşamayı kapsadığı söylenebilir. Bunlar: (1) çevresel değişim sinyallerinin saptanabilmesi için tarama yapmak (scanning), (2) tespit edilen konuları izlemek (monitoring), (3) bu konular ile ilgili gelecekteki trend ve gelişmeleri tahmin etmek (forecasting) ve (4) tahmin edilen konuların örgüt için önemini değerlendirmek (assessing) (Swayne ve diğ., 2006: 68-69). Dış Çevrenin Taranması Daha öncede ifade edildiği gibi, sağlık kurumları için dış çevre genel ve sağlık hizmetleri çevresinde yer alan çok sayıda kurum, kuruluş ve bireylerden oluşmaktadır. Dış çevrede bulunan bazı kurumlar ve bireyler, sağlık hizmetleri sektörü ile direkt olarak çok az bir ilişkiye sahipken, diğer bazı kurum ve kuruluşlar sağlık hizmetleri ile direkt olarak ilişkilidir ve sağlık hizmetleri çevresinin bir parçasıdır. Ancak genel çevre ve sağlık hizmetleri çevresi arasındaki ayrım her zaman çok net değildir. Çünkü genel çevredeki bilgi, devamlı olarak sağlık hizmetleri çevresine akmaktadır. Örneğin lazer teknolojisi sağlık hizmetleri sektörü dışında geliştirilmiş, fakat sağlık hizmetleri uygulamalarını hızlı bir şekilde etkilemiştir. Bu durum “çevresel kayma” olarak adlandırılmaktadır. Genel çevreye ilişkin stratejik konular sağlık kurumları üzerinde direkt bir 172 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 etkiye sahip olabileceği için, sağlık kurumları yöneticilerinin yalnızca sağlık hizmetleri çevresi içerisindeki bilgileri değil, genel çevreden gelen bilgileri de tanımlaması ve taraması gerekmektedir (Ginter ve diğ., 1991a: 36-37). Çevresel tarama süreci, örgütler için bir pencere vazifesi görmektedir. Bu pencere aracılığıyla çevresel tarama ile ilgilenen yöneticiler üç fonksiyonu yerine getirmelidirler. Bunlar (Swayne ve diğ., 2006: 70-71): 1. Dış çevreye ilişkin bilgiyi incele, 2. Bu bilgiyi istenilen kategorilere göre ayır ve düzenle (teknolojik, politik, ekonomik vb.), 3. Her bir kategori içerisindeki konuları belirle. Stratejik konular, bir örgütü ve onun çevresindeki konumunu etkileyecek trend, gelişme, ikilem ve olası olaylardır. Stratejik konular sıklıkla iyi yapılandırılmamış ve belirsiz konulardır ve bir yorumlama ve anlam çıkarma çabası (tahmin etme ve değerlendirme) gerektirmektedir. Tarama fonksiyonu örgütün dış çevreye açılan penceresi ya da lensi konumundadır. Bu lens yoluyla, izleyenler dış çevrede oluşan farklı ve organize edilmemiş bilgilere odaklanabilir ve bu bilgiyi anlamlı kategoriler içerisinde derleyerek organize edebilirler. Böylece dış çevreden gelen bilgilerin tarama sürecinde organize edildiği söylenebilir. Bu müdahale öncesinde dış çevreden gelen bilgi muhtelif, düzenlenmemiş, dağınık ve karmaşıktır. Tarama süreci bu bilgiyi kategorize etmekte, düzenlemekte, biriktirmekte ve bir ölçüde de değerlendirmektedir. Bu organize edilmiş bilgi daha sonra izleme aşamasında kullanılmaktadır (Ginter ve diğ., 1991a: 37). Uğurluoğlu Çevresel bilginin edinilmesinde çok sayıda kaynak bulunmaktadır. Genel olarak örgütlerin kullandıkları kaynaklar iç ve dış bilgi kaynakları olarak iki grupta incelenebilir. Örgüt içerisindeki bireysel bilgi kaynakları çalışanlar, amirler ve emsallerden oluşmaktadır. Örgüt içerisindeki bireysel olmayan bilgi kaynakları ise, raporlar, bildiri ve toplantılardır. Örgüt dışında yer alan bireysel bilgi kaynakları hastalar, tedarikçiler, danışmanlar ve rastlantısal olaylar iken, bireysel olmayan dış kaynaklar ise gazeteler, dergiler, televizyonlar, radyolar, konferanslar ve raporlardan oluşmaktadır (Ginter ve diğ., 1991b: 139). Internet en önemli dış kaynaklardan birisidir. Sağlık kurumları dış çevrelerinde yer alan kurum ve kuruluşlar hakkında bilgi edinirken ilgili kuruluşun web sayfasından yararlanabilirler. Pek çok sağlık kuruluşu için kişisel kaynakların, önem açısından kişisel olmayan kaynakları geçtiği söylenebilir. Kurum içerisinde astlar ve yöneticiler en büyük bilgi kaynaklarıdır. Bir sağlık kuruluşu içerisindeki insanlar, başka hiçbir kaynaktan edinilemeyecek önemli ve değerli profesyonel, teknolojik ve politik bilgiler sağlayabilirler. Hastalar, kanun koyucular, akademisyenler, danışmanlar ve profesyonel danışmanlık firmaları gibi örgüt dışındaki kişisel kaynaklar da önemli stratejik bilgiler sağlayabilirler (Ginter ve diğ., 1991b: 139). Dış Çevrenin İzlenmesi İzleme fonksiyonu, tarama sürecinde belirlenen trend, konu ve muhtemel olayların takip edilmesini kapsamaktadır. İzleme dört önemli işlevi hayata geçirmektedir. Bunlar (Swayne ve diğ., 2006: 73-74): 1. Tarama sürecinde örgüt için potansiyel olarak önemli olarak tanımlanan belirli konularda ek bilgi kaynaklarını araştır ve belirle, 2. Çevre ile ilgili veri tabanına ekle, 3. Konuların (trend, gelişme, ikilem vb.) doğruluğunu ya da yanlışlığını kanıtlamaya çalış, 4. Her bir konunun değişim hızını belirle. İzleme süreci, tarama sürecinde elde edilen bilgilerin kaynağını araştırır ve değişimi yaratan kurum ya da kurumları ve değişimi haber veren kaynakları belirlemeye çalışır. Değişimi bildiren bilgi kaynakları belirlendikten sonra, bu kaynaklara özel bir ilgi gösterilmesi gerekir. İzleme fonksiyonu, tarama fonksiyonuna göre daha dar bir odağa sahiptir ve amacı belirlenen bir konu etrafında bir veritabanı oluşturmaktır. Bu veritabanı, trend, gelişme, ikilem ve olayların doğruluğunu ve yanlışlığını kanıtlamada ve çevrede meydana gelen değişim hızının belirlenmesinde kullanılacaktır (Ginter ve diğ., 1991a: 38). Çevresel Değişimin Tahmin Edilmesi Tarama ve izleme fonksiyonları, genel ve sağlık hizmetleri çevresindeki trend, gelişme ve olaylar ile ilgilenmektedir. Tahmin fonksiyonu ise, tarama ve izlemeler yoluyla belirlenen bu trend, gelişme, olay ve değişimlerin bir sonucu olarak neler olabileceğine ve ne kadar çabuk gerçekleşebileceğine dair olası kestirimlerde bulunur (Hitt ve diğ., 2007: 39). Tahmin fonksiyonu, “eğer bu trendler ya da konular şu anki hızları ile büyümeye devam ederlerse gelecekteki görünümleri nasıl olacaktır?” sorusunu yanıtlamaya çalışır. 173 Toplum ve Sosyal Hizmet Tahmin fonksiyonu üç adımı kapsamaktadır. Bunlar (Swayne ve diğ., 2006: 74): 1. Trend, gelişme, ikilem ya da olayları genişlet, 2. Konular ve çevresel kategoriler arasındaki karşılıklı ilişkileri tanımla, 3. Alternatif projeksiyonlar geliştir. Çevresel Değişimin Değerlendirilmesi Değerlendirme fonksiyonun amacı, çevresel değişim ve trendlerin örgütün stratejik yönetimi üzerindeki etkilerinin zamanlaması ve öneminin belirlenmesidir. Tarama, izleme ve tahmin etme fonksiyonları, genel ve sağlık hizmetleri çevresinin anlaşılmasına yardım etmektedir. Bir adım daha öteye gidildiğinde ise, değerlendirme fonksiyonu bu anlayışın örgüt üzerindeki çıkarımlarını ayrıntıları ile belirlemeye çalışır. Değerlendirme olmaksızın örgüt, ilginç fakat rekabetçi yansımaları bilinmeyen verilerle baş başa kalır (Hitt, et al., 2007: 39-40). Oldukça yargısal ve ölçülmesi güç bir süreç olan çevresel değişimin değerlendirilmesi, temel olarak iki adımda gerçekleştirilir. Bunlar, projeksiyonda bulunulan konuların öneminin tespit edilmesi ve iç analizde, misyon ve vizyonun geliştirilmesinde ve stratejik planın oluşturulmasında dikkate alınması zorunlu olan konuların belirlenmesi adımlarıdır (Ginter ve diğ., 1991: 38-39). SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışmanın temel amacı, sağlık kuruluşlarının dış çevresinin etraflıca incelenmesi ve dış çevrede yer alan 174 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 unsurların sağlık kuruluşları üzerindeki olası etkilerinin tartışılmasıdır. Bunun temel sebeplerinden bir tanesi, sağlık kuruluşlarının başarılı olabilmeleri için kendilerini içinde bulundukları çevreye etkili bir şekilde konumlandırmak zorunda olmalarıdır. Sağlık kurumları, farklı dış kaynaklardan gelen beklenmedik çevresel değişikliklerle, piyasa yönelimli politikalarla ya da artan rekabetin getirdiği güçlüklerle karşı karşıya kalabilir. Bu anlamda, dış çevre analizi süreci, bir sağlık kuruluşunun şu anki ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel konuları analiz etmesine olanak tanır. Fakat dış çevre analizi süreci geleceğin kesin olarak belirlenmesi anlamına gelmez. Bunun yerine sağlık kurumları üzerinde etkileri olabilecek gelecekte karşılaşılması muhtemel konu ve durumların tanımlanmasına ve sağlık kurumlarının bunlarla başa çıkma yol ve yöntemlerini geliştirmesine imkân sağlar. Genel olarak dış çevre analizinin amacı, sağlık kuruluşunun dışında oluşan ve sağlık kurumlarının işleyişi üzerinde önemli etkilere sahip olabilecek konulara ilişkin bilgileri toplamak, sınıflandırmak ve organize etmektir. Bu bilgiler daha sonra sağlık kurumunun iç çevre analizini gerçekleştirirken, misyon ve vizyonunu oluştururken ve stratejilerini belirlerken kullanılabilir. Bir sağlık kuruluşunun dış çevresi, genel sağlık çevresi içerisindeki kurumlardan (devlet kurumları, uluslar arası örgütler vb.), sağlık hizmetleri çevresi içerindeki birey ve kurumlardan (düzenleyici kuruluşlar, eğitim kurumları, geri ödeme kurumları, sivil toplum kuruluşları, hastalar vb.) ve hizmet alanı içerisindeki rakiplerden oluşmaktadır. Tüm bu birey ve kurumlar sağlık kurumları için hayati öneme sahip değişikliklere yol açabilirler. Uğurluoğlu Bu değişikler bu çalışmada ayrıntılı olarak incelenen politik ve yasal, demografik, sosyo-kültürel, teknolojik, ekonomik ya da uluslar arası çevresel faktörlerden kaynaklanabilir. Tüm bu faktörlerin incelenmesi ve çevresel analiz süreci temel olarak dört adımdan oluşmaktadır. İlk adım olan taramada, dış çevreye ilişkin bilgiler incelenerek, bu bilgiler teknolojik, ekonomik, demografik gibi kategorilere ayrılır ve her bir kategori ile ilgili olarak sağlık kuruluşunun konumunu etkilemesi muhtemel stratejik konular belirlenir. Dolayısıyla bu adımda dış çevrede yer alan organize edilmemiş dağınık bilgiler düzenlenerek anlamlı kategorilere dönüştürülür. İzleme sürecinde ise, tarama aşamasında belirlenen ve sağlık kurumu için önemli olarak görülen konu, trend ve durumları doğrulamak ya da aksini kanıtlamak üzere ek bilgi kaynaklarına başvurulur ve her bir konunun değişim hızı belirlenir. Tahmin etme adımında tarama ve izlemeler yoluyla tespit edilen stratejik konular genişletilerek aralarında ilişkiler tanımlanır ve alternatif projeksiyonlar geliştirilir. Son adım olan değerlendirme ise bu konuların öneminin ve sağlık kuruluşu üzerindeki etkilerinin belirlenmesi sürecidir. Çevresel analiz süreci olarak adlandırılabilecek bu süreç sonunda sağlık kurumu yöneticileri, sağlık sektörü içerisinde ortaya çıkan gelişmeleri görebilir ve elde ettikleri bu bilgiyi değişen sağlık sektörü içerisinde kurumlarına kılavuzluk ederken kullanabilirler. Dolayısıyla dış çevre analizi sürecini iyi yöneten ve buradan elde ettikleri sonuçları kullanabilen sağlık kurumu yöneticilerinin dış çevredeki gelişmelere karşı önceden hareket ederek ve önlemler alarak karşılık verebilecekleri söylenebilir. KAYNAKÇA Aktan, C. C. (2006). Sağlık Bakanlığı Organizasyon ve Yönetiminde Yaşanan Sorunlar ve Mevcut Durum Analizi. Erişim Tarihi: 20.07.2011, http://www.canaktan.org/ekonomi/saglik-degisim-caginda/pdf-aktan/durum-analizi.pdf Alkhafaji, A. F. (2003). Strategic Management Formulation, Implementation, and Control in a Dynamic Environment. Binghamton: The Haworth Press, Inc. Aydın, S. (Ed.). (2004). Aile Hekimliği Türkiye Modeli. Ankara: Sağlık Bakanlığı. Curian, J. (2008). Strategic Leadership and Health Care Delivery. In K. V. Ramani, D. Mavalankar & D. Govil (Eds.), Strategic Issues and Challenges in Health Management. New Delhi: SAGE Publications Inc. Çelik, Y., ve Seiter, A. (2008). Turkey: Pharmaceutical Sector Analysis. Erişim Tarihi: 26.07.2011, http://siteresource s .w o r l d b a n k .o r g / I N T H S D / Re s o u r c es/376278-1250623752714/Turkeypharmaceuticalsectoranalysis.pdf Çetin, F., Güneş, G., Karaoğlu, L., ve Üstün, Y. (2005). “Turgut Özal Tıp Merkezinde Doğum Yapan Annelerin Doğum Öncesi Bakım Alma ve Emzirmeye Başlama Durumları ve Etkileyen Faktörler”. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 12 (4), 247-252. Devlet Planlama Teşkilatı. (2006). Kamu Kuruluşları İçin Stratejik Planlama Kılavuzu (2. sürüm). Erişim Tarihi: 20.07.2011, www. sp.gov.tr/documents/Sp-Kilavuz2.pdf Dinçer, Ö. (2007). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım. Ekmekçi, E. B. (Ed.). (2010). Avrupa Birliği ve Sağık Bakanlığı Uyum Çalışmaları. Ankara: Sağlık Bakanlığı, Yayın No.780. Eren, E. (2005). İşletmelerde Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası (7 ed.). İstanbul: Beta Yayım Dağıtım A.Ş. Evans, N., Campbell, D., ve Stonehouse, G. (2003). Strategic Management for 175 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Travel and Tourism. Burlington: Butterworth-Heinemann. Ödeme Politikası Üzerinde Araştırma. Ankara: Sağlıkta Umut Vakfı. Ginter, P. M., Duncan, J. W., Richardson, W. D., ve Swayne, L. E. (1991a). “Analyzing the health care environment: “You can’t hit what you can’t see”. Health Care Manage Rev., 16 (4), 35-48. Mollahaliloğlu, S., Hülür, Ü., Yardım, N., Özbay, H., Çaylan, A. K., Ünüvar, N., ve diğ.. (Eds.). (2007). Türkiye’de Sağlığa Bakış. Ankara: Sağlık Bakanlığı. Ginter, P. M., Duncan, W. J., ve Capper, S. A. (1991b). “Strategic planning for public health practice using macroenvironmental analysis”. Public Health Reports, 106 (2), 134–141. Grosel, C., Hamilton, M., Koyano, J., ve Eastwood, S. (Eds.). (2003). Health and Health Care 2010: The Forecast , The Challenge. Princeton: The Institute for the Future. Guo, K.L. (2003). “An Assessment Tool For Developing Healthcare Managerial Skills and Roles”. Journal of Healthcare Management, Nov/Dec, 48 (6), 367-376. Hıfzısıhha Mektebi Müdürlüğü. (2004). Turkey Health Report. Ankara: Sağlık Bakanlığı. Hitt, M. A., Hoskisson, R. E., ve Ireland, R. D. (2007). Management of Strategy (International Student Edition). China: Thomson South-Western. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası. (2011). Erişim Tarihi: 26.07.2011, http:// w w w. i e i s . o r g .t r/a s p _ s ay f a l a r/ i n d ex . asp?sayfa=230&menuk=12 Karafakıoğlu, M. (1998). Sağlık Hizmetleri Pazarlaması. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayın No: 271. Kavuncubaşı, Ş., ve Yıldırım, S. (2010). Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi. Ankara: Siyasal Kitabevi. Kotler, P., Shalowitz, J., ve Stevens, R. J. (2008). Strategic Marketing For Health Care Organizations: Building A Customer-Driven Health System. San Francisco: Jossey-Bass. Liu, Y., Çelik, Y., ve Şahin, B. (2005). Türkiye’de Sağlık/İlaç Harcamaları ve Geri 176 OECD ve Dünya Bankası. (2008). OECD Sağlık Sistemi İncelemeleri: Türkiye. Erişim Tarihi: 26.07.2011, ekutuphane.tusak.saglik.gov.tr/kitaplar/OECD_Kitap.pdf Pearce, J. A., ve Robinson, R. B. (2007). Strategic Management: Formulation, Implementation, and Control New York: McGraw-Hill Irwin. Sağlık Bakanlığı. (2006). Türkiye Ulusal Sağlık Hesapları Hane Halkı Sağlık Harcamaları (2002-2003). Ankara. Sağlık Bakanlığı. (2010). Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2010. Ankara. Swayne, L. E., Duncan, W. J., ve Ginter, P. M. (2006). Strategic Management of Health Care Organizations United Kingdom: Blackwell Publishing. TNSA. (2009). Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Tokat, M. (1996). Sağlık Ekonomisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları. Topçu, S., ve Beşer, A. (2006). “Göç ve Sağlık”. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10 (3), 37-42. Türkiye İstatistik Kurumu. (2011a). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2010 Yılı Sonuçları. Erişim Tarihi: 12.07.2011, http://www. tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=39&ust_id=11 Türkiye İstatistik Kurumu. (2011b). Eğitim İstatistikleri. Erişim Tarihi: 13.07.2011, http://w w w.tuik.gov.tr/ VeriBilgi.do?tb_ id=14&ust_id=5 Türkiye İstatistik Kurumu. (2011c). Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonları. Erişim Tarihi: 12.07.2011, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi. do?tb_id=39&ust_id=11 Uğurluoğlu Türkiye İstatistik Kurumu. (2011d). Sağlık Harcama İstatistikleri 2008. Erişim Tarihi: 11.07.2011, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo. do?tb_id=6&ust_id=1 Ülgen, H., ve Mirze, S. K. (2004). İşletmelerde Stratejik Yönetim. İstanbul: Literatür Yayıncılık. Wallick, W.G. (2002). “Healthcare Manager’ Roles, Competencies, and Outputs in Organizational Performance Improvement”. Journal of Healthcare Management, Nov/Dec, 47 (6), 390-402. 177 Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş Araştırma SOSYAL HİZMET MESLEĞİNİN BİR UYGULAMA ALANI OLARAK TOPLUM TEMELLİ RUH SAĞLIĞI SİSTEMİ VE GÜNCEL DEĞİŞİMLER Community Mental Health System as a Practise Field of Social Work Profession and Current Changes Doğa BAŞER* Mehmet KIRLIOĞLU* Aliye MAVİLİ AKTAŞ*** * Arş.Gör., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü *** Prof.Dr., Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Bu çalışmada Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerindeki mevcut gelişmeler çerçevesinde sosyal hizmet mesleğinin rolü değerlendirilmiştir. Bu anlamda “Ulusal Ruh Sağlığı Politikası”nın (URSP), “Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı”nın (URSEP) ve psikiyatri ile ilgili makalelerin sosyal hizmet perspektifinden okuması yapılmış- tır. Türkiye’de “ruh sağlığı alanında sosyal hizmet sunumunun eksiklikleri nedir?” ve “Toplum temelli ruh sağlığı sistemine geçiş sürecinde sosyal hizmet ne gibi bir konum alabilir?” gibi sorulara cevaplar aranmıştır. Bu perspektifte ruh sağlığı alanında Türkiye’de koruyucu-önleyici hizmetlerin gerekliliğine, bilgilendirme, güçlendirme ve damgalama ile mücadele çalışmalarına değinilmiştir. Sonuç bölümünde ise ruh sağlığı alanında sosyal hizmetin gelişimi için ekip çalışması ve kurumlar arası koordinasyon anlayışının gerekliliğine dikkat çekilmiştir Ayrıca ruh sağlığı alanında uzmanlaşmış bir sosyal hizmet eğitimine ve meslek yasasına olan ihtiyacın aciliyeti belirtilmiştir. Anahtar Sözcükler: Toplum temelli ruh sağlığı sistemi, psikiyatrik sosyal hizmet, ruh sağlığı politikası, sosyal hizmet eğitimi. ABSTRACT In this study, the role of social work was evaluated within the framework of current developments in community mental health services in Turkey. In this sense, “The National Mental Health Policy”, “National Mental Health Action Plan” and articles regarding psychiatry was read from the perspective of social work. The questions such as “what are the deficiencies for provision of social work in the field of mental health in Turkey”, and “what kind of position can social work take in the process of transition to community-based mental health system in Turkey” were questionized. In this perspective, studies in the field of mental health in Turkey about the necessity of protective-preventive services, informing, strengthening and fight against stigmatization have been mentioned. In the conclusion part, the necessity of teamwork and inter-agency coordination was emphasized for the development of social work in the field of mental health. In addition to this, it is pointed out that the necessity of specialized social work education and profession codes in the field of mental health are urgency 179 Toplum ve Sosyal Hizmet Key Words: Community mental health services, psychiatric social work, mental health policy, social work education GİRİŞ Ruh sağlığı hizmetleri kurum (hastane) temelli ve toplum temelli hizmetler olarak ayrıştırılmakta, kurum temelli hizmetlerin olumsuzlukları (dışlama, yoğunluk vb..) üzerinde durulmaktadır (Yazıcı, 2010: 31). Genel olarak dünyada kurum temelli hizmetlerden toplum temelli hizmetlere geçiş söz konusudur ve bu süreçte Türkiye’de de çalışmalar sürmektedir. Türkiye’de hastalık yükünün %19’unu ruh sağlığı sorunları (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 9) oluşturmakta, literatürde toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine geçişin önemi ve gerekliliği üzerinde durulmaktadır (Yanık, 2007; Yazıcı, 2010; T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a). Türkiye’deki kamu ruh sağlığı ve sosyal hizmet sistemlerinin etkinliği, kapsayıcılığı ve işlevselliği konusunda sorunlar olduğu belirtilmektedir (MDRI, 2005: 84). Bu anlamda ruh sağlığı politikası, sağlık ve sosyal hizmet alanlarının geleceği için önem taşımaktadır. Sağlık Bakanlığı 2006 yılında “Ulusal Ruh sağlığı Politikası” (URSP) metnini 2011 yılında da “Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı”nı (URSEP) yayınlamıştır. URSP ve URSEP dikkate alındığında Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine geçiş sürecinin olduğu, söz konusu sürecin de bir bilim ve meslek olarak sosyal hizmetin gelişimi açısından önem kazandığı görülmektedir. Nitekim URSEP’te Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışan sosyal çalışmacı sayısını arttırmak, sosyal çalışmacılara 180 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 yönelik hizmet içi eğitim programları ve sertifikasyon standartları oluşturmak 2011-2016 hedef ve stratejisi olarak vurgulanmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 71). Söz konusu hedefler “psikiyatrik sosyal hizmet” sunumunun nitelik ve nicelik olarak gelişimini ön görmektedir. Bu çalışmada Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerindeki mevcut gelişmeler çerçevesinde sosyal hizmet mesleğinin rolü değerlendirilmiştir. Bu amaçla Türk psikiyatri dizininde makale taramaları yapılmış, sosyal hizmetle ilişkili olduğu düşünülen makaleler değerlendirilmiştir. Türkiye’de önleyici ruh sağlığı hizmetlerinde akademik ve uygulama alanında sosyal çalışmacıların eksikliği vurgulanmaktadır (Alptekin ve Duyan, 2009: 120). Ayrıca ileride de değinileceği üzere Türkiye’de ruh sağlığı sistemi “psikiyatr” üzerine kuruludur ve bu durum ruh sağlığının sosyo-ekonomik ve kültürel arka planına odaklaşmayı güçleştirmektedir. Bu anlamda URSP ve URSEP başta olmak üzere psikiyatri literatüründen metinlerin sosyal hizmet perspektifi ile okuması yapılmış, Türkiye’de “ruh sağlığı alanında sosyal hizmet sunumunun eksiklikleri nedir-hangi noktalardadır?” ve “toplum temelli ruh sağlığı sistemine geçiş sürecinde sosyal hizmet ne gibi bir konum alabilir?” sorularına cevaplar aranmıştır. Bu perspektifte ruh sağlığı alanında Türkiye’de koruyucu-önleyici hizmetlerin gerekliliğine, bilgilendirme, güçlendirme ve damgalama ile mücadele çalışmalarına değinilmiştir. Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş Sosyal Hizmet ve Ruh Sağlığı: Temel Sorunlar Sosyal hizmet koruyucu-önleyici ve tedavi-rehabilite edici boyuttaki rol ve fonksiyonlarıyla ruh sağlığı alanında etkin olarak yer almaktadır. Literatüre bakıldığında tedavi sürecinde sosyal hizmetin psikiyatrik kurumlarda birey, grup ve toplum ölçeğinde işlevsellik ve refah arttırıcı uygulamalarda aktif rol aldığının altı çizilmektedir (Arıkan, 1996: 67; Bulut, 1998: 1331; Bulut, 2001: 133). Sosyal hizmetin ruh sağlığı alanındaki rolü bir takım çalışması anlayışını ve yeterliliğini gerektirmektedir. Nitekim Özdemir’in (1999: 23) araştırmasında psikiyatri ekibinden psikolog, sosyal çalışmacı, hemşire ve psikiyatrların tamamının ekip çalışmasının gerekliliğini vurguladığı, fakat ekip çalışması hakkında bilgilerinin yetersiz olduğu belirtilmiştir. Bu anlamda Türkiye’de ruh sağlığı alanındaki “ekip çalışması” anlayışının toplum temelli ruh sağlığı sistemine geçiş sürecinde önem kazanacağı görülmektedir. Ruh sağlığı sorunlarının sosyo-ekonomik etkenlerle ilişkisi düşünüldüğünde, sosyal hizmet mesleğinin rolü önem kazanmaktadır. Nitekim intihar, bir ruh sağlığı sorununa işaret etmekle birlikte sosyo-ekonomik arka planı da barındıran bir olgudur ve Güçlü’nün (2001: 76) de ifade ettiği üzere, sosyal hizmet “intihar” olgusuyla yakından ilgili bir meslektir. Bununla birlikte “intihar” sonrası müdahale ruh sağlığı açısından geç kalınmışlığı ifade etmekte ve aslında sosyal hizmetin yokluğunun altını çizmektedir. Literatüre bakıldığında “sosyal hizmetin yokluğu”, toplumsal düzeyi kapsayıcı bir hizmet modelinin geliştirilemeyişi olarak ifade edilmektedir. Güney (2001: 269), kronik ruh sağlığı sorunu olan kişilere yönelik medikal tedavinin yanında psiko-sosyal rehabilitasyonu önermektedir. URSEP’te biyo-psiko-sosyal destek ve mesleki-sosyal işlevselliğin önemi vurgulanmakta, hasta ve ailesinin bilinçsizliğinin altı çizilmekte, hastane dışı ortamda bakımın yetersizliği sonucu alevlenmelerin artışı üzerinde durulmakta, böylece ruh sağlığında tedavi sürecinin çelişkili bir hal aldığı (döner kapı sendromu) belirtilmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 25). Bu anlamda Türkiye ruh sağlığı sisteminde kurum dışı (toplum temelli) hizmet sunumunun eksikliği görülmektedir. Kurum dışı hizmet sunumunda kurumlar arası koordinasyon sorunlarının altı çizilmektedir. Koordinasyon problemi, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın ayrışması ile bağlantılandırılabilse de (Dedeoğlu, 2003: 31), URSEP problemin mevzuat ve uygulamadan kaynaklandığını belirtmekte ve bir “ruh sağlığı koordinasyon kurulu”nun kurulmasını amaçlamaktadır (T.C. Sağlık bakanlığı, 2011a: 23-24). Benzer şekilde SHÇEK (mülga) 2010-2014 stratejik planı da sosyal hizmetlerin (evde bakım, rehabilitasyon vb.) sunumunda sağlık bakanlığı ile koordinasyon kurulmasını vurgulamaktadır (SHÇEK, 2009: 132). Bu çerçevede ruh sağlığı hizmetlerinin ve söz konusu hizmetlerin içinde yer alan sosyal hizmetin rolünün geliştirilmesinde koordinasyon önemli bir başlık olarak ön plana çıkmaktadır. Ruh Sağlığı Alanında Sosyal Hizmete Yönelik Veriler ve Karşılaştırma Toplum temelli ruh sağlığı sistemi birçok hizmetin birleşiminden 181 Toplum ve Sosyal Hizmet oluşmaktadır. Yanık, Avrupa’daki toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin temel noktalarını coğrafi alan belirleme, ruh sağlığı ekibinin kişinin yaşadığı yere götürülmesi, çalışma-barınma ve rehabilitasyon alanlarında model geliştirme faaliyetleri olarak ifade etmiştir (Yanık, 2008: 43). Anlaşılacağı üzere toplum temeli ruh sağlığı hizmetlerinin sunumu coğrafi alan taramasını kapsayan bir plan-program dâhilinde gerçekleştirilmektedir. Literatürde toplum temelli ruh sağlığı sistemini uygulamaya geçirebilmek için ciddi insan kaynağına ihtiyaç olduğu vurgulanmaktadır (Ulaş, 2008a: 2; Yazıcı, 2010: 31). Her ne kadar Türkiye’de psikiyatrist sayısının yetersiz olduğu bilinse de psikiyatristten ziyade sosyal çalışmacı, psikolog ve psikiyatri hemşiresinin ihtiyacının (Yanık, 2008: 44) altı çizilmektedir. SHÇEK (mülga) 2010-2014 stratejik planı, Türkiye’de sosyal hizmet alanındaki insan kaynağı sorununu, standardizasyon ve hizmet çeşitliliğine bağlı uzman personel eksikliği (SHÇEK, 2009: 166) olarak belirtmektedir. Ayrıca klinik alandaki sosyal çalışmacı sayısını arttıracak eğitim stratejisinin gerekliliği (Yanık, 2007: 25) göz önüne alındığında genelde sosyal hizmet alanlarında özelde ise ruh sağlığı alanında sosyal çalışmacı ihtiyacının ön planda olduğu görülmektedir. Söz konusu ihtiyaca rakamlarla bakmak gerekirse URSEP, ruh sağlığı alanında 613 (100.000 kişiye 0,92) sosyal çalışmacı olduğunu belirtmektedir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 18). 2012 Mart ayı itibariyle 44 ilde 50 Toplum Ruh Sağlığı Merkezi bulunmakta, bu merkezlerde 24 sosyal çalışmacı 182 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 bulunmaktadır (Akdağ, 20121). Eylem planında “sağlık bakanlığında çalışan sosyal çalışmacı sayısını 2016’da yüz binde 2, 2023’te yüz binde 4’e yükseltmek” temel hedeflerden biridir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 93). Ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde (RSHH) ise durum aşağıdaki gibidir. Rakamlar değerlendirilirken “kronik psikotik hastaların %10-15’inin bakım gerektirdiği” (Yanık, 2007: 25) unutulmamalıdır. Ayrıca hasta sayısının çokluğu nedeniyle sosyal çalışmacıların görevini yerine getiremediğine yönelik (Dağıdır ve Layıkel, 2008: 68) ifadeler vardır. Mevcut durum nitelik olarak değerlendirildiğinde mevcut kaynakların kullanımında sorunlar olduğu görülmektedir. İlk olarak Türkiye ruh sağlığı sistemi, psikiyatr üzerine kurulmuştur ve diğer personeli “yardımcı” olarak tanımlanmıştır (Yanık, 2007: 10). Ayrıca “sayısı son derece kısıtlı olan sosyal çalışmacıların ‘halkla ilişkiler’ birimlerinde çalıştırılması” (Karasu, 2007: 54) gibi örnekler de bulunmaktadır. URSEP’te “klinik psikiyatri alanında çalışan sosyal çalışmacılar için hizmet içi eğitim programları ve sertifikasyon standartları oluşturulması” ve “sertifikasyon programlarını tamamlama koşulunun getirilmesi” hedefi belirlenmiştir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 92-97). Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri Hakkında Yönerge’de de bu merkezde çalışacak uzmanlara teorik ve uygulamalı eğitim 1 2013 Mart itibariyle ise tsrmlerdeki mevcut duruma bakıldığında tescil sorunlarıyla birlikte 65 trsmnin yalnızca 8 inde çalışan sosyal çalışmacı görünmektedir. Burada da kısmi zamanlı çalışma durumları vardır. Trsmlerdeki güncel sorunlar ve personel sayılar için bkz (http:// www.ruhsagligisempozyumu.com/sunum/Hulya/tr.pdf). (Erişim tarihi 30.07.2013). Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş Tablo 1. RSHH’lerde Yatak Kapasiteleri ve Sosyal Çalışmacı Sayısı Hastane Psikiyatri Yatağı Sayısı Sosyal Çalışmacı Sayısı Manisa Elazığ Adana Samsun Bakırköy Erenköy 600 528 644 220 1510 305 5 1 1 2 7 2 Kaynak: Rusihak, 2008a: 84 verileceği belirtilmiştir (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011b: 2). Bu anlamda nicelik ve niteliğin geliştirilmesi, eğitim faaliyetleri ile desteklenmiş iyi bir koordinasyonu ve yönetimi gerektirmektedir. Koordinasyon ve yönetim sorunlarının, ruh sağlığı ekibi üyelerinin meslek sınırlarının ve iş tanımlarının yeterince yapılmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim literatürde ruh sağlığı alanında sosyal hizmetin mesleki sınırlarının ve yetkilerinin belirlenmesinin hizmet sunumunda etkinliği ve işlevselliği arttıracağı vurgulanmaktadır (Demirel, 2001; 77; T.C. Sağlık Bakanlığı, 2006: 14-19; Candansayar, 2011: 3). Avrupa’da sosyal çalışmacıların supervisor olarak toplum temelli hizmetlerin sunumunda koordinatör olarak görev aldıkları, böylece, hasta ve yakınlarını da dikkate alan kişiye özel tedavinin uygulanabildiği bilinmektedir (Yanık, 2007: 48). Bu anlamda sosyal çalışmacıların ruh sağlığı alanında “ne yapacağı” ve “ne yapmayacağı”nın rasyonel olarak belirlenmesi gerekmektedir. Toplum temelli ruh sağlığı modelinde sosyal hizmet açısından önemli bir unsur toplum ruh sağlığı merkezleridir. Mart 2013 tarihi itibariyle tescil almış 57 trsmden alınan verilere göre ulaşılan toplam hasta sayısı 8299, aktif hasta sayısı 3526, gezici ekip ziyaret sayısı 10808’dir (Çakır, 2013). Trsm yönetmeliğinde sosyal çalışmacı, psikolog ve hemşireye ortak görev ve sorumluluklar verilmekle birlikte, sadece sosyal çalışmacıya ait görev ve sorumluluklar da bulunmaktadır. Bunlar; bölgede hastaların tespiti ve kaydı, hasta yakınlarıyla irtibat kurma ve merkeze davet, kurumlar arası koordinasyon, damgalama karşıtı çalışmalar, hastalara sosyal ve hukuki hakları konusunda danışmanlık ve sorun çözümünde destek, STK’larla işbirliği ve bağlantı kurmadır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011b: 6-7). Bu anlamda Trsm yönetmeliğinin mesleki rol açısından sosyal çalışmacıların eğitmenlik, danışmanlık, savunuculuk, vaka yöneticisi ve arabuluculuk rollerine atıfta bulunduğu görülmektedir. Ruh sağlığı hizmetleri ekip çalışmasını ifade etmekle birlikte mesleklerin önceliği hizmet sunumunu etkilemektedir. Almanya’da sosyal çalışmacılar sayı ve görev olarak toplum temelli ruh sağlığı sisteminin temelini oluşturmaktadır (Yanık, 2007: 21-22). 2005 DSÖ verilerine göre Almanya’da 100.000 kişiye 477 sosyal çalışmacı düşmesine rağmen halen sosyal çalışmacının yetersizliği vurgulanmaktadır (Ulaş, 2008a: 3-4). Bu perspektifte Türkiye özelinde de sosyal sorunlara (yoksulluk, işsizlik, kadına yönelik şiddet vb.) odaklanan ve sosyal hizmetin (nicelik ve nitelik olarak) aktif bir biçimde yer aldığı bir ruh sağlığı modeli önem kazanmaktadır. 183 Toplum ve Sosyal Hizmet Toplum Temelli Ruh Sağlığı Sistemi ve Sorun Alanları Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin sunumu çok boyutlu yapısıyla kurum temelli hizmetlerin sunumundan farklılaşmaktadır. Kurum temelli hizmetlerde hastanenin fiziksel-ilişkisel sınırları belli olduğu için hizmet çeşitliliği belirlidir, buna karşın “toplum” merkezli hizmetler hastalığın arka planını, sebep sonuç ilişkilerini, aileye etkilerini dikkate almasından ötürü sınırları mevzuat ve yönergelerle çizilse de kesin sınırlar belirlemek güçtür. Hizmet çeşitliliği açısından örneğin; ruh sağlığı hizmetinin sunumunda bu hizmetleri kullananların kültürel durumu, ekonomik imkânları ve servisin ulaşılabilirliliği önemli bir faktördür (Kuşcu, 2007: 105) ve “evsizler”, “sokakta yaşayan madde kullanıcıları” gibi hizmetin ulaştırılmasının güç olduğu durumlarda tıbbi ve sosyal hizmetin birlikteliği (Ögel, 1998: 1325) önem kazanmaktadır. Toplum temelli hizmetler her ne kadar çeşitli olsa da ruh sağlığı literatürü ve sosyal hizmet mesleği açısından Türkiye’de dört temel çalışma alanı belirlenebilmektedir. Bunlar, koruyucuönleyici çalışmalar, ruh sağlığı alanında bilgilendirme, ruh sağlığı sorunu olan kişilerin-çevresinin güçlendirilmesi ve damgalama ile mücadeledir. Çalışma alanları başlıklara ayrılmasına rağmen karşılıklı etkileşim mevcuttur, nitekim bilgilendirme olmadan damgalamanın önüne geçmek mümkün değildir. Koruyucu-Önleyici Çalışmalar Koruyucu önleyici çalışmalar sağlık sistemlerinin ekonomik dengeleri ve sosyal hizmetin felsefi temelleri açısından önem taşımaktadır. Koruyucu önleyici 184 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 hizmetler, toplumsal yaşam alanlarında (işyeri, okul vb) sunulan hizmetlerdir (Gültekin, 2010: 585). Bu anlamda toplumla bütünleşme koruyucu hizmetlerin temellerindendir. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi (Rusihak) raporunda ruh sağlığı sorunu olan bir kişinin aşağıdaki ifadesi toplumla bütünleşmenin öneminin altını çizmektedir. “Üniversitede okurken fiziksel sorunum nedeniyle diğer arkadaşlarıma göre iki kat çalışmam gerekiyordu. Zorlandım. Ailevi sorunlarım da vardı. Hepsi üst üste geldi. Sonra depresyon başladı. Okulu bıraktım. Senelerce evden çıkmadım.” (Rusihak, 2008b: 160). Koruyucu ruh sağlığı alanında “sosyal” etkenlerin rolü önem kazanmaktadır. Toplumsallaşma ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmekle (Güçlü, 2001: 112) birlikte, ruh sağlığı alanının, “eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, istihdam politikaları, yasalar ve gelenekler, refah düzeyi” ve benzeri alanlarla etkileşim halinde olduğu bilinmekte (Kırpınar, 2003: 12); “göç, stresli yaşam olayları, travma, aile dinamikleri, cinsiyet rolleri ve kültürel özellikler” de (Kaya, 2007a: 18) koruyu-önleyici hizmetlerin planlanması ve uygulanmasında önem kazanmaktadır. Koruyucu-önleyici hizmetler toplumsal sorunlarla olan bağı sebebiyle bir “toplumsal sorumluluk” konusudur. Nitekim Güçlü (2001: 84), intihar olgusunda kişinin kendi kendisini öldürmediğini, kendinden başka suçlular olduğunu, belirtmektedir. Güleç ve arkadaşlarının (2011: 134-136) yaptıkları çalışmada ruh sağlığı sorunlarının nedeni olarak kadınlar daha çok “ailevi sorunlar” yanıtını vermiş, erkekler ise “iş yeri” ve “iş dünyası” sorunlarını ön plana Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş çıkarmışlardır. Ek olarak Sağduyu ve arkadaşlarının (2003: 211), şizofren bireylerin yakınları ile yaptıkları çalışmada, hasta yakınlarının şizofreninin ortaya çıkışında psiko-sosyal faktörleri biyolojik faktörlerden daha fazla vurguladığı belirtilmiş, bu durumun “verilecek tedavilere yönelik beklenti ve istekler” ile bağlantılı olabileceğinin altı çizilmiştir. SHÇEK (Mülga) 2010-2014 Master Planında, “koruyucu ve önleyici hizmetleri arttırmak” birinci stratejik önceliktir ve gelir dağılımındaki eşitsizlik, kentleşme, aile yaşlılık, iç göç başlıklarına değinilerek alan taramasının önemi vurgulanmaktadır (SHÇEK, 2009: 39-40). Söz konusu hedeflerin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) bünyesinde geliştirileceği düşünülmektedir. Türkiye’de toplum temelli ruh sağlığı sistemine geçiş sürecinin koruyucu önleyici hizmetler açısından eleştirildiği görülmektedir. URSP’de ruh sağlığına yönelik önleyici çalışmalar açısından “yüksek riskli gruplara” odaklanılmakta ancak risk etmenlerinin ortadan kaldırılmasına değinilmemektedir. Ayrıca metinsel olarak koruyucu, önleyici çalışmalar belirtilmekle birlikte, “belirgin öneri, hedef ya da strateji” vurgulanmamaktadır (Kaya, 2007b: 18-19). Aksaray ve ark, (1999: 56-57), koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin halk sağlığı ile ilişkisine dikkat çekerek koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin üç boyutunun olduğunu belirtir. Birincil koruma hastalığa neden olan çevresel etkenleri ortadan kaldırmayı ve risk faktörlerini azaltmayı (aile içi şiddet, yoksulluk, madde kullanımı vb), ikincil koruma erken teşhis ve bununla bağlantılı tarama programlarını, üçüncül koruma ise hastalıkla bağlantılı yeti yitimini azaltma çalışmalarını ifade etmektedir. Söz konusu çalışmalar koruyucu ruh sağlığının plan ve stratejisinin oluşturulmasında Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının koordinasyonuna vurgu yapmaktadır. Ek olarak eleştirel bir bakış ile URSP’de Türkiye’deki sağlık politikalarının politik nedenlerle tedavi edici hizmetlere ağırlık verdiği, koruyucu hizmetlerin ise ikinci plana atıldığının altı çizilmektedir. (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2006: 50). Bu anlamda “ruh sağlığı politikasının” ve “sosyal hizmet politikasının” kendisi bile başlı başına “politik” bir sorun olabilmektedir. Koruyucu-önleyici hizmetlerin geliştirilmesi açısından sorun alanı hakkında bir veritabanı oluşturulması önemli bir faktördür. URSEP’de ifade edildiği üzere ruh sağlığı ile ilgili araştırmalar daha çok hastalık istatistikleri olduğundan ruh sağlığı ve hastalıklarının sosyoekonomik arka planına ışık tutamamaktadır. Sosyal, kültürel, demografik ve ekonomik verilerin olduğu araştırmalara ihtiyaç vardır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 63). Söz konusu durum sosyal hizmet kaynaklı araştırmaların belirleyiciliğini ön plana çıkarmaktadır. Bu anlamda veri toplama açısından sosyal hizmetin temellerinden olan izleme ve değerlendirmenin koruyucu ruh sağlığı alanında kilit öneme sahip olduğu görülmektedir. Ek olarak koruyucu önleyici hizmetlere yönelik bir ruh sağlığı politikasının yoksulluk, aile ve istihdam politikaları ile bütünleşmiş ve etkileşim halinde olması gerekmektedir. Bilgilendirme Ruh sağlığı alanındaki sorunlara yönelik tutumlar; toplumsal değerler, gelenek-görenekler, inançlar tarafından etkilenmekte, ruh sağlığı alanında bilgi 185 Toplum ve Sosyal Hizmet eksikliği; belirsizliği, endişeyi, kaygıyı ve damgalamayı doğurmaktadır. Literatüre bakıldığında ruh sağlığı alanında profesyonel yardım ve erken tanı için bilinçli aile ve toplumun gerekliliği vurgulanmaktadır (Ögel, 1998: 1320; Ocaktan ve ark., 2004: 67; Yazıcı, 2010: 32). “Bilgisizlik”, sorunlara yaklaşımda ve uygulamada yanlışlara neden olmakta, bu çerçevede kimi zaman ruh sağlığı sorunu olan kişileri öncelikle “yakınlarından” kurtarmak gerekmektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde Türkiye’de ruh sağlığı sorunu olan bireylerin bilgiye kolay ulaşabilecekleri destek sistemlerinin eksikliği temel sorun alanlarındandır (Dinç, 2010: 15). Herhangi bir teşhis durumunda “hastalığın nedenleri ve sonuçları, seyri, ilaçların yan etkileri, alternatif tedavi olanakları” gibi konularda açıklama yapılması, sorun sahibi bireyin davranışları hakkında bilgi verilmesi ve sorun sahibi bireyle iletişim kurma yollarının anlatılması ruh sağlığı sorunu olan kişilerin ve yakınlarının-ailelerinin temel taleplerindendir (Erkem ve Dinç, 2010: 43). Türkiye’de psikiyatrist sayısının yetersiz olduğu düşünüldüğünde bilgilendirme, hastalığın seyri ve iletişim kurma yöntemlerine yönelik faaliyetlerin sosyal çalışmacılar tarafından üstlenilmesi etkinlik ve etkililik açısından önemli bir noktadır. Bununla birlikte söz konusu sorumluluğun üstlenilmesi durumu yine psikiyatrik sosyal hizmete yönelik nitelikli eğitim-araştırma faaliyetlerinin artması ve mesleki yeterliliklerin belirlenmesi ile uzun vadede mümkün olabilecektir Bilgilendirme tıp dışı çare aramada da önemli bir faktördür. Manisa’da yapılan 186 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 çalışmalar, ruh sağlığı sorunu olan bireye sahip olan ailelerin önce din hocalarına başvurduğunu ve muska yaptırdıklarını göstermektedir (Perçin, 2010: 17). Tıp dışı çare arama davranışını azaltmaya yönelik “özellikle kırsal alanda yaşayan düşük eğitim düzeyine sahip olan, geniş aileden gelenler ve erkeklerin bilgilen”dirilmesi önem taşımaktadır (Güleç ve ark., 2011: 141). Bu anlamda tıp dışı çare aramaya yönelik bilgilendirme, hastanın ve yakınlarının boşa zaman kaybetmesine engel olacak, ayrıca hastalığın daha erken dönemlerinde doktora başvurulmasını sağlayarak tedavi şansını arttıracaktır. Ruh Sağlığı Sorunu Olan KişilerinÇevresinin Güçlendirilmesi Ruh sağlığı özelinde bakıldığında güçlendirme kavramı, ruh sağlığı sorunu yaşayan-yaşamış kişilerin yaşamlarını kontrol edebilme yetilerini kazanabilmeleri, haklarını savunabilmeleri ile bağlantılıdır, bu durum koruyucu hizmetlere ve ruh sağlığının geliştirilmesine gönderme yapar (Lehman, 2010: 88). Psikiyatrinin tıbbi söylemi ile güçlendirme perspektifinin birbiri ile çatışabileceği görülmektedir. Nitekim Güleç, psikiyatride “ötekini değerlendirme”nin meşru bir süreç olduğunu, bu meşruluğun kaynağını “bilimsel” söylemden aldığını, psikiyatrinin amacının çoğu zaman “ötekini anlama” değil “ötekini değiştirme” olduğunu belirtmektedir (Güleç, 2007: 3). Anlamanın alternatifi olan değiştirme yaklaşımı hastalık (psikopataloji), teşhis ve tedavi döngüsüne dayalı bir yaklaşımdır. Bireyin içinde bulunduğu çevrenin güçler dengesini anlama–bilme ve harekete geçirmeden uzak olan böylesi bir hizmet felsefesi tekrarlayan süreçleri doğurabilmekte Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş ve kronik hastalıklarda bireyin ve içinde yaşadığı çevrenin fonksiyonelliğini kısıtlamaktadır. Türkiye özelinde güçlendirme çalışmalarına ilk olarak bireyin dış dünya ile uyumunun sağlanması noktasında ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle kronik ruh sağlığı olan kişiler, hazırlık programları olmadan taburcu edildiğinde topluma adapte olamamakta ve sorunlar tekrar nüksetmektedir (Yanık, 2007: 35). Uzun yıllar hastanede tedavi gören kişilerin “aileye-topluma dönüşü” noktasında sorunlar olduğu bilinmektedir. Yeti kayıpları, toplum-aile sistemi ile olan kopukluk, damgalanma korkusu, maddi sıkıntılar vb.. nedenlerden ötürü Prof. Dr. Mazhar Osman Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde aileye dönüş çalışmaları sonucu hastaların sadece %9’u (450 kişiden 41 kişi) ailesinin yanına dönmüştür (Layıkel, 2008: 15). Kurumların yetersizliği ve tedavi birimleriyle koordine olamamış yapısı sebebiyle ruhsal sorunu olan kişilerin ailesiyle yapılacak danışmanlık, savunuculuk gibi destek hizmetleri sağlanamamakta, sonuç olarak taburcu olmuş bireyler yeniden yatılı bakıma dönmekte ya da dış dünyaya adapte olamamaktadır. Güçlendirme çalışmalarında bir diğer önemli nokta ise ruh sağlığı sorunu olan kişilerin potansiyellerini gerçeğe dönüştürebilme imkanlarının varlığıdır. Türkiye özelinde kendini ifade edebilen, sorunlarının bilincinde olan kişilerin, çalışıp bağımsız yaşama adım atmak istemesine rağmen istihdam sıkıntısı (iş bulamama-ağır iş koşulları) bulunmaktadır (Tilki, 2010: 20). Burada engelli kontenjanlarında ortopedik engellilerin tercih edilmesi ruh sağlığı sorunu olanların çifte ayrımcılığa uğradığını göstermektedir (Erkem ve Dinç, 2010: 46). Ruh sağlığı sorunu olan kişilere verilecek hizmetin sadece yiyecek, barınma ve temizlikten ibaret değil “bireyin tüm sosyal ihtiyaçlarına” hitap eden (spor, gezi, alışveriş vb) nitelikte olmasının altı çizilmektedir (Demirdoğan ve Dağıdır, 2008: 138). Örneğin ruh sağlığı sorunu olan kişilerin mahkemelerde hakim karşısında kendini ifade etme noktasında sorunlarla karşılaştıkları görülmekte, duruşma öncesi görüşme yapacak bir uzmanın gerekliliği belirtilmektedir (Erkem ve Dinç, 2010: 48). Bu anlamda güçlendirme temelli uygulamaların çok boyutlu olduğu görülmektedir. Yurtdışından örneklere bakıldığında adaptasyona önem veren güçlendirme uygulamaları göze çarpmaktadır. Nitekim Slovenya Altra Derneğinde ruh sağlığı sorunları yaşayan kişileri değiştirmeye değil onların kendilik algılarını ve yaşamlarını anlama temelli bir yaklaşım mevcuttur (Rusihak, 2010b: 11). Koşut olarak İtalya’daki Trieste Ruh sağlığı birimi de “pozitif ayrımcılık”tan ziyade normal yaşam koşullarında kişileri hayatla, hayatı da kişilerle bütünleştirme yaklaşımına sahiptir (Kacar, 2010: 79). Örnekler değerlendirildiğinde Türkiye’de de ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesi için bilgilendirme ve güçlendirmenin öncelikli bir sosyal hizmet uygulaması alanı olduğu görülmektedir. Damgalama İle Mücadele Modern psikiyatrinin doğuşu 18.yy da Bicetre Asylumda Pinel’in 12 kişiyi zincirden çözmesi ile başlar (Güleç, 2007: 2). Bununla birlikte toplumun bireyi söylemsel zincire vurması olarak 187 Toplum ve Sosyal Hizmet nitelendirilebilecek “damgalama” 21. yy da hala çözülememiş bir konudur. Damgalamanın kaynaklarından olan ruh sağlığı sorunları ile tehlikeli davranışların özdeşleştirilmesi, normal dışı davranışların tarihte ve edebiyatta cinayet, intihar ve taciz ile örneklendirilmesi ile bağlantılıdır (Geçtan, 2010: 16). Literatürde kurum temelli hizmetlerin dışlama-damgalama pratiklerini arttırıcı etkisi olduğu vurgulanmakta (Arıkan, 1996: 71; Yazıcı, 2010: 31) yaşanılan yerde verilen hizmetin damgalamayı azaltacağı (Yanık, 2007: 9) belirtilmektedir. URSP ve URSEP ile benimsenen toplum temelli ruh sağlığı hizmeti anlayışının temel hedefi bireyin damgalanmasına ve toplumdan kopuk hale gelmesine neden olan kurum temelli bakım hizmetlerini en aza indirmektir. Mevcut haliyle geçici avantajlarının yanında kurum bakımının ruh sağlığı sorunu olan bireyi toplumun var olan destek sistemlerinden mahrum bırakan özellikleri vardır. Damgalama dışlama dinamikleri çok boyutlu etkilere yol açmaktadır. Özellikle kronik ruh sağlığı sorunlarında damgalamanın ilişki kesme, sosyal bakımsızlık, hak ve sorumluluk kaybı olarak ön plana çıktığı belirtilmektedir (Güney, 2004: 67). Ruh sağlığı sorunu kaynaklı sosyal dışlanma, yoksulluğu beraberinde getirmekte, bu nedenle sorun alanın çok boyutlu olması gibi, geliştirilecek politikaların da sorun alanına hitap etmesi gerekmektedir (Layıkel, 2008: 11). Ruh sağlığı sorunu olan kişilerin eğitim, istihdam, tıbbı tedavi, sosyalleşme, barınma, alanlarında ön yargılı tutumlara konu oldukları, kimi zaman “potansiyel suçlu” olarak değerlendirildikleri gözlemlenmektedir (Erkem ve Dinç, 2010: 47). 188 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Türkiye’de ruh sağlığı sorunu olan kişilere, onların bakıcılarına ve doktorlarına yönelik önyargılı bakış açısı mevcuttur (Rusihak, 2008a: 106; Saillard, 2010: 18-22; Arıkan ve ark, 2011: 226). Şimşek ve Duyan’ın yaptığı araştırmada (2004: 413-414) sosyal hizmet öğrencilerinde de depresyon ve şizofreniye yönelik olumsuz tutumlar görülmüş, fakat bunun tıp fakültesi öğrencilerine göre daha düşük olduğu ve eğitim seviyesi yükseldikçe de olumsuz tutumun azaldığı belirtilmiştir. Damgalama karşıtlığı sosyal hizmetin “savunuculuk” niteliği ile birlikte önem kazanmaktadır. Nitekim ruh sağlığı sorunu olan bireylerin topluma oryante edilmesinin yanında kurum ve toplumların da bu kişilere yönelik düzenlenmesinin önemi vurgulanmaktadır (Karakuş, 2009: 409). Bunun için ise önce damgalanan “öteki”nin nasıl damgalandığını anlamak gerekmektedir. Candansayar ve Coşar’ın (2001: 46) ifade ettiği üzere ruh sağlığı alanında yapılacak çalışmalarda “emik” yaklaşım ile kültürel anlamlar göz önünde bulundurulmalı, hasta, hastalık, damgalama ve yardım isteme davranışları söz konusu anlamlar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Damgalama ile ilgili özetlenen araştırma literatürünün gösterdiği üzere damgalama toplumsal bir sorundur ve özel ilgi gerektirmektedir. BRSHH çalışanları, ruh sağlığı sorunu olan bireye sahip ailelerin hastalığı gizleme ve toplumdan dışlama davranışının önüne geçmek için sosyal hizmetlerde özel bir birim kurulmasını önermiştir (Dağıdır ve Layıkel, 2008: 65). Ruh sağlığı sorunu olanlara yönelik etiketleme davranışıyla mücadele etmede sadece devletin değil medyanın, STK’ların Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş ve özel sektörün işbirliğine (Erkem ve Dinç 2010: 47) vurgu yapılmaktadır. Bununla birlikte dışlama-damgalama faaliyetleri “sınırlar” çektikleri için buna karşı yapılan güçlendirme, savunuculuk, damgalama ile mücadele faaliyetleri de paradoksal durumları gündeme getirebilmektedir. Nitekim “psikiyatrik teşhis almış kişiler için kota belirlenmesi hak yaratmakla birlikte, ne yazık ki bu olgu damgalamayı da beraberinde getir”mektedir (İlbey, 2008: 181). URSEP’de “ruh sağlığının geliştirilmesi ve teşviki” amacı altında damgalama ve ayrımcılık karşıtı çalışma grubu oluşturulması, eğitim hizmetlerinin geliştirilmesi, politikacıların bilinçlendirilmesi konuları vurgulanmıştır (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2011a: 81). Sosyal hizmet perspektifinde bilgisizlik, damgalama, güçlendirme arasında ilişki olduğu söylenebilir. Bilgisizlik damgalamayı doğurmakta, damgalama ile birlikte ruh sağlığı sorunu olan kişi toplumsal yaşama katılım hakkını kaybetmekte ve baş etme becerisi ve özgüveni azalmaktadır. Bunun sonucunda da ruh sağlığı sorunu yoksulluk, istismar vb. karmaşık sosyal sorunlara eklemlenmektedir. SONUÇ Ruh sağlığı alanında sosyal hizmet ikinci ya da eğreti bir alan değil, birinci işleve sahip, önleyici ve koruyucu rolleri olan, tedavi sırasında ve sonrasında ruh sağlığı alanındaki hizmetlerin etkinliğini-etkililiğini temin eden bir alandır. Ruh sağlığı alanında yaşanan güçsüzlük, hastalık ve kriz durumları mikrodan makroya değişen bütüncül koordine hizmetleri kapsar. Söz konusu hizmetlerin oluşumu “ekip çalışması” anlayışının yerleşmesine bağlıdır. Ancak “ekip çalışması” kavramının soyut entelektüel bir gereklilikten öte sınırları tanımlanmış ve işbirliği ilkelerinin somutlaştığı bir işlevselliğe dönüşmesi beklenmektedir. Ruh sağlığı alanındaki politika ve hizmet sunumu değişiklikleri mesleki algılamaları, çalışma koşullarını, hukuki düzenlemeleri değiştirecek görünmektedir. Nitekim ruh sağlığı yasası halen Türkiye’nin en büyük ihtiyaçlarındandır. Ayrıca sosyal hizmet mesleğinin mevcut bir meslek yasası yoktur ve bu durum hizmetlerdeki niteliksel ve niceliksel artışa rağmen koordinasyon sorunlarına ek olarak mesleki rol karmaşaları, rol belirsizlikleri ya da rol yüklenmeleri gibi pek çok istenmeyen durumu ön plana çıkarmaktadır. Sosyal çalışmacıların mezuniyet sonrası uzmanlaşma eksiklikleri de en etkili olabilecekleri alanda atalet içine düşmelerine neden olabilmektedir. Ülkemizde ruh sağlığı alanında çalışan yok denecek kadar az uzman sayısı ve kısıtlı örgütlü ve kurumsal yapıya ek olarak, yaşam boyu öğrenme ve beceri kazanma felsefesine sahip uzman yetersizliğinin de dönüşmesi ve değişmesi gerekmektedir. Bunun birlikte mesleki ve disipliner çalışmalarda uygulama bilgisi becerisi ve etkililiği de geliştirilmesi gerekenler arasındadır. Koruyucu önleyici çalışmalar, bilgisizlik, güçlendirme damgalama bir döngüsel süreci ifade etmektedir. Koruyucu önleyici hizmetlerin yokluğunda psiko-sosyal nedenler ile sorunlar ortaya çıkmakta; bilgisizlik, erken tanı ve profesyonel müdahaleyi geciktirmekte, damgalamaya yol açmakta böylece kişi işlevselliğini kaybetmekte, potansiyellerini ve güçlerini fark edememektedir. Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerine geçişteki gecikmişlik fırsata 189 Toplum ve Sosyal Hizmet dönüştürülebilir. Kültürel faktörler dikkate alınarak yurt dışında yapılan uygulamalar karşılaştırılarak değerlendirilebilir. Bu süreçte “insan farklılığı”nın yanında “toplum farklılığı”nı da hesaba katan uygulamalara ihtiyaç vardır. Sonuç olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’’nın koordineli yürüttüğü, çok boyutlu politikaları barındıran ve sosyal hizmetin işlevselleştirildiği bir toplum temelli ruh sağlığı sisteminin geliştirilmesinin aciliyeti söz konusudur. Toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin temelindeki anlayış ve felsefe sadece bakanlıkların kurumsal, yasal ve örgütlü bir sosyal politika anlayışı benimsemesi ile değil; yerel yönetimler, STKlar, medya ve toplum katılımı ile geliştirilebilir. KAYNAKLAR Akdağ, R. (2012). 81 Ruh Sağlığı Merkezi. İnternet kaynağı: http://www.kam u d a n h a b e r. c o m / s a g l i k / 81 - i l e - r u h sagligi-merkezi-h80899.html, son erişim 29.05.2012. Aksaray, G., Kaptanoğlu, C. ve Oflu, S. (1999). Koruyucu Ruh Sağlığı. Yeni Symposium, 37 (3), 55-59. Alptekin, K. ve Duyan, V. (2009). İntihar ve İntiharı Önleme. İstanbul: Yeni İnsan Yayınevi. Arıkan, B., Bademli, K. ve Duman, Z. Ç. (2011) Sağlık Çalışanlarının Ruhsal Hastalıklara Yönelik Tutumları: Son 10 Yılda Türkiye’de Yapılan Çalışmalar. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 3(2), 214-231 Arıkan, Ç. (1996). Çağdaş Psikiyatrik Tedavide Psikiyatrik Sosyal hizmetin Yeri. Ç. Arıkan ve L. Dilek (Ed), Ruh Hastalıklarının Tedavisinde Psiko-Sosyal Bir Boyut (6380). Ankara: Şafak Matbaacılık Bulut, I. (1998). Psikiyatri Alanı ve Sosyal Hizmet Mesleği. C. Güleç ve E. Köroğlu 190 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 2 (13291332). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Bulut, I. (2001). Psikiyatrik Sosyal Hizmet, Sosyal Hizmette Yeni Yaklaşımlar ve Sorun Alanları. V. Duyan ve A. Mavili Aktaş (Ed), Prof. Dr. Nihal Turan’a Armağan (130-134). Ankara: Hacettepe Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayınları. Candansayar, S. (2011). Ruh Sağlığı Mesleklerinin Yetki ve Sınırlarının Belirlenmesi Toplum Sağlığının Yararınadır. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 14 (1), 3. Candansayar, S. ve Coşar, B. (2001). Küreselleşme, Postmodernizm ve Kültürel Görelilik Psikiyatride Biyomedikal Paradigma Nasıl Korunur? Kriz Dergisi, 9 (2), 41-47. Çakır, İ. A. (2013). Trsm Hizmetlerinde Kamu Hastanelerinin Rolü, internet kaynağı: www.ruhsagligisempozyumu.com/sunum/Idris.pptx, son erişim: 30.07.2013 Dağıdır, F. Z. ve Layıkel, Ş. (2008). Psikiyatrik Teşhis Almış Ve Zihinsel Engelli Bireylerin Haklarının Tanınmasına ve Toplumsal Yaşama Katılımına Yönelik Proje İstanbul Yuvarlak Masa Toplantısı Raporu “Psikiyatrik Teşhis Almış Kişilerle İlgili Sorunlar ve Çözüm Önerileri”. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (3), 64-69. Dedeoğlu, N. (2003). Halk Sağlığı ve Sosyal Hizmetler. C. Ü. Tıp Fakültesi Dergisi, 25 (4), 31-33. Demirdoğan, M. ve Dağıdır, F. Z. (2008). Türkiye’de Psikiyatrik Teşhis Almış Bireylere Yönelik Ayrımcılık ve Sosyal Dışlanma. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Z. Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (133-140). İstanbul: Karika Matbaacılık. Demirel, S. (2001). Rehabilitasyon Hizmetlerinde Sosyal Hizmet ve Sosyal Hizmet Uzmanının Rol ve Görevleri. Toplum ve Sosyal Hizmet, 12 (3), 64-80 Dinç, G. K. (2010). Rusihak-Ara İstanbul Dayanışma Merkezi Sosyal Hizmet Desteği. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Ra- Başer, Kırlıoğlu ve Mavili Aktaş hatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (14-16). İstanbul: Karika Matbaacılık. Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (77-79). İstanbul: Karika Matbaacılık. Erkem, N. ve Dinç, G. K. (2010). Bir Yıllık Çalışma Sürecinde Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında Sistemde Tespit Edilen Temel Sorunlar. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler, (43-48). İstanbul: Karika Matbaacılık. Karakuş, D. (2009). Türkiye’de Psikiyatrik Teşhis Almış Bireylere Yönelik Ayrımcılık, Damgalama ve Sosyal Dışlanma. G. Polat Uluocak ve A. İçağasıoğlu Çoban (Yay. Haz.), Sosyal Dışlanma ve Sosyal Hizmet Sempozyumu (403-410). Ankara: Haberal Eğitim Vakfı Geçtan, E. (2010). Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar. İstanbul: Metis Yayınları. Karasu, U. (2008). Psikiyatri Uzmanlarının Sorunları. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (3), 54-56. Güçlü, F. (2001). İntihar Umutsuzluğun Tırmanışı. Ankara: Sosyal Hizmetler Araştırma, Belgeleme, Eğitim Vakfı. Kaya, B. (2007a). Depresyon: Sosyo Ekonomik Kültürel Bakış. Klinik Psikiyatri, 10 (Ek 6), 11-20. Güleç, C. (2007). Psikiyatrinin Ontolojik ve Epistemolojik Sorunları. C. Güleç ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 1 (15). Ankara: Hekimler Yayın Birliği Kaya, B. (2007b). Sağlıkta Dönüşümün Ruh sağlığı Politikası. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 10 (1), 18-19. Güleç, G., Yenilmez, Ç. ve Ay, F. (2011). Bir Anadolu Şehrinde Psikiyatri Kliniğine Başvuran Hastaların Hastalık Açıklama ve Çare Arama Davranışları.Klinik Psikiyatri, 14, 131-142. Gültekin, B. K. (2010). Ruhsal Bozuklukların Önlenmesi: Kavramsal Çerçeve ve Sınıflandırma. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 2 (4), 583594 Güney, M. (2001). Psikiyatrik Rehabilitasyonda Gündüz Hastanesinin Yeri. Klinik Psikiyatri, 4, 268-276 Güney, M. (2004). Ruhsal Bozukluklarda Sitgmatizasyonu Önlemek İçin Neler Yapılabilir? Kriz Dergisi, 12 (1), 67-71. İlbey, C. (2008). Kurum Temelli Hizmetlerin Bir Eleştirisi ve Toplum Temelli Hizmetler. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (179-183). İstanbul: Karika Matbaacılık. Kacar, N. (2010). Slovenya ve İtalya/ Trieste’de Toplum Temelli Rehabilitasyon Uygulamaları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Kırpınar, İ. (2003). Ulusal Ruh sağlığı Politikası Geliştirme Çalışmaları. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 6 (2), 12-12. Kuşcu, K. (2007). Sosyal Psikiyatri. C. Güleç ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 1 (103-108). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Layıkel, Ş. (2008). Türkiye’de Ruh Sağlığı Alanına Genel Bir Bakış. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (718). İstanbul: Karika Matbaacılık. Lehman, P. (2010). Psikotik Deneyimi Olan İnsanların Kendine Yardım Hareketinin Politik Boyutları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (87-91). İstanbul: Karika Matbaacılık. Mental Disability Rights International (2005). BEHIND CLOSED DOORS: Human Rights Abuses in the Psychiatric Facilities, Orphanages and Rehabilitation Centers of Turkey. İstanbul. Ocaktan, M. E., Özdemir O. ve Akdur, R. (2004). Birinci Basamakta Ruh Sağlığı Hizmetleri. Kriz Dergisi, 12 (2), 63-73. 191 Toplum ve Sosyal Hizmet Ögel, K. (1998). Toplumsal Psikiyatri. C. Güleç ve E. Köroğlu (Ed), Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 2 (1319-1328). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Özdemir, U. (1999). Psikiyatri Tedavi Ekibinin “Ekip Çalışması” Kavramına İlişkin Kendi Bilgilerini ve Çalıştıkları Psikiyatri Tedavi Kurumlarını Değerlendirmeleri. Kriz Dergisi, 7 (2), 17-24. Perçin, Ü. (2010). Rusihak-Ara Manisa Dayanışma Merkezi Sosyal Hizmet Desteği. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (17-19). İstanbul: Karika Matbaacılık. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği (2010b). Ruh Sağlığı Hizmetlerinde İyi Örnekler Slovenya ve Triestre. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi Derneği, İstanbul. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, (2008a). Türkiye’nin Ruh Sağlığı Hastanelerinin Koşulları. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (83-108). İstanbul: Karika Matbaacılık. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, (2008b). Proje Çalışmalarında Dile Getirilen Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Ş. Layıkel, N. Kacar ve F. Zengin Dağıdır (Ed), Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları 2008 Türkiye Raporu Sorunlar ve Çözüm Önerileri (149-170). İstanbul: Karika Matbaacılık. Sağduyu, A., Aker, T., Özmen, E., Uğuz, Ş., Ögel, K. ve Tamar, D. (2003). Şizofrenisi Olan Hastaların Yakınlarının Şizofreniye Yönelik Tutumları. Türk Psikiyatri Dergisi, 14 (3), 203-212. Saillard, E. (2010). Ruhsal Hastalara Yönelik Damgalamaya İlişkin Psikiyatrist Görüşleri ve Önerileri. Türk Psikiyatri Dergisi, 21 (1), 14-24. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (2009). SHÇEK Genel Müdürlüğü Stratejik Plan 2010-2014. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Ankara. 192 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Şimşek, Z. ve Duyan, V. (2004). Sosyal Hizmet Öğrencilerinin Depresyon ve Şizofreniye Karşı Tutumları ve Sosyal Hizmet Eğitiminin Katkısı. A. İçağasıoğlu Çoban ve H. K. Arslanoğlu (Yay. Haz.), Başkent Üniversitesi Sosyal Hizmet Sempozyumu 2004: Türkiye’de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar (408-416). Ankara: Haberal Eğitim Vakfı T.C. Sağlık Bakanlığı (2006). Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara. T.C. Sağlık Bakanlığı (2011a). Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı 2011-2023. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ankara T.C. Sağlık Bakanlığı (2011b). Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri Hakkında Yönerge. T.C. Sağlık Bakanlığı, Ankara Tilki, E. (2010). Rusihak-Ara İstanbul Dayanışma Merkezi Psikolojik Destek Çalışmaları. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (20-21). İstanbul: Karika Matbaacılık. Ulaş, H. (2008a). Batı Avrupa Ülkelerinde ve Türkiye’de Psikiyatri Hizmetleri. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni, 11 (2), 2-12. Yanık, M. (2007). Türkiye Ruh Sağlığı Sistemi Üzerine Değerlendirme ve Öneriler Ruh Sağlığı Eylem Planı Önerisi. Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar, Özel Sayı. Yanık, M. (2008). İstanbul’da Toplum Ruh Sağlığı Örgütlenmesi Örneği. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 9 (Ek Sayı 1), 43-45. Yazıcı, A. (2010). Türkiye’de Ruh Sağlığı Sisteminin İşleyişi. F. Zengin (Ed), Zihinsel ve Ruhsal Rahatsızlığı Olan Kişiler İçin Toplum Temelli Hizmetler (31-32). İstanbul: Karika Matbaacılık. Saruç Derleme sosyal hizmet uygulamaları açısından faydalı olacağı düşünülmüştür. Anahtar Sözcükler: Palyatif bakım, sosyal hizmet standartları, sosyal hizmet uzmanının rolleri PALYATİF VE YAŞAM SONU BAKIMDA SOSYAL HİZMET UZMANININ ROLLERİ VE SOSYAL HİZMET MESLEĞİ STANDARTLARI ABSTRACT This study discusses the role of the social worker and social work standards in palliative and end of life care. As a context, this study aims to be helpful to the applications of social work and social workers who will work in the palliative care centers in the proces of integration of palliative care services into the health care system in Turkey. Key Words: Palliative care, social work The Role of The Social Worker And Social Work Standards in Palliative And End Of Life Care Semra SARUÇ* * Yrd. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Bu çalışmada palyatif bakımda sosyal hizmet uzmanının rolleri ve NASW’ın (Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği) palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları için oluşturduğu mesleki standartlar ele alınmıştır. Bu kapsamda çalışmanın Türkiye’de palyatif bakım hizmetlerinin sağlık sistemi ile bütünleştirilmesi sürecinde palyatif bakım merkezlerinde çalışacak olan sosyal hizmet uzmanlarına yol gösterici nitelikte olacağı ve standarts, the role of social workers GİRİŞ Palyatif bakım, hayatı sınırlayıcı hastalık ile ilişkili sorunlarla karşı karşıya olan hastalar ve ailelerinin yaşam kalitesini arttıran bir yaklaşımdır. Bu doğrultuda palyatif bakım, hastalığın kendisinden kaynaklanan veya tedavi yöntemleri nedeniyle meydana gelen problemleri ortadan kaldırmayı, hasta ve yakınlarının yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan bir yaklaşım olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşıma göre, yeni tanı almış, tedavi sürecinde ve terminal dönemde olan hastalara uygulanan palyatif bakım, erken tanı ve kapsamlı değerlendirme sayesinde ağrı ve diğer fiziksel, psiko sosyal ve ruhsal sorunların önlenmesi sağlanır (WHO, 2003). Palyatif bakım hizmeti, ülkemizde sağlık hizmetlerinin bir parçası haline getirilmeye çalışılmaktadır. Batı ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de palyatif 193 Toplum ve Sosyal Hizmet bakımın sağlık sistemi ile bütünleştirilmesi oldukça gecikmiştir. Konu ile ilgili yasal mevzuat henüz oluşturulmamış olsa da bu hizmete olan toplumsal ihtiyaç bu oluşumun gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Sosyal hizmet mesleği açısından palyatif ve yaşam sonu bakım yeni bir alan değildir. Yeni olan palyatif bakımın hak ettiği ilgiyi nihayet görüyor olmasıdır (Işıkhan, 2008:40). Türkiye’de yeni yapılanmaya başlayan bu oluşum batıda ve Amerika’da oldukça yaygındır. Avrupa’da sayısız, İngiltere’de ise 200’ün üzerinde sosyal hizmet uzmanı palyatif bakım ekibinde çalışmaktadır (Sheldon,2000:492). Fakat sosyal hizmet uzmanının rolleri ile ilgili çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı sağlıkta dönüşüm çerçevesinde palyatif bakımı sağlık sistemine entegre etme çalışmalarına başlamıştır. Palyatif bakım Türkiye’de özellikli planlama gerektiren sağlık hizmetleri içerisinde yer almakla birlikte öncelikle pilot uygulamalar çerçevesinde ve özellikle kanser merkezlerinde palyatif bakım merkezleri oluşturulması planlanmaktadır. Bu açıdan palyatif ve yaşam sonu bakım alanı aynı zamanda onkolojik sosyal hizmet uygulamaları ile de bağlantılıdır. Onkoloji sosyal hizmeti, tıbbi sosyal hizmet uygulamalarının onkoloji hastaları odağında ele alınmasıdır (Yıldırım ve diğ. 2013:171). Onkoloji sosyal hizmet uzmanı ise onkoloji tedavi merkezleri ve dünya çapındaki toplum sağlığı hizmetlerinin hem kanser konusundaki bilgisi ve psiko-sosyal etkisi hem de uygulamadaki çok yönlülüğü nedeniyle öncül sağlayıcılarındandır (Yıldırım ve diğ. 2013:175). Bu bağlamda onkoloji, etkileşim gerilimi yüksek ve stres düzeyi çok yoğun bir 194 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 alandır. Onkoloji alanında çalışmak ise bütün sonuçlarla yüzleşecek bir enerjiyi ve kendini adamayı gerektirir (Işıkhan, 2006: 7). Uygulama açısından oldukça yeni olan palyatif ve yaşam sonu bakım alanında farklı disiplinlerin ortak bir amaç doğrultusunda bir araya gelmeleri, her mesleğin rollerinin belirlenmesi ve ortaya konması açısından oldukça önemlidir. Bu çerçevede palyatif bakımda sosyal hizmet mesleği ve sosyal hizmet uzmanının rol ve işlevlerinin ortaya konması bu alanda uygulamalar yapacak olanlar için önemlidir. Bu derlemede palyatif ve yaşam sonu bakım alanında sosyal hizmet uzmanlarının rolleri ile NASW’ın (Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği) palyatif ve yaşam sonu bakım alanında sosyal hizmet mesleği için oluşturduğu standartlar ele alınmıştır. Palyatif Bakım Kavramının Tanımlanması Kavram olarak ülkemizde oldukça yeni olan palyatif bakımın tanımlanmasından önce hospis kavramının tanımlanmasının bütünü görebilmek açısından yararlı olacağı düşünülmektedir. Palyatif bakım alanı ve bu alan için gerekli olan uzmanlığın gelişimi modern hospis hareketinden ortaya çıkmıştır (Small, 2001:962). Dame Cicelly, hemşire, tıbbi sosyal hizmet uzmanı ve son olarak tıp eğitimi almış bir hekim olarak yetişmiştir. 1948 yılından beri kanser hastası olan terminal dönemdeki hastaların bakımı ile ilgilenmiştir. 1967 yılında Londra’da ilk modern hospis olan St. Christopher Hospisini kurdu. Bu onu aynı zamanda palyatif tıp alanında öncü yapmıştır (Saunders, 2001:791). Dolayısıyla palyatif bakımın Saruç temelindeki düşünce hospislerin kurulmasıyla başlamıştır. Hospis, yaşamının son döneminde bulunan hastalara, mevcut olan tüm tedavi yöntemlerinin denenmesine rağmen sonuç alınmamasından dolayı artık tedavi uygulanmadığı ya da bir tedavi aramanın çoktan bırakıldığı, palyatif bakım felsefesi eşliğinde hastadaki rahatsız edici semptomların kontrol edildiği ve yaşam kalitesinin mümkün olan en iyi seviyede tutularak, bu bireylere yaşamlarının son dönemlerini geçirmeleri için ev ortamı ve koşullarının sağlanabildiği kurumsal bünye içinde sunulan bir sağlık hizmetidir (Akt. Bağ, 2012a:120). Hospis, terminal dönemdeki hastanın yaşam kalitesine vurgu yaparak, yaşama ait yaşantılardan çok ölüme odaklanır. Hospislere hastanın kabulü iyileşme olasılığı olmayan bir hastalık ve bu hastalıktan altı ay ve daha az sürede hastanın yaşamını kaybetme veya tedavisinin oluşturduğu riskin beklenen faydadan fazla olduğu kestiriminin doktorlar tarafından belirlenmesidir. Hastane temelli palyatif merkezlerde ise bunlar gerekli değildir. Benzer amaçlar, örneğin daha iyi bir yaşam kalitesini desteklemek elzemdir. Özellikle Amerika ve Avrupa’da çok yaygın olan hospislerde yaşamının son zamanlarını geçiren hastalar için radikal tedaviler ve gereksiz müdahaleler yoktur. Sürekli damarlardan kan alınması, serum verilmesi veya günlerce oksijen maskesi ile yatakta kalmak yoktur (Gültekin ve ark, 2010:4). Hospis bakımı tektir ve aslında ölümcül hastalığa sahip hastalar ve aileleri için bir bakım felsefesidir (Önal Dölek, 2012:95). Palyatif bakım, hospis felsefesi ile benzerlik gösterir. Bireyin tıbbi, duygusal, ruhani ve diğer fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması için çalışır. Fakat sadece ölümcül hastalığa sahip ya da hastalıklarının son evresinde bulunan hastalar için bir bakım değildir. Bireylerin iyileşebilir hastalıklarının tedavi edilebilir belirtileri ile savaşır ve ağrı kontrolü yapar (Önal Dölek, 2012:96). Palyatif bakım önceleri, tedavi edilmiş yaklaşımlar tüketilmiş, son dönem hastalar için gündeme gelmekteyken, günümüzde tanı anından itibaren, tedavi edici yaklaşımlarla birlikte gündeme gelen bir yaklaşım halini almış durumdadır (Aydoğan ve Uygun, 2011:5). Betty Vargo (akt. Lawson, 2007:10)’nun “tüm hospisler palyatif bakımdır, fakat bütün palyatif bakımlar hospis değildir” sözü sanırım her ikisi arasındaki ayrımı anlamak açısından önemlidir. Görüldüğü üzere palyatif bakım düşüncesi öncelikle kanser hastaları için yapılan bakım çalışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve daha sonra sadece kanser hastaları için değil tüm ölümcül ve aynı zamanda iyileşebilir hastaları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Dünya Sağlık Örgütü palyatif bakımın katkılarını şu şekilde sıralamaktadır: • Ağrı ve diğer rahatsız edici semptomların giderilmesini sağlar, • Yaşamı onaylar ve ölümün doğal bir süreç olduğunu sayar, • Ne ölümü hızlandırır ne de ertelenmesini amaçlar, • Hasta bakımının psikolojik ve ruhsal yönlerini fiziksel bakımla bütünleştirir, • Mümkün olduğunca hastanın ölümüne kadar aktif yaşaması için bir destek sistemi sunar, 195 Toplum ve Sosyal Hizmet • Aileye, hastanın hastalığı süresince ve yas sürecinde baş edebilmesi için destek sistemi sunar, • Gerektiğinde yas süreci danışmanlığı da olmak üzere hastaların ve ailelerin ihtiyaçlarını karşılamak için ekip çalışması yaklaşımını kullanır, • Yaşam kalitesini arttırır ve aynı zamanda hastalığın seyrini olumlu etkiler, • Hastalık sürecinin erken evrelerinde, kemoterapi ya da radyoterapi gibi hastanın yaşamını uzatmayı hedefleyen tedavilerle birlikte kullanılabilir. Klinik komplikasyonların daha iyi anlaşılması ve yönetilmesini amaçlar (WHO, 2003). Palyatif bakımın bileşenleri ise; primer hastalığın kontrolü, fiziksel semptomlar, psikiyatrik sorunlar, manevi sorunlar, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar, yaşam sonu ihtiyaçların saptanması ve yas dönemiyle baş etmedir (Sağlık Bakanlığı, 2011). Türkiye’de hospis düzenlemesi bulunmamakla birlikte palyatif bakım merkezleri ise oldukça azdır. 2009 sonu itibariyle Türkiye’de toplamda 10 adet palyatif bakım merkezi bulunmaktadır ve bu merkezlerin tamamına yakını üniversite hastanelerinde bulunmaktadır. Uluslar arası akredite olan ise sadece bir palyatif bakım merkezidir ((Gültekin ve ark, 2010:2). Bu merkezlerin en büyük engeli henüz mevzuat ile ilgili düzenlemelerin tamamlanmamış olması ve sağlık sistemine entegre edilememesidir. Hospis, yaşlı bakım evleri (nursing home), gündüz bakım merkezleri (day care centers), palyatif bakım merkezleri batıda oldukça gelişmiş ancak Türkiye’de henüz sağlık sistemi 196 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 içerisinde yer almayan bakım türleridir. Türkiye’de öncelikle evde bakım Hizmetleri 10/03/2005 tarih ve 25751 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında Yönetmelik” ile yasal düzenleme başlamıştır. Sağlık Bakanlığının 3895 Sayılı 01/02/2010 tarihli yönergesiyle evde sağlık hizmetleri verilmeye başlamıştır. Evde sağlık hizmetleri ile yatağa bağımlı, hastaneye gidemeyecek durumdaki hastalara ihtiyaç duydukları sağlık hizmetleri evlerinde ve aile ortamında verilmektedir. Öncelikle yatağa bağımlı hastalar olmak üzere, solunum sistemi hastaları, ileri derecedeki kas hastaları, palyatif bakım ve tedavi gereksinimi olan terminal dönem kanser hastaları ve yeni doğanlar öncelikli hizmet grubu olarak belirlenmiştir (Sağlık Bakanlığı, 2005). Daha öncede de vurgulandığı üzere palyatif bakım hizmetleri öncelikle kanser hastalarının sağaltımı için oluşturulmuş çalışmalarla başlamıştır. İnsanın fiziksel, psikolojik, duygusal, tinsel (spritüel) ve sosyal alanında derin izler bırakan kanser, modern hayatın en yaygın ve tehdit edici hastalıklarındandır (Tuncay, 2009:70). Kanser sağaltım alanında ise özellikle sosyal destek önemli olup sosyal desteğin kapsamını genelde aile üyeleri, yakın çevre (akrabalar, arkadaşlar) ve sağlık bakım ekibi (hekim, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog vd.) oluşturur (Tuncay, 2010:60). Bunun yanında hastaların hastalık sürecinde yaşanan fiziksel, psikososyal ve ekonomik sorunların azaltılmasında sosyal destek önemli bir rol oynar (Işıkhan, 2007:15). Batıdaki bakım türlerinin Türkiye’de gelişememe nedeni ise ülkemizde hasta ve yaşlı bakımının “ailenin” Saruç sorumluluğunda çözümlenmeye çalışılmasıdır. Fakat günümüzde aileler bu yükün altından kalkmakta zorlanmakta ve çoğu zaman hastalık ve hastalığın getirdiği yükler altında ezilmektedir. Hospis ve palyatif bakım alanı sadece disiplinler arası ekiple ve bütüncül bir yaklaşımla başarılabilecek bir yaklaşımdır. Bu ekibin içerisinde sosyal hizmet uzmanı da yer almaktadır. Bir sonraki bölümde palyatif bakım alanında sosyal hizmet uzmanının işlev ve rolleri ele alınmıştır. Hospis ve palyatif bakım dünya çapında yayılmaktadır. Bu da birçok farklı sosyal hizmet geleneği ile karşı karşıya gelineceği anlamına gelmektedir (Small, 2001:968).Sosyal hizmet ve palyatif bakım konusunda ortak bazı temalar bulunmaktadır. Bunlar: • Sosyal hizmet her zaman kayıp (yas) ile ilgilidir. • Bireysel deneyimleri geniş bir bağlam içine koyarak bütüncül bir sistem bakışı getirir. Palyatif Bakımda Sosyal Hizmet Uzmanının Rolleri • Sosyal hizmet iyileşmeye yardım ederek değişimin uygulamadaki etkisi ile ilgilenir (Small, 2001:962). Palyatif bakımda sosyal hizmet uygulamaları, ilkeleri hospislerde kurulan ve daha sonra uygulaması gelişen ve genişleyen bir yaklaşımdır. Bu bağlamda palyatif ve yaşam sonu bakım alanı aynı zamanda onkoloji sosyal hizmet uygulamaları ile de bağlantılı olup palyatif bakımdaki rol ve işlevler, onkoloji kliniklerinde çalışan sosyal hizmet uzmanlarının işlevleri ile de ilişkilidir. Palyatif bakım ekibi ortak amaç doğrultusunda hizmet veren farklı profesyonellerden oluşur. Bunlar; doktor, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, din görevlisi ve gereksinimine göre çeşitli terapistlerden ve gönüllü çalışanlardan oluşur. Ekibin farklı meslek gruplarından oluşması, bakım sürecinin etkili bir şekilde işletilmesi için mesleki rollerin tanımlanması oldukça önemlidir. Sosyal hizmet mesleği yaşam sonu bakımda eşsiz bir bakış açısı getirmektedir ki bu hospis ve palyatif bakımın bütüncül felsefesini yansıtır ve destekler. Problem çözmede günlük deneyimlerin birey, aile ve sosyo kültürel etkilerinin çok boyutlu etkilerini dikkate alan ekolojik yaklaşımı kullanır. Bu yaklaşım, amacı ağrıyı/acıyı hafifletmek, yaşam kalitesini geliştirmek ve ölümün fiziksel, psikososyal, sosyal, ruhsal boyutlarını ele almak olan palyatif bakım odağına çok iyi uymaktadır. Palyatif bakım ve sosyal hizmet, her ikisi de bireylerin yaşamlarının tüm bağlamlarını dikkate alan bakım felsefesini yansıtır (Bomsa ve ark.2010:79). Palyatif ve yaşam sonu bakımda bir başka önemli unsur sosyal hizmet mesleği uygulayıcıları olarak sosyal hizmet uzmanlarının işlevleri ile ilgilidir. Bu işlevler palyatif bakımda yol gösterici ilkeler olarak ele alınmaktadır (NASW, 2003). Bu bağlamda sosyal hizmet uzmanları, etnik, kültürel ve ekonomik farklılıklar, aile ve destek sistemleri, çok boyutlu vaka yönetimi, yas, travma ve afet müdahaleleri, disiplinler arası uygulama, yaşam döngüsü boyunca müdahaleler ve sağlık bakımında parçalanma, boşluk ve yetersizlikler olduğunda sistemlere müdahale etme konularında eşsiz (özgün) ve derinlemesine bilgi ve uzmanlığa sahiptirler. 197 Toplum ve Sosyal Hizmet Sosyal hizmet uzmanları aynı zamanda yerel ve bölgesel düzeyde politika geliştirme ve değiştirme uzmanlığına sahiptir. Bu konuda sosyal hizmet araştırması aynı zamanda gelişmekte olan bir konu ve yaşam sonu bakım konusunda daha önce gözden kaçan birçok konuya -etnik, kültürel ve ekonomik farklılık, madde bağımlılığı, hapsedilme, farklı yaşam döngüsü aşamalarında müdahaleler, problem çözme müdahaleleri ve toplum bağlamında müdahale gibidikkat çekmektedir (NASW, 2003). Disiplinler arası palyatif ve hospis ekibinin ayrılmaz üyeleri olarak sosyal hizmet uzmanları hastalara ve ailelere psikososyal, duygusal, maddi ve yaşam sonu bakımı planlama ile başa çıkma konusunda yardım eder (Lawson,2007:4). Sosyal hizmet uzmanları bireylerin, ailelerin ve bakıcıların yaşam kalitesinin arttırılması ve refahlarının geliştirilmesi ile ilgilenirler. Palyatif bakım ve yaşam sonu bakım ile ilgili konularda çelişkili durumlarda karşı karşıya gelindiğinde sosyal hizmet uzmanları, klinisyenler, eğitimciler, araştırmacılar, savunucular ve toplum liderleri gibi çok boyutlu bir role sahiptirler (NASW, 2003). Ulusal Hospis ve Palyatif Bakım Kuruluşu (National Hospice and Palliative Care Organization) sosyal hizmet uzmanının görevlerini, psikososyal değerlendirmeler yapmak, sürekli psikososyal danışmanlık, doğrudan vaka çalışması hizmetleri, kayıp-yas hizmetleri, toplum eğitimi, sosyal yardım ve sevk olarak tanımlamıştır (Akt. Lawson, 2007:4). Palyatif bakım hizmetleri evde hospis ve hastane temelli konsültasyon hizmetlerinin her ikisini de içerdiğinden, farklı çevre ve uygulama kapsamı, 198 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 sosyal hizmet uzmanının rolünü de etkilemektedir (Lawson, 2007:3). Sosyal hizmet uzmanının çalışma alanı olarak hospis ve palyatif bakım arasındaki anahtar farklılıklardan biri “çevre”dir. Toplum temelli hospislerde sosyal hizmet uzmanı ilk hasta/aile etkileşimini hastanın bulunduğu ortamda yani ev ortamında yapıyor iken hastanelerde palyatif bakım servislerinde yapmaktadır (Lawson, 2007:6). Sosyal hizmet uzmanının rolü, aynı zamanda bakımın iki çevre içerisinde (hastane ve ev) nasıl yönetildiği ile ilgili farklılıklardan etkilenmektedir. Hastanelerde bakımın koordinasyonunda hekimler önemlidir. Birincil tıbbi ekip nihayetinde bakım ve tedaviden sorumludur. Evde hospiste ise hastanın ya da ailenin gözünde hemşire, birincil tıbbi bakım sağlayıcısı olabilir. Genellikle bakım ekibini hemşire koordine eder. Bazı hospislerde sosyal hizmet uzmanı vaka yöneticisidir ve her iki şekilde de sosyal hizmet uzmanı bakımın koordine edilmesinde, hastanın/ailenin karşılanmayan duygusal, manevi ve maddi ihtiyaçlarının tanımlanmasında anahtar rol oynar (Lawson, 2007:9). Bu bağlamda palyatif bakımın sağlanmasında sosyal hizmet uzmanları önemli rol oynamaktadır (Small, 2001; Lawson, 2007; Bomsa ve diğ. 2010). Bu alanda sosyal hizmet uzmanının katkısını ve tamamlayıcı becerilerini göstermesi önemlidir. Hastanelerde diğer profesyonellerin sosyal hizmet rolleri hakkında eğitilmeleri için fırsatlar bulunmaktadır. Sosyal hizmet uzmanı, sadece hastanın/ailenin sorunlarını inceleyerek ve destekleyerek değil aynı zamanda sosyal hizmet değerlerini ve disiplinler arası çalışma değerlerini model alarak hekim arkadaşlarının sosyal hizmetin Saruç rolleri konusunda eğitilmelerine katkıda bulunabilir (Lawson, 2007:13). İlk kurulan palyatif bakım biriminde çalışan kıdemli sosyal hizmet uzmanı Olga Craig (Small, 2001:964) sosyal hizmetin katkısını, fiziksel, maddi, manevi ve duygusal ihtiyaçların karşılanması, ev, iş ve aile etkileşimlerinin sağlanması olarak vurgulamaktadır. O’nun biriminde rol değişimi ve örtüşmesi önemlidir. O’na göre “Senin profesyonel olarak ne olduğun birey olarak ne olduğundan daha az önemlidir”. Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda anahtar konumda olmalarına rağmen sosyal hizmet ve palyatif bakım arasındaki ilişki ve sosyal hizmet uzmanlarının rolleri açıkça tanımlanmamıştır ve buna yönelik bilgi oldukça sınırlıdır. Almanya’daki sağlık sistemindeki palyatif bakım uygulamalarında (Akt. Bağ, 2012b:146) palyatif ekip içerisinde yer alan sosyal hizmet uzmanının görevleri; hastalık nedeniyle oluşan kişisel ve sosyal değişikliklerin ve beklenen ölümün üstesinden gelmelerinde hasta ve hasta yakınına yardımcı olmak, onlara kurumlarla olan iletişimlerinde, bakımın planlanmasında, olası parasal sorunlarda ve aile içi çatışmalarda destek olmak, taburcu edilmelerinde ve bu yöndeki hazırlıklarda destek olmak, sosyal servisi ve evde bakım hizmetlerini harekete geçirmek, danışmanlık yapmak ve yas sürecinde hasta yakını için destek sağlamak olarak tanımlanmıştır. Sheldon’un (200:493) palyatif bakım merkezlerinde çalışan sosyal hizmet uzmanları ile yapmış olduğu çalışmada palyatif bakımda çalışan sosyal hizmet uzmanının rolleri 6 kategoride tanımlanmıştır. Bunlar: 1. Aile Odağı • Aile ilişkilerine odaklanma • Aile iletişimini etkinleştirme • Ebeveynlik dersleri • Geçmişi, bağlama bugünü ve geleceği • Gelecek için planlama 2. Çevreyi etkileme • Tavsiye ve bilgi verme • Finans organize etme • Önleyici çalışmalar • Diğer kurumlardaki meslektaşlarıyla bağlantı kurma • Diğer kurumlardaki meslektaşları destekleme 3. Ekip üyesi olma • Ekipte rol kurmak • Ekiple bağlantı kurma • Ekipteki anlaşmazlıkları ele alma • Gizlilik ve ekip ile paylaşma arasındaki gerginliği yönetme • Ekibe model olma 4. Anksiyeteyi yönetme • Ailelerin anksiyetesini yönetme • Palyatif bakımdaki profesyonellerin anksiyetesini yönetme • Risk yönetimi • Kendi stres yönetimi • Öz farkındalık • Geçmiş deneyimleri kullanma 199 Toplum ve Sosyal Hizmet 5. Değerler ve değer verme • Yargılayıcı olmamak • Müracaatçıyı onaylamak • Kendi kaderini tayini teşvik etmek • Gizlilik • Empati • Normalleştirme • Ayrımcılığa meydan okuma 6. Bilme ve Sınırlar Çerçevesinde Çalışma • Değerlendirme • Müdahaleye odaklanma • Geri çekilme • Sınırları ayarlama • Öfke ile çalışma • Müracaatçılar için güvenliği sağlama • Açık tartışmaları teşvik etme Şekil 1’de palyatif bakımda sosyal hizmet uzmanının rollerinin kavramsallaştırılması verilmiştir. Aile odağı, çevreyi etkileme, ekip üyesi olma ve anksiyeteyi yönetme ile ilgili 4 kategori, sosyal hizmet uzmanının daha çok günlük faaliyetleriyle ilgilidir. Bilme ve sınırlar çerçevesinde çalışma ile değerler ve değer verme, çerçevenin bütünleşmiş unsurlarıdır. Değerler ve değer verme, temeli oluşturur ve bunlar sosyal hizmet uzmanının daha somut görevlerini etkiler. Bilme ve sınırlar çerçevesinde çalışma, sosyal hizmet rolünün merkezidir ve tüm diğer bileşenler için temel sağlar. Özetlemek gerekirse palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet kapsamında birçok uygulama mevcuttur ve 200 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 birey, aile, grup, toplum ve örgütsel düzeyde müdahale gerektirir. Sosyal hizmet uzmanı hastaların ve ailelerin yaşadığı sorunlarla etkin bir şekilde baş edebilmeleri için sorunların niteliğine bağlı olarak mikro, mezzo ve makro düzeyde müracaatçı sistemleriyle çalışır (Işıkhan, 2007:25). Monroe (1993’den akt. Small, 2001:966), palyatif ve yaşam sonu bakımda temel sosyal hizmet konularının değerlendirme ve müdahale olduğunu vurgulamaktadır. Sosyal hizmet uzmanı bilgi verebilir, iletişimi kolaylaştırabilir ve ailenin yeni rollere uyum sağlamasında yardımcı olabilir, insanların gerçekçi hedefler belirlemesinde yardım edebilir ve yas danışmanlığı önerebilir. Bu görevleri yerine getirebilmek için kullandığı yöntemler ise; birebir görüşmeler, aile çalışması, grup, ailede çocuklara odaklanma, bilgiyi paylaşma ve dinlemeyi içerir. Monroe, sosyal hizmetin daha geniş rollerini ise eğitim, personel desteği ve toplum ağının gelişimi olarak tanımlamaktadır. Toplum ağını kurmak ve bu ağı etkin bir şekilde çalıştırmak, Şekil 1. Palyatif bakımda sosyal hizmet uzmanının rollerinin kavramsal çerçevesi (Sheldon 2000:493’den aktarılmıştır). Saruç gönüllülerin gelişimi ve desteklenmesi için çok önemlidir. Palyatif bakım alanında hastaların ve ailelerin psikolojik, ruhsal, duygusal, fiziksel, kültürel ve sosyo ekonomik olmak üzere birtakım sorunları olabilir. Bununla birlikte kendisini ölüm tehdidi altında hisseden bir hastanın, duygusal ve psikolojik süreçlerini, ekonomik ve aileye ait endişelerini anlamak düşünüldüğü kadar kolay değildir (Yıldırım ve diğ. 2013:170). Bir başka ifadeyle “Kişiler palyatif bakım almaya gelirken, hasta kimliğiyle değil… Ümitleri, korkuları ve ihtiyaçlarıyla; geçmişlerinden, yaşantılarından, aile ve kültürlerinden kaynaklanan beklentileriyle zihinleri karışmış insanlar olarak gelirler”(Cairns ve ark. 2003). Dolayısıyla palyatif bakım içinde psikososyal bakım genişlemekte olan bir alandır ve bir dizi teori, model ve uygulama yaklaşımını desteklemektedir. Kanser ve buna benzer hastalıklara yaklaşımda sosyal ve psiko-sosyal alan güçlü biçimde yer edinmektedir. Kanserin psiko-sosyal boyutunu ele alan interdisipliner çalışmaların sayısı gün geçtikçe artmakta, kanserle bağlantılı psikolojik sorunları inceleyen, yaşam kalitesi, başetme ve sosyal destek ve alternatif tedavi yöntemleri gibi konuları irdeleyen araştırmalar kanserle ilgili bilimsel birikime anlamlı katkılar yapmaktadır (Tuncay, 2009:70). Bununla birlikte kültürel ve sosyal farklılıklar psikososyal bakım sağlamada hiçbir evrensel yöntemin bulunmadığını, bu nedenle bu yöndeki bilgilerin her bir toplum ve sağlık hizmeti ortamında insanların bireysel ve kolektif ihtiyaçlarında kullanılması ve bunlara adaptasyonun önemli olduğunu vurgulamaktadır (INCTR Palyatif Bakım El Kitabı, 2008: 90). Sosyal hizmet uzmanlarının palyatif ve yaşam sonu bakım alanında mesleki çalışmalarına yol göstermek ve desteklemek amacıyla mesleki uygulama standartları geliştirilmiştir. Bir sonraki bölümde bu standartlar ele alınmıştır. Sosyal hizmet uzmanlarının palyatif ve yaşam sonu bakım alanını daha kapsamlı anlayabilmeleri ve bu alanda çalışacak olan sosyal hizmet uzmanlarının etkili çalışmalar yapabilmeleri için NASW’ın palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet mesleği için oluşturduğu standartlardan bahsetmek faydalı olacaktır. SOSYAL HİZMET MESLEKİ UYGULAMA STANDARTLARI NASW (Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği), palyatif bakım ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları için uygulama standartları geliştirmiştir. Standartlar, palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet fonksiyonlarının ve profesyonel sosyal hizmet uygulamasının temel unsurlarını yansıtacak ve çeşitli ortamlarda bu konular ile ilgili doğru sosyal hizmet uygulamalarını hedefler niteliktedir (NASW,2003). Bu standartlar palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uygulamasının temel aşamalarını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Bu bölümdeki aktarmalar Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Birliği’nin palyatif ve yaşam sonu bakım için yayınladığı mesleki standartlardan aktarılmıştır (NASW, 2003). Palyatif ve yaşam sonu uygulama büyüyen bir alandır ve sosyal hizmet uzmanları karmaşık sorunlarla başa çıkmak için kendilerini hazırlıksız hissedebilirler. Bu standartlar, sosyal hizmet uzmanlarının, palyatif ve yaşam sonu bakımda çalışırken bilgi, değer, 201 Toplum ve Sosyal Hizmet yöntem ve müracaatçılarla, ailelerle, sağlık personeli ve toplumla etkili çalışması için gerekli hassasiyetleri geliştirmeleri için tasarlanmıştır. NASW’ın palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet mesleği açısından oluşturduğu standartlar aşağıda özetlenmiştir. 1. Etik ve Değerler Hem mesleğin hem de çağdaş biyoetiğin değerleri, etik ve standartları, palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uygulamalarına rehberlik edecektir. NASW’ın etik kodları (NASW, 2000) etik karar alma ve uygulama ile ilgili birkaç temel kılavuzdan biridir. Palyatif ve yaşam sonu bakımda uygulama yapan sosyal hizmet uzmanı bu uygulama için hazır olmalıdır. Uygulamada etik ikilemler, değer çatışmaları, dini, manevi ve hayatın anlamı ile ilgili sorularda hazırlıklı olmalıdır. Palyatif ve yaşam sonu bakım alanında etkili bir uygulayıcı olmak için özel bir eğitim tercih edilmektedir. Bu uygulama alanında çalışmak için gerekli asgari bilgi temeli aşağıdaki temel etik ilkeleri içerir: • Adalet • Yararlılık • Zarar vermemek • Anlamak • Tanıtım • Kişiye saygı • Evrensellik • Doğruluk, dürüstlük • Özerklik • Gizlilik • Eşitlik • Kesinlik. 202 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 2. Bilgi Palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları, hastalarla ve profesyoneller ile uygulama için gerekli teorik ve biyopsikososyal faktörleri kanıtlayarak göstermelidir. Palyatif ve yaşam sonu bakım hakkında “bilgi ve anlayış” ile ilgili temel alanlar şunlardır: • Klinisyen sosyal hizmet uzmanının çok yönlü rolleri ve fonksiyonları • Ölüm sürecinin fiziksel ve çok boyutlu aşamaları • Ağrının fiziksel, psikolojik ve ruhsal belirtileri • Ağrıyı hafifletebilmek için psikososyal müdahalelerin aralığı • Hastaların ve aile bireylerinin biyopsikososyal ihtiyaçları • Etnik, dini ve kültürel farklılıkların etkisi • Karar verme, sağlık bakım personeli ile ilişkiler, ölüm ve ölmek gibi hastalık ile ilgili sorunlar • Evde bakım ve hospis düzenlemeleri de dahil olmak üzere palyatif ve yaşam sonu bakımda hizmet çeşitliliği • Mevcut toplum kaynakları ve bu kaynaklara nasıl erişileceği • Ekonomik kaynakların hastalık süresi boyunca ve yaşam sonunda aile kararlarına etkisi • Hastalığın ilerleyişi süresince yol gösterici talimatların geliştirilmesi, kullanımı, destek ve revizyonu • Palyatif ve yaşam sonu bakıma ulaşmada kültürler arasındaki farklılıklar Saruç • Palyatif ve yaşam sonu bakım için akreditasyon ve düzenleyici standartların oluşturulması • Özel nüfus grupları ve ailelerinin karşılaştığı ihtiyaçlar; çocuklar, fiziksel gelişimsel, zihinsel veya duygusal engeli olanlar, kurum bakımında olanlar, cezaevlerinde ve bakım evlerinde olanlar gibi. 3. Değerlendirme Sosyal hizmet uzmanları, müracaatları değerlendirmek ve müdahale planı geliştirmek için kapsamlı bilgileri belirlemelidir. Kapsamlı bir değerlendirmede dikkate alınacaklar şunlardır: • Geçmişteki ve şimdiki sağlık durumu • Aile yapısı ve rolleri • Kalıplar/ Aile içinde iletişim ve karar verme kalıpları • Yaşam döngüsü ile ilgili gelişimsel sorunlar • Maneviyat / İnanç • Kültürel değerler ve inançlar • Hastanın / ailesinin dil tercihi ve mevcut çeviri hizmetleri • Hastanın ve ailesinin palyatifve yaşam sonu bakımda hedefleri • Sosyal destekler;formal ve informal bakıcılar dadahil olmak üzere destek sistemlerini, mevcut kaynakları ve bu kaynaklara erişimdeki engelleri içerir • Hastalık, sakatlık, ölüm ve kayıp ile ilgili geçmişte yaşanmış deneyimler • Ruh sağlığı fonksiyonları (ruh sağlığı hikâyesi, baş etme becerileri, kriz yönetimi becerilerini içerir) • İntihar riski • Mülteci ve göçmenler, çocuklar, ağır ve kalıcı ruhsal hastalığı olan bireyler ve evsizler gibi özel nüfus grubunda yer alan hastaların ve ailelerinin özgün ihtiyaçları ve psikososyal ihtiyaçları için disiplinler arası ekiple iletişim kurmak. 4. Müdahale/Tedavi Planlaması Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda müdahale planlarının geliştirilmesi ve uygulanmasında müracaatçıların yetenek ve kararlarını değerlendirmelere dahil etmelidir. Sosyal hizmet uzmanları yas süreci ve uygulamasında yetenekli olmalıdır. Tüm uygulama alanlarında sosyal hizmet uzmanları çeşitli teorik bakış açılarını ve becerilerini müdahale planını geliştirmek için kullanırlar. Sosyal hizmet uzmanları farklı yaş grupları, etnik kökenliler, kültürler, dinler, sosyo ekonomik ve eğitim farklılığı geçmişi olanlar, yaşam tarzları ve ruh sağlığı ve engellilik durumları farklı olanlar ve tıp dışı tedavi ortamlarında bulunan bireylerle daha etkili çalışma tekniklerine adapte olmalıdır. Etkili palyatif ve yaşam sonu bakım için temel beceriler şunlardır: • Yaklaşan ölüm belirtilerini tanımak ve bir şekilde aile üyelerini klinik değerlendirme rehberliğinde hazırlamak • Hastalar, aile üyeleri ve bakım ekibi üyeleri arasında iletişimi kolaylaştırmak • Yas teorilerini uygulamaya aktarmada yeterlilik 203 Toplum ve Sosyal Hizmet • Değerlendirmeye dayanan uygun tedavi yöntemlerini belirlemede yeterlilik • Ağrı yönetimi de dâhil olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetler için hastalar, aile üyeleri ve bakıcılar için savunmada yetkinlik • Hasta ve aile üyelerinin uygun kaynaklarla bağlantılarının sağlanabilmesi için karmaşık kaynakların kullanımında yetkinlik • Hastaları, aileleri ve bakıcıları desteklemede yetkinlik. İleriki dönemleri de kapsayan matem, yas, keder, kayıp ve izleme hizmetlerini içerir. Genellikle palyatif ve yaşam sonu bakımda sağlanan müdahaleler arasında şunlar sayılabilir: • Bireysel danışmanlık ve psikoterapi (Bilişsel davranışsal müdahaleleri içerir) • Aile danışmanlığı • Aile-ekip konferansı • Kriz danışmanlığı • Bilgilendirme ve eğitim • Semptomların yönetimi konusunda çok boyutlu müdahaleler • Destek grupları, yas grupları • Vaka yönetimi ve taburculuğun planlaması • Karar verme ve karar vermeye çeşitli tedavi seçeneklerinin etkisi • Kaynak danışmanlığı • Hasta savunuculuğu / Sistemlerin navigasyonu 204 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 5. Tutumlar/Farkındalık Palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanları müracaatçılarına, müracaatçıların onuru ve kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde duyarlı ve merhametli bir tutum göstermelidir. Sosyal hizmet uzmanları kendi inançlarının, değerlerinin ve duygularının ve bu duyguların yaptıkları uygulamayı nasıl etkilediğinin farkında olmalıdır. Palyatif ve yaşam sonu bakımda etkin uygulama için sosyal hizmet uzmanları ağrı, acı ve diğer sıkıntılarda empati ve duyarlılık göstermek zorundadır. Sosyal hizmete özgü tutumlar ve tepkiler şefkat ve hassasiyet kapsayacak yanıtlar içermekle birlikte ancak mutlaka bu şekilde sınırlı olmayacaktır. Bunlar: • İnsan acısı ile yüzleşebilmek için günlük olarak esneklik ve uyum • Müracaatçının bireyselleştirilmesi / Müracaatçı sisteminin ihtiyaçları birincil olarak bakım ünitesi • Müracaatçılarla etkileşimler kolaylaştırıcı • Bakım hedeflerine ulaşmak için, disiplinler arası bir ekip üyesi olarak işbirliği halinde çalışabilme ve iletişim yeteneği • Müracaatçıların palyatif ve yaşam sonu bakımda odaklanmasına savunmaya istekli olmak/Müracaatçı sisteminin seçenekleri, tercihleri, değerleri ve inançları • Acıda yorgunluğun farkında olmak ve bu durumu hafifletmek için etik sorumluluk bilincinde olmak • Palyatif ve yaşam sonu bakımda mesleki tanınma ve mesleği güçlendirmede hayati rolü, güven ve yetkinlik. Saruç 6. Güçlendirme ve Savunuculuk Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda hastaların ihtiyaçlarını, kararlarını ve haklarını savunmak durumundadır. Sosyal hizmet uzmanı palyatif ve yaşam sonu bakımda bireylerin biyopsikososyal ihtiyaçlarını karşılamak için bireylerin kaynaklara eşit erişime sahip olmasını sağlayan sosyal ve siyasal eylem içinde yer alır. 7. Belgeleme Sosyal hizmet uzmanları müracaatçılarla ilgili yazılı ya da elektronik tüm uygulamaların kaydını yapmak durumundadırlar. 8. Disiplinlerarası Ekip Çalışması Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakım hizmetlerinin kapsamlı dağıtımı için disiplinlerarası bir çabanın parçası olmalıdır. Sosyal hizmet uzmanı ekip üyeleri ile işbirliği yapmaya gayretli olmalıdır. Disiplinler arası ekip çalışması palyatif ve yaşam sonu bakımın önemli bir bileşenidir. Sosyal hizmet uzmanları sağlık bakım ekibinin ayrılmaz parçasıdır. Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakım ekibi içerisinde bireylerin ve ailelerin görüşlerini ve ihtiyaçlarını savunurlar ve müracaatçılara ekip üyeleriyle iletişim kurmada yardımcı olurlar. Genellikle müracaatçılar, aileler ve ekip üyeleri, problem çözme ve çatışmaların çözümünde sosyal hizmet uzmanlarının uzmanlığına güvenmektedir. 9.Kültürel Yetkinlik Sosyal hizmet uzmanı palyatif ve yaşam sonu bakımda farklı grupların tarih, gelenekler, değerler ve aile sistemleri hakkında özel bilgi ve anlayışa sahip olmalıdır ve bunu geliştirmeye devam etmelidir. Sosyal hizmet uzmanları bu konuda bilgili olmalı ve NASW’ın Sosyal Hizmette Kültürel Yeterlilik ile ilgili yayınladığı standartlara (NASW, 2001) uygun olarak hareket etmelidir. 10. Sürekli Eğitim Sosyal hizmet uzmanları NASW standartlarına uygun olarak mesleki gelişimleri için sürekli eğitim konusunda kişisel sorumluluk üstlenirler. Sosyal hizmet uzmanları palyatif ve yaşam sonu bakımda bireylerle ve ailelerle etkili bir şekilde çalışabilmek için teori ve uygulamadaki bilgiyi geliştirmeye devam etmek zorundadır. Palyatif ve yaşam sonu bakım tüm uygulama alanlarını geçen, hızla genişleyen ve değişen bir alan. Klinik yeterliliğin yanı sıra sosyal hizmet uzmanlarının becerilerini de geliştirmesi gerekir. 11. Süpervizyon, Liderlik ve Eğitim Palyatif ve yaşam sonu bakım konusunda uzmanlığı olan sosyal hizmet uzmanları bireyler, gruplar ve örgütler ile eğitim, süpervizyon, yönetim ve araştırma çabalarına öncülük etmelidir (NASW, 2003). Görüldüğü gibi palyatif ve yaşam sonu bakım alanında bir dizi sosyal hizmet işlevi ve standardı bulunmaktadır. Bu standartlar aynı zamanda genel sosyal hizmet uygulamasının da bileşenleridir. Bu alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları, genel sosyal hizmet bilgi, beceri ve değerlerini uygulamada kullanabildiği gibi, kendi deneyimlerinden tecrübe ettiği alana yönelik yeni bilgi ve becerilerin oluşturulmasına katkıda 205 Toplum ve Sosyal Hizmet bulunabilir. Bu şekilde aynı zamanda sosyal hizmetin bilgi temelinin de geliştirilmesine olanak sağlamış olurlar. SONUÇ Palyatif ve yaşam sonu bakım alanı Türkiye’de yeni gelişmeye başlayan oldukça yeni bir alandır. Toplumsal, kültürel ve sosyo ekonomik alanda yaşanan değişiklikler genelde hastalarına ve yaşlılarına evde bakım veren Türk toplumunu da dönüştürmektedir. Özellikle kanser hastalığının yaygınlığı ve bu hastalığın getirdiği uzun süreli bakım ihtiyacı, hasta yakınlarının hastalığın üstesinden gelmelerini, ağrı ve acı ile baş etmelerini engellemektedir. Kaldı ki Türkiye’de “kanser” ve “ölüm” halen bir tabu olarak görülmekte aile içinde ve sosyal çevrede bu konu hakkında konuşulamamaktadır. Ölümcül hastalık denildiğinde ilk akla gelen durumlardan biri olan kanser ile ilgili olumsuz tutumlar ve kanser hakkında yapılan yanlış yorumların hastalığı anlamlandırmadaki payı büyüktür (Yıldırım ve diğ. 2013:172). Öte yandan bireyin yaşamının son dönemlerini kaliteli geçirilmesine olan ilgi profesyonel bakımı zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de bu türde hizmetlerin gelişimi gecikmiş olmakla birlikte ivedi kurulması ve yaygınlaştırılması gereklidir. Türkiye’de uygulama açısından palyatif bakım felsefesi sağlık personeline dahi yabancı bir kavramdır. Palyatif bakım henüz Türkiye’de sağlık çalışanları tarafından bile çok iyi bilinen bir uygulama değildir. Sağlık sunumunda bu yaklaşımın kullanılması isteniyorsa öncelikle sağlık çalışanlarının eğitilmesi uygulamanın başarıyla başlatılması ve sürdürülebilmesi açısından oldukça önemlidir. 206 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Palyatif bakımın Türkiye’deki sağlık sistemi ile bütünleştirilmesi süreci karmaşık olabilmekle birlikte mesleki kimliğin ve rollerin oluşturulmasında birtakım sorunlar yaşanabilir. Her meslek grubu kendi mesleki kimliğini ve rollerini ekipteki diğer meslek gruplarına tanımlamak durumundadır. Bu aynı zamanda ekip çalışmasının da bir gereğidir. Bu çalışmada palyatif ve yaşam sonu bakımda sosyal hizmet uzmanlarının rolleri ve sosyal hizmet mesleğinin uygulama standartları incelenmeye çalışılmıştır. NASW’ın geliştirdiği standartlar palyatif ve yaşam sonu bakımda bir araç niteliğindedir ve aynı zamanda bu alandaki sosyal hizmet uygulamalarına temel oluşturmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları bu alanda çalışırken genel sosyal hizmet bilgi, beceri ve değerlerini kullanabileceği gibi, bu alanda çalışarak kazandığı deneyimleri bilgiye dönüştürerek aynı zamanda mesleğin bilgi temeline de katkıda bulunabilir. KAYNAKLAR Aydoğan, F., ve Uygun, K. (2011). Kanser hastalarında palyatif tedaviler. Klinik Gelişim, 24:4-9 Bağ, B. (2012a). Hospis ve hospiste ölüme hazırlanma. Akad Geriatri, 4: 120-125 Bağ, B (2012b). Almanya örneğinde sağlık sisteminde palyatif bakım uygulamaları. Türk Onkoloji Dergisi, 27 (3): 142-149 Bosma, H.,Johnston, M., Cadell, S., Wainwright, W., Abernethy, N., Feron, A., LouKelley, M., and Nelson, F. (2010). Creating social work competencies for practice in hospice palliative care. Palliative Medicine, 24 (1): 79-87 Cairns M. Thaompson M.,Wainwright W. (2003). Transitions in dying and bereavement: A psychosocial guide for hospice and Saruç pallative care, Victoria Hospice Society. Baltimore: Health Professions Press. Gültekin, M., Özgül, N., Olcayto, E., ve Tuncer, M. (2010). Türkiye’de palyatif bakım hizmetlerinin mevcut durumu. Türk Jinekolojik Onkoloji Dergisi, 1: 1-6. INCTR (Uluslar arası Kanser Tedavisi ve Araştırmaları Ağı) Palyatif Bakım El Kitabı (2008). Editörler; M. Tuncer, N. Özgül, M. Gültekin. Işıkhan, V. (2008). Terminal dönemdeki kanser hastalarının ölüm yeri tercihleri. Türk Onkoloji Dergisi, 23 (1), 34-44. Işıkhan, V. (2007). Kanser ve sosyal destek. Toplum ve Sosyal Hizmet, 18(1): 15-29 Işıkhan, V.(2006). Onkoloji alanında bakımverenlerin tükenmişliği. Toplum ve Sosyal Hizmet, 17 (2): 7-23 Lawson, R.(2007).Home and hospital; Hospice and palliative care: How the environment impacts the social work role. Journal of Social Work in End-of Life&Palliative Care, 3 (2):3-17 Monroe, B. (1993). Social work in palliative care, in Doyle, D.,Hanks, G.and Macdonald, N.(eds), Oxford Textbook of Palliative Medicine, Oxford University Pres, pp.565574 NASW Standards for Palliative&End of Life Care, National Association of Social Workers (2003) National Association of Social Workers. (2000). Code of ethics of the National Association of Social Workers. Washington, DC.Author. Saunders, D C. (2001). Social work and palliative care- The early history. British Journal of Social Work, 31: 791-799. Sheldon, FM (2000). Dimensions of the role of the social worker in palliative care. Palliative Medicine. 14: 491-498 Small, N. (2001). Social work and palliative Care. British Journal of Social Work, 31: 961-971. T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü (2011). Türkiye’de özellikli planlama gerektiren sağlık hizmetleri 20112013, Ankara. T.C. Sağlık Bakanlığı Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Hakkında Yönetmelik, Resmi Gazete Tarihi 10.03.2005 Resmi Gazete Sayısı: 25751 Tuncay, T.(2010). Kanserle başetmede destek grupları. Toplum ve Sosyal Hizmet, 21 (1): 59-71 Tuncay, T. (2009). Genç kanser hastalarının hastalık anlatılarının güçlendirme yaklaşımı temelinde analizi. Toplum ve Sosyal Hizmet, 20 (2):69-87. World Health Organization (2003). WHO definition of palliative care. Retrieved September 23, 2003, from http://www.who.int/ cancer/palliative/definition/en/. Yıldırım, B., Acar, M ve Tuncay, T (2013). Onkoloji alanında sosyal hizmet uzmanlarının görevleri ve kanıta dayalı değerlendirme. Toplum ve Sosyal Hizmet, 24 (1): 169189. National Association of Social Workers. (2001). NASW standarts for cultural competence in social workpractice. Washington, DC: NASW Press. Önal Dölek, B. (2012). Evde ve kurumda uzun dönemli bakım. Klinik Gelişim,25:95–99 207 Tunç Derleme FEMİNİST GRUP ÇALIŞMASI: TEMELİ, KAPSAMI VE SÜRECİ Belirtilen amaçlar doğrultusunda yapılmış olan bu çalışmada feminist teorinin kapsamı ve içeriği, feminist teorinin perspektifleri, feminist sosyal hizmet uygulaması ve feminist sosyal hizmet uygulaması kapsamında grup çalışmasının nasıl yapılandırılması gerektiği konusunda açıklamalarda bulunulmuştur. Feminizim, feminist grup çalışması, sosyal hizmet. Anahtar Sözcükler: ABSTRACT Feminist Group Work: Backround, Scope and Process Melike TUNÇ* * Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Feminizm ve sosyal hizmet felsefeleri ve uygulamaları itibariyle birbirini bütünler olarak nitelendirilmektedir. Çünkü hem feminizmin hem de sosyal hizmetin temelinde “güçlendirme yaklaşımı”, “adalet”, “hakların kullanımı” gibi kavramlar bulunmaktadır. Feminist sosyal hizmet uygulamaları ise dar anlamıyla bireysel olarak sadece kadın hareketlerinin, geniş anlamıyla yaşanan her türlü baskıyla mücadeleye karşıt olarak geliştirilen mikro- mezzo ve makro çabaların bir bütünü olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmeden yola çıkarak, yapılmış olan bu çalışma, hem bir teorinin kuramsal olarak bir bütün halinde ele alınmasını, hem de feminist teorinin sosyal hizmet uygulamasına aktarılarak daha iyi özümsenmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Feminism and social work are referred to as complementary to each other with their philosophies and practices. On the basis of social work and feminism “empowerment approach”, “ justice” and “exercises of rights” lie. In the strict sense, feminist social work practices are based only on women; on the other hand, broader sense of feminism depends on efforts of opposed all kind of pressures micro, mezzo and makro level of practices. Based on this assesment, the study aims to evaluate the theory as a whole and contributes to better integration of feminist theory into social work practice. This study argues that the scope and content of feminist theory, perspectives of feminist theory and how to configure group work within the scope of feminist social work practice are important. Key Words: Feminism, feminist group work, social work GİRİŞ Feminist grup çalışmasını açıklayabilmek için öncelikle feminist teorinin ne olduğunu ve feminist teorinin hangi perspektiflere sahip olduğunu bilmekte yarar vardır. Bu bağlamda, feminist teorinin dayanaklarını, politik, sosyal, kültürel baskının bütün yansımalarını 209 Toplum ve Sosyal Hizmet patriarki ile ilişkilendirerek, hem bireysel (mikro), hem bireyler ve gruplararası (mezzo), hem de toplumsal (makro) boyutları içerisinde ele almayı ve analiz etmeyi gerektirmektedir. Bireysel boyutta ele alınan her söylem ve eylem sosyo-politik düzeyde de ele alınmayı gerektirmektedir. Güçlendirme yaklaşımını temel alan feminist uygulamalar bu üç boyutu da kapsamalıdır. Bu bağlamda yapılan çalışmanın amacı, feminist teorinin içeriğini ve hangi perspektifleri içerdiğini açıklamaktır. Bu perspektifler dahilinde, liberal, radikal, sosyalist, postmodern feminizme yer verilmiştir. Çalışmanın diğer amacı feminist sosyal hizmet uygulamasının içeriğini analiz etmektir. Ayrıca feminist sosyal hizmet uygulamasının bir boyutunu oluşturan grup çalışmasını literatür odağında açıklamaktır. Feminist grup çalışmasını planlarken nelere dikkat edileceği, grubun yapısının nasıl kurulacağı, grup sürecinin nasıl işleneceği ve grup süresince grup liderine rehberlik edecek daha önce yapılmış çalışmalarda kullanılmış olan sorulara yer verilmiştir. Bu nedenlerle çalışmanın temel amacı, feminist teorinin temelinde, feminist sosyal hizmet uygulamasının grup çalışmasında nasıl uygulanabileceği konusunda rehberlik edebilmektir. FEMİNİST TEORİ KAVRAMI Feminist düşünce birçok perspektifiyle uzun bir tarihe dayanmaktadır. Politik, sosyal, kültürel ve kadına yönelik baskının diğer türleriyle ve bu baskıların patriarki ile ilişkisi ile ilgilenmektedir. Erkeğe ayrıcalık tanıyarak güçlendiren düşünce sistemi ve sosyal ilişkiler ile kadınların deneyimlerini değersizleştiren, güçsüzleştiren, haklarını 210 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 elinden alan cinsiyetler arası ilişkilerle ilgilenmektedir (Payne, 2005: 251). Feminizm için genel bir tanımlamadan söz etmek oldukça güçtür çünkü tarih boyunca kadın kurtuluş veya özgürlük hareketi birçok anlam geliştirmiştir. Bunun nedeni ise, bu hareket içerisinde mücadele eden kadınların düşüncelerinin, sorunlarının, kültürel konum ve politik amaçlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Kendi içlerinde farklı konum ve mekânda olan kadınlar, kadın kurtuluşunu kendi sorunları ve politik anlayışları çerçevesinde biçimlendirmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla da sayısız feminist hareket, eylem ve anlayış geliştirmişlerdir. Bu farklılıklara rağmen, feminizmi anlamak için “toplumsal hareket” kavramından ne anlaşılabileceğini belirtmek gerekmektedir. Toplumsal hareket; “toplumsal bir değişme sağlamak amacıyla girişilen kolektif bir etkinlik olup, iktidar yapısına, norm ve değerlere karşı yöneltilen bir protesto” olarak tanımlanmaktadır (Tekeli, 1995: 30). Toplumsal hareket kapsamında feminist hareket, cinsiyet eşitsizliğinin politik bir konu olarak gündeme getirilmesi Bora (2011: 18) tarafından büyük bir başarı olarak görülmüştür. Bu bağlamda da feminizm, “kadınların kendi aralarında bir dayanışma yaratarak, erkek egemen dünyanın norm ve değerlerine, cinsiyetçi politikalarına karşı başlatmış olduğu mücadele” (Michell, 1995: 6), “cinslerin eşitliği kuramına dayanan kadınlara eşit haklar isteyen temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akım” (Arat, 2010: 29) ve “cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir hareket” (Hooks, 2012: 9) olarak tanımlanmaktadır. Tunç Bora (2011: 44)’ya göre feminist perspektif, içinde bulunulan somut durumun somut analizi yapılırken, durumun içinde üretildiği genel çerçeveyi gözden kaçırmamayı, farklı iktidar biçimlerinin ve bunlar arasındaki ilişkilerin somut durumun ortaya çıkmasındaki etkisini kavrayabilmeyi sağlamaktadır. Ayrıca genel çerçevenin somut duruma nasıl işlediğini analiz ederken, kadınlar arası farklılık meselesini bir kimlik meselesinden daha derin biçimde ele alabilmeyi ve kimlikleri kuran farklı iktidar yapıları ile yüzleşebilmeyi sağlamaktadır. Sosyal hizmet sözlüğünde ise feminizm şu şekilde tanımlanmıştır: “Kadınlar için yasal ve sosyo-ekonomik eşitliğin savunulduğu toplumsal harekettir. Bu hareket 18. yy.’da büyük Britanya merkezlidir”. Bu tanımdan sonra feminist sosyal hizmet ise şu şekilde tanımlanmıştır, “sosyal hizmet değer, beceri ve bilgisinin feminist bakış açısıyla birleştirilerek bireylere ve topluma cinsiyet ayrımcılığı sonucu ortaya çıkan duygusal ve sosyal problemleriyle başa çıkmada yardımcı olmaktır” (Barker, 1995: 115). Zastrow (1994: 520), “feminist sosyal hizmet uygulamasının, sosyal değişimi sağlayarak yaşam kalitesini arttırma görevini yerine getirebilmede uygulanabilir bir yol olduğunu” belirtmiştir. Feminist perspektif, sosyal inanışların, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rollerinin, sosyal politikaların, programların erkek egemen şekilde inşasına ve bu durumun da müracaatçıların problemlerini nasıl etkilediğine dikkat çekmektedir. Feminist perspektife göre uygulamalar sadece klinik ya da bireysel düzeyde kalmamalı, politik eylem ve savunuculuğa dönüştürülmeli, kurumların işlevselliği ve sosyal politikanın değiştirilmesi üzerinde de durulmalıdır (Sheafor ve Horejsi, 2002: 96). Bu anlamda feminist yaklaşımın amacı, sosyal hizmet uygulamasında müracaatçının içinde bulunduğu duruma toplumsal cinsiyet rollerine ait inanışların ve kalıpların etkisini belirlemektir. Feminist teorinin kapsamı irdelendiğinde, bu kapsam içerisine kadınlık olgusunun sosya-politik, kültürel ve ekonomik boyutlarının göz önüne alınmakla birlikte, mikro, mezzo ve makro uygulamaların tümü dahil edilmektedir. FEMİNİST TEORİNİN PERSPEKTİFLERİ Feminist teorinin tek bir tanımı yapılamamaktadır çünkü içerisinde birçok alanı barındırmaktadır. Farklı bakış açılarına sahip belirli gruplar, feminist teorinin farklı perspektiflerini gündeme getirmişlerdir. Bu süreç, 1800’lerin sonlarında, birinci dalga olan feminist aktivizm kadınların politik ve yasal düzlemde haklar kazanmasıyla ilişkiliyken, 1960’lardan bu yana ikinci dalga iş fırsatlarında, politik etkinin ve kamu alanının genellikle özel alandaki kadınların kişiler arası ilişkilerine yönelik tutumları ile bağlantı kurmadaki yaşanan eşitsizlikler ile ilgilidir (Payne, 2005: 252). 1960’lardan günümüze feminizm kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri açıklamak için perspektifler geliştirmiştir. Bu perspektifler aşağıdaki şekilde açıklanmaktadır. Liberal Feminizm Liberal feminizm (Reynolds, 1993; Dominelli, 2002: 24) kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri çalışma hayatında, bakımda, aile içi rol ve görev paylaşımında aramaktadır. Bu bakış açısı, kadın ve erkek arasındaki cinsiyet 211 Toplum ve Sosyal Hizmet farklılıklarının kültürel varsayımları ve sosyal ilişkileri nasıl etkilendiğine odaklanmaktadır. Yaşanan eşitsizliklerin çözümüne yönelik, yasalar ile eşitsizlikleri azaltmak, eşit fırsatların sağlamasını desteklemek, toplumsal kuralları değiştirmek ve sosyalleşme sürecini değiştirerek çocukların cinsiyet farklılıklarının farkında olarak büyümesini sağlamak şeklinde geliştirilmektedir. Liberal felsefe, liberal feminizmin de dayanağı olarak, toplumu kaynakların paylaşımı için yarışan ayrı ayrı bireyler olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle bireysel özgürlüğün devlet müdahalesinin geri çekilmesiyle sağlanacağı düşünülmektedir. Liberal feminizm için önemli noktalardan biri kamusal alan ve özel alanın birbirinden ayrılması, arasına çizgi çekilmesidir (Jaggar, 1983). Buna bağlı olarak, Batı toplumlarında bağımsızlık (bağımlılık), fırsat eşitliği (çıktıların eşitliği) ve bireyselcilik (kollektivizm) kökleşmiş belirli bir görüş olmaktansa, günümüzde standart sosyal işlev olarak kabul edilmektedir. Bu geleneksel liberal değerler, liberal feminist düşüncenin temelini oluşturmaktadırlar. Liberal feministler, toplumun kadınları birey olarak değil, grup olarak görüp sınırlandırıldıklarını düşünmektedirler (Jaggar, 1983; Akt: Dominelli, 2002: 24). Kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu, fakat erkeklerin ırk, sosyo ekonomik düzey ve diğer faktörleri dikkate alınarak hakların dağıtımında eşitsizliklerin meydana geldiğini düşünmektedirler (Saulnier, 2000: 8). Liberal feministler için kadınların politik eşitsizliğini, ihtiyacı olan sosyal hizmetlere ulaşamaması gibi toplumsal konularda kadın erkek arasındaki eşitsizliğini gidermek önemlidir. Eşit eğitim, eşit iş fırsatları, eşit işe eşit ücret gibi 212 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 konular liberal feminizmi simgelemektedir. Bu alanlarda hala yapılan kampanyalar kamusal ve özel alan ayrımını desteklemeye devam etmektedir (Giddings, 1988; Joseph, 1981; Akt: Saulnier, 2000: 8). Bu anlamda liberal feministler ne meritokrasi ne de diğer temel değişimleri istemektedirler. Sadece kadınların toplum kaynaklarından daha fazla yararlanmaları konusunda hakları olduğunu iddia etmektedirler (Nes ve Iadicola, 1989: 12). Görülmektedir ki liberal feministler politikaları sosyal değişim için araç olarak kullanmışlardır. Sosyal değişimin kapsamı, cinsiyet ayrımcılığına karşı düzenlemeler, doğum izinlerinin iyileştirilmesi, eğitim politikalarında değişikliklere gidilmesi, kız çocukların okullaşma oranlarının arttırılmasının sağlanması, evlilik içinde ekonomik hak kazanımlarının adil dağıtımının sağlanması, boşanma ve velayet konularında kadınların lehine oranların arttırılması şeklinde geliştirilebilir. Radikal Feminizm Radikal feministlerin “kişisel olan politiktir” sloganının kabulü ile feminizmin dışında kalan alanlar da feminizme dahil edilmiştir (Tong, 2009: 49). Radikal feministler, kadınların yaşadıkları adaletsizlikleri ve olumsuz bireysel deneyimleri kişisel problemler olarak ele almalarının yanında, aslında bu problemlerin politik konulara ve güç dengesizliğine dayandığını belirtmektedirler. Radikal feministler, kamuyu özel konulardan ayırma ile erkek baskısını sadece her iki alanda da yaşanan baskının maskeleneceğini düşünmektedirler. Ayrıca kamu ve özel yapıların erkek egemen dinamiğinin olduğunu vurgulamaktadırlar. Kamu ve özel alanların Tunç ayrımının kadınların izole ve depolitize olmasına neden olduğunu düşünmektedirler (Nes ve Iadicola,1989: 14). Radikal feministler toplumu ataerkil olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımın içeriğinde ise tarihsel olarak ailelerin erkek egemen şekilde yapılandırılmış olduğunu ve toplumların da erkeklere orantısız şekilde güç dağılımı yaptığını belirtmektedirler. Toplumu ataerkil olarak karakterize eden radikal feministler en temel ve en önemli toplumsal ayrışmanın toplumsal cinsiyet üzerinden yapıldığını savunmaktadırlar (Jaggar, 1983). Ataerkil yapı bireysel kimlikte, sosyal ilişkilerde ve gücün yapısal sistemlerinde yer alan politik süreci içermektedir. Sadece bu erkek ayrımcılığını yasal sistemler pekiştirmemekte, ayrıca tüm kişilerarası ilişkilerin bunu sürdürdürmektedir (Eisenstein, 1981; Akt: Saulnier, 2000: 20). Radikal feministler erkek üstünlüğüne yönelik iki temel alana sahip psikolojik analiz geliştirmişlerdir. İlki, kadınların ataerkil mesajlarla bunları psikolojik olarak içselleştirmektedirler (Echols, 1989) ve bu nedenle kadınların psikolojik olarak kontrolleri ataerkil sistemlerle başa çıkmada önemli bir bileşeni oluşturmaktadır (Donovan, 1985; Akt: Saulnier, 2000: 21). Ayrıca bazı radikal feministler tarafından cinselliğin yaşanması kadınların değil, sadece erkeklerin ihtiyacının karşılanmasına yönelik olduğu savunulmaktadır (Tong, 2009: 51). Bu nedenlerle kadınların rollerinin kısıtlanması ile psikolojik problemlerin kaçınılmazlığı söz konusu olmaktadır. Katı cinsiyetçi roller cinsiyet temelli baskıyı da yaratmaktadır. Bu nedenle radikal feministler erkeklerin biyolojik olarak üstünlük söylemlerini mantık çerçevesine indirgeyerek, görünüşleriyle baskı yarattıklarını savunmaktadırlar (Koedt, 1973; Akt: Saulnier, 2000: 21). Bununla birlikte Arat (2010: 75)’a göre radikal feminizm eşitlikle farklılığın birlikte varolmasını savunmaktadır. Çünkü bu akım yalnız kadınlar farklıdır demekle yetinmemekte aynı zamanda kadınların da birbirlerinden farklılıklarını vurgulamaktadır. Radikal feministler kadına yönelik fiziksel, cinsel içerikli şiddetin yaygınlığı üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Şiddeti sonuç olarak politik bağlamda tanımlamışlardır. Kadına yönelik şiddetin baskı ve kontrol ile ilgili olduğunu belirtmekle birlikte, ataerkil yapıların terk edilmesiyle bu sorunun çözüleceğini belirtmektedirler (Saulnier, 2000). Radikal feminizmde ataerkil yapılar/ sistemler; hukuk, gelenek, ekonomi, eğitim, kurumsal inanç, bilim, dil, medya, ahlak, çocuğun yetiştirilmesi, ticaretin bölünmesi ve günlük sosyal etkileşimler olarak tanımlanabilir. Ayrıca sosyal sistemler erkeklerin güçleri ve ayrıcalıkları ile karakterize edildiğini savunmaktadırlar. Sosyalist/ Marksist Feminizm Sosyalist / Marksist feminizm (Dominelli, 2002: 26) kadına yönelik baskının sınıf temelli sosyal sistem içinde yapılandırılmış olan eşitsizlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır. Çünkü kadınlar kapitalizm için iş gücünün yeniden üretilmesinde, sorumlulukların taşınmasında ve çocuk bakımını üstlenilmesinde önemli rol oynamaktadırlar. Kadına yönelik baskı diğer baskı türleriyle (ırk, engellilik gibi) etkileşim halindedir. Bu nedenle baskıcı sosyal ilişkilerin analiz edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca gücün ekonomik olarak yansıması ve bu ekonomik gücün kadınları 213 Toplum ve Sosyal Hizmet kontrol etmede kullanılmasıyla başa çıkmaktadırlar (Dominelli, 2002: 28). Bu başa çıkış ancak Ecevit (2011: 15)’nde belirttiği gibi kadınların ezilmişliğinin analizinin üretim biçimleri ve kapitalizmin analizi ile gerçekleşebilir. Ecevit (1985)’in de belirttiği gibi, kadınların ücretli emek alanından dışlanmaları ve ev alanında üstlendikleri yeniden üretim sorumlulukları ile sınırlandırılmalarının analizleri yapılmalıdır. Sadece yeni neslin yeniden üretiminin sağlanmasından ve ücretsiz işgücünden öncelikle erkeklerin ve özellikle kapitalizmin faydalandığını savunmaktadır (Akt: Ecevit, 2011: 16). Bununla beraber Barret (1995; Akt: Ecevit, 2011: 16) de marksist feminizmin geliştirilmesi gerektiğini ve toplumsal cinsiyet eşitliği analizinin de merkezde yer alması gerektiğini savunmaktadır. Marksist feminizm, ataerkillikle kapitalizmin çıkarları arasındaki ilişki ve paralelliğin sorunsallaştırılmaması nedeniyle de eleştirilmektedir. Bu eleştiriye karşılık sosyalist feministler, sadece sınıf değil, ataerkillik ilişkilerini de açıklayacak kuram arayışıları sonucunda ikili sistemler yaklaşımını geliştirmişlerdir. Bu yaklaşımın ikili olarak tanımlanmasının nedeni de toplumsal cinsiyet çözümlemesini hem kapitalist hem de ataerkillik üzerinden yapılması nedeniyledir (Ecevit, 2001: 17). Çünkü bu iki sistemin bir araya gelmesi kadınlar için olumsuz etkiler yaratmakta ve kadınları baskı altına almaktadır. Postmodern Feminizm Postmodern feminizm ise bilgi ve anlayışının çoğunu postmodernizmden almıştır. Merkezini dilin kullanımı oluşturmaktadır. Savunulan düşünceye 214 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 göre anlatılar kendi gerçekliklerinden yoksun olarak kullanılmaktadırlar. Bu nedenle anlatının anlaşılabilmesi için sosyal süreçlerin bilinmesi gerekmektedir (Scott, 1988: 34). Postmodern feministler dilin gücünü, sosyal gerçeklik bağlamında incelemektedirler (Wittig, 1988: Akt: Saulnier, 2000: 14). Postmodernistler, feministlerin genellikle kadına yönelik baskının kültürlerarası tek bir nedeni olduğunu savunduklarını belirtmişlerdir. Feminist teoriler kendi çağında, toplumunda, kültüründe, sınıf, cinsel yönelim ve etnik veya ırksal grupları yanlış şekilde yaygınlaştırmaktadır. Cinsiyet ve cinsel fark analizlerinin birçoğunun değiştirilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Bunun için de Flax (1990: 55)’a göre postmodern feminist teorisyenlerinin görevleri şunlardır: Toplumun feminist bakış açılarını dile getirmek, kadınların toplumsal dünya tarafından nasıl etkilendiğini analiz etmek, güç ve bilgi arasındaki ilişkinin rolünü incelemek ve kadınları sosyal dünya hakkında düşündürmek ve dünyanın nasıl değiştirilmesi gerektiği konusunda yollar hayal etmektir. Postmodern feminizm (Dominelli, 2002: 33) sosyal ilişkilerin karmaşıklığını ve gelişmişliğini, toplumların kadınların hangi durum içerisinde olduğunu ve nasıl iyileştirmesi gerektiği konusundaki varsayımlarını nasıl söylemleştirdiğini açıklamaktadır. Postmodern feminizmin önemli özelliklerinden birisi sorgulayıcı olmasıdır. Birçok feminist teori, kadınların başa çıkmak zorunda olduğu yanlış anlamaları, cinsel ayrımcılığı ve yaşadıkları baskıyı nasıl en aza indirebileceklerinin yollarını aramaya çalışmışlardır. Her feminist teoride perspektifler kadınları kısıtlayan güçlerin kaynağına göre Tunç farklılık göstermiştir. Liberal feministler, var olan yapı içerisinde iş, politika ve aile ilişkilerinde erkeklerle eşit koşullara sahip olmak isterken; radikal feministler, ataerkil cinsiyet baskısı nedeniyle ataerkil sistemi kaldırma çabası için olmuştur. Sosyalist feministler ise kapitalist ve ataerkil sistem ilişkilerini kökten değiştirmeyi istemişlerdir. İçinde bulunulan durum, içinde bulunulan zaman ve kadınların bakışaçılarına profiline göre yaşanan sorunlar için farklı yaklaşımlar benimsenmiştir. Bu nedenlerle de farklı baskı ve ayrımcılık türlerinden mağdur olan müracaatçı gruplarının temelini oluşturduğu sosyal hizmet uygulamalarında, sosyal hizmet uzmanları,tüm bu farklılıkları görmeli ve analiz etmelidir. Bu farklılıkları görebilme ve analiz edebilmek için de feminist sosyal hizmet yol gösterici olacaktır. FEMİNİST SOSYAL HİZMET Feminist sosyal hizmet, çalışan kadınların kolektif eylemlerinin karşılığını bulmuş halidir. Amaçları, kadınların kişisel problemlerini dile getirmektir. Bununla birlikte problemlerini toplumdaki pozisyonları ve statüleri ile ilişkilendirerek refahlarını arttırmaktır. Bunun anlamı da kişisel ve özel sorunların toplumu ilgilendiren konular olarak yeniden adlandırılmasıdır. Feminist sosyal hizmet yapılandırılırken, kadın aktivistler daha genel bir feminist bakış açısı üzerinde durmuşlardır, kendi teori ve pratiklerini oluşturmuşlardır. Bu şekilde feminist sosyal hizmet aynı zamanda feminist araştırma, feminist uygulama konularına katkıda bulunmuştur (Dominelli, 2002: 6). Dominelli (2002: 7)’ye göre feminist sosyal hizmet, sosyal hizmet uygulamasının bir çeşididir. Dünyadaki kadın deneyimlerinden yola çıkarak, kadınların toplumdaki pozisyonları ile kişisel çaresizlikleri arasında bağlantı kurarak analiz etmekte, müracaatçının özel ihtiyaçlarına yanıt arar, müracaatçı ile arasında eşitlikçi ilişki kurmakta ve yapısal eşitsizliklere dikkat çekmektedir. Kadınların özel ihtiyaçlarına ve hayatlarında karışıklıkları durumlara bütüncül bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Sayısız çatışma ve yaşanan baskılar feminist sosyal hizmetin ayrılmaz parçalarıdır. Birbirine bağlı olan sosyal ilişkilere (erkek, çocuk, diğer kadınlarla olan ilişkisine) de odaklanması gerekmektedir. Feminist teoriyi sosyal hizmette kullanmak, bir çok teoride yer alan cinsiyet ayrımcılıklarına karşı önyargılarla mücadele etmek için kullanışlı bir yoldur (Carter ve diğ., 1994; Akt: Saulnier, 2000: 6). Çünkü feminist teoriler diğer geleneksel kalıpların aksine, kadınların deneyimlerinin dinamiklerini ve yapılarını sosyo politik ve kişilerarası cinsiyet hiyerarşileri içinde açıklamaktadır. Ayrıca, günlük sosyal yapılardaki ayrımcılıklara dikkat çekmektedir. Kadınların sosyal ve kişisel problemleri üzerinde sosyal hizmet uzmanlarının hareketliliğini ve duyarlılığını arttırmak için feminist uygulama konusunda deneyimli olmaları gerekmektedir (Saulnier, 2000: 6). Dominelli (2002: 7)’ye göre feminist sosyal hizmet uzmanları dünyada kadın deneyimlerinin analizine, kadınların toplumdaki yerlerine ve yaşadıkları ikilemlere odaklanmaktadırlar. Eşit müracaatçı-sosyal hizmet uzmanı ilişkisi yaratmaya ve yapısal eşitsizliklere dikkat çekmektedir. Çünkü feminist sosyal hizmet uzmanları kadınların hayatlarıyla ve sosyal ilişkileriyle bütüncül şekilde çalışmaktadır. Ayrıca insanların sosyal ilişki halinde olduğu 215 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kadınların, erkeklerin, çocukların ve diğer kadınların ihtiyaçlarına dikkat çekmektedir. Buz (2009: 53-54) feminist sosyal hizmet uygulamasını cinsiyetçiliğe meydan okuyan alternatif ve yeni bir uygulama türü olarak açıklamaktadır. Ayrıca kadın deneyimleri analizinin feminist sosyal hizmet uygulamasının başlangıç noktasını oluşturduğunu ve deneyimlenen sorunların nedenini yapısal nedenlerle açıklayarak kadınların da deneyimledikleri sorunlara meydan okumasını sağlamaya çalıştığını ifade etmiştir. cinsiyetçi politikalar, sosyal hizmette erkekler, erkeklerle çalışma, erkek hareketi, erkekler için feminist teori oluştururken; çocuklar ve ailelere yönelik ise patriarkal aileler, aile içi çatışmalar, çocuk hakları, ekonomik ilişki temelinde babalık rolleri, üretimin ataerkil yapılandırılması, annelik odağı, kurumsal yaşlanma, toplumun tekrar tanımlanması odakları oluşturmaktadır. Ayrıca suçlulara yönelik: Rehabilitasyon ya da ceza, erkeklik ve cinayet, kadın suçlular, kanunla ihtilafa düşmüş gençler müracaatçı gruplarını oluşturmaktadır. Feminist perspektife göre sosyal hizmet uzmanı için önemli olan diğer noktalar şu şekilde belirtilmektedir (Sheafor ve Horejsi, 2002): Sosyal hizmet uzmanı-müracaatçı ilişkisi eşitlikçi olmalıdır. Sosyal hizmet uzmanı, otorite figürü ya da uzman olarak değil, müracaatçının arkadaşı veya meslektaşı olarak görülmelidir. Müracaatçının problemleri sosyopolitik bağlamda ele alınmalıdır. Güç ilişkilerine dikkat çekilmelidir. Sosyal hizmet uzmanı kendi ile ilişkili kişisel deneyimlerini paylaşmak için gönüllü olmalıdır. Yardım süreci, cinsiyet ayrımcılığı hakkında bilgilendirme, kalıp toplumsal cinsiyet rolleri hakkında bilgilendirme gibi güçlendirme ve eğitime odaklanmalıdır. Yardım sürecinde müracaatçılar aktif olmalıdır, problemden ziyade müracaatçının güçleri üzerinde durmalıdır. Feminist perspektif genellikle kadın müracaatçılarda uygulanmaktadır, fakat uygulamada güçlendirme, sosyal adalet, sosyal aksiyon gibi farklı özellikleri sosyal hizmet uygulamasının parçalarıdır. Bu nedenle erkek müracaatçılarla çalışırken de uygulanabilmektedir. Bu bağlamda Dominelli (2002)’ye göre feminist sosyal hizmet uygulamasında müracaatçı odaklarını; Literatürde, feminist teori kapsamında kadın odağında yapılan çalışmalar daha çok yer almaktadır. Yapılan incelemeler de göstermektedir ki kadınların yaşadıkları durumlar mikrodan makroya farklılık göstermektedir. Bu nedenle kadın müracaatçıların uygulamaya getirdikleri konular da çeşitlilik göstermektir. Feminist perspektiften bakıldığında, bu çeşitlilik bağlamında Collier’e göre (1982, 57-77: Akt: Zastrow, 1994: 519) kadınların danışmaya getirdikleri konular arasında; kendilerini güçsüz hissetmeleri, seçimlerinde kısıtlanmalar yaşamaları, öfke, kendini besleyememe, bağlılık ve bağımsızlık arasında denge kuramama, kendine güvensizlik, yetersiz iletişim becerileri, geleneksel rol beklentileri ile karşılaşmaları şeklinde farklılaşmaktadır. Ayrıca Collier (1982: 5) kadın ve erkekler arasında, biyolojik farklılıktan kaynaklanan kadının kendilerini güçsüz hissetmeleri, kadınlar ve erkekler arasındaki ataerkil yapılardan kaynaklanan farklılıklar, kadınların gelşiminde ve güçlenmesinin önündeki engeller, kadınlar arasındaki farklılıklar, erkeklerin bu konudaki farklılıkları odakları üzerinde çalışılması gerektiğini belirtmiştir. 216 Tunç Feminizm birçok anlamda iyi bir sosyal hizmet uygulaması ile paraleldir; özellikle etik kurallarda her türlü ayrımcılığa karşı durulduğu belirtilmektedir. Sosyal hizmetin “çevresi içinde birey paradigması”, ayrımcılığa karşı yaşanan baskının bireyin iyilik halini nasıl etkilediğini farkına varma konusunda açıklayıcı olmaktadır. Ayrıca insan hakları ve sosyal adalet ilkelerinin gözetilmesi ve eşitlik ilkesinin ön plana alınması açısından paralellik göstermektedir. Sosyal hizmet bilim ve mesleğinde feminizm, epistemolojik, pedagojik, araştırma ve müracaatçıyla doğrudan uygulama gibi alanlarında geçmektedir. Yapılan araştırma bulgularına göre (Gorey ve diğ., 2002) sosyal hizmette feminist yaklaşımların temelinde yapılandırılan grupla çalışma uygulamalarının amacına ulaşmasında etkili olduğuna ilişkin bulguları içermektedir. Bu anlamda feminist sosyal hizmetin amaçlarını gerçekleştirebilmek adına önemli uygulama alanlarından biri olan feminist grup çalışmasının üzerinde durulması, alandaki uygulamaları ve bilgiyi sistematikleştirebilmek adına yararlı olacaktır. Bu bağlamda öncelikle feminist grup çalışmasının içeriği, amaçları, feminist grup çalışması planlanırken yapının belirlenmesi ve sürecin nasıl yapılandırılacağı ve bu süreç içerisinde hangi soruların kullanılabileceği konusunda bilgi repertuarını geliştirmek yararlı olacaktır. FEMİNİST GRUP ÇALIŞMASI Kurland ve Salmon (1992: 271) feminist teorinin temelde kadının güçlenmesine yönelik amacının gerçekleşmesinde grup çalışmasının etkili olacağını savunmaktadırlar. Feminist teorinin neden etkili olacağı konusunda ise bazı maddelendirmelere gitmiştirlerdir. Bu maddeler ise şu şekildedir; 1. Feminist teorinin güncel ve yapılandırılmış perspektifi bulunması ve uygulayıcıların çoğunun kadın olması etkililiği arttırmaktadır. 2. Güncel ve tarihsel bağlamda güçsüz nüfus grubu olan, farklı deneyimlere sahip olan, kültür, sınıf, din, cinsel yönelim gibi ayrımlarla karşı karşıya kalan kadınlarla güçlenme temelli çalışmalar yapılmasına olanak sağlamaktadır. 3. Uygulama ve bilimsel bilgi yönünden köklüdür ve temele sahiptir. 4. Feminist teori kadınların yaşadıkları problemlerin nedenini psikososyalyapısal bağlamda incelemakte ve bunların anlamlandırılmasıyla detaylı şekilde ilgilenmektedir. Kişisel, kişilerarası ve kurumsal düzeylerde daha açık ve pratik müdahale yöntemlerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar yapmaktadır. 5. Feminist teorinin sosyal grup çalışmasında kullanılmasının etkililiğine yönelik bir diğer önemli neden, dezavantajların ve eşitsizliklerin sürdürülmesine neden olan kurumsal yapıların analizini yapmaktadır. Yukarıdaki maddeler özetlenirse, feminist grup çalışması öncelikle kadınlarla ilgilendiği sonucuna ulaşılabilir. Bu ilgilenme kadınların içinde bulundukları durum hakkında sosyo-politik-kültürel analizleri yapabilmek için farkındalık kazanmalarına yönelik etkili uygulama düzeylerinden bir tanesidir. Feminist teori sahip olduğu bilgi ve uygulama repertuarını birçok anlamda dezavantajlı durumda bulunan kadınların deneyimlerini görünür kılma çabasında 217 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kullanmaktadır. Bu deneyimleri de güçlendirme odağında ele almaktadır. Kadınların dezavantajlı durumda olmasını sürdüren kurumsal yapıların analizinde kadınlarla yapılacak grup çalışması ile kadınlarda kolektif bilinç oluşması yönünde etkiye sahip olacağı düşünülmektedir. Alanyazında birçok yazar, feminist grup çalışmasının uygulama sürecinin önemine değinmişlerdir. Bu yazarlardan biri olan Saulnier (2000: 25)’in yapmış olduğu çalışmada örneklendirdiği feminist grup çalışması perspektiflerini aşağıdaki şekilde maddelendirmiştir: Feminist Grup Çalışmasının Amaçları Grup çalışması, feminist sosyal hizmet bileşenleri gibi ortak problem ve konuya sahip kişileri bir araya getirerek, yardım almalarını ve birbirlerine yardım etmelerini sağlayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Shulman, 1999:286). Kurland ve Salmon (1992: 12) karşılıklı yardım sürecini, katılımcıların kendi deneyimlerinden yola çıkarak, diğer üyelerin ihtiyaçlarına çözüm bulma arayışına girerek, kendi fikirlerini sunarak kendilerini güçlü hissedebildikleri süreç olarak tanımlamıştır. Karşılıklı yardım Çizelge 1: Feminist teoriler ve grup çalışması örnekleri Liberal Grup başlıkları/ odakları Alkol Eşit haklar problemleri Hizmetlere eşit erişim Bağımlılık Gizlilik kontrolü İşlevsiz aileler Kültürel Teorinin amaçları Kadınların kültürünü geliştirmek Kadınların maneviyatını arttırmak Barış ve ekoloji Toplumun yeniden yapılandırılması Kadınların değerini arttırmak 218 Spesifik bir başlık bulunmamakla birlikte, 12 adıma katılımı bulunmaktadır Grup süreçleri Grubun amaçları Psikoeğitim Danışmanlık 12 adım programları Kendine güven geliştirmek Benlik saygısını arttırmak Yeterlilik kazanmak Yoksunluğu azaltmak Bilinç yükseltme Destekleme Kendine yardım Politik analiz yapabilmek Kadının özünü keşfetmek/ortaya çıkarmak Kadınlığı kutlamak Kadınlar için yeni inanç deneyimleri geliştirmek Womanist Feminist bakış açısını ifade etmek Kadınların sosyal hayattan nasıl etkilendiklerini analiz etmek Bilgi ve gücü incelemek Toplumun dönüşümünü hayal etme Sosyal aksiyon/ sosyal değişim Irk bilinci söylemi Kendini iyileştirme Baskı sistemine direnç Radikal Postmodern Tunç Kişisel ve politik arasında bağ kurmak Kamu ve özel alanda erkek egemenliğini ortadan kaldırmak Cinsiyetçiliğin içselleştirilmesi Kadınları erkek şiddetinden koruma Toplumu yeniden yapılandırma Sosyal ağ sistemini geliştirmek Değişim düşüncesi geliştirmek Toplum inşasını desteklemek Varlıklılarla, beyaz, varoş lezbiyenlerle ilişki kurmak Bibliyoterapi Eğitim Destek Lezbiyen biseksüel kadınlar Kendini güçlendirme Toplum inşasını Bilinç gelişimi desteklemek Irk bilinci söylemine Destek dikkat çekmek Toplum organizasyonu Üniversitelerin desteğini almak Toplumların ırkçılığa bakış açısı Kurumları güçlendirme Bilinç yükseltme Destek Beceri geliştirme Eylem için plan geliştirme Ataerkil toplumun yaralarını iyileştirme Ataerkil söylemlerle başa çıkma Eylemci olmaları konusunda kadınları güçlendirme Sosyal değişim 219 Toplum ve Sosyal Hizmet birçok konuyu bir araya getirmektedir. Shulman (1999) bu bileşenleri şu şekilde sıralamıştır. Bu bileşenler: 1. Otorite, cinsiyet ve tabu alanlarının tartışılması, , 2. “Aynı gemide yer alma” konusunun gündeme getirilmesi ile kendilerinin yalnız olmadıklarını hissettirilmesi, 3. Evrensel bakış açısının geliştirilmesi, özelikle baskı görmüş nüfus gruplarıyla, kendini suçlamaktan öte, bir problemin oluşmasındaki toplumsal etkileri anlamaya yönelik bilinç geliştirilmesi, 4. Karşılıklı destek, üyelerin kendi duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebilecekleri ve diğer kişilere yönelik empati geliştirilmesi, 5. Karşılıklı talep, bireysel üyelerin ve grup olarak tüm üyelerin gelişime ve büyümeye önem vermesi şeklinde sıralanmaktadır. Steinberg (2002: 35) karşılıklı yardım sürecini ise birçok “sesi” paylaşma olarak tanımlamaktadır. Bu süreç hakkında şunları belirtmektedir: Kişiler tarafından düşüncelerin, duyguların, tutumların ve kişisel hikayelerin paylaşılması, sadece o seslerin duyulmasına yardımcı olmaz, ayrıca yeni sesler çıkarabilmeye yardımcı olacağını savunmaktadır. Bu süreç, sanatı, beceriyi ve çok çalışmayı gerektirdiğini ifade etmektedir. Karşılıklı yardım sürecinin önemini göz önüne alarak Gottlieb ve Burden (1983:79) feminist sosyal hizmet gruplarının özelliklerini; kadınların izolasyonunu sonlandırmak, sosyal ve politik faktörlerin üzerinde durmak, grup stratejilerinin belirlenmesinde erkeklerin yer almaması, kadınların güçlü yönlerine ve beceri geliştirmelerine odaklanmak şeklinde belirtmişlerdir. Feminist grup çalışmasında, güçlendirme temelli görüşmeler kullanılmaktadır. 220 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Güçlendirme temelli görüşmeler yoluyla problemler iyileştirilirken, katılımcıların bilgi ve becerilerinin de gelişmesi sağlanmaktadır. Ayrıca grup lideriyle otorite simgesi olarak değil, işbirlikçi olarak eşit iletişime geçmeyi sağlamaktadır (Perkins ve Zimmerman, 1995: 570). Kadınların güçlendirme sürecinde kendi kararlarını almaları, duygularına saygı duymaları ve kendi eylemlerini kendileri seçmeleri cesaretlendirilmektedir (Smith ve Douglas, 1990). Güçlendirilmiş olan kadınlar motivasyon ve kontrole sahip, karar verme ve problem çözme becerileri gelişmiş, sosyo politik çevrenin/ yapının farkında olurlar (Zimmerman, 1995). Bu amaçla feminist yaklaşımla yapılandırılan grup çalışmalarıyla kadınlar çeşitli beceri ve kaynaklara sahip olmaktadırlar, problem çözme sürecine dahil olmakta, eşit şekilde bir araya gelmesiyle memnuniyet düzeyi etkilenmektedir (Akt: Berwald ve Houtstra, 2002: 74). Açıklamalarda da daha önce de belirtildiği gibi kadınlara yönelik baskı ırk, yaş ve engellilik gibi birçok sosyo-politik-ekonomik nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Birçok alanda ayrımcılık yaşayan kadınlar kendilerini güçsüz hissedebilmekte ve kaynaklara erişimde sınırlılıklar yaşayabilmektedir. Kadınlarla feminist grup çalışmasının yapılması, kadınların yaşadıkları problemlerin neler olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır (Kaschak, 1981:390; Akt: Berwald ve Houtstra, 2002: 74). Bu nedenle feminist grup çalışması ile baskının sonuçlarını ortaya çıkarmak, kadınların bireysel ve birlik olarak güçlerini kullanmalarını sağlamak, gerçekliklerini tekrar tanımlamalarını ve yapılandırmalarını sağlamak amaçlanmaktadır (Bricker-Jeckins, 1991). Tunç Bu amaçlar kapsamında grup liderlerinin rolleri ve görevleri bulundukları konumda değişiklik göstermektedir. Bu kapsamda sosyal hizmet uzmanı; eşitlik ilkesini temel alarak müracaatçının değişim sürecinde iyileştirici/tedavi edici sorumluluğu olan değil, danışman olarak görev yapmaktadırlar (Butler, 1985: 35), hem değiştirici hem de değişen kişilerden biridir (Bricker-Jeckins, 1991: 279). Kullanılan teknikler kişisel gücü ve kendine yönelik ilgiyi arttırıcı şekilde olmalıdır. Feminist uygulayıcılar kişilerin iyileşmeleri, gelişmeleri ve kişisel/politik dönüşümleri için bireysel ve toplu kapasitelerini tanımlamaları ve uygulama yapmaları gerekmektedir (Bricker-Jeckins, 1991: 277; Akt: Berwald ve Houtstra, 2002: 75). Bu uygulamaları yapabilmek için de sosyal hizmet uzmanı grubun katılımcılarını belirlerken, yapıya ve sürece dikkat etmesi gerekmektedir. oluşturmak gibi amaçlarla feminist grup çalışmasının uygulanabilirliği üzerinde durmuşlardır. Feminist Grup Çalışmasının Katılımcıları ve Yapısı Literatürde yapılan çalışmalar göstermektedir ki feminist grup çalışmasının hedef grubunda her türlü baskının mağduru olmuş kadınlar yer alırken, eğitim durumu, yaş, medeni durum gibi farklılıkları da içermektedir. Literatür incelendiğinde feminist grup çalışmasına dahil edilen katılımcı yelpazesi geniştir. Bu yelpaze dahilinde tecavüz mağduru kadınlar (Yasen ve Glass, 1984; Clemans, 2005), erkek şiddetinden mağdur olan kadınlar (Wood ve Roche, 2001), engelli kadınlar (Berwald ve Houtstra, 2002; Avery, 1998), alkol problemi olan kadınlar (Saulnier, 2003), siyah kadınlar (Jones ve Hodges, 2001) feminist grup çalışmasının katılımcılarını oluşturmuşlardır. Yapılan çalışmalarda farklı odaklar ön plana çıksa da, yazarlar, yaşadıkları baskıların kadınların hayatlarındaki etkilerini görmek, kendi sesini duymalarına yardımcı olmalarını sağlamak, kadınlara yönelik özel kaynakları Belirlenen amaçlara göre katılımcıların yaşları, eğitim düzeyleri, medeni durumları hetorojenlik gösterebilir. Yapılmış olan çalışmalara göre engelli kadınlarla yapılan feminist grup çalışmasında katılımcıların yaşları 20-70 arasında değişmekte ve engel türleri farklılık göstermektedir. Toplumda bağımsız yaşayabilme ya da bakıcıya ihtiyaç duyma durumu heterojenlik göstermektedir (Berwald ve Houstra, 2002). Clemans (2005)’ın tecavüz mağduru kadınlarla yapmış olduğu feminist grup çalışmasında ise katılımcıların seçiminde heteroseksüel deneyimlerinden bahsedileceği için lezbiyen kişilerin katılımı tercih edilmemiştir. Ayrıca yaşları 20 ile 50 arasında değişen, çalışan, çalışmayan ve öğrenci olan kişiler de gruba dahil edilmiştir. Feminist grup çalışmasında grubun yapısı grubun amacına göre önem kazanmaktadır. Berwald ve Houstra (2002)’nın yapmış oldukları grup çalışmasında hem açık oturumları hem de kapalı oturumları kullanmışlardır. Grup çalışmasının ilk iki oturumunu açık yaparak katılımcıların kendi kararlarını kendilerinin vermesi sağlanmış, kimse katılım konusunda zorunlu tutulmamıştır. İkinci oturumdan sonra grup kapalı hale gelmiş ve yeni katılımcı alınmamıştır. Feminist grup çalışmasının sürecini 10 oturum olarak belirlemişlerdir. 221 Toplum ve Sosyal Hizmet Her bir oturumun süresi de yaklaşık iki saat sürmüştür. Makaleler, videolar, çizgi filmler, şiirler ve diğer ilgili materyaller grup süresince kullanılmıştır. Özetle, feminist grup çalışmasının katılımcıları ve yapısı incelendiğinde, yapılmış olan çalışmalar göstermektedir ki, grup çalışmasının odağını kadınlar oluşturmaktadır. Ayrıca kadın olmalarıyla birlikte farklı baskı sistemlerinin mağduru olmaları da feminist grup çalışmamarının yapısını oluşturmaktadır. Buna bağlı olarak kadın grupları da engelli kadınlardan, tecavüz mağduru kadınlardan, alkol problemi olan kadınlardan, şiddet mağduru kadınlardan olacak şeklide farklılık göstermektedir. Kadınların deneyimledikleri ortak baskı temelinde, feminist grup çalışmalarında katılımcılar sosyo-demografik-ekonomik özellikleri bakımından farklılık gösterebilmektedirler. Feminist grubun amacına bağlı olarak da gruplar kapalı ya da açık grup özelliği taşıyacak şekilde oluşturulabilmektedir. Temelde deneyimlenen ağır baskıların dışa vurumu için kadınların grup kültürünü oluşturabilmeleri ve birbirlerine güvenmeleri gerekmektedir. Bu nedenle grupların kapalı olması, grubun verimliliğini sağlamak açısından önem taşımaktadır. Feminist Grup Çalışmasının İçeriği/ Süreci Feminist grup çalışmasında her grup oturumunun odağı önceden belirlenmelidir. Oturumların odaklarını önceden belirlemenin amacı da; grup çalışmasına katılan kadınların güçlendirilmelerini sağlamak, problemlerin çözümü adına sorumluluk almalarını ve kendi hayatlarına yön verebilmeleri için aktif olmalarını sağlamaktır (Gutierrez, 1991: 204). Grup katılımcılarının 222 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 her oturum odağına yönelik kendi görüş ve önerilerini sunmaları hem eşitliğe dayalı ilişki kurabilmek hem de daha aktif katılımlarını sağlamak adına etkili olmaktadır. Berwald ve Houstra (2002)’nın yapmış oldukları grup çalışmasında da bu amaca yönelik olarak her grup oturumu için katılımcıların tartışmalarını ve belirledikleri konu üzerinde odaklanmayı desteklemiştir. Grup liderleri uygun hale getirici, organizatör, danışman olarak müracaatçı grubuyla çalışmalıdır. Ayrıca müracaatçının problemine yönelik cevapları vermemelidir, katılımcılar ile iş birliği halinde kendi problemlerini kendilerinin tekrar çözebilmeleri için içgörü kazanmalarını sağlamalıdır (Gutierrez, 1991: 205). Bu nedenle uygulayıcı olarak grup lideri grup çalışmasını “kadınlar için” değil, kadınların seçim yapmalarına yardımcı olacak şekilde desteklemelidir. Bu anlamda iş birliği grup çalışmasının temel felsefesi haline gelmelidir (Bricker-Jeckins, 1991: 296). Saulnier (2003)’in alkol ve uyuşturucu madde kullanan kadınlarla yapmış olduğu grup çalışmasında içerik, bireysel sebeplerden, geniş sistemsel etkilere kadar uzanmaktadır. Bireysel sebepler olarak, düşük kendine güven ve kişilerarası ilişkiler; sistemsel etkiler, toplumsal baskılar ve cinsiyetçilik konularıdır. Katılımcılar bu konuları temel alarak alkol ya da madde kullanımına başlama öyküleri ve nasıl sürdüğünü tartışmışlardır. İçerik bu konular üzerine temellendirilmiştir. Tecavüz mağduru kadınlarla yapılmış feminist grup çalışmasında ise kadınların kendilerini güvende ve korunduklarını hissetmeleri için oturumlar üç ana bölüme ayrılmıştır. Birinci bölüm Tunç kadınların hafta içinde neler yaptıkları konusunda kendini tanıtmasından oluşmaktadır, ikinci bölüm ise oturum temalarına ilişkin her bir katılımcının tartışma konusu getirmesinden, üçüncü bölüm, motivasyonel kapanış, grup üyelerinden her oturumun sonunda kendilerini motive edici soru veya cümle ile kapanış yapmalarından oluşmaktadır. Feminist grup çalışmasının temaları; kendini ayıplama-suçlama, güvensizlik, gizlilik ve izolasyon, tabu alanlar, farklılıklara saygı şeklinde belirlenmiştir (Clemans, 2005). Avery (1998)’in zihinsel engelli kadınlarla yapmış olduğu feminist grup çalışmasında da kullandığı feminist perspektiflerin analizini şu şekilde belirtmiştir; eşitlik, kadınlar arası iletişim, baskı altında olanlarla çalışma, bilinç yükseltme, açıklık/ belirginlik, kadınları güçlendirme, sosyal değişim ana konularına süreç içinde dikkat etmiştir. Singh ve Hays (2008) eş şiddeti gören kadınlarla yaptığı feminist grup çalışmasında ise süreç; form aşaması, fırtına aşaması, norm aşaması, çalışma aşaması, sonlandırma, değerlendirme ve izleme aşamalarından oluşmuştur. Form aşamasında; başarılı bir grup süreci yapılandırabilmek için öncelikle güven geliştirici tekniklerin uygulanması gerektiği belirtilmektir (Gladding, 2008; akt: Sing ve Hays, 2008: 91). Ayrıca grup lideri Yalom (2008)’un da belirtitği gibi pozitif grup deneyimini pekiştirebilmek için grup sürecinin başında terapötik faktörler üzerine de odaklanmalıdır. Bu bağlamda Sing ve Hays (2008) yapmış oldukları feminist grup çalışmasında form aşamasında kadınların deneyimlerinin küreselliği, değerleri ve güçlenmelerine yönelik farkındalıklarını geliştirmeye ilişkin sorular yöneltilerek form aşamasını yapılandırılmıştır. Fırtına aşaması; birbirlerinin kişiliklerini, tutumlarını ve yaşam deneyimlerini öğrendikçe grup üyeleri arasında yaşanabilecek çatışmaların çözümüne yönelik liderliği kapsamaktadır (Gladding, 2008; Akt: Sing ve Hays, 2008: 92). Bu nedenle grup üyeleri arasında oluşabilecek çatışmaların çözümü için grup lideri grup sürecinin her oturumunun açıkça tartışılmasını sağlamalı ve bu şekilde oluşabilecek çatışmaları öngörebilmelidir. Bu nedenle grup lideri sadece çatışmaları ortaya çıkarmak değil ayrıca katılımcıların çatışma çözme becerilerini de geliştirebilmelerini sağlamalıdır. Yaşanan çatışmaların nedenlerinin kişisel olan politiktir (Worell ve Remer, 2003) görüşünden yola çıkarak politik bağlamının farkına varılmasını sağlamalıdır. Bu nedenle grup lideri kendini grup sürecine iyi hazırlamalıdır. Norm aşamasında; kadınlar kendilerini bireyselliklerinde öte gruba dahil olmanın daha güçlü ve önemli olduğunu hissetmeye başlamaktadırlar. Norm aşamasının önemli hedeflerinden ikisini ikili ilişki kurabilme ve amaçların sorgulanması oluşturmaktadır Bu nedenle kadınlar şimdi ve burada ilkesi temelinde birbirleri ile kendi deneyimlerini paylaşmalıdır. Kadınların gruba bağlılıklarını geliştirmek ve normları oluşturabilmek adına gruptan beklentilerini ifade etmeleri gerekmektedir. Bu aşamanın iyi yapılandırılması kadınların aktif şekilde birbirlerine destek olmasını ve grup üyelerinin çalışma aşamasına hazırlanmasını sağlamaktadır (Gladding, 2008; akt: Sing ve Hays, 2008: 93-94). 223 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Çalışma aşamasında; grup üyesi olan kadınlar belirlemiş oldukları bireysel ve grubun amacını gerçekleştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmaktadırlar (Gladding, 2008; akt: Sing ve Hays, 2008: 94). Ayrıca grup üyelerinin odağa yönelik deneyimleri form, fırtına ve norm aşamalarında olduğundan daha derinlemesine paylaşılmaktadır. Çalışma aşamasında, grup lideri grup üyelerinin odak konu hakkında şimdiki ve geçmiş deneyimlerinin paylaşılmasını sağlamalıdır. Ayrıca grup üyelerinin birbirleri ve diğer kişilerle paylaşımını arttıran, risk alıcı, kendini güvende hissettiren aktiviteleri yapılandırmalıdır. kişisel ve sosyal kimlikler birbirine bağlıdır, kişisel olan politiktir, ilişkiler eşitliğe dayalıdır, kadın deneyimleri değerlidir. Yapılan feminist grup çalışmalarının temelinde güçlendirme yer almaktadır. Bu güçlendirme ise temelinde toplumsal cinsiyet rol analizlerinin yapılması, yaşanan durumun politik bağlam analizinin yapılması ve farkındalık kazanma ile ilgilidir. Bu nedenle feminist grup çalışması yapmak için öncelikle liderin bilgili ve deneyimli olması gerektiği aşikardır. Sonlandırma aşamasında; grup lideri üyeleri grubun sonlanmasına iyi hazırlamalıdır. Grubun ne zaman biteceği konusunda öncesinde grup üyeleri bilgilendirilmelidir. Grubu sonlandırmaya yönelik aktiviteler yapılmalıdır. Grup üyelerinin grubun sonlanmasına yönelik kendilerini açmaları için cesaretlendirilmelidir (Singh ve Hays, 2008: 96). Feminist grup çalışması sürecinde kullanılabilecek aktiviteler de bulunmaktadır. Bunlardan biri “kişisel yolculuk” (personal journey) aktivitesidir. Bu aktivite kullanılarak grup üyelerinin kendi yaşadıkları duruma ilişkin süreci, süreç içerisinde yaşadıkları zorlukları ve başarılarını çizmeleri istenebilir. Sonrasında bu yaptıklarını grup içinde paylaşarak, birbirleri arasındaki benzerlikleri, ortaklıkları, toplumsal cinsiyet rolleri, kültürel değerleri hakkında fikir sahibi olabilirler. Değerlendirme ve izleme aşaması; grup üyelerinin amaçlarını gerçekleştirip gerçekleştiremediklerine yönelik geri bildirimi içeren yazılı ya da sözlü analizleri içermektedir. Grup üyesi olan kadınlarla birlikte isteğe göre grup süreci bittikten sonra izleme oturumu da gerçekleştirilebilir. Literatürde yapılmış olan çalışmalar incelendiğinde, her grup süreci, grup öncesinden başlayarak grubun sonlanmasına ve izleme aşamasına kadar bütüncül bir süreci içermektedir. Özellikle feminist grup çalışmasında Worell ve Remer (2003: 66)’in de belirtmiş olduğu dört ilkeyi temel alarak grup sürecini yapılandırmak önem kazanmaktadır. Bu ilkeleri tekrar hatırlatmak gerekirse, 224 Feminist grup çalışmasında aktiviteler Bir diğer “liderin kendini açması” (use of leader self-disclosure) aktivitesi de feminist ilkeler arasında yer alan grup üyeleri ile lider arasında eşitlikçi ilişki yaratma konusunda fırsat sağlayıcı bir uygulamadır. Grup üyeleri tarafından “toplumsal cinsiyet rol analizinin” uygulanması, kadınların içinde bulundukları durum için kendilerini suçlamamaları gerektiği ve içinde bulundukları durumun nedeninin sistematik yapılar olduğu konusunda bilinç geliştirmelerinde etkili olmaktadır (Singh ve Hays, 2008). Beyin fırtınası, kişisel hikayelerin paylaşılması, materyallerin gözden Tunç geçirilmesi, kendini açma, ev ödevlerinin gözden geçirilmesi gibi aktiviteler de kullanılmaktadır. Bu aktiviteler içerisinde biblioterapi olarak da adlandırılan film, kitap, dergi gibi yaşanan durum ile ilgili farkındalık kazandırıcı ve tartışma ortamı sağlayıcı aktiviteler de kadınların özellikle yaşadıkları durumu somutlaştırabilmeleri, örneklendirebilmeleri ve kendilerini açabilmeleri açısından önem taşımaktadır. Özellikle grup içerisinde kadınların iletişimini güçlendirmede önemli araçlardan birini oluşturmaktadır. Tüm bunlarla birlikte sosyal hizmet uzmanı feminist grup çalışmasını planlarken odak soruların seçiminde karmaşa yaşayabilir. Süreç içerisinde odak soruların amaca yönelik olması gerekmektedir. Alan yazında yapılan feminist grup çalışmaları incelendiğinde grup süresince kullanılan odak sorular aşağıdaki gibi belirtilmiştir. Feminist Grup Çalışmasında Sorular Berwald ve Houtstra (2002) engelli kadınlarla yapmış oldukları feminist grup çalışmasında aşağıdaki sorular sorulmuş ve bazı konulara dikkat etmişlerdir; İlk oturumlarda katılımcılara; Bu grubun üyesi olmaktan dolayı beklentileriniz nelerdir? Grup içinde araştırmak istediğiniz konular nelerdir? Bu sorulara ek olarak, geçtiğimiz bir hafta süresince ele aldığımız konuları düşünebildiniz mi? Ne gibi değişiklikler yaşadınız? Gibi sorular surulmuştur. Singh ve Hays (2008) şiddet mağduru Kuzey Asyalı kadınlarla yaptıkları feminist grup çalışmasının form aşamasında; Kendini hangi konularda takdir ediyorsun? Senin için en önemli olan değerin hangisidir? En önemli gücünün ne olduğunu düşünüyorsun? Sorularını temel almışlardır. Fırtına aşamasında; Yaşadığın çatışmaları nasıl çözüyorsun?, Kadın olarak bu sorunla başa çıkarken toplum sana ne öğretti?, İhtiyaçların, düşüncelerin, hissettiklerin hakkında diğerlerine nasıl iletişime geçersin?, Yaşadığın durum ilişkilerini nasıl etkiledi?, Tarif edebilir misin?, Bu durumu yaşayan kadınların ne gibi hakları var ve sen bunların hangilerini kullanıyorsun? Gibi sorular kullanılmıştır. Norm aşamasında; Grup sana ne hissettiriyor?, Grubun sana ne hissettirdiğini tek kelimeyle açıklar mısın?, Bugün gruptan ne bekliyorsun?, Gruptan beklentileriniz nedir?, Birbirinizden beklentileriniz nelerdir?, Grupta kendinizden beklentiniz nedir?, Grup üyeleri olarak hep birlikte gruptan beklentilerimiz nelerdir? Gibi sorulara yer verilmiştir. Çalışma aşamasında ise, yaşadıkları deneyimlerin paylaşımlarını derinleştirebilmeleri ve toplumsal cinsiyet analizini ve politik bağlam farkındalığını kazandırabilmek adına; Kadın olma konusunda paylaşılan yaşam hikayelerine nasıl saygı gösteriyoruz?, Neler düşünüyoruz?, Paylaşılan yaşam deneyimlerini hakkında önyargılarımız ve kalıp yargılarımız nelerdir? Gibi sorular üzerinde durulmuştur. Yukarıda verilen sorulara ek olarak feminist grup çalışmasında müracaatçı gruplarının yaşadıkları problemler odağında, kadınların güçlenmesine destek olabilecek, güçlerinin farkına varabilecek, yaşadıkları durumun toplumsal ve politik inşasına yönelik sorular 225 Toplum ve Sosyal Hizmet temelinde şekillendirilmelidir. Ayrıca toplumsal cinsiyet rol analizi ile birlikte sorumluluklarına ve özellikle yaşadıkları toplum içerisinde kadın olmaya yönelik sorular feminist grup çalışmasının amacına ilişkin soruları oluşturmalıdır. Bu sorular temelinde grupların yapılandırılmasının amacı, Gutierrez (1991)’inde belirttiği gibi feminist yaklaşımın, yaşanan sorunların sebebini sadece kişisel düzeyde görmemesinden hareketle, sorunların toplumdaki her kişinin ihtiyaçlarının karşılanmamasından dolayı sosyal ve politik olarak inşa edildiği göz önüne alınarak, “kişisel olan politiktir” görüşünün temel felsefesi kapsamında, kadınlara, kadınların hakları, güçleri, kendisi ve toplumun öğrettikleri unsurlar üzerinde durulmasını sağlamaktır. Bu sayede kadınlara farkındalık kazandırmak ve bilinç düzeylerini arttırmak amaçlanmaktadır. SONUÇ Feminizm, günümüz ataerkil toplumların “toplumda baskı gören grupların kaynaklara erişmede güçlükler yaşaması ve sosyal eşitsizliklerden” kaynaklanan hak kayıpları üzerinde durmaktadır. Bu ataerkil değerler de kadınların özerkliklerini elde etmelerinde ve toplumsal olarak eşit konumda bulunma çabasının önünde engel oluşturmaktadır (Smith ve Douglas, 1990: 43-44). Bu bağlamda sosyal hizmet kapsamında feminist düşünce, kadınların yeteneklerini, deneyimlerini ve değerlerini ortaya çıkarmayı; kadınların anlaşılma ihtiyacını, ataerkillik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ortaya çıkan farklı rol ve sorumlukların yarattığı, baskı, şiddet ve istismar gibi sorunlarla başa çıkma konusunda güçlendirilmesini; güç ilişkileri analizini amaçlamaktadır. 226 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Bu nedenle feminist sosyal hizmet, özel ilişkilere, toplum sorunlarına ve sosyal hizmet uzmanlarının toplum adına baskıcı alana nasıl müdahale edeceklerine odaklanmaktadır (Payne, 2005: 252). Bu odak kapsamında feminist grup çalışmasının etkililiğini değerlendirme üzerine birçok çalışma yapılmıştır (Yasen ve Glass, 1984; Clemans, 2005; Wood ve Roche, 2001; Berwald ve Houtstra 2002; Avery, 1998; Saulnier, 2003; Jones ve Hodges, 2001; Singh ve Hays, 2008). Yapılan çalışmalar ile feminist grup çalışmasının kadınların farkındalıklarının artmasında etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kadınlar yaşadıkları soruna ve içinde bulundukları duruma farklı açılardan bakma konusunda bilinçlenmişler, yaşadıkları sorunun kendilerinden kaynaklanmadığını, sorunun temelinde sosyo-politik ve kültürel sebeplerin olduğunun farkına varmışlardır. Yapılan çalışmaların sonuçları incelendiğinde, feminist sosyal hizmet uygulaması dahilinde, feminist grup çalışmasının sürecinin yapılandırılması önem kazanmaktadır. Çünkü her grup çalışmasının katılımcıları güçlendirici etkisi, normalleştirme, evrenselleştirme, umut aşılama gibi etkilerinin olduğu bilinmektedir. Fakat feminist grup çalışmasını grup çalışmasından ayıran önemli noktaları içeriği oluştururken karşımıza çıkmaktadır. Çünkü feminist grup çalışmasında öncelikle ilişkilerin eşitliği üzerinde durmak gerekmektedir. Grup süresince grup lideri grubu yönlendirici rolü ile değil, kolaylaştırıcı rolü ile var olmalıdır. Ayrıca bu eşitlikçi ilişkinin grup üyeleri arasında da kurulması, kadınların eşitliğe dayanan ilişkiyi günlük hayatlarında da deneyimlemeleri için fırsat verecektir. Tunç Bunlarla birlikte kadın deneyimlerinin değerli olduğu ilkesinden hareketle, yapılandırılmış bir grup çalışmasından ziyade, kadınların aktif katılımları sağlanarak oluşturulacak grup oturumlarının kadınların güçlenmesinde etkili olacağı düşünülmektedir. Ayrıca feminist grup çalışmasının ana temalarının başında toplumsal cinsiyet analizi ve güç analizi gelmektedir. Bu ana tema çerçevesinde kadınların yaşadıkları durumun sosyo-politik kültürel analizini yapmaları feminist grup çalışmasının ayırıcı özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Feminist grup çalışması ile kadınların yaşadıkları sorunun çözümü kapsamında bir araya gelerek neler yapabileceklerinin farkına varmaları sağlanmaktadır. Kolektif hareket etmenin önemi ile birlikte, varolan haklara yönelik bilinçlenmeleri kadınların özyeterliklerinin gelişmesine, güçlenmelerine ve çözüm üretme konusunda beceri gelişimine katkı sağlamaktadır. Sonuç olarak, feminist grup çalışmasının yapısı, katılımcıları, süreci, yöneltilen sorular ve uygulanan aktiviteler yaşanan sorunların sadece bireysel düzeyde değil, sosyo-politik yapı içinde cinsiyetçilik dinamikleriyle ve baskıyla ilişkilendirilerek, güçlendirme bakış açısıyla ele alınarak belirlenmelidir. Feminist grup çalışmasıyla yaşanan ayrımcılıklar eşitliğe dayalı ilişki temelinde paylaşılarak, değerlendirilerek, analiz edilerek, kadınların değerli deneyimlerini dışa vurumları sağlanmalıdır. Tüm bu nedenlerle feminist sosyal hizmetin müracaatçı grubunu oluşturan kadınlar ile yapılacak güçlendirme temelli feminist grup çalışmasının kapsamı ve sürecinin sistematik hale getirilmesi amaçlanarak, hem sosyal hizmet uygulayıcılarına ve akademisyenlerine, hem de sosyal hizmet öğrencilerinine yol gösterici olması hedeflenmiştir. KAYNAKÇA Arat, N. (2010). Feminizmin ABC’si. İstanbul: Say Yayınları. Avery, L. (1998). A feminist perpective on group work with severely mentally ill women. Women and Theraphy, 21(4), 1-14. Barker, Robert L. (1995). The social work dictionary, 3th edition, NASW Press, Washington, DC. Berwald, C. and Houtstra, T. (2002). Joining feminism and social group work practice: a women’s disability group. Social Work With Groups, 25 (4), 71-83. Bora, A. (2011). Feminizm kendi arasında. Ankara: Ayizi Yayınları. Bricker-Jenkins, M. (1991). The propositions and assumptions of feminist social work practice. In M. Bricker-Jenkins, N. Hooyman, N. and Gottlieb. (Ed.), Feminist Social Work Practice İn Clinical Settings. (pp. 271-304). California; Sage Publishing. Butler, S. and Wintram, C. (1991). Feminist group work.London: Sage Publications. Butler, M. (1985). Guidelines for feminist therapy. In L. Bravo, E. Rosewater and L. Walker (Ed.), Handbook of Feminist Therapy: Women’s İssues in Psychotherapy (pp. 33-38). New York: Springer Publishing Company. Buz, S. (2009). Feminist sosyal hizmet uygulaması. Toplum ve Sosyal Hizmet, 20(1): 53-65. Carter, C., Coudrouglou, A., Figueria-McDonough, J., Lie, G. Y., MacEachron, A., Netting, F. E., Nichols-Casebolt, A. Nichols, A.W., Risley-Curtiss, C. (1994). Integrating women’s issues in the social work curriculum: A proposal. Journal of Social Work Education, 30(2), 200-216. 227 Toplum ve Sosyal Hizmet Clemans, S. E. (2005). Feminist group for women rape survivors.Social Work With Groups, 28(2): 59-75. Collier, H.V. (1982). Counseling women: A guide for therapists. New York: Free Press. Collins, P. H. (2000). Black Feminist Thought: Knowledge, Consciousness, and the Politics of Empowerment (2nd edn), New york: Routledge. Dominelli, L. (2002). Feminist social work theory and practice. Baingstoke: Palgrave Macmillan. Donovan, J. (1985). Feminist theory: the intellectual traditions of american feminism. New York: Frederick Ungar Publishing. Ecevit, Y. (1985). Üretim ve yeniden üretim sürecinde ücretli kadın emeği. Yapıt Toplumsal Araştırmalar Dergisi, 9: 72-93. Ecevit, Y. (2011). Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisine Başlangıç. Y. Ecevit ve N. Karkıner (ed.) Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını. s. 2-30. Echols, A. (1989). Daring to be bad: Radical feminism in America 1967-1975. Minneapolis: University of Minnesota Press. Eisenstein, Z. (1981). The radical future of liberal feminism.Boston: Northeastern University Press. Flax, J. (1990). Postmodernism and gender relations in feminist theory. In Linda Nicholson (Ed.), Feminism/Postmodernism. NY: Routledge, Chapman & Hall, p. 39-62. Giddings, P. (1988). When and where I enter.New York: Bantam. Gorey, K.M., Daly, C., Richter, N.L., Gleason, D.R., McCallum, M.A. (2002). The effectiveness of feminist social work methods: An integrative review. Journal of Social Service Research, 29(1): 37-55. Gottlieb, N. ve Burden, D., (1983). The distinctive attributes of feminist groups. Social Work with Groups, 6(3/4): 79-93. 228 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Gutierrez, L. (1991). Empowering women of color: A feminist model. In M. Bricker-Jenkins, N. Hooyman, and N. Gottlieb (Ed.). Feminist Social Work Practice in Clinical Settings. (pp.199-217). California; Sage Publications. Hooks, B. (2012). Feminizm herkes içindir. E. Aydın, B. Kurt, Ş. Özgün, A. Yıldırım (Çev.). İstanbul: BGST Yayınları. Jaggar, A. (1983). Feminist politics and human nature.Totowa, NJ: Rowman and Allanheld. Jones, L.V. and Hodges, V.G. (2001). Enhancing psychosocial competence among Black women: A psycheducational group model approach. Social Work with Groups, 24(3/4): 33-52. Joseph, G. (1981). The incompatible menage á trois: Marxism, feminism and racism. In Lydia Sargent (Ed.), Women and Revolution. Boston: South End Press. Kaschak, E. (1981). Feminist psychotherapy: The first decade. In S. Cox (Ed.), Female Psychology the Emerging Self (2nd ed.) (pp.387-401). New York: St. Martin’s Press. Koedt, A. (1973). Lesbianism and feminism. In Anne Koedt, and Ellen Levine, & Anita Rapone (Ed.), Radical Feminism (pp. 246258). New York: Quadrangle Books. Kurland, R. and Salmon, R. (1992). Group work vs. casework in a group: Principles and implications for teaching and practice. Social Work with Groups, 15(4): 3-10. Lewis, E. (1992). Regaining promise: Feminist perspectives for social group work practice. Social Work with Groups, 15(2/3): 271-284. Michell, A. (1995). Feminizm, Ş. Tekeli (Çev.), Yeni Yüzyıl Kitaplığı, İstanbul: İletişim Yayınları. Nes, J. and Iadicola, P. (1989). Toward a definition of feminist social work: A comparison of liberal, radical, and socialist models. Social Work, 34(1): 12-21. Tunç Payne, M. (2005). Modern social work theory, third ed. Chicago: Lyceum Books. Perkins, D.D., and Zimmerman M.A. (1995). Empowerment Theory, Research, and Application. American Journal of Community Psychology, 23(5): 569-579. Reynolds, J. (1993). Feminist theory and strategy in social work, in Walmsey, J., Reynolds, J., Shakespare, P. And Wolfe, R. (Ed) Health Welfare And Practice: Reflecting On Roles And Relationships, London: Sage. Tekeli, Ş. (1995). 1980’ler Türkiye’sinde kadınlar. Ş. Tekeli (Ed.) 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. İstanbul: İletişim Yayınları. Tong, R. (2009). Feminist thought: a comprehensive ıntroduction. San Francisco: Westview Press. Wittig, M. (1988). The straight mind. In Sarah Hoagland, & Julia Penelope (Ed.), For Lesbians Only: A Separatist Anthology. London: Onlywomen Press, p. 431-438. Saulnier, C.F. (2000). Incorporating feminist theory into social work practice: group work examples. Social Work With Groups, 23(1): 5-29. Wood, G.G. and Roche, S.E. (2001). Representing selves, reconstructing lives: Feminist group work with women survivors of male violence. Social Work With Groups, 23(4): 5-23. Saulnier, C. F. (2003). Goal setting process: supporting choice in feminist group for women with alcohol problems. Social Work with Groups, 26(1): 47-68. Yassen, J. and Glass, L. (1984). Sexual assault survivor groups: A feminist practice perspective. Social Work, (May/June): 252257. Scott, J. (1988:Spring). Deconstructing equality-versus-difference: Or, the uses of poststructuralist theory for feminism. Feminist Studies, 14(1): 33-50 Zastrow, C. (1994). Practice of social work. London: Wadsworth Publishing Co Inc. Sheafor, B. and Charles R. Horejsi. (2002). Techniques and guidelines for social work practice,Sixth Ed., New York: Pearson Education. Zimmerman, M.A. (1995). Psychological empowerment: Issues and illustrations. American Journal of Community Psychology, 23(5): 581-599. Shulman, L. (1999). The skills of helping ındividuals, families, groups, and communities.Fourth edition. Itasca, IL: FE Peacock Publishers. Singh, A. A. and Hays, D. G. (2008). Feminist group counselling with South asian women who have survived ıntimate partner violence. The Journal for Specialists in Group Work, 33(1): 84-102. Smith, A., and Douglas, M. (1990). Empowerment as an ethical imperative. In H. Lerman and N. Porter (Ed.), Feminist Ethics and Psychotherapy (pp. 43-50). New York: Springer Publishing. Steinberg, D.M. (2002). The magic of mutual aid. Social Work with Groups, 25(1/2): 31-38. 229 Acar Derleme Anahtar Sözcükler: Onkoloji, kanser, sosyal hizmet, sosyal hizmet uzmanı, psikososyal. ABSTRACT ONKOLOJİDE SOSYAL HİZMET: VAKA ÖRNEKLERİ Social Work in Oncology: Case Examples Melis ACAR* * Bilim Uzmanı, Sosyal Hizmet Uzmanı, Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Oncology social work is a modern area of specialization of medical social work. There are many different issues of cancer patients and these issues have many reasons. Social work deals with human relations problems arising between individuals. In other words, it exposes remedial services. Social work profession exhibits psycho-social aspects of the help in support of a profession. To define social work practice in the field of oncology, social workers have some tasks and responsibilities to cancer patients and their families, to their institutiton, to society and to their team members. This is the process of fulfilling the responsibilities of a social worker in working with cancer patients. It uses appropriate methods of social work intervention. Key Words: Oncology, cancer, social work, social workers, psychosocial. ÖZET Onkolojik sosyal hizmet çalışmaları, tıbbi sosyal hizmet alanında modern bir uzmanlaşma alanı niteliğindedir. Kanserli hastaların yaşadıkları çok farklı sorunlar vardır ve bu sorunların da birçok nedeni bulunmaktadır. Sosyal hizmet, bireyler arası insani ilişkilerden doğan sorunları ele alır ve iyi edici, başka bir deyişle çare bulucu hizmetleri ortaya koyar. Sosyal hizmet mesleği, psikososyal açılardan bir yardım ve destekleme mesleğidir. Onkoloji alanındaki sosyal hizmet uygulamalarını tanımlamak için sosyal hizmet uzmanlarının kanserli hastalar ve ailelerine, kuruma, topluma, ekip üyelerine yönelik görev ve sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getirme sürecinde sosyal hizmet uzmanı, kanser hastaları ile çalışırken, uygun sosyal hizmet müdahale yöntemlerini kullanmalıdır. “Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun.” Mahatma Gandhi GİRİŞ Yarım asırdır onkoloji hastalarına yönelik oluşturulan onkolojik sosyal hizmet çalışmaları, tıbbi sosyal hizmet alanında modern bir uzmanlaşma alanı niteliğindedir. Hastanın tedavisini ve yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyen sosyal, ekonomik ya da kansere karşı gelişen olumsuz psikolojik tepkileri ortadan kaldırmak ve hastanın sorunlarını çözmek için müdahalede bulunan bir destek sistemi olarak kabul edilebilir. Zira, 231 Toplum ve Sosyal Hizmet sosyal hizmet mesleği psikososyal açılardan bir yardım ve destekleme mesleğidir. Bireyler arası insani ilişkilerden doğan sorunları ele alır ve iyi edici, başka bir deyişle çare bulucu hizmetleri ortaya koyar. Özetle, sosyal hizmetin çalışmalarını yoğunlaştırdığı ve etkileşimde bulunduğu alanlardan birisi de sağlık alanıdır ve sağlıkla ilgili sorunları en belirgin yaşayan hasta gruplarından birisi de kanserli hastalardır. Sosyal hizmet uzmanı, kanser hastaları ile çalışırken, uygun sosyal hizmet müdahale yöntemlerini kullanmalıdır. Böylece kanser hastalarının çevresi ile etkileşimini engelleyen etkenleri ve sahip oldukları güçlü yönleri ön plana çıkartarak; danışmanlık, duygusal değerlendirme, kriz müdahalesi, hastaların ve ailelerin sorunlarının farkına varmasını sağlama, hedef belirleme ve bunları çözmek için gereken kaynakları tanımlama, karar verme, aktif dinleme, empati kurma, savunma ve kişiler arası iletişim becerilerini geliştirme, destek olma, savunuculuk, güçlendirme, terapi vb. beceri ve tekniklerini, planlı değişme süreci içerisinde kullanarak sorunlarını ortadan kaldırmaya ya da makul düzeye indirmeye çalışarak, kişilere ve ailelerine zorlukların üstesinden gelmelerinde yardımcı olabilir. Burada önemli olan konu, etkin ve verimli uygulama yapabilme çabası içerisinde işlevler yerine getirilirken, ihtiyaç duyulan kaynakların varlığı ve uzmanın sahip olduğu sorunları çözme becerisi ile sosyal hizmetin amacını korumak ve alanda olumlu ve etkili olarak iş görebilme gerekliliğidir. Sonuç olarak, onkoloji alanındaki sosyal hizmet uygulamalarını gerçekleştirmek bağlamında, kurumda çalışan sosyal hizmet uzmanının kanserli hastalar 232 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 ve ailelerine, kuruma, topluma, ekip üyelerine yönelik görev ve sorumluluklarının neler olabileceğini belirlemek mümkündür. Onkoloji Sosyal hİzmet uzmanının Görev ve Sorumlulukları Ülkemizdeki tıbbi sosyal hizmet uygulamaları göz önüne alınarak ve Amerika Ulusal Onkoloji Sosyal Hizmet Uzmanlığı Derneği’nin, onkolojik sosyal hizmet uygulamalarına yönelik olarak belirlediği standartlardan (Stearns ve ark., 1993: 323-326) yararlanılarak, onkoloji sosyal hizmet uzmanlarının görev ve sorumluluklar aşağıda belirtilmiştir. Onkoloji Hastalarına ve Ailelerine Yönelik Görev ve Sorumluluklar • Psikososyal ve ekonomik açıdan inceleme ve değerlendirme yapmak, • Onkoloji tedavisi ve sonuçları çerçevesinde hasta ve ailesinin psikososyal işlevselliğini korumak, güçlendirmek amacıyla bireylerle ve gruplarla sosyal hizmet uygulaması yapmak, • Ailelerin psikososyal gereksinimlerini temel alan aile danışmanlığı yapmak, • Tedaviye katılım, tedavisin etkinliğini artırma ve tedavisini sürdürme konusunda davranış değişikliklerine yönelik çalışmalar yapmak, • Onkolojik hastalıklar sonucunda yaşanan kayıplara ve kriz durumlarına yönelik çalışmalar yapmak, • Toplum kaynakları konusunda bilgi vermek, kaynakların kullanılmasına yardımcı olmak, Acar • Hasta hakları konusunda bilgilendirme ve savunuculuk çalışmaları yapmak, • Taburcu olma aşamasında karşılaşılan sorunlara yönelik psikososyal çalışmalar yapmak, • Özel gruplara (çocuklar, mastektomi hastaları gibi) yönelik programlar geliştirmek, • Taburcu olma sonrası izleme çalışması yapmak (Stearns ve ark., 1993: 323). Öncelikle belirtilmesi gereken konu sosyal hizmet mesleğinin etik ilke ve sorumluluklarından biri olan müracaatçılara ırk, din, cinsiyet ve sınıf ayrımı yapılmaksızın hizmet sunmanın, uzman tarafından göz ardı edilmemesi gerekliliğidir. Bu nedenle onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı, müracaatçısını “ihtiyaç içinde olan ve yardıma gereksinim duyan kanser hastası ve/ veya ailesi” olarak tanımlamalı ve herhangi bir ayrım içine girmemelidir. Onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı, hasta ve ailelerine yönelik görev ve sorumlulukları yerine getirirken, müracaatçının bulunduğu yerden başlamalıdır. Söz gelişi, ekonomik açıdan tedavi alma yeterliliğine sahip olmayan bir kanser hastasına, ilk görüşmede psikolojik desteği öne çıkaran çözüm yoları üretmek yerine, derhal gerçekleştirilmesi gereken ekonomik yoksunluğun giderilmesi üzerine odaklanılmalıdır. Kanser hastasının müdahale sürecine etkin olarak katılımını sağlamak oldukça önemlidir. Toplumsal kaynaklar ve bu kaynakların kullanılması hakkında hastaya bilgi vermek, bu konuda sosyal hizmet uzmanının en önemli sorumluluklarındandır. Hasta ve aileler ile çalışırken, bireylerin bireysel özelliklerine ve yaşam döngülerine uygun müdahale planı geliştirmek sosyal hizmet uzmanının önemli bir sorumluluğudur. Söz gelişi, ergen bir kanser hastası ile çalışılırken, bu hastanın içinde bulunduğu yaşam döngüsü nedeni ile otoriteye karşı bağımsızlık gibi duygular geliştireceğinin farkında olarak çalışması, hem hasta hem de sosyal hizmet uzmanı açısından kolaylaştırıcı bir etken olacaktır. Çünkü tedavi sürecinde hastalığın sınırlayıcı, kontrol edici ve bağımlılık yaratıcı özelliklerinden dolayı kanser hastası olan ergen, kendisini baskı altında hissedecektir. Bu baskıya karşı da tedaviye direnç göstererek bağımsız olma isteğini sergileyecektir. Özetle, yaşam döngüleri tedavi aşamasında, hasta ve ailesinin psikososyal işlevselliğini korumak, güçlendirmek için sosyal hizmet uzmanı tarafından dikkate alınması gereken unsurlar arasındadır. Sözgelişi emekli olmuş ve çocukları evden ayrılmış bir kanser hastası göz önünde bulundurulduğunda, çocukları ile birlikte yaşayan ve iş arkadaşları ile iletişim kurmaya devam eden bir kanser hastasına göre kendisini daha yalnız hissettiği, bakıma ve desteğe daha muhtaç olduğu gözlemlenmektedir. Hastalar, tedaviyi kabul etmeme veya gereklerini yerine getirme konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklı uyum sorunları yaşayabilirler. Kültür ve sosyal farklılıkları göz önüne alınarak müracaatçının yararının en üst düzeyde gözetilmesi, sosyal hizmet uzmanının temel sorumluluklarındandır. Çalışmasını gerçekleştirirken, müracaatçının kültürünü ve eğitim düzeyini anlamaya çalışır, gerekli durumlarda hastasını, ailesini hatta kendisini geliştirme 233 Toplum ve Sosyal Hizmet sorumluluğunu yerine getirir. Bu bakımdan sosyal hizmet uzmanı, verilen hizmetin doğası, yaralanacağı kaynaklar, kurumdaki ve uygulamadaki belirleyici yasal düzenlemeler, mesleğin etik ilke ve sorumlulukları gibi bilgilerini güncel tutmalıdır. Hastaların sahip oldukları olanaklarının, tedavinin devam etmesini engelleyecek düzeyde tedaviye fırsat vermiyor olması durumunda, kanserli hastanın neyi hak ettiğine, yasalara uygun olarak hangi sağlık hizmetlerinden yararlanabileceği ve neyi/neleri talep edebileceğine açıklık getirmek uzmanın görevlerindendir. Kurumun olanakları doğrultusunda bazen hastanın yararını gözetmek mümkün olmayabilmektedir. Böyle durumlarda hastanın yararı gözetilerek, mümkün olan en iyi hizmetin sunulması için sosyal hizmet uzmanı çaba harcar. Bunun için de kuruma ve hastaya yönelik sorumluluklarının farkında olarak ve hastanın gereksinimlerini esas alarak, hastanın iyilik durumunu geliştirmeye yönelik öneriler sunar. Çözüm önerilerinde, hastaların gereksinimlerini esas alarak, onların iyilik durumlarını geliştirmek ve ayrım yapmadan hastaların tümüne aynı isteklilikle yardımcı olmak, sosyal hizmet uzmanının temel sorumluluklarından biridir. Hastaların boş zamanlarının değerlendirilmesinde uygun programların oluşturulması, düzenli bir biçimde uygulanması ve tüm hastaların yararlanması sağlanmalıdır. Hastaların katılımını arttırmak için onların gereksinimleri ve beklentileri doğrultusunda bir amaca yönelik olarak hazırlanmalıdır. Sosyal hizmet uzmanının bu etkinlikleri planlamada önemli bir rolü vardır ve organizasyon becerisini ortaya koymak durumundadır. 234 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Taburcu olma sonrasında izleme çalışması çok gerekli olmasına rağmen, yeterli sayıda sosyal hizmet uzmanı bulunmaması, kurumun buna olanak sağlayan gerek maddi gerekse bilişsel düzeyde imkânlar sağlamaması, hastaların şehir dışından gelmeleri veya toplumsal düzeyde sosyal hizmet değerlendirme ağının olmayışı, havale sisteminin yetersizliği gibi nedenler yüzünden gerçekleştirilememektedir. Zira hastanın ev koşullarının tedavi için uygun olup olmadığı, aile ilişkilerinin yapısı, sosyal destek kaynaklarının varlığı, uygun kullanımı ve yeterliliği, hastayı olumlu/olumsuz etkileme durumu bakımından değerlendirilmesi gereklidir. Böylece sosyal hizmet uzmanı, mesleki beceri ve yetkinliğini kullanarak, hastanın yaşamının diğer alanlarında karşılaştığı sorunları çözümlemesinde, bir insan olarak hak ettiği bütün hizmetlerden yararlanmasını sağlar. Kuruma Yönelik Görev ve Sorumlulukları • Kurum personeline onkolojik tedaviye etki eden psikososyal, çevresel ve kültürel etmenler konusunda konsültasyon hizmetleri sağlamak, • Onkolojik uygulamaların yarattığı stres ve tükenmişlik konularında personele yönelik destek çalışmaları yapmak, • Sosyal hizmet bölümünün program planlamasına katılmak, • Sosyal hizmet bölümünün eğitim programına (servis içi, personel yetiştirme, öğrenci eğitimi gibi) katılmak, • Sosyal hizmet bölümünün araştırma etkinliklerine (araştırma yapma, Acar yayınlama, akademik çalışma yapma gibi) katılmak, • Sosyal hizmet bölümünün yönetsel taleplerini (verilen hizmetlere ilişkin istatistikleri hazırlama, zaman çizelgesi düzenleme, genel personel toplantılarına katılma gibi) yerine getirmek, • Sosyal hizmet bölümünü/servisini yönetmek (Stearns ve ark., 1993: 324). Kurumda çalışan sağlık personeline danışmanlık ve psikososyal destek hizmeti veren sosyal hizmet uzmanı, personelin sorununu çözmede ve onlara güçlendirme çalışmaları yapmada oldukça etkilidir. Böylelikle sorunları giderilen ve/veya en aza indirilen sağlık personeli, hastalarla daha verimli ve nitelikli hizmetler sunabilmektedir. Onkoloji alanında, hizmet verdiği hastalığın niteliği, hastaların tepkileri ve dolayısıyla hizmet verme aşamasındaki güçlükleri nedeniyle diğer birçok alana göre hizmet sunumu daha zordur. Ayrıca sağlık personelinin hizmet sunarken, ölüm korkusu olan hasta ile ve kayıp korkusu yaşayan aile ile yakın temas kurarak çalışıyor olması, onların kaygı ve tükenmişlik düzeyinin yükselmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda sosyal hizmet uzmanı, sağlık personelinin moral düzeyini ve motivasyonunu yükseltmek amacıyla danışmanlık, eğitim çalışması ve sosyal etkinlikler gerçekleştirir. Herhangi bir kurumda çalışan sosyal hizmet uzmanının, çalışmalarını belgeleyerek yönetime sunması, kurum tarafından, sosyal hizmetin daha iyi tanınması, sosyal hizmet uygulamalarının kabul görmesi ve sosyal hizmete olan ihtiyacın farkına varılmasını sağlanması bakımından önemli bir unsurdur. Kurumda çalışan sosyal hizmet uzmanı, yaptığı çalışmaları ara değerlendirmeler, raporlar ve dönem sonu raporları şeklinde yönetime sistemli bir biçimde sunmalıdır. Bu durum, yapılan çalışmaların disiplinli ve tutarlı olduğunun da somut bir göstergesidir. Ayrıca sosyal hizmet uzmanı, kurumda koordinasyon sorunu, hastaların yanlış yönlendirilmesi ve bilgilendirilmesi durumu, sunulan hizmette personelin tedbirsizliği veya bilgi eksikliği gibi farklı konulardan kaynaklanan yetersizliği veya kurum politikalarının uygulanmasındaki sorunları saptadığında, çözüm önerileri ile birlikte yönetime bilgi vermelidir. Sosyal hizmet mesleğinin etik ilke ve sorumluluklarından biri de, uzmanın kuruma ve yönetime karşı sorumluluğudur. Uzmanın kurum politikalarına uygun olarak hizmet sunması esası göz ardı edilmemelidir. Bunun yanı sıra, uzmanın havale etme görevini yerine getirmesi de kuruma yönelik sorumluluklarından biridir. Bu nedenle, kanser hastasının, gerekli hizmetlerin temin edilmesi açısından başka kurumlara yönlendirilmesi gerekiyorsa, uzmanın havale işlemini yürürlüğe koyması gerekmektedir. Gerekli durumlarda hastanın havalesi, izleme süreci göz ardı edilmeksizin, yerine getirilmelidir. Burada sosyal hizmet uzmanı, “artık hasta benim hastam değil, sorumluluğu bana ait değildir” psikolojisi ile hareket etmemeli, müracaatçısına sahip çıkmalıdır. Bu nedenle havale ettiği kurum ile işbirliğini ve koordinasyonu kesintiye uğratmaksızın çalışmalarına devam etmelidir. Kanser hastası olan müracaatçısını ihtiyaçları, sorunları, tepkileri ve özellikleri hakkında, ilgili kuruma bilgi sunmalıdır. 235 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Topluma Yönelik Görev ve Sorumlulukları • Gönüllülük düzenlemek, çalışmalarını • Tanıtım ve bilgilendirme çalışmaları yapmak, • Diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliğine girmek (Stearns ve ark., 1993: 325). Gönüllülük bireysel tercihler ve isteklilik ile gerçekleşen bir süreçtir, ancak gönüllülük aynı zamanda profesyonelliğin de bir gereğidir. Çünkü gönüllü çalışma belirli bir disiplini, yeterliliği, beceriyi, sistematik çalışmayı, sorumluluk almayı ve alınan sorumluluğu yerine getirebilme güdüsünü beraberinde getirmektedir. Ayrıca sosyal hizmet uzmanının hastasının, gönüllülük çalışmalarından zarar görmesini de engellemesi gerekmektedir. Her uzman için olduğu gibi, onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı için de kanser hastası olan müracaatçısı değerlidir ve biriciktir. Gönüllülük sürecinin işlemesi de önemli olmakla birlikte, uzmanın bu süreci ve gönüllü bireyleri profesyonel bir biçimde değerlendirmesi ve hastanın zarar görmesini engellemesi gerekir. Gönüllü bireylerin çalışmaları kapasiteleri ile sınırlandırılmalıdır veya bu kapasitelerini geliştirici eğitim hizmeti uzman tarafından sağlandıktan sonra çalışma yapmalarına izin verilmelidir. Söz gelişi, baş ve boyun bölgesindeki tümör, saç dökülmesi, organ kaybı gibi hastalığın kendisi ya da tedavisinden kaynaklanan, hastanın görünen bölgelerindeki biçim bozuklukları nedeni ile hastaya tepkisel yaklaşabilecek gönüllülerin, bu özellikteki hastalarla çalışmadan önce hazırlanması da uzmanın dikkat etmesi gereken unsurlar arasındadır. 236 Gönüllülük çalışmalarında sosyal hizmet uzmanı, gönüllü hizmetleri verecek olanlarla bu hizmetten yararlanacak olan hastaları buluşturarak, kaynak bulma ve koordine etme sorumluluğuna sahiptir. Ayrıca gönüllü bireylerin maddi destek sağlama, kendi yetenekleri, bilgi ve becerileri doğrultusunda kukla gösterimi, palyaçoluk, müzik, kitap okuma gibi sosyal etkinliklerde bulunma ve hastalarla birebir ilgilenme gibi eğilimlerini dikkate alarak, onların uygun hasta grupları ile çalışmasını sağlamak da uzmanın başlıca görevleri arasındadır. Onkolojide çalışan sosyal hizmet uzmanı, alana yönelik sorumluluğu nedeni ile kurumlar arası işbirliğinden de kaçınmamalıdır. Diğer kurumlarda çalışan meslektaşlarına da danışmanlık hizmeti sunmalı ve onlarla yardımlaşmayı kendisine ilke edinmelidir. Çünkü mesleğe yönelik sorumluluk, sadece çalışılan kurumla sınırlı değildir. Ayrıca sosyal hizmet uzmanı, hastaları sorunlarının çözümü ya da kanser ve tedavisi hakkında bilgi alabilmeleri için toplumsal kurumlara ve eğitimsel kaynaklara havale etmektedir. Onkoloji sosyal hizmet uzmanı, kanser hastalarına ihtiyaç duydukları kaynaklarla bağlantı kurmak, sağlık personeli ile görüşmelerini sağlamak ve ihtiyaç duydukları desteğe erişmelerini sağlamak konusunda yardımcı olur. Bazı hastalar için sosyal güvence haklarının açıklanması, ekonomik yardım alabilecekleri kurumlara havale edilmeleri, yerel toplumsal merkezlerden yararlanmaları sağlanması da Sosyal hizmet uzmanının sorumlulukları arasındadır. Acar Kayıt Tutma ve Belgelemeye Yönelik Görev ve Sorumlulukları • Süpervizyon almak (Stearns ve ark., 1993: 326). • Sosyal hizmet müdahalesi çerçevesinde yapılan çalışmaları hasta dosyasına yazmak, Sosyal hizmet uzmanının kuruma yönelik sorumluluklarından biri de kurum politikası kapsamında, sosyal hizmet öğrencilerine bilgi ve deneyim aktarımında bulunarak, onların eğitilmesini sağlamaktır. Eğitim sırasında sosyal hizmet uzmanı, mesleki bilgi ve becerilerinin yanı sıra, bilimsel yöntem ve teknikleri de kendisine rehber edinerek, öğrencilerinin eğitimine katkıda bulunmalıdır. Ancak, eğitim sürecinde kanser hastası olan müracaatçılarının örselenmemesini sağlamak sosyal hizmet uzmanının birincil amacı olmalıdır. Çünkü hastalığın seyri nedeni ile yoğun olarak psikososyal baskı altında olan hasta ile öğrencinin karşılaşması, hastayı olumsuz yönde etkileyebilecek durumların yaşanması riskini ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca bu riskler, alanla yeni tanışan öğrencinin de kaygı durumunu yükseltecektir. Bu olumsuz deneyimler öğrencinin sosyal hizmet mesleğine yönelik tutum ve tercihlerinin istenmeyen yönde değişmesine neden olabilir. Bu nedenle onkolojide staj yapacak olan öğrencileri uygulama alanlarına yerleştirirken, öğrencilerin bireysel özellikleri ve yeterlilikleri kurumda çalışan uzman tarafından objektif bir biçimde değerlendirilmelidir. • Hizmetlerin kalitesini arttırmak ve kalite güvencesini sağlamak amacıyla programlar geliştirmek, istatistiki veriler sağlamak ve ilgili kayıtları tutmak (Stearns ve ark., 1993: 325). Sosyal hizmet müdahalesi gerçekleştirilen hasta ile bilgilerin yazılması, yapılan uygulamanın doğruluğunu gözden geçirebilmek için bir fırsattır. Sosyal hizmet uzmanı, bu biçimde kendine bir özeleştiri yapma imkânı bulur ve daha iyisini yapabilmek için bir öngörü kazanır. Hastaya yönelik hangi bilgilerin yazılıp yazılmayacağını ise sunulan hizmetin türüne göre gizlilik ilkesi çerçevesinde belirlemelidir. Mahremiyetini ön planda tutarak hastadan alacağı bilgilerin sorumluluğu sosyal hizmet uzmanına aittir ve hasta ile ilişkisini bu temele dayandırır. Ayrıca müdahale çerçevesinde, müdahalenin neden yapıldığı, gerekçesi, gelişme süreci ve sonucunu içeren bilgilerin belirtilmesi, hastanın takip sürecinin kesintiye uğramaması için de önemlidir. Bu konunun önemi ve gerekliliği, farklı bir sosyal hizmet uzmanına havale durumunda veya farklı disiplindeki diğer ekip üyelerine bilgi aktarmada daha çok anlaşılır. Mesleki Gelişim ve Yetişmeye Yönelik Görev ve Sorumlulukları • Onkolojide sosyal hizmet konularında klinik, eğitimsel ve araştırma becerilerini geliştirmek, • İlgili konularda sempozyum, kongre ve konferans gibi bilimsel etkinliklere katılmak, Sosyal hizmet mesleğinin ayırt edici niteliklerinden biri de, meslektaşlar arası işbirliğinin diğer disiplinlere göre oldukça gelişmiş olmasıdır. Öyleyse A hastanesinin onkoloji bölümünde çalışan sosyal hizmet uzmanı, B hastanesinde çalışan sosyal hizmet uzmanı ile yardımlaşmaktan, ona bilgi vermekten ve ondan bilgi almaktan kaçınmamalıdır. Aksi takdirde mesleğin gelişimine yönelik katkıda bulunma sorumluluğunu göz ardı etmiş olacaktır. 237 Toplum ve Sosyal Hizmet Ekip Çalışması ve İşbirliğine Yönelik Görev ve Sorumlulukları • Tıbbi bakım ekibinin bir üyesi olarak bütüncül tedavi, araştırma ve psikososyal eğitim konularında ekip çalışmalarına katılmak (Stearns ve ark., 1993: 326). Wellish (1984, Akt: Umurtak, 1991: 31), kanser hastalarının kronik ve çoğunlukla belirsiz hastalık ve tedavi süreçleri göz önünde tutulursa onkolojide sosyal hizmet uzmanı gereksiniminin diğer tıbbi servislerden daha fazla olduğunu vurgulamaktadır. Hayatı tehdit eden hastalık ve ölüme yakın olma hakkında zor duygularla başa çıkma ve iletişimi açık tutma konularında tavsiye almak, tedavi yöntemleri, izolasyon, ağrı gibi zorlu deneyimlerin üstesinden gelebilmede yaşanan davranışsal sorunlarda farkındalık kazandırmak (Pataneau ve Kupts, 2005:10) tıbbi durum ve yaşanacak süreçler hakkında hastaya ve ailesine bilgi vermek (Kebudi, 2006:38) veya palyatif bakım aşamasında gereksinim duyulan hizmetleri almasını sağlamada (Özçelik ve Fadıloğlu, 2010: 5, Elçigil ve Tuna, 2011: 138) ekip üyelerinden biri olarak sosyal hizmet uzmanı da gerekli görülmektedir. Çünkü Turan (1984: 18)’ın da belirttiği gibi, hasta ve ailesinin yaşamlarına yön vermeleri, sahip oldukları zamanı en iyi biçimde değerlendirmeleri amacıyla yapılacak mesleki yardımlar, hastayı yaşama bağlamak ve hastalıkla baş etme gücünü artırmak bakımlarından önem taşımaktadır. Ekip çalışması, tedavinin kesintiye uğramaması bakımından önemlidir. Sosyal hizmet uzmanı, hastanın sorununun çözümüne yönelik doktor, hemşire, sekreter veya yönetim ile işbirliğine 238 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 girerek çalışmasını yürütür. İyi bir ekip çalışması, işlerin gecikmeden ve düzenli olarak yapılmasını sağlar. Üyeler arasında kopukluk uyum sorununu da beraberinde getireceğinden, hastanın sorununun çözümü de telafisi olmayacak bir biçimde zarara uğrayabilir. Zira sosyal hizmet uzmanı, kanser hastası ile çalışırken hastayı fiziksel ve psikolojik travmadan koruma sorumluluğunun bilincinde olarak zarar vermeme ilkesi doğrultusunda hareket etmelidir. Onkoloji sosyal hizmet uzmanının, kanser tedavi/bakım sistemi uygulamalarında, kanserli hastanın tekliğine değer verme, kanserli hasta için en iyi olanı yapma ve ekipte bulunan çalışanlar tarafından kanserli hastaya şefkatli hizmet verilmesini sağlamaya yardımcı olması gerekmektedir. Kanser teşhisi konulan bireyler için, onkoloji sosyal hizmet uzmanı, sağlık ekibinin önemli bir üyesidir. Onkoloji sosyal hizmet uzmanı, danışmanlık, eğitim, bilgilendirme, toplumsal kaynaklara havale etme - ki buna destek grupları da dâhil edilebilir - gibi hizmetler sunar. Bir sosyal hizmet uzmanı, genelde kanserli hastalar ile sağlık ekibi arasında aracılık yapma ve danışmanlık sağlama işlerini görür ve kanserli hastalara sağlık sistemi içerisinde, onları yönlendirme konusunda yardımcı olur. Bu bilgilendirmeler ve yönlendirmeler doğrultusunda hizmet sunumu sırasındaki aksaklıklar ve tıkanıklıklar önlenebilir. Özellikle sağlık personeli ve hastaların, liyezon işlevi ile bir araya getirilmesi, sosyal hizmet uzmanının hasta ve ekip arasında iletişimin sağlanması yönündeki en önemli katkısıdır. Sosyal hizmet uzmanı, kanserli hastaların tedavileri hakkındaki seçenekler konusunda bilgilendirilmeleri ihtiyacını Acar karşılamak için ve hastaları bu bilgiler konusunda emin kılabilmek için sağlık personeli ile birlikte çalışır. Ayrıca kanser ile günbegün yaşanan mücadele ile baş etmeleri için gerekli desteği verir. Onkolojik sosyal hizmet; kanser olasılığı ya da kanser tanısı etkileri ile karşılaşan hasta ve ailelerine yönelik sosyal hizmetler sunan bir profesyonel disiplindir. Onkolojik sosyal hizmetin odağı klinik uygulama, eğitim, yönetim ve araştırma yapmaktır (Stearns ve ark., 1993). Özetle; onkolojik sosyal hizmet; hasta ve ailesinin tıbbi bakım ve tedaviyi kabul etmesi ve bakımın etkin bir biçimde uygulanmasını kolaylaştırmayı, hastalık nedeni ile yaşanan stresi azaltmayı ve içinde bulunulan koşullar nedeni ile ortaya çıkan psikososyal ve ekonomik sorunları çözümlemeyi amaçlamaktadır. VAKA ÖRNEKLERİ ile ONKOLOJİK SOSYAL HİZMET UYGULAMALARI Kanserli hastaların yaşadıkları çok farklı sorunlar vardır ve bu sorunların da birçok nedeni bulunmaktadır. Bu nedenleri farklı şekillerde yorumlamak mümkündür. Sosyal hizmet uzmanının, sahip olduğu becerileri kullanarak hastanın sorunlarını tespit edebilmesi ve uygulamalarını gerçekleştirebilmesi için hastanın ve ailesinin, kansere karşı tepkilerinin neler olabileceğini çok iyi bilmesi ve bakım planını da buna göre yapması gereklidir. Sosyal hizmet uzmanı, sezgileri ya da acıma duyguları ile veya empatiyi sempatiye dönüştürerek değil, bilgilerini kullanarak çalışmalarını sürdürmelidirler. Hastaların gerçek ihtiyaçlarını belirleyebilmek amacıyla, sorunlara sistematik bir sorgulama ve hastanın bakış açısı ile yaklaşmalıdırlar. Şeyma (26 yaş) rahim kanseri tanısı alır ve ameliyat olur. Bu süreç esnasında kocası tarafından okur-yazar olmayışı fırsat bilinerek anlaşmalı boşanma kâğıtlarını imzalar ve boşandığından habersiz bir şekilde en büyüğü sekiz ve yedi yaşlarında iki erkek ve iki yaşında bir kız çocuğu olmak üzere üç çocuğu ile terk edilir. Şeyma’nın herhangi bir ekonomik geliri bulunmadığı gibi annesi birkaç yıl önce vefat etmiştir ve baba ikinci kez evlenmiştir. Yeni eşi ile başka bir şehirde yaşamaktadır ve yeni eş, Şeyma ve çocuklarını görmek istememektedir. Şimdiye kadar komşularının desteği ve oturduğu ilçedeki SYDV’dan aldığı yardımlarla geçimini sağlamaya çalışan Şeyma Ankara’ya tedavi için gelir ve 1,5 ay sürecek olan radyoterapi tedavisi boyunca çocuklarını evde yalnız bırakmak zorunda kalır. Thomas, Morris ve Clark (2003: 9), iyi hizmetin ve sosyal hizmet uzmanının özelliklerinin; güvenilirlik, sağlamlık, bakma ve anlama tutumu sergilemek, kişiselleştirilmiş bakım, bakıcıların ihtiyaçlarını anlama, elde edilebilirlik, ulaşılabilirlik ve yardım çağrılarına cevap verebilme özelliklerini içerdiğini belirtmektedirler. Şeyma’nın ki gibi bir vakada hastanın maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması, tedavisinin devamının sağlanması ve bu esnada oluşabilecek sosyal sorunlarının önlenmesinde ve çözümlenmesinde yardımcı olunmasının yanı sıra yaşam standardının da iyileştirilmesini hedefleyen çözümlerin geliştirilmesi 239 Toplum ve Sosyal Hizmet gerekmektedir. Hastanın sahip olduğu kaynaklar ile içinde bulunduğu yaşam koşulları, hastalıkla mücadele sürecini olumlu ya da olumsuz etkileyecek olan en önemli etkenlerdir. Kanserle ilgili güçlükler ve diğer kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlar arasında güçlü bir ilişki söz konusudur. Bu ilişkiler aynı zamanda tedavinin birçok önemli yönünün belirleyicisidir. Kanserli hastalarla yapılan çalışmalar ve gözlemler, hasta ve ailesinin karşılaştığı sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunların çözümünde, hastanın kansere ve tedaviye uyumunda, devam ettirmesinde ya da uygun yollarla baş edebilmesinde sosyal hizmetlerin önemli rolü olduğunu göstermektedir. Bu yüzden desteğe ihtiyacı olan hastaya, ihtiyaç duyduğu desteği vermede sosyal hizmetin etkililiği ve işlevselliği önemlidir. Compton ve Gallaway (1979) müdahale noktaları ve sosyal hizmet planlamasının sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçının ne şekilde işlev görecekleri konusunda verdikleri bir karar “anlaşma” sonucunda başladığını ifade etmektedir. Anlaşma veya kontrat yapma ile hangi problemlerin çözümlenmesinin gerekli olduğu, bu problemlerden hangilerinin acil olduğu, ne gibi önceliklerin olacağı, neyin yapılacağı ve spesifik görevleri kimin yerine getireceği planlanmaktadır (Duyan 2000: 45). Bu vakada da, öncelikli olarak hastanın sahip olduğu kaynağın doğasını ve sunduğu güvencenin niteliğini belirlemek, vereceğimiz sosyal hizmet müdahalelerini formüle etmemizde merkezi bir rol oynamıştır. Sorunlarına yönelik öncelik sırasını gösteren bir liste oluşturularak ve eldeki mevcut kaynaklar göz önünde tutularak çözüme yönelik müdahaleler gerçekleştirilmiştir. 240 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 İlk önce Şeyma’dan çocuklarının komşuları tarafından 1,5 ay boyunca gözetilip, korunacaklarının güvencesi alınmıştır. Bu konuda yaptığı planlama hakkında konuşularak, bütün detayları ile gözden geçirilmiştir. Ankara’da tedavisi süresince kalabileceği ve yemek yeme, hastaneye geliş-gidişini ayarlama, harçlık gibi zaruri ihtiyaçları ayarlanmıştır. Tedavisinin uzun zaman devam edeceği ve yaşayabileceği zorlu süreç konusunda bilgilendirilerek, çocuklarını uzun süreli ve sık sık yalnız bırakmak zorunda kalabileceği, komşularının, yaşam mücadelelerini kendilerine göre devam ettirdikleri için her zaman destek olamayabilecekleri açıklanarak ilerde yaşayabileceği sorunları fark etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Çocuklarını isterse kurum bakımına verebileceği ya da koruyucu aile hizmetinden yararlanabileceği gibi seçenekler sunulduğunda duygusal tepkisi ile karşılaşıldı. Bu tepkisi karşısında ısrar etmek yerine, çocuklarını çok sevdiği için böyle bir seçeneği kabul etmek istemeyeceğinin anlaşıldığı, böyle bir zorunluluğunun olmadığı ancak bu zorlu tedavi sürecinde her türlü desteğe ihtiyacı olduğu için isterse böyle bir seçeneği bulunduğundan haberinin olması bakımından bilgi verildiği söylenerek duygularına paralellik gösteren yeniden çerçeveleme tekniği uygulanmıştır. Bu esnada babası ve eşinin ailesinin Ankara’da yaşadıkları ve durumundan haberdar olmadıkları öğrenilmiştir ve diğer bir seçenek olarak onlarla irtibat kurması konusunda cesaretlendirilmiş ve konu ile ilgili duygularını aktarması Acar sağlanmıştır. Babasının ve eşinin maddi durumlarının iyi olmadığını, kendisi ve üç çocukla beraber yeni boğazlara bakamayacaklarını ifade etmiştir. Bunun üzerine kendisine acele etmemesini, şimdilik tedavisine odaklanmamız gerektiğini, zamanla uygun seçenekleri bulup uygulamasında kendisine yardımcı olabileceğimizi, farklı kaynaklar arayacağımızı söyleyerek hastayı bölümümüzce takibe aldık. Şeyma ile hastaneye her kontrole gelişinde olmak üzere dört kez görüştük. İlk tedavisinden sonra memleketine döndüğünde kendi isteği ile iki oğlunu kurum bakımına verdi. Küçük olan kızını yanında alıkoydu. Babası ve eşi ile görüşmeye başladı ve artık Ankara’ya geldiğinde kızı ile birlikte onların yanında kalmaya başladı. Hatta hastaneye gelirken üvey annesi de yanında eşlik etmeye başladı. Görüşmemiz esnasında çocuklarını ziyarete gittiğinde, onların okula gönderildiğini, onlara alınan okul malzemelerini, okula gitmekten nasıl mutlu olduklarını ve rahat olmalarından ötürü içinin ne kadar rahat olduğunu anlattı. Bu süreçte Şeyma’ya ekonomik destek sağlanmaya devam edildi. Bu destek onun rahat hareket etmesini, kararlarını uygulamaya koymasında hareket özgürlüğü ve çocuklarını sık ziyaret etmesini sağladığı için psikolojisinin olumlu yönde düzelmesine ve böyle kalmasına da katkısı oldu. Unutulmamalı ki kanser hastalarının bakımında temel amaç, hastanın fiziksel ve ruhsal yönden rahatlığının sağlanması, bu süreç içerisinde de her hastanın kişiliğinin ve değerinin korunması, kendini güvende hissetmesi, yeterli tedavi ve bakımı alma hakkının sağlanmasıdır. Sosyal hizmet uzmanı hastanın çevresinde oluşan ve hastayı doğrudan ilgilendiren ve tedaviyi olumsuz yönde etkileyen sorun ve gerilimleri gidermede yardımcı olur. Arzu edilmeyen ve gerçekçi olmadığı görülen tutum ve davranışların azaltılması ve değiştirilmesinde yardımcı olarak sağlıklı ve doyurucu ilişkiler geliştirmesini sağlar. Hastanın rol ve işlevlerini daha doyurucu olarak geliştirmesi yönünde, hastada arzu ve hevesin oluşmasını sağlamada çaba gösterir. Eğer gerekli görülürse ve bu konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip ise aile terapisine yönelebilir (Kahramanoğlu 2000: 53). Durukan, Abalı ve Tüzün (2006: 20) hastaların ortaya koyduğu reaksiyon ve psikolojik süreçleri göz önüne alarak kanser hastalığının tedavisinde aile terapisi ve aile yaklaşımının gerekli olduğunu kendi vaka örneklerinde de belirtmişlerdir. Bütün bunların yanı sıra, hastanın maddi güçlükleri ile de uğraşılabilir. Hastanın sahip olduğu sosyal güvenlik sistemine göre ilgili kurumlarla ilişkilerinin düzenlenmesine ve formalitelerin yerine getirilmesinde, hasta yoksul bir kişi ise gerek kendisine gerekse ailesine sosyal yardım sağlanmasında yardımcı olabilir (Kahramanoğlu 2000: 53). “İsmet Bey (69 yaş), resmi bir kurumda şoför olarak çalışırken emekli olmuş, iki erkek çocuğu ve beş torun sahibi bir hastamız. Kastamonu’nun köyünden tedavi 241 Toplum ve Sosyal Hizmet için hastanemize gidip gelmektedir. Kolon Kanseri tanısı ile ameliyat olmuş fakat karaciğerde metastaz nedeniyle takip ve tedavisi devam etmektedir. Eşi ile beraber yalnız yaşamaktadır ancak eşi kalça ameliyatı geçirdiği için yürümekte zorlanıyormuş. İki erkek çocuğu da hastalığın başlangıcında işyerlerinden izin alarak kendisine yardımcı oluyorlarmış fakat artık işyerlerinden izin almakta zorlanıyorlarmış. Torunlarının ise en büyüğü 11 yaşında öğrenci olduğu için İsmet Bey son bir yıldır kontrollerine yalnız gidip gelmektedir. Ekonomik açıdan zorlanmakta ve çocuklarına da gerek maddi olarak gerekse işyerlerinde zor durumda bırakma konusunda yük olduğunu düşünmektedir. Son iki kontrole gelişinde beyaz küresi düşük olduğu için kemoterapi tedavisini alamadan geri dönmekte ve hem boşu boşuna geldiği için hem de boşuna masraf yaptığı için morali bozulmakta ve sağlığının da gittikçe kötüleştiğini, iyileşemeyeceğini, ilaçların etki etmediğini, aksine kendisini daha kötüleştirdiğini düşünmektedir. Ayrıca aynı ilacı kullanan başka hastaların aniden kötüleşerek hastaneye yatmak zorunda kaldıklarını ve öldüklerini bildiği için kendisinin de başına böyle bir olayın geleceğini düşünmektedir.” Başarılı bir müdahale; sorunun iyi anlaşılması, bu soruna en iyi çare olacak kaynakların ve yaklaşımların varlığı ve bunlardan uygun olanının seçilmesi ile mümkün olabilmektedir (Koşar 1992: 19). Dolayısıyla çalışılacak vakalarda sosyal hizmet uzmanı öncelikle 242 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 danışma, eğitim, kaynak bulma işlevleri aracılığıyla gerçekleştirmesi gereken amaçları belirlemelidir. Bu vakada oluşturulan amaçlar şu şekildedir: • Öncelikle İsmet Bey kanser tanısı, tipleri ve buna bağlı olarak farklı tedavi türleri konusunda bilgilenmesini sağlamak, kemoterapi tedavisi ve olası yan etkilerinin neler olabileceği hakkında bilgi vermek, uygulanan tedavi yaklaşımının kendine özgü sorunları olabileceğinin farkına varmasını sağlamak, • Tedavisi ile ilgili olarak yaşadığı sosyal, psikolojik, ekonomik sorunlarla ilgili olarak yaşamakta olduğu stresi, başa çıkılabileceği sınırlar içinde tutmak. Bunu sağlayabilmek için de sahip olduğu sosyal destek sistemlerinin ve sosyal güvencesinin sağladığı imkânları ve kullanabileceği diğer toplumsal kaynakları ortaya koyarak bunlardan nasıl yararlanması gerektiğini anlamasını sağlamak, • Ailenin bir üyesi olarak, aile bireyleriyle iletişimini nasıl geliştirebileceği üzerinde konuşularak aile içinde bir kişisel değer duygusu oluşturulmasını sağlamak, • Kemoterapinin yan etkileri konusunda hemşireden, beslenmesinin desteklenmesi amacıyla da diyet bölümünden eğitim ve destek almasını sağlamak. Dolayısıyla fiziksel işlevlerinin düzeltilebileceği ihtimali ile ilgili inancını arttırmak, • Yapılan bu çalışma sayesinde kendisine bir hasta olarak hizmet verilen bu kurumda değerli olduğu inancını geliştirerek olumlu duygu Acar ve düşünce durumu oluşturmak. Böylelikle biraz da olsa pozitif düşünebilme yeteneği kazandırılarak İsmet Bey’in depresif halini azaltmak. bireysel görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler, duruma göre (kemoterapi alıp alamaması) haftada bir ya da kontrole geldiği zamanlarda olmak üzere ayda bir olacak şekilde gerçekleştirildi. Bireysel düzeyde yapılacak müdahalelerde en önemli beceriler ilişki kurma ve iletişim becerisidir. Ayrıca ilgi gösterme, dinleme, soru sorma, sessizlik, empati kurma, sıcaklık, geri bildirim, kendini açığa vurma, kendinden örnek verme gibi sözlü iletişim becerilerinin yanı sıra beden duruşu, göz ilişkisi, elkol hareketleri, baş sallama gibi sözsüz iletişim becerileri de kullanılmaktadır. Ne yapılmak istenildiği ve neye ulaşılmak istenildiğinin önemli olduğu göz önüne alınacak olunursa hastaların pozitif düşünme ve davranma becerisi kazanması, duygularını rahat ifade edebilmesi, sosyal ilişkilerinin artması ve yakın çevresinin desteğinin artırılması, sorunla başa çıkma becerisinin artırılması, tedavisinin istendik yönde sonuç verebileceği umudunun korunması önemlidir. Belirlenen hedefleri gerçekleştirmede sosyal hizmet uzmanı sahip olduğu mesleki bilgi ve becerileri kullanılarak müdahale sürecinin nasıl olacağını önceden belirlemiş ve planlamış olmalıdır. Uygulamanın gerçekleştirilmesi esnasında hastaya yardımı ve desteği olabilecek kurumdaki diğer profesyonel meslek elemanları ile de işbirliği yapmalıdır. Sonuç olarak hastanın kanser ve tedavisinin olası sonuçları konusunda bilgi sahibi olduktan sonra tedaviye uyumunun tam olması, tedavinin başarısız olduğu şeklindeki olumsuz düşüncenin pozitif düşünce ile yer değiştirmesi, yaşamakta olduğu stresin azaltılarak, başa çıkma becerilerinin geliştirilmesi ve ailesi ile olan iletişimini açık tutma becerisi kazanarak sahip olduğu yanlış düşüncelerin düzeltilmesi ve buna bağlı olarak olumlu tutum ve davranış kazandırılması sağlanmıştır. Üzerinde baskı oluşturan maddi sorunların desteklenmesi ile üzerindeki olumsuz yan etkileri ve bunun yol açtığı moral bozukluğu giderilmiştir. Beslenme ve kemoterapinin yan etkileri konusunda diyet bölümü ve kemoterapi hemşiresinden aldığı eğitim sayesinde de İsmet Bey kendisine daha iyi bakmaya başladı ve böylelikle hastalığının ve tedavinin yan etkilerinin farkında olmasının sağlanması sayesinde de öz bakım becerileri artmıştır. İsmet Bey’in vakası, kanser teşhisinin bireyler üzerinde yol açtığı sorunların neler olabileceği konusunda bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Hasta ile randevusunun olduğu günlere denk getirilerek Bu vakada olduğu gibi, bireysel olarak gerçekleştirilecek olan uygulamalarda başarılı olabilmek için, müracaatçı açısından amaçların, hedeflerin ve kullanılacak müdahale tekniklerinin önceden belirlenmesi yani etkin bir planlama önemlidir. Aksi bir durumda müracaatçının hastalığı ve tedavisi konusunda 243 Toplum ve Sosyal Hizmet ihtiyacı olan ekonomik, sosyal ve psikolojik destekle ilgili olumsuz koşulların devam etmesi nedeniyle işlevselliğinin daha da bozulması ve tedaviye uyumsuzluğu, bunun da prognozu olumsuz etkilemesi söz konusu olabilmektedir. Bazen hastanın kendisi sorunu ile yüzleşmekten kaçınırken ailenin diğer üyeleri hastadan habersiz çözüm arayışları içerisine girerler. Sosyal hizmet uzmanı kanserli hasta ve aileleri ile çalışırken birçok farklı rol üstlenir. Bu süreçte aile dinamikleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmak gerekir ve neyin en iyi olduğunu belirlerken her ailenin, her hastanın, her vakanın benzersiz olduğunu unutmamak gereklidir. “Mustafa Bey (64 yaş), Rektum Ca. tanısı sonrasında kolostomi açılması gerekmiş. Mustafa Bey küçük bir ilçede esnaf olarak çalışıyor. İki yetişkin erkek çocuğu var. Çocuklardan biri askerliğini yapıyor diğeri ise yanında çalışıyor. Kolostominin açılmış olması, tuvalet ihtiyacını ve temizliğini eskisi gibi yapamıyor olmak, Mustafa Bey için kabul edilemez, utanç verici, kendisinden iğrenme duygularına neden olurken, artık işe gitmeyip kendisini eve kapatarak, yaşadığı ortamdan hastalığını saklama çabası ile kültürel olarak damgalanmaktan kaçınma gibi düşünce ve davranışlara sahip olmasına neden olmuş. Bir aile yakını Mustafa Bey’in içine kapanık, durgun, sessiz biri haline gelmesi yüzünden kemoterapi tedavisini alması esnasında ondan habersiz bölümümüze gelerek bilgi verdi ve ne yapabileceklerini sordu.” 244 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Birçok insan için kanser teşhisi yeni duyguları ve tecrübeleri beraberinde getirir. Sosyal hizmet uzmanı, başkalarına bu yeni duygular ve tecrübeler ile baş etmede, olası çözüm yollarını bulmada yardımcı olan profesyonel bir meslek elemanıdır. Aynı zamanda sosyal hizmet uzmanı, hastanın yaşam kalitesini yükseltmeyi, korku ile baş etmeyi ve umut aşılamayı bilen bir kimse konumundadır. Hastadan habersiz yakın çevreden birinin yardım talebinde bulunduğu bu vakada olduğu gibi ne yapacaklarını bilmedikleri için araya girmek aslında çok önemlidir. Yaşadıkları çevrede var olan kültürel faktörleri düşünmek gerekir. Ailenin içinde bulunduğu gelişim evresini netleştirmek, hastanın bir baba, bir eş olarak sahip olduğu rol ve fonksiyonlarda uğrayabileceği kayıpları göz önüne alabilmemizde yol gösterici olur. Ayrıca hastanın kişisel saygınlığını devam ettirmek ve vücut fonksiyonları üzerindeki kontrol kaybını telafi etmek, kolostomi nedeni ile bedensel temizlik işlemlerini eskisi gibi normalize olarak algılamasını sağlamak için hastanın duygularını konuşmasını sağlamak iyi bir başlangıç olacaktır. Dolayısıyla “Bu sorunla nasıl baş edecek?” ve “Ne yapmalı ki yoluna devam edebilsin?” sorularına hasta ile birlikte cevap aranır. İlk başlarda Mustafa Bey yaşama tekrar sarılma konusunda isteksizdi ve herhangi bir çaba göstermeyi kabul etmiyordu. Pozitif yaşantılarını ve bunun kendisinde oluşturduğu olumlu duyguları hatırlamasını Acar sağlamak amacıyla hastalanmadan önceki yaşantısı, düzeni, katılmaktan hoşlandığı etkinlikler, çevresi, ailesi ve arkadaşları ile ilişkileri hakkında detaylı bilgi alınmıştır. Katıldığı piknik, evinin balkonunda otururken içtiği çayın keyfi, işyerine gidene kadar yürüyüş yapması, yol üzerinde bulunan esnaflarla selamlaşması gibi belirgin bazı konular üzerinde daha detaylı durulmuştur. Çevresindeki insanların kendisi ile birlikte olmaktan hoşlandıklarını, sevgi ve saygı duyduklarını anlatırken kendisine bunun nedeninin ne olabileceği sorusu yöneltilerek kişiliğine yönelik değerli yanlarını görmesi ve farkındalığının artması hedeflenmiştir. Sonrasında Mustafa Bey’e paradoksal müdahale yapılarak tersine pazarlık yöntemi denenmiştir. Bir hafta boyunca hiçbir şey yapmaması, içine daha çok kapanması, kendisine zevk verebilecek herhangi bir eylemde bulunmaması ve bulunmaktan kaçınması konusunda anlaşmaya varılmış aradaki farkları saptayarak not alması ödevi verilmiştir. Kanser, erişkin çağda daha sık görülmesine rağmen her yaşta karşılaşılabilen bir hastalıktır (Kutluk ve Kars, 1996: 109). Hersh ve Wiener (1993)’de önemli bir fiziksel hastalığın olmasının çoğu çocuk ve adölesan için ciddi uyum problemleri yarattığını belirtmektedirler (Peykerli 1994: 8). Gözdaşoğlu (1994) çocuklar için kanser tanısının travmatik bir olay olduğunu belirtmektedir. Çünkü hastaneye yatma, anne ve babadan ayrılma, medikal girişimlerin yapılması üzüntü ve kaygı duyulmasına neden olmaktadır. Anne ve babasının bu ağrılı medikal girişimlere izin vermesi ise çocuğun daha da şaşırmasına neden olmaktadır (Özbesler 2001: 32). Çocuklar hastanelere korkuyla, hastanedeki yaşam, teşhis ve tedavi süreci hakkındaki belirsizliklerle girmektedirler. Uzun ve zahmetli tedavilerini yaptırma sürecinde ailelerinden, arkadaşlarından ve tanıdık çevrelerinden ayrılmak ya da uzaklaşmak zorunda kalabilmektedirler. Kanser tanısı yüzünden kendilerini izole olmuş ve yalnız hissedebilmektedirler. Hastalığın ve tedavinin yan etkilerine bağlı olarak günlük yaşam için gerekli olan olanaklardan ve arkadaşlarıyla ilişkilerinden yoksun kalmaktadırlar. Kanser tanısı sırasında bireyin yaşı, hastalığın üstesinden gelme azmi açısından belirleyici bir etkendir. Pediatrik kanser, bir çocuğun gelişimi, aile ve okul ilişkilerini sekteye uğratabilir. Adölesan çağında ise; özgürlük eğilimi tam tersine aileye ve sağlık görevlilerine giderek artan bir bağımlılık haline dönüşebilir. Çocuklar ve gençler, okul ve aile yaşamı içinde olabildiğince normal yaşantılarını sürdürmelidir. Zira gelecekteki tehlike ve iyileşme etkenlerinin hastaya karşı sergilenen davranışlara bağlı olduğu unutulmamalıdır (Cordoba, Fobair ve Callan, 1993: 53). Okul öncesi dönem, okul dönemi ve ergenlik dönemi olarak sırayla ele alınan bu gelişimsel dönemlerde, bir çocuğun hastalığa ve hastaneye yatışa tepkisini Cole ve Reis (1993) birden çok etkenin belirlediğini vurgulamaktadır. Hastalığın akut ya da kronik olması, hayatı tehdit edici olması ve görünür veya kalıcı engele neden olması gibi hastalıklarla ilgi etkenler, her çocuğu farklı etkileyebilmektedir. Gelişimsel dönem çocuk ve ergenin tepkilerinin 245 Toplum ve Sosyal Hizmet şekillenmesi yönünden önemlidir (Akt. İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 99-101). Baysal (1993) da ister akut isterse kronik olsun sağlığın bozulmasına tepkilerin ve hastalığın anlamının, gelişim dönemlerine göre farklılık gösterdiğini ifade etmektedir (Palabıyıkoğlu 2000: 145). Yani çocukların yaşlarına göre kansere uyumları farklı olmaktadır. Bu farklılıkların, erken çocukluk ya da adölesan çağında olma gibi yaş dönemlerine özgü olarak da getirdiği bazı özellikleri olmaktadır. Bunları göz önüne alarak sosyal hizmet müdahalelerini belirlemek gerekmektedir. Okul öncesi dönem (0–6 Yaş): Çocukluğun ilk yıllarının güven ve korunma, kendini emniyette hissetme duygularının oluştuğu dönem olarak ifade etmektedir. Fizik ve sosyal çevrelerini araştırmaları sonucunda güven duygularının temeli oluşmakta, motor, sözel öğrenme ile ilgili becerileri hızla gelişmektedir. Tüm bu psikomotor gelişim kronik bir hastalığa yakalanma durumunda ise regresyona uğrayabilmektedir. Çocuk beden işlevlerini düzenlemeyi öğrenirler. Erken çocukluk döneminde, çocukların hastalığın doğasını anlaması ve tedavinin yaşamına getireceği sınırlılıkları ve durumun uzun süreli etkilerini kavramaları güç olmaktadır (Sourkes, 1993; Akt. Peykerli 1994: 7; Baysal 1993; Akt. Palabıyıkoğlu 2000: 145). Bu yaş grubu için en önemli sorun hastaneye yatmak zorunda kalmalarıdır. Çocuklar ağrı ve rahatsızlığın nedenini anlayamazlar. Ağrı ve sıkıntıdan korunmak için neredeyse tamamen bakım vericilerine bağımlıdırlar Yapılacak tıbbî işlemler hakkında çocuğa anlayabileceği düzeyde bilgi vermek anksiyetelerini azaltır. Bu yaş grubunda üzüntü çok değişik formlar alabilir. Bunlar beslenme problemi, ajitasyon, panik, 246 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 tepinme nöbetleri, içe kapanma olabilir. Hastalık ve onun göstergelerini ceza ya da hatalı düşünme veya davranma sonucu kendilerine verilen ceza şeklinde algılarlar (Gray 1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith ve Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt. Peykerli 1994:9; Drell ve Hanson White, 2007; Akt. İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 99). Okul Dönemi (7–13 Yaş): Hastalık, ana ve babadan ayrılma ve hareketliliğin kısıtlanması anlamına gelmektedir (Baysal 1993; Gözdaşoğlu 1994; Sarafino 1990; Akt. Palabıyıkoğlu 2000: 145). Bu yaştaki çocuklar hasta olduklarını kavrarlar ve ölümü anlayabilecek düzeydedirler. Yine okul çağındaki bu yaştaki çocukların odak noktası okuldaki başarıları olmaktadır. Ancak hastalık nedeniyle fonksiyonları bozulduğunda kendilerine güvenlerinin azaldığı görülebilmektedir. Bu yaş grubundaki çocuklarda en sık görülen sorunlar arasında okuldan uzaklaşma, ayrılma sorunları, depresyon, psikosomatik şikâyetler, gece korkuları, kızgınlık nöbetleri sayılabilmektedir (Gray 1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith ve Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt. Peykerli 1994: 9; Schonfeld, 1996; Lock, 1998; Drell ve Hanson White, 2007; Akt. İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 100). Ergenlik Dönemi (14–17 Yaş): Ergenler için hastalığın kendisi temel sorundur. Hastalık, bağımsızlığın kaybolması ve gelecekle ilgi planların bozulması şeklinde algılanır. Bunun yanı sıra saç kaybı, kilo değişimleri, cilt renginde değişiklik gibi kemoterapinin yan etkilerinin görüldüğü hastalıklar veya cerrahi girişimler, tedaviyle ilgili olarak geciken puberte, infertiliteyle ilgili kaygılar bu dönemin psikolojik problemlerinin kaynağını oluşturmaktadır (Patterson ve Blum, 1996; Lock, 1998; Drell ve Acar Hanson White, 2007; Akt. İnal Emiroğlu ve Pekcanlar Akay, 2008: 101). Ergenliğini yaşayan gençler için hastalık bağımsızlığın kaybı demektir. Ayrıca bu dönem için önemli olan fiziksel görünümün bozulması ve akranlarından farklı olması anlamına da gelmektedir. Bu yüzden, gençlerde yaşıtlarına benzer davranma ve onlar tarafından kabul görme gereksinimi, hastalığı ve ilişkili durumları göz ardı etme, inkâr etme ve de tedaviye uymama gibi sonuçlarla karşılaşılabilmektedir (Baysal 1993; Gözdaşoğlu 1994; Sarafino 1990; Akt. Palabıyıkoğlu 2000: 145). Değişik çalışmalarda çocuğun büyüme sürecinde kanserin ciddi psikopatolojik rahatsızlıklara yol açmadığı belirtilmesine rağmen genç hastalar, farklı psikososyal sorunlarla karşılaşmaktadır. Kanser tedavisi, gencin bağımsızlığını kazanmak, kimliğini oluşturmak, gelecek için planlar yapmak ve karşı cinsle ilişki kurmaya başlamak gibi gelişmeyle ilgili konuları başarmasında kesintilere yol açmaktadır. Kanserli gençlerin karşılaşabileceği psikososyal sorunlar Roberts, Turney ve Knowles (1998: 4-12)’ e göre; 1. Sağlık sorunları 2. Aile ilişkileri 3. Cinsellik ve üreme ile ilgili sorunlar 4. Akranlarla ilişkiler 5. Vücut görünümü 6. Okulun aksaması 7. Tedavi ekibi ile ilişkiler 8. Gelecek hedefleri ve kariyer planları 9. Yaşamla ilgili pozitif değişimler konularında olabilmektedir. Yine bu yaş grubunda hastalığa ve prognoza karşı korku, hastalığının kendinden saklandığı endişesi, hastalık ve tedavisi hakkında bilgilendirilme isteği daha yoğun ve ön plandadır. Kanserli adölesanlar ile sağlıklı adölesanlar karşılaştırıldıklarında, kanserli adölesanların daha stresli olduğu görülmüştür. Adölesanlar hastalıklarından dolayı yaşıtlarıyla ilişkilerinde önemli derecede engellenmeye maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Bu yaş grubunda başkalarına yaklaşımda yetersizlik, kendilerini yaşıtlarından daha az çekici bulma, düşük kendilik değeri, anksiyete depresyon görülmektedir (Gray 1992; Hersh ve Wiener 1993; Smith ve Ostroff 1991; Sourkes 1993; Akt. Peykerli 1994: 9). Kanserli çocuklarda görülen psikososyal sorunları belirlemeye yönelik yapılan çalışmaların çoğunda kontrol kaybı, geleceğin belirsiz olması, rölaps korkusu, beden imajında bozulma, benlik saygısında azalma gibi çocuğun yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyen psikososyal sorunların farklı düzeylerde yaşandığı görülmektedir (Kazak ve diğerleri, 2004: 215). Kanserli çocuk ve gençlerin uzun süreli izlemine dayalı yapılan çalışmalarda da (Mulhern ve ark. 1989, Barakat ve ark. 1997, Stuber ve ark. 1996, MadanSwain ve Brown 1991; Akt. Özbaran ve Erermiş, 2006: 186) davranış ve uyum sorunları, benlik değerinde düşüklük ve beden imajı ile ilgili sorunlar saptanmıştır. Roberts, Turney ve Knowles (1998: 7) bir diğer sorun alanı olarak gençlerin yaşadıkları cinsel sorunların genellikle görünüşleri ile ilgili kaygılarında yoğunlaştığını ve her ne kadar bu konuda kolaylıkla konuşamasalar da; kolay iletişim kuramamaları, görünüşleri yüzünden utanmaları ve yeterli özgüven gelişiminin olmaması yüzünden 247 Toplum ve Sosyal Hizmet psikolojik uyumlarının sekteye uğradığını belirtmektedir. Sonuç olarak kanser tanısı konulduğu andan itibaren çocuğun yoğun olarak bir tedaviye girmiş olması nedeniyle çocukta birçok yan etkilerin ortaya çıkabildiği görülmektedir. Çocuklar hastanelere korkuyla, hastanedeki yaşam, tanı ve tedavi süreci hakkındaki belirsizliklerle girmektedirler. Uzun ve zahmetli tedavilerini yaptırma sürecinde ailelerinden, arkadaşlarından ve tanıdık çevrelerinden ayrılmak ya da uzaklaşmak zorunda kalabilmektedirler. Kanser tanısı yüzünden kendilerini yalıtılmış ve yalnız hissedebilmektedirler. Hastalığın ve tedavinin yan etkilerine bağlı olarak günlük yaşam için gerekli olan olanaklardan ve arkadaşlarıyla ilişkilerinden yoksun kalmaktadırlar. Çocuğun korku ve kaygıları artmakta, bunun yanında ağrı ve acılarla mücadele etmesi gerekmektedir. Bütün bunlar yaşanırken, çocuk ve ailesi evden hastaneye, hastaneden eve yaşamlarını düzenlemek ve devam ettirmek durumunda kalmaktadırlar. Dolayısıyla hastanede geçen zamanın niteliğinin, çocuğun ve ailenin yaşam kalitesine olan olumlu ya da olumsuz etkisi ve düzeyi ön plana çıkmaktadır. Bu yüzden sosyal hizmet uzmanı, çocuk ve ailesinin hastalık ve ilgili ihtiyaçlar konusunda taleplerini dengeli bir biçimde ele alarak uygun öneriler sunar. Mümkün olduğu kadar talepleri karşılamaya, çocuk ve ailesini desteklemeye yardımcı olur. Uygun müdahalelerle çocuğun ve ailenin duygusal ihtiyaçlarının karşılanması, rollerinin gerekliliğinin karşılanması, beden ve psikolojik sağlıklarının devam ettirilmesini mümkün kılacak gerekli yöntemleri geliştirir. 248 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 “Onur (16 yaş) rektum kanseri tanısı konulduktan sonra cerrahi bir girişim sonrası kolostomi açılmış ve sonrasında 21 gün aralarla beşer gün yatacağı ve altı ay sürecek olan kemoterapi tedavisine başlanmıştır. Hastaneye yattığı ilk günden itibaren kimseyle konuşmuyordu ve bu yöndeki çabaları karşılıksız bırakıyordu. Sık ağlama nöbetleri geçiriyor bunu önlemek ve göstermemek adına da daha fazla içine kapanmıştı. Yanında amcası refakatçi olarak kalıyordu ve çok sevdiği yeğenine yardım edememenin çaresizliğini yaşıyordu. Ayrıca kanser tanısı konulduğunu Onur’a söylemedikleri için hastaneye yatma süreçleri konusunda açıklama yapamamanın tıkanıklığını yaşıyorlardı.” Adölesan kanser hastalarının neler hissettiklerini, korkularını, endişelerini kendilerini anlayacak biri ile konuşmaya ihtiyaçları vardır. Anlattıklarını algılayacak aynı zamanda neler olup bittiğini algılamasına yardımcı olacak, doğru iletişim kurabilecek birine gereksinimleri vardır. Bu vakada olduğu gibi hasta aslında bu durumla nasıl baş edebileceğini bilmiyordu ve olup biteni tam olarak anlamıyordu. En önemli olan hususlardan biri de sosyal hizmet uzmanının 16 yaşındaki bir çocukla nasıl iletişim kurulacağını ve vereceği bilgilerin yaşına uygunluğunu bilmesi gerekmektedir. Onur ile yaptığımız bireysel görüşme esnasında sürekli ağladı ve ağlamasına hiç müdahale edilmedi. Duygularını aktarması sağlandığında daha önce yakın akrabalarından birinin lösemi tanısı aldıktan Acar kısa bir süre sonra hayatını kaybettiği, kendisinin de kanser olduğunu ve öleceğini bildiği, altı ay boyunca hastanede yatmaya nasıl dayanacağı, kolostomisinin olmasını kabul edemediği gibi farklı konularda konuşuldu ve bütün bunları konuşurken Onur hep ağladı. Aslında Onur yaşadığı duygusal travma nedeni ile kendisine bir anda söylenenlerin tamamını anlayamamış ve bazı yerlerini duymuş bazı yerlerini ise algılayamamıştı. Ayrıca yaşına özgü bir şekilde vücut imajı ile ilgili olarak sorun yaşamakta idi. Hasta ile duyguları hakkında konuşmak aslında çözümün yarısından fazlasıdır. Görüşme süresince dinleme, gözlem, soru sorma, açıklama, geri bildirim, yeniden tanımlama, paradoksal müdahale teknikleri vs. kullanılmıştır. Kanser tedavisinin acı verici süreçler içermesi, ağrı, ilaçların yan etkileri (bulantı, kusma) gibi sağlık sorunları, hastalığın kendisinden fazla kaygıya yol açmaktadır. Yatarak tedavi olan genç hastalarla yapılan görüşmelerde hastalar, görünüşte hastalığın kendisinden çok tedavinin yan etkilerinden daha fazla yakınırlar. Kalçadan yapılan iğneler ya da kolundaki damardan kan alınması onlar için daha korkutucudur. Bulantı ve kusmaların olması ise hoş olmayan bir süreçtir. Bu tip hastalarla çalışırken genellikle çocuğun yaşı ve anlama becerisi göz önüne alınarak acı ile başa çıkmaları konusunda özel yöntemler kullanmaları sağlanabilir. Söz gelişi acı yönetimi becerisi kazanmalarında, uygun soluk alıp verme gibi gevşeme egzersizleri ya da yönlendirici hayal kurma teknikleri yararlı olmaktadır. Fiziksel anlamda rahatlayabilmelerini sağlamak bedenlerinin kontrolünü hala ellerinde tutabildiklerine yönelik inancın pekişmesini kolaylaştırır. Bu da, olumsuz düşünce ve duygu durumuna yönelik kendilerini açma sürecine ivme kazandırır. Bazı hastalarımızda ise aileler çok fazla koruyucu davranırlar. Genç hasta ile konuşurken, onun yerine yanında bulunan anne ve babanın, hastadan önce cevabı verdiği durumlarla çok karşılaşılır. Bu yüzden gençlerin duygularını ve ihtiyaçlarını kendilerinin paylaşması için gerekli ortamı oluşturmak zorlaşır. Bazen de; anne-baba, çocuklarına en iyi nasıl yardım edebilecekleri konusunda kaygı duyarlar. Ne yaparlarsa yapsınlar yeterli olmadığı hissine kapılırlar. Bu yüzden aile bireyleri ile çalışmak sosyal hizmet müdahalesi için uygun bir alandır. Ayrıca aile bütçesinin etkilenmesi, gelir kaybı, aile kaynaklarının tükenmesi gibi nedenlere bağlı olumsuzluklar ortaya çıkar. Aile ilişkileri ile en önemli ilgili sorunlardan biri de, anne ya da babanın çocuğun uzun süren tedavisi esnasında refakatçi olarak kalması nedeni ile işe gidememesi, evde kalan diğer aile bireyleri ve varsa kardeşlerle ilgilenememesidir. Görüştüğümüz bazı ailelerde, yaşadıkları ekonomik güçlük nedeni ile ya da geride kalan kardeşlere bakacak kimse olmadığı için okul çağındaki çocuklarını köyde veya başka bir ilde bulunan anneanne, dede gibi büyüklerin yanına göndermek zorunda kaldıkları için okula gönderememe durumlarına rastlanmaktadır. Bir disiplin ve meslek olarak nitelendirilen sosyal hizmetin temel amaçları arasında kişi, aile, grup ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasına, sorunlarının çözümlenmesine, çevreleriyle karşılıklı uyumlarına yardımcı olmak, 249 Toplum ve Sosyal Hizmet kaynakların korunmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunmak ve bireylerin sosyal işlevselliğini arttırılmasını sağlamak önemli bir yere sahiptir. Sosyal hizmet uzmanı görevini yaparken yerine ve ihtiyaca göre sosyal hizmetin her yöntemini kullanmaktadır (Kahramanoğlu 2000: 50). Genel olarak sosyal hizmet yöntemi uzmanın kendisini sorumlu, bilinçli ve disiplinli olarak bir kişi, grup ya da toplum ile ilişkide kullanmasıdır. Bu ilişki kanalı ile uzman, kişi ve sosyal çevresi arasındaki etkileşimi devamlı olarak ve bilerek kullanır ve her ikisinin değişimini kolaylaştırır. Sosyal hizmet yöntemi sistemli gözlemi ve kişi, grup ya da toplumun bir durumda değerlendirilmesini ve uygun hareket planının biçimlendirilmesini içerir (Koşar 1992: 27). Bu bağlamda kanser tedavisi gören çocuklara yönelik olarak farklı etkinlikler düzenlenebilir. Neyin yapılmak istendiği ve neye ulaşılmak istendiği doğrultusunda yaş özellikleri göz önünde tutularak gerçekleştirilecek olan bazı moral etkinlikleri sayesinde hedeflenen amaçlar şu şekilde sayılabilir; Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 • Böylesine hoş ve eğlenceli etkinliklerin yapıldığı bir ortamda bulundukları için çocukların bunu sağlayan aileleri ile ilişkilerinin düzelmesini sağlamak, • Diğer hastalarla ilişkiye geçebilmelerini kolaylaştıracak imkânı sağlamak, • İzledikleri etkinlik ile ilgili çocuklarla konuşarak duygularını ifade etme, isteklerini ve olumsuz gördükleri durumları dile getirebilme, olumlu düşünebilme becerileri kazanmalarını sağlamak. • Çocukların boş geçmesi muhtemel olan ve ailelerin çocuklarını hastanede tutmakta zorlandıkları bir zaman olan öğle tatili saatini daha az sıkıcı geçirmelerini sağlamak, Düzenlenen etkinlikler sayesinde kanserli çocukların hastaneyi, sağlık personelini ve en önemlisi hastalıklarını algılama biçimlerinde ve beklentilerinde olumlu katkıları olması nedeniyle bu amaçlar sosyal hizmet açısından oldukça önemli olmaktadır. Aynı zamanda diğer çocuklar ve sağlık personeli ile destekleyici ilişkiler kurabilmektedirler. Bu sayede kaygıları da azalmaktadır. Tetkik ve tedavi amacıyla gelen kanserli çocuk hastaların serbest zaman etkinliği sayesinde rahatlamış, ajite olmayan, daha az agresif, içine kapalı olanların sosyal yönden daha işlevsel, aileleriyle, sağlık personeliyle ilişkileri olumlu ve tedaviye uyumlu bir birey olmaları sağlanabilmektedir. • Hastalığın yol açtığı stresten kurtulmalarını sağlamak, SONUÇ • Çocukların hastaneye gelmek ve ızdırap verici işlemlere katlanmak gibi sebeplerden dolayı kuruma ve sağlık personeline yönelik yaşamakta oldukları agresif duygulardan kurtulmalarını ve yapıcı ilişkiler geliştirmelerini sağlamak, Herkesin bir sesi vardır. Her sesin ise anlatacak bir hikâyesi vardır. Her vakanın hikâyesi de kendine özgüdür. Her hikâyenin ise ihtiyaca göre farklılaşan talepleri vardır. Farklı yardım çağrıları içerir. Sosyal hizmetler yardım isteyen herkese yardım eder. İlgilenilen her 250 Acar vakada, çekilen sıkıntı, kişinin algısına göre değişmektedir. Bu yüzden çekilen sıkıntının, acının düzeyini bilmek mümkün değildir, iddia da edemeyiz. Kesin olan tek şey sosyal hizmetlerde yardım isteyen herkese istediği şekilde yardım edildiğidir. Ancak burada en önemli olan nokta, yapılanların iyi niyetle yapılıyor olmasının hizmetin işlevselliğini sağlamayacağıdır. Temel olarak zarar vermeme ilkesi gözetilerek bireylerin hak ettiği yardımı alması sağlanır. Yine de sosyal, ekonomik, psikolojik anlamda sunulan yardım hizmetinde, evrensel mesleki ilke ve değerlerin dışında idealin ne olacağını belirleyen ilke ve kriterler her vaka için aynı değildir. Dolayısıyla her meslek alanında olduğu gibi sosyal hizmet alanında da mesleki müdahalelerin güncel yaklaşımlarla desteklenmesi, beslenmesi ve revize edilmesi gibi modern bir anlayış benimsenmelidir. Zira göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki o da bazı durumlarda herhangi bir profesyonel müdahale olmadan iyileşme anının gelmeyebileceği, yanlışların doğruya dönüşmeyebileceği ya da yaraların düzelmesinin gerçekleşmeyebileceğidir. Bu yüzden hastanın kendisi bunu yapamasa da sosyal hizmet uzmanı, danışanının adına hisseder, onun adına mücadele eder ve olunması gereken yerde olur. Sosyal hizmet uzmanı danışanının yanında yer alır. Birçok kimse için kendi sahip olduklarından ya da başkalarının ona verdiklerinden ziyade çoğu zaman onlar için bir şeyler yapılıyor olması ve de yapılan şeyler yeterli gelebilmekte ve bu da hemen hemen herkes için olumlu yönde çok fazla şekilde anlamlar içermektedir. Son söz olarak diyebiliriz ki ister onkoloji hastaları olsun isterse başka bir alana özgü sorun yaşayan bireyler olsun, Gandhi’den alıntılanan “Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun” deyişinde bahsedilen değişikliğin ne yönde olacağının belirleyicisi olma yetisine sahip bir meslek elemanı olarak sosyal hizmet uzmanı, Cristina Martins’in söz ve müziğini yaptığı sosyal hizmet tanıtım şarkısında (www.youtube.com) belirttiği gibi ihtiyaç duyulan her alanda “fark yaratan farkı yaratır”. KAYNAKÇA Cordoba, C. S., Fobair, P. ve Callan, D. B. (1993). Common issues facing adults with cancer. Stearns, N. M. ve diğerleri (Ed), Oncology Social Work: A Clinician’s Guide, (Firsth Edition, pp. 43-77). Atlanta: The American Cancer Society. Durukan, M., Abalı, O. ve Tüzün, Ü. (2006). Pediatrik onkolojide bir aile çalışması örneği. Haseki Dergisi, 44, 17-20. Duyan, V. (2000). Tıbbi Sosyal Hizmet. Sağlık ve Toplum Dergisi, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Yayını: 10 (1), s. 42 – 49. Elçigil, A. ve Tuna, S. (2011). Kanser tedavisi biten çocukların yaşadıkları sorunlar ve bakımlarında hemşirenin rolü. Türk Onkoloji Dergisi, 26(3): 134-141. İnal Emiroğlu, N. ve Pekcanlar Akay, A. (2008). Kronik hastalıklar, hastaneye yatış ve çocuk. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 22(2): 99-105. Kahramanoğlu, E. (2000). Psikiyatrik ortamlarda sosyal hizmet. Sağlık ve Toplum Dergisi, Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Yayını: 10 (1), s. 50 – 55. Kazak A.E., Alderfer M, Rourke M.T., Simms S., Streisand R., Grossman J.R. (2004) Posttraumatic stress disorder (PTSD) and posttraumatic stress symptoms (PTSS) in families of adolescent childhood cancer survivors. Journal of Pediatric Psychology, 29(3): 211-219. 251 Toplum ve Sosyal Hizmet Kebudi, R. (2006). Terminal Dönemde Kanserli Çocuk ve Ailesine Yaklaşım. Türk Onkoloji Dergisi, 21(1): 37-41. Koşar, Nesrin G. (1992). Sosyal Hizmetlerde Aile ve Çocuk Refahı Alanı. (İkinci Baskı), Ankara, MN Ofset. Kutluk, T. ve Kars, A. (1996). Çocukluk Çağı Kanserleri. Kanser Konusunda Genel Bilgiler, Ankara: Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Yayını, s. 109-114. Özbaran, B. ve Erermiş, S. (2006). Kanser tedavisi gören çocuk ve gençlerde uzun süreli izlem sürecinde psikososyal özelliklerinin tanımlanması ve genel yaklaşım ilkeleri. Klinik Psikiyatri, 9, 185-190. Özbesler, C. (2001). Çocukluk Çağı Lösemilerinin ve Sosyal Destek Sistemlerinin Aile İşlevlerine Etkisi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Özçelik, H. ve Fadıloğlu, Ç. (2010). Kanser Hastaları ve Aileleri İçin Palyatif Bakım. (Özçelik, H., Fadıloğlu, Ç., Uyar, M., Karabulut, B.(Edt), Üniversiteliler Ofset, İzmir. Palabıyıkoğlu, R. (2000). Sağlığın bozulmasına bağlı kriz durumu: başa çıkma. Ankara Üniversitesi Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştıma Merkezi Yayınları: Kriz ve Krize Müdahale Dergisi, 6, 137-164. Patenaude, A. F. ve Kupts, M.J. (2005). Psychosocial functioning in pediatric cancer. Journal of Pediatric Psychology, 30 (1), 9-27. Peykerli, G. (1994). Lösemili Çocukların Ailelerinin Hastalığın İlk Tanı, I. Relaps, Terminal Dönemlerindeki Psiko-Sosyal Uyum ve Depresyon Düzeylerinin Akut Romatizmal Ateş Tanılı Çocukların Aileleriyle Karşılaştırılması. (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Stearns, N. M. et. al. (1993). NAOSW Standards of practise in oncology social work. Oncology Social Work: A Clinician’s Guide (Edited by Stearns, N. M. et al), Firsth Edition, Atlanta: The American Cancer Society Press, s. 323 – 326. 252 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Thomas, C., Morris, S. M. and Clark, D. (2004). Place of death: preferences among cancer patients and their carers. Social Science & Medicine, 58 (12), s. 2431 – 2444. Turan, N. (1984). Kanser hastalığının önlenmesi ve tedavi edilmesinde psikososyal faktörlerin önemi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Dergisi, 2 (1-3), 12-20. Umurtak, G. (1991). İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’ne Kanser Tanısı Konarak Yatan Hastaların Tıbbi Sosyal Hizmet – Çalışma – Gereksinimlerinin Saptanması. (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Eğitim ve Sosyal Hizmetler Bilim Dalı. www.youtube.com/watch?v=texStjpeZEM, 7 Mart 2013. Karataş Vaka Sunumu İNTİHAR SONUCU EBEVEYN KAYBI YAŞAYAN ÇOCUĞA YÖNELİK SOSYAL HİZMET MÜDAHALESİ: BİR VAKA SUNUMU A Case Study: Social Work Intervention in for Child Who Lost His Parent Due to Suicide Zeki KARATAŞ* *Öğr. Gör., Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü ÖZET Bu makalede ebeveyn kaybı nedeniyle korunmaya muhtaç durumda olan çocuğa yönelik uygulanan sosyal hizmet müdahale süreçleri ele alınmıştır. Çalışma yapılan vaka M.O. yedi yaşında olup, ilköğretim birinci sınıf öğrencisidir. Annesinin cinnet geçirmesi sonucu babasını ve kardeşini öldürdükten sonra intihar etmesine şahit olmuş ve kendisi de olaydan yaralı olarak kurtarılmıştır. Olay sonrası tedavi altına alınan M.O. ile hastane ortamında görüşülmüş; yaşadığı travmanın etkisinin en aza indirilmesi ve normal yaşama dönmesi için birey, aile, örgüt ve toplum düzeyinde neler yapılabileceği üzerinde durulmuştur. Genelci sosyal hizmet yaklaşımı açısından çalışılan vakanın kriz durumunu atlatarak ebeveynsiz bir yaşama hazırlanması için alternatif sosyal hizmet modelleri değerlendirilmiş ve çocuğun yüksek yararı gözetilerek en uygun modele karar verilmiştir. Anahtar Sözcükler: Ebeveyn kaybı, korunmaya muhtaç çocuk, sosyal hizmet müdahalesi, erken tanı ve uyarı sistemi, krize müdahale. ABSTRACT The social work intervention processes applied on a child in need of protection due to the loss of a parent is discussed in this article. In the discussed case, M.O. is seven years old and a first grader in elementary school. The child witnessed killing of his father and sibling by his mother and his mother’s suicide as a result of an act of insanity from which he escaped with injuries. M.O. was interviewed in the hospital where he was taken for treatment, and such points like what could be done on an individual, family, organization and community levels to minimize the impact of the experienced trauma and ensure his return to normal life were discussed. The case was studied from the perspective of a generalist social work approach. Alternative social work models were assessed and the most appropriate model was decided by taking the best interests of the child into consideration to ensure his overcoming of the crisis and preparing him to a parentless life. Key Words: Loss of a parent, child in need of protection, social work intervention, early diagnosis and warning system, crisis intervention 253 Toplum ve Sosyal Hizmet GİRİŞ Sosyal hizmet, genel olarak bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumların sosyal işlevselliklerinin güçlendirilmesi ve gerektiğinde yeniden yapılandırılması amacıyla yürütülen müdahale çalışmalarının bütünüdür. Sosyal hizmetin mesleki etkinlik odağı “çevresi içinde bireydir.” Sosyal hizmet, birey ile sosyal çevresi arasında etkileşimler sürecinde ortaya çıkan ve onların sosyal işlevselliklerini olumsuz yönde etkileyen sorunları ve farklı yaşam durumlarını değerlendiren, ele alan ve müdahale yetkisi olan bir meslektir. Özellikle kriz dönemlerinde bireyin yaşadığı travmanın etkisinin en aza indirilerek, yeniden normal yaşama dönmesi amacıyla ekolojik sistem ve güçlendirme yaklaşımı çerçevesinde sosyal hizmet müdahalesi uygulanmaktadır (Duyan ve Diğerleri, 2008: 28). Sosyal hizmet uzmanları öncelikle; insanların başa çıkma, sorun çözme ve gelişimsel yeteneklerini güçlendirmeye çalışırlar. İkinci olarak, insanlarla kaynaklar ve hizmetler arasında bağlantı kurarlar. Üçüncü olarak, hizmet sundukları sistemlerin müracaatçılar açısından insan onuruna uygun ve yeterli olup olmadıkları konusunda insani hizmet örgütlerini denetlerler. Dördüncü olarak da sosyal politikaların geliştirilmesi sürecine katılırlar (Miley ve Diğerleri, 1998). Sosyal hizmet uygulayıcıları müracaatçı sistemine ilişkin müdahalelerde bulunurken soruna sebebiyet veren tüm unsurları içeren bütüncül bir bakış açısı ortaya koyarak genelci yaklaşım sergilerler. Genelci yaklaşımı çalışmalarında esas alan sosyal hizmet uzmanları uygun teknik ve mesleki beceriler 254 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 kullanarak çeşitli düzeylerdeki (birey, aile, örgüt, toplum) sorun sahiplerinin kendi geleceklerini belirlemelerine yardımcı olmak adına, onları güçlü kılacak çalışmalar yapar (Ambrosino ve Diğerleri, 2008: 121-122). Sadece bireyin sorununa odaklanıp sosyal çevresini hesaba katmadan yapılan müdahalelerde etkili sonuç almanın mümkün olmayacağını bilir. Bu nedenle bir yandan bireyle çalışılırken diğer taraftan aile, örgüt ve toplum boyutunda da çalışmalar yaparak, var olan kaynakların bireyin sosyal işlevselliğinin arttırılması yönünde harekete geçirilmesini sağlar. Bu çalışmada ele aldığımız vaka M.O. yedi yaşında, ilköğretim birinci sınıfta öğrenim gören, anne-babasının ve kardeşinin ölümüne şahit olmuş, kendisi de olaydan yaralı olarak kurtarılmış erkek bir çocuktur. Aile içi şiddete tanıklık eden M.O. annesinin öfke patlaması sonucu gerçekleştirdiği cinayeti ve intiharı bütün yönleriyle yaşamıştır. Olaya geç müdahale edilmesi nedeniyle anne-babasının ve kardeşinin cesetleri bulunan evde yaralı bir şekilde yaklaşık 5 saat kalmıştır. Yaşadığı şiddet, acı ve çaresizlik nedeniyle şoka girdiği ve ağır bir travma geçirdiği tahmin edilmektedir. M.O. yedi yaşında olması nedeniyle okul öncesi çocuklardan farklı olarak pek çok şeyin bilincindedir. Yedi yaş çocuğunun en temel özelliği sosyal benliğini keşfetmesidir. Bu yaş grubu çocuklar dünyayı ve çevresini daha iyi kavramaya ve bazı gerçekliklerin farkına varmaya başlarlar. Yedi yaş dönemi çocukları sürekli bir şey öğrenmek, yeni bir şeyler denemek, beceri kazanmak, üstünlük göstermek isterler. Yaşıtlarıyla hem arkadaşlık kurma isteği vardır, hem de onların arasında bir beceri ve Karataş yetenek üstünlüğü ile sivrilme çabasındadırlar. Bu yaş çocukları eleştirilere karşı çok hassastır. Özellikle hayatlarındaki önemli kişilerden sosyal onay beklerler ve kolayca motive olurlar. Anne-babaları veya arkadaşları tarafından sevilmemekten, yakın çevrelerini hayal kırıklığına uğratmaktan, annelerini kaybetmekten korkarlar; okula geç kalmaktan veya ödevlerini yetiştirememekten endişelenirler (Daniel ve Diğerleri, 2010). Ebeveyn kaybı çocuğun ruh dünyasında derin izler bırakan, kaygı ve belirsizlik oluşturan bir durumdur. Çocuğu kaygılandıran en temel düşünce; anne-babasını bir daha göremeyecek olması ve bundan sonraki yaşamında onlar olmaksızın ne yapacağını bilememenin belirsizliğidir (Göka, 2009: 253). Ebeveyn kaybı yaşayan çocuklar yaş dönemine ve algılama düzeyine göre farklı tepkiler vermektedirler. Yedi yaş grubu çocuklar okul döneminde olmaları nedeniyle televizyon, okul ve sosyal çevrelerinden elde ettikleri bilgiler doğrultusunda ölüm hakkında gerçekçi tanımlamalara sahip olabilmektedirler. Örneğin ölen kişinin hayatının sona erdiğinin, artık yaşamadığının farkında olan çocuklar ölüm hakkında sorular sorarak kaygılarını gidermeye çalışırlar (Granot, 2005: 35). Çocuklar tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi ebeveyn kaybından sonra matem dönemi yaşarlar. Önce olayı kabullenmek istemez, öfke duyar, kendisini ve başkalarını suçlama eğilimine girerler. Bu durumdaki çocukla açık ve anlaşılır bir yaklaşımla güvene dayalı iletişim kurulmalıdır. Kaygılarını dile getirebilmesi için çocuk cesaretlendirilmeli ve yaşadığı duyguları dışa vurmasına fırsat verilmelidir. Ölüm sebebiyle aşırı koruyucu bir yaklaşım yerine, normal ilişki biçimi sürdürülmeli ve çocuğun boş zaman etkinlikleri arttırılmalıdır (Yavuzer, 2007: 143; Koç ve Diğerleri, 2012: 77; Sezer ve Kaya, 2009: 155). Ebeveyn kaybı sonucu yaşanan üzüntü, bireyin kayıp nedeniyle yaşadığı ruhsal sıkıntının sonucudur. Yas, üzüntüyü de kapsayan içsel ve dışsal tepkilerin yaşandığı bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Matem ise kaybın kültürel boyutunu temsil eder ve bilinçli ya da bilinçsiz kültürel tepkileri içerir. Bowlby’ e göre matem süreci kaybedilen kişiye yeniden ulaşmaya çalışma, üzüntü ve organizasyonsuzluk ve yeniden yapılanma aşamalarından oluşmaktadır. Bu süreçte kayıp yaşayan çocuğun ne hissettiği, bununla nasıl başa çıkabildiğinden ziyade yetişkinlerin çocuğa nasıl yaklaştığına bağlıdır. Çünkü çocuk; samimi ve yargılamayan bir yaklaşıma, dikkatli dinlenmeye ve izlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu tür bir yaklaşım çocuğun ihtiyaçlarına yönelik olacağından empatiye dayalı ilişki kurulmasını kolaylaştıracaktır (Yıldız, 2004: 127, 136). Travmaya maruz kalan bireylere uygulanan krize müdahale yaklaşımına göre tedavi, psikiyatri klinikleri yerine toplumda, günlük yaşantı içinde ve bireyin doğal çevresinde gerçekleşmelidir. Bu yaklaşıma göre en iyi yardımcı; kişilik teorileri, psikopatoloji, psikoterapi konusunda eğitilmiş uzman bir psikiyatrdan çok, empati kurma ve değerlendirme yöntemleri konusunda biraz eğitim almış bir danışmandır (Gil, 2013: 59). Her kriz farklıdır, fakat tüm krizler tepkileri azaltmak, durdurmak ve etkilenen bireyleri kriz öncesi fonksiyonlarına geri getirmek için acil müdahale gerektirir. Krize müdahale, acil problem 255 Toplum ve Sosyal Hizmet çözmeye ve pozitif, adaptif çözümü kolaylaştırmak için duygusal dengeyi tekrar kurmaya odaklanan, kısa süreli aktif destektir (Aydoğdu ve Diğerleri, 2012: 92-93). Kendine güveni sarsılmış ve çaresizlik duygusu yaşayan bireyin, mesleki yardım görmediği takdirde tepkileri giderek kronikleşecektir. Krize müdahalenin bu bakımdan semptomların kronikleşmesini önleyici fonksiyonu vardır (Turan, 2012: 299). 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve 2828 sayılı mülga SHÇEK Kanunu gereği anne-babasını kaybeden çocuklar korunma ihtiyacı olan çocuk olarak tanımlanmakta ve durumuna uygun bir sosyal hizmet modelinden yararlandırılması ön görülmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü gerek basın yoluyla, gerekse müracaat yoluyla haberdar olduğu risk grubu bireylerin durumlarına ilişkin sosyal inceleme süreci başlatmakla yükümlüdür. Aşağıda ayrıntısıyla ele alınacak olayda aile içi intihar sonucu anne-babasını ve kardeşini kaybeden ve bulunduğu ilde hiçbir yakını bulunmayan korunma ihtiyacı olan çocuğa nasıl bir sosyal hizmet müdahalesi uygulandığı anlatılacaktır. Olgu ve Olayın Öyküsü Olay, 2010 yılında Türkiye’de bir kent merkezinde gerçekleşmiştir. Aile içi sorunlar nedeniyle cinnet geçiren yirmi sekiz yaşındaki bayan G.O., tartıştığı polis memuru eşi ile iki çocuğunu vurduktan sonra intihar etmiştir. Dört kurşun yarasıyla yaklaşık beş saat ölüm kalım mücadelesi veren yedi yaşındaki M.O. adlı çocuk, hastanedeki ilk ifadesinde; “Annem önce babamı vurdu, sonra kardeşimi. Bana da ateş etti. Yaralandım ama yan odaya kaçtım” demiştir. Olayın saat 16.00 sıralarında 256 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 meydana geldiği, ancak silah sesini duyan alt kattaki komşunun saat 19.00’da çöp toplamaya gelen kapıcıya silah sesi duyduğunu söylediği öğrenilmiştir. Olay saat 16.00 sıralarında bir apartmanın ikinci katında meydana gelmiştir. Beş yıldır Emniyet Müdürlüğü’nde polis memuru görev yapan otuz sekiz yaşındaki Ç.O., uzun süredir geçimsizlik yaşadığı eşi G.O. ile tartışmış ve tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine cinnet geçiren G.O., eşinin beylik tabancasını alarak önce polis memuru Ç.O.’ya daha sonra da çocuklarına art arda ateş etmiştir. G.O., son olarak da göğsüne dayadığı tabancayı ateşleyerek intihar etmiştir. Olayın gerçekleştiği sabah saat 08.00 civarında, annesinin M.O.’yu okula götürdüğü anlaşılmıştır. Okulun güvenlik kamerası görüntülerinde anne-oğulun okula girerken çekilen görüntüleri yer almıştır. Görgü tanıklarının anlatımına göre ise, önceki gece nöbette olan polis memuru Ç.O., olayın olduğu sabah eve gelirken kapıda oğlunu okula götüren eşiyle karşılaşmıştır. Yaklaşık beş dakika süreyle yüksek sesle tartışan eşlerin sık sık kavga ettiğini belirten komşuları, çiftin şiddetli geçimsizlik nedeniyle de ileriki günlerde boşanma davası açma hazırlığında olduğunu ileri sürmüşlerdir. Olay, saat 19.00 sıralarında O. çiftinin alt katında oturan komşularının apartman görevlisi İ.K.’ya, bir süre önce silah sesleri duyduğunu söylemesiyle ortaya çıkmıştır. İ.K.’nın haber verdiği apartman yöneticisi T.G., polis memurunun cep telefonunu aramış, ancak evden telefon sesi duyulmasına rağmen kapıyı açan olmamıştır. Bunun üzerine yan binada oturan M.O.’nun mesai arkadaşına haber verilmiştir. Olay yerine gelen Karataş ekipler saat 20.30’da savcının verdiği iznin ardından evin kapısını kırarak içeri girmiş ve ölen aile bireylerinin cesetleriyle karşılaşmışlardır. Polisler, adeta kan gölüne dönmüş salonda, polis memuru Ç.O., eşi G.O. ve dört yaşındaki A.O.’nun cesetlerini, yan odada da ağır yaralı 7 yaşındaki M.O.’yu bulmuşlardır. Polisler ilk etapta M.O. ve yaşama ihtimali olabileceğini göz önünde bulundurarak diğer çocuk A.O.’yu Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırmışlardır. Hastanede yapılan ilk kontrolde A.O.’nun vücudunun çeşitli yerlerine isabet eden üç kurşun yarası sonucu hayatını kaybettiği belirlenmiştir. Karnında bir, bacaklarında da üç kurşun yarası olan yedi yaşındaki M.O. ise yapılan tıbbi müdahale sonucu hayata döndürülmüştür. Olaydan yaralı olarak kurtarılan yedi yaşındaki ilköğretim birinci sınıf öğrencisi M.O., hayati tehlikeyi atlatmasının ardından savcıya ifade vermiştir. Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde özel bir odada tedavisi sürdürülen M.O.’nun yanında bir polis memuru sürekli refakatçi olarak beklemiştir. Psiko-Sosyal Değerlendirme ve Sosyal Hizmet Müdahalesi Olayın yerel ve ulusal basında yer alması sonrasında İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (mülga) sorumluluk alanında gerçekleşen olay sonrasında aile bireyleri ölen M.O. adlı çocuğu korunma ihtiyacı olan çocuk olarak değerlendirerek yasal süreç başlatmıştır. Korunma ihtiyacı olan çocuk M.O., olaydan yaralı olarak kurtarılmış ve Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Servisi’nde tedavi altına alınmıştır. Vücudunun muhtelif yerlerinden yaralanmıştır. Bir mermi çekirdeğinin kalın bağırsağını zedelemesi sonucu, kalın bağırsağına cerrahi müdahalede bulunulmuştur. Çocuk Servisi sorumlu doktorunun verdiği bilgilere göre kalın bağırsağının eski şeklini alması için zamana ihtiyaç duyulmaktadır. M.O.’nun anne-babası ve kardeşinin hayatını kaybetmesi sonrasında krize müdahale yaklaşımı çerçevesinde korunma ihtiyacı olan çocukla ilgili, yakın akraba çevresi ve toplumsal düzeyde sorun ve ihtiyaç tespiti yapılarak uygulama süreci başlatılmıştır. Olayda üç kişinin vefat etmesi nedeniyle çocuğa sosyal destek sağlayacak yakınlarının yas döneminde olması, profesyonel destek ihtiyacını daha da arttırmıştır. Bu yaş dönemi çocuğu için ebeveynin varlığı güven ihtiyacı açısından önemli bir yere sahiptir. Ancak ebeveynin vefatı gibi kabullenilmesi zor bir süreçte anne-baba yerine geçebilecek yakın akrabaların sosyal desteği çocuğun yaşamının yeniden normalleşmesi açısından gereklidir. Bu nedenle bir yandan bireyle çalışılırken, diğer yandan da bireyin sosyal işlevselliğine katkı sağlayacak sosyal destek unsurlarının da devreye girmesi yönünde çalışma başlatılmıştır (Mavili Aktaş, 2003: 41). Bireyin yaşamında önemli bir yeri olan ve insanı olağanüstü durumlar karşısında dirençli ve güçlü kılan sosyal destek, zihinsel, fiziksel, ruhsal sağlığın ve bireyin iyi olma halinin önemli bir göstergesidir. Sosyal destek, insanları kaygı gibi sık rastlanan psikopatolojilere karşı korumaktadır. Sosyal destek kavramı, bireye sorun çözmede katkı sağlayan bir çabayı, maddi yardımı, birlikte çözüm yolları araştırmayı, stresin yıkıcı etkilerini azaltmayı kısaca ilgi, duygusal yakınlık ve sevgiyi içerir. Caplan’a göre, bireyler için en büyük 257 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 sosyal destek ona “sevildiğini ve onaylandığını hissettirmektir”. Bertero sosyal desteği, kişilerarası ilişkilerde insanları, kaygının olumsuz etkilerinden koruyan, güçlendiren mekanizmalar olarak tanımlamaktadır (Yolcuoğlu, 2012: 105-106). anlatılmıştır. Görevli polis memurlarının sürekli değişmesi nedeniyle her yeni gelene yol gösterici olması açısından M.O.’nun bakış açısıyla bir metin hazırlanmış ve çocuğa nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda ipuçları verilmiştir (Ek1: “Gönül Dostlarım” adlı mektup). M.O. açısından duruma bakıldığında; ailesinin sosyal desteğinden yoksun kalması nedeniyle yaşamının geriye kalan bölümünde kurumsal desteğin yanında yakın akraba ilişkilerinin de fonksiyonel bir şekilde devreye girmesine çalışılmıştır. Müdahale planı tasarlanırken M.O.’ya yardımcı olabilecek tüm sosyal destek unsurları araştırılmış ve çocuğun içinde bulunduğu duruma uygun şekilde koordine edilmiştir. Bu amaçla planlama aşamasında M.O.’nun yakın çevresi hakkında babasının mesai arkadaşları ve yakınlarının ikamet ettiği İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (mülga) vasıtasıyla inceleme yapılması sağlanmıştır. Yapılan ön değerlendirme ve inceleme sonucu; öncelikli olarak yaşadığı olayın etkilerinin azaltılması amacıyla çocuğa yönelik psiko-sosyal destek sağlanması, sonrasında ise akraba çevresiyle ilgili çalışma yapılmasının uygun olacağı düşünülmüştür. M.O. ile görüşme esnasında bir kolunda serum, diğer kolunda kan ve burnunda sonda olduğu gözlenmiştir. Cerrahi müdahale geçirmesi nedeniyle halsiz olduğu gözlenmiş ve fazla yormamak için sade ifadelerle gereksinimleri öğrenilmeye çalışılmıştır. Yaşadığı psikolojik travma ve fizyolojik yaralanma nedeniyle bitkin durumda olduğu gözlenmiştir. Kısa sorularla ilgileri öğrenilmeye çalışılmış; kendisine kitap okunmasından, çizgi film izlemekten, resim yapmaktan, oyun oynamaktan ve okul derslerine çalışmaktan hoşlandığı anlaşılmıştır. Ayrıca bedeni ve yaşadıkları ile ilgili kaygıları olduğu anlaşılmış ve kendisine yapılan tıbbi müdahaleler hakkında kısaca bilgiler verilmiştir. Örneğin neden su içemediğini sormuş, vücudunda yaralar olması nedeniyle suyunun kolundaki “pipet” vasıtasıyla verildiği ifade edilmiştir. Güçlü olması için vücuduna kan eklendiği ve bu sayede çabuk iyileşeceği belirtilmiştir. Mağdur çocuk M.O. ile olaydan bir gün sonra Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Servisi’nde ilk görüşme yapılmıştır. M.O.’nun yanında herhangi bir yakınının bulunmaması nedeniyle babasının mesai arkadaşlarından bayan polis memurları sırayla refakatçi olmuşlardır. Ancak olayın etkisi nedeniyle mağdur çocuğa karşı nasıl davranacakları konusunda çaresizlik hissettikleri gözlenmiştir. Refakatçi polis memurlarıyla da görüşülerek çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durum hakkında bilgi verilmiş ve bu süreçte neler yapabilecekleri 258 M.O’nun ilgi alanları ve gereksinimleri tespit edildikten sonra, Hasta Hakları Birimi’nde görev yapan Sosyal Çalışmacı ile birlikte, yaşadığı anksiyete durumundan kurtulması için eğitsel ve sosyal faaliyetler başlatılması uygun görülmüştür. Bu amaçla M.O.’nun yaş grubuna ve psikolojisine uygun masal kitapları, çocuk dergileri alınmış, çizgi film izleyebilmesi için odasına televizyon yerleştirilmiş, sınıf öğretmeni ile görüşülerek okul derslerini tekrar etmesi için ders materyalleri temin Karataş edilmiştir. İlk görüşme sonrası başlatılan eğitsel ve sosyal faaliyetler refakatçi polis memurları ve öğretmeni tarafından bir program doğrultusunda sürdürülmüştür. M.O. öğretmenine güven duyması nedeniyle sürekli yanında kalmasını talep etmiştir. M.O.’nun tekrar normale dönmesi açısından öğretmeninin desteğinin önemli olduğu gözlenmiştir. Çünkü okul dönemi çocuğu için öğretmen, dünyanın en bilgili ve en değerli insanıdır. Onun söylediği her söz mutlak doğru olarak kabul edilir. Okula başlayan bir çocuk artık annebaba yerine öğretmeni rol model alır, onunla özdeşim kurar. Sınıf öğretmeni, hafta içi ve hafta sonu düzenli olarak M.O.’yu ziyaret ederek çeşitli etkinlikler gerçekleştirmiştir. Öğretmeninin ifadesine göre; M.O. okuma-yazmayı öğrenmiş ve akranlarına göre hızlı bir bilişsel gelişim sergilemiştir. Tedavi amacıyla hastanede yatmak zorunda kalan çocuklar, kendilerini güvende hissettikleri ev ortamından ayrılmalarından dolayı kaygı yaşamaktadırlar. Özellikle çocuğa destek olacak ebeveynin yanında olmaması ise korku ve gerginliğe neden olmaktadır. Bu nedenle çok ağır hasta olmayıp hastanede yatarak tedavi gören çocukların kendilerini yormayacak etkinliklerle meşgul edilmelerinin onları moral ve manevi yönden güçlendireceği belirtilmektedir. Çocuğun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda sosyal ve eğitsel etkinlikler gerçekleştirmenin çocuğu eğlendirerek zamanının neşeli geçmesini sağlayacağından pozitif katkı sağlamaktadır. Olumlu düşünmenin hasta çocuklar ve aileleri üzerindeki etkisini inceleyen araştırmacılar; yapıcı ve pozitif düşünmenin iyileşme süresini kısalttığı ve sağlığı olumlu yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır (Ünüvar, 2011: 32). M.O. anne-babasının ve kardeşinin öldüğünün farkındadır. Öğretmenine ifade ettiğine göre; annesinin, babasını ve kardeşini silahla vurduğunu, kendisine de ateş ettiğini ancak kendisinin yaralı olarak kurtulduğunu bilmektedir. Güven ilişkisi kurduğu yetişkinlere olayı anlatması suçluluk duygusu hissettiğinin ve olayda kendi payının bulunup bulunmadığını anlamak için yetişkinlerin tepkisini öğrenmeye çalıştığının bir göstergesi olarak algılanmıştır. Özellikle yaralı kardeşinin kendisinden yardım istediğini vurgulaması, bilinçaltında çaresizlik ve yetersizlik duygularının oluştuğuna işaret etmektedir. Gelecekte insanları kurtarmak için polis olmak istediğini söylemesi hem babasıyla özdeşim kurduğunu, hem de ebeveyninin ve kardeşinin ölümü karşısında bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadığını göstermektedir. M.O.’nun fiziksel tedavisinin sürmesi nedeniyle, yaşadığı travmayla yüzleşmesi için zamana ihtiyacı olduğu görülmüştür. Ancak yaşadıklarını dışa vurmasının ve yetişkinlerin de olumlu geribildirimlerle destek sağlamasının duygusal açıdan kendisini rahatlattığı düşünülmüştür. Bu aşamada mağdur çocuğun durumunun bir psikiyatrist tarafından değerlendirmesinin uygun olacağı vurgulanmış, ancak Eğitim Araştırma Hastanesi’nde çocuk psikiyatristinin bulunmaması nedeniyle görüşme gerçekleşememiştir. Çocuğun Sosyal Çevresinin Değerlendirilmesi M.O’nun anneannesi ve dedesi sağ olup, X İli’nde ikamet etmektedirler. M.O.’nun üç dayısı bulunmaktadır. Dayılarından biri evli, diğerleri bekârdır. 259 Toplum ve Sosyal Hizmet M.O.’nun büyükbabası (babasının babası) vefat etmiş olup, babaannesi sağdır. Evli iki halası bulunmaktadır. Halalarından birisi yurt dışında, diğeri ise babaannesiyle aynı ilde ikamet etmektedir (babasının memleketinde). M.O.’nun anne-babası ve kardeşi olaydan iki gün sonra memleketleri olan il merkezinde toprağa verilmiştir. Cenaze töreninin sona ermesinin ardından aile büyükleri aralarında istişare ederek M.O.’nun babaannesinin kendisine vasi olarak atanması ve bakım sorumluluğunu üstlenmesi konusunda fikir birliği sağlamışlardır. Çocuğu memleketine götürmek ve resmi işlemleri takip etmek üzere M.O.’nun halası bir akrabasıyla birlikte olayın yaşandığı kente gelmiştir. Olaydan dört gün sonra mağdur çocuk M.O.’nun halasıyla Polis Merkezi Müdürlüğü’nde bir görüşme yapılmıştır. Mağdur çocuğun halası 1973 doğumlu olup, evli ve iki çocuk annesidir. Lise mezunudur ve herhangi bir sağlık sorunu bulunmamaktadır. Eşi ve çocukları ile birlikte yurt dışında yaşamaktadır. Eşi 1966 doğumlu olup, yurt dışında işçi olarak çalışmaktadır. T. Hanım ağabeyi ve ailesinin yaşadığı olayın kendisine haber verilmesi üzerine eşi ve çocukları ile birlikte memleketine geldiklerini ifade etmiştir. Beklenmedik bir anda ortaya çıkan olayın şokunu yaşadıklarını, ancak geride kalan yeğeni M.O.’nun yeniden normal yaşama döndürülmesi için soğukkanlı davranmaya çalıştıklarını ifade etmiştir. T. Hanım’ın üzgün ve yorgun olduğu, ancak metanetli görünmeye çalıştığı gözlenmiştir. Mağdur çocuğun halası ile yapılan görüşmede; annesi E.O.’nun (mağdur çocuğun babaannesi) elli sekiz yaşında, sağlıklı ve yalnız yaşayan dul bir bayan olduğu ifade edilmiştir. E. Hanım’ın 260 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 hafif düzeyde tansiyon ve diyabet sorunu bulunmaktadır. Emekli öğretmen olan babası 1995 yılında vefat etmiş, ailenin sorumluluğunu annesi yerine getirmiştir. Annesinin oğlunu, gelinini ve bir torununu kaybetmesine rağmen metanetini koruduğunu, sabırlı bir yas dönemi geçirdiğini vurgulamıştır. Annelerinin sabırlı duruşunun kendilerinin soğukkanlı davranmasında önemli bir etken olduğunu belirtmiştir. Mağdur çocuk M.O.’nun baba tarafından olan akrabalarının psiko-sosyal destek açısından işbirliğine istekli ve hazır oldukları, anne-babasız kalması nedeniyle M.O.’yu korumaya çalıştıkları görülmüştür. M.O., halasıyla ve babaannesiyle ilk karşılaştığı andan itibaren yakın ve açık iletişim kurmuş, hatırlayabildiği kadarıyla geçmiş anılarını paylaşmıştır. Olağanüstü olaylarla karşılaşan bireyler, şok sürecini atlattıktan sonra yaşamı yeniden anlamlandırmak için kendi benliklerine ait güçlü değerlendirmelerden, sosyo-kültürel çevrenin olumlu tutum ve davranışlarından ve aşkın güce olan bağlılıklarından manevi destek alırlar (Tuncay, 2007: 14). M.O.’nun da halası ve babaannesi tarafından gösterilen yakın ilgiden manevi destek aldığı, kendini daha güçlü hissettiği ve kaygılarının azaldığı gözlemlenmiştir. M.O.’nun babaannesi, X İli, Y İlçesi, K Mahallesi’nde kendilerine ait iki katlı müstakil bir evde ikamet etmektedir. Babaannesinin oturduğu müstakil evin üst katında babaannesinin ablası ikamet etmektedir. Babaannesinin ablasının kocası vefat etmiştir. Kardeş olmaları nedeniyle dayanışma ilişkileri ileri düzeydedir. Babaannesinin ablası bu evde dört çocuğuyla birlikte yaşamaktadır. M.O.’nun bakımı ve yetiştirilmesi konusunda iki katlı müstakil Karataş evdeki hane halkı fertlerinin her birinin sorumluluk üstleneceği vurgulanmaktadır. Halası T. Hanım, iki-üç yıl sonra eşinin yaşının dolması nedeniyle yurt dışından memleketlerine döneceklerini ifade etmektedir. Bu süreçte sürekli annesi ile iletişim halinde olarak, yeğeninin gereksinimlerinin giderilmesi konusunda maddi-manevi destek sağlayacağını belirtmiştir. M.O.’nun babaannesinin eşinden kalan aylık 900 TL. civarında emekli maaşı bulunmaktadır. M.O.’nun babasının İl Emniyet Müdürlüğü’ndeki mesai arkadaşları ailenin memleketine giderek cenaze törenine katılmışlardır. İki polis memuru, ailenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durum hakkındaki gözlemlerini aktarmışlardır. Mağdur çocuk M.O’nun babaannesinin kendilerine ait iki katlı müstakil bir evin birinci katında ikamet ettiği, iki oda, bir salon, mutfak, banyo ve tuvaletten oluşan evde bulunan eşyaların yeterli düzeyde olduğu ifade edilmiştir. M.O.’nun babaannesinin düzenli, tertipli ve temizliğe dikkat eden bir Anadolu kadını olduğu, oğlunun başına gelenleri sabırla ve metanetle karşıladığı, torununu merak ettiği belirtilmiştir. Babaannenin ikamet ettiği mahalle sakinlerinin yardımlaşma ve dayanışma anlayışıyla geleneksel komşuluk ilişkilerini sürdürdüğü gözlenmiştir. Cenazeye katılan polis memurları, M.O’nun dedesi (annesinin babası) ile görüştüklerini, bu görüşmede dedesinin kendilerine torununun bakımının babaannesi tarafından sürdürülmesinin daha uygun olacağını ifade ettiğini belirtmişlerdir. Dedesinin M.O.’nun vesayetini alma konusunda herhangi bir talebinin olmayacağı vurgulanmıştır. M.O.’nun Halası, M.O.’nun vesayetinin babaannesine verilmesi gerektiğini, bu konuda babaannenin Sulh Hukuk Mahkemesi’ne dava açarak resmi olarak talepte bulunacağını ifade etmiştir. M.O’nun diğer halası babaannesiyle aynı ilde ikamet etmekte olup,yeğeni M.O. ile ilgileneceği ve yetiştirilmesi konusunda annesine destek olacağı belirtilmektedir. Mağdur çocuk M.O.’nun anne-babasının ölümü nedeniyle vesayet durumunun belirlenmesi, psikolojik tedavisinin sürdürülmesi, bakım, eğitim, rehberlik konularında yardımcı olunması ve izlenmesi amacıyla korunma altına alınma durumu değerlendirilmiştir. Ebeveynden Yoksun Yeni Bir Yaşamın Organizasyonu Korunma ihtiyacı olan çocuk M.O., yedi yaşında ve ilköğretim birinci sınıf öğrencisidir. Aile içi sorunlar nedeniyle çıkan bir tartışmada annesi tarafından polis memuru olan babası ve dört yaşındaki kardeşi öldürülmüştür. Olay sonrası annesi de intihar ederek kendi hayatına son vermiştir. M.O. olaydan yaralı olarak kurtulmuştur ve hastanede tedavi görmüştür. Bütün ihtiyaçları babasının iş arkadaşları olan polis memurları tarafından karşılanmıştır. M.O. görgü şahidi olması nedeniyle olaydan psikolojik olarak etkilenmiş ve yoğun anksiyete duygusu yaşamıştır. Bu açıdan çocuk psikiyatristi tarafından bir süre takip edilmesi gerekmektedir. İletişime açık ve bilişsel gelişimi normal olması nedeniyle olayın şok etkisini atlatmaya ve motive olmaya başlamıştır. Okul dersleri ile ilgilenmeyi ve etkinlik yapmayı sevmektedir. Hastane ortamı çocuk için yapay bir ortamdır. Aşırı ilgi nedeniyle de gerçek duygularını açığa çıkarması mümkün olamamıştır. Aynı zamanda tedavisinin devam etmesi, 261 Toplum ve Sosyal Hizmet bedeni ile ilgili kaygılarının sürmesine neden olmuştur. Çocuk bu süreçte öğretmeni ile güvene dayalı bir ilişki geliştirmiştir. Halasının kendisini ziyaret etmesi sonrasında halası ile iletişime geçmiş ve hastanede yatma nedeni olarak yaşadıklarını bir kez de halasına anlatmıştır. M.O.’nun yaşadıklarını güven ilişkisi geliştirdiği yetişkinlere anlatma ihtiyacı hissetmesi, sorumluluk, suçluluk ve çaresizlik gibi karmaşık duygular yaşadığını göstermektedir. M.O. babaannesini hatırlamaktadır. Yaz tatillerinde babaannesinin yanında kaldığını ve mutlu bir tatil geçirdiğini ifade etmektedir. Memleketine gitmeyi istemekte, ancak öğretmeninden ve sınıf arkadaşlarından ayrılacağı için üzüleceğini belirtmektedir. M.O.’nun babaannesi cenaze işlemlerinin sona ermesi sonrasında hastaneye gelerek torununun yanında kalmaya başlamıştır. Bu süreçte babaanne ile görüşülmüş ve torunuyla birlikte nasıl bir gelecek planladığı üzerinde durulmuştur. Babaannenin eşinin vefatı ve çocuklarının evlenmesi sonrasında yalnız yaşamaya başladığı öğrenilmiştir. Yaşadığı evin üst katında ablasının oturması nedeniyle gerekli sosyal destek ağına sahiptir. Babaanne öncelikle torununun tıbbi tedavisinin sürdürüleceğini ifade etmiş ve bu süreçte psikolojik destek alması için bulundukları ildeki çocuk psikiyatristlerine başvuracaklarını belirtmiştir. Doktorların izin vermesi sonrasında M.O. babaannesine teslim edilerek memleketine gönderilmiştir. Korunma ihtiyacı olan çocuk M.O.’nun tedavisinin tamamlanması sonucunda bir an önce normal bir aile ortamına dönmesinin faydalı olduğu görülmüştür. 262 Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 Ebeveyninin ve kardeşinin ölümünün bilincinde olması sonucu baskılamaya çalıştığı duygularıyla sosyal hayatın içinde güvenilir yetişkinlerin gözetiminde yüzleşmesi ve bilinçaltındaki çaresizlik, suçluluk duygularının sağaltılması gerekmektedir. Bu nedenlerle mağdur ve korunma ihtiyacı olan çocuk M.O. hakkında aşağıda belirtilen yasal ve kurumsal müdahale modelleri önerilmiş ve uygulanmıştır: 1. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 5. maddesinin 1. fıkrasının a) ve c) bentleri gereği hakkında danışmanlık ve bakım tedbiri kararı uygulanarak çocuğa ve yakınlarına psikolojik destek sunulması sağlanmıştır. M.O.’nun babaannesi ile kurduğu sağlıklı bağlanma ilişkisi göz önünde bulundurularak çocuğun aile yanında izlenmesinin daha uygun olacağı düşünülmüştür. Daha sonraki süreçte Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (mülga) tarafından çocuğun bireysel gelişimi ve sosyal uyumu izlenerek bakım tedbirinin sonlandırılmasına karar verilmiştir. 2. M.O.’nun babaannesinin vasi olarak atanabilmesi için bulunduğu ildeki sulh hukuk mahkemesine müracaat etmesi sağlanmış ve yasal vasi atanması gerçekleştirilmiştir. 3. Ağır travmalı bir olay yaşaması nedeniyle güvene dayalı bir ilişki kurarak bu süreci sağlıklı atlatabilmesi için babaannesinin bulunduğu ildeki Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (mülga) tarafından izlenmesi ve gerekirse sosyo-ekonomik olarak desteklenmesinin uygun olacağı kanaati belirtilmiş ancak ailenin talep etmemesi nedeniyle sosyo-ekonomik destek başlatılmamıştır.. Karataş 4. M.O.’nun süreç içerisinde ortaya çıkabilecek psikosomatik sorunları için çocuk psikiyatrisinden destek alınmasının uygun olacağı görüşü yakınlarına iletilmiş ve bulundukları ildeki eğitim-araştırma hastanesinden psikiyatrik destek almaları sağlanmıştır. 5. M.O. ve babaannesi ile bir yıllık süreç içerisinde periyodik olarak telefonla iletişim sağlanmış ve gelişmeler hakkında bilgi alınmıştır. M.O.’nun tıbbi tedavisinin 6 aylık süre sonunda tamamlandığı, okuluna devam ettiği ve sosyal çevreye uyum sağladığı öğrenilmiştir. Sosyal Risklerde Erken Tanı ve Uyarı Sisteminin Önemi M.O. vakasıyla ilgili sosyal hizmet müdahalesi uygulanırken elde edilen tecrübeler ışığında, olay meydana gelmeden önce koruyucu-önleyici sosyal hizmet modelleri açısından neler yapılabileceğiyle ilgili görüşlerin de paylaşılması faydalı olacaktır. Aile içi şiddet, intihar, çocuk istismarı gibi sosyal sorunlarla çalışılırken erken müdahalede bulunulmasının hayati önem taşıdığı görülmektedir. Geriye dönüşü olmayan sonuçların ortaya çıkmasına neden olan sosyal risklerin önceden belirlenmesi ve zamanında müdahale edilmesi ancak ulusal çapta bir uyarı sisteminin varlığıyla mümkündür. Risk faktörlerinin önceden belirlenmesi için kurumlar arası eşgüdümün sağlandığı, sivil toplum kuruluşları ve toplumun tüm katmanlarıyla işbirliğini mümkün kılacak bağlantıların kurulduğu ulusal çapta güçlü ve etkili bir sistem tasarlanmalıdır. Erken tanı ve uyarı programının özelliklerine geçmeden önce risk ve risk faktörünün ne olduğunun tanımlanması yararlı olacaktır. Bir davranışın insanın yaşamı, sağlığı, çevresi, ilişkileri vb. açısından istenmeyen, olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli ya da ihtimali risk olarak değerlendirilmektedir. Risk faktörü ise kişinin belli bir fiziksel veya ruhsal rahatsızlığa yakalanma ihtimalini arttıran durumlar (ırk, cinsiyet, yaş, kilo, kalıtım, sosyal çevre vb.) ya da davranışlardır (sigara içme, alkol, uyuşturucu kullanma vb.). Kendilerini belli bir fiziksel veya ruhsal rahatsızlığa yatkın kılan ortak özelliklere sahip insanlar topluluğu da riskli gruplar olarak adlandırılmaktadır (Budak, 2005: 633). Sosyal risk, hanede yaşayan bireylerin psiko-sosyal işlevselliklerini ve toplumsal yaşama aktif bir üye olarak katılımlarını kısıtlayan ya da tehlikeye sokan; işsizlik, yoksulluk, göç, aile içi geçimsizlik, şiddet, boşanma, eğitime katılamama, ruhsal hastalığı olan bireye, özürlü bireye, bakıma muhtaç yaşlı bireye, tutuklu ve/veya hükümlü bireye sahip olmadır. Ailede sosyal risklerin varlığı aile bireylerinin beden ve ruh sağlığını tehdit etmektedir. Geleneksel toplumlarda aile içinde yaşanan pek çok soruna mahrem (özel) alan olarak bakılmakta ve sorunun sosyal etkileri göz ardı edilmektedir. Ancak aile içi geçimsizlik ve şiddet gibi sorunlar ailenin zayıf bireyleri olarak kabul edilen kadın ve çocuklar üzerinde örseleyici etkiye neden olmaktadır. Aileye zamanında müdahale edilerek eşler arasında yaşanan sorunların çözümü için destek sağlanmazsa, aile bireylerinde oluşan depresyon nedeniyle cinnet hali ortaya çıkabilmektedir. Erken müdahale sistemleri sayesinde ailedeki olası risklere zamanında önlem alınarak gelecekteki muhtemel 263 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 tehlikeler engellenebilmektedir. Erken müdahale ve önleme, doğrudan sorun çözümlemekten çok çocuğa, aileye ve dolayısıyla topluma sosyal ve ekonomik yönden uzun vadede yararlı olmaya odaklanmış uygulamalardır (Kartal, 2008: 8). Aile sistemi açısından risk faktörleri 3 ana başlık altında değerlendirilmektedir: 1. Ailenin demografik göstergeleri, 2. Ebeveyn-çocuk göstergeleri, etkileşimi 3. Aile işlevselliği ve sosyal destek göstergeleri (Murry ve Diğerleri, 2000: 3). Komşu ve yakın akrabalarla yapılan görüşmeler sonucu mağdur çocuk M.O.’nun aile yapısına bakıldığında, eşler arası anlaşmazlık nedeniyle sürekli aile içi çatışmalar yaşandığı belirlenmiştir. Bu süreçte her iki tarafın da yakın akrabalarından uzak olması nedeniyle gerekli sosyal destek sağlanamamıştır. Ayrıca eşler, aralarındaki sorunların çözümü için profesyonel destek de almamışlardır. Apartman yaşamında komşuluk ilişkilerinin zayıf olması, aile içinde yaşanılanlara müdahale edilmesini engellemiştir. Çocuğun eğitim-öğretime yeni başlamış olması nedeniyle, sınıf öğretmeni ve okul idaresi de çocuğun anne-babası hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdir. Aile içinde eşler duygularını paylaşmak yerine çatışma yaşadıkları düşünceler üzerinden etkileşimi sürdürürlerse, bir süre sonra anlaşılamadıkları hissine kapılıp psikolojik anlamda ilişkiyi sonlandırabilirler. Erkeğin yoğun iş temposu nedeniyle yeterince ilgi gösteremediği ve destek olamadığı kadının, çocuk bakımı, ev işleri, sosyal yaşam gibi 264 sorumlulukları tek başına yerine getirmeye çalışması sonucu stres yaşaması depresyon sürecini hızlandırmaktadır. M.O.’nun annesi eşiyle ilişkisinin bozulması sonucu çaresizlik ve tükenmişlik duygusu yaşayarak bunalıma girmiş ve cinnet geçirmiştir. Bireyler kendilerini bunalıma götüren sorunlar karşısında destek arama eğiliminde olabilmekte, ancak destek mekanizmalarının yaygın ve etkin olmaması nedeniyle çoğu zaman çıkmaza girmektedirler. Bu nedenle kent yaşamında ailelere destek olacak danışma sisteminin ulaşılabilir uzaklıkta ve yeterlilikte olması gerekmektedir. Sosyal hizmet uygulamalarında etkin bir biçimde kullanılan ekolojik sistem yaklaşımı doğrultusunda erken müdahale ilkesi temelinde, koruyucu mekanizmaların desteklenerek ailelerin güçlendirilmesi gerekmektedir. Risk oluşturan etmenleri ortadan kaldırarak, ailedeki direnci ve güçlü yönleri teşvik etmek olası sosyal sorunların ortaya çıkmasını engelleyecektir. Sorunlar çözülmediğinde ve gereksinimler karşılanmadığında, birey ve çevrenin karşılıklı etkileşiminde önemli çatışmalar ortaya çıkmakta ve aileler risk altında yaşamaya adeta mahkûm edilmektedirler (Yolcuoğlu, 2010: 82). Ülke nüfusumuzun %25,3’ü (18.886.575 kişi) 14 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır (TUİK, 2012). Bu çocuklardan koruma sistemine dahil olanların, ihmal istismar nedeniyle hayatını kaybedenlerin, özel desteğe ihtiyacı olanların, denetim ve gözetim altında olanların belirlenmesi amacıyla ulusal veri tabanı oluşturulmalıdır. Ulusal düzeyde, çocuk ihmali ve istismarı alanında risk piramidi oluşturularak sorunun büyüklüğü ortaya çıkarılmalıdır. Karataş Yüksek risk altındaki çocuk ve ailelerden başlanarak hizmet planlaması yapılmalıdır. Sağlık, eğitim, emniyet ve sosyal hizmet kurumları hizmet alanlarına giren çocuk ve ailelere yönelik risk taraması yaparak erken müdahale sisteminin devreye girmesini sağlamalıdır (Parton, 2011: 861). Birinci basamak sağlık kuruluşlarında aile hekimliği uygulaması ile her yeni doğan çocuk belli periyotlarla takip edilmektedir. 5,5 yaşından itibaren okula başlayan çocuklar okul sistemi dahilinde aileyle işbirliği içerisinde izlenmektedir. Korunmaya muhtaç çocukların takibi ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirilmektedir. Ancak tüm bu kuruluşlar arasında eşgüdümü sağlayacak çocuk erken tanı ve uyarı sistemi bulunmaması nedeniyle tespit edilen riskler bildirilmemekte ve herhangi bir veri tabanına işlenmemektedir. Sorun ortaya çıktıktan sonra çözümü ve tedavisi üzerinde durulmakta, ancak koruyucu önleyici hizmetler uygulanmamaktadır. Aile içinde yaşanan şiddet ve intihar olguları sonrasında yapılan incelemeler, ortaya çıkan trajik durumların uzun bir süreçten geçerek geliştiğini göstermektedir. En acı olanı da; ailedeki birçok sosyal risklerden ailenin yakınında bulunan komşu ve akrabaların haberdar oldukları, okullar ve sağlık kuruluşları gibi resmi makamların sorunun farkında oldukları gerçeğidir. Aile içinde yaşanan sorunlara nasıl müdahale edileceğinin bilinmemesi ya da özel alan diye nitelendirilerek aile bireylerinin yalnızlığa itilmesi, bedeli ağır olan sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle aileye destek olacak koruyucu, önleyici sosyal hizmet modellerinin bir sosyal refah politikası dahilinde işlevsel hale getirilmesi gerekmektedir. SONUÇ VE ÖNERİLER Beklenmedik bir anda ortaya çıkan travmatik olaylar, hem olayı yaşayanlarda hem de yakın akraba çevresinde gerilim, çaresizlik, aşırı kızgınlık, bunalım ve elem duygularını harekete geçirmekte ve bireyin sosyal çevreye uyum yeteneği bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Bireyin üzücü, benliğini zedeleyici bir durum karşısındaki tepkisi biçiminde tanımlanabilecek kriz durumu, iyi yönetilebilirse bireyin güçlenmesine ve yeni başa çıkma becerileri öğrenmesine aracılık edebilmektedir. Sosyal çevreyi ve kaynakları bütüncül bir yaklaşımla bireyin yararına organize edecek uzman desteğine ihtiyaç duyulan bu süreçte, sosyal hizmet uzmanı bireyin sosyal işlevselliğini güçlendirmek için planlı müdahale sürecini gerçekleştiren bir meslek elemanı olarak devreye girmektedir. Makalede ele alınan olguda sosyal hizmetin bilgi, beceri ve değer boyutu dikkate alınarak, soruna neden olan olayla ilgili bilgi toplama, analiz etme ve bazı sentezlere ulaşma aşamalarıyla dinamik bir sürecin yönetildiği bilinciyle olguya özgü esnek bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu nedenle; cinnet geçiren bir annenin eşi ve bir çocuğunu öldürerek intihar etmesi sonucu mağdur olan yedi yaşındaki M.O. ve yakınları hakkında genelci sosyal hizmet yaklaşımı doğrultusunda, çocuğun yüksek yararı gözetilerek bütüncül bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Mağdur çocukla yapılan ilk görüşmeden itibaren içinde bulunduğu psiko-sosyal durum ve yaşadığı olayla ilgili duygusal tepkileri anlaşılmaya çalışılmış ve tıbbi 265 Toplum ve Sosyal Hizmet tedavi sürecinin devam etmesi nedeniyle yardım ilişkisi hastane ortamında sürdürülmüştür. İlk değerlendirme sonrasında ilgi alanları ve ihtiyaçları tespit edilen mağdur çocuk için duygularını rahat ifade edebileceği güvenli bir ortam oluşturulmuştur. Çocuğun yanında refakatçi olarak kalan babasının iş arkadaşları çocukla nasıl iletişim kurmaları gerektiği konusunda bilgilendirilmiş ve sınıf öğretmeni ile iletişime geçilerek küçük etkinlikler yapılması sağlanmıştır. Zaman zaman içe kapandığı ve stres yaşadığı gözlemlenen mağdur çocuğun, empatik iletişim ve eğitsel etkinlikler yoluyla duygularını paylaşması kolaylaştırılmıştır. Ebeveyni ve kardeşini kaybeden mağdur çocuğun geriye kalan yaşamını sağlıklı ve uyumlu bir şekilde sürdürebilmesi için yakın akraba çevresi hakkında sosyal inceleme gerçekleştirilmiş ve çocuğun görüşleri de dikkate alınarak babaannesinin kendisine vasi olarak atanması sağlanmıştır. Babaanne ile çocuk arasındaki iletişim hastane ortamında ve sonrasında izlenmiş, aileye gerekli rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmiştir. Ele alınan olgudan hareketle; koruyucu-önleyici sosyal hizmet uygulamalarının yaygınlaştırılmasının yanında, kriz ve travma durumlarında farklı gelişim düzeylerinde olan bireylere yönelik nasıl bir klinik sosyal hizmet müdahalesi uygulanacağıyla ilgili sosyal hizmet uzmanlarının beceri ve teknik kazanmaya yönelik eğitim ihtiyaçları olduğu da anlaşılmaktadır. Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 KAYNAKÇA Ambrosino, R., Ambrosino, R., Heffernan, J., Shuttlesworth, G. (2008). Social Work and Social Welfare An Inroduction. USA: Thomson Brooks/Cole. Aydoğdu, A., Kocaman Yıldırım, N., Özkan, M., Özkan, S. (2012). Gelişimsel ve Durumsal Krize Müdahale: Olgu Sunumu, Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, 3 (2), 92-97. Budak, S. (2005). Psikoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Daniel, B., Wassell, S., Gilligan, R. (2010). Child Development for Child Care and Protection Workers, London and Philadelphia: Jessica Kingsley Publishers. Duyan, V., Sayar, Ö. Ö., Özbulut, M. (2008). Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak, Ankara: SHUD Yayınları. Gil, T. (2013). Krizden Uyum Bozukluğuna: Bir Kavramın Tıbbileştirilmesi Mi, Türk Psikiyatri Dergisi, 24 (1), 58-62. Göka, E. (2009). Ölme: Ölümün ve Geride Kalanların Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yayınları. Granot, T. (2005). Without You: Children and Young People Growing up with Loss and its Effect. London and Philadelphia: Jessica Kingsley Publishers. Kartal, H. (2008). Çocuk ve Aileyi Desteklemeye Yönelik Ev Ziyaretlerine Dayalı Erken Müdahale Programları ve Programların Etkileri, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 41(1), 1-28. Koç, M., Çolak, T. S., Düşünceli, B. (2012). Söylenme Zamanı ve Şekline Göre Travmaya Verilen Bilişsel, Duyuşsal ve Davranışsal Tepkiler (7-12 Yaş), İlköğretim Online, 11(1), 75-84. http://ilkogretim-online.org.tr Mavili Aktaş, A. (2003). Kriz Durumlarında Sosyal Hizmet Müdahalesi, Kriz Dergisi, 11(3), 37-44. Miley, K. K., O’Melia, M., Dubois, B. (1998). Generalist Social Work Practice–An Empowering Approach. England: Allyn and Bacon. 266 Karataş Murry S., Baker, A., Lewin, L. (2000). “Screening Families With Young Children For Child Maltreatment Potential”, Pediatric Nursing, 26(1). Parton, N. (2011). “Child Protection and Safeguarding in England: Changing and Competing Conceptions of Risk and Their Implications for Social Work”, British Journal of Social Work, 41, 854-875. Sezer, S. ve Kaya, P. (2009). Gelişimsel Açıdan Ölüm Kavramı, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 13, 151-165. Tuncay, T. (2007). Kronik Hastalıklarla Başetmede Tinsellik, Sağlık ve Toplum Dergisi, 17(2), 13-20. Turan. N. (2012). Birey ve Ailelerle Sosyal Hizmet, Ankara: SHUD Yayınları. TÜİK (2012). Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, Haber Bülteni, Sayı: 10736, 27.01.2012. www.tuik.gov.tr (Erişim Tarihi: 15.10.2012) Ünüvar, P. (2011). Hastanede Yatarak Tedavi Gören Çocukların Eğitsel Açıdan Desteklenmesi (3–7 Yaş İçin Örnek Çalışma), Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 10(35), 31-44. www.esosder.org Yavuzer, H. (2007). Çocuğu Tanımak ve Anlamak, İstanbul: Remzi Kitabevi. Yıldız, A. (2004). Çocuk Ölüm Ve Kayıp, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7 (12), 125-144. Yolcuoğlu, İ. G. (2010). Çocukların İhmalİstismara Uğramasında Aile Ve Çocuklara Yönelik Risk Faktörleri Ve Sosyal Hizmet Müdahalesi, Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi, 21(1), 73-83. Yolcuoğlu, İ. G. (2012). Çocukları Çocuk Koruma Sistemine (ÇKS) Giren Ailelerle, Benzer Sosyal Çevrede Yaşamalarına Karşın Çocukları İçin ÇKS’ye Müracaatçı Olmayan Ailelerin Sosyal Destek Açısından Karşılaştırılması, Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi, 23(1), 101-119. EK 1: GÖNÜL DOSTLARIM, Ben 7 yaşındayım. H. Y. İlköğretim Okulu birinci sınıf öğrencisiyim. Çok çalışkanım ve derslerimde başarılı bir çocuğum. Okumayı ve yazmayı öğrendim. Benim bir adım var. Adım M. O. Lütfen bana ismimle hitap ediniz. Çok zor bir süreçten geçiyorum. Ama bunu sizin yardımınızla atlatabilirim. Çünkü ben güçlü bir çocuğum. Sadece yaşadıklarımı unutmak için zamana ihtiyacım var. Lütfen benimle konuşurken acıma duygusu ile yaklaşmayın ve abartılı sevgi gösterisinde bulunmayın. Tebessüm etmeniz ve yumuşak ses tonu kullanmanız benim için yeterlidir. Vücudumla ilgili, ailemle ilgili kaygılarım var. Bu düşüncelerden uzaklaşmak ve yaşadıklarımı unutabilmem için çocukça etkinlikler yapmaya ihtiyacım var. Şu anda sağlığımla ilgili ne yapıldığını çok merak ediyorum. Lütfen vücuduma müdahale ederken anlayacağım şekilde beni de bilgilendiriniz. İlk defa bu kadar çok tıbbi cihazı bir arada görüyorum. Açıkçası şaşkınım. Okumayı, masal dinlemeyi, çizgi film seyretmeyi, resim yapmayı, oyun oynamayı çok seviyorum. Kaygılarımı azaltabilmem için lütfen benimle oyun oynayın. Ben hayallerimi söyleyeyim, siz resmini çizin. Kötü resim yaparsanız endişelenmeyin, sizi çok fazla eleştirmem. Bana masal okuyun ama ses tonunuzla kahramanları canlandırın. Bana okulumu ve sınıfımı hatırlatın. Küçük zaman dilimlerinde okulda arkadaşlarımın işledikleri derslerden 267 Toplum ve Sosyal Hizmet Cilt 24, Sayı 2, Ekim 2013 örnekler sunun. Beni de fazla yormayın. Çünkü yaralarım var ve acı duyuyorum. Su içmeyi çok özledim. Ama şimdilik su poşeti (serum) vücuduma bağlandı ve suyumu oradan içiyorum. Sakın suyumu eksik etmeyin. Yaşadıklarımın etkisini atlatana kadar ölümden ve ailemden bahsetmeyin. Onları çok özlüyorum. Ama yeniden yaşama dönmem lazım. Bu nedenle güçlü yanlarıma vurgu yapın. Zayıf yönlerimi şimdilik hatırlatmayın. Eğer yaşamım devam ediyorsa, bu benim önemli bir insan olacağımı gösterir. Bu olaylar beni güçlendirecek ve olgunlaştıracaktır. Ancak zamana ihtiyacım var. Geleceğimle ilgili pozitif şeyler düşünün. Bu düşünceler benim koruyucu kalkanım olacaktır. Emeklerinizi boşa çıkarmamak için gayret edeceğim. Elimde olmadan sizi yorabilirim, lütfen sabırlı olun. Sizin yürekten sevginiz ve ilginizle hayata yeniden bağlanacağımı ümit ediyorum. Emeği geçen ediyorum. herkese teşekkür M. O. Not: Bu metin çocuk psikolojisi dikkate alınarak M.O.’ya emek veren yetişkinler için Sosyal Hizmet Uzmanı Z. K. tarafından hazırlanmıştır. 268 TOPLUM VE SOSYAL HİZMET DERGİSİ YAZIM KURALLARI Genel Kurallar • Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisinde, sosyal hizmet alanındaki bilimsel çalışmalar Türkçe ya da bir yabancı dilde yayınlanır. • Dergide derleme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme ve tartışma yazıları, editöre mektuplar, örnek olaylar yer alır. • Dergiye gönderilen yazılar yayınlanmasa bile iade edilmez. • Dergide yayınlanan yazılarda ifade edilen görüşler yazarlarına aittir. • Bu dergide TUBA ve TÜBİTAK’ın yayın etiğine uygun yazılar yayınlanır. Yazım ve Sunum Kuralları • Makaleler özeti, anahtar sözcükleri ve kaynakçayı içerecek şekilde 5000 ile 8000 sözcük arasında olmalıdır. • İki tip yazı şablonu (araştırma ve derleme) derginin web sitesinde mevcuttur: http://www. tsh.hacettepe.edu.tr/ • Metin, kenarlardan yeterli boşluk (soldan 3,5, sağdan 3, üstten ve alttan 3’er cm.) bırakılarak, 1.5 aralıkla bilgisayarla arial 11 punto kullanılarak yazılmalıdır. • Metin blok (sağa sola dayalı), satırbaşı verilmeden ve paragraflar arasında satır boşluğu bırakmadan, otomatik olarak, altı nokta boşluk bırakılarak hazırlanmalıdır. • Metin, tsh@hacettepe.edu.tr adresine e-posta ile gönderilmelidir (bir isimli -yazar bilgisi içeren- ve bir isimsiz ayrı adlarla Word formatında kaydedilmiş iki dosya). • Yazı; sırasıyla çalışmanın türü (araştırma, derleme veya vaka sunumu), başlığı, yazar adları, yazarların bağlı oldukları kurumlar, iletişim kurulacak yazarın iletişim bilgileri (posta adresi, telefon, faks, e-posta) ve çalışmanın daha önce yayınlanmadığını ya da yayınlanmak üzere hâlihazırda başka bir yayın organına gönderilmediğinin bildirimini içeren ayrı bir başlık sayfası ile gönderilmelidir. • Yazının diğer bölümleri şu sıraya uygun olmalıdır: Sola dayalı, alt alta, Türkçe ve yabancı dilde başlık, Türkçe özet, anahtar sözcükler, yabancı dilde özet, yabancı dilde anahtar sözcükler, metin ve kaynakça (yararlanılan kaynaklar). • Çizelge içermeyen bütün görüntüler (fotoğraf, çizim, harita vs.) şekil olarak adlandırılmalıdır. Bütün çizelgeler ve şekiller, ayrı ayrı, Çizelge: 1 ya da Şekil: 1, düzeni içinde sıralandırılmalıdır. • Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise beyaz aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Fotokopiler kesinlikle kabul edilmez. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır. Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar kabul edilmez. Ayrıca, her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir. • Çizelge ve şekillerin eni 14 boyu 20 cm’den büyük ya da eni 8 cm’den küçük olmamalıdır. • Yabancı dilde yazılan özetler İngilizce, Almanca ya da Fransızca dillerinden birinde olmalıdır. Türkçe ve yabancı dildeki özetler ortalama 150’şer sözcüğü geçmemelidir. • Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir. Kaynakça Bağlacı ve Dipnot Düzeni Kuralları • Kaynakça bağlacı, kaynağı metin içinde belirtmek için aşağıdaki örnekler çerçevesinde kullanılır: • Tek yazarlı bir yazıdan alıntı yapılmışsa: (Korkut, 1999: 26) • İki yazarlı bir yazıdan alıntı yapılmışsa: (Korkut ve Terim, 1999: 42) • Üç ve daha fazla yazarı olan bir yazıdan alıntı yapılmışsa: (Korkut ve diğ., 1999: 22). Ancak atıfta bulunulan kaynağın tüm yazarları yazının kaynakça bölümünde mutlaka yer almalıdır. • Aynı konuda birden fazla yazıdan alıntı yapılmışsa: (Korkut, 1999: 26; Korkut ve Terim, 1999: 42; Korkut ve diğ., 2000: 22) • İçeriği genişletmek için dipnot kullanımı tavsiye edilmemektedir. • Metinde bir açıklama yapmak gerekiyorsa ilgili yere (*) simgesi konarak, açıklama aynı sayfanın altına 10 punto Times New Roman karakteri ile yazılır. • Kaynakça Düzeni Kuralları • Yararlanılan kaynaklar Kaynakça bölümünde yazarların soyadlarına göre abecesel düzende sıralandırılmalı ve aşağıdaki örneklere göre düzenlenmelidir: Kitap • Payne, M. (2005). Modern social work theory (3rd ed.). Chicago, Ill.: Lyceum Books, Inc. Kitap Bölümü • Brown, S. A., Aarons, G. A., & Abrantes, A. M. (2001). Adolescent alcohol and drug abuse. In C. E. Walker & M. C. Roberts (Eds.), Handbook of clinical child psychology (3rd ed., pp. 757-775). New York: Wiley. Tek Yazarlı Makale • Wilson, K. (1996). “Children and Literature”, British Journal of Social Work, 26 (1), 17-36. İki Yazarlı Makale • Wilson, K. ve Ridler A. (1998). “Children and Internet”, British Journal of Social Work, 28 (1), 13-35. Üç ve Daha Fazla Yazarlı Makale • Karen, K., Miller, A., Johnson, C., Jane, B., Ridley, A. (1998). “Social Work and Mental Health”, Social Work, 28 (1), 13-35. Kaynak kullanımıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için derginin web sitesinde (http://www.tsh.hacettepe. edu.tr/) yayınlanan APA 5 rehberini inceleyiniz. 269 Toplum ve Sosyal Hizmet MANUSCRIPT GUIDELINES FOR THE JOURNAL OF SOCIETY AND SOCIAL WORK General Rules • The Journal of Society and Social Work publishes scientific studies in the field of social work either in Turkish or in a foreign language. • The Journal includes review articles, research articles, PhD dissertation abstracts, paper presentations (provided that the venue of the presentation is stated), articles on publication reviews and discussions, letters to the editor, and case studies. • The manuscripts which have been published elsewhere or which are presently under review by another journal or press will not be considered for publication. • The manuscripts which include discrimination of any kind will not be published. • The manuscripts submitted to the Journal are not returned, even if they are not published. • Authors are responsible for the opinions expressed in their works. • The manuscripts which comply with the publication ethics of TUBA and TUBITAK are published in this journal. Manuscript Submission • Articles should be between 5,000 and 8,000 words, including abstract, keywords and references. • Two types of manuscript templates (research and review) available at the web site of the journal: http://www.tsh.hacettepe.edu.tr • The manuscript should be prepared in block style, omitting paragraph indents and blank lines between paragraphs. • Manuscripts should be sent via e-mail (including two copies of word document one with author information, and one with anonymous) direct to tsh@hacettepe.edu.tr. • The article should be preceded by an initial cover page as a separate document indicating; Type of work (research, review or case report) Title, Author Names and Organisational Affiliations; Corresponding Author Contact Details (postal address, telephone, email); Word Length (including abstract, keywords and references); Declaration that the work has not been published or submitted for publication elsewhere. • The other sections of the manuscript should be in the following order: on separate lines and aligned left, heading in Turkish and in a foreign language; author’s name(s); author’s title, if any, and institution; abstract in Turkish; key words in Turkish; abstract in a foreign language; key words in a foreign language; text; and references. • All the images which do not have tables (photographs, drawings, maps, etc.) should be referred to as figures. All tables and figures should be ordered as Table 1 or Figure 1. • If the drawings have not been printed out from a computer, they should be drawn in Indian ink 270 Cilt 22, Sayı 1, Nisan 2011 on tracing paper. Photocopies are by no means accepted. Only black and white photographs printed on clear and glossy photographic paper should be used. Neither color nor photocopied photographs are accepted. In addition, where to place the figures in the text should be indicated clearly. • Tables and figures should be between 8 and 14 cm in width; they should not exceed 20 cm in length. • Abstracts in a foreign language should be preferably written in English, German or French. Abstracts in Turkish or in a foreign language should not contain more than 100 words. • Words should never be broken at the end of a line. Rules for In-Text Citations and Footnotes • The below examples should be followed when using in-text citations: • If a work by a single author is cited: (Korkut, 1999: 26) • If a work by two authors is cited: (Korkut and Terim, 1999: 42) • If a work by three or more authors is cited: (Korkut, et al., 2000: 22) • If two or more works related to the same subject are cited: (Korkut, 1999: 26; Korkut and Terim, 1999: 42; Korkut et al., 2000: 22) • If it is necessary to give an explanation, the point in the text where the explanation is needed is indicated by “asterisk” (*), and the explanatory note is written as a footnote in Times New Roman 10 point type. Rules for References • In the references section the sources used should be listed alphabetically and documented as shown in the following examples. A Book Payne, M. (2005). Modern social work theory (3rd ed.). Chicago, Ill.: Lyceum Books, Inc. A Book Chapter Brown, S. A., Aarons, G. A., & Abrantes, A. M. (2001). Adolescent alcohol and drug abuse. In C. E. Walker & M. C. Roberts (Eds.), Handbook of clinical child psychology (3rd ed., pp. 757-775). New York: Wiley. An Article by a Single Author Wilson, K. (1996). “Children and Literature”, British Journal of Social Work, 26 (1) 17-36. An Article by Two Authors Wilson, K. and Ridler A. (1998) “Children and Internet”, British Journal of Social Work, 28 (1), 13-35. An Article by Three or More Authors Karen, K., Miller, A., Johnson, C., Jane, B., Ridley, A. (1998) “Social Work and Mental Health”, Social Work, 28 (1), 13-35. Please visit web site of the journal for further information on reference management at http://www.tsh.hacettepe.edu.tr/