3 9 ! 3 6 9 3 9 9 979 8 9 3 6 6" 9 3 3 7989 3"
Transkript
3 9 ! 3 6 9 3 9 9 979 8 9 3 6 6" 9 3 3 7989 3"
3 379893" 3 9!3 69 399979 89366"9 33!3523"393338393 93 3 "93 !3 99793 9! 3 33"3!35"6693 93 !3 93 !3 0!3 913 !3 !83 "!3 48!3 93 93 993 993 5689!3 6693 083 3 3 !13 9!3 !3 3 9"!3 !233 663 !3 3 3 99993 993 483 !3 3 3 3 7993 83 9893 3 23 5!393!!39!93333"933933"9393 "3 "3 93 99!3 93 43 3 23 53 93 3 3 3 3 3 43 05!3 93 3 9!3 93 9"3 9493 !!3 9493 6663 94933563433!9323333 8833!3!39321 3 98993 93 3 93 3 93 993 69!3 23 "93 3 3 08!13 93 993 73 3 3 "993 93 83 3 893 93 3 943 3 !3 3 4 "3 !3 3 43 973392398399"938938!3!"3 3 3 93 3 9893 !3 !3 !!3 !33 !3!3356!3!339499"9363!3 9383!3333!33 !!3 43 !3 4 "3 3 83 !"3 !399"3 3!39 93"93939933!"3!3"3563 72356!393 839799"933!!3666"3 !9823337"3!338437!833 89933!3!3 9239"33"!9339"333 "93 3 3 !3 83 3 "73 7"3 9499"93 3 893 3 3 43 "883 !"3 93393!33!9356836"2 ).-3#+-3 .).-'#(%-#,#+&))%+'%/&$*) 2!$î+!,+!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:îªîì"î2,îêî9,%ª(!:)2,!.-)ì4)2 ªì5"!4ª 3!9)ª 2!$î+!,î.ª/+52,!2).!ª!2-!ê!.)$)2 ") &&&) ( ' % () (( ) ( & "& "( )(" ) ( ( " " %() "( $#& () 27/02/2010 03 Emine Merdim Yılmaz CIRQUE DU SOLEIL eminemerdim@gmail.com BİLDİĞİNİZ SİRKLERE BENZEMEZ ‘Saltimbanco’ gösterisiyle 4 Mart’a kadar İstanbul’da olan Cirque Du Soleil’i benzerlerinden ayıran akrobasiyi estetik, tasarım ve mühendislikle harmanlaması. Cirque du Soleil, Guy Laliberté ve Daniel Gauthier isimli iki sokak göstericisi tarafından 1984 yılında Kanada’da kurulan bir sirk. Sirk, Saltimbanco isimli gösterileri ile hünerlerini sergilemek için bir süreliğine İstanbul’da bulunuyor. Fransızca’da saltimbanque yani akrobattan ismini alan gösterinin teması çok kültürlülük. Bu temadan yola çıkarak her şeyin mümkün olduğu kozmopolit bir kent oluşturulmuş. Sirkin kurucularından Guy Laliberté, gösteriyi, “1990’larda göç bir konuydu. Saltimbanco, küm karakteleri ve renkleri ile şehirlerdeki kültürel karışımı yansıtıyor. Birbirine saygı duymak, farklıklarına rağmen birlikte yaşamak ve çalışmak günümüz dünyasında önemli bir savaş” diye özetliyor. İstanbul’a turneye gelen gösterinin özeti bu şekilde. Peki, Cirque du Soleil’i bildiğimiz diğer sirklerden farklı kılan ne? Geçen 27 senelik zaman zarfından giderek büyüyen kadrosu ile Cirque du Soleil sadece akrobasi hareketlerinin yapıldığı bir sirk değil estetik, tasarım, mühendislik ve teknolojinin başarı ile harmanlandığı bir gösteri. Cirque du Soleil’in tasarım departmanı her bir ayrı gösteri için ayrı sahne ve ekipman tasarlıyor. Bunları yaparken iki önemli kriterleri var bir tanesi estetik diğeri ise güvenlik. Gösterilerden bir tanesi olan Alegria’da sahnenin üzeri stilistik kolonları ve korkulukları ile dev bir kubbe ile kaplı. Strüktür herhangi bir binayı temsil etmiyor yalnız kilise ya da hükümet binalarının üzerini örten kubbe formu tercih edilerek güçlü bir imaj oluşturulmaya çalışılmış. Aydınlatmalar, 17. yüzyılın balo salonlarının nostaljik atmosferini yansıtacak şekilde seçilmiş. Bir diğer şov olan Varekai de tasarımcılar 3 boyutlu animasyon ve endüstriyel mühendislik programlarını kullanarak sihiri altın bir orman yaratmış. 300’den fazla 4,5 ve 10,5 metre uzunluğundaki altın ağaçlar, akrobatları taşıyacak şekilde esnek ve güvenli bir malzemeden yapılmış. En pahalı şovlardan bir tanesi olan KÀ için mimar Mark Fisher, Cirque du Soleil’in yaratıcı ekibiyle iş birliği yaptı. Fisher’in tasarımı, 1.950 koltukluk bir oturma alanı, sahne, lobi, soyunma odaları, prova odaları ve ofislerden oluşuyor. Şovun iddialı denebilecek yapısı Matrix gibi dijital efektlerle büyük başarı kazanmış produksiyonlara karşı bir tepki sayılabilir. Yaratıcı ekip, her yöne çevrilebilecek bir sahne tasarlayarak ve zaman zaman yerçekimsiz gibi görünen anlar yaratarak, popüler filmlerinin sersemletici etkisini canlı bir şovda sergiliyor. Şovun canlı, oyuncuların dijital değil etten kemikten olması izleyicilerin adrenalini tepe noktasına çıkarıyor. Fisher sahneyi, ‘endüstriyel Barok’ görünüme sahip, 4 kat boyunca devam eden metal kolon ve kirişlerden oluşan bir tasarım olarak nitelendiriyor. Dört kat boyunca devam eden platformlar, gösterinin sahnelendiği ve izleyicilerle interaktif bir iletişime geçilen mekanlardan oluşuyor. Yükseklik duygusunu daha da abartmak için perde ve tavan yüksekliği arttırılmış. Aydınlatma tasarımcısı Luc Lafortune, kolon ve kirişlere 1.800’den fazla aydınlatma elemanı yerleştirmiş. Tiyatronun ve parterin boyutları yüzünden koltukların hepsine stereo ses elemanları eklenmiş. Cirque du Soleil’i mimarlık ve tasarım ile bir noktadan buluşturan sadece kendi gösterileri değil. Geçtiğimiz yıl, Şangay’da düzenlenen World EXPO için Kanada hükümet ile beraber ülkelerinin pavyonunu tasarladılar. Pavyonun teması ‘The Living City: Inclusive, Sustainable, Creative’di. Bu iş birliği neticesinde sirk, pavyon için performans oluştururken, kültürel programlar geliştirdi. 04 Şanel Şan sanelsanel@gmail.com DEĞİŞİM ZAMANI GELDİ Mİ? Bugün, “sanki hep varmış gibi hissettiğimiz” logoların pek çoğu hummalı bir değişim-dönüşüm sürecinin ürünü. Son dönemde çok rağbet gören ‘kendini yenileme’ girişimlerine göz atmaya ne dersiniz? Peki değişim gerekli değil midir? Uzun yıllar boyunca aynı isim ve logo ile hafızalara kazınan firmalar değişen trendler, tüketici beklentileri veya değişen müşteri profili gibi nedenlerle değişiklik ihtiyacı duymazlar mı? Bu normal değil midir? Değişim bir süreçtir. Eğer süreç içinde değişim gerekli hale geldiyse, yapılan tüm değişiklikler kabul edilebilir. Ama değişim tüm kanallara nüfuz etmelidir aksi takdirde estetik ameliyattan öteye gidemez. Örneğin değişen müşteri kitlesi için bir değişime gidilirken, var olan müşteri kitlesini göz ardı edemezsiniz. Eski Logoya Dönüş Nitekim Amerikalı giyim firması GAP geçtiğimiz yıl logosunu değiştirdi. Lacivert bir kutu içinde ince bir fontta yazan GAP yerine, küçük harflerle yazan ‘gap’ ve sağ üstüne küçültülmüş bir kutu. Sonuç tam bir fiyasko! Sosyal medya ağlarındaki müşteri kitlesinden gelen çığ gibi tepkiler üzerine GAP eski logosuna geri döner. Tüketicilerini dinleyen firmayı alkışlamak gerekir mi, yoksa aldığı kararın arkasında durup yeniliğin sindirilmesi konusunda dirençli durmaları mı gerekirdi bu hep tartışılır bir konu. Özellikle son dönemde artan sosyal medya ağlarındaki tepkilerin ne derece sağlıklı olduğu ve markaların bu mecralara bu kadar bağımlı olması profesyonel bir bakış mıdır? Nihayetinde grafik tasarım özellikle içine pazarlama unsuru da dahil edilince tamamen ayrı bir uzmanlık alanı haline geliyor. Henry Ford’un dediği gibi: “Tüketiciye ne istediğini sorsaydım bana sadece daha hızlı bir at yanıtını verirlerdi.” sadece Starbucks ve Coffee kelimleri logo dışı bırakılmış. Markanın yakın zamanda sadece ‘kahve’ satmaktan öte şarap ve peynir sunumlarına da başlayacağı düşünülünce süreç içinde gerekli bir değişiklik olduğuna şüphe yok. Starbucks CEO’su Howard Schultz değişim için “Marka ikonu yerini koruyor. Logomuzu Starbucks mirasına sahip çıkarak gelecekteki büyümeye hazır hale getirdik” diyor. McDonalds ibaresi bir süre sonra yerini M’nin bilinirliğine bırakmıştı. Yıldönümü kutlamalarıyla değişen logolardan biri de Starbucks’a ait. Logodaki değişim aslında o kadar da radikal olarak değerlendirilemez. Zira Benzer bir durumda hepimizin marka imajı denince ilk aklına gelen isimlerden biri Mc Donalds’ta da söz konusuydu. O leziz sarı M harfinin altında yazan Satışları Artıran Logo 10 YILIN LOGOSU GOOGLE Ivan Chermayeff ve Tom Geismar imzalı bazı logolar: National Geographic, Mobil, NBC, IBM, Xerox, Arçelik, Aygaz, Tüpraş, Opet, Demirdöküm, Yapı Kredi... Pepsi ABD’de geçen yıl “Her şeyi yenile” sloganıyla değiştirdiği logosunu Türkiye’de kullanmaya başlıyor. Keyifli hallerden doğan diyebileceğimiz bu logo Pepsi’nin asi duruşunu belki de biraz sevimli hale getiriyor denebilir. 6 aylık bir çalışma sonunda tasarlanan VitrA’nın yeni logosu müşterinin fikirlerini de dikkate alan bir logo olmuş. VitrA’nın yeni logosu, Ross Lovegrove tarafından tasarlanan İstanbul Koleksiyonu’nun lansmanı ile eş zamanlı kullanılmaya başlandı. Son 10 yıla damgasını vuran marka/ logo olarak ilk akla gelen ‘google’dır. Apple markası da genel bilinirliği etkilemeden kenarı kurt tarafından yenmiş elma imajına devam edip sadece renklerini değiştirenlerden. Meşhur rainbow apple (gökkuşağı elma) yerine, daha gösterişli biraz daha ağırbaşlı gümüş renkli elma. Türkiye’de beyaz eşya denince akla gelen ilk firma şüphesiz Arçelik. Değişen logosu yıllardır Koç ailesi şirketlerinin logolarını tasarlayan grafik tasarım efsaneleri Ivan Chermayeff ve Tom Geismar imzalı. Tasarım problem çözmektir diyen ikili Arçelik için: “Logoyu modernize ettik çünkü yenilenmesi ve daha ulaşılır bir imaja sahip olması gerekiyordu. Yaptığımız araştırmalarda gördük ki eski logo son derece maskülendi. Ama beyaz eşyaları satın alan da kadınlardı. Parayı eşlerinin vermesi fark etmez, alım kararını veren onlardı. Bu nedenle kadınları daha çok cezbedecek bir logo ve kurumsal kimliğe ihtiyaç vardı. Değişimden sonra Arçelik’in satışları nitekim arttı” diyorlar. 27/02/2011 05 Eray Çaylı eraycayli@gmail.com Mısır, geçtiğimiz günlerde Hüsnü Mübarek’in yaklaşık 30 yıl süren iktidarını deviren kitlesel eylemlere tanıklık etti. Eylemlere her ne kadar birden fazla kent ve mekân sahne olduysa da, aralarından biri—Tahrir Meydanı—zaman içinde bir tür merkez olarak sivrildi. Tahrir’de toplanan Mübarek karşıtları önceleri günübirlik eylemlerle yetiniyordu. Ancak, başkan koltuğunu bırakmamakta ısrar ettikçe, aleyhinde düzenlenen her bir eylemin süresi de uzadı. Süreler uzadıkça, Mübarek karşıtı hareket siyasi olduğu kadar mekânsal bir öznitelik de kazandı. Böylece, ‘Tahrir’ ismini bir halkın bütününün özgürlük mücadelesini ifade edecek şekilde hafızalara kazıyan süreç başlamış oldu. Görünür olabilme ve lojistik kolaylık gibi kaygılar, kitleleri çoğu kez eylemlerini belirli bir kentsel mekânda yoğunlaştırmaya iter. Bu nedenle, kitlesel eylemlerin tanım itibariyle mekânsal bir niteliğe sahip olduğu dahi söylenebilir. Tüm bu savlar Mısır’daki gösteriler için de geçerliydi elbette. Ancak Tahrir’deki olayların mekânsal niteliğini asıl ön plana çıkaran, Mübarek yanlıları ve karşıtlarının meydan üzerindeki egemenlik mücadelesi oldu. Mücadeleden galip çıkan Mübarek karşıtları, ‘meydan’ı bir daha asla boş bırakmamaya karar verdiler. Kararlarında öyle ısrarcılardı ki, işi Tahrir’den küçük ölçekli bir mahalle yaratmaya kadar vardırdılar. Meydanı adeta kendilerine göre yeniden tasarlayan göstericilerin mücadelelerini özgün kılan ve onları başarıya ulaştıran asıl yaratıcı eylemlilik de böylece ortaya çıktı. Kitlesel halk eylemleri, kentsel bağlamdaki nesne ve mekânların tasarımcılarının öngördüğü senaryoları aşacak şekilde kullanıldığı durumlara iyi bir örnektir: Bir anda kaldırım taşları cephane, tabelalar kalkan haline gelebilir. Benzer örnekler Tahrir’de de sıkça yaşandı; hatta eylemcilerin ‘ev yapımı’ miğferlerindeki yaratıcı cevher tasarım bloglarının da dikkatinden kaçmadı. Tasarım çevrelerinin olaylara olan ilgisi her ne kadar söz konusu miğferlerle sınırlı kaldıysa da, Tahrir eylemcilerinin TAHRİR MEYDANI: İSYANIN ATEŞLEYİCİSİ Mübarek’i deviren göstericiler başarılarını siyaset kadar Tahrir Meydanı’na yaptıkları yaratıcı müdahalelere de borçlu. için eylemciler geceleri tank paletlerinin içinde uyuyor. nesne ve mekânlara yaptıkları yaratıcı müdahaleler bu ve benzeri alışılagelmiş örneklerle sınırlı değildi. BBC ve The New York Times gibi uluslararası medya kuruluşları Tahrir’deki eylemleri meydanın detaylı fotoğrafları ve üç boyutlu bilgisayar modelleri aracılığıyla takipçilerine bildirdi. Söz konusu fotoğraf ve modeller, ‘isyanın vernaküleri’i olarak tanımlanabilecek bir grup yaratıcı müdahaleyi de belgeliyor. Eylemciler örneğin meydandaki bir fast food restoranını hastaneye dönüştürüyor; ayrıca birçok noktada kurulan sağlık merkezleri normal şartlarda eylemcilerin çoğunun erişiminin olmadığı nitelikteki bir hizmeti onlara bedelsiz olarak sunuyor. Gösterilere çocuklarıyla birlikte katılanlar meydanın bir köşesini kreş işlevi görecek şekilde tasarlıyor. Bir diğer köşede maddi gücü elvermeyenlerin de gazeteleri günü gününe takip edebilmesi için bir basın duvarı oluşturuluyor. Tahrir’in tam ortasında yer alan döner kavşaktaki yeşil alana kamp kuran eylemciler burada geceliyor. Geridönüşüm noktaları oluşturan bir grup eylemci, çevre temizliğini de unutmadıklarını gösteriyor. Makul fiyatlarla satışı yapılan yiyecek ve bayrak gibi ürünler meydanda işleyen bir ekonominin de geliştiğine işaret ediyor. Tahrir’in bir halk kürsüsü de var; isteyenler bu kürsüye çıkarak düşüncelerini kitlelerle paylaşıyor. Ayrıca ordunun Meydan’a ilerlemesini önlemek Göstericilerin yaratıcı müdahalelerinin makro ölçekte de bir takım etkilere neden olduğu söylenebilir. Bu müdahaleler, aslında oldukça alışılagelmiş bir tasarıma sahip meydanın algılanma biçiminde kökten değişikliklere yol açıyor. Sözgelimi, benzer meydanlar planlanırken kitlelere önemli bir referans noktası olarak sunulan bir anıt Tahrir’de de bulunmakta. Ne var ki, bu anıtın ve tasvir ettiği tarihsel kişiliğin eylemciler için pek önemli olmadığı anlaşılıyor. Zira eylemciler kendi önemli şahsiyetleri için yeni anıtlar yaratmakta gecikmiyor. Gösteriler sırasında öldürülenler için bir anı duvarı düzenliyor. Görece daha turistik bir nitelik taşıyan başka bir anıtı da ‘Mısır’ın kalbi’ adını verdikleri yerleştirmeyle gerçekleştiriyorlar. Böylece, eylemcilerin birlikte hatıra fotoğrafı çektirebileceği bir mimarlık öğesi de ortaya çıkmış oluyor. Mübarek karşıtı hareketin asıl güç ve meşruiyetini, tasarım ve planlama ile yakından alakalı olduğu öne sürülebilecek bir eylemlilik sayesinde kazandığı söylenebilir. Söz konusu eylemlilik, slogan atmak ve yürüyüş yapmakla sınırlı kalmıyor; nesneye ve mekâna ilişkin somut önerilerini hemen ve oracıkta hayata geçiriyor. İşte Tahrir’i Tahrir yapan, onu benzerlerinden ayıran ve başarıya götüren de bu: Başka bir dünyanın mümkün olduğunu tahayyül etmekle kalmayıp bunu aynı zamanda yaratıcı müdahalelerle ispatlamak. 06 MİLANO YOLCUSU KALMASIN 28 ülkede yayımlanan Elle Decoration dergisinin düzenlediği EDİDA ödüllerinin Türkiye ayağı sonuçlandı. Kazananlar Milano Mobilya Fuarı’ndaki finale katılarak uluslararası platformda kendini gösterme fırsatı bulacak. Bu yıl Türkiye’de altıncısı düzenlenen Elle Decoration Uluslararası Tasarım Ödülleri’nin final gecesinde toplam 13 kategorinin ödülleri sahiplerini buldu. Dekorasyon, tasarım ve stil dünyasının ünlü isimleri Wan-na’da düzenlenen bu özel davette bir araya geldi. Dünyanın 28 ülkesinde yayımlanan ve bir numaralı dekorasyon ve yaşam stili dergisi olan Elle Decoration’ın profesyoneller tarafından sıkı takip edilen uluslararası tasarım ödülü EDIDA, Türkiye finali ödül töreninde sektörün pek çok renkli ismini buluşturdu. Final gecesinin adresi son zamanların en gözde mekanlarından biri olan Wan-na’ydı. Uluslarası çapta gerçekleşen en büyük tasarım organizasyonlarından biri olarak kabul edilen bu ödüller için her ülkenin yayın ekibi, önceden belirlenmiş olan kategorilerde en iyileri seçip, adaylarını uluslararası arenada yarışmak üzere EDIDA’ya gönderiyor. 2010-2011 Türkiye adayları ise yine yoğun ve titiz çalışmalar sonucu belirlendi ve işte bu muhteşem gecede ödüller sahiplerine sunuldu. Public’te gerçekleşen ödül töreni, davetlileri coşturan DJ performansıyla devam etti. Ulusal seçmelerde ödül kazanacaklar, Mayıs 2011’de Milano Mobilya Fuarı kapsamında gerçeklecek Uluslararası EDIDA’da en iyiler platformunda ödül avına çıkacaklar. EDIDA’nın Galipleri Mobilyada ‘Holy masa’yla Autoban. Oturma grubunda ‘Fek’ adlı tasarımla Derin Sarıyer. Kumaş kategorisinde Tulu tekstil için tasarladığı ürünü tasarımıyla Elizabeth Hewitt. Aydınlatmada Tepta aydınlatma için tasarladığı ‘Atlantis’ adlı tasarımıyla Barlas Baylar. Masaüstü aksesuarları kategorisinde Gaio&Gino için tasarladığı ‘Eye Collection’la Sebastian Bergne. Duvar kaplaması kategorisinde Kalebodur adına tasarladığı ‘Cube&Dot’ adlı tasarımıyla Tamer Nakışçı. Zemin kaplamada Stepevi adına tasarladığı ‘Miraje’ adlı tasarımlarıyla stepevi tasarım ekibi Atilla Kuzu. Banyo kategorisinde ‘Plus White Station’ adlı tasarımıyla Bora Çakılkaya. Yatak odası kategorisinde ‘Hendel’ adlı tasarımıyla Faruk Malhan. Dış mekan kategorisinde ‘Madam Dakar’ adlı tasarımıyla Ayse Birsel. Yılın genç yetenek ödülü ‘Domestic’ adlı tasarımıyla Meriç Kara. Yılın tasarımcısı olarak Atilla Kuzu. 27/02/2011 07 Türkü Şahin turkusahin@hotmail.com BİZİM İÇİN ÖZGÜN OLUN! Fiat’tan Samsung’a alanında söz sahibi firmalarla çalışan ve tasarımda büyük bir tıkanma yaşandığına inanan Claudio Bellini Officexpo için İstanbul’daydı. CNR şubat ayında Officexpo Fuarı’nın ikincisi ile Türk ve dünya tasarımcılarına kapılarını açtı ve fuarın onur konuklarından Claudio Bellini’nin de içeri girmesine vesile oldu. Tasarımdan, bu sıklıkla kullanılan kelimenin günümüzde nasıl algılandığına; İtalya’da bir tasarımcı olmaktan, tasarımın bugün geldiği noktaya kadar birçok şey konuştuk. İşte tasarımcı kimliği ve tasarıma bakış açısı ile kısaca Bellini... sorup, Fellini, başka bir çok Bellini, Michelangelo, Da Vinci gibi birçok yaratıcı isme hayat vermiş İtalya’da doğmuş olduğunu hatırlattığımızda ise bir daha dünyaya gelse yine İtalyan olarak doğmak isteyeceğini, ama dünya üzerinde çok etkileyici ve orada bulunduğu vakit zarfında çok mutlu olduğu şehirler olduğunu söyleyip New York, Tokyo ve Melbourn’u örnek veriyor. “Ve daha bir çoğu…” diye de ekliyor. Claudio Bellini, 48 yaşında bir mimar ve tasarımcı. Fiat’tan Samsung veyaThonet’ye kadar alanında söz sahibi birçok firma ile çalışıyor. Bu mesleğe adım atmasındaki en büyük ilham kaynağı ise, küçük yaşta onun atölyesine giderken tasarımdan büyülenmeye başladığı babası ünlü mimar ve tasarımcı Mario Bellini. Ancak bunu, mesleki başarısında ona en işe yarayacak kapıları açan bir fırsattan çok, kendini daha çok kanıtlamasını gerektiren, önüne açılan her kapıda “Peki sen kimsin?” değil belki ama “Burada olmayı hak ediyor musun, göster bakalım…” dedirten bir olgu olarak aktarıyor. Çünkü kendini kanıtlamak, önünüzde herkesin sizi kıyaslayacağı başarılı bir örnek varken daha da zorlaşıyor. Tasarımdan ise bugün bir ağız dolusu söz edildiğine, ancak ortaya çok fazla bir şey çıkmadığına değiniyor yetenekli tasarımcı ve çok büyük bir tıkanma yaşandığından yakınıyor. Ortaya çıkan işlerin çoğunun ego bazlı olduğunu, tasarımın insanların ihtiyaçlarından yola çıkmasından ziyade insanların içgüdülerini tatmin etmeye yaradığını söylüyor. Sanat yapmaktan daha farklı görüyor tasarımı, güdülen estetik kaygılar, ya da tasarımcının kişiliğinden bir şeyler katması açısından sanatla benzeştirse de, müşteri ihtiyaçlarından doğması açısından da ayırıyor sanattan. Estetiğin işlevsellikle harmanlandığı akımların söz sahibi olduğu 20. Yüzyıl başından günümüze tasarımda çok şeyin değiştiğine değiniyor. Bellini’nin severek çalıştığı projeler genellikle müşteri ile en uyumlu ve dostça ilişki kurabildikleri, ihtiyaçların en iyi anlaşıldığı ve insan ilişkilerinin düzgünce yürütüldüğü projeler oluyor. Türkiye’nin tarihi ve kültürel açıdan çok zengin bir yer olduğunu ve tasarımcılara ilham verecek çok şey barındırdığını düşünüyor Claudio Bellini. “Avrupa’nın da daha önce görmediği şeyler ortaya çıkarmalı Türk tasarımcılar, kendilerinden yola çıkan özgün ürünler üretmeliler.” diyor ve ekliyor: “Sadece kendiniz için değil, bizim için de...” Uzakdoğu’dan da oldukça etkileniyor, “Başka bir dünya” diyor ve potansiyelinin çok büyük olduğuna değiniyor. Mimari projeleri için orayı tanımaya yetecek bir süre bulunduğu şehirler arasında “burada da doğmuş olmayı, ya da yaşamayı isterdim” diyebileceği bir tane olup olmadığını Değiniyor, söylüyor, konuşuyor, yakınıyor, şöyle düşünüyor, böyle düşünmüyor ve bu sayfayı işgal ediyor, çünkü Claudio Bellini, tasarımın tüm hak ettiklerini yerine getiren, iletişimin kişisel yeteneklerle birleştiği işler ortaya koyarak tasarımın evrenselliğine profesyonelce destek olan bir dünya tasarımcısı. Sırtlandığı ödüllerse sadece bir yansıma... 08 Ömer Durmaz omer.durmaz@yahoo.com.tr Dünyanın ilk ‘tablet’ bilgisayar gazetesi “The Daily” geçen aydan itibaren yayımlanmaya başladı. İnternet gazetelerinden ya da geleneksel medyadan farklı bir deneyim sunan ve günlük çıkan ‘tablet gazete’, sadece iPad’e özel tasarlandı; basılı bir versiyonu yok! Merakla beklenen “The Daily”nin çıkışı, tablet bilgisayarların satışıyla başlayan “yazılı basın öldü” tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Gelecekbilimci Ross Dawson, basılı gazetelerin ülkelere göre “ölüm” yıllarını dahi açıkladı: “2040 yılına dek 51 ülkede artık gazete basılmayacak. Türkiye’de ise gazetelerin nesli 2036’da tükenecek.” İnternet gazetesi, basılı gazetenin rakibi değil destekleyicisi olmuştu. iPad, Samsung Galaxy gibi tabletler ise gazetelerin yeni ve güçlü rakipleri. Ağustos ayında yapılan bir araştırmaya göre Kindle’dan e–kitap okuyanların sayısı %68’den %44’e inmiş. iPad’den kitap okuyanların sayısı ise %16’dan %32’ye çıkmış. Yani model tabletler sayesinde Kindle gibi ürünlere de ihtiyaç kalmayacak. Tablet bilgisayarların fiyatları zamanla düşeceği için kullanımı daha da yaygınlaşacak. Tasarımcı Oliver Reichenstein, iPod’un müzik endüstrisini kurtardığı gibi iPad’in de yayın endüstrisini kurtaracağını söylüyor... Buradan şunu anlamamız gerekiyor: iPad yayıncılıkta birçok köklü TEKNOLOJİ ‘ÖĞRENMEYE’ ÇAĞIRIYOR 2040 yılında dek 51 ülkede gazete basımı son bulacak. Öyleyse kolları sıvamanın zamanı geldi de geçiyor! değişime neden olacak! Gelişmeleri görüp vizyonunu buna göre belirleyen bazı şirketler, şimdiden yayınlarının dijital versiyonlarından elde ettikleri gelirin, fiziksel versiyonlarının gelirini geçtiğini açıklamış bulunmaktalar. Bu nedenle iletişim uzmanları ve gazeteciler, tablet bilgisayarlarla güçlenen dijital medyanın geleceğinin parlak olduğu fikrinde birleşiyorlar; ancak basılı gazetelerin sona ermesi için kat edilmesi gereken çok yol olduğunu da belirtiyorlar. Tablet bilgisayarlar, içeriği tüketicilere sunarken yeni deneyimlere kapılar açarak okurların yayınlarla kurdukları ilişkinin samimiyet oranını artırmaktadır. Tablet bilgisayar uygulamaları, yayınları iyi vakit geçirilen bir çokluortam eğlencesi olarak yeniden tanımlamaktadırlar. Böylesi bir çokluortam aracı, gazetelerin okunmasını daha fazla teşvik etmekte, özellikle gençlerin ilgisini çekmektedir. Yayınlar içerisine video ya da kullanıcı deneyimine izin veren etkileşimli reklamların alınması, diğer okuyucular arasında sosyal ağ paylaşımlarına olanak sunması ve mikro–ödeme kolaylıklarıyla satın alma kararlarını hızlandırması, dijital yayıncılık için yepyeni bir dönemin başladığının göstergesidir. Görsel iletişim tasarımı açısında buradaki temel soru; iPad gibi tabletlerin, grafik tasarımcıların işini nasıl etkileyeceğidir! iPad’in yarattığı kullanıcı deneyimi, içeriği sunan gazeteciler için neden önemliyse, içeriğin sunuşunu tasarlayanlar için de o derece önemlidir. Sayfa tasarımcısı Mario Garcia’ya göre bu yeni dönemde haberin dört farklı versiyonu bulunuyor: “Mobil versiyon, İnternet versiyonu, Basılı versiyon, Tablet (iPad) versiyonu.” Garcia’ya göre geleneksel basın, kimilerinin iddia ettiğinin aksine yok olmayacak, ama çevrimiçi ve tablet uygulamalarını doğru şekilde kullanamayanlar etkilerini yitirecekler. Temeller aynı... Konunun özü şu ki, “grafik tasarımın temel ilkeleri” pek de değişmeyecek; tasarımcılar olarak uymak zorunda kaldığımız yeni teknolojilerden bağımsız olarak, tasarım dünyasına hükmetmeyi sürdürecekler. Asıl soru; tasarımcıların, yeni teknolojiler ortaya çıktığında hangi yöntem ve tekniklere uyum sağlaması gerektiğidir. Örneğin İnternet, grafik tasarım endüstrisinde tamamen devrim yaratmıştı. Tasarımcılar yeni beceriler edinmek zorunda kalmışlardı. Bu nedenle tasarımcıların, iPad ve onun halefleri gibi teknolojik aletler için de öğrenmesi gereken önemli farklılıklar bulunuyor. Sonuç olarak iletişim tasarımcıları, tasarımın sürekli değişen ritmine bir kez daha ayak uydurmak zorunda kalıyorlar. Ekip çalışmasının ve disiplinlerarası üretimin daha fazla öne çıktığı dijital yayıncılığın bu yeni döneminde, görsel iletişim tasarımcıları için yaratıcılığın ve teknik yeterliliğinin çıtası tekrar yükselmekte. Eğer tasarımlarınızla okuyucuların ya da tüketicilerin gelecekte de dikkatini çekmek istiyorsanız bu yeni ortama hızla hakim olmanız gerekiyor! 27/02/2011 09 Dr. Banu Pekol bpekol@gmail.com ‘NIPPOLITANO’ BİR TASARIMCI: ISAO HOSOE Ünlü tasarımcı Isao Hosoe, Kale için yeni bir projeye imza attı. Origami adını verdiği koleksiyonu için İstanbul’a gelen Hosoe tasarım yaklaşımını anlattı. İstanbul Moda Haftası’nın tam ortasında buluştuk sizinle, yeri gelmişken moda ile ilgili fikirlerinizi sorarak başlayalım. Belki de bunu hanımlara sormak lazım, özellikle de tepeden tırnağa simsiyah giyinmiş olanlara. Siyah bluzun üzerine siyah ceket, altına siyah pantolon ve siyah ayakkabılar. Siyah, siyah ve yine siyah! Bu siyah merakı çok ilginç gerçekten. Biliyorsunuz aslında tamamen siyah giyinmek din görevlilerine has bir tarz olarak ortaya çıktı, aynı zamanda da bu renk yas tutmanın bir simgesi. Nasıl oldu da böyle ciddi ve hatta hüzünlü, acı ile özdeşleştirilen bir renk modanın merkezine başarıyla yerleşti ve yıllardır orada duruyor, sorgulamak lazım bence. Peki, tasarım modanın neresinde konumlanıyor? Bu odanın dışının şu an tamamen moda ile dolu olduğunu düşünürsek, tasarım da aslında bir tür moda. Moda bir iletişimdir aslında. Her zaman ileriye doğru da değil, bazen geriye doğru işliyor bu iletme süreci. Eğitiminizi Japonya’da uzay/uçak mühendisliği üzerine almışsınız. Bu alandaki tasarımlarınız hangileri? Sadece insan bedeninin gücüyle çalışan tek kişilik bir uçak tasarlamıştık o zaman, gerçekten de uçabiliyordu. Bu uçak bir sergi için Milano’ya getirildi, ama sergi sonrasında –nasıl olduğunu halen bilmediğim bir sebepten- uçak kendiliğinden uçup gitti ve kayboldu! Bu benim tasarımlarımın başlangıç noktasıydı diyebilirim. Tasarımın mühendisliğe katkısını bugün nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir örnek vereyim: NASA için çalışmış bir Koryo Miura adında astrofizikçi var. Onun origaminin katlama mantığını kullanarak geliştirdiği ve şimdi ‘Miura katlaması’ olarak geliştirilen şekil, Japonya’nın 1995 yılındaki Uzay Uçuşu Birimi’nin uydularına bağlı büyük güneş panelleri kullanıldı. Bu tasarım sayesinde güneş panelleri, uzaya taşınma sırasında katlanmış oldukları için çok az yer kaplıyor ve onu uzayda kurmak (veya tekrar kapatmak) için sadece karşılıklı uçlardan, tek bir hareketle çekmek yetiyor. Dolayısıyla hem taşınması hem de kurulumu kolay bir güneş paneli ortaya çıkıyor. Bu tasarımdaki 90 derecelik katlamadan kaçınma şekli aslında kartezyen düşünce sisteminin dışında olmaktan kaynaklanıyor. Batı dünyası ve modern toplum hep kartezyen eğitiliyor, düşünüyor, tasarlıyor. Japonya’da origami’de de göreceğiniz gibi en önemli derece 90 değil. Ara dereceler sayesinde zigzaglar ve kıvrımların sunduğu farklı çözümler ortaya çıkıyor. Seramik tasarımlarımızda da benzer şekilde origami’den esinleniyoruz. Seramiklerin aynı zamanda geleneksel bir özelliği olması da bunda etkili tabii. Bana özellikle seramiklerin pişirildiği ocaklar çok etkileyici geliyor. Belirli bir şekilde içeri giren bir malzeme, müthiş bir sıcaklığa maruz kalıyor ve bambaşka bir şey olarak dışarı çıkıyor. Ocakların bu değiştirme ve dönüştürme kapasitesi bence büyülü bir özellik, bunu bir Disney filminde kullanmalılar aslında. Kartezyen düşünce sisteminin dışına çıkmanın sunduğu yaratıcı çözümler ne olabilir? Bu noktada aklıma New York’taki Broadway aklıma geliyor. Birbirini 90 derecelik açılarla kesen sokaklardan oluşmuş, düzenli bir bölge. Ancak burada bir yer var ki bu dik açılı sokak düzenini göremiyoruz, sokaklar eğri büğrü ve karmaşık bir geometriye sahip. Meğer bu yollar, Kızılderililer orda yaşadığı dönemde hayvanların yürüyüş patikalarının genişletilmiş şekliymiş. Bu bölge günümüzde tiyatro, bar ve kafelerin yaşadığı yer. Ama sadece bu tür kıvrımlı yollar görsek de çok heyecanlı olmazdı. Benim asıl ilgimi çeken bu iki sistemin beraber yarattığı tezat. Bir tarafın katı, bir tarafın da değişken olması lazım daima. Peki, siz katı mısınız değişken mi? Seramik tasarımında benzer bir esin kaynağınız var mı? Bu konuda hep aynı cevabı veriyorum: “duruma göre değişir”. Baştan cevabı asla bilmiyorum, hatta öğrencilerime de bunu öğretmeye çalışıyorum. Karşılaştıklarım sayesinde bir değişim geçirmeye açığım. Bir arkadaşım benimle ilgili ‘Nippolitano’ demişti, yani ne Nippon, ne Napoliten, ama değişim geçirmiş biri olarak her ikisi birden! Filozof Charles Sanders Peirce’in geliştirdiği ‘abduction’ (tahmin etme) teorisinden etkilendiğinizi ifade ediyorsunuz, açıklar mısınız? Bu teori aslında hataların yaratıcı sonuçlar veya çözümlere yol açabileceğini savunuyor. Ben de bu tür tahmin veya tesadüflerin tasarımda yaratıcılık için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ama tabii bu sonuçların başarılı olup olmaması da “duruma göre değişir”. Tasarımlarınızdaki plastik kullanımını ekolojik/yeşil çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz? Plastiğin neden yapıldığını düşünmek lazım önce. Plastik, ham petrolden yapılıyor, ham petrol ise bizden çok önce var olmuş yaşam formlarının başkalaşım geçirmiş bedenlerinden oluşuyor. Ama günümüzde plastik kullanmamak da mümkün değil. Dolayısıyla plastikten yapılmış ürünlerin dayanıklı ve uzun süre kullanılabilir olmasına önem veriyorum, sonuçta atalarımızı çabucak tüketip atmak onlara saygısızlık demek... 10 Dr. Banu Pekol bpekol@gmail.com İki hafta önce de olduğu gibi, her sene sevgililer gününde tasarımcıların kendilerini daha da zorlaması, daha önce olmayan hediyeler üretmesi gerekiyor. Naoto Fukasawa’nın gerçekçi ve anatomik şekli ile alışılmış hediyelerin arasından sıyrılan, çikolatadan yapılmış kalbi bu yılın yeni sevgililer günü hediyeleri arasında. Eğer çikolata fazla klasik geliyorsa, alternatif olarak eskiden grafik tasarımcı olup artık pastacılık yapan Lily Vanili’nin ‘kanayan’ kalpleri var: kırmızı kek üzerine şekerli bir üst katman ve son olarak kiraz ve frenk üzümü suyundan ‘kan’ şerbeti. Londra’ya yolu düşenlerin satın alabileceği bu kalplerden her birinden kazanılan ücretin %20’sinin kanser hastası gençlere destek veren Trekstock adlı hayır kurumuna aktarılması bu tasarımı bir anda daha ‘sevimli’ kılıyor. Vanili, yenilebilir tasarımlarını aslında tüm önemli günler için üretiliyor; özellikle de Cadılar Bayramı için yaptığı ürkütücü küçük kek serisi görülmeye değer. TASARIM VE YEMEĞİN TATLI KESİŞİMİ Pantone kurabiyeler, pastaya dönüşmüş evler... Mutfakta ise grafik tasarımcılıktan pastacılığa geçenler, endüstriyel tasarımı yemek üzerinden tanımlayanlar... Tasarımcılar kendilerine yeni bir çıkış yolu mu arıyor dersiniz? eaeae 1995’ten beri ‘yemek tasarımı’ yapan Marti Guixe, bu güne kadar pastaların üzerinde içeriklerinin oranını göstermekten, 7 adımda yenilecek ve ısırma yerleri işaretlenmiş bisküvilere kadar birçok esprili iş çıkarmış. Guixe’nin işlerini fotoğraflayan Inga Knölke, 1999 yılında “yemek tasarımcısı, yemekle çalışıp yemek pişirmek hakkında en ufak fikri olmayan kişidir” demişti. Bugün artık sınırların çok daha belirsizleştiğini söyleyebiliriz. Peyzaj yönetiminin ardından aşçılık okumuş olan Melodie & Brenton’ın yaklaşık 52 saatlik bir sürede tasarlayıp, pişirip süslediği pastanın özelliği, modernizmin öncü mimarlarından Amerikalı Frank Lloyd Wright’ın 1935’te yaptığı ünlü Fallingwater evini kopyalaması. Bu dönemin geometrik formları pastacıların işine gelmiş olacak ki, San Francisco’daki Modern Sanat Müzesi (MOMA)’nın kafesine gidenler de müzenin koleksiyonunda gördüğünüz kimi eserlerin kek şekline dönüştürülmüş hallerini tadabiliyorlar. Bunlar arasında en renklisi, Piet Mondrian’ın 1930 tarihli ‘Kırmızı, Mavi ve Sarı ile Kompozisyon’ adlı tablosunun keki. Tasarım ve tatlıların beraberliği jölede de kendini gösteriyor: Bompas & Parr ekibi, Londra’nın önemli mimari eserlerini jöleden yapmakla kalmayıp, bunları kendi evinde de tekrarlamak isteyen meraklılarına bir de tarif kitabı hazırladı. Kitapta sadece görsellik konusunda yeniliklerle değil, aynı zamanda da jölede alışılmamış tatlarla karşılaşıyoruz: şampanya, çiklet, meyankökü.. ve hatta karanlıkta parlayan jöle tarifi bile var! Pantone renk kodlarını t-shirtler, defterler ve kupalar üzerinde görmeye alışmışken, şimdi de kurabiyelerde karşımıza çıktılar. “Bunu neden ben düşünmedim ki” dedirtecek cinsten, gıda boyalarının titiz bir karışımıyla ortaya çıkan bu kurabiyeler, tasarımcı ve çizer Kim Neill’in mutfağının/stüdyosunun ürünü. Özellikle son sene içinde İstanbul’da pek popüler olan macaron’ların rengârenk olması onları yeterince sevimli yapıyor diyebiliriz. Ama bununla yetinmeyip dükkânın tamamını sattığı tek şey olan macaronları öne çıkarmak üzere tasarlamış olan “Theurel&Thomas Maison de Macaron’, bu tatlının başkenti Paris’te değil, Meksika’da San Pedro şehrinde! Meksikalı marka danışmanı şirket Anagrama’nın tasarladığı dükkân tamamen beyaz renkte düşünülmüş: tabii ki macaronlar hariç! Macaron’dan bahsetmişken, John Galliano’nun önde gelen Fransız macaron şirketi Laduree’nin gül ve zencefil tadındaki macaronlarının kutularını tasarladığını da söylemek lazım. Yemeklerde sadece masaya servis edilenlerin değil, aynı zamanda tariflerin de bir tasarım içermesi gerektiğine inanan sanatçı ve illüstratörler bir araya gelip www.theydrawandcook. com sitesinde çizimlerini yayınlamaya başladılar. Yemek tariflerinin sıkıcı olduğunu düşünenler bir de buradaki Çin yemeği veya sıcak şarap veya meyve salatası tarifine bakmalı. Bu yazıyı okuyup bitirenlerin canı tatlı çekmişse kabahati tamamen tasarımın üzerine atıyor, aynı zamanda da bu yaratıcı işleri yapanlara “aklınıza/elinize sağlık” diyoruz. 27/02/2011 11 Aslı Ayşen Aydın asliaysen@gmail.com Acaba hiç düşündünüz mü “mekân”ın hayatımızdaki önemi ne kadar? Ev, ofis, okul, sosyal ve kültürel alanlar dediğimizde gözünüzün önüne bir anda sadece duvarlar değil acı ya da tatlı belirli “an”lar da gelmiyor mu? Üstelik o mekânda geçirdiğimiz zaman, bu zamanın sürekliliği ve fiziki koşullarını da düşündüğümüzde deneyimlerimiz bakış açımızı ya da ön yargılarımızı şekillendirmiyor mu? Ana sınıfından başlayıp yüksek öğretime kadar devam edersek en az 15 yıl farklı eğitim kurumlarında zaman geçiriyoruz. Evrim bu kurumlar için de geçerli olsa bile ne eğitime katılım ne de hizmet kalitesinde hâlâ standardizasyon sağlanabilmiş değil. Gelişmekte olan ülkeler ekonomik ya da altyapısal sorunlar nedeniyle düşük kalan eğitime katılım oranını artırmaya çalışırken, gelişmiş ülkeler de eğitim kalitesini yükseltmek için mücadele ediyor. Bu yüzden Birleşmiş Milletlerin 2015’e kadar çözmeyi arzuladığı Milenyum Hedefleri’nin 2. sırasında “eğitim” yer alıyor. ÜÇÜNCÜL ÖĞRETMEN: MEKÂN Cannon Design, VS America ve Bruce Mau Design’ın “Third Teacher” projesine göre 3 öğretmen var: “Ebeveynler, akranlar ve fiziksel çevre.” “Third teacher” projesi de eğitim sorunlarıyla boğuşan Amerika’dan doğuyor. Kaliteli bir eğitim için “mekân”ın ne kadar önemli bir dönüştürücü güce sahip olduğunu gösteren kitap, herkesin kolaylıkla uygulayabileceği fikirleri 79 maddede toparlıyor. “Third teacher” ismini, II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’nın kuzeyindeki Reggio Emilia kasabasında “eğitim her çocuğun hakkı” fikriyle yeni bir okul sistemi geliştiren Loris Malaguzzi’den alıyor. Malaguzzi’ye göre çocukların 3 öğretmeni bulunuyor: “Ebeveynler, akranlar ve fiziksel çevre.” İngiltere’de 2006’da kurulan British Council for School Environments’ın hedefi de ülkedeki okulları baştan aşağı değiştirerek mekânları mükemmel öğrenme alanlarına dönüştürmek. 2008’de başlattıkları “Big School Makeover” Projesi basit bir renovasyon çalışması gibi görülse de sosyal paydaşların katılımcılığını sağlamak, daha davetkâr ve keyifli mekânlar yaratmak ve sosyal etkiyi artırmak adına büyük bir paylaşımı içeriyor. Alternatif yaklaşımlardan bir diğeri ise Bali’de John Hardy’nin kurduğu “Green School”... Sadece 2 yıl önce kurulmuş olan okul “Geleceğin Yeşil Liderleri”nin yetiştirilmesini hedeflerken eğitim modeli ile de sürdürülebilirlik için eşsiz bir örnek oluşturuyor. “Green School”, ana sınıfından liseye kadar Bali’nin yemyeşil coğrafyasında duvarsız bambu evlerde doğayla iç içe bir eğitim sistemi sunuyor. Danimarka’da doğan ve 2005’ten bu yana küresel sorunlara tasarım aracılığıyla çözüm bulmuş fikirleri ödüllendiren INDEX: genç tasarımcıları da unutmuyor. Halen okuyan veya yeni mezunların katılabildiği 2010 yılındaki yarışmanın ana teması eğitim, alt başlığı da gelişmekte olan ülkelerde eğitime katılımı kolaylaştırmaktı. Şubat 2011’de François Verez and Ane Eguiguren’e ödülü getiren “Teddy Bag”, çalışma masasına dönüştürülebilen modüler bir sırt çantası. Temel ihtiyaçları karşılaması ve hareket kabiliyeti sınırlı olan sınıfa mobilite katması açısından ürün tam da “Third teacher”ın dikkat çektiği sadelik ve kolay uygulanabilirliği içeriyor. Proje, Cannon Design, VS America ve Bruce Mau Design’ın ortak çalışması... Cannon Design, 1958’den beri yapı ve iç mimariye yönelik projeler yürütürken, VS America 110 yıllık deneyimiyle eğitim sektörü için mobilya üreten liderler arasında. Bruce Mau Design ise kurucusunun yayınladığı “Incomplete Manifesto” ile dikkat çeken multidisipliner bir ofis. Bu üçlü güçlerini birleştirerek mekân ile öğrenme arasındaki ilişki ve bu ilişkinin nasıl bir çarpan etkisi yaratabileceği üzerine çeşitli fikir önderleriyle bir araya geliyor. Görüşleri alınanlar arasında TED (Technology Entertainment Design) sayesinde tanıdığımız “The Element” kitabının yazarı ve danışman Sir Ken Robinson, bilim insanı ve çevreci David Suzuki, her daim inovatif ve öncü Dyson markasının kurucusu James Dyson bulunuyor. Bu kadar zengin bir bakış açısı eğitimin geleceğine yönelik önemli bir yol planı çiziyor. Sekiz bölümde toplanan bu öneriler ergonomiden yaratıcı düşünmeye, sürdürülebilirlikten dijitalleşmeye kadar çeşitli başlıkları kapsıyor. Üstelik, değişimin en Amerikan Mimari Vakfı’nın yürüttüğü “Great Schools by Design” çalışması da daha kaliteli bir eğitim sürecinin mimari olarak nasıl kolaylaştırabilecekleri üzerine çalışmalar yürütüyor. İngiliz hizmet tasarımı ajansı Engine Design’ın hükümet tarafından desteklenen “Building Schools for the Future” için yürüttüğü çalışmada ise yapıdan önce çocuğun eğitimi ve sosyal hayatını şekillendiren sistem adımlara ayrılıyor. Öğrencinin her yaş döneminde yaptığı etkinlikler, faaliyetler, ihtiyaç ve arzuları göz önünde bulundurularak “mekân”ın nasıl tasarlanacağı için taslak oluşturuluyor. önemli ölçütlerinden biri olarak demokratikleşmeyi ve çocukların katılımını gösteriyor. Mesela genç nüfusun daha çevreci olabilmesi için atılabilecek temel adımlardan biri eğitim alınan mekânların LEED prensiplerine göre inşa edilmesi olarak değerlendiriliyor. “Third teacher”, altyapı sisteminin şeffaflaştırılması ile çocukların gerçek dünya hakkında daha bilinçli olmalarının sağlanacağına inanırken, rahatlığı ve dayanıklılığı sağlayan masa ve sandalyelerin sınıftaki konsantrasyonu ne kadar artırılabileceğini de ispatlıyor. Şanı kıtaları aşmış nice tasarımcılarla çalışarak ödül kazanan mekânlar yaptırmak mümkün. Ancak bilgi paylaşımının demokratikleştiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu yüzden “iyi bir yaşam herkesin hakkıdır”ı savunan multidisipliner takımlar tasarımcılarla bir araya gelerek çözüm üretiyor. İçinde yaşadığı toplumun sorununu fark edip bunları ortadan kaldırmak için çalışanlara düşen görev de gelişmeleri yakından takip etmek ve kendilerine en uygun olan alternatifi hızla uygulamaya geçirmek. Çünkü daha iyi bir dünya ne olursa olsun mümkün... 12 Seda Kayım MODAYA LÜK skayim@yem.net Diane von Fürstenberg Claridge’s, Londra MİMARLIK MI K Karl Lagerfeld Moda dünyasının “baskı kraliçesi” Belçika asıllı Diane von Fürstenberg – ya da popüler akronimi ile DvF, iç mekan tasarımı işine, neredeyse otuz yıldır sadık müşterilerinden olduğu Londra, Mayfair adresli Clarigde’s ile atıldı. “İflah olmaz bir gezgin” olarak projeye “konuğun gözünden” yaklaştığını ifade eden ikonik anvelop jarse elbiselerin tasarımcısı, Claridge’s için süit ve stüdyoları kapsayan 10 adet odayı, imzası olan neon renklere ve iri desenlere büründürdü. Kendi sözleri ile otelin Art Deco resmiliğini güncelleyen ve onu “bir fantezi” haline getiren Fürstenberg’in, Clarigde’s ile ilk işbirliği ise aslında bu değildi: DvF’in 2009 sezon arası koleksiyonu ilhamını, tam olarak da bu otelin atmosferinden alıyordu. – Schlosshotel im Grünewald, Berlin Versace Palazzo Moschino Chanel’in arkasındaki eksantrik ve egosantrik beyin Karl Lagerfeld’in, 1912 yılında Kaiser Wilhelm’in “sağ kolu” Dr. Walter Pannwitz tarafından inşa ettirilen bu şatoyu elden geçirmesinin, bir tür “tencere-kapak” ilişkisi ortaya koyduğu söylenebilir. Görkem delisi ve sansasyon meraklısı tasarımcının, imza attığı tüm koleksiyonlarda kendisini hissettiren neo-gotik ve barok eğilimlerini dışa vurması için, varaklı çerçeveler ve ahşap duvar panoları ile donatılmış bir saray yavrusundan daha uygun bir ortam düşünülebilir mi? Sonuç: Asistanlarını müzayedeler ile antikacılar arasında koşuşturmuş bir Lagerfeld’in dönem tabloları, cibinlikli yataklar, ışıltılı avizeler ve eskitilmiş görünümlü aynalar ile süslediği desatüre soğuklukta mekanlar… Versace, Gold Coast Avustralya Maison Moschino, Milano Moda tasarımcısı imzalı ilk otel olmanın haklı gururunu yaşayan Palazzo Versace, 2000 yılından bu yana, markanın lüks ve pırıltılı yaşam tarzını konukların “gözüne sokuyor”. 2008’de Donatella Versace’nin gözetiminde 8 milyon TL’lik bir renovasyondan geçen 205 odalı, saray unvanlı tatil köyünde, ev tekstilinden çatal bıçağa, banyo aksesuarından halıya kadar yer gök Versace marka. Yüksek fiyatları nedeniyle; “Versace’yi yaşamak mı, giymek mi daha kârlı?” sorusunu akıllara getiren otelde, markanın tasarımları dışında ancak, şaşaalı antikalara yer açılmış. Avustralya’yı uzak bulan lüks tutkunları, bu yıl tamamlanacak Palazzo Versace Dubai’yi beklemek durumunda… Mizahi tasarımlarıyla ünlü moda(d)evi Moschino, “Cheap&Chic” üslubunu, 2010’da Milano’da açılan Maison Moschino’ya da yansıttı. 1840 tarihli gar binasını 65 odalı bir otele dönüştüren Moschino kreatif direktörü Rosella Jardini; masallardan ilham aldı. Moda tutkunlarını mest edecek elbise formlu aydınlatma elemanları otelin dört yanına serpiştirilirken, aynı form kimi zaman şık bir yatak başına dönüşüyor. Ağaç ve sarmaşıkların iç mekana taşındığı, pasta ve kurabiyelerin yatak üstlerine konuşlandığı otel, konuklarını “tavşan deliğinden içeri çekmekte” kararlı. Hoşunuza giden objelerin satışa sunuluyor olması da cabası! Moda tasarımcılarının maharetli ellerini d pazar teşkil ediyor. Modanın “iktidar evleri” sektörü, prestij anlayışını sağlamlaştıraca ortaya “hautel couture” konsepti çıkıveriyo Christian Lacroix Hotel Notre Dame, Paris İflası resmileşen Christian Lacroix modaevi, markanın namını tasarım otelleri ile sürdürüyor. Paris’e kazandırdığı eksantrik butik oteller, Hotel Bellechasse ve Hotel du Petit Moulin’in ardından, Notre Dame Katedrali’ne nazır 400 yıllık bir yapıya sihirli değneğini dokunduran Lacroix; “Melekler”, “İlahi Bahçe” gibi temalar üzerinden gotik katedrale göndermede bulunuyor. Tüm zamanların ve kültürlerin kesişiminde bir “patchwork” yaratmak istediğini vurgulayan tasarımcı, tarihi havayı çağdaş üslupla harmanlıyor. Halılarda Ortaçağ yol kaplamalarının, duvarlarda Rönesans resimlerinin kullanıldığı otel, misafirlerini zamandan soyutlayarak onlara iç yolculuk deneyimi vaadediyor…muş. 27/02/2011 13 KS VE PRESTİJİ KAZANDIRACAK? değdirdiği otel konsepti, yeni yükselen bir ” için konaklama ve ağırlama odaklı hizmet ak taze bir pazarlama aracı haline geliyor; or. Mimarizm ekibi konuyu masaya yatırdı. Philip Treacy G Hotel, İrlanda Giorgio Armani Armani Hotel, Dubai Armani’nin New York’tan Şangay’a ulaşması planlanan otel zincirinin ilk halkası, “dünyanın en yüksek binası” unvanlı Burj Khalifa içinde açıldı. Gökdelenin 37 katını kaplayan otel, 5 yıllık bir süreçte ve bizzat Giorgio Armani tarafından tasarlandı. Modacının imzası sayılabilecek minimalist tasarımsal çizgiler, pastel renkler ve bolca “Armani Casa” ürünü ile donatılmış işletme, bir yandan da yapının görgüsüzlük mertebesinden kötü şöhretine, üstelik “zebra desenli ahşap panel”lerin anlatamayacağı bir züppelikle eklemlendi: her bir misafir için “kişiye özel yaşam koçları”nın atanacağı belirtildi. Oscar de la Renta Puntacana Resort, Dominik Cumhuriyeti Louis Vuitton Cheval Blanc, Courchevel Lüks tüketim ürünleri grubu Moët-HennessyLouis Vuitton’un başkanı Bernard Arnault’nun mülkiyetindeki Cheval Blanc, Fransa’nın meşhur kayak merkezi Courchevel’de bulunuyor. Lüksün simgesi Louis Vuitton söz konusu olunca, mütevazı dağ oteli konsepti de sofistike bir hal alıyor doğal olarak. Cheval Blanc’ın kapasitesi 34 oda ile sınırlandırılarak, mekanlar bol keseden kullanılmış. Zira böyle güzide bir butik otelde hamam, jakuzi ve saunanın eşlik ettiği geniş yüzme havuzuna, Givenchy Kar Spa’sına, Louis Vuitton, Christian Dior, Marc Jacobs butiklerine yer vermemek olmazdı. Galyalılara özgü “joie de vivre”i (yaşama sevinci) temel alan otelin 2010 Noel ağacını John Galliano tasarlamıştı. Pek çok ünlü kadının popüler kültüre kazınmış imajlarına eşlik eden, hatta o anları ikonlaştıran şapkaların yaratıcısı Philip Treacy’nin imzalı G Hotel, ziyaretçilerin tasarımcının sürreal dünyasına davet edildiği bir mekan… Kafalarına kah ıstakoz kah güneş sistemi konduruverdiği görece çirkin kadınların gizemli, tehditkar veya zarif yanlarını şapkalar aracılığı ile ortaya çıkaran Treacy, bu otel için de benzer güzergahı takip ediyor: Banliyöde, üstelik ticari bir park ortasında konumlanan çekicilikten uzak bir binayı, müşterileri “etkilemek, eğlendirmek ve en önemlisi şaşırtmak” üzere hipnotik etkili Warhol halılar, fuşya renkte duvarlar ve kitsch mobilyalar ile bir araya getirerek olağanüstüleştiriyor. Missoni Hotel Missoni, Edinburgh Markanın alamet-i farikası olan zarif çizgiler ve dalgaların hakim olduğu “Missoni Home” koleksiyonu, Edinburgh eski kent merkezindeki Hotel Missoni’de tam anlamıyla görücüye çıkıyor. Yatak odalarında siyah-beyaz dokular türkuaz, sarı, yeşil gibi canlı renklerle dengeli Missoni geometrisini tekrarlarken; banyoda markanın havlu stoku ile sarmalanıyorsunuz. Ürünleri eve götürmeniz de mümkün. Tabi makul bir ücret karşılığında… Edinburgh Kalesi ve tarihi Royal Mile mahallesine bakan otele, bu yıl içinde Kuveytli bir kardeş beklenirken; müstakbel Missoni otelleri arasında Antalya-Belek’in de ismi geçiyor. Ülkenin Tortuga sahilinde 60 kilometrekarelik bir alana yayılan tatil köyü ve golf merkezine ait 15 ultra lüks villaya imza atan Oscar de la Renta, hem bir Dominik asıllı hem de bölgenin uzun süredir sakini olarak kendi topraklarına yatırım yapıyor. Haute couture ustası, anatomi ve renk bilgisini ise manzara ve peyzaj ile yarışmayan, onlara bir anlamda serenat yapan dinginlikte mekanlar kurgulayarak aktarıyor. Ancak mekan tasarımlarının “şık ve tropik” olarak nitelendirilmesi, üstüne üstlük “50’lerin Küba’sı” benzetmesine nail olması, bir nebze akıl karışıklığı yaratıyor. Burada, “tropik” kelimesinin ananaslı, yanar-dönerli ve yoğun esanslı klişe çağrışımlarını bekleyen tüm balayı meraklılarına duyurulur… 14 Esra Tonguç Yıldırım esratongucyildirim@gmail.com Reklamlar, yönlendirmeler, dükkan tabelaları, cephe kaplamaları, dev ışıklı panolar ve daha birçoğu bize bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Nereye gittiğimizi veya gidebileceğimizi, ne yapmamız veya yapmamamız gerektiğini onlardan takip ediyoruz. Bir yandan kanunlarla denetlenmeye çalışılsalar da diğer yandan—özellikle kamusal alanda— yayılıyorlar. Artık dünyanın birçok yerinde ilgili kurumlar bu konuya özen gösteriyorlar. Brezilya’nın en kalabalık kenti olan São Paulo’da, 1 Ocak 2007 itibarıyle açık alanlardaki reklamlar tamamen yasaklandı. Şehirdeki tabela ve billboardların hepsi kaldırıldı hatta el ilanlarının dağıtılması bile yasaklandı. Dükkan tabelaları minimalist bir şekilde yeniden düzenlendi, artık dükkanların önlerine on metrede bir en fazla 1,5 metrelik ilan koymaya izin veriliyor. Doğal olarak, reklam verenler ve reklam ajansları bu uygulamalara karşı büyük bir savaş başlattılar. 2007 yılının başında herkesin umudu kestiği reklam endüstrisi şekil değiştirdi ve adeta yeniden doğdu. Reklam verenler, şimdiye kadar açıkhava reklamlarına harcadıkları parayı yeni alanlara kaydırma eğilimindeler.İç mekanlarda veya toplu taşıma araçlarında kullanılan dijital reklamlar ve internet reklamları canlandı. Peki başka yerlerde neler oluyor? İngiltere’de de kırsal alanlara reklam panolarının koyulması yasak. Amerika’daki dört eyalet, Vermont, Alaska, Hawaii ve Maine de aynı şekilde doğal alanlara dev reklamların koyulmasını yasaklıyor. Birleşik Devletler’de gittikçe daha fazla kent yol kenarlarındaki dijital ilan panolarını yasaklıyor. Tabii ki bunun öncelikli sebebi güzellik kaygısı değil. Sebep, 10 saniyede bir değişen görsellerin sürücülerin dikkatini dağıtması ve kazalara yol açması. Bizdeki duruma gelince... Şehirlerimizi şu vakitten sonra çarpık yapılaşmanın olumsuzluğundan koruyamasak da, ufak dokunuşlarla buraları daha yaşanabilir kılabiliriz. İstanbul-Arnavutköy’de, Arnavutköy Belediyesi Zabıta Müdürlüğü tarafından 2010’da başlatılan uygulamada tabela, tente, siperlik ve ŞEHİR DEMEK KAOS DEMEK OLMAYABİLİR! Kamusal alanlarda aklını korumak her geçen gün zorlaşırken dünyanın dört bir yanında tabelalara savaş açılıyor. müştemilat gibi görsel kirliliğe neden olan hiçbir oluşuma izin verilmiyor. Esnafın işyeri dışına, yayaların kullandığı kaldırımlara ve alanlara ürün ve tabela koyması yasak. Arnavutköy Zabıta Müdürlüğü, kişisel reklama göz yumulan yerlerde çok çirkin bir görsel kirliliğin yaşandığını, Arnavutköy’de 6 bine yakın tabelanın sökülme işleminin yapıldığını belirtiyor. Bornova Belediyesi ise, cadde ve sokaklardaki tabela kirliliğine savaş açtı. Başkan Sırrı Aydoğan’ın talimatı ile belediye ekipleri tarafından bazı bölgelerde tabela kirliliğine karşı çalışma başlatıldı. Belediye ekipleri, öncelikle trafik akışının yoğun olduğu ana yollarda sürücülerin dikkatini dağıtan, kaldırımlara gelişi güzel monte edilen reklam tabelaları ve pankartların hepsini temizledi. Beyoğlu Belediyesi kentsel tasarım atölyesine gelince... Güzel Beyoğlu çalışmaları 4,5 yıldır sürdürmekte. Atölye, Başkan yardımcısı Mimar İlhan Turan yönetiminde mimar, restoratör ve şehir planlamacılardan oluşan 15 kişilik ekibin çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Beyoğlu Belediyesi Kentsel Tasarım Atölyesi 20 cadde/bölge de çalışmalarını devam ettirirken, şu ana kadar, yaklaşık 5000 yapı cephesinde düzenleme yapıldığı belirtiliyor. Projelerin hazırlık döneminde çalışma yapılacak bölge halkı ile ilişki kurularak onların kendi içlerinde organize olmaları sağlanıyor. Bölgedeki tüm yapıların tesbitleri yapıldıktan sonra görüntü kirliliğine neden olabilecek tabela, klima, anten..vs gibi ögeler ortadan kaldırılıyor. Belediyenin başlattığı uygulama ile tüm dükkanların tabelalarının koyu renk ahşap desenli bir yüzey üzerinde pirinç harflerle yazılacak şekilde değiştirildiğini de hatırlatmak gerek. Bina cephelerinde boya rengi, tabela dizaynı, tente şekilleri - rengi vb. bina dış cephesine ait tüm detaylar, Kentsel Tasarım Atölyesi’nin denetiminde yapılıyor. Görünen o ki, hem sivil toplum kuruluşlarına, hem şehir planlamacılara, hem reklam dünyasına, hem turizm sektörüne hem de en önemlisi bireysel olarak bizlere çok iş düşüyor. 27/02/2011 15 Pelin Özgen pozgen@gmail.com GÖLCÜK’E YENİ BİR YAŞAM ALANI Koç Holding, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi’nin kapılarını açtı. Mimarisiyle dikkati çeken projenin altında Tece Mimarlık imzası yatıyor. Kocaeli’ndeki Ford Otosan Fabrikası ile on yıldır Gölcük’te faaliyet gösteren Koç Holding, Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Kültür ve Yaşam Merkezi’ni Devrim Erbil resim sergisi ile açtı.Sanayi Bakanı Nihat Ergün ile Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi M. Koç’un katıldığı açılışta konuşma yapan Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel “Büyük şirketler özellikle büyük sanayi kuruluşları faaliyette bulundukları yerlerde öncelikle bölge halkının genel ekonomik ve sosyal yaşantısına olumlu katkıda bulunmalıdır.” diyerek merkezin açılış hikayesini anlattı. Gölcük’te Ford Otosan arazisine komşu, 1999 Gölcük depreminin fay kırığı ve paralelindeki yolun arasında geçtiğimiz ay açılışı gerçekleşen Merkez, TeCe Mimarlık tarafından Koç Holding çalışanlarına ve çevre halkına hizmet vermek amacıyla tasarlandı.Sosyal yaşam merkezinin programı, spor salonları, konferans salonu, özel toplantı salonları, hobi atölyeleri, sergi salonu, gözlem kulesi ve açık spor alanlarını içeren yapı Koç Holding’in “Ülkem İçin” projesi için gerçekleştirildi. Program, 4715 metrekare kapalı alana sahip tesiste TeCe Mimarlık tarafından 2245 metrekare spor merkezi, 2740 metrekaresi kültür merkezi olmak üzere iki ayrı kitle halinde çözümlenmiş. Arsanın geometrisinin ve manzaranın da şart koşmasıyla tüm ana kullanım alanları kuzeye doğru yönlenmiş. Projenin detayları ve tasarımın çıkış noktalarını TeCe Mimarlık’ın ortakları Tülin Hadi ve Cem İlhan’a sorduk; “Arazideki büyümüş ağaçların korunması, olabildiğince geniş yeşil alan bırakılması, yapının tabiatla ahengi önemli çıkış noktaları oldu. Bu kararlar, yapıların yeşil alan içindeki konumlanması, aralarında kalan mesafenin belirlenmesi, geometrisinin biçimlenmesi kadar malzeme seçimlerini, tuğla, ahşap ve bakırın kullanımını da yönlendirdi. Yüzey tasarımlarında, gerek dış cepheler gerekse iç cephelerde tabiatta rastlanabilecek, benzerlik ve değişkenliğin yarattığı türden dokular elde edilmeye çalışıldı. Örneğin cephedeki degrade renkli tuğlalar hem yüz değil de ileri geri yerleştirilerek uygulandı veya konferans salonunun kaplamaları inceli kalınlı döşendi. Bu durumu birlikte çalıştığımız tasarımcı arkadaşlarımızdan biri “düzensizliklerin düzeni” olarak tanımladı. Yapının peyzajında, yeşertilen yüzeyler ve yürüme, toplanma alanları haricinde yapay müdahalelerden kaçınıldı. Yere özgü floranın mevsimsel değişimlerinin rahatça algılanabilmesi, beraberinde yapıları yıl boyunca farklı etkilere büründüreceği göz önünde tutuldu. Zeminin yumuşaklığı bodrum kat yapılmasına izin vermeyip, genelde bodrumlarda halledilen bir çok meselenin çatılara taşınması gerektirdi. Böylelikle yapı bodrumu çatısında bir kitle haline geldi. Yapının teknik donanımında enerji geri kazanımı elbette üzerinde durulan bir konu oldu. 24 metre yüksekliğindeki gözlem kulesi, fabrika açığında yer alan kuş gölü’nün, çok önemli bir doğal tarih haline gelen fay kırığı hattının, Gölcük’ün denizden Bursa’ya doğru uzanan tepelerinin, Ford Otosan fabrikasının gözlenmesine imkan veren, yapıların kararlı yataylığını düşeylikle dengeleyen bir unsur oldu.” 16 Bikem İbrahimoğlu ibbikem@yahoo.fr KUTUNUN DIŞINDAN, MODANIN İÇİNDEN... Müzik, politika, teknolojide söyleyecek sözü çok oldu Kaliforniya’nın; artık modada sözü alıyor... Moda tarihine farklı bir perspektiften bakmaya başlıyor. Clint Eastwood’dan Marilyn Monroe’ya sayısız sinema oyuncusunun ve MCM’ den Walt Disney’e birçok stüdyonun doğum yeri, müziğe Red Hot Chilli Peppers ve Jim Morrison’u, politikaya Hoover, Reagan ve Richard Nixon’ı, ayrıca Google, Facebook, Apple, Hewlett Packard gibi firmaları ve teknolojileriyle bizleri 21. yüzyıla taşıyan Kaliforniya, modaya bugünlerde nasıl bakıyor? Yine bir nevi kutunun dışından; modanın tarihine dönüp bugün için yeni perspektifler yakalayarak. San Francisco Legion of Honor müzesinde Belçikalı sanatçı Isabelle de Borchgrave’in “ Pulp Fashion” *sergisi en ünlü tablolardaki en güzel elbiselerin kağıttan yapılmış kopyalarıyla bir moda tarihi turu. Kumaş deyip geçtiğimiz, aslında son derece değerli el dokumaları, danteller ve işlemeler kağıt üzerine ince ince resmedildiği, inanılmayacak derecede kumaş görünümü kazandığı ve bizi hayretlere düşürdüğü için onlara tekrar gerçek değerini veriyoruz. Tekstilin resmedilip ,müzede sergilenerek sanat statüsüne çıkarıldığı başka bir perspektif bu. Sonbahar/kıs 2012 New York moda haftası dönüşü, Amerikan Harper’s Bazaar’in editörlerinden Tatiana Sorokko’yla San Francisco’da görüştüğümüzde bize bugün önemli olanın aynen ressamın tablosuna şöyle bir çekilip uzaktan baktığı gibi modaya da belli bir mesafeyle bakmak olduğunu söylüyor. Çünkü mesafe koymak, anlam yüklemektir diyor. Moda dünyasında söz sahibi bu çok renkli kişilik açılan Rusya’nın 80’lerde dünyaya ihraç ettiği ilk top model. Sorokko mankenlik kariyerini, Phoenix sanat müzesi ile Moskova moda müzesinde vintage koleksiyonunu hem sergileyerek hem kendi giyerek başka bir noktaya taşıdığı gibi, modada podyum ve müze vitrini arasında canlı köprüyü kuruyor, stilini ciddi moda söylemine dönüştürerek tasarımcı, stilist, manken, kürator karışımından oluşan yeni bir hibrid yaratıcılık anlayışına öncülük ediyor. Sorokko’ya göre kişisel yorumlar kıyafetlerden daha önemli çünkü kişiyi kendi özgün yaratımı haline getiriyor. İlk takipçisi Guinness biralarının varisi Daphne Guinness ve New York F.I.T de Eylül ayında açılacak kendi kıyafetlerinen oluşan100 parçalık vintage/moda sergisi . Tatiana Sorokko gelecek kış sezonunun, iyimserlik, umut ve enerji vermek adına çok renkli ve tamamen giyilebilir modellerden oluştuğundan (burada favori modacısı Ralph Rucci nin kırmızı tonlarına değinmeden geçemiyor) ancak modanın gidişatında ufukta ne yeni bir form, yeni bir korse ya da siluet gözükmediğinden bahsediyor. İnsanlar giyilebilir, uçmadan satın alınabilir, gerçek kıyafetler istiyor. Haute couture’ün yerini artık vintage kıyafetler alıyor. Yenilik,daha ince ama daha sıcak yünlü, daha dökümlü şifon, daha hafif organza gibi yaratıcı kumaş teknolojilerinde yatıyor. Olağanüstü modeller ise her zaman icin “zamansız”. Günümüzde en büyük çaba, zamansız, mükemmel kıyafetler yaratabilmek. Bugün herkesin aradığı, 10 yıl sonra da rahatça giyerim dedirten “instant classic” yani anında klasikleşecek modeller yakalamak. İşte bu noktada Sorokko’nun dünyası, “”işadamı modacı” konseptinin yaratıcısı ancak sinema aşkının Los Angeles ‘a demir attırtığı , teksaslı modacı Tom Ford’la buluşuyor. 6 yıllık Post-Gucci kozmetik, gözlük, Savile Row kesim erkek giyim Hollywood’da prodüktörlük/ yönetmenlik macerasının ardından kadın modasına sonunda el atan seksi tasarımcı, ilk kadın giyim butiğini, Oscar’lardan birkaç gün önce ( kırmızı halıda Beyoncé tarafından temsil edileceği fısıltıları arasında) Rodeo Drive’da açıyor. Gerçek giysilerden uzaklaşmiş olduğumuzu anlatan Tom Ford giyilebilir, kaliteli ve seksi tasarımlarıyla piyasada yok olmuş bir değeri geri getirmeye çalışıyor. Bir kadının yalancı ve pahalı yerine gerçek değeri olan, 5 dakikada bir modası geçeceğine 10, 20 hatta daha çok yıl giyebileceği ardından da kızına aktarabileceği kıyafetler almak istediğini anlatıyor. Alexander McQueen sanatçı, ben ticari modacıyım diyen Ford, isteğinin değişik yaştan ve fizikten, birbirinden farklı ancak kendine özgü bir stile sahip, detaylardan zevk alan gerçek kadınlar için güzel elbiseler yaratmak olduğunu söylerken aslında “instant classic” ten bahsediyor. Mr.Ford modada en yeni olan klasik kaliteli gelenektir rüzgarını estiriyor. Şöyle ki, haute couture evlerinin eskiden yaptiği gibi koleksiyonu son dakikaya kadar basından gizli tutarak, önce müşterilerine “ arkadaş ünlü” mankenlerle tanıtıyor, yoksa koleksiyonun yüz görünümlüğü ile modellerin mağazaya girmesi arasında geçen 6 ayda çoktan yeni olma özelliklerini kaybettikerinden bahsediyor. ‘Fashioning Fashion’ Gelenek deyince Los Angeles’ in ünlü müzesi LACMA’nin (Los Angeles County Museum), Renzo Piano tarafından tasarlanan süper modern, süper cool yeni binasının ilk sergisi “Fashioning Fashion” adlı1700-1915 yılları Avrupa modası gelenek ve siluetleri. Tozlu bir moda tarihi sergisinden cok öte, müze mankenleri üzerinde sergilenen işlemeli uzun elbiseleriyle Amerikan Vogue’unun Eylül sayısına, editörü Lisa Love eşliğinde, gayet havalı bir şekilde konuk olduğu gibi, Evliya Çelebi misali dünyanın dört tarafını yılda 32 koleksiyon hazırlamak için karış karış gezen John Galliano’ ya arşivlerini açarak, asistanlarının tek tek her kıyafeti fotograflamaları sayesinde yeni bir ilham oluşturuyor. Kaliforniya; çılgın, çağdaş, kural tanımaz, yeni projelerin ve hikayelerin ülkesi, taze bir bakış için modayı işte böyle bir zaman perspektifine oturtuyor. 27/02/2011 17 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com ‘ÖDÜLLERİN ÖDÜLÜ’ Diğer ödül sistemlerindeki gibi başvuru yapamıyorsunuz, ancak aday gösteriliyorsunuz. Onlarca farklı kategorideki yüzlerce ürünle yarışıyorsunuz. Aday olmak bile motivasyonu artırıyor, ürünün başarısı bir kez daha tescilleniyor; daha yenilerini, iyilerini tasarlamak için harekete geçiriyor kaleminizi... Adaylar; Red Dot, IF, Observeur gibi uluslararası tasarım ödülleri almış, 5 yıldan eski olmayan ürün ve iletişim tasarımları arasından davet ediliyor. Alman Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı ve Alman Tasarım Konseyi bu 41 yıllık organizasyonu birlikte yürütüyor ve ¨Ödüllerin Ödülü¨ Designpreis Deutschland 5’i altın, 20’si gümüş olmak üzere iki kategoride de sadece 25 tasarıma veriliyor. Ürün tasarımında 5 Altın ödül Sergileme alanında herkese göz kırpan, rengiyle ve formuyla dikkat çeken, 50’lerdeki 300 SL modelinin DNA’sından referanslar taşıyan, markanın günümüz çizgisi önemsenerek tasarlanmış Mercedes Benz SLS AMG Altın ödüle layık görülenlerden. Yenilikçi fikrin, el işçiliği ile bilinen malzemeler kullanılarak zekice ürünleştirildiği Gemse baston ve basit bir alüminyum ekstrüzyondan farklı uzunluk ve açılarda kesilerek üretilen EVE bilezikler Altın’lar arasında. Çocuklar için kalite, güvenlik ve rahatlık önemsenerek tasarlanmış, boyu ayarlanabilir, basit ve etkileyici detaylarla çözümlenmiş araç koltuğu Concord Transformer T de Altın ödülüne layık görüldü. Bir diğer Altın ödül ise var olan malzemeler kullanılarak elde edilen fonsksiyonel tasarımlara mükemmel bir örnek niteliğindeki Flip Box Premium’un oldu. Yalıtım amaçlı kutularda ihtiyaç duyulan taşıma ve kilitleme gibi fonksiyonel detayların, kullanılan malzemenin avantajı ile kendi geometrisinde çözümlenmesi ödülü getirdi. Kutu, kolay taşınabilir ve dayanıklı olmanın yanında geri dönüştürülebilir. 20 Gümüş ödül Geometrik oyunlar, basit çözümlemeler, malzemenin veya üretim yönteminin potansiyeli ya da kullanım alışkanlıkları önemsenerek tasarlanmış 20 ürün. Ödüllerden birisi Theatrum’un. Süsü olmayan, uyumlu ve günümüz şehir mobilyalarına, oyun alanlarındaki ve spor merkezlerindeki banklara iyi bir alternatif niteliğindeki sosyalleşme, eğlenme ve oturma alanı. Açık ev sistemlerinde kullanıma uygun Turn, 360° dönebilen ve istediğiniz açıda sabitleyebileceğiniz bir şömine. Tek elle açılan kapağı, hava çıkışının kolaylıkla sağlanması ve bünyesindeki depolama alanı ayırt ediciliğini destekliyor ve ödüle layık görülüyor. Astec b.1000, mimar ve içmimarlara mekanın bölünmesi ve kullanım alanları ile ilgili fırsatlar sunan, üzerinde çerçevesi veya ek bir parçası bulunmayan bölücü cam paneller ödül alan ürünler arasında. Yenilikçi bir havluluğa sahip, dayanıklı jel kaplı mermer döküm malzemeden üretilen AXOR URQUIOLA lavabo da ödüllendiriliyor. EVA SOLO’nun sebze yıkamak ve kurutmak için, en temel santrifüj hareketinden referansla tasarlanan Salad Spinner, markaya bir gümüş kazandırıyor. Ödül alan diğer ürünler arasında BMW 5 serisi üst segment otomobil, hafif ve su geçirmez dağ botu, katlanabilir elektrikli bisiklet, Rösle’nin az yer kaplayan süzgeci, formu fonksiyonelliğini destekleyen ergonomik ofis koltuğu On, basit bir yöntem ile üretilen, hafif ve kolay istiflenen Nobody sandalye ve Bosch’un malzemede farklılık yarattığı ankastre fırını yer alıyor. MG Tasarım Başardı Melih Gürleyik ve Seyman Çay’ın SOLA markası için tasarladığı yatay, dikey ve eğimli bir iç ya da dış ortamda hizalamaya fırsat veren dönen lazer ölçüm cihazı Trigon da Gümüş ödüle layık görülenler arasında. Üç malzemenin birlikte kullanımı cihazı dirençli kılmış; üçgen yapısı ise alışılagelmiş ¨lazer gölgesi¨ni azaltmaya fırsat veriyor. Banat ve Oya Design ödüle aday Banat, Kunter Şekercioğlu tarafından tasarlanan Acrobat diş fırçasıyla, Oya Akman hem Snow White hem de White porselen bardaklarıyla adaylar arasındaydı. Ambiente Fuarı’nda sergilenen ödül almış tasarımların yanında, aday gösterilen tasarımlar arasından oluşturulan seçkiye de yer verilmişti. Bu seçkinin içerisinde 2011 yılına dek farklı ürünleri ile toplamda 5 Kez aday gösterilen Oya Akman’ın her iki bardağı da yer aldı. Ergonomi, fonksiyonellik, yenilikçilik, kullanım kolaylığı, tasarımın genel konsepti, marka değeri, estetiği, ekolojik uygunluğu ve kalitesi gibi kriterlerin değerlendirildiği ödül sistemine önümüzdeki senelerde daha fazla tasarımımızın aday gösterilmesini ve ödül sahibi olmayı diliyoruz. 18 Banu Binat banubinat@tagplatform.org İZMİR’DE DE ‘HERKES İÇİN TASARIM’ 29 ocak-5 Şubat tarihleri arasında genç mimar adayları İzmir’de gerçekleşen Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması’nda bir araya geldi. Farklı atölye çalışmaları, konferans, panel gibi etkinlerin içinde TAG Platform’un yürüttüğü bir çalışmada “herkes için tasarım” konusu, üç gün boyunca tasarımcıların gözüyle ele alındı. İzmir’deki buluşmada ilk gün, Türkiye’nin EIDD üyeliği ile “Nasıl bir sürece girmeliyiz?” üzerine bir tartışma başlatıldı. 85 mimarlık öğrencisinin katıldığı söyleşide, Türkiye’deki tasarım üretimi ve tüketimi konusunda umutsuzluğa kapılmadan, sadece toplumu bu konuda bilinçlendirerek farkındalık yaratılabileceği aktarıldı. Genç tasarımcıların “herkes için tasarım”, “herkes” ve “tasarım” kavramlarını sorgulamaya başlamasıyla da farkındalık kampanyası için ilk adım atılmış oldu. Öncelikle yaşadığımız çevrede karşılaşılan tasarım hatalarına dikkat çekildi. Tasarımın nasıl suç işleyebileceği tartışıldı. İkinci gün başlayan atölye çalışmalarında amaç, toplumda farkındalık yaratacak kampanyalar kurgulamaktı. Öğrenciler kendi aralarında gruplar oluşturarak kampanyalarında odaklanacakları konuları belirlediler. İlk grup, “Herkes için tasarım mümkün müdür?” ve “Herkes derken kimlerden bahsediyoruz?” sorularına yanıt aradıktan sonra, herkes için tasarımın mümkün olacağı, ancak optimum tasarımın, uygun zamanda Genç mimar adayları, Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması’nda konferans ve panel gibi etkinliklerin içinde ‘herkes için tasarım’ konusunu ele aldı. uygun kullanıcı için yapılması gerektiği sonucuna vardı. İkinci grup, tasarımcıların yaptıkları tasarımlarla kullanıcıları yönlendirebileceklerini, bilinçlendirebileceklerini savundu. Grup ayrıca, farklı farklı tarif edilen kullanıcı grubunun aslında tek bir grup olduğunu, bu yüzden tasarımcının esnek tasarım yapabilmesi gerektiğini anlattı. Üçüncü grup, bilinçlendirmenin ‘amaç’ olması gerektiğini savundu. Böyle bir farkındalık kampanyasında kullanıcıların kampanyanın odak noktası olması gerektiğinin altını çizdi. Dördüncü grup, tasarımcıların toplumla empati kurması gerektiğine olan inancını vurguladı. Grup, insanların farkındalığını artırmak için toplumun geneline hitap eden TV dizileri, dizi karakterleri, radyo programları, reklam alanlarının kullanılması gerektiğini savundu. Beşinci grup ise toplumda farkındalık yaratmak için abartma yoluyla dikkatleri çekmeyi önerdi. Alışılmış durumlara insanları bir anda şaşırtarak dikkat çekmenin ve biraz da provakatif olmanın daha doğru olacağını savundu. beşinci grup, kurulacak bir öğrenci ağı ile tüm Türkiye’de aynı anda yapılacak iyi planlanmış provokatif bir hareketin çok ses getireceğine olan inançlarının altını çizdi. Projenin başındaki TAG Platform, 2012 sonbaharında İKSV’nin düzenleyeceği ilk Tasarım Bienali’ne hazırlık sürecinde toplumda tasarım konusunda farkındalık yaratacak etkili bir kampanyanın tasarım ortamına ve toplumsal kaliteye büyük katkısı olacağını düşünüyor. Mimarlık öğrencileriyle başladıkları bu çalışmanın devamı için Nisan ayında İstanbul’da toplanacak olan TAG Platform; Haziran ayında Eskişehir’de mimarlık öğrencileri buluşmasında kampanyanın hayata geçirilmesini planlıyor. Tüm tasarımcıları, hepimizi engelleyen tasarımları birlikte eleştirmeye, konuya dikkat çekmek üzere üretim yapmaya ve herkes için tasarım fikrinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmaya çağırdıklarını da ekleyelim... Gelişmeleri bloglarından takip edebilirsiniz. http://www.herkesicintasarim.blogspot.com Serap Alp Demirel serapalpdemirel@gmail.com İSTANBUL’UN 100 GRAFİK TASARIMCISI VE İLLÜSTRATÖRÜ Ömer Durmaz’ın hazırladığı kitap, Türkiye’de grafik tasarım ve illüstrasyon alanlarıyla ilgili zengin bilgiler içeriyor. Grafik tasarımcı/editör Ömer Durmaz, “100 Grafik Tasarımcısı ve İllüstratörü” adlı kitabı kaleme alırken, usta tasarımcı İlhan Bilge yayının danışmanlığını üstlendi. Ortaya önemli bir başvuru kaynağı çıktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla hazırlanan “İstanbul’un 100’leri” kitap dizisinde şimdiye kadar İstanbul’un 100 Ressamı, İstanbul’un 100 Ailesi, İstanbul’un 100 Esnafı, İstanbul’un 100 Kütüphanesi, İstanbul’un 100 Şiiri, İstanbul’un 100 Fotoğrafçısı, İstanbul’un 100 Yazarı, İstanbul’un 100 Sokağı, İstanbul’un 100 Filmi, İstanbul’un 100 Ağacı, İstanbul’un 100 Gravürü gibi alanlarda kitap yayınlandı. İstanbul’u eksene alan söz konusu çerçevede, grafik tasarımcılar ve illüstratörler İstanbul’un 100 Grafik Tasarımcısı ve İllüstratörü adlı eserde bu dizideki yerini aldı. Yayın, grafik tasarım ve illüstrasyonun Türkiye’deki serüveninde, İstanbul ekseni üzerinden “tarihsel süreçte” öne çıkan aktörleri inceledi. Okuyucular, kitap sayesinde birçok grafik tasarımcı ve illüstratör ile tanışacak ve bu alanda Türkiye’deki önemli gelişmelerin bilgisini edinebilecek. Mart Ayında raflarda Başvuru kaynağı niteliği taşıyan “İstanbul’un 100’leri” kitap dizisinde yer alan “100 Grafik Tasarımcısı ve İllüstratörü” yayınının editörlüğünü Ömer Durmaz, yayın danışmanlığını ise İlhan Bilge üstlendi. İçerik konu başlıkları arasında “Grafik adıyla ilk dersi kim vermiş?”, “Özgün baskıresim deyimini kim bulmuş?”, “Öncü kadın resimlemecimiz kimmiş?”, “Cumhuriyet döneminin başlangıcında yurtdışına grafik tasarım eğitimi almaya kim gönderilmiş?”, “İlk grafik tasarım kitabını kim yazmış”, “Bilinen ilk grafik tasarım sergisini kim açmış” gibi merak uyandıran kısımlar bulunuyor. Kitap Tasarımı Tuğrul Peker ve Eray Kula’ya ait olan yayın, Mart ayından itibaren raflarda yerine alacak. Esere İstanbul Kitaplığı’ndan ya da www. istanbulkitapcisi.com sitesinden ulaşılabiliyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, ilgi gören “İstanbul’un 100’leri” kitap dizisinden sonra “Sırada İstanbul’un 1000’leri var” sözleriyle bir başka büyük projenin de sinyallerini veriyor. 27/02/2011 19 Murad Babadağ muradbabadag@gmail.com ŞEHRİN MÜLKSÜZLERİ Bir kentin sahibi kimdir dersiniz? “Şehrin Mülksüzleri”, bu sorunun cevabını ararken mülksüz tanımını geniş bir yelpazede yapıyor. Günümüzde gelişmiş ülkelerin büyük şehirlerinde bile görülebilen Paul Virilio’nun dromoman’i de sayılabilecek mülksüz bir kitle, minimal koşullarda varoluş mücadelesi veriyor. Özellikle küreselleşen dünyada daha da acımasız hale gelen sistem, bu kurbanlarını tam olarak öğütmüyor, sanki diğer gruplara ibret-i alem olması adına göz önünde tutuyor ve bu durumla tehdit ediyor. Dünyaca bilinen belli başlı belgesel kanallarında yapılan gelecek kehanetlerinde bu mülksüz kitlenin çok daha artacağı öngörülüyor. Bu artışın yanında temiz su sıkıntısı ve beslenme problemleri de aynı kanallarda bağıra bağıra ifşa edilirken küçük ölçekli projeler haricinde gelişmiş toplumların neredeyse tamamı bu olası problemleri görmezden geliyor ancak değişen küresel iklimde sert geçen kışlarda bir çok evsizin sokakta donarak öldüğüne şahit olunuyor. Arajntin’de bir gecede 9 evsiz insan donarak öldüğünü biliyoruz. Ülkemiz kanunlarında -4 derece ve altında evsizler devletin himayesine alınıyor ancak sadece geçen kış, bu ısı limitinin üzerinde , sokakta yaşayan 2 evsiz vatandaşımız hayatını donarak kaybetti. İnsanoğlunun yerleşik düzene geçtiği ilk günden beri sistemle uyum sağlayamayanların veya bunu tercih etmeyenlerin varlığı bilinir. Hatta Antik Yunan’da Platon (üretime ve tabi ki yüksek verimli tüketime katkısı bulunmayan) bu tür insanların toplanıp bir adaya götürülerek toplumdan tecrit edilmeleri gerektiğini bile savunmuştur. Zaman içinde batı kültürü bu tür insanları dışlarken ve bu grubu potansiyel suçlu olarak yaftalarken doğu kültürlerinde tam tersi bir yaklaşımla imaretlerde ve aşevlerinde yemek sağlanır ve yaşamlarını sürdürmelerinde yardımcı olunur(du). Ortaçağ ve sonrasının Avrupa kentinin ise kendi “mülksüzler’inden kurtulmak istediği tarih kitaplarında yer alır. Vergi bile veremeyecek düzeyde bir gelir durumuyla hayata tutunan, Latince’de proles (zürriyet) ve proletarius (zürriyetinden gayrı bir şeyi olmayan) adıyla anılan bu grubun üretimden özgür olduğu ancak bu özgürlüğün bedelini tecrit edilerek ve dışlanarak ödediklerine şahit olunur . Klasik Osmanlı sisteminde ise tam aksine, Antik Roma’dakine benzer biçimde , barındırılıp beslenirler. Özellikle en büyük ve en kalabalık kent olan İstanbul’da devasa boyutlarda olduğunu tahmin ettiğimiz bir “artık nüfus” görünürde hayır sahipleri, gerçekteyse kamu kaynakları aracılığıyla düpedüz “iaşe ve ibate” edilir. Bu durumdan sadece sisteme uymayan insanlar değil, aynı zamanda yaşam alanları yine yine aynı tehdit tarafından gaspedilen diğer canlılar da etkilenirler. Yaşam hakları farklı bir çok senaryo ile gaspedilip yok sayılır. Oysa çok da eski sayılmayacak geçmiş zamanlarda -tam tersine- bu tür şehir mülksüzleri sahiplenilir, yaşamlarının kolaylaştırılması adına yardımlarda bulunulur, yaşam düzenine mümkün olduğunca dokunulmamaya çalışılırdı. Evlerin veya kamu yapılarının bir köşesine kuşevi yapılır, diğer sokak hayvanları da ihmal edilmezlerdi. Bu bilgiler ışığında, yaşanılabilir kentsel projesi kavramı içinde bu dışlanmış grubun , yaşama katılmaları sağlanması ve bu amaçla tasarımlar yapılması gerektiği aşikar. Şehrin mülksüzlerinin en azından temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanması veya yaşam mücadeleleri kolaylaştırılması için temizliği, taşınması ve üretilmesi kolay barınaklar ve kolay bulunabilir temiz su kaynakları sağlanmalıdır. Bu maksatla geliştirilen “Şehrin Mülksüzleri” projesi, yakın zamanda hayata geçmeyi bekliyor. Projenin önerisi; konuyla ilgilenen her tasarımcının bir ücret ve karşılık beklemeden bu işi mesleğinin ve insanlığa olan borcunun bir ifadesi olarak düşünüp tasarımlar yapması , daha önceden oluşturulmuş olan bir web sitesinde bu tasarımların bir havuz içerisinde toplanması. Bu şekilde toplanan tasarımlar , sponsor bulunduğunda veya yerel yönetimler konuyla ilgilenip bir uygulama yapmak istediklerinde önlerinde olacak , hangi ürünün kime ait olduğunu bilmeden bütçelerine ve hedeflerine uygun ürünü seçip uygulayabilecekler. Sitesine sadece izinli kurum ve kuruluşlar erişebilecekler, bu erişim için bir abone bedeli ödenecek. İlk bakışta akla gelen olası problemler düşünüldüğünde tasarımcı katılımı azlığı, yerel yönetimlerin ve özel kuruluşların dikkatlerini çekmek gibi sıkıntılar olabileceği tahmin ediliyor. Ancak tasarım eğitimi veren yüksekokullarla yapılacak işbirliği ilk sıkıntıyı çözmesi beklenenler arasında. Bireysel çabalarla hazırlanmış ilk örneklerin dikkat çekici bir sunumu ise diğer iki sıkıntıyı ortadan kaldıracak gibi görünüyor. Böylece sorumluluklarını bilen tasarımcılar, yerel yöneticiler ve şirketler, içinde bulundukları topluma daha da faydalı olmak için birlikte çalışabilecekler... Daha önce sahip olduğumuz ve zamanla unuttuğumuz değerlerimize geri dönerek bu tür bir projede yer almak mesleki etik sorgularının da tekrarına yol açacak. 20 Türkü Şahin turkusahin@hotmail.com AB Türkiye Kültür Köprüleri Projelerinden bir yenisine daha bu kez İstanbul Moda Akademisi’nde olmak üzere imza atıldı. Geçtiğimiz yıldan beri Kültür Köprüleri çerçevesinde edebiyat, sinema, moda, müzik, sahne tasarımı dallarında birçok panel düzenlenirken İMA, Milano Trienal Vakfı ve Müzesi Direktörü ve Milano Politeknik Üniversitesi Endüstri Tasarımı, Sanat, Moda Tasarımı ve İletişim Bölüm Başkanı Arturo Dell’Acqua Bellavitis ve AB-Türkiye Kültür Köprüleri Programı kültür elçilerinden ünlü moda tasarımcısı Atıl Kutoğlu’nu program bünyesinde buluşturdu. Bellavitis ve sekiz farklı üniversitenin öğrencileriyle İMA’da atölye çalışmaları yapan Atıl Kutoğlu ile, 15 Şubat’ta İMA sanat yönetmeni ve moda tasarım programı lideri Oylum Öktem moderatörlüğünde gerçekleşen seminer sonrası tasarıma ve kültürel aktarıma dair hoş bir sohbet gerçekleştirdik. KÜLTÜR KÖPRÜLERİ İstanbul Moda Akademisi, AB-Türkiye Kültür Köprüleri Projeleri’nin sonuncusuna ev sahipliği yaparak Atıl Kutoğlu va Arturo Dell’Acqua Bellavitis’i buluşturdu. Koleksiyonlarınızda Türk ve Osmanlı motiflerinden sıklıkla faydalanıyorsunuz. Peki insanın kültürüne ve tarihine hissettiği yakınlıkla özgüvenini nasıl bağdaştırırsınız? Ve başarılı bir tasarımcı olmakta özgüvenin rolü nedir? Atıl Kutoğlu: Burada çok güzel açıklamışsınız zaten. Bence, bir tasarımcının, yetiştiği toprakların köklü kültürlere ev sahipliği yapmış olması, özgüveninin güçlü olmasında çok etkili. Ben kariyerime başlarken, Avrupa’da sergilediğim ilk defilelerde, kendi kültürümüzden aldığım ilhamı modern çizgilerle, Avrupalı, dünyalı kadına ulaştırmaya çalıştım. Kendimi Avrupa’daki meslektaşlarımdan şanslı kabul ediyordum baştan beri ve bunu hep koleksiyonlarımla ispat ettim. Bana ilk koleksiyonumu üretmem ve sergilememde yardımcı olan Viyana Belediye Başkanı’nın eşi benimle ilk tanıştığında ‘Siz Türk olamazsınız!’ demişti. Avusturya’da bazı kimseler de ‘ İsminizi değiştirmeden kariyer yapmanız çok zor.”demişlerdi, ama ben bu durumu dezavantaj olarak görmedim hiç. Tersine, özgün bir kimliğim olduğu için hep mutluluk duydum. İyice tanındıktan sonra tüm dünyada insanlar ‘İsminiz ne kadar fonetik, bu özel bulunmuş bir sanatçı adı mı?’ diye sormaya başladılar!! Bellavitis: Kültürünü bilirsen, geliştirebilirsin de. Özgüven de hem bununla ilintili hem de bağımsız olarak çok önemli bir olgu. Bu güne kadarki en başarılı öğrencilerim belki en yetenekli olanlar değildi, ama kendine en çok güvenen ve kendini en iyi şekilde tanıtan, dışadönük olanlardı. Kültür köprüleri projesine katılmaya nasıl karar verdiniz ve Avrupa Türkiye sosyokültürel ilişkilerine ne gibi yenilikler getirmesini öngörüyorsunuz? A. K. : AB ile Türkiye’yi birbirine kaynaştırıcı her türlü projeye destek veriyorum. Kültür köprüleri de çok akıllıca düşünülmüş, güzel bir proje. Ben projenin başından beri içinde olan biriyim. Avusturya’daki konumumdan dolayı, orada ve Almanya’da, Türkiye’yle ilgili her konuda fikir alınan, televizyon programlarına davet edilen biriyim, hem de Türkiye’de AB ve Avusturya ile ilgili konularda aynı durumdayım. Yani bir nevi kültür köprüsü görevini üstlenmiş durumdayım, Her ne kadar modacı da olsam, madem böyle bir görev bana yükleniyor, burada da bana düşenleri ciddi bir sorumlulukla yerine getirmeye çalışıyorum. IMA’daki programın hedefi, IMA ve diğer üniversitelerden moda öğrencilerini, AB ile fikir alışverişine ve ortak proje üretmeye teşvik etmek. Güzel yol aldığımızı düşünüyorum bu projede. Genç tasarımcılara ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz? A. K. : Genç modacılara, kendilerine güvenmelerini, ama ‘antenlerinin’ her zaman açık olmasını, çevreleriyle sıkı bir fikir alışverişinde olmalarını, çizgileri konusunda ise tasarımlarıyla bir kimlik bulmaya ve o kimliği geliştirmeye çaba sarf etmelerini öneririm. Zorluklardan yılmamalarını, bir de modayı, kumaşıyla, reklamıyla, akademik boyutuyla çok yönlü olarak düşünmelerini ve sevdikleri alanlara yönelerek kendilerini geliştirmelerini ve verimli olmalarını öneririm. Bellavitis: Önceden el işleri ikinci sınıf sayılabilirdi belki, ancak günümüzde bir tasarımcı için çok büyük önem taşıyor. Ve kültürümüzden gelişen el emeğini kesinlikle göz ardı etmememiz gerekir. Örneğin Sardunya’da el işçiliği, seramik yapılan atölyeleri ziyaret ediyorum ve onlarla tasarım detaylarını paylaşıyorum. İstediğim renkleri, detayları onlara söyleyerek bugüne kadar yapıyor oldukları işlere tasarım katarak, onları da işin içine katmış oluyorsunuz. Türkiye de kültürel anlamda çok zengin bir memleket, yaralanılacak çok şey var. Günlük yaşantınız doktor, avukat, ya da mühendis değil de tasarımcı olmaktan nasıl etkileniyor? Bellavitis: Öncelikle tasarıma oldukça yatırım yapıyorsunuz. Ayrıca tatil yapmak sadece gezdiğin şehirlerin binalarına bakmak ya da sokakları gezmek olmuyor, kültürü hissetmek için farklı yollara başvuruyorsunuz. El işçiliği yapılan atölyeleri bu kadar geziyor, tekniklerini bu denli inceliyor olmazdım... 27/02/2011 21 Burçin Ünaldı burcin.unaldi@gmail.com Moda dünyası tarihinde böyle bir çok vedaya tanık oldu, moda bir daha asla aynı olamaz dedirtecek türden vedalar, ama moda zaten hiç bir zaman aynı olmayı sevmedi. Moda endüstrisinin eşsiz prensi, Alexander McQueen örneğin, ansızın veda etmeyi seçenlerdendi. Moda tasarımının en sanat halini, düşleri kıyafetler aracılığıyla anlatma işini belki de en güzel yapan, içindeki karanlıkları, perileri, girdapları ve melekleri podyuma fışkırtan McQueen 11 Şubat 2010’da hayata veda etti. Ve moda tam bir yıldır düşlerden bir adım uzakken baktık ki veda bazen anlaşılmaz olabiliyordu. Moda dünyasında beklenen ama bu defa da küskün gelen bir veda ise kırmızı rengin vaftiz babası sayılan Bay Valentino Garavani’nin vedasıydı. “Finito is finito” derken, bir daha moda dünyasıyla işim olmaz beyan eden Bay Valentino’nun sureti veda etse de hayaleti şirketi dürtmeye devam etti! Bir iki halefini beğenmeyip, bir şekilde değiştirten Garavani, sonunda yine kendisi altında çalışmış iki genç yeteneği Valentino’nun başına getirdi. Anladık ki “veda” her zaman külliyen bir veda olmak zorunda değil... Bir de gönüllü, düpedüz planlı, programlı vedalar gördü moda dünyası! Mesela Tom Ford 2004 yılında artık kadın giyimini bıraktığını ve kadın modası adına tasarım yapmayacağını açıklamıştı. Kısacası VEDA HİÇ MODA OLMADI Veda...Kimi zaman beklenmedik, ansızın; kimi zaman dönüşü muhteşem olan türden; kimi zaman isteyerek, yanında derin bir nefes; kimi zaman istemeden, gözyaşlarıyla gelen. adam “kadınlara” veda etmişti! “Yok yok olamaz”, “hayır canım kısa bir aradır”lar kısa sürede duyduklarının basbayağı bir veda olduğunu anladı. Bu veda tam tamına 6 yıl sürdü, yine de mutlu son kapıyı çaldı, bu veda böyle bitti. Gördük ki bazı vedalar daha büyük başlangıçlar için gerekli. 1997’de ise tam da moda dünyasının zirvesindeyken hiç de bir yere gitmeyi düşünmeyen Gianni Versace hunhar bir vedaya zorlandı. Vurulduğunda 50 yaşında kimseye veda edememiş, kimsenin de vedasını kabullenemediği büyük bir yetenekti. Anladık ki veda ederken bir kaç kelime söyleyebilmek, bir kez olsun daha dokunabilmek, koklayabilmek tarifsiz. O halde belki bu vedanın sonunda bir kaç kelime gelir maillerle, bir kez daha koklanır şu saman sayfalar, hatta güzelce katlanır, kitaplıkta saklanır... Belki. Şanel Şan sanelsanel@gmail.com MÜZEDE TASARIM BULUŞMASI İstanbul Tasarım Bienali ön etkinliği için 4 önemli isim İstanbul’da buluşacak. İstanbul Tasarım Bienali ön etkinlikleri ses getirecek isimlerle Şubat ayında da devam ediyor, tasarım dünyasından 4 önemli isim İstanbul Tasarım Bienali için İstanbul Modern’e geliyor. “Neden Tasarım?” soru başlığı altında farklı alanlardaki yaratıcı mesleklerin bütününde “tasarım” konusunu ele alarak çeşitli görüşlerin ifade edildiği platformlar oluşturmayı amaçlayan İstanbul Tasarım Bienali’nin konukları: Vitra Tasarım Müzesi’nin kurucusu, Vitra Tasarım Vakfı Başkanı Alexander von Vegesack, IKEA tasarımcısı Sigga Heimis, Londra merkezli Architecture+Design stüdyosunun kurucusu İçmimar Sevil Peach ve Hermès markasının geçtiğimiz Aralık ayına dek Tasarım Direktörlüğü’nü üstlenen Gabriele Pezzini. Tasarım alanında kurumsal başarıları ile öne çıkmış bu dört isim, 25 Şubat Cuma günü 18:00-20:30 arasında İstanbul Modern’de gerçekleşecek toplantıda “Neden Tasarım” sorusunu masaya yatırarak katılımcıların soruları cevaplayacaklar. Alexander von Vegesack Endüstriyel mobilya tasarımı koleksiyoncusu Alexander von Vegesack, Boppard am Rhein’da yer alan Thonet müzesinin kurucularından. Vegesack’in Rolf Fehlbaum’la birlikte 1989 yılında kurduğu Vitra Tasarım Müzesi, yirmi yılı aşkın bir süredir dünyanın önde gelen mobilya ve içmimari tasarımlarını içeren koleksiyonuyla en önemli tasarım müzelerden biri kabul ediliyor. 22 yıldır Vitra Tasarım Müzesi’nin Direktörlüğü’nü üstlenen Alexander von Vegesack, İstanbul Tasarım Bienali’nin Uluslararası Danışma Kurulu üyeleri arasında da yer alıyor. Gabriele Pezzini 2006 yılından geçtiğimiz Aralık ayına dek Hermès markasının tasarım direktörlüğünü üstlenmiş olan tasarımcı Gabriele Pezzini, İtalyan ve uluslararası şirketlerle ortak çalışıyor ve birçok üniversitede ders veriyor. 1991 yılında, 1997’ye kadar çalıştığı ve yönetici olduğu Fransız Allibert Şirketi’nin uluslararası tasarımcılar takımının bir üyesi olan Belçika doğumlu Pezzini, 1999’da Milano’da kendi stüdyosunu açmış ve araştırma projelerine geri dönmüş. Birkaç yıldır, günlük hayatın objelerinin algılanması üzerine analizleri ve teorileri üzerine sergiler düzenliyor. Sevil Peach Pek çok önemli projede rol aldıktan sonra, 1994 yılında Londra merkezli, SevilPeach, Architecture+Design stüdyoyu kuran iç mimar Sevil Peach de Danışma Kurulu üyeleri arasında yer alıyor. Vitra’ya düzenli olarak yeni ofis konseptleri ve ürünleri yaratımlarında danışmanlık yapan ve Avrupa ve ABD’nin dört bir yanında ofisler, showroomlar ve sergiler tasarlayan Peach, Sony, Mexx, Deloitte, Microsoft gibi pek çok uluslararası firma için projeler tasarlıyor. Sigga Heimis Endüstri ve ürün tasarımını birçok farklı alanında çalışan Sigga Heimis, IKEA/ İsveç’te yedi yıl boyunca tasarımcı olarak çalıştıktan sonra Danimarka’da Fritz Hansen’in Tasarım Müdürü olarak görev yapmış. Şu anda tamamen kendi stüdyosundaki çalışmalarına odaklanan Sigga Heimis’in en büyük tutkularından biri, dünya çapında farklı tasarım okullarıyla birlikte çalışmak. Ücretsiz olarak gerçekleştirilecek bu buluşma tasarımla ilgilenen herkese açık olacak. Türkçe-İngilizce simültane çeviri yapılacak etkinlik ile ilgili bilgi almak isteyenlerin ist.designbiennial@iksv.org adresine e-mail göndermeleri yeterli. 22 Özgül Öztürk GENÇ FİKİRLER I-DECO’DA BULUŞACAK Tüm yaşam alanlarına dair özgün dekorasyon, mobilya ve tasarım fikirlerinin buluştuğu i-deco İstanbul Dekorasyon, Mobilya ve Tasarım Fuarı, genç tasarımcılara yenilikçi tasarımlarını sergileme imkanı sunuyor. Dekorasyonu tasarımla bütünleştiren 600 marka, 03-06 Mart 2011 tarihleri arasında CNR EXPO İstanbul’da yapılacak i-deco Fuarı’nda boy gösterecek. Özel tasarım mobilyalardan duvar kağıtlarına, ev tekstilinden aydınlatmaya kadar tüm mekan ihtiyaçlarını karşılayan dekorasyon ürünleri bu fuarda bir araya geliyor. İç mimarların en çok ziyaret ettiği fuar olan i-deco İstanbul’da, yerli ve yabancı iç mimarlar, dekoratörler, taahhüt firmaları ve yaşam alanlarında şıklık ve konfor arayan tüketiciler aradıkları her şeyi bulabilecek. Has Halı, Bretz, Stella Polare, Laluce, Derin Design, Galeri Haaz, Efa Tasarım ve Alaman İçmimarlık gibi markaların katılımıyla gerçekleştirilecek organizasyon yeni projelerin ve ticari oluşumların itici gücü olmasıyla da dikkat çekiyor. CNR Holding kuruluşlarından İstanbul Fuarcılık tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Turizm Atölyesi ve Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu’nun desteğiyle düzenlenen i-deco İstanbul genç ve deneyimli tasarımcıların birbirinden yeni ürünlerine de sahne olacak. Genç fikir sahiplerinin I-Deco’dan en büyük beklentisi ise tasarımlarının firmalarla buluşup üretilmesi. ERDENİZ KURT Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İç mimarlık bölümünde öğrenim gören Erdeniz Kurt çağımızın yaşam ve çalışma alanlarındaki en büyük ihtiyaç olan fonksiyonel ve rahat mobilyalarıyla I-Deco’da olacak. Kurt, I-Deco Fuarı’nın yaratıcı tasarımların üretime geçmesi için önemli fırsatlar yarattığına dikkat çekiyor. LÜTFİ BÜYÜKTOPBAŞ Yaptığı tasarımlarla bugüne kadar yurtiçi ve yurtdışından 12’den fazla ödül alan Lütfi Büyüktopbaş, uluslararası tasarım bloklarında sergilenen tasarımlarıyla IDeco’da yer alacak. I-Deco’daki Genç Tasarımcılar bölümünde tasarımın duayenlerinin yerine geçecek isimlerin sergilendiğini ifade eden Büyüktopbaş, “Ayrıca I-Deco’nun genç tasarımcılarla firma sahiplerini bir araya getirmesi beni cezbediyor” diye konuşuyor. HATİCE ŞAN Kalabalık yerlerdeki bekleme alanları için, eczane, banka, gözlükçü ve kuyumcu gibi bekleme yapılan iş yerleri için ürettiği Lotus isimli bekleme koltuğunu ve gözü rahatsız etmeden aydınlatma elamanını I-Deco’da sergileyecek olan Hatice Şan da I-Deco’nun genç tasarımcılara büyük fırsatlar sunduğunun altını çiziyor. TARIK KORKMAZ- EZGİ VARDAR ERCAN KITIL Üç sınıf arkadaşı, 2 yıldan bu yana “bir masa etrafında toplanıp tasarım yapıyor”. Yeni dünyalar kurmak için düzlem oluşturduklarını ve bu düzlemi üç ayakta sabit kıldıklarından dem vuruyorlar. “Bizim de tasarım dünyasına katacaklarımız olduğunu, bizim de buralarda biryerlerde olduğumuzu anlatmaya, bizim de çizeceklerimiz olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Tasarımlarımıza birer hikaye katmaya çalışıp kağıtları karalıyor ve birşeyler ortaya çıkartıyoruz. I-Deco bu tasarımlarımızın hayata geçmesi için bir fırsat.” diyorlar. 27/02/2011 23 Serap Alp serap@seraplamoda.com Good Design Tarsus Logo Tasarım “Bir Kent Logosunu Arıyor” sloganıyla düzenlenen “Tarsus Logo Yarışması” Tarsus Belediyesi sponsorluğunda gerçekleşiyor. Tarsus’u yansıtabilecek ve zamanla bir Tarsus markasının oluşmasına katkıda bulunabilecek özgün bir Tarsus Logosu oluşturmayı amaçlayan yarışmaya, katılımcıların logo tasarımlarını 1 Mart 2011 tarihine kadar, “Yarışmacı Eser Katılım Dilekçesi” ile göndermeleri isteniyor. Yarışmanın ödülleri ise; birinciye 15.000 TL ve 1.000 TL’lik 4 ayrı mansiyon ödülü olarak belirlenmiş. Eco-siklet 2011 Turgutreis Belediyesi ve Çatal Ada Sanat, Çevre ve Turizm Derneği, tüm üniversite öğrencilerini ‘Eco-siklet 2011 Yarışması’na davet ediyor. Yarışmacılardan deniz bisikleti veya kano tipi “insan gücü ile çalışan deniz aracı” tasarlamaları isteniyor. 2 kişilik tasarım takımı olarak su sporuna uygun, 1 kişiyi taşıyabilen, turistik faaliyette kullanabilen; ayak gücüyle kullanılan deniz bisikleti tipi araçlar ve kol gücüyle kullanılan kano/sal tipi araçlar kabul ediliyor. Jürisinde Murat Armağan’ın bulunduğu yarışmaya başvuru için son tarihi 15 Nisan 2011. Derin koleksiyonun tasarımlarından birisi olan FEK oturma ünitesi Chicago Mimarlık ve Tasarım Müzesi’nin verdiği Good Design (Chicago) ödülünü kazandı. Aynı zamanda Derin, mobilya kategorisinde ödül kazanan tek Türk markası oldu. Good Design Ödülleri,Chicago Athenaeum Mimarlık ve Tasarım Müzesi’nin Avrupa Mimarlık Sanat Tasarım ve Kentsel Çalışmalar Merkezi ile işbirliği neticesinde gerçekleşiyor. FEK oturma ünitesi, Chicago Athenaeum Müzesi’nin Good Design sergisi kapsamında Haziran 2011’de Chicago’da sergilenecek. DESIGN CHALLENGE İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencisi Cansu Akarsu 2 projesi ile INDEX: DESIGN CHALLENGE 2010 yarışmasına katıldı. PadBack ve kendisi gibi öğrenci olan arkadaşı Eun Jung Lee ile ortak Soap Shish isimli projeleri finale kalan 7 proje arasına girmeyi balşardı. PadBack projesi Afrika’da kız çocuklarının okulu terk etme sebeplerinin başında “adet” dönemi geldiğinden ürün hem kız çocuklarının en temel ihtiyacını sağlıklı ve çevreci bir şekilde karşılıyor hem de yerel üreticilere iş imkânı doğuruyor. Aşkın Tadı “Aşkın Damakta Kalan Tadı” sergileri, 3. yılında da izleyicilerini çok farklı ve sürprizli işlerle buluşturuyor. 12 Şubat’ta Beyoğlu Karşı Sanat’ta, 13 Şubat’ta Balat Camhane’de açılan sergiler, Şubat sonuna kadar devam ediyor. Bu yıl 2 farklı mekânda gerçekleştirilen sergilerde izlenebilen, okunabilen, dokunulabilen hatta yenilebilen ve giyilebilen eserler var. İstanbul Concept’in organizasyonu ve Işık Gençoğlu’nun kuratörüğünde gerçekleşen sergilerin mekanları ve temaları şöyle: Beyoğlu Karşı Sanat’ta “Dinler Arası Sevdalı Aşk Şarkıları”, Balat Camhane’de, “13 Şubat’lar Bizimdir”. Afişler ve İkonlar Afişler ve İkonlar 20042009 Sergisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik Tasarım Bölümü’nün eğitim kadrosunda öğretim üyesi olan Sinan Niyazioğlu’na ait. Sergi açılışı ve sergi söyleşisi 6 Mart 2010 tarihinde K2 Sanat Merkezi İzmir’de saat 17:30’da yapılacak. Sergide yer alan afişler, genç bir tasarımcının sorunsallaştırdığı ya da bizzat içinde yer aldığı, tasarım, sanat, edebiyat, tarih ve fizik disiplinlerine ait etkinlikler için 2004– 2009 yılları arasında ürettiği işleri içeriyor. Turkeybuild İstanbul Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından 34 yıldır sektör profesyonellerinin bir araya getiren ve Balkanlar, Rusya ve BDT ülkeleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan bölgenin en büyük yapı malzemeleri fuarı özelliğindeki Yapı Fuarı/Turkeybuild İstanbul, 27 Nisan – 1 Mayıs 2011 tarihleri arasında Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi’de gerçekleşecek. 81.000 metrekare alanda gerçekleşecek fuarda bir gelenek haline gelen olan “Amacına Uygun Düzenlenmiş Stand Ödülleri” ise bu yıl “Altın Mıknatıs” başlığıyla sahiplerini bulacak. Kadınca Kodlar Tasarım Parkı etkinliklerine bir yenisini ekliyor. Dünya Kadınlar Günü’ne ithaf edilen “Tasarımda Kadınca Kodlar Sergisi”, endüstriyel tasarımcı, içmimar, mimar, grafiker, moda tasarımcısı kadınların eserlerine yer veriyor. Sergi katılımcıları arasında Gamze Güven, Oya Akman, Alev Ebuzziya, Aslı Kıyak, Bahar Korçan, Mehtap Obuz gibi isimler bulunuyor. Kadının tasarımdaki yerini ve önemini vurgulamak amaçlı düzenlenen serginin küratörü, aynı zamanda Tasarımparkı kurucusu tasarımcı Nursema Öztürk. IFF Başlıyor Arabesque Grotesque CNR tarafından gerçekleştirilen ve moda sektörünün en köklü fuarı olan İstanbul Fashion Fair, 03-06 Mart 2011 tarihleri arasında CNREXPO’da düzenleniyor. Avrupa, Rusya ve Ortadoğu’dan birçok firmanın moda ve hazır giyim alımı için tercih ettiği İstanbul Fashion Fair’in (IFF), vize sorununun kaldırılmasıyla yoğun talep görmesi bekleniyor. İstanbul Fashion Fair’in moda ve hazır giyim sektörünün gelişmesine sağladığı destek, organize moda perakendeciliğinin gelişmesini sağlamayı hedefliyor. Kale Tasarım Merkezi (KTM)’nin gerçekleştirdiği, tasarımın farklı disiplinlerinden profesyoneller ile üniversite öğrencilerini bir araya getiren KTM209 Buluşmaları’nda yeni dönemin ilk konuğu tasarımcı ve küratör Ali Bakova. 3 Mart Perşembe KTM’de gerçekleşecek atölye çalışmasında, “Arabesque Grotesque” başlığı altında, yakın gelecek için tasarım konseptlerinin nasıl belirleneceği üzerinde durulacak. www. kaletasarimmerkezi.com adresinden veya KTM’nin facebook başvuru yapılabilir. Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Müdürü: Devrim Peker Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Hürriyet Medya Towers İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 449 65 27 sanat@radikal.com.tr, umut@kaletasarimmerkezi.com Radikal’in ücretsiz ekidir. ) %% % " % + "% & / % % . % !,'),%,# % / .& - .& ." .%)/ &.& )/ . *000$ / "%&) "% +%$+ &)# / )% ), %% & &+/ )',%%/ # #)%