Burada - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Burada - Kale Tasarım Merkezi
GAZ MASKESİ TASARIMLARI PARKLARI İLE DÜNYA TMMOB NEYE YARAR? 2 AYDIR TÜRKİYE BAŞKA BİR RUH HALİNDE... ALIŞKIN OLMADIĞI OBJELER GİRDİ HAYATINA; DENİZ GÖZLÜKLERİ, MASKELER... ÇOK DA ALIŞKIN SAYILMAYACAĞI İLETİŞİM BİÇİMLERİNE ADAPTE OLMAYA ÇALIŞIYOR- HAZİRAN AYININ İLK 10 GÜNÜNDE BİLE TWITTER KULLANICI SAYISININ 9 KATINA ÇIKMASI BUNUN AÇIK İSPATI-... DAHA ÖNCE OLMADIĞI KADAR DUYARLI; ÇEVRESİNE, EVİNE, PARKINA, MESLEĞİNİN ODASINA... HİÇ OLMADIĞI KADAR YARATICI; MÜZİK YAPARKEN, ESPRİ YAPARKEN, RESİM YAPARKEN, FİLM YAPARKEN, EYLEM YAPARKEN, TASARIM YAPARKEN! GÜN GELİYOR KALDIRIM TAŞLARINDAN KÜTÜPHANE İNŞA EDİYOR ŞEHRİN GÖBEĞİNE, GÜN GELİYOR PET ŞİŞELERDEN YAPTIĞI GAZ MASKESİ İLE İMZA ATIYOR READYMADE TARİHİNE. STENCILLERİN, POSTERLERİN ARDI ARKASI KESİLMİYOR; İLLÜSTRASYON YENİ BİR “YABANCI DİL” OLARAK HAYATIMIZA GİRİYOR... ÇOKTAN SEÇMELİ SINAVLARLA SERPİLMİŞ Y KUŞAĞI, BU SINAVDA YENİ SEÇENEKLER TASARLAMAK İSTİYOR. (ÇÜNKÜ A-B-C-D SEÇENEKLERİNİ OLUŞTURAN AVM, CAMİ, RESIDENCE VE KIŞLADAN SONRA ‘E’ ŞIKKINA, “PARK” DEĞİL,“HEPSİ” KALIYOR!) MİZAHA DUYULAN COŞKUYU TASARIMA DUYULAN İHTİYAÇLA BİRLEŞTİRİYOR, ‘READYMADE’ GENÇLİĞİNİ DOĞURUYOR GÜNBEGÜN... HALİHAZIRDA VAR OLAN PARKI İÇİN, HALİHAZIRDA VAR OLAN ÜRÜNLERİ YENİ FONKSİYONLARLA KULLANIYOR, HALİHAZIRDA VAR OLAN HAYAL GÜCÜNÜ YENİ MECRALARDA ÖZGÜR BIRAKIYOR. BİZ DE... HALİHAZIRDA VAR OLAN Y KUŞAĞINI YENİDEN, TASARLARKEN TANIYORUZ... Umut Kart umut@kaletasarimmerkezi.com KAMUSAL ALANLAR VE OTELLER OY VERMEK İÇİN TASARLAMAK YEŞİL ŞEHİRLERE DOĞRU SÖYLEMEDEN EDEMEYECEĞİM... TASARLAYINCA ÇOK GÜZEL OLUYORSUN TÜRKİYE! AĞUSTOS 2013 KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ. AĞUSTOS/2013 03 MESLEK ODALARINA NELER OLUYOR? TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) olmasaydı ne olurdu? Mesleki denetim nasıl bir ihtiyaç? Meslek örgütleri hangi kavramlar üzerine temellenir? Geçtiğimiz ay, en çok kafaları karıştıran soruların arasında bunlar da vardı. Yabancısı için biraz karışık bir hikaye. Meslek örgütlerinin varlığı, amaçları ve müdahil olduğu konuların her biri geniş bir bakışı hak eden, pek çok anlamı birden sırtlanmış derin kavramlara yaslanır. Bilim, teknoloji, doğa, kent, kamu yararı (ya da belki toplum yararı demeliyiz), emek, insan hakları gibi yan yana kolayca gelen, ancak hepsini aynı cümle içinde kullanmaya kalktığınızda iddialı ağır cümlelere dönüşen kavramlar… Tasarım Gazetesi’nin okuyucuları arasında elbette farklı disiplinlerden gelen, tasarımın gücüne ve yaşamsal dokunuşuna inanan tasarımcılar -mimarlar, endüstriyel tasarımcılar, kent plancıları, kentsel tasarımcılar, peyzaj tasarımcıları/mimarları - ve farklı alanlardan ilgililer var. Bu ay pek çoğumuzun gündeminde Gezi Parkı ve kentsel hareketler yer alıyor. Bu gelişmelere paralel olarak kentsel hareketlerin odağındaki Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) görevleri yeni yasal düzenlemelerle gündeme yerleşti. Sosyal medyada dolaşan “TMMOB olmasaydı ne olurdu?” temalı yazılardan herhangi biri bize mesleki denetimin önemi konusunda fikir verebilir. Mühendislik, mimarlık ve planlama alanlarının uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin yanı sıra toplum yararını ilgilendiren konulara hassasiyetle yaklaşan kurum ve bağlı odaların çalışmaları geniş bir alana yayılıyor elbette. Bu yazıyla kısaca tasarım alanını etkileyen yönleri ile yeni düzenlemelerden bahsetmekte fayda var. Mimarlar açısından bakıldığında durumun ilk etkisi eser hakları ile ilgili görünüyor. Mimarın eserleri üzerinde yapılacak değişikliklerde fikir ve izinlerine başvurulması durumunu ortadan kaldıran yeni düzenleme ile eserin mimarı bu hakkını kaybediyor. Diğer yandan bu düzenleme pek çok yoruma göre şehircilik anlayışında son moda Selçuklu Osmanlı karışımı öğeler içeren cephe düzenlemelerinin kentte yaygınlaştırılabilmesi için bir kapı açmış olarak görülüyor. Şehir plancılarını ilgilendiren yönüyle son düzenlemelerde 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 8. maddesine, “Harita, plan, etüt ve projeler; idare ve ilgili kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müellifler veya bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez” hükmü eklendi. Şehir Plancıları Odası tarafından yapılan açıklamaya göre uzun yıllardan bu yana sürdürülmekte olan «Mesleki Denetim Uygulaması» yasa değişikliğinde bahsedilen «vize» ya da «onay» niteliği taşımaz ve dayanağını İmar Kanunu‘ndan değil, 6235 sayılı TMMOB Kanunu ve ilgili yönetmeliklerden alıyor. Bu nedenle yasa değişikliğinin mesleki denetim uygulamalarında farklı bir uygulamaya yol açmayacağı bekleniyor. TMMOB’un toplum yararı alanında yaptığı çalışmalar arasında en çok gündeme yerleşen Gezi Parkı olsa da 3.Köprü, yapıldıkları bölgede doğal hayatı yok eden hidro elektrik santrallere karşı mücadele yer alıyor. Anayasanın 135. Maddesi ile kurulmuş, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu. Üyelik aidatları ve mesleki denetimlerden gelir elde eden TMMOB’a bağlı odalar yeni düzenleme ile gelirlerinin bir bölümünü kaybedecek. Ancak bu durum yukarda anlatılan ve mesleğin uygulamasında ve kamu yararının korunmasında oluşacak suistimallerin karşısında küçük bir kayıp. 04 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com DÜNYA PARKININ FARKINDA Geçtiğimiz Mayıs ayının son günlerinde başlayan direniş çok sayıda insanı, pek çok farklı sebeple buluşturdu. #direngezi diyenlerin önemli ortak noktalarından biri ülkemize nüfuz eden “doğanın rantlaştırılma alışkanlığı” virüsüne duydukları tepkiydi. Öyle ya… Dünyanın dört bir yanında neden şehirlerin tam da göbeğinde parklar vardı? Central Park, Manhattan, New York Dünyanın metrekaresi en pahalı parkı, Central Park, New York şehri, Manhattan Bölgesi’nde yer alan halka açık, el yapımı kentsel bir park. 19. yüzyılda başlayan göç ile dönüşen şehrin peyzaj mimarlığı ile yapılan ilk parkı olma özelliğini taşıyor. Adanın nefes almasında önemli bir rolü var. Her yeni hükümet yetkilisi de özenle koruyor, daha yaşanır bir şehir kurgusu için katkı sağlıyor. İçinde New York geçen her kitapta, her filmde Central Park’a rastlamamızın bir tesadüf olmadığını parktaki sosyal hayattan anlayabilirsiniz. Halk kadar, şehre ilk kez gelen ziyaretçiler için de olmazsa olmaz. High Line, New Jersey, New York Dönüşümün halk için fayda yaratması mümkün mü? Yerden yükseltilen demir yolu hattı üstüne yeniden tasarlanan ve yeşillendirilmiş bu park alanı turistlerin olduğu kadar şehrin yaşayanlarının da odağı. 1930’lu yıllarda, bölgedeki endüstriyel depolara hizmet için kurgulanan bu demir yolu, tren kazalarını önleme amacıyla yerden yükseltildi. Teknolojiler, yeni ulaşım alternatifleri bu istasyonu verimsiz kılınca 1980’lerde kapatıldı. Dönemin belediye başkanı yıkılması için bir kararname imzalarken, mimarlar, şehir bölge planlamacılar ve bölgede yaşayanların yer aldığı Friends of the High Line Sivil Toplum Kuruluşu bölgenin bir eko sisteminin olduğunu vurgulayarak, bu bölgenin yeşillendirilerek çevreye faydalı bir mekana dönüştürülmesi gerektiği konusunda ısrarcı bir duruş sergiledi. 152 milyon dolarlık proje, 3 yıla yayılan çalışmalar ile şehre kazandırıldı ve atıl duran bir bölge yaşanır hale getirildi. Royal Botanic Gardens, Sidney Sidney’in tam kalbindeki Royal Botanic Gardens liman ile iş merkezlerinin kesişiminde yer alıyor. 30 hektarlık alana yayılan bahçe iki bölge arasında denge rolü üstleniyor. Ziyaretçi dostu parkın içinde ‘‘Lütfen çimlerde yürüyünüz’’ yazan tabelalara rastlamanız mümkün. Benzersiz birçok bitkinin, ağacın olduğu temiz hava deposu bu bahçede, yürüyüş yaparken bölgede yetişen benzersiz bitkileri keşfedebilirsiniz. Doğası, manzarası, merkeze yakınlığı ile gün içinde vazgeçilmez bir mola mekanı. biraz vakit geçirmeniz için hazır. Ücretsiz açık hava konserleri ve tiyatro oyunları gerçekleştiriliyor. Farklı kuş türlerine ev sahipliği yapan parkın içinde heykeller, çeşitli oyun alanları yer alıyor. Şair Vondel’in heykeli kadar, parkın tarihi restoranı da merak uyandırıcı. 1864 yılında sivil inisiyatiflerin hareketlenmesi ile hayat bulan parkın tasarımcısı Jan David Zocher. İngiliz park kültürüne yakın bir yaklaşım ile tasarlanan parkın, otuz senede bir renove edilmesi gerekiyor. Bu renovasyon gerçekleşmezse parkın sular altında kalma ihtimali ortaya çıkıyor. Vondelpark, Amsterdam Jardin du Luxembourg, Paris Vondelpark, Amsterdam’ın en büyük şehir parkı ve yılda 10 milyon turist ağırlayarak da bölgenin en popüleri olmayı başarıyor. Önemli müzelerin merkezinde yer alan park spor, müzik, dinlenme ya da sadece 6 hektarlık Park, Parisliler ve ziyaretçiler için heykelleri, fıskiyesi, gölleri, çeşit çeşit çiçekleri, tenis kortu, tiyatrosu, küçük kafeleri ile benzersiz bir dinlenme yeri. Medicis Ailesi’nden Marie de Medicis’nin AĞUSTOS/2013 yönetimde olduğu zaman yapılan bahçe, özenli bir buluşma mekanı olmayı 1612’den bu yana sürdürüyor. Şehir merkezindeki Sorbonne Üniversitesi’ne yakın oluşu, öğrencilerin parkı kampüs olarak değerlendirmesine imkan veriyor. Parkın en kuzeyinde yer alan, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman Hava Kuvvetleri’ne ev sahipliği yapan saray, günümüzde senato için kullanılıyor. Parkın çevresindeki fotoğraf sergileri gibi içinde dağınık yerleşen heykeller de ziyaretçiler için önemli. Şehrin dört bir yanından giriş yapmanıza imkan veren bu büyük parkta tenis, binicilik, oyuncak yelken gibi alanlarda yarışlar gerçekleşiyor. HydePark, Londra 1637’de halka açılan Londra’nın en büyük parkı HydePark, şehrin akciğeri olarak kabul ediliyor. Yakınındaki Kensington Behçeleri ile birlikte 249 hektarlık bir alana yayılıyor. Long Water ve Serpentine olarak bilinen iki gölü içine alan bölge, birçok büyük etkinliğe, konsere, önemli kutlamalara ev sahipliği yapıyor. Park koşu, yüzme, binicilik, atıcılık ve piknik için de popüler. Parkın bir köşesinde serbest konuşma yeri olarak bilinen ‘‘Speakers’ Corner’’ yer alıyor. Bu köşe, var olduğundan bu yana demokrasinin bir sembolü olarak kabul ediliyor. Günümüz Gezi Parkı ile karşılaştırılmasındaki en önemli neden de bu olsa gerek. Stadtpark, Viyana 6,5 hektarlık bir alana yayılan Viyana Şehir Parkı (Stadtpark), 1862 yılında Rudolph Siebeck tarafından HydePark örnek alınarak tasarlandı. Şehrin ilk parkı olma özelliğini taşıyor. Viyana Nehri nedeniyle iki parçadan oluşmak durumunda kalan Park, yıllar içinde yapıcı istimlaklar ile genişletildi ve nehrin iki tarafı Karolin Köprüsü ile birleştirildi. Parkın bir başka özelliği de altından çıkan kaynak suyu. Dönemin yetkilileri tarafından suyun daha verimli kullanılması istenerek birkaç yıl içinde bir Kür Binası inşa edildi. Tedavi amaçlı inşa edilse de bu yapı daha çok konserlere, balolara ev sahipliği yaptı. Eskisi kadar yoğun olmasa da bugün hala bu etkinlikler devam ediyor. Parkta, bölgede yaşayan bir çok müzisyen ve sanatçının heykelleri yer alıyor. İlk kurulduğunda dahi çocukların önemsendiğini fark ettiğiniz çocuk alanları, günümüzde güvenli oyun aletleri ile desteklenerek hizmet vermeye devam ediyor. Bahar aylarında 400 farklı çiçek ile zenginleşen parkın en popüler heykeli altın Johann Strauss heykeli. Stanley Park, Vancouver 400 hektarlık alana yayılan sahil yolu, ağaçları, meşhur sincapları, manzarası, denizi, dağı ile benzersiz bir güzellik! 125 yıl önce kuruldu. Doğası gibi yaşayan hayvanları da halkın, şehrin, yönetimin 05 öncelikli başlıkları. İş merkezlerinden sadece 10 dakika uzaklıkta olan park, kent sakinleri için vazgeçilmez. Geniş koru alanları, bahçeleri, gölleri boyunca uzun yürüyüşlere çıkabilirsiniz. Stanley Park, ortak amacın kaliteli bir yaşam sürmek olduğunu görmenize fırsat veren bir alan. Ulusal ve uluslararası ölçekte park tasarımlarına ilham kaynağı olabilecek nitelikte. Parque del Retiro, Madrid Etkileyici bir açık hava müzesi de Madrid’in merkezindeki Parque del Retiro. Heykelleri, süs havuzları, önemli yapıları ile ziyaretçilerine görsel bir doyum yaşatıyor. Botanik bahçelerinin görselliği, kayıkla gezintiye çıkma imkanı, çimlerde ağaçların gölgesinde dinlenme fırsatı oldukça huzurlu! Hafta sonları daha kalabalık olan Park, sokak müzisyenlerinin, ressamların ve sanatçıların da buluşma noktası. 06 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr BALLOTTA’LARDAN GÜNÜMÜZE... OY VERMEK Vatandaşlık haklarının, demokrasinin sıkça tartışıldığı bugünlerde, oy kullanmanın bir aracı olarak tasarıma baktığımızda karşımıza nasıl bir serüven çıkıyor bakalım istedik. “Ballot” kelime kökenini Antik İtalya’yadan alan (Ballotta), 1540’larda seçim mecralarında kullanılan küçük toplara verilen bir isim. Ballots, bizim bildiğimiz adıyla oy pusulaları, ülkemizde halen her ne kadar kağıt üzerinden işlese de, tarihte ve farklı coğrafyalarda birçok tasarım sürecinden geçmiş. Oy pusulalarının yanısıra oy sandıkları da tasarımları ile farklılıklar gösteriyor. Erken dönem oy pusulalarından biri olan “blackballing”, siyah ve beyaz toplardan oluşan bir sistemdi. Beyaz toplar desteklemek anlamına gelirken, siyah toplar muhalefeti işaret etmekteydi. 17. Yüzyıldan itibaren İngiltere’de üst sınıfa ait İngiliz erkelerinin oluşturduğu Gentlemen’s Club’larda, ve 19. Yüzyılda Amerika Washington’daki kent komisyonundaki üyeler tarafından seçimlerde kullanılmışlardı. Sonraları, Mason Locaları’nda kirli beyaz toplarla karışmaması için siyah toplar yerine siyah küpler tercih edilmişti. Zaman içerisinde evrilerek, renkli toplar yerine, oy kullanılan kutunun tasarımıyla yeni bir sistem öneren oylama yöntemleri ortaya çıktı. Bu topların atıldıkları kutunun tasarımı ise ahşap malzemeden imal edilmiş ve çekmeciliydi. Toplar “evet” ve “hayır” çekmecelerine bir açıklık içerisinden atılırdı. Küçük toplardan önce, antik çağa baktığımızda karşımıza kırık parçalar üzerine kazıma yöntemi ile isim belirterek oy kullanılan Antik Yunan çıkıyor. Kullanılan bu yöntem “Ostracon” olarak adlandırılıyor. Milattan önce 5. Yüzyılda ilk örneklerine rastlanan bu parçalar günümüze kadar gelmiş, bugün Atina Agora Müzesi’inde sergileniyor. Antik Hindistan’da ise, köy halkı tarafından düzenlenen seçimlerde “Kudavolai” adı verilen, üzerinde aday isimlerin bulunduğu palmiye yapraklarını görüyoruz. İlk kağıt oy pusulalarının ise Kuzey Amerika’da Massachusetts Bay Colony tarafından 1629 yılında kullanıldığı iddia ediliyor. Günümüze yaklaştığımızda, Amerika’nın Florida eyalet seçimlerinde ilk kez kullanılan “Butterfly Ballot” akla geliyor. 2 sayfadan oluşan tek bir kağıt üzerinde seçilmesi istenen adayların isimleri yeralıyor. Oy sandıklarına baktığımızda cardboard malzemeden yapılmış ve Washington’daki ilk federal seçimlerde kullanılmış klasik beyaz renkte kübik tasarımlar çıkıyor. Birleşim yerleri, gövde ile aynı renkte bantlarla tutturulmuş birbirine. 1870’lere daha çok ahşaptan yapılmış, yine benzer formlarda, üzerinde sandık numarası ve bölge adları olan sandıklar hakim. 1884’lerde bir ara görünüp sonra kaybolan, yine dörtgen formlarda, ancak içerisine balık kavanozuna benzer cam bir hacim yerleştirilmiş sandıklar var. 1930’lara gelindiğinde, Kaliforniya eyaletinde kullanılan silindir şeklinde galvanizden üretilmiş tasarımlar göze çarpıyor. 2007 Fransa seçimlerinde kullanılan sandık ise şeffaf. Oy kullanımının kolay takibi için yapılan bu tasarım, aynı zamanda sürecin de şeffaflığına vurgu yapar nitelikte. 2007 Haiti seçimleri de bu şeffaflıkta gerçekleştirilmiş. Benzer amaca hizmet eden ve Slovenya’daki seçimler için kullanılmış yarı-saydam malzemeden yapılmış, kübik formda tasarlanmış oy sandıkları var. Norveç’te ise tümü metal, ön yüzeyinde sembol ve logosu yeralan, taşınabilmesi için sapı da olan oy kutuları göze çarpıyor. Diğer taraftan, tarihte kullanılan mekanik olarak çalışan oylama sistemlerini unutmamak gerek; 1838’lerdeki The Chartis, 1960’lardaki Votomatic gibi... 1880’lerde de makina şeklinde tasarlanmış oy sandıklarına rastlamak mümkün. Amerika Connecticut’da yeralan bu tasarım, yan yüzeyinde yeralan, el ile çalıştırılan kol sayesinde, ön yüzeyindeki oy sayısını gösteren mekanik rakamları değiştirme işlevi görüyor. Günümüzde ise, ülkemiz hariç pek çok ülke artık elektronik ortamlarda oy kullanıyor. Siyah ve beyaz toplardan dijital mecralara, ahşap sandıklardan şeffaf fütüristik tasarımlara evrilen oy pusulaları, sandıkları ve oy kullanma yöntemleri, ülkemizin kısa seçim tarihi içerisinde de değişim göstermeye çalıştı ancak eksik kaldı. 2011 seçimlerinde 40x55x50cm ölçülerindeki, şeffaf, ısıya ve kırılmaya dayanıklı sert plastikten yapılmış şeffaf sandık kullanması beklenilen Türkiye’de ise, gönderilen yeni sandıklar ile oy verme kabinlerinin ihtiyacı karşılayamaması nedeniyle birçok seçim merkezinde ahşap kullanılmaya devam edildi. AĞUSTOS/2013 07 Dr. Banu Pekol bpekol@gmail.com KAMUSAL ALANIN OTELSEL DÖNÜŞÜMÜ Misafir kelimesinin bilinen en eski kullanımının 11.yy’da yazılmış Kutadgu Bilig’de olduğu söylenir. Kelime, bugün otellerin elinde ticari bir araç. Peki bu otel misafirperverliğinin şehirlerdeki kamusal alanı kıstırması nasıl karşılanmalı? İstanbul’da bu yıl müşterilerini ağırlayacak yüzlerce yeni otelin sebebi olan agresif iştahın sonucuna, yani turist talebini karşılamak için gerçekleşen konaklama tasarımlarının kenti ve kentlileri nasıl etkilediğine bakmak için iyi bir zamandayız. 3 yıl önce yerinde duran tarihi tütün deposunun arazisine çeşitli restorasyon bahaneleri ile sıfırdan yapılıp Mayıs ayında açılan Shangri La oteli, önünde bulunan Beşiktaş-Kadıköy iskelesini yalnızca müşterilerinin özel ulaşımı için kullanacak. 200 oda kapasiteli bu otelin müşterilerinin keyfi tekne turları, yaz tarifesinde bile günde 29 sefer yapan 1500 yolcu kapasiteli vapurlara tercih ediliyorsa ortada misafiri kentliden üstün tutan bir durum var demektir. Kamusal alanı ele geçiren otel çılgınlığı yalnızca yakın tarihimize özgü bir pratik değil. İki ay önce başlayan direnişin mekânsal kaynağı Gezi Parkı’nı, ismi daha Gezi Parkı değilken de küçültme girişimleri olmuştu. Henri Prost, 1936-37’de İstanbul için hazırladığı nazım planında iki büyük park belirlemişti. 2 no’lu park, Maçka, Harbiye, Taksim ve Dolmabahçe arasında yaklaşık 200,000 metrekarelik bir alanda konumlanmıştı. Dönemin siyasal ortamının imar hareketlerini yönlendirmesi o zamanda bile etkiliydi ki adına ‘İnönü Gezisi’ denildi. Dinlence ve kültüre odaklanan bu parkın çeperine ve içine gazino, eskrim ve dağcılık kulübü, radyoevi, açıkhava tiyatrosu, spor ve sergi sarayı inşa edildi. Sadece parkın güney ucunda eskiden Osmanlı Bankası lojmanlarının, bugün The Marmara’nın bulunduğu yer için bir otel önerisi vardı. Ancak 1950’de hükümet değişince park için hazırlanmış tüm projeler ve öngörüler iptal oldu, yeşil alanın içinde oteller yükselmeye başladı. Biraz daha geriye gidersek, 1948’de yarışma ile kabul edilen park gazinosu projesinde (hatta elenen projelerde dahi) parkın silüet ve topografyasına uyum görülmekteyken, hükümet değişimiyle bu alana çok baskın biçimli Hilton Oteli inşa edildi. Oteli inşa etmek isteyen müteşebbisler doğrudan hükümete başvurmuş, devlet desteği ile inşaat başlamıştı. Otelin tasarımı Türkiye’de ilk ve tek eserini yapacak SOM (Skidmore, Owings & Merrill) önderliğinde, yerel danışman olarak Sedat Hakkı Eldem ile yapıldı. Hilton Oteli şehrin ilk büyük modern üsluptaki tasarımı olarak beğenilmişse de parkın silüetini ve bütünlüğünü bozduğu için konumunu eleştirenler de vardı. Willam Tabler Mimarlık’ın eseri olan New York’taki Hilton oteli şehrin en büyük ve modern oteli olmasıyla birlikte bu duruşunu Central Park’ın içinde olmadan, onu görebileceği bir yere konumlanarak pekiştirir. Otel halen baş özellikleri arasında Central Park’a yakınlığını sayıyorsa, hem misafir hem de kentliler için parkın değerini kavramış olduğundandır. Viyana ve Melbourne’daki Hilton otelleri de şehir parkıyla diyalog kuruyor; parkın içine değil, karşısına konumlanarak. 1972’de temeli atılan, Türk AHE Mimarlık Grubu’nun tasarladığı İstanbul Sheraton Oteli (bugün Ceylan Intercontinental) İnönü Gezi’sinin arazisinin içine, Mimar Rüknettin Güney’in eseri Belediye Gazinosu yıkılarak yapılarak döneminde İstanbul silüetindeki en yüksek bina olmuştu. Diğer yandan Richard Seifert’in 1973’te tasarladığı Londra Sheraton otelinin tasarımı eleştiri alsa dahi Hyde Park’ın arazisinin içine değil, karşısına inşa ettirilmişti. Kısacası uluslararası oteller simge tasarımlar için mimarlarla beraber çalışır, ancak otelin konumunun kamusal bir park arazisini işgal etmesi tamamen yerel erklerin bu sermayeye kendilerince hürmetidir. (Hilton açıldığında dönemin valisi otel zinciri sahibine fahri hemşerilik ünvanı vermişti!) 2 no’lu park arazisine yapılan diğer otelleri sayacak olursak, 1956’da Divan Oteli, 1988’de Swissotel, Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübü yıkılarak yerine 1995’te Hyatt Regency Oteli ve Gökkafes. Kamusal park arazisi içinde kamuya ancak güvenlikten geçirerek tahammül edebilen otellerin yapılmasıyla 2 no’lu park makroyu yansıtan mikro bir örnektir. Mimarlık, 2 no’lu parkın tarihinde yalnızca inşaat ve biçim oluşturma eylemi değil, politik bir sürecin biçimsel yansıması olarak da ortaya çıkmıştır. Çıkar politikaları sonucunda uzman planlama birimlerinin önem ve yetkileri görmezlikten gelinmiş ve ‘rant lobisi’ ile parkın içinde ağaçlar sökülüp oteller dikilmiştir. Swissotel’in açılışında otel genel müdürünün ‘kamuoyunun zamanla otelin görüntüsüne alışacağı’ sözü de Giorgio Agamben’in ifadesiyle istisna halinin norm haline gelmesine örnektir. 08 GEZİ RUHUNU RESMETMEK... Türkiye’de sivil bir direniş örneği taşıyan Gezi Parkı Direniş sürecinde yaşanan her bir olay, her bir kırılma noktası, her bir değişim, her bir isyan, her bir öfke, her bir tepki, duygu, hüzün ve mutluluk yerini posterlerde, illüstrasyonlarda, karikatürlerde buldu. Sıktıkça Büyür Gezi Parkı Hepimizin, Ağaca Sarıl Gezi Parkı direnişinin başlangıç ve en önemli temalarından biri parkta bulunan ağaçların varlığıyla ilgiliydi. Bu poster Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine engel olmak için yapılan sivil ve pasif direnişin tabiatını sergiliyor. Posterde ağaçlara yapılan özel vurgu, kentte bulunan ağaçların, yeşil alanların ve doğanın önemini yansıtıyor. İnsanların dans etmesi, müzik aletleri çalması, ağaçlara dokunması insanların doğaya sahip çıkışlarını tarifliyor. Şarkı söyleyen, dans eden insanlar da aslında ağaçların ve doğanın birer parçası olmaya başlıyorlar. Doğayla bütünleşen insanı, ait olduğu çevreden koparmak gibi okunan ağaçların kesilme eylemi de bu posterin en güçlü kavramlarından biri. Yaşamak İçin Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür Ayşegül Türkoğlu Alpak bu posterinde, Nazım Hikmet Ran’ın ölümsüz şiirine gönderme yapıyor. Sivil direnişin ağaçların kesilmesini engelleme ve onları sahiplenme duygusu ile şairin bir orman gibi kardeşçe yaşama tutkusu birleştiriliyor. Direnişin başladığı günden itibaren direnişçilerin sayısının hızla artması da dizelerde yer alan beraberlik temasını güçlendiriyor. Posterde ağaçların sökülmesine karşı olarak sivil direnişe geçen insanların giderek artması ve birbirlerine verdikleri destek ellerin birleşmesi ile bir ağaç soyutlaması yapılıyor. Ayrıca kompozisyonda bulunan bütün eller ‘dur’ işaretini yaparak Gezi Parkı’nda bulunan ağaçların kesilmesine, parkın farklı bir yapılanmaya dönüşmesine karşı çıkıyor. Bu da Gezi Direnişi’nin temel ve başlangıç temasını ortaya koyuyor. Gezi Direnişi’nin en orijinal özelliklerinden biri belki de hayatında hiçbir eyleme katılmamış genç, yaşlı, kadın, erkek pek çok insanın direnişe dahil olmasıydı. Kadınların ön planda olmaları bu direnişin en ilginç yanlarından biriydi. Kırmızı elbisesiyle direnişe katılan kadının gaz bombası sıkılması anı direniş sürecinde sıklıkla karşımıza çıktı. Murat Başol, yapmış olduğu bu ilüstrasyonda, bir yanda kadının sivilliği, gündelikliği, savunmasızlığı, saldırısızlığı dururken, donanımlı polisin bir müdahale aracı olan gaz bombasını kullanmasının tezatını gündeme getiriyor. Gaz bombasının kadının pasif direnişini durdurmak amacıyla sıkılmasına rağmen, bu müdahalenin direnişi azaltmak yerine artırmak doğrultusunda gerçekleştiğini resmediyor. Tasarımcı, tüm bu tezatı, kullanılan orantısız gücün direnişin büyümesi ve güçlenmesi, müdahalecilerin de onların yanında küçülmesi şeklinde yorumluyor. Duran Adam Taha Alkan Gezi Direnişi ile ilgili toplumsal duyarlılığını yüksek seviyede yaşamış olan sanatçılardan biri. İllüstrasyonlarını yapmadan önce, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiyi sorgulayıp, insanlara imgesel veri sağlayan bir teknikle direnişi yorumlama yoluna gidiyor. Gezi Direnişi’nin önemli ve özgün bir fenomeni olan ‘Duran Adam’ın hikayesini anlatırken minyatür tekniğini kullanan sanatçı, ifadeleri arkaik bir yönteme aktarıyor. Direnişin pasifliğini, olağanlığını sadece ‘durarak’ ifade eden ve eylemini bu sadelikte yaparak bir o kadar da büyük etki yaratan ‘Duran Adam’ böylelikle çarpıcı arkaik bir teknikle yorumlanarak direniş zaman tünelinde ölümsüzlüğüne kavuşmuş oldu. AĞUSTOS/2013 09 Everyday I am Chapulling İstanbul United Kaan Demirçelik tarafından yapılan bu poster çok anlamlı. Birbiriyle devamlı karşı saflarda ve rekabet halinde olan üç İstanbul kökenli takım olan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarlarının Gezi direnişi sürecinde ilk defa direnişçi olarak bir araya gelmeleri zihinlerden silinmeyen sahneler yarattı. Normalde aralarında büyük bir rekabet bulunan, derbilerde saldırganlık noktalarına kadar gidebilen taraftarlar direniş ruhuyla bu rekabeti bile aşarak birleşti. Bu üç takımın sembolü olan kartal, aslan ve kanaryanın birlikteliğini resmeden sanatçı, ilüstrasyonunu İstanbul United olarak adlandırmış. Since 31 May 2013 yazısı da gezi direnişinin başlangıç sürecini belirtiyor. (www.artofkaan.com) Mert Tügen tişörtüyle, kapri pantolonuyla, gündelik haliyle, saldırganlıktan uzak naif duruşuyla eyleme katılan bir genci resmetmiş. Sanatçı, direnişçinin, eylemcinin imajının gezi eylemi sürecinde değişime uğradığını gösteriyor. Kolektif bellekte parkalı, postallı, belki biraz nobran olan eylemci, artık içimizden herhangi biri olabilir. İnsanların tepki göstermek istedikleri bir konuda, farklı biri olmadan eylem yapabilmeleri ve direniş sergileyebilmeleri görsel olarak yaygınlaştı. Bu durum, eylemciyi ötekileştirmeden kolektif bilincin içine olduğu gibi içselleştirerek katmış oldu. Üstelik sanatçı pasif direnişçinin o sıradan halini yücelterek, tüm müdahalelerden daha güçlü ve büyük olduğunu hissettiriyor. Ayrıca posterde, ‘çapulcu’ kelimesinin orijinal anlamını aşıp yeniden üretimine ve yeni içeriğine de yer veriliyor. Keep Calm Chapullers Ayşegül Türkoğlu Alpak, bu çalışmada gezi ruhunun heterojenliğini yansıtıyor. Farklı ideolojilerden, farklı kökenlerden gelen pek çok pasif direnişçi benzer kaygılarıyla benzer tepkileri hissederek bu direnişte birleşti. Yine burada direnişin sivilliği ve pasifliği, direnişçilerin gerek kıyafetleri, gerek saçlarıyla gündelik, sıradan sunumlarıyla resmediliyor. Gaz bombasından korunmak için temin edilen ürünler de çeşitlilik yaratıyor. Kimi insanlar basit gaz maskeleri kullanırken, kimileri daha kapsamlı maskeleri kullanmış, gözleri korumak için de deniz gözlüğü çeşitlerine gidilmiş. Uzun günler sürekliliği devam eden ve artan direniş, direnişçilerin devamlı maruz kaldıkları gaz bombası karşısında önlemler almalarını ve geliştirmelerini sağlamış. Bu poster Gezi Direnişi sürecinde ortaya çıkan en önemli noktalardan biri olan direnişçilerin kendilerine ve diğer direnişçilere yaptıkları sakin ve soğukkanlı olma konusundaki telkinleri anlatıyor. Bu telkinler, direniş sırasında provakosyanlara kapılmamak, şiddet içeren davranış ve tutumlar sergilememek, ve böylelikle pasif direnişin yapısını bozmamayı içeriyor. Poster, müdahalelerin şiddeti karşısında bocalamaya düşen direnişçilerin soğukkanlılıklarını kaybetmeden eyleme devam etmesini anlatıyor. Posterin yeşil fonu ve ağaç figürü, direnişin asıl başlangıç noktasını anımsatan ve sakinleştiren bir ruh hali sunuyor. 10 Sanem Odabaşı sanemodabasi@gmail.com YEŞIL ŞEHIRLER REKABETTE Bir yanda “3-5 ağaçla” başlayan Gezi Parkı direnişi, öte yanda 140 ülkeden iklim ve çevre aktivistinin katıldığı Global Power Shift... Yaz ayları, özlediğimiz dünya üzerine biraz kafa yormak için ciddi bir fırsat oldu doğrusu! Haziran ayı, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’yi yoğun şekilde bir “çevrecilik” sınavına/ sorununa tabii tuttu. Başta Taksim’deki son yeşil alan olarak kalan Gezi Parkı’nın korunması konusuna yönelik yapılan protestolar ve hemen arkasından 350.org organizasyonluğunda düzenlenen 140 ülkeden çok sayıda iklim ve çevre aktivistinin katıldığı bir haftalık Global Power Shift (Küresel İklim Değişikliği) etkinliği ve takibinde 29 Haziran günü GPS tarafından gerçekleştirilen yürüyüş ile uzun zamandır üzerinde düşünmediğimiz birçok değeri , aslında başka bir dünyanın mümkün olduğunu kısa süre içinde hatırlattı. Her gün yüzlerce binanın, onlarca AVM’nin çevreye bıraktığı kalıcı tahribat ve buna bağlı olarak insanoğlunun atmosfere bıraktığı karbon ayak izinden yola çıkmak başka bir dünya için başlangıç, evet. Ama çevreci mimarların yaptıkları çalışmalar, bunların şehirciliğe kısa ve uzun vadede etkileri neler, yeşil- sadece görüntü anlamında da değilbir şehir oluşturmak nasıl mümkün bunları düşünmek gerekiyor. Şehirler için iyi bir gelecek bırakmak, bugünkü çalışmalara bakıyor. Birleşmiş Milletler’in 2004 yılında yaptığı bir araştırmaya göre dünya nüfusunun 61%’i 2030 yılında büyük şehirlerde yaşayacak. Yeşil bir şehir oluşturmak içinse sürdürülebilirlikten vazgeçmemek gerekiyor. Sürdürülebilirlik kavramı ile birlikte birçok alan kendi içinde yenilenmeye ve arınmaya başladı. Bu kavram ile mimarlık da oldukça yakından ilgili. Sürdürülebilirlik çerçevesi altında çevreye, doğaya, iklime, insana verilebilecek en az düzeyde zarar vermek çevreci mimarların ilk ilkesi. Sürdürülebilir bir yapı oluşturmanın başlangıç noktasında temelde mimarlığa ait yapı ve form endişeleri olsa da binayı doğal materyaller ve alternatif enerji türleriyle oluşturma kaygısı da yatıyor. Kiremit, ahşap gibi organik materyallerin kullanımının yanı sıra geri dönüştürülmüş cam, yıkılmış binalardan toplanan tuğlalar kullanmak da mümkün. Bambu bitkisinin çok hızlı büyümesi ve gelişmesinden dolayı parkelerde bambu kullanımı yaygınlaşıyor. Mimar Vincent Kuyhenhoven ise serpentin taşının karbondioksit gazını hapsedebilme özelliğinden yararlanarak çatılarda kiremite alternatif malzeme olarak kullanıyor. Öte yandan geri dönüşümün de çevreci bina yapımında kullanıldığı alanlar mevcut. Yalıtımda kullanılan sentetik malzemeler geri dönüşümle elde edilebiliyor. Dünya nüfusunda bu kadar hızlı bir büyüme varken ve büyük kentler de az yeşil alana sahipken, her şey umutsuz görünse de, New Yorklu mimar Dan Barasch probleme çözümle yaklaşıyor. PSFK 2013 Teknoloji ve İnovasyon Konferansı’nda Dan Barasch, New York için üretmiş olduğu The Lowline adlı bir projeden bahsetti. Bu projeyle Manhattan’ın Lower East Side bölgesinde, yer altında terk edilmiş bir tramvay istasyonu olan alanı park haline getirmeyi amaçlıyor. Yer üstüne yerleştireceği güneş ışığını hapseden çanaklar aracılığıyla yer altını aydınlatarak orada ağaç, bitki ve çim yetiştirmeyi planlıyor. Böylece doğal yollar aracılığıyla yer altında yeşil bir alanı yapabilmek mümkün olacak. Bir başka doğal yaşam alanı tasarısı ise yine New York’da, Waldorf-Astoria Oteli’ne dair. Otelin çatısı 20.000 arıya ev sahipliği yapıyor. Böylece otel sahipleri bal üretimini kendileri yaparken aynı zamanda arıların popülasyonunun devam etmesine de katkıda bulunuyor. Ekoloji’ye Dost Şehirler Mimarlıkla beraber şehircilik anlayışı da gelişiyor. Dünyada birçok şehir artık sadece metropol kent olmakla övünmenin yetmeyeceğinin farkında. Büyük şehir olma kaygılarını bırakıp, “yeşil şehir” olma amacını taşıyan şehirlerin sayısı artmakta. Bunların başında Vancouver geliyor. Vancouver, 2020 yılı için kendine bir eylem planı hazırladı. Bu doğrultuda dünyanın en yeşil şehirlerinden biri olmayı planlıyor. Bunun için yapılan çalışmalar oldukça hızlı ilerliyor; güneş panellerinin sayıca artması, yeni bisiklet yollarının yapılması, jeotermal ısıyı kullanmak, tuvalet sifonlarını sadece yağmur sularını kullanarak sağlamak, yeşil çatılar oluşturmak bunlardan bazıları. Bir diğer önemli şehir projesi örneği ise Birleşik Arap Emirlikleri’nde Masdar kentinde gerçekleşiyor. Dünyanın ilk ekolojik kenti olarak tasarlanan Masdar, tamamı sürdürülebilir enerjiden oluşan, kesinlikle karbon salınımının yapılmadığı, güneş ışığını elektriğe dönüştüren panellerle ve bu elektrik ile çalışan araçlarla dolu bir kent olacak. Binaların tamamı ise sürdürülebilir (organik, geri dönüştürülmüş/ geri dönüştürülmeye müsait) materyallerden oluşacak. 2016 yılında bu projenin bitmesi dahilinde 50.000 insanın Masdar’da yaşaması planlanıyor. Bu gibi örneklerin sayısı çoğalıyor, çoğalacak. Dünya artık kendini her anlamda arıtmaya ve doğal alanını korumaya mahkum. Aynı prensipleri ve tutumları Türkiye için de söyleyebilmek zaman alacak gibi duruyor. Yine de geçtiğimiz Haziran ayı, şehircilik ve mimari alanlarda bilinçlenmenin başladığı fikrini doğuruyor. AĞUSTOS/2013 11 Beste Sabır bestesabir@gmail.com SOLERI’NIN ARDINDAN ‘ARCOLOJI’ Biz kentsel dönüşüm adı altında, kanal projeleriyle doğal ekosistemimizi, üçüncü havaalanıyla kentsel yerleşim dengesini altüst etmekle uğraşalım, Soleri bundan tam 43 yıl önce kent-mimarlık-ekoloji arasında bir bağ kurup, hayalini gerçeğe dönüştürmüş. Sanayileşme sonrası kentlerinin hazin gerçekliği için çözüm arayışları, hayalleri ütopyaların içine sığdırıldı. Kimileri gerçekleşti ve deneyimlendi, kimileriyse birer ütopya ya da distopya olarak kaldı. Bahçeşehir, güzel kent hareketleri gibi birçok deneysel yöntem geliştirilip denendi. Ya günümüz kentlerinin ütopyaları? Kent bahçeciliği, kentsel tarım gibi konuların giderek vurgulanır olduğu günümüz kentleri için, (insan-kent-doğa bağının altını çizerken işleyen bir ‘yaşam modeli’ kurmuş olan) Paolo Soleri’nin Arcoloji kavramı ve Arcosanti yerleşimi paralelinde ipuçları arayacak olursak… 1940’larda Frank Lloyd Wright ile çalışan Soleri, mimariyi ekoloji ile birlikte ele alan Arcoloji (arcology : architecture + ecology) kavramıyla insanlara doğal kaynakları, köklerini ve doğayla uyumlu oldukları zamanları hatırlatmayı amaçladı. Tasarladığı sistemler mekan, yer, mimarlık ve insan ikametgahını ekoloji ile birlikte ele alıyor ve doğayla uyum sağlamak için bir yaşam ve inşaat yolu öneriyordu. Soleri Arizona Çölü’nde konumlanan Arcosanti’de, arı kovanı benzeri binalarıyla sadece alternatif bir mimari anlayıştan değil aynı zamanda alternatif bir kültürden ve insan yerleşimlerinin, peyzaj içinde yayılmak yerine, daha kompakt, çok katmanlı ve çok boyutlu bir şekilde geliştirilmesi gerekliliğinden bahsediyordu. 1960’larda çoğunlukla megastrüktürler tasarlayan ütopyacılardan farklı olarak Soleri, daha sosyal ve ekolojik boyutlu bir proje hayal etti, diğerleri sadece kuramsal anlamda fikirler geliştirirken O çöle gitti, kurduğu hayali gerçeğe dönüştürdü ve bu sebeple karşı kültürün bir kahramanı haline geldi. Bir ‘kent laboratuvarı’ dediği Arcosanti yerleşmesini kuran Soleri’nin ütopyasının sadece %5’i gerçekleşti, başlangıçta beş bin kişi hedefle yola çıkılan Arizona’daki yerleşmede bugün 100 kadar gönüllü bulunuyor, toplam 25 bin metrekare üzerine kurulu yerleşim, doğal malzemelerin kullanıldığı, hem ısıtma, hem de soğutmada ekolojik kaynakların kullanıldığı bir yer. 1989 yılında inşa edilen son binanın ardından herhangi bir inşaat süreci gerçekleşmemiş. Sürece baştan sona bakıldığında en umut verici yanı ise, Çin’de Dongtan, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ise Masdar Kenti, Arcology ilkeleriyle geliştirilmekte. Arcoloji’de otomobil kentin sınırları dışına atılmış durumda. Binaların karma kullanımlı oluşu ile yaşam, çalışma ve kamusal alanlar birbirine kolaylıkla ulaşılabilecek mesafede. Böylece yürüme kentin ana ulaşım şekli. Yerleşmenin kırsala yakınlığı ile yaşayanlar kırsala hızlıca erişebiliyor, tarım da kentin yakınında gelişiyor ve gıdanın dağılımı daha kolay hale geliyor. Yani Arcoloji, hiper-tüketimin karşısında enerji etkin, verimli ve akıllı şehir tasarımıyla ‘yalın’ bir alternatif olarak durmayı amaçlıyor. Arcosanti aynı zamanda bir eğitim merkezi. Burada bina yapım teknikleri, Arcoloji prensipleri gibi konular hakkında beş haftalık eğitim programları gerçekleşiyor, gönüllüler ve öğrenciler bu katılımcı sisteme dayanan eğitim sürecinde yer alabiliyor. Alanı her yıl yaklaşık 50.000 turist ziyaret ediyor ve alanı deneyimliyor. Arcoloji’de Soleri, kent ve kır hayatıyla direkt bir ilişkiden bahsediyor. Christopher Alexander: “Bir yapıyı kullanacak olanların neye gereksinimleri olduğunu herkesten iyi bildikleri gibi, bir kentte yaşayacak olanlar da kendilerinin bir uzantısı olacak kentin nasıl olması gerektiği -eğer bunu düşünmek, tartışmak, denemek imkanını bulabilirlerse- sorusuna en iyi cevabı verecek olanlardır. Demokratik toplum ancak yaşayanların katılımıyla oluştuğu gibi, böyle bir toplumun kentleri de yine onların katılımıyla kurulabilir” diyor Kentliler işe karışmadan yani Guichard’ın “demokrasinin oksijeni” olarak nitelediği “katılım” olmadan hiçbir yerel yönetim kentlilere ideal bir kent vadedemez. Son günlerde yeryüzü bir spazm geçiriyor, biyolojik çeşitlilik gittikçe azalıyor, çoğumuz ise bununla ilgili düşünmek istemiyoruz. İstediğimiz zaman, bir köye yerleşip bir sebze bahçesine sahip olmayı hayal ediyoruz. Yani hayal etmekle yetiniyoruz. Akıl ile duyguların sentezi, insanlığın da ekolojik krizden çıkmasına yardım edebilir. Soleri işte tam olarak bunu öneriyor: Yapış şeklimizi değiştirerek verimli ve katılımcı bir kent yaratabiliriz! 12 F.Dilek Himam dilek.himam@ieu.edu.tr BİR TASARIM NESNESİ OLA Gezi Parkı Direnişleri ile beraber hafızalarımıza kazı maskelerden tutun, iç çamaşırlarından tasarla dönemde ETMK İzmir Şubesi’nin İzmir Akdeniz Aka Aslında gaz maskelerinin tarihi oldukça eskilere dayanıyor. Ancak sadece savaşlarda ve ayaklanmalarda kullanılmış olan bu koruyucu nesneler, tarihin hiçbir döneminde güzel anılar canlandırmıyor insanların zihninde. Gaz maskesi tarihinin en ilginç türlerden birisi Antik Yunan’da kullanılan süngerler. Sünger maskeler Antik Yunan uygarlıklarında banyo yapma ve dolgu malzemesi olarak kullanılmalarının dışında savaşlarda gaz maskesi olarak da kullanılmış. 1700’lü yıllarda içine lavanta, nane ve kuru gül yaprakları konularak kullanılan kuş gagalı maskeler, kötü güçleri uzaklaştırma güçleriyle ün salmış. Bugün bildiğimiz anlamdaki görüntülere sahip gaz maskelerine ilişkin ilk tasarımlardan biri, Alexander von Humboldt tarafından 1799 yılında tasarlanmış. Prusyalı maden işçileri için tasarlanan bu maske, bir tür nefes filtresi de içermekteymiş. 1854 tarihli John Stenhouse tasarımı hava filtreli, bakır çerçeveli ve iki yarı küre içine odun kömürü tozu yerleştirilmiş gaz maskeleri ise dikkat çekici diğer tarihsel örnekler arasında yer alan maskelerden. Savaş yılları her zaman olduğu gibi insanoğlunu daha yaratıcı bir hale getirdiği için envai çeşit gaz maskelerine Birinci Dünya Savaşı’nda rastlanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda gerçekleşen gaz saldırılarından birinde uzun bir kumaştan oluşan pamuklu ağız petleri biçiminde maskeler ortaya çıkmış. 1930’lu yıllarda tozdan koruyucu özellikleri olan maskeler sokakta kadınlar tarafından da kullanılan elegan bir aksesuar haline gelmeye başlamış. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda tüm sivil halk nasıl gaz maskesi kullanılacağı hakkında bilgi sahibi olmuş, okullarda öğrenciler ve küçük çocuklar için Walt Disney tarafından tasarlanmış popüler çizgi film karakteri Mickey Mouse şeklinde maskeler kullanılmış, hatta hayvanlar için tasarlanmış maskeler bile savaş yıllarının unutulmaz gaz maskeleri arasında yer alıyor. Aslında sadece saldırı zamanlarında kullanılan bir nesne değil gaz maskeleri; koruyucu özelliğinden dolayı inşaat işçileri, kimya endüstrisi çalışanları ve grafiti sanatçıları tarafından da sıkça kullanılmakta olan bir nesne. Özellikle 1980 yılı sonralarında gaz maskeleri, endüstriyel müzik sektöründe bir tür amblem olarak kullanılmaya başlanıyor. 1988 yılında İngiltere’de ortaya çıkan bir alt-kültür olan Cybergoth’ lar ile birlikte bu maskeler gaz maskeleri ile de tamamlanan bir tür endüstriyel estetik yaratıyor. Cyberpunk ve rave akımının bir arada harmanlandığı bu stilde, gaz maskeleri ve PVC maskeler önemli bir aksesuar haline gelmiş. AĞUSTOS/2013 13 ARAK GAZ MASKESİ zınacak olan nesnelerden biri de gaz maskeleri oldu. Profesyonel anan maskelere kadar geniş bir yelpaze söz konusuydu. Aynı ademisi iş birliğinde hazırladığı poster de manidardı. Kimyasal saldırılarda, biyolojik ve radyoaktif atıklara karşı koruma amaçlı yaygınlaşan gaz maskeleri, başlangıçta yüzü koruyucu özelliği olan bir nesne olarak ortaya çıkıyor. Bugün özellikle ordu için tasarlanmış birçok gaz maskesinde yüzü koruma özeliği dışında çok daha fonksiyonel özellikler kazandırılan ürünler tasarlanmakta. Gaz maskelerine kullanıcının konforunu önemseyen ve telefon, telsiz gibi iletişim araçlarına uyum sağlama, içecek içebilme özelliklerine sahip olma gibi özellikler kazandırılmaya başlanmış. Bu anlamda gaz maskesi sektöründe yeni bir dönemin başladığı konuşuluyor. Küresel savaş ve felaketler insanlarda adeta hiç bitmeyen bir endişe ve korku kültürü yarattıkça, tasarımcılar gündemlerine koruyucu tasarım ürünlerini de yerleştiriyorlar. Bir yandan gaz maskelerine ilişkin ironik tasarımlar da belirmeye başlıyor. Bugün birçok tasarımcı, dünyadaki direniş gündemine gaz maskeleri ile katılıyor. Meksikalı tasarımcı Gianfranco Rengaz 2011 yılında maske tasarımları ile Haute Couture elemanlarını birleştirmiş tasarımcılardan birisi idi. Kristallerle süslediği gaz maskeleri tasarımcının defilesinde arz-ı endam ederken gece kıyafetleri ile karşıt bir ilişki yarattığı için hakkında çok konuşulan bir tasarım nesnesi haline gelmişti. Louis Vuitton, Gucci ve Gianfranco Remi gibi isimler de sipariş üzerine gaz maskesi üretmeye başlayan tasarımcılar arasında. Tasarımcı Diddo Velema’nın tasarımları da direniş gündemine düşen nesneler oldu. Diddo Velema gibi tasarımcılar olası bir savaşta dış görünümlerine de önem vermek isteyen bireyleri düşünmüş olacaklar ki, lüks gaz maskeleri de tasarlamayı düşünmüşler; dünyanın sonu gelirken hala şık görünmek isterseniz belki bu maskeleri tercih edebilirsiniz. Toplumda paranoya ve endişe kültürü arttıkça gaz maskeleri gibi koruyucu tasarımlar daha da artacağa benzer. Elbette tek dileğimiz gelecekte bizi gaz maskesi kullanmamızı gerektirecek yaşamın beklemiyor olması. 14 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com DEVLET POLİTİKALARI GÖLGESİNDE KENTSEL MEKAN Kentte rantsal değeri yüksek alanlarda devlet politikaları en belirleyici unsur. Kentsel mekanın evrensel ölçekte edindiği kimlik, devlet politikaları ile tamamen değiştirilebiliyor. İktidarın en görünür şekilde kendisini kabul ettirmesinin, gücünü fiziksel mekana indirgemesinin en basit yolu da bu değil mi? Taksim Meydanı Toplamda 100.000 metrekarelik bir alanı hedefleyen Taksim Yaylaştırma projesi, beraberinde trafiğin kısmi olarak yeraltına alınmasını öngörüyordu. İnşaat başladıktan sonra kamuoyuna duyurulan proje, geçtiğimiz Şubat ayındaki kazılarda Osmanlı dönemine ait bir kemere kalıntısını bulunmasıyla ara verilmişti. Hiçbir sürecinde katılımın sağlanmadığı, kentsel meydandan çok, küçük ölçekte betondan bir havalimanı pistini andıran proje (tabii bu alanlar yapılaşmadan kalırsa) inşaatı bugün hala devam ediyor. Gezi Parkı Kentllinin katılımını bertaraf eden yakınımızdaki en çarpıcı örnek. 61. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi hizmette kullanılmak koşulu ile tapuda İBB’ye tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı’ndaki hukuki süreç hala netleşmiş değil. Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası süsü verilen AVM yapılmasına olanak tanıdığı” öne sürülen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali amacıyla açılan davada, 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare Mahkemesi oybirliği ile kaldırdı. Nowa Huta, Krakow, Polonya Krakow’un doğusunda bulunan bu eski mahalle, komunist şehir planı anlamında en iyi örneklerden biri. 1956’da Polonya’daki politik liberalizasyon, ekonomide ve mimaride kısıtlamaların kaldırılmasını sağlayınca, mimaride modern stilin de Polonya şehirlerine girmesi mümkün oldu. Polonyalı mimarların, kentsel tasarımda en yeni çözümleri öğrenmek adına Stockholm’e gitmelerine izin verildi. Bunun sonucu olarak, yine Le Corbusier’nin çizgisinden çıkmayarak, sözüm ona “İsveç blokları” inşa edilmeye başlandı. 1980’lerde ancak ilk postmodernist bina olan Centrum E inşa edilebildi. Novy most, Bratislava Ulusal Slovak Ayaklanması’nın Köprüsü. Şimdiki adıyla, Novy most, yani Yeni Köprü. Novy most, Bratislava’da Tuna Nehri’nin üzerinden geçen ve üzerinde ufo formunda asılı bir gözlem kulesi ve restorana sahip, dünyanın ilk ve tek asimetrik asma köprüsü. Formu açısından da Sovyet dönemi bilim-kurgu mimarisinin en belirgin örneklerinden biri. Köprü için verilen yer seçim kararı, dönemi için oldukça politik bir karardı. Aslında yeni köprünün bağlantı yolları ile inşası, tarihi kent merkezini yarıdan ikiye bölmeyi öngörüyordu. Köprü ve bağlantı yollarının inşası için eski Yahudi Mahallesi ve tarihi şehir duvarları tamamen yıkıldı. AĞUSTOS/2013 15 Palasseum Berlin: Kamusal İşgal ve Kitsch 1977’de inşa edilen Palasseum’un “güçlü” tasarımı, brutal mimariye bir örnek olarak gösteriliyor. Bu mimari mucizenin bir sırrı var. Palasseum, aslında sadece içinden trafiğin aktığı köprü rolünde bir bina değil, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nda kullanılmış devasa bir beton sığınağın üzerine inşa edildi. Berlin’de yer alan bir çok bina gibi, bu sığınağın “etrafına” kurulmuş binayı da kaldırmak neredeyse imkansızdı. Palasseum bir sosyal problem olmaktan daha çok bir çeşit başarıya dönüştü. İçinde yaşayan insanların da yardımıyla 514 dairelik bina, hem yapısal hem de sosyal olarak yeniden hayata döndürüldü. Copy-paste Prefabrik blok elde etme şekli: Plattenbau Özellikle Sovyet ülkeleri ve Doğu Almanya’da gelişen bu konut elde etme biçimi, prefabrike beton tabakalardan oluşuyor. Bu tipoloji, “Panel bina” olarak adlandırılıyor. (Platte: panel, bau: bina) Doğu Almanya’daki Plattenbau alanları, kentin “yeni gelişme alanları” olarak tanımlanmıştı. Bu yöntem, 1960’lardan itibaren Almanya’daki konut ihtiyacına, inşası daha ucuz ve daha hızlı olduğu için bir cevap oldu. Politik süreçlerin getirdiği bu konut tipleri, o kadar standardize oldu ki, farklı tipolojilerde, kule ya da apartmanlar bütünü şeklinde farklı isimlerle adlandırılan panel bloklar üretildi: P2, WBS70, WHH GT 17 ve Q3A gibi… Stalin Binaları, Brno, Çek Cumhuriyeti Stalin Dönemi mimarisi kendini en çok askeri yapılarda gösterdi. Genelde bir yapı adası boyunca devam eden betonarme binalar, bir yandan siyasi güç sembollerini kapı süslemeleri ve cephelerindeki detaylarda gösteriyor. Mies Van Der Rohe’nin modern mimarlığın mihenk taşı olan Vila Tugendhat’ı inşa ettiği, Çek Cumhuriyeti’nin Brno şehrinde, Stalin döneminden kalan bu yapılar, genelde konut alanlarının içinde konumlanıyor. Tempelhof: Berlin’in En Büyük Kamusal Alanı 2008 yılında kapatılan Tempelhof Havaalanı, günümüzde kentin en büyük kamusal alanı olarak kullanılıyor. Neuköln, Kreuzberg, Schönenberg mahallelerini birleştiren alan, insan ölçeğini aşan ama içinde her türlü kamusal aktiviteyi barındıran bir platform. Nazilerin dahi mimarı Ernst Sagebiel tarafından tasarlanan Tempelhof, kapatılma kararının ardından büyük tartışmalara neden oldu. Hatta UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları’na dahil edilmesi için girişimlerde bulunuldu. Berlin Senatosu’nun havaalanı pistini parka çevirip, binaları devlet dairesi olarak kullanacağı, alana yüksek katlı binalar inşa edileceği, müze yapılacağı gibi pek çok senaryo ile alanın akıbeti belirsizliğini hala koruyor. Petržalka Plattenbau’nun Slovakça’sı Panelak. Komunist dönem yapı elde etme biçimlerinin en karakteristik örneklerinden olan blok apartman modellerini, kendi içinde bir “gated community” tarzında barındıran Petržalka mahallesi, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde Çek Cumhuriyeti sınırlarındaydı. Şimdi, Orta Avrupa’da bu tipolojiye örnek en büyük konut alanı, 130.000’den fazla nüfusuyla Slovakya’da bulunuyor. Panelaklar da Plattenbaular gibi savaş sonrası dönemde kolay-ucuz-hızlı konut üretim ihtiyacı kadar, mimarlık ve kentsel tasarım dışında, insanlarda da kollektivistik bir ruh görmeyi amaçlayan ideolojik sebeplerden dolayı ortaya çıkan bir çözüm. 16 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com HER DÖRDÜN BİRİ ÖDÜL Başvuran ve ödül alan ürün sayısındaki artışa bakınca Red Dot Award: Product Design 2013 için kendi zirvesini yaşıyor denebilir. Bu sene, 54 ülkeden gelen her dört başvurudan bir tanesi ödüle layık görüldü. Tasarımcılar ve tasarıma yatırım yapan firmalar, ödül almaya, tasarım sektörünün uluslararası jürilerini oluşturan bilir kişiler ödül vermeye devam ediyor. Bu alma verme dengesini uzun süredir devam ettiren yarışmalar arasındaki en popüler ödül sistemi Red Dot ise pazarlama konusunda etkili adımlar atmakta gecikmeden, gelişmekte olan ekonomilere mercek tutmayı, istatistikler çıkarmayı unutmuyor. Ödül sistemi hiyerarşisinde en üstte yer alan Best of the Best sahipleri arasına rahatlığını fiziksel olarak algılamanızın pek de mümkün olmadığı, ruhunuza hitap eden WaterKnoll’un Foster520 berjeri üretim hassasiyeti, kalite ve ürün dili ile katıldı. Elektronik ürün üreticilerinin ekran genişliği, inceliği gibi konularda yarışır olduğu şu günlerde LG yenilikçi ve benzersiz konkav televizyonu ile ödüle layık görülenler arasında. Yılın tasarım ekibi seçilen Lenovo seneyi bir tane de Best of the Best ile tamamladı, dünyanın 3 farklı noktasında tasarım ofisleri olan ekip ödülü tablet ile dizüstü bilgisayarın kesişimde, renk tercihleri ile kişiselleştirilebilir bilgisayarları IdeaPad ile aldı. Girişimci tasarımcı Bernhard Elsässer, porselenin esnekliğini üretim yöntemindeki deneysel yaklaşımı ile gözler önüne serdi ve jüri tarafından takdiri alarak ödüle layık görüldü. DesignWright tarafından Lexon için tasarlanan ödüllü Flip çalar saat, kolay kullanımı ile benzersizliğini ortaya koyuyor. Alarmın durdurulması için saati çevirirken, malzemenin sağladığı esneklikten faydalanma imkanına sahipsiniz. Türkiye’den yoğun ilgi Ülkemiz adına gerçekleşen ürün tasarımı başvurularının 21’i Reddot, 4’ü Honorable Mention ödülü ile sonuçlandı. Arçelik bünyesindeki Designaffairs group imzası taşıyan Grundig beyaz eşyalar ve küçük ev aletleri, Beko bulaşık makinesi, Vestel Beyaz Eşya’dan bulaşık makinesi ve klima, Vestel Elektronik’in kumanda ve televizyonu Erna Maş Blender Seti, Designum tasarımı Homend küçük ev aletleri mutfak ve ev kategorilerinin kazananları arasında yer aldı. Mobilya kategorisinde Koz Susani Design tasarımı Basket sehpa, iç mekan kategorisinde NG Kütahya Seramik için Yiğit Özer tarafından tasarlanan Nexus seramikler, Vitra’nın Balance duvar ve Ultra yer karosu tasarımları ayrı ayrı ödüle layık görüldü. Banyo kategorisinde Banat için Kilit Taşı Tasarım tarafından tasarlanan Acrobat Jr Çocuk diş fırçası ve Serel Seramik’in vitrifiye koleksiyonu yer aldı. Ofis mobilyaları kategorisinde Türkiye’den Koleksiyon Tola Ofis Sandalyesi ile, Tuna Ofis Mobilyaları E-motion Ofis Sistemleri ile ödüle layık görülenler arasındaydı. Arkel Elektronik için Arman Tasarım tarafından tasarlanan Arcode Inverter endüstri kategorisinde, KBB-Tautmann yatak başı dolabı ve Nitrocare’in hidrolik acil durum sedyesi NTQ7 sağlık kategorisinde ödüle layık görüldü. Tasarıma yapılan yatırımın, bağımsız jüri üyeleri tarafından değerlendirildiği bu ödül sistemi ülkemiz için örnek teşkil edecek titizlikler içeriyor. Başvuru için hesap açtığınız andan, ödül törenine dek her adımda farklı kişiler ile anında yazışmalar yapabiliyor ve destek bulabiliyorsunuz. Ekibin profesyonel, yapıcı ve ılımlı yaklaşımı sizi bir sonraki sene yeniden başvurmaya motive ederken diğer yanda ülkemizdeki Design Turkey için de ‘‘ah keşke’’ dedirtiyor. Görev dağılımını biz de Alman sistemindeki gibi net ve insaflı gerçekleştirebilsek, 2014’te şaşırtıcı şekilde düzenli bir çalışmaya imza atabiliriz. Red Dot’ın kendi içinde yarattığı gelir kaynaklarını da örnek alırsak, ödül sisteminin madden kendini döndürebilmesi adına bize düşen görevi yerine getirmiş sayılabiliriz. AĞUSTOS/2013 17 Ömer Durmaz omer.durmaz@yahoo.com.tr GRAFIK TASARIM SIMGESINI KAYBETTI Bir hayata pek çok üretim alanını sığdırmış bir isim Sait Maden; şair, yayıncı, çevirmen ve grafik tasarımcı. Çalıştığı her alanda öncülük etmiş, yeniliklere yol açmış bu büyük usta, 19 Haziran çarşamba günü 82 yaşında hayata gözlerini yumdu. Sait Maden, 2014 yılında tasarım kariyerinde 60 yılı geride bırakmış olacaktı. 1950’li yıllardan itibaren ürettikleri, Türkiye’nin görsel hafızasında önemli imgelere dönüşmüş durumda. Grafik tasarımın tarihiyle ilgili yaptığı araştırmalar, tasarım yazıları, mesleki örgütlenme çabaları, modern tipografinin grafik tasarımda kendine yer edinmesi, tasarımcı tavrıyla çağdaşlarına örnek olması Maden’in öncü çalışmalarıyla ilgili ilk akla gelenler… Sait Maden’in Ardından... Zeynep Oral: “Onun o çok cömert, çok efendi, çok çalışkan, çok yaratıcı, çok inatçı (yaptığı işte inatçı, ilkelerinde inatçı, mükemmeli yakalama çabasında inatçı), çevresine sonsuz saygılı yüreği durduğunda, günlerden 19 Haziran’dı… O günden beri bu eşsiz insan için birbirinden güzel yazılar yazıldı. Şairliği, grafik sanatçılığı, çevirmenliği, 8000 kadar kitap ve dergi kapağı çizmesi, 500 kadar logo, şiir antolojileri… Söylenecek hiçbir söz ona artı bir şey katmayacak…” Selim İleri “Çevirilerinin yanı sıra, şiirler yazdı Sait Maden. Şiirlerini hayli geç yayımladı. Belki bu yüzden ‘şair’ Sait Maden ön plana çıkmadı. Gerçi hiçbir alanda ön plana çıkmaktan hoşlanmazdı. Ölçüsü, özeni, dış görünümde hep dingin Sait Maden’in özellikleriydi. En son, üç dört yıl önce, Karaköy vapur iskelesinde karşılaşmış, Kadıköy’e birlikte geçmiştik. Hızla değişen sanat ortamından yakınmıştım. Gülümseyerek, sessizce dinlemiş, ‘Umutsuzluğa kapılmamak gerekir’ demişti, ‘her birimiz kendi yolumuzda yürüdükçe…’ Kendi yolunda yürüyenlerdendi…” Jale Güneş “Sessizliğinle bir ülke armağan ettin bize, sözcüklerin ülkesini, daha ne olsun üstat? Daha ne olsun!” Sadık Karamustafa “Onun için çağdaş tipografi anlayışını Türk grafik tasarımına getiren tasarımcı demek hakbilirlik olacaktır.” Fotoğraf: Uygar Özel İlhan Bilge “Türkiye’de iyi şairler, iyi çevirmenler, iyi araştırmacılar, iyi yayıncılar, iyi politik eylemciler, iyi tasarımcılar var ve her zaman olacak. Ama bütün bunları – müthiş bir çalışma disiplini ve ilkeler bütünüyle birleştirerek- bünyesinde toplayan bir başka insan bir daha olmayacak.” Feridun Andaç “Bir imge yaratıcısıdır Sait Maden. Maden’i birçok yönüyle anlatmak gerektiğini düşünürüm. Tek bir yanından söz ederseniz eksik kalır onu anlamak, tanımlamak.” Refik Durbaş “Simge’lerin büyük ustasıydı. Şiirlerinde de bu simgelerin izini sürdü. Bundan sonra da yarattığı bunca simgeden biri olarak yaşayacak hatıramızda...” Oktay Taftalı “Türkiye’nin sayılı iki üç isminden birisidir. Hâttâ grafiğin en yoğun kültürel açılımı olan kitap kapağı alanında, yıllarca tek otorite olduğu dahi iddia edilebilir. Ancak kendisi son derece mütevazı, sakin, mesafeli ve hassas bir insan izlenimi bırakırdı.” Adnan Özer “Cağaloğlu beyefendilerinden birini daha kaybettik. Cağaloğlu’nun simgelerinden biriydi...” Ataol Behramoğlu “Çok üzgünüm. Alçak gönüllü, yetenekli, büyük bir sanat emekçisi idi. İyi bir şair ve olağanüstü yetenekli bir şiir çevirmeni idi. Yapıtları önemini her zaman koruyacaktır.” Bertan Onaran “Güzel sanatların hangi dalına el attıysa aynı titiz, sorumlu, bilinçli çalışmanın ürünlerini verdi. Benim bütün sanatların ereği, toplamı saydığım Yaşama sanatının tartışılmaz ustasıydı.” Metin Celal “Şairliği yanında çevirmenliği ve grafik sanatına verdiği emekle de çok önemli bir isimdi. Çok önemli şiir kitaplarının çevirmenliğini yaptı. Grafik sanatı alanında birçok ismin hocası pozisyonundadır. Çok önemli bir kayıp.” Yılmaz Aysan “Özellikle 1960 döneminde yaptığı çalışmalarla çok önemli bir isim. Modern Türk grafik sanatının yaratıcı babalarından diyebiliriz. Sanatından hiç ödün vermedi. Kendini daha çok şair olarak görüyordu. Eserleri hâlâ eskimemiştir. Geçici modalara hiç kapılmadı.” Levent Cantek “İleride bir gün memleketteki grafik tasarımın tarihine bakıldığında, hep onun işleri üzerinden birşeyler anlatılacak” Rauf Kösemen “Kapakları birer afiş gibidir. Belki de bu yüzden afişleri beni daha çok etkiliyor. Zübük, Fareler ve İnsanlar, Kurtlar Sofrası gibi işlerini hatırlıyorum. Ama bana sorarsanız en vazgeçilmez işleri kuş figürlerini kullanarak yaptığı simgelerdir.” Turgay Fişekçi “1960’ların yayın dünyası düşünüldüğünde, bir tasarım devrimini yine Maden’in gerçekleştirdiğini görürüz… ‘Sait Maden’siz bir dünyada yaşayacağız artık’ denemez. O kadar çok şiire boğdu ki dünyamızı, o şiirler yaşadığı sürece o da bizlerle olacak.” 18 Barış Gün Şahin barisgunsahin@gmail.com TASARIM VAKFI İSTANBUL İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI! Türkiye, tasarım kültürüne sahip çıkmak adına, tasarımı, tasarımcıyı, üreteni, tüketeni destekleyecek ve projeler geliştirecek bir vakfa kavuşuyor. Katma değeri yüksek iş yapma geleneğini yerleştirmeyi, yaratıcılığın önünü açmayı ve ilham kaynaklarını çoğaltmayı hedefliyor. Endüstri, hizmet ve eğitim sektörlerine “yüksek katma değerli” boyutlar getirmek adına tasarım kültürünü tanıtmayı, yeni birliktelikler için yeni düşünce ve modeller kurgulamayı hedefliyor. Koleksiyon’un kurucusu Faruk Malhan, uzun yıllar hayalini kurduğu ve ön çalışmalarına geçtiğimiz yıllarda başladığı bir projeyi hayata geçiriyor. Kuruluş sürecinde ve bazı özel etkinliklerde Koleksiyon’un desteğini alan vakıf, diğer tüm kar amacı gütmeyen kuruluşlar gibi bağış ve sponsorluklar ile hayatını sürdürecek. Nerede? Ne Zaman? Vakıf, kalıcı yuvasını bulana kadar, mekan olarak Koleksiyon’un Sarıyer’deki merkezinde taş binada konumlanıyor. Vakfın resmi başvurusu 15 Nisan 2013’te yapılmış, mahkemeden onayın çıkmasıyla yaz aylarında diğer tescil işlemleri yapılmış. Neden? Yaratıcı ekonomileri tasarım kültürüne, tasarım kültürünü küresel boyutlara taşımayı amaçlıyor. İmkanı olmayanlara destek vermeyi, paylaşmayı, bilgilendirmeyi, eğitimcileri, araştırmacıları, yaratıcıları, üreticileri bir araya getirmeyi amaçlıyor. Tasarım Vakfı İstanbul, kendini uluslararası bir platformda konumlandırmak, bir yandan da yaşadığımız coğrafyanın zenginliğine vurgu yapmak istiyor. Özetleyecek olursak, yerli ve yabancı tasarımcılara zanaatı, el emeğini, kültürel mirası ekonomiyle birleştirerek daha çok ön plana çıkararak, onların ilham kaynaklarını genişletmeyi ve geliştirmeyi hedefliyor. Ne? Nasıl? Vakfın yapacağı çalışmalardan biri, yurtdışından belli bir konuda uzman, üretim kalitesi ve yaratıcılığı “usta/master” seviyesinde olan kişileri Türkiye’ye davet etmek. Türkiye’den ise kariyerinin henüz başında olan, “master” ile uyumlu çalışma alanları olan, genç tasarımcılardan bir çalışma ekibi oluşturmak. Oluşturulan ekip, çalışma konusuna göre kültürel mirasıyla öne çıkan Mardin, Hatay, Gaziantep, İstanbul gibi şehirlerde geziler yapacak, zanaatkarlar ile tanışacak, ortak çalışmalar yapacak. Daha sonra İstanbul’daki vakıf atölyelerine dönülerek tasarım ve üretim süreci başlayacak. Vakıf bunların yanında ayrıca, Anadolu’da özellikle kadınlara iş imkanı sağlayacak SIKÇA SORULAN SORULAR Merkez İstanbul mu? Türkiye mi? Vakfın idari merkezi İstanbul. Dünya ise tasarım merkezi. serilerinin hazırlığı ile ilgili çalışmalar yapıyor. Bunun yanında yapılacak atölye çalışmaları ve yurtiçi gezileri ve uluslararası projeler planlıyor. Sponsoru var mı? Kuruluş ve mekan desteği Koleksiyon tarafından sağlanıyor. Etkinlikler için sponsorluk çalışmaları devam ediyor. Konuşma serisi nedir? Frame dergisi organizasyonuyla gerçekleşecek, konferanslar mimarlık, tasarım ve kültürel alanda çalışmalar yapan önemli isimler ve/veya kurum temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşecek. Detayları yakında paylaşılacak. Böyle bir vakıf Türkiye’de var mı? Türkiye’de Cam Ocağı Vakıf ve Emre Senan Tasarım Vakfı en yakın iki örnek arasında sayılabilir. Fakat Tasarım Vakfı İstanbul’un farklı yanı dönemsel çalışmalar yerine sürekli iş yapan bir tasarım merkezi olarak planlanmış olması. Vakıfta şu an neler yapılıyor? Vakıfta şu an basın lansmanı çalışmaları ve Frame organizasyonuyla, Eylül ayında başlayacak ve dört ay sürecek konuşma Atölye ve konferanslar dışında neler yapılacak? Tasarım kütüphanesi, forum, yurtiçi gezileri, film gösterimleri, sergi, yayın, arşiv, akademik araştırmalar, uluslararası ortaklı projeler, tasarım yönetimi seminerleri, kobi’lere eğitim vb. projeler geliştirmeyi de hedefliyor. Firmaların sponsorluğu ya da talebiyle geliştirilecek projelerde, evinde beş çocuk bakan kadınlar için de iş imkanı doğacak gibi görünüyor. bir grupla vakfın kapsama alanı ve öncelikli etkinlikleri tartışıldı. Toplantı çıktıları, Türkiye’nin durumunu göz önüne alınarak bir süre gündemi meşgul etmemek adına henüz paylaşılmıyor. İlk Etkinlikler Vakıf, Ağustos ayı içinde toplantı çıktılarını sosyal medyada paylaşmayı, sanal ortamda fikir ve önerileri toplamaya devam etmeyi planlıyor. Ayrıca, hukuki ve idari çalışmaların tamamlanmasını takiben, Ağustos sonu/Eylül başı bir basın lansmanı yapılarak faaliyetlerine resmen başlamayı planlıyor. Katılımcılık, ortak çalışma, açık iletişim ilkelerini benimseyen vakıf, ilk etkinliğini (Gezi olaylarının başladığı günlerde) 28 Mayıs 2013’te bir paydaş toplantısıyla gerçekleştirdi. İlgili akademisyen, STK temsilcileri, tasarımcılardan oluşan küçük AĞUSTOS/2013 19 Ömer Durmaz omer.durmaz@yahoo.com.tr GRAFIK TASARIM TARIHINE KISA BIR YOLCULUK: 1920–1970 Bir zamanlar, basın–yayın dünyası için çalışan, ‘matbaa ressamı’, ‘kapak ressamı’, kısaca ‘ressam’ olarak adlandırılan sanatkârlar vardı. İşte, günümüz grafik tasarımcılarının ‘öncüleri’ diyebileceğimiz basın–yayın ressamları, “Babıali’nin Kapak Ressamları” sergisiyle anıldı. Serginin kapsadığı kitap ve dergi kapaklarına ait resimleme ve kapak tasarımı örnekleri, ressamlardan grafik tasarımcıların üretimine geçen kırılma noktasının öncesine ve geçiş dönemine ait ürünler. 19. yüzyılda Osmanlı devletinin idari merkezinin (şimdiki İstanbul Vilayet binası) bulunduğu yere “Babıali” denirdi. Babıali, 1870’lerden itibaren kitapçıların, gazetelerin, dergilerin ve matbaaların da bu bölgede toplanmasıyla Türk basın–yayınının da merkeziydi. Cumhuriyet’in ilanından sonra devlet yönetimi Ankara’da yer alırken, İstanbul’daki “matbuat” merkezi aynı adı yıllarca koruyarak basının kalbi oldu. “Ankara Caddesi” adı verilen cadde hep “Babıali Yokuşu” olarak anıldı. Eskiden süreli yayınların hazırlandıkları yer, basıldıkları yerdi. Babıali’deki yayınevleri, gazeteler ve matbaalar, kurum içinde görevli ya da dışarıdan iş üreten ressamlarla çalışırlardı. Bu kişiler, o dönem için ‘ressam’ olarak ifade edilen, görev tanımı tam da belirlenmemiş sanatkârlardı. 1920–1970 yılları arasında kitap ve dergilerin tasarım, resimleme işleri Babıali’nin gündelik görsel ihtiyaçlarına hızlı çözümler sunan bu deneyimli ressamların elindeydi. Dolayısıyla sergi başlığındaki “Babıali” sözcüğü, sonradan düşürülmüş rütbesiyle değil, Türk tasarım tarihindeki önemli yerini vurgulamak için kullanıldı. Niçin kitap ve dergi kapakları? Arşivin içindekilerden kitap ve dergi kapaklarını seçmenin getirdiği bazı avantajlar var: Bu çalışmaların yapıldığı tarihleri ve tasarımcılarının adlarını öğrenebiliyoruz. Çünkü kitapların ve dergilerin çoğunda kapak ressamının adı ve basım tarihi yazılı. Basım yılı her zaman tasarımın yapıldığı tarihi göstermese de, elimizdeki baskının tarihi, tasarım tarihinin en azından sınırlarını gösterir. Eldeki kopya, kitabın birinci basımına ait ise zaten bu sorun ortadan kalkar. Basım yılını bilmek, bize yapıtları kronolojik sıraya koyma ve tasarımın yıllar içinde izlediği çizgiyi anlama olanağı verir. Diğer tasarım ürünlerinin pek azında bu olanak vardır. Güçlükle toplayıp bir araya getirdiğimiz afişleri, ambalajları, broşürleri, tarih sırasına koyamıyoruz; birkaç istisna dışında, tasarımcılarını da bilmiyoruz. Bu yüzden basın–yayın ürünleri, tasarım tarihini okumak için yararlı araçlardır. Kültür dünyası, grafik tasarımcıların nispeten özgür olduğu ve ortalama beğeninin üzerinde yer alan çalışmalarını kabul ettirebildiği bir alan oluşturur. Bugün ülkemizde grafik tasarımın, yapılması ve izlenmesi en keyifli ürünleri; kültür ve sanat projeleri için yapılanlar, yani tiyatro ve opera afişleri, plak ve kitap kapakları ve benzeri çalışmalardır. Oysa 60’lı yıllara kadar kültürel alan için çok az tasarım yapılıyordu. Tiyatro afişlerinin, muşambadan, elde kesilmiş harflerle basıldığı yıllar, bunlar. Tasarımcıların yaratıcı yeteneklerini gösterebildikleri ve takdir gördükleri tek alan belki de kitap ve dergi kapağı tasarımlarıydı. Bu nedenle, kitap ve dergi kapaklarını izleyerek, her dönemde grafik tasarımın ulaştığı yetkinlik düzeyini görmek mümkün. Sıradan ticari örneklere bu alanda da rastlanabiliyordu elbette, ama yine de kitap ve dergi kapakları, yapıldıkları dönemin tasarımının ulaştığı seviyeyi gösteren önemli örneklerdi. Sergide hangi isimler yer aldı? “Yapanın” üzerinden değil, “yapılanın” üzerinden kurgulanan bir seçki olduğu için sergide birçok kapak çalışması yer alıyor; dolayısıyla birçok da isim. Sırasıyla: Cevat Şakir Kabaağaçlı, Sedat Simavi, Naci Kalmukoğlu, Ramiz Gökçe, İhap Hulusi Görey, Cemal Nadir Güler, Münif Fehim Özarman, Sabiha Rüştü Bozcalı, Cemal Görkey, Rıfat Cevdet Akçiz, Hayri Bey, Ömer Nuri Bey, Ratip Tahir Burak, Mazhar Nazım Resmor, Ali Suavi Sonar, Mazhar Apa, Ferit Apa, Ercüment Kalmık, Sururi Gümen, Agop Arad, Firuz Aşkın, Bedri Koraman, Abidin Dino, Turhan Selçuk, Çetin Aşki Özkırımlı, Güngör Kabakçıoğlu, Mehmet Tekdal, Nihat Öcal, Cemal Akyıldız, Yalçın Çetin, Sezgin Burak, Hüseyin Mumcu, Mesut Manioğlu, Sait Maden, Ayhan Erer, Fikret Akgün, Faruk Geç, Etem Çalışkan, Samim Utkun, Oral Orhon, Sungu Çapan, İnci Tuğsavul Özgüden, Erkal Yavi, Aydın Ülken… Elli yıllık dönemin onar yıllık zaman tüneli panolarıyla aktarıldığı sergide, kitap ve dergi kapakları üzerinden “toplu bakış” olanağı sağladığı için çağdaş grafik tasarım dilinin olgunlaşma süreci de görülebiliyor: 1950’li yıllarda Sait Maden, Ayhan Erer gibi tasarımcılar öne çıkıyor ve kırılma başlıyor; 1960’lı yıllarda bu isimlere Oral Orhon, Sungu Çapan, İnci Tuğsavul Özgüden, Erkal Yavi, Aydın Ülken gibi tasarımcılar ekleniyor ve nihayetinde 1960’lı yıllarda Batılı anlamda bir grafik tasarım ortamından söz etmek mümkün hale geliyor. “Grafik tasarımcılardan önceki grafik tasarım” dönemi, bugüne kadar yeterince araştırılmamış, hatta ötelenerek ötekileştirilmiştir. Oysa bu dönem, 1970’e kadar ağırlığını koruyor ve 90’lara kadar da etkisi sürüyor. Türkiye tarihinde bu kadar uzun süre sahne alan bir dönemin üretim yoğunluğu azımsanamaz; görsel hafızaya, anonim görsel dile etkisi yadsınamaz. Dolayısıyla sergi, görsel dökümüyle bu pek de bilinmeyen/önemsenmeyen dönem için kapıyı araladı, kapsamlı araştırmalar için ilgi uyandırdı. 20 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com UPCYCLING ZAMANI Geri dönüşümün bir adım ötesindeyiz. Artık, zamanımızın en bereketli kaynakları olan çöplerin çok çeşitli şekillerde yeniden kullanılması mümkün. “Upcycling”, recyling’ yani geri dönüşüm kavramının bir adım ötesinde, tasarım sürecinde kullanılan malzemeden, sonuç ürüne kadar her şeyin geri dönüştüğü, hiçbir şeyin atılmadığı bir süreç. Bu yeni kavram, tasarımın her sürecinde sürdürülebilir olmayı teşvik ederken, maliyetlerin yüksek olması duruma bir tezat oluşturuyor. Upcycle House Upcycle House, Mayıs 2013’te Danimarka’nın Nyborg kentinde hayata geçirilen türünün ilk örneği bir yapı. Oldukça sakin bir konut bölgesinde, konut elde etmenin yeni yöntemlerini arayan deneysel bir projenin parçası olan bu ev, Lendager Architects ve Realdania Byg’nin ortaklığından doğdu. Projede, sürdürülebilir olmak aranan birinci şarttı ama bunun yanı sıra çevresel ve sosyal anlamda da aynı özellikler arandı. Upcycling kavramı, uygumala safhasında binaların enerji tüketimine odaklandıktan sonraki safhada kendiliğinden gelişen doğal bir süreç olarak görülüyor. Malzemelerin taşınması ve üretim süreci, inşa safhaları gibi bina yapımının her sürecinde enerji ve kaynak kullanımına odaklı olmaya özen gösterildi. İnşaat tamamlanır tamamlanmaz, daha geleneksel inşa yöntemleriyle tasarlanan binalara kıyasla, karbondioksit salınımında %75’lik bir düşüş kaydedildi. Upcycle House, enerji ve kaynak etkin çözümlerle desteklenen bir hayat için inşa edilmiş bir ev. Doğal ışık, yağmur suyu kullanımı, sebze üretimine erişilebilirlik ve evin diğer pasif özellikleri, ekstra bir ısı üretmeden, değişken İskandinav iklimine göre optimize edildi. Upcycled inşa malzemeleri dört kriter üzerinden seçiliyor: karbondioksit oranının düşmesi- yeni ve standart malzeme arasındaki farkın kıyaslanması, maliyet, uygulama ve bakım-bakım ve fonksiyonelliğin malzemenin ömrü boyunca sürmesi. Konutun, iki adet kargo konteynırından oluşan strüktürel temelinde,kullanılmış cam şişelerden yapılmış Tecnopor yalıtımı ve geri dönüştürülmüş ahşap çerçeveler bulunuyor. Duvarların yalıtımı, kağıt yününden yapılan eski gazetelerden; kaplaması ise geri dönüştürülmüş alçıtaşından meydana gelen alçı levha ile yapıldı. Döşemede, geri dönüştürülmüş plastik ve ahşap taneciklerinin kompoziti olan UPM profil ahşap malzeme kullanıldı. Bunun da ötesinde, eski pencereler, tuğlalar, kaplama tahtaları ve sıva taşıyıcılar bu projede yeni bir amaç doğrultusunda kullanıldı. Konutun çatısı ise, alüminyum bira şişelerinin geri dönüştürülmesiyle oluşan yamuk şeklindeki plakalardan meydana geliyor. Taşınabilir okul Superuse Studios, son 15 yıl boyunca malzemeler ve kaynaklarla olan ilişkilerimizi yeniden düşünmemiz konusunda öne çıkıyor. Uzmanları araştırma, mimari, tasarım ve malzemeler olmak üzere birbiriyle bağlantılı dört stüdyoya yer alıyor ve bu alanlardaki çalışmalarını kent ekosistemleriyle ilişkilendiriyorlar. Son birkaç yılda, açık kaynak bir veritabanına sahip Superuse ekibi websitesi üzerinden, tüm dünyadan “upcycling” ve yeni bir amaçla kullanılmak üzere olan birçok örnek çalışma topladı. Herkes tarafından ulaşılabilen bu veri tabanı, yağ fıçılarından yapılmış çocuk trenlerinden, mobil bir pizza konteynırına kadar geri dönüşümü tasarımla birleştiriyor. Superuse Stüdyolarının kurucusu Hollandalı mimar Jan Jongert ‘’Bu bizim taşınabilir okulumuz,’’ diyor. Bir parça malzeme kütüphanesi, bir parça örnek çalışmalar bankası ve bunların hepsi bir kamyonetin arkasına sığabiliyor. Kahve üzerinde mantar GRO Holland kahve telvelerini, mantarları yetiştirmek için ana katman olarak geri dönüştürüyor. Kahve yapımı sırasında kahvenin %98.8’nin israf edildiğini söyleyen Jongert, atık telvelerin bir kafe ağından nasıl toplandığını, istridye mantarının sporlarıyla nasıl karıştırıldığını ve delikli plastik çantalara paketlendiğini, sonrasında ise nemli bir ambarda asıldığını açıklıyor. Hasat edilen mantarlar kafelere geri satılırken, kullanılmış katman geri dönüştürülmek üzere lale tarlalarına gönderiliyor. Kısacası, Jongert’in dünyasında hiçbir şey boşa harcanmıyor. AĞUSTOS/2013 21 Bikem de Montebello ibbikem@yahoo.fr SANAT-TASARIM BİLEŞKESİNDE DESIGN MIAMI BASEL Art Basel’a paralel konumlandırılan Design Miami Basel, 11-16 Haziran 2013 tarihlerinde bir kez daha kralların kralı olduğunu gösterdi. Çok büyük değil, altı üstü 13 ülkeden 46 galeri; ancak seçip getirdikleri çok önemli. Design Miami Basel tek üretim ya da sınırlı serilerin, tasarım- sanat arası kolleksiyon parçalarının, modern ya da çağdaş en seçkin, en yeni, en değişik, ve kaliteli tasarımların platformu. Fuarın göz bebeği Jean Prouvé’nin, 1956’da evsiz ve sokakta yaşayanları barındırmak için tasarladığı, ancak zamanından ileri olduğundan anlaşılamayıp gerçekleştirilmemiş, 57 metrekarelik , hafif ve ekonomik , 7 saat içinde inşa edilebilen endüstriyel sosyal konut “ Maison des Jours Meilleurs”, yani “daha iyi günlerin evi”nin fuarın ilk 15 dakikasında satılan prototipi. Ağırlık 1950’lerin az bulunan parçalarında. Keza Amerikalı Japon Mimar George Nakashima’nın “Conoid” masalarının anında üzerine atlanmış olması güzel bir gösterge. Sanat mı ? Tasarım mı? Sergilenen tasarımların birçoğu 2-3 katı fiyata karşı binadaki Art Basel stantlarında, özellikle gittikçe dekotratif elemenlardan daha çok etkilenen işler arasında satılabilir. Zaten tek parça ya da 8-10 adetlik küçük serilerde üretilen bu tasarımların bir kısmı sanat eseri olarak nitelendiriliyor. 17-19. yüzyıl antika eserlerinde uzmanlaşan Galerie Steinitz ile son derece yaratıcı ve çağdaş tasarımların galerisi Londralı Carpenters Workshop’un ortak kurdukları klasik/modern bir ev şeklindeki stantlarının girişindeki Studio Job imzalı bronzdan dökülmüş ve altın işlemeli, tabanı bize bakacak şekilde yere yatırılmış dev Chartres Katedrali maketi, galeri yetkililerine göre, 320.000 €uro’luk fiyatıyla bir sanat eseri. Mini bar ya da dolap olarak tasarlanmış bu iş, fonksiyonellik adı altında sanat ve tasarım arası sınırı da çiziyor. Ancak bu sınırı sadece fonksiyonellikte ararsak, Galerie Marie Wettergren’in sergilediği Astrid Krogh imzalı, hiçbir fonksiyonu olmayan ancak meditatif bir Seramik ve soğuk Güney Koreli Gallery Seomi’de sergilenen Le Hun Chung’un dış mekan için tasarlanmış “Groove”, el yapımı, yeşil seladon koltukları basit ancak güçlü yeni formların, kaba dokuların habercisi. Lübnanlı Carwan Gallery ise, adı gibi Hintli India Mahdavi’nin İznik Vakfı ile işbirliği sonucu tasarladığı rengarenk İznik çinisi masalarını iç mekana taşıyor. Fiyatı 30.000 € civarında masaların bir talibi de Sabanci ailesi. Satyendra Pakhalé ‘nin Carrara mermerinden koltuk ve sehpası “White Swan” soğuk dokulu iç mekanlara bir örnek oluştururken, siyah versiyonu dış mekanlara uygulanıyor. ritmle birbirinden güzel renklere boğularak kozmik derinliği hissettiren ışıklandırılmış duvar heykelleri ne oluyor? Galeri sahibi, fiberoptik enstalasyonların öncülerinden, başta tekstil alanında uygulanan ışık örgülerinin tasarımcısı Astrid Krogh’un hem bir sanatçı hem bir tasarımcı sayılabileceğini, asılı diğer işini ise bir Türk müşterisine satmış olduğunu söylüyor. Buna benzer birçok tasarım var: Galerie BSL’de sergilenen Ayala Serfati’nin ışıklı heykelleri, Susanna Tick’in 15.000 €uro’luk plastik örgülü duvar panoları gibi. İki tarafta birden işi sergilenen sanatçılar da sınırı bulandırmaya katkıda bulunuyor: Ron Arad, Gabrielle Ammann Gallery’de çelik koltuğu “Solid Rocker” la, Art Unlimited’de ise sanat objeleriyle sergileniyor. Anish Kapoor Art Basel’da parabolik aynaları, Design Miami Basel Louisa Guinness Gallery’de ise birbirinden güzel altın takı tasarımlarıyla göze çarpıyor. Teknolojik doğa İnteraktif işlere güzel bir örnek Dominic Harris’in Hollandalı galeri Priveekollektie standında sergilenen interaktif akvaryumu. Elinizi ısı sensörlü LCD ekrana yaklaştırdığınızda gerçek bir akvaryumda olacak şekilde balıklar hareketten etkilenip yönlerini değiştiriyor. 95.000 € fiyatlı akvaryumda isteğe göre balıklarınızı da değiştirmeniz mümkün; bugün köpekbalığı, yarın ton balığı progamını işletebilirsiniz. Harris’in diğer bir tasarımı ise yaklaştığınızda kanatlarını çırpan dijital kurutulmuş kelebek koleksiyonu. Design Miami Basel kapsamındaki W hotel tasarım ödüllerinden birini kazanan Jon Stam’ın Claud Glass isimli siyah aynası ise, aynadaki dijital İsviçre dağları görüntülerini, aynaya bakan kişinin görüntüleriyle birleştiriyor. Sağa döndürüldüğünde manzara gündüz, sola döndürüldüğündeyse gece manzarasına dönüşüyor. Aynaların her tarafta bu kadar gündemde olmasına bir başka örnek de sergilenen en güzel tasarımlardan biri, genç tasarımcı Benjamin Graindorge’un serigrafi baskı, görüntünüzün bulutlar içinde kaybolduğu “Mirage” aynaları. Güney Afrikalı galeri Southern Guild’de sergilenen Porky Hefer’in asılı deri koltuğu ise mekan konusuna yeni bir boyut katarak, “eğer devasa bir afrika balığı tarafından yutulmus olsak, ağzının içinde oturup kendimizi nasıl hissederiz” sorusuna cevap arıyor. Afrika’nın yerel el sanatları göz önünde bulundurularak tasarlanan koltuk, dışı deriden balık pulu kaplamalı, içi yumuşak ve karanlık devasa bir kuş yuvasını andırıyor. Ama favori, fonksiyonel heykeller üzerine uzmanlaşan galeri, Carpenters Workshop’un sunduğu, Lonneke Gordijn ve Ralph Nauta imzalı, her biri 82.000 €uro’luk “Fragile Future” aydınlatma serisi. Adına sözlükten bakmayı gerektiren ancak etrafta her zaman gördüğümüz, top şeklinde beyaz tüyleri uçuşan, ve üfleyince yok oluveren kara hindiba çiçeğinin her bir tohumunun tek tek ufak LED lambalara yapıştırılmasıyla gerçekleştirilen, ve simdiden yerini V&A koleksiyonlarında bulmuş olan bu tasarım, çocukluk hatıralarını ölümsüzleştiriyor. 22 Barış Gün Şahin barisgunsahin@gmail.com CREATIVE EUROPE PROGRAMI ÖNCESI TÜRKIYE DENEYIMLERI 2007-2013 Avrupa Kültür Programı’nın sona ererken 2014-2020 Creative Europe programı hazırlıkları hız kazandı. Kültürel İrtibat Noktası tarafından 25 Haziran 2013 Salı günü SALT Galata’da “Avrupa Kültür Programı 20072013 Türkiye Deneyimi” toplantısı gerçekleştirildi. Türkiye’den fon alan projeler, sorunlar, öneriler ve yeni dönemin teması ile ilgili bilgiler paylaşıldı. Toplantıya, geçtiğimiz dönemde Avrupalı kurumlarla ortak projeler geliştirerek fon almaya hak kazanan seçilmiş proje sahibi ya da ortağı olan kurumlardan pek çok kişi konuşmacı katıldı. Avrupa Birliği tarafından verilen hibeler; toplumlararası kültürel diyaloğun geliştirilmesini, sanatçıların ve sanat ürünlerinin uluslararası dolaşımını, yaygınlaştırılmasını amaçlıyor. Avrupa Birliği üye, aday ülkeler ve üçüncü ülkelerin de dahil olduğu programa Avrupa genelinde toplam 400 milyon Euro değerinde etkinlik projesine destek verilmiş. Toplantıda ilk dikkat çekici nokta, projeleri yazan ya da ortak olan kurumlardaki kişilerin yaratıcı işlerle uğraşan ve evrak işlerinden anlamayan fakat proje nedeniyle bir işletmeci-muhasebeci kimliğine bürünmek zorunda olduklarını belirtmeleriydi. Katılımcılar, tüm dikkatlerini projenin yaratıcı sürecine vermesi gerektiğini, projenin hızlı ve yaptığı işler bilinse de, idari açıdan ortaklığa girişilecek kurumların işleyişi ve iş yürütme üslubunun bilinmemesi yine bazılarını projeyi bırakma noktasına getirmiş. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen kültür Kültür Belgesi’ni alan birkaç kişinin oldukça sıkıntıya düştüğü vurgulandı. Her türlü kültürel ve sanatsal faaliyetlerin üretildiği, sergilendiği, eğitim ve öğretimi ile bunlarla ilgili bilimsel çalışmaların yapıldığı alan, yapı ve mekânlara yatırım veya işletilme aşamalarında verilen belgenin kolaylık sağlayacağı, prestij yaratacağı düşüncesinin yanılgı olduğu belirtildi. verimli ilerlemesine engel olduğundan bahsetti. İkinci ve çoğu katılımcının hem fikir olduğu sorun vergi muafiyeti ile ilgili bilgi eksikliğiydi. Projeye başvuran birçok kurum AB projelerinde faturaların KDV’siz ödenebileceğini toplantı esnasında öğrendi. Geçmiş yıllardaki projeler için 8 bin Avro gibi meblağlarla vergi vermiş ödemiş koordinatörlerinin yaşadığı şaşkınlığı hiç birimiz bile tahmin edemeyiz . Hibe almaya hak kazanan ortaklı projelerde, Türkiye’de yaşanan gümrük problemlerinin AB destekli projelerde bile aşılamamış olması da oldukça sıkıntılı süreçleri getirmiş. Pek çok kişi ürün taşımada oldukça sıkıntı yaşamış, programda değişiklik yapmak zorunda kalmış, ortak olduğu Avrupa’daki diğer kurumlarla sorunlar yaşamış hatta projeyi bırakma noktasına gelmiş. Toplantıda vurgulanan bir diğer sorun tanımadan yapılan ortaklıklardı. Kurumların Sayısal Gerçekler - Proje koordinatörü olarak; 2007 – 2013 yılları arasında programa katılan tüm ülkelerden toplam 4620 başvuru yapılmış. 1216 başvuru hibe almaya hak kazanmış. Türkiye’den 103 başvuru yapılmış, 12 başvuru hibe almaya hak kazanmış. - Proje ortağı olarak; 2007 – 2013 yılları arasında programa tüm ülkelerden ortak olarak toplam 7613 başvuru yapılmış, 2260 başvuru hibe almaya hak kazanan projelere dahil olmuş. Türkiye’den 137 ortaklık başvurusu yapılmış, 35 başvuru hibe almaya hak kazanmış. Avrupa Kültür Programı 2007-2013 döneminde Türkiye’den kurumlar 66 projeye dahil olmuş. Projelerin toplam mali büyüklüğü 59.968.527,80 Avro. Söz konusu projelere sağlanan AB hibesi ise 29.984.263,90 Avro olmuş. AĞUSTOS/2013 Deri Detayları İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB), Türk deri sektörünün yaratıcı gücünün yükselmesi, özgün tasarımlarını yaratma ve satma isteklerinin güçlendirilmesi, bu kurumlardaki öğrencilerin sektöre hızla kazandırılması ve yetenekli gençlerimizin ve özgün tasarımların teşvik edilmesi amacı ile deri konfeksiyon, ayakkabı ve saraciye kategorilerinde 2013 Detay Deri Ürünleri Tasarım Yarışması’nı düzenleniyor. Deri, kürk ve süet konfeksiyon, ayakkabı, filet-bebe, saraciye kategorilerinde başvuruları bekleyen yarışmanın son başvuru tarihi 27 Eylül 2013. Yeni Kelebekler Moda dünyasına genç soluklar kazandırmak amacıyla düzenlenen “Koza Genç Moda Tasarımcıları Yarışması” bu yıl da sektöre yeni yıldızlar kattı. İHKİB (İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği) tarafından Ekonomi Bakanlığı’nın destekleriyle bu yıl 21.si düzenlenen yarışmada finale kalan 10 genç tasarımcı arasından yeni ve özgün çizgileriyle düzenlenen defilede jüri önüne çıktı. Yarışmada Serdar Bozok birinci, Ayça Pelvanlar ikinci, Salih Balta üçüncülüğü kazandı. Koza Genç Moda Tasarımcıları yarışmacılarına, Moda Tasarımcıları Derneği (MTD) desteği ile son yıllarda sektörün trendlerini - yakalamakta liderlik eden genç tasarımcılar mentorluk etti. Afet Sonrası Çözümleri Yönlendirme Tabelaları Yarışıyor Lefkoşe’deki Dayanışma Evi’nin sürdürülebilirlik stratejisi çerçevesinde toplumsal farkındalığı artırmak ve Lefkoşa şehrine ait kalıcı ve ziyaret edilmesi gereken bir yapı statüsüne ulaşmasına katkı yapmak üzere sokaklara yönlendirme tabelaları tasarlanması amacıyla yarışma düzenliyor. Tasarım kriterleri, “Tabelalar daire, üçgen ve kare şeklinde tasarlanabilir, CMYK renk kodu olmalıdır ve tasarım özeti yazılmalıdır” şeklinde açıklanan yarışmanın son başvuru tarihi 9 Ağustos 2013. Aydınlatma Tasarla MAKSDER tarafından her yıl, sektördeki gelişimi teşvik etmek, uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek ürünlerin oluşmasına zemin hazırlamak, tasarımın sektör içindeki önemini vurgulamak, bu alanda başarı gösteren tasarımcıları özendirmek ve ödüllendirmek amacıyla düzenleniyor. Aydınlatma Ürünleri, bağlantı elemanları, kapak sistemleri, kulplar, masa sistemleri ve mobilya taşıma sistemleri, kiler sistemleri, dekoratif ve fonksiyonel aksesuarlar, çekmece sistemleri konularında tasarımlar bekleniyor. Yılmaz Zenger gibi isimlerin jürisinde olduğu yarışmanın son başvuru tarihi 13 Eylül 2013. 23 Çocuklar için Serap Alp seraplamoda@gmail.com Yaratıcılık Festivali Reklamcılar Derneği tarafından düzenlenen; Türkiye’nin ilk yaratıcılık yarışması Kristal Elma bu yıl 25’inci kez sektör temsilcileri ile buluşmaya hazırlanırken, sektörün yaşadığı değişime paralel olarak yenilenerek 4 günlük bir festivale dönüşüyor. 25-28 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek festival kapsamında konferanslar, seminerler, paneller, çalışma atölyeleri, master class eğitimler, gösterim ve sergiler dahil olmak üzere 60’ın üzerinde etkinlik düzenlenecek. Ayrıca 40’tan fazla yabancı konuşmacı festivalde yerini alacak. 25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali, sektörün tüm unsurlarını bir araya getiren bir endüstri fuarı etkinliğine de ev sahipliği yapıyor. 1946 yılından bu yana faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu Unicef, “Türkiye’deki Okul Öncesi Eğitimi Güçlendirme Projesi” destekçilerinden Hilton Dalaman Sarıgerme Resort& SPA, Unicef’e katkı sağlamak amaçlı Tişört Tasarım projesini hayata geçirdi. Ayşe Kucuroğlu, Buse Terim, Eda Kosif, Şah Yaycı, İnci Türkay ve Unicef İyi Niyet Elçisi Ferhat Göçer çocuklar için tişört tasarladılar. Tişörtler 2013 yaz sezonu boyunca Hilton Dalaman Sarıgerme’de satışa sunulacak ve elde edilecek tüm gelir Unicef’in Ülkemizdeki Okul Öncesi Eğitimi Güçlendirme Projesi’ne aktarılacak. IDA iptal oldu IDA (International Design Alliance) Türkiye’nin mevcut şartlarını göz önünde bulundurarak 16-17 Kasım’da İstanbul’da gerçekleşecek IDA kongresini iptal etti. 15 Temmuz’da yapılan basın açıklamasında IDA’nın stratejik ortakları olan Uluslararası Endüstriyel Tasarım Konseyi - Icsid, Uluslararası Grafik Tasarım Birlikleri Konseyi - Icograda, Uluslararası İçmimarlar Federasyonu - IFI ve bu konseylere bağlı üyelerin önümüzdeki günlerde bilgilendirileceği duyuruldu. Ayrıca Eğitim ve Araştırma Konferansı’na bildiri gönderen kişilerle de konu ile ilgili bilgilendirileceği kaydedildi. Konu ile ilgili detaylı bilgi info@ idacongress.com adresinden edinilebilir. Afet ve acil durum yönetiminde uluslararası düzeyde model oluşturan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı “Afet Sonrası Geçici Barınma Üniteleri Fikir Yarışması’’ düzenliyor. Yarışmaya katılacak tasarımcılardan; ısı farklılıklarına dirençli, kullanım güvenliği olan, seri ve hızlı üretime uygun, farklı iklim koşullarına uyum sağlayabilen, hafif, hızlı kurulum-sökülüm ve stoklama özelliği olan, ekonomik, bakım-onarım kolaylığı olan, her türlü ulaşım aracı ile taşınabilen ve depolanabilen tasarım modelleri sunması bekleniyor. “Acil barınma amaçlı tasarımlar” (amatör) ve “Geçici barınma amaçlı tasarımlar” (profesyonel) olarak 2 kategori mevcut. Yarışma hakkında ayrıntılı bilgiye AFAD kurumsal web sitesinden(www.afad.gov.tr) Tasarım Bienali Küratörü İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından ikincisi 18 Ekim-14 Aralık 2014 tarihleri arasında düzenlenecek. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörlüğünü Zoë Ryan üstlenecek. Britanyalı küratör ve yazar Zoë Ryan aynı zamanda Chicago Sanat Enstitüsü’nde (Art Institute of Chicago) Mimarlık ve Tasarım Bölüm Başkanı ve John H. Bryan Küratörü olarak görev yapıyor. Zoë Ryan, 2012 sonbaharında Fast Company dergisi tarafından, tasarımın geleceğini şekillendiren 50 kişi arasında gösterildi. Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 iletisim@kaletasarimmerkezi.com, umut@kaletasarimmerkezi.com Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir. www.kaletasarimmerkezi.com www.kaletasarimmerkezi.com