Sayı 16 / Ekim 2009 - İletişim Fakültesi
Transkript
Sayı 16 / Ekim 2009 - İletişim Fakültesi
5N1Kʼnın Cüneyt Özdemir 5N Nil Karaibrahimgil T Türkiye’de televizyon gazeteciliğinin son on o yılına damgasını vuran 5N1K’nın yüzü Cüneyt Özdemir’le basından, dünyadan ve bilişim teknolojilerinden konuştuk. 10 yıllık maceraya ve gelecek planlarına dair bilinmeyenleri öğrendik. Bir şarkısına “Madonna olma” tutkusunu nu sığdıran kadınla, Nil’le müziğine, yeni albümüne, beğenilerine ve hayata dair konuştuk. Nil hem reklamcı hem köşe yazarı arı yifli hem de müzisyen olunca bize de bu keyifli sohbetin tadını çıkarmak kaldı. S: 4’de S: 8’da Ünivers http://univers.ieu.edu.tr İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Yeni döneme merhaba... Birleşmiş Milletler Günü 24 Ekim Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Web Yönetim Ofisi Ders seçim dönemimizin kahramanı OASİS. Her geçen yıl kendini yenileyen ve sorunları ortadan kaldıran sisteme teşekkür amacıyla biz de Ünivers olarak OASİS Şövalyeleri’yle yani Web Yönetim Ofisi’nin üniversitenin dünyaya açılmasını sağlayan ekibiyle konuştuk. Kampüs2 “Yemek değil, tasarım yaptık” Y az tatilinin ardından yeni umutlarla dünyaya İzmir’den bakmak için yeni bir döneme yeni arkadaşlarımızın da katılımıyla başlıyoruz. Bir yaz daha mezuniyet, staj stresi, tatil, ÖSS sonuçlarını beklemek, kayıt telaşı gibi rutinlerle geçip gitti. Hayatımızın belki de benliğimizi oluşturmamız için gereken üniversite hayatımızda yeni bir yılda tekrar merhaba diyoruz. Mevlana’nın “Düne dair ne varsa dünle birlikte gitti cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım” sözünde olduğu üzere, geçmişe bakmadan; ama ondan dersler alarak üreteceğimiz bir yıl olacak. Üniversite eğitiminin bir diğer güzel yanı da sosyal hayat. Hatta bu bazılarımız için öncelik bile olabiliyor. Üniversitemizdeki öğrenci kulüpleri bu sene de çalışmalarına devam ediyor. Her ilgi alanına hitap eden çok sayıda kulüp umarız bu sene de stres atmamıza yardımcı olacak. Bu yaz çoğumuz gibi üniversite de boş durmadı. Gelenler ve gidenler oldu olmasına; ama asıl dikkat çeken değişenlerdi. “Bilgisayar Oyunları ve Teknolojisi” ve “Yönetim Bilimi ve Mühendisliği” gibi Yüksek Lisans Programları üniversitemiz bünyesinde bu yıl itibariyle öğrenci almaya başlıyor. İletişim Fakültesi ise web sitesini yenileyerek öğrencileri için kullanıcı dostu yeni arayüzüyle ulaşılabilirliğini arttırdı. Web TV’miz yakında yayında. 2009 – 2010 öğretim yılı başlıyor. 2000’lerin ilk on yılını geride bırakmışken umuyoruz ki evrenle ve insanlıkla barışık, gelişmeye, özgürlüğe ve demokrasiye açık bir sene olur. Dünyanın ve insanın eğitimle gelmek istediği o noktaya ulaşmak için bu seneyi iyi değerlendirmemiz şart. Amerikalı öğrenciler Türkçeyi Ekonomiʼde öğrendi İ zmir Ekonomi Üniversitesi ve Amerikan Araştırma Enstitüsü’nün işbirliğiyle İzmir’e gelen 8’i kız 10 öğrenci Türkçe öğrendi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu bünyesindeki iki aylık Türk Dili ve Kültürü Yaz Okulu’na katılan Amerikalı öğrenciler başlangıç seviyesinde yürütülen programda 180 saat Türkçe ders aldı. Amerika’nın çeşitli üniversitelerinde okuyan veya master yapan öğrenciler Türkçe dersinin yanı sıra Türk Tarihi, Türk Mutfağı, Türk Folklorü de dahil olmak üzere seminer ve atölye çalışmalarında da kültürümüzü yakından tanıma fırsatı buldu. Ders dışında pratik yapmaları için gönüllü bölüm öğ- İçindekiler rencilerinin eşlik ettiği Amerikalı öğrenciler kaldıkları süre içinde şehir içinde ve Ege Bölgesi’ndeki önemli tarihi ve turistik yerleri gezdi. Yaz Okulu’nu başarıyla bitiren Amerikalı öğrenciler, düzenlenen veda yemeğinde duygusal anlar yaşadı. İEÜ Genel Sekreteri Levent Gökçeer’inde katıldığı yemekte Türkiye’ye ve İzmir’e gelmekten çok memnun olduklarını söyleyen öğrenciler, ‘’Türk insanının misafirperliğinin ve modernliğininin yanı sıra İzmir ve Türkiye’nin olağanüstü tarihi ve doğal güzelliklerini tanımaktan ve İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde uluslararası kalitede eğitim almaktan çok memnunuz. Türkiye’nin gönüllü tanıtım elçileri olacağız’’ dedi. Programın çok başarılı geçtiğini ve önümüzdeki yıllarda sayının artarak devam edeceğine inandığını belirten İEÜ Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü Yard. Doç. Dr. Evrim Üstünlüoğlu ‘Amerikan Araştırma Enstitüsü’nün talebiyle bu yıl ikincisini düzenlediğimiz yaz okuluna katılan 10 Amerikalı öğrenci ilk seviyede Türkçe öğrenmenin yanı sıra çeşitli etkinliklerle hem kültürümüzü hem de tarihimizi tanıma fırsatı buldu. Bu öğrencilerin ülkelerinde kültür elçilerimiz olacağına inanıyorum. Başarılı geçen programın önümüzdeki yıllarda da öğrenci sayısının artarak süreceğine inanıyorum ‘’ diye konuştu. Kampüs2/3/4/5 ❚ English6 ❚ İnceleme7 ❚ Medya8 ❚ Kültür-Sanat9 ❚ Dosya10 ❚ Rehber11 ❚ Spor12 Contaminazione yani birleşme, karışma ve bir araya gelme. Akdeniz’in iki köklü kültürü de Ege’de buluştu. Türk ve İtalyan katılımcılar deneyimlerini ve kültürlerini paylaşma fırsatı yakaladılar ve bizim için de lezzetin reçetesini yazdılar. Bize de reçeteyi yazmak kaldı. Kampüs5 Yaz üniversitesi İzmir Ekonomi Üniversitesi 22-26 Haziran 2009 tarihleri arasında dünyanın dört bir yanında fransızca eğitim veren misafirlerine kapılarını açtı. Katılımcılar hem İzmir’i gezme hem de yeni bir kültürü tanıma fırsatı yakaladılar. İnceleme7 Metin Göktepe Türk basın tarihi’nin karanlık sayfalarından birini açtık ve bir meslek aşığının yaşamına göz attık. Özgür ve demokratik basın nutuklarının atıldığı dönemde bir basın şehidini gazetemizde ağırlıyoruz: Metin Göktepe Dosya10 02 Kampüs http://univers.ieu.edu.tr Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Web Yönetim Ofisiʼnin gizli kahramanları Sarphan Uzunoğlu Halkla İliş. ve Rek. Blm. Bu sayıdan itibaren İEÜ’nün gizli kalmış birimlerini sizlere tanıtacağız. Bu sayımızda da sanal dünyanın ve okulumuzun sanal işleyişinin en büyük mimarlarından Web Yönetim Ofisine yer verdik. Web Yöneticisi Türkay Palancı sorularımızı samimiyetle cevapladı ve gelecekle ilgili planlarını anlattı. MEDYA HALLERİ A çılımımız kutlu olsun! Öyle ki bu yaza Serdar Ortaç’ın değil de Recep Tayyip Erdoğan’ın damgasını vuracağını eminiz ki kimse bilmiyordu. Öyle ki medya bile bu konuda yaz boyunca sık sık ters köşeye yattı ve genelde büyük sermayeli gazetelerin yaptığı üzere ortak söylem benimsemeyi beceremeyip bir şekilde demokrasiye katkıda bulunmuş oldu. “Demokratik Açılım” üstüne yapılan haberler ve yazılan makaleler üzerinden düşünerek bir kurumsal demokrasi karnesi hazırladım. Listenin en demokratı sanıldığı gibi Taraf Gazetesi olamadı. Öyle ki demokrasinin içinde Sezen Aksuvari “Kabul etmeyen iki cihanda lekelidir.” duruşunun yersizliğini Murat Belge ve Alper Görmüş’ün gazetesi de bilemeyecekse zaten o ülkede umut yoktur. “Yaftalamayın” kampanyalarıyla doğru mesajı veren; ama bir yanlışın tam ortasında yaşayan Zaman ise hatırlanacağı üzere Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı haberlerini yoğunlaştırdığı dönemde “Kürt” ve “Alevi” sıfatlarını ötekileştirme amacıyla kullanmıştı. Şimdiyse yeteri kadar bu toprakların muktedir güçlerine yakın olan Kürt vatandaşlarlar ile flört halinde. Zaman’ın asıl eşi muhafazakâr, imam nikahlı eşi ise Kürt kitledir. Söylemleri göz önüne alındığında, kullandıkları basın dili bakımından süreçte hükümetin yılmaz destekçileri olmalarına rağmen demokratik yeterliliği sağlayamayarak sınıfta kaldıkları rahatlıkla söylenebilir. Demokrasiyi 1900’lerden kalma propaganda modellerine kurban etmeleri de bunun somut kanıtı. Ana akım medya olarak adlandırabileceğimiz Hürriyet, Sabah ve Akşam gazeteleri ise duruma renk kattılar. Özellikle Doğan Grubu’nun gazetelerindeki köşe yazarlarının NTV’de yayınlanan Yazı İşleri programındaki tartışmaları izlemeye değerdi. Sabah’ta ise bu konuda ne hikmetse bir sessizlik hakim. ATV ve Sabah açılımı desteklemesine destekliyorlar; ancak özellikle tartışmaların doruk noktasına ulaştığı Bahçeli, Erdoğan, Baykal üçgeninde küfüre ramak kalan şu günlerde “Hafif iftar nasıl olur?” tadında haberlerle durumu geçiştirmek peşindeler. Akşam’sa liberal ve ulusalcı tavırları bir arada taşıyan bir gazete olarak sürece şüpheyle baktı ve ortak söylem yerine özgün söyleme şans verdi. Bu bakımdan Akşam bir aferini hak etmiş sayılabilir. 1960’lardan bu yana Kürt azınlık ile yan yana olan sol fraksiyonlarla bağlantılı Birgün, Evrensel gibi gazetelere gelelim. Konuyu sürekli tartışan yazarlara sahip bu gazetelerse solun bölünerek azalma geleneğini sürdürseler de ortak bir dile yaklaşıp açılıma şüpheci; fakat olumlu yaklaşıyorlar. Özetlemek gerekirse DTP, PKK, AKP üçgeninde bir açılım bölgedeki DTP’nin de kadrolarında üst düzeyde görev yapan toprak ağalarına yarayacak. Açılım Tanzimat Fermanı ya da Islahat Fermanı’nı kurtuluş sanan Osmanlı ile 2000’lerdeki Türkiye’yi aynı yerde görebileceğimizi bize gösteriyor. BOP’un yeni Orta Doğu komiseri Recep Tayyip Erdoğan’a merhaba dememize az kala, AKP değil de ABD odaklı bir açılım bombası pimi açık kucağımızda duruyor olabilir. Dikkat etmek, sorgulamak ve barış ümidiyle. Burak Sonbudak, Gökhan Panayır, Melih Yenel, Nükhet Tuncay, Türkay Palancı Halil Türkden: İlk olarak, ders kayıtları döneminden çıktık hepimiz ve son dönemlerin yükselen yıldızı Oasis hakkında bizleri bilgilendirir misiniz? Türkay Palancı: Aslında öğrencinin Oasis ile tanışması maalesef pek de olumlu olmadı. Bunun birinci nedeni, birtakım bilgilerin girilmesi istenen güvenlik önlemleri öğrencilerin canını sıkıyor olması. İkincisi, Öğrenci İşleri’nden gelen ve yönetmelik uyarınca sistemdeki bir değişikliği öğrenciler Oasis’te görüyorlar ve bu onların gözünde Oasis’i kötü bir karaktermiş gibi gösteriyor. Bazı öğrenciler gelip bizlere şikayette bulunuyorlar fakat bizim görevimiz sistemi yönetmek ve geliştirmek. Aslında aramızda çalışan stajyer arkadaşlar işin öğrenci işleri kısmında sorunları ve talepleri göz önünde bulundurarak çalışıyorlar ve bizleri daha anlaşılır kılıyorlar. Geçtiğimiz senelerle Oasis’li dönemi karşılaştırırsak ne gibi değişiklikler göze çarpmaktadır? Yeni sunucular eklenmeye devam edecek mi? Bu sene geçtiğimiz senelerde yaşanan donma, kitlenme veya çökme gibi sorunlarla karşılaşmadık. Bir ay öncesinden ekip olarak hazırlıklara başladık. Sistemde tıkanıklık olan yerleri saptayıp sorunu çözdük. Şu anda aktif olan iki yeni sunucu daha ekledik, aslında başka bir işlev için almıştık onları fakat şu anki ders kayıtları döneminde sistemi desteklemesi için orada kullanıyoruz, yakında kaldıracağız o iki sunucuyu. Normalde Oasis tüm sunucularında yıl boyunca %10’luk bir performansla çalışıyor. Ancak kayıt döneminde bu %500-600’lere çıkıyordu. Sistem buna dayanamıyordu, bu sebeple yeni sunucular ekledik. Bunun nedeni olarak geceleri öğrencilerin birden yüklenmelerini gösterebiliriz. Öğrenciler bizi Google ya da Facebook ile kıyaslıyorlar fakat onların donanımsal altyapıları ve server kapasiteleri ile bizimkiler kıyaslanamaz. Örneğin; bir fakülte için, gece yarısı ilk beş dakikada kayıtların yaklaşık %30’u bitiyor, ilk yarım saatte %50 si ve bir buçuk saatte ise neredeyse tamamı bitiyor. Zaten gece 03.00’dan sonra hiç kimseyi göremiyoruz Oasis’te. Diğer üniversitelerle İEÜ’ nün bu alandaki kapasitesini karşılaştırırsak nedir durum? Diğer üniversiteler ne yapmış diye baktığımızda, onlarda o kadar çok kilitlenme oluyor ki sabahtan akşama sayfa yenileyenler var. Biz öncelikle bu kilitlenmelerin önüne geçmek için o gördüğünüz sunucuları koyduk ve anlık olarak sistem kendisini dengeliyor, böylece öğrenci istediği doluluk oranında olan sunucudan girebiliyor. İstatistiklere baktığımızda ilk dört günde tam 29 bin ders kaydetmişiz. Burada sabahladığımız geceleri hatırlıyoruz,1 Eylül’den itibaren buradaydık. Bizim en büyük dezavantajımız sistemi daha önce test etme imkânımız yok. Bu nedenle geceleri sabahlara kadar buradaydık, herhangi bir sorun yaşandığında anında müdahale etmek için. Mesela, bu dönemde ilk defa yabancı dil alacak öğrencilerin seçme ekranları karşılarına gelmedi ve anında bunu tespit edip düzelttik. Diğer üniversitelerle aramızdaki bir diğer fark, bizim okul yönetimimizin öğrencileri daha özgür bırakması ve onlara kolaylık sağlaması. Web Yönetim Ofisi olarak temel göreviniz web sitesini düzenlemek mi? Başka hangi alanlarda görebiliyoruz sizleri? Oasis ile daha büyük bir role soyundunuz ve sanal bir okyanusta üniversitemizin gizli kaptanlarısınız aslında, ne düşünüyorsunuz bu konuda? Aslında bizim asıl görevimiz ve sorumluluğumuz okulun web sayfasının tasarımı ve yönetimi. Her fakülte kendi haberlerini ve duyurularını web sayfasına yolluyor, bunlar belli onay mekanizmalarından geçip bize kadar geliyor ve biz son olarak bunları aktarıyoruz. Ayrıca teknik açıdan yardımlarda da bulunuyoruz. Çalışmalarımıza baktığımızda bir yazılım geliştirme bir de web ayağımız var. Yazılımlarımız web tabanlı yazılımlar, anında herkese yayına açabiliyoruz. Mesela “ilişik kesme” sistemi artık öğrencilerin ellerinde kâğıtlarla dolaşmasını ortadan kaldırdı. Oasis’in en güzel tarafı her bölüm, fakülte ve birim için çok kullanışlı. Örneğin; mezun olan öğrenciler cv girişi yapabiliyorlar ve kariyer merkezi o cv’leri kullanabiliyor. Oryantasyonu, not ortalama hesaplamalarını, yurt anketlerini, askerlik işlemlerini, diplomaları bile Oasis’e dahil ettik. En büyük sıkıntımız, maalesef enerjimizin %90’ını Oasis’i geliştirmek yerine yönetmeye kullanıyoruz. Sistemde veya yönetmelikteki bir değişim bizim çalışmalarımızı tamamen değiştiriyor. Bir yandan öğrencilerin isteklerine cevap vermeye çalışırken bir yandan da yönetmeliğe ve değişikliklere uygun bir biçimde sistemi yürütüyoruz. Enerjimizi iki tarafa da tam olarak yayamıyoruz. Dolayısıyla eğer aramıza yeni yardımcı arkadaşlar da katılırlarsa çalışma sistemimizi ikiye ayırarak, bir grubu sistemi devam ettirme ve yönetmekle diğer grubu ise geliştirmekle görevlendireceğiz. Peki, Oasis ile ilgili tasarladığınız yenilikler var mı kafanızda? Yeni planımız öğrencilerin Oasis’i bir ajanda gibi kullanabilmeleri. Öğretim görevlilerimiz öğrencilerine toplu mesajlar atıp, görev veya projeleri bu şekilde duyurabilirler. Eğer gelecekte okul yönetimi bizden uzaktan eğitim isterse biz bunu Oasis’in içine yerleştirebiliriz. Bu çok büyük ve önemli bir adım olabilir. Okula sıfır maliyette bir sistem bu ve rahatlıkla yeni bir modül ekleyebiliriz. Ayrıca bizimle çalışan okulun öğrencilerinden stajyer arkadaşlarımız da var ve onlara Oasis’i nasıl geliştirecekleri hakkında bilgiler veriyoruz. Onlara proje olarak verdiğimiz bazı çalışmaları hayata geçirdik bile. Mesela yurt anketini, GNO hesaplamayı, sık sorulan sorular ve yardım modülünü onlar yaptı. Bir ekip havası ve samimiyet görüyoruz bu ofiste, arkadaşlık ortamınız nasıl? Her şeyden önce aramızda hiçbir hiyerarşik konum yok. İstemiyoruz bunu. Misyon için gelmek dışında gerçek bir özveriyle çalışan arkadaşlarımız var, uykusuz geceler geçirdik çok. İşimiz oldukça stresli ve yorucu. Dediğim gibi, yeniliklere ve değişimlere ayak uydurmak zorundayız. Örneğin; bu sistemde 6 bin civarında öğrencinin okulla arasındaki finansal durumunu da kontrol ediyoruz, gerçekten oldukça dikkat ve sorumluluk isteyen bir çalışma. Ama artık sistemin altyapısını sağlamlaştırdık ve yavaşlık veya çökme sorunu yaşamıyoruz. http://univers.ieu.edu.tr Feminizm Eskişehirʼde tartışıldı K SGM (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü) tarafından düzenlenen Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi 29 Haziran - 3 Temmuz 2009 tarihleri arasında yapıldı. Anadolu Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı organizasyonda Türkiye’deki çeşitli iletişim fakültelerinden gelen öğrenciler beş gün süreyle teorik ve pratik çalışmalara katıldılar. Ekonomi Üniversitesi’nin ev sahibi Anadolu Üniversitesi’nden sonra en yoğun katılımı sağladığı atölye çalışmalarına medya profesyonelleri, üniversiteye bağlı akademisyenler ve KSGM Görevlileri’nin sunumlarıyla başlandı. Atölyenin ilk üç gününde teori yoğunluklu eğitimler yapıldı. KSGM Görevlileri ilk olarak KSGM’nin amaçlarını aktardılar. Ardından da KSGM tarafından yürütülen Türkiye’de Kadına Şiddet konulu araştırmalar ve istatistiklere dair sunumlar yapılarak, katılımcılara Türkiye’deki genel durum hakkında bilgi verildi. Ardından Hacettepe Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nden gelen öğretim görevlileri uzmanlık alanları dahilinde kadına yönelik şiddet ve bu şiddetin biçimleri üzerine yaptıkları sunumlarla şiddet kavramına dair yerleşmiş algıyı değiştirip geliştirdiler. Atölyenin sonunda kurulan reklam, gazete, televizyon, radyo ve fotoğraf ekipleri de alınan Toplumsal Cinsiyet ve Medya Atölyesi Eskişehir 2009 eğitim ışığında “Kadına yönelik görünmez şiddet” temalı tılımcılar tarafından gözden geçirilmesini çalışmalarını Anadolu Üniversitesi’nce gö- sağlayan atölyeden sorumlu KSGM sorumrevlendirilmiş gözetmenler eşliğinde ger- lusu Mehmet Erdoğan atölye çalışmalarının çekleştirdiler. Atölyenin son gününde grup- üniversitelerde, kamu kuruluşlarında ve ların sunumlarının ardından değerlendirme sivil organizasyonlarda da devam ettiğini yemeği yapıldı. Kadın ve kadınlığa yönelik belirterek ilgili öğrencileri daha sonra geralgıların cinsiyet farkı gözetmeden tüm ka- çekleştirilecek olan atölyelere davet etti. Hakan Gözütok Gizem Arabacı Sarphan Uzunoğlu Medya ve İletişim Medya ve İletişim Halkla İlişkiler ve Reklamcılık kyTürk’de yapacağım stajıma Temmuz’un dördünde başlamam gerekirken yedisinde başlayabildim. Çoğu stajyer gibi işime sadık olduğumu göstermek için sabahın erken saatlerinde kanala gitmiştim (saat 7:30) ama sonradan öğrendimki çalışanlar 9:00 da başlıyor. İlk gün aksilikler peşimi bırakmadı. Aynı sınıfta okuduğum arkadaşım da ordaydı ve bana kanalı gezdiriyordu. Diğer stajyerlerden birisi arkamızda bayıldı ve arkadaşımızı hastaneye götürdük. Öğleye kadar devlet hastanesinin acil servisinde bekledik. Kanala geri döndük. Sıra bana nerede staj yapmak istediğim soruldu. Ben de “reji, haber masası veya editing olabilir” dedim ve beni kameraman yaptılar. Başta hoşlanmasamda şimdi iyi ki kameraman olarak yapmışım diyorum. Kameraman demişken, diğer kanallarda stajyerleri kameraya dokundurtmazlarken işten çıkan kameramanlar sayesinde son haftalar ana haberi çekme aşamasına kadar geldim. Stajım çok iyi geçti çünkü kameraman olunca tüm bölümleri gezme imkanım oldu çünkü; rejide olsaydım bir odanın içerisinden çıkamayacaktım, haber masasında olsaydım bütün gün bir bilgisayara bakacaktım, editing bölümünde olsaydım sadece ses montajı yapacaktım. Stajda en önemli şey bağlantılar kurmaktır çünkü bir veya iki sene sonra sen de o sektörün içerisinde olacaksındır. Bende o bağlantıları iyi kurmuştum ve stajım sona erdikten sonra Kanal D spordan arayarak İzmir ‘de gerçekleşecek olan Avrupa Erkekler Voleybol Şampiyonası için iş teklifi aldım. O yüzden staj dönemim çok verimli ve zevkli geçti. Radyo İzmir Ekonomi Yayında http://comm.ieu.edu.tr/radyo/radyo_index.html Radyomuzu dinlemek için; http://www.ieu.edu.tr ON AIR butona tıklayınız. 100 kişiy ş ye sorduk k... Kürt açılımını destekliyor musunuz? %9 Evet %86 Hayır %5 Fikrim yok Sizce kriz ülkemizi teğet geçti mi? %7 Evet %93 Hayır Staj anıları S Kampüs 03 Ekim2009 Yıl2 Sayı16 A tv haber merkezinde geçirdiğim bir buçuk ay bana çok şey öğretti. Haberciliğin nasıl bir meslek olduğunu öğrenirken, keyifli sohbetler yaptım, başarılı isimlerle dostluklar kurdum. İşin mutfağında olmak, her haberin mesajını ayrı ayrı algılayabilmek, televizyona uygun haber yapabilmek çalışılan ekiple ve profesyonellikle ilgiliymiş. Bu meslek adeta hayatın sadece toz pembe olmadı- ğını gösterip olaylara kimi zaman vicdanınızla değil sadece haber anlayışıyla bakmanız gereken durumlar yaşatıyor bir muhabire. Örneğin, bir gün pazara AB standardı gelmesiyle ilgili bir haber yapıyorduk, vatandaşlarla ve pazarcılarla yaptığımız röportajların arasında yaşananlar insanın yüreğini sızlatacak türdendi...Yayınlanmayacağını bilseler de yanımıza gelip hükümet için demediği kalmayan, ya da maddi gücü olmayan, “yiyecek ekmeğim yok benim, bu fiyatlar çok yüksek” diyen bir çok insan kameralara konuşmaya çalışıyordu. Yapacak tek şey susup konuya tekrar odaklanmak oluyordu... Her gün birbirinden farklı haberler yapıp insanların nabzını tutmak mükemmel bir his... Haber yapmak, haberin içinde olmayı gerektiriyor bu da insana en büyük mutluluğu sağlıyor...Bana kalırsa değişik bakış açılarına sahip, tüm görüşlere saygılı, deneyime açık, özgürce düşünebilen bir birey olmak mesleki anlamda gelişmek ve nitelikli haberci profiline ulaşmak için çok önemli. S tajımı Bursa’da Yeşim Holding’in Kurumsal İletişim Departmanı’nda yaptım. Burada hem “Önce İnsan” isimli moda ve kurum kültürü temalı derginin hem de aynı isimli mevsimlik kurum bülteninin tasarım çalışmalarında yer aldım. Bunun dışında kurumun düzenlediği organizasyonlarda görevliydim. Genel kanım stajın ayak işleriyle geçecegi yönündeydi; kehanet kendini kısmen de olsa doğruladı; ama halkla ilişkilerin özellikle uluslararası boyutuyla tanışma şansım oldu. Bölümde öğrendiğim güncel konseptlerin yardımıyla hem kuruma katkıda bulunma hem de bölümümde aldığım eğitimi ölçme şansım oldu. İletişimin bir şirketin algılanmasında ne denli önemli bir faktör olduğunu ve şirketlerin sosyal varlığına iletişimin katkısını görmem mesleğime olan inancımı da tazeledi. Özel sektörle okul hayatı araasındaki fark ise sandığımdan da fazlaydı. Kendimi hazırladığım rekabet ortamı yerine iş birliği ve grup ruhuyla karşılaştım. Genelde iş ilişkilerinin mesai saatleri arasında kalmadığını görmek de iş hayatının insanı yalnızlaştırmadığını görmem adına iyi oldu. Yirmi gün kadar kısa bir süreliğine de olsa öğrendiğim en önemli şey bir iletişimcinin çalıştığı organizasyonun faal olduğu süreçlerin her biri hakkında bilgi sahibi olması gerektiğiydi. Her düzeyden çalışanla iletişim kurmak ise dönem dönem zor olsa da insanları tanımak ve iletişim becerilerimi biçimlendirmek adına iyi bir tecrübeydi. Üniversitemizin sosyal olanaklarını yeterli buluyor musunuz? %36 Evet %56 Hayır %8 Fikrim yok N. Toros Mutlu Halkla İlişkiler ve Reklamcılık S tajımı İstanbul’da, Beyoğlu, İstiklal Caddesi üzerinde bulunan fotoğraf ajansı, yayınevi, galeri, kısacası bir fotoğraf merkezi olan Fotografevi’nde yaptım. Amacım Magnum Photos’un Türkiye temsilcisi olan bu yerin nasıl çalıştığını görmek ve kurumun zengin kütüphanesinden yararlanmaktı. Başıma gelen en ilginç ve sevindirici olay ise, bir bayanın Fotografevi’ne agrandisör bağışlamaya gelip, agrandisörü bana bağışlaması oldu. Bu sayede 40 yıl arasam bulamayacağım temizlikte ve değerde bir agrandisöre sahip olmuş oldum. İstiklal Caddesi’ni gören bir balkonum olduğunu söylemiş miydim? 04 Kampüs Kısa kısa... t İzmir Ekonomi bir dünya üniversitesi İzmir ve Ege’nin gururu olan İzmir Ekonomi Üniversitesi, dünya üniversitesi olma yolunda hızla ilerliyor. Aradan geçen 8 yılda vakıf üniversiteleri arasında en ön sıralarda yer alan İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde ABD’den Çin’e, Rusya’dan Komor Adaları’na, Tacikistan’dan Fransa’ya kadar 24 farklı ülkeden gelen 54 öğrenci, dünya standartlarında nitelikli eğitim alıyor. Üniversitemizin, EXPO üyesi ülkeler, Akdeniz ülkeleri ile Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Toplulukları’na tahsis ettiği burslarla gelen 17 öğrencinin yanı sıra, Avrupa ülkelerinden 11 öğrenci de Erasmus Öğrenci Değişimi Programı kapsamında, 26 öğrenci ise ücretli olarak eğitim görmek için İzmir Ekonomi Üniversitesi’ni seçti. Nil Karaibrahimgil sularında Babylon Alaçatı’da, kumsala bakan eşsiz bir atmosfer… “Çok değerli birtakım kadınların mirasçısı” Nil Karaibrahimgil sahnede kıpır kıpır, capcanlı!!! Nil Karaibrahimgil t İşletme bölümü bursiyerleri en iyi uygulanabilir araşırma ödülünü kazandı İşletme Bölümümüz doktora öğrencilerinden bursiyerlerimiz Dicle Yurdakul ve Şebnem Penbek “European and Mediterranean Conference on Information Systems (EMCIS 2009)” adlı uluslararası konferansta, Dokuz Eylül Universitesi Denizcilik İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu Müdürü Sayın Prof.Dr. Güldem Cerit ile birlikte hazırladıkları “Intercultural Communication Competence: A Study about the Intercultural Sensitivity of University Students based on their Education and International Experiences” adlı çalışmalarıyla; “En İyi Uygulanabilir Araştırma Ödülü”’nü almışlardır t İEÜ’den yeni yüksek lisans programları İzmir Ekonomi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü bünyesinde yürütülecek olan “Bilgisayar Oyunları ve Teknolojisi” ve “Yönetim Bilimi ve Mühendisliği” yüksek lisans programlarına 2009-2010 öğretim yılı güz döneminden itibaren öğrenci alınmaya başlanacak. İEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Serkan Eryılmaz, yeni yüksek lisans programları ile ilgili olarak şunları söyledi. “Hızla gelişen teknoloji ile tüm dünyada ve ülkemizde mühendislik eğitimi ve disiplininin önemi her geçen gün artmakta ve içinde bulunduğumuz bilgi çağında bilgisayar teknolojileri kişisel, sosyal, sanatsal olarak hayatımızın her alanına girmektedir. Bu bağlamda ülkemizde ve dünyada bilişim sektöründe belirli alanlarda uzmanlaşmış personel açığı hızla artmaktadır. Faaliyete geçecek olan Bilgisayar Oyunları ve Teknolojisi yüksek lisans programı ile Türkiye’de bilgisayar oyunları sektörüne uzmanlaşmış kişilerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır.” Acı kayıplarımızı anıyoruz t İzmir Ekonomi Üniversitesi 2009 yılında iki kayıp birden verdi. İzmir’in Çeşme ilçesinde meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü mezunu öğrencimiz Ebru Eralsay’ı ve geçtiğimiz Temmuz ayında yine aynı bölüm öğrencisi Cemal Nazım Miçooğulları’nı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Değerli öğrencilerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, arkadaşlarına ve üniversite mensuplarına sabır ve başsağlığı diliyoruz. http://univers.ieu.edu.tr Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Fotoğraf: Şeref Alım Babylon Alaçatı’da, kumsala bakan eşsiz bir atmosfer… “Çok değerli birtakım kadınların mirasçısı” Nil Karaibrahimgil sahnede kıpır kıpır, capcanlı! Pop müziğin sırrını çözmüş. İroni dolu şarkı sözleri hem eğlendiriyor, hem büyülüyor dinleyicisini. Nil’e tuhaf dramasını, dönüm noktalarını sorduk. Nil bir müzik kutusu olsaydı, hangi şarkıları çalardı merak ediyorsanız yanıtları birkaç satır sonra… Seray Özbiçer: Nil Karaibrahimgil kimine göre şımarık, kimine göre ise tarz sahibi… Reklam cıngılları, “ Özgür Kız” derken “Onun aşkı bana ekstra large, bana ekstra large…” çalındı kulaklarımıza... Nil Karaibrahimgil’in dönüm noktasını anlatır mısınız biraz? Benim bir tane u dönüşüm oldu. O da hazır kart reklamları. Hiç aklımda olmayan bir yoldan, reklamdan müziğe sapmamı sağladı. Yoksa bir ömür metin yazarı olabilirdim. Yok yok olmazdım, bestelerim vardı, içimde bir ateş vardı, ben bir yolunu bulurdum yine o yola çıkmanın. Bir yazınızda Svagito diye bir adamla aile dizimi yaptığınızı ve sizin anneanne, babaanne ve annenizden yadigâr bir meşale taşıdığınızı söylemişsiniz. Nedir bu aile dizimi, nedir bu “Tuhaf Drama”? Herkesin aile ağacı, tuhaf dramalarla dolu. Ben bence çok değerli bir takım kadınların mirasçısı olarak, onların bana aktardıkları bir takım yetenek ve gücün teşekkürünü onlara borçlu olduğumu öğrendim. Bu da bana çok duygulu geldi. Çünkü ikisini de hiç tanımadım diyebilirim. Aile dizimi, bilimsel olarak ispat edilebilecek bir şey. Epigenetics diye bir bilim dalı. Bu tur şeylerin genlerle nasıl aktarıldığını ispatlamaya uğraşıyor. Babanız Süavi Karaibrahimgil ile birlikte Endüstri Mühendisleri İzmir Ekonomiʼde buluştu İ zmir Ekonomi Üniversitesi Endüstri Sistemleri Mühendisliği Topluluğu tarafından Türkiye’nin en büyük öğrenci organizasyonu olan Türkiye Endüstri Mühendisleri Öğrenci Buluşması’nın 28.’si İzmir Ekonomi Üniversitesi Konferans Salonu’nda düzenlendi. 23-27 Eylül tarihlerinde gerçekleşen Öğrenci Buluşması’nın açılış konuşmasını İEÜ Rektör Yardımcısı ve Bilgisayar Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Cemali Dinçer yaptı. Endüstri Mühendisliği’nin 40. yılının geçtiğimiz günlerde kutlandığını belirten Dinçer, mühendisliğin tanımı ve fonksiyonları üzerinde durdu. İEÜ Endüstri Mühendisliği Topluluğu Başkanı Çınar Tuncer, TEMÖB gibi büyük bir organizasyonu gerçekleştirmek için büyük bir ekiple uzun zamandır çalıştıklarını belirterek 38 farklı üniversiteden 350’ye yakın katılımcı ile açılışı gerçekleştirmekten gurur duyduğunu ifade etti. Ekolider hizmette İ zmir Ekonomi Üniversitesi, geleceğin çağdaş kuşaklarını yetiştirme, bilgilendirme ve onlara yaratıcı düşünce yeteneği kazandırma misyonunu başarıyla sürdürmektedir. Bu doğrultuda kurulmuş bulunan ve liderlik ve yönetişimin çağdaş renklerini, kendi pencedesinden İEU öğrencilerine ve topluma sunma amaçlayan “EKOLİDER Merkezi” İzmir Ekonomi Üniversitesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Merkezin amacı, İzmir Ekonomi Üniversitesi misyon ve vizyonunda öngörülen esaslar çerçevesinde iş, ekonomi ve siyaset dünya- sına yön verecek “Geleceği yönetecek liderleri yetiştirmek“ üzere güçlü liderlik, doğru karar verme, iyi yönetişim ve etik değerleri öne çıkartan ve bu konularda toplumu bilinçlendiren özgün çalışmalar yapmaktır. Merkez, amaçları kapsamında iyi yönetişim ve etik değerler konusunda uygulamalı eğitim programları, konferans ve seminerler düzenlemek, çalışma alanı ile ilgili konularda stratejik danışmanlık hizmeti sunmak ve elde edilen deneyimleri lisans ve lisansüstü seviyedeki eğitim programlarıyla bütünleştirecek çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur. baba-kız ortak projelerde yer almayı, ironi dolu söz yazarlığınızı birleştirmeyi hiç düşündünüz mü? Evet olabilir. Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde yazıyorsunuz. “Nil’in Kelebek Yazıları” samimi ve sizden bir şeyleri anlatıyor. Nil yakın zamanda bir de kitap yazsa bizlere, deseler bu fikre nasıl bakardınız? Önce kelebek yazılarımı kitaplaştırayım, sonra daha fazlasını yapmak isterim. “Nil Kıyısında” albümünüzün tarz olarak diğer albümlerinize kıyasla daha yerine oturmuş bir havası var. Bu “yavaşlama”, hakim olduğunuz tarzın değişikliğinin kaynağı nedir? Herkes değişiyor. Sadece ben iki senede bir albüm yaptığım için size bu değişim çok gelebilir. Ama hep yan yana olsaydık, hiçbir şarkı şaşırtmazdı. Çünkü kimse iki ene önceki yerinde saymaz. Ayrıca otuzu geçmek beni çok rahatlattı. Daha panik ve tepkisel bir tiptim. Yine Kelebek Yazılarınızdan “Fantastik Sorular” adlı yazınızda “ Neyin delice neyin normalce olduğu tamamen insan uydurması” diye yazmışsınız. Nil deliliği ya da normal olmamayı nasıl tanımlar? Bence korkarak kısıtlanan her şey normal gömleği giymiş deliliktir. Nil bir müzik kutusu olsaydı hangi şarkıları çalardı? Şu anda çaldıklarını ve umarım bundan sonra yazacaklarını. Lojistik kulübü İstanbulʼda İEU Lojistik kulübü 2009-2010 yılına hızlı bir başlangıç yapıyor. Kulüp üyelerinden Merve İnkaya’nın koordinatörlüğünde düzenlenecek İstanbul teknik gezisinde, fabrikalarda uygulanan lojistik faaliyetlerini birebir görmek ve bu faaliyetlerin işleyiş şekillerini incelemek amaçlanmaktadır. Gezi programında; Ford otomotiv sanayi, Hyundai Assan Otomotiv, Unilever, Anadolu Cam Sanayi, Sanovel İlaç Sanayi, Ekol Lojistik ve THY gibi sektörün önde gelen isimleri bulumaktadır. Gezi 14 Ekim Çarşamba 23.30 da İzmir Ekonomi Üniversitesi Kampüs’ünden Otobüs ile ayrılarak başlayacak, 17 Ekim pazar sabahı kampüste sonlanacak. http://univers.ieu.edu.tr Kampüs 05 Ekim2009 Yıl2 Sayı16 “Yemek yapmadık, tasarım yaptık” Pişen Gülle T asarımın bir amacı vardır. Tasarımcı ayrıntıları yakalayarak, tasarıyı tasarım süzgecinden geçirir ve tasarlanan obje işlevselliğine kavuşur. İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin farklılığı, tasarımın ekonomi, sanat, kültür, teknoloji, iletişim gibi birçok alandan beslenmesinden, yine tasarımın kendi içinde özerk bir alan olduğunu ve bu amaç doğrultusunda tasarımın farklı uzmanlık alanlarına yönelerek yeni olanaklara imkân sağlamasından gelir. Endüstriyel Tasarım Bölümü Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. A. Can ÖZCAN tasarım konusuna geniş bir perspektiften bakarak Contaminazione Tasarım Atölyesinin başlangıcından, bu projenin gelişim sürecinden uzun uzun bahsetti bizlere. İlki 2008 yılının kasım ayında Sicilya’nın Palermo kentinde gerçekleşen Contaminazione “Turca-Siciliano”, farklı tasarım ve metotların bir araya getirilmesiyle yeni tatların, yeni reçetelerin yaratılmasını hedefleyen; Endüstriyel Tasarım, Mimarlık, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı gibi tasarım dalları başta olmak üzere üniversitelerin güzel sanatlar ve tasarım dallarında okuyan diğer öğrencilerin de katılımıyla renklendiği ve ikinci ayağı 17 -22 ve 23-27 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen bir atölye çalışması. Söz konusu atölye çalışmasının ortaya çıkması İEÜ öğretim görevlilerinden Yrd.Doç.Dr. Can ÖZCAN’ın daha lezzetli olgular bir hizmet tasarımına dönüştürülebilinir mi , bize özgü bazı lezzetler korunarak tasarımın süzgecinden geçirilip tekrar yaşatılabilinir mi gibi sorular sorması ile ortaya çıkmış bir proje. Contaminazione “Turca-Siciliano” atölye çalışması üç temel ilkeden ibaret. İlk olarak daha önce (lezzet, görsel kompozisyon ve içerik olarak) tecrübe edilmemiş lezzet menülerinin tasarlanarak geliştirilmesi (Contaminazione). Daha sonra geliştirilen tasarımlar lezzet ve görsellik açısından ilham verici hale getirilerek, yeni tasarım fikirlerinin oluşmasına yol açılması (INSPIRING). Son olarak da kullanılacak yöntemler bireysel yaratıcılık ikinci plana atılarak, kollektif katılıma dayalı Darwin temelli evrim ilkelerine dayandırılması (EVOLUTION). Çalışmaların metropolit anlamda başladığını belirten Can ÖZCAN, Endüstriyel Tasarımı anlatmak için mutfak kültürünü bir araç olarak kullandığını, bu kültürün atölye çalışmaları sırasında bir sürece girip kendine özgü bir tasarım alanı haline geldiğini ifade etti. “Öğrencilerime salata yaptırırım çünkü salata bir endüstriyel tasarım ya da mimari tasarımın bütün özelliklerini içerir. En başta malzemeyi iyi bilmek, salatanın nasıl yapıldığını iyi bilmek birer yöntemdir. Ayrıca salatanın sofrası vardır, müşterisi vardır; durup dururken yapılamaz.” İtalyan ile Türk mutfağını birleştirmeyi amaçlayan atölye çalışması, bu iki kültürü bir çatı altında toplamayı kendine amaç edinmiş. Sicilya’da çok kereler bulunduğunu belirten Can Özcan, iki ülkenin de Malzemeler: 1 büyük yuvarlak kabak, 1 büyük yuvarlak patlıcan, 1 yemek kaşıgı tereyağı, 200 gram karides, 1 tatlı kaşığı salça, 1 tutam karabiber, pul biber, reyhan, kekik, tuz,1 büyük pembe domates, 100 gram mantar, eritmelik peynir. Contaminazione-Ege atölyesi kullandığı malzemelerin ortak olduğunu, fakat bir lokantaya ya da bir restorana gittiğinizde önünüze gelen yemeğin bambaşka bir tada dönüşmesine şaşırdığını ifade etti. Atölyeye adını veren Contaminazione kelimesinin birleşme, karışma ve bir araya gelme anlamına geldiğini belirten Can Özcan, bu ismi çok beğendiğini hatta “Bizim amacımızı Contaminazione sözcüğünden daha iyi anlatan bir kelime olamazdı”, diyerek isim olarak da projenin amacına ulaştığını söylüyor. Atölye çalışmasının İtalya ayağında İtalyan katılımcılar ile çıkılan pazar alışverişinde Can Özcan, onlardan kendilerine alışık oldukları herhangi bir şeyler alacaklarını ve bu malzemelerden daha önce hiç denenmemiş tariflerin yapılacağını anlatarak, katılımcılara çalışmanın sürecinden bahsetmiş. İtalyan mutfağında “Dolma” yemeğinin olmadığını üzülerek söyleyen Can Özcan, katılımcılara dolma yemeği ile makarna hamurundan yapılan Su Böreğini bir araya getirip, kendi malzemelerinden yöntem ve malzemeleri çok iyi bir şekilde kullanarak yeni birer reçete yapmalarını istemiş ve tasarım süzgecinden geçerek pişen yemekler yeni birer tarif haline gelerek, sonuç deyim yerindeyse muhteşem olmuş. Jüri birinciliği “Karnoli” adı verilen reçeteye layık görmüş. “Karnoli”, açılan yufkanın dolma gibi sarılarak, içinin de çamfıstığı ve peynir ile doldurulup üstüne keskin ekşi ve tatlı tadı veren bir jöleyle süslenerek ortaya çıkan bir yemek. Emre Senan Tasarım Vakfı tarafından organize edilen ve Contaminazione-Ege adını taşıyan atölye çalışmasının ikinci ayağı da Dikili’ in Yahşi Bey köyünde iki taş kütle arasında bir kulvar genişliğinde havuzu olan ünlü mimar Nevzat Sayın tarafından yapılmış bir evde gerçekleşti. İtalyanların Türkiye Tasarım haftasına konuk olmasıyla daha da duyulan Contaminazione-Ege atölye çalışması ünlü grafikçi Emre Senan tarafından Türkiye’de de gerçekleşmesi istenmiş ve yüksek bir katılım sağlanmış. Olabildiğince çok insanın katılması amaçlandığı için Contaminazione-Ege atölye çalışması birer haftalık süreçle iki oturumda gerçekleşmiş. İlk ayağını Türk üniversitelerin katılımıyla gerçekleşen Contaminazione-Ege atölye çalışmasının 2. ayağına İtalya, Amerika ve Türkiye’den oluşan uluslararası bir katılım olmuş. Contaminazione-Ege 2 atölye çalışması yine ilkinde de olduğu gibi tasarımcılarından daha önce hiç denenmemiş, ilham verici tasarımlar yapmaları istenmiş. DikiliAyvalık Ege pazarının temel malzeme alanı haline getirildiği çalışmalarda Darwin’ in evrim ilkeleri kullanılarak yeni reçeteler meydana getirilmiş. “Yemek kitabı çıkarabilecek kadar çok çeşit ve tatta tariflerimiz oldu. Tasarlanan her reçeteyi bir ekonomisi, kimliği ve kendine özgü bir senaryosu ve yöntemi vardı.” diye ekleyen Can Özcan bizlere çıkan tariflerin nasıl bir tasarım süzgecinden geçtiğini anlattı. Biz de iştahla dinledik. “Pişen Gülle” ve “Şişen Gülle” ismini taşıyan topan patlıcanların kullanıldığı, pişince şişen bir tarif olarak can bulmuş tasarımcıların parmaklarında. İçlerinin deniz ürünleriyle doldurulduğu ve diğerinin de üstünün pişince kabaran bir hamurla örtüldüğü bu tarif jüri üyeleri tarafından çok beğenilmiş. Bir diğer tarifin adı ise “Kadayıf Muallâkta”. Söz konusu reçetede kadayıf kullanılmış ama tatlı yapmak için değil. Tadının tamamıyla tuzlu olduğu “Kadayıf Muallâkta”, kıtır kıtır yenen bir tuzlu olarak masaları süslemiş. “Yahşi Bey Köftesi” yapan diğer bir grup, koruk şurubuyla ünlü Bademli Köyü’nün koruklarından yaptıkları köftelerin içlerine koyarak çok farklı bir tat yakalamayı başarmış. Contaminazione-Ege2 atölye çalışmasının 1. ayağında katılımcılar böylesine ilginç maceralar yaşarken, atölyenin 2. etabında ise Can Özcan’ın yaptığı dünden tuttukları iskorpitlerden yapılmış balık çorbasını yudumladıktan sonra yeni reçeteleri keşfetmek için kollar sıvanmış ve sonuç yine muhteşem olmuş. Yabancılardan oluşan bir diğer ekip, baktığınızda Suşi’ yi andıran bir yemek ortaya koymuş. Asma yaprağının içine bulgur, çiğ balık, badem, kırmızı biber ve domatesin konulup, sarılarak yapılan Yahşi Bey suşisi yapmışlar. Contaminazione-Ege atölye çalışmasını kitaplaştırmayı ve tasarımın süzgecinden geçmiş ve her mutfağa uyarlanabilen yeni reçeteleri paylaşmayı düşünen Can Özcan gülerek son sözünü söylüyor: “ Yemek yapmadık, tasarım yaptık ve tasarımlarımızı yedik.” Hazırlanışı: Tereyağı bir tavada eritilir. 200 gr temizlenmiş karides pembeleşene kadar kavrulur. Salça, karabiber, pul biber, reyhan, kekik ve tuz atılarak 5 dk daha kavrulur. Bu harç ateşten alınır rendelenmiş domates, 100 gr mantarla karıştırılır. İçi oyulmuş ve kabuğu aralıklı soyulmuş dopçuk kabağa ve 10 dakika tuzlu suda bekletilmiş patlıcana hazırlanan karışım dökülür. İçi malzemeli gülleler odun ateşine verilir. Patlıcandan yapılan gülle 1 saat, kabaktan yapılan gülle 3 saat pişirilir. Güllelerin üstlerine eritmelik peynir konur ve peynirler kızarana kadar pişirilir. Afiyet olsun... Ünivers İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Sahibi Prof.Dr. Attila Sezgin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof.Dr. Sevda Alankuş Yayın Kurulu Öğr.Gör. Burak Doğu Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz Yazı İşleri Seray Özbiçer, Halil Türkden Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok, Anıl Eren Küçük, Erman Gönülşen, Hande Uz Ekim Sayısı Bölüm Editörleri Öğr.Gör. Burak Doğu Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz Araş.Gör. Özgür Seçim Araş.Gör. Rana Kuddaş Görsel Yönetmen Öğr.Gör. Burak Doğu Tasarım Hakan Gözütok Yer İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova http://univers.ieu.edu.tr Yerel, aylık süreli yayındır. Ekim 2009 Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık ve Form 2826 Sokak No: 52 Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi İzmir (232) 459 97 18 pbx 06 English Ekim2009 Yıl2 Sayı16 The American students learned Turkish at IUE 1 0 American students who came to İzmir learned Turkish with the cooperation of İzmir University of Economics and American Research Institute. The American students that attended the 2-month Turkish Language and Culture Summer School within the structure of İzmir University of Economics School of Foreign Languages took 180 hours Turkish lesson on elementary level. The students, who study in universities in America, had the chance to learn our culture with the seminars and workshops on Turkish History, Turkish Cuisine, Turkish Folklore, etc. The volunteer students accompanied the American students in extracurricular times in order for them to practice what they learned, and they traveled the city and the important historical and touristic places in Aegean Regi- on. The American students that completed the Summer School successfully had a farewell dinner. IUE Secretary General Levent Gökçeer attended the dinner in which the students told that they were very pleased to be in İzmir. They said, “We are happy to see the hospitality and modernity of Turkish people, the fantastic historical and natural beauties of İzmir and Turkey and we are also very happy to get education at İzmir University of Economics which has an international quality. We will be the volunteer presenters of Turkey.” IUE School of Foreign Languages Director Asst. Prof. Evrim Üstünlüoğlu stated that the program was very successful and this program would continue in following years with more students and she said, “10 American students that attended the second summer school which is offered with the demand of American Research Institute learned Turkish on elementary level and they had the chance to learn our culture and history with various activities. I believe that these students will present Turkey in their own country. I think that the successful program will continue in following years with more students.” http://univers.ieu.edu.tr The best appliccable research award Department of Business Administration graduate scholars Dicle Yurdakul and Şebnem Penbek won the “Best Applicable Research Award” in the international conference entitled “European and Mediterranean Conference on Information Systems (EMCIS 2009)” with their study entitled “Intercultural Communication Competence: A Study about the Intercultural Sensitivity of University Students based on their Education and International Experiences” which they prepared with Dokuz Eylül University School of Maritime Business and Management Director Prof. Dr. Güldem Cerit. İzmir University of Economics is a world university Feminism was discussed in Eskişehir G ender and Media Workshop organized by DGSW (Directorate General on the Status of Women) took place from June 29 to July 03, 2009. In the organization hosted by Anadolu University, the students coming from various faculties of communication in Turkey took part in the theoretical and practical studies during 5 days. The workshop in which our university took part with most students after the Anadolu University, started with the presentations of the professionals of media, academicians affiliated to the university and DGSW Officials. In the first three days of the workshop, theoretical trainings are given. DGSW Officials first told the aims of DGSW. Later, presentations are made about the research and statics made by DGSW on Violence to Women and information about the general situation in Turkey is given. The lecturers from Hacettepe University and Ankara University changed and developed the perception about the concept of violence with the presentation they made on violence to women and the form of this violence. The advertisement, newspaper, television, radio and photography teams formed at the end of the workshop made studies with the theme “The invisible violence to women” in the light of the training and in company with the supervisors from Anadolu University. In the last day of the workshop, an evaluation lunch is hold after the presentations of the teams. DGSW official Mehmet Erdoğan responsible from the workshop that enabled all participants to look into the perceptions about women and femininity stated that their workshops continued in universities, public enterprises and civil organizations, and he invited the interested students to other workshops. İzmir University of Economics, the proud of İzmir and Aegean Region is on the way to become a world university. 54 students from 24 different countries are having a well-qualified education in world standards at İzmir University of Economics, which became one of the leading foundation universities in 8 years. Apart from the 17 students that came to our University with the scholarship provided by the University to EXPO member countries, Mediterranean countries, Turkic Republics and Relative Unions, 11 student from European countries came to the University in the scope of the Erasmus Student Exchange Program and 26 students preferred İzmir University of Economics to get education by paying the tuition fee. Twitter revolution I nforming, which is a tradition that dates back to the era when Abdülhamit II was on the throne, is now on our computers and cellular phones with its new form. Today, the opinion leaders, journalists, celebrities do the job of the informers who were going to the coffeehouses in the period that was named as Autocracy Era. Twitter, which has members from all levels like President of America Obama and Slavoj Zizek is the new generation media of the new generation informing. During your twitter membership that starts with clicking HYPERLINK “http://www.twitter.com” http://www. twitter.com and creating a twitter account, you have the chance to share your life, ideas, and interests with people by entries with 140 characters. Twitter operates as an economic blog page. Instead of pages of entries, you both tell your thoughts with 140 characters and have the chance to take a look at the sharing of other people. Twitter that gives service since 2006 is in a way a rival to friendfeed, which gives a similar service. Twitter gives a chance to work integrated with Facebook and similar social networks and despite its database problems that occur from time to time, it is a quite entertaining virtual community medium. Twitter is a virtual republic that provides democratic opportunities on a limited field to share your ideas with the people you see everyday on television, and to see their uncensored ideas. From Turkey, media workers like Serdar Turgut, Cüneyt Özdemir, Mirgün Cabas, Serdar Akinan, Oray Eğin, Ahmet Hakan Coşkun, Sayım Çınar and celebrities like Nuri Bilge Ceylan, Barbaros Şansal, Uğur Yücel, Nefise Karatay and Selçuk Erdem are the members of Twitter, which increases the number of its members day by day. Moreover, there are many gossip columns formed in the newspapers that are based on twitter. It is an object of curiosity whether Twitter that increases the number of its members day by day will erase Facebook or not. http://univers.ieu.edu.tr İnceleme 07 Ekim2009 Yıl2 Sayı16 İEÜʼden dopdolu bir etkinlik Anıl Eren Küçük Halkla İliş. ve Rek. Blm. İlk “İzmir Fransızca Öğretmenleri Yaz Üniversitesi” başarıyla gerçekleşti. BİZİM ÇOCUKLAR İŞİ BİTİRDİ D İ zmir Ekonomi Üniversitesi 22-26 Haziran tarihleri arasında dopdolu bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. “Yaz Üniversitesi” adı altında İzmir ve çevresindeki Fransızca öğretmenlerini ve Fransızca dilinde eğitim veren branş öğretmenlerini bir araya getirmek suretiyle Fransızca dilinin ve kültürünün tanıtımını kolaylaştırmak ve öğretmenlerin mesleki gelişimlerine katkıda bulunmak amacıyla toplanıldı. Ankara Fransa Büyükelçiliği, İzmir Fransız Kültür Merkezi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve İzmir Fransızca Öğretmenler Derneği’nin iki senedir işbirliği içindeki hazırlık çalışmalarından sonra, ilk “İzmir Fransızca Öğretmenleri Yaz Üniversitesi” başarıyla gerçekleşti. İEÜ İkinci Yabancı Diller Koordinatörü Başak Çiftçioğlu, dernek olarak hedeflerini ve Yaz Üniversitesi hakkındaki yorumlarını bizlerle paylaştı. Çiftçioğlu, Fransızca dilinin gelişimi ve tanıtımı çerçevesinde her yıl çeşitli etkinlikler düzenlemekte olduğunu ve bu etkinliklerden Fransızca öğretmenlerinin ve Fransızca dilinde eğitim veren branş öğretmenlerinin en üst düzeyde faydalanmalarının sağlandığını aktardı. Tüm Türkiye’den, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Türkmenistan ve Yunanistan’dan gelen 100 öğretmen, bu ilk bölgesel Fransızca Öğretmenler buluşmasına katıldı. Beş gün boyunca, on ayrı konuda eğitim, konferanslar, sergi açılışı, animasyonlar, konser ve geceler gerçekleşti. Açılış törenine İzmir Fransa Fahri Konsolosu Zeliha Jale Toprak ve birçok değerli misafir katıldı. Yaz Üniversitesinin gerçekleştiği İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Oğuz Esen, İzmir Fransız Kültür Merkezi Müdürü Jean-Luc Maeso ve İzmir Fransızca Öğretmenleri Derneği Başkanı Nuri Pınar Yıldırım söz aldılar. Fransa Avrupa İşleri Bakanlığı Küreselleşme Müdürü Yannick Rascouet ve dünya çapında tanınan Fransa Ulusal Araştırma Merkezi Bilimsel Bilgilendirme ve İletişim Laboratuarı Müdürü, hukukçu sosyolog, Prof. Dr. Dominique Volton birer konferans sundular. Tüm dünyadan (Fransa, Bulgaristan, Meksika, Portekiz) gelen Fransızca eğitiminde uzman olan profesör ve eğitmenler en yenileyici metotlarla ilgili öğretmenlere eğitim verdiler. Organizasyonla ilgili bizleri bilgilendiren İkinci Yabancı Diller Koordinatörü Başak Çiftçioğlu Yaz Üniversitesinin amacını şöyle ifade etti: “Yaz Üniversitesi’nin amacı, Türkiye’de bulunan ilköğretim, lise ve üniversitelerde eğitimi veren Fransızca öğretmenlerini bir araya getirmekti. Bu sayede, eğitim uygulamalarının karşılaştırılması, ortak düşünce ortamını oluşturulması, kişisel becerilerin geliştirilmesi ve Türkiye’de bulunan Fransızca eğitmenlerinin gelişimini sağlayacak bir ağın kurulmasını hedeflemiştik. Bu doğrultuda, bütün katılımcı ve eğitmenlerin dört gün boyunca düşüncelerini her an paylaşabilmeleri ve iletişim halinde olmaları için etkinliğin dört günlük kamp şeklinde gerçekleşmesi planlanmaktaydı. Hedef kitlemiz, Türkiye’nin farklı şehirlerinden katılacak yaklaşık 100-110 Fransızca öğretmeni olarak belirlenmişti. Bu öğretmenlerde aranan ortak özellik ise mevcut Fransızca Öğretmenler Derneklerinden bir tanesine üye olmalarıydı”. Yaz Seminerleri kapsamında dünyaca ünlü Fransız Ressam-İllüstratör Pierre Cornuel’de çeşitli eserlerinden oluşan bir sergi açtı. Ayrıca ‘’The French Connectıon’’ grubu özel bir konser verdi. Seminere katılan öğretmenler İzmir ve çevresindeki tarihi ve turistik yerler konusunda bilgilendirilirken, M.Ö 111. ve M.S 111. Yüzyıla ait olan Smyrna kazı alanını ziyaret etti. Çok verimli ve eğlenceli geçen seminer, Çeşme Ilıca’da düzenlenen yemekle sona erdi. Derneğin böyle bir organizasyon öncesinde en büyük sıkıntılarından biri fiziksel koşullar ve desteklerdi. Çiftçioğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin bu konuda elini taşın altına koyarak, maddi ve manevi her konuda kendilerine büyük bir destekte bulunduğunu ve bu organizasyonun ileriki yıllarda devamını talep ettiğini ve İzmir Ekonomi Üniversitesinin katkılarının dışında Fransız Kültür Merkezi, AirFrance, Swissotel, La Cigale Restaurant başta olmak üzere birçok sponsor bizlere destek oldu.”sözlerine ekledi. Halil Türkden Yürüyen Kelimeler / Eduardo Galeano Yaşlı, çirkin ve kırmızı burunlu bir cüce hayal edin! Antiemperyalistlerin, ateistlerin, erdemi göbek adı yapmışların arasına sunulan bir “Başmelek” kitabın başkahramanı. Hikaye her pazar kiliseye giden insanların oluşturduğu Comayagua halkının ve başka zamanlarda kaçamak da olsa şehirle aynı ismi alan ve tepesinde kurulmuş beyaz bir kule biçimindeki geneleve diğer adıyla Günahkârlar Sarayı’na giden diğer yarısının arasında geçen olayları konu alır. “Başmelek”’in Tanrı’ya hizmet etmesiyle başlayan huzursuzluklar öyküde kendini gösterirken, olayların rengi küçük, yaşlı cinin hikâyenin ortasına düşmesiyle bambaşka bir hal alır. “Başmelek” cinsiyeti belli olmayan ama dünya evi zenginliklerin her zerresinden yaralanmaktan da geri kalmayan bir cücedir kalemin ucunda, sayfaların, kelimelerin arasında. Yakınır cennetten, sonsuz zamanın ağır işlerinde çalışmaktan yorgun düşer öykü sanatının baş döndürücü varisi, Latin Amerikalı damarlarından ustaca yararlanabilen Eduardo Galeano’nun kaleminde. Aşkı, öfkeyi, büyüyü, hüznü, taraf tutmayı ve tarafsız olmayı yaşadığı toplumun sıkı sıkıya bağlı olduğu adetlerini ve inançlarını yalın dili ve şiirsel anlatımıyla sunar Galeano. Kabala’nın, Latin Amerikan Folklorunun ve Guarani Kızılderililerine ayna tuta tuta örer kelimelerini Yürüyen Kelimeler ’de. Kendine hayran bıraktıra bıraktıra yapar bunu hem de… “Kalmak istemeyen kelimelerin toplandığı bir yer olabilir mi? Bir kayıp kelimeler krallığı? Senden kaçan kelimeler, seni nerede bekler? ” diyerek gösterir her bir kelimenin anlamının önemini okuyucusuna. Göstermek ister bu önemi çünkü Eduardo Galeano, hikâyelerin kelimelerden oluştuğuna ve kelimelerin, toplumu ve o toplumun kişilerini yansıttığına inanır. Bence bu kitap her şey ile hiçbir şeyin gizli bahçesine açılan bir kapıdır. Hikâyelerin aralarına yerleştirdiği küçük küçük pencereler ise okuyucusuna birer mola gibi gelir. Retorik tadında “Yürüyen Kelimeler”, olacakları değil, olmakta olanları merak edenler için biçilmiş bir kaftandır adeta. Kitaba ve içindeki kahramanlara biraz daha yakından bakmak isterseniz Caetano Veloso’nun “Yakından bakınca kimse normal değildir.” sözüne hak verirsiniz. Seray Özbiçer ünya üzerinde var olan çoğu insanın ortak bir görüşü vardır. Belki haklı belki de haksız olarak, meydana gelen bir çok kötü olaydan ABD’yi sorumlu tutarız. Ancak çoğunlukla bu ortak görüş doğru çıkmaktadır, nitekim Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olan 12 Eylül darbesi, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi ” mesajı ile bildirilmiştir. TSK’ya göre 12 Eylül askeri darbesinin birçok nedeni vardı. Politik iktidarsızlık, sonuçlanamayan cumhurbaşkanlığı seçimi, Demirel’in “70 cente muhtacız” diyerek ortaya koyduğu ekonomik darboğaz, siyasi cinayetler, sağın ve solun kurumlar içinde yarattığı bölünmeler ve Nihat Erim cinayeti. Asker bunları dile getirirken hiçbir zaman İran devriminden, SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesinden hiç söz etmemiştir. 1979 yılında yaşanan ve ABD ile ters düşen bu durumlar Türkiye’de darbenin yapılmasını, ABD güdümlü bir yönetimin gelmesini zorunlu kılmıştır. ABD’nin Ortadoğu’da bir çeşit at koşturma hareketi olan 12 Eylül darbesi Türkiye’ye ve Türkiye halkına ağır bedeller ödetmiştir. Bir süredir Türkiye kamuoyunun tartıştığı Kürt açılımı ve alt kimlik – üst kimlik meselesi zaten 12 Eylül döneminden bize miras kalmamış mıdır? 12 Eylül darbesinin Türkiye Cumhuriyeti içerisindeki mimarları, Kürt halkını ilginç bir şekilde tanımlamıştır. 12 Eylül sonrası Genelkurmay Başkanlığı’nın bastırdığı “Beyaz Kitap” içerisinde yapılan Kürt tanımı, aslında günümüzde tartıştığımız konulara kaynaklık etmektedir. Kitapta Kürtler, Dağ Türkleri olarak tanımlanmıştır. Gerekçesi ise şudur; “Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz kış erimeyen karlar vardı. Güneş açınca üzerleri buzlaşan camsı parlak bir tabaka ile örtülürdü karın yüzü. Bu karın üstünde yürününce, ayağın bastığı yer içeriye çöker, ‘kırt-kürt’ diye ses çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere, Kürt denmesinin nedeni buydu.” Bu tanıma bakarak dönemin Genelkurmay Başkanlığının Kürt halkını yok saydığını ve onları açık açık aşağıladığını görmek mümkündür. Kürtlerin 12 Eylül döneminde bu şekilde görmezden gelinmesi, günümüzde yaşadığımız, keşke çözülse dediğimiz sıkıntılara kaynaklık etmiştir. Sadece Kürt sorununa değil, bir demokrasi sorununa neden olmuştur 12 Eylül darbesi. Adalet sisteminden, eğitim sistemine, birçok alanda sıkıntılar yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir. Türkiye’de birçok insan çeşitli nedenlerle cezaevlerine girmiş, idam edilmiştir; ancak darbenin sorumluları bir kez dahi yargılanmamışlardır. Belki de 16 yaşındaki Erdal Eren’in boynuna bin bir kurnazlıkla geçirdikleri ilmiğin, kendi boyunlarına dolanacağından korktukları için yargılanmalarını engelleyen 15. maddeyi anayasayı koymuşlardır. Günümüz iktidarı, anayasada birçok değişikliğe gitmeyi düşünmüş ancak darbecilerin yargılanmasına engel olan geçici 15. maddeyi değiştirmeyi iktidarlarının yedinci yılında konuşmaya başlamışlardır. Hiçbir ülke bizim gibi darbenin üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın darbecilerin isimlerini okul tabelalarında, parklarda, caddelerde yaşatmamaktadır. İspanya’da faşist General Franco da sadece tarih kitaplarında yaşamaktadır. Türkiye ne zaman bu davranışları gösterecek merak konusu... Söylenmesi gereken son söz ise, yaşayan sorumluların yargılanması sağlanmalıdır. 08 Medya Halil Türkden Medya ve İletişim Bölümü ÜÇ NOKTA F rank Rijkaard bir röportajında güzel bir yorumda bulunmuş Türk futbolu hakkında “Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda ama hiçbir şeyden tam yok. Bu işi hem zorlaştırıyor hem de komplike hale getiriyor”. Aslında bu yorumuyla sadece Türk futbolunu değil şu son zamanlarda iyice belirginleşen toplumsal kimlik şablonumuzu da özetlemiş oluyor Hollandalı teknik adam. Öncelikle ne sellerden, krizlerden ne de açılımlardan başlayacağım, ben öncelikle insanoğlunun sınırlarını ispatlamaya çalışan, akıllara durgunluk veren bir adamdan bahsedeceğim. 100 metreyi 35 adımda bitiren bu dev adam sadece sporseverleri değil aynı zamanda tüm dünyayı unutulmaya yüz tutmuş Atletizmi izlemeye yöneltmiştir. Jamaikalı sprinter Bolt, 100 metredeki 9.58’lik rekordan sonra 200 metrede de 19.19’la tüm zamanların en hızlı adamı olmayı başardı. İnsanoğluna 10 metreyi bir saniyenin altında koşabileceğini gösterdi. Medyamızda ise kimi “leş kargaları” şimdiden doping aramaya başladı bu mucize adamda. Onlara tek sorum şu olacak, “gerçekten ABD’nin bulamadığı hangi uzaylı genini buldu acaba Jamaika?” Başlıklardan düşürülmeyen şu “kriz” lafları yetmedi mi artık? Bence, bu ülke kriz falan yaşamıyor. Bu ekonomik zorluklar, ödenemeyen faturalar, kapanan kepenkler hep oldu ve olacak da. Hani kılıf bulmakta üstümüze yok ya, ödenemeyen her faturada “kriz” lafı ağza alınmaya başladı. Elektriğe %10 zam gelmiş bir memlekette hani elektrik tasarrufu? Sigaraya zam geldikçe ve dumansız hava sahası arttıkça herkes daha fazla sigara içmek istemiyor mu? Biz değil miydik farkındalık ve uygarlık sayıklayan? Son olarak hükümetin girişimleriyle gündeme oturan açılım konusuna değinmek istiyorum. Hem annelerin yüreklerini, hem de 30 yılda harcanan bilmem kaç milyar doları, ölen binlerce genci düşünün ve düşünün ki tüm bunlar 30 yıl daha olacak. Zamanında İngiltere IRA ile başa çıkmak için Sinn Fein’i (terör örgütünün siyasi bir kanadı olan İrlanda kökenli parti) kullanmıştı. Neden elimizdeki zayıf halkaları mesela DTP’yi bunun için akıllı bir biçimde kullanmayalım? Felaketlerden ve zorluklardan zaferler çıkartan o övündüğümüz Türk zekâsı nerede acaba şimdi? Her şeyin başkenti haline getirdiğimiz o efsane İstanbul’un paçaları ıslandı son olarak. Gerçek bir drenaj sisteminden yoksun olduğumuz gözler önüne bir kez daha serildi. Bu ülke yıllardır, her hükümet zamanında seller yaşadı, krizler, yoksulluklar yaşadı ama nedense artık herkes eleştirmen oldu çıktı başımıza. Bırakın açılımlar yapılsın bir de böyle deneyelim barış yolunu, savaşlar tarih boyunca işe yarasaydı cenneti bu dünyada yaşardık hepimiz. Hükümet ister oy toplamak için yapsın ister iyi niyetli yapsın bu girişimi. Sonuçta kazanan bu ülke olacaksa bırakın açılsın beyinler. Hollandalı teknik adamın bizi özetleyen lafıyla yaz aylarında gündemde yer alan başlıklara değindim ve bu toprakların sanatçısının, Zülfü Livaneli’nin açılımlar hakkındaki güzel bir sözüyle yazımı noktalamak istiyorum. ”Umuda yönelik her söylem, içi ne olursa olsun önemli, içi nasıl olsa doldurulacak.” Ekim2009 Yıl2 Sayı16 http://univers.ieu.edu.tr 5N1Kʼnın vazgeçilmez yüzü 5N1K dendiğinde aklınıza ne geliyor? Büyük ihtimalle bir haber programı. Haberciliğin 5N1K’sini 10 yıldır CNN Türk’ten ekranlarımıza taşıyan Cüneyt Özdemir ve ekibi sayesinde Türkiye’de aklımıza gelen bir haber programı. Cüneyt Özdemir’le 5N1K’dan, televizyon gazeteciliğinden ve üniversite hayatından bugüne uzanan bir dönemle ilgili konuştuk. Sarphan Uzunoğlu: Önemli İşler Dairesi kitabınızla birlikte Türkiye’deki istihbarat teşkilatları arasındaki savaşın içine aldınız okuyucuyu. Kitabı okurken dikkatimi çeken detaylandırılmamış kimi karakter tanımlamaları oldu. Bu sizin yaptığınız bir seçim miydi yoksa kimliklerinin açığa vurulmasından korkuyorlar mıydı? Cüneyt Özdemir: Elbette kimliklerinin açığa çıkmasını istemiyorlardı. Zira bir kısmı hala aktif görevde ayrılanlar ise pek çok illegal örgütün halen ölüm listesinde. Bu bir zorunluluktan kaynaklandı. İsimleri açıklananların tamamı zaten bugüne kadar farklı nedenlerle resmi olarak isimleri medyaya ya da resmi deşifre olan yazışmalara aktarılanlardı. Farklı istihbarat teşkilatlarıyla ilgili kitaplar yazıldı; ancak polis devlet kavramının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde böyle bir kitap sizce de kendine bir misyon edinebilir mi? Böyle bir amaçla yola çıkmadı ama eğer illa da bir misyon edinecekse şöyle bir misyonu olabilir; Bugün Türkiye’nin en büyük kurumlarından birine dönüşen Emniyet İstihbarat’ın gelişimi bakın böyle oldu, diyebiliriz. Şu haliyle bugün Türkiye’nin başrol oyuncularından Emniyet İstihbarat Dairesi ile ilgili bunun dışında yapılmış bir çalışma doğru dürüst yok. Kanımca büyük eksiklik. Cüneyt Özdemir CNN Türk’le özdeşleştirilmiş durumda. 5N1K dendiğinde akla gelen yüz sizinki. Peki Cüneyt Özdemir bunun dışında ne yapar? Dipnot.tv var örneğin internet üzerinde, uzun süredir devam eden bir macera bu. Siz ekran dışındaki var oluş savaşınızı nasıl veriyorsunuz? Ekran dışında bir varoluş savaşı vermiyorum. Vermediğim gibi daha düşük profilli bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Şu anda Cnntürk’de haftada 6 gün ve bir diğer haber kanalında haftada 2 gün yaptıklarımızla yer alıyoruz. Gelecek yıl eğer başarabilirsem bir yıllığına biraz yavaşlamak daha geniş zaman yayılan bir kaç projeye imza tamk niyetindeyim . Şimdiden bunları planlıyorum. Bir gazetede köşe yazarlığı yapan bir Cüneyt Özdemir’i görmemiz mümkün olacak mı? Sizce köşe yazarlığı habercilikte kısır olanların işi haline mi geldi yoksa bu bir ustalık seviyesi mi? Şart değil ama neden olmasın. Bunu bana değil gazetecilerin yöneticilerine sormakta fayda var. Ama böyle bir teklif uygun bir kanaldan gelirse neden olmasın seve seve yaparım. Twitter’ı kullandığınızı biliyoruz. Sosyal internet ağlarının kullanımı hakkında neler düşünüyorsunuz? İnternet ve teknolojideki her türlü yeniliğe açığım ve bir an önce adapte olmaya çaba- Cüneyt Özdemir lıyorum. Twitter yeni bir mecra ve neden olmasın gayet rahat kullanabildiğim bir mecra. Üstelik eğlenceli de . Tabi şimdilik. Kısa sürede kendini tüketeceğini ya da yenileyeceğini düşünüyorum. Size göre nedir bu Ergenekon Davası? Basın eliyle yürütülen bir karşı devrim hareketi mi, yoksa demokratların statüko karşısındaki zaferi mi? Elbette her ikisinin de yanıltıcı şıklar olması olası. Bence Ergenekon davasının ele alınması gereken önemli yanları da var zıvanadan çıkmış yanları da. Bugüne kadar iddianameleri de başından sonuna kadar okuyordum. Ancak en son iddianamede baş suçlu olarak Yalçın Küçük yazdığını görünce inanın açıp içine bakmadım bile. Bence Ergenekon bir hesaplaşmadır. Bir dönem askerlerin sivillere yaptığını şimdi siviller askerelere ve benzer düşünenlere yapmaktadır. Her ikisini de onaylamak mümkün değil. Her ikisi de gerçekten korkutucu.. Clubber gazeteciler arasında gösterilmiştiniz. Bildiğim kadarıyla sık sık İstanbul’dan çıkıyorsunuz? Cüneyt Özdemir hayattan zevk almak için neler yapıyor? Clubberlık mı kaldı yahu, var mı hala böy- le bir terim. Yıllar önce elektronik müzik dinlemeye başladım severim de hala... Ama öyle clublara gidelim içelim, dağıtalım pek benim tarızm değil. Zaten hayatımda hiç uyuşturucu kullanmadığım için belli bir saatten sonra tahammül etmem de mümkün olmuyor bu tarz ortamlara, uykum geliyor. Herkes kullanıyor demiyorum ama yurtdışında gördoüğüm kadarı ile bu kültürün bir parçası da böyle bir şey. Çok seyahat ediyorum ama. Yılın en az 4 ayını yurtdışında geçiriyorum. Kimi zaman savaş bölgesi oluyor kimi zaman kendi isteğimle gittiğim bir ülke ya da krallara layık bir yer. Bu inişler çıkışlar kontrostlar hayatın ve işin en renkli kısmı sanırım. Bir de arkadaşlarıma zaman ayırırım. Her beş yılda bir yeni bir hobi elde etmeye çalışırım. Bu yıl kaptanlık ehliyeti aldım, denizciliğe merak sardım. Tek başıma bir tekneyi idare edebiliyorum. Bir ara dalıyordum sonra surf yaparım, katamaranda fena değilimdir bakın. Bir gazeteci edebiyatla ne kadar iç içe olmalı sizce? Daha doğrusu insanın edebiyatla ilişkisinin boyutu insanlığı bakımından ne ifade ediyor? Edebiyatı bilmeden gazeteci olunmaz desem abartmış olur muyum? Ben sürekli okuyan bir insanım. Roman, araştırma, hikâye en kötü düz yazı. Edebiyat yoksa hayatınızda düz bir duvar gibisinizdir. Gidip kafanızı vurabilirsiniz gönül rahatlığı ile... Sabah uyandığınızda okumak istediğiniz ilk üç gazete hangileri oluyor ve neden onları seçiyorsunuz? İdeolojik bir yakınlık mı yoksa alışkanlık mı? Arkadaşlar günde 15 gazeteyi son 10 yıldır aaralıksız okuyan bir insana bunu sormak haksızlık. Gazeteleri alıp şöyle bir başlıklarına bakıp ilgimi çekenle başlıyorum. Zaten bütün gazeteleri okumadan sağlıklı bir Türkiye fotoğrafı çıkartmayı doğru bulmuyorum. Yandaş diyorlar ya bence bütün medya yandaş ama herkes kendi yanında. O yüzden siz siz olun farklı cenahları temsilen bir kaç gazeteyi okumadan güne başlamayın Üniversite yıllarındaki Cüneyt Özdemir’le şimdiki Cüneyt Özdemir arasında bir fark var mı? Zaman size ve fikirlerinize ne yaptı? Eskiden daha katı, sert ve uzlaşmazdım. Zaman bana fevri olmamayı, uzlaşmayı, dinlemeyi öğretti. Bunları da bayağı pataklayarak, döverek, süründürerek öğretti. Naifliğim bu medyanın kirliliğinde biraz törpülendi. Bir de eskiden kalbim söyler aklım yapardı. Şimdi aklım bir şey söylüyor ve kalbim usulca onun sözünü dinliyor. İki Dil Bir Bavul - Orhan Eskiköy & Özgür Doğan Tür: Dram Yönetmen: Orhan Eskiköy & Özgür Doğan Yapımcı: Pieter Van Huystee & Orhan Eskiköy Yapım: 2008, Türkiye, 120 dakika Senaryo&Görüntü Yönetmeni: Orhan Eskiköy Üniversiteden yeni mezun olmuş bir öğretmenin uzak bir Kürt köyündeki bir yılı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar ise Türkçe. Emre ilk kez gördüğü bu coğrafyada, bir yılını çocuklara Türkçe öğretmekle geçirir. Bir yılın sonunda çocuklar Türkçe öğrenebilecekler midir? Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluyoruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlıyorlar. ‘İki Dil Bir Bavul’ Adana 16’ncı Altın Koza Film Festivali’nden iki ödülle döndü. Festivalde SİYAD En İyi Film Ödülü ve Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü’nü kazanan filmdir aynı zamanda. Kürtçe eğitim sorununa değinen çarpıcı bir belgesel olan film hakkında jüri başkanı Nuri Bilge Ceylan, “Herkesin sonbaharda vizyona girecek İki Dil Bir Bavul’u izlemesini rica ediyorum” dedi.”İki Dil Bir Bavul” yıllardır süregelen çatışmayı bir kenara bırakıp “ötekileştirme” ve “asimilasyon” iddialarını ince bir dille kurgulama yolunu seçiyor. Oyuncu kadrosunun tamamı amatör olan filmin kullandığı dilin yalınlığı, günlük yaşama hiçbir şekilde müdahale edilmeden çekilmesi ve politik kaygılardan uzak bir objektiflikle çekilmiş olması sayesinde son derece etkileyici bir film karşımıza çıkıyor. http://univers.ieu.edu.tr Kültür-Sanat 09 Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Iron Maidenʼı Seray Özbiçer İç Mimarlık ve Çev Tas. Up the Ironsʼdan dinlemek Iron Maiden dünyanın gelmiş geçmiş en iyi heavy metal gruplarından biri. Şu anda olgunluk dönemini yaşayan efsanevi grubun 14 tane stüdyo albümü bulunuyor. Unutulmaz “Fear of the Dark” şarkısı Iron Maiden’a ait. Biliyorsunuz günümüzde artık her ünlü grubun bir taklit yani “tribute” grubu var. Bu tip gruplar sahneye çıkıp hayranı oldukları grupların hal ve hareketlerini taklit edip playback yapan gruplar değil. Grup öyle bir şekilde oluşturuluyor ki üyeler hem görsel açıdan ünlü simalara tıpatıp benziyorlar, hem de sesleri ve yetenekleri de taklitlerini yaptıkları kişilerle örtüşüyor. Yani “Up the Irons”ın dört gitaristinden biri olan Giovanni, Adrian Smith gibi elektro gitarıyla temiz bir ritim tutturmuşken, Rino, Dave Murray gibi üzerine solo atabiliyor, Eliano, bas gitarıyla Steve Harris gibi müziğin tabanını oluşturan notalar basarken, Stefano, Nicko Mcbrain gibi davul çalabiliyor ve grubun ağabeyi 1967 doğumlu Orlando ise Dickinson kadar güzel bağırabiliyor. Evet grup üyeleri Orlando, Stefano, Eliano, Giovanni ve Rino. Bu hırslı İtalyan müzisyenler işlerini o kadar iyi yapıyorlar ki kendilerine “Up the Irons” adını layık gören bu güzide müzik topluluğu otoriteler tarafından defalarca en iyi Iron Maiden “tribute band” i olarak seçildi. Geçen kış, 18-20 Aralık’ta sırasıyla, İstanbul, İzmir ve Ankara’da heavy metal rüzgarı estiren grup ile e-posta yoluyla bir röportaj yaptık. Şimdi bu çalışmamızı sizlerle paylaşıyoruz. İlk olarak bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için size teşekkür etmek istiyoruz.Dünyanın en iyi “Iron Maiden Tribute Band” olarak tanınıyorsunuz. Bu grup nasıl kuruldu, bu grup üyeleri nasıl bir araya geldi? UP THE IRONS: İlginiz için teşekkür ederiz. Grup 2000’li yıllarda IRON MAIDEN’a güçlü bir tutku duyan birkaç arkadaşın buluşması ile toplandı. 2003 yılının sonuna doğru bazı düzenlemelerden sonra günümüzdeki şekline kavuştu. Aynı şehirde yaşayan grup üyelerinin buluşması ve bu projeyi ileriye taşıması zor olmadı. Iron Maiden üyelerine benzemek için konserleden önce ne gibi hazırlıklar yapıyorsunuz? Peruk taktığınızı biliyoruz, ağır makyaj ya- A pıyor musunuz? Bazı insanlar Iron Maiden üyelerine benzemek için sizin estetik ameliyat yaptırdığınızı düşünüyor? Doğru mu? Sahnede kendi tasarladığımız kostümleri giyiyoruz, Iron Maiden’ın kullandıkları malzemelere sadık kalmaya çalışıyoruz. Gerçekten peruk takmıyoruz. Gösterimiz sırasında IRON MAIDEN turlarında kullandıklarını giyiyoruz. Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz? Türkiye’de bulunmaktan memnun kaldınız mı? Yeniden Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor musunuz? Ankara, İzmir ve İstanbul şehirlerinde 3 günlük bir tur için CES Prodüksiyon bizimle iletişime geçti. Çok güzel bir deneyimdi, en kısa zamanda gelmeyi umuyoruz! Hayranlarınızın çoğu ve eleştirmenler Iron Maiden tarihini ikiye ayırırlar. 1980-1993 Bruce Dickinson gruptan ayrılmadan önceki dönem ki bu dönemde 1999-2008 yılları arasında Balze Bayley 6 yıl vokalistlik yapmıştı. İkinci olarak da, 1999-2008 arasında tekrardan Bruce’lu dönem. Sizce grubun tarihini bu şekilde ayırmak doğru mu? Eğer öyleyse hangi döneme aitsiniz? Up The Irons Bu dönemler arasında ayrım yapmıyoruz biz, IRON MAIDEN tektir, İlk albümünden son albümüne kadar hepsini tercih ediyoruz The Beatles, Queen, Black Sabbath, Deep Purple, ve tabiki Iron Maiden, neredeyse tüm efsanevi müzisyenler İngiltere’de doğuyor, bu başarının sırrı nedir? Bizim bilmediğimiz bir sır… Iron Maiden’ın en sevdiğiniz albümü hangisidir? Neden? IRON MAIDEN olan herşeyi çok seviyoruz, biliyoruz biz deliyiz! Univers adına teşekkür ederiz. Şunu çok iyi anladık ki grubun motivas yonu oldukça yüksek. Müzik hakkındaki genel sorulara pek cevap vermezken konu ne zaman tekrar Iron Maiden’a gelse heyecanlarına hakim olamıyorlar. Umarım 2009’da yine Türkiye’ye gelirler ve bizi tekrar heyecenlarına ortak ederler. Celal Güler Twitter devrimi İ kinci Abdulhamit’in tahtta olduğu dönemden kalan bir gelenek olan jurnalcilik yeni şekliyle artık bilgisayarların ve cep telefonlarının ekranlarında. İstibdat Dönemi olarak adlandırılan dönemde kahvelere giden jurnalcilerin yaptığı işi artık ülkenin kanaat önderleri, gazetecileri, şöhretleri kendi elleriyle yapıyorlar. Amerikan Başkanı Obama’dan Slavoj Zizek’e birçok kesimden üye barındıran twitter ise yeni nesil jurnalciliğin yeni nesil medyası. HYPERLINK “http://www.twitter.com/” Http://www.twitter.com adresine girip kendinize bir twitter hesabı açmanızla başlayan twitter üyeliğiniz boyunca 140 karakterlik girilerle hayatınızı, düşüncelerinizi, ilginizi çekenleri insanlarla paylaşma şansına erişiyorsunuz. Twitter ekonomik bir blog sayfası gibi işliyor. Sayfalar süren günlük giriler yerine 140 karakterde hem derdinizi anlatıyor hem de izlediğiniz insanların paylaşımlarına gözatma imkanı buluyorsunuz. 2006’dan beri hizmet veren twitter aslında benzeri hizmetler barındıran friendfeed’in rakibi EGOMUN HAKLARI konumunda. Facebook ve benzeri sosyal ağlarla entegre çalışma fırsatı sağlayan twitter dönem dönem yaşadığı veritabanı problemlerine rağmen oldukça eğlenceli bir sanal komünite aracı. Twitter her gün televizyonda gördüğünüz insanlarla fikirlerinizi paylaşmak, onların medya sansürüne takılmamış fikirlerini görmek adına da kısıtlı alanda demokratik imkan sağlayan sanal bir cumhuriyet. Türkiye’den Serdar Turgut, Cüneyt Özdemir, Mirgün Cabas, Serdar Akinan, Oray Eğin, Ahmet Hakan Coşkun, Sayım Çınar gibi medya çalışanları ile Nuri Bilge Ceylan, Barbaros Şansal, Uğur Yücel, Nefise Karatay ve Selçuk Erdem gibi isimlerin de üye olduğu twitter her geçen gün ünlü katılımcılarının sayısını arttırıyor. Dahası gazetelerde twitter üzerinden oluşan kimi dedikodu sütunları bile oluştu. Her geçen gün üye sayısı artan Twitter’ın Facebook’u silip silemeyeceği ise merak konusu. ydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması, nitelikli medya çalışanı yetiştirmeyi ve yarışma aracılığıyla bu alanda sürekli gelişimi teşvik etmeyi amaçlayan Aydın Doğan Vakfı tarafından düzenlenen bir yarışmadır. Aydın Doğan Vakfı ise yarışmanın amacını İletişim Fakültesi öğrencilerinin medyanın çağdaş liderleri olarak yetişmesine katkıda bulunmak olarak nitelendiriyor. Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisiyim ve masumum. Yasal bir merhamet talep ediyorum adaletin kılıcından. Masum olduğum halde zarar gören tarafım ben. Dosdoğru, iki yana sarkıtılmış, adalet kokan bir terazinin ibresi benim duruşum. Ağızları açık bıraktıracak bir savunmanın yasal temsilcisiyim. Hayatım, kararlarım, mesleğim ve ideallerimin sahibi olduğunu düşünen; dünyayı yutmak üzere olan bu sistemin sömürüsüne, çaresizliğine, mantıksızlığına acıyarak bakan bir isyancıyım. Yaratan, üretene; yaşayan, mücadele edene düşman; tüketen, üretmeyene; hazırcı tembel zihniyete hayran bir düzenin avuçlar dolusu yetiştirdiklerinden sadece birisi olmaktan bir adım ileri gidemiyorum. Bir toplumu, bir ırkı, bir sınıfı sırf varlıkları başka bireyler üzerinden devam edebilsin diye dilenci gibi köleleştirmeyi göze alabilen; yasaları, kendi amaçları doğrultusunda ahlaki sorumluluktan uzak başka başka bireylerin rehberliğine bağımlı hale getirebilenlere sesleniyorum. Yaratan, üreten ve bir elin parmağını geçmeyen genç beyinler sadece tüketen, hazırcı bir toplumun parçası haline getirilmek istemiyor. Onlar, yaratıcı işlere oy veren taraf değil; yaratıcılıklarına oy verilen bireyler olmak istiyor. Katıldığım yarışmalardan sırf Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi olduğum için geri çevrilmek İSTEMİYORUM. Ürettiklerimle değil de üretilenlerle övünmek, zihniyetine sahip çıkmayan başka zihniyetlere hayran bir sistemin parçası olmak, salt anlamda başkalarına bağımlı hale getirilmek istemiyorum. Hâlbuki bilmiyorlar yaratan, üreten bir bireyin ekmek gibi su gibi bağımsızlığı da, özgürlüğe de ihtiyacı olduğunu. Sizden cevap anahtarı değil, seçenekleri istiyorum. Bırakın biz düşünelim, bırakın biz yaratalım çözümleri… Etiketlemeyin, ölüm kalım meselesi haline getirmeyin yaratıcılığın kurallarını. Fiziksel bir kölelikmiş gibi taşıtmayın bize seçmek zorunda kaldığımız mesleklerimizi. Kim bilir belki büyük bir düşünür, belki bir mucidim. Paylaşamaz ve gelecek nesillere devredemezsem düşüncelerimi kim verecek bizlere bunun hesabını? Son sözü ise bireyin temel ve esas birey olduğunu, hiçbir kollektivite uğruna feda edilemeyecek, kurban edilemeyecek olduğu düşüncesini savunan Ayn RAND’ ın “ The Fountainhead “ ( Hayatın Kaynağı ) adlı kitabındaki satırlarına bırakıyorum... “ ...Dünya yüzündeki ilk hak, ego’nun hakkıdır. İnsanın ilk görevi kendine karşıdır. Ahlaki yasası; birinci amacını asla kimselere bağlanmamaktır. Ahlaki sorumluluğu da istediğini yapmaktır, yeter ki istediği diğer insanlara birinci dereceden bağımlı bir şey olmasın. Buna yaratıcı zihnin tümü dahildir...Düşünüşü de, çalışması da...” 10 Dosya http://univers.ieu.edu.tr Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Metin Göktepe: “gazeteciyim” Tüm delilleri ortadan kaldırmak veya bu olayı haklı çıkarmak aydın gazetecilere yapılan bu insanlık ayıbını asla örtbas edemeyecektir. Şimdiye kadar öldürülen gazeteci cinayetlerinde çoğu zaman sanıklar bulunamamıştır. Metin Göktepe davası sanıkları bulunan ilk gazeteci cinayeti olması nedeniyle daha önceki gazeteci cinayetlerinin de kimler tarafından yapıldığı sorusuna açıklık getirmiş daha doğrusu bilinen gerçek gözler önüne serilmiştir. emniyet güçleri, diğer bir deyişle devlet bu olayda açık vermişti ve tabiiki de bu açığını kapatacaktı. Metin’in gözaltına alındığı ile ilgili bir belge bulunmuyor çünkü görgütanıkları onun kayıt yaptırılan yere kadar ulaşamadığını söylüyor. Ayrıca ölümün bir duvar üzerinden düşerek olduğu da iddia edildi. Fakat Adli Tıp sonucu Metin’in ağır bir işkence sonucu öldüğünü kanıtladı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller açıklama yapmaktan kaçınırken emniyet içerisinde de işkencecileri sonuna kadar savunma telaşı vardı. Dava ilden ile taşındı ilk önce Aydın’a ardından Afyon’a ama arkasından gelenleri asla etkilemedi aksine dava daha fazla sahiplenildi. Süreç içerisinde görevden uzaklaştırılan bazı polisler yüzünden emniyet içerisinde bölünmeler ve tartışmalar başlarken dava peşinde koşanlar sürekli sindirilmeye çalışıldı bazen duruşmaya alınmadılar. Dava dört yıldan fazla sürdü. Sonuçta beş kişinin küçük cezalar almasıyla dava kapandı. AİHM’de dava hala devam etmekte. Gazetecilik dünyanın en zor işlerinden bir tanesi. “Bugün neler yaşandı ve bunların bize olan etkileri nelerdir?” işte gazeteciler sadece bu bilgileri bize taşımak için çalışırlar. Fakat gazeteciler nezamanki içinde bulundukları duruma şikayetçi olup var olan güce karşı gelirlerse işte ozaman karşı durdukları güç tarafından yok edilirler. Ülkemizde de bir çok gazeteci öldürüldü ve öldürülüyor çünkü onlar bilinmemesi gereken bilgileri bizim önümüze sunuyorlar. Biz Ünivers ailesi olarak her sayımızda bir gazeteciye ve onun hayat hikayesine yer vermeye karar verdik. İlk gazeteci olarak habere gittiği sırada çok açık bir şekilde gözaltında öldürülen Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe’yi seçtik. Metin Göktepe 10 Nisan 1968 yılında Sivas’ da hayatını tarım ve hayvancılıkla kazanan bir ailenin sekizinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk 11 yılını burada geçirdikten sonra kardeşi Aziz ile İstanbul’a göç ederek eğitimine burada devam etti. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girdi. Üniversitede öğrenci gençlik mücadelesinin aktif bir üyesi oldu. Çevresinde güleryüzlü ve hoş sohbet biri olarak tanınıyordu. 1992 yılında Gerçek Dergisinin çıkacağını öğrenince orada çalışmaya başladı. 7 Haziran 1995’te kurulan Evrensel Gazetesinin kuruluşuna dahil oldu ve gazeteciliğe burada devam etti. 9 Ocak 1996’da, gazetecilik yaparken, gözaltında polisler tarafından dövülerek öldürüldü. 8 Ocak 1996, O gün Evrensel Gazetesi İstanbul Yenibosna’daki merkez binasında bir hareketlilik var. Çünkü Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki siyasi tutuklu toprağa verilecek ve kitlesel bir katılımın olması bekleniyor. Metin Göktepe habere giden muhabirler listesinde adını görmeyince arkadaşlarıyla tartışıyor ve kendisinin de orada olması gerektiğini belirtiyor. Metin gazetecilik hayatının en başından itibaren büro işlerini sıkıcı bulan ve nerede eylem varsa orada olan bir gazeteciydi. Metin’ nin gazeteden arkadaşı İhsan Çaralan: “Ölümünden sonra arkadaşları, ona, ‘hareketin fotoğrafçısı’ adını taktılar; bunu biraz geliştirip kitle eylemlerinin gazetecisiydi de diyebiliriz. Çünkü Metin, aramıza katıldığı ilk günden itibaren nerede bir kitle eylemi varsa onun peşinden koşan bir gazeteci oldu...” Metin bu olayıda izlemesi gerektiğini hissediyordu ve arkadaşları ile birlikte haberi izlemeye gittiler. Metin, Adli Tıp’ta cenazeleri bekleyecek diğerleri ise mezarlıkta olacaklardı fakat mezarlığa girmek imkansızdı ve arkadaşları da Adli Tıp’a döndüler. Metin, olanlara kızarak haberin izlenmesi gerektiğini söyledi ve diğer gazeteden arkadaşları ile mezarlığa gitti. Çevik Kuvvet barikatına kadar olan tüm engelleri aştıktan sonra. Çevik Kuvvet sarı basın kartı olmayanları cenazeye almıyordu ve içlerinden sadece UBA’dan bir gazetecinin Metin Göktepe sarı basın kartı vardı ve o girdi. Metin, diğer arkadaşları ile basın kartının olmasının gerekmediği konusunda ısrar edince tartışma çıktı. Komiser muavini “sen fazla konuştun seni göz altına alıyorum” dedi. İki Çevik Kuvvet polisi Metin’in kollarını arkadan bükerek göz altına aldı. Gazeteci arkadaşı Kerem “biz herhangi bir şey yapmıyoruz ve gözaltına alınmamız için de herhangi bir neden yok” dedi. Bunun üzerine Kerem’e “seni de gözaltına alıyorum” dedi. Hangi gazetede çalıştıkları sorulduğunda Kerem’in Cumhuriyet’de çalıştığı anlaşıldı ve “bırakın onu başınıza iş alırsınız” denilerek serbest bırakıldı. Metin’in yeni kurulmuş ve muhalif yazılar yüzünden toplatmaların ve gözaltıların olduğu bir gazetede çalışması onu gözaltına alanlar için rahat bir durum oluşturuyordu. Gözaltından sonra arkadaşları Metin’i birdaha göremediler. Eyüp Spor Salonu Alibeyköy Karakolu’na durmadan İETT otobüsleri içinde gözaltına alınanlar getiriliyor. İnsanlar yere yarıtılmış bir vaziyette kafaları tekmeleniyordu. Metin’in başka bir gazeteden arkadaşı bunları söylerken Metin’in de orda olduğunu ve diğerleri ile birlikte Spor Salonuna götürüldüğünü belirtiyor. Spor Salonları, baskıcı ve despod ülkelerde sadece spor karşılaşmalarına yer sahipliği yapmaz, bu şekilde çok fazla insan gözaltına alındığında bu yerler işkence evine dönüşüverir. Metin ile aynı grupta gözaltına alınan Deniz Özcan anlatıyor: “İşkencehane dedikleri bir yere indirildim. Yaklaşık 20-25 dakika dövüldüm. O sırada Metin getirildi. Amirlerden biri, ‘işte bu gazeteci, buna özel muamele’ dedi. On kişi Metin’in üzerine çullandı. Metin’e coplarla ve kazma sapına benzer sopalarla vuruyorlardı. On dakika sonra bayıldı. Su döküp ayılttılar. Biraz bekleyip tekrar dövmeye başladılar.” O gün gözaltına alınan herkes polislerin işkencesine maruz kaldı. Metin Göktepe’de onlarca kişinin gözü önünde dövülek öldürüldü. Avukatlar geldi Metin’in gözaltına alındığı haberini duyan gazete avukatları spor salonuna geldiler, savcılıktan aldıkları kağıdı göstermek için bir yetkili aradılar sonra gazetecilerin salındığını ve diğer kişilerinde onarlı gruplar halinde salınacağı söylendi. Avukatlar sakinleşip oradan ayrıldı. Fakat salınanların arasında Metin yoktu ve hala içerideydi. Dışarıda yakınlarını tedirginlikle bekleyenlerin, bu kadarını ummadığı şeyler oluyordu içeride. Dava süreci Metin Göktepe o gün spor salonunda polisler tarafından dövülerek öldürülmüştü ve etrafta bir sürü görgü tanığı vardı. Bu sefer Demokrasi savaşı Metin Göktepe’nin işkence ile öldürülmesi ve bir gazeteci olması Türkiye’nin o dönemde demokrasiden ne kadar uzak olduğunun bir göstergesiydi. Bu olayın peşini bırakmayanlar yalnız Metin için değil Türkiye’nin 20. yüzyıla girerken ki demokrasi savaşı için oradaydılar. Gazeteciler üzerindeki gözaltı korkusu ve başa gelenelerin beylik lafları bu olay ile birlikte yeter artık denmesi gereken bir durum haline gelmişti. Dava süreci sırasında yargının bağımsız olmadığı da anlaşılmıştı. Darbe döneminde alınan hızlı kararlar ve asılan o kadar genç insan, devletin kendi memurları için tabi ki geri sayacaktı ve uzatabildikleri kadar uzatacaklardı. Asıl suçlular, yani emirleri verenler asla yargılanmadı. Ama Metin Göktepe davası “mahkumiyet kararı çıkan ilk gazeteci cinayeti” olması nedeniyle Türkiye’de bir ilk oldu. Metin Göktepe davasının peşini bırakmayan tüm gazetecilere, kuruluşlara ve kişilere demokrasi adına verdikleri çaba için teşekkürler. Ünlü Newseum haber müzesinde faili meçhul cinayete kurban gitmiş gazeteciler anısına bir anıt bulunmakta. Bu anıtta ki Türk gazeteciler: Çetin Abayay, Hafız Akdemir, Erol Akgün, Mecit Akgun, Yaşar Aktay, Cengiz Altun, Musa Anter, Nazım, Babaoğlu, kamil Başaran, Sami Başaran, Hüseyin Deniz, Hrant Dink, Turan Dursun, Çetin Emeç, Metin Göktepe, Halit Güngen, İzzet Kezer, Kemal Keleç, Ahmet Taner Kışlalı, Januariusaloysius Macgahan, Secarettin Müftüoğlu, Uğur Mumcu, Yahya Orhan, Mahmet Özkesici, Namık Tarancı, Ferhat Tepe, Sayfettin Tepe, Bulent Ülkü. Listeye Türkiye’den eklenen son isim Hrant Dink. Hakan Gözütok http://univers.ieu.edu.tr t SİNEMALAR, FİLM GÖSTERİMLERİ Rehber 11 Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Oyuncular; Julianne Moore, Mark Ruffalo 2007 Kanada-Brezilya 120’’ 2008 Cannes açılış filmi Şerefine İnsanoğlu Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi 2-4, 8-10, 11, 15-18, Ekim Ayrıntılı Bilgi İçin; www.frkultur.com Yollarda Karşıyaka Oda Tiyatrosu 13, 14 Ekim Bir Tenor Aranıyor 7, 8 Ekim Otello 13, 15, 17 Ekim Fransız Kültür Merkezi Küçük Denizkızı Ponyo Yönetmen; Hayao Miyazaki Tür; Animasyon 2008 Japonya 100’’ O’Horten Yönetmen; Bent Hamer Oyuncular; Baard Owe, Henny Moan 2007 Norveç, Almanya, Fransa 90’’ t KONSER Ozee Teoman 9 Ekim Cuma Duman 16 Ekim Cuma Günışığı Temizleme Şirketi Yönetmen; Christine Jeffs Oyuncular; Amy Adams, Emily Blunt 2007 ABD 102’’ Ayının Fendi Avcıyı Yendi Konak Melek Ökte Sahnesi 4, 18 Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi 15,16 Simon Boccanegra 24, 26, 27 Ekim Kurbağa Prens 27 Ekim Janette Thompson 27 Ekim Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü Karşıyaka Oda Tiyatrosu 20, 27 Ekim Aydınlığın adı Atatürk 29, 31 Ekim Bir Daha Çal Sam Karşıyaka Ragıp Hakır Sahnesi 22-25, 29-31 Ekim Peter Pan Müzikali İzmir AKM Yunus Emre Salonu 17, 24 Ekim Tabu Yönetmen; Alain Ball Oyuncular; Summer Bishil, Aaron Eckhart 2007 ABD 124’’ Seni O Kadar Çok Sevdim Ki... Yönetmen; Philippe Claudel Oyuncular; Kristine Scott Thomas, Elsa Zylberstein 2008 Almanya- Fransa 115’’ 2009 César En iyi film 2009 César En iyi yardımcı kadın oyuncu MFÖ 23 Ekim Cuma Barut Fıçısı Sabancı Kültür Merkezi 23, 24 Ekim Pazar Bir Ticaret Masalı Yönetmen; Ben Hopkins Oyuncular; Tayanç Ayaydın, Genco Erkal 2008 Türkiye 90’’ Dona Agata’nın Kaçırılışı Konak Melek Ökte Sahnesi 20-24, 27-31 Ekim Emre Aydın 30 Ekim Cuma t Sergi t GÖSTERİ Türkiye’nin İlk Sakinleri Fransız Kültür Merkezi 21 Ekim - 13 Kasım Sakarca Konak Melek Ökte Sahnesi 25, 31 İzmir Sanat Büyük Salon Kenter Tiyatrosu Tahtacı ve Ataman gitar ikilisi 14 Ekim Çarşamba Ankara Trombolün Dörtlüsü Dörtlü: M. Gürel Ünver, Ekin Eti, Ozan Çelikel, Cem Güngör 21 Ekim Çarşamba t 39 Basamak Oyuncular: Hakan Gerçek, Okan Yalabıyık, Demet Evgar, Bülent Şakrak İzmir Sanat Büyük Salon 23 - 24 Ekim TİYATRO İzmir Devlet Tiyatrosu Açlık Yönetmen; Steve McQuenn Oyuncular; Michale Fassbender, Stuard Graham 2008 İngiltere-İrlanda 96’’ 2008 Cannes Altın Kamera Ödülü Körlük Yönetmen; Fernando Meirelles Rezervuar Kanişleri Konak Melek Ökte Sahnesi 1-4, 6-10, 13-17 Ekim t OPERA VE BALE İzmir Opera ve Balesi Alman Lied Gecesi 5, 6 Ekim 20.00 “ Nar Bahçesi “ Christine Grimaldi Dans Topluluğu Fransız Kültür Merkezi 12 Ekim Pazartesi Saat: 20.00 12 Spor http://univers.ieu.edu.tr Ekim2009 Yıl2 Sayı16 Hem profesör hem profesyonel futbolcu 1974 yılına kadar Türkiye birinci liginde profesyonel olarak futbol oynayan Eskişehirspor’un efsanevi kaptanı Fethi Heper, 1969-70 (13 gol) ve 1971-72 (20 gol) dönemlerinde gol kralı ünvanını kazandı İlk kez 16 yaşında, 5 kez milli formayı giyen Heper, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ndeki lisans eğitimini 1967’de, doktorasını 1978’de tamamladı. Maliye alanında 1981’de doçent 1988’de profesör unvanlarını alarak profesyonel futbolculuktan profesörlüğe giden ilk ve tek Türk futbolcusu oldu. Havada gelen topları göğsünde kontrol eden Heper, “Çengel Fethi” olarak anılırdı. Türkiye’de hem futbol oynayıp, hem de akademik hayata devam ederek Prof.Dr olan ilk ve tek isimsiniz. Eskilerin deyişi ile “Futbol ve Okul bir arada gitmez” görüşünü savunanlara ne demek istersiniz? Futbolcu olmak isteyen gençler, eğitimlerine de devam etmeli mi? Ben her zaman eğitimi ön plana aldım. Çünkü futbol gelip geçicidir ama hayat devam etmektedir. Gol kralı olduğum dönemlerde doktora ders ve seminerlerine katıldım ve başarı ile tamamladım. Kamplarda herkes oyun oynarken ben odama geçer kitaplarımı okurdum. Eskiden deplasmanlara otobüs ile gidilirdi. Yollar bu kadar güzel olmadığı için, örneğin İzmir’e 10-12 saat süren bir yolculuk yapardık. Bu seyahatlerde de yine kitabımı açar okurdum. Şuna inanmıştım: Bir kişi iyi bir planlama yaparsa hayatta birden fazla konuda başarılı olabilir. İkinci olarak hedefim 1962 yılında onbeş günlük Doçent iken vefat eden en büyük ağabeyim Doç.Dr.Niyazi Heper’in boşluğunu doldurmaktı.Bunda da başarılı oldum. Tüm spor ile ilgili yazılarımda gençlere önce okul sonra spor mesajını verip her iki alanda da başarılı olmalarını istedim. İyi bir futbolcu aynı zamanda profesör de olabiliri ispatlamak ve örnek olmak istedim. Şu anki Türk futbolunun durumunu nasıl buluyorsunuz? Türk futbolunu nasıl buluyorsunuz sorusunu Türkiye’de yabancı futbolu nasıldır diye değiştirmek istiyorum. Türk takımlarına bakın en az altı yabancı futbolcu ile oynuyorlar. Alt yapıya hiç önem vermiyorlar. Benim dönemimde alt yapıya önem verildiği için takımımızda hiç yabancı futbolcu yoktu. Üç büyükler hariç hemen hemen hiçbir takımda yabancı futbolcu yoktu. Buna rağmen Eskişehirspor hem Türkiye’de hem de yabancı ülkelerde yaptığı müsabakalarda bana göre çok başarılı oldu. Bugün Türk futbolunun çok başarılı olduğu söylenemez. Dünya Kupasına gitmemiz mucizeler bağlı. Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde başarılı olmasını isterim. Ama işleri zor görünüyor. Belki UEFA maçlarında başarı gelebilir. Futbolda paranın bu denli önem kazanması ve futbolun büyük bir endüstri haline gelmesini nasıl yorumlarsınız? Kapitalizmin doğal sonucu olarak futbol da bir endüstri haline geldi. Yılda 500 milyar Euro’ya yaklaşan futbol harcamaları var. Artık amatör zihniyet sona erdi. Artık her şey para. Futbolcu parasını almadığı zaman çeşitli bahaneler bulup oynamamaya başlıyor. Ben son transfer taksitlerimi futbolu bıraktıktan üç ay sonra aldım. Bizim dönemimizde amatör ruh vardı. Biz kulüplerden para alan amatör futbolculardık. Eskişehirspor’un efsanevi kadrosunda bulunan bir isim olarak, takımın o zamanki durumu ile bugünkü durumunu nasıl değerlendirirsiniz? Efsane takımın uzun yıllar tekrar geriye geleceğine inanmıyorum. Eskişehirspor da modaya uyarak çareyi yabancı futbolcularda arıyor. Halbuki alt yapıya biraz para ayırsalar ve önem verseler çok kısa zamanda bu takımı çok başarılı hale getirebilirler. Futbolu bıraktıktan sonra 30 yıl hep alt yapıya önem veriniz dedim. On yıldır rahmetli Abdullah Gegiç’i alt yapının başına getirmek için uğraş verdim. Çeşitli bahanelerle hep reddedildi. Geçen yıl Başkan Halil Ünal bu teklifimi kabul etti ve ben Gegiç’e durumu ilettim. Çok mutlu oldu ve on gün içinde işe başlayacağını bildirdi. Eskişehirspor’un şanssızlığı Gegiç bir hafta sonra vefat etti ve alt yapı projesi böylece sona erdi. Alt yapı olmazsa bugünkü mali yapı ile başarı çok zor gelir. Bugün Eskişehir sporun durumu puan cetveline baktığınız zaman muhteşem görünüyor. Ancak sahada oynadıkları futbol yok, sadece netice var. Bu durum bugünler için fevkalade iyi, ama iyi bir futbol ile alınacak galibiyetler daha önemli diye düşünüyorum. Avrupa Voleyboluʼ nun kalbi İzmirʼ de attı Voleybolda Olimpiyat ve Dünya Şampiyonsı’ndan sonra en önemli organizasyon olan 26. Avrupa Voleybol Şampiyonası 42 yıl aradan sonra yeniden İzmir ve İstanbul’ un ortak ev sahipliğinde ülkemizde düzen- lendi. 16 takımın 4 ayrı grupta mücadele verdiği şampiyonada, müsabakalar İzmir Halkapınar ve Apdi İpekçi Spor Salonu’nda oynandı. Almanya, Fransa ve Polonya ile birlikte A Grubu’nda yer alan Filenin Aslanları, ilk maçta Almaya’ya 3-2, ikinci maçında Polonya’ya 3-0 ve grupta ki son maçında Fransa’ya 3-0 mağlup olarak turnuvaya grup maçları sonunda veda ederken, grupta Polonya lider olarak, Fransa ve Almanya ise play off vizesi alan diğer ekipler oldu. Milli takımımızla aynı grupta yer alan Polonya-Bulgaritan’ı yarı final maçında 3-0 ile geçerken Filenin Aslanlarını 3-0 mağlup eden Fransa, Rusya’yı 3-2 yenerek finale çıkmayı başardı. İzmir Halkapınar Spor Salonu’nda oynanan final müsabakasında Polonya, Fransa’yı 3-1’lik skorla yendi ve tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonu olmayı başardı. Turnuvada Fransa ikinciliği, Rusya’yı 3-0’la geçen Bulgaristan üçüncülüğü elde etti. Şampiyon madalyalarını Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanı Ünal Karabıyık’ın, kupayı ise CEV (Avrupa Voleybol Konfedarasyonu) Başkanı Andre Mayer’in elinden aldı. Şampiyonanın en değerli oyuncusu Polonya’dan Pıotr Grzuska seçildi. Bir çok önemli spor kanalının maçları naklen yayınlanması İzmir’ in Universiade 2005’ten sonra bir kez daha adını dış dünyaya tanıtması açısından son derece önemliydi. Turnuvaya katılan 16 takımdan 8’ inin İzmir’de konaklaması maçların olmadığı günlerde dışarıya dolaşamaya çıkan sporcularla vatandaşlar arasında renkli diyaloglar yaşanmasına neden oldu. Son 5 yılın en düşük seyirci ortalamalı organizasyonu olmasına rağmen İzmir böyle önemli bir organizasyonda ev sahipliğini başarıyla yürüttü. Milli tenisçilerimiz ABD açıkta büyük başarı gösterdi 1 29. Amerika Açık Tenis Turnuvası sezonun 4. ve son Grand Slam mücadelesi olarak 31 Ağustos-14 Eylül tarihleri arasında oynandı. ABD’nin New York kentindeki USTA tenis merkezi kortlarında oynanan toplam 24.2 milyon dolar ( 3.66 milyon lira) ödüllü turnuvada tek erkeklerde Del Potro şampiyon oldu. Del Potro yarı finalde Nadal’ı elerken, finalde de 3-2’lik setlerle Federer’e şans bırakmadı. Tek bayanlarda ise 2 buçuk yıl sonra kortlara muhteşem bir şekilde dönüş yapan Kim Clijsters turnuvaya damgasını vurdu. Yarı finalde sürpriz bir şekilde Serena Williams’ı 2-0 yenen Clijsters, finalde de Danimarkalı raket Caroline Wozniacki’yi mağlup ederek şampiyon oldu . Turnuvada Türkiye’nin gururları Marsel İl- han ve İpek Şenoğlu büyük başarı gösterdi. Marsel İlhan tek erkeklerde ana tabloda mücadele etme hakkı kazandı ve 1. tur maçında Belçikalı Christophe Rochus ile karşılaşarak maçtan 3-2lik galibiyetle ayrıldı. Bu sayede 2. tura yükseldi ve bir Grand Slam turnuvasında 2. tura yükselen ilk Türk tenisçi olarak tarihe adını yazdırdı. 2. tur maçında Amerikalı J. Isner’le oynayan Marsel 3-0 yenilerek turnuvadan elendi. . Çiftlerde dünya sıralamasında 55 numarada bulunan İpek Şenoglu ise Kazak partneri Yaroslava Shvedova ile birlikte 1. turda çift bayanlarda Polonyalı Radwanska kardeslerle karşılaştı. 2-1lik galibiyet kazanan Şenoğlu ve Shvedova ikilisi 2. tura yükselmiş oldu. 2. turda ise Japon Ai Sugiyama ve Sloven Daniela Hantuchova çiftiyle mücadele ettiler ancak 2-0 yenilerek turnuvaya veda ettiler. İpek Şenoğlu, 1979 Eskişehir doğumludur. 2002 yılında profesyonel tenis oynamaya başlamış ve 3 yıl içinde tek bayanlar dünya klasmanında ilk 300’e çiftlerde ise ilk 100’e girmiştir. Bu sıraya yükselen ilk Türk tenisçi olmuştur. 41 kez tüm yas gruplarında tekler ve çiftler Türkiye şampiyonu olmuştur. Ayrıca Türkiye’nin WTA düzeyinde final oynayan ilk tenisçisidir. Bu başarısıyla Türk tenis tarihine adını yazdırmıştır. Erman Gönülşen Medya ve İletişim Bölümü DURAKLAMA ANLARI Sevgili futbolseverler merhaba, u sene duraklama anları köşesinde sizlerle İzmir takımlarının liglerde sergiledikleri aylık performanslarının değerlendirmesinde birlikte olacağız. İzmir bu sezon profesyonel liglerde altı takım ile mücadele veriyor. Öncelikle Bank Asya 1. Liginde mücadele veren üç temsilcimizin dört haftalık performanslarına bakalım: Kuşkusuz Bank Asya’da ilk dört haftaya damgasını vuran takım Bucaspor. İkinci Lig’ten çıktığı ilk sezonda gösterdiği performans ve aldığı seri galibiyetlerle taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı. Maddi sorunlara rağmen oynadıkları futbol ve son Konyaspor maçında 2-0 geriye düşmelerine rağmen gösterdikleri dirençle bu sene ligde neler yapabileceklerini gösterdiler. Kemal Kılıç ve talebeleri haftalar ilerledikçe ligin sürpriz ekiplerinden biri olmaya aday. Altay ve Karşıyaka’ya baktığımız da bu sezon yaptıkları transferlerle ve kurdukları kadrolarla ligin İzmirli favorileri. Aslında her iki takım da sezona istediği gibi başlayamadı. Karşıyaka sezona 22 yeni transferle girdi. Reha Hoca’nın işi çok kolay değil 22 yeni oyuncudan yeni bir takım kurmak ve lige adapte etmek oldukça zor. Altay geçen sezonki iskeleti bozmayarak bu sezon Süper Lig patentli oyuncularla yola başladı. İç sahadaki beraberlikleri deplasman galibiyeti ile kapatan Altay, Karşıyaka gibi bu sezon işini şansa bırakmayıp Süper Lige doğrudan çıkmak istiyor. İkinci Lig’te mücadele veren Göztepe ekonomik imkanlarıyla ve yaptığı transferlerle otoriteler tarafından klasmanın favorisi olarak gözüksede ilk haftalarda ki perfonmansları adaptasyon sürecinden geçtiklerinin göstergesi. Ligin henüz ilk haftaları… Haftalar ilerledikçe takımın performansı artacaktır. Üçüncü Lig’te ki temsilcilerimiz Altınordu ve İzmirspor içinse durum pek parlak değil. Üç haftası gerde kalan ligde her iki takım da bir türlü istedeği sonuçları alamadı. Altınordu’nun beraberlik serisi, İzmirspor’un şu an için istikrarsız grafiği taraftarlarını mutlu etmiyor. Her ikisi de yol yakınken önlemlerini almalı. Burada Altan ve Adnan Hocalara çok iş düşüyor. B İpek Şenoğlu