bġldġrġ kġtabı - UTEK 2014 - International Burch University
Transkript
bġldġrġ kġtabı - UTEK 2014 - International Burch University
BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 II. ULUSLARARASI TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI KONGRESĠ BĠLDĠRĠ KĠTABI Saraybosna, Bosna Hersek 23-25 Mayıs 2014 1 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 . II. ULUSLARARASI TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI KONGRESĠ . BĠLDĠRĠ KĠTABI . . . PUBLISHER: . International Burch University . . EDITORLER: . Yard. Doç. Dr. Mustafa ÇETĠN . Doç. Dr. Ali Rıza ÖZUYGUN . . . . . . . . . . . . . . . . . REVIEWED BY: Prof.Dr. Ali Fuat BĠLKAN, Ġpek Üniversitesi Prof.Dr. Kerima FĠLAN, Univerzitet u Sarajevu DTP&DESING: DTP AND PREPRESS: International Burch University, Sarajevo PRINTED BY: Sabah Print CIRCULATIONAL: 250 Coples PLACE OF PUBLICATIONAL: Sarajevo COPYRIGHT: International Burch University, 2014 International Burch University Publication No: . ISSN 2303-7016 Reproduction of this Publication for Educational or other non-commercial purposes is authorized without prior permission from the copyright holder. Reproduction for resale or other commercial purposes prohibited without prior written permission of the copyright holder. Disclaimer: While every e_ort has been made to ensure the accuracy of the information, contained in this publication, Burch University will not assume liability for writing and any use made of the proceedings, and the presentation of the participating organizations concerning the legal status of any country, territory, or area, or of its authorities, or concerning the delimitation of its frontiers or boundaries. 2 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 II. ULUSLARARASI TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI KONGRESĠ BĠLDĠRĠ KĠTABI 23-25 Mayıs 2014 Saraybosna http://utek.ibu.edu.ba 3 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Düzenleme Kurulu: Prof.Dr. Mehmet UZUNOĞLU (IBU REKTÖRÜ) Doç.Dr. Melih KARAKUZU (EĞĠT. FAK. DEKANI) Yrd.Doç.Dr.Ali Rıza ÖZUYGUN (TDE BÖLÜM BASKANI) Doç. Dr. Azamat AKBAROV (REKTÖR YARDIMCISI) Doç.Dr. Mustafa ARSLAN Yrd.Doç.Dr. Mustafa ÇETĠN Ars.Gör. Elçin KARLI Ars.Gör. Ayse DĠNÇ Ars.Gör. Hilal OTYAKMAZ Ars.Gör. Sevinç AKKAYA Ars.Gör. Sultan SUBASI Ars.Gör. Lokman GÖZCÜ ÖğretimGör. Mustafa TAKTAK ÖğretimGör. Mehmet DOĞAN Bilim Kurulu: Prof.Dr. Turan KARATAS Prof.Dr. Ali Fuat BĠLKAN Prof.Dr. Menderes COSKUN Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU Prof.Dr. Turgut KARABEY Prof.Dr. Abide DOĞAN Prof.Dr. Kemal SILAY Prof.Dr. Murat ÖZBAY Prof.Dr. Alim GÜR Prof.Dr. Kerime FĠLAN Prof.Dr. Ramazan GÜLENDAM Prof.Dr. Fehim NEMETAK Prof.Dr. Hanifi VURAL Prof.Dr. Yusuf ÇETĠNDAĞ Prof.Dr. Erdoğan ERBAY Prof.Dr. Metin AKKUġ Prof.Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU Prof.Dr. Mehmet GÜMÜġKILIÇ Prof.Dr. Kenan ERDOĞAN Prof.Dr. Kazım YOLDAS Prof.Dr. Süleyman ÇALDAK Prof.Dr. Necati DEMIR Prof.Dr. Cihan OKUYUCU Prof.Dr. Yasar AYDEMĠR Prof.Dr. Bego ÖMERCEVĠC Prof.Dr. Münevver TEKCAN Prof.Dr. Recep DUYMAZ Prof.Dr. Ahmet KIRKKILIÇ Prof.Dr. Claus SCHÖNĠG Prof.Dr. Damir KUKĠC Prof.Dr. Ahmet GÜNSEN Prof.Dr. A.Ġhsan ÖBEK Prof.Dr. Nurettin CEVĠZ Prof.Dr. Nurettin CEVĠZ Prof.Dr. Mesut SEN Prof.Dr. Selahittin ÖZÇELĠK Prof.Dr. Mahmut KAPLAN Prof.Dr. Aziz Kılınç Prof.Dr. Mustafa SARI Doç.Dr. Hüseyin ÖZCAN Doç.Dr. Alena ÇATOVĠC Doç.Dr. Mustafa ARSLAN Doç.Dr. Ġsmet BĠNER Doç.Dr. Muharrem DAYANÇ Doç.Dr. Ġsmet SANLI Doç.Dr. Kerim DEMĠRCĠ Doç.Dr.Atilla BATUR Doç.Dr. Sabina BAKSĠÇ Doç.Dr. Ġlyas ÜSTÜNYER Doç.Dr. Rıdvan CANIM Doç.Dr. Zekeriya BASKAL Doç.Dr. Nurgül ÖZCAN Doç.Dr. Bekir SĠSMAN Doç.Dr. Ġdris KADIOĞLU 4 Doç.Dr. Müberra GÜRGENDERELĠ Doç.Dr. Edina SOLAK Doç. Dr. Sezayi ÇOSKUN Doç. Dr. ġadi AYDIN Doç. Dr. IĢıl ALTUN Yrd. Doç.Dr. Ali Rıza ÖZUYGUN Yrd. Doç.Dr. Mustafa ÇETĠN Yrd.Doç.Dr. Alparslan TOKER Yrd. Doç.Dr. Cemal SARAÇ Yrd.Doç.Dr. Hasan ÖZER Yrd.Doç.Dr. Serkan TÜRKOĞLU Yrd.Doç.Dr Muhammet KUZUBAġ Yrd. Doç.Dr. Tacettin SĠMSEK Yrd.Doç.Dr. Rıfat GÜRGENDERELĠ Yrd.Doç.Dr. Latif BEYRELĠ Yrd. Doç. Dr. Hüseyin GÖNEL Yrd.Doç.Dr Orhan SARIKAYA Yard. Doç. Dr. Fatih ĠYĠYOL Yard. Doç. Dr. Adem BALABAN Yard. Doç. Dr. M. Uğur TÜRKYILMAZ Yard. Doç. Dr. Mehmet Celal VARIġOĞLU Yard. Doç. Dr. Öznur ÖZDARICI Yard. Doç. Dr. Zülfikar BAYRAKTAR Öğrt.Gör.Ömer AKSOY BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ÖN SÖZ ……………………………………………………………………………………………………… Değerli Akademisyenler, International Burch Üniversitesi Eğitim Fakültesi bünyesinde bulunan Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü tarafından 23-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Bosna Hersek‘in baĢkenti Saraybosna Ģehrinde düzenlenen II.Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi (UTEK‘14) gerçekleĢtirilmiĢtir. Kongrenin amacı: Türk dili, edebiyatı, tarihi ve kültürüyle ilgili yapılan çalıĢmalara katkıda bulunmak; özellikle Balkanlarda bu alanlarla ilgili çalıĢmalara zemin hazırlamaktır. Ayrıca, akademisyen ve bilim insanlarının çalıĢmalarını uluslararası düzeyde tanıtmalarına, paylaĢmalarına imkan sağlamaktır. Bununla birlikte toplumlar, diller, kültürler ve insanlar arasında diyalog, dayanıĢma ve paylaĢmayı artırmaktır. Bosna Hersek‘te Fatih Sultan Mehmet Han‘ın Ahidname‘siyle hoĢgörünün temelleri atılmıĢtır. Türk kültürünün derin izlerini taĢıyan Bosna Hersek‘te son yıllarda Türkolojiyle ilgili önemli geliĢmeler yaĢanmaktadır. Dört farklı üniversitede Türkoloji bölümü bulunmaktadır. Bosna Hersek‘teki Türk okullarında Türkiye Türkçesi öğretilmektedir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti‘nin açtığı Yunus Emre Kültür Merkezlerinde Türkçe kursları verilmektedir. Bunun yanında Bosna Hersek‘in bazı Kantonlarındaki okullarda Türkiye Türkçesi ikinci dil olarak okutulmaktadır. Türk dili ve edebiyatıyla ilgili kongreler düzenlenmektedir. Bütün bunlar, Bosna Hersek‘te Türkçeye verilen önemin göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu vesileyle siz değerli katılımcılara, bilime ve Türkçe sevdasına katkılarınızdan dolayı çok teĢekkür ederiz. Geçen yıl ilkini gerçekleĢtirdiğimiz Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi‘ni geleneksel hale getirmek istiyoruz. Sizlerin ilgileri ve katkıları bunu gerçekleĢtireceğimize olan inancımızı pekiĢtirmektedir. Balkanlarda, özellikle Bosna Hersek‘te bulunan Türk kültürü, Türk edebiyatı, Türk dili ve Türk tarihiyle ilgili zengin miras, bu kongrenin Saraybosna‘da düzenlenmesini önemli ve değerli kılmaktadır. Bosna Hersek geçmiĢten günümüze toplumların, kültürlerin ve dillerin önemli temas noktalarından birini teĢkil etmektedir. Gelecek yıllarda da siz değerli bilim insanlarını Bosna Hersek‘in zengin tarihi mirasını, harikulade tabiatını, kendine has kültürel dokusunu ve toplumsal hoĢgörüsünü teneffüs etmeye davet eder, bir sonraki kongrede görüĢmek dileğiyle bütün katılımcılarımıza esenlikler dileriz. Organizasyon Komitesi 5 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KRONOTOP KURAMI IġIĞINDA CENGĠZ DAĞCI‟NIN ROMANLARINDA MEKÂN Abdulkadir ÇEKĠÇ ÖZET Bir toplumun yaĢadığı yerler, o toplumun tarihsel geçmiĢlerinden süzülüp gelen bellek mekânlarıdır. Kültürün ve kimliğin oluĢmasında mekânının büyük önemi vardır. Bina, sokak, meydan, Ģehir gibi yerler kendine özgü Ģekilleriyle toplumların kimlik ve belleklerinin mekânlara yansımalarıdır. Bundan dolayı ülke toprakları sıradan mekânlar değildir. Toplumların yurt bağıyla bağlandıkları kimlikleriyle özdeĢleĢtirdikleri özel yerlerdir. Romanlarda bahsedilen mekân vakanın varlık bulduğu yerlerdir. Bu mekânlar aynı zamanda romanın Ģahıslarını da Ģekillendiren yerlerdir. Bu bağlamda romanlarda bahsedilen mekânlar, geliĢigüzel seçilmiĢ mekânlar değillerdir. Ġlk kez Mikhail Bakhtin tarafından dile getirilen kronotop kuramı, zamanuzam(mekân) diye Türkçeye çevrilmiĢtir. Kronotop, romanlardaki olay örgüsünün zaman ve mekânla olan iliĢkisidir. Bundan dolayı Mikhail Bakhtin romanları mekân ve zaman bakımdan kronotop kuramı ıĢığında yorumlamak gerektiğini savunur. Cengiz Dağcı Ġkinci Dünya SavaĢı‘dan sonra zorla yurdundan kopartılmıĢ Kırımlı bir yazardır. Bu yurdundan kopuĢ, onun sonraki yıllarda teĢekkül eden kimliğinde derin izler bırakmıĢtır. Hemen hemen her yazdığı romanda ülke toprakları ve oralarda bulunan bağ ve bahçe, cami, sokak, dağ, nehir vb. gibi özel mekânlardan bahsetmiĢtir. Cengiz Dağcı‘nın romanlarında geçen mekânlar sıradan mekânlar değillerdir. Kendisi ve Kırımlılar için bu mekânlar özgürce yaĢadıkları ve kendileriyle özdeĢleĢmiĢ özel yerlerdir. Cengiz Dağcı‘nın romanlarında geçen ve onun kimlik ve belleğinin teĢekkülünde önemli yer tutan bu mekânlar Mikhal Bakhtin‘in kronotop kuramı ıĢığında değerlendirilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Bakhtin, kornotop, Cengiz Dağcı, mekân. Okutman,Fatih Üniversitesi, Hazırlık Okulu- Ġstanbul/Türkiye acekic@fatih.edu.tr 6 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Places In The Novels Of Cengiz Dağcı In Terms Of Cronotope Theory ABSTRACT The places where people live are special locations flowing from their historical memories. These locations play big roles to form their identity and culture. The shapes of buildings, streets, squares, and in fullest extent a city are reflections of collective identity and memory of a nation. Therefore, the lands of a country are not ordinary places but special places with connections to their identity that tie them with homelands. The places mentioned in a novel are the places where the plot of the story becomes existence and it forms characters as well. In this context, the places in a novel cannot be considered as ordinary places. Cengiz Dağcı who is Crimean a writer was deported from his county. This deportation causes big impact on his identity. He mentioned special places like gardens, mosques, mountains, and rivers almost in his each novel. That is why these places are special to him and all Crimean people. Cronotope is theorized by Mikhail Bakhtin for the first time and translated into Turkish as zaman- uzam. It shows plot of story with relation to time and space. In terms of time and space if a novel needs analyzing, Mikhail Bakhtin claims that the novel should be taken into consideration with this theory. In this study, the places in the novels of Cengiz Dağcı, which have great importance in forming his identity, are analyzed from the point of Bahtin‘s cronotope theory. Key Words: Bakhtin, cronotope, Cengiz Dağcı, place GiriĢ Mekânsız bir roman düĢünülemez. Mekân her Ģeyden önce ve en azından olayların bir dekorudur. Ama genel olarak mekân, vakanın varlık bulduğu yer, Ģahısların içinde yaĢadıkları, kendi oluĢlarını fark ettikleri alandır (Narlı 2007). 7 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bununla birlikte zamansız bir mekân da düĢünülemez. Bundan dolayı Mikhail Bakhtin zamanmekân iliĢkisini açıklamak için kronotop kavramını kullanır. ―Krono‖ Latince zaman ―topos‖ mekân(uzam) anlamındadır (Bakhtin 2001: 318 ). Zamanın mekânsal değerinin veya mekânın zamansal değerinin ortaya koyulması, toplum içindeki karmaĢık iliĢkilerin ve çatlamaların anlaĢılmasını sağlar (CoĢkun 2011). ġahısların içinde bulundukları çevreyi algılayıĢ biçimlerini, ruhsal ekonomik durumlarını, karakterlerini açıklama yolunda imkânlar sunabilir. ġahısları tanıtma yollarından biri olarak dramatik bir iĢ de üstlenerek vakanın temel öğesi olur ve Ģahsın çevresini, algılayıĢ Ģekillerini, o çevredeki ruh durumunu hatta karakterini etkiler. Yer değiĢtirmelerin vakaya ve davranıĢ biçimlerine kattığı değiĢiklikleri de gözden uzak tutmamak gerekir (Narlı 2007). Mikhail Bakhtin‘e göre edebi bir yapıtın fiili bir gerçeklikle iliĢkili sanatsal bütünlüğü zamanuzamıyla(mekan) tanımlanır. Bu nedenle, bir yapıttaki zaman-uzam sanatsal zaman-uzamın bütününden yalnızca soyut analiz düzeyinde yalıtılabilecek bir değerlendirme boyutu içerir. Edebiyatta ve bizzat sanatta, zamansal ve uzamsal belirlenimler birbirinden ayrılamaz ve daima duyguların ve değerlerin izini taĢır. Sanat ve edebiyat, çeĢitli derece ve kapsamlarda zamanuzamsal değerlerle doludur (Bakhtin 2001: 318 ). Mikhail Bakhtin‘e göre bir romanda karĢılaĢma ve onunla bağlantılı yol kronotopu, Ģato(onun misafir odaları ve salonları), taĢra kasabası, eĢik (merdiven, ön hol ve koridor ve ayrıca sokak ve meydanlar) kronotopu vardır. Anlatı dilinin kendisi de bu kronotoplara dâhil olabilir. Bu kronotopların en belirgin önemi anlatı açısından taĢıdıkları anlamdır. Romanın temel anlatısal olaylarını örgütleyen merkezdir bu zaman-uzamlar. Zaman-uzam, anlatı düğümlerinin bağlandığı ve birleĢtiği yerdir (Bakhtin 2001: 316). Mikhail Bakhtin‘e göre özetle dört somut kronotoptandan bahsedebiliriz.Bunlardan birincisi yol kronopudur. Yol kronotopuyla kastedilen Ģey vakaların yolda vuku bulmasıdır. Bakhtin‘e göre bir romanda karĢılaĢmalar genellikle ―yolda‖ cereyan eder. Yol rastlantısal karĢılaĢmalar için özellikle iyi bir yerdir. Yolda -tüm toplumsal sınıfların, zümrelerin, dinlerin, milliyetlerin, çağların temsilcileri olan- çok değiĢik insanların izledikleri uzamsal ve zamansal patikalar, tek bir uzamsal ve zamansal noktada kesiĢir. Yol kronotopu hem yeni baĢlangıçların hareket noktası hem de olayların sonuçlandığı yerdir. Zaman adeta uzamla kaynaĢarak uzamın içine akar ve yolu 8 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ģekillendirir; bu, bir seyir, bir akıĢ olarak yol imgesindeki zengin mecazi geniĢlemesinin kaynağıdır(Bakhtin 2001: 316-319). Ġkicisi Ģato kronotopudur. ġato kronotopu adından anlaĢılacağı üzere Ģato tarihsel zamanın mekânıdır. GeçmiĢin tarihsel figürü olan feodal lordların yaĢadığı mekânlar Ģatolardır. ġatonun hollerinde, odalarında ve salonlarında küçük veya büyük entrikaların yaĢandığı mekânlardır. Hanedanlık iliĢkileri, babadan oğla geçen haklar, efsanelerin anıldığı diyaloglarının yaĢandığı ve gelenekler, duvarlarda ataların portreleri, silahları ve mobilyalarıyla Ģato tarihsel geçmiĢin ortamıdır (Bakhtin 2001: 319-321 ).‖ Üçüncüsü taĢra kronotopudur. TaĢra kronotopunda kasabalar gündelik döngüsel zamanın mahalleridir. Burada hiçbir olaya rastlanmaz, yalnızca kendilerini sürekli yineleyen ―etkinlikler‖ bulunmaktadır. Her gün durmadan, aynı etkinlikler döngüsü yinelenir. KarĢılaĢma ve kopuĢların pek yaĢanmadığı, küçük entrikalar dıĢında monoton bir zaman uzamın pastoral anlatımla Ģekillendiği tipik taĢra kasabaları bu kronotopun durağan mekânıdır (Bakhtin 2001: 321-322). Dördüncüsü de eĢik kronotopudur. EĢik kronotopu zaman-uzam karĢılaĢma motifiyle iliĢkilendirilebilir, ama en temel örneğine, yaĢamdaki bir dönüm noktası ve kopuĢ kronotopu olarak rastlarız. ―EĢik‖ sözcüğünün kendisi de gündelik kullanımda zaten metaforik bir anlam barındırır ve yaĢamın bir dönüm anıyla, bir yaĢamı değiĢtiren kararla (ya da bir yaĢamı değiĢtirmede baĢarısızlığa uğrayan kararsızlıkla, eĢiğin ötesine adım atma korkusuyla) bağlantılıdır. Edebiyatta eĢik kronotopu bazen açıkça ama genellikle de örtük bir biçimde hep mecazi ve simgeseldir. Örneğin, Dostoyevski‘de eĢik ve ilgili kronotoplar-merdiven, ön hol ve koridor kronotopları kadar bu uzamları açık havaya taĢıyan sokak ve meydan kronotopları daana eylem mahalleridir; büyük olaylarının, bir insanın tüm yaĢamını belirleyen düĢüĢlerin, diriliĢlerin, yenilenmelerin, tecellilerin, kararların gerçekleĢtiği yerlerdir. Bu kronotopta zaman temelde ansaldır; sanki hiç süresi yokmuĢ ve biyografik zamanın normal seyrinin dıĢına çıkmıĢ gibidir (Bakhtin 2001: 321-322). Cengiz Dağcı‘nın eserleri de kronotopik okumaya müsaittir. Kendi biyografisiyle ete kemiğe bürünmüĢ zaman ve mekan kavramının buluĢtuğu vaka sürgündür. Vatanı Kırımdan kopuĢtur. Zaman Dağcı için sürgünden önce, sürgün anı ve sürgünden sonradır. Mekânsa sürgün öncesi Kırım‘ın ilçe ve köyleri Gurzuf, KızıltaĢ, Çukurca, Akmesçit, vb. geniĢ mekânlar ve bu mahalde geçen simgesel dar mekânlar, Gelinkaya, Muharrem‘in Fırının yanındaki çeĢme, Tokal cami, 9 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 MemiĢ‘in bayırı vb. yerlerdir. Vatanından kopuĢ anı veya sürgün anında karĢılaĢtığı mekânlar, savaĢ cephesi, esir kampları, tren yolculuğu ve uğradığı bazı Ģehirler yolda karĢılaĢılan yerlerdir. Sürgünden sonra ulaĢtığı mekânların yazar için bir değeri yoktur. Bundan dolayı sürgün sonrası yerlerin adından az bahsedilir. Onun için daha ziyade sürgün öncesi yer olan Kırım daha önemlidir. GeçmiĢ bellekteki hatıralarla Kırımda ki mekânlarda hep gezintiler yapmayı tercih eder. Cengiz Dağcı‟da Kronotopik Unsurlar Cengiz Dağcı‘nın eserleri iki tür kronotopik okumaya uygundur. Bunlardan biri yol diğeri eĢik kronotopudur. Yol Kronotopu: Anayurt ve KopuĢun Savurduğu Mekânlar Cengiz Dağcı‘nın romanlarının baĢlangıcı veya sonu sürgündür. Sürgün de mekândan yani anayurttan kopuĢtur. Bu da yol hikâyesi demektir. Yol Kronotopu Cengiz Dağcı‘nın eserlerinde en belirgin olanıdır. Korkunç Yıllar ve onu takip eden roman Yurdunu Kaybeden Adam, YoldaĢlar, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ġhtiyar SavaĢçı, Benim Gibi Biri, DönüĢ adlı eserler yol Kronotopuna sıkıĢtırılmıĢ vakalarla doludur. Yolda yerler yaĢanan acıları anlatması bakımından önemli olsa bile yoldan sonra ulaĢılan mekânların çok bir değeri yoktur. ―Benim köyümün ismi vardı. Yalnız köyümün değil, köyümün deresinin, çayırlarının, kayalarının, tepelerinin, çeĢmelerinin, camilerinin de isimleri vardı. Buranın bir ismi yok mu? ―Var!‖ dedi adam. ―Burası Sürgünyeri‖ ‖(Dağcı 2010: 67) Bu sözlerle sürgünden sonra ulaĢılan mekânların değerinin olmadığını belirtir. Onun için varsa yoksa sürgün öncesi mekânlardır. Yol kronotopunu Korkunç Yıllar‘la baĢlayan ve Yurdunu Kaybeden Adam‘la devam eden romanlarda görmek mümkündür. Ancak bu iki Romanda sık sık molalar vardır. Rus cephesi, Alman Esir kampları, Türkistan Lejyon‘u gibi yerler uzun mola mekânlarıdır. Yolculuğa baĢladığı nokta olan köyüne kısa bir fiziki bir geriye dönüĢ vardır. Ancak bu kalıcı değildir yine yola koyulacaktır. Kendini mülteci kamplarında bulacak sonra oradan da bu bahsedilen romanlarda Ġtalya dediği ama gerçekte Ġngiltere‘ye uzanan uzun bir yolculukla sonlanacak zaman-uzamı içinde bitirecektir. Bu iki romanın baĢlıca mekânları Gurzuf ve onun Köyü olan 10 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KızıltaĢ ve bir de Akmesçit‘tir. Az da olsa Bahçesaray‘dan bahseder. Bu mekânlardan kopmadan önce bu mekânlar bazı acı olaylara sahne olmuĢtur. Ancak bu mekânlardan kopuĢ trajedinin en büyüğüdür. Yazar bu romanlarında KızıltaĢ‘a veya yukarıda saydığım belli baĢlı mekânlara geri dönüĢler yapar. ―Dün gece, buhran geçtikten sonra, saatlerce, yeĢil vatanımı düĢündüm. Ayı Dağı‘nın arkasından güneĢ doğuyordu. Karadeniz kıyılarından ta ayaklarıma kadar, yemyeĢil bağlar, basamak basamak yükseliyordu. Tepeler, köy mescitlerinin minareleri sisler içimden çıkıp güzel yurdum gözlerimin önene seriliyordu. Bu manzara kaybolmasın diye gözlerimi öyle sımsıkı kapıyorum ki…‖ (Dağcı 1989 : 251-252) . Yazar sık sık bu mekânlara geri dönüĢler yapar. Çünkü bu yerler onun için Smith‘in dediği gibi az çok kendilerini özdeĢleĢtirecekleri, aidiyet hissi duyacakları belli bir toplumsal mekân ve sınırları belli bir toprak parçasıdır (Smith 2004:24).‖ Bu alıntıya benzer mekân anlatımları aynı romanların birçok yerinde bulmak mümkündür. Çünkü bu mekânlar yazarın kendini özdeĢleĢtirildiği kimliğini oluĢturduğu belleğine hapsettiği mekânlardır. En ilginç yol Krontopu Biz Beraber Geçtik Bu Yolu adlı eserdedir. Burada çifte zaman örgüsü vardır. GeçmiĢ ve Ģimdiki zaman aynı anda yola koyulur. Ġzmail Tavlı‘nın tek baĢına annesinin ölümü, babasını hapse girmesi ve üniversiteye baĢlaması ve oradan askere gidiĢiyle baĢlayan sonra yolda yol arkadaĢı Ramilla‘yla karĢılaĢması ve Ģimdiki zamanda hastane odasına kadar süren yol uzam-zamanıdır. Ukrayna cephesi sonra Kirovograd esir kampı oradan Azatlık Ordusu katılmak Ostrov Ģehri ve VarĢova istasyonu Ramila ile karĢılaĢma Salzburg‘ta bir çiftlik, Ġtalya‘da bir mülteci kampı ve Londra son durak yolculuğu ve yolculuk esnasında yine onlarca iri ufaklı baĢka mekânlardır. Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam romanlarındaki yol hikâyesi ile ortak birçok olay mevcuttur. Sürgün sonrası varılan mekân Londra‘dır. Buranın mekânsal bir değeri yazar için pek yoktur. Sadece yolda karĢılaĢtığı Ramila‘nın yazar için özel bir anlamı vardır. ―Masalımsı bir görünüm değil bu. Farkındayım, sen ihtiyarlandın. Vücudun güçsüz. Görme yeteneğin zayıf. Bir kolunda ben, öbür kolunda Ramila, seni Salgır‘ın kıyılarında gezindireceğiz; Çukurca‘nın bahçeleri içinde, kayabaĢı kırlarında gezindireceğiz; pırıl pırıl bir taksiye bindirip Soğuksu‘yun kıyılarına götüreceğiz seni; Ayı Dağı‘nın gerisinden Gurzuf‘un göğüne yükselen güneĢin IĢınlarında ısınacak horlanıp ihtiyarlanmıĢ vücudun.‖ (Dağcı 1996: 277). 11 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Burada kendini özdeĢleĢtirme iki Ģeyde mevcuttur. Biri kendi yurdu diğeri Sevgili eĢi Ramilla‘dır. Millet olma niteliklerinden biri yurt bağıdır. Tarihsel bir bağ ile sınırları belli topraklarda hayat sürmektir. Bu topraklar öylesine topraklar değildir. Kimliğin oluĢmasını sağlayan mekânlardır. Oralarda tarihsel bellek havzaları bulunur. Millet kimliği bu mekânlara sıkı sıkıya tutunur. Benzer bir karĢılaĢma ve yol kronotopu Benim Gibi Biri adlı eserdedir. Barda geçen birkaç saatlilik sohbetten geçmiĢe dönüp uzun bir kaçıĢ ve yolda Joseph Tucknell ile karĢılaĢma sonra onu kaybetmesi ve yıllar sonra tekrar barda buluĢma ve kısa sohbetlerinde geriye dönüĢler vardır. Kırım‘da toprağında özgürce yaĢama isteğinden dolayı sistemin yurdundan kopardığı Cengiz Dağcı ve yolda karĢılaĢtığı Joseph Tucknell ile süre giden yol zaman- uzamı. Yolda uğranılan mekânlardan bara kadar uzanan bir tünel(yol)kronotopundan bahsedilebilir. YoldaĢlar adlı romanda da yol Kronotopu vardır. Bu cepheden geri dönüĢtür. Yani cepheden geri çekiliĢ zaman-uzamıdır. Bu cepheden dönüĢ anında ve mekânlarında vuku bulan olaylar da yoldaĢlar romanının zaman ve uzamını oluĢturmaktadır. DönüĢ adlı eserde Niyazi adlı kahramanın yol zaman-uzamı vardır. Yol hikâyesi de Gurzuf, Polonya VarĢova, Krakov, Prag ve tekrar Gurzuf‘ta geçen zamana temellük etmektedir. Yol zaman-uzamının en güzel anlatılığı romanlardan biri olan Ġhtiyar SavaĢçı adlı eserinde yol kronotupu Ģu Ģekilde anlatılmıĢtır. Gurzuf-KızıltaĢ ve sürgün yeri arasında geçen, sürgün yerine gidiĢ ve geliĢ, yolun baĢlangıcı ve baĢladığı aynı yere dönüĢle biten bir yol hikâyesi. SavaĢçının Ġkinci Dünya SavaĢı‘ndan köyüne dönüĢü romanın baĢlangıç zamanı oradan köyüne varana kadar yolda gördükleriyle baĢlar. Köyü KızıltaĢ‘ta meĢe ağacının altında karĢılaĢtığı büyük facia romanın dönüm noktasıdır. Sonra sürgüne gidiĢ. Tren yolculuğundan sürgün yerine varıĢ. Sürgün yerinde sanki uzun bir moladan tekrar yola koyulmayla aynı Ģekilde trenle geriye yolculuk. KızıltaĢ‘a geri ulaĢma ve meĢe ağacının altında biten yol. Olaylar A noktası KızıltaĢ uzamından baĢlayıp B noktası Sürgün yerine gidiĢ ve dönüĢ arasında ki zamanda cereyan etmiĢ gibidir. EĢi Melek Hanım kocasının ölümünden sonra B noktası olan sürgün yerine tekrar gider. Ölümüne yakın KızıltaĢ‘a geri döner. Ve yolculuğunu sonlandırır. Diğer kalanların da yolculukları baĢlangıç yeri olan A noktası Gurzuf-KızıltaĢ‘a dönüĢle bitecektir. O anlar Ģu sözlerle anlatılır. ―SavaĢçı, Ceneviz kalesinin az uzağındaki Adalar‘a dalmıĢtı; Melek hanımsa iskeleye. Ġskeleye bakarken çocukluk yıllarını hatırlıyordu: gün, bugünkü gün gibi güneĢli ve 12 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sıcak bir günse, annesiyle birlikte Yalta vapurun beklediklerinde iskeleden inip kıyını çakıltaĢları üstünde koĢardı küçücük Melek hanım; ve koĢarken ayakları dibindeki çakıllardan çıkan Ģakırtıyı dinlerdi.‖ ―Gurzuf, Ceneviz kalesi, Adalar, Ayı Dağı kırkbeĢ yıl öncesi gibi görünüyorlardı buradan. Haziran güneĢi de, kırkbeĢ yıl öncesi gibi, Ayı Dağı‘yla Adalar arasına sepetler dolusu mücevher serpmiĢti sanki ıĢıl ıĢıldı denizin yüzü.‖ (Dağcı 2010: 118122) DönüĢte Gurzuf değiĢmiĢtir. Belleğindeki Gurzuf‘u hatırlar. Burada mekânlarla beraber diğer imgelerde zihnine üĢüĢür. Çünkü ―Bellek, mekân dıĢında, seslere, kokulara, dokulara, imgelere demirler. Bellek dilsel değil imgesel yapılanmıĢtır: Hatırlamak zihnine bir takım ―imgeler‖ çağırmaktır.‖(Dereli 2011) Ceneviz kalesi Adalar, iskele, gün, güneĢ, sıcaklık, Yalta vapuru, çakıl taĢlarından çıkan sesler, kokular, dokular, imgeler, sesler ve mekânlardır. Ġhtiyar SavaĢçı‘da diğer romanlarda olmayan bir durum söz konusudur. Bu romanda anayurda dönüĢ söz konusudur. Yazar dönüĢle beraber gelecek mekân inĢası yapma gayreti içindedir. ―Siz gidin. Ben yaya gideceğim. Muharrem‘in fırını önünde bekleyin beni, dedi. Yarım kilometre ötedeki MemiĢ‘in deresi üzerine atılı köprüyü geçerek…O bayırın(MemiĢ‘in bayırı) öncesinde KızıltaĢ bekliyordu onu. Oysa farkındaydı, kendi insanlarından kimse yoktu KızıltaĢ‘ta. Belki de bomboĢ kalmıĢtı KızıltaĢ kırkbeĢ yıl süresince. Evler çökmüĢtü belki de. Hayvanlar gebermiĢti. Yollarını, çeĢmelerini yabanıl otlar kaplamıĢtı belki de KızıltaĢ‘ın. Ama boĢ olsundu KızıltaĢ. Issız olsundu. Yavan olsundu. Onun KızıtaĢ‘ıydı gene de. Ve KızıltaĢ‘ına gidiyordu SavaĢçı. Birinciydi. Ġlkin o girecekti KızıltaĢ‘a Ondan sonra oğullar gelecekti; kızları, torunları gelecekti. KızıltaĢ bağrını açacaktı onlara bir ana hasretiyle. SavaĢ sonrası KızıltaĢ‘a çökmüĢ lanetli karanlık çok uzun sürmüĢtü. Kalkacaktı artık. Dağılacaktı. GüneĢ doğacaktı. Evet, güneĢ ıĢıyacaktı.‖ (Dağcı 2010: 126). Yazar bu satırları yazarak hayalen öz yurduna dönüĢü ilk kendisi yapıyor. Roman kahramanı Ġhtiyar SavaĢçı‘yı KızıltaĢ‘a göndererek yapıyor. KızıltaĢ bıraktıkları gibi olmayabilir ama ne olursa olsun orası onlarındı ve yeniden bu mekâna dönüp orayı inĢa etmelidir. Bu romanların yol ortak kronotopunda anlatılmak istenen yazarın kendi biyografisinden de romanlara sızan ana tema vatandan kopuĢtur. KızıltaĢ‘tan, Gurzuf‘tan, Akmesçit‘den bütünde ise Kırım‘dan kopuĢtur. Bu mekânlardan kopuĢ kendiliğinden olmamıĢtır. Sistemin müdahalesi 13 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sonucu vuku bulmuĢtur. Bu kopuĢ yazarında bizatihi yaĢadığı durumdur. Bundan dolayı bu romanlara hayalle karıĢık yazarın kendi gerçekliği sinmiĢtir. Romanlarda yer yer Ģimdiki zamandan bahsedilse de geçmiĢ zaman ön plandadır. Çünkü geçmiĢte yazar kendi vatanı olan KızıltaĢ, Gurzuf, gibi mekânlarda yaĢardı. Belleğinin mekânları bu yerlerdi. Yolda uğradığı diğer mekânlar onun için sonuçtur. Trajedinin bir sonucu olarak bu mekânlara yolculuk yapmak zorunda kalmıĢtır. Yazar kendini hep buralara ait hisseder. Belleğinde ki bu hafıza mekânlarına yolculuk yaptırarak geriye gider. Salgır‘ın kıyısında dolaĢır. MemeĢin bayırından geçer. Ayı Dağ‘ına, RomankoĢ‘a, Gelinkaya bakar. Muharrem‘in fırınının önündeki çeĢmede soluklanır. Üzüm bağlarında çalıĢmak onun için iĢ değil keyiftir. EĢik Kronotopu: Toprakta Ölüm ve Toprakta DiriliĢ Cengiz Dağcı‘nın Kırım‘ı anlatan romanlarında baĢka bir kronotop türü de eĢik kronotopudur. Onlar da Ġnsandı, O Topraklar Bizimdi ve Badem Dalına Asılı Bebekler adlı romanlar bu kategoriye girer. Bu romanlar KızıltaĢ ve Çukurca‘ın hikâyeleridir. Bir bakıma TaĢra Koronotopu görünümündedirler. Ama taĢra kronotupuna girmezler. Çünkü olaylar durağan değildir, dinamiktir. Evlerin eĢiklerinin ön hollerinden sokaklara taĢan açık meydanlarda vuku bulan olaylar dizisi bu üç romanın atmosferine sinmiĢtir. Ayrıca toprakta ölümle eĢiğinden yine toprakta dirilmeye giden mecazi anlatımların da bulunduğu romanlardır. Onlar da Ġnsandı adlı eserde dönüm noktası Bekir‘in evine aldığı iki Rus garibanıdır. Bundan sonra olaylar hızla geliĢir. Önce uğursuzluklar zuhur eder. Macik adlı ineği hastalanır. Ensesinde çıban çıkar. Seydali‘yle arası açılır. Otomobil Niyazi‘yi ezer, vb. uğursuzluklar zinciriyle eĢikten meydanlara sarkan olaylar baĢlar. Sonra Ruslar KızıltaĢ‘ı istila ederler. Evlerine aldıkları Ġvan adlı kiĢi Bekir‘e ihanet eder. Birçok kiĢiye zarar verir. Ve en sonunda Bekir‘in evine yerleĢir. Olayların genel mahalli KızıltaĢ‘tır. Onunla birlikte Topkaya, KuĢkaya, Gelinkaya, bağ, bahçe ve tarlalar gibi birçok mekânlar da zikredilir. ―Kırım‘ın burası çok güzeldi. Solda, dağların üstünde yayla, tavlı bir beygir sırtı gibi temiz ve parlaktı. AĢağıda, köyün gerisinde, tütün aranlarına kadar inen koyu yeĢil, cılız çamlıklar, kadife yamaçlarla örtülü dağların, derisi yüzülmüĢ hayvan eti renginde çıplak yerleri, ıĢıklar altında yanıyordu. Daha aĢağıda; uçurumları al, beyaz, sarı, kırmızı renklere bürünmüĢ Gelinkaya ile, ondan epeyce uzakta, kurĢun rengi yaz-kıĢ hiç değiĢmeyen Topkaya; birbirlerine bakarak sessiz-sakin, dertlerini söyleĢiyorlardı. 14 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Topkaya‘nın derdi, Gelinkaya‘nınkinden daha büyük, daha derin gibiydi. Göğün kimbilir neresinden kopmuĢ bir bulut parçası, her akĢam gelir, Topkaya!yı sarardı. Esen rüzgârlar, sadece Ayı Dağ‘la yaylaların arasındaki geçitten geçer, KızıltaĢ bahçelerindeki elma, armut, kayısı, Ģeftali, hurma ağaçlarını, tütün tarlalarındaki tarhları tarar, her yerden bir tat, bir hoĢ koku alarak Roman KoĢ‘un eteklerine gidip yatarlardı…‖ (Dağcı 1999: 9) Çevresel etkilerin öneminden bahseden Nurullah abalı sosyal yapıyı oluĢturan tabii çevredir, der. ―Tabii çevreden kasıt iklim ve bitki örtüsü, coğrafi ve jeolojik yapıdır. Tabii çevre iktisadi ve sosyal hayatı geniĢ ölçüde etkiler ve en çok insanların örf ve adetlerinde ayırıcı özelliğini gösterir.‖ (Abalı 2009:43) KızıltaĢ‘ın etrafında oluĢan sosyal yapı, iklim ve bitki örtüsü, coğrafi ve jeolojik yapı tabii çevre iktisadi ve sosyal hayatı geniĢ ölçüde etkiler ve en çok insanların örf ve adetlerinde ayırıcı özelliğini gösterir. Örneğin Gelinkaya sadece Gelinkaya değildir. Gelinkaya kendi efsanesini oluĢturup bir milletin belleğine çadır kurup o milletin kimliğini de oluĢturur. Ve KızıltaĢ‘ta yaĢayan insanlar bu mekânın iklimiyle mündemiç bahçe tarla iĢleriyle sosyal ve iktisadi yapıları teĢekkül eder. Romanda bu topraklarda çalıĢmak KızıltaĢ‘lılar için bir zevktir. Onlar için bağ ve bahçelerinde çalıĢmak adeta günlük yapa geldikleri hobileridir. Ġstila ile beraber tarlaları ellerinden alınıp kolhoza verilmek istenmektedir. Bekir‘in arkadaĢı, komĢusu Enver karĢı çıkar bu topraklar için ölür. Bekir ise tarlasına gider. ―Bekir KuĢkaya‘ya gidiyordu. Elleri, yumrukları, diĢleriyle KuĢkaya‘yı sökmek, parçalamak, taĢını toprağını Ģosede otomobile yol verdiği yere devirmek istiyordu. Bekir‘in acısı, Enver‘inkinden daha keskindi belki. Çünkü Bekir de bu toprakta, bu güneĢin altında doğmuĢ, büyümüĢtü. Birden ayakları altında yumuĢak toprağı tanıdı, durdu. BaĢını göğsüne eğdi, göğüslerini açtı, toprağa baktı. Evet toprağıydı; Güzel, kılık, kalbe yakın, dost toprağıydı, kendi toprağıydı, bu! BaĢını kaldırdı, karĢıdaki bayırda mahsun mahsun duran beĢ armut ağacına baktı. Uzun uzun baktı. Birden bire yere kapandı, toprağına sarıldı, ağlamaya baĢladı: ―toprağım. Ben seninim. Ben seninim, toprağım! Beni bırakıp gitme gavur Ruslara al beni, al! Koru beni, toprağım koru!‖ (Dağcı 1990: 9) 15 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bekir‘in tarlasının yanında KuĢkaya vardır. KuĢkaya yıkılacak ve oradan yol geçecektir. Bekir tarlasına gidince KuĢkaya yol çalıĢmalarında patlatılır. Bekir‘in üzerine yığılır. Tarlasına beni bırakma diyen Bekir, kendi tarlasında can verir. Romanın sonunda istilanın Ģiddeti artar. Köylüler meydanda toplatılır. KarĢı koyanlar öldürürler. Kalan KızıltaĢ‘lılar da sürgüne gönderilirler. O Topraklar Bizimdi romanı Onlar da Ġnsandı romanının devamı niteliğindedir. Bu romanda mekân Çukarca‘dır. Bu romanda Kırım tarihinde yaĢanan olaylar-Sovyet iĢgali sonrasında Alman iĢgali ve tekrar Sovyet iĢgali- anlatılmıĢ KızıltaĢ‘tan sonra Çukurca ve insanlarına ayna tutulmuĢtur. Ġstila sonrası kolhoz sistemi kurulmuĢ. Çukurcalıların topraklarına devlet tarafından el konulmuĢ. Yeni sistemin negatif etkilerinin derinden hissedildiği dönemdir. Mekânsa Çukarca‘nın meydanları, bağ ve bahçe ve tarlarıdır. EĢik kronotopununda belirtilen sokak ve meydanlara denk düĢmektedir. Onlar da Ġnsandı adlı romandakine benzer bir hikâye de O Topaklar Bizimdi‘de vardır. Yalnız birinde romanın sonunda yer alırken diğerinde benzer hikâye romanın baĢındadır. Hikâye Ģöyledir. Kolhoz sistemi kurulmuĢ insanların ellerinden malları alınmıĢtır. Ġsteyen istediği gibi kendi toprağına girememektedir. Hasan‘ın kayınpederi ısrarla kendi toprağında bir gün çalıĢmak istemiĢtir. Reis Bilal‘da ısrara dayanamayıp izin vermiĢtir. Yazar günün sonunda vuku bulan olayı Ģöyle anlatır. ―Ġki eliyle toprağı tutmuĢtu. Toprağı avuçları içine alıp yüzüne sürmüĢ ve ölmüĢtü. PiĢman değildi öldüğüne. Yüzünde, hayatı bırakıp gittiğine dair bir üzüntü yoktu. Yatıyordu eĢikte. Dizlerinde toprak, avuçları içinde toprak, dağınık saçlarında toprak, her yerinde toprak! Yalnız çok sevdiği toprağın altına girip sonsuz uykusuna yatmadan önce, evine uğramıĢtı. Eviyle ve evinin içerisindeki insanlarla vedalaĢmak için evine uğramıĢtı. Sonra toprağın altına yatıp kendisi de bir avuç toprak olacaktı. Bunun için yaĢamıĢtı. Ve iĢte, Ģimdi toprağa gidiyordu.‖ (Dağcı 1990: 11) Yazar bu olayı bir iç konuĢmasında anlatırken mekânının önemine vurgu yapmıĢtır. Burada mekân kiĢinin öz toprağıdır. Ancak elinden alınmıĢ; ondan yoksundur. Hasretle hep toprağında çalıĢmayı arzulamıĢtır. Bir gün ısrar edip toprağında çalıĢmıĢ ancak iĢ bitip ayrılmak zorunda 16 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kalınca toprağına bir daha kavuĢamayacağı duygusuna dayanamayarak ruhunu toprağında teslim etmiĢtir. Reis Bilal bu olayın detayını Ģu Ģekilde anlatır. ―-Ah, öyle. Ben arabada, tarlanın kıyısındayım. Kaynatan beni görünce tırpanını bıraktı, elini kaldırıp bir selam verdi. Sonra bana doğru yürüdü. Ama yanıma gelmeden bir kez durdu. Durdu da iki eliyle kendi gırtlağını kavradı… Ne olduğunu anlamama vakit kalmadan iki dizi üstüne düĢtü, namaz kılar gibi, iki elini uzattı, toprağı tuttu, sonra da alnını kolları arasında toprağa vurdu. Ben hemen arabadan atlayıp koĢa koĢa gittim, ama geç. BaĢını kaldırdı, iri gözleriyle yüzüme baktı. Sonra gözlerini döndürdü. Bir Ģey söyleyecekti, söylemedi. Ağzına ak köpük doldu. Yalnız bir kerecik boğazı içinden bir gık çıktı da o saat yere serildi. Yürek, balam, yürek!‖ (Dağcı 1999: 11) Burada anlatılanlar toprak sevgisinin yüceliğidir. Ġnsan toprağı için yaĢar. Topraksız yaĢamın mümkün olamayacağını belirtmek içindir. Toprak insanın mekânıdır. Kendi varlığının, aidiyetinin bir parçasıdır. Mekânsız hayat kimliksiz bir yaĢamdır. Yazar bundan dolayı toprağıyla hep var olmuĢ kiĢinin onsuz var olamayacağını, olsa bile kimliksiz biri olacağını belirtmeye çalıĢmıĢtır. Yazar bu romanda Çukurca‘ya bakınca KızıltaĢ‘ı hatırlamıĢ. Oranın bağlarını, bahçelerini, denizini hatırlamıĢ ve hislenmiĢtir. Yazarın çukurca ile ilgili görüĢlerinin özeti niteliğindeki bu görüĢlerini bu romanda Ģöyle ifade eder. ―Çukurca da güzeldi. Bir yanda, Karadeniz‘in derin ve ıĢıltılı sularını andıran, yeĢil bahçeler; öte yanda güneĢ ıĢınlarında yıkanan ekin tarlaları; orta yerde ise, kocaman bir çanak içindeymiĢ gibi, Çukurca. Solda, taa Çadır Dağı‘nın dibinden çıkıp kara ormanlar içinde, derelerde gizlene gizlene akıp gelen Salgır, Çukurca‘nın az ötesindeki ormanlardan baĢlayarak kendini insanlara gösterip tanıtmak istiyormuĢ gibi, kalınlaĢıyor, büyüyor, güçleniyor ve bütün Çukurca‘yı kucaklamak özlemiyle buruluyor, güneĢin altın ıĢınları altında gümüĢten bir kuĢak gibi parlıyordu…‖(Dağcı 1990: 23) Yazar için Çukurca vatanın bir parçasıdır ve orası da onu hislendirecek kadar güzeldir. Vatandan ayrı kalmıĢ bir kiĢi için bu ifadeler bir bellek tazelemedir. Bu ifadelerle belleğinde iĢaretler bıraktığı mekânlarda gezintiler yapmaktadır. 17 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ancak ne yazık ki bu mekânlarda hep acı yaĢanmıĢtır. Dede Cavitler caminin yanındaki ağaçta asılmıĢ. Köy meydanında millet toplanmıĢ kurĢuna dizilmiĢtir. Çukurca yazarın ifadesiyle yüzyılların sırrını saklayan mezarlık gibidir. Acı ve tatlı hatıralarla doludur. Ama ne olursa olsun oradan ayrılmak niyetinde değildir. Yazarın rotası Çukurca‘ya doğrudur. Bunu da romanın sonunda Selim AyĢe‘nin oğlu Alim‘in elinden tutup Çukurca‘ya doğru gitmesiyle ifade etmiĢtir. Badem Dalına Asılı Bebekler romanında da eĢik kronotupu vardır. Olaylar durağan değildir. Yoğun trajik olaylar vardır. Bu olaylar küçük yaĢtaki Haluk adlı kiĢinin gözünden anlatılır. Zaman Birinci Dünya SavaĢı sonrası Sovyet dönemidir. Mekân yine KızıltaĢ‘tır. KızıltaĢ‘ın mezarlıkları, evleri, meydanları bu romanın eĢik kronotopuna ev sahipliği yapar. Birinci Dünya SavaĢı‘ndan hemen sonra Kırımlılar kısa bir müddet huzur içinde yaĢamıĢlar. Bu romanda bu huzur dolu günler Haluk‘un mutlu günleri olmuĢ ancak bu günler çok sürmez. Önce Haluk‘un annesi ölür. Evler iĢgalciler tarafından müsadere edilir. Sevgil‘in babası ölür. Tomak amca mezarlıktaki badem ağacına asılmıĢ olarak bulunur. Haluk‘un babası da köyü terk eder ama ayrılmadan önce ―Bu toprakların bizim olması Ģart‖ diyerek vasiyette bulunur. Artık bu topraklarda sevinç kalmamıĢtır Haluk için. Yakın arkadaĢları da kısa bir müddet sonra köyü terk ederler. Sonra yine aynı trajedi. KızıltaĢ‘lılar sürgüne gönderilir. Bu romanda geçen baĢlıca mekânlar Haluk‘un kaldığı Mansur‘un odası, müsadere edilmiĢ evler ve mezarlıklardır. Yazar Haluk‘un gözüyle Ģöyle anlatır. Haluk hep Mansur‘un odasında hep hayale dalar. ―Ben usumda badem filizleriyle örülü bir çevre çizeceğim. Usumda çizdiğim bu çevre içinde kulaklı ve kulaksız Alim Aydamaklarımız; çilli Sevgililerimiz ve koca burunlu Halidelerimiz; üzüm bağlarımız ve mezarlıklarımız; ak keçilerimiz ve karatavuklarımız; Ayı Dağ‘ımız ve Soğuksu‘yumuz; badem dallarına asılı bebeklerimiz ve bağlarda kanlanan tavĢanlarımız; suyumuz, havamız, ıĢığımız; etimiz ve canımız; akımız, karamız, yaramız… her Ģeyimiz ve her Ģeyimizin ortasında benben, sürgünü bin yıl süren Yahudi sabrıyla usumda çizdiğim bu çevre içinde durarak içimden:‖ (Dağcı 2012: 220) Mansur‘un odası Haluk‘un hayalinin yeridir. Müsadere edilmiĢ evler ise gerçekliğin mekânlarıdır. Mezarlıklar milletin kolektif hafızasının mekânlarıdır. 18 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Haluk‘un hayali olarak romana girmiĢ olanlar aslında yazarın biyografisinden taĢıp gelenlerdir. Kendisinin ve Kırım‘lıların ortak hayalidir. Efsanevi yurtsever Alim Aydamak, üzüm bağları, dağları, ve mezarlıklarıyla bunlar bir millete ait değerlerdir. Yazar sabırla hayalinin gerçek olacağı günü beklemektedir. Müsadere edilmiĢ evler Kırım‘ın tarihidir. Kırım‘da yaĢanan gerçek tarihtir. Ġstilanın neticesidir. Mezarlık ise bir milletin belleğidir. Her ne kadar orada yatanlar hayatta değillerse de milletin belleğinde canlıdırlar. GeçmiĢi yaĢatırlar. Doğal olarak mezarlıklar, bir milletin hayatta olmayan insanlarını günümüzde yaĢatan yegâne fiziki yerlerdir. Bundan dolayı olayların belli bir bölümünde mezarlıklardan bahsedilmiĢtir. Romanın can alıcı noktasını mezarlıktaki badem ağacı oluĢturur. Mezarlıktaki bu badem ağacı kesilir. Ama bu badem ağacı yine filiz vermeye devam eder. Bu metafor Kırımlıların çoğu mezarda olsa bile tamamen yok olmayacağının ve Kırım‘da tekrar yaĢayacaklarına dair bir göndermedir. (Kocakaplan 1998:70) Diğer iki romanın Onlar da Ġnsandı‘da Bekir‘in, O Topraklar Bizimdi‘de Hasan‘ın kayınpederinin kendi toprağında can vermeleri de bu iki romanın eĢik kronotupunun mecazi anlatımlarıdır. Kendi toprağında ölmek kendi toprağında dirilmenin simgesel anlatımıdır. (ġahin 2011: 145) Mikhail Bakhtin‘e göre eĢik kronotopu üstü örtük bir Ģekilde vurgulanan metoforik ve simgesel anlatımdır. Cengiz Dağcı‘nın romanlarında vurguladığı bu mekânlar onun geriye dönüp baktığı ve hatırladığı mekânlar değildir, o hayattayken Londra‘da eĢi Regina‘nın yanında bu bahsettiği mekânlarda adeta bizzat yaĢardı. Kendisi de bunu hatıralarında Ģöyle ifade eder. ―Sık sık. AltmıĢ yıl boyunca üstünde doğup büyüdüğüm topraklara dönmediğim bir günüm, gecem olmadı. Yolum oraya her düĢtüğünde baĢkalarının beni görmelerini ve duymalarını istedim. Hayır, hayali değildi benim ziyaretlerim. Hiç kopmadı benim gerçeklerimizden benim ziyaretlerim.‖( Dağcı 1998: 12) 19 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Netice olarak, Cengiz Dağcı‘nın eserlerinde iki türlü kronotop görülür. Bunlardan biri yol, diğeri ise eĢik kronotopudur. Yol kronotopunda anayurtdan çıkıp yollarda karĢılaĢtığı olaylar yol zaman-uzamıyla ifade edilirken, ikinci tür kronotop ise sokak ve meydanlara taĢan olaylar örgüsünün eĢik zaman-uzamı kullanılarak anlatılmasıdır. Cengiz Dağcı‘nın bu mekânlardan uzun süre uzak kalmasına rağmen sanki bu mekânlarda hep yaĢamıĢ gibi bu mekânlardan bahsetmesi, bu mekânların bellekte canlı kalmasını sağlamak ve tekrar oralarda Kırım Tatarlarının yaĢamasına yol açmak içindir. Bir ölçüde kimliğin ihtiyacı olan toprak parçasını inĢa etmektir. Bunun öylesine bir toprak parçası olmadığını bu toprak için çok acılar çekildiğini onun için bu yerlerin kendileri için vazgeçilmez bir mekân olduğudur. Bu mekânlar orada hayat sürdükleri, orada var oldukları, oradan çıkınca yaĢamakta zorlanacakları yerlerdir. ―Yurt kavramı nehriyle, deniziyle gölleri ve dağlarıyla kutsal hale gelir. Tarihi bellek ve çağrıĢımların mekânları haline gelir.‖(Smith 2004: 25) Anthony Smith‘in bu sözünü haklı çıkarcasına çok kez romanlarında yazarın bu özel mekânlardan bahsetmesi, oraların kimlikleri için çok önemli hatta kutsal olduğunun bir kanıtıdır. Kaynakça Abalı, Nurullah, (2009), Gelenksellik ve Modernizm açısından Kılık Kıyafet, Ġstanbul, Ġlke Yayıncılık. Bakhtin, Mikhail, (2001), Romana Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar, (Çev: Soydemir,Cem) Ġstanbul: Ayrıntı. CoĢkun, Betül, "Halide Nusret Zorlutuna‘nın Romanlarını Kronotopik Okuma", Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, , 6/1, Winter 2011, s. 860-877. Dağcı, Cengiz, (2012), Badem Dalında Asılı Bebekler, Ġstanbul, Ötüken, 6. Basım Dağcı, Cengiz, (1998), Hatılarda C.D., Ötüken, Ġstanbul. Dağcı, Cengiz, (2010), Ġhtiyar SavaĢcı., Ötüken, Ġstanbul. Dağcı, Cengiz, (1989), Korkunç Yıllar., Ötüken, 5. Basım, Ġstanbul. Dağcı, Cengiz,(1990), O Topraklar Bizimdi., Ötüken, 15 Basım, Ġstanbul. 20 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Dağcı, Cengiz, (1990), Onlar da Insandı., Ötüken, 15 Basım, Ġstanbul. Dağcı, Cengiz, (1996), Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ötüken, 1. Basım, Ġstanbul. Dereli, Gülsüm, (2011), "Kültürel Bellek: hatırlayıĢ ve unutuĢ." Hafıza ÇalıĢtayı, Nesin Matematik Köyü, Ekim 2011. Kocakaplan, Ġsa. (1998), Kırım'dan Londra'ya Cengiz Dağcı., Ötüken, Ġstanbul. Narlı, Mehmet. (2007), "Romanda Zaman ve Mekan Kavramları." Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mayıs 2007, s.5-7. Smith, D. Anthony (1991), Milli Kimlik. (Çev: ġener, Bahadır Sina). 2004 ed. Ġstanbul. ġahin, Ġbrahim, (2011), "Cengiz Dağcı'nın Eserlerinde Neden/nedensizlik Dili." Bellek-ĠnsanEser. Ed. Emel Kefeli, Nesrin Sarıahmetoğlu, Ötüken, Ġstanbul. 21 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 SOFRACI DĠVANI VE NÜSHA TANITIMI Adem Balaban Bünyamin Çağlayan ÖZET Dil, kültür ve tarihimizin hazineleri olan Türkçe yazma eserler, yurt içi ve dıĢında birçok kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan birçoğu incelenmiĢ olsa bile bazıları hala bilinmemekte ve gün ıĢığına çıkmayı beklemektedir. Bu eserlerden biri de Arnavutluk Milli Kütüphanesi Dr. 7. D. 19 numarada kayıtlı olan Sofracı Divanı‘dır. Eserin UĢĢakitarikatına bağlı Sofracı mahlaslı biri tarafından yazıldığı anlaĢılmakla beraber, Sofracı‘nın kim olduğu hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Ġçindeki Ģiirlerden Sofracı‘nınadının DerviĢ Ali olduğu, UĢĢakitarikatine mensup olduğu ve UĢĢakiĢeyhi CemâleddinUĢĢâkî(ö. 1750) döneminde yaĢadığı anlaĢılmaktadır. ġiirlerinde sade bir dil kullanan Ģair dini tasavvufi Ģiirler yazmıĢtır. Bu çalıĢmamızda Sofracı Divanı‘nın nüsha tanıtımı ve içindeki Ģiirler hakkında bilgi verilecektir. Kaynaklarda adı veya mahlası zikredilmeyen Sofracı‘nın bu çalıĢmamız ile edebiyat dünyasında bir değerlendirmeye tabi tutulacağına inanıyoruz. Anahtar Kelimeler: Sofracı divanı, UĢĢakî, nüsha, yazma eser. Sofracı‟s Divan Andits Description ABSTRACT Turkishmanuscriptsaretreasures of ourlanguage, cultureandhistory. Theseworksarefoundat manylibrariesin Turkeyandabroad.Manyof themhavebeenstudiedeventhoughsome of them still Dr.Hëna e Plotë "Bedër" Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tiran/Arnavutluk. Dr.Hëna e Plotë "Bedër" Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tiran/Arnavutluk. 22 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 wait to be known. One of theseworks is Sofracı‘s Divan. This book was registered at Dr. 7. D. 19 number at the National Library of Albania. Sofracı who is a member of UĢĢaki Cult wrote this work. There is no information about him in his book or in any other sources. According to his poems, Sofracı lived during sheikh JamaluddinUĢĢâkî (d. 1750) period or after him. He used plain language in his poem sandwrotereligiousmystical poems. Inthisstudy, we will present Sofracı‘s Divan and will give information about the content of the book. We belive that our study will contributet otheliterarybyintroducing Sofracı‘s Divan to the world. Keywords: Sofracı‘s Divan, UĢĢakî, manuscripts, copy. Sofracı‟nın Hayatı Sofracı mahlasıyla yazan Ģair hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak eserinden hareketle, kiĢiliği, dili, edebi kimliği, dünya görüĢü hakkında bilgiler vermeye çalıĢacağız. Hakkında bilgi edinmeye çalıĢtığımız tek eser, yine kendinin yazmıĢ olduğu divanıdır. Bir Ģiirinden adının Ali olduğu ve Edirneli Pir CemâleddinUĢĢâkî‘nin müritlerinden olduğu anlaĢılmaktadır. Kullandığı mahlasa ve aĢağıdaki beyte bakılırsa Pir CemâleddinUĢĢâkî‘nin yanında sofracılık yapmıĢtır: Cemâlinin bendesidir Sofracı derviĢ ‗Âlî Nâm u ‗ârı terk idüp Ģevkiyle devrân eyleriz (18a/10) Bunda bana didilerSofracı derviĢ ‗Âlî Bundan ulu adımız cândamihmân gizlidir (16b/10) Eserin telif ya da istinsah tarihi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Sofracı‘nıneserininerede ve ne zaman yazdığı bilinmemektedir.Ancak Ģeyhinin Ġstanbul‘a gitmesini bir Ģiirinde dile getirmesi, muhtemelen Edirne‘de yaĢadığını göstermektedir. Bir Ģiirinde Ģeyhinin Ġstanbul‘a gidiĢini ve kendisinin bu ayrılıktan duyduğu üzüntüyü dile getirmiĢtir: Ġslâmbul‘a hicret itdi,egrikapuyıfeth idi MeĢâyih cümlesi didi, kutb-ı ‗âlemdir ey sufî (40a/11) ġair divanının baĢında yazmıĢ olduğu bir elifnamede, kendisinden ve divanını yazmasından bahsetmektedir. AĢağıdaki beyitlerden mahlasının Sofracı olduğu ve divanını yazmak için büyük zatların himmet ve dualarına müracaat ettiği anlaĢılmaktadır. 23 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yatıp her dem Sofracıâh eyledi Yürek suzân , ciğerbiryân eyledi Yazampîrler himmetiyle divânı Yardım ide, bulamHak‘da mekânı (3b/2-3) ġair,divanının baĢında yazmıĢ olduğu elifnamedeUĢĢâkî tarikatının methini yapar. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hasan Basri‘den baĢlattığı UĢĢâkî tarikatındaki silsileyi sayar ve kendi Ģeyhi Edirneli Pir CemaleddinUĢĢakî‘ye kadar getirir ve onları över. Bu ‗UĢĢâkîtarikiminmedhini Eyledin yâd, cümle erler ismini Pürnur eyle cümlesininkabrini Bu fakire ‗ayân eyle sırrını (6a/10-11) Kendisinin de Halvetilerin UĢĢaki koluna mensup bir derviĢ olduğunu, Ģeyhininde Edirneli Pir CemaleddinUĢĢakî ve Pir Hüsameddin UĢĢakîolduğunuzikretmektedir: Bu derviĢ Sofracı anunkuludur Cemâleddinolubdur ol meĢâyih (13a/10) Gel ey DerviĢ Sofracı nuĢ eyle câmısakiden Dost elinden içmeyen mestâne olmaz âĢinâ (7a/7) Yeri gögikaplamıĢdırkemâlî Ya‘nisultân Ģeyhimdir Cemâlî Yeter dilde bana Ģâhım Cemâlî Yeter cândasecdegâhımCemâlî (5b/12) Sofracının budur hâli, bir oldıhâl ile kâli 24 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Pîrioldır ġeyhCemâlî, kalma yabanda ey zâhid (14b/14) Ehil diller ser çeĢmesi, evliyâlar güzidesi SeyyidAhmedhalifesi, Hüsâmeddin benim pirim Kasım PaĢa‘dır ol er makâmındadolunurlar ‗ÂĢık isen sen de eger, Hüsâmeddin benim pirim Sofracının odur Ģâhı kusurı çokiderâhı EvliyâlarpadiĢahı , Hüsâmeddin benim pirim (29a/3,6,9) Ezelden yâr ile yâriz,bize ‗UĢĢâkîlerdirler Gel ey zâhid biz ol cânız, bize ‗UĢĢâkîlerdirler Ezel bezmindenuĢitdik , anınçun mest olup geldik Dost cemâlin‗âyan gördük, bize‗UĢĢâkîlerdirler (15b/7-8) ġiirlerinden,bir peygamber aĢığı, ehl-i beyt ve Hz. Ali sevdalısı olduğu anlaĢılan Sofracı, Hz. Peygambere ve onun ehline karĢı duyduğu sevgiyi Ģöyle dile getirmektedir: Cümlenin Ģâhı sensinyâ Muhammed ġefâ‘atkânı sensinyâ Muhammed (13b/5) Cümle mahluk sana ‗âĢık efendim ‗ÂĢıkıncânı sensinyâ Muhammed (13b/10) Hakikat menzilin bilen Sofracı Muhammed‘le ‗Âlî sevmek durur farz (23a/3) Enbiyâlar mahremisinkıl Ģefâ‘atyâ‗Âlî Evliyâlar rehberisinkıl Ģefâ‘atyâ‗Âlî (39b/13) 25 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Divanında tasavvuf öğretilerinin izleri çok sık görülmektedir. ġiirleri, Allah ve peygamber sevgisinin yanı sıra gerçek ilim, dünyanın faniliği, ölüm ve ahiret, ramazan, tarikat adap ve kuralları gibi konuları iĢlemektedir. UĢĢakilik UĢĢakiye veya UĢĢakîler, Halveti Tarikatı‘nın bir koludur. Merkezi, Ġstanbul KasımpaĢa‘dadır. Kurucusu olarak Pir Hüsameddin UĢĢakî kabul edilir. (Serin, 1984:131) Pir Hüsameddin 1475 yılında Buhara‘da doğmuĢtur. Daha sonra Anadolu‘ya giden Pir Hüsameddin UĢak‘a yerleĢir. UĢakta yaĢadığı ve böyle tanındığı için UĢĢakî diye anılır. Bu Ģehirde Halvetî Ģeyhlerinden Emir Ahmed-i Semerkandi‘ye intisap eder. UĢak‘ta yüz yaĢına kadar yaĢar. III. Murad döneminde Ġstanbul‘a getirilir, padiĢah onun için bir tekke yaptırır ve KasımpaĢa‘ya yerleĢtirir. Yüz yaĢından fazla yaĢadığı rivayet edilir. 1595 yılında vefat etmiĢtir, türbesi bu semtteki kendi adıyla anılan Hüsameddin UĢĢakî tekkesindedir. (Özdamar, 2007:1-15) Pir‘in ölümünden sonra UĢĢakiye tarikatı üç talebesi tarafında devam ettirilmiĢtir ve farklı adlarla anılmıĢtır. AkkuĢa‘a göre, ―HüsâmeddinUĢĢâkî‘nin tarikat silsilesi, Halvetiyye‘nin ana kollarından Ahmediyye‘nin kurucusu YiğitbaĢı Ahmed ġemseddin Efendi‘ye ulaĢır. Kurucusu olduğu UĢĢâkiyye tarikatından Edirneli CemâleddinUĢĢâkî‘ye (ö. 1164/1751) nisbet edilen Cemâliyye, Cemâliyye‘den de SalâhaddinUĢĢâkî‘ye (ö. 1197/1783) nisbet edilen Salâhiyye ve CâhidîAhmed Efendi‘ye (ö. 1070/1659) nisbet edilen Câhidiyye Ģubeleri meydana gelmiĢtir.‖ (AkkuĢ, 1998:515) Günümüzde, merkezleri Ġstanbul/KasımpaĢa olmak üzere PîrSeyyidHüsâmeddinĢĢâkî Vakfı çatısı altında UĢĢakilerin birçok Ģehir ve ülkede Ģubeleri bulunmaktadır. Vakıf ve Ģubeleri, ilmi toplantı ve kurslar düzenlemek, ihtiyaç sahiplerine maddi destekler yapmak, yurt içi ve dıĢında ahlak dersleri tertip etmek gibi faaliyetler yapmaktadır. Vakıf, isminin kaynağını ve amaçlarını resmi internet sitesi http://www.ussakivakfi.org/ ‗da Ģöyle ifade etmektedir: ―UĢĢâkî vakfı ismini peygamber torunu tasavvuf ve islam âlimi hâtemen Pir, Seyyid Hasan HüsâmeddiniUĢĢâkî hazretlerinden almıĢtır. UĢĢâkî vakıfları, Pir Seyyid Hasan HüsâmeddinUĢĢâkî hazretlerinin bıraktığı mirâsa sahip çıkarak, onun tasavvuf yolunu, eserlerini, fikirlerini, kısaca tüm mirasını daha sonraki nesillere aktarabilmek için kurulmuĢlardır.‖ 26 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Son zamanlarda her türlü medyada yer almaya baĢlayan UĢĢakiler, yurt dıĢında da birçok faaliyet yapmaya baĢlamıĢtır. (Konuralp, 2006) UĢĢakiler ve UĢĢakilik hakkında http://www.ussakivakfi.org/ adlı internet sitesinden detaylı bilgi bulunabilir. Sofracı Kavramı ġairler mahlas seçerken kiĢiliklerine uygun veya yaptıkları iĢe göre uygun düĢen kelimeleri tercih ederler. Bu yüzden mahlasları da Ģair ile birlikte bir değerlendirmeye tabi tutulur. ġairin mahlasını Sofracı olarak seçmesi bir tarikata bağlılığı ve burada ifa ettiği görevi konusunda bize bilgi verir. Tekkelerde Sofracı veya kurbancı olarak adlandırılan görevliler mutfak malzemelerinin temini, yemek hazırlanması ve servis yapılması gibi iĢleri yapan derviĢlerdir. ġairin de bu görevi yapan bir derviĢ olduğu anlaĢılmaktadır. Sofracı Divanı Tiran Milli Kütüphanesi‘nde Dr 7/19 D yer numarası ile kayıtlı olan Sofracı Divanı 48 varaktan meydana gelmektedir. Tamir gördükten sonra kiremit renkli karton ciltli hale getirilmiĢtir. Varakları 18.5X14, 15X11 cm. ölçülerindedir. 2a‘da ‖Sahib ve maliki Koplikzadeganlarından El-Hac Tahir oğlu Rüstem. Sene H.1212‖ sözleri ile ifade edilen temellük kaydı bulunmaktadır. Müstensih, istinsah tarihi ve istinsah edilen yer konusunda bilgi veren kayda yer verilmemiĢtir. Her sayfada onbeĢ satır yer alır. Varaklar numaralandırılmıĢ olduğundan baĢtan bir varak eksik olduğu anlaĢılmaktadır. Saman kâğıt üzerine siyah mürekkeple harekesiz rika ile yazılmıĢtır. Mahlaslar kırmızı mürekkeple yazılmıĢ ve üzerine kırmızıçizgi çekilmiĢtir. Varak sonlarında bulunan çobanlar da kırmızı mürekkeple yazılmıĢlardır. Okunmasında zorluk yaĢanacağı tahmin edilen kelimeler kırmızı renkli mürekkeple harekelendirilmiĢtir. ġiirlerde geçen özel isimler de kırmızı mürekkeple yazılmıĢtır. BaĢ tarafta mesnevi nazım Ģekliyle yazılmıĢ bir sebeb-i telif ve devamında silsilename bulunmaktadır. Eserin baĢlangıcında yer alan bu mesnevi ve sonunda bulunan iki elifname ile Cemali‘nin iki gazeline ve Niyazi‘nin bir gazeline yapılan tahmisler hariç Ģiirler alfabetik sıraya göre tertip edilerek yazılmıĢtır. Kafiyelere ayrılan bölümlerde farklı nazım Ģekilleri de yer alır. Öztürk‘ün aktardığına göre, elifnameler kimi araĢtırmacılara göre tür(Güzel, 2006:634), kimilerine göre ise tür mü Ģekil mi olduğu belli olmayan(Gökçimen, 2010:105)bir Ģiirler olarak kabul edilir. Ayrıca Öztürk de, ―Elifname önce harfin zikredilmesi, 27 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sonra da onunla baĢlayan bir kelimenin seçilmesi biçiminde olabildiği gibi sadece alfabetik diziliĢleri alt alta sıralı ya da belli bir düzen dahilinde kelimelerin seçilmesi yolu ile de meydana getirilmiĢtir. Harfler, dolayısıyla kelimeler, ekseriya rastgele olmayıp muhtevaya uygunluk gösterir. Eski Yunan ve Latin edebiyatlarındaki akrostiĢ bizdeki karĢılığı ile ―muvaĢĢah‖ Ģiir türüyle benzerlik göstermektedir.‖ demektedir(Öztürk, 2012:175). Sofracı Divanı‘nda elifname suretinde yazılmıĢ bir silsilename de bulunmaktadır. ―Bir tarikatın birbirine icâzet veren Ģeyhlerinin adlarını ihtiva eden liste olarak tanımlanan silsile ve silsileyi oluĢturan isimlerin yazılı olduğu belgeye silsilenâme veya tomâr denilmiĢtir. Bir tarikata veya çeĢitli tarikatlara ait silsilelerdeki isimlerin geniĢ olarak anlatıldığı eserlere de bu adlar verilmiĢtir(Tosun, 2009:207).Silsilenameler özellikle tarikat mensubu Ģairlerin eserlerinde görülür. Divanın baĢ tarafında birbiri ile bütünlük taĢıyabilen iki mesneviden sonra elif harfiyle kafiyelenmiĢ 10, be harfiyle kafiyelenmiĢ üç, te harfiyle kafiyelenmiĢ 5, se harfiyle kafiyelenmiĢ 1, cim harfiyle kafiyelenmiĢ 2, ha harfiyle kafiyelenmiĢ 1, hı harfiyle kafiyelenmiĢ 1, dal harfiyle kafiyelenmiĢ 4, zel harfiylekafiyelenmiĢ 1, re harfiyle kafiyelenmiĢ 8, ze harfiyle kafiyelenmiĢ 7, sin harfiyle kafiyelenmiĢ 2, Ģın harfiyle kafiyelenmiĢ 3, sad harfiyle kafiyelenmiĢ 2, dat harfiyle kafiyelenmiĢ 3, tı harfiyle kafiyelenmiĢ 2, zı harfiyle kafiyelenmiĢ 2, ayn harfiyle kafiyelenmiĢ 2, gayn harfiyle kafiyelenmiĢ 1, fe harfiyle kafiyelenmiĢ 2, kaf harfiyle kafiyelenmiĢ 2, kef harfiyle kafiyelenmiĢ 4, lam harfiyle kafiyelenmiĢ 8, mim harfiyle kafiyelenmiĢ 6, nun harfiyle kafiyelenmiĢ 10, vav harfiyle kafiyelenmiĢ 3, he harfiyle kafiyelenmiĢ 15, ye harfiyle kafiyelenmiĢ 10 Ģiir ve sonda ise iki elifname ile Cemali‘nin iki gazeline ve Niyazi‘nin bir gazeline yapılan tahmisler yer alır. Gazel, terkib-i bend, murabba, tahmis ve mesnevi nazım Ģekilleriyle yazılı Ģiir toplamı 127‘dir. Sofracı kafiyeler ile ilgili farklı bir uygulama yapmaya özen göstermiĢtir. Divanın baĢında yer alan elifnamede mısra baĢları ve sonlarında aynı harfleri kullanmak suretiyle her beyitte bir harfi kullanarak 28 harfi tamamlar. ġiirin devamı olarak da değerlendirebileceğimiz 58 beyit uzunluğundaki kısımda 39 beyit boyunca her beyitte mısra baĢları ve sonlarında y harfi kafiye olarak kullanılır. Son dokuz beyitte ise sadece mısra sonlarında y harfi ile kafiye yapılmıĢtır. ġairler muvaĢĢah (akrostiĢ)Ģiirler yazarak mısra baĢlarında kullandıkları harflerle ancak dikkatlice incelendikleri zaman anlaĢılabilecek kavramları gizleyerek anlatmak suretiyle 28 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ģiirlerine zenginlik katmak isterler. Divanın baĢındaki elifname, sonunda onun devamı mahiyetindeki Ģiir ile birlikte ele alındığı zaman eserini tamamlamaktan duyduğu sevinci ―heyyyyy...‖ Ģeklinde bir ünlem ile anlatmak istediğini düĢünebiliriz. Divan sonunda yer alan ikinci elifnamede diğer elifname yazan Ģairlerde karĢılaĢtığımız gibi harfler alfabetik sıraya göre mısra baĢında kullanılırlar. Üçüncü elifnamede ise harfler tersten baĢlanarak kullanılır. Bu iki elifname beraber değerlendirildiğinde simetrik bir yapı arzettikleri görülür. Sofracının Edebi KiĢiliği Mutasavvıf Ģairler Ģiirlerini bağlı bulundukları tarikatındüĢüncelerini geniĢ bir kitleye anlatabilmek amacıyla bir araç olarak kullanırlar. O yüzden fikirlerini kolay anlaĢılır Ģekilde edebi kaygı gütmeden anlatmaya çalıĢırlar. Sofracı da bir tarikat mensubu olduğundan aynı yolu izler. Hatta daha etkili olması için tarikata yeni gelen derviĢlere tarikatın esaslarını anlatmak için kaleme aldığı nutuklarında nefsine hitap eder. Böylece daha etkili bir Ģekilde derviĢlerin tarikat geleneklerine uymalarını sağlamaya çalıĢır. Sofracı, tasavvufi anlayıĢına göre yazdığı Ģiirlerinde, inançlarını, sevgilerini dile getirmiĢ. Sevdiği kiĢileri övmüĢ ve içindeki duyguları lirik bir tarzda yazıya dökmüĢtür. Bunu yaparken ağdalı bir dil yerine sade ve anlaĢılır bir dil kullanmıĢtır. Allah aĢkını, peygamber,Ehl-i beyt ve Hz. Ali sevgisini, tevhit akidesini, dini akideleri, nefis mücadelesini Ģiir Ģeklinde ifade etmiĢtir. Dil ve Üslubu Diğer tasavvuf Ģairleri gibi, Sofracı da günlükdile yakın sade ve anlaĢılır bir dil kullanmıĢtır. O yüzden Ģiirlerinde aruz ölçüsü yanında hece ölçüsünü de kullanmıĢtır. Özellikle bazı gazelleri, içerisinde hiç bir Arapça ve Farsça tamlama kullanılmadan yazılmıĢ Ģiirlerdir. ġiirlerinde günlük konuĢma dilinden birçok kelimeyi kullanan Sofracı, yer yer Arapça ve Farsça tamlamalarda kullanmıĢtır. Bu da onun klasik Ģiir geleneğini bildiğini ve tarikattaiyi bir eğitim aldığını göstermektedir. ġu beyitler oldukça sade yazılmıĢtır: Gel ey derviĢ baña itme sen de naz Var ise gönlünde ‗aĢkın durma yaz 29 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Erenler kuru laf almaz cihânda Yürü gel hâlini söyle behakaz Ġkilikdengeçüp birlik eyle sen Olamdirseneger‗âlemde üstaz (18b/10,11,13) ġu beyitlerde ise yer yer tamlamalar kullanmıĢtır: Ehl-i ‘aĢkın her demi zevk u safâdır sema‘ Dost yolunacân atar ruha gıdadır sema‘ Muhabbetin Ģevkine pervâne-veĢ yandılar Bahr-i ‘ummânadalupcezbe-i hüdâdır sema‘ (24a/5-6) Sade bir dilin yanında çok az da olsa Arapça ifadeler de kullanmıĢtır. Bu da onun din ilimlerine ve Arapçaya hakim olduğu göstermesi bakımından önemlidir: Ey Sofracı fedâ eyle dilbere sen cânını ―Mutıgableentemuten‖ sırrına ir bul necât (11a/2) HakkTe‘âlâ buyurdu Musa‘ya ―lenterâni‖ Vücudunda anların nice sultân gizlidir (16b/9) Sofracı Ģiirlerinde sanat kaygısı gütmez, onun amacı Ģiiri bir araç olarak kullanmak ve fikirlerini ifade etmektir. Bundan dolayı halka hitap etmiĢ ve bu sebeple herkesin anlayabileceği sade bir dil kullanmıĢtır. AĢağıdaki beyitleri onun sade ve anlaĢılır bir dil kullandığını göstermektedir: Nefsi kim bildi, Râbbinbuldı ġikârın aldı ala gör sende Sofracı söyler kendisi dinler Gözüm kan aglar göresin sende (37b/4-5) 30 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sofracı divanı harekesiz bir metin olduğu için tahmini yazıldığı yüzyıla göre Osmanlı Türkçesiyle okumayı tercih ettik. Ancak eser, Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri de göstermektedir. Bu Ģairin halkın anlaması için sade bir dil kullanmayı tercih etmesindendir. seninçün (4a/5), fırsand (10a/4), oluben (10a/11), aldamasun(10b/5), urmuĢum (11a/12), görücek (39b/10) gibi ifadeler onun halkın diline çok yaklaĢtığını göstermektedir. ġiirlerini, dini tasavvufi bir çizgide yazan Sofracı‘nın Ģiirlerinde üslup açısından Yunus Emre gibi tasavvuf Ģairlerinden etkilendiği görülür: Aç gözün sen sana bak, sendedir bu dört kitab Cehlini elden bırak, sendedir bu dört kitab (9b/8) Otuz iki harfi okudum tamam Gidüp benlik kalmadı hiç bahâne (36b/6) Sofracı‘nın baĢka bir mutasavvıf Ģair olan Hüdayi ile aynı redifi kullanarak ―Tevhide Gel‖ redifli bir Ģiir yazmıĢ olması ondan da etkilendiğini gösterir.Muhtemelen bu Ģiir de Hüdayi‘nin Ģiiri gibi bestelenip tekkelerde okunmuĢ olabilir. Sultân olmak ister isen sen eger Tevhîde gel, tevhîdegel tevhîde Sırrı Hakk‘dan almak istersenhaber Tevhîde gel, tevhîdegel tevhîde (39a/4-5) Aziz MahmudHüdayi‘nintevhide gel redifle Ģiirinin ilk beyti de Ģöyledir: Buyruğun tut Rahman'ın, tevhide gel tevhide Tazelensin imanın, tevhide gel tevhide (Tatçı&Yıldız, 2005:220) Sonuç Tanıtımını yaptığımız ve genel olarak değerlendirdiğimiz eser ―Sofracı Divanı‖, Sofracı mahlaslı UĢĢaki tarikatına bağlı bir tasavvuf Ģairi olan DerviĢ Ali tarafından yazılmıĢtır. Divan baĢta 31 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 elifname ile baĢlayıp yine elifname ile bitmektedir. Divanda gazeller,musammatlar, tahmisler ve elifnameler vardır. Manzumeler, dinî-tasavvufî edebiyat geleneği çerçevesinde yazılmıĢ, Ģekil ve muhteva olarak bu edebiyatın kaidelerine bağlı kalınmıĢtır. Dörtlük ya da beyit nazım birimleriyle yazılmıĢ olan manzumelerde, dinî-tasavvufî edebiyatın ilahi aĢk, ahlak, ibadet gibi bilinen ve ortak konuları, tasavvuf adabı ve erkanı, sufi bir bakıĢ açısıyla, öğretici ve rehberlik edici bir tarzda yazılmıĢtır. Divan üzerine yapılacak olan dil araĢtırmaları, farklı tematik ve mukayeseli çalıĢmaların, divanın muhtevasının anlaĢılması ve zenginliğinin ortaya konması bakımından faydalı olacağı kanaatindeyiz. Kaynakça AkkuĢ, Mehmet(1998). Hüsameddin UĢĢakî, Diyanet Ġslam Ansiklopedisi, c.18, s.515, Ġstanbul. Aziz MahmudHüdayi(2005), Divan-ı Ġlahiyat, (Haz. Mustafa Tatçı, Musa Yıldız), 1.bs., Üsküdar AraĢtırma Merkezi, Ġstanbul. Gökçimen, Ahmet(2010). Türkmen Edebiyatında Elifname, Atatürk Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), 43, Erzurum, ss. 105-120. Güzel, Abdurrahman(2006). Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı, AkçağYayınları , Ankara. Konuralp, Okan(2006). Türkiye‘nin Tarikat Ve Cemaat Haritası, Hürriyet Gazetesi, 17 Eylül 2006. Özdamar, Mustafa(2007). Hüsameddin UĢĢaki ve UĢĢakiler, Kırk Kandil Yayınları, Ġstanbul. Öztürk, Nuran(2012). Elifname ve Nidai'ninElifname'si, Çukurova Üniversitesi, Türkoloji Sempozyumu Bildirileri, Adana. Serin, Rahmi(1984). Ġslam Tasavvufunda Halvetilik ve Halvetiler, Petek Yayınları, Ġstanbul. Sofracı Divanı, DerviĢ Ali, Arnavutluk Milli Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, Nur: Dr. 7. D. 19. Tosun, Necdet(2009). Silsile, Diyanet Ġslam Ansiklopedisi, c.37, s.2, Ġstanbul. Yücer, Hür Mahmut(2002). XIX. Asırda Anadolu‘da Tasavvuf, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. http://www.ussakivakfi.org/ 32 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 CUMHURĠYET DÖNEMĠ TÜRKÇE ÖĞRETĠM PROGRAMLARININ YAZMA BECERĠSĠ BAKIMINDAN ĠNCELENMESĠ Ali Fuat ARICI Hikmet DEGEÇ Özet 1924 yılında hazırlanan program, cumhuriyet döneminin ilk Türkçe programı olma özelliği taĢımaktadır. Bu programın adı 1340 ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ olarak belirlenmiĢtir. Programda yer alan ―lise birinci devre Türkçe‖ ibaresi, cumhuriyet döneminin baĢlangıç yıllarında ortaokul ve liselerin tek bir yapı altında birleĢmiĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yapının ortaokul devresi birinci devre; lise devresi ise ikinci devre olarak adlandırılmıĢtır. Bu nedenle Türkçe programı da lise programı ile birlikte yayınlanmıĢtır. Türkçe eğitimi ve öğretimi dinleme, konuĢma, okuma, yazma becerileri ile dil bilgisi etkinlikleri üzerine temellendirilmiĢtir. Bu ayrım, uygulamalarda kolaylık olması açısından yapılmıĢtır. Bu etkinlik alanları, kendi içinde bir bütünlük taĢıdığından Türkçe dersleri iĢlenirken buna uyulmaz. Yeri ve zamanına göre bir etkinlikten diğerine, derste herhangi bir kopukluk olmamasına dikkat ederek geçiĢler yapılır. Türkçe öğretiminin en önemli ilkelerinden birisi de değiĢik dil çalıĢmaları, etkinlikleri arasında sıkı bir iĢ birliğinin bulunması gerektiğidir. 1924 Türkçe programında Türkçe öğretimine bir bütün olarak yaklaĢılmadığı görülmektedir. Türkçe dersi kendi içinde kıraat, sarf ve nahiv, kitabet… gibi alanlara bölünmüĢtür. Programda belirtilen dersler yoluyla öğrencilere okuma, yazma, konuĢma becerileri kazandırılmaya, dil bilgisi konuları öğretilmeye çalıĢılmaktadır. Yeni alfabenin kabulü ile birlikte 1929 yılında yeni bir Türkçe programı hazırlanarak 1930 yılında uygulanmaya baĢlamıĢtır. Ancak bu programda da Türkçe derslerine bir bütün olarak yaklaĢılmamıĢtır. Programda Türkçe dersleri gramer, tahrir ve Doç. Dr. Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi, Kütahya. Okt. Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi, Kütahya. 33 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kıraat alanlarına ayrılmıĢ ve bunların her biri için farklı ders saatleri belirlenmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Türkçe, öğretim programları, yazma eğitimi. Researching of Writing Skill of the Republic Period Turkish Teaching Programmes ABSTRACT The programme which was arranged in 1924, is the first Turkish programme of republic period. The name of this programme has been determined as ―the first period curriculum programme of high school‖). The clause of ―the first period curriculum‖ which is in the programme shows that secondary school and high school were associated in the same system at the beginning of the republic period. The secondary school period of this structure has been named as the first period and high school period has been named as the second period. For this reason, Turkish programme was published with high school programme. Turkish education was based on listening, speaking, reading, writing skills and grammar. This division was made in terms of convenience in practices. These practices which has integrity are not performed during Turkish classes. During the classes, practices are performed without disconnection. One of the most significant principle of Turkish teaching is that there is a cooperation between language practices. Turkish teaching was not approached as a whole in 1924 Turkish programme. Turkish class is divided into parts named reading, grammar, rhetoric, writing and speaking skills are being had and grammar is being taught by these classes that are in the programme. By accepting of new alphabet, a new Turkish programme was worked out in 1929 and was put into practice in 1930 But as before, Turkish classes were not approached as a whole in this programme either. In the programme, Turkish classes are divided into grammar and reading parts, also different schedules are specified for these parts. 34 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GiriĢ Cumhuriyet döneminin ilk programı Cumhuriyetin ilanından 1 yıl sonra 1924 yılında hazırlanmıĢtır. Bu program, ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ olarak belirlenmiĢtir. Bunun ortaokul kısmı birinci devre; lise kısmı ise ikinci devre olarak adlandırılmıĢtır. Bu nedenle lise programı ile birlikte yer almıĢtır. Yeni alfabenin kabulü ile birlikte 1929 yılında yeni bir Türkçe programı hazırlanarak 1930 yılında uygulanmaya baĢlamıĢtır. 1931-32 ders senesinde Türkçe programı tadilatı yapılmıĢtır. 1938 yılında ‗Ortaokul Türkçe Programı adıyla yeni bir program hazırlanmıĢtır. Yine aynı adla 1949 yılında program yenilenmiĢtir. 1962‘de yine aynı baĢlıkla yeni bir Türkçe programı yapılmıĢtır. 1981 yılında ise ilkokul ve ortaokul programları birlikte ‗Ġlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı‘ adıyla yenilenmiĢtir. Cumhuriyet döneminin son programı ise 2006 yılında tamamlanmıĢtır. 1340 [1924] Türkçe Programı Bu programın adı 1340 ―Lise Birinci Devre Müfredat Programı‖ 1 olarak belirlenmiĢtir. Programda yer alan ―lise birinci devre Türkçe‖ ibaresi, cumhuriyet döneminin baĢlangıç yıllarında ortaokul ve liselerin tek bir yapı altında birleĢmiĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yapının ortaokul devresi birinci devre; lise devresi ise ikinci devre olarak adlandırılmıĢtır. Bu nedenle Türkçe programı da lise programı ile birlikte yayınlanmıĢtır. 1924 Türkçe programında Türkçe öğretimine bir bütün olarak yaklaĢılmadığı görülmektedir. Türkçe dersi kendi içinde kıraat, sarf ve nahiv, kitabet… gibi alanlara bölünmüĢtür. Programda belirtilen dersler yoluyla öğrencilere okuma, yazma, konuĢma becerileri kazandırılmaya, dil bilgisi konuları öğretilmeye çalıĢılmaktadır. 1924 programında yazma becerisine yönelik birinci sene haftada 1 saat ―imla‖ ile 1 saat ―kitabet‖, ikinci sene haftada 1‘er saat ―imla ve kitabet‖, üçüncü sene ise haftada 1saat ―kitabet‖ dersleri yer almaktadır. 1 Maarif Vekâleti; Lise Birinci Devre Müfredat Programı, MatbaaiȂmire, Ġstanbul, 1340 35 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1924 Türkçe programında birinci sene imla dersinde birtalebe tahtaya kaldırılarak müĢterek ve münferit tedris usulünetabiiyetle gösterilir. Yazdırılacak parçalar o hafta zarfında okunan sarf kaideleriyle mütenasip vasıfları haiz olanlar içinden intihap edilir. Kitabet dersinde ise talebenin müĢahede ve tahassüslerine müstenit serbest mevzular esas hududu çizilmiĢ vazifeler Ģeklinde verilmiĢtir. Ġkinci sene imla dersinde birinci sınıf programının mütekâmilen devamı, kitabet dersinde ise talebenin kabiliyetine ve müktesebatına göre vazifeler Ģeklinde verilmiĢtir. Üçüncü sınıfta ise bir saatlik kitabet dersinde yıl içinde edebi malumata müsteniden esas hududu çizilmiĢ vazifelere ve talebenin müĢahedelerine müstenit serbest mevzulara devamı Ģeklinde ifade edilmiĢtir. Tahrir mevzuları hayattaki ihtiyaçlara tekabül etmelidir. Çocuk Ģahsi görüĢleriyle yazı hazırlamakta serbest olmalıdır..Bununlabirlikte muallimin hududunu çizerek vazife vermesi icap eder. Tahrir dersleri yine talebenin müĢahede ve tahassüslerine, muallimin vereceği esas, hududu muayyen mevzulara ait olmak üzere mütekamilen devam etmelidir. Muhtelif üslupta yazılmıĢ eserlere dair bazı mülahaza ve tenkit tecrübelerinde bulunmak da faydalı olur. 1929 Ortamektep Türkçe Programı Yeni Türk alfabesinin kabulünden sonra 1929 yılında Türkçe programı yeniden düzenlendi2. Ders içeriği gramer, kıraat ve tahrir olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıĢtır. Ders saatleri ise 1.sınıf için haftada 2saat, 2.sınıf için 1saat, üçüncü sınıf için ise 1saat olarak belirlenmiĢtir. Derslerin gayesi yedi madde ile ele alınmıĢtır. Kabul edilen yeni alfabenin kurallarına yönelik gayelerin arasında gramer ve sentaks kaideleri maddesi yer almıĢtır. Ancak gramer konuları sadece baĢlık düzeyinde nelerin iĢleneceği ile sınırlı tutulmuĢ alt baĢlık olarak derinlemesine bilgi açılımı yapılmamıĢtır. Bir baĢka gaye maddesinde ise dönemin yazıĢmaları içerisinde önemli bir yeri olan mektup yazmaya yer verilmiĢtir. Sanat ve düĢünce ağırlıklı yazılar yeteneği 2 Maarif Vekâleti; Ortamektep ve Liselerin Türkçe Müfredat Programı, Yeni Gün Matbaası, Ankara, 1929 36 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 keĢfedilen, yazmaya yatkın talebeye yönelikken, mektup gibi toplumun her kesimini ilgilendiren türlerin yazılması her talebeyi kapsamıĢtır. Talebenin gördüklerini, düĢüncelerini ve tasarladıklarını yazı ile anlatıp bunu alıĢkanlık haline getirebilmesi amaçlanmıĢtır. Yazınsal ürünlerin ortaya koyulmasında harflerin doğru yazılmasına ve talebenin kelime gücünü arttırmaya yönelik çalıĢmalara ağırlık verilmiĢtir. Dil bilgisi sorunlarının tümevarım yöntemiyle öğretilmesi tavsiye edilmiĢtir. Neyin yazılacağından çok nasıl yazılacağı üzerinde durulmuĢtur. Tahrir mevzularının genel hedeflerine baktığımızda ise; anlatım çalıĢmaları, okuma çalıĢmaları, milli ve ahlaki açıdan olumlu değer kazandırma olarak belirlenmiĢtir. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarda da bir ilk olarak Türk inkılâbına dair mevzular yer almıĢtır. Ġnkılâpların içeriğinin ve amaçlarının talebeye doğru bir Ģekilde aktarılabilmesi için tahrir mevzularına böyle bir madde dâhil edilmiĢtir. Halk millet mekteplerinde yeni yazıyı ve vatani mevzuları öğrenirken, talebelerde okullarda hazırlanan 1929 Ortamektep programıyla mahalli, milli veya vatani mevzuları öğrenmiĢlerdir. Birinci sınıf tahrir mevzusunda talebenin anlatacağı hadiselere kısıtlamalar getirilerek, konu daraltılmıĢtır. Sınıfa iliĢkin konuların anlatılmasına, iliĢkin olmayan konulara ise yer verilmemesi tavsiye edilmiĢtir. Diğer maddesinde ise bir nesnenin her yönden anlatılması gerektiğine ancak sınıftaki diğer talebelerin bilmediği nesnelerin tanımlanması, anlatılmasının daha gerekli olacağı düĢünülmüĢtür. Yine nesne tasvirinden baĢka okuduğu kitaba yönelik özeti de yaparken arkadaĢlarının ilgisini çekecek Ģekilde yapmalıdır. Bu üç tahrir mevzusunda genel olarak birey değil sınıfın tümünü kapsayan amaçlar yer almıĢtır. Konular aktarılırken genel öğrenmeye önem verilmiĢtir. Talebenin düĢünsel gücünün arttırılması için tamamlanmamıĢ metinlere baĢvurulmuĢ, bu metinlerle yarım kalan hikâyenin farklı Ģekillerde tamamlanabilmesine müsaade verilmiĢtir. KonuĢmaya dair çalıĢmaları ise talebenin gezintileri, mektep haricindeki faaliyetleriyle tamamlanmıĢtır.Ġkinci sınıf mevzuları ise genel itibariyle talebenin biliĢ üstü algılamalarını ortaya çıkaracak maddeleri içermektedir. Soyut faaliyetler, kavramlar amaçları içine alan konular 37 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 olmuĢtur. Hayal kurabilmenin ulvi gücünü gösterebilmek adına okudukları her türlü eserde gerçek olmayan konuĢmalara, söyleĢilere yer verilmesi tavsiyeler arasındadır. Hayal ve hakikat ayrımının göz önünde bulundurularak talebeye düĢsel gezintiler yaptırılması amaçlanmıĢtır. Yine birinci sınıf mevzusunda yer aldığı gibi burada da Türk inkılâbına dair mevzuların öğretilmesi amaçlanmıĢtır. Talebe temas ettiği hayatları arkadaĢlarına aktarırken onlarla basit düzeyse karĢılıklı fikir alıĢveriĢine girmesine izin verilebileceği de yer almıĢtır. Gördükleri yerlerin izlenimlerinden de öte bu yerlere nasıl ulaĢılabileceğine de değinmesi gerektiği belirtilmiĢtir. Üçüncü sınıf tahrir mevzuları incelendiğinde karĢımıza geleceğe yönelik tasarımlara ağırlık verildiği görülmektedir. Talebe meslekler hakkında bilgi sahibi olup bunları arkadaĢlarına ifade edebilmesi gerektiği yazılmıĢtır. Yine kitaptaki bir konuya, yazara yönelik mektup yazdırılması da geleceğe yönelik yazma alıĢkanlığının kazanımına dönük faaliyetlerdir. Üçüncü sınıf mevzularında diğer iki sınıftan farklı olarak talebelerin bir konuya iliĢkin tutum ve davranıĢlarını ölçme yoluna gidilmiĢtir. Üzerlerinde bıraktığı etkiler test edilmeye çalıĢılmıĢtır. Kendilerinde bıraktığı izlenimlere dayanarak bunların sözlü olarak anlatılması gerektiği yer verilen maddeler arasındadır. Son olarak da 1929 programı olması sebebiyle üçüncü sınıfta da Türk inkılâp mevzularına ek olarak Türk Cumhuriyeti cephelerine ait mevzular da yerini almıĢtır. 1931-1932 Ders Senesi Tadilati Türkçe Programı 1931-32 ders senesi tadilatı Türkçe programı hemen hemen 1929 ortamektep Türkçe programının tekrarı niteliğindedir3. Tahrir derslerinin gayesi, tahrir mevzularının sınıflara göre saat dağılımı ve tashih ederken dikkate alınacak noktalar da 1929 Türkçe programıyla birebir örtüĢmektedir. Yeni Türk alfabesinin kabulü, Arapça derslerin müfredattan çıkarılması nedeniyle 1929 programı yeniden gözden geçirilerek Türkçe derslere farklı bir içerik kazandırılmıĢtır. 3 Maarif Vekâleti; Ortamektep Müfredat Programı (1931-1932 Ders Senesi Tadilatı), Devlet Matbaası, Ġstanbul, 1931 38 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1938 Ortaokul Türkçe Programı4 Bu program genel amaçların en ayrıntılı Ģekilde aktarıldığı programdır. Ders içeriği gramer, kıraat ve tahrir olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıĢtır. Tahrir mevzuları sınıflara ayrılmıĢ ancak saatler belirtilmemiĢtir. Derslerin gayesi ise altı bölümle belirtilmiĢtir. Tahrir derslerinin gayesinden bir madde olan ―gramer ve sentaks kaidelerine muvafık olarak yazmaya alıĢtırmak‖ program gayelerinden çıkarılmıĢtır.1929 ve 1931-32 senelerindeki Türkçe programında yeni Türk alfabeleri talebeye benimsetildiği için 1938 programında böyle bir maddeye ihtiyaç duyulmadığı için çıkarılmıĢtır. Birinci sınıf tahrir mevzularında genele yönelik amaçlar yine devam etmektedir. Verilen bilgilerden alınacak olan genel çıkarımlar da talebe temellidir. Konuların talebenin arkadaĢlarına yönelik hazırlanması gerektiği belirtilmiĢtir. Bildiği konuların aksine bilmediklerinin öğretilmesi, ilgisini çekecek konulara ağırlık verilmesi gerektiği yer almıĢtır. Daha önceki programda Arapça ve Farsça derslerin kaldırılması ve kelimelerin lügatten çıkarılmasıyla birlikte bu programda maddelerde bulunan cümlelerden ―muallim‖ yerine ―öğretmen‖, ―alaka‖ sözcüğünün yerini ise ―ilgi‖ almıĢtır. Bunun dıĢında tahrir mevzularının maddeleri bir önceki dönemle birebir aynıdır, farklılık arz etmez. Ġkinci sınıf tahrir mevzularına geldiğimizde ise talebenin gerçekdıĢı unsurları kullanabilmesi sağlanmaya çalıĢılmıĢtır. Okudukları, dinledikleri veya yaĢamlarında rastladıkları birçok Ģahsiyet arasından hangisini beğenip rol aldığı tespit edilmeye çalıĢılmaktadır. Bu sayede talebenin karakterini analiz edebilmek mümkündür. Bir baĢka maddede hayran oldukları Ģahsiyetle hayali söyleĢi yapma imkânları herhangi biriyle söyleĢi yapmaya göre daha fazla merak uyandırır ve söyleĢiyi gerçekleĢtirme arzusunu arttırır. Talebenin gezip gördüğü yerleri anlatıp bu yerler hakkında yol tarifi, kültür gibi alt baĢlıklardan da bahsetmeyi çocuğun çok yönlü düĢünmesini sağlamıĢtır. Ortaya çıkabilecek sade münakaĢalara da sınır getirilmiĢtir. Böylece çocuğun daha saygılı tartıĢabileceği düĢünülmüĢtür. 4 Kültür Bakanlığı, Ortaokul Programı, Devlet Basımevi, Ġstanbul, 1938. 39 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Son olarak 3.sınıf tahrir mevzularına baktığımızda ise meslekler genel kavramlarıyla öğretilip hangi mesleğe nasıl girildiği ve meslekte bulunulduğundaki faydaları göstermek amaçlanmıĢtır. Talebenin geleceğe dönük ilk basamağını atabilmesi için böyle bir madde seçilmiĢtir. Bu madde sayesinde talebenin meslekleri düĢünebilmesi ve bunlar arasında mukayese edebilmesi gerektiği belirlenmiĢtir. Resmi iĢlerde baĢvurulacak dilekçe gibi yazıĢma ürünlerinin üzerinde bu programda da durulmuĢtur. ÇeĢitli sahalarda farklı mevkilerdeki Ģahsiyetlere yönelik mektup yazdırılması da amaçlar içerisinde yerini almıĢtır. Bu üç sınıf dıĢında her sınıf için belirlenen dört madde vardır. Bu maddelerde genel olarak talebenin yaĢamı içerisinden ona temas edilmesi gerektiği amaçlanmıĢ bir ürün ortaya koyarken talebenin çevresiyle etkileĢim halinde olmasının daha yararlı olacağı düĢünülmüĢtür. Yazılacak olan eserlerin önemli bir amaç taĢıması gerektiği de var olan maddeler arasındadır. Yazılı basından bir türde yayınlanması belirlenirse talebenin daha fazla istekli olacağına karar verilmiĢtir. 1949 Ortaokul Türkçe Programı5 1949 Türkçe programı diğer programlardan daha kapsamlı ve daha geniĢtir. Ders içeriğinde amaç, açıklamalar, plan, konu ve düzeltmeler bölümü yer almıĢtır. Programın genel amaçlarına baktığımızda muhakeme, güzel konuĢma-yazma ve imgelem yer almıĢtır. Amaçları ise sekiz maddeden oluĢmuĢtur. Bir önceki programlardan farklı olarak talebenin okuma-yazma çalıĢmalarıyla imgelemini geliĢtirme ve güzel konuĢma ve yazma yeteneklerini geliĢtirme de maddelere eklenmiĢtir. Açıklamalar bölümünde yazının bireyin yaĢantısında, kendini ifade etmesindeki önemine değinilmiĢtir. Hayatın her anında birçok gözlem yapmak mümkündür. Bu gözlemleri de 5 MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, İstanbul, 1949 40 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 aktarmanın en önemli yolu da yazıdan geçmektedir. Bu nedenle yazıya 1949 programında daha fazla önem verilmiĢtir. Söz ve yazı ile nakledilen bu tür ürünlerle Türkçe derslerinin de çocuğun gözünde öneminin artacağı belirtilmiĢtir. Yazı ile ifade adlı alt baĢlıkta ise kompozisyonun olmazsa olmazlarına değinilmiĢtir. Öğrencinin güzel yazı yazma adına hususları da beĢ madde olarak bu alt baĢlıkta yerini almıĢtır. Düzgün yazabilmek öğrencinin biliĢsel geliĢimiyle alakalı olduğu için düzgün yazabilmenin yolunun da düzgün konuĢmak olduğu gösterilmiĢtir. Öğrenciye yazma aĢamasında öğretmen değerlendiren taraf değil, rehber konumunda olan taraf olmalıdır. Yazı dilini ise yapay bir dilden öte daha samimi ve sıcak bir dile çevrilmeye çalıĢılması gerektiği belirlenmiĢtir. Öğrenciye düzgün yazı yazabilme alıĢkanlığı kazandırabilmek için de yine beĢ madde oluĢturulmuĢtur.Bu maddelerde okunaklı yazı, imla kuralları, dilbilgisi kuralları, noktalama iĢaretleri dikkat edilmesi gereken hususlar olarak yer almıĢtır. Bu konunun sonundaysa serbest yazma çalıĢmalarının en faydalı olacağına karar verilmiĢtir. Ders içeriklerinde plana geldiğimizde ise plan, ilk defa programa girmiĢtir. Plan sayesinde tesadüf kavramı öğrenicinin yaĢamından kaldırılıp tertip ve düzenin yerine getirilmesi amaçlanmıĢtır. Öğretmen tarafından verilecek olan planlar öğrenciyi kısıtlayacağı düĢünülmüĢ bu nedenle planın öğrenciye hazırlatılmasına karar verilmiĢtir. Buna yönelikte üç tip plan belirlenmiĢtir. Ġlk plan devinsel-hareki plandır. Bu planda olayların akıĢındaki hareketlere, olayların düzenlenmesine ağırlık verilmiĢtir. Hikâye anlatma, gezi yazıları gibi belli bir zaman dilimine bağlı olayların saat olarak düzenlenmesinde bu planla kolaylaĢtırılmıĢtır. Fikri veya mantıklı planda ise düĢünceye dayalı seminer, konferans, muhasebe gibi konuların iĢlenmesi mümkündür. Bu planda ise belli bir olaydan öte olayın nasıl sonuca varıldığını tespit etmek daha mühimdir. Son plan tiplerinden olan duygusal-hissi planda ise soyut ruh hallerinden olan sevgi, korku, üzüntü, endiĢe gibi görünüĢlerin ortaya çıkartılması bu planla uygulanabilir. Olaylar karĢısında verilen tepkiler, bu tepkilerin ortaya çıkıĢı ve sonuçları da bu planın kapsadığı belirtilmiĢtir. Planın yanı sıra konuda yer almıĢtır. Bu bölümdeyse konuların sıralanıĢı ve önceliğin yaĢanmıĢ olanlara verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Yazma konuları belirlenirken öğrencinin ilgi ve hoĢnutluğu 41 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ön planda tutulmalıdır. YaĢanılan olayların drama tekniğiyle canlandırılması öğrencide öğrenmenin görsel hafızayla destekleneceği düĢünülmüĢtür. Öğrencinin duygularını ortaya çıkarabilmek adına sanatsal eserleri okuduktan sonra yazıya dökmeleri ve onlardan ufak piyes, hikâye gibi yazınsal ürünler çıkarılması gerektiği de amaçlar arasındadır. Yazma konularında yaĢamlarındaki olayların yanı sıra yaratıcı metinler ortaya çıkartma adına serbest yazmaya yönlendirilebilir. Bu serbest yazma çalıĢmaları çoğaltılarak devam edilmesi gerektiği belirlenmiĢtir. Öğrenci kiĢiliklerinin geliĢtirilmesi açısından bu yazma çalıĢmaları büyük önem taĢır. Bu sebeple öğrencilerin yazarlık tiplerinden hangisine uygun olacağının tespit edileceği belirtilmiĢtir. Öğrencinin rahat ve derin düĢünebilmesi için öğretmenin konu daraltma yoluna gitmemesi gerektiği de düĢünülmüĢtür. Sınıflara göre tasnifine gelindiğinde ise birinci sınıfta ―doğrudan doğruya gözlemle elde edilen konular‖ alt baĢlığıyla dört madde yazılmıĢ, bu maddelere genel olarak bakıldığında insan tipleri, çeĢitli yerler arası kıyaslamalar, olayların ve eĢyanın tasviri baĢlıca mevzulardandır. Bir diğer alt baĢlık ise ―iç gözlemle düĢünme yoluyla elde edilen konular‖ baĢlığıdır. Bu baĢlık altında da on madde yer almıĢtır. Bu maddelere baktığımızda ise yeni kelimesi üzerine çağrıĢımlar (yeni kitap, yeni öğretmen, yeni okul) üzerinde durulmuĢ, ruh hallerinin bıraktığı izlenimleri, atasözü ve deyimlerin kullanımı da bu maddeler içerisinde yer almıĢtır. Ġkinci sınıf konularına baktığımızda ―doğrudan doğruya gözlemle elde edilen konular ―dört madde ile belirtilmiĢ. Bu maddelerde ayrıntılı tasvir önemli yer tutmuĢtur. Bunun dıĢında bilgi Ģöleni, konferans gibi tartıĢma panellerinin tespitinin yapılmasına da karar verilmiĢtir.‖Ġç gözlemle elde edilen konular‖ alt baĢlığında ise on bir madde yer almıĢtır. Bu maddelerde gezilen yerlerin izlenimleri, karakterlerin tasviri, yazılan mektupların rapor Ģeklinde özetlenmesi gibi daha ayrıntılı yöntemler belirlenmiĢtir. Son maddesinde ise ulusal ve resmi bayramlarla ilgili konuların belirlenmesi ve bu konulara dönük duyguları aktaran yazılar yazılması amaçlanmıĢtır. Son olarak üçüncü sınıfı incelersek karĢımıza ilk önce yine dört madde çıkar. Bu dört madde de köy Ģehir, insan, tip ve karakter, gezilen yerlerin tasviri yer almıĢtır.‖Ġç gözlemle elde edilen konular‖ alt baĢlığında ise tam 18maddeye yer verilmiĢtir. Üçüncü sınıf mevzularında ruh ve 42 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 düĢüncenin derin tahlilleri, bir konferans, piyes, nutuk gibi türlerin özetini çıkararak hüküm verilebilmesi amaçlanmıĢtır. Mektuplar çeĢitlendirilerek iĢ mektupları da maddelerin arasına eklenmiĢtir. Bu maddelerden en dikkat çekici madde ise Türk devriminin safhalarını yazıya geçirme maddesidir. Bu maddeyle yapılan inkılâpların kalıcı olarak temellendirilmesi amaçlanmıĢtır. 1949 programında ilk defa düzeltmeler bölümüne yer verilmiĢ. Düzeltmenin temel kazanımları ise öğrenciyi samimi, sade, dil, imla ve yazı kurallarını ve noktalama iĢaretlerini düzgün bir Ģekilde kullanması amaçlanmıĢtır. Düzeltmenin sadece tek bir düzlemden değil karĢılıklı, kümeler içinde, sınıfça ve öğretmen düzeltmesi Ģeklinde olacağı açıklanmıĢtır. Düzeltmeler öğrenciyi rencide etmeden, yanlıĢını uygun bir dille kısa cümlelerle açıklayarak ilerlenmesi gerektiği yazılmıĢ. Yazma etkinlikleri ne denli diğer dil bilgisi konularıyla iliĢkilendirilirse o denli baĢarı sağlayacağı gösterilmiĢtir. 1962 Ortaokul Türkçe Programı6 1962 yılında hazırlanan program 1949 programındaki amaçlarla benzerlik gösterir. Programda 8 tane amaç belirlenmiĢtir. Yazılı anlatımla ilgili olan madde 2 tanedir. Bu programda söz ve yazı ile ifade Ģeklinde baĢlık verilmiĢtir. Öğrencilerin meramlarını düzgün bir Ģekilde ifade etmeleri için kazanılması istenen alıĢkanlıklar: Yazı ile Ġfade: KarĢısındakinin durumuna ve yazacağı konunun gereğine uygun bir Ģekilde yazmak, seviyeye uygun konulardan birisini açık ve okunabilir bir Ģekilde kaleme almak, fikirlerini bir veya birkaç paragrafla düzenleyebilmek ve sıralayabilmek, okunan bir parça veya eserin ana hatlarını özetlemek, kendisini ilgilendiren bir yazım veya bilim konusunda araĢtırmalarda bulunmak ve bunları okuyanları ilgilendirecek Ģekilde yazmak, küçük bir hikâye yazmak ve bazı hikâyeleri piyes haline çevirebilmek, tarzında sıralanabilir 6 MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, İstanbul, 1962 43 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Öğrencilere yazma ile ilgili ―yazmanın, söylenenlerin tespitinden baĢka bir Ģey olmadığı, ancak yazının konuĢmaktan daha düzgün olduğu ve kaybolmayarak kaldığı‘‘ verilen fikirlerin baĢında gelmektedir.Öğrencilere yazma ile ilgili verilmesi gerekenlerden bir tanesi de ‖yapmacık bir dille yazma heves ve alıĢkanlığı‘‘ ile yazanların gerçek yazma eylemine ulaĢabilmeleri için yapılaması gerekenlerle ilgilidir. Yazı yazmak asıl anlamında ―duygu ve düĢüncelerin tespiti‖ demek olduğuna göre, öğretmen, ilkokuldan gelen öğrencilerin yazma kiĢiliklerini belirtmeye çalıĢacak ve ödevleri inceleyerek edindiği kanılardan, onların yazma eğilimlerine uygun yazma konuları vermek hususunda faydalanacaktır. Özellikle serbest yazma çalıĢmalarının bu konuda çok yararlı sonuçları görülmektedir. Plan:Bu programda ilk defa plan ele alınmıĢtır. Planlı yazma çalıĢmalarına gelince, öğretmen tarafından verilecek planlar, öğrencinin serbest yazmasına engel olacağından yararlı değildir. Bu sebeple yazma planlarının öğrencilere hazırlatılması uygundur. Öğrencinin hazırladığı plan, yazma ödevlerini rastgeleliklerinden, bocalamalardan kurtaracağı için iyi sonuçlar verecek, kendisine bütün hayatı boyunca faydalanacağı iyi bir alıĢkanlık kazandıracaktır. Ortaokul yazma derslerinde uygulanabilecek plan tipleri, devimsel-hareki-plan;(Bu çeĢit planda asıl olan, olayların akıĢındaki hareketlerin bir sıra içinde düzenlenmesi ve planın bölümlerinin buna göre tespit edilmesidir. Bu planla hikâye etme, anlatma ve seyahat yazıları, zamana bağlı olayların sıralanıĢlarını kolaylaĢtırır.)fikri veya mantıki plan; (makale, konferans, muhasebe konuları, fikre dayandığı için, bu planla iĢlenebilir. Öğretmen bu planlı bir veya birkaç yazı üstünde, fikrin konuĢunu, muhakeme, iddia ve ispat olunuĢunu ve nasıl bir sonuca varıldığını belirterek açıklamalıdır.)duygusal- hissi-plan(küçük hissi yazılarda, sevinç ĢaĢkınlık ve üzüntü gibi ruh halleri belirten iç görünüĢlerin yazılmasında bu plan uygulanabilir. Böyle yazılarda, küçük de olsalar, ruh hallerinin doğuĢu, doğuĢ sebepleri, tesirleri ve sonuçları gösterilmelidir.) Ģeklindedir. . Konu: Ġlk sınıfların yazma konularında somuttan baĢlayarak soyuta doğru gidilmeli, önce yaĢanmıĢ konuların hazırlanmasına önem verilmelidir. Öğrencilere verilecek konular, onların hayat içinde müĢahede edebilecekleri konular olmalıdır. Yazma konuları öğrencinin hoĢlanacağı nitelikte olmalıdır. Onlar, yalnız büyüklere zevk veren, sadece akıl, mantık veya öğüt içeren, 44 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 mutlaka ahlaki telkinlerle mevzularda ziyade, bu amaçlan hareketli, konuĢmalı hikâyelerle sağlayan konulardan hoĢlanırlar. Bu sebeple ortaokul yaĢında da daha ziyade vakaları canlandıran ödevler tercih edilmelidir. Öğrencinin bildiği, yaĢadığı ve kavradığı olaylar, anlamaya baĢladığı gerçekler, okul, sınıf, mahalle, arkadaĢ tip ve karakterlerinin tasviri, bu ilk yazma denemelerinin doğal konularıdır. Bir taraftan bu tip konularla çalıĢırken bir taraftan da onları yaratıcı çalıĢmaya yönelten serbest yazma konuları denenmelidir. Ortaokul sınıflarında tek ve serbest yazma çalıĢmaları ilk okula göre çoğaltılacaktır. Serbest yazmada ödev yanlıĢlarına fazlaca rastlanıĢı bir sakınca gibi görünüyorsa da bunun yanında öğrenciye sağladığı yaratıcılık ve düĢündürücülük çalıĢmalarının faydalı sonuçları unutulmamalıdır. Serbest yazma ödevlerinin pek önemli bir faydası da, öğrencinin özel istidatlarının belirtmesinde ve öğrenci Ģahsiyetlerinin geliĢmesinde oynadığı yapıcı roldür. Ortaokul yazma konularını sınıflara bölmek hususunda, açıklanan konuya göre iĢletmek ve gerektikçe bunlara aynı nitelikte yeni konular eklemek yetkisi öğretene bırakılmak Ģartıyla aĢağıdaki tasnifin tatbiki uygun görülmüĢtür. Konular doğrudan doğruya gözlemle ve iç gözlemle ortaya konulabilecek Ģeklinde oluĢturulmuĢtur. Düzeltmeler bölümü ilk defa yer almıĢtır. Önceki programlarda da vardı; ancak ilk defa ayrı bir baĢlık olarak ele alınmıĢtır. Bunlardan bazıları ilk baĢlarda öğrencinin Ģevkini hevesini kırmayarak yaklaĢım gerekmektedir. Fakat zaman içinde belirli sınırlamalar getirmekte yarar olacaktır. Bu program diğer programlara göre detayların fazla olduğu daha kapsamlı bir program olarak karĢımıza çıkmaktadır. 1981 Ġlköğretim Okulları Türkçe Eğitim Programı7 Programda eğitim sistemindeki değiĢiklik sebebiyle sınıflarda ve içerikte değiĢiklik yapılmıĢtır.6.sınıf,7.sınıf ve 8.sınıfı kapsayan yazılı anlatım amaçları belirlenmiĢtir. Genel olarak amaçlara bakıldığında amaçların hepsi, düĢünmeye yönelik olarak belirlenmiĢtir. Bu programda ilk defa yöntem baĢlığı da yer almıĢtır. 7 MEB; Temel Eğitim Programı, İstanbul, 1982 45 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 6.sınıf yazılı anlatım unsurlarına bakıldığında; öğrencilere paragraf kavramını kazandırma yer almaktadır. Atasözü ve deyimlerin anlamını bir önceki programda sadece tanımlamak yer alırken bu programda üzerine kısa bir metin yazabilme onu analiz edebilmede farklılık gösteren maddelerdendir. Toplamda 15madde yer almasına rağmen maddeler birbiriyle iliĢki halindedir. Maddeler arasında en önemli madde ise çocuklara yazma alıĢkanlığını kazandırabilmek adına Ģiir defteri tutturma maddesi belirlenmiĢtir. Yine yakın çevreyi, bayram, Ģölen, Ģenlik ve her türlü etkinliği de kısaca anlatabilme becerisini kazandırma amaçlanmıĢtır. 7.sınıf unsurlarına gelindiğinde ise cümle yapılarının üzerinde durulması gerektiği, yazıĢma etkinliklerini yazabilmek, daha sonra da bir olay üzerine rapor yazabilmek yer alan maddelerden biridir.17. maddeyle belirlenen bu hususlarda öğrencinin izlenimleri, deyim ve betimlemelerine önem verilmiĢtir. Bir diğer maddedeyse yeteneği olan öğrencilerin belirlenerek o öğrencilere sanatsal metinler yazdırma eğilimine girilmesi gerektiği aktarılmıĢtır. Son sınıf olan 8.sınıfın yazmaya iliĢkin maddelerine bakıldığında yurt ve dünya sorunları ile ilgili yazı yazabilme en dikkat çekici maddelerden birisidir. Öğrencilerin geleceğe dönük öğrenim ve hayatıyla ilgili düĢündüklerini rahatça anlatabilmelerini sağlamakta önemli maddeler arasındadır. Uygun cümlelerle kurulan paragraflarda da yazıya uygun bir plan gütme amacı yer almıĢtır. Toplamda 17madde olmakla birlikte genel olarak yazınsal türlerin içeriği üzerinde durulmuĢ ve bu türlerin düzgün yazıyla aktarılmasına ağırlık verilmiĢtir. 2006 Ġlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı8 Yazma alt baĢlığı altında yazılı anlatım kavramı tanımlanmıĢtır. Yazma becerisinin kazanılması için uzun ve çeĢitli merhalelerin olduğu yazılmıĢtır. Yazma becerisini tek cepheden ele almak yerine çok yönlü, dil bilgisi etkinlikleriyle desteklenmesi gerektiği belirtilmiĢtir. 8 MEB; İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (6, 7, 8. Sınıflar), MEB Yayınları, Ankara, 2006 46 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Öğretmen yazma etkinliklerini zevk verici hale getirebilmek adına farklı yöntemler bulup, çeĢitli etkinliklerle bunu sağlamaya çalıĢmalıdır. Yazma çalıĢmalarının sonuca ulaĢabilmesi için değerlendirme yapılmasının en önemli ölçüt olduğu yazılmıĢtır. Değerlendirme yöntemlerinin de öğretmen odaklı değil, öğrencinin bireysel olarak kendini tenkit etmesi, arkadaĢlarının da bu eleĢtirilere katılmasıyla baĢarılı olacağı belirlenmiĢtir. Daha önceki programlardan farklı olarak derslerin gayeleri bu programda tablolar halinde aktarılmıĢtır. Ortaya konulan tablolarda 6.7.8. Sınıflara dönük temel dil becerileri: Yazma baĢlığı altında amaç ve kazanımlara yer verilmiĢtir. Bu amaç ve kazanımları destekleyen etkinlik örnekleri de yer almıĢtır. Belirlenen amaç ve kazanım ne ise o konuya dair özet niteliğindeki bilgiler açıklamalar bölümünde yer almıĢtır. Yazma becerisine yönelik yöntem ve tekniklerde 15. maddeyle yerini almıĢtır.2006 öğretim programında her Ģeyin temelinde öğrenci vardır. Öğrenci ders içersinde pasif değil, aktif ve sürekli sorgulayan taraftadır. Bu programla birlikte ürün odaklı yazma sürecinden süreç odaklı yazma planına geçiĢ yapılmıĢtır. Programda yer alan amaç ve kazanımlar Ģu Ģekildedir: Yazma Kurallarını Uygulama 1. Kâğıt ve sayfa düzenine dikkat eder. 2.Düzgün, okunaklı ve iĢlek bitiĢik eğik yazıyla yazar. 3. Elektronik ortamdaki yazıĢmalarda biçim ile ilgili kurallara uyar. 4. Standart Türkçe ile yazar. 5. Türkçenin kurallarına uygun cümleler kurar. 6. Yabancı dillerden arınmıĢ, dilimize henüz yerleĢmemiĢ kelimelerin yerine Türkçelerini kullanır. 7. Olayları ve bilgileri sıraya koyarak anlatır. 8. Yazısında sebep-sonuç iliĢkileri kurar. 9. Yazısında amaç-sonuç iliĢkileri kurar. 10. Tekrara düĢmeden yazar. 11. Yazım ve noktalama kurallarına uyar Planlı Yazma 1. Yazma konusu hakkında araĢtırma yapar. 47 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2. Yazacaklarının taslağını oluĢturur. 3. Yazısını bir ana plan etrafında planlar. 4. Konunun özelliği uygun düĢünceyi geliĢtirme yolları kullanır. 5. Yazının ana fikrine yardımcı fikirler destekler. 6. Atasözü, deyim ve söz sanatlarını uygun durumlarda kullanarak anlatımı zenginleĢtirir. 7. Yazdığı metni görsel materyallerle destekler. 8. Yazdığı konunun ve türün özelliğine uygun bir giriĢ yapar. 9. Yazıyı etkileyici ifadelerle sonuca bağlar. 10. Yazıya konuyla ilgili kısa ve dikkatli çekici bir baĢlık bulur. 11. Dipnot, kaynakça, özet, içindekiler vb. kısımları uygun Ģekilde düzenler. Farklı Türlerde Metinler Yazma 1. Olay yazıları yazar. 2. DüĢünce yazıları yazar. 3. Bildirme yazıları yazar. 4. ġiir yazar. Kendi Yazdıklarını Değerlendirme 1. Yazdıklarını biçim ve içerik yönünden değerlendirir. 2. Yazdıklarını dil ve anlatım yönünden değerlendirir. 3. Yazdıklarını yazım ve noktalama kurallarına uygunluk yönünden değerlendirir. Kendini Yazılı Olarak Ġfade Etme AlıĢkanlığı Kazanma 1. Duygu, düĢünce, hayal, izlenim ve deneyimlerini yazarak ifade eder. 2. Yeni öğrendiği kelime, kavram, atasözü ve deyimler kullanır. 3. Ġlgi alanına göre yazar. 4. ġiir defteri tutar. 5. Günlük tutar. 6. Beğendiği sözleri, metinleri ve ġiileri derler. 7. Okul dergisi ve gazetesi için yazılar hazırlar. 8. Yazdıklarını baĢkalarıyla paylaĢır ve onları değerlendirmelerini dikkate alır. 9. Yazdıklarından arĢiv oluĢturur. 10.Yazma yarıĢmalarına katılır. Yazım ve Noktalama Kurallarını Uygulama 48 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1. Yazım ve noktalama kurallarını kavrayarak uygular. 2. Noktalama iĢaretlerini iĢlevlerine uygun olarak kullanır. (MEB,2006) Programda yazma becerisini geliĢtirmek amacıyla çeĢitli etkinlik örnekleri yer almaktadır. Bunların yanında, not alma, özet çıkarma, boĢluk doldurma, kelime ve kavram havuzundan seçerek yazma, kontrollü yazma, güdümlü yazma, yaratıcı yazma, metin tamamlama, tahminde bulunma gibi yöntem ve tekniklere de yer verilmiĢtir. Ülkemizde yazılı anlatım çalıĢmaları ilköğretimde baĢlar ve lise boyunca devam eder. Üniversitede ise birkaç bölümde bu çalıĢmalara yer verilir. Bu kadar uzun süren bir öğretime rağmen, öğrencilerin yazılı anlatım becerileri yeterince iyi değildir. Hangi öğretim kademesinde olursa olsun öğrencilerden kompozisyon yazmaları istendiğinde bundan pek hoĢnut oldukları söylenemez9. Bunun nedeni öğrencilerin yazma etkinliğini yeterince sevmemeleri ya da baĢarılı olmamaları olarak düĢünülebilir. Bütün dil becerileri gibi yazma becerisini geliĢmesi de diğer dil becerilerinin geliĢmesine bağlıdır. Ġyi bir okuyucu veya dinleyici olunarak yazma becerisi geliĢtirilebilir. Yazma becerisinin geliĢtirilmesinde öğretmenin tutum ve davranıĢları da etkilidir. Öğretmenin kullandığı materyaller ve sınıf içindeki davranıĢları, öğrencilerin yazma becerisin geliĢtirecek nitelikte olmalıdır. Öğrenmen yazma süreci boyunca öğrencilere rehberlik yapmalıdır. Kaynakça Maarif Vekâleti; Lise Birinci Devre Müfredat Programı, MatbaaiȂmire, Ġstanbul, 1340. Maarif Vekâleti; Ortamektep ve Liselerin Türkçe Müfredat Programı, Yeni Gün Matbaası, Ankara, 1929. Maarif Vekâleti; Ortamektep Müfredat Programı (1931-1932 Ders Senesi Tadilatı), Devlet Matbaası, Ġstanbul, 1931. 9 Arıcı, Ali Fuat ve Ungan, Suat. Yazılı Anlatım El Kitabı, Pegem Akademi Yayınları. Ankara, 2012. 49 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kültür Bakanlığı, Ortaokul Programı, Devlet Basımevi, Ġstanbul, 1938. MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, Ġstanbul, 1949. MEB; Ortaokul Programı, MEB Basımevi, Ġstanbul, 1962 MEB; Temel Eğitim Programı, Ġstanbul, 1982. MEB; Ġlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu (6, 7, 8. Sınıflar), MEB Yayınları, Ankara, 2006. Arıcı, Ali Fuat ve Ungan, Suat. Yazılı Anlatım El Kitabı, Pegem Akademi Yayınları. Ankara, 2012. 50 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 TÜRKÇE'DEN ÇEVĠRĠLERDE ÖZEL ĠSĠMLERĠN CĠNSĠYET SORUNSALI Alena ģATOVIģ Edina USTAVDIģ NURIKIģ ÖZET Türk kültürüne yabancı olanların Türk özel isimleri ile ilk karĢılaĢtıklarında cinsiyetlerin ayırımı konusunda zorluk çektikleri gözlemlenmektedir. Bu sorun özellikle cinsiyet ayrımının (eril/diĢil kavramının) belirgin olduğu dillere Türkçeden çeviri yapılması sırasında ortaya çıkmaktadır. Özellikle öz Türkçe ve Farsça isimlerde bu sorun daha fazla göze çarpmaktadır. Öte yandan, bir yabancı Türkçe isimlerin anlamlarına hakim olduktan sonra görecektir ki bu isimler cinsiyetlere toplumsal olarak yüklenen roller ve vasıflarla paralellik göstermektedir. Örneğin erkek ismi Yiğit bir erkeklik vasfı olarak ya da kadın ismi Narin bir kadınlık vasfı olarak bu isimlere tipik birer örnek teĢkil ederler. Bu çalıĢmada özel isimler cinsiyet perspektifi bakımından değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: özel isimler, toplumsal cinsiyet, çeviri. GiriĢ Türkçe bilmeyen ya da Türkçe‘yi yeni öğrenen kimseler için Türkçe‘deki pek çok özel isim kiĢinin cinsiyetini bildirme bakımından bir sorun olarak karĢımıza çıkmaktadır. Yazılı bir metinde Türkçe kökenli özel bir isme rastlanıldığında bu ismin kadın veya erkek ismi olup olmadığı sorusu cümlenin doğru anlaĢılıp, doğru tercüme edilmesi bakımından ehemmiyet taĢımaktadır. BoĢnakça, Hırvatça, Sırpça gibi Slav kökenli dillerde bulunan gramatikal eril ve diĢil isim (özel ve genel isimler için de geçerlidir) ayırımı cümlede geçen özel ismin cinsiyetine vakıf olunmasını gerektirmektedir. Zira, cümledeki gramatikal yapılar, ön ek ve son ekler, yardımcı öğeler, ismin kadın veya erkek ismi olmasına bağlı olarak değiĢkenlik gösterir. Buna binaen, özel bir ismin hangi cinsiyete ait olduğunu belirlemek Türkçe öğrenimi sürecinde gözardı edilmemesi gereken noktalardan biridir. Prof. Dr. Saraybosna Üniversitesi/ Bosna Hersek. AraĢ. Gör. Saraybosna Üniversitesi/ Bosna Hersek. 51 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türkçe‘de bulunan erkek ve kadın isimleri incelenirken birkaç nokta ayırd edici faktör olarak öne çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi, ismin hangi cinsiyete ait olduğu konusundaki belirsizliğin daha ziyade Türkçe kökenli isimlerde ortaya çıktığıdır. Özellikle Müslüman toplumlarda genel olarak kabul gören ve kullanılan Arapça kökenli isimler BoĢnakça‘da da yaygın olduğu için, Türkçe‘deki Arapça kökenli isimler konusunda genel itibariyle ayırd etme sorunu yaĢanmamaktadır. Diğer taraftan, Türkçe‘de de yaygın olan bazı Farsça kökenli isimlerde benzer bir sorun söz konusudur. Ġsimlerde ayırd edici bir baĢka önemli nokta ise isimlerin sözlük anlamı ile ait oldukları cinsiyet arasında kurulabilecek olan bağ üzerinden okunabilmektedir. Toplumun her iki cinsiyete yüklediği roller üzerinden bir değerlendirme yaptığımız takdirde, görülecektir ki bu ikisi arasında organik bir bağ mevcuttur. Bu noktada toplumsal cinsiyet kavramını devreye sokmamız gerekmektedir. Cinsiyet kavramı biyolojik bir olguya iĢaret eder. Kadın ve erkek arasındaki doğuĢtan gelen, genetik, fizyolojik ve biyolojik, sabit farklılıklar bu kavram kapsamında ele alınır. Gelgelelim, toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet kavramının ötesinde toplum tarafından verilen erkeklik ve kadınlık hakkında kültürel görüĢler, inanç sistemleri, imajlar ve beklentilerle yapılanır. Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır. Biyolojik olarak baktığımızda cinsiyet, fiziksel farklılıklara iĢaret ederken, toplumsal açıdan cinsiyet, sosyal ve kültürel açıdan kadın ve erkeklerden rol beklentilerini ifade etmektedir. Psikolog Ayten Zara'nın ifadesiyle ''toplumsal cinsiyet toplumsal, kültürel, coğrafi farklılıklara göre bu ‗kadın‘ ve ‗erkek‘ bireylere yüklenen rolleri, sorumlulukları içerir. Biyolojik cinsiyet doğuĢtan gelen, toplumsal cinsiyet ise sonradan edinilen özelliklerdir.'' ( Zara, Özdemir, 2012). Bu konu hakkında Hırvat edebiyat eleĢtirmeni Dubravka Oraiç Toliç'in Ģu düĢünceleri dikkat çekmektedir: ''Sadece gerçek dünya değil, modern kültürün sembolik evreni de keskin bir Ģekilde iki cinsiyet alanına ayrılmıĢtır. Bu ayırım öylesine serttir ki mental, antropolojik ve ontolojik alana kadar tüm genel kategoriler cinsi ayırım belirtileri gösterir. Rasyonalite ve mantık alanına girebilecek her Ģey erkek cinsi ile bağdaĢtırılırken, tam tersine mantık dıĢı, irasyonalite alanında yer alan her Ģey açıkça veya içkin olarak kadınlık çağrıĢımı yapar. Elbette, burada ontolojik erkek ve kadın aitliklerinden değil, kültürel bir kurgudan bahsedilmektedir'' (OraiĤ ToliĤ, 2005: 87) Buna göre, kadınsı cinsiyet rolleri sıklıkla hassasiyet, anlayıĢ, duygusallık, bağımlılık özellikleriyle; erkeksi cinsiyet rolleri ise liderlik, baskınlık, 52 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bağımsızlık gibi özelliklerle karakterizedir. Toplumda oluĢan bu erkek ve kadın rolleri ile kadın ve erkeğe yüklenen özellikler, toplumca benimsenen kadın ve erkek isimlerinde de bir tutarlılık göstermektedir. Güçlü Erkek – Hassas Kadın Yukarıda da değinmiĢ olduğumuz gibi toplumca kabul edilmiĢ, erkekliğin en karakteristik özelliklerinden biri güçlü, cesur ve kahraman olduğu algısıdır. Erkek çocuklara verilen isimler üzerinden de bu algı toplumda tekrar tekrar kurulmakta, pekiĢtirilmekte ve bireysel planda erkek çocuğuna, sahip olması gereken özellikler konusunda bir nevi telkinde bulunulmaktadır. ''Erkek'' kelimesinin kökü olan ''er'' kelimesi ile türetilen erkek isimleri bu tür isimlere örnek teĢkil edebilecek niteliktedir. ''Er'' kelimesinin sözlük anlamı: ''iĢini iyi bilen, yetenekli kimse, kahraman, yiğit, rütbesiz asker''. Bu anlamdan yola çıkarak türetilen karakteristik erkek isimlerinden bazıları Ģunlardır: Erdoğan ( kahraman, asker olarak doğan kimse), Erdil (kahraman yürekli), Ercan (cesur, kahraman yürekli), Erkan (kahramanlık kanı taĢıyan), Erhan ( kahraman, yiğit han, yönetici) Türkçe'de sıfat iĢlevi gören çok sayıda özel isim de mevcuttur. Bu tür isimlerde toplumsal cinsiyet rolleri ayırımı oldukça belirginleĢmektedir. Kadınlık ve erkeklik sınırları isimde ihtiva edilen anlam ve nitelik ile daha da keskinleĢmektedir. AĢağıda toplum algısında erkeklerin karakteristiği haline gelen vasıfları ifade eden erkek isimleri bulunmaktadır: Yaman (korkulan, Ģiddetli, cesur, güçlü, iĢbilir, becerikli), Yiğit ( Çetin (sert, zor, inatçı, azimli, Ģedid), Yavuz (gürbüz, mert, cesur, kötü, güçlü, keskin), Sarp (dik, güçlük, sert, Ģiddetli), Engin (çok geniĢ, vasi, temiz, sağlam), Kıvanç (övünç, iftihar, sevinç, memnuniyet), Mert (yiğit, güvenilir, erkek insan, çevik, zinde), Metin (sağlam, dayanıklı, metanetli), Olgun (bilgi , görgü ve hoĢgörüsü geliĢmiĢ, ağırbaĢlı, kamil), Aydın (kültürlü, okumuĢ, görgülü, münevver), Bilgin (bilgili kiĢi, alim), Eren (ermiĢ, evliya, deneyimli, akıllı, cesur, yiğit). Dubravka Oraiç Toliç‘in de altını çizdiği gibi toplumca kabul gören kadınlık özellikleri mantık ve dimağ alanından ziyade irrasyonalite ve duygusallık alanında ortaya çıkıyor. Kadından beklenen hassas, Ģefkatli, duygusal, sevecen, saf, temiz, iffetli ve çoğu zaman da erkek perspektifinden bakılacak olursa gizemli ve nazlı olmasıdır. Toplumsal algıda kadın, aĢk, özlem, arzu gibi duyguların da öznesi haline gelmektedir. Buna Ģu örnekleri vermek mümkündür: 53 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Nazlı, Naz, Nazenin, Nazan, Narin, Duru, Ġffet, Duygu, Özlem, Arzu, Gizem, Dilek, Rüya, Hülya, NeĢe, Sevgi, Sevda, Sıla, Melek, FeriĢte (melek), Peri vb. Büyük devlet yöneticileri, liderleri erkeğe atfedilen güçlü olma, baskınlık, liderlik gibi vasıfların bir çoğunun timsali olarak karĢımıza çıkmaktadır. Türkçe‘de erkek isimleri olarak sıklıkla görülen devlet yönetici isimleri elbette Türk tarihi ve Türk kültürü ile de yakından ilintilidir. Türk tarihi boyunca büyük devletlerin, imparatorlukların kurulması, bu devletlerin yöneticilerinin bir çoğunun dünyaca ünlü, güçlü, haĢmetli liderler olması ve ayrıca Türk tarihindeki devlet geleneğinden ötürü askerlik ve kahramanlığın Türk toplumunda genel geçer vasıflar olarak kabul görmesi itibariyle bu tarz özel isimlerin mevcudiyeti beklenen bir durumdur. Türkçe öğrenen kimselerin Türk kültürünün bu yönüne aĢina olmaları bu noktada önem kazanmaktadır. Ġslam öncesi ve Ġslamın ilk dönemlerinde ünlü Türk liderleri ve kahramanların isimlerinden bazıları Ģu Ģekildedir: Timur, Çağatay, Cengiz, Atilla, Kubilay (Moğol hanı), Teoman (Hun lideri), Mete (Hun lideri), Bilgekaan, Kültigin Oğuz, Ertuğrul, Alparslan vb. Bu bağlamda yukarıda zikrettiğimiz aynı nedenlerden ötürü sıklıkla kullanılan ‗‘han‘‘ ünvanından da bahsetmek gerekir. ‗‘Han‘‘ kelimesi Osmanlı padiĢahlarının adlarının sonuna getirilen ve Doğu ülkelerinde yerli beyler için kullanılan, Türk-Moğol topluluklarında hükümdar anlamı taĢıyan tarihi bir ünvandır. Kelimenin sözlük anlamı ‗‘ulu insan‘‘, ‗‘hükümdar‘‘dır. Türkçe erkek özel isimlerinin türetilmesinde oldukça yaygın ve verimli bir kelime olduğu gözlemlenmektedir. Bu kelimeden birleĢik kelime olarak türetilen bazı erkek isimleri Ģunlardır: Okan (vladar -strijela), Ayhan (mjesec- vladar, vladar poput mjeseca), Kağan (kagan, vladar) Hakan (han, sultan, vladar), Yiğithan (junak vladar), Ağahan (gospodar, gospodin vladar), Alphan (hranbri, smjeli vladar), Çelikhan (ĦeliĦni vladar, vladar poput Ħelika, snaţan kao Ħelik), Erhan(vojnik vladar, vladar vojnika), Efehan (junak vladar), Doğanhan (soko-vladar, vladar poput sokola), Gökhan (nebo-vladar, nebeski vladar, vladar neba), Koçhan (vladar poput ovna), Korhan (plameni vladar). ‗‘Han‘‘ kelimesi ile ayrıca yukarıda belirtilen aynı nedenlerden ötürü Arapça kökenli bazı erkek isimlerinin sonuna getirilmek suretiyle yeni isimler türetilmektedir. Bu isimler yaygın olarak Osmanlı padiĢahlarının isimleridir: Murathan, Selimhan, Mehmethan, Yavuzhan vb. 54 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bir erkeklik özelliği olarak güç ve dayanıklılık, maden isimlerinden gelen bazı özel isimlerde de kendini göstermektedir. Çelik, Demir, Tunç gibi isimler buna tipik örnek oluĢturur. Öte yandan kadın isimlerinde narinlik, hassaslık ve güzellik vasıflarını barındıran bazı değerli metal ve taĢların isimlerine sıklıkla rastlanır: GümüĢ, Zerrin (Farsça. altın), Beril, Sedef,, Zümrüt, Mercan, Ġnci, Elmas, Firuze vb.. Bu grup içindeki bazı isimler dilin özelliklerine göre modifiye edilerek BoĢnakça‘da da kullanılır hale gelmiĢtir. Almasa, Sejdefa, Zumreta, Merdţana, Zerina vb. bu tür isimlere örnek olarak verilebilir. Diğer bir takım değerli kumaĢlar ve iĢlemeler de kadın isimlerinde sıkça rastlanır: Kadife, Ġpek, Oya, Mine, Ebru vb. Esin kaynağı doğa olayları ve doğadaki canlı ve cansız varlıklar olan erkek ve kadın isimlerinde de benzer Ģekilde kadınlık ve erkeklik rol ve özelliklerine göndermeler vardır. Gücü, görkemi, celaliyeti temsil eden bazı doğa olaylarının isimleri yaygın olarak erkek ismi olarak görülür: Volkan, Rüzgar, Bora, Yıldırım, Bulut, Tayfun, Kaya, Dağhan, Gökhan, Engin, Tufan Doğa ilhamlı kadın isimlerinde dikkat çeken ise kullanılan isimlerden her birinin kadının hassasiyetine bir vurgu olarak daha narin, hassas, hafif ve saf bir doğa olayını veya oluĢumunu iĢaret ettiğidir. Bu isimlere çok sayıda örnek verilebilir: Jale (ince nem, çiğ, kırağı), ġebnem (çiğ), Irmak, Nehir, Damla, Ada (ostrvo), Saba (gündoğusundan esen hafif rüzgar), Meltem (karadan denize doğru esen hafif rüzgar), Burcu (güzel koku, ıtır, sakız ağacının tomurcuğu), Yeliz ( havadar, aydınlık), Yaprak, Hazal (kuruyup dökülen ağaç yaprakları), GüneĢ, Hilal vb. Ay kelimesinden türetilen kadın isimlerinin çokluğu dikkat çekmektedir: Aynur (ay ıĢığı), Ayten (ay gibi teni olan), Aysu, Aysun, Aylin (ay ıĢığı), Ayla (ıĢık çevresi, ay ağılı, ayevi, hale), Ayça (hilal), Aydan. Bitki ve Hayvan Ġsimleri Bazı hayvan isimleri kadın ve erkek isimleri olarak yaygınlaĢmıĢ durumdadır. Elbette özel isimlere konu olan bu hayvanlar fiziksel ya da karakter özellikleri ile takdir gören, beğenilen, 55 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 insanların gıpta ile baktıkları, özendikleri ve sevdikleri hayvanlar olma özelliğini taĢır. Bu tür isimler sayıca fazla değillerse de erkek ile kadın isimleri arasındaki farklar manidardır. Yukarıda verilen isim örneklerinde olduğu gibi burada hayvanların özellikleri ile cinsiyet özellikleri arasında paralellikler söz konusudur. Kartal, ġahin, Arslan, Yunus, Doğan vb. gibi isimler erkek isimleri olarak karĢımıza çıkar. Bu hayvanların tehlikeli, güçlü, cesur, bağımsız ve zeki olma özellikleri, aynı zamanda toplumun erkeğe atfettiği özelliklerdir. Diğer taraftan, bu tür kadın isimlerine baktığımızda güzellik, sevimlilik, ürkeklik, narinlik gibi niteliklerin öne çıktığını görebiliriz: Ceylan, Burçin, Ahu, Ceren, Kumru vb. Bitki isimlerine gelince, burada da benzer bir erkek-kadın ayırımının var olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, bu grupta erkek isimlerine nispeten kadın isimlerinin çok daha fazla ve çeĢitli olduğu göze çarpmaktadır. Bu durumu bitkilerin doğaları itibariyle daha kırılgan ve narin varlıklar olduğu savına bağlamak mümkün olabilir. Bu gruptaki az sayıdaki erkek ismi genellikle daha sağlam ve görünüĢü açısından daha ihtiĢamlı olan bazı ağaç isimlerinden türetilmiĢtir. Çınar, Gürgen, Gürçınar bu gruba dahil edilebilir. Türkçe kökenli kadın isimlerinin çok büyük bir bölümünü çeĢitli bitki ve çiçek isimleri oluĢturmaktadır. Çiçekler güzellikleri, yaydıkları güzel koku, hassas ve narin olma özelliklerini taĢıdıkları için kadın isimlerine ilham olmaları ĢaĢırtmamaktadır. Bu gruptaki en tipik ve en yaygın isim örnekleri Ģunlardır: Gül, MenekĢe, Lale, Nergis, Papatya, Çiçek, Manolya, Açelya, Akasya, Fulya, Nilüfer, Yasemin, Funda, Ajda, Çiğdem, BaĢak, Burçak, Yonca, Defne, Yaprak. Gelincik, Müge. Somut bitki ve çiçek isimlerinin yanısıra Türkçe kadın isimleri arasında bitkinin veya çiçeğin çeĢitli hallerine iĢaret eden isimler de vardır: Gonca, Fidan, Filiz, Nihal, Pelin, Bahar, Demet, Buket vb. Çiçek isimleri arasında en yaygın olanı hiç Ģüphesiz güldür. Gül isminden türetilen çok sayıda kadın ismi olmasını bu çiçeğin Türk kültüründeki özel konumuna yormak gerekli olabilir. Zira, gül, divan edebiyatı sembolizminin doruk noktalarından birini temsil eder. Güle benzetilen sevgili, sevgilinin gül goncasına benzetilen ağzı gibi nice edebiyat sembolü Türk kültüründe günümüze kadar yaĢamaya devam etmiĢtir. Gül isimlerindeki çeĢitlilik bu kültürel 56 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 oluĢumun doğal bir sonucu olarak görülebilir. Bahsettiğimiz türdeki isimlerden bazıları Ģunlardır: Gülay, GülĢen, Gülben, Güldane, Gülden, Gülfem, Gülnihal, Gülperi, Gülsüm, Songül, Gülbahar, AyĢegül, Fatmagül vb. Özel Ġsimlerde Emir Kipinin Kullanımı Özel isimlerde emir kipi kullanımı ilginç bir fenomen olarak karĢımıza çıkmaktadır. Emir kipi BoĢnakça ve diğer pek çok Slav dilindeki isimlerde görülmeyen bir olgudur ve bu yönüyle ilgi uyandırmaktadır. Emir kipinin kullanıldığı isimlerde, ismin verildiği kiĢiye bir nevi ondan olması ve yapması beklenen Ģey telkin edilir. Bu tipteki isimler çoğunlukla erkek ismi olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni üzerinde durmadan önce ilgili örneklere göz atmak gerekir: Ataol, Erol, BaĢar, Korkut, Birol, Ünal, Ünsal , Vural,Varol,Yücel Verilen örneklerde telkin edilen özelliklere odaklanmak yerinde olacaktır. Ġlk örnekte atalara gönderme yapılarak ‗‘atan gibi ol‘‘ mesajı verilmektedir. Diğer örneklerde sırasıyla er olmak, cesur olmak, baĢarmak, korku salmak, birlik olmak, nam salmak, kararlı olmak, yükselmek, yücelmek gibi vasıflar ön plana çıkartılmaktadır. Bu özellikleri erkeğe yüklenen toplumsal rol ve görevlerin bir birleĢimi olarak değerlendirmek yanlıĢ olmayacaktır. Zira, özellikle Türk toplumu gibi ataerkil toplumlarda erkeklik bir baĢarı, cesaret, kararlılık, yücelik ölçüsü olarak değer kazanmaktadır. Buna binaen, erkek bireylere isim üzerinden bu değerlerin telkini, dahası bu değerlere sadık kalmaları emri verilmektedir. Osmanlı Sarayı'nda Kadın Ġsimleri ve Anlamları Osmanlı sarayında rastlanılan isimler bugün itibariyle yaygın olmamakla birlikte, ihtiva ettikleri anlam bakımından daha yakından incelenmesi gereken kadın isimleri arasında yer almaktadır. Dönemin Ģiir estetiği ve dili çerçevesinde Ģekillenen bu isimlerin büyük çoğunluğu Farsça kökenlidir. Mehpeyker (ay yüzlü güzel), Sultan Ibrahim ve IV. Murat'ın validesi, I. Ahmed'in eĢi 17. yüzyıl. Mahfiruz (Turkuaz ay), II. Osman'ın validesi, I. Ahmed'in eĢi, 17. yüzyıl. GülnûĢ (gül içen, dudaklarında gül olan), III Ahmed ve II. Mustafa'nın validesi, IV. Mehmed'in eĢi, 17. Yüzyıl. 57 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġevk-efzâ (Ģevk veren, Klasik Türk müziğinde III. Selim tarafından düzenlenmiĢ birleĢik bir makam), Sultana V. Murat'ın validesi , Sultana Abdulmecid'in eĢi, 19. Yüzyıl. Pertevniyal (ıĢık veren, aydınlatan), Sultan Abdulaziz'in validesi, Sultan II. Mahmud'un eĢi, 19. Yüzyıl. Mahidevrân (zamanının güzeli, dünyanın ayı), ġehzade Mustafa'nın validesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın eĢi, 16. yüzyıl. Mihrimâh (güneĢ ve ay), III. Mustafa'nın validesi, III. Ahmed'in eĢi, 18. yüzyıl. Bezmialem(alemin süsü), Sultan Abdulmecid'in validesi, II. Mahmud'un eĢi, 19. yüzyıl. NakĢidil (kalbin süsü), Sultan II Mahmud'un validesi, I. Abdulhamid'in eĢi, 18-19. yüzyıl. MihriĢâh (padiĢahın güneĢi), II. Selim'in validesi, III. Mustafa'nın eĢi, 18. yüzyıl II. Hürrem (gönül açıcı, Ģen Ģakrak, sevimli), II Selima validesi, Kanuni Sultan Süleyman'ın eĢi, 16. Yüzyıl. DilaĢub (kalbi sıkan, gönle eza veren), II. Süleyman'ın validesi, Sultan Ġbrahim'in eĢi, 17. Yüzyıl. Gülcemâl (güzelliğin gülü), Mehmet ReĢad'ın validesi, Sultan Abdülmecid'in eĢi, 19. Yüzyıl. Tîrimüjgân (ok gibi kirpikleri olan) Sultan II. Abdulhamid'in validesi, Sultan Abdulmecid'in eĢi, 19. yüzyıl. Verilen tüm bu örneklerde dikkat çeken Ģey, geçmiĢteki kadın algısıyla günümüz toplumunun kadın algısı arasında pek çok benzerlik bulunduğudur. Örneklerden de görüleceği gibi, kadın bir güzellik, süs, sevgi, sevimlilik, zerafet timsali olarak sunuluyor. Elbette bu türdeki isimlerde etkili olan bir bir baĢka önemli faktör de Divan edebiyatındaki kadın/sevgili tasavvurudur. Tirimüjgan, DilaĢub, GülnuĢ, Mahpeyker gibi isimlerde görüleceği üzere Divan edebiyatında sevgilinin özelliklerini yansıtan semboller büyük bir ilham teĢkil etmiĢtir. “Cinsiyetsiz‟‟ Özel Ġsimler Modern ''baba kültürü'', kadınlık ile erkeklik arasında keskin bir sınır çekmiĢ, erkekliğin alanını rasyonalite, kadınlığın alanını irasyonalite olarak belirlemiĢti. Hırvat edebiyat eleĢtirmeni Dubravka Oriç Toliç'e göre modernizm eleĢtirisi kadının imgesel dünyasından 58 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ortaya çıkmıĢtır. Erkek özneler modernizm sonrasında kadınlık çizgilerini benimseyerek ''modern baba kültürü'' ile bir polemiğe girmiĢtir. (OraiĤ ToliĤ,2005: 89) BaĢka bir deyiĢle, modernizmin getirdiği ikili cinsiyet sistemini aĢabilmek adına bir nevi bir androjenik yol bulundu. Bu androjenik metod geleneksel kadınlık ve erkeklik çizgilerini bir arada getiriyordu. Türkiye'de son bir kaç on yılda isim dağılımına baktığımızda ilginç bir tablo ile karĢı karĢıya kalıyoruz. Buna göre, hem kadın hem erkek ismi olabilecek isimlerde bir artıĢ yaĢanmaktadır. Bu trendi, modernizm eleĢtirisi olarak ortaya çıkan androjenik eğilimlerle açıklamak da mümkün olabilir. Zira, bu isimlerin yaygın olduğu çevrelere göz attığımızda bu çevrelerin gelenek ile bağlarının daha alt düzeyde olduğunu görebiliyoruz. Doğa olaylarını iĢaret eden bazı isimler bu gruptandır: Deniz, Yağmur, Bulut, Cemre, ġafak vb. Diğer taraftan, bu isimlerden bazıları ideolojik eğilimleri de belirtmektedir: Devrim, Evrim, Evren, Ender, Bilge, Umut, Özgür, Özgün vb. ''Cinsiyetsiz'' diyebileceğimiz bu isim trendinin yaygın olduğu toplumsal kesimlerin gelenekselliğin eleĢtirisine daha açık ve isimlerde iĢaret edilen ideolojik yönelimlere daha meyilli oldukları düĢünülürse, Oraiç-Toliç'in bahsettiği türden bir cinsiyet ayırımı eleĢtirisinden söz etmek mümkün olabilir. Sonuç Özel isimler, isim vermeler her zaman bir toplumun yaĢayıĢ, düĢünüĢ, kendini ve çevresini tanıyıĢ Ģekillerini yansıtan küçük ama önemli göstergeler olmuĢtur. Zengin aidiyet ve kimlikleri içerisinde barındıran Türk toplumunda bu göstergeler çeĢitli ve fazladır. Türk toplum yapısını, düĢünce dünyasını ve kültürünü tanımayan ya da henüz tanımakta olanlar için isimler çoğu zaman bir muamma olarak görünür. Diğer taraftan, Türkçe öğrenenler için de özel isim geçen cümlelerin anlaĢılması ve gramatikal olarak diğer bir dile doğru aktarılması ayrı bir önem kazanmaktadır. Her Ģeyden önce, eril ve diĢil gramatikal yapılara sahip dillerde ismin cinsiyetinin belirlenmesi gereklidir. Bu noktalardan yola çıkarak isimlerin cinsiyet göstergelerinin toplumdaki kadın ve erkek anlayıĢı, toplumun dayattığı kadınlık ve erkeklik rolleri ile paralellik gösterdiği sonucuna varılabilir. Örneklendirilen isimlerin büyük bir bölümü erkekliği güç, kuvvet, liderlik, baĢarı, bağımsızlık gibi değerlerin ifadesi olarak yansıtırken, kadın isimlerinde hassasiyet, bağımlılık, anlayıĢ, duygusallık gibi değerlerin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Türkçe kökenli erkek isimlerinde bu erkeksi değerleri telkin 59 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 eden sıfatlar, doğa olayları, büyük Türk liderlerinin isimleri, ağaç ve hayvan isimleri, ayrıca, bir fenomen olarak emir kipi kullanımının ağırlıkta olduğunu söylemek mümkündür. Kadın isimlerinde ise kadınlık değerlerini gözeten sıfatlar, doğa olayları, çiçek ve bitki isimleri, değerli taĢ ve kumaĢ isimleri ağırlıktadır. Osmanlı sarayındaki kadın isimleri örnekleri ile tarihin bu bölümündeki kadın algısının kısmen de olsa divan edebiyatı sembolizmi üzerinden Ģekillendiğine dair bazı göstergelerden bahsedilebilir. ÇağdaĢ zamanın bir getirisi olarak geleneksel kadınlık ve erkek algısının dıĢında, her iki cinsiyete ait olabilecek özel isimler iĢaret ettikleri değerler, ideolojik yönelimler itibariyle aynı zamanda gelenekselliğin bir eleĢtirisi olarak da algılanabilirler. Tüm bu göstergeler ıĢığında kadın ve erkek isimlerinin Türkçe öğrenenler tarafından daha iyi anlaĢılması, dolayısıyla Türkçe'den yapılacak çevirilerde karĢılaĢılabilecek sorunların en aza indirgenmesi amaçlanmıĢtır. Öte yandan, özel isimler vasıtasıyla Türk toplumu ve kültürüne dair pek çok ipucunu okumak mümkündür. Kaynakça Eagleton, Terry, Knjiţevna teorija, prevod: Mia Pervan-Plavec, SNL, Zagreb, Irzık, Sibel, Parla, Jale, Kadınlar Dile DüĢünce, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2011. Moran, Berna, Edebiyat kuramları ve eleĢtiri, ĠletiĢim Yayınları, Istanbul, 1999 OraiĤ ToliĤ, Dubravka, Muška moderna i ţenska postmoderna – roħenje virtualne kulture, Ljevak, Zagreb, 2005. Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 2011. Zara, Ayten, Özdemir, Burçak, Cinsiyet Rolleri, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi. 60 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 OĞUZ ATAY‟IN “DEMĠRYOLU HĠKÂYECĠLERĠ- BĠR RÜYA” ADLI ÖYKÜSÜNÜ ÇÖZÜMLEME DENEMESĠ A. Yasemin UYAR ÖZET Bu bildiride; çağdaĢ Türk romanının sıra dıĢı yazarlarından Oğuz Atay‘ın Demiryolu Hikayecileri- Bir Rüya adlı öyküsü metne bağlı ama çoğulcu bir yöntemle çözümlenmeye çalıĢılmıĢtır. Öyküdeki olaylar, beĢ bölüme ayrılarak her bölüm kendi içerisinde bağımsız olarak incelenmiĢtir. Öykü, hem kurgusu hem de muhtevası itibariyle farklı okumalara ve çözümlemelere müsait çok katmanlı, çok anlamlı ve semboller açısından son derece zengin bir mahiyettedir. Öykü, bu özelliklerinden dolayı çözümlenmeye değer bulunmuĢtur. Bu çözümleme denemesinin baĢka okuma ve çözümlemelere vesile olması bu incelemenin en baĢat hedeflerinden birisidir. Anahtar Sözcükler: Oğuz Atay, Bir Rüya, öykü çözümlemeleri, hikaye tekniği. GiriĢ Oğuz Atay‘ın Korkuyu Beklerken adlı hikâye kitabında yer alan ―Demiryolu Hikâyecileri‖ sekiz sayfadan oluĢan kısa bir öyküdür. Bununla beraber, nesnel bir bakıĢ açısıyla okunduğunda bile, öykünün bir kitap kadar kapsamlı olduğu görülür. Öykünün konusu, ―uzak‖ diye nitelenen bir yerde, tren yolcularına kendi yazdığı öyküleri satmaya çalıĢan yazarların yaĢadıklarıdır. Bu yazarlar sepetlerine koydukları öyküleri pazarlamaya çalıĢır çünkü bu sayede hayatlarını devam ettirmektedirler. Bu nedenle mümkün olduğunca ―güncel‖ konularda yazarlar. Konu seçimlerini istasyon Ģefi de etkiler. Yolcular bu öyküleri almakta pek istekli değildir. Yazarlar ―uzak‖ bir yerde yaĢamaktadır. Bu uzak ve tenha yerden ayrılamazlar. Umutsuz ve zor hayatları bu Ģekilde devam eder. Dört kiĢinin etrafında cereyan eden öykü, postmodern özellikler taĢır. Öyküde, belli baĢlı, sivrilmiĢ bir ―kahraman‖ yerine sıradan olay kiĢilerine rastlanır. Hatta bu kiĢilerin adları bile kafkaesk bir tarzda- zikredilmez. Öyküdeki olay kiĢileri Ģunlardır: anlatıcı/yazar, genç Yahudi, genç kadın, istasyon Ģefi. Ġlk üç kahramanın farklı taraflarından çok ortak yönleri vardır. Çoğu zaman birlikte zaman geçiren bu kiĢiler, geceleri öykü yazarlar, öykülerin yazdıktan sonra, yine geceleri bu öykülerini satmaya çalıĢırlar. Gündüzleri uyurlar, daha doğrusu uyumaya çalıĢırlar. Ġstasyon Ģefi bu kiĢilerden biraz daha farklıdır. ġef sıradan bir memur hayatı yaĢar, ara sıra yazarları öykülerinin biçim ve içeriği yönünden değil de, yaĢam tarzları bakımından eleĢtirir. Onların üzerinde bir tür baskı unsurudur. Arş. Gör., Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye. 61 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mekân için de çok fazla ayrıntı yoktur. Ġstasyon, yazarların yattığı kulübe ve istasyon Ģefinin odasından ibaret olan mekânlar, kurguyu oluĢturmak için önemli vazifeler görse de, herhangi bir tasvir yapılmaz. Ġstasyonun karanlık oluĢu dıĢında mekân hakkında hiçbir Ģey söylenmez. Öykü çoğulcu (plural) ya da eklektik bir yöntemle incelendiğinde/çözümlendiğinde karĢımıza birçok anlam katmanı çıkar. Eseri bölümlere ayırarak derinlemesine çözümlediğimiz zaman, yazarın demek istediklerini, daha önemlisi, okur olarak hikâyeden neler anlayabileceğimizi görebiliriz. Hikâyede anlatılmak istenen örtük anlam, sadece anlatılanla değil, aynı zamanda öykünün hissettirdiğinde de aranmalıdır. Bölümler halinde incelediğimizde bu anlam katmanlarını daha iyi görebiliriz. Öykü baĢtan sona istasyonda geçtiği için mekân konusunu her bölümde tekrarlamadık: 1. Bölüm kiĢiler Yazar genç yahudi istasyon Ģefi olay hikâyecilerin ―mallarını‖ beğendirme çabası, ―parça baĢına‖ ücret alması sadece güncel hikâyelerin alıcı bulması, öykülerin kısa bir sürede ―bayatlaması‖ yiyecek satıcılarının yazarlardan daha atak ve avantajlı durumda olması Ġstasyonun genel olarak piyasayı, ticaret alanını simgelediği ön kabulünden yola çıkarsak, yazarların sembol değil gerçek kiĢiler olduğu sonucuna varırız. YaĢadıkları tabii ki kurmacanın varmaya çalıĢtığı hedefin ön çalıĢmaları niteliğindedir. Fakat hikâyedeki yazarlar, geçmiĢte ve Ģimdi yaĢayan yazarlardır. Yazarların kendi eserlerini beğendirmeye çalıĢması, bu süreçte ürettikleri edebi eseri piyasadaki herhangi bir tüketim ürünüyle aynı kategoride görmeleri, günümüzdeki kitap piyasasına bir göndermedir. SavaĢ yıllarındaki maddi sıkıntıların anlatılmasıyla devam eden öykünün geçtiği mekân olan istasyonda, bombalanma tehlikesinden dolayı sık sık yapılan karartma neticesindeki ölgün ıĢık yazarlar için kifayetsiz gelmeye baĢlar. Bu maddi sıkıntılar anlatıldıktan sonra, yataklı vagon yolcularının rahatlığı anlatılır. Bu ikinci bölümde olay kiĢileri; yazar, ―yataklı vagon yolcuları‖ ve yiyecek satıcılarıdır. Bağlama göre bu kiĢiler Ģu Ģekilde gösterilebilir: 2. Bölüm yazar yataklı vagon yolcuları pazarlamacı konumunda okumaktan uzak, parasal durumları iyi 62 yiyecek satıcıları rahat, okumaktan uzak, sadece günlük iĢleriyle meĢgul BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bu Ģemayı biraz açalım. Yazar anlatıcı, hikâyelerini satma çabası içerisindedir ve yazdıklarının içeriğiyle –istese bile- ilgilenemez, yaĢadığı Ģartlar içerisinde yazdıkları üzerine düĢünmeye fırsatı yoktur. Sadece para vereceklerini bildiği, okuma ediminden uzak birtakım yolcuların vagonlarına girmek için rüĢvet bile verir. Ayrıca, yataklı vagon yolcularının verdiği yiyeceklerle karnını doyurur. Günümüzde, sanatçının tek hamisi, koruyucusu halktır. Bu durum, sanatçıyı halka yönlendirmiĢtir. Ancak bazı sanatçılar bu halka yönelme popülizmine rağbet etmeyerek elit bir tabaka tarafından okunup takdir edilmenin kendilerine yeteceğine inanmıĢlar ve kendilerine böyle bir yol çizmiĢlerdir. Bu durumu yazar simgelerle anlatır, ama bunu çok uzun ve dolaylı bir biçimde yapmaz. Yataklı vagon yolcuları, burjuva sınıfı temsil eder, parasal sıkıntı çekmeden yaĢarlar, baĢkaca bir sıkıntıları da yok gibidir, okumaya zaman ayırmazlar. Yazarların satıĢ yaptığı yerin ―hikâye satılan tek istasyon‖ olması onları cezp eder, bu yüzden edebî eserleri satın alırlar. Bunları okumazlar. Rahat yaĢayan bu topluluk, rahat para harcar, hatta yazar anlatıcıya yiyecek de verirler. Bu durumda, burjuva sınıfının desteğiyle, hatta artığıyla beslenen ve onların beklentileri doğrultusunda yazan bir ―aydın sınıf‖ tanımı karĢımıza çıkar ki, bu tanım bütün gerçekliğiyle, günümüzde de kendisini göstermektedir. Yiyecek satıcıları, burjuva olmayan, sanattan da anlamayan, hatta anlamak için en ufak bir çaba göstermeyen bir grup gibi görünmektedir. Aslında bu grup, vagondaki diğer yolcularla beraber, nüfusun maddi dağılımını gösteren Ģemanın altındaki kitleyi sembolize eder. Orhan Veli‘nin ―DüĢünme, arzu et sade/ Bak böcekler de öyle yapıyor‖ ifadeleriyle tanımlanabilecek kitle de böyle bir kitle olsa gerek, sadece tüketen, sadece karnını doyuracak kadar hayat üzerine düĢünen bir topluluk. Yazar anlatıcı, anlattıklarının uyuklanarak dinlenmesine bile razıdır. Bu, okurunu arayan yazarın durumunu özetlemeye yeterlidir, denebilir. Günümüzde de olduğu gibi, popüler olma kaygısından uzak bir sanatçı, geniĢ kitleler tarafından anlaĢılamamaktadır. Hatta insanların çoğu kitleler tarafından beğenilme kaygısı taĢımayan eserleri gerekli görmezler hatta bu tür eserlerden habersizdirler. Yazar, istasyondaki diğer satıcılara, kendilerini anlatan ―satıcıların hikâyesi‖ adlı öyküyü anlattığında, satıcılar hepten uyur. Bu durum, kaderine razı oluĢ, kendisinde herhangi bir Ģey için hak bile görmeyiĢin tanımıdır. Yazar bütün bu anlamları tek bir cümlede tamamlamıĢtır. Sanatçılar toplumun sorunlarını göstererek onları ve yöneticileri bilinçlenmeye çağırır, ancak bu çağrı yönetilen/ezilen halk tarafından bile dinlenmez. Toplumun bazı kesimleri, kendisini itaate mahkûm görmesinden kaynaklanır. 3. Bölüm Yazar, bu bölümde devlet otoritesini eleĢtirir, devleti farklı simgelerle anlatır: kanunlarını sert bir Ģekilde kanunlarında eksiklik olan halkını düĢünmeyen devlet uygulayan devlet devlet istasyon Ģefi yazarlar genç Yahudi 63 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yazarların her hikâyesinin, -kanunen- arĢivlenmesi bir devlet geleneği olarak anlatılır, bu sıkı kanunlar, devletin halk için değil halkın devlet için olduğunu ispatlarcasına, kiĢilerin özlük haklarına gelince uygulanmaz. Böyle bir kanunun adı bile geçmez. Bu durumun bir yansıması da, bir sanatçı ya da yazar olarak değil bir birey olarak genç Yahudi üzerinden anlatılır. Devlet ona yaptırım uygular, her Ģekilde sınırlar ama onun için bir Ģey yapmaz, ihtiyaç sahibi olduğu halde el uzatmaz. Bu bölümde, yazarın âĢık olduğundan da bahsedilir, fakat bu olayın üzerinde durulmaz. Yazarın bu konuyu kısaca geçmesi, anlatıcının ruh halini yansıtır. Anlatıcı, aĢkı üzerinde fazla düĢünmez. O, bir kanuni boĢluğu değerlendirme, bir Ģekilde ―mal‖larını pazarlama derdindedir. 4. Bölümde yine devlet otoritesi, ama bu kez farklı bir sembolle anlatılır: anlatıcı/yazar günlük hikâyelerle günü kurtarma çabası içinde genç yahudi istasyon Ģefi kanun mağduru baskıcı devlet otoritesi Bu bölümde semboller daha az kullanılmıĢ, neredeyse kurgu bozulup doğrudan gerçeklere temas edilmiĢtir. Yazar hem hikâye yazarak para kazanmak zorunda hem de devlet otoritesine uygun Ģeyler yazmak zorundadır. ―[istasyon Ģefi] Ģimdi hatırlayamadığım bir yönetmelik maddesine göre, kulübelerimizin kirasını çıkarmamız gerektiğini ileri sürüyordu. Yazdığımız konulara, hatta yazıĢ biçimimize bile karıĢır oldu.‖ Bu cümleden olarak devletin, yazarların üzerinde sadece denetleyici vazife ifa etmekle kalmaz, aynı zamanda onları baskı altında tuttuğu sonucuna ulaĢılır. Ġstasyon Ģefi, tek yönlü bir kiĢiliktir. Duyguları hakkında bilgi sahibi olamayız. Sedece kendisine verilen/verildiği düĢünülen görevleri yerine getirir. Bulunduğu ortamın düzeninden baĢkaca bir Ģeyle ilgilenmez. Sanat ya da sanatçıya dair herhangi bir düĢüncesine rastlayamayız. ġef, olaylar bağlamında değerlendirildiğinde devlet otoritesine aracı olan, sorgulamayan, sadece emirleri yerine getiren bir portrenin kurmaca dünyadaki yansımasıdır. Genç Yahudi mağdur, dirençsiz bir bireyi ve aynı özellikteki bir yazarı temsil eder. Bu bölümde, yazar anlatıcı genç Yahudinin hikâyelerini yazma iĢini de yüklenir. Bu Ģekilde ona karĢı koruyucu bir iĢleve bürünür. Bununla beraber kendi üzerine yeni bir yük almıĢ olur. ―Genç kadın‖ bu bölümde belli belirsiz görünür. Yazar ve genç kadın arasında bir gönül iliĢkisi vardır, fakat bu iliĢki, yazarların ―güncel‖i yakalama ve geçim kaygıları arasında adeta kaybolur, hikâyenin konu akıĢında, seks dıĢında bir yansıması görülmez. Ġlerleyen satırlarda da yazarın devlet otoritesinden kurulmayı denemediği, iĢini ve gelirini kaybetme korkusuyla, yasaların, yönetmeliklerin dıĢına çıkmadığı görürüz. Bir sanatçı olarak kendini gerçekleĢtirmez. Bir anlamda, sanatçı değil memur tiplemesine yaklaĢır. Bununla birlikte, sanatçı duyarlığını da aĢamaz. Çevresiyle kaynaĢamaz, düĢünmenin ve üretememenin 64 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 huzursuzluğunu taĢımaya devam eder. Yazar giderek bunalır, diğer iki yazara, yine ―baba‖ arketipiyle özetleyebileceğimiz Ģekilde yardım eder. Bu yazma edimi, popüler ve ―çok satan‖ bir yazar olmaya çalıĢması fizyolojisine ―uykusuzluk‖ olarak yansır. Yazar yaĢadıklarından Ģüphe eder, savaĢ olmuĢ mudur? Hangi ülkede olmuĢtur? Bu tür sorularına yanıt bulamaz, zamandan ve mekândan kopmuĢ gibidir. Burjuvaziyi temsil eden yataklı vagon yolcularının tavırlarını artık katlanılmaz bulur. Ġstasyondan bıkar ama artık genç olmadığı düĢüncesiyle oradan ayrılamaz. Genç yazarlara yardım etmek de onu ayrıca yorar. Sonrasında, çevreyle; zengin olan ve olmayan ―müĢteri‖leriyle, istasyonla, Ģefle bağlantıları kopar. Tamamen yalnız kalır. Üretmeye çalıĢan ama ürettiklerini beğenmeyen ya da paylaĢmayan bir sanatçının ruh haline bürünür. Bu yalnızlığa, genç kadının sessizce bir trene binip gitmesi de eklenir. Yazar, artık daha uzun, daha derin hikâyeler yazar ama satamaz. Oğuz Atay‘ın öykü boyunca yaptığı gönderme/eleĢtirilerin belki en can alıcı ya da nihai hedefi bu kısımdır, Güncel olan ve ―bayatlamaya‖ mahkûm olan öyküler alıcı bulur, hatta onlar bile zor alıcı bulur. Sanatın asıl tanımını ve niteliğini yansıtan eserlerse adeta hiç alıcı bulmazlar. 5. Bölüm Sanatsal içerikli eserler, zor anlaĢılır olduğu, ―açık seçik‖ ifadeler ya da popülerliği sağlayan baĢka unsurlar barındırmadığı için bir köĢede unutulur. Yazarını aç bırakacak kadar az bir topluluğa hitap eden, sadece nitelikli okur tarafından satın alınan bu kitapların, biraz da para kaygısıyla, pahalıya satılması gerektiği düĢünülür. Kitap ―piyasa‖sı tarafından aĢılamayan bu sıkıntı, kurmacadaki yazar için sıkıntı oluĢturmaz. Kendisini gerçekten ifade etmenin, sadece sanatıyla meĢgul olmanın hazzı, onu parasal kaygıdan kurtarır. Bu Ģekilde düĢünen ve bu Ģekilde yaĢayan yazar sayısı, evet, azdır. Ve onların yazdığı eserler sayesinde toplumun bir kısmı, okuyan bir kısmı, öğrenir, aydınlanır, dönüĢür. Yazar, bu hikâyenin hem kahramanı hem yazıcısı olarak da ortaya çıkar. Meta-fiction, üstkurmaca dediğimiz yöntemle, yine Atay‘ın ―Parmak izi‖ niteliğindeki ifadelerle karĢılaĢırız. Yazar yalızlığına son vermek için bir mektup yazmaya çalıĢır. ―Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Bana inanmazlardı, bunun için utanıyordum.‖ Diyerek tamamen yalnız olduğunu ifade eden yazar; güncel olmayan, çok satan kitap yazmayan kitaplar yazmanın sanatsal oluĢun baĢlangıcı olduğunu, ama yerine ulaĢmayan bu sözlerin, söyleyeni daha da yalnızlaĢtırdığını söyler. Hikâyenin son kısmında popüler kültürün kıskacından kendisini kurtarabilen yazarın, okurunu artık bir müĢteri olarak değil, mektup yazdığı birer adres Ģeklinde gördüğü belirtilir. Çok satan kitap tüccarı olmaktan kendisini kurtarıp sanatsal olanı, insan ruhunda karĢılığı olan değerleri anlatan yazarın çağrısı ile sonlanır hikâye. ―Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesi acaba?‖ bir sorudan çok bir beklentiyi ifade eder. Bu çağrıya kulak veren olmuĢ mudur? Yazarın ölümünden sonra, evet. Hikâyenin, yazarın ölümünden üç ay önce yazılması, bu soruya verilen cevabı gösterir niteliğindedir. Fakat bu çağrıyı yazarın sadece kendisi için yaptığı düĢüncesi yanlıĢ değilse de eksiktir. Bu çağrı, ―gerçek‖ edebi eser üreticilerinin kendi okurunu arama, diğer bir deyiĢle mektuplarını gönderecekleri adres bulma çabasıdır. 65 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Oğuz Atay‘ın Demiryolu Hikayecileri- Bir Rüya adlı hikayesi çoğulcu bir yöntemle çözümlenmeye çalıĢılmıĢtır. Öykü, olayların yön değiĢtirmesine göre, beĢ bölüme ayrılarak analiz edilmiĢtir. Birinci bölümde yazar mekânın kendisini etkileyen boyutunu, istasyon Ģefinin ve diğer satıcıların, yazarların hikâyelerini satabilme konusunda çıkardıkları engelleri anlatır. Yazarın, savaĢı anlatmasıyla olay çevresini geniĢletmeye baĢladığı kısmı ikinci bölüm olarak düĢündük. Yazar bu bölümde kendisini ve diğer yazarları biraz daha ayrıntılı biçimde anlatır. Hemen hiç sembol kullanmadan devletin yazarlar üzerindeki otoritesinin anlatıldığı bölümü ise üçüncü bölüm olarak değerlendirdik. Yazar bu bölümde, devletin/devlet memurlarının yazdıklarıyla hiç ilgilenmediklerini ama arĢivlediklerini ve kanunlar vasıtasıyla kendilerini sınırlandırmaya çalıĢtıklarını anlatır. Dördüncü bölüm/dönüm noktası, yine devletin otoriter yapısını anlatıyor olmakla birlikte durumu farklı bir Ģekilde değerlendirir. Burada yazılanlarla ilgili sınırlandırmalar değil, bireysel mağduriyetler anlatılmıĢtır. Olayların debisinin düĢtüğü, yazarın okura kendi varlığını hatırlatmaya çalıĢtığı bölümü ise beĢinci bölüm olarak değerlendirdik. Bu son kısımda kurmacanın sınırlarından oldukça uzaklaĢılmıĢtır. Yazar hikâyenin baĢından beri aslında kendisinin ve kendisiyle aynı açmazda bulunan yazarların sıkıntılarını anlatmıĢtır. Kurmaca yazarlar sürekli bir hikâye satma mücadelesi içerisindedirler. Ama bu satıĢ mağduriyeti karĢısında maddi bir sıkıntıdan söz edilmez. Asıl problem; okura ulaĢamama, kendilerini istenen düzeyde anlayacak bir muhatap bulamayıp güncel, hemen ―bayatlayacak‖ olana yönelme ve hikâyelerini maddi durumu iyi olan kitleye hikâyelerini satabilseler bile onlar tarafından da okunmama, Ģeklinde özetlenebilir. Öyle ki yazar hikâyesini, okura ―ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba diye bitirerek yazdıklarını anlayabilecek okurlar aradığını açıkça ifade eder. Netice itibariyle metnin merkezde olduğu (text based), ancak çoğulcu bir yöntem kullanılmak suretiyle öyküdeki derin yapı/anlam ortaya çıkarılmaya çalıĢılmıĢtır. Edebî eserin doğasında mevcut olan çok katmanlı yapının, farklı okumalarla daha farklı Ģekillerde anlaĢılabileceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla Oğuz Atay‘ın Demiryolu Hikâyecileri- Bir Rüya adlı öyküsü, baĢka okuma ve çözümlemelere de son derece müsaittir. 66 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça Aytaç,Gürsel, (2009), Genel edebiyat Bilimi, Ġstanbul, Say Yayıncılık Ecevit, Yıldız, (2011), Türk Romanında Postmodern Açılımlar, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları Erden, Aysu, (2002), Kısa Öykü ve Dilbilimsel EleĢtiri, Ġstanbul, GendaĢ Kültür Jahn, Manfred, Anlatıbilim, (Çev Bahar DerviĢcemaloğlu), Ġstanbul, Dergah Yayınları Yüksel, AyĢegül, (1995), Yapısalcılık ve bir Uygulama Melih Cevdet Anday Tiyatrosu, Ankara, Gündoğan Yayınları Mehmet Rifat, (1990) Dilbilim ve Göstergebilimin ÇağdaĢ Kuramları, ĠstanbuĢ, Düzlem Yayınları Wellek, Rene; Austin W., (2011), Edebiyat Teorisi, (Çev: Ömer Faruk Huyugüzel), Ġstanbul, Dergah Yayınları 67 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ĠLK TÜRKÇE KABUSNAME'DE AġKI, LEE'NĠN AġK BĠÇEMLERĠ ÜZERĠNDEN OKUMA DENEMESĠ Aysel GÜNEġ ÖZET Kabusname, Ġran edebiyatında 11. yüzyılda Keykavus bin Ġskender bin Kabus tarafından kaleme alınmıĢ, zamanının siyasi ve sosyal yaĢamını açık Ģekilde yansıtan bir eserdir. Bir yönüyle nasihatname, bir yönüyle de siyasetname özelliğini taĢıyan ve Farsça yazılmıĢ olan bu eserin, ilk olarak 14. yüzyılda Türkçeye çevrildiği bilinmektedir. Bu çalıĢma; bugüne kadar altı Türkçe çevirisinin yapıldığını bildiğimiz Kabusname‘nin bilinen en eski Türkçe çevirisi üzerinden oluĢturulacaktır. Türk ve dünya edebiyatının en önemli temalarından biri olan ―aĢk‖ ve ―cinsellik‖, Kabusname‘nin içeriğinde yer alan 44 baĢlıktan iki tanesidir. Kanadalı bir sosyolog olan John Alan Lee‘nin aĢk kuramında; aĢkın doğal bir davranıĢ değil, öğrenilmiĢ bir yaĢantı olduğu iddia edilir. Ebeveynler, yaĢıtlar, kültürel ve tarihsel değerler insanların aĢka iliĢkin yaklaĢımlarının Ģekillenmesinde etkilidir. AĢk biçemleri yaĢam biçemlerine benzer, değiĢebilir ve tercih edilebilirler (Aktaran Hülya Ercan, 2008). Lee aĢkı altı biçem üzerinden tanımlamakta ve kuramını oluĢturmaktadır. Lee‘nin de belirttiği gibi aĢka ve cinsel yakınlığa dair tespitler yapılırken kültürün ve toplumsal yapının etkileri göz ardı edilmemelidir. Bireylerin kültürel değerlerin ve toplumsal yaĢam biçimlerinin etkisiyle iliĢkilerini biçimlendirdiklerini belki de değiĢtirdiklerini düĢündüğümüzde; Keykavus b. Ġskender b. Kabus‘un oğlu GiylanĢah için kaleme aldığı nasihatnamede de oğlunun aĢka ve cinselliğe dair eylemlerinin Ģekillenmesinde her türlü yol gösterici olmaya çalıĢan bir baba figürü görülecektir. AĢk konusunda oğluna sürekli uyarılar yapan baba; aĢkın acı ve kederden baĢka bir Ģey getirmediğini, kendisini aĢka çok kaptırmaması gerektiğini, kaptıracak olursa bir an önce bundan kurtulması için neler yapabileceğini, aĢkın aynı zamanda ne kadar büyük bir zayıflık olduğunu vurgulamaktadır. Oğluna anlattığı küçük aĢk hikâyelerinde de aĢkın tamamıyla toplumsal dolayımla bireyde Ģekilleneceği üzerinde durulmaktadır. Bu aĢk hikâyelerinden birinde de erkek bir kahramanın Türk Dili Okutmanı, Koç Üniversitesi, Ġnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Türkçe ĠletiĢim,Türkiye,agunes@ku.edu.tr 68 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 diğer bir erkek kahramana duyabileceği olası bir aĢkta kendine engel olma çabasını toplumun nasıl biçimlendirdiği göze çarpmaktadır. Eserin bizim üzerimizde duracağımız bir diğer bölümü de Kabus‘un, oğluna cinsel iliĢkiye dair verdiği tavsiyeleri içermektedir. Bu makale Kabusname‘de aĢka ve tensel yakınlığa dair verilen tavsiyeleri; Lee‘nin aĢk biçemleri kuramı üzerinden okumayı amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: aĢk, aĢk biçemleri, kabusname, nasihatname, kadın, erkek, eĢcinsellik. GiriĢ Ġnsanlık tarihi boyunca gerek sözlü gerekse yazılı edebiyatın en önemli temalarından biri olan aĢk; ilk görüĢte baĢlasa da, uzun yıllar süren arkadaĢlıktan evrilse de, kimi zaman insanları ölmeye/öldürmeye sürüklese de, kimi zaman âĢığın içinde saklı kalarak ifĢa edilmese de, kimi zaman ise birden fazla kiĢiye karĢı hissedilerek bedenden bedene yapılan yolculuklarla aranır olsa da acaba ansızın tecelli eden, doğal bir davranıĢ mıdır? Yoksa ebeveynler, yaĢıtlar, kültürel ve tarihsel değerlerle Ģekillenen öğrenilmiĢ bir duygu hali midir? Bu bildiride; bugüne kadar altı Türkçe çevirisinin yapıldığını bildiğimiz Kabusname‘nin bilinen en eski Türkçe çevirisinde yer alan aĢka ve cinselliğe dair yaklaĢımları öğrenilmiĢ/öğretilmiĢ bir yaĢantı çerçevesine oturtmak amaçlanmaktadır. Kanadalı bir sosyolog olan John Alan Lee de altı biçem üzerinden tanımladığı aĢk kuramında aĢkın öğrenilmiĢ olduğunu ve kiĢilerin istediği bir aĢk biçemini tercih etmekte özgür olduğunu iddia etmektedir (Aktaran Hülya Ercan, 2008). Kabusname‘de baba tarafından oğluna verilen aĢka dair öğütler tartıĢılırken Lee‘nin altı aĢk biçemine de göndermeler yapılacak ve bu biçemlerle bağlantılar kurulacaktır. Lee; her çeĢit sevgiyi birincil ve ikincil renkler gibi sınıflandırır. GökkuĢağının üç ana rengi (sarı, kırmızı, mavi) olduğu gibi aĢkın da üç temel biçemi vardır: 1. EROS ―Tutkulu aĢk‖: Fiziksel çekiciliğe dayalı aĢk türüdür. KiĢi, aĢık olmak istediği kiĢiyi ―sarıĢın, zayıf, renkli gözlü…‖ gibi açıkça tanımlayabilir. Bu tür aĢkta güçlü bir fiziksel çekim söz konusudur, cinsel yakınlık önemlidir ve aĢık, aĢk için risk almaya hazır olmalıdır. 69 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2. LUDUS ―Oyun gibi aĢk‖: Bu tür aĢkın bağlayıcı yönü düĢük, eğlencesi ise ön plandadır. Tercih edilen ideal özellikler yoktur, çok eĢliliğe açık ve kısa süreli aĢklardır. 3. STORGE ―ArkadaĢça aĢk‖: Birdenbire ortaya çıkmayan, zamanla geliĢen aĢk türüdür. Birlikte olunan kiĢi ile çeĢitli etkinlikleri ve ilgileri paylaĢmak önemlidir. Bu aĢkta fiziksel etkileĢimin hiç önemi yoktur. GökkuĢağının ikincil renkleri (yeĢil, turuncu, mor) nasıl ki birincil renklerin birleĢiminden oluĢuyorsa aĢkın da ikincil biçemleri vardır ve bunlar da temel biçemlerin birleĢiminden oluĢmaktadır: 4. MANĠA ―Bağımlı aĢk‖ (EROS ve LUDUS birleĢimi): Kıskanç, güvensiz, biraz da patolojik bir aĢk türüdür. Çiftler birbirine güvenmezler ve sürekli diğerini kaybetme korkusu yaĢarlar. Ne kadar sorunlu olursa olsun, iliĢki bitirilemez. Genellikle diğer taraf bitirir ve ayrılığın olumsuz etkileri uzun süre atılamaz. Çiftler iliĢki sırasında da bittikten sonra da acı çekmekten hoĢlanırlar. 5. PRAGMA ―Mantıklı aĢk‖ (LUDUS ve STORGE birleĢimi): Devam edileceğine ve olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan iliĢkilerdeki eĢlere duyulan aĢk türüdür. Birlikte olunan kiĢide sosyal ve kiĢisel özellikler bakımından uyum aranır. Bu kiĢinin inancı, ailesi, gelecek beklentileri de ayrıca önem taĢır. 6. AGAPE ―Özgeci aĢk‖ (EROS ve STORGE birleĢimi): Seven kiĢi aĢkı vermeye inanır, çünkü bunu herkesin hak ettiğini düĢünür. AĢkı hissetmeyi bir görev gibi algılar, ancak aĢktan ya da aĢık olunan kiĢiden herhangi bir beklenti yoktur. BağıĢlayıcı ve destekleyici bir özne vardır. (Atak, TaĢtan, 2012, 525-527) Kabusname, Ġran edebiyatında 11. yüzyılda Keykavus bin Ġskender bin Kabus tarafından oğlu GiylanĢah için kaleme alınmıĢ, zamanının siyasi ve sosyal yaĢamını açık Ģekilde yansıtan bir eserdir. Bir yönüyle nasihatname/öğüt kitabı, bir yönüyle de siyasetname özelliğini taĢıyan ve Farsça yazılmıĢ olan bu eserin, ilk olarak 14. yüzyılda Türkçeye çevrildiği bilinmektedir. Kabusname‘de öğütler 44 baĢlık altında verilmektedir. Bu çalıĢmada yalnızca aĢk ve cinselliğe dair önerilerin bulunduğu ve tespitlerin yapıldığı ―ÂĢıklık Beyan Ġder‖, ―Fasıllarda Cima Ġtmekligi Beyan Ġder‖, ―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ ve ―Yatmagı, Dinlenmegi Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümler üzerinde durulacaktır. ÇalıĢmanın merkezinde ise ―ÂĢıklık Beyan Ġder‖ bölümü olacaktır. Eserde oğula verilen öğütlere, anlatılan küçük 70 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 hikâyelere bakıldığında babanın; oğlunun aĢka yaklaĢımının Ģekillenmesinde yol gösterici bir figür olmaya çalıĢtığı fark edilir. Eserde aĢka dair ilk tespit aĢkın, yumuĢak ve güzel huylu insanlarda olabileceğinin belirtilmesidir. Eğer kiĢi çok nazik, hoĢ ve yumuĢak değilse onun âĢık olamayacağını söyleyen baba; aĢkın güzel huydan kaynaklandığını ve beslendiğini ileri sürer. Bu tezden yola çıkarak da aĢkın genç insanlara yakıĢtığını, yaĢlıların bunak ve hastalıklı olduğunu, dolayısıyla âĢık olmamaları gerektiğini söyler. Gençler neĢelidir, hayat doludur ve hasta değillerdir. Babanın aĢka dair yaptığı bu tespitin ana ekseninde aĢk ve gençliği görürüz. Baba, aĢkı yaĢlılara değil gençlere yakıĢtırmakta çünkü aĢkın hastalıklı ve bunak bir bünyede barınamayacağına, yer bulamayacağına inanmaktadır. Yani gençlik, sağlık, yaĢam sevinci, gelecek beklentisi gibi kavramların âĢık olunacak zaman konusunda belirleyici olması; insanın aĢkı her zaman, her yaĢta yaĢayabileceği düĢüncesini yıkmakta; babanın oğluna mantık üzerinden bir aĢk çerçevesi çizdiği görülmektedir. Ancak bu tespitlerde gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da aĢkın güzel, hoĢ ve yumuĢak huylu insanlarda görülebileceğidir. AĢk ve güzellik/iyilik/yumuĢaklık iliĢkisi yine gençlikle iliĢkilendirilmiĢ ve yaĢlı insanların bu özelliklere sahip olamayacağına –belki de huysuz olduklarına- atıfta bulunulmuĢtur. Oğul GiylanĢah‘a verilen ikinci aĢk öğüdü âĢık olmanın büyük bir sıkıntı ve bela olduğudur. Aslında kiĢinin aĢka düĢmemesini, düĢerse de sabretmesi gerektiğini söyleyen baba; oğluna gücü yeterse yaĢlı bir insanmıĢ gibi davranıp hiç düĢünmeden/ansızın âĢık olmamasını tembihler. Çünkü aĢk babaya göre içinden çıkılması güç bir durumdur. Hatta babaya göre kiĢi, bir parasız olduğunda, bir de âĢık olduğunda kendi kanına susamıĢ yani belasını aramıĢtır. Baba, bütün bunlara rağmen oğlunun yine de çaresiz kalarak âĢık olabileceği bir durumu da göz önünde bulundurur. Bu durumda oğluna, kendi huylarını/kiĢilik özelliklerini bir kenarda bırakarak sevgilisine boyun eğmesi gerektiğini öğütler. Çünkü burada da karĢımıza aĢkın baĢka bir özelliği çıkmaktadır. ÂĢık olan kiĢi ya sevgilisine kavuĢmuĢtur ya da sevgiliden ayrıdır. AĢk bu iki durumu da göze almak demektir ve kiĢinin bunu bilerek âĢık olması gerekmektedir. AĢkın içinden çıkılması güç, sıkıntılı olan durumunun ayrılıktan geldiğini savunan babanın iddiası; bir saatçik ayrılık sıkıntısının bir yıllık kavuĢma zevkini yok ettiğidir. Hatta bunu bir de Arap bir atasözüyle destekler. Atasözünün Türkçesi Ģudur: 71 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Sevgiliyle vuslat bir yıl uyuklamaktır.‖ Eserde atasözünün açıklaması da Ģöyle yapılır: KiĢi uyuklayınca nasıl uykusunu tam olarak alamazsa âĢık da sevgiliyle birlikte olursa aslında bunun bir anlamı olamaz. Çünkü aslında aĢk baĢtan ayağa bela, sıkıntı, zahmet ve değersizliktir. Öyle ki âĢık, bir kısa uyuklama vakti kadar bile sevgiliden ayrı kalsa bu ona bir yıl gibidir. Ayrılığın sıkıntısı anlatılamaz. KavuĢma olsa da aĢkın zahmetli yönü devam etmektedir. Bu defa da nazlanma, kibir ve Ģehvet devreye girmektedir. Ne zaman sevgiliyle söyleĢmek gerekse sevgilinin nazlarına ve kaprislerine tahammül etmek gerekmektedir. Babanın oğluna bu konudaki en önemli tavsiyesi kendisini âĢıklık halinden kurtarması gerektiğidir. Bunu elinden gelse de gelmese de, gönlü istese de istemese de yapmalıdır. Çünkü baĢka çaresi yoktur. Oğlu bir gün nefsine uyup âĢık olmak isteyebilir, ama bu durumda kendisini tutabilmeli, nefsine uymamalıdır. Bunun için en temel tavsiye oğlunun baĢka iĢlerle meĢgul olması gerektiğidir. Hatta Ģehvetin de baĢka yerlerde kullanılması, görmezden gelinmesi en doğrusu olacaktır. AĢktan kurtulmak için sıkıntılı olan bu süreci atlatmanın bir diğer yolu da hükümdar adayı olan oğulun halktan utanması gerektiğidir. Çünkü bu, kiĢiyi aĢktan uzaklaĢtıran bir durumdur. Babaya göre aĢk bir illet yani hastalıktır. Bu konuda kendine baĢka destekler de bulan baba; Muhammed bin Zekerriya‘nın Taḳsim-i ‗Ġlel kitabında aĢktan kurtulmak isteyen kiĢinin bir süre oruç tutmasını, böylece nefsi güçsüz düĢen kiĢinin aĢk illetinden de kurtulacağını iddia ettiğini belirtir. Bu kitaptaki diğer tavsiye de âĢık olan kiĢinin sefere çıkması ya da Ģehvetini bir Ģekilde uzaklaĢtırmasıdır. Keykavus, her Ģeye rağmen yine de oğlunun, yanında rahat olabileceği birini sevmekten onu menetmeyeceğini belirtmektedir. ġeyh Said-i Belhi‘nin yazdığı eserde bir insan için dört Ģeyin gerektiğinin belirtilmesine vurgu yapan baba; bu dört Ģeyi Ģöyle sıralar: Ekmekli olmak (sanırım iĢ güç, meslek sahibi olmak), güzel ahlaklı olmak, kibirli olmamak ve güçlü, etkili, hayat dolu olmak. Bir de hadis örneği veren baba Tanrı‘nın bile kullarına kendisini kırık kalplerde araması gerektiğini söyler. Buradan sonra aĢkın baĢka bir boyutuna geçen baba; dostluğun ve aĢkın birbirinden farklı olduğuna vurgu yapar. Hatta yeni iddiasını da Ģöyle ileri sürer: Gönlü, yüreği hoĢ/rahat olan hiçbir âĢık yoktur. Ne olursa olsun aĢk kederli ve kaygılıdır. Ancak güzel/rahat olan aĢk da vardır ki bu da kiĢilerin birbirlerine dost olmasıyla mümkün olur. Eğer âĢıklar, dost değilse sevdikleriyle her zaman sıkıntı çekeceklerdir. Her ne olursa olsun gençlikte bu aĢk oyunlarını oynamak kolaydır. Baba bölümün baĢındaki ilk öğüdünü tekrarlar: ―Sakın yaĢlılığında âĢık olma.‖ Çünkü gençlerin sahip olabileceği hünerler, yaĢlılara yakıĢmaz. Tabii yaĢlıyken âĢık 72 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 olan kiĢi, toplumda önemli bir yerde değilse bu durum yine kolaydır. Fakat hem yaĢlı hem de bilgili bir kiĢi veya yönetici biri ise aĢktan kendini sakınması gerekmektedir. Çünkü aĢk halktan yani sıradan olanların hedefidir. Âlimler ve yöneticiler takımı için kusurlu bir duygudur aĢk. Baba, oğluna öğüt verirken zaman zaman konuyla ilgili kısa öyküler de anlatır. Oğluna aĢka yaklaĢımla ilgili anlattığı öykülerden ilkini, dedesi ġemsü‘l-Maâlî‘den duymuĢtur. ġemsü‘l-Maâlî‘ye bir gün bir tüccarın elinde bulunan pahalı bir kuldan/köleden bahsedilir. O da bu kulu/köleyi bir bey için satın alır. Bey de o kulu görüp beğenir ve ona kendisine peĢkir/havlu tutma görevi verir. Bey bir gün su içtikten sonra kulunun elindeki peĢkiri/havluyu alırken yüzüne hayranlık ve tutkuyla uzun uzun bakar. Öyle ki peĢkiri geri vermeyi unutur, o kadar hoĢlanır ondan. Vezirini çağırır ve bu oğlanı bir köye göndermesini, ona güzel bir kız bulmasını ve onu evlendirmesini, sakalı gelinceye kadar o köyde durmasını, sonra kendi katına gelmesini emreder. Vezir de Be‘ye bu emrin yerine getirileceğini, ancak küstahlık olmazsa bunun sebebini sorar. Bey de sabah kulun yüzüne baktıktan sonra kafasının karıĢtığını, baĢka Ģeylerle avunamadığını fark eder. DüĢünür ki aĢk kendisini dağıtacak, onun utanma perdesini yırtacak ve kendisini halkın karĢısında küçük düĢürecektir. Daha da önemlisi bey yetmiĢ iki yaĢındadır ve âĢık olmasının kendisine yakıĢmadığına inanır. Çünkü halkın beylerinin güvenilir olması gerektir, Yüce Allah da ona tebaasını koruma ve ülkeyi düzenleme görevi vermiĢtir. Dolayısıyla nefsine uyarsa halkın dilinden nasıl kurtulacak ve Allah‘a nasıl hesap verecektir? Ġkinci hikaye de Ģöyledir: Gazne Ģehrinde Sultan Mesud‘un on güzel oğlanı vardır. Bunlar hazinede/haremde bulunur. Kim görse bunlara hayran olur. Bir de bunların içinde bir gözde vardır ki Sultan‘ın baĢı onunla hoĢtur. Yıllar geçer, ama kimse Sultan‘ın bu gözdeye âĢık olup olmadığını bilemez. Baba, bütün bunları anlatmasının oğluna fayda etmeyeceği ve oğlunun yine de birine âĢık olacağı ihtimali üzerine de öğütlerini vermeye ve aĢka dair tespitler yapmaya devam eder: Oğluna her Ģeye değecek birine âĢık olmasını söyler. Sevilecek kiĢinin Platon (Eflatun) ve Ptolemaios (Batlamyus) gibi akıllı olmamasını isterken güzellikte Yusuf peygamber gibi birini bulmasını önerir. Sevilen kiĢi, bir kitap yazarı kadar bilgili olmamalı, Ģuh ve güzel huylu olmalıdır. Böylece halk, âĢık olan kiĢiyi yadırgasa da âĢık olunan kiĢinin güzelliği ve etkileyiciliği nedeniyle ayıplamayacağını düĢünür. Babaya göre oğlu yani bir âĢık, bir yere 73 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 misafirliğe gittiğinde sevgilisiyle beraber gitmemelidir. Beraber gitmek zorunda kaldıysa bile misafirlik boyunca ondan tarafa bakmamalı, onu yanına çağırmamalı, kulağına herhangi bir Ģey fısıldamamalıdır. Çünkü bu durumlara halk güler. Aslında sevgiliyi o misafirlik boyunca yok saymalıdır. Birinin sevgiliye baktığını görürse de kıskanmamalıdır çünkü Keykavus‘a göre kimse, sevgiliye farklı bir gözle bakmayacaktır. Yine de ne olursa olsun âĢık olunan kiĢinin üzerine fazla düĢülmemeli, çok özen gösterilmemelidir. Kabusname‘de aĢk dıĢında ele alacağımız diğer bölümler biraz daha bedensel arzulara dairdir. ―Fasıllarda Cima Ġtmekligi Beyan Ġder‖, ―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ ve ―Yatmagı, Dinlenmegi Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümlerde özellikle Ģehvet olgusuyla karĢımıza çıkan cinsellik konusu vardır. Buradaki ilk bölümün ana ekseninde, babanın oğluna cinselliğe dair verdiği öğütleri okuruz. Önemli noktalar; oğlunun birini cinsellik yaĢamak için sevmesi durumunda hemen kendini bırakmaması, sarhoĢken cinsellik yaĢamaması gerektiğidir. Ama hafif mahmurken yaĢanan cinselliğin yararlı olduğu söylenir. Cinsellik, insan için hayvanlardan farklı olmalıdır; yani her zaman, her saat yapılamamalıdır. Yerli yersiz cinsel iliĢki nasıl bedene ve insana zarar verirse cinselliğin hiç yaĢanmaması da zarar verir. Oğluna tavsiyesi Ģudur: Eğer cinsellik yaĢamak istiyorsan bunu gerçekten çok arzula ve çok soğuk ya da çok sıcak ortamlarda/mevsimlerde iliĢkide bulunma. Sıcakta beden tembelleĢir, soğukta ise ısınmak için daha fazla güç harcanır. Cinselliğin en güzel vakti bahardır. Oğluna eğer kıĢ mevsiminde cinsellik yaĢamak isterse onu Ģerbet ve gıda ile defetmesi gerektiğini söyler. Hatta kıĢın hamama da gitmemelidir kiĢi. Son öğüt de kıĢın bir kadınla cinsel iliĢki kurma tavsiyesidir. Sağlıklı ve rahat bir beden için bunların bilinmesi gerekmektedir. ―Ilısuya Varmaklıgı Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümde hamamda cinsel iliĢki kurulmaması gerektiğinden bahsedilirr. Çünkü hamamın çok sıcak olması ansızın ölüme sebep olabilir. Keykavus bin Ġskender bin Kabus, oğlu GiylanĢah'a ―Yatmagı, Dinlenmegi Beyan Ġder‖ baĢlıklı bölümde uyumaya ve dinlenmeye dair öğütlerini verirken uykuyu güzelleĢtirecek bir durumdan bahseder. Bilindiği gibi uyku, insan bedeninin ve ruhunun dinlenmesi için gereklidir. Günün tüm sıkıntılarından, yorgunluklarından ve dertlerinden uzaklaĢmak için uyuyan insan, bir yandan da cinselliğin dünyayı unutturan yalnızlığına sığınmak ister. Bu yaklaĢımlar Kâbusnâme'de Ģu Ģekilde karĢımıza çıkar: Ġnsan gece de gündüz de yattığı zaman yanında cana can, hayata hayat katan biri olmalı. Ġnsan uyuduğunda ölü gibidir. Ölen de uyuyan da dünyadan habersizdir. Ancak 74 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 uyuyanda hâlâ hayat vardır. Ölü, çaresiz yalnız yatar. Uyuyanın yanında gönlünün dilediği biri yatmalıdır. Ġnsan uyurken yanında bir gül yanaklı, selvi boylu bir güzel olduğunda yatak da güzelleĢir. Böyle olmazsa dirilerin yatıĢı, ölülerin yatıĢından farklı olmaz. Türkçe bir Ģiirde de bu durum Ģöyle anlatılır: Dilinden akıda ab-ı hayatı Lebinden göstere kand-i nebatı Visali gününü andırmağıyçün Unuttura dükeli kainatı. (Özkırımlı, 1974, 196) 75 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1908‟DEN 1928‟E BATI ÇOCUK EDEBĠYATI ESERLERĠNĠ OSMANLI TÜRKÇESĠNE ÇEVĠRME ġEKĠLLERĠ: DĠL VE EDEBĠYAT ÜZERĠNE ÇEVĠRĠ ODAKLI BAZI GÖZLEMLER AyĢe Banu KARADAĞ ÖZET Bu bildirinin amacı, Tanzimat‘tan Latin harflerinin kabul edildiği tarih olan 1928‘e kadar Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan özellikle çocuk edebiyatı çevirilerini, bu çevirilere yazılan ön sözler tanıklığında erek-odaklı bir yaklaĢım çerçevesinde dil ve edebiyat vurgusuyla irdelemektir. Bilindiği üzere birçok edebi tür, Osmanlı dil ve edebiyat dizgesine çeviri yoluyla girmiĢtir. Roman, Batılı anlamda hikâye ve masal da bu edebi türlerdendir. Böyle bir çalıĢmanın hazırlanmasının nedeni, Osmanlı Türkçesine çevirisi yapılan bu tür edebi eserlerin çoğuldizgedeki konumunun belirlenmesinin çeviri tarihimize ıĢık tutacağı düĢüncesidir. Öncelikle, Tanzimat Dönemi‘nde ortaya çıkan ve bu bildirinin temel araĢtırma nesnesini oluĢturan çeviri çocuk edebiyatı hakkında genel bilgi verilecektir. Daha sonra, Zohar Shavit‘in çeviri çocuk edebiyatına iliĢkin kuramsal görüĢleri temel alınarak anılan dönemde Osmanlı Türkçesine çevrilen eserlerin bazılarının ön sözlerinin çeviriyazısı yapılacaktır. Çeviriyazısı yapılacak bu örnek metinlerden hareketle, çevirmen ve yayıncıların çocuk edebiyatı oluĢturmak için nasıl bir yol izledikleri, nasıl bir dil kullanmayı tercih ettikleri, neleri amaçladıkları, hangi yazarları ve eserleri tercih ettikleri vb. sorulara yanıt aranarak nasıl bir ―kültür repertuarı‖ oluĢturmaya çalıĢtıkları betimlenmeye çalıĢılacaktır. Anahtar Kelimeler: Batı Çocuk Edebiyatı Eserleri, Osmanlı Türkçesi, Kültür Repertuarı, Çeviri Tarihi, Çeviribilim. Ways of Translating Western Children‟s Works of Literature into Ottoman Turkish from 1908 to 1928: Some Translation-Oriented Observations on Language and Literature Abstract This paper aims to examine particularly the children‘s literature translations rendered from Western languages into Ottoman Turkish from the Tanzimat Period to 1928, when the Latin alphabet was adopted, with a target-oriented approach and with an emphasis on language and Yıldız Teknik Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Fransızca Mütercim-Tercümanlık Anabilim Dalı, aysebanukaradag@gmail.com. 76 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 literature in the witness of the prefaces written for these translations. As is well known, considerable deal of literary genres was introduced into Ottoman linguistic and literary system via translations. Novel; story and tale, in the western sense of the genres, are included in the aforementioned imported literary genres. The basic aim which set ground for such a study is the fact that the transcriptions of the prefaces of such genres of literary work which were translated into Ottoman Turkish, can set light to the history of translation of children‘s literature. To start with, in order to constitute the main object of analysis of this very paper, general information about the emergence of translated children‘s literature during the Tanzimat Period will be given. Then, some prefaces belonging to the works translated into Ottoman Turkish during the era mentioned above will be analysed in the light of Zohar Shavit‘s theoretical framework concerning children‘s literature translations. With reference to these sample texts which will be transcribed into Latin letters, the kind of the ―cultural repertoire‖ which the then translators were trying to form will be attempted to describe by seeking answers to certain questions such as ―What kind of method did they follow so as to compose children‘s literature?‖, ―What style of language did they prefer to use?‖, ―What did they aim at?‖, ―What authors and works did they choose?‖. Key words: Works of Western Children‘s Literature, Ottoman Turkish, Cultural Repertoire, Translation History, Translation Studies. GiriĢ Bu bildirinin amacı, Tanzimat‘tan Latin harflerinin kabul edildiği tarih olan 1928‘e kadar Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan özellikle çocuk edebiyatı çeviri örneklerini, bu çevirilere yazılan ön sözler tanıklığında erek-odaklı bir yaklaĢım çerçevesinde dil ve edebiyat vurgusuyla irdelemektir. Bilindiği üzere birçok edebi tür, Osmanlı dil ve edebiyat dizgesine çeviri yoluyla girmiĢtir. Roman, Batılı anlamda hikâye ve masal da bu edebi türlerdendir. Böyle bir çalıĢmanın hazırlanmasının nedeni, Osmanlı Türkçesine çevirisi yapılan bu tür edebi eserlerin çoğuldizgedeki konumunun belirlenmesinin çeviri tarihimize ıĢık tutacağı düĢüncesidir. Bildirinin temel inceleme nesnesini oluĢturmak amacıyla çocuklar için çevirisi yapılmıĢ olan edebi türlerden, özellikle içerisinde ön söz barındıran romanlardan bazı örnekler verilecektir. Çeviriyazısı yapılacak bu örnek metinlerden hareketle, çevirmen ve yayıncıların çocuk edebiyatı oluĢturmak için nasıl bir yol izledikleri, nasıl bir dil kullanmayı tercih ettikleri, neleri amaçladıkları, hangi yazarları ve eserleri tercih ettikleri vb. sorulara yanıt aranarak edebiyat çevirisinin edebi çoğuldizgedeki konumuna dikkat çekilecek ve nasıl bir ―kültür repertuarı‖ oluĢturulmaya çalıĢıldığı betimlenmeye çalıĢılacaktır. 1. Tarihimize Çeviri Çocuk Edebiyatı Odağıyla Bakmak Tarihimize çeviri çocuk edebiyatı odağıyla bakıldığında Tanzimat Dönemi‘nin bir baĢlangıç noktası olarak ele alınabileceği söylenebilir. Nitekim bu konuda yapılan birçok araĢtırmada Tanzimat, çocuk edebiyatının Türk edebiyat ve kültür çoğuldizgesinde ortaya çıkıĢ dönemi 77 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 olarak anılmaktadır (KrĢ. Çıkla, 2004; Neydim, 2000 ve 2005; Sılar, 2006). Bu dönemde yaklaĢık 1250 roman Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine çevrilmiĢtir (Taramada öncelikli olarak Seyfettin Özege tarafından hazırlanan Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu (1971, 1973, 1975, 1977 ve 1979 - 5 cilt) temel alınmıĢtır; bu konuda yapılan araĢtırmalar için Bkz. Bozkurt 2014; Karadağ 2014). Bu eserler arasında doğrudan çocuklara yönelik yapılan birçok çeviri bulunmaktadır. Çeviri çocuk edebiyatı üzerine yaptığı çeviribilim odaklı çalıĢmalarla tanınan Necdet Neydim, Türkiye‘de çeviri çocuk edebiyatının, yenileĢme çabalarının baĢladığı Tanzimat‘tan bu yana edebiyat ve kültür dizgemizde ―merkezi‖ bir yer tuttuğunu ifade eder. Neydim‘e göre, Batı‘da da modernleĢme sürecine kadar ayrı bir çocuk edebiyatından söz edilemez; çünkü ―çocuk edebiyatı, modernleĢme ve sanayileĢmenin zorunlu kıldığı bir alan olarak ortaya çıkmıĢtır‖ (KrĢ. Neydim, 2005: 99). Bu konuda Neydim‘e yakın bir görüĢ Selçuk Çıkla tarafından benimsenmiĢtir. Tanzimat‘tan günümüze Türk çocuk edebiyatının tarihçesini ana hatlarıyla incelediği ―Tanzimat‘tan Günümüze Çocuk Edebiyatı ve Bazı Öneriler‖ baĢlıklı makalesinde Selçuk Çıkla, çeviri çocuk edebiyatına ayrı bir bölüm ayırır. Çıkla‘ya göre, ―Tanzimat sonrasında çocuklara yönelik süreli yayınların ve çeĢitli türlerdeki kitapların yayınlanması konusunda yavaĢ da olsa geliĢen bir çaba olduğu gözlenir‖ (Çıkla, 2004: 94). Çıkla, anılan zaman diliminde çocuk edebiyatının sınırları içine girebilecek ilk eserlerin tarihi Tanzimat‘ın ilânından yirmi yıl sonraya rastladığını Ģu örnekleri vererek açıklar: ―1859 yılında üç farklı çalıĢmayla Türk çocuk edebiyatının bir nevi temelleri atılmıĢtır. Bu üç çalıĢma Ģunlardır: a) ġinasi‘nin La Fontaine 10 ‘den yaptığı fabl çevirileri 1859‘da Ģairin Tercüme-i Manzume adlı kitabında yayınlanmıĢtır. b) Kayserili Doktor RüĢtü adlı bir kiĢinin 1859‘da yazdığı Nuhbetü‘l-Etfâl isimli Arapça alfabe kitabının sonuna eklediği çocuk hikâyeleri, fabl tercümeleri ve kısa hayvan hikâyeleri bu türün Tanzimat sonrası Türk edebiyatındaki ilk örneklerinden biri olarak kabul edilir. c) Yusuf Kamil PaĢa‘nın klâsizmin zevk vererek eğitmek prensibini dikkate alarak François de Saligna de la Mothe Fénélon‘dan 1859‘da çevirdiği Telemak (Tercüme-i Telemak) adlı roman da önemli bir çalıĢmadır‖ (Çıkla, 2004: 94-95). Tanzimat‘ın ilanıyla birlikte, Türkiye‘nin modernleĢme serüvenini baĢlatan gerçek anlamda dizgeli bir değiĢim ve dönüĢüm sürecine girildiği ve Even-Zohar‘ın çoğul-dizge kuramına göre çeviri çocuk edebiyatının da içinde yer aldığı çeviri edebiyatın ―merkeze‖ yerleĢtiği ve ―çevreyi‖ Ģekillendirdiği söylenebilir (―çoğuldizge henüz oluĢmamıĢken ya da baĢka deyiĢle, edebiyat henüz ―genç‖ ve yerleĢme sürecinde iken; edebiyat ya ―çevresel‖ ya ―güçsüz‖ ya da her iki durumda iken; edebiyatta dönüm noktaları, bunalımlar ve yazınsal boĢluklar yaĢanırken‖ (KrĢ. Even-Zohar (çev. Paker), 1987: 58-68). 10 Osmanlı Türkçesinde yer alan La Fontaine çevirileri üzerine yapılan çeviribilim odaklı bir tez çalıĢması için Bkz. Sirkecioğlu, 2010. 78 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türkiye‘deki çocuk edebiyatı çalıĢmalarını tarihsel bir bakıĢ açısıyla irdeleyen Alev Sınar da çocuk edebiyatının Tanzimat Fermanı‘nın ilânından sonra baĢlayan dönemden itibaren yavaĢ yavaĢ ortaya çıktığının altını çizer ve bu ilânı baĢka bir medeniyet dairesine giriĢ Ģeklinde ele alır: ―1839 tarihinde ilân edilen bu ferman sadece sosyal ve siyasî açılardan toplumumuzu etkilemekle kalmaz. Türk Edebiyatı da yeni bir medeniyet dairesine, Batı medeniyetine girdiğimizi ilân eden bu değiĢimden etkilenir. Bu süreç içinde yabancı dil bilenlerin sayısı yavaĢ yavaĢ artar, Batı‘dan çeviriler yapılmaya baĢlanır ve bu çeviriler sayesinde Avrupa‘daki çocuk eğitimi ve psikolojisi ile ilgili çalıĢmalardan da haberdar olunur. Bu yeni bilgiler ıĢığında çocuk eğitiminin önemi vurgulanır ve böylelikle doğrudan doğruya çocuk için yapılacak çalıĢmalara zemin hazırlanmaya baĢlanır‖ (Sınar, 2006: 178). Sınar‘ın sözünü ettiği Ģekilde çocuk eğitiminin gündeme gelmesi, ilgili dönemden itibaren çeviri yoluyla edebiyat ve kültür dizgemize giren roman türüne eğitici-öğretici bir iĢlev yüklenmesiyle örtüĢmektedir (―Medeniyet‖ algısı üzerinden çevirinin modernleĢme sürecindeki iĢlevini irdeleyen bir çalıĢma için Bkz. Karadağ, 2008a ve 2008b). 2. Kuramsal Çerçeve Bildirinin kuramsal çerçevesi, çocuk edebiyatı çevirisinin edebiyat çoğuldizgesindeki konumunu irdeleyen Zohar Shavit‘in görüĢleri üzerine temellendirilecektir. Shavit, Itamar Even-Zohar‘ın çoğuldizge kuramına göndermede bulunarak kuramsal görüĢlerinin çıkıĢ noktasının edebiyatın bir çoğuldizge olduğu gerçeğine dayandığını belirtir. Çocuk edebiyatını edebiyat çoğuldizgesinin tamamlayıcı bir parçası olarak kabul eder ve çocuk edebiyatı çevirilerinde izlenen yolun, çocuk edebiyatı dizgesinin edebiyat çoğuldizgesindeki konumuna göre nasıl belirlendiğini göstermeye çalıĢır. Shavit‘e göre çevirmen çocuk edebiyatı çevirisinin dayandığı iki temel ilkeyi göz önünde bulundurduğu sürece ―metni özgür bir Ģekilde iĢleyebilir‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 19). Bu iki ilke ―metnin seçimini ve iĢleniĢini‖ belirler ve bu Ģekilde metnin ―dizgesel yatkınlığının‖ temelini oluĢturur. Bu iki ilke Ģöyledir: ―a) Metni, toplumun, ―çocuk için iyi‖ diye tanımladığı Ģekilde, çocuğa uygun ve yararlı olarak düzenlemek, b) Olay örgüsünü, tiplemeleri ve dili, çocuğun kavrama düzeyine ve okuma yetisine göre düzenlemek‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 19). Shavit öğretici çocuk edebiyatı kavramının yaygınlığını koruduğu sürece çocuk edebiyatının eğitimde bir araç olduğu fikrinden kaynaklanan birinci ilkenin egemen olduğunu, ne var ki kavrayıĢ odaklı ikinci ilkenin de baskınlığını koruduğunu ileri sürer (KrĢ. Shavit (çev. Besen), 1991: 19). ―Dizgesel yatkınlık‖ Shavit tarafından birbiriyle bağlantılı 5 ana baĢlık altında ele alınır: 1) Var olan örnekçelere yatkınlık; 2) Metnin bütünlüğü; 3) Metnin karmaĢıklık düzeyi; 4) Ġdeolojik ya da değerlendirici uyarlama; 5) Biçimsel normlar (KrĢ. Shavit (çev. Besen), 1991: 19). 79 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 3. “Dizgesel Yatkınlık” ve Osmanlı Türkçesindeki Çeviri Çocuk Edebiyatı Yukarıda ana hatlarıyla değinilen kuramsal görüĢler ıĢığında bildirinin temel araĢtırma soruları Ģunlardır: Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine yapılan çocuk edebiyatı çevirilerinde bu ilkeler benimsenmiĢ midir? Ġlgili dönemin çeviri çocuk edebiyatı bağlamında ―dizgesel yatkınlık‖tan söz edilebilir mi? Bu sorulara, çocuk edebiyatı çevirileri yan metinleri (ön söz / ön kapak / arka kapak vb.) ıĢığında yanıt aranacaktır 3.1. “Var Olan Örnekçelere Yatkınlık” ―Dizgesel yatkınlık‖ın ilk ana baĢlığı ―Var Olan Örnekçelere Yatkınlık‖tır. Shavit bu yatkınlık türünü Ģöyle açıklar: ―Özgün metnin örnekçesi erek dizgede yer almıyorsa, özgün metnin çevirisini erek yazının içine aldığı örnekçelere göre düzenlemek için bazı öğeler çıkartılarak metin değiĢtirilir‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20). Shavit‘e göre çevrilecek metin hakkında çevirmenin araĢtırma yapması, çevirinin daha önce erek edebiyat ve kültür dizgesinde yer alıp almadığına bakması gerekmektedir. Daha önceki veya ilgili/benzer örnekçelerin yapılacak çeviriyi etkileyeceği açıktır. Çevirmen yapacağı araĢtırma sonucunda öncelikle çeviriyi yapmaya ya da yapmamaya; Ģayet yapmaya karar verirse, nasıl yapacağına karar verir. Örnek vermek gerekirse, ünlü Ġngiliz yazar Daniel Defoe‘nun (1660-1731) The Life and Adventures of Robinson Crusoe (1716) adlı eserinin Osmanlı Türkçesinde 6 farklı çevirisi yer almaktadır (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Osmanlıcada Robenson, 2008). Bu çevirilerden Mehmed Ali‘ye ait olan, Robenson Issız Adada (tarih belirtilmemiĢtir) adıyla edebiyat ve kültür çoğuldizgemizde yer almıĢtır. Bu çeviriye yazdığı ön sözde çevirmen Mehmed Ali, çocuk edebiyatı üzerine nasıl bir araĢtırma yaptığını, çeviri eser seçiminde ne gibi etkenleri göz önünde bulundurduğunu Ģu Ģekilde dile getirir: ―Çocuk edebiyatını teĢkil eden ve memleketimizde adedi pek mahdut olan kitapları topladım. Bunların hemen ekserisi masal nevinden olan Ģeylerdi. Masallar küçük çocuklar için faydalı ve eğlenceli oluyor. Fakat her Ģeyi tahlile kalkıĢan 14-15 yaĢındaki çocuklar için eğlenceli olmakla beraber muhteviyatı akıl ve mantıkla kabil-i telif olmuyordu. Çocuklarımın yalnız gülmesini değil aynı zamanda da haberleri olmaksızın, içtimaî, ahlâkî, tarihî... malûmat edinmelerini Ģiddetle arzu ediyordum.‖ […] ―Muhtelif birçok hikâyeler söyledim. Yirmi, yirmi beĢ hikâyeden sonra, en ziyade hangilerini sevdiklerini anlamak için, bir anket açtım. Neticede gördüm ve anladım ki çocuklar daha ziyade maceralı ve sergüzeĢtli hikâyeleri tercih ediyorlar. O zaman bu ihtiyacı en iyi ve en cazip bir Ģekilde temin ve tatmin eden ―Robenson‖u aradım‖ (Mehmed Ali, (…): Ön söz) (Bkz. Ek 1). 80 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mehmed Ali, çeviri süreci öncesinde edebi türe iliĢkin, benzer konulu örnekçeleri tarayıp Robenson konusunda karar verdikten sonra Shavit‘in belirttiği çeviri süreci düzenlemelerini de yapmıĢtır. Mehmed Ali‘ye göre yazar her ne kadar ―mufassal‖ bir eser ortaya koymuĢ olsa da, ―hey'et-i umûmiyesi itibarıyla uzun ve manasız tafsilâtla doludur‖. Bu nedenle çevirmen çeviride ne tür bir düzenlemeye gittiğini, ―Biz ise Robenson'u ilk mektep talebesinin okuyabileceği bir hâle getirmeğe çalıĢtık‖ açıklamasıyla okurun bilgisine sunmuĢtur. Bir baĢka Robenson çevirmeni, ġemseddin Sâmi ise 1302 [1884] tarihli çevirisinde erek edebiyat ve kültür dizgesindeki örnekçe araĢtırmasının sonucunu, yazdığı ön söze bir dipnot düĢerek açıklamıĢtır. ġemseddin Sâmi bu dipnotta, o dönemde edebiyat ve kültür dizgesinde var olan var bir çeviriye rağmen -Vakanüvis Ahmed Lütfi‘nin Tercüme-i Hikâye-i Robenson (1283 [1866]) adlı çevirisi- neden bir yeniden-çeviri yapmak istediğini dil ve kültür vurgusuyla dile getirir: ―*Lisanımızda Hikâye-i Robenson nâmıyla bir diğer kitap daha mevcûd ise de bu hikâye Avrupa lisanlarında muhtelif suretlerde ifrağ olunarak müteâddid envâ-ı bulunmağla mevcûd olan tercüme –el yevm Fransa mekâtib-i ibtidaiyyessi broğramına dahil olup bizde dahi lisân-ı Franseviyenin tahsili için okutturulmakta olan mösyö (Ambroise Randü)nün eserine mûtabık olmayıp, diğer bir telifin tercümesi olduğu anlaĢılır olduğu anlaĢıldığından eser-i mezkûrun Fransızcasını okuyan Ģâkirdâna medâr-ı suhûlet olmak üzere mekâtib-i müte‘addidede Fransızca muallimi bulunan e‘azzi ehibbâmdan mösyö (De Varez)in ibrâm ve teĢvîkiyle tercümesine mecbur oldum‖ (ġemseddin Sâmi, 1302 [1884]: Ön söz) (Bkz. Ek 2). Vakanüvis Ahmed Lütfi çevirisini Arapçadan yapmıĢtır; ġemseddin Sâmi‘nin tercihi ise kaynak dil olarak Fransızca olmuĢtur. Bir Ġngiliz dili edebiyatı eserinin özgün dil olarak Ġngilizceden değil de zaten bir ara dilden -Arapçadan- çevirisi varken baĢka bir ara dilden Fransızcadan- çevrilmesinin tercih edilmesi, dönemin ―medeniyet‖ algısını Ģekillendiren Fransız kültür ve edebiyatının merkezinde yer aldığı Batı modernleĢme olgusuna örnek oluĢturabilir. 3.2. “Metnin Bütünlüğü” Sahvit‘e göre, ―Metnin tam olarak çevrilmesi günümüzde saygın görülen yetiĢkin dizgesindeki pek çok çeviride benimsenmiĢ bir normdur‖; Ancak Shavit bu normun on dokuzuncu yüzyılda, hatta yirminci yüzyılın baĢlarında geçerli olmadığını, çevirmenlerin kendilerinin özgün metnin bütünlüğünü ayarlayabildiğini ileri sürmüĢtür (Shavit (çev. Besen), 1991: 21). Metnin bütünlüğü çerçevesinde Shavit‘in dikkat çektiği temel nokta ahlâk kurallarına uygunluktur: ―Bu gibi çıkartmalara özellikle yetiĢkinler için yazılan kitaplar çocuk dizgesine aktarıldığında ve çocuğun kavrama düzeyine (yetiĢkinin anladığı Ģekilde) ya da çocuk 81 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 dizgesinde izin verilen ahlâk kurallarına uyarlanmaları gerektiğinde rastlanır. Eğer bir metin, çocuklara izin verilen ya da yasaklanan Ģeylere uygun değilse ya da metin çevirmene göre çocuklar tarafından anlaĢılamayacaksa, çoğu kez büyük değiĢikliğe uğrar‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 21-22). Edebiyat ve kültür dizgemizdeki bir baĢka Robenson çevirisinin ön sözünde Osman Nuri (1925), çeviride ―aynen tercümeye uğraĢmadıklarını‖, ―hatta bazı yerlerini tayy, bazı yerlerini de kendi âdâtımıza göre ta‗dîl ettiklerini‖ açıkça belirtmiĢtir. Osman Nuri‘nin gerek çeviri eser seçimini gerekse çeviri stratejisini belirleyen temel etmen Robenson‘un ahlâki bir hikâye olmasıdır: ―Bu hikâyeyi tercüme etmekten maksadımız: Robenson, çocuklara fikr-i teĢebbüs verir. MeĢakkatleri iktihâm etmeye, acılara çekîlere dayanmaya alıĢtırır. Dindarlığı telkin eder ve nihayet ana ve baba sözü dinlemeyenlerin pek çok tehlikelere uğrayacağını gösterir ahlâkî bir hikâye olmasıdır‖ (Osman Nuri, 1925: Ön söz) (Bkz. Ek 3). 3.3. “Metnin KarmaĢıklık Düzeyi” Shavit‘e göre metnin karmaĢıklık normu, çocuk edebiyatının özimegeleminde yatmaktadır ve yalnızca metnin izleğini değil, metnin tiplemesini ve ana yapısını da belirler (KrĢ. Shavit (çev. Besen), 1991: 22). Bu çerçevede Shavit ―yalınlık‖ normunun iĢlev sayısının azaltılmasıyla ortaya çıktığına dikkat çeker: ―Metni basitleĢtirilmiĢ örnekçeye uyarlarken çevirmenler, çoğunlukla öğeler ve iĢlevler arasındaki iliĢkileri değiĢtirerek, öğelere daha az sayıda iĢlev yükleyerek, metni daha yalın kılarlar‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20). Çocuklara Hikâye Demeti: Deniz Perisinin Ġnekleri üst baĢlığı altında Ġnsanın Hilesi (13391342 [1923-1926]) adıyla yayımlanan çocuk kitabının ön kapağında okura ―Meraklı, heyecanlı, kıĢ gecelerini hoĢ geçirmeye hâdim Ģâyân-ı mütâla‗a bir hikâyedir‖ Ģeklinde tanıtılmıĢtır. ―Nâkili S. T.‖ Sunulan bu kitabın arka kapağında öğretmenlere ve velilere seslenilerek hikâyelerin ―gayet açık, sade, selîs bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz tarafından telif edildiği‖ vurgulanr: ―Bütün Muallimlerin, Çocuk Velilerinin Nazar-ı Dikkatine: Çocuklara Hikâyeler Aziz çocuklarımızın, sevgili yavrularımızın istifadesini düĢünen Orhaniye Matbaası bir ―Çocuklara Hikâyeler‖ külliyatı neĢretmiĢtir. Bu hikâyeler ve masallar, gayet açık, sade, selîs bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz tarafından telif edilmiĢtir. Lüzum görüldükçe Avrupa eâzımının âsârından millî hayatımıza naklen iktibas edilen bu hikâyelerin her biri, çocuklarımıza en fâideli ve heyecanlı vakit geçirten birçok harikulade vakaları tasvir eder. Ġhtiyar edilen masrafa mukabil, baĢlı baĢına bir veya iki hikâyeyi ihtivâ eden renkli ve resimli kitapların bir adedi yalnız beĢ kuruĢtur. 82 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bütün muallimler, talebesine; analar babalar, yavrularına, büyükler, küçüklerine bu eserleri tavsiye ve hediye etmelidirler […]‖ (Ġnsanın Hilesi (1339-1342 [1923-1926]): Arka Kapak) (Bkz. Ek 4). 3.4. “Ġdeolojik ya da Değerlendirici Uyarlama” Shavit‘e göre, yetiĢkin edebiyatın ilk aĢamalarında edebiyat öğretici bir araç olma iĢlevini üstlenmiĢ ve ―belli bir değerler dizgesi ya da ideoloji açısından‖ önemli bulunmuĢtur. Zaman içinde bu iĢlev, yetiĢkin edebiyat için geçerliliğini yitirmiĢ olsa da, çocuk edebiyatı için korumuĢtur. Bu bilgilere dayanarak Shavit, çevirmenin ―metni ideolojik bir araca dönüĢtürmek için bazen kaynak metni tamamen değiĢtirdiğinin‖ altını çizmiĢtir (KrĢ. Shavit (çev. Besen), 1991: 24). Himâye-i Etfâl Cemiyeti Çocuk Külliyatı‘nın on ikinci eseri olarak yayımlanan Keçi Çobanı (1928) adlı çeviri kitabına çevirmen Sabiha Zekeriya ―Mukaddime‖ baĢlıklı kısa bir ön söz yazmıĢtır. Bu ön sözde çevirmen kaynak metni neden ―tercüme‖ değil de ―adapte‖ etmeyi seçtiğini Ģu Ģekilde açıklar: ―Haydi‖nin çocuklar arasında gördüğü rağbet, onlar üzerinde yaptığı tesir, aynı müellifin (Keçi Çobanı) isimli bu küçük romanını da nakil için bana cesaret verdi. Keçi Çobanı, ahlâki bir gaye ile yazılmıĢ temiz ve nezih bir çocuk romanıdır. Bunda da tabiatın temiz ve sade güzelliği içindeyiz. Bir köy çocuğunun saf ve masum kalbinde geçen bir mücadeleyi öğreniyoruz. Eser baĢtan baĢa o kadar temiz hislerle doludur ki, hiçbir çocuk bu güzelliğin karĢısında mütehassis olmaktan kendisini menedemez. Keçi Çobanı‘nı tercüme etmedim. Kendi muhitimize adapte ederek çocuğa daha ziyade yakın bir hale getirmeye çalıĢtım‖ (Sabiha Zekeriya, 1928: Ön söz) (Bkz. Ek 5). 3.5. “Biçemsel normlar” Shavit‘e göre, en belirgin biçemsel norm ―yüksek yazın biçemi normudur‖. Bu norm hem yetiĢkin hem de çocuk edebiyatı için geçerlidir. Ancak geçerlilik nedenleri farklılık göstermektedir: ―YetiĢkin yazınında kendi baĢına ―yazınsallık‖ düĢüncesiyle bağlantılıyken, çocuk yazınındaki yüksek biçemin nedeni, yazının öğreticiliğiyle ve çocuğun sözcük dağarcığını varsıllaĢtırma çabasıyla bağlantılıdır‖ (Shavit (çev. Besen), 1991: 20). Biçimsel normlar bağlamında örnek olarak ise Aziz Hüdai‘nin Kamerde Ġlk Ġnsanlar (13341336 [1918-1920]) adlı çevirisi verilebilir. Ön kapağında ―Fennî, seyyâhî, harikulade roman‖ Ģeklinde okura sunulan ve ―Vels‖ten (Herbert George Wells‘ten) çevrildiği belirtilen bu eserin baĢında çevirmen Aziz Hüdai tarafından kaleme alınmıĢ bir ön söz yer alır. Bu ön sözde 83 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 çevirmen soru-yanıt Ģeklinde çeviri eser seçimini belirleyen etmenleri açıklar. Açıklamada dikkat çeken, ―fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan‖ oluĢan ―latif‖ bir karıĢımın ―talebe edebiyatında aranan faydayı‖ sağlayacağı düĢüncesidir: ―Bazıları sordular: Niçin? Çünkü (Vels)in romanları fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan mürekkep latif bir halîtadır. Çocukları mizah ile hayâlât kadar cezbeden bir Ģey yoktur. Bu iki lezzete bir de fen karıĢtırılırsa talebe edebiyatında aranan fâidelerden en büyüğü husûle gelmiĢ olur; iĢte ―Vels‖ bunun için intihâb edildi‖ (Aziz Hüdai, 1334-1336 [1918-1920]: Ön söz) (Bkz. Ek 6). Biçemsel normlar bağlamında öğreticilik vurguna bir baĢka örnek olarak Ahmed Ġhsan‘ın ünlü bilim kurgu romanı yazarı Jules Verne‘den yaptığı Deniz Altında 20000 Fersah Seyahat (1307 [1889]) adlı çevirisi verilebilir. ―Musavver fennî roman‖ olarak ön kapakta sunulan bu kitabın ön sözünde Ahmed Ġhsan, ―her romanda bir meziyet aramak gerektiğine‖ ve ―fennin ciddi meziyetleri‖ olduğuna dikkat çeker. Romana öğreticilik iĢlevinin yüklendiği görülen bu ön sözde çevirmen, eser ve yazar seçimini belirleyen temel unsurları ―eğlenceli vakit geçirtmek‖ ve ―fennen istifade sağlamak‖ Ģeklinde açıklamıĢtır: ―Her romanda bir meziyet aranmak lazım gelir. Âsârını tercüme ile iftihar ettiğim Jül Vern‘in romanlarında ise ―Gizli Ada‖da, ―Seksen Günde Devr-i Âlem‖de görüldüğü üzre meziyet-i ciddiye-i fenniye vardır. Bunlar öyle fikir ve hayali tahdîĢ ederek yüz kızartacak, insana nefret verecek kerîh manzaralardan ârîdir. Jül Vern‘in romanlarını mütalaa edenler hem fennen istifade ederler, hem zamanlarını hoĢ geçirirler. En müĢkül-pesend bir peder bunları sevgili çocuklarına okutmakta mahzur görmez‖ (Ahmed Ġhsan, 1307 [1889]: Ön söz) (Bkz. Ek 7). 4. Sonuç Gözlemleri Bildiride, Shavit‘in çocuk edebiyatı bağlamında öne sürdüğü ―dizgesel yatkınlık‖ bağlamında beĢ alt baĢlık altında örneklerle incelenip ulaĢılan veriler ıĢığında, bir edebi tür olarak romana ―ahlâk‖ vurgusuyla ―eğiticilik‖, ―fen‖ vurgusuyla da ―öğreticilik‖ iĢlevinin atfedildiği görülmektedir. Bu iĢlevler doğrultusunda bilinçli bir Ģekilde oluĢturulmaya çalıĢılan çocuk edebiyatı ―kültür repertuarı‖na iliĢkin gerek çeviri eser seçiminde gerekse çeviri stratejilerinde gösterilen hassasiyetin, çevirilerin ―rastlantısal‖ bir anlayıĢla yapılmadığına ıĢık tuttuğu ve ―dizgesel yatkınlık‖ normunun incelenen çeviri çocuk edebiyatı dönemi için geçerlilik taĢıdığı söylenebilir. 84 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 5. Kaynakça Bozkurt, Eshâbil. (2014). ―1908-1928 Yılları Arasında Batı Dillerinden Osmanlı Türkçesine Çevrilen Romanlarda Mukaddime Geleneği‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi. Çıkla, Selçuk. (2005). ―Tanzimat‘tan Günümüze Çocuk Edebiyatı ve Bazı Öneriler‖. Hece. Çocuk Edebiyat Özel Sayısı. Ağustos - Eylül 2005. s. 89-107. Defoe, Daniel. (1716/1920). The Life and Adventures of Robinson Crusoe. London: Macmillan & Co. Ltd. _______. (1283 [1866]). Hikâye-i Robenson (Müt. Ahmed Lütfi). Ġstanbul: Takvim-hâne-i Âmire. _______. (1302 [1884]). Robenson (Müt. ġ. Sâmi). Ġstanbul: Mihran Matbaası. _______. (…). Robenson Issız Adada (Müt. Mehmed Ali). Ġstanbul: Sühûlet Matbaası. _______. (1925). Robenson (Müt. Osman Nuri). Varna: Ġleri Matbaa. Even-Zohar, Itamar. (1987). ―Yazınsal Çoğuldizge Ġçinde Çeviri Yazının Durumu‖ (Çev. Saliha Paker). Adam Sanat, S 14, s. 59-68. Karadağ, AyĢe Banu. 2008a. Çevirinin Tanıklığında ‗Medeniyet‘in DönüĢümü. Ġstanbul: Diye Yayınları. _______. 2008b.Osmanlıcada Robenson. Ġstanbul: Diye Yayınları. _______. 2014. Çevirmenin Tanıklığında Tanzimat‘tan II. MeĢrutiyet‘e Çeviri Tarihini Yeniden Okumak. 2 cilt. Ġstanbul: Diye Yayınları. Neydim, Necdet. (2000). ―1980 Sonrası Paradigma DeğiĢimi Açısından Çeviri Çocuk Edebiyatı‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi. _______. (2005). ―Küçük Prens Çevirilerindeki Çevirmen Kararlarına Erek Odaklı BakıĢla KarĢılaĢtırmalı Bir YaklaĢım‖. Ġstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Dergisi, S 17, s. 99-110. Özege, M. Seyfeddin. (1971). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 1. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1973). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 2. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1975). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 3. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1977). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 4. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1979). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 5. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. Shavit, Zohar. (1991). ―Çocuk Yazını Çevirisinin Yazınsal Çoğuldizgedeki Konumu Açısından Belirlenmesi‖ (Çev. Pınar Besen). Metis Çeviri. Bahar 1991. s. 19-24. Sınar, Alev. (2006). ―Türkiye‘de Çocuk Edebiyatı ÇalıĢmaları‖. Türkiye AraĢtırmaları Literatür Dergisi, c. 4, S. 7, 2006, s. 175-225. Sirkecioğlu, Murat. (2010). ―Osmanlıcada La Fontaine: Mehmed Ali Çevirisi Üzerine Betimleyici Bir ÇalıĢma‖. YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi. Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi. Spyri, Johanna. (1928). Keçi Çobanı (Müt. Sabiha Zekeriya). Ġstanbul: Resimli Ay Matbaası. Unat, Faik ReĢit. (1940). Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu. Ankara. Verne, Jules. (1307 [1889]). Deniz Altında 20000 Fersah Seyahat (Müt. Ahmed Ġhsan). Ġstanbul: A. Asaduryan ġirket-i Mürettibiye Matbaası. Wells, Herbert George. (1334-1336 [1918-1920]). Kamerde Ġlk Ġnsanlar (Müt. Aziz Hüdai). Ġstanbul: Evkâf-ı Ġslâmiye Matbaası. 85 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 (…). (1339-1342 [1923-1926]). Deniz Perisinin Ġnekleri - Ġnsanın Hilesi (Müt. S. T.). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. 6. Ekler Ek 1: Mehmed Ali, Robenson Issız Adada, Sahip ve nâĢiri Bâbıâli Caddesinde Sühûlet Kitâbhânesi Sahibi Semih Lütfi Erciyas. Birkaç Söz Bütün gün dimağları yorulan talebelerime, geceleri, bilhassa uzun kıĢ geceleri, birer hikâye anlatarak hem zihinlerini dinlendirmek ve hem de içtimâî, ahlâkî… fâideli ve canlı dersler vermek istiyordum. Çocuk edebiyatını teĢkil eden ve memleketimizde adedi pek mahdûd olan kitapları topladım. Bunların hemen ekserisi masal nevinden olan Ģeylerdi. Masallar küçük çocuklar için pek fâideli ve eğlenceli oluyor. Fakat her Ģeyi tahlile kalkıĢan 14-15 yaĢındaki çocuklar için eğlenceli olmakla beraber muhteviyatı akıl ve mantıkla kâbil-i te‘lîf olmuyordu. Çocuklarımın yalnız gülmesini değil aynı zamanda da haberleri olmaksızın, içtimâî, ahlâkî ve târihî… ma‗lûmât edinmelerini Ģiddetle arzu ediyordum. Muhtelif birçok hikâyeler söyledim. Bütün bunlar çocuklarımın muhayyilelerini tanımaya ve ufk-ı hissîlerini inkiĢâf ettirerek zihnen daha uyanık ve zinde olmalarına hizmet ediyordu. Yirmi, yirmi beĢ hikâyeden sonra, en ziyade hangilerini sevdiklerini anlamak için, bir anket açtım. Neticede gördüm ve anladım, ki çocuklar daha ziyade maceralı ve sergüzeĢtli hikâyeleri tercih ediyorlar. O zaman bu ihtiyacı en iyi ve en cazip bir Ģekilde temin ve tatmin eden ―Robenson‖u aradım. Her gün iki, üç parça tercüme ederek talebeme okudum. Pek ziyade hoĢlarına gitti. O kadar ki gündüzleri sabırsızlanmaya ve akĢamları büyük bir hâhiĢle beklemeye baĢladılar. Robenson‘un sergüzeĢti üç hafta kadar devam etti lakin talebem beni rahat bırakmıyor ve mutlaka bunları kitap hâline getirmemi Ģiddetle arzu ediyorlardı. ĠĢte ben de Ģimdi onların arzularını yerine getirmek maksadıyla neĢrediyor ve bu kitabın benim değil daha ziyade çocuklarımın olduğunu itiraf ediyorum. Burada had-nâ-Ģinaslık etmemek için müellifin mukaddimesindeki bazı parçaları nakledeceğim. Müellif diyor ki: ―Herkes Robenson‘u okumuĢtur. Bu, gençlerin en ziyade sevdikleri bir kitaptır. Robenson ailesinin yanından kaçıyor ve akabinde, vaktiyle kendisine haber verilen bütün felâket ve musibetlere dûçâr olan Robenson teĢebbüs ve cesareti sayesinde bin türlü ihtiyaçlara karĢı yalnız ve sade marifet ve maharetiyle mücadele ediyor ve bütün engelleri yıkarak, mâniaları çiğneyerek muzaffer oluyor. Robenson yine senelerce yapyalnız yaĢadıktan sonra müĢkilâtı yenmeyi öğreniyor ve can sıkıntılarını birçok tatlı meĢguliyetlerle izâle ediyor. Kendisi gibi pek bedbaht olan bir adamın imdadına yetiĢerek onu büyük bir felâketten kurtarıyor. Talim ve terbiyesine çalıĢarak medenileĢtiriyor. Nihayet Robenson anavatanına avdet ediyor. Dünyayı gezmek ve sergüzeĢt sahibi olmak için tedbirsiz ve ihtiyatsızca feda ettiği aile kucağına dönüyor.‖ ĠĢte bütün bunlar çocukların pek ziyade arzu ve alakalarını celbediyor ve seve seve okunmaya ve dinlenmeye layık pek canlı dersler oluyor. Robenson hakkında ―Daniel Defoe‖ mufassal bir eser vücuda getirmiĢtir. Bununla 86 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 beraber eser, hey‘et-i ‗umûmiyesi itibarıyla uzun ve manasız tafsilatla doludur. Biz ise Robenson‘u ilk mektep talebesinin okuyabileceği bir hâle getirmeye çalıĢtık. Bundan baĢka, Robenson macerasının en dikkate Ģâyân ve istifâde-bahĢ kısmı ıssız adada geçirdiği hayat teĢkil ediyor. Esasen ona husûsî seciyesini veren de yine orada imrâr ettiği hayattır. Bunun için biz kahramanımızın daha ziyade sergüzeĢtinin bu kısmına ehemmiyet veriyoruz. Bu küçük kitabın asıl ruhu ve esaslı maksat ve gayesi de, ne kadar mümkünse, basit ve tabi‗î bir hikâye ile onu anlatmak ve çocuklara duyurmaktır. Mehmed Ali Ek 2: Robenson, Fransızcadan harfiyen tercüme olunmuĢtur, Mütercimi ġ. Sâmi, Maârif Nezâret-i Celîlesinin ruhsatı ile tab‗ olunmuĢtur, Ruhsat-nâme numarası, Ġstanbul, Mihran Matbaası, Bâbıâli Caddesinde Numara 7, 1302. Ġfâde-i Mütercim Tenezzülen eserlerimi okuyanların malumudur ki: yazar iken birinci dikkat ettiğim Ģey sade yazmak ve tercüme eder iken en ziyâde özendiğim Ģey aslından ayrılmamaktır. Bu ikinci Ģıktan lisanımızın Ģîvesine halel gelir korkusu ile ihtiraz veya tariz edenlere, makâm-ı redd ü te‘mînde derim ki bu Ģîve tegayyüründen lisanımıza ıslâh ve terakkîden baĢka bir Ģey terettüp edemez. Avrupa lisanlarıyla lisanımız arasında tercümeyi müĢkilleĢtiren fark, lafzî ve manevî olarak iki cihetle münkasımdır. Lafzî ciheti kelamı terkip eden cümlelerin ve cümleyi teĢkil eden kelimâtın takdîm ve tehirinden ibaret olup buna riâyet etmemek mümkün değil ise de mümkün mertebede kelâmı giriftlikten kurtarıp cümleleri kısa kesmekle ve sûret-i ifâdeyi Ģîve-i kâtibâneden kurtarıp Ģîve-i tekellüme kalb ve takrîble bu farkın kısm-ı küllîsi izâle edilmiĢ ve bununla beraber lisanımız dahi sadeleĢmekle beraber güzelleĢmiĢ olur. Manevî ciheti ise Avrupa muharrirleriyle bizim kâtib ve Ģâirlerin arasında düĢünmece olan farktır, efkâr-ı cedîde ve terakkiyât-ı hâzırayı köhne tarzı-ı münĢiyâne ile ifâde etmek müstahîldir. Bu tebeddül belki ibtidâ garip görünür lakin ilk nazarda garip görünen nice Ģeyler vardır ki göz kulak alıĢmakla me‘nûs u mahbûb olur. Islâh ve terakkîyi müntec olan bu tebeddüle en ziyâde hizmet edecek Ģey bu sûretle edilecek tercümelerdir. Çocukların kâbiliyet-i zihniyelerine göre düĢünülmüĢ olan bu hikâye-i ‗ibret-âmîzin çocukların anlayacağı bir lisanla tercümesi zaruri olduğu gibi Fransızcasını tederrüs edenlere dahi bir medâr-ı sühûlet olmak üzere kâide-i müttehazime bundan daha ziyade riâyet ederek mümkün mertebede aslından ayrılmamaya çalıĢtım. ġ. Sâmi Ġstanbul, 1 Ramazan 1302 87 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ek 3: Robenson, Millette hususiyle gençlerimizde ve mekteplilerimizde mütâlaa hevesi uyandırmak maksadıyla tercüme edilmiĢtir, Tercüme eden Varna RüĢtiyesi Müdürü Osman Nuri, Tâbi‗ ve nâĢiri Varna‘da Ġleri Matbaa ve Kütüb-hânesi, 1925. Bir Ġki Söz Robenson hikâyesini çocukluğumda okumuĢ, günlerce zevkini yaĢamıĢ idim. Otuz yedi, otuz sekiz sene geçti. Bir daha görmedim. Geçende bir mecliste çocuklarımıza, gençlerimize istifâdeli hikâyeler yazmak mevzubahis oldu. Bilmem nereden Robenson‘u tercüme edip bastırmak hatırıma geldi. Hemen bir nüshasını tedarik ederek tercümeye baĢladım. Az vakitte Ģu eser meydana geldi. Gençlerimizi mütâlaaya heveslendirebilirsem ne mutlu bana. Robenson, yazılalı pek çok seneler olduğu, pek çok okunduğu hâlde eskimemiĢ, lâ-yemût eserler sırasına geçmiĢtir. YazılıĢ, çocukların anlayacağı tarzda sade bir eser olup biz de aslına teba‗an tercümede sadeliğini muhafaza etmeye çalıĢtık. Kitabı da aynen tercümeye uğraĢmadık. Hatta bazı yerlerini tayy, bazı yerlerini de kendi âdâtımıza göre ta‗dîl ettik ve aslında olduğu gibi biz de rivâyet tarîkini tuttuk. Bu hikâyeyi tercüme etmekten maksadımız: Robenson, çocuklara fikr-i teĢebbüs verir. MeĢakkatleri iktihâm etmeye, acılara çekîlere dayanmaya alıĢtırır. Dindarlığı telkin eder ve nihâyet ana ve baba sözü dinlemeyenlerin pek çok tehlikelere uğrayacağını gösterir ahlâkî bir hikâye olmasıdır. Hikâyemiz rağbet görürse Kristof Kolomb‘un Amerika‘yı nasıl keĢfettiğini de sade bir lisanla yazacağız. Bu hayalî hikâyeyi o hakikî eser takip edecektir. Ve minallâhi‘t-tevfîk 24 -TeĢrînisânî 1924 Osman Nuri Ek 4: Çocuklara hikâye demeti, Deniz Perisinin Ġnekleri, Ġnsanın Hilesi, Meraklı, heyecanlı, kıĢ gecelerini hoĢ geçirmeye hâdim Ģâyân-ı mütâla‗a bir hikâyedir, Nâkili S. T., Tâbi‗ ve nâĢiri Orhaniye Matbaası, Dersaâdet, 1339-1342. 88 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bütün Muallimlerin, Çocuk Velilerinin Nazar-ı Dikkatine: Çocuklara Hikâyeler Aziz çocuklarımızın, sevgili yavrularımızın istifadesini düĢünen Orhaniye Matbaası bir ―Çocuklara Hikâyeler‖ külliyatı neĢretmiĢtir. Bu hikâyeler ve masallar, gayet açık, sade, selîs bir üslup ile meĢhur bir hikâyecimiz tarafından telif edilmiĢtir. Lüzum görüldükçe Avrupa eâzımının âsârından millî hayatımıza naklen iktibas edilen bu hikâyelerin her biri, çocuklarımıza en fâideli ve heyecanlı vakit geçirten birçok harikulade vakaları tasvir eder. Ġhtiyar edilen masrafa mukabil, baĢlı baĢına bir veya iki hikâyeyi ihtiva eden renkli ve resimli kitapların bir adedi yalnız beĢ kuruĢtur. Bütün muallimler, talebesine; analar babalar, yavrularına, büyükler, küçüklerine bu eserleri tavsiye ve hediye etmelidirler. Bu külliyatın neĢrolunan kitapları Ģunlardır: Birinci kitap : Ġki Öksüz ArkadaĢ Ġkinci kitap : Kuyuya DüĢen Çocuk Üçüncü kitap : Korkunç Bir AkĢam Dördüncü kitap : Küçük Hırsızlar BeĢinci kitap : Oduncunun Kızı Altıncı kitap : Havaya Uçan At Yedinci kitap : Mavi Sakallı Adam Sekizinci kitap: Ġnsan mı Yılan mı? Dokuzuncu kitap : PaĢa Kızı ile Köylü Çocuğu Onuncu kitap : Cesur Gemici Her kitapçıda bulunur. Tâbi‗ ve nâĢiri: Orhaniye Matbaası. Ek 5: Himâye-i Etfâl Cemiyeti, Çocuk Külliyatı, 12, Keçi Çobanı, Haydi‘nin müellifi Cohana Ġspirinal‘in Keçi Çobanı adlı eserinden adapte edilmiĢtir, Nakleden Sabiha Zekeriya, Ġstanbul, Resimli Ay Matbaası, Türk Limited ġirketi, 1928. 89 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mukaddime ―Haydi‖nin çocuklar arasında gördüğü rağbet, onlar üzerinde yaptığı tesir, aynı müellifin (Keçi Çobanı) isimli bu küçük romanını da nakil için bana cesaret verdi. Keçi Çobanı, ahlâkî bir gaye ile yazılmıĢ temiz ve nezih bir çocuk romanıdır. Bunda da tabiatın temiz ve sade güzelliği içindeyiz. Bir köy çocuğunun saf ve masum kalbinde geçen bir mücadeleyi öğreniyoruz. Eser baĢtan baĢa o kadar temiz hislerle doludur ki, hiçbir çocuk bu güzelliğin karĢısında mütehassis olmaktan kendisini menedemez. Keçi Çobanı‘nı tercüme etmedim. Kendi muhitimize adapte ederek çocuğa daha ziyade yakın bir hale getirmeye çalıĢtım. Sabiha Zekeriya Ek 6: Talebe Defteri Kitâb-hânesi 5, Çocuk Edebiyatı Külliyatından 2, Seyyâhî, fennî, harikulade roman, Kamerde Ġlk Ġnsanlar, Muharriri Vels, Mütercimi Aziz Hüdai, NâĢiri Muallim Ahmed Halid, Talebe Defteri mecmuasının Çocuk Edebiyatı Külliyatından 2, Satıldığı Yer Bâbıâli Caddesinde Halk Kitâb-hânesi, Ġstanbul, Evkâf-ı Ġslâmiye Matbaası, 1918, 1334-1336, Tanesi 20 kuruĢ. Roman Hakkında ―Talebe Derfteri‖ yeni bir teĢebbüsüyle bize iki Ģey öğretmiĢ oldu: ―Çocuk Edebiyatı‖ ve ―Vels‖. ―Çocuk Edebiyatı‖ herkes bilir, birkaç roman neĢrinden ibaret değildir. Burada ―çocuk‖ demek ―talebe‖ demektir, bu da malum. Böyle olunca çocuk edebiyatında talebenin zevkine, ihtiyacına, inkiĢafına .. ait ne varsa dâhildir. O hâlde bu büyük edebiyat için birkaç roman, birkaç lokma gibidir; doyurmaz, biraz lezzet verir ve kaybolur. Bunu da itiraf ederiz. Ne çare ki çocuk gibi her Ģeyi isteyen bu aç edebiyatı ―Talebe Defteri‖ doyuracak kadar zengin ve 90 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kuvvetli değildir. BaĢka memleketlerde ―Çocuk Edebiyatı‖ namına çıkan yüzlerce risâle, kitap ve resim namına bizde yalnız ―Talebe Defteri‖ vardır.. Son zamanlarda ―Çocuk Edebiyatı‖ hakkında matbuat sütunlarına geçen yazılar, hep ―Talebe Defteri‖nin bu teĢebbüsü üzerine hatırlanmıĢ fikirlerdir ki, hisse-i Ģerîfi doğrudan doğruya ―Defter‖e aittir. Defter, çocuk edebiyatını ölmeyecek kadar beslemek içindir ki bu namda ayrı bir neĢriyat silsilesi açtı ve bunun ikincisini de, birincisi gibi, (Vels)in romanlarından intihâb etti. Bazıları sordular: Niçin? Çünkü (Vels)in romanları fen, hayâlât edebiyat ve mizahtan mürekkep latif bir halîtadır. Çocukları mizah ile hayâlât kadar cezbeden bir Ģey yoktur. Bu iki lezzete bir de fen karıĢtırılırsa talebe edebiyatında aranan fâidelerden en büyüğü husûle gelmiĢ olur; iĢte ―Vels‖ bunun için intihâb edildi. Ama (Vels), Ġngiliz‘dir. Evet, öyle. Fakat biz (Vels)in kendisini değil, eserini alıyoruz. Peygamberimiz ilim için bizi (Çin)e bile göndermiyor muydu? Mamafih ―Görünmeyen Adam‖ romanını, (ġarlok Holmes) hikâyelerine benzetmek gafletinde bunanlar da oldu. Onlara cevaben bir Ģey söylemeyeceğiz. Çünkü (Vels)i yeni öğrenecekler ve bu itibarla bilmedikleri bir Ģey hakkındaki fikirlerinin yanlıĢ olacağı pek tabiidir. ―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖, (Vels)in diğer eserleri gibi, mevzu itibariyle hayalin, ahenk itibariyle de edebiyat ve mizahın birleĢmesinden doğmuĢtur. ―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖ okunurken (Jül Vern)in ―Arzdan Kamere ve Kamer Etrafında‖ gibi romanları hatıra gelir. Fakat bunlar (Vels)in romanıyla karĢılaĢtırılacak olursa görülür ki (Vels)te hayâl ve icat sanatı daha geniĢ, daha kuvvetlidir. Her iki muharrir de insanları kamere çıkarmak yolunu düĢünmüĢlerdir.. (Jül Vern) cesim bir top tasvir etmiĢ, çıkacak adamları topun güllesi içine koymuĢ, topa ateĢ ettirmiĢ. Gülle gitmiĢ, gitmiĢ.. Fakat kamere yetiĢememiĢ; tekrar arza dönmüĢ. Seyahat bitti. Çünkü (Jül Vern) kamer hakkında fazla bir Ģey bilmiyormuĢ; yahud hayâlâtı orada bir Ģeyler bulamamıĢ.. (Vels) ise iĢe daha fennî baĢlıyor: Ġnsanları taĢıyacak olan gülleyi arzın câzibesinde kurtarıyor. Câzibe olmayınca arzdan ayrılmak pek tabii ve kolay bir iĢ değil mi? (Jül Vern) burasını düĢünememiĢ değil, ancak gülleyi kamer istikâmetinde yürütmek çaresini bulamamıĢ, (Vels) ise bunu kolayca halletmiĢ… Romanlar dikkatli okunursa bu iki muharrir arasında fark kendiliğinden yükselir.. Seyahate gelince (Vels) seyyahlarını kamerin en esrâr-engîz noktalarına varıncaya kadar kâh hayâl, kâh hey‘ât ve kâh ilm ü fen kuvvetiyle gezdiriyor. Rasat-hânelerin Ģimdiye kadar keĢf ü tertip ettiği Ģeyler burada basit bir roman letafetiyle okunuyor. Ve bir daha unutulmamak üzere hâfızaya yerleĢiyor. (Jül Vern)in ―Kamere Seyahat‖i, bir peri hikâyesi gibi, olmayacak Ģeylerden ibaret olduğu hâlde ―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖, göreceksiniz basit bir ihtimâl Ģekline konmuĢtur. Talebe ve aile için güzel bir roman ve aynı zamanda latif bir fen ve hey‘ât dersi… ―Kamerde Ġlk Ġnsanlar‖ı Okuyanlara: Ötede beride epeyce yazılarım vardır. Ve bunların dörtte üçü baĢka lisanlardan tercüme edilmiĢ Ģeylerdir. Tercüme.. Çünkü bizim birbirimize öğreteceğimiz fazlalığımız yok. Hâlbuki Avrupa o semalar kadar geniĢ ve dolu eserleriyle önümüzde kapıları açık bir kütüphane.. 91 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Vakıa bizde tercüme edilmiĢ pek çok eserler vardır. Fakat bunlar, ya siyasî, askerî; sizin iĢinize yaramaz; veya âdetimize, terbiyemize uymayan eserlerdir; o da bizim iĢimize gelmez, yahud eserin aslı iyidir de fena tercüme edilmiĢtir, karıĢık yazılmıĢtır; sizi yorar, zihniniz kavramaz, istifade edemezsiniz. Nankörlük etmiĢ olmamak için Ģurasını da söyleye[yim] ki asıl iyi eserler de yok değildir. Burasını söylememiĢ olsaydım kendi tercümemi methediyorum ve yegâne buluyorum gibi olacaktı. Bunu iddia edemem. Fakat tercümede bir Ģey ile iftihar ederim ki o da (Çocuk Edebiyatı), (Kadın Edebiyatı) ve (Köylü Edebiyatı) için kabul edilebilecek bir lisanla yazılmıĢ olmasıdır. Eserin müellifi, Mösyö (Vels) üslupça bu edebiyatların aradığı müelliflerden değildir. Fakat onun mevzuları, onun fennî ve ciddî mevzularda kullandığı neĢeli üslûbu diğer noksanlarını bize unutturmaktadır: (Vels) bir masalcıdır. Fakat masalını Bin Bir Gece gibi hayalden değil, fenden alır. Fransızlar (Vels)te kusura benzer bir hâl zikrediyorlar: (Vels) halka göre yazmamıĢ. Evet,, hakikaten bu Ġngiliz muharriri mevzu ve üslupta daima yüksektir. Çocuk edebiyatınca anlatmak istersek iptidai mekteplerine göre değil, tâlî mekteplerine göre yazar diyebiliriz. Fakat biz tercümede bu kusuru örtmeye çalıĢtık. Bizde tiyatro muharrirleri mevzuu diğer lisandan alıp bizim hayata göre kaleme alıyorlar. Biz burada yalnız üslubu değiĢtirdik. Yani (populaire) olmayan (Vels)i (popüler) yaptık. Ve görüyorsunuz ki mümkün mertebe bir (aile lisanı) ile yazmaya çalıĢtık. (Kamerde Ġlk Ġnsanlar)ın bir hâssası daha var ki o da muharririn Ġngiliz oluĢudur. Bizde sinirlerinin ve kafalarının sertliğiyle tanınmıĢ olan bu milletten pek az Ģey tercüme edilmiĢtir. O kadar az ki (hiç) diyebilirsiniz. (Kamerde Ġlk Ġnsanlar) size bu mermer kafaların içinde neler düĢünüldüğünü öğretmek cihetinden bir yeniliktir. Kamer ve (Selenit) hikâyesi hâlis bir masaldır. Fakat bu cismin cazibeden kurtarılması ve bunun kurtulmasıyla hâsıl olabilecek netâyic ile kamerin ilm-i hey‘ete ait tafsilatı en karıĢık bir fen meselesidir ki bunu (Vels) bize latif bir romanla izah ettiği için düĢünmez bile olsa müteĢekkir kalmamız lâzımdır. Kitabın nasıl tercüme edildiğine dair de bir iki kelime ilave edeceğim: (Vels) bazen en küçük bir madde üzerinde o kadar çok dolaĢır ki okuyanın yorulması, sabırsızlanmamaları kâbil değildir. Tercümede bu uzunluklar kesilmiĢ, ayıklanmıĢtır. Yine bazı yerlerde (Vels) kendi kararının aksine olarak o kadar fennî tabirler, o kadar çok nebatat isimleri kullanmıĢtır ki eğer aynen tercüme etseydim kâri‘lerimin pek çoğu romanı Ģüphesiz yarıda bırakacaktı; bazı ibareleri hiç anlaĢılmayacak Ģekle sokan mürettip hatalarıyla baĢka Ģugûliyetlerden doğan ufak tefek bazı arızaları da zikredersem (Kamerde Ġlk Ġnsanlar)ın mahiyeti anlaĢılır. (Çocuk Edebiyatı) yeni baĢlıyor.. Her baĢlangıcın bu kadar bir kusuru olur. Bizim ümidimiz ileride.. A. H. Ek 7: Fransa Akademisi‘nin bilhassa mazhar-ı takdîr ü tahsîni olmuĢtur, Deniz Altında 20000 Fersah Seyahat, Musavver fennî roman, Müellifi Jül Vern, Mütercimi Ahmed Ġhsan, Birinci kitap, Maârif Nezâret-i Celîlesinin ruhsatıyla tab‗ olunmuĢtur, Ġstanbul, Artin Asaduryan ġirket-i Mürettibiye Matbaası, Bâbıâli Caddesinde Numara 52, 1307. 92 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ġfade ―Deniz Altında Yirmi Bin Fersah Seyahat‖ unvanlı romanımızın neĢrine her ne kadar evvelce edilen ilan hilâfına olarak iki ay sonra baĢlanmıĢ ise de -her gün adedi tezâyüd eden muhterem kâri‘lerimi mahzâ bir kat daha memnun etmek üzere eserin aslındaki resimleri, Avrupa‘dan bilhassa celb ile derc-i sahîfe ve tezyîn-i kitâb etmek isteyiĢim- buna sebep olduğundan elbette mazur görülürüm. Resimlerdeki letâfet-i mahsûsayı muhafaza ancak aslındaki tasvîrâtı mahallinden celb ile olabileceği, musavver âsârı görenler teslim ederler. Hâlbuki bu yolda musavver roman neĢri hayli fedakârlıkla meydana geldiğine binaen romanımız ba‗demâ eskilere nispeten büyük olan sahifelerin 16 adedinden mürekkep forma Ģeklinde bir kıta mükemmel resimle gayet nefis çıkacak ve beheri {40} para fiyatla satılacaktır. Eser takriben {400} sahifeden müteĢekkil olacaktır ki sâir neĢriyatımda gösterebildiğim sebât ve intizam ile bunun dahi karîben ikmâline muvaffak olunacağında kâri‘lerim dûçâr-ı Ģüphe olmazlar ise beni minnettar ederler. Her romanda bir meziyet aranmak lazım gelir. Âsârını tercüme ile iftihar ettiğim Jül Vern‘in romanlarında ise ―Gizli Ada‖da, ―Seksen Günde Devr-i Âlem‖de görüldüğü üzere meziyet-i ciddiye-i fenniye vardır. Bunlar öyle fikir ve hayali tahdîĢ ederek yüz kızartacak, insana nefret verecek kerîh manzaralardan ârîdir. Jül Vern‘in romanlarını mütâlaa edenler hem fennen istifâde ederler, hem zamanlarını hoĢ geçirirler. En müĢkilpesend bir peder bunları sevgili çocuklarına okutmakta mahzur görmez. Sâye-i kadr-i tevâye-i cenâb-ı pâdiĢâhîde daima miktarı tezâyüd eden mekâtib-i ‗umûmiye Ģâkirdânına ders tetebbuundan âzâde kaldıkları bir zamanda bundan istifâdeli bir kitap olamaz. ―Deniz Altında Seyahat‖i mütâlaa edenler görürler, teslim ederler ki fennen edilen bir hayal ne kadar mugâyir-i ‗akl olsa ol kadar hâiz-i ehemmiyet ve meziyettir, ne kadar vâsi olsa o kadar istifâde-bahĢtır. Bahsimiz erbâb-ı mütâla‗anın tezâyüdüne, mektepler tekessürüne intikal etmiĢ iken o mektepleri tesis buyurarak müntesibîn-i ma‗ârif yetiĢtiren ve bu mülk ve devlete mevhibe-i rabbânî olan bu zât-ı mülkiyet-i sıfat-ı hazret-i pâdiĢâhînin efzûnî-i ‗ömr ve ikbâl ve feyz ve Ģevketleri duasını tekrar eder ve eseri okuyacaklara her türlü Ģeref ve saadete mahzâ o sevgili padiĢahın sâye-i kemâlât-vâyelerinde nâil olduklarını ihtar ederek onları ‗umûm-ı teba‗a-i sâdıka ile beraber kendi hisselerine düĢen du‗â-yı vâcibü‘l-edânın îfâsına davet eylerim. Ahmed Ġhsan 93 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 NECAD ĠBRĠġĠMOVĠÇ‟ĠN “KARABEY” VE MĠZANCI MEHMET MURAT‟IN “TURFANDA MI YOKSA TURFA MI”ADLI ROMANLARINDA “ĠNANÇ” TEMĠ ÜZERĠNE KARġILAġTIRMALI BĠR ĠNCELEME AyĢe Sümeyye Turan ÖZET Doğu ve Batı dünyası arasında köprü vazifesi gören Mostar ve Ġstanbul birçok farklı dinin birbirine temas ettiği iki nokta; kültürel zenginliklerle dolu, ortak geçmiĢleri olan iki Ģehirdir.Aralarındaki ortaklığın tarihsel bir süreci paylaĢmaktan baĢka cepheleri de vardır. Ġslâm inancı;bir zamanlar tek bir devletin bayrağı altında bulunan; fakat artık ayrı sınırlar içerisindeki bu iki Ģehrin yakınlığını artıran manevî bir güçtür. XIX. yüzyılın sonlarında yaĢanan ayrılığa karĢı insanların birleĢtirici güç olarak daha sıkı tutunduğu Ġslâm inancı, edebiyata da etki etmiĢ, BoĢnak ve Türk edebiyatlarının o dönem yazılmıĢ ya da o dönemi iĢleyen tarihî romanlarında ortak bir tema olarak yerini almıĢtır diyebiliriz. Bu çalıĢmada BoĢnak edebiyatının ünlü yazarlarından Necad ĠbriĢimoviç‘in XIX. yüzyıl sonlarındaki Mostar‘ı gözler önüne taĢıdığı tarihî romanı Karabey ile Mizancı Mehmet Murat‘ın Turfanda Mı Yoksa Turfa Mıadlı, Osmanlı Devleti‘nin son demlerinde toplum yapısındaki değiĢme ve geliĢmeleri Ġslâmî düzen etrafında takip ettiği romanı, önce müstakil bir Ģekilde ele alınacak, daha sonra ise inanç teması bağlamında karĢılaĢtırılarak incelenecektir.Ġnceleme esnasında toplumbilim, felsefe ve tarih alanlarından daha isabetli sonuçlar elde etmek adına yararlanılacaktır. Edebî eserler hakkında yapılan her çalıĢma, mevcut eseri daha iyi anlamak adına gerçekleĢtirilen bir çabadır. Bu çabaya ilave olarak eserler vasıtasıyla BoĢnak edebiyatı ile Türk edebiyatı arasında ayniyet teĢkil eden unsurları ortaya çıkarmak ve Mostar ile Ġstanbul Ģehirlerinin dinî, kültürel zeminde buluĢan yönlerineiĢaret edebilmek; böylelikle edebiyat araĢtırmalarına katkı sağlamak ve kültürel temasları canlandırmak amaçlanmıĢtır. Anahtar kelimeler: XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti, Roman, Tarihî Roman, Ġnanç, Ġslâmiyet, Kültür. A COMPARATIVE INVESTIGATION OF “ĠNANÇ” THEME IN NECAD ĠBRĠġĠMOVĠÇ‟S NOVEL “KARABEY” AND MĠZANCI MEHMET MURAT‟S NOVEL “TURFANDA MI YOKSA TURFA MI” Türk dili okutmanı, Trakya Üniversitesi. 94 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Abstract Mostar and Istanbul cities are bridge between world of East and West. They are a point of contact for a lot of religions. They also have a common past. This cities not only share a period of historical, but also peoples in there mostly believe in Islam. Religion of Islam has an important role in the lands because of brings people together. They relied on Islam as separated from each other in past. And this situation have influenced on their literature. It is possible to say that religion of Islam have occurred in novels of Bosnian and Turkish literature as a common theme. In this study, it is investigated Necad ĠbriĢimoviç‘s historical novel Karabey and Mizancı Mehmet Murat‘s novel, firstly one by one, and than comparing with each other. In this way, it is aimed to contribute the researches of literature and also aimed to find points of common between two cultures. Key words: Ottoman Empire in nineteenth century, Novel, Historical Novel, Belief, Islam, Culture. GiriĢ BoĢnak edebiyatının ünlü isimlerinden Necad ĠbriĢimoviç, 1972 yılında yayımlamıĢ olduğu Karabey adlı romanında, 1878‘te Mostar Ģehrinde ―...yaĢanan trajik bir hadiseyi‖ günümüz penceresinden değerlendirerek ortaya tarihî nitelikte bir roman çıkarmıĢtır. Birol Emil‘in ―Son Dönem Osmanlı Aydını‖ (Emil, 2009) olarak nitelediği Mizancı Mehmet Murat ise 1890 yılında yayımladığı Turfanda Mı Yoksa Turfa Mıadlı romanında 1870‘li yılların Osmanlı Ġmparatorluğu‘nu, sınırları dâhilindeki toprakları ve en önemlisi Ġstanbul ile ele alarak yaĢadığı dönemdeki havayı, çevreyi yansıtan bir eser meydana getirmiĢtir. Ġncelemeye kaynak teĢkil eden romanlar, vakaları itibariyle 1870‘li yılları yansıtmakla benzerlik gösterirler. Bu iki romanın aynı dönemi ele alması, söz konusu dönemin hilâfet diyarı Osmanlı‘ya rastlaması ile her ikisinde de Ġslâmiyet‘e dair unsurların belirgin bir biçimde iĢlenmesine sebep olmuĢtur. Ayrıca ―… Ġslâm ideolojisi Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun genel ideolojisiydi.‖ Ģeklinde bir görüĢ vardır (Moran, 2010: 13). Elbette yazarlar, düĢünce tarzları itibariyle kendilerince bu ideolojiyi belli oranlarda yansıtır veya yansıtmazlar.Romanlardaki zaman ve mekân benzerliği de tek baĢınamuayyen bir sonuca ulaĢtırmayabilir. Karabeyile Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı adlı romanları her Ģeyden öte birbirine bağlayan özellik, bu romanlarda millî kimlik yerine Ġslâm inancının ön plana çıkartılmıĢ olmasıdır. Karabey 95 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Necad ĠbriĢimoviç‘in Karabey romanı, konusunu Avusturya-Macaristan‘ın 1878 yılında Bosna‘yı iĢgali sırasında Mostar Ģehrinde meydana gelen trajik bir olaydan alır. Eserin yazım dili BoĢnakça‘dır. Ġnceleme için Suat Engüllü‘nün Türkçe çevirisinden yararlanılmıĢtır. Eldeki çeviriye göre Necad ĠbriĢimoviç eserini, öykü, roman ve tiyatro formunda kaleme almıĢtır. Hikâye edilen olaylar, kiĢiler bütün bölümlerde aynıdır. Yalnız değiĢen tek Ģey, edebî metnin formudur. Öykü bölümü, roman bölümünde aktarılan metnin özeti mahiyetindedir. Öykü bölümünde roman kahramanı Karabey kısaca tanıtılmıĢ, olay örgüsü kısaca aktarılmıĢtır. Roman türündeki Karabey metni ise, kendi içinde yirmi bir bölümden oluĢur. Romanın daha en baĢında yazar, eseri hakkında okuyucu bilgilendirir; ―…her Ģeyin hem oyun olduğunu, hem öyle kabul edilmesi gerektiğini görmelisin.‖ (ĠbriĢimoviç, 2007: 14). KonuĢan bir cindir ve ―Bu bir cinin kitabıdır; kitapta ise bir insanın günahlarından söz edildiği için, sana hüküm vermek yasaklanmıĢtır.‖ (s.14) Ģeklinde okuyucuya seslenilir. Necad ĠbriĢimoviç, kurmaca dünyanın kendisine sunduğu imkânları sonuna kadar kullanır. Kitapta her Ģeyi bilmeye muktedir olan ve nefesi romanın baĢkahramanı Karabey ile sınırlı olan bir cin vardır, Karabey‘in cini… Cin‘in sesi, kurmaca dünyadan bir sestir. Tiplerle, mekânla, zamanla istediği gibi oynar. Okuyucu ise önce bir seyirci gibi romana dâhil olur. Vaka derinleĢtikçe okuyucu da romanın bir kiĢisi olur çıkar. Karabey romanının vakasını, Karabey adlı kiĢinin etrafında geliĢen olaylar oluĢturur. ―Celaleddin Tayyip Karabey, hicrî 1256 yılında Mostar‘da dünyaya gelir. DoğuĢtan akıllı, yakıĢıklı, sebâtkar, alçak gönüllüdür; canlı ruha sahiptir. Babası zengin bir kiĢidir; okuması için onu Ġstanbul‘a gönderir. Ġstanbul‘a gittiğinde, Karabey henüz yirmi yaĢındadır [hicrî 1276]; Mostar‘a geri döndüğünde ise yirmi dördüne basmıĢtır.‖ (s.7). Eserin öykü formunda Karabey bu Ģekilde tanıtılır. Yüksek vasıflara sahip olan Karabey, Mostar Ģehrinde herkesin sevdiği, beğendiği bir kiĢidir. Öyle ki onu genç yaĢına rağmen Mostar‘a müftü olarak seçerler. Böylelikle ―…Karabey, Bosna Hersek tarihine, en genç müftü olarak girer.‖ (s.7). Ġnsanlar, Karabey‘e saygı ve sevgide kusur etmez, ona tamamiyle bir bağlılık gösterirler. O da elindeki gücü, halka hizmet etmeye kullanır. Adalet arayıĢındadır. Haksızlık yapan, nizama aykırı hareket eden Ģehrin ileri gelenlerinden kimi insanları eleĢtirmekten çekinmez ve böylece onların tepkilerini de üzerine çeker. Karabey‘in düĢmanları çoğalır ve Karabey‘i ortadan kaldırmak isterler. Bir fırsatını bulup Karabey‘i Ġstanbul‘a vezire Ģikâyet ederler. Ġstanbul‘a gideceği günlerde babası Ahmet Karabey, inat olsun diye onu düĢmanı Mutasarrıf PaĢa‘nın düĢmanı olan Zaim Abbas Bey ÇauĢeviç‘in kızı Ümmühan ile evlendirir. Karabey, Sadrazam‘ın huzuruna çıkıp hesap vermek üzere Ġstanbul‘a gider; ancak orada cezalandırılmak Ģöyle dursun bir de ―…kendisine yüksek mevleviyet payesi, molla kadı unvanı, bol miktarda hediyeler verilir; ayrıca sultanın teveccühünü, vezirin güvenini kazanır; hac farizasını yerine getirmek üzere deve sırtında Mekke‘ye gider; Mutasarrıf PaĢa‘yı ve 96 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Saraybosna valisini görevden alır, dokuz ay sonra Mostar‘a geri döner.‖ (s.8-9). Karabey, dürüst ve ahlâklı bir kiĢi olunca kendini sultana sevdirmesi kolay olur. Bunun yanında örnek bir Osmanlı olduğu dile getirilmese de sultanın teveccühünü kazanması, tastamam bir Osmanlı Beyefendisi olmasından ileri gelir. Karabey, Ġstanbul‘dayken babası vefat eder. Karabey, babasının ölümünden sonra iyice hassaslaĢır, etrafındaki kötü niyetli insanlar yüzünden çevresinden uzaklaĢır ve evinde inzivaya çekilir. Tam o sıralarda Avusturya-Macaristan‘ın Bosna Hersek‘i iĢgal edeceği haberi her yere yayılır. Bu iĢgale engel olmak için harekete geçilmesi gerektiği söylenir. Karabey‘e danıĢırlar; fakat o ―kendisine akıl danıĢmaya gelenlerin karĢısına çıkar, bu savaĢın, Allah‘a, Sultan‘a ve akla karĢı savaĢ açmak anlamına geleceğini söyler.‖ (s.9-10). Nedir, bu tavrı sebebiyle Karabey, hain olmakla suçlanır. Asiler, sonunda Karabey‘i öldürürler, Avusturya-Macaristan gelir ama hiçbir Ģey yapamazlar. Hatta ―Kentin ileri gelenleri ise küffar generalini karĢılamaya koĢarlar ve önünde eğilerek selam dururlar.‖ (s.12). Vatanını yürekten seven Karabey, insanları sükûnete davet ettiğinde asiler Karabey‘i dinleseydi her Ģey daha farklı olabilirdi mesajı sezdirilir. Vatan aĢkıyla direniĢ orduları toplayanlar ise Avusturya-Macaristan Bosna‘yı iĢgal ettikten sonra herkesten önce gidip önlerinde saygı duruĢuna geçerler. Karabey‘i hain olmakla suçlarken kendi hainliklerini göstermiĢ olurlar. Mutasarrıf PaĢa yahut diğer din adamları, dine tümüyle bağlı da değillerdir. Onların inançları bir yere kadardır ve Bosna Hersek‘in de sonunu aslında kendileri hazırlamıĢlardır. Sonuçta ise birlik ve beraberlik Ģuuruyla hareket etmek fikrine iĢaret edilmiĢtir. Bu aĢamada vakanın merkezinde bulunan Karabey tipini tanıtmak gerekir. Karabey Tipi ―Celaleddin Tayyip Karabey, hicrî 1256 yılında Mostar‘da dünyaya gelir. DoğuĢtan akıllı, yakıĢıklı, sebâtkar, alçak gönüllüdür; canlı ruha sahiptir.‖ (s.7). YaradılıĢtan iyi huylu bir gençtir. Babası Ahmet Karabey, ilim erbabı kimselerin ısrarı üzerine iyi bir eğitim alabilmesi için onu, Ġstanbul‘a göndermeye karar verir. Karabey‘in Ġstanbul‘a gideceği günlerde ilahî alametler vuku bulur; ―…öğlende güneĢ tutuldu, ertesi gün yoğun kar yağıĢı görüldü, bir sonraki gün de yağan kar birdenbire eridi. Neretva nehri, daha önce hiç görülmediği kadar kabardı.‖ (s.22). Böylelikle Karabey, yüceltilir, ileride âlim bir zat olacağına iĢaret edilir. Karabey, Ġstanbul‘da ―Tefsir: Kur‘an‘ı yorumlama, Hadis: Ġslâm geleneği, Fıkıh: Ġslâm hukuku, Hikmet-i teĢri: Ġslâm hukuku felsefesi, mantık, Arap dili ve edebiyatı‖ (s.24) derslerini alır ve yüzlerce dinî kitabı okur, öğrenir. Son derece iyi bir öğrenci, kusursuza yakın bir insan olmuĢ, çıkmıĢtır.Karabey, 4-5 sene Ġstanbul‘da kaldıktan sonra Mostar‘a geri döner, orada müftü olur ve Bosna Hersek sınırları içinde en genç müftü olarak tarihteki yerini alır. 97 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yazar, Karabey‘i gerek manen gerek ilmen üstün niteliklere sahip bir tip haline getirir. Karabey, ―Göreve seçilmesi dolayısıyla kentin ileri gelenlerinin hediye vermesi faslı biter bitmez, verilen bütün altınları toplar, bunlara kendisinden de bir kese altın katar ve hepsini yoksullara dağıtır; kentin ileri gelenlerine karĢı sert eleĢtiride bulunur ve yaptıkları kötülükler nedeniyle herkesin önünde Ģereflerini beĢ paralık eder.‖ (s.7). Mostar halkının Karabey‘e olan itimadı tamdır. Tıpkı romandaki halk gibi okuyucununda adalete, dürüstlüğe ve iyiliğin tüm uzantılarına bağlı olan bu genç müftünün, kötü bir davranıĢta bulunmayacağına inanması istenir. Karabey müftü iken bir hadise meydana gelir. Halim Derziya, tüccar amcası Ziya Bey Kordiç‘i mirasına konmak için öldürür. Daha sonra, Ģehrin ileri gelenlerinden kimi insanları suçsuz olduğuna inandırmaya çalıĢır ve hatta onlara rüĢvet bile verir. Kadı Molla Fettah Bahtiyareviç, Halim Derziya‘yı mahkemeye çıkaracağını söyler. Bir huzursuzluk ortamı peyda olur. Bu durum, Karabey‘in eleĢtiri oklarına maruz kalarak ona düĢmanlık besleyenlerin eline geçen birinci kozdur. Ġkinci koz, Nevesinyeli isyancılardan zulüm gören halkın, genç müftü Karabey‘den yardım istemesinden sonra ortaya çıkar. Karabey, insanlara yardım etmek üzere Nevesinye‘ye asker gönderilmesi için fetva verir. Genç müftünün yanlıĢ kararlar verdiğini ve huzursuzluğun önüne geçemediğini savunan Mutasarrıf Kuduz Bey iftirasıyla birlikte Saraybosna valisine gider ve Karabey hakkında Babıâli‘ye derhal Ģikâyette bulunmak lazım geldiğini söyler. Karabey, Ġstanbul‘a çağrılır ve gider; ancak iĢler aleyhinde iken lehine dönerek orada da Sultan‘ın teveccühünü kazanır. Karabey Ġstanbul‘dayken, babası Ahmet Karabey oğlunun hasretine dayanamaz ve ölür. Karabey de kaderinden dert yanarak yasını tutar. Dünyası alt üst olmuĢ gibidir. Ġstanbul‘dan Sultan‘ın teveccühünü kazanarak dönmesi onun için hiçbir Ģey ifade etmemektedir. Karabey‘in gözünde bütün insanlar birbirlerine benzemeye baĢlamıĢtır; Allah inancını olmasa da insanlara olan inancını kaybetmiĢtir. ―Ġstanbul‘da yalana, rüĢvetçiliğin ve çürümüĢlüğün her çeĢidine karĢı hissettiğim tiksintiden vazgeçiyorum.‖ (s.62) der. Karabey etrafındaki adaletsizlikleri görmekte ve bundan etkilenmektedir, iĢin kötü yanı Ģudur ki bu adaletsizliklere karĢı artık ne yapacağını bilememektedir. Ġsyanı bastırmaktan da vazgeçer. ―Mostarlılar ve Ġstanbul yüksek uleması tarafından biçilen adalet ve adaletsizliğe bulaĢtığım için cezayı hak ediyorum.‖ (s.62) der. Ġnsanlardan uzaklaĢır, çünkü insanlar insanlıklarını kaybetmiĢlerdir. Verdiği tepkiler, bu kiĢiyi tipleĢtiren özelliklerinin bir tezahürüdür. Karabey, bütün dinî ilimleri öğrenmiĢti, Ġslam âlimi Mağribi onun hocasıydı. Ġyi bir öğrenciydi ve her zaman gerçeklere sıkı sıkıya bağlı kalan dürüst bir insan olmuĢtu. Ancak okuduğu kitapların içinde insanların alçaklıkları, sahtekârlıkları yoktu. Babasını kaybettikten sonra yaĢadığı ruhsal çöküntü, zamanla varlık karĢısında bir iç hesaplaĢmaya dönüĢür ve 98 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―1295 yılının baĢlarında, Celaleddin Tayyip Karabey evine kapanır ve yılın yarısından uzun bir süreyi orada geçirir; bu zaman zarfında hiç dıĢarıya çıkmaz. Kısa bir süre sonra Mostarlılar, hem de ağız birliği etmiĢçesine, müftülerinin bilgeliğini ve büyüklüğünü övmeye baĢlarlar.‖ (s.9). Bu cümlelerden de anlaĢıldığı gibi halk ne olursa olsun müftünün yanındadır. Yıl 1878… Avusturya-Macaristan‘ın Bosna‘yı iĢgal edeceği haberi, Mostar Ģehrinin her yerine yayılır. Halk, hala müftü olarak gördüğü Karabey‘den yardım ister. Mostar kendini savunmaya karar vermiĢtir. Ancak Müftü Karabey, Sultan‘ın bile bir Ģey yapamayacağını görerek insanların boĢuna direnmemesi gerektiği fikrindedir. Ġnsanlar, Müftü Karabey‘e karĢı tavır alırlar. Halkın çok sevdiği Karabey‘in direniĢe katılmaması, onlara çok ağır gelmiĢtir. Karabey‘in düĢmanı Mutasarrıf Kuduz Bey ise iĢgale kesinlikle direnilmesi gerektiğini düĢünür ve halkı müftüye karĢı iyice kıĢkırtır. Mutasarrıf PaĢa‘nın asıl çabası, hain addettiği Müftü Karabey‘i cezalandırarak Bosna direniĢi oluĢturmak ve Bosna‘yı kurtarmak değildir. Birincil planı ömrünce kıskandığı Müftü Karabey‘i ortadan kaldırmaktır. Sonuçta Karabey, öldürülerek bu kötü niyetli insanın kurbanı olur. Tarih, kurmaca gerçeklerle oynadığımız gibi bir oyun değildir. DeğiĢmesi mümkün olmayan gerçekleri ihtiva eder. Karabey romanı,iĢte bu değiĢmeyen gerçeklerden yola çıkılarak yazılmıĢ tarihî bir romandır. Necad ĠbriĢimoviç, Karabey‘in ölümü ile biten romanın hazin sonuna gelmeden önce Karabey‘i bir tip haline getirmiĢ ve Karabey çevresinde geliĢen olayların temelinde iyi-kötü çatıĢması olduğunu sezdirmiĢtir. Mostar ġehri Yazar, okuyucunun hayal dünyasını Ģekillendirmek ve esere mistik bir hava katmak üzere, her Ģeyi bilen ve gören bir cinin anlatımına baĢvurmuĢtur diyebiliriz. Cin, Mostar Ģehrini resmetmeye baĢlar; ―Her yer karanlığa bürünsün önce ve göz alabildiğine geniĢ bir alanın üzerine ser karanlığı. Karanlığın üzerine bir yan kesik at ve bu, suları soğuk, derin bir nehir olsun; önüne çıkan kocaman kayalara meydan okusun, büyük yassı taĢ blokları sinsice ve hızlıca yalayıp geçsin. Nehrin etrafa yayılan tertemiz soluğu gözündeki karanlığı dağıtmasın; karanlığın üzerine ıĢık damlaları serp ve bu ıĢığı önce etrafa yay, sonra da taĢ yapıların, Mostar camilerinin, taĢ kulelerin ve duvarların üzerine sabitlendir. Kenti ıĢıkla aydınlat ve zarif taĢ köprüyü gör; fakat gözüne göründüğü, sana anlatıldığı Ģekliyle değil, benim sözlerimle betimlendiği Ģekliyle anılarına buyur et.‖ (s.16) 99 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Romanın baĢlangıcında Mostar Ģehri, bir cinin gözünden iĢte böyle kasvetli bir tabloyla aktarılır. Romanın sonuna kadar devam edecek olan bu kasvet, Karabey‘in ölümünü hazin kılan yardımcı bir unsur gibi olayların arasında yer alacaktır. Kendisine Karabey‘in hayatı kadar bir ömür biçilen cin, okuyucunun düĢüncelerini ve hayallerini Ģekillendiren bir araçtır. Anlatıcı, cindir ve okuyucuya neyi düĢünmesi gerektiğini, nasıl hissetmesi gerektiğini söyler. Karabey‘in evini, okuyucuya inĢa ettirir; ―Yüksek taĢtan duvarlar ör; göz açıp kapayıncaya kadar, duvarların üzerini sarmaĢıklar ve asmalar kaplasın. Önün, sütunların az ilerisine, öbek öbek bitki, çimen ve çiçekler serpiĢtir. Berrak, yüzeyi hafif dalgalı bir dere akıt, yatağı taĢtan yapılmıĢ olsun; senin sol tarafından gelsin, sağındaki duvarın altından akmaya devam etsin. Bu noktadan sonra dereyi takip etme; onun hafif Ģırıltısını dinle sadece. Arkana gelecek Ģekilde bir duvar ör ve duvarda büyük bir kapı aç. Duvarla çevrilmiĢ vaziyettesin ve her Ģeyin üzerinde süzülüp durmaktasın.‖ (s.34) Yazar,―Bu kitabın bir mucizevî yanı daha var‖ (s.54) diyerek metin aralarında, neden cinin anlatımına baĢvurmuĢ olabileceğine dair izler bırakmıĢtır. Kitabın mucizevî yanları vardır ve mucizeler, az önce kasvetli halinden bahsettiğimiz Mostar Ģehri ve bu Ģehirde yaĢayan Karabey çevresinde geliĢir. Romanın böylesi cephelerine temas edilmesi, inanç bağlamında yapılacak olan değerlendirmelere ıĢık kaynağı olacaktır. Çünkü mucizeler ve cin, Ġslâmiyet içerisinde yer alan unsurlardır. Mostar Ģehri, Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun beĢ asır boyunca sınırları dâhilinde kalmıĢ olan Bosna topraklarının bir simgesi gibidir. Bugünkü bakıĢla Senad Hasanagic, Osmanska Tolerancija (Osmanlı HoĢgörüsü) kitabında Bosna ve Mostar‘dan Ģöyle bahseder; ―Dinlerin birbirine temas ettiği yerdir Bosna. DıĢ etkilere direnemedikleri söylenebilir. Millî kimlik yerine, Ġslâm dinini ön plana çıkarmıĢlardır. Bosna‘da din savaĢları olmuĢtur. BoĢnaklar, özgün bir grup olarak Avrupa‘da kabul edilemedi. Hristiyanların Balkanlar‘a bakıĢı intikam doludur. Hristiyanlar, ortaçağın intikamını almak isterler. Mostar, arada bir Ģerit gibi, 33 metre bir haç var, batıda Amerika‘ya kadar, doğuda ise Japonya‘ya kadar. Bosna Hersek bir yapraktır ve etrafı düĢmanlarla kaplıdır. O kadar sıkıĢmıĢ, o kadar zor bir pozisyonda ki üstlerine kaldırılan kılıçlar Bosna‘yı, Mostar‘ı kesmeye baĢlar. Osmanlı hoĢgörüsünün esasları nelerdir? TartıĢılmaz bir otorite olarak halifelik elinde idi. Bu 500 sene sürdü. Osmanlı‘nın bu kadar uzun süre yaĢamıĢ olmasının sırrı iĢte buradadır; ―HoĢgörü‖. Osmanlı, o kadar toprağı uzun süre kendi safında tuttu. Bir sistem oluĢturmuĢlardı. Ve bu muhteĢem bir Ģey… Bu hoĢgörünün olduğu dönemde bir benzerini daha bulmak mümkün değil. Bosna dinlerin buluĢtuğu yerdir ve Bosna‘daki farklılıklar, aslında bir zenginliktir, karakterdir, Allah‘ın lütfudur, tıpkı Anadolu‘da olduğu gibi.‖ 100 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bosna ve Anadolu topraklarının benzerliğini vurgulayan Senad Hasanagic‘in ifadeleri, Karabey romanındaki ana mekân Mostar‘ın ruhuna açıklık getireceği düĢüncesiyle buraya alınmıĢtır. Ġnanç Karabey romanında iyilik ve kötülük çatıĢma halindedir. Sonuçta kötülük, devlete ve insanlara zarar verir. Daha önce anlatıcının cin olduğu söylenmiĢti. Tarihin kapılarını aralayan ve Karabey‘in baĢından geçenleri aktaran cin ―gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yaratık‖tır (Devellioğlu, 2000: 143). KiĢi, din duygusu haricinde ancak inanmak isterse varlığını kabul edebilir. Dolayısıyla anlatıcının cin olması, dinî inançla bağlantılı bir durumdur. Anlatıcı cin, romanı eline alıp okumaya baĢlayanlara isterlerse daha yolun baĢında gidebileceklerini, yok eğer gitmezlerse kitabın içine hapsolacaklarını haber vermiĢ ve kimi bölümlerde bu yönde söylediklerini hatırlatmıĢtır. Cinin yaĢamı, Karabey‘in yaĢamından ibarettir. Karabey susunca o da susacaktır. Dolayısıyla romanın ilerleyen bölümlerinde romana hapsolmuĢ, romanın içindeki olaylara müdahil olarak romanın Ģahıs kadrosuna girmiĢ olan okuyucunun kurtulabilmesi için Karabey‘in ölmesi gereklidir. Böylece cinin de anlatma görevi bitecek ve susacaktır. Karabey‘in katledilmesi olayında Karabey‘e öldürücü son darbeyi elindeki kamayla vuran okuyucunun ta kendisidir. ĠĢte Karabey‘in insanlara olan sevgisinin yitip gitmesine sebep olan menfaat ve ihanet en sonunda okuyucuda belirmiĢtir. Bu aslında varoluĢun bir parçasıdır. Her zaman bir tarafta iyilik varken bir tarafta kötülük olacaktır. Romanı, bir cin yönetmektedir; ―…istediğin takdirde ayrılman hala mümkün olan girdiğin bu garip iliĢkinin, kendi isteğinle kabul ettiğin bir cinle kurulan bu beraberliğin, sana yeni güç verdiğini, yeni kazanç kapısı açtığını da hissetmiyor musun?‖ (s.40).Roman, adeta uyanık halde görülen bir rüya gibidir. Cinin anlatımı ile meydana gelen olaylara iyice kapılan ve artık zihnini cin haricinde kendi kendine Ģekillendirmeye baĢlayan okuyucu, romanın kurmaca dünyasında istediğini yapmaya muktedir bir güç elde etmiĢtir; ―…yaptığını yapabiliyorsun ve ben seni engelleyemiyorum; bunu yapabilmem için vakit çok geç artık; görünmez elini hiç sakınmadan meyve tabağına uzatıyorsun ve ihtiyar Ahmed incirin nasıl kendiliğinden yukarıya kalktığını, havada uçtuğunu ve gözden kaybolduğunu kendi gözleriyle görüyor. Böylece, istemeksizin de olsa ilk iĢareti verdin ve zavallı ihtiyarı korkuttun. ġimdi onun bir Ģey söylemek istediğini, ancak bunu yapmaktan nasıl çekindiğini görüyorsun, bunun olabileceğine inanabilmesi için fazlasıyla olağandıĢıydı.‖ (s.43). 101 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yukarıdaki cümlelerde de görüldüğü gibi inanç meselesi ile alakalı olan cin kavramı, okuyucuyu romanın vakasına karıĢtıran bir unsur olarak kullanılmıĢtır. Romanın kahramanı Karabey, iyi bir dinî eğitim almıĢ, sonunda müftü olmaya layık bulunmuĢ, inançlı bir gençtir. Karabey‘in kuvvetli inancı, zaman zaman onun kendi cümleleri ile desteklenir. Ġsyancıları bastırmak için toplanan askerlere hitap eden Karabey; ―Cennet kapıları açılıyor! Elinde kılıcı, dudaklarında Allah‘ın adı ile Ģehit olana ne mutlu! Yaralanmayanın vay haline!‖ (s.50) der. Karabey, babasının ölümünden itibaren baĢlayan olaylar silsilesini hayatın oynadığı bir oyun olarak görür ve Rabbine sığınarak; ―Allah büyüktür ve merhamet sahibidir; O, zalimlerin kimler olduğunu bilir. Ebedî bir ceza ile cezalandıracaktır sizi. Seni hafife aldığımı görüyorum hayatım; bana Ģimdi oynadığın bu oyuna ise gülüp geçiyorum sadece!‖ (s.106) der. Turfanda Mi Yoksa Turfa Mi Mehmet Murat‘ın, tahlil etmiĢ olduğumuz Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı romanı 1890 yılında yayınlanmıĢtır. O yıllarda Osmanlı Devleti 93 harbini yaĢamıĢ ve Balkanlardaki topraklarını kaybetmiĢ bulunuyordu. Devlet, çökmek üzereydi ve dönemin ileri gelen isimleri, devletin kurtarılması adına kendince çarelere giriĢmiĢti. Mizancı Mehmet de ‗inanç‘ ekseni etrafında ele aldığımız romanında açıkça görüldüğü gibi tek kurtuluĢ yolunu Ġslâmiyet‘e sarılmakta bulmuĢtur. Roman, son bölümü ―MektuplaĢmalar‖ adıyla yazıĢmaların bulunduğu bölüm ile beraber toplam on üç bölümden oluĢmaktadır. I. Bölüm: Ġstanbul’a GeliĢ Bu bölümün daha ilk satırlarında romanın zamanı ile ilgili bilgi verilir. Eserin yayımlanma yılı 1890 olduğuna göre ―yirmi, yirmi beĢ sene önceki bir zamandayız.‖ (Mehmet Murat, 1995: 5) cümlesi, romanın vaka tarihini 1865-1870‘lere yani, yeniliklerin hızla Osmanlı topraklarına girmeye baĢladığı, Islahat Fermanı‘nın henüz yayınlandığı, 93 harbinden önceki bir döneme götürür (Özön, 1932: 406-407). Yine romanın ilk satırlarından ―Ay, güzel kokular saçan baharın goncalar açan Nisanı, gün ise Hilâfet merkezi diyarının din kardeĢliği günü olan Cuma‘sıdır.‖ (s.5) cümlesinde ise zamansala iĢaretten ziyade mekân olarak Ġstanbul‘a ve taĢıdığı dinî mahiyete açıkça vurgu yapılır. Romanın ana mekânı Ġstanbul‘dur. Ġstanbul ki ―Osmanlı Saltanatı‘nın merkezi, Ġslâm Hilâfeti‘nin makamı bulunan‖ (s. 9) yüce bir yerdir. Roman kahramanı Mansur Bey, Varna‘dan hareket eden bir vapurun içinde gayri müslim ve Müslüman insanlarla birlikte Ġstanbul‘a doğru yolculuk yapmaktadır. Ġstanbul‘daki yer isimleri, kiĢilerce sık sık zikredilir. Ufukta Ġstanbul görününce bir bir sayılmaya baĢlanan mekânlar, Rumeli Feneri, Kavaklar, 102 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Telli Tabya, Sarıyer, Büyükdere, daha iç taraflarda ise Boğaziçi, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı‘dır. Ġsmi geçen mekânlar arasında, Robert Kolej, BektaĢi Tekkesi, Göksu Kasr-ı Hümâyûnu, Kandilli, Mısırlı Mustafa PaĢa yalısı, Sultan Sarayı ve Ġslâm dininin sembolü olarak Ayasofya, Sultan Ahmed, Süleymaniye, ―Bilâd-ı SelâĢe‖, (Üsküdar, Galata, Eyüp) yer alır. Roman kahramanı Mansur Bey, vapurda seyahat ederken Ġstanbul manzarasına tesadüf edildiği sırada güvertedeki düĢünceli haliyle tanıtılmıĢtır; ―AĢağı yukarı yirmi, yirmi bir yaĢında bir fesli delikanlı, Ģafak vaktinden beri güvertenin üzerinde hazır bulunarak, iki eliyle davlumbazın tel halatını sımsıkı tutmuĢ olduğu halde, azim ve tefekkürü ifade eden derin siyah gözlerini ileriye dikmiĢ ve sanki zihnindeki düĢüncelere ve kalbindeki gizli duygulara dalmıĢ gibi kendisini ve etrafındakileri unutmuĢ duruyordu.‖ (s. 6) Romanın vaka tarihi 1860‘lı yıllar olduğuna göre Mansur Bey‘in 1840‘lı yılların baĢında doğmuĢ olduğu sonucu ortaya çıkar. Mansur Bey‘in doğum yılı, Tanzimat‘ın ilan edildiği yıla isabet eder. Mansur Bey, dalgın duruĢundan baĢka kusursuz ve özenli dıĢ görünüĢüyle de etrafındaki insanların dikkatini çekmiĢtir; ―…delikanlının her hali ve davranıĢı, kalabalık içinde bile dikkatleri kendisine çekecek derecedeydi. Kusursuz dıĢ görünüĢü teveccüh uyandırıyordu. Çekme, parlak, düĢünceli, utangaç gözleri; uzun, ince siyah kaĢların altına sığınmıĢtı. Kenarları kibirle kıvrılmıĢ sivri ve nazik burnu asalete, büyücek fakat güzel bir Ģekilde bulunan ağzı yiğitliğe delildi. Teni beyaz, saçı siyah, omuzları geniĢ, beli ince, uzuvları mütenasipti. Giyinmesi de sade ve zevkliydi.‖ (s.7) Mansur Bey, ―gözlerinden ziyade gönlüyle görüyordu.‖ Ġstanbul‘u (s.8). Mansur Bey‘in seyahat ettiği vapurda ―Boğaziçi ile Ġstanbul‘un güzel ve birbirinden ihtiĢamlı manzaralarından kendilerine yeni duygular ve lezzetler aramak üzere gelen Avrupalı turistler‖ (s.5) vardır. Ġstanbul‘da yaĢayan veya Ġstanbul‘da bir sebepten bulunan insanlar, Ġstanbul‘a bakıĢ açıları itibariyle ikiye ayrılır. Müslümanların Ġstanbul algısı, daha çok maneviyata dönüktür. Avrupalı turistler veya Ġstanbul‘da yaĢayan gayri müslimler ise daha çok maddî mekânın görselliğine önem verirler ve ruhlarında Müslümanlarınki gibi dinî bir heyecan uyanmaz, mekânın taĢıdığı anlamdan ruhlarına akseden bir saadet meydana gelmez. Bu ayrım, ―Ġstanbul‘a GeliĢ‖ bölümünde kiĢiler, Ġstanbul manzarasıyla buluĢurken yapılmıĢtır. Vapurdan inen Mansur Bey‘in yanına bir komisyoncu gelir. Amerika Oteli‘ni tanıtan komisyoncudan beĢ kuruĢ yerine beĢ frank sözü iĢitince Mansur Bey‘in canı sıkılır. Mansur Bey‘in hilâfet merkezi Ġstanbul‘da konuĢtuğu ilk kiĢi olan gümrük memuru onda iyi bir izlenim bırakmaz. Çünkü; Mansur Bey‘in eĢyalarını kontrol eden gümrük memuru, sandıktaki kitapları henüz incelemeden zararlı neĢirden olmadığına kanaat getirerek görevini hakkıyla yerine getirmemiĢ bir kimsedir. 103 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Varna‘dan hilâfet merkezi Ġstanbul‘a hareket eden bir vapur vardır. Ġçinde Ġstanbul‘u görmeye can atan turistlerin yanında düĢünceli haliyle etrafındakilerin dikkatini çeken roman kahramanı Mansur Bey vardır. Mansur Bey hariç vapurdaki herkes belirmeye baĢlayan Ġstanbul manzarası karĢısında heyecan dolu tepkiler verir. Mansur Bey ise Ġstanbul‘a ilk defa gelmesine rağmen onun harikulade güzelliklerine ―…baka baka bıkmıĢ gibi kayıtsız kalıyordu. BakıĢlarını ve düĢüncelerini birtakım meçhul emeller üzerinde toplayarak, heykel gibi, davlumbaz kenarına dikilmiĢ duruyordu.‖ (s. 9) Mansur Bey, Ġstanbul‘a ayak bastığında can sıkıcı hadiselerle karĢılaĢır. Memurların tedbirsizliği, özensizliği, Frenkçe yer isimleri, insanlardaki Frenk özentiliği canını sıkar. Devletinin istikbali adına endiĢelere gark olmuĢ bir halde Ġstanbul‘daki ilk günü geride kalır. Mansur Bey‘den bahisle ―Bu delikanlı kimdir? Korku ve sevinçlerinin sebepleri nedir?‖ soruları atılan ilk düğümdür. Ġkinci düğüm, Mansur Bey‘in Hünkâr Ġskelesi ve Balta Limanı sözlerini iĢitince halinin değiĢmesi ile atılmıĢtır. Romanın ilk bölümünde Hilâfet merkezi Ġstanbul‘da toplumsal nizamın yokluğuna iĢaret edilen yerler vardır. Gümrük memuru, iĢi icabı Mansur Bey‘in sandığındaki kitapları incelemekle yükümlü iken bunu yapmaz. Bir baĢka örnekte ise Frenk mağazasında görevli kiĢi ile hamalın kavgasına müdahale edecek zaptiye memuru, etrafta yoktur. Mansur Bey‘in Ġstanbul‘u gördükten sonra bile kayıtsızlık hali devam eder. ĠĢte tam bu noktada Mansur Bey, Müslüman, namuslu bir genç olarak yüceltilir; ―DoğuĢtan fedakârlık duygusuyla bezenmiĢ, kafası ilmî düĢüncelerle aydınlanmıĢ, millî fazilet ve emelleri kavrama gücüne sahip olmuĢ, muhterem ümmetin mazisini, halini, istikbalini düĢünerek zihnini yormuĢ, yerini yurdunu bırakmıĢ, gayretli, imanlı bir Müslüman için bunun ne demek olduğunu tahmin etmek acaba o kadar kolay bir Ģey midir? Kuvvetle zannederiz ki pek güçtür. Çünkü o hal, beĢer ahlâk ve faziletlerinin hemen tek örneği bulunduğu için, düĢünce âleminde henüz layıkıyla kendisini ortaya koymamıĢ olan Ġslâmiyete mahsus yüksek bir vasıftır.‖ (s. 9) Mansur Bey, örnek bir Müslüman olmasından ileri gelen vasıfları nedeniyle etrafındaki insanlardan ayrılır ve yüceltilir. ―Dinin ve iman kuvvetinin timsali gibi heybetle semaya doğru yükselmiĢ sayısız minareler ve kubbelerle taçlanmıĢ bulunan Ġstanbul‘un eĢsiz manzarası bile, sanki Mansur Bey üzerinde, görünüĢte, yanındakiler kadar bir tesir uyandırmadı.‖ (s. 13) gibi görünse de Mansur Bey herkesten ziyade mana denizinin derinliklerine inmiĢtir. Ġslâmiyet, Ġstanbul‘un her yerine sinmiĢ, oradan da Mansur Bey‘in gönül gözüne, ruhuna aksetmiĢtir. Rumeli Hisarı görüldüğü sırada Ġslâm inancıyla dolu kalbinden geçen iç konuĢmaları Ģöyledir; ―Ey kahraman Gazi! ĠĢte senin Bizans anahtarın! Tarihin bunca kahramanlarının hayat ve iktidarlarını uğrunda harcadıkları halde açtıramadıkları o demir kapıları, müminlerin merkezi, cihan padiĢahlarının payitahtı olmak üzere, sen bu mübarek anahtarınla fethettin ve açtın!‖ (s.10) Batılı devletlerin, Osmanlı Devleti‘ni içten ve dıĢtan parçalamaya ve Osmanlı topraklarına hâkim olmaya dair emelleri malumdur. Yunan/Latin kökenli Hristiyan milletlerin 104 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 amaçlarına ulaĢmak doğrultusunda hilâfet merkezinde açtıkları misyoner mekteplerinin varlığını öğrenen Mansur Bey, derin bir üzüntü duyar. Romanın neredeyse her sayfasında Ġslâmiyet‘in yüce bir din olduğuna dair ifadelere, Ġslâmiyet‘e kendini teslim edenlere has ağırbaĢlı tavra rastlanır. Mansur Bey‘in tasavvurunda ―Allah‘ın kelâmını yaymaya memur vaizleri yetiĢtirmek üzere inĢa edilmiĢ bir millî mektep‖ (s.12) olarak canlanan binanın takdim cümlesi bile inanç vurgusu yapıldığına yeterli bir delildir. Mansur Bey için Dolmabahçe Sarayı sadece mükemmel güzellikte bir yapı olarak izah edilemez, zaten o Ġstanbul içindeki mekânlara ve yapılara manevî bir gözle iĢtirak eder. Dolmabahçe Sarayı ―…Halife-i rûy-ı zemîn ve sultanlar sultanı padiĢah hazretlerinin azamet ve ihtiĢamla oturdukları mukaddes daireler!‖ dir. ―…Ümmetin ‗ikinci kıblegâh‘ı‖ dır. (s. 12) Osmanlı padiĢahının sarayı göklere çıkarılmıĢtır. Romanda ―…Osmanlılar tarafından her zaman coĢkuyla söylenen ve tekrar olunan ‗padiĢahım çok yaĢa‘ duası‖ Frenk turistleri bile heyecana getirmiĢ, bu duaya ―Vive Le Sultan- YaĢasın Sultan‖ diyerek onlar da katılmıĢtır (s.13). Osmanlı Devleti‘nin kudreti ve büyüklüğü vurgulanmıĢtır. 550 yıllık varlığında topraklarını geniĢletmiĢ, üç kıtaya hâkim olmuĢ, milletleri bayrağı altında toplamıĢ bir Ġslâm devletinin topraklarını bir bir kaybederken yaklaĢtığı hazin sondan kurtarmak çareleri adına romanda bir yandan Osmanlı Devleti yüceltilirken bir yandan da Osmanlı‘yı çöküĢe götüren toplumsal aksaklıklara eleĢtirel bir tavırla yaklaĢılmıĢtır. Romanda Frenk milletlere özençle kendi değerlerinden uzaklaĢan kiĢilerin eleĢtirisi yapılmıĢtır. Yazarın hassasiyetle üzerinde durduğu noktalardan bir baĢkası da iĢte bu millîlik algısıdır. ―Mansur Bey, otelin kapısına geldiği vakit üzerinde yalnız Fransızca olarak ‗Hotel d‘Amérique‘i gördü. Türkçe yazıdan, rakamdan eser göremedi. Keza yerleĢmiĢ olduğu odanın eĢya ve döĢemesini gözden geçirdiği sırada, bazı lüzumlu eĢya ile seccadeyi aradıysa da bulamadı. Bunun için odanın döĢemesini, geniĢliğini, bilhassa manzarasını beğendiği halde odadan, otelden soğudu.‖ (s.18). Mansur Bey, her Ģeyden önce inançlıdır, imanlıdır. Osmanlı Devleti‘nin eski heybetli günlerine geri döneceğine dair sarsılmaz inancı, imanından ileri gelir. Sonra Osmanlı Devleti‘nin mazisi ortadadır. ―Toprağın her bir karıĢı birer tarih sayfasıdır. Gayret ve vatanseverlik kanıyla yoğrulmuĢ hayat ve kuvvet macunudur. Rahîm ve Rahman olan Allah‘ın seçkin kullarına mekân olmuĢ birer ümmet ‗ziyaretgâhı‘dır.‖ (s.20). Mansur Bey, Osmanlı Devleti‘nin istikbalinin, mazisinden bile daha parlak bir hale geleceğine inanır. II. Bölüm: Maziye DönüĢ Mansur Bey, Ġstanbul‘a gelmeden önce mektebini bitirmiĢ, Ġstanbul‘a ―…din ve devlet hizmeti meydanına kendisini atmıĢ‖tır (s.23). Anavatanı ise Cezayir‘dir. Dedesi, Ġbn-i Galib‘tir. Ġbn-i Galib‘ler AraplaĢmıĢ Türk ve Osmanlı asıllıdırlar. Ailenin Fransızlarla münasebetleri çoktur. Mansur Bey üç yaĢındayken babası Ebulmansur Fransızlarla yaptıkları savaĢta Ģehit olmuĢtur. Mansur Bey‘in amcası Ahmet el-Nâsır ise 105 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kardeĢinin aksine Fransız taraftarıdır. Mansur, babası ölünce kendinden bir yaĢ küçük kardeĢi Zehra ile amcasının himayesinde, onunla yaĢamaya baĢlar. Ahmet el-Nâsır ―…Mansur ve Zehra‘yı Ģanına göre yetiĢtirmek lüzumunu hissederek bir Arapça hocasından baĢka bir matmazel ile bir mösyö daha tutmuĢtu. Bu suretle konağın köĢesinde sanki beĢ kiĢilik bir mektep sınıfı açılmıĢ‖tı (s. 26) Mansur o günlerde yedi yaĢındaysa sene 1850 ya da 1855‘ti. Mansur ve Zehra, yetim çocuklar oldukları için amcasının çocukları tarafından hâkir görülür, kendileriyle alay edilirdi. En çok da Zehra ile alay edilirdi. Mansur‘un çocukluk mizacı hakkında Ģunlar söylenir; ―Mansur küçüklüğünden beri biraz kibre, bencilliğe meyilli olduğunu göstermekteydi. YaradılıĢtan kalbi pek merhametli, yumuĢak idiyse de, Çerkez dağlarında doğmuĢ, Ġstanbul‘da büyücek bir ailede büyümüĢ, en sonra Ebulmansur gibi kahramanlığına mağrur bir yiğite eĢ olmuĢ annesinin üzerindeki tesiriyle, Mansur‘un ahlâkında bazı uygunsuzluklar görülüyordu.‖ (Murat, 28) Mansur‘un amcası, din kardeĢlerinin gözünden düĢmüĢtü. Abisinin Ġstanbul çağrısına da burun kıvırdı. Mansur‘un annesi bu iĢe çok üzülüp Ġstanbul‘a gitmek isterken Mansur‘da bir Ġstanbul sevgisi oluĢuverdi. Ġstanbul‘da aç kalmadan yaĢayabilmek için Mansur, tahsil görmesi gerektiğine kanaat getirdi, önce uzunca bir süre Marsilya‘da bir pansiyonda kaldı ve eğitim aldı. Oradan üniversiteye devam etmesini sağlayacak bir diploma aldıktan sonra arkadaĢı Henri ile birlikte tıp fakültesine baĢladı ve tıp tahsilini baĢarıyla tamamlayıp Ġstanbul‘a gitti. Roman anlatıcısı, yazarın kendisidir. Mansur çocukluk âlemine daldığı zamanlarda bile her Ģeyi en ince ayrıntısına kadar bilir. Hatta Mansur‘un Rumeli Hisarı‘nı gördüğü an zihninden geçen konuĢmayı da birebir aktarabilecek güçtedir. Anlatıcı, dıĢarıdan her Ģeyi gören bir göz gibidir. Kanaatleri vardır, Mansur‘un yakıĢıklı olduğunu söyler. ―Bugün Beyoğlu Lokantası‘nda oturmuĢ bulunan Mansur Bey, iĢte bu çocukluk âlemini, en ufak teferruatına varıncaya kadar, düĢünce süzgecinden geçirdi.‖ (s. 32) Mansur‘un çocukluk yılları Cezayir‘de geçmiĢtir. Daha sonra Mansur, tahsiline devam etmek için amcasından izin alarak Fransa‘ya gitmiĢtir. Amcasının konağı, Frenk dünyasına açılan bir kapı gibidir. Mansur, daha çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren inancına sıkı sıkı sarılmıĢ bir yapıya sahiptir. Hatta tahsil gördüğü Fransa‘daki arkadaĢları ona ―Büyük Sahra Filozofu‖ ya da ―Ütopist‖ derler. Çünkü Mansur, inancına oldukça bağlıdır. ―Mansur, Ġslâmcı temayülleriyle beraber Osmanlıcı temayüllere kapılmıĢ olduğunu bir türlü arkadaĢlarından saklayamamıĢtı. Bunun için de ‗paĢa olmak istiyorsun‘ yolunda az sataĢma yapılmamıĢtı.‖ (s.41) Fransa‘da tıp fakültesini birinci olarak bitirip devlete hizmet aĢkıyla hemen Ġstanbul‘a gitmesi, kuvvetli inancının göstergesidir. III. Bölüm: GörüĢme 106 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Fatih‘ten Sultanselim‘e gidilirken sağda solda kalan konaklardan büyük ve eski olan yalnız süslemeleriyle de herkesin dikkatini çeken bir konağı, Ġbn-i Galiblerden ġeyh Salih Efendi tutar. Ġki karısı ve iki çocuğu vardır. Çocuklarından biri yirmi beĢ yaĢında ve evli Ġsmail RüĢdü Bey, diğeri on dokuz yaĢında bekâr kızı Sabiha Hanım‘dır. Zehra Hanım da bu konakta yaĢamaktadır. Ġslâmî nizama göre düzenlenmiĢ olan bu konakta ġeyh Salih Efendi‘nin sürekli oturduğu sofanın duvarlarından birinde Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun haritası, karĢısında da Afrika‘nın haritası asılıdır. ġeyh Salih Efendi sırtını Afrika haritasının asılı olduğu duvara yaslar ve karĢısında Osmanlı Ġmparatorluğu haritası bulunur. Böyle olmasını özellikle istemiĢtir. Çünkü Salih Efendi kendini bir Arap addeder. Mansur Bey ise halis bir Türk ve Osmanlı olduğunu savunur. Çerkez annesi onunla hep Türkçe konuĢmuĢ, annesinin telkinleri Mansur‘u Osmanlı sevdalısı yapmıĢtır. Mansur Bey, Ġstanbul‘a geldiğinin ertesi günü amcasının konağına gider. Orada sevilir, sayılır, konakta yaĢaması konusunda ısrar edilir. Konakta Zehra ile karĢılaĢır. Küçüklükten aralarındaki düĢmanlık baĢlayan ve Zehra‘ca tek taraflı bir dargınlığa dönüĢen münasebetleri, karĢılaĢtıkları dakikalarda da devam eder. Zehra Hanım, Mansur Bey‘e kinlidir. Mansur Bey ise kendini affettirmek ister. IV. Bölüm: Ġlk Adım Ve Ġlk Ümitsizlik Mansur Bey‘in ağırbaĢlılığı, dinine bağlı oluĢundandır. Konağa gelmesi için ısrarlar eden Ġsmail Bey‘e ―Bak kardeĢim. Odamdasın. Misafire saygı, Ġslâmın hasletlerindendir. Onun için seni bilhassa kırmak istemem‖ (s.71) diyerek hassasiyetini gösterir. Mansur Bey, Tıbbiye Mektebi‘ne müracaat eder ve iĢe baĢlaması uygun görülür. Tıbbiye Mektebi‘nde iĢlerini tamamladıktan sonra Osmanlı nüfusuna kaydolur. Dolayısıyla arzu ettiği gibi artık bir Osmanlı‘dır. ĠĢlerini doğru yaparak herkesin teveccühünü kazanır. Yazar, bazen belirgin bir Ģekilde araya girer ve söze karıĢır; ―Romanın Ģahıslarından bulunan bu Doktor Mehmet Efendi, Çankırılı halis bir Türk‘tü.‖ (s.78) cümlesinde de görüldüğü gibi. Mansur Bey‘in tıbbiyeden arkadaĢı Mehmet Efendi tanıtılırken dindar bir kiĢi olduğu, beĢ vakit namaz kıldığı söylenmiĢtir (s.79). Bu iki arkadaĢ din ve devlete layıkıyla da hizmet etmiĢ, bu suretle iĢleri hep rast gitmiĢtir. Mansur Bey, aynı zamanda Hariciye kaleminde çalıĢmaya baĢlar. Bu kalemde çalıĢmak üzere yeterli donanıma sahipken amcası Salih Efendi, Mansur‘un haberi olmadan iĢ için araya aracılar koymuĢ, Mansur‘un yerini hazırlamıĢtır. Mansur ise her Ģeyden habersiz hakkıyla iĢe girdiğini zanneder. Eğitimli ve terbiyeli bir kiĢi olarak Mansur, kalemde tesadüf ettiği uygunsuz hallere ve haksızlıklara derhal müdahale eder. Sonuçta kalemde barınamaz. 107 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 V. Bölüm: Güller Ve Dikenler Bu bölümde vakanın çoğunluğu ġeyh Salih Efendi‘nin konağında geçer. Konak içerisinde ayrılan haremlik, selamlık ve sofa bölümleri ile kiĢilerin kendilerine ait odalar da diğer iç mekânlar olarak yer alır. Salih Efendi‘nin kızı Sabiha Hanım ile Gelin Hanım‘ın arabayla gezintilerinde gittikleri yerlerden Kâğıthane ve Beyoğlu dıĢ mekândır. Mansur Bey bin bir ısrarla konağa taĢınmayı kabul etmiĢtir. Önceleri Ġsmail Bey‘in kendisine gösterdiği yakınlığa, tatlı arkadaĢlığa mukavele etse de onun kendisine uygun bir mizaca sahip olmadığını anlayarak uzaklaĢmaya çalıĢmıĢtır. Çünkü Ġsmail Bey, Beyoğlu‘na gitmeyi ve kumarı çok sever. Mansur Bey ise din ve devlet hizmetine kendini adamıĢ bir gençtir. Mansur Bey, Zehra Hanım‘a kendisini affetmesini talep ettiği bir mektup yazar ve gönderir. Mansur Bey iyi niyetini göstermiĢ olmasına rağmen Zehra biraz olsun yumuĢamak yerine daha çok hiddetlenmiĢtir. Hâsılı namuslu; ancak içine kapanık yalnız bir kızdır Zehra. Mansur Bey‘in de namuslu bir genç olduğu kiĢide Ģüpheye mahal bırakmayan bir gerçektir. Hatta Zehra Hanım da Mansur Bey‘in iyi özelliklerinin olduğunu düĢünür, yine de çocukluktan gelen hırsının önüne geçemez; ―Zehra kitap okumak sayesinde dünyanın iyi ve kötü taraflarını öğrenmiĢ bir hanımdı. Bunları takdir etmemek elde değildi. Fakat Zehra, Mansur‘un hiçbir halini takdir etmek istemiyordu. DüĢüncesi, Mansur‘un birçok hallerini ona zorla beğendiriyordu. Diğer taraftan Mansur‘un doktorluktaki mahareti, mektep derslerindeki baĢarıları, hele fakir ve düĢkünlerin tedavisinde gösterdiği fedakârca gayreti, Ġstanbul‘da bir benzeri olmamakla ün salmıĢ muayenehanesi, Mansur‘u herkes tarafından tavsiye edilir hale getirmiĢti. Yirmi yaĢındaki bir çocuk, koca Ġstanbul‘da pek çabuk kendini kabul ettirmiĢti.‖ (s.130) Mansur Bey, kiĢilerle iliĢkilerinde özenli, ahlâk ve terbiye sahibidir. ġeyh Salih Efendi, sofanın camından bakarken gördüğü komĢusu Müzeyyen Hanım‘ı beğenir ve onunla evlenir. Bu evlilikten bir çocukları olur. Gel gelelim Müzeyyen Hanım‘ın abisi RaĢit Efendi pek hayırlı bir kimse değildir. Memuriyetlerinde iyi hal gösterememiĢ, kötü niyetli bir adamdır ve kız kardeĢi vasıtasıyla Salih Efendi‘nin zenginliğinden yararlanmayı aklına koymuĢtur. Sabiha Hanım, herkesçe kendine yakıĢtırılan Mansur Bey‘e açık veya gizli bir muhabbet besler; ancak Mansur Bey‘den karĢılık bulamadıkça türlü oyunlara baĢvurur. Beğenilmekten hoĢlanan Sabiha Hanım, Mansur Bey‘in ilgisizliği ile ara ara hırslanır görünür. Romanda Mansur Bey ve Zehra Hanım, herhangi namussuz davranıĢları olmayan kiĢiler olarak tasvir edilirken konaktaki diğer kiĢiler ġeyh Salih Efendi‘nin oğlu Ġsmail ve gelini, kızı Sabiha Hanım, kaynı RaĢit Bey, ahlâk ve terbiyeye önem vermezler. Sebebi Mansur ve Zehra‘nın yeterince tahsil görmüĢ, terbiye sahibi kiĢiler olmalarıdır. KiĢinin terbiyeli olabilmesi, yeterli tahsilinden ileri gelir. Osmanlı Devleti‘nin kötü gidiĢatı, iyi tahsilli kiĢilerin devlet dairelerinde yer almasıyla, topluma fayda sağlayabilecek mevkilere gelmesiyle önlenebilir inancı ile yazarın 108 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 örnek bir tip olarak Mansur Bey‘i yarattığı görülmektedir. Mansur Bey, hem iyi bir Müslüman hem de tahsilli bir genç olarak dürüst karakteriyle ön plandadır. Aynı Ģekilde Zehra da karakter sahibi Müslüman, akıllı bir genç kızdır. Bu iki tipin hal ve hareketleri, diğer roman kiĢilerinden tamamiyle ayrılır. Yazar, eğitimli ile eğitimsiz arasındaki farkı vurgulamıĢtır. VI. Bölüm: Ortak Emeller ve Zıt Fikirler Mansur Bey, hayatta halka hizmetten baĢka gayesi bulunmayan bir gençtir. Osmanlı halkına hizmet aĢkıyla yanıp tutuĢur. Aldığı eğitim ve terbiye sayesinde de hizmete layıktır. Osmanlı Devleti, o yıllarda zor bir dönemden geçmektedir. Devlet dairelerinde çalıĢan kiĢilerin, görevlerini icap ettiği gibi yerine getirebilmesi, herkesin canla baĢla devletin iyiliği için çalıĢması gerekmektedir. Ancak, devlet dairelerinde bazı usulsüzlükler vardır ve Mansur Bey bunları iyice gözlemleyerek teĢhis edebilmiĢtir. ―Ġnsanları, usulü, nelerin eksik ve nelere muhtaç bulunduğumuzu öğrendim. Biz doktorlar önce hastalığın teĢhisine çalıĢırız. Cemiyet içindeki hastalıklar hakkındaki düĢüncelerim yanlıĢmıĢ. Cemiyetimizin düzeltilmesi için ben çok Ģeyler lazım zannederdim. Cemiyetteki bozuklukları zannettiğimin iki misli buldumsa da onların düzeltilmesi çarelerinin de tahminimden pek az olduğunu anladım.‖ Bu çareler, ―Herkesi okutmak ve eğitmek!‖tir. (s.141). Mansur Bey‘in bu yolla halkın ve devletin iyileĢeceğine inancı tamdır. Salih Efendi, Cezayir‘de bir direniĢ hareketi baĢlatmak ister. Ġlk bakıĢta Cezayir ve Cezayir halkının kurtuluĢu için çabalıyormuĢ gibi görünse de bu iĢten çıkarları vardır. Bu yolda Mansur‘un da yer almasını ister ve kandırmaya çalıĢır, baĢaramaz. Kendisi gibi Arap milliyetçisi olan Ahmet ġunudî adlı bir kiĢiyi, Mansur‘u kandırmak üzere görevlendirir. Ġkisi arasında geçen konuĢmalarda Mansur ırkçılığa karĢı din kardeĢliğini savunur ve hilafet merkezinin güçlenmesi ile bütün Ġslâm ülkelerinin selamete kavuĢabileceğini açıklar. ―Ġslâm kuvvetlerinin ağırlık merkezi, padiĢahımızın arzu ettiği seviyeyi bulacak olursa, istediğimiz teferruat hep birden gerçekleĢebilir. Halbuki uyanıklar her tarafa dağılarak komutansız, merkezsiz, disiplinsiz harekete kalkıĢırlarsa tek ve ortak bir gayeye varılamaz. Tek baĢına gayret neticesiz, faydasız olarak muhalefet denizinde kaybolup gider.‖ (s.155) Hristiyan milletler tarafından iĢgal edilen Osmanlı topraklarının yeniden kazanılması için idarenin merkezden kuvvetlendirilmesi inancına sahiptir Mansur Bey. Bütüncül bir bakıĢı vardır. Bu bakıĢ, Ġslâmiyet‘e kesinlikle uygunluk gösterir. Nitekim din kardeĢliği ve cihad, Ġslâmiyet‘in bütüncül ve kapsayıcı özelliklerindendir. ―Ġslâm birliğinin kurulmasını sağlayacak kılıç değildir, maariftir.‖ sözüyle Mansur Bey, Cezayir‘de planlanan direniĢ hareketine karĢı çıkar. (s.157) Salih Efendi‘nin ailesi, Ağustos‘ta köydeki yalıya geçmiĢtir. Bu yalının bahçesinde küçük bir köĢk vardır. Mansur, ev ahalisinden uzakta olmak amacıyla bu köĢkte yaĢamayı tercih etmiĢtir. VII. Bölüm: Vicahî ve Gizli AĢk 109 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mansur‘un köĢkten çıkmadığı bir gün Sabiha Hanım, yalının bahçesinde gezerken Mansur‘u görür ve kendince bir bahane uydurarak köĢke girer. Bu cesaret karĢısında Mansur, ĢaĢırır ve Sabiha Hanım‘a gitmesini söyler. O sırada Zehra ile Fatma Hanım da yalının bahçesindedir, olanları görmekte ve söylenenleri iĢitmektedirler. Sabiha Hanım, teĢebbüsünde daha da ileriye gider ve ısrarcı davranmaya baĢlar. Buna karĢılık Mansur Bey; ―… Ben evlenmek fikrinde değilim. Ben varlığımı aileye adayamam. Çünkü varlığım devlet hizmetine adanmıĢtır.‖ diyerek bir kez daha ideallerini yinelemiĢ olur. (s.166) Zehra ile Mansur‘un birbirlerini çözmeye baĢladıkları bölüm, bu bölümdür. Zehra, Fatma ile birlikte Mansur‘un köĢküne girer. Orada Mansur‘un ‗Alter Ego‘ yani diğer ben adlı, günlüğünü bulur ve okumaya baĢlar. Mansur‘un ne derece büyük bir insan olduğunu anlar, kendisine zannettiği gibi bir rakip olmadığını görür, hırslarından arınır. KöĢkten çıkarlarken, Zehra günlüğe bir not kaydeder. Bunu gören Mansur, Zehra‘nın günlüğü okuduğundan böylece haberdar olur. VIII. Bölüm: Med ve Cezir ―Talih ve ikbalin yüzü ġeyh Salih Efendi‘ye dönmüĢtü. Davası kazanılmıĢ, on beĢ seneden beri o dava için sarfettiği parayı dahi faiziyle almıĢtı.‖ (s.178) Bundan sonra, Salih Efendi‘ye hürmetler artmıĢ, kapısından adam eksilmez olmuĢtur. Yardım isteme ve adam kayırma olayları, Mansur‘un canını sıkmaktadır. Mansur‘un can sıkıntısı hal ve hareketlerinden anlaĢıldığı gibi, aynı ahlaka sahip olan Zehra‘nın da haksızlık ve namussuzluklara verdiği tepkiler aynı olur. RaĢit Efendi, karısı Emine ile birlikte Sabiha Hanım‘a bir oyun oynarlar. RaĢit, çıkarları için kullanacağı Kazım ile Sabiha‘yı bir araya getirir. Sabiha, Kazım‘ın aĢk hamlelerine karĢı koyamaz, birbirlerine sarılırlar. Zehra bu olayı fark eder ve Sabiha‘yı köĢkten almaya gider, oradaki düzenbaz insanlara hadlerini bildirir. Namus ve iffet neyi gerektiriyorsa onu yapar. Bu hareketlerinde iyi eğitim almıĢ olmasının payı büyüktür. Nitekim Sabiha eğitime ve terbiyeye önem vermeyen bir mizaca sahiptir. IX. Bölüm: Yeni Bir GörüĢme Zehra, önceki bölümde yaĢanan hadiseden sonra hasta olur. ĠyileĢtirmek için Mansur Bey gelir, muayene eder. Birbirlerine artık daha farklı baktıklarını anlarlar. Mansur, Fatma Hanım‘a Zehra‘yı yanlarında götürmesini ve Zehra‘nın orada istirahat etmesini söyler. Daha sonra Reis Efendi ile Emin PaĢa, Salih Efendi‘nin yalısına gelirler. Kazım Bey‘in ricasıyla Salih Efendi‘nin kızını isterler. O esnada tabi devlet düzeninden, iĢleyiĢi bozan hallerden söz açılır. Mansur Bey, eğitimli, iktidara sahip kimselerin ellerinden gelecek Ģeyler olduğunu savunsa da Emin PaĢa‘dan aksi yönde karĢılık bulur; 110 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Siz Avrupa‘da tahsil etmiĢsiniz. Tahsil için her sene biz bu kadar genci Paris‘e gönderiyoruz. Lakin hiçbiri istediğimiz Ģekilde dönmüyor. Terbiyesi, ahlâkı bozularak istifade olunur halleri kalmıyor. Öğrendikleri de süslü giyinmek, eğlenceleri için israfta bulunmak, ahlâk ve din duygularını kaybedip Frenk olmaktan baĢka bir Ģeyleri göremiyoruz.‖ (s. 218). O dönemde baĢ gösteren yanlıĢ batılılaĢma sorununa temas edildiği açıktır. Buna karĢılık Mizancı Mehmet Murat‘ın Mansur Bey kiĢisiyle örnek bir tip oluĢturmaya çalıĢtığı söylenebilir. Emin PaĢa ile Mansur Bey arasında, devlet iĢleri hakkında meydana gelen söz dalaĢı sonunda Mansur, iyice hiddetlenerek kalkar gider. Emin PaĢa ise, onun ―muzır‖ takımından olduğu hükmünü verir. ―Zamanı gelince icabına bakılmak üzere Mansur, PaĢa‘ca mimlen[ir]‖ (s.224) ―Ġlerleme ve kalkınma için, din ve ahlâk sayesinde devlette, millette eĢsiz bir kabiliyet varken, durgunluk çökmesine tamamiyle mana veremiyordum. ĠĢi Ģimdi anladım! MüthiĢ hakikati öğrendim: Devletin, padiĢahın sadık kullarına, sevenlerine hizmet meydanı kapaılmıĢtır!‖ (s.226). Bunun çaresi ise ―Yine maariftir, yine maarif!...‖ (s.226) X. Bölüm: Dolaplar Döndü Mansur Bey‘in baĢka bir insan olduğunu, etraftan kimseye benzemediğini herkes anlıyordu. O kendini, vatana hizmet etmeye adamıĢ biriydi. Bu yolda yürümeye inanmıĢtı ve disiplinli bir Ģekilde de ilerliyordu. Mansur Bey‘in farkını Zehra anlıyor, ġeyh Salih Efendi görüyor ama ne olduğunu anlamıyordu. ġeyh Salih Efendi‘nin ikinci hanımının kardeĢi, hain RaĢit Efendi, ablasından olan çocuğu tek varis yapabilmek için Ġsmail Efendi‘ye suikast düzenlemiĢ ve amacına ulaĢmıĢtır. Sıra Sabiha Hanım‘a gelmiĢ, onu da zehirletmiĢtir. Emellerinin önüne geçeceğini düĢündüğü Zehra ve Mansur‘u da ortadan kaldırmak istemiĢ; fakat son olarak hamlede bulunmuĢ ve evi yakmıĢken Mansur‘a yakalanmıĢtır. XII. Bölüm: Hesabın Sonu ĠĢler yoluna girdi, hesaplar görüldü. ġeyh Salih Efendi, felçli haliyle vasiyetini yazdı. Tüm mal varlığını Mansur Bey‘e bırakmıĢtı. Mehmet Efendi ve Fatma Hanım evlendiler. Sıra Zehra ve Mansur‘a gelmiĢti. Salih Efendi, vasiyetinde Mansur‘a Zehra ile evlenmesini söylemiĢti. Fakat Mansur, ―kendisini bu hususta mazur görüyordu. Bunun için birçok seyahatler yaparak derdini dağıtmak istedi.‖ (s. 270) ―Amcasından kalan serveti olduğu gibi bankaya yatırmıĢ, bir kuruĢunu kendi nefsi için sarf etmeyerek hepsini yayın iĢleri ve hayır müesseseleri için kullanmaya karar vermiĢti. Önce Kayrıvan‘da açtırmıĢ olduğu mektebi geniĢletmek üzere Tunus‘a gitmiĢken, Fransız konsolosunun entrikasından dolayı Tunus hükumeti, mektebi geniĢletmek ve geliĢtirmek için 111 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 müsaade etmedikten baĢka, hatta mevcut olanı dahi kapatmıĢ ve yasaklamıĢtı.‖ (s.270). Mansur Bey, paraya pula tamah etmeyen bir mizaca sahiptir. Her Ģeyi, vatanı için yapar ve bunun için varını yoğunu harcar. Mansur Bey, Hersek‘e gitmiĢtir. ―Bir vakitten beri Hersek‘te çıkan ihtilal, dünyanın dikkatini üzerine çekmekteyken hala arkası alınamamıĢtı. Mansur, Osmanlı askerlerinin eĢsiz kahramanlık ve cesaretini bildiği için buna hayret ediyordu. Zihninde ihtilali büyütüyordu. Gitti, gördü. Ġhtilalin tek baĢına ehemmiyeti yoktu. Bir iki devletin konsoloslarından destek gördükleri için sayısı beĢ bine varamayan çeteciler âlemi meĢgul etmekteydi. Bu çetecilerin sıkıĢınca Avrupa hududuna sığınarak Avusturyalıların yardımıyla tekrar geri geldiklerini iĢitip inanamamıĢ bulunan Mansur, hususî olarak Avusturya konsolosluğuna gidip konsolos ile görüĢtü.‖ (s. 271-272) Avrupa siyasetini gören ve anlayan Mansur, Ġstanbul‘a döndüğünde bildiklerini gazetelerde yazmaya baĢladı. ―… Avrupa bu siyasetinde devam ettiği takdirde, meydana gelecek felaketin, Ģimdiden kestirilemeyecek kadar büyük olacağını ve sonunda, Avrupa‘nın baĢına gelecek büyük bir gaile Ģeklinde tesiri görüleceği hakkında bir makale yazmıĢtı.‖ (s.272). Mansur Bey, 93 harbini önceden görmüĢ ve haber vermiĢ gibidir. Mansur Bey, Aydın‘daki çiftliğe gider ve orada kendini inzivaya çeker. Hayır iĢlerine orada da devam eder. Bir gün yanına, Mehmet, Naime, Fatma Nuri, Zehra Hanım gelir. Ahmet ġunudî de gelir. Beraber mutlu mesut günler geçirirler. Herkes layığını bulmuĢtur. Zehra ve Mansur da birbirlerine aĢklarını itirafla evlenirler. Kazım ve Emine de randevu evlerinde rezalet ve sefahat çirkefine batarak tam da kendilerine layık bir hayat yaĢarlar. BitiĢ: MektuplaĢmalar Mansur Beyi Veliler köyünde yaĢarken Anadolu halkının ahlâkını gördükçe mesut olmaktadır. ―Sadakat, kanaat, metanet, tahammül, bunlarla beraber dindarca itaat ve bağlılık…‖ (s.289) hep Anadolu insanın mevcut olan özelliklerdir. Doktor Mansur, oğlu Mahmut ve karısı Zehra‘yı Ġstanbul‘a gönderip Mehmet ve Fatma‘ya emanet ederek savaĢa katılmıĢtır. Bu dönemde Mansur iyice yorulmuĢ ve yıpranmıĢ olacak ki 1879 senesinde bir hastalığa yakalanmıĢtır. Hava değiĢimi için Trablus‘tan Sudan‘a gitmiĢtir. Ancak orada iyice kötüleĢmiĢ olup Ġstanbul‘a dönemeden vefat etmiĢtir. Mansur‘un, karısı Zehra‘ya yazdığı son mektupta sağlığından bahsederken yine sarsılmaz bir inançla Müslüman olduğunu gösteren cümlelere rastlanır. ―Allah‘a her dakika Ģükrettiğimiz gibi lütuf ve mucizesini de bekleriz. Lakin doktorca söylemek icap ederse o yolda bir mucize görünmedikçe Ġstanbul‘a gelmeye ömrümün yeteceği Ģüphelidir. Sen baĢka kadınlar gibi değilsin. Hakikati, Allah‘ın takdirini cesaretle karĢılamaya muktedirsin.‖ (s.311) Son günlerinde bahtiyar olduğunu söyler. ―Çünkü ‗Devlet-i edeb-müddet‘in saadet ve yükselme baharının Ģerefle geldiğine artık Ģüphe[si] kalma[mıĢtır].‖(s.312) 112 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Karabey ve Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı romanlarındaki olayların 1870‘li yıllarda geçtiğini, Mostar ve Ġstanbul Ģehirlerinin o dönemde Osmanlı Devleti sınırları içinde yer alan iki Ģehir olduğu söylemiĢtik. Zaman ve mekân açısından ortak özelliklere sahip bulunan bu iki romanı asıl birleĢtiren unsur ise inançtır. Romanlarda millî kimlik yerine Ġslâmiyet ön plana çıkarılmıĢtır. Romanların baĢkahramanları Karabey ve Mansur Bey‘in de hemen hemen aynı vasıflara sahip oldukları söylenebilir. Karabey, tıpkı Mansur Bey gibi iyi bir eğitim almıĢ, etrafındaki insanların sevgisini kazanmıĢ, inançlı bir kiĢidir. Ġkisi de zengin birer aileye mensuptur. Mansur Bey, iyi bir eğitim alabilmek ve bu eğitimle vatana hizmet edebilmek maksadıyla Fransa‘nın Marsilya kentine gitmiĢtir. Karabey ise, yönünü hilâfet merkezi Ġstanbul‘a çevirmiĢ ve Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun baĢkenti Ġstanbul‘da Ġslamî ilimleri öğrenmiĢtir. Mansur Bey tipine çok benzeyen Karabey tipi de elindeki gücü, halka hizmet etmeye kullanır. Adalet arayıĢındadır. Haksızlık yapanları, Mansur Bey gibi eleĢtirir. Karabey, Mostar‘daki ―Müftülük görevine devam eder; hem dinî hem dünyevî meselelerde dürüstlüğe sonuna kadar bağlı kalması, insanların ondan uzaklaĢmasına neden olur.‖ (ĠbriĢimoviç, 2007: 9). Karabey de tıpkı Mansur Bey gibi değiĢken bir mizaca sahip değildir. Ġkisinin de sağlam bir karakteri, kendinden emin bir duruĢu vardır. Ve iki karakter de romanın ilerleyen bölümlerinde kendilerini inzivaya çekerler. Karabey ve Mansur Bey kiĢileri etrafında geliĢen olaylara bağlı olarak eserlerde sıkça inanç vurgusu yapılmıĢtır ve bu vurgularda aynı tarzın kullanıldığı görülür.Temelde iyilik ve kötülüğün karĢı karĢıya getirilerek iyiliğin yüceltilmiĢ olduğu söylenebilir. Kötülerin karĢısında sağlam inançları ve Müslüman olmalarından ileri gelen ağırbaĢlı duruĢlarıyla Karabey ve Mansur Bey tipleri vardır. Ġyilik ve kötülük ikiliği, Ġslamiyet‘in insanlara haramdan, günahtan sakınmayı tembihleyen yanına yapılan bir göndermedir. Kötülük yapanlar, her iki romanın sonunda da layıklarını bulurlar. Karabey ve Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı adlı romanların farklı dönemlerde yazılmıĢ olmalarına rağmen fikrî cihette birleĢmeleri özellikle dikkate değer bir noktadır. Ancak BoĢnak edebiyatı hakkında Türkçeye çevrilmiĢ kaynakların sınırlı olması ve eserin Türkçeye çevrilmiĢ olan nüshası üzerinden bir inceleme yapılmıĢ olması sebebiyle değerlendirmelerin yeni yeni ortaya çıkan veriler ıĢığında değiĢeceği muhakkaktır. . 113 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça AktaĢ, ġerif. Roman Sanatı ve Roman Ġncelemesine GiriĢ. Ankara: Akçağ, 2005 Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi, 2000 Duymaz, Recep. Üç Tarz-ı Siyaset ve Akımlar. Ġstanbul: Boğaziçi, 1995 Emil, Birol. Son Dönem Osmanlı Aydını Mizancı Murad Bey. Ġstanbul: Kitabevi, 2009 Hasanagic, Senad. Osmanska Tolerancija (Osmanlı HoĢgörüsü). Zalihica ĠbriĢimoviç, Necad. Karabey. Çev. Suat Engüllü. Ġstanbul: Sakarya Valiliği Kültür Yay, Mayıs 2007 Mehmet Murat. Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı!. Haz. Ali Kahraman. Ġstanbul: Morpa Kültür, 1995 Moran, Berna. Türk Romanına EleĢtirel Bir BakıĢ I. Ġstanbul: Ġstanbul, 2010 Özön, Mustafa Nihat. Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarihi II. Ġstanbul: Devlet Matbaası, 1932 Tanpınar,Ahmet Hamdi. 19‘uncu. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Ġstanbul: Çağlayan, 2003. Taplamacıoğlu, Mehmet. Din Sosyolojisi. Ankara: Ankara Ünv., 1983. Timur, Kemal. Tanzimat Dönemi Türk Romanında Din Duygusu ve Ġnançlar. Turkish Studies, Winter 2009, s.2089-2125. 114 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 CEMĠL MERĠÇ VE DĠVAN EDEBĠYATI Bayram ÇELĠK ÖZET Edebiyat tarihimizin en uzun ve tartıĢmalı dönemlerinden olan divan edebiyatı hakkında ekseriyetle bu iĢin metodolojisini almıĢ bilim insanlarının görüĢleri öne çıkar. TartıĢmalar o kiĢilerin görüĢleri üzerinden yürür. Oysa üslup sahibi olup da meseleye akademik düzeyde eğitim almayan yazarlarımızın yaklaĢımı da ufuk açıcı olur diye düĢünüyoruz. Bu düĢünce ıĢığında Türk nesrinin önemli ve kuvvetli üslup sahibi yazarlarından olan Cemil Meriç‘in söyledikleri ve uygulamaları önemli olur kanaatindeyiz. Bu kanaatle Cemil Meriç‘in bütün eserlerini tarayıp onun divan edebiyatına dair görüĢlerini, üslubunda bu edebiyatın etkilerini tespit etmeye çalıĢtık. Abstract Usually the ideas of social scientists ―who did methodoligical reaserach stand out on ―divan literature which is one of the longest and controversial periods of our literature history. Discussions mostly based on these persons ides. Howewer, we believe the approach of writers that have literary style without an academic bacground can add new perspectives on the issue. Within this framework I am convinced that the comments and writings of Cemil Meric. Who is one of the most important writers of Turkish prose, on this issue would have a great importance. Hence we traced Cemil Meric‘s all Works and try to identify his ideas on ―divan‖ literature and the effects of this literature, on his writings. GiriĢ Öğretim Görevlisi, Bozok Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 115 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Cemil Meriç, çağdaĢ Türk nesrinin önemli temsilcilerindendir. Kültür ve fikir hayatımızın velud yazarlarındandır. Sosyolojiden felsefeye, iktisat teorilerinden edebiyata geniĢ bir perspektifle ele aldığı alanlarda kalem oynatmıĢ yetkin bir fikir adamıdır. Hayatının son dönemlerinde körlüğe kadar varan göz bozukluğuna rağmen okumayı, üretmeyi, bırakmamıĢ, hatta gözlerini tamamen kaybettikten sonra belli bir disiplinden taviz vermeden çocuklarına okuttuğu kitaplarla öğrenmeye, üretmeye devam etmiĢtir. Onun hayatı bu yazının konusu değil; ama öğrenme, düĢünme, aktarma azmi, kısmen trajik hayatını da düĢünürsek, bilinmesi gereken bir gerçekliktir. Cemil Meriç‘in yazdıkları içinde konumuzu teĢkil eden kısım; divan edebiyatıyla ilgili söyledikleri ve bu konu etrafında geliĢtirdiği fikirlerdir. Cemil Meriç‘in iktisatla, tarihle, sosyolojiyle, felsefeyle ilgili fikirleri hatta edebiyatla ilgili temel düĢünceleri çeĢitli değerlendirmelerle ele alınmıĢtır. Onun geniĢ bilgi dağarcığı, kuĢatıcı bakıĢ açısı, orijinal tespitleri, analizleri yıllarca kalem erbabımızın dikkatini çekmiĢ ve değerlendirilmiĢtir. Cemil Meriç, üzerinde herkesin ittifak edemeyeceği fikirsel yapıya sahipti; ancak herkesin hem fikir olduğu yön, onun üslubundaki farklılık ve güzellikti. Bu yazının ortaya çıkıĢının temel gerekçesi de aslında tam da bu özelliğidir, zira edebiyata uzak konularda bile akıcı, farklı, yer yer Ģiiriyet içeren bir üsluba sahip olan yazar, acaba divan Ģiiriyle ilgili ne düĢünüyordu? Edebiyatımızda üslupçuluğun zirvesi olan divan edebiyatıyla teması ne düzeyde bulunuyordu? Üslubunun oluĢmasında klasik metinlerimizin tesiri ne düzeydeydi? Bu düĢünce ve sorulardan yola çıkarak Cemil Meriç‘in bütün eserlerini tekrar gözden geçirdim. Cemil Meriç‘te göze çarpan ilk özelliklerden biri, belki, ilki, dil hassasiyetidir. Tek mucize olarak gördüğü kelamı (Jurnal 2, s. 73) hiç ihmal etmiyor, devamlı vurguluyor ve dile karĢı hassasiyeti hiç elden bırakmıyor. Onun kelimelere karĢı bir duruĢu, aklıma divan Ģairlerinin kelime hassasiyetini getirdi. 116 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Meriç, adeta dile kelimeler üzerinden bakıyor. ―Kamusa uzanan el namusa uzanmıĢtır.‖ (Bu Ülke, s. 86) vecizesiyle özetlediği bu tavır, bütün eserlerinde size kendini hissettiriyor. Ona göre, sadece edebi sahada değil, bütün sanat alanlarında kelimeler, çok önemlidir. Sanatkar gücünü kelimelerden alır. ―Gerçek sanat adamı kelimelerin imparatorudur.‖ (Jurnal 1, s. 173) vurgusuyla, kelimelerin sanatkarların en mühim malzemesi olduğunu hatırlatır. Kelimelerin gücünü gören ve bu gücü çeĢitli Ģekilde dillendiren Meriç‘e göre ―kelime, narsisin kendini seyrettiği dere‖dir. (Jurnal 1, s. 65) Cemil Meriç‘in kelime sevgisi, bir edebi metin inĢa etmenin ötesinde olmuĢtur, bazen. Kelimeyi ormanda uyuyan dilbere, Ģairi de uzaklardan gelen Ģehzadeye benzetmiĢtir. Bu bağlamda ―Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler‖ (Bu Ülke, s. 257) diyerek kelimelerin düĢünce dünyasındaki yerini kalın çizgilerle çizer. Bilindiği üzere Meriç, Fransızca hocasıdır. Onun dille ilgili fikirlerinde Fransızcanın tesiri elbette önemli; fakat ―Fransızcanın karanlık dehlizinde ıĢığına güvendiğim tek fener ġemsettin Sami‘nin ―Kamus‖ idi‖ (Bu Ülke, s. 25) itirafı, kendi diline olan sevgisini anlatma da önemli bir veri olsa gerek. Kelime kavramı onun zihninde, bir dil unsurundan daha fazla bir Ģeydir. Çünkü dilin en önemli yapı taĢıdır, kelime. Aslında kelimenin gücü, dilin öneminden gelmektedir. Dilin, insana hatta varlığa bakan yönüyle ehemmiyeti kelimeyi de mühim kılar. Bu idrakteki bir yazar olan Meriç, biraz da HaĢimvâri bir eda ile ―Dil musikîdir… Musikîlerin en manalısı, en az mübhemi ama musikî. Her kelime, bir kelimeler dünyasının anahtarıdır; meçhule açılan bir kapı her kelime. Meçhule yani rüyalara, hatıralara, anlatılmayanlara, anlatılamayanlara. Kelime küfür, kelime dua, kelime büyü‖ (UU; s. 309) der. Dili, tarihi bir miras olarak da değerli bulan Meriç, onun bu yönünü de ele alıyor. Bazen eski-yeni tartıĢması ekseninde meseleyi görüp kendi tavrını ortaya koyuyor. 117 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Evet, dil ecdattan miras kalan bir hazine. Hangi ecdattan? Fuzuliler, Galib Dedeler, Kâtip Çelebiler, Namık Kemâller de cedlerimiz arasında değil mi? diyerek kendi tercihini ilan ediyor. (ġahiner, s. 40) Tabi, bu eksende, Osmanlıca tartıĢmaları gündemine geliyor. Meriç, sığındığı kamuslardan, onları namus gören anlayıĢından da anlaĢılacağı üzere tekâmül etmiĢ, olgunlaĢmıĢ bir dili tercih eder. Dilin geçmiĢ kullanımını (Osmanlıcayı) içselleĢtirmiĢtir. Hem söylemleri hem de yazarken kullandığı kelimeler, ibareler, ifadeler, divan Ģiirinin dili olan Osmanlıcayı üslubunun estetiği açısından lüzumlu görüp kullanmıĢtır. Burada hemen belirtmek gerekir ki onun tercihi biraz daha son dönem Osmanlıcasıdır. ―Fikret‘in Osmanlıcası, Osmanlıcanın kemâli, Yahya Kemâl, kuğunun son Ģarkısı.‖ (Mağaradakiler, s. 239) Cemil Meriç‘in din anlayıĢı olarak dile yaklaĢımı; kuĢatıcı bir nitelik taĢır. Osmanlıcanın geniĢ bir coğrafyanın, farklı kültürlerin, değiĢik sosyo-kültürel anlayıĢların ürünü olarak varlığı, Meriç‘in de tarihe, sanata medeniyete bakıĢıdır. Milleti oluĢturan unsurlar içinde dilin yeri insanın varlık sebebiyle açıklanır. Milleti millet, insanı insan, sürüyü cemiyet yapan dildir. (ġahiner, s. 48) diyerek milletin ve insanlığın varlığını dilin varlığıyla açıklıyor. Kelime titizliği bağlamında, dili kullanma tercihi bağlamında Cemil Meriç, klasik edebiyatımızın temsilcileri ile aynı zeminde bulunuyor. Ġkinci bir husus da Ģudur ki; Disipliner bir edebiyat eğitimi almamasına rağmen Meriç‘in sadece Türk edebiyatına değil doğu ve batı edebiyatına dair de ciddi bir vukufiyeti vardır. Bu nitelik onun edebi eserlerle ilgili tercih ve hükümlerini daha da önemli hale getiriyor. Batı edebiyatına, özellikle Fransızca bildiği için Fransız edebiyatına, hakimdi. O dilden baĢta Balzac olmak üzere önemli yazarların eserlerini çevirmiĢtir. Batı nesrine ciddi anlamda hakim olmasının yanında onu değerli kılan asıl hususlardan biri de Hint edebiyatı baĢta olmak üzere doğu edebiyatını da iyi bilmesidir. Cemil Meriç, Hint edebiyatını ciddi anlamda bize tanıtan bir yazar olması sebebiyle önemlidir. Asaf Halet dıĢında bu önemli edebiyat ekolünden habersizdik. Hint edebiyatını, 118 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 onun kutsallarını, edebi, dini metinlerini, UpiniĢadları, Vedaları, Aryan dini metinlerini, Kalidasa‘yı, Nobel sahibi Tagor‘u, Cayadeva‘yı onun eserlerinden tanıdık. Kendisini tanımlarken ―hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve metecessis bir fikir iĢçisi.‖ (Jurnal 2, s. 189) tabirini kullanan Meriç‘in çocukluğundan itibaren Ģiire, fikre olan ilgisi ve onlarla irtibatını görmekteyiz. 10. sınıfta Mesut Fani adında bir hoca edebiyat derslerine gelmiĢ. Öğrencilerin Ģiirle sanatla irtibatlarını öğrenmek ve görüĢlerini almak için bazı sorular sormuĢ. Sonuçtan memnun olmayan hoca bunu öğrencilere söylemiĢ. Hocanın incitici üslubundan çok alınan Cemil Meriç o hafta okula gitmemiĢ. Bundan sonrasını kendi cümlelerinden takip edelim: ―Yedi sekiz sayfalık bir Türk edebiyatı Ģeması kaleme aldım. Tabi manzum ve ilk derste çok beğendiğim bu hezeyânnâmeyi üstada sundum.‖ (Jurnal 2, s. 253) Ertesi gün hoca ―böyle kabiliyete rastlamaktan‖ gurur duyduğunu sınıfta, müdürü de yanına alarak, söylemiĢ. Cemil Meriç‘in Ģiire yazıya özellikle divan Ģiirine merakı üzerine bize fikir vermesi açısından Ģu anekdot ve nazım örneği de önemli olabilir. Refik Halit‘in Antakya‘ya geleceğini duymuĢ. Çok heyecanlanmıĢ. Zira biliyoruz ki Türk nesrinin önemli üslupçu yazarlarından olan Refik Halit‘e hayranlığı vardı. Kendi tabiriyle ona berbat bir manzume yazmıĢ: Ey baht u tahta yan bakan üstâd-ı rüzgâr Ey rehber-i münevver-i Firdevs-i iĢtihâr Dinle bu gamlı Ģairi lütfen, tenezzülen Duydu bu Ģiiri yazmağa kalbî bir ıstar(Jurnal 2, s. 302) Cemil Meriç‘in edebi kabiliyeti ile ilgili aydınlatıcı olması bakımından aĢağıda söylediklerini dikkate sunuyorum: ―Edebiyata nazımla baĢladım. Bu hem edebiyatımız hem de dünya edebiyatları bakımından çok tabii. Hayatı kelimeler dünyasında geçmiĢ bir insan olarak yazılarımda hep ―güzel‖i aradım. Önce bütün divanları (bulabildiklerimi kast ediyorum) tarayarak baĢladım 119 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sonra Hececiler‘le günler ve aylar geçirdim. Bu yolculuklardan edindiğim kanaati birkaç cümleyle hülasa edebilirim.‖ Nazmın en mükemmel örnekleri aruzla yazılmıĢtır. Aruzun musikisinden mahrum nazım, klasik vasfına layık değildir. ġiir önce musiki olduğuna göre nazmın ahenginden kolay kolay vazgeçemez. Hececiler de hiçbir zaman aruz Ģairlerin ulaĢtıkları irtifayı bulamadılar. (Jurnal 2, s. 338) Yukarıdaki ifadelerde biz onun sadece Ģiir merakının ve heyecanını görmüyoruz. Aynı zamanda divan Ģiirinin en önemli unsurlarından olan aruza olan vukufiyetine de Ģahit oluyoruz. Küçük bir çocukken baĢlayan edebi hassasiyet elbette zamanla kendine bu sahada bir yol bulacaktı. Meriç‘i özgün bir üsluba ve ciddi bir edebi alt yapıya sahip kılan elbette yoğun okuma merakıdır. Neredeyse her yazar gibi onun da çocukluk sevdası Ģiirdir. ―Çocuktum. Benim için edebiyat, Ģiir demekti. Nâbi‘ye, Fuzuli‘ye, Nedim‘e aĢıktım. Müpheme, kavranılamayana karĢı duyulan garip bir sevgi. Daha doğrusu hayranlık.‖ (Jurnal 2, s. 262) Meriç‘in bu düĢüncelerine, yani Nabi, Fuzuli ve Nedim‘e olan ilgisine baĢka eserlerinde de rastlıyoruz. (Bu Ülke, s. 32) Divan edebiyatının bu üç dev ismi onu da tesiri altına almıĢ ona manzumeler yazdırmıĢ, ondaki eski edebiyat merakını belki de hayranlık düzeyine taĢımıĢtır. Bu üç büyük Ģiir üstadına (Nabi, Nedim, Fuzuli) baĢka eserlerinde de temas eder. Cemil Meriç‘le ilgili en önemli bilimsel eseri ortaya koyan Ahmet Turan Alkan da bu tespiti kitabında dile getirmiĢtir. (Alkan, s. 21) Dilin, nazım sayesinde kıvamını bulduğunu dile getiren Meriç Ģiirin dili daha olgun bir düzeye taĢıdığını belirtmiĢtir. (Mağaradakiler, 234) Peki, Meriç açısından Ģiiri cazip kılan baĢka hususlar da var mıydı? Burada karĢımıza çıkan nitelik müzikalite idi. ġiir-musiki iliĢkisi ve bundan ortaya çıkan ahenkli söyleyiĢ sadece Meriç‘in değil, baĢka üst düzey Ģairlerimizin de ilgi alanındadır. Ahenk, müzikalite Ģiirin her dönemde en önemli argümanlarını ya da tartıĢma alanlarını oluĢturmuĢtur. 120 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Cemil Meriç, bu durumu açıklarken daha geniĢ bir çerçeve çiziyor. ―ġiir, musikinin bir devamı idi. Musiki mutlakın ve ezelin sesi; Ezan, tecvit, mevlit ve aruz… ġiirle musiki bir elmanın iki yarısı, Musiki daha müphem, daha dalgalı, Ģiir daha aydınlık, daha düĢünce. Musiki saf, Ģiir karıĢık; mananın ahenkle izdivacı. ġiir de mukaddesin emrindedir. Musiki gibi‖ (Mağaradakiler, s. 233) AnlaĢılacağı üzere musiki ve müphemiyet Ģiiri baĢlangıçta cazip kılan unsurlar onun nazarında. Kelimeler, müzikalite, müphemiyet, … Cemil Meriç‘i Ģiirin dalgalı sularında epeyce dolaĢtırmıĢtır. Cemil Meriç Ģiirle baĢladığı edebiyat yolculuğunda nesirde karar kılmıĢtır. Bu alanda özellikle Ģiirsel üslubuyla dikkat çekmiĢtir. Akıcı, özgün, sanatkârane bir eda ile ele aldığı konuları anlatırken bazen anlatılan, anlatma tarzının cazibesi yanında âtıl kalır. Meriç‘in üslubundaki bu farklılıkların temeli Sinan PaĢa‘ya kadar uzanır. 15. yy‘da yaĢamıĢ bu önemli nasirimiz, kendinden sonraki birçok nasirimizi etkilediği gibi, Meriç‘i de etkilemiĢtir. Süslü nesrin divan Ģiirindeki en mühim kalemlerinden olan Sinan PaĢa, baĢta Tazarrunâme‘si olmak üzere kullandığı dil ile ekol olmuĢ ve ―Sinan PaĢa Üslubu‖ diye müstakil bir ün kazanmıĢtır. Üslupta ilk ceddinin Sinan PaĢa olduğunu, daha sonra Nazif, Cenab ve HaĢim‘i örnek aldığını söyleyen C. Meriç (Bu Ülke, 53) kendisiyle yapılan bir mülakatta ―Kaynaklarımı soruyorsunuz… Malzeme olarak ta‘dâd ve terkibim imkansız. Üslupta ilk ceddim Sinan PaĢa…‖ (Armağan, s. 123) diyerek, durumu en açık Ģekliyle ifade etmiĢtir. Cemil Meriç‘in edebi zevkinin ve tercihinin temellerini atan divan edebiyatı onun tarafından birkaç yönüyle de savunulagelmiĢtir. Meriç, Türklerin Arap ve Fars edebiyatından etkilenerek ve bazı Ģekil ve içerik unsurlarını alarak oluĢturdukları bu edebiyatın salt bir taklitten ibaret olmadığını ifade etmek için ―Cedlerimiz ihtiyar ġark‖ın köhne mazmunlarına bekaret kazandırdı.‖ (Mağaradakiler s. 232) diyerek divan Ģiirinin yenilikçi yönünü de dile getirmiĢtir. 121 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 C. Meriç divan Ģiirine yönelik eleĢtirileri ele alırken, divan Ģairlerine haksızlık yapıldığını düĢünür. Özellikle aruzla ilgili eleĢtirileri değerlendirirken meseleye bakıĢını ifade eden cümleler kurmuĢtur. Aruzun zaman içinde geldiği noktayı, dile olan katkılarından dolayı sitayiĢle ifade etmiĢtir. ―Dili Ģairler yoğurmuĢ, Ģairler ehlileĢtirmiĢtir. Aruz; Fikret‘le Akif‘in elinde düĢüncenin bütün kıvrımlarını bütün medd ü cezirlerini ifade edebilecek kadar uysallaĢmıĢtır.‖ (Mağaradakiler, s. 238) ―Demek istiyorum ki, veznin millisi olmaz. Fuzuli‘nin, Nedim‘in, Yahya Kemal‘in, Ahmet HaĢim‘in kullandığı vezin, en az Dadaloğlu‘nun, Karacaoğlan‘ın, Yunus Emre‘nin kullandığı vezin kadar bizimdir.‖ (Jurnal 2, s. 172) Cemil Meriç aruza benzer vezinlerin baĢka milletlerce de kullanıldığını, aruzun aslen Yunan edebiyatının ürünü olduğunu belirterek bu konuya daha geniĢ bir çerçevede bakmamızı istiyor. (Jurnal 2, s. 171) C. Meriç, divan Ģiirini genel anlamda eleĢtiren Ģairlere de kendi üslubunca cevaplar vermeyi de ihmal etmemiĢtir. Bu eleĢtirileri kaleme alan Ģairlerden olan Cenap ġahabettin‘i eleĢtirirken ĢaĢkınlığını da gizlemiyor. ―O da (Cenap ġahabettin) eski edebiyattan Ģikayetçi. ―Asırlarca meydana getirdiğimiz manzum eserler, Gül ve Bülbül, ġem‘ ve Pervane, Mey, Muğbeçe gibi dokuz on manzum etrafında dağılası ve belli baĢlı bir mevzu iĢlemeyen dağınık fikirlerden ibaret kaldı. Eski edebiyatımız samimiyetsizdi, gönülden fazla kalemden çıktı.‖ Aman Yarabbi! Üstad hafızasını kaybetmiĢ. Ne Fuzuli‘yi hatırlıyor ne Nedim‘i, ne Naili‘yi. Devam ediyor. ―Yenilik devrimimiz, Batıya yönelmekle baĢlar.‖ Kendi kendime soruyorum. Bu büyük kelime virtüözümüz Sinan PaĢa‘yı, Koçi Bey‘i, Naima‘yı, Hümâyunnâme tercümesini, Evliya Çelebi‘yi okumamıĢ olabilir mi? (Kırk Ambar 1, s. 369) Cenab‘ı böyle sert ifadelerle eleĢtiren Meriç, bir dönem ―Nev-Yunalilik‖ görüĢüne kapılan Yahya Kemal‘i eleĢtirirken de benzer bir tepki verir. 122 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Bâkileri, Galipleri, Hamitleri yetiĢtiren bir Ģiiri Yunan-ı Kâdime bağlamak, ummanı ırmağa bağlamaktır.‖ (Bu Ülke, s. 143) Duygusal tepki yönü ağır basan bu divan edebiyatı savunması onun baĢka eserlerinde de karĢımıza çıkar. ―Avrupa‘nın ne Fuzuli‘si ne Bâki‘si ne Galib‘i var. Itrî‘si ve Sinan‘ı olmadığı gibi‖ (Armağan, s. 125) ―Sinan PaĢa‘nın Tazarrunâmesinden Evliya tezkirelerine, Naima tarihlerinden Hümayunname tercümesine kadar yazılmıĢ her eser makbuldur.‖ (ġahiner, s. 76) ―Mevlana‘dan, Hafız‘dan, Baki, Yahya Kemal‘den sonra kelimeleri aynı telakat ve aynı musiki içinde ebedileĢtirmeye kalkmak mümkün müdür bir, lüzumlu mudur iki? Dilimizin bugünkü durumunda üstatlarımızın yükseldiği irtifa çıkmak kabil değildir inancındayım.‖ (Jurnal 2, s. 339) Bahtiyar çağların sesi olarak sıfatlandırıldığı divan Ģiirini (Mağaradakiler, s. 236) yukarıdaki ifadelerle öznel bir Ģekilde över. Fakat, daha objektif verilerle de değerlendirmeler yaptığını görüyoruz. Mesela, hicivle ilgili değerlendirme yaparken Ģöyle diyor. ―Ġslamiyet, ―sebb ü Ģetm‖i hoĢ görmez. Bununla beraber, Ģairin haĢarı tecessüsü zaman zaman bu yasak bölgede at koĢturmaktan çekinmez. Osmanlının vakur ve selim zevki için uzun sürmemesi gereken bir oyundur hiciv. Heccavın çevresine teklif edeceği yeni bir değerler manzumesi yok ki, hicve ihtiyaç duyulsun. Nefi‘nin ―Sıhâm-ı Kaza‘sıyla Sururi‘nin ―Hezeliyat‖ı arasındaki fark, birincinin daha usta bir Ģairin elinden çıkmıĢ olması. ( Bu Ülke, s. 124) En önemli eserlerinden biri olan ―Bu Ülke‖nin ilk bölümünün adı ―Sıham-ı Kaza.‖ Nefi‘nin yergilerini topladığı bu ünlü esere gönderme yapmakla kalmıyor, bu eseri açıklarken Ģu ifadeleri kullanıyor: ―Nefi‘nin Sıham-ı Kaza‘sı coĢkun, yaramaz ve dehasıyla sarhoĢ Ģairin hicivlerini topluyordu. Kaynağı öfkeydi bu Ģiirlerin, öfke ve enaniyet, Nefi oynuyordu: Haysiyetlerle, gururla ve kendi hayatıyla. Babasından baĢlıyordu hicve; sonra devlet adamları ve sanatçılar kaza oklarına hedef oluyordu. Su testisi su yolunda kırıldı ve Nefi-i ateĢzebân 123 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gökten nâzine indi Sıhâm-ı Kazasına Nefî diliyle uğradı hakkın belâsına mısralarının anlattığı gibi katledildi. (Bu Ülke, s. 329) Yine aynı konu üzerinde ele aldığı Sururi‘yi değerlendirirken de Ģu eklemeyi yapıyor. ―Usta bir nâzım. Tarihleri ve Hezeliyat‘ıyla meĢhur. Divan Ģiirine alayı, nükteyi ve müstehceni getiren adam. Sümbülzade Vehbi ile atıĢmaları, Ģiire tanınan büyük hürriyetin inkar edilemez delillerinden biri. Her ikisi de kadıydılar. Ağır baĢlı, ciddi birer ilim adamı; ama küfrederek eğleniyorlardı. (Bu Ülke, s. 331) Cemil Meriç‘in divan Ģiiri savunuculuğunda, kendi sıkıntılı hayatına dair, yaĢadıklarına dair en mahsun ifadeleri onda buluĢu tesirli olabilir. Zira ―Fuzuli‘den HaĢim‘e kadar Ģiirimiz feryattır.‖ (Jurnal 1, s. 336) değerlendirmesinin bu düĢünceye kapı açan bir yanı vardır. Onun kitaplarında kullandığı bazı beyitler ruh dünyasındaki bu duygusallığı ve hüznü anlamamıza yardımcı olacaktır. (1) Cemil Meriç‘in divan edebiyatına olumsuz yaklaĢtığı, onu eleĢtirdiği görüĢleri de bulunmaktadır. Meriç bu edebiyatın sağlam, nitelikli bir Ģiiri olduğunu ancak nesir yönünden zayıf kaldığını dile getirmiĢtir. Nesir alanındaki zayıflığın düĢünce üretme açısından zafiyet oluĢturduğunu söyler. ―Nesir geliĢmediği için fikrin de geliĢmediği‖ sonucuna varır. Tanzimat‘a kadar edebiyatımızın Ģiirden oluĢtuğunu vurgulayarak (Jurnal 2, s. 248) divan edebiyatı dönemi nesirden yoksun bir dönem olarak çıkartır. ―Bizde edebiyat daha çok Ģiirdir, sayısız Ģuara tezkiresi kaleme alınmıĢtır. Nasirler ciddi bir alakaya mazhar olmamıĢtır.‖ (ġahiner, s. 74) cümlelerinden aslında toplumun da Ģiire meylettiğini, Ģairlere ilgi gösterdiğini bunun da Ģiiri geliĢtirdiğini nesri ise gerilettiğini iddia eder. ―Bir Osmanlı Ģiiri vardır; ama bir Osmanlı nesri yoktur. Oysa nesirsiz düĢünce olmaz.‖ (Sos. Not, s. 139) cümlelerinden anlaĢılacağı üzere nesrin geri kalmasıyla düĢüncenin de geliĢmediğini nesirle düĢünce arasında bir bağlantının varlığını ifadelendiriyor. Divan edebiyatında Ģiirin öne çıkması, Türk toplumuna has bir tercih değildi elbette. Tarih boyunca doğu toplumlarının genelinde bu tercih kendini göstermiĢtir. Doğu ekseriyetle Ģiire meyletmiĢtir. 124 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Cemil Meriç bu gerçeğin farkında olarak doğunun, gönlün, aĢkın ve hayalin; batının ise aklın, tekniğin ve realitenin vatanı olduğunu belirterek (Sosyoloji Not, s. 70) bu tarihsel gerçekliği ortaya koymuĢtur.11 ―Ruh doğudur, vücut batı.‖ (Sint Simon, s. 105) tesbitini Michel Chevalier‘den alıntılayarak teyit eder. Meriç, batıdaki geliĢmeyi, doğudaki geri kalmıĢlığı bu kabul üzerinden tevil eder. ―Avrupa zekânın vatanı; Asya gönlün. Zekânın dili nesir, gönlün Ģiir.‖ (Mağaradakiler, s. 233) ―ġark edebiyatı bilhassa kafiye, seci, kelime, ahenk edebiyatıdır. Avrupa edebiyatında asıl olan fikirdir. Gönül Ģiiri, nesir fikri çoğaltır (Kültürden Ġrfana, s. 166) yine bu tevilini açıklarken kullandığı cümlelerdir. C. Meriç bu tartıĢmayı sürdürürken baĢka bir açıdan bakarak, kendi toplumunun haklı yanını da ifade etmeyi unutmaz. Toplumun kutsalları üzerinden yaklaĢarak belli metinlerin üretilmemesini açıklığa kavuĢturur. 11 Yâr için ağyare minnet ettiğim tan eylemen Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur Fuzûli Dost bî-pervâ felek bî-rahm devrân bi-sükun Dert çok, hem-derd yok, düĢmen kavi talih zebun Fuzuli Yok bu Ģehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim Bir peri-sûret görünmüĢ, bir hayal olmuĢ sana Nedim Bir dokun bir ah dinle kase-i fağfurdan NeĢve tahsil ettiğin sağar da senden gamlıdır Âli 125 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Divan edebiyatında roman yok, niçin olsun? Batının ilk romanlarından biri ―Topal ġeytan‖ (Lesage). Roman baĢlangıcından itibaren ifĢadır. Osmanlının ne yaraları vardır ne de yaralarını teĢhir etme hastalığı. Hikayeleri ya bir cengâveri ebedileĢtirir ya hisse alınacak bir kıssadır.‖ (Bu Ülke, s. 119) Bütün bu tartıĢmaların ve tespitlerin arkasından Tanzimatla berebar nesrin de geliĢmeye baĢladığını ileri süren C. Meriç, bu yönüyle Tanzimat neslinin en büyük hizmeti olarak, Türk nesrini oluĢturmalarını kabul eder. (Jurnal 1, s. 126) Ayrıca divan Ģiirinin de zamana yenik düĢerek kendini tekrara düĢtüğünü, sanatkârların farklı arayıĢlara yöneldiğini belirtir. ―Bir entelektüel hastalığı olan nazım-perdazlığa veda edecektik, ister istemez. Zaten ilham kaynakları kurumuĢ, mazmunlar hâyideleĢmiĢ, Ģiir kendi kendini tekrarlamaya baĢlamıĢtı. (Mağaradakiler, s. 236) Sonuç olarak, Cemil Meriç bir aydın sorumluluğu içerisinde bir toplumun mazisinde uzun süre etkili bir yer edinen divan edebiyatına duyarsız kalmamıĢ, onu olumlu, bazen de olumsuz yönleriyle ele almıĢ ve yazarlığına temel olacak hususlardan biri yapmıĢtır. Cemil Meriç, divan edebiyatından üslubunun geliĢtirilmesi adına ciddi olarak istifade etmiĢtir. Bu konu baĢka örneklemeler, farklı yazarlar üzerinden ele alındığında da görülecektir ki, divan edebiyatı Türk dili ile söyleyecek sözü olan yazarlarımızı temelde etkilemiĢ ve etkilemeye de devam etmektedir. KAYNAKÇA MERĠÇ, Cemil,(1992), Bu Ülke, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2013),Kültürden Ġrfana, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2012),Jurnal 1, ĠletiĢim, Ġstanbul. 126 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 .................(1993),Jurnal 2, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(1997),Mağaradakiler, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2008),IĢık Doğudan Gelir, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(1996),Bir Dünyanın EĢiğinde, ĠletiĢim, Ġstanbul. ..................(1996),Umrandan Uygarlığa, ĠletiĢim, Ġstanbul. ..................(1997),Sosyoloji Notları, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2008)Saint-Simon, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2008)Kırk Ambar 1, ĠletiĢim, Ġstanbul. .................(2006)Kırk Ambar 2, ĠletiĢim, Ġstanbul. ġAHĠNER, Necmettin,( 1994), Cemil Meriç‘le Sohbetler, Anahtar, Ġstanbul. ARMAĞAN, Mustafa – COġKUN Sezai,(2004)Bulutları Delen Kartal, Ufuk, Ġstanbul. ALKAN, Ahmet Turan,(1993), Doğu ve Batı KarĢısında Cemil Meriç, Akçay, Ankara. 127 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 SOSYAL HAYDUT KURAMI BAĞLAMINDA “ĠSLAMOĞLU” Bilal ERGĠN Hüseyin ÖZCAN ÖZET Bu çalıĢmada halka göre bir kahraman, otoriteye göre ise azılı bir eĢkıya olan Ġslamoğlu, Eric Hobsbawn‘ın ―Sosyal Haydut veya Halk Kahramanı Kalıbı‖ kuramına göre incelenmiĢtir. Asıl adı Mustafa olan Ġslamoğlu ekibi ile birlikte Kütahya, Afyon, UĢak ve Aydın gibi beldeleri kasıp kavuran ve bir eĢkıya olarak tanınmaktadır. Çok güzel cura çaldığı bilinmektedir. Zengin kervanlarını, ağa konaklarını, çiftlikleri basarak elde ettiği ganimetin bir bölümünü dağıtmakta, düĢkünlere yardım etmekle tanınmaktadır. Bu bağlamda geçmiĢten günümüze eĢkıyalık hareketleri hakkında bilgi verilmiĢ ve bu hareketlerin içinde yaĢadığı devletin ve milletin nezdinde nasıl bir karĢılık bulduğu irdelenmiĢtir. Ege yöresinde adına izafe edilen ‗Ġslamoğlu Zeybeği‘ de yaygın olarak icra edilmektedir. ÇalıĢmada bu eĢkıyaların özellikle de Ġslamoğlu‘nun neden halk katında isyancı değil de kahraman olarak görüldüğü, halkın nazarında kahramanlık sürecine gelme süreci sosyal haydut kuramı bağlamında ele alınacaktır. Anahtar Sözcükler: EĢkıya, EĢkıyalık, Sosyal Haydut, Osmanlıda EĢkıya, Ġslamoğlu. IN THE CONTEXT OF A SOCIAL BANDIT "ISLAMOGLU" Abstract Social bandit or social crime is a term invented by the historian Eric Hobsbawm in his 1959 book Primitive Rebels, a study of popular forms of resistance that also incorporate behavior characterized by law as illegal. In this study, a hero in the ring, according to the authority which a notorious bandit Ġslamoğlu, Eric Hobsbawm's "Social Bandits or the Fatih Üniversitesi, Türkiye. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi, Türkiye. 128 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 People's Heroes Pattern" were analyzed according to the theory. In this context, moving from past to present given information about banditry and this act of the state where they live in and how to get a response in the eyes of the nation were discussed. Also Ġslamoğlu these thugs, especially on the floor of the reasons people are not rebels was seen as a hero were explained. Keywords: Bandit, banditry, social bandit, bandit in the Ottoman Empire, Islamoglu. GiriĢ Ġslamoğlu Kimdir? Asıl adı Mustafa olan, Ġslamoğlu takriben 1827 yılında Simav‘a bağlı ġaphane nahiyesinde doğmuĢtur. ‗Ġslamoğlu‘ adını dağa çıkınca almıĢtır. Babası bölgenin ileri gelenlerinden Mehmet Ağa‘dır. Mustafa Ġslamoğlu‘ nun babasının ekonomik durumu, Osmanlı‘nın o dönemdeki yaĢadığı siyasi, mali sıkıntılar nedeniyle artan vergilerin ve mültezimlerin zulme varan keyfi uygulamaları sonucunda oldukça bozulmuĢ, birçok insan gibi vergisini ödeyemez duruma düĢmüĢtür. Ġslamoğlu eğitimini ġaphane Medresesinde yapmıĢtır. 17 yaĢına geldiğinde iki metre boylarında, gürbüz bir delikanlıdır. Aynı zamanda hem hafız hem de çok iyi saz çalıp Ģiir söyleyen bir ozandır. BaĢından geçen ve adını tarihe yazdırmasını sağlayan olaylar da bu yaĢlarına rastlar. Ġki Ġltizam memurunun babasından zorla vergi istemesi ve onun da: ―Ambarlarda bir Ģey kalmadı.‖ demesi sonrasında çıkan tartıĢmalar üzerine, Mustafa bu iki memuru öldürür ve 1844‘lerde dağa çıkar. Bundan sonra yarenleriyle birlikte ezilen fakir halka yardım eder. Haksız yollardan zengin olanların ve halka zorbalık yapanların korkulu rüyası olur. Ününün dünyaya asıl yayıldığı yıllar 1850-1865 arasıdır. Uzun süre yakalanamadığı için devlet, Yörük kızı AyĢe‘yi (gönüllü) kaçırdığı için de kızın babası baĢını getirene ödül vereceğini söyler. Kızın babasının vereceği ödülün miktarı ise bir heybe dolusu altındır. 1865 veya 1866‘da Orhanlar‘ da çatıĢma esnasında yakın arkadaĢlarından biri tarafından vurulur. Vurulduktan sonra Orhanlar‘ daki 3 çatal ceviz ağacına kadar gider ve 129 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ceviz ağacına yaslanarak kalır. Ölmedi diye korkulduğu için 300 atlı, 500 yaya asker yanına gelemez. Üç günün ardından yere yıkılıp öldüğü anlaĢılınca baĢı kesilerek devlet idaresine teslim edilir. Mustafa Ġslamoğlu, karısı Yörük kızının saçlarını kendi elleriyle örmüĢtür. Ama bu onun karısının uzun saçlarını son örüĢü olur. Yörük kızı AyĢe de kendi ölümüne kadar bu örgüyü bozmaz. Vasiyeti üzerine öyle defnedilir. Mustafa Ġslamoğlu, yaĢadığı ġaphane; Kütahya, Pazarlar, Orhanlar, Gediz, Simav, UĢak, Afyonkarahisar ve Kula‘nın ortak halk kahramanıdır. Ġslamoğlu mekanları, halen Karacakaya ve Orhanlarda bulunmaktadır. 12 EĢkıyalık konusu, tarih araĢtırmacıları, halkbilimciler ve romancılar tarafından öteden beri ilgi duyulan ve üzerine çalıĢmalar yapılan, eserler yazılan bir konu olmuĢtur. EĢkıya hikâyeleri sözlü ve yazılı anlatılarda, destanlarda, Ģiirlerde ve daha baĢka anlatı türlerinde yüzyıllardır anlatılmıĢ ve halkın belleğinde yer etmiĢtir. EĢkıyalık ve eĢkıya teması dünya edebiyatında yaygın olduğu gibi bizim edebiyatımızda da oldukça yaygındır. Bu konudaki türkülere baktığımızda da bunu kolaylıkla anlayabiliriz. Atçalı Kel Mehmet, Köroğlu, Kamalı Zeybek, Dadaloğlu, Yalnız Efe, Hekimoğlu Ġsmail, Pir Sultan Abdal, Çakıcı Mehmet Efe, Yörük Efe ve Sarı Zeybek Türk halk edebiyatının bu konudaki en tanınmıĢ örneklerindendir. Ġslamoğlu da Kütahya, UĢak, ġaphane, Simav ve Afyon taraflarında yaĢamıĢ ve hikâyesi dilden dile dolaĢan, halk tarafından da oldukça sevilen bir eĢkıya tipidir. Hakkında akademik çalıĢmalar yapılmamıĢ olması ve yaĢadığı bölgedeki önemli kiĢiler tarafından değerinin farkına varılamaması yüzünden edebi muhitte tanınmamıĢtır. ÇalıĢmamızda Sosyal Haydut kuramı çerçevesinde Ġslamoğlu tanıtılacaktır.13 EĢkıyalık göreceli bir kavramdır. Bu konuda, genelde olumlu ve olumsuz olmak üzere iki bakıĢ söz konusudur. Bunlardan ilki, eĢkıyalığı yücelten, bir tür direniĢ olarak gören, toplum ve halk adına haklı bir hareket gibi kabul eden romantik görüĢ; ikincisi ise, 12 http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI% 20MUSTAFA%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30. 13 Ġslamoğlu ile Bilal ERĞĠN‘in anne tarafından akrabalık bağı bulunmaktadır. 130 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 eĢkıyalığı, devletin çatısı altında, devlete rağmen hareket eden, halkla çatıĢan ve devletten ziyade halka zarar veren kiĢi ve grupların yasadıĢı hareketi olarak kabul eden görüĢtür. 14 Romantik görüĢü savunan en etkili isim olan Ġngiliz tarihçi Hobsbawm, ‗EĢkıyalar‘ adlı eserinde, eĢkıya olgusunu sosyal tarih araĢtırmaları çerçevesinde, geniĢ çapta ve dünya ölçeğinde ele almıĢ ve ―toplumsal eĢkıyalık‖ kavramını ortaya atmıĢtır. Hobsbawm‘a göre ―toplumsal eĢkıyalık‖ tarihte yer bulmuĢ en evrensel ve tek biçimli toplumsal bir olgudur. Toplumsal eĢkıya ise, bürokrat ve devlet tarafından suçlu sayılan fakat ―köylü toplumu‖ arasında yaĢayan ve köylüler tarafından kahraman, yenilmez, intikam alıcı, adalet için savaĢan, bazen de özgürlüğün lideri olarak görülen ve her koĢulda saygı duyulan, bu yüzden de yardım edilen ve desteklenen kanun kaçağı köylülerdir. Yazara göre toplumsal eĢkıyanın, kendi bölgesindeki ya da öteki bölgelerdeki halk kesiminin (lordun değil), köylünün hasadını alıp kaçması asla söz konusu değildir. Hobsbawm, daha çok, kır hayatının getirdiği koĢullarda türeyen ―soylu eĢkıya‖lığı, bu açıdan, Ģehrin sosyal yapısı içinde biçimlenen yasa dıĢı faaliyetlerden de (uyuĢturucu tacirliği, hırsızlık, gangsterlik ve kara para aklama gibi) ayrı tutmuĢtur. Özetle, Hobsbawm‘a göre eĢkıyalığın belli ölçüler içinde topluma zararları dokunsa da eĢkıyalığın soylu bir direniĢ olduğu yolundaki romantik söylemi ağır basar.15 Köylü eĢkıyalara baktığımızda, onların ortaya çıkma sebepleri halkın ortak problemleri olduğundan ve bu eĢkıyaların bozulmuĢ otoriteye karĢı, özellikle ezilmiĢ ve fakir halkı savunduğundan halk, bu eĢkıyalara kurtarıcı gözü ile bakmıĢtır. Romantik bakıĢı destekleyen bir baĢka araĢtırmacı da Fernand Braudel‘dir. ―Annales‖ ekolünün ünlü adlarından biri olan Braudel, 2. Felibe Dönemi‘nde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı bölgesel tarih çalıĢmasında, eĢkıyalığı, tarihin haklarında pek bilgi vermediği fakir/ezilenlerin (ya da resmî tarih yazıcılığında seçkinlerin yer vermediği ―küçük insan‖ın), güçlülerin dikkatini çekme biçimi olarak yorumlarken, eĢkıyalığın temelinde yatan gerçek olgunun yoksulluk olduğunu belirtir. Braudel‘e göre, ―Eskıyalık her Ģeyden önce, siyasal düzenin ve hatta toplumsal düzenin koruyucusu oldukları yerleĢik 14 Türkan Gözütok, EĢkıyalık ve Çakırcalı Mehmet Efe‘nin Türk Edebiyatına Ġz DüĢümü, Türkbilig, 2011/21:49, s2. 15 Türkan Gözütok, a.g.m, s2. 131 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 devletlere karĢı bir intikamdır‖ ve ―Efendiye karĢı, onun aksak adaletine karĢı intikam olan eĢkıyalık hemen her yerde bir haksızlık düzelticisi olmuĢtur‖ (Braudel: 1994: I: 99-112).16 Türkiye‘de yapılan benzer çalıĢmaların da romantik bakıĢı desteklediği görülür. Doğu Anadolu‘daki eĢkıya olgusu üzerine çalıĢma yapan Ġsmail BeĢikçi ile Ege‘deki eĢkıyalık meselesini ele alan Sabri Yetkin‘i de romantik grupta değerlendirmek mümkündür. BeĢikçi, Doğu Anadolu‘nun Düzeni adlı eserinde, Doğu Anadolu‘daki eĢkıya hareketlerini ―ağalığın, baskıcı rolüne karĢı ortaya çıkan bir direnme Ģekli‖ olarak kabul eder. BeĢikçi‘ye göre eĢkıyalık, ―halka karĢı değil‖, ―halkı ezen ağalara ve her zaman ağalarla iĢbirliği yapmıĢ ve onun çıkarlarını korumuĢ olan devlet bürokrasisine karĢı‖ yapılmıĢtır (BeĢikçi 1969: 26,100).17 EĢkıyalık konusunu aydınlatmaya ve sosyo-ekonomik alt yapısını tanımaya giriĢen bu çalıĢmaların asıl yoğunlaĢtığı nokta, eĢkıyalığın bir toplumsal baĢkaldırı hareketi sayılıp sayılmayacağı sorusuna cevap bulmaktır ve verilen cevapların birbirinden farklı oluĢunun temelinde de ―eĢkıya-köylü-devlet‖ üçlüsü arasındaki iliĢki yatar (Akın 2007: 93). 18 Literatürde romantik görüĢe uzak duran ve bu iliĢkiyi Hobsbawm‘ dan farklı olarak çözümleyen kiĢilerin baĢında Karen Barkey gelir. Barkey, eĢkıyalığı, haksızlığa ve adaletsizliğe karĢı yapılmıĢ bir direniĢ hareketi yerine, halkı ezen bir hareket olarak görür. Osmanlı tarzı devlet merkezileĢmesini temel aldığı EĢkıyalar ve Devlet: Osmanlı Tarzı MerkezileĢmesi adlı çalıĢmasında, eĢkıyalığın dünyadaki diğer bazı örnekleriyle Osmanlı Devleti‘nde 16. ve 17. yüzyılda görülen eĢkıya olaylarını karĢılaĢtıran Barkey, bu çalıĢmasında, Osmanlı Devleti‘ndeki eĢkıyalığın ortaya çıkıĢ nedenlerini genel görüĢe uygun olarak, ekonomik Ģartların kötüleĢmesi ve bürokratların halka karĢı yanlıĢ tutumuna bağlar. Osmanlı‘da eĢkıya olaylarını, askerler, resmî görevliler ve çeĢitli nedenlerle iĢsiz güçsüz kalan köylülerin çıkardığını, eĢkıya olaylarının devlete ve topluma daima ağır bedeller ödettiğini belirtir (Barkey 1995: 160). Osmanlı bürokratlarını, eĢkıya olaylarını çözmede ustalıklı kiĢiler olarak tanımlar. Yazar, eĢkıyanın çıkar amaçlı çabalarından en büyük zararı aslında köylünün gördüğünü ve zaman zaman köylülere karĢı iktidar çevreleriyle iĢbirliği yaparak halkı soyduklarını, kökenleri köylü de olsa eĢkıyaların bir süre sonra köylüye ihanet etmeye baĢladıklarını, baskınlar yaptıklarını ve iĢi mezalime vardırdıklarını belirtir. Sanıldığının aksine, devlet idarecilerini uğraĢtıran ve merkezî 16 Türkan Gözütok, a.g.m, s2. Türkan Gözütok, a.g.m. s2. 18 Türkan Gözütok, a.g.m. s2. 17 132 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yönetimi zora sokan bu olayların aslında zamanla devletin merkezî otoritesini de güçlendirdiğini söylerken (Barkey 1999:249); Yetkin ise, Ege‘de iĢi fabrika yakmaya kadar götüren eĢkıyalığı bitirmek üzere Osmanlı devlet idaresinin aldığı tedbirleri ve eĢkıya takip yöntemlerini ―tam bir eĢkıya yöntemi olup devlet olma niteliklerine uygun olmayan hukuk dıĢı bir davranıĢ‖ olarak yorumlar (Yetkin 2003: 143).19 Biz de çalıĢmamıza konu olan Ġslamoğlu‘ nu romantik bakıĢ açısıyla ele aldık. Bunun sebebi ise gerek yaptığımız görüĢmelerde gerekse elde ettiğimiz bilgilerde hemen hemen hiçbir zaman halkın Ġslamoğlu‘na eĢkıya gözüyle bakmamasıdır. Halk Ġslamoğlu‘ nu o kadar sevmiĢtir ki bugün bile yaĢadığı coğrafyada hikâyesi dilden dile dolaĢmakta, hemen her düğünde Ġslamoğlu türküsü eĢliğinde efe oyunları oynanmakta, adına merkezler kurulmakta (UĢak) ve çeĢitli sokak, mahalle, yapılara ismi verilmektedir. Osmanlılar‟ da EĢkıyalık Hareketleri Ġnsanoğlunun hüküm sürdüğü, siyasi ve ekonomik çöküĢlerin yaĢandığı hemen hemen her yerde, devlete veya onun bölgesel güçlerine karĢı isyan etme, zor kullanarak baĢkalarının mallarına el koyma, insanların hayatlarına kastetme, onlara ve devlete maddimanevi zarar verme faaliyetleri görülmüĢtür. Bunlar kimi zaman merkezi otoriteyi oldukça zor duruma sokan toplu isyanlar kimi zamansa bölgesel eĢkıyalıklar ve köylü haydutlar olarak tarihteki yerlerini almıĢtır. Genel olarak soygun yapıp halkın malına ve canına kasteden, etrafı haraca kesen gruplar için Ġslâm tarihinde ―yol kesen " anlamında harrâbe veya kuttâu‘t – tarik tabirleri kullanılmıĢtır. Osmanlılar‘ da ise ikinci tabire rastlanmakla birlikte bu tip faaliyetlerde bulunanlara daha ziyade Ģaki ve bunun çoğulu olarak eĢkıya denmiĢtir. Osmanlı kaynaklarında ayrıca Celâli, eĢirrâ, harami, haramzade, türedi, haydut (hayduk), uğru kelimeleri de eĢkıya karĢılığı olarak kullanılmıĢtır. EĢkıyalık zaman zaman merkezî iktidarlara karĢı halkın menfaatlerini savunma gibi bir mahiyet de kazanmıĢtır. Bu Ģekliyle halk arasında kendilerine zarar dahi verse devlet görevlilerinin baskı ve zulümlerine bir tepki olarak görülmüĢ, eĢkıya reisleri büyük Ģöhret kazanmıĢ, halk muhayyilesinde kahramanlık destanlarına bile konu olmuĢtur.20 19 Türkan Gözütok, a.g.m. s2. 20 Mücteba Ġlgürel Osmanlılar‘da EĢkıyalık Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi,Cilt 11, Ġstanbul, 1995, s 466-467. 133 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 EĢkıyalık, Osmanlıların da dâhil bulunduğu Akdeniz dünyasında özellikle XIV. yüzyıldan itibaren etkisini hissettirmeye baĢladı. XVI. yüzyılda giderek tırmanma eğilimi gösterdi, XVII. yüzyılda ise büyük bir problem haline geldi. Bu eğilimin tırmanmasında Akdeniz havzasında görülen nüfus artıĢı, iktisadî zorluk, ticarî faaliyetin yoğunlaĢması, halkın fakirleĢmesi, siyasî iktidarların zayıflaması önemli rol oynadı (Braudel, II, 61-70). XVI. yüzyılın ilk yarısında Anadolu‘da bazı âsi gruplar bulunmakla birlikte bunlar daha ziyade küçük çeteler durumundaydı. Kanuni Sultan Süleyman ‘ın oğulları ġehzade Bayezid ve Selim‘in mücadeleleri daha sonraki kargaĢalara zemin hazırladı. Yüzyılın sonlarına doğru bozuk ekonomik ve siyasî Ģartların etkisiyle ortaya çıkan yersiz yurtsuz insanlar ilk eĢkıya gruplarını oluĢturdular. Kaynaklarda ―gurbet taifesi‖ veya ―levendât" diye anılan bu küçük çeteler Celâli adıyla bilinen büyük eĢkıya topluluklarının habercileri oldular. Öte yandan kaynaklarda miktarları binlerle ifade edilen gruplara Celâlî veya Celâlî eĢkıyası denildiği halde sekiz on kiĢilik küçük gruplar genel olarak sadece eĢkıya Ģeklinde adlandırıldı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı geniĢlemesi durmuĢ, artık mevcut toprakları elde tutma endiĢesi baĢlamıĢtı.21 Genellikle eski bir devlet görevlisi, tımar sahibi veya yüksek rütbeli askerî idareci olan eĢkıya liderleri daima devletin zayıf anını kollar, özellikle de savaĢ dönemlerinde ortaya çıkarlardı. Nitekim XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti‘nin doğuda ve batıda iki cepheli bir savaĢ ortamı içinde bulunması eĢkıya topluluklarının ortaya çıkmasında önemli bir sebep oluĢturdu.22 Ege‟de EĢkıyalık Ġmparatorluk coğrafyasında, Ege Bölge‘si sosyal içerikli ayaklanmalara zemin olmuĢtur. Sosyal haydut olarak nitelendirdiğimiz Ege eĢkıyalarının Anadolu‘nun imparatorluk dönemindeki son yüzyıl içinde en fazla geliĢmiĢ, tarımın en fazla ticarileĢmiĢ, dolayısıyla toplumsal katmanlar arasında eĢitsizliğin en fazla belirginleĢmiĢ olduğu bölgede yaygınlaĢması bir tesadüfün sonucu değildir.23 Aydın ve civarının değiĢik bir eĢkıya tipi de zeybeklerdir. 24 Zeybek kelimesini sözlükler, Batı Anadolu‘da özellikle dağlık yerlerde yaĢayan, iyi savaĢçı, asayiĢ ve yolların muhafazasından sorumlu ücretli askerler olarak tanımlıyor. Zeybek kimdir, nasıl ortaya çıkmıĢtır, kökenleri nedir, eylemleri ve töreleri neye dayanır? Zeybekler en eski çağlardan 21 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s467 22 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s467 23 Sabri Yetkin, Ege‘de EĢkıyalar, Tarih Vakfı Yayınları, Ġstanbul 2003, s5 24 Mücteba Ġlgürel, a.g.m. s468 134 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 beri çeĢitli insan topluluklarına ait kültürel, sosyal ve etnik özellikleri birleĢtirip varlıklarını sürdüren eylem insanlarıdır. 25 Zeybekleri eylem adamı ve ücretli asker olarak tanımladığımızda, Celali isyanlarından itibaren ortaya çıkan bölükbaĢlarının hemen hepsinin zeybek olduğu kendiliğinden anlaĢılır.26 Zeybekler paĢa kapısında yaĢarlar. Kapısız kalınca da yeni bir yere kapılanıncaya kadar dolaĢıp eĢkıyalık yaparlardı. Batı Anadolu‘da eĢkıyaların yoğun oluĢunun önemli nedenlerinin baĢında bu gelir.18. yüzyılda bölgede ayanlığın yükselmeye baĢlamasıyla kapısız kalan zeybekler, kır bekçiliği, derbentçilik yaparak ve yol üzerindeki kahveleri iĢleterek geçimlerini sağlıyorlardı. Zeybekler özellikle Ġzmir, Afyon, KuĢadası, Manisa yolları üzerinde birbirine birer saat uzaklıkta açtıkları kahvelerde tüccarlardan, onları eĢkıyalardan korumanın karĢılığı olarak palamut, mazı, kök boya vb. eĢyadan yük baĢına beĢer para, üzüm, incir ve sair kuruyemiĢ, peynir, sadeyağ ve zeytinyağı yüklerinden aynen yarımĢar kıyye, koyun ve keçi sürülerinden geçit akçesi namıyla beĢer para, yolcuların her birinden kahve parası diye on beĢ-yirmi para alıyorlar ve böylece geçimlerini sağlıyorlardı.27 Devlet 1792-93 ve 1821 yıllarında çıkardığı fermanlarla bu kahvehaneleri kapatmaya ve zeybeklerin bu paraları almasını yasaklamaya çalıĢmıĢ ama yeniçerilerle iĢbirliği içinde olanlara bir Ģey yapamamıĢtır.28 II. Mahmut devrinde Yeniçeri Ocağı‘nın kaldırılmasından sonra bir fermanla bu kahvehaneler kapatılmıĢ ve sayıları binlerle ifade edilen, geçimini buralardan sağlayan eli silahlı zeybekler açıkta kalmıĢtır.29 Daha sonra da eĢkıyalığa baĢlamıĢlardır. Osmanlı- Rus savaĢına da katılmayıp dağa çıkan bu zeybekler iĢi iyice eĢkıyalığa vardırmıĢlardır. 19. yüzyılın ortalarında Ege‘de zeybeklerin dıĢında Rum çeteleri de büyük güce sahiptir. Bu çetelerin en ünlüsü Katırcıyani çetesidir. 30 Bu çete halka zulmeden, insan kaçıran ve yüklü miktarda fidye alan bir oluĢumdur. 25 Sabri Yetkin, a.g.e,,s53 26 Çağatay Uluçay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968, s18 27 Çağatay Uluçay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri, Berksoy Basımevi, Ġstanbul 1955, s 26,27. 28 Çağatay Uluçay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968, s18 29 Çağatay Uluçay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri, Berksoy Basımevi, Ġstanbul 1955, s 26-37 de fermanın tamamı vardır. 30 Sabri Yetkin s55 135 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġaphaneli Mustafa Ġslamoğlu da Osmanlı‘nın çöküĢ zamanına rastlar. Bu tarihler rüĢvet, adam kayırma ve hakkın güçlü olandan tarafa verilmesinin tohumlarının atıldığı, çürümüĢlüğün baĢladığı yıllara rastlar. Ġslamoğlu‘na baktığımızda, onun yukarıda bahsettiğimiz zeybeklerin kategorisinde olmadığını, bölgede yaĢanan haksızlıklara, eĢitsizliklere, zulümlere baĢkaldıran, zayıf ve haklı olanların yanında olan ve hayatı pahasına bunu sağlamaya çalıĢan sosyal haydut sınıfında olduğunu görürüz. Onun ailesinde daha önceden eĢkıyalık yapmıĢ olan kimse de yoktur. Ġslamoğlu‘nun eĢkıyalığı Osmanlının son dönemlerindeki sosyal, siyasal ve özellikle ekonomik problemlerin ve bunların çözümlenemeyiĢinin doğal bir sonucudur. Hobsbawn‟a Göre Sosyal Haydut Eric Hobsbawm, Haydutlar adlı kitabının, ―Sosyal Haydutluk Nedir?‖ baĢlıklı ilk bölümünde sosyal haydutun ne olduğuna iliĢkin düĢüncelerini Ģu Ģekilde ifade eder: Yasalara göre, saldırıp zor kullanarak soygun yapan bir çeteye dâhil herhangi bir kimse hayduttur: Ģehirde sokak baĢlarında maaĢ kapıp kaçanlardan, resmen haydut olarak tanınmasalar da örgütlü asi ve gerillalara kadar… Sosyal haydutların ilginç yanı, toprak beyinin ve devletin suçlu gördüğü yasadıĢı köylüler olmalarına karĢın, köylü toplum içinde barınmaları ve halk tarafından kahraman, savunucu, öç alıcı, adalet savaĢçısı, hatta belki de özgürlük önderi ve her koĢulda hayran kalınacak, yardım edilecek ve desteklenecek adamlar olarak düĢünülmeleridir.31 Hobsbawm‘ın bu tanımı, her Ģeyin geleneksel düzenini bozan güçlere karĢı direnen sosyal haydutların köylü toplumunda nasıl algılandığı ve eylemlerinin nasıl değerlendirildiğini ortaya koyar. Ġdari karıĢıklıkların yaĢandığı ve siyasi düzenin bozulduğu ortamlar haydutlarının eylemlerine zemin oluĢturur. Böyle durumlarda köylünün hayat standartlarındaki önemli düĢüĢ ve köylü toplumunun hoĢnutsuzluğu haydut faaliyetlerinin artıĢına imkân sağlar. Böyle durumlarda haydutları ―sosyal‖ kılan en önemli özellik, halkın bozulmaya baĢlayan geleneksel düzenini yeniden sağlama çabaları ve halkın destekçisi olmalarıdır. Genel anlamda haydutluğun algılanıĢı ve ortaya çıkma Ģartlarını değerlendiren Hobsbawm, erdemli soyguncu olarak tanımladığı haydutların toplumsal rolü 31 Eric Hobsbawm, Haydutlar, Çev. Fatma TaĢkent, Logos Yayınları, 1990, s9-10. 136 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ve köylülerle olan iliĢkisine dair ortaya koydukları ―imaj‖larını dokuz maddede toplamıĢtır.32 a)Kahraman, kanundıĢılık kariyerine bir suçla değil adaletsizliğin kurbanı olarak baĢlar. Resmi otoritelerce aranmasına rağmen onun yaptığı toplumun halk kültüründe suç olarak değerlendirilmez.33 Kayda geçmiĢ örneklerin çoğunda sosyal haydutlar, gerçekten de kriminal olmayan bir mücadeleyle, onur meselesiyle ya da kendilerinin ve komĢularının haksızlık ( bu sadece bir yoksul ile zengin ve söz sahibi kimse arasında geçen bir anlaĢmazlığın sonucu da olabilir) diye algıladığı bir Ģeyin kurbanları olarak mesleklerine baĢlarlar‖34 ġaphaneli Mustafa Ġslamoğlu‘nun yaĢadığı devir, Osmanlı‘nın çöküĢ zamanına rastlar. Bu tarihlerde Osmanlı‘nın tımar sistemi bozulmuĢ, kaybedilen savaĢlardan dolayı vergiler katlanarak artmıĢ ve halk fakir bir duruma düĢmüĢtür. Tüm bunların üstüne bir de vergi memurlarının keyfi uygulamaları ve aç gözlülükler iĢin içine girmiĢ, halkın elinde avucunda nerdeyse hiçbir Ģey kalmamıĢtır. Kahramanımız Ġslamoğlu, babasına zulmeden ve uygunsuz teklifte bulunan mültezimin tahsildarlarını öldürüp dağa çıkmak zorunda kalır. Eğer böyle bir durum olmasa medrese öğrencisi olan Ġslamoğlu‘ nun dağa çıkmak gibi bir düĢüncesi olmadığı kanısındayız. b) Kahraman, yanlıĢlıkları düzeltir.35 ―Gerçek uygulama ne olursa olsun, haydutun adaletin temsilcisi, hatta ahlakın onarıcısı olarak düĢünüldüğü ve onun da kendisine aynı gözle baktığı hakkında kuĢku yoktur‖36 Ġslamoğlu, devrinde devletin merkezi otoritesi zayıfladığı için payitahttan uzak ve özellikle iltizam usulü toprakların bulunduğu, haksızlıkların gözle görülür bir Ģekilde arttığı Ģimdiki Ege Bölgesi‘ indeki yolsuzluklarla mücadele etmiĢtir. Bölgede toprak ağası 32 Nagihan Gür,‖Sosyal Haydut‖ Düzleminden ―Halk Kahramanı‖ Statüsüne Bir YükseliĢ: Köroğlu ve SergüzeĢti, Milli Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı: 79, s3 33 Özkul Çobanoğlu, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine GiriĢ, Akçağ Yayınları, 2010, s213 34 Eric Hobsbawm, a.g.e s35 35 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 36 Eric Hobsbawm, a.g.e s36 137 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 konumuna gelmiĢ zalim mültezimlerin haksız uygulamalarıyla hep mücadele içinde olmuĢtur. c) Kahraman, zenginden alır ve fakirlere, ihtiyaç sahibi olanlara verir. 37 Otoritelere karĢı yoksul halkın desteğini elinde tutmak isteyen kahraman, halkın yaĢam koĢullarını iyileĢtirmek, toplumsal eĢitsizliği gidermek ve kendine destek sağlamak için zenginlerden aldıklarının büyük bir kısmını fakirlere dağıtır.38 Ġslamoğlu, isyan hareketinden sonra zenginlerin korkulu rüyası haline gelmiĢtir. Nerede bir zengin fakirlere zulmetse hemen o zenginin elindekileri alıp fakirlere vermiĢtir. Kapıdan giremediği zenginlerin konaklarına bacadan girerek de olsa zenginden alıp fakirler vermiĢtir. 39 d) Kahraman, meĢru müdafaa ve intikam dıĢında asla adam öldürmez.40 Sosyal haydutlar zengini soyar, yoksula yardım eder ve haksız yere kimseyi öldürmez. Keyfi Ģiddetten kaçınan sosyal haydutlar, nefsi müdafaa olan haklı öldürmeye bağlı kalırlar.41 Ġslamoğlu‘nun da haksız yere cana kıydığı görülmemektedir. Hatta onu yakalamaya çalıĢan askerleri bile öldürmemiĢtir. O, sadece halka zulmeden ve bunu durdurmak istediğinde kendisine silahla karĢılık verenleri öldürmüĢtür. e) Kahraman, eğer yaĢarsa halkının arasına saygıdeğer bir vatandaĢ ve hürmet gören bir birey olarak döner. Aslında o halkının arasından hiçbir zaman ayrılmaz.42 Sosyal haydut halk tarafından suçlu olarak görülmediğine göre, yasadıĢı adamlığı bıraktığında saygın bir üye olarak topluluğun arasına katılmada hiçbir güçlük çekmez. Belgeler bu noktada uyuĢmaktadır. 43 Ġslamoğlu‘nun yasadıĢı adamlığı bıraktığını görmemekteyiz. O, ancak mücadelesi ölümle sonuçlanınca bu iĢi bırakmıĢ olmaktadır. 37 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 38 Eric Hobsbawm, a.g.e s36 39 Recep Cebe, Çiftçi, d 1934, ġaphane, Ġnceğiz, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından, okuma yazma bilmiyor. 40 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 41 Eric Hobsbawm, a.g.e s38 42 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 43 Eric Hobsbawm, a.g.e s38 138 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 YaĢadığı dönemde de hep halkla iç içedir. Halktan birinin Ģikâyeti olduğunda ya ada bir sıkıntıya düĢtüğünde kolaylıkla Ġslamoğlu‘na iletebilmektedir. f) Kahraman, ona hayran halkı tarafından yardım görmüĢ ve desteklenmiĢtir. 44 Erdemli haydut, halk nezdinde ―iyi, dürüst ve saygın‖ bir kahraman olarak algılanmaktadır. Halkın ona karĢı hayranlık beslemesi gayet tabiidir. Dolayısıyla hayranlık duyduğu kahramanından yardım ve desteğini de esirgemez.45 Toplum zengin ve güçlülere karĢı kendilerini koruduğu ve bölgede adaleti sağladığı için Ġslamoğlu‘nu her zaman desteklemiĢtir. g) Kahraman, toplumun üyelerinin resmi kurumlarla kendisine karĢı iĢbirliğine girmemesi nedeniyle ancak toplum tarafından dıĢlanmıĢ kiĢilerce kendisine yapılan kalleĢlikler, kurulan tuzaklar veya ihanetle öldürülür. 46 Kimse erdemli hayduta karĢı yasayla iĢbirliği yapmayacağına göre ve de avucunun içi gibi bildiği taĢrada beceriksiz askerler ya da jandarmalar tarafından bulunması gerçekten olanaksız olduğuna göre, yalnızca ihanet yüzünden yakalanabilirdi. 47 Devletin askeri kuvvetlerinin bütün takip ve operasyonlarına rağmen Ġslamoğlu ele geçirilememiĢtir ve sonunda Ġslamoğlu en yakın arkadaĢlarından birinin ihanet kurĢunuyla öldürülmüĢtür. h) Kahraman, en azından teorik olarak görülemez ve kolaylıkla ele geçirilemezdir.48 Her zaman halkın haydutlarının diğer desperadolar (Ġspanyolcada gözü dönmüĢ haydut.) gibi olmadığına inanılır ve bu inanç, onların kendini köylü sınıfıyla özdeĢleĢtirmesini yansıtır. Kırlarda her zaman tanınmayacakları giysilerle ya da sıradan adam giysileriyle dolaĢırlar. Kimse onları ele vermeyeceğine ve sıradan insanlardan ayırt edilemez olduklarına göre, nerdeyse görünmezdirler. Ayrıca halkın görüĢüne göre sosyal hayduta kurĢun iĢlemez. Bu bir dereceye kadar haydutların kendi insanları arasında ve kendi topraklarında sahip olduğu güvenliği yansıtır. Bir dereceye kadar da halkın savunucusunun yenilemez olması dileğini belirtir. Çünkü haydutun yenilgisi ve ölümü, 44 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 45 Eric Hobsbawm, a.g.e s40 46 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 47 Eric Hobsbawm, a.g.e s41 48 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 139 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 halkın daha da kötüsü umudun yenilgisidir. Ancak haydutun kurĢun iĢlemezliği yalnızca sembolik değildir. Neredeyse hep büyüye dayalıdır. 49 Ġslamoğlu çok dindar bir insanmıĢ. Ġnsanların dıĢındaki varlıkların da yaĢam hakkına saygı gösteren birisiymiĢ. Bir gün gene atlılar ve piyadeler tarafından çok yakın mesafeden takip edilirken önüne yemyeĢil bir buğday tarlası çıkmıĢ. Ġslamoğlu buğdaylara zarar gelmesin diye tarlanın önünde namaza duruvermiĢ ve askerler onu görmeden geçip gitmiĢler. Bu Ģekildeki kovalamacalar yıllar boyu sürmüĢ.50 Ġslamoğlu‘na kurĢun iĢlemezmiĢ. Onun bir gümüĢ kuĢağı varmıĢ. Atılan kurĢunlar onda kalırmıĢ ve onu silkeleyince hepsi yere dökülürmüĢ. Diğer bir rivayette ise Ģöyledir: Yıldırım düĢtüğü zaman onunla yeryüzüne metal parçası gibi bir Ģey düĢer ve bunu bulup boynuna takan kiĢiye kurĢun ilmez. (değmez). Ġslamoğlu‘nun annesi de bu metal parçadan bulup oğlunun boynuna asmıĢtır ve böylece Ġslamoğlu da kurĢun iĢlemez bir kiĢi olmuĢtur.51 Olayın aslına baktığımızda ise Ģunu görmekteyiz: Ġslamoğlu güçlü, cesaretli, korkusuz bir insan olduğu kadar da zeki biridir. O, giydiği su geçirmeyen olan keçeden elbiseyi iki katlı yaptırmıĢ ve bu katların arasını da don yağı denilen et yağıyla doldurtmuĢ. Doğal olarak da kurĢun birinci kattan geçse bile ikinci kata geldiğinde hızı kalmadığı için vücuduna iĢlememiĢtir.52 i) Kahraman, kralın veya imparatorun düĢmanı değil fakat onların yerel despot idarecilerinin ve adaletsiz bürokratlarının düĢmanıdır.53 Kahramanımız Ġslamoğlu devlete baĢkaldırmak amacıyla isyan etmemiĢtir. Bölgede halka zulmeden mültezimlere ve onların adamlarına karĢı geldiği için dağa çıkmıĢtır. Onun Osmanlı imparatorluğunu yıkmaya dair bir görüĢüne rastlanılmamıĢtır. Ġslamoğlu‘nun problemi yaĢadığı bölgedeki kanunsuz iĢ yapan ve haksız kazanç elde eden kiĢilerledir. Her ne kadar halk da o da devletin merkezi otoritesine güvense de içinde bulunduğu Ģartlar olayların, onun devlet düĢmanıymıĢ gibi oluĢmasına yol açmıĢtır. Yörede Ġslamoğlu Ġçin Yakılan ve Söylenen Türküler 49 Eric Hobsbawm, a.g.e s41-42 50 Recep Cebe 51 Hamide Erğin, ev hanımı, d 1955, Gediz, Ġslamoğlu‘nun torunlarından, okuma yazma bilmiyor. 52 Tahsin Ünlü, Gazeteci, d 1947, ġaphane, Üniversite 53 Özkul Çobanoğlu, a.g.e s213 140 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ġslamoğlu hakkında yakılmıĢ ve Ģu anda düğünlerde söylenip zeybek oyunu oynanan değiĢik sözlere sahip türküler vardır. Orijinal olduğunu düĢündüğümüz türkü budur. ― Ġslamoğlu Türküsü 1‖ ― Ġslamoğlu derler benim adımı Yiyen bilir ince bıçağımın tadını Yaman olur ġaphanenin adamı Nolaydın da keĢke teslim olaydın Konak avlusuna kendin varaydın ġaphane dağını duman bürüdü Üçyüz atlı beĢyüz yaya yürüdü Can Mustafam Ģu dünyada bir idi Nolaydın da keĢke teslim olaydın Ġslamoğlu inip gelir eniĢden Her yanları görünmüyor gümüĢten Mevlam kurtarsın seni bu iĢten Nolaydın da keĢke teslim olaydın Ġslamoğlu Orhanlara yaslanır Yağar yağmur al çepkeni ıslanır Deli gönül bir gün olur uslanır Nolaydın da keĢke teslim olaydın Ġslamoğlu derler benim bir adım DüĢmandan öç almak idi muradım Tavlada bağlandı kaldı kır atım 141 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Nolaydın da keĢke teslim olaydın‖54 ― Ġslamoğlu Türküsü 2‖ Güvendim, sığındım ulu Mevla‘ya Avımın izinden geldim Kula‘ya Hiç düĢmeden bir kazaya belaya Hak ettim, hakkı alır giderim Dini ayrı olan giyiyor kürkü, ÇekmiĢim kürklüden sarıyı kırkı, Enayi sanmasın Türkoğlu Türk‘ü KuĢatmayı savıp, delip giderim! Gün olur nasibin gelir yanına, Gün olur gidersin nasip yanına Bazı da mal olur tatlı canına Kurtardım yakayı dolup giderim. Ey dereler, ey tepeler, dinleyin ġu sazımın dillerinden anlayın Anlayın da inim inim inleyin Sorkun Dağlarına dalıp giderim. ġaphane yolunda koptu kıyamet, Üç kızım var, Allah‘ıma emanet‖55 … 54 http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUSTAFA %20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30. 55 http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUSTAFA %20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30. 142 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ġslamoğlu Türküsü 3 Ġslamoğlu Kale Yapar TaĢınan Afyon-Ahmet Sivritepe-Ankara Devlet Konservatuarı Ġslamoğlu da kale de yapar taĢınan da Gözlerim doldu al ganınan yaĢınan Nere gidem bu talihsiz baĢınan Eyvahlar da olsun saçlı da doru doru Ģanına BeĢ yüz altın yakıĢır senin yiğit Ģanına Tümsek çam üstünde leylek yuvası Ah gine yeĢillendi de Afyon‘un Ova‘ sı Nettim sana da dininden bulası da Eyvahlar da olsun saçlı da doru doru Ģanına BeĢ yüz altın yakıĢır senin yiğit Ģanına56 Ġslamoğlu Türküsü 457 Ġslam da oğlu efeler de derler benim Ģanıma BeĢ yüz atlı gelemiyor hayda, efem de yanıma Ġslam oğlu efelerde kale yapar taĢ ile Gözlerim boyandı al kanlara yaĢ ile Ġslamoğlu efelerde gelir iniĢten Her yanları görünmüyor efemin de gümüĢten Hayda efemde Allah‘ına kurban olayım 56 http://www.turkuler.com/sozler/turku_islamoglu_kale_yapar_tasinan.html, 29.12.2013, s 23.22. 57 Düğünlerde en çok bu söylenir.http://www.youtube.com/watch?v=yrTCHH09FgY, 29.12.2013,s 23.42. 143 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sen sallan dur boylarına bakayım58 Sonuç Köy eĢkıyası olan sosyal haydutlar, yaĢadığı dönemin ekonomik ve siyasi yönden bozuk olduğu ortamlarda halka zulmeden bölgesel yöneticilere tepki olarak ortaya çıkmıĢtır. Sosyal haydutlardan kimisi isteyerek kimisi de istemeyerek dağa çıkmıĢtır. Bazıları ise babadan gelen bu mesleği, onun ölümü üzerine babasının arkadaĢlarının teĢvikiyle eĢkıya olmuĢ ya da kendine kurulan tuzaklarla eĢkıyalığın içine itilmiĢtir. Bu eĢkıyaların bir kısmı devletle anlaĢma yapıp bir kahraman olarak tekrar halkın içine dönmüĢ, bir kısmı ise ya yarenlerinden birinin ihaneti ya da köylülerin ihbarı sonucu öldürülmüĢtür. Bu kahraman tiplerinin Anadolu coğrafyasında varlığını devlete rağmen ilelebet sürdürenine ise rastlanmamıĢtır. Ġslamoğlu da eĢkıyalığa isteyerek baĢlamamıĢ, Ģartların gereği olarak baĢlamak zorunda kalmıĢtır. YaĢadığı süre içinde ise sadece yolsuzların yolunu kesmiĢ ve onlarla mücadele etmiĢ, halka her zaman iyi davranmaya çalıĢmıĢ ve kısa sürede halkın gönlünde taht kurmuĢtur. Diğer sosyal haydut örneklerinde de gördüğümüz gibi aç gözlülüğün getirdiği bir ihanet sonucu öldürülmüĢtür. Toplum belleğinde yaĢayan Ġslamoğlu vb. haksızlık karĢısında baĢkaldırı ya da bir zulme isyan Ģeklinde ortaya çıkan bu Ģahsiyetlerin tespit edilmesi, bunların Ģahsında oluĢturulan türkü, efsane vb. unsurların derlenmesi, sonrasında bu malzemelerin günümüz nesline uygulamalı halkbilim bağlamında tv, sinema, tiyatro vb icra ortamlarına aktarılması ithal kültürlerin kahramanları ve küreselleĢme karĢısındaki tehditlere karĢı yararlı olacaktır. 58 http://turkudostlari.net/soz.asp?turku=623, 29.12.2013, s23.34. 144 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça ÇOBANOĞLU, Özkul, Halkbilimi Kuramları ve AraĢtırma Yöntemleri Tarihine GiriĢ, Akçağ Yayınları, 2010. CEBE, Recep, , Çiftçi, d 1934, ġaphane, Ġnceğiz, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından, okuma yazma bilmiyor. ERĞĠN, Hamide, ev hanımı, d 1955, Gediz, Üzümlü, Ġslamoğlu‘nun torununun torunlarından, okuma yazma bilmiyor. GÖZÜTOK, Türkan, EĢkıyalık ve Çakırcalı Mehmet Efe‘nin Türk Edebiyatına Ġz DüĢümü, Türkbilig, 2011, Sayı 21, s 49- 72. GÜR, Nagihan,‖Sosyal Haydut‖ Düzleminden ―Halk Kahramanı‖ Statüsüne Bir YükseliĢ: Köroğlu ve SergüzeĢti, Milli Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı 79, s 45-49. HOBSBAWM, Eric, Haydutlar, Çev. Fatma TaĢkent, Logos Yayınları, 1990. ĠLGÜREL, Mücteba, Osmanlılar‘da EĢkıyalık Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi,Cilt 11, Ġstanbul, 1995, s 466-468. ULUÇAY, Çağatay, Atçalı Kel Mehmet, AS Matbaası, Ġstanbul 1968. ULUÇAY, Çağatay, 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan‘da EĢkıyalık ve Halk Hareketleri, Berksoy Basımevi, Ġstanbul 1955. ÜNLÜ, Tahsin, AraĢtırmacı-Gazeteci, d 1947, ġaphane, Eğitim Durumu, Üniversite. YETKĠN, Sabri, Ege‘de EĢkıyalar, Tarih Vakfı Yayınları, Ġstanbul 2003. http://www.saphane.biz/?pnum=6&pt=ġAPHANE%20HALK%20KAHRAMANI%20MUST AFA%20ĠSLAMOĞLU, 01.12.2013,S 10.30.( Siteyi Hazırlayan, Tahsin Ünlü) http://turkudostlari.net/soz.asp?turku=623, 29.12.2013, s23.34. http://www.turkuler.com/sozler/turku_islamoglu_kale_yapar_tasinan.html, 29.12.2013, s23.22. http://www.youtube.com/watch?v=yrTCHH09FgY, 29.12.2013,s 23.42. 145 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 BAĞDATLI RÛHÎ DĠVANI‟NDA RUMELĠ ESĠNTĠLERĠ Duygu KARAGÖZ* ÖZET XVI. yüzyılın önde gelen Ģairlerinden biri olan Rûhî, Bağdat‘ta dünyaya gelmiĢ ancak asıl itibariyle Rumelili bir Ģairdir. Ahdî ve Esrar Dede, tezkirelerinde onun Bağdat seferi sonrasında gönüllü olarak Bağdat‘a yerleĢen Rumelili bir Türkün oğlu olduğunu ifade etmiĢlerdir. Rûhî her ne kadar Bağdat doğumlu olsa da, onun Ģiirlerinde Rumeli‘ye ait izler bulmak mümkündür. Bu bildiride, Bağdatlı olarak tanınan Ģairin, Ģiirlerinden hareketle, Rumeli‘ye bakan yönleri ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Bağdatlı Rûhî, Divan, Rumeli. GiriĢ XVI. yüzyılda, üç kıtaya hükmederek dönemin en büyük ve en güçlü imparatorluğu olma kudretini elde eden Osmanlı Devleti aynı baĢarıyı edebiyatta da sergilemiĢtir. Devletin sınırlarının geniĢlemesiyle birlikte edebiyatın sınırları da geniĢlemiĢ ve belki de Divan edebiyatının en kıymetli ve en güçlü Ģairleri bu dönemde yetiĢmiĢlerdir. Bu yüzyılda devletin olduğu gibi ilim, kültür ve edebiyatın da baĢkenti Ġstanbul‘dur. Ancak Ġstanbul gibi pek çok ilim ve kültür merkezi vardır. Bu merkezlerden biri de Rûhî ve onun gibi pek çok önemli isme ev sahipliği yapmıĢ olan Bağdat‘tır. Bildirimizin konusu olan Rûhî-i Bağdâdî, kaynaklarda her ne kadar Bağdatlı olarak geçse de köken itibariyle Rum asıllı olan bir Ģairimizdir. Nitekim dönemin önemli tezkirecilerinden Ahdî, onun bu durumunu Ģu Ģekilde ifade eder: ―Bağdâdî‘dürammâasl-ı pâknihâdı ve neseb-i ferruh-nijâdıRûmî‘dür. Zîrâ ki vâlid-iekremisâbıkanmerhûm SultânSüleymân zamanında vilâyet-i Bağdâd‘abeglerbegi olan AyasPaĢa‘nun bendelerinden olup Bağdâd‘da gönüllü bölügünegeçüpte‘ehhül itmiĢler. Mezkûr RûhîBağdâd‘davücûdagelmeginBağdâdî yâd olundı.‖ (Solmaz, 2005:318). Asıl adı Osman olan ve doğum tarihi belli olmayan Rûhî‘nin babası Ayas PaĢa maiyetinde Kanunî‘nin ordularıyla Bağdat‘a giderek orada yerleĢen gönüllü bir Türk idi (Ak *ArĢ. Gör.,GaziosmanpaĢa Üniversitesi Fen-Edb. Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/TOKAT duygu.karagoz@gop.edu.tr 146 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2001:13). Rûhî‘nin Bağdat‘ta doğmuĢ olması onun Bağdatlı olarak tanınmasına ve hep bu minvalde değerlendirilmesine neden olmuĢtur. Ancak o, her ne kadar Bağdat doğumlu olsa da, Ģiirlerinde Rumeli‘nin izlerini taĢır. Bu özellik onu Bağdat‘ta yetiĢmiĢ diğer Ģairlerden ayırır. Nitekim Faik ReĢat bu hususu dile getirirken Ģu ifadeleri kullanır: ―ġiire pek genç heves etmiĢtir. Buna da tasavvufa ve seyahate olan meylinden baĢka Bağdat‘a gelen Ģüara ve derviĢan ile ihtilâti sebep olduğu gibi Ģivei beyanının hemĢehrilerinden meselâ Habibi, Fuzuli, Süruri lehçesinden farklı olmasına Rumînijat olmasının hayliden hayli dahli olmuĢtur.‖ (Uraz, 1941: 4) Bu bilgiler ıĢığında Rûhî‘nin Ģiirlerinde Rumeli izlerinin nasıl yer aldığı üzerinde durulmaya çalıĢılacak ve bu Ģiirlere bir de bu zaviyeden bakılacaktır. Rumeli SöyleyiĢi Divan Ģiirinde dil, genel itibariyle günlük konuĢma dilinden uzaktır ve Ģehirli Türkçesidir. Günlük konuĢma dili bu Ģiirin içinde çok fazla yer almaz.Günlük dilde yer alan teklifsiz konuĢma cümlecikleri, senli-benli, laubali ―ya, hadi be, a be, bak a‖ gibi ifade kalıpları, Ģiir dilinde fazlalık olarak görülebilir. ġairin amacı az sözle çok Ģey anlatmak olduğu için bu tür söyleyiĢ özellikleri Ģiirde çok az kullanılır. Ancak Rumeli Ģairlerinin Ģiirleri incelendiğinde, günlük konuĢma dilinin ifadeleri, dikkat çekecek kadar yoğun bir biçimde karĢımıza çıkar. Dolayısıyla Rumeli Ģairleri, söyleyiĢ bakımından, bu yönleriyle diğer bölgelerin Ģairlerinden ayrılırlar (Çeltik, 2013: 180). Rûhî‘nin Ģiirlerinde de zaman zaman günlük konuĢma diline dair unsurlara rastlanır. Mesela, bazen hayret, ĢaĢkınlık, kızgınlık ifade eden ―a/â‖ ünlemi bazen de ―ey‖ nidasını karĢılar mahiyette karĢımıza çıkabilir. AĢağıdaki beyitte, baĢkalarının sözüyle beni öldürmek için evden çıkma çünkü onların amacı bunu seyretmektir diyen Rûhî ―a güzelüm‖ ifadesi ile bu unsurlardan birine yer vermiĢ olur. Ġl söziyle beni öldürmege evden çıkma Garazı a güzelüm Ģimdi temâĢâdurelün (G 616/2) Günlük konuĢma dilinin unsurlarından biri olan ve diğer Rumeli Ģairlerinde de sıkça rastlanan bir söyleyiĢ olan ―be‖ ifadesi Rûhî‘nin de Ģiirlerinde rastladığımız bir baĢka özelliktir. Teklifsizce konuĢmada ―ey, hey, yahu‖ ünlemlerine karĢılık gelen ―be‖ hitabı, bazen ―be hey, hey be, vay be‖ Ģeklinde Ģiirde yer alır. ġair, ―be‖ Ģeklinde samimi bir hitapla seslenerek muhatabının dikkatini çeker (Çeltik, 2013:190). Be bu dîvânedür ancak diyürahm itmek içün Rûhiyâkendümüzivâlih ü Ģeydâiderüz (G 522/5) 147 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Vefâağyâravüerbâb-ı aĢka cevriderdirler Ne dirsin sen be hey âfetsenünçün gör neler dirler (G 308/1) ġairler sevgili veya güzeli sultan, Ģah vb. yanında ―bey‖e de benzetirler. Pek çok Ģairin Ģiirinde bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Ancak Rumeli Ģairleri buna ek olarak sevgilinin benzetildiği bir unsur olmanın dıĢında, ―beyim, a beyim‖ gibi konuĢma diline ait hitaplara Ģiirlerinde fazlaca yer verirler(Çeltik, 2013: 194). Rûhî de aĢağıdaki beyitlerde söz konusu kullanıma yer vermiĢ ve sevgilisine ―begüm‖ Ģeklinde hitap etmiĢtir. Nice serveylesün ol kâmet-i bâlâ ile bahs Begüm ednâya düĢer mi ide a‘lâ ile bahs (G 89/1) Yüz virmegilrakîberevâgörmezüz begüm Gayra cemâl gösteresin âĢıka celâl (G 727/2) Rûhî‘nin konuĢma dilinin imkanlarından faydalandığını gösteren bir baĢka ifade de ―vay/vây‖ ifadesidir. Bu sözü Ģairler yerine göre ĢaĢma, hayret veya acıma ifadesi olarak kullanırlar. Rûhî de aĢağıdaki beyitinde, ―Dünya ve mafihayı terk ediĢimi ayıplamayın zira ömrümün kalanını yitirdim. Artık ben dünyayı ne yapayım?‖ diyerek haline acımaktadır. Eylesem ‗ayb eylemen dünyâvümâfihâyı terk Hâsıl-ı ömrüm yitirdümneyleyindünyâdavây (Tarih) KonuĢma dilinin son iĢaretlerinden biri de ―yâ‖ ifadesidir. Bu ifade ile Ģairler, ―yahu, yaa; hiç olacak iĢ mi, olur mu, yoksa‖ gibi anlamları karĢılarlar. Rûhî aĢağıdaki beyitte ―(Ey sevgili!) Kanlı kumaĢ sen misin yoksa her ay yüzlü böyle midir? Ben miyim avare yoksa aĢkından her ağlayıp deli olan böyle midir?‖ diyerek bu ifadeyi ―yoksa‖ anlamında kullanmıĢ oluyor. Sen misin hûn-ı hare yâ her mâh-sîmâböyledür Ben miyim âvâreyâ her zâr u Ģeydâböyledür (G 325/1) Bir baĢka beyitte ise bu ifadeyi Ģu Ģekilde kullanarak sitemvârî bir Ģekilde kamil insanların kıymetinin bilinmeyiĢinden dert yanıyor. Kime eylersin kemâl izhârun ey dil ebsem ol Kâmile rağbet kemâlakadr u yâ kıymet mi var (G 144/4) ġiirlerde Bulunan Îsevîlik Ġzleri Rumeli‘de yetiĢmiĢ Ģairlerin pek çoğunda, bir arada yaĢadıkları milletlerin kültürlerinin izlerini görmek mümkündür. Zira bu Ģairler, gayr-i Müslim halkla bir arada yaĢadıkları için onların yaĢantısına dair çok fazla gözlem yapma Ģansları olmuĢtur. En çok da Hristiyan 148 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kültürünü tanıma fırsatı bulan Ģairler, onlarla ilgili gözlem ve değerlendirmelerine Ģiirlerinde de yer vermiĢlerdir. Kilise veya aynı anlamdaki deyr ve bunlara bağlı olarak papaz, rahip, aziz, Ġsa, Meryem, zünnâr, haç, erganun vb. geniĢ bir kelime kadrosuna dayanan Ģiir örnekleri Rumeli Ģairlerinde çokça rastlanan bir unsur olarak karĢımıza çıkar (Çeltik, 2013:321). Bağdatlı Rûhî, Rumeli‘de yetiĢmediği halde, onun da Ģiirlerinde Îsevîliğin izlerini görmek mümkündür. Örneğin aĢağıdaki beyitte, Ģarabın sohbetini baĢkalarına haram etmek için kilisedeki rahibin helali olduğunu söyleyerek Müslümanlığın aksine Hristiyan kültürde Ģarabın serbest oluĢuna dikkat çekiyor. Sohbetin gayraharâmitmekiçünduhter-i rez Pîr-i deyrün yanına vardı helâli oldı (G 1082/3) Rûhî, Ģiirlerinde Hz. Ġsa ile ilgili hayal ve benzetmelere de çok fazla yer verir. Öyle ki; peygamberler içinde en fazla onun adına yer verdiğini söylesek yanılmıĢ olmayız. Kimi zaman sevgiliyi Hz. Ġsa‘ya benzetirken kimi zaman da ondan üstün tutar. Mesela aĢağıdaki beyitte, kadeh güneĢe konulsa ve Hz. Ġsa‘nın elinden içilse de erguvan Ģarabı yine de sevgilinin la‘l dudaklarının safasını vermez diyerek sevgilisini üstün tutuyor. Ayrıca beyit içerisinde yer alan kelime kadrosunda Hz. Ġsa‘nın, kadehin ve Ģarabın yanı sıra, Hristiyan kültürde de önemli olan erguvana yer vermesi onun bu kültüre dair bilgisini gözler önüne seriyor. Koyulsa câmhurĢîde içilse dest-i Îsîden Safâ-yıla‘l-ı dildârıĢarâb-ı ergavânvirmez (G 478/7) AĢağıdaki beyitte de sevgilinin can bağıĢlayan dudaklarının olduğu yerde Mesih yani Hz. Ġsa‘nın bir Ģey yapamayacağını söyleyerek yine sevgiliyi ondan üstün tutuyor. Hele biz itmezüz ölsek de Mesîhâ vasfın Leb-i cân-bahĢun olan yirdeMesîhâ neyler (G 261/6) Sevgilisini Hz. Ġsa ile bir tuttuğu aĢağıdaki beyitte ise sevgilinin Ġsa nefesli dudaklarının can verme hususunda ölümsüzlük suyu ile aynı olduğunu ve ölüleri dirilttiğini söyler. Hayâtâbı ki dirlerdâyim eyler mürdelerihyâ Leb-i Îsî-demüncân-bahĢlıkdaaynıduranun(G 647/4) AĢağıdaki beyitte de sevgilisini zamanın Ġsa‘sı olarak değerlendirip sevgili ile Hz. Ġsa‘yı aynı kefeye koyuyor. Dem-i cân-bahĢ ile Îsâ-yızamânsınbilürüz Hâsılı küĢtesiyüz hep leb-i cân-perverünün(G 622/4) 149 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hristiyan kültürün sembollerinden biri olan haç da Ģiirlerde benzetme unsuru olarak kullanılmıĢtır. Salîb ve çelîpâ kelimeleri ile de ifade edilen bu sembol, Divan Ģiirinde kadınların zülfü için kullanılır. Sevgililerin birer kafir olduğu düĢünülürse saçlarından da çelipa olması gerekir (Pala, 2008: 99). AĢağıdaki beyitte Rûhî de sevgilisinin saçlarını haça benzeterek gönlünü bağladığını ve zünnar halkasına dahil olduğunu söylüyor. Tutmağa zülf-i çelîpâsını dil bağlamıĢuz Dâhil-i halka-i zünnâr-perestânuz biz (G 4805) Hristiyan kültürüne dair bir diğer unsur da zünnardır. Zünnar, on iki düğümlü papaz kuĢağının adıdır. Mecûsî ve Hıristiyan rahipleri kuĢanırlarmıĢ. ġairlerimiz sevgililerinin saçlarını siyahlığından küfre, uzun ve örülü olmasından zünnara benzetmiĢler(Onay, 2009:502). Rûhî de aĢağıdaki beyitte gönlüne seslenerek aĢk yolunda zünnara bel bağladığını ifade ediyor. Bağladumzünnâra bel ey dil tarîk-i aĢkda Tâ ki virdüm gönlüm ol gîsû-yı kâfir-kîĢe ben (G 835/3) Kafir/Hristiyan Güzeller Rumeli Ģairlerinin farklı kültürlerden insanlarla bir arada yaĢadıklarını ve onlarla ilgili gözlemlerini Ģiirlerine yansıttıklarını söylemiĢtik. Bunların çoğu Hristiyanlıkla ilgili unsurlardır. Bu sebeple Ģairler sevgiliyi genellikle kafir veya Hristiyan olarak tanımlarlar ve Müslümanlıkla tezat iliĢkisi kurarlar. Kafir olan sevgilinin Müslüman olması beklenir ve Rumeli‘de yaygın olarak kullanılan din değiĢtirme olayına yer verilir (Çeltik, 2013: 354). Kimi zaman da aĢık sevgilisi için kendi dininden vazgeçer. Rûhî de aĢağıdaki beyitte sevgiliyi ―tersâ-beçe‖ yani Hristiyan çocuğu olarak isimlendiriyor ve onun konuĢtuğu zaman bir nefeste verdiği feyzi güneĢin Hz. Ġsa ile bin yılda verebildiğini söylüyor. Gelse güftâravirür bir demde ol tersâ-beçe Dehre bin yıl virdügi feyzi güneĢ Îsâyile(G 1013/4) Bir baĢka beyitte ise sevgili merhameti olmayan bir kafirdir. Rûhî Allah‘a sevgilinin gönlüne merhamet salması ve müslüman olması için yalvarıyor. Âlemi kırdı o kâfir meded Allah meded Gönlinemerhametün sal ki müselmân olsun (G 872/4) Bazı beyitlerde ise durum tersine iĢler. Müslüman aĢık kafir sevgili için dininden vazgeçer. Nitekim aĢağıdaki beyitte de benzer bir durum söz konusudur. Egermestâne gelsem bezmünema‘zûr tut zîrâ Beni dinden çıkarmıĢdur bir îmânsuz güzel vâ‘ız(G 572/6) 150 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Filori Filori, XI. yüzyıldan itibaren Filoransa Ģehrinde darp ve üzerinde bir zambak çiçeği resmedilen altınlara verilen addır. Avrupa memleketlerinde yaygın olarak kullanılmıĢ ve sonrasında Osmanlılara geçmiĢtir (Pakalın, 1993:I-629-630). Özellikle Rumeli‘de yaygın olarak kullanılan bu para çeĢidine Rûhî‘de de rastlanır. Koynımuzda görüp ağyârfilorisanmasun Dâğımuzdankopılanpenbe-i gülgûnımuzı(G 1056/5) Felek kemîne kulundur elinde ıkd-ı berîn Filori ile tolu nukrekûb-meĢerbedür (G 147/6) Rumeli Abdalları Abdallar, sayıları yedi, yetmiĢ ya da kırk olarak gösterilen bir evliya zümresidir. Dünyadan habersiz kalacak kadar kendini ahirete, gönlünü Hakk‘a veren saf derûn insanlar, ermiĢler olarak tanımlanır (Uludağ, 2012:19). Yedi iklim üzerine yaratılan dünyanın her bir ikliminin idaresinden sorumlu olan kimselerdir (Onay, 2009:20). Abdallar, Balkan veya Rumeli fetihlerinde savaĢlara katılarak önemli görevler üstlenmiĢlerdir. Bazıları fetihlerden sonra Rumeli‘de yerleĢmiĢ, faaliyetlerini burada sürdürmüĢtür. Abdallar, Rumeli‘de çok fazla bulunmaları sebebiyle Rumeli Ģairlerinin Ģiirlerinde geniĢ yer tutar. Rumeli Ģairleri bazı Ģiirlerinde kendilerini bir abdal Ģeklinde tanıtırlar (Çeltik, 2013:375). Rûhî de divanında çeĢitli Ģekillerde abdallara yer vermiĢ ve çoğunlukla kendini abdal olarak nitelemiĢtir. AĢağıdaki beyitte de kendini aĢk abdalı olarak niteleyen Rûhî; keyfiyyet, hayrân, esrâr kelimelerini bir arada kullanarak abdalların esrar, afyon gibi bazı uyuĢturucu maddeleri kullanmalarına telmihte bulunuyor. Gören keyfiyyetümhayrân olur abdâl-ı aĢkam ben Derûn-ı sînemesrâr-ı Ġlâhî cür‘a-dânıdur (G 289/5) AĢağıdaki beyitte de yine kendini abdal olarak niteleyen Rûhî, hayretten gezdiğini ancak neye hayran olduğunu bilmediğini söylüyor. Biz o hayret-zede abdâllaruz kim göz açup Gezerüzbilmezüzammâ neye hayrânuz biz (G 479/3) Bir baĢka beyitte ise gönlünü, sevgilinin aĢkının tekkesinde onun saçlarının sırrıyla irĢad olan abdala benzetiyor. 151 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Zülfünün sırrın beyânitdümperîĢân gönlüme Tekye-i aĢkundairĢâdeyledümabdâlunı(G 1108/4) Er Kavramı Rumeli Ģairlerinin ―er, erkek, gerçek er, harâbât eri, aĢk eri, eren‖ tabirlerini çokça kullanmaları dikkat çeker. ġiirlerdeki er kelimesi erkek, tasavvuf yoluna sıkı sıkıya bağlı kimse ve asker anlamlarına gelir. Bu hem onların rindane tavrının hem de Rumeli‘de sürekli yaĢanan akın ve savaĢlar dolayısıyla askerliğin Ģiire yansıması olarak görülebilir (Çeltik, 2013: 416) Rûhî‘nin divanında da bu kavramın yer aldığı beyitler bulunmaktadır. Bunlardan birinde kainat her ne kadar kız güzellerle dolu olsa da er olan kiĢinin onlara asla meyletmeyeceğini söylüyor. Gerçi kız nakĢı güzellerle toludur kâyinât Anlara meyleylesün mi hîçgiçerken er gönül (G 747/3) Bir baĢka beyitte ise dünyayı kadına benzeten Rûhî, onu boĢama erliğinde bulunacak bir mert olmadığını söylüyor. Er olan kimse virürpîre-zen-i dehre talâk Ġde bu erlügi Ģimdi kanı bir merd kanı (G 1100/2) AĢağıdaki beyitte ise kendisine yardım edecek bir er bulunmazsa günlerinin cefa içinde geçeceğini dile getiriyor. Yarab bize bir er bulunup himmet eder mi Yoksa günümüz böyle cefâ ile geçer mi (Ak, 2001:195) Bâtınî Unsurlar Rûhî‘nin Ģiirlerinde yer yer Bâtınî unsurları da görmek mümkündür. Bilindiği üzere ―bâtın‖ kelime anlamı itibariyle ―içte, gizli olan, görünmeyen, deruni‖ gibi anlamlara gelmektedir. Bâtınîlik ise Kur‘an‘ın ve buyruklarla yapılmaması emredilen Ģeylerin bâtınını bilen, bu anlayıĢ seviyesine ulaĢan kiĢiden zahirine riayet lüzumunun kalkıp; artık ona, ibadetin lüzumu yoktur kanaatini gütmek ve buna inanmak olarak tanımlanır(Gölpınarlı, 1997:116). Onlara göre namazın ve zekatın manası, Muhammed (aleyhisselam) ile Ali‘yi sevmek demektir. Bunu sevenler, namazı kılmıĢ, zekatını vermiĢ sayılır‖ (Hammadi, 1948, s.16). Bağdat gibi Rumeli‘de de çok yaygın olan Bâtınîlik, Rûhî‘nin de Ģiirlerine aksetmiĢtir. Nitekim aĢağıdaki beyitlerde Kerbela hadisesinde Hz. Hüseyin‘in Ģehit oluĢuna ve bu ayda müslümanların matem içinde olmalarına telmih yapıyor. Çâk kıl sîneni kim mah-ı Muharremdür bu 152 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ey gönül âh u figân eyle ki mâtemdür bu Dökdilerhâka bu dem Âl-i Resûlun kanın Ağla ey dîde ki kan ağlayacak demdür bu Benzemez gayra gam-ı vakı‘a-i katl-i Hüseyn Nâr-ı hasretle gönüller yakıcı gamdur bu (G909/1,2,3) Rûhî‘nin baĢka beyitlerinde ise yine Bâtınîliğin bir kolu olan Hurûfî özellikleri görmek mümkündür. Vechünkitâbı nükte-i ki beyânider Ya‘nî tokuz hurûfdur u on iki nukat (G564/2) Ol hatt-ı istevâ ki reh-i müstakîmdür Yol bulsa her kim ana odur ümmet-i vasat (G564/3) Ġstiğna ―Gına‖ kökünden türeyen ve tasavvufi bir terim olan ―istiğna‖ kelimesi ―tok gözlülük, aza kanaat etme, gönül doygunluğu‖ gibi anlamlara gelir. Varlığını Hakk‘a vererek onu zengin, kendini yoksul bilen istiğna sahibi kimse, dünyanın hiçbir Ģeyine değer vermez; onun yanında aba ile atlasın değeri birdir. O, kendi baĢına sultan olur; dünyanın beylerine, sultanlarına itibar etmez (Çeltik, 2013:429). Rumeli Ģairlerinde olduğu gibi Rûhî de Ģiirlerinde dünyaya değer vermeyen istiğna haline değinir. O bazı beyitlerinde, sadece bu dünyaya değil ahirete de istiğna eden bir tavır sergiler. Aceb mi eylesem dünyâvümâfihâyaistiğnâ Bilürsin bende-i sultân-ı âlî-himmet-i aĢkam(G 777/4) AĢağıdaki beyitinde dünyaya istiğna etmenin marifet olmadığını, arif kiĢinin ahirete bile istiğna edeceğini söyler. Hüner dünyâyaistiğnâdegüldürârif oldur kim Ġrüp bir âleme mutlak ide ukbâyaistiğnâ(G 20/6) AĢağıdaki beyitte ise dünya için alçaklara mihnet etmeyeceğini ifade eder. 153 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bizi dünyâiçün her dûna sanman eylerüz mihnet Biz ol âriflerüz kim eylerüzdünyâyaistiğnâ (G 20/4) Sonuç Sonuç olarak Ģunları söyleyebiliriz: Rûhî, Bağdat‘ta doğmuĢ ve orada yetiĢmiĢ olabilir. Ancak o köken itibariyle Rum asıllı bir aileden gelmektedir. Gerek tezkireler gerekse tespit ettiğimiz beyitler onun Bağdat‘ta yetiĢen diğer Ģairlerden farklı olduğunu ve Ģiirlerinde Rum kültürüne dair izler barındırdığını gözler önüne sermektedir. Beyitlerde ele aldığımız hususlar Rumelili olmayan Ģairlerde de bulunuyor olabilir. Ancak Rumelili Ģairlerin ağırlıklı olarak yer verdikleri hususların Rûhî‘de de bulunuyor olması tesadüf değildir. Rûhî‘nin Ģiirlerindeki Rumeli izleri Rumeli‘de yetiĢmiĢ Ģairlere nazaran daha az göze çarpar. Bunda onun asıl memleketinden uzak olan Bağdat‘ta yetiĢmiĢ olmasının etkisi büyüktür. Fakat örneklerden de anlaĢılacağı üzere Rûhî, Ģiirlerinde Rumeli‘ye dair hiçbir iz taĢımıyor da denemez. Rûhî her ne kadar Rumeli‘ye uzak kalsa da Ģiirleri onu Rumeli‘ye yaklaĢtırmıĢtır. Kaynakça Ak, C. (2001). Bağdatlı RûhîDîvânı KarĢılaĢtırmalı Metin, Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi ArpaguĢ, S. ―Pîr‖ Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C:34, s. 273 Çeltik, H. (2013). Rumeli ġairlerinin ġiir Dünyası, Ankara: Kurgan Edebiyat Yayınları Genç, Ġ. (2000). Esrar Dede Tezkire-i ġu‘arâ-yıMevleviyye, Ankara: AKMB Yayınları Gölpınarlı, A.(1997). Türkiye‘de Mezhepler ve Tarikatler. Ġstanbul: Ġnkılap Kitabevi Hammadi, M. (1948). Bâtınîlerin ve Karmatîlerin Ġçyüzü (Çev.: ġ.M. Günaltay). Ankara: Sebil Yayınevi Onay, A.T. (2009). Açıklamalı Divan ġiiri Sözlüğü Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve Ġzahı, (Haz. Cemal Kurnaz), Ġstanbul: H Yayınları Öztoprak, N. (2001). Rûhî, Ġstanbul: TimaĢ Yayınları Pakalın, M.Z. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, Ġstanbul: MEB Yayınları Pala, Ġ. (2008). Ansiklopedik Divan ġiiri Sözlüğü, Ġstanbul: Kapı Yayınları Solmaz, S. (2005). Ahdî ve GülĢen-i ġu‘arâsı, Ankara: AKMB Yayınları 154 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Uludağ, S. (2012). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul: Kabalcı Yayıncılık Uraz, M. (1941). Bağdatlı Rûhî Hayatı, ġahsiyeti, ġiirlerinden Seçme Parçalar, Ġstanbul: Kültür Basımevi 155 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 EDEBĠYAT ELEġTĠRĠSĠNDE BĠR MODEL OLARAK EDEBĠYAT MAHKEMELERĠ Ebru BURCU YILMAZ "Sanat, felsefe ve dinin asıl manası, insanın dikkatini muammalara, sırlara ve sorulara çekmelerinde yatmaktadır. Bu ise Ģuurumuzun uyanması demektir.‖ Aliya Ġzzetbegoviç ÖZET Edebî metinlerde anlamın nerede aranacağı sorusu, farklı cevaplara iĢaret eden edebiyat kuramlarının temelini oluĢturur. Kuramsal açıdan büyük bir zenginliğe sahip olan edebî tenkit, yazar, eser ve okuyucu arasındaki etkileĢimin/iletiĢimin dikkate alındığısağlam okumalara ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada Necip Fazıl Kısakürek'in 1945 yılında kaleme aldığı ve 1997 yılında kitaplaĢan "Edebiyat Mahkemeleri" adlı çalıĢması hem edebiyat eleĢtirisinde hem de edebiyat eğitiminde bir model olarak dikkate değer bir yaklaĢıma sahiptir. Tevfik Fikret, Yahya Kemal ve Mehmet Akif gibi Ģairlerin bir mahkeme atmosferi içinde yargılandığı bu çalıĢma, sanatçıya dönük eleĢtirinin bilgi, tespit ve yoruma dayandırılarak objektif ve yapıcı tenkidin gerekliliğine iĢaret eder. Dünya kitabını okuma gayretimize önemli katkılar sağlayan edebî metinlerin hangi tavır ve niyetler doğrultusunda kaleme alındığını anlamamıza yardımcı olabilecek bu çalıĢma, geçmiĢten günümüze eser veren yazar ve Ģairlerin övgü ve yergiye hapsedilmeden değerlendirilmesini sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: EleĢtiri, edebi metin, Kuram, Necip Fazıl, Edebiyat Mahkemeleri The question of where to look for meaning in literary texts is the foundation of literary theory that pointing to different responses. Theoretically, the literary criticism having a great wealthy needs to strong readings when the communication among the author, the work and the reader Doç. Dr., Ġnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Malatya. 156 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 interactions taking into account. In that point, the work Edebiyat Mahkemeleri (Literature Courts), written in 1945 and published in 1997 by Necip Fazıl Kısakürek, has a remerkable approach in both literary criticism and in literary education as a model. The work, in an atmosphere like a trial of famous poets such as Tevfik Fikret, Mehmet Akif and Yahya Kemal in a court, refers to the necessity of objective and constructive criticism of the artist grounding on the knowledge, identify and review. This study which literary texts of our effort to read the book world that makes an important contribution the attitude which was drafted in accordance with will provide writers and poets who works from past to present from incarceration to praise and satire. Key words:criticism,literary texts, theory, Necip Fazıl, Literature courts. GiriĢ Edebî metinle bir mânâ evreninde buluĢan okuyucu metnin anlamını nerede arayacağına dair bir sorgulama yaparken yazar-eser-okuyucu ve devir gibi metnin oluĢumuna doğrudan etki eden unsurlar üzerinde durur. Biçim ve muhteva olarak iki düzlemde kategorize edilen kurmaca metinlerde anlamın bu derece önemli olması sadece okuyucunun üzerinde bıraktığı/bırakacağı etki ile izah edilemez. Estetik bir tavırla metne yaklaĢan okuyucunun intibalarına göre bir yorum ortaya çıkabileceği gibi kiĢisel ve kolektif bilinçdıĢının görünümlerinin yorumlanmasını sağlayan mito-poetik okumalar da mevcut yorumları derinleĢtirebilir. Edebî metnin çok anlamlılığı, konunun hem sübjektif değerlendirmelere hem de teorik ve kuramsal açıdan temellendirilmeye müsait olan yapısına iĢaret eder. Metnin değerlendirilme süreci edebî bir yargılama yapılmasını zorunlu kıldığı için eleĢtirmenin yazar ve esere farklı zaviyelerden bakabilmesi gerekir. Edebiyat ve mahkeme sözcüklerinin bir araya geldiğinde hafızamızdan gelen ilk mesaj çoğunlukla yazarı ya da içeriğinden dolayı mahkemelik olan ve hukukî süreçlerde birer sanık muamelesi gören eserlere dair olmaktadır. ġüphesiz bu çağrıĢımların arasına Kafka‘nın eseri Dava‘yı ya da Emile Zola‘nın meĢhur Dreyfus davası vesilesiyle yazdığı mektubu ve bu sebeple mahkemeye verilmesini de ekleyebiliriz. Doğrudan eseri sebebiyle mahkemeye çağrılan ve roman karakterini savunmak zorunda kalan Gustave Flaubert de edebiyat ve mahkeme arasında bağ kurabileceğimiz yazarlardan birisidir. ÇalıĢmamıza konu olan, eleĢtiri ve tekliflerimizin de çıkıĢ noktasını oluĢturan Necip Fazıl Kısakürek‘in Edebiyat Mahkemeleri adlı kitabı, ütopik bir eleĢtiri olarak okunabilir. 1945 yılında Büyük Doğu Dergisinde yayımlanan yazıların kitaplaĢmasıyla ortaya çıkan bu eserde Necip Fazıl, Türk 157 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 edebiyatına yön veren önemli isimlerden bazılarının ruhlarını çağırdığı bir mahkeme ortamı kurgulayarak bu isimleri tenkit eder. Sanık sandalyesine oturan dört isim; Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Nurullah Ataç‘tır. Edebî eserin bir mahkeme havası içinde değerlendirilmesi ilk bakıĢta sanatın doğasına aykırı bir eylem gibi görünse de çoğu zaman edebiyat eleĢtirisini gölgeleyen sübjektif, ideolojik ve taraflı tutumların yanı sıra bu konudaki tek tip yaklaĢımların ortadan kaldırılması açısından önemli bir metot olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Türk edebiyatı tarihinde peĢin kabullere dayalı bir takım imgeler üzerinden tanınmaya ve tanıtılmaya çalıĢılan sanatçıların layık oldukları yerin ve değerin tespit edilmesi için de sağlıklı bir edebiyat eleĢtirisinin ilmî bir disiplin olarak benimsenmesi gerekmektedir. ġair ve yazarların ölümlü yanlarının değil de zamanı aĢan kalıcı eserleri üzerinden gerçekleĢecek bir edebiyat eleĢtirisine duyulan ihtiyaç hem tenkit sahasında hem de edebiyat eğitiminde kendisini hissettirmektedir. Anlama ve yorumlama çabasının edebî metinleri çözümleme noktasında nasıl bir kuramsal çerçeve içinde gerçekleĢeceği metinle kurulan iliĢkinin yaslandığı ilmî disiplinlerle de alakalıdır. Edebiyat tarihimize baktığımızda hakkında yeterince bilgi ve belgeye sahip olmadıklarımızı bir tarafa bırakırsak bilhassa modern Türk edebiyatı diye tanımladığımız Tanzimat‘tan bugüne gelen süreçte hâlâ bir takım kabullerin içine hapsedilen ve üzerinde yeterince derinlikli çalıĢma yapılmadığı için bir takım aidiyetlerle ya da popüler yönleriyle ön plana çıkarılan sanatçıların olduğunu görebiliriz. Böyle bir durumun ortaya çıkması kasıtlı yaklaĢımlardan kaynaklanabildiği gibi bir kısım edebiyat eleĢtirisinin ezbere kabullere dayandırılarak yapılması da gerekçe olarak görülebilir. Örneğin; Osmanlı modernleĢmesinde önemli bir isim olarak edebiyat tarihimizde yer bulan Muallim Naci, bugün sadece edebî münakaĢalar içinde bir taraf ya da mutavassıtîn grubunun içinde yer alan bir gelenekçi olarak tanımlanmaktadır. Bu algının oluĢmasında Muallim Naci hakkında yapılan taraflı ve kasıtlı yorumların yanı sıra yazarın eserlerinden hareketle sağlıklı bir biyografisinin ve monografisinin ortaya konmamıĢ olması etkilidir. Bir taraftan katı gelenekçi olarak nitelenen bir yazarın diğer taraftan döneminde aykırı bir tavır olarak görülen natüralist edebiyat tartıĢmalarında BeĢir Fuad‘ın yanında yer alması Muallim Naci‘nin düĢünce dünyamıza tesiri konusunda yeterince dikkatle incelenmediğini göstermektedir. Edebiyata dair beğenilerin ya da eleĢtirel bakıĢın övgü ve sövgü arasında gidip gelmesi ilmî bir disiplin olması gereken edebiyat eleĢtirisini gölgelemektedir. Necip Fazıl, Mehmet Akif‘i yargıladığı mahkemede bilirkiĢi olarak bir rapor hazırlar. Bu raporunda altını çizdiği husus, 158 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mehmet Akif‘in yanında ya da karĢısında yer alan kiĢiler tarafından Ģairin yeterince tanınmamasından kaynaklanan sığ eleĢtirilere mahkûm edilmesidir: ―Mehmet Akif, ne kendisini sevenlerce, ne de kendisinden tiksinenlerce anlaĢılabilmiĢ bir Ģahsiyettir. Cephelerden ikisi de, mümkün olduğu kadar kaba, sığ bir intiba; ister müsbet, ister menfi, son derece basit bir infiâl planındadır‖ (Kısakürek, 2010; 59) Tevfik Fikret‘in yargılandığı mahkeme tıpkı Mehmet Akif‘in mahkemesinde olduğu gibi birbirine zıt fikirleri benimsemiĢ kitlelerin bakıĢ açıları arasındaki farklılığın edebiyat üzerindeki ayrıĢtırıcı etkisini örneklendirir. Bu sebeple Fikret hakkında ifade vermek için çağrılan tanıklar, Sabiha Sertel ve Necip Fazıl‘dır. Sabiha Sertel‘in Ġlericilik Gericilik Kavgasında Tevfik Fikret baĢlıklı çalıĢmasında ortaya koyduğu gibi Fikret‘i sadece ideolojisini ön plana çıkararak yücelten tek taraflı yaklaĢım Necip Fazıl‘ın ifadelerinde de tek taraflı bir olumsuzlamaya dönüĢür. Mahkemeye, ―otuz yıldır edebiyat tarihini Ģairlik iddiasıyla‖ (s.11) suçlandığı için çağrılan Tevfik Fikret, fikir çilesi çekmeyen, Coppe gibi Ģairleri taklit eden, Ģiiri nesre yaklaĢtırarak derinlikten yoksun bırakan, lügat cambazlığı yapan, mensubu olduğu milletin inanç hükümlerine karĢı gelen bir kiĢi olarak tanımlanarak hakkında hüküm verilir: ―Tevfik Fikret‘in, baĢıboĢ ve sahipsiz Türk edebiyatı tarihinde açıkgözce iĢgal etmekte olduğu mevkiden indirilmesine karar verildi. Her sene, bir takım maksatlı ve maksatsız politikacıların üĢüĢtüğü ve yine Tevfik Fikret gibi kolay ve ucuz, açıkgöz ve istismarcı lafazanlıklara meydan diye kullandıkları(…)mezarı, sade kendi ıstırap haline terkedilecek ve civarına kimse yanaĢtırılmayacaktır‖(s.16) Tevfik Fikret‘in yargılandığı mahkemeyi ideolojik ve taraflı tutum sergilemekle itham eden Oktay Akbal, Burhan Belge ve Özdemir Asaf gibi isimler mahkemenin temyiz edilmesi gerektiğini söyleyerek yeniden yargılanma isterler. Kabul gören bu teklifin ardından yer ve zaman kararlaĢtırılır. Fikret‘in lehinde ve aleyhinde dinlenecek olan kiĢilerin isimleri belirlenir. Bu noktada Zahir Güvemli‘nin ağzından aktarılan düĢünceler bu mahkemelerin aslî iĢlevinin ne olması gerektiğini ifade eder: ―Bilhassa arkadaĢlardan Ģunu rica edeceğim. Toplantıya hazırlıklı gelsinler. Ġndî ve tefsiri münakaĢalarla vakit geçmesin. Her söz bir delille vesikalanabilsin‖ (s.23) Fikret için toplanan ikinci mahkeme bir taraftan Fikret‘in Ģairliğini değerlendirirken diğer taraftan da dönemindeki muhalif kimliğinin ve Batıcılığının kaynakları üzerine görüĢler alır. 159 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bu defa Necip Fazıl, Fikret üzerindeki Coppe tesirini örnekleriyle birlikte ortaya koyarken, Kazım Nami, Ģâirin muhalif yönünün Ġttihat ve Terakki‘ye girme gayretinin sonucu ortaya çıktığını söyleyerek padiĢah için yazdığı Culûsiyyeden seçilen örneklerle tezini ispatlamaya çalıĢır. Sonuçta Fikret için önceki mahkemede verilen karar değiĢmez. Fikret örneğinde olduğu gibi sanatçı kimliği ile siyasi düĢünceleri birbirinden ayrılan bazen de birbiriyle iliĢkilendirilen diğer sanatçılarımızın edebiyat tarihinde nasıl bir algıyla yer buldukları üzerine yapılacak tartıĢmalar faydalı sonuçlar verebilir. Örneğin, bir yandan milliyetçi ve feminist kadın yazar imgesiyle tanınan Halide Edip‘in diğer taraftan Amerikan mandasına dair görüĢlerinden kaynaklanan muhalif tavrı yazar Halide Edip ile siyasi bir figür olan Halide Edip‘i birbirinden çok ayrı noktalara yerleĢtirir. Edebiyat eleĢtirmeni ya da okuyucunun net bir Halide Edip profiline ulaĢabilmesi her iki yönünün de ayrıntılı olarak bilinmesi ile mümkün olabilir. Bu süreçte yazarın kendisini savunmasına da imkân veren mahkeme, yazarın niyetinin ortaya konmasını sağlayacak bilgilerin gündeme gelmesini sağlar. Yakup Kadri‘nin Yaban ve Nur Baba sebebiyle aldığı tenkitler, HaĢim‘in devletin yıkılma sürecinde sadece mehtap ve leyleklerin Ģiirini yazmakla suçlanması, Arap olmasından dolayı dıĢlanması gibi sorunlu alanlar da bir edebiyat mahkemesi düzeni içinde değerlendirilebilecek diğer örneklerdir. Yahya Kemal‘in sanık sandalyesinde oturduğu mahkeme Fikret‘inkine göre estetik yargıların daha fazla olduğu bir ortamda gerçekleĢir. ġairin neoklasik ve parnas kimliği sorgulanırken, az yazması eleĢtirilir. Yahya Kemal‘in sanat telakkisine dair değerlendirmeler yapan kiĢilerin ittifak ettiği nokta, tek cepheli kabul edilmesine karĢılık kelime iĢçiliğinde baĢarılı olan gerçek bir Ģair vasfı taĢıdığıdır. Hakkındaki hüküm de bu tespitlerle uygunluk gösterir: ―Kendisine, Tanzimat baĢından beri benzeri olmayan tek cepheli Ģairliğine karĢılık defne dallarından bir çelenk takdim edilmesine, çelengin üstüne de aĢağıdaki kısa hükmün yazılmasına karar verilmiĢtir: ‗Dünyaları kavramakta en ileri (plastik) zevk hadlerinin mağrur inzivasına çekilmiĢ ve buradan büyük idrake yol bulamamıĢ san‘atkâr!‘‖ (s.50) Necip Fazıl‘ın kurguladığı Edebiyat Mahkemeleri, yazıldığı dönemin edebiyat anlayıĢının bir sonucu olarak kendisinin de yer yer tenkit ettiği ideolojik koĢullanmadan etkilenmiĢtir. Bu çalıĢmanın edebiyat tenkidi ve edebiyat eğitimine sağlayacağı en önemli katkı bir yazarın eseri ve yaĢadığı/etkilediği dönemle birlikte ele alınmasını zorunlu kılmasıdır. Bunun yanı 160 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sıra bilhassa öğrencilerle yürütülecek bir proje kapsamında kurgulanacak edebiyat mahkemeleri, savunduğu ya da karĢı çıktığı bir yazarı/eseri hangi delillerle destekleyebileceği, hangi nâkısalardan dolayı tenkit edeceğini iyi bilme noktasında öğrenciyi hazırlıklı olmaya sevk edecektir. Nitekim ―sanat yapıtı, bireysel-tekil bir varlıktır ama o, insansal-toplumsal öze, bu özün genelliğine ve tümelliğine ıĢık tutar‖ (Tunalı, 1998; 81). YaĢamın kendisi bir karĢıtlıklar iliĢkisi üzerine kuruluyken edebi eserlerdeki karĢıtlıkların yadırganması düĢünülemez. KarĢıtlıkların ortaya çıkardığı çatıĢmadan hareketle evrensel insanî öze ulaĢmanın amaç olduğu edebiyat eleĢtirisinde metni Ģekillendiren iç ve dıĢ dinamiklerin iyi bilinmesi, biçim ve içeriğin oluĢum sürecinin kavranması amaçlanır. Edebiyat Mahkemeleri‟nden Edebiyat EleĢtirisi ve Eğitimine Dair Çıkarımlar Edebiyat Mahkemeleri adlı kitapta her ne kadar yazar odaklı bir yargılama yapılıyorsa da günümüz edebiyatında sadece eseri aracılığıyla konuĢmayı tercih eden ve çoğunlukla da suskun kalan yazarların edebî verimlerinin değerlendirilmesinde tanık olarak dinlenebilecek isimlerin önemli bir iĢlevi olacaktır. Örneğin; Ġhsan Oktay Anar ya da Hasan Ali ToptaĢ gibi yazma süreçleri konusunda ketum olmayı tercih eden eleĢtirmenlerin metnin doğasına uygun tahlil yazarları değerlendirirken metotları kullanarak yaptıkları değerlendirmelerden hareketle sağlam hükümler vermek mümkündür. Bu noktada edebiyat mahkemelerinde görev alacak kiĢilerin edebiyat kuramları ve tahlil metotlarını iyi bilmesi gerekmektedir. Bu meseleyi sadece teknik boyutlarıyla ele almak edebi metni, muhatabı için bir deneysel ürün seviyesine indirgeyebilir. O yüzden öncelikle okuma ve yorumlama eylemlerinin yöneldiği nesne olan metnin, okuyucuya hangi pencereleri açabileceği ya da yorumun sınırlarının nerede baĢlayıp nerede bitebileceği gibi sorular üzerinde düĢünülmelidir. Derrida‘nn tabiriyle, her Ģeyi söyleyebilme imkanı veren edebî metin, ―kendi baĢına kendisini ‗aĢkın‘ bir okumaya ödünç vermekten kaçınamaz ve bu aĢkını yasaklayan bir edebiyat kendisini fesheder‖ (Derrida, 2010; 47). Edebî esere ve yazarına baĢarı atfederken ya da büyük ve önemli gibi sıfatlarla anarken bağlı kaldığımız ölçütler eserin özgünlüğü, dili ve imgesel anlatımı kullanma baĢarısıyla iliĢkilidir. Bunları dikkate almadan sadece ideolojik koĢullanmalara bağlı sahiplenme ya da dıĢlama haksız değerlendirmelerin ortaya çıkmasını sağlayabileceği gibi edebîlik ölçütünün de ciddiye alınmamasına sebep olacaktır. Bu durumun en çarpıcı örneklerini edebiyatımızda bir dönem ağırlığı hissedilen sosyal gerçekçi edebiyat çizgisindeki 161 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yazarlarda görebiliriz. Örneğin; Köy edebiyatının ve sol edebiyat çizgisinin popüler olduğu bir dönemde hikâyeler kaleme alan Tarık Buğra‘nın, ödüller kazanmasına rağmen dönemin hikâyecilerine yer verilen antolojiye dâhil edilmemesi ve kanon dıĢı bırakılması ideolojik kabullerin edebîlik vasfının önüne geçtiğinin en açık örneğidir. Buna karĢılık Sabahattin Ali, ideolojik mensubiyetine rağmen yazdığı hikâye ve romanlarla günümüzde hâlâ zevkle okunan yazarlar biri olma mevkiine ulaĢmıĢtır. Günümüzde edebiyat çevrelerinin belli çizgiler doğrultusunda bir araya gelmelerine rağmen metin karĢısındaki okuyucu salt fikir içerikli eserlerde ne anlatıldığını takip etmekten ziyade saf edebiyata yönelmekte ve aktif olarak yazma sürecine dahil olmaktadır. Edebiyat, ―okuyucusunda etkin bir zihinsel tepki uyandırır(ken)‖ (Pospelov, 2005; 39) içerdiği değer yargılarını ideolojik sahiplenmenin ötesinde estetize ederek sunmayı amaçlar. Edebiyat eleĢtirisini edebiyat bilimini besleyen bir kaynak olarak görmemiz gerektiği için eserde verilen bilginin fikir kitaplarından farklı bir Ģekilde ifade ettiğinin farkına varmak durumundayız. Gerçek mahkemeler olayın failini bulmak ve failin eylemleri üzerinden bir yargılama yapmayı amaçlarken, edebiyat mahkemelerinde yazar, ortaya çıkan sonucun hazırlayıcılarından sadece bir tanesidir. Edebiyat kuramları metnin anlamını aradıkları yere göre yazar, okur ve metin merkezli kuramlar Ģeklinde ayrıĢırken aslında eserin tanımlanmasında rol sahibi olan faillerin çeĢitliliğine de iĢaret eder. Metnin anlamının yazarda olduğunu savunan geleneksel eleĢtiri yöntemlerinin aksine özellikle modern ve postmodern metinlerin doğası ve kurgulanma biçimi yazarı da aĢan bir yapıya iĢaret etmektedir. Bu sebeple Umberto Eco‘nun tanımlamasıyla ―örnek okur‖a hitap eden metinler, anlam dünyalarını alımlama estetiğine uygun bir Ģekilde çok katmanlı bir yapı içinde sunarlar. Okurun sürece aktif olarak katılabildiği metinler için, yazarın ne söylemek istediği sorusu beraberinde okuyucunun ―beklenti ufku‖ ve metnin niyeti gibi eserin açımlanmasına katkı sağlayacak unsurları ön plana çıkarır. ―Metnin niyeti temel olarak kendisi hakkında tahminlerde bulunabilecek örnek bir okuru üretmek olduğundan‖ (Eco, 1997; 74) bir edebî metinden çıkarılacak anlamın izini sürmek için müracaat edilmesi gereken unsurların çokluğunu dikkate almak gerekiyor. Zaman zaman tenkit mahiyetinde duyduğumuz ―edebiyat can çekiĢiyor‖ tarzı söylemler de metinlere vukûfiyetin azalması ve popülaritenin bir ölçüt olarak önemsenmesinden kaynaklanmaktadır. Edebî eserin estetik bir tavırla değerlendirilmesi gerekirken anlamı yazarla ya da dönemin güncel meselelerinin etki alanıyla sınırlandıran yaklaĢımlar anlamın tekliğini hedefleyen indirgemeci yaklaĢımlar sebebiyle metindeki derin yapıyı okuyamazlar. 162 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Niteliğin çok okunmak ya da çok satmak gibi verilerle paralel kabul edildiği bu bakıĢ açısına göre çok okunan metinlerdeki edebî niteliğin düĢük olması edebiyatın bütününe teĢmil edilebilir. Bilhassa roman türünde uzun bir taklit evresi yaĢayan Türk edebiyatı, özgün vaka ve karakter kurgulama bakımından önemli bir geliĢme gösterirken bu geliĢmeyi fark edecek nitelikli okuyucu ve eleĢtirmenlere ihtiyaç duymaktadır. Edebiyat eleĢtirisinin en yoğun Ģekilde yapıldığı ve bunun bir formasyonun parçası olarak teknik boyut kazandığı Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde Edebiyat Mahkemeleri modelinin uygulanması sanatçıların çok yönlü olarak tanınmasını sağlayacağı gibi eleĢtirinin ilmî bir disiplin olarak geliĢmesine katkı sağlayacaktır. Ahmet HaĢim‘in ―ġiir Hakkında Bazı Mülahazalar‖ baĢlıklı poetikasında belirttiği edebiyatın düĢmanlarından birinin de edebiyat öğretmenleri olması edebiyat eğitiminde metin incelemelerinin sadece Ģekli unsurlardan ibaret görülmesi sebebiyledir. Metnin biçim ve muhtevasına dair yazarın ifĢâ ettiği kadarıyla bir anlam alanı oluĢturmaya çalıĢan okuyucu bu unsurların dıĢında bir hareket noktası belirlemediği taktirde -önceki bölümde de bahsi geçen- örneğin; Hasan Ali ToptaĢ ya da Ġhsan Oktay Anar gibi yazarların eserlerini yorumlamakta zorlanacaktır. Bu yüzden edebiyat kuramları metindeki, yazarın sesinin dıĢındaki göstergelerin yorumunda yol göstericidir. Metin, yazarın sustuğu yerde ondan çok daha ikna edici delillerle konuĢacaktır. Bu süreçte oyunun kurallarını bilen okuyucu neyin peĢinde olduğuna karar vermek durumundadır. Yazarın mı, estetik tavırla ortaya çıkacak hazzın mı, ideolojik bir söylemin mi yoksa edebî eserler yoluyla kendisini içten içe inĢa etmenin mi? Cevabımız ne olursa olsun edebî metinlere çok yönlü ve interdisipliner bir bakıĢ açısıyla bakma zorunluluğumuz büyük önem taĢımaktadır. Necip Fazıl‘ın kurduğu son mahkemede diğer üç Ģâir hakkında edebiyat tarihçilerinin düĢtükleri hata ve eksiklikler eleĢtirilirken, Nurullah Ataç‘ın Ģahsından hareketle de eleĢtiri mekanizmasının nasıl iĢlemesi gerektiğine dair değerlendirmelere yer verilir: ―Münekkit! Bütün bir tarih ve cemiyet çilesi çekmiĢ ve Ģahsî bir kıstasa varmıĢ, akıl ve fikir muztaribi…Münekkit! Tâ baĢlangıcından bugüne kadar bütün fikir ve sanat zincirlerini teker teker belli baĢlı illiyetlere bağlayan ve o zincire iliĢik yepyeni bir halkalanıĢın muhasebesini kuran üstün yaradılıĢ…Münekkit! Müstesna bir irfan, müstesna bir bilgi, müstesna bir tecrit, müstesna bir zevk, müstesna bir seziĢ, müstesna bir duyuĢ, müstesna bir üslûp sahibi insan…‖(s.69-70) Bu özelliklerden hareketle Nurullah Ataç‘ın eleĢtirmen sıfatını hak etmediği hükmüne varılan mahkemede eleĢtirmenlik iddiasında bulunan kiĢinin tespit ve hükümlerini kitabî bilgilerle desteklemesi elzem görülürken edebiyatı gölgeleyen kiĢisel eleĢtiri tarzının sebep olduğu 163 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 tahrifata da iĢaret edilir. Mahkemenin sanık Ataç‘a verdiği ceza, bu tarz eleĢtirmenlerin edebiyattan uzak durması gerektiğine dair bir göndermedir: ―Yüksek mahkeme, sanığın Fransızca muallimliğinde, edebiyattan bahsetmemek Ģartıyla ibkasına, gazetelerde, menba ve aslını göstermek Ģartıyla tercümeler yapabileceğine, fakat her türlü edebiyat ve (söyleĢi) yazılarından men‘ine ve savcılık makamının iddianamesini ezberleyip Türkiye‘nin en büyük Ģehirlerindeki halkevlerinde birer kere ezbere okumasına karar vermiĢtir‖ (s.73). Edebiyat Mahkemeleri, Necip Fazıl Kısakürek‘in edebiyata eleĢtirel tarzda baktığı bir metin olmakla birlikte bu bildiride iĢaret etmeye çalıĢtığımız düĢünce, kitaptaki mahkeme uygulamasının edebiyat eğitiminde öğrenciler, öğretmenler veya akademisyenlerce hayata geçirilmesinin hem kiĢilere hem de edebiyata önemli katkılar sağlayacağıdır. Necip Fazıl‘ın örnek olarak seçtiği isimlerin edebiyatımızda uç noktalara yerleĢtirilen kiĢiler olması edebiyat eleĢtirisinde bir sorunsal olarak gördüğü öznel yaklaĢımlara karĢı bir tepkinin ifadesidir. Edebiyat Mahkemeleri, sanatçıların ölümlü yanlarının yanı sıra zamanı aĢan ölümsüz ve kalıcı vasıflarına dair ayrıntılar üzerine bir hükme varmaya çalıĢırken bir yazarın hangi gerekçelerle edebiyat tarihinde yer bulabileceğini ya da hangi zaaflarından dolayı eleĢtirilmesi gerektiğine iĢaret eden bir eleĢtiri modeli sunar. Edebiyat Mahkemeleri‘nde mizaç ve yönelimleriyle farklılık göstermelerine rağmen mahkemede yargılanan dört isim için de geçerli olan vurgu, sanatçıların büyük bir duygu ve düĢünce çilesi çeken insanlar olarak ayrıcalıklı bir konumda yer almaları gerektiğidir. Bu çileyi çekmeyen kiĢilerin edebiyat mahkemesinde beraat etmesi mümkün değildir. Edebiyatın hayatla yakın iliĢkisinin kavranması, ayrıntıları fark etme konusunda insana katkı sağlayan edebi metinlerde gizlenen derin hakikatleri fark etmekle alakalıdır. Edebiyat eĢittir hayat anlayıĢının yerleĢtirilmesi edebiyatın felsefesinin de anlaĢılmasını sağlayacaktır. Ne yazık ki edebiyat incelemelerinin akademik bir paranteze alınması araĢtırmacılar gibi kimi zaman okuyucuyu da bir takım teknik unsurlar sebebiyle sınırlandırmaktadır. Biçim özellikleri ya da eserden çıkarılacak kıssadan hissenin dıĢında da metne dair derin okumalar yapmak mümkündür. Netice olarak Edebiyat Mahkemeleri örneği, edebî metinlerin tarihî, felsefî ve estetik temelleri dikkate alınarak yapılacak okumaların edebî metni yazarın ve ideolojik mensubiyetlerin tekelinden kurtarmakla birlikte edebiyat eğitimine de metin yorumu konusunda bir model olarak katkı sağlayacağı düĢüncesinin altını çizmektedir. Bu bakıĢ açısı 164 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 edebi eser veren sanatçıların edebiyat tarihindeki yerlerinin de sağlıklı ölçütlere dayanarak değerlendirilmesini sağlayacaktır. KAYNAKLAR DERRIDA, Jacques, (2010), Edebiyat Edimleri, (Çev. Mukadder Ertan-Ali Utku), Ġstanbul, Otonom Yayıncılık. ECO, Umberto, (1997), Yorum ve AĢırı Yorum, (Çev. Kemal Atakay), Ġstanbul, Can Yayınları, (2.bs.). KISAKÜREK, Necip Fazıl, (2010), Edebiyat Mahkemeleri –Edebiyat Mahkemeleri Doğu Edebiyatı / Dil Raporları, Ġstanbul, Büyük Doğu Yayınları, (4.bs.). POSPELOV, Gennadiy, (2005), Edebiyat Bilimi, (Çev. Yılmaz Onay), Ġstanbul, Evrensel Yayınları, (2.bs.). TUNALI, Ġsmail, (1998), Estetik, Ġstanbul, Remzi Kitabevi, (5.bs.). 165 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 SAĠT FAĠK ABASIYANIK‟IN KÜÇÜREK ÖYKÜSÜ „BEN VE ONLAR‟IN ROLAND BARTHES‟ĠN S/Z ADLI ESERĠNDE YER ALAN SEMANTĠK KOD BAKIMINDAN ĠNCELEME DENEMESĠ ELĠF SAYAR ÖZET Öykü, kendine ait özellikleriyle, yeni yorumlara açık ve derin boĢluklar taĢıyan bir anlatı türüdür. Bu çalıĢma, öykünün bu derin boĢluklarında, imgesel ve semantik unsurlarla satır aralarını yeniden okuma denemesidir. Bu çalıĢmada Sait Faik Abasıyanık‘ın ―Ben ve Onlar‖ adlı kısa öyküsünün taĢıdığı anlam yükü, RolandBarthes‘in S/Z adlı eserindeki beĢ koddan ( 1. Deneyin Sesi ( Özgür seçim edimleri)EYL.2. KiĢinin Sesi (Anlambirimcikler)ANL. 3. Bilimin Sesi (Ekinsel düzgüler)GÖN. 4. Gerçeğin Sesi (yorumlar)YOR. 5. Simgenin Sesi (KarĢısav) SĠM.), birisi olan ―KiĢinin Sesi /Semantik Kod‖ bakımından yeniden okunmuĢtur. Değerlendirmede, Sait Faik Abasıyanık‘ın kısa öykülerinden biri olan ―Ben ve Onlar‖ın seçilmesinin nedeni, dünya edebiyatında ―shortshortstory‖ veya ―flash fiction‖ gibi adlandırmalarla bilinen, Küçürek (kısa) öykü tarzında olmasıdır. Ramazan Kaplan‘a göre yüz sözcüğü geçmeyen bu anlatılar beĢ yüz sayfalık bir romanda, anlatılmak isteneni birkaç tümceyle anlatır. Hızlı iletiĢim çağında, her Ģeyin parçalanıp küçüldüğü, dost sohbetleriyle saatlerce süren sofraların yerini, kısa sürede tüketilen Fast- Food‘un alması, özlem sözcüklerinin sayfalarca sürdüğü mektupların yerini ise birkaç harfe sıkıĢtırılarak yazılan kısa mesajların aldığı, tüketim çağında yaĢayan insanın, günün yirmi dört saatinin bir dakikasına sığdırabileceği bu öyküler, çağın bir aynası gibidir. Yoruma açık ve yananlam öğelerinin fazlasıyla bulunduğu bu öyküler, ―Semantik Kod‖ bakımından incelemeye değerdir. Metni temel olarak yazınsal yapıttan ayıran, onu estetik bir ürün değil, anlam aktarıcı bir kılgı, olarak gören Barthes, S/Z adlı eserinde, metni anlambirimlere ayırarak incelemiĢtir. Bu çalıĢmada, Anlambilimin gönderme yaptığı yananlam Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye, elif.sayar60@gmail.com 166 veya anlambirimcikler, BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 RolandBarthes‘in izlediği yöntem dâhilinde bir sözcük veya sözcükler dizisi ile belirtilip, ANL. kısaltmasıyla gösterilmiĢtir. Seçilen öykü metninin çoğulluğu ise anlambirimciklerin çeĢitli Ģekillerde yorumlanmasına olanak sağlamıĢtır. Anlam derinliği olan bu öykülerde, herkesin kendinden bir Ģeyler bulması mümkündür. Bu makalede, yaĢam mücadelesi içinde, ait olmadığı bir ortamdan çıkmaya çalıĢan bir aydının, içsel mücadelesi açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Toplum yaĢamından aile yaĢamına doğru perspektif bir yapıda aktarılan bu öykü çalıĢması, toplumsallıktan bireyselliğe uzanan bir yolculuk niteliğindedir. Anahtar Kelimeler: Semantik Kod, RolandBarthes, Sait Faik Abasıyanık, Küçürek Öykü. Abstract A story is a kind of story open to new comments and having deep spaces. This study is a try for rereading between the lines with fictional and semantic elements in the deep spaces of a story. In this study, meaning load of SaitFaikAbasıyanık‘s short story ―Me and Them‖ is reread using the ―Semic Code: the voice of the person‖ among Roland Barthes‘s five codes 1. Proairetic Code: empirical voice (EYL.), 2. Semic Code: the voice of the person (ANL.), 3. Referential Code: the voice of science (GÖN.), 4. Hermeneutic Code: the voice of the truth (YOR.) and Symbolic Code: the voice of symbols (SĠM.) in this work S/Z. The reason for choosing SaitFaikAbasıyanık‘s short story ―Me and Them‖ is that the story is in the type named ―short short story‖ or ―flash fiction‖ story in the world literature. According to Ramazan Kaplan, these stories with maximum 100 words explain what is explained in novels in five hundred pages. In this time of quick communication and consumption when everything became smaller and Fast-Food culture replaced meals for hours by chatting with friends, and short messages replaced letters of several pages full of words of longing, stories which people can read in a minute of their twenty-four hours, are like a mirror of their time. These open-tocomment stories with lots of elements of connotations are worth analysing in terms of ―Semic Code‖. Barthes, who mainly differentiates text from literary work and sees it not as an aesthetical product, but a practice conveying meaning, analyses text by dividing it into morphemes in his work S/Z. In this study, connotations or semes referred by Semantics are specified with a word or words within the method of Roland Barthes and shown with the abbreviation ANL. And plurality of the selected text enabled interpreting semes in different ways. In these stories with profound meaning, it is possible for everyone to find something from themselves. In this article, inner struggle of an intellectual who tries to get out of an 167 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 environment he does not belong to in his struggle for life is told. This story transferred from social life to family life in a correct perspective structure is a journey from community to individualism. Key Words:Semic Code, Roland Barthes, SaitFaikAbasıyanık, Short short story. GiriĢ Dil, düĢünme ve düĢünüleni aktarma dizgesidir.(Aksan,2005:13) Ġnsanoğlunun ve kültürün aktarıcısı olan dil ile ilgili en eski çalıĢmalar Eski Hint ve Eski Yunan‘da gerçekleĢtirilmiĢtir. Dinin itici gücü temel alınarak yapılan çalıĢmalarda Hint ―Veda‖larının doğru bir Ģekilde okunması, değerlendirilmesi ve zamana karĢı varlığını sürdürebilmesi amaç edinilmiĢtir. Anlambiliminin konuları arasında olan nesne ve onun dildeki karĢılığı üzerinde Platon, Herakleitos, Aristoteles gibi birçok düĢünür, dil felsefesi ve dilbilgisi konularına eğilmiĢtir. 19. Yy.‘da Alman dilbilimci K.Reising ―Latin dilbilimi Üzerine Dersler‖ adlı kitabında anlam ile ilgili konulara Semasiologine baĢlığı altında geniĢ yer vermiĢ, onunattığı temel,M.Breal tarafından sağlamlaĢtırılarak Semantique terimiyle yeni bir çalıĢma alanı ortaya çıkarılmıĢtır. Ġsveçli bilgin F. De Saussurre ise dile ―dizge(sistem)‖ anlayıĢını getirerek dilin bir göstergeler bütünü olduğunu vurgulamıĢ, Chomsky ve Anlambilimin tarihçesi üzerinde duran TambaMecz bu alanda birçok çalıĢma yapmıĢtır.RolandBarthes ise Betiği(metni) temel olarak yazınsal yapıttan ayırarak onu estetik bir ürün değil, anlam aktarıcı bir kılgı; bir yapı değil, bir yapılanma; bir nesne değil, bir çalıĢma ve bir oyuniolarak nitelendirmiĢtir.Ayrıca Betiği bir örnekçeyle (tümevarımla) ulaĢılan bir yol değil, bin görüĢlü bir ağın giriĢi‖(Barthes, 2005:17)olarak nitelendiren RolandBarthes betiği küçük parçalara ayırmıĢtır. Bu anlamlandırmayla ―Betik, bütünlüğü içinde hem düz hem derin, kaygan, kıyısız ve göstergesiz bir gökyüzüne benzetilebilir. Bazı ilkelere göre kuĢların uçuĢunu yorumlamak için sopasının ucuyla gökyüzünden düĢsel bir dikdörtgen kesen bir kâhin gibi yorumcu da anlamların göçünü, düzgülerin(kodların) yanyana geliĢlerini, alıntıların geçiĢini gözlemlemek için betik boyunca okuma kuĢakları çizer.‖(Barthes,2006:24) Betik boyunca çizilen okuma kuĢaklarının amacıbetiğin çoğulluğunu ortaya çıkarmaktır. ―Çoğulluğu kafamızda canlandırmanın en iyi biçimi betiği farklı dalgalar üstüne yerleĢtirilmiĢ ve zaman zaman ani bir ses solmasıyla yakalanmıĢ birçok sesin çok renkli bir değiĢtirimi olarak dinlemektir.‖(Barthes,2006:47) Bu değiĢtirimde sesler bilinçdıĢıyla bağlantısını 168 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 koparmaz. Metinde söylenmek istenen Ģey, özne tarafından imgesel özdeĢleĢim ve gözucuyla görülen gerçek ile, bir bakıĢ açısından diğerine habersiz bir Ģekilde geçiĢ yapmaimkânı bulur. Modern romanda bu değiĢim,atanolite59 gibi bir döngüye girer. Bir metin her okunuĢta okuyucu tarafından yeniden yaratılan bir dünyadır. RolandBarthes‘e S/Z adlı eserinde metnin çoğulluğunu gösteren beĢ düzgü(kod) olduğunu söyler.. S/Z adlı eserindeki beĢ koddan ilki Deneyin Sesi‘dir. ―Özgür seçim edimleri‖ olarak açıklanacak bu kod EYL. kısaltması ile gösterilmektedir. Ġkinci sırada ―KiĢinin Sesi‖ yer alır. ―Anlambirimcikler‖‘in oluĢturduğu bu kod ise ANL. Kısaltmasıyla yerini alır. Üçüncüsü ―Bilimin Sesi‘ dir. ―Ekinsel düzgüler‖ olarak açıklanan kod GÖN. ġeklinde kısaltılır. ―Gerçeğin Sesi‖ dördüncü koddur. ―Yorumlar‖ların ön plana çıktığı bu düzgü YOR. kısaltmasıyla gösterilir. Son kod ise ―Simgenin Sesi‖dir ―KarĢısav‖ ı gösteren bu kod SĠM. Ģeklinde kısaltılır. Bu çalıĢmada ele alacağımız kod ―KiĢinin Sesi veya Semantik Kod‖dur.―Düzgü bir dizge değil, ne pahasına olursa olsun yeniden kurulması gereken bir dizidir.‖ (Barthes, 2006:29) ― Her düzgü betiği örmüĢ olan seslerden biridir.‖60Metni ören bu seslerden birisi de Semantik Kod‘dur. Semantik anlamları inceleyen bir bilimdir. Semantik(anlambilim) felsefi (mantıksal) ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınmaktadır. Felsefi (mantıksal) yaklaĢım, göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıyı, düz anlam, yan anlam, adlandırma ve doğruluk gibi özellikleri incelemektedir. Dilbilimsel yaklaĢım ise, zaman içinde meydana gelen anlam değiĢikliklerini, dilin yapısını, düĢünce ve anlam arasındaki karĢılıklı bağlantıyı inceler. Dilbilimsel açıdan söylemlerin ve yazılı metinlerin zihindeki çağrıĢımları olarak tanımlanır. Söylemlerin ve yazılı metinlerin okuyucunun zihninde oluĢturduğu bu çağrıĢımlar, betiğin çözümlenmesinde bir basamak oluĢturan,anlambirimcikler sayesinde çözülebilir. Bu anlambirimcikler metinde serbest halde bulunur. Serbest halde bulunan anlambirimciklerin yorumlanması ve çözülmesi ise okuyucunun veya yorumlayanın bilgi düzeyi ve kültür seviyesine bağlıdır. RolandBartesAnlambirimciklerin ― Ne bir kiĢiye (bir yere ya da nesneye) bağlı tutmadan çalıĢacağız ne de tek bir izleksel alan oluĢtursunlar diye kendi aralarında düzenlemeye 59 Müzikte notaların hiyerarĢisinin yıkılıp bir tonun kalmaması. 169 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 çalıĢacağız; değiĢikliklerini, dağılmalarını, onları bir tozun, bir anlam balkımasının parçacıkları yapan ne varsa her Ģeyi onlara bıraka(rak).‖(Barthes, 2006:30) Çözümleme yapılması gerektiğini vurgular. Betikteki varsıllık(gösterilen) imgesini ortaya çıkarmak için anlambirimciklerden(kiĢinin sesi) yararlanılır.Anlambirimciklerin dökümü yani kiĢiye ait sesin duyulması için bir takım dürtüler gerekir. Nasıl bir boğa güresinde boğayı tetikleyen matadorun topuk sesi ve bel büküĢü ise betikteki anlam anlambirimciklerdir.(Barthes,2006:29) varsıllığını Örneğin: ―Anne‖ ortaya kelimesi çıkaran ele da alındığında anlambirimciklerin Ģu Ģekilde sıralandığı görülür: Anlambirimcik1: Kadın(DiĢi) Anlambirimcik2: Çocuk sahibi(Doğurgan) Anlambirimcik3: Kutsal bir varlık (Kültürel değer) Anlambirimcik4: Fedakâr (Ġçgüdü) Anlambirimcik5: Duygusallık(Kadın)… gibi Anlambirimcikleri çoğaltmak mümkündür. Anlambirimcik (yananlamın gösterileni) kiĢilere, yer ve nesnelere yananlamsalözelliikler yükler. Yananlam açıkça görülse de bireysel imgeler taĢıdığı için adlandırılması belirsizdir. Öyleyse yananlam ― Anlatım düzleminin bir anlamlama dizgesi tarafından oluĢturulduğu bir dizgedir.‖(Barthes,2005:84). Yananlamın anlaĢılması için ipuçları verilir. Bir anlambirimciğin(yananlamın) verimliliği bu ipuçlarının tekrarlanmasına bağlıdır. ―Aynı anlabirimcikler birçok kez aynı özel adın içinden geçtikleri ve burada durağanlaĢır gibi göründüklerinde bir kiĢi doğar‖ Böylece kiĢi anlambirimciklerle bütünleĢen bir ürün olur. Anlambirimciklerin geri dönüĢüyle belirlenen kiĢi karmaĢık bir yapıya sahiptir. Böylece Betiğin yananlam anahtarı ortaya çıkar. Bu tür ipuçları vermeye Barthes ―yerdeĢlik 61 oluĢturma‖ (Erkman,2005:125) demektedir. Bu tekrarlanan ipuçları okuyucuya betikte neyi bulması gerektiğini gösterir. BöyleceYananlam parmak ucuyla iĢaret eder; ama söylemez. Her Ģey anlambirimciğin adlandırılmasına bağlıdır. RolandBarthes ‗in S/Z adlı denemesinde incelenen Balzac‘ınSarrasine adlı öyküsü, Semantik kod ANL. bakımından değerlendirilir.―Sarrasine‖ kelimesi ilk bakıĢta algılanacağı gibi diĢilik 61 Herhangi bir dil öğesinin (sesbirim, anlambirimcik.) tekrarlanması. 170 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yananlamınıakla getirir. Fransızca bir isim olan SarraSine‘nde sondaki ―e‖ biçimbilimde diĢiliğin göstergesidir. Bu ismin eril biçimi ise SarraZine‘dir. Böylece Sarrasine metin boyunca ―diĢilik‖ bakımından vurgulanır. Özel ad olarak Sarrasine adı altında ― simgelerin yönlendirilmiĢ kiĢisiz kiĢiliği değil; yananlamlar geliĢtirilir.‖ (Barthes,2006:90) Ruhbilimsel açıdan bakıldığında Sarrasine (taĢkınlık, sanatsal yetenek,bağımsızlık, aĢırılık diĢilik,çirkinlik, karma yapı, dine saygısızlık,parçalama düĢkünlüğü, istem vb.nin toplamı, kavuĢma yeridir. Özel Addır. Özel ad bir bedene göndermede bulunarak anlamın biçimlenmesini sağlar. Bu özel ad kiĢiye anlambirimcikler dıĢında var olmayı sağlar. Özel adüzerine yüklenen tüm anlambirimcikler gerçeği getiren eylemlere dönüĢür. Ad da özneye dönüĢür. Barthes‘e göre ―Bugün romanda yıpranmıĢ olan romansılık değil kiĢidir. Artık yazılamayandır. Özel addır.‖ (Barthes,2006:91) ―Güçlü bir bilmece sıkıĢtırılmıĢ bir bilmecedir.‖ diyen RolandBarthes‘ın sözünden hareketle, denemenin S/Z adlı baĢlığı ele alındığında, incelemesi yapılan Balzac‘ınSarrasine adlı hikâyesininyananlamlarıyla bir bütünlük gösterir. Bu baĢlıkyananlamlar bakımından bize hikâye metni içindeki bilmece için ipuçları verir.Fransız özeladbilimine göre aslında SarraZine olması beklenen özel ad SarraSine olarak yazılmıĢtır. ―Oysa Z sakatlama yazacıdır: sesbilgisel açıdan, Z cezalandırıcı bir kamçı gibi, cehennem bekçisi bir böcek gibi Ģaklar; yazınsal olarak, sayfanın değiĢmez beyazlığının içinde abecenin yuvarlaklığının arasına eğik ve yasadıĢı bir kesici olarak çaprazlamasına elle atılmıĢ olup, keser, karalar, çizgi çizgi yapar,(…) (Balzac‘ın adında da bulunan bu Z sapkınlığın yazacıdır.‖ (Barthes,2006:100) Sapkınlığın yazacı olan Z, Zambinella‘nınhadımlığının baĢ göstergesidir. Hadım edilmiĢ Zambinella‘ya âĢık olan SarraSine‘in ortasında yer alan S (aslında Z olan;) Zambinella‘nın Z‘si ile tamamlanır. Birbirini tamamlayan bu iki harf yazınsal olarak bir ters- yüzlük iliĢkisi içindedir. S‘nin aynadaki yansıması Z‘dir. Metinde Sarrasine kendi hadımlığınıZambinella‘da görür. Bundan dolayı S ve Z arasındaki ―/ ‖ iĢareti bir ayna gibi yansıtıcı bir iĢleve sahiptir. Bununla birlikte bu iĢaret ―yasaklama çizgisi, ayna gibi bir yüzey, sanrı duvarı, karĢısavın kesicisi, sınırın soyutlanması, gösterenin parmağıdır.‖(Barthes,2006:100)Metinde eğikliği, dizinin Sarrasine‘ninZambinella yani anlamın tarafından iĢaret kendisine yasaklanması ve sınırlanması, zaman zaman hadımlığın sezdirilmesi ve Sarrasine tarafından reddedilmesi, gerçek ile arzu edilenin birbirine karıĢması ve kaypaklıkbu iĢaretin gösterilenleri arasındadır. 171 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sevdiği kadının, kimsenin tanımadığı bir yaĢlı adam ve gizemli bir portre için duyduğu merakından yararlanan aĢık(Markiz) ona bir anlaĢma önerir. Sarrasine‘nin 62 hikâyesine karĢılık ondan bir aĢk gecesi ister. Sevgilinin kabul etmesiyle anlatı baĢlar. Ancak sonuç aĢığın(Markiz) istediği Ģekilde bitmez. Anlatının sonunda Sarrasinegerçeği (Zambinella hadım bir erkektir.) öğrenir ve Zambinella‘yı öldürmek isterken kendisi öldürülür. Geceye gelen gizemli yaĢlı adam ise Zambiinella‘nın ta kendisidir. Bu anlatıdan olumsuz etkilenen sevgili, aĢktan uzaklaĢıp anlaĢmayı yerine getirmekten vazgeçer. Böylece âĢık(Markiz) Zambinella‘nın dıĢlanmıĢlığını yaĢar ve betiğin sonunda düĢünceye dalar. Böylece anlatı sonsuz bir anlam dünyasına açılır. Artık bundan sonraki süreç okuyucunun ne düĢündüğü ile ilgilidir. Bu, metnin çoğulluğunun bir göstergesidir. Bu noktada okuyucuyu düĢünceye daldıran anlatı, ―anlamı askıya alır‖.(Barthes,2006:187) Anlatılarda, özellikle öykülerde hayatın arka planına atılan durum ve olaylar anlatılır veya sezdirilir. Diğer bir deyiĢle öykü ―tamamlanmayı bekleyen bir çağrıĢım dünyası‖dır. (Arslan,2009:10) Bildiğimiz hikâyelerden daha kısa olan küçürek hikâyelerde anlatılmak istenenin bazen birkaç cümleye sığdırılması, anlam yoğunluğunu ve çağrıĢım dünyasını daha da yoğunlaĢtırıp güçlendirir. Dünya edebiyatında ―shortshortstory‖, flash fiction‖ gibi adlandırmalarla bilinen bu hikâye türü,bizde Küçürek Öykü63, Minimal Öykü, Kıpkısa Öykü, Kısa Kısa Öykü gibi adlandırmalarla edebiyatımızda yer almıĢtır. Ramazan Kaplan‘a göre bir çığlık olarak tanımlanan Küçürek öyküler, 100 sözcüğü geçmeyecek anlatılar olarak, nitelendirilir.Biçim bakımından divan edebiyatındaki mesnevi ve batı edebiyatındaki fabllara benzeyen Küçürek öyküler, temelde bu anlatılardan farklıdır. Küçürek öykü, mesnevi veya fabl gibi nasihatte bulunmaz ve karakter yaratmaz. Ancak bazı değiĢmez hakikatleri sezdirir. Ġnsanları bu hakikatlerle yüzleĢtirir. ―Kısa öykünün üç önemli belirleyici özelliği vardır: Kısalık, yoğunluk ve birlik.‖(Erden,2002:314) Böylece her satır, her kelime ve yapısal özelliğin birden çok anlamı bulunabilir. Ayrıca Küçürek öyküler etkili dil, mecazilik ve sezdirme gibi özellikleriyle de Ģiirsel(bkz.Sağlık,2007:53) olma özelliği taĢır. Küçürek öyküler, klasik hikâyeden baĢı ve sonu çekip çıkartılmıĢ gibi dururlar. BaĢı ve sonu doldurmak ise okurun vazifesidir. Bu öyküler 500 sayfalık bir romanda anlatılmak isteneni birkaç tümceyle anlatır. Hızlı iletiĢim çağında her Ģeyin parçalanıp küçüldüğü, dost 62 Bu betik Balzac‘ın La Comédiehumaine (Ġnsanlık Güldürüsü ) baĢlığı altında toplanmıĢ olduğum tüm yapıtlarının Scénes de la vieparisienne (Paris YaĢamından Sahneler) adlı bölümünde yer almaktadır. (S/Z. s.188.) 63 Terimi oluĢturan: Ramazan Korkmaz ve Ahmet Buran. 172 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sohbetleriyle saatlerce süren sofraların yerini kısa sürede tüketilen Fast-Food‘unaldığı, özlem sözcüklerinin sayfalarca sürdüğü mektupların yerini ise kısaltılarak yazılan kısa ‗msj‘ların aldığı tüketim çağında yaĢayan insanın, günün 24 saatinin bir dakikasına sığdırabileceği bu öyküler, çağın bir aynası gibidir. ―Zira küçürek öykü, akreple yelkovan arasına sıkıĢan özgür görünümlü, ama bürokrasinin kâğıttan kelepçelerle tutukladığı çağcıl mahkûmların, kendini fark ettiren sonraki çığlığı gibidir; kısa, keskin ve tiz. Bu keskin çığlıkta, sınırlarına çarparak hiçbiriyerdeliğini keĢfeden insanın bunaltı arayıĢları vardır. Yurtsuzluğunu birey olarak duyumsayan insan, umutsuzca yaĢamı sorgulamaktadır. O yüzden yabancılaĢma, köleleĢme, umutsuzluk, çöküntü ve bunaltı ana izlekleri üzerine kurulan küçürek öyküler, çağın baskın eğilimi doğrultusunda ulusal ya da geleneksel öğelerden çok bireysel (bireyci değil) öğeleri(Edgü, 1979:20) içerir. ―Bir bakıma anlatı kiĢilerinin zamansızlık ve yurtsuzluk sorunlarının metinleĢmesi gibidir.‖(Korkmaz,2011:12) Hızlı iletiĢim çağında yaĢamı sorgulayan birey ve onun yalnızlığı, yabancılaĢması üzerine kurulan küçürek öyküler, genelde bireysel konuları iĢler.Böylece Küçürek öyküler, insanoğlunun varoluĢsal kaygılarını sorgulamada ve dile getirmede önemli bir yere sahiptir. Eserlerinde gündelik hayatımızdan insanların, sıradan yaĢamlarını, itilmiĢliğini, yalnızlığını ve bunaltılarını gündeme getiren Türk öykücülüğüne ―küçük insan‖(Bkz.Tosun,2000:308) kavramını kazandıran Sait Faik‘in öykülerinde, bireysel yan ön plana çıkar. Fethi Naci, Sait Faik‘in ilk dönem hikâyelerinde insan sevgisi ve insan iyilikleri ile dolu olduğunu, Luzumsuz Adam‘a kadar devam eden bu insan tipinin ondan sonra yerini herkesten kaçan yalnız ―ben‖ e bıraktığını dile getirir.(Bkz. Naci, 1990:18.) Öykülerinde gittikçe belirginleĢen ―ben‖ kendini toplum dıĢında algılaması, tabiatla ve insanla olan zıtlığı, davranıĢ değerlerini ve araç değerlerini hayatının tamamen dıĢında tutması ile ―ben‖ tam bir karakter özelliği gösterir.‖ (Çelik,2002:26) Öykülerini genelde Ġstanbul‘u ve insanların bir fotoğraf karesini dolduran durumlarını anlatmakla meydana getirir. Özellikle savrulan insanların mutsuzluğunu kimsesizliğini, yalnızlığını anlatır öykülerinde. Sait Faik öykülerinde, kısa cümleler ve Ģiirsellik peĢindedir. Bununla birlikte okuyucuya ulaĢma çabasında olduğu için açık ve yalın bir anlatımı tercih eder. Öyküleri büyük olaylardan çok küçük ama derin durumları anlatır. Bu özellikleriyle ile Sait Faik, inceleyeceğimiz Küçürek öykü türünde örneklerine rastlayacağımız hikâyecilerimizden birisidir. Öykülerinde toplumun problemlerine değil, kendisinden yola çıkarak bireyin toplum içindeki sorunlarına değinip, insan gerçeğini anlamaya çalıĢan Sait Faik‘in, Ben ve Onlar adlı son yıllarda popüler olan Küçürek öykü (shortshortstory) düzeyindeki hikâyesi, bu öykülerden birisidir. 173 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Barthes‘ın S/Z adlı denemesinde,Balzac‘ınSarrasine adlı eserini incelerken izlediği yöntemi bir örnek ile açıklamaya çalıĢalım: 1. SARRASĠNE: Sarrasine sözcüğü bir baĢka yan anlam, her Fransızın hemen algılayacağı diĢilik yananlamını getiriyor, sondaki e ister istemez diĢil biçime özgü biçimbirim olarak görülüyor, özellikle de eril biçimi(Sarrazine) bilinen Fransız özel adları arasında yer alan bir ad söz konusu olduğunda. ( Yananlamların getirdiği) diĢilik, betiğin bir çok yerinde saptanacak bir gösterilendir.; göçmen bir öğedir bu, aynı türden baĢka öğelerle bileĢime girerek kiĢilikler, atmosferler, betiler , simgeler oluĢturabilir. Burada saptadığımız bütün birimlerin gösterilen olmasına karĢın, bu birim örnek bir sınıfa aittir: Kusursuz bir biçimde gösterileni oluĢturur, tıpkıneredeyse sözcüğün gündelik anlamıyla- yananlamın onu belirlediği gibi. Bu öğeyi(daha fazla özelliklerine girmeden) bir gösterilen yada hatta bir anlambirimcik olarak adlandıralım.(anlambilimde, anlambirimcik gösterilene iliĢkin bir birimdir) ve sözbirimin gönderme yaptığı yananlam gösterilenini her seferinde (yaklaĢık olarak dile getiren) bir sözcük aracılığıyla belirtmekle yetinelim, bu birimlerin kısaltmasını da ANL. Yazaçlarıyla yapalım (ANL: DiĢilik.)(Barthes,2006:27) Metin: BEN VE ONLAR64 Ġnsanı, bir tesadüf, sevmeyeceği insanlar arasına atabilir. Ben öylelerinden biriyim. Bana büyük Ģehir lazım. Bana tanımadığım, üzerinde hayal kuracağım ev, insan, hayvan, taĢ, toprak lazım. Tesadüf beni bir yerde oturmaya mahkûm etti. Buranın insanlarını sevemiyorum. Ġçlerine giremiyorum. Bunlar iyi yiyor,iyi içiyor. Meltem onlar için, tuzlu serin deniz suyu onlar için. Gökyüzünde güneĢ onların kadınlarının omuzbaĢlarını dolgun dizkapaklarının üstünü yaldızlıyor. Ilık geceler, patiskalar,muslinler,ince yatak örtüleri, küçücük, serin gece rüzgârları onlar için… Komidinlerde kitaplar, gazeteler, kitaplar, mecmualar, çocuklarının yerlere attığı köpek,kurt,tay, ceylan, kaplan, vahĢi orman, dağ evleri, köy, oduncuların murabba tahtalardan 64 Sait Faik‘in ―Ben ve Onlar‖ öyküsü yayımlanan öykü kitaplarının içinde yer almamıĢtır. Ġncelediğimiz bu öykü Ramazan Korkmaz ve Mutlu Devecinin hazırlamıĢ olduğu Küçürek Öyküler adlı çalıĢmada yer almaktadır. 174 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kolları, bacakları, ormanın bir köĢesi, kuzunun kulağı, ceylanın gözü, kaplanın sırtı, vahĢi ormanın yeĢili, dağ evinin bacağı birbirine eklenince manzaranın tamam olduğu, ailenin çocukla beraber oynadığı oyuncaklar için. (Abasıyanık,1997:46) Semantik Kod: Sait Faik‘in Ben ve Onlar hikâyesi baĢlık dâhil cümle ve anlambirimciklere ayrılarak incelenmesi gerekir. 1. Ben ve Onlar: ANL. ÖtekileĢme. BaĢlık bir varoluĢsal problemi ortaya koyar. Ben ve benim dıĢımda kalan her Ģey (onlar), metin boyunca yananlam bakımından bir ötekileĢme ve yabancılaĢma sorununu dile getirip metni özetler niteliktedir. Ġnsanoğlu kendi isteği dıĢında geldiği dünyadan yine kendi isteği dıĢında ayrılmayacağını bildiği için bu dünyaya bir iz bırakarak gitmek ister. Bu Ģekilde kendi varlığının kalıcılığını sağlamak ister. Bu, Ġnsanoğlunun varoluĢsal kaygısıdır. Bunu da ya üretici bir Ģekilde sanat eserleri bırakarak ya da yıkıcı eylemlerde bulunarak ortaya koyar. Bu varoluĢ mücadelesi insanın gerçekleĢtiremeyen yaĢamı özne yani boyunca sürüp gider. ben, bulunduğu Metindeki topluma varoluĢunu yabancılaĢmıĢ ve ötekileĢmiĢtir. 2. Ġnsanı, bir tesadüf, sevmeyeceği insanlar arasına atabilir.ANL. Ġstem-dıĢılık. GönderilmiĢlik. Özne genel bir düĢünceden yola çıkarak ileride açıklayacağı kendi durumuna bir göndermede bulunur. Ġçinde bulunacağı durum bir gitme değil felsefi görüĢ olarak ilk insanın dünyaya fırlatılması gibi atılmıĢlık eylemidir. Fırlatılan insanın hayata hazırlıksız yakalanması, anlamaya çalıĢacağı hayatın önünde gider. (Tatar,2012:13.00) VaroluĢunu gerçekleĢtiremeyen insan, kendine ve topluma ve yabancılaĢmıĢtır. Burada insan hayatı tıpkı kalp grafiğindeki tepe ve dip noktalarından oluĢur. Bulunduğu ortama yabancılaĢan özne, dip noktadadır. Ġnsanın en son bulunacağı bu noktada özne bir ıĢık, bir ipucu bekleyecektir. Durumundan Ģikâyetçi olan özne, bir süre sonra kendini gerçekleĢtirecek olan insanı tanımlar. 3. Ben öylelerinden biriyim.ANL. Aidiyetlik. Farkındalık. Farkındalık ile baĢlayan düĢünsel edim, bireyin kimliğini sorgulamasına ve değerlerinin farkına varmasına neden olur. Bireyin dıĢ dünya ile iliĢki kurması, kendini tanıması yolundaki bu adım bireyin varoluĢunun temel belirleyicisi olacaktır. Barthes‘e göre ― Ben diyenin adı yoktur.(..) Ben hemen bir ada, kendi adına dönüĢür. Ben artık bir adıl değil bir addır. 175 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ben demek kaçınılmaz olarak kendine gösterenler vermektir. 2006:68)Öyküdeki Ben artık birçok Ģeyin göstergesi durumundadır. itibariyle bulunduğu yerin farkındadır; ancak istemeden de olsa (Barthes, O, ‗Benlik‘ ‗onlara‘ aittir. Kabullenme ile bir geçiĢ aĢamasında olan özne, yeni bir hayat kurma, yenilenme, değiĢim ve dönüĢümün habercisidir. Farkındalığı gösteren özne bulunduğu durumdan kurtulmak için ileride bir çıkıĢ yolu düĢünecektir. Benliğini keĢfetmeye çalıĢan birey, ―olanaklılığını eylemsel düzeyden çok düĢünsel düzlemde tanımlamaya çalıĢır.‖ (Deveci, 2012:104) 4. Bana büyük Ģehir lazım.ANL. Farkındalık. Eksiklik. ArayıĢ. Ne istediğini bilen ve bulunduğu ortamdan hoĢnut olmayan ‗Özne‘ kendine ait bir yaĢam alanı belirler. Bu, öznenin içinde bulunduğu çatıĢma ortamından kurtuluĢudur. DıĢ gerçekliğin karĢısında kendi gerçekliğini oluĢturmaya çalıĢan özne, toplumda etken bir rol almaya çalıĢır. 5. Bana tanımadığım, üzerinde hayal kuracağım ev, insan, hayvan, taĢ, toprak lazım. ANL. Ġhtiyaç. Bulunduğu çevreden uzaklaĢma, kaçıĢ ve hayallere sığınma modern aydının karĢılaĢtığı sorunlardandır. Her Ģeyin minimalize edildiği çağda, aydın dar mekân ve zaman dilimine yerleĢmiĢ, insan iliĢkilerinden kaçıp, kendine ait mekânlarda hayat bulmak ister. Bu boĢ bir mekân değil hayal ettiği dünyaya ayak uyduran insanların içinde bulunduğu, yapaylıktan uzak, doğala dokunabileceği bir mekândır. Özne, taĢıyla toprağıyla bir yurt edinmek ve kurduğu hayallerle yeniden üretmek(varoluĢ) ister. ― Özgürlüğünü duyumsayan insan, bilinçli bir varlık olarak, öz‘ünü yaratmak için geleceğe dönük projeler/ tasarılar geliĢtirir.‖ (Deveci, 1012:117) Böylece insan özgür seçimleriyle varolur. 6. Tesadüf beni bir yerde oturmaya mahkûm etti.ANL. Sınırlılık. Anilik. Zorunluluk. Belirsizlik. Özne kendi isteği dıĢında bulunduğu bu yerde tutsak hisseder. Özne kendi varoluĢunu gerçekleĢtirememe korkusu yaĢar. Bunu nedenini ise dıĢ nedenlere bağlamaktadır. DıĢ etkenler tarafından mahkûm edilen özne ise burada edilgen durumundadır. Kendi kararlarını özgürce veremeyen ve seçemeyen edilgen birey kendini gerçekleĢtiremeyecektir. 7. Buranın insanlarını sevemiyorum.ANL.YabancılaĢma. UzaklaĢma. Özne Sevmeyi denediği halde bulunduğu ortamdaki diğer bireyleri(ötekiler)i sevemez. Ġçinde bir süre yaĢadığı halde bulunduğu ortama alıĢamayan birey, kendini bu insanlara ait hissetmez. 8. Ġçlerine giremiyorum.ANL. Yabancılık. Yabanlık. Öznenin bulunduğu ortamdan hoĢnut olmaması ve oraya ait hissetmemesi kaçma duygusunu da beraberinde getirir.. 176 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Artık bulunduğu ortamda o bir ‗Yaban ‘dır. Ne yetiĢtiği çevrenin bir üyesi ne de gitmek istediği dünyanın bir bireyidir. Modern aydının yalnızlığı tam da burada baĢlar. 9. Bunlar iyi yiyor,iyi içiyor.ANL.Varsıllık. Tembellik. Özne içinde bulunduğu çevreden kendini soyutlayarak diğerleri için artık ötekileĢir. KarĢı taraf özne için, uzaklaĢıp ―Bu‖ olur. ‗Bunlar‘dan soyutlanan özne, ortamı kabullenmeyerek yadırgar. Özne kendini onlarla mukayese edip, kendini onlardan farklı görür. ―DüĢünme, Arzu et sade! Bak, böcekler de öyle yapıyor.‖ Diyen Orhan Veli ‗onlar‘ın‘ durumunu en iyi biçimde özetler. 10. Meltem onlar için, tuzlu serin deniz suyu onlar için.ANL.Özgürlük. Doğallık, Sahiplik. Orhan Veli‘nin ―Bedava yaĢıyoruz, bedava; hava bedava, bulut bedava;‖ dizelerinde olduğu gibi ‗onlar‘ meltem ve deniz gibi doğaya özgü, herkes tarafından ulaĢılabilecek hayat kaynağının sahibidirler. Artık ‗onlar‘ yaĢam alanının her karesini kaplamıĢ, tüm yaĢam kaynaklarının sahibi olmuĢlardır. Sadece temel ihtiyaçlarını karĢılayıp düĢünmeyen bu yapı, toplumsal sorunlar hakkında düĢünen aydın için uzaklaĢılması gereken bir unsurdur. ‗Bu‘ metinde artık daha da uzaklaĢarak ‗o‘ olmuĢtur. 11. Gökyüzünde güneĢ onların kadınlarının omuzbaĢlarını dolgun diz kapaklarının üstünü yaldızlıyor.ANL.Gündüz. Üstünlük. DiĢilik. GüneĢin onların kadınlarının omuzbaĢlarını yaldızlaması bir rütbe ve üstünlük çağrıĢımı yapar. Ataerkil toplum yapısında kadın pasiftir ve etkilenendir. Bunun yanında ‗onların‘ kadınları ayakları yere basan, baĢarılı kadınlardır. Cumhuriyet döneminde kadının cemiyet hayatına girmesiyle, erkek egemen toplumda çözülmeler meydana gelmiĢ, eril kiĢi bulunduğu maddi ve manevi konum itibariyle değiĢikliklere uğramıĢtır. 12. Ilık geceler, patiskalar,muslinler,ince yatak örtüleri, küçücük, serin gece rüzgârları onlar için…ANL. Romantizm. Cinsellik. Sait Faik‘in öykülerinin temel izlerinden birisi de ―cinselliktir. Sait Faik‘e göre insanlar doğal yaĢamın, tabiatın bir parçası olarak cinsel özgürlüklerini sonuna kadar yaĢamalıdırlar çünkü cinsellik insan hayatının gayesidir.(Tosun,2000:313) Ilık gece, ince yatak örtüleri okuyucuyu romantik bir yaz akĢamına götürür. Burada Freudyen bakıĢ açısı baskındır. Toplumda cinselliği hakkıyla yaĢanamayan ―ben‖ kadın erkek birlikteliğini ―onlar‖ üzerinden vererek kendini yeniden ―öteki‖leĢtirir. 13. Komidinlerde kitaplar, gazeteler, mecmualar, ANL. Kültürlülük.Komidinlerdeki kitap ve dergiler, Onlar‘ın aynı zamanda okumuĢ ve kültürlü olduğunu gösterir. 177 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 14. Çocuklarının yerlere attığı köpek,kurt,tay, ceylan, kaplan VahĢi orman, dağ evleri, köy, oduncuların murabba tahtalardan kolları, bacakları, ormanın bir köĢesi, kuzunun kulağı, ceylanın gözü, kaplanın sırtı, vahĢi ormanın yeĢili, dağ evinin bacağı birbirine eklenince ANL.Bütünlük Çocukluk. Dağınık halde yere atılan( dünyaya fırlatılan insan gibi) bulunan bu oyuncak parçaları bir bütünü oluĢturur. Bu manzara, toplumda parçalanmıĢ halde bulunan insanın çocuk duyarlılığıyla yeniden bütünleĢen benliğidir 15. Manzaranın tamam olduğu ANL. Bütünlük. VaroluĢ. Birey çocukların oyuncakları üzerinden kendi varoluĢunu gerçekleĢtirmiĢtir. 16. Ailenin çocukla beraber oynadığı oyuncaklar için. ANL. Birliktelik. Aile kavramı bir birliktelik ve bütünlük kavramını çağrıĢtırır. VaroluĢunu gerçekleĢtiren birey olaylara farklı açıdan bakar. DıĢ etkenlerin varlığına rağmen kendi iç benliğine dönen birey, kendini gerçekleĢtirmek için yapması gerekenin farkındadır. ―Ailenin çocukla birlikte oynadığı‖ vakit ile yetiĢkin bireyin, çocukluk ve bozulmamıĢ duyarlılığına tekrar bir dönüĢ sağlanır. OkumuĢ ve sözümona aydın, olma bakımından Özneyle aynı durumda olup, farkındalığı kazanamayan ‗onlar‘ yetiĢtirmiĢ oldukları çocuklara kendi özlemini kurduğu dünyanın oyuncaklarını (deniz özlemi çeken birinin, mavi kazak giymesi gibi) bilinçdıĢı bir hareketle satın alır. Ancak çocuklar bu oyuncaklara farklı bakıĢ açısıyla bakarak değersizleĢtirir(yere atma). DeğersizleĢtirmelerinin sebebi ise onun anne babası ile ortak bir alanı paylaĢamamasıdır. Çünkü çocuklar için oyuncak, birliktelik olgusuyla anlam kazanır. Sonuç Sonuç olarak Sait Faik Abasıyanık‘ın bu öyküsü Semantik(Anlamblim) Kod bakımından değerlendirilmiĢ ve bazı çıkarımlarda bulunulmuĢtur. Birçok anlam yoğunluğunu içinde barındırdığı için seçmiĢ olduğumuz küçürek öykü tarzı ise anlambirimciklerin çeĢitli Ģekillerde yorumlanmasına olanak sağlamıĢtır. Bu betik,yukarıda okuduğumuz Ģeklin dıĢında Marksist veya ekonomik anlamda her Ģeyini kaybetmiĢ bir insanın durumu olarak da okunabilir. Anlam derinliği olan bu öykülerde herkesin kendinden bir Ģeyler bulması mümkündür. Biz burada hayatın iniĢ ve çıkıĢlarının içinde ait olmadığı bir ortamdan çıkmaya çalıĢan bireyin içsel mücadelesini gözler önüne serdik. Cemiyet hayatından aile hayatına doğru perspektif bir yapıda aktarılan bu öykü, toplumsallıktan bireyselliğe uzanan bir yolculuktur. 178 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça Abasıyanık S.F., Eylül-Ekim 1997, Ben ve Onlar-Pısırık, Adam Öykü (Kısa Kısa Öykü Özel Sayısı 12) Aksan D.,2005, Anlambilim,Ankara, Engin Yayınevi. Aristoteles, 1993, Metafizik, (Çev: Ahmet Arslan), Ġzmir: Ege üniversitesi Basımevi. Arslan F.,2009, Öykünün Sesini Kısmak, Erzurum,Salkımsöğüt. Barthes R.,2005, GöstergebilimselSerüven, Ġstanbul, YKY. Barthes R., 2006, S/Z,Ġstanbul, YKY. Çelik Y.,2002, Sait Faik ve Ġnsan, Ankara, Akçağ. Deveci M.,2012, VaroluĢ ve BireyselleĢme Açısından Ferit Edgü Anlatılarında Yapı ve Ġzlek. Ankara, Akçağ. Edgü F.,24 Eylül 1979, ―ÇağdaĢ Sanatın 80 Yıllık Serüveni(3)‖, Milliyet Sanat, S. 336.s.20. Erden A.,2002, Kısa Öykü ve Dilbilimsel EleĢtiri, Ġstanbul, Genda. Erkman F.,2005, Göstergebilime GiriĢ, Ġstanbul, Multılıngual. Gasset,Y.O..,1995, Ġnsan ve ‗Herkes‘, (Çev: Neyire Gül IĢık), Ġstanbul: Metis Yayınları. Kant, I..,1982, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (Çev:ĠoannaKuçuradi), Ankara, TFK. Yayınları. Korkmaz R.,Deveci M., 2011, Küçürek Öyküler, Ankara, Grafiker Yayınları. 179 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Naci F., 1990, Bir Hikayeci Sait Faik- Bir Romancı YaĢar Kemal, Ġstanbul, Gerçek Yay. Tatar B., 20 Kasım 2012, Hayat ve Felsefe(SöyleĢi), OMÜ, Fen-Edebiyat, Türk Dili Edebiyatı Bölümü Lacivert Salon 13.00. Tosun N.,2000, Hayata, Yalnızlığa, Cinselliğe Övgü: Sait Faik Öykücülüğü, Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Hece,S.46-47 s.308-314.. Sağlık ġ.,2007, Ne ġiirin Ġçinde Ne de Büsbütün DıĢında Minimal Öyküler ve ġiir, Hece Öykü, S19, ,s.53-61. 180 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 TÜRKÇEYĠ YABANCI DĠL OLARAK ÖĞRENEN ÖĞRENCĠLERĠN OKUMA VE DĠNLEME BECERĠLERĠNDE KULLANDIKLARI STRATEJĠLER Emre YAZICI Adnan KARADÜZ Abdullah ÇOBAN ÖZET Dil öğrenme stratejileri hem ana dili geliĢimi sürecinde hem de ikinci bir dil öğrenmede, öğrenme sürecinde bireylerin aktif ve baĢarılı olmasını destekler. Özellikle ikinci bir dilin öğrenilmesinde anlama ve anlatma becerilerini geliĢtirmek için her birey çeĢitli stratejiler geliĢtirerek daha kolay ve pratik yollardan beceri elde etmeye çalıĢırlar. Dil öğrenme stratejileri biliĢsel, duygusal ve sosyal nitelikli olabilmektedir. Dil öğrenme sürecinde stratejisi kullanabilen öğrenciler, hem daha kolay öğrenmekte hem de strateji becerileri kazanmakta; sonuç olarak da daha baĢarılı olabilmektedirler. Bu araĢtırmada Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin anlama ve anlatma becerilerine dönük olarak kullandıkları stratejilerin araĢtırılması hedeflenmektedir. AraĢtırmanın çalıĢma grubu yabancı ülkelerden gelen Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi TÖMER‘de Türkçe öğrenmeye çalıĢan üniversite öğrencilerinden oluĢmaktadır. AraĢtırmanın yöntemi nitel betimsel bir araĢtırmadır. AraĢtırmaya veri toplamak için odak grup görüĢmesiyle gözlem yapılmıĢtır. AraĢtırma sürecinde elde edilen nitel veriler içerik analizi yöntemiyle yorumlanmıĢtır. Öğrencilerle yapılan görüĢme ve gözlemlerde elde edilen verilere göre öğrencilerin iletiĢim kurmak için birbirlerinden yardımlar aldıkları, biliĢsel ve duyuĢsal birtakım stratejiler geliĢtirerek aktif oldukları görülmüĢtür. Ayrıca Türkçeyi öğrenirken daha rahat davranmak AraĢ. Gör., Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Ġstanbul. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Kayseri. AraĢ., Gör. Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü, Kayseri. 181 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 için ana dillerine ya da daha önceden öğrendikleri dile ait yapıları yazma ve konuĢma ortamına taĢıdıkları görülmüĢtür. THE STRATEGIES THAT TURKISH LEARNES – AS A FOREIGN LANGUAGE – USED IN THEIR READING AND LISTENING SKILLS Abstract Language learning strategies back up the individuals to be successful during learning phase both in acquiring the mother language and learning a second language.In order to develop their comprehending and expressing skills, each individual tries to get skills through easier and more practical ways by improving various strategies. Language learning strategies may be in cognitive, affective, social forms. The learners who can take advantages of these strategies learn easier and gain strategy talents compared to the others, and therefore can be more successful. The strategies used for the skills of comprehension and explanation by the learners who study Turkish as a foreign language are aimed to be searched in this study. The study group is formed of the learners who come from foreign countries and they study Turkish in SabahattinZaim University TOMER. The method of this study is qualitative descriptive. The observation with the experimental group is made in order to obtain data for the study. The qualitative data gained research process are interpreted by the method of content analysis. In the data that were acquired in the class observations the interviews conducted with the learners; it was seen that learners coordinate with each other and use a number of cognitive and affective strategies so as to communicate. Moreover, they transfer the structures of their mother language or another language that they had previously learned to writing and speaking situations. GiriĢ Öğrenmek kendiliğinden gerçekleĢen bir olgu mudur? Öğrenmeyi daha iyi ve daha hızlı gerçekleĢtirebilmek için yöntemler var mıdır? Hangi yöntemleri, stratejileri kullanırsak daha iyi öğreniriz? Fen Teknolojileri dersinde kullandığımız stratejiyi, Sosyal Bilgiler dersinde; Sosyal Bilgiler dersinde kullandığımız stratejiyi de Türkçe dersinde kullanmamız mümkün müdür? Cevapları merak edilen bu sorular bizi ‗‗öğrenme stratejileri‘‘ ne götürür. Öğrenme stratejileri, bilginin elde kazanılmasına ve kullanılmasına dönük zihinsel etkinliklerin biliĢsel stratejiler ile gerçekleĢtirilmesi nedeniyle, hem ‗‗biliĢsel stratejiler‘‘ içinde hem de biliĢsel stratejilere eĢ anlamlı olarak kullanılır. Bunun yanı sıra, öğrenme stratejileri öğrencilerin kendi kendilerine öğrenmelerini sağlamaya dönük etkinlikleri kapsamasından dolayı da ‗‗öğrenci stratejileri‘‘ olarak adlandırılır (Özer 1998). 182 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Öğrenme stratejileri eĢliğinde öğrenmelerini gerçekleĢtiren yabancı öğrencilerin dersi anlamada ve hatırlamada öğrencileri aktif konuma getirebilecektir. Öğrenme kavramı sadece derste olmayan ve bütün hayatı kapsayan bir olgudur. Bunun için öğrencilerin kendi kendilerine de öğrenmeyi gerçekleĢtirmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin, öğrenme stratejileriyle beraber kendi kendilerine öğrenmeyi daha kolay gerçekleĢtirebilecekleri düĢünülmektedir. Öğrenme stratejilerini; - Yineleme - Anlamlandırma - Örgütleme - Anlamayı izleme ve - DuyuĢsal stratejiler olarak sınıflandırılabiliriz(Özer 1998, SubaĢı 2000). 1. Yineleme Stratejileri Kısa süreli bellekte bilgi belli bir süre ve sınırlılık içinde depolanabilmektedir. Bu süre ve sınırlılık ise yineleme stratejileriyle artırılabilir. Yineleme stratejileri, öğrenilen bir bilgiyi yinelemek ya da bir metni aynen tekrar etmek gibi bilginin uzun süreli belleğe daha uygun iĢlenmesine yardım edebilmektedir. Yineleme stratejileri aynı zamanda ezber yapmak için de kullanılabilir. (GüneĢ, Turhan, YaĢaroğlu 2003). 1.1.1 Metinde Yazıların Altını Çizme Altını çizme stratejisi, anahtar noktaları ve ana düĢünceleri metinin içinden görüp ayırabilecek yaĢtaki ve seviyedeki öğrenciler için hem zamanlama anlamında hem de hatırlama anlamında yarar sağlayabildiği düĢünülmektedir. Bu ayırımı yapabilecek yaĢta ve seviyede olmayan öğrencilerde de zaman kaybına neden olmakta ve metinin tamamını ezberleme gereksinimi hissetmelerine bağlı olarak da metinin içinde kaybolmasına neden olacaktır. 1.1.2 Aynı Sözcüklerle Not Alma Bu stratejiyle beraber öğrenci metin baĢlıkları, alt baĢlıklar gibi kendisinde çağrıĢım uyandıracak ve hatırlamayı kolaylaĢtıracak notlar alabilir. Metin baĢlıklarının yazımın hem tekrar edilmesini sağlayıp hem de daha sonraları genel bilgilerin çağrıĢımlarını kolaylaĢtırabilecektir. Alt baĢlıkların yazımı da daha özel bilgilerin tekrarını sağlayacak ve de hatırlanmak istendiğinde kolayca bilgilerin çağrıĢımı sağlanabilecektir. Metindeki anahtar sözcük veya sözcük gruplarının yazımı da aynı Ģekilde metindeki asıl hatırlanması gereken yerlerin hatırlanmasını kolaylaĢtırabilecektir. 183 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1.1.3 DeğiĢtirmeden Yazma Metin okunduktan sonra öğrencinin gerek duyduğu bölümleri değiĢtirmeden, olduğu gibi yazarak öğrenmeye çalıĢtığı stratejidir. 1.2Anlamlandırma Stratejileri Bilgiler arasında iliĢki kurarak, anlamlandırarak öğrenmeyi sağlayan stratejilerdir. Öğrenciler anlamlandırma stratejileriyle edinmeyi amaçladıkları yeni bilgiyi, daha önce öğrendikleri ve uzun süreli belleklerinde bulunan bilgilerle harmanlayarak, bu iki bilginin birleĢimine anlam yükleyerek öğrenirler. Zihinsel imge oluĢturma, cümlede kullanma, benzetim yapma, özet çıkarma, not alma anlamlandırma stratejileridir (Özer 1998). 1.2.1 Zihinsel Ġmge OluĢturma Özellikle çiftli çağrıĢım öğrenme, sıralı liste öğrenme veya serbest hatırlama durumlarında kullanılan stratejidir (Erdem 2005). Sıralı liste öğrenmesinde madde Ģeklinde verilen bilgilerin baĢ harflerinden anlamlı bir bütün oluĢturarak sıralı ve liste Ģeklinde öğrenmeyi gerçekleĢtirebilir. Çiftli çağrıĢım öğrenmede ise ‗alpinist- genç‘ Ģeklindeki sözcükleri hatırlamak isteyen öğrenci, zihninde dağcılık yapan bir genci canlandırarak öğrenmeyi gerçekleĢtirebilir. 1.2.2 Cümlede Kullanma Öğrenci, anahtar kelimeleri öğrenme yöntemi ile birlikte bu stratejiyi hem yabancı dildeki bilmediği bir sözcüğü öğrenirken hem de kendi dilindeki bilmediği sözcüğü öğrenirken kullanır. 1.2.3 Benzetim Yapma Öğrencinin daha önceden öğrenilmiĢ olduğu bilgilerle, yeni öğreneceği bilgiler arasında yapay benzerliklerin kurmasıdır. Yeni bilginin daha önceden bilinen eski bilgi kullanılarak, daha somut olarak açıklanmasına ve anlamlandırılmasına yardımcı olur. KarĢılaĢtırma kullanma da bu stratejiye dahildir. KarĢılaĢtırmalar, düĢünceler yada özellikler arasında benzerlikler ve ayrılıkları gösterir (Erdem 2005). 1.2.4 Özet Çıkarma Metnin, ayrıntılardan kaçılıp ana hatlarıyla anlatılmasıdır. Özet çıkarmanın baĢarılı olabilmesi için metinin doğru anlaĢılması çok önemlidir. Özet çıkarmak için metnin iyi anlaĢılmasının yanında bir de temel fikirlerin metin içinden iyi seçilmesi gerekmektedir. Esas olanı, ayrıntı olandan ve gerekli olanı, gereksiz olandan iyi ayırmak gerekmektedir. Bunlara dikkat edilmesi durumunda yazılı bir materyalin özetlenmesi etkili bir öğrenme yoludur. Öğrenci özet çıkarma yolunu kullanırken kendi cümlelerini de kullanacağı için, bilgileri daha da özümsemiĢ olur ve böylece anımsanması kolaylaĢır. 184 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1.2.5 Not Alma Metnin ana noktalarını bölümler arasındaki iliĢkileri açıklayarak, bilgileri daha anlamlı daha anlaĢılır ve daha kullanıĢlı biçime dönüĢtürerek yazmadır. Doğru bir Ģekilde not alınması yeni bilgiyi, varolan bilgiyle iliĢkilendirir ve iĢlenmiĢ olarak bilginin düzenlenmesine yardımcı olur (SubaĢı 2000). 1.3Örgütleme Stratejileri Öğrencilerin öğrenilecek bilgileri kendi ön bilgilerine uygun bir Ģekilde düzenleyip iĢleyerek öğrenmelerini sağlayan stratejilerdir (Özer 1998). 1.3.1 Ana Hatları Çıkarma Metindeki ana düĢünceyi ve yardımcı düĢünceyi kelime, kelime grubu ve cümle Ģeklinde belirlemektir. Öğrenci öğrenmek istediği konuyu, üniteyi ya da dersi ana hatlarıyla çıkarabilir. Bu Ģekilde ayrıntıları devre dıĢı bırakmıĢ olacaktır fakat genel hatlarını tekrar etmede ve hatırlamada pozitif etkisini görecektir. 1.3.2 Bilgi Haritası OluĢturma Metindeki temel düĢüncelerle yardımcı düĢüncelerin iliĢkilerini nedensel veya aĢamalı olarak göstermesidir. (SubaĢı 2000). 1.3.3 ÇizelgeleĢtirme Metindeki bilgileri çizelge Ģeklinde düzenleme stratejisidir. Öğrenci bilgilerin durumuna göre dikey ve/veya yatay bölmelere ayrılmıĢ bir çizelge ile bilgileri gruplandırıp iliĢkilendirebilir (Erdem 2005). AraĢtırmanın Amacı Genel olarak Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilerin okuma ve dinleme becerilerinde kullandıkları stratejileri tespit etmeyi amaçlayan bu çalıĢmada Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenecek öğrencilerin kullanabilecekleri öğrenme stratejileri nelerdir Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen hazırlık sınıfı öğrencilerinin okuma ve dinleme becerilerinde tercih ettikleri stratejiler nelerdir Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen hazırlık sınıfı öğrencileri hangi stratejileri daha çok tercih etmektedir AraĢtırmanın Yöntemi AraĢtırmamızda nitel araĢtırma tekniği olan odak grup görüĢmesi kullanılmıĢtır. Nitel araĢtırma tekniklerinin doğal ortama duyarlılık sağlaması, araĢtırmacının katılımcı rolü 185 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 olması, bütüncül bir yaklaĢıma sahip olması, düĢüncelerin ortaya konulmasını sağlaması, araĢtırma deseninde esnekliğe sahip olması ve tümevarımcı bir analize sahip olması önemli özellikleridir (Yıldırım ve ġimĢek 2013). Bireysel görüĢmelerin yanında odak grup görüĢmelerinde sorulara verilen cevaplar, gruptaki bireylerin birbirlerini etkilemeleri sonucu oluĢur. Gruptan bir bireyin soruya verdiği cevabın diğer bireyler tarafından duyulması, onlara kendi düĢüncelerinin oluĢması fırsatını verecektir. AraĢtırmacı eğer toplanacak verilerin daha zengin olacağını düĢünüyorsa odak grup görüĢmesi yapmasında yarar vardır (Yıldırım ve ġimĢek 2013). AraĢtırmamızda öğrenci ders kitaplarından, defterlerinden ve bireysel olarak not tuttukları kağıt vb. materyallerden faydalanılmıĢtır. Bu araĢtırma, Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hazırlık sınıfında eğitim gören öğrencilerle sınırlıdır. ÇalıĢma Grubu AraĢtırmanın çalıĢma grubunu Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde hazırlık gören altı öğrenci oluĢturmaktadır. ĠSĠM Saeed Hassan Mohammed Nur Nur Tahir SOYĠSĠM JOHAR HABEEB KASHĠ OSMAN ALBERJUMAN Abu ALSHAR CĠNSĠYET Erkek Erkek Erkek Kız Kız Erkek ÜLKE Arakan Sri Lanka Suriye Suriye Suriye Filistin DOĞUM YILI 1991 1993 1995 1994 1994 1993 Verilerin Toplanması ve Çözümlenmesi AraĢtırmanın verileri 2013-2014 Ġstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hazırlık sınıfında öğrenim gören gönüllü 6 öğrencinin odak grup görüĢmesiyle yapılmıĢtır. GörüĢme soruları hazırlanırken önce literatür taraması yapılmıĢ ve görüĢme soruları hazırlanmıĢtır. GörüĢme soruları, yarı yapılandırılmıĢ açık uçlu sorulardan oluĢmaktadır. AraĢtırmada açık uçlu soruların kullanılması, görüĢme sürecine daha fazla esneklik kazandırmakta, görüĢülenlere daha fazla konuĢma olanağı vermekte ve daha detaylı bilgiler almayı sağlamaktadır (KuĢ 2012). ÇalıĢma grubundaki öğrencilerine ortak uygun zaman dilimi seçilmiĢ ve yarı yapılandırılmıĢ sorulara odak grup görüĢmesi ile cevap aranmıĢtır. GörüĢmeler hem ses kayıt cihazıyla kaydedilmiĢ hem de kaleme alınmıĢtır. Toplanan veriler bilgisayar ortamına aktarılmıĢ, her soruyla ilgili belirlenen düĢünceler araĢtırmacı tarafından değerlendirilmiĢtir. Bulgular Bu bölümde sadece araĢtırmanın bulguları ele alınmıĢtır. AraĢtırma kapsamında katılımcılara, stratejilerle alakalı 17 soru yöneltilmiĢtir. Cevaplar kaleme alınırken tekrara düĢmemek için öğrencilerin baĢ harfleri yazılmıĢtır. 186 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1. Doğrudan, stratejisiz bir Ģekilde öğrenmeye çalıĢmak mı yoksa stratejiler eĢliğinde çalıĢmak mı öğrenmeyi daha verimli kılıyor? O: Daha çok duyu organıma hitap ettiği için stratejiler ile öğrenmeye çalıĢtığımda daha verimli oluyor. H: Öğrenmeyi ve hatırlamayı kolaylaĢtırdığı için strateji eĢliğinde öğrenmek daha verimli oluyor. S: Strateji eĢliğinde çalıĢmak dikkati artırıyor ve daha iyi öğrenebiliyorum. A: Hatırlamamı kolaylaĢtırdığı için stratejiler eĢliğinde öğrenmek daha verimli. M: Düz, stratejisiz öğrendiğimde bir duyu organıma; strateji ile öğrenirsem daha çok duyu organıma hitap ettiği için stratejiler baĢarımı artırıyor. 2. Okurken anlamakta sıkıntı yaĢadığınız yerleri nasıl çalıĢıyorsunuz? H: Anlamadığım kelimenin altını çiziyorum. Eğer yine anlamamıĢsam 2-3 defa okuyorum. Anlamını bilmediğim kelimenin anlamına sözlükten bakıyorum veya cümlenin bütününden çıkarmaya çalıĢıyorum. S: Anlamını bilmediğim kelimelerin öncelikle altını çiziyorum ve genel olarak da altını çizdiğim kelimelerin anlamlarına sözlükten bakıyorum. Anlamını bilmediğim kelimelerin bazılarında ise internetten içinde o kelimenin geçtiği cümleleri araĢtırıyorum. M: Bir kelimeyi anlamamıĢsam, anlayana kadar tekrar ediyorum. Kelimeyi yine anlamamıĢsam sözlükten anlamına bakıyorum ve yazarak çalıĢıyorum. 3. Yineleme stratejileri hakkında ne düĢünüyorsunuz? Size nasıl bir katkı sağlıyor? H: Anlamını bilmediğimiz kelimeyi ezberliyoruz. S: Kelimeleri cümlenin içinde nasıl kullanacağımızı öğreniyoruz. N: Unuttuğum kelimeleri tekrar etmem sayesinde hatırlıyorum. M: Aklımda daha uzun süre kalmasını sağlıyor. 4. Metindeki yazıların altını çizme stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz? Size nasıl bir katkı sağlıyor? N: Altını çizdiğim yerin aklımda kalması daha kolay oluyor. S: Altını çizdiğim kelimeleri rahatlıkla ezberliyorum. H: Altını çizdiğim yeri daha kolay anlıyorum ve unutmam zorlaĢıyor. 187 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 M: En zor yerlerin altını çizerek çalıĢıyorum. Sınavdan önce, altını çizdiğim yerlere daha çok çalıĢıyorum çünkü bana en zor gelen yerler buralar. 5. Aynı sözcüklerle not alma stratejisini kullanıyor musunuz? Kullanıyorsanız size katkıları nelerdir? H: Kullanıyorum. Kolaylıkla anlayabiliyorum ve hatırlamama yardımcı oluyor. N: Evet, kullanıyorum. Daha çok kelime ezberleyebiliyorum bu stratejiyle. M: Öğrenmek için kullanıyorum. Zor kelimeyi metnin kenarına not alırım. 6. DeğiĢtirmeden yazma stratejisinin size sağladığı yararlar hakkında ne düĢünüyorsunuz? N: Ben genelde bu stratejiyle çalıĢırım. Yazarak çalıĢtığımda daha çok anladığımı düĢünüyorum. S: Bu stratejiyi bir kez kullandım. Yararlı olduğunu düĢünüyorum. Kelimeleri cümle içinde kullanmamıza yardımcı oluyor. Kendimizi anlatırken genelde kısa cümleler kullanıyoruz. Bu eksiğimizi giderip uzun cümleler kurmamıza yardımcı olacağını düĢünüyorum değiĢtirmeden yazma stratejisinin. M: Az da olsa kıllanıyorum. Sınavlardan önce çok faydalı oluyor. H: Bu stratejiyi kullanmadım. - Neden? Çok zamanımızı aldığını düĢünüyorum. Anlamadığımız yerin kısa olmayıp 2-3 sayfa olduğunu düĢünürsek, buraları yazarak çalıĢmak çok fazla süremizi alacaktır. Çok süremi alacağı için bu stratejiyi kullanmıyorum. 7. Yineleme stratejilerinden (Metinde Yazıların Altını Çizme, Aynı Sözcüklerle Not Alma, DeğiĢtirmeden Yazma) en çok hangisini kullanıyorsunuz? S: Ben daha çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum. Bu stratejiyle birlikte daha kolay öğrendiğimi düĢünüyorum. M: Yineleme stratejilerinden en çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum. H: Yineleme stratejilerinden en çok ‗‗M.Y.A.Ç.‘‘ stratejisini kullanıyorum. Bu strateji hem fazla zamanımızı almıyor hem de öğrenmemizi kolaylaĢtırıyor. N: Ben çalıĢırken ‗‗D.Y.‘‘ stratejisini tercih ediyorum. Bu stratejiyle daha kolay öğreniyorum. 8. Zihinsel imge oluĢturma hakkında ne düĢünüyorsunuz? 188 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 H: Mesela silgi kelimesini bilmiyorsam ve yeni öğreniyorsam silmekle silgiyi ve baĢka benzer Ģeyleri kafamda imge oluĢturup öğreniyorum. S: Hiçbir Ģey çağrıĢtırmayan bir Ģeyle karĢılaĢtığımda fotoğrafına bakıyorum internetten ve kafamda o Ģekille o kelimeyi tutmaya çalıĢıyorum. KarĢıma o kelime çıktığı zaman resmi gözümde canlandırmaya çalıĢıyorum. 9. Cümlede kullanma stratejisinin size yararı olduğunu düĢünüyor musunuz? S: Bilmediğim bir kelimeyle karĢılaĢtığımda internetten örnek bir cümle buluyorum. Daha sonra bu cümleyi örnek alarak bir cümle de ben kuruyorum ve cümle içinde öğrenmem daha kolay oluyor. O: Yolda yürürken kendi kendime cümleler kuruyorum ve hem tekrar etmiĢ oluyorum hem de cümle içinde o kelimeyi nasıl kullanabileceğimi denemiĢ oluyorum. A: Yeni Öğrendiğim kelimeyi arkadaĢlarımla konuĢurken cümle içinde kullanmaya çalıĢıyorum. Böylelikle kelimeyi daha iyi öğrenmiĢ oluyorum. 10. Öğrenirken benzetme yapma stratejisini kullanıyor musunuz? S: Zıt anlamlı kelimelerle, eĢ anlamlı kelimelerle benzetim yapmaya çalıĢıyorum. H: Benzer kelimeleri bulup aradaki farklara bakarak aynı anda birçok kelime kullanmaya çalıĢıyorum. 11. Özet çıkarma stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz? O: Okuduğum bir kitabı bir süre sonra unuturum fakat özet çıkarmıĢsam ve o özeti kısa bir tekrar yaparsam okuduğum kitabın büyük bir kısmını hatırlarım. A: En önemli yerler özet Ģeklinde not ediyorum, gereksiz gördüğüm ayrıntılara girmiyorum. Böylelikle zamanım kısa olduğunda hatırlamam hızlı bir Ģekilde gerçekleĢiyor. S: Bir metni okuyan baĢka biriyle konuĢuyorum. YanlıĢ anladığım bir yer varsa, düzeltmeye çalıĢıyorum; doğru anladıklarımı da tekrar etmiĢ oluyorum metni özetlerken. H: Her bilgiyi kafaya atmak imkansız. Bu yüzden özet yaparken kendi cümlelerimle ve bildiğim kelimeleri kullanarak özet çıkarabiliyorum ve bilmediğim kelime ya da durumları da özetin bütünlüğü içerisinde daha kolay anlayabiliyorum. M: Özet Ģeklinde çalıĢtığımda daha iyi öğreniyorum. 12. Not alma stratejisini kullanıyor musunuz? H: Dikkatimi çeken bilmediğim yerleri not alırım. S: Fazla not tutmam. Bilmediğim kelimeleri defterime not alıyorum. O: Genellikle not alırım. Bu Ģekilde bilgileri daha sonra tekrar çalıĢabiliyorum. 189 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 A: Sadece anlamadığım yerleri not alırım. Her Ģeyi not almam. M: Kendi anladığım gibi, kendi cümlelerime not alırım ve böylelikle bilgiyle kendimi bütünleĢtirebiliyorum. 13. Anlamlandırma stratejilerinden en çok hangisini kullanıyorsunuz? H: En çok ‗‗not alma‘‘ stratejisini kullanıyorum. S: Daha çok ‗‗zihinsel imge oluĢturma‘‘ stratejisini kullanıyorum çünkü bu Ģekilde daha iyi kavrıyorum. O: ‗‗not alma‘‘ stratejisi çünkü bu Ģekilde birçok yeri hatırlayabiliyorum. A: ‗‗not alma‘‘ çünkü daha iyi öğrendiğimi düĢünüyorum. M: ‗‗not alma‘‘ çünkü artık o bilgi benimdir. Unutmazsam zaten benim, unutursam da not bende ve hatırlarım. 14. Ana hatları çıkarma stratejisinin size yararı olduğunu düĢünüyor musunuz? S: Dilbilgisi konularının baĢlıklarını yazarım ve genel bir hatırlamama yardımcı olur bu strateji. H: Her zaman bu stratejiyi kullanmam sadece süremin kısa olduğu zamanlarda yani sınavdan önceki günlerde. O: Kullanmıyorum bu stratejiyi. A: Sınavdan hemen önce göz gezdiriyorum baĢlıkları yazarak ve bunu da çok az yapıyorum. M: Daha önce yapmadım. 15. Bilgi haritası oluĢturma stratejisi hakkında ne düĢünüyorsunuz? O: Eskiden daha çok kullandığım bir stratejiydi. ġekilli olunca daha iyi öğreniyorum. Ve haritaları oluĢtururken de farklı renkli kalemleri kullanıyorum. S: Hiç yapmadım. H: Kullanmadım. A: Bir kez kullandım sadece. M: Grafik Ģeklinde aklımda daha iyi kaldığını düĢünüyorum. 16. ÇizelgeleĢtirme stratejileri hakkında ne düĢünüyorsunuz? S: Kullanıyorum ve faydalı olduğunu düĢünüyorum. BaĢlıklarını ve altına da bir örnek yazıyorum çizelgede. 190 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 H: Tümünü aynı anda gördüğüm için daha iyi anlayabiliyorum. O: Düzenli ve dikkatli bir Ģekilde çizelgeleĢtirdiğim zamanlar oldu ama her zaman kullanmıyorum. A: Çok az kullandım. M: Daha önce yapmadım. 17. Örgütleme stratejilerinden en çok hangisini kullanıyorsunuz? S: ‗‗ÇizelgeleĢtirme‘‘ H: ‗‗ÇizelgeleĢtirme‘‘ O: ‗‘Bilgi haritası oluĢturma‘‘ A: Az kullanıyorum ama ‗‗Ana hatları çıkarma‘‘ M: ‗‗Bilgi haritası oluĢturma‘‘ Sonuç ve Öneriler Öğrenciler doğrudan, stratejisiz olarak öğrendikleri zamana kıyasla strateji ile öğrendikleri zaman daha baĢarılı olduklarını düĢünmekteler. Strateji ile öğrendiklerinde daha çok duyu organına hitap ettiğini ve böylelikle daha baĢarılı olduklarını düĢünmekteler. Aynı zamanda strateji kullanmaları dikkatlerini toplamalarını kolaylaĢtırdığını düĢünmekteler. Strateji ile öğrenmede öğrenmenin ve hatırlamanın kolaylaĢtığını ifade etmekteler. Strateji ile çalıĢırken öğrenmeye ek olarak hatırlamanın da kolaylaĢtığını dile getirmiĢlerdir. Öğrencilerin, yineleme stratejilerinden en çok altını çizme stratejisini kullandıkları ve altını çizdikleri kelimeleri tekrarladıkları gözlemlenmiĢtir. Öğrenciler altını çizme stratejisi hakkında olumlu görüĢlerini bildirmiĢlerdir. Sıklıkla altını çizme stratejisinden faydalandıklarını ve faydasını gördüklerini belirtmiĢlerdir. Öğrenciler, altını çizme stratejisinin öğrenmelerini kolaylaĢtırdığını düĢünmekteler ve bunu da fazla zamanlarını almadan sağladığını düĢünmekteler. Yineleme stratejilerinde altını çizme stratejisine ek olarak bazı öğrenciler de ‗‗değiĢtirmeden yazma‘‘ stratejisini benimsediklerini belirtmiĢlerdir. Ezberleyerek çalıĢmayı seçen öğrenciler değiĢtirmeden yazmayı tercih edebilmektedirler. Buna muhalif olarak ise değiĢtirmeden yazma stratejisinin fazla zaman aldığını ve gereksiz olduğunu düĢünen öğrenciler de bulunmaktadır. Öğrenciler anlamlandırma stratejilerinden genel olarak ‗‗not alma‘‘ stratejisini benimsemektedirler. Not alarak daha kolay öğrendiklerini dile getirmiĢlerdir. Öğrenciler dikkatlerini çeken yerleri kendi cümleleriyle not aldıkları için hatırlamalarının da daha kolay olduğunu düĢünmekteler. Not alma stratejisine ek olarak ‗‗zihinsel imge oluĢturma‘‘ ile 191 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bilmedikleri kelimeleri zihinlerinde canlandırdıklarını; ‗‗cümlede kullanma‘‘ ile de yeni öğrendiklerini gerek arkadaĢlarıyla sohbetlerinde gerekse yolda yürürken, cümle içinde tekrarladıklarını ve öğrenmelerini pekiĢtirdiğini dile getirmiĢlerdir. ‗‗Özet çıkarma stratejisi‘‘ ile de kendilerini gereksiz ayrıntılardan kurtardıklarını ve böylece birincil bilgileri edindiklerini dile getirmiĢlerdir. Öğrenciler örgütleme stratejilerinde ise daha dağınık tercihlerde bulunmaktalar. Bazıları ‗‗çizelgeleĢtirme‘‘ stratejisini seçerken bazıları da ‗‗bilgi haritası oluĢturma‘‘ stratejisini daha çok tercih edebilmektedirler. Bilgileri bütüncül bir gözle gördüklerinden konunun ya da dersin tamamını zihne yerleĢtirme konusunda faydalı olduğu konusunda ise hemfikirler. Çizelgenin üzerine baĢlıkları ve bir örneği yazdıklarında çok yararlı olduğunu da dile getirmiĢlerdir. Bazı öğrenciler ise ‗‗bilgi haritası oluĢturma‘‘ stratejisiyle bilgileri ezberlediklerini ve kalıcı belleğe yerleĢtirebildiklerini dile getirmiĢlerdir. Öğrenme stratejilerinde bireyler arası farklılıkların ön plana çıktığını görmekteyiz. Her öğrenci kendi öğrenebilme özelliğine göre kendi stratejisini tercih etmektedir. Öğrencilerin ortak yanları ise stratejileri kullanmaları. Doğrudan öğrendiklerinde bir duyu organını aktif kullandıklarını fakat strateji benimsediklerinde birçok duyu organını aktif olarak kullandıklarını ve böylelikle daha iyi öğrendiklerini düĢünmekteler. Stratejilerin seçimlerinde ise bireysel farklılıklar ön plana çıkmaktadır. Ezberleyerek öğrenmeyi tercih eden öğrenciler ezberlemelerine yardımcı olacak stratejileri tercih etmekte, zihinde canlandırarak, kendilerince anlamlar oluĢturarak öğrenmeyi daha kolay gerçekleĢtiren öğrenciler ise buna doğru orantılı olarak stratejiler tercih etmektedirler. Bireylerin kendilerini ne kadar iyi tanırsa tercih edeceği stratejinin de kendisine o oranda faydalı olabileceği bu görüĢmeler ve gözlemlerde görülmüĢtür. Kaynakça BAġ, G. (Y:17 S: 2 2013). Yabancı Dil Öğrenme Kaygısı Ölçeği: Gerçerlilik ve Güvenirlilik ÇlıĢması. Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü- TSA. ERDEM, A. R. (Y:1 S:6). Öğrenmede Etkili Yollar: Öğrenme Stratejileri ve Öğretimi. Ġlköğretim- Online. KUġ, E. (2012). Nicel- Nitel AraĢtırma Teknikleri . Ankara: Anı Yayıncılık. ÖZER, B. (1993). Öğretmen Adaylarının Etkili Öğrenme ve Ders ÇalıĢmadaki Yeterliliği. Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi. ÖZER, B. (1998). Öğrenmeyi Öğretme. A. HAKAN içinde, Eğitim Bilimlerinde Yenilikler (s. 149-164). EskiĢehir: T.C Anadolu Üniversitesi Yayınları- Açıköğretim Fakültesi Yayınları. 192 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 SUBAġI, G. (Y: 2003). Eykili Öğrenme: Öğrenme Stratejileri. Milli Eğitim Dergisi. ġĠMġEK, A. Y. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel AraĢtırma Yöntemleri . Ankara: Seçkin Yayıncılık. ULUĞ, F. (2012). Okulda BaĢarı -Etkili Öğrenme ve Ders ÇalıĢma Yöntemleri-. Ġstanbul: Remzi Kitabevi. YILMAZ, M. (2008 S:9). Türkçede Okuduğunu Anlama Becerilerini GeliĢtirme Yolları. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 193 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 DĠLÂVER CEBECĠ‟NĠN HĠKÂYELERĠNDEKĠ ġAHIS KADROSU Emel HĠSARCIKLILAR ÖZET Türk edebiyatında özellikle Türk milletinin millî ve manevî değerlerini, karĢı karĢıya olduğu problemleri dile getirdiği Ģiirleriyle tanınan Dilâver Cebeci (1943-2008), bu Ģekilde, içinden geldiği topluma yabancı kalmamıĢ, söz konusu değerleri manzumeleri dıĢındaki diğer eserlerinde de benzer biçimde ifade etmiĢtir. Onun Mavi Türkü adlı eserinde yer alan hikâyelerinde de, Ģiirlerindeki gibi bir dünya görüĢü göze çarpmaktadır. Cebeci, milletinin tarihine dönerek bu tarihin meydana getirdiği medeniyeti yüceltmekte, bu milletin mücadele ettiği sıkıntıları dile getirmektedir. Bu hikâyeler konusunu Türk tarihinin hem Ġslam öncesi hem de Ġslam sonrası döneminden almaktadır ve Ģahıs kadrosu bakımından da oldukça büyük bir çeĢitliliğe sahiptir. Bu metinlerdeki kahramanların gözü pek, cesaretli, inandığı değerler uğruna sonuna kadar mücadele etmekten çekinmeyen, maneviyatı güçlü, ideal karakterler olduğu görülmektedir. Dilaver Cebeci, meydana getirdiği bu ideal kahraman modelinin yanı sıra diğer kahramanlarıyla da, hikâyelerinde ele aldığı konuyu daha etkili bir Ģekilde okura iletmeye çalıĢmıĢtır. Bu çalıĢmada da söz konusu hikâyelerde yer alan kahramanlar, iĢlenen konuyla bağlantılı olarak değerlendirilmeye çalıĢılacaktır. Anahtar Kelimeler: Dilâver Cebeci, hikâye, Ģahıs kadrosu. CHARACTERS IN DĠLÂVER CEBECĠ‟S STORIES Abstract Dilâver Cebeci (1943-2008), who is knownwith his poems reflectingthenational and spiritual values of Turkish nation and the problems encountered, had not become estranged to his society, and had mentioned the sevalues in his other works apart from his poems. In his stories, gathered in ―Mavi Türkü‖, his worldview is apparent as it is in his poems. Cebeci turns into the history of his nations, and glorifies he civilization which arose from this history, Yrd.Doç.Dr., GaziosmanpaĢa Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Tokat. (e-posta: emel.hisarciklilar@gop.edu.tr) 194 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 and frequently mentions the distresses his nation has fought. Apart from taking their them esfrombothpre-Islamic and post-Islamic eras of Turkish history, they also have richand diverses ets of characters. It can be seen that the characters in his textsare ideal characters who do not abstain from struggling to the end forthevalues they have faith in, with strongspirituality; who pursuedtoconveythethemes protagonistcharacter are intrepid in model. his and courageous. Dilâver Cebeci storiestothereadersmoreefficientlyviathis Thisstudyaims at analysingtheprotagonists ideal in theaforementionedstories, withreferencetothethemes of thestories. KeyWords: Dilâver Cebeci, story, characters. GiriĢ Dilaver Cebeci (1943-2008) millî romantik kaynakları yeniden yorumlayarak, bunları Ģiirlerine taĢıyan bir sanatçıdır. Konularını Türk tarihinden seçmiĢ; aĢk, kahramanlık, vatan ve millet sevgisini iĢlemiĢtir (Korkmaz vd., 2004: 290). Türk edebiyatında daha çok Ģair kimliğiyle bilinen Dilâver Cebeci, baĢka türlerde de eserler vermiĢ olan üretken bir sanatçıdır. Dilâver Cebeci‟nin Hikâyeleri Dilâver Cebeci‘nin hikâyeleri Mavi Türkü adlı, mensurelerinin de bulunduğu kitapta yer almaktadır. Bu eser oldukça yalın ve akıcı bir Türkçeyle yazılmıĢtır. Eserdeki parçalar romantik bir dille, duygusal bir yoğunluk içerisinde verilmiĢtir (Bulut, 2009: 140). Cebeci, bu eseriyle millî romantizmi yeni bir mensure anlayıĢı içinde dile getirmeye çalıĢtığını, bütün Türk tarihinden ve dünyasından bazen sevinçli bazen de üzüntülü vak‘aları, millet sevgisi temelinde ifade etmek istediğini belirtmektedir (Kabaklı, 2008: 375). Bu kitabın sonunda yer alan hikâyeler Vire, Zincir, Mavi Pantalon, Gök Gürlerken Suya Girmek, Tutsak Atın Rüyaları, Arasatta BuluĢma, Sadaka, Büyü adını taĢımaktadır. Adı geçen metinlerde geçen olaylar ve kiĢiler, Türk tarihinin çeĢitli dönemlerinden alınarak bu hikâyelerde yeniden kurgulanmıĢlardır. Bu hikâyeler Türklerin hem Ġslamiyet öncesi, hem de Ġslamiyet sonrası dönemini kapsayan oldukça geniĢ bir zaman diliminde geçmektedir. Bu özelliğin de Ģahıs kadrosunun geniĢlemesine ve çeĢitlenmesineimkân verdiği görülmektedir. Hikâyelerin ġahıs Kadrosu 195 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1- Ġdealize EdilmiĢ Kahramanlar: Dilâver Cebeci‘nin bazı hikâyelerinde, yazar tarafından üstün özelliklerle donatılmıĢ kahramanlar bulunmaktadır. Bu kahramanlar kolay kolay hata yapmayan, tehlikenin üzerine korkusuzca yürüyen, inandığı değerler uğruna sonuna kadar karĢı güçlerle mücadele eden, millî ve manevi yönü kuvvetli olan karakterlerdir. Bu Ģekilde değerlendirilebilecek kahramanlardan biri Vire adlı hikâyede bulunmaktadır. Bu hikâyede Budin‘dekiĠstonibelgrad kalesinin Macarlara karĢı savunulması hadisesi anlatılmaktadır. Bu hikâyenin baĢkahramanı ―Âdem Ejderhası Yahya Ağa‖ olarak da tanınan Budin yeniçerisi Yahya Ağa‘dır. Kahraman, okuyucuya tanıtılırken yapılan betimlemeler ve kullanılan ifadeler, daha hikâyenin baĢında, bu kahramana idealize edilen bir karakter olma özelliği kazandırmaktadır: ―Boyu herhalde üç arĢını geçiyordu. Tanrının keskin hatlarla keskinleĢtirdiği yüzünü, siyah, kısa kesilmiĢ bir sakal daha da heybetli kılıyor, elâ gözlerindeki yiğitlik kıvılcımlarına emsalsiz bir fon oluyordu. Kollarını kavuĢturduğunda, kaftanının yakasındaki ve kollarındaki uzun tüylü kürkler, uzaktan bakanlara, kucağında aslan taĢıyormuĢ, hissini veriyordu. Korkudan onun kucağına sığınmıĢ zebûn bir aslan…‖ (Cebeci, 2009a: 104) Yapılan betimlemede de görüldüğü gibi Yahya Ağa güçlü, kuvvetli ve heybetli bir Ģekilde tasvir edilerek, hikâyenin sonraki bölümünde baĢına geleceklere ve davranıĢlarına karĢı okurda saygı ve hayranlık hissi uyandırılmaya çalıĢılmaktadır. Yahya Ağa, klasik bir Türk kahramanı gibi, kaleyi vire usulüyle yani anlaĢmayla teslim etmek yerine düĢmanla göğüs göğüse dövüĢerek, mücadele ederek, yiğit ve korkusuz bir Türk askeri olarak savunmayı tercih etmektedir. Onun ―Yarın sabah biiznillah kaleden taĢra çıkar, düĢman ile ceng ederim. Ya muhasarayı yarıp giderim, yahut Ģahâdet Ģerbetini içerim.‖ (Cebeci, 2009a: 104) sözleri bu kahramanın sahip olduğu cesareti olduğu kadar, millî ve manevi değerlere olan bağlılığını da ortaya koymaktadır. O, hiçbir Ģekilde ölümden korkmamakta, tam aksine Ģehit olmayı,kendisini bekleyen mutlu ve onurlu bir son olarak görmektedir. Onun bir diğer özelliği de kararlılığıdır ve bu özelliği herkes tarafından bilinmektedir. Bunu bilen Budin yeniçerilerinden sekizi daha ona katılarak ertesi sabah kale savunmasında kanlarının son damlasına kadar düĢmanla mücadele ederler. Bu savaĢ manzarasının ifade edildiği cümleler söz konusu kahramanların yazar tarafından ne derece üstün güçlerle donatıldığını göstermektedir: 196 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―Kale mazgallarından savaĢı seyredenler, dokuz yiğidin, kırk bin kâfire saatlerce ok fırlatıĢlarını, çift kat zırhları delip, nice sineleri parçaladıklarını gördüler. Oklar bittiğinde, dokuz pırıl pırıl kılıcın düĢman kümeleri ve toz bulutları içinde çakan ĢimĢekler gibi, inip inip kalktığını gördüler.‖ (Cebeci, 2009a: 105) Yazarın bu cümlelerle de dile getirdiği gibi, Yahya Ağa ve onun gibi canını kale savunmasına adamıĢ olan sekiz yeniçeri, üst düzey bir güç göstererek korkusuzca düĢmanla çarpıĢmıĢlardır. Bu esnada düĢman askerlerinin sayıca onlardan kat kat üstün olması, hiçbirinin gözünü korkutmamıĢtır. Hikâyenin sonunda da bu gözükara askerlerin Ģehit oldukları görülmektedir. Dilâver Cebeci‘nin eserlerinde Ģehitlik, Türk-Ġslam kültüründen gelen bir anlayıĢla sıklıkla iĢlenen konular arasındadır. Cebeci bir Ģiirinde bu yüce makamla ilgili olarak Ģu dizeleri söylemiĢtir: ―Gitti, som altından zaferler vardı. Yedi kat mehterli seferler vardı. Âdem ejderhası ne erler vardı Ölüm sonsuzluğa akan bir nehir, Allah kadîm, Allah bâkî, Allah bir.‖ (Cebeci, 2009b: 52) Dilâver Cebeci, bu Ģiirinde, tıpkı Vire adlı hikâyedeki Yahya Ağa gibi düĢmanla korkusuzca döğüĢüp vuruĢan kahramanları ―âdem ejderhası‖ olarak nitelendirerek, onlara yenilmezlik özelliği kazandırmaktadır. Cebeci‘nin Türk-Ġslam kültüründen olduğu gibi, Ġslam öncesi dönemden de aldığı, benzer özelliklere sahip kahramanları vardır. Gök Gürlerken Suya Girmek adlı hikâyede Ġslamiyet‘in kabulü öncesinde Türklerin Gök Tanrı inancı ve devlet yönetim anlayıĢlarıyla ilgili bir takım düĢünceler bulunmaktadır. Bu anlayıĢ çerçevesinde eserin baĢkahramanı olan Budançar Emmi, gençliğinde cenk meydanlarında at koĢturup, kılıç sallamıĢ olan korkusuz bir yiğittir. Yalnız, onun bu cesareti sadece düĢmana değil, kendilerini yöneten kağana karĢı da aynı Ģekilde tezahür etmektedir. Çünkü kağanın gök gürlerken suya girilmeyeceğine dair koyduğu yasak, BudançarEmmi‘nin pek de umurunda değildir. Bu yasağı bilse de, aynı Gök Tanrıya inanmasına karĢın kendi dünya görüĢüne uymadığı gerekçesiyle suya girer ve bunu gören yasakçılar tarafından kağana gönderilir. Ancak Budançar Emmi, kağanın karĢısında da, cezalandırılma tehlikesine rağmen asla ona boyun eğmez ve aynı cesareti sürdürür. Kağanın sözleri ise onun cezalandırılmasına değil, bu konu üzerine düĢünmesine vesile olur: ―Bir 197 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 daha gök gürlediğinde suya girmeyeceksin! Göğün üstüne üstüne gideceksin, anladın mı? Göğün üstüne üstüne!.. Cezan bu, haydi git!‖ (Cebeci, 2009a: 116) Kağanın bu sözleri, Türk devlet töresinde devlet yöneticisinin konumunu ve yönettiklerine karĢı tavrını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kağan, yasağına karĢı gelen BudançarEmmi‘yi bu Ģekilde düĢünmeye yönlendirerek, toplumun düzeni için konmuĢ olan kuralların ne tür bir iĢlevi olduğunu ve bu düzeni korumadaki katkısını onun kendisinin bulmasını sağlamak istemiĢtir. Büyü adlı hikâyede ise tüm bir Türk milleti bu Ģekilde idealize edilerek, Çinliler tarafından anlatılmaktadır. Çin imparatorunun Türk milletine karĢı duyduğu korku onun rüyasında gördüklerinden hareketle Ģu Ģekilde aktarılır: ―Biraz sonra da büyük horultularla derin bir uykuya daldı. Türkler onu düĢünde bile rahat bırakmıyorlardı. O yüce çin seddinin üstünden atlarla uçuyorlar, ırmakların, denizlerin üstünden batmadan yürüyorlar, bilmem kaç arĢın uzunluğundaki kılıçları ile, elli, yüz, ikiyüz kiĢiyi birden biçiyorlar, çin askerlerinin üstüne gökten yağmur gibi oklar yağdırıyorlardı.‖ (Cebeci, 2009a: 131) Ġmparatorun bu sözlerinde de görüldüğü gibi, Türkler onların gözünde karĢılarına çıkan her Ģeye korkusuzca meydan okuyan, doğaüstü güçlere sahip, az sayıda olsa bile yüzlerce kiĢiyi bir anda yok edebilecek kudrette olan, oldukça güçlü bir millet olarak bilinmektedirler. Çinliler, Türkler karĢısında aldıkları yenilgileri onların ancak bu özellikleriyle açıklayabilmektedirler. Yani bu hikâyede Türk milleti, Çinliler tarafından insanüstü yeteneklerle donatılmıĢ olan ve aĢılması mümkün olmayan bir engel olarak, idealize edilmiĢ bir Ģekilde anlatılmıĢtır. 2-Halkın Ġçinden Kahramanlar: Dilâver Cebeci‘nin hikâyelerinde halkın içinden, her meslek grubundan ve her yaĢtan insan Ģahıs kadrosu içerisinde yer almaktadır. Ancak bu kahramanların da yazarın dünya görüĢü çerçevesinde kurgulanmıĢ karakterler olduğu görülmektedir. Ayrıca bu kahramanların bir diğer özelliği de Türklerin yaĢadığı çeĢitli coğrafyalardan seçilmiĢ olmalarıdır. Yazarın özellikle Zincir adlı hikâyesinde halkın hemen hemen her kesiminden insan kahraman olarak seçilmiĢtir ve hepsi de aynı derecede öneme sahiptir. Hikâyenin ilk kahramanı sahnede oyunculuk yapan ve Ģarkı söyleyen, çelimsiz bir çocuktur. Sonrasında diğer kahramanlar iseBayazıt Camii‘nin haremindeki bir genç, bir ilk çağ gecesinde karanlık bir evde bir Ģeyler hesaplayan üç tane adam, yine sahnede Ģarkılar söyleyen ve elinde bir 198 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 demet çiçek olan bir hanım ve son olarak da Hazer gölünün kıyısında birbiriyle konuĢan iki adamdır. Ancak bu kahramanların dikkat çeken tarafı, her birinin farklı zaman ve mekânlardan seçilmiĢ, farklı uğraĢlar içerisindeki insanlar olmalarıdır. Bu durum aslında yazarın dünya görüĢünü yansıtmaktadır. Hikâyenin son bölümünde yazarın söylediği Ģu sözler aslında onun ne demek istediğini özetler niteliktedir: ―Bu bitmez bir hikâyedir. Devam edip gider. Çelimsiz oğlan, çizmeli Ģarkıcı kız, çiçekler, alev gözlü adamlar, Ģarktan garba uzanan bir zincirin halkalarıdır. Bir halka kopsa bu zincirden, gökten görünmez eller uzanıp, yerine yenisini takar. Çürüyenleri değiĢtirir. En iyisi kopmamaktır. Çürümemektir.‖ (Cebeci, 2009a: 108) Yeryüzünün hangi köĢesinde olursa olsun, her insan bu dünyanın bir ferdidir ve bu dünyanın bir parçasıdır. Yazar, her bireyin bu dünya için değerli bir varlık olduğunu vurgularken, yaradılıĢın doğal seyrine de gönderme yapıyor. Doğum-ölüm-yeniden doğum mitosundaki gibi ölen ya da kaybolan her varlığın yerine bir yenisi gelmektedir. GüneĢin, ayın, mevsimlerin, yılların geçirdiği dönemler de doğanın temel bir ritmidir (Moran, 2002: 221). Bu durum, yaptığı bazı hatalardan sonra kendine gelip dünyaya daha sağlam bir Ģekilde tutunan insanlar için de geçerlidir. Bu döngüyü yaĢayan insanlar artık daha güçlüdürler, çünkü daha önce yaptıkları hatalara bir daha düĢmeyeceklerdir ve tecrübe kazanmıĢlardır. Ancak yazarın asıl vurgulamak istediği, birbirinden ayrı coğrafyalarda yaĢayan Türklerin, bu durumun farkına varıp, daha çok ayrıĢmanın ve dağılmanın önüne geçmeleri, birbirlerinden kopmamalarıdır. Çünkü koptukları vakit çürüyecekler ve sonunda da yok olacaklardır. Oysaki yapmaları gereken yeniden doğmak, yani mevcut durumun tam olarak farkına varıp, bir araya gelerek eskisinden daha güçlü bir Ģekilde var olmaktır. Özellikle milliyetçi ideolojiye sahip olan sanatçılar tarafından millî bir renk olarak kabul edilen mavi, Dilâver Cebeci‘nin hem Ģiir hem de hikâyelerinde önemli yere sahiptir. Mavi Pantolon adlı hikâyede de yazarın, eserin baĢkahramanı olarak aynı hassasiyet içerisinde olduğu görülmektedir. Gökyüzünün ve denizin mavi yerine, bulanık bir renk içerisinde olması, yazarın mevcut durumdan memnun olmadığının bir göstergesi olarak hikâyenin diğer kahramanına da yansımıĢtır. Yazarın Sultanahmet‘te otobüs beklerken gördüğü ve her halinden yoksulluk içinde olduğu anlaĢılan pantoloncu, Ģu sözlerle betimlenir: ―Çekik gözlü, çok seyrek sakallıydı. BaĢının alnına yakın kısmındaki saçları dağınık ve dikti…‖ (Cebeci, 2009a: 110) Yazar bundan sonra bu pantoloncunun baĢka Türk coğrafyalarından Ġstanbul‘a gelip burada yaĢam mücadelesi veren bir soydaĢı olduğunu fark eder. Ancak, bu 199 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 pantoloncunun elinde her renkten pantolon olmasına rağmen sadece mavi renkte olan yoktur. Bu durum da adamın geldiği yerdeki soydaĢlarının zor durumda olduğunu ve bu durumu düzeltmek için ellerinden gelen bir Ģey olmadığını gösteren bir semboldür. Çünkü yazarın tarif ettiği havaya göre, gökyüzü gittikçe kararmaktadır ve mavi rengin yeniden görüneceğine dair de bir belirti bulunmamaktadır. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında yazarın o adamın yanına gidip, farklı bir coğrafyadan bir soydaĢıyla konuĢma arzusuyla dolu olduğu sezilmektedir: ―Ben bu adamı tanıyordum. Çok iyi tanıyordum. Onunla bin yıl yaĢamıĢlığım vardı. Adını sorsanız bilmezdim ama, onu çok iyi tanıyordum. Tanrım, bir yanına varabilsem, adını sorabilsem, yurdunu öğrenebilsem…‖(Cebeci, 2009a: 110) Bu cümlelerde de görüldüğü üzere yazar, soydaĢı olan pantolon satıcısıyla konuĢarak, birbirinden ayrı düĢmüĢ olan Türklerinbu durumunun verdiği ıstırapla yüreğinde duyduğu acıyı biraz olsun dindirmek istemektedir. Ancak bir süre sonra beklediği otobüsün gelmesiyle adamla konuĢamadan oradan uzaklaĢmak, yazara memleketinden uzaktaki bir soydaĢından ayrı düĢmenin acısını daha derinden hissettirmektedir. Sadaka adlı hikâyenin kahramanı ise esnaf Hacı Musa Efendi‘dir. Hacı Musa Efendi, hikâyenin geçtiği günün bir önceki gecesinde gördüğü rüyanın oldukça fazla tesirinde kalmıĢtır. Rüyasında bir kılıç görür ve bu durum hikâyede Ģu sözlerleifade edilir: ―Kılıç… Rüyada kılıç görmek neye alâmetti? Öyle herkesin bildiği kılıçlardan değildi ki… Göğün ortasında, ıĢıl ıĢıl, sivri ucu yere doğru sallanıp duruyordu. Kocamandı. Kabzasını, kabza üzerindeki yakut, zümrüt, inci ve daha baĢka bilmediği değerli taĢları görebiliyordu.‖ (Cebeci, 2009a: 125) Hacı Musa Efendi‘nin rüyasında gördüğü kılıç, nereye giderse gitsin bir türlü peĢini bırakmamakta ve sürekli gökten aĢağı, onun tepesinde sallanmaktadır. O, bu rüyaya bir türlü anlam veremez, ancak daha sonra camide imamdan dinlediği vaaz aklına gelir. Bu, hikâyede Ģu sözlerle anlatılır: ―Bir hadis okumuĢtu imam: ‗Sadaka ecelin önüne geçer, belâ dalgalarını karĢılar…‘ gibi bir Ģeydi.‖ (Cebeci, 2009a: 126) Hacı Musa Efendi bunun üzerine, imamın sözlerini, gördüğü rüya ile de iliĢkilendirerek dükkânına giderken sadaka verebileceği bir dilenci arar. Ancak bir türlü bulamaz. Tam bu esnada üzerine doğru son sürat gelen atlıların arasında kalır. Kanlar içinde yerde yatarken, gözü, camları tıpkı rüyasında gördüğü kılıçtaki renkli taĢlara benzeyen bir dükkân görür ve bu dükkânın önünde de bir dilenci vardır. Ancak 200 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 her Ģey için artık çok geçtir ve Hacı Musa Efendi geçirdiği bu kaza sonucunda hayatını kaybeder. Dilâver Cebeci bu hikâyesinde kahramanlarını geleneksel bir takım inanıĢlar ve Ġslami anlayıĢ çerçevesinde ĢekillendirmiĢtir. Eserin baĢkahramanının gördüğü rüyaya herhangi bir anlam yüklemeye çalıĢması ve sonrasında imamın vaazından duyduğu bir hadis doğrultusunda hareketlerini yönlendirmesi, bu anlayıĢın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. 3-Yabancılar: Dilâver Cebeci‘nin hikâyelerinde, eserin asıl kahramanının karĢısında olan yabancılar da yer almaktadır. Bu kahramanlar genellikle Türklerin mücadele ettiği karĢı güçleri temsil etmektedir. Vire adlı hikâyede yer alan yabancı kahraman, kalenin anlaĢma yoluyla teslim edilmesini isteyen Macar komutandır. Macar komutan, Türk komutanların cesaretlerini ve inançlarını kırıcı sözler söyleyerek, onların kaleyi çabuk bir Ģekilde teslim etmelerini amaçlamaktadır: ―DıĢarda kırk bin çift kat çelik zırhlı Macar askeri var. Osmanlı‘dan ümidinizi kesin. Buraya iki ayda varamaz. Osmanlı gelinceye kadar amansız kılıçlanınız burada tek bir Türk bırakmaz. ġartlarımızı kabul ederseniz hakkınızda hayırlı olur. KarakıĢ gelmek üzere.Bizi fazla uğraĢtırmayınız.‖ (Cebeci, 2009a: 103) Macar komutan, Türk komutanlara can ve mal emniyetlerinin korunacağına dair teminat verse de, ona pek de güvenen yoktur. Hikâye boyunca düĢman güçleri temsil eden Macar komutan, kendisine fazlasıyla güvenmektedir, ancak bu kiĢiler hiçbir engele ve tehlikeye boyun eğmeyip, kanının son damlasına kadar mücadele etmekten çekinmeyecek olan Türk askerlerini hesaba katmamıĢtır. Büyü adlı hikâye ise Türkler ve Çinliler arasındaki mücadelelerin, Çinliler üzerindeki psikolojik tesiri üzerine kurulmuĢtur. Türklere karĢı duydukları korku yüzünden Çin Seddini yapan Çinliler, Türklerin büyücü olduklarına inanmaktadırlar. Üç Türk çerisinin Çinli nöbetçilere atlarının ayaklarını çözdürmesi de Türkler tarafından onlara yapılan bir büyü olarak algılanır. Bu durum, nöbetçiler tarafından Çin imparatoruna iletilir. Çin imparatoru düĢüncelerini Ģu sözlerle dile getirir: ―Büyü, büyü, büyü! Bıktım bunların büyüsünden. Bizi hep büyü ile yeniyorlar. Atları büyülü, kılıçları büyülü, okları büyülü… Üç günlük yolu bir 201 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 günde alıyorlar. Nasıl yapılır bu? Ama onlar yapar. Pis büyücüler!‖ (Cebeci, 2009a: 131) Çin imparatoru, Türklerle yaptıkları mücadeleler karĢısında aldıkları yenilgileri, onların ancak bir büyücü olabileceği yönündeki iddiasıyla bu Ģekilde açıklamaya çalıĢmaktadır. 4-Dekoratif Unsur Durumundaki Kahramanlar: Dilâver Cebeci‘nin bazı hikâyelerinde, dekoratif unsurların, diğer kahramanlarla ilgili olarak vurgulanmak istenen düĢünceyi daha etkili kılmak için, eserin birer yardımcı kahramanı konumuna getirildiği görülmektedir. Vire adlı hikâyede yer alan Türk ve Macar askerleri bu hikâyede yer alan ve asıl kahramanların arkasında bulunarak onlara yardımcı olan unsurlar arasındadır. Zincir adlı hikâyede kullanılan dekoratif unsurlar arasında bulunan çiçekler ise, yazarın vurgulamak istediği düĢünceyi pekiĢtirmesine yardımcı olarak seçilmiĢtir: ―Bir Asya bozkırında, yakıcı güneĢ altında, sıklaĢan nefesleri ile birbirlerine sokulan kuzular gibi çiçekler…‖(Cebeci, 2009a: 107) Yazarın Asya bozkırında tasvir ettiği bu çiçekler, Türk coğrafyasını iĢaret etmektedir. Her biri sıkıĢık vaziyette, birbirini kucaklayan bu çiçeklerin varlığından, sahneyi izleyen diğer insanlar haberdar değildir. Bu bir demet çiçek, Asya‘da yaĢayan Türkleri göstermekte ve kendi varlıklarından, dünyanın diğer coğrafyalarında yaĢayan Türklerin de haberdar olmasını beklemektedirler. 5-Ġnsan DıĢındaki Kahramanlar: Dilâver Cebeci, bazı hikâyelerinde, insan dıĢındaki baĢka varlıkları da eserin asıl kahramanı konumuna getirmektedir. Ancak seçtiği bu kahramanların, Türk kültüründe önemli bir değere sahip olan varlıklar olduğu dikkat çekmektedir. Cebeci‘nin Ģiirlerinde olduğu gibi, hikâyelerinde de at, değer verilen bir varlık olan kahraman konumundadır. At, Türk kültüründe ve destanlarında önemli bir yere sahiptir. ―Atı da kadın gibi, silâh gibi nâmus bilen bir millet olarak Türkler, zafer yolunda uzakları yakın eden bu canlı vâsıtaya tabii bir sevgiyle bağlanmıĢlardı.‖ (Banarlı, 1998: 34) Tutsak Atın Rüyaları adlı hikâyenin baĢkahramanı konumundaki at, yazar tarafından bir takım insani hususiyetlerle donatılarak anlatılmıĢtır. Bu at, sahibi tarafından bağlanmıĢ ve onun istediği Ģekilde hareket etmeye mecbur bırakılmıĢtır. Onun her zaman hayal ettiği Ģey ise, kendince, doğanın içinde, toprağın üzerinde, özgür bir Ģekilde koĢmak ya da savaĢ meydanlarında olmaktır. Bu atın gördüğü rüya, onun acımasız bir arabacının yüklerini taĢımak için değil, 202 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 savaĢ meydanlarında, tüm gücüyle, verilen mücadeleye katılmak için yaratıldığı düĢüncesini açıklamaktadır: ―ġimdi bir savaĢ meydanındaydı tutsak at. Daha pek çok atlar vardı burada. KoĢumları göz alıcı, süvarileri pür silâh… Pırıl pırıl atlar… Hepsinin cinslerini tanıyabiliyordu. ġu siyah at Arap, Ģu doru at Ġngiliz cinsi idi. Bunlar süratli atlardır. Kendisi onlar kadar süratli değildi, ama güçlü, dayanıklı Asya cinsi bir doru at idi.‖ (Cebeci, 2009a: 119-120) Tutsak atın gördüğü bu rüyaya göre o, Asya kökenli bir attır. Atın, Türk kültüründe sahip olduğu önemin derecesi göz önünde bulundurulduğunda, tutsak atın bu hikâyede tutsak halde yaĢamakta olan Türkleri sembolize ettiği düĢünülebilir. Hikâyedeki arabacı gibi acımasız ve zalim düĢmanlar, esaretleri altında yaĢattıkları Türklere eziyet etmektedirler. Ancak fiziksel eziyetten ziyade onları asıl yaralayan, hürriyetlerinin bu kiĢilerin elinde tutsak olmasıdır. Dilâver Cebeci bu durumu bir Ģiirinde Ģu dizelerle dile getirir: ―Tutsak kızların avuçlarına yağıyorum her güz, Bir Kafkas‘dayım, bir Çin‘deyim. Gök bıçaklar sapladım karanlığın karnına, Sürüsü yitmiĢ çobanların düĢündeyim.‖ (Cebeci, 2009b: 134) Dilâver Cebeci, bu mısralarda Kafkaslarda ve Çin‘de hürriyetleri esir edilmiĢ olan Türklerin acılarına kendi yüreğinin de ortak olduğunu ifade etmektedir. Cebeci birçok Ģiirinde olduğu gibi, Tutsak Atın Rüyaları adlı hikâyesinde de benzer Ģekilde esaret altında tutulan soydaĢlarının durumuna olan üzüntüsünü bu Ģekilde sembolleĢtirmiĢtir. Bu durumu dile getirirken hem Tutsak Atın Rüyaları adlı hikâyesinde hem de Ģiirlerinde rüya motifinden yararlandığı da görülmektedir. Çünkü Cebeci, soydaĢlarının eninde sonunda bu zulüm ve esaretten kurtulacağına dair ümidini hiçbir zaman kaybetmemekte ve bunu da birgün gerçekleĢecek bir rüya olarak nitelendirmektedir. Sonuç Dilâver Cebeci hikâyelerinde, Ģiirlerinde olduğu gibi Türk dünyasının sorunlarına, esaret altında bulunan Türklerin çektiği ıstıraplara yer vermekte, bu soydaĢları için duyduğu kaygıyı belirtmektedir. Ancak yazarın hiçbir zaman umudunu yitirmediği görülmektedir. Bu hikâyelerin Ģahıs kadrosunu meydana getiren kahramanlar da yazarın bu düĢüncesini anlatmak için seçilmiĢ olan karakterlerdir. Yazar gibi, geleceğe umutla bakan, zorluklar 203 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 karĢısında yenilmeyen ve inandığı değerler uğruna tüm varlığını feda etmeye hazır olan idealize edilmiĢ kahramanların yanı sıra, yazarın düĢüncelerini daha iyi vurgulamasına yardımcı olarak seçilen diğer kahramanlar da aynı derecede öneme sahiptir. Bunlardan yabancı kahramanlar mücadele edilen karĢı güçleri sembolize etmektedir. Sonrasında ise halkın içinden ve insan dıĢındaki varlıklardan seçilen kahramanlar ve dekoratif unsur durumundaki kahramanlar da vurgulanan düĢüncenin etkinliğine katkı sağlamaktadır. Kaynakça Banarlı, N.S. (1998). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I. Ġstanbul: Millî Eğitim Basımevi. Bulut, Y. (2009). Dilaver Cebeci Hayatı, Sanatı ve Eserleri.BasılmamıĢYüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Cebeci, D. (2009b). Dilâver Cebeci Bütün ġiirleri. Ġstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. Cebeci, D. (2009a). Mavi Türkü. Ġstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. Kabaklı, A. (2008). Türk Edebiyatı IV. Ġstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. Korkmaz, R. -T. Özcan, ―Cumhuriyet Dönemi Türk ġiiri‖, (Ed. Ramazan Korkmaz).(2004). Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı 1839-2000. Ankara: Grafiker Yayıncılık. Moran, B. (2002). Edebiyat Kuramları ve EleĢtiri. Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları. 204 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KARAHANLI TÜRKÇESĠ ESERLERĠNDE YANSIMA SÖZCÜK TÜRETEN EKLER Ergün KOCA AyĢen KOCA ÖZET YaklaĢık iki yüz yıllık bir zaman dilimini kapsayan Karahanlı Türkçesi, gerek günümüze kadar ulaĢan dil yadigarları ile, gerekse kendisinden sonra ortaya çıkan Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi, Kuzey Türkçesi ve Güney Türkçesi adlarıyla sınırlandırılan tüm yazı dillerine esas teĢkil etmesiyle Türk Dili tarihinde önemli bir yer edinmektedir. Yansımalar, dıĢ dünyadaki sesleri, görüntüleri vb. insan dilinin elverdiği Ģekilde taklit ve tasvir ederek anlatıma canlılık kazandıran sözcüklerdir. Yansımalar gerek kök gerekse türemiĢ biçimleriyle tarihi ve çağdaĢ Türk Dillerinin söz varlığında önemli yer tutar. Bu çalıĢmada, Karahanlı Türkçesinin en önemli eserlerinden olan Kutadgu Bilig ve Divânü Lûgâti‘t-Türk‘deki yansıma kök ve gövdelerinden yansıma sözcükler türeten ekler ele alınmıĢtır. Anahtar Sözcükler:Karahanlı Türkçesi (KT), Kutadgu Bilig (KB), Divânü Lûgâti‘tTürk (DLT), yansımalar, yansıma türeten ekler vb. Suffixes that Form Onomatopoeic Words in Works of Karahan Turkish Language Abstract Occupying about 200 years, the Karahan Turkish language takes a significant place by its language treasure which has been living even till our days and by forming a base for all Doç. Dr.; Zirve Üni., Eğitim Fak., Öğretim Üyeleri, Kızılhisar Kampüsü 27260 Gaziantep / Türkiye; e.koca06@gmail.com Doç. Dr.; Zirve Üni., Eğitim Fak., Öğretim Üyeleri, Kızılhisar Kampüsü 27260 Gaziantep / Türkiye; aysen_koca71@hotmail.com 205 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 written languages which are limited with the names such as Eastern Turkish, Western Turkish, Northern Turkish and Southern Turkish. Onomatopoeia are words which animate the sounds of nature and views in the way that a person imitates and describes. Onomatopoeic words occupy an important place in the historical and modern Turkic languages with its both root and derivative forms. In this research, root onomatopoeic words and the derivative suffixes that form them in the works like Kutadgu Bilig and Divanu Lugati‘t-Turk, important works of the Karahan Turkish language, will be analyzed. Key words: The Karahan Turkish language, Kutadgu Bilig, Divanu Lugati‘t-Turk, onomatopoeic words, suffixes that form onomatopoeic words, etc. 1.GiriĢ Karahanlı Türkçesi; esas olarak Arap alfabesiyle yazılmıs, merkezi KaĢgar olan Karahanlı devletinde XI. yüzyılda ortaya çıktığı kabul edilen ilk islâmî Türk yazı dilidir(Güzel-Torun, 2004: 95). Ġslamla birlikte söz varlığı Arapça ve Farsçanın etkisine girmiĢ olan bu dil, yaklaĢık iki yüz yıllık bir zaman dilimine hâkimdir. Köktürk ve Uygur Türkçesinin tabiî bir takipçisi niteliğindedir. Nitekim 13. yüzyıldan itibaren geliĢen yeni yazı dilleri, KT‘nin devamı Ģeklindedir. Bilindiği üzre Türk dili ve edebiyatının, Türk kültür tarihinin, halk biliminin vb. bilinen en önemli temel kaynakları olan DLT ve KB bu dönemin ürünüdür. XI.yüzyılın en önemli eserleri olan DLT ve KB Türkoloji dünyasında üzerinde en çok çalıĢma yapılmıĢ; Türk dili, Türk kültürü ve Türk toplumunun folklorik özellikleri bakımından eĢsiz ve tükenmez inceleme kaynaklarıdır. Bu eserler özellikle son yıllarda hemen hemen bütün Türki dillere çevrilmiĢ, tüm Türk dünyası bu eserleri sahiplenmiĢ, ortak geçmiĢimizin en önemli mirası olarak kabul etmiĢtir. (Bkz. Koca, 2009 : 120-142) Bu düĢüncelerle Ģekillendirdiğimiz makale çerçevesinde, dönem eserlerindeki yansıma türeten ekleri ve dolayısıyla yansımaların – bugün bile gramer yaklaĢımlarında tam yerine oturtulamamıĢ bir sözcük türü olarak – XI.yüzyıl sözvarlığındaki etkinliğini ele alacağız. Gerek tarihi gerekse çağdaĢ Türk dilleri sondan eklemeli dillerdir. Ġlk yazılı kaynaklarımızdan bu güne yeni kavramları karĢılamada kullandığımız en önemli yol sözcük kök ve gövdelerinden yapım ekleri yoluyla yeni sözcük türetmektir. Türkçenin en doğal, en iĢlek, en geniĢ yeni sözcük kazanma yolu olan sözcük türetmek, ad ve eylem köklerinden yapım ekleri 206 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ile yeni gövdeler yapmak demektir. Eklemeli bir dil olan Türkçenin çok zengin bir sözcük yapma mekanizması vardır. Nitekim Hamza Zülfikar (1991: 48 vd.) ‗‗Terim Sorunları ve Terim Yapma Klavuzu‘‘ adlı eserinde Türkçede yüz yetmiĢ yapım ve çekim ekini ele almıĢ ve yapım eklerinin ne denli sözcük türetmeye elveriĢliolduğuna değinmiĢtir.Türkiye Türkçesindeki türetme eklerinin sayının yüzdoksan bir olduğunu belirleyenler de vardır (Uzun-Uzun-Aksan- Aksan, 1992) . Zülfikar,adı geçen eserinde ad ve eylem kök ve gövdelerine getirilerek yeni sözcük türeten yapım eklerinin bazılarının yalnız yansıma kök ve gövdelerinden yeni yansıma sözcükler türeten ekler (Ör. +KIr- eki) olduğunu, bazılarının ise en önemli iĢlevlerinden birinin yeni yansımaları karĢılamak olduğunu (Ör. +lA- eki) izah eder. Yani, yansıma kök ve gövdelerinden, yeni yansımalar türeten ekler özel bir kategori olarak ele alınmıĢtır. Necmettin Hacıeminoğlu‘ da (2008:130 vd.) Karahanlı Türkçesi‘nde eylem yapan 83 yapım ekini tespit etmiĢ ve bu yapım eklerinin iĢlevlerine değinmiĢtir. Yine A. Bican Ercilasun, ―Kutadgu Bilig Grameri – Fiil‖ adlı eserinde eylem türeten (ad ve eylem kök ve gövdelerinden) 37 eki tüm kullanımlarıyla incelemiĢ, Karahanlı Türkçesi‘nde eylem türetme mekanizmasının dinamikliğini ortaya koymuĢtur. (Ercilasun,1984:14 vd.) Ġncelemeye kaynak olan XI.yüzyılın bu iki önemli eseri DLT ve KB‘ye baktığımızda; DLT‘de 8783 (Atalay, 2006) madde baĢı sözcüğün ve KB‘de de 2861 (Arat, 1999) sözcüğün varlığından söz edilmektedir. Bu sözvarlığı içerisinde gerek kök gerekse türemiĢ halde yüzlerce yansıma sözcük görmekteyiz. (Bkz., Koca, 2009) Canlı ve cansız varlıkların çıkardıkları her türlü sesleri taklit eden; dıĢ görünüĢlerini, hareketlerini ve vücutlarının aldığı bazı fiziki durumları betimleyerek gösteren; insanların yalnız kendilerinin hissedebildiği duyuları, sezimleri ve onların etkilerini yansıtan sözcükler olarak tanımlanan yansımalar (Koca, 2010: 88 vd.), tek baĢına kullanılıp bir anlam taĢıyabilen,cümlenin herhangi bir öğesi olabilen, çekimlenebilen ve türemeye elveriĢli sözcüklerdir. Yansımalı sözcükler tam anlamlı sözcükler gibi adı adlandırılan Ģeyin Ģartlı göstergesi olamaz. Gerçi onlar böyle Ģeylerin (sesin, gürültünün, hareketin, durumun, görünümün v.b.) dildeki tahminî, benzetilerek yaklaĢtırılan karĢılığı, imgesi sayılır. Örneğin, dilimizde çalıĢan saatin sesi tık tık diye, tükürmeden çıkan ses tü diye, çocuğun ağlaması ıñaa ıñaa diye belirtilir. Fakat bunların hepsinde de taklit edilen yansımalı sözcüğün telaffuzuna uymaz. Bu bakımdan yansımalı sözcüklerin anlamı ve genelleĢtirici özelliği adlandırma görevini üstlenen diğer türlerdeki sözcüklere kıyasen hemen hemen soyuttur, fakat onların anlamı canlılık, renklilik, süs ve anlatıma kattığı sözcüksel ahenk gibi ek anlamlarla tamamlanır. 207 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Canlı ve cansız maddelerden oluĢan varlığın hepsini birtakım hareketlerle, gürültülerle ve Ģekillerle karĢılamaktayız. Bunların insanda yarattığı duyguların adlandırılmasında, bu hareketlerin, gürültülerin ve Ģekillerin sözcük olarak bir biçime getirilmesinde ana dili, kılavuz olmuĢ, dilin yapısına yaklaĢtırılan ses ve Ģekil yansımalarına has bir sistem için tabiattan elde edilen bu gürültüler, Ģekiller sözcüklere dönüĢtürülerek canlı ve renkli anlatımlar sağlanmıĢtır. Adlandırılmalarda tabiattaki hareketliliğin çıkardığı seslerle canlıların çeĢitli gürültüleri, sesleniĢleri birinci sırayı alır. Tabii seslerin adlandırılması yoluyla elde edilen bu sözlerin en önemli fonksiyonu o sesi veya Ģekli adlandırabilmeleridir. (Koca, 2011: 883 vd.) Biçim bakımından yansımalar gerek hizmetçi sözcüklerden gerekse ünlemlerden farklı olarak kendilerine has yapım ekleriyle, Türkçenin ikilemelerinin oluĢumundaki aktiv kullanımıyla dikkati çeker. Yine kök halindeki yansımaların bile gerek ad, gerek eylem olarak, gerek ikileme kurarak, gerekse yardımcı eylemlerle kullanılarak Türkçenin sözvarlığına katkı sağladığı da görülmektedir. Yanibu dil birlikleri, dilde tek baĢına veya addan ad ve addan eylem yapma ekleriyle geniĢletilerek kullanılabilinen, kök olarak ad kökü karakterinde sözcüklerdir. Aldıkları eklerle ad, önad ve eylem görevinde kullanılırlar. Acaba KT‘nin iki önemli eseri olan DLT ve KB‘de de yansıma kök ve gövdelerinden yeni yansıma sözcük türeten ekler varmıdır?Bu eklerin hangileri ile yansıma eylem hangileri ile yansıma adlar yapılmaktadır? Türetilen yansıma sözcükler hangileridir?Bu makalede bu sorulara cevap aranacaktır. 2. Yansıma Kök ve Gövdelerinden Yansıma Eylem Türeten Ekler Eserlere bakıldığında yansıma kök ve gövdelerinden yansıma eylem türeten eklerin belli baĢlıları Ģunlardır:+KIr-, +lA-, +Da-, +rA-, +Ir-, +A-, +Ar-, +(I)l-, +ĢA- vb. Bu ekler, yansıma köklerine getirilmek suretiyle eserlerde onlarca yansıma eylem türetmiĢlerdir. Eklerin bazılarının öncelikli iĢlevlerinin, bazılarının ise iĢlevlerinden sadece birisinin yansıma sözcük türetmek olduğunu görmekteyiz. Biz her iki durumda da yansıma türeten ekleri bir örnekte bile görülse incelemimize dahil ettik: 2.1. +kır-,+kir-,+kur-,+kür- / +gır-,+gir-,+gur-,+gür- eki: Bu ek Türkçede eskiden beri kullanılan, ses yansımalı köklerden geçiĢli ve geçiĢsiz eylemler türeten bir ektir. ―olma‖ veya ―yapma‖ ifade eden ses yansımalı eylemler yapar. Bu ekin ses yansımalı köklerden eylem türetme fonksiyonu, yalnız Türkçede değil Türkçe‘nin 208 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bütün devirlerindeki yazılı kaynaklarında ve özellikle XI. yüzyılın önemli eserleri DLT ve KB‘de de görülür. Yansıma eylem yapmada kullanılan bu ekin, aynı görevdeki diğer bir ek olan -kI‘dan türediği düĢüncesi vardır. (Erdal, 1991:467 – 468) KB'de yansıma adlardan eylem yapan bu ek için, bür-kir- "serpilmek" (4892) ve büvkir- "serpmek" (98), sız- gur ―sızdırmak‖ (6158) örnekleri verilebilir. DLT‘de de bu ek, yansıma ad köklerinden yansıma eylemler yapar: pür-kür- ―püskürmek, fıĢkırmak‖ (II,171), bur-kur- ―buruĢmak, büzülmek‖ (II,171), tam-gur- / tamgır- ―suyun damlama sesi‖ (II,179), ke-gir- ―geğirmek‖ (II, 84) vb. • ― ‗Abir bür-kir-er teg tünerdi ḳalıḳ / Sıta ḳoptı yirdin yadıldı butıḳ (Abir serpilmiĢ gibi, gök alacalandı; ufuktan etrafa dallanarak mızraklar yükseldi)‖ (KB, 4892) • kök pür-kür-di ―gök bulutlarla örtüldü, büründü‖. (II,170) • yugçı tonka suw pür-kür-di ―yuyucu, tavlamak için elbiseye su püskürdü. kan pürkürdi ―kan fıĢkırdı, kan yaradan fıĢkırdı‖. (II,171) • er ke-gir-di ―adam geğirdi‖. (II,84) • ıĢlar yüzi bur-kur-dı ― kadının yüzü buruĢtu, derisi büzüldü‖. (II,171) • suw tam-gur-dı ―su damlıyayazdı (buzdan su damlıyayazdı)‖. (II,179) 2.2.+la-,+le- Eki: Bu ek addan eylem yapma eklerinin en iĢlek olanıdır. Bu ek, Türkiye Türkçesi‘nde ad kök ve gövdeleriyle, ad soylu sözlerden çok yönlü türetmeler yapar. Örnekleri sayılamıyacak kadar çok olup addan eylem yapmak gerekince bugün en canlı ek olarak daima bu eke baĢ vurulur.(Ergin, 2000:180) Türkçede baĢlangıçtan beri kullanılagelmiĢ olan bu ek, KT‘de de addan eylem yapma sahasına hakim olan baĢlıca ek durumundadır. ―Her türlü isimden etken, hem oluĢ bildiren; hem de taklidî mahiyette fiiller teĢkil eden çok iĢlek bir ektir.‖ (Hacıeminoğlu,2008:156). Örneğin, DLT‘de bu ekin +lA-, +lA-l- (edilgen), +lA-Ģ- (iĢteĢ), +lA-n- (dönüĢlü), +lA-t(ettirgen) Ģekilleriyle 783 farklı kullanımı mevcuttur. Hem DLT‘de hem de KB‘de onlarca çeĢitli kullanıĢta eylemler yaptığını gördüğümüz bu ek aynı zamanda yansıma eylemler türeten önemli eklerden biridir. Eserlerde gerek yalın gerekse çatı ekleriyle birlikte onlarca örneği vardır: ah-la- ―ah etmek, ah çekmek‖ (DLTIII,118), aŋgı-la- ―anırmak‖ (DLT-I, 311), be-le- ―melemek‖(DLT-III, 206), belinğ-le- ―korku ile uykudan sıçramak‖ (DLT-III,409), belinğ-le- ―korkup sıçramak‖ (KB, 3286), boz-la209 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―devenin böğürmesi‖ (DLT-I,120), çagı-la-/ jagı-la- / Ģagı-la- ―çağlamak‖ (DLT-III, 324), çanğı-la- ―köpeğin çenilemesi‖ (DLT-III,404), çatı-la- ―Ģaklamak‖ (DLT-III,323), çar-la―cırlamak, ağlamak‖ (DLT-III, 295), çar-la- ―fil (bağırmak) bağırtısı‖ (DLT-III, 295),çıfı-la―çıgıl çıgıl ses vermek‖ (DLT-III, 325), çogı-la-―fil (bağırmak) bağırtısı‖ (DLT-III,324), çogla- ―gürlemek‖ (KB,5314), ıg-la-―ağlamak‖ (DLT-I, 286, 287), kakı-la-―kazların kakakak diye bağırması‖ (KB-72), kıçı-la- ―gıdıklamak‖ (DLT-III,323),sız-la- ―sızlamak‖ (DLT-III, 287), sınğı-la-/ singi-le-―soğuktan zırıncımak, donacak halde soğumak, çınlamak‖ (DLTIII,405), tanğ-la- ―ĢaĢmak‖ (KB-648), tıkı-la- ―tık diye ses vermek‖ (DLT-III, 326), tınğı-la-/ tingi-le- ― Ağır bir Ģey yere düĢerek ses vermek‖ (DLT-III,404),tiki-le- ―ses, hıĢırtıçıkarmak‖ (DLT-III,326), ting-le- / tıng-la- ―dinlemek‖ (DLT-I,96), tıng-la- ―dinlemek‖ (KB,559), ur(ı)la- ―bağırmak, sesini yükseltmek, ulumak‖ (DLT-I, 189), yıġ-la- ―ağlamak‖ (DLT-III,309), yıg-la- ―ağlamak‖ (KB,167), yanğku-la- ―yankılanmak‖ (DLT-III,340) , yur-la- ―haykırmak‖ (DLT-I,189)vb. • er ah-la-dı― adamcağız, göğsünü geçirdi, ah dedi, ah diye ses çıkardı‖. (III,118) • yek anğı-la-dı ―eĢek anırdı‖. (I,311) • er belinğ-le-di―adam belinledi, adam bir korku ile uykusundan sıçradı. Herhangi bir hayvan bir Ģeyden korkup sıçrayarak ürkerse yine böyle denir‖. (III,409) • titir boz-la-dı―diĢi deve bozladı, bağırdı. Devenin çıkardığı sesi karĢılar‖. (III,291) • suw çagı-la-dı (jagı-la-dı, Ģagı-la-dı)―su çağladı‖. (III,324) • ıt çanğı-la-dı―köpek dövülerek çeniledi. Bu köpeklerin normal olarak çıkardıkları ürmekten farklı bir sestir‖. (III,404) • oglan çar-la-dı―oğlan çarladı, çocuk cırladı, ağladı‖. (III,295) • berge çatı-la-dı― kamçı Ģakladı. Herhangi bir Ģey kamçı Ģakırtısı gibi verirse yine böyle denir. (III, 323) • küp çıfı-la-dı― küp çıgıl çıgıl ses verdi. ġıra kaynarken ses verirse yine böyle denir‖. (III,325) • er çogı-la-dı―adam bağırdı, çağırdı‖.(III,324) • Kaz ördek kugu kıl kalıkıg tudı / kakı-la-yu kaynar yokaru kodı ― Kaz, ördek, kuğu ve kıl kuyruk fezayı doldurdu; bağrıĢarak, bir yukarı bir aĢağı kaynaĢıyorlar.‖ (KB, 72) • ol meni kıçı-la-dı―o, beni gıdıkladı. Bu insanı güldürmek için koltuğunu ve ayağını altını kaĢımakla olur.‖ (III,323) • oglan ıg-la-dı ―çocuk ağladı / yıg-la-dı dahi denir‖. (I, 287) 210 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 • nenğ tınğı-la-dı― havan gibi bir Ģey yere düĢerek ses verdi‖.(III,404) • tağ yanğku-la-dı―dağ ses verdi. Bu nasıl bağırırsan dağın öyle ses vermesidir‖. (III, 410) • oglan yıg-la-dı―çocuk ağladı‖. (III,309). • anıng tıĢı buzdun sız-la-dı―Onun diĢi buzdan sızladı.‖ . erninğ süngügi sız-la-dı ― adamın kemiği (ağrıdan) sızladı‖. (III, 297) • ıt sınğı-la-dı ―soğukta köpek zırıncıdı‖. kulakım sınğı-la-dı―kulağım çınladı‖. (III,405) Bu eklerin yukarıda örneklediğimiz kullanımları dıĢında yansıma eylem gövdelerinden özellikle çatı ekleriyle yeni yansıma eylemler meydana getirdiğini de görmekteyiz. Çatı eklerinin öncelikli iĢlevi her nekadar yansıma eylem türetmek olmasa da devir eserlerinde özellikle +lA- ve +rA- ekiyle sıkça kullanılmaktadır. 2.2.1. +lA- +-Ģ- (iĢteĢ çatı) çar-la-(Ģ)- ―cırlamak, ağlamak, bağırmak, ağlaĢmak‖ (II, 210), ıg-la-(Ģ)- ―ağlamak‖ (I, 240), or(ı)-la-Ģ- ―bağrıĢmak, çağrıĢmak‖ (I, 239), tıng-la-(Ģ)- ―dinlemek, dinlemekte yarıĢ etmek‖ (III, 398), yıg-la-(Ģ)- ―ağlamak; ağlaĢmak; aĢlatmak‖ (III, 322 ), tanğ-la-Ģ- ―ĢaĢmak‖, vb. oglan çar-la-Ģ-dı ―çocuklar ağlaĢtı‖. yengen çar-la-Ģ-dı ―filler kükredi, bağırıĢtı‖.(II, oglan ıg-la-Ģ-tı ―çocuklar ağlaĢtı‖. (I, 240) budun kamuğ or-la-Ģ-dı ― bütün halk bağrıĢtı, çağrıĢtı, gürültü yaptı‖. (I, 239) 210) 2.2.2. +lA- +-n- (dönüĢlü çatı) çag-la-n- ―börtmek, yarı piĢmek‖ (II, 245), çak-la-n- ―çalkanmak‖ (I, 513), çog-la-n―alev almak, parlamak‖ (II, 245), tümi-le-(n)- ―timbildemek, sekerek koĢmak‖ (III, 327) vb. eĢyek tümi-le-n-di― Bu eĢeğin timbildemesini yani sekerek koĢmasını betimler‖. (III, ot çog-la-n-dı ―ateĢ yalınlandı. GüneĢin yalınları (ıĢıkları, ıĢınları) yere düĢtüğü vakit 327) de yine böyle denir‖. (II, 245) 2.2.3. +lA- +-t- (ettirgen çatı) boz-la-t- ―böğürtmek‖ (II, 341), sız-la-t- ―sızlatmak‖(II, 346), tanğ-la-t- ―ĢaĢırtmak‖ (II, 211 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 358), yıg-la-t- ―ağlatmak‖ (II, 355) vb. ol botunı boz-la-t-tı ―o potuğu, deve yavrusunu böğürttü‖. (II, 341) ol anı yıg-la-t-tı ―o, onu ağlattı‖. (II, 355) buz tıĢığ sız-la-t-tı ―buz diĢi sızlattı‖. (II, 346) 2.3. +da-,+de-;+ta-,+te-Eki: Türkçede eskiden beri görülen, diğer adlardan eylem yapmakta çok az kullanılan bu ek, tek heceli birkaç ad dıĢında, ses yansımalı eylemler türetmekte iĢlek bulunmaktadır. KT‘debu eklerin adlardan etken ve geçiĢli; pek fazla örneği olmamakla beraber, ses yansımalı sözcüklerden ise oluĢ bildiren geçiĢsiz eylem yaptığı görülür: çıl-da- ―çıldır çıldır etmek‖ (DLT-III,281),ün-de- ―seslenmek, çağırmak‖ (KB-579), ün-de- ―seslenmek, çağırmak‖ (DLT-I, 273) vb. • ol meni ün-de-di―o beni ünledi, çağırdı‖. (I, 273) • ol kiĢte çıl-da-dı― ok sadakta çıldır çıldır etti‖.(III,281) 2.4.+ır-,+ir-,+ur-,+ür- Eki: ÇeĢitli sesleri taklit eden eylemler yapan bu ek, genellikle tek baĢına hiç bir anlam taĢımayan ―sözde ad‖ tabanlarına gelmektedir. Bu eklerle oluĢturulan yansıma eylemleri kök ve ek olarak ayırmak doğru değildir. (Hacıeminoğlu,2008:154) Bu ek, Türkçedeki kök halindeki yansımalara getirilerek onları geniĢletmekte ve türemeye elveriĢli hale getirmektedir.H.Zülfikar yansımaları yapılarına göre birincil biçimler (yani kök halindeki yansımalar), ikincil biçimler (yani birincil biçimlere getirilen +ır-,+ir-, +ur-, +ür- / +ıl-, +il-, +ul-, +ül- / +ıĢ-, +iĢ-, +uĢ-, +üĢ- ekleriyle geniĢletilmiĢ yansımalar) ve türevler (yani gerek birincil biçimlerden gerekse ikincil biçimlerden belli baĢlı yapım ekleriyle türetilen yeni yansıma ad ve eylemler) olmak üzere üç grupta ele alır.(Zülfikar, 1995) Bu ekler bu sebebledir ki, kökle bütünleĢmiĢ olarak kabul edilir ve bu eklerin yansıma sözcüklere gelerek onları kullanıma soktuğu kabul edilir. DLT‘de Ģu kullanımları görmekteyiz:bak-ır- ―bağırmak‖ (III,186), çak-ır- ―çağırmak‖(II, 209), bırk-ır- ―homurdanmak, genizden ses çıkarmak‖ (II,171), talp-ır―talpınmak, çırpınmak‖ (II,173), kık-ır- ―bağırmak, çağırmak‖ (I,83), öp-ür-(ü)Ģ- / op-ur(u)Ģ- ―höpürmek‖ (I, 232), sık-ır- ―kuĢ için ıslık çalar gibi ses çıkarmak‖ (II,83), kak-ır―boğazı gürültülü bir Ģekilde temizlemek‖,(KB, 4113) vb. • tewey bak-ır-dı―deve bağırdı‖. (DLT-III,186) • at bırk-ır-dı―at homurdandı, genizden ses çıkardı‖. (DLT-II, 171) 212 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 • kuĢtalp-ır-dı ―kuĢ kanadıyla dalbındı, çırpındı, çarpındı. Dalbınan, çarpınan her Ģey için de böyle denir‖. (II, 173) Bu eklerle yapılan yansıma ikilemelerin et- yardımcı eylemiyle beraber kullanılarak yansıma eylem meydana getirdiğini de görmekteyiz: tak-ır tak-ır et- ―takır takır ederek ses çıkarmak‖ (I, 361), tik-ir tik-ir et- ― takır takır / tıkır tıkır ederek ses çıkarmak‖ (I, 361), çald(t)-ır çald(t)-ır et- ―çaldır çaldır edip ses çıkarmak‖(I, 457), buld(t)-urbuld(t)-ur et―güldür güldür edip ses çıkarmak‖ (I, 457) vb. at adhakıtak-ır tak-ır etti ―atın ayağı takır takır ses çıkardı‖. (I, 361) taĢ kudhuğka tüĢti, buld(t)-ur buld(t)-ur et-ti ―kuyuya taĢ düĢtü güldür güldür etti‖.(I, 456) Bu ekin de iĢteĢ çatı eki ile kullanıldığı birkaç yansıma eylem mevcuttur: kık(ı)r-(ı)Ģ―bağrıĢmak, çağrıĢmak‖ (II, 220), sık(ı)r-(ı)Ģ- ―ıslık çalar gibi ses çıkarmak‖ (II, 213), op-uruĢ- / öp-ür-(ü)Ģ- ―höpürdetiĢmek‖ (I, 232) vb. eren kamuğ kık(ı)r-(ı)Ģ-dı ―bütün adamlar bağrıĢtı, çağrıĢtı‖. (II, 220) 2.5.+ra-,+re- / +rı-Eki: Genellikle sesleri taklit yahud çeĢitli hareketleri tavsif eden eylemler yapan iĢlek bir ektir.Bu çeĢit eylemlerde kök ile eki ayırmak mümkün değildir.Çünki asıl anlam ektedir; o kaldırıldığı zaman ad durumundaki taban tek baĢına hiç bir Ģey ifade etmemektedir. (Hacıeminoğlu, 2008:158) DLT‘de bu ekin yansıma eylem yapan önemli eklerden birisi olarak birçok örneğini görmekteyiz:buk-rı- ― hayvan sıçraması‖ (III,279), çık-ra- / çik-re- ―gıcırdamak‖ (III,280), çıl-ra ―çıldır çıldır etmek‖ (III,281), çıñ-ra- ―çınlamak‖ (III,402), çok-ra- ―su kaynamak‖ (III,280), ıñ-ra- ―devenin inlemesi‖ (I,120), kök-re- ―kükremek, gürlemek‖ (I,125 / KB,86), mañ-ra ―bağırmak‖ (III,402), müñ-re- ―böğürmek‖ (III,403), tik-re- ―ses vermek‖ (III,280), kül-re- ―gürlemek‖ (III, 283), yald-rı- ―az ıĢımak, az parlamak‖ (III, 437), yol-rı-t―alevlendirmek‖ (II, 353) vb. at suçıdı buk-rı-dı ―at sıçradı,çamıĢlık etti‖. (III,279) tıĢ çık-ra-dı ― diĢ gıcırdadı‖. kapuğ çık-ra-dı ― kapı gıcırdadı‖ (III,280) mınğar çok-ra-dı ―pınarınsuyu kaynadı‖. asıççok-ra-dı ―tencere kaynadı‖ (III, ınğan ıñ-ra-sa botu bozlar ―diĢi deveinleyince potuk ses verir‖ (I,120) öpke kelip ogradı / arslanlayu kök-re-dim ―öfkem geldi yürüdüm, arslan gibi 280) 213 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kükredim‖ (I, 125) DLT‘de bir kaç örnekte -d(I)rA- Ģeklinde kullanımları görmekteyiz. TeniĢev ―d(I)rA- gibi bir çok ekin temelinde, çağdaĢ lehçelerde fazla geliĢim göstermemiĢ olan –A yapım ekinin aranması gerektiğini ifade etmiĢ ve bu tür örneklerin Kırgız, Tatar, BaĢkurt gibi birçok Türki dilde bulunduğunu açıklamıĢtır.(TeniĢev 1988:432)Ancak biz DLT‘deçald-ra- ― taĢ, zincir ses vermek‖ (III, 447), küld-re ―küldür küldür etmek‖ (III, 448), kald-ra―hıĢırdamak‖ (III, 447), yald-ra- ―parlamak‖ (III, 437), yold-ra- / yold-rı-― parlamak‖ (III, 437) gibi örneklerde -rA ekinin varlığını ve iĢlevini net olarak görmekteyiz. taĢ kudhuğ içre küld-re-di ― taĢ kuyunun içinde küldür küldür etti‖. (III,448) ton kald-ra-dı ― elbise hıĢırdadı‖. ( III,447) künyald-ra-dı ― güneĢ az ıĢıdı, az parladı‖. (III,437) Bu eklerin de yukarıda örneklediğimiz kullanımları dıĢında yansıma eylem gövdelerinden özellikle çatı ekleriyle yeni yansıma eylemler meydana getirdiğini görmekteyiz: 2.5.1. +rA- + -Ģ- (iĢteĢ çatı) kök-re-Ģ- ―kükreĢmek‖ (II, 222), ok-ra-Ģ- ―kiĢnemek‖ (I, 235), tik-re-Ģ- ―atların ayağı ses vermesi‖ (II, 209), say-ra-Ģ- ―ötüĢmek‖ (III, 194), çık-ra-Ģ- ―(diĢ) gıcırdamak, çıkırdamak‖ (II, 280), çok-ra-Ģ- ―(çorak yerler) dalgalanmak‖ (II, 208) vb. bulıtlar kamuğ kök-re-Ģ-di― bulutlar bütün gürledi, kükredi‖. (II, 222) tıĢ çık-ra-Ģ-tı ―diĢ gıcırdadı, çıkırdadı‖. (II, 280) yund kamuğok-ra-Ģ-dı ―bütün atlar (yemi görünce) kiĢnediler‖. (I, 235) 2.5.2. +rA- + -t- (ettirgen çatı) çınğ-ra-t- ―çınlatmak‖ (II, 402),manğ-ra-t- ― bağırtmak‖ (III, 402), münğ-re-t―böğürtmek‖ (II, 358), yol-ra-t- / yal-ra-t- / yal-rı-t- / yol-rı-t- ―alevlendirmek, parlatmak‖ (II, 353) vb. ol konğragu çınğ-ra-t-tı―o çıngırağı, konrağı, tongurağı çınlattı. o, tongurukları çınlattı, yularla ses verdirdi‖. (II, 402) ol anı manğ-ra-t-tı ―o, onu bağırttı‖. (III, 402) ol erni urup münğ-re-t-ti ―o, adamı döğüp böğürttü. o, adamı döğerek öküz böğürtür gibi böğürttü‖. (II, 358) 2.5.3. +rA- + -n- (dönüĢlü çatı): kül-re-n- ―gürlemek‖ (II, 252) kök kül-re-n-di―gök gürledi‖. (II, 252) 2.6.+A- Eki: 214 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Genellikle ünsüzle biten ad kök ve gövdelerine gelerek geçiĢli geçiĢsiz eylemler türeten KT‘deki iĢlek eklerden biridir. Bu ekin bazı yansıma ad köklerine getirilip ve vurgusuz orta hece dar ünlüsünün düĢmesiyle yansıma eylemler Ģekillendirdiği görülür:kas(ı)n-a- ―zırıncımak, titremek‖, (III, 302), sıg(ı)t-a- ―ağlamak‖ (III, 275), tır(ı)m-aĢ- / tarm-a-Ģ- ―kaĢınmak‖ (II, 207), yaĢ(ı)n-a- ―ĢimĢek çakmak, parlamak‖ (KB,86 / DLT-III, 310)vb. er tumluğka kas(ı)n-a-dı ―adam soğukta zırıncıdı, soğuktanadamın alt çenesi üst çenesine vurdu. Köpek soğuktan zırıncırsa yine böyle denir‖. (III, 302) oglan sıg(ı)t-a-dı ―çocuk ağladı‖ (III, 276) 2.7.+ar-,+er- Eki: Bu ekin KT‘ eserlerinde genellikle renk adlarından oluĢ bildiren geçiĢsiz- dönüĢlü eylemler yaptığını görmekteyiz. Yansıma eylem olarak bir kaç örneği vardır: ürp-er―ürpermek‖ (I, 217) er ürp-er-di ―adam öfkesinden ya da savaĢ için ürperdi, adamın tüyleri ürperdi. (I, 217) 2.8. +(I)l- Eki: Yansıma eylem yapan -Il- eki, ĢıĢ-ı-l- ― ĢiĢmek‖ (II, 124), ürk-ül-― ürkülmek‖ (I,250), ür-ül-―ĢiĢmek, kabatmak‖, yuĢ-ul- ―fıĢkırmak‖ (III, 79) vb. örneklerde görülmektedir. pıĢığ tarığ ĢıĢ-ı-l-dı ―piĢmiĢ tane ĢiĢti‖. Su ile kaynatılmıĢ buğday, kaba sığmayacak kadar ĢiĢti. Herhangi bir Ģey bulunduğu yere sığmayacak kadar ĢiĢerse de böyle denir. ( II,124) kan yuĢ-ul-dı―kan fıĢkırdı‖. (III, 79) 2.9. +Ģa- Eki: Addan eylem yapan +ĢA- eki birkaç örnekte yansıma eylem yapmıĢtır.Aynı zamanda bu ekin de iĢteĢ ve ettirgençatı ekleriyle kullanıldığı birkaç yansıma eylem mevcuttur:çax-Ģa―taĢ, çakıl ses vermek‖ (III, 286), çuw-Ģa- ―kaynamak, köpüklenmek‖ (III, 286), suf-Ģa―fısıldamak, üflemek‖ (III,286), Ģuw-Ģa-Ģ- ―fısıldaĢmak‖ (II, 350), Ģuw-Ģa-t- ―fısıldatmak‖ (II, 337) vb. taĢ çax-Ģa-dı ―taĢ çağıl çuğul etti, çakıl ses verdi.Ziynet eĢyası ve buna benzer Ģeyler ses veririse yine böyle denir‖. (III,286) ol kulakka suf-Ģa-dı ―o, gizli bir sözü kulağa fısıldadı‖; sökelge suf-Ģa-dı ― hastaya okudu, üfledi‖. (III, 286) 215 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ol meninğ kulakka söz Ģuw-Ģa-t-tı ―o, benim kulağıma söz fısıldattı‖. (II, 337) ol anınğ birle Ģuw-Ģa-Ģ-dı ―o, onunla gizli söz fısıldaĢtı‖. (II, 350) 2.10. +rke-,+rka- Eki: Bu ekin birkaç sözcükte kullanıldığını bunlardan birinin de tañ-ı-rka- ―hayret etmek‖, ĢaĢılacak Ģey‖ (KB, 785)manasındaki yansıma eylem olduğunu görmekteyiz. Ġlig aydı keldür maña ay sözüñ / Negüni tan-ı-rka-dı emdi özüñ―Hükümdar dedi: -Bana söyle bakayım, Ģimdi neye hayret ettin, ĢaĢırdın‖(KB, 785) 2.11.+k- Eki: KT‘de pekiĢtirme eki olarak geniĢ bir kullanıma sahip olan bu ekisiz-i-k ―sezmek, Ģüphe tavırı sergilemek‖ (KB, 1090) ve sez-i-k ―sezmek‖ (II, 117) olmak üzere iki yansıma kelimede görmekteyiz. Bu iĢig sez-i-k-ti ―bu iĢi ondan sezdim‖ (II, 117) 2.12. +sIr- Eki: Bu ekin kullanıldığı bir örnek vardır o da yansıma kökenlidir: kül-sir- ―gülümsemek, gülümser görünmek‖ ( II, 196) er kül-sir-di ―adam gülümser göründü‖ (II, 186) Bu ekler dıĢında özellikle çatı eklerinin (-Ģ-, -l-, -n-, -t-, -tUr- vb.) direk yansıma köklerine getirilerek yeni yansıma kullanımların meydana getirilmesi söz konusudur: as(u)ru-Ģ- ―aksırmak, aksırıĢta yarıĢ etmek‖ (I, 234), os(u)r-u-Ģ- ―osurmakta yarıĢ etmek‖ (I, 234), öp-i-Ģ- ―öpüĢmek‖(I, 180), kama-Ģ- ―kamaĢmak‖ (II, 111), tam-ı-Ģ- ―damlamak‖ (II, 110), kırı-l-―kırkılmak‖ (II, 236), ıy-ı-n- ―ıkınmak‖ (I, 269), bez-i-t- ―titretmek‖ (II, 305), ürk-ü-t―ürkütmek‖ (I, 264), sit-tür- ―siydirmek, iĢetmek‖ (II, 183), öp-tür- ―öptürmek‖ (I, 217), kül-dür- ―güldürmek‖ (KB, 3595) vb. ikki er as(u)r-u-Ģ-dı ―iki adam hangimiz daha çok aksıracağız diye aksırmakta yarıĢ etti‖. (I, 234) olar ikki os(u)r-u-Ģ-tu ―onlar ikisi osurmakta yarıĢ ettiler‖. (I, 234) ol oglın sit-tür-di ―o, oğlunu iĢetti, siydirdi‖. (II, 183) tumluğ anı bez-i-t-ti ―soğuk onu titretti‖. (II, 305) yünğ kırk-ı-l-dı ―yün kırkıldı , koyunun yünü kırkıldı‖. (II,236) er ıy-ı-n-dı ―adam ıkındı‖. (I, 269) 3. Yansıma Kök ve Gövdelerinden Yansıma Ad ve Önad Türeten Ekler: 216 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yansımalar kök olarak ad kökü karakterinde sözcüklerdir ve aldıklarıeklerle ad, önad ve eylem görevinde yeni yansıma sözcükler meydana getirirler.Eserlere bakıldığında yansıma kök ve gövdelerinden yansıma ad ve önad türeten eklerin eylem türeten eklere göre hem iĢlev hem de sayı olarak çok daha kısır olduğunu görmekteyiz. Bu eklerin bazıları gövdelerinden yansıma eylem bazıları ise yansıma adkök ve yeni yansıma sözcükler oluĢtururlar. Öne çıkarılabilecek belli baĢlı ekler Ģunlardır: +gAn, +(I)g, +Ik, +(n-)ç,+gU vb. Bu eklerle ilgili ifade etmemiz gereken bir hususta bunların öncelikli iĢlevlerinin yansıma sözcük türetme olmamasıdır. KT‘de bu eklerle yapılan yansıma sözcük sayısı fazla olmasa da aĢağıda örnekleyeceğimiz kullanımları görmekteyiz. 3.1. +gAn Eki: Bu gün Türkçede +an / +en Ģekilleriyle çokça kullanılan bir sıfat-fiil ekidir. DLT ve KB‘de pekiĢtirme sıfat yapan bir ek olarak birçok örneği vardır. Bu ekle yapılan asur-gan ― çok aksıran‖ (I, 156), os(u)r-gan ― osuran‖ (I, 156), ürül-gen ― tulum gibi kabaran‖ (I, 158), yaru-t-gan ―her zaman aydınlatan, parlatan‖ (III, 52) gibi birkaç yansıma önadı da görmekteyiz. bu er ol osur-gan ―bu adam çok osurgan‖. (I, 156) bu er telim asurgan ― bu adam çok aksırgan‖. (I, 156) 3.2. +(I)g / +(I)ġ Eki: bırk-(ı)ġ ―homurtu, genizden çıkan ses‖ (I, 461), burk-u-ġ ―büzüĢme‖ (I, 461),tın-(ı)ġ ―nefes, soluk alma sesi‖ (II, 40), sız-(ı)ġ ―sızı, ağrı‖ (KB, 2579), sızla-ġ ― diĢlerin soğuktan uyuĢması‖ (I, 464) , tez-i-g ―ürkek, ürkmüĢ‖ (KB, 712) vb. sökel tını-g-ı artak ―hastanın soluk sesi kötü‖. (II,40) 3.3. +(I)k Eki: Çok iĢlek bir ek olup eylemden ad ve önad yapar. Dönem eserlerinde bolca örneği vardır. Öncelikli iĢlevi her nekadar yansıma sözcük türetmek olmasa da aĢağıdaki yansımalarda bu eki görmekteyiz: bez-i-k ―titreme‖ (I, 385), çınğ-ra-k ― gür ve pürüzsüz ses‖ (III, 383), os(u)r-(u)k ―osuruk‖ (I, 99),ürpe-k ―tüyleri ürpermiĢ kiĢi‖ (DLT-I, 103), yaru-k ―ıĢık, aydınlık, parlaklık‖ (I, 96), yald- ru-k ―çilalı, parlak‖ (III, 432), yold-ru-k ―çilalı, parlak‖ (III, 433), yuld-ru-k ―çilalı, parlak‖ (III, 432), vb. yald- ru-k nenğ ―çilalı leğen gibi parlak nesne‖ (III, 432) 3.4. +gu,+gü Eki: 217 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türkçenin her döneminde iĢlek olan bu ekle asurt-gu ―aksırtan‖ (III, 442), kül-gü ―gülüĢ, gülme‖ (I, 430), ulı-gu ―uluyacak zaman‖ (I, 136) gibi birkaç yansıma sözcüğün Ģekillendiğini görüyoruz. asurt-gu ot ―aksırtan ot‖. (III, 442) 3.5. +(n-)ç Eki: Bu ek, -n- ile geniĢlemiĢ eylem gövdelerinden genellikle eylem adları yapar. Ancak kül-ü-n-ç ―gülünç‖ (III, 374 ( KB, 2442) , ürk-ü-n-ç ―ürküntü‖ (I, 250) örneklerinde yansıma ad türettiği görülür. ürk-ü-n-ç bolup ürküldi ―ürküntü, kargaĢalık olup ürküldü.‖ (I, 250) Bunların dıĢında çokra-ma ―fıĢkıran kaynak‖ (I, 492) sözcüğünde -ma,öp-ü-Ģ ―öpüĢ‖ (I,60) sözçüğünde -Ģ, yal-ı-n ―parlak, alev‖ (III, 23) sözcüğünde -n, eylemden ad yapan eklerle; yaĢın-lıġ ―ĢimĢekli‖ (III, 50) ve yaruk-luk ―aydınlık, nur, ıĢık‖ (III, 51) sözcüklerinde ise addan-ad yapım ekleriyle yansıma sözcük türetilmiĢtir. çokra-ma yul ―suyu çok olan, fıĢkıran kaynak‖ (I, 492) yaĢın-lıġ bulıt ―ĢimĢekli bulut‖ (III, 50) ot yal-ı-n-ı ― ateĢ alevi, parlaklığı‖ (III, 23) 4.Sonuç ÇalıĢmamızda DLT ve KB‘deki yansıma kök ve gövdelerinden yansıma sözcük türeten ekler, örnekleriyle incelenmiĢtir. Ġncelememizde direk iĢlevi yansıma türetmek olan eklerle birlikte, öncelikli iĢlevi ya da iĢlevlerinden biri de bu olan yaklaĢık 20‘ye yakın eki ele almıĢ olduk. Bu eklerden bazılarının bugünde yansıma türeten ekler olarak ve aynı iĢlevleriyle Türkçede de iĢlek olarak kullanıldığını görüyoruz. Örneğin +KIr-, +lA- ekleri gibi. Ek Karahanlı Türkçesi Türkiye Türkçesi +KIr pür-kür- ―püsk-ür-‖ püs-kür- ke-gir- ―geğir-‖ ge-ğir- be-le- ―mele-‖ me-le- çagı-la- / Ģagı-la- / jagı-la- ―çağla-‖ çağ-la- +lA ıg-la- / yıg-la- ―ağla-‖ 218 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kıçı-la- ―gıdıkla-‖ ağ-la- sız-la-―sızla-‖ gıdık-la- ting-le- / tıng-la- ―dinle-‖ sız-ladin-le- Yansıma sözcüklerin daha doğrusu yansıma eylemlerin çatı eklerini almaya çok elveriĢli olduğunu da örneklerde sıkça görmekteyiz. Özellikle +lA-, +rA- gibi yansıma köklere gelerek yansıma eylem türeten eklerden sonra çatı ekleri almakta ve sözcüğü geniĢleterek kullanıma sokmaktadır. Bu durum da bu sözcüklerin dönem itibariyle çok iĢlek ve iĢlevsel olduğunun bir göstergesidir. Eserlerdeki yansıma sözcüklerde ve bu sözcükleri türetime sokan eklerde büyük ünlü uyumunun net varlığından söz edebiliriz. Eklerin çok Ģekilliği de bu görüĢümüzü destekler. Hatta küçük ünlü uyumu da büyük ünlü kadar sistemli olmasa da sözcüklerde vardır. Örneğin +KIr eki çok Ģekilli kullanımı ile dikkati çeker:bür-kir- ―serpilmek‖,pür-kür- ―püskürmek, fıĢkırmak‖ bur-kur- ―buruĢmak, büzülmek‖, tam-gur- / tam-gır- ―suyun damlama sesi‖, kegir- ―geğirmek‖ sız- gur ―sızdırmak‖ vb. Aynı Ģekilde +lA-, +rA- ekini de dahil edebiliriz. Yansıma sözcük türetiminde en çok +lA- eki kullanılmıĢtır. Türkçenin her döneminde en önemli addan eylem yapan bu ekin -çatı ekleriyle geniĢletilenler dahil olmak üzere- 48 yansıma sözcükte varlığı tespit edilmiĢtir. Yine +rA- ekiyle -çatı ekleriyle geniĢletilenler dahil olmak üzere- 28; +Ir- ekiyle ekiyle -çatı ekleriyle geniĢletilenler dahil olmak üzere- 16;+Kır- ekiyle 7; +dA- ekiyle 3; +A- ekiyle 5; +ĢA- ekiyle 5 vb. olmak üzere yüzlerce yansıma sözcüğün türetildiğini görüyoruz. Yansımalar bugün bile hala gramerde yerini tam olarak bulamayan bir sözcük türü olarak KT eserlerindeki hiç azımsanmayacak sayısı, dönemin sözvarlığındaki yeri ve türemeye elveriĢli yapısıyla ve de geçmiĢten bugüne taĢınan örneklerinin varlığıyla tam bir tarihsel kategori olarak kabul edilebilir. Bu özellikleri de yansıma sözcükleri ve bu sözcüklerin tüm yönlerini irdelemenin gerekliliğini ortaya koyar. 219 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça GÜZEL A., TORUN A., (2004), ―Türk Halk Edebiyatı El Kitabı‖, Ankara. KOCA E., (2009), ―Орто кылымдагы түрк тилиндеги чыгармалар жана сөз байлыгы‖, Alatoo Akademic Studies, International Atatürk Alatoo University, BiĢkek, Vol:4, №2, s.120-142. ZÜLFĠKAR H., (1991), ―Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları‖, AKDTYK Türk Dil Kurumu Yay.:569, Ankara. UZUN N. E., UZUN L. S., AKSAN Y.K., AKSAN M., (1992) ―Türkiye Türkçesinin Türetim Ekleri Bir Döküm Denemesi‖, Ankara. HACIEMĠNOĞLU N., (2008), ―Karahanlı Türkçesi Grameri‖, TDK Yay., Ankara. ERCĠLASUN A.B., (1984), ―Kutadgu Bilig Grameri- Fiil‖, Ankara. ATALAY B., (2006),―Divânü Lûgâti‘t-Türk, Cilt- I, II, III, Dizin‖,TDK Yay., Ankara. ARAT R. R., (1999), ―Kutadgu Bilig I, Metin‖, TDK Yay., Ankara. ARAT R. R., (1995),―Kutadgu Bilig II, Tercüme‖, TTK Yay., Ankara. ARAT R. R., (1979), ―Kutadgu Bilig III, Ġndeks‖, Yay. ERASLAN K., SERTKAYA O. F., YÜCE N., TKAE, Ġstanbul. KOCA E., (2009), ―XI-Кылым Жазма Эстеликтеринин Тили жана Бул Эстеликтердеги Тууранды Сөздөр‖, Бишкек. KOCA E., (2010),―Түрк Жана Кыргыз Тилиндеги Тууранды Сөздөрдүн Салыштырма Типологиясы‖, Бишкек. KOCA E., (2011),―Uygulamalı Türkiye Türkçesi ġekil Bilgisi‖, Atatürk Alatoo Üniversitesi Yay., BiĢkek. ERDAL M., (1991),―Old Turkic Word Formation, Otto Harrassowitz‖, Wiesbaden. ERGĠN M., (2000), ―Türk Dil Bilgisi‖, Bayrak Yayınları, Ġstanbul. ZÜLFĠKAR H., (1995), ―Türkçedeki Ses Yansımalı Kelimeler‖, Ankara. TENĠġEV E.R., (1988), ―Sravnitel‘no –Ġstoriçeskaya Grammatika Tyurkskix Yazıkov Morfologiy‖, Moskova. 220 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 DĠVAN ġAĠRĠ KAZAK-ZÂDE ĠBRAHĠM TÂ‟ĠB‟ĠN KOġMALARI Erol GÜNDÜZ ÖZET Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib, 1794‘te Malatya‘da doğmuĢ, iki Türkçe divanı olan Klasik Türk Edebiyatının son Ģairlerinden biridir. Ġbrahim Tâ‘ib, divan Ģiiri geleneğini benimsemiĢ, her iki divanında da ağırlıklı olarak bu tarzda eserler vermiĢ; aynı zamanda halk Ģiirine de ilgi duymuĢ bir Ģairdir. Divanlarında heceyle gazel örnekleri vermiĢ, ayrıcabilinen tek nüshası Almanya-Berlin Millî KütüphaneMs.or.oct.2171 numarada kayıtlı birinci divanında sekiz tane koĢma yazmıĢtır. Burada, halk Ģiiri-divan Ģiiri etkileĢiminin güzel örneklerinden olan ve henüz üzerinde çalıĢma yapılmamıĢ bu divanda geçen koĢmaları tanıtacağız. Anahtar Kelimeler: Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib Divanı, divan Ģiiri, halk Ģiiri, hece ölçüsü, koĢma. KOġMAS OF THE DIVAN POET KAZAK-ZADE ĠBRAHĠM TÂ‟ĠB Abstract Kazakh-zade Tâ'ibIbrahim, born in Malatya in 1794, is one of thelatestpoets of theClassicalTurkishLiteraturewhoownstwoTurkish divan poet. Ġbrahim Tâ‘ib, adoptedthetradition of Divan poetry, gaveworks mainly in thisstyle in his bothDivans; alsowas a poetwho is alsointerested in folk poetry.Hegaveexamples of odebysyllable in his Divans. Inaddition he wroteeight koĢma in his first Divan of whichonlycopy is registered in Germany-Berlin Library withthenumberMs. or.oct. 2171. Here, koĢmaswill be introduced in Yrd. Doç. Dr. İnönü Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, erolgunduz08@hotmail.com 221 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 the Divan whichare beautifulexamples of theinteraction of folk poetry-Divan poetryand yet have not beenstudied. Keywords: Divan of Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘i, divan poetry, folk poetry, syllablesmeasure, koĢma. GiriĢ Divan ve Halk Ģiiri, günümüz araĢtırmalarında her ne kadar iki ayrı disiplinin içinde yer alsa da edebiyatımız içinde birbiri içine geçmiĢ örnekleri oldukça fazladır. Cemal Kurnaz bu durumu―Türküden Gazele‖ adlı eserinde Ģöyle ifade ediyor: ―Ben Türk Ģiirini gül-i ra‘nâya benzetiyorum; yarı sarı yarı kırmızı…Halk ve divan geleneğinden beslendiği için iki renkli. Rengini, kokusunu bizim havamız, suyumuz ve toprağımızdan alan, bizim besleyip büyüttüğümüz bir gül. (Kurnaz, 1997: XIII)‖. Evet iki renk; ama bir gül. Bu iki Ģiir geleneğinin temsilcilerinin birbirinden hiç etkilenmeden verdikleri Ģiir örnekleri yok gibidir. Öyle kidivan Ģiiri etkisinden uzak olduğu düĢünülen Karacaoğlan‘ın Ģiirleri üzerinde divan Ģiiri tesiri üzerine çalıĢmalar yapılmıĢ, birçok unsur tespit edilmiĢtir ( Çelebioğlu, 1984: 17-30), öte yandanSebk-i Hindî‘nin en önemli temsilcilerinden ġeyh Galip, Türkî-i Basit tesiri ile heceyle Ģiir yazmıĢtır (KalkıĢım, 1994: 420) . Ġbrahim Tâ‘ib de daha çok divan Ģiiri geleneğini benimsemiĢ olup halk Ģiirine de ilgi duymuĢ, halk Ģiiri tarzında yazdığı Ģiirlerde divan Ģiiri üslûbunu kullanan bir Ģairdir. Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‟ib Ġki Türkçe divanı olanKazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib‘in ilk divanının baĢında adı, mahlası, doğum yeri ile ilgili bilgi veren Ģu beyit yer almaktadır: Mevlüdümüz Malatya, ismimiz Ġbrâhîm, Tâ‘ib mahlasımız(v. 2a) ġairin ikinci divanının1 baĢında adı ―Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib‖ olarak geçmekte ve yine Malatya‘da doğduğu yinelenmekte olup çocukluğunda gurbete gittiği ve yaklaĢık 20 sene 1 Bu divan üzerinde ―Ġbrahim Tâ‘ib Divanı Ġnceleme-Metin‖ismiyle Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü‘nde 2009‘da benim tarafımda doktora tezi hazırlanmıĢtır. 222 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 gurbette kaldığı,divanınıMalatya‘da II. Mahmud devrinde (1808 -1838) yazdığı Ģöyle ifade edilmiĢtir: Mevlûd-ı tulû-ı cihânımızMalâtya beldesi olup hîn-i sabâvetimizdegurbet-güzâr ükeĢîde-germ ü serd-i ekdâr-ı felek ve ‗isyân-ı bî-nihâyeyegiriftâr ve yigirmi sene pâmâl-i gubâr-ı akdâm-ı dil-dâr-ı felek ve …âb u dâne-i erzâkımızı Malatya derûnuna Sultan MahmudHân ‗asrında taksîmidüpânen-fe-ânenikâmettertîb-i dîvânçe olunduysa da … (v. 2a) Doğum tarihiyle ilgili kesin bir bilgi olmamasına rağmen birinci divanın baĢında yazıldığı tarihle ilgili bilgi veren beyitlerden Ģairin doğduğu yıl tespit edilebilmektedir: Sinnim otuzunda ağâz eyledim Dîvânçeyesa‗y-ı dırâz eyledim … Biniki yüz kırk sâlindehemân TahrîrinegûĢkıldı ol zamân (v. 2a) Bu beyitlerden; Ģairin 1240 (1824) yılında, 30 yaĢındayken bu divanı yazdığı anlaĢılıyor. Verilen bu bilgiden hareketle Ġbrahim Tâ‘ib‘in 1824‘ten 30 yıl önce, yani 1794 yılında doğduğunu söylemek mümkündür. Divanında kullandığı Arapça, Farsça kelime ve terkipler, ayrıca doğrudan bu dillerle yazdığı dizeler dikkate alındığında Ģairin bu dilleri bildiği ve bu dillere hâkim olduğu söylenebilir.Her iki divanında da ağırlıklı olarak divan Ģiiri tarzında eserler vermiĢ olması, Ġbrahim Tâ‘ib‘in genel olarak divan Ģiiri geleneğini benimsediğini göstermektedir.Bunun yanında o, birçok divan Ģairi gibihalk Ģiirine de ilgi duymuĢtur. Bu ilgisini her iki divanında da hece ölçüsüyle yazdığı gazel örnekleri ve birinci divanında yazdığı sekiz adet koĢma ile somutlaĢtırmıĢtır. Bu Ģiirler, halk Ģiiri ürünü olmalarına rağmen içerik olarak divan Ģiiri özelliği ve üslûbu barındırmaktadır. Ġnceleyeceğimiz koĢmalar Ģairin birinci divanında yer aldığı ve bu divanın üzerinde herhangi bir çalıĢma yapılmamıĢ olduğu için öncelikle bu eseri tanıtmak gerekir. Ġbrahim Tâ‟ib‟inKoĢmalarının Yer Aldığı Birinci Divanı Eserin tek nüshası bilinmektedir. Bu nüsha Almanya-Berlin Millî Kütüphane‘deMs.or.oct.2171 numarada kayıtlıdır. Pek çok sayfasında yazıların mürekkebi dağılmıĢ olduğundan eser sağlıklı bir Ģekilde okunamayacak durumdadır. Yazı türü ―rika‖dır. Divanın üzerindeki bilgilerden H.1240 (1824) yılında yazıldığı anlaĢılmaktadır. 223 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Divanda 11 musammat ( 4 muhammes, 7 müseddes ), 405 gazel, 10 müstezat, 28 rubâi, 28 müfred, 8 koĢma, 1 tarih ve baĢında mesnevi tarzında yazılmıĢ manzum 1 dibace bulunmaktadır. Nüshanın birçok yerinde yazının mürekkebi dağılmıĢ olduğu ve baĢka nüshası da olmadığı için eserin tamamı üzerinde çalıĢma yapmak oldukça güçtür. Biz, koĢmaların olduğu kısımlar kısmen daha okunaklı olduğundan onları okuduk ve inceledik. Bu Ģiirler divan ve halk Ģiiri müĢtereklerinin güzel örneklerinden sayılabilir. Divan ve Halk ġiiri MüĢterekleri Üzerine Türk edebiyatının ilk Ġslâmî eserlerinde2 aruz ve hece vezni, dörtlük ve beyit nazım birimi yan yana kullanılmıĢtır (Kurnaz, 1997:140). Yani baĢlangıçta ayrılık yok birlik vardır. Bu dönemde henüz iki ayrı edebî zevk ĢekillenmemiĢ; ancak Ģekillendikten sonra da birbirinden kopmamıĢ, etkileĢim içinde geliĢmiĢlerdir. Divan Ģiiri, Arap ve Fars edebiyatlarının Türk edebiyatına tesiriyle oluĢmuĢ kendine has hususiyet, estetik ve geleneği olan bir edebiyattır (Okuyucu, 2010: 118-119). Öte yandan halk Ģiiri de daha çok Ġslamiyet öncesini içine alan,millî edebiyat kültürümüzü temel alan çizgide, kendi özellikleri ve geleneği içinde varlık göstermiĢtir (Yardımcı, 2008: 261). Ġki edebî anlayıĢ arasındaki fark, belki Arap-Fars dili ve edebiyatının divan Ģairleri üzerindeki tesirinden ya da iki edebî anlayıĢın temsilcileri arasındaki eğitim seviyesi farkından kaynaklanmıĢtır. ġunu unutmamak gerekir ki bu iki Ģiir geleneği aynı milletin içinde varlığını sürdürmüĢ, aynı kültürden beslenmiĢ, aynı milletin içinden çıkmıĢ Ģairler tarafından icra edilmiĢtir. Bundan dolayı bu iki geleneğin birbirinden etkilenmesi kaçınılmaz olmuĢtur. Zaman içinde bu geleneğin temsilcileri birbirlerine çok yaklaĢmıĢ, karĢılıklı etkileĢim içine girmiĢ, divan Ģairleri halk Ģiiri tarzında, halk Ģairleri de divan Ģiiri tarzında Ģiirler yazmıĢ, hatta bu etkileĢimden yeni nazım Ģekilleri ortaya çıkmıĢtır. Aynı toplum içinde yaĢayan iki edebî zevk zaman içinde birbirine yaklaĢmıĢ ve karĢılıklı etkileĢim, son asırlara doğru daha çok hissedilmiĢtir ( Kurnaz, 1997: 312). 2 Kutadgu Bilig mesnevisi, Atabetü‘l-Hakayık, DivanuLugati‘t-Türk‘te örnekler bu tarzdadır. 224 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 XVI. yüzyıldan baĢlayarak birçok divan Ģairinin hece vezniyle Ģiir yazdığını biliyoruz.3 Bu Ģiirlerin çoğu koĢma nazım Ģekliyle yazılmıĢtır (Kurnaz,1997139-140). Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib de yazdığı koĢmalarla bu Ģairler arasında yer almıĢtır. ġairin yazdığı koĢmalarda en baĢta dikkati çekenhusus, divan Ģiirinde aĢk iĢlenirken temel unsurlardan sayılan âĢık-mâĢuk-rakib üçgeninde aĢkın anlatılmasıdır. AĢağıda söz konusu koĢmaları verip içeriğinde görülen divan Ģiiri unsurlarını belirteceğiz. Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‟ib‟in KoĢmaları 1.KoĢma Bir âfitâbyüzli servi sanavber Ko dersinkaĢların kemânidersin ÂteĢ-i hicrinde ey kaddi ‗ar‗ar Yüzdürüp derisin üryânidersin Görünmezsin ben ğaribin gözüne Uyarsın rakîbin her dem sözüne Bakmazsın ‗âĢıkın bir dem yüzüne Zahm-ı ‗adûlaradermânidersin Her bakdıkcacigercigim ezersin Ġtdigincefâyıvefâ yazarsın Bâde içünağyâr ile gezersin Nisbet ile gözüm giryanidersin Efendim hüsnüne mâ‘il olursa Dört kûĢeheft iklim kâ‘il olursa ‗Iyd-ı visaline nâ‘il olursa Derd-mendTâ‘ib‘ikurbânidersin 3 Cemal Kurnaz, ―Türküden Gazele‖ adlı kitabında ―Divan Ģairlerinde Hece Vezniyle ġiir Yazma Eğilimi‖ baĢlıklı makalesinde yirmiden fazla divan Ģairinden örnekler vererek bu eğilimin ne kadar yaygın olduğunu göstermiĢtir. 225 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sevgili:âfitâbyüzli,efendim; boyu:servi sanavber,‗ar‗ar; kaĢı:kemân ÂĢık:‗âĢık,ğarib,derd-mend,kurbân Rakîb:rakîb,‗adû,ağyâr Açıklama:ġiirde Ģekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır. Kafiye düzeni koĢmaya uygundur; ancak kalın seslerle ince seslerin kafiyesi bir kafiye kusuru olarak dikkati çekmektedir. Bu kusur halk Ģiirinde sık rastlanan bir durumdur. Muhteva olarak halk Ģiirinde koĢma daha çok âĢığın gerçekten yaĢadığı bir aĢk veya kahramanlık, ölüm ya da toplumsal bir eleĢtiri üzerine yazılırken bu koĢmada divan Ģiirinde âĢık, sevgili, rakîb üçlemesine dayalı soyut olarak bilinen bir konu iĢlenmiĢtir. Dolayısıyla Ģekil, halk Ģiiri; içerik, divan Ģiiri özelliği göstermektedir. 2.KoĢma Mâ‘ilitdin beni gül cemâline DüĢüresin beni zâra sevdiğim Ser virür ‗âĢıklar siyeh hâline Sencileyin bir hünkâra sevdigim Oldı bu gözlerim kan ile ceyhûn N‘olurrahm eylesen bu dili memnûn Kerem it efendim düĢürme zebûn El içinde beni ârasevdigim Gice gündüz hasretini çekmeden ‗AĢk ateĢi derûnumdan gitmeden Kazılupmezârımva'dem yetmeden Derdime eyle bir çâre sevdiğim Derd-mendTâ‘ib‘inhâli pek yaman Yanarım ağlarım her gün her zamân Kavl itmiĢ perçemin nice ser-gerdân Çekeriz [biz] senidârasevdiğim Sevgili:sevdiğim, hünkâr,efendim; yüz: gül cemâlben:siyeh hâlsaç:perçem 226 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ÂĢık:‗âĢık,derd-mend,ser-gerdân Rakîb:‗âĢıklar,ser-gerdân Açıklama:ġekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır. Kafiye düzeni koĢmaya uygundur. Bu koĢmada da kısmen divan Ģiiri içeriği ve üslûbu hâkimdir. Birinci koĢmadan farklı olan yanı, belirgin gir Ģekilde rakîb vurgusu yoktur. Sevgilinin güzelliğine âĢık olan, âĢığın sadece kendisi değil, baĢka âĢıklar da vardır. Sevgilinin, ölmeden önce derdine çare olmasını ister. Son dörtlükte çok farklı bir durum söz konusudur. ÂĢık, Sevgiliye âĢık olan diğer âĢıklarla birlikte kendilerine ettiği eziyetten dolayı onu dâra çekmekten söz etmektedir. Yani, diğer âĢıkları rakîb görme değil, birlikte hareket etme söz konusudur. Bu farklı bir durumdur. Bu Ģiirin, divan Ģiiri tarzında Ģiirleri de olan halk Ģairi Gevherî‘nin aĢağıdaki Ģiirine nazire olarak yazıldığı anlaĢılmaktadır: Görmeyeli ol mübârek cemâlin Vücudumu yaktın nâra sevdiğim Gözlerinden gitmez oldu hayalin Her derdime senden çâre sevdiğim … ġive ile bir nâz ile geçersin Gâhice görünür gâhi kaçarsın Sana aĢık olduğumu seçersin Her dem cevreyleme yâre sevdiğim Hakikatte âriftesin efendim Zevke mâil aĢıktasın efendim Kâmil geçer ârfitesin efendim Gonca olsun düĢme hâre sevdiğim Gevherî bir ednâ kulundur senin Aklım alan tatlı dilindir senin Hûblara Ģah olmak yolundur senin Benzersin küçücük hünkâra sevdiğim ( Elçin, 1998:199 ) 3. KoĢma Bâd-ı sabâ bir civândan ayrıldım Vuslat öylesinin ne çâresine Hayli demdir gül yüzünden cüdâyım 227 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hemdem olmasının ne çâresine Rûz u Ģebidedümnâlevüzârı Elma yanak gerdân beyaz pek arı Dili bülbül lebleri mül o yâri Sarmanın sîneme ne çâresine ġebâbgitdi ben de kaldım piyâde Hasret çeküb bu gözlerümâmâde O yâr bizi koydıgitdisevdâda Yakdı gönlüm odane çâresine Didim cânân bir dilberin kendine Uyma rakîblerin güzel bendine Tâ‘ibnasîhatiderd-i mendine Ġderzahm itmez mi bî-çâresine Sevgili:civân,yâr,cânân, dilber; yüz: gül; yanak:elma; dudak:mül(Ģarap) Rakîb:rakîb ÂĢık:derd-i mend(derd-mend),bî-çâre Gönül: bülbül,gönül Açıklama:ġekil olarak 4+4+3=11 ve 6+5=11‘li hece ölçüsü kullanılmıĢtır. Kafiye düzeni koĢmaya uygundur; ancak birinci dörtlüğün 1 ve 3. dizelerinde ahenk sadece redifle sağlanmıĢ, 3. dörtlükte kalın seslerle ince seslerin kafiyesi yanında ekin kafiye olması söz konusudur. Bu uygulamalar halk Ģiiri için normal; ancak divan Ģiiri için büyük kusurdur. Bu koĢmada da klasik divan Ģiiri aĢkı iĢlenmiĢtir. Muhtevada yine âĢığa yüz vermeyip rakîbe yüz vererek eziyet çektiren, bundan dolayı ayrı düĢülen, güzellikleri tasvir edilip övülen sevgilinin anlatımı söz konusudur.Yanağın elmaya benzetilmesi halk Ģiiri geleneğinde rastlanan bir teĢbihtir. 4. KoĢma DüĢürdüm gönlümiĢeh-i hûbâna Ne bir selâm ile beni Ģâd eyler Didim derdi ile oldum dîvâne 228 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġikeste hâtırım ne âbâd eyler Hasret-i vaslunla gözlerim giryân ÂteĢ-i ‗aĢkıyla yanardım el-ân Meded eyle didim ey kaĢı kemân Gayrı senden bana kim imdâd eyler Hâb-ı nazdan kalkmıĢ ol çeĢm-i mahmûr Didim rahm eyle kıl ‗aĢıkımesrûr Bir kerre itmedi bu dili ma‗mûr Ġrdirmez vuslata pek inâd eyler Tâ‘ibdirrâhına serim koyduğum Kulı olup kapusundakaldığum KarĢusunda göz tuzağı olduğum Ne öldürür beni neâzâd eyler Sevgili:Ģeh-i hûbân,çeĢm-i mahmûr; kaĢ:kemân ÂĢık:‗aĢık,kul Açıklama: ġekilce hemen hemen aynı durum söz konusudur. Muhtevada rakibin anlatılmadığı sadece divan Ģiirindeki sevgilinin ve âĢığın özelliklerini taĢıyan aĢkın anlatıldığı görülüyor. ÂĢık, sevgilinin yoluna canını vermeye hazırdır ve onun için kul köle olur; ama sevgili âĢığı ne öldürür ne de âzad eyler. Bu Ģiirin, divan Ģiiri tarzında Ģiirleri de olan, Ġbrahim Tâ‘ib‘in çağdaĢı ve halk Ģairi Erzurumlu Emrah‘ın aĢağıdaki Ģiirine nazire olarak yazıldığı anlaĢılmaktadır: ―Sevdiğim gurbette yeter yâd oldun Gözlerim kan ağlar dilim dâd eyler Küçücükken gözüm açıp gördüğüm Bana senden gayrı kim imdâd eyler Ben de bilmem ne diyardan olduğum Hasretinden sararıp da solduğum El bağlayıp dîvânına durduğum Ne öldürür beni ne azâd eyler 229 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Açılmadı Ģu dağların lâlesin Yıktın viran ettin ömrüm kalesin Emrah eder çok çekmiĢim belâsın Beni koymuĢ yâd elleri Ģâd eyler‖ ( Alptekin, 2004: 155 ) 5. KoĢma Zahmitdi derûnum bir tıfl-ı âfet Gamlıdır bu gönlüm yârem var yâre Bir kaba bakıĢlı sâhîb-i nezâket Hûn itdi gözlerim yârem var yâre Hayli demdir gezerim ben bu dağı Virircenândögünur da bu dağı Destiyle destime virdi budağı Yâdigâr destimde yârem var yâre Yâr elinde bu çekdigim yâreler Göz gözoldı bu sinemde yâreler Yâr açarsa bin yerimden yâreler Söylemem bir yerde yârem var yâre Çekme rakîbtîğizinhar yâre sen Çekerim ben çekme tîği yâre sen Çekersin Tâ‘ib‘itîğ-i yâre sen Demezsin o yâre yârem var yâre Sevgili:tıfl-ı âfet,kaba bakıĢlı sâhîb-i nezâket, yâr; gamze:tîğ Rakîb:rakîb Gönül:cenân Açıklama:ġekilde hemen hemen benzer durumlar söz konusudur. Bu Ģiirde özellikle 3. dörtlükteki cinas kullanımı dikkat çekicidir, burada aynı zamanda mâniye benzer bir söylem dikkati çekiyor.Muhtevada yine âĢığa eziyet eden sevgili ve kendisine ağır gelen 230 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 rakîbin varlığı anlatılmaktadır. Nezaket göstermesini beklediği sevgili, âĢığa kaba davranmaktadır. ÂĢığın gönlü, hem sevgilisinin eziyetinden hem de rakîbden dolayı yaralıdır. . 6. KoĢma Yaktı beni ol perînin ateĢi Yanmadık nem kaldı yanandan sonra Firkat-ı hicr ile yanıp kül oldum Kalmadı tâkatimhicrândan sonra Rakîb-i a‗dâya sırrım açmayam Cisir-i ‗adûdanhergizgeçmeyem Kevseri zemzemi bir dem içmeyem ġarâb-ı ‗aĢkından kanandan sonra Yâr-ı sâdık dostun fedâ eylemez Kendisin yâr ile cüdâ eylemez LokmânHekîm olsa ‗ilâc eylemez ġâd olmuĢ bir gönül sınandan sonra Didim ağyâr ile seni görmeyem Görüp gezdiğini bağrım büzmeyem Tâ‘ibâhercâyî yâri sevmeyem Hûr u gılmân olsa cinândan sonra Sevgili:perî,yâr,hercâyî,hûr u gılmân ÂĢık:yâr-ı sâdık Rakîb:Rakîb-i a‗dâ,‗adû,ağyâr Açıklama:Bu koĢma Ģekil itibariyle koĢmanın özelliklerine sahip olmakla birlikte ilk dörtlüğü diğer koĢmalar gibi çapraz kafiyeli değil, abcb Ģeklinde kafiyelidir. 3. dörtlüğün 3. dizesinde kafiye kullanılmamıĢtır. Muhtevada yine âĢığa yüz vermeyen sevgili ve rakîb anlatılmaktadır. ÂĢık, sevgiliye rakîble gezmemesi için onu uyarmak ister, sevgiliyi hercâyî olarak nitelendirir. 7.KoĢma 231 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Çâk iden aklımı ol perîpeykâr Zümre-i hûbânın pek a‗lâsıdır RahĢider ‗âlemi ol gonca nigâr Pertev-i ruhsârınûr cilâsıdır Mecnûnı olalıâfetzamânın Bunca dem çekerim yâd-ı hicrânın Bunda gül cevrini çeken cenânın Büsbütün dü ‗âlem mübtelâsıdır Devâm[lı] ‗âĢıkı derinden sürmek Rağm idüp bunda ne çeĢmini süzmek Yâri ağyârla gezerken görmek ‗ÂĢıkın iĢte o Kerbelâ‘sıdır Fedâ kıl Tâ‘ibi var özünden Hîç bir an gülmedim rakîb yüzünden Münâfık Ģerrinden ‗adû sözünden Çekdigim bunca dem el belâsıdır Sevgili:perîpeykâr(peyker),gonca nigâr,âfetzamân,gül, yâr; yanak:Pertev-i ruhsâr,nûr cilâsı; göz:çeĢm ÂĢık:Mecnûn,‗âĢık Rakîb:ağyâr,rakîb,münafık,‘adû,el Açıklama: ġekil bakımından koĢmanın özellikleri uygulanmıĢtır. 3. dörtlüğün 2. dizesinde ―z‖ sesi kafiye kusuru olarak görülmektedir. Muhtevada klasik âĢık, sevgili, rakîb üçlüsünün iliĢkileri anlatılmaktadır. ÂĢığın sevgiliyi rakîble gezerken görmesi âĢığın Kerbelâ‘sı olarak teĢbih edilmiĢtir. 8.KoĢma Girdim seyr eyledim bâğ-ı cinânın Lâle ağlar sünbül ağlar bâr ağlar Sordum halka didiğoncafidânın Gonca ağlar bülbül ağlar hâr ağlar 232 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yaralandı gönül yâr Ģikestinden Hûn-hâre bakıĢlı çeĢm-i mestinden Efendim ol senin kahır destinden Nâle ağlar feryâd ağlar zâr ağlar Hâb-ı nâzdan uyan gözleri mahmûr Bûseirahm eyle bendeni mesrûr Asarsın kemterimisâl-i Mansûr Asan ağlar resen ağlar dâr ağlar Tâibâ yitirdin çeĢm-i bîmârı Oldun anın içün hem Ģerm-sârı Aldı daldan biri nâzlı dil-dârı Nâmûs ağlar ğayret ağlar ‗ar ağlar Sevgili:gonca,fidân,yâr,Hûn-hâre bakıĢlı, efendim,gözleri mahmur,çeĢm-i bîmâr,nâzlı dil-dâr, çeĢm-i mest ÂĢık: bende, kemter, misâl-i Mansûr,Ģerm-sâr Açıklama:Bu son Ģiir Ģekil itibariyle güzel bir koĢma özelliği göstermektedir. Kafiyeleri kusursuz olup akıcı ve ahenkli bir anlatıma sahiptir. Muhtevada yine klasik divan Ģiiri aĢkı iĢlenmiĢtir. Rakîbden bahsedilmemiĢ; ancak sevgilinin âĢığa çektirdiklerine, sevgiliden ayrı kalıĢına âdeta bütün kâinatın ağladığı ifade edilerek bunun dillere destan olduğu ve herkesçe bilindiği ifade edilmiĢtir. Bu Ģiirin de halk Ģairi Gevherî‘nin aĢağıdaki Ģiirine nazire olarak yazıldığı anlaĢılmaktadır: ―Sözün bilmez bâzınâdan elinden Erkan ağlar usûl ağlar yol ağlar Bülbülün feryadı gonca gülünden Bülbül ağlar gülĢen ağlar gül ağlar … Kamil olanların bellidir yeri Yoluna koyarlar cân ile seri Hakkın dîdârınıgörelden beri Gökler ağlar derya ağlar sel ağlar Gevherî der dertli gönlümüz hasta 233 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sözünü beğendir illere dosta Kimi abdal oluh girmiĢtir posta Hırka ağlar hem post ağlar çul ağlar‖( Elçin, 1998: 297-298 ) Ġbrahim Tâ‘ib‘in nazire yazarken divan Ģiiri üslûbunu bilen ve uygulayan Ģairleri seçtiği görülüyor. Sonuç Divan ve halk Ģiirini bütünüyle birbirinden ayrı görmek, farklı kültür ve edebî zevkin ürünleri gibi düĢünmek, sürekli böyle algılamak doğru bir düĢünce değildir. Türk edebiyatındaverilen örnekler bu düĢünceyi çürütür niteliktedir. Fark, belki Arap-Fars dili ve edebiyatının divan Ģairleri üzerindeki tesirinden ya da iki edebî anlayıĢın temsilcileri arasındaki eğitim seviyesi farkından kaynaklanıyor olabilir. Bundan dolayı iki edebî anlayıĢ arasında dil, Ģekil, muhteva bakımından bazı farklar olmakla birlikte ayı milletin fertleri tarafından temelde otak bir kültürle geliĢtirilmiĢ oldukları düĢünülürse ortak noktalarının daha çok olduğu anlaĢılacaktır. Türklerin Ġslamiyet‘i kabulünden sonra oluĢtuğu düĢünülen bu iki ayrı edebî anlayıĢın, ilk Ġslâmî eserlerden baĢlayarak ayrı değil, birlikte geliĢtiği görülmüĢtür. Divan Ģiirini temel alan Ģairlerin halk Ģiiri tarzında; halk Ģiirini temel alan Ģairlerin divan Ģiiri tarzında eserler verdiği, hatta bu iki edebiyatın etkileĢiminden yeni Ģekil ve türlerin ortaya çıktığı somut bir gerçektir. Ġki edebî anlayıĢ arasındaki etkileĢim her geçen asır daha da artmıĢ, Divan Ģiirinin son asrında bu etkileĢim en fazla olmuĢtur. Kazak-zâde Ġbrahim Tâ‘ib de son dönem divan Ģairi olarak bu etkileĢimden uzak kalmamıĢtır. Gerek divanlarında hece ölçüsüyle gazeller yazarak, gerekse örneklerini yukarıda incelediğimiz koĢmalara birinci divanında yer vererek bu etkileĢime o da katkıda bulunmuĢtur. Ġbrahim Tâ‘ib‘in koĢmaları Ģekil olarak halk Ģiiri özelliği, muhteva bakımından ağırlıklı olarak divan Ģiiri özelliği göstermektedir. Bu da bir divan Ģairinin koĢma nazım Ģeklinin muhtevasına kattığı yenilik olarak düĢünülebilir. Kaynakça Alptekin, Ali Berat (2004), Palandöken‘in Zirvesindeki ÂĢık Erzurumlu Emrah, Ankara: Akçağ Yayınları. Çelebioğlu, Amil (1984), ―Karacaoğlanda Divan ġiiri Hususiyetleri‖, Türk Folkloru AraĢtırmaları, Ankara. Elçin, ġükrü (1998), Gevherî Divanı, Ankara: AKM Yayınları. 234 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gündüz, Erol (2009), Ġbrahim Tâ‘ib Divanı Ġnceleme-Metin, Konya: YayınlanmamıĢ Doktora Tezi. KalkıĢım, Muhsin (1994), ġeyh Galib Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları. Kurnaz, Cihan (1997), Türküden Gazele, Ankara: Akçağ Yayınları. Okuyucu, Mine (2010), Divan Edebiyatı Estetiği, Ġstanbul:Kapı Yayınları. Tâ‘ib, Ġbrahim (1824),Divan(1), Almanya Millî Kütüphanesi, Ms.or.oct.2171 Berlin. Tâ‘ib, Kazak-zâde Ġbrahim (1834), Divanı(2), Millî Kütüphane, 06 Mil. Yz. A 6900, Ankara. Yardımcı, Mehmet (2008), BaĢlangıçtan Günümüze Türk Halk ġiiri, Ankara: Ürün Yayınları. 235 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ESKĠ TÜRKÇE FĠLLERĠN HAKAS TÜRKÇESĠNDEKĠ GÖRÜNÜMÜ Ertan BESLĠ ÖZET Bu bildiride Eski Türk Yazıtları döneminde yazılmıĢ olan Tonyukuk, Kül Tegin ve Bilge Kağan yazıtlarında yer alan fiillerden Hakas Türkçesine ulaĢanlar tespit edilmiĢtir. Söz konusu Eski Türkçe fiillerin ses, yapı bilgisi ve anlam yönünden günümüz Hakas Türkçesindeki mirasçıları ile arasında olan benzerlik ve ayrılıkları da art zamanlı tarihî ayrımsal-karĢılaĢtırmalı dil bilim yöntemine göre incelenip belirlenmiĢtir. Bu çalıĢmada gerektiğinde incelenen Ģekillerin köken bilgisi açıklamalarına da yer verilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Hakas Türkçesi, Köken Bilgisi, Orhun Yazıtları, Dil Bilim. Abstract In this study, the old Turkish verbs having reached to today‘s Khakas Turkish have been identified. In terms of phonology, morphology and meaning, the old Turkish verbs have been compared to today‘s Khakas Turkish according to the comparative method. Some etymological explanations have also been taken place when they are in need . Key words: Old Turkish, Khakas Turkish, etymology, Orkhun inscriptions, linguistics Günümüz Hakas Türkçesinde Ses ve Anlam Özelliklerini Koruyanlar aġrı- ‗ağrımak‘ = aġır- : aġrı-, ağır- ‗ağrımak, hasta olmak‘ (HTS, HRS) al- almak, yenmek, iĢgal etmek, dinlenmek, dikkate almak = al- (HTS) in- ‗inmek‘ = in- (HTS, HRS) it- ‗düzenlemek, yapmak, teĢkilatlandırmak‘ = it- ‗etmek, yapmak, bir Ģeyi yapmak istemek anlamında kullanılan yardımcı fiil‘ (HTS), ‗yapmak‘ (HRS). Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitlis, Türkiye, ertanbesli@hotmail.com.tr 236 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hemen yukarıda yer alan it- fiili anlam olarak geniĢlemiĢtir. Bu fiilden türeyen itin‗düzenlenmek, teĢkilatlanmak‘ fiil Ģekli günümüz Hakas Türkçesinde idĭn- ‗edinmek, itinmek‘ Ģeklinde yer alır. kör- ‗görmek, bakmak, tabi olmak‘ = kör- ‗görmek, bakmak, yaĢamak, çocuk doğurmak; deneme ifade eden yardımcı fiil‘ (HTS, HRS) Söz konusu fiil günümüz Hakas Türkçesinde bazı ek anlamlar kazanmıĢtır. öl- ‗ölmek‘ = öl- (HTS, HRS) > ölür- ‗öldürmek‘ > öldĭr- ‗öldürmek‘ (HTS, HRS); ölüt‗öldürmek‘ > öldĭr- ‗öldürmek‘ (HTS, HRS). Hemen yukarıda yer alan her üç Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan öl- ‗ölmek‘ fiil kökünden türemiĢtir. sök- (1)‗sökmek, yarmak‘ = sök- (HTS, HRS) sök- > sökür- ‗diz çöktürmek‘ > söktĭr- ‗söktürmek‘ (HTS, HRS) sök- (2) ‗diz çökmek‘ fiili, çök- fiili ile eĢ anlamlı olup 8. asırda Uygur metinlerinde ve sonrasında tespit edilmiĢtir (Clauson, 1972:819). sür- ‗sürmek, kovmak‘ > sür- sürmek, peĢinden takip etmek‘ (HTS, HRS) tile- ‗dilemek, istemek‘ = tile- aramak, dilemek; istemek (HTS, HRS) tolġat- ‗dolatmak, eziyet çektirmek‘ = tolġat- ‗dolatmak, oynatmak; döndürmek‘ (HTS), ‗döndürmek, çevirtmek, çamaĢır ve benzeri sıkmak; ağrı çekmek‘ (HRS) Hemen yukarıda yer alan fiiller tolġa- fiilinin türevleridir: tolġa- ‗incimek kederlenmek‘ (EUTS), ‗bükmek, dolamak; döndürmek‘ (EDT) = tolġa-‗döndürmek, çevirmek, burmak; dolamak‘ (HTS, HRS). Eski Türkçede yer alan tolġat- fiili tolġa- fiilinin faktitif Ģeklidir (Clauson, s. 497). Eski Türkçede söz konusu fiilin olumsuz Ģekli tolġatma- ‗incitmemek, rahatsız etmemek, eziyet etmemek‘ için de aynı açıklama geçerlidir. Söz konusu Ģekiller çağdaĢ Hakas Türkçesinde tolġa- ve tolġa-t- fiil Ģekillerinde yaĢar. Ayrıca Hakas Türkçesinde yer alan fiil Ģeklinin son anlamı ‗ağrı çekmek‘ Eski Türkçedeki anlam ile ilgilidir. tut- ‗tutmak, yakalamak‘ = tut- ‗tutmak, elinde bulundurmak; avlamak‘ (HTS, HRS) Ayrıca Ģu Ģekiller de bulunur: tutun- ‗tutunmak‘, tutuz- ‗tutturmak, yakalatmak‘ tut(t)ırtutturmak, tutuĢturmak‘ (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan her üç Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde de yer alan tut-‗tutmak‘ fiil kökünden geliĢmiĢtir. 237 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ur-‗ vurmak, dövmek, koymak, yapmak, takmak, hak etmek, yontmak, geçirmek, kaydetmek‘ : ur- ‗dökmek, akıtmak‘ (HTS, HRS) Eski Türkçede urtur- ‗vurdurmak, hak ettirmek, yonturmak‘ fiili yazıtlar da geçer. Hakas Türkçesinde de urundır- ‗vurdurmak, çarptırmak‘ (HTS, HRS) yer alır. Bu fiil Ģekilleri de ur‗vurmak‘ fiil kökünden gelir. Günümüz Hakas Türkçesinde Ses, ġekil ya da Anlam GeliĢimine Uğrayanlar Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde ç- > s- ses geliĢimi olmuĢtur. aç- (1) ‗açmak‘ > as- ‗açmak, çözmek; batmak, aĢmak, geçmek‘ (HTS, HRS) Bu Ģekil Eski Türkçe aç- fiil kökünden gelir. aç- (2) ‗acıkmak‘ > asta- ‗acıkmak‘ (HTS, HRS) Bu Ģekil Eski Türkçe aç- fiil kökünden gelir. adrıl- ‗ayrılmak‘ > azırıl- (HTS) ad- kökü açıkça görülmektedir. Söz konusu kök aḏ- Ģeklinde EDT‘de gösterilip aḏır- fiili söz konusu kökün faktitif Ģekli olarak verilmiĢtir (Clauson, 1972: 66). Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde d- > z- ses geliĢimi olmuĢtur. aḳıt- ‗akıtmak, göndermek‘ : ah- ‗akmak‘ (HTS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde k- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Eski Türkçe akfiil kökünden türemiĢtir. Bu fiil kökü Eski Uygur Türkçesinde yer alır (Caferoğlu, 1993:6) altuz- ‗aldırmak, fethettirmek, yakalamak‘ : al- ‗almak‘, aldır- ‗aldırmak‘ (HTS, HRS) Bu ettirgen çatılı Ģekil r- > z- ses geliĢimi dolayısıyla al- fiil köküyle ve aldır- fiili ile iliĢkilidir. arta- > artat- ‗bozmak, harap etmek‘ > arda- ‗bozulmak, çürümek‘ (HTS, HRS) > ardat‗bozmak, çürütmek‘ (HTS, HRS) Yazıtlarda geçen artat- fiili, arta- ‗zarar vermek, bozmak‘ fiilinin faktitif Ģeklidir (Clauson, 1972: 208). Ġncelenen fiil Ģekilleri için günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ses geliĢimi olmuĢtur. aĢ- ‗aĢmak, geçmek‘ > as- (HTL) 238 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde Ģ- > s- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca bu fiil Hakas Türkçesinde ‗batmak‘ anlamında da kullanılır. aĢan- ‗yemek yemek, yemek yenilmek‘ Günümüz Hakas Türkçesinde Ģ- > s- ses değiĢimi ile as ‗aĢ‘ isim Ģekli korunmuĢtur. ay- ‗söylemek, konuĢmak, haber vermek, hükmetmek, idare etmek‘ > ayt- ‗demek, söylemek, arz etmek‘ > ayt- ‗konuĢmak‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekil Eski Türkçe ay- fiil kökünden gelir. Ayrıca Eski Türkçede ayt- fiili de geçer. Bu Ģekil ay- + -t (faktitif eki) ile oluĢmuĢtur. ba- ‗bağlamak‘ > palġa- (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde kullanılan Ģeklin b- > p- ses geliĢimi ile ba- kökünden geldiği açıktır. Ayrıca Türkiye Türkçesine göre ġl- > lġ- metatezi gerçekleĢmiĢtir. bar- ‗varmak, gitmek‘ > par- ‗gitmek‘ (HTS), ‗varmak, yola koyulmak, ayrılmak‘ (HRS) Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. bas- ‗basmak, bastırmak, üzerine çökmek, yenmek, ezmek‘ > pas- ‗basmak, yürümek, adım atmak, bulmak, yakalamak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde b- > p- ses geliĢimi olmuĢtur. ġu fiiller de bas- fiil kökünün türevleridir: basık- ‗basılmak, sokulmak, sokmak, bastırmak‘; basın- ‗zayıf görmek, hor görmek, yerinmek, kahrolmak‘; basıt- ‗bastırmak, bastırtmak, baskın yaptırmak‘ baĢad- ‗baĢ olmak, idare etmek, önderlik etmek‘ > pasta- ‗baĢlamak, idare etmek; kılavuzluk etmek‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiilin ait olduğu baĢ isim kökü pas ‗baĢ‘ b- > p- ve Ģ- > s- ses geliĢimleri ile korunmaktadır. Sedasız ünsüzden sonra la- isimden fiil yapma eki geldiğimden dolayı l- > t- ses hadisesi meydana gelmiĢtir. bat- ‗batmak, güneĢ batmak‘ > pat- ‗saplanmak, gömülmek; batmak‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. bıç- ‗biçmek, kesmek‘ > pıs- ‗biçmek‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde b- > p- ve ç- > s- ses geliĢimi hadiseleri olmuĢtur. bil- ‗bilmek‘ > pĭl- ‗anlamak, bilmek; tanımak‘ (HTS, RHS) 239 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca i- fonemi kısalmıĢtır. bin- ‗binmek‘ > bintür- bindirmek > mün- ‗binmek‘ (HTS, HRS); mündĭr- ‗bindirmek‘ (HTS, HRS). Hakas Türkçesinde sırası ile b- > m-, t- > d- ses geliĢimi hadiseleri olmuĢtur. Ayrıca i- > üses değiĢikliği de yer almıĢtır. birik- ‗birikmek, toplanmak, katılmak‘ > pĭrĭk- ‗bir araya gelmek, birleĢmek; katıĢmak‘; pĭrĭktir- ‗biriktirmek, bir araya getirmek; toplamak‘ (HTS, HRS) boz- ‗bozmak, bozguna uğratmak‘ > pus- ‗bozmak, kırmak‘ (HTS, HRS), ‗yok etmek‘ (HRS) Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca o- > u- ses değiĢikliği yer almıĢtır. bir- vermek > pir- ‗vermek, tezlik ya da baĢkası için bir Ģey yapabilme anlamında kullanılan yardımcı fiil‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. bol- ‗olmak‘ > pol- ‗olmak, durmak; ebilmek‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde b- > p- geliĢimi olmuĢtur. buŋad- ‗bunalmak, kederlenmek‘ buŋ ‗sıkıntı‘ isim kökünden gelen bu Ģekil günümüz Hakas Türkçesinde b- > m- ses değiĢikliği ile muŋ isim Ģeklinde yaĢamaktadır. busta- ‗puslandırmak, çöktürmek‘ Günümüz Hakas Türkçesinde bus isim Ģekli pus Ģeklinde b- > p- ses geliĢimi ile kullanılır. ebir- ‗evirmek, dolanmak, çevirmek‘ > ibĭr- ‗bir Ģeyin etrafını dolaĢmak, çevirmek; ters yüz etmek‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde e- > i- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca i- > ĭ- fonemi kısalmıĢtır. egir- ‗eğirmek, çevirmek, kuĢatmak, sevk etmek‘ > iir- ‗eğirmek‘ (HTS) ve ir- ‗eğirmek‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekil Eski Türkçe eg- ‗eğirmek‘ fiil kökünden gelir. Bu fiil kökü ABAW II ve EUTS‘de yer alır. Hakas Türkçesinde ir- Ģekli için e- > i- geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca g- fonemi de düĢmüĢtür. Günümüz Hakas Türkçesinde yer alan iir- Ģekli için ise Eski Türkçedeki Ģekilde var olan g- foneminin düĢmesi neticesinde iki tane i- fonemi yer 240 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 almıĢtır. Ayrıca yine e- > i- ses değiĢimi yer almıĢtır. Anlam olarak da günümüz Hakas Türkçesinde söz konusu fiil yalnızca ‗eğirmek‘ anlam birimini karĢılar. er- ‗ermek, eriĢmek, yetiĢmek, ulaĢmak‘ = ir- ‗eriĢmek, yetiĢmek‘ > irt- geçmek (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde ir- + -t (faktitif eki ile) Ģeklinde yer alır. Söz konusu ir- fiilinin faktitif Ģekli de günümüz Hakas Türkçesinde yer alır: irtür- ‗erdirmek, yaptırmak‘ > irtir‗geçirmek‘ (HTS, HRS). Ayrıca er- fiili için de e- > i- ses geliĢimi günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Hemen yukarıda yer alan Ģekil ir- fiil kökünden gelir ve ü- > i- ses daralmasına da uğramıĢtır. Ġncelenen er- ve ir- fiillerinin ert- ‗geçmek‘ Ģekli de Eski Türkçede yer aldı : ert- > irt- (HTS, HRS). Ayrıca yine Eski Türkçe er- fiilinden türemiĢ ertür- ‗erdirmek, yaptırmak‘ fiili > irtĭr‗geçirmek‘ Ģeklinde çağdaĢ Hakas Türkçesinde yer alır (HTS, HRS). Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve ü- > ĭ- ses geliĢimleri yer alır. ertin- ‗geçinmek, vazgeçmek, dönmek; piĢman olmak‘ > irtĭn- ‗kendini beğenmek, Ģımarmak‘ (HTS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve i- > ĭ- ses geliĢimi olmuĢtur. eĢid- ‗iĢitmek, duymak; dinlemek‘ (ETY, OY) = eĢit- ‗iĢitmek, dinlemek‘ (OY) > istdinlemek, iĢitmek (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca Eski Türkçede kullanılan eĢid- ve eĢit- fiilinde yer alan i- fonemi de düĢmüĢtür. eĢid- fiili için ayrıca Günümüz Hakas Türkçesinde d- > t- fonem geliĢimi yer almıĢtır. ı- ‗göndermek‘ > ıs- ‗göndermek, anlatmak; yardımcı fiil olarak kendinden önceki fiillerle kaynaĢıp fiilin gerçekleĢtiğini bildirir‘ (HTS, HRS) Bu fiil ı- > ıd- > ıs- Ģeklinde d- > z- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Hakas Türkçesinde kelime sonunda yer alan s- ses biriminin z- ses birimine dönüĢmesi kuraldır (Arıkoğlu, 2005:18). Ayrıca yıd- ‗göndermek‘ fiili de Eski Türkçede yer almıĢtır. Ayrıca ıd- fiili ve Hakas Türkçesindeki karĢılığı da bulunur: ıd- ‗göndermek‘ ve ıt‗göndermek‘. Bu iki fiil ıd- ve ıt- > ıs- Ģeklinde d- > z- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Hakas Türkçesinde kelime sonunda yer alan s- ses biriminin z- ses birimine dönüĢmesi kuraldır (Arıkoğlu, 2005:17). 241 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 içger- ‗içe almak , itaat ettirmek, tâbi kılmak‘ ve içik- ‗içeri girmek, dahil olmak, tâbi olmak, teslim olmak, itaat etmek‘ : iç ‗iç‘ (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan her iki Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan iç ‗iç‘ isim kökünden geliĢmiĢtir. ḳabıĢ- ‗kavuĢmak, birleĢmek, toplanmak; buluĢmak‘ > habas- ‗kubaĢmak, yardımlaĢmak; ortaklık kurmak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için ḳ- > x-, ı- > a- ve Ģ- > s- ses değiĢimi hadiseleri olmuĢtur. ḳal- ‗kalmak, çaresiz kalmak‘ > hal- ‗kalmak, tamamlanmak anlamında kullanılan yardımcı fiil‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. ḳat- ‗katmak‘, ‗geceyi gündüze katmak, gece yürüyüĢü yapmak‘ > hat- ‗katmak, katıĢtırmak‘ Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. ḳamĢat- ‗titretmek, sarsmak, hareket ettirmek‘ : hamçıla- ‗kamçılamak‘ (HTS, HRS) Bu fiile aynı kökten gelen la- isimden fiil yapma ekiyle oluĢmuĢ hamcıla- ‗kamçılamak‘ fiili günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. ḳanlan- ‗hanlanmak‘ : han ‗han‘ (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan fiil Ģeklinin kökü günümüz Hakas Türkçesinde han ‗han‘ isim kökü Ģeklinde yer almıĢtır. keç- ‗geçmek‘ > kis- ‗geçmek, aĢmak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde e- > i- ve ç- > s- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir. kel- ‗gelmek‘ > kil- (HTS, HRS) > kelür- ‗getirmek‘ > kilir- (HTS, HRS) kelür- fiil Ģekli Eski Türkçede de geçen kel- fiil kökünün faktitif Ģekli olarak gösterilir (Clauson, 1972:719). ḳıd- ‗kıyılamak, barındırmak, himaye etmek, korumak‘ (OY), ‗kıymamak, canını bağıĢlamak; korumak; caymak‘ (EDT) > hıy- kıymak, kesmek; doğramak (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ve d- > y- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir. Söz konusu fiil çeĢitli anlamlarla çağdaĢ Türk Ģivelerinde yaĢar (Clauson, 1972:595). 242 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ḳıl- ‗kılmak, yapmak‘ > hıl- (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca hemen aĢağıda yer alan fiil de ḳıl- fiil kökünden türemiĢtir: ḳılın- ‗kılınmak‘ > hılın- ‗kılınmak, yapılmak‘ (HTS, HRS). ḳıs- ‗kılmak‘ > hıl- ve ḳıĢ- ‗kılmak, yapmak, meyletmek‘ > hılHemen yukarıda yer alan her iki fiil Ģekli de Eski Türkçede yer alan ḳıl- fiil köküyle ilgilidir: l- > s- ~ Ģ- geliĢimi sonucu olması muhtemeldir. ḳılıçla- ‗kılıçlamak‘ : hılıs ‗kılıç‘ (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan fiil Ģekli hılıs- ismi Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. ḳıĢla- ‗kıĢlamak‘ > hısta- (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan fiil günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses değiĢimi sonucunda hıs ‗kıĢ‘ isim kökü sedasız ünsüzle bittiğinden ötürü l- > t- ses değiĢimi yer almıĢtır. Hakas Türkçesinde sedasız ünsüz ile biten kelimeler l- fonemi ile baĢlayan bir ek aldıklarında tfonemine dönüĢür: aḳla- > ahta- gibi (Arıkoğlu, 2005:18). kir- ‗girmek, dalmak‘ > kĭr- ‗girmek, düĢmek, geçmek, basmak; baĢlamak‘ (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde i- > ĭ- ses geliĢimi olmuĢtur. ḳon- ‗konmak, yerleĢmek, konaklamak‘ > hon- ‗gecelemek, konmak; durmak‘ (HTS, HRS) Söz konusu fiilin Eski Türkçe ko- ‗koymak‘ fiil kökünden gelmesi muhtemeldir. koḏ- fiili için de *ko- Ģeklinde söz konusu fiil kökü iĢaret edilmiĢtir (EDT). Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde ḳ- > x- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca ḳon- fiilinin ḳontur- ‗kondurmak, yerleĢtirmek, konaklatmak‘ Ģekli de Eski Türkçede yer almıĢtır. ḳorḳ- ‗korkmak‘ > horh- (HTS, HRS) Bu fiilde Eski Türkçede yer alan ḳ- fonemi hem baĢ seste hem de son seste ḳ > x- ses değiĢimine uğramıĢtır. kötür- ‗kaldırmak, yükseltmek, çıkarmak‘ > ködĭr- kaldırmak, götürmek; tartmak (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ve ünlü daralması ile ü- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir. ḳulad- ‗kulu olmak, köle olmak‘ : hul ‗kul‘ (HTS, HRS) 243 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hemen yukarıda yer alan fiil Ģekli hul ‗kul‘ ismi Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. *ḳubar- > ḳuvra- „bir araya gelmek, toplanmak‘ (EDT) > hura- ‗parçaları birleĢtirmek, toplamak‘ (HTS, HRS); Eski Türkçede yazıtlarda geçen ḳubran- ‗toplanmak‘ ve ḳubrat- ‗toplatmak‘ fiillerden dolayı *ḳubar- ‗toplamak‘ fiilinin olması muhtemeldir. Nitekim ḳub(a?)r- ‗?çoğalmak, ? toplanmak‘ fiili Ġhe HüĢotu yazıtında geçer (Orkun, 2011:I, 140). Adı geçen yazıttaki incelenen kelimeyi Clauson ḳuvrap Ģeklinde okumuĢtur. Söz konusu araĢtırıcı ḳuvra- fiilinin Hakas Türkçesindeki karĢılığı olarak da hura- fiilini verilmiĢtir (Clauson, 1972:586). Söz konusu Ģekil Hakas Türkçesine ḳ- > x- ve v- foneminin düĢmesiyle geçmiĢtir. küzed- ‗gözetmek, saklamak‘ > küzet- ‗beklemek, gözetlemek‘ (HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde t- > d- ses geliĢimi hadisesi meydana gelmiĢtir. Bu fiil kö:z isminden türemiĢtir (Clauson, 1972:758). olur- ‗oturmak, tahta oturmak‘ > olurt- ‗oturtmak, tahta oturtmak‘ Hemen yukarıda yer alan her iki Ģekilde odır- ‗oturmak‘ (HTS, HRS) ve odırt- ‗oturtmak, dikmek‘ (HTS, HRS) fiilleri Ģeklinde günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. Ayrıca oldur- ve oltur- ‗oturmak‘ fiilleri de günümüz Hakas Türkçesinde yer alır (EDT). odır- ve odırt- fiilleri l- foneminin düĢmesi sonucunda oluĢmuĢtur. oz- ‗ileri geçmek, öne atılmak, kurtulmak; sıyrılmak‘ > pozı- ‗kurtulmak, serbest kalmak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde kullanılan Ģekilde p- ön ses türemesi olmuĢtur. ögir- ‗sevinmek, eğlenmek‘ > örĭn- ‗sevinmek , neĢelenmek‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesindeki Ģekilde g- fonemi düĢmüĢtür. öri- fiiline n- çatı eki gelmiĢtir. ök- ‗toplamak, biriktirmek‘ > üg- ‗yığmak, kümelemek; toplamak‘ (HTS, HRS). Ayrıca ökül- ‗toplanmak, yığılmak, düĢünülmek‘ edilgen çatılı Ģekli de yazıtlarda vardır. ör- ‗yukarı çıkmak, yükselmek, kopmak, belirmek, ayağa kalkmak‘ > öörle- ‗yukarı çıkmak, yükselmek‘ (HTS, HRS) 244 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 öör ‗yukarı‘ isminden, isimden fiil yapma eki le- ile meydana gelmiĢtir. Ayrıca günümüz Hakas Türkçesinde ö- > öö- ses geliĢimi hadisesi ö- foneminin uzun ünlü olarak değiĢmesi ile meyhdana gelmiĢtir. sa- ‗saymak, söylemek; haber vermek‘ > sana-‗ saymak, olduğunu düĢünmek; addetmek‘ (HTS, HRS) Kuzey-Batı ve Güney-Batı Türk Ģiveleri grubu haricinde söz konusu Eski Türkçe fiil sanāfiili ile yer değiĢtirmiĢtir (Clauson, 1972:781). saḳın- ‗düĢünmek, endiĢelenmek, plan kurmak, yas tutmak‘ > saġın- (HTS, HRS) sıġta- ‗ağlamak, sızlamak‘ > sıhta- ‗ağlamak‘ (HTS, HRS) ġ- > x- ses değiĢimi hadisesi günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Yukarıda yer alan fiiller tek heceli bir kökü iĢaret eder. Nitekim T. Gülensoy sakın- ve saġın- fiil Ģekillerini Orta Türkçe *sak ‗iĢte uyanık ve zeyrek olmak‘ < *sa- ‗saymak, sanmak, düĢünmek; arzu etmek‘ + k + (ı)n- (dönüĢlülük eki) Ģeklinde vermiĢtir (Gülensoy, 2007:718). sı- ‗kırmak, bozmak, yenmek; zaptetmek‘ > sındır- ‗kırmak, parçalamak‘ (HTS, HRS; RHS) Söz konusu Eski Türkçe fiil sındır- fiili ile yer değiĢtirmiĢtir (Clauson, 1972:782). sö:zle- > sözleĢ- ‗söyleĢmek, sözleĢmek‘ > söste- ‗söylemek, kulağına fısıldamak‘ (HTS, HRS) sözleĢ- fiili sö:zle- ‗söylemek, konuĢmak‘< sö:z isminden gelir ve 8. yy. Uygur metinlerinde yer alır (Clauson, 1972: 863). Hakas Türkçesinde sö:zle- fiilinin karĢılığı söste- fiilidir. taĢıḳ- ‗dıĢarı çıkmak, sefere çıkmak‘ : tas ‗dıĢ‘ (HTS, HRS) tas ‗dıĢ‘ isim kökü Ģ- > s- ses değiĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer alır. teg- ‗değmek, eriĢmek, ulaĢmak, hücum etmek, çarpıĢmak‘ > teŋ- ‗değmek, dokunmak; isabet etmek‘ (HTS); ten- (HRS) ve tee- ‗değmek, dokunmak‘ Söz konusu fiil için HRS‘de hemen yukarıda yer alan anlamda Kiril alfabesi ile тенъ- [teerge] yer alır. Bu kelimenin okunuĢu [ten] Ģeklinde olup -ъ (kalınlaĢtırma iĢareti) hece bitiminden sonra duraklama iĢlevinde kullanılmıĢ olabilir. Nitekim söz konusu iĢaretin çağdaĢ Kiril alfabesindeki iĢlevi budur. HRS‘de ayraç içinde verilen teerge Ģeklindeki te- fiil kökü -erge ise mastar ekidir. HTL‘de yer alan teŋ- Ģeklini hem Kiril alfabesinin Türk Ģivelerinde yer alan karĢılıkları bakımından hem de Eski Türkçe teg- fiilindeki -g fonemi bakımından açıklamak gerekir. Ayrıca HRS ve HTS‘de bulunan teer- ‗değdirmek‘, teert- ‗değdirmek, 245 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 dokundurmak‘, teel- ‗değinmek, dokunulmak‘ fiillerinde yer alan çatı eklerini çıkardığımızda tee- ‗değmek‘ fiil köküne ulaĢmak mümkün oluyor. ti- ‗demek, söylemek‘ : tĭ- (HTS, HRS) i- > ĭ- ses geliĢimi ile günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. tıŋla- ‗dinlemek‘ > tıŋna- (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesine ulaĢırken l- > n- ses hadisesi olmuĢtur. Bu fiilin *tıŋ isim Ģeklinden gelmiĢ olabileceği belirtilmiĢtir. Ayrıca adı geçen araĢtırıcı Çince : *t‘ing ‗duymak, dinlemek‘ fiilini de söz konusu fiilin kökeni olması bakımından Ģüpheli bulur (Clauson, 1972: 522) tik- ‗dikmek‘ > tĭk- (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesine ulaĢırken i- > ĭ ses geliĢimi olmuĢtur. tir- ‗yaĢamak‘ > tirgür- ‗yaĢatmak, diriltmek‘ > tĭrgĭs- diriltmek (HTS) Ayrıca günümüz Hakas Türkçesinde tĭrĭg ‗diri‘ (HTS) isim Ģekli de bulunur. Bu isim de tirfiilinden gelir (Clauson, 1972:529). Ayrıca Eski Türkçede yer alan Ģu fiil de Hakas Türkçesinde yaĢar: tiril- ‗dirilmek, yaĢamak‘ > tĭrĭl- dirilmek (HTS, HRS). : Günümüz Hakas Türkçesinde yer alan tĭrgĭs- ve : tĭrĭl- fiillerinde Eski Türkçe tir- fiili açıkça görülmektedir. to- ‗doymak‘ > tod- ‗doymak‘ Hemen yukarıda yer alan her iki fiil Ģekli de günümüz Hakas Türkçesinde toh ‗tok‘ (HTS, HRS) isim Ģekliyle bulunur. toġ- ‗doğmak, aĢmak, çıkmak‘ > tuġ- ‗yavrulamak, yumurtlamak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde o- > u- ses geliĢimi hadisesi olmuĢtur. toġla- ‗toz çıkarmak‘ > tozınna- ‗tozlanmak, toz çıkarmak‘ (HRS), ‗tozlanmak‘ (HTS) Eski Türkçede geçen to:ġ ‗toz‘ ismi yukarıda yer alan fiillerin kökenidir (Clauson, 1972:463). Günümüz Hakas Türkçesinde la- yapım eki n- fonemi ile biten bir kelimeye geldiğinde nfonemine dönüĢür. toḳı- ‗vurmak, dövmek, çarpmak, dokumak, sokmak, batırmak, yontmak‘ > tohlat‗tıkırdatmak, vurmak‘ (HTS, HRS) 246 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Söz konusu fiil kökünde ḳ- > x ses değiĢikliği gerçekleĢmiĢtir. ġu Ģekiller de tokı- fiil Ģekli ile ilgilidir: toḳıt- ‗vurdurmak, dövdürmek, dokutmak, yonturmak‘; tohlattır- ‗toklattırmak, vurmak‘ (HTS, HRS) tor- ‗zayıflamak, ezilmek, harap olmak; bitmek‘ > tura par- ‗varmak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde o- > u- ses geliĢimi hadisesi olmuĢtur. Ayrıca fiil a- gerindium eki alıp yardımcı fiil olan par- ile kullanılmıĢtır. töküt- ‗döktürmek, akıtmak‘ > töktĭr- ‗döktürmek, akıttırmak‘ (HTS, HRS) ÇağdaĢ Hakas Türkçesinde tök- ‗dökmek, akıtmak‘ (HTS, HRS) fiili de yaĢar. Söz konusu fiiler bu fiilden türemiĢtir. Hakas Türkçesinde yer alan Ģekilde tĭr- faktitif eki yer alır. törü- ‗türemek, yaratılmak‘ > töre- törĭ- ‗doğmak, ortaya çıkmak‘ (EDT, HTS; HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için ü- > ĭ- ses hadisesi meydana gelmiĢtir. tüz- > tüzül- ‗dizilmek, sırada olmak, düzelmek, anlaĢmak, barıĢmak‘ (OY) ve tüzel-(?) ‗düzelmek‘ (EUTS) > tüzel- ‗düzelmek, düzgün olmak‘ (HTS, HRS; RHS); tüzet‗düzeltmek‘ (HTS) Hemen yukarıda yer alan Eski Türkçe fiiller tüz- ‗dizmek, düzeltmek; tavsiye etmek‘ (EUTS), ‗düzeltmek, düzleĢtirmek; sırada olmak‘ (EDT) fiil kökünden gelir. tüze- fiili tüz isminden eekiyle yapılmıĢ bir fiil olup daha yeni tarihe ait bir Ģekildir (Clauson, 1972: 575). Günümüz Hakas Türkçesinde yer alan yukarıdaki fiillerse tüz isim Ģekline e- eki eklenmesiyle oluĢmuĢtur. tüĢ- ‗düĢmek, inmek, attan inmek‘ > tüs- ‗inmek, kalmak, düĢmek, rastlamak; yatmak‘ (HTS, HRS) attaŋ tüs- ―attan inmek‖ Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için Ģ- > s- ses hadisesi meydana gelmiĢtir. Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde temel anlamını korumakla birlikte yeni anlamlar da kazanmıĢtır. Ayrıca tüĢür- ‗düĢürmek, indirmek; attan indirmek‘ > tüzĭr- ‗indirmek, düĢürmek; kaybetmek‘ (HTS, HRS) Ģekli de Hakas Türkçesinde yer alır. uç- ‗uçmak‘ > uçuh- ‗uçmak, uçuĢmak‘ (HTS, HRS) ud- ‗takip etmek, kovalamak, uymak‘ : uy- ‗uymak‘ (HTS, HRS) 247 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde d- > y- ses geliĢimi olmuĢtur. Eski Türkçede Ģu Ģekil de yer alır: uduz- ‗sevk etmek, götürmek, yol göstermek, takip ettirmek‘. Bu fiil Ģekli de ud- fiil kökünden gelir. udı- ‗uyumak‘ > uzu- ‗uyumak, yatmak; donup kalmak‘ (HTS, HRS) udı- fiili u: ‗uyku‘ isminden türemiĢtir (Clauson, 1972: 42). Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için d- > z- ve ı- > u- ses hadiseleri meydana gelmiĢtir. ulġa- > ulġart- ‗büyütmek‘ > uluġat- ‗büyümek, büyütmek‘ (HTS) < uluġa- ‗büyümek‘ (HTS) ulġa- ‗büyümek‘ (Orkun, 2011:123) fiili ve yukarıda yer alan diğer fiiller uluġ ‗ulu, büyük‘ isminden türemiĢtir. Günümüz Hakas Türkçesinde kullanılan söz konusu uluġat- fiilinin türediği uluġa- fiili de günümüz Hakas Türkçesinde yaĢar. una- > unama- ‗tasvip etmemek, muvakafat etmemek‘ : una- ‗onamak‘ (HTS, HRS) ve ına‗1- istemek, arzu etmek; 2- onamak, uyuĢmak‘ (HTS, HRS) Yukarıdaki fiiller Eski Türkçe una- ‗razı olmak, muvakafat etmek‘ (ETY) fiilinden gelir. üz-‗ kesmek, kırmak, koparmak, parçalamak‘ > üs- ‗kesip koparmak‘ (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde z- > s- ses geliĢimi olmuĢtur. yaġ- ‗yağmak, katılmak‘ > çaġ- ‗yağmak‘ (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur. Ayrıca Eski Türkçede olduğu gibi Hakas Türkçesinde söz konusu fiilin türevleri de vardır: yaġur‗yaklaĢtırmak, yaklaĢmak‘ : çaġınna- ‗yaklaĢmak‘ (HTS, HRS) ve yaġut- ‗yaklaĢtırmak‘ : çaġınnat- ‗yaklaĢtırmak‘ (HTS, HRS) yabrıt- ‗yıpratmak, yok etmek‘ : çabır- ‗bastırmak, sıkıĢtırmak; aĢağılamak‘ (HTS, HRS) Hakas Türkçesinde baĢta yer alan y- fonemi çoğunlukla ç- bazen de n- olur (Arıkoğlu, 2005: 17). Bu yüzden çabır- Ģekli ses ve anlam olarak Eski Türkçede yer alan yabrıt- fiil Ģekli ile birleĢtirmek mümkün olabilir. yan- ‗dönmek, geri dönmek, korkutmak‘ > yantur- ‗döndürmek‘ Yukarıda yer alan her iki Ģekil de günümüz Hakas Türkçesinde yer alan ayla- aylan‗dönmek‗ fiilleri ile ilgili olabilir: Söz konusu durumda *ań- ‗dönmek‘ fiil kökünü araĢtırmak gerekir. yań- ‗yaymak, saçmak, dağıtmak‘ > çay- ‗yaymak, sermek, yıkmak, saçmak‘ (HTS, HRS) 248 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil için y- > ç- ve ń- > y- ses hadiseleri meydana gelmiĢtir. yara- ‗yaramak, yaraĢmak‘ > çara- ‗yarmak, uygun olmak‘ (HTS, HRS) Eski Türkçede yer alan yara- fiilinin Ģu türevleri de yazıtlarda geçer: yarat- ‗yaratmak, tertip ve tanzim etmek, yapmak; meydana getirmek‘ > yaratıd- yaratıt- ‗yarattırmak, yaptırmak‘, yaratun- ‗tanzim edilmek, tertiplenmek‘; yaratur- ‗yarattırmak, yaptırmak‘. Günümüz Hakas Türkçesinde ise söz konusu bu fiil için y- > ç- ses hadisesi meydana gelmiĢtir. yat- ‗yatmak, uzanmak, yığılmak‘ > çat- ‗yatmak, Ģimdiki zaman eki yor-; uzanmak‘ (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur. yaz- ‗günah iĢlemek, kabahat iĢlemek‘ (ETY) > yazın- ‗günah iĢlemek, karĢı gelmek, yanılmak; yolunu ĢaĢırmak‘; yazuḳla- ‗suçlamak‘ > çastıh- ‗yanılmak, yoldan çıkmak‘ (HTS, HRS) Hemen yukarıda yer alan yaz- ‗günah iĢlemek, kabahat iĢlemek‘ fiili ġine Usu‘da geçer (ETY) > ças- ‗sermek, dağıtmak; yazmak‘ (HTY, HRS). Yazıtlarda geçen yazın- ve yazuklafiillerinin kökü olarak yaz- verilmiĢtir. yel- ‗koĢmak, koĢturmak, dörtnala gitmek, hızlı gitmek‘ > çil ‗(uçan) at‘ (HTS) Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç- ve e- > i- ses geliĢimi hadiseleri ile isim Ģeklinde yaĢar. yet- ‗yedeğe almak‘ > çidekte- ‗yedeklemek, dizgininden tutarak götürmek‘ (HTS, HRS) Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç-, e- > i- ve t- > d- ses geliĢimi hadiseleri ile çidekteĢeklinde yaĢar. yıġ- ‗yığmak, toplamak, kazanmak, alıkoymak- engel olmak‘ > çıġ- ‗toplamak, biriktirmek‘ (HTS, HRS) Bu fiil Ģekli için günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ses geliĢimi olmuĢtur. yi- ‗yemek‘ > çĭ- (HTS, HRS) Söz konusu fiil günümüz Hakas Türkçesinde y- > ç- ve i- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri ile yaĢar. yit- ‗yitmek, kaybolmak‘ > çĭt- ‗yitmek, kaybolmak‘ (HTS, HRS) 249 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Söz konusu fiil Hakas Türkçesinde y- > ç- ve i- > ĭ- ses geliĢimi hadiseleri ile yaĢar. Ayrıca yitür- fiilinin karĢılığı da vardır: yitür- ‗yitirmek, kaybetmek‘ > çĭdĭr- yitirmek, kaybetmek (HTS, HRS). yoġur- ‗yoğurmak, çiğnemek, aykırı gitmek, çapraz gitmek‘ > çura- ‗yoğurmak, karmak‘ (HTS, HRS) Günümüz Hakas Türkçesinde bu fiil y- > ç- ses değiĢikliği ve ġ- foneminin düĢmesiyle yaĢar. yoḳad- ‗yok olmak‘ > çoh pol- (HTS, HRS) Eski Türkçede geçen yoḏ- ve yo:k Ģekilleri *yo:- fiilinden türemiĢtir (Clauson, 1972:895). Bu yüzden yokad- fiili ve günümüz Hakas Türkçesinde bulunan çoh Ģekilleri de *yo:- fiil kökünden türemiĢ olabilir. Ayrıca günümüz Hakas Türkçesinde bulunan çoh isim Ģekli için y> ç- ve ḳ- > x- ses geliĢimi hadiseleri meydana gelmiĢtir. yorı- ‗yürümek, gitmek, hareket etmek‘ > çör- ‗gitmek, yürümek‘ (HTS, HRS; RHS) Yazıtlarda yorı- fiilinden türeyen yorıt- ‗yürütmek, harekete geçirmek, sevk etmek‘ ve olumsuz Ģekli yorıma- fiilleri de bulunur. Hemen yukarıda yer alan yorı- fiilinin Hakas Türkçesinde o- > ö- ses değiĢimi ile ince ünlülü Ģekilde kullanıldığı görülüyor. yügür- ‗koĢmak‘ > çügür- ‗koĢmak‘ (HTS, HRS) Söz konusu fiil için y- > ç- ses değiĢimi olmuĢtur. Ayrıca yügürt- ‗koĢturmak, akıtmak‘ > çügürt- ‗koĢturmak, sürmek‘ (HTS, HRS) fiilli de karĢılık olarak Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Günümüz Hakas Türkçesinde Kullanılmayanlar aġ- ‗aĢmak, çıkmak‘ > aġ-ı- ‗püskürtmek‘; aġıt- ‗yükseltmek, yukarı çıkarmak, uçurmak, dağıtmak‘; aġtur- ‗yukarı çıkarmak, çıkartmak, yükseltmek‘ alḳ- ‗bitirmek, tamamlamak, bitmek‘ > alḳın- ‗mahvolmak, bitmek‘ ançula-‗sunmak, arz etmek‘ ań- ‗korkmak‘ > ańıg- ‗korkutmak‘ ar- ‗aldatmak, kandırmak‘ > arıl- ‗temizlenmek, mahvolmak; yok olmak‘; artur- ‗kandırmak, aldanmak, aldatılmak‘ Hemen yukarıda yer alan fiillerin ār- fiilinden türemiĢ olabileceği söylenmiĢtir (Clauson, 1972:229). 250 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bedize- ‗resimlemek, süslemek, heykel yapmak‘ > bedizet- ‗resimletmek, süsletmek, heykel yaptırmak‘ biti- ‗yazmak‘ > bitid-‗ yazdırmak‘ ya da bitit- ‗yazdırmak‘ boġuzlan- ‗boğazlanmak‘ boĢgur- ‗öğretmek, ders vermek, yetiĢtirmek‘ böŋ- ‗tekme atmak, çifte atmak‘ bul- ‗bulmak‘ büŋ- ‗boynuz vurmak, toslaĢmak‘ emge- > emget- ‗emek çektirmek, zahmet vermek; yormak‘; emgetme- ‗zahmet çektirmemek, eziyet etmemek‘ emge- ‗acı çekmek‘ fiilinden yukarıdaki emget- fiili türemiĢtir. Söz konusu fiilin yerine daha sonra emgen- fiili kullanılmıĢtır (Clauson, 1972:159). emgetme- fiili de yazıtlarda olumsuz Ģekil olarak geçer. er- ‗imek, olmak‘ ve ir-‗imek, olmak‘ ıçġın- ‗kaybetmek, kaçırmak; kaybolmak‘ igid- igit- ‗beslemek, bakmak, yetiĢtirmek, büyütmek; ilgilenmek‘ ille- ‗il yapmak, vatan yapmak‘; ilsire- ‗ilsizleĢmek, devletsizleĢmek; esaret altına girmek‘; ilsiret- ‗ilsizleĢtirmek, devletsizleĢtirmek; esaret altına sokmak‘ ilt- ‗iletmek, göndermek; rehberlik etmek‘ ḳaġanla- ‗kağan yapmak‘; ḳaġansıra- ‗kağansızlaĢtırmak, esaret altına almak‘; ḳaġansırat‗kağansızlaĢtırmak, esaret altına almak‘ ḳazġan- ‗kazanmak, toplamak, biriktirmek, zaptetmek; çalıĢmak‘ ḳız- ‗kızmak‘ kigür- ‗sokmak, yapmak; getirmek‘ kiŋĢür- ‗kıĢkırtmak, hiddetlenmek‘ ḳo- ‗komak, koymak‘ (EUTS) > ḳod-, ḳot- ‗koymak, bırakmak‘ ḳod- fiili ḳo- ‗koymak, terk etmek; bırakmak‘ fiil kökünden türemiĢtir (Clauson, 1972:595). ḳorı- ‗korumak‘ 251 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 küŋed- ‗cariye olmak, hizmetçi olmak‘ oġurḳalat- ‗sırtlatmak, bindirmek, yükletmek‘ oḳı- ‗çağırmak, davet etmek‘ opla- ‗atılmak, hücum etmek‘ ö- ‗düĢünmek, anlamak, hatırlamak‘ > ögleĢ- ‗istiĢare etmek, anlaĢmak‘ ög- ‗övmek‘ > ögtür- ‗övdürmek‘ ökün-‗ piĢman olmak, hayıflanmak, kendine gelmek‘ öntür- ‗çıkarmak, yükseltmek, göndermek, uzaklaĢtırmak; yöneltmek‘ öt- ‗ötmek, kükremek; gürlemek‘ ötün- ‗arz etmek, rica etmek; dilek dilemek‘ sanç- ‗sançmak, mızraklamak‘ sebin- ‗sevinmek‘ sıḳın- ‗üzülmek, yas tutmak‘ süle- ‗orduyu sevk etmek, sefere çıkmak‘ > sület- ‗ordu sevk ettirmek‘ süŋüĢ- ‗süngüleĢmek, çarpmak, savaĢmak‘ tarḳ- ‗dağa çıkmak, dağa kaçmak‘ taplama- ‗kabul etmemek‘ ter-‗ kaçmak, ürküp kaçmak‘ tıd- ‗mani olmak, alıkoymak‘ toŋta- ‗çevrilmek, dönmek, dikilmek, devrilmek; yere çevrilmek‘ topul- ‗delinmek‘ tu- ‗kapamak, tıkamak, tutmak, önüne geçmek; engel olmak‘ tuy- ‗duymak‘ > tuyma- ‗duymamak, hissetmemek, farkına varmamak‘ tuy- fiil kökünün olumsuz Ģeklinden t- > d- ses geliĢimi sonucunda geliĢmiĢtir. u- ‗muktedir olmak, yapabilmek‘ uruġsırat- ‗kökünü kazımak, neslini kesmek‘ 252 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yaŋıl- ‗yanılmak, itaatsizlık etmek‘ yarlıḳa- ‗buyurmak, bağıĢlamak, esirgemek; korumak‘ yaĢa- ‗yaĢamak‘ yoġla-, yuġla- ‗yas töreni yapmak, ölü yemeği vermek‘ > yoġlat-, yuġlat- ‗yas töreni yaptırmak, ölü yemeği verdirmek‘ yoŋĢur- ‗karĢılıklı çekiĢtirmek, gammazlatmak, iftira ettirmek; suçlatmak‘ yubul- ‗yuvarlanmak‘ yulı- ‗yağma etmek‘ yükün- ‗baĢ eğmek, eğilmek, secde etmek, ibadet etmek; teslim olmak‘ > yüküntür- ‗baĢ eğdirmek‘ Sonuç Günümüz Hakas Türkçesinde, Eski Türkçede yer alan Orhun Yazıtları ile ses, yapı ve anlam yönünden aynı Ģekilde kullanılan on iki adet fiil ve fiil kökü tespit edilmiĢtir. Bu sonucun matematiksel ifadesi 7,3 (% 7,3) dolayındadır. Günümüz Hakas Türkçesinde doksan üç adet fiil ve fiil kökü de çeĢitli ses ve Ģekil geliĢimi hadiseleri sonucunda yer almıĢtır. Bu sonuç da 56,7 (% 56,7) civarındadır. Eski Türkçede Orhun Yazıtlarında geçen elli dokuz adet fiilin de Hakas Türkçesinde karĢılığı yoktur ve yaklaĢık olarak 35,9 (% 35,9) olarak matematiksel ifade edilebilir. Orhun Yazıtlarında geçen kök ve gövde halindeki fiiller yaklaĢık olarak 64 (% 64) dolayında günümüz Hakas Türkçesinde yer almıĢtır. Söz konusu yazıtlarda geçen fiillerin türevi olan fiillerse bu araĢtırmada verilmiĢ ama nicelik olarak sayılmamıĢtır. Netice olarak fiiller bir dilin temel söz varlıkları arasında önemli bir yere sahiptir. Orhun Yazıtlarında geçen fiil varlığı günümüz Hakas Türkçesinde önemli ölçüde yer bulmuĢtur. Kısaltmalar EDT: Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish ETY: Eski Türk Yazıtları EUTS: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü HRS: Hakasça-Rusça Sözlük HTS: Hakasça-Türkçe Sözlük 253 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 OY: Orhun Yazıtları RHS: Rusça-Hakasça Sözlük Kaynakça Arıkoğlu, Ekrem (2005), Hakasça-Türkçe sözlük, Ankara, Akçağ Yayınları. Baskakov N. H. (1953), Hakasça-Rusça sözlük, Moskova, Kültür Bakanlığı Yayınları. Caferoğlu, A. (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Ġstanbul, Enderun Yayınları. Clauson, G. (1972), An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, Oxford, The Clarendon Press. Çankov, D. Ġ. (1961), Rusça-Hakasça sözlük, Moskova, Hakas Bilim Enstitüsü Yayınları. Ergin, Muharrem (2005), Orhun Abideleri, Ġstanbul, Boğaziçi Yayınları. Gülensoy, Tuncer (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Ankara, TDK. Orkun, Hüseyin Namık (2011) Eski Türk Yazıtları, Ankara, TDK. 254 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ESKĠ TÜRKÇE KELĠMELERĠN ATABEY AĞZINDAKĠ GÖRÜNÜMÜ Ertan Besli Ali Osman Yalkın ÖZET Bu bildiride Eski Türkçe kelimelerden Atabey ağzına ulaĢanlar tespit edilmiĢtir. Söz konusu Eski Türkçe kelimelerin ses bilgisi, yapı bilgisi ve anlam yönünden Atabey ağzındaki mirasçıları ile arasında olan benzerlik ve ayrılıkları da art zamanlı ayrımsal-karĢılaĢtırmalı dil bilim yöntemine göre incelenip belirlenmiĢtir. Bu çalıĢmada gerektiğinde incelenen Ģekillerin köken bilgisi açıklamalarına da yer verilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Atabey Ağzı, Köken Bilgisi, Dil Bilim. Abstract In this work, the old Turkish words having reached Atabey dialect have been identified. In terms of phonology, morphology and meaning, the old Turkish words have been compared to Atabey dialect according to the comparative method. Some etymological explanations have also been taken place when they are in need . Key words: Old Turkish, Atabey Dialect, Etymology, Linguistics. GiriĢ Bu araĢtırmada Atabey ağzında tespit ettiğimiz Eski Türkçedeki Ģekillerini koruyan kelimeler, Eski Türkçenin söz varlığıyla karĢılaĢtırılmıĢtır. Tespit edilen kelimelerin Atabey ağzındaki görünümleri, anlamları ve örnekleri verilerek sıralanmıĢtır. Böylece Eski Türkçe ve Atabey ağzı arasında kelimelerde meydana gelmiĢ bazı ses, yapı ve anlam değiĢmeleri tespit edilmiĢtir. Kelimelerin yansıttığı leksikolojik geliĢmeler art zamanlı ayrımsal-karĢılaĢtırmalı yöntem ile aydınlatılmaya çalıĢılmıĢtır. Çeviri yazı ve anlamlandırma yönünden fark tespit edilmiĢ Ģekiller sahanın temel ve güncel etimoloji sözlüklerinde taranmıĢtır. Elde edilen bulgular, ses ve anlam değiĢikliğine uğramadan kullanılan kelimeler, ses ve anlam değiĢikliğine uğrayan kelimeler, sadece ses değiĢikliğine uğrayan kelimeler ve sadece anlam değiĢikline uğrayan kelimeler olmak üzere dört baĢlıkta incelenmiĢtir. Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Bitlis-Türkiye, ertanbesli@hotmail.com.tr ArĢ. Gör., Bitlis Eren Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bitlis-Türkiye, aliosmanyalkin@windowslive.com 255 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1. Ses ve Anlam DeğiĢikliğine Uğramadan Kullanılan Kelimeler: alaŋ „alan‟: alaŋ (EDT). Kelime, DLT‘de *alang ‗alan, düz ve açık yer‘ olarak geçmektedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kazak ve Nogay Türkçesi: alaŋ ‗orman içindeki açılmıĢ yer‘; Türkmen Türkçesi: alaŋ ‗küçük tepe‘; Yakut Türkçesi: al s ay (<*alaŋaç); Tuva Türkçesi: ayaŋ (< *alaŋ); Kırgız Türkçesi: ayant; Kazan Tatar Türkçesi: alan; BaĢkurt Türkçesi: aklan (< *aglaŋ) (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―y ni alaŋda deyil;amma garıŋ;altında sayılı.‖ (‗Yani alanda değil; ama karın altında sayılır.‘: AA, 2/65). aŋ- „anmak, hatırlamak‟: Köktürkçe, Eski Uygur Türkçesi ve Orta Türkçede (DLT ve KB) aŋ- ‗hatırlamak‘ Ģeklinde verilmiĢtir. Kelime, çağdaĢ Kıpçak Ģivelerinde ang-, Azeri Türkçesinde an- Ģeklindedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―bubasını anasını aŋmeyo.‖ (‗Babasını, annesini anmıyor, hatırlamıyor.‘: AA, 42/70). anda „orada‟: an ‗o‘ zamirinin bulunma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur Türkçesinde anta, anda munda ‗her tarafta, ötede beride‘ Ģekilleri verilmiĢtir (EUTS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―anda bamı v r;etmiĢ döymüĢ.‖ (‗Orada ablamı sürekli dövmüĢ.‘: AA, 2/40). barmak „parmak‟: Kökeni bar ‗olma, oluĢ‘ isim Ģekli olarak verilmiĢtir (VEWT). Bu köken Eski Uygur Türkçesinde bar par ‗var, hep, mevcut‘ olarak geçmektedir (EUTS). parmak kelimesi, Eski Türkçede erŋek (KBS) erŋ k (TDES); Orta Türkçede (DLT) ernek (KBS, TDES) erŋ k (TDES) olarak geçer. Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: barmag; BaĢkurt, Kazak, Kazan Tatar, Türkmen, Uygur, Karaçay-Balkar, Nogay, Karakalpak ve Kırgız Türkçesi: barmak; Özbek Türkçesi: barm k; Teleüt Türkçesi: parmak; Küerik Türkçesi: mermek ‗baĢ parmak‘; ÇuvaĢ Türkçesi: pürne (KBS). 256 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gülensoy, çağdaĢ Türk lehçelerindeki bar ber par mer Räsänen‘e hak vermek gerektiğini belirtmiĢtir (KBS). pör kökleri dikkate alınınca Kelime, kökeni için verilen bar ‗olma, oluĢ‘ Ģekli itibarıyla Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―barmakl döküldü, dedi.‖ (‗Parmaklar döküldü, dedi.‘: AA, 13/116). ber- „vermek‟: b r- Ģekli için soru iĢareti konulup bär- ‗vermek‘ Ģekli verilmiĢtir (VEWT). EDT‘de bé:rĢekli verilmiĢtir. Gülensoy da *bé:r- ~ *bi:r- uzun ünlülü Ģekilleri vermiĢtir (KBS). Eski Türkçede yer alan ünlü uzunlukları ve ilk hecede bulunan kapalı e dikkate alındığında bé:rĢekli doğru olabilir. EUTS‘de bär- Ģekli verilip bir- Ģekline gönderme yapılmıĢtır. bir‗1. vermek, 2. yardımcı fiil‘ anlamları verilmiĢtir. KBS‘de Köktürkçe için ber- ~ bir-; Eski Uygur Türkçesi (Brahmi metinleri) için bér- Ģekilleri verilmiĢtir. Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: b r- ~ ber-; Azeri Türkçesi: ver-; Kazak, Kırgız ve Özbek Türkçesi: ber-; Uygur Türkçesi: bär-; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: bir-; Yakut Türkçesi: biär-; Kumandı Türkçesi: per- (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―bi dencik mändil, berildı odur.‖ (‗Bir tanecik mendil, verildiği odur.‘: AA, 39/34). biŋ „bin‟: Eski Uygur Türkçesinde bing ming mıng Ģekilleri verilmiĢtir (EUTS). Eren, kelimenin Eski Türkçeden baĢlayarak kullanıldığını belirtmiĢtir (bıŋ). Orta Türkçede miŋ olarak geçtiğinden, Eski Kıpçak Türkçesinde bin min miŋ Ģekillerinin varlığından bahsetmiĢ, tarihî ve çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerinde daha çok miŋ Ģeklinin geçtiğini belirtmiĢtir (TDES). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: min; Türkmen Türkçesi: müŋ; Özbek Türkçesi: ming; Kazak, Kırgız ve Karakalpak Türkçesi: mıŋ; Tarançi Türkçesi: miŋ; Kazan Tatar ve BaĢkurt Türkçesi: meŋ; Tuva ve Yakut Türkçesi: muŋ; ÇuvaĢ Türkçesi: pin (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―bi dencik dutuŋ, biŋ dene buluŋ;iĢallah, d siŋ.‖ (‗Bir tanecik tutun, bin tane bulun inĢallah, dersin‘: AA, 8/62). çeŋe „çene‟: Eren, kelimenin -yaygın bir inanca göre- Farsçadan alındığını (< Far. ç na çana ‗the lower jaw-bone; the chin‘), Türkçede çeneye eŋek adının verildiğini belirtmiĢtir. Kelime Azeri Türkçesinde çənə, Halaç Türkçesinde çana çene Ģeklindedir (TDES). Gülensoy ise 257 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kelimenin geliĢiminin *çeŋe < ?+ *äŋäk ‗kinn‘ + çäkä ‗Schläfe‘ / *iç+engek Ģeklinde olabileceğini belirtmiĢ, kelimenin Çağatay Türkçesinde çaŋġa, Azerî Türkçesinde de çänä Ģeklinde olduğunu vermiĢtir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―çeŋemi çekdil benim.‖ (‗Çenemi çektiler benim.‘: AA, 14/120). eŋ „en‟: eŋ Ģekli Eski Türkçede aynıdır. Eski Uygur Türkçesinde äng ‗en‘ Ģekli vardır (EUTS). Gülensoy, kelimenin *é:n n Ģekillerinden geldiğini, Eski ve Orta Türkçede én, DLT‘de i:n Ģeklinde geçtiğini belirtmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri, Kazak, Kırgız ve Özbek Türkçesi: en; Uygur Türkçesi: än; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: iŋ (ŋ ikincildir); Türkmen Türkçesi: i:n; Yakut Türkçesi: ien; ÇuvaĢ Türkçesi: an (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekilde derecelendirme zarfı iĢlevinde kullanılmıĢtır: ―bak, eŋ gıyıda Ģindi, bahcanıŋ içerisinde.‖ (‗Bak, en kıyıda Ģimdi, bahçenin içerisinde.‘: AA, 13/17). kel- „gelmek‟: kel- (g-) (EDT). Eski Uygur Türkçesinde kel- ‗gelmek‘ olarak geçer (EUTS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―gız ävi kelene gidene g cek.‖ (‗Kız evi gelene gidene koyacak.‘: AA, 16/149). kit- „gitmek‟: ket- ve kit- Eski Uygur Türkçesinden itibaren kullanılır (VEWT). Eski Uygur Türkçesinde kit- ~ kät- ‗gitmek, devam etmek, zail olmak‘ olarak geçer (EUTS). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde (Brahmi metinleri) ké:t-, Orta Türkçede (DLT) ki:t- ‗gitmek‘ Ģeklindedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―benim varıdı ondan; gayıb; du kitti.‖ (‗Benim ondan var idi; kayboldu gitti.‘: AA, 20/26). oŋ- „onmak, iyileĢmek‟: oŋ (WEVT). Eski Uygur Türkçesinde ongar- ‗onarmak, iyileĢtirmek, iyi ve sağlam yapmak‘ ve ongul- ‗iyileĢmek, sağalmak‘ olarak ekli hâlde geçer (EUTS). Kelime, DLT‘de oŋ-ul‗iyileĢmek, düzelmek, iyi olmak‘ ve oŋ-ay ‗kolay‘ Ģeklinde ekli hâlde geçmektedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: 258 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―bi baktıg;oŋmadı.‖ (‗Bir baktık, onmadı, iyileĢmedi.‘, AA, 36/63). öŋ „ön‟: öŋ (VEWT). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde öng ‗ön taraf, önce, doğu‘ olarak geçer (EUTS). Eski Türkçe ve Orta Türkçede öng (< *öŋ), DLT‘de öngdün ‗önce‘, öndüngki ‗önceki‘, öngeyük ‗bir Ģeye, bir kimseye mahsus olan, ayrılan, özel‘ Ģekilleri geçmektedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: ön; Kazak, Kırgız, Türkmen ve Teleüt Türkçesi: öŋ; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): ög (< *ög+ce ‗önce‘) (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―ölenn ŋiziŋ öŋüne v sın, d siŋ.‖ (‗Ölenlerinizin önüne varsın, dersin.‘: AA, 8/63). soŋ „son‟: Kelime, Eski Uygur Türkçesinde song ‗son, sonra‘ (EUTS), Orta Türkçede songuk ‗son, bir Ģeyin sonu‘ olarak geçmektedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: son; Kazak, Kazan Tatar ve Türkmen Türkçesi: soŋ; Kazan Tatar Türkçesi: soŋğı; Kırgız Türkçesi: soŋku; Kumandı Türkçesi: soŋsı ‗gelecek‘; BaĢkurt Türkçesi: huŋ(ğı) (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―soŋ v dı y rde galır.‖ (‗Son vardığı yerde kalır.‘: AA, 23/17). ti- „demek‟: Eski Uygur Türkçesinde ti- ‗demek, söylemek, dilemek‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, tı- > Eski Türkçe *t - ~ té:- > DLT ti:- ~ té- Ģeklinde verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: diy-; Yakut Türkçesi: diä- (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―ti hadeŋ geliŋ;geydirm gidem.‖ (‗De haydi gelin giydirmeye gidelim.‘, AA: 20/20). tiken „diken‟: Eski Uygur Türkçesinde tikän ‗diken‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *tik[k](e/ä)n ‗saplanan Ģey‘ olarak verilmiĢtir. Kelime, Orta Türkçede tiken tikken, Çağatay Türkçesinde tiken olarak geçmektedir (KBS). 259 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): tiken; Oyrat ve Teleüt Türkçesi: tigen ~ tiganak; Hakas Türkçesi: tıgen; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): tikan; Kazak Türkçesi: tikana; Kumuk ve Karaçay-Balkar Türkçesi tegenek (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―eĢeŋ guyuna tiken kısTııvelleridi b zıları.‖ (‗Bazıları eĢeğin kuyruğuna diken kıstırıverirlerdi.‘: AA, 14/196). uçun üçün ―için‖: üçün (EDT). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde üçün ‗için, sebep, dolayısıyla‘ (EUTS), Eski Türkçede uçun üçün ‗amacıyla, maksadıyla‘ olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢimi, < *uç ‗sebep‘ + (u)n / +u+n ‗vasıta durumu eki‘ olarak verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kırgız, Özbek ve Uygur Türkçesi: üçün; Türkmen Türkçesi: üçi:n; Kazak Türkçesi: üĢin; Kazan Tatar Türkçesi: üçin; BaĢkurt Türkçesi: ösön; Kumandı Türkçesi: uçın uçun (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―mese tarl ikil ceŋ, üĢl ceŋ bunnarıŋ eyer verem almağ;uçun ol sa.‖ (‗Mesela eğer verim almak için olursa tarlayı ikileyeceksin, üçleyeceksin.‘: AA, 19/2). ―b le gelinne ĢaKaleĢmağ;üçün…‖ (‗Böyle gelin ile ĢakalaĢmak için…‘: AA, 22/1). yeŋge „yenge‟: Eski Uygur Türkçesinde yängä yänggä ‗yenge‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Eski Uygur Türkçesinde ayrıca yeŋe ve Orta Türkçede (DLT) yengge olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢiminin *yé:ng ‗yan‘ + ge [< *ya-ŋ+ge] olabileceği belirtilmiĢtir. Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: yeŋge; Uygur Türkçesi: yäŋgä; Azeri Türkçesi: yenge; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): yénge yéngiç yeni; BaĢkurt Türkçesi: yängä; Teleüt Türkçesi: yéng; Oyrat ve Teleüt Türkçesi: yeŋe; Baraba Türkçesi: yiŋge; Kırgız ve Altay Türkçesi: ceŋe; Kazak Türkçesi: ceŋge jeŋge; Kazan Tatar Türkçesi: ciŋgä; Kumandı Türkçesi: neŋçe (< *yeng(ge)+çe) ‗ağabeyin karısı‘; Yakut Türkçesi: saŋas; ÇuvaĢ Türkçesi: yəŋGε iŋGε (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçe ile aynı Ģekil ve anlamdadır: ―eŋsede gelinne yeŋge ol du iĢde.‖ (‗Arkada gelin ile yenge olurdu iĢte.‘: AA, 3/22). 260 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2. Ses ve Anlam DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler: t „daha‟: Eski Uygur Türkçesinde taḳı ‗dahi, ve, kaldı ki, nihayet, bundan baĢka‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi *taḳ-ı (< taḳ- ‗takmak, iliĢtirmek‘ + -ı ‗zarf-fiil eki‘) olarak verilmiĢtir. Kelime, Orta Türkçede (DLT) taḳı daḳı ―dahi‘, Eski Anadolu Türkçesinde daḳı ‗dahi‘ olarak geçmektedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: daha; Kırgız Türkçesi: dağı; Uygur Türkçesi: texi (‗daha‘); Kazak Türkçesi: takı; Doğu Türkçesi: taki (‗dahi‘) (KBS). Kelime, Atabey ağzında derilme sonucu t Ģeklindedir ve ‗daha‘ anlamında kullanılmıĢtır: ―y da gelike bi t dulm ceg;araba.‖ (‗Yolda gelirken araba bir daha durmayacak.‘: AA, 16/73). yalavaĢ „Yalvaç (yer adı)‘: Eski Uygur Türkçesinde yalavaç ‗elçi, peygamber, yalavaç‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede (DLT) yalawaç yalavaç ‗elçi, peygamber‘ olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢimi, Orta Türkçe yala- ‗töhmetlemek‘ (DLT) + -w(/v)aç olarak verilmiĢtir (KBS). Kelime, Atabey ağzında son seste süreklileĢme sonucu yalavaĢ Ģeklindedir ve yer adı olarak kullanılmaktadır: ―süzüllüden, yalavaĢdan, orl dan gelıleridin.‖ (‗Süzüllü‘den, Yalvaç‘tan, oralardan gelirlerdi.‘: AA, 19/86). 3. Sadece Ses DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler: andan „ondan (sonra)‘: an ‗o‘ zamirinin ayrılma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur Türkçesinde andın ‗ondan‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimede, +dIn Ģeklindedir: antın +tIn ayrılma ekindeki ünlü geniĢlemesi sonucu Atabey ağzında andan ―andan bubam çobanıdı.‖ (‗Ondan sonra babam çoban idi.‘: AA, 2/87). aŋnadıver- „anlatıvermek‟: 261 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 aŋ ‗kavrama, zeka‘ isim kökünden gelir. Bu kelimeye iliĢkin ilk not Senglah‘da yer alır. Söz konusu kelime aŋla- fiilinin kökeni olarak verilir (EDT). aŋla- fiili, Eski Uygur Türkçesinde angla- Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢiminin * ŋ ‗düĢünce, idrak, anlayıĢ‘ + la- Ģeklinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Türkmen Türkçesinde aynı anlamda ŋ Ģeklindedir (VEWT). Uygur Türkçesinde aŋ ve äŋ ‗yabani‘ Ģeklindedir. Bu anlamda ve aŋ Ģeklinde Kazak Türkçesinde de yer alır. Söz konusu kelime Moğolcada da ‗yabani hayvan‘ anlamındadır (VEWT). Kelimenin kökü olarak verilen aŋ isminin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: BaĢkurt, Kazan Tatar ve Uygur Türkçesi: aŋ ‗zihin‘; Türkmen Türkçesi: aŋ ‗hatırlamak‘ (KBS). aŋlatıver- fiili Atabey ağzında ilerleyici ünsüz benzeĢmesi ve ekleĢmeye bağlı ötümlüleĢme sonucu aŋnadıver- olmuĢtur: ―masa aŋnadıveridin;eveli.‖ (‗Önceden masal anlatıverirdi.‘: AA, 28/32). aŋŋı end (<< andaki) „o, oradaki‟: an ‗o‘ zamirinin aitlik eki ile kalıplaĢmıĢ bulunma durumu ekli çekimidir. Eski Uygur Türkçesinde verilen anta, anda munda ‗her tarafta, ötede beride‘ Ģekillerinin (EUTS) aitlik eki ile çekimlenmiĢ Ģeklidir. aŋŋı Ģekli; ünlü düzleĢmesi, hece düĢmesi ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi olaylarıyla bu hâlini almıĢ olmalıdır (aŋŋı < ankı < andakı < andaki): ―aŋŋını at g !‖ (‗Onu at gel‘: AA, 4/23). end Ģekli ise gerileyici ünlü benzeĢmesi, süreklileĢme ve derilme olaylarıyla bu hâlini almıĢ olmalıdır (end < endeği < endeki < andaki): ―end daĢıŋ;üssüne bi otur, dedi.‖ [‗O (oradaki) taĢın üstüne bir otur, dedi.‘: AA, 47/134]. b ŋ „ben, tende bulunan leke veya kabartı‟: Eski Türkçede beŋ Ģekli XI. yüzyılda görülmeye baĢlanmıĢtır (KBS). Eski Uygur Türkçesinde mäng ‗ben, hal‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Eren, diyalektlerde kullanılan meŋ Ģekillerinin beŋ Ģeklinden geldiğini belirtmiĢtir (TDES). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen, Nogay, Karakalpak, Kırgız, Altay, Teleüt, ġor, Küerik, Tarançi ve Tuva Türkçesi: meŋ; Kırgız Türkçesi: meŋdi ‗benli‘ (KBS). Kelime, Atabey ağzında e > değiĢimi (ünlü daralması) sonucu b ŋ Ģeklinde geçmektedir: ―bilassa ben, b ŋni candarma, b ŋni Candarma…‖ (‗Bilhassa ben, benli jandarma, benli jandarma…‘: AA, 18/148). beŋz (<< beŋiz+e-r) „benzer‟: 262 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kelime, beŋiz isminden türemiĢtir. Söz konusu kelime Eski Uygur Türkçesinde mängiz ‗beniz, görünüĢ‘ olarak geçmektedir (EUTS). Eski Türkçede beŋiz olarak geçen kelime, Orta Türkçede mäng(i)z ‗beniz, yüz‘ ve Çağatay Türkçesinde méŋiz olarak geçmektedir. Kelimenin *bäŋ kelimesinden gelmiĢ olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: beŋiz; Kazak Türkçesi: meŋiz; Hakas Türkçesi: meyiz; Uygur Türkçesi: meŋzi ‗yanak‘ (KBS). Kelime, Atabey ağzında ekleĢmeye bağlı ünlü düĢmesi sonucu beŋz (< beŋiz+e-r) ‗benzer‘ olarak kullanılmıĢtır: ―zeki mürene beŋz .‖ (‗Zeki Müren‘e benzer.‘: AA, 9/120). biĢ- „piĢmek‟: bıĢ-, biĢ-, pıĢ- ve piĢ- Ģekilleri Eski Türkçede görülür (EDT). Eski Uygur Türkçesinde bıĢ‗olgunlaĢ-, piĢmek, olmak‘ Ģeklinde verilmiĢtir (EUTS). Gülensoy, kelimenin bıĢ- ‗piĢmek, olgunlaĢmak; meyve olmak‘ Ģeklinden geldiğini belirterek Eski Türkçe (Köktürkçe ve Eski Uygur Türkçesi), Orta Türkçe (DLT) için bıĢ- biĢ- Orta Türkçe (DLT) pıĢ- Ģekillerini vermiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kazak Türkçesi: bis-; Azeri, BaĢkurt, Kazan Tatar, Türkmen, Kerkük (Irak Türkmen) Türkçesi: biĢ-; Kırgız Türkçesi: bıĢ-; Yakut Türkçesi: bus-; Kazak, Özbek ve Uygur Türkçesi pis- (KBS). Kelime, Atabey Ağzında ünlünün art sıradan ön sıraya geçmesi sonucu biĢ- Ģeklindedir: ―çokca südüle biĢirisiŋ.‖ (‗Çokça süt ile piĢirirsin.‘: AA, 36/55). böyük „büyük‟: bedü- fiilinden türer (EDT). Eski Uygur Türkçesinde bedük ‗büyük, yüksek, ulu, azametli‘ olarak verilmiĢtir (EUTS). Gülensoy, kelimenin geliĢimini *bedü-k Ģeklinde verip Orta Türkçede (DLT) bedük bedük olarak geçtiğini belirtmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Gagavuz Türkçesi: büük; Tellafer ağzı (Irak Türkmen), Uygur Türkçesi: büyük; Kazak Türkçesi: büyik; Azeri Türkçesi: böyük; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): böyüg ~ böyig ~ beyüg; Türkmen Türkçesi: beyik; Kırgız Türkçesi: biyik; Sarı Uygur Türkçesi: pezik (KBS). Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme ve ünlü yuvarlaklaĢması sonucu (bedük > bedük > beyük >) böyük Ģeklindedir: 263 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ―da böyük yatır, türbe ol rakdan…‖ (‗Da büyük yatır, türbe olarak…‘: AA, 1/45). çiŋne- „çınlamak‟: çınl - ‗gerçeği söylemek, doğru davranmak‘ fiili çı:n isminden türer (EDT). Burada ilerleyici benzeĢme ve - foneminin a- fonemine değiĢmesi yer alır. çın ‗doğru, gerçek, tam, kesin olarak‘ ismi Eski Uygur Türkçesinde geçmektedir (EUTS). Gülensoy ise çınla- ‗çın diye ses çıkarmak‘ fiilinin *çıŋ isminden türediğini belirterek Orta Türkçede (DLT) çıngra- Ģeklinde geçtiğini belirtmiĢtir (KBS). Kelime, Atabey ağzında uyum değiĢmesi ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi sonucu çiŋneĢeklindedir: ―gulakları çiŋnesin.‖ (‗Kulakları çınlasın.‘: AA, 14/197). deŋiz „deniz‟: teŋiz (d-) XI. yüzyılda karĢılaĢılmıĢtır. Eski Türkçede talu:y Ģekli yerine geçer (EDT). Kelimenin geliĢiminin *teŋ ‗göl, bataklık‘ + (i)z Ģeklinde olabileceği belirtilip kelimenin Eski ve Orta Türkçede teŋiz, Eski Anadolu Türkçesinde deŋiz Ģekilleri verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Oyrat Türkçesi: teŋis; Kazak Türkçesi: teŋiz; Karaçay-Balkar Türkçesi: teŋŋiz; Kazan Tatar Türkçesi: diŋęz diŋgęz (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu deŋiz Ģeklindedir: ―Buldeyleri ege deŋizine dökdü y !‖ (‗Buğdayları Ege Denizine döktü yahu!‘, AA: 14/188). diŋel- ‗ayakta durmak, ayağa kalkmak, dik durmak‘: Kelimenin geliĢimi ding < *ting+el- ‗ayakta durmak‘ Ģeklinde verilmiĢtir (KBS). Kelimenin *ting isminden geldiği kabul edilirse kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu diŋel- Ģeklindedir: ―dabanç le Ģ le diŋeldi, täslim, dedi.‖ (‗Tabancayla Ģöyle dikildi, teslim, dedi.‘: AA, 18/142). diŋne- „dinlemek‟: tıŋla- (d-). Bu Ģekil tıŋ isminden türemiĢtir. Bu Ģeklin anlamı Ģüphelidir. Çince t‘ing Ģeklinden türemesi daha yüksek bir olasılık olabilir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde tıngla- ‗dinlemek, kulak asmak‘ Ģeklinde geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *tıŋ ‗ses, sada, sadanın perdesi, nağme‘ + la- Ģeklinde verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: 264 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Soyon Türkçesi: dıŋna-; Kazak Türkçesi: tıŋda-; Kırgız Türkçesi: tıŋĢa-; Doğu Türkçesi: tinĢa-; Kumandı Türkçesi: tınan-; Altay Türkçesi: tıŋda- ‗dinlemek‘; ÇuvaĢ Türkçesi: tęnla(KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi sonucu diŋneĢeklindedir: ―onnarı le diŋnesem, otursam…‖ (‗Onları öyle dinlesem, otursam…‘: AA, 47/22). diŋnen- „dinlenmek‟: Eski Uygur Türkçesinde tın- ‗dinlenmek‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi, Orta Türkçe tın ‗nefes‘ (DLT) + la-n- Ģeklinde verilmiĢtir. Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi dın- tın-; Yakut Türkçesi tın- (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme, uyum değiĢmesi ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi sonucu diŋnen- Ģeklindedir: ―ond on;ikiye gıd diŋneniriz.‖ (‗Ondan on ikiye kadar dinleniriz.‘: AA, 30/25). doŋ- „donmak‟: toŋ- (d-) ‗donmak‘ (EDT). Eski Türkçede toŋ- ‗donmak‘ Ģekli verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: ġor Türkçesi: toġ-; Kazan Tatar Türkçesi: tuŋ-; Altay Türkçesi: toŋ-; Yakut Türkçesi: toŋ-ot-; ÇuvaĢ Türkçesi: tęm- tƟm- (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu doŋ- Ģeklindedir: ―o b le doŋ galı gar gibi.‖ (‗O böyle kar gibi donar kalır.‘: AA, 27/39). düŋür „dünür‟: tün isminden türemiĢ geçiĢsiz fiildir. Eski Uygur Türkçesinde tüner- (d-) ‗kararmak, karanlık basmak‘ fiili vardır (EDT). Kelimenin geliĢimi tüŋ-(ü)r Ģeklinde gösterilip Orta Türkçede (DLT) tüŋür ‗karının hısımları‘ Ģekli verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Uygur, Doğu ve Yakut Türkçesi: tüŋür; Yakut Türkçesi: tügür ~ tümür (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu düŋür Ģeklindedir: ―äsgiden imec;ed leridi düŋürl .‖ (‗Eskiden dünürler imece yaparlardı.‘: AA, 16/137). le „öyle‟: 265 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ayl ‗öyle‘ yeniden yapılandırılmıĢ Ģekli önerilmiĢtir. a- > e- geliĢiminin ne zaman olduğu kesin değildir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde äyin ‗böylece, buna göre‘ Ģekli verilmiĢtir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede (DLT) eyle (< o il-e) ‗öyle‘ Ģeklinde geçmektedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: elä; BaĢkurt Türkçesi: oĢolay; Kazak Türkçesi: olay sonday; Kırgız Türkçesi: anday mınday; Özbek Türkçesi: undäy; Uygur Türkçesi: undak; Kazan Tatar Türkçesi: ĢuĢılay sımak kibik; Kumuk Türkçesi: ındıġ ok; Türkmen Türkçesi: kimik ~ Ģeyle beyle (KBS). Kelime, önerilen ayl ‗öyle‘ yeniden yapılandırılmıĢ Ģekline göre Atabey ağzında uyum değiĢmesi ve erime sonucu le Ģeklindedir: ―äsgiden ber; le duyuyos;tabi.‖ (‗Eskiden beri öyle duyuyoruz tabii.‘: AA, 29/17). eTmek „ekmek‟: Orta Türkçede (DLT) etmek étmek epmek ötmek ‗yenecek ekmek‘ olarak geçer (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: ikmäk (KBS). Kelime, Atabey ağzında yarı ötümlüleĢme sonucu eTmek Ģeklindedir: ―bizim;iki t rba: biri eTmek torbası, biri däfd kitap.‖ (‗Bizim iki torba [olurdu]: biri ekmek torbası, biri defter kitap [torbası].‘: AA, 14/144). eyi „iyi‟: ädgü (VEWT) ve edgü (EDT). Eski Uygur Türkçesinde ädgü ‗iyi, üstünlük‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *äd ‗değer, kıymet, mal‘ + gü olarak gösterilip Eski Türkçe (Eski Uygur Türkçesi) ädgü > Orta Türkçe (DLT) *edgü > *eygü > Eski Anadolu Türkçesi eyü > eyi > iyi Ģeklinde verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kazak Türkçesi: iyi ~ iygi ~ izgi; Azeri ve Kazan Tatar Türkçesi: yaḫĢı; Özbek ve Uygur Türkçesi: yaḫĢi; BaĢkurt Türkçesi: yaksı; Türkmen Türkçesi: yağĢı; Kırgız Türkçesi: cakĢı; Kazak Türkçesi: jaksı (KBS). Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme, ünsüz düĢmesi ve ünlü düzleĢmesi sonucu eyi Ģeklindedir: ―ben gıĢın Falan gidemeyodu, Ģindi hava eyi olunca böün c miye gettim g dim.‖ (‗Ben kıĢın falan gidemiyordum, Ģimdi hava iyi olunca bugün camiye gittim geldim.‘: AA, 26/6). geŋ geŋiĢ „geniĢ‟: 266 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 gen kelimesi, Eski Uygur Türkçesinde king ‗en, geniĢlik‘ olarak geçer (EUTS). Eski ve Orta Türkçede king ‗geniĢ‘ olarak geçer. geniĢ kelimesi ise Eski Uygur Türkçesinde (Brahmi metinleri) kéŋ, DLT kiŋ kelimelerinden türemiĢ (< ké:ŋ+(i)Ģ) bir kelimedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: gi:ŋ; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): gey (< geŋ < *keŋ); Yakut Türkçesi: kieŋ (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme sonucu geŋ geŋiĢ Ģekillerindedir: ―Ģindi her tıraf geŋ;galdı.‖ (‗ġimdi her taraf boĢ kaldı.‘: AA, 12/53). Burada geŋ kelimesi ‗boĢ‘ anlamında kullanılmıĢtır. ―Ģu sobanıŋ; tından geŋiĢ.‖ (‗ġu sobanın altından geniĢ.‘: AA, 12/117). gene „yine‟: yeme ve yan- ‗geri dönmek‘ fiilinden yan ‗yine‘ (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yämä yimä yana ‗yine, tekrar, yeniden‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi yan- ‗geri dönmek, döndürmek, geri gelmek‘ + -a ‗zarf-fiil eki‘ olarak verilmiĢtir. Kelime, yazıtlarda yana yanya; Brahmi metinlerinde yänä yiņä y(i)ņä: yŋä; Orta Türkçede (DLT) yana yeme, Codex Cumanicus‘ta yana yenä olarak geçer (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: yene; Azeri Türkçesi: yenä; BaĢkurt, Özbek ve Kazan Tatar Türkçesi: yänä yaŋadan; Uygur Türkçesi: yana; BaĢkurt Türkçesi: yaŋınan; Kırgız Türkçesi: cana; Kazak Türkçesi: jaŋadan (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste süreksizleĢme (g < y) sonucu gene Ģeklindedir: ― gerisiŋ;geri gene v .‖ (‗O gerisin geri yine var.‘: AA, 4/25). gey- „giymek‟: Eski Uygur Türkçesinde käd- ‗giymek‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi *ké-d> *kéd- > Köktürkçe, Eski Uygur Türkçesi ve DLT‘de ked- > key- > kéy- > kiy- > giy- olarak verilmiĢtir (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve son seste süreklileĢme sonucu geyĢeklindedir: ―foter gey , gırevet dak bayram gün.‖ (‗Fötr giyer, kravat takar bayram günü.‘: AA, 3/143). göz „güzel‟: Kelimenin geliĢimi *köz > göz+el olarak verilmiĢtir (KBS). köz kelimesi, Eski Uygur Türkçesinde geçmektedir (EUTS). 267 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kerkük (Irak Türkmen) ve Türkmen Türkçesi: gözel; Azeri ve Uygur Türkçesi: gözäl; BaĢkurt, Özbek ve Uygur Türkçesi: güzäl; Kırgız Türkçesi: gözöl körkt ; Kazak Türkçesi: körikti (KBS). Kelime, Atabey ağzında ön seste ötümlüleĢme ve erime sonucu göz Ģeklindedir: ―dıĢları göz , iĢleri bomboĢ, demiĢ.‖ (‗DıĢları güzel, içleri bomboĢ, demiĢ.‘: AA, 8/39). keri „sonra‟: ké:rü (g-) ‗geri, geride‘. ké: Ģeklinden türemiĢ zarf-fiildir. Eski Uygur Türkçesinde kärü ~ kirü ‗geri‘ olarak geçer (EUTS). Kelimenin geliĢimi, *ké:d ‗arka, geri, son‘ > Eski Türkçe kerü kirü > Orta Türkçe (DLT) kirü ~ kérü olarak belirtilmiĢtir. Kelime, Eski Uygur Türkçesinde kén ‗sonra‘ kit ‗son‘; DLT‘de ki:d ki:din ‗sonra‘ olarak geçmektedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünlü düzleĢmesi sonucu keri Ģeklindedir: ―o öldükdeŋ;keri älim boĢ gib; ldu.‖ (‗O öldükten sonra elim boĢ gibi oldu.‘, AA: 2/89). övey „üvey‟: ‗öge:y‘ (EDT). Kelimenin geliĢimi, ög ‗anne‘ (EUTS) +(e)y olarak verilmiĢtir. Kelime, Orta Türkçede (DLT) ögey ‗üvey‘ olarak geçer (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Karaçay Türkçesi: öge; Azeri, Türkmen, Karakalpak, Kazak, Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen) Türkçesi: ögey; Özbek Türkçesi: ögäy; Kırgız ve Uygur Türkçesi: ögöy; Türkmen Türkçesi: övey; Altay Türkçesi: öy; Hakas, Oyrat, Teleüt, Altay, Sagay, Koybal, ġor ve Kumandı Türkçesi: ööy; Özbek Türkçesi: ogay ugay; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: ügəy ügäy; Kazan Tatar Türkçesi: ügi; Sagay, Koybal ve Altay Türkçesi y (KBS). Kelime, Atabey ağzında dudaklılaĢma sonucu övey Ģeklindedir: ―o övey;ana da demiĢ.‖ (‗O üvey anne de demiĢ.‘: AA, 33/53). seKizen „seksen‟: Eski Uygur Türkçesinde säkizon ‗seksen‘ (EUTS), Orta Türkçede (DLT) seksün sekiz+on) ‗seksen‘ olarak geçer (KBS). sekiz on (< Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Kazak ve Kırgız Türkçesi: seksen; Azeri ve Uygur Türkçesi: säksän; Özbek Türkçesi: säks n; Altay Türkçesi: sekizen (< sekiz+on); Türkmen Türkçesi: seğsen; Tuva Türkçesi: sezen (< sekiz+on); Sarı Uygur Türkçesi: sagıson sakson; Hakas Türkçesi: sigizon; Kazan Tatar Türkçesi: siksän; BaĢkurt Türkçesi: hikhän; ÇuvaĢ Türkçesi: akarvunnă; Yakut Türkçesi: ağısuon (KBS). 268 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kelime, Atabey ağzında yarı ötümlüleĢme ve ünlü düzleĢmesi sonucu seKizen Ģeklindedir: ―yaĢl seKizen y di.‖ (‗YaĢlar seksen yedi.‘: AA, 45/52). sıçıra- „sıçramak‟: saç r isim Ģeklinden türemiĢtir (EDT). Kelimenin *saç-ra- Ģeklinden türemiĢ olabileceği belirtilmiĢtir. Eski Türkçede (Köktürkçe ve Eski Uygur Türkçesi) saçıra-(t)-, Orta Türkçede saçra- ‗sıçramak‘ (DLT: saçrat- saçrıt- ‗istemeden sıçratmak‘) Ģekilleri geçmektedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünlü daralması sonucu sıçıra- Ģeklindedir. Ancak kelimede Eski Türkçede Ģekilde olduğu gibi ünlü düĢmesi olayı gerçekleĢmemiĢtir: ―sıçıradı, galgıdı çok Ģükür.‖ (‗Sıçradı, zıpladı çok Ģükür‘: AA, 45/51). tıĢarı „dıĢarı‟: taĢ isim Ģeklinden gelir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde taĢġaru taĢḳaru tasġaru ‗dıĢarı, taĢra‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin geliĢimi taĢ (DLT) + ġaru ‗yön eki‘ > taĢġaru > tıĢġaru > tıĢaru > dıĢaru > dıĢarı olarak verilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Altay Türkçesi: tıĢkaru; Azeri Türkçesi: dıĢgarı dıĢarı (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünsüz düĢmesi ve ünlü düzleĢmesi sonucu tıĢarı Ģeklindedir: ―çıkartmazl tıĢarı.‖ (‗DıĢarı çıkartmazlar.‘, AA: 47/72). toum „doğum‟: toġ- > doğ- fiilinden türemiĢ bir isimdir. toum kelimesi, Eski Uygur Türkçesinde tuġum ‗doğum‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelimenin kökü, Eski ve Orta Türkçede toġ- tuġĢeklindedir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: doġ-; Doğu, Tarançi ve Özbek Türkçesi: toġ- tuġ-; Karayim ve Türkmen Türkçesi tuv-; Kazak ve Oyrat Türkçesi: t -; ÇuvaĢ Türkçesi: t - tęv- (KBS). Kelime, Atabey ağzında süreklileĢme ve büzülme sonucu toum Ģeklindedir: ―toumda çorbadır, köftedir, bi bi Ģ l ikr m;ed l .‖ (‗Doğumda çorbadır, köftedir, bir Ģeyler ikram ederler.‘: AA, 10/11). yalıŋız yalnus „yalnız‟: Eski Uygur Türkçesinde yalanġus yalanġuz yalġuz yalnguz ‗yalnız, tek‘ olarak geçmektedir (EUTS). Eski Türkçede ayrıca yalŋus (yalaŋus) y lińuz yalaŋuz ve Orta 269 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türkçede (DLT) yalnus Ģekilleri de bulunmaktadır. Kelimenin geliĢiminin yalıŋ/yalaŋ ‗yalın, çıplak‘ + os/ + oz veya yalıŋ+us veya *yalıŋ öz olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: yalnız; Türkmen Türkçesi: yalŋız; Kazan Tatar Türkçesi: yalğız; Uygur ve Kerkük (Irak Türkmen) Türkçesi: yalğuz; Özbek Türkçesi: y lğız; BaĢkurt Türkçesi: yaŋğız; Kırgız Türkçesi: calğız calkı caŋgız; Kazak Türkçesi: jalğız; Kumandı Türkçesi: n‘agıs (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünlü daralması ve ünlü düzleĢmesi sonucu yalıŋız Ģeklindedir. Eski Türkçede görülen yalŋus Ģekli ise Atabey ağzında DLT‘deki Ģekil gibi yalnus Ģeklindedir: ―burda aldım, burda yapdım yalıŋız baĢımla.‖ (‗Yalnız baĢıma burada aldım, burada yaptım): AA, 28/23). ―gök iĢ sinden yalnus havanıŋ Ģartlarını incélemeg;üzee…‖ (‗Gök Ģeyinden yalnız havanın Ģartlarını incelemek üzere…‘: AA, 5/10). y ŋi „yeni‟: Eski Uygur Türkçesinde yangı ‗yeni, taze‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede yangı yengi (DLT: yangıla ‗yeniden‘, yangıla- ‗yenile-); yaŋı olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢiminin *yang(/ŋ) ‗*saklanması gereken Ģey‘ + ı veya *yang+ıl- ‗yanılmak‘; yang+ı+la- ‗yenilemek‘ Ģekillerinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Uygur Türkçesi: yeŋi; Azeri Türkçesi: yeni yenidän; Özbek Türkçesi: yängi; BaĢkurt Türkçesi: yaŋı; Kazan Tatar Türkçesi: yaŋa; Kırgız ve Altay Türkçesi: caŋı; Kazak Türkçesi: jaŋı (KBS). Kelime, Atabey ağzında uyum değiĢmesi ve ünlü daralması sonucu y ŋi Ģeklindedir: ―o y ŋi iĢ niŋ; da.‖ (‗O yeni Ģeyin orada.‘: AA, 19/109). yokarı „yukarı‟: yügerü: Bu Ģekil yükgerü Ģeklinden gelir (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yoḳaru ‗yukarı‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede yokar yokaru yukaru, Çağatay Türkçesinde yokkari yokarı, Rabguzi‘de yoḳḳarı yoḳġarı olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢiminin *yok ‗yokuĢ, yukarı; yükseklik, yükselmiĢ, yükselen‘ + ġaru ‗eski yön eki‘ (> yokaru > yukaru > yukarı) olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk lehçe ve Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Türkmen Türkçesi: yukarı; Özbek Türkçesi: yuḳ ri; Uygur Türkçesi: yukuri jukuri; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: yuğarı; Azeri Türkçesi: yuḫarı; Kırgız Türkçesi: coğoru; Hakas 270 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türkçesi: çoğar; Sagay Türkçesi: çoğarı; Kazak Türkçesi: joğarı; Yakut Türkçesi: sogorü sogoru (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünlü düzleĢmesi sonucu yokarı Ģeklindedir: ―güÇcük daĢl yokarı çıKıyomuĢ.‖ (‗Küçük taĢlar yukarı çıkıyormuĢ‘: AA, 8/28). yörü- „yürümek‟: yorı- (EDT). Eski Uygur Türkçesinde yorı- ~ yür- yürü- ‗yürümek, gitmek, hareket etmek‘ olarak geçmektedir (EUTS). Kelime, Orta Türkçede yorı- yür- olarak geçmektedir. Kelimenin geliĢiminin *yöri- < *y r-(ı)- Ģeklinde olabileceği belirtilmiĢtir (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Özbek Türkçesi: yur- ‗yürümek‘; BaĢkurt ve Kazan Tatar Türkçesi: yör- (< *yür-); Türkmen Türkçesi: yöre-; Azeri Türkçesi: yeri-; Kerkük Türkçesi (Irak Türkmen): yéri-; Kırgız Türkçesi: cürü-; Uygur Türkçesi: jür-; Kazak Türkçesi: jürü- (KBS). Kelime, Atabey ağzında ünlü yuvarlaklaĢması ve uyum değiĢmesi sonucu yörü- Ģeklindedir: ―öküzl yörümez.‖ (‗Öküzler yürümez‘: AA, 20/54). 4. Sadece Anlam DeğiĢikliğine Uğrayan Kelimeler: eŋse „art, arka‟: Eski Türkçede eŋse ‗boynun arka tarafı‘ olarak geçer (KBS). Kelimenin çağdaĢ Türk Ģivelerindeki karĢılıkları Ģu Ģekildedir: Azeri Türkçesi: änsä; Özbek Türkçesi: ensä; Türkmen Türkçesi: yeŋse; Uygur Türkçesi: yälkä; Özbek Türkçesi: yelkä; BaĢkurt Türkçesi: yilkä; Kazan Tatar Türkçesi: cilkä; Kırgız Türkçesi: celke; Kazak Türkçesi: jelke (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçedeki Ģekliyle eŋse olarak; ancak ‗art, arka‘ anlamında kullanılmıĢtır: ―eŋseye de gelim;bin .‖ (‗Arkaya da gelin biner.‘: AA, 3/19). siŋ- „gizlenmek, saklanmak‟: Kelime, Eski Uygur Türkçesinde sing- ‗damlamak‘ Ģeklinde (EUTS), Orta Türkçede (DLT) sing- ‗gizlenmek, saklanmak‘ olarak geçmektedir (KBS). Kelime, Atabey ağzında Eski Türkçedeki Ģekliyle siŋ- olarak; ancak Eski Uygur Türkçesindeki ‗damlamak‘ anlamından farklı olarak DLT‘deki ‗gizlenmek, saklanmak‘ anlamıyla kullanılmıĢtır: ―galann burdu siŋnemmiĢ.‖ (‗Kalanlar burada gizlenmiĢ.‘: AA, 43/22). 271 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Atabey ağzında Eski Türkçe Ģekilleri koruyan 52 kelime tespit edilmiĢtir. Bu kelimelerin 17‘si (yaklaĢık %32) ses ve anlam değiĢikliğine uğramadan kullanılmıĢtır. Bu kelimelerin 2‘si (yaklaĢık %4) hem ses hem de anlam, 31‘i (yaklaĢık %60) sadece ses, kalan 2‘si de (yaklaĢık %4) sadece anlam değiĢikliğine uğramıĢtır. Ses değiĢiklikleri incelendiğinde ünlülerle ilgili ses değiĢikliklerinde ünlü düzleĢmesi, ünlü daralması ve uyum değiĢmesi; ünsüzlerle ilgili ses değiĢikliklerinde ise ön seste ötümlüleĢme, süreklileĢme ve ilerleyici ünsüz benzeĢmesi olayları yoğun olarak görülmektedir. Bu sonuca göre Eski Türkçe kelimeler, Atabey ağzında büyük oranda aynı Ģekilde veya bazı ses olayları ile devam etmektedir. Kısaltmalar AA: Atabey Ağzı DLT: Divanu Lugati‘t-Türk KB: Kutadgu Bilig EDT: Etymological Dictionary of PreThirteenth-Century Turkish KBS: (Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin) Köken Bilgisi Sözlüğü EUTS: Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü TDES: Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü Far.: Farsça VEWT: Versuch Eines Etymologischen Wörterbuchs Der Türksprachen Çeviri Yazı ĠĢaretleri ä (veya) ə: açık e w: çift dudak v‘si Ç: yarı ötümlü ç ünsüzü, ç-c arası ünsüz : (veya) : ünlüde uzunluk d: palatal d ünsüzü : ünlüde yarı yuvarlaklık é (veya) : kapalı e : ünsüzde palatallik ġ: art damak g ünsüzü ;: ulama iĢareti ḫ: hırıltı h ünsüzü a : ikiz ünlü iĢareti ḳ: art damak k ünsüzü K: yarı ötümlü k ünsüzü, k-g arası ünsüz ŋ: damak n‘si l (veya) r: gevĢek boğumlanmalı ünsüzler Ɵ: ö‘den farklı ünlü T: yarı ötümlü t ünsüzü, t-d arası ünsüz 272 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça Caferoğlu, A. (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, Ġstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları. Clauson, G. (1972), Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford, Calenderon Press. Eren, H. (1999), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, 2. Baskı, Ankara, Bizim Büro Basım Evi. Gülensoy, T. (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_ttas&view=ttas (10.05.2014) Räsänen, M. (1969), Versuch, Eines Etymologischen Wörterbuchs Der Türksprachen, Helsinki, Suomalais-Ugrılaınen Seura. Yalkın, A. O. (2013), Atabey Ağzı (GiriĢ-Ġnceleme-Metinler-Sözlük), Isparta, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi). 273 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 NASRETTĠN HOCA FIKRALARINDA DEVLET OLGUSU Esat ARSLAN ÖZET Nasrettin Hoca tüm dünya ulusları tarafından tanınan ünlü bir Türk Halk bilgesidir. ÇeĢitli milletler onu değiĢik adlar altında kendi uluslarına mal etmeğe çalıĢsalar da Mustafa Kemal Atatürk‘le birlikte dünyada en çok tanınan aydın, bilge ve ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını kendi kiĢisel kimliği ile bütünleĢtirmiĢ deyim yerinde ise aynı zamanda devletin bekasını varlık sebebinin kökeninde gören rütbesi küçük olsa da bir Türk devlet adamıdır. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaĢamıĢ olmasına karĢın, ölümünden neredeyse 120 yıl sonra 1402 yılında Ankara SavaĢından sonra Anadolu‘ya gelen Timur ile birlikte yakıĢtırılan fıkralarında devletin içine düĢtüğü esaret günlerinde bile halkın tutunacağı bir dal mertebesindeki bir görünge içerisindedir. Yazılı olmayan ya da müellifi belli olmayan ve halkın ortak ürünü olan sözlü mizahta, mizahın korkunun ürünü olduğu daha belirgindir. Halk, yaĢadığı dönemin egemen ve tiran düzeyindeki güçlerini yermek, onlarla alay etmek isteyince onun evrensel fıkralarını yâda Hoca‘nın belli kiĢiliğine uyan baĢka fıkraları da onun kiĢiliğine mal ettiği görülmektedir. Bir baĢka deyiĢle Nasrettin Hoca‘nın halkın sözcüsü rolü ile halkın karĢılaĢtığı güçlük ve sıkıntıları mizaha baĢvurarak dile getirmiĢ olduğu savını güçlendirmektedir. Bu bildiri kapsamında Nasrettin Hoca fıkralarındaki devlet olgusu ile birlikte halkıyla bütünleĢen jeo-kültürel devlet modelinde devletin bekası konusu ele alınacak, yönetimden bulunan zalim iktidara yönelik mizahi suçlama incelikleri irdelenecek, bu konularda çıkarımlarda bulunulacaktır. Prof. Dr. Çağ Üniversitesi Uluslararası ĠliĢkiler Bölümü, Yenice-Mersin / TÜRKĠYE ; <esat@cag.edu.tr> 274 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Anahtar Kelimeler: Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara SavaĢı, Timur, Nasrettin Hoca, Türkiye 1. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin Değerlendirilmesi 1.1. Nasrettin Hoca‟nın YaĢadığı Dönem Yapılan araĢtırmalar, milletimizin büyük mizah simgesi Nasrettin Hoca‘nın efsanevi (légendaire) yâda kurgusal bir kiĢi olmayıp, Anadolu‘da siyasî ve sosyal açıdan büyük sıkıntıların yaĢandığı XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içersinde Sivrihisar ve AkĢehir‘de yaĢamıĢtır. Nasrettin Hoca, Hicrî 605, Miladî 1208 yılında Sivrihisar´in Hortu köyünde doğmuĢtur. Birçok doğu ve batı kaynaklarına göre babası Hortu köyünün imamı olan Abdullah Efendi, annesi Sıdıka Hatun‘dur. Asıl ismi Mahmut‘tur, doğduğu köyüne mülhem, el Hortî değil, El Hoyî‘dir. 1200'lerden 1900'lere dek tam 700 yıl Hace Nasrettin olarak anılan ünlü fıkra tiplememizin adı 1900'lerin baĢlarında Nasrettin Hoca olarak değiĢtirilmiĢ ve o Ģekilde anılmaya baĢlanmıĢtır. Nedeni ise, Arapların Birinci Dünya savaĢında Batıyla yapmıĢ oldukları iĢbirliği ve yayılmacı güçler yanında yer almasıdır. Selçuklu ve Osmanlı'da Hace Nasrettin Ģeref adlarıdır, arkasına gerçek ad eklenmektedir. Aynı zamanda ―Ahî Evran‖ olarak da bilinen Hace Nasrettin Mahmut El Hoyî (Farsça) ya da El-Hûyî (Arapça) gibi... Nasrettin Hoca fıkralarında yer alan konular, Batı ve Doğu ülkelerindeki yaygın fıkralarda iĢlenenlerle kıyaslandığında bunların Tayland, Pencap ve Türkistan ile Almanya, Fransa, Ġngiltere, Ġber yarımadası, Baltık ülkeleri ve Ġskandinavya, Kuzey Afrika, Mısır ve Sudan dâhil engin bir coğrafyayı kapsadığı görülmektedir. Bu temaların bir kısmı rastlantı veya doğal benzerlikle açıklanabilirken, birçoğunun aynı kaynaktan geldiği de anlaĢılmaktadır. Dikkat çeken diğer bir husus da baĢta Arapların Cuhâ'sı olmak üzere Almanların Till Eulengspiegel‘i, Amerikalıların Paul Bunyan'ı, Bulgarların Hıtar Petar'ı, Ġngilizlerin Joe Miller'i, Ġtalyanların Bertoldo'su, Ġtalyan mizah yazarı Giovanni Guareschi'nin yarattığı kasaba papazı Don Camillo‘su, Rusların Balakirew, Yugoslavların Kerempuh ve Era'sı, Japonların Ikkyu'suna ait fıkraların hocanın fıkralarıyla benzerlik göstermesidir. 65 65 Türk Diyanet Vakfı, Ġslam Ansiklopedisi, c.32, Ġstanbul, 2006, s. 418 275 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Arapların Cuhâ tiplemesi, 1100'lü yılların Arap Ģaka tiplemesidir. Ünü Kuzey Afrika'dan Mısır, Arabistan, Suriye ve Ġran topraklarına dek yayılmıĢtır. Anadolu'daki Cuhâ ile ilgili en eski kayıt, Mevlana'nın ünlü eseri Mesnevi' dedir. 66 Bununla beraber, Türkiye'de bile hoca ile iliĢkilendirilebilecek Karagöz, Hacivat, Ebleh Mehmet gibi tipler de bulunmaktadır. Ancak tarihî gerçek ne olursa olsun Anadolu'dan yayılan Nasrettin Hoca fıkralarının Doğu Ġslâm zekâsının özel bir ürünü olduğu kabul gören bir realitedir. Dolayısıyla bu durum onu bütün Doğu Ġslâm dünyasının ortak kahramanı yapmıĢtır. Türkistan'da Çin sınırındaki Ġli vadisinden Kafkasya'ya, Ġran Azerbaycan‘ından Arabistan'a, Türkiye, Mısır ve Akdeniz kıyılarından Tunus, Kırım ve Kazakistan'a kadar her yerde hoca vardır. Daha önce Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kalmıĢ Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Yunanistan ve Arnavutluk'ta da Osmanlı Devletinin Balkanlarda egemen olduğu topraklar üzerindeki Bulgar, Romen, Makedon, Yunan, Arnavut, Sırp, Hırvat halkları Nasrettin Hoca‘ya sahip çıkmıĢlar ve Nasrettin Hoca fıkralarını varlıklarının bir nedeni olarak görmüĢlerdir. ―Hace‖ sözcüğü Hüccet/Hoca sözcüğünden türetilmiĢtir. Hace/Hüccet/Hoca sıfatı, Ġslam coğrafyasında ―bilgili, aydın, bilge‖ olarak kullanılır. Hacivat da Hüccet‘in zaman içersinde bozulmuĢ biçimidir. KarĢıtlık üzerine bina edilen teatral bir etkinlik olan Hacivat/Karagöz ve Cuhâ tiplemesi ise bunun tersine, cahil, kaba, görgüsüz anlamı taĢımaktadır. Çünkü teatral sanatlardan Hacivat/Karagöz oyunu da karĢıtlık üzerine bina edilmiĢtir. Hoca aynı kiĢilikte bu iki karĢıtlığı da simgelemektedir. Hoca bir yanı ile ―resmî kültür‖e, bir yanı ile de ―halk kültürü‖ne bağlıdır. BaĢında büyük bir kavukla Hoca‘yı eĢek üstünde gösteren geleneksel görüntüsü, bu çok kültürlülüğü çok iyi bir Ģekilde ortaya koymaktadır. Hoca aynı kiĢilikte hem aydın ve bilge hem de kaba saba bir kiĢi görümündedir. Hoca, merkez/çevre (center/periphery) iliĢkisini içinde bulunduğu çevreyle ayrımsallığı kadar yükselen bir tenakuz üzerine bina etmiĢtir. Kavuk din adamlığını simgelerken, eĢek ise alt kültüre mensubiyetliğini halk kültürünü sembolize etmektedir. Hoca gerçek bir aydın olarak elde ettiği bilgileri alanda gereksinimi olanlarla paylaĢtığından, 66 Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin buradaki amacı, politik karĢıtı Hace Nasreddin Ahi Evren Mahmut'u aĢağılayarak halk gözünde itibarsızlaĢtırmaktır. Mevlana, Mesnevi 2. cilt sayfa 310 ve 5. cilt sayfa 879-880'da açıkça anarak iki Cuhâ öyküsüne yer verir. Bunlardan ilki, Cuhâ'nın bir oğlan çocuğuyla iliĢki kurma giriĢimini içerir. Ġkincisinde ise Cuhâ kadın giysileri içinde kadınlar meclisine girer. Her ikisinde de komik duruma düĢer. Cuhâ, iĢte bu yolla Arap topraklarından Anadolu topraklarına girmiĢtir. 276 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 alanla bütünleĢmeyen günümüz halk deyiĢiyle ―entel/dantel‖ yâda ―entellektüel‖ veya ―entelijansiya‖ çizgisinden ayrılmaktadır. Giufa (Cufa) ise, Sicilya halkının çok sevdiği bir fıkra kahramanıdır. Cufa, aslında, Cuhâ‘nın Araplardan geçmiĢ değiĢik bir sürümüdür. Çünkü 800'ün baĢlarında Sicilya Abbasilere bağlı yarı bağımsız Ağlabiler tarafından fethedilmiĢtir. Zaman zaman Ġtalyan millî birliğinden ayrımsallığı öne çıkan Sicilya halkı, geleneksel Ġtalyan halkı değildir. Örneğin, günümüzde bile varlığını sürdüren "mafya" örgütlenmesi tüm görünür unsurlarıyla (ortalama Ġtalyanların bilmediği baba(Godfather) denilen liderlerin elinin öpülmesi, üç neslin bir arada olduğu büyük aile olgusu, aile sevgisinin ve bağlarının sağlamlığı, örgütlenmede aĢırı gizlilik, üyelerin savaĢçılığı vb) Fatımî / Ġsmailî örgütlenmesinin benzeri olduğu görülmektedir. Osmanlı döneminin sonuna doğru, milliyetçiliğin ve millî devlet modelinin geliĢimine koĢut olarak, ümmetçiliğin simgesi ―Cuhâ‖ gözden düĢmüĢ, Nasrettin Hoca'nın ise bir millî kahraman gibi yıldızının parladığı görülmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı‘da millet kavramı, bugün sahip olduğu anlamdan farklı olarak ―millet-i Ġsevi, millet-i Musevi‖ gibi Ġslâm dininin dıĢında çeĢitli dinsel gruplardan meydana gelen kompartımanlar için kullanılmıĢtır. Türk ulusçuluğu, Devlet-i Aliye‘ye mensup milletlerde uyanan ulusal bilinç ve ayrılıkçı ulusçu hareketlere tepkinin ifadesidir. Bu nedenle, millet ve milliyetçilik terimlerinin imparatorluktan ulus-devlete dönüĢüm ile birlikte kazandığı yeni anlam manzumesi Millî Mücadele ve Cumhuriyet ile yaĢıttır. Millî devlet (nationalstate)‘ten ulus-devlet (nation-state)‘e geçilmiĢ, nasıl ki Birinci Dünya SavaĢı Ġmparatorlukları sonlandırdıysa, Ġkinci Dünya SavaĢı da ulus-devleti sonlandırmıĢtır. Bütün bunlardan sonra millî devlet ile ulus-devlet arasında olduğu varsayılan ince ayrımsal çizgi Ģöylece özetlenebilir. Ulus-devlet, geniĢ, kesintisiz ve kesin sınırlara sahip ve hudutları diğer devletler tarafından tanınan ve kabul gören bir ülkede otoritenin kullanımında öncelik iddiasında olduğundan göreceli olarak farklı merkezî, özerk ve bağımsız kurumları bulunmaktadır. Buna mukabil millî devlet ise, etnikliği benimseyen, güçlü bir dilsel, dinsel ve üst simgesel kimliği paylaĢan halkın meydana getirdiği siyasal birlikteliği ifade etmektedir. Osmanlı sınırları içinde yaĢayan bütün unsurların birliğini ifade eden―ittihad-ı anasır‖ fikrinin gayrimüslimlerce baltalanmasının ardından ―ittihad-ı Ġslâm‖ da Arnavutluk hadisesi 277 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 dolayısıyla ciddi bir darbe almıĢtır. 67Tanzimat‘la birlikte geliĢen ―millet-i hâkime‖ fikri, nahif bir hat izleyerek II. MeĢrutiyet yıllarında Türk ulusçuluğuna doğru bir geliĢme göstermiĢtir. Balkan SavaĢları ve Birinci Dünya SavaĢı'ndan itibaren bir tepkime olarak Anadolu Türklerinde de ulusal uyanıĢ baĢlamıĢtır. ĠĢte bu süreçte artık Arap Ģaka tiplemesi olan Cuhâ anılmaz olmuĢtur. Cuhâ ve Hoca fıkraları arasında büyük benzerlikler olduğu doğru bir yaklaĢımdır. Ancak, Ortadoğu'da bütün kültürlerin hikâyeleri birbirine çok benzediği gibi, birbiri ile de geçiĢli olduğu bilinen bir gerçektir. Nasrettin Hoca adı doğuya doğru gittikçe Molla (Mela) Nasrettin, Apandı, Ependi, Avanti gibi adlara yerini bırakır ki, onların hiçbirinin Cuhâ adı ile biçimsel bir iliĢkisi bulunmamaktadır. Bu tiplemeler değiĢik coğrafyalardaki Nasrettin hoca‘nın görüngelerinden baĢka bir Ģey değildir. Cuhâ‘ya ait ve yöresel benzeĢen karakterlere ait ne kadar öykü varsa tümü Nasrettin Hoca'nın kiĢiliğiyle bütünleĢtirilerek, aktarılmıĢtır Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, Arapların ―Cuhâ‖ tiplemesi yaklaĢık 1250 yılında Anadolu'ya gelmiĢ, yaklaĢık 1900 yılların baĢında Arap dünyasına gerisin geriye dönüĢ yapmıĢtır. Yapılan incelemelerde Nasrettin Hocanın Hortu köyünde 23 yaĢına kadar yasamıĢ, babasının medresesinde eğitim aldıktan sonra Sivrihisar medresesinden icazet almıĢtır. Hoca babasının ölümü üzerine bir müddet köyde imamlık yapmıĢ, Sivrihisar‘da da vaizlik görevini üzerine almıĢtır. 23 yaĢına kadar sürdürdüğü köy imamlığı ve vaizlik görevini Mehmet Efendi adlı halefine devretmiĢtir. 1237 yılında Sultan I. Alâeddin Keykubat‘ın son saltanat devirlerinde Sivrihisar‘daki yüksek öğrenimini tamamlayarak, AkĢehir‘e yerleĢmiĢtir. O devirde önemli bir kültür merkezi olan AkĢehir`de zamanın ünlü din bilginleri Seyyid Mahmut Hayranî ve Seyyid Hacı Ġbrahim Sultandan dersler almıĢ ve Seyyid Mahmut Hayranî‘ye intisap etmiĢtir. AkĢehir`de uzun süre Müderrislik (Profesör) kadılık yapan o devirde Hace Nasireddin adı ile anılan, zamanla halkın dilinde ―Hoca Nasrettin‖, ―Nasrettin Hoca‖ seklinde yerleĢen Türk Halk bilgesi 1284 yılında AkĢehir‘de vefat etmiĢtir. AkĢehir‘deki Ģehir mezarlığında yanları açık ve kapısında kocaman bir kilit bulunan türbesinin üzerinde vefat tarihi 386 olarak gösterilmiĢtir. EĢeğine ters binmesinden de esinlenerek ölüm tarihi üzerinde ince bir halk mizahı yapıldığı anlaĢılan bu tarihin gerçekte Hicrî 683 olup, bu da Miladî 1284‘e tekabül 67 Yahya Kemal TaĢtan ―Kanonik Topraklardan Ulusal Vatana Balkan SavaĢları ve Türk Ulusçuluğunun DoğuĢu‖ Ege Üniversitesi Türk Dünyası Ġncelemeleri Dergisi, Sa.XI/2, Ġzmir, (KıĢ2012), s. 9. 278 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 etmektedir. Nasrettin Hoca‘nın hayatı ve yaĢadığı çevreyle ilgili daha fazla bilgi elde edebilmek için aĢağıdaki kaynaklara bakılması faydalı mütalaa edilmektedir. 68 Nasrettin Hoca‘nın yaĢamıĢ olduğu dönemdeki Anadolu Selçuklu Devleti, devlet sistematiğinin felsefî zemini Muhyiddin Ġbnu‘l-Arabî (Doğumu: 1165-ölümü: 1240)‘nin Tasavvufî Ekberî Öğretisi üzerine yükselmiĢtir. Ġbnu‘l-Arabî‘nin "Varlıkta ancak Allah vardır", yâda "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir." GeliĢtirdiği tasavvufî anlayıĢı yetiĢtirdiği üvey oğlu Sadreddin Konevî'den itibaren iĢlevsellik kazanmıĢ, onların geliĢtirdikleri bu devlet sistematiği ardılları tarafından Osmanlı Devlet yapısına da uygulanmıĢ, Ġbnu‘l-Arabî ekolü tanınmıĢ sufilerce yedi asır boyunca kesintisiz olarak günümüze kadar devam ettirilmiĢtir. Haçlı savaĢlarının ve Moğol saldırılarının sebep olduğu büyük kargaĢalara sahne olan bu yüzyıl, aynı zamanda Anadolu‘da tasavvufun geliĢtiği, Mevlânâ, Hacı BektaĢ-ı Velî, Yunus Emre, ġeyh Edebali ve ġeyyad Hamza gibi önemli mutasavvıfların söz ve Ģiirleriyle halka manevî telkinlerde bulundukları, irĢat hizmetleriyle halkın ve yöneticilerin zor, sıkıntılı dönemi atlatmaları için çaba gösterdikleri bir dönemdir. Bu dönemde mutasavvıflar halkı Ģiirleriyle ve manevî telkinleriyle halka rehberlik ederken Nasrettin Hoca da çekilen sıkıntıları nükteli, hikmetli fıkralarıyla biraz olsun hafifletmeye çalıĢmıĢ, çevresine ümit ve yaĢama sevinci vermiĢtir. YanlıĢ, çirkin ve hoĢ görülmeyen davranıĢları ortaya koyarak doğruları vurgulamaya çalıĢmıĢtır. 1.2. Nasrettin Hoca‟nın Fıkralara Yansıyan YaĢamı Fıkralarda Hoca bir köyün ya da sosyal ve ekonomik yaĢamı köyden pek farklı olmayan, küçük bir kasabanın imamıdır. Anadolu Selçuklu Devleti ve ardılı olan Osmanlı Devletinin kuruluĢ ve yükselme yıllarında köyde henüz Muhtar (Seçkin, özerk yönetici) ve Ġhtiyarlar Heyeti (Seçkinler Kurulu)69 olmadığı için Hoca bulunduğu çevrenin uhrevi lideri olduğu kadar aynı zamanda dünyevi lideri de konumundadır. Nasrettin Hoca, dünyevi ve uhreviliği kendisinde toplamıĢtır. Öte yandan yüreğinde coĢkulu bir Allah sevgisi duyan ve bu coĢkulu sevgi ile dinleri ve dilleri ne kadar ayrı olursa olsun, bütün insanlığı kucaklayan Tekke 68 ġükrü Kurgan, Nasrettin Hoca, KB Yay., Ankara, 1986; Erdoğan Tokmakçıoğlu,. Bütün Yönleriyle Nasrettin Hoca, KB Yay., Ankara, 1981; Mustafa Özçelik, Nasrettin Hoca, Odunpazarı Belediyesi Yay., EskiĢehir, 2005; A Karacalı, Bütün Yönleriyle Nasrettin Hoca, Özgür Yay.,Ġstanbul, 1991. 69 Osmanlı Devleti Ġdarî taksimatına göre Muhtar ve Ġhtiyarlar Heyeti II. Mahmut Devrinde idarenin yeniden yapılandırılması kapsamında yaĢamımıza girmiĢtir. 279 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Müslümanlığı ile bir kent ve devlet dini olan yöresel Cami Müslümanlığı arasındaki gelgitlerini de yansıtmıĢtır. ―Ahund‖70un biri bir göle düĢmüĢ, halk gölün kıyısına toplanarak ―Mela(Molla) elini uzat‖ diye bağırmalarına karĢın, Hoca Nasrettin Mela‘nın elini kimseye vermediğini görmüĢtür. Nasrettin Hoca göl kıyısına gelmiĢ, ―Mela, elimi al‖diye seslenmiĢ. Molla da Hoca‘nın elini yakalayıp gölden çıkmıĢ. Nasrettin Hoca etrafına toplanan Ģehir halkına, Mollaya niçin ―eli ver‖ demek yerine ―elimi al‖ dediğini sormuĢlardır. Hoca Ģu yanıtı verir: ―Siz Ahund-Molla sınıfının huyunu hâlâ bilmiyor musunuz? Onlar ―ver-ver‖ demeye değil, ―al-al‖ demeye alıĢmıĢlardır. 71 Tekke-Zaviye kültürünün bir simgesel figürü olan Hoca günlük yaĢamda da yönetilenler için çatıĢmaları önleyici, bozulan iliĢkileri çözümleyici bir kutup olarak da görev yapmıĢtır. O gerçekten de mütedeyyin, samimi Müslümanların temsilcisi olmuĢtur. 2. Nasrettin Hoca Fıkralarında Maddi Kültür Unsurları Nasrettin Hoca fıkralarındaki maddî kültür unsurlarına geçilmeden önce Nasrettin Hoca fıkrası anlatımının bir giriĢ seremonisiyle baĢladığı bilinmektedir. Bu geleneksel açılımın da anlatılan fıkra çıkarımlarından yararlanma etiği kattığı düĢünülmektedir. Türk anlatı sanatında tıpkı anlatıcının örneğin masallara "bir varmıĢ, bir yokmuĢ, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde", ozanların öykülere "gâhî Arzu, gâhî Kamber, gâhî Mecnun, gâhî Leyla, öyle ya, her aĢığın bir âhı varmıĢ" girizgâhıyla baĢlanılması gibi, Nasrettin Hoca fıkralarının da kendine özgü Ģiirsel bir girizgâhının olması bu fıkralara bir edebi eser duyarlılığı katmaktadır. Nasrettin Hoca fıkraları da aĢağıdaki biçimde baĢlaması gelenekselleĢmiĢti: ―Râviyân-ı ahbâr ve nakilân-ı âsar ve muhaddisân-ı rûzgâr Ģöyle rivâyet ve bu yüzden hikâyat ederler ki Hace Nasrettin Efendi bir gün...‖ Ancak üzülerek ifade edilmek gerekir ki, Nasrettin Hoca fıkrası anlatı seremonisinden bugün kala kala elimizde sadece ―Nasrettin Hoca bir gün‖ diyerek baĢlamak kalmıĢtır. 70 ġii Din adamı. 71 Ufuk Tavkul, ―Kafkaslarda Nasreddin Hoca‖, Uluslararası AkĢehir Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirileri, AkĢehir, 2005, ss. 285-286. 280 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2.1. Nasrettin Hoca Fıkralarında Ġnsan Olgusu Nasrettin Hoca baĢkalarıyla hoĢ geçinen ve kendisiyle hoĢ geçinilen itidalli bir kiĢiliğe sahiptir. Devlet görevlisi olarak bulunduğu ve mahkemelerde bilirkiĢilik yapmıĢ olduğu sıralarda hep halkın iyiliğini ve hayrını istemiĢtir. Ancak öte yandan insanın egoistliği, mütecessisliği, zayıflığı, aceleciliği, vurdumduymazlığı, korkuları ve kuĢkularıyla insanın zayıflıklarını iyi bilmektedir. Hoca‘ya en tehlikeli hayvan nedir? Diye sorduklarında, ―Ġnsandır‖ yanıtını verir. Sebebini soranlara filozofî açıklamalarda bulunur. ―— Köpek ekmeğini yediği adama hıyanet etmez. Yılan kendisine dokunmayanı sokmaz. Kurt ise insanın bulunduğu yerlerden uzakta yaĢar. Hâlbuki insan, hiç de böyle değildir. O kendisine iyilik edene fenalık yapar. Eğer inanmazsanız birisine iyilik ediniz. Bakınız nasıl bir karĢılık göreceksiniz? Siz, hiç dünyada hemcinsine insanlar kadar kötülük eden baĢka bir yaratık gördünüz ve duydunuz mu? Aslında Hoca, bu görüĢleriyle insanın ayırıcı özelliklerini ortaya atar ama o insan hakkında asla kötümser değildir. Fıkradaki insan eğitilmemiĢ, Ģuuru geliĢmemiĢ insanların ne derece zararlı olabileceklerini gözler önüne sermektedir. 72 Nasrettin Hoca fıkralarında devlet olgusu çerçevesinde oluĢan maddî kültür unsurlarından kiĢiler devlet adamları, devlet görevlileri ve tanınmıĢ Ģahsiyetler aĢağıdaki baĢlıklar altında toplanabilir:73 3. Devlet Olgusu Ve Nasrettin Hoca‟nın YaĢadığı Dönemin Devlet AnlayıĢı 3.1. Devlet Olgusu ve Devletin Unsurları, Ġslamî AnlayıĢta Devlet Olgusunun Felsefesi 3.2.1. Devlet ve Devletin Unsurları Devlet teriminin kavramsal olarak tüm unsurlarını içerecek tarzda, tüm zamanlar için geçerli olacak Ģekilde bir tanımlanmasını yapmak gerçekten zor, zor olduğu kadar da karmaĢık bir süreçtir. Bunun nedeni ise devlet kavramının çok yönlü ve soyut olmasından 72 Abdullah Özbek, Bir Eğitici Olarak Nasreddin Hoca, Esra Yayınları, Konya, ġubat 1990, s.42. 73 Ġsmet ġanlı, Nasrettin Hoca Fıkralarında Kültürel Unsurlar, EskiĢehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,10(1). 281 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kaynaklanmaktadır. Devleti bir bütün Ģeklinde algılamak devleti meydana getiren unsurların birleĢtirilmesi ve bütünleĢtirilmesiyle mümkün olabileceği düĢünülmektedir. Hukuki bakımdan devlet, yurt (vatan, ülke) adı verilmiĢ diğer uluslar tarafından tanınmıĢ, belirli bir toprak üstünde yaĢamakta olan millet bilincindeki insan topluluğunun egemenlik anlayıĢı ve hukuk içerisinde bir siyasi iktidar altında yatay ve dikey bir biçimde örgütlendirilmesidir. Devletin asgari ölçüdeki maddi zemini, millet, egemenlik ve vatan unsurlarından oluĢmaktadır. Millet unsuru belli bir alanda yaĢayan ve değiĢik bağlarla ortak yaĢam istek ve arzusu gösterebilen insan topluluğudur. Devlet olabilmek için, ulus bilincini kazanmak ülkesiz millet olarak varlık gösterebilmek, Ġsrail örneğinde olduğu gibi de son derece önemlidir. Filistin örneğinde olduğu gibi toprağınız olsa bile ulus bilinciniz oluĢmamıĢsa devlet olmanız mümkün değildir. Egemenlik unsuru ise yönetenler ve yönetilenler arasındaki iliĢkileri düzenleyen üstün buyurma gücü demek olan ―Otorite‖ devletin kurucu unsuru olarak siyasal iktidar olarak da adlandırılabilir. Sınırları belli bir yeryüzü parçası üstünde yaĢayan ulus bilincine eriĢmiĢ insan topluluğunun idare etrafında örgütlenmesidir. Ülke Unsuru ise üzerinde yaĢayan insan topluluğu ile jeo-kültürel açıdan bütünlük gösteren ve sınırları belli olan kara parçasını anlatır. 3.2.2. Ġslamî AnlayıĢtaki Devlet Olgusunun Felsefesi Teokratik düzen yâda Teokratik Ġslamî anlayıĢı Ġslam felsefesine uygun bir yaklaĢım değildir. Hıristiyanlara özgü bir yönetim biçimi olan teokratik düzen, devlet iktidarının kaynağını, Ġlahî bir iradede arama gücünden ortaya çıkmıĢ ve Hıristiyan ruhban sınıfının eliyle yürütülmüĢtür. Oysa hem Anadolu Selçuklu Devleti hem de Osmanlı Devletine egemen olan Ġslamî anlayıĢtaki devlet olgusunun felsefesi, Medine SözleĢmesinin ilanından itibaren uzlaĢı zemini üzerine oturmuĢtur. Proto-demokrasinin en önemli üç unsuru olan, meĢveret, biat ve ulul-u emre itaat Ġslamî anlayıĢtaki devlet olgusunun felsefesini oluĢturur. Günümüz Türkçesinde danıĢmak, danıĢmadan karara gitmeme olgusu yasama organı iĢlevlerini içeren geçmiĢin teĢri yâda Ģurayı görevlerini oluĢturmaktadır. Biat üstün buyurma gücü demek olan otoriteyi egemenliği tanımak demektir. Kur'an-ı Kerim'de geçen ―Ulûl Emr‖, hadiste belirtilen ―Ümerâ ise yürütme organını ortaya koymaktadır. Müslümanlar Ulûl Emr‘e itaat etmekle yükümlüdürler. Ancak bu kimse demokratik kuram ve kuralların dıĢına çıkarsa ona itaat zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerek Anadolu Selçuklu gerek Osmanlı Devletinde sultan tarafından temsil edilen dünyevi yasama sistemi yanında yasaların Ģeriata göre geçerliliğinin sınandığı bir nevi yarı seküler 282 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bir sistem egemen olmuĢtur. Din adamlarının özlük haklarının sağlandığı kıta Avrupası laik sisteminden farklı din iĢlerinin bütünüyle sadece cemaatlere devredildiği proto-seküler sistem varlığını sürdürmüĢtür. Selçuklu/Osmanlı Türk toplumunda gerek Müslim gerekse Gayrimüslim din adamları devletten maaĢ almazlardı. Vakıf ve lonca sisteminin egemen olduğu yerler dıĢından özellikle de Nasrettin Hoca‘nın yaĢamını geçirdiği küçük yerleĢim yerlerinde, din adamlarının özlük haklarını sağlayacak ve idame ettirecek kurumlar bulunmamaktaydı. Fıkralarda Hoca bir köyün yâda sosyal ve ekonomik yaĢamı köyden pek farkı olmayan, küçük bir kasabanın imamı olarak tanıtılır. Örneğin, imam köylünün yardımı ile geçinir; köylü imamın yiyeceğini verir, barınağını sağlar, imamın tarlasında ve iĢyerinde karĢılıksız çalıĢırdı. Selçuklu ve Osmanlı toplumunda imam birbirine bağlı üç iĢlevle görevlendirilmiĢtir. Ġmam din görevlisidir, halka namaz kıldırır, halka namaz kıldırır, baĢka din törenlerinde önderlik eder. Ġmam öğretmendir, çocuklara ve büyüklere okuma yazma ve din bilgileri öğretir; nihayet imam yargı görevi de yapar. Devlet yasalarının bir bölümü Ģeriat olduğu için, kadıların bulunmadığı yerlerde imam yargıcın görevini yüklenir. Bu yanları ile imam merkezi devletin yereldeki adamıdır. 3.2.3. Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti‟ndeki “Devlet-i ebed müddet” DüĢüncesi Gerek Anadolu Selçuklu Devletinin ve gerekse Osmanlı Devleti‘nin kuruluĢunda devletin bekası için ―Devlet-i ebed müddet‖ vizyonunun önemli bir etkisi olmuĢtur. Devletin bu vizyonuna sahip çıkan üst yönetim kadrosu, sûfîlere ve ulemaya baĢvurmuĢ ve Anadolu Selçuklu Devletindeki hatalardan istifade etmesini bilmiĢler ve Selçuklulardan intikal eden kurumları hep canlı tutup yaĢatmıĢlardır. Böyle bir anlayıĢ kaybolunca da devlette yavaĢ yavaĢ çözülmeler baĢ göstermiĢ, Devlet sistematiği bozularak, kurumlar ayrımsallaĢmıĢ, kuĢkusuz bunun doğal bir sonucu olarak kurumlararası çatıĢmalara doğru giden bir ötekileĢme dönemi baĢ göstermeğe baĢlamıĢtır. Devlet sistematiği bu dengelerin bozulması ile ortaya çıkar, oysa devleti var edecek, onu uzun ömürlü kılacak ve beka düĢüncesine hiçbir zaman yadsımayacak―devlet-i ebed müddet‖ hâline getirecek özellik böyle yüksek bir ülküdür. Ulus bilincine ulaĢmıĢ bireyler ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını kendi kiĢisel kimliği ile bütünleĢtirmiĢlerdir. Bir baĢka deyiĢle devletin bekasını varlık sebebinin kökeninde görmek o yönde kendini biçimlendirmek demektir. Çünkü ―devlet-i ebed müddet‖ bir idealdir, bir ülküdür ve bu idealin gerçekleĢmesi için de devleti oluĢturan dinamiklerin 283 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sağlıklı bir zemin üzerine oturması gereklidir. KiĢinin biçimlenmesi devlet yapılanması ile örtüĢmeli, bunun dıĢındaki her Ģey ikinci derecede olarak görülmelidir. Bireyin kendi çıkarını ön plana çıkarıp, ―Devlet-i ebed müddet‖ Ģiarına karĢı duruĢ, bir baĢka deyiĢle onu yaĢatma arzusundan vaz geçiĢ, bireyin varlık nedenini de ortadan kaldırır. 3.2. Nasrettin Hocanın YaĢadığı ve YakıĢtırılan Dönemin Devlet Adamları Sultan Alâeddin Keykubad (1210-1219), Gazi Hünkar(I. Sultan Murad 1325-1389) Timur(1336-1405), derebeyi, zalim AkĢehir beyi. 3.3. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin TanınmıĢ ġahsiyetleri Sarı Saltuk (ö. 1297/1298), ġeyyad Hamza: Büyük mutasavvıflardan Sarı Saltuk‘un Cem Sultan‘ın menkıbelerini derleyen derleyen Saltukname adlı kitapta, 1263(Hicrî 622)‖on iki bin göçer evli Türkmenlerle Rumeli‘ye geçen‖ alperenlerden Sarı Saltuk ile Nasrettin Hoca çağdaĢ, arkadaĢ ve pirdaĢ olarak gösterilmiĢtir. Ġkisinin de pir‘i mürĢidi halen AkĢehir‘de, tıpkı Mevlana‘nın Konya‘daki türbesine benzer bir türbede yatan Seyyid Mahmud-ı Hayranî‘dir. 74 Bir duvarcı ustası iken Ahî loncasına intisabı nedeniyle Sufî tarikata giren ġeyyad Hamza XIII. Yüzyılda Sivrihisar ve Akhisar‘da yaĢamıĢtır. Mutasavvıflık mertebesine kadar yükselen ġeyyad Hamza‘nın, 26 beyitlik Ġçinde redifli manzumesi, 79 beyitlik Dastan-ı Sultan Mahmud mesnevisi, 1529 beyitlik Yusuf u Züleyha ve muhtelif Ģiirleriyle özellikle dini-tasavvufi Türk Edebiyatı alanında önemli bir yeri bulunmaktadır. 3.4. Nasrettin Hocanın YaĢadığı Dönemin Devlet Görevleri Kadılık, gölge kadılığı, mahkemelerde bilirkiĢilik, subaĢılık, sipahilik, askerlik. 3.5. Nasrettin Hoca‟nın Ġslamî Devlet Olgusundaki Moderatör (Klimazitör) AnlayıĢı Günümüzde çokça sözü edilen ―Moderatör‖ yâda ―Klimazitör‖ anlayıĢı devlet organları arasındaki iliĢkilerin ılımlandırılması olarak anlaĢılmaktadır. El yazmalarından, gerek ―Letaif-i Hoca Nasrettin‖ gerek Menâkıb-ı Hoca Nasrettin‖den günümüze kadar toplanılan 1555 fıkranın devlet olgusuyla iliĢkilendirilen fıkralarında Nasrettin Hoca 74 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, c.I., Ġstanbul, 2006, s.219. 284 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 figürünün ortak özelliği devletin organları arasındaki ılımlandırılma iĢlevini yüklenmesi olmuĢtur. Nasrettin Hoca‘nın kiĢiliğinin karakteristik özelliklerinden birisi de, örneğin onun kadılık ve gölge kadılıkla ilgili fıkraları bile, onun maddi paraya çevrilmeyecek değerlerin peĢinde olmayıp, zenginliği mânâda aramasının en güzel örneklerini oluĢturmaktadır. Özgünlük açısından Hoca ile ilgili XVI. Yüzyıldan itibaren Lamii Çelebi‘nin ―Letaif‖i gibi bir el yazmaları külliyatı oluĢmuĢtur. Bu külliyata bakıldığında Nasrettin Hoca‘nın 12 fıkrası‘nın kadı, gölge kadı, tanık, yalancı tanık, rüĢvet, mahkeme gibi yargı sistemiyle, 15 hikâyesinin ise bey, padiĢah, sultan gibi otoritelerin önündeki davranıĢını sergilemiĢ olduğu görülmektedir. 75Müteakip fıkralarda bunlarla ilgili birer örnek sunulacaktır. 3.5.1. Nasrettin Hoca‟nın Kadılık Görevi Hoca kadılığı esnasında bir davacı gelir, derdini anlatır. Hoca haklı olduğunu söyle, Az sonra davalı gelir, o da meseleyi kendi tarafına çeke çeke anlattıktan sonra, Hoca ona da ―Haklısın‖ der. Tesadüfen bunları dinleyen karısı, merakını yenemeyerek, bunun nasıl bir adalet olduğunu, iki tarafın de birden nasıl haklı olabileceğini sorar. Hoca karısına döner, sen de haklısın! der. Hoca bu fıkrasında insanın örgütsel davranıĢ biçimlerinde ortaya çıkan kiĢisel farklılıkların önemini dikkate alınması gerektiğini günümüzde çok yaygın olan olaylara bakıĢtaki paradigmatik pencerenin önemini vurgulamaktadır. Batılı eğitim bilimcilerin XVII. yüzyılda gerek bireysel gerekse örgütsel davranıĢ biçimlerinde ―kiĢisel farklılık‖ olgusunu yeni fark ettiklerini ve ancak XIX. yüzyılda uygulamaya geçebildikleri ―paradigmatik ölçütü‖ diğer bir deyiĢle insan kavrayıĢının baĢta eğitim olmak üzere ―pedagojik formasyon‖la biçimlendiği Hoca daha XIII. Yüzyılda farkına varmıĢ uygulama alanına koyduğunu göstermektedir. 3.5.2. Nasrettin Hoca‟nın Gölge Kadılık Görevi Gerek Anadolu Selçuklu Devletinde gerekse Osmanlı Devletinde deneyimli yargıçların yanında çalıĢan bazı küçük davaların görülmesine bakan kadı adaylarına Gölge Kadılık görevi verilirdi. Nasrettin Hoca meslek yaĢamının ilk evrelerinde bir ara gölge kadılık görevi de yapmıĢtır. Bu sıralarda yörenin kadısı, bazı davaları halletmesi için Hoca‘ya gönderir. 75 Ġlhan BaĢgöz, GeçmiĢten Günümüze Nasreddin Hoca, 2.B., Ġstanbul, Ağustos 2005, s.21. 285 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bir keresinde bir adam gelerek baĢka bir adamdan Ģikâyetçi olduğunu kadıya bildirir. Kadı adamı dinler, iĢin içinden çıkamayacağını anlayınca doğru gölge kadısı Nasrettin Hoca‘ya gönderir. Hoca adama, ―Anlat bakayım, derdin nedir? Diye sorar. Davacı meseleyi davacıyı göstererek Ģöyle anlatır: ―- Bu adam otuz çeki odun yardı. O her baltayı vurdukça ben de karĢısına geçtim, hınk, hınk diye kuvvet verdim. Kendisi paraları aldı, benim hakkımı vermedi.‖ Hoca davayı dinledikten sonra davacıya: ―- Evet hakkındır. Sen karĢısında dur, bu kadar yorul, sonra bütün paraları o alsın, olur mu? Der. Hoca, bir süre düĢündükten sonra davalıdan para kesesini istemiĢ. Adam, bundan bir Ģey anlamamıĢ ama keseyi de uzatmıĢ. Hoca, keseden paraları çıkarıp bir tahta üstünde paraları saymıĢ. Tabi paralar tahtaya düĢtükçe ses çıkarıyormuĢ. Hoca, daha sonra davacıya dönüp: ―-Tamam demiĢ. Hakkını aldın. Hadi git. Adam: ―-Ama paraları vermediniz, diyecek olmuĢ. ―-Hınk diyenin hakkı budur demiĢ Hoca. Sesine karĢılık para sesi verdim sana. Böylece sen de hakkını almıĢ oldun.‖ Yargıyla ilgili ve benzer hikâyelerde Nasrettin Hoca deyim yerindeyse bir sosyal öğretici olduğu kadar aynı zamanda bir sosyal eleĢtirmendir. 3.5.3. Beyler, PadiĢahlar, Sultanlar gibi Güçlü Yöneticiler KarĢısında Nasrettin Hoca Fıkralarının bir kısmında Nasrettin Hoca, yönetenlerden beyler, padiĢahlar, sultanlar gibi güçlülerle karĢı karĢıya getirilerek sokaktaki adamın sözcülüğü ile otoriter sistemin baskıcılığı yumuĢatılmağa çalıĢılmıĢtır. Bunlardan Sultan Alâeddin (Alâeddin Keykubat 1210–1219) Selçuklu ve Gazi Hünkâr (I. Sultan Murat 1325–1389) Osmanlı padiĢahı olmasına karĢın, ancak 17. yüzyılda Nasrettin Hoca hikâyelerine giren aynı dönemde yaĢamadığı açık seçik bilinen Batılıların söylemiyle Timurlenk (1336-1405) de bulunmaktadır. Osmanlı devletinde çöküntü ve gerileme yılları baĢlayıp da, halkın yöneticilerinden yabancılaĢması artınca, Timur hikâyelerinin 286 de sayısının arttığı BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 görülmektedir. Kendi idarecilerini eleĢtirmekten, onları kötülemekten hoĢlanmayan halk, Timur'a, bu hikâyelerle veryansın etmekte ve bir bakıma kızgınlığını mizaha çevirmeğe çalıĢmaktadır. Bu açılımın Türk çelebi davranıĢının bir gereği olduğu kadar, kendisine yapılanları bir derviĢ yaklaĢımıyla karĢılamanın bir nezaheti olduğu da düĢünülmektedir. Burada ―kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla‖ yaklaĢımıyla sevilmeyen bir yabancı zalime yakıĢtırmanın daha doğru olacağı değerlendirilmiĢtir. . Hoca, güçlü yöneticilere karĢı saygısız davranmadığı ve hakaretlerde bulunmadığı gibi; kıssadan hisse dersler çıkarılsın diye onların önünde görgü kurallarını çiğnediği anlatılarak yaĢanılan baskıcı zaman diliminin olguları hicvedilmeğe çalıĢılmıĢtır. Bununla birlikte örneğin Hocanın, Sultan Alâeddin‘in önünde, sözgelimi, bacaklarını uzatarak oturması yahut bir pot kırması, etin kemiğini cebine koymakta fazlaca bir beis görmemesi bu bireysel davranıĢın birer tezahürü olarak görülmelidir. Ġlginçtir, bunlardan baĢka XVI. yüzyıldan kalan hikâyelerde baĢka beylerin, padiĢahların özel adı geçmediği de müĢahede edilmektedir. Fıkralar onları, belli bir yerde, belli bir ülkenin sultanları olarak değil de sadece "bir bey, bir sultan" olarak sınıflandırmakta, yaĢanılan olguları onlara atfetmeğe çalıĢmaktadır. Aslında, onlara karĢı yapılan eleĢtiri, ince alaylar kiĢileĢtirilmemiĢ, belli bir insan‘dan ziyade daha çok hareket, davranıĢ üzerine yoğunlaĢmıĢtır. ―Bir gün, bir padiĢaha Hoca, kızarmıĢ bir ördeği armağan olarak götürür. Açtır, dayanamaz, yolda ördeğin bir budunu yer. PadiĢah "Ördeğin bir buduna ne oldu Hoca?" diye sorunca "Bizim burada ördekler bir ayaklıdır sultanım, inanmazsanız bakın" diyerek, padiĢahı pencerenin yanına götürür ve bahçede bir ayaklarını kanatlarının altına çekmiĢ, duran ördekleri gösterir. PadiĢah davulcusunu çağırarak "Vur Ģu davulun tokmağını" emrini verir. Davul çalınınca, gürültüden korkan ördekler iki ayaklı olup kaçmaya baĢlar. PadiĢah: "Hoca, hani sizin ördekler tek ayaklıydı" deyince, Hoca "Sultanım o davulun tokmağını siz yeseydiniz, vallah dört ayaklı olurdunuz" der.‖76 Yukarıdaki ördek hikâyesi, 17. yüzyıldan sonraki kaynaklarda Timur'la ilgili bir hikâye olarak da anlatılmaktadır. Bunun nedeni açıktır. Çünkü Timur zalim idarecilerin bir simgesi olduğu için otoriteleri eleĢtiren, onlarla alay eden fıkraları kendi üzerine baĢkaca bir söze gereksinim duymadan cazibe merkezi olarak çekmektedir. Timur aynı zamanda Altınordu 76 Ġlhan BaĢgöz, age, s.36. 287 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 (Altınorda) devletini yıktığı gibi, aynı zamanda özellikle 1402 Ankara SavaĢından sonra Osmanlı Devletini de kaotik bir ortama sokmuĢtur. Aksak Timur, Batılıların söylemiyle Timurlenk, ancak XVII. yüzyılda Nasrettin Hoca hikâyelerine girmeğe baĢladığı da görülmektedir. Timur, XV. yüzyılın baĢlarında Anadolu'ya girmiĢ; geçtiği yerleri yıkmıĢ ve harap etmiĢtir. Anadolu‘da geçtiği yerlerle bıraktığı zulüm izleriyle ilgili sayısız hikâyeler ―Sözlü Tarih‖(Oral Narrative)‘in konuları arasında yer almaktadır. Örneğin Sivas'ta binlerce insanı diri diri hendeklere doldurarak, öldürttüğü bilinenler ve en çok anlatılanlar arasındadır. 1402 yılında Sultan Bayezid'i Ankara meydan savaĢında yenmesi, Osmanlı Devletinde bir kargaĢa ve karıĢıklık devri açtığı tarihin acımasız evreleri içerisinde yerini almıĢtır. Anadolu halkı "Timur‖a karĢı içten içe büyük bir kızgınlık duymakta ve bu nedenle zalim beyler ve padiĢahlar üzerine söylenen hikâyelerin, eleĢtiri ve hakaret nakıĢını artırarak, zulmü ve kan dökücülüğü ile tanınan Timur'un adına bağlamayı yeğlemektedir. Evliya Çelebi, 1639'da AkĢehir'i ziyaret edince, aĢağıdaki Timur hikâyesini aĢağıdaki Ģekilde anlatmaktadır: ―Timur, Nasrettin Hoca ile hamama gider. Bir ara Hoca'ya sorar: "Hoca Efendi, ben satılık olsaydım bana ne değer biçerdin?" Hoca: "On akçe ederdin sultanım‖ deyince, Timur "Ġnsaf et Hoca, 10 akçe benim belimde kemerin değeridir." Hoca: "Ben de zaten ona değer biçmiĢtim, yoksa senin gibi bir Moğol parçası beĢ para etmezdi" der. ―77 Bu hikâyenin AkĢehir'den verilmesi, bize fıkraların oluĢumu ile sosyal çevre arasındaki iliĢkinin bir örneğini de ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, Sultan Bayezid, AkĢehir'de Timur'un tutsağı iken kendini öldürmüĢtür. Hikâyedeki Timur'a açık hakaret AkĢehirlinin büyük kızgınlığını ve bu kızgınlığın Hoca hikâyesine dönüĢtüğünü de göstermektedir. Bilindiği gibi hikâyelerde Hoca ile Timur'un karĢılaĢması, bir görüĢe göre Hoca'nın Timur'un meddahı olduğu yâda onunla aynı zamanda yaĢadığı yolundaki görüĢlere de kaynaklık etmiĢtir. Hikâyelerde Timur adının geçmesi, Nasrettin Hoca'nın Timur'la aynı zamanda yaĢamıĢ olduğunu göstermemektedir. Timur üzerine söylenen hikâyelerde Nasrettin Hoca, bir kültür kahramanı (cultural hero) olduğu gibi, insan iliĢkilerinde eĢitlik sağlamaya çalıĢılan proto-demokratik bir çevrede sokaktaki küçük adamın sözcülüğünü de yapmaktadır. çalıĢır. Bir baĢka ifadeyle gücünü kötüye kullanan beylere, padiĢahlara karĢı 77 Age, s. 37. 288 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 doğru dürüst insan olmanın gereklerini anımsatan bir normal insan konumundadır. Hoca, zulüm eden idarecilere gülmecenin ince sivriliklerini kullanarak, sokaktaki insanı sevindirmekte, ona gönül rahatlığı da sağlamaktadır. Bunlardan birisi aĢağıdadır: ―Hoca ile Timur karĢılıklı oturmuĢlar. Aralarında sadece bir minder varmıĢ. Timur Hoca'ya kızmıĢ: "Hoca Efendi" demiĢ "EĢekle senin aranda ne var?" Hoca "Sadece bir minder sultanım" diye yanıtlamıĢ.―78 3.5.3. Nasrettin Hoca‟nın “Devlet-i ebed müddet” DüĢüncesine Bir Örnek ABD'nin 28. cumhurbaĢkanı 1919 yılının Nobel BarıĢ ödülü sahibi Woodraw Wilson, Birinci Dünya SavaĢının sonlarında savaĢtan sonra dünyanın yeniden biçimlenmesi konusunda ortaya atmıĢ olduğu Wilson Ġlkeleri (14 Points)‘yle de tanınmıĢtır. Wilson‘un ilkeleĢtirdiği 14 noktasının tematik olgusu ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri, sömürgeciliğin son bulması ve ulusların küçük yâda büyük olmasına bakılmaksızın her hakkına saygı gösterilmesi üzerine bina edilmiĢti. Bir baĢka deyiĢle güçlünün değil, haklının hakkına saygı gösterildiği bir ütopya üzerine çalıĢmıĢtı. Ġki dönem baĢkanlıktan sonra Wilson bu ilkeler üzerinde yeni bir barıĢ dönemi açılması için, Avrupa'yı ziyaret etmiĢ ve de özellikle geçmiĢin yayılmacı devletlerini iknaya çalıĢmıĢtır. Ancak GüneĢ Batmayan ülke konumundaki Büyük Britanya Ġmparatorluğu ve Fransa'nın kurt baĢbakanları elbet sömürgelerinden vazgeçmediklerine yakinen tanıklık etmiĢtir. Avrupa‘dan baĢarısız bir Ģekilde dönen BaĢkan Wilson 3 ġubat 1924 tarihinde bir bakıma hayal kırıklığından vefat etmiĢtir. Bu baĢarısızlık üzerine Wilson, Nasrettin Hoca'nın aĢağıdaki ünlü fıkrasını sık sık anlatır ve gülermiĢ: ―Mehtapta kuyudan su çeken hoca, birden ay‘ın kuyudaki aksini görmüĢ:‖Ay kuyuya düĢmüĢ; iyisi mi ben onu kuyudan çıkarayım‖ demiĢ. Su dolu kova ile ay'ı kuyudan kurtarmaya çalıĢmıĢ. Kova bir yerde; kuyunun duvarına takılmıĢ. Hoca çekmiĢ çekmiĢ, sonunda ip kopunca sırt üstü yere düĢmüĢ: Ay'ı da gökyüzünde görünce;‖ "Çok yoruldum ama kuyudan Ay‘ı da yerine çıkardım" demiĢ. Batının çıkar iliĢkisi üzerine kurulu kurtlar sofrası düzenine karĢı ortaya koymuĢ olduğu barıĢçıl ütopyasını bir türlü anlatamayan BaĢkan Wilson da, süreli barıĢ ve ulusların 78 S. 38. 289 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 egemenlik hakkı ilkelerini, hiç olmazsa dünyaya duyurduğu için ―Ayı yerine çıkaran Hoca‖ gibi avunmuĢtur. 4. Sonuç Nasrettin Hoca tüm dünya ulusları ve özellikle mazlum uluslar tarafından derinlemesine tanınan ünlü bir Türk Halk bilgesidir. ÇeĢitli milletler onu değiĢik adlar altında kendi uluslarına mal etmeğe çalıĢsalar da Mustafa Kemal Atatürk‘le birlikte dünyada en çok tanınan aydın, bilge ve ―devlet-ebed müddet‖ Ģiarını kendi kiĢisel kimliği ile bütünleĢtirmiĢ deyim yerinde ise aynı zamanda devletin bekasını varlık sebebinin kökeninde gören rütbesi küçük de olsa bir Türk devlet adamıdır. Hukuk sistemi zamanın değiĢmesiyle hükümlerin de değiĢeceği yaĢayan bir sistemdir ve asla duragan değildir.Hoca‘nın yargıyı inceden inceye hicvetmesi ve eleĢtirmesi zaman zaman çok daha filozofça bir davranıĢ biçimini de göstermektedir. Hoca‘ya göre mevcut yargı sistemi içersinde kusursuz adalet dağıtımı günümüzde olduğu gibi sağlanmamaktadır. Bunun bir engeli insan karakterinde bulunan hırs bencillik, para düĢkünlüğü ve güçlü olma tutkusudur. Evrensel ve zamana bağımlı kalınmaksızın insanoğlunda bu karakteristik özellikler kaldığı müddetçe, adalet dağıtım görevi akamete uğrayacak, adalet dağıtımında haksızlıklar her zaman var olacaktır. 290 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ÇEVĠRMENĠN KĠMLĠĞĠ VE ÇEVĠRĠ POLĠTĠKASI ÜZERĠNE BĠR ĠNCELEME: HASAN BEDREDDĠN‟ĠN POLĠSĠYE ROMAN ÇEVĠRĠLERĠ Eshabil BOZKURT Nilüfer ALIMEN ÖZET 1912-1926 yılları arasında Almanca ve Fransızca gibi Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine otuz üç roman çevirisi yapan Hasan Bedreddin, dönemin önde gelen çevirmenlerinden birisi olarak anılmaktadır. Bu bildiride Hasan Bedreddin‘in yaptığı polisiye roman çevirileri, ön söz ve son sözlerin tanıklığında ve de Ġsrailli çeviribilim kuramcısı ItamarEvenZohar‘ınçoğuldizge kuramı çerçevesinde ele alınacaktır. Bahsi geçen dönemde çeviri eylemi edebiyat dizgesini Ģekillendirmede önemli bir rol oynamıĢ, polisiye roman türünde birçok eser Osmanlı Türkçesine çevrilmiĢtir. Bildirinin temel inceleme nesnesini oluĢturmak üzere Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerine yazdığı ön söz ve son sözlerin çeviriyazıları yapılarak yaĢadığı dönemin çeviri politikasına ve de çevirmen kimliğinin okuyucu üzerindeki etkisine ıĢık tutulmaya çalıĢılacaktır. Hasan Bedreddin çevirmenliğin yanı sıra, gazeteci ve yazar olarak da karĢımıza çıkmaktadır. Ġrdelemeye temel olan sorunsal Hasan Bedreddin ve roman çevirileri üzerine çeviribilim bağlamında ön söz ve son söz odaklı bir çalıĢmanın yapılmamıĢ olmasıdır. Çevirmen, tarihi romanlar ve Türkler ile ilgili romanların yanında dönemin hâkim roman türü olan polisiye roman türünde de çeviriler yapmıĢtır. Bu çevirilerinin bazılarında ―Hasan Merzuk‖ takma adını kullanan çevirmenin hangi romanların veya yazarların çevirilerinde bu takma adı hangi nedenle kullandığı hatıratlarda ve ön söz/son söz tanıklıklarında araĢtırılmaya çalıĢılacaktır. Sonuç olarak Hasan Bedreddin‘in yazar, gazeteci ve çevirmen kimlikleri doğrultusunda çeviri politikasını ve hedef okuyucuyu kitlesini nasıl belirlediğini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hasan Bedreddin, çeviri roman, çoğuldizge kuramı. An Analysis on Translator‟s Identity andTranslationPolitics: Hasan Bedreddin‟sTranslations of DetectiveNovels Abstract Okutman Dr.,Kırklareli Üniversitesi, Türk Dili Bölümü. eshabilbozkurt@gmail.com. YTÜ, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Diller ve Kültürlerarası Çeviribilim Doktora Programı öğrencisi, niluferalimen@gmail.com. 291 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hasan Bedreddin is considered as a prominenttranslator, whotranslatedthirtythreenovelsfrom Western Languages, such as Germanand French, intoOttomanTurkishduringtheyearsbetween 1912 and 1926. Inthispaper, Hasan Bedreddin‘sprefacesandepilogues of detectivenoveltranslationswill be examinedwithintheframework of IsraelitranslationscholarItamarEvenZohar‘s polysystemtheory. Duringthementionedperiod, translationplayed an important role in shapingtheliterarysystem, and a largenumber of detectivenovelsweretranslatedintoOttomanTurkish. Prefacesandepilogues of Hasan Bedreddin‘sdetectivenoveltranslationsaretranscribedandexamined in ordertoshedlight on translationpoliticsandtheeffect of translator‘sidentity on readers in thementionedperiod. Hasan Bedreddin is not only a translator, but also an authorand a journalist. Thispaperaimstoexaminethisissue since there is nopreviousworkfocusing on prefacesandepilogues of Hasan Bedreddin‘snoveltranslationswithinthecontext of TranslationStudies. Inadditiontodetectivenovels, whichwas a dominant genreduringthementionedperiod, thetranslatoralsotranslatedhistoricalnovelsandnovels on Turks. Insome of thesetranslations, he used a pseudonym, ―Hasan Merzuk‖; therefore, it is aimedtoexaminewhy he preferredtouse a pseudonym in certainnovelswrittenbycertainauthors, based on theprefacesandepilogues of his translations, andalsomemoirs. Inconclusion, the main purpose of thispaper is topresent how Hasan Bedreddin uses his differentidentities, whicharelisted as translator, authorandjournalist, todetermine his targetreadersandtranslationpolitics. Keywords: Hasan Bedreddin, translatednovel, polysystemtheory. 1. GiriĢ Tanzimat Dönemi ile birlikte Osmanlı toplumunda birçok alanda değiĢim ve yenilikler görülmüĢtür. Osmanlı kültür ve edebiyat dizgesi de bu değiĢim ve yeniliklerin görüldüğü alanlardan birisidir. Batıya özgü bir tür olan roman ilk defa bu dönemde çeviri yoluyla Osmanlı edebiyatında görülmüĢtür.Bu dönemde onlarca çevirmen ve yazar ortaya çıkmıĢ, bu çevirmen ve yazarlar tarafından yüzlerce çeviri ve telif roman örneği verilmiĢtir. Zamanla Osmanlı toplumunda roman türünün benimsenmesiyle de polisiye roman, tarihi roman, macera romanı, bilimkurgu romanı, aĢk romanı gibi roman türlerinde de eserler verilmiĢtir. II. MeĢrutiyet‘ten sonra roman türlerinden olan polisiye roman sayısında büyük bir artıĢ gözlenmiĢ ve hem telif hem de çeviri olmak üzere birçok polisiye seri yayımlanmıĢtır. Polisiye roman çevirilerinde okurların karĢısına çevirmen olarak çıkan dönemin önemli çevirmenleri vardır. Hasan Bedreddin (1870-1926) de döneminin önde gelen polisiye roman çevirmenlerindendir. Bu çalıĢmada, kültür ve edebiyat tarihimizde önemli bir yere sahip olan gazeteci, yazar ve çevirmen Hasan Bedreddin‘in Osmanlı/Türk kültür ve edebiyat çoğuldizgesindeki yeri ve önemini çeviribilim bağlamında irdelemek amaçlanmaktadır. Erol Üyepazarcı‘nın belirttiği 292 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 üzere 1913-1928 yılları arasında aynı zamanda onparalık öyküler(Ġng. dimenovels) olarak bilinen polisiye romanlar çok yoğun bir biçimde üretilmiĢ ve tüketilmiĢtir (2008: 151).Hasan Bedreddin‘in çevirileri, dönemin çeviri politikalarını ve popüler edebi türlerini de ele alarak konuya daha geniĢ bir çerçeveden bakabilmek adına çoğuldizge kuramı ve skoposkuramından faydalanılarak incelenecektir. 2. Kuramsal Çerçeve Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerinin Osmanlı edebiyatında yer aldığı konum, Ġsrailli çeviribilim kuramcısı ItamarEven-Zohar‘ınçoğuldizgekuramı bağlamında incelenebilir. Even-Zohar çeviri sürecine, bir baĢka deyiĢle kaynak ve erek metinler arasındaki eĢdeğerliğe, odaklanmak yerine çeviriyi kültürel dizge içerisinde etkin olan bir eylem olarak ele almıĢtır. Buna göre çoğuldizgede birbirleriyle devingen bir iliĢki içerisinde olan merkez ve çevre katmanları vardır (Even-Zohar,1979: 293). Edebi dizgede saygın görülen bir edebi tür merkezde, saygın görülmeyen bir tür ise çevrede konumlanmaktadır (agy. 295). Çeviri edebiyatının erek çoğuldizgede bulunduğu konumu edebiyatın henüz oluĢum sürecinde olmasının yanı sıra çevresel veya zayıf olması ve edebi boĢluklar, dönüm noktaları veya krizler olmasıdır (Even-Zohar, 2000: 200-201). Çevrilecek olan eser ise, erek dizgede oynayacağı yenilikçi görevin yanı sıra, kaynak ve erek dizge arasındaki uyuma göre seçilmektedir (krĢ. Even-Zohar, 1979, 2000). Hasan Bedreddin‘in çeviri eserlerinin 20. yüzyılın baĢlarında yayımladığını göz önünde bulunduracak olduğumuzda daha geniĢ bir çerçeveden bakarak çeviri eyleminin bahsi geçen dönemde Osmanlı edebiyat dizgesinde nasıl bir rol oynadığından bahsetmek gerekecektir. Özlem Berk, Tanzimat Dönemi‘ne girildiğinde Osmanlı edebiyatında duraklama yaĢandığını, 19. yüzyılda en üst seviyede bulunan Divan edebiyatının artık kemikleĢmiĢ olmasının ve daha düĢük seviyede bulunan Halk edebiyatının yenilenmemesinin sonucunda edebiyat dizgesinde bir boĢluğa yol açtığını belirtmiĢtir (2004: 51-52). Ayrıca hem Batılı edebiyatlarda bulunan roman gibi türlerin eksikliği hem de dilin yenilenmesi ihtiyacı söz konusudur (agy. 52). Söz konusu boĢluk ise çeviri yoluyla doldurulacak, böylece halktan kopuklaĢan Divan edebiyatının yerini yeni türler ve sadeleĢtirilmiĢ bir dil alacak, sonuç olarak da 1860‘lı yıllardan itibaren yeni (ve aynı zamanda Batılı) bir Türk edebiyatı çeviri eylemi vasıtasıyla Ģekillenerek ortaya çıkacaktır (agy. 52). Buradan hareketle çevirinin belirli bir amaç doğrultusunda yapıldığını gözlemlemek mümkündür. Alman çeviribilim kuramcısı Hans J. Vermeer çeviriyi amaç odaklı bir eylem olarak görmüĢ ve Skopos kuramını ortaya koymuĢtur. Skopos sözcüğü Yunancada amaç anlamına gelmektedir. Buna göreeĢdeğerliğin hangi düzeyde ve nasıl elde edileceğini çeviri eyleminin amacı tarafından, amaç ise iĢveren tarafından belirlenmektedir(krĢ. Vermeer2000).Çeviri erek kültüre göre üretilmektedir; bu nedenle de çevirmen erek dizgede söz konusu amacı yerine getirmekle yükümlüdür. Yukarıda belirtildiği üzere dönemin çeviri etkinliğinde iki özellik göze çarpmaktadır: çeviri yoluyla dil sadeleĢtirilmekte ve de yeni edebi türler erek dizgeye kazandırılmaktadır. Çoğuldizge kuramına ek olarak skopos kuramından da 293 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yararlanarak Hasan Bedreddin‘in çevirilerini hangi amaç doğrultusunda ürettiği ve de bunun sonucunda Osmanlı edebiyat dizgesi üzerinde ne tür bir etkide bulunduğu tartıĢılacaktır. Çevirmenin amacını anlayabilmek için ise öncelikle çevirmenin kimliği ele alınacaktır. 3. Gazeteci, Yazar ve Çevirmen Hasan Bedreddin Gerek Tanzimat Dönemi‘nde gerek MeĢrutiyet Dönemi‘nde ve gerekse Cumhuriyet‘in ilk yıllarında Türk aydınları birçok kimliği bir arada bulundurmuĢtur. Hasan Bedreddin de bu çok kimlikli Türk aydınlarından biridir. Üyepazarcı, polisiye ve onparalık öykü yazarlarının ―genellikle gazeteci kökenli, bazıları bu tip eserlerin çevirmeni ve yayımcısı ve popüler edebiyat kategorisine giren benzer aĢk, macera, tarihi roman ve erotik eserler kaleme alan kiĢiler‖ olduğuna dikkat çekmiĢtir (2008: 147). Aslen gazeteci olan Hasan Bedreddin de Üyepazarcı‘nın tanımlamasına uymaktadır. Gazeteci, yazar ve çevirmen kimlikleriyle Türk kültür ve edebiyat dizgesine önemli hizmetlerde bulunmuĢtur. Bu kimliklerine kısaca değinmek gerekirse Ģunlar söylenebilir: 3. 1. Gazeteci Kimliği Hasan Bedreddin‘in Sabah gazetesinde yazar, çevirmen ve müdür olarak çalıĢtığı ve Beybaba adı ile anıldığı bilinmektedir.Sabah gazetesi tahrir heyeti tarafından çevrilen ―NatPinkertonCinâyât Koleksiyonu‖ adıyla çevrilen otuz bir kitaplık bir polisiye seri bulunmaktadır (Bozkurt, 2014: 213-218). 3. 2. Yazar Kimliği Gazeteci kimliğinin yanında yazar kimliğine de sahip olan Hasan Bedreddin‘in telif eserlerinde Hasan Merzuk takma adını kullandığı görülmektedir. Bu takma ad ile verdiği telif eserler Ģunlardır: Cinlerle Muhabere yahudĠspirtizm, Fakirizm, Manyatizm, 1328 [1912](Hasan Merzuk adıyla). Ġtalya Nedir? 1913. Mart Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet, 1915 (Hasan Merzukadıyla). Nisan Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet,1915 (Hasan Merzukadıyla). Mayıs Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet,1915 (Hasan Merzukadıyla). TeĢrini Evvel Ayında Doğanlar Ġçin Tarik-i Saadet, 1915(Hasan Merzuk adıyla). 50.000 Kelimeyi Hâvi Fransızcadan TürkçeyeKüçük Kâmûs-ı DictionnaireFrançais-Turc, 1928. 294 Fransevî - BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Son eserde takma ad kullanılmamıĢtır. Yukarıdaki listede belirtilen telif eserlerin yanında Hasan Merzuk takma adı ile iki çeviri romanda da karĢılaĢılmaktadır. Bu eserlere, ―Çevirmen Kimliği‖ alt baĢlıklı bölümde değinilecektir. 3. 3. Çevirmen Kimliği Hasan Bedreddin, 1912-1926 yılları arasında Batı dillerinden Osmanlı Türkçesine otuz üç roman çevirmiĢtir. Bu otuz üç romandan üçünü yaĢadığı döneminönemli çevirmenleri ile müĢtereken, otuzunu ise kendisi çevirmiĢtir. Roman çevirileri alfabetik sıra ile Ģu Ģekildedir: Abbâse, Corci Zeydan, 1339-1342 [1923-1926]. Arsen Lüpen‘in SergüzeĢtleri, Maurice Leblanc. 1926. AĢk-ı Menfûr, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924]. AteĢler Ġçinde,GastonLeroux, 1338-1340 [1922-1924]. Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan, (…) 1339-1341 [1923-1925]. Bin Bir Gün Mehlika Sultan, (…) 1339 [1923]. Bizans, (…) 1329 [1913]. Canlı Ġğne, (…) 1926. Cinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta, Jules Bojuvan, 1328 [1912]. ÇalınmıĢ Gönül, GastonLeroux, 1920. Fecr-i Sevdâ, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924]. Güzel Rita, (…) 1343 [1924]. Her Sene Bir Ġnci yahudĠttifâk-ı Murabba, Arthur ConanDoyle, 1332 [1916]. Kadın ve Kukla, Pierre Louys, 1922. Kazanova‘nın SergüzeĢtleri, Casanova de Seingalt, 1922. Kızıl Maskenin Esrarı, Gaston Rene, 1329 [1913]. Londra Esrarı, Paul Feval, 1918. Manon Lesko, AbbéPrévost, 1339 [1923]. Melekler – Ġblisler (1. c.), MarcelAllain, 1925. Melekler – Ġblisler (2. c.), MarcelAllain, 1926. 295 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Minyon, Goethe, 1329 [1913]. Minyonun Düğünü, Goethe, 1332 [1916]. Mukavva Kutu, Arthur ConanDoyle, 1921. Öksüz Kız, FredericBoutet, 1923. Ölgün Sular Faciası, Charles Foley, 1922. Ölü Çehre, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924]. Saf ve Hain, (…) 1918. Sefiller, Victor Hugo, 1297-1330 [1880-1914]. Sevda Müsabakası, (…) 1923. Sevda Yalanları, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924]. ġeytanın Oğlu, Paul Feval, 1338-1340 [1922-1924]. Tünel, BernhardKellerman, 1334 [1918]. Yırtıcı Kadın, MarcelAllain, 1337-1340 [1921-1924]. Zavallı Kızlar, Jules de Gastyne, 1339-1342 [1923-1926]. Hasan Bedreddin‘in yukarıdaki listede verilen roman çevirileri incelendiğinde bazı özellikler göze çarpmaktadır. Bu özellikler, Ģu Ģekilde tasnif edilebilir: Bazı çevirilerde kaynak metnin yazarı bilinmemektedir. Yazarı bilinmeyen eserler listede (…) iĢareti ile gösterilmiĢtir. Çevirmenin yedi roman çevirisinin yazarı belli değildir. Bu romanlar Ģunlardır: Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan, (…) 1339-1341 [1923-1925]; Bin Bir Gün Mehlika Sultan, (…) 1339 [1923]; Bizans, (…) 1329 [1913]; Canlı Ġğne, (…) 1926; Güzel Rita, (…) 1343 [1924]; Saf ve Hain, (…) 1918; Sevda Müsabakası, (…) 1923. Çevirmen, bazı yazarların birden fazla romanını çevirirken bazılarının ise sadece bir romanını çevirmiĢtir. Kaynak metin yazarlarının dağılımı Ģu Ģekildedir: MarcelAllain (6) Arthur ConanDoyle (2) GastonLeroux (2) Goethe (2) Paul Feval (2) 296 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 AbbéPrévost BernhardKellerman Casanova de Seingalt Charles Foley Corci Zeydan FredericBoutet Jules Bojuvan Jules de Gastyne Gaston Rene Maurice Leblanc Pierre Louys Victor Hugo … (7) Hasan Bedreddin‘in roman çevirilerinde dikkati çeken bir diğer özellik de müĢterek çeviridir. Hem Tanzimat Dönemi hem de II. MeĢrutiyet Dönemi roman çevirilerinde sıklıkla karĢılaĢılan özelliklerden biri müĢterek çeviridir. Ġlk müĢterek çevirilerden olan Kaptan Hatras‘ın Seyahati (1308 [1890]) adlı eserin ―Ġfade‖ baĢlıklı ön sözünde romanın çevirmenlerinden biri olan Mazhar müĢterek çeviri konusunda Ģöyle der: ―Aynı maksada hâdim olan iki kardeĢ, birbiriyle rakip olamaz. Câzibe-i fen herkesi livâ-yıittihâd altına alır. Ben Kaptan Gran‘ın Çocukları romanını neĢrederek efrâd-ı vatana hizmet etmek istemiĢtim. Fakat o hizmetin benim fikrimde olan ve fennî romanlar neĢriyle nev-resîdegânı fenne alıĢtırmak maksad-ı mukaddesine hâdim bulunan bir arkadaĢımın tesirine bâdi olduğunu bilâhare haber alınca pek müteessir oldum‖ (Jules Verne, Müt. Mazhar – Ahmed Ġhsan, 1308 [1890]: Ön söz). Mazhar‘ın ön sözündeki ifadelerinden de anlaĢıldığı üzere çevirmen, Ahmed Ġhsan‘ı rakip olarak görmemiĢ, aksine vatandaĢlarına hizmet etmeyi kutsal bir amaç kabul ederek aynı amaca hizmet etmekten memnuniyet duymuĢtur. Hasan Bedreddin‘in çevirilerine bakıldığında Ģu üç eserin müĢterek çeviri olduğu görülür: Güzel Rita, (…) Mütercimleri Bedia Servet – Hasan Bedreddin, 1343 [1924]. 297 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 AteĢler Ġçinde, GastonLeroux, Mütercimleri Hasan Bedreddin - Süleyman Tevfik, 1338-1340 [1922-1924]. Sefiller, Victor Hugo, Mütercimleri ġ. Sâmi - Hasan Bedreddin, 1297 [1880] (1-644 ss.)/ 1330 [1914] (645-902 ss.). Bu üç çeviriye göz atılacak olunursa üç önemli isim ile karĢılaĢılmaktadır: Bedia Servet, Süleyman Tevfik ve ġemseddin Sâmi. Bedia Servet, polisiye roman çevirileriyle tanınan ve yaĢadığı dönemde en çok roman çevirisi yapan ―mütercime‖79 olarak karĢımıza çıkmaktadır. Süleyman Tevfik, Hasan Bedreddin gibi II. MeĢrutiyet Dönemi‘nin gazeteci, yazar ve çevirmen kimlikleriyle öne çıkan önemli bir aydınıdır. Sefiller çevirisinde durum, ilk iki çeviriden daha farklı bir durum arz etmektedir. ġemseddin Sâmi, eserin tamamını çevirememiĢ ve çeviriyi yarıda bırakmıĢtır. Bu çeviri hakkında muhtelif görüĢler mevcuttur. Halit Ziya UĢaklıgil,Kırk Yıladlı hatıra kitabında ―ġemsettin Sâmi Victor Hugo‘dan Sefiller‘i harfi harfine tercümesi satılamayarak yarı yerde kalıyordu‖ (1936: 144) derken Ġsmail Habib Sevük ise Avrupa Edebiyatı ve Bizadlı eserinde çevirinin yasaklandığını söyler (1941: 233). 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo'dan Türkçeye Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir AraĢtırmaadlı eserinde Zeynep Kerman, ġemseddin Sâmi‘nin bu çevirisi ile ilgili Ģöyle der: ―ġemseddin Sâmi, 1879-1880 yıllarında LesMisérables‘i tercüme etmiĢ ve cüz cüz neĢretmiĢtir. ġ. Sâmi,LesMisérables‘in 9. bölümünün Marius baĢlıklı 2. kısmına kadar olan 402 sahifeyi çevirmiĢtir. Tercümede bu kısım 464 sahifeye tekabül eder […] Eseri II. MeĢrutiyet‘ten sonra Hasan Bedreddin tamamlamıĢtır. Bunu 645. sahifenin baĢında yer alan ‗Ġhtar. ġemseddin Sâmi Bey merhum eseri buraya kadar tercüme eylemiĢ idi. Bu cüzünden itibaren Sabah gazetesi heyet-i tahririye müdürü Hasan Bedreddin Bey tarafından tercüme ve ikmal olunmuĢtur‘ ibaresi de teyit eder‖ (Kerman, 1978: 353). Hasan Bedreddin, konularına göre polisiye roman, tarihi roman, aĢk romanı gibi farklı roman türlerinde çeviriler yapmıĢtır. Daha çok polisiye roman ve tarihi roman türlerinde çeviriler yapan çevirmenin tarihi roman çevirileri Ģunlardır: Abbâse, Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan, Bin Bir Gün Mehlika Sultan, Bizans. Bu romanların ortak bir özelliği muhtevalarının Türk-Ġslam medeniyeti ile ilgili olmasıdır. Hasan Bedreddin‘in polisiye roman çevirilerine bakıldığında Arthur ConanDoyle, MarcelAllain, Maurice Leblanc ve GastonLeroux gibi döneminin en meĢhur polisiye roman yazarlarından çeviriler yaptığı görülmektedir. Polisiye roman, 19. yüzyılın sonlarından itibaren çeviri eserler ile Türk edebiyat dizgesine girmiĢtir. II. MeĢrutiyet sonrası romanın bu türünde birçok çeviri ve telif eser 79 Tanzimat‘tan II. MeĢrutiyet‘e kadar Osmanlıdaki kadın çevirmenler için bk. Karadağ, 2013; II. MeĢrutiyet‘ten Harf Devrimi‘ne kadar Osmanlıdaki kadın çevirmenler için bk. Bozkurt 2014. 298 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yayımlanmıĢtır. 1950‘li ve 1960‘lı yıllarda ise polisiye roman sayısı doruk noktasına ulaĢmıĢtır.Polisiye roman çevirilerinin popülerliği, sözde çeviriler yazılmasına neden olmuĢtur (krĢ. Üyepazarcı, 2008). Popüler türlerin çevirisi ile ilgili Hilmi Ziya Ülken Ģöyle der: ―Bizde tercüme yolundaki hususi teĢebbüsler de ekseriya heyet halinde ve organize olmaktan ziyade ferdi ve dağınık kalmıĢtır. Bu sahada Ģimdiye kadar yapılan bütün gayretleri söyledim. Fakat bilhassa bunlardan birkaç kiĢi üzerinde durmamız ve hususi tercüme yapanları iki zümreye ayırmamız lazımdır: Birincisi, Garp‘tan tamamıyla popüler ve sırf kitle için eserler tercüme edenlerdir ki bunların baĢında Hasan Bedreddin ve Avanzade M. Süleyman‘ı saymak icap eder. Ġkincisi, Garp ilim ve edebiyatına ait tanınmıĢ ve mühim eserleri ‗muayyen bir mevzu ayırmaksızın‘ tercüme eden ve bu suretle Türkiye‘nin orta tahsil ve fikir muhitine hizmet edenlerdir ki, bunların da baĢında Hüseyin Cahit ile Haydar Rifat‘ı zikretmek lazımdır‖ (Ülken, 1935/2009: 257). Ülken‘e göre Hasan Bedreddin popüler eserler çeviren çevirmenlerdendir. Çoğunluğunu polisiye romanların oluĢturduğu otuz üç roman çevirisinin sadece ikisinde telif eserlerinde de kullandığı Hasan Merzuk takma adını kullanırken diğerlerinde ise gerçek adını kullanmıĢtır. Bu takma adı kullandığı roman çevirilerinin her ikisi de yine polisiye roman türündedir: Jules Bojuvan‘danCinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta (1328 [1912]) ve GastonRene‘denKızıl Maskenin Esrarı (1329 [1913]). 4. Tanıklıklarla Hasan Bedreddin ve Roman Çevirileri Hasan Bedreddin,Corci Zeydan‘dan Abbâseadlı romanı çevirir. Çeviriye yazılan ön sözde, Türk dostu bir insan olduğu söylenen KlodFarer‘in kaynak esere bir ön söz yazdığı ve de söz konusu ön sözünçevirmen tarafından çevrildiği belirtilmiĢtir. KlodFarer‘e göre bu eser kurgusal değil, tarihi gerçekleri anlatan bir kitaptır. Aynı zamanda Fransız çocukları için eğitici bir eser olduğunu da vurgulayan Farer, eserin öğretmenlerin okullarda öğrencilere öğretmek istedikleri, hatta öğrettikleri küstah yalanları içeren tarih kitapları gibi olmadığını söylemiĢtir. Hasan Bedreddin ise eserde Ġslam medeniyetinin yüceltildiğini, bu nedenle de eserin aynen nakledildiğini ön sözde belirtmiĢtir (Corci Zeydan,müt. Hasan Bedreddin, 1339-1342 [1923-1926]: Ön söz). Hasan Bedreddin‘in çevirilerine tanıklık edilen eserlerden biri de ġeytanın Oğlu (1338-1340 [1922-1924]) adlı roman çevirisidir. Çevirmen, Goethe'nin Verteradlı eserini Almancadan harfiyen çevirdiğini not düĢmüĢtür. Bedia Servet ile müĢtereken çevirdiği Güzel Rita(1343 [1924])‘da yer alan ġeytanın Oğlu (1338-1340 [1922-1924])kitabının tanıtımında Ģu ifade kullanılmıĢtır: ―ġeytanın Oğlu, bilâ-istisnâ bütün Türk kâri‘lerince tanınmıĢ olan ‗Hasan Bedreddin Bey‘ tarafından lisanımıza nakledilmiĢtir‖ (müt. Bedia Servet - Hasan Bedreddin 299 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1343 [1924]: Ön söz). Yine aynı eserde tanıtımı yapılan bir baĢka kitapta -AteĢler Ġçinde (1338-1340 [1922-1924])- Hasan Bedreddin için bu kez Ģöyle denmiĢtir: ―Zamanımızın en muktedir roman muharrirlerinden olup kıymettar âsârıylameĢhûr-ı ‗âlem bulunan GastonLöro‘nun en son yazdığı bir romandır. Türkçemizi en selîs yazmak ve ifade etmekle kâri‘în-i kirâmın mazhar-ı takdîr ve rağbeti olan Hasan Bedreddin ve kısmen Süleyman Tevfik Beyler tarafından lisanımıza naklolunan ve aĢk uğrunda dökülen kanlar, intikam yolunda kurulan desîseler ve bütün vakâyi‗ ve fecâyi‗-i hayret-âlûd ile dolu ve son derece merâkengîz ve heyecanlı olan bu fevkalade romanın fiyatı 50 kuruĢtur‖ (müt. Bedia Servet - Hasan Bedreddin, (1343 [1924]): Ön söz). Çok akıcı bir Türkçe ile yazarak okurların beğenisini kazandığı belirtilen Hasan Bedreddin‘in Manon Lesko (1339 [1923]) çevirisi için Ġsmail Habib Sevük Ģöyle der: ―Bu da on beĢ yıl evvelki umumi üslûblaterkibli ve lügatli, fakat o zamanın okur yazarları tarafından anlaĢılır bir tarzda yazılmıĢtır‖ (Sevük, 1941: 137). Süleyman Tevfik, Hasan Bedreddin‘in müĢtereken çeviri yaptığı dönemin önemli çevirmenlerinden biridir. Süleyman Tevfik, AlexandreDumas‘danKraliçenin Gerdanlığı (1328 [1912]) adlı romanı çevirir. Gayret Kütüphanesi sahibi K. Fikri bu çeviriye ―Ġfâde-i Mahsûsa‖ baĢlıklı bir son söz yazar. Bu son sözde Hasan Bedreddin ve onun telif eseri Cinlerle Muhâbere hakkında bilgiler verilmiĢtir.Bu bilgilere göre Yıldız Hükümeti cinlerle haberleĢmeyi ―kötü fen‖ olarak görmektedir. Bu nedenle Avrupa‘dan gelen kitaplardan ruhlarla ilgili olanlar zararlı evraklar olarak kabul edilmiĢtir. Daha sonra Hasan Merzuk‘un 20 yılda hazırladığı CinlerleMuhâbere adlı eserinin formalar halinde yayımlanmaya baĢlandığı belirtilmiĢtir. Yine aynı son sözde Hasan Bedreddin‘in bir de çeviri romanı ile karĢılaĢılmaktadır: Cinayet Yuvası.Hasan Bedreddin‘in –son sözde çevirmenin adı Hasan Merzuk olarak geçmektedir- bu romanı seçip çevirmiĢ olmasının, eserin ne derece okunmaya değer olduğunu ispatlar nitelikte olduğu da ifade edilmiĢtir (Dumas, müt. Süleyman Tevfik, 1328 [1912]: Ön söz). 5. Sonuç Gözlemleri Dönemin saygın görülen gazetecilerinden ve çevirmenlerinden biri olan Hasan Bedreddin‘in polisiye roman türündeki bazı çevirilerini ve cinler, manyetizm vb. konular üzerine yazdığı telif eserlerini takma adı ile yayımladığı görülmektedir. Buna karĢınortak çevirilerinde kendi adını kullanmıĢtır. ġemseddin Sâmiile müĢterek çevirdiği Victor Hugo‘nun dünya edebiyatında saygın bir konumu olan Sefiller romanında kendi adını kullanması bunun en belirgin örneklerinden birisi sayılabilir. Aynı zamanda dönemin en popüler polisiye roman yazarlarından GastonLeroux‘nunAteĢler Ġçinde kitabını da Süleyman Tevfik ile müĢterek 300 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 çevirmiĢtir. Telif eserlerinde de burçlar, cinler gibi edebi açıdan saygın görülmeyen konuları ele almıĢ, böylelikle hem kendi saygınlığını korumuĢ, hem de takma adı altında belirli bir kitlenin saygınlığını kazanarak kendine baĢka bir mevki kazandırmıĢtır. Takma adı ile kazandığı popülerliğin hem çeviri hem de telif eserlerini tüketen okurların sayısını artırmaya yardımcı olduğunu söylemek mümkündür. Hasan Bedreddin‘in eserleri Osmanlı edebiyat dizgesinde merkez konumda yer alan eserlerden farklı olmakla beraber, birtakım ortak özellikleri paylaĢmaktadır. Seçilen eserlerin erek dizgede yer almayan türlerde olması, erek dizgeyi yenileyici bir rol üstlenmesi, kaynak eserin Ġslam dinine ve Türklere karĢı olumlu bir tavır sergilemesi, okuyucuları aynı zamanda eğitici nitelikte olması gibi birtakım hususlar ön plana çıkmaktadır. Bu hususların yanı sıra, Hasan Bedreddin‘in çevirilerinde en çok övgü alan unsur yazarın kullandığı dil olmuĢtur. AnlaĢılması zor, ağdalı ifadelerinin yerine daha akıcı ve yalın bir dil kullanılmıĢ, bu nedenle de çevirileri övgü almıĢtır. Çevirmenin baĢlıca amaçları edebiyat eserlerinde kullanılan dili sadeleĢtirmek, daha geniĢ bir okur kitlesine hitap etmek ve edebiyat çoğuldizgesindeki polisiye romanların sayısını artırmaktır. Zira Hasan Bedreddin on dört yıl içerisinde telif eserleri hariçotuz üç çeviri eser yayımlamıĢtır. Sonuç olarak Hasan Bedreddin‘in hem kendi adı hem de takma adı ile piyasada tanınan bir çevirmen olduğunu, bu tanınırlığın katkısıyla erek edebiyat dizgesindeki polisiye romanların sayısını artırdığınıve de erek edebiyat ve kültür dizgesini yönlendirdiğini söylemek mümkündür. Kaynakça Allain, Marcel. (1337-1340 [1921-1924]). AĢk-ı Menfûr. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. _______. (1337-1340 [1921-1924]). Fecr-i Sevdâ. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. _______. (1337-1340 [1921-1924]). Ölü Çehre. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. _______. (1337-1340 [1921-1924]). Sevda Yalanları. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. _______. (1337-1340 [1921-1924]). Yırtıcı Kadın. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. _______. 1925. Melekler – Ġblisler. Müt. Hasan Bedreddin. C. 1. Ġstanbul: Resimli Ay Matbaası. _______. 1926. Melekler – Ġblisler. Müt. Hasan Bedreddin. C. 2. Ġstanbul: TeĢebbüs Matbaası. 301 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Berk, Özlem. (2004). TranslationandWesternisation in Turkey: fromthe 1840s tothe 1980s. Ġstanbul: Ege Yayınları. Bojuvan, Jules. (1328 [1912]). Cinayet Yuvası yahud Kanlı Lokanta. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Necm-i Ġstikbâl Matbaası. Boutet, Frederic. (1923). Öksüz Kız. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. Bozkurt, Eshâbil. (2014). ―1908-1928 Yılları Arasında Batı Dillerinden Osmanlı Türkçesine Çevrilen Romanlarda Mukaddime Geleneği‖. YayımlanmamıĢ Doktora Tezi. Ġstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi. Corci Zeydan. (1339-1342 [1923-1926]). Abbâse. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. Doyle, Arthur Conan. (1332 [1916]). Her Sene Bir Ġnci yahudĠttifâk-ı Murabba. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Sabah Matbaası. _______. (1921). Mukavva Kutu. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mahmud Bey Matbaası. Dumas, Alexandre. (1328 [1912]). Kraliçenin Gerdanlığı. (Müt. Süleyman Tevfik elHüseynî). Ġstanbul: Tevhid-i Anâsır Matbaası. Even-Zohar, Itamar. (1979). ―PolysystemTheory‖.PoeticsToday, S 11(1). s. 9-26. ______.(2000). ―ThePosition of TranslatedLiteratureWithintheLiterarySystem‖.TheTranslationStudies Reader, (ed. L. Venuti), Londonand New York: Routledge, s. 192-197. Feval, Paul. (1918). Londra Esrarı. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Necm-i Ġstikbâl Matbaası. _______. (1338-1340 [1922-1924]). ġeytanın Oğlu. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. Foley, Charles. (1922). Ölgün Sular Faciası. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: AkĢam TeĢebbüs Matbaası. Gastyne, Jules de. (1339-1342 [1923-1926]). Zavallı Kızlar. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. Goethe. (1329 [1913]). Minyon. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası. _______. (1332 [1916]). Minyonun Düğünü. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası. Hugo, Victor. (1297-1330 [1880-1914]). Sefiller. (Müt. ġ. Sâmi - Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası – Ġstanbul: Kanaat Matbaası. 302 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Karadağ, AyĢe Banu. (2013). ―Tanzimat Dönemi‘nden Ġkinci MeĢrutiyet Dönemi‘ne Kadın Çevirmenlerin Çeviri Tarihimizdeki ‗DiĢil‘ Ġzleri‖. Humanitas Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi. S 2 (Güz 2013), s. 105-126. Kellerman, Bernhard. (1334 [1918]). Tünel. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Tanin Matbaası. Kerman, Zeynep. (1978). 1862-1910 Yılları Arasında Victor Hugo‘dan Türkçeye Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir AraĢtırma. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Leblanc, Maurice. (1926). Arsen Lüpen‘in SergüzeĢtleri. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Vatan Matbaası. Leroux, Gaston. (1920). ÇalınmıĢ Gönül. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Keteon Matbaası. _______. (1338-1340 [1922-1924]). AteĢler Ġçinde. (Müt. Hasan Bedreddin - Süleyman Tevfik). Ġstanbul: Evkaf Matbaası. Louys, Pierre. (1922). Kadın ve Kukla. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: AkĢam TeĢebbüs Matbaası. Özege, M. Seyfeddin. (1971). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 1. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1973). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 2. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1975). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 3. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1977). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 4. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. _______. (1979). Eski Harflerle BasılmıĢ Türkçe Eserler Kataloğu. c. 5. Ġstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. Prevost, Abbe. (1339 [1923]). Manon Lesko. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. Rene, Gaston. (1329 [1913]). Kızıl Maskenin Esrarı. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Kader Matbaası. Seingalt, Casanova de. (1922). Kazanova‘nın SergüzeĢtleri. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: AkĢam Matbaası. Sevük, Ġsmail Habib. (1941). Avrupa Edebiyatı ve Biz: Garpten Tercümeler. c. 2. Ġstanbul: Remzi Kitabevi. 303 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Unat, Faik ReĢit. (1940). Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu. Ankara. UĢaklıgil, Halit Ziya. (1987). Kırk Yıl. (Haz. ġemsettin Kutlu). Ġstanbul: Ġnkılâp Kitabevi. Ülken, Hilmi Ziya. (2011). UyanıĢ Devirlerinde Tercümenin Rolü. Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları. Üyepazarcı, Erol. (2008). Korkmayınız Mister SherlockHolmes! Türkiye‘de Polisiye Romanın 125 Yıllık Öyküsü (1881-2006). c. 1-2. Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık. Vermeer, Hans J. (2000). ―SkoposandCommission in Translational Action‖.TheTranslationStudies Reader, (ed. L. Venuti). 2. bs. Londonand New York: Routledge. s. 227-238. Verne, Jules. (1308 [1890]). Kaptan Hatras‘ın Seyahati. (Müt. Ahmed Ġhsan [Tokgöz] Mazhar). Ġstanbul: Âlem Matbaası. (…) (1329 [1913]). Bizans. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Mihran Matbaası. (…) (1918). Saf ve Hain. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Sabah Matbaası. (…) (1923). Sevda Müsabakası. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. (…) (1339 [1923]). Bin Bir Gün Mehlika Sultan. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. (…) (1339-1341 [1923-1925]). Bin Bir Gün Ferahnaz Sultan. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Orhaniye Matbaası. (…) (1343 [1924]). Güzel Rita. (Müt. Bedia Servet - Hasan Bedreddin). Ġstanbul: ġems Matbaası. (…) (1926). Canlı Ġğne. (Müt. Hasan Bedreddin). Ġstanbul: Resimli Ay Matbaası. 304 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ROMANYA EĞĠTĠM SĠSTEMĠNDE AZINLIKLAR VE TÜRK DĠLĠ VE EDEBĠYATI ÖĞRETĠMĠ Esin YAĞMUR ġAHĠN Erhan ÇELĠK ÖZET Bu çalıĢma, Romanya eğitim sistemi içinde azınlıklara verilen haklardan yola çıkarak Romanya‘da yaĢayan Türk azınlığın eğitimini ve eğitim kurumlarını, tarihi ve bugünü ile ortaya koymaya yönelik kuramsal bir araĢtırmadır. AraĢtırmada ―doküman tarama‖ deseni kullanılarak konu ile ilgili kaynaklar taranmıĢ ve elde edilen bilgiler belirli bir sistem ile orta koyulmuĢtur. Öncelikle Romanya‘nın coğrafi, tarihi; demografik, siyasi ve idari yapısı ele alınmıĢ ve Romanya‘da yaĢayan azınlıklardan bahsedilmiĢtir. Romanya‘da yaĢayan azınlıklar içinde Türk azınlığın tarihi ve Ģu anki durumu hakkında bilgiler verilmiĢtir. Romanya eğitim sistemi hakkında genel bilgiler verildikten sonra Romanya‘da yaĢayan Türk azınlığın eğitim durumu ve eğitim kurumları tarihi bir süreç içinde ele alınarak bugünkü durum belirlenmeye çalıĢılmıĢtır. Sonuç bölüme Türk azınlığın eğitimi ile ilgili sorunlar tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu sorunların Ģu ana baĢlıklar altında toplandığı görülmüĢtür: Öğretim materyallerinden kaynaklanan sorunlar, öğrencilerden kaynaklanan sorunlar, öğretmenden kaynaklanan sorunlar. TartıĢma bölümünde ise bu sorunların çözümüne yönelik öneriler dile getirilmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Romanya, Eğitim Sistemi, Türkçe Öğretimi. Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, esinsahin25@gmail.com Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yabancı Dil Olarak Türkçenin Öğretimi Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, ecelik17@gmail.com 305 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 MINORITIES IN ROMANIAN EDUCATION SYSTEM AND TURKISH LANGUAGE AND LITERATURE TEACHING Abstract With regard to rights given to minorities in Romanian education system, this study was framed theoretically to reveal some issues in accordance with education to Turkish minorities in Romania, educational environments, history, and current states. Document analysis was adopted for this study. Accordingly, the related sources were reviewed and the results were presented systematically. At first, the geographical, historical, demographical, political, and fundamental conditions of Romania were dealt and the minorities in Romania were mentioned. In addition, the current case and histories of Turkish minorities in Romania were revealed. Upon revealing Romanian educational system in general, the educational conditions and institutions of Turkish minorities in Romania were tried to reveal to up-to-date in a historical process. As a conclusion, the educational problems faced by Turkish minorities were revealed. These problems were labelled in these sub-titles as follows: the problems arising from teaching materials, students, and teachers. In discussion section of the study, the suggestions were given for solving these problems. Keywords: Romania, System of Education, Teaching Turkish. 1. GiriĢ Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun Balkanlardan çekilmesiyle ana yurttan uzak kalan soydaĢlarımızın ana yurt ile bağlarının kopmadan sürdürülmesi soydaĢlarımızın bu topraklardaki varlıklarının devamı açısından hayati bir öneme haizdir. Kültürün yaĢatılması ve gelecek nesillere aktarılması dil ile mümkün olmaktadır. Bu topraklarda Türk dilinin yaĢatılması, Türk kültürünün de yaĢatılması ile doğru orantılıdır. Balkanlarda yaĢayan 306 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 soydaĢlarımızın Türkçeyi yaĢatmak ve yeni nesillere öğretmek açısından takdire Ģayan gayretlerine Ģahit olmaktayız. Ancak, Türk dilinin öğretimi konusunda tecrübe ve kaynak eksikliğinin yanı sıra ana yurtla iliĢkilerin uzun bir süre sekteye uğramıĢ olmasından dolayı bu topraklarda Türkçenin öğretimi ile ilgili sorunlar bulunduğu da bir gerçektir. Balkanlarda soydaĢlarımızın yaĢadığı ülkelerden biri de Romanya‘dır. Türk nüfusunun özellikle AĢağı Tuna‘da Dobruca bölgesinde yoğunlaĢtığını görmekteyiz. Özellikle 1989 Devriminden sonra değiĢen Romanya Anayasasında azınlıklara çeĢitli alanlarda yeni haklar tanınmıĢtır. Bu haklardan belki de en önemlisi azınlıklara ana dilde eğitim hakkının verilmiĢ olmasıdır. Bu çerçevede Romanya‘da yaĢayan soydaĢlarımız tarafından da Türkçenin öğretimi alanında önemli adımlar atılmıĢtır. Bu çalıĢmada Romanya‘da yaĢayan soydaĢlarımızın ana dili eğitimindeki hâlihazırdaki durumu belirlenmeye çalıĢılmıĢ, ana dili eğitimindeki sorunlar tespit edilmiĢ ve sorunların çözümüne yönelik önerilerde bulunulmuĢtur. 1.1. Yöntem Bu çalıĢmanın amacı, Romanya eğitim sistemi hakkında bilgi vererek eğitim sistemi içinde Türkçe öğretiminin yerini belirlemek ve Türkçe öğretiminin sorunlarını tespit ederek bu sorunların çözümü için önerilerde bulunmaktır. Bu araĢtırma kuramsal bir çalıĢmadır. Rumen eğitim sistemi ve Rumen eğitim sistemi içinde azınlıkların ve Türk azınlığın Türkçe eğitim durumu doküman taraması yöntemi ile ortaya konulmuĢtur. AraĢtırma soruları Ģunlardır: Romanya eğitim sistemi nasıldır? Romanya eğitim sistemi içinde azınlıkların durumu nedir? Romanya eğitim sistemi içinde Türk azınlığın Türkçe eğitimi nasıldır? Hangi eğitim kurumları aracılığı ile yürütülmektedir? Romanya‘da yaĢayan Türk azınlığın Türkçe eğitiminde karĢılaĢtığı temel sorunlar nelerdir? 1.2. Romanya‟nın Coğrafi, Tarihi, Demografik, Siyasi ve Ġdari Yapısı Tarihte birbiriyle sıkı iliĢkiler içinde yaĢamıĢ milletlerin baĢında Türkler ve Rumenler gelmektedir. Rumen Devlet adamı Nicolae Titilescu‘nun Balkan Paktının imzalandığı gün sarf ettiği Ģu sözler Türk-Rumen iliĢkilerinin dünü, bugünü ve yarını için ebedi bir mesaj 307 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 niteliği taĢımaktadır: ―Rumen ulusunun en sadık dostu Türk ulusudur. Romanya ile Türkiye‘nin samimi ve faal dostlukları ebedi olmalı.‖(Alpat, t.y.) Ġlkçağ göçlerinden itibaren baĢlayan Türk-Romen iliĢkileri, özellikle Osmanlı Devleti zamanında en üste seviyesine ulaĢarak -çeĢitli sebeplerle kesintiye uğramıĢ olsa bilezamanımıza kadar devam etmiĢtir (Genelkurmay BaĢkanlığı, 2006). Karadeniz komĢumuz olan Romanya Avrupa‘nın güney doğusunda, Balkan yarımadasının kuzeyinde bulunmaktadır. Kuzeyinde Ukrayna ve Moldova, batısında Macaristan ve Sırbistan, güneyinde ise Bulgaristan yer almaktadır. Yüzölçümü 238.391 km2 olan Romanya‘nın doğusunda Karadeniz bulunmaktadır (Avcı, 2008). Romanya‘nın Ankara Büyükelçiliği resmi internet sayfasından alınan bilgide yaklaĢık 21 milyon olan Romanya nüfusunun 12 milyonunun yurt dıĢında çalıĢtığı belirtilmektedir (Romanya‘ya genel bakıĢ, t.y.). Ülkenin yüzey Ģekillerinde iki önemli etmenden bahsetmek mümkündür. Birisi kuzey-güney doğrultusunda uzanan Doğu Karpatlar, diğeri de Romanya içindeki uzunluğu 1075 kilometreyi bulan Tuna nehridir. Doğu Karpatların batısı, Macarca ―ormanın ötesi‖ anlamında Erdely, Rumence Ardeal, Türkçesiyle Erdel adıyla bilinir. Ġklim bakımından Romanya ılıman iklimden karasal iklime geçiĢ noktasındadır. Avrupa‘nın en önemli bitki alanlarına sahip olan Romanya‘nın %28 kadarı ormanlarla kaplıdır (Avcı, 2008). Avrupa‘nın en uzun nehri olan Tuna, Romanya topraklarından Karadeniz‘e kavuĢmaktadır. Kollarıyla birlikte Tuna, ülke ekonomisine sulama, ulaĢım ve balıkçılık gibi alanlarda katkıda bulunmaktadır. Ülke ekonomisi tarım, metalürji, makine ve ulaĢım araçları, kimya ve petrol ürünleri, ağaç ve kâğıt, gıda ve dokumacılık üzerinedir (Avcı, 2008). En büyük liman kenti Türk nüfusun yoğun olarak yaĢadığı Köstence (Constanta)‘dir. ÇauĢescu döneminde Çernovoda (Boğazköy) Ģehri ile Köstence arasına yapılan kanal ile Tuna ile Karadeniz arasındaki mesafede 400 kilometrelik bir kısalma olmuĢ; 1992‘de Almanya‘da açılan Main-Tuna kanalı ile birlikte Karadeniz, Kuzey denizine bağlanmıĢtır (Avcı, 2008). Batı Avrupa ülkelerine yakınlığı ve bu ülkelere ulaĢan transit yolları barındırması ve Karadeniz‘e kıyısı bulunması Romanya‘nın coğrafi avantajlarını oluĢturmaktadır (Bozkurt, 2008). Tarihi M.Ö. 5500 yıllarına kadar uzanan Romanya‘nın ilk yerleĢimcileri Hamangia ve Cucuteni kültürleri olmuĢtur. M.Ö. III. binyıldan itibaren Hint-Avrupa kavimleri; I. binyılda 308 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ġskitler, Yunanlılar ve Keltler; M.Ö. I. yüzyılda Traklar ve Daklar bölgede hakim olmuĢlardır. Roma Ġmparatorluğu döneminde Roma hâkimiyetine girmiĢ olan Romanya‘da yaĢayan halklar RomalılaĢtırılmıĢ ve yeni bir etnik yapı oluĢturulmuĢtur. Yeni oluĢturulan etnik yapıya Roma vatandaĢı anlamına gelen ―Roman‖ adı verilmiĢtir. X-XIII. yüzyıllarda Peçenek-Kuman, XIII-XIV. yüzyıllarda Moğol-Tatar hâkimiyetlerinin ardından XIV. yüzyılda Boğdan (Moldova) ve Eflak (Valahia) voyvodalıkları kurulmuĢtur. 1462 yılından itibaren ise bölgeye Osmanlı Devleti hâkim olmuĢtur. Transilvanya, 1699 Karlofça AntlaĢmasına, Boğdan-Eflak ise 1878 Berlin Konferansına kadar Osmanlı idaresinde kalmıĢtır. Bir prenslik olan Romanya‘da 1881‘de krallık kuruldu. II. Dünya SavaĢında Almanya ve Rusya‘nın anlaĢması ile 1940 yılında bugünkü Romanya devletinin temelleri atılmıĢ, 1947‘de ise Romanya Komünist Halk Cumhuriyeti kurulmuĢtur. 1967‘de iktidarı ele geçiren ÇauĢesku, 1989 devrimiyle iktidardan uzaklaĢtırıldı ve idam edildi. Bu tarih Romanya için bir dönüm tarihi olmuĢ, demokratik hayata geçilmiĢtir (Maxim, 2008). Romanya 1955 yılında BirleĢmiĢ Milletlere, 2004‘te NATO‘ya, 2007 yılında ise Avrupa Birliği‘ne üye olmuĢtur (Romanya‘ya genel bakıĢ, t.y.). Türkiye, Romanya‘nın NATO‘ya girmesinde destek veren ülkelerin baĢında gelmiĢtir. Bölgede ortak çıkarların bulunduğu gerçeğinden yola çıkan bu destek siyasal alanda da etkisini göstermiĢ ve 1989 devrimi sonrasında Romanya‘yı ziyaret eden ikinci devlet baĢkanı dönemin Türkiye Cumhuriyeti CumhurbaĢkanı olan Turgut Özal olmuĢtur (ArkeĢ, 2005). Bozkurt (2008)‘un bildirdiğine göre Romanya‘nın etnik yapısı Ģu Ģekildedir: ETNĠK UNSUR ORAN Romen % 89,4 Macar % 7,1 RRoman % 1,8 Alman % 0,5 Ukraynalı % 0,3 Rus % 0,2 Türk-Tatar % 0,2 Slovak % 0,1 Bulgar % 0,1 Diğerleri % 0,3 309 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yine Bozkurt (2008)‘un verdiği bilgilere göre dinsel dağılım Ģu Ģeklidedir: DĠN ORANI Ortodoks % 86,8 Katolik % 5,0 Protestan % 3,5 Müslüman % 0,2 Diğerleri % 4,5 Dilsel dağılım ise Ģu Ģekildedir: DĠL ORANI Resmi dil/Rumence % 89 Macarca % 7,7 Almanca % 1,5 Diğerleri % 0,9 Romanya nüfus artıĢ hızı bakımından binde -0,252 ile dünya 212‘ncisidir. Özellikle dıĢ göçler sebebiyle nüfus günden güne azalmaktadır. (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.) 1992 sayım sonuçlarına baktığımızda Türk-Tatar nüfusunun 29.533‘ü Türk, 24.649‘unun Tatar olmak üzere toplam 54.182 olduğunu görmekteyiz (Bozkurt, 2008). 2011 yılına ait nüfus sayımı sonuçlarına göre Romanya‘da 28.226 Oğuz, 20.464 Tatar Türkü olmak üzere 48.690 Türk nüfusu yaĢamaktadır. Bu sayı 2002 sayımında 56.733 olarak tespit edilmiĢti (Türbedar, 2012). Bugün 80.000 civarında Türk-Tatar nüfusundan bahsedilen Romanya‘da DıĢiĢleri Bakanlığının 2009 verilerine göre 9.364 resmi oturum sahibi Türk vatandaĢı bulunmaktadır (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.). Romanya Türk Demokrat Birliği BaĢkanı Prof. Dr. Ġbram Nurettin‘in ―Romanya Türkleri‖ adlı makalesinde bu rakamın 15 bini bulduğu söylenmektedir (akt. Bozkurt, 2008). Cumhuriyet sistemi ile yönetilen Romanya‘da parlamento 137 üyeli Senato ve 334 üyeli Milletvekili Meclisi‘nden (Camera Depultatilor) olușmaktadır. Cumhurbașkanlığı görevini 310 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yürütmekte olan Traian BASESCU 22 Kasım 2009‘da ikinci kez seçilmiș, Bașbakan Emil BOC ise 22 Aralık 2009‘da görevine baĢlamıĢtır (Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı, t.y.). BaĢkent BükreĢ iki milyonun üzerindeki nüfusu ile Avrupa‘nın sayılı büyük kentlerinden biridir. BükreĢ‘ten baĢka 41 vilayet daha bulunmaktadır. Ancak bunların nüfusları 300 binden fazla değildir. Rumenler, diğer Balkan uluslarından farklı bir yapı sergilemektedirler. Bu özelliklerden en baĢ ta geleni Slav uluslarla yan yana yaĢamalarına rağmen SlavlaĢmamıĢ olmalarıdır. Rumenler, Roma döneminde sahip oldukları Lâtin kimliğini daima muhafaza etmiĢler ve uğradıkları akınlara rağmen yabancı unsurlarla karıĢmaksızın varlıklarını devam ettirmeyi baĢarmıĢlardır. XIII. yüzyılda Kiril alfabesini kabul etmiĢ olmalarına rağmen, bu alfabeyi Rumen ulusal hareketi sonrasında terk ederek yüzyıllar sonra tekrar Lâtin alfabesine dönmüĢlerdir (Genelkurmay BaĢkanlığı, 2006). 1.3. Romanya‟da Türkler Romanya Türkleri, batısında ve kuzeyinde Tuna ve Tuna‘nın kolları olan Lom ve Pravadi, güneyinde Teleorman (Deliorman)‘ın yer aldığı Dobruca bölgesinde yaĢamaktadır. II. Balkan SavaĢı‘nın ardından 1913‘te imzalanan BükreĢ AntlaĢması ve 1940 yılında imzalanan Kraiova AnlaĢmaları neticesinde bölgenin güneyi Bulgaristan, kuzeyi ise Romanya topraklarına dahil olmuĢtur (Karpat, 1994). Bölge bulunan pek çok Ģehir ve köy ismi hala Osmanlı döneminden kalma isimleriyle anılmaktadır. Prof. Dr. Tahsin Cemil (1995)‘in de belirttiği gibi Dobruca ―etnik yapılar arası iyi geçinme‖ modeli olarak karĢımızda durmaktadır. Bölgede etnik azınlıklar arasında hiçbir problemle karĢılaĢılmadığı, yüzyıllardır süren bu barıĢ ortamının temelinin bölgede 500 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti olduğu belirtilmektedir. ―Dobruca Modeli‖ olarak adlandırılabilecek bu modelin bütün dünyaya örnek olabilecek nitelikler taĢıdığı bilim insanlarının ortak görüĢüdür (Cemil, 1995). Bakü ve AĢkabat‘ta Romanya Büyükelçiliği görevlerini de yapmıĢ olan Prof. Dr. Tahsin Cemil, Zaman Romania‘da Hayri Gül‘e vermiĢ olduğu mülakatta Romanya‘da yirmiye yakın azınlık bulunduğunu, bunların mecliste temsil edilmiĢ olmasının pek çok problemi önlediğini, bütün azınlıkların mecliste temsil edilmiĢ olmasının Romanya‘nın Avrupa Birliği ve NATO‘ya girmesinde önemli bir rolü olduğunu söylemiĢtir (Gül, 2008). 311 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2. Romanya Eğitim Sistemi Okuma-yazma oranı 2004 verilerine göre % 97.3 olan Romanya‘da resmi eğitim dili Rumencedir. Bunun yanında bütün eğitim düzeylerinde azınlık dilleri ile de eğitim-öğretim yapılabilmektedir. Öğretimi yapılan azınlık dilleri Ģunlardır (Dai, t.y): a. b. c. d. e. f. g. h. Macarca Almanca Sırpça Ukraynaca Çekçe Hırvatça Türkçe Rromani Romanya Anayasasının 32. Maddesinde Romanya‘da eğitimin ücretsiz ve eĢitlikçi bir niteliğe sahip olduğu vurgulanmaktadır. Eğitimin planlanması ve uygulanmasından Romanya Eğitim Bakanlığı (Ministerul Educaŝiei Naŝionale) sorumludur (Education in Romania, t.y.). Öğrencilerin %95‘i finansmanı devlet tarafından sağlanan kamu okullarında öğrenim görmektedir. Özel öğretim ise daha çok üniversite seviyesinde yaygındır (Romanya, 2005). Merkezi teĢkilat olan Eğitim Bakanlığının taĢra teĢkilatlanması baĢında bir müfettiĢin bulunduğu Eğitim MüfettiĢliği aracılığı ile yürütülmektedir. Okul müdürlükleri Eğitim MüfettiĢliğine sorumlu olarak hizmetlerini sürdürmektedir (Romanya, 2005). 2011 verilerine göre Romanya‘da 4.700 okul ve bu okullarda öğrenim gören üç milyondan fazla öğrenci bulunmaktadır (Education in Romania, t.y.). 4+4+4 eğitim sisteminin uygulandığı Romanya‘da mecburi eğitim ve öğretim süresi on yıldır. Lise öğrenimin ilk iki yılı mecburi olup son iki yılı yani 11 ve 12.sınıflar mecburi öğretime dâhil değildir. Öğrenci dilerse son iki sınıfa devam etmeden diploma alabilmekte ancak yüksek öğrenime devam edememektedir. Romanya Eğitim Kanununun 18-23. Maddelerine göre sınıflar ve bu sınıflara kabul edilecek öğrencilerin yaĢları Ģu Ģekildedir (Legea Ġnvătământului, 2009): Okulun Seviyesi Sınıflar YaĢ Seviyesi 312 Mecburiy et BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Anaokulu (Grădinite) - Ġlkokul (Primar) Ortaokul (Gimnaziu) 3-6 1-4 7-10 5-8 Lise (Liceu) Yok 10-14 9-12 Mecburi Mecburi 14-18 9-10 mecburi 3-6 yaĢ grubuna hitap eden anaokullarına (Grădinite) katılım oranı %69 civarındadır. Anaokulları küçük grup (3-4 yaĢ), orta grup (4-5 yaĢ), büyük grup (5-6 yaĢ) ve hazırlık sınıfı (6-7 yaĢ) olarak dört grupta hizmet vermektedir (Education in Romania, t.y.). Anaokullarında eğitim dili Rumence iken 2012 yılında yapılan değiĢikle anaokullarında da azınlık dilleriyle eğitim yapılabilmesi sağlanmıĢtır (ANEXA 1 la O.M.E.C.T.S. nr. 3656 din 29.03.2012). Bu değiĢiklikten sonra biri Mecidiye‘de (Kemal Atatürk Ulusal Koleji Anaokulu) ve diğeri Köstence‘de (Zübeyde Hanım Anaokulu) bulunan iki anaokulunda Rumencenin yanında Türkçe eğitim de yapılmaya baĢlanmıĢtır. Eğitim ve öğretimin ilk on yılı genel eğitim dönemidir ve mecburidir. Lise öğrenimin son iki yılı ise uzmanlık ve mesleki derslerin verildiği bir dönem olup mecburi değildir. Ortaokulu bitirten bir öğrenci liseye devam edebildiği gibi mesleki eğitim veren sanat ve ticaret okullarına (ġcoala Arta Ģi Meserii) da devam edebilir (Romanya, 2005). Bir ders yılı 36 hafta ve iki sömestrden oluĢmaktadır. Dersler Eylül ayının ortasından Haziran ayının ortasına kadar devam etmektedir. Yaz tatilinden baĢka, bir ders yılı içinde biri yılbaĢında (2-3 hafta), biri ġubat ayında (1 hafta), biri de Nisan ayında Paskalya zamanında (1 Hafta) olmak üzere üç tatil dönemi bulunmaktadır (Education in Romania, t.y.). Sınıflar en az 10, en çok 30 öğrenciden oluĢabilmektedir. Ortalama sınıf büyüklüğü 20 öğrenci olarak hesaplanmıĢ olmasına rağmen, genç nüfusun azlığından ve özellikle 2007 yılından itibaren yaĢanan göçlerden dolayı öğrenci sayıları ortalama olarak ancak 13 ila 18 arasında olabilmektedir (Romanya, 2005). Ġlkokulda öğrenci baĢarısı dört kategoride değerlendirilir: Mükemmel (Foarta Bine – FB) Ġyi (Bine – B) Yeterli (Satisfăcător – S) 313 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yetersiz (Nesatisfăcător – N) Ġlkokulda öğrencinin bir üst sınıfa geçebilmesi için derslerin tamamından ―yetersiz‖ üstü not almıĢ olması gerekir. Bir dersten bile ―yetersiz‖ almıĢsa ―yetersiz‖ aldığı derslerden özel bir yetiĢtirme kursuna katılması ve yaz döneminde yapılacak değerlendirmede en az ―yeterli‖ seviyesinde not alması gerekir. Eğer öğrenci yetiĢtirme kursu sonunda yapılan bu sınavdan ―yeterli‖ ve daha üstü bir not alamamıĢ ise öğrenciye sınıf tekrarı yaptırılmaktadır. Ortaokul ve lisede ise (5-12. sınıflar) öğrenci baĢarısı 10‘luk sisteme göre değerlendirilir. Bir dersten baĢarılı sayılmak için dersin ortalamasının en az 5 olması gerekmektedir (Education in Romania, t.y.). Ġlkokulda (1-4. sınıflar) tek öğretmenli sistem uygulanır. Ortaokuldan itibaren dersleri alan öğretmenleri vermeye baĢlar. Her sınıfın bir de rehber öğretmeni (driginte) bulunmaktadır. 4.sınıfı bitiren bir öğrenci doğrudan ortaokula geçmiĢ sayılır. Ortaokul 8.sınıfta öğrenciler ulusal test (Testarea Naŝională) sınavına girerler. Bu sınavda Rumen Dili ve Edebiyatı ile Matematik konularından oluĢan sorular yer almaktadır. Sınavlar klasik usulle yapılmakta ve 1-10 arasında değerlendirilmektedir. Öğrencilerin diploma notunun %50‘si ile ulusal testte aldığı notun %50‘si bir üst öğretimde hangi okula gideceklerinin belirlenmesinde kullanılır. Öğrenciler internet üzerinden okul tercihinde bulunurlar ve puanlarına göre ya bir liseye (Liceu) ya da bir sanat ve ticaret okuluna (ġcoala Arta Ģi Meserii) devam etmeye hak kazanır. Lise öğreniminin birinci kademesini (9 ve 10. sınıf) bitiren bir öğrenci mezuniyet sertifikası ve transkrip belgesi almaya hak kazınır. Lise öğreniminin ikinci kademesi mecburi değildir (Education in Romania, t.y.). Bu kademeye kadar ders kitapları devlet tarafından sağlanırken, mecburi olmayan 11 ve 12. sınıflarda ise ders kitaplarını öğrenciler kendi imkânları ile temin etmektedirler (Romanya, 2005). Lise 12. sınıf öğrencileri için final sınavları (examen de bacalaureat) yapılmaktadır. Bu sınavları baĢarı ile geçen öğrenciler diploma (diploma de bacalaureat) almaya hak kazanırlar. Bu diploma olmadan üniversitelerin yaptıkları sınavlara baĢvurmak mümkün değildir. Bakalorya sınavlarında baĢarılı olamayan öğrenciler için de bir lise bitirme diploması (certificat de absolvire) verilir. Bakalorya sınavında Ģu derslerden ayrı ayrı sınav yapılır: 314 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sınav A1 (Proba A1): Romen Dili ve Edebiyat Sözlü Sınavı: Öğrenci kura ile bir soru çeker ve 10 dakikalık bir düĢünme süresi sonunda sözlü sınava katılır. Sınav C1 (Proba C1): Azınlık Dilleri Sözlü Sınavı: Sınav A1‘deki kurallara uygun olarak yapılan sözlü sınavıdır. Sınav B (Proba B): Yabancı Dil Sözlü Sınavı: Ġngilizce, Almanca, Fransızca, Ġtalyanca, Ġspanyolca ve Rusça dillerinden birinden yapılır. Öğrenci okumaanlama ve konuĢma becerilerine yönelik iki soruyu kura ile belirler ve 15 dakikalık düĢünme süresinden sonra sözlü sınava katılır. Sınav A2 (Proba A2): Romen Dili ve Edebiyatı Yazılı Sınavı: 10-20 sorudan oluĢan klasik bir sınavdır. Sınav 100 varyant olarak hazırlanır ve internet üzerinden sorular ilan edilir. Sınav sabahı çekilen kura ile bir varyant sınavda kullanılır. Sınav 2 veya 3 saat olarak uygulanır. Sınav C2 (Proba C2): Azınlık Dilleri Yazılı Sınavı: Sınav A2‘deki kurallara uygun olarak bir azınlık dilinde yapılan sınavdır. Sınav D (Proba D): Zorunlu Akademik Alanlar Sınavı: Sınavda Matematik ve seçmeli olarak Tarih veya Coğrafya derslerinden birinden gelen sorular cevaplanır. Sınav E (Proba E): Seçmeli Dersler Sınavı: Bu sınavda öğrencinin aldığı programa göre seçmeli olarak okuduğu derslerden (Fizik, Kimya, Biyoloji, Bilgisayar, Muhasebe, Teknik Alanlar vb.) sorular sorulmaktadır. Sınav F (Proba F): Diğer Dersler Sınavı: Beden Eğitimi gibi uygulamalı dersler Felsefe, Din gibi sosyal bilimlerle ilgili derslerden yapılan uygulamalı veya yazılı sınavlardır. Öğrencinin baĢarısı her bir sınav türü için 10‘luk sistemle ve 0.01 hassasiyetle ölçülmektedir. Ortak cevap anahtarı kullanılarak değerlendirilen sınav kâğıtlarında isimler kapalı olarak iki değerlendirici tarafından puanlanır ve iki değerlendiricinin puanlarının ortalaması alınır. Bakalorya sınavlarından baĢarılı olmak için her bir sınavdan 5 ve 5‘in üzerinde bir puan alınmıĢ olması ve bütün sınavların ortalamasının en az 6.00 olması gerekmektedir. Öğrenci, Romen Dili ve Edebiyatı sınavı hariç diğer sınavları kendi ana dilinde talep edebilmektedir (Education in Romania, t.y.). Türk Dili ve Edebiyatı dersinden Sınav C1 sözlü ve Sınav C2 yazılı sınavları yapılmaktadır. 315 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Romanya‘da yükseköğrenim alanlara bağlı olarak 3 veya 4 yıl sürmektedir. Yüksek lisans, yine alanına göre 1 veya 2 yıl; doktora ise 3 yıl sürmektedir. Uzun süreli eğitim gerektiren alanlarda (tıp vb.) ise eğitim 5-6 yıl sürebilmektedir. (Romanya, 2005) Azınlık okullarında ana dili (limba materna) dersleri eğitim programı içinde zorunlu dersler arasında yer almaktadır. Azınlık okulu statüsünde olmayan ancak öğrencilerinden bir kısmı azınlıklardan oluĢan okullarda 10 kiĢilik sınıflar oluĢturulmak Ģartı ile seçmeli olarak ana dili dersi açılabilmektedir. Köstence Mecidiye‘de T.C. Milli Eğitim Bakanlığı ve Rumen Milli Eğitim Bakanlığınca ortak bir protokol ile kurulmuĢ olan yarı azınlık okulu statüsündeki Kemal Atatürk Ulusal Koleji‘nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri zorunlu ders olarak okutulmakta; diğer 10 öğrencilik gruplar kurulabilen okullarda ise Türk Dili ve Edebiyatı dersi seçmeli olarak hafta 3 saat okutulmaktadır. Müslüman Türk azınlığın öğrencileri Türk Dili ve Edebiyatı dersi haricinde Din derslerini de Türkçe olarak okumaktadır. Mecidiye‘de bulunan Kemal Atatürk Ulusal Koleji‘nde lise programlarından birinin Teoloji programı olmasından dolayı bu bölümde okutulan Siyer, Temel Dini Bilgiler, Kuran-ı Kerim, Dini Musiki, Arapça gibi dersler yine Türkçe olarak okutulmaktadır. Bunlardan baĢka yukarıda geçtiği üzere iki anaokulunda dersler Türkçe olarak iĢlenebilmektedir. 3. Romanya‟da Türkçe Öğretiminin Tarihi ve Bugünü Türkçe, Orta Asya‘dan Balkanlar‘a kadar geniĢ bir coğrafyada anadili olarak konuĢulan bir dildir. Türkçenin konuĢulduğu coğrafyalardan birisi de Romanya‘dır. Romanya Türklerinin bir kısmı Dobruca bölgesinde Acıca, Tuzla, Mecidiye, Galati, Mangalia, Cernavoda gibi farklı Ģehirlerde yaĢamlarını sürdürürken, büyük çoğunluğu ise Köstence (%85) ve Tulça‘da (%12) bulunmaktadır (Bozkurt, 2008). Romanya‘da Ortodoksluğu kabul etmiĢ az sayıda Gagavuz Türkü de Moldova bölgesinde yaĢamlarını sürdürmektedir. 2011 yılına ait nüfus sayımı sonuçlarına göre Romanya‘da 28.226 Oğuz, 20.464 Tatar Türkü olmak üzere 48.690 Türk nüfusu yaĢamaktadır (Türbedar, 2012). Romanya‘da yaĢayan Türkler bu bölgeye iki yoldan gelmiĢlerdir. Birincisi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde nüfus politikası gereğince Anadolu‘dan getirilen Türkler; diğeri de çeĢitli zamanlarda Kırım‘dan göç eden Kırım Tatarlarıdır. 316 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1989 yılında Romanya‘nın demokrasiye geçmesiyle birlikte baĢta Rumen halkı olmak üzere bölgede yaĢayan Türkler de rahat nefes aldılar. Eski özgürlüklerine yeniden kavuĢtular. Bugün yaklaĢık 80.000 kadar Türk‘ün yaĢadığı Romanya‘da yasalar çerçevesinde her türlü kültürel, dini ve eğitim faaliyetleri yapılmaktadır (Aksu, 2005). Her Ģeyden önce Romanya Anayasası‘nın 6. maddesinde azınlıkların kendi etnik, kültürel, dilsel ve dini kimliklerini korumaları ve geliĢtirmeleri doğrultusunda hak ve güvence tanındı. 32. maddede ise azınlıkların kendi dillerini öğrenebilecekleri ve kanunların öngördüğü çerçevede anadilde eğitim görebilecekleri vurgulandı (Türbedar, 2012). Rumen Eğitim Bakanlığında 2 Ekim 1991 tarih ve 7642 Sayılı Kanunla azınlıkların eğitimi ile ilgili bir Genel Müdürlük kurulmuĢtur. Aynı kanun gereği 1992-1993 öğretim yılından itibaren ilkokul 5.sınıftan 12.sınıfa kadar, tüm azınlık okullarında olduğu gibi, Türkçe dersleri de haftada üç saatlik bir ―anadili dersi‖ uygulaması çerçevesinde eğitim sistemi içinde yer almaya baĢlamıĢtır. Bu dersler isteğe bağlı olarak yapılmaktadır (Önal, 1994). Romanya Türklerinin Romanya‘daki ilk eğitim kurumları Babadağ Medresesi‘dir. Babadağ Medresesi Gazi Ali PaĢa tarafından 1610 yılında kurulmuĢtur. Dobruca, Rumen idaresine girdikten sonra, bu medresenin devamı niteliğindeki ―Seminerul Musulman‖ (Müslüman Semineri) Mektebi 1877-1889 yılları arasında kapalı kaldı. Babadağ‘da bulunan bu mederese, Türk ahalinin buradan göç etmesi ve nüfusun azaması nedeniyle 1901‘de Mecidiye kasabasına taĢındı (Önal, 1997). 1967 yılında ise medrese öğrenci yokluğundan kapanmıĢtır. Romanya demokrasiye geçtikten sonra 1992 yılında Nikolae Balcescu Lisesi bünyesinde yeniden eğitime baĢlanmıĢtır. 13 Temmuz 1995‘te imzalanan Türk-Romen Protokolü gereğince, okul 19951996 Eğitim ve Öğretim yılında ―Pedagoji ve Ġlahiyat Lisesi‖ olarak kendi binasında öğretime baĢlamıĢtır. Okulun adı 2001 yılında değiĢtirilerek bugünkü ismiyle Colegiul National Kemal Ataturk (Kemal Atatürk Ulusal Koleji) olmuĢtur. 2013-2014 Eğitim ve Öğretim yılı itibarıyla, okulda Milli Eğitim Bakanlığınca görevlendirilen 1 Müdür Yardımcısı, 1 Sınıf Öğretmeni, 1 Türkçe Öğretmeni, 2 Edebiyat Öğretmeni, 3 Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni,1 Müzik Öğretmeni ve 1 Anaokulu Öğretmeni olmak üzere toplam 10 personel görev yapmaktadır. Bütün sınıflarda haftada 4 saat Türkçe, 1 saat Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi ve Müzik Dersi Türkçe olarak okutulmaktadır. Teoloji bölümünde ise Türkiye‘de uygulanan Ġmam 317 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hatip programı esas alınarak yapılan ve Rumen Eğitim Bakanlığı tarafından kabul edilen müfredat uygulanmaktadır. 2007-2008 Eğitim ve Öğretim yılından itibaren okulun lise kısmına Hıristiyan Rumen öğrenciler de alınmakta olup, bu öğrencilere de haftada 4 saat yabancı dil olarak Türkçe öğretimi yapılmaktadır. BükreĢ Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi ile Köstence Ovidius Üniversitesi nezdinde Türkoloji bölümleri bulunmaktadır. Bu bölümlerde Türkiye‘den gelen iki okutman görev yapmaktadır. Ayrıca; BükreĢ Üniversitesi Tarih Fakültesi nezdinde de bir Osmanlı AraĢtırmaları Merkezi mevcuttur (Bozkurt, 2008). 5 Eylül 2011 tarihi itibarıyla, biri BükreĢ‘te, diğeri Köstence‘de olmak üzere, Yunus Emre Kültür Enstitüsü de iki Ģubesiyle Türkçe kursları ve kültürel etkinlikleriyle Romanya‘da hizmet vermeye baĢlamıĢtır. Özel Sektör Tarafından AçılmıĢ Olan Türk Okulları 3.1. Devlet giriĢimiyle açılan Mecidiye Kemal Atatürk Ulusal Koleji (Colegiul National Kemal Atatürk)‘nden baĢka Türk giriĢimciler tarafından açılmıĢ özel okullar da Romanya eğitim sistemi içinde önemli bir yere sahiptir. Bunlardan ilki, 1994 yılında kurulan ve anaokulu ve ilköğretim okulu olarak hizmet veren Lumina Eğitim Kurumları (Lumina Institutii de Invatamant SA.)‘dır. Lise düzeyinde eğitim veren ve Lumina Eğitim kurumları bünyesinde kurulan Köstence Uluslararası Bilgisayar Lisesi (Liceul International de Informatica la Constanta) ve BükreĢ Uluslararası Okulu (International School of Bucharest) ise 1995 yılında eğitim öğretime baĢladı. Bu liselerde, Rumen eğitim müfredatındaki bilimsel dersler (Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, Bilgisayar) Ġngilizce olarak iĢlenmektedir. 2003 yılında Köstence Uluslararası Bilgisayar Lisesi (Liceul International de Informatica la Constanta) ve BükreĢ Uluslararası Okulu (International School of Bucharest) bünyelerinde Scoala Spectrum adı altında anaokulu ve ilköğretim okulları da açıldı. 2010 yılı Lumina Eğitim kurumları için bir atılım yılı oldu ve TimiĢoara, Cluj, ĠaĢi ve PloieĢti Ģehirlerinde Scola Specrum‘un birer Ģubesi açıldı. Yine 2010 yılında Lumina Eğitim Kurumları bünyesinde Lumina Üniversitesi (Universitatea Lumina) kuruldu. Üniversite iki fakülteden oluĢmaktadır. Bu fakülteler ve fakültelerde eğitim veren bölümler Ģu Ģekildedir: Ekonomi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi 318 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 1. ĠĢletme Yönetimi 2. Uluslararası ĠliĢkiler ve Avrupa Birliği Mühendislik Fakültesi 1. Telekomünikasyon Teknolojileri ve Sistemleri 2. Bilgi Teknolojisi (Lumina Institutii de Invatamant SA, t.y) Eğitim müfredatı uygun olmadığı için adı geçen okullarda ders programı içinde zorunlu olarak Türkçe dersi okutulmamaktadır. Türkçe öğretimi, ders dıĢı faaliyetler veya kulüp faaliyetleri Ģeklinde normal programın dıĢında yapılmaktadır. 4. Romanya‟da Türkçe Öğretiminde KarĢılaĢılan Sorunlar Öğretim Materyallerinden Kaynaklanan Sorunlar 4.1. Romanya ilk ve ortaokullarında ders materyali olarak kullanılmak üzere Romanya Eğitim Bakanlığı tarafından basılan kitaplar kullanılmaktadır. Bu kitaplar ve yazarları Ģunlardır: Alfabe, Naile VeliĢa-Leman Ali, Editura Didactica Pedagogica, Galati, 2011 Türkçe Ders Kitabı II, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura Didactica Pedagogica, Galati, 2011 Türkçe Ders Kitabı III, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2000 Türkçe Ders Kitabı IV, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, EdituraDidacticaPedagogica, BucureĢti, 1998 Türkçe Ders Kitabı V, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2000 Türkçe Ders Kitabı VI, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2004 Türkçe Ders Kitabı VII, Ali Cafer Ahmet Naci – Mustafa Ali Mehmet, Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 1999 Türkçe Ders Kitabı VIII, Ulgean Ene Memedemin, Belghıuzar Buliga Cartali, Editura Didactica Pedagogica, BucureĢti, 2005 319 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kitapların son kısımlarında belirtildiğine göre, kitaplar ―hazırlanırken T.C. okul kitaplarından ve Balkan Türklerine ait eserlerden‖ yararlanılmıĢtır. Bazı metinlerin ise Rumen edebiyatından Türkçeye çevrilmiĢ metinler olduğu görülmektedir. AraĢtırmacı bu kitaplardaki dil ve imla hataları üzerine bir çalıĢma yapmaktadır. Kitaplarda pek çok noktalama, imla yanlıĢlıkları ile anlatım bozuklukları tespit edilmiĢtir. Bu yanlıĢlıklardan bazıları aĢağıdaki gibidir. Iftar topu vuruldu. (I,50) Dün gece bir kâbus geçirdim. (I, 94) [kâbus gördüm] Beyaz kraliçe çaresiz esire düĢtü. (I, 98) [esir düĢtü] Sofra Ģeftaliile dopdoludur. (I, 51) Elleri ile bir topu usul usul vurdu. (I, 78) [topa] Her zaman meĢrubat ta olur. (I, 52) Bizim mutfak beslenme malzemeleri ile dopdoludur. (I, 52) Bora neĢesiz kovanlara bakar. (I, 56) Sonra çimenler üstünde Türkçe‘den ders çalıĢtık. (I, 83) Kırlangıç yavruları çekirdekleri tane tane yiyediler. (I, 97) Satranç oyunun sonucu nedir? (I, 99) Kalil, iki ok al! (I, 14) Sevinç ablasının sözleri hep aklinda çünkü. (I, 82) [aklında] Yagmur igneden korkuyor ve çigliklar atıordu. (I, 86) Binlerce bilmeceler bilir. (I, 79) [Binlerce bilmece] Bak Murat, sen Ģu metini oku. (I, 40) Bu evi resime al! (I, 60) Naralar atarak öbek öbek ateĢler atladılar, su serpiĢtiler. (I, 72) [ateĢlerden] Keloğlan Ģehir duvarında bir ilân asılı görmüĢ. (I, 93) [asılı bir ilan] Kitaplarda kullanılan bazı metinlerdeki kelimelerin yaĢayan Türkçe kelimeler olmadığı görülmektedir. Bazan, çok büyük mersin balıkları tutulup kârhanelere getirilir. (V, 68) Havada bulunan hamz-ı karbon, ince tabaka halinde yere düĢtü… (V, 93) Bakalım ayine-i devran ne suret gösterir. (VI, 81) Bunlar da değiĢmelere tabi tutulurlar. (VI, 83) 320 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Temin edilen levazımdan bir büyük kısmı da beĢ tane battal mektep sırasıydı. (VI, 97) Siyah gemilerle yüklü, pek çok asar-ı atika. (VI, 137) Adeta tahkir sayılır. (IV, 160) Ufak tefek tebeddüllerden baĢka hayatın münferit cereyanı sabahleyin… (VIII, 31) Ameliyatı elbette herkesten daha baĢka bir Ģefkat ve ihtimam ile yapardı. Rumen edebiyatından yapılan çevirilerin baĢarılı çeviriler olmadığı görülmektedir. Buna aĢağıdaki örnekleri verebiliriz: Annenin öldüğünü mü istiyorsun? (VI, 103) Sağ gözünün altına sert bir vuruĢ kazandı. (VI, 104) Annesi, gülümseyerek, ―ver‖ diye, göz kuyruğu ile iĢaret etti. (VI, 105) On yaĢlarında bir çocuk; ismi Petrika‘dır. (VI, 164) Pavel çoban, kulağını çevirerek dikkatle dinledi ve: (VI, 164) Bu yıl da sınıfta kalmaması için, büyük annesi, annesi ve Mitsa teyzesi, Goe‘yi BükreĢ‘e götürmeye söz vermiĢlerdi. (VII, 139) Kitaplardaki dil bilgisi bölümlerinde de bilgi hatalarına rastlanmaktadır. Tespit edilen hatalardan bazıları Ģunlardır: ―Cins isim‖ terimi yerine ―ortak isim‖ kelimesi kullanılmıĢtır. Rumencesi ―substantiv comun‖ olan terimin tercüme mantığı ile kullanıldığını görüyoruz (comun: ortak). (V, 36) ―Edat‖ terimi yerine ―kelime parçaları‖ denmektedir. BaĢka bir yerde ise ―kelime parçaları‖ ifadesinin ―ek‖ terimi yerine kullanıldığını görüyoruz. (V, 46) ―Bağlaç‖ yerine ―bağlam‖ ifadesi kullanılmıĢtır. (V, 47) Tamlama eki olan ―-in/-nin‖ isim hal ekleri içinde gösterilmiĢtir. (V, 56) Sıfat çeĢitlerinden bahsedilirken literatürde hiç bulunmayan bir sıfattan bahsedilmiĢtir: ―Ġlgi Sıfatları: Varlıkların karĢılıklı ilgilerini gösteren sıfatlara ilgi sıfatları denir. Bunlar, benzerlik, yer, zaman, sayı v.s. belirtirler. Meselâ: Dünkü gazete, dört ev gibi.‖ (V, 74) Bazı metinlerin ise ders ortamında iĢlenemeyecek derecede uzun oldukları görülmektedir. 5. Sınıf kitabına alınan masal örneği ek metinle beraber 21; 6. Sınıf kitabında masal konusuna 321 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 örnek olarak alınan metin 12, halk hikâyesine örnek olarak alınan metin ise 9 sayfa tutmaktadır. Kitapların metin ve dil bilgisi ağırlıklı olduğu görülmektedir. ÇağdaĢ öğretim yöntemlerine yönelik ve öğrencinin becerilerini artıracak uygulamalara yer verilmemiĢ, metin ile ilgili birkaç soru sorularak ders iĢleniĢi öğretmenin kiĢisel çabalarına bırakılmıĢtır. Ders kitaplarının öğretmen kılavuz kitaplarının da olmaması nedeniyle ders iĢleniĢinde birliktelik sağlanması mümkün olmamaktadır. 4.2. Öğrencilerden Kaynaklanan Sorunlar Öğrencilerden kaynaklanan sorunların en baĢında Türkçe derslerine olan ilgi eksikliği gelmektedir. Kemal Atatürk Ulusal Koleji hariç diğer okullarda Türkçe derslerinin seçmeli ders niteliğinde olması ve dersin herhangi bir not ile değerlendirilmemesi bu ilgi eksikliğinin en büyük nedenleridir. Ayrıca seçmeli ders statüsünden dolayı dersler normal ders saatleri içinde değil dersler bittikten sonra yapılmaktadır. Bazı yerlerde (Tulça vb.) aynı okuldan 10 öğrencilik gruplar oluĢturulamamasından dolayı farklı okullardan gruplar oluĢturulmakta, bu nedenle dersler hafta sonları yapılabilmektedir. Her iki halde de ders saati dıĢında yapılan bu faaliyetlere öğrencilerin katılmak istemedikleri görülmektedir. Bütün bunlara rağmen, bölgesel ve ulusal çapta yapılan Türkçe olimpiyatları Türkçe derslerine olan ilgiyi baĢarılı öğrenciler açısından artırmaktadır. Bunun sebebi olimpiyatlar neticesinde yurt dıĢı seyahatlerinin de içinde bulunduğu hatırı sayılır ödüller verilmesidir. 4.3. Öğretmenlerden Kaynaklanan Sorunlar Romanya‘da Türkçe öğretmeni olarak görev yapan öğretmenlerin büyük çoğunluğu Kemal Atatürk Ulusal Koleji Pedagoji Bölümü mezunlarından oluĢmaktadır. Türkiye‘de Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi görmüĢ öğretmen sayısı azdır. Lise mezunlarının pedagojik formasyon açısından yeterli düzeyde olmadıkları görülmektedir. Türkçe dersi öğretmenlerinin kadro problemi de bulunmaktadır. Öğretmenler sözleĢmeli öğretmen statüsünde bir yıllığına görev alabilmektedirler. Ders baĢına ücret aldıkları için ücretleri de tatmin edici nitelikten uzaktır. Bütün bu zorluklara rağmen Türkçe sevdalısı öğretmenlerin takdir edilecek hizmetlere imza attıkları da bir gerçektir. 322 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 5. Sonuç ve Öneriler Romanya‘da Türkçe eğitiminin kökleri 1610 yılına kadar uzanmaktadır. Kesintilerle devam eden bu süreç 1989 Devrimi ile ortaya çıkan özgürlük ortamında tekrar gündeme gelmiĢ ve aradan geçen yirmi beĢ yıllık dönem içinde çeĢitli aĢamalardan geçerek günümüzde istenen seviyede olmasa da belli bir aĢama kaydetmiĢtir. Bu çalıĢmada bu süreç gözler önüne serilmiĢ ve Romanya‘da Türkçe öğretiminin temel sorunlarına değinilmiĢtir. Bu sorunların üç ana baĢlık altında toplandığı görülmektedir. Bu sorunların çözümüne yönelik öneriler ise Ģunlardır: Öğretim materyalleri ile ilgili olarak: Ders kitaplarındaki imla yanlıĢlıkları Türkiye Türkçesi imla kurallarına göre düzeltilmelidir. Metinlerdeki dil sadeleĢtirilmeli, yaĢayan Türkçe kelimeler kullanılmalıdır. Dil bilgisi konuları Türkiye Türkçesi dil bilgisi konularına göre ele alınmalı, konu anlatımında Türkiye Türkçesin dil bilgisi konularında kullanılan ortak terimler kullanılmalıdır. Uzun metinler kısaltılmalıdır. Metinlere uygulamaya yönelik etkinlikler eklenmeli. Öğretimde birliğin sağlanması için öğretmen kılavuz kitabı hazırlanmalıdır. Kitap hazırlamada Türkiye‘den uzman desteği alınmasının da yararlı olacağı düĢünülmektedir. Öğrencilerden kaynaklanan sorunlarla ilgili olarak: Öğrencilerde Türkçeyi öğrenme konusunda bilinç oluĢturmak için önlemler alınmalı. ÇeĢitli yarıĢmalar düzenleyerek öğrenciler özendirilmeli. Tatillerde Türkiye gezileri düzenleyerek öğrencilerin ana yurtla manevi bağlar kurmaları sağlanmalı. Öğretmenlerden kaynaklanan sorunlarla ilgili olarak: Öğretmenlerin kadro güvenceleri sağlanmalı. Lise mezunlarının üniversiteyi Türkiye‘de ve özellikle Türk Dili alanlarında okumaları için özendirici önlemler alınmalı. 323 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mevcut öğretmenlerin Türkiye‘de uzman öğretmenlerin vereceği hizmetiçi seminerleriyle yeterlikleri artırılmalı. Öğretmenlere, Romanya‘da görevli imamlara yapıldığı gibi maddi destek verilmeli. BaĢarılı öğretmenler ödüllendirilmeli. Kaynakça Aksu, A. (2005). Romanya Türklerinde Kültürel Durum ve Mektep ve Aile Mecmuası, Cumhuriyet Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, IX (1), 11-27 Alpat, M. F. (t.y.). Atatürk Döneminde Türk Romen ĠliĢkileri. Ġ. Ü. Nasrattınoğlu ve S. Türkoğlu (Ed.). II. Uluslar arası Romanya‘da Türk Kültürünün Ġzleri Sempozyumu Bildiriler. (57-61), Romanya Demokrat Türk Birliği. ArkeĢ, K. E. (2005). 1990 Sonrası Türkiye Romanya ĠliĢkileri. YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Ġstanbul Avcı, S. (2008). Romanya. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c. 35, 167168). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi Bozkurt, G. S. (2008). GeçmiĢten Günümüze Romanya‘da Türk Varlığı. Karadeniz AraĢtırmaları. , 5 (17), 1-31 Cemil, T. (1995). Romen Türk Dostluğunun Tarihi Temelleri. Yeni Türkiye, (3), 302-304. Dai, A. (t.y). Avrupa Birliği Ülkelerinde Eğitim Romanya. 21.12.2013 tarihinde www.egitim.aku.edu.tr/romanya.ppt adresinden ulaĢıldı. Education in Romania (t.y.). 21.12.2013 tarihinde en.wikipedia.org/wiki/Education_in_ Romania adresinden ulaĢıldı. Genelkurmay BaĢkanlığı (2006). Tarihte Türk Rumen ĠliĢkileri. Ankara: Genelkurmay AtaĢe ve Denetleme BaĢkanlığı Yayınları Gül, H. (15 Nisan 2008). Romanya‘nın AB ve NATO‘ya giriĢinde azınlıklara tanıdığı hakların büyük etkisi oldu. Zaman Romania. 9 Kasım 2013 tarihinde 324 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 http://www.zaman.ro/ro/newsDetail_getNewsById.action;jsessionid=D55AF074F71 A9CB34F4DDE7D0057D46E.node1?sectionId=162&newsId=4372 adresinden eriĢildi. Karpat, K. H. (1994). Dobruca. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c. 9, 482-486). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi Legea Ġnvătământului (2009). Romanya Eğitim Kanunu. 21.12.2013 tarihinde http://www.edu.ro/index.php/articles/c21 adresinden ulaĢıldı. Lumina Institutii de Invatamant SA (t.y), 07 Nisan 2014 tarihinde http://www.bucuresti.spectrum.ro/index.php?option=com_content&view=article&id =68&Itemid=41 adresinden ulaĢıldı. Maxim, M. (2008). Romanya Tarihi. Türkiye Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi içinde (c. 35, 168-172). Ġstanbul: TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret ĠĢletmesi Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı (t.y.). Romanya Ülke Raporu. 9 Kasım 2013 tarihinde http://www.oka.org.tr/ContentDownload/Romanya.pdf adresinden eriĢildi. Önal, M. N. (1997). Romanya Türklerinin Günümüz Edebiyatı. Türk Dünyası Dil Edebiyat Dergisi, (4), 15-39 Önal, M. N. (1994). Romanya Türklerine BakıĢ, Türk Dünyası AraĢtırmaları. (93), 177-190 Romanya (2005). Avrupa‘daki Eğitim Sistemleri Üzerine Özet Bilgiler. 21.12.2013 tarihinde maol.meb.gov.tr/html_files/ulkeler/Romania%20(TR).doc adresinden ulaĢıldı. Romanya‘ya genel bakıĢ. (t.y.), 29 Ekim 2013 tarihinde http://ankara.mae.ro/tr/romania/1311 adresinden eriĢildi. Türbedar, E. (2012). Romanya Türkleri, Türkmeneli ĠĢbirliği ve Kültür Vakfı Avrasya Ġncelemeleri Merkezi, 8 Kasım 2013 tarihinde http://www.avim.org.tr/degerlendirmetekli.php?makaleid=5673 adresinden eriĢildi. 325 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GÖSTERGEBĠLĠMSEL YÖNTEMLE BĠR MASAL ÇÖZÜMLEMESĠ: “ALTIN ARABA” MASALI ÖRNEĞĠ Esra KÜLAH ÖZET Dil ve edebiyat alanında olduğu kadar resimden sinemaya, mimariden antropolojiye kadar birçok farklı alanda da uygulama alanı geniĢleyen göstergebilim, kuramsal yaklaĢımlar dilbilimin yöntemleriyle metin çözümlemelerinde farklı bakıĢ açıları ortaya koyar. Yazın eleĢtirisi ve metin incelemelerinde iĢlevsel açıdan yaklaĢan göstergebilim, anlamın metin içinde nasıl oluĢtuğu ve nasıl iletildiği ile ilgilenir. Göstergebilimsel yaklaĢımla ele alınan metin çözümlemelerinde birtakım araçlardan yararlanılır. Algirdas Julien Greimas tarafından geliĢtirilen Eyleyenler Modeli de bunlardan biridir. Bu çözümleme yönteminde, metindeki anlam evreninin oluĢumunu ortaya koymak amacıyla aĢamalı bir süreç izlenir. Bu yazıda Greimas‘ın geliĢtirdiği Eyleyenler Modeli‘nden yararlanılarak Naki Tezel‘in Türk Masalları adlı eserindeki ―Altın Araba‖ adlı masalı çözümlenmiĢtir. Çözümleme sürecinde öncelikle metin belirli ölçütlerle kesitlere ayrılmıĢ; sonrasında bu kesitler söylemsel, anlatısal ve mantıksal-anlamsal düzeylerde çözümlenerek metnin derin yapısına ulaĢmak amaçlanmıĢtır. Anahtar Sözcükler: Göstergebilimsel Çözümleme, Eyleyenler Modeli, Masal, Anlam. AN ANALYSIS OF A TALE WITH SEMIOLOGICAL METHOD: AN EXAMPLE OF A TALE “ALTIN ARABA” Abstract Semiotics, which has expanding field of application in such different areas as cinema, art, architecture and anthropology as well as language and literature, suggests different point of ArĢ. Gör. (Mersin Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü). 326 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 view for textual analysis by using theoretical approaches and methods of linguistics. Seimotics, which approach literary criticism and textual analysis as functional, deals with how meaning is formed and conveyed in the text. There are some tools for textual analysis which is examined by semiotic approach. The Actantial Model, developed by Algirdas Julien Greimas, is one of them. In this analysis method, in order to reveal the formation of universe of meaning, a gradual process is followed. In this article, the tale called ―Altın Araba‖, which is in the book of Naki Tezel called ―Türk Masalları‖, is analyzed. In the process of analysis first, the text is divided into sections with specific criteria, then is aimed to reach the deep structure of the text by analysing these sections at the levels of discursive, narrative and logical-semantic. Key Words: Semiological Analysis, Actantial Model, Tale, Meaning. 1. GiriĢ Göstergebilim (Ġng. semiotics, Fr. sémiotique), inceleme konusu olarak dilsel ve dil–dıĢı tüm göstergeleri ele alır. Ferdinand de Saussure (1857-1913) ve Charles Sanders Peirce (18391914) tarafından yapılan çalıĢmalarla konumu daha da belirginleĢen göstergebilim, kuramsal yaklaĢımları ve önerdiği çözümleme araçlarıyla birçok farklı alanda da kendine yer edinmiĢtir. Göstergebilimsel metin çözümlemeleri, metinden hareketle yüzey yapıdan derin yapıya doğru bir süreç izleyerek metnin anlam evrenini ortaya koymayı amaçlar. Yazın yapıtlarında anlam evreninin araĢtırılması yapıtın içerdiği kendine özgü dünyada insanların, nesnelerin, olguların ve durumların içerik ve iĢlevlerinin aralarında kurulan bağıntılardan oluĢan dizgenin ortaya konulması olarak açıklanabilir (Yücel, 2007). GeliĢtirilen çeĢitli metin çözümleme araçları, metnin iletisi, yapısı ve anlamını ortaya koymada yardımcıdır. Algirdas Julien Greimas‘ın geliĢtirdiği Eyleyenler Modeli de metnin anlam evrenine ulaĢmaya yardımcı çözümleme araçlarından biridir. Bu modelde çözümlemenin baĢlangıç aĢamasını, anlatı içindeki eyleyenlerin, eyleyenler Ģemasının ve iĢlevlerinin gösterilmesi süreçleri oluĢturur. ―ÇalıĢmalarında Nikiforov, Propp, Lévi–Strauss ve Souria‘nun yöntembilimlerinden yararlanan A. J. Greimas‘ın eyleyenler örnekçesi, hepsinin bir sonucu ve özeti olarak daha tutarlı görünür (Günay, 2002: 61)‖. 327 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Eyleyen terimi, anlatıda eylemin belirttiği oluĢa etken ya da edilgen biçimde katılan varlık ya da nesneye karĢılık gelir (Yücel, 2007). Eyleyenler modeli, metinde anlatıyı oluĢturan altı eyleyenin (Özne, Nesne, Gönderen, Gönderilen, Yardımcı, Engelleyici) varlığından bahseder. Eyleyen kavramı, kiĢi ya da nesne, somut ya da soyut, tekil ya da çoğul olabilir. Bu eyleyenlerin tümü kimi anlatılarda bulunmayabilir ancak herhangi bir anlatının oluĢması için baĢlangıç ve sonuç durumu arasındaki edimi gerçekleĢtirecek bir Öznenin ve anlatıda ulaĢılmak istenen öğe olan Nesnenin varlığı gerekmektedir. Anlatı izlencelerinde eyleyenler arasındaki iliĢki Ģu Ģekilde ĢemalaĢtırılır: Gönderen Nesne Gönderilen Yardımcı Özne Engelleyici Eyleyenlerin anlatıdaki eylem alanları üç tür eksen etrafında birleĢir: ―iletiĢim ekseni‖; ―isteyim ekseni‖ ve ―güç ekseni‖. Gönderen ile gönderilen arasındaki iliĢki iletiĢim ekseni üzerinde yer alır. Bu eksende gönderen, özneyi değer nesnesine ulaĢması için görevlendirir. Ġsteyim ekseni, özne ile nesne arasındaki iliĢkiyi belirler. BaĢlangıç durumundan bitiĢ durumuna kadar süren anlatı izlencesi boyunca özne, nesneyi arar; onu elde etmeye çalıĢır. Özne, önüne çıkan tüm engelleri aĢarak nesnenin alıcıya ulaĢmasını sağlar (Yücel 2008: 148). Son olarak güç ekseni üzerinde yer alan eyleyenler ise yardımcı ve engelleyici eyleyenleridir. Çözümleme süreci söylemsel düzey, anlatısal düzey ve mantıksal-anlamsal düzey olarak üç aĢamada ele alınır. Bu aĢamalar Ģu Ģekilde açıklanabilir: 1. ―Söylem kiĢilerinin, zamanların ve uzamların bir dil yetisi aracılığıyla nasıl düzenlendiğini, sözgelimi sanatsal, yazınsal bir tasarının söylem aĢamasına nasıl geldiğini araĢtırır. 2. Eyleyenlerin olay örgüsü içindeki iĢlevlerini saptamaya, kiĢilere bağlı bir eylem, olay ve duyguların nasıl düzenlendiğini, bir anlatı izlencesi içinde nasıl eklemlendiğini kavramaya çalıĢır. 328 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 3. Metnin ilk iki düzeyinde belirlenen anlam evreninin temellendiği, kaynaklandığı en soyut, en mantıksal, en derin düzeydeki gücül yapıların neler olduğunu görmeye ve göstermeye yönelir (Rifat, 1996: 27)‖ Anlatıyı göstergebilimsel açıdan çözümlemede metni kesitlere ayırma iĢlemi, çözümleme sürecinin ilk aĢamasını oluĢturur. Kesitleme aĢaması anlatıyı anlam kavĢaklarına ayırmak için kullanılır ve belirli ölçütlere göre yapılır. Basımsal ayrılığa göre kesitleme, zamansal ayrılığa göre kesitleme, uzamsal ayrılığa göre kesitleme bu ölçütlerden bazılarıdır (Rıfat, 2007: 104). Metnin derin yapısındaki temel mantıksal- anlamsal düzeye ulaĢmada aĢamalı bir süreç izlenir. Buna göre öncelikle metnin söylemsel, anlatısal katmanları ele alınarak yüzey yapı çözümlemesi gerçekleĢtirilir. Derin yapıyı oluĢturan anlamsal katmanların çözümlenmesiyle oluĢturulan göstergebilimsel dörtgenle anlamın en soyut aĢamasına ulaĢılır. 2. Ġnceleme Ġncelenen metin yazınsal tür olarak ―masal‖ metnidir. ―Masallarda belirli bir zaman veya mekân unsuru yoktur. Masallar ―vaktiyle, evvel zaman içinde‖ gibi zamanı net bildirmeyen kelimelerle baĢlar. Masalın içerisinde ―Hindistan, Türkistan, Yemen, Çin, Ġstanbul, Mısır, Bağdat, Ġstanbul, Halep‖ gibi gerçek mekân isimleri geçse de olayları doğrudan bu kentlerle iliĢkisi yoktur‖ (Gürel ve diğ. 2007: 45). ―Evvel zaman içinde‖, ―bir gün‖ gibi belirsiz zaman zarflarıyla zaman ve uzamın belirsizliği, –mIĢ‘li geçmiĢ zaman ve üçüncü tekil/çoğul kiĢi adılı kullanımı, dıĢ odaklı bir anlatıcının varlığı vb. özellikler incelenen metnin yazınsal tür olarak ―masal‖ metni olduğunu doğrular niteliktedir. ―Altın Araba‖ adlı masalın çözümlenmesinde olay örgüsünün uzama bağlı olarak değiĢiklik göstermesi bakımından uzamsal olarak kesitlere ayırma yoluna gidilmiĢtir ve metin dört kesite ayrılmıĢtır. Kesitlerin incelenmesi Ģu Ģekildedir: Kesit I: BaĢlangıç Durumu Söylemsel Düzey: Metnin birinci kesiti masalın baĢlangıç bölümünü içerir. Birinci kesitte anlatı kiĢilerini padiĢah (G1) ve vezir (Ö1) oluĢturur. Gönderen (G1), özneyi eksikliğini duyduğu değer nesnesini aramak üzere bir eylemde bulunması için görevlendiren; Gönderilen ise bu eylemden yarar sağlayan eyleyendir. Anlatıda padiĢah (G1), 329 hem BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 gönderici hem gönderilen konumdadır. Anlatı zamanını ―evvel zaman içinde, bir gün‖; anlatı uzamını ise ―saray‖ oluĢturur. ―Söylemsel düzeyde eyleyenler; adları, görünüĢleri, ruhsal durumları, iĢleri, toplumsal durumları vb. ile söyleme inandırıcılık, gerçeklik boyutu katarlar‖ (Kıran ve Kıran, 2007: 185). Metin bu açıdan incelendiğinde G1 ve Ö1 betisel olarak kendi özelliklerini taĢır. G1, ―yöneten‖ ve ―korku verici‖ rolünü üstlenirken, Ö1 ―itaatkâr‖ ve ―hizmetkâr‖ roldedir. Anlatısal Düzey: BaĢlangıç bölümünde ortaya konan temel sorun, masalın genel anlatı izlencesini yansıtır. Anlatı izlencesi, ―BaĢlangıç durumunu sonuç durumuna ulaĢtıran temel dönüĢümün gerçekleĢme süreci ya da daha teknik bir anlatımla bir edim sözcesinin bir durum sözcesini etkileyip yeni bir durum sözcesine dönüĢtürmesi süreci‖ olarak açıklanır (Rıfat, 2007: 41). Anlatı Ģeması olarak da adlandırılan anlatı izlencesi, dört aĢamadan oluĢur: eyletim (manipülasyon), edinç (kompetans), edim (performans) ve yaptırım (sanksiyon). Masalın anlatı izlencesinde eyletim aĢamasını padiĢah (G1) ve vezir (Ö1) arasında yapılan sözleĢme oluĢturur. PadiĢah (G1), veziri (Ö1) çağırır ve vereceği bir lira ile bir koç almasını söyler. Kırk gün içinde koçun etinden et, derisinden kürk ister. Ancak verdiği lirayı geri, koçu da canlı olarak istemektedir. Ġsteği gerçekleĢtirilmediği takdirde Ö1‘i ölümle tehdit eder. Böylece Nesnenin (N1) varlığı belirir. ―Nesnenin ne olduğu düz anlam katına aittir, iĢlevi ise kahramanın yollara düĢmesini sağlayacak, bulunması gereken, eksikliği duyulan bir nesne olmasıdır‖ (Akerson, 2005: 137). Buna göre Vezir‘in (Ö1) padiĢaha karĢı değer nesnesi yaĢamıdır (N1). Vezir, baĢlangıç durumunda değer nesnesinden ayrı olmasa da (Ö1∩N1) bu durumun sürekliliği onun kontrolünde değildir. YaĢaması padiĢahın (G1) isteğini yerine getirmesine bağlıdır. Özne (Ö1), ortaya çıkan soruna çözüm bulmaya çalıĢır. Ancak G1‘in isteğini gerçekleĢtirmesi imkânsız görünür. Burada soyut özellikteki eyleyen Engelleyici (E1) ortaya çıkar. Sonuç olarak birinci kesitin eyleyenler Ģeması Ģu Ģekilde gösterilebilir: ġekil 1. Birinci Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından) : Gönderen (PadiĢah) Nesne Gönderilen (YaĢam) (PadiĢah) 330 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yardımcı Özne Ø Engelleyici (Vezir) (Ġmkânsızlık) BaĢlangıçta Ö1, söz konusu edimi gerçekleĢtirebilecek güçten yoksunken; G1 güç sahibi ve yöneten durumdadır. Toplumsal durumda birinci kesitin anlatısal düzeyinde karĢıt iliĢki yöneten- yönetilen olarak belirir. Toplumsal Durum Yöneten Yönetilen Kesit II: Çözüm Arama Durumu Söylemsel Düzey: BaĢlangıç kesitinde çözüm bulamayan Ö1, değer nesnesine ulaĢmak için çaba sarf eder (edim evresi) ve uzak ülkelere yola çıkmaya karar verir. Zaman ve uzam değiĢir; saray→ orman; zaman →―Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ…‖ Ģekline döner. Söylemsel düzeyde izlencenin öznesi olan Ö1, ―çaresiz‖ olarak betimlenir. Anlatı kiĢilerine yeni bir eyleyen eklenir: Y1 (çiftçi). Bundan sonraki süreçte Ö1 ve Y1‘in birlikteliği söz konusudur (Ö1∩Y1). Birlikte yola devam eden Ö1 ile Y1, aralarında anlaĢmaya çalıĢır ancak Y1, Ö1‘in ne demek istediğini anlayamaz. Bunun üzerine Ö1‘i yalnız bırakır ve tek baĢına köye döner (Ö1UY1). Bu kesitte uzam köye döner; zaman ise o günün akĢamıdır (―AkĢam olduğu için çiftçi biraz sonra akĢam yemeğine oturmuĢ.‖). Anlatı izlencesine yeni eyleyen eklenir: Y2 (küçük kız). Böylece kesitteki anlatı kiĢilerini çiftçi, küçük kız ve adı geçen vezir oluĢturur. Y1 ve Y2‘nin bu kesitteki görünümleri Ö1‘den daha belirgindir. Y2, gördüğü Ö1‘i merak eder ve kim olduğunu sorar. Olanları anlatan çiftçi (Y1), küçük kızdan (Y2) doğru cevabı öğrenir. Bu durum, izleksel olarak Y2‘nin zeki ve yetenekli olduğunu gösterir. Anlatısal Düzey: Y1, Ö1‘e giderek demek istediklerini anladığını iletir. Ancak Ö1 asıl cevabı bulanın baĢkası olduğunu düĢünmektedir. Ö1‘in ısrarı üzerine Y1 cevabı kimin söylediğini itiraf eder. Doğru cevabı öğrenen Ö1, kendisine yardım edebileceğini düĢünerek Y2 ile görüĢmek ister. ġekil 2. Ġkinci Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından): 331 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gönderen Nesne (PadiĢah) Gönderilen (YaĢam) Yardımcı (PadiĢah) Özne (Küçük kız) Engelleyici (Vezir) Ġmkânsızlık Kesit III: BaĢarı Durumu Söylemsel Düzey: Bu kesitte anlatı kiĢilerini vezir (Ö1), küçük kız (Y2) ve çiftçi (Y1) oluĢturur. Ö1 aslında sorunu kendisi çözebilecek güçte değildir. Bu nedenle Ö1 sorununa çözüm bulmak için Y1‘den Y2‘yi getirmesini ister. Y2‘ye çaresiz bir Ģekilde sorununu anlatır. Y2, çözümün çok basit olduğunu söyler. Buna göre Ö1 ile Y2 arasındaki karĢıt iliĢki duygusal durum bağlamında ele alınan anlam ekseninde Ö1 ―çaresiz‖, Y2 ise ―kararlı‖ olarak gösterilir: Duygusal Durum Çaresiz (vezir) Kararlı (küçük kız) Anlatısal düzey: Küçük kız (Y2), vezire (Ö1) yapması gerekenleri söyler. Verilen cevapla Engelleyici eyleyen (E1) ortadan kalkmıĢ olur. Böylelikle Ö1, değer nesnesine (N1) kavuĢmuĢ olarak anlatı izlencesini tamamlar [AĠ = (Ö1 ∩ N → Ö ∩ N]. ġekil 3. Üçüncü Kesitin Eyleyenler ġeması (Vezir açısından): Gönderen (PadiĢah) Nesne Gönderilen (YaĢam) (PadiĢah) 332 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yardımcı Özne (Küçük kız) Engelleyici (Vezir) Ø Ö1, Nesnesine (N1) kavuĢur ve cezalandırılmaktan kurtulur (yaptırım evresi). Ancak olay örgüsü tamamlanmaz. G1 (padiĢah) cevabı bulan küçük kızı (Y2) görmek ister. Y2 burada yardımcı eyleyen özelliğinden özne (Ö2) eyleyenine dönüĢür. Küçük kızın ne kadar akıllı olduğunu görmek isteyen padiĢah (G1), istediklerini yapmaması durumunda küçük kızı (Ö2) zindana atacağını söyler. Bundan sonraki aĢamada küçük kız (Ö2) değer nesnesi olan özgürlüğüne (N2) kavuĢmaya çalıĢacaktır. Kesit IV: BitiĢ Durumu Söylemsel Düzey: Uzam saraya dönüĢür. Zaman ise net değildir. Eyleyenlere bakıldığında, izleksel olarak aĢağıdaki rollere sahip oldukları görülür: Eyleyenler PadiĢah (G1) Vezir (Ö1) Küçük kız (Ö2) Çiftçi (Y1) Ġzleksel Roller ―yöneten‖ ―itaatkâr‖ ―zeki ve cesur‖ ―bilgisiz‖ Anlatısal Düzey: BaĢlangıçtaki G1 (padiĢah), Ö2‘yi (küçük kız) merak eder ve saraya çağırır. Ö2‘nin konumu burada daha belirginleĢir. G1, baĢlangıç kesitinde olduğu gibi gerçekleĢtirilmesi imkânsız bir istekte bulunur. Özne‘yi yani Ö2‘yi değer nesnesini aramak için görevlendiren ve bu eylemden yarar sağlayan olarak padiĢah, yine gönderen ve gönderilen konumundadır. Ö2‘nin değer nesnesi olan ―özgürlüğe kavuĢma‖ isteği soyuttur. Ö2‘nin değer nesnesine ulaĢmasındaki engelleyici (E1) ilk kesitte olduğu gibi yine ―imkânsızlık‖ olarak görünür ġekil 4. Dördüncü Kesitin Eyleyenler ġeması (Küçük kız açısından): Gönderen Nesne (PadiĢah) (Özgürlük) Gönderilen (PadiĢah) 333 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yardımcı Özne Engelleyici (Küçük kız) Ø Derin Yapı: Mantıksal- Anlamsal Düzey Mantıksal- anlamsal düzey, eyleyenler modelinde anlam evreninin en soyut halini yansıtır. Metnin yüzeyde görülmeyen kavramlar, bağıntılar ve dönüĢümler derin yapıda gösterilir ―Greimas‘a göre, derin yapıyı oluĢturan da, aslında insanın bireysel ve toplumsal varoluĢ sorunlarıdır. Bu varoluĢ değerleri ve biçimleri, derin yapının bileĢenlerini oluĢturur. Bu bileĢenler de ancak mantıkla açıklanabilir ya da baĢka bir deyiĢle, bunlar mantığın kendi bileĢenleridir. Mantığın bileĢenleri, yaĢamdaki temel karĢıtlıklardan oluĢurlar ve en derin yapıda yer alırlar‖ (Akerson, 2005: 148). ―Derin yapı, söylemi oluĢturan dilsel ya da dilsel olmayan sözdizimsel ve göstergebilimsel düzenlemeleri ortaya koyar. Bu aĢamada terimler arasında hem birbirine karĢıt hem birbirini tamamlayan, hem de birbiriyle çeliĢen terimler bulunur‖ (Kıran, 2013:118). Toplumsala iliĢkin karĢıtlık: /yöneten/ ve /yönetilen/. Bireysele iliĢkin karĢıtlık: /yetenekli/ ve /yeteneksiz/, /genç/ ve /yaĢlı/, /yaĢam/ ve /ölüm/, /çaresiz/ ve /kararlı/. Ġncelenen masalda temel dönüĢüm çaresizlik / baĢarı karĢıtlığı üzerine kuruludur. Özne (Ö1), çaresizlikten baĢarıya doğru bir dönüĢüm süreci izler. /baĢarı/ /çaresizlik/ (gerçekleĢtirilmesi imkânsız istek) (zekâ ile doğru cevaba ulaĢma) a1 a2 /baĢarı yokluğu/ /çaresizlik yokluğu/ 1 2 334 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 (çözüm bulmak için çaba sarf etme) Anlatı, ortaya konan temel bir sorun ile baĢlar (a1). Özne, soruna çözüm bulmak için mücadele eder ( 1) ve baĢarıya ulaĢılmasıyla anlatı sona erer (a2). Göstergebilimsel dörtgendeki kavramlar arasında karĢıtlık, çeliĢkinlik, içerme gibi temel mantıksal anlamsal iliĢkiler yer alır. KarĢıtlık bağıntısı yaĢam/ölüm, zayıf/güçlü, güzel/çirkin gibi aynı anlambilimsel eksende yer alıp birbirlerini zorunlu bir Ģekilde varsayan karĢıt iki terim arasında; çeliĢiklik bağıntısı ise olma/olmama, yaĢama/yaĢamama gibi uzlaĢmaz terimler arasında; içerme bağıntısı ise iyi/kötü olmayan, kötü/iyi olmayan gibi aynı düzlemde yer alan terimler arasında kurulur (Yücel 2008: 137). Masalın baĢlangıcı ile sonucu arasındaki fark ve anlam iliĢkileri göstergebilimsel dörtgenle Ģu Ģekilde gösterilebilir: Göstergebilimsel Dörtgen: /sorun/ /çözüm/ a1 a2 2 /çözüm yokluğu/ 1 /sorun yokluğu/ Göstergebilimsel dörtgen sorun-çözüm karĢıtlığını yansıtır. Anlatıda her zaman çözülmesi gereken bir sorun ortaya konur. Anlatı kiĢileri, çözüme ulaĢmak için mücadele eder ve baĢarıya ulaĢır. 3. Sonuç ―Altın Araba‖ masalı, göstergebilimsel çözümleme ile incelendiğinde tipik bir anlatısal metin özelliği yansıtır. Eyleyenler kendi rollerinin tüm özelliklerini taĢır (padiĢah: ―yöneten‖, vezir: ―itaatkâr‖ vb.) Anlatı izlencelerinin tüm evreleri gerçekleĢir. Özne, 335 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 baĢlangıç durumu ve sonuç durumu arasında edim sözcesini gerçekleĢtirir ve bu iki durumun farklı özellikte olmasını sağlar. Anlatı izlencesini içeren düzeyler genel olarak incelendiğinde özne baĢlangıçta nesneden ayrı değildir ancak kaybetme olasılığı ile karĢı karĢıyadır ve yardımcı eyleyenle (Y1) ile birlikte (Ö1UY1) nesneye (N1) ulaĢmaya çalıĢır. Edim evresiyle nesneyi elde eden özne, anlatı izlencesini tamamlamıĢ olur (Ö1∩N). Anlatıyı oluĢturan durum ve dönüĢümlere bakıldığında sorunlara çözüm bulmanın genç ya da yaĢlı olmaktan bağımsız olduğu gerçeği ortaya çıkar. Masalın baĢlangıcında çözülmesi imkânsız gibi görünen temel sorun, zekâ ve yetenekle çözülmüĢ olur. Son yıllarda farklı alanlarda da yaygınlık kazanan göstergebilimsel çözümleme, çeĢitli araçlar kullanarak metinde verilen iletiyi bulmaya çalıĢır. Metindeki iletinin örtük olarak verildiği yazınsal yapıtlar üzerine göstergebilim ıĢığında yapılan çözümlemeler, Türk edebiyatının zengin örneklerinin anlamsal derinliklerini göstermede katkı sağlar. Kaynakça Akerson, E.Fatma (2005). Göstergebilime GiriĢ. Ġstanbul: Multilingual Yabancı Dil Yayınları. Greimas, Algirdas Julien (1983). Du Sens II: Essais Sémiotiques, Paris: Edition du Seuil. Günay, V.Doğan (2002). Göstergebilim Yazıları. Ġstanbul: Multilingual Yabancı Dil Yayınları. Gürel, Z. ġahbaz, N.K. ve Temizyürek, F. (2007). Çocuk Edebiyatı. Ankara: Öncü Kitap. Kıran, Zeynel ve Kıran AyĢe (2007). Yazınsal Okuma Süreçleri, Ankara: Seçkin Yayınları. Kıran, AyĢe Eziler (2013). Yazınsal Göstergebilim ve EleĢtiri. (EleĢtiri Kuramları) EskiĢehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Rifat, Mehmet (1996). Göstergebilimcinin Kitabı, Ġstanbul: Düzlem Yayınları. Rifat, Mehmet (2007). Homo Semioticus ve Genel Göstergebilim Sorunları, Ġstanbul: YKY Yayınları Tezel, Naki (2001). Türk Masalları 2. Ġstanbul: MEB Yayınları. 336 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Yücel, Tahsin (2007). EleĢtiri Kuramları, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları. Yücel, Tahsin (2008). Yapısalcılık, 2. Baskı, Ġstanbul: Can Sanat Yayınları. Ekler Ek 1: ALTIN ARABA Bir varmıĢ, bir yokmuĢ… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, sinek berber iken, ben babamın beĢiğini tıngır mıngır sallarken bir padiĢah varmıĢ. PadiĢah bir gün vezirini çağırarak demiĢ ki: -Al Ģu bir lirayı. Bununla bana bir koç alacaksın! Bu koçun etinden et, derisinden kürk isterim. Verdiğim lirayı geri, koçu da diri isterim. Sana kırk gün izin. Söylediklerim yapılmazsa, kırk birinci günü boynun cellâda vereceğim… Vezir doğru odasına gitmiĢ. BaĢını elleri arasına alarak kara kara düĢünmeye baĢlamıĢ. PadiĢahın isteklerini yerine nasıl getirsin? Güç, hem de çok güç bir iĢ bu. Sabaha kadar düĢünen vezir, hiçbir yol, bir çare bulamamıĢ. Bunun üzerine, uzak ülkelere geziye çıkmaya karar vermiĢ. Belki bir yol bulurum diye… Hemen hazırlanmıĢ. Gün ıĢırken kimseciklere görünmeden saraydan ayrılmıĢ, yola düĢmüĢ. Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ, bir de arkasına bakmıĢ ki, bir karıĢçık yol gitmiĢ. BaĢlamıĢ gene yürümeye… Çok geçmeden bir çiftçiye rastlamıĢ. Selam verdikten sonra demiĢ ki: -Çok yorgunum. Uzun zamandır yürüyorum. Ayaklarımda kuvvet kalmadı. ġu yokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı. Oradan köye kadar da ben seni taĢırım. Çiftçi, bu tanımadığı adamın sözlerine aldırmamıĢ bile… Hiç konuĢmadan yürümeye devam etmiĢler. Biraz sonra önlerine bir orman çıkmıĢ. Vezir, çiftçiye bu sefer de: -Gel bu ormana tek girelim, çift çıkalım! Ha, ne dersin? Çiftçi bu sözlere de karĢılık vermemiĢ. Gene yürümüĢler, yürümüĢler. Çok geçmeden bir evin önüne gelmiĢler. Kapıda bir kız duruyormuĢ. O zaman çiftçi konuĢmuĢ: 337 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 -ĠĢte, demiĢ, benim evim burası. Vezir eve Ģöyle bir baktıktan sonra: -Evin güzel ama ahbap, demiĢ, dümeni eğri. Çiftçi bu sözlerden bir Ģey anlamamıĢ. Canı da sıkılmıĢ. Vezire cevap vermemiĢ. Yüzüne bakmadan evden içeri girmiĢ. Vezir sokak ortasında yalnız kalmıĢ. Çaresiz gidip köy odasını bulmuĢ, oraya misafir olmuĢ. AkĢam olduğu için çiftçi biraz sonra akĢam yemeğine oturmuĢ. Yemek sırasında çiftçinin on üç yaĢındaki kızı, babasına sormuĢ: -Baba, bugün seninle beraber köye kadar gelen sakallı amca kimdi? Babası: -Tanımıyorum kızım, demiĢ, bugün ona yolda rastladım. Bana birçok Ģeyler söyledi. Hiçbir dediğini anlamadım, cevap da vermedim. Kızın merakı artmıĢ: -Nasıl Ģeyler söyledi de, demiĢ; anlamadın baba? O zaman çiftçi anlatmıĢ: -Önce, Ģu yokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı, oradan da köye kadar ben seni taĢıyayım, dedi. Neden böyle söylediğini anlamadım. Kendisini hiç tanımadığım halde, bana kendisini taĢıtmak istediği için kızdım, cevap bile vermedim. Biraz sonra ormana girdik. O zaman da, gel bu ormana tek girelim, çift çıkalım, dedi. Bu sözlerinden de bir Ģey anlamadım. Canım da iyice sıkılmağa baĢladı ama kendimi tuttum. Sonra köye vardık. O zaman baĢımdan savmak için burayı göstererek ―ĠĢte benim evim‖, dedim. Bana ne dese beğenirsin? Evin güzel ama dümeni eğri, demez mi? Tepem attı. ġeytana uyup da elimden bir kaza çıkmasın diye hemen içeriye girdim. Evin dümeni mi olurmuĢ? Deli mi ne? Babasının sözlerini dikkatle dinleyen küçük kız: -Haksızlık etmiĢsin baba, demiĢ. O amcanın her sözünün bir manası var. Sen yemeğini ye de ben sana onun ne demek istediğini bir bir anlatayım istersen? -Yemek sırasında vezirin sözlerinin manasını kızından öğrenen çiftçi, sofradan kalktıktan sonra doğru köy odasına koĢmuĢ. Veziri bularak: 338 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 -Affedersin Tanrı misafiri, demiĢ. Ben yorgunluktan gündüz söylediklerini pek kavrayamadım. Kulaklarım da biraz ağır iĢitir zaten. Kusurumu bağıĢla! Yemekte düĢündüm, ne demek istediğini anladım. YokuĢun baĢına kadar sen beni taĢı, oradan köye kadar da ben seni taĢıyayım demekle, yokuĢun baĢına kadar sen konuĢ, ben dinleyeyim, oradan köye kadar da ben konuĢurum, sen dinlersin, demek istemiĢtim. Ormana tek girip çift çıkalım demekle de, birer değnek yapmamızı teklif ettin. Evime, güzel ama dümeni eğri, demekle de, kızın güzel ama burnu eğri demek istemiĢtin, değil mi? Çiftçinin sözlerini dikkatle dinleyen vezir: -Ġyi bildin ama demiĢ, bunlar senin aklının iĢi değil. Doğru söyle, bunları sana kim öğretti? Çiftçi, biran düĢündükten sonra: -Hiç kimse öğretmedi, demiĢ. DemiĢ ama veziri inandıramamıĢ. Vezir, doğru söylemesini ısrarla isteyince, çiftçi, çaresiz iĢin doğrusunu söylemiĢ: -Kapıda gördüğün küçük kızım var ya, iĢte o öğretti. O zaman vezir, bu çok akıllı küçük kızı merak etmiĢ: -Hadi, demiĢ, getir Ģu küçük kızını da yakından bir göreyim. Onun aklı bizimkinden çok. Benim bir derdim var, belki o bir çare bulur. -Çiftçi hemen eve dönerek kızını yanına almıĢ, köy odasına getirmiĢ. Küçük kızı pek seven ihtiyar vezir: -Senin gibi akıllı bir evlada sahip olduğu için baban ne kadar sevinse haklıdır yavrum, demiĢ. Akıllı çocukları herkes sever. Mademki sen bu kadar çok akıllısın, benim derdime de bir çare bul bakalım! Küçük kız gülmüĢ: -Güzel sözleriniz için teĢekkür ederim, demiĢ. Derdiniz nedir ki? Vezir anlatmağa baĢlamıĢ: 339 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 -PadiĢah bana bir lira vererek dedi ki: ―Al Ģu lirayı, bununla bana bir koç alacaksın. Bu koçun etinden et, derisinden kürk isterim. Ama lirayı geri, koçu da diri isterim‖, dedi. Küçük kız vezirin sözleri bitince kahkahalarla gülmeye baĢlamıĢ. ġaĢıran vezir demiĢ ki: -Kızım bunda gülecek ne var? Ağlanacak bir hal bu. ġayet padiĢahın istediklerini kırk günde yapamazsam, kırk birinci günü beni cellâtlara verecek, boynumu vurduracak. Benim gibi ihtiyar bir adamın baĢı kesilirse sevinir misin? Küçük kız, bunun üzerine: -Bunları yapmaktan kolay bir Ģey yok ki amca, demiĢ. Siz hiç tasalanmayın, ben sizi kurtarırım! Bu sözlere pek sevinen vezir: -Aman sağ ol kızım, demiĢ, söyle bakalım ne yapacağım? Küçük kız, vezire neler yapacağını anlatmaya baĢlamıĢ: -O bir lira ile yünü kırpılmamıĢ bir koç alırsın. Yününü kırptırır, iki liradan satarsın. Bir lirasını saklar, öteki lira ile küçük bir kürk yaptırırsın. Koçun kuyruğundan bir parça keserek lira ile beraber bir tabağa koyar, padiĢaha götürürsün. Oldu mu? Vezir, küçük kızın verdiği akla hayran olmuĢ, cellâtlara verilmekten kurtulduğu için sevinç içinde küçük kıza ve babasına teĢekkür ederek köyden ayrılmıĢ. Az gitmiĢ, uz gitmiĢ, dere tepe düz gitmiĢ, saraya varmıĢ. PadiĢahın karĢısına çıkmıĢ. Emirlerini bir bir yerine getirmiĢ. PadiĢah memnun olmuĢ ama bu aklı kimden aldığını vezirine sormuĢ. Vezir önce söylemek istememiĢ, kem küm etmiĢ ama padiĢah sıkıĢtırınca doğruyu söylemek zorunda kalmıĢ. O zaman padiĢah bu akıllı kızı görmek istemiĢ. Hemen bir araba göndermiĢler. Kızı köyden getirtip padiĢahın karĢısına çıkarmıĢlar. PadiĢah demiĢ ki: -Pek akıllı bir kız olduğunu öğrendim. Bakalım aklını bana da gösterebilecek misin? Gösteremezsen kendini zindanda bil! Küçük kız bu sözlere gülerek: 340 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 -Ne isterseniz yapın padiĢahım, demiĢ. Ben Allah‘tan baĢka kimseden korkmam! Soracaklarınızın karĢılığını alırsınız. Hazırım! Küçük kızın pervasızlığına, cesaretine ĢaĢıran padiĢah, gülerek demiĢ ki: -Aferin sana! Pek cesur bir çocuğa benziyorsun. ġimdi dinle öyle ise: Has ahırımdaki kısrağıma üç gün içinde iki tay doğurtacaksın! ġu kavanoza ben Ģimdi doksan dokuz tane altın koyup ağzını mühürleterek sana vereceğim. Sen onu burada, benim gözümün önünde açıp içinden yüz altın çıkaracaksın! Bundan baĢka, seni biraz sonra karĢımda yetmiĢlik bir ihtiyar olarak görmek istiyorum. Bütün bunları yapabilmen için benden bir tek Ģey istemek hakkın var. Ama isteyeceğin Ģey sadece iki kelimelik olacak. Küçük kız hemen atılarak: -Ġstediklerinizi yapacağım padiĢahım, demiĢ, önce sizden iki kelimelik dilekte bulunayım öyle ise… PadiĢah: -Ġste bakalım, demiĢ, derhal yapacağım! -GüneĢi söndürünüz! DemiĢ. Bu istek karĢısında ĢaĢıran padiĢah, kızarak bağırmıĢ: -Kız, sen deli misin? Ben güneĢi söndürebilir miyim hiç? Olacak bir Ģey istemelisin! Küçük kız o zaman: -GüneĢi söndürmek olacak iĢ değil de, demiĢ, sizin istedikleriniz olacak Ģeyler mi padiĢahım? Kızın bu cevabını haklı bulan padiĢahın kızgınlığı bir anda geçmiĢ. Küçük kızın aklına, zekâsına hayran olmuĢ. Babasına bir çift öküz ile bir tarla, kendisine de kasabadaki okula gidip gelirken binmesi için altın iĢlemeli bir at arabası armağan ederek onları askerleriyle beraber köylerine göndermiĢ. Onlar ermiĢ muradına, biz çıkalım tavan arasına… (Tezel, 2001: 73-81) 341 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 MĠLYONLARCA KUġTUK ġĠĠRĠNĠN MUHTEVASI VE KAYNAKLARI HAKKINDA Gencay ZAVOTÇU ÖZET Candan Erçetin‘in ―Milyonlarca KuĢtuk‖ Ģiiri, sözlerinin manası itibarıyla farklı kavim, toplum ve milletlerin kültür ürünlerinden beslenmiĢ izlenimi verir. Erçetin, bu Ģiirinde geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür köprüsü oluĢturma çabası içerisinde gözükür. Bu çabada, Fars ve Türk Mitoloji ve edebiyatları ile diğer Doğu toplum ve milletlerinin kültür değerlerinin iĢleniĢi dikkati çeker. Bu didaktik Ģiirin zengin bir altyapıya sahip olduğu ve yerli-yabancı pek çok kaynaktan beslendiği söylenebilir. Yerli-yabancı pek çok kültür ürününden beslendiği izlenimi veren Ģiir kurgusuna ve içeriğine istinâden üç bölüme ayrılabilir. BaĢtaki üç birim ilk bölüm olarak adlandırılabilir. ―Biz milyonlarca kuĢtuk‖ ifadesi ile baĢlayan dördüncü birim ikinci bölümü, gönül üzerine söylenmiĢ son birim ise üçüncü bölümü oluĢturur. BaĢ taraftaki birinci bölüm genel etik ve ahlâki algılar/kanılar üzerine kurulmuĢ ve belirgin örneklerle desteklenmiĢtir. ġiirin ikinci bölümü kuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunu konu edinir. ġiirin üçüncü bölümü Erçetin‘in gönül hakkındaki görüĢlerine tahsis edilir. Erçetin Ģiirin bu son bölümünde gönlü kuĢa benzetir. Bu benzetmeyle, sanki gönlün aĢk hususunda zaman, mekân, sınır ve kural tanımayan karakterine vurgu yapar. Anahtar Kelimeler: Kıskançlık, bencillik, hırs, inkâr, kuĢlar, Kaf Dağı, gönül Abstract Candan Erçetin‘s "We have millions ofbirds" poetry,the meaningof the wordsasdifferenttribes, communitiesandnationsfedgives the impressionofcultural products. Erçetin in this poemto establisha link betweenthepast and the future, and will appearin the effort tobuildcultural bridges. In this endeavor, Persian and Turkish mythologyand literatureand otherEastern societiesandnationsin the handling ofnoteworthycultural values .Thisdidacticpoema richinfrastructureowned andfedfrom many sourcessay thatdomestic and foreign. Domestic and foreignproductsfed frommany culturesgiving the impression thatthe contentrelating topoetryandfictioncan be divided intothree sections. The first partmay bereferred to asthe leading endpiece. "We havemillions of birds," he began with thesecond part ofthe fourthunit, complacencyhas been saidonthe last unitgeneratesthe third part.The Doç. Dr., Bosna-Hersek Tuzla Üniversitesi Felsefe Fakültesi TürkDiliveEdebiyatıBölümü 342 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 first partof the headdetectsgeneral ethicaland moral/beliefisfounded uponandsupported byprominent example.The second part of the poem deals with the journey of the birds of Mount Qaf. The third part of the poem about the poet's mind is allocated to the opinion. In this final section of the poem Erçetin hearts are likened to birds.Withthissimulation, it's like loveheartsin respectoftime, space,andillimitablecharacterlimitemphasizes. Keywords:Jealousy, selfishness, greed, denial, birds, KafMountain, hearts. GiriĢ Candan Erçetin‘in ―Milyonlarca KuĢtuk‖ Ģiiri, sözleri ve sözlerinin manası itibarıyla farklı kavim, toplum ve milletlerin kültür ürünlerinden beslenmiĢ bir görünüme sahiptir. Öğretmen, akademisyen, söz yazarı ve ses sanatçısı kimlikleriyle tanınan Erçetin, bu Ģiirinde geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür köprüsü oluĢturma çabası içerisinde gözükür. Bu çabada, baĢta Fars ve Türk Mitolojileri ile edebiyatları olmak üzere ağırlıklı olarak Doğu kavim, toplum ve milletlerinin kültür değerlerinin iĢleniĢi dikkati çeker. ġiirin, ulusal radyo ve televizyon kanallarında görseller ve beste eĢliğinde sunumu ise söz konusu kültür değerlerinin hatırlatılması, kavratılması ve öğretilmesinde etkili olabilecek motifler /figürler içerir. Öğreticiliğin asıl amaç olduğu bu Ģiirin zengin bir altyapıya sahip olduğu ve yerli-yabancı pek çok kaynaktan beslendiği söylenebilir. BaĢ tarafta, sebep-sonuç mahiyetinde biri birini izleyen ve felsefî yönü ağır basan mısralara sindirilmiĢ karakter tahlilleri Erçetin‘in kıyâfet ilmi (ilm-i kıyâfet) ve ırabilim (karakteroloji) konusunda bilgili olduğu fikrini verirler. Bu kısımda Erçetin, öğretmen kimliğinin yüklediği sorumlulukla okuyucuya bazı etik ve ahlâkî değerleri öğretmek/kavratmak isterken öğreticiliğin imkanlarından azamî ölçüde yararlanır. Bir hususu ya da düĢünceyi bazen tümden gelim bazen de tüme varım yöntemleriyle okuyucuya öğretmeye/kavratmaya çalıĢırken farklı karakterlere sahip insan ve hayvanları örnek olarak zikreder. Öğretmeye/kavratmaya odaklandığı husus ya da konuyla ilgili örnekleri çok çarpıcı olanlardan seçiĢi ise amacına ulaĢmada kendisine büyük kolaylık sağlar. Farklı konularda yerli-yabancı pek çok kültür ürününden beslendiği izlenimi veren Ģiir kurgusuna ve içeriğine istinâden üç bölüme ayrılabilir. Bu tarz bir ayırımın Ģiirin verdiği iletinin anlaĢılmasında kolaylık sağlayacağını ve yararlı olacağını söyleyebiliriz. Bu bağlamda baĢtaki üç birim ilk bölüm olarak adlandırılabilir. ―Biz milyonlarca kuĢtuk‖ ifadesi ile baĢlayan dördüncü birim ikinci bölümü, gönül üzerine söylenmiĢ son birim ise üçüncü bölümü oluĢturur. ġiirinbaĢtarafındayeralanvebirincibölümolarakadlandırdığımızkısımgeneletikveahlâkialgılar/ kanılarüzerinekurulmuĢvebualgıları/ kanıları inandırıcı kılmak için belirgin örneklerle 343 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 desteklenmiĢtir. Her biri yargı hükmündeki mısralarla örülmüĢ bu kısımda cümle kurgusunun Fars.aki edatıyla desteklenmesi, Erçetin‘in Fars diligrameriya da Osmanlı Türkçesi cümle yapısı ya da diziliĢi hakkında bilgili olduğu fikrini verir. Kıskançlık, aĢk, bencillik, hırs, hakîkat (ya da hakîkate eriĢme isteği), inkâr ve ayrılık öne çıkmıĢ temalar olarak gözükür. Bu temalarla bağlantılı olarak amaca eriĢmek, uçmak, yalnızlık, avlamak/ avlanmak, hata yapabilme riski, sırlara vakıf olmak da bu kısımda değinilen kavram, konu ve hususlardır. Erçetin‘in bu bölümde olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerini öne çıkarmaktaki amacı kiĢiyi uyarmak ve bu olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinden sakınıp korunmasına yardımcı olmaktır. Öğretici (didaktik) birtavırlafarklı tip, kiĢi ve hayvanların karakterleri hakkında hüküm veren Erçetin‘in yargı içerikli mısraları, klasik edebiyat mesnevilerinin sonundaki kahraman ve tip tahlilleri ile ilgili kısımları hatırlatır. ġiir, Erçetin‘in kıskançlığın kötü ve olumsuz bir huy olduğunu anlatan özgün iki dizesiyle baĢlar: Her kim ki kıskançlık gölünde yüzer Bilsin ki ulaĢamaz o kaf dağına mısralarında, genellikle klasik dönem Ģiirinde görebileceğimiz bir teĢbihle kıskançlık göle benzetilir ve bu gölde yüzen kiĢinin Kaf Dağı‘na ulaĢamayacağı belirtilir. Erçetin, bu mısralarda kiĢinin kıskançlıkla amacına ulaĢmayacağını, amaca ulaĢmak uğruna yapacağı/baĢvuracağı hile, oyun, aldatma ve kandırma uğraĢılarının iĢe yaramayacağını söylemek ister. Kıskançlığı göle benzetip akabinde gölde yüzmekle kıskanç kiĢinin Kaf Dağı‘na (amacına) ulaĢamayacağını söylerken Kâf Dağı‘nı bir simge olarak zikreder. Yüksek ve sarp olduğu rivâyet olunan Kâf Dağı ifâdesi ile kiĢinin eriĢmek istediği yüce amacı kasd ederken bu ifâde ile Ģiirin ikinci bölümünde bahsi geçen kuĢların yolculuğu ile de bir ilgi kurmuĢ olur. Erçetin, kıskançlık ile ilgili bu mısralarda kıskançlığın kötü bir huy olduğunu ima ederken dünyanın ünlü bilgin, filozof, yazar ve Ģâirlerinin kıskançlıkla ilgili özlü sözlerine de çağrıĢımda bulunur. Bu bağlamda, kıskançlığın kötülüğüne dair ―Gurur, kıskançlık ve hırs insanların kalplerini ateĢleyen üç ateĢtir. (Dante Alighieri)‖, ―Söyleyen ve haykıran kıskançlık daima beceriksizdir. Susan kıskançlıktan korkmalı. (Riverol)‖ v.b sözleri hatırlamak mümkündür. Ancak, 15. yüzyıl yazarı Sinan PaĢa‘nın Ģiirsel bir kurguyla söylediği ―Hased onulmaz renc olur, ve ilim dükenmez genc olur‖(Tulum, 2001: 181) cümlelerinin, kıskançlığın kötü ve olumsuz karakterini özlü olarak anlatma hususunda çok etkili ve baĢarılı olduğunu belirtmek gerekir. Erçetin‘in bu mısralarda asıl söylemek istediği ise kötü huylu kiĢinin baĢkalarına yaptığı kötülüklere bir gün kendisinin maruz kalacağıdır. Farklı bir söylemle kiĢinin baĢkaları için kazdığı kuyuya kendisinin düĢeceği, baĢkaları için ördüğü çorabın bir gün kendi baĢına 344 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 geçeceği ya da herkesin kendi pisliğinde boğulacağını îmâ eder. Erçetin bu îmâlarla halk kültüründe köklü bir geçmiĢe sahip ―Ne ekersen onu biçersin‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 395), ―Eden bulur (Eden bulur, ,inleyen ölür‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 257), ‖Ġyilik eden iyilik bulur‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 336), ―Ġyilik yapan iyilik, kötülük yapan kötülük bulur‖ v.b atasözleri ile ―kazdığı kuyuya düĢmek‖, ―(birinin) baĢına çorap örmek‖ ve ―Dimyat‘a (Payas‘a) pirince giderken evdeki bulgurdan olmak‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 724)deyimlerine çağrıĢımda bulunur. Bu çağrıĢımlar ise sözlerinin etkileyici ve inandırıcı olmasını sağlar. Mısralara yukarıda sıralanan deyim ve atasözlerini ustaca sindiren Erçetin, Kâf Dağı sözü ile de Ģiirin ikinci bölümünde iĢaret edeceği Vahdet Yolculuğu‘na (seyr-i sülûka) ve yolculuğun sonunda kuĢların eriĢtiği Kâf Dağı‘na atıfta bulunur. Yukarıdaki mısralar kıskanç kiĢinin eylemleri ve kıskançlıkla ilgili olsa da genelde olumsuz, kötü ve zararlı eylem/söylemlerin sahibi için olumsuz, kötü ve zararlı sonuçlara yol açacağı manalarına da gelir. Benzer Ģekilde olumlu, iyi ve yararlı eylem/söylemlerin sahibi için olumlu, iyi ve yararlı sonuçlara yol açacağını da ima eder. Klasik Türk Edebiyatı‘nda bu düĢüncelerin iĢlendiği metinler mevcuttur. Erçetin‘in bu metinleri görüp görmediği hususunda bir bilgimiz olmasa da eğitici/öğretici özelliği ile öne çıkan metinlerde bu düĢüncelerin sıkça iĢlendiğini söyleyebiliriz. ―Ġyilik yapan iyilik, kötülük yapan da kötülük bulur‖ anafikrini iĢleyen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî‘nin Bülbülnâme‘si bu tür metinlerden biridir. Sebep-sonuç itibarıyla ardı ardına sıralanan 4-5 olay halkasından oluĢan Bülbülnâme, her olay halkasının sonunda padiĢah tarafından söylenen ―Kim kötülük yaparsa ona kötülük ulaĢır. Ġyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük ulaĢır‖ manasındaki Her ki û bed kerd ânhod-[râ] resed Nîkuî-râ nîk bed-râ bed resed (Mevlânâ; Nâfiz PaĢa Nu.:502 (2b-3a). beyti ile bütüncül bir görünüme kavuĢur. Mevlânâ, 55 beyitlik mesnevide hayvan ve insan kahramanlar arasında geçen olaylardan hareketle insanları doğru, olumlu, yararlı ve iyi düĢünme/ hareket etme hususunda eğitmeyi amaçlar. Mevlânâ‘nınBülbülnâme‘deiĢlediğianafikirbirazfarklıbirĢekildeSa‗dî‘ninGülistân‘ında ÖmerFu‘âdî‘ninBülbüliyye‘de, Gülistân‘danaktardığı da iĢlenir. Her ki koned be-hod koned Ger nîk ü ger bed koned (Ömer Fu‘âdî, Bülbüliyye 350,Gencay Zavotçu, 1997: 584) (KiĢi, iyiya da kötü (ne) yaparsakendineyapar) beyti de anlamvesöylembakımındanMevlânâ‘nınBülbül-nâme‘deki beyitleriyle benzerlik arz eden bir beyittir. 345 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġiirin Bülbül ki aĢk denizlerinde gezer Uçamaz ki baĢka güllerin narına mısralarındaaĢkbirdenizebenzetilir. Klasik Türk Edebiyatı metinlerinde aĢk ve ilim genellikle deniz, deryâveummân‘a, âĢık da aĢkdenizine/ ummânına dalıp yol alan ve dibe dalan bir dalgıca (gavvâsa) benzetilir. Denizya da ummâna giren dalgıcın amacı ise bu yolda mesâfe katetmek, dibe dalıp inci-mercân çıkarmak ya da aĢk denizinde gark olmak, boğulmaktır. AĢağıdaki beyitler bu hususa örnek teĢkil ederler: Mülk-i fenâdan geçeyin ol dost iline uçayın Talayın aĢk ummânına denizleri kaynadayın (Yûnus Emre Div., 2006: 339) (Yok olacak, bir gün sonu gelecek ülkeden geçip sevgilinin iline uçayım. AĢk okyanusuna dalıp denizleri kaynatayım). Talayın ‗ıĢkun bahrine gavvâs olayın bir zamân Ġsteyeyin dâyim seni seyyâh olayın bir zamân (Yûnus Emre Div., 2006: 307, (AĢk denizine dalıp bir zaman dalgıç olayım. Bir zaman gezgin olayım, seni her zaman isteyeyim). Sorman Yûnus'dan haber dost kandasa anda var Yüz bin gevherden fârig ‗ıĢk denizine talan(Yûnus Emre Div., 2006: 321) (Yûnus‘dan haber sormayın, dost neredeyse oradadır. AĢk denizine dalan yüz bin cevherden vaz geçmiĢtir). Yukarıdaki mısralarda bülbülün aĢk denizlerinde gezdiğini söyleyen Erçetin, Doğu - Batı kavim, toplum ve milletleriyle Türk kültüründe eski çağlardan beri iĢlenen gül-bülbül temasına da değinir. BaĢka güllerin âteĢine uçamayacağını söylerken de bülbülün güle âĢık olduğunu, gül dıĢındaki çiçeklerin onu âĢık edecek çekicilik, güzellik ve kızıllıktan (âteĢten) yoksun olduğunu söylemek istiyor. Bu ifâdede âteĢ sözcüğü ile kızıl güle atıfta bulunurken denizde gezen kuĢun su ve ıslaklık sebebiyle uçamayacağını ya da uçmasının zor olduğunu da îmâ eder gibidir. Gül-bülbül aĢkı Klasik Türk Edebiyatı ile Halk Edebiyatı‘nda çok iĢlenen bir temadır. Hint ve Fars edebiyatlarında milâdın ilk çağlarından beri iĢlenen tema Türk kültüründe 13. yüzyıldan itibâren mısra, beyit, Ģiir ve eser boyutunda iĢlenir. Hint Edebiyatı‘nda Beydebâ Kelile ve Dimne‘de hayvan ve kuĢ hikâyelerine yer verirken Fars Edebiyatı‘nda beyit ve Ģiirlerin yanısıra Bülbül-nâme adıyla bir eser yazılır. Türk Edebiyatında ise 13. yüzyılda Yûnus Emre gül-bülbül temasını mısra ve beyit boyutunda iĢlerken Mevlânâ mesnevi nazım Ģekliyle 55 beyitlik bir Bülbül-nâme yazar. Mevlânâ‘dan sonra da 19. yüzyıla kadar farklı Ģâir ve yazarlar Gül ü Bülbül, Bülbüliyye ve Bülbülnâme adlarıyla müstakil eserler kaleme alırlar. Bu eserler içerisinde en ünlüsü 16. yüzyıl Ģâiri Fazlî‘nin yazdığı Gül ü Bülbül olur. Fazlî‘nin Gül ü Bülbül mesnevisi Avrupa`da da ilgi görür/ Eser kısmen veya tamamen Ġngilizce, Almanca ve Fransızca gibi batı dillerine de çevrilir. 346 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġiirde kıskançlıktan sonra olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinden bencilliğe değinilir. Her kim ki bencillik dağına tırmanır Bilsin ki kaderi yalnız kalmaktır dizelerindebencillik bir dağa benzetilir ve bu dağa tırmanan kiĢinin yalnız kalacağı beyan edilir. Bencillik, kiĢinin kendisini olduğundan farklı görmesine ve çevresine yukarıdan, küçümser bir gözle bakmasına sebep olan bir kiĢilik özelliğidir. Sözlükte ―Bencil olma durumu, hodbinlik, hodkâmlık, egoistlik, egoizm, enaniyet (Türkçe Sözlük); ―1. (Genel anlamı): Ben düĢkünlüğü; kendine düĢkünlük, baĢkalarını göz önüne almadan yalnız kendini, kendi çıkarını düĢünme. (...). 3. Kendi ben'ini ve çıkarını yaĢamın mutlak ilkesi yapan anlayıĢ. KarĢıtı bk. Özgecilik (BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü)‖ manalarına gelen bencillik kiĢinin çevresi ve toplum ile yakın ve yararlı ilkiĢkiler kurmasına ve paylaĢımcı olmasına engel olan olumsuz bir rûh hâli, psikolojik bir hastalıktır (megalomani). Bencil kiĢi genellikle kendisini daha farklı ve önemli, konumunu da yüksek gördüğü için kiĢilere ve olaylara yukarıdan bakma, baĢkalarını küçük görme ve beğenmemeyi alıĢkanlık hatta yaĢam Ģekli hâline getirir. Yukarıdaki mısralarda Erçetin, bencil kiĢinin her Ģeye tek baĢına sahip olmayı tasarlayan kiĢilik özelliğine istinaden bencilliği dağa benzetir ve bu dağa tırmanan kiĢinin yalnız kalacağını söyler. Bununla, kendisinden baĢkasını düĢünmeyen, çevresindekilere yukarıdan bakan ve onları küçümseyen kiĢilerin farklı görüĢ ve kiĢiliklere tahammül edemedikleri/değer vermedikleri için toplum tarafından sevilmeyeceklerini ve yalnız kalacaklarını söylemiĢ. Toplumun bencil kiĢiler hakkındaki değer yargılarını iĢeyen bu mısralar bir anlamda kiĢiyi bencillikten uzak durması hususunda uyaran, tahammülkâr ve paylaĢımcı olması hususunda yönlendiren uyarı ve öneri niteliğindedir. Bu mısralar aynı zamanda bencillik hakkında söylenmiĢ sözleri de hatırlatan bir çağrıĢım niteliğindedir. ġiirde bencillikten sonra aĢırı istek, öfkeve kızgınlık anlamındaki hırs kavramı üzerinde durulur. Hırsın olumsuz ve kötü huy ve hareketlere sebep olacak bir kiĢilik özelliği olduğu kavratılmaya çalıĢır. ġâhin ki hırs ovalarında saklanır Avladım zanneder ama kendi avlanır mısralarında hırs ovaya benzetilir. Kıskançlığı dağa benzeten Erçetin‘in hırsı ovaya benzetmesi ovanın geniĢ, uçsuz bucaksız; kiĢinin isteklerinin de sonsuz ve sınırsız olmasıyla ilgili olabilir. Gerçek hayatta da isteklerin çok ve çeĢitli olduğu, eğer bir sınır ve set çekilmezse isteklerin önüne geçilemeyeceği görülebilir. Ġstek, insanın yaratılıĢı (fıtratı) ve hamuru/mayası ile iliĢkili bir kavramdır. Dîvân Ģiirinde istek sözcüğü genellikle gelip geçici dünyevi arzûları karĢılamak için kullanılır, hevâ vü heves ikilemesiyle belirtilir. Tasavvufî dîvân Ģiirinde ise insanın dünyevî zevk, istek ve zenginliklere aldanmaması, itibar etmemesi, onları kontrol altında tutması ve nefsin esiri olmaması vurgulanır. ―Mûtû kalbe entemûtû‖ hadîsinin meâli gereğince ölmeden önce, dünyada iken nefsin öldürülmesi gerektiğine sıkça vurgu yapılır. Hakîkat ve ebedî hayat ile ilgili istekler ise daha ziyâde taleb ve murâd sözcükleri ile ifâde edilir. Ġnsanın yaratılıĢında 4 temel unsur (anâsır-ı erba‗a) vardır. 347 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bu vücûdun ser-mâyesi od u su toprag u yildür Her biri aslına gider gâfil olmak nendür senün(Yûnus Emre Div., 2006: 174, G 148/4) Dört dürlü nesneden hâsıl bilün benem uĢda delîl Odıla su toprag u yil bünyâd kılan Yezdân benem(Yûnus Emre Div., 2006: 254, G 211/6) beytinde de belirtildiği üzere bu dört temel unsur toprak, su, âteĢ ve hava‘dır. Allah (c.c.) insanı balçıktan yaratmıĢtır. Balçıkta toprak, su ve hava vardır. Tefsirlerde rivâyet edildiğine göre balçıktan yaratılan insanın bedeni âteĢ (sıcaklık) ve havanın (esinti, yel) tesiri ile kurutulmuĢ, böylelikle insanın yaratılıĢında dört temel unsurun da katkısı vardır. Yaratılan insana ―ve nefahtü fîhi min rûhî (15/29)‖ âyetinde buyurulduğu üzere ruh üflenmiĢ ve canlı hâle gelmesi sağlanmıĢtır. Ġnsanın hamurunda bulunan dört temel unsurun, toprak, su, hava ve âteĢin kiĢilik üzerindeki yansımaları farklıdır. Toprak alçak, âdî ve değersiz bir varlık olmakla birlikte alçakgönüllülük (tevâzu), bitirgenlik, doğurganlık, verimlilik ve ayıp örtme; su temizleyici ve arındırıcı olmakla temizlik, paklık, saflık, arılık ve sadâkat; hava kararsız ve değiĢken olmakla kararsızlık, döneklik, güvensizlik, ikiyüzlülük, karıĢtırıcılık ve arabozuculuk (fitne), istek düĢkünlüğü (hevâ vü heves); âteĢ ise kibir, küçümseme, hor görme, öfke, gazap, yakıp yok etme, kin, nefret, zarar v.b. olumsuz huy ve kiĢilik özelliklerinin temeli ve besleyicisidir. Bu bağlamda, toprak ve suyun özelliklerinin kiĢideki yansıması iyi huy ve karakter, hava ve âteĢin yansıması ise kötü huy ve karakter olarak tanımlanabilir. ġiirde hırstan söz edildiğine göre mayasında hava ve âteĢ özelliklerinin baskın olduğu zararlı ve olumsuz kiĢiler kasdedilmiĢtir denilebilir. ÂteĢ, kibir, öfke ve gazap denince akla ilk gelen Ģeytandir. ġeytân, önceleri Haris adlı bir melekti. Kur‘ân-ı Kerîm‘in ―Rabbin meleklere demiĢti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın! Bütün melekler secde ettiler. Yalnız Ġblîs secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. (38/ 71-73); ―Ve Âdem‘e isimlerin hepsini öğretti, Sonra onları meleklere gösterip: ―Haydi davanızda sâdıksanız bana Ģunları isimleriyle haber verin.‖ dedi. Dediler ki: ―Yücesin sen (ya Rab!) Bizim, senin bize öğrettiğinden baĢka bilgimiz yoktur. ġüphesiz sen bilensin, hakîmsin.‖ Ve o zaman meleklere: ―Âdem‘e secde edin!‖ dedik, hemen secde ettiler. Yalnız Ġblîs dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu. (2/30-34) konuyla ilgili olarak ayrıca bkz.: 15/29)‖manasındaki âyetlerinde belirtildiği üzere Allâh (c.c) çamurdan yaratıp ruhundan üflediği ve isimlerinin hepsini öğrettiği Âdem‘e bütün melekler secde etmiĢ, Ġblîs (ġeytân) dıĢında kendisinin cin olup ateĢten yaratıldığını, bu nedenle topraktan yaratılan Âdem‘e secde etmeyeceğini söyleyip Allâh (c.c.)‘a asi olur. Allâh (c.c.) da onu ġeytân kılığına sokup lanetledi ve cennetten kovdu. Bunun üzerine ġeytân Allâh‘a yalvardı ve ―Beni kıyâmete dek yaĢat ki iyi kullarından baĢlayarak bütün kullarını azdırayım.‖ dedi. Allâh kabul etti. ġeytân ilk görevini Âdemle Havvâ cennette iken yerine getirdi. Cennete girip Âdem‘i kandırmaya çalıĢtı. Bunu baĢaramayınca daha zayıf yaratılıĢlı olan Havvâ‘yı kandırarak yasak meyveyi yemesini ve Âdem‘e yedirmesini sağladı. Yukarıdaki mısralarda hırs ovasında saklanarak avını yakalamak isteyen Ģâhinin ―Ava giden 348 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 avlanır‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 165) sözü gereği baĢkalarına av olacağı ya da tuzağa düĢeceği söylenir. Ġnsanoğlu bazı hayvanları (akbaba, doğan, balaban) avda yardımcı olarak kullanır. Köpeklerin koku alma ve hızlı koĢma, kuĢların da süzülüp inme ve pençesiyle tutma özelliğinden yararlanma düĢüncesiyle onları eğitip avcılıkta kullanır: ―Köpeğin Neolitik devrin baĢından beri evcilleĢtirilmiĢ olmasına rağmen ilk av sahnelerinde tasvirine rastlanmamaktadır. (…) ġahin cinsi kuĢların yardımcı av hayvanı olarak kullanılmalarının ise sanıldığından çok daha eskilere gitmesi gerekir.‖(TDV ĠA; C 4, s. 100). ġâhin ilk çağlardan beri avcılıkta kullanılan bir kuĢtur. AĢağıdaki beyitler Ģâhinin avdaki önemini anlatması bakımından dikkate değerdir: Ol kuĢun kim yuvası doğan elinde ola Ol onda kaçan dura gide payına bir gün (Yûnus Emre Div., G 246/4) [Yuvası doğan elinde olan kuĢ, olduğu yerde fazla duramaz, sonunda mutlaka doğanın ayağına gider] Her biri etmekdedir Ģevk ü safâ murgun Ģikâr Bülbülân-ı bâğ kâr-ı Ģâhbâzân eyledi (Yahyâ Divani, K 5/9) [Her biri istek ve eğlence kuĢunu avlamaktadır Bâğın bülbülleri doğânların kazancı(nı temin) etti] SüzülmüĢ nâz ile müjgânlarında bâl ü per açmıĢ Meger Ģâhîn-i çeĢm-i mesti mürġ-i câna salmıĢdur (ViĢne-zâde ‗Ġzzetî Div., G 38/1) [Kirpiklerinde naz ile kanat açıp süzülmüĢ, sanki (sevgili) sarhoĢ gözün doğanını gerçekte gönül kuĢuna salmıĢtır.] Saru Ģâhin elindeyse salarsun Ol olmazsa eger aġzuñla kuĢ tut (Ebü‘l-hayr, II. Murâd)(Rıdvan Canım, 2000: 138) [Sarı doğan elindeyse (av için) salarsın O yoksa eğer ağzınla kuĢ tut (boĢuna uğraĢma)] Gözlerinin keskin görüĢü, avının üzerine hızla süzülüĢü, sivri pençeleriyle avını etkisiz kılıĢı ve çabuk havalanıĢı avda onu iyi bir yardımcı konumuna yükseltir. Eskiden Ģâhin kolda eğitilir ve avın peĢinden salınırdı. Yûnus bir toganıdı kondı Tapduk kolına Ava Ģikâre geldi bu yuva kuĢı degül(Yunus Emra Div., 1996: 190; G 164/8)), ġâhinin avdaki ustalığını bilen 16. yüzyıl yazarı Hasan Çelebi, Ģâir Hayâlî Beğ‘i sultânın (Kânûnî Sultân Süleymân‘ın) kolunda gezen bir Ģâhine benzetir: ―…merhûm-ı sâhib-kırân Sultân Süleymân‘uñ sâ‗id-i sa‗âdetinde karâr iden Ģeh-bâzlardan olup mecmû‗a-ı dîvânı gibi ol sultân-ı ‗âlî-Ģânuñ yanından gitmez ve evsâf-ı leb-i dil-berân gibi ekser zamânda dilinden düĢmez idi.‖ (Kınalı-zade Hasan Çelebi, 1989: 354) ġâhinkihırsovalarındasaklanır Avladımzannederamakendiavlanır 349 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mısraların da Ģâhinden hareketle istek ve öfke ile amacına ulaĢmak isteyen kiĢinin baĢvurduğu yöntemlerinin iĢe yaramayacağı söylenmek istenir. Bununla, sonu düĢünülmeden hırs ve öfke ile yapılan iĢin kiĢiye yarar değil zarar getireceği îmȃ edilir. Ve Ģiir de söylenmek istenen Sa‗dî‘nin Gülistân‘ındaki Akbaba Ġle Çaylak Hikâyesi‘nin kahramanı akbabanın durumuyla örtüĢür: ―Akbabanın biri çaylağa: ―Uzağı görmekte benden üstün mahlûk yoktur‖ demiĢti. Çaylak: ―Bunu söylemek yetmez. Gel bakalım, ovanın etrafında ne görüyorsun?‖ diye karĢılık verdi. Akbaba bir günlük yol tutan yükseklikten aĢağılara baktı: ―Ġnanırsan dedi, ovada bir buğday tanesi görüyorum.‖ Çaylak hayretinden sabredemedi. Yukardan aĢağı doğru süzülmeye baĢladılar. Fakat akbaba o tanenin yanına gelir gelmez, ayağına uzun bir tuzağın ipliği düğümleniverdi. Zavallı, o taneyi yemek düĢüncesiyle boynuna feleğin kementattığını bilememiĢti. Her sedef inciye gebe değildir; niĢancı her zaman hedefe vuramaz, değil mi? Çaylak: ―Sen düĢmanının tuzağını farkedemedikten sonra taneyi görmüĢsün, ne faydası var?‖ dedi. ĠĢittim; akbaba, boynu kemendin içinde, söyleniyor: ―Mukadderattan kaçmanın imkânı yokki…‖ diyordu. Velhasıl ecel, akbabanın kanına kastetmiĢ, kazâ da onun keskin gözünü bağlamıĢtı. Kıyısı görünmeyen bir suda, yüzücünün gururu iĢe yaramaz.‖(Sadi, 1992: 226, 227). Erçetin bu mısralarda ―Öfkeyle kalkan zararla oturur; Öfkede akıl olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 405) ve ―Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır‖ sözlerine de imâda bulunulur. Aynı zamanda, iĢi usûlü ve gereğince yapmak, oyunu kurallarına göre oynamak gerektiğini; zahmetsiz, kolaycı, menfaatçi sahte yöntemlerin erbâbı yanında iĢe yaramayacağını, kiĢiye yarar değil zarar getireceğini de îmâ eder. Dolaylı olarak ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―Zahmetsiz rahmet olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 482) sözlerine de çağrıĢımda bulunur. Sinân PaĢa‘nın öfke ile ilgili olarak söylediği ―Ģehvete yilen hayvân olur, ve gazaba uyan Ģeytȃn olur.‖ (Tulum, 2001: 181)Ģeklindeki Ģiirsel cümlesi bencilliğin olumsuz yönleri ve zararlarına vurgu yapan güzel bir örnektir. Kuzgun ki hakikat ormanında bekler Bilsin ki hatasız çıkamaz yarına mısraları hakîkat yolunun tehlike ve tuzaklarla dolu olduğunu îmâ eder. Bu mısralar, baĢtan itibaren okuyucuyu farklı konularda bilinçlendirmeye çalıĢan Erçetin‘in Ģiirin asıl konusuna yaptığı bir çağrıĢım olarak da algılanabilir. Bu mısralarda hakîkat yolcusunun yarına hatasız çıkamayacağı öngörüsünde bulunan Erçetin, öngörüsünü hakîkati ormana benzetmekle iliĢkilendirir. Ormanın sık ağaçlıklar sebebiyle loĢ bir görünüme sahip olması nedeniyle hata ve tehlikelere açık bir ortam olduğunu söylemek ister. Hakîkat arayıĢının tehlike ve tuzaklarla dolu olduğu, hata, kusur, küskünlük, dalgınlık, dargınlık, kırgınlık, yılgınlık ve hatta ölümlere gebe olduğu en açık bir Ģekilde Ģiirin ikinci bölümünde beyan edilir. Kuzgun ―Ötücü kuĢlar takımının kargagiller familyasından, Kuzey Amerika'nın dağlık, fundalık yerlerinde bulunan, tüyleri siyah renkte olup mavi renkte parlayan bir kuĢ türü, karakarga‖ (Güncel Türkçe Sözlük) olarak tanımlanan bir kuĢtur. Kırlarda ve tarlalarda yaĢayan ve kara karga olarak da bilinen kuzgun boyca kargadan küçük, gagası daha zayıf bir kuĢtur. Fizikî ve rûhî yapısı ‗Ömer Fu‘âdî Efendi‘nin Bülbüliyye‘sinin Yüzi kara vü zikri yok dilinde 350 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Görinmez ehl-i ‗irfân mahfilinde (615) beytinde rengi ve yüzü kara, irfândan nasibini almamıĢ olarak özetlenir. (Gencay Zavotçu, 2013; 439) Beyitteki yüzü kara ifadesini Fu‘âdî hem hakîkî hem de mecâzî manada kullanmıĢ gibi gözükür. Zîrâ, kuĢun rengi kara olduğu için dolayısıyla yüzünün çevresi siyah kıllarla kaplıdır, yüzü de karadır. Ancak, yüzü kara söylediği veya yaptığı yanlıĢ, kötü, olumsuz, yüz kızartıcı bir söz ya da iĢten dolayı insan ve toplum içine çıkamayacak durumda olan kiĢiler için kullanılan bir deyimdir. ġâirin söylemiyle herhangi bir olumsuz özelliğinden dolayı yüzü karadır, irfân sahiplerinin mahfilinde görünmemektedir. Ġlk mısrada hakîkat ormana benzetilirken kuzguna da ormanda beklemek görevi düĢer. Orman, vahĢî hayvanlar, çukurlar, engebeler, sık ağaçlar, mağara ve inleriyle korku, Ģüphe, tiksinti ve ürperti veren bir mekândır.Kuzgunun, böyle tehlikeli bir ortamda yarına hatasız çıkamayacağı söylenmek istenir. Ancak, bu îmâ akla bazı deyim, atasözü , hadîs ve âyetleride getirir. Huzur, güven ve rahata kavuĢup hakîkate eriĢmenin bir bedeli olduğu fikri en güzel ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―Zahmetsiz rahmet olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 482) sözlerinde karĢılığını bulur. Yine, bu beyitte imâ edilen fikirde ―Fe inne meâl usri yusra. Ġnne meâl usri yusra" ġüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır‖ (94-ĠnĢirâh/5, 6)âyetlerine atıf yapıldığı söylenebilir. Kuzgun dîvân Ģiirinde uğursuz, hırsız (uğru), çirkin görünümlü ve sesli bir kuĢ olarak tanımlanır. Evlerin bahçesinden aĢırdığı öte-beriler nedeniyle adı hırsıza (uğruya) çıkmıĢ, çirkin sesi uğursuzluk sebebi sayılmıĢtır. Gül-Bülbül konulu mesnevilerde olumsuz özellikleri hâiz bir hikâye kahramanı olarak sunulur. Bülbül aleyhinde tertiplenen planda saksağan ile birlikte baĢ kahraman konumundadır. Bu plan akabinde yandaĢı diğer kuĢlarla birlikte Hz. Süleymân‘ın huzuruna çıkıp bülbülü kuĢlara Ģikâyet eden kuĢların elebaĢısı ve sözcüsü konumundadır. Ancak, Hz. Süleymân‘ın emryle tertip edilen mahkemede yalan söyleyip bülbüle iftiara attığı anlaĢılmıĢ ve diğer kuĢlarla birlikte dergâhtan kovulmuĢtur. ğu ma sözüne kanıt gösterilebilecek en belirgin örnek, eĢini öldüren karganın öyküsüdür. Hz. Âdem‘in oğullarından kardeĢi Hâbil‘i öldüren Kâbil kardeĢinin cesedini ne yapacağını bilmiyordu. Allah tarafından birbirleriyle kardeĢ olan iki karga gönderildi. DövüĢtüler; biri diğerini öldürdü, ona bir çukur eĢti ve üzerini toprakla örttü. Böylece Kâbil'e cesedi nasıl ortadan kaldıracağını gösterdi. Bu kıssada kardeĢini öldüren karga kötü bir iĢ yapmıĢ ve kâtil olmuĢtur. Ancak, yaptığı kötü iĢ iyi bir geleneğin baĢlangıcını da oluĢturmuĢtur. Karganın kardeĢini gömmesine tanık olan Kâbil de kardeĢinin cesedini gömmüĢ ve bu olay ölü gömme iĢini gelenek hâline getirmiĢtir. Kuzgunun hakîkat ormanında beklemesi fikri tasavvufî düĢünce ile de iliĢkilendirilebilir. Yûnus Emre ġerî‗at-Tarîkat yoldur varana Hakîkat-Ma‗rifet andan içerü (YE Div., G 290/8) Beytinde Ģerîat ve tarîkatın birer yol olduğunu söyler. Ġkinci mısrada ise hakîkat ve ma‗rifetin bu ikisinden içeride olduğunu vurgular. Bu söylemiyle amaca ulaĢmak isteyenler için Ģerîatın da tarîkatın da yol olduğunu, ancak hakîkat ve ma‗rifetin her ikisinden de hem mesâfe hem de mertebe bakımından içeride ve ileride olduğunu belirtir. AĢağıdaki beyit, Yûnus‘un dilinden Ģerîat, tarîkat, hakîkat ve ma‘rifet sıralamasını daha açık bir Ģekilde beyan eder: 351 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Evvel kapu Ģerî‗at geçse andan tarîkat Gönül evi ma‗rifet ‗ıĢk hakîkat içinde (YE Div., G 295/5) Yunus Emre‘nin deyiĢiyle son kapı olan hakîkat, sözlükte ―1. bir Ģeyin aslı ve esâsı, mâhiyeti. 2. Gerçek, doğru, gerçekten, doğrusu. 3. sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik. 4. s. mecâz karĢılığı, esâs olarak kullanılan [kelime]. 5. ed. bir kelime neyi anlatmak için konulmuĢsa, bu kelimenin o mânâda kullanılması...‖ (Devellioğlu, 2004: 313) manalarına gelen bir sözcüktür. Tasavvufî manada ise hakîkat ―zâhirin ardındaki örtülü ve gizli mâna, dinî hayatın en yüksek seviyede yaĢanarak ilâhî sırlara âĢinâ olunması‖ gibi anlamlar ifade eder. Ġlk sûfîler hakîkat terimini daha çok ―ilâhî gerçeklere ve sırlara âĢinâ olmak, Hakk‘ın tecellîlerini temaĢa etmek‖ anlamında kullanmıĢlardır.‖ (Mehmet Demirci, 1997: 178). Beyit sözcüğün ister asıl, ister mecâzî manasından hareketle açıklansın her iki durumda da her iĢin bir bedeli olduğu anlamındaki atasözü, deyim, hadîs ve âyetlerle mana bakımından uyum içerisinde gözükür. Ġlk mısrada hakîkati ormana benzeten Erçetin, ikinci mısrada kuzguna yarına hatasız çıkmayacağı uyarısında bulunuyor. Bununla, hakîkat arayıĢıyla güç ve meĢakkatli bir yolculuğa çıktığını, iĢinin hiç de kolay olmadığını sezdirmek istiyor. Bu noktada, bir bakıma yine geriye dönüyor ve hakîkat yolcusuna ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―zahmetsiz rahmet olmaz‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 482) sözlerini hatırlatıyor. Ona, ―Hakîkat ormanında bekleyeceksen yarına sorunsuz çıkamayacağını, baĢına belâ, kazâ ve musîbet gelebileceğini, bu nedenle de hata yapabileceğini bil!‖ demek istiyor. Hakîkat, sözlükte ―1. bir Ģeyin aslı ve esâsı, mâhiyeti. 2. Gerçek, doğru; gerçekten, doğrusu. 3.sadâkat, doğruluk, bağlılık, kadirbilirlik. 4. s. mecâz karĢılığı, esas olarak kullanılan [kelime]. 5. Ed. bir kelime neyi anlatmak için konulmuĢsa, bu kelimenin o manada kullanılması.‖ (Devellioğlu: 2004: 313) manalarına gelen bir sözcüktür. Erçetin, bu mısralarda sözcüğü bir Ģeyin aslını, esâsını kasd eden ―gerçek, doğru; gerçekten, doğrusu‖ manalarında kullanmıĢ gözüküyor. Mısralarda her ne kadar orman sözcüğünü zikretmiĢ gözükse de genelde her Ģeyi, çevremizde görebileceğimiz canlı-cansız bütün varlıkları, dünyayı, evreni ve kısaca yaratılmıĢ olan her Ģeyi kasd etmiĢ bir izlenim veriyor. Bu sözlerde, bir Ģeyin özünü, aslını-esâsını, gerçeğini öğrenebilmenin güç ve çetin bir iĢ olduğu imâsında bulunurken aslında varlığın tek olduğunu, bütün varlıkların aslının hakîkî, Mutlak Bir Varlık olduğunu, gözle görülebilen diğer bütün varlıkların onun birer görüntüsü olduklarını da sezdirmek ister. Erçetin bu mısralarda bir Ģeyin aslını, esâsını öğrenebilmenin ve onu öğrenme amacıyla çıkılan manevî yolculuğun ağır bir bedel gerektirdiğine ―külfesiz nimet olmaz‖ ve ―zahmetsiz rahmet olmaz‖ sözleriyle çağrıĢım yaparken, yolculuğun sonunda eriĢilecek gâyenin de kiĢiye büyük bir mutluluk ve huzur vereceğini ―fe inne meâl usri yusra... Ġnne meâl usri yusra: ġüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”(ĠnĢirah / 5, 6) manasındaki âyetlerle pekiĢtirmek ister. Hatta, ―Hakîkat ormanında beklemek‖ tabiriyle halk arasında benzer durumlarda söylenen ―Tekkeyi bekleyen çorbayı içer‖ (Ömer Asım Aksoy, 1988: 446) atasözüne de atıfta bulunmuĢ olur. Her kim ki inkar limanında demirler Eremez hiçbir zaman gönlünün sırrına 352 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 mısraları inkârı kendine huy edinen kiĢilerin gönül sırrına hiçbir zaman eremeyeceği beyanında bulunur. ġiir boyunca farklı soyut kavramları somut nesne, madde ve varlıklara benzeten Erçetin, bu mısralarda da inkârı limâna benzetir. Kıskançlığı göle, aĢkı denize, bencilliği dağaya, hırsı ovaya, hakîkatı ormana, inkârı limana ve ayrılığı vâdîye benzeten Erçetin‘in bu benzetmeleri bilinçli yaptığını söylemek doğru bir tespit olur. Soyutun somuta benzetilmesi Bâbür sultanlarının himâyesinde Hint sarayında ortaya çıkan ve 17. yüzyıldan itibâren Klasik Türk ġiiri‘nde etkili olan Hint Tarzı (Sebk-i Hindî) Ģiirde sıkça görülen bir durumdur. Erçetin‘in Hint Tarzı (Sebk-i Hindî) Ģiirle bir münâsebeti omuĢ mudur? Bu hususta bir bilgimiz olmadığı için benzetmelerde Sebk-i Hindî etkisi olup olmadığı hakkında bir Ģey söyleyemeyiz. Ancak, benzetmelerin Ģiirin ikinci bölümünde söz konusu edilen kuĢların vahdet yolculuğu ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Attâr‘ın Mantıku‘t-Tayr adlı eserinde anlatılan vahdet yolculuğunda yol güzergâhında pek çok dağ, ova, göl, liman ve deniz bulunduğu, bu engelleri aĢma düĢüncesindeki kuĢların yolculuğunun da 7 vâdi olarak tanımlandığını hatırlarsak, Erçetin‘in Ģiirdeki benzetmelerde bu yolculuk terimlerinden esinlendiğini söyleyebiliriz. Yukarıdaki mısralarda inkârın limana benzetilmesi, inkarcı kiĢinin bir Ģeyin aslını araĢtırma ve öğrenmeye gerek duymaması ile iliĢkilendirilebilir. Ġnkârcı kiĢiler bir husus ya da konuya kendi doğruları ya da çıkarları açısından baktıkları için genellikle farklı düĢünce ve görüĢlere itibar etmez ve tahammül göstermezler. Onlar için kendi görüĢleri makbul, diğerleri önemsiz ya da değersiz, bir Ģeyin aslını araĢtırıp öğrenme de gereksiz olduğu için kendi fikirlerinde ısrar ederler. Bu tahammül ve hoĢgörüden yoksun sabit fikirlilik de limana demir atmıĢ gemi gibi bir fikre saplanıp kalmalarına, bir Ģeyin aslını ve gerçeğini araĢtırıp öğrenmelerine engel olur. Her kim ki ayrılık vadisinde durur Bilsin ki ne ararsa kendinde bulur mısralarında ise ayrılık vâdîye benzetilir. ġiirin, II. Bölüm‘ünde iĢlenen temaya istinâden ayrılığın vâdiye benzetilmesinin mantıklı olduğu söylenebilir. II. Bölüm‘de kuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunu iĢleyen Erçetin, bunun sabır gerektiren uzun, yorucu ve meĢakkatli bir yolculuk olduğunu ve pek çok vâdiden geçtiğini îmâ etmiĢ. Bu vâdîler içerisinde de ayrılık vâdisini zikretmiĢ. Ayrılık vâdisini zikretme sebebi kuĢların topluca uçtukları vâdiden ayrı, sapa ve güzergâh dıĢı olması, yolculuktan ayrılma ve vazgeçme eğilimindeki kuĢların tercih ettiği bir yola geçit vermesidir. KuĢların, Attâr‘ın Mantıku‘t-Tayr‘ında anlatılan padiĢahlarını arama (vahdet) yolculuğunda, ayrılık vâdisine sapan kuĢlardan biri bülbüldür. Hüdhüd önderliğinde çıkılacak bu yolculuğa bülbül (hezâr), kebuter (gögercin, güvercin), sülün (süglün, tezerv), tavuk, tâvus ve daha pek çok kuĢ ya istekli görünmez ya da yolculuğun baĢlarında özür bildirerek vaz geçme teĢebbüsünde bulunur. Bu kuĢlar içerisinde bülbülün yolculuktan vazgeçme eğiliminin sebebi güle olan aĢkıdır: Didi bülbül k‘ey bu mecma‗ġa delîl Min bolup-min gül hevâsıdın zelîl Andın ayru ‗âĢık u dîvâne min ‗Akl u hûĢ u sabrdın bîgâne-min Ansızın yok sabr ile tâkat maña 353 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kayda yara çikkeli furkat maña Tâ ki gül bustânda bolġay cilve-sâz Miñ hevâ birle kılur-min Ģerh-i râz (…) Bâġdın ol kitkeç oldum güng ü lâl Yılġa tigrü yok terennümġa mecâl (…) Ol durur köñlümde hem cânımda hem Közde hem peydâ vü pinhânımda hem ġâhġâ kâmil teveccühdür reviĢ Beyle ‗âĢıkka kaçan bolġay ol iĢ (Ali ġir Nevayî, Lisânü‘t-Tayr: 62 (647-655)) Erçetin, ayrılıkla ilgili mısraların ikincisinde ayrılık vâdisini mesken tutanlara uyarı niteliğinde bir söz söyler. Onlara hâllerinin aslını ya da baĢlarına gelecek olanın ne olduğunu öğretmeğe/kavratmağa çalıĢır. … ġiirin ikinci bölümü kuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunu konu edinir. KuĢlara hüdhüd meger reh-ber ola Kim bu kuĢlar yorıyalar ol yola Kim diler-ise ki sîmurga ire Kûf-ı Kâf‘a ire vü anı göre Hüdhüd ü kuĢlar u sîmurg misâl ‗Akl u hulk u Tanrıya kıldı mesel (GülĢen-nâme, 14-16) beyitlerinde belirtildiği üzere hüdhüd önderliğinde Kâf Dağı‘na erme ve Sîmurg‘u görme yolculuğunda kuĢların hâlleri ve yolculuğun seyri ile ilgili acı çekme, aldanma, yaralanma, yolda kalma, dünya malına kanma ve sebat etme fiillerine vurgu yapılır. Yolculuk sırasında acı ve güçlüğe dayanamayan kimi kuĢların yollarda kaldığı, kimi kuĢların sabır göstererek yedi vadiyi (istek, aĢk, ma'rifet, istignâ, tevhîd, hayret ve fakr u fenâ) aĢıp mutlu sona ulaĢtığı belirtilir: Biz milyonlarca kuĢtuk kaf dağına kanat açtık Acı çektik yaralandık bilmiyorduk aldandık Kimimiz yollarda kaldık dünya malına kandık Kimimiz sebat ettik yedi vadiyi aĢtık ġairinin vahdet-i vücûd düĢüncesini iĢlediği Mantıku't-Tayr'da, kuĢlar hakikat yolunun yolcuları (sâlikler), Hüdhüd de gayb âleminin sırlarını bilen kılavuz (mürĢid) olarak sunulur. Attâr‘ın Mantıku't-Tayr'ı yazıldıktan sonra çok okunur, beğenilir ve esere nazîreler yazılır. Anadolu Sahasında, 14. Yüzyılda KırĢehir‘de yaĢayan GülĢehrî, eserin aynı adla geniĢletilmiĢ bir çevirisini yapar. ―GülĢehri Mantıku‘t-tayr adlı eserini Fars edebiyatının büyük Ģairi Feridüddin-i Attar‘ın aynı adı taĢıyan eserinden almıĢ ve tercüme etmiĢtir. O bu tercümede serbest davrandığı gibi eserin yapısını da değiĢtirmiĢtir. Hemen hemen kendi gönlünce yaptığı bu değiĢikliklerde iç yapı asıl olarak değiĢmese bile, özellikle hikâyelerde 354 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 farklı bir tutum izlemiĢtir. ġair, Attar‘daki hikâyelerin yerine baĢka hikâyeler koymuĢtur. O bu hikâyeleri çeĢitli kaynaklardan aldığı gibi, kendisi de bizzat hikâyeler yazmıĢtır.‖ (Kemal Yavuz, 2007: 10) cümlelerinde de belirtildiği üzere GülĢehrî‘nin, eklemelerle telîf-tercüme bir görünüm verdiği Mantıku't-Tayr'ından sonra 15. yüzyılda Alî ġîr Nevâî, Orta Asya Sahası‘nda Lisânü‘t-Tayr adlı bir mesnevi yazar. Araya yer yer ahlâki ve tasavvufî hikâyelerin de serpiĢtirildiği mesnevinin olay örgüsü özet olarak Ģu Ģekildedir:― KuĢlar bir araya toplanıp " Bu zamanda hiç bir ülke padiĢahsız değil... Bundan böyle bizim de padiĢahsız kalmamamız lazım... PadiĢahsız ülkede nizam, intizam olmaz. Kendimize bir padiĢah seçelim." derler. Bunun üzerine Süleyman Peygamber'in postacısı ve mahremi olduğunu söyleyen Hüdhüd." Sizin zaten bir padiĢahınız var. O bize biden yakın da biz O'ndan uzağız. Daima padiĢah O'dur. Adı Sî-murg'dur. Binlerce nur ve zulmet perdeleri ardındadır. Gelin de O'nu arayıp bulalım." der. Her biri bir özür belirten kuĢlar yolculuya istekli görünmezler. Ancak kuĢların getirdiği farklı nitelikteki özürlere inandırıcı cevaplar veren Hüdhüd, onları yolculuğa ikna eder. Hüdhüd'ün kılavuzluğunda yola çıkan kuĢlar, yol uzadıkça bitkin ve yorgun düĢerek yılgınlığa kapılır, yolculuktan vazgeçme eğilimi gösterirler. Ġtirazlara bıkıp usanmadan cevap veren Hüdhüd, önlerindeki istek, aĢk, ma'rifet, istigna, tevhid, hayret ve fakr u fenâ adlı yedi vâdiyi aĢtılar mı Sîmurg'a ulaĢacaklarını söyleyerek onları yeniden isteklendirir. Yeniden baĢlayan yolculuk sırasında kuĢların kimi açlık ve susuzluktan ölür, kimi de yem bulma düĢüncesiyle bir yerlere dalıp gözden kaybolurlar. Sonuçta bu yedi vadiyi ancak otuz kuĢ aĢar ve Sîmurg'u sorarlar. O sırada bir postacı gelir, Sîmurg'u istediklerini anlayınca önlerine birer kağıt koyarak okumalarını ister. Kağıtları okuyan kuĢlar, bütün yaptıklarının kağıtlarda yazılı olduğunu görerek hayrete düĢerler. Bu esnada Sîmurg tecelli eder ve kuĢlar tecelli edenin kendileri olduğunu, Sîmurg'un otuz kuĢtan ibaret olduğunu anlarlar. Sîmurg'dan gelen: " Siz buraya otuz kuĢ geldiniz, otuz kuĢ göründünüz. Daha fazla yahut daha eksik gelseydiniz, o kadar görünürdünüz. Burası bir aynadır." hitabının ardından, kuĢların hepsi Sîmurg'ta yok olurlar. Çevirmen deyimiyle:" Ne yol kalır, ne yolcu, ne de kılavuz.‖ (Ferideddin-i ‗Attâr, 1990: VIII) Kahramanlarını kuĢların oluĢturduğu eserde gülbülbül temasıyla ilgili kısım, mesnevinin baĢlarında yolculuktan vazgeçme eğiliminde olan bülbülün özrünü iĢleyen kısımdır. ġiirin üçüncü bölümü Erçetin‘in gönül hakkındaki görüĢlerine tahsis edilir. Erçetin Ģiirin bu son bölümünde gönlü kuĢa benzetir. Bu benzetmeyle, sanki , gönlün aĢk hususunda zaman, mekân, sınır ve kural tanımayan karakterine vurgu yapar: Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz mısralarında gönül bu durmaz uçar sözleriyle Klasik Türk ġiiri ile Halk ġiirinde gönlün kuĢa benzetilme ya da kuĢ olarak nitelenme anlayıĢına çağrıĢımda bulunur. Ey göñül murġı ne rahm umarsun ol sayyâddan Kim safâsı var anuñ dâmuñdaki feryâddan(Ahmed PaĢa Div., 1992: G 240/1) 355 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ġâhin bakıĢlı bir balaban gerçegin yine ġeh-bâz-ı zülfü eyledi dil murgunı Ģikâr (Hayâlî Div., G 131/1, 2), [ġâhin bakıĢlı bir gerçek doğan gibi saçının doğanı gönül kuĢunu yine avladı.] Gezme ey göñlüm kuĢı gâfil fezâ-yı ‗aĢkda Kim bu sahrânuñ güzer-gâhında çoh sayyâdı var (Fuzûlî Div.,) ÂĢiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîĢânındadır Kande olsam ey perî gönlüm senin yanındadır (Fuzûlî Div.,) beyitlerinden anlaĢılacağı üzere Klasik Türk Ģiirinde murg-ı cân ya da murg-ı dil, dil murgu, gönül kuĢu, cân kuĢu tamlama vetabirleriyle ifâde edilen bu hususu en açık anlatan ise Yûnus Emre olur: Benüm cânum bir kuĢ durur gevdem anun kafesidür Dostdan haber gelicegiz bir gün uçar kuĢum benüm(Yunus Emre Div., 2006: 246, G 204/4) Gönlün kuĢa benzetilmesi düĢüncesinden Erçetin de etkilenmiĢ gözükür. Klasik Türk Edebiyatı ile Halk Edebiyatları‘nda gönül farklı nesne, madde, varlık ve kavramlara benzetilir. Bu varlıklardan biri de kuĢtur. Edebi metin içerisinde Ģâir ya da yazar kuĢ yerine kelimenin Farsça karĢılığı olan murg sözcüğünü yaygın olarak kullanır. Kelime ile murg-ı dil, murg-ı cân tamlamalarını yaparak gönlü benzetme yolu ile kuĢa benzetir. Arapça karĢılığı tâir ise çok az kullanılır. ―Ġnsan vücudunun en hayatî organlarından olan kalp (ya da gönül) duyguların yoğun olarak yaĢandığı, heyecânların had safhada olduğu bir merkezdir. Bu bağlamda kalb ya da gönlü can evi olarak nitelemek de mümkündür. Yaygın bir rivâyete göre göğüs kafesinin içinde kalp, kalbin içerisinde gönül, gönlün orta yerinde ise kara bir benek, leke ya da nokta vardır. Sevdâ ya da süveydâ adıyla bilinen bu nokta aĢkın tecellî ettiği yerdir. Gönül, Ģairin fikir ve eylemlerine vekil tayin ettiği gözüpek bir kahraman, gölge bir kiĢilik gibidir.ġairin iyi ya da olumlu düĢünce ve eylemlerinin övüncü, kötü ya da olumsuz düĢünce ve eylemlerinin ise baĢ sorumlusudur. Gönül üzerine dîvân, tekke ve halk edebiyatlarında yazılan Ģiirler büyük bir yekun teĢkil eder. Dîvân Ģâirlerinin dîvânlarını süsleyen Ģiirler arasında gönül konulu beyitler; kâfiye veya redifi gönül, dil, derûn, hâtır olan Ģiirler bir hayli fazladır. Hemen her Ģâirin dîvânında bir ya da bir kaç tane gönül Ģiiri olduğunu söylemek yanlıĢ olmaz. Bu Ģiirlerde gönül farklı varlık, nesne ve mekânlara benzetilir; özellikleri üzerinde durulur; senli-benli konuĢulan bir muhatap kabul edilir, onun düĢünce ve fiilleriyle bazen övünülür, bazen de olumsuz durum ve fiilerin sorumlusu olarak sunulur. AĢk usûlünü çok iyi bilmesi, isteklerinde sınır tanımayıĢı, hercâî ve uslanmaz oluĢu, yabancılara karĢı dik baĢlı (âsi), sevgiliye karĢı uysal oluĢu, yolunda kurban olmaya can atıĢı v.d. bu Ģiirlerde gönlün sıklıkla değinilen özellikleridir.‖ (1) Gencay Zavotçu, 2012: 354, 355; 2) Gencay Zavotçu, 2013: 67-271). Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz 356 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mısralarında gönlün zaman mekan tanımadan sürekli uçtuğunu söyleyen Erçetin onun aĢkı bulmadan durmayacağını, bu aĢkla yanmadan huzur bulacağını söyler... ġiirin son mısraında Erçetin, gönüle seslenir, Gönül durma uç yorulma uç yılma uç Ģeklindeki mısrada ondan durmadan, yorulmadan, yılmadan uçması talebinde bulunur. ġiirin tasavvufî karakterli son bölümünün tamamlayıcısı niteliğindeki bu mısrada gönülden böyle bir istekte bulunması anlamlıdır. Bu, çıktığı yolculukta gönlü destekleme, vaz geçme, yorulma ve yılma ihtimallerine karĢı onu teĢvik etme ve yeniden isteklendirme gayretinin dıĢavurumudur. Bu mısrayı özellikle sona saklaması ve sonda çarpıcı bir biçimde söylemesi ise yolun güç koĢulları ve yolcuların farklı ruh hâlleri hakkında bilgili olduğunu sezdirir. Zira, Erçetin iyi bilmektedir ki Kâf Dağı yolunda milyonlarca kuĢtan büyk çoğunluğu baĢlangıç safhası ya da sonraki evrelerde yorgunluk, yılgınlık ve inançsızlık gibi çeĢitli nedenlerle yolculuğu tamamlayamamıĢ ve amaca ulaĢamayıp baĢarısız olmuĢlardır. Sembolik olarak kuĢların kullanıldığı, ama aslında rûh ya da gönlün manevî seyrinin anlatıldığı bu yolun güzergâhı çeldirici, cezbedici, alıkoyucu ve vaz geçirici engel, tehike ve tuzaklarla doludur. Gönül de bu engel, tehlike ve tuzaklara aldanıcı ve meyledici bir yapıya sahiptir. Eğer onu uyarmazsa, yolculuğu tamamlayamama ve baĢarısız olma ihtimâli yüksektir. Bu bilinçle Erçetin, seyr-i sülûk evresinde mürîdi sohbetleri, himmetli bakıĢ ve davranıĢları ile isteklendiren bir Ģeyh gibi davranmıĢtır diyebiliriz. Sonuç olarak Ģunları söyleyebiliriz: Öğretmen, akademisyen, söz yazarı ve ses sanatçısı kimlikleriyle tanınan Candan Erçetin‘in Milyonlarca KuĢtuk adlı Ģiiri kültürel bağlamda zengin bir altyapıya sahiptir. ġiirin sözleri baĢta Fars ve Türk mitolojileri ile edebiyatları olmak üzere ağırlıklı olarak Doğu kavim, toplum ve milletlerinin kültür değerlerinden beslenmiĢ bir izlenim verir. ġiirde geçmiĢ ile gelecek arasında bir bağ kurma ve kültür köprüsü oluĢturma çabası içerisinde gözüken Erçetin, bu çaba içerisinde öğreticilik kimliğini öne çıkarır. Didaktik yapısı öne çıkan Ģiirde edebî sanatlardan da yararlanır. ġiirin ilk Bölüm‘ünde bir husus ya da konuyu okuyucuya öğretmeğe/kavratmaya çalıĢırken teĢbîh (benzetme) sanatınabaĢvurur. Ġkinci Bölüm‘de kuĢların ağzından konuĢarak intâk (konuĢturma), son bölümde ise gönüle hitap ederek nidâ (seslenme) sanatlarına müracaat eder. ġiirin biçimsel kurgusu ince düĢünülüp tasarlanmıĢ olduğu fikrini verir. Ġlk Bölüm‘de okuyucuyu farklı hususlarda bilgilendiren Erçetin, Ġkinci Bölüm‘de iĢleyeceği KuĢların Kâf Dağı‘na yolculuğunun altyapısını hazırlamıĢ olur. Ġkinci Bölüm‘de kuĢların ağzından Kâf Dağı yolculuğunu anlatırken Üçüncü Bölüm‘de gönüle hitap eder. Gönüle amaca ulaĢması için durmadan, yorulmadan ve yılmadan uçması hitabında bulunurken yine öğreticilik yanını öne çıkarır. Gönüle seslenirken aslında kiĢinin bir iĢi baĢarabilmesi için azimli, sabırlı ve kararlı olması gerektiğini îmâ eder. ġiirin tamamı bu düĢüncemizi doğrular niteliktedir: Her kim ki kıskançlık gölünde yüzer Bilsin ki ulaĢamaz o kaf dağına Bülbül ki aĢk denizlerinde gezer Uçamaz ki baĢka güllerin narına Her kim ki bencillik dağına tırmanır Bilsin ki kaderi yalnız kalmaktır ġâhin ki hırs ovalarında saklanır Avladım zanneder ama kendi avlanır 357 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Her kim ki hakikat ormanında bekler Bilsin ki hatasız çıkamaz yarına Her kim ki inkar limanında demirler Eremez hiçbir zaman gönlünün sırrına Her kim ki ayrılık vadisinde durur Bilsin ki ne ararsa kendinde bulur Biz milyonlarca kuĢtuk kaf dağına kanat açtık Acı çektik yaralandık bilmiyorduk aldandık Kimimiz yollarda kaldık dünya malına kandık Kimimiz sebat ettik yedi vadiyi aĢtık Gönül bu durmaz uçar zaman mekan tanımaz Uzun yol yolcusudur bulmadan aĢkı durmaz Gönül bu durmaz uçar uzak yakın tanımaz Gönül yol yorgunudur yanmadan huzur bulmaz Gönül durma uç yorulma uç yılma uç Kaynaklar Ahmet PaĢa Divanı; Haz.: Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yay., Ankara 1992. Aksoy, Ömer Asım; Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-1. Atasözleri Sözlüğü, Ġnkılâp Yay., Ġstanbul 1988. Aksoy, Ömer Asım; Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü-2. Deyimler Sözlüğü, Ġnkılâp Yay., Ġstanbul 1988. Ali ġir Nevayî, Lisânü‘t-Tayr, haz.: Prof. Dr.Mustafa Canpolat, TDK Yay., Ankara 1995. Canım, Yrd. Doç. Dr. Rıdvan; Latîfî, Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nuzamâ; (ĠncelemeMetin), Atatürk Kültür Merkezi BaĢk., TTK Bsm.evi, Ankara 2000, s. 138. Ferideddîn-i ‗Attâr; Mantıku‘t-Tayr, Çev.:Abdülbaki Gölpınarlı, M.E.B., I, Ġstanbul 1990. FuzûlîDîvânı; Metnibaskıyahz.: Prof KenanAkyüz-SüheylBeken-Doç. Dr. SeditYüksel-Dr. MüjganCunbur, Akçağ Yay., Ankara 1990. Kınalı-zadeHasanÇelebi; Tezkiretü‘Ģ-ġuarâ, EleĢtirmelibaskıyahazırlayan: Dr. Ġbrahim Kutluk, Atatürk Kültür, DilveTarihYüksekKurumu TTK Yay., C.I, 2. bs., Ankara 1989, s. 354. Külliyāt-ı Sa‗dî; NĢr.: Muhammed-i Sadrî, Tahran 1384 hĢ., s. 11; ayrıca bkz.: Sa‘dî; Gülistân, Ter.: Mehmet Kanar, ġule Yay., Ġstanbul 2001. Mevlânâ; Bülbül-nâme, Süleymâniye Ktp., Nâfiz PaĢa Bl., Nu.:502 (2b-3a). Bekâyî-i Ġznîkî; Gül ü Bülbül, Nuruosmâniye Ktp., 4097. 358 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Tatçı, Dr. Mustafa; Yunus Emre Külliyâtı II-Yûnus Emre Dîvânı -Tenkitli Metin, Ankara 2006. Wilhelm Thomsen; Orhon ve Yenisey Yazıtlarının Çözümü, Ġlk Bildiri- ÇözülmüĢ Orhon Yazıtları, Çev.: Vedat Köken,Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu TDK Yay., Ankara 1993. Yavuz, Kemal; GülĢehri'nin Mantıku't-Tayrı'ı (GülĢen-nâme), Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma I, KırĢehir Valiliği Yayın No: 12, Ankara 2007. Yılmaz Emel-Özlem Cömet; ViĢne-zâde ‗Ġzzetî Divanı, Bitirme Tezi, Yön.; Yrd. Doç. Dr. Gencay Zavotçu, KOÜ Fen Ed. Fak. TDED Bl., Kocaeli 2005. Yahya Divanı; Haz.: Rekin Ertem, Akçağ Yay., Ankara 1995. Tulum, Mertol; Sinan PaĢa-Tazarru‗-nâme, MEB Yay., Ankara 2001. Yûnus Emre Divanı; Haz.: Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yay., Ankara 1991. Zavotçu, Gencay; ―Mevlânâ Adına Kayıtlı Küçük Bir Mesnevi: Bülbül-nâme‖, Atatürk Üniversitesi Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi (TAED),Erzurum 1998, S.9, s.79-88. Zavotçu, Gencay; Dîvân ġâirlerinden Gazeller I:Dehhânî-Nesîmî-ġeyhî-Zâtî (Nesre Çeviri, Açıklama, Terimler, KiĢiler ve San‘atlar), Umuttepe Yay., Kocaeli 2012, 553 s. Zavotçu, Gencay; Klasik Türk Edebiyatı Sözlüğü (KiĢiler-Hayvanlar-Bitkiler-Tabiat Güçleri-KiĢileĢtirilmiĢ Varlık ve Kavramlar), Kesit Yay., Ġstanbul, Kasım 2013, 910 s. Zavotçu, Gencay; Türk Edebiyatı‘nda Gül ve Bülbül Mesnevileri (Mukayeseli ÇalıĢma) II, Tez Yön.: Yrd. Doç. Dr. Turgut Karabey, Atatürk Üni. Sos. Bil. Ens., Erzurum 1997. 359 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 RUSÇUKLU ZARÎFÎ‟NĠN PEND-NÂME‟SĠNDEKĠ KALIP ĠFADELER Güllü BOġÇA ÖZET Zarîfî, XVIII. yüzyılda yaĢamıĢ ve bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Rusçuk‘ta doğmuĢ olan mutasavvıf bir Ģairdir. ġair daha çok Pend-nâme adlı öğüt kitabıyla tanınmaktadır. Dinî-tasavvufî, ahlakî ve sosyal hayat gibi pek çok konu üzerinde durulan eserde, anlatımı kuvvetlendiren atasözü, deyim ve veciz sözler gibi birtakım kalıp ifadelerden yararlanılmıĢtır. Bu çalıĢmada Zarîfî ve Pend-nâme adlı eseri ile ilgili kısaca bilgi verildikten sonra eserde geçen bu kalıp ifadeler üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Zarîfî, Pend-nâme, kalıp ifadeler. FIXED EXPRESSIONS IN PEND-NÂME OF RUSÇUKLU ZARÎFÎ Abstract Zarîfî is a sufi poet who had lived in the 18th century and was born in Rusçuk (Ruse) in today‘s Bulgaria. The poet is rather known with his work Pend-nâme (epistel of admonitions) which is more of a book of advices. In the work, which elaborated many issues - religious-sufistic, moral and social - several fixed expressions, such as proverbs, idioms and aphorisms were made use of. This study aims at investigating these fixed expressions in Zarîfî‘s work, after providing a brief information on Zarîfî and his Pend-nâme. Keywords: Zarîfî, Pend-nâme, fixed expressions. ArĢ. Gör., GaziosmanpaĢa Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, gullu.bosca@gop.edu.tr 360 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GiriĢ Asıl adı Ömer olan Zarîfî, kaynaklarda Zarîfî Baba, Zarîfî Ömer Efendi, Zarîfî Baba Ömer Efendi, ġeyh Ömer Zarîfî Efendi, Ömer Baba adlarıyla anılır. XVIII. yüzyılda yaĢamıĢ mutasavvıf bir Ģair olan ve bugünkü Bulgaristan sınırları içinde bulunan Rusçuk‘ta doğan Zarîfî, daha çok tasavvufî ve ahlakî öğretilere yer verdiği Pend-nâme adlı mesnevisi ile tanınır (GÖNEL, 2013, s. 1451). Sa'diyye tarikatının Ģeyhlerinden olan ve Ģiirleri kadar hüsn-i hattaki ustalığıyla da tanınmıĢ olan Zarîfî, yine Rusçuk‘ta H.1210 (M.1795) yılında vefat etmiĢ olup, Rusçuk Bey Mezarlığı karĢısındaki Tombul Câmii haziresine defnedilmiĢtir (ARSLAN, 1994, s. 5). Söz konusu Ģairin Pend-nâme adlı eserinin dıĢında bir de divanı olduğundan, ancak bu eserinin günümüze ulaĢmadığından söz edilir. Öte yandan Hüseyin Gönel, biri tam diğeri eksik olan Zarîfî‘ye ait iki divan nüshası olduğundan bahseder (GÖNEL, 2013, s. 1455). Tam olan nüsha Ġstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T 3863 numaradadır ve 202 varaktır. Eksik olan ikinci nüsha ise Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi‘nde 07 El 2971/1 arĢiv numarası ile kayıtlıdır. Divan 1b-22b arasında yer almaktadır. BaĢından ―te‖ harfine kadar olan Ģiirler Ġstanbul Üniversitesi Kütüphanesindeki nüshasıyla birebir aynı olduğundan bahsediliyor (GÖNEL, 2013, s. 1455). Zarîfî‘nin kaynaklarda genellikle Divan ve Pend-nâme olmak üzere iki eseri zikredilirken Turgut Koçoğlu, bunların dıĢında yedi eserden daha bahseder. Bunlar Tasavvuf-nâme, Ġsm-i A'zam, Kitâb-ı Ġ'tikâd, Hikâye-i Kan Kalesi, Beyân-ı Ser-encâm, Kısasu'l-Enbiyâ, Istılahât-ı MeĢâyıh‘tır (KOÇOĞLU, 2012, s. 1756). Zarîfî ve eserleri hakkında verilen bu kısa bilgiden sonra esas konumuz olan Pend-nâme‘den bahsedilecek olursa, Feridüddin Attar‘ın ünlü Pend-nâme adlı eserinin Türkçeye tercümesinden sonra bu türde yazılan eserlerin hepsi ―pendnâme‖ olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. Bir nasihat kitabı olan Pend-nâme, tasavvufî ve ahlakî konuların yer aldığı 1071 beyitlik bir mesnevidir. Eserde insanoğlunun doğru davranıĢlar sergileyerek, daha mutlu ve daha iyi hissedebilmesi için neler yapılması gerektiği ile ilgili öğütler verilmektedir. Esas itibarıyla öğüt verme geleneği bizde daha ilk yazılı metinlerden itibaren görülmeye baĢlar. Türk Edebiyatının ilk yazılı metinleri olan Orhun Abideleri‘nde, Türk halkının 361 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bağımsızlığını koruyabilmesi için neler yapması gerektiği ile ilgili bilgiler verilir. Sonraki yüzyıllarda bu geleneğin Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayık, Risâletü'n-Nushiyye gibi eserlerle devam ettiği görülür. Sözlü edebiyatta ise bu gelenek atasözü ve deyimlerle devam ettirilmiĢtir. Bununla birlikte atasözü ve deyimler kültürel bilginin muhafazası, aktarılması ve anlatımın kuvvetlendirilmesi hususunda önemli iki kaynaktır. Yüzyıllarca kullanılarak kalıplaĢan bu sözler, Yüzyıllardan süzülerek zamanımıza kadar gelmiĢ, bu yüzden uzun bir deneme zamanı geçirmiĢ, kalabilenler sade anlamlı fakat sağlam gerçekli sözler olmuĢtur (ÖZÖN, 1952, s. VI). Etkili ve kalıcı bir ifadenin de en önemli Ģartlarından biri kısalıktır. Ġnsan zihni ifade sırasında çok zamanda az kuvvet sarf etmek yerine az zamanda çok kuvvet sarf etmeyi tercih eder (ÖZDEM, 2000, s. 121). Atasözü ve deyimler gibi kalıplaĢmıĢ ifadeler de kimi zaman sayfalar dolusu anlatımdan daha etkili olabilir. Kısaca bu ifadeler anlatmak istediklerimizi daha kolay ve daha etkili anlatmak noktasında bize yardımcı olur. Aynı zamanda atasözü ve deyimler, onları üreten toplumun dünyaya bakıĢı, kültürel özellikleri, öncelikli değerleri ve hassasiyetleri gibi özelliklerini gösteren en önemli folklorik malzeme olma özelliği taĢır (DELĠCE, 2003, s. 181) Adı geçen eserde de müellif, insanlara dinî-tasavvufî ve ahlakî konularda nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatırken, bu ifade Ģekillerinden de yararlanmıĢtır. Zarîfî, bu ifade Ģekilleri ile birlikte eserinde dile hâkimiyetini ve Ģiir bilgisini de gösteren hoĢ vecizelere de yer vermiĢtir. Müellifin eserinde rastladığımız ve anlatımını zenginleĢtiren bu ifadeleri tespit edip, konularına göre bir tasnif yapmaya çalıĢacağız. Deyimler, Atasözleri Ve Vecizeler Sır Tutmak/DüĢünerek KonuĢmak Türk kültüründe az söyleyip çok dinlemenin gerekliliği ve faydası ile ilgili sayısız söylem vardır. Eline ve diline sahip olmak bir düsturdur. Fikri toz hâline getirip onda birini 362 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 söylemek gerekir 80. Zarîfî‘nin sır tutmanın ve düĢünerek konuĢmanın gerekliliği ile ilgili kullandığı deyimler Ģunlardır: Ağzı açık olmak: DüĢünmeden konuĢan (D)81 Agzı açık olıcak erkek diĢi Halk içinde mashara olmak iĢi (103) Ağzını tutmak: Bugün kullandığımız ―dilini tutmak‖, sonunu düĢünmeden geliĢigüzel konuĢmaktan sakınmak (D) Çıkmaya sır dersen agzın tutagör Lokma-i sırrını kendin yutagör (100) Ser verip sır vermemek: Ağzı sıkı olmak (D) Âkil olan ser vere sır vermeye Arz-ı sırdan kimseye yer vermeye (105) Sır lokmasını yutmak: Sırrı açığa vurmamak, baĢkasına söylememek (D) Çıkmaya sır dersen agzın tutagör Lokma-i sırrını kendin yutagör (100) Sır vermek (sızdırmak): Bir sırrı açığa vurmak, baĢkasına söylemek (D) Sır veren kimseye nice iĢ olur Çok belâya anın ile dûĢ olur (106) Kimselere sırrın ifĢâ etme hiç Lokma ise yud anı su ise iç (101) (V) Hem büyük sözden dilin gâyet sakın Zîrâ eksikligi olur pek yakın (146) (V) Söylenilmez her dile gelen kelâm Söz odur kim ola hatmi ve's-selâm (187) (V) Âdemin dürr-i sühandır zîneti Âdem anın ile bulur izzeti (429) (V) 80 Söz gibi cevher cihanda olmaya “Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ‖ (Osman Nevres Efendi) 81 D (Deyim), A (Atasözü), V (Vecize) 363 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kıymetin nâdân olanlar bilmeye (430) (V) Bilmedigin almadan noksân dile Dinlemek bin kat hayırlıdır hele (893) (V) Değer / Kıymet Anlayana söyle dürr ü gevherin Kıymetin sarrâf bilir cevherin (905) (V) Anlamayan anlamaz çekme emek Söylemekden yeg ana söylememek (906) (V) Bile mi nâdân cevâhir ne demek Tûtîye lâyık imiĢ sükker yemek (907) (V) Onay / Müsaade Ġstemek Rıza gözlemek: Onayını almak, müsadesini almak (D) Gözlegil dâ'im rızâsın anların Âlî zikr et dilde nâm u Ģânların (112) Ġlgiyi Kesmek Yüz çevirmek: Gösterdiği ilgiyi kesmek (D) Gelse kimse hâcet içün ger sana Yüz çevirme kıl nazar andan yana (230) Yüz döndürmek: Yüz çevirmek, gösterilen ilgiyi kesmek (D) Sakınıp döndürme andan yüzünü Yüzüne gül tatlı söyle sözünü (673) Ġsmini dile almamak: Adını ağzına almamak (D) Ana da dahl eyleme zinhâr hele Hayr u Ģerde ismini alma dile (796) Ġntikam Almak Kazdığı kuyuya kendisi düĢmek: BaĢkası için hazırladığı kötülüğe kendisi uğramak(D). Sabr edersen Hak belâsını verir 364 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kazdıgı kuyuya kendisi girür (388) Dikkatli Olmak Can kulağıyla iĢitmek: Çok dikkatli dinlemek (D) Ey püser dinle nasîhat sözünü Cân kulagıyla iĢit aç gözünü (715) Gözünü açmak: GörüĢünü değiĢtiren bilgi vermek, uyarmak (D) Sakınıp nâ-ehle sen deme sözün Dinle pendim dut kulagın aç gözün (403) Kulak tutmak: Kulak vermek, önemsemek (D) Sakınıp nâ-ehle sen deme sözün Dinle pendim dut kulagın aç gözün (403) Ah Almak Gözünün yaĢını almak: Ah almak, birinin ilenmesini üstüne çekmek (D) Gel fakîrin alma gözü yaĢını Gark edip bitirmeye tâ iĢini (648) Pek sakın mazlûmun âhından hele ġâh olursan tahtını verir yele (647) (V) Ġlahî Adalet Ettiği yanına kalmak: Yaptığı kötülük karĢılıksız kalmak, cezasını görememek (D) Hak kulundan intikâmın hep alır Sanma aslâ etdigi ana kalır (662) Ne ekersen onu biçersin: Nasıl davranırsan öyle karĢılık görürsün (A) Erde geçde âkibet sen göçesin Bunda her ne ekdin anda biçesin (206) … Her ne tohmu eksen anı biçesin Her ne köprü yapsan andan geçesin (1034) Erde geçde âkibet sen göçesin Bunda her ne ekdin anda biçesin (206) (V) Acıyana bil ki acır buluna KiĢi her ne etse gelir yoluna (654) (V) 365 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ölüm Kara toprak olmak: Ölmek (D) Besledigin nâz ile cismin senin Kara toprak ola ol nâzik tenin (696) Bu fenâya dil verip aldanma sen Bâkî kalmaz sana bu cân ile ten (693) (V) Bu fenâda Ģâh imiĢ yâhud nefer Bir kefenle ediser âhir sefer (927) (V) Saygı Göstermek Pâyına yüz sürmek: Bir dilekte bulunmak için eĢiğine yüz sürmek, yalvarmaya gitmek (D). Herkesi kendinden âlî göresin Kâdir isen pâyına yüz süresin (782) Yüz sürmek: AĢırı sevgi göstermek için yere eğilmek (D) Dergehine süreyim kara yüzüm Sû-i zan gösterme görmeye gözüm (856) Dilek / Ġstek Dest açmak: El açmak, baĢkasının yardımını isteyecek durumda olmak. (D) Tez tükenir gelmeyince üstüne MüĢkil iĢdir destin açmak dostuna (860) Kanaat Etmek Aza çoğa bakmamak: Olanla yetinmek (D) Âkil olan bakmaya aza çoga Pek yakın dehrin hele varı yoga (992) Dostluk Dost kara günde belli olur: Gerçek dost üzüntülü, sıkıntılı günlerde insanı yalnız bırakmaz (A). HoĢ gününde her kiĢi yârân ola Dost odur kim kem gününde dost ola (363) 366 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Eski düĢman dost olmaz: Eski düĢmanlık dostluğa dönüĢtürülemez (A) Eski düĢman dost ola sanma sakın Ġctinab et semtine varma sakın (375) Her yüze güleni dost sanma: DostmuĢ izlenimi vermeye çalıĢan kiĢileri dost sanmak hatadır (A). Dost olanlar hep yüzüne gülmeye Her yüze gülen kiĢi dost olmaya (379) Dostun azın çok görür kâmil olan Böyle bulmuĢ dostlugu anca bulan (825) (V) Zararlı Kimselerden Sakınma Kurunun yanında yaĢ da yanar: Beğenilmeyen tutumlarından dolayı cezalandırılan kiĢiler yanında suçsuzlar da suçlular gibi hırpalanır (A) Kuru yanında demiĢler yaĢ yanar Belki yaĢ yanında dag u taĢ yanar (527) Ġyilik Ġyilik eden iyilik bulur: Ġyilik eden kimseye zamanı geldiğinde baĢkaları da iyilik eder (A). Ġster isen eyülerden olasın Eylük eyle tâ ki anı bulasın (667) Her kime çok eylük eylersen eger Tâ sonunda kemligi sana deger (441) (V) Kendinedir eyligin ger kemligin Kala ancak sana bir âdemligin (665) (V) Misafir Misafir on kısmetle gelir, birini yer dokuzunu bırakır: Allah misafirin yediğinden kat kat fazlasını misafir ağırlıyor diye ev sahibine verir (A) Kısmetiyle gelir hep cümle gelen Berekâtı yetiĢir sana kalan (675) Sanma kendüden verirsin sen aĢı Bu felekde kısmetin yer her kiĢi (674) (V) 367 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Niyet Gönlüne göre bitirir iĢini Midene göre yedirir aĢını (170) (V) Kemâlât Kâmili ancak yine kâmil bulur (407) (V) Kâmil olan sözünü etmez dırâz Nitekim boncuk çok olur incü az (419) (V) Güftesinden bellidir kâmil olan Bildirir nâdânlıgın câhil olan (432) (V) Her iĢin sonun sayar âkil olan Ġbtidâsın gözedir câhil olan (470) (V) Az uyumak az yemek kâmillerin Çok uyumak çok yemek gâfillerin (560) (V) Kendinin aybın görür kâmil olan Halkın aybın gözedir câhil olan (780) (V) Kâmil olan kimse noksân gözlemez (837) (V) Ârif isen ârife bir söz yeter (997) (V) BaĢı tâcı olmadansa câhilin Hâk-pâyı yegdir olmak kâmilin (1068) (V) Sabretmek Sabr ile evvel çekenler zahmeti Âkıbet sonunda bulur devleti (468) (V) Edep Çün edebdir hûblugun Ģânı adı Bî-edeb sükker ise olmaz dadı (628) (V) Âlem içre kendi haddin bilmeyen Dâ'im oldur aglayıp da gülmeyen (727) (V) Doğruluk / Adalet Kâ‘inâtın kulu var âzâdı var 368 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Herkesin haddince adl ü dâdı var (640) (V) Dinleme dostun sözün olsa egri boĢ Dogru sözlü düĢmene uy dahi hoĢ (719) (V) Ġnsan Tabiatı Sanma kimse kimsenin hâlin tanır Kendi neyse âlemi öyle sanır (848) (V) Tûtî kumru ola mı hiç kara zâg Yıkamakla kara taĢ olur mu ag (869) (V) Sonuç Kültürün sonraki nesillere aktarılmasında en önemli araçlardan olan atasözü ve deyimler, daha yazılı kaynakların ortaya çıkmadığı dönemlerde bu vazifeyi üstlenmiĢlerdir. Ait olduğu toplumun dimağında yüzyıllarca yer edinerek, günümüze ulaĢan bu kalıp ifadeler, anlatılmak istenen konuyu daha estetik bir Ģekilde anlatma imkânı verir. Yapılan tasnif çalıĢmasının sonucunda Ģu konuların ön plana çıktığı görülür: Sır tutmak, düĢünerek konuĢmak, değer/kıymet, onay/müsaade istemek, ilgiyi kesmek, intikam almak, dikkatli olmak, ah almak, ilahî adalet, ölüm, saygı göstermek, dilek/istek, kanaat etmek, dostluk, zararlı kimselerden sakınmak, iyilik, misafir, niyet, kemâlât, sabretmek, edep, doğruluk / adalet ve insan tabiatı. Konu baĢlıkları ait olduğu toplumun değerlerini ve hassasiyetlerini yansıtması bakımından önemlidir. Buradan yola çıkarak toplumun dini, ahlaki, sosyal ve kültürel duyarlılıkları hakkında fikir edinilebilir. Zarîfî, kullandığı deyim, atasözü ve veciz ifadelerle zenginleĢtirdiği bu metinde Ģiir bilgisini ve dile hakimiyetini göstermiĢtir. 369 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kaynakça ARSLAN, M. (1994). Pendnâme-i Zarîfî. Sivas: Dilek Matbaacılık. DELĠCE, H. Ġ. (2003). Deyimlerin Dilbilgisel Yapıları ve Yapı ÇözümleniĢleri. M. ARSLAN içinde, Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri (s. 177-194). Ġstanbul: Bayrak Mat. GÖNEL, H. (2013). Bir Zarif ÂĢık: Rusçuklu Zarîfî ve Divânı. Turkish Studies , 1449-1483. KOÇOĞLU, T. (2012). Rusçuklu Zarîfî Ömer Baba ve Manzum-Mensur Tasavvuf Terimleri Lügatçesi: Istılahât-ı MeĢâyıh. Turkish Studies , 1751-1776. ÖZDEM, R. H. (2000). Dil Bilim Yazıları. Ankara: TDKY. ÖZÖN, M. N. (1952). Türk Ata Sözleri. Ġstanbul: Ġnkılap Kitabevi. 370 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KALIP CÜMLELER ĠLE YABANCILARA TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ Hakan KAÇAR ÖZET Dilimiz sondan eklemeli bir dildir. Ekler sayesinde yeni kelime ve anlamlar elde edilir. Bununla birlikte kelimeler de yan yana gelerek ilk anlamlarından farklı anlamlar kazanırlar. Türkçe öğrenmek isteyen bir yabancıya bir yandan ekleri öğretirken bir yandan da kelime ve kelime gruplarına yüklediğimiz anlamları vermeliyiz. Bununla birlikte Türkçe cümleler kendine özgü bir söz dizimine sahiptir. Yabancı öğrenciler bu üç hususiyeti aynı anda öğrenmek zorundadırlar. Öğrencilerin bir an önce bu dizimi öğrenmeleri, kendilerini Türkçe cümlelerle ifade edebilmeleri, onları öğrenmeye teĢvik edecektir. Bunun için de cümleleri ezberleyerek bir edinim sağlayabilirler. Yabancılara Türkçe öğretilirken kullanılan birçok yöntem vardır ve bu yöntemler birbiri içine girmiĢ bulunmaktadır. Bu yöntemlerden biri de cümleleri bir bütün olarak vermek ve ezberletmektir. Yabancılara Türkçe öğretmek için hazırlanan bazı kitap setlerinde bunun için yazılmıĢ yardımcı kitaplar bulunmaktadır. Bu çalıĢmamızda bu kitapları da inceleyerek A1 seviyesinde konu konu; verilmesi gereken cümleler nelerdir, cümleler hangi metotlar kullanılarak öğretilebilir gibi sorulara cevap aranmaktadır. Anahtar Kelimeler: Yabancılara Türkçe, temel seviye, kalıp cümleler TEACHING TURKISH TO THE FOREIGNERS WITH THE MAIN SENTENCES Abstract Turkish language is an agglutinative language. We get new words when we add a new appendix to the main word. The meaning of the words and phrases should be taught to the learners while we teach the appendixes. At the same time Turkish language is have special range for words. Students should learn these three points together when they learn Turkish. They will feel more comfortable when they explain themselves by learning this range of words. Thus they will feel For these reasons they can learn by memorizing these sentences. Beder Üniversitesi, Arnavutluk. 371 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 There are a lot of techniques while teaching Turkish and these techniques have entertain to each other. One of these techniques is to give the whole sentence and make learn to memorize this sentence. Therefore, in some Turkish book sets which has been arranged to teach Turkish to the foreigners have helper books. Here, in this work we will study to these kind of books and each topics until level A1. Key words: Turkish for foreigners, main level, mold sentences. GiriĢ Dil sürekli değiĢim içinde olan canlı bir yapıya sahiptir. Bu değiĢimden dolayı özellikle konuĢma dili aynı zaman diliminde bile farklı varyantlar halinde kullanılır. Türkçe de geniĢ bir çoğrafyada konuĢulan ve geliĢen, yaĢayan bir dildir. Özellikle kelimeler yan yana gelerek oluĢturdukları gruplarla gerçek anlamlarından çok farklı yeni mecaz anlamlar kazanmaktadır. Bunun örneklerini daha çok deyimler ve birleĢik fiillerde görmekteyiz. Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrenciler ise kelima grubu ve cümleleri, kelimeleri tek tek ele alarak ve sözlükten öğrendikleri gerçek anlamlarına göre düĢünerek anlamaya çalıĢmaktadır. Örneğin cümle içinde geçen; derin bakıĢ, açık söz, ortak dil, bağrı yanık, dipsiz kuyu gibi mecazi ifadeleri veya gol atmak, korner kullanmak, büyük patlama gibi terim sözlükleri anlamamaktadır. Bununla birlikte öğrenciler daha ilk dersten ; günaydın, görüĢmek üzere, adın ne? gibi bire bir tercüme edilemeyen cümlelerle karĢılaĢmaktadır. Kelime gruplarının kazandığı bu manaların ve tercüme edilemeyen bu gibi kalıp ifadelerin Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen öğrencilere tabi öğretilmesi gerekmektedir. Bunun için drama yaptırma, animasyon-video izletme, kitap okutma, diyalog ve cümle ezberletme gibi yöntemler kullanılmaktadır. Drama yaptırma, animasyon-video izletme, kitap okutma gibi yöntemler belli bir seviyeye gelen öğrencilerle ve sınıf içinde yapılabilmektedir. Biz ise bu çalıĢmada Türkçeyi öğrenmeye yeni baĢlayan öğrencilerin hızlı bir Ģekilde kendilerini ifade edebilmeleri üzerinde duracağız. Bunun için öğrencilere ders dıĢında da bolca ödev verilmeli ve daha uzun süreler Türkçe çalıĢması sağlanmalıdır. Bu noktada diyalog ve cümle edindirme önemlidir çünkü insanoğlu çok kelime bilse de kalıplar halinde bir konuĢma yapar. Diyalogları ve cümleleri kavrayan öğrenci zor olan dil bilgisi konularına girmeden kendini ifade edebilecek cümleleri öğrenmektedir. Bu sayede öğretmeniyle ve pratik yapabileceği insanlarla iletiĢime geçebilmektedir. 372 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Cümleleri kalıp olarak öğretmenin özellikle yurt imkanı olan yatılı okullarda uygulanabilir ve sonuç alınabilir olduğu gözlemlenmiĢtir. Türk belletmen bulundurabilen bu tür yurtlu okullarda öğrenciye ihtiyaç hissedeceği veya ihtiyaçlarını anlatabileceği cümleler ilk dersten itibaren sürekli verilmelidir. Öğrendiği cümleleri ders dıĢında kullanan öğrenciler yeni cümleler ezberlemeye istekli bir duruma gelir. Bu noktada önemli olan öğrencilere ihtiyaç hissedecekleri ve kullanacakları cümlelerin verilmesidir. Cümle ezberlemeye alıĢan öğrenci ileri aĢamalarda daha sık karĢılaĢacağı mecaz anlam taĢıyan cümleleri de kolaylıkla anlayacak cümlenin manasını bütün olarak kavrayacaktır. GökkuĢağı Türkçe kitap setleri ders kitabının içindeki kelime ve cümleleri öğrencilerin ana dilinde tercüme ederek ―Anahtar Kitabı‖ olarak sunmaktadır. Bu kitap öğretmenlere yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte asıl önemli olan yukarıda da bahsettiğimiz gibi öğrencilerin cümle ezberlemeye ihtiyaç duyması ve öğrendiklerinin faydasını görebilmesidir. Bu çalıĢmamızda özellikle bu minvaldeki öğrencilere ilk bir ayda edindirilmesi gereken diyalog ve cümleler verilecektir. Diyalog ve Cümleler 1. Hafta Diyalog-1 Diyalog-2 A: Merhaba! - Hangi okuldasın? B: Merhaba! A: Benim adım ................Sizin adınız ne ? B: Benim adım ................. - Mehmet Akif Koleji - Mehmet Akif Kolejindeyim A: Nasılsınız? B: TeĢekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız? A: TeĢekkür ederim, ben de iyiyim. B: TanıĢtığımıza memnun oldum. A: Ben de memnun oldum. - Türk Kolejindeyim - Hangi sınıftasın(Ģubedesin)? - 10/A sınıfındayım. B: HoĢça kalın. A: Güle güle. - Kaçıncı sınıftasın? - Onuncu sınıftayım. 373 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 - 10/A sınıfındayım. Cümleler: (Sabah) Uyanıyorum. Çay içiyorum. Eve gidiyorum. Kalkıyorum. Ödev yapıyorum. Zil çalıyor. Ders bitiyor. Giyiniyorum. Yatağımı düzeltiyorum. Ders alıyorum. Üniformamı giyiyorum. Müzik dinliyorum. Elimi yüzümü yıkıyorum. Yazıyorum. Top oynuyorum. ġarkı söylüyorum. DiĢlerimi fırçalıyorum. Kitap okuyorum. TıraĢ oluyorum. Yemek yiyorum. Ayakkabımı giyiyorum. Ayakkabımı boyuyorum. 2. Hafta Diyalog-1 Diyalog-2 - Nerelisiniz? - Odan kaçıncı katta? - ........................ - Odam üçüncü katta. - Ülkenizin baĢkenti neresidir? - Kaç numaralı odada kalıyorsun? - Ülkemizin baĢkenti Tiran‘dır. - Kaç yaĢındasın? - 301 numaralı odada kalıyorum. - Ben on beĢ yaĢındayım. - Odanda kimler var? - Yabancı dil biliyor musun? - Odamda ................................... - Evet Ġngilizce biliyorum. - Memleketin neresi? - ................................................. 374 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 - Aslınız (atalarınız)nereden geliyor? - ................................................... Cümleler: Yürüyorum. Su içiyorum. Okula geliyorum. ArkadaĢımı görüyorum. (Dersler bitiyor). Eve gidiyorum. Selam veriyorum. KonuĢuyorum. Dinleniyorum. Top oynuyorum. Geziyorum. Sıra oluyoruz. Sıraya geçiyorum. AkĢam yemeği yiyorum. Sınıfa giriyorum. Ders alıyorum. Ödevlerimi yapyorum. Zil çalıyor. Ders baĢlıyor. Kardeime yardm ediyorum. Öğretmen geliyor. Ders anlatıyor. Televizyon seyrediyorum.Maç izliyorum. Öğretmeni dinliyorum. Müzik dinliyorum. Öğretmen soru soruyor. Cevap veriyorum. ArkadaĢıma telefon ediyorum. Muhabbet Sınıftan çıkıyorum. Yemekhaneye ediyorum. gidiyorum. Yatyorum. Uyuyorum. Sraya geiyorum. Yemek alyorum. Rüya görüyorum. Çok korkuyorum. Masaya oturuyorum. Yemek yiyorum. 3. Hafta - Bu kitap mı? Diyalog-1 - Evet bu kitap. - Bu ne? - Bu defter mi? - Bu .......... - Hayır bu defter değil. - Bu kim? - Doğum günün ne zaman? - Bu ........... - .............................. - Kaç kardeĢin var? Diyalog-2 - Evet iki kardeĢim var. 375 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 -Eviniz nerede? - Eviniz kaç odalı? - Evimiz ..................... - Evimiz üç odalı. - Eviniz müstakil mi? - Evinizde sana ait bir oda var mı? - Hayır evimiz müstakil değil. - Evet var. - Kaçıncı katta oturuyorsunuz? - Odanda neler var? - Evimiz beĢinci katta. - Odamda ......................... var. Cümleler: Dünyada yedi kıta vardır. Nerede oturuyorsunuz? Her ülkenin bir bayrağı vardır. Bayrağınız ne renk? Ev ödevlerinizi yapın. Yurtta hemĢehrin var mı? Burada sigara içmeyiniz. Evden çıkıyorum. Sınıfta yiyecek yemeyin. Kapıyı kapatıyorum. Kilitliyorum. Erken yatıp sabah erken kalkmalısınız. Otobüs durağına gidiyorum. Genellikte gece on ikide uyuyoruz. Bekliyorum. Otobüs geliyor. ġehrinizin neyi meĢhur? Otobüse biniyorum. Memleketine nasıl gidilir kaç saat sürer? Otobüsten iniyorum. Hangi dili konuĢuyorsunuz? - Türkçe dersi saat sekiz buçukta. - Dersleriniz saat kaçta bitiyor? 4. Hafta - Derslerimiz saat üçte bitiyor. Diyalog-1 - Okula sabah saat kaçta geliyorsunuz? - Saat kaç? - Okula saat sekizde geliyorum. - Saat sekiz. Diyalog-2 - Türkçe, dersi saat kaçta baĢlıyor? - Bugün günlerden ne? 376 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 - Bugün günlerden pazartesi. - Bu hafta kaç saat Türkçe dersi var? - Bir haftada kaç gün var? - Hangi günler okul yok? - Bir hafta yedi gün var. - Cumartesi ve pazar günleri okul yok. Cümleler: Ahmet bey neyiniz oluyor? Babamın annesi benim babaannem olur. Annemin erkek kardeĢi, benim dayım olur. Ne iĢ yapıyorsun? Annemin kız kardeĢi, benim teyzem olur. Baban ne iĢ yapıyor? Annemin babası, benim dedem olur. Annenin bir mesleği var mı? Babamın kız kardeĢi, benim halam olur. Baban nerede çalıĢıyor. Babamın erkek kardeĢi, benim amcam olur. Ġleride ne olmak istiyorsun? Ablamın kocası, benim eniĢtem olur. Sence en önemli meslek hangisidir? Ödev ve ödev takibi eğitimin ayrılmaz ikilisidir. Öğrencilere verdiğimiz ödevlerin yapılıp yapılmadığını aĢağıdaki gibi bir tablo ile kontrol edebiliriz. Bu tablo ile uygulamamızın nasıl bir sonuç verdiğini de görebiliriz. Öğrencini Diyalog- n Adı 1 Alex K. + Diyalog-2 + Diyalog- Diyalog- 1.Haft 2.Haft 3.Haft 4.Haft 3 4 a a a a + - + + - + ..... ..... ..... ..... ..... 377 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Yabancı dil öğrenirken 2-3 ay yoğun bir Ģekilde çalıĢmak çok önemlidir. Bu zamanı verimli bir Ģekilde kullanmak ve öğrencilere hızlı bir Ģekilde seviye aldırmak gerekmektedir. Bunun için öğrencilere bol bol diyalog ve cümle ezberletmek yerinde olacaktır. Ezber çalıĢmaları sonucu öğrenciler belli bir seviye Türkçe öğrenmiĢ olurken dili nasıl öğrenecekleri ile ilgili de fikir edinmiĢ olurlar. ÇalıĢmamızda bir ay içinde öğrencilerin öğrenmesi gereken diyaloglar ile okul içerisinde tanıĢtığı öğretmen ve belletmenlerin kendisine soracağı sorular, cevaplar ve kullanması gereken cümleler verilmiĢtir. Bu çalıĢmamızın uygun formattaki okul ve öğrencilerle çalıĢacak olan öğretmenlere faydalı olacağı düĢünülmektedir. Kaynaklar CANBULAT, M. - DĠLEKÇĠ, A. (2013). Türkçe Ders Kitaplarindakikalip Sözler Ve Öğrencilerin Kalip Sözleri Kullanma Düzeyleri, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8. ġAHĠN, A. (2012). Yabancı Dil Öğretiminde Motivasyon ve Stratejileri.Pegem Akademi. Epçaçan, C. (2009). Okuduğunu Anlama Stratejilerine Genel Bir BakıĢ. Journal of International Social Research, 1(6). TaĢdemir,E., Bilkan,N., Can,H. (2004). Pratik Türkçe Öğretim Teknikleri. Dilset Yayınları Tosun, C. (2005). Türkçe'nin Yabancı Dil Olarak Öğretilmesi. Journal of Language and Linguistic Studies, 1(1). 378 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KUTADGU BĠLĠG‟DE HĠTAPLAR Hanife ALKAN ÖZET Hitaplar, bir dilin ifade gücünü ve o dilin konuĢurlarının kültürel kimliğini yansıtan önemli dil birimlerinden biridir. Hitaplarda konuĢanın, muhatabına yönelik ön kanaatleri saklıdır. Kutadgu Bilig, Türk toplumunun kültürel mirasını ve Eski Türkçenin söz varlığını en iyi Ģekilde yansıtan değerli metinlerimizdendir. Eserin dikkat çekici yönlerinden bir tanesi de karĢılıklı hitaplarla meselelerin izah ediliĢidir. Hitaplarda baĢvurulan sözcüklerin niteliği, dönemin dili ve kültürel düzeyi hakkında çarpıcı veriler sunmaktadır. Köktürk ve Uygur dönemleriyle mukayese edildiğinde seslenme unsurlarına oldukça sık yer veren Karahanlı Türkçesinin bu kıymetli eseri incelendiğinde hitaplar açısından ilgi çekici bulgular ortaya çıkacaktır. Konu üzerine bu zamana dek doğrudan bir çalıĢma yapılmamıĢtır. Sunulacak bildiride bu eksikliğin de giderilmesi amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kutadgu Bilig, hitap, Karahanlı Türkçesi, Türk kültürü. THE VOCATIVES IN THE KUTADGU BILIG Abstract Vocatives that show explaining language strength and the speakers cultural identity of language are one of the important language units. There is front convictions of speaker for about person whom he/she calles in vocatives. Kutadgu Bilig is one of the valuable texts that shows cultural heritage of Turkish society and vocabulary of Old Turkish ideally. One of the remarkable feature of this book is explaining matters by mutual vocatives. Words characteristic in vocatives shows important datas about language of that period and cultural Ondokuz mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Samsun/Türkiye. 379 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 level. When it is compared, it will be seen there is more vocative factors in this valuable book of Karakhanid Turkish than Kokturk and Uighur periods and it will come out interesting evidences with regards to vocatives. It has not studied directly about this topic until this time. In this paper, it is aimed completing this deficiency. Key words: Kutadgu Bilig, vocative, Karakhanid Turkish, Turkish culture. GiriĢ Hitaplar (seslenme sözcükleri)82, bir diyalog ya da konuĢma esnasında konuĢanın muhatabına sarf ettiği sevgi, saygı, incelik belirten cümle baĢı vurgulu kelimelerdir. KiĢilerin toplumdaki ast-üst iliĢkisine dayanan konumları, birbirlerine yakınlık dereceleri hitapların Ģekillenmesinde en önemli belirleyicilerdendir. Ġçinde, konuĢanın muhatabına yönelik ön kanaatleri saklı olan hitaplar sayesinde o kiĢilerin toplum içinde bulundukları konum da rahatlıkla belirlenebilir. Bu yapılara bazı durumlarda seslenme ünlemlerinin yanında da rastlanmaktadır. Bir dilin ifade gücünü ve o dilin konuĢurlarının kültürel kimliğini yansıtan önemli dil birimlerinden biri de hitaplardır. Bu çalıĢmada hitaplar açısından ele alınan Kutadgu Bilig (KB), Türk toplumunun kadim devlet ve siyaset anlayıĢını, kültürel mirasını, Eski Türkçenin söz varlığını en iyi Ģekilde yansıtan ve bunun günümüze taĢınmasını sağlayan değerli metinlerimizdendir. Ġslami Türk edebiyatının bilinen ilk büyük eserinin dikkat çekici yönlerinden biri de karĢılıklı hitaplarla meselelerin izah ediliĢidir. Eser incelendiğinde hitaplarda baĢvurulan sözcüklerin niteliğinin dönemin dili ve kültürel düzeyi hakkında çarpıcı veriler sunduğu görülmektedir. KB, 1069-1070 yılları arasında Balasagunlu Yusuf (Yusuf Has Hacip) tarafından yazılmıĢ, dönemin Karahanlı hükümdarı Buğra Han‘a sunulmuĢtur (Dilaçar, 1995: 13; Arat, 2007: XXV). Kelime anlamı ―mutlu olma bilgisi‖, terim anlamı ―siyaset bilgisi‖ olan KB‘de, okurlara yazarca tasavvur edilen ―ideal insan‖ ve ―ideal devlet/toplum‖ hayatını aktarmak amaçlanmıĢtır (Ercilasun, 2006: 293). Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan fert-toplum-devlet hayatının düzenli bir Ģekilde yürümesi için gerekli olan faziletler ve bunların ne Ģekilde uygulamaya konulacağı felsefi bir Ģekilde sembolik kiĢilerin karĢılıklı konuĢmalarıyla ortaya konulmuĢtur. Bu noktada hikmetlerden de yararlanılmıĢtır. Asıl yapısını kahramanların 82 Hitapların dilbilim sözlüklerinde sesleniĢ (Fr. adresse, Ġng. address, Es. T. hitap), seslenme (Fr. adresser la parol à. allocution, Ġng. addressing, allocution, Es. T. hitap, hitap etme), seslenme sözcükleri (Ġng. address terms, Es. T. hitap kelimeleri) (GöğüĢ, 1998: 115); seslenme durumu (Fr. vocatif, Ġng. vocative) (Vardar, 1998: 181), seslenme ünlemi (Korkmaz, 2003: 186) madde baĢları yanında tanımlarına rastlanmaktadır. 380 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 karĢılıklı konuĢmalarının oluĢturduğu KB‘de, bu konuĢmalarda kiĢilerin birbirlerine göre bulundukları konum doğrultusunda birbirlerine hitap Ģekilleri, hitap ederken nelerin ön plana alındığı açık bir Ģekilde fark edilmektedir. 2. Hitaplar KB, Tanrı‘ya övgü ile baĢlar; peygambere, dört sahabeye, bahar mevsimine ve hükümdara yönelik övgülerle devam eder. Kitabın kahramanları ve temsil ettikleri kavramlar açıklandıktan sonra Kün Togdı‘nın anlatıldığı bölümden itibaren asıl konuya geçilir. Eserde Kün Togdı, Ay Toldı, OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ adlarını taĢıyan dört ana kahraman bulunmaktadır. Kün Togdı doğru kanunun, adaletin; Ay Toldı kutun; ÖgdülmiĢ aklın ve becerinin; OdgurmıĢ zühd ve takvanın temsilcileridir. Kün Togdı hükümdardır. Ay Toldı onun veziridir. ÖgdülmiĢ vezirin oğludur, OdgurmıĢ ise ÖgdülmiĢ‘in arkadaĢıdır. Kün Togdı, adıyla, sözü, bilgisi ve aklıyla cihanda tanınmıĢ bir hükümdardır. Ay Toldı‘nın isteği üzerine onu, kendisinin yanına vezir olarak alır. Bir müddet sonra Ay Toldı vefat eder ve Kün Togdı Ay Toldı‘nın oğlu ÖgdülmiĢ‘i yanına alır, devlet meselelerinde birlikte hareket ederler. Hükümdarın ÖgdülmiĢ gibi yanında bir kiĢi daha görmeyi istemesiyle sahneye ÖgdülmiĢ‘in arkadaĢı OdgurmıĢ çıkar. Eserde ağırlıklı olarak OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ‘in karĢılıklı konuĢmaları yoluyla ideal bir ahiret ve dünya yaĢamına sahip olmanın yolları anlatılır. Eserin sonunda OdgurmıĢ‘ın da ölmesinden sonra ÖgdülmiĢ ve hükümdarın yaĢamları boyunca toplum için doğru iĢler yaptıkları ve bunun neticesi olarak kendilerinden sonra iyi adlarının kaldığı ifade edilir. ÇalıĢmada kahramanların birbirlerine seslenirken kullandıkları hitapların belirleyicilerinin saptanması hedeflenmiĢtir. Bu nedenle kahramanlar arası konuĢmalar incelenmiĢ ve hitaplar çıkarılmıĢtır. Metnin ana kahramanları olan Kün Togdı, Ay Toldı, OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ arasındaki konuĢmalar metnin asıl yapısını oluĢturmaktadır. Bu oranda da ana kahramanların birbirine yönelik kullandıkları hitap sayısı da fazladır. KüsemiĢ, hacip, hizmetçi ve Kumaru yardımcı kahramanlardır. KarĢılıklı konuĢma oranlarına göre kendileri ile ilgili hitap sayısı da azdır. Kahramanlar arası bu hitaplar dıĢında kitabın yazarı Yusuf Has Hacip‘in Tanrıya, hükümdar Buğra Han‘a, kitabın okurlarına yönelik hitapları da bulunmaktadır. 2.1. Kün Togdı‟ya Yönelik Hitaplar Kadim Türk devlet düzeninde Tanrı‘nın yeryüzünde seçtiği kiĢi olarak kabul edilen hükümdar, KB‘de de Kün Togdı karakteri ile karĢımıza çıkmaktadır. Kün Togdı dürüst, 381 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kudretli kiĢiliğiyle kanunları düzenleyen ve bunların hayata geçirilmesinin kontrolünü elinde bulundurandır. Hükümdar dıĢındaki diğer insanlar, ona hizmet için vardır. Bu nedenle KB‘de hükümdara yönelik hitaplar onun gücünü, kudretini, zekâsını, bilgisini, Ģöhretini, dıĢ görünüĢünün güzelliğini vurgular niteliktedir. Hükümdara yapılan bazı hitaplar ise eserin bağlamına göre ilginç niteliktedir. 2.1.1. Ay Toldı‟nın Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları > ķozı ―Ey kuzu‖ (KB 695) yayıġ ermez erse bu devlet özi / ne eħgü neng erdi bu ķut ay ķozı > ilig ķutı / ķutluġ ķuta ―devletli hükümdar‖ (KB 589, 720, 836, 907, 1350, 1418, 1482/1526) bu ay toldı aydı ay ilig ķutı / tapuġ birle hoĢ boldı ķulluķ atı (KB 589) > törü birgüçi ―Ey kanun yapan!‖ (KB 1458) törü eħgü ur ay törü birgüçi / turu öldi isiz törü urġuçı > ilçi bügü ―Ey hakîm devlet adamı!‖ (KB 1459) isiz öngdi urma ay ilçi bügü / isiz bolsa bolmaz ajunuġ yigü > tetig / bilge tetig / bilge külüg ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge! / Ey ünlü bilge!‖ (KB 1354/777/1457) adınsıġ körür men bu kün ķılķ itig / angar eymenür men ay bilge tetig > bilgi yaruķ “Ey parlak bilgili!‖ (KB 784) kör arslanķa okĢar bu begler özi / buĢursa keser baĢ ay bilgi yaruķ > ķılķı silig ―Ey karakteri düzgün!‖ (KB 780) ķalı bolsa begler buĢup övkelig / yaķın turma anda ay ķılķı silig > elgi uzun / tonga ―Ey iktidar sahibi! / Ey yiğit!‖ (KB 1463/1409) isiz ķılķı tutma ay elgi uzun / isiz ķılķ ulıtur ikigün ajun > yarumıĢ künüm ―Ey parlak güneĢim!‖ (KB 1406) sanga ma anunmıĢ turur bu ölüm / öħinge küħer ay yarumıĢ künüm > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 1481) baġırsaķlıķ erdi mening bu sözüm / esen ķal selamet ay körklüg yüzüm 382 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2.1.2. ÖgdülmiĢ‟in Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları > oġul (KB 3010) uçuz tutma erdemni örgen oġul / bu erdem yorıķı örüng ķuĢ teg ol > ķozı ―kuzu‖ Ey kuzu!‖ (KB 5843) negü tir eĢitgil uķuĢluġ sözi / bu söz iĢke tutsa tap ol ay ķozı > beg, bilig ordusı, ay kiĢilerde yig ―Ey bey, bilgi hazinesi, ey insanların iyisi!‖ (KB 1658) yanut birdi ögdülmiĢ aydı ay beg / bilig ordusı ay kiĢilerde yig > ķutluġ öz / ilig ķutı ―Ey kutlu zat! / Ey devletli hükümdar!‖ (KB 4941/5869, 1679) yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / osuġluġ turur çın aya ķutluġ öz > uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 2588, 5584) kapuġda neteg erse oldruġ turuġ / bu yortuġda andaġ kerek ay uluġ (KB 2588) > bügü / ilçi bügü / bilge bügü / er atanmıĢ biliglig bügü ―Ey hakîm! / Hakîm hükümdar! / Ey âlim hakîm! / Ey mert, tanınmıĢ, bilgili hakîm!‖ (KB 2407, 2892/5553/5921/2689) aya er atanmıĢ biliglig bügü / köngül sırrı artuķ ķatıġ kizlegü > bilgi king / bilgi üküĢ / bilgi ügüz ―Ey bilgisi geniĢ! / Ey bilgisi çok olan! / Ey bilgisi ırmak (misali)!‖ (KB 5470/5575/6243) aġırladı birdi bu beglik sanga / munıng Ģükri ķılġıl ay bilgi king > biliglig kiĢi ―Ey bilgili insan!‖ (KB 2090) bod ortu kerek hem tenginçe yaraġ / iĢing ortu tut ay biliglig kiĢi > köngli tetig ―Ey uyanık kalpli!‖ (KB 5929) körü barsa yaķĢı bitimiĢ bitig / unıtma bu sözni ay köngli tetig > eħgü öz / eħgü törü ―Ey iyi insan! / Ey iyi nizam sahibi!‖ (KB 2718, 5875/1911) mungar mengzetü keldi emdi bu söz / eĢitgil munı sen aya eħgü öz (KB 2718) > eħgü törülüg arıġ beg silig ―Ey iyi nizam sahibi, düzgün bey!‖ (KB 3112) 383 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ay eħgü törülüg arıġ beg silig / bayat birdi erdem sanga ög bilig > köngli köni ķılķı alçaķ bütün ―Ey ihlas sahibi, dürüst ve mütevazi!‖ (KB 5897) ay köngli köni ķılķı alçaķ bütün / tirig bol esen tur tirilgil ķutun > ķılķı tüzün / ķılķı silig ―Ey asil tabiatlı! / Ey karakteri düzgün!‖ (KB 1659, 6414 / 1970, 2466, 2528, 3862) kiĢike tusulġu ikigü ajun / kılınç eħgüsi ol ay ķılķı tüzün (KB 1659) > unur / ilçi unur / ķılķı unur ―Ey kudretli! / Ey kudretli devlet adamı! / Ey karakteri kudretli‖ (KB 5555 / 1667 / 5524) bularda basa muĥtesibler turur / bular elgi küçlüg kerek ay unur > elgi uzun / üsteng elig ―Ey kudretli! / Ey üstün el!‖ (KB 5878/1948) bu yalġan kiĢi birle artar ajun / köni çın kiĢi tut ay elgi uzun > elgi aķı / ilçi aķı ―Ey eli cömert! / Ey cömert hükümdar!‖ (KB 1708) mungar mengzer emdi bu beytig oķı / oķıġıl uķa bar ay elgi aķı > alp er ―Ey kahraman!‖ (KB 2052) negü tir eĢitgil urup yigli er / urup al ay alp er yana erke bir > ersig begim ―Ey kahraman beyim!‖ (KB 2899) köni bol sen iĢ ķıl ay ersig begim / könilikte taĢtın yoķ ermiĢ yigim > tonga / ersig tonga ―Ey kahraman! / Ey cesur kahraman!‖ (KB 5492/2939, 3878) neçe me bu aĢçı iħiĢçi sanga / bütün erse artuķ ay ersig tonga (KB 2939) > bay ―Ey zengin!‖ (KB 6378) çıġay ölse ķutlur kiter emgeki / ölüm tutsa ay bay saķıĢ birmeking > ölügli ―Ey fani!‖ (KB 5569) negü tir eĢitgil üç ordu ħanı / at eħgü tile ay ölügli ķanı 2.1.3. OdgurmıĢ‟ın Kün Togdı‟ya Yönelik Hitapları > sıġun ―Ey erkek geyik!83‖ (KB 5111) 83 EDTC‘de sıgun ―erkek geyik, karaca‖ olarak anlamlandırılmıĢtır (Clauson, 1972: 811). 384 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 içinde tatıġ bolmasa ol kaġun / anı taĢtın atġu bolur ay sıġun > oġul ―Oğul!‖ (KB 5156) atang öldi bardı erse ķalı ne öħün / sanga ayduķı ol oġul kör oħun > botu ―Ey deve yavrusu!84‖ (KB 5342) bizing ķopġumuznı küħer bu ķutu / küħer kelgümizni olar ay botu > ilig / ilçi baĢı / ilçi bügü / dünya begi ―Ey hükümdar! / Ey büyük hükümdar! / Ey hakîm hükümdar / Ey dünya beyi!‖ (KB 5041, 5048, 5166/3763/5359/3744, 5185) özüm arzulap keldi emdi sanga / nelük teggey emgek ay ilig manga > külüg / uluġ / boħun belgüsi ―Ey Ģöhretli! / Ey ulu! / Ey halkın bildiği!‖ (KB 5180, 5350/3774/5224) özüng yatġu ornı kör ol belgülüg / anı itgü eħgü bile ay külüg (KB 5180) > tirig ―Ey diri!‖ (KB 5136) meningdin nerek emdi öt sav erig / bu öħlek öti tap sanga ay tirig > tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 3731/3713) yanut birdi odġurmıĢ aydı bitig / bitiyin kör ança ay bilge tetig > bilge uķuĢluġ amul ―Ey anlayıĢlı, yumuĢak huylu bilge!‖ (KB 3752) iħi yaķĢı aymıĢ süzülmiĢ köngül / eĢitgil ay bilge uķuĢluġ amul > bilgi tamam / bilgi ügüz ―Ey bilgisi tam! / Ey bilgisi nehir!‖ (KB 5065/5119, 5468) körü bar ķara begke ķılmaz selam / bu macni üçün ol ay bilgi tamam > köngli tüz / arıġ / ķılķı örüg / sarp ķılıķ ―Ey asil gönüllü! / Ey temiz ruhlu! / Ey sakin tabiatlı! / Ey sağlam karakterli!‖ (KB 5057/5364/5371/5366) mungar mengzetü keldi emdi bu söz / eĢitgil munı sen aya köngli tüz > üsteng elig ―Ey iktidar sahibi!‖ (KB 5252) aya baĢ boluġlı ay üsteng elig / ķamuġ iĢke aĢnu sen iĢlet bilig > tonga / ilçi tonga / küçlüg tonga ―Ey yiğit! / Ey kahraman hükümdar! / Ey kudretli yiğit!‖ (KB 5182/5164/5381) 84 EDTC‘de botu ―özel anlamda çoğunlukla bir yaĢın altında deve yavrusu, genel anlamda insan ve hayvan yavrusu‖ Ģeklinde tanımlanmıĢtır (Clauson, 1972: 299). 385 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ķalın aç böriler yıġıldı sanga / ķoyuġ keħ küħezgil ay ilçi tonga > böke / ersig böke / ersig aķım ―Ey büyük yılan! / Ey yiğit büyük yılan!85 / Ey cesur cömert!‖ (KB 5375/5373/3746) ķayada yorıġlı bu ımġa teke / ķutulmaz seningdin ay ersig böke > kök böri ―Ey boz kurt!‖ (KB 5378) ķalıķta uçuġlı ķara ķuĢ yorı / seningdin keçümez aya kök böri > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 5335) mungar mengzetü keldi emdi sözüm / eĢitgil munı sen ay körklüg yüzüm > beg men tigüçi ―Ey ―ben beyim‖ diyen!‖ (KB 5174, 5288) ay beg men tigüçi beħütme köngül / vefasız turur dünya devlet töngül (KB 5174) > köngli toķ / ķılķı aġı / uruġluġ ķarı ―Ey gönlü tok! / Ey gönlünde hazineler taĢıyan! / Ey asil ihtiyar!‖ (KB 5388/5422/5295) közi suķ kiĢike bayup asġı yoķ / suķuġ yarlıķaġıl aya köngli toķ > bay boluġlı buħunda talu / beg boluġlı buħunda burun / beg boluġlı buħunķa uluġ ―Ey zengin ve halkın seçkini! / Ey halkın ileri gelen beyi! / Ey halkın büyüğü hükümdar!‖ (KB 5296/5298/5251) aya bay boluġlı buħunda talu / ķoķuz ķıl bu baylıķ muyan al tolu 2.2. Ay Toldı‟ya Yönelik Hitaplar Ay Toldı hikâyede ―kut (talih, baht, Ģans)‖ u temsil etmektedir. Ona yönelik hitaplar da kendisinin bilgisini, aklını, Ģöhretini, temiz kalpliliğini vurgular niteliktedir. 2.2.1. KüsemiĢ‟in Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları > ay toldı (Aytoldı!) (KB 511) küsemiĢ turup çıķtı andın yana / kelip aydı ay toldı toġdı küne 2.2.2. Kün Togdı‟nın Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları > ķut ―Ey kutlu!‖ (KB 714) ilig aydı uķtum aya ķut sini / ķatıġ sevdim erdi irer sen mini 85 böke kelimesinin ilk olarak ―büyük yılan‖ anlamında kullanılmıĢ olsa da daha sonra ―pehlivan‖ anlamını kazanmıĢ olduğu düĢünülmektedir (Clauson, 1972: 324). 386 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > külüg ―Ey Ģöhretli!‖ (KB 852) yarayın tise sen manga belgülüg / bu kaç neng özüngdin yırat ay külüg > tetig ―Ey uyanık!‖ (KB 883, 1557) ķarında törümiĢ ķılınç ögretig / yaġız yir ķatında kiter ay tetig (KB 883) > bügü ―Ey hakîm!‖ (KB 1123) tilek bolsa bolmaz tiriglik yigü / tirig bolsa bulmaz tilek ay bügü > köngli tüz ―Ey gönlü asil!‖ (KB 1080) ilig aydı ay toldı ķoħġıl bu söz / bu söz sözlemegil aya köngli tüz > baġırsaķ kiĢide burun ―Ey merhametli insanların ileri geleni!‖ ayur ay baġırsaķ kiĢide burun / ķapuġum ķurıttıng ķor itting orun (1558) > eħgü / uluġ / yigit ―Ey iyi! / Ey ulu! / Ey yiğit!‖ (KB 922, 923/931/932) kim eħgüg yirer erse isiz bolup / tiler men ay eêgü sini men ķolup 2.2.3. ÖgdülmiĢ‟in Ay Toldı‟ya Yönelik Hitapları > atam ―Ey babam!‖ (KB 1185) ayur ay atam bir sözüm bar sanga / anı aytayın men ayu bir manga > bilge tetig ―Ey zeki âlim!‖ (KB 1188) negü erse barmu ölümke itig / anı utru tutġıl ay bilge tetig 2.3. ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitaplar ÖgdülmiĢ hikâyede aklı temsil etmektedir. O da babası gibi hükümdarın hizmetinde yer almaktadır. Hikâyedeki rolüne oranla da kendisine en çok hitapta bulunulan kahramanlardan biridir. ÖgdülmiĢ vasıtasıyla iyi ve ideal bir devlet düzeninin nasıl olması gerektiği ve hangi yollarla sağlanacağı okuyucuya aktarılmıĢtır. 2.3.1. Ay Toldı‟nın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları > oġlum ―Ey oğlum!‖ (KB 1208) bu ay toldı aydı ay oġlum eĢit / mini kör usanma yarınlıķ iĢ it > bilgüçi ―Ey tanınan!‖ (KB 1181) 387 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 mungar mengzetü aydı Ģacir ayġuçı / oķıġıl munı sen aya bilgüçi > körklüg yüzüm ―Güzel yüzlüm!‖ (KB 1209) usallıķ mini alķtı öknür özüm / oħunġıl usal bolma körklüg yüzüm 2.3.2. Kün Togdı‟nın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları > ögdülmiĢ / ögdülmiĢim ―Ey ÖgdülmiĢ! / Ey ÖgdülmiĢ‘im!‖ (KB 1792/5456) ayur ay ögdülmiĢ baķ emdi manga / atang emgeki kirmedi bir sanga > oġul ―Ey oğul!‖ (KB 1591, 3066, 4912, 6234) ilig aydı munda naru ay oġul / manga tapnu turġıl çökürme köngül (KB 1591) > ķozı ―Kuzu!‖ (1638) negü tir eĢitgil avıçġa sözi / avıçġa sözin tut unıtma ķozı > eħgü iĢ ―Ey iyi arkadaĢ!‖ (KB 4925) ķara tün içinde turur kelgü iĢ / yarutur yaruķ kün aya eħgü iĢ > ķılķı amul ―Ey yumuĢak yaradılıĢlı!‖ (KB 6234) negü ķaħġu vaķtı turur ay oġul / manga ay bileyin ay ķılķı amul > er / kiĢi ―Ey (yiğit) kiĢi! / Ey ademoğlu!‖ (KB 5494/5879) ķanıķı mungar teggü iĢim ay er / munı ķılġuķa sen manga yarı bir > tirig ―Ey gönlü diri!‖ (KB 4927) bayat ĥukminge ķoħ ķamuġ iĢlerig / öħi kelse itlür açar ay tirig > oħunmıĢ sözi ög bilig ―Ey sözü akıl ve bilgiden ibaret olan, uyanık adam!‖ (KB 1872) bu sözler eĢitti sevindi ilig / ayur ay oħunmıĢ sözi ög bilig > tetig ―Ey takva sahibi, farkında olan!‖ (KB 2671, 3154, 4951) bitigçi negü teg kerek ay tetig / angar beg ınanıp bititse bitig (KB 2671) > bügü / bilge bügü ―Ey hakîm! / Ey bilge hakîm!‖ (KB 2785/2826, 2948, 5846) negü tir eĢitgil ay bilge bügü / biliglig sözi bolsa aĢ teg yigü > bilgi tamam / bilgi tükel / bilgi batıġ / bilgi king ―Ey bilgisi tam! / Ey derin bilgili! / Ey geniĢ bilgili!‖ (KB 5665/5848/4928/5882) 388 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ilig aydı barġıl meningdin selam / tegürgil angar sen ay bilgi tamam > ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ / uķuĢluġ uruġı silig ―Ey anlayıĢlı ve uyanık gönüllü! / Ey anlayıĢlı, soyu asil!‖ (KB 3082/3015) aya ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ / ayı sevme dünya toķıġay yoħuġ > aśli kiĢi / eħgü kiĢi / ķılķı köni / ķılķı silig ―Ey asil insan! / Ey iyi insan! / Ey dürüst tabiatlı! / Ey düzgün yaradılıĢlı!‖ (KB 1596/1639/3133/4898) kiĢilikni ķoħma ay aśli kiĢi / kiĢilik ķılu tur kiĢike tuĢı > könglüm toķı / köngli yaķın ―Ey gönlümü doyuran insan! / Ey gönlü yakın!‖ (KB 3872/5614) negü tir eĢitgil bu beytig oķı / anıng macnisi uķ ay könglüm toķı > tonga ―Ey yiğit!‖ (KB 3125, 6231) közüm sen tilim sen elim sen manga / anın eħgü boldı atım ay tonga (KB 3125) > ersig külüg ―Ey meĢhur yiğit!‖ (KB 3167) mungar mengzer emdi bu söz belgülüg / eĢitgil nıunı sen ay ersig külüg > böke ―Ey büyük yılan!‖ (KB 4920) sebeb bolsa erdi manga eħgüke / tirilgeymü erdi köngül ay böke > aķı ―Ey cömert!‖ (KB 4924) küħelim körelim yime ay aķı / negü ol aħır ĥal öħ öħlek taķı > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzüm!‖ (KB 1847, 5615) yana aydı ilig taķı bir sözüm / erür bu ayur men ay körklüg yüzüm > ķızġu enge ―Ey al yanaklı!‖ (KB 4938) angar men barayın ya kelsün manga / ziyaret üçün ol ay ķızġu enge 2.3.3. OdgurmıĢ‟ın ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları > ögdülmiĢim ―Ey ÖgdülmiĢ‘im!‖ (KB 4803) ĥaķiķat munı bil ay ögdülmiĢim / ayayın sanga men özüm bilmiĢim > oġul ―Ey oğul!‖ (KB 3394, 4758) 389 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sırınçġa saķıĢı turur bu köngül / iħi keħ küħez sınmasu ay oġul (KB 3394) > urı / ersig urı ―Ey adam (delikanlı)! / ―Ey cesur delikanlı!‖ (KB 6188/6194, 3832) yana aydı oħġurmıĢ emdi yorı / mening ķaħġumı sen yime ay urı > ķadaĢ / ķadaĢım ―Ey kardeĢ! / Ey kardeĢim!‖ (KB 4765, 4823, 4973, 6195, 6150/4973, 6195) tonum ķoy yüngi tap yigüm arpa aĢ / tükel boldı dünya manga ay ķadaĢ (KB 4765) > köngli tudaĢ ―Ey gönüldeĢ!‖ (KB 6150) köni sözleyin söz sanga ay kadaĢ / negü kizleyin men ay köngli tudaĢ > çın baġırsaķ ķadaĢ / baġırsaķ ķadaĢ ―Ey merhametli kardeĢ! / Ey merhametli kardeĢ!‖ (KB 6084/6180) yana aydı ay çın baġırsaķ ķadaĢ / barır men uħu sen kelir sen adaĢ > eħgü adaĢ / eħgü iĢ / eħgü iĢim ―Ey iyi arkadaĢ! / Ey iyi arkadaĢım!‖ (KB 4571, 5807/4864/4860) bu erdi munuķı mening bilmiĢim / sanga sözledim men ay eħgü iĢim > köngüldeĢ iĢim ―Ey gönül arkadaĢım!‖ (KB 6077) saķınçım bu ol ay köngüldeĢ iĢim / ölümde kiħin tengri itsü iĢim > ilde uluġ ―Ey memleketin büyüğü!‖ (KB 3515, 3576) sevitmiĢ üçün dünya caybı ķamuġ / sanga bolmıĢ erdem ay ilde uluġ (KB 3515) > köngli tudaĢ ―Ey gönlü gönlüme uygun!‖ (KB 4991) müsülman ķadaĢķa müsülman ķadaĢ / ziyaret ķılur oķ ay köngli tudaĢ > küsüĢ ―Ey aziz!‖ (KB 5764) bilir sen ajunda bu ögdi üküĢ / vefalıġ kiĢike bolur ay küsüĢ > külüg ―Ey meĢhur!‖ (KB 3517) sevüglüg niĢanı bu ol belgülüg / sevüg caybı erdem bolur ay külüg > köngli tirig ―Ey gönlü uyanık!‖ (KB 3642, 3691) uķuĢluġ tise bolmaġay ol erig / et öz bulnı bolsa ay köngli tirig (KB 3642) 390 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > bilge bügü ―Ey hakîm âlim!‖ (KB 4682) velikin tiriglik bolurmu yigü / munı bilgü aĢnu ay bilge bügü > bilgi batıġ ―Ey derin bilgili!‖ (KB 4704) ölüm aldı mindinbu iki tatıġ / nerek emdi dünya ay bilgi batıġ > eski tüĢük ―Ey eski düĢkün!‖ (KB 5003) yaruķ dünya yüzke eĢünse eĢük / men ötrü barayın ay eski tüĢük > er eħgüsi ―Ey erkeklerin iyisi!‖ (KB 4773) aġı çuz keħim ton kiĢi kedgüsi / et öz örtgü tap ķıl ay er eħgüsi > yalnguķ keħi ―Ey insanların iyisi!‖ (KB 4849) siziksiz ölümke anunġu öħi / bu künde naru ol ay yalnguķ keħi > er kiĢi ―Ey mert insan!‖ (KB 5788) kiĢilik ķıl ay er kiĢi bol uluġ / kiĢi mundaġ urdı kiĢilik yoluġ > köngli tüz / ķılķı tüz / ķılķı tüzün ―Ey gönlü asil! / Ey yaradılıĢı asil!‖ (KB 3537, 4314, 4159, 4691/4007/3588) mungar mengzer emdi körü bar bu söz / munıng ma‘nisi uķ aya köngli tüz (KB 3537) > baġırsaķ apa ―Ey merhametli insan!‖ (KB 4690) yana yandru yanmaķ yavalıķ tapa / yararmu manga ay baġırsaķ apa > ınal ―Ey inanılır (insan)!‖ (KB 4805) bu dünya iĢin ķoħmaġınça tükel / ķılumaz bu cuķbi iĢin ay ınal > aķım ―Ey cömertim!‖ (KB 4846) bu erdi sanga çın baġırsaķlıķım / munı sözledim men sanga ay aķım > ersig tonga / ersig çomaķ ―Ey mert ve cesur yiğit! / Ey yiğit Müslüman!‖ (KB 3398, 3685, 4761/4701) neçe me kiçig erse duĢman sanga / anı sen uluġ tut ay ersig tonga (KB 3398) > körki ay ―Ey ay gibi güzel yüzlü!‖ (KB 3451) yanut birdi oêġurmıĢ aydı çın ay / negü ol tileking aya körki ay > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzüm!‖ (KB 4315) 391 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 munıngda adın ma takı bar sözüm / anı ma ayu bir ay körklüg yüzüm > ķızġu eng ―Ey al yanaklı!‖ (KB 4707) iħi yaķĢı aymıĢ bügü bilgi king / eĢitgil munı sen aya ķızġu eng 2.3.4. Habercinin ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları > bilgem ―Ey bilgem!‖ (KB 5965) unamadı aydı ķadaĢıng ĥalı / yavuzraķ ay bilgem köner teg yolı > köngli yaķın ―Ey gönlü yakın!‖ (KB 5963) aġır boldı köngli yatur ınçıķın / tegip tuĢ angar bir ay köngli yaķın > ķılķı tüze ―Ey yaradılıĢı asil!‖ (KB 5966) men aĢnu barayın seningdin oza / sen aķru uħu kel ay ķılķı tüze 2.3.5. Kumaru‟nun ÖgdülmiĢ‟e Yönelik Hitapları > urı ―Ey adam (delikanlı)!‖ (KB 6295) negüke ķılur sen sıġıt ay urı / kim urdı ya kim sökti ne ol ķorı > ķadaĢ ―Ey kardeĢ!‖ (KB 6287) yorıp keldi utru ayur ay ķadaĢ / muyan birsü tengri köngül ķılma baĢ 2.4. OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitaplar OdgurmıĢ yazar tarafından hikâyeye ―zühd‖ ve ―takva‖yı temsil etmek üzere yerleĢtirilmiĢ, onun vasıtasıyla insanların yalnızca bu dünya için değil, öteki dünya içinde çalıĢmaları, bu dünyada diğer dünyaya yönelik yatırım niteliğinde amellerde bulunmaları gerektiği ifade edilmiĢtir. Bu yönüyle hükümdarın ve ÖgdülmiĢ‘in kendisine hitaplarda bulunduğu görülen OdgurmıĢ için genellikle onun bilgisine, Ģöhretine, karakterinin, yaradılıĢının temiz olduğuna dair göndermelerde bulunulmuĢtur. 2.4.1. Kün Togdı‟nın OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitapları > odġurmıĢa / oħġurmıĢ ―Ey OdgurmıĢ!‖ (KB 5039/5401) ayur emgeding sen ay odġurmıĢa / yaħaġın bu yirke özüng kelmiĢe > ersig urı ―Ey yiğit delikanlı!‖ (KB 5428) neçe artsa dünya baĢ aġrıġları / taķı artuķ artar ay ersig urı 392 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 5400) könilikte azmıĢ özüm ay uluġ / ayu birding emdi könilik yoluġ > külüg ―Ey Ģöhretli!‖ (KB 5130) bayat birdi barça sanga eħgülük / bu eħgü yolın aç manga ay külüg > tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 3197/3908) iligdin selam köngül aytu bitig / bitidim esenlik öze ay tetig > oħuġ / köngli oħuġ ―Ey uyanık! / Ey gönlü uyanık!‖ (KB 5126/5398) yanut birdi ilig ayur ay oħuġ / bu ķılķıng boħudı bu eħgü boħuġ > bügü / bilge bügü ―Ey hakîm! / Ey âlim hakîm!‖ (KB 3276, 3928/3934) ilig aydı barġıl takı ma negü / yaraġlıġ söz erse tegür ay bügü (KB 3276) > bilgi üküĢ / bilgi uluġ ―Ey bilgisi çok olan! / Ey bilgisi büyük olan‖ (KB 3936/5092) ay köngli süzük er ay bilgi öküĢ / baķa kör bu sözke yetürgil uķuĢ > bilir ―Ey bilir!‖ (KB 5097) ķapuġda ķalın baĢ yumıttı yorır / tusulur kiĢi yoķ manga ay bilir > künüm ―Ey günüm (güneĢim)!‖ (KB 5427) neçe ming yaĢasa sen aħır ölüm / yeter ök tutar oķ sini ay künüm > toķum ―Ey gönlü tokum!‖ (KB 5093) sini munça bekrü tutup ķolduķum / bu erdi tilekim mening ay toķum > süzük / köngli süzük ―Ey saf! / Ey saf gönüllü!‖ (KB 5114/3936) yanut birdi ilig ayur ay süzük / içing me taĢıng birle barça tüzük > eħgü ķılıķlıġ bütün iĢi çın ―Ey iyi tabiatlı, güvenilir arkadaĢ!‖ (KB 5129) ay eħgü ķılıķlıġ bütün iĢi çın / manga öt erig bir baġırsaķlıķın > eħgü öz / eħgü kiĢi ―Ey iyi insan!‖ (KB 3233/5440) negü tir eĢit emdi macni bu söz / bu söz iĢke tutġıl aya eħgü öz > öħürmiĢ kiĢide keħi ―Ey insanların iyisi ve seçkini!‖ (KB 5397) 393 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bu sözler eĢitti ilig yıġladı / ayur ay öħürmiĢ kiĢide keħi > ķılķı tüzün ―Ey asil tabiatlı!‖ (KB 3242) munı barça ķoħtı özüng yalınguzun / namaz ruza tuttı ay ķılķı tüzün > baġırsaķ erim ―Ey merhametli yiğidim!‖ (KB 3914) eĢitgil yana bu mening sözlerim / köngülke alın ay baġırsaķ erim > aķı ―Ey cömert!‖ (KB 5095, 5098) kiĢi bar ķalın boħ boġuz aġruķı / köni çın baġırsaķ yoķ ol ay aķı (KB 5095) > tonga ―Ey kudretli!‖ (KB 5051) sen emdi köngül birle kelding manga / velikin neteg ol bu iĢ ay tonga > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 3201) bu yanglıġ ķılınçıng eĢitti özüm / sini arzuladı ay körklüg yüzüm 2.4.2. ÖgdülmiĢ‟in OdgurmıĢ‟a Yönelik Hitapları > oġul ―Ey oğul!‖ (KB 4515, 4532, 4582, 4635) közün körmese arzu ķolmaz köngül / közüng körse könglüng ķolur ay oġul (KB 4515) > urı ―Ey adam (delikanlı)!‖ (KB 4437) at eħgü tilese özüng ay urı / ümeg arķıĢıġ eħgü tutġıl yorı > botu ―Ey deve yavrusu!‖ (KB 4443) asıġlıġ kiĢiler bolur bu ķutu / bularıġ yime eħgü tut ay botu > baġırsaķ ķozı ―Ey merhametli kuzu!‖ (KB 3311) esen bolsa ermiĢ bu yalnguk özi / tilekke tegir ay baġırsaķ ķozı > adaĢ ―Dost, arkadaĢ!‖ (KB 4339, 4397, 4470, 4565, 4600, 4980, 5688, 6012) bular ehl-i beyt ol ĥabibķa ķadaĢ / ĥabib savçı ĥaķķı üçün sev adaĢ (KB 4339) > ķadaĢ ―kardeĢ‖ (KB 4470, 4565, 4573, 6012) duǾaçı tururlar sanga ay ķadaĢ / iħi eħgü neng bu duǾa ay adaĢ (KB 4470) > ķoldaĢ ―Ey dost, arkadaĢ!‖ (KB 4511) aya ķoldaĢ erdeĢ söz aydım kese / bu ķız toġmasa yig tirig turmasa 394 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > tigin ―Ey bey!‖ (KB 4642) esenlik tilese kör igsizlikin / az atlıġ otuġ yi tiril ay tigin > uluġ ―Ey ulu!‖ (KB 3989) bilir men bayatım sevinçi ķamuġ / tapuġ tacat içre turur ay uluġ > ķutluġ öz / ķutluġ er ―Ey kutlu insan!‖ (KB 3487, 3492, 3646/4507) yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / ayıtma manga sen aya ķutluġ öz (KB 3487) > külüg ―Ey namlı!‖ (KB 4136, 4982) ķalı tegse beglik sanga belgülüg / bilig birle iĢlet iĢig ay külüg (KB 4136) > könglüm yaruķı haķiķat yaķın ―Ey gönlümün ıĢığı ve gerçekten yakınım olan insan!‖ (KB 4679) ay könglüm yaruķı haķiķat yaķın / sözüm maǾnisin uķ yime keħ saķın > könglüm talusı sevüg canķa can ―Ey gönlümün tacı, sevgili cana can!‖ (KB 6302) ay könglüm talusı sevüg canķa can / seningsiz negü teg tirilsü revan > can ―Ey can!‖ (KB 5978) yanut birdi ögdülmiĢ aydı ay can / tirig bolsa yalnguķ yorır ig toġan > tüzüm / köngli tüz ―Ey asilim! / Ey gönlü asil!‖ (KB 4977/4005, 4546, 5699) yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / yime eħgü ermez aya köngli tüz (KB 4005) > ķılķı tüz / tüzün / ķılķı tüzün ―Ey asil karakterli!‖ (KB 4318, 4567/4643/3437, 4124 4281) yanut birdi ögdülmiĢ aydı bu söz / kereklig erür çın aya ķılķı tüz (KB 4318) > köngli king ―Ey geniĢ yürekli!‖ (KB 4987) barıp tuĢ angar sen ya kelsün sanga / yüzüng körsüni bir ay köngli king > silig / ķılķı silig ―Ey doğru! / Ey düzgün karakterli!‖ (KB 4130, 4446, 4638/3824, 4410, 4222, 4407) yanamu mini ıêġay erki ilig / oķıġalı yandru ay ķılķı silig (KB 3824) > erde baĢ ―Ey erkeklerin ileri geleni!‖ (KB 4486) kim evlik alayın tise törtte taĢ / aħın almaz evlik aya erde baĢ 395 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > saķınuķ erenler eri ―Ey takva sahibi erenler eri!‖ (KB 4483) kiĢi alma alsa özüngke ķurı / sen alġıl saķınuķ erenler eri > körk tilegli kiĢi eħgüsi ―Ey güzellik arayan insanların iyisi!‖ (KB 4493) aya körk tilegli kiĢi eħgüsi / kiĢi körki ķolma buħun külgüsi > eħgü kiĢi / eħgü uruġ / urġı tüzün ―Ey iyi insan! / Ey iyi soylu! / Ey asil soylu!‖ (KB 4298, 4241, 4384, 4498/4585/6187) ķayu yirde devlet kötürse baĢı / bolu bir angar sen ay eħgü kiĢi (KB 4298) > ķılķı örüg / köngli örüg ―Ey sakin tabiatlı! / Ey gönlü sakin!‖ (KB 6023/6038) bir ök yanglıġ ermez bu tüĢke yörüg / munı keħ saķınġu ay ķılķı örüg > köngli ķatıġ ―Ey sağlam gönüllü!)‖ (KB 5713) negü tir eĢit tıngla bilgi batıġ / sanga ötler emdi ay köngli ķatıġ > bügü ―Ey hakîm!‖ (KB 3506, 4129, 4502, 6010) mungar mengzer emdi bu beyt ay bügü / okıġu munı ötrü iĢke baġu (KB 3506) > bilgi uluġ / bilgi tolu / bilgi king ―Ey bilgisi büyük! / Ey bilgili insan! / Ey bilgisi geniĢ!‖ (KB 3322/4491/4533) kiĢi öz tilekin yorısa yoluġ / angar tegmez emgek ay bilgi uluġ > bay ―Ey zengin!‖ (KB 4491) aya bay tilegli sen evlik talu / bulun bolmaġıl sen ay bilgi tolu > tetig / bilge tetig ―Ey uyanık! / Ey uyanık bilge!‖ (KB 5698/3712, 3822) tilin sözlegil hem bitigil bitig / iligke yanayın ay bilge tetig (KB 3712) > aķı / aķı king elig / ersig aķı / biliglig aķı ―Ey cömert! / Cömert ve açık elli! / Ey mert cömert! / biliglig aķı‖ (KB 3407/4536/4213/4424) bu yalnguz yorıġlı kiĢi ķıvçaķı / kiĢike tusulmaz bolur ay aķı > tüp tilegli beħüklük ―Ey asalet ve büyüklük arayan insan!‖ (KB 4495) aya tüp tilegli beħüklük bile / uçuz ķılmaġu öz beħük tüp bile > körklüg ķoluġlı ―Ey güzellik isteyen!‖ (KB 4485) ay körklüg ķoluġlı munı ķolmaġıl / ķızıl mengzingi sen sarıġ ķılmaġıl 396 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > unur / ķılķı unur ―Ey kudretli! / Ey güçlü karakterli‖ (KB 4377, 4501/6015) yıl ay kün saķıĢı bularda bolur / kereklig turur bu saķıĢ ay unur (KB 4377) > tonga / ersig tonga / ersig erim ―Ey yiğit! / Ey mert yiğit!‖ (KB 4457, 4581, 4981, 5982/3470, 4126, 4138, 4363, 4540/3470) oķıtçı mini ıħtı emdi sanga / mini yalnguz ıħma ay ersig tonga (KB 3470) > ķılkı kür er ―Ey cesur karakterli insan!‖ (KB 6018) yana piĢesin körse tüĢte kör er / angar ma yörüg yoķ ay ķılkı kür er > yüzüm ―Ay yüzlüm!‖ (KB 5700) bu keçmiĢ tiriglikke öknür özüm / neçe erki ķalmıĢ künüm ay yüzüm > körklüg yüzüm ―Ey güzel yüzlüm!‖ (KB 3306) yanut birdi ögdülmiĢ aydı özüm / sini arzuladı ay körklüg yüzüm > ķul boluġlı uķuĢluġ oduġ ―Ey kul olan anlayıĢlı ve uyanık insan!‖ (KB 3661) aya ķul boluġlı uķuĢluġ oduġ / usal bolma saķlan toķıġay yoduġ 2.5. Diğer Kahramanlara Yönelik Hitaplar 2.5.1. Hacip‟e Yönelik Hitaplar Hacip hikâyede, Ay Toldı ve Kün Togdı arasındaki irtibatı sağlamak için bulunmaktadır. Hikâyedeki kısa rolüne oranla hacibe yönelik hitap sayısı da azdır. Ay Toldı ve Kün Togdı Hacip için onun ünlü, iyi ve kuvvetli olması yönündeki nitelikleri vurgulayan hitaplar kullanmıĢlardır. 2.5.1.1. Ay Toldı‟nın Hacip‟e Yönelik Hitapları > ĥacib ķutı ―Ey devletli hacip!‖ (KB 526) bu ay toldı aydı ay ĥacib ķutı / eĢittim bu kün toġdı ilig atı > eħgü öz ―Ey iyi insan!‖ (KB 535) bu sözke tanuķı munu keldi söz / oķıġıl munı sen aya eħgü öz 2.5.1.2. Kün Togdı‟nın Hacip‟e Yönelik Hitapları > ersig tonga ―Ey mert yiğit!‖ (KB 573) yorı bar oķıġıl anı sen manga / tapuġķa köründür ay ersig tonga 397 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 2.5.2. ÖgdülmiĢ‟in Haberciye Yönelik Hitapları > bügü ―Ey hakîm‖ (KB 5961) ayuttı ķayudın kelir sen tiyü / tileking ne erki sözüng ay bügü 2.6. Yusuf Has Hacip‟in Tanrı‟ya Yönelik Hitapları Yazar Tanrı‘ya seslenirken onun gücünü, kuvvetini, birliğini, ezeli ve ebedi oluĢunu belirten sıfatların yanında bayat, ugan, idi, rab gibi hitaplar kullanmıĢtır. > erklig uġan mengü munsuz bayat ―Ey kuvvetli, kadir ebedi ve müstagni olan tanrı!‖ (KB 6) ay erklig uġan mengü munsuz bayat / yaramaz seningdin aħınķa bu at > bir ―Ey bir olan Tanrı!‖ (KB 8) aya bir birikmez sanga bir aħın / ķamuġ aĢnuda sen sen öngdün kiħin > mengü / mengü mungsuz iħim ―Ey sonsuz Tanrı! / Ey ebedi ve her türlü sıkıntıdan uzak Tanrım!‖ (KB 10/6508) siziksiz bir ök sen ay mengü açu / ķatılmaz ķarılmaz saķıĢķa saçu > iç taĢ biligli / ĥaķķu‟l-yaķin ―Ey içi ve dıĢı bilen, ey hakku‘l-yakîn!‖ (KB 11) ay iç taĢ biligli ay ĥaķķu‘l-yaķin / közümde yıraķ sen köngülke yaķın > sırķa yaķın / köngülke eħiz ―Ey her sırra yakın, gönüllerde yüksek!‖ (KB 20) ay sırķa yaķın ay köngülke eħiz / tanuķ ol sanga barça śuret beħiz > küsüĢ / ġafur / bilir / umınç ―Ey aziz! / Ey bağıĢlayan! / Ey bilen! / Ey ümit!‖ (KB 396/6511/6513/6515) tapuġsuz ķulung inen yazuķum üküĢ / özüng fażlı birle keçür ay küsüĢ > iħim / bayatım ―Ey Tanrım (Rabbim)!‖ (KB 6517/6520) cefadın cefa oķ kelir ay iħim / vefada vefadın aħın bilmedim 2.7. Yusuf Has Hacip‟in Hükümdar Buğra Han‟a Yönelik Hitapları > din Ǿizzi devletķa naĢir muǾin, milletķa tac ay ĢeriǾatķa din / dünya cemali uluġluķķa körk, mülketķa nur yayıġ ķutķa örk ―Ey dinin izzeti, devletin yarıcısı, milletin tacı, ey Ģeraitin hâdimi / Ey dünyanın süsü, ululuğun ziyneti, saltanatın nuru, saadetin bağını elini tutan‖ (KB 89/91) 398 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ay din Ǿizzi devletķa naĢir muǾin / ay milletķa tav ay ĢeriǾatķa din > eħgü ķılınç aślı eħgü uruġ ―Ey iyi tabiatlı ve iyi soylu! (KB 108) ay eħgü ķılınç aślı eħgü uruġ / ajun ķalmasunı sizingsiz ķuruġ > terken ķutı / ilig ―Ey devletli hükümdar! / Ey hükümdar!)‖ (KB 109/446) bayat birdi devlet ay terken ķutı / anıng Ģükri ķılġu oķıp ming atı > ķılķı ķaħır ―Ey sarsılmaz yaradılıĢlı!‖ (KB 447) usal er teger köz usalın uħır / usal bolma saķlan ay ķılķı ķaħır 2.8. Yusuf Has Hacip‟in Kitap Okurlarına Yönelik Hitapları Yusuf Has Hacib kiĢilerle ve siyasetle ilgili kurguladığı düĢünceleri okuyucuya vermek için kahramanları, meselelerle ilgili karĢılıklı konuĢturma yolunu seçmiĢtir. Ancak kendisinin doğrudan doğruya okuyucuya hitapta bulunduğu da görülmektedir. > birke bütmiĢ tiling birle ög ―Ey Tanrının birliğine inanmıĢ olan!‖ (KB 25) aya birke bütmiĢ tiling birle ög / köngül bütti Ģeksiz amul tutġıl ög > tonga / ersig tonga / edgü yigit / evlig er / til idisi ―Ey yiğit! / Ey mert yiğit / Ey iyi yiğit / Ey ev sahibi! / Ey dil sahibi!‖ (KB 36, 186/196/359/164) oķıçı ol erdi bayattın sanga / sen ötrü köni yolķa kirding tonga > oġul ―Ey oğul!‖ (KB 187, 6461) sanga sözledim men sözüm ay oġul / sanga birdi bu pend özüm ay oġul > bügü / bilge / bilge bügü / bilge ķuta ―Ey hakîm! / Ey bilge! / Ey bilge hakîm / Ey kutlu bilge!‖ (KB 183/203, 6451/192, 287/158) tiriglik tilese özüng ölmegü / ķılınçıng sözüng eħgü tut ay bügü > biliglig kiĢi ―Ey bilgili kiĢi!‖ (KB 248) neçe kördüm erse isizler iĢi / ozu bolmadı ay biliglig kiĢi > köngli tüz / ķılķı tüzün / silig / eħgü kiĢi / uluġ / tirig / tetig / oķıġlı tirig / ―Ey gönlü asil! / Ey karakteri asil! / Dürüst! / Ey iyi insan! / Ey ulu! / Ey diri! / Ey uyanık! / Ey okuyan diri!‖ (KB 6462/1148/240/345, 353, 6478/6433/6435/6506/6507) mungar mengzetü keldi emdi bu söz / munı yaķĢı tıngla aya köngli tüz 399 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 > emgek bile sen śabır ķılġuçı / miĥnet iħisi / oķıġlı uķuġlı ―Ey felaketlere sabreden! / Ey mihnet sahibi! / Ey okuyan ve anlayan‖ (KB 6448/6449) eĢitgil negü tir bilig birgüçi / ay emgek bile sen śabır ķılġuçı > ölgüçi ―Ey fani insan!‖ (KB 1145) sevinçlerke avnıp öküĢ külgüçi / sıġıtķa anunġu aya ölgüçi 3. Sonuç KB‘de hitaplardan önce çoğunlukla ―ay‖ ve ―aya‖ ünlemleri kullanılmakla beraber hitapların tek baĢlarına bulunduğu da görülmektedir. Hitaplarda kelimelerin genellikle yalın hâlleri tercih edildiği gibi I. tekil iyelik ekli kullanımları da mevcuttur. Birçok hitap Ģeklinin tek bir kahramana özgü olmadığı, diğer kahramanlara yönelik de kullanılmıĢ olduğu görülmektedir. Hikâye kahramanlarının dıĢ görünüĢlerine yönelik az sayıda hitaplar bulunsa da büyük oranda kahramanların karakteristik özelliklerini yansıtan hitaplar kullanılmıĢtır. Bunun dıĢında kahramanların yine karakterleriyle örtüĢtüğü düĢünülen bazı hayvan isimleri de bulunmaktadır. Söz konusu hitapları Ģu Ģekilde sınıflandırmak mümkündür: I. Yakınlık Durumuna Göre Kullanılan Hitaplar ―Oġul‖ hitabı ÖgdülmiĢ ve OdgurmıĢ tarafından Kün Togdı‘ya; Ay Toldı, Kün Togdı ve OdgurmıĢ tarafından ÖgdülmiĢ‘e; ÖgdülmiĢ tarafından da OdgurmıĢ‘a sarf edilmiĢtir. ÖgdülmiĢ hükümdarın veziri Ay Toldı‘nın oğludur. Bu nedenle Ay Toldı ve Kün Togdı‘nın kendisine yönelik kullandığı ―oġul‖ hitabı ―erkek evlat‖ anlamında kullanılmıĢ olabilir. OdgurmıĢ ve ÖgdülmiĢ‘in birbirlerine yönelik sarf ettikleri ―oġul‖ kelimesinin anlamını ―evlat‖ olarak düĢünmek olası görünmemektedir. Buradaki anlamı ―Ey adam/delikanlı!‖ olmalıdır. Bu noktadan bakıldığında yaĢı küçük olan ÖgdülmiĢ‘in hükümdara ―oġul‖ diye seslenmesi akla daha yatkın görünmektedir. Ayrıca kahramanlar, birbirleriyle olan yakınlık derecesini vurgulamak istercesine aralarındaki yaĢ farkını gözetmeksizin ķadaĢ ―kardeĢ‖, eħgü iĢ ―iyi arkadaĢ‖, adaĢ ―dost, arkadaĢ‖, ķoldaĢ ―dost, arkadaĢ‖ gibi hitapları seçmiĢlerdir. Bunun dıĢında günümüzde insanların kendisine çok yakın bulduğu kiĢilere seslenirken kullandığı gibi könglim yarukı ―gönlümün ıĢığı‖, könglüm talusı ―gönlümün sevgilisi‖, 400 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 köngüldeĢ iĢi ―gönül arkadaĢım‖, can hitaplarının KB‘deki kahramanlar arası konuĢmalarda da geçtiğini belirtmek gerekir. II. Hayvanlarla Ġlgi Kurularak Kullanılan Hitaplar Eserde kiĢiler birbirlerine hitap ederken ķozı ―kuzu‖, kök böri ―bozkurt‖, böke ―büyük yılan‖, botu ―deve yavrusu‖, sıġun ―erkek geyik, karaca‖ gibi hayvan isimlerini kullanmıĢtır 86 . Hükümdara Ay Toldı ve ÖgdülmiĢ tarafından ―kozı!‖, OdgurmıĢ tarafından ―sıġun!‖ Ģeklinde hitaplarda bulunulmuĢtur. Yusuf Has Hacip‘in Ay Toldı‘nın tasvirine yer verdiği 463. beyitte, onun genç bir delikanlı olduğu belirtilmiĢtir. Aynı Ģekilde ÖgdülmiĢ, hükümdarın veziri Ay Toldı‘nın oğludur. Bu nedenle hükümdardan yaĢının küçük olduğu tahmin edilmektedir. Günümüz Ģartlarında yaĢça ve konum itibariyle muhatabından düĢük birinin muhatabına yönelik bu kullanımlarının mümkün olmadığı açıktır. Ancak burada ―kozı‖ hitabı, konuĢanın muhatabına duyduğu yakınlık derecesinin, sevgi ve ilgisinin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Günümüzde birinin gücünü, kuvvetini vurgulamak için kullanılan ―aslan‖ hitabı gibi eserde kullanılmıĢ olan ―sıġun‖ da hükümdarın çevikliğini belirtmek üzere sarf edilmiĢtir. Diğer seslenmeler muhatabın gücüne ve kudretine gönderme yapmak üzere kullanılmıĢtır. Eserin meydana getirildiği coğrafya ve adı geçen hayvanların Türk kültüründeki yeri ve önemi düĢünüldüğünde, kahramanlarla bu hayvanlar arasında ilgi kurulması mümkündür. III. Kahramanların Mizacına Yönelik Kurulan Hitaplar Eserin tamamına göz gezdirildiğinde kahramanların birbirlerine hitap ederken birbirlerinin karakterlerini göz önünde bulundurdukları fark edilmektedir. Böylece o dönem Türk toplumunda ön planda tutulan değer yargılarının, kiĢide olmazsa olmaz sayılan erdemlerin neler olduğu anlaĢılmaktadır. Bu erdemlerin baĢında bilgelik, bilgili, tecrübeli, takva sahibi, güçlü, iyi niyetli olma gelmektedir. Bunun dıĢında kutluluk, göz tokluğu, merhametlilik, dürüstlük, alçak gönüllülük, asalet, cömertlik, zenginlik gibi değerler ve vasıfların Türk toplumunda ne derece önemli bir yere sahip olduğu, kiĢilerin hitap ederken seçtikleri bu değerlere yönelik sıfatların çokluğundan anlaĢılmaktadır. Birey öncelikle, elde ettiği bilgiyi nasıl kullanacağını bilmelidir. Kendinde bulunduğu erdemlerini, faziletlerini, gücünü, maddi 401 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 manevi bütün varlığını cömertçe toplumun yararı yönünde kullanmalıdır. Bunları yaparken hiçbir zaman iyi niyetinden, dürüstlüğünden, alçak gönüllüğünden ödün vermemelidir. Dünya hayatına verdiği önem kadar ahiret hayatının iyi olması yönünde amellerde bulunmalıdır. Bütün bu özellikleriyle birey toplumda seçkin bir kiĢi olarak görülür, sevilir, sayılır, namı bütün dünyaya yayılır. Söz konusu değerleri Ģu Ģekilde sınıflandırmak mümkündür. Bilgelik: bilge, bilge tetig ―zeki, âlim‖, bilge külüg ―ünlü bilge‖, bügü ―hakîm‖, ilçi bügü ―hakîm hükümdar‖, bilge bügü ―âlim hakîm‖, uķuĢluġ ―anlayıĢlı‖, bilge uķuĢluġ ―anlayıĢlı bilge‖, bilgüçi ―anlayan‖, tirig ―gönlü diri‖ Bilgili Olma: bil(i)gi yaruķ ―parlak bilgili‖, bil(i)gi king ―bilgisi geniĢ‖, bil(i)gi uluġ ―bilgisi yüce‖, bil(i)gi üküĢ ―bilgisi çok olan‖, bil(i)gi ügüz ―bilgisi ırmak (misali)‖, bil(i)gi tamam ―bilgisi tam‖, bil(i)gi batıġ ―bilgisi derin‖, bil(i)gi tükel ―bilgisi tam‖, bilir, biliglig kiĢi ―bilgili kiĢi‖ Takva Sahibi Olma: tetig ―uyanık, farkında‖, köngli tetig ―uyanık kalpli, farkında‖, oħuġ ―uyanık‖, köngli oħuġ ―gönlü uyanık‖, ög köngüllüg uķuĢluġ oħuġ ―akıl ve gönül sahibi‖, saķınuķ erenler eri ―takva sahibi erenler eri‖ Cesur Olma: alp ―yiğit‖, yigit ―yiğit‖, tonga ―yiğit‖, küçlüg tonga ―kudretli yiğit‖, ersig tonga ―cesur kahraman‖, ersig çomaķ ―Müslüman yiğit‖, ilçi tonga ―kahraman hükümdar‖, ilçi unur ―kudretli devlet adamı‖, uluġ ―ulu‖, unur ―kudretli‖, ķılķı unur ―karakteri kudretli‖, elgi uzun ―iktidar sahibi‖, üsteng elig ―üstün el‖, sarp ķılıķ ―sağlam karakterli‖ Ġyi Niyetli Olma: ķılķı silig ―karakteri düzgün, temiz‖, eħgü öz ―iyi insan‖, arıġ ―temiz ruhlu‖, yalnguķ keħi ―insanların iyisi‖, süzük ―saf gönüllü‖ Kutlu Olma: ilig ķutı ―devletli hükümdar‖, ķutluġ ķuta ―devletli‖, ķutluġ öz ―kutlu Gözü Tok Olma: toķ ―gönlü tok‖, köngli toķ ―gönlü tok‖ Merhametli Olma: baġırsaķ kiĢide burun ―merhametli insanların ileri geleni‖, kiĢi‖ köngli yaķın ―merhametli‖, baġırsaķ apa ―merhametli insan‖ Dürüst Olma: köngli köni ―gönlü dürüst‖ Alçak Gönüllü Olma: ķılķı alçak ―alçak gönüllü‖, ķılķı örüg ―sakin tabiatlı insan‖, amul ―yumuĢak huylu‖, ķılķı amul ―yumuĢak yaradılıĢlı‖ 402 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Asil Olma: ķılķı tüzün ―karakteri asil‖, köngli tüz ―asil gönüllü‖, uruġluġ ķarı ―asil ihtiyar‖, aśli kiĢi ―asil insan‖ Cömert Olma: aķı ―cömert‖, elgi aķı ―eli cömert‖, ilçi aķı ―cömert hükümdar‖ IV. Kahramanların Diğer Vasıflarına Yönelik Kurulan Hitaplar Tecrübeli Olma: törü urġuçı ―kanun yapan‖, beg “bey”, eħgü törü ―iyi nizam sahibi‖, eħgü törülüg beg ―iyi nizam sahibi bey‖, ilig ―hükümdar‖, ilçi baĢı ―büyük hükümdar‖, dünya begi ―dünya beyi‖, tigin ―beyzade‖ MeĢhur Olma: külüg ―Ģöhretli‖, bilge külüg ―ünlü bilge‖, boħunda talu ―halkın seçkini‖, boħunda burun ―halkın ileri geleni‖ Zengin Olma: bay ―zengin‖, bay boluġlı ―zengin‖ DıĢ GörünüĢ: KB‘de dikkati çeken hususlardan biri, kahramanların birbirlerine seslenirken dıĢ görünüĢlerine yönelik hitapları çok fazla tercih etmemeleridir. DıĢ görünüĢle ilgili seçilen hitaplar; yarumıĢ kün ―parlak güneĢ‖, körklüg yüz ―güzel yüz‖, körklüg yüzüm ―güzel yüzlüm!‖, ķızġu eng ―al yanaklı‖, ay yüzüm ―ay yüzlüm‖ gibi muhatabın yüzünün niteliği ile ilgilidir. Kısatmalar Alm. : Almanca EDTC : An Etymological Dictionary of Pre Thirteenth Century Turkish Es. T. : Eski Türkçe Fr. : Fransızca Ġng. : Ġngilizce KB : Kutadgu Bilig Kaynakça Arat, ReĢid Rahmeti; Kutadgu Bilig II: Tercüme, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1959. 403 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Arat, ReĢit Rahmeti; Kutadgu Bilig I: Metin, 5. Baskı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2007. Atalay, Besim; Divanü Lûgat-it-Türk (Dizin), C. IV, Ankara: TDK Yayınları, 2006. Clauson, S. G.; An Etymological Dictionary of Pre Thirteenth Century Turkish, Oxford: Oxford Universitiy, 1972. Dilaçar, Agop; Kutadgu Bilig Ġncelemesi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995. GöğüĢ, BeĢir; Anlatım Terimleri Sözcüğü, Ankara, 1998. Kaçalin, Mustafa S.; Yûsuf Hâs Hâcib Kutadgu Bilig, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2011 (http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-75546/yusuf-has-hacib---kutadgubilig.html.) Kafesoğlu, Ġbrahim; Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Ġstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1980. Korkmaz, Zeynep; Gramer Terimleri Sözlüğü, 2. Baskı, Ankara: TDK Yayınları, 2003. Vardar, Berke; Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul: ABC Kitabevi, 1998. Yavuz, Kemal; Hâcib Böyle Dedi, Ġstanbul: Mostar Yayınları, 2012. 404 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 HÜSEYĠN CAHĠT YALÇIN‟IN 1891‟DE YAYIMLANAN ĠLK ROMANI NADĠDE Hasan YÜREK ÖZET Türk edebiyatının önemli isimleri arasında yer alan Hüseyin Cahit Yalçın‘ın roman türünde yazılmıĢ iki eseri vardır. Bu romanların ilki 1891‘de yayımlanan Nadide, ikincisi ise 1901‘de yayımlanan Hayal Ġçinde‘dir. Bu iki romandan birincisi olan Nadide her ne kadar 1891‘de yayımlansa da Latin harflerine ancak 2014‘te aktarılabilmiĢtir. Dolayısıyla bu roman eski ve ismi bilinen bir roman olmasına rağmen aynı zamanda yeni ve üzerinde çok fazla durulmamıĢ bir eserdir. Hüseyin Cahit Yalçın her ne kadar Servet-i Fünûn hareketiyle ön plana çıkmıĢ olsa da Nadide adlı roman taĢıdığı özelliklerle bir Tanzimat romanıdır. Nitekim yayımlanıĢ yılı da bunu somutlaĢtırmaktadır. Nadide, Hüseyin Cahit Yalçın‘ın henüz on beĢ yaĢındayken Ahmet Mithat Efendi‘nin roman tarzını taklit ederek kaleme aldığı bir romandır. Eser, yazarın Serez‘deyken duyduğu bir hikâyeye dayanmakta Balkanlarda geçmektedir. Bu çalıĢmada Hüseyin Cahit Yalçın‘ın bilinen ancak Latin harflerine yeni çevrilen Nadide adlı romanı olay, olay örgüsü, kiĢiler, zaman, mekân, anlatım gibi çeĢitli özellikler açısından ele alınacaktır. Böylece bu eserin özellikleri ayrıntılı bir Ģekilde irdelenecek ve eser Türk romanı içerisinde konumlandırılacaktır. Anahtar Sözcükler: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide, Roman. HÜSEYĠN CAHĠT YALÇIN‟S FĠRST NOVEL WHICH IS PUBLISHED IN 1891: NADĠDE Abstract Yrd. Doç. Dr. , Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Mersin/Türkiye, hyurek@mersin.edu.tr 405 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hüseyin Cahit Yalçın, who is among the most popular names of Turkish literature, has two written pieces of works of novel type. The first one of these is Nadide which is published in 1891, and the second one is Hayal Ġçinde which is published in 1901. Although the first one of these novels, Nadide, was published in 1891 the latinization, however, could be achieved in 2014. Thus, despite its ancient and reputable fashion, at the same time it is a novel which is new and underemphasized piece. Although, Hüseyin Cahit Yalçın was marked by Servet-i Fünun movement, the novel Nadide on the basis of its features, is a Tanzimat Reform Era novel. Hence the year of publication justifies these peculiarities. Nadide is Hüseyin Cahit Yalçın‘s piece which was put down on paper as an imitation of Ahmet Mithat Efendi‘s novel type when he was 15 years old. The piece has been based on a story, which is heared by him when he was in Serez, and the fiction has been in Balkans. In this study, Hüseyin Cahit Yalçın‘s novel, Nadide, which recognized but has just latinized, will come up in the way of case, plot, characters, time, place and expression. Therefore, features of this piece will be analyzed in detail and the piece will be positioned somewhere in Turkish Novel. Keywords: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide, Novel. GiriĢ Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Hüseyin Cahit Yalçın 1875-1957 yılları arsında yaĢamıĢtır. Roman, öykü, eleĢtiri, monografi, çeviri gibi çeĢitli alanlarda örnek veren Hüseyin Cahit, 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünûn hareketi içerisinde yer alır. Servet-i Fünûn 1901‘de kapatılmasının sebebi de onun Fransızcadan çevirdiği ―Edebiyat ve Hukuk‖ baĢlıklı makaledir. Hüseyin Cahit‘i edebiyat ile uğraĢması II. MeĢrutiyet‘e kadar sürer ve o, II. MeĢrutiyet ilan edildikten sonra siyasete girer. 1908‘de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâzım ile birlikte Tanin‘i adlı gazeteyi çıkarır. Aynı yıl içerisinde Ġttihat ve Terakki‘den milletvekili seçilir. 1911‘de Düyun-ı Umumiye Dayinler Vekili olur ve bu görevini 1922‘ye kadar sürdürür.1908‘de arkadaĢlarıyla çıkarmaya baĢladığı Tanin‘i kısa bir süre sonra tek baĢına devralır. Tanin, kapatılınca sırasıyla Cenin, Renin, Senin gazetelerini çıkarır. Gazete kısa bir süre sonra tekrar Tanin adını alır. 1913‘ten itibaren Ġttihat ve Terakki‘ye muhalefet etmeye baĢlayan Hüseyin Cahit, gelen baskılar sonucunda Tanin‘i Ġttihat ve Terakki‘ye satar. Tanin satıldıktan sonra muhalif kimliğinden vazgeçer ve bunun karĢılığında Ġttihat ve Terakki tarafından farklı görevlere tayin edilir. 1918‘de Ġttihat ve Terakki mensupları ülkeyi terk edip kabine değiĢince tutuklanır ve 1919‘da Malta‘ya sürülür. Sürgün, 1921‘e kadar devam eder ve Hüseyin Cahit, aynı yıl Roma‘ya geçer; 1922‘de ise Ġstanbul‘a döner. Döndükten sonra 406 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 yaptığı ilk iĢ Tanin‘i tekrar çıkartmaktır. 1925‘e kadar çıkan Tanin, Mustafa Kemal‘e karĢı muhalefet yapar. Bunu sonucunda Hüseyin Cahit, ―1938 yılında Atatürk‘ün ölümüne kadar üç kere Ġstiklâl Mahkeme‘sine gönderilmiĢ, siyasî bir yalnızlık ve terk edilmiĢlik psikolojisi içinde uzun yıllar sadece kalemiyle yaĢama savaĢı vermiĢtir.‖ (Huyugüzel, 1984: 36). 1938‘den sonra Cumhuriyet Halk Partisi saflarına katılır ve Çankırı milletvekili olur. Daha sonra milletvekilliğini Ġstanbul ve Kars temsilcisi olarak sürdürür. Milletvekillilik 1939-1954 yılları arasında sürer. Bu evrede, 1943‘te Tanin‘i tekrar çıkarmaya baĢlar. Bu sefer gazeteyi 1947‘ye kadar çıkarabilir ve ondan sonra 1948‘de Ulus gazetesine geçer. 1953‘e kadar süren Ulus gazetesi faaliyetleri, gazete Demokrat parti tarafından kapatılınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde devam eder. Bu gazetelerdeki yazılarında dönemin iktidarını (Adnan Menderes) eleĢtirince hapis cezası alır. Verilen ceza, büyük tepki alınca Hüseyin Cahit affedilir; ancak affedilene kadar üç buçuk ay hapis yatar. Hapisten sonra Halkçı ve yeniden çıkmaya baĢlayan Ulus‘ta muhalif kimliğiyle yazmaya devam eder. 1957 seçimlerine Ġstanbul adayı olarak girmek ister; ancak seçim olmadan aynı yıl içerisinde vefat eder. Genel Bilgiler Nadide, adlı roman Hüseyin Cahit Yalçın‘ın ilk romanı olmakla birlikte ilk eseridir. 1890‘da tamamlanan eser 1891‘de Âlem Matbaası tarafından basılır. Üzerine fazla çalıĢma olmamasıyla birlikte eser yakın zamana kadar Latin harflerine aktarılmamıĢtır. 87 Yazar bu eserden sonra sadece bir roman daha yazmıĢtır. 1901‘de yayımlanan bu romanın adı ise Hayal Ġçinde‘dir. Nadide, ―Kable‘l- Ġzdivaç‖ ve ―Ba‘de‘l- Ġzdivaç‖ baĢlıklarını taĢıyan iki kısımdan oluĢmaktadır. ―Kable‘l- Ġzdivaç‖ baĢlıklı kısımda on üç Ba‘de‘l- Ġzdivaç baĢlıklı kısımda ise on beĢ alt kısım bulunmaktadır. Ayrıca romanın baĢında Ahmet Mithat‘ın bir sunuĢ yazısı ve Hüseyin Cahit‘in kısa bir yazısı; romanın sonunda yine Hüseyin Cahit‘e ait bir değerlendirme yer almaktadır. Ahmet Mithat bu romana yazdığı takdimde Türk romanının tercümeden uzaklaĢıp telif eserler vermesini memnuniyetle karĢıladığını söylemekte, Nadide adlı eseri 87 Bu roman üzerinde tespit edilebilen iki çalıĢma vardır. Bunlardan ilki Hüseyin Cahit Yalçın‘ın çeĢitli yönleriyle ele alan ve dolayısıyla bu eseri de kapsayan, Ömer Faruk Huyugüzel, Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerine Bir AraĢtırma, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Ġzmir, 1984 künyeli çalıĢma; ikincisi ise sadece bu roman üzerinde sınırlı bir Ģekilde duran, Selçuk Çıkla, ―Divan ġiirindeki Sevgili Tipini Alaya Alan Bir Roman Yahut Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Nadide‘si‖, Yedi Ġklim, S.: 136, s.: 45-50 künyeli çalıĢmadır. Nadide‘nin Latin harflerine aktarıldığı eserin künyesi ise Ģöyledir: Hüseyin Cahit Yalçın, Nadide, (Yayıma Hazırlayan: Hasan Yürek), Sonçağ Yayınları, Ankara, 2014. 407 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 seçkin bir roman olarak değerlendirmektedir. Bunun yanında da eseri verdiği mesajlar bağlamında değerli gördüğünü ve kendisi gibi okuyucuların da bu eseri takdir edeceğine emin olduğunu ifade etmektedir.88 Hüseyin Cahit‘i böyle bir eser yazmaya sevk eden temel sebep Ģöhret olma isteğidir. O, edebiyat heveslisi bir genç olarak adını duyurmak istemektedir. Nitekim Edebiyat Anıları‘nda bu niyetinin olduğunu Ģu sözlerle ifade etmektedir: ―Bir roman yazsam! Benim de adım gazetelere geçse! (…) Ġki satırlık bir övgüye ulaĢmak bile beni mutlu etmeye yetecekti‖ (Yalçın, 2002: 29). Eser genel özellikleriyle Tanzimat romanı niteliğindedir. Ahmet Mithat‘ın takdim yazısında ifade ettikleri bunun somut bir kanıtıdır. Bunun yanında Hüseyin Cahit de bu eser için ―üslup ve düzeni baĢtan baĢa Ahmet Mithat Efendi‘nin kötü bir taklidiydi. Taklidi o kadar ileri götürmüĢtüm ki hikâyeyi yarıda keserek, sanki konu gerektiriyormuĢçasına bir felsefe düĢüncesine bile ayrı bir bölüm ayırmıĢtım.‖ (Yalçın, 2002: 33) demektedir. Bir baĢka ifadeyle bu eser, Tanzimat romanı paralelinde biçime, tekniğe pek dikkat etmeden belirli bir mesaj verme, eğitme, yol gösterme amacıyla kaleme alınmıĢ ve bu doğrultuda dönemin önde gelen isimlerinden Ahmet Mithat romancılığını örnek almıĢtır. Romanın bir diğer özelliği bir dıĢ gerçeklikten hareketle kaleme alınmıĢ olmasıdır. Bir baĢka deyiĢle Hüseyin Cahit duyduğu bir hikâyeden hareket etmiĢ ve onu biraz değiĢtirerek bu romanı yazmıĢtır. Yazar o dönemde Osmanlı‘nın Balkanlardaki önemli merkezlerinden olan Serez‘deyken89 duyduğu bir hikâyeden hareketle eserini vücuda getirmiĢtir90 (Yalçın, 2002: 29). Özet Balkanlar‘da yaĢayan ve hiç evlenmeyen Ali Bey bir gün dolaĢırken terk edilmiĢ bir bebek bulur. Bebeğe Fuat adını verir. Zaman geçtikçe ikisi birbirine bağlanır. Fuat büyüyüp delikanlılık çağına geldiğinde tesadüfen Nadide‘yi görür ve ona âĢık olur. Nadide‘nin de 88 Takdim yazısının tamamı Ģöyledir: Ne bahtiyarım ki Ģu bir iki hafta zarfında birkaç romana Ģu yolda kelimât-ı tebrikiyye yazdım. Osmanlılarımız artık yalnız tercüme ile iĢtigal etmeyip iĢte telif mertebesinde sâ‘id oldular. Hem de sükût faydasına makusen mütenasip denilecek bir suretle sürati gittikçe mütezayit bir su‘ûd! Yalnız benim sözüme kalmayarak okuyanlar dahi itiraf edeceklerdir ki Ģu roman emsali miyânında mümtazdır. Hem büyüklük hem suret-i tahrir ve hem de müntic olduğu hikmet-i mûkiz cihetiyle mümtazdır. Müellifini ez dil ü can ben tebrik edeceğim gibi karilerin de tebrik edeceklerine Ģüphe etmem. 89 Serez, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalmaktadır. 90 Hüseyin Cahit 8-13 yaĢları arasında Serez‘de yaĢamıĢtır. 408 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kendisine karĢılık vermesinden sonra mektupla haberleĢirler. Nadide, Fuat‘ı kendi evinin bahçesinde gizlice buluĢmaya davet eder. Bu buluĢmayı haber alan Nadide‘nin sevdalılarından Nadir Bey, Fuat‘ı takip eder ve onu Nadide‘yle buluĢtuğu gece adamlarına vurdurtur. Yaralı bir halde olan Fuat‘ı, aslında babası olan, Ali Bey‘in kâhyası Kanber kurtarır. Onu kurtardıktan sonra da Fuat‘ın bir daha zor durumda kalmaması için Nadide‘den uzak durmasını sağlar. Nadide tarafında ise olumsuz geliĢmeler yaĢanmaktadır. Nadide‘nin annesi, kızının gece bir erkekle gizlice buluĢtuğunu duyar ve onu cezalandırır. Verilen ceza evlenme yasağıdır. Bir süre sonra ise Nadide, hamile olduğunu anlayıp durumu annesine haber verir. Anne, bu durumun ailenin itibarını zedeleyeceğini düĢündüğünden kızını kimsenin görmemesi için odaya kapatır ve hasta olduğu haberini yayar. Nadide ise bir taraftan Fuat‘a ne olduğunu merak etmekte diğer taraftan çocuğunu düĢürmeye çalıĢmaktadır. Nadide, bir gün pencereden dıĢarı bakarken Fuat‘ın üvey babası Ali Bey‘i görür ve onunla önce iĢaretleĢir, sonra mektuplaĢır. Bunun üzerine Ali Bey, Nadide‘yi istetir. Nadide‘nin annesi daha önce aldığı karar üzere Nadide‘yi vermez ve gelenleri kibarca reddeder. Bu arada Nadide, çocuğunu da düĢürür. DüĢük yapan Nadide sıhhatine kavuĢtuktan sonra tekrar Ali Bey‘le mektuplaĢıp biraz sabırlı olmasını ister. Nadide, epeyce düĢündükten sonra evliliğine engel olan annesini ve hamilelik sürecini bilen yardımcısını öldürür. Bütün engeller ortadan kalkınca da Ali Bey‘le evlenir. Düğün sırasında Fuat ve Nadide karĢılaĢır. Fuat, sevdiği kadının üvey babasıyla evlenmekte olduğunu görünce önce kendisini Nadide‘den uzaklaĢtıran Kanber‘i suçlar; ardından yapacak bir Ģey olmadığından bir bahaneyle üvey babasının çiftliğinden uzaklaĢır. Nadide, Fuat‘ın hayatta olduğunu öğrendikten sonra ne pahasına olursa olsun onunla evlenmeye karar verir. Fuat‘a aĢkını beyan eden bir mektup yazıp olumsuz cevap alınca Fuat‘ı çiftliğe getirebilmek için odasını yakar. Yangın sırasında da odasında bayılıp kalır. Ali Bey, karısını kurtarır; ancak ölümcül yaralar alır. Bu durumu öğrenen Fuat, gittiği çiftlikte tesadüfen karĢılaĢıp âĢık olduğu Elmas‘ı da alarak baba evine döner. Hasta yatağında bulunan Ali Bey, oğlunun geliĢine çok sevinir. Onun yanında getirdiği Elmas‘ı da evlatlık alır. Ali Bey, öleceği düĢüncesiyle vasiyetnamesini yazdırır ve Fuat‘tan da Elmas‘la evlenmesini ister. Fuat‘ın çiftliğe geri geliĢine sevinenlerden bir diğeri Nadide‘dir. Nadide, Fuat‘a çiftlikten kaçıp evlenmeyi teklif eder; ancak üvey babasını çok seven Fuat bu teklifi reddeder. Bunun 409 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 üzerine Nadide, Fuat‘ın kararını değiĢtirmesi için Ali Bey‘i zehirletir. Niyeti, Fuat‘la evlenme hususunda engel gördüğü kiĢiyi ortadan kaldırmaktır. Nadide, ayrıca bir diğer engeli, Elmas‘ı da kaçırtır. YaĢanan geliĢmelerden sonra Ali Bey ölür. Bunun üzerine Nadide, Fuat‘a evlenme isteğini yineler. Fuat yaĢanan olumsuzlukların Nadide tarafından icra edildiğini anladığından Kanber‘le birlikte çiftliği terk eder. Olayları güvenlik güçlerinin önemli bir ismine anlatır. Fuat, Kanber ve güvenlik güçlerinin iĢ birliği sonucunda Nadide ile iĢ birliği yaparak Elmas‘ı kaçıran haydutlar yakalanıp hemen asılır. Nadide ise yeterli kanıt bulunmadığından ceza almaz; ancak kaza geçirir ve ölür. Olay Örgüsü Romandaki olay örgüsü iyilerle kötülerin çatıĢması üzerine kurulmuĢtur. Buna bağlı olarak olay örgüsü aĢağıdaki gibi Ģematize edilebilir: ÇatıĢma Ġyiler Kötüler Kötülerin Olumsuz DavranıĢları ve Ġyilerin Kazanması Tablodan anlaĢılabileceği üzere, romantizmden gelen etkiye bağlı olarak romanda iyi ve kötü karakterli kiĢiler vardır. Ġyi tarafında Fuat, Ali Bey, Kanber, Elmas; kötü tarafında ise Nadide, Nadir Bey, ĠboĢ, gibi kiĢiler sayılabilir. Bu kiĢiler aracılığıyla temsil edilen iyi ve kötünün çatıĢmasından ortaya çıkan netice ise her ne kadar kötüler etrafına zarar verse de nihayetinde iyilerin kazanacağıdır. Bu da Nadide, Nadir Bey ve ĠboĢ‘un ölümleri; Fuat ile Elmas‘ın muratlarına erip evlenmeleri aracılığıyla gösterilir. Nadide ve diğer kötüler etraflarına zarar vermiĢtir ama sonuçta kazanan taraf iyiler olmuĢtur. Tema 410 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Tema, hem kötülerle iyiler arasında yaĢanan geliĢmeler hem de romanda yer yer yazar adına konuĢan Kanber aracılığıyla ortaya konur. Bu romandaki tema terbiyenin bir diğer deyiĢle eğitimin önemi olarak ortaya çıkmaktadır. Anlatıcının temel tezi iyi eğitilmeyen, iyi terbiye edilmeyen evlatların olumsuz iĢler yapacağı böylece çevresindekileri felakete sürükleyeceğidir. Bu bağlamda ön plana çıkan kiĢi Nadide‘dir. Nadide‘nin yaptıkları iyi terbiye edilmeyen birinin yapabileceklerini somutlaĢtırır. Nadide, önce gizlice Fuat‘la buluĢur ve onunla birlikte olur. Ardından hamile kalınca çocuğunu kendi çabasıyla düĢürür. Annesi kendisine evlenme yasağı koyunca onu ve hamileliğini bilen yardımcısını öldürür. Ali Bey‘le evlendikten sonra Fuat‘ın hayatta olduğunu görür ve bu sefer de Fuat‘la arasındaki engelleri ortadan kaldırmak için önce Ali Bey‘i öldürtür; daha sonra da Fuat‘ın sevgilisi Elmas‘ı kaçırtır. Hatta kendisiyle evlenmeyeceğini söyleyen Fuat‘ı da öldürmeye çalıĢır. Görüldüğü üzere Nadide‘nin bütün faaliyetleri romanın baĢından sonuna kadar olumsuzdur. Nadide‘nin bu faaliyetleri aracılığıyla iyi terbiye edilmeyen bir kiĢinin yapabilecekleri çarpıcı bir Ģekilde ortaya konur. Anlatıcı, Kanber aracılığıyla iyi terbiye verilmeme sebebi olarak anneleri iĢaret eder. Kanber, Nadide‘nin Fuat‘la olan gizli iliĢkisi için ―BaĢlıca sebep de anasıdır. On üçünde böyle hâller vuku bulur da bir validenin haberdar olmaması kabil midir? Bir çocuğun ettiği haĢarılığı validesi behemehâl duyar. Ya kızını utandırmamak (!) için sesini çıkarmaz yahut ne olurmuĢ azıcık eğleniversin onu biz de yaptık!... diyerek gözünü yumar! Artık yumulmamak derecesine gelirse geçmiĢ ola! Bir bu türlüsü vardır. Bir de gayet ihtiyar olup da, iĢte bu mahbube, aĢkıyla periĢan-hâtır olduğunuz bu kız, benim midir! makamında gözlerini kapar. Kapar ama nihayetinde mahcubiyetten baĢka bir Ģey hasıl olmaz.‖ (Yalçın, 2014: 46) diyerek bu durumu ortaya koyar. Kanber, kiĢilerin olumsuz davranıĢlarını, ailelerin ve özellikle annelerin iyi eğitim verememesine bağlar. Yine bir baĢka yerde Kanber ―Evlatlarını hüsn-i terbiye etmeyen validelere cemiyet-i beĢeriyye tarafından lanet edilse sezadır!.. Çünkü bi‘l-âhire mazarratı yine cemiyet-i beĢeriyyeye ait olacaktır. Tıpkı Nadide de olduğu gibi! Vâkıâ Nadide‘ye validesi faziletten baĢka bir Ģey öğretmemiĢtir. Lakin ahlak hususunda -mutaasıplığı ile beraber- yine müsamaha göstermiĢtir. ĠĢte bu müsamahası da nihayet kendisinin ve bir biçare halayıkın ölümüne sebep olmuĢtur. Niçin mi dediniz? Evet, hayatının mahvına sebebiyet veren kendi müsamahasıdır. Çünkü kızının bu haline elbette vâkıf idi. Bu haline deyiĢimizden Ali Bey‘e, Fuat‘a mektup yazdığını anlamayınız, yalnız kızının hafifmeĢrebâne harekette bulunduğunu bilmek lazımdı ki bunu da mutlaka bilmiĢtir. ġimdi bu halde görmemezlik etmeli miydi? Gayet ufak bir vukuat üzerine kemal-i Ģiddetle muamele etmesi lazımdı. Sesini 411 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 çıkarmadığı kızını sevdiğinden midir? HaĢa! Validelerin -hemân- kâffesi kızım, yanımda mahcup olmasın, daha aklı ermez, elbette uslanır zu‘mıyla -günden güne azmakta olan- iĢe ehemmiyet vermeyip gözlerini yumarlar, seslerini çıkarmazlar. Ama on binde bir tanesi müstesna imiĢ! Ender değil mi? Ne hükmü olabilir? ĠĢte öyle valideler namuslarının berbat olmasına sebep oldukları cihetle kızlarının hayr-hâhı değil belki düĢmanıdırlar! Bahusus bu son senelerde: Medeniyettir! (?) diyerek açık saçık geziyorlar da valideleri iftihar ediyorlar! Yazık!... Böyle bir valideden yetiĢen evlatta hissiyat-ı milliyye, hissiyat-ı vataniyye bulunabilir mi? Heyhat!... Öyleleri, valide ve pederlerinin salik oldukları tariki kemal-i rezaletle takip ederler. Böyle bir valideden yetiĢen çocuklar da böyledir! Böyle bir valideden terbiye gören bir kız da böyle bir valide olacaktır!...‖(Yalçın, 2014: 88-89) demektedir. Anlatıcı adına konuĢan Kanber tespit yapmakla kalmaz belirtilen hususta neler yapılması gerektiğini de ifade eder ve Ģöyle der: ―Asıl birinci derecede ıslah olunması lazım gelen Ģey validelerin halidir. Bir valide evladının -mutlaka- cüzi, külli bir harekete sebebiyyet vereceğini bilmelidir de ona göre takayyüdâtta bulunmalıdır. Bir insan nasıl ki herkesin nazar-ı tama‘ı matuf gayet kıymettar bir mücevherini, elmasını kemal-i dikkatle hıfz ederse bir valide de kızına bundan daha pek çok ziyade dikkat ve onu muhafaza etmelidir. Gayet latif, nazik, nadide çiçekleri havi olan bir bahçe nasıl ki fena havalardan muhafaza olunmakla beraber, akĢamları sulanmak ve gündüzleri otları ayıklanmak için bir bahçıvana muhtaç ise bir kız da validesinin nasâyih-i mürĢidânesine öylece muhtaçtır. Bir çiçeğin fena havalardan muhafaza olunması bir validenin kızını, ―düĢman-ı iffet‖ Ģık beylerimizin yazdıkları tezkirelerden muhafaza etmesi de müĢabih olduğu gibi bir bahçıvanın çiçekleri sulaması, bir validenin kızına nasâyih-i mürĢidâne vermesine benzer. Kezâlik bir bahçıvanın çiçeklerin yanında çıkan otları ayıklaması da validenin kızının harekâtında görülen kusurun tashihine çalıĢmasının aynıdır.‖ (Yalçın, 2014: 89). Hem olaylar hem de Kanber aracılığıyla ortaya konan tema romanın sonunda Hüseyin Cahit‘in kendi ifadeleriyle bir kez daha somutlaĢır. ―Âlem-i tahrire ilk ayak bastığım Ģu eserimle enzâr-ı intibaha bir acı hakikat arz etmek istiyorum ki o da: Usul-ı terbiyede gösterdiğimiz lakayıtlık müsamaha-i maderâne yahut pederânedir.Sevgili akranım, dahi, bu husus hakkında nazar-ı dikkati celp için it‘âb-ı fikri kendilerine vazife edinirlerse vatanımıza bihak hizmet etmiĢ oluruz. Çünkü bu mübâlâtsızlık müthiĢ bir neticeye müncer olacaktır!...‖ (Yalçın, 2014:319) diyen Hüseyin Cahit, bu eseri çocukların terbiyesine dikkat edilmesi için yazdığını söylemekte, bu bağlamda sorumluluğu ebeveynlere vermektedir. Bunun yanında da 412 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bu tarz eserlerin yazılmasını da önermektedir. Çünkü ona göre bu tarz eserler doğru olanı göstermektedir. KiĢiler Romana ad olan Nadide91 baĢkahramandır. Bunun yanında yardımcı kiĢi niteliğindeki Fuat, Ali Bey, Elmas, Kanber, Nadir Bey, ĠboĢ, Nadide‘nin annesi ve Kır Serdarı üzerinde durmak gerekir. Adı verilen kiĢiler dıĢında kalanlar ise dekor niteliğindeki kiĢilerdir. Nadide, ― hakikaten güzeldir. Güzelim! diyenlere gıpta-res olacak derecede güzeldir. Siyah gözlerine saye veren kirpikleri; yerlerde sürünme derecelerine gelen siyah saçları; mini mini elleri, ayakları; latif, beyaz gerdanı; tombul yanakları; siyah kaĢları; pek çokları bir hayli geceler uykusuz bırakacak derecede ruh-perverdir. Ufacık ağzının pembe dudaklarından eksik olmayan tebessüm-i Ģûhâne, hüsnüne baĢka bir letafet bahĢeder. Mütenasip buruncağızının kenarları -müĢteheyât-ı nefsaniyyesine dal olmak üzere- azıcık açıkçadır.‖ (Yalçın, 2014: 36) cümleleriyle tasvir edilir.92 Bu tasvirlerden anlaĢılabileceği üzere Nadide fiziksel açıdan güzeldir. Zaten Nadir Bey, Fuat, Ali Bey ve baĢkalarının onu görür görmez beğenip âĢık olmaları bu yüzdendir. Nadide‘nin fiziksel görünüĢündeki güzelliğe karakterinde de rastlamak mümkün değildir. O, amacına ulaĢabilmek için her Ģeyi yapabilecek ihtiraslı, kötü biridir. Özette ve tema bağlamında değinilen faaliyetleri bunu somutlaĢtırmaktadır. Anlatıcı temasını çarpıcı bir Ģekilde iĢlemek için Nadide‘ye olabildiğince kötü iĢler yaptırır. Nitekim Nadide‘nin evlenebilmek için annesini dahi öldürebilmesi bunun en somut kanıtlarındandır. Nadide, yaptıklarının karĢılığı olarak romanın sonunda bir kaza sonucu ölür. Takdiriilahi olarak nitelendirilen bu sonuyla kötülerin cezasını mutlaka bulacağı mesajı verilir. Fuat, Ali Bey‘in üvey evladıdır. ―Orta boylu, kara saçlı, vâsi alınlı, saf çehreli, ince bıyıklı on sekiz-on dokuz‖ (Yalçın, 2014: 16) yaĢlarında bir gençtir. Üvey babasına son derece bağlıdır. Onun için sevdiği kadından yani Nadide‘den vazgeçmesi bunun kanıtıdır. Karakter olarak Nadide‘nin aksine ahlâklı, iyi biri olarak ortaya çıkar. Ömer Faruk Huyugüzel‘in belirttiği 91 Nadide, Namık Kemal‘in Ġntibah adlı romanındaki Mehpeyker ile benzer özellikler taĢır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Hasan Yürek, ―Ġntibah ve Nadide Romanlarının Mukayeseli Ġncelemesi‖, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, C.: 2, S.: 6, 2013, s.:42-55. 92 Selçuk Çıkla, romanın kimi yerlerinde yapılan Nadide tasvirlerinden hareketle Nadide üzerinden Divan Ģiirindeki sevgili tipiyle alay edildiğini ifade eder. 413 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 gibi o kadar ahlâklıdır ki Ali Bey‘i öldürtenin Nadide olduğunu bildiği halde kötü bir Ģey yapmamak adına Nadide‘yi cezalandırmaz (Huyugüzel, 1984: 195). Fuat, romanın sonunda Elmas‘la evlenir. Boyu, her ne kadar mindere oturmuĢ olduğundan pek belli olmuyor ise de uzun olduğu yine fark olunuyor; kısa kara sakalı da meydandadır; nâsiyesindeki tavr-ı asalet halindeki necabet göze çarpacak derecededir. Azâsı mütenasip olduğu gibi ihtiyarlık alameti de pek görülmez. Ġlk defa gören Ģüphesiz otuz beĢ yaĢında ya var yahut yoktur der. Lakin Ģunu da beyan edelim ki sinni kırk-kırk beĢ sularındadır.‖ (Yalçın, 2014: 15) cümleleriyle tanıtılan Ali Bey, babası öldükten sonra ailesinin servetini tüketmeye baĢlar ve PenboĢ isimli bir çingeneye âĢık olur. Ali Bey‘in annesi bu durumu hoĢ karĢılamadığından PenboĢ‘u öldürtür. Ali Bey, kendisinde habersiz icra edilen bu cinayetten sonra önce PenboĢ‘un yasını tutar; ardından bütün dikkatini çiftliklerine verir. Ali Bey, Nadide‘yle karĢılaĢıncaya kadar da aynı faaliyetini sürdürür. Nadide‘yi görür görmez âĢık olur ve daha sonra onunla evlenir. Bu evlilik aynı zamanda onun sonunu hazırlar. Nadide, Ali Bey‘i, Fuat‘la aralarında bir engel olarak gördüğü için, zehirleyerek öldürtür. Bu özellikleriyle Ali Bey, romandaki iyi karakterli kiĢilerdendir. Fuat‘la Elmas‘ı evlatlık alması, çalıĢanlarına adaletli ve hoĢgörülü davranması, Nadide‘yi yangından kurtarması gibi davranıĢları onun iyi karakterde olduğunu gösterir. Ali Bey, aynı zamanda bir kurbandır. O, Nadide‘nin Fuat‘la evlenme ihtirasının kurbanı olmuĢtur. Romanın ikinci bölümünde ortaya çıkan Elmas, fiziksel açıdan Nadide‘ye benzerliğiyle dikkati çeker. Hatta Fuat‘ın ona âĢık olma sebebi de budur. Elmas, Fuat tarafından, babasını kaybettiği gün çaresiz bir halde mezarlıkta bulunur. O andan itibaren de Fuat sayesinde hayata tutunur. Fuat‘ın isteğiyle, Ali Bey tarafından evlatlık alınır. Nadide‘nin Fuat‘la evlenmesin diye kaçırttığı Elmas kurtarılır ve o romanın sonunda Fuat‘la evlenir. Romandaki önemli kiĢilerden biri de Kanber‘dir. Kanber her ne kadar geçmiĢinde cellatlık yapsa da romanda göründüğü andan itibaren olumlu özellikleriyle ön plana çıkar. ―Mehîb çehreli, kısa boylu, pos bıyıklı, koca sakallı, uzun burunlu Kanber ismindeki eski emektarlarını da tanırsınız. Kanber‘in müthiĢ kanlı gözlerindeki parlaklığa, yüzündeki buruĢuklara dikkat eden sevâbık ahvaline pek de hüsn-i Ģehadet etmez; yaĢını ise tahminden âciz kalır! ġu kadar ki hali güzelce tedkîk edilirse pek kurnaz bir tilki olduğunu anlamak da teehhür edilmez.‖ (Yalçın, Nadide: 16) cümleleriyle anlatılan Kanber, Fuat‘ın gerçek babasıdır; ancak okuyucu bunu bilmesine rağmen romandaki hiçbir kiĢi bu durumu bilmez. O, 414 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 oğlunun mutluluğuna gölge düĢürmek istemez ve bu nedenle oğluna, öz babasının kendisi olduğunu söylemez. Fuat‘ı daha bir bebekken bir ağaç kovuğuna terk eden Kanber, Fuat‘ı Ali Bey‘in aldığını görür. Bunun üzerine de oğlunu uzaktan takip eder ve onu bıraktıktan altı yıl sonra Ali Bey‘in çiftliğine gelerek orada çalıĢmaya baĢlar. Kanber zamanla Ali Bey‘in en güvendiği çalıĢanı hatta arkadaĢı olur. Kanber, oğlunu öz çocuğu gibi gören Ali Bey‘e sıkı bir bağlılıkla hizmet eder. Onu düĢtüğü zor durumlardan kurtarır. Aynı Ģekilde Fuat‘ı da sürekli olumsuz geliĢmelerden kurtarmaya çalıĢır. Bu özellikleriyle Kanber, romandaki olumlu kiĢiler arasında yer alır. Bunun yanında belirtilmesi gereken bir diğer husus da Kanber‘in yer yer yazarın sözcülüğünü yaptığıdır. Yazara, söylemek istediklerini bazen ona söyletmektedir. Örneğin çocukların yetiĢtirilmesinde annenin önemini Kanber ifade etmekte, böylece o, yazarın düĢüncesini dile getirmektedir. Nadir Bey, romandaki kötü kiĢilerdendir. Ali Bey‘in aksine kendisine babasından miras kalmamıĢtır. O da kötü kiĢiliğinin bir sonucu olarak yasal olmayan iĢlere giriĢir. Bir çete kurar. Kurduğu bu çete yol kesip hırsızlık yapmakta, çocukları kaçırıp fidye istemektedir. Herkes bu çetenin varlığını bilmekte, ondan çekinmekte; ancak kimse bu çeteyi himaye edenin Nadir Bey olduğunu bilmemektedir. Nadir Bey, çetenin faaliyetleri sonucunda maddi durumunu düzeltmiĢ ve saygın biri haline gelmiĢtir. O da Nadide‘ye âĢık olanlardandır. Nitekim kendisi tanıtılırken bu durum üzerinde durulur: ―Nadir Bey, memleketin muteberânından otuz yedi –otuz sekiz yaĢında bir zattır. Bu da Nadide‘nin hüsnüne esir olmuĢ aĢk-zedegândan biri ve belki birincisidir. Nadide‘yi defaatle istemiĢ olsa da gerek kız ve gerek validesi tarafından kemal-i nefretle reddolunmuĢ idi.‖ (Yalçın, Nadide: 50). Nadir Bey, Nadide‘nin kendisine verilmemesine bağlı olarak intikam almak ister. Fuat‘la Nadide‘ye buluĢtukları gece baskın yapar ve Fuat‘ı vurdurtur. Amacı Nadide‘nin gizlice biriyle buluĢmasını tespit ederek Nadide‘yle annesine karĢı bir koz elde etmek ve buna bağlı olarak onlara istediğini yaptırmaktır. Ancak Kanber‘in Fuat‘ı kurtarmasıyla Nadir Bey, bu amacına ulaĢamaz. Bununla birlikte Nadir Bey, intikam almak amacıyla, roman boyunca Nadide‘nin peĢini bırakmaz. Bu bağlamda çeĢitli olumsuz iĢler icra eder. Nadir Bey, amacına eriĢemez. Bunun yanında Fuat, Kanber ve Kır Serdarı‘nın ortak hareketiyle onun çetenin baĢı olduğu ortaya çıkartılır. Sonuçta da Nadir Bey idam edilir. Böylece bir kötüye daha ceza verilmiĢ olur. ĠboĢ, Nadir Bey‘in yasal olmayan iĢlerini yürütenlerin baĢında gelir. ―Hakikaten pek zekidir. Lakin zekâvetini hüsn-i istimal etmiyordu…‖ (Yalçın, 2014: 52) cümlelerinden anlaĢılabileceği gibi o, zeki; ancak zekâsını olumsuz yolda kullanan biridir. Nadir Bey, ĠboĢ‘u 415 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kullanarak ortağını öldürür. Bu olaydan sonra ĠboĢ, yakalanır ve idam cezası alır. Nadir Bey‘in kendisini kurtaracağını düĢünse de bu gerçekleĢmez ve ĠboĢ idam edilir. Tam ölecekken tesadüfen kurtulur. Asıldığı civarda bir kiĢi tarafından öldüğü sanılarak ipten alınır; ancak ĠboĢ ölmediği için kurtulur. ĠboĢ, kendisini önce Nadir Bey‘in kurtardığını düĢünür; bunun düĢündüğü gibi olmadığını anlayınca da intikam hissi besler. Ġntikam için fırsat bekleyen ĠboĢ, romanın sonuna kadar bu fırsatı yakalamaz ve Nadir Bey‘e hizmet etmeye devam eder. Sonunda da Nadir Bey‘le birlikte yakalanıp idam edilir. Nadide‘nin annesi, Ali Bey gibi Nadide‘nin kurbanı olan kiĢilerdendir. Kızının bir erkekle gizlice buluĢtuğunu öğrendikten sonra onunla arasına mesafe koyar. Hatta Nadide‘ye evlenme yasağı getirir. Nitekim bu yasak onun sonunu hazırlar. Nadide, Ali Bey‘le evlenebilmek için onu öldürür. Nadide‘nin annesi yaptığı davranıĢlarla itibarına, namusuna özen gösteren bir kadın olarak ortaya çıkmasına rağmen romanın terbiye üzerinde durmasına ve terbiyede asıl görevi annelere vermesine bağlı olarak olumsuzlanır. Bir baĢka ifadeyle Nadide‘nin olumsuz özelliklerinin temel nedeni görülen anne, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak eleĢtirilir. Kır Serdarı, romanın geçtiği bölgenin güvenlik iĢlerine bakan devlet görevlilerindendir. O da Kanber gibi geçmiĢi karanlık olan ama sonradan doğru yola giren biridir. Kır Serdarı, güvenlik görevlisi olmadan önce Nadir Bey‘in çetesinin içerisinde yer almıĢtır; ancak o, bu çetenin cinayetler iĢlemeye baĢlamasından sonra çeteden ayrılır. Onun en büyük amacı daha önce mensup olduğu çeteyi, onu himaye eden kiĢiyle birlikte yakalamak, bunun sonucunda da takdir edilmek, niĢan almaktır. Kır Serdarı bu niyetine Fuat ve Kanber‘le iĢbirliği yaparak erer ve Nadir Bey‘le çetesini yakalayıp idam ettirir. Bunun sonucunda da hak ettiği ödülü alır. Romanda ön plana çıkan, iĢlevleri olan kiĢiler bunlarla sınırlıdır. Geriye kalanlar dekor özelliği sergilemekten öteye gitmez. Ön plana çıkan kiĢiler derinlemesine ele alınan, bütün yönleriyle ortaya konan kiĢiler değildir. Bu kiĢiler, romanın eğitme amacı doğrultusunda beliren ve bu bağlamda ele alınan kiĢilerdir. Olay örgüsünde de belirtildiği gibi kiĢilerin bir diğer özelliği iyi ya da kötü olmalarıdır. Buradan hareketle bu romandaki kiĢilerin Tanzimat romanının özellikleri bağlamında tema ekseninde ortaya çıktıklarını, derinlemesine ele alınmadıklarını söylemek mümkündür. 416 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Zaman Romanda zamanın belirgin bir Ģekilde ortaya konmadığı görülmektedir. Bunun temel sebebi dönemi anlatma gayesinden çok içeriğe bağlı olarak belirli bir mesaj verme niyetidir. Zamanın belirgin bir Ģekilde belirtilmesi bir yana tarih vermeme gayreti dikkati çeker. Örneğin Nadide ile Ali Bey‘in evliliğinden sonra baĢka bir yere giden Fuat, üvey babasına yazdığı mektubun sonuna ―19 Haziran 12..‖ (Yalçın, 2014: 141) ibaresini koyar ve tarihi net olarak belirtmez. Bu tavır romanın geneline yayılmıĢtır. Romanın geçtiği zaman dilimi belirgin bir Ģekilde belirtilmemesine rağmen romandaki göstergelerden zaman dilimini çıkarmak mümkündür. Kanber‘in uyurken yaptığı konuĢmaları dinleyen ĠboĢ, onun hakkında ―Tepedelenli Ali PaĢa ile bir münâsebeti olduğunu anladım. Çünkü kesik kesik sayıkladığı esnalarda: Tepedelenli!.. Oh!... Ben yine yaĢıyorum… Ben evlâdımın yanında mesudum… cümlelerini pek çok telaffuz ediyor. Cellat sözü üzerine nazarı dikkatim artarak Kanber‘i on üç sene evvelki bizim vakadaki cellada benzettim.. (Yalçın, 2014: 160) demektedir. Tepedelenli Ali PaĢa, 1744-1822 arasında yaĢar. O, 1788‘de Yanya valiliğine getirilir; Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki Epir bölgesinde hâkimiyetini arttırır. Görevinden alınınca da isyan baĢlatır. Çıkarttığı isyan bastırılır ve kendisi öldürülür. Buradan hareketle Kanber‘in Tepedelenli‘nin yanında yer aldığı anlaĢılmaktadır. Bu sözlerden romanın Tepedelenli Ali PaĢa‘nın ölümünden sonraki kısa bir süre içerisinde geçtiği ortaya çıkmaktadır. Kanber, Ali Bey‘in çiftliğine Fuat‘tan altı yıl sonra gelmiĢtir. Dolayısıyla onun Tepedelenli Ali PaĢa öldürülmesinden altı yıl sonra 1828‘de Ali Bey‘in çiftliğine geldiği söylenebilir. Olaylar baĢladığında Kanber‘in on iki on üç sene önce Ali Bey‘in yanına geldiği ifade edilmektedir. Buna bağlı olarak olayların Kanber‘in Ali Bey‘in yanına geldiği 1828‘den on iki, on üç sene sonra yani 1840‘lı yıllarda baĢladığını söylemek mümkündür. 1840 ya da 1841‘de baĢlayan olaylar 1842 ya da 1843‘te biter. Çünkü Fuat romanın sonlarında Nadide‘nin evinin önüne geldiği zaman ―bir buçuk sene evvel dibinde durup da Nadide‘nin melekleri hayran edecek mertebede olan hüsnünü temaĢa ettiği duvarın dibinde yine durdu.‖ (Hüseyin Cahit, 1891: 446-447) denir. Dolayısıyla olaylar 1840‘ta baĢlamıĢsa 1842‘de; 1841‘de baĢlamıĢsa 1843‘te bitmiĢ ve bir buçuk yıl sürmüĢtür. Genelde kronolojik bir öykü anlatımı yapılırken bazen olayı açıklamak ya da kiĢi hakkında bilgi vermek için geriye dönüĢlerin yapıldığı geniĢletilmektedir. 417 görülmektedir. Böylece zaman BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Zaman ile ilgili belirtilecek son husus zamanın iyi kullanılamamasıdır. Bir baĢka ifadeyle anlatıcı bazı geliĢmeleri tekrar tekrar aktarırken bazı geliĢmeleri hızlıca geçmektedir. Örneğin romanın bitiĢi birden olmuĢtur. Daha önce farklı geliĢmeleri ayrıntılarıyla, tekrarlarla aktaran anlatıcı haydutların yakalanıĢını ve cezalandırılmasını, Elmas‘ın kurtuluĢunu, Elmas ile Fuat‘ın evlenmelerini, Nadide‘nin sonunu birkaç cümleyle anlatır (Huyugüzel, 1984: 201). Mekân Balkanlar bu romanın geçtiği yerdir. Bu bölgeler romanın geçtiği zaman diliminde Osmanlı topraklarıdır. Daha özelde ise romanın Serez93‘de geçtiği söylenebilir. Romanda her ne kadar ne kadar Serez‘in adı geçmese de Hüseyin Cahit, Serez‘deyken duyduğu bir hikâyeden hareketle romanı yazdığını ifade etmiĢtir(Yalçın, 2002: 29). Serez‘in hem kırsalı hem Ģehri ön plana çıkmaktadır. Ali Bey‘in çiftliği, daha sonra Fuat‘ın gittiği çiftlik kırsal kesimde; Nadide‘nin annesinin ve Nadir Bey‘in evleri Ģehirde, Nadir Bey‘in çetesinin saklandığı mağara ise Ģehrin dibindedir. Olayların geliĢimine bağlı olarak bahsi geçen mekânlardan herhangi biri ön plana çıkmaktadır. Yer yer geçen mekân isimleri olayların Balkanlar içerisinde geçtiğinin bir diğer göstergesidir. Örneğin ĠboĢ ile Ali Bey‘in çiftliğinde çalıĢan birisi arasındaki konuĢmada geçen Ġpek, Debre94 gibi yer adları geçmektedir. Bir baĢka örnekte ĠboĢ, Nadir Bey‘e planladıkları iĢler bittikten sonra Mora95‘ya gitmek istediğini söylemektedir. Belirtilen mekânlarda geçen romanda zaman zaman tasvirlere yer verildiği görülür. Nitekim roman bir tasvirle baĢlar: ―Gözünüzün önüne gayet vâsi bir çemen-zâr getiriniz…. Çimenlerin vezân olan rüzgârdan hafif hafif sallanıĢına, libâs-ı hadralarını henüz telebbüs etmiĢ olan ağaçların latîf latîf manzaralarına, kainata arz-ı veda eden âfitâbın son hal-i periĢanisine, mandıralarına avdet etmekte olan koyunların, kuzuların meleyiĢlerine çobanların Ģiddetle ıslık çalıĢlarına, uzaktan uzağa aks eden ve çoban köpeklerinin müthiĢ sedaları arasında mahvolan kaval seslerine birtakım Ģâirâne teĢbîhler uydurunuz da Ģu deryâ-yı ahzâra onları da ilave ediniz. (Yalçın, 2014: 15) Ömer Faruk Huyugüzel anlatıcı ―romantik tabiat manzaraları çizmeye pek hevesli görünür.‖ (Huyugüzel 1984: 199) diyerek 93 Serez, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalmaktadır. 94 Günümüzde, Debre, Makedonya; Ġpek, Kosova sınırları içerisindedir. 95 Günümüzde, Mora‘da Serez gibi Yunanistan sınırları içerisindedir. 418 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 bu tasvirlerin sebebini ortaya koyar. Neticede Nadide‘de mekânın genel olarak olayların geliĢimine bağlı olarak ortaya çıktığı görülür. Bunun yanında anlatıcı tarafından yer romantik tabiat manzaraları çizilirken ön plana çıkar. Anlatım Anlatım unsurlarına bakıldığında ilk dikkati çeken anlatıcının özellikleri olmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi bu eser Ahmet Mithat romancılığını taklit etmektedir. Dolayısıyla anlatıcı da Ahmet Mithat romanlarındaki yazar-anlatıcıya benzemektedir. Bu anlatıcının özellikleri varlığını belli ettirmesi, her Ģeyi bilmesi yani ilahi bakıĢ açısına sahip olması, okuyucularla zaman zaman sohbet etmesi, romanın ilerleyen kısımlarında neler olacağını söylemesi, bilgi vermesi, objektif olamaması ya da taraf tutması ve yol göstermeye çalıĢmasıdır. Örneğin Nadide‘nin olumsuz davranıĢlarının sebebini anneden gören anlatıcı bunu beyan ettikten sonra ―Bu sözümüzden, bazıları bu âciz muharrire darılıp da: Allah Allah artık hiç iĢimiz kalmadı da aĢçılık mı öğreneceğiz!. suretinde tevcîbde bulunmasınlar. Hay hay! Bir hanım ne kadar kibar olursa olsun mutlaka evinin her iĢine vâkıf olmalıdır. Olmazsa hizmetçilerin iyi yahut fena yaptıklarını nereden bilecek? Cenab-ı rezzak kimseden ihsan buyurmuĢ oldukları nimet-i ilahiyyelerini istirdat buyurmasın! DüĢmez kalkmaz bir Allah‘tır derler.‖ (Yalçın, 2014: 89-90) demekte ve okuyucuyla sohbet etmektedir. Bir baĢka yerde ―zavallı Dilrüba! Kendi alet-i katlini yine kendisi tedarik etmiĢti!!...‖ (Yalçın, 2014: 75) diyen anlatıcı ise bu sefer de ileride olacak bir durumu, Dilrüba‘nın ölümünü haber vermektedir. Belirtilen özellikleriyle ortaya çıkan anlatıcının bu özelliklerini sergilemesinin sebebi eğitici, yol gösterici olma niyetidir. Anlatıcı, bu niyetle hareket ettiği için anlatı üzerinde sınırsız bir hâkimiyet kurmaktadır. Bu durum roman tekniği açısından kusurlu olmakla birlikte Tanzimat romanının, belirtilen sebebe bağlı olarak, ön plana çıkan özelliklerindendir. Anlatımda dikkati çeken önemli bir husus da romanın ―yıldırım aĢklar, Ģifreli mektuplar, akıl sığmaz olaylar, tesadüfler, haydut hikâyeleri, intikam ve cinayetlerle‖ (Huyugüzel, 1984: 192) dolu olmasıdır. Bu durum Ahmet Mithat romancılığının bir yansıması olduğu kadar; yazarın okuduğu benzer hikâyelerin etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Kurguda ―karıĢık ve dağınık manzara‖ (Huyugüzel, 1984: 193) vardır. Bunun temel sebebi, eserin henüz on beĢ yaĢında olan yazarın ilk roman örneği oluĢudur. Belirtilen manzaranın en somut sebeplerinden biri aynı olayın farklı yerlerde farklı kiĢilere anlattırılmasıdır. Böylece 419 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 gereksiz bir tekrar ve buna bağlı olarak karıĢıklık ve dağınıklık olmaktadır. Örneğin Nadide ile buluĢan Fuat‘ın vurulması hem yazar-anlatıcı hem Fuat hem de ĠboĢ tarafından kendi bakıĢ açılarıyla anlatılır. Bu da ―vak‘anın hızını kestiği gibi aynı zaman diliminin gereksiz olarak tekerrür etmesine yol açmıĢtır‖ (Huyugüzel, 1984: 201). Olayın ön planda olmasına bağlı olarak anlatım türü açısından öykülemenin ön planda olduğu görülmektedir. Öyküleme içerisinde ise diyaloglara çok sık baĢvurulması söz konusudur. Birkaç sayfa devam edebilen diyaloglar romanın dikkat çeken anlatım unsurlarındandır. Mektup bu dönem romanının pek çoğunda olduğu gibi bir iletiĢim aracı olarak kullanılmaktadır. Birbirinden uzakta olan ya da gizli olarak haberleĢmeye çalıĢan kiĢiler mektubu tercih etmektedirler. Bu bağlamda ayrı çiftliklerde bulunan Fuat ile Ali Bey‘in; gizlice haberleĢen Fuat ile Nadide‘nin mektupları örneklenebilir. Bunun yanında Ģifreli mektuplar da söz konusudur. Nadir Bey‘in himaye ettiği çete kendi arasında, yakalanmamak için, Ģifreli mektuplarla haberleĢmektedir. Ayrıca olay(lar)ı çözen unsurun da bu Ģifreli mektup olduğunu söylemek gerekir. Kır Serdarı, çeteye ait bir Ģifreli mektup bulur, daha önce çete içerisinde yer aldığından bunu rahatlıkla okur ve onu Kanber‘in bulduğu Ģifreli mektupla karĢılaĢtırır. Böylece de çetenin kim olduğu ortaya çıkar, çetenin elinde olan Elmas kurtarılır ve çete yakalanır. Olumsuz geliĢmelerden sonra yer yer bir leitmotif olarak tekrar edilen baykuĢ ötüĢü anlatımda kullanılan unsurlardandır. Nadide‘nin, annesini öldürdüğü zaman dilimi de dâhil olmak üzere altı defa tekrarlanan baykuĢ ötüĢü halk arasında uğursuzluk getirdiğine inanılan bir batıl inançtır. Yazar da bu inancı halk arasında olduğu gibi olumsuz olaylar sırasında ya da sonrasında tekrar etmektedir. Romanın dili yalındır. Topluma belirli bir mesaj verme amacıyla yazılan roman doğal olarak halkın anlayabileceği bir dille yazılmıĢ, süslü olmaktan uzak durmuĢtur. Dille ilgili bir dikkati çeken bir diğer husus yazarın kimi kelimeleri dipnotlarla açıklamasıdır. Bu da doğrudan doğruya her Ģeyi net bir Ģekilde anlatma niyetinin ürünüdür. Yazar, yerel ya da anlamının bilinemeyeceğini düĢündüğü kullanımları dipnotlarla açıklamaktadır. Teyze anlamına gelen tete, korucu anlamına gelen dürrâ‘ât belirtilen Ģekilde anlamı verilen kelimelerdendir. 420 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Yukarıda belirtilen özellikleriyle Nadide adlı eser, Tanzimat romanının genel özelliklerini taĢımaktadır. Okuyucuyu bilgilendirme, ona yol gösterme amacında oluĢuyla; her Ģeyi bilen, taraflı, okuyucuyla konuĢan, gelecekten haber veren anlatıcısıyla; olay ağırlıklı yapısı ve anlatım özellikleriyle eser, Tanzimat romancılığı ekseninde ĢekillenmiĢtir. Roman tekniği açısından hatalar içeren bu eser, ilk roman örneklerinden olması itibarıyla edebiyat tarihimiz açısından önem arz etmekle birlikte Hüseyin Cahit‘in genç bir edebiyat heveslisi olarak kaleme aldığı, Ahmet Mithat‘ın roman tarzını taklit eden acemi bir eser olmaktan öteye geçememektedir. Kaynakça Banarlı, Nihad, Sami, (1971), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt: 2, Ġstanbul, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Çıkla, Selçuk, (2001), ―Divan ġiirindeki Sevgili Tipini Alaya Alan Bir Roman Yahut Hüseyin Cahit‘in Nadide‘si‖, Yedi Ġklim, S.: 136, 45-50. Dino, Güzin, (1978), Türk Romanının DoğuĢu, Ġstanbul, Cem Yayınları. Finn, Robert P. , (2005), Türk Romanı (Ġlk Dönem 1872-1900), Ġstanbul, Agora Kitaplığı. Huyugüzel, Ömer Faruk, (1984), Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerine Bir AraĢtırma, Ġzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Hüseyin Cahit, (1891), Nadide, Ġstanbul, Âlem Matbaası. Moran, Berna, (1995), Türk Romanına EleĢtirel Bir BakıĢ 1, 5.b. , Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları. Namık Kemal, (2000), Ġntibah, (Hazırlayan: Dr. Yakup Çelik), Ankara, Akçağ Yayınları. Tanpınar, Ahmet Hamdi, (1988), 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 7.b. , Ġstanbul, Çağlayan Kitabevi. Tanzimat‘tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, (2001), Cilt: 2, Ġstanbul, Yapı Kredi Yayınları. 421 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, (2006), Cilt: 7, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi BaĢkanlığı Yayınları. Yalçın, Hüseyin Cahit, (2002), Edebiyat Anıları, 3. b. , Ġstanbul, ĠĢ Bankası Yayınları. Yalçın, Hüseyin Cahit, (2014), Nadide, (Yayına Hazırlayan: Hasan Yürek), Ankara, Sonçağ Yayınları. Yürek, Hasan, (2013), ―Ġntibah ve Nadide Romanlarının Mukayeseli Ġncelemesi‖, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum, C.:2, S.:6, 42-55. 422 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GÜLĠSTAN VE TÜRK ZĠHNĠYET DÜNYASINA ĠZDÜġÜMLERĠ Hüseyin GÖNEL AyĢe Gül FĠDAN ÖZET Fars edebiyatının öne çıkan edebi Ģahsiyetlerinden olan Sa‗dî ġîrazî bıraktığı eserleriyle yalnız kendi coğrafyasını değil tüm dünya edebiyatlarını etkileyen güçlü bir Ģair ve yazardır. Sa‗dî‘nin eserlerinden en bilineni Ģüphesiz Gülistan‘dır. BaĢta Türk edebiyatı olmak üzere, Doğu-Ġslam edebiyatını ve dünya edebiyatını etkilemiĢ olan bu eserin izlerine hemen hemen her coğrafyada rastlamak mümkündür. Ahlakî düĢünce temeli üzerine kurulmuĢ olan bu eser manzum ve mensur olarak kaleme alınmıĢ, çeĢitli dillere tercümeleri ve Ģerhleri yapılmıĢtır. Türk edebiyatında da önemli bir yere sahip olan Gülistan asırlarca medreselerde bir ders ve ahlak kitabı olarak okutulmuĢtur. Sa‗dî‘nin bu güzide eserinin edebiyatımıza ve sosyal yaĢantımıza olan etkisi çalıĢmamızın konusu olacaktır. Anahtar Sözcükler: Sadi, Gülistan, tercüme, Ģerh. GiriĢ Sa„dî-i ġîrazî‟nin Hayatı, Eserleri ve Edebî KiĢiliği MuĢerrifuddin b. Muslihuddin Sa‗dî-i ġîrâzî hicri 13. yüzyılın baĢlarında ġiraz‘da dünyaya geldi.96 Küçük yaĢta babasını kaybeden Ģair ilk dinî ve edebî eğitimini ġiraz‘da aldı. 1223 yılı civarında Bağdat‘a giderek dönemin en parlak ilim merkezi olan Nizamiye Medresesi‘nde eğitimine devam etti. Bağdat Medresesi‘nde hocalık yapan ġerefuddin Ebulferec Ġbn-i Cevzî ve Bostan‘da kendisinden söz ettiği ġehabuddin-i Suhreverdî ile tanıĢtı ve onların hizmetinde bulundu. Sa‗dî koyu bir tasavvuf düĢüncesi içinde olmaktansa hayatın içinde kalmayı tercih etti. 97 Gençlik yılları Atabek Salguri Ebu Bekir b. Sa‗d b. Zengî hükümranlığının son NevĢehir Hacı BektaĢ Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı. Ankara Üniversitesi DTCF, Fars Dili ve Edebiyatı. 96 Zabîhullâh Safâ, Genc-i Sohen, DaniĢhgah-i Tahran, Tahran, H.ġ. 1339 , c. II, s. 157. 97 Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî ; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 13. 423 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 dönemine rastlayan Ģair 98 onun himayesine girdi. Ona olan bağlılık ve duyduğu hürmetten ötürü Sa‗dî mahlasını aldı.99 Tahsilini tamamlayan Sa‗dî‘nin hayatının ikinci devresi seyahatlerle geçti. ġam, Hicaz, Suriye, Irak baĢta olmak üzere birçok yere gitti ve oralarda bir süre yaĢadı. 100 Bu seyahatlerin büyük bir kısmını hac yolculukları oluĢturmaktadır.101 Sa‗dî, 13. yüzyılın ortalarında ġiraz‘a döndü. Sa‗d bin Zengî‘nin102 sarayında yaĢamaya baĢladı ve 1257 yılında Bostan‘ı sultana sundu. Bir yıl sonra ġehzade Sa‗d b. Ebubekir adına Gülistan adlı eserini kaleme aldı. 103 Sa‗dî ömrünün son yıllarını ġiraz‘ın kuzeybatısında bulunan tekkesine çekilerek ibadet ve riyazetle geçirdi. 9 Aralık 1292‘de 102 yaĢında vefat etti. 104 Mezarı ġiraz‘dadır. Salgurlu sarayına intisap etmiĢ olmasına ve bu hanedanın hükümdarlarını medhetmesine rağmen Sa‗dî hiçbir zaman tam manasıyla bir saray Ģairi olmadı. Aksine hayatını halka hizmet ederek geçirdi.105 Birçok sufi gibi hayattan uzaklaĢmadı, irĢadla meĢgul oldu.106 Sa‗dî, ġeyh ve mürĢit olduğu halde tasavvuf içinde kendini kaybetmiĢ bir Ģahsiyet değildir. Eserlerinde tasavvufa meylettiği görülse de bu onun benliği üzerinde tam manasıyla etkili olmamıĢtır.107 Sa‗dî‘nin eserleri güçlü bir edebî yöne sahip olmakla beraber hikmet merkezlidir.108 Manzum ve mensur eserleri Külliyyât adı altında toplanmıĢtır. Ġranlılar bu Külliyyât‘a ―Nemekdân-ı ġu‗arâ‖ (Ģairlerin tuzluğu) demektedirler.109 Onun sözleri toplumda yaygın olarak kullanılan atasözlerine dönüĢmüĢtür.110 Sa‗dî-i ġirazî, Fars edebiyatında, klasik dönemin en uzun bölümünü oluĢturan ve önceki dönemlerin birikimini bünyesinde barındıran son klasik dönem Ģairi olarak kabul edilmektedir.111 Sa‗dî, Firdevsî ve Hafız ile birlikte Ġran edebiyatının üç büyük ismi arasında sayılır. Ġran edipleri tarafından Ģiir ve nesirde Firdevsi ve Hafız‘a tercih edilmiĢtir. Yüz yıllık 98 Hamid HaĢimî, Zendeginame-i ġa‘iran-i Ġran, ĠntiĢarat-i Ferheng u Kalem, Tahran, H. ġ. 1388, s. 128. 99 Edward G. Browne, Literary History of Persia, Cambridge at the University Press, Great Britain, 1928, s. 527. 100 101 Edward G. Browne , a.g.e., s. 528. Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî ; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 25. 102 Saltanat yılları 1226-1259 tarihleri arasındadır. 103 Zabîhullâh Safâ, Genc-i Sohen, DaniĢhgah-i Tahran, Tahran, H.ġ. 1339 , c. II, s. 157. 104 Mustafa Çiçekler, ―Sa‗dî ġîrazî‖, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Cilt: 35, Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul, 2008, s. 406; Hidayet, Mahmud, Golzar-i Cavidan, Çaphane-i Ziba, Tahran,1353, C. II, 623. 105 Zebîhullah Sâfâ, Ġran Edebiyatı Tarihi, Çev. Hasan Almaz, Nüsha Yayınları, Ankara, 2005, s. 118. 106 Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 17-19. 107 Ali Nihat Tarlan, Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 1944, s.92. 108 Hicabi Kırlangıç, Sa‘dî ġirazî, Gülistan, Kapı Yayınları, istanbul 2012, s.1. 109 Hikmet Ġlaydın, Sa‘dî; Gülistan, Meb Yay. , Ankara, 1946, s. 48-49. 110 Mustafa Çiçekler, a.g.e., s. 406. 111 Hicabi Kırlangıç, ―Ġran ġiiri için Bir Sınıflandırma Denemesi‖, Nüsha ġarkiyat AraĢtırmaları Dergisi, Sayı 1, Bahar 2001, s. 101. 424 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 tecrübeyle yoğrulmuĢ bilge kiĢiliği asırları aĢan bir ifade gücünü ortaya çıkarmıĢtır. Akıcı ve sade bir dil kullanmıĢ, hiçbir zaman lafız mananın önüne geçmemiĢtir. Ġnsan ruhunun bütün ihtiyaçlarına onda cevap bulmak mümkündür.112 Gülistan‟ın Özellikleri Sa‗dî Gülistan‘ı 1258 yılında Salgurlu Hanedanından Ebû Bekir b. Sa‗d b. Zengî adına kaleme almıĢtır. Bu eser gerek kendi türü olan ―makame‖ gerekse sanat değeri bakımından Ġran edebiyatının güzide eserlerindendir. 113 Eserini en olgun çağında, takriben 74 yaĢında, tecrübeli bir bilgin ve dinlenir bir mürĢid iken yazmıĢtır. Gülistan münacaat, na‘t ve yazılıĢ sebebini anlatan önsöz, sekiz bab ve hatimeden meydana gelmektedir. Gülistan‘ın bölümleri çok defa günlük hayatta karĢılaĢılan olaylar dikkate alınarak bunlardan ahlakî ve edebî sonuçlar çıkarılabilen hikâyeler, nükteler ve beyitlerle süslenmiĢtir. Farsça ve Arapça Ģiirler yanında ayet, atasözü ve hadislere de yer veren Ģair kendine has bir nesir üslûbu ortaya koymuĢtur.114 Bu bablarda sırasıyla Ģu konular iĢlenmiĢtir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Hükümdarların tabiatı, DerviĢlerin ahlakı, Kanaatın fazileti, Susmanın faydaları, AĢk ve gençlik, Zayıflık ve ihtiyarlık, Terbiyenin tesiri, Sohbetin kaideleri115 Büyük ahlakçı Sa‗dî‘nin herkese hitap eden ve insanî erdemleri öne çıkaran üslubu halktan idarecilere kadar büyük etkiler uyandırmıĢtır. ġüphesiz yöneticileri dahi ayırt etmeden nazik bir edayla sunduğu fikirler Ġslam‘ın özünde bulunan insan-ı kâmil idealiyle örtüĢmektedir.116 Gülistan ve Bostan‘da küçük hikâyelerle öğüt ve telkinlerde bulunan Ģair, iyi ve doğru insan olmanın gerekliliğini vurgulamıĢtır.117 112 Ali Nihat Tarlan, Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 1944, s. 89 - 90. 113 Tahsin Yazıcı, ―Gülistân‖, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi, Cilt: 35, Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul, 1996, 114 Tahsin Yazıcı, a.g.m., s.240. 115 Hikmet Ġlaydın, a.g.m., s. 61. s.240. 116 Sa‗dî-nâme olarak da bilinen Bostan, Sa‗dî‘nin idealize ettiği dünyanın nasıl olması gerektiğini anlatan eseridir. Ayrıca Sa‗dî‘nin dostlarından birinin isteği üzerine hükümdarlara öğüt vermek amacıyla kaleme aldığı nazımla karıĢık bir risâle olan Nasîhatü‘l-Mülûk (NeĢâyihu‘l-Mülûk), yönetici ve hükümdarların davranıĢlarına dair bilmeleri ve uymaları gereken bazı hususları anlatan Risâle-i Enkiyânu dikkat çekici örnekler olarak sayılabilir. 117 Gencay Zavotçu, ―Sa‘dî DüĢüncesi ve Etkileri‖, A. Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 40, 2009, s. 48 – 50. 425 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Manzum-mensur bir nasihatname118 diyebileceğimiz Gülistan, Sa‗dî‘nin diğer eserlerinden de izler taĢır. Bu yönüyle Sa‗dî‘yi en kestirme yoldan tanıtan eser olarak da nitelenebilir. 119 Sa‗dî‘nin bilgi ve tecrübelerini belâgat ve fesahatle yoğurup yazdığı, Fars edebiyatının baĢyapıtlarından olan Gülistan, birçok defa basılmıĢ, tercüme ve Ģerhleri yapılmıĢtır.120 Ayrıca onu örnek alan eserler yazılmıĢtır.121 Divan ġairleri Gözüyle Sa„dî ve Gülistan Divan edebiyatında Ġslam medeniyetinin müĢterek malı kabul edilen birçok eser gibi 122 Bostan ve Gülistan da mısralarda kendine yer bulur. Özellikle her iki eser isminin divan Ģiirinin hususi mekânı kabul edilen bağ ve bahçe ile ilgili olması Ģairlere bol çağrıĢımlı bir kurgu imkânı verir. Tenâsüp, tevriye, îhâm-ı tenâsüp ve cinas gibi edebî sanatlarla birlikte kullanılan bostan ve gülistan kelimeleri hem bu eserlere hem bağ ve bostana iĢaret ederken aynı zamanda, sevgilinin güzelliği ve yanağı bağlamında çok katmanlı bir anlam oluĢturur. Gül, bülbül kavramının dâhil edilmesiyle kurgu sınırsız bir anlatım özelliğine kavuĢurken olayın kahramanları gül, bülbül, gonca, bad-ı saba, bahçıvan, öğrenci, hoca vb. oluverir. Sa‗dî ile eserin sunulduğu Sa‗d ailesi ve kelimenin talih anlamı, Zengî ile Mısır kelimeleri de aynı Ģekilde yüz ve ben (hâl) bağlamında bir ifade derinliği ortaya çıkarır. Bu kurgu Osmanlı Ģairlerinin yaĢadığı yerin ismi ve yüzün remzi olan Rum kelimesinin eklenmesiyle tamamlanır. Gülistan, divan Ģairleri tarafından birkaç Ģekilde ele alınmıĢtır. Bunlar; Gülistan‘ın ders kitabı olarak okutulması, fizikî özellikleri, mânâ bakımından eĢsizliği, Ģairin kıymetinin bilinmesi için örnek oluĢu Ģeklinde özetlenebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus Gülistan söz konusu edildiğinde Ģairin ve dolayısıyla toplumun zihniyet dünyasındaki iz düĢümüdür. Bahsi geçen ifadeler Gülistan hakkında toplumsal bir kabule ve eserin zihin arkasında edindiği sağlam ve sarsılmaz yere iĢaret etmektedir. Divan Ģairlerinin bilinen tavrı olan kendini övme ve Ģiirini üstün görmeye dair beyitleri ayrı tutacak olursak hemen her Ģair Sa‗dî gibi söyleme, onun Ģöhretine kavuĢma hayali peĢinde olmuĢtur. Bu düĢüncenin arka planında Sa‗dî‘nin üstat ve onun eserinin baĢtacı kabul edildiğinin izleri vardır. Hatta öyle ki bazı Ģairler dua edercesine Allah‘tan Sa‗dî gibi söyleyebilmeyi dilemiĢlerdir. AĢağıdaki beyitte Karamanlı Nizâmî, kendisini devrin Sa‗dîsi olarak görürken, nazmını ve nesrini Gülistan ve Bostan‘a benzeterek yüceltmiĢtir: Sa‗dî-i devrân benem devrümde nazm u nesr ile 118 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi: Deyimler, Ġsimler, Eserler, Terimler, Cilt 7, Dergah Yayınları, Ġstanbul, 1990, s. 399. 119 Hikmet Ġlaydın, a.g.m., s. 62 – 63. 120 Hicabi Kırlangıç tarafından hazırlanan en güncel Gülistan tercümesi için bkz. Hicabi Kırlangıç, Sa ‗dî ġirazî, Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul 2012. Gülistan Ģerhleri için bkz. Derya Örs, ―Türkçe Gülistan Tercümeleri Üzerine Bir Değerlendirme‖, 6.Türkiye-Ġran ĠliĢkileri Sempozyumu, Ankara 2009, s.46-52; Ayrıca bkz. Mîrek Muhammed-i TaĢkendî, ġehrî ve Gülî, Hazırlayanlar: Bahattin Kahraman, Yusuf Öz, Akçağ Yayınları, Ankara, 2012. 121 Muinüddin–i Cüveynî‘nin Nigâristân, Câmî‘nin Bahâristân, Mecd-i Hâfî‘nin Ravza-i Huld, KemalpaĢazâde‘nin Nigâristân, Kaniî‘nin PerîĢân, Sâilî‘nin Ravzatü‘l- Ahbâb, Ahmed ġîrâzî Vekar‘ın Encümen-i DâniĢ, Molla Tarzî‘nin Ma‗den‘ül Cevâhir, Hargopal MünĢî‘nin Sünbülistân ve Mehmed Fevzî Efendi‘nin Bülbülistân adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir (Yazıcı, s. 241). 122 Bk. Cemâl Kurnaz, Divan Dünyası, Bizim Büro Yayınları, Ankara, 2003, s.67. 426 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bâg-ı hüsnündür Gülistân ile Bûstânum benüm (Nizâmî G74/8) Ahmet PaĢa Sa‗dî‘nin Ģiiri vasıtasıyla kendi Ģiirini över ve Mısırlı gazelhanlar onun Ģiirini okuyacak olsa etrafa Ģeker saçılacağını söyler: HoĢ Ģeker-rîz olur Sa'dî-i ġîrâz gibi Ahmed'ün sözlerin okursa gazel-hân-ı Mısır (Ahmet PaĢa G85/9) Hayâlî Bey zengin bir çağrıĢımla kendi Ģiirini Anadolu diyarında Sa‗dî‘nin Gülistan‘ı ile bir tutar. Ġkinci beyitte ise sevgilinin siyah beni ile Gülistan‘ın sunulduğu sultan söz konusu edilir. Bir hamiye sahip olma psikolojisi Gülistan ve Sa‘d arasındaki benzerlikten yararlanılarak verilir. Hayâlî rûh-ı Sa'dı yaraĢırdı andelîb olsa Diyâr-ı Rûmda nazmım gibi rengîn gülistâna (Hayâlî G530/5) Hâl-i hindûn ehl-i dil vasf etse dîvân bağlanır Ġbn-i Zengî yâdına gûyâ Gülistân bağlanır (Hayâlî G95/1) Nehcî, Ģiirinin mana kapısını açarak Gülistan özelliği gösterdiğini iddia eder: Bu Ģi‘rün yine Nehcî Hâfız-ı ġîrâzı andurdı Açup ebvâb-ı ma‘nâyı Gülistân‘dan haber virdi (Nehcî G317/7) Nigârî ise iki büyük söz ustası Sa‗dî ve Hafız‘ı anarak onlardan himmet diler, bekler: Bir dem nazar ey Sa‗dî-i sultân-ı belâgat Bir dem meded ey Hâfız-ı hoĢ-tab‗ u Ģeker-gû (Nigârî G568/7) Sa‗îd Giray, Sa‗dî‘nin sözleriyle hüzünlü gönlü gülistana çevirmeyi tavsiye eder: Pend-i Sa‗dîyi Hızr-ı cân eyle Dil-i mahzûnı gülsitân eyle (Sa‗îd Giray K1/35) Sünbülzade Vehbî de Sa‗dî gibi söylediğini iddia eder: Her dem bahâr-ı feyz-i Gülistân-ı tab‘ıma Sa‗dî-i ter-zebân gibi sad bâgbân verir (Sünbülzâde Vehbî K70/47) Vahyî, dua makamında Allah‘tan eserine Gülistan tesiri vermesini niyaz eder: Yâ Rab suhanum riyâz-ı ‗irfân olsun Her harfi nazîre-i Gülistân olsun Bir vech-ile âb u tâb bahĢ it ana kim Mahsûd-ı ruh-ı zekâ-‗izârân olsun (Vahyî R/1) Gülistan‘ın Osmanlı eğitim sistemi içinde önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından bilinir. Özelikle Ģehzadelerin eğitiminde baĢucu eser görevi üstlenen Gülistan gerek mektep ve medreselerde gerekse özel hocalar eliyle okutulmuĢ, okutulması önemsenmiĢtir. Toplumda Gülistan okumaya dair kuvvetli bir istek ve okuyana karĢı da bir hüsn-i niyet oluĢmuĢtur. Hatta bazen güzel cildi ve kıymetli içeriğiyle değer atfedilen Gülistan çocuğun eline verilmez, yardımcısı vasıtasıyla mektebe taĢınırmıĢ. Ġshak Çelebi aĢağıdaki beyitte gonca çocuğuna sabah rüzgarının Gülistan okuttuğunu, gül dalının da ardınca kitabını taĢıdığını somut gerçeklik üzerinden örneklendirerek tablolaĢtırmıĢtır: Gonca tıflına Gülistân okıdur bâd-ı sabâ Kulıdur Ģâh-ı gül ardınca kitâbın götürür (Ġshak Çelebi G69/3) 427 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 AĢağıdaki beyitlerden Gülistan‘ın özellikle küçük yaĢlarda okutulduğunu anlıyoruz: UĢ Gülistân okuyıcak göresin katlan dahi Gonca agzın açmamıĢdur râz-ı gül ser-bestedür (Necâtî G82/3) Mekteb-i bâgda gül bülbüle destân okıdur ġol mu‘allim gibi kim tıfla Gülistân okıdur (Rahmî G 60/1) Süheylî‘nin aĢağıdaki beytinden mekteplerde Gülistan okunduğunu ve ders halkasının sürekli geniĢlediğini öğreniyoruz. Gonca mektebe katılan yeni öğrenci olarak kiĢileĢtirilmiĢtir: Gonçe bin nâz ile bostân-ı debistâna gelüp Gülsitân okumaga tıfl-i nev-âmûz oldı (Süheylî G332/3) Bazı öğrenciler derslerde üstün bir baĢarı gösterebilirler. Bu durumda öğretmenin yardımcısı gibi görev üstlenir, alt sınıftaki arkadaĢlarını okutabilirler. AĢağıdaki beyitte Ravzî goncaya böyle bir vazife vermiĢ görünüyor: Bülbüli nâle ider hâr-ı cefâdan sanma Ana ol gonce-i nev-reste gülistân okıdur (Ravzî G231/3) Mezâkî ise Gülistan okumalarının sabah saatlerinde olduğuna dair bir ipucu vermektedir: Nergis ü gül çeĢm ü gûĢ olsa n'ola subh-dem Ders- i Gülistân okur murg-ı sebak-hân-ı subh (Mezâkî 45/4) Sünbülzade Vehbî aĢağıdaki beyitte bir iki tazenin Gülistan okuduğunu gördüğünü ve bu durumdan pek hoĢlandığını çağrıĢıma açık bir Ģekilde vermiĢtir: Bir iki tâze Sa‗dî'nin Gülistân'ın okur gördüm Çıkardım ma‘nî-i zevkin bugün seyr-i gülistânın (Sünbülzâde Vehbî G162/8) Nev‗î aĢağıdaki beyitte sevgilinin güzellik kitabını öğrenmek için herkesin uğraĢtığını ve onu öğretmek için hocaların Gülistan okuttuğunu söylerken, Gülistan‘ın güzel ahlak ve terbiye yönüne iĢaret etmektedir: Senün hüsnün kitabın bilmege meĢgul olurlar hep Aceb mi hâceler okutsalar cânâ Gülistân‘ı (Nev‗î G516/2) Sünbülzade Vehbî‘ye ait aĢağıdaki beyit de bu fikri destekler niteliktedir. Tevriyeli kullanılan hezar kelimesiyle hem ‗bülbül‘ hem de ‗binlercemiz‘ kasdedilerek ilk edep dersinin Gülistan ile alındığını ifade etmektedir: Gülden varak varak sabak aldı hezârımız Etdi edeble ders-i Gülistân‘a ibtidâ (Sünbülzâde Vehbî G1/2) Gülistan ile birlikte çoğunlukla Molla Câmî ve Baharistan, Feridüddin Attar ve Mantıku‘t-Tayr söz konusu edilir. Bu eserlerin ortak paydası nasihatte birleĢmeleri, birer ahlak kitabı olmalarıdır. Eski toplum hiç Ģüphesiz ahlak merkezli bir toplumdu. Ġnsanî faziletlerin daima yüceltildiği ve teĢvik edildiği bu toplumda bahsi geçen kitaplar ve benzerleri sürekli okunarak toplumda ahlak, ihsan, adalet, merhamet vb. duygular canlı tutulmaya çalıĢılmıĢtır denilebilir. AĢağıdaki birinci beyitte meclislerde sürekli Gülistan ve Baharistan okunduğuna, ikinci beyitte ise okumaların etkisiyle bazen Sa‗dî‘ye bazen Attar‘a özenildiğine, üçüncü beyitte ise Gülistan Ģerhine iĢaret edilmektedir: 428 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Okundı bezm-i gülĢende müdâmî Gülistan u Bahâristân-ı Câmî (Yahya Bey, Ġstanbul ġehrengizi 90.beyit) Bülbüle geh Gülsitân geh Mantıku‘t-tayr okıdur Gâh Sa‗dîye ider taklîd geh ‗Attâra gül (ÂĢık Çelebi K4/9) Gülistân Ģerhin okur kuĢ diliyle safha-i gülden Bilürsen Mantıku't-Tayrı kulag ur dinle bülbülden (Emrî Muk/353) AĢağıdaki beyitlerden ders okuma sırasında bazen sıra gözetildiği bazen de biraz ondan biraz bundan okunduğu anlaĢılmaktadır: Dersi çıkdı bülbülün Ģimdi nihâlistâna dek Geh Gülistân geh Bahâristândan okur bir sebak (Hâzık G139/2) Okıdı hüsnün kitâbın hattunı görmek diler Dil Gülistânı temâm itdi Bahâristân arar (ÂĢık Çelebi G94/2 Debistân-ı mahabbetde ruhun Ģevkiyle dil tıflı Gülistân okıyup meyli Bahâristânadur Ģimdi (Rahmî G 209/3) Kitâb-ı Mantık-ı Tayr'ı tamâm edip ezber Aceb mi Ģimdi Gülistân okursa cümle hezâr (Sünbülzâde Vehbî K50/8) Etdi ma‘nâ-yı gülistânı te‘emmül bülbül Mantıku‘t-tayra eder Ģimdi tevaggul bülbül (Sünbülzâde Vehbî G170/1) Ayrıca Gülistan‘a yazılan Ģerhlerin kolay okunması ve eğitimde kullanılabilmesi için reyhanî hatla yazıldığı anlaĢılıyor: Bâg-ı hüsnünde ne Ģebbûy u ne reyhândır hat Hat-ı reyhânî ile Ģerh-i Gülistân'dır hat (Sünbülzâde Vehbî G136/1) Gülistan okumak her ne kadar teĢvik edilen ve itibar gören bir iĢ olsa da ondan alması gereken dersi alamayan, yeterince istifade edemeyenler eleĢtirilmiĢtir. Gülistan her Ģeyden önce okuyanda marifet, zerafet ve fesahat hâsıl etmelidir. Her ikisi de 14.yüzyılın sonu 15.yy baĢında yaĢayan Âhî ve Ġshak Çelebi‘de ortak geçen aĢağıdaki beyit dikkat çekicidir. Gülistan edebî yönü itibarıyla Ģairlerin örnek aldığı bir eserdir. Fakat ‗güzelin yanında duran herkesin zerafet kazanamayacağı gibi her gülistan okuyan da Ģair olamaz‘:123 Her güzelle salınan kesb-i zarâfet idemez Her Gülistân okıyan sanma ki hep Ģâ‗ir olur (Âhî G27/3; Ġshak Çelebi G53/3) Gülistan okumakla marifet edinilir: Enîs olmakdanise ma‗rifetsüz Ģahsa ‗âlemde Gülistân okıyan bülbüllerile sohbetüm yegdür (BehiĢtî G120/4) Bülbül gibi ey gonce gülistân okı yohsa Berg-i gül-i ter gibi nedür hâra sarılmak (Ravzî G393/6) 123 16.yüzyılın önemli tezkirecisi Latîfî‘nin her Gülistan okuyanın Ģairlik iddiasında bulunmasınına dair eleĢtirisi için bk. Rıdvan Canım, Latîfî Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nüzamâ, AKM Yay. Ankara, 2000, s.95. 429 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gülistan Osmanlı toplumunda kutsala verilen kıymete benzer bir Ģekilde değer görmüĢtür. Bir ahlak kitabı olması ve ‗güzel ahlakı‘ salıklaması ona verilen kıymetin haklı gerekçesidir. Verilen bu değerin somut delili olarak da her yazması özenle süslenmiĢ, ciltlenmiĢtir. Sayfalarının alımlı görünüĢü, babları, cildi ve cilt rengi vb. divan Ģiirinin kendine özgü kavramlar dünyasında söz konusu edilmiĢ, iĢlenmiĢtir. Bâkî aĢağıdaki birinci beyitte bahar mevsiminde çiçeklerle bezenmiĢ bahçe ile Gülistan nüshasının rengarenk görüntüsüne, ikinci beyitte ise Gülistan‘da geçen rubailere iĢaret etmektedir: Bir Gülistân yazdı bir ay içre fasl-ı nev-bahâr Lâle yir yir sürh olupdur sebze hat Ģeb-nem nukat (Bâkî G222/3) Hatt-ı la‘liyle kaĢı cânânun Bir rubâ‘îsidür Gülistânun (Bâkî G249/1) AĢağıdaki beyitlerde Gülistan nüshalarının özenle yazıldığı, süslendiği ve ciltlendiği görülmektedir. Klasik güzellik unsurları, sevgilinin yanağı ve ayva tüyleri, çeĢitli ilgiler kurularak Ģiirlere dâhil edilmiĢtir. Ġlk üç beyitte gül renkli yapraklara yazılan yazılar hoĢ bir görüntü oluĢturduğuna, son beyitte ise Gülistan‘ın tertip özelliğine dikkat çekilmiĢtir: Yazıldı gül gibi yine rengîn varaklara Ġki risâle gibi Gülistân u Bûstan (Ġshak Çelebi K16/3) Ġzâr-ı dil-rûbâ ol hatt-ı dil-keĢ birle gûyâ kim Gülistân ü Bahâristândur gülgûn varaklarla (Edirneli Nazmî G5472/4) Âl evrâkı müferrih bir Gülistânun meger Hurde yazıdur kenârında Bahâristâna hat (Nehcî G169/2) Her serv-i revân sebzeye bir mısra‘-ı mevzun Ebyât-ı Gülistân‘a nezâyir didi gülzâr (Nev‗î G556/2) AĢağıdaki iki beyitte erguvan renkli ve yeĢil renkte ciltlenmiĢ Gülistan nüshaları sevgilinin güzelliği söz konusu edilerek iĢaret edilmektedir: Ergavânî câmen içre oldı cismün ey perî Ergavânî cild ile gûyâ kitâb-ı Gülsitân (Bâkî G390/4) Yâ yeĢil cild ile bir Sa‗dî Gülistanı mıdur Yâ yeĢil Ģehperlü bir hûr-ı melek-sîmâ mıdur (Yahyâ Bey G92/2) Avnî mahlasıyla Ģiirler yazan Fatih Sultan Mehmed ise Gülistan‘ın bablarına değinmektedir: Hatt ü hâl ile bulur ‗Avnî ruh-i yâr Ģeref Bâblarla nitekim buldı Gülistân revnak (Avnî G36/7) AĢağıdaki beyitlerde Gülistan‘ın dibacesine, tertip ve tezhip özelliğine iĢaret edilmiĢtir: Dönüp dârü‘s-sa‗âde heĢt-bâg-ı Cennetü‘l-hulde Göründi bir musavver muntazam Sa‗di Gülistânı (Kânî T48/8) Cebîni çîn ile mıstarlı safhadur yazmıĢ Derbîr-i hüsn ana dîbâce-i gülistânı (ġeyhülislam Yahyâ G431/4) 430 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gülistan yukarıda bahsedilen hususlar dıĢında da devrin algısında mühim bir yere sahiptir. ġem‗î Sa‗dî‘nin Gülistanını okuyanların güzellik bahçesinin bülbülü olacağını, BehiĢtî ise Gülistan okuyanların yüzünün ak olacağını ima eder: Güzellik gülĢeninde ey yüzi gül lebleri gonca Okursan bülbül olursun eger Sa‗dî Gülistânın (ġem‗î G134/2) Belâgat bülbüli olup okursın ol gülün vasfın Gülistân safhası gibi BehiĢtî yüzün olsun ak (BehiĢtî G250/5) Eskilerin tefe‘ul dediği; kitap açma, fal açma veya hayra yorma manasına gelir. Kitap açma daha çok kutsal veya dinî kitaplara mahsustur. Gülistan‘ın devrin zihniyet dünyasındaki yerini göstermesi bakımından aĢağıdaki beyit dikkat çekicidir: BaĢın egüp bu gonca Gülistan okur kaçan Ben sanuram ki hastası içün kitâb açar (Yahyâ Bey G73/2) ĠĢlediği konular bakımından fazilet deryası diyebileceğimiz Gülistan, Sünbülzade Vehbî‘nin aĢağıdaki beytinde iyilik ehlinin ihsanı talim ettiği yer olarak gösterilmektedir: Me‘âl-i nagme-i mürg-i bahâra eyledim dikkat Gülistânda okur evsâf-ı destûr-ı keremkârı (Sünbülzâde Vehbî K30/18) ġeyh ve mürĢit olarak kabul edilen Sa‗dî ve Gülistan adlı eseri divan Ģairleri tarafından dikkate alınmıĢ, üzerinde düĢünülmüĢ ve öğretileri içselleĢtirilmiĢtir. Onun düĢünce yapısı insanı merkeze alan ve her Ģeyi insan etrafında örgüleyen, insan cevherini ortaya çıkarmayı amaçlayan, insana insanlığını hatırlatan sade ve merhametli anlatım tarzında yatıyor. Bütün bunları güçlü bir mantık örgüsü içinde veren anlatımı ölümsüz olmayı elbette hak ediyor. Büyük ahlakçı ve Ģarkın dehası Sa‗dî, insanî erdemler bakımından 700 yılı aĢkın bir zamandır insanlığın yoluna ıĢık tutmaya devam ediyor. Sa ‗dî‘nin kendi ifadesiyle ―Ģifa verici öğüt incilerini söz ipliğine dizdiği ve nasihatin acı ilacını zerafet balına karıĢtırdığı‖124 Gülistan, gönül ehlinin pusulası olabilecek niteliktedir. Sözlerimizi Lahey‘de bulunan Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinin çok doğru bir tercihle serlevha ettiği ve kapısına astığı Sa‗dî‘nin Ģu sözleriyle bitirelim: ―Ġnsanlar birbirlerinin uzuvları hükmündedir, Çünkü yaratılıĢları itibariyle aynı cevherdendirler. Eğer gün olur bir uzuv hastalanırsa Diğer uzuvların bunu hissetmemeleri mümkün değildir. Diğerlerinin sıkıntı ve çilelerinden gamlanıp kederlenmiyorsan Sana âdemoğlu demek yaraĢmaz.‖125 124 Hicabi Kırlangıç, Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul, 2012, s.219. 125 بنً آدم اعضای یک پیکرند که در آفرینش ز یک گىهرند چى عضىي به درد آورد روزگار دگر عضىها را نماند قرار تى کس محنت دیگران بی غمی نشاید که نامت نهند آدمی 431 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KAYNAKÇA ASLAN, Üzeyir (2012) Besnili Nehcî Dede ve Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10636,nehci-divanipdf.pdf?0 AYDEMĠR YaĢar, BehiĢtî Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10597,behistipdf.pdf?0 AYDEMĠR, YaĢar, Ravzi Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10603,metinpdf.pdf?0 BĠLGĠN, Azmi (2011) Nigari Divanı http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10638,nigar-idivani-azmi-bilgin-pdf.pdf?0 BROWNE, G. Edward (1928) Volume II, A Literary History of Persia, Cambridge at the University Press, Great Britain. CANIM, Rıdvan (2000) Latîfî Tezkiretü‘Ģ-ġu‗arâ ve Tabsıratü‘n-Nüzamâ, AKM Yay. Ankara. ÇAVUġOĞLU, Mehmed (1977), Yahya Bey Divanı, Ġstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları, Ġstanbul. ÇAVUġOĞLU, Mehmed, M. Ali Tanyeri (1989) Üsküplü Ġshâk Çelebi Divanı, Mimar Sinan Ünv. Yayınları, Ġstanbul. ÇĠÇEKLER, Mustafa (2008) Sa‗dî ġîrazî, Cilt: 35,Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi (ss.405407),Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul. DOĞAN, Muhammed Nur, Avni (Fatih) Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10595,avnfatihdivanimuhammednurdoganpdf.pdf?0 ERDOĞAN Mustafa, Bursalı Rahmi Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10600,bursali-rahmi-divanipdf.pdf?0 GÜFTA, Hüseyin (1992) Hâzık Mehmed Efendi'nin Hayatı Edebî ġahsiyeti, Eserleri ve Divanı'nın Tenkitli Metni, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum. HARMANCI, M. Esat, Süheylî, Ahmed bin Hemdem Kethudâ DÎVÂN, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10650,girismetinpdf.pdf?0 HAġĠMĠ, Hamid (H.ġ.1388) Zendeginame-i ġa‘iran-i Ġran (Ez Agaz ta Asr-i Hazır), ĠntiĢarati Ferheng u Kalem, Tahran. HĠDAYET, Mahmud (1353) Golzar-i Cavidan, Cilt II, Çaphane-i Ziba, Tahran. ĠPEKTEN, Haluk (1974) Karamanlı Nizâmî, Hayatı, Edebî KiĢiliği ve Divanı, Sevinç Matbaası, Ankara. KAÇALĠN, Mustafa S., Âhî Divânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10590,ahidivanimustafakacalinpdf.pdf?0 432 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KARAKÖSE, Saadet (2001) Sa‗îd Giray Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10644,said-giray-divanipdf.pdf?0 KARAVELĠOĞLU, Murat Ali, On Altıncı Yüzyıl ġairlerinden Prizrenli ġem‘î‘nin Divanı‘nın Edisyon Kritiği ve Ġncelenmesi, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10641,prizrenlisemipdf.pdf?0 KAVRUK, Hasan, ġeyhülislam Yahyâ Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10655,seyhulislamyahyadivanihasankavrukpdf.pdf?0 KILIÇ, Filiz, ÂĢık Çelebi Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10593,asikcelebidivanifilizkilicpdf.pdf?0 KIRLANGIÇ, Hicabi (2001) Ġran Edebiyatı Ġçin Bir Sınıflandırma Denemesi (ss.96-108), Nüsha, Bahar. KIRLANGIÇ, Hicabi (2012) Gülistan, Kapı Yayınları, Ġstanbul. KÜÇÜK Sabahattin, Bâkî Divânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10596,bakidivanisabahattinkucukpdf.pdf?0 MERMER, Ahmet (1994) Mezâkî: Hayatı, Edebî KiĢiliği ve Divanının Tenkidli Metni, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi, Ankara. Sa‗dî (1946) Gülistan, (Çev. Hikmet Ġlaydın), MEB Yayınları, Ankara. SARAÇ, M. A. Yekta, Emrî Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10607,emridivanipdf.pdf?0 TARLAN, A. Nihad (1963) Necâtî Beg Divanı, MEB Yayınları, Ġstanbul. TARLAN, A. Nihat (1992) Hayâlî Bey Divanı, Akçağ Yay. Ankara. TARLAN, Ali Nihat (1944) Ġran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul. TARLAN, Ali Nihat (1966) Ahmet PaĢa Divanı, MEB Yay. Ġstanbul. TAġ, Hakan (2004) Vahyî Divanı ve Ġncelenmesi, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10659,metinpdf.pdf?0 TULUM A. Mertol, M. Ali Tanyeri (1977) Nev`î Divânı, Ġstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları, Ġstanbul. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi; Deyimler, Ġsimler, Eserler, Terimler, Cilt 7, (1990), (ss. 399), Dergâh Yayınları, Ġstanbul. ÜST, Sibel, Edirneli Nazmî, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10605,edirneli-nazmidivanisayfa19903981pdf.pdf?0 433 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 YAZAR, Ġlyas, Kânî Divanı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10620,kanidivanipdf.pdf?0 YAZICI, Tahsin (1996) Gülistan, Cilt: 14, Diyanet Vakfı Ġslam Ansiklopedisi (ss.240-241), Türkiye Diyanet Vakfı, Ġstanbul. YENĠKALE, Ahmet (2012) Sünbülzâde Vehbî Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10651,sunbul-zade-vehbipdf.pdf?0 ZAVOTÇU, Gencay (2009) Sa‗dî DüĢüncesi ve Etkileri, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:40, (s. 47-58), Erzurum. Zabîhullah Safâ ( h. 1339) Genc-i Sohen, Cilt II, DanıĢgah-ı Tahran, Tahran. Zabîhullah Safâ (2005), Tarîh-i Edebiyat der Ġran, Cilt II, (Çev. Hasan Almaz), Nüsha Yayınları, Ankara. 434 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 MUNZUR BABA EFSANESĠ ÜZERĠNE BĠR DEĞERLENDĠRME Hüseyin ÖZCAN Ġsmail PEKER ÖZET Tunceli ‗nin Ovacık ilçesinde yer alan Munzur Dağları‘nda ve Munzur Irmağı etrafında anlatılan efsane konu alınmıĢtır.Munzur Dağı Anadolu‘nun en eski devirlerinden beri gizemini ve doğallığını korumuĢtur.Munzur Dağları ve Munzur Irmağı saklı bir cennet gibi etrafında yeĢeren efsanelere de kaynaklık etmektedir. Tunceli yöresi,Dersim dağlarının bir kale gibi etrafında çevrili olmasından dolayı, binlerce yıl hem bölgesel hem de kültürel olarak korunaklı bir bölge olmuĢtur. Efsanelerdeki sözlü anlatımlar içlerinde barındırdıkları dini-mitolojik öğelerle ortaya çıktıkları bölgelerin inanç sistemini de ortaya koymaktadır.Efsanenin oluĢtuğu bölgedeki etkisi aslında var olan inancın güç göstergesini de iĢaret etmektedir. Munzur Baba efsanesi ile Hacı BektaĢi Veli geleneğinin yüzyıllar içerisindeki etkileĢimini görmekteyiz. Ġngiliz YüzbaĢı L. Molyneux Seel, 1914 yılında Londra‘da ''A Journey In Dersim‖ adı altında, ―The Geopraphical Journal‖ de yayınlanan eserinde Munzur Baba efsanesinden bahsetmiĢtir.Bu çalıĢmada efsanenin 1914 yılındaki varyantı ile günümüz varyantları incelenmiĢtir.Hacı BektaĢi Veli ‘ nin menkibelerini anlatan ‗Vilayetname‘ adlı eserde konu benzerliği olan bir menkıbe ile efsanenin bahsettiğimiz diğer varyantları karĢılaĢtırılmıĢtır.Birbirinin yerine geçme kuramına göre Anadolu‘nun birçok bölgesinde yer alan efsanelerde de Munzur Baba efsanesindeki konu özdeĢliğinin ilk kaynağını bulmaya çalıĢacağız. Doç.Dr. Fatih Üniversitesi / TÜRKĠYE Fatih Üniversitesi / TÜRKĠYE 435 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Anahtar Sözcükler: Dersim ,Tunceli , Munzur Baba Efsanesi , Efsane , Hacı BektaĢi Veli , Vilayetname An Assesment of “The Munzur Baba Legend” Abstract In this study, the legend that told at MunzurMountains and Munzur River are located at Ovacık district of Tunceli. Munzur Mountains protected their mystery and naturalness from ancient times. Munzur Mountains and Munzur River weld ,as a secret heaven, legends sprouted around them. Tunceli region, because of rounded by Dersim Montains as a castle, has became a protected area in terms of culture and region for tousands years. Verbal expressions in legends exhibit regional religious beliefs by including mythological and religious elements. The impact on the region of the myth, actually, indicate the indicator of existing faith power. We have seen an interaction between Munzur Baba legend, and Hacı BektaĢi Veli tradition, over the centuries. English captain L.Molyneux Seel, mentioned Munzur Baba legend at his work ―A journey In Dersim‖ that published at ―the Geographical Journal‖ in 1914 at London. In this paper, variant in 1914 and present-day variants are investigated. There is a work about Hacı BektaĢi Veli‘ tales, named as ‗‘Vilayetname‖. At this study we compare a tale at ―Vilayetname‖ that have similar issues with Munzur Baba Legend and present-day variants of the legend. According to ınterchangeably passing rule, we try to find that the first source of positional identity of some located legends at many places of Anatolia and Munzur Baba Legend. Keywords :Dersim , Tunceli , Munzur Baba Legent , Legent , Haji Bektash Veli, Vilayetname. Munzur Efsanesi Üzerine Bir Değerlendirme Tunceli ‗nin Ovacık ilçesinde yer alan Munzur Dağları‘nda ve Munzur Irmağı etrafında anlatılan bu efsane yüzyıllarca anlatılagelmiĢ.Munzur Baba efsanesinin Dersim yöresindeki etkisi kültürel anlamda hayli yüksek olmuĢtur.Fırat Irmağı‘nı besleyen ana kollardan birisi olan o çoĢkun ırmağa ‘‘Munzur ‗‘ ismi verilmiĢtir.Munzur ırmağının süt gibi taĢtığı 436 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ve Munzur ırmağının kaynağı olan dağa da ‗‘Munzur ‗‘ ismi verilmiĢtir.Hayatı Munzur gibi çoĢkun ,bereketli ve iyi olsun diye yeni doğan bebeklere ‗‘ Munzur‘‘ ismi verilmeye devam ediyor. Halk bilinci , etrafını kuĢatan tabiat hakkında sebep-sonuç iliĢkisinde düĢünmeyi çevre kültürünün etkisiyle birlikte geliĢtirmiĢtir.Efsaneler de kendine has özellikleriyle farklılaĢıp türlü türlü safhalar halinde geliĢir.Munzur Baba efsanesinin yüzlerce yıl içerisinde geliĢtiğini düĢündüğümüzde arkaik kültür insanının manevi duygularını , kültür değiĢimini , algılamaların nasıl meydana geldiğini görmek mümkün olabilmektedir. Ġnandırıcılık özellikleri dolayısıyla efsaneler, teĢekkül ettikleri coğrafyanın kültürel yapısı üzerinde de etkili olmuĢ ve hâlâ da olmaktadır. Hatta bazı yerler etrafında bir kült teessüs etmiĢ ve efsaneler de bu kült içerisinde yer almıĢlardır. (Duymaz,2001:88) Bir halk edebiyatı ürünü bir coğrafyadan baĢka bir coğrafyaya sözlü olarak taĢınabilmekte ve doğal olarak bir yayılma ile sonuçlanabilmektedir.ĠĢte bu taĢınma sırasında metinler arasında farklılıklar ortaya çıkabilmektedir.Bazı türküleri masalları,destanları ve efsaneleri bu bağlamda değerlendirebiliriz. Küçük farklılıkların olmasına rağmen bu halk ürünlerinin nerede ve kim tarafından ortaya konduğu bilinebilmektedir. (Oğuz,2013:61) Metin merkezli yayılma kuramı ve birbirinin yerine geçme kuramına göre bu efsaneyi incelediğimizde bu efsanenin konu özdeĢinin Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbelerini anlatan‘‘Vilayetname‗‘ adlı eserde olduğunu düĢünmekteyiz.Munzur Baba efsanesinin Anadolu‘daki benzer örnekleriyle karĢılaĢtırdığımızda kahraman isimleri bölgeden bölgeye , yöreden yöreye değiĢse de bazı karakterler ve motifler benzerdir.Karakterler birbirinin yerine geçse de konu da ciddi bir değiĢiklik söz konusu olmaz.Bu çalıĢmamızda Munzur Baba efsanesiyle iliĢkilendirdiğimiz Vilayetname ‗deki menkıbeyi , efsanenin günümüz varyantlarını,Saim Sakaoğlu‘nun 1976 yılında yayımladığı ‗‘101 Anadolu Efsanesi‘‘ adlı kitapta yer alan varyantını , efsanesi varyantını L. Molyneux Seel‘in 1914‘ te yayınladığı Anadoludaki ‗‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ile yemek‘‘motifli efsaneler çercevesinde incelemeye Munzur Baba ‗‘Hacta getirilen çalıĢacağız.Ġlk olarak Hacı BektaĢ Veli'nin „‟Hacı‟‟ ünvanını alıĢını anlatan Vilayetname‟deki menkıbeyi aktaralım. Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe‘yi tavâfdan sonra, Arafât‘a çıkar. Orada, yanındakilere: ―Bugün arife günü, Ģimdi bizim Türkistan'da herkes ‗biĢi‘ piĢirir.‖ der. Bu söz 437 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hünkar‘a malum olur. Lokman Perende‘nin evinde de, gerçekten biĢi piĢirilmektedir. Hünkar, Lokman Perende‘nin evine giderek, Ģeyhin hanımından, bir tepsiye biĢi koyup kendisine verilmesini ister. Hünkar, tepsiye konulup, kendisine takdim edilen biĢi‘yi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende‘ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan ġeyh Lokman Perende, arkadaĢları ile beraber bu ―biĢi‖ yi yerler. Hac dönemi bitip Hicaz‘dan dönülünce, NiĢabur halkı Lokman Perende‘yi karĢılamaya çıkar. ―Haccın kabul olsun.‖ diyerek tebrik ederler. Lokman Perende, gelen halka BektaĢ‘ın kerametini anlattıktan sonra, ―Esas hacı olan BektaĢ‘tır.‖ diyerek, onu tebrik eder. Bunun üzerine adı Hacı BektaĢ Veli olur.(Gölpınarlı,1958:6) Vilâyetnâme veya Menâkıb-ı Hacı Bektâs Velî olarak da bilinen bu eser HacıBektâĢi Velî‘nin çevresinde olup bitenleri dinsel ,düsünsel baglamda ve kendi mantık baglamı içerisinde anlatan bir yapıttır. Hacı Bektâs-ı Velî‘nin ölümünden yaklasık 200 yıl (XV. yüzyılda) sonra müritleri tarafından kaleme alınmıstır.1501-1502‘de posta geçen Balım Sultan‘dan hiç bahsedilmez. Bu verilerin ısıgında Vilâyetnâme‘nin, Balım Sultan‘ın posta oturmasından önce, 1481–1501 arasında yazıldığı sanılmaktadır.Vilâyetnâme; Hacı BektâĢ hakkında doğru yanlıĢ, fakat hemen hepsi olağanüstü olayları ihtiva ettiğinden dolayı hiç Ģüphe yok ki kendisinden bir hayli sonra ve menkıbevi hayatı kendisini görenlerden duyanların daha sonrakilere eklentilerle nakledilerek mayalanıp yoğrulduktan, Bektâsi geleneği iyice meydana gelip dal budak saldıktan sonra yazılmıstır(YavaĢ,2006:51) Dolayısıyla eser yazılırken BektâĢi geleneği tamamıyla kurulmuĢ, geliĢmiĢ, zenginleĢmiĢ ve kökleĢmiĢtir denilebilir. Bu bakımdan süreç içinde menkıbeleĢen tarihi ve efsanevi geleneklerin XV. yüzyılın son yıllarında yazıya geçirilmiĢ Ģeklinden ibaret olan Vilâyetnâme, çoğunluğu itibariyle mitolojik bir Hacı BektaĢi Velî‘yi yansıtır. Ancak bu durum eserin hiçbir temeli bulunmadığı anlamında kabul edilmemelidir.(Noyan,2007:368) Ġslamî emirlerden bir diğeri olan hac ibadeti konusunda Vilâyetnâme bize net bilgiler sunmaktadır. Aktarıldığına göre Hacı Bektâs Velî, Rum ülkesine gelirken hacca niyet etmis, Necef, Medine, Kudüs, Halep gibi Ģehirlere uğrayarak ―erbain‖ çıkarmıs ve hac vazifesini eda ederek Elbistan ve Kayseri güzergahını takip ederek Anadolu'ya gelmistir.(Gölpınarlı,1958:17) Vilâyetnâme‘de aktarıldığına göre o,keramet eseri sık sık Kabe‘ye giderek namazı orada kılmıĢtır.Vilâyetnâme‘deki hac ile ilgili çok net atıflara rağmen bazı alevi toplulukları, getirdikleri yorumlarla temel islamî ibadetlerden birisi olan haccı farklı sekilde yorumlamıĢlardır.(Üçer,2005:325)Hacı Bektâs Velî‘nin vefatından sonra onun adı çevresinde oluĢan tasavvuf hareketi Bektâsilik olarak bilinmektedir. Bektâsiler Hz. Muhammed‘i mürsid, 438 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hz. Ali‘yi rehber, Hacı Bektâs Velî‘yi pir olarak görürler. Türk siyasi hayatına derin izler bırakan BektâĢilik, XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu‘da XIV. yüzyılla birlikte Balkanlar‘da geniĢ halk kitlelerini kendisine bağlamıĢ, Bursa fethine katılan Abdal Musa, Elmalı‘da Sarı Saltuk, Balkanlar‘da kurduğu tekkede yetiĢtirdikleri halife ve müridleri vasıtasıyla tarikatın güç ve nüfuzunu arttırarak yayılıĢını hızlandırmıĢlardır. XVI.yüzyıla kadar süren bu dönem tarikatın birinci evresi olduğu düĢünülmektedir.(Bardakçı,2005:58) Türkmen derviĢlerin Anadolu‘yu karıĢ karıĢ gezmeleri neticesinde bir çok bölgede bu efsaneler anlatılagelmiĢtir.Kahraman isimleri farklı olsa da konu aĢağı yukarı aynıdır.Hacı BektaĢi Velinin muhabbetle Anadolu‘nun kalbine dokunması efsane halkalarının oluĢmasına sebebiyet verdiğini düĢünüyoruz. Munzur Baba efsanesinin günümüzdeki söylemini tespit etmek için Tunceli‘den 2 kaynak kiĢi tespit ettik. Kaynak KiĢi-1 Ovacık Ġlçesine bağlı Koyungölü civarında yaĢayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya baĢlar.Munzur‘un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiĢ. Ağasının hacta olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve: -Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.Ağanın hanımı önce ĢaĢırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur.Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı piĢirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur‘a: -Al , götür, der. O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiĢ duruyor. Namazını bitirip Munzur‘a; -Burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? ,der. Munzur‘da: -Ağam canın sıcak helva istemiĢti, onu sana getirdim, der.Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcak helva duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur‘a bir Ģeyler söylemek için baĢını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komĢuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı 439 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 karĢılamaya giderler. Munzur‘da götürecek baĢka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karĢılamaya gider.Ağa Munzur‘u görünce yanındakilere; -Asıl hacı Munzur‘dur. Öpülecek el varsa Munzur‘un elidir. Önce ben öpeceğim, der ve Munzur‘a doğru koĢar.Munzur bu konuĢmaları duyduğunda: -Aman ağam , böyle bir Ģey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya baĢlar. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca baĢlar.ġimdiki Munzur Irmağı‘nın çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur‘un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fıĢkırır. Munzur kırk adım daha atar. FıĢkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur‘un arkasından koĢanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider. Kaynak KiĢi-2 Ovacık ilçesinde yaĢayan bir ağanın Munzur adlı bir çobanı vardır.Ağa bir gün hac için Kabe‘ye gider.Hacta olduğu vakit canı helva çeker.Çobanı olan Munzur bunu hisseder.Evin hanımına :‘‘Ağam‘ın canı helva çekiyor, helva yapta götüreyim .‘‘der.Bunun üzerine evin hanımı :‘‘Herhalde Munzur‘un canı helva çekti, fakat utandığı için söyleyemiyor.‘‘diye düĢünür.Bunun üzerine helvayı yapar ve güzelce tabağa koyar.Munzur da gelir helvayı alıp gider.Bir müddet sonra geri döner.Evin hanımı:‘‘Tabak nerde?‘‘diye sorar.Munzur:‘‘Tabak ağamın yanında gelirken getirecek:‘‘der.Evin hanımı :‘‘Herhalde bir yerde tabağı unuttu , o yüzden böyle söylüyor.‘‘ diye düĢünür.Ağa hactan geldiği vakit tüm köylü ağanın yanına gelir ve elini öpmek ister.Ancak ağa elini öptürmez ve ‗‘ Gerçek hacı Munzur‘dur,gidin onun elini öpün.‘‘ Diyerek olan biteni köylüye anlatır.Bunun üzerine herkes Munzur‘un elini öpmek için ,elinde süt kabı olan Munzur‘a doğru koĢar.Munzur utancından kaçar.Köylüden uzaklaĢırken elindeki süt kabından sütler yere düĢer.Munzur ırmağının kaynağı oluĢur.ĠĢte Munzur suyunun kaynağı o günden beri süt gibi yerden taĢar.Munzur ise dağlara doğru koĢar ve ortadan kaybolur. Saim Sakaoğlu‘nun 1976 yılında yayımladığı ‗‘ 101 Anadolu Efsanesi‘‘ adlı eserinde geçen varyantı: 440 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ovacık, Tunceli ilimize bağlı küçük bir yerleĢme merkezidir. 2000′i ancak bulan nüfusu ile bu ilçemiz de pek çok Doğu Anadolu ilçesi gibi kendi kaderini yeniden çizmeye çalıĢmaktadır. Geçen yıllarda az da olsa yer sarsıntısı ile hasara uğrayan bu ilçemizin hudutları içinde 3188 metrelik zirvesiyle Munzur Dağı ve buradan çıkarak Murat Suyu‘na katılan Munzur Irmağı bulunmaktadır. Ovacıklılar, dağa ve ırmağa bu adların veriliĢ sebebini Ģu güzel hikâyeye bağlamaktadırlar: Çevredeki köylerin birinde zengin bir ağa yaĢarmıĢ. Ağanın yaĢı kemale ermiĢ, emanetini teslim etmeden bir de hacca gitmek istemiĢ. Çoluk çocuğunu bırakacak kimsesi yokmuĢ. Sonunda kararını vermiĢ, hane halkını, çobanları olan Munzur‘a emanet etmeye karar vermiĢ.Ağa çoluk çocuğu ile helalleĢip yola çıkar. Üzerine farz olan borcunu eda edecek ve Hacı Ağa olarak memleketine dönecektir.Ağa Kâbe‘de iken, bir gün karısı evde helva piĢirir. Çocukları ile birlikte yerken yanlarında bulunan Munzur‘a lâtife yapmak kastı ile der ki:‘‘Munzur, bu helvadan ağan da yese ne iyi olurdu. Al Ģunu, soğumadan ağana götür de o da yesin.‘‘Çoban hemen ablasının elindeki helvayı alır ve gözden kaybolur. Bir müdet sonra Munzur elinde boĢ tabakla eve döner. Ne ablası, ne de çocukları bu iĢten bir Ģey anlamazlar.Aradan günler geçer, hacıların dönme zamanı gelir. Köy halkı ağalarını karĢılamak üzere yollara dökülürler. Hacı olan ağalarına daha fazla hürmet etmek, hizmetinde bulunmak için köylüler âdeta yarıĢ ederler. Fakat ağa onlara Munzur‘u gösterir ve:‗‘Hürmetinize lâyık olan ben değil, Munzur‘dur. Onun elini öpün, onun hizmetine koĢun.‘‘ Ağa, köylülerin ĢaĢkın bakıĢları arasında meseleyi kısaca anlatır. Herkes alelâde bir çoban zannettiği Munzur‘un eline sarılır; o ise geri çekilir. Ağasına ikram etmek için getirdiği süt de bu arada dökülür; kendisi de yere yuvarlanır. Munzur‘u, ne oradan kalkarken gören olur, ne de daha sonra gören; bir daha kimseler göremez onu. Fakat bugün onu hatırlatan iki iz hâlâ köylülerin hafızasındadır. Bunlar, dökülen sütten meydana gelen beyaz köpüklü Munzur Irmağı ve düĢerken elini dayadığı kayadaki parmak izleri.Bugün, çevre halkı Munzur‟u, onların deyiĢiyle Munzur Baba‘yı bir evliya kadar sever ve sayarlar. Zaman zaman yeminlerini onun üzerine söylerler. Munzur Irmağındaki balıkları, Munzur Baba‘nın kuĢlarıdır, diye avlamazlar ve yemezler.Bir inanıĢa göre de, Munzur Baba‘yı ziyaret edenler, mutlaka ikinci bir defa daha gelirlermiĢ.Bugün Munzur Dağı karlı tepelerinden sıza sıza akan Munzur Irmağı‘nın ruh okĢayıcı nağmeleriyle belki de Munzur Baba‘ya dua edip durmaktadır. (Sakaoğlu,1976:124) 441 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Efsanelerde benzer motifleri sıkça görebiliriz.Aynı karakterleri karĢımıza değiĢik isimlerde özelliklere sahip olan efsane çıkabilir.Bu efsanelerin benzer özelliklerini dikkatle incelediğimizde kaynaklarının aynı olabileceği fikrini düĢünebiliriz. Bu efsane kahramanlarının ortak özellikleri efendilerine(ağalarına,sahiplerine) olan sadakatları ve sevgileridir.Mütevazi ve çalıĢkan olan bu hizmetçiler evliyadır.BektaĢi geleneğinin bir nüansı olan ‗‘sır ‗‘ yani kerameti açığa aslında birer çıkarmama, maddi ve manevi olarak hep arka planda görünme motifi mevcuttur.‘‘sır‘‘ lı olan bu hizmetçiler aslında birer velidir ve hiç kimse bilmemektedir.Anadolu‘nun değiĢik bölgelerinde aldıkları isimlere göre sıralamak mümkündür. Ağrı:ġeyh Bekir , Erzurum : Ahmet Baba , Kağızman :Hacı Kağızman , Orta Anadolu : Hacı Ġbrahim Devletlü , Orta Anadolu :Yuannis , Koçarlı : Bilal Dede , Ağrı: ġeyh Bekir Kars: ErmiĢ Keloğlan, Sungurlu: Ali Baz , Gaziantep : ġeyh Bilecen , Gaziantep: Memik Dede Tunceli : Munzur Baba (Sakaoğlu,1997:182) Munzur Baba efsanesi ile bu efsanelerde temel yapı aynıdır.Sadık bir çoban ya da hizmetkar olan sır sahibi kiĢi hacca gitmiĢ olan efendisine (ağasına) yörenin yemek veya tatlılarından birini veya onun sevdiği yiyeceği sıcağı sıcağına , üzerinde dumanı tüterken ulaĢtırır.Ġslam tasavvuf anlayıĢında ‗‘ aynı anda iki yerde olma‘‘ kerametini gösterir(tayyı mekan) Ağa hactan dönüĢte kendisini karĢılamaya gelenlere hizmetçiyi iĢaret ederek asıl hacının onun olduğunu söyler.Bu olaydan sonra sırrı ortaya çıkan veli oradan uzaklaĢır, uzaklaĢmak isterken bazen de vefat eder.Bu olanlar da vardır.DeğiĢik isimlerle anılan bu veliler arasında sonradan Müslüman hizmetkarların sahip oldukları ermiĢlik ortaya çıktıktan sonra asıl büyüklüğün sırda olduğunu bilen bu evliya zatlar ortadan kaybolmuĢlardır. (Sakaoğlu,1997:182)Ayrıca Saim Sakaoğlu‘nun ‘‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsanelerden 12 adetini yazıya aktardığını bilmekteyiz.(Sakaoğlu,1997:183) Benzer motifli efsanelere ek olarak Diyarbakır, Karaçalı köyünde anlatılan ‗‘Deli Ali ‗‘ efsanesini de buraya ekleyebiliriz. (Kaynak KiĢi-3 Mustafa Yıldız,1974,Diyarbakır,Derlenme Tarihi:12.04.2014).KahramanmaraĢ Elbistan‘da Ozanya Köyünden ‗‘Kıyan‘‘ (Bozkurt,2007: 23) efsanesi de benzer motiflere sahiptir. Bu son efsanelerle beraber Anadolu‘ da ‘Sadık ,veli hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘motifli 14 adet efsane tespit edilmiĢ oluyor.Anadolu‘da bunlara ekleyebileceğimiz benzer motifli henüz keĢfedilmemiĢ efsaneler de olabilir. 442 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 L. Molyneux Seel, 1911 yılının Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında Dersim‘de kapsamlı bir gezi düzenlemiĢtir.Ġngiliz araĢtırmacı ve yüzbaĢı L. Molyneux Seel hangi nedenle o tarihlerde dersim bölgesine geldiğini bilmemekteyiz.Buna rağmen üç aylık Dersim seyahatinde yöreye ait coğrafi haritaları ve kültürel öğelerle ilgili detaylı bilgileri fotoğraflar eĢliğinde vermiĢtir. Dersim gezi notlarını 1914 yılında Londra‘da ―A Journey In Dersim‖ adı altında, ―The Geopraphical Journal‖ de yayınlar. Ġncelediğimiz Munzur Baba efsanesinin bu varyantını 4 bölüm halinde yayınlamıĢtır.L. Molyneux Seel Munzur Baba efsanesini kaynak Ģahıslar vermeden yazıya geçirmiĢtir.. 1911 yılında tespit edilen bu varyant ve 1914 yılında yayınlanmıĢtır. Efsanenin, sözlü olarak anlatımının bu bölgede uzun bir süredir devam ettiğini tahmin ediyoruz. Munzur Baba Efsanesi‘nin, L. Molyneux Seel tarafından yazılmıĢ bu versiyonunun tarihsel bir değere sahip olduğunu görebilmekteyiz.(Akgül,2010:89) L. Molyneux Seel 1. Bölüm Topuzanlı aĢiretinin ġeyh Hasan isminde itibarlı bir ağası vardı. Bunun da Muzur adında bir oğlu vardı. Muzur babasının koyunlarına bakıyordu. KıĢın, dağlar karla kaplı olduğu zaman bile Muzur, babasının yasaklamasına rağmen sürüyü dağa götürürdü. Koyunlar devamlı karınları iyice doymuĢ olarak geri dönerlerdi. Muzur‘un babası bir gün merakını gidermek için oğlunu takip etti. Gördüğü manzara Ģöyleydi: Muzur dağa çıktığında karla kaplı ağaçlara sopasıyla vurmakta, düĢen yaprakları da koyunlar yemekteydi. Muzur babasının kendisini izlediğinin farkına vardı ve kızgınlıkla koyunları da bırakıp ortadan kayboldu. 2. Bölüm Muzur babasından ayrıldığında Ali Haydar Ağa ile birlikte Büyük Köyde çoban olmaya gitti. Ertesi yıl Ali Haydar evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela‘ya gitti. Oradayken bir gün canı, hanımının onun için evde yaptığı helvalardan istedi. BeĢ dakika sonra Muzur büyük bir tabak helva ile efendisinin önünde ortaya çıkıverdi. 3. Bölüm AĢağıda sözü edilenler Büyük Köy‘de olanlardır. Muzur bir gün ortası sürüyü sağmak amacıyla köye döndü. Muzur evin hanımına yaklaĢtığında Ģöyle dedi: ―Hanımefendi, benim efendim helva yemeyi çok istiyor.‖ Evin hanımı, ―Ġyi güzel de senin efendin Ģimdi buradan çok uzaklarda‖ dedi. Muzur, ―Önemli değil, sen helvayı yap, onu ben efendime götürürüm.‖ 443 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Evin hanımı kendi kendine, ―AnlaĢılan bizim çoban helva yemek istiyor. Mühim değil, o bizim sürüye iyi bakıyor. Ben de ona helva yapayım.‖ Sonra helvayı hazırladı, bir tabağa koyarak Muzur‘a verdi ve gülerek,―Onu efendine götür‖ dedi.Muzur, helvayı aldı ve birden kayboldu. Kısa bir süre sonra da tabaksız geri döndü.Evin hanımı, ―Muzur, tabak nerede?‖ dedi. Muzur cevap verdi:―Efendim döndüğünde tabağı getirecek.‖dedi. 4. Bölüm Doğu geleneğinin bir unsuru olarak, Ali Haydar Ağa Hac‘dan döndükten sonra Büyük Köy‘ün sakinleri Ali Haydar ağa ile görüĢmek ve kutsal yerlere değmiĢ ellerini öpmek için onu karĢılamaya gittiler. Fakat Ali Haydar, kalabalık kendisine yaklaĢtığında elini öpmelerine müsaade etmeyerek Ģöyle dedi: ―Gerçek Hacı ; çobanım Muzur‘dur. Gidin, onun elini öpün.‖ Kalabalık bunun üzerine Muzur‘u aramak için köye geri döndü. O sırada Muzur elinde efendisi için bir kap taze süt ile köyden çıkıyordu. Muzur, kalabalığın kendi üzerine doğru geldiğini görünce ĢaĢırdı. Geri dönerek dağlara doğru kaçtı. Elini öpmek isteyen kalabalık onun peĢinden gitti. KoĢarken elinde tuttuğu kaptaki süt döküldü ve her bir damla sütün düĢtüğü yerdeki taĢlardan sular fıĢkırdı. Muzur yorgunluktan olduğu yere oturdu ve daha sonra da kayboldu.Bir kaç asır sonra Pers ġahlarından biri bu kutsal pınarlara ziyaret amacıyla geldi. Munzur Baba kaybolduğunda onunla birlikte bulunan kabı bulmak için bazı kazılar yaptı. ġah bu kazıda baĢarılı oldu. Bu süt kabını alarak beraberinde götürdü. Bu kap Tahran müzesinde bulunmaktadır.(Akgül,2010:92) Günümüz varyantları ile 1914 varyantını karĢılaĢtırdığımızda bazı farklılıklar karĢımıza çıkmaktadır.Bunlardan ilki ‗‘Munzur‘‘ yerine ‗‘Muzur‘‘ sözcüğünün kullanılmasıdır.L. Molyneux Seel, yazım Ģekli olarak ―Muzur‖ biçimini kullanmıĢtır.Dersim bölgesinde kullanılan zazaca ve kurmanci dillerinde de bu Ģekilde de görmekteyiz.Kelimenin Zazaca , Kurmanci kullanım kullanılabildiğini Ģekli ―Muzur‖ biçiminindedir.‘‘Munzur‘‘-‗‘Muzur‘‘ kelimelerinin anlamlarını Türkçe ve diğer dillerdeki anlamlarını incelediğimizde ilginç bilgilerle karĢılaĢıyoruz.‘‘Munzur‗‗ kelimesini TDK Büyük Türkçe Sözlükte karĢımıza çıkan anlamları aĢağıdadır. 1.Zararlı insan ya da hayvan, baĢ belası 2.Hayvan burnu. 3. Domuzun çene, ağız ve burun kısmı.4. Asık surat anlamlarına gelir.5.Munzur(Sıradağ) aynı zamanda Tunceli - Erzincan arasında Yukarı Fırat bölgesinde bulunan sıradağlarının adıdır.6.Munzur(Akarsu) Tunceli Ovacık‘ın kuzeyinde Munzur Dağlarının üzerindeki Ziyaret Tepenin eteklerinden doğan 444 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ve merkez ilçede Pülümür Çayı ile birleĢerek Keban Baraj Gölüne dökülen suya verilen isimdir Zazaca ve Kurmenci dillerindeki anlamlarına baktığımızda da genellikle zararlı , yaramaz anlamına geldiğini görmekteyiz.Dersim bölgesinde uzun yıllar yaĢamıĢ olan Ermeni toplulukların dilini incelediğimizde ise bazı araĢtırmacıların ermenice ‗‗Munzur‗‗kelimesinin ‗‗Mendzoor‗‗ veya ‚‗‗Mehzoor‗‗ un bozulmuĢ Ģekli olabileceğini, Mendzoor,un ulu veya büyük su kaynağı ya da Fırat nehrini ifade edebileği sonucuna ulaĢtığını görmekteyiz.(Kalman,2011:13)Munzur dağları ve Munzur ırmağı çevresi coğrafi yapısından dolayı persler, asurlar , romalılar , bizans, Selçuklular, Osmanlılar döneminde merkezi otoriteye bulunmaz karĢı gelen veya güvenli gizli bir yer arayanlar için bir sığınak olmuĢtur.Bu sebepten dolayı bu bölgeye yaramaz-zararlı anlamlarında kullanılan ‗‘Munzur‗‗ ya da ‗‗Muzur‗‗ ismi verilmiĢ olabilir.Zazaca,Kurmenci ve Türkçe anlamlarının ortak olması yukarıda bahsettiğimiz sebepten kaynaklanmıĢ olabilir. Türkçe‘de anlam değiĢmesi yoluyla birçok kelime zaman içinde yeni anlamlar kazanmıĢtır.Munzur kelimesinin , Munzur Baba efsanesinin zamanla bilinmesi ve halk kültürüyle birleĢmesi sonucu bir veli zatın ismi olarak anlam değiĢmesine uğradığını tahmin ediyoruz.Türkçe‗de bu tarz anlam değiĢmesi yoluyla yeni anlamlar yüklenerek anlamı iyileĢen kelimeler mevcuttur.Özellikle Selçuklular döneminde yerleĢen Türk aĢiretleri Hacı BektaĢi Veli geleneğinin gücü ile Hacı BektaĢi Velinin ismi üzerinde değilde o coğrafyaya özgü olan ‗‗Munzur‗‗ ismiyle öne çıktığını düĢünüyoruz.Aynı zamanda Hacı BektaĢi Velinin menkıbelerinin hem yerelleĢtirilmesini hem de milli bir kimliğin öne çıkmasını sağlamıĢtır.Bunun ortaya çıkmasını sağlayan halk bilinci hem kelimenin kötü anlamlarını iyileĢtirmiĢtir hem de manevi kültürün devamını sağlamıĢtır. Bölgede eskiden yoğun olarak yaĢayan ermeni topluluklarını da göz önünde bulundurduğumuzda ‗‗Mendzoor‗‗un ulu veya büyük su kaynağı anlamında olduğunu ifade etmiĢtik.Munzur kelimesinin Türkçe-Zazaca-Kurmenci anlamlarının da aynı olduğunu düĢündüğümüzde bu iki kelimenin anlam birleĢmesini gerçekleĢtirdiğini görebiliriz.Munzur kelimesinde iyileĢme olmuĢ ve ermenicede kullanılan ‗‗Mendzoor‗‗ ulu ve büyük su anlam formu Munzur kelimesine yerleĢerek yeni ve özel bir olabilir.Böylelikle Munzur kelimesinin güncel kullanımdaki 445 isim ortaya çıkarmıĢ anlam formunun ortaya BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 çıktığını tahmin ediyoruz. Munzur kelimesinin güncel anlam formu olarak ; Tuncelinin ovacık ilçesinde yaĢadığı tahmin edilen bir veli zat anlamında kullanıldığını ifade edilebilir. 1.Bölümün Ġncelenmesi 1914 varyantınta anlatılan efsanenin birinci bölümünde bölgedeki baĢka bir efsaneyle birleĢtirildiğini görmekteyiz.Bölgede Düzgün Baba efsanesi olarak bilinen baĢka bir efsaneyi bu bölümde Munzur Baba efsanesinde anlatılmaktadır.(Zeki,1969:16)Günümüz varyantlarında ve Vilayetname‗deki menkıbede böyle bir konu anlatılmamıĢtır.Ancak yörede anlatılan diğer efsane olan Düzgün Baba‗da ismi geçen Seyyit Mahmut Hayrani‗nin Vilayetname‗ de isminin sıkça geçtğini ve 300 müridiyle Hünkar Hacı BektaĢi Veli‗yi mürĢit olarak kabul ettiğini kaynaklardan bulabiriz.Ayrıca Tunceli bölgesinde Seyit Mahmut Hayraniye bağlı ocakların varlığı da bilinmektedir. Seyyit Mahmut Hayrani‘ye bağlılar arasında Tunceli‘deki KureyĢan Ocağının bir kısmı ile Erzincan, Elazığ ve Malatya yöresinin oymakları bulunmaktadır. (Doğan,2003:2) 2.Bölümün Ġncelenmesi Munzurun ağası Ali Haydar hac için Kerbelaya gidiyor.Günümüz varyantlarına ve 1976 varyantlarına baktığımızda hac için gidilen yerin Mekke olduğunu görmekteyiz.Peki bu farklılığın sebepleri ne olabilir? 12.yy ile 16.yy arasında Ahmet Yesevi ve Hacı BektaĢi Veli‘ nin Ġslam anlayıĢı ve kültürü kalıcı olarak Anadolu‘da Türkmen aĢiretleri arasında benimsenmiĢti.Ancak 16.yy dan sonra BektaĢilik geleneğine benzer görünen ancak birçok noktada farklılık arz eden Ģiilik , Safevi devletiyle resmileĢmiĢti.Efsanede geçen iki özelliğin (Kerbela‘ya yapılan hac ziyareti ve Ġran Ģahının Munzur Dağlarına gelip süt kabını alıp götürmesi) örnek verilmesi ġah Ġsmail - Safevi etkisinin uzun süre devam ettiğini göstermektedir.Sadece Munzur Baba efsanesinin 1914‘te L. Molyneux Seel yazıya geçirdiği varyantında hac için gidilen yerin Ģiilerin hac olarak addettikleri kerbela ismi zikredilmiĢtir.Özellikle Ġran – Azerbaycan bölgelerinde 16.yy da Türkmen boylarından oluĢan Safevi devletinin kurulması göçer yaĢayan ve yerleĢik hayata geçmekte zorlanan , vergi vermek istemeyen Doğu ve Güneydeki Türkmen aĢiretleri için bir alternatif oluĢturmuĢtu.Safevi Devletinin genç hükümdarı Türkmen aĢiretlerine Ģii halifeleri aracılığıyla bu özgürlükleri vereceğini taahhüt etmiĢti.Böylelikle Dersim bölgesinde göçer 446 yaĢayan Türkmen aĢiretleri de BektaĢi BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 geleneğine yakın gözüken ve özgürlükler desteklemiĢlerdir.Yavuz Selim‘in aĢiretlerindeki ġiilik vaat eden akrabaları ġah Ġsmail‘in tarafını Çaldıran savaĢıyla ġah Ġsmail‘i yenmesi Türkmen etkisini azaltmıĢtı ama tam olarak yok edememiĢti.16.yy‘dan itibaren Ģiilik etkisinin BektaĢilik geleneğiyle birlikte bazı kesimlerde kısmen devam ettiğini görebiliriz.Efsanenin 1914 yılındaki varyantında gördüğümüz bu özellik günümüz varyantlarında ve 1976 Saim Sakaoğlu‘nun derlediği varyantında anlatılmamıĢtır.Anadolunun diğer bölgelerindeki ‗‘Sadık ve evliya hizmetçi‘‘ ve efsaneleri incelediğimizde hepsinde ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘motifli hac için kastedilen yerin Mekke olduğunu görmekteyiz.Vilayetname‘nin yazıldığı tarihlerde ise henüz Ģiilik kurulmamıĢtı. Kerbela haccı da söz konusu değildi. Dersim tarihiyle ilgili kaynaklara baktığımızda bir çok savaĢından merkezli sonra bölgeye Türkmen boyunun Malazgirt yerleĢtiğini görüyoruz.Uzun yıllar Türk beyleri Hozat Dersim bölgesini elinde tutmuĢtur.Tuncelinin günümüze ulaĢan güçlü aile bağlarından olan Abbasan (Hz Abbas‘ın soyundan gelen aile ) aĢiretleri , KureyĢan (Hz Muhammed‘in aĢireti olan KureyĢ aĢiretinden gelen aile) aĢiretleri ise seyit olduklarını ifade etmektedirler.Bu aĢiret ve ocakların Dersim merkezli yerleĢimleri yüzyıllar boyunca devam etmiĢtir.Kültürlerini ve nereden geldiklerini sözlü kültür olarak devam ettirmiĢlerdir. 1100-1500 yılları arasında özellikle Ahmet Yesevi öğretisinin Anadolu ‗daki temsilcisi olan Hacı BektaĢi Veli kültürü yaygındı.Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbeleri yıllar yılı, nesilden nesile anlatıldı.O dönemde Anadolu‘daki Türkmen aĢiretlerine Ġslamı öğreten Hz. Muhamed‘i sevdiren öğretmen Hacı BektaĢi Veli‘ydi.Yunus Emre ve diğer müritleriyle beraber Hacı BektaĢi Veli için Anadolu büyük bir mektep , Anadolu halkı ise talebe olmuĢtur. ‗‘Sadık ve evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsane Anadolu‘nun her yerinde anlatılan bu efsanelerin temelini yukarıda bahsettiğimiz menkıbenin oluĢturduğunu düĢünebiliriz.BektaĢi tekkesinin Anadolu‘yu karıĢ karıĢ gezen derviĢleriyle bu menkıbenin Anadolu‘da yayıldığını ; ancak geçen süre içerisinde birbirinin yerine geçme kuramına göre kahramanların isim farklılıklarının olduğunu görmekteyiz.Günümüz incelediğimizde bu efsanenin geliĢim sürecini devam ettirdiğini görmekteyiz. 3.Bölümün Ġncelenmesi 447 varyantlarını BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hacta bulunduğu sırada Munzur‘un ağasının canı helva çeker.Bu 1914 varyantında da günümüz varyantlarıyla hemen hemen aynıdır. Burada helvadır.Anadolunun diğer yerlerinde ise ağasına götürdüğü bu bazen mantı,bazen içli yiyecek köfte olabilmektedir.(Sakaoğlu,1997:183) Vilayetname deki menkıbede geçen yiyecek ise ‗‘biĢi‘‘ denilen hamur kızartmasıdır. Diğer bir nokta ise 1914 varyantında,1976 varyantında ve günümüz varyantlarının birinde ise Munzurun namaz kılması anlatılmamıĢtır.Günümüz varyantlarından birisinde ise Munzurun ağası Mekke de hacta iken namaz kılar ve sağa selam verdiğinde Munzur‘u görür o da ağasına helvayı takdim eder.(Günümüz varyantı 1)Anadolu‘daki benzer motifli efsaneleri incelediğimizde namaz ibaresi geçmemektedir.Efsanenin kaynağını oluĢturduğunu düĢündüğümüz menkıbede de böyle bir durum anlatılmamıĢtır.. 4.Bölümün Ġncelenmesi 1914 varyantında , 1976 varyantında ve günümüz varyantlarında bu bölüm çoğunlukla aynıdır.Buradaki hacta olan ağanın gelmesi ile kerametin ortaya çıkması, sadık ve evliya hizmetçinin ortadan kaybolması ‗‘sır‘‘olması Anadolu‘daki diğer efsanelerde de çoğunlukla vardır.Vilayetname‘de ise böyle bir durum anlatılmamıĢtır. Munzur Baba efsanesinde su kaynağının süt gibi kaynaması bize Altay-Türk mitolojisindeki ve Anadolu‘daki süt pınarı,süt denizi,süt gölü,süt ırmağı gibi motiflerle su-süt benzetmesini akla getiriyor.Yine Dadaloğlu‘nun Aladağı‘ndaki süt pınarına olan benzerlik de dikkat çekicidir.(Ögel,2010:362)Munzur‘un dağda kaybolması ile ruhunun dağa ve ırmağa akmasını temsilen oradaki halk tarafından dağa ve ırmağa Munzur isminin verildiğini düĢünebiliriz.Yüce dağ ve ulu ırmak kültünün oluĢmasına ve devam etmesine sebebiyet veriyor. Efsaneler temelde bir oluĢumu açıklarlar. Bunların yanı sıra ilk iĢlenen günahı, ölümün kökenini, tufanı, tanrıların insanları nasıl cezalandırdıklarını, avcılığın ve hayvancılığın baĢlangıcını, bitkilerin nasıl oluĢtuklarını, ateĢin bulunuĢunu, yeryüzünün ilk çiftini ve ailesini, gelenek ve göreneklerin, törelerin, teknik bilgilerin kaynağını da kendine konu edinir. Efsanelerin birçoğu açıklayıcı niteliktedir. Dünyadaki ve hayattaki birçok varlığın neden ve nasıl ortaya çıktığına cevap vermeye çalıĢır. Bu durumda Munzur Irmağı‘nın kaynağını oluĢturan suyun sebebi efsaneye dayandırılarak güzel bir sebebe bağlanıyor. 448 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Son paragrafta var olan Ġran Ģahlarından birisinin gelmesi ,kazı yaptırarak süt kabını bulması ve Tahran‘daki müzeye götürmesiyle ilgili olarak ise baĢka bir kaynakta böyle bir durumla karĢılaĢılmamıĢtır.Ancak bölgesindeki Türkmen Yavuz Selim –ġah Ġsmail rekabetinden beri Dersim aĢiretlerinin ġah Ġsmail tarafını desteklediğini bilmekteyiz.Son paragrafta anlatılan bu durum ise efsanenin günümüz varyantlarında ve 1976 varyantında bulamıyoruz. Aradan geçen yüz yıl içerisinde Ģiilik etkisinin bölgede azaldığını ayrıca efsanenin asıl formatı olarak görebilmekteyiz. Anadoludaki düĢündüğümüz menkıbeye benzer daha çok benzediğini motifli diğer efsanelerde ise Ģiilik etkisini göremiyoruz. Sonuç Efsanelerin güvenilir tanıklıkta bulunmak çıktığını düĢünebiliriz.Masal ve toplumsal inancı karĢılamak için ortaya metinlerinde inandırma amacı güdülmezken efsanelerde inandırma amacı güdülür.Metin merkezli yayılma ve birbirinin yerine geçme kuramlarına göre bir toplum için önemli olan olay , durum, varlıkların oluĢum nedenlerine göre açıklama getirmek ve bu anlatının devamını sağlayabilmek önemlidir.Folklor ürünlerinde toplumun yaĢadığı coğrafyayı tabiatı , toplum hayatında önemli olan varlık ve nesneleri yerelleĢtirmek,millileĢtirmek için kullanılabilir. Munzur Baba efsanesinde Munzur Irmağı‘nın kaynağında suyun süt gibi yerden kaynayarak çıkması , buna efsanevi bir görünüm ve toplum inancını karĢılayan bir sebep olarak ortaya konması önemli bir gerçektir.Böylelikle efsanenin oluĢtuğu bölge hem kutsallık kazanıyor hem de halkın inancını temsil eden motifler efsaneyle yıllar yılı tekrar ediliyor.Dersim halkı savaĢlar, sürgünler,nesil farklılıklarını devam ediyor ve küçük yaĢasa dahi halkın bilinçaltında kültürel öğretiler değiĢikliklerle Munzur Baba efsanesi geliĢimini sürdürüyor.Toplumdaki gelenekleri ve sosyal davranıĢları geçerli kılmak ve bunu nesilden nesile aktarmak halk bilincinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Vilayetname‘de geçen menkıbenin Anadolu‘nun hemen her köĢesinde anlatılan ‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsanelere ilham verdiğini ve kaynaklık ettiğini tahmin ediyoruz.Ayrıca Hacı BektaĢi Veli‘nin menkıbe‘de gösterdiği kerametin yıllar yılı birbirinin yerine geçme kuramına göre anlatıldığı savını da ortaya koyabiliriz.Anadolu‘nun her bölgesinde sevilen,sayılan kiĢiler için ‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ 449 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsaneler anlatılmıĢtır.Vilayetname‘de geçen menkıbenin (Gölpınarlı,1958:6) yemek‘‘ motifli , Anadolu‘da anlatılan ‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen efsanelere kaynaklık edebilme durumunu inceledik.Anadolu‘da anlatılan‗‘Sadık,evliya hizmetçi‘‘ ve ‗‘Hacta getirilen yemek‘‘ motifli efsanelerden 12 tanesini ,Saim Sakaoğlu makalesinde belirtmiĢti. (Sakaoğlu,1997:182) Diyarbakır‘da‘‘Deli Ali‘‘ ve KahramanmaraĢ‘taki ‗‘Kıyan‘‘ efsaneleri ile birlikte benzer motifli efsane sayısı 14 ‗e yükselmiĢ oldu. Munzur Baba efsanesinin 1914 varyantı ,1976 varyantı ve 2014 yılı günümüz varyantlarını inceledik.Farklılıklarını ve ortak özelliklerini tespit etmeye çalıĢtık. Halk anlatıları toplumun belleklerini oluĢturmaktadır.Toplumun içinde bulunduğu sosyal Ģartlar bu anlatıları etkilemekte yaĢanan süreç içerisinde metinlerde değiĢim ve dönüĢümler yaĢamaktadır.Efsane türünün karakteristik özelliklerinden olan yaygın efsanedeki kiĢinin yerine geçmesi yörede tanınmıĢ kiĢinin durumu Munzur Baba efsanesinde de görülmektedir. Bu tür efsaneler incelenirken ĢahıslarındeğiĢimi inanca bağlı değiĢim ve dönüĢümler toplumun tarihi süreç içerisinde yaĢadığı sosyal hadiselerin müĢahhas yansımalarıdır.Bu bağlamda toplumların sosyal hayatı incelenirken halk muhayyilesinin ürünü olan efsanelerinde incelenmesi gerekmektedir.Bu durum aynı zamanda halk edebiyatı metinlerinin salt bir edebi metin olmaktan ziyade aynı toplumun etnografyası hakkında bilgi veren belge niteliği de taĢıdıklarını da göstermektedir. Bu tür halk anlatılarının derlenmesi, elektronik kültür ortamında korunması küreselleĢmenin sonucu olarak unutulma tehlikesine karĢı tedbir alınmasını da sağlamaktadır.Farklı icra alanlarında (sinema , tiyatro vs.) inanç ve değerler bağlamında bu metinlerin değerlendirilmesi ve gelecek nesillere taĢınması Türk folkloruna önemli katkılar sağlayacaktır. Kaynaklar Akgül,Suat (2000), Amerikan ve Ġngiliz Raporları IĢığında Dersim,Ġstanbul,Yaba Yayınları,s.89. Ali,Duymaz(2001),Kaz Dağı Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme,Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ,S.5,s.88-102. 450 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bardakçı, M. Necmettin (2005), Bir Tasavvuf Mektebi Olarak Bektâsilik, Uluslararası Bektâsilik ve Alevilik Sempozyumu , Isparta, s.58. Bozkurt, Seyfi (2007), KahramanmaraĢ Efsaneleri, Konya. lisans Tezi. Doğan,PaĢa (2003), Türk Kültürü ve Hacı BektaĢ Velî AraĢtırma Dergisi Sayı .27 ,Seyit Mahmut Hayrani Silsilenamesi,Ankara,Gazi Üniversitesi. Gölpınarlı,Abdülbaki(1958)Vilâyetnâme, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı BektâĢ-ı Velî, Ġstanbul sy.6. Kalman,Mehmet (2011), Belge ve Tanıklarıyla Dersim,Ġstanbul,Peri Yayınları,s.13. Zeki,S.(1969),Yüce Evliya Düzgün Baba,Ġstanbul,Azim Matbaası,s.72. Noyan,Bedri (2000), Bütün Yönleriyle Alevîlik ve Bektâsîlik Cilt1,Ankara,Ardınç Yayınları s.368. Öcal Oğuz,M (2013),Türk Halk Edebiyatı El Kitabı,Ankara,Grafiker Yayınları,s.61. Ögel,Bahattin (2010),Türk Mitolojisi Cilt.2, Ġstanbul,Türk Tarih Kurumu Yayınları,s.362. Sakaoğlu,Saim (1997),Türkiyat AraĢtırmaları Dergisi S.4,Konya,Selçuk Üniversitesi,s.181190. Sakaoğlu,Saim(1976),101 Anadolu Efsanesi , Ġstanbul ,Damla Yayınevi,s.124. Üçer,Cenksu (2005),Tokat Yöresinde Geleneksel Alevilik, Ankara,Ankara Okulu Yayınları ,s. 325. YavaĢ ,Fatih (2006 ),Yuksek Lisans Tezi,Ġstanbul,Marmara Üniversitesi, s.51. Kaynak KiĢi-1 Özgür Özgül,1984,Tunceli,Ovacık Derlenme Tarihi:15.04.2014. Kaynak KiĢi-2 Aslı Çılgın, 1960 Tunceli,Ovacık Derlenme Tarihi:17.04.2014. Kaynak KiĢi-3 Mustafa Yıldız,1974,Diyarbakır,Derlenme Tarihi:20.04.2014. 451 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 SERVET-Ġ FÜNÛN: ÜTOPYALAR, ÇATIġMALAR VE HAYÂT-I MUHAYYEL Ġbrahim ÇALAN* ÖZET Ġnsanoğlu, öteden beri ideal bir dünya ve toplum düzeni inĢâ etme düĢüncesini hayâl ede gelmiĢtir. Platon‘un Devlet‘inden bu yana geçen uzun zaman zarfında;siyasî, edebî, sosyolojik yönü bulunan birçok ütopik eser vücûda getirilmiĢtir. Türk edebiyatında ütopik nitelikteki eserlereTanzimat döneminden itibaren rastlanır. Tanzimat dönemi, Osmanlı‘nınBatı‘ya ilim, teknik ve edebiyatta ciddi yönelimlerinin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde edebiyatta Batılı türler ilk kez denenmiĢ, Servet-i Fünûn döneminde ise teknik ve muhteva bakımından sağlam eserler verilmiĢtir. Batı‘ya yönelme sadece ilim ve sanat sahalarında değiĢimler getirmemiĢ, aynı zamanda muhafazakâr dünya görüĢünü de tesiri altına almıĢtır. Âkif PaĢa‘yla baĢlayan kırılma noktası, ġinasi ve Ziya PaĢa ile devâm etmiĢ, Servet-i Fünûn döneminde en uç noktalarına varmıĢtır.Hayât, din ve dünya karĢısındaki geleneksel duruĢun değiĢmesinin edebiyata yansımaları olmuĢtur.Hayâttan Ģikâyet eden, hayâtı saplantıya dönüĢtüren yeni nesille birlikte mutluluk ütopik beldelerde aranmaya baĢlanmıĢtır. Modern Türk edebiyatının elit edebî oluĢumu Servet-i Fünûn döneminde, -devrin siyasî yönden çalkantılı olması ve bu neslin karakter yapısının da etkisiyle- ütopik özelliklere sahip birçok edebî eser kaleme alınmıĢtır. Hüseyin Câhit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel‘i Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyel‘i ve YeĢil Yurt‘u bunlardan sadece birkaçına örnektir. Anahtar Kelimeler: Servet-i Fünun, Ütopya, Saplantı, Hayat-ı Muhayyel. Abstract Humankind has long been dreaming of idea which would create an ideal world and society system. It has been a long time since Plato's ―The Republic‖ and many utopian books which have political, literary and sociological aspect have written. Utopian works in Turkish literature are seen since Tanzimat period. Tanzimat is a period that Ottoman Empire significantly headed to the West in fields of science and literature. Western genres for the first * ArĢ. Gör. Siirt Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, ibrahimcalan@siirt.edu.tr. 452 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 time had tested in literature and in Servet-i Fünun period eligible books have written in terms of technique and theme. The heading to the West not only brought about changes in the fields of science and art, but also influenced conservative worldview. The breaking point which began Akif Pasha continued with ġinasi and Ziya Pasha and reached to it extreme border. Changes in traditional attitudes toward life, religion and world had influenced on literary. The happiness has sought in utopian place with the new generation who complain of life and make it an obsession. So Many utopian literary works have written in contemporary Turkish elite literary formation Servet-i Fünun period due to political turbulent and with that impact of the character of that generation. Hayat-ı Muhayyel by Hüseyin Cahit Yalçın, Ömr-i Muhayyel and YeĢil Yurt by Tevfik Fikret are examples a few of them. Key Words: Servet-i Fünun, Utopia, Obsession, Hayat-ı Muhayyel. GiriĢ Herhangi bir yerde bulunmayan bir mekân; nâ-mevcût bir varlık, gerçekdıĢı bir hakîkat (Utopie 1990: 264-265), herkesin mükemmel Ģartlar altında hayâtını sürdürdüğü hayâlî ülke (Utopia 1967: 545) anlamlarına gelen ütopya, Thomas More‘unÜtopya (1516) adlı eseriyle literatüre girmiĢ bir kelimedir. Ütopyanın Batı edebiyatında köklü bir geçmiĢi vardır.Ġlk ütopik eser Platon‘un Devlet (M.Ö 380) adlı eseridir.Bu eser felsefî bir ütopyadır.Daha sonra ise Thomas More‘un Ütopya (1516), Tommaso Campanella‘nın GüneĢ Ülkesi(1602), Francis Bacon‘nın Yeni Atlantis‘i (1627), Winstanley‘in Özgürlüğün Yasaları (1652) adlıeserler gelmektedir. Ütopyaya karĢıt olarak ise distopya ortaya çıkmıĢtır. ―Ters-ütopya, karĢı-ütopya Ģeklinde de ifade edilen distopya ise, ütopyanın tam tersi adaletsiz, savaĢın olduğu, huzursuz, mutsuz bir dünya anlamında kullanılmaktadır.‖ (Ġslamoğlu, 2013:704) Türk edebiyatında ise Batılı anlamda ütopya kavramı ve anlayıĢı her ne kadar eski olsa da bir yönüyle BatılılaĢma ile yakından ilgilidir. ―Osmanlı aydınları, 19. Yüzyılın ortalarında henüz kavram olarak ütopyayı bilmiyorlardı; fakat tarihimizin derinliklerinden gelen, fantastik ve ütopik unsurlar içeren eserlere pek aĢinaydılar. Dede Korkut Hikâyeleri, Binbir Gece Masalları, Farabi‘nin Faziletli Devlet‘i, Mazdakların eĢitlikçi gelenekleri, Karmatilerin ve Hürremilerin toplumcu giriĢimleri, Babai Ġsyanları, Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları, Battal Gazi Destanları ve diğer hikâyeler, söylenceler; Mevlana‘nın, Yunus Emre‘nin ütopik Ģiirleri, 453 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Alevi kitlelerinin ―Rıza ġehri‖ gibi ütopik tasarıları, Simavnalı Bedreddin‘in gelecek tasarısı ve diğerleri...‖ (Usta, 2014: 64-65). Türk edebiyatında ütopik özelliklere sahip edebî eserler -tam olarak ötopya özelliği göstermeseler de- Osmanlı Devleti‘nin güç kaybettiği, siyasî olarak istikrarsız olduğu Tanzimat döneminde görülmeye baĢlanır. Nitekim ütopyalar, en belirgin olarak buhranın azami dereceye vardığı, iyileĢme ve dönüĢme arzularının talep edildiği dönemlerde ortaya çıkarlar. Ziya PaĢan‘nın birtakım siyasî temennilerin bulunduğu Rüya(1868) adlı eseri ve Abdullah Cevdet‘in Mahkeme-i değerlendirilebilirler.Servet-i Fünûn Kübra(1895) döneminde, yazısıütopik Hüseyin ilk Cahit metinler Yalçın‘ın olarak Hayât-ı Muhayyel‘ 126 i, Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyel‘i ve YeĢil Yurt‘u, Fecr-i Âtî döneminde Ahmet HâĢim‘in O Belde‘si veYollar‘ı ütopik eserler olarak dikkat çekerler. Servet-i Fünûn Öncesi Genel Durum Her edebî hareket gibi Servet-i Fünûn hareketi de bir önceki kuĢağın edebî mirasından, dönemin siyasî ve sosyal durumundan azade değildir. Bu çerçevedeServet-i Fünûn neslini, daha iyi tahlîl edebilmek için Osmanlı Devlet‘inin ―modernleĢme‖ serüvenine kısaca değinmek faydalı olacaktır.18. yüzyıldan itibaren Osmanlı devleti; siyasî,askerî,ilmî sahalarda Avrupa‘nın gerisinde kalmıĢtır. Avrupa‘yı yakalayabilmek adına ilk olarak askerî alanda baĢlayan reform hareketleri 19. yüzyıldakendini değiĢik alanlarda da göstermeye baĢlamıĢtır; bu alanlardan biri de kuĢkusuz edebiyattır. Batı‘ya yönelme sadece ilim ve sanat sahalarında değiĢimler getirmemiĢ, aynı zamanda muhafazakâr dünya görüĢünü de tesiri altına almıĢtır. Âkif PaĢa‘yla baĢlayan değiĢim ve dönüĢüm, ġinasi ve Ziya PaĢa ile devâm etmiĢ, Servet-i Fünûn döneminde en uç noktalarına varmıĢtır.Hayât karĢısındaki geleneksel duruĢ yerini, Ģikâyet ve mennuniyetsizliğe bırakmıĢ, bu durum ütopik nitelikli eserler için uygun bir zemin hazırlamıĢtır. Varlığın kendisi artık bir ızdırap sebebi olmaya baĢlamıĢtır.Artık övülen Ģey ―yokluk‖tur. Âkif PaĢa‘nınAdem Kasidesi ile bir çözülme baĢlar: Biz bu mihnet-geh-i hestîye küçükken geldik Yoksa kim eyler idi terk-i kühencâ-yı adem. 126 HüseyinCâhidYalçın, Alıntılarbubaskıdandır. SeçmeHikâyeler, (hazırlayan: 454 Özgeġahin), KesitYayınları, Ġstanbul 2011. BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Âkif PaĢa‘nın bu beyitte dile getirdiği ―bu köhne mekânı terk etme, mihnet dolu mevcûdiyetten ayrılma‖ isteği tradisyondakilerden nüanslar içermektedir. O‘ndaki bu istek tasavvufî boyutlarda ele alınabilecek bir durum olmadığı gibi, yüce bir felsefî doktrinin neticesi de değildir.Adem Kasidesi daha çok Âkif PaĢa‘nın kırgınlık ve hırçınlıklarını öfkeylebilinç düzeyinde ifadeettiği bir metin olarak düĢünülebilir. Ziyâ PaĢa‘ya geldiğimizde O‘nun hayât, kainât ve varlık hakkındaki felsefî tefekkürleriyle karĢılaĢırız. Ziyâ PaĢa için dünya127, artık felâketler kaynağı olan bir değirmen, insan ise bu değirmende baĢı boĢ bir tanedir. Doğrusu Ziyâ PaĢa ile hayât karĢısındaki bu bedbîn tavır daha üst seviyelere çıkmıĢtır: Bir katre içen çeĢme-i pür hûn-ı fenâdan BaĢın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne Meydâna düĢen kurtulamaz seng-i kazâdan (Kolcu, 2011: 117) Bu dönemde kendisine inanılan Yaratıcı ve iman, bir kez de akıl süzgecinden geçirilmeye baĢlanmıĢ, pozitivimin ilk tesirleri görülmüĢtür. Asırlarca cân ü gönülle inanılan değerler, aklın Ģehâdetiyle tasdîk edilmek istenmiĢtir. ―Eski Türk edebiyatında akıl, iman karĢısında umumiyetle hor görülmüĢtür.‖ (Kaplan, 2009: 142) Tanzimat edebiyatının en önemli simâlarından olan ġinasi‘nin, 20 beyitlik Münâcât‘ında yine bu hususta dikkat çekici unsurlar vardır. ġinasi‘, 20 beyitlik Münâcât‘ı boyunca asıl maksadını söylemek için çırpınır, durur. Onbirinci beyite geldiğinde ―vahdet-i zâtına aklımca Ģehâdet lâzım‖ der. Bu mısra, gelinen noktayı göstermesi itibariyle dikkate Ģâyândır. Keza ġinasi, Mustafa ReĢid PaĢa için yazdığı kasidede ―Sensin ol fahr-i cihân-ı medeniyet ki hemân, / ahdini vakt-i saadet 128bilir ebnâ-yı zaman‖ diyecek kadar ileri gider. Aynı Ģekilde Sâdullah PaĢa‘nınOndokuzunucu Asıradlı eserindebu çerçevede dikkate değer birçok husus vardır. 127 ZiyaPaĢa‘nınTerci‘-iBend‘inden: Gerdünbirâsiyâb-ıfelâketmedârdır / Gûyâiçindeâdem-iâvâredânedir. 128 Hz. Peygamber‘in yaĢadığı devir hakkında kullanılan bir terim… Hz. Peygamber‘in yaĢadığı, ashabını terbiye edip yetiĢtirdiği, Ġslâmiyet‘in tebliğ edildiği ve tam anlamıyla uygulandığı zaman dilimini ifade etmektedir. Müslümanların en ideal zaman olarak kabul ettikleri, özlem duydukları ve saygıyla andıkları bu eĢsiz devri, bilhassa Türkler saygı ve hayranlıklarının bir ifadesi olmak üzere ―asr-ısaâdet‖ diye adlandırmıĢlardır (Özaydın 1991: 501). 455 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Tanzimat dönemi aydınlarının zihinlerinde yeĢeren Ģüphe tohumları;hayât karĢısında takındıkları menfi tavırlar ve kırılmalar, Servet-i Fünûn neslinin ırsî özellikleriyle, nahif mizaçlarıyla ve dönemin siyasî ve sosyal Ģartları ile birleĢince hayât büsbütüngayyâ 129 kuyusuna dönüĢmüĢtür: ĠĢte gayyâ-yı vücûd, iĢte o zulmet, o batak; BeĢerin iĢte, pür ümmîd ü heves, kıvranarak Ka'r-ı târında Ģinâh ettiği girdâb-ı ufûl! (Fikret, 2005: 100) Servet-i Fünûn edebiyatı, II. Abdülhamid devrinde meydana gelmiĢ edebî bir oluĢumdur. Bu devir, Osmanlı Devleti‘nin en çalkantılı devridir. II. Abdülhamid‘in politikalarını doğru bulmayan, her fırsatta muhalif davranan Servet-i Fünûn neslinin, var olan huzursuzluğuna sansür uygulamaları da eklenince bu nesil iyice kendi kabuğuna çekilmiĢtir. Aksiyon adamı olmamaları ve yapılarındaki marazîlik, onları mutluluğu sanatta ve idealize edilmiĢ mekânlarda aramaya itmiĢtir. Realitenin soğuk, sınırlayıcı çehresiyle karĢılaĢan bu santimantal nesil, sanatı hayâtın en büyük meĢgâlesi olarak telakki etmeye baĢlamıĢtır. ―Bütün gün ‗sanat, sanat içindir‘ (alıntılayan Kudret 1987: 286) diye haykırılması, ―edebiyatın gayesi yine edebiyattır, güzelliktir; edebiyat vasıta değildir‖ (alıntılayan Hizarcı,1957: 8) demeleri bu durumun neticesidir.Tüm bu Ģartlar birlikte düĢünüldüğünde Servet-i Fünûn döneminde ütopik nitelikte birçok eserin verilmesi daha iyi anlaĢılır. Servet-i Fünûn: KaçıĢ ve Ütopyalar Realitenin dıĢına çıkmak arzusu Türk edebiyatında yüzyıllardan beri iĢlenilmiĢ bir temdir. Anadolu edebiyatının baĢında gelen Yunus Emre‘de bu teme rastlanıldığı gibi, Divan Ģiirinin son temsilcilerinden olan Âkif PaĢa‘da da aynı tem bulunur. (Kaplan, 2009: 141) Devir, Ģahsiyet, etnik köken, siyasî ve dinî eğilim ne kadar farklı olursa olsun ötelerde bir yerde ideal olana duyulan hasret mutabık bir talep olarak görünüyor. Servet-i Fünûn edebiyatında da kaçıĢ temiyle sık sık karĢılaĢırız. Servet-i Fünûn edebiyatı âdeta ―realiteden kaçıĢ‖ edebiyatıdır. Servet-i Fünûn denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Tevfik Fikret‘in Rübâb-ı ġikeste‘sinde daha ilk manzumelerden itibaren realiteden kaçma, yaĢadığı hayâtı beğenmeme hususu gözlemlenir.Realiteden sıyrılıp hayâlî beldeye sığınma arzusu özellikle Tevfik Fikret‘in Ömr-i Muhayyeladlı Ģiirinde en beliğ bir Ģekilde ifade edilir. Ömr-i 129 Gayyâ [A.i] 1. Cehennemdebulunankuyu. 2. [mec.] Netâmeliyer, içindençıkılmasıgüçiĢ. (Doğan 1994: 399). 456 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Muhayyel‘de ―her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese meçhûl‖ diyen Tevfik Fikret, aslında bu neslin ortak talebini dile getirir. Ömr-i Muhayyel‘de gül bahçelerinin, yeĢil göllerin bulunduğu bir yerde kuĢlar kadar güzel bir hayât tahayyül edilir. Bu bağlamdaÖmr-i Muhayyelbir Serveti Fünûn ütopyasıdır: Bir ömr-i muhayyel… Hani gül-bünler içinde Bir kuĢcağızın ömr-i bahârîsi kadar hoĢ; Bir ömr-i muhayyel… Hani göllerde, yeĢil, boĢ Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar za‘il ü muğfel Bir ömr-i muhayyel! (Fikret, 2005: 142) Yalnızca bir resmin boyanmasının bile karamsar bir ruh durumunu iyileĢtirmede ya da gerilimi azaltmada etkisi olabilir 130 . Ömr-i Muhayyel Ģiiri, kelimelerle çizilmiĢ resimden baĢka bir Ģey değildir. Tevfik Fikret‘in böyle bir Ģiir yazmasının psikolojik yönünün olmasının yanı sıra edebî yönü de vardır. ―Resme karĢı büyük bir ilgi duyan bu nesil- Fikret aynı zamanda ressamdı, Servet-i Fünûn mecmuası, fotoğraf ve resimlerle süslüdür- Batı‘dan, resim gibi Ģiir yazmak iddiasında bulunan parnasyenlerle, nesirlerini resim haline koyan Goncourt‘ları ve Flaubert‘i örnek tuttu.‖ (Kaplan, 2009: 99) Bu durum Servet-i Fünûn nazmını ve nesrini âdeta resim haline getirmiĢtir. Örneğin Cenab ġahabettin‘in Elhân-ı ġitâ‘sı tam anlamıyla bir kıĢ tablosudur. Fikret‘in Ne Ġsterim adlı Ģiirinde resim, hayâl ve hasret iç içedir: Mâi bir göl, yanında bir meĢcer; MeĢcerin sîne-i sükûnunda MünteĢir iltimâ-i saf-ı kamer Sonra bir çok menâzır-ı hoĢ-ter(Fikret, 2005: 193) Tevfik Fikret‘in YeĢil Yurtadlı Ģiirinde de yine benzer temâyül söz konusudur. Realiteden kaçıĢ, muhayyel yerlere sığınma ve memnuniyetsizlik teması diğer Servet-i Fünûn 130 Ayrıntılı bilgi için bk. (Fordham, 2008). 457 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 sanatkârlarında da görülür. Hakîkatten ihtirâz131 eden ya da hakîkat ve hayâl arasında ezilen kahramanları Servet-i Fünûn eserlerinde çokça görürüz. Servet-i Fünûn‘un hikâye ve romancısı Halid Ziya‘nın eserlerinde bu türden karakterler mevcûttur. ―Halid Ziya‘nın Ahmed Cemil‘i ―mâi‖ hayâl ile ―siyah‖ hakikat arasında ezilir.‖ (Kaplan, 2009: 141) Mâi ve Siyah‘ın hayâlperest, bedbaht kahramanı Ahmed Cemil ile kurgusal bir mülakat düzenleyen Tanpınar, Ahmed Cemil‘e yaptıkları ile ilgili sorular sorar. Ahmed Cemil‘in verdiği cevâplar tipik Servet-i Fünûncular‘ı anlatır: ―- Niçin, dedim, niçin kaçtınız, siz ki, henüz gençtiniz, büyük bir istidatınız, kabiliyetleriniz vardı. - Belki bütün bunlar doğrudur ve hakikaten bende bu saydıklarınız vardı. Fakat yaĢamak için bir tarafım eksikti, zaruretlere tahammül edemiyordum. Sadece hülyanın , hüsnüniyetin yarattığı bir adamdım, onun için... Hem niçin taaccüp ediyorsunuz? Benden çok yaĢlı olan amcalarımın Yeni Zelanda‘da müstamer olmayı ciddiyetle düĢündükleri bir devrede benim Yemen‘de memuriyet kabul etmemi tabiî bulmalısınız; yorgundum, muhitim bana kasvet-engiz geliyordu.‖ (Tanpınar, 2011: 280) Yine Halid Ziya‘nın AĢk-ı Memnu‘sunda da aynı çatıĢma ve memnuniyetsizlik söz konusudur. ― (...) Realitenin sert yüzüyle iki üç temas nasıl Ahmed Cemil‘i yıkarsa, zengin, kibar, aĢçılı, uĢaklı, mürebbiyeli, havası garip bir hissîlikle dolu Adnan Bey‘in evini de Bihter, öylece alt üst eder... O, bu eve limonluğa düĢen bir yıldırım gibi girer.‖ (Tanpınar, 2011: 285) Servet-i Fünûn sanatkârlarının eserlerinde iĢledikleri temalar, çizdikleri tipler yakından incelendiğinde birbirleriyle büyük benzerlikler arz ederler. Tevfik Fikret‘in Sühâ‘sı ile Hayâtı Muhayyel‘in anlatıcısını birbirinden ayırt etmek zordur. Tanpınar‘ın deyiĢiyle ―Servet-i Fünûn tam bir aile idi. Eser ve insan bu ailede nev‘iler arasında birbirine cevap veriyordu. Nasıl Fikret biraz da Süha ise, Mâi ve Siyah‘ın kahramanı Ahmet Cemil de Süha‘nın öz kardeĢi, daha doğrusu bir çeĢit ―dublör‖ü idi.‖ ( Tanpınar, 2011: 288) Hayâlperest Sühaile realist Pervîn‘in çam ormanında yaptıkları geziyi konu edinen Sühâve Pervîn manzumesi yine Servet-i Fünûncular‘ı ve bu neslin ―felsefesi‖ni açığa çıkaran ifadeleri içermektedir: 131 Tevfik Fikret‘in Sahaif-i Hayatımdan adlı Ģiirinden: Bunu Ģiirim de söylüyor belki / Ben hakîkatten ihtirâz ederim. 458 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Melâli çehre-i eĢyâya pek yaraĢtırırım. (Fikret, 2005: 9) -Evet, hakîkati hulyâya hep fedâ ederim, Zaman olur ki vücûdumdan ayrılır, giderim...(Fikret, 2005: 103) ―Hakîkati hulyâya hep fedâ‖ eden bu nesil, hayâtı saplantıya dönüĢtürür, marazî bir ömür sürer. Bu santimantal tavırları, kendilerini bir araya getiren Recaizade Mahmut Ekrem‘de de görmek mümkündür. Recaizade Mahmut Ekrem, sırf hüzünlenmek, ağlamak için defalarca gazetelerde oğlu Nejad‘ın ölüm haberlerini arar. Servet-i Fünûncular, edebîyata getirdikleri santimantalizmi (edebî anlamda) Recaizade Mahmut Ekrem‘den tevarüs etmiĢ olmaları kuvvetle ihtimaldir. Servet-i Fünûn nesli büyük ölçüde dinî inançlarını yitirmiĢ bir nesildir. Bütün dinlerin özünde mevcût olan ―sonsuzluk‖ ve ―ebedî mutluluk‖ vaadine mesafeli durmaları, onları hayâlî beldeler arayıĢına sevk etmiĢtir. Servet-i Fünûn sanatkârları arasında dinî yönü en çok tahrîp olan Ģahıs Tevfik Fikret‘tir; aynı Ģekilde hayâlî belde hasreti de en çok O‘nda görülür: Bütün boĢluk: Zemîn boĢ, âsumân boĢ, kalb ü vicdan boĢ; Tutunmak isterim, bir nokta yok pîĢ-i hasârımda. Bütün boĢluk: Döner bir hîçî-i mûhiĢ civârımda; Döner beynim berâber; ihtiyârım, sanki bir sarhoĢ, DüĢer, bu lagzîde-pâ, her sâha-i ümmîde bir kerre... Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki benzer gurbet-i kabre; Ġnanmak… ĠĢte bir âgûĢ-ı rûhanî o gurbetde. (Fikret, 2005: 219) Tarih-i Kadim‘de daha ileri giderek dini, tarihi ve Tanrı‘yı sorgular. Tanrı‘yı ceberrut, zalim biri olarak niteler. Servet-i Fünûn‘un edebiyatından büyük ölçüde etkilenen Ahmet HaĢim‘in Ģiirlerinde de muhayyel yerlere sığınma isteği vardır. O Belde ve Yollar adlı Ģiirlerinde HaĢim‘in özlem ve hasreti açıkça görülür. HaĢim‘in Ģiirlerinde görülen, yaĢanılan hayattan memnuniyetsizlik, bilinmeyen güzel bir beldeye hasretduygusu...vsServet-i Fünûn sanatkârlarınca eserlerde sıklıkla iĢlenmiĢtir. 459 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Hayât-ı Muhayyel Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel (1899) adlı eseri Servet-i Fünûncular‘ın ―uzaklaĢma, sığınma, kaçıĢ‖ eğilimlerini en iyi yansıtan eserlerden biridir. Bu hikâye sevgiliyi, dostları ve tabiatın sâf güzelliklerini barındıran dünyevî bir cennete olan ütopik hasreti dile getirir.Günahın, kötünün, hırsın, menfaatin olmadığı bu mekânda, para da önemsenmez. Eserin baĢlığı aynı zamanda hikâyenin temelini teĢkîl eder. Bu hikâye özetle Ģudur: Kirli hayâtlardan, süslü salonlardan, menfaat mücadelelerinin zehirlediği âlemden uzaklaĢmak isteyen bir sanatsever grup aileleriyle birlikte uzaklarda, bir adaya yerleĢirler. Bu adada, herkesin müĢterek kullanabileceği, geniĢ yemek odalarına ve kütüphane salonlarına sahip bir bina inĢa edilir. Sonra tarlalar ekilir, hayvanlar beslenir, ava çıkılır. Bu sayede köyün ihtiyaçları tedarik edilir. Her ne kadar medeniyetten uzak olsalar da posta vasıtasıyla ilmî, fikrî ve teknik geliĢmelerden haberdâr olur, istifade ederler. Bu hayât için tahsis edilmiĢ bir günde de gezintilere çıkarlar. Bir gün bütün köyün içinde birden bire bir neĢe dalgası kabarır, köydeki ailelerden birinin çocuğu olur. Köyün nüfusu böylece artar, köy gittikçe bayındır hale gelir. Mesut ve âsûde seneler kemâl-i sükûnetle geçer, neĢeli baharları bereketli yazlar takip eder; ardından soluk hazanlar, fırtınalı kıĢlar gelir geçer. Bu aĢk hayâtının mükâfatı olarak güneĢli bir sonbahar günü sevgililer kucak kucağa ölür, aynı yere gömülürler...vs Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayât-ı Muhayyel adlı hikâyesi aslında Servet-i Fünûncular‘ın Yeni Zelanda‘ya gerçekleĢtirmek istedikleri göçü anlatmaktadır. Ülkede sürüp giden baskı yönetiminden ve ağırlığından kurtulma dilekleriyle avunup duran Servet-i Fünûncular, Yeni Zelanda‘ya göçmen alınacağı haberini duyunca umutlanmaya baĢlarlar. Hüseyin Cahit Yalçın, anılarında bu durumu Ģöyle anlatır: ―Ortaya Yeni Zelanda adalarına hep birlikte göç etmek düĢüncesi çıktı. Bu düĢüncenin ilkin kimin tarafından ortaya atıldığını hatırlayamıyorum. Yeni Zelanda adalarına göçmen göndermek için Londra‘da bir dernek varmıĢ, herkesi yüreklendiren broĢürler çıkarmıĢ. Oraya gidenlere parasız toprak veriliyormuĢ. Bu broĢürlerde Yeni Zelanda‘nın iklimi, güzelliği, son derece övülüyormuĢ. Mehmet Rauf bunlardan birini elegeçirmiĢti. Ġngilizceden çevirerek bizlere anlatıyordu. Fikret bu konuyu ortaya attı ve her duyan kabul cevabını verdi. Yeni Zelanda‘ya göç düĢüncesini tutmayan hemen hemen hiç kimse yoktu. Bu tasarım kesinlik kazansaydı kaç kiĢi iĢin ta sonuna kadar gidecekti? Kim bilir. Herhalde en zorlu isteklileri arasında göz hekimi Esat PaĢa‘yı, Hüseyin Kazım‘ı, Tevfik Fikret‘i, Rauf‘u ve kendimi sayacağım.‖ (Yalçın, 2010: 132-133). 460 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Göç yolculuğu için gereken parayı, Esat PaĢa Ankara dolaylarındaki büyük çiftliğini satmak suretiyle temin edeceğini söyler. Ada üzerinde propaganda broĢürlerinin verdiği bilgilerle yetinilmez, Hüseyin Câhit‘i ve Hüseyin Kâzım‘ı keĢif yapmak için oraya yollamak düĢünülür. Ankara‘ya çiftliği satmaya giden Esat PaĢa, oradan elleri boĢ dönünce bu hayâle veda edilir. Ancak Ġstanbul çevresinden uzaklaĢma fikrini akıllarından çıkaramayan Servet-i Fünûncular, bu kez Manisa dolaylarındaki bir köye yerleĢmeyi düĢünürler: ― Bununla birlikte, Ġstanbul çevresinden uzaklaĢmak bizde bir çeĢit değiĢmez düĢünce olmuĢtu. ―Hafiyelerle, sansürcülerle, sürgünler ve baskınlarla çevrili bu yaĢam içinde vicdanca rahat bir dakika geçirmek pek zordu. Bu derdin çaresini Hüseyin Kâzım buldu. Manisa dolaylarında sanırım Sarıçam denilen köyde toprağı varmıĢ. Orada çamlık, güzel bir tepe üzerinde bir köĢk yaparak çiftçilikle yaĢayacaktık. Bu son tasarım, daha sınırlı ama daha gerçek bir çerçeve içindeydi. Fikret, Kâzım, ben ailelerimizle oraya gidecektik. Bütün giderleri Hüseyin Kâzım yükleniyordu.‖ (Yalçın, 2010: 133-134). Tevfik Fikret, hemen bu hayâlle tutuĢmaya baĢlar; güzel bir köĢk planı çizer, odaları ve salonu belirler, hatta salonun nasıl döĢeneceğini bile kararlaĢtırır. Hüseyin Câhit, Sarıçam köyünü gider ve köy hakkında izlenimler edinir. Ancak bilinmeyen nedenlerle bu arzu da gerçekleĢ(tirile)mez. Hüseyin Câhit, Tevfik Fikret‘e serzeniĢte bulunur: ―...Fikret‘in böyle tuhaflıkları vardı. Kim bilir ne gibi bir düĢünce ile niyetinden vazgeçti ve kabahati Hüseyin Kâzım‘a yüklemek istedi. Ben Manisa‘da iken:―Gel ey berid-i perestide…‖ (Gel ey sevgili haberci...) [Rübab-ı ġikeste] diye dizeler söylemiĢ, sabırsızlıkla geri dönmemi beklemiĢ. Sonra giriĢimden vazgeçince: ―Sen de gittin, senin de arkandan‖ (Rübab-ı ġikeste) diye göz yaĢları dökmüĢtü. Sanki bütün giriĢimin amacı bu iki Ģiiri yazmakmıĢ gibi.‖ (Yalçın, 2010: 135-136). Faruk Huyugüzel, Hüseyin Câhit‘in hikâyeyi yazdığı yıllarda yeni toplum düzeni ve yeni insanlık fikriyle çok meĢgul olduğunu, Hüseyin Câhit‘in uzak âlemler tasavvurunu anlatan bir yazısından hareketle söyler: ―Gizli gizli okuduğumuz Utopie, Cite de Soleil gibi eserler bizim ruhlarımızda ‗senin‘, ‗benim‘ düĢünceleri olmadan kardeĢ gibi hakikî bir insan gibi bir arada yaĢamak ve temiz bir sosyete teĢkil etmek fikirlerini uyandırmıĢtı…‖(Huyugüzel, 1982: 47). Hayât-ı Muhayyel‘de bazı ütopyalarda görüldüğü gibi medenî hayâttan tamamen bî-haber kalınmaz. Komünal yaĢama ait izlerin olması ve aile hayâtından bahsetmesi, Hayât-ı 461 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Muhayyel‘i benzerlerinden farklı kılar. Hikâye okunduğu vakit, orada bulunan Ģahısların Servet-i Fünûncular, mekânın ise Yeni Zelanda‘ya gitme hayâlinden bozma olduğu açıkça görülür. Eserin yapısıyla ilgili kısaca birkaç Ģey söylemek gerekirse, Ģunlar söylenebilir: Bu hikâyede Ģahıs, coğrafya, mekân isimleri verilmemiĢtir; tarih hakkında da herhangi bir bilgi sahibi olamayız. Edebî eserlerde -bilimsel eserlerin aksine- muğlaklığın (müphemliğin) olması, eserin farklı yorumlara açık olmasına ve yelpazesinin daha geniĢ kitlelere hitâp etmesine imkân sağlamaktadır. Bu eserde Ģahıs, coğrafya, mekân ve tarih hakkında belirsizliğin bulunması eserin baĢarısını bir nebze arttırır. Bu eserin dil ve üslûbu, Servet-i Fünûn‘un zevk ve hassasiyetlerini tamamen yansıtmaktadır. Eserde müzikal değeri yüksek, ahenkli kelimeler tercih edilmiĢtir. Servet-i Fünûn edebiyatı ile baĢlayan klasik tabirlerin dıĢına çıkma ve yeni kelimeler kullanma eğilimi, bu eserde de gözlemlenir. Servet-i Fünûn‘un dile yeni kelimeler ve tabirler kazandırma gayretleri o dönemki edebiyat çevrelerince hoĢ karĢılanmamıĢtır. Servet-i Fünûn‘un muarızlarıbundan dolayı, Servet-i Fünûncular‘ı ―dekadanlık‖la itham etmiĢlerdir. ―Yeni tabirât 132 ‖ ve ―yeni elfâz‖a Ģunlar gösterilebilir: ...ufk-ı mevvâcın beyaz köpükleriyle hasbihal eder gibi hal-i aĢina duran rahîm ve sal-dîde, büyük bir ağacın altında ilk akĢamlar toplandığımız zaman... (s.44) ...hattâ ilk günlerde kubbe-i saf ve laciverdîsi altında misafir olduğumuz sema-yı mükevkeb bile yeniydi. (s.43) ...Ebedî bir bahâr-ı nilgûn-ı garam bizi daimî bir Ģebâb-ı aĢk içinde yaĢatıyordu. (s.50) ... akĢam vakitlerinin sakin, rûh-ı istinâs-ı tenhâyî-i hazîni... (s.51) 132 Servet-iFünûncular‘ın edebiyata getirdikleri yeniliklerden biri de o güne kadar kullanılmamıĢ yeni terkip ve tamlamaları kullanmalarıdır. Bu konuda en çok ileri giden Cenabġahabettin‘dir. ―Cenabġahabeddin'in Türk Ģiirine getirdiği yenilikler arasında, o zamana kadar Türk edebiyatında kullanılmamıĢ yeni ve orüinal terkiplere yer vermesi de zikredilmiĢtir. Üsûpçu bir yazar ve Ģair olma gayreti içinde bulunduğu Ģüphesiz olan Cenab, gerçekten de bu gayretini okuyucu zihninde yeni imajlar uyandıracak kavramlar. ibareler. Ġsim ve sıfat tamlamaları aramaya sarfetmiĢtir. Bu yeni terkiplerin bazıları Ģunlardır: Saat-isemenfam (yasemen renkli saatler).tûf - ıtesliyet (avunma yankısı), nây-ızümürrüd (yemyeĢil ney), ûd - ımükevkeb(yıldızlı ut). O zamana kadar birarada düĢünülmeyecek ve çok defa biri mücerret, diğeri müĢahhas iki kavramın birleĢmesinden meydana gelen bu yeni terkipler yadırgandı, tenkit edildi ve hatta alay konusu oldu. Önce Ahmed Midhat Efendi Cenab'ı ve dili bu yola sokan diğer Servet-iFünûncular'ı , o yıllarda Fransa'da benzer edebiyatçılar için kullanılan Fransızca bir sıfatla ( dekadan inhitateden, çöken) suçladı.‖ (Tarakçı, 1993: 347). 462 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Servet-i Fünûncuların zengin bir hayâl gücüne sahip olmaları ve realiteden kaçmak istemelerine psikanalitik bir yaklaĢım getirilebilir.Servet-i Fünûncular, Tanzimat aydınları gibi aktif mücadele adamı olmayıp içe dönük tiplerdir. Ġçe dönük tipler 133 , nazik ve düĢüncelidirler ve genelde zengin bir hayâl dünyaları vardır. Ayrıca bu tiplerin, bir fikrin dünyaya yararlı olabileceği Ģeklinde belirsiz bir anlayıĢları vardır. Tevfik Fikret‘in Promete‘sine, oğlu Haluk nezdinde idealize ettiği fikirlere, hatta Hayât-ı Muhayyel ve ÖmriMuhayyel‘ebu açıdan bakmakta yarar vardır. Sonuç Servet-i Fünûncular, kendilerini rahatsız eden durumlardan kaçmak mutlu ve huzurlu bir hayât sürmek için birtakım giriĢimlerde bulunmuĢlardır.Servet-i Fünûncular; ilkin Yeni Zelanda‘ya, bu gerçekleĢmeyince de Manisa dolaylarındaki Sarıçam köyüne yerleĢmeyi düĢünmüĢlerdir. Her iki düĢünce de sonuçsuz kalmasına rağmen Tevfik Fikret,baĢka bir yerde ikamet etme düĢüncesinden vaz geçmemiĢtir. Nihayetindeprojelerini kendi çizdiği ve AĢiyân (kuĢ yuvası) adını verdiğiĠstanbul‘daki evine yerleĢmiĢtir. Servet-i Fünûncular‘ın bütün bu uzaklaĢma (kaçma, sığınma) çabaları sadece reel düzeyde kalmamıĢ, edebiyata da aksetmiĢ, bu vesileyle de birçok eser meydana getirilmiĢtir. Bunların arasından özellikleHayât-ı Muhayyel ve Ömr-i Muhayyel dikkate değer eserlerdir.Servet-i Fünûncular‘ın tutumlarını, bu neslin karakter yapıları ve içinde yaĢadıkları devrin sosyal ve siyasî Ģartları ile değerlendirmek daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Kaynakça Doğan, D. M. (1994). Gayyâ. Büyük Türkçe Sözlük (s.399). Ġstanbul: Ülke Yayın Haber. Fikret, T. (2005). Rübâb-ı ġikeste. Ġstanbul: Çağrı Yayınları Fordham, F. (2008). Jung Psikolojisinin Ana Hatları. A. Yalçıner (Çev).Ankara: Say Yayınları Hizarcı, S. (1957). Hüseyin Cahit Yalçın Hayatı, Sanatı, Eserleri. Ankara: Varlık Yayınları. Huyugüzel, Ö. F. (1982). Hüseyin Cahit Yalçın‘ın Hayatı, Hikâye ve Romanları Üzerinde Bir AraĢtırma. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Ġslamoğlu, F. (2013). George Orwell‘in ‗Bin Dokuz Yüz Seksen Dört‘ Adlı Romanı ile Cengiz Aytmatov‘un ‗Gün Olur Asra Bedel‘ Adlı Romanının ‗DüĢüncesuçu‘ Bağlamında KarĢılaĢtırılması. Turkish Studies, 8/8 Summer, 701-719. Kaplan, M. (2009). ġiir Tahlilleri Tanzimat‘tan Cumhuriyet‘e. Ġstanbul: Dergâh Yayınları. 133 Bk. Frieda Fordham‘ın Jung Psikolojisinin Ana Hatları. 463 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Kolcu, A, Ġ. (2011). Tanzimat Edebiyatı 1 ġiir. Erzurum: Salkım Söğüt Kudret, C. (1987). Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman. Ġstanbul: Ġnkılâp Kitabevi. Özaydın, A. (1991). Asr-ı saâdet.Türkiye Diyanet VakfıĠslâm Ansiklopedisi içinde (Cilt. 03, s.501). Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. Tanpınar, A. H. (2011). Edebiyat Üzerine Makaleler. Ġstanbul: Dergâh Yayınları. Tarakçı, C. (1993). Cenab ġahabeddin.Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi içinde (Cilt. 07, s.347). Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. Usta, Sadık. (2014). Türk Ütopyaları Tanzimat‘tan Cumhuriyet‘e Ütopya Ve Devrim. Ġstanbul: Kaynak Yayınları Utopia. (1967). Britannica‘s Concise Pictured Encyclopaedia içinde(Cilt.14, s.545). U.S.A: Encyclopaedia Britannica. Utopie. (1990). Encyclopædia Universalisiçinde (Cilt.23, s.264-265). France:Encyclopædia Universalis. Yalçın, H. C. (2010). Edebiyat Anıları. (hazırlayan: Rauf Mutluay). Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları. Yalçın, H. C. (2011). Seçme Hikâyeler. (hazırlayan: Özge ġahin). Ġstanbul: Kesit Yayınları. 464 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KERKÜKÎ ABDÜSSETTÂR EFENDĠ VE MĠ‟RÂCĠYYE‟SĠ Ġsmail YILDIRIM ÖZET Türk Ġslâm edebiyatı geleneği çerçevesinde Hz. Peygamber‘in doğumu, manevî yaĢam tarzı, mucizâtı, Ģahsiyeti ve ölümü üzerine birçok eser kaleme alınmıĢtır. O‘nun hayatı etrafında meydana getirilen eserler ya müstakil olarak kaleme alınmıĢ ya da yazar meydana getirdiği eserinin bir bölümünü bazı nazım Ģekilleri altında, Hz. Peygamber‘in mucizeleri veya vasıflarına ayırmıĢtır. Hicretten yaklaĢık bir yıl önce, Recep ayının 27. gecesinde zuhûr eden Mi‘râc hadisesi; Hz. Peygamber'in, ilahî sevk ile Mescid-i Haram‘dan Mescid-i Aksâ‘ya ve nihayetinde Yüce Allah ile görüĢüp, bazı ilahî emirleri almasından müteĢekkildir. Bu hadise birçok yazar ve Ģair tarafından kaleme alınmıĢ; zamanla ―Mi‘râciyye, Mi‘râc-nâme‖ adı altında eserler meydana getirilmiĢtir. Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi‘râciyeler XI. yüzyıldan itibaren çok fazla rağbet görmüĢ, manzum-mensur karıĢık veya manzum Ģekilde yazılmıĢ metinler halinde geliĢimini sürdürmüĢtür. ġairlerin coĢkulu bir söyleyiĢ ve yer yer didaktik özelliklerle dolu olarak kaleme aldıkları mi‘râciyeler, mi‘râc mucizesini anlatmaları nedeniyle, çoğu zaman sanatkârane bir üslûpla yazılmıĢlardır. 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın baĢlarında yaĢamıĢ, Kerkükî Abdüssettâr Efendi (18581932) de tercî‘-i bend nazım Ģekliyle bir Mi‘râciye kaleme almıĢtır. Nakarat beyti; Rûz u Ģeb zikr-i lisânımdır salât ile selâm Ol mübârek rûhına ey Hazret-i fahrü‘l-enâm olan mi‘râciyyede Ģair, Hz. Peygamber‘e duyduğu derin sevgi ve muhabbeti samimî, coĢkun ve lirik bir Ģekilde dile getirmiĢtir. Bu yazıda, mi‘râciye türü ve mi‘râciyenin Türk edebiyatındaki yeri, tarihî geliĢimi ve Türk edebiyatında yazılmıĢ belli baĢlı mi‘râciyeler hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra, müellifin hayatı bahis konusu edilecek, Ģairin daha önce üzerinde durulmamıĢ olan Mi‘râciye‘si Ģekil ve muhteva husûsiyetleri açısından incelenip; eserin transkribe edilmiĢ metni ve günümüz Türkçesine çevirisi verilecektir. Kırıkkale Üniversitesi/ Fen-Edebiyat ismailyildiriim@gmail.com Fakültesi/ 465 Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Türkiye, BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Anahtar Kelimeler: Mi‘râciyye, Abdüssettâr Efendi, Ġslâmî Türk Edebiyatı, Hz. Peygamber. KERKÜKÎ ABDÜSSETTÂR EFENDĠ AND HIS MĠ‟RÂCĠYYE Abstract In the framework of tradition of Islamic Turkish literature, a lot of works were written about birth, moral life style, miracles, personality and death of the Prophet Muhammad. The works about His life were written as an independent work or author wrote a chapter of his work about the Prophet Muhammad‘s miracles or qualifications in some forms of verse. Aproximately one year before Hejira, Mi‘râc which happened on the 27th Rajab is composed of the Prophet Muhammad‘s going from Al-Aqsa Mosque to Al- Haram Mosque through divine transfer and meeting God Most High and receiving some divine orders. This phenomenon was written by many authors and poets and in time the works called ―Mi‘râciyye, Mi‘râc-nâme‖ were created. In time, mi‘râciyye having some typical characteristics attracted great attention as from XI. century and maintained its development as texts in mixed poetic-prose form or prose form. Mi‘râciyye written by poets in an enthusiastic utterance and partly with full of didactic features were written generally in an artistic style because they narrated miracle of mi‘râc. Kerkükî Abdüssettâr Efendi (1858-1932) also wrote a Mi‘râciyye in poetry form of tercî-i bend. It‘s chorus verse is below: Rûz u Ģeb zikr-i lisânımdır salât ile selâm Ol mübârek rûhına ey Hazret-i fahrü‘l-enâm In this mi‘râciyye, the poet expressed his deep love and affection to the Prophet Muhammad in a sincere, enthusiastic and lyric way. In this paper, some information about mi‘râciyye as a genre, the place of mi‘râciyye in Turkish Literature, its historical development and some major mi‘râciyye in Turkish literature will be given. After that, author‘s life will be mentioned, his Mi‘râciyye, which hasn‘t been emphasized before, will be examined in terms of form and content and its transcript and translation into modern-day Turkish will be provided. Key words: Mi‘râciyye, Abdüssettâr Efendi, Islamic Turkish Literature, the Prophet Muhammad. 466 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GiriĢ Din bir topulumun sosyal, edebî ve kültürel faaliyetlerini teĢkil etmede temel unsurlardan birisidir. Ġslâm‘ın kabulüyle yeni bir kültürün tesiri altına giren Türkler; bu tesiri sadece dinî ve sosyal sahada hissetmemiĢ; aynı zamanda sanat, edebiyat ve kültürel hayatlarına da yansıtmıĢlardır. Anadolu‘da geliĢen Türk edebiyatı ürünlerine baktığımızda bu tesirin izleri daha net bir Ģekilde görülecektir. Özellikle Hz. Peygamber, Hulefâ-yı RâĢidîn, diğer sahabe ve velîler etrafında yazılan dinî muhtevalı eserler bu duruma örnek olarak gösterilebilir mahiyettedir. Dinî eserlerin muhtevasını oluĢturan kaynaklara bakılırsa ―Kur‘ân ve Hadis‘in çevresinde geliĢen tefsir, fıkıh, kelâm, akâid, tasavvuf, evliyâ ve enbiyâ kıssaları, tabakât ve menâkıb kitapları önemli bir yere sahiptir. (Levend, 1972: 357) Özellikle Hz. Peygamber‘in hayatı çevresinde geliĢen dinî manzum eserlerin sayısı bir hayli fazladır. Hz. Peygamber‘in hayatını veya hayatının bir bölümünü ele alan bu türler; bazen müstakil bir eser olarak yazılmıĢ, bazen de divanlarda yer almıĢtır. BaĢta na‘tlar olmak üzere mevlid, esmâ-yı nebî, sîret, mi‘râciyye, hilye, hicretü‘n-nebî, mucizât, Ģefâat-nâme, kırık hadis, gazavât-ı Resûlallah gibi türlerde yazılan eserler, mensur olmalarının yanı sıra çoğunlukla manzum olarak yazılmıĢlardır. Bunun sonucunda da baĢlı baĢına Hz. Peygamber‘le ilgili bir edebiyatın teĢekkül ettiğini söyleyebiliriz. (Çelebioğlu, 1998: 349) Arapça""عزجkökünden türemiĢ olan mi‘râc; basamak, merdiven, göğe çıkma, yükselmegibi anlamlara gelir. (Parlatır, 2006: 1097) Istılahta ise mi‘râc; göğe çıkma, urûc olarak kullanılmıĢtır. (Sami, 1317: 1373) Fakat burada kastedilen rastgele bir yükselme değil, Hz. Peygamber‘in göklere yükseliĢ mucizesidir. (Akar, 1987: 3) Mi‘râc hadisesi iki kısımdan meydana gelmiĢtir. Hz. Peygamber‘in Recep ayının 27. gecesi Mekke‘deki Mescid-i Haram‘dan Kudüs‘teki Mescid-i Aksâ‘ya gelmesine ―Ġsrâ‖, Mescid-i Aksâ‘dan Sidre-i Müntehâ‘ya dek olan yolcuğu ise ―Mi‘râc‖ adını almıĢtır. (Pala, 2012: 322) Bu gece ayrıca Leyle-i Mi‘râc olarak da zikredilmektedir. ġeb-i Mi‘râc ayrıca Klâsik Türk Ģiirinde Hz. Peygamber‘in saçına da teĢbih edilir. Söz konusu O‘nun saçı olunca benzetilen herhangi bir gece olmaz. Hz. Peygamber‘in saçı bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir Gecesi‘ne benzetilirken saç, Leyletü‘l-Kadr ü Berât, ġeb-i Kadr, ġeb-i Mi‘râc iliĢkisiyle birlikte değerlendirilir. O‘nun bir nûrdan oluĢan bedeninin her bir zerresi bir güneĢ ve ay, anber kokulu saçları da bu kutlu gecelerdir (Önal, 2013: 12711280). Bir edebiyat terimi olarak Mirâciyye; ―Peygamber Efendimiz‘in mi‘râcından bahseden eser veya bu münasebetle yazılan manzum veya mensur metinlere verilen isimdir.‖ Mi‘râc baĢlangıçta sîretin bir bölümü iken, zamanla mevlit, hilye ve benzeri dinî-edebî türler gibi müstakil bir tür haline gelmiĢtir. (Canım, 2012: 149) Mi‘râciyeler genellikle gece ve gökyüzü tasviri ile baĢlar. Bazen de mi‘râcdan evvel Ģakk-ı sadr (Cebrail‘in Hz. Peygamber‘in göğsünü yarıp zemzemle yıkaması) mucizesine yer verilir. Hz. Ali‘nin kız kardeĢi Ümmühânî‘nin evinden baĢlayan bu yolculuk, Cebrail‘in Burak‘ı cennetten getirmesi, Hz. Peygamber‘in Mescid-i Aksâ‘ya varıĢı ve orada onu karĢılayan 467 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 nebîlere imam olup namaz kıldırması üzerinde durulur. Buradan semâya yükseliĢi ve göğün her katında farklı bir peygamberle tanıĢması, cennet, tûbâ, hûriler, köĢkler, cehennem hayatı tasvirlerine yer verilir. Hz. Peygamber‘in ―kâbe kavseyn‖ makamına ulaĢması, Allah ile mülâkatı, namazın farz kılıması ve Resûlullâh‘ın bunu ashâbına bildirmesi anlatılır. (Uzun, 2005: 135-136) Mi‘râciyyeler, Ġslâmî edebiyatta tıpkı mevlid ve hilyeler gibi çok özel bir yere sahiptir. Mi‘râc hadisesi birçok müellif tarafından tekrar tekrar iĢlenmiĢ ve böylece Ġslâm edebiyatlarının en sevilen konuları arasına girmiĢtir. Sonuçta, özü itibariyle birbirinden pek farkı olmayan, ancak bazı ayrıntılarda birbirinden küçük farklılıklar ortaya koyan manzum ve mensur birçok ―Mi‘râciyye‖ yazılmıĢtır. Bunlar ―Mi‘râc-nâme‖ ismiyle müstakil kitaplar oluĢturduğu gibi dinî ve edebî birçok eserin içinde bölümler hâlinde de görülür. Bir yandan Ġslâm âlimleri, bir yandan Ģairler, Ģu ya da bu yolla her fırsatta mi‘râcı hatırlamıĢlar ve bu konuyla ilgili duygularını, düĢüncelerini yazmıĢlardır. O kadar ki mi‘râc hadisesi zamanla menkabevî bir hâl almıĢtır. Bu durum tabii ki edebiyata da aksetmiĢ, birçok edebî eser iĢtiyak ve ibretle mi‘râcı anlatmıĢtır (Pala, 1986: 372). ġairlerin coĢkulu bir söyleyiĢle ve yer yer didaktik özelliklerle dolu olarak kaleme aldıkları mi‘râciyyeler, bu mucizeyi anlatmaları dolayısıyla çoğu zaman sanatkârâne bir üslûpla yazılmıĢlardır. Eski edebiyatımızda divan ve mesneviler içinde bir mi‘râciyye bulundurmak gelenek hâlini almıĢ ve na‘tlar ile medhiyeler arasında mi‘râciyyelere de sıkça yer verilmiĢtir (Pala, 1990: 351). Mi‘râciyyeler veya diğer adıyla Mi‘râcnâmeler, tıpkı mevlitlerde olduğu gibi musikî olmaksızın beste ile okunurdu. Bu tür Ģiirleri ezgi ile okuyanlara mi‘râc-hân denilmiĢtir. Mi‘râcnâmelerin camilerde ve özel toplantılarda mevlid gibi, hilye gibi okunması gelenek hâlini almıĢ ve özellikle Receb ayının 27. gecesinde mi‘râc-hânlar tarafından Ģevkle okunup dinlenilmiĢtir. Bilhassa Nâyî Osman Dede (ö. 1732)‘nin Mi‘râcnâme‘si, türün birkaç makamda bestelenmiĢ örneklerindendir (Canım, 2012: 150). Türk edebiyatında mi‘râcnâme yazma geleneği önce Çağatay sahasında baĢlamıĢtır. Bu en eski ve en uzun heceyle yazılmıĢ mi‘râciyye, XII. Yüzyılda Ahmed Yesevî‘nin müridlerinden Hakîm Süleyman Ata tarafından yazılmıĢtır. Anadolu sahasında kaleme alınmıĢ ilk müstakil mi‘râciyye ise XV. asırda Ahmedî‘nin kaleme aldığı Tahkîk-i Mi‘râc-ı Resûl‘dür. (Uzun, 2005: 134) Türk edebiyatında mi‘râciyyeleri ile meĢhur Ģairlerimizden bazılarıĢunlardır: Yenice Vardarlı Usûlî (ö. 1538),Ganizâde Nâdirî (ö. 1626), NeĢâtî (ö. 1634), Nev‘izâde Atâyî (ö. 1635), Sâbit (ö. 1712), Nazîm (ö. 1726), Seyyid Vehbî (ö. 1726), Nâyî Osman Dede (ö. 1729), Süleyman Nahifî (ö. 1738), Halimî (ö. 1824) ve Ġzzet Molla (ö. 1829) (Pala, 2012: 323). Mi‘râciyyeler siyer, hilye, mevlit ve mûcizât-nâme gibi eserlerde bir bölüm hâlinde yer aldığı gibi, mesnevîlerde de çoğu zaman bir bölüm hâlinde bulunabilirler. Mesnevîlerinde mi‘râciyye bulunan Ģair ve eserlerinden bazıları ise Ģunlardır: Ahmedî (ö. ?1413); CemĢîd ü HûrĢîd, Ali ġîr Nevâyî (ö. 1501); Hayretü‘l-Ebrâr, Ferhad ü ġîrîn, Mecnûn u Leylî, Seb‘a-i Seyyâre, Sedd-iĠskender mesnevilerinde, Hamdullah Hamdî (ö. 1508); Leylâ vü Mecnûn adlı eserinde, Lâmiî (ö. 1531)‘nin Ferhad u ġîrîn‘inde, Fuzûlî‘nin Leylâ vü Mecnûn‘unda, TaĢlıcalı Yahyâ (ö. 1582)‘nın Gencîne-i Râz, Usûlnâme, ġâh u Gedâ, Yûsuf u Züleyhâ ve 468 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 GülĢen-i Envâr‘ında, Kara Fazlî (1563)‘nin Gül ü Bülbül mesnevisinde, Nev‘izâde Atâyî (ö. 1635)‘nin Âlemnümâ, Nefhatü‘l-Ezhâr, Sohbetü‘l-Ebkâr, Heft-hân ve Hilyetü‘l-Efkâr‘ında, Nâbî (ö. 1712)‘nin Hayriyye‘sinde, ġeyh Gâlib (ö. 1799)‘inHüsn ü AĢk‘ında mi‘râciyye bölümleri mevcuttur (Akar, 1987: 126-127). Ayrıca müellifi ve müstensihi kayıt altına alınmayan, anonim olarak bilinen mi‘râciyyeler de mevcuttur. Örneğin, Eski Anadolu Türkçesi döneminde meydana getirilmiĢ mensur Risâle-i Mi‘râciyye gibi (Sır, 2013: 22572349). XIV. yüzyılda yaĢamıĢ, Abdüssettâr Efendi de Hz. Peygamber‘e olan sevgi, muhabbet ve bağlılığını ifade etmek maksadıyla müstakil bir mi‘râciye kaleme almıĢtır. Abdüssettâr Efendi134 Kerkük‘te Korya semtinin Begler mahallesinde Hürmüzîler sokağında sâkin Molla Ahmed b. Seyyid Ömer adında bir Ģahsın oğlu olan Seyyid Abdüssettâr, h.1275/m.1858 tarihinde doğmuĢtur. ġairin lâkabı, Ģahsî adından alınan Abdî‘dir. Bunu bazen kendisinin Abdüssettâr biçiminde kullandığı görülür. Dinî ve ilmî tahsilini Kerkük medreselerinde tamamladıktan sonra, Türkiye‘ye giderek orada sâbık Edirne nâibi meĢhur Âlim Berzenci-zâde Ahmed Fâiz‘den h.1294/m.1876 yılının ramazan ayında ilmî icâzetnâme almıĢ, daha sonra ünlü müderris Mustafa Âsım Sürmenevî‘den ulûm-ı akliye ve nakliye konularında h.1312/m.1894 tarihinde bir icâzetnâme daha almıĢtır. Bunun üzerine Türkiye‘nin bazı önemli vilayetlerinde müderrislik yapmıĢtır. Nitekim h.1313/m.1895 tarihli fermandan öğrendiğimize göre Bursa vilayetinde müderris iken, ġeyhülislâm Muhammed Cemâleddin‘in tezkiyesiyleh.1313/m.1895 tarihinden itibaren uhdesine Ġzmir pâyeliği verilmiĢtir. Ġlmiye rütbelerinden olan bu resmî pâye müderrislik pâyesinden daha büyük bir rütbedir ki buna sahip kiĢilere zamanında ―faziletli‖ lâkabıyla hitap olunurdu. ġairin Amerika‘da bulunan torunu Doktor Ali Ġhsan b. Ali Haydar, Profesör Dr. SuphiSaatçi‘ye 135 gönderdiği bir yazıda dedesi Seyyid Abdüssettâr‘ın Rûmî 1322/m.1906 tarihinde Mekke‘de evkaf müdürlüğüne atandığını ve bu vazifeyi yedi yıl süreyle ifa ettiğini söylüyor. Fakat ilmiye sâlnâmesinden öğrendiğimiz bilgiye göre Ģair bu süre içerisinde evkaf müdürlüğünde değil, haremeyn-i muhteremeyn pâyesinde olup, daha önce Kerkük nakîbü‘leĢrâf kâim-makam sâbıkı idi. Hicrî 1327/m.1909 fermanında ise Ģairin kardeĢi Muhammed Sâbit‘in ölümü üzerine büyük oğlu Seyyid Abdülcebbâr Mekke-i mükerreme‘de Kâ‘be-i muazzama‘nın ferâĢet-i Ģerîfe mansıbına atanmıĢtır. 134 Bu bölüm, Ata TerzibaĢı tarafından yayına hazırlanan ―Kerkük ġairleri‖ adlı eserin 11. cildinden özetlenerek alınmıĢtır. (TerzibaĢı, 2005: 8-12) 135 Suphi Saatçi, 1946 yılında Kerkük‘te doğmuĢtur. Kerkük‘ün yetiĢtirdiği önemli ilim adamlarından biridir. Yazar, Kerkük ve havâlisi üzerine birçok inceleme yazısı, makale ve eser kaleme almıĢtır. 469 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Mütevâzi ve fazıl bir din adamı olan Seyyid Abdüssettâr 1908 tarihinde meĢrutiyyet inkılâbından sonra memleketi Kerkük‘e dönerek hayatının son bölümünü bu Ģehirde ibadet ve takva ile geçirerek, ziyaretine gelenleri konağında kabul eder, musahebede bulunurdu. Bunlar arasında dıĢ ülkelerden gelen ilm ve zühd erbabı kiĢiler de vardı. Bu yüzden halk kendisine latîfe kabilinden ―Korya Peygamberi‖ lâkabını vermiĢlerdir. Kerkük‘te herkes tarafından tanınıp, sevilen bir Ģahsiyet olan Seyyid Abdüssettâr, hükümet sarayında icra edilen ahz-ı asker merasiminde ve baĢka münasebetlerle yapılan resmî törenlere davet edilir ve Ģehrin ulemâ ve eĢrâfı arasında ön sırada yer alırdı.h.1351/m.1932 tarihinde vefat eden Seyyid Abdüssettâr, hayatı boyunca yedi kadınla evlenmiĢ, arkasından altı erkek çocuk bırakmıĢtır. Çok az kimseye iltifat eden Kerkük‘lü Ģair ġeyh Rıza Parlak, bir manzume ile Abdüssettâr Efendi‘yi medh etmiĢtir. Matlaı: Hâcet-i mü‘minleri ber-câ eden serdâr olur Câm-ı vahdetden hemîĢe mest olur humâr olur olan bu Ģiirde Rıza Parlak, Abdüssettâr Efendi‘ye duyduğu muhabbet ve sevgiyi samimî bir Ģekilde ifade etmiĢtir. Seyyid Abdüssettâr‘ın kendi Ģiirlerine gelince bunlardan az sayıda gördüğümüz eserleri edebî sanat manzumeleri olmaktan çok, ilmî bir üslûpla yazılmıĢ dinî muhtevalı eserlerdir. ġairin dört büyük fermanı, iki icâzetnâmesi ve bazı dağınık Ģiirleri vardır. Söz konusu eserler mürettep birer eser hâline getirilememiĢtir. ġairin bir diğer eseri manzum mi‘raciyye olup, eser aĢağıda ayrıntılı bir Ģekilde incelenecektir. Mi‟râciyye Divanı Eser, Ġstanbul‘da Ġbrahim Efendi Matbaası‘nda h.1326/m.1908yılında basılmıĢtır. 7 sayfadan ibaret olan eser,4 bend, 45 beyit hâlindetercî‘-i bend nazım Ģekliyle meydana getirilmiĢtir. Müellif, eserinin mukaddime bölümünde mensur bir duaya yer vermiĢtir. Mi‘râciyye‘nin matla‘ve nakarat beyitleri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniyle yazılmıĢ, akabindemefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla kaleme alınmıĢ tercî‘-i bend gelir. Fakat müellif, eserin içinde klâsik tercî‘-i bendlerden farklı olarak 2. bendin 4. beytinden itibaren olmak üzere; 3. bendin 3. beytine kadar konunun akıĢını ve âhengini bozmadan, monotonluğu kırmak maksadı ile manzume içinde vezni değiĢtirmiĢ, farklı bir usûl meydana getirmiĢtir. 4/Mefâîlün kalıbıyla devam eden eser, söz konusu kısımda 3/Fâilâtün 1/Fâilün vezniyle devam eder. Divan Ģairlerinin kaside nazım Ģekli içersinde konunun akıĢına uygun bir gazel (tegazzül) meydana getirmelerini, Abdüssettâr Efendi de tercî-i bendinde yapmıĢtır. Bu durumu Abdüssettâr Efendi‘nin, dönemin edebî akımlarının tesirinde kalması Ģeklinde açıklayabiliriz. ġöyle ki: Servet-i Fünûn etkisinde Ģiirler kaleme alan Enis Behiç Koryürek (ö. 1949), bazı duraklarda değiĢiklik yapıp on birli hece veznini 7+4 olarak böldükleri oldu. Bir manzumede farklı aruz kalıplarını kullanma usûlünü bilhassa Enis Behiç hece kalıplarına uygulamaya çalıĢtı. Halit 470 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Fahri (ö. 1971), hece ile serbest müstezatlar yazmayı denedi. Ayrıca nazım biriminde dörtlük esasına bağlı kalmayıp yeni biçimler aradılar (Uçman, 1992: 544). Söz konusu bölümden sonra vezin tekrar mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbına dönmekte ve eserin sonuna kadar aynı vezin devam etmektedir. Yukarıda bahsi edilen kısım Ģöyledir: Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy Śubĥ-ı r yıñdan żiy -s z oldı hep r y-ı zemįn Buldı n rıñdan seniñ ehl-i sem źevķ u śaf Ķubbe-i efl kde raħĢ n olur mihr ü ķamer Buldı itm m sebǾa-i seyy re n rıñdan żiy KehkeĢ n ţann eyleme bir ħayt-ı eby ż riĢtedir Çarħı taǾţįmiñ için aŧlas döĢetmiĢdür Ħud MenbaǾ-ı fażl u kerem hem pįĢv -yı enbiy Ĥażret-i Muħŧ r-ı Aĥmed faħr-i Ǿ lem-i Muśŧaf Mücrimim baĥr-i gün ha ŧalmıĢım ser-t -ķadem Ç re-i derdim budır ancaķ sen eylersün dev Ben kimim ki eyleyem medĥ-i Ǿulüvv-i Ģ nıñı Kimde ķudret var Ǿaceb kim eyleye vaśfın ed R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek ruĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m 3 ǾĀcizem derm ndeyem oldum gün hı muǾterif Dest-gįrem ol ĢefįǾim ŧamudan olsam reh BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud a) ġekil Özellikleri 471 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Eser, tercî‘-i bend nazım Ģekliyle kaleme alınmıĢ olup 45 beyti hâvîdir. Aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün ve mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıplarının mükerrer kullanıldığı eserde, mi‘râciyyenin nazmedildiği tarihe dair herhangi bir malumat bulunmamaktadır. Yazar eserinin dîbâce bölümüne, baĢta Hz. Peygamber olmak üzere ashâbına ve yakın dostalarına salât u selâm ederekbaĢlar: Elĥamdüli‘ll hi Rabbü‘l-Ǿ lemįn ve‘ś-śal tü ve‘s-sel mü Ǿal Muĥammedin ve lihi ve śaĥbihi ecmaǾįn. res lün ve nebiyyin Devrin padiĢahı, Sultan II. Abdülhamid Han (ö. 1918)‘ın adalet timsali, Ģan ve Ģöhret sahibi bir padiĢah olduğunu; makamında ebedî ikamet etmesini ifade eden Ģair, ona hayır dualarda bulunur: Cen b-ı ħalķu‘s-sem v tü ve‘l-arħįn nebiyyi ekremi ve ĥabįbi muĥteremi ĥürmetine p diĢ h-ı dil- g h ve Ģehriy r-ı m Ǿdelet-pen h ţıll-i ţalįl-i rabbü‘l-Ǿ lemįn ve ħalįfe-i r y-ı zemįn elĠ zi Sulŧ n ǾAbdü‘l-ĥamįd Ĥ n-ı ŝ nį efendimiz ĥażretlerini kem l ü fevz ü nuśret ü Ģ nı vü Ģevketle serįr-i Ģevket-maśįr-i hum y nlarında ebed-niĢįn buyursun. Āmin. Yazar, ismini de yine bu bölümde zikrederek, kendisinin saltanatın ve halifenin bir hâdimi olduğunu ifade eder: Ķudem -yı d Ǿiy n-ı salŧanat-ı seniyyeden daǾį-i kem-bıħ Ǿa Kerkükį ħ dimü‘l-fuķar elĤacc Seyyid ǾAbdü‘s-sett r. Ġufire lehu. Müellif, eserinin sebeb-i te‘lifini Hz. Peygamber‘in mübarek sıfatlarını tavsif ve medh etmek, mi‘râc hadisesini vesilesi sayarak, O‘nu kâinâtın övüncü olması Ģeklinde ifade eder. Yazar, eserini Hz. Peygamber‘e bağlılığının ve O‘na olan itâatinin bir niĢanı olarak kabul eder. Söz konusu mi‘râciyyeyi kaleme alması hasebiyle, Hz. Peygamber‘in Ģefâat ve merhametini ümid eder: Hic z-ı meğfiret-ŧır zdan ol sit n-ı bülend-eyv n-ı Ĥażret-i Faħrü‘l-Mürselįn‘e r -m l olarak ve eŝer-i ǾaĢķ-ı muĥabbet ve niĢ ne-i Ǿub diyyet olaraķ s niĥ-i ķalb-i Ǿ ciz nem ve l yıĥ-ı ħ ŧır-ı kemter nem olan med yiĥ-i celįl ve evś f-ı cemįl-i Ĥażret-i Seyyidü‘l-kevneyn ve miǾr c-ı b Ǿiŝü‘l-ibtih c-ı Cen b-ı Faħrü‘l-mürselįn efendimizi müteżammın olan iĢbu manţ m miǾr ciyyeyi keĢįde-i silk-i süŧ r etmiĢ olduğumdan duǾ -yı ħayra vesįle ve istirĥ m ve istiĢf Ǿ-ı merĥamet-i Ĥażret-i Peyġamberį‘ye v sıŧa-i eŝįle olur ümįdiyle manż me-i meźk reyi ŧabǾ u neĢre ces ret-y b oldum. Mi‘râciyesini okuyup, mütâlaa edecek ilim ehli kimselerden ise kusurlarından dolayı afv edilmesini, kendisinin de hayır dua ile anılmasını taleb eder: Meǿm ldür ki müŧ laǾa idecek erb b-ı irf n müĢ hede idecekleri noķś n ve nisy nı d men-i Ǿafv ile mest r ve bu d Ǿį-i kemįneyi duǾ -yı ħayr ile dil-Ģ d ve mesr r buyuralar. Genel hatları itibariyle mi‘râciye üç ana bölümden oluĢmaktadır: Birinci bölüm;Hz. Peygamber‘e ve ashâbına salât u selâm, devrin padiĢahına övgü, eserini ele alıĢ nedeni ve 472 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 kendisine dua talep ettiği mensur giriĢ dua kısmıdır. Ġkinci bölüm; eserin 1., 2. ve 3. bendlerini teĢkil eder. Müellif bu bendlerde, kâinatı yaratan Allah‘ın yüce merhametini ve sonsuz kudretini, Hz. Peygamber‘in, O‘nun Ģeksiz Ģüphesiz kulu ve elçisi olduğunu, yaratılan her varlığın insanda uyandırdığı muhteĢem izlenimi vs. dile getirir. Üçüncü ve son bölümde (4. bend) ise, mi‘râc hadisesinin zuhûr etmesi iĢlenir. Mi‘râciye‘nin 12, 23 ve 35. beyitleri nakarat beyitleri olup, fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezniye yazılmıĢtır: R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m Eserin kafiye örgüsü incelendiğinde, Ģairin daha çok Arapça-Farsça kelimelerle kafiye yaptığı görülmektedir: Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd Med r-ı çarħ gör bir demde ŧurmaz inķıl b eyler Bu Ģems ile ķamer taĥrįķ ider her laĥţada ber-c Eserin bazı beyitleri kendi içinde kafiye Ģekli ve düzenleniĢleri aynıdır: Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy Yazar, ayrıca bazı beyitlerin kafiye Ģekillerini, Türkçe kelimelerden meydana getirmiĢtir. Buña l h t dirler baķ bütün sükk n çarħ olmuĢ ǾUm men emre münķ den iderler bendelik icr BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud 473 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n ġair, eserinin bir yerinde kusur olarak değerlendirilebilecek tasarrufda bulunmuĢ, mesnevî nazım Ģekli doğrultusunda hareket ederek, kafiye Ģeklini o yönde meydana getirmiĢtir: Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-kâr Müellif,eserinin bir yerinde nazım Ģekli gereği Türkçe bir kelime ile kafiye yapmıĢtır: Olur mu ideler ink r taǾaśśubla ceh letle Teǿemmül yoķ mıdır andan özge yoķdı bir kims Aynı Ģekilde ―çehre‖ kelimesinin yapısında bir değiliklik yaparak nazım Ģekline uygun hareket edebilmek için kelimeyi ―çehrâ‖ Ģeklinde teleffuz etmiĢtir: Bunı iķr r itmeyüp münkir olan kimse Olur l -büdd ĥuż r-ı Ĥażret-i Ĥaķda siy h çehr Vezin ve kafiyeden sonra Ģiirdeki ritmi sağlayan unsur ses tekarlarıdır. Seslerin belli aralıklarla yinelenmesiyle Ģiir, musikîye yaklaĢır ve ahenk yönünden farklı ve çekici bir atmosfere bürünür. (Macit, 2005: 51) Abdüssettâr Efendi, eserinin pek çok yerinde asonans ve aliterasyonlara müracaat ederek Ģiirine ritmik bir âhenk kazandırmıĢtır. Asonans ve aliterasyonların yoğun olduğu beyitlerden bazıları Ģunlardır: NeǾizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr Ne ķ bil idebilsün vaśfını taĥrįr kim ħ dim Med rı olsa da baĥr u ķalem hep ç be-i śaĥr Ħül sa naķĢ-ı ķudretle ķamer ü Ģems ü kevkebler Sem yı ser-te-ser tezyįn idüp ol ś niǾ-i yekt Ġden Ǿ Ģıķları Ģeyd ķılan maǾĢ ķları rüsv O ź t-ı l -mek ndır ki yoķ iken k ǿin tı eylemiĢ bin Yazar, eserininiki beytini Farsça ağırlıklı sözcüklerden meydana getirmiĢtir: 474 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ber -yı ħ ŧır-ı c n n heme mevc d-h u s ĥat Bin Ģod Ǿ lemi hergiz eğer ne-b d Ģeh-i Baŧĥ Ki levl k-est levl k-est ś dıķ Ģod be-ĥaķķ-ı O Yazupdur bu kel mı bundan aķdem ħ me-i Mevl b) Muhteva Özellikleri Eser klâsik tercî‘-i bend geleneğinden farklı olarak, mensur bir dibace ile baĢlamaktadır. Besmele, hamdele, salvele ve sebeb-i telif kısımlarını kapsayan dibacede, yazar dönemin sultanı II. Abdülhamit Han‘ın saltanatına ve makamına hayır duada bulunur. Ġsmini zikrederek, kaleme almıĢ olduğu mi‘râciyesinden ötürü Hz. Peygamber‘in Ģefâat ve merhametini talep eder. GiriĢ bölümünde yazar, kâinat karĢısında ĢaĢkındır ve kâinatı hayranlıkla izlemektedir. YaratılmıĢ bütün mevcudatın sadece bir sanatkârın elinden çıktığını ve O‘nun yaratmada bir sınırının olmadığını dile getirir: Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd YaratmıĢ aŧlas-ı çarħı güzel ol ś niǾ-i bį-çün ÇıķarmıĢ k r-g h-ı ĥikmetden böyle bir dįb Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn Ne ķudretle ķar r-y b eylemiĢ bu bį-süt n çarħı Bu pazara viren revnaķ bu ŝ rı ider inĢ Bu dizeler bize Ziya PaĢa‘nın meĢhur tercî‘-i bendini hatırlatır mahiyettedir: Bu kâr-gâh-ı sun‘ acep dershânedir Her nakĢ bir kitâb-ı ledünden niĢânedir Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır 475 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir Ziya PaĢa da Abdüssettâr Efendi gibi, çeĢitli eserlerin vücûda getirildiği kâinatı hayret edilecek bir dershane olarak görür ve kâinattaki her nakĢın, yani varlığın, eserin bir ledün kitabından niĢane olduğunu hatırlatır (Yıldız, 2010: 526-572). Yazar, nakarat bölümlerinde Hz. Peygamber‘in mübarek rûhuna gece gündüz salât u selâmda bulunur: R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m Müellif, Hz. Peygamber‘in, Allah‘ın elçisi ve habîbi olduğunu, Yâsîn ve Tâhâ sûrelerinin, O‘nun peygamberliğine bir delil ve bazı ayetlerin de nübüvvetine iĢaret olarak indiğini Ģöyle ifade eder: Muĥammed Muśŧaf ĥaķķ ĥabįb-i Ĥażret-i Ĥaķdır Ki gelmiĢ Ģ nına bürh n Y sįn-i s re-i Ŧ h Ne Ǿizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr Hz. Peygamber, Ümmühânî‘nin evinden çıkar, Cebrâil ile birlikte bir gecede Mescid-i Haram‘dan, Mescid-i Aksâ‘ya gider. Mucizevî bir yolla, arĢın en tepesine çıkan Hz. Peygamber, gökyüzünü Ģereflendirir. Kur‘ân‘da Ġsrâ sûresinde anlatılan bu hadiseyi Abdüssettâr Efendi, kendi iç dünyasının süzgecinden geçirerekĢöyle ifade eder: Çıķup bir laĥţada gitdi sem yı cümle seyr itdi Ķalem böyle raķam itdi ki sübĥāne‘lleźį esrā Ser -yı Ümmüh nį‘den çıķup miǾr c-ı efl ke Ķadem-fers -yı muǾciz-i ŧayy r h-ı menzil-i cevz ǾAzįmet ü Ǿavdeti maĥś r ķaldı ŧarfetü‘l-Ǿayne Olup teĢrįf-s zı bir nefesde Mescid-i Aķś Sema ehli sakinlerinin gönlü susamıĢ, bu kutlu yolcuyu beklemektedirler. Hz. Peygamber‘in sidretü‘l-müntehâya ulaĢması, semâ ehlini sevince gark eder. O‘nun gökyüzüne teĢrif etmesi nedeniyle, melekler onu ziyarete gelirler. Hz. Peygamber‘in, Allah tarafından gönderilen en son peygamber olması ve bütün insanlığa gönderilmesine atıf yapılır: 476 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ziy ret itdiler śaff-ı mel ǿik maķdemin bir bir ġeref-y b oldılar hep s kin n-ı ŧ rem-i aǾl Didiler Ģ nımız Ģimdi teǾ l itdi rif‘atile ĠriĢdiñ münteh -yı maķśada Peyġamber-i b l Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n Hz. Peygamber‘in mucizevî bir Ģekilde semaya yükselmesini, yazar tasvir etmeye devam etmektedir. Ölü gönüllere mecâzen hayat veren Hz. Peygamber, bakıĢlarıyla da sema ehline bir feyz ve lutf kaynağı ihsan eder. Onun bakıĢlarına mazhar olan kimse, saâdet ve huzur bulur: Ne mā zāġa‘l-baśar136dır gözleriñ iĥy ider mevti Ki emriñ baĥŝ-i semǾinde olur r ĥ mürde-i dil-h Nig h-ı cilvesi ins na baħĢ u feyż u Ǿizzetdür Kime gözler ucından baķsa bulmuĢ devlet-i Ǿuţm Osmanlı toplumunda ve klâsik edebiyatımızda divan Ģairlerinin, padiĢaha kaside sunarak onlardan makam-mansıb beklemesi, himayesi altına girme isteği veya padiĢahın sempatisini kazanıp ondan yardım ve ihsan beklemesi meĢhur bir gelenektir. Abdüssettâr Efendi de mi‘râciyesini sunarak, kendisine yardım ve mahĢer gününde Ģefâat edilmesini talep eder. Dünyada günahının çok olduğunu, isyan denizinde hata ve günahlara gark olduğunu dile getirir. Dolayısıyla, rûz-ı mahĢerde Allah‘tan afv ve mağfiret ister: Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-kâr Olup derm nde-i Ǿ ciz-i ġarįķ baĥr-i Ǿiśy ndır Bu Ǿabd-ı Ǿ ciziñ Ǿafv eyle gel cürmün Ħud vend 136 Kur‘ân-ı Kerîm, Necm Sûresi 53/17, ―Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ‖, Göz (gördüğünden) ĢaĢmadı ve (onu) aĢmadı. 477 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Sonuç Abdüssettâr Efendi‘nin tercî‘-i bend nazım Ģekliyle, 4 bend hâlinde tertip ettiği eser, aruzun fâilâtün ve mefâîlün tef‘ileleriyle kaleme alınmıĢtır. Söz konusu yukarıda ele almıĢ olduğumuz mi‘râciyyesi, klâsik mi‘râciyyeler ile mukayeseye tâbi tutulduğunda beyit sayısı ve nazım Ģekli itibariyle, diğer mi‘râciyyelere nazaran farklı bir mi‘râciyye olduğu görülmektedir. Ayrıca tercî‘-i bendin içinde konunun akıĢına uygun ve monotonluğu kırmak maksatlı vezin değiĢikliğiyapması eserdedikkat çeken bir baĢka yöndür. Eserin genel olarak muhtevasına baktığımızda, giriĢ bölümü ve ona müteâkiben yazılan 3 bend daha çok tevhid ve münacaat üzerine durmaktadır. Eserin temelini teĢkil eden mi‘râc hadisesi ise 4. bendde ifade edilmiĢtir. Dilin ve üslûbun sade olduğu eserde müellif, okuyucuya nasihat vermek maksatlı yer yer didaktikî mahiyette mısralar da nazm etmiĢtir.ġairin; inkâr, münkir, bürhân vs. kelimelerle meydana getirdiği anlam, mi‘râc hadisesinin Hakk katında vukû bulduğunu ve onu ispatlamaya yönelik kelimeler olduğu görülmektedir. Devrinde âlim ve fâzıl bir din adamı olan Abdüssettâr Efendi‘nin sürekli halkla ve ziyaretine gelen dostlarıyla musabehesi göz önüne alınırsa mi‘râciyyesinin devrinde itibar gördüğü kanısına varabiliriz. Kaynakça AKAR, Metin, (1987) Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râcnâmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. CANIM, Rıdvan, (2012) Divan Eebiyatında Türler, Grafiker Yayınları, Ankara. ÇELEBĠOĞLU, Âmil, (1998), Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler‖, Eski Türk Edebiyatı AraĢtırmaları, MEB Yayınları, Ġstanbul. EKĠNCĠ, Ramazan, (2013), ―Erzurumlu Osman Sirâceddin‘in Hayâl-i Bâl Adlı Mi‘râciyyesi‖, Uluslararası Sosyal AraĢtırmalar Dergisi, C.6, S.26. ERDOĞAN, Kenan, (1999), ―Klâsik Mi‘râciyyelerden Farklı Olarak Bir Mi‘râciyye: Said PaĢa ve Mi‘râciyyesi‖, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, S.12, Erzurum. Ġsmail b. Muhammed el-Aclûnî, (1418/1997), KeĢfü‘l-Hafâ ve Müzîlü‘l-Ġlbâs, Beyrut, C. II ġemseddin Sâmi, (1317) Kâmus-ı Türkî, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul. LEVEND, Agâh Sırrı, (1972) Dinî Edebiyatımızın BaĢlıca Ürünleri‖, TDAY Belleten, Ankara. MACĠT, Muhsin, (2005) Divan ġiirinde Ahenk Unsurları, Akçağ Yayınları, Ankara. ÖNAL, Sevda, (2013) ġeyhî‘nin Kadir Gecesi Gazeli Çerçevesinde Klâsik Türk Edebiyatında Kadir Gecesi Kavramı Üzerine Bir Değerlendirme, TURKISH STUDIES, 478 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkıshor Turkic (Prof. Dr. Turgut Karabey Armağanı), Volume 8/13 Fall 2013, www.turkishstudies.net,Doi Number:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.5999, p.1271-1280. Ankara. PALA, Ġskender (1986) Mi‘râc-nâme, TDEA, Dergâh Yayınları, Ankara PALA, Ġskender, (2012) Ansiklopedik Divan ġiiri Sözlüğü, Ankara. PARLATIR, Ġsmail, (2006) Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınları, Ankara. SIR, AyĢe Nur, (2013) Eski Türkiye Türkçesi Devresine Ait Mensur Bir Eser: Risâle-i Mi‘râciyye,TURKISH STUDIES, International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkısh or Turkic(Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu Armağanı), Volume 8/1 Winter 2013, www.turkishstudies.net, DOI Number:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.4497, p. 2257-2349. Ankara. TERZĠBAġI, Ata, (2005) Kerkük ġairleri, Kerkük. YEKBAġ, Hakan (2010), ―Klâsik Türk ġiirinde Regâibiyye ve Mehmed Fevzî Efendi Efendi‘nin Regâibiyyesi‖, A.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 42, Erzurum. YILDIZ, Ali (2010), Tanzimat Sonrası Türk ġiirinde Tasavvuf, TURKISH STUDIES, International Periodical for the Languages, Literatüre and History of Turkısh or Turkic, Volume 5/2 Spring 2010, www.turkishstudies.net,Doi sayısı: http://doi.org/10.7827/TurkishStudies.1135, p. 526-572. Ankara. UÇMAN, Abdullah, (1992) ―BeĢ Hececiler‖, TDV Ġslâm Ansiklopedisi, Ġstanbul, C.5. UZUN, Mustafa, (2005) ―Mi‘râciyye‖, TDV Ġslâm Ansiklopedisi, Ġstanbul, C. 30. 479 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ekler Ek 1: MĠǾRĀCĠYYE DįVĀNI Bismi‘ll hi‘r-raĥm ni‘r-raĥįm Elĥamdüli‘ll hi rabbü‘l-Ǿ lemįn ve‘ś-śal tü ve‘s-sel mü Ǿal res lün ve nebiyyin Muĥammedin ve lihi ve śaĥbihi ecmaǾįn. Cen b-ı Ħ lıķu‘s-sem v tü ve‘l-arħįn nebiyyi ekremi ve ĥabįbi muĥteremi ĥürmetine p diĢ h-ı dil- g h ve Ģehriy r-ı m Ǿdelet-pen h ţıll-i ţalįl-i Rabbü‘l-Ǿ lemįn ve ħalįfe-i r y-ı zemįn el-Ġ zi Sulŧ n ǾAbdü‘l-ĥamįd Ĥ n-ı ŝ ni efendimiz ĥażretlerini kem l ü fevz ü nuśret ü Ģ nı vü Ģevketle serįr-i Ģevket-maśįr-i hum y nlarında ebed-niĢįn buyursın. Āmin. Ķudem -yı d Ǿiy n-ı salŧanat-ı seniyyeden daǾį-i kem-bıħ Ǿa Kerkükį ħ dimü‘l-fuķar el-Ĥacc Seyyid ǾAbdü‘s-sett r. Ġufire lehu. Hic z-ı meğfiret-ŧır zdan ol sit n-ı bülend-eyv n-ı Ĥażret-i Faħrü‘l-Mürselįn‘e r -m l olarak ve eŝer-i ǾaĢķ-ı muĥabbet ve niĢ ne-i Ǿub diyyet olaraķ s niĥ-i ķalb-i Ǿ ciz nem ve l yıĥ-ı ħ ŧır-ı kemter nem olan med yiĥ-i celįl ve evś f-ı cemįl-i Ĥażret-i Seyyidü‘l-kevneyn ve miǾr c-ı b Ǿiŝü‘l-ibtih c-ı Cen b-ı Faħrü‘l-mürselįn efendimizi müteżammın olan iĢbu manţ m miǾr ciyyeyi keĢįde-i silk-i süŧ r etmiĢ oldığımdan duǾ -yı ħayra vesįle ve istirĥ m ve istiĢf Ǿ-ı merĥamet-i Ĥażret-i Peyġamberį‘ye v sıŧa-i eŝįle olur ümįdiyle manż me-i meźk reyi ŧabǾ u neĢre ces ret-y b oldum. Meǿm ldür ki müŧ laǾa idecek erb b-ı irf n müĢ hede edecekleri noķś n ve nisy nı d men-i Ǿafv ile mest r ve bu d Ǿį-i kemįneyi duǾ yı ħayr ile dil-Ģ d ve mesr r buyuralar. I Ź tıñ ile p diĢ hım taħt u t c d ǿim ola ǾAdliñ ile t ki cih n ħurrem ü Ģ d n ola Cen b-ı Ķ dir ķudret-nüm -yı Ħall ķ-ı bį-hemt Ne śanǾat eylemiĢ inĢ ne ĥikmet eylemiĢ peyd Med r-ı çarħ gör bir demde ŧurmaz inķıl b eyler Bu Ģems ile ķamer taĥrįķ ider her laĥţada ber-c Kev kibler ider seyr n olur her biri t b n Gören bu śanǾatı ĥayr n śanar kim andadır sevd YaratmıĢ aŧlas-ı çarħı güzel ol ś niǾ-i bį-çün ÇıķarmıĢ k r-g h-ı ĥikmetden böyle bir dįb Kimiñ var ķudreti bu ĥikmet ve bu śunǾ-ı zįb ya Ne ĥaddi var ide vaśfın bütün Ǿal vü hem edn 480 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ħül sa naķĢ-ı ķudretle ķamer ü Ģems ü kevkebler137 Sem yı ser-te-ser tezyįn idüp ol ś niǾ-i yekt Tem Ģ -yı śun Ǿ t çıķanlar oldılar ĥayr n TeǾ l celle Ģ ne söyledi hep Ǿ ķil ü d n Bu k r-ı bį-miŝ li seyr idenler çeĢm-i diķķatle ŦabiǾ iǾtir f eyler bu ĥikmet-ħ neyi ķalben olur Ģeyd Buña l h t dirler baķ bütün sükk n çarħ olmuĢ ǾUm men emre münķ den iderler bendelik icr Ġden Ǿ Ģıķları Ģeyd ķılan maǾĢ ķları rüsv O ź t-ı l -mek ndır ki yoķ iken k ǿin tı eylemiĢ bin R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek r ĥıña ey Ħażret-i faħrü‘l-en m II Ne ķudretle ķar r-y b eylemiĢ bubį-süt n çarħı Bu pazara viren revnaķ bu ŝ rı ider inĢ Eğer Ǿ kil isen ol Ħ lıķın derk it śun Ǿ ta Kün emriyle vüc d buldı Ǿademde k ffe-i eĢy Ber -yı ħ ŧır-ı c n n heme mevc d-h u s ĥat Bin Ģod Ǿ lemi hergiz eger ne-b d Ģeh-i Baŧĥ Ey cem liñ pertevįdir k Ģif-i bedrü‘d-düc Vey ruħıñ ŝ rı virmiĢ Ǿ leme zįb ü żiy Śubĥ-ı r yıñdan żiy -s z oldı hep r y-ı zemįn Buldı n rıñdan seniñ ehl-i sem źevķ u śaf Ķubbe-i efl kde raħĢ n olur mihr ü ķamer Buldı itm m sebǾa-i seyy re n rıñdan żiy 137 Bu mısradaki ―kevkebler‖ kelimesi metinde ―kevâkibler‖Ģeklinde geçmektedir. Fakat ―kevâkibler‖ Ģeklinde telaffuz edilmesi bir hece fazla olduğundan vezni aksatmaktadır. Dolayısıyla biz ―kevkebler‖ Ģeklinde okumayı tercih ettik. 481 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 KehkeĢ n ţann eyleme bir ħayt-ı eby ż riĢtedir Çarħı taǾţįmiñ için aŧlas döĢetmiĢdür Ħud MenbaǾ-ı fażl u kerem hem pįĢv -yı enbiy Ĥażret-i Muħŧ r-ı Aĥmed faħr-i Ǿ lem-i Muśŧaf Mücrimim baĥr-i gün ha ŧalmıĢım ser-t -ķadem Ç re-i derdim budur ancaķ sen eylersin dev Ben kimim ki eyleyem medĥ-i Ǿulüvv-i Ģ nıñı Kimde ķudret var Ǿaceb kim eyleye vaśfın ed R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek r ĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m III ǾĀcizem derm ndeyem oldum gün hı muǾterif Dest-gįrem ol ĢefįǾim ŧamudan olsam reh BaĢ açıķ yalın ayaķ herkes fiġ n u h ider Ol zam n sen abdıña eyle Ǿin yet y Ħud Ki levl k-est levl k138-est ś dıķ Ģod be-ĥaķķ-ı O Yazupdur bu kel mı bundan aķdem ħ me-i Mevl Bunı iķr r itmeyüp münkir olan kimse139 Olur l -büdd ĥuż r-ı Ĥażret-i Ĥaķda siy h çehr Olur mu ideler ink r taǾaśśubla ceh letle Teǿemmül yoķ mıdır andan özge yoķdı bir kims Fed dır c nımız ol ķadri Ǿalį ġ h-ı levl ke Odır mühr-i nübüvvetle olan mümt z u müsteŝn Ben ol ġ ha fed itdim bu c nı ĥasbeten li‘ll h 138 Lev lâke lev lâk lema halaktü‘l-eflâk, (Aclûnî, 1997: 214) ―Sen olmasaydın, sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım.‖ 139 Bu mısrada vezin bozuktur. 482 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ħud ya olmayam yevm-i cez da ħ ǿib ü Ģeyd ġef Ǿatler ümįd eyler ķamu eśn f-ı maħl ķ t O demde baĢ açıķ yalın ayaķ fery d-ı v veyl Muĥammed Muśŧaf ĥaķķ ĥabįb-i Ĥażret-i Ĥaķdır Ki gelmiĢ Ģ nına bürh n Y sįn-i s re-i Ŧ h Ne Ǿizzetdür bu Ǿizzetler ne ikr m u ker metdür Ġdüp mens ħ-ı esl f ĥükmünü ol yet-i kübr Ne ķ bil idebilsün vaśfını taĥrįr kim ħ dim Mid dı olsa da baĥr u ķalem hep ç be-i śaĥr R z u Ģeb źikr-i lis nımdır śal t ile sel m Ol müb rek r ĥıña ey Ĥażret-i faħrü‘l-en m IV Çıķup bir laĥţada gitdi sem yı cümle seyr itdi Ķalem böyle raķam itdi ki sübĥāne‘lleźį esrā140 Ser -yı Ümmüh nįden çıķup miǾr c-ı efl ke Ķadem-fers -yı muǾciz-i ŧayy r h-ı menzil-i cevz ǾAzįmet ü Ǿavdeti maĥś r ķaldı ŧarfetü‘l-Ǿayne Olup teĢrįf-s zı bir nefesde Mescid-i Aķś Ziy ret itdiler śaff-ı mel ǿik maķdemin bir bir ġeref-y b oldılar hep s kin n-ı ŧ rem-i aǾl Didiler Ģ nımız Ģimdi teǾ l itdi rifǾatile ĠriĢdiñ münteh -yı maķśada Peyġamber-i b l Bütün üft deler c nın alup ķurb ne gelmiĢler ġeref-y b ķab l it Ǿ Ģıķ-ı dil-teĢneyi c n Ne māzāġa‘l-baśar141dır gözleriñ iĥy ider mevti 140 Kur‘ân-ı Kerîm, Ġsrâ Sûresi, 17/1 ―Sübhâne‘llezî esrâ‖, O bütün noksanlardan münezzeh olan Allah, Muhammed kulunu bir gece yürüttü. 483 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ki emriñ baĥŝ-i semǾinde olur r ĥ mürde-i dil-h Nig h-ı cilvesi ins na baħĢ u feyż u Ǿizzetdür Kime gözler ucından baķsa bulmuĢ devlet-i Ǿuţm Ķasįde virse bir Ģ Ǿir Ǿin yetler ŧaleb eyler Beni mesr r ķıl Ǿaynı Ģef Ǿatle kerem-k r Olup derm nde-i Ǿ ciz-i ġarįķ baĥr-i Ǿiśy ndır Bu Ǿabd-ı Ǿ ciziñ Ǿafv eyle gel cürmün Ħud vend 141 Kur‘ân-ı Kerîm, Necm Sûresi 53/17, ―Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ‖, Göz (gördüğünden) ĢaĢmadı ve (onu) aĢmadı. 484 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ek 2: MĠ‟RÂCĠYYE‟NĠN GÜNÜMÜZ TÜRKÇE‟SĠNE AKTARIMI I PadiĢahım! Zatın ile tahtın ve tacın daim olsun. Adaletin ile bütün cihan gülsün, mutlu olsun. HerĢeye gücü yeten, kudret gösteren, eĢsiz yaratıcı, bu sanatı ve hikmeti nasılçıkarmıĢ ortaya? Feleğin dönmesine bir bak, sürekli hareket halindedir. Her an, bu ay ve güneĢi tahrik eder. Seyran eden yıldızların her birinin parlaklığını gören bu sanata hayran kalır. Bu sanatı görenler sevdanın (karanlığın) da ondan olduğunu zannederler. Yaratıcı, sebepsiz olarak bu güzel dünyayı yaratmıĢ, hikmetli iĢinden ipekli bir kumaĢ çıkarmıĢ. Bu hikmete ve güzel sanata kimin kudreti vardır? Bütün yüce ve alçak Ģeyleri yaratmada senin bir sınırın yoktur. Kısacası O, tek yaratıcı olan Allah, kudret nakĢıyla semayı, ayı, güneĢi ve yıldızları baĢtanbaĢa süslemiĢtir. Allah‘ın yaratmıĢ olduklarını seyredenler hayran oldular. Akıl ve bilgi sahibi kiĢiler de hep Allah‘ı söylediler. Bu eĢsiz olayı dikkat gözü ile seyr edenler, bu hikmet evini kabul ederler ve kalben de ĢaĢkınlığa düĢerler. Bütün feleğin sakinleri toplanmıĢ, bu duruma ilahî bir hikmet derler. Onlar Allah‘a boyun eğmiĢ, kulluk vazifelerini yerine getirirler. ÂĢıkları çılgına çeviren, sevgiliyi rüsvâ eden mekândan münezzeh olan Allah, henüz hiçbir Ģey yok iken kâinatı yaratmıĢ. O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât u selâm ederim. II Bu direksiz, sütunsuz kâinatı hangi kudretle yerine oturtmuĢ? Bu dünyaya güzellik veren, elbette bu eserleri de inĢa eder. Eğer akıllı isen, O yaratıcının sanatlarını idrâk et, anla. Yoklukta bulunan kâinattaki herĢey, O‘nun ―Ol‖ emriyle meydana geldi. Allah, sevgilinin hatırı için, bütün varlıkları yarattı. Eğer Mekke‘nin sultanı olmasaydı asla yaratmazdı. Senin güzelliğin, karanlık dolunayın keĢfedicisidir. Ve senin zâtının eserleri, âleme süs ve ıĢık vermiĢtir. Yüzünün sabahından bütün yeryüzü aydınlandı. Senin nurundan sema ehli zevk ve sefa buldu. 485 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Gökyüzünün en yüksek tepesindeki güneĢ ve ay aydınlandı. Yedi gezegen senin nurunla parıldadı, ıĢık buldu. Allah, dünyayı sana riâyet etmesi için ipekten kumaĢlarla süslemiĢtir. Orası bir samanyolundan ibaret olmayıp, bembeyaz iple bağlı bir teldir. Allah, gökyüzüne seni övsün diye atlas döĢetmiĢtir. O, âlemlerin öncüsü Hazret-i Muhammed, hem cömertlik ve fazilet kaynağı, hem de peygamberlerin öncüsüdür. BaĢımdan ayağıma kadar, günah denizine dalmıĢım. Derdimin çaresi sensin ve dermanımı sen verirsin. Ben kimim ki senin yüce Ģahsiyetini öveyim. Acaba senin vasıflarını anlatmaya kimin gücü yeter? O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât u selâm ederim. III Acizim, günahlarımı itiraf ediyorum, derman ararım. Yardımcım, o Ģefaatçinin inayetiyle cehennemden kurtulurum. Herkes, baĢı açık yalın ayak feryad u figan eder. Allahım! O gün sen bu kuluna yardım eyle! O, Allah‘a sadık bir kul oldu. Allah, ilk önce bu sözü yarattı. Çünkü O, ―levlâk‖ sözünemazhardır. Bunu kabul etmeyip inkâr eden kimse, muhakkak Allah‘ın huzurunda kara yüzlü olur. Taassup ve cehâlet ile onu inkâr etmek olur mu? Ondan baĢka etraflı düĢünen bir kimse yoktu. O kudretli ġâh‘a canımız fedadır. Peygamberlik mührüyle gelmiĢ olan o zât seçkin ve müstesnadır. Allah rızası için, ben canımı o ġâh‘a feda ettim. MahĢer gününde Yüce Allah‘ın karĢısında mahrum ve ĢaĢkın olmayım! O günde bütün mahlûkat, baĢı açık yalın ayak feryat ederek, senin Ģefaatini ümit eder. Doğrusu Hz. Muhammed, Allah‘ın habibidir. Ki Yâsin ve Tâhâ sûresi onun peygamberliğine delil olarak gelmiĢtir. O büyük âyet, önceki âyetlerin hükmünü kaldırmıĢtır. Bu izzetler, ne izzet ne ikram ne de bir keramettir. Sahranın bütün çöpleri kalem ve mürekkebi de deniz olsa; yine de o hizmetçiningücü senin vasıflarını yazmaya gücü yetmez. O, insanlığı övüncü Hazret-i Peygamber‘in mübarek ruhuna, gece gündüz salât u selâm ederim. 486 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 IV Bir anda gökyüzüne çıkıp, her Ģeyi temaĢa eyledi. Kalem sübħāne‘lleźī esrā‘yı böyle yazdı. Ümmühânî‘nin sarayından, Mi‘râc‘a çıkıp; iki cevzâ mesafesini ayaklarını yoran bir mucize ile geçti. Bir nefeste Mescid-i Aksâ‘ya Ģeref verip, göz açıp kapayana kadar gidip gelmesi ĢaĢkınlık uyandırmıĢtır. Ġlk önce melekler ordusu, birer birer O‘nu ziyaret ettiler. ArĢın en yükseğinde ikamet eden sakinler onun geliĢiyle Ģeref buldular. Peygamberlerin en yücesi, sonsuz maksadına eriĢtin! Gökyüzü sakinleri, senin geliĢinle Ģanımız Ģimdi yüceldi dediler. Ey sevgili! Bütün bî-çareler, senin yoluna canlarını kurban etmiĢler. Gönlü susamıĢ âĢıklara Ģeref ver, onları kabul et. Gözlerin mā zāġa‘l-baśar‘dır ki senin emrinin sesi söz konusu olduğunda; o ses ölmüĢ bir gönüle ve ölü bir canlıya hayat verir. Cilvesinin bakıĢı, insana izzet ve feyz bahĢ eder. Her kime gözlerinin ucuyla baksa o kiĢi büyük bir saadet bulur. Bir Ģair, bir kaside sunsa yardım taleb eyler. Keremi bol olan Allahım! Aynı Ģefâatle beni de mesut et. Allahım! Ġsyan denizinde boğulmuĢ, aciz, derman arayan bu çaresiz kulunun günahlarını afv eyle! 487 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 TÜRK NASĠHAT GELENEĞĠNDEN BĠR ÖRNEK: GĠRĠTLĠ AġKÎ‟NĠN RĠSÂLE-Ġ PEND-Ġ ÂġIKÂN ADLI ESERĠNĠN DĠL VE ÜSLÛB ÖZELLĠKLERĠ Kadir ALPER ÖZET Klasik edebiyatımızda; pend-nâmeler tecrübe ve bilgi aracılığı ile öğüt verme, bilinçlendirme amacı güden manzum, mensur ya da manzum-mensur karıĢık türlerdir. Tasavvuf hayatı içerisinde de nasihat kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Pîr-mürid iliĢkisinin önemli bir kısmını oluĢturan öğütler, edebiyat vasıtasıyla birtakım tasavvufî yorum ve öğretileri içermektedir. Kâdirî tarikatına mensup olan ve XIX. Yüzyıl baĢlarına kadar hayatta olan Giritli AĢkî‘nin; 8 varaktan oluĢan Risâle-i Pend-i ÂĢıkân adlı eserinde; müellifin tasavvufî yoluna giriĢin Ģartları, pîre bağlanmanın önemi ve nihâyetinde tasavvufî eğitimin amacı ifade edilmeye çalıĢılmıĢtır. Müellif, bu açıklamaları yaparken âyet-hadis ve bazı önemli Ģahısların sözlerinin yanında, kendi Ģiirlerinden (nutuklarından) misaller vererek, bazı kısımlarda ilginç denilebilecek söz tasarruflarında bulunarak, manzummensur bir anlatım biçimi tercih etmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Klasik edebiyat, tasavvuf, pend, Giritli AĢkî, Dil ve Üslup. A-Pend-i ÂĢıkân‟ın Biçim Özellikleri 8 varaktan oluĢan Risâle-i Pend-i ÂĢıkân (ÂĢıklara Nasihat Risâlesi) manzum-mensur karıĢık bir biçimdedir. Eser, mensur bir dua ile baĢlar ve mensur kısmın arasına serpiĢtirilen yine müellife ait olan manzum parçalarla devam eder. 10 adet Ģiir parçası bulunan risalede ……gazel, ……..mesnevi,……beyit, ………..vezni olmayan manzum parçalar bulunmaktadır. Eser, 9 beyitlik bir mesnevi ile sona ermektedir. Mesnevinin altında risalenin 1236 senesinde tamamlandığına dair temmet kaydı bulunmaktadır. Süleyman Demirel Üniversitesi,Türkiye, kadiralper@sdu.edu.tr 488 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Eserin Muhtevası Eserin Fikri Kaynakları Müellif , manzum ve mensur eserinde ortaya koyduğu düĢünceleri âyet, hadis, hadis olarak bilinen sözler ve bazı meĢâyihin meĢhur ifadeleriyle açıklama yoluna gitmiĢtir. Kendi Eserde Geçen Âyet ve Hadisler ―Sebílü‘r-reĢÀd‖‖142 ―Leúad ãadaúa‘llÀhü óarÀm…‖143 resÿlehu‘r-rü‘yÀ bi‘l-óaú letedòulunne‘l-mescide‘l- ―Ġttebi‗u millete ĠbrÀhíme Óanífen 144‖ , ―Mine‘Ģ-Ģeyòe Ģeyòen min àayrı evlÀdı feúad Ģeyòe ke Ģeyòe ĢeyùÀn‖‘145, ―ittiãaf-ı bi-ãıfÀtullah taòallaúu bi-aòlÀúillÀh‖ 146, ―Allahümme yessir‖147, ―Óubbÿ‘d-dünyÀ re‘se kulli òaùi‘aten terkü‘d-dünyÀ re‘se külli ‗ibÀdeti‖ ―Men teĢebbehe bi-úavmin fe-hÿve minhum‖ 148, ―El-‗íyÀõen b‘illah min su‘el-úaøÀ‖ 149, ―El-óubbu lillÀh ve‘l buàøu l‘illah ve‘l-ecri ‗alÀ‘llÀhdır ―El-‗Àrifu yek fihí‘l-‗iĢÀre‖ 150 , ―Úad nÿru‘d-dünyÀ bi-nÿru Muóammed‖ 151 , ÚÀlallÀhu ―Kul lÀ es‘eliküm ‗aleyhi ecren ille‘l-meveddeti fi‘l úurbi‘‘152, ―Ġndehu õikru‘s- ãÀlióín tenzílü‘r-raómete‖153, Yevmü tebeddülü‘l-arøu àayrü‘l-arø154, Men ‗arefe nefsehu feúad ‗arefe rabbehu155, KelimÀtü‘l-meĢÀyiò cünÿdullÀh156, ―Ve kullen naúuããu ‗aleyke min enbÀir rusÿli mÀ nu ebbitu bihi fu‘adeke‖ 157 ãadaúallahü‘l-‗aôím. ―Ve refe‗a ba‗øuhum fevúa ba‗øu derecÀt ãadaúallu‘l-‗azím ―YÀ AãhÀbu‘t-ta‗ôímu le-sünnetullah. 142 Sebilü‘r-reĢâd: Araf-146; Mümin-38 [ dosdoğru yola Allah hidayet etsin.] Fetih Sûresi -27: Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde baĢlarınızı kazıtmıĢ veya saçlarınızı kısaltmıĢ olarak korkmadan mescid-i Haram‘a gireceksiniz… 144 Âl-i Ġmrân-95‘den bir kısım: ….Ġbrâhim‘in dinine (anlayıĢına) uyun….. 145 Hadis kitaplarında bulunmayan söz konusu ifade, Bâyezid-i Bistâmî‘ye atfedilmektedir. Bkz: Sühreverdî, Avârifü‘l-Mearif s. 60/12; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. c.2, s.102 146 Münâvî, et-Teârîf, s. 564; Et-Tâc, 1/13: Allah‘ın ahlakıyla ahlaklanınız,(sıfatlatıyla da sıfatlanınız.) 147 KolaylaĢtır Allahım. Anlamına gelen dua cümlesi. 148 Hadis, Ebu Davud 4/44: Kim bir kavme benzemeye çalıĢırsa onlardan olur. 149 Kötü iĢlerin olmasından Allah‘a sığınırım. anlamına gelen dua 150 ……………………….. 151 …………………………… 152 ………………………….. 153 Hadis-KeĢfü‘l-Hafâ 2/70-1772: Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner. 154 Ġbrahim-48: O gün arz baĢka bir arza dönüĢtürülür. [Devamı] Gökler de öyle. Hepsi o Vâhid ve Kahhar olan Allah‘ın huzurunda dikilir. 155 Hadis, El-Aclunî KeĢfü‘l-Hafâ-2,262.: Nefsini bile rabbini bilir. 156 ġeyhlerin sözleri Allah‘ın askerleridir. 157 Hÿd -120: Ve sana anlattığımız Ģeylerin hepsi, resullerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki fuad hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaĢtırırız. Ve bunda ( bu haberlerde) sana hak, müminlere öğüt ve zikir geldi. 143 489 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 AãóÀb ayıtdılar ki ―ve úíle le-sünnetullah úÀle kitmÀnu‘s-sırr-ı ãadaúa ‗Alí velíyullah kerremallÀhu veche Ya‗ni demek olur ki ―Ey aãóÀb Óaú Te‗ÀlÀnuñ sünnetine ta‗ôím edüñ. Eserde Adıgeçen Mutasavvıflar ve Sözleri Hasan Basrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, ―Edebü‘n-nÀs eyyühe‘laóbÀb ùaríúü‘l-‗aĢú küllehÀ ÀdÀb‖ (Mevlana), AĢkî, Ġbrahim Hanif Eserin Dil ve Üslup Özellikleri Manzum Kısımlardaki Vezin-Kafiye Tasarrufları [1b] HÀõÀ RisÀle-i Pend-i ÁĢıúÀn Be-Te‗lif-i ‗AĢúí Efendi El-ÚÀdirì YÀ Hÿ B‘ismillÀhi‘r-raómani‘r-raóìm ElóamdülillÀhi ‗ale‘t-taóúíú ü ùaríú ‗ale‘t-tevfìúi óamd ü åenÀ-yı bí-‗ad ol pÀdiĢÀha kìm lem-yelìd ve lem-yÿled vaódehÿ lÀ-Ģeríkelehÿ illÀ hÿ. RÀzıúu‘l-‗ibÀd vec‗allehüm ‗avnike refíú ü yessírhüm fi‘d-dünyÀ ve‘l Àòire bi-raómetihi àarík. Ba‗de óamd u åenÀ ãalÀt u selÀm bi-‗adedi külli Ģey‘in bÀd-ber Muóammed MuãùafÀ ve ‗Aliyye‘l-MurteøÀ ve ber Ál-i evlÀd u aãóÀb ü ‗aĢreteĢ yek-ser rıêvÀnullÀhi te‗ÀlÀ ‗aleyhim ecma‗ín.158 EmmÀ ba‗d bu faúírü-l haúìr òÀk-i pÀy-ı fuúarÀ DervíĢ Óüseyin ‗AĢúí el-me‘õÿn mine‘Ģ-ġeyhü‘l-Óacc ĠbrÀhím Óanífü‘l-ÚÀdirí úudduse sırrehÿ, murÀd eyledim ki bir muòtaãar risÀle te‘líf edüp sÀlik-i rÀh-ı óaúíúat olanlar fÀide hÀsıl ola. Ve ismini RisÀle-i Pend-i ÁĢıúÀn deyu tesmiyye edem ola ki mütÀla‘À eden ihvÀn-ı sÀdıklar bu bì-çÀre günÀh-kÀruñ rÿóunu du‗À-yı òayr ile yÀd edüp ĢÀd edeler. Bu beyt bu maóalde õikr olundı; Beyt: fÀilÀtün fÀilÀtün fÀilün Bil du‗Àdır iltimÀs-ı mü‘minín Böyle dedi raómetenli‘l-‗Àlemín [2a] Bir du‗À-yı òayr ile yÀd edeler Rÿóunı ‗ÀĢıúların ĢÀd edeler 158 BaĢarı yoluna götürene ve baĢarıyı gerçekleĢtirene hamd olsun. Sonsuz hamd ve sena (övgü ve Ģükür) o padiĢaha ki o doğmadı, doğurmadı; o tektir, ortağı yoktur; sadece o vardır. Kullarını rızıklandıran odur. Nazik yardımı onlara ulaĢtıran, derin rahmetiyle onları dünya ve âhirette ferahlatan odur. Muhammed Mustafa’ya Ali Murtaza’ya, ailesine, çocuklarına, dostlarına (cennetle müjdelenen on’a) yüce Allah’ın lütfu hepsinin üzerine olsun, sonsuz hamd ve senâ ve salat selâmdan sonra ….. 490 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ola kim raómet eriĢe ver ãalÀt MuãùafÀ‘nuñ rÿóuna ey pÀk-õÀt EmmÀ ba‗d bil ki ey ùÀlib-i erkÀn-ı ùariúat ―Hadaka‘llah ilÀ sebílü‘r-reĢÀd‖159 ÀgÀh ol ki ùariúat-ı ‗aliyyeye intisÀb etmenin Ģarùı nedir? Oldur ki evvelÀ mir‘Àt-ı úalbini pÀk i‘tiúÀd ile CenÀb-ı vÀcibü‘l-vücÿda ùapĢırup ve ba‗de niyyet-i òÀliãe birle istiòÀre ede Ģo‘l Ģarùla ki Àbdest alup úıbleye teveccüh olup iki rek‗at rıøÀe‘n-lillÀh namÀz úıla ba‗de elden geldiài úadar istiàfÀr ede ve ba‗de óaøret-i faòr-i ‗Àlem te‗ÀlÀ ãallallahÿ ‗aleyhi ve sellem efendimizüñ ve Àl u evlÀd ü aãóÀb-ı ensÀrínüñ rÿó-ı Ģeríflerine ãalÀt selÀm edüp160 hediyye eyleye ve ba‗de on iki pírÀn-ı piĢuvÀ-yı ‗ÀĢıúÀn efendilerimizüñ rÿó-ı Ģeríflerine on iki iòlÀs ve on iki fÀtióÀ-yı Ģeríf oúuyup hediyye edeler. Ve Óaú Te‘ÀlÀ cÀnibine teveccüh ve tevekkül olup Ģöyle niyyet ede kim: ―YÀ ĠlÀhe‘l-‘Àlemín bu bí-çÀre úulunuñ feyø-i naãibi úanúı Ģeyhüñ cÀnibinden ise bu bì-çÀre rüyÀ ile irĢÀd edüp ùaríú-i hidÀyete ergürüp istiòÀre ede. LÀ-Ģek fíhí úÀlallahÿ te‗ÀlÀ: ―Leúad ãadaúa‘llÀhü resÿlehu‘r-rü‘yÀ bi‘l-óaú letedòulunne‘l-mescide‘lóarÀm…‖161 ãadaúa‘llahü‘l-‗aôím. Elbette ol ôuhÿr eden iĢÀrete iútidÀ eylemek farødır. Be-kelÀm-ı naãã-ı úÀùi‗ ki ÚÀla‘llahÿ te‘ÀlÀ ―Ġttebi‗u millete ĠbrÀhíme Óanìfen162‖ [2b] deyu buyurmuĢtur, ãadaúallahü‘l-‗aôím. Velikin bunda bir su‘Àl vÀcib oldu ki tab‗iyyet úanúı Ģeyòe vÀcibdir. Bu faúír-i bì-çÀre Ģöyle derim ki bu õikr olunan Àyet-i kerìme ve emr-i ‗aôíme mÿcibince ãÀóib-i emÀnet bir Ģeyò-i kÀmil bulmaú gerekdir. MuúaddemÀ bir emÀnet ãÀhibinden ‗alÀ óasebü‘l-iĢÀre rıøÀsıyla emÀnet almıĢ ola óattÀ anın daòí emÀneti ve icÀzeti pírlere vÀãıl ola ve andan yeden-be-yed ùabÀúÀta ùıbÀúından Óasan Baãrí‘ye Óasan Basrí‘den ĠmÀmü‘l-muttakín emirü‘l mü‘minín ‗Alíyyel MurtaøÀ ve andan Óaøret-i bedr-i kÀinÀt mefóar-ı mevcÿdÀt ‗aleyhi‘ã-ãalÀt ü ve‘s-selÀm efendimize vÀãıl ola öyle olsa ittiba‗ı bu Àyet-i kerime mÿcibince ãaóìó olur. ZirÀ Ál-i HÀĢim Ál-i ĠbrÀhím‘dir. ÓuãÿãÀn merÀm Ál-i Muóammed‘dir. Netekím bu beyt bu maóalde õikr olundu, 159 Sebilü‘r-reĢâd: Araf-146; Mümin-38 [ dosdoğru yola Allah hidayet etsin.] Bu kısımda söylenme adedi rakam olarak 72 Ģeklinde yazılmıĢtır. 161 Fetih Sûresi -27: Andolsun Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde baĢlarınızı kazıtmıĢ veya saçlarınızı kısaltmıĢ olarak korkmadan mescid-i Haram‘a gireceksiniz… 162 Âl-i Ġmrân-95‘den bir kısım: ….Ġbrâhim‘in dinine (anlayıĢına) uyun….. 160 491 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün ġefa‗Àt menba‗ı kÀn[ı] anın mu‘ciz-beyÀnıdır MisÀl-i ‗Àlemüñ nÿrı anın mihr-i ‗ayÀnıdır MaúÀm-ı sidreden geçdi ki Mi‗rÀc eyledi Óaúú‘a EriĢdi Lime‘ullÀhuñ nedim-i ĢÀdumÀnıdır Anın óüsn-i Ģu‗Àından olur zinde bu ‗Àlemler OturmuĢ taót-ı levlÀke cihÀn-ÀrÀ-yı cÀnıdır Senüñ medóinde ‗Àcízdir bu ‗AĢúí kem-terüñ ey ĢÀh Ki meddÀóuñ olup Úur‘Àn oúur seb‗ü‘l-meåÀnìdir DehÀnuñdan ãudÿr eden óadìå-i dürr-i yektÀlar Münevver úıldı ekvÀnı ôuhÿruñ sÀyebÀnıdır Yoòsa kiĢi kendi zu‗munca yol ùutup òalÀ‘ik içinde Ģeklini tebdíl edüp meĢÀyiò-i a‗ôÀmuñ ãÿretine girüp taúlid-i riyÀyı ‗ucb ile gezenlerden [3a] varup bey‗at etmekle ittibÀ‗-ı Àl-i HÀĢime vÀãıl olmaú ne mümkündür. HeyhÀt ki bir daòí ‗aúlın baĢına gelüp bu úabíóeden rücÿ‗ edesin zirÀ ilóÀdle kiĢi kendi ‘indince yol bulamaz. ‗Ale‘lóuãÿã merÀm mürĢid-i óaúiúiye vÀãıl olmaúdır. Ve mürĢíd-i óaúíúi deyu irĢÀda úÀdir olan kimseye dirler. Eger dirsen ki ben mürĢíd-i kÀmile vardım. ÒilÀf söylersin zirÀ meĢiòet da‗vası edersen irĢÀda úÀdir deàilsin. ġu cihetle òilÀf söylersin, bilmez misin ki erenler laóôa laóôa yalancıya ―yuf‖ derler. ĠĢitmediài pes bu mi illü kimesnelere bu òiùÀb kifÀyet eder ki: KÀle ResÿlullÀh ãallallÀhÿ ‗aleyhi ve sellem Mine‘Ģ-Ģeyòe Ģeyòen min àayrı evlÀdı feúad Ģeyòe ke Ģeyòe ĢeyùÀn‘163 ãadaúa resÿlullÀh ya‗ni bir kiĢi bir Ģeyòi Ģeyò edinse anın elinde 163 Hadis kitaplarında bulunmayan söz konusu ifade, Bâyezid-i Bistâmî‘ye atfedilmektedir. Bkz: Sühreverdî, Avârifü‘l-Mearif s. 60/12; Harun Ünal, Uydurma Hadisler, Mirac Yay. c.2, s.102 492 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 icÀzeti iõn ü emÀneti olmasa ve meĢrebi Àl-i evlÀda çıúmasa ke-ennehÿ164 ĢeyùÀnı Ģeyó edinmiĢ olur, ãadaúa resÿlullÀh. Áyet óadìå ile åÀbit oldu kim ehl-i ilóÀda yaúín olmaú ĢeyùÀna yaúín olmaúdır. AllÀhümme aòfaô165 bu òuãÿãda iótiraõ lÀzımdır ki óattÀ ùaríúat ãÀóibini bula ve inkÀr etmekten óaõer ede bu tafãilden maúãÿd-ı merÀmımız; taúlídi óaúíúatden tefrík edüp beyne‘l-óaú ve‘l bÀùıl ‗ayÀn etmekdir. ZirÀ emr-i ma‗rÿf ve nehy-i münkerdir. Elsine-i nÀs içinde görürüm ki nice úÀbil-isti‗dÀd vardır ve ùaríúÀt-ı ‗aliyyeye muóabbet üzre iken ehl-i riyÀ-ı süfehÀnın berine dÿĢ olup ‗Àúıbet êalÀlete taórík etdiklerinde [3b] çamur yiyen, etbÀ‗ına daòí çamur yedirir fehvÀsınca óaúúÀní olacaú iken nefsÀnì olup günden güne meslek-i ÀdÀb-ı ehlu‘l-lÀhı ‗aks-i mu‗amele etmegi ‗ayn-ı kemÀl deyu ôannedüp dururlar netekim bu maóalde birkaç ebyÀt õikr olundı; Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün RiyÀ-ı ‗ucb ile òalkuñ öñün ùutmaú[da]dır kÀrı Deàil bu resme billÀhi meĢihet sırr-ı esrÀrı RevÀ mı òalúı azdırmak utanmaz mı ÒudÀ‘dan ol Niçün ibùÀl eder Óaúú‘ı görüñ Ģu mest-i murdÀrı Óaúíúatce bu erkÀnın Ģi‗Àrı MuãùafÀ‘dandır Alí‘dir aòõ eden ‗ahdi aña vermiĢ bu iúrÀrı ŜabÀúÀtdan güõer úılmıĢ bu ‗ahdi òoĢca ùutmuĢlar MünÀfıú mübtedi bilmez ‗aceb deñlü bu eĢ‘Àrı äanur kim zu‗m-ı ‗aúlınca aña beñzer velíler hep Delìli reh-nümÀsı yoú eder küfre úamu vÀrı 164 165 Sanki, güya Allah korusun. 493 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Eger bir Ģeyò-i kÀmilden ùutaydı dÀmen-i Óaúú‘ı Ŝaríúat beyyinÀtuñdan ôuhÿr eylerdi envÀrı Gel ey ‗AĢúí nihÀn eyle bu rÀzı ehl-i tuàyÀndan Úabÿl eyler mi õerú ehli derunÿñdan bu güftÀrı Ve ba‗øı muòÀlif ‗amel üzre müdde‘À edüp yollaruñ ãarpa uàratmıĢlar. Bu faúír Ģöyle taãavvÿr ederim ki eger bir Ģeyò-i kÀmilden intisÀb edeydi az zamÀnda aòlÀú–ı óamidiyye ile muttaãıf olurdı. Ve maúãÿdunı Allah‘a götürürdü. Fe-emmÀ bÀlÀda õikr olunan óadìå-i Ģeríf mÿcibince ĢeyùÀnı Ģeyò edinmiĢler, bunlar maórÿmlardır. Ve biñ cehd eylese göñle yol bulamaz. DÀìmÀ úalbi mükedderdir, hevÀsı yol bulduúca sÀkin olup güler oynar hevÀsı [4a] yol bulmayacaú olursa ma‘ÀzallÀh Nemrÿd‘dan eĢedd olur. Nitekim bu beyt õikr olundı: mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün mefÀìlün Keder gelmez viãÀl serbetin[i] arzÿ edenlerden Kerem úıl ãorma cÀhìlden bu remzi ãor bilen[ler]den ma‗lÿm oldı ki anlar ãafÀ-yı ruóÀní õevú-i ÓaúúÀní bulamazlar. Sa‗y-ı sülÿkları hebÀen menĢÿrdur. äafÀ-yı õevú-i rÿóÀnì ehl-i tevóìddendir ki Àña tevóìd-i õÀt denür. Ehline ma‗lÿmdur ehl-i tevóìd ise telúìn úuvvetiyle ki mÀye-i Muóammedìdir. Anuñla mürĢíd naôarında aósen-i te‘díb ile sülÿk edip ãafÀ-yı úalbe ve tevóíd-i ãıfÀta ta‗alluú ùutarlar, dÀímÀ liúÀ-yı Óaú‘da õevú üzeredirler. Beyt: MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün äadÀúat ehl-i dillerden iĢitdim sırrı-ı maòfìdir Ma‗arif menzili güyÀ bu baòre ber-me‗Ànídir. 494 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Amma yuúaruda demiĢ idik ki ilóÀd ehline dÿĢ olanlar ãafÀ-yı rÿóÀní ve õevú-i ÓaúúÀnì bulamazlar deyu imdi gerekdir ki sÀlik rÀh-ı ilÀllÀh olan nÀmÿs-ı ‗Àrını terk edüp bir àayr mürĢíd-i óaúúÀnì bula muúaddem ùuttuàu ĢeyùÀnı terk edüp ittiãafı bi-ãıfÀtullah taòallaúu bi-aòlÀúillÀh 166olan mürĢidi bulur kim maúãÿd budur. Allahümme yessir167 ve eger farú edemezsen bÀlÀda õikr olunan istiòÀre üzre ‗amel edesin. ĠnĢa‘allÀh an úaríb168 bu õikr olunan ÀåÀr vücÿda gelüp ‗alÀmeti ôÀhír olduúda bu faúíri òayr ile yÀd edüp rÿóunu ĢÀd edesin. Beyt:MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün MefÀìlün Meded úıl úalmaya yolda Ģu kim ‗aôm-ı viãÀlüñdür Ümìd-i vaãl-ı yÀr eyler meni Ģem‗-i cemÀlüñdür [4b] Gerçi selefde niçe taórìr ve niçe tefsìr olunup ehl-i Óaú buùlÀn-ı ehl-i riyÀdır cümlesini ma‗lÿm etmiĢler ancaú bu sözler ki bu risÀlede taórír olundu. Bu vech üzre àayr-ı ketebde taórír olunmadıàı ecilden ve zamÀnımızdan ehl-i ilóÀduñ mübÀlÀàa olduúlaruñdan nÀĢí bi‘ø-øarÿr bu vech üzre taóríre iĢÀret õuhÿr etmegin bÀdí úılınmıĢdır. Gerekdir ki úuãÿrunı ma‗õÿr buyuralar ve óalÀ Ģimdiki óÀlde ma‗lÿmumuz olaraú icÀzetsiz ve emÀnetsiz ve iõinsiz niçe niçe kimseler vardır ki ek eri òalú onlarla teb‗iyyet edüp gitdikce bu fesÀdı ziyÀde etmekdedirler. ‗Ale‘lóuãÿã evvelÀ mürĢídleri nÀ-ma‗lÿm ve úanúı dergÀha òÀdim olduúları nÀ-ma‗lÿm bu óÀl ile gümrÀhlar degiller midir? Bizim ãoóbetimiz ùÀlib-i Óaú olanlaradır. Yoú eger çi merÀm Lu‗b-ı hevÀ ise bizim onlarla ãoóbetimiz yoúdur bildiàini bilsün niçün ki Ģerí‗at-ı muùaóóarada beyyíne vardır, ehline ma‗lÿmdur. Ve ùaríkat-ı ‗aliyyede daòí beyyíne vardır. Ehline ma‗lÿmdur, niçün üstÀda varmazlar, ‗Àr edüp òiõmetden úaçarlar hemÀn merÀmları dünyÀ cìfesidir. Ve òalú içinde ululuú da‗vasın ederler. Bilmezler kim Àyet óadí ile küfre mürtekíb olmuĢlardır. Úale Nebí ãallallahÿ ‗aleyhi ve sellem Óubbÿ‘d-dünyÀ re‘se kulli òaùi‘aten terkü‘ddünyÀ re‘se külli ‗ibÀdeti169 ãadaúa resÿlullah ve daòì bir kemÀl ehli kendilere naãióat úılsa ebed úabÿl etmezler gerçi anlar kim óaú söylecidir ammÀ mürídlerinden òavf eder kím yüz döndürmeyeler deyu zihí nÀdÀn kÀtelehumu‘llÀh óaúúı bilürken [5a] úabÿl etmez tekõìb eder anlar maórÿmlar degiller midir? 166 Münâvî, et-Teârîf, s. 564; Et-Tâc, 1/13: Allah‘ın ahlakıyla ahlaklanınız,(sıfatlatıyla da sıfatlanınız.) KolaylaĢtır Allahım. Anlamına gelen dua cümlesi. 168 Çok geçmeden, yakında 169 Mevzu hadis olduğuna dair kanaat bulunan bu söz için bkz. Elbânî, Ed-Dâife, I, 370; Ġsmail Hakkı Ġzmirli, Mutasavvıfe Sözleri, 14; Siyer, 95: Dünya sevgisi bütün hataların, dünya terki de ibadetin baĢıdır. 167 495 BĠLDĠRĠ KĠTABI - UTEK 2014 Ma‗azallah bu ãıfÀtla muttaãıf olanlar raómet-i Óaúú‘a vÀãıl olamazlar ve ĢefÀ‗at-i resÿlullahdan maórÿmdururlar. ġo‘l kimesnelerden ıraà Óaúú‘a yaúín olur. LÀ-Ģek fíhí imdi gerekdir ki bir kimesne bir Ģeyòden bey‗at etmelü olsa evvelÀ taãyió etmek gerekdir. Ol Ģeyòüñ icÀzeti var mı ola ve Ģeyòi iõin vermiĢ mi ola? Eger aãlına erebilürse bey‗at etmesi cÀ‘izdir veyÀhud meõkÿr tertíb üzre istiòÀre edüp iĢÀret olunursa ol vaút bey‗at alup ‗ahd etmesi farødır. ZírÀ meveddet fi‘lúurbídir. Úale nebí ãallallahÿ ‗aleyhi ve selem Men teĢebbehe bi-úavmin fe-hÿve minhum 170 ãadaúa resÿlullah. Yoú ki emÀnet ve icÀzet ãÀóibi olmayacaú olursa uĢta ĢeyùÀnı mürĢíd edinmiĢ olur. El-‗íyÀõen b‘illah min su‘el-úaøÀ171 bu faúìrüñ àaraøı Ģudur kim ùÀlib-i Óaú olanlar emÀnetsiz kiĢiden bey‗at etmeyeler. GülĢen-i rÀz oturma ‗avÀmla mesò olursuñ Ne mesò ki küllì nesò olursuñ172 Ve bu òuãÿãda cümle ehlullÀh ki ãÀóib-i ùariúatdırlar, ittifÀúen böyle òaber vermiĢlerdir. Ġmdi mürĢídi ãÀóib-i emÀnet bulup varta-i helÀkdan òalÀã olup maùlÿba nÀ‘il olalar. ZirÀ El-óubbu l‘illÀh ve‘l buàøu l‘illah ve‘l-ecri ‗alÀ‘llÀhdır.173 Òuãÿsen ‗Àleme Àdem bir gelür Ey söz úadri bilen fehm edegör SermÀye elde iken cehd edegör Nitekim Óaøret-i Yunus Emre úaddese sırrehu‘l-‗azíz taãavvÿfÀtında Bindüm erik dalına anda yedüm üzümü [5b] buyurdukları bu remze iĢÀretdir. Óaøret-i Mıãrí úaddese sırrehu‘l ‗azíz Ģeró edüp ‗ayÀn etmiĢdir ki Üzümü aãmadan iste, eriği erikden iste yoòsa merÀm üzüm iken erikden istemek fÀ‘ide etmez. Erigi daòí asmadan fâide etmez. keõÀlik ehl-i ilóÀduñ dÀmenin ùutmaàla Óaúú‘a varılmaz ve biñ cehd etse meĢaúúat çeküp òalvetler eylerse fÀ‘ide óÀãıl edemez. ZírÀ meveddetden müberrÀdır. El-‗Àrifu yek fihí‘l-‗iĢÀre174 bunda nice sözler ve nice óÀller vardır 170 Hadis, Ebu Davud 4/44: Kim bir kavme benzemeye çalıĢırsa onlardan olur. Kötü iĢlerin olmasından Allah‘a sığınırım. anlamına gelen dua 172 Bu beyitte vezin problemlidir. 173 Hadis, Ebu Davud, Sünnet 15: Allah için sevmek, Allah için kı