Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 4-5 - Edebiyat Fakültesi
Transkript
Tarih Enstitüsü Dergisi Sayı 4-5 - Edebiyat Fakültesi
TARİH ENSTİTÜSÜ DERGİSİ (Kuruluş Tarihi: 1970) ENSTİTÜ MÜDÜRÜ Prof. Dr. M. Münir Aktepe Yayın Kurulu Prof. Dr. Afif Erzen — Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Prof. Dr. Münir Aktepe A dres: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Enstitüsü. TARİH EN STİTÜSÜ DERGİSİ IV-V Ağustos 1973-1.974 S a y ı: 4 - 5 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TARİH ENSTİTÜSÜ DERGİSİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ MATBAASI İSTANBUL — 1974 İÇİNDEKİLER Hakkı Dursun Yıldız Abbasiler Devrinde Türk Kumandan ları. El-Afşm Haydar b. Kâvûs ............ 1 Fars M eliki Selçuk-şah’m hayatı ve paraları ................................................... 23 S. Soucek inebahtı Savaşı ..................... ................. 35 Özcan M ert Şerifinin «Fetihnâme-i Kıbrıs»/ ........ 49 Tayyib Gökbilgin Söğüt Ertuğrul Gazi Türbesi ................. 79 M . Münir Aktepe Osmanlı Devri İzmir Câmi ve Mescidleri Hakkmda Ön-bilgi. II .................... 91 İstanbul'da ihtisab Mevzuatı ve 16821684 senelerinde İhtisab Mukataası ile ilgili bir Belge ...................................... 195 X V II. yüz yılın sonuna kadar M ake donya'nın Osmanlı Hakimiyeti Devrin de idâri taksimatı .................................. 213 Hititlerin Kült Törenlerinde Kadınların yeri ve Görevleri .................................. 231 Türk Amirali Emir Mustafa ibn Behram Bey’in Hindistan Seferi (1531) 247 Eski Bir Rûznâme'ye Göre İstanbul ve Rumeli Medreseleri ............................. 263 Tarihi Mezarlardan notlar .................. 291 Tanzimat Devri, Osmanlı-ingiliz Güm rük Târifeleri .......................................... 335 Peçenek Hâzinesi ve Türk Sanatının Çeşitli Kıtalarda Gelişen Ortak Nite likleri ....................................................... 395 Erdoğan Merçil Eşref Eşrefoğlu Aleksandar Stoyanovski Muhibbe Darga M. Yakub Mughul M . Kemal Özergin Semavi Eyice Muhabat S. Kütükoğlu Nejat Diyarbekirli Salih Özbaran V . J . Parry (1915-1974) 429 KİTABİYÂT Mücteba İlgürel F. Çetin Derin Mahmud H. Şakiroğlu Sevim ilgürel Halil İnalcık, The Ottoman Empire, The Classical Age 1300-1600, Weidenfeld and Nicolson Yayınevi'nin Mede niyet Tarihi Serisinden Londra 1973 433 Malazgirt Armağanı Ankara 1972. Türk Tarih Kurumu Basımevi ............ 437 Antoine Galland, İstanbul’a  it Gün lük Anılar (1672-1673), II. cilt (1 6 7 3 ), çeviren Nahid Sırrı Örik, Ankara 1973 439 Mucib Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu ve Azarbaycan savaşı (1917-1918), İstanbul 1972 ................ 442 Abbasîler Devrinde EL - A F Ş İ N Türk Kumandanları H A Y D A R b. K  V Û S Hakkı Dursun Yıldız İslâm tarihinin en mütebariz sîmâlarından birisi olan ve Uşrusana1 hükümdar ailesine mensup bulunan Haydar b. Kâvûs, kaynaklarda, bu bölgenin hükümdarlarına verilen el-Afşın ünvanı ile geçmektedir. EI-Afşın-m ailesinin Uşrusana'da hükümdarlığı ne zaman eleğegirdiğini tesbit etmek mümkün olmamaktadır. Bu ailededen tesbit ede bildiğimiz ilk şahıs, 118 (73 6 ) yılında, Horasan valisi Esed b. Abdullah el-Kasrî ile Türgiş Kağanı Su-lu arasında yapılan savaşlarda Su-lu Ka^ ğan'ın safında yer alan Kara Buğra idi2. Ancak bu tarihten önce ve son ra Kara Buğra'nın faaliyetleri hakkında kaynaklarda her hangi bir bil giye tesadüf edemedik. Uşrusana bölgesinin de dahil bulunduğu Batı Türkistan'da V II. yüzyılın ortalarından itibaren Göktürk Kağanlığı'nın siyasî nüfuzunun zayıflaması üzerine Fergana, Taşkent, Semerkand Buhara ve Uşrusana'da müstakil küçük devletler ortaya çıkmıştır3. Muh temelen Kara Buğra ailesi de, Uşrusana'ya bu tarihten sonra hâkim ol muştur. Fakat biraz Önce de belirttiğimiz gibi, bu hususta hiç bir bil giye sahip değiliz. Kara Buğra'nın oğlu ve el-Afşın'ın dedesi olan, ismi kaynaklarda muhtelif şekillerde verilen4 lJ - jU. Hân Hara (Kara)'nın, 178 (794- 1 Semerkand, Fergana ve Taşkent’in arasında bulunan ve İslam kaynaklarında Uşru sana veya Usruşana şeklinde geçen bir bölge; bu hususta bkz. W. Barthold, Turkestan down to the Mongol İnvasion, London 1958, 116 vd. d. 2 Taberî, Tarih el-Rusul ve’l-Mulûk, ed. M J . de Goeje, Leîden 1879-1898, III, 1613 ve İbn el-Esîr, el-Kâmil fi’l-Tarih, ed. C.J. Tomberg, Beyrut 1965, V, 205 te S şeklinde geçen bu ismin, <3' • değişmesi göz önüne alınacak olunursa Kara Buğra olacağı ortaya çıkmış olur. 3 R. Grousset, L ’Empire des Steppes, Paris 1969, 165 vd. 4 Taberî, m , 1613 de S a i t l i - , .m , 631 ve 1066 da 205 te > VI, 383 te 2 ve VI, 383 not 1 de â i İbn el-Esîr, V, jli. seklinde geçmekte dir. El-Mukaddesî (Ahsen eî-Takasim fi M a’rifet el-Akalim, ed.M.J. de Goeje, Leiden 1906, 274)’de ismi şeklinde geçen ve Yegânkent’te türbesive rıbatı bulunan şah sın da el-Afşm’ın dedesi olma ihtimali vardır. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 1 HAKKI DURSUN YILDIZ 2 795) yılında Horasan valisi el-Fazi b. Yahya el-Bermekî ile mücadele ettiğini görmekteyiz5. Ancak Kara Buğra'da olduğu gibi bu zât hak kında da kaynaklar fazla bilgi vermemektedirler. Kara Buğra ailesinin tekrar tarih sahnesine çıkması Halife elMe'mûn devrine (813-833) rastlamaktadır. Hârûn el-Reşîd'in ölümü (809) üzerine oğulları el-Emîn ile el-Me'mûn arasındaki hilafet mü cadeleleri sırasında Maveraünnehr'de bazı isyanların patlak verdiği gö rülmektedir6. Bu isyanlar el-Emîn'in katli ve el-Me'mûn halifeliğine ka dar devam etmiştir. Halife el-Me'mûn, tek başına iktidara geçer geç mez Fergana ile Uşrusana üzerine kuvvetler gönderdi. Bu sırada Uşrusana'da el-Afşın'ın babası Kâvûs hüküm sürmekte idi. Halifenin gön derdiği kuvvetlerle başa çıkamıyacağım anlıyan Kâvûs, el-Me'mûn'un veziri FazI b. Sehl'e bir mektup yazarak, Uşrusana'ya karşı gönderilen kuvvetlerin geri çekilmesini, buna mukabil kendisinin de muayyen mik tarda vergi vereceğini, bu şartlar dahilinde sulh yapmak istediğini bil dirdi. FazI b. Sehl, Kâvûs'un teklifini kabul ederek onunla sulh yaptı. Fakat bu sulh devresi uzun müddet devam etmedi. Halife el-Me'mûn'un Bağdad'a dönmesi (819) üzerine Kâvûs Abbasî devletine ödemekte olduğu vergiyi kesti7. Kâvûs ile Halife el-Me'mûn arasındaki siyasî münasebetlerin kö tüleştiği sırada, Kâvûs'un ailesi arasında çıkan bir anlaşmazlık el-Afşın'ın tarih sahnesine çıkmasına sebep olmuştur. Kâvûs'un sarayında vazife gören yüksek bir memurla el-Afşın'ın arası açıldı. Bu zâtın kızı Kâvûs'un diğer oğlu FazI ile evlenmişti. Aralarındaki anlaşmazlığın git tikçe şiddetlenmesi üzerine el-Afşın, bu şahsı öldürdü ve babasından çekinerek Huttel'e kaçtı. Huttel hâkiminin aracılığı ile babasından af dileme yollarını araştırmağa başladığı sıralarda Uşrusana'da meydana gelen bazı gelişmeler sebebiyle el-Afşın bu teşebbüsünden vazgeçerek Bağdad'a geldi ve İslâm dinini kabul etti8. El-Afşın'ın Bağdad'a gelerek müslüman olması, Uşrusana'yı fet hetmek emelinde olan Halife ei-Me'mûn'a iyi bir fırsat vermiş oluyor du. Ailesi arasında çıkan anlaşmazlık sebebiyle memleketini terke mec bur olması sebebiyle babası ve kardeşine kırgın olan el-Afşın, halifeye, Uşrusana'nın fethi hususunda yardım edeceğini bildirdi. Bunun üzerine 5 6 7 8 Taberî, III, 631. Barthold, Turkestan, 210. Belâzurî, Futûh el-Buldân, ed. M.J. de Goeje, Leiden 1866, 430. Belâzurî, 430. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 3 el-Me'mûn, Ahmed b. Ebî Hâlid kumandasındaki bir orduyu el-Afşın'ın rehberliğinde Uşrusana üzerinde gönderdi. Abbasî kuvvetlerinin, hiç ummadığı bir anda ülkesine girdiğini haber alan Kâvûs, oğlu Fazl'ı Türkler'den (Dokuz Oğuz) yardım teminine gönderdi. Fakat daha yar dımcı kuvvetler yetişmeden Kâvûs'un Ahmed b. Ebî Hâlid'e teslim ol ması, oğlu Fazl’ı da Türkler'den ayrılarak babasının yanına gelmeğe mecbur etti. Baba oğul Bağdad'a getirildiler. Her ikisinin de müslümanlığı kabul etmesi üzerine el-Me'mûn, Kâvûs'u tekrar Uşrusana'ya afşın tayin etti. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Haydar geçti9. Belâzurî tarafından verilen bu malûmat kısmen Taberî ve Ya'kûbî tarafından da teyid edilmektedir. Taberî, 207 (822-823) yılında. Halife el-Me'mûn'un Ahmed b. Ebî Hâlid'i Uşrusana'nın fethine memur et tiğini ve Ahmed'in de Kâvûs ve oğlu Fazl'ı esir ederek adı geçen böl geyi fethettiğini bildirmektedir10. Ya'kûbî ise, Belâzurî gibi yıl bildirme den Ahmed b. Ebî Hâlid'in Uşrusana seferinde el-Afşın'ın da hazır bu lunduğunu kaydetmektedir11. El-Afşın'ın, Abbasî devleti hizmetine girdiği tarihi kaynaklar kesin olarak bildirmemektedirler. Ancak Taberî'nin Uşrusana'nın fetih tarihini kaydetmesi bu hususta bize bir ipucu vermektedir. Kâvûs'un halifeye karşı isyanının el-Me'mûn'un Bağdad'a dönmesinden, yani 15 Safer 204 (11 Ağustos 819) tarihinden sonra meydana geldiğini ve Uşrusana'nın fethinin de 207 (822-823) yılında olduğunu göz önüne alacak olursak, el-Afşın'ın bu yıllar arasında, büyük bir ihtimalle 206 (821822) yılında Bağdad'a gelerek Halife el-Me'mûn'un hizmetine girdiğini kabul edebiliriz. El-Afşın'ın Halife el-Me'mûn ve el-Mu'tasım devirlerindeki siyasî ve askerî faaliyetlerine geçmeden önce onun milliyeti üzerinde durmak icap etmektedir. Bu mesele hakkında şimdiye kadar kesin bir görüş mevcut olmamakla beraber, onun Türk veya Fars olabileceği ihtimal leri üzerinde durulmuştur12. El-Afşın'ın milliyeti konusundaki bu fikir 9 Belâzurî, 430; ayrıca bkz. Barthold, Turkestan, 210 vd; G. Hossein Sadighi, Les Mouvements Religieux Iraniens, Paris 1938, 287 vd. 10 Taberî, III, 1065 vd.; İbn Miskeveyh, Tecârib el-Ümem..., ed. M.J. de Goeje, Leiden 1871, 454; Kitâb el-Uyûn el-Hadaik fi Ahbâr el-Haka’ik, ed. M J. de Goeje, Leiden 1869, 365; İbn el-Esîr, VI, 383. 11 Ya’kûbî, Tarih, ed. M. Th. Houtsma, Leiden 1883, II, 557. 12 Müller (Der Islam in Morgen und Abendiand, Berlin 1885-1887, I, 507, 520), el-Af§ın’ın Türk olduğunu söyledikten sonra aynı eserin II. cildinde (s. 21 not 2) bu iddiasını 4 HAKKI DURSUN YILDIZ ayrılıkları kaynakların bu hususta açık bir bilgi vermemelerinden ileri gelmektedir. Açık olmamakla beraber kaynakların verdikleri bazı ipuç ları, el-Afşın'ın milliyetini tesbit hususunda bir hükme varmamızda bize yardımcı olmaktadır. Arab olmadığı muhakkak olan el-Afşın'ın Fars olduğuna dair tek ve zayıf delil baba adının Kâvûs olmasıdır. Ancak onun babasının. Iran hükümdar ailelerinde sık rastlanan böyle bir ismi taşıması. Iran kültü rünün tesiri altında bulunan bir bölgede tabiî karşılanmalıdır. İleride mahkeme safahatında da görüleceği gibi, el-Afşın ve babası müslüman olmadan önce zerdüştî idiler. Bu devirde Türkler'in dahil oldukları ce miyetin tesiri altında kalarak türkçe adlar yerine farsça ve arabca isim ler kullandıkları sık görülmektedir. Bu sebeple babasının Kâvûs adını taşıması onun Fars olduğuna delil sayılmamalıdır. Üstelik el-Afşın, ba basının farsça isim taşımasına rağmen, kendisi de arabca Haydar adını almıştır. Kanaatimize göre Haydar adını müslüman olduktan sonra al mış olmalıdır. El-Afşın'ın türklüğü hakkında daha kuvvetli delillere sahibiz. Bilin diği gibi Maveraünnehr ve Batı Türkistan V II. asrın sonlarından itibaren Türklerin elinde bulunmakta idi. Daha önceki devirlerde de İran'ın batı hududu Seyhun'u öteye pek geçmemişti. Çeşitli sebeplerle İran tesiri nin görüldüğü Seyhun'un doğusundaki bölgelerin aslî unsuru Türkler'dan meydana gelmekte idi. Göktürk hükümdarı Kapağan Kağan za manında (691-717) bütün Batı Türkistan Göktürk devletinin hâkimi yeti altında idi. Ayrıca Taşkent, Fergana, Semerkand, Buhara ve Uşrusana bölgelerinde, Göktürkler'in yüksek hâkimiyetini tanımakla bera ber yarı müstakil beylikler bulunuyordu. Umumiyetle bu beyliklerin ba şında Türk hanedanları vardı13. Bu durumda Uşrusana'ya hâkim olan hanedanın da Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim hanedanırt tesbit edebildiğimiz ilk iki mensubunun adları bunu göstermektedir. Bunlardan birincisi kaynaklarda, şüpheye mahal bırakrhıyacak açıklık la belirtilmiş olan Kara Buğra'dır. İkincisine, yani el-Afşın'ın dedesine gelince, onun isminin İslâm kaynaklarında verilen şekliyle pek açık ol mamakla beraber, farsça olmadığı ve iki kelimeden meydana geldiği görülmektedir. Taberî ve İbn el-Esîr'de muhtelif şekillerde geçen bu isyalanlamıştır. Bu hususta ayrıca bkz. Ahmed Ferîd Rufai, A s t el-Me’mûn, Kahire 1927, I, 286; İslam Ansiklopedisi, Afşin md. 13 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağlan, İstanbul 1971, I, 66 vd. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 5 min14 ilk kelimesinin «Hân» olduğu açıkça görülmektedir, ikinci keli me ise tam olarak okunmamakla beraber, ibn el-Esir'de verilen «Hara» (Kara) şekli kanaatimizce gerçeğe en yakın olanıdır. İslâm kaynakla rında, umumiyetle yabancı isimlerin tahrif edilerek verildiğini, ayıiı du rumun farsça isimlerde olmadığını dikkate almak icap etmektedir. Neş'et ettiği bölgenin etnik durumu ve ecdadının kullandığı türkçe isimler, el-Afşın'ın Türk olma ihtimalini çok kuvvetlendirmektedir. El-Afşin'm türklüğünü teyid eder bir habere de Ya'kûbî'de rastla maktayız16 : Bâbek isyanının bastırılmasından sonra Samerra'ya dönen el-Afşın, uhdesinde bulunan Azerbaycan'ın idaresini dayısı oğlu Mengüçur'a16 bırakmıştı. Diğer kaynaklar sihriyet derecesini bildirmemekle beraber Mengü-çur'un el-Afşın'ın akrabası öldüğünü kaydetmektedir ler17. Mengü-çur adının ise sık rastlanan türkçe isimlerden olduğu dik kate alınırsa el-Afşın'ın ana tarafından da Türk olduğu hükmüne varıla bilir. Bu delillerin yanında, el-Afşın'ın, Abbasî devletinde Türk birlikle rinin nüfuz sahibi oldukları bir devirde temayüz etmesi, iştirak ettiği mühim vukuatta Türkler ile beraber bulunması ve Semerra'da Türkler'e tahsis edilen mahallelerin birisinin kendisine verilmesi bir tesadüf de ğildir. Ayrıca ordu kumanda heyetinin hemen tamamının Türkler'den meydana geldiği el-Mu'tasım devrinde bir nevi başkumandan durumun da olan el-Afşın'ın da Türk olması akla gelen en yakın ihtimaldir. El-Afşın'ın Abbasî devletinin hizmetine girmesinden itibaren on yıl kadar hiçbir askerî ve siyasî harekete iştirak etmediği görülmekte dir. Ancak kaynakların bu hususta malumat vermemeleri, onun bir kö şede unutulmuş olduğu manasına alınmamalıdır. Biraz ileride göreceği miz gibi el-Afşın'ın, 215 (830) yılında Mısır isyanlarının bastırılmasına memur edilmesi, onun halife tarafından denenmiş ve güvenilir bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Bu durumda el-Afşın'ın bu on senelik zaman 14 Yukarıda s. 2, not 4. 15 Ya’kûbî, Tarih, II, 583. 16 Kaynaklarda seklinde yazılan bu ismin, Türkler’de sık rastlanan «Mengü» ismi ile «Çur» Unvanından meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bu bususta bkz. Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugat-it-Türk, hazırlıyan Besim Atalay, Ankara 1943, IV, 411; Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul 1941, IV, 67, 155. 17 Taberî, III, 1301; İbn el-Esîr, VI, 505. Süryanî Mihaü (Chronique, ed. J.B. Chabot, Paris 1890-1910, III, 101) Mengü-çûr’un el-Afşın’ın kız kardeşinin Oğlu olduğunu belirt mektedir. 6 HAKKI DURSUN YILDIZ zarfında halifenin itimadını kazanacak faaliyetlerde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Halife el-Me'mûn, Bağdad'a dönmesinden sonra yeni bir siyaset takibine başlıyarak hilafet ordusu saflarına külliyetli miktarda Türkler' den asker almağa başladı18. Türkler'den meydana getirilen birliklerin ka tıldıkları ilk askerî harekat, gerek müstakbel halife el-Mu'tasım'ın ve gerekse el-Afşın'ın kumandasında Mısır isyanlarının bastırılmasıdır. Bu durumda el-Afşın'ın, Abbasî devleti hizmetine girmesinden Mısır isyan larını bastırmağa memur edilmesine kadar geçen zamanda el-Mu'tasım'ın maiyetinde, ordu saflarına alınan Türk birliklerini tanzim ve tertib ettiği ihtimali kuvvet kazanmaktadır. Halife el-Mu'tasım devrinde iştirak ettiği önemli askerî harekatta yanında mühim miktarda Türk birliklerinin bulunması bu görüşü teyid eder mahiyettedir. El-Afşın'ın kumandan olarak katıldığı ilk askerî faaliyet. Halife elMe'mûn'un son yıllarında Mısır'da çıkan isyanları bastırmağa memur edilmesidir. Hârûn el-Reşîd'in oğulları el-Emîn ve el-Me'mûn arasında ki hilafet mücadelesi bu bölgeye de sirayet etmiş, uzun bir maziye sa hip olan Kaysîler (Mudar)-Yem ânîler ihtilafı bu seferde siyasî sebep lerle yeniden alevlenmiş ve Kaysîler el-Emîn, Yemânîler ise el-Me'mûn tarafını tutarak mücadeleye girişmişlerdi. El-Me'mûn'un halife olmasiyle sükûnet avdet eder gibi olmuşsa da bu sefer de Endelüs'ten sürülen 15 bin kişinin Mısır’a gelmesi tekrar karışıklıkların başlamasına sebep olmuştur. Bunun üzerine Mısır valiliğine 210 (825-826) yılında tayin edilen Abdullah b. Tahir bu isyanları bastırmağa muvaffak olmuştur. Kısa bir müddet sonra Abdullah'ın Azerbaycan valiliğine tayin edil mesi üzerine karışıklıklar tekrar başlamış ve el-Me'mûn, kardeşi Ebû ishak'ı Mısır valiliğine getirerek onu isyanların bastırılmasına memur etmişti. 214 (829-830) yılında Mısır'a giden Ebû ishak, karışıklıkları kısmen teskin edebilmiştir19. Halife el-Me'mûn 215 (830) yılında Bizans'a karşı yaptığı birinci seferden Dımaşk'a döndüğü sırada Mısır'da karışıklıkların yeniden pat lak verdiği haberini aldı. Bunun üzerine halife, Mısır valisi olan karde şine el-Afşın'ı isyanlarını bastırılmasına memur etmesini emretti, isyan 18 Ya’kûbî, Kitâb el-Buldân, ed. M J. de Goeje, Leiden 1892, 255 vd.; İbn Hurdadbıh, el-Mesölik ve’l-Memâlik, ed. M J. de Goeje, Leiden 1889, 39; İbn Kuteybe, el-Ma’arif, nşr. Servet Ukkaşa, Mısır 1969, 391. 19 Fikret Işıltan, Me’mûn md., İ.A. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 7 lar daha ziyade Aşağı Mısır'da Berka, el-Beşarûd, el-Biyâme ve el-Huf şehirlerinde tehlikeli bir hal almıştı. 215 yılı ortalarında (830) sonları) harekete geçen el-Afşın, Berka'ya gelerek şehri âsilerden kurtardı, is yancıların eie-başısı olan Müslim b. Nasr esir edildi. Bundan sonra, Kıptîler'in de katılmasıyle sayıları oldukça çoğalmış olan el-Beşarûd ve el-Huf âsileri üzerine yürüdü. Aynı yılın sonlarına doğru adı geçen böl gelerde de sükûneti temin eden el-Afşın Kahire'ye döndü. 216 yılını (831) da âsilerle mücadele ederek geçiren el-Afşın, Muharrem 217 (Şubat - Mart 832) tarihinde Mısır'a gelen Halife el-Me'mûn'un öncü kuvvetler kumandanı olarak Mısır isyanlarının bastırılmasında önemli roller oynamıştır20. El-Afşın'ın, Mısır isyanlarının bastırılmasında gösterdiği başarı, onun devlet erkânı arasında itibarının yükselmesine yardım etmiştir. Mısır isyanlarının bastırılmasıyle meşgul olması sebebiyle el-Me'mûn'un, Bizans'a yaptığı seferlerden ilk üçüne katılamıyan el-Afşın'ın, 218 (833) yılındaki sonuncu sefere iştirak ettiği ve el-Me'mûn'un elBedendûn (Pozantı)'da ölümü üzerine, el-Mu'tasım'ın halife olması hu susunda diğer Türk kumandanlarıyle birlikte önemli rol oynadığı muh temeldir. El-Mu'tasım'ın halife olmasıyle el-Afşın'ın ikbal devri başlamış oluyordu. Abbasî imparatorluğunda el-Mu'tasım ile birlikte yeni bir de vir başlamış ve ordudaki Türk birlikleri halifeler üzerinde büyük bir nüfûz tesis etmişlerdi. Abbasî imparatorluğunda Türkler'in iktidara gel mesinde baş rolü oynıyanlardan birisi de, el-Mu'tasım devrinde halife ordularının başkumandanı durumunda olan el-Afşın olmalıdır. El-Mu'tasım halife olduğu zaman (833) Bâbek isyanı çok tehli keli bir hal almıştı. El-Emîn ile el-Me'mûn arasındaki iktidar kavgasının sebep olduğu karışıklıklardan istifade ederek Azerbaycan'da el-Bazz21 şehrini kendisine merkez yaparak 201 (816-817) yılında isyan etmiş olan Bâbek, el-Me'mûn'un gönderdiği kuvvetleri mağlup etmek sure tiyle nüfûz sahasını oldukça genişletmişti. Hattâ el-M e’mûn'un son yıl larında, devrin en büyük kumandanlarından birisi olan Abdullah b. Ta20 Ya’kûbî, Tarih, II, 568 vd.; el-Kindî, Kitâb el-Vulât ve Kitâb el-Kudât, ed. Rhuvon Guest, Leiden 1912, 189 vd. d.; Taberî, III, 1105; İbn Tagribirdi, el-Nucûm el-Zahire jî M ülûk Mısır ve’l-Kahire, Kahire 1348-1374, II, 212 vd. d. 21 Azerbaycan ile Errân bölgeleri arasında ve Aras nehri üzerinde bulunduğu anla şılan el-Bazz’m yerini kesin olarak tesbit edemedik. Bu hususta bkz. İbn Hurdadbih, elMesâlik..., 121; Yâkût el-Hamavî, M u’cem el-Buldân, Beyrut 1955-1957, I, 361, III, 44. 8 HAKKI DÜRSÜN YILDIZ hir'in Bâbek ile mücadeleye memür edilmesine rağmen harekete geç mekten kaçınması Bâbek'in kudretini göstermektedir22. Halife al-Mu'tasım, yirmi seneden beri devam etmekte olan ve ar tık devleti tehdit etmeğe başlıyan Bâbek isyanını bastırmak için, ken disinin Mısır valiliği sırasında yanında bulundurduğu, askerî bilgi ve kudretine şahit olduğu el-Afşın'ı 2 Cumada II 220 (3 Haziran 835) ta rihinde el-Cibâl ve Azerbaycan bölgelerine vali tayin ve isyanı bastır mağa memur etti. El-Afşın mücâdeleye girişmeden önce karargâhını kurduğu Berzand İle Bağdad arasındaki kalelere askeri birlikler yerleş tirmek suretiyle hem merkez ile olan irtibatını ve hem de erzak ve za hire yollarını emniyet altına almış oldu. Aynı zamanda bölgedeki posta teşkilâtını da yeniden tanzim ederek Bağdad ile olan muhaberatı dört gün gibi kısa bir müddette yapabilmeyi mümkün kıldı. Kurduğu casus luk şebekesi ile Bâbek hakkında az da olsa bilgi edinebiliyordu. Bunda daha ziyâde bol para verilmek suretiyle esirlerden faydalanıyordu22. Taberi'ye göre24 al-Mu'tasım, devamlı savaşların bunalttığı ordu nun iaşe ve teçhizat bakımından sıkıntı çekmemesi ve maneviyatının sarsılmaması gayesiyle yine Türk kumandanlarından Boga el-Kebîr ida resinde el-Afşın'a para ve zahire gönderdi. Bâbek, casusları vasıtasiyle Boğa'nın zahire ile birlikte geldiğini öğrenince baskın yapmağa hazır landı. Fakat onun böyle kıymetli bir yağma fırsatını kaçırmıyacağını bi len el-Afşın, aldığı tedbirlerle hem Boğa'nın getirdiği zahire ve parayı kurtarmış hem de beklemediği bir anda Bâbek'e taarruz ve onu njağlup ederek al-Bazz'a çekilmeğe mecbur etmiştir. El-Afşın'ın bütün bu ted birlerine rağmen zahire kolları ara sıra baskınlara maruz kalıyor ve bu durumlarda sıkıntıya düşen ordunun zahire ihtiyacı civar bölgelerden temin ediliyordu. 220 (835) kışını Berzend'de geçiren el-Afşın ilk baharda Bâbek'e karşı harekete geçti. Boga idaresindeki birlikleri Heştadsar25 üzerine gönderirken kendisi de el-Bazz'a doğru ilerliyerek buranın 6 mil yakı22 Burada yalnız el-Afşın’ın Bâbek ile yaptığı mücadeleler üzerinde durulacağı için Bâbek’in zuhuru, takip ettiği siyaset ve el-Me’mûn devrindeki faaliyetleri hakkında bilgi verilmemiştir. Bu meseleler hakkında bkz. G. Hossein Sadighi, Les Mouvements..., 229-280; Fikret Işıltan, M e’mûn md. İ.A.; Osman Turan, Bâbek md. İ.A. 23 Belâzurî, 329; Taberî, m , 1170 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 447 vd. 24 Taberî, III, 1175; Chronique de Tabari A bu A li Mohammad Bal’ami, îransızca trc. Herman Zotenberg, Paris 1958, IV, 525 vd., İbn el-Hsir, VI, 449 vd. d. 25 Bu yer hakkında coğrafî eserlerde bile bilgi bulunmamıştır. Berzend yakınında bulunma ihtimali kuvvetlidir. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 9 nında bulunan Dervez'de karargâh kurdu. Fakat bu sırada el-Afşın'ın haberi olmadan Boga, el-Bazz'a doğru yürüyüşe geçti ve şehre olduk ça yaklaştı. Boğa'nın ilerlediğini öğrenen Bâbek âni bir taarruzla onun birliklerine ağır zayiat verdirdi. Boga canını zor kurtarabildi ve eîAfşın'dan yardım istedi. El-Afşın kardeşi FazI ile Boğa'ya takviye kuv vetleri gönderdi26. Boğa'nın mağlubiyetinden sonra Bâbek'e karşı 221 (836) yazın da umumî bir hücumun yapıldığı görülmektedir. El-Afşın, kuvvetlerini iki kışıma ayırarak bir kısmını Boğa'nın idaresine verdi; diğer kısmının başında da kendisi olduğu halde iki koldan el-Bazz'a doğru harekete geçti. Şiddetli bir fırtınanın başlaması üzerine Boga, el-Afşın'dan ha bersiz karargâhına döndü. Ertesi gün el-Afşın Bâbek'in karargâhına hücûm etti ve bol miktarda esir ve ganimet ele geçirdi. Esirler arasında Bâbek'in karısı da bulunuyordu. El-Afşın bu muzafferiyetten sonra Dervez'deki karargâhına döndü. El-Afşın'ın döndüğünden haberi olmıyan Boga, havanın düzelmesi üzerine tekrar el-Bazz istikametinde yürüyüşe geçti. El-Bazz’a yarım millik bir mesafeye gelince el-Afşın'ın döndü ğünü öğrendi. Hücumdan vaz geçerek ric'ate karar verdi. Bâbek'in kuvvetleri Boğa'yı yalnız yakalayınca onu takibe koyuldular. Boga, arazinin müsait olmaması sebebiyle gündüzleri yürüyüşüne devam edi yor ve geceleri emin bir yerde konaklıyordu. Yine böyle konakladığı bir sırada hücuma uğrıyan Boga ağır kayıplar vererek Heştadsar'a çe kildi ve bir müddet orada kaldıktan sonra Afşin'in emri üzerine kışı ge çirmek için Meraga'ya döndü. El-Afşın da kış mevsiminin gelmesi se bebiyle birliklerini kışlaklara dağıttı27. 221 (835-836) kışını Berzend'de geçiren el-Afşın'a, ilkbaharda aİ-Mu'tasim tarafından iriak ve Cafer b. Dinâr nezaretinde gönderilen takviye kuvvetleri, zahire ve para geldi28. Bunu haber alan ve duru munun gittikçe kötüleştiğini farkeden Bâbek'in, Bizans imparatoru Theophilos'a mektup yazdığına ve onu Abbasî imparatorluğu'na karşı sefer yapmağa teşvik ettiğine dair kaynaklarda bazı rivayetler mevcut 26 Taberî, III, 1188 vd.; İbn el-Esîr, VI, 456 vd. 27 Taberî, m, 1188 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 529 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 457 vd! Taberî-Bel’amî (IV, 531)’de el-Afşın’ın kışı geçirmek için Erdebil’e çekildiği kaydedilmek tedir. Halbuki el-Afşın'ın, karargahım Berzend’de kurduğu yukarıda zikredilmişti. Bu durumda onun Erdebil’e çekilmesi Bâbek’e daha geniş hareket imkâm tammış olacaktı. ElAfşın gibi b ir:kumandanın böyle bir hataya diişmiyeceği açıktır. ı 28 Taberî, III, 119S; Taberî-Bel’amî, IV, 531; İbn el-Esîr, VI, 461. 10 HAKKI DURSUN YILDIZ tur29. Halifeden aldığı kuvvetlerle ordusunu takviye eden el-Afşın, Berzend'den ayrılarak el-Bazz yakınlarında bulunan Kelân-rûz'da 30 ka rargâh kurdu. Bâbek de mukabil harekete geçerek Azîn adlı kuman danını el-Afşın'a karşı gönderdi. El-Afşın bir gece baskınında Azîn'in kuvvetlerini hezimete uğrattı31. iki yıldan beri Bâbek ile savaşan el-Afşın, harekâtının son safha sına gelmişti. Arazinin müsait olmaması kısa zamanda kat'i neticenin alınmasını geciktiriyordu. Bu sebeple hedefe doğru kısa fasılalarla ilerliyen el-Afşın, 222 yılı başında (837 başları) kış olmasına rağmen elBazz önünde ordugâhını kurdu ve şehri muhasaraya başladı. Ordusunu muhtelif kısımlara ayırarak her kısmın başına güvendiği kumandan ları geçirdi. Bunlar arasında Buharalı birliklerin kumandanı olan Buharhudat da bulunuyordu32. El-Bazz'ın muhasara edilmesine rağmen, el-Afşın emniyet mülaha zasıyla bir türlü umumî hücuma geçmeğe cesaret edemiyordu. İki ordu arasında bir vadinin bulunması, etrafın sık ormanlarla kaplı olması Bâbek'e çok iyi savunma yapma imkânı veriyordu. Bu durumda hücum eden taraf için büyük tehlike mevcuttu. Vadide ormanlar içinde pusu da bekliyen Bâbek'in kuvvetleri el-Afşın için tehlike kaynağı idi. Fakat muhasaranın uzaması el-Afşın'ın sabrını taşırdığı gibi Bâbek'in savun ma tedbirlerinin ortaya çıkmasına da yardım ediyordu. El-Afşın niha yet ordusunun umumî arzusuna boyun eğerek toplu hücuma geçilece ğini bildirdi33. El-Afşın, kumandanlarına şehrin etrafında muhtelif kesimler tayin ederek taarruza geçti. Beşîr el-Türkî emrindeki bir birliği şehrin kar şı tarafında mevzi almış olan Azîn'in üzerine gönderildi. Beşîr âni bir saldırı ile Azîn'i mağlup ederek el-Bazz'ı arkadan sıkıştırmağa başladı. Artık sonunun yaklaştığını anlıyan Bâbek, el-Afşın'dan âmân istedi ğinde bulunur. El-Afşın tarafından teklifinin kabul edilmesine rağmen, o, zaman kazanmak gayesiyle âmân fermanının bizzat halife tarafından 29 Taberî, III, 1234; Taberî-Bel’amî, IV, 531; İbn el-Esîr, VI, 479. 30 Bu isim farsca olup «büyük nehir» manasına gelmektedir. Taberî, (III, 1195), Kelân-rûz’un Berzend’e üç mil mesafede, Yâkût (IV, 475) ise el-Bazz .yakınında olduğunu kaydetmektedir. El-Bazz’ın Aras kıyısında bulunduğu dikkate alınınca Kelân-rûz’un da Aras olma ihtimali kuvvetlenmektedir. 31 Taberî, M , 1195 vd.; Kitâb el-Uyûn, 390; İbn el-Esîr, VI, 461. 32 Taberî, III, 1201; Taberî-Bel’amî, IV, 535; İbn el-Esîr, VI, 462 vd. 33 Taberî, HI, 1205 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 536 vd. d.; İbn el-Esîr, VI, 464 vd. d. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 11 imza edilmesi şartını ileri sürdü. Bu teklifi kabul eden el-Afşın'ın ku mandanlarına harbi durdurmaları için emir gönderdiği sırada Beşîr elTürkî idaresindeki Ferganalılar'ın şehre girdiği haberini aldı. Bunun üze rine bütün ordu hücuma geçerek el-Bazz'a girmeğe muvaffak oldu. Şe hir içinde şiddetli sokak çarpışmaları başladı. Neftle Bâbek'in saray ları yakıldı. Bu karışıklıklardan istifâde etmesini bilen Bâbek kaçmağa muvaffak oldu. El-Bazz üç gün müddetle yağma ve tahrib edildi34. El-Bazz'ın fetih tarihini kaynaklar aynı ayda gün farkları ile ver mektedirler. Taberî35 20 Ramazan 222 (26 Ağustos 837) tarihini kay detmektedir. Ya'kûbî36 umumî hücumun 9 Ramazan (15 Ağustos) da başladığını yazmaktadır. Mes'ûdî37 ise gün tasrih etmeden el-Bazz'ın Ramazan (Ağustos - Eylül) ayında fethedildiğini belirtmektedir. Görü lüyor ki, el-Bazz'ın fethi hakkında verilen tarihler arasında fazla bir fark yoktur. Bu bakımdan Taberi'nin günüyle beraber verdiği tarihi kabul etmek daha doğru olur. Bâbek'in firar ettiği anlaşılınca el-Afşın, onu takibe beş yüz kişi lik bir birlik gönderdiği gibi geçmesi muhtemel görülen Erminiye bey lerine (ermenice İşhan veya Naharar, arabca Bıtrik) mektuplar yazarak Bâbek'i yakalıyanlara büyük mükâfatlar vereceğini bildirdi. Gerçekten Bâbek, daha önce temasa geçtiği tahmin edilen Bizans imparatoruna sığınmak istiyordu. Takibe memur edilen birlikler onu bir yerde kıstır dılar ise de yine ellerinden kaçırdılar. Nihayet Erminiye'nin doğusunda Sahi b. Sunbat adlı bir Ermeni beyinin şatosuna sığınan Bâbek, el-Afşın'a gönderilen haber neticesinde bir av partisi esnasında yakalandı. El-Afşın Berzend'e döndüğü sırada Bâbek de oraya getirildi38. Bâbek'in esir edildiği haberi Halife al-Mu'tasım'a bildirildi ve onun emri üzerine Samerra'ya hareket edildi. Zafer haberinin Samerra'ya gel mesi üzerine al-Mu'tasım el-Afşın'a uzun bir mektup yazarak onu teb rik etti39. Ordu merkeze yaklaşınca başta halifenin oğlu al-Vâsık ol34 Ya’kûbî, Tarih, II, 579; Taberî, III, 1216 vd. d.; Taberî-Bel’amî, IV, 538 vd. d.; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, nşr. ve fransızca trc. Barbier de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris 1861-1877, VII, 123 vd. 35 Taberî, III, 1197; İbn el-Esîr, VI, 462. 36 Ya’kûbî, Tarih, II, 578. 37 Mes’ûdî, Kitâb el-Tenbıh ve'l-İşrâf, ed. M.J. de Goeje, Leiden 1894, 353. 38 Taberî, III, 1219 vd. d.; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 124 vd.; İbn el-Esîr, VI, 472. 39 Bu mektubun metni için bkz. Kalkaşendi, Kitâb Subh el-A’şâ, Kahire 1922, VI, 400 vd. d. 12 HAKKI DURSUN YILDIZ duğu halde bütün devlet ricâli tarafından istikbal edilen el-Afşın, 2 Safer. 223 (3 Ocak 838) tarihinde büyük bir merasimle Samerra'ya gir di. Bâbek ertesi gün halifenin huzurunda ve halkın önünde önce kol ve bacakları kesilmek suretiyle idâm edildi40. Bâbek'in yakalanması ve idâmı İslâm âleminde umumî sevince ve sile olmuştur. Devrin meşhur şâirleri el-Afşın'ı metheden kasideler yaz mışlardır41. Halife al-Mu'tasım da, bu başarılarından dolayı Afşm'a mu rassa tac, hil'at ve bol miktarda para verdi, aynı zamanda Sind valili ğine tayin etti42. 2 0 seneden beri devletin başına büyük gâileler açan Bâbek'in yakalanmasında el-Afşın'ın gösterdiği askerî başarı, halife nezdinde ona büyük bir itibar sağlamış ve kumandanlar arasında birinci sırayı işgâl etmesine yardım etmiştir. El-Afşın, Bâbek ile savaşırken Türk birlikleri ile Bağdad halkı ara sında gittikçe şiddetlenen geçimsizlik sebebiyle Halife el-Mu'tasım hila fet merkezini Bağdad'dan Samerra'ya nakletti43. Yeni kurulan bu şehir de Türk kumandanlarına araziler tahsis edilerek maiyetleri ile birlikte yerlbşmeleri temin edildi. Samerra'nın kurulduğu sırada el-Afşın'ın ha zır bulunmamasına rağmen şehrin doğusunda ve Matîra diye adlandı rılan mahalle el-Afşın ve birliklerine verildi. Matîra'da el-Afşın için sa ray, birliklerine kışlalar, zarurî ihtiyaçları karşılamak gayesiyle çarşılar ve sosyal tesisler inşa edildi44. El-Afşın'ın katıldığı ikinci büyük askerî harekat Amorion (Ammurîye) seferidir. Abbasî kuvvetlerinin Bâbek gailesiyle meşgul bulunma sından istifade etmek istiyen Bizans imparatoru Theophilos, İslâm kay naklarının verdikleri malûmata göre ise kötü durumda kalan Bâbek'in imparatora yazdığı mektupta, halifenin, bütün kuvvetlerini kendi üze rine gönderdiğini, bu sebeple İslâm ülkesine karşı taarruza geçmenin uygun olacağını belirtmesi sebebiyle45, giriştiği Zibatra (bugünkü Do40 Ya’kûbî, Tarih, II, 579; Taberî, III, 1229; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 125 vd. 41 Teberi, HI, 1233; aynca bkz. Abdul Hag, Historical poems in thé Divan o f A bu Tammam, islamic Culture, XIV, 20 vd. 42 Taberî, III, 1233. 43 Samerra’nın kuruluşu, gelişmesi ve burada cereyan eden tarihi hadiseler için bkz. E. Herzfeld, Geshicte der Stadt Samarra, Hamburg 1948; Osman S.A. İsmail, The Foun ding of a New Capital : Sammarra, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, XXXI, part 1, 1966, 1-13; Guy Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphates, Camb ridge 1930, 53 vd. 44 Ya’kûbî, Kitâb el-Buldûn, 259. 45 Taberî, HI, 1234; Kitâb el-Uyûn, 389 vd.; İbn el-Esîr, V I 479. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 13 ğanşehir) katliâmının 46 öcünü almak için Halife el-Mu'tasım 223 (838) ilk baharında büyük bir ordu ile Amorion üzerine sefere çıktı47. Abbasî devleti kuvvetlerinin büyük bir kısmı Halife el-Mu'tasım'm emrinde Tarsus ve Gülek Boğazı yoluyla Ankara istikametinde ilerler-; ken, el-Afşın kumandasındaki ikinci kismı ise Serüc (Suruç) ve M a latya üzerinden Anadolu içlerine girmekte idi. Hazırlanan plâna, göre iki ordu Ankara'da birleşecekler ve buradan beraberce. Amorion üzeri ne yürüyeceklerdi48. El-Afşın'ın maiyetindeki birliklerin sayısı hakkında İslâm kaynak larında en ufak bir bilgiye rastlanmamıştır. Buna mukabil Süryanî Mihail, el-Afşın'ın birliklerinin 30 bin kadar olduğunu49, Bizans kaynakları ise bu kuvvetlerin Arab, Ermeni ve 10 bin kadar Türk'ten meydana gel diğini belirtmektedirler50. Bu durumda, kesin olmamakla beraber Sür yanî Mihail'in verdiği rakamın gerçeğe yakın olduğunu kaydetmekle yetineceğiz. El-Afşın'ın Anadolu'da Turhal yakınına gelinceye kadar hangi yolu takip ettiği ve yolculuk sırasında Bizans kuvvetleriyle bir mücadeleye girişip girişmediği hakkında da bir bilgiye sahip değiliz. Abbasî kuvvetlerinin taarruza geçtiğini haber alan Bizans impara toru Theophilos 838 Mayıs'ı başlarında İstanbul'dan hareketle Eskişe hir'e geldi. Buradan başta Amorion olmak üzere diğer önemli şehirlere savunma kuvvetleri gönderdi61. Kısa bir müddet Eskişehir'de kalan Theophilos, İslâm kuvvetlerini iç Anadolu'da karşılamak gayesiyle Kı zılırmak sahiline gelerek karargah kurdu. Burada Halife el-Mu'tasım'ı beklerken Abbasî kuvvetlerinin diğer kısmının Armeniakon teması ta rafından ilerlemekte olduğunu öğrendi. Bunun üzerine, el-Mu'tasım ile karşılaşmadan önce doğudan ilerlemekte olan kuvvetleri imha etmek gayesiyle ordusunu iki kısma ayırarak bir gurubunu Kızılırmak sahilin deki karargahında bıraktı ve diğer gurubu ile el-Afşın üzerine hareket etti?2. Bu sırada el-Afşın, Bizans kaynaklarının Anzen diye bahsettik46 Bizans imparatoru Theophilos’un Zibatra seferi hakkında bkz. A.A. Vasiliev, Byzance et les Arabes, I, La Dynastie d ’Amorium, Brıı.velles, 1935, 137 vd. d. 47 Ya’kûbî, Tarih, II, 581 vd.; M esûdî, Murûc el-Zeheb, VII, 135; Taberî, III, 1235 vd. d.; İbn el-Esîr, V I 480. . 48 Taberî, II, 1236; Mes’ûdî, Murûc el-Zeheb, VH, 135; İbn el-Esîr, VI, 481 vd. 49 Süryani Mihail, IH, 95. 50 Genesios, ed. Carol Bachmann^- Bonn 1834, 67; Theophanes Continuatus, ed. İmmanuel Bekker, Bonn 1838, I, 126 vd. 51 A.A. Vasiliev, Byzance et les Arabes I, 146 vd. 52 Taberî, III, 1239 vd.; İbn Miskeveyh, 486; İbn el-Esîr, VI, 483. 14 HAKKI DURSUN YILDIZ leri dağın eteğinde bulunan Dazimon'a 53 gelmişti. Theophilos, el-Afşın'ın bulunduğu mahallin yakınına gelerek karargah kurdu. Öncü kol ları vasıtasiyle el-Afşın'ın kuwetleri hakkında bilgi toplıyan imparator, ileri gelen kumandanları ile durumu müzakere etti ve müzakereler ne ticesinde fazla vakit kaybetmeksizin hücuma geçilmesine karar ve rildi64. Harp, ertesi gün, Taberî'nin bildirdiğine göre ise 25 Şaban 223 (22 Temmuz 838) tarihinde başladı66. Ancak savaşın tafsilatına geçmeden önce Taberî'nin vermiş olduğu bu tarih üzerinde durmak icap etmek tedir. Bilindiği gibi Amorion muhasarası 1 Ağustos 838 tarihinde baş lamıştır66. Bu durumda Dazimon savaşının 22 Temmuz'da olması şüp heyi çekmektedir. Çünkü 22 Temmuz'da Turhal yakınında büyük bir savaş yapmış olan el-Afşın'ın 10 gün içinde ordusuyla Amorion önüne gelmesi imkânsızdır. Kaldı ki, yine Taberî’nin bildirdiğine göre el-Afşın Ankara'da halife ile bir kaç gün kalmış ve Ankara'dan Amorion'a 7 günde gelmiştir57. Ankara ile Amorion arası 200 km. kadardır. Bu me safe için verilen 7 günlük yürüyüş normaldir. Turhal ile Ankara arası nın ise 380 (kuş uçumu) km. lik bir yol olduğu göz önüne alınırsa Ta berî'nin Dazimon savaşı hakkında verdiği tarihin doğru olamıyacağı kesinlikle ortaya çıkmış olur. Bu durumda Dazimon savaşının cereyan ettiği tarihi Temmuz başlarına almamız gerekmektedir. Bizans kuvvetlerinin taarruzu ile başlıyan savaş, ilk anlarda.el-Afşın’ın aleyhine gelişiyordu. Öncü kuvvetlerini meydana getiren Arab ve Ermeni birlikleri yavaş yavaş gerilemeğe, hattâ saflarını terkederek kaçmağa başladılar. Fakat öğleye doğru ordunun süvari gurubunu mey dana getiren Türkler, Bizans kuvvetleri üzerine hücuma geçerek devam lı ok atışlariyle ilerlemekte olan düşmanı durdurmağa muvaffak oldu lar. Artık savaşın kaderi değişmişti. Türkler'in bu âni ve şiddetli taarru zu neticesinde Bizans safları dağılmağa başladı. İmparator Theophilos'un yanında az bir kuvvet kalmıştı. El-Afşın'ın kuvvetleri tarafından muhasara edilen Theophilos'u bu kötü durumdan karanlığın basması ve 53 Turhal yalçınındaki Dazmana olma ihtimali kuvvetlidir. Bkz. E. Honigmann, Bi zans Devletinin Doğu Sının, türkçe trc. Fikret Işıltan, İstanbul 1970, 58 not 3. 54 Genesios, 68, Theophanes Continuatus, I, 127. 55 Taberî, III, 1256; İbn el-Esîr, VI, 484. 56 A.A. Vasiliev, Byzance et les Arabes, I, 161. 57 Taberî, III, 1244; İbn Miskeveyh, 489; İbn el-Esîr, VI, 484. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 15 yağan yağmur sebebiyle Türklerin kullandıkları yayların kirişlerinin gev şemesi kurtardı53. El-Afşın, bu zaferi müteakip Ankara'ya gelerek el-Mu'tasım ile bir leşti. Bir kaç gün Ankara'da istirahat eden İslâm ordusu yeniden tan zim edilerek sağ kanat kuvvetleri el-Afşın'ın, sol kanat kuvvetleri Aşnas el-Türkî'nin ve merkez kuvvetleri de el-Mu'tasım'ın kumandasına verildi. Ankara'dan hareket eden ve Theophilos'un Dazimon'da yenil mesi sebebiyle mukavemet edebilecek hiç bir kuvvetle karşılaşmıyan Abbasî ordusu 7 günlük bir yürüyüşten sonra Amorion önlerine gele rek şehri muhasara altına aldı59. 6 Ramazan 223 (1 Ağustos 838) tarihinde başlıyan60 Amorion muhasarası esnasında el-Afşın'ın kahramanlıkları kaynaklarda geniş bir şekilde anlatılmaktadır61. 1 2 gün devam eden muhasara sonunda şeh rin zaptı ve tahribi sırasında el-Afşın'ın rolü büyük olmuştur. Sefer dö nüşü esnasında ortaya çıkarılan el-Abbas b. el-Me'mûn'un suikast te şebbüsünün de bertaraf edilmesinde el-Afşın'ın yine ön şafta olduğu dikkati çekmektedir. Nitekim el-Abbas, cezalandırılması için el-Afşın'a teslim edilmişti62. Halife el-M e’mûn devrinde başlıyan ve el-Mu'tasım devrinde de vam eden el-Afşın’ın askerî başarıları sebebiyle halife nezdinde ve dev let erkânı arasında haklı olarak kazandığı nüfuz ve itibar, devlet ricâli, özellikle Arab ilerigelenleri arasında kendisine karşı kıskançlık ve kin doğurmuştur. El-Afşın'ın rakipleri, onun halife ve ordu nezdindeki iti barını sarsmak için en küçük fırsatları bile kaçırmıyorlardı. El-Afşın'ın durumunun sarsılmasında rol oynıyanların başında Ho rasan valisi Abdullah b. Tahir gelmektedir. El-Me'mûn hilâfetinde, ba bası Tahir'in nüfuzundan istifade cihetine gidip ve bazı başarılarla da vaziyetini kuvvetlendiren Abdullah'ın, el-Afşın'ın kazandığı başarılar ve Horasan'ı ele geçirmek için gizliden gizliye girişmiş olduğu faaliyetler sebebiyle ona karşı cephe almış olması kuvvetle muhtemeldir. Kaynak 58 Genesios, 67; Theophanes Continuatus, I, 127 vd.; krş. A.A. Vasiliev, Byzance el les Arabes, I, 156 vd. d.; J.B. Bury, A History o f the Eastem Roman Empire (802-863), London 1912, 265. 59 Taberî, III, 1244 vd. d.; İbn Miskeveyh, 489; Kitâb el-Uy&n, 392; İbn el-Esîr, VI, 484 vd. 60 Taberî, III, 1256; aynca bkz. Vasiliev, Byzanceet les Arabes, I, 161. 61 Taberî, III, 1250 vd.; İbn Miskeveyh, 492 Kitâb el-Uyûn, 394. 62 Taberî, III, 1264 vd.; İbn el-Esîr, VI, 490. 16 HAKKI DURSUN YILDIZ ların belirttiğine göre63 bu iki şahsiyet arasındaki rekabet, el-Afşın'ın Bâbek isyanını bastırmakla meşgul bulunduğu zaman patlak vermiştir: ElAfşın, Bâbek ile savaşırken civar beylerden gelen hediyelerle ele geçir diği ganimetleri halifeye değil Uşrusana'ya gönderiyordu. El-Afşın'ın pa ralarını Uşrusana'ya götürenler Abdullah'ın vilâyeti olan Horasan'dan geçmek zorunda idiler. Bu durumun tekerrür etmesi üzerine, fırsatı kaçır mak istemiyen Abdullah, vaziyeti el-Mu'tasım'a bildirdi. Halife, Abdul lah b. Tahir'den gönderilen paraların miktarının kendisine bildirilmesini istedi. Böylece halifenin de desteğini kazanan Abdullah, el-Afşın'ın adamlarından götürmekte oldukları paraları alarak Samerra'ya gönder di. Bu hâdise, el-Afşm ile Abdullah'ın arasında içten içe devam etmekte olan rekabet ve kinin ortaya çıkmasına ve bu iki kumandan arasında amansız bir mücadelenin başlamasına sebep oldu. Bâbek isyanının bastırılmasından sortra imparatorluk dahilinde şöh ret ve itibarını kuvvetlendiren el-Afşın'ın, bu nüfuzundan istifade ede rek o zaman Abbasî imparatorluğunun gerek mâlî ve gerekse siyasî kud ret bakımından en önemli vilâyetleri arasında yer alan Horasan'ı ele ge çirmek için çalıştığı, bunu anlıyan Abdullah'ın da mukabil harekete ge çerek halife nezdinde el-Afşın'ın itibarını sarsmak ve böylece en büyük rakîbini bertaraf etmek için küçük fırsatlardan bile istifade ettiği, bu cümleden olarak Mâzyâr b. Karin'in isyanında el-Afşın'ın rolü olduğuna dair halifeye verdiği malûmatın da bu meşhur kumandanın sukutunda mühim rol oynadığı kaynaklarda belirtilmektedir64. * Abdullah b. Tahir'in bu faaliyetleri yanında merkezde de buna mu vazi olarak el-Afşın'ın aleyhinde bazı hâdiselerin cereyan ettiği dikkati çekmektedir. Merkezdeki el-Afşm aleyhtarı gurubun başında. Halife elMu'tasım üzerinde oldukça nüfuzlu olduğu anlaşılan baş kadı Ahmed b. Ebî Du'âd bulunuyordu. Kaynakların verdiği bilgilerde65 el-Afşın ile Ahmed b. Ebî Du'âd mücadelesi, iki kişinin şahsî menfaat ve siyasî çe kişmenin neticesinde değil, el-Me'mûn zamanında başlıyan ve el-M u’tasım'ın halife olmasıyie kendini hissettirmeğe başlıyan devletidaresinde 63 Taberî, III, 1304 vd.; İbn Miskeveyh, 517 vd.; İbn el-Esîr, V I 511. 64 Taberî, IH, 1269; İbn Miskeveyh, 502; İbn el-Esîr, VI, 510 vd. 65 Dineverî, Âhbâr el-Tivâl, ed. V. Guirgass, Leiden 1888,' 401; Ebu’l-Ferec el-İsfahanî, Kitâb el-Agarii, Bulak 1285, VII, 154; Tenûhî, Kitâb el-Ferec ba’d el-Şidde, Kahire 1938, n , 68 vd.; Sıbt İbn el-Cevzî, Mirât el-Zamân, Toprakı Sarayı III. Ahmet Ktb. No. 2907, IX, 112“ vd., 129b vd.; ibn Hallikân,. Vejeyât el-Â’yân, nşr. Muhammed Muhyiddin, Kahire 1948, I, 64. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 17 Türk nüfûzunu kırmak için Arab partisinin giriştiği mukabil hareketten ileri geldiği açıkça görülmektedir. Bu husus ileride bahsedeceğimiz mahkeme safahatında da görülecektir. El-Afşın'ın sukutunu hazırlıyan sebeplerin birisi de, Bâbek gailesi nin ortadan kaldırılmasından sonra Samerra'ya dönen el-Afşın'ın Azer baycan'da vekil olarak bıraktığı akrabası Mengü-çur'un isyan etmesi ve rakiplerinin bunu halife nezdinde istismar cihetine gitmeleridir66. Bütün bunlara rağmen el-Afşın'ın bertaraf edilmesi ordu içindeki kumanda heyetini elde etmekle mümkün olabilirdi. Adeta başkuman danlık mevkiinde bulunan el-Afşın'ın her hangi bir şekilde ortadan kal dırılması ordu içinde karışıklığa sebebiyet verebilirdi. Bu bakımdan Aşnas, Boga el-Kebîr ve İnak gibi Türk asıllı kumandanları, el-Afşın'ın kendilerinki ile mukayese kabul etmiyecek kadar büyük itibarını kıskan dırmak suretiyle, onları, Abdullah b. Tahir'in şikâyet ve iftiralarını desteklettirmek suretiyle ordudan erilin olduktan sonra el-Afşın'a kar şı harekete geçildiği anlaşılıyor. Kaynaklar el-Afşın'ın tevkif sebebini bir süikast teşebbüsü olarak göstermektedirler67. Taberî ve ondan naklettikleri anlaşılan diğer me hazlar bu hususta şu bilgiyi veriyorlar: Son zamanlarda el-Mu'tasım'ın kendisine karşı tutumunun değiştiğini ve aleyhinde, bazı dolapların dön düğünü farkeden el-Afşın, halife ve ordu kumandanlarının meşgul bu lunduğu bir sırada Musul'a ve oradan da hâlâ valisi bulunduğu Ermeniyye ve Azerbaycan yoluyla Hazarlar ülkesine kaçmayı tasarladı ise de bunu kendi emniyeti bakımından tehlikeli bulduğu için tatbik mev kiine koymaktan çekindi. Bu plânını gerçekleştirme imkânını bulama yınca halife ve diğer devlet erkânına sarayında bir ziyafet vermeği ve gelenleri zehirlemeyi, halife gelmediği takdirde aynı işi kumandanlara yapmayı tasarlamıştı. Bu plân başarı ile tatbik edildiği takdirde kendi sini, takip edecek kuvvet kalmıyacağı için rahatça memleketi Uşrusana'ya kaçabilecekti. Fakat bu plânını da bir türlü tatbik mevkiine koya mıyordu. Nihayet adamlarından birisi, el-Afşm'dan korktuğu için du rumdan Halife el-Mu'tasım'ı haberdar etti. Bunun üzerine el-Afşın ha life sarayına davet edilerek hapse atıldı. El-Afşın'ın, tevkif sebebi olarak gösterilen halife ve diğer erkânı ze66 Ya’kûbî, Tarih, II, 583 vd.; Taberî, m, 1301; İbn el-Esîr, VI, 505 vd. 67 Taberî, III, 1305 vd.; İbn Miskeveyh, 518; Kitâb el-Vyûn, 404; İbn e!-Esîr, VI, 512. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 2 18 HAKKI DURSUN YILDIZ hirleme teşebbüsünden, biraz ileride göreceğimiz mahkeme safahatında hiç bahsedilmemesi dikkat çekmektedir. Eğer böyle bir husus varit olsa idi, hiç şüphesiz bu husus ele alınarak el-Afşın hakkında daha kolay karara varılır ve derhal idam edilirdi. Mâzyâr b. Karin'i teşvik etme ba bında da el-Afşın'ın rolü olduğu, mahkeme esnasında verilen cevaplar dan anlaşılacağı gibi, pek zayıf bir ihtimaldir. Mengü-çur'un isyanı mah kemede mevzubahs edilmemiştir. Eğer başta Taberî olmak üzere di ğer kaynakların bahsetmiş oldukları suikast teşebbüsü, Mâzyâr ve Mengüçur'un el-Afşın tarafından isyana teşvik edilmeleri mevcut olsa idi, bunlardan birisinin bile isbatı halinde onun idamına karar verilme si elbette muhakkak olurdu. Bunun için bahsi geçen sebeplerin el-Afşın'ı zayıflatmak için halifeye bildirilen bir nevi şantaj olduğu akla gel mektedir. El-Afşın'ı mahkeme etmek için kurulan heyette Vezir Mahammed b. Abdülmelik el-Zeyyât, Baş kadı Ahmed b. Ebî Du'âd ve Abdullah b. Tahir'in akrabası olan Bağdad valisi İshak b. İbrahim b. Mus'ab bulu nuyordu88. Burada dikati çeken husus, mahkeme heyetini teşkil eden şahısların el-Afşın'ın amansız rakipleri olmalarıdır. Bu heyetin âdil bir karara varması pek düşünülmez. Mahkemede hazır bulunduğunu bildiren Hârûn b. İsa b. Mansur adındaki birisinin Taberî'de kayıtlı bulunan rivâyetine göre89, mahkeme de hâkimler heyeti diyebileceğimiz yukarıda adı geçen şahıslardan ve bir kaç şahitten başka kimse bulunmuyordu. Bu şahitler, Mâzyâr b. Karin, el-Mûbez, Soğd meliklerinden el-Merzûbân b. Türkeş ve Soğdlu iki kişiden ibaretti. EI-Mu'tasım'ın mahkemede hazır bulunup bulunma dığına dair kaynaklarda bir kayıt yoktur. Mahkemede ilk şahitliği Soğdlu iki kişi yaparak, el-Afşın'ı, bir puthâneyi câmi yaptıkları için kendilerini dövmekle itham ettiler. El-Afşın, bu iki şahsın iddialarının doğru olduğunu kabul ve Soğd melikleri ile yaptığı anlaşma hilâfına hareket ettikleri için bu cezayı verdiğini açık ça beyan etmiştir. Bundan sonra Muhammed b. Abdülmelik el-Zeyyât, el-Afşın'a yanında bulunan süslü ve kâfirlerin dinlerinden bahseden ki tabın ne olduğunu sordu. El-Afşın bahsedilen kitabın atalarından miras kaldığını, içinde İran edebiyatı ve Mecûsî dinine âit bilgiler bulundu 68 Taberî, III, 1309; İbn Miskeveyh, 520; İbn el-Esîr, VI, 513. 69 Taberî, III, 1308. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 19 ğunu, kendisinin yalnız edebî kısmını okuduğunu bildirdi ve böyle bir kitabın yanında buiunmasıyie dinden çıkmış olamıyacağını ilâve etti70. Soğlu iki kişinin şahitliğinden sonra el-Mûbez söz alarak, el-Afşın'ın boğulmuş hayvan eti yediğini, kendisini de. bu şekilde hareket etmeğe teşvik ettiğini, Arablar'ın arasına girip bazı adetleri benimseme sine rağmen hâlâ eski dinine sadık kaldığını ve sünnet olmadığını söy ledi. El-Mûbez'in bu iddialarına karşılık el-Afşın mahkeme heyetine elMûbez'in güvenilir bir adam olup olmadığını sordu. Hâkimler heyeti «hayın> cevabını verince el-Afşın «o halde güvenmediğiniz bir adamın şahitliğini nasıl kabul ediyorsunuz?» karşılığını verdi. Bundan sonra ,elMûbez'e dönerek onu itham edince o da mahkemeden çıktı71. El-Mûbez'den sonra el-Merzûbân b. Türkeş, hâkimlerin huzuruna gelerek el-Afşın'a «memleketin halkı sana yazdıkları mektuplarda nasıl hitap ediyorlar?» diye sordu. El-Afşın «babama ve dedeme yazdıkları gibi» cevabını verdi. Bunun üzerine el-Merzûbân b. Türkeş «kulu filân oğlu filândan ilâhların ilâhına» şeklinde yazmazlar mı?» diye sordu. ElAfşın «evet» cevabını verince, Muhammed b. Abdülmelik el-Zeyyât müdahale ederek «müslümanlar kendilerine bu şekilde bir hitaba tahamr mül edemezler» dedi. Buna mukabil el-Afşın «onlar babama, dedeme ve müslüman olmamdan önce bana bu şekilde hitap ederlerdi. Aynı ananeyi devam ettirmediğim takdirde bana itaat etmiyeceklerinden korktuğum için bu şekilde yazmalarına ses çıkarmadım» tarzında cevap verdi72. El-Merzûbân b. Türkeş'ten sonra Mâzyar b. Kârin sorguya çekil di. El-Afşın'a Mâzyâr ile mektuplaşıp mektuplaşmadığı sorulunca, elAfşm böyle bir şeyin olmadığını beyan etti. Aynı soru Mâzyâr'a sorul duğu zaman, el-Afşın'ın kardeşinin kendi kardeşine mektup yazdığını ve mektuplarında «dinimizi benden, senden ve Bâbek'ten başka kimse kurtaramaz. Bâbek akılsızlığının cezasını çekti. Onu kurtarmak için uğ-: raştımsada beceriksizliğinden kötü akibete sürüklendi. Eğer sen hali feye karşı isyan edersen benden başka yardımına kimse gelemez. Ha lifenin gönderdiği kuvvetleri kolaylıkla bertaraf edebiliriz ve böylelikle dinimiz kurtulmuş olur» diye yazıyordu. Bunun üzerine el-Afşın, «bu adam kardeşi ile kardeşim arasındaki bir meseleden bahsediyor. Bu 70 71 72 Taberî, III, 1309; Kitâb el-Uyûn, 405 vd.; İbn el-Esîr, VI, 513. Taberî, UI, 1309; Kitâb el-Uyûn, 406; İbn el-Esîr, VI, 514. Taberî, IU, 1310; İbn el-Esîr, VI, 514 vd. 20 HAKKI DURSUN YILDIZ husus beni ilgilendirmez. Eğer bu mektubu ben yazmış olsaydım önce onu kendi tarafıma kazanırdım» cevabını verdi. Bunu müteakip Ahmed b. Ebî Du'âd, el-Afşın'a bazı sualler sordu ve hepsi de el-Afşın tarafın dan cevaplandırıldı73. Mâzyâr'ın da dinlenmesinden sonra mahkeme heyeti vaziyetin ay dınlandığına kanaat getirerek el-Afşın'ın tekrar hapsedilmesine karar verdi ve el-Afşın da kendisi için yapılmış hususî hapishaneye atılaı. Mahkeme safahatında görüldüğü gibi, el-Afşın'a yöneltilen itham lar onun müslüman olmadığına dâirdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi, el-Afşın. Halife el-Me'mûn zamanında müslüman olarak bazı isyanların bas tırılmasında ve Amorion seferinde büyük başarılar göstermiştir. Bil hassa Bâbek gailesinin ortadan kaldırılmasında gösterdiği azim ve gay ret, onun, Mâzyâr'ın ileri sürdüğü gibi Bâbek ile aynı fikirde olmadığı nı açıkça göstermektedir. Eğer el-Afşın, kaynakların kaydettikleri gibi müslüman olmasa idi, Bâbek isyanını bastırmağa memur edildiği za man onunla anlaşır ve pek âlâ halifeye karşı gelebilirdi. Bu sebeple elAfşın'ın müslümanlığı gerçekten kabul etmediği ihtimali oldukça zayıf tır. Ancak müslüman olduktan sonra eski alışkanlıklarının bir kısımını terkedemediği iddiası doğru olabilir. Nitekim el-Afşın bu hususları hâ kimler huzurunda çekinmeden itiraf etmiştir. Kaynakların, el-Afşın'ın el-Mu'tasım nezdindeki itibarının sarsılma sı, tevkif sebebi ve mahkeme hakkında verdikleri bilgilere tarafsız bir gözle bakıldığı takdirde bahsi geçen ithamların rakipleri tarafından elAfşın'a karşı yöneltilen komplonun son merhalesini teşkil ettiği görülür. Zamanındaki dinî taassubu göz önüne alacak olursak el-Afşın'ın itiba rını sarsmak ve onu bertaraf etmek için bundan daha iyi bir çarenin olamıyacağınını görürüz. El-Afşın'ın uzun bir müddet hapishânede kaldığı anlaşılmaktadır Kitâb el-Uyûn'da onun bir yıla yakın hapishânede kaldığı kaydedilmek tedir74. Taberî'nin, müddet bildirmemekle beraber, verdiği bilgiden aynı neticeyi çıkarmak mümkündür73. Taberî, el-Afşın'ın mahkemesini 225 yılı sonlarında (840 sonları) vermektedir. Aynı müverrihin verdiği mü teakip bilgilerde ise yeni meyveler olduğu zaman el-Mu'tasım'ın el73 Taberî, m , 1311; İbn el-Esîr, VI, 515. 74 Kitâb el-Uyûn, 406. 75 Taberî, IH, 1314. Ya’kûbî (Tarih, H, 584), el-Afşın'ın 226 (840-841) yılında hap sedildiğini kaydetmekte ise de, kanaatimizce bu müverrih el-Afşın’ın hapsedilme tarihi ile ölüm tarihini karıştırmıştır. ABBASÎLER DEVRİNDE TÜRK KUMANDANLARI 21 Afşın'a meyve gönderdiği haberi bulunmaktadır. Bu da 841 yılı ortala rına tesadüf etmektedir. Binaenaleyh el-Afşın bir yıla yakın hapishânede kalmıştır. El-Afşın'ın suçlu görülüp hapsedilmesine rağmen el-Mu'tasım'ın ona karşı hâlâ bir nevi sevgi ile bağlı kalmakta devam ettiği görülmek tedir. Nitekim, biraz öncede belirtildiği gibi, halife, hapishânede bulu nan bu eski kıymetli kumandanına oğlu el-Vâsık ile mevsim meyveleri göndermiştir. Aynı rivayet, el-Afşın'ın bu gönderilen meyvelerden ye mediğini ve halifenin kendisine meyve yerine söyliyeceklerini ona nak ledecek mutemet birisini göndermesini, el-Mu'tasım'ın da onun bu di leğini kabul ettiğini, hapishâneye Hamdûn b. İsmail'i gönderdiğini ve el-Afşın'ın da halifeye arzedilmek üzere şu sözleri söylediği belirtilmek tedir76. «Ey efendim! Bana iyilik ettin ve şerefimi yükselttin. Adamla rından beni üstün tuttun. Sonra doğruluğunu iyice tahkik etmeden hakkımdaki ithamları kabul ettin. Fakat bunların nasıl olabileceğini, benim bunları nasıl yapabileceğimi düşünmedin. Mengü-çur'u isyana benim teşvik ettiğime ve ona karşı gönderilen kumandana harbetmemesi hu susunda telkinde bulunduğuma inandın. Sen harbi bilen, harp yapmış olan ve ordulara kumanda etmiş birisisin. Hiç bir ordu kumandanının ordusuna düşmanla karşılaştığı zaman harp yapmayınız demesi müm kün müdür? Bunu hiç kimse yapmaz. Sen benim en yakınımsın. Ben senin kullarından biriyim ve senin sayende bu hale geldim...» EI-Afşın'a, uzun müddet kaldığı hapishânede ekmek ve sudan başka yiyecek verilmiyordu. Bu vaziyetin devamı el-Afşın'ı maddeten ve ma nen yıprattığı muhakkaktır. Nihayet Şaban 226 (Mayıs-Haziran 841) tarihinde hapishânede öldü. Ölümünden sonra evi arandığı zaman put lar ve mecûsî dinine âit kitapların bulunduğu, bundan dolayı müslüman olmadığına kanaat getirilerek cesedinin Bâb el-Amme'de çarmıha gerildiği, daha sonra yakılarak küllerinin Dicle'ye atıldığı rivayet edilmek tedir77. El-Afşın'ın hapishâne hayatı, ölmesi, cesedinin çarmıha gerilmesi, yakılması, küllerinin Dicle'ye atılması ve evinin ancak ölümünden son ra aranılarak kendisini irtidatla itham ettirecek delillerin bulunmuş ol ması hakkındaki bütün bu rivayetlerin şüpheyi davet ettiklerini belirt meliyim.. Mahkeme safahatının, ileri sürülen ithamların hiç birisini is76 Taberî, III, 1314 vd. d.; îbn Miskeveyh, 524 vd.; İbn el-Esîr, VI, 517. 77 Taberî, III, 1318; Kitâb el-Uyûn, 407. HAKKI DURSUN YILDIZ 22 bata yaramadığı belli olduğuna göre el-Afşın neden tahliye edilmemiş tir? Hapishanede bir rivayete göre yalnız ekmek ve su ile yaşamak zo runda bırakılmış olmasına rağmen halifenin, meyve göndermek sure tiyle sevgi izharı neyi ifade etmektedir? Bahsedilen devrin zihniyet ve adetlerine göre halife el-Afşın'ı istediği zaman kimseye danışmadan serbest bırakma veya idam ettirme hakkına sahip olduğu halde neden bu yolların birisini seçmemiştir?. Evinde daha ilk tevkifi sırasında araş tırma yapılmamış olması ve bu işin ölümünden sonraya taliki izah edile memektedir. Bütün bu hususlar, el-Afşın'ın ortadan kaldırılmasına bir esrar perdesi çekmektedir. Ancak Halife el-Me'mûn ve bilhassa el-Mu'tasım'ın, sistemli bir şekilde Türkler'den askerî birlikler meydana getirmeleri neticesinde za manla bu birliklerin ordunun en sağlam unsurunu teşkil ederek siyasî meselelerde bile söz sahibi olmağa başlamaları, Abbasîler'in iktidara gelmelerinden beri devlet idaresindeki eski kudret ve mevkilerini kay betmiş olan Arablar'ın, bir kaç defa teşebbüs ettikleri halde elde ede medikleri iktidar koltuğuna sahip olmak için yeniden harekete geçerek kendilerine hedef olarak başkumandan durumunda olan el-Afşın'ı seç tikleri ve kuvvetle neticeye varamıyacaklarını aniıyarâk çeşitli ithamlarla önün, gerek halife ve gerekse efkâr-ı umumiye nezdinde itibarını zayıf latmak suretiyle bertaraf ettikleri ihtimali üzerinde durmak icap eder. Nitekim Halife el-Mütevekkil'den itibaren Türkler ile halifeler arasında açık ve kanlı bir şekilde mücadelelerin başlaması bu görüşümüzü teyid eder mahiyettedir. El-Afşın'ın bu şekilde ortadan kaldırılması Arab unsurunun bir ba şarısı ve tekrar iktidarı ele geçirmek için kazandıkları bir muvaffakiyet olarak görünmesine rağmen, ordu kumandan heyetini ellerinde bulun duran Türkler'in halifeyi tamamen tesirleri altına aldıkları da gözden kaçmamaktadır. El-Afşın'ın ölümünden sonra yine Türk kumandanla rından Aşnas'ın onun yerine geçtiği, 226 (841) yılında hacca giderken uğradığı her yerde büyük bir hürmetle karşılandığı ve hutbelerde ona dualar okunduğu78 değişen bir şeyin olmadığını göstermektedir. Artık Abbasî imparatorluğunda siyasî nüfûz Türkler'in eline geçmişti. ElAfşıri'ın ölümü bu manada bir şeyi değiştirmiyordu. 78 Taberî, m , 1318. FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAFTIN HAYATI VE PARALARI Erdoğan MerçH Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar 24 Zilhicce 511 de (m. 18 Nisan 1118) öldüğü zaman1, geride beş oğlu kalmıştı. Bunlardan Mahmûd II. (1118-1131), Mes'ûd (1134-1152), Tuğrul (1132-1134) ve Süleyman (1160-1161) Irak Selçuklu Devleti sultanlığı yapmışlar, sadece Selçuk-şâh bu şerefe erişememişti2. Sultan Muhammed Tapar'ın oğulları hernekadar uzun yıl.lar Irak Selçuklu Devleti'nin kaderine hâkim olmuşlarsa da, birbirleri ve amcaları Sultan Sencer. (öl. 1157) ile yaptıkları taht mücadeleleri Selçuklu devletinin zayıflamasında rol oynayan başlıca sebeblerden biridir. Selçuk-şâh'ı tarih sahnesinde ilk olarak Fars'a tayin edilişi mü nasebeti ile görmekteyiz. Sultan Muhammed Tapar'ın ölümden sonra henüz 13 yaşındaki oğlu Mahmûd II. devlet erkânı tarafından Selçuklu tahtına çıkarılmıştı3. Sultan Mahmûd II., kardeşi Selçuk-şâh'ı, yanına atabeg olarak Karaca Sâkî'yi vererek, Fars melikliğine tayin etti. Sel çuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî, Fars bölgesine hareket etmeden önce, Sencer de Horasan'da kendisini sultan ilân etmişti (14 Haziran 1118)4. Bu durumda Selçuk-şâh'ın Fars'a hareketi geri kalmış oldu. Sencer tek başına sultan olabilmek için yeğeni Mahmûd'a karşı harekete geçti, iki ,1 bk. M. Th. Houtsma, Muhammed (b. Melikşah) mad. İA. ' 2 El-Feth b. ‘Alî b. Muhammed el-Bundârî el-İsfahânî, Zübdet ün-Nusra ve Nuhbet el-Usra (nşr. M. Th. Houtsma, Recueil de Textes Relatifs a L’Histoire des Seljoucides serisi: Histoire des Seldjoucides de L’Iraq, II.) Leiden 1889, s. 119. Türkçe tercüme : K. Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943, s. 116.; Sadr ed-dîn Ebu’l Ha şan ‘Alî b. Ebi’l-Fevâris Nâsir b. ‘Alî el-Hüseynî, Ahbâr üd-Devlet is-Selçukiye (nşr. Mu hammed İkbâl) Lahor 1933, s. 82. Türkçe tercüme, Necati Lugal, T.T.K.Y. Ankara 1943, s. 57.; Sıbt b. el-Cevzî Şems ed-dîn Ebu’l-Muzaffer Yûsuf b. Kızoğlu, M irât üz-Zemân fi Târihi'l-A’yân, I, Haydarâbâd 1951, s. 69. 3 bk. M. Th. Houtsma, Mahmûd (Selçuklu) mad. İA. 4 bk. M.A. Köymen, Sencer mad. İA. 24 ERDOĞAN MERÇİL taraf ordusu Sâve'de karşılaştı ve Sencer yeğeni Mahmûd'u buradaki savaşta yendi (2 Cumada I. 5 1 3 = m . Ağustos 1119). Bu savaşta Atabeg Karaca Sâkî, Sultan Mahmûd II. nin yanında yer almıştı. Henüz küçük yaşta olan Selçuk-şâh'ın bu savaşa iştirak ettiğini sanmıyoruz. Sencer Büyük Selçuklu Devleti sultanı olduktan sonra yeğeni Mahmûd ile anlaştı ve onu Irak Selçukluları Devleti'nin başına geçirdi. Melik Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca'ya da Fars eyâle tini, Isfahan ve Huzistan'ın yarısını ikta etti5. Böylece Sultan Sencer, yeğeni Mahmûd'un daha önce onlar için vermiş olduğu kararı da uy gulamış oluyordu. Selçuk-şâh'a vezir olarak tuğrâî vazifesinden azledilen Hatir elMülk Ebû Mansûr Muhammed b. Hüseyin tayin edildi. Bu tayinde Sul tan Mahmûd ll.'yi tahakkümleri altını almış olan vezir Ebu'l-Kasım Dergüzînî (öl. 1133) ve Hâcib 'Alî Bâr'ın (öl. 1119) büyük rolü olmuştu. Onlar, Hatir el-Mülk'ün Sultan Mahmûd'un dîvânında bulunmasını is temiyorlardı6. Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî 11 yıl kadar Fars'ı idare etme lerine rağmen onların buradaki faaliyetleri hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Onların Fars'a gidişlerinden bir müddet sonra Selçukşâh’ın veziri Hatir el-Mülk öldü (h. 5 1 5 = m . 1121 -11 2 2 )7. Atabeg Karaca Sâkî ise halka karşı iyi davrandı. Şiraz'da kendi adıyla anılan bir medrese yaptırdı ve oraya arazi vakf etti8. Ayrıca Şiraz'ın 1.5 km. kadar kuzeyinde Taht-ı Karaca adıyla anılan bir Jjahçe ve köşk ile, Kâzerûn şehrindeki Kanât-ı Karaca da onun yaptırdığı eser lerdendir9. Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca Sâkî için Fars'daki sakin hayat İrak 5 Ziibdet, s. 134-135 (Trk. trc., s. 128); Ahbar, s. 89-90 (İrk . trc. s. 62-63). ‘İzz ed-dîn Ebi’l-Hüseyn ‘Alî b. Ebi’l-Kerem Muhammed b. ‘Abdülkerim b. ‘Abdülvâhid eşŞeybânî el-ma’ruf İbn el-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh (nşr. C.J. Tomberg) X, Leiden 1863-1864, s. 387, v.dd.; Ayrıca krş. M.A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi (İkinci İm paratorluk Devri) II, Ankara 1954, s. 14 ve ayn. mlf. Sencer, mad. İA. 6 Ziibdet, s. 123 (Trk. trc., s. 120) ve krş. Abbas İkbal, Vezâret der ahd-t Selâtin-i Büzürg-i Selçuki, Tahran hş. 1338, s. 152-153 ve 266. 7 İbn el-Esîr, X, s. 419. 8 Ebü’l ‘Abbas Ahmed b. Ebi’l-Hayr Zerkûb-ı Şîrâzî, Şirâz-nâme (nşr. Behmen Kerimî) Tahran hş. 1305-1310, s. 43-44. 9 Hacı Mirza Haşan Fesâî, Fars-nûme-i Nâsırî, Tahran hş. 1313 I, s. 28; G. Le Strange, The Lands oj the Eastern Caliphate, Cambridge 1930, s. 251 not. 1, ve Rahmetullâh Mihrâz, Büzürgûn-ı Şirâz, Tahran hş. 1348, s. 380, not. 1. FARS MELİKÎ SELÇU K-ŞAH ’IN HAYATI VE PARALARI 25 Selçuklu sultanı Mahmûd II. nin ölümüne kadar devam etti (11 Eylül 1131). Onun ölümünden sonra yerine geçmek için başlayan şehzade Dâvûd b. Mahmûd ve amcası Melik Mes'ûd arasındaki taht mücadelesine Atabeg Karaca'nın teşviki ile Selçuk-şâh da katıldı. Mes’ûd Halife Müsterşid'e (1118-1135) hutbenin kendi namına okunması için müracaat ta bulunmuş, fakat Halife Bağdad'da hutbenin okunması için karar vermek yetkisinin Sultan Sencer'e ait olduğu cevabını vermişti. M u sul ve Haleb emiri Imâd ed-din Zengi b. Kasim ed-devle Aksungur'dan yardım vaadi alan Mes'ud yanında 10.000 asker olduğu halde Bağdad üzerine yürüdü. Bu sırada Selçuk-şâh da Atabeg Karaca Sâkî ile Bağdad'a girdi10. Selçuk-şâh ve Karaca'nın etrafında çok sayıda asker top landı ve aralarında Yusuf Çavuş'un da bulunduğu emirlerden bir gurub da onların yanma geldiler. Halife Müsterşid Selçuk-şâh'ı iyi karşıladı ve ona hürmet gösterdi. Selçuk-şâh dâr üs-sultan'a indi11. Zengi b. Aksungur da Mes'ûd'la birleşmek için Tekrit'e gelmişti. Atabeg Karaca Sâkî onun Tekrit'e geldiğini haber aldığı zaman Selçukşâh'ı az bir kuvvetle Bağdad'ı müdafaa etmesi için şehirde bıraktı. Ken disi de ordusunun büyük kısmı île harekete geçti, gece ve gündüz cebri yürüyüş sonunda Tekrit'te bulunan Zengi üzerine bir baskın yaparak onu mağlup etti12. Zengi'nin adamlarından bir gurubu esir alarak Bağdad'a döndü, Zengi ise bu mağlubiyetten sonra Musul'a çekildi (h. 526=: m. 1131-1132)13. Atabeg Karaca'nın bulunmadığı sırada, Mes'ûd ile Selçuk-şâh ara sında iki gün ufak öncü savaşları olmuş ve müşkül durumda kalan Sel çuk-şâh acele geri dönmesi için Karaca'ya haber göndermişti14. 10 İbn el-Cevzi, Ebu’l Ferec ‘Abd el-rahmân b. ‘Alî b. Muhammed b. ‘Alî, el-Muntazam jî târih el-mulûk ve’l-iimem, X , Haydarâbâd, s. 25.; İbn el-Esîr, el-Kâmil, X, s. 474.; ayn. mlf. Et-Tarih el-Bâlıir fi Devlet el-Atabekiyye (nşr. Abdülkâdir Ahmed Tılîmat), Kahire 1382 (m. 1963)., s. 43. ayrıca krş. Köymen, İkinci İmparatorluk Devri, s. 178-180.; F. Sümer, Mes’ûd mad. İA. 11 İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 43. 12 İbn el-Cevzi, X, s. 25; İbn el-Esîr, Tarihel-Atabekiyye, s. 43.Ayrıca krş. Köy men, Aynı eser, s. 181. İbn el-Esîr, el-Kâmil (X, s. 475)’de bu savaşın el-Ma‘şuk’da oldu ğunu ve Zengi’nin Tekrit’e çekildiğini kaydediyor. M.A. Köymen de savaşın yerini İbn elEsîr’in bu rivayetine göre vermiştir, bk. Aynı eser, s. 181 not. 1. Biz o sırada hayatta olan İbn el-Cevzi ve yine İbn el-Esîr’in Tarih el-Atabekiyye'de bildirdiği Tekrit’i savaş yeri ola rak daha uygun bulduk. 13 İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 43. 14 İbn el-Esîr, X, s. 475. Ayrıca krş. Köymen. İkinciİmparatorluk Devri,s. 181. 26 ERDOĞAN MERÇİL Irak Selçuklu Devleti'ndeki karışıklığa son vermek için Sultan Sencer'in batıya doğru hareket ettiğinin ve Rey'e geldiğinin (h. Rebi. I. 5 2 6 = m . O cak-Ş u b at 1132) Bağdad'da duyulması; Zengi gibi kuvvetli bir müttefikinden mahrum kalan Mes'ûd'un Halife Müsterşid, Selçukşâh ve Karacâ'ya ittifak teklif etmesine yol açmıştı. Arada elçiler gidip geldiler ve nihayet taraflar aralarında anlaştılar. Bu anlaşmaya göre; Mes'ûd sultan, Selçuk-şâh da veliaht olacaktı. Halife de Irak'ı vekili vâsıtası ile idare edecekti15. Halife hepsinden anlaşmaya itaat edecek lerine dair yeminler aldı16. Bu anlaşmadan sonra Selçuk-şâh Dâr üşşahnegiye indi. Mes'ud da onun yerine geçti17. Karaca ise, Selçuk-şâh'dan sonra Me'sûd'u da tahakkümü altına almıştı18. Nihayet Karaca'nın idaresindeki müttefik kuvvetler Cumada II. ayı başında (= M a r t 1132) Bağdad'dan hareketle Sultan Sencer'e karşı yürüdüler. Sultan Sencer ise Irak Selçuklu tahtına yeğeni Tuğrul'u çıkarmağa karar vermiş ve Hemedan'a gelmişti. Hemedan'da olduğu sırada Mes'ûd, Selçuk-şâh ve Atabeg Karaca'nın müşterek ordularının Bağ dad'dan çıktığını haber almıştı. O da harekete geçti. İki taraf orduları Dinever yakınlarında karşılaştı. Buradaki savaşta Karaca Sakî'nin kah ramanca mücadelesine rağmen Sultan Sencer savaşı kazandı 8 Receb 526 ( = 26 Mayıs 1132). Melik Mes'ûd kaçtı, esir düşen Atabeg Ka raca Sâkî Sultan Sencer tarafından öldürüldü19. Selçuk-şâh'ın bu savaşta mühim bir rol oynamadığı anlaşılıyor. Kaynaklar onun hakkında herhangi birşey kaydetmiyorlar. Muhtemelen ö merkeze kumanda etmekte idi20. Daha sonra nereye gittiği meçhulümüzdür. Fars bölgesine ise Emîr Mengübars hakim olmuştu. Aşağıda vereceğimiz bilgilerden Selçuk-şâhın daha ziyade Mes'ûd idaresindeki sahalarda dolaştığını tahmin etmek mümkündür. Selçuk-şâh'ı bir müddet sonra. Sultan Tuğrul II. ile Mes'ûd mü cadelesi sırasında tekrar Bağdad'da görüyoruz. Mes'ûd, Kazvin civa 15 İbn el-Esîr, Aynı yer.; ayrıca krş. Köymen, Aynı eser, s. 1985 ve F. Sümer, Mes’ûd mad. ÎA. 16 İbn el-Cevzi, X, s. 25. 17 İbn el-Esîr, X, s. 475. 18 İbn el-Cevzi, X, s. 25, ve Krş. Köymen, Aynı eser, s. 185. 19 İbn el-Cevzi, X, s. 26; İbn el-Esîr, X, s. 476-477. Yukarıda zikrettiğimiz olaylar, Dinever savaşı ve neticeleri hakkında daha fazla bilgi için bk.Köymen, İkinci İmpara torluk Devri, s. 174-197. 20 Köymen, İkinci İmparatorluk Devri, s. 194. FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI 27 rında Sultan Tuğrul'a mağlup olarak kaçtı (528 yılı Ramazan sonları = m. 1134 Haziran sonları) ve Halife Müsterşid Billâh'a haber göndere rek Bağdad'a gelmek için izin istedi. Halife onun istediği izni verdi. Mes'ûd'un İsfahan'daki naibi Alpkuş es-Sîlâhî (öl. h. 532 = m. 11371138) idi ve Selçuk-şâh da onun yanında bulunuyordu. Alpkuş, Mes'ûd'un mağlup olduğunu duyunca Selçuk-şâh'la beraber Bağdad'a geldiler. Selçuk-şâh Dâr üs-Sultan'da kaldı. Halife ona hürmet etti, ve 10.000 dirhem gönderdi21 (1134). Muhtemelen Huzistan'a hâkim olan Selçuk-şâh müteakib yıllarda Irak'ı ele geçirmek sevdasına düşmüştü. Bu maksatla da kalabalık bir ordu ile Vâsıt'a ilerledi ve bu şehre girdi (Cumadâ I. 5 3 0 = m . Şubat Mart 1135). Burada Bağdad şahnesi Bey-aba'yı tevkif etti ve mallarını yağmaladı. Atabeg Zengi de onu bu bölgeden uzaklaştırmak için Vâsıt'a geldi22. Zengi'nin geldiği sırada Selçuk-şâh ile Atabeği Alpkuş arasında anlaşmazlık çıktı. Zengi bu fırsattan yararlanarak Alpkuş'u kendi tara fına çekmek istedi ve bunda da muvaffak oldu. Bu maksadla da onu Selçuk-şâh'dn korkutacak şekilde hareket etti. Alpkuş, Zengi tarafına meyi etti ve yanında kumandanlardan bir gurup olduğu halde Selçukşâh'ı terkederek Zengi'nin ordugâhına gitti. Daha sonra Zengi, Alpkuş ve kumandanlar Bağdad'a döndüler23. Selçuk-şâh Vâsıt'da olduğu sırada Melik Dâvûd Huzistan'a gitti. Onun etrafında Türkmenlerden ve diğer kabilelerden sayısı onbini bu lan asker toplanmıştı. Dâvûd bu kuvvetle Tuster'i muhasara etti. Sel çuk-şâh bu durumu haber aldığı zaman kardeşi Sultan Mes'ûd'a haber göndererek yardım istedi. Mes'ûd bu isteği kabul ederek ona yardımcı kuvvet yolladı. Selçuk-şâh da Tuster'i muhasara eden Dâvûd üzerine yürüdü. İki taraf arasındaki savaşı kaybeden Selçuk-şâh olmuştu (h. 5 3 0 = m. 1135)24. ; . Ertesi yıl Selçuk-şâh yine Vâsıt ve Hille taraflarına geldi. Fakat bu sefer. Sultan Mes'ûd'un Irak'daki naibi, kendisinin eski Atabeği, Alp kuş es-Silâhî ile Emir el-Hac Nazar el-Hâdim ona karşı çıktılar. Selçukşâh kuvvetli bir durumda olmadığından oradan uzaklaştırıldı, (h. 531 = 21 İbn el-Esîr, XI, s. 6. Ayrıca krş. Köyraen, Aynı eser, s. 241-242. 22 İbn el-Esîr, XI, s. 23. 23 İbn el-Esîr, Tarih el-Atabekiyye, s. 52. Ayrıca krş. Köymen, İkinciİmparatorluk Devri, s. 293. 24 İbn el-Esîr, XI, s. 30. 28 ERDOĞAN MERÇİL m. 1136-1137 )26. Selguk-şâh bu durumda çaresiz kalarak ağabeyi Sultan Mes'ûd'un yanına geldi. Sultan Mes'ûd ona karşı iyi davrandı ve Ahlat, Malazgirt ve Erzen bölgesini ikta etti. Tebriz hâkimi Emir (Guz oğlu) Oğuzoğlu es-Silâhi'yi de ona atabeg yaptı (h. 5 3 2 = m . 1137-11 3 8 )2e. Selguk-şâh bu bölgeyi tahrib ettiği gibi, halkına karşı da kötü davranmıştı27. Sultan Mes'ûd veziri imâd el-dîn Ebu'l-Berekât el-Dergüzînî'yi azl ederek bu görevi Kemâl el-din Muhammed b. Ali el-Hâzin'e vermişti (h. 5 3 3 = m . 1138-1139). Vezir Kemâl ed-din devlet işlerini düzeltmek için yerinde tedbirler aldı. Aynı zamanda Sultan Mes'ûd'u Azerbaycan emiri Kara Sungur (öl. h. 535=1140-1141) ve diğer emirlerin tahakkü münden kurtarmaya çalıştı. Bu maksatla da Sultan Mes'ûd'la anlaşa rak Fars hâkimi Boz-aba (öl. 1 1 4 7 )'yi yardıma çağırmaya karar verdi ler. Emir Kara Sungur, bu hazırlıkları haber aldığı, zaman Azerbaycan'da idi. O, Melik Selçuk-şâh'dan Ahlat bölgesini bırakmasını istemiş ve Bozaba'yı Fars'dan çıkartarak bu bölgeyi tekrar ona vereceğini vaad etmiş ve yanına çağırmıştı. Selçuk-şâh ağabeyi Mes'ûd'un kendisine daha önce yaptığı iyiliği unutarak Kara Sungur'la birleşti. Onlara Melik Dâvûd da iltihak etti. Emir Kara Sungur yanında Selçuk-şâh, Dâvûd ve onbin kişilik ordusu ile Hemedan'a geldiği zaman Sultan Mes'ûd'a haber göndererek Vezir'in kendisine teslimini istemiş, aksi taktirde başka bir sultana hizmet edebileceğini bildirmişti. Ayrıca bu haberin kendisi ka dar, Melik Selçuk-şâh, Dâvûd ve diğer ümerâ nâmına olduğunu da belirtmişti. Sultan Mes'ûd emirlerden çoğunun kendisi ile beraber ol madığını anlayarak bu baskıya boyun eğmek zorunda kalmış ve veziri Kemâl ed-dîn'i öldürtmüştü. (Şevvâl 5 3 3 = m . Haziran 1139)28. Daha sonra Emir Kara Sungur, evvelce oğlunu öldürmüş olan Boz-aba'dan intikam almak için, Fars'a doğru hareket etti. O, belki 25 İbn el-Cevzi, X, s. 67.; İbn el-Esîr, XI, s. 40. Bu son kaynakta Selçuk-şâh’ın Vâsıt yerine Bağdad’ı ele geçirmek istediği ve yıl olarak da h. 532 (m. 1137-1138) kaydedil miştir. Biz o devrede yaşamış olan İbn el-Cevzi rivâyetini tercih ettik. 26 Zübdet, s. 185 (Trk. trc., s. 170-171). Aynca krş. F. Sümer, Mes'ûd mad. İA. ve C.E. Bosworth, The Political and Dynastic History o) the Iranian World (A.D. 1000-1217), The Cambridge History of Iran, V, The Saljuq and Mongol Periods, Cambridge, 1968, s. 129. 27 Zübdet, aynı yer. 28 Zübdet, s. 185-187 (Trk. trc., s. 171-173); Ahbar, s. 111 (Trk. trc., s. 77-78); İbn el-Esîr, XI, s. 42 ve 46. Ayrıca krş. F. Sümer, Mes'ûd mad. İA.; Köymen, İkinci İmpara torluk Devri, s. 384-385.; A.K.S. Lambton, The internal Structure o f the Saljuk Empire, The Cambridge History of Iran, V, s. 256. FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI 29 kendi hayatı için de Boz-aba'yı tehlikeli görüyordu. Bu arada Selçukşâh'a verdiği sözü de yerine getirmek istemekteydi. Kara Sungur Fars'a doğru ilerlediği zaman yanında Selçuk-şâh ve Dâvûd da bulun makta idi. Boz-aba onların geldiğini haber aldığı zaman mukavemet edemeyeceğini anladı, daha kuzeye Kal'et el-Beyzâ'ya 20 çekildi. Emir Kara Sungur ve Selçuk-şâh Şiraz'a girdiler. Selçuk-şâh bu suretle ikin ci defa Fars bölgesine hakim oldu. Emir Kara Sungur, Boz-aba'nın tek rar gelebileceğini düşünerek Selçuk-şâh'ın yanında daha fazla asker bı rakmak istediysede, Atabeg Oğuzoğlu es-silâhi kendisine fazla güve nerek bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Emir Kara Sungur Fars'dan ayrıldı. Melik Selçuk-şâh ve Oğuzoğlu, Boz-aba'nın kendilerine karşı çı kamayacağı düşüncesinde idiler. Ayrıca Atabeg Oğuzoğlu vaktini eğ lence ile geçirmekteydi. Halbuki, Boz-aba, Emir Kara Sungur'un Fars'dan ayrıldığını öğrendikten hemen sonra Selçuk-şâh'ın kuvvetleri üze rine hücum etti, onu ve Atabeği Oğuzoğlu'nu yendi30. Haşt’a olan Sel çuk-şâh bir mahaffe içinde kaçmakta idi. Boz-aba Selçuk-şâh'a yetişti ve ona «Ben fermâna uyan bir köleyim, senin olan vilâyetinden nereye gidiyorsun ve niçin gidiyorsun? Eğer ben köleliğe lâyık değilsem, işte ser ve kılıç» dedi31, yalvardı ve onu tekrar Şiraz'a getirdi. Sonra da Selçuk-şâh'ı Kal'et el-Beyzâ'da hapsetti (h. 5 3 4 = m . 1139-1140). M e lik Selçuk-şâh orada öldü32, fakat onun ne zaman öldüğü hususunda bir kayda raslamak mümkün olmadı. 29 Kal’et el-Beyzâ veya Kal’e-i Sefîd, Fars eyâletinde Bihbehân’dan Şiraz’a giden ve Huzistan’ı Fars’a bağlayan dağ yolu üzerindedir, bk. Kale-i Sefîd mad. İA. 30 Ziibdet, s. 188-189 (Trk. trc., s. 173-174). Muhammed b. ‘Alî b. Süleyman erRâvendi, Râhat iis-Sudûr ve  yet üs-Siirûr (nşr. Muhammed İkbâl), G.M.S. London 1921, s. 231 (Trk. trc, Ahmed Ateş) I-n T.T.K.Y. Ankara 1957-1960, s. 222. Ahbar, s. 112 (Trk. trc., s. 78) ve İbn el-Esîr, XI, s. 46. 31 Rahat iis-sudür, s. 231 (Trk. trc., s. 222); Reşîd el-din Fazlallah, Câmi iit-Tevârîh (nşr. A. Ateş), II. cild 5. cüz, Selçuklular Tarihi, Ankara 1960, s. 117; Hâce İmâm Zahir ed-dîn Nîşâbûrî, Selçuk-nâme (nşr. Muhammed Ramazânı) Tahran hş. 1332, s. 57. Ancak bu eserlerde Boz-aba'nın Mengübars ile karıştırıldığı görülmektedir. 32 Zübdet, s. 190 (Trk. trc., s. 174); Ahbar, s. 112 (Trk. trc., s. 78); Rahat üs-sudûr, s. 231 (Trk. trc., s. 222). Ayrıca krş., F. Sümer, Mes'ûd mad. İA. Hamdullah b. Ebû Bekr b. Ahmed b. Nasr Müstevfî Kazvînî’nin Târîh-i Giizîde (nşr. ‘Abd el-Hüseyin Nevâî, Tahran hş. 1336-1339)’sinde (s. 456) Selçuk-şâh’ın Fars’dan kaçarak Irak’a geldiği kayıtlı dır ki, diğer kaynakların hepsinin Selçuk-şâh’ın hapiste olduğu hususunda aynı bilgiyi ver mesi ve onun bir daha tarih sahnesinde görünmemesi karşısında Hamdullah Müstevfi’nin bu rivayeti yanlıştır. ERDOĞAN MERÇİL 30 aba'nın Selçuk-şâh'ın kalması için ısrar etmesinin başlıca seB ° z' m elen ona atabeg olmak istemesiydi. Onun umumiyetle . _t ■___• • • u u M . ı ___ ; t___ ı _ t î i ___ _j _ i _______ ı: l^ebi m hzade ve atabeglerinin tayin edildikleri bu bölgede, kendi SelÇu k*U f 6- atabeglik kisvesi altında meşrû bir şekil vermek ve bu . jjj,. basamak olarak kullanmak istediği anlaşılıyor. Ancak ıT>üeSseS^ l* û d 'u n Boz-aba üzerine otoritesini kuvvetli bir şekilde his5 u lta n ^ • neticesinde, o daha sonra buna da lüzum görmedi ve se ttirerrl® , hapisolunduğu kalede kaderi ile başbaşa bıraktı. SelÇuk' şa s e lçuk-şâh'ın paralan: uk-şâh'ın ük Fars Melikliği sırasında bastırdığı 5 altın parası A n c a k onun paralar üzerindeki ismi okunamamış ve bu pam evcUttUnr_ ait olduğu şimdiye kadar meçhul kalmıştır33. Biz şimdi ¡■alarm 0 ?aseurrı;da bulunan bu paraların ona ait olduğunu ispata çalıpritish Dara|arın basılış tarihlerinin en eskisi h. 517 ( = m . 1123) en ~ .-W, Bu pdia— - ^ j a / \ \ ı. ro /? r * o n \ . . . ı ı ____ j . _ n ____ 9ahm^ 2 4 ( m. 1130) veya h. 526 (m. 1131-1132) yıllarıdır. Paraa a a a geç ,Serjnc|eki basılış tarihleri, Selçuk-şâh'ın orada h. 513-526 yılları |ar ^ z 8 meliklik devresi içine girmekte ve kronoloji bakımından bu . — ç ın d a k i n grasına ^ ait 0 |duğu açıkça görülmektedir. P ^ o Ü ^ l a r üzerindeki isme gelince Lane Poole'un ( ) olarak ve Lovvick'in34 Sharju (? ) şeklinde okuduğu bu isim *SelIc a y d ^ '^ g ş k a birşey değildir. Kûfi harflerle basılmış isim tespit edeçuk'dan Radarı ile j^ L . şeklindedir ve açıkça Selçuk olarak okubildiği1™^ ian e Poole bu ismi dört harfli olarak kaydetmiştir. nabi! de ismi dört harfli okumuştur. Bu tespitlerden de anlaşıldığı Lovviuk ^ <sjn. jjj. para|arda üçüncü harf olarak (c) gibi varlığı açıkça okunuyor ve Lowick j( c ) harfi ile bunu ifade £■ Sondaki harf j vav değil ka f(k ) olacaktır. İsmin okunmaetnr,''§t|^rec|düt uyandıran ikinci harf J veya j dir. Bu ikinci harf pas,rlC^a .. ralar u indeki diğer harflerin yazılış karakteri itibarı ile 'r'(rı) yi an._ Lane Poole ve Lowick'i yanıltan budur. Kanaatimizce dırnfia k ta d ır 33 ete- Lane Poole, The Coins o) the Turkuman Houses of Seljook, Urtuk, Zengee S British Museum, UT, Bologna 1967.2, s. 241-243. i^te v» Lowick, Seljuq Coins, The Numismatic Chronicle, Seventh Series Volume x . * « FARS MELİKİ SELÇUK - ŞAH’IN HAYATI VE PARALARI 31 bu harf 'lam' ( J ) dır. Bu şekilde paralardaki ismin (Selçuk) olduğu meydana çıkmaktadır. Paralar üzerindeki yazılışı şeklinde kabul etsek dahi bu ismi yine Selçuk olarak okuyabiliriz. Selçuk isminin bu şekilde yazılı şına ibn Hassul'un Türkler hakkmdaki bir risalesinde Taslamaktayız. İbn Hassul, Selçuklular'ın ceddi Selçuk'un ismini ( ) Sercük şek linde «I» yerine «r» ile kaydetmiştir35. Ayrıca türkçede bazı kelimeler de bir l > r değişmesine raslamak mümkündür. Söz gelişi; - l - > - r - : arnı <alnı; harburckalbur ve - l > - r : keşgür <keşgül gibi36. Sercük < S e Içük ismi de aynı şekilde bir değişmeye uğramış olabilir. Yukarıdaki her iki izah şeklinden paralar üzerindeki şahsın, hayat hikâyesini verirken faydalandığımız kaynaklar tarafından da Selçuk ola rak kayd edilen şahısdan başka birisi olmadığı açıkça anlaşılıyor. Selçuk-şâh'ın isminin sonunu teşkil eden ( ) şâh kelimesinin de paralar üzerinde rahatlıkla okunabilmesi, yukarıda belirttiğimiz husus larla beraber bu paraların Selçuk-şâh'a âit olduğu şeklindeki görüşü müzü desteklemektedir. Bu paralardan en iyi şekilde bulunan iki tanesi şu şekilde okun muştur : ön yüz Şiraz yıl (5 )1 9 ol Arka yüz ^ıl ... V\ <11 V v. n*ı o-ı=-j Cıl 4! M j ¿f- k Se. T' CLul..111 \ jJlâcYI jUaL-Jl jlU J l [ l-M-* ] litirl 35 Kitab tafzil el-etrâk ‘alâ sâ’iri’l-ecnâd, (nşr. AbbasAzzavîve Türkçe tercüme Şerefeddin Yaltkaya) Belleten, IV, sayı 14-15,Ankara 1940.Esasmetin, s. 49 ve tercüme s. 265. Ayrıca krş. Z.V. Togan. Umumî Türk Tarihine giriş, İstanbul 19702, s. 183. 36 bk. A. Caferoğlu, Anadolu Ağızlan Konson Değişmeleri, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1963, s. 30. 37 bk. Lane Poole, III, s. 241. ERDOĞAN MERÇİL 32 ||3 8 Ön yüz Şiraz yıl (5 )1 7 V I\)l V Arka yüz •üjlJ •_j >ç- Selçuk-şâh'ın altın sikkelerinin ön yüzünde Halife el-Müsterşid'in arka yüzlerinde de hükümdar olarak Sultan Sencer'le ona tâbi Irak Sel çuklu sultanı Mahmûd'un isim ve iakabları kayd edilmiştir. Ayrıca pa ralar üzerinde görülen «Melik ül-ümerâ» ve «atabeg» unvanları da ismi zikredilmediği halde Atabeg Karaca Sâkî'ye ait olmalıdır. Paralar’ın ba sıldığı yer ise Fars'ın merkezi Şiraz'dır. 38 bk. Aynı eser, s. 242. MERÇİL - Levha I 33 AJ -J ? C iT LO G Ü E. SLoJUtev*. â l S Z i, ¿ ıs Selçuk-şâh’ın paralarından b ir i: Ön yüz: (Fotoğrafta paranın katalog numarası 679 olarak görünmekte ise de, bu çekim sırasında yapılan bir yanlışlıktır, Lane Poole (III. s. 242)’un eserine göre numarası 677 olacaktır). Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 3 1 34 M E R Ç İL - Levha II TALOGUE. a «Hm Iiİ Selçuk-şâh’m paralanndan biri Arka yiiz. İNEBAHTT SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR S. Soucek Preveze (1538) ile İnebahtı (1571) deniz savaşları, Akdeniz tari hinin iki büyük hâdisesidir. Preveze, hıristiyan âleminde Türklerin de nizde yenilemezliğimn şöhretini kurdu; İnebahtı, bu şöhreti kırdı. Bütün büyük olaylar gibi, bu iki muharebenin cereyanı ve neticesi, tarihî ge lişmenin sebeplerinden ziyade işaretleridir. 1571 senesinde, Osmanlı devletinin bünyesi 1538'e nazaran daha gelişmişti. II. Selim'in büyük ecdadından farklı olduğu açık bir şeydir. Yeni sultanın şahsiyeti, devle tin bünyesi içinde vuku bulan değişmelerin neticelerinden biriydi; gene bu şahsiyet, bu değişmeleri derinleştiren amillerden biriydi, inebahtı deniz savaşiyle ilgili birkaç tafsilat üzerinde durarak, bu amillerin, sa vaşın cereyan tarzına ve neticesine nasıl tesir ettiğini göstermeğe ça lışacağız. Donanma-i Hümayun, kaptan-ı derya Müezzin-zade Ali Paşa'nın kumandası altında idi1. Bu zat, II. Selim tahta çıktıktan sonra kaptan-ı derya tayin edildi. Selefi Piyale Paşa'nın aksine, deniz işlerinde tecrü besi yoktu (kaptan-ı derya vazifesine Sigetvar'da Yeniçeri ağalığından getirildi2). Donanmanın askeri ise, ikinci vezir serdar Pertev Paşa'nın emrj altında idi; bunun da, Ali Paşa gibi denizle çok az ilgisi olmuştu3. Donanma-i Hümayun, İstanbul'dan 1571 senesinin ilkbaharının başın 1 Kâtip Çelebi, Tuhfelû'l-kibar fi esfari’l-bihar, İstanbul, 1329, s. 91. 2 Aynı eser, s. 140. 3 Aslen Arnavut olup, enderundan yetişti; Yeniçeri ağalığından Rumeli beylerbeyiliğine, nihayet kubbe vezirliğine yükseldi. Şehzade Mustafa'nın dul karısı ile evli bulunan bu zatın, Şehzade Bayezit’in bertaraf edilmesinde mühim bir vazifesi oldu; bk. Şerafeddin Turan, «Pertev Paşa*, İslam Ansiklopedisi; aynı yazar, Kanunî’nin oğlu Şehzade Bayezid Vakası, Ankara, 1961, s. 154-157. — Pertev Paşa’ya verilen terakkiler ve terfiler kısmen Bayezit Vak’asmda Selim’e gösterdiği hizmetler için mükâfaten yapılmış olmalıdır. 36 S. SOUCEK da açıldı (Kâtip Çelebi'ye göre, zilkade ortasında = 10 Nisanın dolay larında4; Âli'ye göre, nevruzun cuma günü = 23 M art5). Donanmanın bu hareketi, Kıbrıs fethinin son safhasına bir hıristiyan donanmasının müdahalesini önlemek için mutattan erken yapılmıştı. Acele hareket neticesi olarak, donanmanın hem kürekçi, hem de cenkçi efradın kad rosunda noksanlar bulunuyordu0. Kıbrıs'a gerekli top ve mühimmatı nakl ettikten sonra, Türk donanması Rodos ile Anadolu sahilleri arasındaki sulara yöneldi, ve düşman karşısına çıkmağa hazır bir durumda bir za man orada kaldı7. Düşman donanmasından hiç bir alamet görünmedi ğinden, Osmanlı donanması Girit sularına geçti. Venediklilere ait olan bu adanın sahillerine baskın yaparken, Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa yirmi gemi ile Donanma-i Hümayun'a katıldı. Türk donanması Yunan denizine ve Adriatik denizine geçti; orada, Venedik'e ait bazı yerlere baskın yaptı ve üç tanesini ele geçirdi8. O zaman Hıristiyanların Türkler aleyhinde ittifak akd ederek bir donanma teşkil ettiklerine dair bir haber gelmişti9. Fakat müttefik filosundan hiç bir eser yok iken, ve kış mevsimi yaklaşırken, Türk donanması, Korfu adasının bazı kısımlarını garet ettikten sonra, İnebahtı körfezine geçti. Donanmanın o üsse çe kilmesi, tayfalar ve cenkçiler arasında seferin bittiği kanaatini uyandır dı. Birçoğu donanmayı terkederek memleketlerine dönmek üzere dağıl dı. Bu anda düşmanın açıklarda bulunduğu ve Türkler ile çatışma niye tinde olduğu hakkında haber gelmişti10. Uzun süren bir seferin sonunda, Türk gemileri Inebahtı'ya gelmişti 4 Tuhfet, s. 90. 5 Künh al-ahbar, D.-T.-C. Fakültesi, Kütüph., I. Saib Sencer yazm., nu. 1/1783, yp. 457“ (Cavid Baysun’un *Lepanto* makalesinde, İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 40’te zikredilen kaynak). — Öbür taraftan, Müezzin-zade Ali Paşa’mn daha önce denize açıldığı, Pertev Paşa’nın onu takiben (9 zilhicce = 4 Mayıs) donanmanın geri kalanı ile hareket etmesi de mümkündür. Bk. Miihimme defteri, XII, hüküm b. 474 (Şerafeddin Turan’ın «Pertev Pasa* makalesinde zikredilen kaynak). 6 Tuhfet, s. 90. 7 Aynı eser, aym yer. 8 Aynı eser, s. 91. Türkler tarafından ele geçirilen Sopot, Ülkün ve Bar bugünkü Arnavutluk ve Yugoslavya sahillerindedir; Sopoto, Dulcigno ve Antivar gibi isimleri altında tanınmaktadırlar. 9 Ragusa’da bazı meselelerin istihbaratında bulunur iken, Uluç Ali Paşa Hıristiyan donanmasının tedarikini öğrenmişti. Bk. Jurien de la Graviere, La Guerre de Chypre et la Bataille de Lepante; c. 2 : La Bataille de Lepante, Paris, 1888, s. 18. 10 Tuhfet, s. 92. İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 37 (Eylülün sonu). Denizde uzun bir süre seyredilmiş olması donanma ef radı üzerinde moral ve sıhhî bakımdan kaçınılmaz menfî tesirler yap mıştı. Kâtip Çelebi’den başka, diğer kaynaklar da bu noktada donan manın zayıf durumuna işaret etmektedir11. Bu şartlar altında, inebahtı, donanmanın işine gelen en müsait bir yer idi. Doğu-batı hattında Korint körfezini Patras körfezinden, güney-kuzey hattında Mora yarımadasını asıl Yunanistan'dan ayıran Rion boğazından 9 kilometre poyraz tarafın da bulunan İnebahtı limanı küçük ve sığ olduğundan, büyük bir donan mayı barındıramazdı; bununla beraber, önündeki deniz donanmaya mü sait idi12. Bundan başka, iki yüz kadar gemi için yeter derecede civarın da tatlı su bol bulunuyordu13 Aynı zamanda bir hisar limana hakim olup, kuvveti şehrin birinci Türk muhasarasında belli olmuştu (8 8 2 / 1477 senesinde)14. Hisarın tahkimatı 1499'da, Türk fethinden sonra, tamir edildi; ve İnebahtı, daimî bir garnizon ile, Cezayir-i Bahr-i Sefid eyâletinin sancaklarından biri oldu15-. Öbür taraftan, İnebahtı kalesi, Rion boğazının teşkil ettiği hem tabiî hem askerî siper tarafından/korunuyor du. Rion boğazı birbirine 3 kilometre yakın, güneyde Rion burnu, ku zeyde Antirion burnu olmak üzere, iki alçak burun etrafında teşekkül etmişti. Bu iki burun daha önce Venedik tarafından tahkim edildiği hal de16, asıl kaleleri Türkler 1499'da yapmışlardır: her iki tarafta birer kale bina edilmiş ve toplar ile teçhiz edilmişti; bu topların menzili boğazın öbür tarafına geçiyordu17 ve «bir yabancı kuş oradan uçamazdı»18. 9 4 3 / 1537 senesinde, bu kaleler Kanunî Sultan Süleyman tarafından daha genişletildiği gibi, uzun menzilli balyemez toplar ile teçhiz edildi19. Ko l i Âli, Kiinh al-ahbar, yukarıda zikredilen elyazması, yp. 457b; Selânikî, Tarih, İstan bul, 1281, s. 105. — Hıristiyan donanması Korfu adasının karşısındaki Igumenitsa limanın da yatarken, Gil de Andrade altındaki bir keşif filosu Don Juan’a aynı şekilde bir rapor vermiştir (bk. W. Stirling-Maxwell, Don John of Austria, London, 1883, c. 1, s. 393). 12 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, tıpkı basım, İstanbul, 1935, s. 313. 13 Aynı eser, göst. yer. 14 J. von Hammer-Purgstall, Geschichte des Osmanischen Reiches, Pest, 1828, c. H, s. 150. 15 Tııhfet, s. 146. 16 Venedik burada 1407 ile 1499 arasında hakim idi; bk. H. Kretschamyr, Geschichte von Venedig, Gotha, 1920, c. II, s. 273. 17 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, s. 313. 18 Aynı eser, birinci (yayınlanmamış) versiyon, Dresden, Sachsische Bibliothek, elyazm. Eb 389, yp. 89b. — Evliya Çelebi (Seyahatname, c. 8, s. 617), bu boğazı- hemen hemen aynı kelimelerle tavsif ediyor. 19 Evliya Çelebi, aynı eser, göst. yer. 38 S. SOUCEK rint körfezinin batı kısmında poyraz rüzgârı hemen hemen daimî suret te esiyor ve rüzgâr boğaza yaklaştıkça şiddetleniyor20; meddücezir ce reyanı, körfezden çıkarken, bazen 5 V 2 deniz mili süratına yükseliyor21 ve motorsuz vasıtaların boğazdan körfezin içerisine geçişi zor oluyor22. Bütün bunlardan dolayı, bir düşman donanmasının Patras körfezinden Korint (yani İnebahtı) körfezine giden deniz yolunu zorlaması, tehli keli bir teşebbüs olabilirdi: kalelerden açılan top ateşiyle zayiat ver dikten sonra, kürekçilerin bitkin hale gediği anda, Türk donanmasiyle karşılaşacaktı. Donanma-i Hümayun stratejik bakımdan fevkalâde iyi bir yerde yatarken, kaptan-ı derya diğer kumandanları çağırarak istişari bir so ruş meclisi topladı. Cezayir beylerbeyi Uluç Ali- Paşa şu şekilde konuş tu: Denizde altı aydan beri gezen gemiler tamire muhtaç durumdadır; hem tayfalardan hem cenkçilerden birçoğu, seferin tamam olduğunu zannederek, «icazetli ve icazetsiz» donanmayı terkettiler. Boğazdaki kaleler yüzünden, düşman körfez içine giremezdi. Netice olarak, bütün bu sebeplerden dolayı, bulunan mevkiin terkedilmesi felâkete yol aça bilecektir. Uluç Ali Paşa konuştuktan sonra, münakaşa oldu; Kâtip Çelebi'ye göre, serdar Pertev Paşa dahil bazılar Uluç'un re'yine tema yül ettiler; bazılar aleyhine çıktılar. Karşı çıkanlar arasmda Kaptan-ı derya olduğundan, dengeyi Uluç'un fikri aleyhine bozdu. Çünkü, «Müezzin-zade Ali Paşa gerçi cesur bir adam idi, amma, deniz harplerinde tecrübesi olmadığı gibi, korsanlığı da öğrenmemiş idi». Bundan .baş ka, kendi re'yi Divan-ı Hümayundan gelen bir emirle tekit edildi: düş man donanmasını, hangi yerde olursa olsun, bulmalı ve ona hücum etmeli idi; verilen talimatın dışında hareket etmemesi tenbih edilmişti23. 20 United States Hydrographic Office, Sailiııg Directions Jor the Mediterranean, c. 3, madde 7D-5. 21 Aynı eser, madde 7D-6. 22 H.M. Denham, The Easlern Mediterranean, London, 1964, s. 34. 23 Tııhfet, s. 93; Jurien de la Graviere (La Bataille de Lepante, s. 108) meşveretin bu şeklini şüpheli sanıyor ve daha çok Venedikli Gerolamo Diedo’nun Lettera ove si descrisse la Battagiia navale seguita l’anno 1571 (Venedik, 1588) eserinde kaydettiği ra pora inanıyor. Diedo, Uluç’un meşverette Müezzin-zade ile aym fikirde olduğunu yazıyor. Bundan dolayı, Fransız amirali Tuhfet'de kaydedilen muhavereyi Uluç tarafından mu harebeden sonra uydurduğunu sanıyor. Halbuki, Uluç eski bir korsan idi; uzun yıllar süren denizciliğinde, Hayreddin Barbaros’un yanında yetişmişti, deniz savaşlarının hususî bir harp türü olduğunu yılların kazandırdığı bir tecrübe ile öğrenmiş idi: gemilerin ahvali, düş- İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 39 iyi bir halde bulunan bir donanma bile, düşmanı Rion boğazı ve İnebahtı kalesi arasında stratejik bakımdan iyi bir mevkide beklemeğe tercih edebilirdi: düşman muharebeyi istiyor; o halde tahkim edilmiş boğazın tuzağına düşsün. Bir nesil evvel, iki Mukaddes İttifak'ın birin cisinin donanması karşısında, Hayreddin Barbaros taze ve iyi müceh hez bir Donanma-i Hümayuna kumanda ediyordu; böyle olmakla be raber, düşmanı Arta körfezine giriş yeri olan boğazda, kuzey taraftaki Preveze istihkamlarından istifade ederek, müttefikleri bekliyordu; Hıris tiyan donanmasının kudretini tahkik ve kendi savaş plânını tespit et tikten sonra, boğazdan çıktı24. Müezzin-zade; Barbaros olmadığı gibi, aynı zamanda Barbaros kadar tecrübesi olan bir adama kulak da as madı. Donanmasını stratejik bakımdan üstün mevkiden çıkartarak, o mevkie 55 kilometre daha batıda bulunan stratejik faydası olmayan bir yere nakletti. Patras körfezi ile Yunan denizi sularının kesiştiği bir yer de, yeni ve iyi teçhiz edilmiş bir. Hıristiyan filosu, Türk donanmasını tamamen bozguna uğrattı25. inebahtı savaşının, Rion boğazının ağzında veya İnebahtı körfezi içinde ne gibi neticeler verebileceğini tahmin etmek faydasızdır; bunun la beraber, kaptan-ı deryanın fırsatı kaçırdığı — diğer bir deyimle kade rin kendisine bahşettiği bir kozu elinden kaçırdığı— muhakkaktır26. As manın kuvveti, manovralann ehemmiyetini bilmek, bir korsan için her an hayat ya ölüm meseleleri idi. 24 «Doria, Hıristiyan donanmasiyle Korfu limanından Preveze’ye doğru ileniyordu. Barbaros’un [Arta] körfezinde müsait mevkiim kolay terketmeyeceğini, ve ona açık denizde bir muharebeyi kabul ettiremiyeceğmi o anda anladı». (R.B. Merriman, The Rise o f the Spanish Empire, New York, 1962, c. 3, s. 325). Kâtip Çelebi (Tuhfet, s. 54) Türk donan masının düşmanı Arta körfezine giren boğazının arkasından beklediğini de yazıyor. 25 Uluç Ali Paşa’nın birinci teklifini reddettikten sonra, Tuhfet’e. göre, Müezzin-zade onun yaptığı ikinci teklifini de kabul etmedi; Uluç, muharebenin açık denizde yapılmasını öne sürerek, aksi takdirde, tayfaların ağır yaralanarak karaya yakın gemilerden çıkmağa çalışacaklarını, ve bunun diğerlerin moralim bozacağım beyan etmişti. Muharebenin cere yanı Uluç’a hak vermişti; aym zamanda, donanmanın açık denizde olan sol koluna ku manda eden Uluç, mahir manovralar ile Gian-Andrea Doria idaresi altındaki filoya galebe ederek, hem gemilerini, hem de Osmanlı bahriyesinin şerefini kısmen kurtardı. 26 Müttefikler tam bundan — yani Türklerin boğazın içeri tarafında beklemelerin den — endişeleniyorlardı; bk. Jurien de la Graviere, La Bataille de Lepante, s. 86: «...De mek ki düşman [=Türkler] Arta körfezini geçmiştir; onu şimdi nerede aramalı? İnebahtı körfezine sığınmışsa, sefer bitmiştir, bütün teçhizatın masrafları boşuna gitmiştir: çünkü kadırgalar ile Rion boğazımn korkunç geçişim zorlamak imkân yoktur. Hıristiyan donan ması iki kalenin top ateşi tarafından mahvolacaktır...» 40 S. SOUCEK lında tek sorumlu o değildi. Onun inatçılığa yakın cesareti, hüküme tinden gelen yersiz emirler ile adeta teşvik edildi27. Gerçi «Muhteşem Süleyman devri» hâlâ sadrazam Sokollu Meh met Paşa'nın şahsiyetinde yaşıyordu; II. Selim, denizdeki durumu dü zeltmek için birinci vezirini vazifelendirdi. Uluç Ali Paşa kaptan-paşalığa tayin edildi (Uluç ismi bu münasebetle Kılıç'a değiştirildi); yeni bir donanma harika bir şekilde süratle inşâ edildi; Venedik'e boyun eğ dirmek için bu yeni donanmanın gelecek mevsimde faaliyeti o derece de başarılı oldu ki 1573 senesinde yapılan sulh muahedesi, «Inebahtı savaşı, Türkler tarafından kazanılmış gibi netice doğurdu» ; 28 ve niha yet Goletta ile Tunus 1574'te Donanma-i hümayun tarafından kat'î şe kilde feth olundu. Bütün bu hâdiseleri tarihçiler takdirle karşılayıp, ba zıları da İnebahtı savaşının neticesi olmayan bir deniz savaşı olduğu kanaatındadırlar. Bu hususun münakaşası bizim makalemizin gayesi dışındadır. Yalnız şunu demek istiyoruz ki, Türk bozgunu kısmen de imparatorluğun merkezinde bulunan hataların neticesiydi; yani ehliyet siz bir zatın donanmanın başına getirilmesi ile, ona yersiz emirlerin gönderilmesi. Bu hatalar belki tam bir tesadüf değildi padişah, hiç bir savaş görmediği gibi, amiralinin, deniz savaşlarım görmemiş bir adam olmasını da mahzurlu bulmamıştı. Gerçi Fransız amirali bir notta ilâve ediyor: «[Müttefikler] öyle düşünüyorlardı amma, nekadar çok [bunun gibi] geçişler, feth edilemiyeceği şöhretlerinden istifade ederek kur tulmuştur! 12 temmuz 1828’de, kaptan Bûchet de Châteauville, L ’Echo isimli küçült bir korvete kumanda ederken, o iki korkunç kalenin — Mora kasteli ile Rumeli kasteli — ateşleri altında Inebahtı körfezine giriyor, Korint önlerine geçerek orada demirleyip üç yüz Yunan esirinin Mora’dan Rumeli’ye Arnavut Türkler ile teşekkül ettiği bir müfreze tara fından sürülmesine mâni oluyor, sonra 25 temmuzda körfezden, girdiği gibi yine topların ateşlerine rağmen çıkıyor... ‘Küçük Dardanel’in’ [yani Rion boğazının] toplarının Mukaddes Liga’nın donanmasını durdurabildiğine hiç ihtimal yoktur...» Yazarın iddiası karşısında, şu mülahazalar öne sürülebilir: ağır kadırgalardan mürekkep büyük bir donanmanın o boğazdan geçmesi, süratli ve tek bir korvetin geçmesinden bambaşka bir şeydi; Fransız korveti ânî sürprizden istifade edebilirdi; ve Fransız amirali, ‘Küçük Dardanel’ hakkında bu satırları yazarken, ‘Büyük Dardanel’de [yani Çanakkale’de] vuku bulacak olaylar henüz geleceğin sırlan altında örtülü idi. 27 E. Charrière, Négociations de la France dans le Levant, Paris, 1848, c. III, s 361, not. 28 Şehzadeliği zamanında, Selim, Ankara ile Konya arasında 1559’da vuku bulan muharebeyi seyr etti. O vakada, kardeşi Bayezit yenildi ve İran’a firar etmeye mecbur oldu. Halbuki, Selim’in ordusu başında Lala Mustafa Paşa bulunuyordu (bk. Şerafeddin Turan, Kanuni’nin oğlu Şehzade Bayezid Vak’ası, s. 114-115). İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 41 EKLER Makalemizde kullandığımız Osmanlı müelliflerinin yazıları, şu dört kişiye aittir: Piri Reis'e, Evliya Çelebi'ye, Selânikî'ye ve Kâtip Çelebi'ye. Eserlerinde İnebahtı sahası veya savaş cereyanı hakkında söyledikle rini, mahalemize eklemek faydalı olabileceğini sanıyoruz. Piri Reis (doğ. aşağı yukarı 1470, ölm. 1554)1 meşhur Türk kor sanı ve padişahın hizmetinde sık sık bulunan kaptan idi. Bugünkü şöh reti başlıca Kitab-ı bahriye isimli büyük portulanına borçludur. Bu kitap bütün Akdenizi tavsif ettiği gibi, her fasıl bir harita ile izah olunuyor. Piri Reis Akdeniz'in bazı kısımlarını başkalarından daha iyi tanıyordu; Mora yarımadasının, Patras ve Korint körfezlerinin. Yunan denizinin kıyılarını, adalarını ve sularını kendisi iştirak ettiği sefer-i hümayunla rından dolayı iyi biliyordu. 1499 senesindeki İnebahtı fethinde, meşhur amcası Kemal Reis'in yanında bulunmuştu. İşte Patras ile Korint kör fezlerinin tavsifi kıymetli tarihî vesikadır. Kitab-ı bahriye iki versiyon hahalinde mevcuttur: birincisi 1521 yılında bitirildiği gibi, ikncisi 1526 yılında bitirilmişti. Birinci versiyon tamam olarak yayınlanmamıştır; İkin cisi ise, tıpkı basım olarak Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılmıştır2. Bazen ikinci versiyonda bulunmayan tafsilat birincisinde bulunduğun dan, bu versiyon da mühimdir. Bizim bu versiyondan seçtiğimiz kısmı en eski tanınmış mevcut nüshadan alınmıştır: Dresden'deki Sächsische Bibliothek'te bulunan Eb 389 numaralı nüsha; istinsah tarihi Evasıt-ı Rebiulahir 961 = Ağustos 1554'tur. Birinci versiyon (var. 89b, satır 2-10) : «İnebahtı deniz kenarında kıbleye karşı bir büyük hisardır; ol hisa rın içinde bina ile olmuş bir küçük limancığı vardır. Mezkûr limana 1 Eserlerinin ehemmiyetine rağmen (Kitab-ı bakriye'den başka, iki Yeni Dünya haritaları ile bilhassa Avrupa ve Amerika’da meşhurdur), Piri Reis’in hayatı hakkındaki bilgilerimiz azdır. Doğum tarihi gibi, ölüm tarihi de yakın zamana kadar şüpheli sanılıyor du; yeni bir tetkik ölümünü 961 senesi evasitinde = Mayıs / Haziran 1554 yılında vuku bulduğunu ispat etmiştir; bk. Cengiz Orhonlu, Hint kaptanlığı ve Piri Reis, Belleten, XXXIV sayı 134, (1970), s. 246. 2 Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, İstanbul 1935. 42 S. SOUCEK /gripler3 ve ufak gemiler girer; büyük barçalar* ol limana karşı denizde yatırlar, zira yattıkları yer her rüzgâra kabil limandır. Ol limanın kena rında bir hup su vardır akar, yerli kayalar içinden çıkar, ol kayalar da deniz kenarındadır. Mezkûr limandan Inebahtı [ve] Modon fethinde kış ladığımız Aspiri İspiti limanı5 seksen mil körfez içindedir. Ol tarihte as ker gemileri mezbur limanda huzur ile kışlamak maslahat için zikr olan ¡nebahtı’den beş mil miktarı lodos tarafında, yani körfez ağzında, iki canibe iki kale emr olunmuştu: bir kaleyi Rum İli ve bir kaleyi Ana dolu askeri burç barusu ve hisarpeçe ile on sekiz günde tamam eyledi ler. Şimdiki halde oradan yad kuş uçmaz, azim toplar komuşlardır, olboğazı beklerler...» İkinci versiyon (s. 313) : «Mezkûr Inebahtı bir büyük kaledir; ve ol kalenin bir miktar yeri alçaktır, deniz kenarındadır; bakisi bayıra karşıdır, ve ahmedeği6 de bir yüce yerdedir. Ve mezkûr kalenin önünde bina ile vaki olmuş bir kü çük limancığı vardır; mezkûr limanı ol kalenin içine almışlardır, küçük gemiler girer, büyük parçalar ol limana karşı denizde yatırlar, cümle yufka sulu hup demir yerleridir. Ol kalenin poyraz7 tarafında Deli Sua derler deniz kenarında yerli taşın içinden çıkıp akar sudur. Mezkûr su dan bir — iki yüz pare gemi bir kezden vüs'etle sulanır, tatlı ve soğuk 3 Osmanlı denizciliğin yüksek devirlerinde — yani XV inci asırdan XVII inciye ka dar — kullanılan gemi tipleri ve bunların isimleri makalemizin dışına giden karışık ve zor bir mevzudur; bunu başka bir tetkikte incelemek niyetindeyiz. Şimdilik bu sabada esaslı bir esere işaret ediyoruz: H. ve R. Kahane — A. Tietze, The Lingua Franca in the Levant; Turkish Naulical Terms o f Italian and Greek origin (Urbana, 111., 1958). — Iğribar, iğrip madde 757 olarak sahife 501-502 dedir. 4 Lingua Franca, madde 80 (s. 98-99). 5 Aspra Spitia limanı bugün de liman olarak kullanılıyor; Andikiron körfezinin ba şında, Akra Pangalos ile Akra Velanidhia burunlarının arasındadır (bk. United States Hydrographic Office, Sailing Directions for the Mediterranean, c. 3, madde &D-22). 6 Ahmadak, ahmedek kelimesini Kitab-ı bahriye’den başka hiç bir metinde bula madık; manası «bir şehrin içinde müstahkem bir kısmı» olsa gerektir. 7 Her iki versiyonda poryaz (birinci versiyonda bazen joryaz); poryazdan poyraza değişmesi (metatez) XVI ıncı asrın ikinci yansının başlangıçlannda olsa gerekti (bk. Lingua Franca, madde 750, s. 494-496). 8 Belki Momos Potamos; bu ırmağm ağzı İnebahtı’dan şolok tarafında 2 km mesa fesinde bulunmaktadır. İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 43 sudur. Ve badehu .Mezkûr Inebahtı kalesinin beş mil miktar lodos tara fında, yani körfez ağzında, merhum sultan Bayezid Han iki kale bina ettirmiştir; Rum ilinde olan kaleyi Anadolu askeri yaptı, ve Mora tara fında olan kaleyi Rum İli askeri yaptı, bu cümleyi on sekiz günde tamam eylediler, burç barulu kalelerdir. Ve ol kalelerin orta yerinde birer kule leri de vardır, dizdar olmağiçin vafir toplar kurdular, şimdiki halde ol körfeze yad gemi koymazlar. Inebahtı mezkûr kalelerden içeri kalmış tır. Ve mezkûr kalelerin de bir birinden mabeyni iki milden eksiktir, bir birinin topları öteden beri kenara, beri kenardan öte kenara geçer.» Evliya Çelebi (1611-1682) İnebahtı ve Rion boğazı sahasını 1077/ 1667-8 senesinde gezmiştir. Tavsifi 1896-1938 yılları arasında İstan bul'da yayınlanmış olan Seyahatname'nin sekizinci bölümündedir: S. 613 : « ..V e [Inebahtı] limanı hisar içinde bina ile yapılmış ame li bir küçük limandır kim iğrip kayıkları ve fırkataları9 bunda yatırlar; kadırgalar taşra büyük liman içinde lenker bırakıp yatırlar; amma bü yük parça kalyonları10 limana karşı körfez denizinde yatırlar; (S. 614) ve limanın kenarında bir yerli kaya içinde bir âb-i hayat' su akar...» (S . 6 17) : «Evsaf-ı Kastel-i Rum İli. Bu dahi Inebahtı'nın Rum İli tara fında leb-i deryada vaki bir boğaz ağzında şekl-i murabba' bir küçük kaleciktir; bu diyarda böyle küçük kalelere kastet derler; sene-i 905 tarihinde, sultan Bayezit Veli, Modon kalesi muhasarasında iken, do nanma-/ hümayun bu Inebahtı körfezinde kışlamak maslahatiçin, Baye zit Veli Han bu kale-i Inebahtı körfezi ağzında Inebahtı'den beş mil lo dos tarafına ba'id bu kaleyi bina ettirip, ve bir kale dahi bunun karşı sında Mora ceziresinde bina ettirip, karşı karşıya iki kale olup tamam oldukta, körfez emin olup donanma-ı hümayun bi-bâk u bi-pervâ kışlamıştır. Amma himmet-i Bayezit Han ile bu kastel kalesini Rum İli as keri üşüntüsü ile burç u barusu ve hisarpeçeleriyle on sekiz günde ta mam olduğuna alamet bu kale on sekiz adet ebraçlardır; ve azim top 9 Lingua Franca, madde 308 (s. 230-233). 10 Evliya Çelebi burada barça kelimesini sıfat olarak kalyon kelimesini ise isim ola rak kullanmaktadır. Barça veya parça (Lingua Franca, madde 80, s. 98-99) ve kalyon (aynı eser, madde 318, s. 238-241) iki ayn çeşit gemi olduğundan, yazann maksadının tam belli olmadığı düşünülebilir. İzahı bizce başka tarafta aranm alı: Barça, sözlüklerin (meselâ Redhouse, A Turkish and English Lexicon, s. 319 ve ondan Lingua Franca) öne sürmelerine rağmen, bir kadırga tipi gemi değil, bir büyük yelken ve küreksiz gemisi mana sına geldiği gibi, o zaman her çeşit büyük yelken gemisi için kullanılabilirdi; bizim meti nimizde «kalyonlar ki büyük yelken gemileridr» manasına gelebliyor. 44 S. SOUCEK lar konulmuştur. Badehu sene-i 943 tarihinde sultan Süleyman, Körfez gazası asrında bu kaleyi dahi tevsi ettirip ziyade kul ve balyemez top lar11 koyup, ol dahi donanmayı bunda kışlatır. Hâlâ bu boğaz ağzından bu iki adet kastel kalelerinin mabeyninden ve bu kalenin mabeyinlerin den kâfir gemisi değil, kuş bile uçup içeri Inebahtı ve Kördes [= K o rint] kalesine varamaz.» Mustafa Selânikî (ölm. 1600?) o hâdiselerin muasırı olduğu gibi, Osmanlı idaresinde oldukça mühim bir şahsiyet idi. Tarihinin ancak üçte birinin yayınlanmış olmasına rağmen, II. Selim'in devri bu çıkarıl mış kısımdadır (İstanbul, 1281). (S. 104) : «Amadan-i haber-i düşman-ı din, ve mülakat-i donanma-ı hümayun, ve vuku-i inhizam bi emr-i Allâh teâlâ (sene-i 9 79). Rebiyülulâ gurresinde1- deryadan bazı ümera mektupları ile haber ler gelip tahkik ettiler ki, 'Venedik dujeleri Ispanya-ı la'in ile dostluk edip ittifak u ittihat ile külli mal harç edip (S . 105) donanma tedariki ne azim cenkçi cem' etmekle bu defa deryaya çıkan ehl-i İslam donanmasiyle buluşmağa ayin-i batileleri üzere iman edip, ahd u misak eylemişlerdir. Cezire-i Kıbrıs intikamın alırız dediler deyip yine tekrar diller gönderip tenbih ile 'gaflet caiz değildir' demişler. Bu ecilden Pa dişah-/ alem-penah (haledet hilafetuhu) Hazretleri Serdar Hazretlerine ve Kapudan Paşa tarafına hatt-ı hümayun ile tezkere-i şerif gönderip, «Elbette Zakilsa ve Çuha adaların13 vurup asker-i Islama ganimet etti resin, ve küffar-ı haksarın donanma-ı menhusu haberin alıp üzerine va rasın» diye tenbih ve te'kit buyurduklarından, bi hikmet-i Huda zikrolunan cezirelere uğrayıp elverdiğince vurulup, badehu Venedik mukabe lesine varılıp, karada olan serdar Ahmet Paşa ile haberleşip mülâkat olundukta, ekser cenkçi ve sipahi kendi serdarlarına pişkeşçik çekip, «sılaya yakın geldim» diye icazet ile karaya çıkıp, ol vakitte henüz tez kere-i padişahî gelmiş olmayıp, donanmâ buluşmak ihtimali ba'sid idi; amma sonra «küffar-ı haksarın donanma-i menhusu dahi deryada donanma-i hümayuna müterakkip olduğu mukarrerdir» diye haber-i sahih alınıp, cenk muhakkak olıcak, bizzaruri bazı kilâ'dan hâh u nâhâh cenkçi 11 Uzun menzilli, bilhassa deniz savaşlarında kullanılan toplar. Bunlar gemilerde bulunan mürettebatı değil, gemileri tahrip etmeğe çalışıyordu. Bu, XVI. ıncı asırda deniz savaşlarında bir büyük inkılabı oldu (bk. Lingııa Franca, madde 56, s. 83-84). 12 24 Temmuz. 13 Venedik’e ait Yunan denizinde bulunan Sakinthos nam adanın, ve Mora yarım adasının şolok burnu ile Girit adası arasında bulunan Kythera nam adanın adlan. İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 45 hisar erleri ve azaplar alınıp gemilere ancak bir kat adam tedarik olu nup, sene-i 979 cemaiyelulasının on sekizinci ahad günü1* cezireler önünde kara görünür mahalde15 serdar Pertev Paşa ve kapudan Ali Paşa ve merhum Hayreddin Paşa-zade Haşan Paşa ve Cezayir-i Garp beylerbeyisi Uluç A li Paşa, bir yere gelip tedbir u meşveret eyledikle rinde, Uluç Ali Paşa «Gelin, deryaya çıkalım, zira kara görünür adalar arasında cenk müşkildir» demiş; amma kapudan paşa düşmanı hor gö rüp, «Kâfir (S . 106) ne kelptir» deyip, ve «gemilerde cenkçi yoktur» dedikleri sözü dinlemeyip, hemen kendisi mukaddem çektirip, pür ya rak bir kâfir mavnası üstüne çatıp16, cenk-i azim arasında dane-i tüfenk birle şehit olup, ve asker-i İslam dahi her biri bir kâfir gemisine çatıp cenge şuru' ettiklerine, ekser gemiler cenkten eba göstermekle kara canibin gözetip gemileri karaya oturup içinde olan leşker suya dökü lüp, Pertev Paşa dahi bu esnada bir firkateye girip kenara çıkıp, ve Uluç A li Paşa dahi yirmi iki pare Cezayir gemileri ile derya tarafından çattığı gemiler alıp mensur ve muzaffer olup, ve beri canipte gemileri karaya oturup içinde asker kaçıp saht-i Allaha müptelâ olan guruh-i mekruh hezar mihnet u meşakkate giriftar olup yabanda bulunup, ha las olan bir kaç pare gemiler ile Pertev Paşa mahzul u munhazim ge misin aldırmış, dahi erbab-ı mesaibin bed-duasını alarak İstanbul'da evine geldi...» Kâtip Çelebi (1609-1658)'nin Tuhfetul kibar fi esfaril bihar adlı eseri iki defa yayınlanmıştır: 1141/1730 (İbrahim Müteferrika tarafın dan) ve yine 1329/1911 senelerinde. Bizim ilgilendiğimiz olaylar ikinci kaskının 90-95 sahifelerinde bulunmaktadır: (S. 90 ) : « ...O l kış17 Mustafa Paşa Kıbrıs ceziresinde kışlayıp, fasl-i baharda Der-i Devlet'ten vezir-i sani Pertev Paşa donanma-i hü 14 Selânikî’nin, veya müstensihin, veya dizicinin yanlışı; hem meşveret hem de sa vaş, pazar günü 17 cemaziyelevvelde vuku bulmuştu (= 7 ekim). 15 Savaşın coğrafî sahası hem Selânikî’nin, hem de Kâtip Çelebi’nin eserinde (bk. aşağı) biraz karışıktır. Meşveret hangi adaların önünde olabilmişti? İnebahtı’mn yakınla rında hiç ada bulunmuyor. Meşveret İnebahtı önündeki yatağında (yani demir yerinde) vuku bulduğu gibi, savaş Patras körfezinin batı nihayetindeki Curzolan (İtalyan isimi); Echinades (Yunanca ismi) adaların civarında vukubulmuştu. 16 Mavna, o zamanın türkçesinde büyük bir kadırga manasına geliyordu (bilhassa büyük Venedik kadırgaları — hem nakliye hem de muharebe için kullanıyordu). Burada Selânikî Don Juan’in realesi (yani kumandanın kadırgası) ne işaret ediyor. 17 Yani 1570-1571 kışı. S. SOUCEK 46 mayun serdarı olup, dokuz yüz yetmiş sekiz zilkadesi evasitindeıs iki yüz elli pare kadırga ve mavna ile çıkıp gittiler. Asker Magosa üzerin de olmağla, küffar donanması mukaddem varmasın diye donanma mu tattan mukaddem hareket etmekle, kürekçi ve cenkçi hususunda nice noksan var idi; ve bilcümle levent gemileri ile üç yüz kadar oldular. Evail-i zilhiccede13 Magosa kurbuna erişip vaz'-i lenker ettiler, toplar ve mühimmat taşra dökülüp serdara teslim olunduktan sonra, dönüp Rodos boğazında sedd-rah-i keştiyan-i a'da olmağa muntazır durdu lar...» (S . 9 1 ) : Sefer-i Sıngın Donanma. Mukaddema Serdar Pertev Paşa ile kapudan Ali Paşa Kıbrıs'tan Rodos'a gelip, bir kaç eyyam ol etrafta aramdan sonra kâfir donanmasından eser ve haber belirmeyip, Girit adasına saldılar; (S . 9 2 ) sevahilini garet edip gezerken, Cezayir beylerbeyisi Uluç Ali Paşa dahi yirmi pare gemi ile gelip mülhak oldu. İttifakla varıp Kefalonya ceziresini garetten sonra. Körfez ceziresine çı kıp navahisin yağma ve tahrip, badehu Rum İli kenarında Venedik kilâ'ından Sopot ve Ülkün ve Bar nam hisarları alıp nice zaman der yada gezip, kâfir donanmasından eser ve haber belirmedi. Çünkü hengâm-i şita karip olmuş idi, levent gemileri, derya beyleri gemilerinde erbab-ı timar az kalıp, birer bahane ile gitmişler idi; cenkçi ve kürekçi kısmının dahi bir azı dağılıp, bakiye-i asker donanma gemileriyle Inebahtı limanına gelip vaz'-i lenker eylediler. Ol mahalde haber alındı ki küffar-i haksar gemileri be her hale gelip donanma-i hümayun ile mu kabele ve mukatele eylemek mukarrerdir... (S . 9 3 ) Mesveret-i Asker-i İslam. Serdar Pertev Paşa ve kapudan A li Paşa ve Cezayir beylerbeyisi Uluç Ali Paşa ve Ta ra buluş beylerbeyisi Cafer Paşa ve Hayreddin Paşa oğlu Haşan Paşa ve on beş sancak beyi ve sair âyan-i askeri bir yere gelip müşavere eylediler. Uluç Ali Paşa cenge rıza vermeyip, «Donan mamız nakıstır, ve altı aydır deryada gezmekle gemiler bozgundur; sa bıka Körfezden Inebahtı'ye dönüldükte, dönüştür» diye sipah ve yeni çeri icazetli icazetsiz dağılmışlardır. Boğaz hisarlarından küffar donan ması içeri giremez, çıkılmak mahall-i haterdir» dedikte. Pertev Paşa ana tabi' olup, kapudan paşa «Gayret-i İslam ve ırz-ı Padişah yok mudur? Her sefineden beşer onar adam nakıs olmağla ne lâzım gelir?» diye sairi dahi yer yer itirazlar edip, cenge ikdam gösterdikte, Ali Paşa, «Çünkü düşman üzerine azimeti mukarrer ettiniz, bari derya tarafına 18 Aşağı yukarı 10 nisan 1571. 19 Aşağı yukarı 1 mayıs 1571. İNEBAHTI SAVAŞI (1571) HAKKINDA BAZI MÜLÂHAZALAR 47 gidelim» deyip, kapudan paşa «Kenarı tutmak evlâdır» dedi. Bu bapta çok niza' olup, Uluç Ali Paşa «Hani Hayreddin Paşa ile düşman ve Turgutça ile cenk görenler, niçin söylemezler? Bir gemiye top dokun duğu gibi, gark olmak ihtimalinden karaya meyi etse gerek, sairlere bais-i inhizam olur» diye, gördü, müfit olmadı; «Bari gemilerden fanus ları ve büyük bayrak ve filandraları giderin» diye nasihat eyledi. Kapu dan istihza semtini tutucak, ol dahi fariğ oldu. Mezbur kapudan nef sine yarar ve mukaddem idi, lâkin derya cenkleri görmeyip korsanlık fennini bilmez mutehavvir ve şedid kimesne idi; ve kendiye gelen evamir da «Elbette küffarin donanması her kanda ise üzerine varıp muka bil olasız, ve illâ muatab olursuz» diye firman olunmağla, cümle askeri kendi re'yine tabi' kılıp cengi mukarrer ettiler. Huruc-i sefain-i İslam ve inhizam. Kapudan-ı mezbur kemal tehevvür ve gurur ile 979 cemazieylulasının on yedinci pazar günü*° kalkıp, Inebahtı boğazından çık tılar. Pertev Paşa sol kola ve Ali Paşa sağ kola*1, kendi ortaya girip, cümle yüz sekiz pare gemi ile alay bağladılar. Mora’dan Hulumiç ke narında mezbur boğaza karip bir burun var idi, ol zamandan beri Kanlı Burun derler**. Kuffar donanması ol burun ardında yatardı. 01 mahalde Ali Paşa, kapudana haber gönderip «Kuffarın barça ve mavnası kale ve metrisler önünden savulup dönüp ya ardından ya böğürden girelim»*3 20 Pazar günü 7 ekim 1571. 21 Bu yanlıştır — Uluç Ali Paşa sol kolun kumandanı idi. Bildiğimiz kadar, bu yalnız batı kaynaklarla edilebildiği gibi, savaş sahasının coğrafî durumu bunu te’yit ediyor. Bk. aşağı. 22 Belki Kitab-ı bahriye’deki Kulumuç burnu (bk. s. 312, harita). Kulumuç burnu (Körfez adasımn karşısında bulunan Hulumiç limaniyle karıştırılmamalı), Mora yarımada sının karayel uçlarından biridir: Zanta (Sakinthos) adasına karşı olan bu burun bugün Akra Killinis adım taşıyor. Mamafih, h akikî Kanlı Burun asıl Yunanistan kıtasının lodos uçundaki Akra Skrofa adlı burundan başka şey değildir. Bu burun alçak ve yumru olduğundân, yalanda bulunan yüksek Oxia adası kadar denizcüer için miihim bir işaret değildi. Kâtip Çelebi’nin yanlışı belki şu sebeple izah edilebilir: Kanaatına göre, Mora yarımadası kenanna yakın sularında vuku bulan savaşta, Uluç Ali Reis açık deniz tarafındaki kola kumanda ediyordu. O sularda açık deniz tarafı, sağ tarafı olacaktı. 23 «Atik korsan> burada kapudan-ı derya’nın anlıyabildiği tarzda konuşuyor: düş manın büyük gemilerini kalelere ve metrislere benzetiyor. Müttefiklerin ön cephesinde bu lunan dört kıt’a galeazza türk donanmasında bulunmayan gemi tipi idiler: hem kadırga, hem de büyük yelken gemisi unsurlarını ihtiva eden bir gemi. Osmanhca’da bu gemi tipi için bir kelime yoktu; olsa olsa 1499-1500 Venedik’e karşı harpte kullanılan iki kıt’a köke, zaten galeazze idiler. Kâtip Çelebi’ye göre, bu gemi tipi o savaştan başka hiç bir harpte Türkler tarafından kullanılmamıştı (Bk. Tuhjet, s. 152). 48 S. SOUCEK dedikte, kapudan paşa «Ben Padişahın donanmasına 'kaçtı' namın komazam» diye yürüyüp karşı vardı. Derhal kâfirin (S. 9 4 ) elli pare gemisi seçilip Kanlı Burundan taşra gelip baki gemileri burun ardında saklanıp görünmezdi. Ehl-i İslam gemileri ol elli gemiye çatıp tamam ellisi dahi söndürmek ile mukayyed iken, sair gemileri burun ardından çıkıp do nanmayı ihata eyleyip, topa tuttular. Beri taraftan dahi mukteza-i hal bir yerde durup toplaşır iken, kapudan paşa baştardaSi ile alaydan se çilip evvelâ bir gemiye çatıp söndürmek mukayyit iken, küffar fener lerinden bilip üşüntü ettiler, ¡ki barça baştardayı araya alıp kapudanı şehit ettiler. İki oğlu ve içinde olanlar esir olup. Pertev Paşa gemisini dahi top ile vurup batırdılar; bir oğlan ile kendi deryaya düşüp yüzer ken, Haşan Paşa oğlu Mahmut Bey rast gelip kanca ile gemisine aldı; ve bir hizmetkâr sevabı giydirip, «Baş gidicek ayak pâydâr olmaz» [;fehvasınca] sair asker külli inhizam vaki' olup, herkes başı kaygısına düştü. Uluç Ali Paşa atik korsan idi, gemisinde alamet komayıp derya tarafına açılmış idi; kapudan gemisi girdâba düştüğünü gördükte, çek tirirken Malta kapudanı üzerine gelip çatıp aldı; ve kapudan-ı mestu run başını kendi eliyle kesip bir kaç kâfir gemisini dahi söndürdükten sonra, küffar galebe etmekle Cezayir gemileri biri birine kafadar olup cenk ederek Modon canibine doğru çektirip gittiler. Askerin ekserisi küffar ile cenkte şehit olup, mahall-i cenk Anatoluku Zumura25 kenarı na karip topuklu sığ yer olmağla, on beş pare gemi oturup halkı suya döküldüler; bunların birazı karaya çıkıp halas olup, bakisi kimi alınıp kimi gark u helâk oldu...». 24 «Osmanlı donanması amirali tarafından binilen büyük bir kadırga tipi» (GibbBowen, Islamic Society and the West, c. I, s. 103; bundan başka bk. Lingua Franca, madde 83, s. 100-102). — (Kâtip Çelebi baştardayı hususî karakterlere sahip olan büyük bir ka dırga olarak tavsif ediyorsa da (Tuhjet, s. 152), bize göre, ismi daha çok vazifesinden ge liyordu: Osmanlı filosunda tek bir baştarda bulunduğu gibi, Hıristiyan filosunda tek bir reale var idi — ikisi de büyük kadırga idi. 25 Bu ismi tam olarak anlayamadık. Şu muhakkaktır ki, savaş Kardı burun = Akra Skrofa kurbunda, Anaitoluka denilen (bugünkü Yunan Aitoliko), Missolonghi körfezinin başındaki lagün tipi bir şehrin civannda vüku bulmuştu. T u h jet teki ismin ikinci yansım, Anatoluku — Zumura kısmım izah edemezsek de, bütün ismi belki başka bir surette oku mak mümkündür: Anatolu [ku zu?] M ora kenanna karip. O halde bu cümle yazarın daha önce söylediği kanaatma uygun oluyor: yani savaş, Mora yanmadasınm civnnda vuku bulmuştur. ŞERÎFÎ’NİN «FETİII-NÂME-İ KIBRIS»! Özcan M ert Fetih-nâme-i Kıbrıs Türk tarihçiliğinin pek az bilinen ve tanınan bir eseridir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümün de 3851 numarada kayıtlı bulunan bu eserin öteki kütüphanelerde bir başka nüshası yoktur. 28 yapraktan ibaret olan sözkonusu Fetih-nâme daha önce Agâh Sırrı Levend1 ve tarafımızdan 2 tanıtılmıştır. Pek az bilinen ve tanınan, Şerîfi'nin yazmış olduğu Fetih-nâme-i Kıbrıs'ın bütünüyle yayınlanması Türk ve Kıbrıs tarihine faydalı bir hiz met olacaktır. Fetih-nâme-i Kıbrıs hakkındaki bu çalışma, Bekir Kütükoğlu ile Tahsin Yazıcı'nın, Pîrî'nin yazmış olduğu Fethiyye-i Cezire-i Kıb rıs3 adlı yazma halindeki eserinin çeviri yazısını (transcription) hazır lamış ve bazı imkânsızlıklar sebebiyle yayınlıyamamış oldukları çalışma larının bir devamı kabul edilebilir. Bunlar yanında bu tür çalışmalar ara sında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencile rinden Münevver Durmuşoğlu 4 ve Y. Eribe İlgaz5 Zîrekî yahut Zeyrekî'nin Tarih-i Kıbrıs yahut Fetih-nâme-i Kıbrıs8 adıyla bilinen yazma ha1 Agâh S im Levend, Gazavât-nâmeler, Ankara 1956, s. 83-84. 2 Özcan Mert, (Kıbrıs Türk Tarihçiliği, Tiirk Kültürü), VIII, nr. 92,Ankara 1970, s. 5. 3 Agâh S im Levend, Aynı eser, s. 174; Fehmi Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu, I, İstanbul 1961, s. 229; Özcan Mert Aynı eser, s. 2-3. 4 Münevver Durmuşoğlu, Zîrekî, Tarih-i Feth-i K ıbns, L Kısım, İstanbul 1965, s. VI+104, Tez nr. 803. 5 Y. Eribe İlgaz, Zîrekî, Tarih-i Feth-i Kıbrıs, II. Kısım, İstanbul 1961, s. V+55, Tez nr. 616. 6 Güstav Flügel, Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der Kaiserlich - Königlichen Hofbibliothek zu Wien, II, Wien 1865, s. 236, nr. 1015, yp. 63; Franz Babinger, Die Geschichtsschreiber Der Osmanen und ihre Werke, Leipzig 1927, s. 113-114; Edgard Blochet, Bibliothèque Nationale Catalogue des manusctritsturcs, II, Paris 1933, s. 98-99, suppl. nr. 926, yp. 51; Özcan Mert, Aynı eser, s. 3-4. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 4 50 ÖZCAN MERT Ündeki eserinin tenkidli metnini (édition critique) yaparak tarih araş tırmalarına faydalı bir duruma getirmiş oldukları mezuniyet tezlerini hatırlatmak gerekir. Söz konusu olan eser Fetih-nâme-i Kıbrıs adını taşıdığı halde Ak deniz'in doğu kısıntında bulunan ve stratejik bakımdan önemi büyük olan adanın fethini sonuna kadar tam olarak kapsamamaktadır. Anla şıldığına göre Fetih-nâme, Kıbrıs adasının merkezi olan Lefkoşa'nın zabtından (9 Eylül 1570) sonra yazılmıştır. Eserin yazarı olan Şerîfî Fetih-nâmeyi Lefkoşa'nın Osmanlı Türkleri tarafından elegeçirilmesiyle bitirmiştir. Fetih-nâme'de bir yıla yakın uzun ve kanlı çarpışmalar so nucu Kıbrıs'ın fethini kesinlikle sona erdiren Magosa'nın zabtı (1. Ağus tos. 1571) ile ilgili hiçbir bilgi yoktur. Yayınladığımız eserin istinsah tarihinin bulunmaması ve yukarıda belirtilen durum Fetih-nâme-i Kıbrıs'ın 1570 yılı sonları ile 1571 yılı başlarında yazılmış olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Şimdiye ka dar Kıbrıs fetih-nâmelerinin en eski tarihlisi olarak 1571 yılı Ağustos ayında yazılmış olan Pîrî'nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs adlı eseri bilin mekteydi7. Bu durumda, yazılmış olan ilk ve en eski tarihli Kıbrıs Fetih namesi Şerîfî'ye ait olan yayınladığımız Fetih-nâme-i Kıbrıs adlı eser olmalıdır. Fetih-nâme-i Kıbrıs’ın yazarı olan Şerîfî bu . eserinde kendi hayatı hakkında kısa bir bilgi vermektedir. Verdiği bilgiye göre Şerîfî, Kanunî Sultan Süleyman'ın damadı olan sadrazam Rüstem Paşa'nın (öl. 1J561) imamı olan Seyyid Mehmed'in oğludur8. Şerîfî bir medresede müder rislik ve yedi kazada kadılık yapmıştır9. Yazar, Fetih-nâme-i Kıbrıs'ı yaz dığı sırada Mısır'daki Menzeie kazası kadılığından yüz otuz akça gün delik ile ma'zul bulunmaktaydı10. Fetih-nâme-i Kıbrıs metninin tesbitinde İslâm Ansiklopedisi'ndeki çeviri yazı (transcription) sisteminden faydalanılmıştır. 7 Özcan Mert, Aynı eser, s. 2. 8 «... merhum ve mağ/urünleh Sultân Süleymûn aleyhVr-ralşmeti ve’l-ğufrân dâmâdı ve esdâk-ı ibâdı merhum Rüstem Pâşâ yesserallahi fi-l-cenneli mâyeçâ bendenüziin imâmı merhum Seyyid Meffemmed du’â gûyUhuziın oğlu bendenüzün...* (bk. metin, yp. 27 a s t 7-27b s t 3). 9 «...bir medrese ve yedi İfazâda müderris ve kâd'ı olup...* (bk. metin yp. 27b st. 7-8). 10 t...hâlâ yevmi yüzotuz akça ile Menzeie jfazâsından ma’zül ve evlâd-ı rcsûl dâ'ıniz...* (bk. metin, yp. 27 a st. 5-7). ŞERÎFÎ’N İN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»! 51 BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM Şerâîf-i letâîf-i şükr-i bî had vezâîf-i nezâîf-i hamd-i lâ-yu'ad ol hallâk-ı halâîk ve ahlâk ve mu'tî ve münfik ve kâsımü’l-erzâk içün olsun ki şücâ'-ı [ 2 a] müslimîn ve ğuzât-ı dînin ve kâne hakkan aleynâ nasrun mine'l-mü'minîn11 sadâsı bedel cuhûd cihâdına selsebîl ve kezâlike neczl'l-muhsinm12 edâsı selâtîn zü'l-ictihâdına delîl olup merâtib-i seniyye-i dîniyye menâkıb-ı ğuzât-ı seniyye ile nümâyân vüfûr-ı beyza-i islâmla neş'et-i îmân rahşân oldu ve letâîf-i salavât [2 b] cevâhir-i meknûn ol mazhar-ı nidâ-i elâ-inne hizbellahi hümü'l-ğâlibûn 13 üzerine ol sun ki lekad'radyallahü ani'¡-mü'minin 14 ile ümmetine bâiş-i inâyet-i sübhân oldu. Salavâtullahi aleyhi salâten dâimen ve alâ alihi ve eshâbihi fi's-subhi ve'l-mesâ15 ve vezâîf-i da'vât-ı zâkiyât-ı ervâh-ı selâtîn-i mâzîye-i Oşmâniyân ref'e Allahü derecâtihim [3 a] fî ale'l-cenân içün olsun ki müzâhir-i feth-i fettâh ve nizâm-ı âlem ve sebeb-i ıslâh, olmuş lardır. B eyit: Şağ iken sâlikler olmuşdur tarîk-ı vâzıha Hey müslimânlar okun Oşmâniyâna fâtiha. Hususâ . pâdişâh-ı âlempenâh halîfetullah zıll-i ilâh hazret-i sultân selâtîn-i zemîn kutb-ı âlem-i temkîn ve müdebbir-i telvîn-i evâlim-i dîn-i metîn a'nî Sultân Selîm Hân bin Sultân Süleymân bin [3 b] Sultân Selîm edâm-Allahü teâlâ eyyâme devletihi bi-lütfihi’l-amim ilâ (yev min lâ-yenfeu' mâlün ve/â benûn illâ men etâllahe bi-kalbin selim) lâzâletin nusretü an-tirâzi livâyihi ve'l-aczi min levâzimi a'dâihi meddellahu zılâla celâlihi ilâ yevmi’s-sâ'ati ve sa'ati'l-kıyâmı lâ-zâle min en yekûne kâ'betenli'l-ikbâli ve'l-i’zâmi1B. M eşnevî: 11 Rûm sûresi (XXX), âyet 47. Metindeki «min» kelimesi fazlalıktır. Ayetlerin tesbitinde Muhammed Fuad Abdü’l-bâkFmn Kahire’de 1364 yılında basılmış olan E ’l-mu'cemü’l - mufehres li-elfûzi’l-Kurâni’l-kerîm adlı eserinden faydalamlmıştır. Bu eserden faydalanmamı sağhyan sayın Dr. Yusuf Ziya Kavakpı’ya teşekkür ederim. 12 Yûsuf sûresi (XII), âyet 22. 13 Mâide sûresi (V), âyet 56. Metindeki «elâ» kelimesi yazara aittir. 14 Fetih sûresi (IIL), âyet 18. 15 Hazreti Muhammed’e salât ü selâmdır. 16 Sultan Selim II. (1566-1574) için du’âdır. Parantez içindeki kısım Şüa’râ sûresinin (XXVI) 89. âyetidir. ÖZCAN MERT 52 [4 a] Şâh-i şer'-i nebevî hâfız-ı dîn Zıll-i hak pâdişeh-i rûy-ı zemîn Bâsıt-ı emn-i aman şâh-i cihân Mâzhar-ı sırrı-ı Süleymân-ı zamân Cebhesi nûr-ı hilâfetle münîr Sâhibü'r-rey şecâa't-te'şîr Feth içün eyliyeli feth-i kelâm Oldu küffâr ilinin işi tamâm ider ol şer'-i Şerîfî ta'zîm Ömrünü çoğ ide fettâh-ı alîm. E'l-hamdü'l-illahi'l-meliki'l-allâm sadrü'l-vüzerâi'l-izâm ve bedrü'lküberâi'l-fihâm [4 b] âkid-i me'âkidü'd-devleti'z-zâhiret-i kâ'id-i mekâ'idi'l-i'zzeti'l-bâhireti mazhar-ı fazlullahi yü'tîhi men yeşâ bedr-i sadr-ı vezâret. Mehemmed Pâşâ yesserallahi mâ-yürîd ü mâ-yeşâ 17 hazretleri gibi vezîr-i sâ'îb-i't-tedbîrin zamân-ı vezâretinde ve avân-ı sadâretinde berâyâ âsûde hâl ve re'âyâ müreffehü'l-ahvâldir. Husûsâ ol cenâb-ı merhamet-meâb ve şefkat-ayâb eshâb-ı ensâba zahîr [5 a] ve erbâb-ı ahsâba destgîr muhibb-i meşâyih-i izâm ve muhikk-i sülehâ-i kirâno ve âlim-i müttakî müstehakk-i'l-â'zâm der e'l-hak Hazret-i Sultân Süleymân merhum ve mağfurun diyâr-ı ahirete mü'eddi olan sefer-i nusret zaferinde eylediği tedbîr umûr-ı asker zafer fercâm ve siyânet ve himâvet-i beyza-i İslâm ilâ yevminâ hâzâ vüzerâ-i kirâmın hiç birinden sâdır ve nev-i [5 b] beşer böyle ferâset ve şecâ'atte kâdir olmamışdır. Ve'lhâsıl zebân-ı hâme-i beyân keıinâl-i ferâseti takririnde kâsır ve beyân-ı hâme-i zebân ahvâl-i şecâ'ati tahrîrinde mütekâsırdır. M eşnevî: Lem'a-i şem'î anın şer'-i Muhammed nurdur Dâver-i dü zamânın bende-i manzûrdur Re'yi bin re'ye bedel zât-ı şecî'i kahramân Erliği tedbîr olmuşdur pesend nüktedân 17 Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa (1505-1579) için du’âdır. ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»! 53 Fî [6 a] sebîlillâh ğazâya dâîm eyler himmeti Şükr eder insâfına dâîm Muhammed ümmeti Dâimâ olur du'â-i hayr-ı sultâna sebeb Böyle adliyle vezâret oldu halka fazl-ı rab Pâdişâh-ı ma'delet-âşârımız leyi ü nehâr Dâîmâ olsun serîr-i saltanatda pâyidâr Südreden âmîn desün bu virdi Cibrîl-i emîn Müstehâb eyle du'âmı yâ ilâhe'l-âlemîn. Çün ol Hazret-i [ 6 b] Cenâb-ı âlî câmî-i cemî'ü'l-mekârim ve'l-meâlî me'mûr innallahe ye'müru bi'l-a’dli ve'l-ihsân18 umûr-ı münkirâtdan Kıbrûs'da bağıy ve tuğyân m üşâhedeve meyân-ı ehl-i islâmdan definde küllî mücâhede mülâhaza idüp izâlesi kıble-i kabîle-i erbâb-ı hâcât ve Kâ'be-i tâîfe-i eshab-ı murâdâtdır deyü ol menzil-i sıdk ve ma'deletde vâriş-i ömrîn merhum Sultân Süleymân zamânında [7 a] menzûr ve deyn edinmişdi. E'l-hamdü'lillâh uhde-i vefaya azîmet ve küffâra cefâya niyyet eyledi. B ey it: Et murâdâtını Yâ-Rabb husule mevsûl Feleki'l-fazl ve lütf ü kemâl ve kabul. Bu rûşendir ki ilâ yevminâ hâzâ ğazâ mu'cizât-ı seyyide'l-enâm ve âdât-ı âbâ-i kirâm ve mukteziyât-ı ecdâd-ı izâmlarıdır ve lihâzâ temhîd-i mebâdî-i metâlib-i râyika ve teşyîd-i [7 b] mebânî-i meârib-i Iâyika bâbında bezl-i mechûd ve mücâhed-i me'mûl ve ma'hûd zuhuruna mazhar olmağa âmme-i müslimîne zarar olan cezîre-i mezkûre-i küffâr-ı hâkisârın birkaç hisâr felek üstüvârın feth içün e/â inne hizbe'ş-Şeytâni hümü’l-hâsirûn19 deyü feccârîd girdârîn pâymâl ve mükedderü'l-ahvâl etmeğe iki vezîr-i sâ'îbü't-tedbîr [8 a] âsaf-ı râ ve zât-ı âlî simât ile âlemârâların birisini sefâîn-i zafer-meâşire server ve birisini hayyâl-i asâkir-i şecâ'at-te'şîre ser-asker eyledi. Zîrâ ol iki şîr-i ner ve sâhib-i nazarla rın birisi Cerbe nâm hisar önünde cür'etler ile ârâste ve biri Konya nâm 18 Nahl sûresi (XVI), âyet 90. 19 Mücâdele sûresi (LI1X), âyet 19. 54 ÖZCAN MERT hisâr önünde şecâ'atler ile pîrâste iki merd-i merdân-ı şecâ'at [ 8 b] ve savletde kahraman ve nerîmândır ve lihâzâ ol iki dilâver ile cünd-i zafer rehberi bu'den ve yakînen innâ fetehnâ leke fethan müblnâ20 deyü irsâl bu sa'âdet-i ukbâya i'zâm ve iclâl olundukda innelillahi meliken yesûku'l-ehle ile'l-ehil11 muktezâsınca irâdât-ı rabbânî ve meşiyyet-i sübhânî ile Kapûdân Alî Paşa-yı âdil ve makbûl [9 a] ü'I-hasâ'll enzâr-i inâyet-i pâdişâhı ile manzûr ve Hazret-i Mustafâ Pâşâ ile me'mûr olmuşdu. E'r-refik şümme’t-tarik 22 muktezâsınca mürâfakat ve muvâfakat ile cânibeynden bâb-ı istihâre ve üslûb-ı istişâre meftûh olup leyse'l-vâcidü ke'l-fâkidi ve'l-mütea'ddldi ke'l-vâhid2Z deyü mâbeynlerinde olan ihlâs ve ihtisâs makbûl-ı âm ve hâs ve delîl-i hayr-t halâs [9 b] olmuşdur. M eşnevî: Revân oldu dilîrân bezm-i rezme Tahassür çekdi dânâlar bu azme Diyâr-ı azme varup şîr-i ner-vâr Biri kat kat şecâ'at etdi izhâr Adûya tîğın etdikçe havâle Lebâleb semle sundu Piyâle Şikâr ardınca pervâza açup per Eğer keştî-i sâle mânend-ı şehber Uzatmaz keştî-i a'dâyı berrân Kuş olsa [10 a] olamaz önünde perrân 20 Fetih sûresi (IIL), âyet 1. 21 Sahih hadîs değildir. Çünkü sahih hadîslerin toplandığı Buhârî, Müslim, Ebû Davûd, Tırmızî, Nasâ’î, İbn Mâce, Dânmî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’in eserlerinin fihris tinde bulunamamıştır. Adı geçen kimselerin eserlerinin fihristi A.J. Wensinck ve J.P. Mensing tarafından E ’l-mu’cemü’l-mufehres li-elfûzi’l-hadîsi’n-nebevî adı ile. 7 cilt halinde 19361969 yıllan arasında Leiden’de b asılmıştır. 21-24, 28, 31, 32, 34, 36, 40, 42, ve 43. dipnot larındaki meselelerin açıklanmasında yardımlanm esirgemeyen Sayın Prof. Tayyib Okiç’e teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 22 Senetleri zayıf bir hadîstir. Çeşitli varyantlan vardır (İsmail ibn Muhammed e’lAclûnî, Keşjü’l-hafa ve muzilul ilbâs amma ammeştehere mine’lehadisi alâ el sinetitı-nas, I, Mısır 1351, s. 179, nu. 531). 23 Kelâm-ı kibâr olması ihtimal dahilindedir.. ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»! 55 Süleymân-ı zamân devrinde, sâbık Dilâverlikleriyle oldu faik Biri bâğîlerin çenginde zahir Hünerler etmede olmuşdu mâhir Refiki Mustafâ'nın mu'cizâtı Adüv andan nice bulsun necatı Şecâ'at babını başladı şerha Ten-i a'dâyı kıldı şerha şerha Gören ol merdi eğdi [10 b] kahramanı Adûya vermedi kahrı amanı Şeh-i sâhib-kırâna bundan akdem Ubûdiyyetde kim vardır mukaddem Verilmiş Hakdan ana hüsn-i tedbîr Vücûdına müsahhar tîr ü şimşir iki hoş re'y kıldı hak murâfık Şecâ'atde sehâvetde muvafık Bir olmuş sanki iki şîr-i nerdir iki kâmil iki âlî-nazardır. Çünki muktezâ-yı meşiyyet-i [11 a] sübhânî ve iktizâ-yı imtişâl-i evâmir-i hâkânî birle her keştî-i zafer rehber sayd ü şikâr ardınca süzülüh Şehber gibi bâl ü per açup gündüz yanlarınca güneş zer hümâ-yı sürh ve ala per gibi pûyân ve felek-i sim hilâle şeb-i siyâh atlas bâd-bân ba'de'l-leyâlî ve'l-eyyâm donânma-yı hümâyûn-ı pâdişâh-ı Islâm [11 b] mahall-i maksûda vusûl ve azimleri husule mevsûl olup enfâs-ı subh-i gâh-ı zemin ve zamânı mu'attar ve âşâr-ı pertev-i ilâh kevn ü mekânı münevver kıldıkda sadâ-yı top ve tüfenginden deryâ-yı bî-girân güm güm gümleyüp ve ğavğayı aşup çenginden zemin ü za mân inleyüp ed'iyye-i cünd-i du'â ile elviye-i cünd-i veğâ ser efrâz per vâz açup [ 1 2 a] işbu şemâniye ve seb'în ve tis'a mi'e yılında mübârek ÖZCAN MERT 56 sefer-i muzafferin evvelinde asker-i zafer rehber deryâ-yı bî-gîrân gibi revân oldukda düşmen-i hây berri bahri aldı. Cümlemiz emvâc-ı bahr-i süyûf ile gark oldu deyu niçesi can acısıyla hisara ve niçesi başın alup kûhsâra kaçdı. M eşnevî: [12 b] Zahir olup muktezâ-yı emr hayy-ı zü'l-celâl Asker-i nusret zafer cûş eyledi deryâ-mişâl Bahri zeyn etdi sefâîn giydi ak her bâd-bân Gösterir gülgûn kürekler hûn-ı a'dâdan nişan Zer hümâya sürh-ı vâlâ eyleyüp gün perr ü bâl Fülk-i sîme bâd-bân etdi siyâh atlas hilâl Cünd-i islâmı görüp küffâra kâr oldu firâr Bahri san akıtdı berre pâdişâh-ı kâmkâr. Çün ğurre-i ğarrâ-yı [13 a] sabâh turre-i mutarrâ-yı revâhdan hüveydâ ve envâr-ı aşâr pertev ala arz-ı semevât ve arza münteşir ¿¡yâ olup ğuzât-ı dîne nesîm-i tenessüm-i seher ve bu feth-i mübîne cemâl-i âlem tebessüm edüp tabi ve kös ü sultânî gûş-ı zemîni pür tanîn etdi. Avâz-ı sûrnâ ve ceng ü harb niçe fersah yere yetdi. Bu feth-i bî-nazîrin binde biri yazılmaz cem' olursa bin debîri. [13 b] Ve'I-hâsıl ser-asker-i âlî himmet ve nerîmân-heybet ve kahramân-ı savlet e'l-kassâb lâyiibâll bi-keşret-i'l-ğanem ve inkeşr-e'l-hatab min-e'd-darar2i deyü mânend-i şîr-i her askere rehber olup Lefkoşe25 nâm hisâr ya'nî hasm-ı miyânında almağı ihtiyâr etdikde ol hısna havâle olan müdâfi' ve feyz-i feyyâz-i vâsi' ile ğuzât-ı sa'âdet [14 a] makrûn ve inne cünnedenâ lehümulğâlibûn26 sadâsını gerdûne peyveste ve veylün li-l-kâfirme min âzâbm şedid27 küffâr dil hasta edüp dûd-ı siyâh-ı uşşâk gibi havâî topları âsümâne ağdırdılar savâi'k aşubla başlarına dolular yağdırdılar. Ya'nî ol kal'a-i Hayber misâlin Ali var kapusun koparmağa ve tarrâka-i top-ı mıncılığ ile zelzele-i kıyâmeti [14 b] üstlerine koparmağa âkibet Mus tafâ Pâşâ-yı merd-i merdân te'şîr şecâ'at-i Sultan Selîm Hân istimâlet 24 25 26 27 Atalar sözü olması ihtimal dahilindedir. Kıbrıs adasının merkezi olan bugünkü Lefkoşa. Saffât sûresi (XXXVII), âyet 173. İbrahim sûresi (XTV), âyet 2. ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»! 57 ve ricâl-i müctehidîn-i sjdre mekâna aleyh-i avnü'l-melik-i'l-mennân23 cevheri hidâyet gösterüp nasrun minallahi ve fethün karıb20 beşâret büşrâyı dil-firîb olup bi-avnillah-meliki'l-ahad ve beşşir-i'l-mü'minıne yâ Muhammed30 nidâsiyla gûş-ı hûş-ı müslimîne [15 a] safâ ekâlîm-i islâma bûy-ı vefâ yetişdi. Te'acceze an-tahriri vasfihi ve beyân-i'l-efhâmi velev enne mâ-fi-l-arzı min şeceretin li-l-aklârhi31. M eşnevî: Mu'cizât-ı Mustafâ edüp güneş gibi zuhur Hâsıl oldu ehl-i islâma niçe dürlü sürür Serteser edüp meşâm-ı âleme bûy-ı vefâ Gûş-ı hûş-ı müslimîne bu nidâ verdi safâ [15 b] Yazılup nasrun minallah hoş nâme yine Hamd-i lillâh nusret oldu ehl-i islâma yine. Çünki ol nâkil küntü nebiyyen ve âdem beyne'l-mâ-i ye't-tîn ve kâîl-i katret-i katra-i fî femî allemet bihâ, ilm-el-evvelın ve'l-ahirln32 müstecmi' fazâîl vemâ erselnâke illâ rahmeten li-l-âlemîn33 lem'a-i rahşân-ı nûr pâk mazhar-ı levlâke levlâk lemâ halektü'l-eflâke 34 hâdî-ü'şşibl-i ve sultânü'r-rüsül hazretlerinin meğârib [16 a] ve meşârikda evâmir-i şerîfesini icrâ ve şerâyi'-i latîfesini hüveydâ ve leyâlî vü eyyâmını mihr ü mâh tîğ ve tîriyle rûşen ve ziyâ eden selâtîn-i azîmet-ü'ş-şân ve esâtîn-i âl-i Oşmân fütûhâtın tecdîd ve ihya etmeğe sadâkat-ı atikiyye ve adâlet-i Ömeriyye zâhir ve nezâhet-i Oşmâniyye ve vilâyet-i ulviyyeyi bâhir edüp hazret-i pâdişâh-ı âlî-makâm ve hümâm bin hümâm [16 b] asâkir-i İslâm irsâl e[t]dikde bu fethe ser-askeri hazret-i pâşâ ve zalike fazlullahi yü’tlhi men yeşâ35 ve ğuzât-ı müslimîn-i ehl-i sünne 28 Du’âdır. 29 Sâff sûresi (LXI), âyet 13. 30 Aym sûre, aynı âyetin devamıdır. 31 Övgüdür. 32 Âyet, du’â,- hadis ve kelâm-ı kibâr değüdir. 33 Enbiyâ sûresi (XXI), âyet 107. 34 Söz bakımından uydurma ve anlam bakımından sahih bir hadistir. 33 numaradaki âyet, bu uydurma hadîsin anlamım kuvvetleştirmektedir. 35 Mâide sûresi (V), âyet 54. Metindeki «ve» kelimesi âyetin ashnda olmayıp yazarın bir ilâvesidir. 58 ÖZCAN MERT e's-süyûfu mefâtih-ü'l-cenne 36 deyüp iki sâhib-kırân dilîr ve merd-i meydân-ı saîbi't-tedbîr re'yiyie bu ğazâ-yı ekberde rüû's-ı küffâra taş lar yağdırılup kulûb-ı bed-girdâra dağlar basıldı ya'ni ol dilâverlerin [17 a] kılıçlan arşa asıldı. Birisi mâ-tekaddemden berde mefhar-ı Oşmâniyânin bende-i makbûli ve birisi bahrde kılıcın salar kulu olduğuna şecâ'at ve istikâmetleri iki şâhid-i âdil ma'nâda hezâr şühûd adûle me'âdil oldukda nişân-ı tevkî-i dîn-i sa'âdet makrûn e/â irine evliya allahi lâhavfun aleyhim ve lâ-hüm yahzenûn37 ve imtinân [17 b] terkî'-i be-ayin-i inâyet meşhûn ve/â tahsebenn'ellezine kutilû fi sebil-i'llahi emvâten bel ahyâün inde rabbihim yürzekûhSB olup azîmkâr ü zâr-ı a'dânın kâri zâr oldukda mücâhidin menâzil-i refî'alarımıza evzah-ı nüsûs innellahe yühibbü'l-lezine yukâtilûne fi sebilihi saffen keennehüm bünyânün mersûsün39 dir deyü cüyûş-ı cevşen-pûş hücum [18 a] ve hurûş ve telatum-ı bahr gibi cûş edüp ya'nî ğuzât-ı dîn-i vâcibi'l-ikbâl himmet i'r-ricâl takla'u'l-cibâli0 deyü yer yer taş ve toprakdan nice fülk-i cebel misâl yığup ol mu'azzama-i kılâ'-ı rub'-ı meskûn ve u'cûbe-i çarh-ı bukalemun fethinde serdâr-ı bahâdırân-ı sipâh ve me'n-nasru illâ min indallah4' deyü küffârı zîr ü zeber ve hisarı hâke berâber etdirmeğe [18 b] himem-i pâdişâh-ı İslâm ve ihtimâm-ı asker-i zafâr fercâm ile arz ve vakâr-ı din evc-i şüreyyâya karin olmak mukarrer oldu. Meşnevî: Himmetden oldu şâhım bâd-ı zafer ve zîde Devlet dirahtı üzre feth oldu bir resîde Eşcâr-ı şevket üzre ber döndü âftâba Leylî zaferde birki fer verd[i] mâh-ı tâba Şâhân-ı âlem ey şeh reşk etdi bu ğazâya Rûhânîyân erişdi bu fethile safâya. 36 Şüpheli bir hadîstir. Muteber hadîs kitaplarında yoktur. Bu hadîs sadece İbn Asakir’in hadîs mecmuasında geçmektedir (Abdü’r-ra’u f e’l-Munavî, Künuzü'd-dekâik fi hadis-i hayrü’l-halâîk, İstanbul 1285, s. 80). 37 Yûnus sûresi (X), âyet 62. 38 Âl-i imrân sûresi (III), âyet 169. 39 Sâff sûresi (LXI), âyet 4. 40 Hadîs değildir. Ancak bazı kimseler Şeyh Ahmed e’l-Gazalî’den nakletmişlerdir (İsmail ibn Muhammed e’l-Aclûnî, Aynı eser, n, Mısır 1352, s. 333-334, nr. 2888. 41 Enfâl sûresi (VIII), âyet 10. ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-1 KIBRIS»! 59 [19 a] Nâ-gâh bir gün âft âb-ı âlem-tâb keştî-i islâm-ı zafer-meâb gibi subh-ı sâdıkı mânend-i bâd-ban ve her târ şu'âı'nı çarmıhlardan nişân gösterüp yed-i kudretle mühre-i mâh-ı cilâ' safha-i subhgâh olup güneş hayt-ı zerrinle mastar çarh etrafına bir kâllah zer çeküp tevekkül-ü Rabbü'l-âlemin tastîr ve tevessül-ü şefî'a'l-müznibîn [19 b] tahrir buyu rulup feth zafer ricasında inneke kâdirün alâ zalik*2 tehlîl ve tevhîd eda sında leyse fi-l-mülki ğayreke mâlikün*3 deyü zilli ilâh müste'ân ya'nî pâdişâhtı ma'delet-ünvân vezîr-i şalisine istimâlet ve cezîre-i mezkû run etrafını siyânet birle sefâîn-i islâma müdâvere ve a'dâyı adem kıran muhasara buyurup küffârın asker götürmesi [ 2 0 a] ihbarı inne hazâ illâ Ifkun mübin 44 hidâyeti ile mekzûb ve inâyet innallahe lâ-yehdî keydi e'l-hâi'nln*s ile a’dâ-yı dîn mağlûbdur deyü buyuruldukda e'l-hamdü'lillah niyyet-i azm küffâr-ı lâ'în mâ-kişine fihâ ebedâ48 fehvâsınca mesdûd ve ğuzât mâ beyninde seyeca'lü lehümü'r-rahmanü vudden47 muktezâsınca meveddet memdûd olup a'dâya ülâike hümul-hâslrûn 48 ma'nâsmca hüsrân ve hayret vemâ lehüm minailahi min veliyyin velâ nasır*9 müstedâ'sınca [ 2 0 b] kürbet-i firkat takdîr-i kâdir ile mukadder ve bi'l-cümle küffârın halleri mükedder oldu. B eyit: Mihr-i mâhîyile verdi safha-i çarha cilâ Mihr çekdi hayt-ı zerrînile mistar gûyâ Nâme-i çarhın idüp sernâmesini zer nişân Pâdişâh-ı hef kişver nâmına çekdi nişân. Mefhar-i Osmâniyân ya'nî Selîm Hân-ı zamân Nûr-ı adli perteviyle rûşen olmağa cihân. [21 a] Kilke nûr-ı adlile ol hükme ünvân eyledi. Kıbrıs'ın etrâfının geştine fermân eyledi. 42 Âyet, du’â, hadîs ve kelâm-ı kibâr değildir. 43 Allah-ı övgüdür. 44 Furkân sûresi (XX), âyet 4. Metindeki «inne» kelimesi aslında «in» olmalıdır ve «mübin» kelimesi fazladır. 45 Yûsuf sûresi (XII), âyet 52. 46 Kehf sûresi (XHX), âyet 3. 47 Meryem sûresi (XIX), âyet 96. 48 Bakara sûresi (II), âyet 27. 49 Aynı sûre, âyet 120. ÖZCAN MERT 60 Emr-i hünkârı vezîr-i şâlişi gûş eyleyip Cân ve baş üzre deyü deryâ gibi cûş eyleyip Çevresin aldı sefâîn nitekim bahr-i amîk Her birisi eyledi nasrun minallahi refik. E'l-hamdülillâh mübârek Rebiü'l-âhirin sekizinci günü yevmü'ssebtdir50. Devlet-i pâdişâh-ı İslâm nümâyân Lefkosa [21 b] nâm hisârı hâk ile yeksân olup ğuzât-ı hûn-efşân elinde her tîğ-ı sürh ve karabaşlu mel'ûnlar sürh ser toprâk başlarına zîr ü zeber oldular. M esnevi; Bu ğazânı mübarek eyliye Hak Şâhlar reşk ider buna el-hak Avn-i Hakla bu feth-i zîbâya Oldu tîğ ü teberle pîrâye [22 a] Kıbrıs'a azm ¡dince zıll-i ilâh Oldu avn-i hüdâ bi-fazlillâh. Çünki bi-failillâh Rabb-i'l-âlemîn zıll-ı ilân pâdişâh-ı dîn sultân-ı selâtîn-i rûy-ı zemin hazretlerinin bu ğazâyı serfirâzları ya'nî bu cihâd-ı mümtâzları ile ervâh-ı eslâfa enva'-i safâ ve esnâf-ı rûhâniyâna bûy-ı vefâ yetişti. M esnevi: [22 b] Tuğlar Keyvân'a51 eflâke yetişti her âlem Hâk-râh itdi Zühal a'dâ demini dem-be-dem Hamdü lillâh devletinde ey şeh-i sâhib-kırân Mazhar-ı feth-i İlâhî oldu asker nâ-gehân. Bu rûşendir ki sa'âdetlü pâdişâhımızın zât-ı şecî'leri cami'-i erbâb-ı avârif ve lâmi'-i âftâb-ı ma'ârifdir ki hem-dem-i hâsları celâl eserden mü’eşşire-i istidlal gibi olup ol âb-ı rûy-ı beşere-i ehl-i yakîn ma'ârif ve kemâlât-ı hem-nişîn ile [23 a] ahâli-i âleme hüner güyâ mü'eşşirden eşer göstermişdir. E'l-hak ol elf-i istikâmetle lâyık-ı iclâl olan mîr-celâl hoş hisâlin reşehât-ı katarât-ı ğamâm-ı aklâm dürer-i bârı ve nefehât-ı esrâr kelâm pür intizâm anber-nişârî ile gülşen-i avârif-i inşâ mahzar ve müzehher ve fenn-i ma'ârif-i dil-küşâ münevver ve mu'attardır. M esnevi: 50 Milâdî tarih karşılığı 9 Eylül 1570’tir. 51, Keyvân, Zühal yıldızı yahut Satürn gezegeninin bir başka adıdır. 52 Bedehşân, Afganistan’ın bir vilâyetidir, kıymetli madenleri hususiyle lâliyle meş hurdur. ŞERÎFÎ'NİN «FETİH-NÂME-Î KIBRIS»! 61 Destine alsa kalem lâ'l-i Bedehşân52 yağdurur Dürr içün deryâlara bârân-ı nîsân yağdurur [23 b] Bir ser-âmed servdir irfânı mânend-i alem N'ola edinse musâhib sâhib-i seyf ü kalem Hazret-i Sultân Selîm'in mazhar-ı irfanıdır Pâdişâh-ı ma'delet-rûşen ma'ârif kânıdır. Lâ-siyemmâ ol âlim-i âlem-i irfân [ve] Rabb[ük]e'l-ekremss ve envâ' hüdâ-i beyân allemel-insâne mâlem ya'lem 64 a'ni emir-i ilm-i tasavvuf mîr-i alem gül-zâr-ı gülistân-ı reyâhîn bâ'is ve ezhâr bâğ-bân-ı besâtîn-i fesâhat olduğuna [24 a] delil ol cevâhir-i zevâhir ve rengin beyânı keennehünne'l - yâkûtü ve'l-mercân5S ve vasf-ı şân-ı sâ'âdet nişânı lem yatmişühünne insün kablehum ve/â cân 56 olan hâmîü'l-haremeyni'şşerîfeyn ve nûr-i ayn-ı inşân ve insân-ı ayn ve hâfız-ı bilâd-ı ■rûy-ı zemin ve pâdişâh-ı kâmrân-ı dîn hazretlerinin ilmü irfân ve takvâsîna âyine ve celâl ve cemâl [24b ] ve ihsân-ı bî-hemtâsına gencine olmuştur. Beyit: Doğrular saffında ünvân eyleyüp nâmın kalem Dergeh-i şehde ser-efrâz oldu mânend-i alem. Ve sa'âdetlü pâdişâhımızın mehasin-i zât-ı âlî ve ahâsin-i sıfât-ı müte'âlîleri ünvânmda ve işbıi feth-i bî-nazîrin târihi beyânında bir ka side ile ihtitâm-ı kelâm ve du'â-i hayr-ı pâdişâh-ı İslâm edâ olundu. B e y it: [25 a] Kaside: Medh-i o güften ne şân-ı herkes est Nâm-ı o güften hemîn medheş bes est. Ey ferîdûn-satvet ü izzet makarr-ı rüstem-veğâ V'ey hümâyûn-himmet ve safvet-i nazar-ı Hâtem-sahâ67 53 Alak sûresi (XCVI), âyet 3. 54 Aynı sûre, âyet 5. 55 Rahman sûresi (LV), âyet 58. 56 Aym sûre, âyet 74. 57 Hâtem, Arab kabileleri arasında tanınmış cTayyi» kabilesine mensup ve cö mertliğiyle meşhur olan «İbn Abd-illah Bin Sa’d’in lâkabıdır. ÖZCAN MERT 62 Kulların bağladı kollar Kıbrıs'ı etdi hisar Re'yle feth oldu sûr oldu serve pîşvâ Ref' olup âfâkın afâni cihan asudedir Cevr-i devrî ref' edilen zâtın ey zıll-i hüdâ [25 b] Bu ğazâna reşk eder cümle selâtîn-i cihân Rehberin nasrun minallah ola Hâtem dâîmâ Yüz ağardub kullarun küffâra oldu kara gün Girdi gül-gûn câmeye tîğin yüzü suyuna mâ Bu rezimde nefyin işbât etdi tîğ illâ ki tîr Kollayup kullarını atıldı düşmenden yanâ Ben tahayyül eyler neği gökte uçsa düşmenin Tîrin anı gökten uçurdur kaçan bulur rehâ Tîğ ve tûğun mihrü meh gibi cihâna fer verir Biri yalın yüzlü dilber birisi bir mehlikâ [26 a] Nehr-i sâ'il yok deridim nehr-i sâ'il olmasa Dergehinde lûtfunun emvâc-ı hâtem câ-be-câ Müste'âr-ı hâlis oldu su zülâl-i lûtfuna Dermiyân-ı dâmen-i peykdir hidmete bâb-ı sabâ Ab-ı rûşen-i âleme ey mefhar-i Oşmâniyân Bir halefsin kim selef rûhını kıldın pür safâ Gün gibi rif'atdesin lâkin ziyâde pertevin Aftâb-ı devletin rûşen şehâ subh u mesâ ŞERÎFÎ’NİN «FETİH-NÂME-İ KIBRIS»! [26 b] 63 isterim zât-ı şerifinle adûna ola bâr Sana b! hadd kadr ü izzet düşmene derd ü belâ Oldu bu feth-i mübârekde fütûhât-ı keşîr Pâdişâhım fazl-ı blllâh oldu târih-i ğazâ58 Hâmî-i şer'-i şerif-i fahr-ı âlemsin bugün Berk-ı tîğın dâim etsün şark u garbı pür ziyâ Bende-i ahkar kuzâtından Şerifi rûz ü şeb Cân ü dille izdiyâd-ı ömrüne eyler du'â Nâr-ı kahrın şem'-veş bağrın eritsin düşmenin Tâ dem-i mahşer ola kandîl-i kadrin rûşenâ. [27 a] Ol hazret-i zıll-ı ilâh ve halifetullah ve âlempenâh hazretle rinin ilm-i şerîf-i âlem-ârâ cihân peymâlarına arz-ı hâl bende-i dâî'-i efgende oldur ki hâlâ yevmî yüzotuz akça ile Menzele ( 4^* ) 59 kazâsından ma'zûl ve evlâd-ı resul dâî'niz merhûm ve mağfûrünleh Sultân Süleymân aleyhi’r-rahmeti ve'l-ğufrân dâmâdı ve esdâk-ı ibâdı merhûm [27 b] Rüstem Pâşâ yesserallahi fi-l-cenneti mâyeşâ bendenüzün imâmı merhûm Seyyid Mehemmed du'â-gûyunuzun oğlu bendenüzün sâbıkâ şeref-i selâtîn-i izâm ve hâliyâ peder-i pâdişâh-ı İslâm olan hazret âlîrütbetin evâmiri celîletü'l-iktidâr ve ahkâm-ı cemîletü'l-âşârları ile bir medrese ve yedi kazâda müderris ve kâdî olup hazret-i pâdişâh-ı İslâm ebbedallahi ahkâmehu [28 a] ilâ yevmü'l-kıyâm hazretlerinin sadaka-i aliyye ve inâyet-i celiyyeleri ile Menzele kazâsına bir müddet kâdi ve münfasıl olup devletlü ve sa'âdetlü pâdişâh hazretlerinin izdiyâd-ı ömür leri du'âsına evkât-ı hamsede iştiğâl ve ülü'l-emr-i minküm emrine imtişâl üzereyüz. 58 Yazar, Bu rmsrada «... jazl-ı billâh ...* kelimeleri ile tarih düşürmüştür. Bu keli melerin ebced hesabı ile gösterdiği tarih Lefkoşa’m n fetih yılı olan hîcrî 978. yılını ver mektedir. Bu yılın milâdî karşılığı 1570 yılıdır. 59 Menzele Aşağı Mısır’da Menzele gölünün güneybatı kıyısında bulunan bir kasaba dır. Bu kasabanın adı Menzala ve Manzala olarak da bilinmektedir. 64 ÖZCAN MERT Mehhedallahu te'âlâ kavâide izzihi ve ikbâlihi ve ammere makâide mecdihi ve iclâlihi [28 b] fî devletin lâ-tüdâm ve izzetin lâ-türâm. Budur dâim du'âmız pâdihâhın60 Ziyâde eyiesün ömrünü Allah Alınca Kıbrıs'ı evvel ğazâda Dedim târihî fethe fazl-ı billâh. 9 7 8 61 60 Bu nusradaki t... pâdihâhın* kelimesi hatalı olup doğrusunun «padişahm> kelimesi olması gerekir. 61 <978* rakamı üst mısradaki «... fazl-ı billâh* kelimelerinin ebced hesabındaki kar şılığıdır ve Lefkosa’mn fetih yılım gösterir. N o t: Bu inceleme, Türkiye’de Amerikan Araştırmaları Enstitüsü’nün yardımları ile gerçekleştirilmiştir. Teşekkürlerimi bildiririm. MERT - Levha I ' t # f s* 7 " '" ■■ i V 1C - p "Tjl^ssJuÜsJ_} tSJİj\®ö\»İav T , . ■ V ,: -xijjKîC"^?^Vi ¡J-^y jJ liJ y 1 * U \İ*^ £ }^ İL İİ£ ’;' ^ C İî v MERT - Levha II 66 İÜ - ' M E R T - Levha III 67 I |^ E ! E : E E : . V İ ''V . ' ^ . V '' - ’'•■i- :•:•&>• M ■j U ; U U ^ — î :î y *V S A | i » - W ®. 1 \ <?■ { l n - ğ*^E 1 — E " ' ’:"' , ' 'r ' ^ J ç l * c ^ i Ş i ş ^ L "• •¥• : ( t ' 1 * ; r ' ' 7 . J’ ; : ' E . , ;: , . ' > * E " ^ ' -I:,/. || V r " c '»lalk— İH V < 1- * * '; * " ' ^ .* i. . • " Î- * &- E E A \ * ‘\ î * i ' E 1 ' . : ; r X ' \ . [ îr E E E E • -4-j £ » L ğ V ___ ^_j!' ' ' * !? ' * V , >• *, ' * " ’»•I. •V 'ı i J .* * " ' : " '< f e - '- l ' ”.:i-i |i> '. : E ' ' E r " J !j V j i :'E »: E ,E r V ' ' . | ** ^ C İ X j l > #i f jL « > k a J .U iı ^ . ¿ .i | ■ ’v ü ^ '^ â ^ s ^ ^ a » t » ı^. i ı [ E E d - : ! S E M ,U | . 1 î :i •• -A *> •' V 'T^.- - , ' i ■ v j ö -\ * » l :••'•• .': İvEr'EE'.,,. «ÛjuJJ < * ;l *.• ;E 'E;. ' /S "E \ • »„pı ---- - ."-;E-E ;;.:"İE E *:'p *• • £ ¿TAÎ «* m »U= î JlV ** (| \ ■* ■.* t m W» , - ^ > V \* £ jX ' < 7 ı ^ U u> | ’ 4 ,!: ,JwO>5 j # • • Viı ■•-•■■■■'-'■ ;,-. >Jj*AyLr E ■■■•.■';'■:■ jjjj.-': İ>J- \ . i- A*_— * . ■0 - W c i U * J - cVyÎÂ-^ ' .*•'•,• :,E ' v- E.'.-- *':'E*E-:'--': k ^:- '\ ***.. . ?\ ■* .; * A «■ j d v > j i ' i l l j J j I j ;■ l 'E .w 1 : (Lfyo UL-yUaU- 0 > ı > 4 ^ E > e? E ' A ^ t S | ■A Ş'S ;: i i;j^^ j!\üp'ü lı^ - — r"-;.'- •.J::; :; ' T■ -— Vf 1 I : E -İÜ' . & , - "-E - V - i; I |.V E] .. : i :;: 'E ;'Eİ'E::- ..• ■ I Î J J j 5^ j - f j J ^ o > j j>— i i o l f , •• - . v â v ^' • V ; ’ -i--- V . 1 ■:İ;.:%”H{.•■: i V ; : < U t - : ^ &*~~İ ^ V“ :E ' :':E-: • :' x v l& h 'j* } * E i t- / t © fj i j^ » l» *>' I a & y j* I s )5 j İ ’/ d jijİU is s a j J£\L»İL^»j >¿İl «Ü^JU ^ V ^ j c i û f f j -. ^ L U o Ij1 ' -^ /T Î' o 'j Uj ^-Asr^'j ı »* Jt£V^W»'4,vi.’ .* . »• ¿ *¿ T k , & U İjj'İA İl- jliı A*-^cU—¿>JoJX^ * ir Jİ İ j b ÎAlij»^uy ; *x :\> j ö ici.— i» ¿ >\iaL ^jv MERT - Levha II 66 İÜ - ' M E R T - Levha III 67 I |^ E ! E : E E : . V İ ''V . ' ^ . V '' - ’'•■i- :•:•&>• M ■j U ; U U ^ — î :î y *V S A | i » - W ®. 1 \ <?■ { l n - ğ*^E 1 — E " ' ’:"' , ' 'r ' ^ J ç l * c ^ i Ş i ş ^ L "• •¥• : ( t ' 1 * ; r ' ' 7 . J’ ; : ' E . , ;: , . ' > * E " ^ ' -I:,/. || V r " c '»lalk— İH V < 1- * * '; * " ' ^ .* i. . • " Î- * &- E E A \ * ‘\ î * i ' E 1 ' . : ; r X ' \ . [ îr E E E E • -4-j £ » L ğ V ___ ^_j!' ' ' * !? ' * V , >• *, ' * " ’»•I. •V 'ı i J .* * " ' : " '< f e - '- l ' ”.:i-i |i> '. : E ' ' E r " J !j V j i :'E »: E ,E r V ' ' . | ** ^ C İ X j l > #i f jL « > k a J .U iı ^ . ¿ .i | ■ ’v ü ^ '^ â ^ s ^ ^ a » t » ı^. i ı [ E E d - : ! S E M ,U | . 1 î :i •• -A *> •' V 'T^.- - , ' i ■ v j ö -\ * » l :••'•• .': İvEr'EE'.,,. «ÛjuJJ < * ;l *.• ;E 'E;. ' /S "E \ • »„pı ---- - ."-;E-E ;;.:"İE E *:'p *• • £ ¿TAÎ «* m »U= î JlV ** (| \ ■* ■.* t m W» , - ^ > V \* £ jX ' < 7 ı ^ U u> | ’ 4 ,!: ,JwO>5 j # • • Viı ■•-•■■■■'-'■ ;,-. >Jj*AyLr E ■■■•.■';'■:■ jjjj.-': İ>J- \ . i- A*_— * . ■0 - W c i U * J - cVyÎÂ-^ ' .*•'•,• :,E ' v- E.'.-- *':'E*E-:'--': k ^:- '\ ***.. . ?\ ■* .; * A «■ j d v > j i ' i l l j J j I j ;■ l 'E .w 1 : (Lfyo UL-yUaU- 0 > ı > 4 ^ E > e? E ' A ^ t S | ■A Ş'S ;: i i;j^^ j!\üp'ü lı^ - — r"-;.'- •.J::; :; ' T■ -— Vf 1 I : E -İÜ' . & , - "-E - V - i; I |.V E] .. : i :;: 'E ;'Eİ'E::- ..• ■ I Î J J j 5^ j - f j J ^ o > j j>— i i o l f , •• - . v â v ^' • V ; ’ -i--- V . 1 ■:İ;.:%”H{.•■: i V ; : < U t - : ^ &*~~İ ^ V“ :E ' :':E-: • :' x v l& h 'j* } * E i t- / t © fj i j^ » l» *>' I a & y j* I s )5 j İ ’/ d jijİU is s a j J£\L»İL^»j >¿İl «Ü^JU ^ V ^ j c i û f f j -. ^ L U o Ij1 ' -^ /T Î' o 'j Uj ^-Asr^'j ı »* Jt£V^W»'4,vi.’ .* . »• ¿ *¿ T k , & U İjj'İA İl- jliı A*-^cU—¿>JoJX^ * ir Jİ İ j b ÎAlij»^uy ; *x :\> j ö ici.— i» ¿ >\iaL ^jv MERT - Levha IV 68 •*J £•£%:-->*<v»:Î:5İ>:;:-s-:':-'':; ::; MERT - Levha V 9 ö \r £aSj\/* -4)w ¿/¿.i a j »İİ ' •£ . |C’ -.;; li | • .;rjt- L-‘ . j1 ^-y'Sİ ■> »¿A—«’■¿'¿¿j.» ¿Wy! •;.;:!«;:'p.;:'•i*:;'V.i1 ':■ i: r r :: 69 \ “ ' */ i »■ ■* ■' ■':V:'* ÂiW< jX j'^ â s k ; ' ■A ^ j|| ¿v;:'i:-. '/* ^ & )jj= s z % Z ’*/rl*,csC’W;. ; . .4 İ : ;-(: >,'■ w ! jIa£==> l)^ \jk (s j^ Ö ^ 3 b J ? ^ "l i , ■V:İ. ;. K * ! İ l'- i;i —^ S Î j . i : - ! < - ? < ) & / A ^-l> l< v\M /r | : i .' f *_>A£ , « İÜ * \; I kSi^ çV *Ş'J ^!*î k i & ç c* S**rJ»ts A * vr t 3 ^ ' :# * t • -Ae*/2, „ - 3 \j* ^ \ jj^ = ı » j J UV ~ | e - f^ 8 :'■'■'•'■'..1*..... .. '.ı...^:. v..^.^-....>.**. İ 3 ^^K is= U ! I- ■ tesaArwiıijuıırıj’f^teWcy.. Ş<Î' ¿ W r| ¿ u^| s- *T’X İ i^ jiJ ‘3j^==‘ i3c^->_^f . i \ ^ j l L i 3 *^A->4/ İ_İ> ; i|iiils 4 ı® ^ te S ^ A İî| ty^aâ' : - ■ ■;^ '. ;:.;■-':£/iTlvH'î■■:£-i-■-:\^ 4 ': ._ S'.'/'...' i-.:..•jb: ■■,., £, \ '{_ X •‘»V*«.-. .^S^. <-: _■■ • ■ ■:';••• ■•..'! 1; ^ - 3 3 13^Lr-iŞ ;j -mjh jS y * ^ £ & X j& i)^ J 3 j V c .j ^ j > | ■ ! AaÖr^UiİA ' ••«¿V ® İfe ; A ^* i:.;. ;■' rS : \ t: —-*»■: •— w|| • ’‘ ■ *\ '•'■•"■ l* * ."lif I >««* j f f j j - ' . v i i V jj> y <4<3^ *Ü ^ f lyjSSa»»)'»-..- ^r» .j‘»!!.';'"iln..ı.ı.'A'.»..j.'j.'.'.wIL MERT - Levha IV 68 •*J £•£%:-->*<v»:Î:5İ>:;:-s-:':-'':; ::; MERT - Levha V 9 ö \r £aSj\/* -4)w ¿/¿.i a j »İİ ' •£ . |C’ -.;; li | • .;rjt- L-‘ . j1 ^-y'Sİ ■> »¿A—«’■¿'¿¿j.» ¿Wy! •;.;:!«;:'p.;:'•i*:;'V.i1 ':■ i: r r :: 69 \ “ ' */ i »■ ■* ■' ■':V:'* ÂiW< jX j'^ â s k ; ' ■A ^ j|| ¿v;:'i:-. '/* ^ & )jj= s z % Z ’*/rl*,csC’W;. ; . .4 İ : ;-(: >,'■ w ! jIa£==> l)^ \jk (s j^ Ö ^ 3 b J ? ^ "l i , ■V:İ. ;. K * ! İ l'- i;i —^ S Î j . i : - ! < - ? < ) & / A ^-l> l< v\M /r | : i .' f *_>A£ , « İÜ * \; I kSi^ çV *Ş'J ^!*î k i & ç c* S**rJ»ts A * vr t 3 ^ ' :# * t • -Ae*/2, „ - 3 \j* ^ \ jj^ = ı » j J UV ~ | e - f^ 8 :'■'■'•'■'..1*..... .. '.ı...^:. v..^.^-....>.**. İ 3 ^^K is= U ! I- ■ tesaArwiıijuıırıj’f^teWcy.. Ş<Î' ¿ W r| ¿ u^| s- *T’X İ i^ jiJ ‘3j^==‘ i3c^->_^f . i \ ^ j l L i 3 *^A->4/ İ_İ> ; i|iiils 4 ı® ^ te S ^ A İî| ty^aâ' : - ■ ■;^ '. ;:.;■-':£/iTlvH'î■■:£-i-■-:\^ 4 ': ._ S'.'/'...' i-.:..•jb: ■■,., £, \ '{_ X •‘»V*«.-. .^S^. <-: _■■ • ■ ■:';••• ■•..'! 1; ^ - 3 3 13^Lr-iŞ ;j -mjh jS y * ^ £ & X j& i)^ J 3 j V c .j ^ j > | ■ ! AaÖr^UiİA ' ••«¿V ® İfe ; A ^* i:.;. ;■' rS : \ t: —-*»■: •— w|| • ’‘ ■ *\ '•'■•"■ l* * ."lif I >««* j f f j j - ' . v i i V jj> y <4<3^ *Ü ^ f lyjSSa»»)'»-..- ^r» .j‘»!!.';'"iln..ı.ı.'A'.»..j.'j.'.'.wIL MERT r Levha VI MERT - Levha VII MERT r Levha VI MERT - Levha VII MERT - Levha. V III * - ^ A .M £ } j? j 1 ? b x t£ ? - > l> 73 MERT - Levha IX ^ s y x £ j-> :? *»j <• t O j r j n -J T ... * ¿Ça^jîVMj^ *:. ,;.;:.ii: : |^ |p |p İ l l l ^ ; Î : cLv^b-İy J j ı # *— U t) «Oulc- ¡¿U^» * + m K l£ İ H i V j j A ;U > iXfl ^Ö S İ^J^J j \ r j s d ^¿hr*? <»f-s> :> \ ) j ^ ,;4 jU»u 0 i>W- &i.»bb\3<-SjK I jr v id - ş ; V ; v ::<:y:.>ş>:v#*.;v\-\:r->:^e?./: >:|;.. :; ::...} :;;;••:-•-•:-:'-:.>.X.i:ş:*:'; X p İ j f L ^ ^ -5 ' y ) *-*? j ««b— - 5 b A f y U > ' ¿ ğ & k ı0 i !i::;pV;;i;£ ' £ : ' . •'Y; '~r*>r ^jjvU»\> i:iÎ^Ö ^î-i p İ^L$ j \a * îİ t,^3. k! m «h a u> v m ;U» t . [ji ■■ . (¿3 kUİjAİ» v»^- • u » & ^ üjİ> l'J£ ¿ « 9 \wiV>^9j iv.*»->^ j “"İ\i> *lîX P -S_J-^İ j UA £*—'*• J i l i ** * * _ -* î r » ^ ‘ - \ a*j > iA * J » J i ;)| | • ~~UU\^ ->4 ? wj u ü ı . s* MERT - Levha. V III * - ^ A .M £ } j? j 1 ? b x t£ ? - > l> 73 MERT - Levha IX ^ s y x £ j-> :? *»j <• t O j r j n -J T ... * ¿Ça^jîVMj^ *:. ,;.;:.ii: : |^ |p |p İ l l l ^ ; Î : cLv^b-İy J j ı # *— U t) «Oulc- ¡¿U^» * + m K l£ İ H i V j j A ;U > iXfl ^Ö S İ^J^J j \ r j s d ^¿hr*? <»f-s> :> \ ) j ^ ,;4 jU»u 0 i>W- &i.»bb\3<-SjK I jr v id - ş ; V ; v ::<:y:.>ş>:v#*.;v\-\:r->:^e?./: >:|;.. :; ::...} :;;;••:-•-•:-:'-:.>.X.i:ş:*:'; X p İ j f L ^ ^ -5 ' y ) *-*? j ««b— - 5 b A f y U > ' ¿ ğ & k ı0 i !i::;pV;;i;£ ' £ : ' . •'Y; '~r*>r ^jjvU»\> i:iÎ^Ö ^î-i p İ^L$ j \a * îİ t,^3. k! m «h a u> v m ;U» t . [ji ■■ . (¿3 kUİjAİ» v»^- • u » & ^ üjİ> l'J£ ¿ « 9 \wiV>^9j iv.*»->^ j “"İ\i> *lîX P -S_J-^İ j UA £*—'*• J i l i ** * * _ -* î r » ^ ‘ - \ a*j > iA * J » J i ;)| | • ~~UU\^ ->4 ? wj u ü ı . s* MERT - Levha X t MERT - Levha XI MERT - Levha X t MERT - Levha XI MERT - Levha XII 76 1 77 MERT -Levha XIII ’ ? t â jîş A j» | i" : -î **'■ ' ^ ?.■:-J-£ V O 1 Nî ; ;§ s î l ü x > Kr®*« * \ij w *y W io ^APÛ 1L - i ' j u , U a -« Îş U ^ jf j> J 8 \jT*X *^ jjy * iç y i) &i*J j. o 'if 'jjp - 'İ \ / »'• V |:/j . •'i-: <jf J ü ! r '•';*^ı: ' .' :>-'■' **>jj>y<* ^ ,. ] 3 l o — 3 ’^ ’ J < o 3 A İ - - ı 5 j i > J i »i»-W> ¿>\<U—j ü\ — jı P ^ j ¿¡& J’ d İ^jL- \ i , * Xj J a i ,i£ , i . .. , . . , j> * ,,. . ti»51 ^v \» ' 'r^'-i • w’. ' • ^ j * kJi»i_>-’-C>\j8î3 •’ ~ *; ■' •—" * | j; Lİ* j >\j^/r^J-^,''>"S * i; oLy^ı^Mjv V ıo >—’■3. ri i ''tAİ/'J ¿Jo l^ S * '”’■ | r'c>>-1,'i'j I»L>ji>'£>'« Jj . ;!i. . ^ ■ *** \j'^ w £ ^ = » j ^ 3 j ^ i X . JiUj < i ::l: 1 As. ,5 il j i i l i A jrj V^f-Jj>î J ^ ’i C j j ; ,| ^ * C?^ ~i» „ <»W "^ ^ I «i -. f :| * û a i 3- 1^3 jU.» •y .=*=.• . j « - S J '- A j ' ■•? 1 e Ş ^ - * * * 1 f i t* MERT - Levha XII 76 1 77 MERT -Levha XIII ’ ? t â jîş A j» | i" : -î **'■ ' ^ ?.■:-J-£ V O 1 Nî ; ;§ s î l ü x > Kr®*« * \ij w *y W io ^APÛ 1L - i ' j u , U a -« Îş U ^ jf j> J 8 \jT*X *^ jjy * iç y i) &i*J j. o 'if 'jjp - 'İ \ / »'• V |:/j . •'i-: <jf J ü ! r '•';*^ı: ' .' :>-'■' **>jj>y<* ^ ,. ] 3 l o — 3 ’^ ’ J < o 3 A İ - - ı 5 j i > J i »i»-W> ¿>\<U—j ü\ — jı P ^ j ¿¡& J’ d İ^jL- \ i , * Xj J a i ,i£ , i . .. , . . , j> * ,,. . ti»51 ^v \» ' 'r^'-i • w’. ' • ^ j * kJi»i_>-’-C>\j8î3 •’ ~ *; ■' •—" * | j; Lİ* j >\j^/r^J-^,''>"S * i; oLy^ı^Mjv V ıo >—’■3. ri i ''tAİ/'J ¿Jo l^ S * '”’■ | r'c>>-1,'i'j I»L>ji>'£>'« Jj . ;!i. . ^ ■ *** \j'^ w £ ^ = » j ^ 3 j ^ i X . JiUj < i ::l: 1 As. ,5 il j i i l i A jrj V^f-Jj>î J ^ ’i C j j ; ,| ^ * C?^ ~i» „ <»W "^ ^ I «i -. f :| * û a i 3- 1^3 jU.» •y .=*=.• . j « - S J '- A j ' ■•? 1 e Ş ^ - * * * 1 f i t* 78 MERT - Levha X IV m m m m SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ* Tayyib Gökbilgin 15 asırlık Türk yurdu Anadolu'nun bü küdsî. köşesine ecdad ha tırasını tes'id için gelmiş bulunuyoruz. Burçlarından şanlı tarihine, şehamet dolu mazisine karşı aşk ve muhabbet kaynayan bu muazzam vatandaş kütlesi Ertuğrul Gazi’nin, bu büyük Türk evlâdının Söğüt ova sına kurduğu ve mübarek na'şı ile tezyin ettiği muhteşem iaht'ın yeni bir yıldönümünü tebcil etmekte, ölüm yıl dönümünü hürmet ve huşu'ile anmaktadır. İstanbul Üniversitesi ilim ve Kültür Teşekkülleri de bu ih tifale. iştirak etmekle mübahidir ve bundan haz ve gurur duymaktadır/ Bu ezelî gaza ve cihad ülkesine, Anadoluda Türklük ve İslâmlığı tesis ve tezyin eden, dünya tarihine yeni istikametler, verip,; mükemmel medeniyet eserleri vücuda getiren, beşeriyete büyük insanlık örnekleri veren asîl Türk ulusu ve onun muhtelif boy ve oymakları mâverâ-yi şar kın nihayetsiz ufuklarından kopup, Altayların, Karakurumların keskin yamaçlarından aşarak, taşarak çarpışa çarpışa bu günkü Türk yurdunu vücuda getirmiştir. Bu asîl kan uzun asırlar boyunca, harikalar ve mu cizeler yaratmış, bütün engellere karşı koymuş, varlığını korumuş, saf lığını muhafaza etmiş ve bazen bütün bir husumet dünyası karşısında kudretini, şevketini ve dehasını ispat etmiş* dostlarına hürmet ve gü ven telkîn etmiş, düşmanlarına da her zaman dehşet saçmıştır, işte Ertuğrıil Gazi, damarlarında böyle kudretli bir kan cevelan edén bir mille tin sembolü, bu yurdun ilk fâtihi ve büyük Türk evlâdıdır. Ertuğrulun adı da hayatı da ölümü de menkabeler ve destanlara mevzu olmuş, şahsiyeti efsaneleşmiştir. . . * Bu yazr Profesör Tayyib Gökbilgin tarafından, Söğüt Ertuğrul Gazi günü için 1956 yılında mahallinde tertiplenen törende bir konferans olarak okunmuştur. ; 80 TAYYİB GÖKBİLGİN Muhtelif tarih kitapları, türlü devirlerin tarihçileri Ertuğrul Gazi, reisi bulunduğu kabilesi, onların etnik (kavmî) menşe'i, bu bölgeye ge lip yerleşmeleri hakkında türlü rivâyetler nakl ederler muasır tarihçiler de bu kayıtlara istinaden muhtelif mütalaalarda bulunurlar. Filhakika, daha yakm zamanlara kadar, OsmanlIların etnik menşe'i mevzuu üzerinde en selâhiyetli Türk ve Garb tarihçileri muhtelif noktai nazarları müdafaa etmişlerdir ve bu konu bundan sonra da, muhakkak ki, yeni vesikaların ışığı altında yeniden incelenecek, bu hususta ya teyid edici veya aykırı fikirler ileriye sürülecekdir. Fakat bu mes'elenin hali ve istikbali ne olursa olsun Ertuğrul Gazi şahsiyeti ve tarihî rolü ile daima Anadolu Türklüğü'nün bir sembolü, vatan kurucularının başı, büyük bir gazi ve mücahit Türk olarak kala cak, her devirde her Türk nesli tarafından ihtiram ve ta'zim hisleri ile anılacaktır. Bilhassa aziz merkadini sinesinde taşıyan Söğüt kırk sene evvelki Ertuğrul sancağı için, maddî hatıralariyle, manevî ve ruhanî mevcudiyeti ile mukaddes bir varlık olarak kalacakdır. Ertuğrul Gazi'nin tarihî şahsiyeti, hayat ve icraatı hakkında şimdiye kadar bilinenleri ve söylenenleri hulâsa etmeden önce, ilk def'a açıldığı, Türk ve İslâm hüviyet ve karakteri aldığı esnadaki Anadolu'nun ve umumiyetle Yakın Şark'ın bu günkü tabirle Orta Doğu'nun etnik, politik ve sosyolojik çeh resine bir göz gezdirelim: Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşundan evvel Emevî, Abbasî ordularında ve bu ordularla birlikte kısmen olduğu gibi, bilhas sa. Selçukîler imparatorluğu'nun kuruluşundan sonra Oğuz Türklerinin ve bunlara mensub zümrelerin, büyük ve oldukça kuvvetli kitleler ha linde, Ön Asya'ya, Suriye'ye ve baştan başa Anadolu'ya, gelmeleri, bu kıt'anın türkleşmesi ile alâkalı bir çok askerî ve siyasî hareketlere iş tirak etmeleri, küçük parçalar halinde Anadolu'nun muhtelif sahala rına yerleştikleri hadisesi kat'î olarak bilinen hadise-i tarihiyedendir. Osmanlı Devleti’nin ilk etnik nüvesini, çekirdeğini teşkil ettiği he men umumiyetle kabul olunan Kayıların, Oğuz boyuna mensub Kayı kabilesi, XI. asr-ı milâdîden itiraben Seyhun civarlarından Maverâünnehr'de, Horasan'da İslâm medeniyeti ile çok sıkı temas halinde yaşa yan büyük oğuz camiasına mensub olduğu da malumdur. Seyhun nehri kıyılarında ve Aral gölü şimalindeki bozkırlarda ya şayan kudretli Oğuz kabilesinin X I. asırda Meverâünnehr ve Horasan'a SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ 81 inerek Saman oğullan ve Karahanlılar ve Gaznelilerle münasebetlerde bulunmaları ve nihayet birdenbire Büyük Selçuklu imparatorluğu'nun kurulması üzerine bütün yakın şark İslâm dünyasının Türk hegemon yası altında geçmesi yalnız siyasî bakımdan değil etnik bakımdan da çok büyük ve devamlı neticeler doğurmuştur. işte, Anadolu'nun türkleşmesinde büyük rolü olan Oğuz şubelerin den biri de Ertuğrul'un reisi bulunduğu Kayı kabilesidir. Ve Rum Selçukî Devleti'nin inhitat devirlerini yaşadığı ve Yakın Doğu'nun yalnız siyasî ve askerî bakımdan değil etnik ve kavmî bakımdan da bir here ü merc içinde bulunduğu XIII. milâd asrında bu Türk zümresi Analolu'nun bir bölgesinde yeni kudsî bir vazife alıyor, Bizans Devleti'ne karşı buranın bir Türk-islâm ülkesi olması misyonunu yükleniyordu. Osmanlı hânedanının kurucusu olan Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi hakkında, elimizde, sarih ve vazıh malûmat şimdilik kâfi dere cede bol değildir. XIV. asra âit vekayinâmelerin bulunmayışı veya ele geçmeyişi, X V . asır kronikçilerininde bazen birbirine mütebayin ve zıt malûmat vermeleri, Ertuğrul Gazi'nin tarihî şahsiyeti üzerinde olduğu kadar Osmanlı Devletinin kuruluş devirleri, etnik vaziyetleri sosyal po litik durumları hakkında da uzun münakaşaların doğmasına sebep oldu. Muasır Bizans, Arap ve Acem tarihî kaynaklarında Ertuğruldan ya hiç veya yalnış malûmat verilmektedir. Yalnız Bursa'ya gelerek Yıldırım Bayezid'in gazalarına iştirak eden bir Arap âlimi olan Şemseddin Muhammed el-Cezerî'nin Ertuğrul Gaziden bahs etmesi ve onun yaşadığı devirden, bir asır sonra olmakla beraber ve tamamen tatminkâr bu lunamamakla beraber Ertuğrul'un şahsiyeti ve ismi hakkında çok ehem miyetli bir membadır. Zaten, diğer bazı Arap, Acem, Bizans ve Gürcü, kaynaklarını istisna edersek — ki bunlar hem zaman itibariyle hem de coğrafî saha bakımından uzak düşmektedirler— . Türk membaları, ge rek Ösmanlıların ecdadını birer birer gösteren klâsik nesep olsun, ge rekse Tevkiî Mehmet Paşa, Enverî ve diğer bazı XV. asır vekayinameleri gibi an'anevî rivâyetten gayri şekilde malûmat veren tarihçiler Os man Gazi'nin babasının adını Ertuğrul olarak bildirmekde müttefiktir ler. Ancak bunlar arasında ihtilâf, Ertuğrul Gazi'nin babası üzerinde mevcuttur ki, bunlar klâsik şecerenin kabûl ettiği Süleyman Şah yeri ne Gündüz Alp, Hürmüz Ebu Bekir v.s. gibi bazı isimler vermektedirler. Bundan başka, Hazret-i Nuh'a kadar uzatılan ensab cetvelinin uzunluğu veya kısalığı, Ertuğrul'un dedesi isimlerinin şu veya bu oluTarih Enstitüsü Dergisi - Forma 6 82 TAYYİB GÖKBİLGİN şunda da muhtelif kayıtlar vardır. Bunlar, Osmanlı Hükümdarlarına önem vermek isteyen muahhar tarihçilerin gayret ve temayülleri neti cesi olduğu için birer tarihî hakikat olarak mütalaa edilgelen Ertuğrul Gazi için bu türlü malûmatın mevcudiyeti tabiî gömekten uzakdırlar. Esasen hayatı ve şahsiyeti efsaneleşmiş bir hale gelen Ertuğrul Gazi için bu türlü malûmatın mevcudiyeti tabiî görülmek icâb eder. Ertuğrul Gazi'nin, nereden ne zaman ve ne suretle buraya geldiği mes'elesinde de tarihî kaynaklar türlü rivâyetler nakl ederler ve bu ka yıtlara dayanan tarihçiler de muhtelif mütalaalar ileri sürerek bu konu da münakaşalarda bulunurlar. Bu hususda, belli başlı iki rivayeti, iki" nazariyeyi zikr edebiliriz: Birisi Murad II. devri kaynaklarından birinin müellifi olan Şükrüllah'ın verdiği malûmatdır ki, daha sonra bir çok tarihçiler de bunu bir az tadîl ederek nakl etmişlerdir. Buna göre, Moğolların hücumuna dayanamıyarak İrandan Anadolu'ya kaçıp bu ülkeye yerleşen Selçukîleri takiben gelen Ertuğrul'un kabilesi, evvelâ, Karacadağ'da (Ankara'da) yurt tut muş, daha sonra, Konya Sultanı Alaeddin'in maiyetine girerek onunla birlikte kâfirler üzerine sefer yapmış ve gösterdiği yararlıklara mükâfaten Söğüt kendisine ıkta' edilmiştir. Bu malûmatı daha evvelce daha esaslı olarak, Ahmedî adındaki şair Tevarih-i Mülûk-ı Al-i Osman'da yazmıştır. Yazıcı-zâde A li,. Al-i Selçuk tarihinde tekrarlamıştır. Bunlar da, Ertuğrul Bey'i Rum serhaddindeki Selçuklu ümerâsından göstermekte, I. Alaeddin Keykubad’ın bu ucu Kayı Boy'unda reis olan Ertuğrul'a verdiğini, Ertuğrul Gazi'nin gene kendisi gibi hudud arazisinde olan Gündüz Alp ve Gök Alp ve diğer Oğuz beyleriyle bu bölge de bir çok gazâ ve cihadlarda buluna rak şöhret kazandığını ve hizmetine mükâfaten Sultan-Öyüğü denilen bu bölgeyi Sultan'dan ıkta' olarak aldığını bildirirler. Fatih devri şairle rinden olup Sadrazam Mahmud Paşa adına ithaf ettiği Düsturname adlı eserinde Enverî, Ertuğrul Bey'in ecdadı hakkında evvelkilere uymayan bazı malûmat verir ki, Osmanlı hanedam'nın ana cihetinden Selçuklu soyuna mensûb olduğunu bildirirken, bunların Urfa'ya yerleştiklerini, Bolkar dağında büyük ve korkunç bir ejderi öldürdükten sonra da Sel çuklu Sultanlarının hizmetinde çok mühim yararlıklar gösterdiklerini, buna mükâfaten de Sultanın ona Sultan-Öyüğü'nü verdiğini anlatır. Enverî'nin, bir çok noktaları tarihî hakikatlere pek uymayan ve için SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ 83 de efsanevî kahramanlıklara çok yer verilen hikâyesinin enteresan ve şayân-ı kayd bir tarafı vardır: 0 da, Ertuğrul Beyin beyliğe geçtiği va kit 14 yaşında misli bulunmaz bir yiğit olduğunu, Hızır Aleyhisselâm'ın ona kılıç kuşatarak, soyunun bütün Rumeliyi açacağını tebşîr ettiği mes'elesidir. istanbulun zapt edilerek Osmanlı Türklerinin bütün Bal kanları feth ettiği devirde yazılan bu manzum Tevarih-i Al-i Osman'ın, Düsturname'nin, Ertuğrul'un ahfadına bu türlü büyük gazâ ve fütühatın mukadder ve taraf-ı İlâhiden mev'ud olduğunu bildirmesi bu kayıt lardaki epik, ve dâstânî unsurları gösterir. Bütün bu zikr edilen tarihçilerin, Ertuğrul ve kabilesinin SöğütEskişehir-Bilecik bölgesine gelişini X III. asrın birinci yarısında ve Moğol istilâsıyla Horasan'da Mahan şehrinden hicret etmek suretiyle, alâka dar olarak kabûl ettikleri anlaşılmaktadır. Buna mukabil ikinci rivayet, — ki Vezir-i Azam Karamanı Mehmed Paşa olmak üzere Neşri, ldris-i Bitlisi tarafından nakl edilmektedir— tarihî hakikatlere daha uygun düş mekte ve umumiyetle bu günkü tarih telâkkileri bunu kabule temayül etmektedirler: buna göre. Oğuzlardan bir kısmı Anadolunun Türkler ta rafından fethi sırasında Ahlat civarına yerleşmiştir. Sonra Moğol istilâsı zamanında bunlar yurtlarından hicret, ederek evvelâ cenubî sonra Orta Anadolu'ya gelmişler, Ankara civarında Karacadağda mesken tutmuş lar ve nihayet Rum serhaddinde Söğüt'de Ertuğrul'un reisliğinde yer leşmişlerdi. ilk defa Karamanî Mehmed Paşa'nın koyduğu bu tez ve rivayet Neşri ve idris-i Bitlisi tarafından daha etraflı ve mufassal bir tarzda nakl olunmuşdur. Bu kabile Kayı kabilesidir. Anadolunun fethi sıralarından başlıyarak X I. asrın ikinci yarısından itibaren, Oğuz boyları ile Ahlat bölgesine gelmişler ve burada 170 sene kadar kalarak evvelâ Sukman Kutlu ha nedanının daha sonra da Eyyubîlerin idaresinde kalmışlar, bilahare ken dileri gibi Oğuzlara mensûb olan Artukoğulları devletinin kuruluşunda mühim bir rol oynamışlardır. Aşık Paşa-zâdenin ve diğer tarihçilerin Ertuğrul'un babası olarak kabûl ettiği Süleyman Şah'ın kabilesiyle cenuba doğru giderken Fırat'da boğulması ve Câber kalesinde gömülmesi hususunda verdikleri malû mat her halde Anadolu Selçuklu Sultanlığının kurucusu Süleyman Şah ve Kutulmuş'un oğlu olan ve tıpkı babası gibi asıl adı Süleyman bulu nan I. Sultan Kılıç Aslan'ın Hâbûrda boğulması vak'asının Türkmenler arasında kalmış bir takatbaran tekrarlanmasından neş'et etmiş olsa ge 84 TAYYİB GÖKBİLGİN rektir. Mamafih XIII. asır başlarında, Ahlat bölgesinin istilâsı üzerine Ertuğrul Bey'in babası nın ister Süleyman Şah ister Gündüz Alp veya başkası olsun maiyetindeki boy ile cenuba indiği ve kendileri gibi Kayı soyundan olup Artukoğullarının yâni Mardin hükümdarının maiyetine girdiği esnada ve herhangi bir sebeple, belki kışlamak üzere Câber'e giderken Fırat'da boğulmuş olması da mümkündür. Hülâgû ordularının Mardin havalisini garetleri, şehri muhasaraları ve Mayyafarikîn'i tahribleri yüzünden, Diyarbekir ve Urfa bölgelerinde pek kesîf bir mikdarda bulunan Türkmenler öteye beriye dağılmışlar dır. Malatyanın şarkında Fırat kenarında bulunan Germiyanlılar bu es nada Anadolunun garbına hicret ederek, Kütahya bölgesine yerleşip burada Bizans hududunu tuttukları gibi, Ertuğrul bey de maiyetindeki boy ve oymağı ile Orta Anadolu'ya hicret etmişti. Ananevi rivâyete göre, Süleyman Şah'ın ölümünden sonra dört oğlu (Sungur veyâ Sungur-Tekin, Gün-Doğdu, Ertuğrul, Dündar) kala balık olan Kayı kabilesini sevk ve idarede ihtilâfa düştüler ve ayrılmaya mecbur oldular. Ertuğrul ile kardeşi Dündar bir müddet Pasin Ovası ve Sürmeli-Çukur havalisinde oturdular, sonra Moğol istilâsının yaklaş ması üzerine garba doğru geldiler. Kayseri'ye doğru gelmekte iken Er tuğrul Bey oğlu (Sarı-Batı veya Sarı-Yatı) yı Sultan Alâeddin'e gön dererek, Selçuklu memleketinde aşiretine münâsib bir mahal tayin ve tahsis etmesini rica etmiş, ve ricaları kabul edilerek Ankara yakının daki Karaca-Dağ kendilerine yaylak ve kışlak olarak tahsis olunmuş tur. Ertuğrul Gazi Karaca dağ'a giderken, evvelâ Neşrî'nin zikr ettiği meşhur bir hâdise cereyan etmiştir. Neşri bu hikâyeyi Mevlânâ iyas'dan, o da ihtiyarlığında yetiştiği Orhan Gazi'nin rikâbdârından ve o da Orhan Gazi'dep rivayet etmiştir. Sonradan idris-i Bitlisi tarafından süs lü bir şekilde anlatılan bu rivâyete göre, Ertuğrul kabilesiyle yolda harb etmekte olan iki orduya rast gelmiş, maiyeti ile müşavere neticesinde galip görünen Moğol tarafına iltihak reyi verilmesine rağmen kendisi sâika-i hamiyyet ve merdlik ile mağlup görünen Selçukîler cihetine imdad edip galebeyi o tarafa temin etmiş ve bu hareketi ve ibraz ettiği ulüvv-i cenâb ile Selçukî Sultanlığının takdir ve mükâfatına nâil olmuş tur. ibn-i Kemal uzun uzadıya bunu nakl eder. Bu meşhur hâdise hak kında rivayetler m uhteliftir: Bir rivayete g ö re: SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ 85 I — Sultan Alâeddin Keykubad evvelâ Ertuğrul'a bu hizmetine mükâfat olarak Söğüt mevkiini kışlak, Domaniç ve Ermeni dağlarını yaylak tahsis etmiştir. II — ikinci rivayete göre, bu harbden sonra Ertuğrul ileri giderek oğlunu Konya'ya göndermiş (az evvel zikr ettiğimiz gibi) ve bunun üzerine Karaca Dağ yaylak ve kışlak verilmiştir. III — Üçüncü bir rivâyete göre de Sarı-Batı'nın izâmı üzerine Selçukî Sultanı, Moğollarla vukubulacak harbde muavenet şartiyle Söğüt ve sâireyi Ertuğrul Gazi'ye temlik etmiş ve bu da oraya giderken bu harbe iştirak ve muavenet etmiştir. Harb edilen yerin adını yalnız Câm-ı Cem Ayin müellifi Haşan bin Mahmud Beyati Hafik kalesi etrafı olarak zikr ediyor. Osmanlı hânedam arasında bir anane hâline gelen bu harb hikâyesi, daha evvel Bayezid tarafından Timurleng'e yazılan mektubların birisinde iftihar için zikr edilmiştir (Feridun Bey, I, s. 127). Tarihlerimizde Ertuğrul'un riyaset ettiği Kayı kabilesinin meşâhir-i ricâli olarak Akca-Koca, Konur-Alp, Turgut-Alp, Hasan-Alp, Saltuk-Alp, Abdurrahman Gazi, Samsa Çavuş, kardeşi Söylemiş Çavuş Aykut-Alp, Akbaş, Mahmud-Âlp, Kara Oğlan, Kara Resul, Bağuşlu Karateke, Şeyh Mahmud, Targal, Mihmad, Kara Tekin gibi kimseler zikr olunmaktadır. Ertuğrul'un maiyyetinde Anadolu'nun Türk-Bizans uçlarında yarı göçebe bir halde yaşayan küçük kayı oymağı, birkaç sene Karaca Dağ mıntıkasında kaldı ve rumlar üzerine akınlar icrâ ederek gazâ ve cihadda bulundu. Bu devirde Karahisar-ı Sâhib ve Kütahya gibi büyük, Karacahisar (Eskişehir'in civarında dört saat mesafede harabesi halâ mevcut) ve Bilecik gibi küçük müstahkem mevkiler İznik imparatorluğu elinde bu lunan şimalden cenuba doğru Selçukîlere karşı müteselsil bir müdafaa hattı teşkil ediyordu. Selçuk Devleti'nin garb hududlarında bulunan Oğuz aşiretleri hemen daimî bir surette rumlarla mücadelede bulunu yor ve adım adım o müstahkem mevkilere doğru sokuluyordu. İstan bul'un latinler tarafından zabtı üzerine İznik İmparatorluğunu kurmuş olan Laskaris hânedânı Şark imparatorluğunun Anadolu'da yeniden ih yasına gayret göstermişti. İşte bu münasebetle İznik ve Selçuk devlet lerinin hududlarında başlayan müsademeler ve muhasemat uzun müd det devam etti. Hattâ Selçukî Devleti arazisine bile tecavüz edildi. Bu 86 TAYYİB GÖKBİLGİN tecavüzlerin en mühimi ise Karaca-Hisar tekfuru tarafından icra olun makta idi. I. Sultan Alâeddin Keykubad günden güne ehemmiyetini artırmak ta olan bu tecavüzlere bir netice vermek üzere ordusunun başında (1231) de Konya'dan hareketle Sultan Öyüğü civarına (Eskişehir) gel di. Ertuğrul Gazi de sultanın maiyyetine iltihak için oraya gitti ve Kayı kabilesinin cengâver yiğitleriyle orduya girdi. Bu münasebetle Sultan kendisini huzuruna kabul ile iltifat etti. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul'u akıncı askerinin serdarlığına ve or dunun pişdarlığına tayin ve maiyyetine kâfi kuvvet tertib etti. Böylece taarruz tertibatı alındıktan sonra ordu İznik İmparatorluğu arazisine doğru harekete başladı. Ertuğrul öncü kuvvetleriyle ilerliyerek düşman arazisine dahil ve Ermeni derbendine vâsıl oldu. Düşmana burada tesadüf etti. Sultan Alâeddin'in hazırlığını haber alan İznik İmparatoru Rumeli'nde bulunan Aktav tatarlarını da ittifaka alarak onları da davet etmiş ve Yenişehir ovasında birleşmek istemişti. Heşt Behişt verdiği malûmata göre mu harebe Ermeni derbendinde Ertuğrul'un hücuma geçmesi ile başlar ve üç gün üç gece devam eder. Bu kanlı savaş Ertuğrul Gazi'nin göster diği şecaat sayesinde kazanılmaya yüz tutmuş iken Çanakkale Boğazı'ndan geçerek muharebe sahasına acele gelen Aktav tatarlarının rumlara muaveneti ile harb ateşi tekrar alevlenir. Düşman ordusunun kjsm-ı azami evvelce münhezimen dağılmış olduğundan ortada imparator ve maiyyeti ile yeni gelen Aktav tatarları kalmıştı. Bu suretle tazelenen harb bir gün bir gece daha devam ederek yine hasmın mağlubiyeti ile neticelendi. İmparator ve tatarlar birbirinden ayrılarak birer tarafa kaç tılar. Tatarlar Rumeli'ye geçmek için geldikleri yolu tuttular. Ertuğrul bunları İnegöl'e kadar kovaladı. Ertuğrul'un maiyyeti ve sultanın as keri gerek bu harbden, gerekse geçtikleri yerden pek çok ganimet ve esir aldılar. Galib olarak avdetlerinde Selçukî hükümdarına (Boz Öyük) de mülâki olarak ordusuna iltihak eylediler. Sultan Alâeddin bu parlak muzafferiyetten fevkalâde mahzuz olmuş ve Ertuğrul Gazi'yi taltif etmiş ti. Zafer haberini aldığı mahalli de teyemmünen (Sultan Önü) tesmiye eylemişti. (Yine Heşt Behişt'e göre) I. Sultan Alâeddin Keykubad düş manı iyice yıpratmak maksadiyle Karaca-Hisar'ı muhasaraya gider. Bu sırada Ertuğrül Gazi kaleyi cenub cihetinden tazyika memur edilmiştir. Ertuğrul Gazi'nin savletinden zebun kalan Karaca Hisarlılar aman di SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ 87 lemeye mecbur kalırlarsa da. Sultan, kalenin cebren zabtını emrede rek arzularını is'af eder. İşte bu sırada moğolların Selçuk memleketlerine girdikleri haberi ordugâha dahil olmuştur ve ona karşı gitmek lâzımdır. Sultan Alâeddin bu durum karşısında Ertuğrul Gazi'yi huzuruna celb ile kendisine hilat giydirmiş ve muhasaranın devamını ona havele ederek şark diyarına doğru yola çıkmıştır. Ertuğrul Gazi, uzun müddet bu kaleyi muhasara ederek nihayet zabtına muvaffak olur, kale etrafındaki rumlara âit yerleri de yağma ve garet ettirdiği gibi Söğüt üzerine yürür ve burayı da rumlardan alarak muvaffakiyetini itmam eder. Bu hâdisenin diğer bir varyantını, diğer bir rivayet şeklini, manzum Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâme'sinde gö rüyoruz. II. Bayezid saltanatının ilk zamanlarında yazılan bu hikâye şöyledir: Selçuk sultanı rumlara karşı gazâ etmek için. Sultan Önü'ne gelmiş fakat tatarların ahidlerini bozmaları üzerine geri dönmeğe mec bur olmuştur. Bu sırada Rum hududunu tutmak üzere, vezirlerinin tav siyesi ile Aydoğmuş Alp, Ertuğrul Alp (Ertuğrul Gazi) ve Gündüz Alp adlı üç kardeşi vezifelendirmiştir. Aydoğmuş'un ölümünden sonra, kar deşi Ertuğrul sancak beyliğine talib olarak Konya'ya gitmiş, fakat yol da Karayük'de bulunan Hacı Bektaş-ı Veli'yi ziyaret ederek ondan himmek istemiştir. Hacı Bektaş kendisine, Al-i Selçuktan saltanat nez' edil miştir. «Ben saltanatı senin evlâdına verdim, şimdi sultanının yanına git, kardeşin vazifesini sana verecektir» dedikten sonra beline kılıç ku şatıp dua etmiştir. Bunun üzerine Ertuğrul Konya'ya varıp padişah ile görüşmüş ve sancak beyliğine tayin edilerek Sultan Önü'ne gelip ga zaya devam eylemiştir. Görülüyor ki, Velâyetnâme nâzımı bu Osmanlı hükümdarının ho şuna gitmek için bu hâdiseyi bir takım menkabevî motiflerle süslemek istemiştir. Fakat daha ciddî ve güvenilir menbaların bildirdiğine göre, Ertuğrul, ganimet mallarının humsunu ve esir ettiği Karaca Hisar tekfuru ile diğer tutsakları kardeşi Dündar Bey'e terfikan sultanın nezdine, Konya'ya göndermiştir. Bu zaferler Selçuk Devleti'nin hududunu Bilecik'e kadar genişlet miş ve Bilecik tekfuru da Selçuk sultanının haracgüzarlığını kabule mec bur olmuştu. Bu hizmetlerine mükâfat olarak Sultan Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'yi bendegânının mümtaz şahsiyetleri arasına almış, feth 88 TAYYİB GÖKBİLGİN edilen bu yerlerden Söğüd'ü kışlak, Domaniç ve Ermeni dağlarını yay lak olarak işte bu sırada vermiştir. Oğullarına da oralarda ayrıca yay lak ve kışlaklar verilmiştir. Bazı tarihî kaynaklar, Ertuğrul Bey'e ve aşiretine Söğüt mıntıkası verilince'ye kadar, bir müddet Sivri-Hisar ve Eskişehir taraflarındaki Emir Caca-oğlu'nun maiyyetinde bulunduğunu kayd ederler. Söğüt ve havalisi, İznik İmparatorluğu'nun elinde bulunan Kütah ya bölgesinin cüzî bir kısmı olup asıl mühim kısımların feth ve istilâsı vazifesi kısmen Ertuğrul Gazi ve oğullarına verilmiş ve burada bir uç ihdas edilmiştir. Kütahya havalisine karşı teşkil edilen uç da diğer tarafdan Germiyanlılar bulunuyordu ki, Ertuğrul Gazi'nin aşireti ile Germiyanlı aşireti arasında bu sıralarda mevcud münaferet, belki de Rum şehir ve kasabalarına karşı akınlarda ve gazâlarda bulunmak mes'elesinden ileri geliyordu. Selçuknâme bu zamana kadar, müstakil bir vali ile idare edilen Sivri-Hisar'dan ötesini uç olarak tavsif etmekte iken bu harbden sonra Sultan-Önü, İnönü de Selçukî memâliki meyanına ithal edilmiş ve uç daha ilerilere gitmişti. Ertuğrul Gazi Uç beyi olduktan sonra gerek ken disi gerek oğulları etraf ve civarda bulunan Rum köy ve kasabalarına devamlı akınlarda bulundular, esir ve ganimet aldılar. Bu hâl Alâeddin Keykubad'ın vefatına kadar (1236) devam etmiştir. Şan ve şeref elde etmek isteyen bir çok yiğitler her taraftan gelerek Ertuğrul Gazi'nin başbuğluğu altında toplandıklarından günden güne maiyyeti artmakta, kuvvet ve kudreti çoğalmakta idi. Sultan Alâeddin Keykubad'a halef olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Selçuk Devleti'nde inhitat eserleri görünmeğe başladı. Bunu önceden his etmiş olacak ki, Ertuğrul Gazi, bu devirde işe karışmayıp ihtiyatkârlık gösterdi. Zaten II. Gıyaseddin Keyhüsrev'den sonra Selçuk Devleti fiilen ve sonra hukuken moğolların eline geçmiş ve ortada selçukîlerin kuru bir adı kalmıştı. Moğollar yani İlhanlılar Devleti, bidayette otorite ve nüfuzlarını garbdaki uç memleketlerine kadar götüremediklerinden Oğuz beyleri olan uç beyleri kendi başlarına serbest kalmışlardı. Bunların bir kısmı hemhudûd bulundukları rumları dâima huzursuz bırakdıkları halde bir kısmı ile de iyi komşuluk münâsebetinde bulunuyorlardı. Neşrî'ye göre, Er tuğrul bu ikinci siyâseti kabul edenlerden idi. Böyle bir zamanda kom- SÖĞÜT ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ 89 şulariyle iyi geçinen müsiüman ve hristiyan ahâli nezdinde muhterem ve muazzez bir mevki sahibi olmuştu. Bizans İmparatoru ile akdettiği bir muahede mucibince uç beyleri nin tecavüzlerini men' etmek maksadiyle garb hudûdlarını teftişe çıkan Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev-i sâlis Sultanönü ve Söğüt civarına gel diği vakit (1277), Ertuğrul Gazi onu karşılamış, hediyeler ile beraber oğullarından birisini de sultanın hizmetine takdim etmişti. Yazıcı-zâde bir nevi rehine mahiyetinde verilen bu kimsenin, Osman Bey'in bir oğ lu, yani Ertuğrul Gazi'nin torunu olduğunu söylese de târihlerde Osman Bey'in bir oğlu olamayacağı aşikardır. Bu mes'eleden bahseden Ruhî ise Ertuğrul'un oğlu olduğunu tas rih etmiş, Yazıcı-zâde'nin Kahta civarında Pağnik Eli denilen nahiye nin ıkta' edildiğini bildirmesini teyid ile, bu zatın neslinden Bayat, Halil, Ahmed beylerin bilâhire Yıldırım Bayezid zamanında Malatya'da Dergâh-ı Hümâyûn'a geldiklerini ilâve eylemiştir. İşte, Selçukî sultanlarına karşı olduğu gibi, komşulariyle de iyi münasebete geçen Ertuğrul Gazi, bundan sonra yaşı ilerlediğinden dolayı uç beyliğine ve kabile reisliğine âit işleri oğullarına ve bir rivayete göre en büyük ve en liyakatli oğlu Osman Bey'e bıraktı. 680 (M ilâdî 1281) senesinde 92 veya 93 yaşın da olduğu halde vefat etti ve Buraya defn olundu. Onun 52 yaşında öl düğünü bildirir tarihler de vardır. Ertuğrul Gazi hakkında müverrihlerin müttefikan şehadeti «gayet dindar ve şecaat ile ma'ruf kimse, zühd ü takvâ ve selâhda ol zamanın meşahirinden...» bulunduğu merkezinde dir. Bir gece misafir kaldığı bir evde Kur'an'a hürmet ve ta'zim gös termek maksadiyle sabaha kadar el pençe ayakta durduğu hakkındaki rivayet bir çok tarihlerde yer almış ve bu hâdise bazılarında Osman Gaz-i’ye nisbet olunmuştur. Kezâ, rüya mes'elesi de (Ocağından bir pınar çıkıyor git gide bir deryâ oluyor yahut da gövdesinden bir ağaç çıkıyor ve dallanıp budak lanıyor ve saire) bir kısım müverrihlerce Ertuğrul Gaziye atf ve izafe olunmaktadır. Diğer taraftan, X V . asır Bizans müverrihlerinden birisinin (Halkokondil) Ertuğrul Bey'in mühim mikdarda gemiler yaptırarak Rumeli'ye ve Ege adalarına ve hattâ Yunanistan'a akınlar yaptığını söylememe 90 TAYYİB GÖKBİLGİN sini de, o devrin şart ve imkânları düşünülecek olursa, aslı olmayan ri vayetler cümlesinden saymak icab etmektedir. işte bu günkü vatanperverine tezâhürata ve törene mevzu’ teşkil eden, taziz ve takdislerimize hedef olan Ertuğrul Gazi'nin hayatı ve ic raatı, dastanî ve efsanevî şahsiyeti kısaca böyle hülâsa olunabilir. Baş lıca tarihî vak'aları ve mefahirlerimizi bu günkü gibi tebcil etmek vatan perverliğin en esaslı bir vecibesi, en metin bir numunesidir. Yedi asır lık millî mefahir ise her türlü şekil ve tezahürlerini, ma'na ve mahiyetini Ertuğrul Gazi'nin bu mütevazi türbesinden almakta, bütün Türk mille tine, türklüğe bir sembol olmaktadır. Onun kurduğu ve bütün Anadolu türklüğüne hediye ettiği saltanat, yalnız kahramanlık temelleri üzerine istinad etmiyor, bununla birlikte şefkat, adalet ve ümran esasları üzerine kurulmuş bulunuyordu. Onun ahlâfı ve ahfadı her zaman, açtığı ve feth ettiği toprakların sağlam bir bekçisi, âdil bir kurucu ve koruyucusu olmuş, akıncı ruhunun türklüğe has yüksek vasıfların, medenî eserlerinin nigehbânı kalmış, yar ve ağ yara hürmet muhabbet, emniyet ve itimad telkin etmişti. Bu gün, ölü münün yeni bir yıl dönümünde, Ertuğrul Gazi'nin mukaddes huzurun da milletçe onun torunları olarak, bunları düşünüyor, bize bir vatan he diye eden Türk büyüklerinden birisi olması hasebiyle, ona ve eserleri nin ruhuna bağlılığımızı hatırlıyoruz. Yine hatırlıyoruz ki, O her Türk nesline bu vatanı i'Iâ etmek, bu milleti daha yüksek şan ve şereflere ulaştırmak vazife ve mesuliyetini terk ve tevdi etmiş kimsedir. Türk nesilleri onun mütevâzı türleri başında, nasıl ki, her devirde Türk va tanına Türk birliğine, Türk mukaddesatına karşı kem gözle bakanlara lâyık oldukları cevabı şiddetle fakat asil bir vekarla vermesini bilmiş, ve ebediyete kadar bunu bir şuur ve imân halinde muhafaza mecburi yetinde ise, bundan sonra da onun eserini «müreffeh bir vatan zinde ve kemalli ve lâyemut bir millet» parolasiyle en yüksek mertebe ve dere cesine ulaştırmayı gaye bilecektir. Biz, Ertuğrul Gazi'yi, ölüm yıldönümünde böyle bir ruh ve zihniye tin hararet ve heyecanı içinde anıyor, hâtırlarını, eserlerini takdis ve tebcil ediyor, ona lâyık evlâdlar olacağımıza milletçe and içiyoruz. Ertuğrul Gazi'nin, bu büyük Türk evlâdının ruhu şâd olsun. OSMANLI DEVRİ İ Z M İ R C  M İ ve M E S C İ D L E R İ H A K K I N D A ÖN B İ L G İ M . M ünir Aktepe n İzmir şehri içinde bulunan Osmanlı devri eserlerinden hanlar ile çarşıları. Tarih Dergisi'nin yirmi beşinci sayısında, medreseleri yine Ta rih DergisVnin yirmi altıncı sayısında yayınlamış; İzmir camilerinin bi rinci kısmını ise, Tarih Enstitüsü Dergisi'nin, üçüncü sayısında, bol mikdarda fotoğrafla birlikte neşr etmiştik. Bu d efa, İzmir câmi'leri hakkında topladığımız malzemenin geri kalan kısmını burada yayınlıyoruz. Bu itibarla, bahis konusu makalenin birinci kısmındaki şekle sâdık kalarak ve yine alfabetik esaslara uya rak, İzmir'in 68 aded câmi'ini, ele almış bulunuyoruz. Hiç şübhesiz bu iki makale, birbirini tamamladığı için bir arada mütâlâa olunduğu takdirde, İzmir câmi'leri hakkında tam bir fikir hasıl olacaktır. Ancak tek olarak ele aldığımız İzmir'in meşhur Hisar Câmi’i ise, bu hususta üçüncü makalemizi teşkil etmiştir. V e bu makale de. Tarih Dergisi'nin yirmi yedinci sayısında yayımlanmış bulunmaktadır. Böylece İzmir'e âit, Osmanlı devri âbidelerinin büyük bir kısmını tanıt mış oluyoruz. Çeşmeler ve sular kısmı ise, belki ayrı bir yazımızı teşkil edecektir. 1. Abdullah - Efendi Câmi’i : İzmir'de, Basma-hâne semtinde bu lunan Altınpark'a yakındır ve 1277. sokak üzerinde olup, kapı numa rası ikidir. Bu câmi'in ne zaman ve kimin tarafından yaptırılmış oldu- 92 M. M ÜNİR AKTEPE ğunu tesbit edemedik. Ancak hicri 1308 (1 8 9 0 /9 1 ) ve milâdi 1951 yıl larında tâm ir gördüğü mâlûmumuzdur. ilk tâmirini Abdullah Efendi adında bir hayır sahibi; ikinci tâmirini de mahâlle sakinleri yaptırmış tır. Avlu kapısı üzerinde bulunan kitâbede ( J U ¿ıLL : 1308) yazılı dır. Bu tâmirler dolayısile, binâ esaslı şekilde değişikliğe uğradığı içün eski yapıya ancak minârenin alt kısmında tesâdüf edilmektedir. Tek minâreli, üzeri ahşab çatılı ve kiremit örtülü, moloz taşdan yapılmış bir eserdir. Bak, resim nr. 1 Bu câmi'in adına, Mustafa kızı Fatma Hanım'ın, imamına yapmış olduğu vakıf dolayısile, vakfiye defterlerinde tesadüf ediyoruz1. Bunun dışında her hangi bir kayıd göremedik. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. IV, 8/572. 2. Ahmed Ağa Câmi’i : İzmir'de, Ikiçeşmelik'den Eşref Paşa'ya giden cadde üzerinde ve eski İkiçeşmelik karakolu binâsının arka ta rafında bulunan 760. sokak, nr. 1 dedir. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulduğumuz, bu câmi'e âit bâzı hitâbet tevcihi kayıdlarına nazaran, Ahmed Ağa Câmi'i adı ile anılan bu eserin, 6 Cemâziyü'l-âhir 1258 (15 Temmuz 1842) ve 8 Cemâziyü'l-evvel 1261 (15 Mayıs 1845) tarihlerinde, cemaata açık durumda olduğunu görüyoruz1. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcût Hicri 1254 (1838) tarihli diğer bir kayıddan dahi, bu câmi'in, İzmir'in eski Kefeli mahâllesinde. Şeyh Ahmed Efendi tarafından yaptırılmış bulunduğunu öğreniyoruz2. Bu itibarla diyebiliriz ki, bahis konusu Ahmed Ağa Câmi'i, en geç XIX. yüz yılın ilk yarısında ve belki de çok daha önce yapılmış bir Türk eseridir. Ancak, İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerinde ve An kara Vakıflar Genel Müdürlüğündeki bâzı kayıdlarda bu câmi'in adı, her ne sebebe mebni ise, Halil Efendi câmi’i olarak gösterilmiştir. Biz, Ha lil Efendinin kimliği ile alâkalı her hangi bir kayda tesadüf edemedik. İleride yapılacak araştırmalar, belki yeni bilgilere sâhib olmamızı sağlıyacaktır. Hâlen mevcut câmi, moloz taş ile yapılmış, üzeri düz me yilli çatı ve kiremit örtülü, içerisi ahşab ve tek minâreli bir eserdir. Bağçesindeki hazirede bir kaç mezar mevcût ise de, bunların taşları kırık olduğundan, kimlere âit bulunduğu ve devirleri tâyin edilememiştir. 1 Esas Defterleri, nr. 209-8/1, 147 nr.lu kayıd. 2 1. Vakfiye Defteri, s. 71. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 03 3. Akarcalı Câmi’i : İzmir'in, Değirmen - Dağı semtinde ve eski Hamidiye mahallesinde Halid Bey ilk okulu civarında bulunmaktadır. Oldukça yeni bir eserdir. İlk def'a 1309 (1 8 9 1 /9 2 ) yılında, İzmir'in meşhur zenginlerinden Akarcalı-zâde Hacı Mehmed Efendi tarafından inşâ olundu. Fakat on yedi sene sonra, 13 Rebi'ül-âhir 1326 (15 Mayıs 1908) tarihinde vefat eden zevcesi Ayşe Hanım'ın vasiyeti üzerine, bu câmi' tevsi'an yeniden yapıldı. Câmi'in dış duvarına konan kitâbesi ay nen şöyledir: «Bâni Akarcalı-zâde Hacı Mehmed Efendi'nin halilesi olup fi. 13 Rebi’ül-âhir sene 1326 târihinde irtihâl eden Hâce Ayşe Hanım’ın vasiyyetine mebrii tevsi'an inşâ olunmuştur». Ayşe Hanım bu câmi'e bâzı dükkânlar dahi vakf etmek suretile, vakfının gelirini artırmışdı1. Akarcalı câmi'inin küçük bir avlusu vardır ve bu avludan bir kaç basamak merdiven ile son cemâat mahâlline çı kılır. Bu mahâllin ön tarafı câmekândır. Esas binâ kesme taşdan ya pılmıştır. Üzeri meyilli ahşap çatı ve kiremit örtülüdür. Dört köşeli bir kaide üzerine oturan tek minâresi alçaktır. Câmi'in içi, ilâve dolayısile iki kısımdır ve bunların tavanları ahşabdır. Birinci ve ikinci mekânda ayrı ayrı kadınlar mahfili vardır2. Bak, resim nr. 2, 3, 4, 5. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/218. 2 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), s. 64. 4. Alaca Mescid: İzmir'de, Mahâlle-i cedîd'de bulunuyordu. Bânisi ye inşâ târihi hakkında her hangi bir kayda tesadüf edemedik. An cak, İzmir sâkinlerinden Balcı Hacı Mehmed Efendi bn. Ahmed Efendi, 20 Zilka'de 1314 (22. V . 1897) tarihli vakfiye ile, bu mescide vakf edil miş bulunan emlâkin gelirini tescil ettirmiş bulunmaktadır1. Bundan anlaşılıyor ki, bahis konusu mescid en geç XIX . yüz yıl sonlarında cemaata açık bir mahâlle mescidiydi. Hâlen, hakkında bundan başka bir bilgiye sahib değiliz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 168. 5. Ali - Ağa Câmi’i : İzmir'de, Uzunyol'dan Damlacık'a giden cad denin sonunda ve Odun-kapı Câmi'inin kuzeyinde, İzmir Memleket has- M. M ÜNİR AKTEPE 94 tahânesinin de güney tarafında, mahâlle arasında bulunmaktadır. Bu semte, câmi'in banisine nisbetle ayni zamanda Ali-ağa Mahallesi adı verilmektedir. Ali-Ağa Câmi'i, son cema'at mahallinde ve câmi'in cümle kapısı sağında bulunan inşâ kitâbesine nazaran, H. 1083 (M . 1 6 7 2 /7 3 ) yılın da binâ olunmuştu. Diğer tarafdan, yine bu kitâbeye göre, Ali Ağa'nın burada bir medresesi ile çeşmesi dahi vardı. Bahis konusu kitâbe, man zum olarak aynen şöyledir: 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) 10) 11) 12) Hamdü-li'llâh ma'bed-i hûb oldu bu beyt-i Hudâ. Mecma'-ı ehl-i ma'ârif secde-gâh-ı etkıyâ. Ol kadar matbû'u şîrîn ü münâsib düşdü kim. Yapmadı bennây-ı âlem böyle bir mevzun binâ. Bâ-husus ol medrese leyl-i sa'âdet subhudur. Keşf olur her hücresinde tâlibe nûr-ı Hudâ. Hem letâfetde harem sahnında ayn-ı sâf-dil. Sâkî-i kevser gibi atşâna eyler bezl-i mâ. Mahz-ı lûtfundan Hudâ-yi zü'l-kerem tevfîk edüp. Sâhibü'l-hayr oldu hem-nâm-ı Ali'yyü'l-Murtezâ. Hâtif-i Kudsî okur tahsînle bu tarihi. Pâk ü rûşen câmi'-i zîbâ makâm-ı asfiyâ. Tarih. Sene 1083 (M . 167 2 /7 3 ). Kitâbede adı geçen Ali Ağa'nın, Gedus (G ediz)'li olduğunu, ak rabası bulunan Gedizli-zâde Süleyman kızı Rukiyye Hanım'ın 24 M art 1813 (21 Rebi'ül-evvel 1228) tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz1. Ru kiyye Hanım bu vakfiyyesile, İzmir'de bulunan hanından, yahudi-hânesinden ve dükkânlarından aldığı kirâların bir kısmını, ozaman içün İz mir'in Câmi'-i atik mahâllesinde olan ceddi merhum Ali-Ağa Câmi'ine vakfetmiş ve bâzı şartlar da koymuştu. Hâlen cema'ata açık olan bu câmi'in, tek şerefeli bir minâresi var dır. Son cema'at mahâlli ise, kuzeyde ve batıda olmak üzre, iki kısma ayrılıyor; ayni zanda bu mahâllin önü her hangi bir şekilde kapatılma mıştır. Zemin kısmı taştır. Üzeri ahşab çatı olup, sekiz köşeli ahşab sütunlar bu çatıyı taşımaktadır. Geniş ve yüksek bir kasnak üzerine 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 107 ve Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 55. OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 95 oturan tek kubbesi ise, ana mekânın üzerini örtmektedir. Ana mekâna giriş kapısı üzerinde bulunan bir âyetin altında «inşâ tarihi 1 0 8 3 -tâ m ir tarihi 1314 ve 1958» diye kayıdlar vardır. Câmi'in mihrabı bir niş hâiindedir. Minberi oyma taşdan olup, korkuluk kısımları mermer taklidi boyanmıştır. Kadınlar mahfili cümle kapısı üzerindedir ve boydan boya önü kafes ile kapalıdır. Sütün başları altın yaldız süslemelidir. Kubbede bir kısım kalem işile süslemeler vardır2. Bak resim nr. 6, 7, 8, 9. Câmi'in batı tarafında ve câmi' avlusu ile irtibâtı bulunan oldukça büyük ve eski bir hazirede, 1169 (1 7 5 5 /5 6 ) senesinde vefat eden Alaybeyi Ahmed Ağa, Zilhicce 1223 (O c a k -Ş u b a t 1809)'da vefat eden Gedûsî-zâde Süleyman Ağa'nın zevcesi Sâliha Hanım ve gurre-i Zilhicce 1230 (4 Kasım 1815) tarihinde ölen, Cabbar zâdeler'den Mehmed Sâ dık Efendi gibi daha pekçok kimselerin mezarları bulunmaktadır. Fakat bu hazîre gayet bakımsız ve mezar taşlarının çoğu, yarıya kadar top rağa gömülmüş olduğundan, daha eskisi bulunabileğini tahmin ettiği miz birçok mezar kitabelerini de okumak mümkün olamamıştır. Bütün bu husûslar bize gösteriyor ki, Ali-Ağa Câmi'i bugün İz mir'in ayakda duran, oldukça eski câmi'lerinden biridir. 2 Işık Ungan, İzmir Cûmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 27/28. 6. Alh-parmak Câmi’i: İzmir'de, Haşan Hoca mahâllesinde otu ran, Altı-parmak nâmile ma'rûf Hacı ilyas bn. Hemdem Çelebi tarafın dan inşâ olunmuştur. Cemâziyü'l-âhir 1059 (Haziran 1649) tarihli vak fiyesine nazaran, evvelâ mescid olarak yapıldı; bilâhire câmi' hâline ge tirildi. Bu câmi' İzmir'de, Kasab Hızır veya Güngörmez mahâllesindeki Hacı ilyas Efendi'nin Altı-parmak Hanı civarında bulunuyordu1. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 182/83; II. Vakfiye Defteri, s. 89/ 90 ve 152. Aynca bak, Münir Aktepe, fzrnîr Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi), Sayı 25 İstanbul 1971 ve Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. I, 8/485. 7. Arap - Deresi Câmi’i : İzmir'in güney-batı cihetinde ve Ma'mûretü'l-Hamid mahâllesinin, Arap-Deresi denilen mevki'inde bulunuyor du. 6 Rebi'ül-evvel 1319 (23.VI.1901) tarihli vakfiyesine nazaran, bu M. MÜNİR AKTEPE 96 mahâllenin sakinlerinden ve hayır sâhiblerinden Giridli-oğlu adı ile meşhur Halil Ağa bn. Hacı Mustafa bn. Ahmed yaptırmıştı. Bu itibarla, XX. yüz yıl başlarında inşâ edildiği anlaşılan mezkûr câmi’e, Giridlioğlu Câmi'i adı dahi veriliyordu1. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 66 ve Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. V, 8/786. 8. Aşmalı Mescid : İzmir'de, Mezarlık-başı'ndan İki-çeşmelik Câ- mi'ine giden cadde üzerinde ve 827. sokaktadır. İzmir Müzesi'nde bu lunan câmi'lere âit eski eser fişlerinde, inşâ tarihi 1310 (1 8 9 2 /9 3 ) se nesi olarak gösterilmiş ise de, bu tarih yanlıştır. Çünki, İzmir'in Hâtûniye mahâllesi sâkinlerinden Debbağ es-Seyyid el-Hac İsmail Ağa bn. es-Seyyid İbrahim bn. Mehmed'in 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ül-evvel 1241) tarihli vakfiyesinde «...M edîne-i mezbûrede Aşmalı Mescid-i şerifi kar şısında, köşede vâki...» ifâdesi bulunmaktadır1. Buna nazaran diyebili riz ki. Aşmalı Mescid mezkûr tarihde yâni 1825'de vardı ve pek tabi'i olarak, bundan önce de yapılmıştı. 18 Temmuz 1835 (23 Rebi'ül-evvel 1252) tarihli diğer bir vakfiyede dahi. Aşmalı Mescid isminin geçme sine binâen, bu eserin, bahis konusu tarihde de faâl olduğunu söyle mek mümkündür2. Ancak, Aşmalı Mescid'in daha sonraki bir tarihde yandığını, Kasab-başı-zâde Şerif Ahmed Efendi'nin vâlidesi Mustafa kızı Fatma Hanım’ın 16 Ekim 1889 (20 Safer 1307) tarihli vakfiyesin den öğreniyoruz. Bu vakfiyede ise şöyle denilmektedir: « ...v e medîne-i mezbûrede Kefeli mahâllesinde vâki' muhterik olan Aşmalı mescid-i şerifi, ben hayatda iken inşâ edilmiş olursa sülüs-i mezkûrdan yüz aded Osmanlı lirası ile bir akar iştirâ olunup, gailesi mescid-i şerîf-i mezkûrun tâmirine sarf oluna ve eğer inşâ olunmamış olur ise, meblâğ-ı mezkûr ile arsa üzerine mescid inşâ oluna...»3. Bu kayıd bize câmi'in yandığını ve bilâhire tâmir dolayışile yeni den inşâsı içün teşebbüse geçildiğini göstermektedir. Müze fişlerinde gördüğümüz 1310 tarihi, kanaatımızca bu tâmir veya ikinci inşâ tari hine âit olmalıdır. Kapı üzerinde mevcut ( N'n • j'ü' ) şeklindeki kitâbe, zannederim bu ikinci inşâ tarihini göstermektedir. 1 2 3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100. İzmir,Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 235. İzmir,Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 97 Aşmalı Mescid'in tuğladan bir minâresi vardır. Çatısı ahşab ve üzeri kiremit örtülüdür. Tavanı düzdür ve bugün cema'ata açık durumdedir. Bak, resim nr. 10. 9. Ayazmalı Câmi’i : İzmir'de, Tireli Kethüda zâde Seyyid Hacı Mustafa Ağa'nın evi civarında bulunuyordu. Mustafa Ağa 26 Safer 1211 (31 Ağustos 1796) tarihli vakfiyesile bu câmi'e dahi, her sene içün bir mikdar balmumu vakfetmiş idi. Buna nazaran bahis konusu câmi, en geç X V III. yüz yıl sonlarında yapılmıştı diyebiliriz1. Bu gün içün hakkında fazla bilgiye sahib değiliz. 1 İzmir, VakıflarMüdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 16/18. 10. Balcı Mescidi: İzmir'in ' Kefeli mahâllesinde bulunuyordu. Mütevellîyesi Rukîye Hanım'a âit 6 Receb 1247 (11. XII. 1831) tarihli bir vesikadan. Balcı Hacı Mehmed bn. Ali bn. Abdullah Efendi tarafın dan yaptırılmış olduğunu öğreniyoruz1. Hakkında şimdilik başka bilgiye sâhib değiliz. 1 Başbakanlık Arşivi, Cevdet Evkaf tasnifi, nr. 1149. 11. Çiçek Mescidi: İzmir'in Temaşalık ve Fâik Paşa semtleri ara sında bulunan Çiçek mahâllesinde idi. Kimin tarafından ve ne zaman yapıldığını bilemiyoruz. Yalnız, Hacı Mehmed Efendi bn. Hacı Ahmed Efendi'nin 5 Rebi'ül-evvel 1313 (26 Ağustos 1895) tarihli vakfiyesinde adı geçmektedir1. Diğer tarafdan, 3 Zilhicce 1318 (24 Mart 1901) ta rihli bir başka vakfiyede de, câmi'in gelirlerinden bahsolunmaktadır2. Bu itibarla, XX. yüz yıl başlarında, cema'ata açık küçük bir ma halle mescidiydi diyebiliriz. 1 2 İzmir, VakıflarMüdürlüğü, //. İzmir, VakıflarMüdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 110. Vakfiye Defteri, s. 240. 12. Çorak Kapısı Câmi’i : İzmir'de, Basma-hâne'nin karşısında ve Gaziler caddesi ile Anafartalar caddesinin birleştiği noktada olup, hâlen fa'âl durumdadır. Kimin tarafından ve kaç tarihinde yapıldığına dâir Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 7 98 M. M ÜNİR AKTEPE üzerinde her hangi bir kitabe yoktur. Ancak, Halil Gürkaya, bu câmi'in Hicri 1159 (= 1 7 4 6 /4 7 ) yılında yapılmış olduğunu, kaydediyor1. ; Bizim bu câmi ile alâkalı olarak tesbit edebildiğimiz en eski tarih ise, 1 Ağus tos 1823 ( = 2 3 Zilka'de 1238) yılına aittir. Bu tarihde, İzmir'in Hâtûniye mahallesinde oturan Hacı Abdurrahman Efendi zâde Mehmed Efendi'nin kızı Nefise Hanım, adına düzenlediği bir vakfiyede, mallarının geli rinden bir kısmını Çorak Kapısı Câmi'-i şerifi imamına tahsis etmiş bulunuyordu2. Buna nazaran, en geç olarak 1823 senesinde, Çorak Ka pısı câmi'i faâl durumdaydı diyebiliriz. Diğer taraftan İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcûd bir başka vakfiye kaydında ise «Medîne-i İz mir'de Çorak Kapısı nâm mahâlde vâki' Bostanî Mahmud Efendi câmi'i şerifi evkafının mütevellisi Hâfız Efendi'nin vefâtı ile yeri hâli ve hıdmet-i lâzimesi muattala kalup...»3 ifâdesi bulunmaktadır. Gurre-i Muharrem 1311 (15 Temmuz 1893) tarihli olan bu ifâdeye nazaran da, Çorak Kapusu câmi'inin Bostânî Mahmud Efendi tarafın dan yaptırılmış olması îcab ediyor. Bundan maada, yine İzmir'de Hâtûniye mahâllesinde oturan Debbağ Seyyid Hacı İsmail Ağa bn. Seyyid İbrahim Ağa bn. Mehmed Efendi'nin dahi, 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ülevvel 1241) senesinde tanzim ettirmiş olduğu bir vakfiyede, malları nın gelirinden bir kısmını Bostânî zâde Mehmed Efendi câmi'-i şerifi imamına bırakmış olduğunu görüyoruz4. Bostânî-zâdeler'e âit bu kayıdlardan birincisini görmüş olması muhtemel bulunan, İzmir Tarihi yazarı Bay Hakkı Gültekin de. Çorak Kapısı Câmi'i'nin 1309 (1 8 9 1 /9 2 ) yılında Bostan-zâde Mahmud Efendi tarafından Gaziler caddesinde yap tırıldığını söylemektedir5. Fakat elimizde mevcut yukarıdaki kayıdlara dikkat edilecek olur sa, bu câmi'in 1309 yılından çok daha evvel yapılmış olduğu kolayca anlaşılır. Nitekim bu hususu, câmi avlusunda bulunan mezarlara âit kitâbeler dahi isbata kâfi birer delildir diyebiliriz. Hâlen, bu câmi'in haziresinde sekiz-on kadar kabir bulunmaktadır. Her nekadar bunlardan 1 İzmir Câmi’leri (Yeniasır Gazetesi), İzmir 1965. 2 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 31; Alay beyi İbrahim Bey dahi, 15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878) tarihli vakfiyesinde «Çorak Kapı Câmi’i şerifine tahsis ey lediği yirmi beş aded liranın rıbhı...» ile bu Câmi’e lâzım olan şeylerin alınmasını şart koymuşlardı. Bak, İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 3. 3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 184. 4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100. 5 Adı geçen eser, s. 58. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 99 bir kısmının kitâbeli taşları toprağa gömüldüğü igün okunamıyor ise de, diğer bir kısmı okunur vaziyettedir. Bunların içinden en eskisi H. 1118 (1 7 0 6 /7 ) tarihlidir. Kitabesi: Tarih dedi Hâtif-i gaybî eyleyüb Nidâ - Ayşe - ruhu şâd Ola - eyle gel duâ8 El-fâtiha 1118 (1 7 0 6 /7 ) Şeklinde olan bir mezar, bize bu câmi'in inşâ tarihi hakkında olmasa dahi, mezkûr mahâllin eskiliği hakkında bir fikir verebilir kanaatindeyiz. Diğer bir mezar taşında ise şu kitâbe mevcûttur. 1. 2. 3. 4. Diriğ vâh Osman Beyefendiy-i hüner perver Kazây-i belde-i İzmir'e olmuşiken henüz nâil Edüb nâ-gâh rihlet gülistân-ı cennet-i adne Tamam oldu sinîn-i ömrü olmadan mansıb-i kâmil Cihânın böyledir encâm-ı kâr-ı nâ-behengâmı Meded bu çend rûz-ı devlete dil verme ey âkil İki dest-i duâyı re f edüb yaz hüzn ile tarih Cemâl-i bâ-kemâl-i hakka Osman Bey Ola vâsıl Fi. 8 Muharrem 1196 (24 Aralık 1781) ( ■Jj' 4£>- Jlç- ) Nihâyet bir başka taşda da şunlar yazılıdır: Hâlâ medîne-i İzmir'de nâib-i Şeri'at-ı garra iken intikâl-i Dâr-ı beka eden müderrisîn-i kirâm-ı 6 Nidâ’dân sonraki kelimelerin harfleri, ebced usûlü ile hesab olunduğunda «1128» tarihli çıkıyor. Ancak, mezar kitabesinde «1118» tarihli açık şekilde görülmektedir. M. M ÜNİR AKTEPE 100 Zevi'l-ihtiramdan merhûm ve mağfur El-muhtaç ilâ-rahmeti rabbihi'l-gafûr Kesriyeli zâde es-Seyyid Ebûbekir Şefik Beyefendi Rûhu için el-fâtiha. Sene 1236 (1 8 2 0 /2 1 ). Bizim görüp okuyabildiğimiz mezar taşlarının bir kısmı, İlmîye ricâline, İzmir kadı ve nâiblerine âit olmakla beraber, bunların arasında Bostan zâde Mehmed Efendi veya Mahmud Efendi adında her hangi bir kimseye tesadüf edemedik. Diğer tarafdan bizzat cami binasında dahi bu husûs ile alâkalı her hangi bir kitâbe yoktur. Ancak câmi'in kıble duvarının dış kısmında ve sonradan bu duvara rabt olunduğu belli olan bir diğer kitâbede şu ifâde vardır : a) ı>uVI jc_j!I J j LJI <il J j—j t> il ,ji-l ¿kil <ul VI -d! V b) İzmir Kadısı merhûm es-Seyyid Osman Beyefendi rûhu için el-fâtiha. Sene 1196 (1782). Bu kitâbenin dahi, yukarıda bir başka ölüm kitâbesini gördüğü müz İzmir kadısı Osman Beyefendi'ye âit bulunduğu aşikârdır. Fakat ne münâsebetle yazılup buraya koyulduğunu anlayamadık. Bunu.n dı şında, câmi'in bânisi olarak gösterilen Bostânî Mahmud Efendi veya Bostan-zâde Mehmed Efendi hakkında her hangi bir kitâbe yoktur. Vakıf kayıdlarında bahis konusu edilen Bostan-zâdeler'in de devri ve kimlikleri hakkında fazla bir şey bulamadık. Ancak, burada şu husûsu kaydetmek yerinde olur. X V I. yüz yıl ile X IX . yüz yıl arasında yaşamış ve Osmanlı Devleti'ne bir çok kadı, kazasker ve bir de şeyhü'l-islâm yetiştirmiş bulu nan meşhur Bostan-zâdeler âilesinin menşe'i İzmir'in Tire kazasından gelmektedir. Şayet, İzmir vakıf kayıdlarında adı geçen Bostânîler’den Mehmed ve Mahmud Efendiler bu âileye mensub iseler, Çorak-kapı Câmi'inin tarihçesi biraz daha aydınlanmış ve eski tarihlere doğru git miş olacaktır. 7 Meliha Aktay, Bostan-zâdeler (Tarih Mezûniyet Tezi) İstanbul Edebiyat Fakültesi, 1950. ............................. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 101 Hâlen, kesin olarak inşâ tarihini tesbit edemediğimiz bu eser, önde küçük bir avluyu ve batı ile güneyde ise, gayr-i muntazam bir hazireyi ihtiva eder. Kurşunla örtülü beş kubbe altındaki son cema'at mahâllinin etrafı câmekân ile çevrilmiştir. Ana mekânı örten tek büyük kubbe, sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur ve her kenarda yuvarlak kemerli bir pencere vardır. Bu büyük kubbenin iki yanında üçer kubbeli yan mekânlar mevcûttur. Külâhı ve gövdesi kesme taşdan olan bir minâresi vardır. Kadınlar manfili, yan mekânların üst kısmında bulunur ve buraya ahşab oymalı bir merdiven ile çıkılır. Ana mekânın büyük kub besini, kemerlerle birleşmiş sütunlar taşır. Mihrab bir niş halindedir. Minberi mermerdir. Kubbe hendesi motiflerle süslüdür8. Bak, resim nr. 11,12,13,14,15,16. 8 Işık Ungan, İzmir Câmîleri (San’at Tarihi Tezi), Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1968. 13. Damlacık Câmi’i: Kılcı Mescidi adını dahi alan bu eser, İz mir'de, memleket hastahânesinin güneyinde ve Damlacık mahâllesinde bulunmaktadır. Bugünkî sokak numarası ise 426'dır. Damlacık câmi'inin üzeri, meyilli ahşab çatı ve kiremit örtülüdür. Kesme taşdan binâ edilmiş bir de minâresi vardır. Bak, resim nr. 17. Doğrudan doğruya câmi'e âit olmamakla beraber, câmi'in avlu duvarı üzerinde hicri 1210 (1 7 9 5 /9 6 ) tarihli bir çeşme kitâbesi mevcuttur ve bu kitâbede şunlar yazılıdır: «Sâhibü'l-hayrat ve'l-hasenat Mustafa oğlu Mustafa'nın hayrıdır. Sene 1210. Damlacık Câmi'i, mevki'i itibârile yokuş başında ve köşede olduğu içün; 448. sokaktan câmi'in altına gelen ve hâlen müezzin ikâmetgâhı olarak kullanılan 7 nr.lu evin kapısı üstünde de ayrıca şu kitâbe var dır. Ettî delâlet bende-i âl-i Osman Çün sa’î ile şeref buldu câmi'-i zîşân Hamdü-lillâh hitâm buldu inşâsı dedi Fahrî Bu da bir hezâ min fazl-ı Rabbî M. M ÜNİR AKTEPE 102 ( ıJj J-^û* J ) Zilhiccetü'ş-şerife sene-i hicriye 1330 (Kasım 1912). Bu câmi'in hazîresinde gömülü bulunan şahıslara âit mezar kita belerinin en eski tarihlisi de, câmi'in banisi olduğu rivâyet edilen Ha şan isimli bir zâtın H. 1113 (1 7 0 1 /2 ) tarihli mezar taşıdır. Burada, câmi'in kimin tarafından ve nezaman yapıldığına dâir bir kitabe mevcûd olmamakla beraber, bu eserin yukarıda verilen tarihler den daha önce binâ edildiğini söylemek her hâlde hatalı olmıyacaktır. Diğer tarafdan, İzmir Müzesi'nde mevcut, İzmir câmi'lerine âit eski eser fişlerinde de. Damlacık Câmi'i, Kılcı Mescidi olarak gösterilmiştir ve müezzin evinin kapısı üzerindeki kitâbeye bakarak, bu câmi'in H. 1330 senesinde yapıldığı kayd olunmuştur. Fakat yerilen bu inşâ tari hinin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Çünki, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan H. Vakfiye D efterinde mevcût 20 Cemâziyü'l-evvel 1307 (12 Ocak 1890) tarihli bir kayıd suretinde «Medîne-i İzmir'de, Damlacık mahâllesinde vâki' Kılcı Mescidi demekle ma'rûf mescidin kıbel-i şer'den mansub mütevellisi, mahâlle-i mezbûre ahâlisinden Kestâne-pazarlı Hacı Osman Efendi bn. Hacı Mehmed Efendi» ifâdesi geç mektedir1. Bu ifâdeye dikkat edilecek olursa, Damlacık Câmi'i ile Kılcı Mescidi'nin aynı eser olduğu ve Kılcı Mescidi (= D am lacık Câmi'i)'nin, 20 Cemaziyü'l-evvel 1307 tarihinde cema'ata açık bulunduğu sarih şe kilde meydana çıkar. Yaptığımız araştırmalar neticesi, yine İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcûd II. Vakfiye Defterinde bulduğumuz 21 Şevvâl 1242 (18 Mayıs 1827) tarihli ve Çankırılı-oğlu sebili ile alâkalı diğer bir vakfiye örneği de2, bize bu İzmirli Kılcı-zâde âilesinin XIX . yüz yıl başlarında yaşadığını göstermiştir. Bu vakfiyede bulunan «Medîne-i İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde sâkin iken, bundan akdem vefat eden Kılcızâde el-Hac Mehmed Efendi bn. Abdullah'ın zevce-i metrûkesi işbu bâisü'l-vesîka Ümmü-gülsüm bnt. el-Hac İsmail nâm hâtûn tarafın dan...» ifâdesine nazaran, Kılcı-zâdelerin, X V III. yüz yıl sonlarile, XIX. yüz yıl başlarında, İzmir'de oturdukları söylenebilir. Bu itibarla, bahis konusu Damlacık Câmi'inin Kılcı-zâdeler ile bir alâkası bulunduğu tak 1 Bak, s. 143. 2 Bak, s. 184. OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 103 dirde, bu câmi'in inşâ senesini, biraz daha erken tarihe almak mümkün olabilecektir. Burada, câmi'in avlu duvarı üzerinde bulunan 1210 (1 7 9 5 /9 6 ) ta rihli çeşme kitabesi dahi dikkati câlibtir. Nihayet câmi' haziresinde mevcut 1113 (1 7 0 1 /2 ) tarihli mezar kitâbesi, bu câmi'in en geç XVIII. yüz yılın başında inşâ edilmiş olması lâzım geldiği düşüncesini bizde uyandırmaktadır. Nitekim, Başbakanlık Arşivi (İstanbul), Mühimme Defterlerinde gördüğümüz ve suretini aynen aşağıya dere ettiğimiz evâil-i Şevvâl 1132 (Ağustos 1720 ortaları) tarihli vesika örneği de, bu husustaki düşüncelerimizi takviye eder mâhiyetde olmalıdır : «İzmir kadısına hüküm ki. Medîne-i İzmir civarında, şabunhânelere karib mahâlde vâki' Dam lacık nâm pınar kimesnenin mülki olmayup, bilâ sâhib olmağla, ashâb-ı hayratdan bir kimesne ol pınarın bir mikdar suyunu iki çeşmeye3 icrâ edüp, ma'adası yabana ceryan etmekle intifa'dan âtıl olduğu i’lâm olun mağın zikr olunan pınar suyundan sâlifü'z-zikr iki çeşmeye icrâ olu nandan ziyâdesi dahi ibâdullahın intifâ'ı içün destûr-ı ekrem müşîr-i efham nizâmü'l-âlem nâzım-ı menâzimü'l-ümem vezîr-i a'zam sitûde şiyem ve dâmad-ı muhteremim İbrahim Paşa edâm Allahü-ta'alâ iclâlehû... tarafından hasbeten lillâhi ta'alâ binâ ve ihyâ eyledikleri mescid-i şerif ve sabun-hânelerine icrâsına mümana'at olunmaya deyü yazılmıştın)4. Burada görülüyor ki, Nevşehirli sadrıâzam Dâmad İbrahim Paşa, Damlacık civarında ve yine bu havâlide olan sabun-hânelerine yakın bir mahâlde, bir mescid bîriâ ve ihyâ etmiştir. Ancak Damlacık havâli sinde İbrahim Paşa adına bir başka mescid görülemediğinden, mezkûr Damlacık mescidinin, İbrahim Paşa'ya âit olması da bir ihtimâl dahilin dedir. Kılcı-zâdeler ise, bu eseri ta'm ir ettirmiş olabilir. Henüz, bu husûsu kat'i şekilde hâlledecek bir vesîka veya kitâbeye sâhib değiliz. 3 Bu *iki çeşme* nin, İki-çeşmelik semti ile ne dereceye kadar bir münâsebeti var dır bilemiyoruz. Ancak, hâlen şehrin merkezinde kalan ve en eski müslüman mahâllelerinden biri olan İkiçeşmelik semti, Damlacığ’a çok yakın bir mahâlde bulunmaktadır. Bu rada bir de câmi’ olup altında şadırvanı vardır. Bak, İkiçeşmelik Câmi’ine. 4 Mühimme Defteri, nr. 129, s. 318. 14. Esnaf Şeyh Câmi’i : İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde, bu gün 442. sokak 56 nr. da bulunmaktadır. Çivici Hamamı'ndan Arab- 104 M. MÜNİR AKTEPE fırmı'na giden yol üzerinde ve mahâlle arasındadır. Fakat, çok önemli olduğunu tahmin ettiğimiz bu câmi'in, maateessüf tarihi hakkında bu gün hiç bir şey bilemiyoruz. Baktığımız vakıf defterleri içinde de bu câmi' ile alâkalı her hangi bir kayda tesadüf edemedik. Ancak cami' haziresinde bulunan 15 kadar mezardan, okuyabildiğimiz iki taşın ki tabesi, Hicri 1149 (1736) ve 1222 (1807) tarihlidir. Bunlardan 1222 tarihli olanı, İzmir vâlilerinden Hacı İsmail Paşa'ya aittir. Diğer taşlar ise, toprağa çok gömülmüş olduğundan okumak imkânı hasıl olamadı. Maamafih hazirede mevcut taşların eskiliği ve burada yatan şahısların önemi hususuna dikkat edilirse, câmi'in dahi eskiliği ve ehemmiyeti hakkında bir fikir edinmek mümkündür diyebiliriz. İleride, İzmir'in Şer’i Sicil Ahkâm Defterleri üzerinde yapacağımız çalışmalar, bu câmi'i ol duğu kadar, İzmir'in diğer eserlerinde dahi gizli kalmış tarafları açık lığa kavuşturacaktır zannederiz. Hâlen mevcût Esnaf Şeyh Câmi'i küçük bir avluyu ve hazireyi ih tiva eder. Son cemaat mahâllinin önü câmekân olup, üzeri kiremit ör tülüdür. Minâresi beş köşeli bir kaide üzerine oturur ve 1957 sene sinde tamamen yeni olarak yapılmıştır. Ana mekân tromplu bir kubbe ile örtülüdür. Pençereler iki kademedir. Mihrabı niş hâlinde, minberi ise ahşabtır. içinde süsleme yoktur1. Bak, resim nr. 18, 19. 1 Işık Ungan, İzmir Câmi'leri, s. 66. 15. Eşref Paşa Câmi’i : İzmir'in güneyinde, Beş-tepeler ile Nüzhetgâh mahâllesine yakın bir yerde olup, bilâhire bu mevki'e, câmi'in bânisi olan Hacı Eşref Paşa'ya nisbetle, Eşref-Paşa adı verildiği içün, câmi'de hâlen Eşref-Paşa semtinde ve Eşref-Paşa caddesi üzerinde bu lunmaktadır. Hacı Eşref Paşa, Suriye vilâyeti vâli muâvinliğinde çalıştıkdan son ra1, İzmir'e geldi ve İl idâre meclisi üyesi oldu. İzmir Belediye reîsi Evliya-zâde Hacı Mehmed Efendi'nin görevinden isti'fâsı üzerine, 12 Ekim 1311 tarihinde, vekâleten İzmir Belediye başkanlığına getirildi. Daha sonra Belediye seçimlerini kazanarak, asâleten bu makamı işgal etti. 1314 yılında, Rumeli Beylerbeyliği rütbesile ve III. Osmânî, IV. Mecîdi nişanlarını hâiz bulunduğu hâlde, yine bu görevde kaldı. İzmir Belediye 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Esas Defterler, c. II, nr. 8/675. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 105 başkanlığı esnasında, bilhassa şehrin yollarını genişletmek ve yeni cad deler açmak sûretile şöhret yaptı2. Bugün şehri, güney kesiminde, do ğudan batıya kat'eden ve Eşref-Paşa caddesi adını alan yol onun ese ridir. Bu cadde üzerinde bulunan câmi dahi, Eşref Paşa tarafından yap tırılmıştı. Câmi'in vakfiyesi ise aynen şöyledir. «Medîne-i İzmir'de Câmi'-i atik mahallesinde Natır-zâde Medresesi civarında sâkin medîne-i mezbûre Belediye reîsi saadetli Hacı Eşref Paşa hazretleri bn. Süleyman Efendi, meclis-i şer'-i şerîf-i enverde zlkr-i âti vakfına ... mütevelli nasb ve tâyin eylediği Nuri Efendi bn. Mustafa mahzerinde ... ikrar-ı tam ve takrîr-i kelâm edüp, vâkf-ı âtiyü'z-zikrin sudûruna değin silk-i mülkümde münselik olan emlâkimden medîne-i mezbûrede, Nüzhetgâh mahâllesinde kâin tarafeyni Yenişehirli Ahmed ve İsmail Beylerin bağları ve bir tarafı bânisi bulunduğum câmi'-i şerif avlusu ve taraf-ı râbi'i tarîk-ı âm ile mahdûd biri-birine muttasıl biri bü yük ve ikisi küçük üç bâb menzilden her birini vakf-ı sâhih-i şer'î ve habs-i sarîh-i mer'î ile vakf ve habsedüp şöyle şart ve tâyin eyledim ki ... masârif-i zarûriyyeleri ba'de't-tenzil bâkisinden câmi'-i şerîf-i mez kûr imam ve hatîbi bulunan efendilere şehri üçerden altı ve müezzini ne iki ve...» verile. 24 Cemâziyü'l-evvel 1315 (21 Ekim 1897)3, Bu vakfiyeye nazaran, 21 Ekim 1897 tarihinde. Eşref Paşa Câmi'inin yapılmış veya yapılmakta olduğu söylenebilir. İzmir Müzesi eski eser fişlerinde ise, bu câmi'in 1319 tarihinde inşâ olunduğu kaydolun maktadır. Câmi'in iç kapısı üzerinde bulunan iki mısra'lık kitâbede ay nen şu ifâde mevcuttur. Eşref Paşa hazretlerile halîleri Hâce Fatma Hanım'ın eser hayriyeleridir 1320 (1 9 0 2 /3 ) Görülüyor ki, câmi'in tamamlanması biraz gecikmiştir. Ve son radan Hâce Fatma Hanımda bu eserin itmamına iştirâk etmiştir. Hacı 2 İbrahim Cavid, H. 1314 senesi Aydın Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 67 ve 90 ile Râif Nezih, İzmir Tarihi, I. Kitap, 17. forma, s. 11. 3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 182. M. M ÜNİR AKTEPE 106 Eşref Paşa'nın 21 Ramazan 1323 119 Ka<;ım ... vakfiye ile bu câmrine daha bâz, yer|er vakf ettiğini g ö l e k l e ^ ' ^ Eşref Paşa Cam. i, bir bodrum kat. üzerine fevkani olarak yapıl m ıştır Ç a m , ahşab meyılI, vs kiremit örtülüdür. Son cema'at mahâl doğusunda otan tek mmâresl kesme taşdandır ve mlnâre s e te kö şeli bir kaide üzer,ne oturmaktadır. Mlnâre külah, taşdandır Cârnk d m ir parmaklıkla çevrili bir avlu İçinde bulunmaktadır, ön oebhe y a ™ duvar payeler,la bölünmüştür ve burada geniş bir alınlık bulunur A İn |.k üstündeki madalyonun içinde ise 1 3 1 9 n q m / o \ ♦ -uDiğer yanlarda İki kademe hâlinde pencereler varS r ? * ' ■ M i l oldukça küçüktür Ana mekâna ahşab bir kap,'üe g » Bu k Z ve pencere kemerler, bırı-bırine benzeyen özel hir + * P nın üzeri, sekiz köşel, blr kubbe ila a S l d S ne oturmuş vazıyettedir. Sâde ve derin bir nis h â lin i -u upâyelen' Ahşab minberi mermer taklidi boyalıdır-. Bak. resim nr. 2o! 21^ 2 3 4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11, Vakfiye Defteri s. 182 5 I5ık Ungan, İzmir Câmi'leri (San’at Tarihi Tezi) Is'tanbnl pa u„ c ao/AT istantml Edebiyat Fakültesi, 16. Giridli-oğlu Câmi’i : Bak, Arap - Deresi Câmi'i. 17. Güzel-yalı Câmi’i : Bak, Ma'mûretü'l - Hamîdiye Câmi'i. * 18. Hacı Ali Ağa Câmi’i : Bak, Horasanlı Mescid. 19. Hacı Bey Câmi’i: İzmir'de, Top-altı semtinde, Memduhiye mahâllesinin 746. sokağındadır. Bu itibarla, bâzen Top-altı câmi'i adı ile de tanınmaktadır. İzmir şehrinin Mahâlle-i cedîd ehâlisinden olan Morali Baladur Hacı Bey nâmile meşhur. Yunus oğlu Mehmed Ağa ta rafından 1307 (1 8 8 9 /9 0 ) tarihinde yaptırılmıştır. Minâre kaidesinde ve İyon tarzı bir sütün başlığı üzerinde bulunan kitâbesi ise şöyle yazıl mıştır : a. Baladur Hâcı Mehemmed Bey ki sâhib-i hayırdır Hayr içün yapdı esâsından bu câmi'i binâ OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ b. 107 Pek büyük âlî-cenâblıktır bu hizmet dîn içün Dîn ü dünyâ dâim oldukça bula nâmı beka c. Sa'yi makbul ola indallâh dahi ecri azîm Hâsılı ... murad ede Cenâb-ı kibriyâ d. Çün cema'at toplanup evkât-ı hamse kılalar Lâyık odur edeler bânisine hayr-ı duâ e. Söyledim tarihini gördükde Hilmî elif ile Hacı Bey tevfîk-ı Hakla kıldı bir câmi binâ Sene: 1307 Baladur Hacı Bey, 11 Rebi'ül-âhir 1307 (5 Aralık 1889) tarihli vakfiyesile, bu câmi'in imamına, hatibine, mütevellisine ve tefrişine, ba kımına harcanmak üzere bir çok emlâkini vakf etmiş ve ne şekilde kul lanılacağı hakkında, şartlar koymuşdu1. 18 Rebi'ül-ahir 1313 (8 Ekim 1895) tarihli ikinci vakfiyesinde ise, vakfına bir kısım daha mallar ilâve etmekde, mütevellisini ve vakıf şartlarını değiştirmektedir2. Nihayet kendisi 10 Şevval 1315 (4 Mart 1898) tarihinde ölmüş ve câmi'i avlu suna defnedilmiştir. Mezar taşında dahi manzum bir kitâbe vardır. Hüve'l-bâkî Morali nâmı Mehemmed bu Baladur Hacı Bey Irci'î emrile etti dehr-i fânîden güzâr Mazhar-ı cûd-ı sehâ olmuş-idi ol rütbe kim Eyledi sarf birr u hayrâta nüküdun bî-şumâr ...cümle cıvâr-ı beldede bu câmi'in Etti inşâatına bezl-i vücûd leyi ü nehâr Pâydâr oldukça hayrâtı ve meberrâtı ânın Meskenin dârü's-selâm etsün cenâb-ı kird-gâr 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 122. 2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 121. 108 m . m ü n ir â k t e p e Çıktı bir hâtif dedi târih-i cevherdârını Hacı Bey Bağ-ı na'îme azm edüb kıldı karar Ruhuna fatiha. Fi. 10. Şevval 1315 Hacı Bey'in yanında bulunan karısının mezar kitâbesinde dahi şun lar yazılıdır: Ah mine'l-mevt Beni kıl mağfiret yâ Rabb-i yezdân Bî-hakk-ı Arş-ı a'zam nûr-ı Kur'an Gelüp kabrim ziyâret eden ihvan Edeler ruhûma fatiha ihsan Baladur Hacı Bey Zevcesi merhume Hatice Rûhuna fâtiha : Sene 1322. Hacı Bey câmi'inin küçük bir avlusu vardır. Son cema'at mahal line bir merdiven ile çıkılır ve burası câmekân ile örtülüdür. Kubbesi se kiz köşeli bir tanbur üzerine oturur. Bu kubbenin üstü kurşun kapla madır. Minârenin kaidesi köşeli olup, kesme taşdandır. Minare gövdesi sıvalı ve külahı ise kurşundur. Ana mekânı tromplu bir kubbe örter. Bu câmi'de kadınlar mahfili yoktur. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. içinde altın yaldızlı süslemeler vardır3. Bak, resim nr. 24, 25, 26, 27, 28, 29. Câmi'in önünde bulunan çeşmenin kitâbesi de aynen şöyled ir: Sâhibü'l-hayrât ve'l-hasenât Baladur Hacı Bey Mehemmed Ağa Sene : 1305 3 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 137-142; Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 57; Vedat Sivri, İzmir Câmi’leri (Ege Ekspres Ga zetesi), sene 1960. 20. Hacı Haşan Câmi’i : İzmir'de, Pazar-yeri (Agora) mahâllesin- OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 109 de, Papuccu sokağında bulunuyordu1. Devri ve banisi hakkında şimdi lik bir bilgiye sahib olamadık. 1 Ankara, Vakıflar Genel Mdr. Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/1319. 21. Hacı Mahmud Câmi’i: İzmir'de, Kemeraltı caddesine açılan II. Beyler-sokağı nihâyetindedir ve hâlen faal durumda olup Vakıflar Ge nel Müdürlüğü'ne bağlıdır. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulduğumuz bir kayda nazaran, bu câmi'in banisi Hacı Mustafa Efen di olduğu hâlde, eser daha ziyâde Mahmud Hoca Câmi'i adı ile şöh ret bulmuştu1. 30 Mayıs 1885 (1 5 Şaban 1302) tarihli diğer bir vakıf kaydında dahi bu câmi'in ismi «Evkâf-ı hümâyûna mülhak evkafdan Hacı Mahmud Câmi-i şerifi denilmekle müştehir Hoca Mahmud Câmi-i şerifi» olarak geçmektedir2. Bu ifâdeden açık şekilde anlaşılacağı üzre, mezkûr câmi'e sonra dan, burada Hocalık yapan Hacı Mahmud Efendi adında'birinin ismi alem olmuş ve bu sebeple de câmi'e, bâzen Hacı, bâzen Hoca Mahmud Efendi câmi'i adı verilmiştir diyebiliriz. Nitekim bu câmi'in avlusunda bulunan hazire içindeki bir çok mezarlardan bir tanesinin de Seyyid Hacı Mahmud Efendi isimli bir zâta âit olduğunu görmekteyiz. Bahis konusu mezarın kitâbesinde ise aynen şunlar yazılıdır. Hüve'l-hayyü'l-bâkî Bu merkade her kim ederse duâ Ede mahşerde şefa'at Müctebâ Merhûm ve mağfur Hâfız-zâde Esseyyid el-Hac Mahmud Efendi Rûhu içün el-fâtiha. Sene: 1193 (1779). Fakat bu Hacı Mahmud Efendi'nin vakfiyelerde adı geçen. Hacı Mahmud Efendi olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak Gâmi'in ismini ve bu hazirede medfûn Hacı Mahmud Efendi'yi göz önünde tutan bâzı ya zarlarımız ise, câmi'i 1193 (1779)'da vefat eden Hacı Mahmud Efendi'ye mâl ederek, bahis konusu câmi'in dahi bu ölüm tarihinden evvel 1 Bak, Fihrist Defterleri, nr. 208,. c. II, 8/1748. ! 2 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye. Defteri, s. 164. M. MÜNİR AKTEPE 110 yapılmış olması îcab ettiğini söylemişlerdir. Meselâ, İzmir Tarihi..yazarı Hakkı Gültekin'in verdiği bilgiye dayanarak3. Bayan Işık Ungan, İzmir câmi'leri adlı tezinde, bu hususda hatalı olarak şunları yazm aktadır: «Hacı Mahmud C âm i'i: ikinci Beyler sokağındadır. Yaptıran Hacı Mahmud Paşa'dır. 1679'da öldüğüne göre bu câmi daha önceki bir tarihde yapılmış olmalıdır. Hacı Mahmud Paşa, câmi'inin batısındaki küçük hazirede yatar. Mezarın başlık taşında ölüm tarihi olan hicri 1193 (M . 1679) yazılıdır...»4. Işık Ungan'ın burada bahis konusu ettiği Hacı Mahmud, paşa değil efendidir ve hicri 1193 senesi, milâdi 1679 yılına değil, 1779 tarihine tekabül eder. Maamafih, Hacı Mahmud Câmi'i adı ile meşhur olan bu eser, hakîkaten 1779 yılından daha önce yapılmıştır diyebiliriz. Çünki 28 M art 1753 tarihli bir vakfiyenin sahibi olan. Odum kapılı zâde Hacı Mehmed Ağa, 11 Haziran 1765 tarihinde, yâni Seyyid Hacı Mahmud Efendi'nin ölümünden 14 sene evvel, mezkûr vakfiyesine bir şerh vermiş ve evlâdları inkıraz bulduğu takdirde; vakfına. Hacı Mah mud Câmi'i evkafına her kim mütevelli olur ise, vakf-ı mezkûra da o mütevelli olsun diye bir şart koymuştu, işte bu ifâde bize gösteriyor ki. Hacı Mahmud Câmi'i 11 Haziran 1765 tarihinden önce de mevcuttu. Nitekim bahis konusu câmi'in avlusunda bulunan H. 9 Receb 1170 (30 Mart 1757), 1171 (1 75 8), ve 1181 (1767) tarihli mezar kitâbeleri dahi bu husûsu isbatlayacak birer delildir zannederiz5. Diğer tarafdan mezkûr 3 Bak, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 55. . 4 İzmir Câmi’leri (Edb. Fak. San’at Tarihi Tezi), s. 31; Bu malûmatı, Seyyid Hacı Mahmud Efendi’ye âit mezar kitâbesile karşılaştır. 5 Bu kitabeler aynen verilmiştir: a) Ah mine’l-mevt Merhûme ve mağfûre Havva Kadın bnt. Hacı Ömer Ağa Rûhuna el-fâtiha 9 Receb sene 1170 b) Merhûme ve Mağfûre Hâfız-zâde İbrahim Efendi’nin kerîmesi Fatma rûhuna el-fâtiha sene: 1171 c) Hüve’I- haUâku’l- bâkî Ziyâretden murad heman duadır Bu gün bana ise yarın sanadır Merhûme ve mağfûre Ulacaklı-zâde • OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 111 câmi'in adına Gedûsî (Gedizli) zâde el-Hac Abdullah Ağa bn. Hüseyin Ağa bn. Haşan Ağa'nın gurre-i Safer 1129 (15 Ocak 1717) tarihli vak fiyesinde de tesadüf ediyoruz. Hacı Abdullah Ağa, Hacı Mahmud Câmi'inde, yaz aylarından haziran, temmuz ve ağustos aylarında, namaz lardan sonra, soğuk su yapmak içün immına her gün bir denk kar alın mak üzere günde elli akça verilmesini şart koşuyordu8. Gedizli-zâde'nin vakfiyesinde bulunan bu cümle de, bize Hacı Mah mud Câmi'inin en geç 15 Ocak 1717 tarihinde cema'ata açık bulundu ğunu göstermektedir. Lâkin, mezkûr câmi'in, kat'i şekilde, hangi tarihde yapılmış oldu ğuna dâir elimizde bir kayıd yoktur. Câmi'in bânisi olarak gösterilen Hacı Mustafa Efendi'nin kimliği ve devri hakkında da bir bilgi bulama dık. Bu itibarla, şimdilik bildiğimiz husûs, sâdece bu câmi'in XV III. yüz yıl başlarında mevcut ve faal bir eser olduğu yolundadır. Hacı Mahmud Câmi'inin, son cema'at mahâlli câmekân ile çevrili dir. Ana mekânı örten kubbe, sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturur ve üstü kiremit örtülüdür. Bir tek minaresi vardır ve tuğladan olup, üzeri sıvalıdır. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. İki ahşab sütuna istinad eden kadınlar mahfili ise kafesle örtülüdür7. Bak, resim nr. 30, 31, 32, 33. Kerimesi Emine Kadın rııhûnâ El-fâtiha. S.ene: 1181 d) Merhûm Hâfız-zâde Seyyid Ahmed Efendi rûhuna el-fâtiha Sene: 1193 e) Hâfız-zâde Mahmud Efendi Zevcesi merhûme Şerife Hadice Kadın rûhuna Fâtiha. Sene: 1220 f) Hüve’l-hay Hacı Mahmud Câmisi Müezzini merhum kasab Hüseyin Efendi rûhuna Fâtiha. Sene: 1277 6 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 22/23. 7 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri, (Edb. Fak. Sân’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 31/32. M. M ÜNİR AKTEPE 112 22. Hacı Mehmed Câmi’i : İzmir'de, İkiçeşmelik Câmi'inden Dam lacık semtine giden Uzunyol üzerinde ve 841. sokak nr. 1 dedir. Dış kapısı üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır: Câmi'-i Hacı Mehemmed Ağa gerçi yandı. Avn-i bârî ile yapıldı yine a'Iâ ra'nâ. Der târihini ............................. cema'at Fikri (?) Ettiler himmetle câmi'in ez nev inşâ1. 1280 Burada her nekadar Hacı Mehmed Ağa'nın kimliği hakkında bir bilgi yok ise de, İzmir Müzesi'nde bulunan, İzmir câmi'lerine âit eski eser fişlerinde, bu Hacı Mehmed Ağa'nın Ödemiş'in Balyanbolu nâhiyesinden olduğu kayıdlıdır. Nitekim, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulunan, vakıf kayıdlarından birinde dahi, İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde, Ödemiş'in Balyanbolu nâhiyesinden Hacı Mehmed Efendi'ye âit bir câmi olduğu bahis konusu edilmektedir2. Diğer tarafdan bu câmi 1280 (1 8 6 3 /6 4 ) yılında yanıp, yeniden yapıldığına nazaran, ilk def'a, her hâlde X IX . yüz yılın başlarında veya X V III. yüz yılda yapılmış bulunuyordu diyebiliriz. Ancak câmi'in tâmirinden önceki devirlerine âit, şimdilik daha fazla bir bilgiye sâhib de ğiliz. Daha sonraları ise, Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi’nin an nesi, Mustafa kızı Fatma Hanım, 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli vakfiyesile, bu câmi'in tâmiri içün kendi vakfının gelirinden bir mikdar para ayırmış bulunmaktadır3. Ayni zamanda Sa’lebci-zâde Hacı Ahmed Efendi bn. Hacı Mehmed Ağa dahi, 18 Rebi'ül-evvel 1311 (29 Eylül 1893) tarihli vakfiyesinde. Hacı Mehmed Câmi'i imamına, kendi vak fının gelirinden bir kısmını vazife olarak tâyin etmiştir4. Hâlen cema'ata açık bulunan Hacı Mehmed Câmi'inin önünde kü çük bir avlusu vardır. Yeri yüksek olduğu içün, kuzey istikametinde, İzmir şehrine hâkim bir manzaraya sahibtir. Son cema'at yeri câmekân 1 2 3 4 Bu kitâbenin üçüncü mısrâı tam okunamadı. Bak, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/1319. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye. Defteri, s. 83. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 68/70. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 113 ile kapalı olup, iki kısımdan müteşekkildir. Câmi'in üzeri ahşab meyilli ve adi kiremit örtülüdür. Bir minâresi olup üzeri sıvalıdır. Dahilde ana mekân bir süs kubbesile örtülüdür. Minberi ahşab ve mihrabı bir niş halindedir. Mihrabın üstünde ve pencerelerin kenarında san'at değeri bulunmayan bir takım süslemeler vardır5. Bak, resim nr. 34, 35. 5 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri, s. 29/30. 23. Hacı Velî Câmi’i : (M um -yakm az) İzmir'de, Hâtuniye meyda nından Çorak-Kapı ve Basma-hâne'ye giden Anafartalar caddesi üze rinde olup, sağ taraftadır. Bu câmi'i, 26 Haziran 1730 (10 Zilhicce 1142) tarihli vakfiyesine nazaran, İzmir'de Hâtuniye mahâllesinde oturan Alâiye (Alanya)lı Hacı Velî bn. Yusuf bn. Velî Ağa adında bir kimse müceddeden yaptırmıştı1. Bu itibarla «Hacı Velî Câmi'i», X V III. yüz yıl başlarına âit bir eserdi. Câmi'in bânisi, Câmi'-i atik mahâlfesinde bu lunan Abdi Ağa Hamamı'ndaki üç rubu'hissesini; Hacı Hüseyin (Başdurak) Câmi'i önündeki dükkânlarını; Kestâne-Pazarı'nda vâki' Ahmed Ağa Câmi'i vakıf dükkânları yanında olan dükkânı ile Nifli-zâde (Şa dırvan) Câmi'i civârındaki bir dükkânını ve İzmir içinde daha bâzı mahâllerde mevcûd dükkânlarının gelirini, yaptırdığı bu câmi ile altında bulunan sebilinin masraflarını karşılamak üzere vakf etmiş bulunu yordu. İzmir'in, yine Hâtuniye mahâllesinde oturan Debbağ Seyyid Hacı İsmail Ağa bn. Seyyid İbrahim Efendi de, 2 Kasım 1825 (20 Rebi'ülevvel 1241) tarihli vakfiyesine, bu Hacı Velî Câmi'i imamı içün bâzı şartlar koymuştu2. Buna nazaran, Câmi' mezkûr tarihde, yâni inşâsın dan takriben bir asır sonra da cema'ata açık durumdaydı. Ancak za manını tesbit edemediğimiz bir tarihde kapanmış ve bir müddet depo olarak kullanılmıştı. 1958 yılında ise, yeniden büyük bir ta'mir görmüş ve cema'ata tekrar, muntazam bir şekilde açılmıştı. Hâlen içinde na maz kılınmaktadır. Son cema'at mahâlli kapalı olup cadde üzerine gel mektedir. Tek minâresi vardır. Câmi'in üzeri kiremit örtülüdür. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 86/88. 2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 100. 24. Halil Efendi Câmi’i : Bak, Ahmed Ağa Câmi'i. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 8 M. M ÜNİR AKTEPE 114 25. Hamidiye Câmi’i: (Karantina veya Küçük-yalı). İzmir'de, Konak-Güzel-yalı sâhil caddesi üzerinde ve Karantina (hâlen Küçük-yalı) mevki'inde olup, sâhilde inşâ edilmiştir. Mahâlli bir rivâyete nazaran, bu esere evvelâ Belkıs Hanım zevci Osman Paşa başlamıştı. Fakat Os man Paşa'nın ölümü üzerine, inşaat yarım kaldığı rçün, Belkıs Hanım durumu bilâhire Saray'da bulunan kızkardeşine bildirmiş, o da meseleyi II. Abdülhamid'e intikal ettirdiğinden, bu cami sonunda, U. Abdülhamid tarafından tamamlattırılmıştı. Aydın Vilâyetine mahsus, hicri 1308 - Mâlî 1307 tarihli Sâl-nâme'de ise, İzmir vâlisi Halil R ifât Paşa'nın 28 Ramazan 1306 ( = M . 28 Mayıs 1 8 8 9 ) tarihindeki1 ikinci İzmir vâliliğinden soıira «...Karantina'da, inşâ sına başlandığı hâlde çend senedir nâ-temam kalmış olan câmi'-i şeri fin itmâmı emrinde âtıfet-i seniyye-i hazret-i hilâfet-penâhiye delâlet» buyurduğu kayıdlıdır2. Nihâyet, Ankara’da, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde, İzmir'in Karantina semtinde müceddeden binâ olunan bu câmi'in. Sultan II. Abdülhamid'in adı ile isimlendirilmesi hakkında, sadrıâzam tarafından yazılmış 24 Kânun-evvel 1307 tarihli ve 430 sayılı bir tezkirenin mevcûd olması3, bize gösteriyor ki, bu eser 1307 (1890) senesi sonunda, devrin pâdişâhı tarafından itmam edilmiştir. Diğer tarafdan, İzmir Tarihi yazarı Râif Nezih Bey'in verdiği bilgiye dayanarak diyebiliriz ki. Karantina (Hamidiye) Câmi’inin inşâatına, İz mir'in meşhur zenginlerinden ve hayır severlerinden Sâlebci-zâde Hacı Ahmed Efendi de nazâret ve muâvenet etmiştir4. Ana mekâna giriş kapısı üzerinde bulunan kitâbesi ise aynen şöyledir: a) b) c) d) e) f) Şehriyâr-ı hazret-i Abdülhamid Hân sânînin. Ömr-i iclâlini efzûn ede Rabbü'l-âlemîn. Hâmî-i şer'-i adâlet pâdişâh takvâ güzîn Şevketi hem satveti dâim ola fi küll-i hin. Himmet-i şâhânesile buldu hitâm mescid-i feyz-karîn. Nâm-ı nâmîle müsemmâ câmi'-i nûr-ı mübîn. 1 Aydın (İzmir) vilâyetine tâyin tMİhi; hakkmda bak, îbnül Emin, Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar, s. 1539: . • 2 Bak, A dı geçen eser, c. I, s. 88/89 Ve 552/53. 3 Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, s. 8/667. 4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 18. forma, s. 12. OSMANLI DEVRİ İZ M İR . CÂMİ’LER İ HAKKINDA ÖN BİLGİ g) h) 115 Yazdı i'câmile târih-i hitâmın Şeyh IMecîb. Kıldı inşâsın mücerreb fahr-ı cümle mü'minîn. B( ili- ¿ j—'l—' l c S -ıl* ) Hamidiye (Karantina) câmi'inin, hâlen etrafında küçük bir avlusu vardır. Son cema'at mahâlli 1957 senesinde yapılan ta'mir esnasında câmekân ile çevrilmiştir. Eserin üzeri üç kademe hâlinde kapanmıştır. Birinci kısım kubbe, diğer iki kısım da düz çatı ile örtülü olup, kurşun döşelidir. Mihrab cebhesinde iki, diğer duvarlarda da üçer pencere bu lunuyor. Kubbeye geçişi sağlayan tromplar arasındaki boşluklarda dahi birer pencere vardır. Ayrıca kubbenin oturduğu sekiz köşeli kasnağın dahi her kenarında vitraylı birer pencere bulunuyor. Minâresi, sekiz kö şeli bir kaide üzerine oturur ye Minâre gövdesi, oymalı kesme taşdan olup, külâhı kurşun örtülüdür8. Bak, resim nr. 36, 37, 38, 39, 40, 41. 5 Bu kitabeyi, Işık Ungan tamamen yanlış okumuştur. Bak, İzmir CâmVleri, s. 56 ve mezkûr câmi’in ismini de, hiç alâkası olmadığı hâlde (Midhat Paşa) câmi olarak adlan dırmıştır. 6 Bu câmi’in iç kısımları ve süslemeleri hakkında bak, Işık Ungan, İzmir Câmileri, s. 57/58. 26. Haşan Ağa Câmi’i: İzmir'in Teşvikiye mahâllesinde bulunu yordu. Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi'nin annesi Fatma Hanım'a âit, 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli bir vakfiyeden ismini ve mev cudiyetini öğrenmekteyiz1. Fatma Hanım, bu câmi' içün bir mikdar tâmir parası vakf etmiş olduğuna nazaran. Haşan Ağa Câmi'i 1889 yılın dan önce de vardı diyebiliriz. Bu câmi'e dâir, bundan başka bir bilgiye sâhib olamadık. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83. 27. Hlkmetiye Câmi’i : İzmir'de, Abbas Ağa mahâllesindedir. XX. yüz yılın başlarında, İsmail Efendi tarafından yaptırılmıştır. Moloz taş inşaat bir binadır. 28. Hoca Mahmud Câmi’i : Bak, Hacı Mahmud Câmi'i. 116 M. MÜNİR AKTEPE 29. Horasanlı Mescidi: İzmir'de, 565. sokakta, yâni şehrin güney tarafına düşen Beş-tepeler semtinde ve evvelce muhacirler içün kurul muş olan Nüzhetgâh mahâllesinde bulunmaktadır1. Bânisi, İzmir'de Câmi'-i atik mahâllesinde oturan Süleyman oğlu Horasancı Hacı Ali Efendi olduğundan, bu câmi'e Horasanlı Mescidi adı verilmiştir. Maamafih bâzı kayıdlarda, bânisinin adına nisbetle «Hacı Ali Ağa Câmi'i» denildiği dahi görülmektedir. İzmir Müzesi'nde bulunan eski eser fişlerinde, ayrıca «Tevhidiye Mescidi» adını aldığı da yazılıdır. Câmi'in inşâ tarihini tam olarak bilemiyoruz. Her nekadar, İzmir Müzesi'nde mevcûd ve bu câmie mahsus eski eser fişinde, inşâ tarihi 1312 (1 8 9 4 /9 5 ) senesi olarak gösterilmiş ise de, bu tarihin hatâlı ol duğu kanaatindeyiz. Çünki câmi'in bânisi Süleyman oğlu Horasancı Hacı Ali Efendi'nin, 9 Şevvâl 1305 (19 Haziran 1888) tarihli vakfiye sinde2, bu eseri müceddeden binâ ve inşâ ettirdiğinden bahs etmiş ol ması hususuna dikkat edilirse, câmi'in bu tarihden önce yapıldığını söy lemek, kanaatımızca daha doğru olur. Böylece, bahis konusu mescid içün, XIX . yüz yılın ikinci yarısına âit, tek minâreli, üzeri düz çatılı ve kiremit örtülü küçük bir eserdir diyebiliriz. Bak, resim nr. 42. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/67. 2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 177. Burada olan vakfiye met ninde şunlar yazılıdır: . «Medîne-i İzmir’de, Câmi’-i atik mahâllesinde sakin sâhibü’l-hayrat ve râgıbü’l-hasenat Horasancı Hacı Ali Efendi bn. Süleyman medîne-i mezbûre mahkemesinde ... mütevelli nasb ve ta’yin eylediği büyük oğlu Hâfız Süleyman Efendi mahzerinde ikrâr-ı sahih-i şer’î ve i’tirâf-ı sarîh-i mer’î edüb vakf-ı âtiyü’l-beyânın sudûruna değin silk-i mülk-i sahihimde münselik olan, İzmir’de, Kestelli mahâllesinde, Baş-oturak caddesinde vâki’ yirmi beş numa rada mukayyeti arsamı ve bir bâb funınumu ... bi’l-cümle ... hukuku ile vakf ve habs edüb şöyle şart ve tâyin eyledim ki, ... fazlasından İzmir’de, Beş-tepeler nâm mahâlde mücedde den binâ ve inşâ eylediğim câmi’-i şerif dahi ba’de’t-tâmir ve’t-termîm kırk kuruş câmi’-i mezkûrda îkad olunacak kanâdil yağına ve ... olanlara verile. 9 Şevval sene 1305 = 19 Haziran 1888». 30. Irgad - Pazan Câmi’i : İzmir'in Câmi'i atik mahâllesinde bulu nan Irgad-Pazarı semtinde, yâni Mezarlık-başından iki-çeşmeliğe giden cadde üzerinde, inşâ edildiği içün bu ismi almıştı. Ne zaman yapıldı ğını bilemiyoruz; ancak evâil-i Cemâziyü'l-âhir 1188 (Ağustos 1774 ) tarihli vakfiyeden, bânisinin Hacı Mustafa Efendi olduğunu öğrenmek OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 117 teyiz1. Evliya Çelebi'nin bahs ettiği, İsâ Hoca oğlu Hacı Mustafa Câmi'i2, şâyed bu câmi' ise, o takdirde 1670 senesinden önce inşâ olunmuş de mektir. Irgad-Pazarı Câmi'i 1186 (1772) senesinde, yanında bulunan va kıf yedi dükkânı ve bir yağhânesile beraber, tamâmen yanmıştı. 1188 (1774) senesinde ise, bu câmi'in mütevellisi Hâfız Hacı Sârim İsmail Efendi bn. Ahmed, yanan câmi ile beraber dükkânları ve yağhâneyi ye niden yaptırmış ve birde dershâne ilâve eylemişti. Sârim Efendi daha sonra. Kefeli mahallesinde. Saçmacı Hamamı civarında olan iki odasını ve yahudi hânesinin icârını dahi bu câmi'e vakf etmiş, aynı zamanda, câmi'in altına birde sebil yaptırmıştı. Hâlen bu câmi'in mevcûdiyeti, ye rinde veya literatürde tesbit edilememiştir. Bir tahmine göre yıkıkminâre denilen mahâl olabilir. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 185/86. 2 Seyahat-nâme, İstanbul 1971, c. XIII, s. 84. 31. İki-çeşmelik Câmi’i : İzmir'de, Mezarlık başı semtinden, EşrefPaşa'ya giden İki-çeşmelik caddesi1 üzerinde ve Şerif Ali sokağı ile Tuzcu yokuşu arasındadır. İlk def'a hangi tarihde yapıldığı henüz ma lûmumuz değildir. Ancak banisinin Kurd Mehmed Paşa olduğu bilini yor. Her nekadar İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcût, I. Vakfiye Defteri'nin 89. sahifesinde, Kurd Mehmed Paşa adına düzenlenmiş bir vak fiye var ise de, bu çok silik bulunduğundan, okumak imkânı hâsıl ola madı. Maamafih bahis konusu Kurd Mehmed Paşa'nın, X V III. yüz yılda 1 Baş-bakanlık Arşivi, Mühimme Defteri, nr. 129, s. 318’de bulunan bir vesikanın, İki-çeşmelik ile alâkalı olduğunu tahmin ederek, sürelini buraya kaydetmeyi fâideli' bulduk. «İzmir kadısına hüküm ki, Medîne-i İzmir civarında, sabunhanelere karib mahâlde vâki Damlacık nâm pınar kimesnenin mülkü olmayup, bilâ sâhib olmağla, ashab-ı hayratdan bir kimesne, ol pınarın bir mikdar suyunu iki çeşmeye icra edüp, maadası yaban^ cereyan etmekle intifâ’mdan âtıl olduğu i’lâm olunmağın, zikrolunan pınar suyundan sâlifü’üz-zikr iki çeşmeye icra olu nandan ziyâdesi dahi ibâdullahın intifa’ı içün destûr-ı ekrem, müşîr-i efhanı nizâmü’l-âlem nâzım-ı menâzimü’l-ümem vezîr-i a’zam sütûde şiyem ve Damad-ı muhteremim İbrahim Paşa... taraflndan hasbeten billâhi-te’âlâ binâ ve ihyâ eyledikleri Mescid-i şerif ve sabunhânelerine icrasına mümâna’at olunmaya deyü yazılmıştır. Fi. evâil-i Şevval sene 1132-. Bu hususta, ayrıca Damlacık Câmi’i kısmına bakınız. 118 M. MÜNİR AKTEPE yaşamış olması kuvvetli bir ihtimâl dahilindedir. Çünki Sicil-i Osman'ı müellifi Mehmed Süreyya Bey, aslen Arnavud olup, Almanya muhare belerinde bulunmuş; bilâhire mîr-mirân olarak, 1115 (1 7 0 3 /4 )'de M a nisa, 1123 (1711 )'de Akşehir sancaklarına tâyin edilmiş; 1127 (1715) de Koron muhâfızlığı, Şaban 1128 (Temmuz 1716) de ilbasan ve 1130 (1718) yılında da İşkodra ile Ülkün mutasarrıflığı yapmış; Baş-buğ olarak Venedik ve Iran savaşlarına katılmış; 1137 (1 7 2 4 /2 5 ) de Dukakin mutasarrıfı olmuş, nihayet 1140 (1 7 2 7 /2 8 ) yılında ölmüş bir Kurd Mehmed Paşa'dan bahsetmektedir. Bu paşa ile ayni tarihlerde yaşa mış ve Trablus-garb, Tımışvar, 1128 (1716) yılında Adana beylerbeyisi olmuş, diğer bir Kurd Mehmed Paşa daha vardır2. Ancak, her ikisi de X V III. yüz yılın ilk yarısında yaşamış olduklarına nazaran, iki-çeşmelik cami'i şâyed bunlardan birine âit bulunuyorsa, X V III. yüz yıl başlarında inşâ edilmiş bir Türk eseridir diyebiliriz. İki-çeşmelik Câmi'ini esaslı şekilde tâmir ettiren ve bâzı yeni kı sımlar ilâve eylediğinden dolayı da, ikinci bânisi diye şöhret bulan zât ise. Hacı Fehmi Paşa'nın babası, İzmir'in pirinç tüccarlarından Hacı Hâfız Süleyman Efendi'dir. Buna âit bir vakfiye de, İzmir Vakıflar Müdür lüğü, //. Vakfiye Defteri, sahife 129'da bulunmaktadır ve bu vakfiyede şu kayıdlar m evcûttur: « ... Medîne-i İzmir'de, Kefeli mahâllesinde, İki-çeşmelik nâm ma halde sâkin eşrâf-ı belde ve tüccar-ı mu'teberândan Hacı Hâfız Süley man Efendi bn. Hâfız Osman Efendi meclis-i şer'-i serîf-i enverde*zikr-i âtî vakfına li-ecli't-tescil mütevelli nasb ve tâyin eylediği mahâlle-i mezbûre ahâlisinden Muhzir-başı Mustafa Efendi bn. Şerif Mehmed mahzerinde, be-tav'an ikrar-ı tam ve takrîr-i kelâm edüp atyab malımdan yüz elli aded yirmilik sîm mecidiye ifrâz edüp hasbeten billâh... vakf-ı sahîh-i şer'î ve habs-i sarîh-i mer'î ile vakf ve habs edüp, şöyle şart ve tâyin eyledim ki, meblâğ-ı mezkûr yed-i mütevelli ile bâ-devr-i şer'î istirbah olunup, hâsıl olan murabahasından beher şehr bir mecidiyesi mahâll-i mezkûrda vâki' iki-çeşmelik Câmi'-i şerifi demekle ma'rûf Kurd Mehmed Paşa Câmi'-i şerifinde hatib olan zâta verile ve bâkisi câmi'-i şerif-i mezkûrun tahtında müceddeden inşâ ve ilâve eylediğim, dört 2 Bak, Sicill-i Osmânî, İstanbul, c. IV, s. 64; Baş-bakanlık Arşivi; Mühimine Defterleri, nr. 132, s. 99. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 119 odayı hâvi ibtidâiye mektebinin3 muallim ve hademesine sarf oluna ve vâkf-ı mezkûruma hayatda oldukça kendim mütevelli olup...» Gurre-i Receb sene 1313 (18 Aralık 1895). Mezkûr vakfiyede mevcût malûmatı, bu câmi'in son cema'at ma halline giriş kapısı üzerinde bulunan aşağıdaki kitâbe dahi te'yid eder mahiyettedir. Bu kitâbenin ifâdesi de aynen şöyledir: «İş bu çâmi'-i lâmi'-i nûrın bâniy-i evveli Kurd Mehmed Paşa. Tecdîden ye tevsi'an bâniy-i sânisi İzmir eşrâfından PirinçcUzâde Hâfız Süleyman Efendi'dir. Sene : 1311 Ayrıca, minâresinin gövdesinde dahi bir kitâbe bulunmaktadır. Fa kat, çok yüksekde olduğu ve üzeri boyalı bulunduğu içün, bu kitâbe tarafımızdan okunamadı. Ancak, Işık Ungan'a nazaran buradaki kitâbede şu hususlar yazılı bulunuyor4 :. 1318 Sene-i hicriyesinde şevketlu kudretlû pâdişâhımız. Gâziy-i bi-meydahî Abdülhamid-i sânî efendimiz hazretlerinin. Sâye-i şâhânelerinde vâliy-i pür ma'âli, übbehetlü devletlûKâmil Paşa hazretlerinin tensîb-i seniyyeleri veçhile işbu. Minâre dahi câmi'-i şerifin bâniy-i sânisi merhûm Pirinçci-zâde. Hacı Hâfız Süleyman Efendi'nin evlâdları tarafından. Hasbeten lillâhi ta'alâ inşâ edilmiştir. Sene: 1318 (1900). Burada bahis konusu olan şahıs, Fehmi Paşa olmalıdır. Çünki Hacı Hâfız Süleyman Efendi’ye âit bulunan vakfiye şûretinin altında mevcût diğer bir kayıdda, Süleyman Efendi'nin vefâtından sonra, bu vakfı oğlu Fehmi Paşa'nın idâre etmiş olduğu yazılıdır5. Bu sebeple İki-çeşmelik cânoi'ine âit bugünki minârenin, Fehmi Paşa tarafından inşâ ettirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Beş köşeli bir kaide üzerine oturtulmuş bulunan minâre, oldukça 3 Bu okul, 1924 yılında, ilk tahsile başladığım sene «Şemsü’l-maarif» ilk ve ana okulu olarak öğretim yapıyordu. Ben de İlk öğrenime bu okulda başladım. Ancak bir iki sene sonra Maarif okulları, şehrin her tarafında öğretime açıldığı içün bu' özel okullaı kapatıldı. 4 İzmir Câmi’leri, İstanbul 1968 (San’at Tarihi Tezi), s. 158-165. 5 İzmir Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 129, 120 M. MÜNİR AKTEPE yüksek ve kırmızı renkte, kesme taşdan yapılmıştır. Minarenin külâh kısmı dahi taşdan olup, işlemeli bir kısım motifleri ihtiva etmektedir. Esas cami' mekânı fevkanidir. Altında, hâlen kahve olarak işleti len iki büyük hacım ile 1922-25 yılları arasında «Şemsü'l-maarif» ilk okulu adı ile meşhur, dört büyük odalı bir ilk okul vardı. Bu okulu dahi, câmi'i esaslı şekilde tâmir ettiren, İzmir eşrafından ve hicri 1314 (1 8 9 6 / 97) yılında, İzmir Belediye dâiresi âzâsı olan Hacı Hâfız Süleyman Efendi yaptırmıştı6. Câmi'in doğu tarafında bulunan ve okula âit bahçe kapısının üzerinde yer alan kitâbe de ise şunlar yazılıyor: Süleyman Efendi Mektebi iş bu mekteb-i feyz mekseb İzmir eşrâfından Pirinçci Hacı Hâfız Süleyman Efendi'nin eser-i hayrıdır. Rumî sene: 1311 — Hicri sene: 1313 Bu özel okul. Cumhuriyet devrinde kapatıldı ve mezkûr bina, bir müddet Çocuk Esirgeme Kurumu veya Kızıl-ay Şübesi olarak kullanıl dı. Hâlen harab durumdadır. Esas câmi'e gelince, ana mekân ve son cema'at mahâlli olmak üzere iki kısımdan müteşekkildir. Son cema'at mahâlli, ana mekânın kuzey ve batı kısmını ihâta eder ve oldukça büyüktür. Son cema'at mahâiline biri kuzey, diğeri batıdan olmak üzere, iki büyük kapıdan girilir ve bu mahâllere merdivenle çıkılır. Ana mekân ile son cema'at mahâlli arasında, üç kapı vardır. Bunlardan ortadaki, devamlı şekilde açık olup, diğer ikisi ise, daha ziyâde bayramlarda kullanılır. Ana mekânın üzeri bir süs kubbesile örtülüdür. Süs kubbesinin ortasında, sekiz köşeli bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Süs kubbesi, iki pâye ve dört sütun üze rine istinad eder. Mihrab bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. Kubbe kalem işlerile süslenmiştir. Son cema'at mahâllinden, dört sütun üze rine oturtulmuş kadınlar mahfiline çıkılır. Câmi'in üzeri, meyilli ahşab çatı olup, kiremit örtülüdür. Câmi'in güney, batı ve kuzey kısımları caddeye açıktır. Doğu tarafında küçük bir avlusu vardır. Güney-batı kısmında ve câmi'e giriş merdivenleri altında bir sebili bulunmaktadır. Bu sebilin arka tarafına düşen ve câmi'in altında olan türbede ise, biri 6 İbrahim Câvid, Hicri 1314 yılına mahsûs Aydın Vilâyeti Sâl-nâmesi, s. 67. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 121 büyük, diğeri küçük olmak üzere iki sanduka mevcuttur. Üzerlerinde her hangi bir kitabe olmadığı içün, bu sandukaların kimlere âit bulun duğunu, şimdilik tesbit edemedik. Fakat câmi'in banisi veya sonra dan tâmir ettirmiş olanlarla alâkalı bulunduğunu söylemek her hâlde hatalı olmıyacaktır. Bak, resim nr. 43, 44, 45, 46, 47, 48. 32. Kahraman Mescidi: İzmir'in Turna mahâllesindedir. Üzeri düz ahşab çatılı, kiremid örtülü ve Moloz taştan yapılmış olan bu eser hak kında, fazla bilgiye sâhib değiliz. Ancak, 15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878) tarihli vakfiyede adı ge çen bu mescide, vazifesi icâbı Midilli'de oturan Ak-Deniz adaları vilâ yeti Alaybeyi İbrahim Bey bn. Osman Efendi, kendi emlâkinin gelirin den bir mikdar para vakf etmiş ve mefrûşâtınm tamamlanmasını şart koymuştu1. Bu sebeple en geç olarak X IX . yüz yılın ikinci yarısında inşâ edilmiş bir Türk eseridir diyebiliriz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 3. 33. Kameriye Câmi’i : İzmir'in Karataş semtinde, eski Hamidiye mahâllesi, bugünki Halil Rif'at Paşa caddesi üzerindedir. Hicri 1309 (1 8 9 1 /9 2 ) yılında, Affan Bey’in zevcesi Nûr-Kamer Hanım tarafından inşâ ettirildiği içün bu ismi almıştır. Eser, tek minâreli ve altında dük kânları bulunan fevkani bir câmi'dir1. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/1624 ve 8/1867 ile Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, s. 57. 34. Kapıcı-zâde Câmi’i : İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde otu ran Kapıcı-zâde Hacı Ahmed Efendi tarafından yaptırılmıştı1. Mevkı'i ve inşâ tarihi hakkında, şimdilik her hangi bir bilgiye sâhib değiliz. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. III, 8/860. 35. Kaplan Paşa Câmi’i: İzmir'in Taze-meyve Gümrüğü yakının 122 M. M ÜNİR AKTEPE da bulunuyordu. Hangi tarihde yapıldığını bilemiyoruz. Ancak, bânisi Kapdan-ı derya Kaplan Mustafa Paşa, hicri 21 Ramazan 1076 (27 Mart 1666) tarihinde, Merfizonlu Kara Mustafa Paşa yerine kapdan-ı derya olmuş, Akdeniz'de Venedikliler ile savaşmış, Girid seferinde büyük gay retler göstermiş, zilhicce 1082 (Nisan 1672) tarihinde bu görevden ayrılarak Haleb valiliği yapmış, 12 Rebi'ül-evvel 1090 (23 Nisan 1679)' da ikinci defa kapdan-ı derya olmuş ve bir donanma ile Akdenize se fere giderken, İzmir'de ölmüştü1. Bu itibarla, câmi'inin X V II. yüz yılın ikinci yarısına âit bulunduğunu söylemek, her hâlde yanlış olmaz. Di ğer tarafdan. Evliya Çelebi, İzmir'de, Kaplan Mustafa Paşa'nın bir çar şısı bulunduğundan2 bahsetmektedir ki, bu husûs dahi bize, Mustafa Paşa'nın İzmir'de başka eserleri dahi bulunan varlıklı bir insan oldu ğunu göstermektedir. Vakıflarına âit diğer bir kısım kayıdlar da, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunmaktadır3. Kaplan Paşa Câmi'inin, XIX. yüz yıl başlarında cema'ata açık ve faâl durumda bulunduğunu, Dergâh-ı âlî Kapıcı-başılarından Giridli zâde Hacı Süleyman Ağa bn. Ahmed Ağa'nın 16 Receb 1221 (29 Eylül 1806) tarihli vakfiyesinden öğreniyoruz4. Hacı Süleyman Ağa, bu câmi'e âit kandillerin yakılması içün bir miktar para vakfetmişti. Fakat bun dan sonraki durumu ma'lûmumuz değildir. Hâlen, temâmen ortadan kalkmış oluduğu kanısındayız. 1 Mehmed İzzet, Harita-i kapdanan-ı derya. İstanbul 1249, s. 69. 2 Seyahat-nâme, İstanbul 1935, c. IX, s. 98. 3 Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II. Grid Defteri, s. 14. 4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 46/47. " 36. Karaman Mescidi: İzmir'de, iki-çeşmelik'den Uzunyola giden caddenin sağ tarafındaki Turna yokuşu'nun nihâyetinde bulunmaktadır, inşâ tarihi ve bânisi hakkında her hangi bir kayıd bulamadık. Ancak, bu havâlide olması lâzım gelen. Karamanlı Mustafa Efendi Câmi'ine, Fatma Hanım adında bir hayır sahibinin bâzı vakıfları vardır1. Şâyet bun lar ayni eser ise, mezkûr mescid Karamanlı Mustafa Efendi tarafindan yaptırılmıştır diyebiliriz. Karaman Mescidi'nin, beş sütûnlu bir son cema'at mahâlli ile ha 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. I, 8/2073. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 123 rem kapısı yanında, açık demir parmaklıklı birde ezan okuma yeri var dır. Avlusunda bulunan mezarlar kaldırılmış; kitabesi de son tâmir es nasında sökülerek maateessüf gaybolmuştur. 37. Karantina Câmi’i : Bak, Hamidiye Câmi'i. 38. Karataş Câmi’i : İzmir şehrinin batı tarafında ve Karataş mevkı'inde, muhâcirlerin yerleştirilmiş bulunduğu bir mahâlde idi. Evvelâ halkın yardımı ile inşâsına başlanmış, fakat bilâhire III. Mustafa'nın evkafı gelirinden tamamlanmıştı. Bu câmi'in mütevelliliğine tâyin olunan postacı Mustafa Efendi'ye âit 3 Muharren 1317 tarihli ilâma nazaran, câmi'in bir yanında Karataş jandarma Karakolu, diğer yanında da yahudi maşatlığı vardı. Ayni zamanda Tramvay caddesi üzerinde bulunu yordu1. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. n , 8/200. 39. Kestelli-zâde Mescidi: İzmir'de, Başdurak'dan iki-çeşmelik'e giden Kestelli caddesi üzerinde, 89 nr. dadır. Kestelli-zâde Mescidi nâmile ma'rûf olmakla beraber, bu âileden kimin tarafından ve kaç tari hinde yaptırıldığını bilemiyoruz. Ancak, Muharrem 1306 (Eylül 1888) tarihli kitâbesine ve 18 Safer 1306 (24 Ekim 1888) tarihli vakfiyesine nazaran1. İzmir’in Kestelli-zâde mahâllesi sâkinlerinden. Nâkîbü'l-eşrâf Çandarlı-zâde Seyyid Hacı Mustafa Efendi bn. Abdülkadir bn. Abdürrahim Efendi tarafından yeniden yaptırılmış olduğu malûmumuzdur. Bahis konusu mescid, XIX . yüz yıl sonlarında, çok harab ve ba kımsız bir hâlde bulunduğu içün Seyyid Hacı Mustafa Efendi, bu eseri kendi parası ile fevkani olarak binâ ve inşâ ettirmiş, altına da dört dük kân yaptırmıştı. Ayrıca, Sandıkçılar çarşısında olan bir dükkânını dahi bu câmi'e vakf etmişti2. Câmi'in kitâbesinden okuya-bildiğimiz kısımlar : 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 51/52. 2 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, s. 8/613. M. M ÜNİR AKTEPE 124 a) b) c) Kadd benâ hezâ mescidü'ş-şerîf inşâ(?) Nakîbü'l-eşraf Çandarlı... Es-Seyyid el-Hac Mustafa bn. es-Seyyid el-Hac Abdülkadir Efendi el-Hüseyni gafirullah. V e’l-müslimîn-i ecmaîn. Fi. Muharremü'l-harem, Sene sitte ve selâse mi'e, ba'de'l-elf. (1306) Hâlen cema'ata açık durumdadır. 40. Kılcı Mescidi: Bak, Damlacık Câmi'i. 41. Kudsiye Molla Mescidi: İzmir'in Kefeli mahallesinde bulunu yordu. Mehmed Şemseddin bn. Yusuf Efendi'nin kızı Kudsîye Molla tarafından yaptırılmıştı. Aynı hanımın, 15 Cemâziyü'l-âhir 1198 (6 M a yıs 1784) tarihli vakfiyesinde1, bu câmi'in su yolları içün bâzı tahsisler yapıldığına nazaran, mezkûr tarihden önce inşâ edilmişti diyebiliriz Ancak, hakkında, bunlar dışında her hangi bir bilgiye sâhib değiliz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 147. 42. Kulluk Câmi’i : İzmir'in Câmi'-i atik mahâllesinde bulunu yordu. Ancak, Kasab-başı zâde Şerif Ahmed Efendi'nin annesi Mustafa kızı Fatma Hanım'ın 20 Safer 1307 (16 Ekim 1889) tarihli vakfiyesin den adını öğreniyoruz1. Fatma Hanım, bahis konusu vakfiyesinde, bu câmi'in tâmirine bir mikdar para ayırmış olduğuna nazaran mezkûr eser, 1889 senesinden önce inşâ edilmiş câmi'dir diyebiliriz. Şimdilik, hak kında başka bir bilgiye sâhib değiliz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 83. 43. Kurd Mehmed Paşa Câmi’i: Bak, iki-çeşmelik Câm i'i.- 44. Kiiçiik-yalı Câmi’i : Bak, Hamidiye Câmi'i. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 125 45. Mağribli Câmi’i: İzmir'de, Tireli Kethüda-zâde Seyyid Hacı Mustafa Ağa bn. Hacı İbrahim bn. Hacı Osman Ağa’nın evi karşısında bulunuyordu ve bahis konusu Hacı Mustafa Ağa, 26 Safer 1211 (31 Ağustos 1796) tarihli vakfiyesile bu cami'e, her sene içün iki okka bal-mumu vakf etmiş olduğuna nazaran, mezkûr târihde faal durumda idi1. Bu nedenle 1796 senesinden önce inşâ olunmuştu diyebiliriz. Mağribli câmi'ini kimin ve nezaman yaptırdığını kat'i şekilde bile miyoruz. Ancak, İzmir'de Haşan Hoca mahâllesinde oturan Mustafa Ağa bn. Mağribli Hacı Mehmed bn. Mehmed'in, bu câmi’e berber dük kânı, kahvehâne ve bir han vakf etmiş olması husûsuna dikkat edilir se, mezkûr câmi'in, Mustafa Ağa'nın babası Mağribli Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırıldığını söylemek mümkündür2. Diğer tarafdan, Odun-kapı Câmi'i haziresinde, 3 Ramazan 1287 (4 M art 1862) tarihin de ölen Mağribli Hacı Mustafa Efendi adında bir şahsın medfûn bu lunduğu da ma'lûmumuzdur3. Kanaatimizce bu zât, Mağribli Câmi'i bânisi olduğunu tahmin ettiğimiz Hacı Mehmed Efendi'niri oğlu olma lıdır. Bahis konusu câmi'in hâl-i hâzır durumunu ise tesbit edemedik. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 16/18. 2 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. IV, 8/865. 3 Bak, Odun Kapılı Câmi’i kısmına. 46. Ma’mûretii’I - Hamîdiye Câmi’i: İzmir'de Güzel (veya Kokaryalı) denilen mevki'dedir. Ancak sâhile yakın olmayup, iç tarafda, bağ ve bağçeler arasında yapılmıştı. Halk arasında daha ziyâde Güzel-yalı Câmi'i adile meşhurdur. Hangi târihde inşâ edildiğini kat'i şekilde bile miyoruz. İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerinde, isminin «Ma'mûretü'l-Hamîdiye» şeklinde kayıdlı olması husûsuna dikkat edilirse, bu câmi’in II. Abdülhamid devrinde yaptırılmış bulunduğunu söylemek doğru olur. Nitekim son cema'at mahâllinden ana mekâna giriş kapısı üzerinde mevcût bir âyetin altında dahi, sene 1 3 1 0 -sene 1311 (1 8 9 2 1893) kaydı vardır. Mezkûr câmi'de, bundan başka her hangi bir kitâbe veya tarihe tesadüf edemedik. Ancak, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan, vakıf kayıdlarını hâvi defterlerden birinde şu ifâde mevcuttur: «Aydın vilâyeti merkezi olan medîne-i İzmir hâricinde Ma'mûretü'lHamid mahâllesi civarında, Arab-deresi nâm mahâlde sâkin... Giridli 126 M. MÜNİR AKTEPE oğlu Halil Ağa bn. Hacı Mustafa bn. Ahm ed... âtîde tâyin edeceğim mezkûr Ma'mûretü'l-Hamid Câmi'i şerifi ile...». 6 Rebi'ül-evvel 1319 (= 2 5 .V I.1 9 0 1 )1. Buna nazaran, 1319 yılında bu câmi'in «Ma'mûretü'lHamid» adı ile anıldığı açıktır. Yalnız, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlük ğü'nde olan defterlerden birinde de «İzmir'de, Kokar-yalı'da ve bağçeler arasında kâin Reşadiye Câmi'i2 kaydını bulduk ki, bu da bize, bahis konusu câmi'e, ayni zamanda Reşâdiye Câmi'i dahi denildiğini öğret mektedir. Bak, resim nr. 49. Eserin, Sultan Reşad ile de bir münâsebeti varımdır? yokmudur? niçün Reşâdiye Câmi'i dahi denilmiştir bilemiyoruz, İzmir'in eski ve meşhur âilelerinden olup, II. Abdülhamid ve Mehmed Reşad devirlerini yaşamış bulunan, Dellâl-başı zâde Mehmed Ali Bey'in notlarına müs teniden, bu husûsda bilgi veren İzmir Tarihi yazarı Râif Nezih Bey ise, bu câmi'in «Kokaryalı'da, merhûm hâkimü'ş-şer' Gürcü Emin Efendi3 delâletile, yüksecek bir tepe üzerinde inşâ ve mevki'-i ferah-fezâsı ile kulûb-ı muvahhidîne neşât-bahş-ı sürür olan Kokaryalı'da dil-rûba bir tarz-ı cedîdde inşâ edilmiş» olduğunu yazıyor4. Karantina veya iki-çeşmelik câmi'i minâresine benzeyen, kesme taşdan yapılmış, tek şerefeli bir minâresi vardır. Câmi'in etrafında bir avlusu dahi mevcuttur. Son cema'at mahâlline merdiven ile çıkılmak tadır. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 66. 2 Bak, Fihrist Defterleri, c. V, nr. 208, 8/779. 3 İzmir Müzesindeki fişlere nazaran, bu Emin Efendi, İzmir Kadısı idi. Ayrıca bak, Râif Nezih, Aynı eser, 18. Forma, s. 11. 4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitap, 18. Forma, s. 12. 47. Mehmed Efendi Câmi’i : İzmir'de Tabak-hâneler civarında bu lunuyordu ve Emîr zâde Seyyid Mehmed Efendi tarafından yaptırıl mıştı1. Hâl-i hazır durumu hakkında da bilgi edinemedik. 1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/1990. 48. Mısırlı-zâde Mescidi: İzmir'in Câmi'-i atik mahâllesinde bu lunuyordu. Bugünkü durumunu bilemiyoruz. Ancak, Dergâh-ı âlî Kapıcı- OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 127 başılarından ve İzmir'in taze meyve gümrükçüsü olan Giridli zâde Hacı Süleyman Ağa bn. Ahmed Ağa'nın, 16 Receb 1221 (29 Eylül 1806) tarihli vakfiyesinden, bu eserin varlığını öğrendiğimize göre, 1806 sene sinde faal durumdaydı diyebiliriz. Zirâ, Hacı Süleyman Ağa, Mısırlı-zâde İbrahim Efendi tarafından yaptırılmış olan bu mescide, her sene içün üç okka bal-mumu vakf etmiş bulunuyordu1. Mezkûr mescid hakkında, bunlar dışında şimdilik başka bilgiye sâhib değiliz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 46/47 ve Ankara, Vakıflar Ge nel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. n , 8/1761. Mısırh-oğlu Ham için bak, Münir Aktepe, İzmir Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi), Sayı 26, İst. 1971. 49. Mum-yakmaz Câmi’i : Bak, Hacı Velî Câmi'i. 50. Naür-zâde Câmi’i : Hâlen Natır-zâde Câmi'i adı ile meşhur olan bu eser, İzmir'in İki-çeşmelik semtinde. Müftü sokağı yâni 838. sokak üzerinde bulunmaktadır ve bu sokağa açılan avlu kapısının, dışdan, üst tarafında ise şu kitâbe vard ır: I. a) b) Ey zümre-i ehl-i salâh ey cümle-i erbâb-ı dîn. Gösterdi vechin şâhid-i tevfîk-i Rabbü'I-âlemîn c) d) Sakf ü cidârı şakk olub etmişdi meyl-i inhidâm. Natur-zâde câmi'i mânend-i kalb-i âşıkîn. e) f) Tecdîde Hâcı Mustafâ Efendi kıldı ihtimâm. Yıkdı esasından olub eltâf-ı hakdan müste'în. g) h) Râh-ı rizâda eyledi bezl-i nüküd-ı bi-şümâr. Bu nev ibâdet-hâneyi yaptırdı bir tarz-ı behîn. II. . III. IV. V. i) j) Amâl-i mâfi'l-bâline mevlâ muvaffak eyleyüb. Dünya ve ukbâda hemân lûtfiyle etsün kâm-bîn. M. M ÜNİR AKTEPE 128 vı. k) I) Nûrî dedi târih-i tam inşâsı buldukda hitâm. Bu secde-gâh-ı müslimîn itmam olundu pek rasîn S en e: 1291 Bu kitâbeye nazaran, Natır-zâde Câmi'inin çatı ve saçakları ile duvarları çok harab bir vaziyete geldiğinden, Hacı Mustafa Efendi adın daki bir hayır sahibi onu esaslı şekilde tâmir ettirerek, hicri 1291 (1874) târihinde ibâdete açmıştı. Bu itibarla Naztr-zâde Câmi'inin sarih olarak 1291 yılından önce yapılmış olması lâzım gelirken, İzmir Tarihi yazarı Bay Hakkı Gültekin, bu eserin 1291 tarihinde, Natır-zâde tarafından, iki-çeşmelik. Müftü sokağında yaptırıldığını kayd etmektedir1. Diğer tarafdan. Aydın vilâyetine mahsûs 1298 tarihli Sâl-nâme'de, Natır-zâde'nin 1248 yılında vefat ettiğinin kayıdlı bulunması husûsuna da dikkat edilecek olursa, Natır-zâde'nin yaşadığı devir dahi açıkça or taya çıkmış olur2. Bundan maada, İzmir Vakıflar müdürlüğünde mevcûd vakfiye kayıd suretlerini ihtivâ eden defterlerden II. sinde ve Tireli Kethüda-zâde Seyyid Hacı Mustafa Ağa bfı. Hacı İbrahim bn. Hacı Os man Ağa'ya âit 26 Safer 1211 ( = 3 1 Ağustos 1796) tarihli bir vakfiye suretinde şu ifâde mevcuttur, « ...ve iki vakyesi dahi Natır-zâde Sey yid Ahmed Efendi'nin müderris olduğu Hacı Yusuf Câmi'ine verile ve ...» 3. Bundan maada, yine Seyyid Hacı Mustafa Ağa'ya mahsus, 1216 (1 8 0 1 /2 ) tarihli diğer bir vakfiye sûretinde de, Natır-zâde Seyyid Ahmed Efendi'nin ismi (Nâzır-zâde) şeklinde, vakfiyenin sonunda bu lunan Çömez-zâde Hâfız el-Hac Osman Efendi, Sultan-zâde Damadı Kazaz Hacı Ahmed Efendi ve Moravî-zâde Damadı es-Seyyid el-Hac Mehmed Efendi gibi daha bâzı şâhidler arasında geçmektedir4. Bu kayıdlar dahi bize, Natır-zâde'nin ismini ve görevini bildirdiği gibi, onun zamanını da daha açık bir şekilde ortayakoymaktadır. An cak bu d efa Natır veya Nâzır-zâde olduğu hususunda birşüphenin uyanmasına sebep olmuştur. Ayrıca, Seyyid Ahmed Efendi'nin her ne1 2 3 4 İzmir Tarihi, s. 56. Bak, s. 26 ve Sâl-nâme-i Vilâyet-i Aydın 1927, s. 25/28. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11. Vakfiye Defteri, s. 16. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 11. Vakfiye Defteri, s. 18, 83. OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 129 kadar nâmına atf edilen bir Natır-zâde Gâmi'i mevcût ise de, bu zâtın bir câmi' inşâ ettirdiğine dâir, her hangi bir vakıf kaydına veya vakfiye sûretine tesadüf edilememiştir. Bu bakımdan, hâlen Natır-zâde adı ve rilen câmi'in tam olarak, ne zaman ve kimin tarafından, ne şekilde ya pıldığını bilemiyoruz. Bununla beraber, X V III. yüz yılın ikinci yarısı ile X IX . yüz yılın başlarına âit bir eser olduğunu, 1291 (1874) tarihinde de esaslı bir tâmir gördüğünü söylemek mümkündür3. Câmi'in dışda küçük bir avlusu vardır ve bu avludan birkaç basa maklı merdiven ile câmie çıkılır. Câmi'in altında, bir koridor üzerine, üç oda bir tarafda ve üç oda bunların karşısında olmak sûretile altı oda bulunduğundan, fevkanidir. Bu câmi'in bir minâresi vardır ve külâhi kurşun örtülüdür. Ahşab meyilli çatısı ise kiremid döşelidir. Mihrabı bir niş hâlindedir. Minberi ahşabtır. Avlusuna ilâve binâlar yapılmış ve civardan tecâvüzler vâki' olmuştur. Bakımsız ve oldukça harab bir hâl de görülmüştür. Bak, resim nr. 5 0 /5 1 , 52. 5 Natır-zâde Seyyid Ahmed Efendi’nin müderrislik yaptığı Hacı Yusuf Câmi’i hak kında bak, Münir Aktepe, Osmanlı Devri İzmir Câmi’leri hakkında ön bilgi Tarih Enstitüsü Dergisi), c. IH, İstanbul 1973, s. 194/95. Hacı Yusuf Câmi’inin, tamirden sonra, Natır-zâde’nin burada müderrislik yapmış olması hasebile, Natır-zâde Câmi’i adı ile şöhret bulması da bir ihtimâl dâhilindedir. 51. Odnn-kapı Câmi’i : Odun-kapı Câmi'i, İzmir'in iki-çeşrrielik semtinde ve Uzun-yol'dan Damlacık'a giden caddenin, 420. sokağın sağ tarafında bulunmaktadır. Aynı zamanda. Memleket hastahânesi'nin dahi güney doğu kısmına isâbet eden yüksek bir mevki'dedir. Aşağıda gö receğimiz vakıf kayıdlarına nazaran, esas adının Odun-kapılı-zâde Câmi’i olması daha doğrudur. Bu câmi' son defa 1 9 6 7 -1 9 6 8 yıllarında, bir dernek tarafından esaslı şekilde tâmir ettirilmiştir. Mezkûr câmi'in arkasında bulunan hazirede ise iki mezar mevcûttur. Bunlardan biri, bahis konusu câmi’in bânisi, Baş-ağa el-Hac Mehmed Ağa'nın karısı Hatice Hanım'a aittir. Diğerinin kitâbesi olmadığı içün, kime âit bulunduğu belli değildir. Buna mukabil, câmi'in bu hazireye bakan duvarının dış kısmına « ¿1 JS ¿ î-jl ¿1 ı ¿1 ^ « \ tv a j L i * j r j ıJi-A * • •• A »m V • • • | ifâdeleri görülen bir kitâbe rabt olunmuştur. 4 Mart 1862 tarihli olan bu kitâbenin, buraya ne münâsebetle konulduğunu henüz anlayamadık. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma S M. M ÜNİR AKTEPE 130 Odun-kapı Câmi’i hakkında, İzmir, Vakıflar Müdürlüğümde bulu nan bir nr.Iu Vakfiye Defteri'nin 164. sahifesinde ise şu kaydı görmek teyiz : «Odun-kapılı M escidi: Aydın vilâyeti merkezi olan medîne-i İzmir'de, Câmi'-i atik ma hallesinde vâki' evkâf-ı mülhakadan, Odun-kapılı-zâde demekle ma'ruf el-Hac Mehmed Ağa bn. Ahmed nâm sâhibü'l-hayrın binâ ve inşâsına muvaffak olduğu meşhur Odun-kapılı mescid-i şerifi evkafının, bin yüz altmış altı, senesi Cemâziyül-evveli'nin yirmi üçüncü günü [28 Mart 1753] tarihi ile müverrah ve ol tarihde medîne-î mezbûre kadısı ... Yu suf Efendi'nin imzâ ve hatemini hâvi bir kıt'a vakfiye ... ve bin yüz yet miş sekiz senesi Zilhicce-i şerîfesinin yirmi birinci günü [11 Haziran 1765] tarihli ve ol tarihde medîne-i mezbûre kadısı es-Seyyid Mehmed Derviş Efendi'nin imzâ ve hatemini hâvi vakfiye-i mezbûrenin hâmişinde vâkıf-ı mümâileyh el-Hac. Mehmed Ağa vakf-ı mevcudunun tevliyeti ba'de'l-inkırâzü’l-evlâd, mahâlle-i mezbûrede vâki' nezâret-i evkâf-ı hü mâyuna mülhak evkâfdan. Hacı Mahmud Câmi'-i şerifi denilmekle m üştehir Hoca Mahmud Câmi'-i şerifi evkafına her kim mütevelli olur ise, vakf-ı mezkûra da mütevelli olmak şart ve tâyin etmiş olduğuna binâen...». . , ._ 30 Mayıs 1885 (15 Şaban 1302) tarihli olan bu vakıf kaydına na zaran, Odun-kapılı-zâde Hacı Ahmed oğlu Hacı Mehmed Ağa, Câmi'i içün 28 Mart 1753 tarihinde bir vakfiye hazırlatmış bulunuyordu. 11 Haziran 1765 tarihinde de, bu vakfın kimler tarafından, ne şekilde idare edileceğine dâir, eski vakfiyesine yeni bir ilâve yapmıştı. Hacı Mehmed Ağa'nın, ayni defterin, 105. sahifesinde olan 28 Mart 1753 (23 Cemâziyü'l-evvel 1166) tarihli diğer bir vakfiyesi sûretinde ise şunlar yazılıdır: « ...A rsa la r üzerine bundan akdem kendi malım ile müceddeden binâ ve ihyâ ve medrese-i mezkûreye zamm ve ilhak ve tedrisini dahi kendi nefsime şart ve tâyin eylediğim dört bab kârgir hücerâtımı ânen tevâbi ve kâffe-i lâhikasile ... ifraz ve vakf-ı sahîh-i şer'î ve habs-i sarîhü'l-mer'î ile vakf ve habsedüp ... evlâdlarının zükûr ve inâsından ekber ve erşedi batnen ba'de batnin mütevelli ve mutasarrıf olalar ve ba'de'l-inkıraz câmi'-i mezkûrun mütevellisi bulunan kimesne, vakf-ı OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 131 mezkûra mütevelli ola ve dahi şöyle şart eyledim ki, akarât-ı mezkûreye mütevelli ve ecr-i misillerile ... icar olunup, hâsıl olan îcarattan akarât-ı - mezkûrenin ve Damlacık nâm mahâlde ve hâric-i şehirde Çukur-çeşme nâm mahâlde binâ ve icrâ eylediğim çeşmelerin iktizâ eyledikçe ta'mîr ve termîm ve masârif-i sâire-i lâzimeleri alâ vechi'l-itmam ve'I-ihtimam tekmîlen gönderildikten sonra bâkî îcârâtdan sâlifü'I-beyan hüceratdan her birinde sâkin talihlere beher şehr otuzar para vazife verile...». Burada açık olarak görülüyor ki, Odun-kapılı zâde Hacı Ahmed Ağa'nın oğlu Hacı Mehmed Ağa, İzmir'de, bir câmi' bir medrese ve buna ilâve olarak dört medrese odası ile Damlacık'da ve Çukur-çeşme denilen mahâlde iki de çeşme yaptırmıştır. Ancak bu câmi'in tamam lanmasının biraz geç kaldığı anlaşılıyor. Çünki yine, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde bulunan, birinci vakfiye defterinin 106. sahifesinde gör düğümüz 6 Eylül 1757 (21 Zilhicce 1170) tarihli bir başka vakıf kay dında da şöyle denilmektedir. «işbu vakfiye-i ma'mûl bahânın derûnunda ismi mestur olan vâkıf-ı mezbûr Odun-kapılı zâde Hacı Mehmed Ağa bn. el-Hac Ahmed meclis-i şer'-i şerîf-i lâzimü't-tebcîlde ... işbu vakfiyede mestur ve mukayyed mescid-i şerifin binâsı hayâtımda bana müyesser olmaz ise ve fatımdan sonra mümâileyh Abdurrahman Ağa ... sülüs malımdan mes cid-i mezkûru müceddeden binâ ve ihyâ eylesin deyü hatm-i kelâm ettikde gabbe't-tasdîkü'ş-şer'î derûn-ı vakfiye-i sâbıkda ale't-tafsîl kayd ve beyan olunan muhâkeme bunda dahi icrâ olunup...». Nihayet, yine bu câmi' ile alâkalı 22 Eylül 1847 (11 Şevval 1263) tarihli bir vakfiyede de «Hacı Mehmed bn. Ahmed bn. Hacı Mehmed» Ağa'nın, Câmi'-i atik mahâllesi sâkinlerinden ve Baş-ağa olduğu yazılı bulunmaktadır1. Netice olarak diyebiliriz ki, hâlen faâl durumda bulu nan bu câmi', evvelâ X V III. yüz yılın ortalarında, Odun-kapılı zâde, Başağalardan Hacı Mehmed Ağa tarafından inşâ ettirilmiş bulunuyordu ve yanında dört hücreyi ihtivâ eden birde medresesi vardı. Câmi'in haziresinde medfûn Hatice Hanım, bunun zevcesi olduğuna nazaran Hatice Hanım'ın yanındaki mezar yeri de, muhakkak Mehmed Ağa'ya âit ol malıdır. Odun-kapı Câmi'i, gayet dik olan Damlacık yokuşu'nun başında1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 140. Bu hususda ayrıca bak, An kara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Esas Defterleri, nr. 208, c. I, 8/927. M. MÜNİR AKTEPE 132 dır ve 420. sokakdan, mermer, yuvarlak kemerli bir kapı ile câmi'in son cema'at mahalline girilir. Burada, minâre kaidesinin kısmen altına yer leştirilmiş bir çeşme vardır. Mezkûr çeşme evvelce, ayni sokak üzerin de, bir başka evin altında bulunuyorken, sonradan, buradan sökülerek, câmi'in son cema'at mahalline, giriş kapısı yanına getirilip kurulmuş tur. Bu itibarla, bahis konusu çeşmenin inşâ kitâbesi, câmi'in tarihine nazaran daha eski bulunmaktadır. Bu çeşmenin 1151 (1 7 3 8 /3 9 ) tarihli olan kitâbesinde şunlar yazılı bulunuyor. a) b) c) d) e) f) g) Ve sakâhüm rabbühûm şarâben tahûrâ. Mühürdar Ahmed Ağa kim bu fânîden giderken âh. Vasiyyet eyledi lillâh ola bir yerde ma' icrâ. Gedik el-Hâc Mustafâ edüb tâ bezl-i makdûrun. Yapûb bu çeşme-i bi'llâh ki şud sad mürdeler ihyâ. Görenler leb küşâd edüb Halîmî dediler tarih. Muhal yerine yapılmış hele bu çeşme-i zîbâ. 4. .*■>■y ^iJLlı 41.j S e n e : 1151 Cümle kapısının karşısında, kadınlar mahfiline çıkış merdiveni bu lunmaktadır. Ana mekânın üzeri ahşap çatı ve kiremid örtülüdür.* Yan duvarlara ikişer pencere açılmıştır. Mihrab, hafif bir niş hâlindedir. Minâresi, dik dörtgen ve yüksek bir kaide üzerine oturur. Bu kaide be tondan olup, kesme taş tarzında süslenmiştir. Minâresi yivlidir ve külâhı kurşun kaplamadır2. Bak, resim nr. 53, 54. 2 Işık Ungan, İzmir Câmi’leri (San’at Tarihi Tezi), İstanbul 1968, s. 40/41. 52. Piyâle-oğlu Câmi’i : İzmir'de, Dibek-başı denilen semtde1, ve 803. sokak, nr. 84'dedir. İzmir Müzesinde bulunan İzmir câmi'lerine âit eski eser fişlerinde, bu câmi'in inşâ tarihi, dış avlu kapısı üzerindeki tâmir kitâbesine bakılarak, hicri 1300 (1 8 8 2 /8 3 ) yılı şeklinde gösteril miştir. Işık Ungan dahi, mezkûr kitâbeyi esas aldığı içün, Piyâle-oğlu Câmi'i, hicri 1300 (milâdi 1883) senesinde yapılmıştır diye, İzmir Câ1 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, c. I, nr. 208, 8/1640. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 133 mi'leri adlı tezine kayd etmiştir2. Bahis konusu kitabe ise aynen şöyle d ir: a) ibâdullahdan ashâb-ı hayr u menba'-ı cevdet. Hadîs-i nutk-ı pâk-i menberiâ'ya oldular münkâd. b) Harâb olmuş-iken bu câmi'in her çâr u erkânı. Esâsından imâretle ânı3 a'lâ ettiler bünyâd. c) Hudâ makbûl-i dergâhı kılub ashâb-ı hayrâtı Yarın rûz-ı cezâ firdevs-i Adnînde kıla dil-şâd. d) Na'îmi binde bir düşse nola bu mısra-ı târih. Bu ma'bed-i câh-ı vâlâyı kıldı mü'minin âbâd? S e n e : 1300 Burada açık olarak görülüyor ki, câmi'in bânisi hakkında her han gi bir mâlûmat mevcut değildir ve harab olan câmi'i, bir çok hayır sâhibi müslüman H. 1300 yılında, esaslı şekilde onarmışlardır. Piyâle-oğlu Câmi'inin esas inşâ edildiği tarih ise, bundan çok daha eskidir. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde gördüğümüz «Piyâle-zâde Hacı Mehmed Ağa'nın İzmir'de, Hoca Haşan mahâllesinde ve Mahâlle-i cedîd'de binâ etmiş olduğu mescid-i şerife ve mektebi vakfı...»4 ifâdesine dikkat edilecek olursa, mezkûr câmi'i, Piyâle-zâde Hacı Mehmed Ağa'nın yaptırdığını, esas bânisinin Mehmed Ağa olduğunu söylemek, her hâlde hatalı olmaz. Diğer tarafdan, İzmir Vakıflar Müdürlüğü arşivinde bulduğumuz, Piyâle-zâde el-Hac Mehmed Ağa’ya mahsûs 15 Şevval 1142 (3 Mayıs 1730) tarihli bir vakfiye dahi bu câmi'in bânisinin kimli ğini ve devrini tesbit eder mâhiyettedir. Bahis konusu vakfiyede şunlar yazılıdır: «Medîne-i İzmir'de, Câmi'-i atik mahâllesinde vâki' el-Hac Piyâle zâde el-Hac Mehmed Ağa yanıma varup ... ikrâr-ı tam ve takrir-i kelâm edüp, tarih-i kitaptan yirmi yedi sene mukadden ... Haşan Hoca ma hâllesinde kendi binâ eylediğim mescid-i şerifin imam ve müezzinine ve yağ ve kandil ve hasır tamirine ve tahtında olan mektebin muallimine 2 Bak, s. 52. 3 Vezin icâbı «imaretl’anı» şeklinde yazmak daha doğru ise de, anlaşılması bakımın dan bu şekil tercih olunmuştur. 4 Fihrist Defteri, c. V, nr. 8/743. M. M ÜNİR AKTEPE 134 ve babam mezbûr el-Hac Piyâle-zâde mahâlle-i cedidinde binâ eyledi ğim mescid-i şerifin imam ve müezzinine...»5, şart eyledim. Bu kayıdlar bize gösteriyor ki, Piyâle-zâde el-Hac Mehmed Ağa, İzmir'de, biri Haşan Hoca mahâllesinde, diğeri de Mahâlle-i cedid deni len Dibek-başı semtinde iki mescid yaptırmıştır ve burada, bizim bahis konusu ettiğimiz de Dibek-başı'ndaki, Mahâlle-i cedid'deki Piyâle-oğlu Mehmed Ağa Câmi'idir. Diğer taraftan, bu câmi'in bakımına mahsus ilk vakıf şartları dahi, bu vakfiyeden 27 sene önce düzenlenmiştir. Bu itibarla, her iki mescidin hicri 1115 (1703) yıllarında, yâni X V III. yüz yılın başlarında yapılmış olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Serden-geçdi ağalarından Genç Osman Ağa'nın 5 Şa'ban 1138 (8 Nisan 1726) tarihli vakfiyesinde, bir mahâl ta'rifi dolayısile «Hacı Piyâle-zâde Hacı Meh med Mescidi» adının geçtiğini görmekteyiz ki, bu husus da bize, mescidlerin 3 Mayıs 1730 tarihinden evvel yapılmış olduklarını gösteren bir delildir. Câmi'in önünde dar ve uzun bir avlu vardır. Kısa bir merdiven ile son cema'at mahâlline çıkılır. Bu mahâllin önü câmekân ile üzeri de kurşun örtü ile kapalıdır. Ana mekânın üzeri ise, kurşun örtülü tek bir kubbedir. Gövdesi harab, köşeli bir kaideye oturan tek minâresi, ma halle evleri arasında kalmıştır. Ahşabdan sâde bir minberi vardır. Süs leme yoktur. Bak, resim nr. 55, 56, 57. 5 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 204/5. 53. Reşâdiye Câmi’i : Bak, Ma'mûretü'l - Hamîdiye. 54. Salâhettin-oğlu Câmi’i : İzmir'de, Fâik-Paşa mahâllesinin gü neyinde ve Tamaşalık ( = Temâşâlık) mevki'indedir. Yeni verilen so kak numaralarına nazaran, 1030 cı sokakta bulunuyor. Câmi'in önünde bulunan taraşa merdiveni altında, Salâhettin Dede'ye âit olduğu halk tarafından rivâyet edilen bir sanduka mevcûttur ve bu mahâllin kapısı üzerinde «Maşaallah 1333» ibâresi yazılı bir kitâbe vardır. Bu itibarla, burada medfûn şahıs hakkında şimdilik kat’i bir şey söylemek güçtür. İzmir Müzesi'nde bulunan eski eser fişlerinde, bu câmi'in 1311 (1893-94) yılında Bezzaz Ali Efendi tarafından yaptırıldığı yazılı ise de, biz bu husûsa dâir her hangi bir vesikaya tesadüf edemedik. Ancak İz mir'e âit Tapu-tahrir Defterleri'nde gördüğümüz bâzı kayıdlar, dikkata OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 135 şayandır. Meselâ Hicrî evâil-i Cümâde'l-ûlâ 935 (Ocak 1529) tarihli bir defterde, Fâik Paşa mahâllesi civârında, 38 haneli mahâlle-i mescid-i Selâtin-zâde (yâni sultanın çoğulu olan Selâtin-zâde) mescidi mahâllesinin bulunduğu yazılıdır1. Bundan maada, Rebi'ül-âhir 937 (Kasım 1530) tarihli diğer bir defterde dahi, yine İzmir'in içinde ve Fâik Paşa mahâllesi esâmisinden sonra «Mahâlle-i mescid-i Selâtin-zâde, Hâne: 38, mücerred: 18, Hâne gayr-ı avârız: 5, Tuzcu: 8» kaydı mevcuttur2. Nihayet, Receb 983 (Ekim 1575) tarihli Suğla livası mufassalında da, bu mahâllenin ismine tesadüf edilmektedir3. Bu kayıdlarm dışında. Ser den geçdi ağalarından Genç Osman Ağa'nın 5 Şaban 1138 (8 Nisan 1726) tarihli vakfiyesinde ve Mehmed Şemseddin Efendi kızı Kudsîye Mölla'nın 1198 (1784) tarihli vakfiyesinde dahi «Selâtin-oğlu Mescidi» nin adı geçmektedir4. Bütün bu kayıdlar bize gösteriyor ki, X V I, X V II, ve X V III. yüz yıl larda, İzmir'de, Fâik Paşa mahâllesi yakınında, bir Selâtin-zâde (= S e lâ tin-oğlu) mescidi mahâllesi vardır5 ve kanaatımızca, sultanların çocuk ları manasına gelen bu Selâtin-zâde Mescidi mahâllesi sonradan Salâhüd-dîn oğlu mescidi mahâllesi şeklini almıştır. Hâlen mevcûd olan mescide de Salâhü'd-dîn oğlu mescidi adı verilmiştir. Bu itibarla, bahis konusu câmi, X IX . yüz yılın ikinci yarısına veya X X . yüz yılın ilk yarı sına âit olmayup, kuruluşu bakımından, X V I. yüz yıl başlarına ve belki de daha önceki devirlere âit bir Türk eseridir diyebiliriz. Ancak bir çok defalar tamir görmüş olması dolayısile, bugünkü hâlini almıştır. Hâlen tavanı ve minberi ahşabtır. Divarları taş ve moloz harç karışımıdır. M inâresi 1 Ocak 1954'de, İzmir'in kuruyemiş tüccarlarından Manisalı Ömer Lûtfi oğlu Bay Sabri Gül tarafından, tuğla olarak yaptırılmıştır. Mimarı Abdüsselim Yapar'dır ve hâlen cema'ata açık durumdadır. 1 Başbakanlık Arşivi, Tapu-tahrır Defteri, nr. 148, s. 8. 2 Başbakanlık Arşivi, Tapu Defteri, nr. 166, s. 392. 3 Başbakanlık Arşivi, Tapu Defteri, nr. 537, s. 8. 4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 74 ve 11. Vakfiye Defteri, s. 147, 204, 255. 5 Ayrıca bak, İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 110 da, 5 Rebi’ülevvel 1313 (26 Ağustos 1895) tarihli vakfiyeye. 55. Sa’Iebçi-oğlu Çâmi’i : İzmir’in X X . yüz yıl başlarında inşâ olu nan büyük câmi'lerinden biridir. Kemeraltı caddesi ve Birinci Beyler- 136 M. M ÜNİR AKTEPE sokağı ile Kestelli caddesi arasında kalan semtdedir. Eski Büyük ve Kü çük Sa'lebci-oğlu hanlarından, Büyük Sa'lebci-oğlu Ham’nın arkasına te sadüf eden sahada inşâ edilmiştir. Banisi Sa'lebci zade Hacı Ahmed Efendi'ye âit 16 Rebi'ül-evvel 1311 (27 Eylül 1893) tarihli vakfiyede bu husûsla alâkalı olarak şunlar kayıdlıdır. «İzmir eşrâf ve mu'teberân-ı mütehayyızanından saadetlû Sa'lebci zâde Hacı Ahmed Efendi bn. Hacı Mehmed Ağa bn. Haşan meclis-i şer'-i şerîf-i enverde zikr-i âtî vakfına li-ecli't-tescîl mütevelli tâyin bu yurduğu ketebeden Mehmed Ali Efendi bn. Halil mahzerinde be-tav'an ikrar-ı sahîh-i şer'î ... edüp ... etyab-ı emvâl ve enfes-i emlâkimden olup, Kemer-altı caddesinde. Hacı Mahmud sokağının köşesinde bir tarafı ... vakf ve habs edüp ... gerek gaile ve gerek rıbhından terâküm eden mebâliğ ile Hân-ı kebîr-i mezkûr1 derûnuna ber-vech-i muharrer bir câmi ve bir mekteb ve yedi bâb oda ve bir ders-hâneyi ve helâ ve lâvazım-ı sâireyi müştemil bir medrese inşâ ettirilüp, hitam bulduktan sonra gallât-ı mezkûreden hâkim ve müftü efendiler ile mütevelli ma'rifetlerile câmi'-i mezkûrun imam-ı evveline on beş ve ... cem'an şehriye yüz beş aded sîm mecidiye verile ... ve yine gallât-ı mezkûreden, Kemer-altı'nda vâki' câmi'-i şerifin imamına ... ve Hacı Mahmud câmi'-i şerifinin imamına ... ve Arnavud mescid-i şerifinin imamına ... ve OdunKapılı mescid-i şerifinin imamına ... ve ... ve Kemer-altı câmi'-i şerifin de vâki’ kütüb-hâne'nin hâfız-ı kütübüne verile...»2. 16 Rebi'ül-evvel 1311 ( = 2 7 Eylül 1893). Bu ifâdeden anlaşıldığına nazaran. Hacı Ahmed Efendi, sâdece* bir câmi değil, bir külliyenin inşâ edilmesini arzu etmiştir ve bu sebeple de, mezkûr Sâ'lebci oğlu câmi'i fevkani olarak. Büyük Sa'lebci oğlu Hanı'nın avlusu nihâyetinde yapılmış, altına mekteb, medrese, ders-hâne ve şâir odalar binâ olunmuştur. Râgıb Paşa zâde Mehmed Ali Bey'in, İz mir tarihi hakkındaki notlarından istifâde eden Râif Nezih Bey ise, Sa' lebci Câmi'i hakkında şunları yazmaktadır. « ... Ba - husûs yirmi beş, otuz sene evvel, Sa'lebci-zâde merhum Hacı Ahmed Efendi'nin vücûh-ı birre sarfile vakf etmiş olduğu akârât vâridâtından, şehrin hâkimü'ş-şer'î Anadolu Kazaskeri Hoca Gürcü Emin Efendi merhûm, Büyük Han'ı derûnunda inşâ ve ikmâl edilen fev1 Büyük. Sa’lebci oğlu Hanı kasdedümektedir. 1970/71 yıllarında bu han yıkılarak, yerine Vakıflar Genel Müdürlüğü, yeni bir iş hanı inşaatına başlamıştı. 2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 68/70. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 137 kânî ve kısm-ı küllisi mermerden masnû câmi'-i şerif ile tahtındaki medrese ve mekteb v e ...3. Ayni müellif, eserinin bir başka yerinde de şöyle diyor. «15 Teşrin-i evvel 1311 de Sa'lebci zâde Hacı Mehmed Efendi merhûmun vücûh-ı birre tahsis eylediği sülüs malından. Büyük Han'da inşâsını vasiyyet ettiği câmi'-i şerif ile mekteb ve medresenin inşâatında Allâme Hoca nâmı ile şöhret şiâr Hacı Ahmed Efendi müdîr-i umûr tâyin edil m iştir... Fakat uzun bir zaman geçmeksizin minaresinin yıkılıverdiği Sa'lebci Câmi'inin inşâatında iyi bir mürâkabe yapamamış olduğu an laşılıyor...»4. Bu eserden istifâde ettiğini tahmin ettiğimiz Bay Hakkı Gültekin dahi, Sa'lebci-oğlu Câmi'inin, Hacı Mehmed Efendi tarafından ve hicri 1322 yılında yaptırıldığını eserine kayd etmiştir5. Lâkin, yukarıda kısmen örneğini verdiğimiz vakfiyede ve Râgıb Paşa zâde Mehmed Ali Bey'in notlarında görüldüğü veçhile, bu külliye, Sa'lebci zâde Hacı Mehmed Eferidi'nin oğlu Hacı Ahmed Efendi tarafından 16Rebi'ül-evvel 1311 ta rihinden sonra, Gürcü Emin Efendi nezâretinde inşâ ettirilmiştir, ilk minâresi bilâhire yıkıldığı içün, 1927 yılında, İzmir valisi Kâzım Dirik za manında, bugünki minâresi yaptırılmıştır. Esas mekân yeşil porfir ve beyaz mermerden inşâ edilmiştir. Üzeri, kurşun kaplı bir kubbe ile ör tülüdür. Son cema'at mahâllinin dahi üzeri üç kubbe tarafından örtül müştür. Câmi'in önünde, ayrıca iki mermer çeşme mevcuttur. İzmir câmi'leri üzerinde çalışan Işık Ungan, bu câmi'den hiç bahsetmez. 3 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 18. Forma, s. 11. 4 İzmir Tarihi, İzmir 1927, I. Kitab, 17. Forma, s. 11. 5 İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 55. 56. Selimiye Câmi’i : İzmir Müzesinde bulunan eski eser fişlerine nazaran, inşâ tarihi ve bânisi hakkında her hangi bir kayıd yoktur. İz mir'in, Değirmen Dağı semtinde, 402. sokakta olan bu câmi'e dâir, biz de bir bilgi bulamadık. Hâlen mevcut, üzeri düz ahşap çatılı, kiremit örtülü ve tek minâreli bir eserdir. 57. Servili Mescid: İzmir’in Basmahâne civarında bulunan Karakapı caddesi üzerinde, 98 nr. dadır. Bu mescidin nezaman inşâ edilmiş 138 M. M ÜNİR AKTEPE olduğuna dâir her hangi bir kayda tesadüf edemedik. Ancak mezkûr mescidin avlusunda, üzerinde «Allah bakî. Servili Mescid câmi'i banisi Hacı Osman Efendi'nin ruhuna fatiha» yazılı tarihsiz bir mezar kitabesi vardır. Bu kitabeye nazaran, bahis konusu Servili Mescidi, Hacı Osman Efendi adında bir şahsın yaptırdığını söylemek mümkün ise de, bir diğer kayıd, yeni olan bu mezar taşının hatalı bulunduğunu bize göstermek tedir. Çünki Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde mevcûd «İz mir'de M îr Ali mahâllesinde Servili mescid-i şerifi vakfı ile mescid-i şerif-i mezkûra minber vaz’ etmiş olan Osman Efendi vakfı»1 kaydı, bahis konusu Osman Efendi'nin bu câmi'e bir minber vaz'ettirmiş olduğunu açıkça ifâde ediyor. Bu avluda ayrıca bir de Sabuncu-zâdeler'e âit 1180 (1766-67) ta rihli mezar taşının olması dikkati câlibtir. Diğer taraftan. Bîrûn-âbad'lı (Bornavalı) Abdullah kızı Şerife Hanıma âit 15 Şaban 1311 (21 Şubat 1894) tarihli vakfiyede «İzmir'de Servili Mescid Mahâllesi»2 adının geç mesi, bu mescidin oldukça eski bir inşâ tarihine sâhib bulunması lâzım geldiğini bize göstermektedir. Servili Mescid'e, Mîr-âlem'Ii tarlasında, Çoban-çeşmesi'nde, Arabkuyusu'nda, Kanlı-Dere'de Ayvalık karşısında, Taş-tarla'da ve İzmir'in daha bâzı semtlerinde, cem'an 238 ağaç zeytin dahi vakf edilmiş bulu nuyordu3. Lâkin bu vakıf kayıdlarının da tarihi yoktur. Hülâsa, henüz hakkında fazla bir bilgiye sâhib olamadığımız Servili Mescid, üzeri düz çatı ve kiremid örtülüdür. Son cema'at mahâlli açık olup ahşab sütun lara istinat etmektedir. Kürsi, minber ve sermahfil kısmı dahi ahşabtır. Mihrabı alçı olup, sütun başlıkları süslemelidir ve hâlen cema'ata açık tır. Bak, resim nr. 60. 1 2 3 Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/2009. Siyah-ı Sânî Muhasebe75. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 223. İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, I. Vakfiye Defteri, s. 58. 58. Soğuk-kuyu Câmi’i : İzmir'in, Karşıyaka kazasında ve Soğukkuyu semtindedir. Bu itibarla, Soğuk-kuyu Câmi'i nâmile meşhur ol muştur. Hâlen 1871. sokak 121 nr. dadır. Son cema'at mahâllinin giriş kapısı üzerindeki yeni yazılı kitâbede «Çömez-zâde Hacı Mehmed 1291» yazılı olduğu içün, bânisinin Çömez-zâde Hacı Mehmed Efendi olduğu söyleniyor1. 1 Işık Ungan, İzmir CâmVleri, San’at Tarihi Tezi, s. 49. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 139 İzmir Müzesinde bulunan, İzmir câmi'lerine âit fişlerde ise, Sofuzâde Mehmed Efendi tarafından yaptırıldığı kayd edilmektedir. İzmir Tarihi yazarı Bay Hakkı Gültekin, her iki şahsın da ayni Mehmed Efendi olduğunu yazmaktadır2. Ancak biz, İzmir Vakıflar Müdürlüğünde bul duğumuz kayıdlar arasında, yâni Tireli Kethüda-zâde Seyyid Hacı Mus tafa Ağa bn. Hacı İbrahim Ağa'nın 1216 (1 8 01/80 2) tarihli vakfiyesi sonunda bulunan şâhidler arasında Çömez-zâde Hâfız el-Hac Osman Efendi ismine tesadüf ettik3. Bu itibarla diyebiliriz ki, 1801 yıllarında, İzmir'de Çömez-zâde lâkabı ile meşhur ve muteber bir âile yaşayordu ve bu âileden olması kuvvetle muhtemel bulunan Hacı Mehmed Efendi de 1291 (1874) yılında, İzmir'in Karşıyaka'sında bir câmi yaptırmıştı. Bahis konusu câmi'in, önünde küçük bir avlusu vardır. Son cema'at mahâlli bilâhire kapatılmıştır. Esas bina taş ve hare ile inşâ olunmuştur. Çatısı ahşab meyilli ve kiremid döşelidir. Beş köşeli bir kaide üzerine oturan, kesme taşdan yapılmış ve külah kısmı dahi taş olan bir minâresi mevcuttur. Mihrabı bir niş hâlinde olup, minberi ahşabtır4.. Bak, resim nr. 58, 59. 2 Adı geçen eser, s. 55. 3 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 18. 4 Işık Ungan, Aynı eser, s. 49. 59. Şadırvan Câmi’i : İzmir'de, Eski-mahkeme-önü, Arasta ve Şe kerciler çarşısından gelip, Odun-Pazarı'na ve Yağcılar içine doğru giden yolların birleştiği noktada bulunmaktadır ve hâlen bu semte, câmi'in yanında olan meşhur şadırvana izâfetle, Şadırvan-altı denilmektedir, Câmi' dahi, bilâhire önündeki şadırvandan isim alarak «Şadırvan Câmi'i» adı ile şöhret yapmıştır. Şadırvan Câmi'i'nin bânisi henüz kat'î olarak malûmumuz değildir. Ancak bu eserden bahseden, bizim görebildiğimiz en eski kayıd, Kâtib Çelebi'nin Cihân-nümâ'sında mevcûttur. Kâtib Çelebi bu kitabında İz mir câmileri hakkında bilgi verirken şöyle d iy o r: « ... Ulu Câmi' Niflî-zâde câmi'idir. Derya tarafında, limana karib fevkani, kârgir, kurşun örtülü kubbedir. Biri dahi Hacı Hüseyin Câmi'i, kezâlik yalı kenarında dahi, şâiri şehirde hurda câmi'lerdir...»1. Kâtib 1 Burada ilk bahsedilen Niflî-zâde Câmi’i, Şadırvan; Hacı Hüseyin Câmi’i de BaşDurak Câmi’i’dir. Bk. İstanbul 1145, s. 669. 140 M. MÜNİR AKTEPE Çelebi, Cihân-nümâ'sını X V II. yüzyılın ortalarında kaleme aldığına naza ran2, bu câmi' dahi en geç olarak X V II. yüzyılın ilk yarısında İzmir'de bulunuyordu diyebiliriz. Kâtib Çelebi'den sonra, 1670/72 yıllarında İzmir'e gelen. Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde, bu câmi' hakkında şunları yazm aktadır: « ... Cümleden cemaat-i kesîreye mâlik çarşu içinde ve Kurşunlu Han önünde Bıyıklı-oğlu Câmi'i, güyâ İstanbul'da Rüstem Paşa Câmi'i gibi şebb-rûz cema’atden hâli değildir ve onbir kademe taş nerdiban ile urûç olunur, fevkani câmidir ve altı serâpâ dükkânlardır ve kıble kapusu üzerinde tarihi budur. Sa'y-i Mahmud oldu hakka bu makâm-ı asfiyâ. Buldu bin kırk altıda hem itmamı essalâ. Güyâ beyaz incüye benzer bir câmi'-i münevver ve musanna' müferrih kurşun ile mestûr bir câmi'-i pür-nûrdur. Amma tenk mahâlde vâki' olmağile haremi yoktur ve çarşu içinde abdest havuzu vardır...»3. Burada derhâl şunu kayd edelim ki, Evliyâ Çelebi'nin bahsettiği 1046 (1 6 3 6 /3 7 ) tarihli kitâbe, bu gün yerinde yoktur. Diğer taraftan bu câmi'in bânisi olarak gösterilen Bıyıklı-oğlu da mübhem bir şahıs tır. Her ne kadar, Gedûsî-zâde Abdullah Ağa'nın, İzmir'deki vakıflariyle alâkalı, gurre-i Safer 1129 (15 Ocak 1717) tarihli bir vakfiyesinde «bir taraftan Bıyıklı Mustafa Paşa vakfı»4 ibâresi bulunuyor ise de, bu ifâ denin, Evliya Çelebi'nin zikrettiği Bıyıklı-oğlu ile ne derecede bir mü nâsebeti vardır bilemiyoruz. Buna mukabil, Alâiye ahâlisinden olup, İz mir'de oturan Hacı Velî bn. Yusuf bn. Velî Efendi'ye âit, 10 Zilhicce 1142 (26 Haziran 1730) tarihli bir başka vakfiyede bu câmi'in ismi Kâ tib Çelebi'nin Cihân-nüma sında olduğu üzere «Niflî-zâde Câmi'i»5 diye, açık şekilde geçmekte ve İzmir'in Câmi'-i atik Mahâllesi'nde bu lunduğu kayd olunmaktadır. Bu hususla alâkalı ve çok dikkat çekici bir kayıd örneği de, An 2 Hamid Sa’di Selen, Cihân-nümâ (Kâtib 3 Seyahat-nâme, İstanbul 1935, c. IX, s. c. XIII, s. 83. 4 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye 5 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Çelebi), Ankara 1957, s. 121. 93, Zuhuri Danışman neşri, İstanbul 1971, Defteri, s. 22-23 ve 154. Defteri, s. 86-88. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 141 kara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Fihrist defteri nr. 208, c. I, 8 /2 08 0 de mevcuttur. Bu defterde bulunan «İzmir'de Câmi'-i kebîr, Niflî-zâde denmekle şehir, merhum ve mağfur Sultan Süleyman Hân vakfı (İzmir'de Şadırvan Câmi'-i şerifi için Atike Hâtûn bir bâb dük kânı imâm-ı câmie meşruta olmak üzere vakf etm iştir)» ifâdesi. Şadır van Câmi'ine, Niflî-zâde câmi'i dahi denildiğini ve bunun Kanunî Sul tan Süleyman vakfı olduğunu sarih olarak, ortaya çıkarmaktadır. Bu kayıdlar dışında İzmir sâkinlerinden ve ashâb-ı hayrattan Ödemişli el-Hac Mehmed bn. Ebûbekir bn. Mehmed Efendi'nin evâsıt-ı Rebi'ülevvel 1107 (Ekim 1695) tarihli vakfiyesinde6. Müderris el-Hac Ahmed Said Efendi'nin 7 Şaban 1170 (27 Nisan 1757) tarihli vakfiye sinde7 ve Çömez-zâde. Hâfız el-Hac Osman Efendi bn. Hacı Mehmed bn. Abdullah Efendi'nin 13 Şevval 1239 (11 Haziran 1824) tarihli vakfiye sinde8, nihayet Alay-Beyi İbrahim Bey’in 15 Şevval 1295 (12 Ekim 1878) tarihli vakfiyesinde9, bu câmi'in adı, sâdece Şadırvan Câmi'i olarak geç mektedir. Maamafi, İzmir Vakıflar Müdürlüğü'nde mevcûd I numaralı Vakfiye Defteri'nde gördüğümüz 1254 (1 8 3 8 /3 9 ) senesine âit bir kayıdtan dahi, İzmir'de, Câmi'-i atik Mahâllesi'nde oturan Bıyıklı el-Hac Mustafa adındaki10 bir şahsın bâzı vakıflara sâhib bulunduğunu öğreniyoruz. An cak bu Bıyıklı Mustafa'lar ile Şadırvan Câmi'i bânisi arasında Evliya Çelebi'nin yazdığı üzere bir münâsebet kurmak şimdilik mümkün ola mamıştır. Bilâkis X IX. yüzyılın sonlarında yaşayan ve İzmir'in şehir ta rihi ile meşgul olan yazarlarımızdan bazıları ve bilhassa Mehmed Ali Bey Şadırvan Câmi'inin, Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırıl mış olduğu rivayet edilir diyor11. Bu meyanda, bâzı yazarlarımızda mes'eleyi tahkik etmeden, «Şadırvan Câmi'i, Bıyıklı Sultan Süleyman tara fından bina ettirilmiştir»12 veya «Şadırvan Câmi'inin bânisi Bıyıklı-oğlu Mahmud»13 dur gibi sonuçlara varmışlardır. Pek tabi'idir ki, yukarıdan beri, vakıf kayıdlarına müsteniden verdiğimiz izahat. Şadırvan Câmi'inin 6 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü II. Vakfiye Defteri, s. 38-39. 7 » » > II. Vakfiye Defteri, s. 71 8 » » » II. Vakfiye Defteri, s. 245 9 > » > II. Vakfiye Defteri, s. 3 10Bk. s. 3. 11 Râif Nezih, İzmir Tarihi, Tzmir 1927, I. kitab, 18. forma, s. 10/11. 12 Râif Nezih, Aynı eser, 12. forma, s. 11. 13 Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, İzmir 1952, s. 56. M. MÜNİR AKTEPE 142 tarihçesini kısmî şekilde meydana koymuştur; yâni elimizde henüz kat'î bir inşâ kitâbesi olmadığından, onun yapıldığı tarihi tam olarak söyle mek şimdilik mümkün değildir. Kanaatimizce Kanunî devrinde binâ edil miş bir Türk eseri olmalıdır. Câmi'in hâlen üzerinde bulunan kitâbelerden birincisi ise, kuzey-doğu kapısı, yâni arasta tarafından çıkan mer divenlerin üst kısmında ve ana mekâna girişin sol tarafına düşen bir pencerenin üzerindedir. Câmi'in tâ'mir tarihile alâkalı olan bu kitâbede aynen şunlar yazılıdır: Jlî jJL-J 4*6 4Uİ O - i- l ¡j t* . 4 <Uİ İ J la o <11i g Ta'alâllah zehî matbû' u dilkeş cây-i ta'atki. Nola olsa nazîre beyt-i ma'mûre olur bercâ. Miyân-ı şehrimizde nûrdan şâd u revân iken. Harîk erkân-ı hüsnün eyleyüp defa'ât ile imhâ. Muhassıl kalb-i âşık-veş yanup vîrân iken şimdi. Yapıldı ehl-i hayrın himmetiyle böy|e müstesnâ. Bu hayrât-ı cemîle himmet erbâbı ola nâil. Hadîs-i «menbenâ» ya imtisâlen ecr-i bî-hemtâ. Yazılsun bâb-ı Arş üzre bu güne Nüzhetâ târih. Ta'alâllah zehî matbu' u dilkeş câmi'-i bâlâ. Sene 1230 Bu kitâbe. Şadırvan Câmi'inin birkaç def'a yangın dolayısiyle harab olduğunu ve nihâyet Hicrî 1230 (1815) yılında, hayır sahihlerinin himmetile onarıldığını bize göstermektedir. Büyük şadırvanın önünden çıkan yâni kuzey-batı kapısı merdiveni nin sol tarafına isâbet eden kütübhâne odasının üzerinde bulunan 1250 (1 8 3 4 /3 5 ) tarihli kitâbe de aynen şöyledir: * Şeref buldu bi-lûtfillâh bu cây-i dil-küşâ şimdi. Zehî vâlâ eserdir mevkı'inde böyle bî-hemtâ. OSMANLI DEVRİ İZM İR CÂMİ’LER İ HAKKINDA ÖN BİLGİ 143 Kapânî-zâde merhum sıdk ile hâl-i hayâtında. Li-vechi'I-lâh kodı hayrat içün vakf akçe-i ...? Vücûh-ı birr ta'm ir ettiği-çün vakf-ı mezbûru. Bu dâr-ı kütbü etti zevcesiie kızları inşâ. Ulûm erbâbı gelsün hâll-i müşkil eylesün bunda. Temessükle kitâbullaha bulsun feyz-i lâ-yuhsâ. Muvakkit-hâne mülsak oldu dârü'l-kütbe himmetle. Binâsı kâim olsun görmesün cevr-i felek aslâ. Delâletle olur bu ecre nâil himmet erbâbı. Husûsa bâniler cennât-ı adn içre bulur me'vâ. Tekellüfsüz dedi tarihini Hâlid bu suretle. Yapıldı bin ikiyüz ellide matbu' müstesnâ. Sene 1250 Bu kitâbeye nazaran, İzmir'in tanınmış âilelerinden birine mensub bulunan Kapanî-zâde, hâl-i hayatında Şadırvan Câmi'i için bir mikdar vakıf para bırakmış; karısı ile kızları da sonradan, bu câmi'in batı ta rafındaki şadırvanı üzerine bir kütübhâne yaptırmışlardır; ayni zaman da kütübhâne binâsına bitişik olarak bir de muvakkithâne vardır. İzmir Müzesi'nde bulunan ve İzmir'deki eski eserlere âit olan fiş lerde ise, bu kitâbeler yanlış okunduğu için. Şadırvan Câmi'ine dâir şun lar yazılıdır: « ...iç kapu üzerinde câmi’in yanmış olduğu ve 1230 (1815) de Tabaî zâde Sıddık, tarafından, yeniden inşâ edildiği hakkın da, türkçe sülüs bir kitâbe vardır...». Hâlbuki, yukarıda da gördüğümüz üzere, bu câmi'in içinde, iki kitâbe mevcûdtur ve bunlardan 1230 (1815) tarihli olanı umumî mâhiyette bir tâ'mir kitâbesidir. Birçok yangınlar sonunda, hayır sahihleri tarafından câmi'in onarıldığını bize göstermektedir, ikinci kitâbe ise, Kapânî-zâdeierden bahsetmektedir. Ve burada Kapânî kelimesi Tabaî; sıdk ile kelimesi de sıddık şeklinde okunmuş olduğundan mânâ çok değişmiştir. Işık Ungan dahi, İzmir Câmi'leri adlı tezinde, bu kitâbeleri okurken veya okuturken, yazılar çok girift ve temiz olmadığından, oldukça fâhiş yanlışlar yapmıştır14. 14 Bak, s. 12 ve 13. 144 M. MÜNİR AKTEPE Şadırvan Câmi'i, İzmir'de sahile yakın ve şehrin en hareketli bir ticâret mahâllinde yapılmıştı. Bu sebeble arsası geniş olmadığından et rafında avlusu dahi yoktu. Câmi' fevkani olarak inşâ edildiği için, altın da, câmi'in temelini teşkil eden kemerler arasında bir çok dükkân ve mahzenler vardı. Bunlar bilâhire şahıslara satılmış olduğundan. Hâlen câmi'in temeli, bu dükkânlara sâhib bulunan tüccar ve esnafın elinde dir ve câmi'e, evkafa temin ettiği vâridât ortadan kalkmıştır15. Şadırvan Câmi'i'nin biri, Bit-pazarı tarafındaki şadırvanın önüne inen kuzey kapısı, diğeri de şekerciler çarşısı tarafındaki esas büyük şadırvan önüne açılan batı kapısı olmak üzere iki kapısı vardı. Sonra dan kuzey kapısının merdivenleri çok harab ve bakımsız kaldığı için burası kapatıldı ve yerine bâzı dükkânlar inşâ olundu. Bu gün câmi'e batı tarafındaki, 29 basamaklı bir merdiven ile girilmektedir ve girişte bulunan son cema'at mahâlli bilâhire câmekân ile çevrilmiştir. Üçüncü kademe yan mekânları teşkil ediyor ki, bunların da üzeri kubbeli ve kurşun örtülüdür. Esas mekânın üzerine gelen büyük kubbe ile buna âit tromp çıkıntıları dahi kurşun kaplıdır. Câmi' ile güney tarafında bu lunan bir şerefeli, tek minaresi kesme taştan yapılmıştır. Vakıflar Umûm Müdürlüğü 1941 yılında bu minareyi ta ’mir ettirmişti. Ana mekâna kuzey ve batı tarafından iki giriş vardır; ayni zaman da içinde 8 adedi taşıyıcı olmak üzere, 10 sütun mevcuttur. Ana me kânın üzerini örten tromplu kubbe kasnağında sekiz pencere vardır. Ayrıca tromplarda üçer ve tromplar arasındaki boşluklarda da ikişer pencere görülmektedir. Mihrab, geniş ve yuvarlak bir kemer içinde açıl mıştır. Yanlarında iki süs sütunu mevcudtur. Minberi mermerdendir. Kubbe kalem işlerile süslü olup, ortasında bir âyet yazılı bulunmakta dır. Câmi'in batı tarafında bulunan ve sekiz sütun üzerine oturtulan kütübhânenin dahi, câmi' ile içten irtibâtı vardır. Bu kütübhânenin al tındaki şadırvanın tavanı ise kubbeli olup, su hazînesi ortada ve etrafı demir parmaklıkla çevrili bulunmaktadır. Şadırvanın suyu, eski Agora (=N am azgâh) mevki'inde bulunan kabristan içindeki bir menbadan gelmekte idi16. Bu şadırvanın kubbesinin iç tarafında bir de manzum kitâbe vardır. Ancak bu kitâbe bir bez veya muşamba üzerine yazıla 15 Râif Nezih, Aynı eser, I. kitab, 18. forma, s. 11. 16 Vedat Sivri, İzmir Câmileri, (Ege Ekspres Gazetesi), İzmir 26, II, 1960 ve Râif Nezih, Aynı eser, forma 18, s. 11. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 145 rak, kubbenin ig kasnağı etrafına yerleştirildiği için, sonradan hava ve yağmurların tesiriyle olacak, bir çok yerlerinde bozulmalar olmuştur. Bu itibarla, kitâbe metnini tam olarak okumak müşkilât arzetmektedir. Bu kitabeden okuyabildiğimiz kısımlar ise, aynen aşağıya yazılmıştır. Şadırvan-ı kadîme ehl-i hayrın ayn-ı lûtfundan. Akardı ma'-i sâf himmeti âb-ı zülâl-âsâ. Muahhar menba'-ı feyz-i İlâhîden zuhûr eden. Sular iş-bu şadırvana olundu sonradan icrâ. Neşat-efzâ olup enhur iş-bu şadırvanda. Hususa mü'minîn eyler salâvât şartını îfâ. [Gelüp] sâlih olan müslimler âb-dest alup çıksın. . Kelâm olunsun muradı üzre işte câmi'ül ...( ? ) mâ musaffa bâ-husûs bunda. Nice hayvân-ı nâtık gayr-i nâtık olmada ihyâ. Çün bir ni'met-i tahârettir ki hem ayn-ı inâyettir. Kılındı ............. . ...... bî-bedel i'tâ Gerektir şükr-i ni'met âkil-i dânâya her demde. Şeb u rûz şükr-i yezdânile arar ni'met-i uzmâ. Bu rütbe ............ eltâf-ı hakk su gibi câridir. Bu lûtfu ancak âdem acz ile şükrün eder îfâ. Sezâdır sâhibü'l-hayrata .......................... şâyeste. Duâ gevherlerin akdıkca âb-ı dest eyler ihdâ. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 10 146 M. M Ü N İR AKTEPE Gelüp Hâlid dedi bin ikiyüz ellide târihin. Şadırvan dâr-ı kütbün sâyesinde oldu pek ra'nâ. MenlehüT-fakir Mehmed Râsim Görülüyor ki, kütübhâne sâyesinde, şadırvan da onarılmış ve ba kımlı bir hâle gelmiştir. Bu gün, gerek bu şadırvan, gerekse Bit-Pazarı tarafındaki diğer küçük şadırvan faal durumdadır ve bu şadırvanlardan dolayı, «Şadırvan Câmi'i» adını alan, İzmir'in sayılı eseri dahi hâlen cema'ate açık ve faal durumda bulunmaktadır. Bak, resim rir. 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68. 60. Şerefiye Câmi’i : İzmir'in güney batı tarafında, Bozyaka deni len semtde bulunuyordu ve Esnef Şeyhi Câmi'i (Bak buna) civarında oturan. Adanalı Hâfiz Nuri Efendi bn. Abdülfettah bn. Abdullah Efendi tarafından yaptırılmıştı1. Hakkındaki bilgimiz şimdilik bundan ibarettir. 1 Ankara, Vakıf.ar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defterleri, nr. 208, c. II, 8/1775. 61. Şeyh Câmi’i : İzmir'in Basma-hâne semtinde, eski Yazıcı mahâllesindedir. Bugün ise, 961. sokak, 29 nr. da bulunuyor. Civarında Fâik Paşa Câmi’i ve yanında dahi Hâlid Bey ilk okulu vardır. Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bulunan evâsıt-ı Safer 1055 (Nisan 1645) tarihli vakfiyeye nazaran1, Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdâi Efendi hazretlerinin halifelerinden Şeyh Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır. Aziz Mahmud Efendi fukarasına meşruta olan bir câmi' ile tekkeden müteşekkil bulunuyordu. 1671 tarihlerinde İzmir'e gelen Evliya Çelebi dahi bu eserden sadece «Şeyh Mustafa Efendi Câmi'i» diye bahs etmektedir2. Bu itibarla, sarih ofarak görülüyor ki. Şeyh Câmi'i, esas inşâsı X V II. yüz yılın ilk yarısına âit olan bir Türk eseridir. 1 Bak, Esas Defterleri, nr. 20 9 -8 /1 , 516. kayıd. 2 Evliya Çelebi, Seyahat-nâme, İstanbul 1971, c. XIII, s. 84. ................... OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 147 Hicri 1224 (1809) yılında büyük bir tamir gördüğünü, ana me kâna giriş kapısı üzerinde bulunan manzum kitabeden öğreniyoruz. Bu kitabe ise aynen şöyledir: Ne âlî mescid-i ra'nâ binâ olmuş li-vechillâh. Cenâb-ı Şeyh'in âsârı cemîl oldu bi-avnillâh. Zehî ferhûnde âlî-baht mübârek buk'adır bu kim Ki evkât-ı hamse i'Iân olur tevhîd-i dârullah. Sezâ ger şems[ü] mâh tâk-ı muâllâsında âvîzan. Olub mihrâbına rû-mâl ile nâil rızâullah. Mübâhat eylese ger ehl-i semâvâta lâyıktır. Bu câmi'de namaz kılub du'â eden ibâdullah. İkitekbîr ile çıktı Reşîdâ târih-i tâ'mir. Kamu revnak-efzâ3 ma'mûr olup câmi' bi-hamdillâh. « V_)_JİJİ Ijil (jSjj » Sene: 1224 (= 1 8 0 9 ) Bu kitâbeye rağmen, İzmir Tarihi yazarı Bay Hakkı Gultekin, bahis konusu câmi'in, Hicri 1258 yılında Fâik Paşa tarafından yaptırıldığını söylemek suretile büyük bir hataya düşmüştür4. Şeyh Câmi'inin, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bulunan küçük bir avlusuvardır ve burada Şeyh Mustafa Efendi'nin mezarını dahi ihtiva eden bir hazîre mevcuttur. Esas mekâna nazaran, saçağıyarım metre kadar aşağıda bulunan son cema'at mahâlli câmekân ile kapatılmıştır. Üzeri kiremid döşelidir. Ana mekânın üzeri dahi, dışdan meyilli ahşab çatı ve kiremid örtülüdür. Tuğladan yapılmış ve üzeri sıvanmış tek minâresinin külâhı kurşundur. Câmi'in tavanı, içden düz ve ahşabtır. 3 Buradaki « Ijjl» kelimesinin elif harfi, tamirler esnasında silindiği içün «Ijj» Seklinde kalmıştır. F ak at• manzûm olan tarih beyti, ebced hisabile hesablamrken, burada elife tekabül eden bir rakamı noksan çıktığından, efzâda ki elifin düştüğü anlaşılmış ve bu sebeple, metne bir elif ilâvesile kelime efza şeklinde yazılmıştır. 4 Bak, Adı geçen eser, s. 58. M. M ÜNİR AKTEPE 148 Ancak bu tavan bir kısım motif ve yazılarla süslenmiştir. Pencere ke narları dahi süslemelidir. Mihrabı bir niş hâlindedir ve kadınlar mahfili dahi mevcuttur3. Bak, resim nr. 69, 70, 71, 72, 73, ve 75. 5 Işık Ungan, İzmir Câmi'leri, San’at Tarihi Tezi, s. 42-43. Işık Üngan’m kitabeyi hatalı okuduğu görülüyor. 62. Tahtalı Mescid: İzmir'de musevilerle meskûn bir mahâlde, yâni Mezarlık-başı ve Havra sokağı havâlisinde bulunuyordu. Ne za man ve kimin tarafından yaptırıldığını bilemiyoruz. Ancak, 23 Rebi'ülevvel 1252 (8. V II. 1836) tarihli bir vakfiyede adı geçtiğine nazaran, en geç. X IX. yüz yıl başlarında yapıldığını söyleyebiliriz1. Şimdilik hakkında daha fazla bilgiye sahib değiliz. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 235. 63. Tepecik Câmi’i : İzmir'de, Tepecik semtinde. Gaziler caddesi ile Kemer istasyonu civarindadır. Bu câmi'in, ne zaman ve kimin tara fından yaptırıldığına dâir bir kayda tesadüf edemedik. Ancak, İzmir Müzesinde bulunan fişlerde, vakıflar idâresine ait olduğu, taşdan ya pıldığı, X IX . yüz yıl Rum evlerine benzediği, orta kısmının üç, yan kı sımlarının da iki katlı olduğu ve minâresinin çinko kaplı bulunduğu yazılıdır. 64. Tevhidiye Mescidi: 65. Top-alh Câmi’i : Bak, Horasanlı Mescid. Bak, Hacı Bey Câmi'i. 66. Yapıcı-oğla Câmi’i: İzmir'in Yapıcı-oğlu semtinde ve EşrefPaşa'dan Kadife-Kale'ye giden caddenin üzerindedir. İzmir Müzesi eski eser fişlerinde, 1312 (1894-95) yılında inşâ edildiği kayd olunmuş ise de, bunun bir tâ'mir tarihi olmasi muhtemeldir. Çünki mezkûr câmi'in kapısı önündeki çeşme kitâbesi (Yapıcı-oğlü çeşmesi. Tâ'miri 1312) şeklindedir. Câmi'in ilk def'a ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı hakkında bir kayıd bulamadık. Ancak, İzmir Vakıflar Müdürlüğünde OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 149 gördüğümüz bir vakfiye sureti, bizi bu hususta, kısmen olsun aydınla tacak durumdadır. Bu vakfiyede şunlar yazılıdır: « ...İş bu vakfiyenin tahrîr ve imlâsına sebep ve badi oldur ki, Medîne-i İzmir mahâllatından Kasab Hızır mahallesinde sâkin yapıcı Mehmed Ağa bn. Abdullah bn. Ömer bn. Abdülvahab nâm kimesrie, meclis-i şer'-i şerîf-i enverde vakf-ı âtiyü'z-zikre ... mütevelli nasb ey lediği kahveci Osman Ağa bn. Ömer mahzerinde ikrâr-ı sahihü'ş-şer'î ve î'tiraf-ı sarih-i mer'î edüp, mahâlle-i mezbûrede kâin bir tarafdan Hacı Çakır ve bir tarafdan ... menzilleri ve bir tarafdan Terzi-zâde Abdullah ... menzilleri ile çevrili arsa-i mezkûreyi vakf-ı sahîh-i müebbed ile vakf-ı habs eyleyüp şöyle şart ve tâyin eyledim ki, ... vefatımda, câmi'-i şe rîf-i mezkûra her kim mütevelli olur ise, vakf-ı mezkûruma mütevelli olup, arsa-i mezkûreyi ecr-i mislile âhire icar edüp, hâsıl olan gelirin den câmi'-i şerif-i mezkûrun tâmirine sarföla;..»1. 17 Safer 1282 ( = 1 2 Temmuz 1865). Bu vakfiyeye nazaran, yapıcı Mehmed Ağa adında bir kimse, 1282 (1865) senesinden önce İzmir'de bir câmi' yaptırmış ve bilâhire onarımı ile diğer masrafları içün ona bâzı vakıflar bırakmış demektir. An cak bu câmi'in, İzmir'in hangi mahâllesinde yapılmış olduğu pek belli değildir. Diğer tarafdan 5 Şâban 1138 (8 Nisan 1726) tarihli bir başka vakfiyeden2, Serden-geçdi ağalarından Hacı Osman Ağa bn. Ahmed Beşe bn. Osman Ağa'nın zevcesi Ayşe Hanım'ın, yapıcı-zâde merhum Mustafa Efendi'nin kızı olduğunu öğreniyoruz. Bu kayıdlar bize gösteriyor ki, İzmir'de X V III. yüz yıl başlarından itibâren yaşaya gelen bir Yapıcı-zâde (veya oğlu) âilesi mevcûttur ve bunlara mensub bir şahısda, mezkûr câm u yaptırmıştır. Bu itibarla, muhtemeldir ki, İzmir'deki Yapıcı-oğlu semti bu âileden veyâ bu âileye mensub bir kimsenin orada yaptırdığı câmi'den dolayı bu ismi almış olsun. Meselâ Haşan Hoca Mescidi'nin olduğu yere Haşan Hoca mahâllesi; Hatunîye Câmi'inin olduğu semte Hatunîye mahâllesi; EşrefPaşa ve Fâik-Paşa câmi'lerinin olduğu yerlere de Eşref-Paşa ve FâikPaşa denildiği mâlûmdur. Şâyet bu düşüncelerimiz, ileride bulacağımız yeni vesikalarla kat'iyet kesbederse, Yapıcı-oğlu Câmi'ininde XIX. yüz 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, 7. Vakfiye Defteri, s. 146. 2 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 205; Aynca bak, Münir Aktepe, İzmir Hanları ve Çarşıları hakkında ön bilgi (Tarih Dergisi), İstanbul 1971, sayı 25, s. 147. 150 M. M ÜNİR AKTEPE yılın ilk yarısında veya X V III. asır sonlarında inşâ edilmiş olduğunu söylemek mümkün olacaktır3. Bak, resim nr. 74. Yapıçı-oğlu Câmi'i, moloz taş ve harç karışımı yapılmış üzeri sıvalı, fevkani bir eserdir. Çatısı düz meyilli ve kiremit örtülüdür. Minâresi altı köşeli bir kaide üzerine oturmaktadır; külahı kurşun kaplıdır. 3 Bu husûsta ayrıca bak, Münir Aktepe, İzmir Hanları ve Çarşıları (Tarih Dergisi), Sayı 25, s. 147/48. 67. Yeni Câmi’ : İzmir'de, Karataş semtinin güneyinde bulunu yordu. 28 Cemâziyü'I-evvel 1319 (12. Ağustos 1901) tarihli vakfiyeye nazaran, İzmir'in Pazar-yeri mahallesinde oturan Saraç Hacı İbrahim Edhem Efendi bn. Delilbaşı Mustafa Ağa bn. Abdullah tarafından yap tırılmıştı. Bu itibarla «Saraç Edhem» câmi'i dahi deniliyordu. Bu câmi'in avlusu içinde bulunan ve iki tarafı yol ile çevrili olan, iki fevkani, iki tahtânî dört oda ile bir matbah ve suyu hâvi iki kapılı ev de, bânisi ta rafından bu câmi'e vakf edilmişti1. Vakfiyede mevcut bu bilgiye rağmen, İzmir Müzesi eski eser fiş lerinde, mezkûr yeni Câmi'in, Arasta kethüdası Mehmed Şerif Efendi kızı Râbia Hanım tarafından, 1326 (1908) senesinde müceddeden ya pıldığı kayıdlıdır2. Taş ve tuğla ile yapılmış, tek kubbeli ve kubbesinin üzeri kjremid ile örtülüdür. Bir minâresi vardır. 1 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defteri, s. 242; Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fihrist Defteri, nr. 208, c. II, 8/1858. 2 Bak, 65 nr. lu fişe. 68. Yukarı Kal’a Câmi’i : İzmir'de, biri deniz kenarında ve bugünki Hisar Câmi'i civarında olması lâzım gelen aşağı kal'a; diğeri de şehrin güneyinde bulunan Kadife-Kal'a dağı üzerindeki yukarı kal'a olmak üzere, iki kal'a vardır. Bu kafaların devirleri ve özellikleri hakkın da, Bay Nazmi Sevgen, Anadolu Kal'aları adlı kitabında bilgi vermek tedir1. Bahis konusu yukarı kal'a câmi'i ise, Kadife-kal'a Dağı üzerinde 1 Ankara 1959, c. I, s. 166-75; A şağı-K al’a hakkında ayrıca bak, Münir Aktepe, İzmir Hisar Câmi’i (Tarih Dergisi), Sayı 27. OSMANLI DEVRİ İZMİR CÂMİ’LERİ HAKKINDA ÖN BİLGİ 151 bulunan ve hâlen mevcûd olan yukarı-kal'a'nın dahiline inşâ edilmişti. Mezkûr câmi hakkında gördüğümüz en eski kayıd ise, Rebi'ül-âhir 937 (Kasım 1530) tarihli olup. Başbakanlık Arşivi, Tapu-tahrîr Defterlerin de, aşağıdaki şekilde yazılı bulunmaktadır. « ...V akf-ı câmi' der kal'a-i fevkani İzmir Kadı bina etmiş. Mukata'a; Bağha ve eşcâr ve incir ve badem. Hâsıl 8 1 9 ...»2. X V II. yüz yıl müelliflerinden Kâtib Çelebi dahi mezkûr câmi'in, aynı kal'a içinde olduğundan, meşhur Cihan nümâ'sında bahsetmektedir3. 1670 yıllarında İzmir'e gelen Evliya Çelebi ise, bu câmi'i bizzat görmüş ve «Kal'a - Kapısından içerde ma'mûr bir câmi'» olduğunu belirttikden sonra, bu câmi'e âit olmak üzere şu kitâbeyi vermiştir. «...Ahm ed oğlu ilyas ... İzmir kal'ası kadısı ... sene semâne seb'a mie»4. Evliya Çelebi'nin kayd ettiği bu kitâbe ve tarihi doğru, olduğu tak dirde, bahis konusu câmi, Osmanlılar'dan önce, Aydın Oğulları'nın ilk devirlerinde, Hicri 708 (M . 1 3 0 8 /9 ) yılında, bahis konusu kafanın içine binâ edilmiş demektir5. Maamafih, Evliyâ Çelebi'nin, bu câmi'in bânisi hakkında verdiği bilgi, kısmen de olsa. Arşiv vesikalarındaki kayda uy maktadır. 1530 tarihli Tapu De/fer/'nde yalnızca «Kadı binâ. etmiş» ifâdesine mukabil, Evliyâ Çelebi, bu kadının adım vermekte ve nerede görevli bulunduğunu dahi söylemektedir. Bu itibarla Evliyâ Çelebi'nin verdiği kitâbe ile Tapu Defteri'ndeki kayıd birleştirilecek olur ise, yukarı-kal'a câmi'inin, X IV . yüz yıl başlarında kal'a kadısı Ahmed oğlu İlyas tarafından yaptırılmış bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu eser, X V III. yüz yılın ikinci yarısında dahi ayakta duruyordu. Câmi'in vakıflarına mütevelli olan Hacı Haşan Efendi, câmi'in hatibi Mustafa Efendi'nin ölümü üzerine, yerine Alemdârı Şeyh Mehmed Efendi'nin tâyin edilerek, eline «berât-ı şerîf-i âlîşan ihsan buyrulmasını pâye-i serîr-i a'lâya arz etmiş ve 17 Zilhicce 1179 (29 Mayıs 1766) ta rihinde de bu istek, usûlüne muvâfık görüldüğü içün kabûl olunarak, kendisine uygun cevabı gönderilmişti6. Bundan maada, İzmir, Meyve 2 Bak, Defter nr. 166, s. 397. 3 İstanbul 1145, s. 669. 4 Evliya Çelebi Seyahat-nâmesi, c. IX, İstanbul 1971, c. XIII, s. 83. 5 Bu devre, Aydın oğlu Mehmed Bey’in, Sasa Bey’i mağ’ûb ederek Aydın iline hâ kim olduğu zamana tesadüf etmektedir. Bu hususta tafsilât içün bak, Himmet Akın, Aydın Oğullan Tarihi hakkında bir araştırma, Ankara 1968, s. 18-30; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, Ankara 1969, s. 104. 6 Başbakanlık Arşivi, Cevdet Evkaf Tasnifi, nr. 122. 152 M. MÜNİR AKTEPE Gümrüğü kâtibi Nüzhet Osman Efendi'ye âit, Gurre-i Receb 1217 (28 Ekim 1802) tarihli vakfiyede dahi bu kal'a câmi'inin adı geçiyordu7. Ancak, Kostantin iconomos, 1817 yılında, Rumca olarak intişar eden ve 1868'de F. Slars tarafından fransızcaya, daha sonra da Arap zâde Cevdet Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiş bulunan, İzmir Hak kında Tedkikat isimli eserinde «bu kal'anın içinde ve Akropol'ün or tasında, mukaddes havariyun kilisesi olduğu iddia edilen bir ma'bed bulunmaktadır ki, el'an metrûk ve cema'atsız bir câmi'dir. Bu ma'bedin biraz ötesinde, yer altında bir sarnıç vardır...» diyor8. Kanaatimizce İconomos'un bahs ettiği bu cami' Evliya Çelebi'nin, İzmir kal'ası kadısı Ahmed oğlu ilyas tarafından yaptırıldığını söylediği Kal'a-câmi'i olma lıdır. Bahis konusu cami' XIX . yüz yılın başına kadar, cema'ata açık bir ibâdet mahâlli iken, X IX . yüz yıl içinde bakımsız kalmış, sonradan da tamâmen harab olarak ortadan kalkmıştır. Bugün yerinde bâzı kalıntı ların olduğu görülüyor. Arkeolok ve san'at tarihçilerinin yerinde yapa cakları araştırmalar, her hâlde fâideli neticeler verecektir kanısındayız. 7 İzmir, Vakıflar Müdürlüğü, II. Vakfiye Defleri, s. 117/18. 8 İzmir ve Havalisi Asâr-ı atika Muhibleri Cemiyeti neşriyatı, İzmir 1932, sayı 6, s. 33 ye 268. AKTEPE - Levha I 153 154 AKTEPE - Levha II Nr. 3 : Akarcalı Câmi’i Minaresi. 155 AKTEPE - Levha III Nr. 4 : Akarcali Cámi’i í f Gorünüs. Nr. 5 : Akarcali Cámi’i Son Gemaat MahállL 156 AKTEPE - Levha IV Nr. 6 : Ali Ağa Câmi’i Kitabesi. Nr, 7 : Ali. Ağa Câmi’i ..Son Cemaat Mahâlli.: AKTEPE - Levha V 157 Nr. 9 : AK Ağa Câmi’i Kubbesi. 159 AKTEPE - Levha VII Nr. 12: Çorakkapı Câmi’i îç Görünüş. 160 AKTEPE - Levha VIII Nr. 14: Çorakkapı Câmi’i Kubbe süslemeleri. AKTEPE - Levha IX 161 Nr. 16: Çorakkapı Câmi’inde, Kadı Osman Beyefendi’ye âit Mezâr kitabesi Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 11 162 AKTEPE - Levha X Nr. 17: Damlacık Câmi’i veya Kılcı Mescidi. AKTEPE - Levha XI 163 Nr. 18 : Esnaf Şeyhi Câmi’i Minâresi. Nr. 19: Esnaf Şeyhi Câmi’i Son Cemaat Mahalli. AKTEPE - Levha XII 164 Nr. 20: Eşref Paşa Câmi’i. AKTEPE - Levha XIII Nr. 22 : Eşref Paşa Câmi’i İç Görünüş. 165 AKTEPE - Levha X IV 166 Nr.. 23 : Eşref Paşa Câmi’i Kubbe Süslemesi; Nr. 24: Hacı Bey (Topaltı) Câmi’i AKTEPE - Levha X V 167 Nr. 25 : Hacı Bey Câmi’L 168 AKTEPE - Levha X V I Nr. 27: Hacı Bey Câmi’i Dış Görünüş. AKT EPE - Levha X VII 169 Nr. 29 : Hacı Bey Câmi’i Minberi. AKTEPE - Levha X V III Nr. 30: Hacı Mahmud Câmi’i Minaresi. Nr. 31 : Hacı M ahmııd Câmi’i Dış Görünüş. AKTEPE - Levha X IX Nr. 33; Hacı Mahmud Câmi’i Son cemaat Mahalli. 171 172 AKTEPE - Levha X X Nr. 34 : Hacı Mehmed Câmi’i Dış Görünüş. Nr. 35 : Hacı Mehme.d Câmi’i İç Görünüş. (Küçük yalı) Câmi’i Kubbe Süslemeleri. Nr. 37: Karantina (Küçük Dış görünüş. Nr. 36: Karantina yalı) Câmi’i AKTEPE - Levha XXI 173 174 AKTEPE - Levha XXII Nr. 38 : Karantina (Küçük yalı) Câmi’i Minaresi. Nr. 39: Karantina (Küçük yalı) Câmi’i İç Görünüş Kubbe. AKTEPE - Levha X X III Nr. 40: Karantina (Küçük yalı) Câmi’i, Mihrab ve Minber. Nr. 41 : Karantina (Küçük yalı) Câmi’i, Kadınlar Mahfili ve Merdiven. 175 AKTEPE- Levha X X V 177 . Nr. 4 3 : İkiçeşmelik Câmi’i Dış Görünüş. Nr. 44: İkiçeşmelik Câmi’i Minaresi. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 12 AKTEPE - Levha X X V I AKTEPE - Levha X X V II Nr. 47 : İkiçeşmelik Câmi’i, Kadınlar Mahfili. Nr. 48 : İkiçeşmelik Câmi’i Kubbe Süslemesi. f 179 Nr. 50 : Natır-zâde Câmi’i. Nr. 49 : Ma’mûretü’l-Hamidiyye (Güzel yalı) Câmi’i. 180 AKTEPE - Levha X X V III AKTEPE - Levha X X IX 181 Nr. 52 : Natır-zâde Câmi’i Çatısı. Nr. 56 : Piyâleoğlu Câmi’i Mihrabı. Nr. 55 : Piyâleoğlu Câmi’i. 184 AKTEPE - Levha X X X II Nr. 57: Pıyâle-oğlu Câmi’i Avlu kapısı ve Kitâbe. Nr. 58 : Soğuk kuyu Cânıi’i Kadınlar M ahfili. J Nr. 60: Servili Mescid. Nr. 59: Soğuk kuyu Câmi’i. Nr. 62 : Şadırvan Câmi’i Resmi. Nr. 64 : Şadırvan Câmi’i Minaresi. Nr. 63 : Şadırvan Câmi’i (Dis görünüş). Nr. 66: Şadırvan Cami*! Mihrabı. Nr. 65: Şadırvan Câmi’i Minberi. 188 AKTEPE - Levha X X X V I AKTEPE- Levha X X X V II Nr. 6 7 : Şadırvan Câmi’i, Iç görünüş. Nr. 68 : Şadırvan Câini’i Son Cema’at mahâlü. 189 AKT EPE - Levha X X X V III 190 AKTEPE - Levha X X X IX Nr. 72 : Şeyh Câmi’i Ek İnşaat. 191 AKTEPE - Levha X X X X 192 AKTEPE - Levha X X X X I Nr. 75 : Şeyh Câmi’i Tavan Süslemesi. 193 Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 13 İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUÂT1 VE 1682-1684 SENELERİNDE İHTİSÂB MUKATAASI İLE İLGİLİ BİR BELGE Eşref Eşrefoğlu Toplumlârtn şehirlerde gün geçtikçe yoğunlaştığı modern çağı mızda belediye işlerinin yürütülmesinin, daha da önem kazandığı mu hakkaktır. Osmanlı imparatorluğu döneminde yaşanılan şehir hayatın da, belediye mevzuâtının devrin şartlarına ve imkânlarına göre günü müzdeki önem ve canlılığı taşıdığı anlaşılmaktadır. Osmanlı cemiyet ha yatında şehir yaşayışını sağlam temellere oturtmak ve kurulu İçtimaî düzeni korumak mes'elelerinin yanında, zarurî günlük ihtiyaç maddele rinin, halkın eline en uygun şekilde geçmesini sağlamanın ve bu ko nularda esnaf veya diğer ticaret erbabını denetim altında bulundurma nın ehemmiyet arzettiği anlaşılmaktadır. İstanbul'un fethinden sonra, şehrin, imparatorluğun merkezi durumuna getirilmesi idari ve askerî yö netim bakımından olduğu kadar buna paralel olarak aynı zamanda be ledî mevzuâtın da gelişerek ön plâna çıktığı bir gerçektir. Fetihten son ra türkleşmeye başlıyan İstanbul şehrinde geniş bir imar faaliyeti göze çarpmaktadır. Surların onarılmasından şehre gelen göçmenlerin yerleş tirilmesi konusuna kadar çeşitli meselelerin ortaya çıktığı görülmekte dir. Böyle bir yoğun ortamda günlük hayatını sürdüren İstanbul'un, biri şehri kuşatan sur dahilinde olmak üzere dört kadılığa ayrıldığı bilin mektedir. 1 - Sur içindeki İstanbul, 2 - Eyüb (Haslar), 3 - Galata, 4 Üsküdar kadılıkları1. Nüfusu itibariyle X V I. yüzyılda İstanbul'un dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olduğu kesinlikle bilinmektedir. Kanunî Sultan Süley 1 Bundan başka Eyüb, Galata ve Üsküdar Kadılıklarına Bilâd-ı Selâse Kadılığı da denirdi, (İsmail Hakkı Uzıinçarşılı, İstanbul ve Bilâd-ı selâse denilen Eyüb, Galata ve Üs küdar Kadılıkları, İstanbul Enstitüsü Dergisi, c. III. İstanbul 1957, s. 25). 196 EŞREF EŞREFOĞLU man devrinde Sinan Paşa'nın konağında özel doktorluk görevinde bu lunmuş olan Magister Cristobal de Vlllalon'un Sinan Paşa'nın yanında görmüş olduğu kayıt defterinden anlaşıldığına göre, İstanbul'un banliyö leri dışında 550.000 gibi, o zaman için muazzam bir nüfus yoğunluğuna ulaştığı anlaşılmaktadır. Şehrin yakın çevresi de gözönüne alındığı tak dirde İstanbul'daki beledî işlerin son derece yoğun bir duruma geldi ğine inanabiliriz2. Bu şartlar altında, İstanbul gibi büyük bir şehirde be lediye işlerinin her bakımdan aksamadan yürütülebilmesi, ancak güçlü bir belediye teşkilâtının varlığı ile mümkün olmuştur. İstanbul'un idari bölünüşünde mevcut olan dört kadının emrinde, onların ihtisâb konu sundaki yürütme organı olarak çalışan ihtisâb Ağası, geniş yetkilerle donatılmış bir belediye görevlisidir3. Islâmiyetin en eski dönemine kadar inen köklü bir mâziye daya nan ihtisâb görevinin, Osmanlı Devleti'nin geniş idâri teşkilâtı içinde ne zaman yer aldığı kesinlikle bilinmemektedir, ihtisâb işinin, İslâmî gele nek ve görenekler açısından köklü dinî kurallara bağlı olması ve ihtisâb görevinin doğrudan doğruya devletin en büyük şahsiyetlerini ilgilendir mesi, beledî işlerin önemini arttıran hususlardan biridir. Bu konuda Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi'nde, Fâtih Sultan Mehmed'in ünlü veziri âzami Mahmud Paşa'nın İstanbul'da esnafı denetlediğine ait kayıtlar mevcuttur4. İstanbul'un fethinden sonra şehirdeki ticarî, İktisadî ve buna paralel olarak İçtimaî ortamı tanzim etmek, bunun yanında subaşı ile birlikte şehre gireni çıkanı kontrol etmek, aynı zamanda İstanbul'da iş siz güçsüz kimselerin toplanmasına engel olmak da önemli ihtisâb gö revleri arasında yer alıyordu. Özellikle İstanbul şehrinin âsâyişi bakı mından İhtisâb Ağası'nın yaptığı denetlemeler, şehrin İçtimaî yaşayışı nın düzenli olmasını ve bozulmamasını sağlıyordu. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'nde işaret edildiği üzere İstanbul şehrinin hizmetlerini gör mek için atanmış olan hâkimlerden sekizincisi de ihtisâb ağasıdır5. 2 Alfons M ana Schneider, X V . yüzyılda İstanbul’un nüfusu, Belleten, sayı 61, Ankara 1952, s. 45. 3 Ömer Lütfü Barkan, X V . asnn sonunda bâzı büyük şehirlerde eşya ve yiyecek jiatlanmn tesbit ve teftişi hususlarının tanzimi, Tarih Vesikaları Mecmuası, sayı: 5, İstan bul 1942, s. 327. 4 Evliyâ Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1314, c. 1, s. 120. 5 «Sekizinci hâkim ihtisâb ağandır M cemV ehl-i sanâyie hükmedip, tâzir ve siyâsete ve bey’ ü şirâsında hilâf edenin tekdir ve tevbihine me’mûr bir hâkim-i ....................... » (Ev liyâ Çelebi, Aynı eser, c. I, s. 120-121). İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUATI 197 X V I. ve X V II. yüzyıllarda İstanbul şehrindeki belediye işlerinin ça ğının şartlarına göre disiplinli, teşkilât bakımından da tesirli ve işler du rumda olduğu anlaşılmaktadır. Beledî işlerin yanında İstanbul'un baş şehir olması dolayısıyla âsâyiş konusuna gerekli önemin gösterilmesini zorunlu kılmıştır, ihtisâb Ağası usulen her ne kadar kadı'nın emrinde görünüyorsa da kadı'nın yoğun adlî meseleler yüzünden bu gibi husus larla ilgilenememesi dolayısıyle ihtisâb Ağa'sının ön plâna çıktığı görül mektedir6. İhtisâb mevzuatının önem ve esâsı Kur'an-ı Kerim'de mevcut olan «Emr-i bi'l-mârûf neh-yi ani'l-münker» âyet-i kerîmesi ile ilgilidir. Bu âyet-i kerime, genel olarak, şeriatin emirlerini ve yasaklarını bildir me anlamına gelmektedir. Dinî nitelik taşıyan ve müslümanlar için em redilmiş olan ihtisâb görevini yerine getirmek, İslâm âleminde birinci derecede devletin baş sorumlusu olan kimselere düşen son derece önemli bir görev durumundadır. İhtisâb Ağası görevini uygularken aynı zamanda bir bakıma Pâdişâhın da vekilliğini yapmakta ve onun adına faaliyet göstermektedir7. Eski ihtisâb kanunnâmelerine nazaran devlet vekili olanların narh işiyle bizzat meşgul olup işi, kadı ve muhtesibe havale etmekle geciktirmemeleri gerekiyordu. Narh işi «Umûr-ı külliyeden» ve «Istirahât-i âlemin bir maddesi dahi narh icrâ olunup ehl-i sûk ve pazarın umuru muntazam olmakla kaimdi»8. OsmanlIlarda ihtisâb gö revi ile ilgili aşağıdaki bilgi X V III. yüzyıl Osmanlı coğrafyacılarından Bartınlı İbrahim Hamdi'den alınmıştır: «Ağa-yı ihtisâb sâbıkda hasbeten bir kimesneyi muhtesib ederlermiş. El-yevm mansıb ve mâlikâne olup eli altında 92 kul oğlanı nâmıyle Çardak'dan yeniçeri hizmetinde olup altı bölük başı ve amel-i mande 12 neferi olup bunlar için her dük kândan akçe alınır ve şehr-i İstanbul'da olan dekâkin ve kârgir hanâtın hadd ü ta'dâdı olmayıp iki bezâzistan etrafında Parmakkapılar dâhilin de yalnız 12.000 dükkân olduğunu yakinen görmüşler...»9. Jslâmiyetin erken çağlarından itibaren var olduğu bilinen ve icrâât bakımından Osmanlı Devleti'ne geiene kadar muhtesib ünvânıyle bütün İslâm devletlerinin idâri bünyelerinde ağırlığını hissettiren bu görev, Os- 6 Ahmet Refik, Eski İstanbul, İst. 1931, s. 67. 7 Eşref Eşrefoğlu, Islâmiyetde Ihtisâbın Prensipleri, Tarih Dergisi, sayı: 25, İstan bul 1971, s. 100. 8 Ömer Lütfü Barkan, Aynı eser, s. 326. 9 Cengiz Orhonlu, XVIII. y.y. da OsmanlIlarda Coğrafya ve Bartınlı İbrahim Hamdi’nin Atlası, Tarih Dergisi, sayı: 19, İstanbul 1964, s. 132, Not: 60. EŞREF EŞREFOĞLU 198 bürokrasisi içinde de gerekli yerini almıştır. Hasbet-en-lillâh 1113 h rızâsı için— yapılan bir iş olmaktan çıkarak, resmî bir hüviyete " d devlet memuriyetleri arasına girmiştir. Osmanlı devlet teşkilâ*-)U^a uygulanan iltizâm usûlü ile aranılan vasıflara uygun görülen kimtm İhtisâb Ağalığı görevine tâyin edilirlerdi, ihtisâb Ağalığı görevine selerjIen şahıslardan peşin olarak «Bedel-i mukataa» adı altında belirli ^ ücret alınır ve bu devlet hâzinesine gelir olarak kayıt edilirdi. Göreve *-”r ^ olan ihtisâb ağasının eline, yetkili olduğunu belirten «Berât-ı *->a^ j: « w verilirdi. Aşağıda bu konu ile ilgili bir ihtisâb tâyini bıiyurul- d u ^ m is â l ° Iarak almmıştır: İstanbul ihtisâbı sipâhi oğlanlarından M ır Pirî'ye buyruldu.» 3 Rebi'ülâhir 963 (1 5 6 6 )“ . Şehrin beledî mevzuatını uygulayan bir görevli olarak ihtisâb ağaemrinde mrinde çalıştığı kadıya göre göre geniş geniş hareket hareket serbestîsine serbestîsine sahip sahip ololS in in © m . , ^ „ _____ . :■ __I _____________ ı _____ ı „ „ ¡ u : , j„ i: i aniaşılm aktadır. Görevi ile ilgili konularda şâhit, isbât, delil araduğu jojgf-j ve mülkî makamdan emir almadan ilerden beri 013 i r, nelenek, görenek, ve uygulama esaslarına dayanarak gereğinvar olan y _ _ __ t t ____ . M_ kanunnâmelerin dışına çıkmak sureti ile ihtisâb işini fiilen yürütürÖzellikle ellikle halkın zarurî günlük ihtiyaç maddelerini temîn ettiği esI Ü. . . . . ı _ : _ ı . : ı _ ı _4. ı_ ı: D . . . _______l - * ___ . J . ü . ^ son derece titiz bir şekilde denetlerdi. Bunun yanında taşıdığı geH f*1 S<tkileri kötüye kullanan ihtisâb ağasına derhal işten elçektirilmek nl^ le ihtisâb görevinin önem ve değeri korunurdu11. Sorumlusu olSU“ belediye işlerini yürütmek ve yönetmekten başka İstanbul şeh^ j U kanunen tesbit edilmiş olan ihtisâb rüsumunun, emrindeki kol ridenilen görevliler aracılığı ile toplattırılması işi de ihtisâb ağası°ğlan^erine ^ ş e n önemli bir görevdi. Bu konuda X V II. y.y. sonlarına nin- yZ yâni 1682-1684 (hicri 1093-1096) yılları arasındaki ihtisâb mudoğrU/ ^gggiesjnj canlı bir şekilde ortaya koyan arşiv belgesi son dekat®a3gj çekicidir. Başbakanlık Arşivi, Kâmil Kepeci tasnifinde genel re°jR ve özel 39 numara ile kayıtlı bulunan Başmukataa defterinde ön kola ayrıldığını gördüğümüz İstanbul'un tesbit edilen vergi bölgeHen ihtisâb mukataalarının ne şekilde toplandığı açık olarak anlaktadır. Günümüzdeki vergi uygulama ve anlayışına nazaran deği^■'^karakter gösteren bu işleyiş yöntemi, devrin vergi siyâseti bakınmn^ ¡ncelenmeye değer bir unsurdur. Günü gününe düzenli bir şekilde 10 B a şb a k a n lık Arşivi, M.D. 5, s. 21, Hüküm: 149. U Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediye, İstanbul, 1922, C I, s. 427 İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEyZUÂTI 199 toplanan ihtisâb mukataası, bize, aksamadan işliyen mükemmel bir teş kilâtın varlığını isbatlamaktadır. Adı geçen defterin ilgi çekici diğer bir yanı da kol olarak isimlendirilen vergi bölgelerinin ö zamanki mahalle, cami, hamam, sur kapısı, han ve türbe gibi mahallî isimlerle sınırlandı rılmış olmasıdır. Tanıtmağa çalıştiğımiz 1682-1684 yılları arasındaki İs tanbul İhtisâb Mukataasına dair olan bu belgeyi önce Robert Mantran,; 1957 yılında «X V II. y.y Sonlarında İstanbul İhtisâbına A it Bir Belge» adı altında yayınlanmıştır12. Mantran Kısa bir önsözü takiben eski Türkçe metni ve Fransızca tercümesini hiçbir açıklama yapmadan olduğu gibi takdim etmiştir. Tercüme ettiği metinde İstanbul topoğrâfyası ve ihtisâbıjle ilgili bazı okunuş hatalari da görülmektedir. İstanbul belediye tarihi terimleriyle, ihtisâbını ilgilendiren bu önemli belgeyi aynen yayınlıyoruz : Sûret-i defter-i mukâtaât ihtisâb-ı İstanbul ve tevâbiihâ tahrîr-i cedîd ibrâhim Efendi kadı-i İstanbul'dèr sene 1093 berâ-yi vâcib sene 1096 / Kol-ı Tahte'l-kal'a Mahmiye-i İstanbul ihtisâbı tarafından mîrî kolluk çem'olunan dekâkin on beş kol îtibar olunup evvelkisi Tahte'l-kal'a koludur kİ Süleymaniye hamamı kurbünden Haydarali sarayına andan Tahte'l-kal'a kurbünden Odunkapısı dâhiline andan Haffaflar içinden Tahte'l-kal'a'dan Zindankapısı dâhiline andan Kebeciler'den Rüstem Paşa Câmİ’ine andan Tahte'l-kal'a içinden Dörtyol ağzına andan Katırhanı kurbünde nihâyet bulur. Mahsûl-i rüsum an koİ-ı mezbûr fi yevm : 326 Berâ-yi mesârif-î şâire ......................... Berâ-yı mîrî ....................... : 270 56 Zikrolunan Tahte'l-kal'a kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ olan dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan üç yüz yirmi altı akçe rüsumun iki yüz yetmiş akçesi mîrî mâdâ elli altı akçesi kol oğ lanlarının mâişetleri ve şâir mesârifi içindir. 12 Robert Mantran, •Un Document sur ¡‘ihtisâb de Stamboul à .la fin du X V ÏI. Siècle», Mélanges Louis Massignon, Damas, 1957, s. 127-149. 200 EŞR E F EŞKEFOĞLU Kol-ı Eksik Zikroiunan 15 kolun İkincisi Eksik koludur ki A ricinde olan A yazm a kurbünden ibtidâ olunup a n r f 2™3 ^ P u s u « to kundan Odunkapusu hâricine andan Zindankap,Sl u ? . Kerested le r J lebi M ah kem esi'n e14 andan İhtisâb Ç a rd a ğ a k^rb rıcinden Ahi r “ ne andan Balıkpazarı hâricinden Gümrük kurbüne Has'r ¡skel Bahçekapusu hâricinde nihâyet bulur. ar>dan Eminönü' ■ ftCTSp El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm B erâ-yi m esârif-i şâire ........ .......... 583 B erâ-yi m îrî ......................................... ..................................... 480 M e z k û r kolda battallardan mâdâ 103 dekâkind olunan beş y ü z seksen üç akçenin dört yüz sekse yevr" tah *ı üç akçesi koloğanlarının mâişetleri ve mesârifi i ç i n d i r ^ ' ' m,Vi yüz Kol-ı Taraklı ü üncüsü Taraklı16 koludur kî Dâye Hâtûn MaMezkûr 15 * andan Hocapaşa'ya17 andan Meydancık'dan hailesinden ibtıda o» ^ Hamamı-na andan Parmakkapu'dan AlaLhçekusu dâh'l,nd®â|ide Sultan Çarşısı kurbüne andan Tahmîs’e andan Vâlîde Camu ca H a mam'a and n şerjfi kurbünde Balıkpazarı dâhilinde nihâyet bulur S u lta n denilmektedir (Reşat Ha«Ç b o y u n d a ^ -I Fener lsm barasındadır. „l 1961, c. Bugün III, s. Ayakapı 1378-1379). trncu İstanbul Ansım y ^ Çeîebi Mahkemesinin Zindankapı ile Yemiş isEkrem çlkartaB? an ¿¿â Çelebi Mescidi' Mahallesi olması muh, erİn dMantran’ın ak i sur dianda bulun^ I95g> & ndâhilinde ) „ keleş» jfakkı Ayverdı, tet0eî* t'Em inönü He İskelesi denü 1965'J ' çakmakçılarda Tar ^ arasında Yemiş iskelesi yamndadır. Günümüzde Çardak XVI. - XVII. y.y.’¡arda İstanbul’da İhtisâb. İstanbul, Sokağından Kapalıçarşı'ya inen alanda Dâye Hâtûn zamanda Tarakçılar Câmii Mahallesi de denilmektedir {& T i Sirkeci semtiA ynı ^ Junm aktadır. Bu mahalleye Üçüncü Murad'm Basdefterdan MahaII? l Ayverdi, l7üveys Pasa adım vermıst.r HoC* c- Ht* m s. 586). 1950, . fl Hâmi Danismend, Osmanh Tarihi Kronolojisi, İstanbul İSTANBUL'DA İHTİSÂB MEVZUÂTI El-mahsûl an kol-ı mezbör fi yevm Berâ-yı mesârif-î şâire ....................... Berâ-yı mîrî ......................................... 201 272 82 190 Mezkûr kolda battallardan mâdâ dekâkinderi beher yevm cem' ve tahsîl olunan iki yüz yetmiş iki akçe rüsumun yüz doksan akçesi mîrî ve seksen iki akçesi kologlanlarımn maaşı ve sair mesârif içindir. Ko!-ı Ayasofya Zîkrolunan 15 kolun dördüncüsü Ayasofya koludur ki Atmeydanı kurbünden ibtidâ olunup andan Peykhâne yokuşuna andan Kadırga limanı'na andan Taraklı Hamamı’ndan Çatladıkapu'su hâricine andan Nahilbend sukuna18 andan Kemeraltı'ndan19 Arabacılar Kârhânesi'ne20 andan Vâlide imâretinden Ahırkapısı hâricine andan Bayrampaşa Sarayı'ndan21 Kabasakal Mahallesi'ne22 andan Aslanhâneden Saray-ı Hümâyun kurbüne andan Cebehâne'den Ayasofya sukuna andan Perviz Ağa Câmii'nden Divanyolu'na andan Acıhamam kurbünden Cağaloğlu Sarayı'na andan Alayköşkü kurbünde nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm Berâ-yı mesârif-i şâire ....................... Berâ-yı mîrî ......................................... 496 106 390 Mezkûr Ayasofya kolunda battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 496 akçenin 390 akçesi mîrî ve 106 akçesi kologlanlarımn mâişet ve masârifi içindür. 38 Eski İstanbul mahalleleri arasında bulunan Nahilbend Mescidi Mahallesi, Sultanahmed Câmiinin güney-batı kesiminde yer alır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 41). 19 BizanslIlar döneminden kalma bir *tak»dır. Ayasofya meydanından «Tori Forumu» na giden yolun başında idi (A. Sâim Ülgen, Fâtih Devrinde İstanbul, Ankara, 1939, s. 23). 20 Topkapı Sarayı ile Ahırkapı bölgesi içinde top arabacısı kışlalarının bulunduğu alandadır. Kârhânenin yanında mescidi de mevcuttur (Hüseyin Ayvansarayî, Hadıkatüicevâmi, İstanbul, 1281, c. I, s. 154). 21 Yeri kesin olarak tayin edilememiştir. Ayasofya ile Cankurtaran arasındaki Otlukkapısı civarında olduğu tahmin edilmektedir (R. Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c. V, s. 2309). 22 Bugün Sultanahmet semtinde Küçük Ayasofya Mahalleri içinde bulunmaktadır (İstanbul Şehir Rehberi, İstanbul, 1934, Pafta: 1/2). 202: EŞREF EŞREFOĞLU ; Kol-ı Tavukpazarı Mezkûr 15 kolun beşincisi Tavukpazarı koludur ki Parmakkapı'dan ibtidâ olunup Mahmud Paşa Hamamı'na andan Kürkçüler içinde Hocahanı kurbüne andan Mahmud Paşa Şâmiişerifi hariminden Boyacılar'a andan Tavukpazarına andan Vezirhanı kurbünden Dikilitaş'a23 andan, Paykhâne yokuşuna andan Divanyolu'ndan Sırmakeşhâne'ye andan Kalafatçılardan Yolgeçen Odaları kurbüne andan Tarakçılar'dan Vâlide Han kurbünden Mercan Çarşısı'nda nihâyet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fi yevm-i rüsûm : 540 : 150 Berâ-yı mesârif-i şâire : 390 Berâ-yı mîrî .............. Mezkûr Tavukpazarı kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 540 akçenin 390 akçesi mîrî ve 150 akçesi koloğlanlarının mâişet ve masârıfı içindir. Kol-ı Kadıasker Mezkûr 15 kolun altıncısı Kadıasker koludur ki Seyrek başından24 ibtidâ olunup Çinilihamam kurbünden Kemeraltı'na andan Kırkçeşme'den25 Ekmekçioğlu Medresesi'ne26 andan Vefâ Meydam'ndan Süleymaniye kurbüne andan Kemeraltı'ndan Vezneciler'e andan Muratpaşa tür besi27 kurbünden Acemoğlanı meydanına andan Eskiodalar başından Çukurçeşme'den; Kadıasker Hamamı'na andan meyyit kapusundan Şehzâdebaşı'na andan İbrahim Paşa Hamamı kurbünden Saraçhânebaşı'nda nihayet bulur. 23 Çemberlitaşıh diğer ismidir. Ayrıca buraya Tavukpazarı da denir (A. Sâim Ülgen, Aynı eser, s. 23). ' • 24 Bıigün Zeyrek diye âmimaktadir. Metinde (iljy -0 (Seyrek) olarak geçmektedir. Fâtih Hüsambey Mahallesi içinde kalmaktadır (İstanbul' Şehir Rehberi, Pafta: 4/6).. 25 Eski İstanbul mahallelerinden biridir. Bozdoğan. kemeri ile Ünkapanı arasındaki saha içinde kahr (E. Hakkı Ayverdi; Aynı eser, s. 32). . . .. 26 Haseki Hastahânesinin batısmdadır. Nevbahâr Mescidi Mahallesi içinde bulunmak- , tadır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 41). . 27 Aksaray’da Vatan ve Millet caddelerinin kesiştiği noktadadır. Ayrıca bu bölgede Muradpaşa Cârnn Mahallesi vardır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 40). İSTANBUL'DA İHTİSÂB MEVZUATI 203 El-mahSûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsûm : 406. Berâ-yı mesârif-i saire ........................ :106 Berâ-yı mîrî .................................. :300 Mezkûr KadıaSker kolunda olan battakaî dükkânlardan mâdâ der kâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 406 akçenin 300 akçesi mîrî 106 akçesi koloğlanlarımn mâişet ve mesârifi içindür. . Köl-ı Langa Zikrolunan 15 kolun yedincisi Langa koludur ki Uzunçarşı'dan ibtidâ olunup Eskisaray Kapusu önünden Sultan Beyazıd harimine andan Okçularbaşı'ndan Darphane'ye andan Kuşbazlar'dan Parmakkapı'ya an dan Bitpazarı'ndân28 Gedikpaşa'ya andan Soğukçeşme'den Bâlipaşa'ya andan Payzenhanı kurbünden Kumkapı hâricine andan Gelincik Çarşısı'ndan Nişancı'ya Çavuşbaşı'ndan Musallı kurbüne andan Soğükçeşme'de nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsûm : 697 Berâ-yı mesârif-i şâire ..................................: 217 Berâ-yı mîrî ............................ ..................: 480 Mezkûr Langa kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem1 ve tahsîl olunan 697 akçenin 480 akçesi mîrî ve 217 akçesi koloğlanlarımn cihet-i mâişet ve masârifi içündür. Kol-ı Yedikule Zikrolunan 15 kolun sekizincisi Yedikule koludur ki Davudpaşa sukundan ibtidâ olunup andan Kolluk kurbünden Yenimahalle'ye ân.28 Kapalıçarşı’mn Yağlıkçılar kısmını işgal eder. Hicrî 953 tarihli: İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde «Mahalle-i Mescid-i Çakırağa bin Abdullah der kurb-i pazâr-ı. kehle» . olarak geçmektedir (Ö. Lütfü Barkan, — JE. Hakkı. Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, İstanbul, 1790, s. 322). 204 E$REF EŞREFOĞLU dan Bostancılar'dan Altımermer'e29 andan Yolgeçen Câmii'nden30 Silivri Kapusu'na andan Kocadibek'den Ağaçayırı'ndan Kocamustafapaşa'ya andan İmaret kurbünden İsâkapusu'ndan Sulumanastır'a andan Varilciler'den Mîrâhura31 andan Irgatpazarı'ndan Yedikule hâricine andan Çukurçeşme'den Hacıkadın Mahallesi'nden32 Narlıkapı'ya andan Samatya Kapusu'ndan Ağa Hamamı'na andan Çınar kurbünden Davudpaşa kurbünde nihâyet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm-i rüsum : 814 Berâ-yı mesârif-i şâire : 114 Berâ-yı mîrî .....................................................: 700 Mezkûr Yedikule kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 814 akçenin 700 akçesi mîrî ve 114 akçesi koloğlanlarının vech-i maaş ve masârifi içündür. Kol-ı Karaman Zikrolunan 15 kolun dokuzuncusu Karaman koludur ki Saraçhânebaşı'ndan ibtidâ olundu. Andan Yeniodalarbaşı'ndan Sarıgöze ( ) 33 Malta'dan Alipaşa Câmii'ne andan Büyükkaraman'a andan Arastabaşı'ndan Küçükkaraman'a34 andan Atpazarı'ndan Şermet 29 Çapa semtindeki Çukurbostanı civarındadır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 12). 30 Banisi Defteremini Ömer Efendi’dir. 1559 yılında inşa edilmiştir. Çapa semtinde Altımermer’de bulunmaktadır (Hüseyin Ayvansarayî, Aynı eser, s. 220). 31 Yedikule Imrahor caddesindedir. St. Jean de Stoudion Manastın II. Beyazıd’ın tmrahoru İlyas Bey tarafından câmi’e çevrilmiştir. Tahsin Öz, İstanbul Câmileri, s. 105. 32 Aslı Hızırbey Mescidi Mahallesidir. Unkapanı’nda Atlamataşı ve Hacıkadın semt leri arasında yer alır (E. Hakkı Ayverdi, Aynı eser, s. 24). 33 San Gürz, San Kerez, San Göze şeklinde geçer. Halk dilinde Sangüzel şekline girmiştir (Semavi Eyice, İstanbul Mahalle ve Semtleri Hakkında Bir Deneme, Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1964, c. XIV, s. 202). 34 Fâtih Câmii’nin kuzey-batısına düşmektedir. Alfons Maria Schneider, Belleten Sayı: 61, Levha: IX, Şekil: 1. İSTANBUL’DA İHTÎSÂB MEVZUÂTI 205 Han'ı35 kurbünde Seyrek Çarşusu'na36 andan Kepekçiler'den37 İfraziye'ye andan Otlukçuyokuşu kurbünden Kadıçeşmesi kurbünde nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 406 Berâ-yı mesârif-i şâire ................................... : 66 Berâ-yı mîrî .....................................................: 340 Mezkûr Karaman kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 406 akçenin 340 akçesi mîrîye ve 66 akçesi koloğlanlarının cihet-i maişet ve masârifi içindir. Kol-ı Bâb-ı Edirne Zikrolunan 15 kolun onuncusu Edirnekapısı koludur ki Otlukçuyo kuşu başından ibtidâ olunup andan Kanlı kurbünden Sultan Selim Hamamı'na andan Çarşamba pazarlarından Ahmet Ağa'ya andan Draman'dan38 Sultan Hamamı'na andan Salma Tomruk'tan Edirnekapusu'na an dan Acıçeşme'den39 Şarmaşık'dan Perşembe Pazarı'na andan Yenibahçe'den Ali Paşaya andan Altıay Çeşmesi'nden40 Karagümrük'e andan Zincirlikuyu'dan Keseken Dede'den41 Sultan Selim Câmi-i şerifi kurbün de nihâyet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 634 Berâ-yı mesârif-i şâire ................. : 154 Berâ-yı mîrî .....................................................: 480 35 R. Mantran’m Şurup Ham olarak okuduğu isim aslında Şermet Ham’dır. 36 Zamanla Seyrek ( i L ) ismi halk dilinde Zeyrek şekline dönüşmüştür (Semavi Eyice, Aynı eser, s. 202). 37 Fâtih Câmii civarında Kepekçizâde Mehmed Efendi’nin bugün eseri kalmamış bir mescidi bulunuyordu (Tahsin Öz, Aynı eser, s. 88). 38 R. Mantran’ın Bâb-ı Edirne kolunda okuyamıyarak boş bıraktığı kelime Draman nlacakdır. 39 Günümüzde Çukurbostan denilen BizanslIlardan kalma Aspar açık sarnıcının Salmatomruk caddesi' başındaki mevkiinde bulunmaktadır (A. Sâim Ülğen, Aynı eser, s. 29). 40 Günümüzde Altay denilmektedir. Kâragümrük’te Muhtesip İskender Pâşâ Mahallesi içindedir. R E. Koçu, Aynı eser, s. 730. 41 Fâtih Nişancı Paşa C âmii karşısında Keseken Dede’nin kabri mevcuttur (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 185). EŞREF EŞREFOĞLU 206 Zikrolunan Edirnekapısı kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 634 akçenin 480 akçesi mîrîye 154 akçesi koloğlanların vech-i maaş ve masarifi içindir. Kol-ı Balat Zikrolunan 15 kolun 11'incisi Balat koludur ki Yenikapu hâricinden ibtidâ olunup andan Fenerkapusu hâricine andan Ebâ Eyyüb eLEnsân radiyallâhü anhe'l-ibâdî kapusından Çingene Mahallesi'ne andan Balat sukuna andan Nârin kurbünden Eğrikapı'ya42 andan ivaz Câmii43 kurbünden Lonca yerinden Kesmekaya'ya ondan Tahtaminâre kurbünden Fenerkapusu dâhilinde nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 737 Berâ-yı mesârif-i şâire : 207 Berâ-yı mîrî :530 Zikrolunan Balat kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ dekâkin den beher yevm cem' ve tahsîl olunan 737 akçenin 530 akçesi mîrî ve 207 akçesi koloğlanlarının vech-i maaş ve masârifi içindir. Kol-ı Un Kapanı Zikrolunan 15 kolun 12'ncisi Kapan-ı dakik44 koludur ki eski imâret Mahallesi'nden45 ibtidâ olunup Kadıçeşmesi'ne andan Müfti Hamamı'ndan Mustafa Paşa sukuna andan Havuzlu Hamam'dan Üsküplü sü kuna andan Unkapam'na andan Sağrıcılar'dan46 Kuyumcular'dan Azep- 42 Edirnekapısı surları dâhilinde Tekfursarayı civarındadır (A. Sâim Ülgen, Aynı eser, s. 36). 43 Banisi, Kazasker İvaz Efendi’dir. Câmii Eğrikapı dışında Anamas Zindan .yanın dadır (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 147). 44 Belgede dakik olarak geçmektedir. Burada un anlamına gelir (Ş. Sâmi, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul, 1316). 45 Fâtih, Haydar Caddesi ile Kâdıçesmesi arasında kalan alanı isgâl eder. Bugün adıgeçen mahallenin yerinde Sinanağa Mahallesi vardır (E.H. Ayverdi, Aynı eser, s. 20). . . 46 Sağncılar Câmii Mahallesi olarak geçmektedir. Unkapanı’ndan Kerestecilere kadaı olan sahayı içine alır (E.H. Ayverdi, Aynı eser, s. 52). İSTANBUL’DA İHTİSÂB" MEVZUÂTI 207 ler'ie andan Haydarpaşa Hamamı, kurbüne andan Arabacılar'dan47 Seyrekaltı'na andan Hacıkadın Hamamı'ndan Küçükpazar'a andan Akarçeşme'den Ayazma dâhilinden Kantarcılar'dan nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum 561 Berâ-yı mesârif-i şâire .................................. 171 Berâ-yı mîrî ................................................... 390 Tetimme-i mahsûl kol-ı Kapan-ı Dakîk Zikrolunan Kapan-ı Dakîk kolunda vâkî battal dükkânlardan gayri dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 561 akçenin 390 akçesi mîrîye ve 171 akçesi koloğlanlarınm cihet-i maaş ve masârifi içindür. Kol-ı Râh-ı Cedid Zikrolunan 15 kolun 13 üncüsü Râh-ı Cedîd koludur ki Ördekkasap mahallesinden ibtidâ olundu.. Andan Lütfü Paşa'ya andan Şâhuban sarayı48 kurbünden Kaliçeci'ler köşküne andan Meydânkapısı'ndan Dörtyol ağzına andan Çavuş Mescidi49 kurbünden Molla Gürani'ye an dan Kadıasker Câmii'ne50 Çapa Dilsiz'den Macuncu'ya andan Odabaşı'ndan Küçük Hamam'dan Altımermer'e andan Yenikapı'dan Topkapısı'na andan Arpa Hamamı kurbünden Şehremini'ne andan Fenâyi Tekkesi'nden51 Seydihalife Mahallesi'nden Davutpaşa'ya andan Haseki52 47 Zeyrek Yokuşu başında Fâtih devri ricalinden Şücâaddin İbrahim Efendi’nin camii civarındadır (T. Öz, Aynı eser, s. 151). 48 Fâtih Zeyrek’te Şâhuban Odaları Mescidi görülmektedir (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 129). 49 Adı geçen Râh-ı Cedîd Kolu ile ilgili olabilecek iki Çavuş mescidi vardır: 1 - Şücâ Çavuş Mescidi, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesinde; 2 -İbrahim Çavuş Mescidi, Mevlânâkapı, Yayla Caddesi civarındadır (Tahsin Öz, Aynı eser, s. 41). 50 Molla Güranî yakınındadır. B ânisi; Amasyali Kızıl Abdurrahman Efendi’dir (H. Ayvansarayî, A y m 'eser, c. I, sr 167). 51 Taşkasap Mahallesinde Molla Güranî ile Bekir Paşa semtleri arasındadır (E:H, Ayverdi, Aynı eser, s. 20). 52 Bânisi Kanûnî Sultan Süleyman’ın zevcesi Haseki Hurrem Sultan’d ır (H. Ayvan sarayî, Aynı eser, c. I, s. 101). . 208 EŞREF EŞREFOĞLU Câmii'nden Avratpazarı'ndan03 Bayram Paşa Türbesi'ne54 andan Hüsrev Paşa Türbesi'nde55 nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 727 Berâ-yi mesârif-i saire ..................................: 207 Berâ-yı mîrî ................................................... : 520 Zikrolunan Râh-ı Cedîd kolunda battal dükkânlardan gayrı dekâkinden beher yevm cem' ve tahsîl olunan 727 akçenin 520 akçesi mîrî ve 207 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve mesârifi içindir. Kol-ı Aksaray Zikrolunan 15 kolun 14 üncüsü Aksaray koludur ki Horhor Çeşmesi'nden ibtidâ olundu. Andan Aksaray'a andan Kızılmaslak’tan Lâleli Çeşme'ye andan Koska kurbünden Darbhane'ye andan Langa'dan Deryâbeyi Kapusı'ndan hâricine andan Cellâd Çeşmesi'nden58 Davudpaşa iskelesinden Davudpaşa kapusı hâricinde nihayet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsûm : 551 Berâ-yi mesârif-i şâire .......................... : 171 Berâ-yı mîrî ....... ...........................................: 380 Zikrolunan Aksaray kolunda bulunan battal dükkânlardan gayrı olan dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 551 akçenin 380 akçesi mîrî ve 171 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve masârifi için dir. Kol-ı Cebe Ali Zikrolunan 15 kolun on beşincisi Cebe Ali koludur ki. Defter-i A fik’53 Günümüzde Langa ile Cerrahpaşa mahalleleri arasında kalmaktadır. Alıcı ve satı cıları kadınlardan meydana gelen orijinal bir pazar yeridir (S.E yiçe, Aynı eser, s. 210). 54 Haseki Sultan Camii civarında medrese, sebil, çeşme ve rtürbeden meydana gelmiş bir külliyedir (H. Ayvansarayî, A yn i eser, c. I, s. 58). 55 Kanunî devri vezirlerinden olan Hüsrev Paşa’nm türbesi Bâli ,Câmii civarındadır (H. Ayvansarayî, Aynı eser, c. I, s. 72). 56 Aksaray’da İnebey Mahallesi içindedir (E. Hakkı Ayverdi, A ym eser, s. 33). İSTANBUL’DA İHTİSÂB MEVZUÂTI 209 te Salhane57 kolu deyü mukayyeddir ve mesturden Ayakapusı58 hâricin den ibtidâ olunup Cebe Ali iskelesine andan Tüfenkhâne'den Unkapanı hâricine andan Zeytinci'lerden Ayazma Kapısı hâricinde olan Ayazma kurbünde nihâyet bulur. El-mahsûl an kol-ı mezbûr fî yevm rüsum : 357 : 167 Berâ-yı mesârif-i şâire .......... Berâ-yı mîrî .....................................................: 190 Zikrolünan Cebe Ali kolunda olan battal dükkânlardan mâdâ olan dekâkinden beher yevm cem' ve tahsil olunan 357 akçenin 190 akçesi mîrîye ve 167 akçesi koloğlanlarının cihet-i maaş ve mesârifi içindür. Cem'an Tahsil an dekâkin-i kolha-i mezkûre rüsûm fî yevm akçe ...........................: 8087• Berâ-yı masârif-i şâire an vech-i maaş gulâmân-ı kol ve gayrihi fî yevm a k ç e : 2057 Berâ-yı mîrî ve Hazine-i âmire fî yevm akçe ......................... : 6030 Zikrolünan kollardan beher yevm cem' ve tahsil olunan sekiz bin seksen yedi akçe rüsumun altı bin otuz akçesi mîrî içün kaydolunup ve iki bin elli yedi akçesi koloğlanlarının maaş ve masârifi içündür. Defter-i Cedîd mucibince tahrîr olunan 3170 aded dekâkinden battaliyeden gayriden koloğlanlarının beher yevm cem' ve tahsil eyledik leri 8087 akçenin 6030 akçesi mîrî için İhtisâb Sandığı'na teslim olunup mâdâ 2057 akçesi kırk nefer oğlanlarının vech-i maaşlarına ve on nefer mütekaidierinin beher yevm onar akçe mütekaid vazifelerine ve Çardak hüddâmının taâmiyelerine ve çardak kirâsına ve İstanbul efendileriyle kol gezen hüddâma harç ve sarf oluna. Ve mütekaidlerden biri fevt oldukda vazifesi mîrîye mânde olup min ba'd ihtisâb malından koloğlanlarına tekaüd vazifesi verilmeye ve koloğlanları beher yevm cem' ve tahsîl eyledikleri akçeyi Sandık eminine teslim eyledikleri râyic fî vakt 57 Balat semti dışında Molla Âşıkî Mahallesi dahilindedir (E.H. Ayverdi, Aynı eser, s. 21). 58 Haliç sahilinde Cibali ile fener arasındadır (R.E. Koçu, Aynı eser, c. IH, s. 1378). Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 14 210 EŞREF EŞREFOĞLU parası oldukda cefâ olunmaya ve bir kaç yüz râyic hurda akçesi olur sa da alına. Ve mîrî akçenin tahsili koloğlanlarının uhdelerindedir. Mîrî ye noksan gelirse noksanı cümlesinden mütâlibdir. Ve defterden ziyâde koloğlanları dekâkinden bir akçe ve bir habbe ziyâde almayalar, aldırıl maya. Eğer içlerinden biri tecâvüz ederse muhkem cezâsı verildikten sonra yeri âhere tevcih oluna ve koloğlanları arasında defterden ziyâde tecâvüz edene sükût edib hâkimü’l-vakte îlâm etmezler ise cümlesine cezâ tertib olunub hizmetlere âhere tevcih oluna.» Vesikanın bütününde ve özellikle son bölümdeki ihtisâb mukataasının ne şartlar altında toplanacağını açıklıyan nizâmnâmede bu işin cid diyeti ortaya konulmaktadır. Disiplinli ve merkezî idare kontrolü altın da İstanbul'un günlük hayat düzeni içinde ihtisâb mevzuâtının önemi belirlenmektedir. Bu açıdan bakıldığında X V II. yüzyıl sonlarında İstan bul İhtisâb Müessesesinin kuruluş ve işleyiş bakımından aynı mükem meliyeti gösterdiğine şâhit olmaktayız. Bu arada neşredilen belgede za manımızın modern belediyecilik hizmet ve anlayışına ışık tutacak yarar lı noktaların bulunduğu kanaatindeyiz. EŞREFOĞLU - Levha I 211 XVII. YÜZYILIN SONUNA KADAR MAKEDONYA’NIN OSMANLI HAKİMİYETİ DEVRİNDE İDARİ TAKSİMATI Aleksandar Stoyanovski Osmanlı Imparatorluğu'nda idare cihazının başarılı ve etkili bir şe kilde icraatta bulunabilmesi için, ezcümle, memleketin İdarî taksimatı nın uygulanması ve aralıksız olarak geliştirilmesi gerekiyordu. Bu tak simatı büyük ölçüde etkileyen âmillerden biri, Osmanlı cemiypti düzeni nin timar sistemi üzerine kurulmuş olmasıydı. Bundan başka, özellikle Osmanlı egemenliğinin ilk devirlerinde, bu nevi taksimata. Balkanlar daki Türkler'den önceki durumun da tesirde bulunduğu bilinmektedir. OsmanlIların, ilk devirlerde Balkan memleketlerinde tatbik etmiş olduk ları idâri taksimatın incelenmesi neticesinde. Ortaçağ Balkan devletle rinin idâri taksimatı hakkında da az çok bir bilgiye sâhib olabilmekte yiz. Bugünkü Yugoslavya ülkelerinde OsmanlIların tatbik etmiş olduk ları idari sistem ve mülkî taksimat ile Yugoslav tarihçileri arasında en çok ilgilenenlerden biri olan Hazım Şabanoviç, bu konu hakkında bir çok incelemeler yayınlamıştır. Bu eserlerinde kendisi, Yugoslav ülke lerinin idari taksimatına âit birçok meseleleri başarı ile halletmiş; ge rek bu taksimatın örgütünü, gerekse gelişme yollarını safha safha be lirtmiştir1. Bununla birlikte H. Şabanoviç, bugünkü Makedonya'nın idari taksimatı ile ilgili olarak ne teferruatlı, ne de dâima sıhhatli bilgi 1 Bu konu baklanda H. Şabanoviç’in yayınlamış olduğu önemli eserleri şunlardır: Upravna podjela jugoslovenskih zemalja pod turskom vladavinom do Karlovaikog mira 1699 godine [1699 Karlofça sulhuna kadar Türk hâkimiyeti altında Yugoslav ülkelerinin İdarî taksimatı], Godisnjak Istoriskog drustva Bosne i Hercegovine, Yıl IV, Sarajevo, 1952, s. 171-204; Dali fe postojao Beogradski pasaluk? [Belgrad Paşalığı mevcut muydu]?, Istoriski glasnik, Sayı 1-2, Belgrad 1954, s. 193-207; Bosanski paîaluk [Bosna Paşalığı], NauCno drustvo N R Bosne i Hercegovine, Djela, knj. XIV, Odjeljenje istorisko-filoloskih nauka, knj. 10, Sarajevo, 1959. 271 S., v.s. 214 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ ler verebilmiştir. Bundan başka kendisi, Makedonya'nın tarihî ve etnik sınırları içinde bulunan bölgeleri ise nazar-ı itibâra almamıştır. Tabiatiyle Osmanlı hâkimiyetinin ilk devirlerinde Makedonya'nın idârî taksimatı meselesine karşı, gerek Yugoslav, gerekse yabancı ta rihçiler ilgi göstermişlerse de, bu konuya ancak kısmen Ve gelişi güzel bir şekilde temas etmişlerdir2. Bu sebepten, günümüze kadar bu mesele, kat'î ve tatmin edici bir şekilde halledilmemiştir. Balkanlarda Türklerin ilk hücumlarına maruz kalan memleketler arasında Makedonya da bulunmaktaydı. 26 Eylül 1371 tarihinde vuku bulan Sırp Sındığı savaşı, Makedonya'nın kaderini tâyin etmişti. Bu savaşta. Çar Duşan'ın ölümünden sonra Makedonya'da en güçlü olan Despot Ugleşa ve Kıral Vukaşin, hem canlarını hem de ordularını kay betmişlerdi. Bu suretle Makedonya, siyasî bakımdan parçalanmış ve savunması zayıflamış olan dahilî kısımların Osmanlılar tarafından fetholunması için yollar açılmış bulunuyordu. Sırp Sındığı savaşından yirmibeş yıl kadar sonra. Sultanın vasalleri olan Kıral Marko ve Konstantin Deyanoviç'in Rovin savaşında vuku bulan ölümlerinden kısa bir süre sonra hemen hemen bütün Makedonya Osmanlı hâkimiyetine kat'î surette dâhil olmuştu. 1371 Sırp Sındığı savaşından sonra, en geç ise 1385 yılında, Osmanlı imparatorluğunun Avrupa cihetinde ilk bü yük idarî ve siyasî bir ünitesi olarak, Rumeli Beylerbeyliği veya Eyâleti (daha sonraları Vilâyeti) kurulmuştu3. Bu Eyalete, zaptolunan bütün Makedonya bölgeleri de tedricen ilhak edilmişti. Beylerbeyi tarafından idare olunan Rumeli Eyaleti'nin merkezi, ilk devirlerde Edirne'de, 1453 2 Bk.: Dusanka Sopova, Koga Skopje bilo centar na sandzak vo periodot od padjanjeto pod turska vlast do krajot na X V I vek [Üsküb’ün Türk hâkimiyeti altrna geç mesinden başlayarak XVI. yüzyılın sonuna kadar geçen devre içinde ne vakit sancak mer kezi olmuştu ?], Glasnik na Institutot za nacionalna istorija, Yıl I, Sayı 1, Üşküp, 1957, s. 89-98; Dr. Aleksandar Stojanovski, Dali postoel Bitolskiot sandzak ve prvite vekovi od tuTskala vlast vo Makedonija [Makedonya’da Türk hâkimiyetinin ilk yüzyıllarında Manas tır sancağı mevcut muydu ?], Glasnik na Institutot za nacionalna istorija, Yıl IX, Sayı 2, Üsküp, 1965, s. 119-122; istorija na makedonskiot narod, Kniga pri’a [Makedon milleti tarihi, 1. ktb], Üsküp, 1969, s. 233-235; M. Tayyib Gökbilgin, Kanunî Sultan Süleyman devri baslarında Rumeli eyâleti, livâlan, şehir ve kasabaları, Belleten, Cilt XX, Sayı 78, Ankara, 1956, s. 247-294. [Bu yazının Hazım Şabanoviç tarafından Sırpça-hırvâtçaya ya pılan tercümesi için bk.: Afalet Rumelifa (Popis sandzaka i gradova na pocetku vladavine Sülejmana Velicnstvenog), Prilozi za orijentalnu filologiju, XVI-XVII/1966-67, Sarajevo, 1970, s. 307-342]. 3 Hazim Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 24. . MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 215 yılında vuku bulan İstanbul'un fethinden sonra Filibe'de, nihayet XVI. yüzyıldan başlıyarak son zamanlara kadar ise Sofya'da bulunuyordu. Rumeli Eyaleti ise, mirliva veya sancakbeyleri tarafından yönetilen ve daha küçük mülkî, siyâsî ve askerî bir ünite olan sancak veya liva lardan müteşekkildi. Balkanlarda, zaptolunan toprakların çoğalmasına muvazi olarak sancakların da sayısı artmıştı. Rumeli Eyaleti'nin sınır ları zamanla hayli genişlemiş olduğundan, birçok sancağın bir merkez den idare edilmesi de güçleşmiş ve bu sebepten yeni eyaletler kurul muştu4. Bununla birlikte, Makedonya'da bu hususta herhangi bir deği şiklik meydana gelmemiş ve bütün bölgeler daima Rumeli Eyaleti'nin sınırları dahilinde kalmıştı. Ancak, Makedonya'da kurulan sancakların sayı ve sınırlarında zaman zaman değişiklikler olmuştur. Sancaklar ise en küçük İdarî ve mülkî bir ünite olan vilâyet ve nâhiyelerden müteşekkildi. Vilâyet sistemi, yeni zaptolunan bölgelerde muvakkaten tatbik olunmaktaydı.- Fakat durumun normâlleşmesinden sonra, vilâyet yerine nâhiye kurulurdu5. Nâhiye, Osmanlı idaresi öncesi Balkanlar'da tatbik edilmiş olan «jupa» sistemine tekabül ediyordu. Ancak, değişen şartların neticesinde her bir jupa idari bakımdan na hiyeye tahvil edilmemişti. Meselâ, ortaçağda birer jupa, Osmanlr fet hinden sonra ise birer nâhiye olan Gornyi ve Donyi Polog, daha son raki bir devirde idari bir ünite olarak Kalkandelen (Tetovo)6 nahiyesi ne ilhak edilmişti. Buna benzer bir çok misâl zikretmek mümkündür. Bu nevi idari ve mülkî taksimata muvazi olarak bütün bölgeler, kadılıklara da bölünmüştü. Kadılık, Osmanlı adâletinin mümessili olan bir kadının yetkisinin şâmil olduğu bölgeyi teşkil ediyordu. Esasta ise kadılık, adlî bir ünite olduğu hâlde kadılar, geniş ve çok defa idari yet kilere de sâhip idiler. Bu sebepten kadılıklar, müslümanların ikamet ettikleri bütün bölgelerde normal birer idari ünite olarak kurulmuştu. Bir kadılığın büyüklüğü, muayyen "bir bölgedeki müslüman ahalinin 4 A.e., s. 24; A.m., Upravna podjela jugoslovenskih zemalja..., s. 173. 5 H. Sabanovic, O organizaciji turske uprave u Srbiji u X V i X V I veku [XV. ve XVI. yüzyıllarda Sırbistan’da Türk idaresinin organizasyonu hakkında], Istoriski glasnik, Sayı 3-4, 1955, s. 60. 6 A. Stojanovski, Nekolku novi podatoci m gradot Tetovo od X V i X V I yek [XV. ve XVI. yüzyıllarda Kalkandelen şehrine âit bâzı yeni bilgiler], Istorija, Spisanie na Sojuzot na istorişkite drustva na SR Makedonija, Yıl III, Sayı 2, Üsküp, 1967, s. 93; Bu konu hakkında daha fazla bügi için bk.: Dr. H . Sabanovic, Bosanski pasaluk, ş. 110. 216 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ sayısı ile orantılıydı7. Makedonya'daki durum nazar-ı itibara alınacak olursa, burada kurulan kadılıklar zamanla epeyi önemli birer İdarî ve adlî ünite olmuştu. Başlangıçta müslüman ahâlinin sayısı Makedonya' da az olduğundan dolayı bir kadılığın yetkileri birkaç nahiyeye, daha sonraki devirlerde ise yalnız bir nahiyeye şâmil olmuştu. Hattâ ilk de virlerde, müstakil nahiyelerin bulunmadığı bölgelerde yeni kadılıkların kurulduğu vakidir. Bu suretle, Makedonya'da zamanla birçok kadılık kurulmuştu. Her şeyden önce, bu prosesin esasını, Türk unsurunun Anadolu'dan bu bölgelere iskân edilmesinin artması ve yerli halkın ih tida etmesi teşkil ediyordu. Müslüman ahalisinin bazı bölgelerde te merküz etmesi sonucu, ortaçağdaki küçük jupaların yüzölçümüne epe yi tekâbül eden ve meskûn yerlerin sayısı otuzdan fazla olmayan kadı lıkların kurulmuş olması ancak bu suretle izah edilebilir. Bundan baş ka, bazı nahiyelerin zamanla kadılıklara tahvil edildikleri de görülmek tedir. Bu suretle, idari ve mülkî taksimatta kabul edilen ortaçağ gele neğinden tedricen vaz geçilmişti. Yeni şehirlerin kurulması veya eski lerin gelişmesi neticesinde yeni nahiyeler kurulmuş ve âdet gereğince bu yeni ünitelere şehir veya kasaba adları verilmişti. İdarî ve adlî ünite lerinin taksimat sisteminde vuku bulan bütün değişikler, bu taksima tın her bir gelişmesini ayrıntılı olarak tâkip etmeyi güçleştirmekte hattâ çok defa mümkün kılmamaktadır. Makedonya'da, normâl ve genellikle devamlı olan idari taksimattan önce, sınır bölgelerinde fetholunan yer lerde bariz bir şekilde askerî ve muvakkat karakter taşıyan uçbeyllkleri kurulup, uçbeyleri veya uç voyvodaları tarafından yönetilirdi. Bal kanlarda ilk uçbeyliği, Selânik civarında bulunan ve güney Makedon ya’nın büyük bir kısmını içine alan bölgede kurulmuş ve meşhur Os manlI kumandanı Evrenos Bey tarafından idare olunmuştu8. Bir süre sonra, Üsküb'ün zaptedilmesiyle (6 Ocak 1392 tarihinde veya biraz daha önceleri)9 bu şehirde yeni bfr uçbeyliğin merkezi kurulmuştu. Bu bölgenin ilk uçbeyi, Üsküp Fâtihi Paşayiğit Bey (1414 yılına kadar) 7 Dr. Hazim Sabanovic, Turski izvori za istoriju Seograda, knj. I, sv. 1. Kaiastarski popisi Beograda i okoline, 1476-1566 [Belgrad tarihine ait Türk kaynaklan, I. Ktb., 1. C. Belgrad ve civarına ait tahrir defterleri, 1476-1566], Belgrad 1964. 618 S. 8 Istorija na makedonskiot narod, Kniga prva, s. 233; Glisa Elezovic, Turski spomertici, knj. I, sv. 1 [Türk belgeleri, I. Ktb., 1. C] Belgrad, 1940, s. 7-13. 9 Dr. Dusanka Bojanic — Lukaî, Kako Turcite go prezele Skopje 1391 [1391 yılın da Türkler Üsküb’ü ne şekilde zaptettiler], Muzej na grad Skopye, Zboraik, I I - I I I , Üs küp, 1965/6, s. 15-18. MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 217 olmuştu. İlk iki halefi ise ishak Bey (1414-1439) ve oğlu İsa Bey (1439-1463) idiler10. Türk hâkimiyetinin başlangıcından X V II. yüzyılın sonuna kadar Makedonya'daki normal İdarî taksimat sistemine gelince, bu bölge ilk zamanlarda Paşa (veya Edirne), Köstendil ve Ohri sancaklarına tâbiydi11. Kısa bir süre sonra Selânik ve Üsküp sancakları da kurulmuş tu. Makedonya'nın güneyinde bulunan küçük bir bölge ise Yanya san cağına dahildi. Kısa bir süre için Florina (Lerin) sancağı da kurulmuş tu. Adı geçen sancaklar arasında yalnız Selânik ve Florina sancakları nın kapsadıkları bölgelerin tümü, Makedonya topraklarında bulunuyor du. Diğer sancaklar ise civar bölgelerin bir kısmını sınırları içine almak taydı12. 10 H. Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 25; Istorija na makedonskiot narod, Kniga prva, s. 233. 11 Bu inceleme için birinci plânda XV. ve XVI. yüzyıllarına âit tahrir defterlerin den faydalandık. XVII. yüzyıla âit olan bâzı tahrir defterleri de gözden geçirilmiştir. Bu defterleri metinde ikide birde zikretmek yerine burada haklarında gereken bilginin veril mesini daha uygun bulduk: I. İSTANBUL BAŞBAKANLIK A RŞİV İ: Mâliyeden Müdevver, 508 (1466/67), Tapu Defteri, 4 (1470 yılı civan), Tapu Defteri, 7 (1478/79), Tapu Defteri, 3 (Fâtih Sultan Mehmed zamanına âit, 1451-1481), Tapu Defteri, 170 (1519), Mâliyeden Müdevver, 48 (1519), Tapu Defteri, 141 (1526/27), Tapu Defteri, 403 (1430/31), Tapu Defteri, 167 (1530/31), Tapu Defteri, 424 (1530/31), Mâliyeden Müdevver, 4855 (1683). II. İSTANBUL TOPKAPI SARAYI MÜZESİ A R ŞİV İ: Tapu Defteri, 544 (1532-34). III. İSTANBUL BELEDİYE KÜTÜPHANESİ, M. CEVDET YAZMALARI: B. 21 (1651/52). IV. ANKARA TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ: Tapu Defteri, 190 (1567/68), Tapu Defteri, 194 (1569/70), Tapu Defteri, 85 (1570/71), Tapu Defteri, 90 (1570/71), Tapu Defteri, 25 (1582), Tapu Defteri, 358 (1666/67) ve diğerleri. V. SOFYA, NARODNA BİBLİOTEKA, ORİENTALSKİ OTDEL: Serez, Okr. upr. b.d., I Naselenie (XVI. yüzyılın başlangıcı); Carigrad, Vel. Vezir (1591); M k 25/11 (XVI. yüzyılın sonu); OAK 93/30, Inv. No. 3 / 1962 (1645/46); OAK 214/6 (1654); CG 32/25 (1661/62); Bl. 2/1 (6068) (1664/65) ve diğerleri. 12 Bu suretle, Yugoslav fopraklannda kurulan sancaklann «sımrlanmn başka bir komşu memleketin topraklarına geçmediğini» iddia eden Adem Handzic’in haksız olduğu anlaşılmaktadır (Zvornik u drugoj polovirıi X V i u X V I vijeku, Godistva Dnıstva istoricara Bih, Yıl XVIII, Sarajevo, 1970, s. 145). 218 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ PAŞA SANCAĞI Edirne sancağı veya Paşa livası, Balkanlar'da Osmanlı fütuhatının daha ilk devirlerinde kurulan en eski Rumeli sancaklarından biriydi. Daima paşa rütbesine sahip olan Rumeli beylerbeyi tarafından idâre olunduğundan dolayı bu sancağın diğer bir adı. Paşa veya nadiren Ru meli Mirmiranı Livası (Sancağı) idi13. Zamanla gelişen bu sancak, Ru meli Beylerbeyliğinde en büyük sancak haline gelmişti. Bundan dolayı bu sancak, daha X V I. yüzyılın başlangıcında Sağ-Kol ve Sol-Köl olmak üzere bir taksime tâbi tutulmuştur1*. Makedonya'nın en büyük kısmı. Paşa sancağının sınırları içinde bulunmaktaydı. Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566)'ın hüküm sür düğü ilk devirde yapılan tahrirlere göre Paşa sancağina, aynı adı taşı yan kadılık ve nâhiyelerin merkezleri bulunan şu şehirler tab iyd i: Drama, Zihna, Nevrokop (Kato Nevrokopion, bugün Goce Delçev), De mir Hisar (Timurhisar, Sidhirokastron), Avret Hisar (Ginekokastron), Serez (Siros, Sırpça: Ser, bugünkü adı: Serrai), Selanik, Yenice-i Vardar (Yenica, Jianitsa), Siderekapsi (Siderokapsa), Karaferye (Kara feriye, Veriya, Ber, bugün: Beroia), Serfice (Srbica, bugün: Serbia), Hrupişte, Kesriye (Kastoria, Sırpça: Koştur), Bihlişte (Biglişta, Bilisht), Üsküp (Skopje), Kalkandelen (Tetovo), Kırçova (Kiçevo), Köprülü (Titov Veles), Pirlepe (Prilep), ve Manastır (Bitola). Bununla birlikte, bu nevi taksimatın. Kanuninin saltanat sürmüş olduğu devirden önce de yürürlükte bulunduğu muhakkaktır. Bu durumun daha sonraki de virlerde de muhafaza olunmasıyla beraber, bâzı değişiklikler de arasıra vuku bulmuştur. Adı geçen idari ve adlî ünitelerin dâhilinde, vilâyet veya nâhiye adını taşıyan küçük bölgeler de mevcuttu. Genel olarak bu bölgeler, özellikle Türk hâkimiyetinin ilk devirlerinde, idari bakımdan nâhiye ol mayıp şehir merkezlerinden de yoksundu. Aslında bu bölgeleri, orta çağdan kalan jupalar teşkil ediyordu. Bâzen bu nevi nâhiyelerin bölge leri, komşu olan iki veya daha fazla idari ve adlî ünitelere dahildi. 13 İstanbul, Tapu Defteri, 167, 181; Sofya, OAK> 214/5, 58; D. Sopova, Koga Skopje bilo centar na sandzakot..., s. 95-96. 14 Tapu Defteri, 167, 1; Ksş.: H. Sabanovic, Bosanski pasaluk, s. 24. Bu eserde, bu nevi taksimatın XVII. yüzyılda yapıldığı zühulen yazılmaktadır. MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 219 Drama, Zihna ve Akdeniz sahili bölgelerinde Pravişta ve Keşişlik10 nahiyeleri mevcuttu. X V III. yüzyılın ortasında ise Pravişta kasabası, aynı adı taşıyan kadılığın merkezi olmuştu16. Kanunî Sultan Süleyman devrinde Drama kadılığına tâbi olan Kavala'nın daha 1573 yılında müs takil bir kadılık olarak kaydi tarihî belgelerde geçmektedir17, ilk devir lerde Kavala kadılığına tâbi olan ve Kavala şehrinin kuzey batısında Bereketlü Gölü'nün kıyısında bulunan Bereketlii adındaki meskûn bir yer de, büyük bir ihtimâle göre, daha X V I. yüzyılın sonlarına doğru müstakil bir kadılığın merkezi olmuştu18. Nevrokop'un doğusunda ise yeni devirde Çeçka adını taşıyan Stanopolye nâhiyesi bulunmaktaydı. 1530 yılı civarında M elnik nâhiyesi, Köstendil sancağındaki Demir Hisar kadılığına muvakkaten tâbiydi. X V II. yüzyılın ortalarında ise Mel nik, Köstendil sancağında müstakil bir kadılığın merkezi olmuştu. Daha önceleri Köstendil sancağında bulunan Razlog kadılığı da en geç aynı devirde Paşa sancağına ilhak edilmiş ve bu livaya X V II. yüzyılın sonuna kadar tâbi olmuştu. Tarihî kaynaklarda, Serez veya Aşağı (Zîr-i) Cuma bölgesinde Ostrova nâhiyesinin adı geçmektedir. Serez kadılığına tâbi olan ve Serez şehrinin güneyindeki bölgeyi kapsayan Yejevo kadılığı bulunmaktaydı. Bu nâhiye adım, ortaçağda meşhur bir yer olan Yejevo'dan almıştı19. Fakat Osmanlı devrinde Yejevo, eski önemini kaybet 15 Keşişlik nâhiyesi, Zihna kadılığına tâbiydi (Mâliyeden Müdevver, 7, 36). Hacı Kalfa, bu nâhiyeyi zikretmemiş tir. Ancak, bu nâhiyede bulunan Orfano (Orfan)’nun mer kez olduğunu kaydetmiştir (St. Novakovic. Hadii-Kalja ili Catib-Celebija, Tıırski geograj X V II veka o Balkanskom Poluostrvu, SKA, Spomenik, XVIII, Belgrad 1892, s. 33. 16 H. Sabanovic, ledan popis kadiluka u EvropskojTurskoj od Mostarca Abdullah Hurremovica [Avrupa Türkiye’sinde bulunan kadılıkların Mostarh Abdullah Hurremoviç tarafından yapılan tahriri], Glasnik Hrvatskih zemaljskih muzeja u Sarajevu, Yıl LIV, 1942, Sarajevo 1943, s. 307-356; S t Novakovic, Hadii-Kalja, s. 33-34. 17 Vsevolod Nikolaev, Haraktent na minnite predprijatiya i rezimıt na rudarskija trud v nasite zemi prez XVI, XVH i XVIII v. [XVI, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda bölge lerimizde maden işletmeciliğinin karakteri ve madencilik emeği ile ilgili rejim], Sofya 1954, s. 85. 18 Aleksandar Matkovski i Poliksena Angelakova, Opis na patuvanjeto na venecijanskiot pratenik Lorenco Bernardo niz Makedonija vo 1591 [Venedik Elçisi Lorenco Bemardo’nun 1591 yılında vaki Makedonya seyahati tavsifi], Glasnik na INI, Yıl XV, Sayı 1, Üsküp, 1971, s. 221; S t Novakovic, Hadii-Kalja, s. 33. 19 Georgije Ostrogorski, Serska oblast posle Dusanove smrti [Duşan’ın ölümünden sonra Serez bölgesi], Belgrad 1965, s. 52. Franz Babinger ise bu yerin, yanlışlıkla Selânik şehrinin güney doğusunda bulunduğunu belirtmiştir (Mehmed Osvajac i njegovo doba, Novi Sad, 1968, s. 61). 220 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ mişti. X V II. yüzyılın ortalarına doğru Serez'ln batısında bulunan Kruşa Dağı ve Galik suyunun membaı bölgelerinde, Karadağ adında bir nâhiye nin de kurulduğu bilinmektedir20. Selânik bölgesinde, Vardar, Bogdanos, Hortaç, Kalamariya ve Langaza adındaki küçük nahiyeler kurulmuştu. Vardar nahiyesinin, Var dar nehrinin güney kısmında bulunduğundan dolayı bu adla isimlendi rildiğini kuvvetle tahmin ediyoruz. Bogdanos nâhiyesinin adına gelince, bugün dahi şahsiyeti hakkında tarih ilminde ihtilâf hüküm süren orta çağ derebeyi Bogdan'dan aldığını zannediyoruz. Bununla birlikte ken disinin, Serez ve Selânik arasında bulunan bölgeye hâkim olduğuna büyük bir ihtimâl verebiliriz. Çünkü bu bölge, tamamen Bogdanos nâhiyesine tekabül etmekteydi21. Selânik'in kuzey doğusunda bulunan Langaza (Lagadina) adındaki meskûn yer ve gölden adını alan Langaza nâhiyesi de, Bogdanos nâhiyesinin teşkil ettiği geniş bir bölge bütün lüğüne dâhildi. Langaza'nın güneyinde, Hortaç adını taşıyan nâhiye, dağ ve meskûn bir yer bulunmaktaydı. Bu nâhiyenin güneyinde, Selânik körfezi etrafında, Bogdanos nâhiyesi gibi kısmen Selânik kısmen ise Sidrekapsi kadılıklarına tâbi olan Kalamariya nâhiyesi mevcuttu22. Vodene (Voden) nâhiyesi, Yenice-i Vardar kadılığına tâbiydi. Daha sonraki bir devirde ise Vodene, müstakil bir kadılığın merkezi olmuş tu. Vodene'nin kuzey doğusunda Meglen (Yunanca Enotiya) vadisin de, keza Yenice-i Vardar kadılığına tâbi olan Oliver nâhiyesi mevcuttu. Daha sonraki bir devirde, büyük bir ihtimâle göre ise X V II. yüzyılda, bu nâhiyenin adı ortadan kalkmıştı. Kanaatimize göre bu nâhiyenin de adı. Çar Duşan'ın devletinde epeyi tanınmış bir derebeyi olan Yovan Oliver'le ilgisi vardır. Karaferiye (Ber) kadılığına ise, Kitros'da merkezi bulunan ve tuz laları ile meşhur olan Kitros (Çitros) nâhiyesi tâbiydi. Lerin ve Vodene bölgelerinde Molska ve Gugova nâhiyeleri bulu nup, idari ve adlî bakımdan Lerin'e tâbi idiler. Molska nâhiyesi, şüphe siz, Moliskos adını taşıyan tema (Bizans devrinde askerî-idarî bir böl geye verilen ad) ve piskoposluğa tekâbül ediyordu. Bu sebepten, bu 20 Krş.: Vasil Kıncov, Orohidrogmfija na Makedorıija, Plovdiv, 1911, s. 121. 21 Pıtuvan’e po dolinile na Struma, Mesta i Bregalnica, Sbomik na narodni umotvorenija, nauka i kniznina, kn. X, Sofya 1894, s. 433. 22 Halkidikya Yarımadasının doğu sahillerinde bulunan Sidrekapsi, bu devirde önem li bir maden merkeziydi (Vsevolod Nikolaev, a.e., s. 5, 13; G. Ostrogorski, a.e., s. 47, 69-75, 77-79). MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 221 iki nâhiyenin kapsadıkları bölgeleri kat'î olarak tespit etmek mümkün dür23. Molska nâhiyesi, Ostrova Gölünün batısında ve Rudnik Gölünün etrafında bulunmaktaydı. Daha sonraki bir devirde ise, Rudnik adında bir nâhiye kurulmuştu. Molska'dan daha büyük bir nâhiye olan Gugova'nın büyük bir kısmı, Ostrova Gölü'nün karşı yakasını, yani doğu cihetini kapsamaktaydı. Bu nâhiye adını, Ostrova Gölü'nün kuzey doğu kıyısının yakınlarında bulunan Gugova ismindeki meskûn bir yerden almıştı. Fakat, civarda bulunan Ostrova, zamanla önem kazanmış ve X V I. yüzyılın sonlarına doğru kasaba haline gelerek Ostrova nâhiye ve kadılığın merkezi olmuş24, ayrıca, Molska ve Gugova nâhiyelerinin bü yük bir kısmını da sınırları içine almıştı. X V I. yüzyılda Florina (Lerin) kadılığına tâbi olan Şişan nâhiyesi, Kaylar'ın güney batısında bulunan ve adını, eski bir yer ve piskoposluk merkezi olan Sisanion'dan almış tı25. Ostrova Gölü'nün güneyinde bulunan geniş bir bölgede, daha X V II. yüzyılın ilk yarısında Sarı Göl26, Nâseliç (Naselica, Lapsista, Lapçişta), Cuma Pazarı27, ve Eğri Bucak24 adında yeni kadılıklar kurgİmuştu. Bu 23 Bu nâhiyenin adı ve mevkii, bir ortaçağ kasabası olduğu tahmin edilen Molska’nın yerini tespit etmek için fevkalâde bir önemi hâiz olabilir (Ivan Snegarov, Istorija na ohridskata arhiepiskopija-patriarsija ot padaneto ı pod turcite do nejnoto unistozenie (13941767 g.), Sofya, 1932, s. 181; Istorija na makedonskiot narod, Kniga prva, s. 200). Snegarov, Molska’mn Katraniça köyü üe aynı olduğunu tahmin etmektedir. Ancak, elimizde mevcut olan belgelere göre Katraniça köyü, komşu olan Gugova nâhiyesine bağlıydı. Büyük bir ihtimâle göre, Molska nâhiyesine tâbi olan Emboriya (Embore) köyünün, Molska kasa bası ile bir ilgisi olabilir (T. Tomoski, Apelativi na nasite srednovekovni gradovi, Istorija, Yıl I, Sayı 2, s. 55). 24 A. Matkovski i P. Angelakova, a.e., s. 216. 25 Krş.: S. I. Verkovic, Topograjicesko-etnograficeskij ocerk Makedonii [Makedonya' nın topografik ve etnografik etüdü], S. — Peterburg, 1889, s. 169-170; I. Snegarov, a.e., s. 179-180; Jordan Zaimov, Zaselvane na bılgarskite slavjani na Balkanskija Polııostrov. Proucvane na zitelskite imena v bılgarskata toponimija [Bulgar Islavlann Balkan Yarımada sına yerleşmeleri. Halk adlarının Bulgar toponymie’sinde incelenmesi], Sofya, 1967, s. 169, 184. 26 A. Matkovski i P. Angelakova, a.e., s. 216; Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod, Serija prva. I. [Makedon milletinin tarihine âit Türk belgeleri. Birinci seri. I. c.]. Üsküp, 1963, s. 31; S. I. Verkovic, a.e., s. 37; S t Novakovic, HadziKalfa, s. 48. 27 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod, Serija prva, I, s. 31; S. I. Verkovic, a.e. s. 162. 28 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod, Serija prva, I., s. 31; S. I. Verkovic, a.e., s. 156. Serfiçe’nin kuzey doğusunda Velvedo adındaki palanka bulunmak- 222 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ kadılıkların civarında bulunan Hurpişte kasabası, aynı adı taşıyan nâhiye ve kadılığın merkeziydi. X V I. yüzyıla ait tarihî belgelerde, bu nahi yenin veya bir kısmının adı Aştin vilâyeti veya nâhiyesi olarak geçmek tedir. Bu nâhiye adını, daha önceleri bu bölgede hüküm süren büyük Arnavut derebeyi Aştin'den aldığı açıkça anlaşılmaktadır29. Bihlişte (Biglişta) kadılığının diğer bir adı da V (o )lka şin idi. Bir ihtimâle göre bu nâhiyenin adı ile Makedonya'nın tanınmış hükümadrı Volkaşin ara sında bir ilgi mevcuttur. Nihayet, Prespa nâhiyesi, Florina'nın (Lerin) kuzeyinde ve Prespa Gölü bölgesinde kurulmuştu. Bu nâhiye, X V I. yüz yılın ilk ve X V II. yüzyılın ikinci yarısına ait bâzı belgelerde Paşa sanca ğına tâbi olarak kaydedilmiştir. Fakat genellikle bu nâhiye, Ohri san cağının sınırları içinde bulunmaktaydı30. X V II. yüzyılın ikinci yarısında ise Prespa, tarihî belgelerde kadılık olarak kaydedilmiştir. Manastır (Bitola) kadılığı, aynı adı taşıyan nâhiyeden başka, Ka rasu (Crna reka) kaynakları civarında bulunan Demir Hisar nâhiyesiyle Morihova nâhiyesinin bir kısmından müteşekkildi. Morihova nahiyesi nin büyük bir kısmı ise, komşu Pirlepe kadılığının sınırları içinde bulun maktaydı. Paşa sancağinın kuzeyinde bulunan Kalkandelen (Tetovo) ve Üsküp (Skopye) kadılıklarına bâzı küçük nâhiyeler tâbiydi. Ortaçağda Kalkandelen bölgesi, Gornyi i Donyi Polog adını taşıyan jupalardan mü teşekkildi. Osmanlı belgelerinde de bu iki bölge, Kalkandelen kadılığı ve nâhiyesinde ayrı birer İdarî ünite yani nâhiye olarak zikrolunmaktadır31. Üsküp şehri ise, Üsküp nâhiyesinden başka güney sınırları M a kedonya topraklarında bulunan Kaçanik nâhiyesinin de idari ve adlî merkeziydi. Birçok nâhiyeler gibi Kaçanik nâhiyesi de zamanla müsta kil bir kadılık olmuştur32. tadır. Verkovic’in eserinde bu palanka, Çarşamba veya Velvendo kadılığının merkezi ola rak belirtilmiştir. Bu kadılığın ise en yeni bir devirde kurulduğu muhakkaktır (a.e., s. 188-189). 29 Halil İnalcık, Fatih devri üzerinde tetkikler ve vesikalar, I. Ankara, 1954, s. 148; Rrş.: M. Tayyib Gökbilgin, a.e., s. 262, d: notu 41. 30 Bu devirde Resne havalisinde ve Prespa Gölün’nün kuzey sahillerindeki bölgede Yu karı (Gomya) Prespa ve aynı Gölün güney sahilindeki bölgede Aşağı (Donya) Prespa adında iki nahiyenin mevcut olduğunu da nazanitibara almak gerekir (B k.: Turski dokumenti za istörijata na makedonskiot ııarod, Serija Prva, III, Üsküp, 1969, s. 52. 31 Aleksandar Stojanovski, Nekolku novi podatoci za gradot Tetovo..., s. 93. 32 St. Novakovic, Hadzi-Kalja, s. 46; Evlija Ğelebi, Putopis, Odiomci o jugoslovenskim zeml jama. Preveo, uvod i komentar napisao Hazim Sabanovic [Evliya Çelebi, Seyanaı- MAKEDONYA’N IN İDARÎ TAKSİMATI 223 Paşa sancağı hakkında şimdiye kadar vermiş olduğumuz izahattan anlaşıldığına göre bu livaya, Makedonya'nın hemen hemen bütün gü neyi ve kuzeyde bulunan büyük bir kısmı tabiydi. Fakat daha X V I. yüz yılda Makedonya'nın İdarî ve mülkî taksimatında meydana gelen önemli değişiklikler sonucunda Paşa sancağının sınırları oldukça daralmıştı. Selânik ve Üsküp sancaklarının kurulabilmesi için. Paşa sancağından birçok İdarî ve mülkî üniteler ifraz edilmiştir. KÖSTENDİL SANCAĞI Paşa livasından sonra Köstendil sancağı, Makedonya'nın büyük bir kısmını kapsamaktaydı. Bu sancağın kuruluş tarihi bugün dahi kat'î olarak bilinmemekle beraber, Konstantin Deyanoviç'in 1395 yılında vuku bulan savaşta maktul düşmesinden kısa bir süre sonra meydana gel diği tahmin edilmektedir33. Bilindiği üzere bu büyük derebeyi, merkezi Velbuj'da bulunan bölgeye hâkimdi. Bu bölgede Konstantin, Sultanın vasali sıfatiyle bir süre daha hüküm sürmüşse de, I. Bayezit (1389 1402)'İn ordusu ile beraber Eflâk Voyvodası Yovan Mirçe'ye karşı sürdürülen savaşta maktul düşmüştü. Köstendil sancağı, daha önce Konstantin'in hüküm sürdüğü bölgede ve aynı merkezde kurulmuştu. Hattâ Velbujd adını taşıyan bu merkez, Konstantin'e izafeten Köstendil'e tahvil olunmuştur34. Bu sebepten Köstendil sancağı. Balkanların bu kısmında Osmanlı hâkimiyetinin doğrudan doğruya kurulduğu bir zamanda veya kisa bir süre sonra teşekkül etmiştir. Köstendil sancağının sınırları içinde kuzey doğu Makedonya, Bul garistan ve Sırbistan'ın komşu bölgeleri bulunmaktaydı. XV I. yüzyılın nâme.. Yugoslav ülkelerine ait bölümler. Çeviren, girişi yazan ve şerheden: Hazım Şabano viç]. Sarajevo, 1967, s. 278. Bir meskûn yer olarak Kaçanik daha 1455 • yılında yapılmış olan tahrirde zikrolunmaktadır. B k j Hazım Sabanovic, Krajiste Isa-bega İshakovica.. Zbirni katastarski popis iz 1455. godine [Hicrî 859 tarihli suret-i. defter-i mücmel-i vüâyet-i Yeleç ve İzveçan ve Hodidide ve Seniça ve Ras ve Üsküp ve Kalkandelen ma’a tevabi’iha] .Sarjevo 1964, s. 19. Bu sebepten, Kaçanik’in kurucusu olarak Koca Sinan Paşa’yı kabul etmek mümkün değüdir (Haşan Kalesi i Mehmed Mehmedovski, Tri vakufnami na Kacanikli Mehmed-pasa, Üsküp, 1958, s. 8). . 33 Konstantin Jirecek, Istorija Srba, Prva knjiga do 1537 godine (pöliticka istorija). Belgrad, 1952, s. 332; H. Sabanovic, Vpravna podjela Jugoslovensldh zemalfa..., s. 175-176. 34 J. Ivanov, Severna Makedonija [Kuzey Mekedonya], Sofya, 1906, s. 143; K. Jirecek a. e. ,s. 316. 224 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ ilk yarısında Makedonya topraklarında bulunan Kratova, Iştip (Ş tip) ve Ustrumca (Strumica) kadılıkları. Köstendi! sancağına tâbiydiler. Bundan başka. Eğri Palanka (Bayram Paşa Palankası, Eğri Dere, Kriva Palanka) civarında bulunan küçük bir bölge ve Piyaneç nâhiyesi. Ilıca (Köstendil) kadılığına dahildi35. İştip kadılığının sınırları içinde ise, aynı adı taşıyan nahiyeden başka. Koçana (Koçani), Nogoriç (Nagoriçane) ve Slavişta nâhiyeleri bulunmaktaydı. Ustrumca kadılığı ise, Ustrumca, Petriç, Doyran (veya Doyran G ölü), Tikveş36, Boy m i ya37, Maleşeva, Konça38 ve Menlik (M elnik) nâhiyelerinden müteşekkildi. Fakat, Kös tendil sancağının Makedonya kısmında bulunan kadılıkların sayısı za manla artmıştı. Genellikle bu proses, eski nâhiyelerin kadılıklara tahvil edilmesiyle vuku bulmuştu. Bu suretle, X V II. yüzyılda, adı geçen kadı lıklardan başka, Tikveş, Boymiya yerine Valandova39, Doyran, Petriç, Menlik, Nogoriç yerine Kumanova*°, Razlog, Radovişte ve Eğri Dere 35 Ilıca yani Bana’mn adı için bk.: J.I. Vanov, Severna Makedonija, s. 143-144; K. Jirecek, a.e., s. 316. 36 Hazım Şabanoviç’in iddia ettiğine göre Tikveş ve Kavadar (bugünkü Kavadarçi) aynı yer değildir (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 570, t. notu 30). Daha XVI. yüzyılın ilk ya rısında, Tikveş nahiyesinin merkezi olan Tikveş köyünden başka, Kavadarçi köyü de mev cuttu. Bu devirde yapılan bir tahrirde, Kavadarçi köyünün diğer bir adı da Vataş idi. Bununla birlikte, aynı tahrirde Vataş köyü de mustakilen kaydedilmiştir (Tapu defteri, 141, 224-225). Çünkü Kavadarçi o devirde Vataş köyünün bir mahallesiydi. Bugün dahi bu iki köy pek yakın bir mesafede bulunmaktadır. Mamaafîh, Tikveş Türklerden önce dâhi bir kasaba ve aynı adı taşıyan Jupanın merkezi olarak zikrolunmaktadır. XVII. yüzyılın son larına doğru ise Tikveş dağılmıştır (Vojislav S. Radovanovic, Tikveş i Rafec, Naselja i poreklo stanovnistva, knj. 17, Belgrad, 1924, s. 160, 172, 187, 202, 433-434). 37 Daha sonraki bir devirde Valandova kadılığı olan Boymiye nahiyesi, 1570/71 tarihin de yapılan bir tahrire göre, Demir Kapı’nm güneyindeki Vardar bölgesinde bulunan 25 köyden müteşekküdi (Tapu defteri, 90, 101-117). Gerek Boymiya gerekse Valandova Osmanlı öncesi devreye ait belgelerde dahi zikrolunmaktadır (Stojan Novakovic, Zakonski spomenicj srpskih drzava srendnjega veka, SKA, knj. V, Belgrad, 1912, s. 507 ve 512). 38 1664/65 tarihine ait bir cizye defterine göre, Konça nâhiyesinin diğer bir adı da •Şevketin» idi (Sofya, Orientalski otdel, Bl. 2/1 (6068). 39 Valandova kadılığı 40 köyden müteşekküdi Halbuki daha önceleri bu bölgede kurulmuş olan Boymiya nahiyesine 25 köy tâbiydi. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre bu kadılık, bâzen Tikveş kadılığına ilhak olunmaktaydı (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 572). 40 Ortaçağda meşhur olan Nagoriçani’den adım alan Nagoriç nâhiyesi XVI. yüzyılın ilk yansından itibaren Kumanova nâhiyesi olarak zikredilmektedir. Bu değişiklik, Kumanova’nın kasaba statüsüne yükselmesiyle birlikte bu bölgenin önce iktisadı ve idari daha sonralan ise adlî merkez olması sonucu meydana gelmiştir. (A. Stojanovski, Kumanovo naselba so dalecno minato, Istorija, Yıl IV, Sayı 1, Üsküp, 1968, s. 101-103). Türklerin, MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 225 (Kriva Reka, Kriva Palanka) kadılıkları da kurulmuştu. Bu kadılıklar dan herbirinin kuruluş tarihlerini kat'iyetle tespit etmek şimdilik müm kün değildir. Fakat, istikrarın bâzı kadılıklarda kısa bir süre içinde ku rulamadığından dolayı bunların komşu kadılıklara muvakkaten ilhak edildikleri bilinmektedir. Köstendil sancağında da önemli olmayan bâzı değişiklikler vuku bulmuştu. 1530 yılında yapılan tahrire göre Menlik nâhiyesi bu tarihte Paşa sancağında bulunan Demir Hisar kadılığına tâbiydi. Büyük bir ih timâle göre bu durum uzun süre devam etmemişti. Çünkü 1526 ve 15321533 tarihlerinde yapılan tahrirlerde. Menlik nâhiyesinin, Köstendil san cağındaki Ustrumca kadılığının sınırları dahilinde bulunduğunu görmek teyiz. Bununla birlikte, X V II. yüzyılın ortalarında Menlik, müstakil bir kadılık olarak Paşa sancağına tâbiydi. Fakat aynı yüzyılın sonlarında Menlik kadılığı, Köstendil sancağına ilhak edilmişti. En geç X V II. yüz yılın ortasında Razlog kadılığı da Paşa sancağının sınırları içine alın mıştı. Evliya Çelebi'nin kaydettiğine göre Kumanova 1660 yılında Kös tendil sancağında değil, Üsküp sancağının sınırları içinde bulunmak taydı41. Köstendil sancağına tâbi olan bâzı İdarî ve adlî üniteler, başka sancaklara ilhak edildikleri gibi komşu sancaklardan bâzı ünitelerin za man zaman bu sancağın kapsamına girmişti. Üsküp sancağı bölümün de de görüleceği üzere Köprülü kadılığı X V II. yüzyılın ortasında Üsküb'e muvakkaten tâbiydi42. 1683 yılına ait bir tahrire göre Maleşeva nâhiyesi Radovişte kadılığına. Evliya Çelebiye göre Koçana kasabası (ve nâhiyesi) Kratova kadılığına tâbiydiler43. Şimdiye kadar yapmış ol duğumuz incelemelere göre Köstendil sancağının kapsamına giren M a kedonya topraklarında başka önemli değişiklikler vuku bulmamıştır. Kumanova’yı Jegligova adı ile de isimlendirdiklerine dair ortaya atılan iddianın mesi için tarihî kaynaklarda mesned yoktur (J. Ivanov, Severna Makedonija, s. Osmanlı kaynaklarında, Jegligova adındaki ortaçağ jupası h akkında bir kayıt değildir. 41 Evlija Ğelebi, Putopis, s. 292. 42 SL Novakovic, Kadzi-Kalfa, s. 43; Evlija Ğelebi, Putopis, s. 301. 43 Evlija Ğelebi, Putopis, s. 345. Tarih Enstitüsü Dergisi kabul edil 111). Hattâ da mevcut - Forma 15 226 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ OHRÎ SANCAĞI Rumeli eyâletinde en eski livalardan biri olan Ohri sancağının, bü yük bir ihtimâle göre, Kırâl Marko'nun 1395 yılında vuku bulan ölümün den sonra kurulmuştur44. Ayni tarihte Köstendil sancağının da kurul duğunu daha önce belirtmiştik. Ancak, Köstendil sancağının merkezi Makedonya dışında olduğu halde, sınırları dahilinde bulunan bölgelerin büyük kısmını ise Makedonya teşkil etmekteydi. Ohri sancağının mer kezi bulunan Ohri şehri, Makedonya topraklarında bulunmasına rağmen bu sancağa, Arnavutluk'un büyük bir kısmı tâbiydi. Makedonya'nın yal nız batısında bulunan bâzı bölgeler, Ohri sancağının kapsamına girmek teydi. 1582 yılında yapılan bir tahrire göre Ohri sancağının sınırları için de Ohri, Debre (Debar) ve fstarova (Starova) kadılıkları bulunmak taydı45. Ohri kadılığı, Ohri, Prespa ve Debarçe nâhiyelerinden müteşek kildi. Ustruga (Struga) kasabası ve civarı da Ohri nâhiyesinin kapsa mına girmekteydi. Küçük birer nâhiye olan Prespa ve Debarçe'de ka saba merkezleri mevcut değildi46. Aynı tarihlerde Debre kadılığına tâbi olan altı nâhiyeden dördü (Debre-i Zir*7, Reka, Jupa ve kısmen Dolgo -Golo- Brdo) Makedonya topraklarında bulunmaktaydılar. Diğer taraf tan, Reka nâhiyesi. Küçük (M ala) ve Büyük (Velika) Reka nâhiyelerin den müteşekkildi. Istarova kadılığına ise yalnız Mokra ve Gora nâhiyeleri tâbiydiler. Ancak, Ohri Gölü kıyısının güney batısında Makedonya' ya ait olan küçük bir bölge, bu kadılığın kapsamına girmekteydi. * Tabiatiyle bu nevi taksimat, 1582 yılında yapılan tahrirden önce de mevcuttu. Büyük bir ihtimâle göre, yukarıda belirtilen idari ve adlı tak simat, 1460 yılı civarında, yani İskender Bey'in yenilgiye uğraması neti cesinde, Debre bölgesinin Türkler tarafından tekrar ve kat'î olarak ele geçirilmesinden sonra kurulmuştur. Yeniden zaptolunan Debre bölge 44 K. Jirecek, Istorija Srba, s. 332; H. Sabanovic, Upravna podjela jugoslovenskih zemalja..., s. 175. 45 Daha fazla bilgi için bk.: M. Sokoloski, Dervendiistvoto vo Ohridskiot sandiak vo vtorata polovina od X V I vek [XVI. yüzyılın ikinci yansında Ohri sancağında derbendcilik], Godisen zbomik na Filozofskiot fakultet, kn. 19, Üsküp, 1967, s. 169-170. 46 Evlija Ğelebi, ancak XVII. yüzyılda bir kasaba olarak gelişen Resne’nin Prespa kadılığı dışında bulunduğunu yanlışıkla kaydetmektedir (Evlija Ğelebi, Putopis, s. 564). 47 Bu nâhiye ve aym zamanda Debre kadılığında bulunan Rahovnik, XVII. yüzyılın başlangıcında Debre adı Ue bir kasaba olmuştu (H. Kalesi i M. Mehmedovski, a.e., s. 72-73, 75, 77, 82). MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI 227 sinde Osmanlı idaresi tarafından yapılan bir tahrirde, Debre kadılığın da adı geçen nâhiyeler birer vilâyet olarak kaydedilmiştir. Ancak bu devirde, az meskûn olduğundan dolayı Jupa, Debre-i Zîr vilâyetine ilhak edilmişti. 1430 yılı civarında Debre vilâyetinin Yuvan İli sınırlarının da hilinde bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu vilâyetin adı, meşhur İsken der Bey'in derebeyi olan babası Yuvan Kastrioti'ye izafe edilmektedir48. Yuvan'ın gütmüş olduğu becerikli siyâset ve genellikle sultanın yüksek hâkimiyetini tanımakla hayatının sonuna kadar bu bölgede hüküm sür meyi başarabilmişti. Ölümünden kısa bir süre sonra Debre vilâyetinde, Türk ordusu ve İskender Bey'e tâbi olan âsiler arasında vuku bulan çar pışmalardan dolayı 1460 yılına kadar normal bir idare sistemi kurula mamıştır. Ohri sancağının idari ve adlî teşkilâtında daha bâzı büyük değişik likler olmuşsa da, Makedonya topraklarında bulunan nâhiye ve kadılık strüktüründe önemli bir olay meydana gelmemiştir. Ancak. XVI. yüz yılın ilk yarısı ve X V II. yüzyıla ait bâzı belgelerde, Prespa nâhiyesinin Paşa sancağındaki Göriçe (Korça) kadılığına tâbi olarak kaydedildiğini belirtmek gerekir. Evliya Çelebi'ye göre X V II. yüzyılda kadılık olan bu nâhiyede: «Kasaba olmayıp, ancak birer kasabaya benzeyen kırk ka dar kalabalık ve mamur köy vardın)49. Manastır şehrinin ise X V II. yüzyılın sonuna kadar Ohri sancağına tâbi olmadığı gibi müstakil bir sancağın merkezi de değildi50. Daha ön celeri verilen izahattan anlaşıldığına göre Manastır şehri, bu devre için de, Paşa sancağına bağlı olan yalnız Manastır nâhiye’ ve kadılığın mer kezdi idi. SELANİK SANCAĞI Selânik şehri ancak 1430 yılında kat'î olarak Türkler tarafından zaptedilmiştir. Yalnız, elde mevcut olan belgelere göre, Osmanlı İm paratorluğunda büyüklük bakımından ikinci olan bu şehrin yeni bir 48 Daha fazla bilgi için bk.: Dr. Galaba Palikruseva i Dr. Aleksandar Stojanovski, Debarska oblast u sesdesetim godinama X V veka [1460 yılı civannda Debre bölgesi], «Simpozium o Skenderbegu», 9-12 maj 1968, Priştine, 1969, s. 181-194. 49 Evlija Ğelebi, Pulopis, s. 567. 50 Daha fazla bilgi için, bk.: A. Stojanovski, Dali postoel Bitolskiot sandzak..., s. 119-122. 228 ALEKSANDAR STOYANOVSKİ sancağın merkezi olması için aradan bir yüzyıldan fazla bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Selanik sancağının kapsamına, Selânik şehri ve civarından başka, daha önce Paşa sancağına bağlı olan güney Make donya'nın geniş bir bölgesi girmiştir. Bu sancağın kuruluş tarihini ka tiyetle tespit etmek şimdilik mümkün değildir. 1530 yılında yapılmış bir tahrirde, ilerde kurulacak olan Selânik sancağına tâbi bölgelerin. Paşa sancağının sınırları içinde kaydedilmiş olduklarını görmekteyiz51. Bu sebepten, Selânik sancağının X V I. yüzyılın ortasında kurulmuş ol duğu muhakkaktır. Selânik sancağına, Selânik, Karaferye (Karaveriye, Veriya, Ber, bugünkü adı: Beroia), Avret Hisar (Ginekokastron) ve Yenice-i Vardar (Yenice, Jianitsa) kadılıkları tâbiydiler. Daha sonraları bu sancağa, es kiden Yenice-i Vardar kadılığında bir nâhiye olan Vodene (Voden, bu gün: Edesse) kadılığı da ilhak edilmiştir. Hacı Kalfaya göre, Selânik sancağına, Sidrekapsi (Siderokapsi), Neguş (Ağustos, Naıista), Kara dağ ve Demir Hisar kadılıkları da bağlı idiler. Ancak, güvenilir kaynak lardan anlaşıldığına göre, Karadağ ve Demir Hisar kadılıkları X V II. yüz yılda dahi Paşa sancağının sınırları içinde bulunmaktaydılar52. Selânik sancağındaki kadılıklara tâbi olan nâhiyeler hakkında bil gi, Paşa sancağı bölümünde teferruatiyle verilmiştir. Karaferye kadılı ğının bâzı güney kısımları hariç, Selânik sancağına tâbi olan kadılıkla rın tümü, Makedonya topraklarında bulunmaktaydı. 51 Tapu defteri, 167; M.T. Gökbilgin, a.e., s. 265, t. notu 48. Aynı zamanda hatta aynı tahrirde Selânik sancağı mirlivası (sancakbeyi) olarak Ahmed Bey bin Sinan Paşa’mn zikrolunması vakıası, büyük tereddütlere yol açmaktadır (Tapu defteri, 167, 391). Hatta daha önceleri yapılan bir tahrirde (1526-1528 yıllan civannda), Selânik sancağı da kayde dilmiştir (MT. Gökbilgin, a.e., s. 253). Bununla birlikte, aynı devirde fakat başka bir tahrirde Selânik şehrinin, Paşa sancağına tâbi olduğu görülmektedir (a.e., s. 254). Bun dan başka, tanınmış tarihçi Sadeddin, 1470 yılı civannda Selânik sancağının mevcudiyetin den bahsetmektedir (D-r Jovan Radonic, Djuradj Kastriot Skenderbeg i Albanija u X V veku, SKA, Spomenik XCV, Drugi razred, 74, Beograd, 1942, s. 211; Franc Babinger, a.e., s. 311). Nihayet, Franc Babinger de, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) devrinde kurulmuş olan sancaklar arasında Selânik livasını da zikretmektedir. Ancak, XVII. yüzyılın sonunda ilk defa kurulduğunu bildiğimiz Karaferye sancağının da zikri geçmesi, F. Babinger’in fayda lanmış olduğu kaynağın tamamen sıhhatli olmadığı anlaşılmaktadır (Franc Babinger, a.e., s. 384). Bütün bu hususlar nazarı itibara alınacak olursa, Selânik şehrinin 1430-1580 yıl ları arasında da Selânik sancağının ara sıra merkezi olduğuna ihtimâl verebiliriz. 52 St. Novakovic, Hadzi-Kalfa, s. 35-42; Krş.: H. Sabanovic, Jedan popis kadiluka..., s. 343 ve 350; M. Cevdet yazmaları, B. 21. MAKEDONYA’NIN İDARÎ TAKSİMATI ÜSKÜP 229 SANCAĞI Üsküp sancağının da hemen hemen bütünü, Makedonya sınırları dahilinde bulunmaktaydı. Bu sancağın X V I. yüzyılın ortasında en geç ise 1553 yılında kurulduğu katiyetle tespit olunmuştur. Elde mevcut olan tarihî belgelerde, bu tarihte merkezi Üsküp şehrinde bulunan Üs küp sancağı ve sancakbeyi ilk defa olarak zikredilmektedir53. Eskiden Paşa sancağına bağlı olan Üsküp (Skopye), Kalkandelen (Tetovo), Pirlepe (Prilep) ve Kırçova (Kiçevo) kadılıkları, Üsküp sancağına ilhak edilmişlerdir. Kurulduğu tarihten başlayarak X V II. yüzyılın sonuna ka dar Üsküp sancağında önemli değişiklikler vuku bulmamıştır. Yalnız, X V II. yüzyılın ortasında Köprülü (Veles) kadılığının da bu sancağa bağlı olduğunu daha önce belirtmiştik. Ancak, kısa bir süre sonra bu kadılığın yine Köstendi! sancağı dahilinde bulunması, bu değişikliğin muvakkat olduğu anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Kumanova kadılığının da Üsküp sancağına bağlı olduğunu kaydetmektedir. Eskiden Paşa sancağına tâbi olan kadılıklardan meydana gelen Üsküp sancağı nâhiyeleri hakkında gereken bilgi daha önceleri veril‘ miştir. Ancak, Üsküp kadılığına, Kaçanik nâhiyesi de bağlıydı. Bu na hiye, X V II. yüzyılın sonlarına doğru müstakil bir kadılık olmuştur54. Morihova nâhiyesinin büyük bir kısmı, Pirlepe kadılığının sınırları için de bulunmaktaydı. Kalkandelen (Tetovo) kadılığı ise, Gornyi ve Donyi Polog nahiyelerinden müteşekkildi. MAKEDONYA TOPRAKLARINDA KURULAN DlĞER SANCAKLAR Makedonya'nın hemen hemen bütün bölgeleri, adı geçen beş san cağın sınırları içinde bulunmaktaydı. Yalnız, Makedonya'nın güney ba tısında kurulmuş olan Grevena (Grebena) kadılığı, Yanya sancağına bağlıydı55. X V II. yüzyılın ilk yarısında bu bölgede kurulan Vençe56 ka dılığı, Grevena'nın güney doğusunda bulunmaktaydı. 53 D. Sopova, Koga Skopje bilo centar na sandiak..., s. 96. 54 H. âabanovic, Jedatı popis kadıluka..., s. 350. 55 Yanya sancağının merkezi ve Epir bölgesinin baş şehri olan Yanya (Iöannina), 1431 yılında Türkler tarafından zaptolunmuştur (Vojna Enciklopedija, 4, Belgrad, 1961, s. 125; Franc Babinger, a.e., s. 11-12). 56 Turski dokumenti za istorijata na makedonskiot narod. Serija prva, III, Skopje 230 ALEKSANDAR STÛYANÛVSKİ OsmanlIların hüküm sürmüş oldukları ilk üç asır içinde Makedon ya topraklarında kurulmuş olan sancak sayısının bu suretle tamamlan madığını belirtmek gerekir: 1519 ve 1526-1528 tarihlerinde yapılmış olan tahrirlerden anlaşıldığına göre müstakil Florina sancağı da kurul muştu57. Tamamen Makedonya sınırları içinde bulunan bu en küçük ve en kısa süreli sancak, Florina (Lerin), Gugova, Molska ve Şişan nâhiyelerinden müteşekkildi. Bu sancağın lâğvedilmesinin sebepleri ve kat'î tarihi hakkında şimdilik bir bilgiye sahip değiliz. Ancak 1530 yılın da yapılan bir tahrirde Florina sancağına dair: «Sancaklıktan ref' olunup Paşa sancağına ilâve olunmuştur» şeklinde bir kayıt mevcuttur58. Bü yük bir ihtimâle göre Florina sancağının mevcudiyet ve gelişmesi için gereken müsait şartların olmadığını gören merkez idare, lâğvını ve ön ceki kadılık statüsüne irca etmeyi uygun bulmuştur. Çeviren: İsmail Eren 1969, s. 104 ve 114. Belgeleri çevirenler, söz konusu kadılığı, tespit etmeyi başaramadıkla rından bâzen Donçe ? bâzen ise Bonçe ? şeklinde belirtmişlerdir. 57 Mâliyeden müdevver, 48, 1-3; M.T. Gökbilgin, a.e.,. s. 259. 58 Tapu defteri, 167, 1; M.T. Gökbilgin, a.e., s. 279, t. notu 147. HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ VE GÖREVLERİ Muhibbe Darga Hattuşa kral arşivlerinde bulunan çok zengin dinî belgelerin1 var lığı ile Hitit dini ve kült törenlerinin çeşitli yönleri hakkında bir hayli ge niş bilgi sahibi olmaktayız. Hitit Tanrılarının yeryüzündeki konutları, Hititlerin deyimi ile E.DING IR^ «Tanrının evi», tapınaklardır. Kalabalık bir personelin barın dığı tapınak ve etrafındaki yapıların sadece dinî anlamı olmadığı, bun ların tümünün geniş bir sosyo-ekonömik örgüt olduğu artık’ bugün an laşılmıştır2. Örnek olarak Hattuşa tapınakları arasında özellikle «Büyük tapınağı» sayabiliriz. Hititlerin Kült dilinde tapınak personeline «Hilamatta»2a adını verdikleri anlaşılmıştır. Bunların içinde bir kısım (KadınErkek), doğrudan doğruya hizmetkâr, işçi, küçük meslek adamı, bir kısmı ile kültün spiritüel yönü ile meşgul olan yüksek rahip ve rahibe leri3 meydana getirmekteydi. Görevlerini belirgin şekilde tayin edeme diğimiz birçok rahip ve rahibe adı metinlerde zikredilmektedir. Hitit me tinlerinde LÛSANGA ideogramı (Hititçesi LÛgankunnis) «Rahip» anla mında kullanılmıştır. Hitit rahibelerinin meydana getirdiği piramidin en üst basamağım, krala paralel olarak kraliçe işgal etmektedir. Büyük ve devletin resmî bayramlarının çeşitli törenlerini kraliçenin, baş rahibe mevkiinde yönet tiği görülüyor4. İyi dokümante olduğumuz nuntariyashas - hız, surat bay ramı4“ ve AN.TAtJ.SUM bitkisi bayramı gereğince yapılan kült gezilerin 1 Laroche, CTH 390-500 = C hapitre VII. 2 Krş. Bittel, MDOG 101 (1969), s. 11 v.d. 2“ Bk. Darga, T arih E n stitü sü D ergisi I (1970), s. 121-130. 3 Lû )lazzivitassi için bk. Darga, ay.y., s. 128-130. 4 Goetze, Kİ2., s. 94 ve n. 4. 4“ Goetze, Kİ2., s. 163 bk. KBo m 25; KUB n 9; IBoT n 8. Goetze, Rene. Assy. Int. 1955 (Paris) tebliğleri; CTH 628 ve bibi. 232 MUHİBBE DARGA de kraliçe ve veliaht da yeralıp dinî törenleri — kralın başka işlerde uğ raştığı zaman— müstakilen yönettiği görülüyor5: 38 gün süren A N .TA H SUM bitkisi bayramının sekizinci günü «Arinna şehrine gelinir, kral bu şehirde geceyi geçirirken. Kraliçe yoluna devam eder, başkent Hattuşa'ya döner ve kendi sarayına (É.SAL.LUGAL)6 gider. Dokuzuncu gün kraliçe, Hattuşa'da kendi sarayında A N .TA H .SU M bitkisini alır ve kendi sarayında büyük toplantı - salli asessar'ı düzenler». Bu bayramın 16., 17., 22., 23., 24., 29., 30., 34., 35. günlerindeki törenlerde ise kraliçe hep kralın yanında bulunarak baş rahip çifti olarak âyinleri yönetirler. 18. günde7 kült töreni farklıdır: «Kral, Fırtına tanrısı pifrasassis i saf ta pınakta (É parkuwajas) tesit eder; kraliçe ise müstakilen Arinna şeh rinin Güneş tanrıçasını balentu - evinde tesit etmektedir». Bu bayramın kült programında kraliçeden başka, kadın olan kült görevlisi görülmü yor; beşinci günün törenlerinde zikredilen D U M U .S A L -k ız çocuk ifa desinin kimi belirttiği ve ne münasebetle geçtiği yazıtın bu kısmı kırık olduğu için anlaşılamamaktadır (Kol. I 28-30). KBo X IX 128'de yayınlanan ve H. Otten tarafından işlenen «Bay ram ritualinde» kraliçe, krala paralel olarak, tören boyunca kült ayin lerinde yer almaktadır (IV 14-21, 34, 41, 47, V 5, 9, 16, 21, 26, V I 30). Büyük tapınağın güney magazinlerinde bulunan bu metin grubunun muhtevası hangi bayramın akışını tasvir ettiğini saptamağa imkân ver miyor (Otten, STBoT 13 (1971), s. 51 ). Hitit rahibelerinin en yüksek sınıfını salaM A .D IN G 1R lw î (Hititçesi: Siwanzannis)- «Tanrının anası»8 ünvanını taşıyan kadınlar mey dana getiriyordu. Bunların daha çok tanrıçaların kültünde yer aldığını ve âyinlerde LÛSANGA-rahip’ten sonra zikredildikierini izliyoruz. «Tan rının Anası» ünvanlı rahibeler, günlük kültün icaplarını yerine getiriyor ve önemli bayramların kutlama törenlerinde baş icracı (officiante) ola rak rol alıyorlardı. SALAM A.D IN G IR ^ i niteliğini taşıyan kadınların öne mini gösteren bir hususta bu ünvanla adlandırılmış bir bayramın varlığı dır. Hitit başkenti Hattuşa'da tesbit edilen 18 bayramdan birinin adı 5 Güterbock, JNES, XIX (1960), s. 81, 85; Güterbock, H is toria, Einzelschriften 7, s. 63-64. 6 Güterbock, ay.y., s. 81, 85; Güterbock, ay.y., s. 64. 7 Güterbock, ay.y., s. 83, 86; Güterbock, ay.y., s. 65. 8 Goetze, Kİ2., s. 169 ve n. 3; O tten apud Schmökel, K ulturgesehichte, s. 427. HİTİT'LERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ «EZEN M eS S A L .M £ 5 A M A .D IN G IR i H Î » Tanrı analarının 233 bayramları dır9. s a la m a . DİNGİ RLiM veya sal.meSAMA.DIN GI RLiM Boğazköy me tinleri dışındaki çivi yazılı belgelerde görülmüyor. Bu ünvandan türetil miş mevki adı bir abstraktumu, salam A.D1NG IR l î - UT-TI kelimesini KBo IV 8 (CTH 71) de kopyesi verilen hukukî nitelikteki vesikadan öğreniyoruz. Söz konusu yazıtta bu yüksek rahibelik mevkîi adına bir kaç defa rastlanmaktadır (ö.y. II 5, 15, III 5, 8, 13). Bu güne dek çeviri yazısı ve çevirisi yapılmamış olan bu belgenin incelenmesi sonucu çok ilginç bilgilere sahip oluyoruz: Kısmen harab olmuş tablette hitit kralı mMurâili'nin adı geçmektedir. Kraliçenin — adı zikredilmiyor— hastalı ğına sebeb olduğu iddia edilerek, bir yüksek rahibe «Tanrı analığı» mevkiinden, bizzat kral tarafından azlediliyor. Fakat kendisine kötülük yapılmıyor, ölüme mahkûm edilmiyor, yaşaması için gereken herşey (ev, yiyecek g ib i...) ona kral tarafından veriliyor. Metinde olayı anla tan bizzat kraldır ve 1. şahıs tekil ile ifade vermektedir. Bu sözlerin tan rılara yöneltildiği ve bu mevkii tenzili hakkında onlara hesap verildiği belirgindir. Büyük bir ihtimalle söz konusu kraliçe, hastalığını başka birkaç belgeden bildiğimiz, büyük kral Mursili'nin karısı, kraliçe fGaâsulavi(ya)'dır. Kralın önemli bir kararını bildiren, hukukî anlam taşıyan bu belge ile yine aynı kral'a ait «Tavananna meselesi» (CTH 70) adlı vesika arasında bir yakınlık, ilişki olduğu kanısındayız. Bu konudaki belgelerin sınırlı olması, bugün için kesin sonuçlara yönelmemize engel oluyor. Metinde mevkiinden azledilen rahibenin hayatta olduğuna dair de liller : «O sağdır. Semanın Güneş tanrısını gözleri ile görüyor, hayatının ekmeğini viyor...» cümleleri ile ifade edilmiştir. KUB X X 1 7 - X I 32 (CTH 7 3 8 )'de verilen tanrı Tetesbabi bayramlarını tasvir eden metinde, âyinlerde görevi olan SALAMA.DINGIR^Af'm yanında bir s a l n in . d INGIR-as ve bir de D U M U .S A LA M A .D IN G IR ^™ (ll 25) «tanrı anası kızı» unvanlı rahibenin hizmet ettiği bildiriliyor. Bu unvanla acaba ne ifade edilmek istenmiştir? Metnin üst tarafı kırık olduğundan birbirine çok yakın olan SALAM A.D İN GIRiW Î ile DUM U.SAL.AM A.DINGIRi/Ai ara sındaki farkı tesbit edemiyoruz. «Tanrı anası» unvanlı rahibelerde SAL ile DUM U.SAL arasında bir fark bulunmaması çok muhtemeldir10. 9 10 Güterbock, A ctes... 1969, s. 177: KUB X m 4 I 43. Bossert, KS, s. 82-83. 234 MUHİBBE DARGA Nerik fırtına tanrısı kültü ve bayram törenlerinde kadın kült per sonelinin başında birinci ve en üstün yerde SALME^AMA.DINGIRLiM-h. sivanzannis «Tanrının anası» isimli rahibeler yeralmaktadır. Kült perso nelinin sayılması esnasında da ya LÛSANGA-rahip ya da l^ G U D Ü «Merhemli rahip» (Gesalbter)'den sonra zikredilmektedirler. Bu rahibe ler, Nerik şehrindeki bayram töreninde kült yemeğine de iştirak etmek tedirler11. A N .TA H .SU M bitkisi bayramının 16. günü tesit edilen törenlerde de LÛSANGA ve s a l a m A .D 1NGIRİÎM programdaki görevlerini yerine getirirler (KBo IV 9 V 2 6 : ... s a l a M A .D IN G IR ^ m Djjal-ki-as pi-ra-an fcu-va-i). Parnassa şehrinin «Siyah Tanrıça»sına ilişkin kült törenlerinde (KBo II 8 = CTH 519), birinci gün yapılan âyinlerde, din adamları (clerge) dizisinde ilk yeri LÛSANGA işgal etmekte, onu takip eden s a l a m A .D IN G IR İÎA Î ve sonra da sırada SALpalvatalla - yeralmaktadır. Siyah tanrıçasının kült törenlerinde, s a l a M A .D IN G IR İÎM ve s a l .m e S frazzivi — kadınları, bu tanrıça şerefine kutlanan ¿arpa-bayramında kur ban merasimini yönetirler (KBo II 8 ö.y. I 17-19). Aynı metinde kült töreninin diğer safhasında LÛSANGA-rahip, S A L A M A .D IN G IR ^ M - T a n rının anası, sALpalvatalla12 - ilâhici kadın arka arkaya zikredilmekte olup tapınağa girmeden evvel dinî yıkanma eylemini yerine getirirler (ö.y. I 20-21). Aynı tanrıçaya 12. ayda tesit edilen EZEN SEe ¿arp/YyaJ-a y r ın tılarını bilemediğimiz tahıl ekimine ilişkin bayramda, s a l a m a .*DING IR M K f-T a n rın ın anası yine kültün icracısı (officiante) görevindedir (ö.y. I 31-33). Bel-Mâdgalti talimatnamelerinde (kol. II A 26-28 ) de, üç büyük din adamı arasında, tek büyük rahibe olarak «Tanrının Anası» unvanlı kadınlar zikredilmektedir: l ü .m e § s ü .GI l û .m e § s a N G A l û .m e s GÜDÜ S A L .M E â A M A .D IN G lR tT A r. Rahibeler hiyerarşisinde baş mevkii iş gal eden bu yüksek sınıfın görevleri, «Tapınak memurları» talimatna mesinde (KUB XII 4 = CTH 264 ve bibi.) ayrıntıları ile izlenemiyor. SALpgivatalla-, yukarıda adı geçen «Siyah Tanrıça»nın kült tören lerinde «Tanrının Anası» Unvanlı rahibe ile beraber ve yanında görül düğü gibi, ritual ve bayram tariflerini veren metinlerde de belgelenmek tedir. Anlamı kesinlikle saptanmamış, fakat bir çeşit söz söylemeyi ifa de eden palvai- «İlâhi okumak?» fiilini yerine getirmek, bu kadınların 11 12 Haas, D er K ult von N erik, s. 35. Alp, BN, s. 77-83. HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ 235 isimlerinden de anlaşıldığı gibi, başlıca görevleridir. SALpalvatalla'mn esas fonksiyonu, bayram törenlerinde «Bayram Ziyafeti»nden sonra başlamaktadır. Çeşitli kurban törenleri esnasında, bu kadınlar bazen yalnız, çoğu zaman diğer «ilâhici rahipler» ve «şarkıcı!ar»la bir dua veya İlâhi türünden bir metni okurlar. SALpa/vata//a-'nın müzik aletlerinden herhangi birini çalıp çalmadığını saptayamıyoruz124. «Siyah Tanrıça»nın kült ayinlerinde ise SAL-ME§£azi73ra/-'lerie beraber zikrediliyorlar (bk. s. 237). Bildiğimiz belgelere göre kült törenlerinde ikinci basamağı mey dana getirenler arasında yer aldıkları ortaya çıkmaktadır. Diğer önemli bir rahibe sıfatı da s a ln in .d in G IR ideogramı altında zikredilendir. Goetze'ye uyarak bunları «tanrının kızkardeşi» olarak ter cüme etmek acaba doğru mudur? Bu adı taşıyan rahibeler «hız, sü rat» bayramından bahseden dinî metinlerde başrahip görevindeki kral, kraliçe ve veliahtın yanında yer almaktadır. Son incelemelere göre, SAL|\|IN.DINGIR-e/7tıv13 «Büyük Rahibe» anlamındadır. Protohatti kay naklı Djeteëbabi bayramlarında (CTH 738) «Zintuhh kadınlariyle «Kut lama» töreninde görevli oldukları anlaşılıyor. Bazı hititologların «Tanrının Hanımı-Gottesherrin» olarak tercüme ettikleri bu yüksek rahibe sınıfının zintufyif ya )-kad\n\an ile zikredilme lerine rağmen kült âyinlerinde hattice (battili) dinî tekerlemeler söyle dikleri tesbit edilememiştir. İlgi çekici adı ile diğer bir kadın kült gö revlisi s a l erıtanni- (H W 2. Erg. s. 36 «Priesterin») hurrice-hititçe rituallerde geçmektedir. Bu rahibe adını, Hurrilerin akatça enti/m-«Hanım: Yüksek rahibe» (sümerce N IN.DING IR) kelimesinden kendi dillerine aktardıkları ve hurrice -nni soneki ile kullanılmış oldukları anlaşılıyor. Böylece bu rahibe adı da hitit rituallerindeki «Yüksek Rahibe-Tanrının Hanımı» SALNUM.DINGIR'ın karşılığı olmaktadır14. Dinî âyinlerde yukarıda adı geçen diğer bir rahibe sınıfı, SALzintubiveya sALMBèzjntufïes ismi ile ayrılmaktadır. Bu ismin veya ünvanın an lamı «Tanrıça Zintuhi'nin kadınları» demektir. Laroche, zintuhi- kelime sinin (proto-) hattice «kız torunu» ifade ettiğini tesbit etmiştir. Tanrıça 12a Ay.es., s. 79. 13 Krş. CAD, «E», s. 173; CTH 738 «les Fêtes du Tetesbabi». Bk. KUB X 48 H 5, XX 90; XXXTV 93 a.y. 6; KBo X 27 pass. KBo X I 44, 47, 48; KBo XIX 128, 161, 163, KBo XX 32, 35. CTH 649; bu bayram larda s a l n in .DINGIR’İii adı geçmektedir. 14 Bk. Kammenhuber, A rier..., s. 126, 224. 236 MUHİBBE DARGA Zintuhi, Wuruâemu-Taru baş tanrı çiftinin kızı, tanrıça Mezulla'nın ço cuğudur. Böylece «zintuhi»nin, adı geçen büyük tanrı çiftinin «kız to runu» olduğu da anlaşılmış oluyor16. Adını taşıdıkları tanrıçaya hizmet eden zintuhi (y a )- kadınlarının üst kademesini GAL SAL.MEĞ zlntufıiyas «zintuhi kadınlarının büyüğü/başı» (KUB X I 32 III 19) Unvanlı rahibe işgal ediyordu. SALzin tu h i(ya)-kadınlarının. Büyük Hitit İmpara torluğu çağının sonuna tarihlenen belgelerden, bir listede (KBo X 10 III — CTH 2 3 5 /1 ), hattice şahıs adları ile değil, luvice (luvili) kadın ad ları ile isimlendirildikleri görülüyor. Bu devrin karakteristiği olan «Luvizm»in kült çevresindeki bir görünümünü hatti kaynaklı bu rahibe sını fının luvi özel adları da belirgin bir şekilde ortaya koymaktadırlar16. Yine bir tanrıça adı taşıyan kadınlar, s a l huvassanalla/i-17 ismi ile belirtilmiştir. Kesin olarak görevlerini bilmiyoruz. Luvi kaynaklı Hupiâna şehrinin baştanrıçası DHuvassanna kültüne bağlı başka kadın personeli de tanıyoruz: SALalfyuitra-, s a ltarpasgana-, SAJ-manabuerata-, gibi Luv diline has kompozita'ları173 gösteren isimler ile bildirilen bu rahibelerin de özel kült fonksiyonlarını bugün anlamaktan henüz uzağız. s a l tapriyas veya SALfapr/tass/-18 isimli kadın personelin görevleri ve yaptıkları işlerin daha çok dinî törenin hazırlık safhasında merasim yerinin ve gerekli kült eşyasının tanzim edilmesi olduğunu anlıyoruz. Taşıdıkları adın etimolojik anlamı bugüne kadar kesinlikle saptanama mış olan s a l fyazgara-19 kadınlarının isimlerinin yazılışı çeşitlidir. Bildiği miz metin yerlerinde daha çok çoğul SALM^fyazgarai- adı altında ge çen bu kadınlar topluluğu, bayram törenlerinin hizmetkârı olarak belir mektedir. SALME^^azgara(i)- kült törenlerinin hazırlığını yapmaktadır: sunakları gerekli yerlere yerleştirirler, çeşitli kurbanları (ekmek, içki, meyve) getirir, taşırlar. Kült prosesyonlarında tanrıların tasvirlerini (efijilerini) taşıma görevleri de vardır. Kült envanterlerindeki pasajlara 15 Friedrich, HW, s. 262; Laroche, Recherches s. 40. Bk. KUB XXV 11, 1-12; CTH 650. 16 Bk. Kammenhuber, Alt. K lein..., s. 435. 17 Bk. HW 79; Alp, JK F I, s. 132-133; Laroche, DLL, s.176. 17“ Laroche, DLL, s. 176-177. 18 Friedrich, HW, 1. E rg. s. 20, 2. E rg. s. 24; Darga, ay.y., s. 129 n. 25; bk. CTH, s. 167. 19 Friedrich, HW, s. 68 «Frau im Tempeldienst». Bk. CTH 651. Archi, Studi Micenei ed Egeo-Anatolici, XIV (1971) , s. 222. HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ 237 (KBo II 13 a.y. 3-4; KUB X V II 35 II 27-28) göre, kültte yüksek bir ra hibe mevkiini işgal etmeyip daha ziyade aktif rolleri ile kült hizmetçileri sınıfına girdikleri belli olmaktadır. KBo II 13 ö.y. I 10, 11-20'deki pasaj, bu personelin tüm görevlerini bildiriyor: *SAL.ME§^azgara/- kadınları kurbanlık ekmekleri ve DUG&ars/'yi10il yukarıya, dağa taşırlar, tanrı hey kellerini baytülosların önüne yerleştirirler. Sunakları meyve ile donatır lar, ekmekleri ve erzak kabını (DUG#ars/'yi) yerlerine koyarlar. Kült tö reni bittikten sonra tanrılara, törene katılan insanlara çelenkler takılır ve tanrıların eğlendirilmesi faslı da yerine getirilir. Gün bitip gece olun ca, frazgarai- kadınları Tanrıları geri (tapınaklarına) getirirler, sunakları tanzim ederler, kurban ekmeklerini bölerler, kapları (kurban içkisi ile) doldururlar» (benzer pasaj için bk. aynı metin a.y. 2-9 ). KUB X V II 35 III 32, 33 IV 24'de ekmek kurbanını ve WGfyarsi-y\ yukarı getirirler. SAL.MEä£aZgara/- ile beraber geçen kült personelinden biri de lû .m e § U R .M A H «Kurt adamlar»dır. KBo II 8 a.y. III 11, 12, 23, 26'da kurban töreni için meyveleri getirirler. SALME&fyazgarai-, s a l.m e ŞpalvatalleS(llâhici kadınlar) ile aynı metinde geçer (KBo II 8 İli 23, 24, 2 9 ). Diğer bir kült envanteri metninde de fyazgara-kadınları tek başlarına şarkı söy lerler (KUB X X V 25 ö.y. 7-8, 15 SALMESfazgarai S\RRU). Böylece ¿ıazgara- kadınlarının ayrıca Tanrıların eğlendirilmesi (dusk-, duskaratt-J törenlerinde, yani divertimento faslında da görevleri olduğu anlaşılmış oluyor (bk. KBo II 7 a.y. 23; KUB X V II 35 I 12; II 24-26; III 8; IV 13). İkinci sınıf bir kült hizmetkârı olan SAL.ME§fcatra'lar19b DGE6 = Si yah Tanrıçanın kültünde196, EN SİSKUR.SISKUR- «Kurban sahibi» ve LÛSANGA- rahibin yanında geçmektedir, katra- kadınları tapınağın içinde yapılan kurban merasiminden sonra adı geçen din adamları ile «Tanrıçayı överler» (piyannai- KUB X X IX 4 III 10; dördüncü günün bi timinde yapılan tören). Bu kadınların «şarkıcı» veya «müzisyen» ol dukları kesinlikle saptanamıyor. Hitit dinî törenlerinin ilgi çekici bir faslını kral ailesinin mensupları ölünce yapılan «Ö/ü Kültü»20 âyinleri teşkil etmektedir. Kral ve kraliçe- 19a Krş. Friedrich, HW, s. 60. 19b Friedrich, HW, s. 106, 1. E rg., s. 10, 2. E rg., s. 15; Kronasser, EH S 2, s. 187; krş. Otten, StBoT 15 (1971), s. 11 «Musikantinnen», s. 15 «K atra Sängerin». 19° K ronasser, U m siedlung..., s. 22-23. 20 Otten, Tot. ve CTH 450, 451 ve bibl. 238 MUHİBBE DARGA lerin cesetlerinin yakıldığını bu konu hakkında bilgi veren rituallerden öğreniyoruz. «Ölü Yakma» ve onu takip eden «Ölü Kültü» âyinlerinde kadınlar büyük rol oynamaktadır. Kısaca bu âyin faslını21 inceliyelim : Kral ailesinden ölen kişinin, kral ve kraliçenin cesedi yakıldıktan sonra ikinci gün kemik kalıntılarının «Ukturi»den toplanması ve korun ması işlerini kadınlar yapar. Bundan sonra bu kadınlara yiyecek ve içe cek verilir. Bunu takip eden âyinlerde baş rolü SALğU.Gl- «İhtiyar ka dın, Büyücü kadın» oyn ar: İki sal §U.GI- «Büyücü kadın» karşı kar şıyadır. Birinin elinde terazi bulunur, bir kefesini altın, gümüş, kıymetli taşlarla doldurur, diğerine ise toprak koyar. Sonra karşısındaki SAL SU.GI'ye sorar: «Ölünün ruhunu kim öteki dünyaya götürecek?» Buna benzer türlü konuşmalardan sonra terazi Güneş Tanrısına karşı kırılır ve şarkılarla birlikte ağlayıp çağırma, dövünme âyini başlar22. Aynı gruba giren bir metinden SALSU.GI «Büyücü Kadın»ın kurban olarak yakılan bir sapanın küllerini topladığını ve kurban olarak sığır ve at kafalarının yakıldığını öğreniyoruz23. Böylece Hititlerin «Ölü Kültü» törenlerinde «ağlayan kadınların» varlığı ve rolleri de anlaşılıyor. Bunların törende, «İhtiyar-büyücü kadın»dan daha az önemli, ikinci derecede biryerleri vardır. Söz konusu belgelerde, ağlayankadınlar SAL-tapt/dara- adını taşırlar24. Ölü kült töreninin yedinci gününden itibaren programda gö rülürler. Kurban ve Iibasyon merasiminden sonra şarkılar faslı gelir. En son âyin SALtapt/dara- «ağlayan kadınlar»ın göz yaşı dökmeleri, inle meleri ve dövünmeleridir (hitt. veskuvan dai-, allalamnai-)15. Bu ‘mera simin hepsi 15 gün sürmekteydi. Hititlerin de kehânete, falcılığa, sihir ve büyüye diğer Önasya kavimleri gibi, çok önem verdikleri orakel metinlerinden anlaşılıyor. En ufak, basit vesilelerle fala müracaat ediliyordu. Örneğin; yolculuk, mal sahibi olmak gibi. Dine bağlı büyücülükte (M agie) diğerinden farklı bir 21 Otten, ay.es., s. 12, 13, 43. 22 Otten, ay.es., s. 68, 69. 23 Otten, ay.es., s. 78, 79. 24 F riedrich’in hititçe lügatinde (HW) SAHaptara,yı bulamıyo ruz. Kelime yapısı için bk. Kronasser, EH S 2, s. 187. Krş. Otten, ay.es., s. 149. 25 Otten, ay.es., s. 24, 25, 27, 29, 33, 35, 37, 43, 47, 61; s a l.m e § taptaras’m başlıca görevleri : veskuvan dai- «sich bekleiden», alla lamnai- «jammern». HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ 239 kadın tipi olarak yine SALĞU.GI (büyücü kadın26) önemli bir yer almak tadır. Büyücü kadınlar, sihir, fal, kehânet ve yeminle takdis (conjuration) metinlerindeki törenlerin yapıcıları, bu âyini dikte ettiren ve başta gelen yöneticileridir. «Büyücüler», kuşların uçuşuna, ciğerlere ve hay vanın iç organlarına (kalp, barsak v.s.) bakarak kehânette bulunurlar dı. Gerektiğinde kral ve kraliçe de bu büyücü kadınlara müracaat ede rek geleceğe ait bilgi ediniyorlardı. Bütün «dinî bakımdan temizlenme» (Purification), «kötülükleri defeden» uzaklaştırma âyinlerinin yapıcısı sal §U.GI «Büyücü kadınlan) olduğunu birçok vesika da belgelemekte dir. Söz konusu âyinlerde başlıca yeri bu kadınlar işgal etmekteydi. sal §U.GI «Büyücü kad/nlanı'a hattice metinlerde tesadüf edilmiyor; tek istisna 9 5 0/c IV 7 v.d. (= C T H 734)'deki ritualde görülüyor. SALSU.GI «Büyücü kadınlar»ın daha çok dinî tekerlemeleri luvi dilinde ve özlü sözleri Iitani tarzında okudukları belgelenmektedir27. Hitit tabletleri arasında kitaplık kataloğu türünde bir metinde28 Hurri memleketinden bir kadın hekimin adını (fA-az-zarri s a l a .ZU bur-Ia-aâ) ve dikte ettirdiği büyü töreninin özetini buluyoruz: «ince yağ (işleminin) 1. tableti, Hurrili hekim kadın Azzari tarafından (dikte ettirilmiş). - Bir insan düşman bir şehire karşı orduları bir yere sefere götürdüğü zaman, ordunun önünden kaçan/koşan komutan (için); ince yağ ile nasıl takdis edilir; komutan nasıl yağ ile ovulur; atları, bütün teçhizatı ile harp arabası (nasıl ovulur). - Son/Bitti». Böylece bu belge ile Mezopotamya toplumlarında olduğu gibi, Hitit toplumunda da bazı kadınların hekim sıfatını taşıdığı29, kötü bir durumu iyiye döndürmek amacı ile yapılan büyü âyininde başlıca yeri almış ol duğu görülüyor. Yine dinî metinlerde rastlanan ve yüksek bir kadını belirten SALSUHUR.LAL ünvanı ve sıfatını taşıyan kadınlar hakkında neler bili yoruz? Genellikle bu hanımlara «Saraylı Hierodul» anlamı verilmekte dir30. Bunların Hitit kültünde hakikaten «kutsal fahişe» olup olmadık 26 Krş. Friedrich, HW, s. 62, 295. 27 Kammenhuber, ay.es., s. 435. 28 Bk. CTH 276, s. 162. 29 Bottero apud Grimal, H istoire Mondial, s. 170-171. 30 SAL.SUHUR.LAL : HW, s. 291 «Hierodul». bk. Sommer, HAB 194 No. 2; Friedrich, V ert. H 155, 170 v.d. 240 MUHİBBE DARGA larını kesinlikle tayin edemiyoruz. Bir ritual metne31 göre «ihtiyar/bü yücü kadın»ın yardımcısıdır. Bunlar yüksek rahibe sınıfına dahil olup, kehânet, ayrıca yeminle tasdik merasimlerinde de başrolü oynarlar. Bu kadınların kültteki fonksiyonlarını tayin etmek ayrı bir incele menin konusu olacaktır. salsuH U R .LA L, büyü, sihir metinlerini de tıpkı ihtiyar büyücü kadın gibi dikte ettirmektedir. Acaba bu kadın bir küle hizmetkârı mı, yoksa hakikaten yüksek bir rahibe midir? Şimdilik «hierodul» anlamıyla ifade etmeğe devam edeceğiz. Bu ünvanı taşıyan en meşhur salsuH U R .LA L, milâttan önce 15. yüzyılda yaşamış SAL Kuvatalla isimli kadındır. Kral Arnuvanda ve kraliçe Aşmunikal'in bü yük Iütfuna mazhar olmuş bu hanıma, evlâtlarına geçecek olan muaz zam bir toprak parçası vakfedilmiştir32. Bu vakfı bildiren belge üzerinde kral ve kraliçenin ortak mührü de yer almaktadır (krş. SBo I 60). Son yılların araştırmaları sonucu, tapınaklarda çalışan bir çeşit ka dınlar loncası diyebileceğimiz öıgüt meydana çıkarılmıştır. Bunu Otten ve Soucek'in ortak araştırmalarına borçluyuz33. Hitit dilinde udati ismini taşıyan kadınlar bu örgütü meydana getiriyorlardı. Bu kadınların çocuk larıyla birlikte Tanrıça Lelvani tapınağında görevlendirildiklerini kraliçe Puduhepa'ya ait belgelerden biliyoruz33“. Kült personeli arasında erkek ve kadın şarkıcılar da34 önemli bir yer alırlar. Bunların mensup oldukları Kült'ün etnik kaynağına uygun olarak çeşitli dillerde «Hattili, Luviii, Hurrili, Babilli» şarkı söyledikleri bildirilmektedir. Dinî törenlerin akışı süresince kadın cinsinin vasıf ve kabiliyetleri öngörülmüş, özellikle müzik ve şarkının yer aldığı tören lerde şarkıcı, iiâhici ve litani söyliyen kadınlara kült programında geniş yer verilmiştir. Ayrıca bu şarkıcıların yanında müzik âletlerini çalan ka dınlar da belirtilmiştir35. s a l.m e § s 1 R «Şarkıcı kadınlar», hitit yazılı belgelerinde daima SİR ideogramı ile belirtilmektedir. Rituallerde ve personel listelerinde 31 Bk. CTH 409 = KUB VH 53 + X II 58 I I 37 v.d. 32 Riemschneider (K.), LSU, s. 338 v.d. = CTH 223. 33 Otten-Soucek, Pud., s. 42, 49. 33“ Ay.y., s. 41-42. Darga, «Puduhepa : A n A natolian Queen of th e th irteen th centüry B.C.», M ansel’e A rm ağan n , s. 937-961. 34 Friedrich, HW, s. 287 : KBo H 1 I 25 v.d. LÛNAR; HW, s. 292 SALSİR «Şarkıcı kadın». 35 Krş. Darga, ay.y., s. 127 n. 17 : SAL.ME§arkammiyales. HİTİTLERİN KÜLT TÖRENLERİNDE KADINLARIN YERİ 241 bu kadınlar, menşelerini bildiren şehirlerin adları ile birlikte zikredilir ler. CTH 744'de toplanan, bayram tasvirlerini veren metinlerde, hqjti dilinde şarkı ve dinî tekerleme söyledikleri zikredilmektedir36. CTH 235/1, 2 A-B'de verilen listelerde çeşitli şehirlere mensup «şarkıcı ka dınlan) sıralanmaktadır. Bunİarın arasında bazılarının esir (GEME) ol duğu ayrıca belirtilmiştir. Şarkıcı kadınlar sınıfının en meşhurları Kaneş'li olanlardır37. Ankara Müzesinde teşhir edilmekte olan henüz neşredilmemiş inandık menşeli büyük kült amforasının üzerinde hitit müzik âletlerini çalmakta olan bir kadınlar alayı tasvirini görüyoruz. Dinî âyinlerde şarkının yanında dansın da varolduğunu biliyoruz. Erkek dansörler Lû tarvesgala- ve dansetmek fiili (tarvesk-) bayram tö renlerinin programında yer almaktadır. Rakkase ve dansözlerin söz ko nusu törenlerdeki varlığı, tıpkı Mezopotamya'da olduğu gibi, pek tabiî düşünülebilir, genellikle «NAR» ideogramı «şarkı (c ı), dans (ör) ü» de belirtmektedir38. Anadolu yazılı belgelerinde danseden ve bu işi mes lek edinen kadınların hangi ideogram ile ifade edildiğini ve hitit dilinde nasıl isimlendirildiklerini henüz saptamış değiliz. ikinci sınıftan kült hizmetkârlarına mensup bir grup kadınlar da SALdammara-, SALME&dammaras, SALÎA^dammaranza adı ile belirtil mişlerdir39. Sonuncu yazılış, bu adın luvi diline uydurulmuş şeklini gös termektedir. dammara-, dammaranza- kelimesinin etimolojisi genellikle dam (m )ai- «ikinci (ikinci sınıf)», «öteki» anlamına gelen belirsiz za mirden türetilmiş olarak kabul edilmektedir40. Böylece isimleri ile bu kadınlar, ikinci sınıf hizmetkârlara dahil ol duklarını belli ediyorlar, ikinci sınıf kadın kült hizmetçilerinin pek çoğu nun sadece adlarını metinlerde görüyor, görevlerini ise bugün için tayin 36 Kammenhuber, ay.es., s. 435. 37 K aneş’li şarkıcı kadınlar için bk. Bossert, KS, s. 15 v.d. Goetze, Kİ2., s. 134; O tten apud Schmökel, Kulturgeschichte, s. 430; B aydur (N.), Kültepe (Kaneş) ve K ayseri ta rih i üzerine a ra ş tırm alar, İstanbul 1970, s. 62. K aneş’li erkek ve kadm şarkıcıların ağ ıt söyledikleri tan rılar, H int-A vrupalı adlar taşıyan, H ititlerin millî tanrılarıdır. 38 Labat, Manuel, s. 165. Krş. Bottero, ay.es., s. 208. 39 SALdammara- için bk. Friedrich, HW, s. 207. 40 Laroche, DLL, s. 89; K ronasser, EHS, 2, s. 186. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 16 242 MUHİBBE DARGA edemiyoruz. Örnek olarak vereceğimiz üç isim, kelime yapısı olarak biçer nom.ac. göstermektedir: SALİjasnu palla KBo X V II 61 ö.y. 10; s a l frassanup[alla] 72 2; s a l¡¡¡tabatalH KBo X V II 102 a.y. 17; 103 a.y. 17; SAL.ME%a£/ja//a//es KBo X X 68 ö.y. I 7. Burada Hititoloji literatürü çerçevesi içinde hemen hiç değinilme miş bir konuyu ana hatları ile ilgilenenlere sunuyoruz. Bundan sonraki çalışmalarımız da yine aynı yönde olacak, Hitit rahibelerinin ve kadın kült hizmetkârlarının fonksiyonlarını tek tek araştırarak saptamağı amaç edinecektir. Hitit'lerin din tarihinin bir bölümünü açıklayacak her araş tırma, dünya din tarihinin bugüne kadar üzerinde durulan ve dikkati çeken bir faslı, Ege ve Batı Helen dünyasının dinî görüşleri, tanrılar kül tü, rahip ve rahibeler hierarşisinin aydınlatılmasına da ışık tutacaktır. Binlerce ritual metin müzelerimizde incelenmek için uzmanları bek lemektedir. Kanımızca en önemli olan husus, insanlığın fikrî ve sosyal gelişmesi yer yer izlenirken, Anadolu insanının kültür ve din tarihi kad rosu içinde yıllarca anlaşılmamış, gereğince değerlendirilmemiş olan etken rolünün ve katkısının belirgin olarak meydana çıkarılmasıdır. KISALTMALAR VE BİBLİOGRAFYA ABoT K. Balkan, Ankara Arkeoloji Müzesinde bu lunan Boğazköy Tabletleri. İstanbul 1948. Alp, BN S. Alp, Untersuchungen zu den Beamten namen in hethitischen Festzeremoniell. Leipzig 1940. Bossert, KS H. Th. Bossert, Ein hethitisches Königssie gel. Berlin 1944 (Istanbuler Forschungen, Band 18). CAD The Assyrian Dictionary of the Oriental Institute of the University of Chicago. Chicago-Glückstadt 1956 v.d. Friedrich, HW J. Friedrich, Hethitisches Wörterbuch, Kurz gefasste kritische Sammlung der Deutungen hethitischer W örter. Heidelberg 1952. Friedrich, H W 1. Erg. J. Friedrich, 1. Ergänzungsheft Heidelberg 1957. zu HW , Friedrich, H W 2. Erg. J. Friedrich, 2. Ergänzungsheft Heidelberg 1961. zu HW , Friedrich, H W 3. Erg. J. Friedrich, 3. Ergänzungsheft Heidelberg 1966. zu HW , Friedrich, HG2 J. Friedrich, Die Hethitischen Gesetze. Nach druck mit einer Vormerkung von A. Kammenhuber Leiden 1971. Friedrich, Vert. J. Friedrich, Staatsverträge des Hatti-Reiches in hethitischer Sprache I, II. Leipzig 1926. (M V A G 31/1, 3 4 /1 ). Grimai, Histoire Mondiale P. Grimai ve bşk.. Histoire Mondiale de la Femme. Préhistoire et Antiquité Paris 1965. MUHİBBE DARGA 244 Goetze, KI2 Güterbock, A ctes A. Goetze, Kleinasien. 2. Auflage. München 1957 (Handbuch der Altertumswissen schaft). H.G. Güterbock, «Some aspects of Hithite Festivals». Actes de la X V IIe Rencontre Assyriologique Internationale, Bruxelles, Hamsur Heure 1970, s. 173-180. V . Haas, Der Kult von Nerik. Rom 1970. Haas, K N IB oT İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan Bo ğazköy Tabletlerinden seçme metinler l-lll. İstanbul 1944-1954. JK F Jahrbuch für Kleinasiatische Heidelberg 1950 v.d. Forschung. Journal of Near Eastern Studies. Chicago. JN E S Kammenhuber, Arier. A. Kammenhuber, Die Arier im Vorderen Orient Heidelberg 1968. Klein. A. Kammenhuber ve bşk.. Altkleinasiatische Sprachen. Leiden 1969 (Handbuch der Orientalistik, 1. Abteilung, II. Band, 1t und 2. Abschnitt, lieferung 2 ). KBo Keilschrifttexte aus Boğazköi. Leipzig-Ber lin 1916-1971 (C. I-X X ). Kronasser, EHS H. Kronasser, Etymologie der Hethitischen Sprache. Wiesbaden 1962 v.d. Kronasser, Umsiedlung H. Kronasser, Die Umsiedlung der Schwar zen Gottheit. W ien 1963. Kammenhuber, A lt. KUB Labat, Manuel Keilschrifturkunden aus Boghazköi. Berlin 1926-1971 (C. R. Labat, Manuel d'Epigraphie Akkadienne. (Signes, Syllabaire, Idéogramme). Paris 1959. HİTİT'LERİN KÜLT TÖRELERİNDE KADINLARIN YERİ 245 Laroche, CTH E. Laroche, Paris 1971. Laroche, DLL E. Laroche, Dictionnaire de la langue Louvite. Bibliothèque Archéologique et Historique de L'Institut Français-Paris 1959. Laroche, Recherches E. Laroche, Recherches sur les noms des dieux hittites. Paris 1947. MDOG Mitteilungen der Deutschen Orient-Gesell schaft. Berlin 1898 v.d. Otten, Tot. H. Otten, 1958. Otten-Soucek, Pud. H. Otten-Vl. Soucek, Das Gelübde der Kö nigin Puduhepa an die Göttin Lelwani, StBoT 1 (1965). Otten, Fischer Weltgeschichte H. Otten, Hethiter, Hurriter und Mitanni (Fischer Weltgeschichte III, Die Altorien talischen Reiche II). Frankfurt/Main 1966. RHA Revue Hittite et Asianique. Paris 1930 v.d. Riemschneider, LSU K. Riemschneider, «Die hethitischen Landschenkunsturkunden», M IO 6 (1958), s. 321-381. Schmökel, Kultur geschichte H. Schmökel, Kulturgeschichte des alten Orient. Stuttgart 1961. SMEA Studi Micenei ed Egeo-Anatolici. Roma 1967 v.d. Sommer, HAB F. Sommer — A. Falkenstein, Die hethitischakkadische Bilingue des Hattusili I (Labarna II). München 1938. StBoT Studien zu den Bogaztöy-Texten. Wiesba den 1965 v.d. Catalogue des textes hittites. Hethitische Totenrituale. Berlin TÜRK AMİRALİ EMİR MUSTAFA İBN BEHRAM BEY’İN HİNDİSTAN SEFERİ (1531) Dr. M . Yakub Mughul Selmân Reîs'in ölümünden sonra yeğeni Emir Mustafa İbn Behram Bey, Yemen hakimi oldu. İleriyi gören ve tecrübeli bir kimse idi. Bir çok defalar şu veya bu sebepten ötürü, emir ve naiblerin, leventler tara fından öldürüldüğünü görmüştü. Bu yüzden Yemen'de kalmayı reddetti ve Kameran'a doğru ilerlemeye karar verdi1. Uluğ-Hânî'ye2 göre, Mustafa Bey, bu sırada İstanbul'da bulunan Behram Bey'den görevinden uzaklaştırıldığına ve Yemen Naibliği'ne baş ka birinin tayin edildiğine dair haber almıştı. Bu sebepten dolayı babası ona, yeni Yemen naibi gelmeden Hindistan'a hareket etmesini tavsiye etmekteydi. Bununla beraber, bu görüşler başka bir çağdaş kaynak ta rafından benimsenmemektedir. Söylendiğine göre bu sırada, Emir Mustafa, güney Kızıl Deniz (Ye men Denizi)'in herhangi bir Portekiz hücumuna karşı müdafaa edilebil mesi için, Kameran'da bir kale yapmak arzusunda olduğunu açıkla mıştı3. Muhtemelen, 1528 Ocak ayı sonunda Kameran'da bulunan Türk kadırgalarını yakmak amacıyla Kızıl Deniz'e doğru yelken açmış bulu nan Portekiz donanması hakkında bilgi almıştı. Bununla beraber, Por 1 Kutbeddin Mekkî, Berku’l-Yemanı fi Fethi’l-Osmani, Ahbaru’l-Yemani ismile Âlı adında bir yazarın yapmış olduğu ilâveli tercüme, Hamidiye Ktb. no. 886, yp. 27b. - 28a. 2 Uluğ Hânı, Hacı ed-Dabir Abdullah Muhammad, Zafer ul JValih bı Muzaffer wa âlihl, A n Arabic History o f Gujarat, Edited by E.D. Ross, London 1910, cilt 1, s. 220. English Translation by M.F. Lokhandvvala, Oriental İnstitute, Baroda, 1965. 3 Berku’l-Yemanî, yp. 29b; Müneccim Başı, Derviş Abmet Dede, Sahâhi fül-ahbâr fi vekâi ül-âsâr (Arapça Cami’üd-Düvel), T.S.A.S. Renan Ktb. no. H. 1345, Nuruosmaniye Ktb. no. 3171-3172; Bak, Sahai fül-ahbâr, Matbaa-ı Amire, İstanbul, 1285 H, cilt III, s. 220. 248 M. YAKUB MUGHUL tekizliler aksi istikâmette esen rüzgârlardan dolayı Kameran'a varmaya muvaffak olamamışlardı4. Emir Mustafa, hareket etmeden önce, Seyid Ali al-Rûmî'yi Yemen'dek vekilliğine, Selmân Reîs'in kölelerinden olan Ahmed Bey'i de al-Rûmî'nin idârî işlerde danışmanlığına tayin etti. Kameran'a varınca, bu rada bir kale inşa etmeye başladı ve gelecek deniz mevsimine kadar orada kaldı5. Buna rağmen, Mustafa'nın Kameran'daki ikâmeti hakkın da diğer çağdaş kaynaklar bir bilgi vermemektedirler. Tanınmış bir çağdaş kaynağa göre, Türkler, 937/1530-1531 Ağus tosta muhasara edip, limanı bloka ettiler. Ama, Eitor de Silveira kuman dasındaki on teknelik bir Portekiz filosunun gelmekte olduğunu işitince Emir Mustafa, 1530 Şubatında Aden limanındaki muhasarayı kaldırdı ve başka ufuklara doğru yelken açtı6. Bu durum Portekizlilere kaleyi muhasara etmek fırsatını verdi. OsmanlIlardan son derece korkan Aden hükümdarı, Portekizlilerle bir dostluk anlaşması yaparak, onlara yılda 10.000 eşrefi altın vergi ödemeyi kabul etmeyi ehveni şer buldu. Portekiz kumandanı Silveira, burada ayrıca Antonio Betelho kumandasında bir brigantin ile otuz Portekizli bıraktı7. Muvaffakiyetsizlikle neticelenen Aden muhasarasından sonra. Emir Mustafa'nın Şhr'e gittiği kabul edilmektedir. Ertesi yılın başlangıcında (4 Muharrem 93 7 /2 8 Ağustos 1530) Emir Mustafa, Hoca sefer ve öte kilerle birlikte, Şihr'den ayrıldı. Fakat ters esen muson rüzgârları yü zünden tekrar Şihr'e dönmek zorunda kaldılar. Mustafa Şihr'deki ikâ meti sırasında, Sultan'a yukarı Vadi Hadramut'daki savaşlarında hizmet etmek üzere yüz asker bıraktı8. Bu bilgileri aldığımız kaynak9, yazının devamında. Emir Mustafa' nın Hoca Sefer ve ötekileri Sultan Badr'ın otağında bırakarak, Porte kizlilerin geleceği korkusu ile 13 Rebiülahir 9 3 7 /4 Aralık 1530 da Şihr'4 F.C. Danvers; The Portuguese in India, vol. I, London, 1894, s. 385. 5 An-Nur as-safir, yp. 71b, (British Musuem Add. 16648, 1): 6 F.C. Danvers; Aynı eser, 1, s. 398-399; R.S. Whiteway, The Rise o f Portuguese Power in India 1497-1550, London, 1899, s. 227, Longworth Dames, The Portuguese and Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century, J.R.A.S. part I, January 1921, s. 14. 7 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 398-400; C.F. Beckingham (R.B. Serjeant, The Por tuguese o ft the South Arabian Coast, Oxford, 1963, s. 172’de). 8 Tarih-i Şihfî (yp. 68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 56-57’de. 9 Aynı eser, (68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 57-58’de. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 249 den Hindistan'a hareket ettiğini söylemektedir. Ertesi ay (15 Cemaziyel-ewel / 3 Şubat 1531) bir Portekiz gemisi Şihr limanına girdi; fa kat Hoca Sefer tarafından mağlup edilip uzaklaştırıldı. Bundan sonra, 15 Recep / 4 M art 1531'de Sefer, Şihr'den ayrılarak Hindistan'a hare ket etti. Başka kaynakların10 ışığında. Emir Mustafa ile Hoca Sefer'in Hindistan'a gitmek üzere Şihr'den birlikte ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Mısır ve Arabistan'ın siyasi yapısındaki bu ehemmiyetli değişiklik ler esnasında. Batı Hindistan'da bir krallık olan Gücerat, Sultan Baha dır Şah (1526-1537 M .S .) tarafından idare edilmekteydi. Kendisi bazı Hint limanlarını ellerinde bulunduran Portekizlilerle iyi geçinmekteydi. Portekizlilerin, 1529 Ekiminde Goa'ya gelmiş olan enerjik bir valileri vardı. Bu vali, Nuno da Cünha idi. 1530 yılı başında, yeni vali11. Porte kizlilerin Batı Hindistan'daki topraklarının merkezini, Koçin (Cochin) den Goa'ya nakletti. Goa, bu tarihten itibaren, Hindistan'daki Portekiz topraklarının merkezi oldu. Cünha, bir liman şehri olan Diu'yu da ele geçirerek Portekiz Hindistan'ına dahil etmek arzusundaydı.- Portekizli lerin noktai nazarından bu kendilerinin bu bölgedeki topraklarının emni yeti bakımından gerekli idi, zira Diu Portekizlerin Hindistan'daki müs temlekeleri aleyhindeki faaliyetlerin merkezi ve Türkler için de bir sığı nak12 teşkil etmekteydi. Portekizli vali, Diu'ya yapılacak hücum için bütün hazırlıkları yap tı. İdarî teşkilât, askeri teçhizat depoları ve tezgâhlar (doklar) bütün randımanlariyle çalıştılar ve neticede Diu'yu işgâl etmek için, 190 sa vaş gemisini ihtiva eden, 400 teknelik bir filo hazırlandı. Portekiz kuv vetleri, 3600 Portekizli asker, 2000 kadar Malabarlı, 8000 köle ve 5000 yerli denizcinin dahil olduğu 6460 denizciden müteşekkildi13. Nuno da Cünha, 6 Ocak 1531'de14 böyle heybetli bir filo ile Goa'dan Diu'ya hareket etti. Portekiz filosu, nihayet, 7 Şubat 1531'de Bete15 adaşına vardı. 10 Berku’l-Yemânî, yp. 29b; Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 220. 11 Tarih-i Şihfl, (68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 57-58’de. 12 Uluğ Hânî, Aynı eser, I, 220; Berkûl-Yemârii, yp. 224 a-b. 13 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 225; C.F. Beckingham (R.B. Serjeant, dip not s. 59’da); F.C. Danvers, I, s. 400; Tarih-i Şihrî’de (Serjeant s. 59). 300 tekne; John Briggs, History o) the Rise of the Mohemedan Power in India IV. dip not s. 132’de Portekiz kuvvetlerinin sayısı 15,600 olarak verilmektedir. 14 Aynı eser, s. 225. 15 Burada üç küçük ada vardır. Şıal Bet, Savai Bet ve Bens’la Rock adalar Diu’nun 26 250 M. YAKUB MUGHUL Bu kayalık ada tabiat şartları yüzünden kuvvetliydi ve 1000 rençberin yanı sıra 800 askerlik küçük bir kuvvet tarafından muhafaza edilmek teydi. Muhasara edilenler, şerefli şartlarla teslim olmaya razıydılar fa kat Portekizli vali onları esir etmekte İsrar etti. Bütün yaşama ümitle rini kaybeden ada ve garnizon halkı karılarını ve çocuklarını öldürerek büyük bir gayretle son ferdine kadar savaştılar16. EMİR M USTAFA K U M A N D A SIN D A K İ TÜRK D O N A N M A S IN IN 1531 ŞUBATINDA H İN D İSTA N 'A V A R IŞ I: Bete adası, Portekizlilerin tecâvüzüne uğradığı sırada. Emir Mus tafa ve Hoca Sefer kumandasındaki bir Türk donanması, Portekizliler tarafından hiç bir güçlükle karşılaşmadan Diu'ya vardı. Emir Mustafa' nın kuvvetlerinin 600 Türk ve 1300 Arap'dan17 müteşekkil olduğu söy lenir. Çağdaş bir kaynağa göre18 Türk macera peresti beraberinde 7 top, ve hatırı sayılır bir topçu kuvveti de getirmişti. Muhakkak ki, kendi kendilerini müdafaa etmek zorunda bulunanların böyle bir yardıma bil hassa ihtiyaçları olduğu kritik bir anda. Emir Mustafa'nın Diu limanına gelişi, hadiselerin görünüşünü tamamiyle değiştirmişti. O devirde, Diu adası. Melik Togan ibn Melik Ayâ'z tarafından idare edilmekteydi. Kendisi Gücerat kralı Bahadır Şah'ın temsilcisi idi19. veya 28 mü kadar doğusunda bulunmaktadır. Sözü geçen adayı ayırtetmek mümkün değfldir. Bununla berabar, bu trajik hâdise, bu üç adadan birinde vuku bulmuştur. 16 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 401 de, aralarında E to r da SUveria’nin da bulun duğu sadece dokuz Portekizlinin öldürüldüğü R.S. Whiteway, A ynı eser, s. 226-227 de 150 Portekizlinin telef olduğu, Tarih-i Şihrî (R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 59) da ise 200 kişilik garnizonun toptan öldürüldüğü ve PortekizUlerin 500 ölü verdiği söylenmektedir. 17 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227, R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 18; F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 402. 18 Zeynüd-Din al-Ma’bari, Tuhfetül-Mucâhidûn, (Hakim S. Şemsuüah Kadri tara fından yayınlanmış), s. 36. 19 A n Arabic History oj Gujarat, I, s. 220. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 251 Uluğ Hânî'ye göre, Türk amirali Melik Togan tarafından samimiyetle karşılanmış, büyük saygı ve hürmet görmüştü. Emir Mustafa, Dlu adasına varır varmaz, adanın müdafaa mesuliye tini üstüne aldı. Üstün Türk topçu birliği adaya yerleştirildiği gibi şeh rin etrafına tahkimat çukurları kazıldı ve diğer mümkün olan bütün ted birler alındı. Emir Mustafa, bu tedbirlerle şehrin müdafaa imkânlarını büyük ölçüde kuvvetlendirmiş oluyordu. Portekiz filosu. Bete adasını tahrip ettikten sonra, Diu önünde de mirledi ve limanın önündeki denizi kapladı20, ve sonra tekrar tekrar şehre hücum etti fakat Emir Mustafa onlara topçularının kuvvetinin tadını öyle bir tatırdı ki, Nuno da Cunha'nın gemisi manevra yapıp ye rini değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Ertesi gün, şehir, on iki librelik mermi atan 40 topla, 50 kademelik bir mesafeden, aralıksız olarak, şid detle topa tutulmasına rağmen, Portekiz gemileri, ağır kayıplar vererek, Diu'dan ayrıldılar. Düşman ümitsizlik içinde, muhasarayı kaldırdı ve 31 Şubat 1531 gününün akşamında, arkasında, muazzam bir top bırakarak geri çekil di. Portekizliler, mağlubiyetlerinden dolayı o kadar ümitsizliğe kapılmış lardı ki, Müslümanlar, zaferlerinin şerefine top atınca, tayfalar sakat lanmış gemilerini terkettiler ve geri dönmeye güçlükle ikna edilebildiler21. Kayıplara gelince, bu konuda Portekiz kaynakları rakkam verme mektedir. Buna rağmen, çağdaş bir tarihçi olan Uluğ Hânî22, bu deniz savaşı hakkında şu bilgiyi vermektedir: Mustafa, Portekizlilerin gemi lerinden bir çoğunu batırdı ve bunu, Diu kıyılarında eşi görülmemiş bir muharebe takip etti. Portekizliler kendilerini bozguna uğratan bu gemi lerin Diu'ya mı yoksa başka bir memlekete mi ait olduğunu anlayama dan, Diu Pattan'a kaçtılar. İçlerinden biri karaya çıkıp, bu gemilerin kimç ait olduğunu sordu. Bu gemilerin Emir Sultan’ın kız kardeşinin oğluna ait olduğunu öğrenen Portekizliler «Ona mukavemet edemeyiz» diyerek Goa'ya döndüler. Zayiat hakkında Tarih-i Şihrî23 aşağıdaki malûmatı vermektedir: 20 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227; F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 401. 21 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 227-228; John Briggs, Aynı eser, dip not, 132; ZeynüdDin, Rowlandson’un tercümesi, s. 36, Watson, Hist, o f Gujarat, s. 41; Elphinstone, The History o f India, s. 745. 22 A n Arabic History o f Gujarat, I, s. 220; bak. E.D. Ross, Aynı eser, s. 11. 23 R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 59. 252 M. YAKUB MUGHUL «Tanrı, Müslümanları onlara muzaffer kıldı ve dönme Hıristiyanlarla taraftarları ve Malabarlılar sayılmıyacak olursa, içlerinden 1500 ta nesi öldürüldü, kırk kadar yelkenli gemi batırılıp, yirmi tanesi de ele geçirilerek bir çok esir alındı. Öyle ki, Frenkler bozguna uğrayarak geri çekildiler. Heybetli bir Portekiz filosunun Diu'dan geri püskürtülmesi muhak kak ki Osmanlı Sultanı'nın nüfuzunu arttırmış ve kat'i olarak devrin en kudretli Müslüman hükümdarı olarak kabul edilmişti. Bahadır Şah Çitor (Chitor) kalesini muhasara ettiği sırada, Porte kiz filosu Diu'ya varmıştı. Bu haberi alınca. Bahadır Şah, derhal Çitor muhasarasını kaldırdı ve Çampanir'e geldi. Bu arada, Portekiz hücumu püskürtülmüş ve düş man geri çekilmişti. Türk amirali Emir Mustafa'nın cesaret ve kahramanlığı Diu’yu kur tarmıştı. Mustafa, Sultan tarafından Çampanir'e çağırıldı ve burada Bahadır Şah tarafından büyük bir saygıyla karşılandı. Sultan Türk kah ramanının yiğitliği karşısında çok memnun olmuştu ve Sultanın nedim leri mevkiden indirilirken o yüksek bir mevkiye getirildi24. Sultan, Emir Mustafa'ya Rûmî Nâsır Han ve Hoca Sefer Selmani'ye Hudavend Han payelerini verdi25. Bahadır Şah, bununla da kalmayarak Türk kahramanı nın hizmetini, ona Raner, Surat ve Muhaim'e kadar bütün bitişik sa hilleri vererek mükâfatlandırdı. Bunlara daha sonra Diu'da ilâve edildi. Bu Diu'nun eski valisi Melik Togan'ı son derece gücendirmişti. «Bunun neticesinde Melik Togan ile Emir Mustafa arasında evvelâ Melik Togan'ın Diu zeametinden uzaklaştırılması sonra da Emir Mustafa'nın şi kâyeti üzerine hapsedilmesi ile sonuçlanan entrikaların başlamasına sebep oldu. Daha sonra Sultan Çitor üzerine ikinci bir sefere çıkmaya karar verince, Rûmî Han'ın teveccühünü kazanmak için. Melik Togan öldürüldü26. Gücerat Hükümdarı Bahadır Şah (1527-1537), tahta çıktıktan bir kaç yıl sonra devrinin en büyük Müslüman hükümdarlarından biri ola rak kabul edilmeye başlamıştı. Birçok Hint Prensleri, düşmanlarına karşı onun yardımını istemekteydiler. Bu kadarla da kalmıyordu. Gü- 24 Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 220. 25 İbid, Aynı eser, s. 220; Tarih-i Şihrî (yp. 68b) R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 60 da; Ahbarul-Yemânî yp. 28b. 26 Uluğ Hânî, Aynı eser, s. 220. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 253 cerat, Gücerat kralının himâyesine sığınan herkesin barınağı olmuştu. Bununla beraber. Bahadır Şah, saltanatının en parlak yıllarında ileride Portekizlileri Batı Hindistan'daki nüfuzlarını kuvvetlendirmek fırsatı ve recek olan bir siyasî hata yaptı. Muhammed Zaman Mirza adındaki bir âsi, Delhi'den kaçarak Gücerat'a geldi ve Bahadır Şah tarafından himaye edildi. İmparator Hümâ yûn, bir elçiyle mektuplar göndererek âsî Muhammed Zaman Mirza'nın iâde edilmesini istedi. Bahadır Şah, meseleyi diplomatik yollarla hallede ceğine müztehzi bir cevap gönderdi. Bu hakaretimiz cevap, Hümâyûn'un canını sıktı ve derhal, Bahadır Şah'ı cezalandırmak üzere üze rine yürümeye karar verdi27. Bahadır Şah, Çitor Muhasarasiyle meşgulken. Hümâyûn büyük bir orduyla Gvalyor'a vardı. Bahadır Şah, Çitor’u muhasara ederken Hü mâyûn Gvalyor'da onun gazasını bitirmesini bekledi. Bahadır Şah Çitor muhasarasına devam etti ve nihayet hücum ederek burayı ele geçirip, muazzam ganimetler elde etti. Bundan sonra Bahadır Şah, Mandasor kalesine doğru ilerledi ve Emir Mustafa Rûmî Han'ın kumandasındaki üstün bir topçu birliği ile birlikte ordusuna karargâh kurdu. İki ay iki İslâm hükümdarının orduları karşı karşıya kaldılar, fakat askerler top ve silâhların menziline girmekten kaçınıyorlardı. Hümâyûn Şah Bahadır'ın karargâhına gelen erzakları bloke etmek için kesin tedbirler almış ve bu, Bahadır'm kampında kıtlık başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bahadır, Şah, esir edilebileceğini anlayarak cesaretini kaybedip kaçmıştır. Onun kaçışından sonra da Gücerat birlikleri dağılmıştır28. Burada, 1531 yılında Portekizlilerin Diu'yu muhasara edişi sırasın da ehemmiyetli bir rol oynamış olan Türk kahramanı Emir Mustafa 27 Mirat-l Ahmedi, Bölüm I (Farsça metin, Syed Nawab Ali tarafından yayınlan mış), Oriental Institute, Baroda, 1928, s. 73-74; Seyyid Muhammed İbn Munavver ül-Mülk, Tarih-i Selâtm-i Gücerat, Bodleian Lib. Oxford Ms. No. Caps. Or. c. 10, yp. 13b-14a; Elliot, The History o f India, V, s. 190. Portekizli bir çağdaş tarihçi olan FariaY Souza Hin distan'ın iç meselelerinden habersiz olarak yanlış bilgi vermektedir. Bak, Briggs’in Firişte IV’ü, s. 133-134. Biker’in Portekiz (Hint) Antlaşmaları (1505-1542) Cilt I, s. 97 de, Hümâyûn’un saldırışının sebebi, hatalı olarak, Bahadır Şah’ın silâhlı bir tecavüze geçmiş bulun duğu Çitor kraliçesinin isteği olarak gösterilmektedir. Hümâyûn Şah Bahadır Şah’a Çitor’a saldırmaması için haber göndermiş ve bu istek Bahadır Şah tarafından tabiatiyla reddedil miştir. Hemen o anda, Hümâyûn Şah Çitor krallığını, Mandu’yu ve Gücerat’m büyük kıs mım ele geçirmeye karar vermiştir. 28 Elliot, Aynı eser, V, 191, 192; Uluğ Hânî, Aynı eser, I, s. 232. J.W. Watson, His tory of Gujarat, Bombay, 1886, s. 42. 254 M. YAKUB MUGHUL Rûmî Han'ın Bahadır Şah'ı Mandasor'da terk edip, kendisini samimiyet le karşılıyan Hümâyûn'a gittiğini işaret etmek de alâka çekici olacak tır. Bu terkediş, bazı Müslüman kaynaklar tarafından tenkit edilmekte, bazıları ise Bahadır Şah'ın vaatlerini tutmamış olması dolayısiyle onu haklı görmekte ve neticede Mustafa Rûmî Han'ın kırık bir kalple ondan ayrıldığını söylemektedirler29. Bahadır Şah, Mandasor'dan kaçtıktan sonra evvelâ Mandu'ya gel di ve oradan da Çampanir'e kaçtı. Bu sırada Hümâyûn Mandu'yu ele geçirdi. Mandu'nun düşüşünden sonra Hümâyûn Gücerat Kralının pe şinden Çampanir'e gitti. Bahadır, Hümâyûn'un gelişini haber alınca, Kambey'ye gitmek üzere, acele buradan ayrıldı. Kambey'de, Portekiz lileri Hindistan'dan atmak için hazırlanmış olan 100 gemi ile başkaca harp malzemesinin bulunduğu söylenir. Hümâyûn'un peşinden gelmek te olduğu, böyle ehemmiyetli bir anda Bahadır Şah, Hümâyûn'un eline geçmesini önlemek için herşeyin ateşe verilmesini emretti. Bundan sonra da acele Diu limanına gitti30. BAHADIR ŞAH VE PORTEKİZLİLER: 1531'de Portekiz filosunun Diu'dan geri püskürtülmesinden son ra, Nuno da Cünha harpte kaybettiklerini anlamıştı. Şimdi kaybedilen nüfuzlarını yeniden kazanmanın bir tek yolu v a rd ı: Siyaset yoluyla Diu'yu ele geçirmeye muvaffak olabilirdi. Portekizlilerin ertesi yıl. Batı Hindistan'daki bir çok sahil şehirle rini tahrip ettikleri, bir çok kişiyi öldürüp, dört bin kadar esir aldıkları söylenmektedir. Ayrıca, Bassein şehrinden31 400 top ile fazla miktarda mühimmat elde ettiklerine de inanılmaktadır. Buna rağmen, 1533 yılında. Bahadır Şah ile Nuno da Cünha ara 29 Tarih-i Selâtin-i Güjarat, yp. 13a; Mirat-i Ahmedi, s. 74; Tarih-i Sihri, R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 60 da, A n Arabic Bistory o f Gujarat, I, s. 243-256. 30 Uluğ Hâni, Aynı eser, I, s. 243; Elliot, Aynı eser, V, s. 193; Tarih-i Şikrî, R.B. Serjeant, Aynı eser, s. 6 da. 31 F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 404; Briggs’in Firiste, IV ’ü, s. 133. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 255 sında bir görüşme tertiplenmiş, taraflar antlaşmanın hükümleri üzerin de anlaşamadıkları için, bu görüşme olmamıştır32. Ertesi yıl (1534) Martin Alfonso kumandasındaki Portekiz filosu Daman'ı muhasara etti ve müdafilerden çoğunu öldürerek Daman kale sini yerle bir etti33. Görünüşe göre, Bahadır, Çitor seferine çıkmadan önce, Portekiz lilerin dostluğunu kazanmak için Bassein adasını onlara vermeyi teklif etmiştir. Muhtemelen, sefer esnasında, onların tehdidinden kurtulmak istemişti. Bahadır Şah, Türk - Moğol ordusuna karşı mükerrer mağlûbiyetlere uğradıktan sonra, Surath hariç, hemen hemen topraklarının bütününü kaybetmişti. Büyük bir ümitsizliğe kapılarak Sultanlığı yeniden elde etmesine yardım edebilecek her kaynaktan yardım sağlamaya çalışıyor du. Bu arada Mekke'ye kaçmak için de plânlar yaptı. Fakat sonra bun dan vazgeçti. Diu şehrine iltica ettikten sonra, buradaki ikâmeti esnasında hü kümdarlığını yeniden elde etme yolunda yardımlarını sağlamak için Por tekizlilerle görüşmelere başladı. Nihayet elçiler gönderildi ve antlaş manın şartları ve hükümleri müzakere edildi. Sonunda, Portekizli vali, 30 yelkenli gemi ile Diu'ya geldi ve burada Sultan'la buluştu. Bunun üzerine, 25 Ekim 1535'de Gücerat hükümdarı ile Nuno da Cünha ara sında bir antlaşma yapıldı34. Bu muahede, bilhassa Portekizlilerin men faatleri üzerinde durmakta ve Bahadır Şah'ın meselelerine ikinci derece de ehemmiyet atfetmektedir. Muahedenin35 belli başlı hususiyetleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Bahadır Şah toprak üzerinde hak iddia etmek ve vergi top lamak şartiyle Portekizlilere Diu’da, bir kale yapabilmeleri için, istedik leri bir yeri bahşetmekten bahtiyarlık duymaktaydı. 2. Muahedede, Bassein’in teslim oluşu. Bahadır tarafından teyit edilmekteydi. 32 Biker’in Portekiz antlaşmaları (1507-1542), Cilt I, Orijinal antlaşmaların tercüme leri. I.O. Lib. Ms. No. 125 (Tombo da Estada da India 01, 180 V), s. 96. 33 F.C. Danvers, Aynı eser, s. 405. 34 Biker’in Portekiz antlaşmaları (1507-1542), Aynı eser, s. 98-101; R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 239-240; F.C. Danvers, Aynı eser, I, s. 416-417. 35 Biker’in Portekiz antlaşmaları, Aynı eser, s. 102-105. 256 M. YAKUB MUGHUL 3. Bahadır Şah ile Portekizlilerin, karşılıklı olarak dostlarının dost, düşmanlarının düşman sayılması hususunda anlaşmaya varılmıştı. Vali, Portekiz kralı adına. Bahadır Şah'a karada ve denizde yardımcı ola cak, Gücerat hükümdarı da, ihtiyaç olduğu zaman adamları ve donan ması ile onu destekleyecekti. 4. İki taraf da, ihtidalara (din değiştirme) mâni olmak için ted birler almak, uygun vasıtalara baş vurmakta anlaşmışlardı. 5. Muahedede, Gücerat hükümdarının, Portekizlilere, Diu'dan baş ka, Bassein ve Reyz Betes bölgeleri arasında iki kaleyi daha, bütün hak ları ile beraber ve devamlı mülk olarak, vereceğine de işaret edilmek teydi. Çağdaş Şark kaynaklarından çoğunun bu muahede hakkında hiç bir şey söylememeleri hayret vericidir. Bu yüzden, görüşleri zaman za man tarafgirine olan Portekizlilere bağlı kalmak zorundayız. Bununla beraber Uİuğ Hâni33, meşhur eserinde, muahedeyi şöyle anlatmaktadır: «Bahadır, 500 Frenk askerînin emrinde olması şartı ile adayı (Frenklere) verdi. Bahadır'ın fikri Hümâyûn tarafından anlaşılınca bu anlaş maya yeri halkın muvafakatim önlemek istediği için Bahadır Cagat va lisine hücum etti. Bahadır, Frenklerin mezkûr şarta göre, kendisinin ya nında savaşa katılmadıklarını gördü. Sonra Cagat valisi itaat etti. Ba hadır da Diu'ya döndü ve Frenklerin ahşap binayı hemen kaldırdıklarını ve yerine taştan daha geniş bir kale yaptıklarım gördü. Bahadır, kendi kendine bunların bir fenalık düşündüklerini hissetti, fakat onlara söyle medi. Frenklerin ne yapacaklarım Diu (şehir) den takip etti». Modern tarihçilerden birçoğuna hâkim olan kanaate37 göre. Bahadır Şah, Portekizlilerin yalnız bir ticârethâne kurmalarına müsâade etmişti. Onlar ise bunu sonradan heybetli bir tahkimat haline getirmişlerdi. Muahedenin esaslı bir şekilde incelenmesi, antlaşmanın imzalan masından önceki temas ve görüşmelerde Bahadır Şah'ın gerektiği gibi 36 A n Arabic History o f Gujarat, I, s. 258. 37 Briggs, A ynı eser, s. 134; Elphistone, A ynı eser, s. 745; Watson, A ynı eser, s. 42. Mirat-i Ahmedi'nin yazan, Bahadır Şah’ın AvrupalIların entrikalanndan tedirgin ol duğunu ve Diu adasında inşa ettikleri kale hakkında kendileri ile münakaşa, ederek devamlı olarak onlan uzaklaştırmak yollannı aradığım söylemektedir, s. 250. Farsça, metin. Kısım. I, s. 75. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 257 temsil edilmemiş olduğu hakikatini de ortaya çıkarabilir. Kendisinin, muahedenin muhtevasından bihaber olması ihtimali de varittir. Portekizlilerin hakikatte kale için bir yer elde etmekle alâkadar ol dukları, krallığını geri aldıktan sonra kendilerini Diu'dan uzaklaştırmaya çalışması mümkün olan Bahadır'a yardım etmek isteğinde ise samimi olmadıkları söylenir38. Muahedenin imzalanmasından sonra, Portekiz valisi, derhal Diu'daki kalenin inşaatına başladı. Deniz kıyısından dağa kadar olan du var, 17 ayak kalınlığında ve yirmi ayak yüksekliğinde yapıldı ve beş ay sonra, 1536 Martında inşaat işleri tamamlandı. Vali, 900 kişilik bir kuv vet ile 60 top bir çok fitilli tüfek ve diğer teçhizatı, Diu kalesinde. M a nuel de Souza'nın kumandasında bıraktı39. Bahadır Şah, Portekizlilerin gerçek amaçlarını anlayarak Güceratlıları Portekizlilerden ayıracak bir sür yapılmasını emretti. Buna rağmen, zayıf vaziyette olduğu için sur inşaatının tamamlanmasından vazgeçti40. Bu arada, Şir Şah Surî'nin Hümâyûn idaresinde baş kaldırması ile, Kuzey Hindistan'ın vaziyetinde dramatik değişiklikler olmuştu. Hümâ yûn, Şir Şah Sûrî'nin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez, Gücerat'ın idare sini kardeşi Mirza Askari'ye bırakarak buradan ayrılıp Şir Şah'a karşı yeni bir sefer tertiplediği Agra'ya gitmişti. Hümâyûn'un çekilişi, Bahadır'a bir fırsat sağlamış oldu ve Bahadır asilerin yardımı ile kısa bir zaman içinde krallığını geri almaya muvaffak oldu. Burada, Bahadır Şah'ın, Moğol ordusu karşısında uğradığı mü kerrer mağlubiyetlerden sonra, Mekke'ye gitmeyi tasarladığı fakat son radan fikrini değiştirdiğini belirtmek yerinde olur. O, haremini ve hâ zinesini veziri Asaf Han'a teslim etmiş ve ona Mekke'ye doğru yola çıkması emrini vermişti. Muhtemelen, bu tedbirleri emniyet için almış olsa gerektir. Asaf Han'ın, Sultan Süleyman Han'a yazdığı, 17 Zilhacce / 7 Haziran 1536 tarihli mektuptan. Bahadır Şah'ın kendisine 13 Mart 1536 tarihinde bir mektup gönderdiğini, bu mektupta Gücerat krallığı nın yeniden kurulduğunu bildirerek, vezire, münasebetlerini kuvvetlen dirmek için Sultan Süleyman Han'a bir elçi göndermesini emrettiğini öğreniyoruz. 38 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 242. 39 P. Baldaeus, A . Description o f............... Caromandal in Churchill’s Collections oj Voyages, London, 1704, 111, s. 592. 40 Briggs, Aynı eser, IV, s. 134; P. Baldaeus, Aynı eser, 111, s. 592. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 17 - M. YAICUB MUÖHUL 258 Bahadır Şah'ın> emrinde kuvvetli bir donanma bulunan Osmanlı Sultanı ile, Portekizlileri Hindistan'dan atabilmek için sıkı münasebetler tesis etmek istemiş olması da mümkündür. O, Portekizlilerden şikâyetçiydi, zira, barış ve dostluk muahedesin den sonra onlar Gücerat krallığını kurtarmak için kendisine yardım et mek yolundaki vaatlerini tutmamışlardı. Buna ek olarak, Diu'da nüfuz sahibi olduktan sonra, Bahadır'ın kendi gemilerinin bile Diu limanın dan ayrılmalarına müsaade etmeyen Portekizlilerin hakaretamiz tavır larından da tedirgin olmaktaydı41. Beri yandan, Portekizliler de, zaaf gösterdikleri ve bu fırsatı değer lendirmeyi bilmedikleri takdirde. Batı Hindistan'da asla kuvvete sahip olamayacaklarının farkındaydılar. Bahadır'ın Osmanlı Sultanı ile mek tuplaştığından haberdar olmuş olmaları da muhtemeldir. Bıı sebepten, Osmanlı Sultanı ile Bahadır Şah'ın kendilerine karşı müşterek bir ha rekâta girişmeleri ihtimalini ortadan kaldırmak için, Gücerat Sultanını hapsetmeye (nezaret altına almaya) karar verdiler. Bahadır Şah, tahtını tekrar ele geçirdikten sonra, kendisini, Porte kizlilere Diu'dan çekilmelerini ihtar edebilecek kadar kuvvetli hisset mekteydi. Bu sebepten dolayı, 1536 yılı sonunda, Portekizliler ile Diu'nun istikbâli hakkında görüşmelerde bulunmak üzere, Çampanir'den Diu'ya geldi. Görünüşe göre. Bahadır Şah, kendisinden fazla emin ol duğu için, meseleyi dostane yollardan halledebileceğine inanmaktaydı. Bu yüzden, 13 Kasım 1536 da, muhtemelen Portekizlilere emniyet tel kin etmek için, kalelerini ziyaret etti. Portekiz valisi, askeri bakımdan Diu kalesini ellerinde tutabilecek kadar kuvvetli olmadıklarını çoktanberi farketmiş bulunuyordu. Baha dır Şah'ın kaleyi ziyaret ettiğini ve kılına bile dokunulmadan çıkıp git tiğini işitince çok sinirlendi ve avlarını kaçırdığı için, Diu kumandanına sert bir tekdir gönderdi. Bundan sonra, Portekizli vali, meselenin halledilebilmesi için. Ba hadır Şah tarafından Diu'ya davet edildi. Bunun üzerine, Nonu da Cün ha, 9 Ocak 1537 günü 300 yelkenliden ibaret bir filo ile Goa'dan hare ket etti. Bassein'den kayınbiraderi Antonio da Silveria’yı aldıktan son ra Diu'ya vardı. Bu esnada Bahadır Şah avlanmakla meşguldü. Portekizlilerin verdikleri bilgiye göre, Nonu da Cünha hükümda rın, kendisine vermeye niyetlendiği bir ziyafette onun esir edeceği ve 41 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 243-244. . HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 259 bir kafes içinde Büyük Türk'e göndereceği hakkında dedikodular işitmişti. Bu yüzden, şehirde buluşmayı reddedebilmek için hastalık baha nesini ileri sürdü ve Manuel de Souza'yı kendi adına özür dilemek üze re Bahadır'a gönderdi. Bahadır Şah, aklına hiç bir kötülük gelmeden Portekizli valinin sıhhatini sormak gayesiyle yanına kendi adamların dan birkaç kişi alarak birlikte onu ziyaret etmeye karar verdi*2. Bahadır Şah'ın ziyâreti tamamiyle beklenmedik bir hâdise idi. Sul tanın geldiğini işiten vali derhal gerekli vaziyeti aldı ve Bahadır Şah'ı kabinesinin kapısında karşıladı43. Hükümdar, Nuno'nun kabinesinde bulunduğu sırada, valinin adam larından biri içeri girdi ve valinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Muhteme len bazı emirler hakkında soru sormaktaydı. Bu vaziyet Bahadır'ın şüp hesini celbetti. Hükümdar, tehlikeyi farkederek, derhal valinin yanın dan ayrıldı ve kayığına dönerek adamlarına acele sahile doğru kürek çekmelerini emretti. Neden sonra Nuno da Cunha'nın aklı başına gelmişti.- Derhal M a nuel de Souza'ya, başka bir kayıkla hükümdarın peşinden gitmesini ve valinin Portekiz kralının bir haberini vermeyi unutmuş olduğunu söyle mesini emretti. De Souza aynı zamanda, onu, yeni tahkimatı ziyaret etmeye davet etmek ve burada valinin gelmesini beklemesini rica et mek emrini de almıştı. Bütün öteki subaylar da Manuel de Souza’yı takip etmek emrini almışlardı. Bahadır Şah Manuel'in kendisini takip ettiğini görünce hızını kes ti. Manuel, saltanat kayığının yanına gelince, mesajı verdi. Hükümdarla beraber kayıkta bulunan Hoca Sefer, gitmesini tavsiye etti, zira onu alakoyacaklarından şüphelenmişti. Buna rağmen. Sultan, Souza'yı ka yığına davet etti ve Souza dikkatsizce atlarken denize düştü ve hüküm darın kayıkçıları tarafından kurtarıldı. Bu hadise Portekizliler arasında heyecanın doğmasına yol açtı. Bu sırada, mavnaları ile iyice yaklaşmış olan Portekizliler, ellerindeki silâhlarla Sultanın kayığına doldular. Ciddî bir muharebe başladı. Bir düzineden fazla olmayan Bahadır'ın adamları, kendilerini müdafaa etmek için o kadar şiddetle savaştılar ki Portekiz 42 «The Porteguese Asia» da (Briggs, A ynı eser, s. 137 de A tıf yapıyor) 1 ? 'İrişi, Abu Tiırab (Tarih-i Gujarat), s. 32 da 19 kişi. Mirat-Sikenderi’de 5 veya 6 kişi denildiği halde, Mirat-i Ahmedi ve Abul Fazl’m Akbarnâme’sm ât nedimlerin sayısında bahs edilmemektedir. Bak. R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 246-247; M.S. Commissariat, Aynı eser, I, s. 376-377. 43 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 247. 260 M. YAKUB MUGHUL liler, avlarını kaçırabileceklerini bile bir ara düşündüler. Bu sırada, bir çok Portekizli ile beraber, Souza'nın da telef olduğu söylenir. Buna rağ men, çok geçmeden, hükümdarın kayığındaki Hristiyanların sayısı, Müslümanların sayısını aştı. Sultan yaralanmıştı. Bunun üzerine hüküm darın kayığı kaçmaya teşebbüs ettiyse de kayıktaki denizcilerden üçü top atışı ile öldürüldü, ve bu kaçmayı imkânsız hale getirdi. O zaman. Bahadır, kıyıya kadar yüzmek ümidi ile kendini denize attı fakat bo ğulmak tehlikesine maruz kalarak Portekiz teknelerinden birine yakla şıp bir küreğe asıldı. Bu esnada bir kaç tayfa kargı ile onu öldürene kadar yüzüne vurdular. Vücudu bir süre su üstünde kaldıktan sonra battı. Ne Sultan'ın ne de Souza'nın cesedi bulunabildi14. Bahadır Şah'ın harnâne bir şekilde öldürülüşü Diu halkı arasında korku ve dehşet yarattı ve bir çoğu şehri terketmeye başladı. Bahadır'ın sarayının aradığı ve sarayda büyük miktarda harp malzemesi içinde çok sayıda tunç ve demir ve şahmaran adı verilen üç büyük topun da bulun duğu söylenir. Portekizliler, Bahadır Şah'ın evrakı arasında, yenildiği takdirde ko laylıkla Hindistan'dan Mekke'ye kaçabilmesini hazırlamak maksadıyle haremi ve hâzinesi ile birlikte Mekke'ye gönderilen Asaf Han'ın mek tuplarını buldular. Hoca Sefer Selmani, muharebede yaralanmış olmasına rağmen, daha önce iyilik etmiş olduğu bir Portekizli tarafından kurtarılmıştı. Şeh rin işgal edilmesinden sonra, Portekizliler belki de şehir halkını" mem nun etmek için. Hoca Sefer'i Diu'nun idaresine memur ettiler. Bunun yanı sıra, valinin kayınbiraderi olan Antonie de Silveria da Diu kalesine kumandan tayin edildi15. Bahadır Şah'ın katledilmesinden sonra, onun daha önce himaye etmiş olduğu Mirza Muhammed Zaman, memleketteki iç karışıklıklar dan faydalanarak kendini Gücerat Sultanı ilân etti. Nuno da Cünha, Gücerat toprakları üstündeki hakimiyetini kuvvetlendirmek ve Gücerat tahtı üzerinde hak iddia eden bu şahıstan geniş topraklar elde etmek maksadı ile Mirza Muhammed Zaman'ı destekledi. Onun, Bahadır’ın 44 The Portuguese Asia, Briggs tarafından atıf yapılıyor, Aynı eser, IV, s. 137-138; Bldaeus, Aynı eser, III, s. 593-594; Erskine, Aynı eser, n , s. 93; M.S. Commissariat, Aynı eser, s. 378. 45 R.S. Whiteway, Aynı eser, s. 250, C.F. Danvers, Aynı eser, I, s. 240; Erskine, Aynı eser, n , s. 93. HİNDİSTAN SEFERİ (1531) 261 dul kalan karısının mülkiyetindeki hükümdar hâzinesinden 700 sandık altın gaspettiği ve on iki bin kişilik bir kuvvet toplandığı söylenir48. Muhammed Zaman, Gücerat tahtına çıktıktan sonra Nevanagar (Delwad a )47'ya 9itti ve burada 27 M art 1537'de, Nuno da Cunha'nın yardı mını temin etmek için onunla bir antlaşma yaptı48. Bu antlaşma, Porte kizlilerin Hindistan üzerindeki gerçek emellerine ışık tutmaktadır. Bu barış muahedesine göre, Portekizliler Mirza Muhammed Zaman'a mâ nevi bakımdan destek olmayı kabul etmekle kalmayıp, Diu - Gücerat adına para basma isteğini izhar etmekteydiler. Muhammed Zaman, Gücerat'ın meşru hükümdarı olarak kabul ve Diu'daki Sefa camiinde adına hutbe okunmasına müsaade ediliyordu. Portekizlilerin desteğine karşı lık, Mirza M . Zaman, onlara Manglore şehrinin limanını. Bete Çalagan (Chalagan) adasını, Hindistan'ın batı kıyısındaki bütün liman ve diğer bölgeleri, bütün kira hakları ve selâhiyetleri ile denizden içeri doğru iki büçük kos (beş km) genişliğinde' bir şerit halinde bağışlıyordu. On lara Bassein'e kadar olan Daman topraklarını da veriyordu.. Muahedede bunlardan başka Bahadır Şah'a ait olan bütün savaş ve ticâret gemi lerinin Diu'da Portekizlilere teslim edileceği ve Mirza M . Zaman'ın ileri de savaş gemisi yapmasının yasaklandığı da belirtilmekte idi. Bunlara karşılık olarak, herhangi bir iç ayaklanma zuhurunda, tam bir destek ve yardım göreceği hususunda teminat verilmekteydi. Bu muahede, Portekizlilerin Hindistan'ın batı kıyısındaki vaziyetle rini kuvvetlendirmek arzusunda olduklarını açıkça göstermektedir. Ba hadır Şah, müstemlekelerini genişletmelerine büyük bir engel teşkil et tiği için, önce onu katletmiş, sonra da kendilerine geniş topraklar ve ren Mirza M . Zaman’ı desteklemişlerdi. Bu toprakları başka türlü elde etmelerine de imkân yoktu. Bu arada, Gücerat'ın aslileri, toplanarak, Imad-ul Mülk kuman dasında büyük bir orduyu Mirza M . Zaman'ın üstüne göndermeye ka rar verdiler. Diu'dan üç kos mesafede bulunan Unah yakınlarındaki bir savaşta. Mirza kesin olarak mağlup edildi, ordusu dağıldı ve kendisi de Sind'e kaçmaya mecbur oldu. 46 Firişte, Briggs’in tercümesi, s. 142; C.F. Danvers, Aynı eser, I, s. 420-421 de 2 milyon altın. 47 Mirat-i Sikenderi’ye göre (Barley’in tercümesi, s. 337 Kathiawar’ın güneyindeki Unah yakınındaki Delwada da Navanagar adı altında elden gitmiştir. 48 Ione de Tombo c. Clause, Bölüm I, Mucs, vesika 73, Biker'in tercümesi, CUt I, India Office Library. Ms. No: 124, s. 108-114. 262 M. YAKUB MUGHUL Gücerat'ın asilleri Bahadır'ın kız kardeşinin oğullarından olan Handeşli Miran Muhammed Şah'ı davet etmişlerdi. Fakat o, her na sılsa, bir kaç hafta içinde öldü. Bunun üzerine Güceratlı asiller, Bahadır'ın başka bir yeğeni olan Mahmud Han'ı tahta çıkarmaya karar verdiler. Kendisi tahtın tek meşru varisi idi ve bu sırada Burhanpur'da hapiste bulunuyordu. 10 Zilkâde 944 / 5 Nisan 1538 tarihinde Mahmud Burhanpur'dan getirtildi ve Ahmed-âbad'da resmen kendisine taç giydirildi. Prens Mah mud tahta çıktığı zaman on bir yaşında idi. Kendisine III. Sultan Mah mud ünvânı verildi49. Süleyman Paşa, çocuk Sultan'ın saltanatının baş langıcında, Portekizlileri Hindistan'dan atmak üzere buraya gelmiş bu lunuyordu. 49 Firigte, Briggs’in tercümesi, IV, s. 142-144; Mirat-i Şikenden, Bariey'in tercümesi, s. 399, 402-408; Abu Turab Vali Shah, A History of Gujarat, London, 1909, s. 38-40. Eski bir Rûznâme’ye göre İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ M . Kemal Özergin I. G İ R İ Ş OSMANLI MEDRESELERİ ' - Türk medeniyeti tarihinde mühim yeri bulunan medreseler, kültürün iemel müesseselerinden biri olmasma rağmen, henüz yeterli ölçüde ele alın madığından, hakkmdaki bilgilerimiz çok sınırlı kalmıştır. Medrese tarihinin dokuz yüzyılı aşkın süresi içinde büyük bir yeri de, Batı Türkleri’nin med reseleri tutmaktadır. Osmanlı Devleti’nin. kuruluşuyla birlikte, öğretim ve eğitim işleri de ele alınarak, önceki Selçuklu örneğine uygun yeni medre seler açılmaya başlanmış ve ilki olan Orhaniye (İznik 1331)’den sonra Bur sa, Edime, Gelibolu, İstanbul, Dimetoka vb gibi şehirlerde pek çok med reseler faaliyete geçmişti. Batı Türkleri’nin medeniyet tarihinde dikkate de ğer yeri bulunan bu kuruluş, altı yüzyıllık tarihi boyunca, yüzlerce yapısıyla başta öğretim vazifesi olmak üzere, bilim çalışmaları, din işleri ve çeşitti teşkilâtlara (başta Adâlet ve Mülkiye) eleman yetiştirme yolunda büyük hiz met görmüştür. Bu altı yüzyıllık süre, bilinen gelişmeler dikkate alınarak, başlıca beş devreye, ayrılabilir. İlki olan Kuruluş devresi, Fâtih çağı’na ka dar getir. Yeni bir gelişim devresi, Sultân Fâtih Mehemmed Han’m koca külliyesindeki Sahn ve Tetimmeler (1471) ile başlar. Üçüncü yükselme dev resini Sultân Kanûnî Süleymân Han’m İstanbul’daki medreseleri (1550 1557) teşkil ediyor. Arkasındaki uzun devrede (XVII. - XIX. yy.) ise, med reselerdeki çalışmaların gittikçe sınırlı bir alana çekildiği, seviyesinin düş tüğü, teşkilât ve düzenin bozulduğu, bu yüzden de bitim ve öğretimin son derecede gerilediği, görülüyor. Beşinci devre, bu eski .müesseseyi ıslâh et 264 M. KEMAL ÖZERGİN mek için girişilen çabaları ve bunların sonuçsuz kalarak kapatılışını içine almaktadır (XX. yy. başlan). Öğretim, Adâlet ve Yüksek bilginler (İdâreciler) gibi üç tabakadan meydana gelen İlmiye teşkilâtı’nda ilk ikisinin idaresi, Kadıaskerlik ma kamına verilmiş idi. Öğretim ve Adâlet tabakalarındaki yüzlerce müderris lik ile kadılığa bakan bu makam ise, Osmanlı ülkesinin çok yayılmış bulun masından, eski Türk teşkilât geleneğine uyularak, 1480 siralarmdan beri, biri Rumeli, diğeri Anadolu diye ayrılan «iki başlı idâre» ile temsil edil mekte idi. Böylece, devlet merkezi (İstanbul) ile onun batısında uzanan (Rumeli, Ege denizi adaları ve Karadeniz’in batı yalıları) kesimdekiler «Rumeli kadıaskerliği»ne ve devlet merkezinin doğusunda bulunan (Ana dolu, Mısır vb) kesimdekiler ise, «Anadolu kadıaskerliği»ne bağlı idiler1. Devletin ilmiye teşkilâtı içinde yer alan medreseler, aslında devlet te şebbüsünün dışmda bir içtimâi yardım ve hayır işi olarak, başta hükümdâr, hükümdâr soyu ve devlet adamları olmak üzere, zengin kişilerce bir vakıf hâlinde kurulurdu. Medrese meydana çıkıp, bir vakıf-nâme ile geliri gös terildikten sonra, artık İlmiye teşkilâtına bağlanır, kurulan vakıf idâresi mâlî işler dışındakilere karışamazdı. Medresenin yapısı (tek başma, manzûmede, külliyede), Dershâne (müderrisin ders okuttuğu büyük oda), Hücre ler (öğrencilerin barındığı küçük odalar) ve Temizlik yerleri (ayakyolu, ha mam vb) gibi üç mimarlık unsurundan kuruluydu. Kuruluşun teşkilâtı da küçük idi. Her medresede, bir müderris’den başka bir mu’îd, bazen bir muzaf ve diğer hizmetliler (kapıcı, ferrâş=süpürücü vb) bulunurdu. Medrese nin vakfiyesinde tek-tek gösterilmiş vakıflardan câbî veya mütevelli eliyle toplanan getiri sırayla, müderris maaşına (vazife), öğrenci tahsisâtma, hiz metti giderme ve yapmm bakım ına sarfedilirdi. Öğrenci (talebe, sûhte= softa, dânişmend), müderris tarafından derse kabul edildikten sonra, med resenin hücrelerinden birinde, bir kaçı bir arada olmak üzere kalır ve ken disine vakfiye ile tahsis edilmiş parayı veya aynî yardımı alarak geçinirdi. Böylece bütün öğrenciler, öğrenim için para ödemedikleri gibi, üstelik ge çimleri de temin edilmiş oluyordu. Her medresede, Tefsîr, Hadîs, Kelâm, Fıkıh, Mantık, Dilbilim, Edebiyât (Me’ânî, Belâgat vb), Yabancıdil, Matematik, Tıb, Hey’et ... diye anahatlarıyla sıralanabilecek derslerden, sadece onun dâhil bulunduğu dereceye âit bölümler okutulurdu. Bir medreseye devam süresi, sonunda başarı gös1 Bununla birlikte, doğu kesimdeki Gebze, Rumeli’ye dâhil sayılıyordu. İSTANBUL V E RUMELİ MEDRESELERİ 265 terip temessük almak şartıyla bir kaç ay ile üç yıl arasmda değişmekte idi. Dersler, basitten ağıra doğru yürütüldüğünden, öğrenci bir üst medreseye geçtikçe, daha yüksek öğrenime başlamış oluyordu. Bu balomdan medrese ler, okutulan derslere göre derecelendirilmişti. Bunlar ise, derecesine göre (Hâriç, Dâhil, Mûsıla, 'Sahn, Altmışlı, Süleymâniye vb) veya okutulan derse göre (Hâşiye-i Tecrîd, Miftâh, Telvîh, Mevâkıf, Hidâye, Keşşâf vb) yahut müderisinin tahsisatına göre (Yirmi akçalı, Yirmibeş akçalı, Otuz akçalı vb), üç açıdan adlandırılırdı. Bir medresede verilecek ders, diğer deyimle onun derecesi, kurucunun vakfiyye'de müderrise ayırdığı vazife (günlük akça)’ye göre tesbit edilirdi. Bununla, birlikte, kurucunun mâlî gücü ne olursa olsun, Altmışlı medrese kurma hakkı sadece hükümdâra bırakılmıştı. Medrese öğrenimini tamamlayıp icâzet alan, müderris olmak isterse, mülâzım adıyla Kadıaskerlik Divânı’na kaydolur nevbet (tayin sırası) bek ler ve medrese ruûsu’nun ilk derecesindeki hocalıkla işe başlardı. Müder risler, «devr-i medâris»e uyulup, rütbe ve maaşta terfi etmek üzere, kendi kesimindeki başka bir şehrin üst dereceli bir medresesine nakledilir ve böylece her medresede bir ile üç yıl arasmda vazife görerek yükselirdi2. RUMELİ KESİMİNDEKİ MEDRESELER Osmanlı ülkesinin, Balkan yarımadası ile onun kuzeyindeki topraklar da uzanan Rumeli kesiminde kurulmuş pek çok medrese, Rumeli kadıaskerliği’nin idâresi altında, bu geniş coğrafî alanda yaşayan Türkler ile çeşitli yerli kavimlere, yüzyıllar boyunca öğretim kazandırma ve bilim yayma yo lunda hizmet etmeğe çalışmıştır. XVII. yüzyılın ortalarına âit bir Rumeli kadıaskerliği Rûznâmesi icmâli, bize kendi devri ve kesimindeki bu med reseler hakkında mühim ve değerli bilgiler vermektedir. Medreselerin adla rım ve müderrisinin tahsisâtmı coğrafî bir sıralama içinde kaydetmiş olan bu Rûznâme’den anlaşıldığına göre, Rumeli kadıaskerliği'ne bağlı müder rislikler, başlıca dokuz derecede kümelendirilmiş bulunuyordu. Ancak bun lardan ilk üçünün, daha önceki bir düzenin son kalıntıları olduğunu, diğer altısının asıl dereceleri teşkil ettiğini sanıyorum. Bu dereceler, müderrisin günde alacağı akçayı belirten şuayla, Onlu, Onbeşli, Onsekizli, Yirmili, 2 Osmanlı medreseleri için bk. İ. H. Uzunçarşılı: Osmanlı devletinin İlmiye teşkilâtı. Ankara 1965. «T IK yay. VIII. seri-S a 17»; Cumhuriyetin 50. yılında İstanbul Üniversitesi, 1973 (İstanbul 1973)’de Prof. Dr. Şehabettin Tekindağ’ın yazdığı «Medrese dönemi» (3-54, s.) bölümünde zengin bibliyografya verilmiştir. M. KEMAL .ÖZERGİN- 266 Yirmibeşli, Otuzlu, Kırklır Ellili ve Altmışlı’dır. -Gösterilen derecelere giren medreselerin hangi şehir ve kasabalarda dağılmış bulunduğu aşağıdaki cedvelde görülmektedir3. Onlu medreseler (2 tane) İstanbul (1) : A/nr. 74 Kefe (1) : C/nr. 114 Onbeşli medreseler (4 tane) Çatalca (1) : C/nr. 40 Kavala (1) : C/nr. 86 Mangûb (1) : C/nr. 123 Rados (1) : C/nr. 54 Onsekizli medreseler (2 tane) Narda (2) : C/nr. 129, 130 Yirmili medreseler (44 tane) İstanbul (3) : A/nr. 31, 120, 121 Akça-kızanluk (1) : C/nr. 13 Baba-eskisi (1) : C/nr. 25 Badracuk (1) : C/nr. 35 Balyabadra (1) : C/nr. 32 Durama (1) : C/nr. 52 Filorina (1) : C/nr. 81 Foça (1) : C/nr. 78 Gelibolı (3) : C/nr. 100, 102, 103 Hezârgırâd (1) : C/nr. 135 İştib (1) : C/nr. 4 İzdin (1) : C/nr. 11 Kalkan-delen (1) : C/nr. 92 Karitene (1) : C/nr. 83 Kefe (2) : C/nr. 110, 113 Kıratova (1) : C/nr. 85 Kırk-kavak (1) : C/nr. 94 Kili (1) : C/nr. 105 Köstendil (2) : C/nr. 117, 118 Kurşunlu (1) : C/nr. 93 Moton (1) : C/nr. 127 Niş (1) : C/nr. 131 Pilevne (1) : C/nr. 34 Saray-bosna (2) : C/nr. 61,* 63 Selanik (1) : C/nr. 67 Semeudire (1) : C/nr. 68 Sofya (1) : C/nr. 70 Turhala (1) : C/nr. 38 Tımovi (1) : C/nr. 75 Timür-hisârı (1) : C/nr. 36 Varna (1) : C/nr. 133 Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 141 Yeni-şehir (1) : C/nr. 139 Zagra-i ‘atik (1) : C/nr. 59 Zihne (1) : C/nr. 57 - - - (2) : C/nr. 2, 3 3 Elimizdeki metinde, dört medresenin adı ve birinin (C/nr. 128) müderris tahsisatı, yazılmadığından, burada be§ tanesi eksiktir. Cedvelde, yeradının yanındaki parantez içinde medrese sayısı, ondan sonra da bunların Rûznâme metnindeki yeri verilmiştir, İSTANBUL VE . RUMELİ MEDRESELERİ 267 Yirmibeşli medreseler (107 tane) İstanbul (39) : A/nr. 13, 15, 16, 19-23, 25, 29, 34, 37, 40, 4449, 54-56, 58.-64, 66, 75, 79-86 Alasonya (1) : C/nr. 15 Amavud Belgıradı (1) : C/nr. 12 Belgırad (1) : C/nr. 29 Beşiktaşı (1) : C/nr. 22 Budin (1) : C/nr. 31 Dimotoka (4) : C/nr. 45, '46, 50, 51 Edime (12) : B/nr. 3-5, 10-14, 16, 18, 20, 21 Egriboz (1) : C/nr. 18 Fener (1) : C/nr. 80 Filibe (1) : C/nr. 77 Foça (1) : C/nr. 79 Geğbüze (1) : C/nr. 107 Gümülcine (1) : C/nr. 115 Hâs-köy (1) : C/nr. 43 Hayra-bolı (1) : C/nr. 44 İnebahtı (1) : C/nr. 14 İpek (1) : C/nr. 19 İpsala (1) : C/nr. 6 İskenderiyye-i Amavud (1) : C/nr. 17 İştib (1) : C/nr. 5 İzdin (1) : C/nr. 10 Kasımpaşa (4) : C/nr. 88-91 Kefe (4) : C/nr. 108, 109, 111, 112 Kili (1) : C/nr. 104: Malgara (2) : C/nr. 120, 121 Manastır (3) : C/nr. 124-126 Mostar (1) : C/nr. 122 Ohri (1) : C/nr. 16 Pilevne (1) : C/nr. 33 Piriştine (1) : C/nr. 27 Rados (1) : C/nr. 55 Rudnik (1) : C/nr. 56Selanik (1) : C/nr. 66 Siroz (2) : C/nr. 64, 65 Tatar-bâzârı (1) : C/nr. 37 Tırhala (1) : C/nr. 39 Tımovi (2) : C/nr. 71, 73 Ürküb (1) : C/nr. 20 . Yanbolı (1) : C/nr. 143 Yeni-bâzâr (1) : C/nr. 144 Yeni-şehir (2) : C/nr. 136, 138 Zihne (1) : C/nr. 58 Otuzla medreseler (29 tane) İstanbul (9) : A /nr. 9, 14, 18, 28, 32, 33, 35, 73, 78 Baba-eskisi (1) : C/nr. 26 Beşiktaşı (1) : C/nr. 23 Dimotoka (3) : C/nr. 47-49 Edime (6) : B/nr. 6-8, 17, 19, 22 Gelibolı (2) : C/nr. 98, 99 Kara-bınar (1) : C/nr. 84 Kara-ferye (1) : C/nr. 82 Radosçuk (1) : C/nr. 53 Tımovi (1) : C/nr. 72 Üskiib (1) : C/nr. 9 Vize (1) : C/nr. 132 Yeni-şehir (1) : C/nr. 137 268 M. KEMAL ÖZERGİN K ırklı medreseler (34 tane) İstanbul (23) : A /nr. 5, 6, 12, 17, 24, 26, 27, 30, 39, 41, 43, 50, 51, 57, 68, 70, 72, 76, 77, 87, 118, 119, 122 Ak-kermân (1) : C/nr. 1 Beşiktaşı (1) : C/nr. 24 Çorlı (1) : C/nr. 42 ¡Edime (2) : B/nr. 9, 15 Filibe (1) : C/nr. 76 Hezârgırâd (1) : C/nr. 134 Küçiik-çekmece (1) : C/nr. 116 Silivri (1) : C/nr. 60 Sofya (1) : C/nr. 69 Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 142 Ellili medreseler (54 tane) İstanbul (38) : A /nr. 1-4, 7, 8, 10, 11, 36, 38, 42, 52, 53, 65, 67, 69, 71, 88-96, 106-117 Belgırâd (1) : C/nr. 28 Beşiktaşı (1) : C/nr. 21 Budin (1) : C/nr. 30 Çorlı (1) : C/nr. 41 Geğbüze (1) : C/nr. 106 Gelibolı (4) : C/nr. 95-97, 101 Kasımpaşa (1) : C/nr. 87 Malgara (1) : C/nr. 119 Saray-bosna (1) : C/nr. 62 Tımovi (1) : C/nr. 74 Üsküb (2) : C/nr. 7, 8 Yenice-i Vardar (1) : C/nr. 140 Altmışlı medreseler (11 tane) İstanbul (9) : A/nr. 97-105 Edime (2) : B/nr. 1, 2 Yukarıdaki cedvel incelendiğinde, Rumeli kesimindeki 292 müderris liğin (4 -ünün adı ve 1 -inin tahsisatı verilmemiştir) coğrafya bakımından 78 şehir ve kasabaya yayılmış bulunduğu anlaşılıyor. Bunlar arasında, dev let merkezi İstanbul 131 medrese ile başta gelmekte, onu 22 medrese üe Edime, 9 medrese ile Gelibolu, 7 -şer medrese ile Dimetoka ve Kefe takip etmektedir. Rumeli’deki medreseler derecelerin şehir ve kasabalara dağılışı bakımından gözden geçirildiğinde: Yirmili medreseler, 36 şehir ve kasabada 44 tanedir. Bunların en çok üçü bir yerde bulunuyor. Yirmibeşli medreseler, 39 şehir ve kasabada 107 tane olup, bunlardan 4 -ü İstanbul’da, 12 -si Edirne’de, 4 -eri Dimetoka ve Kefe’dedir. Ka lanlar, 35 yere dağılmıştır. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ 269 Otuzlu medreseler, 12 şehir ve kasabada 29 tanedir. Medreselerin 9 -u İs tanbul’da, 6 -sı Edirne’de ve kalanı 10 ayrı yerdedir. Kırklı medreseler, 10 şehir ve kasabada 34 tane olup, çoğunu teşkil eden 24 -ü İstanbul’da, diğerleri tek-tek ayrı şehirlerde kurulmuştur. Ellili medreseler, 11 şehir ve kasabada 54 tanedir. Bunlardan 40 -ı İstan bul’da, 4 -ü Gelibolu’da ve 10 -u diğer yerlerde bulunmaktadır. Altmışlı medreseler, iki büyük şehirde 11 tane olup, 9 -u İstanbul’da ve 2 -si Edirne’de toplanmıştır. Rûznâme’de kayıtlı 292 medresenin Rumeli’deki dağılımı, bize ayrıca çağının bazı gerçeklerini de açıklıyor. Bunları anahatlan ile şöylece sırala yabiliriz : 1. Bütün Osmanlı ülkesinde pek yaygın olduğu bilinen içtimâi yar dım ve hayır işleri arasında, medrese kurmanın da ön plânda tu tulduğu görülüyor. 2. Kurulan medreselerin ilk derecelerini teşkil edenler (Yirmili ve Yirmibeşliler), adı geçen kesimde pek çok şehir ve kasabaya ya yılmış bulunmakla, öğretimin ilk basamaklarında fırsat eşitliği sağ lanmış olmaktadır. 3. Öğretimin ileri dereceleri (Otuzlu - Altmışlılar) ise, büyük şehir lerde yürütülmekte olup, bunların başmda devlet merkezi İstanbul gelmektedir. 4. Daha kuruluşta vakıf-nâmeyle tahsis edilen yardım ile öğrencilerin geçimi temin edildiğine göre, öğrenimi yüksek derecelere çıkar mak isteyenler, büyük şehirlere giderek, tahsile devam edebilir lerdi. 5. «Devr-i medâris»e uyularak nakledilen müderrisler, Rumeli’nin pek çok yerinde dağılmış bulunan medreselerde vazife görerek, öğretim, bilim ve kültürü ülkenin uzak köşelerine kadar götür mekteydiler. 6. Rumeli kesimindeki medreselerde, 292 müderrisin ve her birinde en az 25 öğrenci hesabıyla, 7300 civarında öğrencinin bulunduğu tah min edilebilir. 270 M. KEMAL ÖZERGİN BİR RUMELİ RÛZNÂMESİ Tarîk’e girerek İlmiye teşkilâtı’nda yer alanlarm her türlü idare işlem lerini, Kadıaskerlik Divâm’ndaki bir kaç kalem görürdü. Bunlardan biri, Kadıaskerliğe bağlı müderrislik ve kadılıkların kadro işlerine bakan «Rûznâmçe kalemi»dir. Burada, kendi kesimlerinin kadro durumu ile onların bulunduğu yerler, tarîk dereceleri, maaşlarının kayıtlan tutulur, mansıbların tâyin ve cihet tevcihi işlemleri yürütülür, azil ve tâyinlerdeki kadro de ğişmeleri tesbit edilerek, her mansıbın kimde bulunduğu kayıtlar ile bili nirdi. Kalemde, bu işler için tutulan defterlerden biri de, Kadıaskerliğe bağlı mansıbları gösteren «Rûznâme defteri» dir. Şimdi bu müesseseyi deği şik konular açısından inceleyenler için, Kadıaskerlik kalemlerinde tutulmuş defterlerden günümüze kalanların, âit olduğu çağdaki durum üzerinde geniş ve doğru bilgi almak için kullanılacak kaynakların başmda geldiğinde şüp he yoktur. İşte bu bakımdan, XVII. yüzyılın ortalarında kendi bölgesinin mansıblarını bir tablo hâlinde bize gösteren, yukarıda andığım Rumeli kadıaskerliği Rûznâmesi’ni değerli bir kaynak olarak, tam metin hâlinde ilgili araştırıcıların istifâdesine sunmak yerinde olacakta4. Rûznâme, elyazması bir mecmu’anın dört yaprağında tesbit edilmiş olup, «Rûznâme-i Menâsıb-ı Kazâ’-i Rûm-eli» başlığını taşımaktadır. Bu defterin, başlıca iki bölümden meydana geldiği görülüyor. Metinde, önce Rumeli’deki kadılıklara âit elif-bâ dizisinde 477 mansıbın (üç buçuk sayfa) ve arkasında yine aynı bölgedeki müderrisliklerin birer cedveli tesbit edil miştir. Bu yazıda sadece, konumuz bakmamdan burada bizi ilgilendiren, ikinci bölümün metni verilecektir5. Medreseler bölümünde, metin tasnifi tamamen coğrafya esasmda olmak üzere, ana kesimleri işâret eden beş baş lık bulunuyor. İstanbul şehrine âit (A) olan ilk üçü altında, önce «Aşağı medreseler», sonra «Sultân medreseleri» ve üçüncüsünde «Havâss-ı Kostantiniyye»den olan «Eyyûb medreseleri», belli bir sıra gözetilmeden dizil miştir. Dördüncü başlık «Edime medreseleri»nindir (B). Beşinci ve sonuncu başlık altında ise, «Rumeli medreseleri» (Q derlenmiştir. Bu kısım kendi 4 Bu Rumeli Rûznâmesi’ni, elyazması mecmuaları düzenli taramalarım sırasında tes bit edip üzerinde çalışmaya başladıktan sonra, iki araştırmada ondan kısaca bahsedildiğim gördüm (A. S. Ü nver: Fatih külliyesi ve zamanı ilim hayatı. İstanbul 1946. 124. sa.; X. H. U zunçarşıh: aym eser. 17. sa). H er.ikisi de, metnin mahiyetini tesbit edemedikleri gibi, değerlendirmeden bir kaç satırlık bilgi ile geçmişlerdir. 5 Rûznâme’nin ilk bölümünü teşkil eden kadılıklar cedveli, konunun diğer kaynakları ile birlikte yayıma hazırlanmış olarak, basım fırsatı beklemektedir. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ 271 arasında ayrıca, medresenin bulunduğu şehir ve kasaba adına göre, elif-bâ dizisine konmuştur. Sayılan başlıklar altındaki medreseler, ayrı maddeler hâlinde, 3-4 kısa satırlık kayıtlarla düşülmüş ve bu maddeler de, sağdan sola doğru yan-yana dizilmiştir. Toplam olarak 290 -ı geçen maddelerde, medresenin adı ile müderrisinin günlük tahsisatı kayıt edilmiştir. Böylece, Osmanlı ülkesinin doğuda İstanbul’dan batıda Budin’e kadar uzanan geniş bir kesiminde, XVII. yüzyılın ortalarında faaliyet gösteren müderrislikler bir cedvel hâlinde göz önüne serilmiş bulunmaktadır. Metin türkçe olup, içinde hiç bir kısaltma veya özel işâret kullanılmamıştır. Elimizdeki nüsha aynı kalemden çıkmıştır. Bu metnin tablo biçimindeki kısa ve özlü mâhiye tine bakılırsa, bunün Rûznâme’nin kendisi değil, bir i c m â 1 olduğu ko laylıkla düşünülebilecektir. Rûznâme’nin medreseler bölümü, kendi sınıfla ması içinde, şöyle bir tablo şeklinde özetlenebilir : (A) İstanbul içindekiler (nr. 1-122) Aşağı medreseler (nr. 1-87) Sultân medreseleri (nr. 88-115) Eyyûb medreseleri (nr. 116-122) • (B) Edirne medreseleri (nr. 1-22) (C) Rumeli medreseleri (nr. 1-144) Ak-kermân 1 ---2 İştib 2 İpsala 1 Üsküb 3 İzdin 2 Arnavud Belgıradı 1 Akça-kızanluk 1 İnebahtı 1 Alasonya 1 Öhri 1 İskenderiyye-i Arnavud 1 Egriboz 1 . İpek 1 Ürküb 1 Beşiktaşı 4 (İstanbul) Baba-eskisi 2 Piriştine 1 Belgırad 2 Budin 2 Balyabadra 1 Püevne 2 Badracuk 1 Timür-hisârı 1 Tatar-bâzârı 1 Tırhala 2 Çatalca 1 Çorlı 2 Hâs-köy 1 Hayra-bolı 1 Havâss-ı ... Galata (İstanbul) Dimotoka 7 Dırama 1 Radosçuk 1 Rados 2 Rudnik 1 Zihne 2 Zagra-i ‘atik 1 Silivri 1 Saray-bosna 3 Siroz 2 Selânik 2 Semendire 1 Sofya 2 Tımovi 5 Filibe 2 272 Foça 2 Fener 1 Filorina 1 Kara-ferye 1 Karitene 1 Kara-bmar 1 Kıratova 1 Kavala 1 Kasımpaşa 5 (İstanbul) Kalkan-delen 1 Kurşunlu 1 M. KEMAL ÖZERGİN Kırk-kavak 1 Gelibolı 9 Kili 2 Geğbüze 2 Kefe 7 Gümülcine 1 Küçük-çekmece 1 Köstendil 2 Malgara 3 Mostar 1 Mangûb 1 Manastır 3 Moton 1 Nigbolı 1 Narda 2 Niş 1 Vize 1 Varna 1 Hezârgurâd 2 Yeni-şehir 4 Yenice-i Vardar 3 Yanbolı 1 Yeni-bâzâr 1 Resmî kayıtlardan çıkması dikkate alınınca, bir Rûznâme veya icmâlinin ne derecede mühim bir belge olacağı ortadadır. Bununla birlikte, eli mizdeki icmâlin eksik bulunduğu anlaşılıyor. İlk başlığın sonundaki top lam sayısında «88» yazıldığı hâlde, o kısımda 87 medrese bulunmaktadır. Rumeli’nin (C) «Bâbü’l-Hâ’» kısmında «Havâss-ı Kostantiniyye, der Ga lata» başlığı araya yanlamasına sıkıştırılmış, fakat hiç bir medrese adı ve rilmemiştir. En sonda da, Rumeli’de «292» medrese bulunduğu belirtilmiş ise de, metinde dört eksikle 288 -inin adı kaydedilmiştir. Nitekim, diğer kaynaklardan8 edinilen bilgiler de bu hususu ortaya koymaktadır. Bunun sebebini tesbit edebilmek, metnin aslı elimizde bulunmadığından, şimdilik mümkün değildir. Ancak bıı icmâli, elimizdeki şekliyle de olsa, kendi mecmuasına alan zât, değerli bir tarih kaynağını günümüze ulaştırmış ol maktadır. Kadıaskerliğin resmî kayıtlarından çıkan ve aslı elimizde bulun mayan bu icmâl bize, ilmiye teşkilâtı’nm Rumeli kesimindeki İstanbul ve bilhâssa Rumeli medreseleri üzerinde, şimdilik tek kalacak olan değerli bilgiler sağlamıştır. Rûznâme’yi, belki mesleği ile ilgili olduğu için eli altında bulundur mak niyetiyle kendi el mecmuasma kaydeden kişinin kimliği belli değildir. Mecmuanın hiç bir yerinde bu hususta bir kayıt bulunmuyor. Ancak met nin, elyazması bir mecmuada, İlmiye-Rumeli ve Mülkiye teşkilâtlan ka yıtlan ile bazı edebî eserler ile birlikte bulunuşuna bakılarak, onun yine 6 Diğer kaynaklarda, sözgelişi Evliya Çelebi’nin Seyâhat-nâmesi'nâe Rumeli şehir ve kasabaları anlatılırken adı geçen medreselerin çoğu Rûznâme’mizde yoktur. Bunları ayrı bir araştırmamda ele alacağım. İstanbul medreseleri için, basım imkânı bekleyen şu araştır mamda bilgi bulunm aktadır: İstanbul medreseleri hakkında ban kaynaklar. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ 273 İlmiye’nin belki Rumeli kesiminden, edebiyata; da meraklı bir kadı veya müderris olduğu düşünülebilir. Mecmuadaki diğer istinsah tarihleri ile me tindeki medreseler de, bu derlemenin, 1660 sıralarında yapılmış olduğunu ortaya koyuyor. ELYAZMA VE YAYIM ŞEKLİ Bildiğime göre, tek nüsha olan Rumeli Rûznâmesi, elyazma bir mec muanın (İstanbul, Süleymaniye Umumî Ktp., Esadefendi nr. 3384) çeşitli kayıtlan arasındadır. Belli bir ad taşımayan mecmuada, Veysî’nin «Vak’anâme»si, Mustafâ ‘Âlî’nin «Kavâ’idü’l-Mecâlis»i ile «Mir9âtü’l-‘AvâIim»i, Ganî-zâde Nâdirî’nin şiirleri, Osmanlı mülkiye teşkilâtına âit bilgüer vb gibi değişik metinler ve kayıtlar derlenmiştir. Elyazma, koyukahve rengi me şinden, miklâbsız, bezemesiz, basit bir cilt içinde, 190X 275 mm ölçüsün de, toplam 139 yapraktır. Kâğıdı karışık ve bazılan renklidir. Değişik; yazdarın çoğu nesihtir. Ciltleme sırasında, bazı yapraklan da, yanlış yerlere dikilmiştir. Metinlerde, bezeme vb yoktur. Mecmuanın derlendiği yeri ve ydı aynca gösteren bir kayıt bulunmuyorsa da, bir kaç risâlenin sonundaki tarihlerden (1036, 1044 / 1624-1635), Rûznâme metnindeki bazı medre selerin yapdış yıllarından, 1660 -dan az sonra, belki İstanbul’da tertîb edil diği anlaşüıyor. Şimdi bazı yapraklan mürekkepten yanarak çürümüş bu lunduğu gibi, şirâzesi de oldukça bozulmuştur. «Rûznâme-i Menâsıb-ı Kazâ-i Rûm-eli» başlıklı metnimiz, andan mec muanın dört yaprağmdadır. Ancak ilk yaprağı, cdtlemede yanlış yere ko nulmuş olarak 97. sırada, diğerleri 70-72. sıralardadır (97 a-b + 70 a - 72 b yp). Açık samansarısı renkli, az aharlı, filigransız, orta kalınlıktaki kâğıt lar üzerine, başlıklar ve metin hep kara mürekkeple yazdıdır. Rumeli medreleri bölümü, Rûznâme’de, 70 b-72 b arasında, dört sayfa tutar. Coğrafî başlıklar altında, bir kaç satırlık küçük kayıtlardan oluşan metin, bu mad delerin sağdan sola yan-yana dizilmesiyle sayfayı tam dolduracak ve ilk bakışta faydalandacak bir tablo biçiminde düzenlenmiştir. Sayfadaki satır ve madde sayısı değişiktir. Her kayıt, bir-iki kısa satırda medresenin adı ve en altta sadece rakamla müderris tahsisatı olmak üzere, düşülmüştür. Ya zısı, okunaklı ve irice nesihle olup, hareke kullandmadığı gibi, bir hayli kelime de noktasız bırakdmıştır. Ancak bunlar okumada güçlük çıkarmı yor (bk. C/ra. 84 ve 93). Metne cedvel çekdmemiştir. Türkçe metin doğru imlâ ile yazdmış ise de, belirtilebilecek iki husus bulunuyor. Biri, medrese’nin bir hayli yerde «medrîse <—ıj-u » okunacak şeküde (A/nr. 13, Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 18 M. KEMAL ÖZERGİN 274 19, 22, 23, 24 vb; B/nr. 11, 12, 13 vb; C/m. 6, 13, 15, 17, 19 vb), İkin cisi de «Beg» yerine, pek çok kere eski «Big» (C/m. 6, 7, 8, 12, 18, .19, 29 vb) şeklinin sürdürülmesidir. îlkinin, ya s için bir dişin fazla çizilme siyle, veya halk ağzı alışkanlığından ileri geldiği düşünülebilir. Bunlar dı şında, metinde altı yerde yanlış görülüyor : medrese yerine «medrâse» (A/nr. 96), Mehemmed Paşa yerine «Ahmed Paşa» (A/nr. 112), Bâyezîd yerine «Pâyezîd» (B/nr. 2), medâris yerine «Medrâs» (C başlığı), C/nr. 54 -ün yeri (sonra kendi düzeltmiş) ve Nûn yerine «Nûr» (N başlığında). Ancak bunların hepsi, dikkatsizlikten doğma şeylerdir. Elyazmasında üç yerde me tin eksik bırakılmıştır. Rumeli kısmında (C) «Bâbü’l-Hâ’»da Havâss-ı Kostantiniyye der Galata’nm medreseleri ile A /nr. 115 ve C/nr. 128’deki med reselerin müderris tahsisatları yazılmamıştır. Metin yazımızda, hiç bir yer de düzeltme veya ekleme görülmüyor, Rûznâme’nin ikinci bölümünü teşkil eden müderris mansıbları kısmı, bu yazı için elimizdeki tek nüshaya dayanılarak yayıma hazırlanırken, bi çimde ve metinde esaslı bir değişiklik yapılmadı. Sadece, elyazmasmda yanyana bulunan maddeler, alt-alta olmak üzere sıralandı. İnceleme ve atıf ko laylığı için başlıkların üçü, asıl coğrafya bölümlerini işaret etmek üzere A, B, C harfleriyle ayrıldı ve maddelerin başına da birer sıra sayısı verildi. Metnin imlâsına, «medrîse»nin doğru şeklini alma dışında, dokunulmadı. Elyazmasmda. yanlama yazılmış, boş bırakılmış yerler, belli işâretlerle gös terildi ve eklenenler de köşeli parantez içinde verildi; Rûznâme’de geçen şehir ve kasabaların nerede bulunduğu ve bugünkü adları, metnin arkasın daki Dizin’de gösterilmiştir. Yayımda kullanılmış işâretler ve onların anlamı şöyledir : / / Elyazmasmda, metne yanlama yazılmış kelimeler. Elyazmasmda, yazılmamış yerler. [ ] Metinde bulunmayıp, katılması uygun kelime veya sayılar. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ n. RÜZNÂME-İ METİN MENÂŞIB-I RÜM-ELİ [Medreseler K A Z  ’- İ bölümü] [A] NEFS-İ İSTÂNBÜL’DA VÂKİ’ AŞAKA MEDÂRİS BEYANINDADUR [ 1.] [ 2.] [ 3.] [ 4.] [ 5.] [ 6.] [ 7.] [ 8. ] [ 9.] [10.] [11.] [12.] [13.] [14.] [15.] [16.] [17.] [18.] [19.] [20.] [21.] [22.] [23.] [24.] [25.] [26.] [27.] [28.] [29.] Medrese-i Nişancı Mehemmed Pâşâ. 50. Medrese-i Cerrah Mehemmed Pâşâ. 50. Medrese-i Siyâğüş Pâşâ. 50. Medrese-i Hafız Ahmed Pâşâ. 50. Medrese-i İbrahim Pâşây-ı ‘Atık. 40. Medrese-i İbrahim Pâşây-ı cedîd. 40. Medrese-i Piri Pâşâ. 50. Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50. Medrese-i Sinan Pâşâ, Mîr-mirân-ı Basra. 30. Medrese-i Sinân Pâşâ el-Vezir, der çeşme-i Tevekkül. 50. Medrese-i Gazanfer, Ağa-i Bâb-ı Se'âdet. 50. Medrese-i Pervız Efendi. 40. Medrese-i Kadı Hüseyin. 25. Medrese-i Muştafâ Ağa. 30. Medrese-i Hammâmiyye. 25. Medrese-i Şayyâd-başı. 25. Medrese-i Mi’mâr-başı. 40. Medrese-i Tüti Latif. 30. Medrese-i Ahı-zâde. 25. Medrese-i Halvâcı-başı. 25. Medrese-i İsfinâhçı-başı. 25. Medrese-i Muhyeddîn Çelebi. 25. Medrese-i Kümbaracı-başı. 25. Medrese-i Çavuş-başı. 40. Medrese-i el-Hâc Hurrem. 25. Medrese-i Efdal-zâde. 40. Medrese-i ‘Ali Çelebi, eş-şehir bi-Merdümı. 40. Medrese-i Başçı İbrâhîm. 30. Medrese-i Cânbâziyye. 25. 275 276 M. KEMAL ÖZERGİN Medrese-i Mevlânâ Ca’fer et-Tevki’i. 40. Medrese-i Pâpâsoğlı. 20. Medrese-i Hacı Hatun. 30. Medrese-i Hacı Hasan-zâde. 30. Medrese-i Cenâbi Efendi. 25. Medrese-i İbrahim Kethüda. 30. Medrese-i Ca’fer Ağa. 50. Medrese-i Hekîm-zâde. 25. Medrese-i Kepenekçi Hoca Sinan. 50. Medrese-i Höca Hayreddîn. 40. Medrese-i Saka Mahmüd. .25. Medrese-i Nişancı Mehemmed Pâşâ. 40. Medrese-i Dâvud Pâşâ. 50. Medrese-i Ferruh Kethudâ, der Balât. 40. Dârülhadîş-i Şerif-zâde. 25. Medrese-i ‘Abdülhakim el-Kâdî. 25. Medrese-i Mîrâhür. 25. Dârülhadîş-i Firüz Ağa. 25. Medrese-i Fâtıma Sultân. 25. Medrese-i Haşan Pâşâ ibn-i Hayreddîn Pâşâ. 25. Medrese-i Sittî Hatun. 40. Medrese-i ‘Abdüllatîf el-Kâdı. 40. Medrese-i Şâhıhübân H atun- 50. • Medrese-i Kâdî Husâm. 50. :r Medrese-i Mevlânâ Mahmüd, eş-şehîr bi-Manav Kâdî. 25 Medrese-i Emin Mustafâ Çelebi. 25. Medrese-i Mevlânâ Şeref. 25. Medrese-i Murâd Pâşâ. 40. Dârülhadîş-i Hâşköyi. 25. Medrese-i Behrâm Beg. 25. Medrese-i ‘Abdül‘azîz, eş-şehir bi-Ümmiveled-zâde. 25. Medrese-i Mevlânâ Gürânî. 25. Medrese-i H ahl Beg. 25. Medrese-i Kürekçi-başı. 25. . Medrese-i Kirmâsti. 25. Medreseli Ha<3îce Sultân. 50: Medrese-i Emre Höca. 25. . Medrese-i Mahmüd Pâşâ. 50. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ [68.] [69;] [70.] [71.] [72.] [73.] [74.] [75.] [76.] [77.] [78.] [79.] [80.] [81.] [82.] [83.] [84.] [85.] [86.] [87.] 277 Medrese-i Rüstem Pâşâ. 40. Medrese-i Ya’küb Ağa. 50. Medrese-i A’mâ Haşan el-Kâdî. 40. Medrese-i Mehemmed Ağa. 50. Medrese-i Zekeriyâ Efendi. 40. Medrese-i Şâhkülı. 30. Dârülhadiş-i Bakkal Piri. 10. Medrese-i Şeyhülharem Seyyid Mehemmed ve Seyyid Ahmed. 25. Medrese-i Şâh Sulfân. 40. Medrese-i Habbâziyye. 40. Medrese-i Ahmed Pâşâ, Mir-mîrân-ı Cezayir. 30. Medrese-i Hoca Ebübekir.-25. Medrese-i Hoca Ahmed. 25. Medrese-i Kâtib Mehemmed. 25. Medrese-i Monlâ Kirimi. 25. Medrese-i Ha[Ib Mehemmed. 25. Medrese-i Süleyman Subaşı. 25. Medrese-i Kâdî ‘İyâz. 25. Medrese-i Kâtib Mahmüd. 25. Medrese-i Kestel. 40. / Y e k ü n - i medâris ğayr ez selâtin 8 .8 / • ■ Medâris-i Selâtin [88- 95.] Medâris-i Sultân Mehemmed-i ‘atik, ‘aded 8, fi [yevm] 50. [96.] Medrese-ib Sultân Bâyezîd Han. 50. [97.] Medrese-i Sultân Selım-i ‘atik. 60. [98-101.] Medâris-i Sultân Süleyman Han, ‘aded 4, fi [yevm] 60. [102.] Medrese-i Şâhzâde Sultân Mehemmed.-60. [103.] Medrese-i Sultân Murâd. 60. [104.] Medrese-i Sultân Mehemmed ibn-i Murâd. 60. [105.] Medrese-i Valide Sultân-ı Mehemmed Han- 60. a Bu toplamada, 88 medrese olduğu kaydedilmiş ise de, metinde 87 -sinin adı ve rilmiştir. . . . b medrese; metinde «medrâse» şeklinde yanlış. M. KEMAL ÖZERGİN 278 [106.] Medrese-i [107.] Medrese-i [108.] Medrese-i [109.] Medrese-i [110.] Medrese-i [111.] Medrese-i [112.] Medrese-i [113.] Medrese-i [114.] Medrese-i [115.] Medrese-i Âyâşöfya. 50. Mehemmed Pâşâ el-Vezır, der limân-ı Kadırga. 50. ‘Alı Pâşây-ı ‘atik. 50. ‘Alı Pâşây-ı cedîd. 50. Hayder Pâ§â. 50. Ahmed Pâşâ, der Bâb-ı Top. 50. Mehemmed11 Pâşâ, der Bâb-ıEdrene. 50. Kahriyye, nâm-ı dıger Hânkâh, derBâb-ı Top. 50. ‘Oşmân Pâşâ. 50. Miskete ( cJCL. ) der kurb-i Nevrûziyye. [50?] ‘a d e d 28 E y y ü b, Havâşş-ı Kostanbniyye [116.] Medrese-i Hazret-i Eyyûb-i Enşâri, ‘aleyhi’r-rahmeti’l-Bârî. 50. [117.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50. [118.] Medrese-i Zâl Pâşâ. 40. [119.] Medrese-i Kâsım Pâşâ. 40. [120.] Medrese-i Defterdar Mahmüd Çelebi. 20. [121.] Medrese-i Taşköpri-oğlı. 20. [122.] Medrese-i Behrâm Kethudâ. 40. mevcüdü’l-ism, ma'dümü’J-cism. ‘a d e d 7 [B] e l - V â k i ’ f i [ 1. ] [ 2.] [ 3.] [ 4.] [ 5.] [ 6.] [ 7.] Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i E D R E N E ( <;>>l ) Sultân Selim Han. 60. Sultân Bâyezîdb Han. 60. İlyâs Beg. 25. İlyâs Beg. 25. Emir Kâdı. 25. Mütereddidin. 30. Şeyh Mahmüd el-Kâdî. 30. a Mehemmed: metinde «Ahmed» şeklinde yanlış, b Bâyezîd: metinde «Pâyezîd» şeklinde yanlış. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ [8.] [ 9.] [10.] [11.] [12.] [13.] [14.] [15.] [16.] [17.] [18.] [19.] [20.] [21.] Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Emıniyye. 30. ‘Alı Beg, Taşlık. 40. Şâh-melek. 25. Sirâciyye. 25. Beglerbegi. 25. Fahreddîn, nâm-ı diğer Şeceriyye. 25. Yâküt Pâşâ. 25. Sultân Murâd Han. 40. Ahmed Beg. 25. Camcı Hacı. 30. İbrahim Pâşâ. 25. el-Hâc ‘Alemüddîn. 30. es-Seyyid Mustafâ el-Kâdı. 25. Emir ‘Alı. 25. - • ‘a d e d 22 [22.] Medrese-i Fenârî-zâde, der Kalata ( <U5 ). 30. [C] M E D A R İ S - İ a RÜM-ELİ B â b ü ’l - E l i f [Kaşaba-i] Ak-kermân (jl. [ 1.] Medrese-i el-Hâc İbrahim. 40. Kaşaba-i ------ [ 2.] Medrese-i Harâccı Mehemmed Beg. 20. [ 3v] Medrese-i Murâd Subaşı. 20. Kaşaba-i İştib ( >__Lil ) [ 4.] Medrese-i İştlb-zâde. 20. [ 5.] Medrese-i Pîrî Çeri-başı. 25. Kaşaba-i İpsâla ( «JLj I ) [ 6.] Medrese-i Kasım Beg. 25. [ 7.] Medrese-i ‘İsâ Beg. 50. a M edâris: metinde «Medras» şeklinde yanlıg. 279 280 M. KEMAL ÖZERGİN Kaşaba-i Üsküb ( ) [ 8.] Medrese-i İshâk Beg. 50. [ 9.] Medrese-i el-Hâc Hüseyin. 30. Kaşaba-i İzdîn ( ) [ 10.] Medrese-i Hüseyin Pâşâ. 25. [ 11.] Medrese-i Çelebi. 20. Kaşaba-i Amâvud Belğırâd[ı] ( j I ¿j\>'jl ) [ 12.] Medrese-i Ahmed Beg. 25. Kaşaba-i Akça-kızanluk ( jLdjîü-l ) [ 13.] Medrese-i el-IJâc Sinan. 20. Kaşaba-i İnebahtı ( ¿£ o l ) [ 14.] Medrese-i Sultân Bâyezld Çan. 25. Kaşaba-i Alâşönya ( ) [ 15.] Medrese-i Ahmed Çavuş. 25. Kaşaba-i Ohri ( _/-j\ ) [ 16.] Medrese-i Hamza Beg. 25. Kaşaba-i İskenderiyye-i Amâvud ( [ 17.] Medrese-i Ulama Pâşâ. 25. jl î» ] Kaşaba-i Egriboz ( j.yıS./’"') [ 18.] Medrese-i Hayreddîn Beg. 25. Kaşaba-i İpek ( ¿Ul) [ 19.] Medrese-i Mehemmed Beg. 25. Kaşaba-i Ürküb ( ) [ 20.] Medrese-i Hâcî ‘Ali. 25. B â b ü ’ 1 - B â’ Kaşaba-i Beşiktaşı ( ) [21.] Medrese-i Sinân Pâşâ. 50. [ 22.] Medrese-i Yahyâ Efendi. 25. [ 23.] Medrese-i Emin Muştafâ Çelebi. 30. [ 24.] Medrese-i Hayreddîn Pâşâ. 40. Kaşaba-i Bâbâ[-eskisi] ( M» ) i İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ [ 25.] Medrese-i Müşfika Hatun. 20. [ 26.] Medrese-i Sultân Bâyezid. 30. Kaşaba-i Pirîştine ( ) [ 27.] Medrese-i Beşaret Beg. 25. Kaşaba-i Belğırâd ( •>!>!; ) [ 28.] Medrese-i ‘İmaret. 50. [ 29.] Medrese-i Bayram Beg. 25. Kaşaba-i Büdın ( ) [ 30.] Medrese-i Muştafâ Pâşâ. 50. [ 31.] Medrese-i ‘Oşmân Beg. 25. Kaşaba-i Bâlyabâdra ( ojjI; ) [ 32.] Medrese-i Bâlyabâdra. 20. Kaşaba-i Pilevne ( ) [ 33.] Medrese-i ĞâzPAli Beg. 25. [ 34.] Medrese-i diğer ‘Ali Beg. 20. Kaşaba-i Bâdracuk ( j»-«j-ib ) [ 35.] Medrese-i Muştafâ Pâşâ. 20. B â b ü ’t-Tâ’ Kaşaba-i Timür-hişârı ( ¿ijL». j ¿f ) [ 36.] Medrese-i Şît Çelebi. 20. Kaşaba-i Tatar-bâzârı ( jl>V ) [ 37.] Medrese-i ‘Abdurrahman Çelebi. 25. Kaşaba-i Tnrhâla ( 4u.J ) [ 38.] Medrese-i ‘Ömer Beg. 20. [ 39.] Medrese-i Balı Çavuş. 25. B â b ü ’l- C i m Kaşaba-i Çatalca ( <İ-ITU ) [ 40.] Medrese-i Nâzır Şehsüvâr Beg. 15. Kaşaba-i Çorlı ( ) [ 41.] Medrese-i Ahmed Pâşâ. 50. [ 42.] Medrese-i Sinân Beg. 40. 282 M. KEMAL ÖZERGİN B ä b Ü ’ 1 - H ä’ Kaşaba-i Hâş-köy ( ıSjflrk* ) [ 43.] Medrese-i Mahmüd Pâşâ. 25. Kaşaba-i Hayra-bolı ( dyojv- ) [ 44.] Medrese-i Rüstem Pâşâ. 25. Şavâşş-ı Kos{antiniyye, der Galata ( ) B ä b ü ’d - D ä l der Kaşaba-i Dimotoka ( ) [ 45.] Medrese-i Büyük-dere Cerrâh-başı. 25. [ 46.] Medrese-i Umur Beg. 25. [ 47.] Medrese-i Pervîz Efendi. 30. [ 48.] Medrese-i ‘Abdülvâsi’ Efendi. 30. [ 49.] Medrese-i Oruç Pâşâ. 30. [ 50.] Medrese-i Karagöz Beg. 25. [51.] Medrese-i ‘Abdurrahman el-Kuşçı el-Kâdî, der karye-i Halvâcı, tâbi’-i Dimotoka. 25. Kaşaba-i Dîrâma ( ) [ 52.] Medrese-i Şafiyye Çatun. 20. B ä b ü ’r - R ä ’ Kaşaba-i Radosçuk ( ) [ 53.] Medrese-i Rüstem Pâşâ. 30. Cezîre-i Radös ( u-j-U ) [ 54.] Medrese-i Dârüşşerîfe. 15. / der cezîre-iRados / a [ 55.] Medrese-i Kurd Çelebi. 25 / sabıkanzaviye iken, kadısı ‘arz etmeğin medrese oldı / Kaşaba-i Rüdnîk ( dL'jjj ) [ 56.] Medrese-i Dümdâr Mustafâ Beg. 25. a. Bu medrese Radosçuk baslığı altına yazılmış, sonra yanındaki açıklamayla, aslında Rados’a âit bulunduğu belirtilmiştir. Burada doğrusu verildi. İSTANBUL V E RUMELİ MEDRESELERİ B â b ü ’z - Z â ’ Kaşaba-i Zihne ( ) [ 57.] Medrese-i Ahmed Beg. 20. _ [ 58.] Medrese-i ‘Alî Beg. 25. / der karye-i Zalhak, tâbi’Kaşaba-i Zağra-i ‘atik ( jçe. 0l/>j ) [ 59.] Medrese-i Hoca Sinan. 20. B â b ü ’s-Sin Kaşaba-i Silivri ( ) [ 60.] Medrese-i Pir Mehemmed Pâşâ. 40. Kaşaba-i Sarây-bösna ( ) [ 61.] Medrese-i Kemâl Beg. 20. [ 62.] Medrese-i Husrev Beg. 50. [ 63.] Medrese-i Fîröz Beg. 20. Kaşaba-i Sîröz ( j j j y ) [ 64.] Medrese-i ‘Atâ Çelebi. 25. [ 65.] Medrese-i Sultân Selçuk. 25. Kaşaba-i Selânik ( ¿U'M- ) [ 66.] Medrese-i Hızır Beg. 25. [ 67.] Medrese-i Muşfafâ Beg. 20. Kaşaba-i Semendire ( a ) [ 68.] Medrese-i ‘Alî Pâşâ. 20. B â b ü ’ş-Şâd Kaşaba-i Şöfya ( ) [ 69.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 40. [ 70.] Medrese-i Benlü Kadı. 20. B â b ü ’ t - T â’ Kaşaba-i Tımovi [71.] Medrese-i [ 72.] Medrese-i [ 73.] Medrese-i [ 74.] Medrese-i [ 75.] Medrese-i ( ) Kavâf-bâbâ. 25. Yıldırım Çan. 30. Seyyid Çelil. 25. ‘Alî Pâşâ, der Top-hâne. 50. İlyâs Kethüda. 20. M. KEMAL ÖZERGİN 284 B â b ü ’ 1 - F â’ Kaşaba-i Filibe ( <*li ) [ 76.] Medrese-i Şıhâbeddln Pâşâ. 40. [ 77.] Medrese-i Seyyid ‘Alı Faklh. 25. Kaşaba-i Föça ( [ 78.] Medrese-i Ca’fer Beg. 20. [ 79.] Medrese-i Mehemmed Beğ. 25. . Kaşaba-i Fener ( jls ) [ 80.] Medrese-i ‘Aîâ’ullâh, der karye-i Cum‘a-bâzârı. 25. Kaşaba-i Filörîna ( ) [8 1. ] Medrese-i ‘Abdülkerîm. 20. B â b ü ’l - K â f Kaşaba-i Kara-ferye ( * J ) [ 82.] Medrese-i Mehemmed Beg. 30. Kaşaba-i Kâritene ( «e.'j'J ) [ 83.] Medrese-i Seyyid Mahmüd. 20. Kaşaba-i Kara-bınar ( j l [ 84.] Medrese-i Nuhbe ( ) ) Kadı. 30. Kaşaba-i Kırâtova ( j ) [ 85.] Medrese-i Ahmed Çelebi. 20. Kaşaba-i Kavala ( «!ly ) [ 86.] Medrese-i IJalîl Beg. 15. Kaşaba-i Kasımpaşa, ( lal ¿.—d ) der Hâşş-ı İştanbûl [ 87.] [ 88.] [ 89.] [ 90.] [9 1.] Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Medrese-i Eyyühüm. 50. Seyyid ‘Abdülkâdir. 25. Yegân-zâde. 25. Ahmed Çavuş. 25. diğer Ahmed Çavuş. 25. Kaşaba-i Kalkan-delen ( jUl» ) [ 92.] Medrese-i Oruç Paşa. 20. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ Kaşaba-i Kurşunlu ( ) ; [ 93.] Medrese-i Emin-i Sunkur ( 285 . ), 20. Kaşaba-i Kırk-kavak ( Jİ y J J ) [ 94.] Medrese-i Turhan Beg. 20. B â b ü ’l - K â f der Kaşaba-i Gelîbölî ( J ^ . [ 95.] Medrese-i Şanca Pâşâ. 50. [ 96.] Medrese-i Mesih Pâşâ. 50. [ 97.] Medrese-i Mehemmed Pâşâ. 50. [ 98.] Medrese-i Balaban Pâşâ. 30. [ 99.] Medrese-i Halil Beg. 30. [100.] Medrese-i İmâmiyyc. 20. [101.] Medrese-i Mehemmed Dâ‘î. 50. ,' [102.]Medrese-i Ahmed Beg. 20. / zâviyedenmedrese olmuşdur / [103.] Medrese-i Derviş Çelebi. 20. / mevcüdüT-ism,ma’dümü’l-cism kabllindendür / ; ; Kaşaba-i Kili ( JS' ) [104.] Medrese-i Ahmed Ağa. 25. [105.] Medrese-i Haşan Çelebi. 20. , Kaşaba-i Gegbüze ( «j¡ Ş if ) [106.] Medrese-i Mustafâ Pâşâ. 50. [107.] Medrese-i Koçı Çavuş. 25. .. . " . . . Kaşaba-i Kefe ( [108.] Medrese-i [109.] Medrese-i [110.] Medrese-i [111.] Medrese-i [112.] Medrese-i [113.] Medrese-i [114.] Medrese-i ) Kemâliye. 25. Hâcı Ferhâd. 25. Hatuniyye. 20. Câmi’. 25. Mercân Ağa. 25. Kâsım Pâşâ. 20. Haşan Çelebi. 10.- Kaşaba-i Gümülcine ( ) [115.] Medrese-i Mustafâ Beg. 25. •. ' 1 s ' 286 M. KEMAL ÖZERGİN Kaşaba-i Küçük-çekmece ( [116.] Medrese-i ‘Abdüsselâm. 40. ) Kaşaba-i Köstendıl ( ) [117.] Medrese-i Murâd Beg. 20. [118.] Medrese-i Haraççı Mehemmed Beg. 20. B â b ü ’l - M ı m Kaşaba-i Malğara ( ) [119.] Medrese-i Sinan Pâşâ. 50. [120.] Medrese-i Turhan Beg. 25. [121.] Medrese-i Kaşşâb-zâde. 25. Kaşaba-i Möstâr ( ) [122.] Medrese-i el-Hâc Mehemmed Beg ez-Za’ım. Kaşaba-i Mângûb ( ) [123.] Medrese-i Mustafâ Çelebi. 15. Kaşaba-i Manâstır ( jt-lu ) [124.] Medrese-i Hâcî Beg. 25. [125.] Medrese-i Kâdî Yahyâ. 25. [126.] Medrese-i Dülbend-zâde Kadı İshak. 25. Kaşaba-i Motön ( ) [127.] Medrese-i Mustafâ Beg. 20. B â b ü ’n - N ü n a Kaşaba-i Nigbölî ( ) [128.] Medrese-i Kadı ‘İvaz. - Kaşaba-i Nârda ( «jjl’ ) [129.] Medrese-i Süleymân Ağa. 18. [130.] Medrese-i Fâyık Pâşâ. 18. Kaşaba-i Nîş ( ) [131.] Medrese-i Mustafâ Beg ez-Za’ım. 20. a N ü n : metinde «nür» seklinde yanlış. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ B â b [ü ’ 1- V â v]b Kaşaba-i Vize ( «jrj ) [132.] Medrese-i Sultaniye. 30. Kaşaba-i Vâma ( Vjlj ) [133.] Medrese-i Hâcî Sinan. 20. B â b ü ’l - H â ’ Kaşaba-i Hezârğırâd ( j 'j * ) [134.] Medrese-i İbrahim Pâşâ. 40. [135.] Medrese-i Yahya Pâşâ. 20. B â b ü ’l - Y â ’ Kaşaba-i Yeni,-şehir ( ^ ) [136.] Medrese-i İbrahim Beg. 25. [137.] Medrese-i Taş-zâde. 30. [138.] Medrese-i Turhan Beg. 25. [139.] Medrese-i Emir-Şâh Çelebi. 20. Kaşaba-i Yenice-i Vârdâr ( j b j l j ) [140.] Medrese-i Ğâzi Evranos Beg. 50. [141.] Medrese-i Müsâ Beg. 20. [142.] Medrese-i Ahmed Beg. 40. Kaşaba-i Yânbölî ( ) [143.] Medrese-i Kara ‘Ali Beg. 25. Kaşaba-i Yeni;-bâzâr ( jljV £ ) [144.] Medrese-i Sinan Beg. 25. Y e k ü n - i medâris der Rûm-ili 292 b Bu «bâb>, solda tam yanlamasına yazılıdır. 287 288 M. KEMAL ÖZERGİN in. D İ Z İ N V E A Ç I K L A M A L A R Akça-kızanluk (C/nr. 13) Bulgaristan Ak-kermân (C/nr. 1) Sovyetler Biri Alasonya (C/nr. 15) Yunanistan Amavud Belgırâdı (C/nr. 12) Amavudluk 42 46 39 40 28 12 10 59 D, D, D, D, Kazanluk. Byelgörod Elassona. Berat. Baba-eskisi (C/nr. 25, 26) Türkiye Badracuk (C/nr. 35) Yunanistan Balyabadra (C/nr. 32) Yunanistan Belgırad (C/nr. 28, 29) Yugoslavya Beşiktaşı (C/nr. 21-24) Türkiye Budin (C/nr. 30, 31) Macaristan 41 26 K — 27 7 38 55 K — 22 06 38 14 K — 21 45 44 50 X — 20 31 İstanbul, Boğaziçi. 47 29 K — 19 5 D, D, D, D, Babaeski. Neopatras. Patrai. Beograd. Çatalca (C/nr. 40) Yunanistan Çorlı (C/nr. 41, 42) Türkiye 39 18 K — 22 25 D, Pharsale. 41 10 K — 27 48 D, Çorlu. Dırama (C/nr. 52) Yunanistan Dimotoka (C/nr. 45-51) Yunanistan 41 10 K — 24 11 D, Drama. 41 20 K — 26 34 D, Didymotikhon. Edrene (B/nr. 1-22) Türkiye Egriboz (C/nr. 18) Yunanistan Eyyûb (A/nr. 116-122) Türkiye 41 41 K — 26 33 D, Edime. 38 26 K — 23 40 D, Khalkis. İstanbul. Fener (C/nr. 80) Yunanistan Filibe (C/nr. 76, 77) Bulgaristan Filorina (C/nr. 81) Yunanistan Foça (C/nr. 78, 79) Yugoslavya 37, 20 K — 21 42' 8 K — 24 40 47 K — 21 43- 33 K — 18 Galata (C/ - - ) Türkiye Geğbüze (C/nr. 106, 107) Türkiye Gelibolı (C/nr. 95-103) Türkiye Gümülcine (C/nr. 115) Yunanistan İstanbul 40 48 K — 29 26 D, Gebze. 40 25 K — 26 35 D, Gelibolu. 41 7 K — 25 27 D, Komotini. Hâs-köy (C/nr. 43) Bulgaristan Hayra-bolı (C/nr. 44) Türkiye Hezârgırâd (C/nr. 134, 135) Bulgaristan 41 55 K — 25 34 D, Haskovo. 41 13 K — 27 7 D, Hayrabolu. 43 30 K — 26 32 D, Razgrad. 39 12 54 44 K — 25 K — 30 K — 22 K — 19 50 45 27 48 D, Budapest. D, D, D, D, Phanari. Plovdiv. PMorina. Foça. İSTANBUL VE RUMELİ MEDRESELERİ 289 İnebahtı (C/nr. 14) Yunanistan İpek (C/nr. 19) Yugoslavya İpsala (C/nr. 6) Türkiye İskenderiyye-i Amavud (C/nr. 17) Arnavutluk İstanbul (A/nr. 1-115) Türkiye İştib (C/nr. 4, 5) Yugoslavya İzdin (C/nr. 10, 11) Yunanistan 38 21 K — 21 50 D, Naupaktos. 42 39 K — 20 17 D, Peö. 40 57 K — 26 27 D, İpsala. Kalkan-delen (C/nr. 92) Yugoslavya Kara-bınar (C/nr. 84) Kara,-ferye (C/nr. 82) Yunanistan Karitene (C/nr. 83) Yunanistan Kasımpaşa (C/nr. 87-91) Türkiye Kavala (C/nr. 86) Yunanistan Kefe (C/nr. 108-114) Sovyetler Biri Kıratova (C/nr. 85) Yugoslavya Kırk-kavak (C/nr. 94) Türkiye 42 40 33 K — 22 37 29 K — 22 İstanbul. 40 58 K — 24 45 2 K — 35 42 4 K — 22 (41 15 Kı— 26 Kili (C/nr. 104, 105) Sovyetler Biri Köstendil (C/nr. 117, 118) Bulgaristan Kurşunlu (C/nr. 93) Yugoslavya Küçük-çekmece (C/nr. 116) Türkiye 45 28 K — 29 19 42 15 K-— 22 41 43 8 K — 21 18 41 0 K — 28 59 Malgara (C/nr. 119-121) Türkiye Manastır (C/nr. 124-126) Yugoslavya Mângûb (C/nr. 123) Sovyetler Biri Mostar (C/nr. 122) Yugoslavya Moton (C/nr. 127) Yunanistan 40 41 44 43 36 Narda (C/nr. 129, 130) Yunanistan Nigbolı (C/nr. 128) Bulgaristan Niş (C/nr. 131) Yugoslavya 39 8 K — 21 0 D, Arta. 43 40 K — 24 47 D, Nikopol. 43 19 K — 21 53 D, Nis. Ohri (C/nr. 16) Yugoslavya 41 Pilevne (C/nr. 33, 34) Bulgaristan Piriştine (C/nr. 27) Yugoslavya 43 25 K — 24 35 D, Pleven. 42 40 K — 21 11 D, Pristina. Rados (C/nr. 54, 55) Yunanistan 36 25 K — 28 17 D, Rhodes. 42 5 K — 19 30 D, Skodra. 41 1 K —-28 58 D, İstanbul. 41 40 K — 22 8 D, Stib. 38 55 K — 22 29 D, Lamia. 1 K — 21 52 2 35 21 50 K— K— K— K— K— 26 21 33 17 21 1 D, Tetovo. 17 D, Verroia. 02 D, Karitaena. 27 14 13 47 56 20 35 50 43 D, Kavalla. .D, Feodosiya. D, Kratovo. D), Uzunköprü yakınında köy D, Kiliya. D, Kyustendil. D, Kursumlija. D, Küçükçekmece D, D, D, D, D, Malkara. Bitola. Mangub. Mostar. Metbone. 7 K — 20 49 D, Ohrid. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 19 290 M. KEMAL ÖZERGİN Radosçuk (C/nr. 53) Türkiye Rudnik (C/nr. 56) Yugoslavya Rumeli (C/nr. 1-144) 40 59 İC 27 30 D, Tekirdağ. 44 05 l i — 20 30 D, Rudnik. Saray-bosna (C/nr. 61-63) Yugoslavya Selanik (C/nr. 66, 67) Yunanistan Semendire (C/nr. 68) Yugoslavya Silivri (C/nr. 60) Türkiye Siroz (C/nr. 64, 65) Yunanistan Sofya (C/nr. 69, 70) Bulgaristan 43 40 44 41 41 42 26 58 52 15 36 20 D, D, D, D, D, D, Sarajevo. Thessalonike. Smederovo. Silivri. Serrai. Sofia. Tatar-bâzârı (C/nr. 37) Bulgaristan Tırhala (C/nr. 38, 39) Yunanistan Tımovi (C/nr. 71-75) Bulgaristan Timür-hisârı (C/nr. 36) Yunanistan 42 14 I C - 24 18 39 34 IC— 21 46 43 1 K — 25 41 41 13 K — 23 28 D, D, D, D, Pazardjik. Trikkala. Tımovo. Siderokastron. Ürküb (C/nr. 20) Yugoslavya Üsküb (C/nr. 7-9) Yugoslavya 43 16 I C - 21 34 D, Prokoplje. 42 0 IC— 21 30 D, Skoplje. Varna (C/nr. 133) Bulgaristan Vize (C/nr. 132) Türkiye 43 12 I C - 27 57 D, Varna. 41 36 IC— 27 47 D, Vize. Yanbolı (C/nr. 143) Bulgaristan Yeni-bâzâr (C/nr. 144) Yugoslavya Yenice-i Vardar (C/nr. 140-142) Yunanistan Yeni-şehir (C/nr. 136-139) Yunanistan 42 27 I C - 26 33 D, Yambol. 43 09 IC— 20 29 D, Novi Bazar. Zagra-i ‘atık (C/nr. 59) Bulgaristan Zihne (C/nr. 57, 58) Yunanistan 42 23 I C - 25 40 D, Stara Zagora. 41 00 IC— 23 40 D, Zikhna. 54 38 39 2 4 41 I C - 18 IC— 22 I C - 20 IC— 28 I C - 23 IC— 23 40 46 I C - 22 24 D, Yiannitsa. 39 39 IC— 22 28 D, Larisa. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR I Elmalı yolanda Mîrmîran İbrahim Paşa’nm mezarı — Doğa Bayazıd’da Mahnıud Paşa’nm mezarı — Serez’li Yusuf Muhlis Paşa hakkında bir not — Sadrıâzam Keçecizâde Fuad Paşa’nm mezarı — Karacehennem İbra him Paşa’nm mezarı Semavi Eyice Türk sanat ve tarih anıtları arasında en büyük ölçüde tahribe uğ rayanlar hiç şüphe yok ki eski mezarlıklar ve mezarlardır. Osmanlı İm paratorluğunun 19. yüzyıl ortalarından itibaren topraklarını kaybetmesi, pek çok mezarın gurbette kalmasına yol açmış ve tarihimizde iz bırak mış bir takım şahısların son hatıraları da böylece unutularak yok ol muştur1. Bugünkü millî sınırlarımız içinde kalan mezar ve mezarlıkların 1 Hemen hemen bütün şehir ve kasabalarda eski mezarlıklar, içlerindeki taşların sa nat ve tarih bakımından değerleri dikkate alınmaksızın kaldırılmış ve kaldırılmaktadır. Ba zen pek az sayıda mezartaşı bu sırada mahalli bir müzeye götürülmektedir. Bu hususda acıklı bir misal Tekirdağı’nda dikkatimizi çekmişti Buradaki büyük mezarlıklar arsaya çev rildiğinde, bir kaç tarihî mezartaşı ileride bir müzeye konulmak üzere bir depoya atılmış, sonra bu depo lâzım olunca da denize dökülmüştü. Biz gördüğümüzde bu taşlar deniz kı yısında, kısmen su içinde idi (1962). Burada yakın yıllarda müze kurulduğunda bu taşlar dan ne kadarının çıkarıldığını bilmiyoruz. Gurbette kalan mezarlardan ilk hatıra gelen, tarihçi, Nâima’nın Yunanistan’da Patras’daki mezarıdır. Bulgaristan’da Şumnu’da gömülü olan Kaptanıderya Cezayirli Haşan Paşa’nın mezarının da durup durmadığını bilmiyoruz. Fakat 1966’da Şumnu’dan geçtiğimizde, harap ve kapalı bir mescidin haziresindeki taşlar arasında Sadrâzam Şerif Haşan Paşa’nın mezannı görmüştük. UNESCO’nun Müzelere dair dergisinin bir sayısında da Girit’teki Herakleion müzesi fotoğrafında Vezirlere mahsus kalIavili bir mezartaşı görülmektedir, bkz. Herakleion Muséums - Musées d’Hêrakleion, «Muséum Unesco», VI (1953), s. 195 alttaki resim. Herakleion (=İrakIion) yâni Kandiye müzesindeki bu mezartaşımn okunaklı bir fotoğrafım adı geçen müze müdürlüğüne yolladığımız 20 mart 1974 tarihli bir mektubumuzla rica etmiştik. Müze müdürü Dr. S. Alexiou, isteğimizi büyük bir nezaketle karşılayarak 20 nisan 1974 tarihli bir yazısı ile beraber bu taşın mükemmel bir fotoğrafım bize göndermiş bulunuyor. H. 1213 (=1798/99)’de ölen Kandiye muhafızı Ferhad Paşa’ya ait olan bu taşdan ayrı bir yazımızda bahsedeceğiz. SEMAVİ EYİCE 292 ise encamının daha iyi olduğu iddia edilemez. Tarihî mezarlıklar garip gerekçelerle, fakat aslında en «kolay arsaya çevrilebilir» yer oldukların dan ortadan kaldırılmış ve binlerce sanat ve tarihî değere sahip mezartaşı yok olup gitmiştir2. Biz sanat tarihi araştırmalarımız sırasında kar şılaştığımız birkaç tarihî mezartaşı veya mezar hakkında topladığımız notları burada birer tarih vesikası oldukları için tanıtmağa çalışacğız. I Elmalı yolunda Mîrmîran İbrahim Paşa’nm mezartaşı (Resim: 1) Öğrencilerimiz ile 1964 yılı temmuz ayında Güney Anadolu kıyıla rında yaptığımız bir inceleme gezisi sırasında Antalya'dan Finike'ye git mek üzere 5 temmuz günü yola çıkmıştık. Korkudeli — Elmalı yolun da, içinde bulunduğumuz minibüs, ormanlık bir bölgede Yenicekahvesi denilen yerde bir kırkahvesi önünde mola verdiğinde, yolun solundaki kahvenin az arkasında ağaçların arasında tek başına duran bir mezartaşı ile karşılaşmıştım. Çevresinde hiçbir yapı, hattâ yerleşme olmayan ve bir mezarlık da bulunmayan bu taş hâlâ dikili duruyordu. Böylece ilk yerinde olduğuna ve buraya başka bir yerden getirilmediğine ihtimal verilebilir. Üzerinde büyük bir kavuk bulunan ve kavuğun ön yüzünde vezir lere mahsus meyilli şerid görülen bu mezartaşının altında bir lâhid yok tur. Taşın ön yüzünde sekiz satır halinde kabartma harflerle işlenmiş şu kitâbe okunmaktadır: 12345678- Mesâkinim dağlarbaşı sahraya hâcet kalmadı içtim ecel şerbetini Lokmân'a hâcet kalmadı Hep onuldu yaralarım cerrâha hâcet kalmadı M îr - mîran - i kirâm-i zevi'l-ihtirâmdan Sâbıkâ Menteşe sancağı mutasarrıfı Merhum Ibrâhîm Paşa'nın ruhu için el-fâtiha, sene 1234 2 Mezarlıkların yok edilmesi hakkında bkz. Semavi Eyiee, Mezarlıklarımız, «Türk Yurdu» sayı 242 (mart 1955) s. 685 - 694. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 293 Böylece bu ıssız yerde gömülü olan şahsın Menteşe sancağı mu tasarrıfı Mîrmîran İbrahim Paşa olduğu ve kendisinin H. 1234 (= 1 8 1 8 / 19) tarihinde öldüğü öğrenilmektedir. Mezartaşındaki kitâbenin ilk üç satırında, başka mezarlarda da raslanan bir formül görülmektedir ki, bu romantik ifadeli satırlar, mezar sahibinin ölümündeki şartları biraz -dile getirir gibidir. İlk satırda, «mesâkinim (evim ) dağlarbaşr, sahraya hacet kalmadı» denilirken, İbrahim Paşa'nın ıssız bir yerde gömülü 6fması g e r e k t i ğ i belirtilmektedir. Kitâbenin ikinci ve üçüncü satırlarında mezar sahibinin hekim yardımına lüzum kalmadan burada, belki bazı yaraların tesiriyle öldüğü söylenmek istenmektedir. Genellikle bu çeşit ıssız yerlerdeki vezir mezarları, idam edilenlere ait olmaktadır. Nitekim yakın tarihlere gelinceye kadar Gelibolu'da boş bir arazi ortasında Sadr âzam Mehmed Paşa'nın Ramazan H. 1208 (= 1 7 9 4 ) tarihli mermer sandukalı mezarı görülüyordu3. Fakat İbrahim Paşa'nın mezar kitâbesinde idam edildiğine dâir bir işaret mevcut değildir. Menteşe sancağı mutasarrıfı Mîrmîran İbrahim Paşa'nın. tarihî şah siyeti hakkında geniş bilgi edinmek mümkün olmamıştır. Süleyman Fikri Erten'in Antalya hakkındaki eserlerinden birinde H. 1213 ( = 1 7 9 8 / 9 9 ) 'de bir Aksekili İbrahim Paşa'nın bahsi geçmektedir4. Ancak bunun Elmalı yolundaki mezarın sahibi İbrahim Paşa ile aynı kimse olabilece ğini kesinlikle iddia etmek için elimizde delil yoktur. Diğer taraftan Baş bakanlık Arşivindeki bir vesikadan (Başbakanlık Arşivi, Cevdet-Dahiliye tasnifi, no. 13087) öğrenildiğine göre, II. Mahmud devrinde evvelce Bolu sancağı mutasarrıfı olan, Rumeli Beylerbeyi payesine sahip bir İb rahim Paşa Menteşe sancağına gönderilmiştir. Başbakanlık Arşivindeki bu kaydı ilk defa olarak ortaya koyan Kürşad Ekrem Uykucu, bu atanmanın 1813 yılında olduğunu ve İbrahim Paşa'nın, Menteşe sancağının ilk mutasarrıfı olması gerektiğini yaz- 3 Resmi için bkz. Fevzi Kurdoğlu, Gelibolu ve yöresi tarihi, İstanbul 1938, s. 80-81 arasındaki levha. 4 Süleyman Fikri Erten, Antalya vilâyeti tarihi, İstanbul 1940, s. 109, burada İbrahim Paşa hakkında verilen bilgi şundan ibarettir: *Akseki kasabasında bir saat mesafede bulu nan Çimi köyündendir. 1213 yılında hayatta olduğu elde edilen bir senetten anlaşılmıştır. İbrahim Paşanın Alâiye mutasarrıfı olduğu gene bu senetten anlaşılıyor. Harp halinde öl düğü rivayet ediliyorsa da nerede öldüğü malum değildir». Aynı yazar, Antalya tarihi — Üçüncü kısım, Antalya 1948, s. 90’da kendisine H. 1223 zilkaddesinde (=1808) Vezirlik ile birlikte Alâiye livası ve Bozkır madeni de tevcih edilen Kayseri sancak Beyi bir Çelik Paşazâde İbrahim Paşa’dan da bahseder. SEMAVİ EYİCE 294 U J l. s *£&tjfsA &&&&■ V n ' maktadır5. Elmalı yolundaki mezartaşında Mîrmîran İbrahim Paşanın sabıka Menteşe mutasarrıfı olduğu yazıldığına göre, bu mezar. Başba kanlık arşivindeki vesikada adı geçen Paşaya ait olmalıdır. Mîrmîran İb rahim Paşa 1818/19 da öldüğüne göre, 1813'den bu tarihe kadar geçen sürenin tamamında veya bir kısmında Menteşe sancağını idare etmiş olmaktadır. Bu sırada Menteşe kıyılarına Rumların bazı saldırılar yap tıkları bilinmektedir. Şimdiki halde, herhalde Güney Anadolu tarihinde bir iz bırakmış olan Mîrmîran ve Menteşe mutasarrıfı İbrahim Paşa hak kında bildiklerimiz bundan ibarettir. Arşivlerde, bilhassa İzmir'deki Muğla Kadı Sicil defterleri'nde bu şahıs hakkında daha fazla bilgi bulu nabileceğini sanıyoruz. Biz burada kimsenin aramak aklına gelmeyeceği bir yerde tesadüfen gördüğümüz bir tarih vesikasına, mezartaşına dik kati çekmeği yeter buluyoruz. İleride daha etraflı bir araştırma yapıl dığında herhalde İbrahim Paşanın faaliyeti hakkında daha iyi bilgi- edini lecek, belki de ölüm sebebi ile böyle ıssız bir yerde gömülü oluşunun sebebleri de aydınlanacaktır. 5 Başbakanlık Arşivi, Cevdet tasnifi, Dahiliye no: 13087: Vüzerây-ı izâın ve Mîrmirân-ı kirâm hazerâtımn tevcihat defteridir. Bu defterde 69 vezirin tayinleri bildirilmektedir. İbra him Paşalar arasında Menteşe mutasarrıfı olanın adına raslanır: <Liva-i Menteşe, Rumeli Beylerbeyliği payesi olan sabıka Bolu sancağına mutasarrıf İbrahim Paşaya şurutiyle tevcih, 8 Zilhicce 1227» (=13 ocak 1812). Kurşad Ekrem Uykucu, İlçeleriyle birlikte Muğla Tarihi-Coğrafyası ve Sosyal yapısı, İstanbul 1968, s. 102-103. Ayrıca, Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanı, II, s. 391; Asaf Gökbel - Hikmet Şölen, Aydın ili tarihi, İstanbul 1936, s! 193’de, H. 1231 (=1815/16)’da Reşid Mehmed Paşa, Menteşe sancağı mutasarrıfı olarak gösterilmektedir. K. E. Uykucu, adı geçen eserinde bundan bahsetmez. Eğer' bu kayıt doğ ruysa, Mîrmîran İbrahim Paşa’mn Menteşe mutasarrıflığında ancak bir kaç yıl kalmış ol ması gerekir. Aksekili İbrahim ve Çelik Paşazade İbrahim Paşalarla bu Mîrmîran İbrahim Paşa arasında bir bağlantı olup olmadığı ise ancak başka vesikaların bulunmasıyla ortaya çıkabilir. Mîrmîran (Mîr-i Mîran) rütbesinin Beylerbeydik payesi karşılığı olduğu hususun da bkz. Mehmed Zeki Pakalm, Osmaıılı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü, İstanbul 1946 vd., s. 545. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 295 U Doğu Bayazıd’da Mahmud Paşa’mn mezartaşı ( Resim: 2 - 6 ) Doğu Bayazıd'da güzel bir sanateseri olarak ihtişamla yükselen ishak Paşa sarayının avlusunda6 kısmenyazılarıkazınmış bir mezartaşı bulunmaktadır. Mahallî bir taş üzerine, sarayın kendisi gibi değişik bir üslûbda işlenen ve kenarlarında kabartma süsleme şeridleri bulunan bu mezartaşının kitâbesi kartuşlar içinde sekiz satır halindedir. Kitabenin okunabilen kadarını şöylece yazmak mümkündür: 12345678- Huv a'l - Hallâk al-Bâkî .......................... ......... (kazınmış) . .. ... ... al-merhum al-m ağfur Cennet - mekân firdevs - âşiyân Mahmud Paşa ibn ishak Paşa Gaffar a'llâh ta'âlâ lehu Allah rizasıiçün al- fatiha sene ............ (kazınmış) Doğu Bayazıd'da İshak Paşa sarayı hakkında güzel rölöveler ile -birlikte mükemmel fotoğraflar da katarak etraflı bir monografya mey dana getiren Mahmud Akok, makalesinin başlangıcında şu satırları ya z a r : 7 «Dairemiz mütehassıslarından Kemal Turfanın mahallindeki tet kiklerinden ve bilhassa mezar taşı kayıtlarından anlaşıldığına göre. II. İshak Paşa'nın soyunda Mahmud Paşa ünvanlı bir zatın bulunduğu an- 6 Bu saray hakkında bkz. Celâl Esad Arseven, V a rt Turc, İstanbul 1939, res. 273, 276-278, aynı yazar, Türk Sanatı tarihi, İstanbul tz., I, s. 641-644, ve res. 1322-1330; genel bir özet olarak, Semavi Eyice, İshak Paşa sarayı, maddesi Türk Ansiklopedisi, XX (1972), s. 234-235; Zeki Sönmez ve Gültekin Çizgen’in fotolan ile, Ağrı Dağı - Doğu Beyazıt İshak Paşa sarayı, 'İlgi — (Shell Dergisi)», yıl 8, sayı 17 (1973), s. 22-26. Mahmud Paşa’mn mezartaşımn fotoğrafı, yedek subay olarak Doğu . Bayazıd’da bulunan Avukat Erol Bey tarafından çekilmiş ve E. Gl. Cevdet Çulpan tarafından bize verilmiştir. Kendilerine bu rada teşekkürlerimi ifade etmek isterim. 7 Mahmud Akok, Ağn-Doğu Bayazıd’da İshak Paşa sarayı rölöve ve mimarisi, «Türk Arkeoloji Dergisi» X, sayı 2 (1960, baskı 1961), s. 30-48, lev. 30-48. 296 SEMAVİ EYİCE Iaşılmaktadır. Yine mezar taşları arasında Mahmud Paşa'nın kızı Necibe hanım da görülmektedir. Bu mezar, taşlarının tarih kısımları kastı mah susla tahrip edildiğinden Mahmud Paşa'nın hangi tarihlerde yaşadığı bilinmemektedir». Gerçekten bu mezar taşının üst satırları ile en alttaki tarih kısmı anlaşılmaz bir sebepten okunmaz bir hale getirilmek isten miş ve bunun için kabartma harf ve rakkamlar tamamen kazınmıştır. Bazen büyük ve zengin ailelerde böyle mezar kitabeleri aile için deki miras hakları çatışmaları yüzünden tahrip edilmiş olmaktadır. Çıldır hanedanından ishak Paşa'dan başlayan bu aile 18. yüzyıl başlarından itibaren tarihde belirmiş, ishak Paşa oğlu Hacı Ahmed Paşa, .onun oğlu Haşan Paşa, onun oğlu ikinci ishak Paşa birbirlerini takip etmişlerdir8. Mezar taşında adı geçen Mahmud Paşa, bu ikinci ishak Paşa'nın oğludur. Onun şahsiyetini, ölüm tarihini ve sebebini de bir yabancı kaynaktan öğrenmek mümkün olmaktadır. O sırada başında Napolyon'un bulunduğu Fransız hükümeti 1805 yılı 7 martında Paris'den İran'a bir gizli ajan göndermişti. Pierre-Amédée Emilien-Probe JAUBERT (3. V I. 1779-27 .-I. 1847) adındaki ve henüz 26 yaşında olan bu şahıs Paris'dè Doğu Dilleri Mektebi'nde Türk, Arap ve Fars dillerini öğrenmiş, 1798'de Mısır'da Fransız ordusunda tercü man olarak görev görmüş, Akkâ'da Cezzar Ahmed Paşa ile görüşmeler yapmış, nihayet 1804'de İstanbul'a III. Selim'in cülusunu tebrike gön derilmişti9. Jaubert kuvvetli ve ciddî bir orientalist değildi. Napoleon'un güvendiği adamlardan olması onun birdenbire sivrilmesine sebep ol muştu. İran tahtında 1797'denberi Kaçarlardan Feth Ali Şah bulunuyor du. Onun yazdığı, dolambaçlı yollardan Paris'e ulaşabilbn bir mektupda, İran'ın Fransa ile dostça münasebetler kurmak isteğinde olduğu bil dirilmişti. Tüccar olduğunu söyleyen bir Ermeninin İstanbul'a getirerek, burada Fransa elçiliğine teslim ettiği bu mektubun doğruluğundan emin olunmadıktan başka, Fransız hâriciyesi henüz Feth Ali Şah'ın İran'ın sahibi olup olmadığından da şüphe ediyordu. Jaubert gerek bu durumu öğrenmek, gerek Osmanlı devletine karşı bir anlaşma yapmak üzere 8 I. İshak Paşa hakkında bkz. Mehmed Süreyya, SfciM-i Osmarii, I, s. 326-327; Hacı Ahmed Paşa hakkında, Sicili, I, s. 256; Haşan Pasa hakkında bkz. Sicili, II, s. .155; II. İs hak Paşa hakkında bkz; Sicili, I, s. 328. . 9 Jaubert’in etraflı bir biyografyası Türkiye ve İran seyahatnamesinin ikinci baskısı nın bağında bulunmaktadır, bkz. (J. J. E.) Sédillot, Notice sur P. A m . Jaubert, §u eserde : P. Arm Jaubert, Voyage en Arménie, et en Perse (Bibliothèque classique des célébrités con temporains), Paris tz. s. 1-XXVII. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 297 gönderilmişti10. Fakat bu ajanın, kendisini ingilizlerden ve Rusiardan gizlemesini bilmesi de şart görülüyordu. Ayni gaye ile Fransa devleti güney yolundan da İran'a General Romieux adında ikinci bir ajan gön dermiş ve çok güçlüklerle Tahran'a varan bu ajan esrarlı bir şekilde birdenbire ölmüştür11. 5 mayıs 1805'de İstanbul'dan ayrılan Jaubert Karadeniz'den Trabzon'a gitmiş, orada valinin kendisinden şüphelendi ğini görmüş olmasına rağmen bunu önemsememiş, 11 haziran'da Trab zon'dan ayrılmış 19-20 haziran gecesi Erzurum'dan çıkmış, nihayet Bayazıd'a girmeksizin birtakım patikalardan İran sınırına gizlice ulaşmağa çalışırken tam İran sınırına yaklaştığı bir sırada Arzab adında büyük bir Ermeni köyünde Bayazıd Beyi Mahmud Paşa tarafından yakalatıla rak Bayazıd'a getirilmiştir. Jaubert'in gördüğü Bayazıd, çıplak dağların teşkil ettiği dar bir vadinin içinde kurulmuş bir şehirdir. Evleri boğazın iki yanında sıralanan kayaların arasında dağınık vaziyettedir. Solda he men hemen tırmamlması imkânsız bir dik kayanın tepesinde eski bir kale görülür. Sağda ve başka bir yüksekliğin zirvesinde işe Paşa'nın içinde yaşadığı güzel bir bina yükseliyordu. Jaubert, Mahmud Paşa'nın birkaç satır içinde portresini şöylece çizer : «Bayazıd Paşa'sı Mahmud, otuz-otuz iki yaşlarında kadardı. Yüz çizgileri asil ve muntazam, bakış ları, sert, ifadesi soğukdu. Gösterişli bir dış görünüş içinde alçak ve ahlâksız bir yürek gizliyordu. Bütün eyalet içinde alçakça hareketleri ve inanılmaz vahşeti ile tanınmıştı. Bir çok defa, düşman aşiretlerin beylerini bir takım vâadlerle yanına çektikten sonra merhametsizce öl dürttüğü görülmüştü. Bayazıd'a geldiğim sıralarda, bir eğlence esna sında tek suçu halk tarafından sevilmekten ibaret genç bir cenkci olan bir amca oğlunun hayatına henüz son vermişti. Nihayet o sıralarda ken di öz kardeşi İbrahim Paşa ile de harp halinde bulunuyordu...». Paşa, transız ajanını ancak öğle üzeri sarayının avlusunda huzuruna getirtir. Ona kendisinden şüphelendiğini söyledikten sonra da yanındaki adam larını hapsettirir. Ertesi gün, Jaubert, sarayda yeniden Mahmud Paşa nın önüne çıkar. Çok uzun bir salonda kabul edilir. Burada Paşa ondan 10 Jaubert’in seyahati hakkında, P. A. Jaubert, Voyage en Arménie et en Perse lait dans les années 1805 et 1806, Paris 1821. Aynı kitabın yukarıda not 9’daki ikinci baskı sında ilk baskıdaki resimler yoktur. Bu resimlerden, s. 28-29 arasında olanı Doğu Bayazıd’ı uzaktan tasvir eden bir litografya gravürdür. 11 Jaubert’in seyahatnamesini evvelce özet olarak yayınlamıştık bkz. Semavi Eyice, Bir Fransız gizli ajanı : Amédée Jaubert, *Türk Yurdu* sayı 255 (1955), s. 742-749 ve sayı 256, s. 831-834. 298 SEMAVİ EYİCE İran'a gidişinin gerçek sebebini sorar, Jaubert sert cevaplar verir, ajan İstanbul'a geri dönmeğe hazır olduğunu söyleyince de bu defa Mahmud Paşa, kendisinin sadece görünüşte Bâbıâli'ye bağlı olduğunu fa kat aslında İran Şahının bir metbuu olduğunu bildirir ve «...Şah'a gide cek bir Avrupalıyı hiç önlermiyim, seni rüzgârdan korunması istenen nâdir bir çiçek gibi ellerimle ona teslim etmek isterime der. Jaubert, Mahmud Paşa'nın yanına kattığı bir muhafız kuvveti ile yola çıkar, Bayazıd'dan dört fersah uzakta, Ağrı dağı eteğinde sınırı teşkil eden bir ırmağı geçtikten sonra, 5 temmuz günü bu adamlar onu yakalarlar ve gece gizlice tekrar Bayazıd'a getirirler. Böylece Jaubert resmen İran topraklarında kaybolmuş olmaktadır. Ve gece yarısı fransız ajanı adam ları ile beraber, kaleye çıkarılır, burada bir odanın döşemesindeki bir delikten bir zindana indirilirler. Kaya içine oyulmuş, 16 ayak uzunluk (5m 20) ve 5 ayak genişliğindeki (1m 62) bu mahzene ancak tepedeki delikten bir iple inilmektedir. Jaubert burada 3 adamı ile sadece ekmek ve yoğurttan ibaret bir gıda ile dört-beş ay yaşamıştır. Bu hikâyenin ne kadarı doğrudur bilmiyoruz. Fakat çok iyi bir insan olan kale diz darı Mahmud Ağa ve onun bir yakını olan Saliha adındaki bir kadın, Jaubert'in mâneviyatını desteklerler. Temmuz'dan kasım ayına kadar dört-dört buçuk ay burada kalan Jaubert, hayatını bu cesur ve iyi in san Mahmud Ağaya borçlu olduğunu yazar12. Nihayet Doğu Bayazıd'da seksen yıldır ilk olarak korkunç bir veba salgını patlak verir. Az sonra Mahmud Paşa'nın hareminde iki câriyenin hastalanıp birinin öldüğü, ar kasından da gözdelerden Züleyhâ'nm da hastalığa yakalandığı haberi gelir. Nihayet Mahmud Paşanın da hastalandığı öğrenilir. Ölüm halin de olmasına rağmen Jaubert ve adamlarını idam ettirmek isterse de, dizdar Mahmud Ağa bu emri yerine getirmez ve az sonra da Mahmud Paşa'nın ölüm haberi gelir. Bu hatırata göre. Doğu Bayazıd beyi, Mah mud Paşa 1805 yılının kasım ayında vebadan ölmüştür. Şu halde İshak Paşa sarayının avlusundaki mezartaşsndaki kazınmış tarihi H. 1220 ola rak tamamlamanın mümkün olacağı kanaatindeyiz. Mahmud Paşa'nın ölümü ile, kardeşi İbrahim Paşa ve kendi oğlu Ahmed Bey arasında mü cadele başlamış ve Ahmed Bey Bayazıd'a sahip olmuştur. Bu çocuk 12 Doğu Bayazıd kalesi dizdarı Mahmud Ağa’dan gördüğü yardim ve yakınlığın te şekkürü olarak Jaubert onlara lâtince ve türkçe olarak yazılmış 1805-1220 H. tarihli bir vesika verdiğini bildirerek, bunun fransızca tercümesini kitabında tekrarlar, kşl. s. 74, ikinci, baskıda, s. 65. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 299 da bazı tesirler altında kalarak Jaubert'i öldürtmek istemiş ise de o da az sonra annesi ile vebadan ölmüştür. Bayazıd Beyi olan İbrahim Paşa kardeşi Mahmud Paşa'nın karıları ile çocuklarına bu muhteşem sarayı bırakmağı uygun bulduğundan, kalede oturmağı tercih etmişti. Nihayet bir tesadüfle İbrahim Paşa, Jaubert ve adamlarının kapatılmış olduk larını öğrenerek, onları serbest bırakmış, İstanbul'dan gelen emir üze rine de bütün eşyalarını geri vererek 19 şubat 1806 da, Yusuf Paşa'nın yanına gitmek üzere yola çıkmasına izin vermiştir13. III Serez’li Yusuf Muhlis Paşa ( Resim: 7 - 7 a ) Tarih Enstitüsü Dergisi'nin önceki sayısında basılan bir yazımız da, elimize geçen iki eski gravürden bahsederken, bunların birinin Var na'nın 1828'de Rus ordusuna teslim edilişini ve Kaptan-ı Deryâ Da rende'n Mehmed İzzet Paşa'nın buradan çıkışını tasvir ettiğini belirt miştik14. Bu arada Varna'nın Rus çarına teslim edilmesinde büyük ölçü de Varna muhafızı Serez'li Yusuf Paşa'nın payı olduğunu da, o çağın resmî vakanüvisi Lütfi Efendi'nin Tarihimden aynen almak suretiyle ha tırlatmıştık. Bu hususda şu tamamlayıcı bilgileri de burada bir araya getirmeği yerinde buluyoruz. Evrenos-zâde'lerden olan Serez'li Yusuf Paşa'nın bu ihaneti Lütfi Efendi'nin Tarih'inde aynen tekrarlanan Kaptan Paşa izzet Paşa'nın resmî bir ruznâmesinden açık surette görüldüğü gibi, bu şehrin tesli mine yol açmış ve Yusuf Paşa, şahsî bir kızgınlığı yüzünden görevini kötüye kullanarak bir memleket parçasının düşman eline düşmesinde 13 Jaubert’in anlattığı zindan hikâyesinin doğruluk derecesi yerinde İncelenmeğe de ğer. Kalede böyle bir mahzenin bulunup bulunmadığı belki hâlâ tesbit olunabilir. Jaubert’in bu zindanın kalenin mimarisindeki yeri hakkında verdiği bilgilerde biribirini tutmayan hu suslar olduğu da dikkati çeker. Bu Fransız ajanı, Bayazıd’dan ayrıldıktan sonra Osmanh topraklarından ayrılıncaya kadar ortalığı karıştıran davranışlarım sürdürmüş, hattâ Van’ daki bir kanlı olayda parmağı da olmuştur, bu hususda bkz. yukarıda not 12’deki yazımız, s. 831-832. 14 Semavi Eyice, Tarihi iki olayla ilgili iki gravür, *Tarih Enstitüsü Dergisb III (1973), s. 311-318 ve iki levha. 300 SEMAVİ EYİCE hiçbir kaygu duymaksızın yardımcı olmuştur. Bunun böyle olduğunu Lütfî Efendi yazdığı gibi yerli ve yabancı tarihçiler de yazmışlardır15. İs mail Hami Danışmend : «...kalenin hâin muhafızı Serezli Yusuf Paşa düşmanla gizlice temas edip Varna'yı Çara satmış ve maiyyetindeki Rumeli askeriyle beraber Rusya'ya iltica edip bir müddet orada para yem iştir...»16, A. de La Jonquière : «...OsmanlIların en büyük talih sizliği Yusuf Paşa'nın şehri satmış olmasıdır. Hain kumandanlarının pe şinden giden kale muhafızları tarafından boşaltılan içkaleye yanındaki 300 kahraman ile kapanan Kaptan Paşa hep beraber burayı havaya uçurmak tehdidinde bulundu. Çar, bu bir avuç bahadıra serbest çıkış hakkını tanıdı ve onların bu şecaatlerine lâyik saygıyı gösterdi. Ölüme mahkûm edilen Yusuf ise, alçaklığının karşılığı olan altınları yemek üzere Rusya'ya sığındı...»17, Carl, Ritter von Sax: «...Silâh kuvvetin den ziyade, bir hakarete uğramış olan derebeyi Yusuf Paşanın ihaneti sayesinde Varna düştü»18. Serezli Yusuf Paşa veya tam adı ile Yusuf Muhlis Paşa (17831843) hakkında Y.G. Çark'ın kitabında kısa bir not bulmamız üzerine19, bu konu üzerinde ufak bir araştırma yaparak Çark'ın eserinde bahsi ge ts Esad Efendi bu Varna olayında Yusuf Muhlis Paşa kadar Darendeli İzzet Paşayı da kabahatli bulmaktadır. İbnülemin M. Kemal, aşağıda not 24’deki yerde, s. 970’de Esad Efendi’nin «Hulâsa adem-i vukuf ve hamakal-i İzzet Paşa ve hıyaneti Yusuf Paşa ile kale gitti» dediğini yazmaktadır. 1828-1829 Türk-Rus savaşı hakkında yazılmış en iyi kitap ol duğu kabul edilen, H.von Moltke, Campagnes des Russes dans la Turquie d’Europe en 1828 et 1829 (fransızcaya çeviren A. Demmler) Paris 1854, de bu olaydan da bahsedilir. Ki: tabın ilk cildinin büyük kısmı (s. 115 vd. ile s. 145-216), yetmiş gün süren Varna çarpış malarına ayrılmıştır. Moltke, *...Tiirk askerinin kamı toktu ve cephanesi tanıdı, açılan gedikler üzerinde karısını, çocuklarını ve memleketiyle dininin şereflerini korumaya azin. liydi.* (s. 170) dedikten sonra, Türk kumanda heyetinin işin önemini kavrayamamış olduk larım da belirtir (s. 207). Bir türlü anlaşılamayan bir sebebten Yusuf Paşa’mn 10 Ekim öğleden sonra birdenbire Ruslara teslim oluşu ve beraberinde yedi bin kişilik bir kuvveti karşı tarafa geçirmesi büyük bir ihanetti (s. 212). Kaptan-ı Derya İzzet Paşanın kendisine bağlı üç yüz kahramanla sonuna kadar dayanmasını ise takdirle karşılar.. Gene Moltke’ye göre eğer Varna’da Yusuf Paşa’mn ihaneti olmasa, Türk ordusunun durum u. başka türlü olacaktı. Bu değerli eser dilimize de çevrilmiştir bkz. 1828 seferi-Bulgarya ve Rumelide Ruslar (çeviren: Ahmet Rasim ve Muammer), İstanbul 1934. 16 İsmail Hami Damşmend, Osmanlı tarihi kronolojisi, İstanbul 1955, IV, s. 113. 17 A.de La Jonquière, Histoire de l’Empire 'Ottoman, Paris 1881, s. 464-465. 18 Carl, Ritter von Sax, Geschichte des Machtverfalls der Türkei bis Ende des 19. Jahrhunderts..., Wien 1908, s. 229. 19 Y. G. Çark, Türk tarihinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s. 41-42. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 301 çen ermenice makalenin özet halinde bir tercümesini elde ettik“ : «.Ailesi mensuplarından öğrenildiğine göre İzmir'de 1822-1823 yılların da, yâni Yunan ayaklanması başladığı sıralarda Sarkis Garabedyan adın da bir tabip bulunmaktadır. O sırada, Osmanlı hükümeti tarafından Girit ve Mora'ya kumandan olarak gönderilen Serez'li Evrenoszade Yusuf Paşa'nm ordusunun hekime ihtiyacı olması sebebiyle, İzmir'den Avru palI Dr. Korporal'ı kendine hekim olarak seçmiş olup, bu sonuncu da Sarkis'i yardımcı olarak yanına almıştır. Bir iki yıl sonra, Sarkis başka bir göreve tayin olunan Dr. Korporal'ın yerine Giritteki Osmanlı ordusu başhekimliğine tayin olunmuş, hazakat ve liyakatiyle meşhur olarak, Yusuf Paşafnın çok yakın dostluğunu kazanmıştır. Böylece Sarkis Yu nan istiklâl savaşının bütün olaylarına şahit olmuştur. Navarin baskını henüz son bulmuşken, ayni yılın aralık ayında Türk-Rus savaşı çıkmış, bu sebeple de Yusuf Paşa ordusu ile Rumeli'ye geçip Varna'nın savun ması ile görevlendirilmiştir. Dr. Sarkis de, Osmanlı kuvvetinin başhe kimi sıfatiyle, maalesef Yusuf Paşa’nm alnını parlak zaferlerle ağartma yacak olan bu savaşa katılmak üzere yola çıkmıştı. Kanlı çarpışmalar dan sonra Rus ordusu Varna'yı kuşatmış, bunun çok sıkı oluşu ve uzun sürmesi neticesi açlıkla karşılaşan şehir düşmana teslim olmaya mec bur kalmıştı. Ruslar kumandan Yusuf Paşa'yı, Dr. Sarkis'i ve diğer ku mandanlarla çok sayıda askeri esir almış (1828 ekiminde) ve Odesa'ya götürerek sulhün imzalanmasına kadar (1 8 3 3 ) orada tutmuşlardır. Dr. Sârkis'in ailesi tarafından anlatıldığına göre, Ruslar esirlerine gayet iyi muamele etmiş, onları güzel bir saraya yerleştirerek izaz ve ikramda bulunmuşlardı. Sulh yapıldığı sıralarda Sarkis Garabedyan Osmanlı ta biiyetini bırakıp, Rus tabiiyetine geçmiş ve az sonra da Rus pasaportu ile ve Dr. Serço Garabedof adıyla İstanbul'a dönmüştür... Fakat Sarkis'in Rus tabiiyetine geçmesi ve isim değiştirmesi sebepsiz değildi. Yu suf Paşa hakkında en ağırından iftiralar yayılmıştı. Söylendiğine göre, o hiyanette bulunarak aldığı rüşvete karşılık Varna'yı Rusa teslim et mişti. Böylece vatan haini sayılan Yusuf Paşa suçlu ve sanık durumuna düşmüştü. Sarkis Garabedyan onu bu kirli söylentiden temizlemek, üzerine yüklenen suçlardan temize çıkarıp kurtarmak için Serço Gara bedof olarak İstanbul'a geliyordu. Sârkis'in yanında değerli hediyeler 20 Vahram Torkomyan, Dr. Sarkis Garabedyan, *Bandes Amsorya-Revue des Etudes Arméniennes> (1904), s. 48-53. Bu ermenice makalenin türkçe bir özetini temin eden Kevork Pamukcuyan Bey’e teşekkür ederim. SEMAVİ EYİCE 302 de bulunuyordu. Efendisinin kurtarılması için bunları gerekli yerlere su nup, onun suçsuzluğunu ( i ) is bat ederek affını temin etmiştir. Sarkis Odesa'ya dönerek Yusuf Paşayı alıp İstanbul’a getirmiş ve o da yüksek mevkilere yeniden nail olmuştur. Sarkis, az bir süre Yusuf Paşa ile kalmış, sonra Manisa'ya gitmiş, oradan da İzmir'e geçmiştir. Ödemiş'de bulunduğu sıralarda ise, 1843 de Yusuf Paşa'nın oğlu Mazhar Paşa tarafından, civarındaki bir birliğe tabib nasbedilmişti». Özetini verdiğimiz bu makaleden açıkça anlaşıldığı gibi Serez'li Evrenoszade Yusuf Muhlis Paşa, Varna kuşatmasında, her ne sebep ten ve hangi tesir altında olursa olsun bir ihanette bulunmuş ve bu yüzden de Odesa'da kendisine tahsis olunan bir sarayda bir kaç yıl yaşamak imkânını elde etmiştir. Bu ihanet üzerine Yusuf Paşanın Os manlI topraklarında kalan mallarına ve servetine Devletçe el konulmuş, arazilerinin idaresine Yenişehir Defterdarı İbrahim Efendi memur edil miştir. Fakat pek az sonra Yusuf Paşa yurduna dönmenin çarelerini aramağa başlamış ve Rusya'ya elçi olarak gönderilen Halil Rifat Paşa, Hoca Bey'e vardığında onu ziyaret ederek Varna'da bir suçu olmadı ğını ve beraberindeki bazı adamları ile Hacca gitmek için izin verilmesi ricasında bulunmuştur. Seraskerin izin vermesi üzerine İstanbul'a ge len Yusuf Paşa, Vezneciler semtinde Kandiye muhafızı konağına yer leşmiştir. Elde edilen bazı aracıların yardımıyla Sultan II. Mahmud’dan af fermanı da alındıktan sonra21 durumu yeniden sağlamlaşan Yusuf Paşa, 1835'de Belgrad muhafızlığına tayin edilmiş fakat az sonra hastalık ba hanesi ile İstanbula dönmüş, Tanzimat sırasında yeniden düzenlenen idari sistemde Saruhan (Aydın) müşiri olmuş, nihayet 1841'de Rumeli valiliğine tayin olunmuştur. Fakat Varna olayındanberi arası açık olan İzzet Paşa Sadrâzam olunca, Yusuf Paşa'nın yaşlılık ve sıhhatsizliği sebeb gösterilerek H. 1258 ( = 1 8 4 2 ) 'de azl edildiği ve Serez'deki çiftli ğinde yaşamağa mecbur edildiği bilinir. Osmanlı İmparatorluğunun yı kılmasında bilerek veya hasis maddî hesaplarla, bilmeyerek yardımcı olan bazı Devlet ileri gelenlerinin arasında gayet tipik bir misâl teşkil eden Yusuf Paşa Serez'de H. 1259 (= 1 8 4 3 )'d a ölmüştür. Serez'deki gayet büyük ve muhteşem konağının selârhlık kısmının 120, harem kıs mının ise 80 odadan ibaret olduğu ve burada onun göz kamaştırıcı bir debdebe içinde yaşadığı. Bayramlarda Padişah sarayı törenlerini taklit ettiği ve bu konak-sarayını, çok meraklı olduğu eski ve değerli eşya ile 21 Bu buruk ifadeli af yazısı hakkında bkz. aşağıda not 24 deki yerde s. 970. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 303 döşettiği rivâyet edilir22. Kadına çok düşkün olan Yusuf Paşa'nın pek çok câriyesi vardı ve özel adamları ona yenilerini temin ediyorlardı23. Ayrıca onun biraz şairliği de olduğu söylenir21. Serez'de olması gere ken mezarı ve mezartaşı hakkında bir bilgi edinemedik. Serez'de Yusuf Muhlis Paşa'nın yaptırttığı bir camii olduğu ve mezarının bu camiin hazicesinde bulunduğu söylenmekte ise de bu hususun kontrolü müm kün olmamıştır. Fakat Serez'de cami ve hazireden artık bir şey kalmış olabileceğini sanmıyoruz. Diğer taraftan Yusuf Muhlis Paşa'nın Batılı ressamlar tarafından yapılmış bazı portreleri de vardır. Bunlar sayesin de fizik görünüşünü tanımak mümkün olmaktadır25. 22 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Yusuf Muhlis Paşa hakkmdaki bu çeşit bilgileri, aym aileden İzmir’de Vakıflar müdürü olan Esad Serezli’den elde etmiştir. 23 Aym kaynakdan öğrenildiğine göre, Yusuf Muhlis Paşa cariye seçiminde rehber, olarak Vasıjnâme adında manzum bir kitap yazdıktan başka, 60 yıllık ömrü boyunca elinden geçtiğini iddia ettiği yediyüz câriyenin adlarım bildiren bir de defter bırakmıştır! K ırk kadar çocuğu olmuş, bunlardan yedisi kız yedisi erkek olmak üzere ondördü yaşa mıştır. 24 Şemseddin Sami, Kâmûsü’l-Âlâm, Yusuf Muhlis Pasa maddesi, VI, s. 4237; İbnüle min Mahmud Kemal İnal, Son asır Türk sairleri, İstanbul tz. s. 969-973,1 resmi ile. Aym yerde, vezir olduğunda mührüne şu dörtlüğü kazdırdığı bildirilmektedir : Bu âciz bendene Yâ Rab vezaret Değü iken seza kıldın inayet Bana her demde tevfikini refik et Bi hakkı hatemi mühr-i nübüvvet Abdü’hu Yusuf Muhlis 25 Yusuf Paşamn kısa biyografyası ile, İbnülemin M. Kemal’in kitabından alınmış bir resmi, İbrahim Alaeddin Gövsa, Türk meshıirlan Ansiklopedisi, İstanbul tz. s. 258’de bulunmaktadır. Sayın E. Gl. Cevdet Çulpan’dan sağlanan bir notta, Yusuf Muhlis Paşa’mn resmi hakkında şunlar haber verilmektedir : «Atina resim müzesinde yağlı boya bir resmi bulunduğunu, ressam Riza Bey tarafından bunun bir kopyasının yapılmış olduğunu, Muhlis Paşanın akrabasından bir bayanın, İstanbul Ü. Tıp Tarihi Enstitüsünde verdiği bilgiden, 4 Mart 1964’de öğrendim.» Atina’da bu çeşit tablolar genellikle Benaki müzesinde ise de, eski kataloglarda bu hususda bir ipucu elde edilememiştir, kşl. ' Guide du Musée Bénaki, Atina 1936. Bu müze müdürlüğüne yazdığımız bir mektuba aldığımız 11 şubat 1974 tarih ve A. Delivorrias imzalı cevapda şöyle bir açıklama yapılmaktadır : Benaki müzesinde res sam Boggi’nin. eseri olarak vs d’après nature çizilmiş, ikisi renkli biri ise sépia Yusuf Paşa’mn üç resmi bulunmaktadır. Mektupda bildirildiğine göre, bu resimler, bir kopyasını yol lamış olduğumuz, İbnülemin M. Kemal’in kitabındaki resmin aym değildir. Desenci ve gravürcü olarak tanınan ressam Giovanni Boggi, 1790 yılma doğru İtalya’da Cremona’da doğmuş, 1832’de gene orada ölmüştür. Yabancı ressamlardan yaptığı portre kopyalan ve Leonardo de Vinci’nin Trattato della Pittura adlı kitabının o sırada yapılan bir yeni bas- 304 SEMAVİ EYİCE IV Keçecizâde Fuad Paşa’mn mezarı (Resim: 8 - 1 4 ) Son devir Osmanlı-Türk tarihinin büyük iz bırakmış şahıslarından olan Sadrâzam Keçecizâde Fuad Paşa (1814-1869)'nın, İstanbul'da Sultanahmette bugün bir türbesi vardır. Çeşitli yayınlarda Fuad Paşa'nın 1 8 6 9 'da ölümü üzerine cenazesi İstanbul'a getirildiğinde, büyük bir tö renle Sultanahmetteki türbesine gömüldüğü bildirilmektedir26. Halbuki gerçekte böyle olmamış ve Fuad Paşa, Sultanahmet semtinde, eski adı ile Fazlı Paşa sarayı mahallesinde, Uzun Şüca camii yakınında boş bir arsaya gömülmüş ve ancak sonraları mezarının üstüne bugün görülen türbe yapılmıştır. Bu hususu ispatlayan dayanakların neler oldukları aşağıda görülecektir. 1972 yılı yazının sonlarında İstanbul'da Sahaflar çarşısında bir me zattan gelen eski kitaplar arasında, bir deste dağınık kitap forması ve desen taslakları bulmuş ve satın almıştık. Biribirleri ile hiçbir ilgisi ol mayan bu parçalanmış kitap sahifeleri ile kurşun kalem veya mürek keple çeşitli renklerde kâğıtlara çizilmiş desen denemeleri arasında bir tanesi bilhassa dikkati çekiyordu. Bu 27x17,5 cm ölçülerinde koyu gri bir kâğıt tabakası üzerine kurşun kalemle yapılmış bir resim olup, sağ alt köşesinde etrafı tahta perde çevrili bir mezarın altında bu yazı gö rülmektedir: Tombe de Fuad-Pacha-Constantinople, 1869, ( İs t a n b u l' da Fuad Paşa'nın mezarı, 1869). Bu resmi kimin yaptığını bildirecek bir işaret yoktur. Fakat kur şun kalemi çok ustalıkla kullanan bir ressamın işlek eliyle çizildiği der- kısını resimlendirmekle tanınmıştır, bkz. Thieme - Becker, Künstlerlexikon, IV (1910) s. 217. E. Bénézit, Dictionnaire des sculpteurs, dessinateurs et graveurs [yeni baskı] Paris 1948, I, s. 729. Benaki müzesi müdürlüğünden, öğrencilerimizden Dimitri Rayçanovski’nin aracılığı ile Muhlis Paşa’mn İtalyan ressamı Boggi tarafından yapılan resimlerinden birinin bir kop yası elde edilebilmiştir. Bu araştırmamızda yardımcı olan adı geçen Müze müdürlüğüne ve eski öğrencime teşekkür ederim. 26 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı devrinde son Sadrâzamlar, I, s. 178, t Ce nazesi cemmi gafir ile kaldırılarak Fazlı Paşa civarındaki türbe-i mahsusaya defnedildi»; Orhan Köprülü, Fuad Paşa 1815-1869, İslâm Ansiklopedisi, IV (1948), s. 672-681, «...sağ lığında hazırlattığı Peykhane caddesindeki türbesine defnedilmiştir». , TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 305 hal görülmektedir. Ayrıca resmi, yerinde yâni d'après nature bir kroki halinde meydana getirdiği, çalışma tarzından anlaşılmaktadır. Bahis ko nusu resimde ön plânda boş bir arsa ortasında etrafı tahta perde ile çevrili mezar yeri gösterilmiş ve bunun Fuad Paşa'nın kabri olduğu ay rıca fransızca yazı ile de belirtilmiştir. Mezarın etrafında yaşmaklı ve feraceli üç kadın görülmektedir. Bunlardan sağdaki tek, soldakiler çift olup, bir tanesi kolunda bir çocuk taşımaktadır. Arsanın arkası resmin bütün eni boyunca harap bir duvar ile iki sıra pencereli daha yüksek bir bina harabesi tarafından kaplanmıştır. Fuad Paşa'nın mezarının bu lunduğu arsayı sınırlayan bu yıkıntıların arkasında yaprakları dökük iki ağaç farkedilir. iki ağacın arasında küçük bir minare yükselmekte, res min sol tarafında ise arka plânda bir cami kubbesinin yarısı ile bir mi narenin ucu ve ikisi arasında Çemberlitaşın en üst dört boğumu işaret lenmiş bulunmaktadır. Bütün bu işaretleri İstanbul'un bu bölgesinin topoğrafyasına yerleştirecek olursak, şu hususlar meydana .çıkmakta dır : Ön plândaki tahta perdeli mezaryeri, bugün Fuad Paşa türbesinin bulunduğu noktadır. Arkada görülen çift sıra pencereli harap büyük bina, yerinde bugün Fuad Paşa camiinin yükseldiği Uzun Şüca camimin ilk yapısının kalıntısıdır27, iki ağacın arasında gösterilen minare ancak Divanyolu caddesi kenarında olduğu bilinen şimdi hiçbir izi kalmayan Hacı Ferhad camiine âit olabilir. Bu minarenin az ilerideki Köprülü ca miinin olamayacağı kesindir. Çünkü bu cami aslında bir medrese dersanesi olduğuna göre taştan bir minaresi yoktur, bugün de ahşap ba sit bir cumba ezan yerine sahiptir. Sol kenardaki uzun külâhlı minare ise, Nuruosmanî camiinin iki minaresinden birinin ucudur. Eski fotoğ raflardan 19. yüzyıl sonlarına kadar bu camiin minarelerinde, kurşun kaplı ahşap uzun külâhlar bulunduğu bilinmektedir28. Resmin en kena rında yarısı gösterilmiş kubbenin hangi binaya ait olduğunu söylemek ise daha zordur. Bu, Köprülü kütüphanesinin. Köprülü camiinin veya Atik Ali Paşa camiinin hattâ Nuruosmanî camiinin kubbesi olabilir. 27 Burada Uzun Şüca ve Fazlı Paşa sarayı mescidleri adında iki ayrı ibadet yeri bu lunuyordu, kşl. Hadikatii’l-cevâmi, I, s. 50 (Uzun Şüca), s. 157 (Fazlı Paşa sarayı m.), Fakat verilen bilgiler aynı binada birleşmektedir. Ayrıca bkz. Reşad Ekrem Koçu, Fazlı Pasa Sarayı mescidi maddesi, İstanbul Ansiklopedisi, X (1971), s. 5596. İstanbul Camileri haritası (H. 1254 =1838)’nda Uzun Şüca ve Fazlı Paşa sarayı mescidlerinin işaretlenmeyişi gariptir. 28 Semavi Eyice, İstanbul minareleri, Güzel Sanatlar Akademisi — Türk Sanatı Tarihi Araştırmaları ve İncelemeleri, I (1963), s. 64-65, bilhassa not 149. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 20 306 SEMAVİ EYİCE Fransa'nın tanınmış dergilerinden Illustration 1869 yılına ait bir sayısında Xavier Eyma imzasıyla Fuad Paşa’nın Nice'de, 10 şubat 1869 çarşamba günü. Promenade des Anglais caddesi üzerinde Villa Avigor'daki ölümü hakkında bilgi verilmektedir. Fuad Paşa burada, gazeteleri okurken birdenbire gelen bir krizle vefat etmiş, ye cenaze töreni Floransa'da Türk temsilcisi olan ve son günlerinde Fuad Paşa'nın yanında bulunan dostu Rüstern Bey tarafından idare edilmiştir29. Cenaze 19 şu bat cuma günü kaldırılarak bir piyade taburunun ve şehrin ileri gelenle rinin katılmasıyla çok muhteşem bir tören yapılmıştır. Cenaze Paris'teki Türk elçiliği mensupları tarafından yıkanıp kefenlenerek tahnit edilmiş ve bir çifte tabuta konulmuştur. Cenaze alayı çok büyük bir kalabalık beraberliğinde (escorté par une foule énorme) Saint-François de Paule sokağı ve Panchettes yolu ile limana getirilmiştir. Rüzgârın çok sert, denizin dalgalı oluşu yüzünden cenazeyi götürecek Le Renard gemisi limana giremeyip, Villefranche'da demirlediğinden liman ile burası ara sındaki 5 km. lik yol yaya olarak geçilmiştir. Cenaze askeri törenle ge miye bindirilerek yola çıkarılmıştır. Bonnefoy tarafından çizilen bir kro kiden, P. Blanchard eliyle yapılan bir gravür Illustration'un bu haberi veren sayısında, cenazenin gemiye götürülüşünü tasvir etmektedir30. Villefranche rıhtımlarında büyük bir kalabalık görülür. Liman istihkâ mındaki fransız bayrağı yarıya indirilmiş ve donanma işkampavya'larının kürekleri selâm vaziyeti olarak dik tutulmuştur. Üç direkli bir aviso olan buharlı Renard gemisinin orta direğinde büyük bir Türk bayrağı dalgalanmaktadır. Fuad Paşa'nın cenazesi bir işkampavya:ya yerleştiril miştir. Yalnız bir dümencinin bulunduğu bu teknede cenazenin yanında bir imam ayakta durmakta ve tekne yedekte çekilerek Renard'a götü rülmektedir31. İstanbul'da çıkan Ruznâme-i Ceride-i Havadis gazetesinde de Fuad 29 Rüstem Bey, geçen yüzyılda Osmanlı Devleti hizmetine giren ve bir Türk gibi görev alan bir yabancıdır. 30 X. Eyma Les obsèques de Fuad — Pacha à Nice, 20 février 1869, *L’Illustration — Journal Universel», 27. yıl, LIII, sayı 1357, ilk sahifede gravür, makale ise s. 130’da. 31 Cenaze o sırada Fransa’daki Türk elçiliği imamı olan Hoca Tahsin Efendi (18121880) tarafından yıkanmış ve Hoca, cenaze ile İstanbul’a kadar gelmiştir. Gravürde kayıkda tabutu bekleyen imam herhalde o olmalıdır. Gemide de Fuad Paşa’nın tabutu, bir türbe gibi döşenmiş olan bir yerde durmuştur. Bu vesile ile ilim tarihimizde önemli bir yeri olan Hoca Tahsin Efendi’nin bugünkü Arnavud Devleti tarafından, Amavud milliyetçili ğini hazırlayanlardan biri olarak kabul edildiğini ve Tirana’nın bir caddesine onun adının verildiğini hatırlatabiliriz. TARİHİ MEZARLARDAN NOTLAR 307 Paşa'nın ölümü ve cenazesinin getirilmesi ve gömülmesi ile ilgili uzun yazılar yer almaktadır32. Gazetenin verdiği bir habere göre Fuad Paşa'nın önce Sultan Bayezid meydanında yaptırdığı ve tamamlanmak üzere olan konağının bitişiğinde bir yere gömüleceği yolunda bir rivayet çık mış ise de33, sağlığında imar ve ihya etmeği tasarladığı Fazlı Paşa sem tindeki Boyacılar camii yakınında bir arsanın düzeltilmesiyle oraya gö mülmesi uygun görülmüştür. (Na'şı Sultan Bayezid meydanında ta mamlanmak üzere bulunan konak ittisalinde bir mahallin tesviyesiyle defnedileceği şayi’ ise de alınan malumata nazaran muşarileyh hal-i hayatında imar ve ihyasını emel eylediği Fazlı Paşa civarında Boyacılar camii ittisalinde bir mahallin tesviye ve ihzarı ile orada defin-l hâk-i gufran olacağı anlaşılmıştır) . Cenazeyi getiren Renard gemisi 15 şubat günü Çanakkale boğazından geçerken Prince Bonaparte adında bir transız posta gemisine çarparak batırmış ve 13 kişinin boğulmasına sebep olmuştur. Nihayet cenaze 16 şubat pazar günü İstanbul’a gelmiş ve Tophane önünde demirlemiştir. Burada Bahriye nazırı Mahmud Ne dim ile Ticaret nazırı Kabûli Paşalar ve Kâmil Bey ile Saip Efendi tara fından karşılanarak Bahçekapı'da karaya çıkarılan cenaze Yenicami'de namazı kılındıktan sonra büyük törenle Sultanahmet'deki mezarına gö türülmüştür. Yenicami'de tezkiyesi Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Os man Efendi tarafından yapılmış, camiden mezara kadar yol boyunca iki sıra asker dizilmiş bütün daireler tatil edilmiş halk sokaklara dökülmüş ve dükkânlar dahi kapanmıştır (Zikrolunan pazar günü yollar insan ile öyle dolmuş idi ki bayağı hareket nâkabil ve cemaatin adedi hilâfsız iki yüz bine baliğ id i). Hayli uzun olan ve içinde ilgi çekici detaylar bu lunan bu havadiste cenazenin Fazlıpaşa semtinde yeniden yaptırmağı düşündüğü camiin yanında gömüldüğü de bildirilmektedir (...merhum 32 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1093, 5 zilkade 1285 (Rumî 5 şubat) s. 4369; sayı 1094, 6 zilkade 1285, s. 4373 (Rumî 6 şubat); sayı 1100, 15 zilkade 1285 (Rumî 15 şubat) s.. 4397; sayı 1101, 17 zilkade 1285 (Rumî 17 şubat) s. 4401; sayı 1103, 19 zilkade 1285 (Rumî 19 şubat) s. 4410) İstanbul’da yapılan cenaze töreni burada etraflı surette anla tılmıştır), aym sayıda s. 4409-441 l ’de Fuad Paşa’mn etraflı bir biyografyası da yer almak tadır. Yaptığı faydalı işler arasında bir tanesi şehircilik tarihi bakımından önemlidir: Dersaadefde yolların tesviyesi ve kârgir haneler inşası usuliinun tesisi. Biyografya şu bilgi ile sona ermektedir: N is’de hasta, hattâ ihtizar halinde yatarken Yunan ile münasebetlerin ke sildiğini duyunca hamiyet ve gayret-i zatiyesi ile dert ve elemini unudup beş saat çalışarak Paris sejaret-i seniyesine hitaben bir talimat kaleme almış ve bu mesai hastalığının artma sına mucip olmuştur». 33 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1093, s. 4369. 308 SEMAVİ EYİCE müşarileyhin na'şı şerifleri Fazlıpaşa civarında vasiyet ve orada ihya sına niyet buyurmuş oldukları camii şerif nezdinde vaki mahalle defin olunmuştur)34. Fransız basınında «...memleketinin siyasetinde geçişinin çok de rin bir iz bırakacağı mümtaz adam ( L homme éminent qui laissera une trace si profonde de son passage dans la politique de son pays...) cümlesi ile tarif edilen Fuad Paşa'nın İstanbul'daki cenaze töreni de G. Brun imzasıyla Illustration'da yayınlanmıştır35. Bunda cenazenin yeni bir tabuta konulduğu ve şehrin doğuya bakan bir yamacında Marmara denizi ile adaları gören bir yerde gömüldüğünü bildirir. Fakat en ilgi çekici olan husus şudur ki, bu havadis ile birlikte cenazenin gömülü şünü gösteren bir de gravür yayınlanmıştır. Ve bu gravür ile sahibi ol duğumuz orijinal resmin arasında pek büyük bir benzerlik vardır. Gravü rün altında bunun Hayette adında bir ressam eliyle çizilen krokiden ya pıldığı belirtilmiştir. Krokiyi gravür haline getiren ustanın imzası res min sol alt köşesinde varsa da bunu okuyamadık. Resmin aslını çizen François Claude Hayette, 16.VI.1838’de Lyon'da doğmuştur. 1852-1858 yılları arasında Lyon'da Güzel Sanatlar Okulu'nda sonra Paris'de Gü zel Sanatlar Okulu'nda J. C. Bonnefond, L. Cogniet ve J. Pils yanında yetişmiştir. 1860'lardan itibaren İstanbul'da Galatasaray Sultani'sinde öğretmen olarak görev almış ve İstanbul'da yaptığı portreler, manzara lar ve krokileri 1865 ile 1866'da Paris'de 1866-1886 yılları arasında ise Lyon'da sergilemiştir36. İstanbul'da ne kadar kaldığını, nerede hangi ta rihte öldüğünü tesbit edemediğimiz F. C. Hayette'nin resimlerinden eli mizde hiçbir örnek olmadığından Fuad Paşa mezarını gösteren üslubu ile onları karşılaştıramıyoruz. Fakat Illustration’daki gravürü ile bu de sen arasındaki benzerlik o kadar açıktır ki elimizdeki desenin Hayette' nin kaleminden çıkmış bir taslak olduğunu hemen hemen kesinlikle söyleyebiliriz. Illustration’daki gravür esasında bizdeki desene tama men uymakta yalnız bir farkla ki bunda tabut mezar çukurunun başına getirilmekte ve etrafda büyük bir kalabalık yer almaktadır. Hayette eli mizdeki resim taslağının bir benzerini Paris'e yollamış ve bu orada İs34 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 1103, s. 4410. 35 L ’Illustration, Tl. yıl, LIII, sayı 1360 (20 mart 1869), s. 180 de resim, cenaze törenine dair G. Brun imzalı makale ise s. 183-184’dedir. 36 E. Bénézit, Dictionnaire des peintres, sculpteurs, dessinateurs et graveurs, Paris IV (1951) ilk baskı 1913, yeni baskı, s. 621; Thieme-Becker, Allgemeines Lexikon der bildenden Künstler, XVI (1923), s. 176, buradaki bilgiler Bénézit ansiklopedisindekilerin tekrarıdır. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 309 tanbul'u hiç görmemiş bir gravürcü tarafından biraz nisbetleri bozula rak yeniden işlenmiş olmalıdır. Hayette aynı resmin bir taslağını, bu defa cenaze gömülmüş mezarın etrafı tahta perde çevrilmiş ve etra fında sadece birkaç kadın olarak da çizmiştir. Bizim 1972 de elimize geçen işte bu desendir. Ressamın bu krokiyi yüksek bir yerden, arka daki bir binanın üst kat pencerelerinden bakarak çizdiği de anlaşılmak tadır. Nitekim eski bir konağın arsasında yapılan Kız Öğrenci Yurdu binası damından çekilen bir fotoğraf, şehrin siluetini çok değiştiren yüksek beton binaların belirmiş olmasına rağmen aynı nirengi nokta larını vermektedir37. Fuad Paşa'nın türbesinin niçin burada yapıldığı ve Uzun Şüca ca miini niçin ihya ettirmek istediği de bilinmez. Fuad Paşa'nın ilk otur duğu konak. Vezneciler - Şehzadebaşı semtinde idi. Bu bina, 12 recep 1281 (= 1 1 aralık 1 8 6 4 )'de yanmış ve Sirkeci civarında Demirkapı'da Yusuf Kâmil Paşaya ait başka bir konağa geçmek zorunda kalmıştır38. 37 Fuad Paşa türbesinin bugünkü durumunun fotoğrafları öğrencim Engin Uludağ Alpat tarafından çekilmiştir. Kız öğrenci yurdunun damından resim çekmemize izin veren Yurd müdiresi Bayan Nurten Özacün’a teşekkürü bir borç bilirim. 38 İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 172 ve not. Yaşadığı sürece pek çok düşmanı olan Fuad Paşa’nın, Şahzadebaşındaki konağı yandığında bunlardan b iri: Tııtuşub yandı bu şeb hane-i berbad-ı Fuad demek suretiyle tarih düşürmüştür. Şahzadebaşındaki konak hakkında ayrıca bkz. İstanbul Ansiklopedisi, X I (1971), s. 5847. Londra’da Victoria and Albert Museum’da, Müzenin Batı holünde (West Hall) H. 1143 (=1730/31) tarihli tamamen çiniden yapılmış muhteşem bir ocak bulunmaktadır. İnvanter sayısı 703 olan ve müzeye kataloglarda yanlış olarak 1881’de girdiği yazılan, ancak Sümer Atasoy tarafından yerinde yapılan incelemede 1891’de satın alınma suretiyle müzeye girdiği öğrenüen bu ocağın çinilerinin renklerindeki kalite üs tünlüğü üzerinde evvelce durulmuştu, bkz. R. L. Hobson, A guide to the Islamic pottery of the Near East, London 1932, s. 90. Bu çinili ocak pek çok yavma girmiştir, kşl. A. Lane, A guide to the Collection o f tiles-Victoria and Albert Museum, Department o f Ceramics, London 1939, s. 19; Halûk Şehsuvaroğlu, Asırlar boyunca İstanbul, İstanbul tz. s. 73 (Avrupa müzelerindeki Türk çinileri); bir resmi için bkz. E. Diez ve Oktay Aslanapa, Türk sanatı, İstanbul 1955, s. 222, res. 402. Tekfur Sarayı çini atölyesinin eseri olduğu tah min edilen bu nadir ve güzel ocağın, 1857’de yanmış olan Fuad Paşa sarayından veya konağından çıkarıldığı bu sonuncu yayında büdirilmektedir. Bu ocağın, Fuad Paşa’nın Şahzadebaşındaki konağından mı çıkarıldığım bilemiyoruz. Yusuf Kâmil Paşa’nın Demirkapı’daki konağı ise önce Meclis-i Vâlâ azası Edhem Bey’e aitti. İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 202, not 2’deki biraz çapraşık ifadeli bilgiye göre, Vezneciler’de şimdi Edebiyat — Fen Fakültelerinin yerindeki Nakibü’l-eşraf Tahsin Bey konağı, Fuad Paşa’ya geçtiğine göre, Şahzadebaşındaki konak bu olmalıdır. Herhalde H.. 1281’de yanan da bu 310 SEMAVİ EYİCE Sonraları bu konak da yanmış ve Fuad Paşa Bayazıd'da bir vakitler Maliye Nezareti, sonraları Askerî Tıp Yurdu, son zamanda da Eczacılık Fakültesi olan binayı konak olarak yaptırtmış ise de bunun da içerisine girmesi kısmet olmamıştır. Hattâ bu konağın mülkiyetine el konulma sına kırılarak Fuad Paşa'nın küskün Avrupa'ya gittiği ve orada öldüğü rivayeti vardır39. Sultanahmet semtinde Fazlıpaşa sarayı mahallesinde şimdi Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu binasının bulunduğu yerde bir konak yaptırmağı tasarlamış, fakat bu proje de gerçekleşmemiştir40. Fuad Paşa'nın ayrıca, Boğaziçi'nin Anadolu yakasında, Kanlıca'da bi nası, döşenişi ve bahçesi bakımlarından pek muhteşem bir de yalısı vardı ki, sonra Küçük Said Paşa'ya geçen bu yalı 16 kasım 1890'da yan mıştır41. Fuad Paşa, Uzun Şüca camiini ihya ettirmeği tasarladığına ve konaktır. Arsa, Yusuf K âmil Paşa’ya geçmiş ve o da ileride zevcesi Zeynep H am m in adı ile tanınacak olan ve 1943’e kadar Fen — Edebiyat Fakülteleri olarak kullanılan konağı doksan bin altına yaptırtmıştır. Leskofçalı Galib Bey tarafından yazılan manzum tarihi H. 1281 (=1864/65)’dir. Yukarıda bahsi geçen çinili ocağın, Fuad Paşanın Vezneciler — Şahzadebaşındaki mi, yoksa Demirkapıdaki mi, yoksa Sultanahmet civarındaki mi konağın dan çıkarıldığı tesbit edilmeğe muhtaçtır. 1730/31 tarihli ocağın Fuad Paşa konağında ikinci defa kullanılmış olabileceği de düşünülebilir. Lâle devrinde yapılan bir konağın İs tanbul’un yangınlarını atlatarak 1864/65 e kadar kalabildiğine inanmak, imkânsız olma makla beraber zordur. 39 Abdurrahman Şeref, Fuad Fasa konağı nasıl Maliye dairesi oldu, «Tarihi Osman'ı Encümeni Mecmuası» I, sayı 3 (1328=1910), s. 129-136; İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâ zamlar, s. 172, 177; Hüsnü Kınayh, Fuad Pasa konağı maddesi, Istanbul Ansiklopedisi, XI (1971), s. 5852-5853. Bu kârgir büyük konak bilindiğine göre, Fransız mimar, Auguste Bourgeois (1821-1884) tarafından yapılmıştır. Aym mimarın İstanbul’daki başka bir eseri de, Eski Saray (Saray-ı Atik) arsasında Seraskerlik olarak yapılan ve bugün İstanbul Üni versitesi merkez binası olan yapıdır. Bourgeois’mn Fransa’da 1858’da Anet şatosunun res torasyonunda çalışdığı bilinir. Fuad Paşa konağı Üniversiteye geçtikten sonra büyük ölçüde değiştirilmiş, mimari karakteri çok bozulmuş ve bilhassa en üzücü husus, cephelerinin dış yüzleri orijinal karakterini kaybetmiştir. Buna karşılık, cadde üzerindeki alt kat kemer aralan açılarak burası tonozlu bir geçit haline getirilmiştir. Konağın eski bir resmi için bkz. İstanbul Belediyesi, Güzelleşen İstanbul 1944, Müzeler bölümündeki resim. Geçen yüzyılın Türk tarihinin büyük adlanndan Âli Paşa (1815-1871)’nın, Seraskerliğin Haliç tarafında, Mercan yokuşu başında yaptırttığı, kârgir ve dış mimarisi bakımından çok gösterişli bir yapı olan tüyük konağı da sonra Erkân-ı Harbiye (=Genel Kurmay) olmuş ve 1911’de Mercan yangınında yanmıştır. Katlan yenilenerek ihyası ve kullanılması mümkün olan bu muhteşem bina da ne yazık ki 1950 lerde yıktınlmıştır. 40 İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 172, not. 41 Bu yalıyı 1858’de İstanbul’daki Fransız elçisinin bir yakım olan genç bir kadın görmüş ve hatıralannda. yalıdan, bahçesinden ve Fuad Paşa ailesinden bahsetmiştir, kşl. Baronne Durand de Fontmagne (kızlık adı : Drummond de Melfort), Un séjour à l’Ambas- TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 311 hemen onun yanına gömüldüğüne göre, bu semtteki bir kira konağında oturmuş olmalıdır. Burada Bizans çağından kalma pek büyük bir takım mahzenlerin ve tonozlu kalıntıların42 üstünde ve Uzun Şüca camimin deniz tarafında tam karşısında yakın tarihlere gelinceye kadar bir konak bulunuyordu ki, bir süre Mehmed Tevfik Paşa'ya ait olan bu bina da Öğrenci Yurdu iken yanmış ve arsasına bugün görülen Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu yapılmıştır43. Ancak, bu konak geçen yüzyılın son yıl larında yaptırıldığına göre, Fuad Paşa'nın oturduğu konak olamaz. Yal nız, aynı arsada evvelce mevcut daha eski bir konağın Fuad Paşa tara fından kiralanarak kullanıldığına ihtimal verilebilir. Fuad Paşa'nın, evinin karşısındaki harap bir camii ihya ettirmeği düşünmesi normaldir. Nite mde de France sous te Second Empire, Paris 1902, s .'297-301 (burada Fuad Paşa’mn ha nımı ve güzelliği ile meşhur gelini Gülbiz hanımı da tanımıştır ki, bu hanım dul kaldıktan Gonra katolik olarak, Belçika elçisi Van den Bosch ile evlenmiştir). Aynca kşl. Halûk Şehsuvaroğlu, Boğaziçi yalıları 7 : Kanhcada Keçecizâde Fuad Paça yalısı, <Hayat* dergisi sayı 7 (7 şubat 1963), s. 14-15; aynı yazar, Fuad Paça yalısı maddesi, İstanbul Ansiklopedisi, XI (1971), s. 5853-5854; Yahmn resmi için bkz. s. 5761. Fuad Paşa yalısının, bu çevrenin en güzel binası olduğu belirtilmiştir, bkz. D.E.C., Aıısjlug yon Galata nach Be'ikos, *Mitteilungen des Deııtschen — Excursions — Clubs in Constantinopeh, I. seri, sayı 2 (1889), s. 22. 42 A. Mordtmann, Justinian und der Nika — Aufstand, 10-19 Januar 532-,. *Mitteilungen des Deııtschen - Excursions-Clubs* 2. seri IV (1898), s. 15. Bu muazzam kalıntıların Praetorium’a ait olduğu görüşündedir. Aynı mahalledeki bazı buluntulara dair olarak aynca bkz. A. Paspates, Bizanslılann eski Praetorionu yanında bulunan bodrum ve sarnıca dair, <Hellenikos Philologikos Syllogos Dergisi* XIII, Parartema (1880), s. 33-34. Bu arsada 1961’de Kız Öğrenci Yurdu yapılırken, dört sütunlu küçük bir Bizans sarnıcı meydana çık mış ve incelendikten sonra ortadan kaldırılmıştır, bkz. Ergon Ataçeri, İstanbul’da bilinme yen bir Bizans sarnıcı, Ayasofya Müzesi Yıllığı, IV (1962), s. 29-32, levhalarda resimleri ve plânı ile. Açağıda not 43'de de buradaki eski kalıntılardan bahsedilmektedir. 43 Bu arsada yakın tarihlere gelinceye kadar duran Mehmed Tevfik Paşa konağı hak kında, Tevfik Paşa’mn torunu, hocam Ord. Prof. Dr. Arif Müfid Mansel bazı bilgiler lütfetmiştir. İstanbul tarihinin kaybolan bir hatırasına dair olan bu bilgileri bir vesika ol duğu için aynen buraya geçirmeği faydalı b ulduk: «Biiyük babam Mehmed Tevfik Paça (1830-1917)’nın (biyografisi için: İ .A . Gövsa, Türk Meçhurları Ansiklopedisi, s. 381; Meydan Larousse, X II, s. 111) konağı Fuad Paça tür besi karçısında bugünkü Peykhane sokağında idi. Paçanın sadaret müsteçarlığı zamanında 1896, ya da bundan bir veya iki sene sonra yaptınlmıçtır. Bina taç bir zemin katı üzerinde ahçap iki esas kat ve bir de çatı katından ibaretti ve aşağı yukarı 40 oda ihtiva ediyordu. Zemin katı personele ayrılmıştı. Esas birinci katın yarısı antresi, sera’sı, oturma odaları, salonu ve yemek odası ile selâmlık, diğer yansı ise aşağı yukan aynı plânda olan harem idi. İkinci katta yatak odaları vardı. Bunlar bir yatak odası, bir ya da iki oturma odası ve bazılannda bir de küçiik hamam bulunan dairelere aynlmıçtı. Bir kubbeli hamam ve çamaşırlık, bina nın dışında, harem bahçesinin bir tarafında idi. Ve oralara uzun bir koridordan gidilirdi. 312 SEMAVİ EYİCE kim Âli Paşa'da Mercan'da büyük kârgir konağının komşusu olan Ağa camiini kendi adına ihya ettirmiştir. Pek çok hallerde Devlet ileri gelen lerinin mezarlarını veya türbelerini ev veya konaklarının yakınına yap tırdıkları da bilinir. Bu konağın belki bir eski resminin de bulunabileceği ihtimali üzerinde de durulmalıdır. Uzun Şüca camiinin yerine Fuad Paşa adına inşa ettirildiği anla şılan tek kubbeli ve minareli cami gibi, yanındaki türbe de bu araştır mamızdan açıkça anlaşıldığı üzere, Fuad Paşa'nın ölümünden yani 1869 dan sonra, herhalde aile mensupları tarafından yaptırılmıştır44. Osmanlı devri Türk sanatının son yıllarında ortaya çıkan karma ( eklektik) bir üsluba işaret eden bu yapıların hangi mimar veya kalfanın eseri oldukKoııağın bahçesine sağında ve solunda biter kapıcı odası bulunan geniş bir kapıdan girilirdi. Sağ kösede mutfak, onun biraz ilerisinde, alçak bir set üzerinde selsebil seklinde giizel bir çeçme vardı. Peykhane sokağından Dizdariye çeşme sokağına kadar kademe kademe alçalı yordu. Dizdariye sokağında ahır ve arabalık- vardı. Konak 1914’de, 1. Cihan Harbinden az önce büyük babam tarafından eşyasının bir kısmı ile, sadrâzam konağı olarak kullanıl mak üzere, Mâliyeye satılmıştır. Prens Sait Halim Pasa bir müddet orada oturmuştur. Talât Paşa'nın Ayasofya karsısındaki evinde oturmağı tercih ettiğini zannediyorum. Enver Pasa’nın firarından sonra karısı Naciye Sultan konakta bir müddet kalmıştır. Ondan sonra ko nak Maarife veya Sıhhiye vekâletine devredilmiş ve *Tıb talebe yurdu» olmuştur. Bu vesile ile esaslı tamir görmiis ve dışı tümüyle yeni bastan boyanmıştır. Yurd olarak uzun müddet kullanıldıktan sonra bundan takriben 20 yıl önce bir yaz ayında, binada birkaç hademeden başka kimse bulunmadığı birgiin, çatı katında çalışan hallaçların pamuklan tutusturmalan yüzünden, tamamiyle yanmıştır. Yerine bugünkü bina yapılmıştır. Büyük babama geçmeden önce emsalsiz bir manzaraya sahip olan bu arsanın ve onun üzerinde bulunması gereken bina Fuad Pasa’ya ait olması muhtemeldir.» (Ord. Prof. Dr. Arif Müfid Mansel). Bu kona ğın bahçesindeki selsebil — çeşmenin korunması Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yük sek Kurulunca karar altına (Karar No. 1262, 1292) alınmıştır. Ancak 26.1.1974 günü yap tığımız araştırmada, bu çeşmenin o vakit numaralanarak söküldüğünü fakat bir daha ya pılmadığım öğrendik. Taşların bir kısmı avluda durmaktadır. Tevfik Paşa konağı 9 Eylül 1953 günü öğleden sonra yanmıştır. Saat 14.50 de haber verilen yangın ancak saat 20 de söndürülmüş ve kagir zemin kat üzerinde üç ahşap katı olan konak tamamen yanmıştır. Yangın, üçüncü katta, hallaçların attıkları bir sigaradan çık mıştır; bkz. T ank Özavcı, Cumhuriyet devrinde itfaiye, İstanbul 1973, s. 74; aynı yazar, Yangın sebepleri ve söndürme tekniği, İstanbul 1973, s. 169; «Cumhuriyet» gazetesi, sayı 10456, 10 Eylül 1953 (2 resim ile); *Aksam* gazetesi, sayı 12547, 10 Eylül 1953 (1 resim); «Milliyet» gazetesi, sayı 1198, 10 Eylül 1953 (1 resim); «Vatan* gazetesi, sayı 4425, 10 Eylül 1953 (1 resim). Bu konağın yanması ile ilgili araştırmamızda, İstanbul İtfaiyesi Gu ruplar Başamiri Zeki Koca ve muavin Zekeriya Kutlu Beylerin büyük yardımları olmuştur. Kendilerine burada teşekkür ederim. 44 Tahsin Öz, İstanbul camileri, Ankara 1962, I, s. 61-62’de Fuad Paşa camiinin 1848 senelerinden evvel yapıldığım yazar ki yanlıştır. Hâlid Eraktan, Fuad Paça camii ve türbesi TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 313 larını tesbit edemedik. Bilhassa sekiz köşeli ve kubbeli türbe, dış yüz lerini süsleyen kabartma motifler, pencere kemerleri ve bunların içlerin deki şebekeler bakımından Türk sanatına uzak olduğu kadar başka sa natlarla da bağlantılı değildir. V Karacehennem İbrahim Ağa (sonra Paşa) ve mezarı (Resim: 1 5 - 2 0 ) Topçu Karacehennem İbrahim Ağa'nın Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılmasındaki rolü bilinir. Etmeydanındaki Yeni Odalar denilen Yeni çeri kışlasını topa tutarak tahribi bu teşkilâtın imha edilmesinde önemli bir faktör olmuştur45. İbrahim Ağa'ya Karacehennem lâkabının bu olay dan sonra verildiği kolaylıkla tahmin edilebilir. Karacehennem İbrahim sonraları devlet hizmetinde ilerleyerek Paşa ünvanını almıştır. Osmanlı devri Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olan Yeniçeriliğin kaldı rılmasının hatırası olan Yeni Odalar kışlasının esas kapısı çok yakın ta rihlere gelinceye kadar duruyordu. İçeriye doğru darlaşan geniş bir ke mer halindeki bu girişin yanında yalaklar sıralanıyordu. Kemer 1935-40 yılları arasında yıkılmış, kapının son izleri de Vatan caddesi yapılırken 1956-1957 de ortadan kaldırılmıştır46. maddesi, İstanbul Ansiklopedisi, XI (1971), s. 5851-5852 de bu camiin Fazlı Paşa sarayı mescidi yerinde olduğunu yazmaktadır. İbnülemin M. Kemal, Son Sadrâzamlar, s. 179-180’de Fuad Paşa’nm ölümünde, türbesine konulmak üzere Sami Paşa tarafından yazılan iki man zumeyi vermektedir. 45 Miralay Ahmed Cevad, Tarilı-i Asker-i Osmanî, İstanbul 1297, s. 31-33; İsmail Hakkı 'Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti teşkilâtından Kapukulu Ocakları I, Acemi Ocağı ve Yeniçeri Ocağı, Ankara 1943', s. 548 vd. 46 Yeniçeri kışlalarından Yeni Odalar hakkında bkz. A. Cevad, adı geç. esr. »...Yeni Odalar mevkiini bugün söyle bulabiliriz ki, Aksaray’da Murad Pasa camiinin üst tarafın daki caddeden Sofular hamamına gidilir iken tesadüf olunan bostanın karsısında Etmeydanı'na giden caddenin basında, yani tam o bostan karsısında bir mükellef kapı olup, bu kapı Yeni Odalar denilen kışlaların en büyük kapısı idi. II. Mahmııd zamanı Yeniçerilerin ilgası günü, ilkin nasihatte bulunmak ve kabul etmezler ise ates ederek ocaklarını söndür mek üzere izam olunan Topçubayı meşhur Karacehennem’in nasihatlerini dinletmekten aciz kaldıktan sonra gülle ile döğdiiğü kapı bu kapı olup, yağlı paçavralar ile tutuşturduğu kıçla dahi bu kapının üzerinde bulunan daire idi.» Bu kışla hakkında bir araştırma olarak ayrıca 314 SEMAVİ EYİCE Yeniçeriliğin kaldırılmasında büyük hizmeti olan Karacehennem İbrahim Ağa adındaki topçu subayı hakkında gözden kaçan ve başka yerlerde raslanmayan bir bilgiyi, tanınmış Alman kumandanı Feldmare şal H. von Moltke (1800-1891) henüz kurmay yüzbaşısı olduğu sırada Türk hizmetinde bulunurken 1838 yılında iç Anadolu'daki bir yolculu ğunda Nevşehir'de bu İbrahim Paşa ile tanıştığını Malatya'dan yollanan 3 kasım 1838 tarihli mektubunda yazmaktadır. Lâkabını Kara-Djehennah şeklinde bildirdiği bu şahsın esas adını kimsenin bilmediğini, Yusuf olabileceğini sandığını(\) da sözlerine ekler. Fakat Yeniçeriliğin kaldırıl masında o derecede kanlı bir rolü olmuş ve gerek o sırada gerek son raları o kadar sert, vahşi, cesur ve asabice hareketlerde bulunmuştur ki, herkes onun yolundan uzak durmakta ve adı bile belirli bir saygı ile ve usulca anılmaktadır. Nevşehir müselliminin huzuruna Moltke büyük güçlükle çıkabildiğini bildirir. Müsellim ona kendisini tanıyıp tanımadı ğını sorması üzerine. Alman subayı «sen/ evvelce görmedim fakat sen den bahsedildiğini duydum» der. Müsellimin, «ne duydun» diye sorması üzerine de «çok iyi bir topçu olduğunu ve sana Karacehennem denildi ğini». Moltke, Karacehennem'in «çelik grisi sakallı güzel bir yüzü oldu ğunu da bildirir»47. Sicili'in verdiği bilgiye göre Karacehennem topçu neferlerindendir. H. 1241 ( = 1 8 2 6 /2 7 ) de topçu yüzbaşısı iken Yeniçeri âsilerinin kışla larını topla hak ile yeksan etti. Bu hizmetine mukabil nâil-i rütbe olarak miralay ve mirliva ve Boğaz muhafızı olmuştur. Sonra bu rütbe, M irmiran-ı Biga mutasarrıfı olup H. 1265 (= 1 8 4 8 /4 9 )'d e mütekait oldu. H. 1269 (= 1 8 5 3 ) senesi Rebi’ül-âhir'inin 29 uncu günü ( = 2 9 şubat 1853) irtihal etmiştir. Seci ve sadık ve esmer, hamiyetli bir zat idi»İS. Sicili'de onun Nevşehir müsellimliğinden bahsedilmez. İhtifalci lâkabı ile tanınan Mehmed Ziya Bey bir notunda Karacehennem İbrahim Paşa hakkında. Sicili'den aldığı biyografyasından sonra şu cümleleri yazm ıştır: «Takbkz. A. Süheyl Ünver, Şehrimize ait vesikalardan Yeniçeri■kışlaları, ^İstanbul Şehremaneti Mecmuası» sayı 60 (1929), s. 418-422. Bu kapının bir fotoğrafı şu kitapda vardır, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Tarih III, Yeni ve Yakın zamanlar, İstanbul 1933, levhalar kısmı, s. 96, res. 155. Biz gördüğümüzde (1940-1950 yıllan), kapmın iki yan payesi duruyordu. 47 H.von Moltke, Briefe über Zustaende und Begebenheiten in der Tiirkei aus den Jahren 1835 bis 1839, Berlin 1876 (2. baskı), s. 314-316; Berlin 1891 (5. baskı), s. 314-316; türkçesi; Tiirkiyedeki durum ve olaylar üzerine mektuplar (1835-1839) [çev. Hayrullah Örs], Ankara 1960, s. 247-249; Yeni baskısı, İstanbul 1969, s. 219-220. 48 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmarii, I, s. 161. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 315 sim'de Ayazpaşa kabristanında Jandarma karakolunun hemen ittisalinda medfundur. Yakın zamana kadar mezarı, taşı dururmuş. Bezmiâlem İnas Lisesi tarih muallimi, Manastırlı Tevfik Bey bu taşı görmüştür»*9. Böylece H. von Moltke'nin verdiği kısa bilgi Karacehennem'in biyografyasında, onun bilinmeyen bir görevini de ortaya koymuş olmaktadır. Bir vakitler bugünkü Taksim meydanını tamamen kaplayarak kar şıdaki Kültür Sarayı (Opera) binasının yerinden, aşağıya Alman konso losluğuna (eskiden elçilik) doğru inen ve iki tarafdaki apartmanların yerinde bulunan Ayazpaşa mezarlığından bugün hiçbir iz kalmamıştır50. Alman elçiliği binası yapılırken raslanan birkaç mezar taşı Almanlar ta rafından korunarak, elçiliğin Park Oteli tarafındaki Ağaçırağı sokağına komşu küçük bir bahçede ufak bir hazire halinde durmaktadır. Bu me zarlığa ait bazı eski mezar taşları parçaları Taksim ile Park Oteli ara sındaki sağdaki hâlâ Vakıflara ait boş arsada elan görülebilir. On yıl kadar önceleri de Gümüşsü hastanesinin az yukarısında yeni bir apart man yapılırken temel kazısında kırık pek çok mezar taşı çıkmıştır. He men hemen Taksim'deki su haznesi ve mahzeninin önünden bütün Tak sim meydanı, gezisi ve Kültür sarayı ile apartmanların yerlerini kapla yarak Gümüşsü caddesinden aşağıya Dolmabahçeye kadar inen büyük Ayazpaşa mezarlığından bugün bilinen işte bundan ibarettir. Halbuki Osmanlı devri Türk tarihinin muhakkak ki pek çok kimsesi burada gö mülü idi51. Bu arada Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarının da ne olduğu bilinmemektedir. 49 Mehmed Ziya (Ihtifalci), İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1928, H, s. 20 not 4. Bu kitabın yeni harflerle formalar halinde çok kötü bir şekilde yapılan ve tamamlanmadan kalan baskısında bkz. İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1937, s. 33. Bu mezarı gördüğünü Ziya Bey’e söyleyen Manastırlı Mehmed Tevfik Bey, *Atatürk'ün hocası» olarak tamnan ve Manastır Vilâyeti Tarihçesi (Manastır, 1327) adıyla küçük fakat çok faydalı bir de kitap yazmış olan asker tarihçidir. 50 Osmanlı devrinin pek çok tanınmış adının mezartaşlanmn bulunduğu bu çok bü yük mezarlık servi ormanı halinde eski resimlerde, fotoğraflarda görüldüğü gibi, kapladığı saha da eski plân ve haritalarda da gösterilmiştir. Bkz. C. Stolpe, Plan von Constantinopel mit den Vorstaedten, dem Hafen und einem Theile des Bosporus, Berlin 1866, Topçu kış lasının yanında Böjiik Mesaristan adı ile gösterilmiştir. İstanbul Şehremaneti, İstanbul reh beri, İkinci P afta: Beyoğlu ciheti, İstanbul 1918, Necib Bey tarafından düzenlenen bu ha ritalarda (1:5000 lik) Büyük Mezaristan denüen Ayas Paşa mezarlığının o sırada henüz du ran kısmı işaretlenmiştir. 51 Bu mezarhkda yattığı bilinenlerden, şair ve yazar Şinasi (1824-1871)’nin taşı da kaybolmuş, tarihçi Fındıklılı Silâhtar Mehmed Ağa (1658-1723)’mn taşı ise nasılsa kurtarıl- 316 SEMAVİ EYİCE Karacehennem İbrahim Paşa’nın mezarı ile Ayaz Paşa (veya Tak sim) mezarlığının bu parçasının garip bir durumu olduğunu Ruznâme-l Ceride-i Havadis'deki iki haberden öğrenmekteyiz52. Bu iki haber, me zarlığın nasıl parça parça yok edildiğine de ışık tutan iyi birer vesika dır : Haberlerin birincisinde İstanbul'da çıkan Levant Times gazetesinin bir havadisini tekrârlayan Ceride-i Havadis, Taksim'de topçu kışlasının karşısında, yeni bulvarların başında, Osmanlı bankası Genel müdürü Mr. Forster'in bir ev yaptırtmak üzere bir arsa satın aldığını, ancak bu arsanın bir kısmının Evkafın mülkü olduğu iddiası ile. Evkaf (Vakıflar) Nezaretinin buradaki yapıyı durdurduğu ve bu durumu Forster'in protes to ettiği bildirilmektedir. Forster bu arsanın mezarlıktan ifraz edilerek, kendisine geçtiğini söylemiş ve Evkaf Nezarının tutumunu garip olarak karşıladığını da açıklamıştır. Ceride-i Havadis, bu haberin ne dereceye kadar doğru olduğunu araştıracağını da yazının sonuna eklemiştir53. L e v a n t T i m e s ' i n yazdığına göre bundan akdem Taksim'de topçu kışlasının karşısında ve yeni bulvarların başında hane inşası için Bank Osmarii Başdirektörü M r. Forster bir kıta arsa mübayaa etmiş iken bu defa işbu arsanın bir miktar mahalli Evkaf-ı Hümayun'un güya mül kü olması mülâbesesiyle başlamış olduğu binasının Evkaf Nezareti ta rafından men olunmuş ve M r. Forster'in protesto eylemesi lâzım gel miştir. Halbuki bu mahal kabristandan müfrez olup bâ sened-i şer'iye elyevm mutasarrıfları olduğu ve Evkaf-ı Hümayun tarafından bu ana kadar zikrolunan emlâkin icaresi alındığı bedidardır. Nezaret-i müşarileyha tarafından bu emlâk hakkında bu suretle hareket olunması umurrugaribedendir. (M ü ta lâ a : Bu maddenin bizce sıhhat ve adem-i sıhhati meçhul olduğundan sıhhat-i hale malumat alur isek L e v a n t T i m e s ' in cevabını vermekte kusur etmeyeceğiz). İkinci yazıda ise bu hususda daha geniş bilgi verilmiştir. Gazete, bu meselenin aslını araştırdığını, ve arsanın gerçekten Forster'in mülkü olduğu ve Vakıflar tarafından satış işlemi yapıldığının öğrenildiğini ha ber verir. Fakat sonra, buradan bir yol açılması düşünülmüş ve 300 ar şın kadar bir arsa parçası. Altıncı Belediye Dairesi tarafından istimlâk mış ve bir müzeye girmiştir. Fındıklılı Mehmed Ağa’nın Ayaspaşa mezarlığındaki taşının hikâyesi' hakkında bkz. İbrahim Arttık, Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, *Tarih Dergisi> sayı 27 (1973), s. 130-131. 52 Gazetede bu hususda havadis bulunabileceğini hocamız Ord. Prof. Cavid Baysun (1899-1968) bir sohbet sırasında bildirmişti. Hatırasını bu vesile ile rahmetle anarız. 53 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 2291, 21 şaban 1290 (=1873). TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 317 edilmiş ise de parası ödenmediğinden, yol tesviyesi yüzünden mezbele lik haline gelmiş olan mezarlık, boş ve sahipsiz arsa sanılarak Mr. Forster'e satılmıştır. Burasının aslında mezarlık olduğu öğrenilince Ev kaf, arsanın banka müdürüne intikali işlemini yapmamış, o da bunu protesto etmiştir. İş bu şekle girdiğinde arsa tetkik edilmiş ve o vakit buranın Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarı olduğu anlaşılarak. Va kıflar bunun etrafını bir duvarla çevirmiş ve Mr. Forster'e, el konulan bu küçük parçanın parasının geri verileceği bildirilmiştir. Böylece gazete. Evkaf Nezaretine teşekkür etmek gerektiğini de haberin sonuna ekle miştir54. Geçen Pazartesi günkü nüshamızda L e v a n t T i m e s gazetesi Taksim'de topçu kışlasının karşısında ve yeni yolların başındaki arsaya Bank Osmarii başdirektörü M r. Forster bir hane inşa ederken Evkaf-ı Hümayun nezareti tarafından kabristan olduğundan bahisle men olun duğu ve mumauleyhin protesto eylediği yazmış olduğundan ilerde tah kik ile cevabı verileceği va'dolunmuştu. Bu kerre emin bir. mahalden olunan tahkikatımıza göre sahihan burası M r. Forster'in malı olup Evkaf-ı hümayun tarafından bilâ mümanaat ferağ ve intikali icra edilmiştir. Ancak muahharan yolun tesviyesi esnasında buradan bir tarik açılma sına lüzum görünüp mumaileyhten 300 arşun kadar mahalli altıncı daire tarafından mübayaa olunmuş ise de bir müddet akçası ¡'ta olunamadığından yol tesviyesi münasebetiyle mezbelelik haline girmiş olan bir mezarlık hali arsa zannolunarak direktör mumaileyhe ¡'ta olunmuş ve burası mezarlık olduğu cihetle dairenin bu sehvi Evkaf-ı hümayun ne zaretine bildirildikte Nezaret-i müşarileyha ferağ ve intikalini icra etme miştir. Direktör dahi Evkaf Nezaretini protesto eylemiştir. Nezaret bu protesto ile vuku-i hali daire-i mumaileyhaya beyan eyledikte daire-i meskûre nezarete i'tizar arz ile beraber işi tahkika giriştikte burası Kırk- 54 Ruznâme-i Ceride-i Havadis, sayı 2295, 25 şaban 1290 (=1873). Osmanlı Bankası müdürü olan Forster hakkında bir bilgi edinemedik. Ancak Osmanlı Bankasının bir başka müdürü olan Hansom adındaki bir şahsın, Boğaziçinde yanm kalmış ve harabe halinde du ran Mehmed Ali Paşa sarayının üst tarafında bir villası olduğu ve bunun bahçesinde, Os manlI İmparatorluğunun çeşitli yerlerinden derlenmiş pek çok antikanın bulunduğu bir seyahatnamede bildirilmektedir,' bkz. W. Brennecke, Die Laender an der Donatı und Konstantinopel, Reise - Erinnerungen aus dem Herbst 1868, Hannover 1870, s. 140-141. Bu kitap Posener Zeitung adlı gazetede çıkan yazıların toplanması suretiyle meydana getirilmiştir. Bu Hansom, 1853’de Osmanlı Bankasının kurucularından Charles Hansom olmalıdır; bkz. Y. Çark, Türk devri hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul 1953, s. 242. 318 SEMAVİ EYİCE bir vakasında hıdemat-ı meşkûresi görülmüş olan Ferikaan-ı Kiramdan Karacehennem İbrahim Paşa'nın medfun olduğu mahal olduğu tebeyyün eylemekle derhal daire tarafından etrafına duvar çekilerek kabir tecdid olunmuş ve direktöre dahi dairenin aldığı mahallin akçası eda olunacağı vaad kılınmıştır. İşte kaziye bu merkezde olmakla bunda ne zaret-/’ müşarileyha vazife-i mukaddesesini ifa ettiğinden dolayı protesto yerine teşekkür edilmek ve daire dahi bilmeyerek bir sehivde bulun masından ve şimdi merkadi tamir ile direktöre akçasını vermesinden naşi ma'zur tutulmak lâzımdır. Ceride-i Havadis’dekı bu yazılardan, Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarının, Taksim'de Osmanlı Bankası müdürüne mahsus evin (doğrusu konağın) yerinde veya yakınında olduğu anlaşılıyor55. Osman lI Bankası müdürlerine lojman olarak tahsis edilen bu muhteşem bina yakın tarihlere kadar duruyordu. Son yıllarda İstanbul Kulubü olan bu güzel yapının cephesi, mimar A. Vallaury tarafından değişikliğe uğra tılmış ve bir şahnişin eklenmişti. Yerine bir otel yapılmak üzere Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 15-17. XII. 1967 tarihli 169. toplantısında alınan 3807 sayılı kararla yıkılması uygun görülmüş ve az sonra da yıktırılıp orta dan kaldırılmıştır56. Ancak buraya kadar verilen bilgi, Mehmed Ziya'nın notu ile tamamen uyuşmuyor. Çünkü onun, Manastır'lı Tevfik Beyden öğrenerek bildirdiğine göre Karacehennem İbrahim Paşa'nın mezarı Jandarma karakolu yanında idi57. Halbuki çok iyi bildiğimiz gibi, bahis 55 Osmanlı devrinin son safhasında Beyoğlu binalarını ve insanlarım çok iyi tanıyan ve bu bilgisini değerli küçük iki kitabı ile yeni nesillere aktaran Said Naum-Duhanî, Vieilles gens, vieilles demeures, Topographie sociale de Beyoğlu au X IX ème siècle, Istanbul 1947, s. 139’da, o sıralarda İstanbul Klubü olarak kullanılan bu ihtişamlı binanın aslında Osmanlı Bankası müdürlerinin lojmanı olduğunu ve bunlardan Sir Edgar Vincent’m isteği üzerine, mimar A. Vallaury’nin Taksim meydanının bu güzel binasının içi ve dışında bazı değişiklikler yaptığım, cephedeki geniş şahnişini eklediğini bildirir. Gene Said Duhanî’nin yazdığına göre, Sir Vincent, İstanbul’da bir antikacıda bulduğu Bizans devrinden kalma bir çift kapı tokmağım konağın kapı kanatlarına taktırtmıştı. 56 Bu binanın Taksim meydanına nazaran durumu, İstanbul Belediyesi, Güzelleşen İstanbul, İstanbul 1944, İnönü gezgisi başlıklı bölümdeki resimlerde görülebilir (bilhassa renkli resmin karşısındaki sahifedekilerde) Anıtlar Yüksek Kurulu, ortadan kaldırılmadan bu konağın bir rölövesinin çizilmesini istemişti. Bu isteğin ne dereceye kadar yerine getiril diğini bilmiyoruz. 57 Bu eski Jandarma karakolunun bir resmi, İstanbul Belediyesi, Cumhuriyet devrinde İstanbul, İstanbul 1949, Meydanlar bölümünde, Taksim Cumhuriyet Abidesi ile Taksim mey danından bir görünüş altlıklı klişede vardır. TARİHÎ MEZARLARDAN NOTLAR 319 konusu olan karakol yakın zaman öncesine kadar Kültür sarayı-Opera binası yerinde yükseliyordu. Herhalde Evkaf Nezareti bir defa Mr. Forster'e satılmış olan me zarlık sahasındaki mezarı, ö devirdeki kapitülâsyonlar yüzünden, kurta ramadığından, mezarı karşıdaki Jandarma karakolu yanına taşıtmış, sonra buradan da kaybolup gitmiş olmalıdır58. Eğer bir müze deposunda veya toprağın derinliklerinde değilse, Osmanlı devri Türk tarihinde ta nınmış bir şahsa ait olan bu tarihi hatırayı da artık kaybolmuş olarak kabul etmek lâzım gelir59. 58 Karacehennem İbrahim Paşa’mn soyundan olan Yıldız’da Harp tarihi öğretmem, Topçu Emekli Tümgenerali Salâhaddin Karatamu’dan, E. Gl. Cevdet Çulpan aracılığı ile yaptığımız soruşturmada, dedesi hakkında kendilerinde hiç bir bilgi bulunmadığım öğrendik. 59 İstanbul Belediye idarecileri gibi, İstanbul halkının da tarih hatıralarından ne ka dar habersiz olduklarının çok açık ve aym zamanda acı bir misâli de, Sultanahmet semtin deki Karacehennem İbrahim sokağı adının (bkz. İstanbul Belediyesi, İstanbul şehir rehberi, İstanbul 1934, s. 72, harita 2) mahallenin isteği ve Belediye şehir meclisinin karan ile son yıllarda Kutluğun olarak değiştirilmiş olmasıdır. n EYİC E- Levha I 321 Resim 1. Mîrmıran İbrahim Paşa’mn Elmalı yolundaki mezar taşı (Foto: Dr. Yıldız Demiriz, 1964). Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 21 EY İC E - Levha II R e sim 2. Doğu Bayazıd İshak Paşa sarayından kalenin görünüşü (Foto: Doç. Dr. Salih Tuğ, 1971). Resim 3. Jaubert’in seyahatnamesinde Doğu Bayazıd’m genel görünüşü. EYİCE - Levha III 323 Resim 5. Doğu Bayazıd İshak Paşa sarayı genel görünüşü (Foto: Doç. Dr. Salih Tuğ, 1971). 324 Resim 6. E Y lC E - Levha IV Doğu Bayazıd İshak Pasa sarayı avlusunda Mahmud Paşa'nın mezan. BYİCE - Levha V 325 JV*&US Resim 7. Yusuf Muhlis Paşa’mn Atina’da Benaki müzesinde ressam Giovanni Boggi tarafmdan yapılan resmi. 326 EYİC E- Levha VI Res. 7a. Yusuf Muh lis Paşa’mn başka bir resmi (Son Asır Türk Sairleri'nden). ı Res. 8. Fuad Paşa’mn cenazesinin Villefranche’da gemiye götürülmesi (Illustration’dari). EY İC E - Levha Vlİ Resim 9. Fuad Paşa türbesi (Foto: Engin Uludağ, 1974). 327 33Ô ËYÎCE - Levha X EYİCE - Levha XI 331 Resim 15, Karacehennem İbrahim Ağa’mn topa tutarak yaktığı Yeni Odalar yeniçeri kışlasının kapısı (Arkadaki bina Fenarî İsa camiidir). EYÍCE - Levha EYİCE - Levha XIII 333 Resim 17. Ayazpaşa mezarlığının uzaktan görünüşü. Resim 18. Ayazpaşa mezarlığının I. Dünya harbi sırasında balondan çekilmiş resmi. F Resim 20. Ayazpaşa mezarlığının kenarındaki eski jandarma karakolunun uzaktan görünü şü. Karakol, önünde otobüs olan binadır. Sağdaki gahniginli bina da Osmanlı Bankası mü dürlerinin konağıdır.) Tanzimat Devri OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ M ubahat S. Kütükoğlu Kuruluş devrinden itibaren Osmanlı Devleti'nce yahancı devlet lere verilen ve ticârî hayatı tanzim eden ahidnâmelerde idhal ve ihraç mallarından alınacak gümrük resmi oranı tesbit edilmişti. Bu oran, baş langıçta % 5 iken, X V I. asrın sonu - X V II. asrın başından itibâren % 3'e indirilmeğe başlanmıştı, ilk olarak İngilizler için kabul edilen bu oran, daha sonra birer birer diğer devletlere de tanınmış, 1740 Fransız ahidnâmesinden sonra ise bütün yabancı devlet tüccarları, Osmanlı ülkele rindeki ticâretlerinde sadece % 3 gümrük resmi öder olmuşlardı1. Ancak, X V III. asrın sonlarına kadar târife defterleri tanzimi yoluna gidilmediğinden, ahidnâmelerde tesbit edilmiş olan bu % 3 resmin her mal için ne kadar tutacağı bir takım güçlüklere yol açmaktaydı. X V III. asrın sonlarından itibâren, tatbikattaki kolaylığı da göz önün de tutularak, gümrüklere âid târife defterleri tanzim edilmeğe başlandı. Bu suretle her malın, târifenin tanzim edildiği sırada râyic fiatı ve bu fiat üzerinden alınacak gümrük resmi tesbit edildi. Gümrük târifelerinin müddeti, başlangıçta 14 yıl olarak kabûl olun muştu. Yani normal şartlar altında 14 yıl ara ile yenilenmeleri gereki yordu. Ancak, bazan mal fiatlarındaki değişiklikler müddet dolmadan yapılmasını gerektirebildiği gibi, bazan da yenilenmesi karşı tarafın işi ne gelmediği için kasden geciktiriliyor, yahüd târife tanzim edildiği hal 1 M. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdı Münâsebetleri, I (1580-1838), Ankara 1974, s. 24, 43. 336 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU de diğer devletlerin de ayni statüye tâbi tutulabilmeleri için tatbikatta gecikme oluyordu2. Tanzimat'ın arefesinde yapılan Balta Limanı muahedeleriyle güm rük tarifelerinin yenilenme müddeti yarı yarıya kısaltılarak yedi seneye indirildi3. Tesbit edebildiğimiz ilk İngiliz gümrük târifesi 1209 (1794-95) ta rihini taşımaktadır. Bundan sonra 18014 ve 1820'de târifeler yenilen miştir. Ancak, 1801 târifesi, Fransız târifesinin yapılmasını beklemek üzere 1806'ya kadar tatbik edilememiş; Fransız târifesinin tanziminden sonra ise İngiliz elçisi Arbuthnot, Ingiliz târifesindeki bâzı maddelere âid fiatların, diğer milletler târifelerinden yüksek tesbit edilmiş olduğu gerekçesiyle yeniden gözden geçirilmesini istediğinden târifede bâzı değişiklikler yapılarak 12 Ocak 1806'da son şeklini almıştır5. I 1839 TÂRİFESİ 1820 târifesinin müddeti 1834'de dolduğu ve yenilenmesi için Osmanlı Hükümeti tarafından zamanında müracaat yapıldığı halde, İn giliz hâriciyesi, târife tanzimi hususunda kasden yavaş hareket etmiş tir. Bilhassa 1815'den sonra Avrupa pazarları kendisine kapanmış olan İngiltere, gerek ham madde temin, gerekse mâmul maddelerini 'sata cak pazarlar arasında mühim yer işgal edeceğinden emin olduğu Os- 2 İngiltere, Avusturya ve Rusya ile tanzim edilen ve Ekim 1801’den itibaren yürür lüğe giren târifeye göre yapılan ödemeler, Haziran 1802’de Fransa ile akd edilen anlaş manın 7. maddesi gereğince, bu devletle de yeni bir târife defteri yapılması kararlaştırıldı ğından, Fransız târifesinin tanzimine kadar durdurulmuş (Gümrük Emini Ağa’ya 26 Rebiülâhır 1217 tarihli emir: Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı Humâyun Tasnifi, Nr. 45948-Ç) ve biriken fazlalık, Fransız târifesinin tanziminden sonra istenmişti (Kezâ, 45948-E). 3 Oya Köymen, “The Advent and conséquences o f free Trade in the Ottoman Empire 19th century> (Etudes Balkaniques 2, Sofya 1971, s. 49) adlı makalesinde Tanzimat devri tarifelerinin müddetini de 14 yıl gibi gösteriyorsa da doğru değildir. 4 V J. Puryear, International Economies and Diplomacy in the Near East, California 1935, s. 118’de İngiliz gümrük târifeleri için 1805’den önceye âid tarih vermemektedir. 1805 tarihi de doğru olmamak gerekir. Zirâ, —2 nr.h notta işâret edildiği gibi— târife 1801’de yapılmış, fakat tatbiki 1806’da başlamıştır. 5 Bşb. Arşivi, Cevdet tasnifi -Hariciye, Nr. 930. OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ 337 manii ülkelerindeki ticâretini âzamî fayda sağlayacak hale getirmeğe çalışmıştır. Osmanlı ülkelerindeki ticarî tahdidler konusunda Bâbıâlî'nin mukavemetinin ancak Osmanlı hâzinesinin gümrük vâridatının azaltıl masıyla kırılacağını bildiğinden, «mütekabil menfaat» fikrini ortaya atmıştır. İngiliz Hâriciyesi, tarife yenilenmesi ve Osmanlı gümrüklerinde alınmakta olan resmin bir mıkdar arttırılması karşılığında, bâzı mahsul ler üzerine konmuş olan yed-i vâhid (tek-el) sisteminin kaldırılmasını şart koşmuştur. Nitekim, 1836 yılı sonbaharında İstanbul'da başlatılan müzâkereler, İngiliz murahhasları tarafından bir muâhede müzâkeresi şekline sokulmuş ve aralıklarla iki sene devam eden görüşmeler sonun da târifeden önce muâhede akd edilmiştir (16 Ağustos 1838)6. Balta Limanı muâhedesine göre târifenin esasları: Târihimizde «Balta Limanı Ticâret Muâhedesi» olarak adlandırılan bu anlaşmanın 7. maddesinde târifenin hangi esaslar dairesinde tanzim edileceği kararlaştırılmıştır. Buna göre, gümrük resmi nisbetlerinde bir mikdar artış mevcuddur. Ancak, Avrupa devletlerinin gümrüklerde himâye sistemleri uygu lamaya başladıkları bir devirde, Osmanlı gümrüklerinde ihraç mallarına âid resimlerdeki artışın idhal mallarına nazaran daha fazla oluşu dikkati çekmektedir. Gerçekten, ihraç mallarında % 9 âmediyye ve % 3 reftiyye olmak üzere toplam % 1 2 gümrük resmi ödenmesine karşılık, id hal mallarında % 3 + % 2 = % 5 ile yetinilmiştir. Fakat ihraç malla rında % 9, idhal mallarında ise % 2, birincide satıcı, İkincide alıcı Os manlI tebaası olduğu takdirde, başka bir deyimle İngiliz tüccarı malı iskelede satın aldığı veya sattığında, yine Osmanlı tüccarı tarafından ödendiğinden yabancı tüccar sadece % 3 ödemiş olacaktı ki bu tak dirde durum eskisinden farklı olmayacaktı. Muâhedenin târifeyle ilgili 7. maddesi, gümrük nisbetlerini tayin ettikten sonra, bu nisbetler dahilinde, bütün ihraç ve idhal malları için, her birinin râyic fiatı üzerinden alınacak gümrük resimleriyle, belli-başlı ihraç maliarının hangi limanlardan sevk edileceğinin tesbitini, iki devlet murahhasları arasındaki müzâkerelerin sonuna bırakıyordu. 6 Muâhede ve muâhedenin imzalanmasından evvelki târife müzâkereleri için bk. M. Kütükoğlu, Aynı eser, II. ve III. kısımlar. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 22 338 MÜBAHAT S. KÜTÜKOĞLU Balta Limanı muahedesinden sonra tarife müzâkereleri: iki devlet murahhasları arasındaki müzâkereler 1838 Kasımında başladı. Ancak ihraç mallarına âid gümrük resimlerinin tesbitinde bâzı meseleler ortaya çıktı. Gümrük resmine esas alınacak fiatın neye göre tesbit edileceği mühim bir mesele teşkil ediyordu. Zirâ, 1838 senesi f¡atları geçmiş senelere göre yüksek olduğu gibi, istihsal bölgesindeki fiatla iskele îiatı arasında da farklar mevcuddu. Birinci mahzuru bertaraf etmek için son 3-4 senelik f¡atların orta lamasının alınması en Uygun çare olarak göründü. İkincisine gelince: Daha muâhedenin akdinden çok önce birçok kereler Osmanlı elçisi Nuri Efendi tarafından İngiltere Hariciye Nazırı Palmerston'a ifade edildiği gibi, Bâbıâlî'nin târifeye esas olmak üzere kabul edeceği fiat, İstanbul çarşı ve pazarındaki, fiat placaktı7. ingilizlere göre ise başka münâsib bir şekil bulunamadığı takdirde râyic fiat, müstahsilin malını getirdiği iskeledeki fiatı olabilirdi3. Âmediyye resmi râyic fiat üzerinden alındığı takdirde reftiyyenin üç misline geleceği, bunun ise âdilâne bir vergileme şekli olmayacağı görüşünden hareket eden ingilizler, râyic fiattan % 1 0 indirim yapıldık tan sonra âmediyyenin tesbiti tezini savundular9. Fakat Osmanlı Hükümeti, âmediyye resminin tesbitinde ne % 10 indirimi, ne de malın iskele fiatının esas alınması teklifini kabul etti. Sadece 1833-38 fiatları ortalaması üzerinden resimlerin tesbiti uygun bulunarak târife buna göre hazırlanıp 23 Nisan 1839'da taraflar murah haslarınca imzalandı. Fakat ihraç limanlarının tayini dolayısiyie yeni den bir anlaşmazlık ortaya çıktığından10 târife nüshalarının teâtîsi 9 Temmuz'u buldu11. 7 Hatt-ı Humâyun tas. Nr. 33015 ve 33015-1. 8 İngiliz Hariciye nazın Palmerston’dan İstanbul başkonsolosu Cdrtwriğht’a 26 Mart 1839 tarihli talimat: Public Record- Office (İngiliz Devlet Arşivi), F.O. (Foreign Office) 78/362. 9 Başkonsolos :Cartwright’tan İn giliz murahhaslarına, 18 M art 1839 tarihli talimat: F.O. 78/355. . . . . ' 10 Muahedede muayyen malların tesbit edilecek iskelelerden ihraç olunabileceği tasrih edilmiş bulunduğu halde, İngilizler, biınu kendilerince tevil ederek her istedikleri mali-, iste dikleri iskeleden ihracda serbest olduklan iddiasıyla red ve neticede' Osmanlı Hükümetinin ilk kararlaştırdığı 17 liman yerine 54 limanı kabul ettirmeğe muvaffak oldular (Murahhas lardan Cartıvright’a 28 Haziran 1 8 3 9 'tarihli ra p o r: . F.O. 78/362). 11 Elçi Ponsonby’den Palmerston’a; Nr. 120, F.O. 78/356. ' • •. : OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 339 Târifenin tahlili: 1839 târifesi12 226 ihraç, 602 idhal malı olmak üzere 828 madde ihtiva etmektedir. Ihrac mallarından 17'sinin fiat ve gümrük resmi tesbit edilmeyerek râyice bırakılmıştır. Ayrıca bu kısmın sonunda «EflâkBoğdan ve Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne mahsûlü» adı altında yer alan 15 madde içinde yağlar (sade, çerviş ve don, zeytin), kereste, bakır ve hububat mevcuddur. İdhalât listesinde ise râyice bırakılan malların sayısı 71'i bulmak tadır. İdhal malları listesinde dikkati çeken bir husus, İngiliz emtiasından gayrı Fransa, Avusturya, Rusya ve Belçika mallarının da yer almasıdır. Bunun da sebebi, — Fransa hariç— diğerleriyle henüz ayni statüye tâbi birer anlaşma yapılmamış olması, bundan dolayı Avusturya,, Rusya ve Belçika tüccarları eski târifeleri üzerinden ödemeğe devam ettiklerin den İngiliz tüccarının onlara nazaran daha yüksek resim ödemek mec buriyetinde bulunmasıdır. Nitekim, her maddenin altında o madde için kabul edilen birime göre alınacak resim, biri «kadîm», diğeri «bu def'a zam» diye tasrih olunan iki rakamın toplamı olarak gösterilmiştir: Badem içi kıyye 1 Harir kalîçe deste 1 06 kadîm 16 bu def'a zam 190 kadîm 410 bu def'a zam 22 600 12 1839 târifesinin tam metni için bk. İngilterelü İzn-i Sefine Defteri, Nr. 3 7 /3 ... Bşb. Arşivi, Düvel-i Ecnebiye Defterleri; MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 340 Rus emtiası için ise takib edilen usul biraz daha farklıdır. Diğer lerinde resim iki rakamın toplamından ibâret olduğu halde, burada üçe çıkmaktadır: Kadîm, def'a zam (veya 'mukaddem'), bu def'a zam. Enli alaca-i Rusya Siyah sincab-ı ham top aded 1 1000 zira 900 kadîm 600 mukaddem — 1500 4125 bu def'a zam 35 . 40 kadîm 80 mukaddem • 120 370 bu def'a zam 5625 490 n 1850 TÂRİFESİ 1839 târifesiyle tesbit edilen fiat-gümriik resmi nisbetlerindeld dengenin bozulması: 1838 Balta Limanı muahedesine bağlı olarak yapılan 1839 tarife sinin müddeti Mart 1846'da dolacağından, taraflardan biri yenilenme sini istediği takdirde altı ay içinde mürâcaatta bulunması gerekiyordu. 1834'dekinin aksine olarak bu defa teklif İngilizlerden geldi. Zîra bir taraftan İngiliz tüccarının, 1839 târifesinde fiatları tesbit edilenden daha düşük kaliteli mal sürmesi13, diğer taraftan Türk parasının kıyme tinde % 2 0 nisbetinde yükselme kayd edilmesi14 karşısında fiatlar güm rük nisbetlerine göre hayli düşük kalmağa başlamıştı. 13 Papers, respecting the tariff o f 1839 with the Porte, London 1847, s. 13 ve 69. 14 Önce kâğit parada başlayan ıslahat (1840-42), daha sonra madenî parada da tatbik edilmiştir (M. Belin, Türkiye İktisâdi Târihi Hakkında Tetkikler, M' Ziya tere., İs tanbul 1931, s. 284-85; Tarih-i Lütfi, İstanbul 1328, VIII, 10). OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 341 idhal mallarında % 5 yerine % 7-10, ihraç mallarında ise % 12 yerine % 2 0 , hattâ bazan daha üstünde gümrük ödendiği İngiliz tüc carları tarafından iddia edilmekte olduğundan İngiliz Hükümeti tarife yenilenmesi için harekete geçerek Bâbıâlî'ye gerekli mürâcaatı yaptı. Yeni yapılacak tarifenin esasları: Ancak, târifenin hangi esaslara göre yapılmasının daha uygun ola cağı hakkında İngiliz Hükümeti içinde görüş ayrılığı ortaya çıktı. Board of Trade (Ticâret Nezâreti) iki ayrr gümrük resmi (âmediyye ve reftiyye) yerine bir tek resim konulmasına taraftar olduğu halde. Hâriciye Nezâreti, % 9 âmediyyenin «bütün dâhili resimlerin yerine» geçmek üzere konduğunu, iki resim birleştirilip yüzde oranı düşürülürse Os manlI Hükümetine yeniden bir takim resimler ihdâsı için imkân veril miş olacağını, ayrıca böyle bir değişikliğin muhakkak muahedede yer alması icab edeceğini ileri sürerek reddetti15. Târife müzâkereleri: İngiliz elçisi Sir S. Canning'in 17 Haziran 1846'da, târifenin yeni lenmesi için Bâbıâlî'ye verdiği takrir kabul edildi ve 1 Ocak 1847'den îtibâren gümrük resimlerinin yapılacak yeni târife üzerinden alınmak üzere gümrüklerde yeni defterler açılması emr olundu. Diğer taraftan, İngiltere'yi takiben öbür Avrupa devletleri de târifelerini yenilemek ihtiyâcı duyacaklarından bütün devletler mümessilleri nin birlikte çalışması uygun görüldü. Müşterek toplantıda ilk olarak vardıkları prensip kararı ise Osmanlı hâzinesi aleyhine olacak mahiyet 15 Bâbıâlî, Balta Limanı muahedesinin tatbikine geçilmesini müteâkıb aceleye getirilen veya gözden kaçan bâzı ibâreler dolayısiyle ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi için muahe dede bir tadilât yapılmasını İngiliz Hükümetinden istemiş bulunuyordu. Fakat İngilizler, elde ettikleri menfaatlardan vaz geçmek niyetinde olmadıklarından 1846’da Osmanlı-Rus ticâret muâhedesinin yapılmasına kadar, Rusların ayrı statüye tâbi olduğu bahanesiyle Bâbıâlî’yi oyalamışlardı. Şimdi ise müddeti dolan târifenin yenilenmesi isteğiyle ortaya çıkı yorlardı. Onun için muâhedede yer alması gereken bir hususa temas etmeleri Osmanlı Hü kümetini hak iddiasına sürükler endişesiyle İngiliz hâriciyesi böyle bir teşebbüsde bulunmayı düşünemezdi. MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU. 342 teydi. Zira idhal mallarında, gümrük resmine esas tutulacak fiatın, ma lın satış fiatı olmayıp gümrüğe girdiği andaki fiatı olduğunu, yeni târifenin bu esas üzerinden tanzim edilmesi gerekli bulunduğunu iddia ve bu hususda fikir birliğine vardılar18. Osmanlı Hükümetinin ise bu karara kolayca rıza göstermesi im kânsızdı. Bu sebebledir ki müzâkereler uzadı. Ancak 1 Ocak 1847'den îtibâren gümrük resimlerinin borç kayd edilmekte olması Osmanlı hâ zinesini güç duruma sokmaktaydı, ingilizler, mâlî bakımdan müşkil du rumda kalacak olan Osmanlı Hükümetinin, neticede tekliflerine boyun eğmeğe mecbur olacağından emindiler. Bunun için Bâbıâlî'nin geçici indirim teklifini kabûle yanaşmadılar. Müzâkereler neticesinde sadece indirim oranını bir mikdar azalt mak kabil oldu. İngilizler, idhâl mallan için % 5 gümrük, % 20 masraf tan, ihraç malları için ise % 1 2 gümrük, % 6 masraftan indirim isteğin de bulunmuşlardı. Gümrüklerde istenilen indirim aynen kabul edildiği halde, masrafta idhalâtta % 15, ihracatta ise % 4'e indirilmesi sağla nabildi. Bu suretle idhalâtta % 20, ihracatta % 16 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edildiği târife Mayıs 1850'de tanzim edildi. Tarifenin tahlili: Mayıs 1850'de tanzim edilmiş olan bu târife17. M art 1846'da müd deti dolan 1839 târifesinin yerine geçmekte ve 1 Ocak 1847'den 1 Mart 1855'e kadar yürürlükte kalacağı kabul edilmektedir. Tanziminde, muâhede ile kararlaştırılan esaslara sâdık kalınmadı ğından, ne şekilde tatbik edileceğinde tereddüde düşülmesini önlemek gayesiyle 1850 târifesine, bir önsöz ile bir sonsöz ilâve edilmiştir. Târifenin tatbik şekli hakkındaki açıklama sonsözde yer almış bulunmak tadır. Târifede mevcud ihraç malları sayısı 210, idhal malları ise 249 dur. Bunlar içinden de idhalâtta 31, ihracatta ise 32'si râyice bırakılmıştır. 16 İngiliz murahhaslarından elçi Lord Cowley’e 8 Haziran 1847 tarihli rapor: F.O. 78/684. 17 1850 târifesinin metni için bk. Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelü İzn-i Sefine Defteri, Nr. 37/3. OSM ANLI-İNGİLİZ GÜM RÜK TÂRİFELERİ 343 ilk defa bu tarifede yer aldığı kayd edilen malların, sayısı ise, 17 ihraç, 70 idhal mallarında olmak üzere 87'yi bulmaktadır. Târifede, her mal için birim kabul edilen mıkdarının fiatı kayd edil dikten sonra, önce bu fiat üzerinden % 9 âmediyye hesablanmakta, sonra bundan % 16 indirim yapılarak fîlen ödenecek âmediyye bulun makta; daha sonra ise % 3 reftiyye ile toplanarak o malın, gümrükten çıkarken ödenmiş olması gereken resim mıkdarı tesbit edilmektedir İhraç mallarına misâl: Alacehrî-i İskilib ve Kayseriyye kıyye 1 guruş 18 gümrük 194 31 bâ-irâde-i Seniyye-i Şâhâne — -yüzde onaltı hesabıyla tebdili 54,5 yüzde üç resm-i gümrük-i reftiyyesi 163 yüzde dokuz resm-i gümrük-i âmediyyesi 217,5 İdhal. mallarında ise, yine tayin edilen birim üzerinden fiatı ve biı fiat üzerinden eski târifeye göre alınması gereken, bu defa sadece i:/o 3 gümrük resmi tesbit edildikten sonra bundan % 2 0 indirim ile fîlen alınacak olan resim tesbit edilmektedir. MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 344 İdhal mallarına misâl: iğne-i Avrupa posta 1 aded 50 000 guruş 240 gümrük 864 173 bâ-irâde-i Seniyye-i Şâhâne yüzde yirmi hesabıyla tenzili îcab eden 691 yüzde üç resm-i gümrük-i âmediyyesi olarak III 1862 TÂRİFESİ 1850'de tanzim edilmiş olan tarifenin müddeti 1 Mart 1855'de dolacağından târife yenilenmesi konusu 1854'de ortaya atıldıysa da Kı rım harbi dolayısiyle müzâkerelerin açılması harbin bitimine bırakıldı. Paris muahedesinin imzalanmasından sonra târife işinin ele alın ması uygun görülmüş olacak ki 1857 yılı başlarında Bâbıâlî târife müzâ kereleri için üç murahhasını vazifelendirdi. Ancak tarafların masa ba şına oturmaları Kasım ayını buldu18, ilk olarak ihraç malları târifesi ele alındı ve Aralık 1857'de başlayan çalışmalar neticesinde, hububat hariç olmak üzere, diğer malların fiatları tesbit edildi19, idhal malları târifesi ise, İngiliz elçisi Sir H.L. Bulvver'ın ifâdesiyle «Türk parasının istikrar sız durumu dolayısiyle tehir edilmişti»20. 18 F.O. 78/1478 — 13 Mayıs 1859. 19 İngiliz murahhaslarından elçi Bulwer’a 23 Mayıs 1859 tarihli rapor: F.O. 78/1431. 20 Bulwer’dan Malmesbury’ye 16 Mayıs 1859 tarihiyle gönderilen bu telgrafın metni şöyledir: «The tariff on exports has been finished. That on imports was deferred owing to the uncertain state of the currency» (F.O. 78/1431). OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERÎ 345 Gümrüklerde himâye fikrinin belirmesi: Yeni tarifenin hazırlanması safhasında Osmanlı imparatorluğu'nda ilk defa olarak gümrüklerde himâye diyebileceğimiz bir sisteme tema yül edildiğini söyleyebiliriz. Londra sefiri Kostaki Bey'in 29 Temmuz 1858 tarihiyle Londra'dan gönderdiği tahriratında21 idhalât gümrükleri nin yükseltilip ihracat gümrüklerinin ise düşürülmesi üzerinde durduğu, idhalâtın ihracattan fazla olmasını ihraç mallarından alınmakta olan % 1 2 resme bağladığı görülmektedir. Sefir, İngiliz vükelâsıyla temas ve onları ikna' ettiğini, Palmerston'un idhalât resminin % 10'a çıkarılmasını mâkul karşıladığını, John Russel'ın da ihracat resminin indirilmesine mukabil idhalât resminin yükseltilmesine itiraz olunamayacağını ifade ettiğini bildirmektedir. Lord Malmesbury ve Sir H; Bulvver da fikri benimsemiş olarak göste rilmektedir. Kostaki Bey, idhalâtın % 12-13'e çıkarılmasına karşılık, ihracat res minin 1 0 - 1 2 sene içinde ve dört defada tamamen kaldırılmasının uygun olacağı kanaatindedir. Bu duruma göre idhalât rüsûmuna 3 senede bir % 2 zamma karşılık, ihracattan % 3 indirim yapılmasını muvafık gör mektedir22. İstanbul'daki İngiliz elçisi Bulvver ise, 14 Mart 1860 tarihiyle İn giliz Hariciye Nâzırı John Russell'a gönderdiği raporunda23, ihracat res minin kaldırılmasına mukabil idhalât resminin biraz arttırılmasının bu imparatorluk için büyük bir nimet olacağını, bu suretle Türk mahsul lerinde artış olduğu kadar Türkiye ile ticâret yapan milletlerin ticâretle rinin de gelişeceğini, yani değişikliğin tarafların hepsinin lehine olaca ğını belirtmektedir. Görülüyor ki gümrük resimleri msbetlerindeki değişikliği taraflar benijmsemiş gibidirler. Ancak bu nisbet ne olacaktır? Şüphe yok ki Fransız Hükümetinin düşündüğü % 6 24 çok düşüktü. Zira ihracatta % 6 nisbetinde azalma olacağı halde, idhalâtta sadece % 1 artış kayd edile cek, bu da diğerini karşılamayacaktı. Ingilizler bu nöbeti biraz daha yüksek tutmuşlardır. Elçi Bulvver, 21 22 23 24 Hariciye Arşivi, S/1433 (bk. Ekler: I). Ayni vesika. Nr. 144: F.O. 78/1505. Bulvver’dan Russell’a Nr. 164, 27 Mart 1860: F.O. 78/1505. 346 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU Ekim 1860'da Osmanlı Hariciye Nezaretine gönderdiği takririnde, ge rek ihracat gerekse idhalât için % 8 teklif etmektedir. Ancak ihracattaki % 8 yalnız ilk sene içindir, ikinci seneden itibaren her sene % 1 indi rim yapılacaktır25. Bu nisbet de Kostaki Bey'in düşündüğüne nazaran düşük olmakla beraber Osmanlı Hükümeti tarafından kabul ve 29 Nisan 1861'de imzalanan Kanlıca Ticâret Muahedesinde yer almıştır. Ancak İngiliz teklifinde ihraç resmi sekiz sene sonra tamamen kalktığı halde, Bâbıâlî, ihraç gümrüğünün tamamen lağvını uygun görmemiştir. Şöyle ki % 8 ihracat resmi % V e düşünceye kadar her yıl % 1 msbetinde azaltılacak ve % V e indikten sonra «Gümrük idare ve Nezâretinin masarıf-ı umûmiyesini tesviye etmek üzere» 25 sadece % 1 olarak alın makta devam edecektir. 8 Gümrük resimlerine esas olacak fiatlarda indirim oranının düşürülmesi: Bâbıâlî, yeni târifede, 1850 târifesiyle tatbikine başlanan indirim usûlünün kaldırılmasını istiyordu. Yâni gümrük resimlerine esas olacak fiat, Osmanlı çarşı ve pazarındaki râyic fiat olmalıydı27. İngiliz hâriciyesi, Bâbıâlî'nin teklifine uygun cevabı vermek için târife komisyonu üyelerinin durumu incelemelerini gerekli gördü. Murah hasların, müzâkereleri beraber yürüttükleri Fransız meslekdaşlarıyla bir likte vardıkları netice ise gerek idhalât, gerekse ihracat resimlerine esas olacak f¡atların çarşı fiatından % 1 0 indirimden sonra tesbit edilecek rakam olması şeklindeydi25. 1850 târifesinde idhalâtta % 5 gümrük, % 15 komisyon, hammaliye, depolama vs. toplam olarak % 20 tenzilât yapılırken şimdi % 4,5 gümrük, % 5,5 da diğerleri için indirim kâfi gö rülüyordu. İhracatta ise 1850'de % 12 gümrük, % 4 komisyon ve de 25 Hariciye Arşivi, Tercüme Odası, Kutu 727. 26 1861 Osmanlı-İngiliz ticâret muahedesi, madde: 4 (Mecmua-i Muâhedat, İstanbul 1294, I, 283). Bu muahedenin orijinali Bşb. Arşivi, Yabancı devletlerle yapılan muâh'edeler, Nr. 110/b’de olup Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelii Nişan Def., Nr. 39/5’de kopyası mevcuddur. 27 F.O.’dan Board of Trade’e 12 Aralık 1859’da gönderilen yazıda Osmanlı Hükü metinin bu teklifi hakkında Board of Trade’in görüşü sorulmaktadır (F.O. 78/1481). 28 Târife komisyonu üyelerinden elçi Bulwar’a 5 Kasım 1860 tarihli rapor (Bulwer’dan Russell’a 725 Nr.h rapor eki): F.O. 78/1513. . OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 347 polamadan indirim yapıldığı halde şimdi bu oran gümrükde % 8 Vıo» diğerlerinde ise % 1 V ıo 'a düşürülüyordu29. Tesbit edilen % 10 oranındaki indirim, Osmanlı Hükümetinin tek lifine uygun olmamakla beraber, 1850 tarifesindeki indirim nisbetlerine nazaran yine de bir kazanç olarak görülerek sonunda Bâbıâlî tarafın dan da benimsenmiştir. Târife müzâkereleri sırasında Bâbıâlî'nin üzerinde ısrarla durduğu bir mesele de gümrük resimlerinin kaime (kâğıt para) değil altın meci diye olarak ödenmesi hususu olmuştur30. Eylül 1861'de târifedeki mad delerin kıymetleri tesbit edilmiş olduğu halde ödemenin altın veya kaime olarak yapılacağı hususunda taraflar arasında ihtilâf vardır. Ko misyon, kaimenin râyicine göre her iki çeşit ödemenin de yapılabilme sini teklif ettiği halde Bâbıâlî altın olarak ödenmesi hususunda hayli direnmişse de31 sonunda, kaime ile de ödeme yapılabileceğini kabul etmiştir. Târifenin tahlili: 1861 Kanlıca Ticâret Muâhedesine bağlı olarak tanzim edilen yeni târifenin32, 13 Mart 1862 — 13 M art 1869 tarihleri arasında yürürlükte kalması kararlaştırılmıştır. Bir muâhedeye bağlı olarak yapıldığı için «mukaddime» ve «hatime»ye ihtiyaç görülmeyen 1839 târifesinin ak sine olarak, 1862 târifesinde her ikisi de mevcuddur. Zira 1861 muâhedesiyle gümrük resmi nisbetleri tesbit edildiği halde, % 1 0 olarak ka rarlaştırılan indirimden bahis yoktur, işte târifenin sonunda bunların ay rıca tasrihine lüzum görülmüştür. Tarifede, alınacak gümrük resimleri tesbit edilmeyip râyice bırakılan mallar hakkında da açıklama yapılmak ta ve ihraç mallarında râyic f¡attan % 1 0 düştükten sonra diğer emtia dan o sene yüzde kaç gümrük alınıyorsa o nisbette resim alınacağı kayd edilmektedir. Ayrıca ödemelerin ne cins para ile yapılacağı da uzun uzun îzah 29 Ayni vesika. 30 Bulwer’dan Russell’a Nr. 653, 23 Eylül 1861: F.O. 78/1576. 31 Bulwer’dan Russell’a Nr. 673, 1 Ekim 1861: F.O. 78/1576. 32 1862 târifesinin metni için bk. Bşb. Arşivi; Düvel-i Ecnebiye Defterleri, İngilterelü Nisan Dejteri, Nr. 39/5. Bu târife İngilizce olarak 1862’de İstanbul’da «Tariff concluded between Great Britain and Turkey» adı altında basılmıştır. 348 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU edilmiştir. Şöyle k i : Yüzlük mecidiye altını 100 kuruş hesabıyla ve bunun akşamı olan altın ve gümüş paralar ona göre ve 5 gümüş meci diye bir altın mecidiyeye eşit olmak üzere ve ecnebî paralar «bu nisbet üzere olan» darbhane fiatı veçhile peşin alınacaktır. İstanbul'da mecidiye altını yine 1 0 0 kuruştan hesab edilmek üzere, mecidiye yerine borsadaki en yüksek fiatı üzerinden kaime ile ödeme yapılabilecektir. Ancak bu takdirde bir gün evvel borsada bir mecidiye altını kaime olarak kaç kuruştan muâmele görmüşse gümrüğe bildirile rek en yüksek fiattan hesab yapılacaktır. Şimdiki halde kaimenin kabûlü yalnız İstanbul'a münhasır olduğu halde ilerde taşrada da kaime tedâvüJe başladığı takdirde oralarda da kaime kabul olunabilecektir. Fakat şimdiden ilerdeki ödemelerin ne şekilde yapılacağı kararlaştırılamayıp bu gibi durum ortaya çıktığında Bâbıâlî ile ilgili devletler elçilik leri arasında bir anlaşmaya varılması kararlaştırılmıştır. «Hâtime»nin son kısmında târifenin yenilenmesi istendiği takdirde taraflardan birinin yedi senelik müddetin bitiminden altı ay önce müra caatta bulunması gerektiği, bu müddet zarfında müracaat edilmediği takdirde târifenin yedi sene daha yürürlükte kalacağı da belirtilmiştir. Târifede yer alan mallara gelince: 1839'da 226, 1850'de 210 ola rak tesbit ettiğimiz ihraç malları 1862 tarifesinde iki mislinden fazla ar tış göstererek 460'ı bulmaktadır. Bunlardan 77'si ise ihraç malları lis tesinin sonuna konmuş olan «Asitâne mahsulâtı» dır. 4'ü Asitâne mah sulâtından olmak üzere 62 madde ise râyice bırakılmıştır. Târifede bu defa yer alan mallardan büyük kısmını çeşitli hayvan kürkleri ile mâmul maddeler teşkil etmektedir. «Asitâne mahsulâtı» lis tesinde bulunanlardan hiçbiri bundan evvelki târifede mevcud değildir. Şâl-ı Asitâne, bindallı, pirinç ve tunç terazi dirhemleri, sırma ve sim tel vs. bu cümledendir. Idhal malları sayısında ise 1850 târifesine nazaran — az da olsa— azalma görülmektedir. 249'dan 228'e düşmüştür. Bunlardan 46'sı ise râyice bırakılmıştır. 1839 ve 1850 târifelerinde mal fiatları kuruş, gümrük resmi ise akça olarak gösterilmiş olduğu halde, burada her ikisi için de kuruş ve santim birim olarak alınmıştır. OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 349 rv 1839, 1850 ve 1862 TÂRİFELERİNİN MUKAYESESİ Eklerdeki tablolar üç tarifedeki fiatlar ve gümrük resimlerindeki artış ve azalışları ve bunların birbirine olan oranlarını göstermek üzere düzenlenmiştir. Bunun için tarifelerden en az ikisinde mevcud olan mallar alınmış, önce fiatlar, sonra da gümrük resimlerinin 1839-50, 1850-62 ve 1839-62 târifelerindeki artış veya azalış oranları hesablanmıştır. Tablolar dikkatle incelenirse görülür ki, 1850 târifesinde, gerek idhalât, gerekse ihracat mallarına âid gümrük resimlerinde, birkaç mal müstesna, azalma vardır. 1839 ve 1850 târifelerinde müşterek olan 53 idhal malının 44'üne âid gümrük resimleri % 3,7 (demir levha) - % 89 (jacconet adı verilen mermer dülbend) nisbetlerinde azalmışlardır. Gümrük resimleri artan malların sayısı 9 olup bunlarda da % 1 (zence fil) - % 93,3 (rom-ı İngiliz) nisbetlerinde artış vardır. Düşüş ortala ması ise % 36,3'dür. Fiatlarda 53 malın 30'unda düşme, 19'unda yükselme görülmekte, 4'ününkü ise sabit kalmaktadır. 1850-62 târifelerinde müşterek olan 163 idhal malının 124'ünün fiatında artış olmasına karşılık 38'inde düşüş kayd edilmiş, sâdece birinin (nışadır) fiatı ayni kalmıştır. Gümrük resimleri ise hepsinde büyük mikyasda yükselmiştir. En az artış nisbeti % 62 (karanfil), en çok % 1797 (bira)dır. 1862 târifesindeki gümrük resimlerinde bu derece yüksek artışlar kayd edilmesinin sebebi ise 1839 ve 1850 târifelerinde idhalât resmi % 3 üzerinden hesab edilmiş olduğu halde bu defa nisbetin % 8 'e çıka rılmasıdır. 1839-62 idhal malları târifelerinde müşterek olan malların sayısı 45 olup bunların 17'sinin fiatlarında artış, 22'sininse düşüş vardır. Biri (maden kömürü) sabit kalmıştır. En fazla artış % 152,3 (rom-ı İngiliz), en az artış ise °/o 1 (bakkam-ı al ve Portugal)'dir. En çok düşüş % 60,3 (karanfil), en az % 3,4 (ispermeçet mumu)'dür. Gümrük resimlerinde, yukarda da işaret olunduğu gibi, 1862 târifesiyle tesbit edilmiş olan gümrük resmi nisbetinin yüksek oluşu dolayısiyle 1850-62 tarifeleri arasındaki oran kadar olmamakla beraber, bü 350 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU tün mallara âid resimlerde artış kayd edilmektedir. En fazla % 345,8 (bira), en az % 6 (anber kabuğu) nisbetlerindedir. ihraç, mallarına gelince: 1839-50 tarifelerinde müşterek 125 malın 89'unun hatlarında düşme, buna mukabil 22'sinin hatlarında artma var dır. 14 tanesi ise sabit kalmıştır. En az düşüş % 2,1 (bakır evâni), en çok düşüş % 64 (bogasi-i Denizli)33 dür. Fiat artışında en yüksek oran % 50 (gülyağı), en düşük ise % 1,8 (buğday)dir. Gümrük resimlerinde 117 malda % 66,6 (alaca-i Tire ve Bor ile astar-ı Taşköprü) — % 1,9 (keten tohumu) arasında düşüş kayd edi lirken 8 malın gümrük resmi nisbetinde artış olduğu görülmektedir. Artma nisbeti ise anason-ı Kayseriyye (% 51,1) istisna edilirse % 26,5'u geçmemektedir. Gümrük nisbetinde değişiklik kayd edilmeyen yegâne mal olan sülüğün yanında, iltizam müddeti bitinceye kadar eskisi gibi alınacağı kaydı vardır. 1850-62 tarifelerinde müşterek olan 142 ihraç malının 80'inin hat larında artış, 59'ununkinde düşüş görülmektedir. En a z a r t ı ş % 0 , 4 (kirpas-ı Gedüz), en fazla ise % 750,4 (sülük)tür. 3 malın fiatında değişme olmamıştır. Fiatlarda 80 malda artış olduğu halde gümrük resimlerinde bu, 46'ya düşmüştür. Bunun da sebebi, gümrük resminin hattan % 16 in dirim yapıldıktan sonra tesbit edilmiş olmasıdır. En az artış oranı % 1,9 (saleb-i Anadolu), en çok ise % 551 (sülük)dir. 96 malın gümrük resmi ise % 0,4 (ham Rumeli pamuğu) — % 77,9 (alacehrî-i Rumeli) arasında değişmektedir. ihraç malları bakımından 1839-62 târifelerinin mukayesesi yapıla cak olursa 105 maldan 40'ının fiatında artış, 62'sininkinde ise azalış göze çarpar. 3 malın fiatı aynidir. Bunlardan en çok artış nisbeti % 155 (ceviz), en az % 2,8 (Hama sofra ve peşkirindir. Düşme oranları da % 0,5 (balmumu) ile % 93,8 arasında değişmektedir. Halbuki gümrük resimlerinde sadece 16 malda artış görülmekte olup, bunlarda da — % 557 ile sülük istisna edilirse— en yüksek oran % 81,1 (ceviz) ve en düşük % 0,2 (Karaburun üzümü)dir. Azalma nisbeti de maldan mala değişmekte ve % 0,5 (saleb) ile % 90,1 (alâcehrî-i İskilip ve Kayseriyye) arasında Seyr etmektedir. 33 Bu madde 1850 târifesinde «bogasi-i Hamid»le birleştirilmiş ve kıyyesine 18 kuruş fiat konmuştur. Halbuki 1839 tarifesinde «Hamid» 35, «Denizli» 50 kuruştur. Bunun için 1850 fiatı, iki rakamla ayrı ayrı mukayese edilmiştir. Eklerde ihraç mallarına âid listelere bfc. O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 351 Ancak 1862 tarifesinde hatırdan çıkarılmaması gereken bir husus vardır, ihraç malları için tesbit edilmiş olan gümrük resimleri sadece 1862 senesine âiddir. Sekiz sene sonra, verilen rakamların 1/8'ine dü şeceklerdir. Meselâ afyonun bir kıyyesine ödenecek gümrük resmi 1862'de 1920 akça olduğu halde, 1869'da 240'a inecektir. Yine bunun gibi 1862'de kantar başına 432 akça ödenen siyah üzüm için, 1869'dan itibaren 54; kantarı başına 1344 akça resim verilen zeytinyağı için 168 akça ödenecektir. Sonuç olarak denebilir ki gümrük resimlerinden elde edilen hazine geliri bakımından 1839 tarifesi bir ferahlık, 1850 târifesi ise darlık mey dana getirmiştjr. 1850'yi takib eden birkaç yılın idhalât ve ihracâtının, kıymetler toplamı bakımından büyük bir değişiklik göstermemesi hâ zinenin kayba uğradığına delil teşkil etmektedir, ihracat ve idhalâtta ancak Kırım harbinden sonra artış kayd edilmeğe başlamış, 1862'den itibâren ise bu artış süratlenmiştir. Gerçekten 1861'de Oşmanlı top raklarından İngiltere'ye yapılan ihracat £ 13 000 000 iken 1865'de £ 28 000 000'e çıkmıştır. Fakat, müteâkıb yıllarda artış hızını kayb et miş ve 1867'de £ 20 000 000'e kadar düşmüştür ki bundan, ticâret hacminin seyrinde gümrük resmi nisbetlerinin tek faktör olmadığı so nucuna varabiliriz. Nitekim, 1862'den sonra Osmanlı idhal gümrüğü nisbetlerindeki artışa rağmen İngiltere'den yapılan idhalât azalmamış, bilâkis hemen hemen ihracattaki seyre paralel olarak artmıştır. Burada, sadece gümrük resimlerindeki değişikliğin Osmanlı hâzi nesine ne ölçüde tesir ettiği bahis konusu olduğundan, uzun vâdede mütâlaa edildiği takdirde, nisbetlerdeki düşmeye rağmen, ihracat ve idhalâttaki artış sebebiyle hazine kaybının telâfi edildiği söylenebilir. 352 ij MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU TABLO I. İhraç Kv a l l a A ^ /â //n c /n s / Aflkdar /ÖSS (■krş) A fyon K/yye A la ca .i Haleb Top A laca, i M anisa fien k / (lop 100). Top Alaca. / Sam ve çHar/*ve keleni Alaca, i Tire ve â o r Top 60 30 38.50 .5 0 1800 300 385.70 .5 0 HO 60 70.70 -4 5 .4 20 ö 5.20 .6 0 10 2.90 18 4 .3 5 .7 .77,7 .8 5 .7 1.30 .( 8 4 .7 (4 .7 6 .3 // 5 ,5 Anason, i Kayseriyye // (.5 Anason./ fiu /n e li // K ile / (kme 14) Top 1862 (krş) 200 101 Okka n 1350 > 7 ~ /a lla rd a k / a rl/p ve i azal/ş niskellerif% olarak) 1833. 1833. s 1850. 1862 ■.f 1862 1850 i keş) 140 A la c e h rî.i İskilip (ednâ) Alacelrrl.i /ski/ip ve Tayserr/yye (âlâ) AlacehriJ Rumeli A rpa, i / slanbul r 28 4 .5 . 2 2.60 — 2 2.30 6.25 6 5 .4 0 i 38.6 42.8 28,3 .5 7 4 (7.9 .3 5 38 .35.8 .7 8 .5 .3 5 .7 -7 4 .7 1 33.3 — 44 \ j t; t 73.3 30 i ? Ş i .( 0 .(3 .6 J 15 — 20 m rayiç .5 0 - — f. ûenk / (iop 60) Top 1080 550 450 .4 9 ' .(8 4 .58.3 f t .6 0 .3 5 ö a k /r (e v a n î ) K /yye 23 2 2 .5 2 6 .5 0 ' - 2 4 3 a k /r (kû /ç e) // 10 12.5 raylc S a k /r (kol/ne) ✓/ S 3 9.30 B â l 1/7.1 B /lecik (sât/e) Ç /fi 50 36 38.50 B alm um u (külçe) K/yye i 8 .5 13 18.40 B e le d i, i Ç ift 25 İ7 12.60 .3 2 15.3 .21.6 i i titi '*! 1; 30 23 26,10 -23.3 13.5 .13 jr 35 50 J} f8 14.20 -48.5 j - 2 ( 4 .6 4 A s ta r./ Geyve A s ta r. / Kastamonu A star, t Taşköprü B u rs a B eled i, i M erzifon B o y a s i.i K a m /d ve Denizli veelvan re a/acasi // K /yye 15 6 3.90 25 (7 .7 — 15.2 - - 0 3,3 3.3 .2 8 69 2.7 -3 4 .2 3 - 0 .5 t -59.4 -7 (6 i OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 353 ıallan tarifeleri û ¿i sn r a A: 183 9 Ga/nrâÂ: res/yn/er/aclel/ a r/jf ye azaZ/f sr/jA el/ea1%) 1833. 1850. 1839. 1850 1862 1862 r e 's / '/ n / e r l 1850 1862 Calçe) 1090+ 363= 1453 fa fç e ) 1270+423=1893 (atçe) 1920 648+216 = 864 272 + 90 = 362 370 .58.1 3702 -4 7 9 .65,9 .8 2.3 5 4 4 + 181= 7 2 5 678 -5 4 .2 - 6,4 .5 7 .1 7 2 + 2 4 = 96 49 .66.6 -48.9 -4 8 .2 91+30=121 27,66 — .7 7 .7 — 39,60 -46.1 .8 2 . .9 0.1 .3 0 .7 .7 7 ,9 -84 .6 19440+6480 = 2 0 9 2 0 8165+2721.5=10866,5 1188+396 = 1 5 8 4 ~ 2 16 + 72 = 2 8 8 303+100=403 1 6 3 + 5 4 ,5 = 2 1 7 5 59+19 = 78 4 1 + 1 3 ,5 = 5 4 ,5 12 16+5=21 2 5 +8 = 3 3 24 ~ — 67+23=30 216 + 7 2 = 2 8 8 • 11664 +3888= 155 52 1 6 2 + 5 4 = 216 51.1 20+6=26 21,60 5 6 .5 + 1 9 = 7 5 ,5 51,60 .16.6 9 1 + 3 0 = 121 %8 .5 2 4990+1663=6653 • 1 6 .5 5 4 + 18 = 7 2 — 13.4 8.2 .27,2 32,1 .5 7,1 14.8 .1 5 — .3 0 -42.7 — .57,2 .3 5 -72.2 37,20 .66.6 -48.6 -64,1 254 .1 7,3 .6 .6 -2 2 ,7 4320 2 4 8 + 8 1 = 329 204+66 =272 108+36=144 113.5+38= 151.5 %8 81+27= 108 88.8 .16.2 -17,5 3 26.5+ 109= 435.5 - 3 70 .3 9 .5 .1 5 ■ -48.6 200+67=267 173+57=230 176 .1 3 .8 .2 3 ,4 -3 4 2 70+ 90 = 360 1 54 ,5+ 51.5= 206 187 -4 8 .7 -9 .2 -330 +108=438 . 2 08 .5 + 6 9 .5 = 2 7 8 250 .3 6 .5 .1 0 -41.5 I 163 + 5 4 = 2 1 7 134 I -38.2 .7 3.7 .8 1 3 97+32 = 1 2 9 540+180=720 . > 1 -378+ 126 = 5 0 4 540+180 = 720 - 4 .8 — .38.9 : .4 8 Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 23 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 354 f,Yat/ardaki art/ş ve aza//ş nisbet/erify. o/arak) 7660_ 7636. tâ62 18331862 ■7850 7662 77,2 İ5.30 7,8 3.2 f / a 7 7 a f~ A-Aat/r? c/nsi A7/kdar Buğday İst.kilesi 73.75 t/Uy/eao) f/yye 60 Ceviz C/r/f ( ¿//camie) 7/ Çit.i Kastamonu ve , Denk yorgan yâzû Ç/tyorganydzti.i 7ökad Top vee/vah ve bogasi K/yye Çöğen Deri (toyt/û yekeçi) Âded Deri (/tuzu ve küçük keçi) Der./' tavşan(Anadolu) // /1 Der,S, tavşanffume/v) 7833 3.5 7850 İ4 57,5 5 800 763 -4.7 42,8 566,50 733.4 . 755 - - — -23.4 — .70 — 7 6,30 - 7.5 3 İ.30 33.3 4. s 2 6.30 .555 275 İS 3.70 -40 İ60 too İ53,30 .37,5 52.3 // 85 60 ¿4,4° -23,4 57,3 Döşek veşdie.iA'/br/s ✓/ 38 76 73,30 -42.8 .76,9 .52.5 £t>ucebi karpuzu K/yye A2 İO — .76,6 — — /e s ./ Tunus kek/r /Cağ/d 200 (â/â ve ednâ) ._ fes.i Tunus (Mecidiye 4 tabir o/unur) 300 fes.i Tunus, sag/r Deste (â/â, evset, ednS) 70 Kantar f/nd/k İTO 773 .75 .33.3 -7.3 İ00 66,70 — .33,3 — İ70 773,30 .75 .33,3 55 65,70 -21,4 73,4 -2,4 .72,8 .73,5 — .5 706.6 26,6 40 24 -4,3 77 _7 fu ia .i Sursa Çift 40 37 32,20 -7,5 Geyik boynuzu K/yye 5 -20 3 4 2 - // 2 0 0 Gu/yağ/ Af/skat İO İ5 77,80 50 -21,3 78 Günlük Kantar 180 İ65 rayiç -8.3 — Hal/, i Uşak K/yye - İ6 25,20 - 57,5 Güibahar 0 — OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ G3/I7/-Ö2res/zulm/ıele/r û u /n rû /: re a //T ile r / 183 9 16 S 0 150+48= m 127+42 = 163 648+216=864 522+174 = 636 37+12=40 45.5+15= 60.5 355 1662 146 1565 — arfyf ve mzaZ/f 1'A) 1839. 1639. 1650. 1650 1662 1862 .13.6 .26.3 -14.6 . -184 22,4 124.8 — 81.1 — 7257+2413=9676 5438 63.5+21=84,5 60 1 6+ 5= 21 18.5+6 = 2 4 .5 18 16.6 .2 6 .5 '-14.2 48+16=64 25+8=33 60 -48.4 81.8 -6.2 .5 0 — - — -4 3 7 — — .28.5 — 2 7 + 3 = 36 1 3,5 + 4.5 = 1 8 23 1728+576=2304 3 07 + 3 02 =1208 1510 -4 7 .5 24.8 .3 4 318+306= 1224 544+181,5=725.5 906 - 40.7 24.9 .25,9 3 02 + 1 00 = 4 02 145+48.5=193.5 127 .51.9 -3 4 .İ - 68.4 123+42=171 3 1 + 3 0 = 121 2160+720=2880 1542+514=2056 307+302=1209 — — .2 9 .6 .19.1 — 1087 .28 .6 -47.1 679 — -4 3 .8 — .27,3 — 2160+720=2880 1542+514=2056 1087 -28.6 -4 7 1 .27,3 756+ 252=1008 483+166 = 6 6 5 630 .3 4 -5 ,2 .37,5 4 32 + 1 44 = 5 76 336+112 = 4 4 8 308 .22.2 .31.2 .23.1 45+15=60 38 — -36.6 — 18+6 = 24 13 .20.8 .31.2 136+45=181 113 -37.5 .21.5 1344+648=2592 1437+433=1396 7.8 .22.3 — 145+ 48 = 193 241 — — 2 1+ 7 = 28 108+36=144 -14.8. 86,5 — 24.8 — — MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 356 T /a Z /a r d a k i arZ /g re k / a / / a r 3 İ //7 C //7S/ Z839 İbrahim ¡yye ia b ir olunur kı/maş Z yn e./ M a/Zarm / ih ra m ./ R u m e li (e/van ve beyaz) /p ek ( Ay dm, s uy/a, ZZen/eçe) ///e k , Z/a/n (Barsa, ZZ/hg/Zç, k/r/nasZ/, öand/r/na, Ayanc/k, krd ek, kap/day) ip e k (SZ/rne, k//neZoka, T/r//ova, f/Zibe, Pazar, e/k, Z a y ra -i aZ/k ye ced/d) /p e k (Z Z /h r/s ) /p e k (¿am, ZZaZeh, Sayda ve Z/avaZ/ZerZ) Zpek(Zanjg, T/rJıaJa,Z/enişe. h/r; i/enişehr. i Solos, Sela nik, karaferya, Çarşamba ve öaZra) (ja ş y a k e ç e ./ k a r a b is a r (beyaz ye e/van) kenevir /ohumu ZS33- Z833. Z850. Z862 Z862 /ÖSO Z862 Top 55 5 7 ,3 0 5 ,2 k /y y e Z2 6 ,5 0 -4 6 8 30 37 2 2 .5 0 .33,7 -Z 6 .6 -2 5 n Z50 33 108.50 .38,6 17,6 -276 // 200 Z55 .2 2 ,5 . // 200 Z2£ .3 3 // ZPO 70 Z08,5O -4 İ6 55 - 3 .5 a ZP0 22 Z085O .2 3 .3 P00 ZZ3 -43.5 12 ZS .3 7 ,5 20 20 O 15 ZO Z3 14 0,80 Z5 3Z,50 2/ Z8 k a h v e .i yemen keçe. / azaZ/f n/sZe/ZerZ/% o/ara/) Af/Adar A ded ZslanZ/uZ ¿//es/ Z2/30 kelen ZpJiyi (bam/ama Zab/r oJı/nar) k/yye AZeZen tohum u Zsianbı/l k//es/ k/ZZm.Z Turkm en Aded 75 Z28,60 k /'/n y o n k/y y e 2 2 k/'rpas./ AlS/ye(enh) Top 3 5 ,80 Z8 Z8S0 Z7.3 .33,3 23 7,6 .9 4 ,2 ZZO Z6.6 -Z4.2 7 /4 0 .3 5 .5 .3 5 .1 8 .3 3 ,8 OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ û û /n r a / r 163$ r e a /z n /e r / 18 6 0 1662 357 06/nrû7 resJ/7?1rr1rrcfc4/ a rl/f ve aza/v /ı/J İe lle /1 1%) 1839L 185018397850 1862 1862 556 — -1 6 .5 _, 1 03+36 = 1 4 5 62 — .5 7 ,2 _. 3 2 4 + <08=4.32. 2 4 5 + 815 = 32 6 ,6 216 -2 4 .5 .3 3 ,7 -52,3 1 6 2 0+ 5 4 0= 2 16 0 8 3 5 + 2 78 =1113 104 c -4 8 ,4 -6 3 -5 1 ,7 — 499 + 166 = 6 6 6 — £150+720=2880 1406 + 4 6 8 =1874 — -34 ,3 — — 2160+720=2880 1107+363=1476 — -4 8 J - — 2 3 .1 -3 9 ,7 1236+432=1722 6 3 5 + 2 1 1 ,5 = 8 4 6 ,5 7042 -8 3 123 6+ 4 3 2= 1728 8 3 5 + 2 7 8 =1113 1042 -3 5 .5 2160+720=2880 123+43 =172 1025+342 = 1367 — -4 0 68+22 = 30 __ -4 7 ,6 .6 ,3 .3 9 .7 - — 270 + 30 = 360 182+60 = 2 42 — -3 2 ,7 — — 762 + 5 -4 = 2 1 6 3 1 + 3 0 = 121 118 .3 2 ,7 -3 ,4 -1 5 ,3 127+43=163 78 -9 ,6 -53.8 -4 8 .1 136+45=181 302 — 66.8 — -31,8 -3 3 ,2 140+47=187 — 734 + 6 5 = 2 5 3 1 3 0 ,5 + 6 3 ,5 = 2 5 4 173 -1 ,9 — 680+227=307 7234 — 21+7=28 2 0 + 6 .5 = 2 6 .5 13 -5 ,3 — 81+27=108 55 - 36 - 28.3 -4 9 — - 32.1 — MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 358 y ' / a / / a /A A a //n c /n s / A f//d a r f63S 1 /S 5 0 1 /6 6 2 y /a //a r d a /i a rl/s ve 3 z a //f ris ¿ e //e ri(fi e/ara/) 7833. 7633. 7850. 7862 7862 1850 A /rpas./ Atâ/ye(ensiz) // _ 7 4 .7 0 — .3 2.8 A /rp a s . / // 25 f4 — -4 4 — — A /rp a s ./ A ram a A /y y e 30 /s — .3 6 .6 i- — A /rp a s ./ G edı/z(er//) fe r // lop 50 // 6 25 -3 4 .4 411.80 ■) \0 ,4 480 1 [4 1 0 ) A/yye 25 f4 72,80 -4 4 -8 .5 -4 8 8 Tc/> 25 2 2 ,5 — ./o — — /A 1.3 7/ S .20 .75,3 .76.3 . 29;2 fa y y * f /0 70 64.30 .3 6 ,3 -2 1 -4 İ 5 4A /t ¿ )a y » (ers/z) A/rpas./  e/er (AradoA ) ' A /rp a s./ A f a/a (y a A /rpas./ A f e reme/? A /rp a s ./ V /zea — -34.1 -14.2 .11.2 A /fre\ ¿beyaz (/f/e rm /f, â/â ) A //re (evsat) // 22 (3 23 .7 3 .6 22,2 // — /O 3 ./0 — .3 — A //r e // — 3 .5 6.50 — 8 5,7 — /sfdfiói// fti/esJ Aaaiar ? 7 _ _ .2 ,7 2,8 .7 0 72,5 3 .4 (e d ra ) Ao fo ro z ve Çavdar3 Ao///oya. i A rado/ı/ m f7 5 e) 7 .20 .6)6,30 1.37 - - Ad/Soya. / A /âr/s ve ö e r/y e /d f. şa/n ve Trai/c/s // (0 0 3 7 .5 /.33,30 - 2 .5 3 6 .7 33.3 A of i e r // /oo /OO 1,60,70 0 60.7 60.7 Aósele.i A ydın Aded 30 30 25,7 0 0 - ASse/eJ Gerede // 45 30 32,20 .3 3 ,3 // 200 f /5 48,20 -4 2 ,5 // 5~0 45 — .7 0 35 28.30 - Aósele.i M an d a ve A a ra s /ÿ /r (p/şm /f) Aose/e./ ya/ova A ı/fa / Ope///, f/r¿a¿) // - -74.3 7,3 .5 8 -14A -2 8 ,4 .7 5 ,3 ----- — -17 ,4 ’ — * O SM AN LI-İN G İLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ G. u m r û 4 7 8 .3 9 r e s /m /e r / 76 5 0 63,5+27=84.5 ___ 270+30=360 7 27 + 42 =769 3 2 4 *7 0 8 = 4 3 2 772,5+57.5=230. 1862 G5/nrû1r resJ/7?1er/hc1e/7 a rl/f ye azal/f r/s is l/e n 7%) 1833. 7850. 1839. 1850 1862 1862 — 44 — — 6750+2250=3000 359 -4 7 .9 .5 3 — — -4 6 .7 — — .5 6 -4 4 J ) | 3720 + 7240=4360 3953 | ^ 20.3 . 28,8 5784 + 7728=6972 -3 2 9 270+30=360 7 2 7 + 4 2 =769 270+90=360 £04+68=272 740+46=786 700+33=733 88 -2 8 .4 -3 3 ,8 ' .5 2 ,6 6 3 5 +277= 8 4 6 617 -4 6 .5 .2 7 .6 1 7 7 3 + 5 7 .5 = 2 3 0 ,5 2 21 -27 .2 -3 .9 -3 0 -28 .9 ■ 7788+336=7584 237+73=376 122 — .5 3 .2 7 ,8 . 2 4 .4 — 87+30=72/ 86 — — 32+70.5=42.5 62 — — 4 5 .8 .66,1 — — — -18.3 -1 9 .2 8 .9 -7 0 .6 -3 1 ,6 .4 0 - 18.3 1279 -1 8 8.3 - 11,1 8 0 7 + 3 0 2 = 720 9 1542 .1 6 2 7 ,5 7 • 3 2 4 + 7 08 = 4 32 2 7 2 ,5 + 9 0 ,5 = 3 6 3 246 .1 5 .9 .3 2 ,2 .4 3 486+762=648 2 7 2 ,5 + 9 0 ,5 = 3 6 3 308 -4 3 ,9 -75.1 .5 2 ,6 2760+720=2880 7 0 4 3 + 3 48 = 7 39 7 462 .5 1 ,7 .6 6 ,7 .8 3 ,9 4 0 8 + 736=544 — -2 4 A 318+706=424 277 75+25=700 6 3 .5 + 2 1 = 8 4 .5 3) 68,4 7588+528=2777 i ) 60 1891 7080+360=7440 8 8 5 + 2 9 5 = 1780 7080+360=7440 7344+648=2532 5 4 0 +780 = 7 2 0 — - — ' ' — -3 4 .6 — — MÜBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 360 p y a / / a y~ /-V â /y n c /n s y M /Adar (6 3 3 7650 7663 \ 7~>a77ar daAi ar/yş re aza/yş- r?/sbe//eri(X o/areA) 78337633. 7650. 7660 7662 7862 77 70.50 _ .3 8 ,2 _ — 50 77.30 — 5 4 ,4 — Pyyye — 300 £ 63 .80 - 37,4 — A ded — 40 46,70 - ■ 76.7 — Top 70 5 7 ,5 8 3,3 0 .3 .5 23,2 78.8 yy 80 45 53.30 -4 3 .7 / Z4- .3 3 ,3 P a /n İ. / /Varna (sâde) C/Ti 60 45 46.70 .3 5 3 .7 .23,7 Pu7nî.i H am a (7e//i) yy 750 so 728.60 .4 0 42.3 .2 0 ,9 P a /n /.i Ş am Top _ 6 5 ,5 66.70 _ 7.8 Z d a b /e b Pyyye 5' 5 — 0 — M anda boy n a z a C /M M a z ı (â /â ve ednâ) P aniar Paşa A, A b ra c a /a r (beyaz re e/rar?) PeyşaA, ö a m r i Pyyye A de d Pi/şaA.y T ra b /a s OfieA) PeyşaA- / T an a s /Tu/y7 /1 / B a rs a A ,a/n / . / / / a /e i N /ş a d ır.y M ıs y r Pa/am ud (by/ccim/e) yy — yy 7.7 .. .79.7 300 2 36 75.3 - i? 73.8 3 ,5 .3,20 5 15 5 .3 0 7 .5 5 .3 0 1 M ü r r .i sàfy A ded .2 0 -3 .6 - — -2 ,6 Vari l 7 Ayyye 70 Pyyye 3000 3000 3500. O 75 75 4 .5 4 4 .7 0 .8 ,3 77,5 4 ,4 yy M. S 77 — .7 2 — _ P an /ar 66,5 5 3 ,5 - .2 — 5 7,4.0* 45* PamırA. / Ânado/a (bam ) Pamu/c.ı A’ume/i(bam) *Cï Meşin, i Anado/u ( Arrmrzy) M us/aA y 360 — 263,60 360 * M eşin.i Anado/u re Auyne/y Meşin.} Teme/i(byr/nyz/) . 325 _ .74,2 yy 336,5 3 3 6 ,5 270 0 74,7 74.7 yy — 305 252,30 - 23,7 — OSMANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ û û m rû  : tâ 3 9 — — — ■ r es /m /e r / Z8SO Z862 361 62/77/-Ü2 re s tm /e r/rt/e /f er/Jf ye azaAf /? /s 6 e //e // /% ) / 850. Z839. Z839/8 5 0 Î8 6 2 Z862 -5 0 .7 / 5 4 1 5 /,5 = 2 0 5 ,5 /O / — 4 5 4 1 /5 / = 6 0 5 740 — 2 2 .3 — 2544 — 5 .2 — / 8/4 1 6 0 5 = 2 4 /9 — 3 6 3 1 /2 /= 4 8 4 448 — 7 5 6 ı2 5 2 = /O 0 8 6 1 2 1 2 0 4 = 8 /6 798 _ /9 -8 .8 _ 8 6 4 + £ 8 8 = /f 5 2 4 0 8 1 /3 6 = 5 4 4 /> // .5 2 .7 -6 .İ .5 5 .6 6 4 .8 1 -2 /6 = 8 6 4 4 0 8 1 /3 6 = 5 4 4 448 .3 7 -Z 7 .6 -4 8 .3 1834 -4 3 .6 7 3 .4 — /6 2 0 + S 4 0 = 2 /6 0 8 /6 .5 1 2 7 2 = /0 8 8 .5 5 9 0 1 /9 6 = 7 8 6 — 640 — Z 4 -/8 .6 — • 20.8 -1 2 .9 — 5 4 1 /8 = 7 2 4 5 .5 1 /5 = 6 0 .5 3 2 4 0 1 /0 8 0 = 4 3 2 0 2 3 5 9 1 7 8 6 = 3 /4 5 2522 .2 7 .2 ./9 8 -£ 7 t £ 27221907=3629 2842 .2 9 .9 -2 /7 -4 -5 ,1 3 8 8 8 1 /2 9 6 = 5 /8 4 — - /5 .9 — 3 2 1 /0 .5 = 4 2 .5 30 — -8 9 .4 — 5 0 1 /6 .5 = 6 6 .5 50 — -2 4 .8 — 6812 2 .5 = 50 — — _ — 3 8 .9 _ .2 5 -8 .3 - 3 /,2 .2 6 ./ -4 4 .8 — ■ 2 /6 0 0 481 / 6 = 6 4 3 0 .5 /8 / 4 4 1 6 0 4 8 = 2 4 /9 2 3 6 i/ 2 = 4 8 /3 5 ı 4 5 = / 8 0 /0 0 ı3 3 = /3 3 7201240=960 4 7 6 1 /5 9 = 6 3 5 33600 44 — 493 — 432 2554* — 8 5 /= 3 4 0 5 — -2 2 .4 — — — -4 8 ,6 .3 /9 2 /4 5 1 7 /5 = 2 8 6 0 2532 — Z860 1 6 2 0 = 2 4 8 0 2468 — 4 .5 - 0.4 — MUBAHAT S. KÜTÜK.OĞLU 362 K / a / i a r AS/kdar A y/ a i / / ı c /n s/ m s P am u k /¡o//jy/_/'iz /n /r (ö eyaz ve e/van) P eş/p m a i. / P a rs a K /y y e P e ş /e m a /./ 3 a rs a (A k A a ş ) P eş/em a/. / S e /â n /k // X /A i3 /4 16.70 -4 4 13,2 -13.3 -40,9 .3 3 ,2 /A, S /A S 3 ,8 0 0 -2 1 .6 -81.6 // 30 £0 /5 3 0 -3 3 ,3 .1 8 ,5 -4 5 6 K /y y e A4 3 S ,8 Û -1 1 .7 3 3 ,3 7 0 ,5 // 34 30 A5 ,3 O .1 1 ,7 . 13,6 -A 3 .2 // 5 5 3 ,7 0 0 M 94 C /T / - P ak/ İ8 6 A iâS O A ~ /a //a rd a k i e r i/s ve a za i/ş n /s ie /ie r io ie r a k ) 1833. 1833. 1850. 1862 1862 İÖdO / Sk 7‘t A AS 8.3 P /ş te .î A n k a ra (â /ic d m /e ) P /ş ip .i arg aç ( = a ik / ip //y /) P /ş /p . i 3 e y p a z a r/ // - /A, S id, AO — 2 3 ,6 P /ş /e ./ P a r a c a /a r // 20 İ7 i.9 ,4 0 .1 5 1 4 .1 P iş ie .i K as/am onu ve Geyve ve A /â/ye P /ş /e ./ K e16 ve S ürm ene P /ş /e . / K e /e n ./ A n ad o lu P /ş / e ./ P /a rk o /a // /A, S İO 3 ,7 0 .2 0 -3 // /S /3 ,S id, A O - /O 20 8 // 8 ■7,5 /3 -6 . A 7 3 ,3 40 // /A, S 8 3 ,4 0 .3 6 P /ş /e ./ T u ra // A2, S AO id, AO -1 1 ,/ S aban K a n /a r İ7 0 İ7 6 İ3 6 .5 Sahityan. / T r e y i/ ve B ak/kesir (k /rm /z /) S ahliyan ./ isiim iye ve Çerban/' ve K ar/ova V.S. (s iy a h ) Adeti / AS- İ8 i A, 5 S a k //y a n ./ P ay seriye ve Ayin S a A iiy a n ./ ¿ /şak Ye Tosya (k /rn ? /z/) S ahi/yan. / R um eli (k tr m /z /) , Sahtiyan. / isp a ria . /z m /t, Konya, St/mnu ve Uşak (siyah ) Aded 5 İOO Aded 6 120*1 io o / // _ Aded / A ded __ 5 — 3 .2 2 ,4 .3 2 ,8 -1 9 -2 3 ,1 .2 2 ,4 .1 9 ,7 .2 8 .3 2 ,2 -5 0 6 ,9 0 _ .1 8 ,8 65 8 6 ,5 0 -3 5 75 83,10 ¿3,5 İ3 ,9 0 11,3 iA i/,1 0 -7 ,5 8 ,5 ■ 3 ,5 .3 7 ,5 } .2 5 ) 33 10.6 .1 3 .5 .3 0 ,7 -16 .9 OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ G ¿t / r r r û / : r e s /m /e r / 16 6 0 10 3 3 162+54=216 2 3 7 + 7 9 - 3 /6 270+30 =360 } 109+36 =745 1 2 7 + 4 2 = 763 135 + 4 3 = 780 1 1 3 .5 + 3 8 = 1 5 1 .5 1862 363 OüsnrûTr res//7?/er//7cle2r a rl/f ye a za //f /7/sAel/ey/ 7%) 1 8 39 . 1839. 1850. 1850 1862 1862 M 160 .3 2 ,8 .5 7 .2 .5 3 ,1 34 -1 5 .8 . 3 M 7 . 42.1 -6 0 .4 .5 5 .5 - 4 7 .7 7 324 +102=432 187+60 =2 4 1 156 -4 4 .2 .3 5 ,3 .6 3 .8 3 7 ,3 + 1 2 .5 = 5 0 34 + 11=45 5 5 ,2 0 .1 0 2 2 ,4 10,4 2 7 2 ,5 + 9 0 = 3 6 2 ,5 248 .2 5 ,9 -3 1 .4 .4 9 54+18 = 72 4 5 + 1 5 =6 0 92 .1 6 ,7 5 3 ,3 2 7 ,7 — 7 1 3 .5 + 3 8 = 7 5 1 ,5 755 216+72 -2 8 8 1 5 5 + 5 1 = -2 0 6 726 .2 5 ,6 -9 7 135 + 43 - 730 31+30=72/ 92 .3 2 ,8 .2 4 -4 8 .8 7 6 2 + 5 4 = 2 /6 7 2 2 ,5 + 4 1 ^ 7 6 3 ,5 755 .2 4 .5 - 5 .2 .2 3 ,6 6 8 + 2 2 ,5 = 9 0 ,5 725 .2 1 .1 3 7 .7 2 ,6 73+24 = 97 80 -4 6 .1 -1 7 .5 .5 5 .5 367+122=433 86+28=114 135+43=180 — 2 .3 • — - 3 2 ,6 243 +81=324 181+60=241 155 -8 .5 .6 .3 5 .7 .5 2 ,1 1836+612= 2 4 4 8 1596 + 5 3 2 = 2128 1310 .1 3 .1 .3 8 ,4 -4 8 .4 120 .3 9 .7 - 4 4 ,7 .¿ 6 ,6 .3 5 ,3 — 1080 +36 0 = 1 4 4 0 1296+432=1728 .1 0 8 0 + 3 6 0 = 1 4 4 0 — | 77+26=103 66 5 -9 0 + 1 9 6 = 7 8 6 830 -4 5 4 680+227= 907 797 -4 1 5 .3 7 1 1 3 .5 + 3 8 = 1 5 1 ,5 133 108+ 36 = 144 106 — 5 ,6 -12.1 -4 0 3 .1 1 ,9 — .2 6 ,3 — 0 \< * > ' 1 — 1 6 3 + 5 4 =217 1 270+90=360 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 364 s ,•a 7 / /-J a /z n c /n s / r AY/kt/ar 7833 AâSO /66A 7 ~/a7/ardaki ark/s ve a z a //f n/skef/er/ f% o7arak) 7833783378507862 7860 786A SaJeb.i AnaüoJu T /y y e f3 f5 İ9 .3 0 Si/ece k (k /k r /s ) A deü — /O 7.3,30 S inam eki AC/yye S 5 râyic S /y /r boynuzu Ç ift - t30 A 30 S o f (e n /i ve ensiz) ve ş a /.ı A nkara Sofra ma peşkir: i /kama (sat/e ve fe ///) Susam fokumu Top 500 350 424 Aeteü 250 fSO A8 3A Sû/ük X //e f ktyye 20 A'/yye AO A3 795.60 S a f./ fC araca/ar A ded 75 V 73 .6 ,6 Ş a i./ Tunus (beyaz) // AA tâ A6 70 -78,7 Saf-1 Tunus (e/on/ak) // /A 5 60 5A,AO -5 2 .7 3 .5 8 ,2 $ a l.ı Tunus (e/van) // 60 50 3 A, 60 -76 ,6 -74.8 -4 5 6 Ş a l./ Tunus ( k/7a/7) // 60 50 37.80 -76,6 35,6 63 İ3 İ5 ÎA .60 75.3 .7 6 .3 A efed /4 0 SO - T /f f/k ve /T if /k - / A n k a ra (b/fcûm/e) T ü tü n (erm/ye koyfa ) /(/y y e fA U A0,50 76,6 // 6. Vs 6 .5 — 6.2 T ü tü n (çökek, Aoyça) // 825 AO T ü tü n (kenevir ¿oyça) // 6 Vs 8 — U s fu r.ı A n a ü o /u // U zum , b ey/erce /• U zu m . / Aarâât/rof/r // 75 İ5 t0 .5 0 40 3 7 .5 70.70 -6 ,2 88,5 t50 f3 0 £37,40 -73,3 78 Ş im ş ir (bilcü m le) Tak /m . / AT/br/s // A57, AO 75.3 — -4 4 .4 — A 8,6 4 6 .4 33 — — — 76.9 — -3 0 27.7 -A 8 47,9 -75, A 2.8 72,5 - 75 - 42,8 £7, A 30,7 0 7 50 .4 -7,7 45 • - 4 6 .4 878 .73,3 78,6 — 7 0 ,8 — - — — — .3 0 .3 0 7 6,7 5 4 ,2 OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ û ¿ r/7 7 /-û £ 1833 140 + 4 6 =786 r e s //7 ? /e r / 78 5 0 02/j7/-âJr res;/7?/f/-/'/?t7e// a r//f ve a za //f /? /j6eS /er/7%) 1839_ 1850. 1839. 1850 1862 1862 185 - 8 ,4 19 3 7 + 3 0 = 787 132 — 5 8 ,6 45+75=60 %3 .5 3 ,4 7780 + 3 9 3 = 7 5 7 3 2808 5 4 0 0 +1800=7200 3775+7058=4233 4070 -4 1 3 8700+300=3600 7633+544=2777 2468 .3 3 .5 3 0 8 1 -7 0 0 = 4 0 2 2 3 0 + 3 6 .5 = 3 8 6 ,5 - 2 İ6 + 7 2 = 2 8 8 8 7 6 + 7 2 = 2 8 8 f0 1877 154 =216 7 2 7 + 4 2 = 763 125 237+73=376 763 + 5 4 = 2 7 7 7 3 5 0 + 4 5 0 = 7800 544+787=725 — 9 7 +3 2 = fS 9 — İ6 8 648+276=864 648+276= 864 7 3 6 + 4 5 ,5 = 7 8 7 ,5 1862 365 4 5 4 +151=605 — - 3,8 0 — — 4 -0 ,3 — .3 , 8 13,3 — -4 3 .4 -3 1 ,4 — 551 .2 1 ,7 .2 6 -4-8.1 250 .3 1 ,3 1 5 ,2 .2 0 ,8 500 .5 9 ,7 .3 1 .7 2 ,2 312 .2 9 .9 -4 8 .4 .6 3 .8 53 926 -2 9 ,9 7 4 0 + 4 7 = 787 1 3 0 + 4 5 = 175 120 .3 .2 7572 + 5 0 4 = 2 0 7 6 726+242 =368 730 + 4 3 = 7 7 3 1 2 3 + 4 3 = 172 — 137 6 6 + 2 8 = 86 5 3 + 1 9 ,5 = 7 8 .5 — 3 0 + 3 0 = 720 34+31= 125 — 72 +24 =3 6 — 55İ 454 +151=605 66+22=88 - 0 .5 — .5 1 ,9 -3 3 .7 — 7 .3 5 ,8 — 3 8 ,6 - 0 ,5 1 4 .5 .1 0 ,5 — — — — — — 83 1 3 6 ,5 + 4 5 = 1 8 1 .5 101 .1 5 .9 - 4 4 .S .5 3 .3 432+744 =576 2 3 0 + 113 = 4 5 3 678 .8 1 ,3 4 8 .6 1 7 ,7 7 6 2 0 + 5 4 0 =2 7 6 0 1 179+ 333 = 1 5 7 2 2166 .2 7 ,2 3 7 ,7 0,8 762 + 5 4 = 276 366 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU K r a 7 / a r A-Aa/vr? c /n s / M rkdar K /a /Z a rd a k i a rf/ş ve a za/ıs n/sZ>e//er/f/{ u/arak) 7839. 7839. 7850. 7850 7862 7862 7839 /SSO 7662 n /Sû /ÛO m . 40 .76.6 86,4 53,6 // /.'(.O 1/7,5 186.40 .7 6 58,6 33,1 /✓ /5 0 //S. 5 760,70 -2 5 4ö,8 7J // __ 4 3 .5 728,50 — 202 — // 30 80 793 _ 77.7 7 4(2 1 /4,4 // 70 70 760,70 0 729.5 729.5 Uzum (siyah) // 34 34 45 0 32,3 32,3 Uzum (A/anda/ya d ve S/sam ) y ap ay ı (Anado/u, kum e // ve /s/anbu/) yapayı (öeriyye/ü şşam, Trab/usjrarb ve k a v a //s /) // 32 32 54,30 0 700.9 700,9 // SOS 32,4 61,3 31,2 60 .6 ,3 18 ve çekirdeksiz Üzüm CÇeşme mabsu/ö. veyer/i çekirdeksiz) Üzüm (Ör/e çekin/eksizi) // (Jzüm (kuş¿//cümle) •> i CJzüm (/s /a n koy ra z a k ıs ı) Üzüm (Karaburun ra z a k ıs ı) Üzüm ( ör/a ve Çeşme ve Aydın ve Men/eşe mabsu/ü) ve razakı e* // s /d s r ı // _ 102,5 f i 792U _,/3 3 34 t, 734.50 t + » 93 764 .2 9 .2 ____ A ded 23 10 70 .56,5" sofra (Kıbrıs) Zamk.ı A ra b î Kıyye 7 ,5 5 ,5 5, 4 i- .73,3 .7 6 ,7 .27,8 Z eylinyayı Âanlar 770 /80 740 KJ .22,2 .7 7 ,6 Z im ik Kıyye 3 ,5 3,20 — .8 ,5 — ¿oryan y ü zü ve (1) (2) (3) - 0 1839 tarifesinde «çitari» ayrıdır. 1839 tarifesinde «Rize»dir. 1839 ve 1850 tarifelerinde bir arada zikr edildiği halde 1862 târifesinde ayrı ayrı yer almışlardır: (a) kokoroz, (b) çavdan göstermektedir. (4) Ayvacık, Ezine, Midilli, Keme,Çanakkale. (5) İzmir iskelesine indirilen Aydın, Uşak, Gördes, vs. (6) Beyaz. (7) Elvan. .5 6 ,5 OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ & 2 /n r¿ 2 res//7?7fr//?t/e4/ G. ú/nrt/Á r e s / m / e y / / 85 O 78 3 3 367 7062 a r//f re a za //f /?/s¿ e l/e ri 7%) 1 8 39 . 1833. 1850. 7850 1862 1862 1 2 9 6 + 4 3 2 -1 7 2 8 2 0 2 +303 = /2 { 0 7789 -2 9 ,9 /5 {2 + 5 0 4 - 2 Ó 1 6 7066+355= 7 4 2 / 7789 .2 2 ,5 2 5 ,8 .1 1 ,2 34 O = 7 3 6 / 7542 .3 6 ,9 1 3 ,2 .2 8 ,1 7620+540 -- 2760 — 7 0 2 /+ 3 8 6+ 7 2 8 ,5 = 57 4 ,5 3 ,5 4Z8 7 234 ~ 7 3 9 ,8 — 2 7 2 + 3 2 4 -/2 9 6 726+242=263 7853 .2 5 .3 2 7 .4 4 2 ,9 * 7 5 6 + 2 5 2 - /0 0 3 6 3 5 + 272 = 8 4 7 7542 .1 5 ,9 82 5 2 ,9 3 6 7 + 1 22--433 308+703=411 432 .1 5 ,9 5 ,1 3 4 5 + f /5 - 4 6 0 2 9 0 + 3 7 *3 8 7 617 .15,8 9-9,4 7 3 7 5 + 4 3 6 ,5 = 7 7 5 3 ,5 f 1846 -3.2.3 i 2246 1291 1574 — 5.1 28 4,1 26,9 3 7 + 3 0 = 721 96 -6 3 ,4 .2 0 ,6 .7 0 ,9 '5 9 + 7 9 ,5 = 7 8 ,5 49 .27,3 .3 7 .5 -5 4 .6 7344 .1 1 .38,2 -4 5 30 - .7,6 - 2 2 {4 + 7 3 8 =295 2 ____ 930 + 310-7240 248+83 =3 3 i 8 /+ 2 7 = İ0 8 {3 3 6 + 6 1 2 = 2 4 4 6 — c [ — 7633 + 5 4 4 = 2777 3 2 + 1 0 ,5 -4 ^ ,5 _ (8) Uşak. (9) Tosya. (10)' 1850 tarifesinde sülük resmi için söyle bir kayıd vardır: «Müddet-i iltizam münkazıye oluncaya kadar işbu sülük gümrüğü vech-i me§rûh üzere alına>. (11) 1862 tarifesinde Urla çekirdeksizi ile bir arada gösterilmiştir. (12) Yıkanmamış.' (13) Yıkanmış. ■ .71.6 3 4 .1 .3 7 ,8 .2 3 ,3 _ — MUBAHÁT S. KÜTÜKOĞLU 368 TABLO I. ithal P A S a t/n tS 3ğ A b a .i In g iliz (paylut ka/muk iabir olum/r) Abanoz ağacı / a t&62 P /a t a z a t/f 78337850 18.70 — .33,3 f A 4 /kd ar c //? s / ve Jlarda f6 5 0 —• 750 too 100.30 K /yye — 14.10 13.40 Anber kabuğu (kaşkaraiye/ cascarilla tabir olunur) Ase lbend u 2 7 .5 S // 72,75 20 23.25 Bakkam. / Santa H a r t ha Kantar to s 35 730.45 /t 4(6.6 445 4 2 (9 0 7/ 27.7 37,5 34,80 ray/ç 17.5 /<?80 — — 55 5 4 .6 0 — A m erika bezi .B akkam .t a i ve Portugal (ternamAuço J B a k k a m ./ kamboço(lojnood) B a k /r (ievha ve ç /yi) B a t/k d iç i K uruóat/k (r/nya ta i/r oitmer)  'u ru b a t/k ( cod//sA ) K antar K /y ye // Var/tce Soo-fOOOeA/ K an tar B a z e, e/van (en ■■£‘4 -44 meh) Toy t yarda 24-28 B aze, beyaz (en: 40-48 incA) 7öy t yanta 24 B a ze . / Ae/77 (en: 40-42 inch) n — .67.2 // 56,8 .3 .5 6.8 35,3 - 765 753,80 — — 75 80.7 0 — - 41 4 5 ,8 0 — — 40 41,30 — — 25 2 3 ,4 0 — ■ 285 - B e z iry a y / K an tar — 735 B /ó e r K /y y e — 4 25 5 ,6 5 — 2 7 ,3 0 — B /r a (küçük p/şe) A ded 12 B /r a (¿(¡yü k f/Ş e ) // 40 40 43 0 t) este t adet t2 — 37 37,30 — n -- 60 63.80 2 B o yca, yamak/u fa rta et (- iappet), Aeyez ve eivsn (en: 4 8 - S£ in e k) B o yça, y a m u k /u çark a d (=. ta y y e t) e/van re 6eyaz (e n : 63 -6 ğ (net?) — ----- OSMANLI- İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 369 mallan tarifeleri Isr¿3*/ arf/ş re n/sief/er/ /•/• ofara*) 1839/850. 1862 1862 6.8 ___ 0,2 .32.6 9.2 6 tjmrü/r resimler/ 7633 1862 50 172 S88 — ___ 258 968 -46.5 236 74,a 41 148 — 260 — m 26 106 307 6 _ S40 — .60 22.2 1350 ûtim/ük res//7t/er//7£fe2/ arl/ş re araf/ş /xiàellerif*/i obra/) 1833. 1850. 1839. 1850 1862 1862 .74 — 46.2 m .8 56 57 281 1,7 392 4H 7 37.3 24.2 378 274 1252 .27,5 356 725.3 .3 ,/ 1 1600 1282 4050 -14.5 215 770 -7.2 25,6 700 108 334 8 209 ' 224 — %3 50,5 180 — 256 — — 158 523 — \1 1 74 231 — ■ — — 475 1534 — 222 — — 216 774 — 258 — 14,1 — — 1/8 443 — 280 — 4,7 — — ¡15 402 — 249 — — 72 282 — 291 — 532 2736 — .3,1 7,6 ' ¡7,6 — 34 — 4 İ2 — 10 — 7' 5 2,4 6,3 ■ — > 7,5 — — 744 — — ■ — — 11.5 54 72 413 * 115- 2182 1 414 — — — 369 — — 473 — .20,1 1797 106,5 364 - 241 173 612 - 253 „ 73^5,8 — — ■ Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 24 MUBAHAT İS. KÜTÜKOĞLU 370 y A y a ///? c //7 S / AS 46,85 — 20 3 3 ,6 5 — 50 45,4 0 — 30 3 9 ,3 0 0 ¿5oya, kandara ('¿ûyük şişe) // — Çinko (= fu iy a ) H /y ye // n T /a f a z a //s 48394850 4862 — In g iliz / 4850 n Ç ay. ı a Z639. 3 oya, kundana (kâçâk ?/?e) Ceviz. / Hindistan /' A d/k d e r — 30 - 3 3 ,7 5 — ro p / yarda 24 — 70 77,60 — Top f Ç it. i In g iliz , esvab/ık ve döşeme/Zk, 1-2 renk, bas ve yarda 24 kaZ/p (en = 3 0 -4 5 incb) / Ç it. i In g ///z , 3 renkten Top f 6 renge k ad ar bas ve ka//p yarda 26 // Ç/f. i Z n g //izl 1 ve 2 renk, bas ve kaZ/p Çivı'd- i H indi (p a r/a k a l fa AC/yye k ir o/anar, sandıklage/en) Ç lv/d.i H in d i(M a d ras fa // kı/- o/anar, sandıklage/en) b es/e / Çorak -1 İn g iliz (/p e k ) ç i/i İ2 yarda Çuka.keba (ça ka .i asker Za6/r o /anar) b a rç ın .l kayağı (cassio/ignta) K ıy y e — *7 54,80 — 7 7 ,5 4i 43 -4 7 32,4 30 33,40 -6 .5 — 6 7 ,5 403,45 - — 40 4 9 ,4 0 — 8 7 ,5 ZOO ra y iç - 4 4 ,2 — Z2 44,80 — U 43 4 2 ,4 5 48,4 // 2 7 ,5 46 4 5 ,5 0 -4 4 ,8 ACan/ar — 60 74,30 — 50 50,80 - Ç it. i In g iliz , esvabhk ve döşeme/ikj 3-6- renk, bas ve kak/p (en , 30-45 /neb) û a r ç /n . t S e y iâ n î D e /n /r çem ber b em ir çabuk (ya va r/a k ve dorfkoşe) b e m /r dem e/ // — // 65 50 54,80 b e m /r b a rd a n — 25 26 — D e m /r k ü re k bes/e f aded/2 Han/er — 420 44t — 88,8 435 433,75 52 n 75 20 86,30 20 be/n/r fenger bem/r /evba -23 O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 6 û m re /fr r e s /m /e r / f8 3 3 1850 f8 6 2 43 161 i 1 ' U r / a t / a r f/ş ve n is ie lle r/ f°/» ofa r a f:) 18331862 1 2 ,3 - — 6 8 ,2 — — 58 — — 144 432 33 İ0 8 86 383 .9 ,8 33 26 — 10,8 — ¡ 6 ,5 — 4 ,8 - 4 3 ,6 H, 3 4 6 1,7 2 3 ,2 — - - - 2 3 ,2 - - 4 .2 - - 3 ,i - 4 .3 — 274 — — 456 — — 200 — .2 0 .3 36 202 744 — 137 506 — 285 718 413 .5 8 .5 86.5 312 .5 0 ,8 - 1 9 4 ,5 1048 — — 115 474 — 316 288 %3 — İ7 6 - G ü m rûf: re s /m /e r/r/ite f / arl/ş ve aeal/ş ///siefler/f°/> eJaraf) 18391850. 1839. 1862 1850 1862 3 .5 — ■ 323 - 371 345 150 — — 268 - - 8 ,5 2 5 4 ,6 269 250 260 ■ — . — 4 4 ,9 7 7 .2 438 — 312 — — — . - 3 4 .5 142 — 311 40 3 7 ,5 119 -6 ,2 217 100 46 149 -5 4 223 49 173 684 _■ 295 _ — ■ 1 9 8 ,5 — — 1,6 - — 14 4 487 — 238 -- 3 .6 -2 0 .3 234 144 497 .3 8 ,4 245 112,3 - — 72 250 — 247 — - - 346 1 35 4 — 291 — 2 1 ,5 230 3 0 1 ,2 218 2 0 7 .9 i 8 ,8 4 i 7 ,5 -0 ,9 5 0 ,6 320 383 1284 -4.İ f5 270 260 828 .3,7 MUBAHAT S. KÜTÜKÖĞLU 372 r A ^/a/zr? c / n s / / a / A /zk d a r 4839 1 1 / 650- 486 2 8 £ ,5 30)80 r /a 4 a za/Z f 4633_ 4850 D es/e 4 aded 42 Á an4ar 220 4.40 ' — -3 6 ,3 // £50 250 — 0 // ■ 444 440 433,75 -0 ,9 Dok, sade keZenj ¿eyaz ze el 3/arda vanj çiçek// re düz (en:2S-a7¡nc/¡) ùomt/z y a y / /4 /y ye 40 7,5 44,80 .2 5 - 42,5 42,25 - Domuz p asf/rm as/ - 42,5 47,90 — 400 4 2 .5 53.90 .5 7 ,5 — 30 29.90 — — 27.5 26,4.0 — ù e m /r 4ara ùem /r 4e/J Jny/Z/z (ka//n) / ùem /r ie U /nyi/iz (/Wee) D em ir zenc/r. i sefine Dü/óend ¿asma (Was ve ka/tp) ùû/èend, "'ât/re/c "/a¿ ir o/unt/z- (e//: 40-42 //7CZ?) Ûû/ôend, "çapa// " /aó/r o/unur (e/?: 30- 4.2 inch) Dü/ien4, "Zappe/ " fa¿/r o/unur, óeyaz, /-2 renk// fe/?.- 4 0 - 42 /he//) DÛ/èend, "me/n/er=yacconei’ (e/f: 36-44 Jnc/?) 3ü/¿end, "mu//" /a¿/r o/unur, S -6 n/~. ( p/7 : 32-44 /he/?) Dü/óend, "/anp/á. surâA " /a. J /r o/unur (en 3 / /he/?'e ka darj 4endaze, 2 ruhu') Ù ü/Wend, "/anjr/ó " /a¿/r o/unur sevaspur(en.- 32-43 inch) D/k&end, "4any/¿" /a ó ir o/uaur sevaspur(en: 4 s- S O /he//) Æÿe (kuyumcu) Stye ( sam an/z) r /u /? / fi/d /ş z k u rd a s / Göm/ek. i Á /ada (¿eyaz ve e/van pamuk/an) Gön (kuru re /uy/û kam köse/e) // ro p / y ar4a24-25 Top 4 yarda (0 r 0p 4 yarda ¿4 Top 4 yarda /O ro p 4 yarda £0 zz 48 -4 0 2 8 ,5 2 6 ,9 5 - 33.7 4 2 ,5 42 -35 .6 46,5 45 2 7 ,5 *7 ,5 £ 2,8 0 .36,3 - — £7 £ 8,5 0 — - 45 2 4 ,4 0 - 5 .5 7,70 - - 70 34,70 - — 30 34 — - 70 85,50 - — 3 44,20 — 43 3 (5 1 66 S Des/e Des/e / aded 4-46 S /y y e /z D es/e 4 aded 42 //{y y e — 46,5 2 7,7 Top 4 yarda 47 Top 4 yarda 20 z/ ' . ***' — . O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ /a r fa tr a r l /f ve n /s ie l/e rj {•/• o /a ra /t) 183918501862 1862. 10 G û m rû 2 1839 _ — - — — _ r e s /m le r ! 1850 186 2 238 871 373 û 6m r 22 re s /m /e r/'/rO e l/ s rl/f ve eeahf uvıâellerif*A a fy r* 2 ) 1839. 1850. 1839. 185 0 1862 1862 _ 265 792 418 — -4 7 .2 — — SOO 720 — .2 0 — — 0 1 ,4 2 0 ,4 400 317 1284 .2 0 .7 305 221 57,3 18 36 22 113 .3 8 ,8 413 2 1 3 ,9 - — 36 118 4 3 ,2 - — 36 172 2 6 ,8 -4 3 ,9 360 122 517 -2 227 — 377 — . 66,1 323 — — 4 3 ,6 — 8 6 ,5 287 — 231 — -4 - - 79 253 — 220 — 9 .3 5 4 7 ,5 173 .5 2 ,5 264 73 - 5 ,4 .3 7 ,3 155 82 257 .8 9 2 1 4 .6 65,8 -1 .7 30.1 .3 6 ,5 150 ) 250 J 2 2 9 .7 168.6 3 3 0 ,2 — -17 — 100 1 2 2 ,5 . 36 403 1 _ 100 t - 144 50 2 18 — 300 .5 0 336 5 ,5 - — 78 274 — 4&,6 - — 43 205 - b j - - 16 73 31 — — 202 880 İ3 ,3 — — 86 202 2 0 ,7 ^ 4 ,4 - - — 26 1,1 V -0 ,3 . 61,2 118 251 — 376 — 356 — — 335 — 326 — 279 — 811 — 301 _ - 311 - 107 - ■ MUBAHAT s . k ü t ü k ö ğ l ü 374 TA S a / / / 7 C//7S/ / a f AH/Adar 7839 GumaJ Goya/a ( copa/) // GumaJ GoHa // - 4862 7650 20 29.70 50 5 0,3 5 P /a f a z a // f 7833_ 4850 - Gü/ıerçi/e ( daZ/o/unmu?) f G ün/¿fi. i /n jy ///z AYan/ar — 200 268,45 — n — f /5 760,60 — Ha/t (S/3) ö ru s s e / Arp/n — /.9 78,20 - S ,5 S, 40 — 240 2 5 2 ,3 0 *4 .9 38,80 — t Ha/t. i Jng/A/z (et/n i) / /ğneJ Avrupa (&Mff tfaes/) ' / /y n e .i /n y///z (7op7u (fne) // Posta / a/tdso.ooo AY/yye US 5 — £2 /p//k ( //re, kasar// ve k a . ' şars jz) . / /n y ///z /sp/e/ac // _ /.7 AYan/ar /yo /6 0 753,50 AYad/Ye, pamuk (en.- 24-/6 /ne/ı) H ard a - 3 .5 3,35 AYad/Pe-, ¿asma pa/nuk Yen.- ¿ 4 - 26 /nc/ı) Had/Ye, pamuk (em 4 5 -4 7 inc/ı) // 4 ,5 5 ,4 0 ■ 49,20 6,6 /A - 3 3,50 AY/yye 30 48 2 6 ,8 5 .4 0 AY/yye/OO 4027.7 7 00 2 4 7 ,3 5 .3 4 ,8 // - 500 AYakc//e AY/yye — 65 /C.a/tçe. / A nj'/A /z (/p e k ) A)es/e d AYâYur ~AYa/ve. 1 Yemen (Prenyr/s/an' dan jre/en) /Ya/>ye. / P re n y / AYa/iko, ker c/ns ve ende ■(¿eher desteden io //yye dara ç/Jtar/lacaf) AYamr/ (en.- 34-45 /heA) AYamr/' çuhu//u ve arpa/t ¿eyaz (en, 38-44 /he/) Pamr/¿eyaz(en-58-63 /hch) AYamr/ mend/7. //re kenar// /d 6,6 C/Y/ /d AY/yye - 766 - 5 8 ,9 0 — 200 20 46 46,85 Top / yar/ta 42 // 25.5 27 —. 23 22.50 _ Top t yarda ¿4 ¿¡este 4 45 4350 _ /6 48 30 -46.6 OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TARİFELERİ /s 'rtiJ tf s rf/ş ve rt/s ie l/e r/ f°/° olsr^Jr) 183918501862 1862 1850 186 2 4 8 ,5 — — 58 284 1.9 - - 14 4 - 344 I 39.6 - 1 .9 — -4 ,2 - 5 .1 7 3 .4 73.6 — G ü m rü k re s /m /er/r?6e1r/ a rf/f ve aea/rf n/s6e//eriİV* a/br& k) 1839. 1850. 1839. 1850 1862 1862 6 û m r ü k r e s r /n /e r ! 1833 ' ■ — 389 488 - 211 — 576 2576 - 347 — - 331 1541 - 365 — — 56 174 - 210 — 2 7 .5 86 — 21 2 — 691 2422 3 0 .3 250 357 65 366 — 463 — 49 184 — 275 461 1474 -1 4 .6 219 — 530 — 12,9 540 . -4 2 ,3 12.8 — — 10 37 — 0 — — 13 52 16,6 — — 8 .5 34 £ 375 . ’ — 1 7 2 ,9 270 — — 300 — - 223 — 4 9 ,1 -1 0 ,6 108 52 257 -5 1 .8 394 137.9 3 5 ,3 - 7 ,8 3700 2016 3094 -4 5 351 1 4 5 ,7 5 3 ,2 - - 1440 7354 - 410 - - 9 ,3 - - 187 565 - 202 — — w 600 — -4 - - 5 .3 - - 46 161 - 250 - 5 .2 m 7 3 .5 259 -2 / — - 66 216 -3.3 — — 130 418 108 46 173 576 t 1 2 .5 .4 0 _ 252 — - 37,4 — __ 227 — 221 — 276 6 ,4 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU 376 y A S a ///7 C l'n .S l / a 7 /-d ı/d a r783 9 Î8 5 0 7862 T /a / a z a /ış 7833_ 7850 6eyaz (e z : a s -32 ızcb ) K a ra /? /// aded /2 /d /y y e /S 72 5 .8 5 A a z b o za / </â' Sud /d a z /a r — 75 5 8 ,3 0  a tra n . / V a ril i /az/ar2-2,5 // y y e 70 6 5 ,8 0 — 6 74.80 — - 40 42.20 - /z y ı/iz . /debebe (P iz d b ib e ri) /de be. ı /zy/Z/z (beyaz ya/?) ra y iç A de d /d /y y e (0 7 7 .5 59 4 5 A de d /0 0 - /3 0 7 5 2 ,20 /d ıız y o z /d y y e - /. S 2 ,9 5 /d /z/) as. ı /z y i/ız , d ö ş e //// e z // (ez; 3S.-S2 ızeb) /d ırp a s .ı /z y ı/ız , d ö ş e //// ersiz /en: a r -32 ize A) ///r/p a s . ı 7 7 a//e (paızu/r) b/arda 3 .5 3,80 2 .2 5 2 .5 5 4 .5 4 .6 5 /d /r m ız /S ı/id heybe (b a/ır, p /r/z ç j /durşuz (/e ıb a ıe /ö z /) ıı //a z a 7 arşız 3 /d a z /a r .20 — -2 2 ,5 — - _ 3,3 745 768. 4 5 750 730 7 5 6 ,7 5 .7 3 .3 7 3 5 .5 5 - / / 2Z4 /d ı/r şuA ( saçma ) z /durşuz d /u /ç e ) ■ n - // S / d ıyye - £ 2 .9 5 - 20 24 _ /duş uzciızö. / ¿ a z /a A4adanpo( beyaz/d ez/ ba şına /O //yye dara çı/an/aca/) M adazpo/, e/uaz (ez.- 30 izcA) Tdadazpo/, e /ra z (ez. 32-33 izc b ) /dadazpoi, /u su rsu z (d e z / baş/za /o //yye dara çı/aca/) Adadez /ö ız û rd 11 Top 7 yar/a 38-/0 Top 7 yarda 24-25 /d ıy y e 4 7 .5 5 2 ,5 0 2 7 .5 30 78 73,20 7 8,80 -2 0 ,4 3 .4 2 - /d a z /a r 8.8 //a /a r z a . i /4 a //a /d ıy y e — 3 /d a //a /a ş / (3 - /2 p a rz ıa /) Âded /00 - 85 726.80 — a - 735 756.30 — M i /f a /a f / ( 14-/S p arm a/) O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ farla*/ srf/f ve n/siel/en {'/• e/sra/r) 1650. 1862 1839. 1862 -5 0 ,4 - -6 146,6 55 • 1833 1850 1862 54 3 4 ,5 56 — —- 216 - %3 — - _ 32,4- 60,3 6 üm râl resimler/ 377 G6/7/722 rts1/7/1er/'/7/1e7/ arl/f veeee9f msâtll/r/t obrsJr) 1839 _ 1 850 1850. 1839. 1862 1862 .3 6 ,1 62.3 953 — 3.4 I 202 631 — 21 2 — — 17 142 —' 735 - - 116 404 — 251 — 223 570 .3 6 3 7 4 ,5 1460 — 283 360 5 .7 — .2 3 ,2 - 17 - - 18 - - 7 24 — 242 - - 10 36 - 260 — 13.3 - - 7 24 - 242 — 3 .3 - — 13 44 - 238 — 16.1 - 410 4/c> 1616 19 286 2 9 3 .4 20.1 - 540 375 1489 -4 4 299 175.9 17.8 - - 331 1301 - 293 — 4 7 .5 - - 7 28 - 300 — 20 — - 59 230 — ¿ 83 - 10.6 - - 137 504 — 267 — 3 - - 73 288 - 264 — 6.6 - - 52 184 - 253 — O 32 20 86 .3 7 ,5 320 1 6 2 .5 14 - - 8 .5 32 - 276 — 461 - - U5 1217 — 396 — 15.7 — - 389 1500 - 285 ' '— 8 .5 3 5 .7 ■ 5 8 ,3 155 — ; - MUBAHAT S. KÜTÜKOGLU 378 y A S a ///7 c //? s / r a t M /Z e /a zA939 (8 5 0 (8 6 2 T /a t a z a t/f (8 3 9 . (8 5 0 ............................. M a tta (a f/, Zf/f/7/n/f ve / f . /erm em /f ht/yi/Zfa-aiparm it) A / 30/7 ayaee // 225 270. 5 0 R a /i/a r ra y /c 12 5 12 6 .7 5 M en t//, pami/Z Z/rm /z/ (e/y.- z a -£4 //ich) Me/td/Z, pame/Z Zac/'/erd (e//.- £¿-¿3 mch) Mead/V, pam a/tari Z /rm /z/ ve Zt/re//7ct/ Zöfc/Z(e/7. £0-25 ///eh) Me/?et//. / H//7et/s(a/7 (Ao/ieus ta i/r o ta w r) M /s * /te ste / acteet 72 // _ 20 2 fJ 0 /5 ti.2 0 3 ((,5 0 /teste t aded (0 /y /s Z a t 13 5 t3 t r a y /c 30 6 2 ,5 0 M /s m a r. / K a a /a r — M /s £73r. / //?y/7/Z // M um (/s p e rm e (e t) M c/fam m a ( oda döfernes/ /f//7 ha///?) M urdeseaZ // — _ — 3 0 .5 f2 8 ,3 0 — (6 0 /5 0 t.4 .5 .4 0 -6 ,2 ZZ/yye 35 2 7 .5 33.80 -2 (4 Z /a re yarda / ZZa/itar _ 20 t.9,(0 — _ (4 0 (4 7 ,6 0 — N /fa e t/r ZZ/yye. 8.3 5 .5 m5 .5 0 -33.7 O /ta Aded iooo — to f5 Rur? d u ra R'amt//: /pt/y/. / //?y/Z/z (Zasar/e ve Zasars/z) RamuZ /p t/jr/-/ Zr/y/Z/z (e/va/t) / Ramuh /p Z /y /-/ /r/y/Z/z (Z /rm /z /) T eyyam h er ayac/ ZZa/t/a/- R /Z e. ¿asma (e/>:£7-28 //ich) 3/arda R aven d u Z R e f/r/e y a y / R om . / Z /iy /t/z / S a h t///. / //?y/Z/z //.5 16 .2 0 _ t8 2 2 ,2 0 .2 8 25 30 - 65 5 2 ,7 5 - 7 / / tyye // 25 // Top ( yarda 36 ZZ/yye /)/r/? e m 1070 T /y y e - too — 4R - 8 — - 38, 5 5 3 zo t/4 0 to tO. 6 0 * 5 4 ,7 0 - (38 — OSM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ f a r /a /'/ a rfy f ire n /sie/Z err fVö o /a ra t) ! 1 ' G û m r û /r r e s /m /e r / 2 4 .6 18397862 — 7839 379 Güm rct/: resr/rr /e r / '/rtfe /- / a r//f ve aea/rş a/s6e//erif /‘ ‘ efo ra/:) 1839. 1850. 1839. 1850 1862 1862 7850 7 86 2 — 64.8 2537 ___ 366 — %3 360 1217 — 238 — 1.4 - 55 - — 58 202 — 248 — - — 4 4 .5 755 - 248 — 2 7 ,7 ■ — - 26 110 — 323 — 4 .8 — — 3 60 7258 - 248 — 708,3 — %3 86 600 — 597 — 4 2 .4 — — 259 7237 — 377 — 8 .3 -3 .7 576 432 7396 .2 5 223 1 4 2 .3 2 2 ,9 -3 ,4 726 79 324 -5 9 ,4 310 157,1 - - 58 782 — 213 — — - 403 7416 — 251 — -3 3 .6 30 16 53 - — 29 144 -4 .6 5:4 Ö 50 .8 7 .5 76.6 231 — 395.5 . — 40.8 - — 33 756 - 372 2 3 .3 .77.5 90 52 212 -4 2 ,2 307 20 — — 72 288 — 300 — - 3 ,4 - - 787 506 — 170 — - - 20 77 - 285 — - 4 ,4 - — 288 346 — 228 — 44 — — 29 109 — 275 — 75 29 107 - 44 44 U .2 6 .6 752,3 - 93.3 - — 7 3 5 .5 248 573.3 2 /4 — 380 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU y AS 3 ///7 c //7 s / / a f /• / ¿ ( e / a r /839 S a kan kur, "coni " i3bir olunur, kaba (en: 38 -3 9 Incb) S akan ku r dû/bend, /nce (en.- 4 i - 4 4 /hcb) S a n d a /y a ../ M a lla ( k a l a Sama/? J/e m a m t/l) S a p a r n a fİşle n /n /f) T op / yarda 10 // d e s/e f a d e d /£ /f/y y e S a p a r n a (/f /e n /n e n ? /ş ) // S o f , A'-aram a n d o /a ve / e . r a c e l/k le n ¿ a ş k a , e n s /z fen.- £ 5 -3 / /n ck ) 1350 /3 6 2 P /a f a z a //ş 78391850 - 10 3,60 - - ¿3 24 - - 4Z5 60 — - 25 58.75 - fS 3 (8 0 — Top f yarda £8-30 — £00 2 f0 — - S o l ./ InjrJI/z, ferace! / i (en - 4 8 -4 9 Znck) S ü /ü y e n // - 185 186.40 /C a n la r 428 /3 S f69 5 )4 S ü /û /n e n fC /y y e - 65 53,50 - - 85 90 - !0S 85 84.20 f/7.5 f76.30 - /5 7 155,90 - - f48 752 - — H2 708 — - 70 76.40 - S a l./ /n y/Z /z, e n s / z ¿ a sm a Top f yarda£8-30 ç/çek!/, (en.- /S - ¿ e ZncA) Ş a i / /n y i // z , elvan, e n s /z // dü z (en.- £ 3 -¿ S /ncü.) Şa!./ Z n y///z, e/van dokuma, // ç/çek // ve çubuk/d ve f / s fan!/k ve satranç/ ve ¿ar/sl/re sade (en: 30- 45 !nck) S a l / /n y/Z /z, ¿asm a ç/fek!/ // (en: 3 Z - 3 5 /neA) S a l- / /n y /ü z , elva n , daz // (en.- 42 - 45 ZncA) // S a l . / / n y / / / z , e/van . d u z (e n : 3 £ - 3 5 /ncü) /C a n /a r Ş a p ./ p r e n y / Şarap, M a r s a /a Ş a r a p , P o r f ( f / f e //e ) Şarap, 4 4 a d e/ra Ş ek er. / h a /n ve s /y a h ve s a r / ve A du sk o va d a ' Ş e k e r flo z , doy/ne. e s m e r ) — -1 9 100 fC /y y e /.¿ T 2,50 Ş / ’s e 12 12 — // s.f fo - /f a n f a r 170 f6 0 765,80 -5 .8 // ¿30 2 f5 219, 70 - 6,5 - 0 3,8 O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ (a r /a t t a r fış ne n fs ie f/e r/ f°/° ofa r a f:) (8 3 9 (8 5 0 (862. (8 6 2 -4 - 4 .8 — 4U - ' (3 5 6 (8 3 3 u m re } 2 r e s /m /e r / (8 5 0 (8 6 2 29 91 — 66 230 - 122 576 — 72 381 G Ömrü A re s /m /e r,'/76e / / o b ra 2 ) arf/ş ve ara!'ş a/s âe//eri (8 5 0 . (6 3 9 . (8 3 9 (862 (8 5 0 (8 6 2 2 (3 - 248 — — 372 — 564 — 683 — 43 305 — 609 — — ((£ — — .5 - - 576 2016 - . 533 1789 __ 383 (6 2 2 - ( 5 ,4 316 0 ,7 250 — _ 235 32 460 -8 ,4 - — (8 7 571 — 205 — 5 )8 - - 245 864 - 252 — 378 245 8 08 -3 5 J 229 (4 - 230 -■ ¿ 5 ,1 -0 .3 -19.8 2 5 2 .3 - i -■ - 338 1116 - 0 ,7 __ _ 453 (43.6 ___ 230 _ 2 .7 - - 426 (4 5 3 — 242 - -3 ,5 - - 324 (0 3 7 - 220 — - — 20( 733 — 264 — 7 — — 4 .- r — - 43 3 4 ,5 — — 33 29 — ■ 5 5 .5 — -1 9 .7 — -1 2 ,1 — ' — — - — 3 .5 - 2 ,4 6 (2 461 (5 9 1 -2 4 4 245 /S S J 8 ,1 - 4 .4 828 60 2 (0 8 .2 5 .2 240 f4 -2 ,5 MUBAHAT S. KÛTÜKOĞLU 382 r - A S a / //7 C //7 S /' $ eirer {/¿ //e ) // Ş e y /a n b e zl ( ÁreAe //, rop / 6¿/Á/7/nd t/ez) y a r ¿a 7 S e y /a /)¿ e z / (d ü z ye çe/üı/A- y a re /a //), e/7; 2 4 - 2 5 MCb) Adet/ (ooo S /f e /¿aş, 300 d/rbem /fA ) Târfcr Áre/)7/ Ccrea/n o f T a r /a r ) , ' Te/?eÂe./ /n y ///z (b e y a z) t 7 1 /z -/ /n y /b z /e c za /ç/a) TüL i /n y /b z (b eyaz, pa/nt/Ala/), e/?: 35-40 /heb) T ü / ( pa/7/c/Á fa n , ç/'çeA// e/?.- 40-42 b /rb ) T ü / ( pa/nuA/an, e /i/a a e /): J 5 -4 0 b)Cb) T a y // boya ye/?/ b a b a r JLerebaas/ YóAsóA ( m adenî ) Z a c ./ T /b r /s Z e n c e f// (beyaz ye siy ab) Z ift (1) (2) (3) (4) / a / AT/Âe/a/- ///y y e 5an d /A 2 aded 4 5 0 T /y y e 7633 7650 300 260 286, 5 5 - £5 27 - - - // - // V a ri/c e A/yye t-io 77/yye T a ///a r y ra s a 1 bes/e i 2 aded /4 i T a /) /a r // V a r il 1 Aanfar2-2,5 675 773. 5 0 - 7 .5 7 6 ,6 0 - 400 3 6 6 ,3 0 7 .5 2 ,5 5 - y a rd a - 7 ,3 5 ' 350 . 13,3 7,2 - ' (5 6 2 y . ’a / a z a //f 7633_ 1850 3 ’ 3 .2 0 - 7 4 .8 \ • - - 7 7 ,6 0 3 .5 3 .6 0 — 3 7 ,5 3 6 .6 5 - 4J 6 5 ,6 5 4 4 .3 — 30 4-7 - — /6 /s .4 0 - - 35 £00 Á50 r a y /c 35 Târifede sehven bu iki rakamın yerleri değişik yazılmıştır. Eni 64-73 inch. Yarda 36-40. 1080 dirhem. — 33.30 - - 27.2 -2 5 — - O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ Jsr/a/r/ s rftf ve n/siet/erz ('/• o/srat) 18391850. 1862 1862 i 0,2 8 -4 .4 * 6 ûm rûlr res/m /er / 383 Gümfût res/fn/er,•/?2e1 / erfyf ve eee/V zwsâe//eriır"Aeter*2 ) 1850. 1839. 18391862 1862 1850 183S 1850 1862 1080 74-9 2750 -30,6 267 754.6 - - 72 259 — 259 — 13,5 — — 3 12 — 300 — 14-,s — - 1944 7426 — 281 — 12/, 3 — - 21,5 158 — 634 — -8 ,5 206 107.1 • 5,2 - 1260 7152 3535 70 — — 4 24 — 500 — 6,6 - - 8.5 30 — 252 — 8.5 - — 20 72 — 260 — 2,8 - - 10 34 - 240 — _ 2,2 - — 108 3 52 — 225 — - 6.2 — 15 17 54 13,3 200 260 56,6 — — 86 431 — 424 — 21,2 - 4.6 186 — 304 — — - 100 101 — i — — — — 720 432 - -4 0 — — %3 101 273 — -7 ,9 U .z ' — ■ 377 — 384 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU EKLER I Makam-ı Nezâret-i Celîle-i Hâriciye’ye 29 temmuz 58 taribiyle müverrehan Londra sefiri KostaM Bey tarafından gelen bir lat’a tahrîratın tercümesidir: Pek çok vakitden berü Devlet-i Aliyye'nin başlıca esbâb-ı ser veti olan zirâat ü hırâsetin Memâlik-i Mahrusa-i Şâhâne'de lâyıkıyle ilerülemediğinin esbâbını taharri etmekte idim. Şöyle ki, Devlet-i Aliyye zirâatının ilerülemesine hâil olan kâffe-i mevâni'den tahlîs ile berâber bir takım ıslâhat-ı teşvîkıye ve hakîmâne icrâ buyurarak Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'nin her tarafından yed-i vâhid ve inhisar usûllerini ref' u ilga ve mahsûlâtı dâhiliyyenin ihrâcını her türlü memnû'iyyetten muâf buyurmuş ve ilerülemeği müstelzem olan işbu tedâbîrin netâyic-i seri'a ve küiliyyesi zuhûra gelmiş ise de yine işbu ıslâhât-ı hayriyyeden me'mûl ü muntazar olan netâyic-i kâmile hâsıl olamamışdır. Ve şimdiki mahsûlât-ı arzıyyemiz düvel-i sâire-i Avrupa memâlikinin mahsûlât-ı arzıyyesine nisbetle Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'nin şimdiki ahâlî-i mevcûdesiyie hâsıl edebileceği mıkdârın öşrü bulunduğu muhakkakdır. Bu hususda gerü kalınmış olmasının sebebi evvelâ memâlik-i ecnebiyyeye gönderilecek mahsûlâtın yüzde oniki reftiyye rüsûmatı te diyesine mecbur- olmasından ve sâniyen mahsûlât-ı mezkûrenin nakli için berren turûk-i lâzımenin adem-i vücûdundan neş'et edüp turuk bahsinden sarf-ı nazarla esbâb-ı mezkûrenin birincisinin bahs u tezkâriyle iktifâ ederim. Avrupa devletlerinin kâffesinde yerlü mahsûlât-ı arzıyye ve sınâ'iyyesi her dürlü rüsûmatdan muâf oldukları halde ihraç olunmaktadır. Bu hususda düvel-i müşârünileyhümânın gümrük usûlleri mahsûlât-ı milliyyeyi rekabet-i ecnebiyyeden vikaye ve himâye için idhâlâtdan derece-i gayede küiliyyetlü rüsûmât almakdan yani ihrâcatı teshîl ve idhalât üzerine vergi vaz'ından ibâretdir. Halbuki Devlet-i Aliyye'de güm rük usûlü külliyyen bunun mugayiridir. Elyevm Devlet-i Aliyye'nin kavânîn-i esâsîsinden olan serbestî-i kâmile-i ticâret usûlü iktizâsınca idhal olunan emtia-i ecnebiyye her dürlü inhisar ve rüsûmat-ı fevkalâde [den] muâfdır. Ve serbestiyyet-i kâmile usûlü zâten fâideden hâlî ol- OSMANLI - İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 385 mayup bilcümle düvel-i saire taraflarından dahi umûmen ittihaz olun muş olsa daha fâideli olacağı ve bir de bizim ticâret-i milliyyemiz mahsûlât-ı gayr-i ma'mûleden ibâret olduğundan ale'l-umum emtia-i ma'mûleden ibâret olan mahsûlât-ı ecnebiyye idhâlâtının sekte îrâsı havfından dahi vâreste olacağı cihetle şu usûl-i serbestî-i ticâret hakkın da bir diyeceğim yokdur. Ancak şimdiki usûlümüzün noksanı ticâret-i milliyyemizi teshil ve mahsulâtımızın ihrâcını teşvik edecek yerde ti câret-i mezkûreye külliyyetlü resm ve vergi vaz' olunmasını ve diğer tarafdan dahi mahsûlât-ı ecnebiyye idhalâtı rüsumatı hadden ziyâde tahfif kılınması kaziyyeleri olup işte tasarrufat-ı düveliyye kaide-i sahîhasına mugayir ve zirâatimizin ve her dürlü yerlü ticâretimizin ilerülemesine mâni' olan şu usûlün ahâli ve tebaanın tezâyüd-ı refah u saâdetlerine ve devletin dahi terakkî-i kuvvet u kudretine derkâr olan mevâni’-i muzırrasından başka Hazîne-i Celîleyi servet-i milliyyemizin terakkisin den hâsıl olacak vâridât-ı cesîmeden dahi mahrum eylediği umûr-ı bedîhiyyedendir. İşbu mütâlaâtın vükelây-ı fihâm hazaratının mütebâdir-i hâtır-ı hikmet-müzâhirleri olacağında şübhem olmadığı misillü bu babda olan niyyât-ı aliyyelerinin icrâsına dahi uhûd-ı mevcûde ahkâmının mâni' olduğu ma'lûm u meczûm-ı âcizânemdir. Binâenaleyh İngiltere vükelâ vesâir zevât-ı mu'teberesinin bu babda efkâr u niyyâtlarını tecessüs ederek elyevm ihrâcatın Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'de vermekde ol duğu kâffe-i rüsûmâtı ale't-tedrîc ve fakat kâmilen lâğv ile bundan hâ sıl olacak noksanı idhalât rüsûmâtının tezyîd-i tedricîsiyle ikmal etmek ten ibâret bir yeni gümrük usûlünün ittihâzından gerek Devlet-i Aliyye'nin ve gerek İngiltere tüccârının istifâde edeceğini vükelâ ve zevât-ı mûmâileyhime tefhim ü işrâba muvaffak olabilür isem Saltanat-ı Seniyye'nin menâfi'ine hizmet etmiş olurum zann eyledim. Binâenaleyh, zevât-ı mûmâileyhime evvelâ İngiltere'nin Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'de olan ticâreti, mübâdele ticâretinden ibâret oldu ğundan reftiyye rüsûmâtının lâğvından İngiliz tüccârının istifâde ede ceği, ya'ni tüccâr-ı merküme, Memâlik-i Mahrûsa mahsulâtını şimdiki bahâsından yüzde oniki aşağı fiatla iştirâ edebileceği, ve sâniyen ref tiyye rüsûmâtının lâğvıyla beraber berren turûk-ı lâzıme inşâ olunduğu takdirde mahsûlât-ı arzıyyemiz dört ve belki on kat olacağından ve bu cihetle bahâları dahi tezâyüd mıkdarına göre tenezzül edeceğinden ol hâlde İngiliz tüccarının İngiliz emtiası mukabilinde şimdi İngiltere'ye gönderdiği mıkdardan ziyâde Memâlik-i Mahrûsa mahsûlâtı gönderebileTarih Enstitüsü Dergisi - Forma 25 386 MUBAHAT S. KÜTÜKOĞLU ceği ve Memâlik-i Mahrûsa mahsulâtı ihracâtının terakkisi İngiltere emtiası idhalâtının dahi o derece terakkisini mûcib olarak Memâlik-i Mahrûsa'da İngiltere tüccârının gün-be-gün tevessü’ünü müstelzim ola cağı şöyle dursun İngiliz tüccârının İngiltere'nin muhtaç olduğu hıntayı reftiyye rüsûmatının lâğvından dolayı Karadeniz iskelelerinden ziyâde buğday bulunacak Akdeniz iskelelerinden iştirâ ederek sefâyinin Kara deniz'e gitmekden vâreste ve zakt ve navulca dahi idâre ve fâide ola cağı mutâlaâtını derpiş ederek bu kadar fevâid-i külliyye mukabilinde İngiltere Devleti'nin dahi idhâlât rusûmâtmın münâsib veçhile tezyidi husûsuna bilâ-tereddüd muvâfakat eylemesi muvâfık-ı hakkaniyet ola cağını ve fevâid-i mezkûreye nisbetle işbu zamm-ı rusûmat cüz'î bir şey demek olacağını ve yüzde beşden ibâret olan şimdiki âmediyye rüsûmâtı masârıf-ı tahsîliyyesini bile ibka edemeyeceği cihetle zamm-ı mez kûrun Hazîne-i Celîie'ce elzem olduğunu tefhim ü beyan ve işbu mütâlaâtımın karîn-i takdir ve hüsn-i kabul olduğunu kemâl-i memnuni yetle müşâhede eyledim. Lord Palmerston böyle bir usûlün ittihâzını tasvîb ile beraber reftiyye rusûmâtmın lâğvıyla âmediyye resminin yüz de ona iblâğı cümlenin memnûniyetini mûcib olacak tebeddülâtdan ma'dûd olacağını söyledi. Lord John Russell'ın efkârı dahi muvâfık ola rak İngiltere kolonilerine gönderilen İngiltere emtiası bile yüzde onüç resm-i gümrük te'diye etmekde iken reftiyye rüsûmâtının lâğvından sonra âmediyye rüsûmâtının münâsib veçhile tezyidinden kimsenin şi kâyete hakkı olamayacağı vâdisinde bir ifâdesi vâki' oldu. Yeni fcabinetonun teşkilinden berü bu husûsa dâir Lord Malmesbury ile dahi musâhabet eyledim. Lord-ı müşârünileyh dahi öbürlerin efkârında olup fakat böyle bir teklifin taraf-ı Devlet-i Aliyye'den icrâ buyurulması lâ zım geleceğini ihtâr eyledi. Şu efkârı Sir Henry Bulvver cenâblarına dahi açup müşârünileyh tarafından dahi böyle bir tasavvurun icrâsından hem İngiltere tüccârının ve hem de Saltanat-ı Seniyye'nin istihsâl ede ceği fevâidi tasdik eylemiş olduğundan ve kendüsinin İngiltere Devle tiyle mün'akid olan ticâret muâhedemizin müzâkeresine dahi dâhil ol muş olması ve elhâletühâzihî Dersaâdet'de sefir bulunması mülâbeseleriyle İngiltere'nin Memâlik-i Mahrûsa-i Şâhâne'de olan ticâretinin ıslâhıyle memleketine bir hizmet-i cedide ibrâz etmek arzûsunda olaca ğından İngiltere vükelâsından başlıcalarının temâyülâtına kesb-i ıttıla' ederek bu misillü bir ıslâhın icrâsını tensîb buyurduğu halde fi'le ihrâcına mübâşeret buyurmasıyçün bu babda vâki' olan teşebbüsâtın şu aralık arz u iş'ârını lâzımeden addeyledim. Ve böyle bir ıslâhın ingil O SM ANLI-İNGİLİZ GÜMRÜK TÂRİFELERİ 387 tere Devletiyle yeniden bir ticâret muahedesi akdi ile te'sîs olunduğu halde Devlet-i müşârünileyhâ ile en sonraki ticâret muâhedemiz hak kında vuku’ bulduğu misillü düvel-i sâirenin dahi bu babda İngiltere Devleti'ni taklîd edeceklerinde şübhe yokdur. Amediyye rüsûmâtının nihâyetü'l-emr yüzde oniki onüç raddele rine varması ve bir tebdîl-i serî'in âsâr-ı muzırrasını men' içün şu zam mın icrâsına ale't-tedrîc on-oniki sene zarfında bil-cümle rüsûmâtını ref' u ilga edecek sûretde mübâşeret olunması münâsib olur efkârındayım. Ve zann-ı âcizâneme göre dört def'ada ihrâcat rüsûmâtı kâmilen lâğv olunarak idhâlât rüsûmâtı yüzde oniki onüçe iblâğ olunmak üzere beher üç senede bir kerre idhâlât rüsûmâtına yüzde iki zam ve ihrâcat rusûmâtından yüzde üç tenzil olunmak lâzım gelür. Ve Devlet-i Aliyye içün böyle bir fâidelü ıslâhın icrâsını teshil içün bu babda izhâr-ı fütüvvetle yüzde onikiye bile muvâfakat olunabilür. Ve şu efkârıma delil olmak üzere Yunan Devleti'nin maldâr bir devlet olmadığı ve vâridât-ı mîrîyesinin tezyidine düvel-i sâireden ziyâde muhtâc olduğu hâlde ihrâcât ile ticâret-i dâhiliyyenin rüsumat gümrüğü bir kaç seneden berü mülga ve ma'mâfih yüzde on âmediyye resmi mevcud olduğunu beyân edebilirim. Zirâatimizle ticâret-i dâhiliyye ve hâriciyyemizin tevessü' ü te rakkisini müstelzim olacak olan işbu ıslâhın Memâlik-i Mahrûsa'nın terakkî-i servetini ve vâridat-ı Devlet-i Aliyye'nin tezâyüdünü müntic olacağını uzun uzadı târîfe muhtâc değilim. Fakat ıslâh-ı mezkûrun âsârına muhtâc olmaksızın bu günkü günde ya'ni idhâlâtın ihrâcatdan zi yâde olduğu esnâda ihrâcat rüsûmâtının lâğvından ticâret-i dâhiliyye ve hâriciyyemizin kesb edeceği terakkî-i külli eseri olarak yalnız yüzde oniki idhâlât rüsûmâtı Hazîne-i Celîle'ye kadîm idhâlât ve ihrâcat rüsûmâtının yekûnuna muâdil bir vâridat hâsıl edebileceğini ve ihrâcat rüsûmâtımn lağvı Hazîne-i mezkûreyi bir takım masârif-i tahsîliyyeden tahlîs eyleyeceğini îrâd ile iktifâ edebilirim. Eğerçi Devlet-i Aliyye şu tasavvurun fi'le ihrâcını murâd buyurduğu hâlde bu babda İngiltere sefiri nezdinde icrâ buyurulacak teşebbüsâtın husûl-i netîce-i matlûbesine muâvenet edebilmekliğim içün iktizâ eden tâlîmât-ı aliyye-yi cenâb-ı nezâret-panâhîlerinin ısdâr u irsâlini recâ ederim34. 34 Hariciye Arşivi, Siyâsî, Nr. 1433. KÜTÜKOĞLU - Levha I 389 *X î <S>Js ¿C*'j ¿ ¿ s , *>A>' '¿¿¡şCrj ¿J>j J>, i> '. 2JJj ûK ’tjlf '* ' <üj '¿Â'.SU& 's •'■' ■>*&> ' 'j& x d *vî ^ ' 4 1»s ¿ X ■.; '¿^ Q)i¿ ji - z / s ^ s ¿ i ‘o J 'J l c & j j ■ ^ 1d L»-h > v s ~»i>^0> > ¿ 5"'< ^ V - r <2V-»f °'A*'5j'dL !r~ Â>V>'m , o ^ '.d r'y tŞ s 'J jj , ^ } Jjb /> ^ iSg^>y, Ufj*11-»1 ijip^j*, ■*——i ö - 'i elJiçfi¿¿bo',* '^ T ~ v — ^ e if f £ * '* 'j rr^ E . S: .*" ■* L5% s LÛ— N O V <. c H v r^ 1 a £) V N i.^ — .__ £>*» \ j r t ı f ’-V î _ '« A S < ^ T ' ve. _ . . ,v ^'«. ^ ' C J* \ _ -1 » •A A . fcVg ^ «Za TTv v. 6l XT< - - ^ r ' - i~ : „ MÖ- w £ .* ‘ L -^— <■ 0 - i 1850 târifesinin ilk sahifesi KÜTÜKOĞLU - Levha U 390 ¡¿ItJ k*¿v •X*’ 'J , '*> 1 — ***A WA ' Iv st >ı ’- * / V • O ^ V-' 4r c -v * /h b . n « ı- T T “ NJA* V P \ i V ^ ^ V y /L y Û ^ —_ x -> V — » ‘ - _ + 'f * /5^'v £■.** i (¿“'iv ¿ j- 39İ KÜTÜKOĞLU - Levha Ul W » V \ - yo>t>¿-s ¿ ¡ 2 S & (¿jJ- ¿5, <¡]J¿ e^J> ) ¿ £ r / A t ^ f y y * A *<A * ’ ¿ ¿ J ,ó fiJ rjÙ '£ * ’ c" C -^ U . . ^ ., ~ » W Ğ* ' / ~ y s H * * / . . -j, » '* .m ¿- a i *Xl . ^<¿ ',V ' / : * AfJ3 ,.c • a /ir *—^ o y t» t"Y ,',^ ö £ if; . ¿ Ífv -^ -® - ö A '¿rs *• •'. ' J r -¿A'- A f" # '? £ > ’ » ./<^ V~ . c- M *, » „ ?« í / . ¿ ÏJ jf t M 'f 'è * '* & ■ J & 1*CY V ^ . . /i-’cy[ è ^ _ C * ^ '~ )s tV 'L c ^ & •* t  s l^ 'M j^ J jÀ y * ,¿ ,$ íó t ¿ s c X s e& i 1850 tarifesinin. »hâtitne»si ,a -v , _•* 393 KÜTÜKOĞLU - Levha V KÜTÜKOĞLU - Levha IV 392 «•LVjı^/iyi'^^ ı£ j* jf 6*J&> &f\* /& -iS 2* i»^, ¿>^1 îuUjcj^ İ İU>Û e*\s î»j‘j Î i J '^ . 4? * i -.i jÜ u * <^*-»*^ £ A ft / vr'^w'^u /ı>-. A>' ¿•^ aÂ>A.Js,\İ i'sA A " ¿A» • C» ı • ArS*. £.»•>* «^> '*■»■£* aC~\ * - ^ ıA Î - ı ( ^ ^ ^ iw i> tjfiv» *• * * ı*» a J -* f » jil± i > Ja* ¿ » » a -»-V A-\—* İrtr^-rV «î>*‘<'-*J? dl«r ■■ ’ “ •* • * ¿•Ja * ,lf \ î aj J CAi^y !& *> '**£ QXi» y /t-<-v/ı A o ^ ^ « w > •<»>( < fj& J / ı > 1 <sJ&AiS, ■• * •* *4 6^ >T ”'* ¿¡“s.âA lhi* A j l »» * 'J *^ ^ f Î '* •* * * a ^ S L * ı »„iiA {¿A»> ÛJU»*! O jU G»J? / l i J 3 f t Σ*fit?> C-A?A\*âs?£Sj>> S * > * > /,,s „*»-> * <■*-'.*/. ı «‘. e^T ¿»iiiA»» i l * * s î ^ A f lû! ı <^ i i \ i i-;» . *<9 CJlıa , ? y l A G jX tr Z / * ? i'’r*-J~y ° ^ ' —» y i A.»» v jf . 1 L<a'.P' - • * * î i }.» 'ıif^ * .> ı ' '¡>,j 1 - -Âf^AS kiPtA i . y ^ İ / u rf-Jyı , A*a'i5>»w »>>w» ¿Ç*' <2A»/-«i 1 * * * t £ j £ d A> a İ L * ıS j 6j> Z - i T i ^ > îj» « Q X *s s * \ ¿Vf»C* a h ^ İ i i û v îî â^»* —Jf *1Â> ( fiy i e î . ¿ \ 1 jÇ .m jA a v -> .f > \)A{T a *-\iA llt a f J 'J '- /Ulâû>' •¿r^ /a»*’ ı v y y l J i ûa*V» otu » ssJ-1* ¿ A 1 *İ-W- ^>,.L* 4 t '/ u ‘C t J S 2 j ma ^ '~ - t £ 'J - '. j i» Ç Z l- ', > '* y jk & tJ İ£ ± .c b -s J l,\ ^¿»ı j j J j j »a-Zi— û x > j£ e > 'i— îA a L ç j j * d U İ T ^ / v i ’. ‘ Kj^*-* 4V ,ile ı -J İ^ İU /-!< tJ^ \ ı>i*«îy b & 2 j> 'd *, <■-<*/ üb j-.y V ’,! i û J.U>u* 1 aH ^jy t i ? £ .A a û i> ı VJ'ÎÛ O I 4 ^ * » i* d u A ^ ***“^ *>>>*>' ^ 1 " “ ‘L ^ûLÎ a K-J^\fi> Sjl^ün"Li*ia->l-L1*Â&S-* - ■*?\ ¿1») ‘,\e/>J -*m h a ,*t\ AiU^Ji »wA*J \ * i\ i C hjL >t m A l j » * * lO-rs*** L \ J / . *ti* - L - iJ * L * \ ¿ ifiJ 'j-U J j j j < <£â*> -a a l »-»,*> J^/iûV» • * ‘ ¿ » 'S t t j f i Ç i f t t i , ^ f iÇ . S üLy's* ^ } \ & î ^ v Ü û A / ”çC/> j<Ûj <a ^ ıA İ Â 'j a^ ' j * * , ' • ■'->>C 4l>-Ue' ■s-<jy-V ’*->.» —^ * v jJ i . ■ / 3-^J^£ aV-> i- y Vi* <aJu . . • ■ > •• -\i i^ -> ¿İui i^ , u î ' 4j>U / j * » ' , î j Vi J CJI / » ¿>>' * , j a**^ ~ ^x a A v\> ss 3^ ÖAIl/ ö j / y ¿ ' ¿ - - t e l ! j j«Jl<* ûVı • ' * • ^ >y> ✓ . • 4. J ~ *L j^ * * j fc H ^ ıt-C - ->*'« CA*-İ»LİC' ^ • ^ s 0,*J • • . . V» 4 ■ •* A l • V J 1 ÛAı^U -Âj'y>ll CAj j_ j*^U . J i > J ' cj-1' -J ‘ . 1.3 j-1 . £Z-aJ a ^ y > ı jCUyla ■ ı f ^ i l l f ^ ı ^rf> ‘- ; , Û Î ¿ S İ ? AUı aU J ^ ~ -)£ j C - ¿ ü jl» < ^ ı i « > --a j ¿ ’ U / T oı»' ’ •—^ ı ö ^ İa u S ^ u f* - '^ i> y ı i ^ j j ı y » ı 4İ-W* j J l/O*»' / / If 33 »T ■’ a f f 'L , ^ t J a ¿ C /i U^—1 ^ i- * 3J- i j j i /jyİA-.J**-' (jC*- 'y j a ^ y ü j i /jjO - ^ > y .'C A Îy v j Ü ^ y » 1V * f j ' J j * ' ' & "•*> '•*& rJ*** «-'"k*1 'ciL' ¿»^a A-«/»' * j £ £& ) * f eti,b îJ li / ^ / [ < 2 A ’ı - u ^ 3 4/1» Ji-*' ıJjvd ^ CA'-'jLı'' c/Uİ-'j^_»i c £ j> i a -.'—» v S ’/ J y ¿ jj< ; ^ û A j ; y , ¿Auahr.» ¿»f.ı a * & ( * i ı l > j \ •■ ■ , A " ' & * A (< / T jli £ '< + I ^ j4 İ £yf U İ , a>ueİA ^ . '- « > J .A j j f c j v u > ı /«i>u» ¿\»jC> y - Ç ^ j j ı a ,^>1 Cc ¿¿S - <-*J‘ * v3 v ii>J, a r^-^> ' &?*>? 'w «i* f-**1'* * * '* . U_»l/ »¿'¿'i UİM aû»ı au.il ;^/û A JU df*A> j ^J j Î* „» ı c J ) ^ l - J S a r ^ ş ll\A lfil „ u l b » *S 'Z £ j g \, Ç i j l i f fll o ts-ls-l^Ji- s tjL fJ e lt-y ^ C * S .\4 , 4P, |Ç.l_t 1 1862 tarifesinin hânmesi PEÇENEK HÂZİNESİ YE TÜRK SANATININ ÇEŞİTLİ KITALARDA GELİŞEN ORTAK NİTELİKLERİ Nejat Diyarbekirli Tarihî araştırmalar, iç Asya'da gelişen «Bozkır Kültürü»nün baş temsilcileri olan Türkler'in, zamanla Asya'dan, Avrupa ve Afrika'nın de ğişik bölgelerine yayıldıklarını ortaya koymaktadır. Türkler'in gittikleri bu ülkelerde ne durumda oldukları hakkında tarihi araştırmalardan ya rarlanamıyoruz. Artan nüfus ve başka bâzı sebepler, onları durmaksı zın yeni ülkeler aramaya şevketmiş, bu yüzden de belli bir yerde otu rup, bir toprağa bağlanmamışlardır. Üstelik her gittikleri ülkeyi hâki miyetleri altına aldıkları hâlde, zamanla bu bölgelerin şartlarına uymak zorunda kalmışlar, bu da onların erimelerine yol açmıştır. Günümüzde, Orta-çağ'ın başından beri Avrupa'nın bir çok bölgelerine yerleşmiş Türk boylarının izlerine raslayamayışımızın sebebi, bu eriyip kaybolmadır. Avrupa'yı uzun zaman titretmiş Hun, Avar, Peçenek ve Kumaniar'a âit izlere, bu gün herhangi bir bölgede rastlayamıyoruz. Öyle ki, çeşitli ta rih olayları yüzünden Türk boylarının büyük çoğunluğu hâkim oldukları bu yabancı ülkelerde eriyip tarihten silinirken, bıraktıkları san'at eser leri yabancı san'at tarihçileri tarafından âdeta yağmaya uğramıştır. Bü tün bunlara ilâveten, kıt'alar arası geniş sahalara akınlar yaparak yer leşen Türk boylarının, san'atlarının yeter derecede tanınmamasının se bebi, bugün gün ışığına kavuşturulmuş bulguların çeşitli rejimler ve zümrelerce ve bâzı maksatlarla değiştirilerek istimar edildikleri de bu tesbitimizi güçleştirmektedir. İç Asya'nın geleneksel Bozkır Kültürü'nden hız alan değişik kıt'alara kadar yayılan resim, heykel ve süsleme sanatlarımızın bir yığın para leller vereceği, çeşitli ortak yönleri olacağı şüphesizdir. Çeşitli kıt'alara yayılan Türk sanatının figür kalıpları, bize ortadan kalkan, veya türlü âmillerin etkisi ile dünya siyâset alanından çekilen büyük Türk kütle lerini acı ile hatırlatır. Balkan yarımadasının kuzeyinde yerleşen, daha sonra hıristiyanlığın koyu taassubu içinde kaybolan Peçenek (Beçene) Sanatı ve kültürü bize bu incelemelerimizde faydalı olacak figür kalıp larını verecektir. Peçenekler'e ait san'at mahsûllerinin en önemlilerin 396 NEJAT DİYARBEKİRLİ den; «Nagyszentmiklos» hazînesine1 ve onun altın kaplarını süsleyen tasvirlerinin konularına dikkatimizi yöneltelim. Bunların, iç Asya'dan kopmuş bozkır kültürüne ait figür geleneklerini uzak ülkelere kadar gö türen, karşilaştığı yeni şartlar ve kültürlere göre figür kalıplarını tazele yen bir bozkır san'atçısının eserleri olduğu zahmetsizce anlaşılır. Hâlen Viyana'da «Kunst - historisches Museum» da sergilenen «Nagyszentmik los» hâzinesi 23 parça sürahi, çanak maşrapa ve taslardan ibaretdir. (Res. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12) Hazine, bulunduğu ve bilim dün yasına duyurulduğu tarihin üzerinden yüzyetmişbeş yıl geçmesine rağ men hâlâ san'at tarihçilerinin büyük ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu bulguların tanıtmaları ilk def'a J. Arneth (D ie antiken gold und Silber Monumente des k.k. Münz - und Antiken Cabinets, Wien, 1850) daha sonra; Böhm (Geschichte des Temescher Banats, 1861, Vol. II, s. 2 9 4 ), Römer Floris (Archeologiai Közlemenyek, 1865, Vol. V, s. 31), Sacken — Kenner ( Sammlungen des k.k. M ünz - und Antiken — Ca binets, W ien 1866), Henszlmann (Compte rendu etc. Budapest, 1876 Vol. I, s. 506), Bruno Keil (Rep. f. Kunst Wissenschaft 1887, XI. s. 2582 6 1 ), Kondakow (Gesch und Denkmäler des Byzantinschen Emails, .1892, p. 36 -4 0), Thomsen (Sami. Afh. Vol. III, s. 327-353) ve yine bu arada Ferencz Pulszky, Karoly Pulszky, Jenö Radisics v.s. gibi bazı Macar Arkeolog ve Sanat Tarihçileri de bu hazine üzerindeki araştır malarını yürütmüşlerdir. Arkadan J. Hampel (Alterthümer des frühen Mittelalters in Ungarn, Braunschweig, 1905) adlı incelemesini bastır mış ise de ilk defa M. Zimmermann bütün hâzinenin fotoğraflarını ya yınlamıştır. Riegel - Zimmermann (Die spätrömische Kunst - Industrie in Österreich Ungarn, II, W ien, 1923) ve (Kunstgewerbe des frühen Mittelalters, W ien, 1923). Bütün bu araştırıcıların listeyi tamamlama dıkları ve arkadan: Geza Feher, (A Bolgâr -Török Müveltseg Emlekei, Les Monuments de la Culture Protobulgare et leurs relations Hong1 Hazine, 1799 yılında Macaristanın Torantal vilâyetinde, Maros ırmağının bir kaç kim güneyi ile Tisza ırmağının doğusuna tesadüf eden Nagyszentmiklos köyünde bulunmuş tur. Hâzineyi bulan Nera Vuin adında bir köylüdür. Bahçe duvarını inşa etmek üzere top rağı kazarken, 30 cm derinlikte yirmiüç adet altın vazo, tas ve kaplara raslamıştır. Buluntu lar oradan geçen iki rum tüccara satılmış. Tüccarlar 18-24 ayar altından yapılmış sanat değeri çok yüksek eserleri Peşte’ye getirmişler. Haber çabuk yayılmış Viyana’da İmparator François bir emirle bütün hâzineyi «Cabinet imperial des Medailles»’a taşıtmıştır. Bugün bir kısmı Peçeneklere âit olan bu değerli eserler Viyana’da «Kunst-Historischen Museum» da sergüenmektedir. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 397 roisés), Budapest 1931 ve Gyula Németh, (A Nagyszentmiklösi kincs feUratai, Budapest, 1932). Ve memleketimizde Hüseyin Namık Orkun'un (Eski T ürk Yazıtları cilt İl, İstanbul 1939) adlı değerli kitabının sayfa 185 ilâ 207 de, bulguların üzerinde görülen yazıtları incelemiştir. Ve ni hayet, N. Mavrodinov (A Nagyszentmiklösi Ösbolgar Kings, Magyar Tôrténeti Muzeum, Budapest 1943) adlı eseri ile hâzineyi en ince ay rıntısına kadar tanıtacak malzeme ile karşımıza çıkar. Bu bulgular ara sında ki Grekçe metni Bruno Keil, Grek harfli Türkçe bir cümleyi W . Thomsen2 çözmeği başarmışlardır. Bu okuyuşlardan yararlanan Né meth3 eserlerin üzerindeki rünik yazıları çözmeği başarmış ve yazdığı makalelerle okuyuşlarını bilim âlemine duyurmuştur. Bu yazılarında Németh bulguların Peçenek Türklerine aidiyetini sağlam verilerle ispat larken bu hâzinenin sahibini ve imâl ediliş tarihini de Bizans İmparatoru Konstantinos Porphyrogennetos'un. De administrando imperio adlı dış işleri ile ilgili siyaset kitabına dayanarak tespit etmeğe çalışmaktadır. Ona göre: 889 yılında Peçeneklerin başına geçen Bata ve bilhassa oğlu Bota - ul (900 ilâ 920 sıralarında yaşamıştır) zamanında, bu eserler meydana getirilmişti. Németh'den sonra bir çok Arkeolog, Sanat ve Kültür tarihçisi de bu konu ile ilgili çalışmalarını sürdürmeğe devam etmektedirler4. Ülke mizde bu konu üzerine çok az inceleme yapılmış5, yapılan yayınlar ise yeterli olmamıştır. Tarihi yönden Peçenekler'e âit «Nagyszentmiklos» hâzinesine gösterdiğimiz derin ilginin nedeni, Bozkır kültürünün belirli niteliğini taşıyan ve göç ile inkiraza sürüklenmiş bu Türk boyunu ha 2 W. Thomsen, Une Inscription de la Trouvaille d’Or de Nagy - Szent - Miklâs, Det Kgl. Danske Videnskabemes Selskab, H ist-filol. Meddelelser, I, 1, Kobenhavn, 1917. 3 J. Németh, Die Inschriften des Schatzes von Nagy - Szent - Miklâs, Orientalis Hungarica II, Budapest, 1932. 4 Son yıllar içinde Macar ve Polonyah ilim adamları da Peçenekler ve onların hâ zinesi Nagyszentmiklös üzerine birçok makaleler ve yazılar yayınlamışlardır. Bunlardan önemlileri: (Bk. Gyula Lâszlo, Contribution à l’Archaeologica Academia Scientiarum Hungaricae, Budapest, 1957; (Gyula Lâszlö, L'A rt des Nomades, Editions Corvina, Budapest 1972; (Edward Tryjarski, A note on the relations beWeen the Pechenegs and Poland, Studia Turcica, Budapest 1971, pp. 461-468. 5 Hüseyin Namık Orhun, Türk Medeniyet tarihine âit mühim bir kesif, ülkü, cilt V, Sayı: 25, (Mart 1935), s. 24; Ayni yazar, Eski Türk Yazıtları, Türk DU Kurumu, İstanbul, 1938, Cüt H, Ayni yazar, Une oeuvre d’art Turque en Europe centrale, La Turquie Kemaliste, Avril 1941 No: 42, s. 18; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Başlangıcından günümüze kadar, İstanbul 1955, s. 21-22. 398 NEJAT DİYARBEKİRLİ tırlatmakla beraber, hâzineyi teşkil eden parçaların üzerlerindeki artis tik davranışlarla, Türk san'atının kaynaklarının Bozkırda devam edegelen, figür kalıplarının ve geleneklerinin kalıplaşmış temalarını taşıma sından ötürüdür. Nagyszentmiklos hâzinesini incelemeden önce Peçeneklerin menşei ve bulundukları coğrafî mahali Sır-i derya havalisi hakkında şu tarihi bilgileri tekrarlamamız gerekmektedir. Iskitler, doğu kaynaklarında Sır-i derya, batı kaynaklarında Jahartes şeklinde geçen nehrin aşağı bölgesine Silis adını vermekte idiler. Bilindiği gibi bu nehir yukarı, orta ve aşağı olmak üzere üç böl geye ayrılmaktadır, iskitlerce aşağı bölgeye Silis (Silim ) adının veril mesi yanında bu bölgeye Cuci oğulları devresinde Sır (S irj adının ve rildiği bilinmektedir. Halbuki nehrin yukarı ve orta kısımları Yaksart şeklinde adlandırılmıştır. Yaksart (Jahartes) kelimesi J. Marquait tarafından, kelimenin Or hun abideleri ve Orhun abideleri ile muasır Çin kaynaklarına dayanarak şu şekilde açıklanmıştır. Bilindiği üzere en eski Çin kaynaklarında bu nehrin adı Yo-şa ve Yok - sart şeklinde transkripsiyonlanmıştır. Ayni nehir Orhun abidelerinde Yinçü Ögüz (inci nehri) şeklinde geçer. Or hun abideleri ile çağdaş Çin kaynaklarında ise, nehrin adı olarak Çen - çu (hakiki inci ırmak) şeklinin geçtiği görülür. Marquait, nehrin Yaksart (Jahartes) adının eski irancadaki Yahşa - arta (parlak inci)'den gelişe rek Yaksart (Jahartes) olduğunu Orhun abidelerindeki Yinçü Ögüz şekline dayanarak ispat etmiştir. X. yüzyıl tarihçisi El - Mesûdî'de kelimeyi Yahşart, Tahşart, X X I. yüzyıl tarihçisi El - Bîrûnî'de ise bunu Haşart şeklinde görmektey\z. Açıkça görülmektedir ki Mesûdî'deki ve El - Bîrûnî'deki şekiller Yaksart (Jahartes) adının tahrif edilmiş şeklidir. islâmın coğrafya anlayışında, bir ırmağın kıyısındaki şehirlere göre adlandırıldığı bilinir. Bundan dolayıdır ki İbn Hordadbih'deki nehr-i Ken ger (Kangar nehri) Firdevsi'nin Şehnâme'sindeki Şaş (Taşkent) nehri, Hocent (Fergana) nehri. Kenger nehri gibi şekiller bu nehrin Yaksart adı ile bilinen orta ve yukarı kısmına verilen değişik adlar olmuştur. X III. yüzyıldan itibaren Cuci oğullarının nehrin aşağı kısmına Sır PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK. SANATI 399 (S ir) adını verdiğini yukarıda zikretmiştik. Nitekim nehrin aşağı kısmına hakim Türk topluluklarının tarihi ve coğrafi yayılmalarıyla ve nehrin orta ve yukarı kısımlarını istilâları neticesinde orta ve yukarı kısımda oturan İran asıllı yerleşik halk gittikçe Türkleşmiş ve böylece Yaksart (Jahartes) adı yerine nehrin aşağı kısmının adı olan Sır (S ir) nehrinin orta ve yukarı kısımları içinde umumileşerek nehrin tamamının adı doğu kaynaklarında S ır-d e rya ( S ir -d e ry a) şeklini almıştır6. VIII. yüzyılda orta kısmına nehr-i Kangar adı verilen bu nehrin Or-' hun abidelerinde Yinçü Ögüz şeklinde geçtiğini söylemiştik7. Kangar kelimesi, yine Orhun abidelerinde geçen Kengeres (Kenger'Ier) kelime sinin kökü olduğuna göre, demekki Sır-i derya'nın orta kısmında Peçeneklerin başlıca boyunun adı olan Kenger halkı (Kengeres) yaşamakta idi. Bunun yanında M.S. II. yüzyılda Ural nehrinin, Türkçe Yayık adını ta şımakta olması Ural nehri civarındaki kavmin Türk asıllı olduğunu bize ifade etmektedir. Çünkü Ural nehri bir çok kollara ayrılan bir nehirdir. Ve bu hususiyeti ancak orada yerleşik bir halk tarafından bilinebilinir. Yayık kelimesi Türkçe yayılmış manâsına geldiğine göre demekki Ural nehri kıyısında oturanlar Türk idiler. Chavannes8, W ei - Lio'ya göre Ptolemaios zamanında Kırgız ülkesinin Yayık ırmağının doğusunda ve nehr-i Kenger'in kuzeyinde olduğunu zikreder. Kenger kelimesi Orhun abidelerinde Kengeres (Kengerler) şeklin de geçmektedir. Bu kelimedeki -es ekinin bugünkü -1er, -lar çokluk eki olduğu9 - a r - , -er- ekinin ise «numerus collectivus» eki olduğu Türkologlar tarafından iddia edilmektedir10. Kelimenin Kenger kısmının Çince'de K'ang - kü ( < K h a n -K ia t) şeklinde telâffuz edildiği bilinmektedir. Do layısıyla Bilge Kağan abidesi doğu cephesi 18 nci satırda geçen Kengü Tarban11 şehir adı. Kengerlerin (Kengeres) şehir adının Çince söyleni6. S. G. Kljastornıj. — Yaksart — Sır-derya, Türk Dili Cilt IV No. 37 Anlc. 1954, s. 70-72 ve C.A.J., V I/1, 1961, s. 24-26. 7 S. G. Kljastomıj., Orhon Abidelerinde Kengü’nün Kavmî yer adı (Etno - Toponimiği) /. Kengü-Tarban. Belleten, Cilt XVIII, Ocak 1954 Sayı 69. Sayfa 89-104. 8 Chavannes, Les pays d’Occident d’après le Heou Han chou, T oung Pao, 1907, s. 559. 9 K. H. Menges, Altaic elements, s. 101-104. Paul Pelliot., Quelques noms turcs d'hommes et de peuples finissant en *ar*. Paris 1949, s. 174-233. 10 S. G. Kljastonuj., Drevnetyurkskie Runiçeskie Pamyatniki K ak îstoçnik Po îstorii Sredney Azii, Moskova 1964, s. 163-167. 11 S. G. Kljastomij., I. *Kengü - Tarban* Belleten, Cilt XVIII, Ocak 1954, Sayı 69, s. 93-94. 400 NEJAT DİYARBEKİRLİ şinden başka bir şey olmaması gerekir. Bunun yanında bu Çince K’ang kü telâffuzunun (Constantinos Porphyrogennetos'daki Xáyyocp şek linin12 ibn Hordadbih'deki yukarıda zikrettiğimiz Kenger şekli ile birleş tiğini de söyleyebiliriz. Kenger'lerin, Peçeneklerin başlıca üç boyunun adı olduğu bilin mektedir1211. Bütün bu malûmatı topladığımızda, milâdın ilk yüzyılların da Sır-derya'nın kıyısındaki Çince K'ang-kü de Türkçe dili konuşan ve Peçeneklerin ataları olan boyların yaşamakta oldukları neticesine var mış oluruz. Peçenekler IX. yüzyılda Sır-derya kıyılarında yaşamakta idiler. Konstantinos Porphyrogennetos'un (950 yıllarına doğru) «at kültü» ile ilgili bu devrelerde tesadüfen tespit etmiş olduğu sekiz Peçenek ka bile adını G. Németh şöyle nakleder: «1. Yavvdı Erdim = Parlak Erdem Parlak atları olan Erdem kabilesi. 2. Kürekçi Çur = Mavi Çur Mavi at ları olan Çur'un kabilesi. 3. K'abukşin Yula = Ağaç kabuğu renginde atları olan Yula'nın [bir rütbe] kabilesi. 4. Suru Kül bey = Boz atları olan Kül-bey'in kabilesi. 5. Kara bey = Kara atları olan Bay'ın kabilesi. 6. Boru Tolmaç = Koyu renkli atları olan Dilmaç'ın kabilesi. 7. Yazı K'apan = Kaban kabilesi (? ). 8. Bula Çoban = Alaca atları olan Çoban'ın kabilesi»12b. Bizans imparatoru bu eserinde, hudutlarını sık sık taciz eden kom şuları Peçeneklerden uzun uzadıya bahsetmekle ve onların kültür ve yaşayışları hakkında geniş bilgi vermektedir. Bu Türk boyunun 150 yıl kadar İtil (Volga) ile Tuna (Danüb) nehirleri arasındaki geniş sahada tam bir kabile düzeni halinde yaşamış olduğunu ve maalesef bir devlet mekanizması kurmağa muaffak olamadıklarını görüyoruz. Bu tarihlerden itibaren Balkan yarımadasına akınlar yapmışlar bir çok toplulukları hakimiyetleri altına almışlar ve bu arada çok önemli siyasî durumların da ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bunlardan biri hiç şüphesiz büyük Slâv topluluklarının Karadeniz'in kuzeyindeki bozkır lara inmesine mâni olmaları, ayni zamanda bugünkü Macaristan'ın bir 12 Konstantinos Porphyrogennetos., De Administrando Imperio, S. G. Kljastornij-, Drevnetyurkskie Runiçeskie Pamyatniki K ak İstoçnik Po İstorii Sredney Azii, Moskova 1964, s. 163-164. 12a Akdes Nimet Kurat, IV -X V III. yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972, s. 324. 12b A. Caferoğlu, *Türk onomastiğinde A t kültü», Türkiyat Mecmuası, cilt X , İstan bul 1951-53, s. 205. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 401 kısmını teşkil eden Tuna - Tisa sahasında bu ülkenin kurulmasında bü yük rol oynamış olmalarıdır. Memleketimizde Peçenekler'in tarihi yö nünü inceleyen iki önemli araştırma yapılmış olup, birincisi Akdes Ni met Kurat tarafından yayınlanan zengin malzemeyi hâvi Peçenek Tarihi13 diğeri ise Peçenekler üzerine yeni görüşler getiren Faruk Sümer'in bir inceleme yazısı olan «Bayındır, Peçenek ve Y üregirler» adlı makaleler dir14. Ortaçağ'ın başından itibaren ayni göç yollarını ihtiyar edinmiş olan Hunlar'ın, Avarlar'ın, Uzlar'ın, Kumanlar’ın yaşayışlarım ve kültürlerini de incelememiz yanında Peçenekler'in maddi ve mânevi kültürü üzerin deki eksik bilgimizi bu değerli eserler üzerinde durarak tamamlamaya çalışacağız. Hunlar, Avarlar, Kumanlar ve Uzlar .tıpkı Peçenekler gibi ana yurttan koparak batıya doğru kaymışlar, Karadeniz'in kuzey istikâ metinde ilerlemişler ve bu bölgeyi bir müddet hâkimiyetleri altında bu lundurmuşlardır. Bu Türk toplulukları, ana yurttan koptuktan ve katettikleri uzuri göç yollarından sonra, benimsedikleri topraklar üzerine devlet teşkilât larını kurmağa zaman ve imkân bulamadan, Orta Asya yönünden gelen ikinci bir dalganın ağır baskısı ile yerlerini başka bir Türk topluluğuna bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Bir istisna olarak, Avrupa'nın merkezine kadar sarkan ve bilâhare bu bölgeye yerleşen Bati Hunları'hın ayni bölgede geniş bir devlet teşkilâtı kurduklarına şâhid oluyoruz. Ne var ki, işgal ettikleri topraklar çok geniş bir zemini kapladığından ve bu uçsuz bucaksız topraklar üzerinde Hun Türkleri'nin ekseriyeti teş kil etmemelerinden, ayrıca iç Asya'dan kopup gelen yeni Türk dalgala rının da bu azınlığı takviye etmemelerinden ötürü, kudretli hükümdar Atillâ'nın ölümü üzerine Batı Hunları'nın kurduğu devlet derhâl yıkıl mıştı. Ayni durumun tekrarını biz bir başka Türk uruğu .olan Avarlar'da da izliyoruz. Avrupa sınırlarına kadar ulaşmış bu topluluğun, ilk zaman lar münferit kabileler hâlinde bir konfederasyon şeklinde yaşadıklarını izliyoruz. Bugünkü Macaristan'ın doğu yörelerine yerleştiklerinde ise, bir devlet teşkilâtı kurmağa muvaffak olurlarken, bir çök yabancı unsurlarıda hâkimiyetleri altına almışlardı.' Batı Hünları'nda olduğu gibi, Avarları'n da İç Asya'dan göç edecek yeni yeni Türk toplulukları ile tak- .13 Akdes Nimet .Kurat, Peçenek Tarifti,. İstanbul 1937. 14 Faruk Sümer:, Bayındır, Peçenek ve Yüregirler, Ank. Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, CXL sayı 2, 3, 4 (Haziran, Eylül, Aralık 1953), s. 317-344. . .. I Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 26 402 NEJAT DİYARBEKİRLİ viye alma imkânları yoktu. Onlarda Ortaçağ Avrupası'na göç etmiş çe şitli Türk topluluklarında olduğu gibi, takviye almamaktan ötürü yavaş yavaş hıristiyanlığın muhafazakâr câmiası içinde eriyip yok olacaklardı. Nitekim de, yabancı kavimler birer birer Avarlar'ın hâkimiyetinden kurtulduktan sonra, bu Türk uruğu gittikçe azalmış ve V III. yüzyılın sonlarına doğru âni bir Frank hücumu karşısında yok olmuşlardır. Avarlar'dan sonra Peçeneklerin, Uzlar'ın da başına ayni şeyler gelmiş, Iç Asya'dan kopup gelen ve Hazer'in kuzeyinden geçerek ilk önce Karadeniz'in kuzey yörelerini istilâ eden bu Türk urukları için göç adeta bir ölüm değirmeni gibi işlemiş ve onların zamanla eriyip yok olmalarının şartlarını hazırlamıştı14“. Avrupa'nın merkezine kadar sarkan bu Türk topluluklarının geride bıraktıkları kültür ve san'at mirasına bugün bir çok milletler sâhib çık maktadır. Peçenekler'in namlı Nagyszentmiklos hâzinesine sahib çıkma yolunda Macarlar ve Bulgarlar arasında büyük münâkaşalara yol açıl mıştır. Yirmiüç parçalık altından mamul, ünlü Nagyszentmiklos hâzinesi nin en ilgi çekici parçası muhakkak ki :22 cm boyunda 18 kıratlık altın dan yapılmış, iki nr.lu sürâhidir (Res. 9, 10, 11, 1 2 ). Sürâhinin san'atçısı, eserin şişkin karın kısmına birbirlerine değen dört madalyon içine değişik konuları yerleştirmiştir. (Res. 9, 10, 11, 1 2 ). Konular, bir Peçenek Başbuğu, Beğ veya Kumandanının isteği üzerine iç Asya'nın geleneksel figür kalıplarına uygun olarak yapılmıştır. Sürâhinin (Res. 9 ) de görülen madalyonunda; bir griffon'un diz çökmüş dişi bir geyik üzerine saldırışı canlandırılmışım iç Asya'nın mücâdele eden hayvan figürleri ile ilgili kalıplarını in celerken, Hun San'atı ürünleri arasında16 bu sahneye çok rastlanmıştır. 14» Peçenekler hakkında bk. Ahmed Caferoğlu, Türk Dili Tarihi I, İstanbul 1970, s. 82/3. 15 Nejat Diyarbekirli., Türk Sana’tının Kaynaklarına Doğru, Türk Sanat Tarihi Araş tırma ve İncelemeleri II, 1969, s. 111-204; Aynı yazar, B u n Sanatı, İstanbul 1972. S. I. Rundenko., Vtoroj pazyryksij kurgan, Leningrad 1948; Aynı yazar, Der zweite Kurgan von Pazyryk, Berlin, 1952; Aynı yazar, Gomoaltajskie nachodki i ski/i Moskova, Leningrad 1952; Aynı yazar, K uttura naselenija Gomogo Altaja v skijskoe vremja, Mos kova 1953; Aynı yazar, K uttura naselenija centratnogo Altaja v skijskoe vremja, MoskovaLeningrad 1960; M. P. Griaznov., Drevnie K uttury Altaja Novosibirsk, 1930; Aynı yazar, Pazyrykskoe' knjazeskoe pogrebenie na Altae, Moskova; Aynı yazar, Le kourgane de Pasirik, MoscouLeningrad 1931; Aynı yazar, Pazyrykskij kurgan, Moskova-Leningrad 1937. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 403 (Res. 13, 14 ). Burada Peçenekli san’atçı Hunlar'dan bu yana yüzyıllar boyunca ustadan çırağa geçerek kalıplaşmış «hayvan üslûbu» gelene ğine uymakdadır. Şüphesiz bu hayvan mücadelelerinde öyle sembolik bir anlatım saklıdır ki, anahtarı yüzyılların akışı içinde yavaş yavaş kay bolmaktadır16. Ayni hayvan üslûbunun iç Asya'nın bir çok Türk toplulukları ara sında yaygın olduğu bilinmektedir. Uçsuz bucaksız bozkırlarda bulunan sayısız kurganların bazılarından, gün ışığına kavuşturulmuş bir çok bul gular üzerinde de ayni üslûp özellikleri rahatlıkla müşahede edilmek tedir. Meselâ, Kisselev'in Hakas vilâyetinde eski Kırgız mezarlarında (V II ilâ IX. yüzyıllar arası) yapmış olduğu kazılardan sonra bulduğu bulgulardan bir gurubunun (Res. 22, 23) Nagyszentmiklös'daki 19 nolu çanak ile (Res. 7 ) gerek üslûp, gerek tarz, gerek motiflerin işlenişi ve gerekse sözünü ettiğimiz hayvan tasvirlerinin birbirine son derece benzemekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Her ikf Türk top luluğuna âit bulgulardaki bu benzerlik (arada yaklaşık olarak üçyüzyıl kadar bir zaman farkı olmasına rağmen), tarz, üslûp ve motif kaynağı nın «Bozkır Kültürünü» meydana getiren bir ana unsurda, daha açıkçası Türk Sanatının Orta Asya'daki kaynağında birleştiğini bize açıkça gös termektedir. Sürâhinin (Res. 12) de görülen madalyonunda «hayvan üslûbu ile ilgisi olmayan değişik bir konu ile karşılaşırız. Burada, yüzü ve gövdesi seyirciye doğru dönük, başına ucu sivri bir tolga (miğfer) giymiş, dol gun oval bir yüz, hafif çekik badem gözler, düz ve basıkça burun, bı yıklı ve sivri sakallı bir atlı figürü yer almıştır. Üzerine zırh giymiş bu atlının, başındaki tolganın ucunda iki kurdelanın uçuşduğu görülür. Atının düğümlü kuyruğu ve koşum takımı'nm süsleriyle beraber, diğer aksesuar bize Bozkır kültürüne mensup bir Türk atlısının karşısında ol duğumuz intibaını verir. Vücudunu saran ağır zırh, saçlarından tutarak sürüklediği esir ve semerinden sarkan kesik baş ile atlının cenkden muzaffer olarak dön düğü belirtilmek istenmiştir. Cenge giderken, başa giyilen kurdeleli sivri 16 Hun sanatında ve tüm bozkır sanatında, bıkmadan tekrarlanan: Aslan ile geyik, pars ile geyik ya da aslan ile boğa mücadele sahnelerinin, İç Asya sembolizmini, aksettir diği şüphesizdir. Yırtıcı hayvanlar (Arslan, pars v.s. gibi) gündüzü, çift tırnaklılar (geyik, dağ keçisi, boğa gibi...) geceyi temsil ederler. Yırtıcı b ir hayvan’ın, çift tırnaklı bir hayvana saldırışı ve pençesini geçirişi figüratif anlamda bir zaferi ifade etmektedir. 404 NEJAT DİYARBEKİRLÎ tepeli tolganın, Hunlar'dan Osmanlılar'a kadar devam edegelen, giysi geleneğinden olduğu ve sırasiyle Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Nagyszentmiklös atlısının sağ elinde tuttuğu flâmalı mızrak ise İç Asya Türkleri'nin çok kullandıkları en popüler silâhlardan biridir. Mız rağın ucuna takılı flama, atalarımızın en erken dönemlerden beri bağlı bulundukları âile, boy ya da başkanlarının damgalarını veya özel işaret lerini taşırdı. Bu dönemin Türk boylarında, başda bulunan yabgularının ya da hakanlarının egemenliğini gösterecek kendilerine ait armaları veya tuğları bulunurdu. İlk göçebe Türklerin kurt veya geyik Uygurların ej der figürlü bayrakları olduğu bilinir. 1072-73 yıllarında Kaşgarlı Mahmud'un Araplara Türk dilini öğret mek için yazdığı Divanü Lugat-it-Türk'den ucuna ipek parçası takılan mızrağa «batrak» denildiğini öğreniyoruz17. Daha erken dönemlerde «batrak» «badırak» kelimesinin kullanıldığını dilciler bildirirler. Kelimenin batmak, veya batırmak kökünden geldiği ve zamanla «d» harfinin «y» harfine çevrilmesiyle bayrak kelimesinin ortaya çıkmasına yol açtığı kanısındayız. Sancak kelimesinde Sanç-mak yâni süngülemek, mızraklamak fiilinden (batırmaktan batırak > batrak > bayrak örneği gibi) Bayrak - mızrak türediği bilinmektedir. «Batrak» yâni bugünkü deyimle, Türk ordularının cenk geleneğin de uzun zaman devam etmiş, hattâ İstiklâl savaşında süvarilerirpiz ta rafından vurucu cenk aracı olarak kullanılmıştır. Yaklaşık olarak 1946 yılına kadar süvari birliklerinde kullanılan bu cenk aracı bilâhare terk edilmiştir. Bugün ancak merasimlerde, uçlarında kırmızı, beyaz flâmalı (pinel) -mızraklarla geçen süvari birliklerimiz, eski dönemlerimizin akın cılarını hatırlatan birer canlı örnektirler. Kırgız Türkleri'nin Peçenekler'den çok önce (yaklaşık olarak iki ilâ üç yüzyıl), ülkelerinde kayalar üzerine ve kullandıkları gündelik eş yalara; atlı figürleri ve av temaları (Res. 15, 16, 17, 18) ve hayvan mü câdele sahnelerini geleneksel sembolizmin çerçevesi içinde çizdikleri gözden kaçmaz18. Kırgızistan'da, Hakast vilâyetinde Sulek dağında ka 17 B atrak: Ucuna bir ipek parçası takılan mızraktır. Savaş günü yiğit kendini bu nunla tanıtır (Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk, çeviren Besim Atalay, T ü rk . Dil Kurumu, Cilt I, s. 465). 18 Yevtyuhova, L. A., En eski kültürün izinden, Volga’dan Pasifik Okyanusu’na kadar, Moskova 1954 (Güney Sibirya'nın en eski dönemi bölümünde...), s. 218, 219, 220, 221. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 405 yalar üzerine çizilmiş bu resimler arasında devamlılığını izlediğimiz figür kalıplarına rastlamaktayız. Kırgız sanatının basit tarzda düzenlemiş ol duğu bu çizgisel ve yalnız konturları belirtilmiş resimler arasında av, hayvan mücâdelesi ve cenk konuları özellikle aksettirilmiştir. Bunlar arasında, ilgi duyduğumuz üç kırğız atlısı üzerinde duralım (Res. 15, 16, 18) Atlıların sivri başlıklarının ucunda uçuşan kurdeleleri, ellerinde tut tukları mızrakları ve süslü at koşumlariyle Avrupa'ya ve Orta Doğuya yayılmış bu figür kalıplarının ilk öncüleri sayabiliriz. Bir çok yabancı san'at tarihçisi, Nagyszentmiklös hâzinesi, 2 Nolu sürâhisinde görülen muzaffer süvariyi (Res. 12), Roma, Bizans ve Sasani san'atına19 mal etmek için lüzumsuz bir gayretkeşlik göstermekte dirler. Bâzıları ise, bu eserlerin turam kaşesini kabûl etmekle beraber, sözü geçen medeniyetlerin etkisinde kaldığını iddia etmekden kendile rini alamazlar. Oysa, böyle bir konu düzenine ne Roma, ne Bizans, ne Sasanî san'atının paraleller verdiğini hatırlarız. A t sırtında bu giysilerle bir imparator, veya kumandan figürüne ne Roma, ne de Bizans'da te sadüf ederiz. Roma ve Bizans'da genellikle asiller gösterişli giysilerle bir mekân içinde hareketsiz ve donuk bir durumda aksettirilmişlerdir. Sasanîler'de ise bu tarz cenk giysisine, ne kurdeleli sivri börk'e, ne elde tutulan batrak'a, ne de esirin saçlarından sürükleme temasına rastlan madığı gibi temsil edilen konularda, at'ın eyerine iliştirilmiş kesik baş ise hiç görülmez. Ayrıca Araplar'ın VII. yüzyılın ilk yarısında, Sasanî imparatorluğu'nu ortadan kaldırmakla İran yaylasının nasıl san'attan yoksun kaldığı ve kısırlaştığı20 san'at tarihinde tartışmasız benimsenen bir gerçektir. Dolayısıyla X. uncu yüzyılın eserleri sayılan, «Nagy szentmiklös» hâzinesini, tarih sayfalarından üç yüz yıl evvel silinen bir soyun (Sasanî'ler) yarı canlı bir şekilde yaşayan san'atına bağlamak fazla gayretkeşlik değilmidir?. Kaldı ki aşağıda belirteceğimiz figür kalıplap ile hazineninkiler arasında ortak yönler o kadar derindir ki, bir kısım yazıtlar, türkçe olmasa dahi bu figür kalıplarından ötürü, yapıta kolaylıkla «Türk Eseri» damgası vurulabilir. Ayrıca Grek harfleriyle Türkçe yazılmış yazıtlarda Buila ve Butaul adlarına rastlanır21. İlk ola rak Thömsen'in yayınladığı bu yazıtları, Hüseyin Namık Orhun da neş rettin iştir. 19 Roman Ghirshman., İran Parthes et Sassanides, Gallimard 1962, s. 328. 20 André Godard, L ’art de Vİran, Arthaud, Paris 1962, s. 283. 21 Peçenek Hükümdarı Bata’mn oğlu Butaul, 900 ilâ 920 . yıllarında yaşamıştır. 406 MEJAT DİYARBEKİRLİ Nagyszentmiklös hazînesinde ki bir müştereklik bulguların üzerin deki rünik Türk harflerine benzeyen yazılardır. Bu yazılar çeşitli kişiler tarafından okunmağa çalışılmış ise de, en son profesör Gyula Németh tarafından «Boyla çoban» ve «Botaul Çoban» şeklinde okunmuştur. Eğer bu okunuşlar doğru ise : 1 — «Boyla» kelimesinin Nagyszentmiklös bulgularının hâricinde Bilge Kağan âbidesinin güney yüzeyinin 14. satırında Tonyukuk'un ünvanı olarak «Tonyukuk Boyla Bağa Tarkan...» şeklinde geçtiğini görü rüz. (Bk. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İst. 1970, s. 7 1 ). Ayni ünvanı Tonyukuk âbidesinin birinci taşında, batı yüzünün altıncı satırının sonunda «Bilge Tonyukuk Boyla Bağa Tarkan birle İlteriş Kağan, olun ca» ibaresinde de görürüz. (Bk. Muharrem Ergin, Ayni eser, s. 7 6 ). («Moyla» kelimesi için bk. Drevne Tyurkskiy Slovar, Leningrad 1969, s. 110). Burada «Boyla» kelimesi Tonyukuk'un ünvanı olarak verilir. (Tonyukuk'un «Apa Tarkan» ve «Boyla Bağa» Tarkan ünvanları için bk. Masao Mori, A -s h ih -tê Y ü a n -ch e n ve Tonyukuk, Islâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Cilt V, 1-4, İstanbul 1973, s. 87-93). 755-759 yılları arasında Türgeşlerin «Kara» kısmının hanları A - t o p e i - l o idi. Bk. A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İst. 1937, s. 30; Edouard Chavannes, Documents sur les T o u -k io u e adlı eserinde A - t o p e i - l o ismini «Boyla» olarak okur. Son olarak Sir Gérard Clauson, X III. yüzyıldan önceki Türkçe'nin Etimolojik sözlüğü adlı eserinde «Boyla» kelimesinin Hunlâr'dan beri Türkçede mevcut olan bir kelime olduğunu ve bu kelimenin IX. yüzyıl da Bulgar Türkçesinde Hakan'dan bir aşağı rütbede olan şahsın ünvânı olduğunu söylemekte, ayrıca bu kelimenin Gök-Türk âbideleri (Ton yukuk) ile Uygur kaynaklarında (Suçi yazıtı) kullanıldığı yerleri belirt mektedir2111. 2 — Türk kavimlerinin birçoklarında, meselâ Kumanlar'da, Kırgızlar'da, Uygurlar'da, Göktürkler'de, Hunlarda ve Asya'nın Bozkır kül türüne mensup diğer Türk kavimlerinde müşterek bir âdet vardır. Bu âdette bellerine yahut atlarının terkisine astıkları mâdeni tabak, kap> çanak, maşrapa, sürâhi v.s. gibi günlük hayatı ilgilendiren eşyaların üzerinde yazı olması meselesidir. Meselâ Kiselev tarafından Kuray 21a B k: Sir Gérard Clauson. A n Etymological Diçtionary o f Pre-Thirleenth Century Turkish Oxford, 1972, s. 385. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 407 steplerinde ve Ursul nehri yatağı boyunca yapılan kazılar neticesinde bulunan bulgulardaki yazıtların okunuşu ve tefsirleri için bk. Alexandre Mongait, L'Archéologie en U.R.S.S., Moscou 1959, s. 302-305. Çanak veya maşrapa üzerine yazı yazma geleneği, Türk topluluk ları arasında tarihin en sisli devirlerinden beri devam edegelen son de rece yaygın bir anlayışın ifadesidir. En eski örneğini hiç şüphesiz, Esik kurganından gün ışığına kavuşturulan rünik yazılı çanakta gördüğümüz21b ve orta çağda İslâmî devirde, keramik çanaklar (evaniler) üze rinde izlediğimiz bu anlayış, çağımızda bile tahta kaşıklar üzerinde de vam etmektedir. Türk köylüsü, tarhana çorbası içeceği kaşığına nakış lar vurmadan, sapına beyitler yazmadan kullanmaz. Bu iki nokta da bize kuvvetle göstermektedir ki, Nagyszentmiklös hâzinesini yaratan eller, hiç şüphesiz Orta Asya'nın göçebe Bozkır kül türünde yoğrulmuş ve pişmiş bir milli sanat geleneğini Orta Asya'dan almış ve Macaristan'a kadar getirmiş usta Türk asıllı sanatkârlarındır. «Louvre» müzesinin, İslâm bölümünde sergilenmekte olan, Musul işi «La Baptistère de Saint Louis» çanağının üzerindeki Türk boylarına âit armalardan, bu eserin Memlûkler'e âit olduğu, evvelce Prof. Rice ta rafından açıklanmıştı22. Bu çanağın etrafında sıralanmış atlı figürleri ile Nagyszentmiklös atlısı arasında önemli ortak yönlerde rahatlıkla mü şahede edilir. Memlûk kabının üzerinde savatlama tekniği ile işlenmiş süvâri figürlerinin dolgun oval yüzleri, hafif çekik badem gözleri, düz ve basıkça burunları, sivri sakalları ve bıyıkları ile başlarında kurdeleli sivri tuğlan bulunmaktadır. Atların kuyruklarının düğümlenmesi ve ko şum süsleri ortak elemanlardan biridir. Bozkır san'atının ilk temsilcileri olan Hunlar'dan, günümüze kadar at kuyruğu bağlanması ve at cesedlerinin kuyrukları, ya kesik, ya da düğümlü idi (Res. 20, 21). Ataları mız da, at kuyruğu kesmenin mâtem işâreti olduğu, etnograflar ve ta rihçiler tarafından defalarca işlenmiş bir konudur23. Kırgızlar'ın kayalara çizilmiş (Res. 15, 16, 18) tasvirlerinde görü len at figürlerinde kuyrukların düğümlü oluşu aynı geleneğin devamı- 21b Bk. Nejat Diyarbekirli, Kazakistanda bulunan Esik Kurganı, Cumhuriyetin 50. yı lına Armağan, Edebiyat Fak. İ s t 1973. 22 D.S. Rice., Le Baptistère de Saint Louis, Les Editions du Chene, Paris MCMLI, s. 11. 23 Inan, Abdulkadir., Altay’da Pazink hafriyatında çıkarılan atların vaziyetini, Türk leşin defin merâsimi bakımından izah, İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul, 20-25 Eylül, 1937, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından, İstanbul 1943. NEJAT DİYARBEKİRLİ 4oâ dır. İslâm kaynaklarının verdiği bilgiye göre; Malazgirt savaşı başlama dan önce, Alp Arslan duasını yapmış, sonra kendi eliyle atının kuyru ğunu bağlamıştır. Askerlerinin de kendisi gibi yaptığını aynı kaynaklar dan öğreniyoruz24. Yazılı kaynaklardan başka Selçuklu dönemindeki keramik ve minyatürlerde çok tesadüf edilen atlı figürlerde dahi bu or tak özellikler rahatlıkla tesbit edilebilir. Anadolumuzda mâtem temasının, güneyde Toroslar'da yaşayan Türkmen oymaklarının ağıtları arasında, bugün şu şekilde işlendiğine şâhid olmaktayız: Doru atın yemlenemeyo Kesilmiş küyruğu yellenemeyo Ali'nin ölümü yürek sızlatır. Atınla anacığın söylenemeyo25 — Korkut Meselâ öldüğü Türk milletinin en büyük kültür varlıklarından biri olan Dede hikâyelerinde bu mâtem geleneğinin bâriz hatları ile karşılaşırız. M illi Destanımız'm : «İç Oğuz'a Dış Oğuz âsî olup Beyreğin destanı beyân eder» bölümünde yiğit Beyrek ölürken26. Yiğitlerim yerinizden kalkın Ak boz atımın kuyruğunu kesin, Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın. Akıntılı güzel suyu delip geçin. Kazanın dîvânına koşup varın. Ak çıkarıp, kara giyin. Sen sağ ol Beyrek öldü diyin. Yine destanın ayni bölümünün başka bir yerinde: «Beyreğin ba basına anasına haber oldu. Ak evinin eşiğinde feryat koptu. Kaza ben zer kızı gelini ak çıkardı, kara giydi. Ak boz atının kuyruğunu kestiler. Kırk elli yiğit kara giyip, mavi sarındılar. Kazan Bey'e geldiler. Sarık larını yere vurdular, Beyrek diye çok ağladılar»27. 24 25 26 27 İbn-el-Esir, Kahire 1301, s. 27. Ali Riza Yalgın, Cenup’ta Türkmen Oymakları,Türk Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı,İstanbul1969, Muharrem Ergin, A yni eser, s. 237. Sözü Matbaası, Adana. s. 236. PEÇENEK HÂZİNESİ VE TÜRK SANATI 40Ö Bütün bu halk ağıtlarını ve millî destanları izliyerek tarihin en sisli dönemlerine kadar indiğimizde, özellikle Hun kültürü tabakalarına bir göz attığımızda, kurganlardan gün ışığına kavuşturulan koşumları ve bütün süslemeleri ile gömülmüş atların kuyruklarının, bâzılarının neden kesik ve bâzılarının da neden düğümlenmiş olduğunun (Res. 20, 21) manâsı büyük bir açıklık kazanır. Nagyszentmiklös vazosunun oval yüzlü, badem gözlü, sivri tuğlu atlısına (Res. 12) bu def'a Mısır'ın Memlûkler döneminde. Karagöz tip leri arasında tesadüf ediyoruz (Res. 2 4 ). Frankfurt'un bir banliyösü olan Offenbach'ın namlı «Deri müzesinde» bulunan, en eski Türk gölge oyu nunun deriden, ajürlanarak yapılmış örnekleri arasında, mevcut bir. atlı figür (Res. 2 4 ), Peçenek atlısında olduğu gibi dolgun oval yüzlü, hafif çekik badem gözleri, düz ve basıkça burnu, bıyıkları ve sivri sa kalı ve üzerine giymiş olduğu zırhı ile dikkatimizi çeker. Başında Sivri tuğ, tuğ'un arkasında uçuşan kurdelesi ve sağ elinde flamalı mızrağı ile merkezî Avrupa'da desen kalıbından aynen kopya edilmiş hissini ver mektedir. Yine aynı döneme âit diğer bir Memlûk karagözünde (Res. 25) de görülen iki kadının çocuklarını saçlarından tutarak sürükleme leri bize Nagyszentmiklos'un diğer detaylarını yâni atlının esirini saçla rından tutarak sürükleme temasını hatırlatmaktadır. Peçenek atlısının semerinde görülen kesik baş, bize orendism28 ile ilgili bir davranışın izlenimini belirtir. Bilindiği gibi insan kafatası orandanın merkezdir. En ilkel topluluklarda, insan beyni yiyen ve kafatasın dan su, ya da içki içen daha büyük orenda kazanır. Öldürülen düşman kumandanının, kuvvetli bir cengâverin kafatasından içki kabı yapmak geleneğini, bu ilkel davranışın köklerinde aramak gerek, Herodot, İskitler'in, öldürdükleri düşman kafatasından içki kabı yaptıklarını uzun uzun anlatır. Düşmanının kafatasından içki kabı yapma geleneğinin, Hiung-nu'larda yaygın bulunduğunu M.Ö. 100 yılında yazılmış Şi-ki adlı bir Çin yaz masından öğreniyoruz. Hiung-nular kendilerine önem vermeyen «Yüeçiler'e karşı parlak bir zafer kazanınca Yüe-çi hükümdarının kafatası da Hun Hükümdarı Mao-tun'un sofrasında içki kabı olmuştu. J. J. De Groot; 28 «Orendizm» deyimi, ilk olarak Pfister tarafından kullanılmıştır. Fr. Pfister, Der Glaube an das ausserordentlich wirkungsvolle Orendismus, Blatter zur bayrischen Volkskun de, Heft 11, 1927, s. 27; K. Beth., Religion und Magic, Leipzig 1927, s. 206; H. Vambeiy., Die primitive Cultur des Turkco-tatarischen Volkes, Leipzig 1879. 410 NEJAT DİYARBEKİRLİ Hunlar'ın M.Ö. dönemine âit, 1921'de Berlin'de yazmış olduğu eserin de, bu tarzda bir çok örnekler vermektedir. J. Deguignes: «Genel Hun Tarihi» adlı eserinde, Avar Türkleri'nden, «Çö-nü»nün; düşmanları «Kaotş»ların kralı Minyoto'nun kafasını keserek, kafatasının içini cilalat tığı ve içki kabı olarak kullandığından bahseder29. Rus tarihçisi Nestor, 970 ilâ 972 yılları arasında yazdığı tarihde; Peçenek prensi Kovra'nın baş düşmanı Svatoslav'ı öldürüp kafatasın dan içki bardağı yaptığını anlatır30. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre Nagyszentmiklös vazosunun tabiatçı üslûbunda, temsili bir anlatım sak lıdır. Peçenekli san'atkâr aldığı sipariş üzerine. Bozkırın gelenekçi sem bolizmini seyircisine aksettirme çabasındadır. Başka bir yazımızda, aynı vazonun diğer madalyonlarında görülen temaları (Res. 10, 11) ele alacak ve onları inceleyeceğiz. Bu arada bir merkezden çıkıp çeşitli bölgelerde yerleşen kıt'alar arası mesâfelerde yurt tutan Türk boylarının san'at eserlerinde ortak yönleri, paralelleri ve üslûp bağlarını başka örneklerle zenginleştirme fırsatını bulacağız. 29 J. Deguignes., Histoire genimle des Huns, des Turcs ete., Paris 1756, II, s. 347. 30 Chron, Nestoris ed. Fr. Miklosich, s. 43. DİYARBEKİRÜ - Levha I 411 Resim 1 — Macaristanda, Nagyszentmiklos köyünde bir tesadüf eseri olarak gün ışığına kavuşturulan Peçenek hâzinesi, Viyana, Sanat Tarihi Müzesi. 412 DİYARBEKİRÜ - Levha II Resim 2 — Nagyszentmiklos hâzinesinde, 8 no’lu meyvalığm yandan görünüşü. Kulpu nun hemen altına tesadüf eden bordürde rünik harfli yazılar görülmektedir. . Resim 3 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 10 no’lu altın çanağının yandan görünüşü. Kıvrım dallarla süslü çanağı çevreleyen frizin altında rünik harfler görülmektedir. DlYARBEKİRÜ - Levha İli 413 Resim 4 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 10 no’lu altın çanağının alttan görünüşü. 414 DİYARBEKİRL] - Levha IV Resim 5 — Başım geriye çevirmiş, hayalî bîr hayvan biçimindeki çanak. Hazînenin 13 no’lu altın eseri. Resim 6 — Merasimlerde kullanılan kulplu kap Hazine envanterinde 15 no’lu eser. DİYARBEKlRÜ - Levha V 415 Resim 8 — Nagyszentmiklos hâzinesinin, 20 no’lu altın çanağının y utandan görünüşü. Resim 9 — NagyszentmiHos hâzinesinin 2 no’Iu altın sürahisinde, madalyon içinde görülen sahnede, griffon’un dişi bir geyiğe saldırışı canlandırılmıştır. DWARBEKIr U - Levha V II -417 Resim 10 — Nagyszentmiklos hâzinesinin 2 no’lu altın sürahisinde görülen ikinci ma dalyonunda, insan başlı hayvan gövdeli hayalî bir yaratığa binmiş bir hükümdar avlanır ken görülmektedir. Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 27 ♦ DlYARBEKlRÜ - Levha V III 418 R e s im 11 — b ir N a g y s z e n t m ik lo s k a rta l ta ra fın d a n h â z in e s in in k a ç ı r ı la n 2 n o ’Iu k a d ın a ltın s ü r a h is in in k o m p o z is y o n u . ü ç ü n c ü A n a h ita m a d a ly o n u n d a , fig ü r ü . SlYARBEKİRLl - Levha - IX 419 Resim 12 — Nagyszentmiklos hazînesinin, 2 no’lu altm sürahisinin dördüncü madalyo nunda, harptan muzaffer dönen hükümdar veya kumandan’ın tasviri görülmektedir. 420 DİYARBEKİRÜ - Levha X Resim 13 — Altaylarda H un devrine ait Pazırık kurganlarından gün ışığına kavuşturulan bir deri örtü üzerinde yine deri aplik ile yapılmış kaplan griffon’un sığma saldırma sah nesi. Altta detay M.Ö. III yüzyıl. 422 DİYARBEKlRLl - Levha XII Resim 15 — Elinde flâmalı bir kargı tutan Kırgız süvarisi, Hakas bölgesi V II-IX yüzyıl arası. Resim 16 — Hakast vüâyeti, Sulek dağında kayalar üzerine çizilmiş bir Türk süvarisi. VII ilâ IX yy ara sı. Atın sağrısında kabile nin damgası görülmektedir. Resim 17 — Güney Sibirya’da bulunmuş, hücuma geçen bir Türk sUvarisi tasviri. VII yüzyıl ilâ IX yüzyıl arası. DİYARBEKİRÜ - Levha XIV. Resim 18 — Hakast vilâyeti, Sulek dağında kayalar üzerinde rastlanan, çizgisel tasvirlerde flâmalı kargısı ile avlanan bir Tiirk süvarisi. VII - IX yüzyıl arası. j ,■ D İY A R B E K İR Ü Levha XV Resim 19 — Bir proto-Bulgar Türk süvarisinin elinde üçgen flâmalı mızrağı ile görünüşü. V III ilâ IX yüzyıl arası. OV DİYARBEKİRLİ - Levha X V I 426 Resim 20 — Altaylarda, Hunlara ait Pazınk kurganlannda görülen at koşum süs leri ve at kuyruğunun bir matem işareti olarak düğümlenmesi. M.O. III yy. i Resim 21 — Altaylarda, H un aristokratlarına ait ikinci ve üçüncü Pazırık kurganlarından çıkartılan, matem işareti olarak kesilmiş at kuyrukları. M.Ö. III. yüzyıl. DİYARBEKİRÜ - Levha X V II 427 Resim 22 — Gümüş bir tepsi içinde, Hakas’ın Kopeni bölgesinde 2 No’lu kurganda bulunan dört altın kupa. VII ilâ V III yüzyıllar arası. DİYARBEKİRÜ - Levha XV III Resim 24 — Mısır Memlûklerine ait İşık gölge oyunundan bir süvari figürü. Offenbach deri müzesinden. Resim 25 — Memlûklere ait ışık-gölge oyunundan birkaç figür. Burada ço cuklarının saçlarım çekerek yürüten kadınlar görülmektedir. Kahire, Arap Müzesi. V .J. PARRY (1915-1974) Salih Özbaran 13 Ocak 1974 günü Londra Üniversitesine bağlı School of Orien tal and African Studies, orada uzun yıllar Osmanlı Tarihi dersleri ver miş olan Vernon. J. Parry’yi kaybetti. Bu vakitsiz ölümü kendisini ya kından tanıyanları, sohbetlerinden istifade edenleri ve benim gibi be raberinde çalışmış öğrenci ve araştırıcıları adeta hayrette bıraktı. Ha zırlamakta olduğu ve hep ümitle beklediğimiz Osmanlı topçuluğu veya harb sanatı ile ilgili eserini veremeden gitti. Londra Üniversitesinde yıllarca Osmanlı İmparatorluğunun sesini duyuran Parry, dinleyicisinin kulağında gerçekten imparatorluğun sadasını bırakmış, anlattığı tarihi sevdirmişti. Öğrenci, derslerinden her za man zevk almıştı. Konuşmalarındaki canlılık, çekicilik ve haşmet, ta rihi sanki yeniden yaşatmıştı. Ders dışındaki özel konuşmaları, öğrenci ve araştırıcılara gösterdiği yakınlık ve yardım-severlik ismini Ingiltere sınırları dışında da takdir ve sevgi ile andırmıştı. Bu takdir ve sevgi, onu yakından tanımış olanların ilelebed hissedecekleri duygu olacak tır. 1915 Yılında İngiltere'nin Gal Eyâletinin güneyinde Caerphilly'de doğmuş olan Parry üniversite öğrenimini Cardiff Üniversitesinde klâsik ve modern diller ile tarih üzerine yapmıştır. 1939 dan sonra İngiliz or dusuyla beraber Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da bulunmuş, 1942-43 yıl larında İtalya'da harb esiri olarak kalmıştır. .1946 senesinde İngiltere'ye dönünce Oxford Üniversitesinde tahsiline devam etmiş, 1948 de de bir yıllık bursla Londra'daki School of Oriental and African Studies'e gel miş ve müteakip yıl da ayni okulda 'Lecturer' olmuştur. Orta ve Yakın Doğu tarihi, özellikle Osmanlı Tarihi dersleri vererek ve OSmanlı harb sanatı — bilhassa topçuluk— üzerine çeşitli makale ve yazılar hazırla yarak kariyerini devam ettiren Parry, 13 Ocak 1974 de 'Reader' iken ölmüştür. SALİH ÖZBARAN 430 Demiryolları tarihine özel ilgi duyan ve hatta Galler'de mahallî bir demiryolu hakkında ilginç bir kitap hazırlayan V. J. Parry'nin Osmanlı Tarihi ile ilgili yazıları şunlardır: 1) : Encyclopaedia of İslam (2nd Edition) için yazdığı maddeler: Ayas Pasha (886-77-946/14827-1539 Balat Balıkesri (Balıkesir) Balta Limanı Bandırma Barud Bayazid (Doğu Bayazıt) Bayazıd II Bayburd Baylan (Belen) Bergama Beshparmak Beyshehir Bigha Biledjik Biredjik Birge (Birgi) Bodrum Boghaz-ici (Boğaziçi) Bozantı (Pozantı) Burdur Canak-kal'e Boghazı (Çanakkale Boğazı) Sinan Pasha (1545-1605) Cirmen Dawud Pasha (Öl. 9 04/1498) Derwish Pasha (Öl. 1012/1603) Derwish Mehmed Pasha (15857-1655) Dilawar Pasha (Öl. 1622) Dja'far Beg (Cafer Bey, öl. 1520) Djerid (C irit) Eğri Enderun V .J. PARRY (1915-1974) 431 Ferhad Pasha (ö l. 1595) Hafız Ahmed Pasha .(ö l. 1632) Harb Haşan Pasha (Damad, öl. 1713) Hisar Ibrahim Pasha (Damad, öl. 1601) Isma'il (Ismail kale ve şehri) 2 ) The N ew Cambridge Modern History için hazırladığı makalele r : a ) «The Ottoman Empire, 1520-66», vol. II (1 9 5 8 ), s. 510-533. b) «The Ottoman Empire, 1566-1617», vol. Ill (1968), s. 347376. c) «The Ottoman Empire, 1617-48», vol. IV (1970), s. 620643. 3 ) Bazı İlmî toplantılarda sunduğu tebliğler ve çeşitli makaleler: a) «Renaissance Historical Literature in Relation to the Near and Middle East (W ith Special Reference to Paolo Giovio)». Bu tebliğ B. Lewis and P. M . Holt (ed .). Historians of the Middle East (Londra 1962, s. 277-289) de neşredilmiştir. b) «Materials of W a r in the Ottoman Empire». M. A. Cook (e d .). Studies in the Economic History of the Middle East Londra 1970), s. 219-229 da neşredilmiştir. c) «Warfare». The Cambridge History of Islam (Londra 1970), vol. II, s. 824-850 de neşredilmiştir. d) «OsmanlIlarda Savaş Taktiği» konulu, 22-24 eylül 1970 de «W ar, Technology and Society in the Middle East» ile ilgili olarak Londra Üniversitesinde tertip edilen konferansa sunduğu tebliğ. Söz konusu konferansta takdim edilen teb liğlerin yakında yayınlanacağı bilinmektedir. t KİTABİYÂT Halil İnalcık, The Ottoman Empire, The Classical Age 1300-1600, Weidenfeld and Nicolşon Yayınevi’nin Medeniyet Tarihi serisin den; İngilizce tercümesi: Norman Itzkowitz ve Coh'n Imber, Londra 1973, 258 sahife, 2 harita, 57 adet gravür ve fotoğraftan ibaret. Eser ba§lıca dört bölümden ibaret bulun maktadır. I. Bölüm, 1300-1600 yıllarında Os manlI tarihinin ana hatları; II. Bölüm, dev let; IH. Bölüm, İktisadî ve içtimai hayat; IV. Bölüm Osmanlı İmparatorluğunda din ve kül tür. Bu bölümleri müteakip Osmanlı ailesinin soy cedveli, kronoloji cedveli, deyimler söz lüğü, notlar, bibliyografya ve indeks yer al maktadır. Prof. İnalcık, giriş bölümünde Osmanlı Devleti’nin bir panoramasını kısa ve öz ola rak çizerek imparatorluktan cumhuriyete gi disi izah etmiştir. Yazar ayrıca, XVI. asrın sonlarında devletin inkıraza uğramaya başla masından evvelki devreyi birinci devre ola rak nitelendirmiştir. Müteakiben Osmanlı Dev leti’nin küçük bir prenslikten nasıl büyük bir devlet olduğunu izah etmeye çalışan müellif, islâmiyeti kabul edip, Türklerle birleşen Mar mara bölgesi Bizans halkından müslüman bir devlet doğduğu teorisinin yersiz' bir iddia ol duğunu bildirir. Nitekim doğu kaynaklarım tanıyan âlimler, bu iddianın asılsız olduğunu bildirmişlerdir. Osmanlı devleti’nin menşei için XIII. ve XTV. asırlarda Anadolu’daki siyasî, kültürel ve demografik gelişmeleri araştırmak bize bu neticeyi verecektir. Moğol istilâsı ne ticesinde, göçebe Türk kabilelerinin Merkezî Asya’dan kopup gelmeleri ile Bizans sınır böl geleri, bir yerleşme yeri oldu. Zamanla nüfu sun artışı, Bizans hududlanna Türkmen, alan larının da artışına sebebiyet verdi. Bu cengaver Türkmenler, Bizans’tan aldıkları toprak lar üzerinde müstakü beylikler kurdular. Bi zans ordusunun Koyunhisar (Babhaeonj’da mağlubiyetinden sonra, merkezî Anadolu’dan sınır bölgelerine doğru Türkmen alanları art tı. Bu savaş, Osmanlı Devleti’nin tesisinde ve inkişafında önemli bir rol oynadı. Yine bu vesile iledir ki, İslâm Anadolu ile Balkanlar birleşti. İmparatorluk ayni zamanda milyonlar ca ortodoksun ve Ortodoks kilisesinin koruyu cusu oldu. Hıristiyan ve musevîlerin can ve mal emniyetleri sağlanıp ibadet hürriyetini el de ettiler. Batı Anadolu prenslikleri, Selçuk gelenek ve müesseselerini benimsediler. Selçuk medeniyeti, bu suretle eski Bizans arazisine taşınmış oldu. Müteakip fasıl, sınır prensliğinden impa ratorluğa (1354-1402) diye ayrılmış ölüp, bu rada Türklerin Trakya’ya nasıl adım attıkları ve takip edilen iskân siyaseti anlatılmaktadır. Türklerin bundan sonra üç istikamette batı ya ilerlediklerini büdiren müellif bu üç yo lun da izahım yapmaktadır. Türkler, ilk ola rak tarihî Via Egnita’yı katederek 1385 de Arnavutluk sahillerine ulaştılar. İkinci yol Selânik ve Teselya istikameti idi. Üçüncü isti kamet ise, İstanbul Belgrad idi. Böylece, baş lıca Balkan yollan, Türklerin eline geçmiş oluyordu. Netice olarak, Balkan prenslikleri Türklerin üstünlüğünü kabul etmeğe başlamış lardı. Bu üstünlüğün süratle yayılmasının baş lıca sebebini, Türklerin getirdiği adalet olarak ifade eden yazar, Kanun-ı Osmanî ile Sırp kralı Stephan Duşan’m kanununu mukayese etmektedir. Zira, Osmanlı idaresi ile eski ida re arasındaki bariz farklar, halkı rahatlatmış ve onlan mahallî beylerin istismanndan kur tarmıştı. Diğer taraftan, din. hürriyetinin de Tarih Enstitüsü Dergisi - Forma 28 434 MÜCTEBA İLGÜREL reti, I. Şah Abbas’m gayreti ile, deniz tarikiy verilmesi Türk idaresine karşı duyulan iyi his lerin baş âmillerinden biri olmuştu. Bu suret le yapılmağa başlandı. Yedinci bölüm, Osmanlı âilesinin tema le, Türklerin takip ettikleri mutedil politika, yüz edişine ayrılmıştır. Kısa fakat, özlü ma onların nüfûz sahalarının gelişmesine yol aç lûmat bulduğumuz bu bölümde, bilhassa İs tı. Prof. İnalcık, bunları belirtirken Balkantanbul’un fethinden şom a âüenin itibarının lar’da ânî ve esastan değişme yerine tedricî arttığı anlatılmaktadır. İstanbul’un fethinden bir inkişafın yer aldığım ilâve etmektedir. soma, Fatih Sultan Mehmed Ortodoks kilise Yeni bir bahiste de XVI. asırda Osmanlı sine Gennadius’u tayin ederek (1454) hâkimi Devleti anlatılmaktadır. Bir dünya devleti ola yetini gösterdiği belirtilmektedir. Diğer taraf rak tarih sahnesine çıkan ve bir asır itibarım tan, I. Selim’in Mısır’a girişi ile (1517), Os koruyabilen Osmanlı Devleti, artık Avrupa manlI âilesi İslâm âleminin hâmisi olup onu devletleri ile boy ölçüşebiliyordu. korumuştu. Altıncı bölüm imparatorluğun inkırazına Sekizinci bölümde, Osmanlı' DeVleti’nde ayrılmıştır. Bu kısım, Osmanlı Devleti’nin za tahta geçmenin ne gibi şartlar altında vukuyıflamaya yüz tutuşunun sebeblerini incele bulduğu ve bunun için yapılan mücadelelerin mesi bakımından dikkate şâyândır. Müellifi şekilleri anlatılmaktadır. Bu mücadeleler, ba miz burada Osmanlı Devleti’nin ilerleyişinin zen sultan hâlen hayatta iken vuku buluyor merkezî Avrupa’da durduruluşunu ve Avru du. Tabiatiyle bu hâller, bir iç savaşa sebe palIların Türkler aleyhine nasıl ittifak yaptık biyet veriyordu. Bu mücadelelerin önüne geç larım anlatarak, Kıbrıs'ın fethinin, OsmanlIla mek için HI. Mehmed (1595-1603), şehzâderın son büyük başarısı olarak nitelendirmek lerin vilâyetlere gönderilmesini yasak etti. Bun tedir. Aynca fethin AvrupalIlar nezdinde ne dan soma şehzâdeler, Harem’de ikamet et kadar büyük bir kayıp olduğu da burada izah meğe başladılar ki bu hal devletin geleceği edilmektedir. Müteakiben, OsmanlIların 1578 için iyi olmadı. Gerçek bir Türk geleneği' ol 1606 yıllarında doğuya yönelip İran ile mü mayan, şehzâdelerin kafes arkasında tutulma cadeleleri anlatılmaktadır. Diğer taraftan, Şah larından daha soma vazgeçilmiştir. Bu-bölüm Abbas’ın OsmanlIlara karşı AvrupalIlarla as de saltanat değişikliklerinin sebep olduğu' hâ kerî ve ekonomik münasebetlere girişmesi zik diselere de yer verilmiş bulunmaktadır. redilmektedir. Yazar ayni zamanda OsmanlI Müteakip bölümde, .Osmanlı devlet fikri ların Akdeniz ticaretinin tedricen zayıfladığım ve sınıf sistemi anlatılmaktadır, İmparator anlatarak, Kuzey Afrika’da Osmanlı nüfuzu luk gelişirken, Osmanlı devlet fikri buna mü nun sarsıldığım belirtmektedir. Türk denizci masil olarak değişti. İmparatorluğun esas- ve liğinin Akdeniz’de tesirini kaybetmeğe başladeğişmez prensibi, sınır gazası fikri' idi. Bu masiyle, Malta korsanlarına üâveten İngiliz ve fikir, islâmiyetin yayılma ve müdafaası üze HollandalI gemiciler bu bölgeye akın etmeğe rinde titizlikle durulması gereken mühim, gö başladılar. Böylece, Türkler uzak mesafelerde rev, şeriatın emri idi. İmparatorluk, halen bir söz sahipliğini yavaş yavaş kaybediyorlardı. sınır prensliği iken İdarî ve kanunî işler, dinî Eserde, ayrıca OsmanlIların Hindistan’ı ticarî merkezlerden gelmiş olan ulema sınıfının elin gayeler için istilâya çalışan Portekizlilerle mü de idi. İlk Osmanlı vezirleri, ulema sınıfından cadeleleri anlatılır. İlâve olarak 600 de «East idiler. XTV. asrın ilk yansına âit doküman Indian Company»nin teşekkülü üe, OsmanlI lar, Osmanlı idaresinde mevcut yakm-doğu ların baharat yolu ticaretini İngilizlere nasıl devletlerinin bu devir geleneklerinin, asrın so kaptırdıkları belirtilmektedir. Neticede, ev nuna doğru nüfuzunu artırdığım, gösterir. Bu velce Anadolu yolu ile yapılan İran ipek tica « KİTABİYÂT devirde, yeni ve sür’atle gelişen imparatorluk ta devlet idare ve mahareti fikirleri iyi geliş memiş, idareciler, Anadolu’da Selçuk merkez lerinden, İrandan ve Mısır’dan geliyordu. Bu devlet fikri islâmiyetin ilk devirlerinde gelişip Abbasi halifeliğine intikal etmişti. Diğer ta raftan XI. ve X3II. asırlar arasmda merkezî Asya Türk-Moğol gelenekleri de gelişti. Os manlIlara intikal etti. Arab tarihçisi Taberî’ye göre Sasani Kralı Peroz (459-484) ağır vergilerle halkı sefalete düşürmekle itham edildiği zaman o, «Taıın’dan sonra hükümdarın dayanağı zenginlik ve ordudur, ona destektir» diye cevap verdi. Hal buki Chosroes I (531-579) farklı bir görüş tedir: «Adalet ve itidal ile halk daha fazla istihsal edecek, vergi gelirleri artacak ve dev let zenginleşip kuvvetlenecek. Kuvvetli bir dev letin tesisi, adalet iledir» fikrini' savunuyordu. Karahanlılar hükümdarına sunulmuş (1069) Kutadgu Bilig adlı eser, ayni devlet fikrini ifade eder. Bu fikir, politik teoride bütün İs lâmî eserlere istikamet tayin eder. Devlet kontrolü büyük bir ordu ister. Siiâhlı kuvvet lere dayanmak için, zengin olmak lâzımdır. Bu zenginliği elde etmek için halk refah için de olmalı. Halkın refah içinde olması için, kanunlar âdil olmalı. Eğer bunlardan biri ih mal edilirse devlet çöker. Devletin bu nazariyesinde adalet, idareci sınıftan gelecek suiis timale ve bilhassa gayri kanunî vergilendirme ye karşı, halkın müdafaası demektir. Bunu temin etmek, hükümdarın en mühim görevi idi. Bu siyasetin başhca gayesi, devlet nüfuzu nun, bütün sosyal hayatın mihenk taşı ola rak nazar-ı itibara alınmasından beri, hüküm darın kuvvet ve kudretinin himaye ve korun ması idi. Devlet gelirini ve kudretini artırma ihtiya cı, Sasani krallarının ve İslâm halifelerinin bir çok tarzda tatbik ettikleri gibi adaletle mümkündür. Hükümdar uygun zamanlarda ileri gelenelerden müteşekkü imparatorluk mec lisini toplayabilir, halkın şikâyetlerini dinleyip derhal âdil kararlar kabul edebilirdi. Eğer 435 hükümdar avda veya seferde ise halkın yazdı şikâyetlerini alabilirdi. Veya gizli ajanlarını huzursuzluğun sebeplerini araştırmak üzere vilâyetlere gönderebilirdi. Sasani hükümdarla rı, yılda iki gün halktan kimseleri, dinî lider (Great Magi) in huzuruna çıkarırlar şikâyet leri dinlerlerdi. Bin yd sonra Anadolu Selçuk lu sultanlarının ayni teşkilâtı kurduğunu gö rüyoruz. Ydda bir gün hükümdar şehrin mah kemesine giderdi. E ğer' sultandan herhangi bir davacı varsa hesap vermek üzere kadının huzuruna çıkardı. Bu suretle, Osmanlılar en iyi işleyen adalet sisteminin mirasçısı ve tatbikcisi olmuştur. Müellif bunu çeşitli şekiller de isbat ederek bahse son vermektedir. X. Bölüm, kanuna ve şeriate âittir. Bura da kanunnâmelerin yapılmasında ve kanunla rın tatbikinde sultanın yetkisi incelenmiştir. Kanunlar üç katagoride İncelenmektedir: İlk olarak, padişahın muayyen- durumlar için çı kardığı kanun hükmünde irâdeler; ikinci ola rak bir bölgeye veya sosyal guruba âit irâde ler; ve son olarak bütün bir imparatorluğa âit umumî kanunnâmeler. Bu cümleden ola rak Kanun-i Osmanî’niri reâyâya tatbiki ve gelişmesi anlatılmıştır. : Saraya ayrılmış bölümde, Topkapı Sara yı kısaca anlatılarak, esas idare merkezinin burası olduğu belirtilmiştir. Devlet idaresinde söz sahibi olan kimseler, padişahın kulu ad dediliyordu ki bunlar gerçek bir esir hüviye tini taşımıyorlardı. Bu saray mensuplan, eği timden geçmiş, devlet hizmetinde çalışan kim selerdi. Burada hemen şunu kaydetmeliyiz ki Osmanlı bürokrasisi her ırk ve millete açık bırakılmıştı. Kabiliyeti ve istidadı olan her kes, devlet idaresinde söz sahibi olabilirdi. Tabiatiyle bu sistem gelişerek mükemmel şek lini bulmuştu. Prof. İnalcık, daha sonra saray memurlarının görevlerinden ve yetişme tarzlanndan bahsetmektedir. Aynca bir tabloda En derun, Bîrun ve eyâlet hizmetlileri belirtil mektedir. Osmanlı bürokrasisinde, silsile-i meratibe demlen aşılması gereken hizmetler be lirtilmiştir. İkinci bir tablo, çeşitli görevlerde, 436 MÜCTEBA İLGÜREL ratorlukta ticaret yollan gösterilmiştir. Daha muhtelif tarihlerde kaç kişinin bulunduğunu sonraki tarihte, Hind ticaret yolunun açılışı bize göstermektedir. ve Portekizlilerle yapılan mücadeleler ve ni XII. Bölüm, merkezî idareye tahsis edil hayet Avrupa ile ticarî münasebetler bu ba miştir. Burada, sadnazamm ve Dîvan-ı Hümahiste yer almaktadır. yun’un devlet idaresindeki selâhiyetleri ve teş Bundan sonra, Osmanlı şehirleri ve bilhas kilâtın işleyiş tarzları çeşitli misâlleriyle anla sa İstanbul'un bir ticaret merkezi olarak ge tılmaktadır. Ayrıca, merkez teşkilâtına dahil lişmesi, imaret sisteminin şehir için taşıdığı bulunan diğer elemanların, devlet idaresinde önem anlatılmaktadır. Diğer bir bahiste de ki yetkileri kısa ve öz bir şekilde belirtilmiş imparatorluğun yol şebekesi, kervansaraylar ve tir. imarethâneler yer almaktadır. Şehir nüfusu, Müteakip bölüm, Osmanlı Devleti’nin vi loncalar ve ticaret hayatına âit bilgiler yine lâyet teşkilâtına ve timar sistemine ayrılmış burada bulunmaktadır. olup, kitabın en mühim bir kısmım teşkü et Müteakip ve son bölümde Osmanlı İmmektedir. Bu kısımda, sınır prenslikleri an paratorluğu’nda din ve kültür bahislerine yer latılmakta ve, yeni fetihlerle teşkilâtta olan verilmiştir. değişiklikler gösterilmektedir. Bu teşkilâtın bir Bu tür bir eserin meydana getirilmesi, parçası ve destekleyicisi olan timar sisteminin Türk tarihi yönünden büyük bir kazanç ol imparatorluğun idaresinde ve malî, sosyal ve muştur. Tarihimizi tetkik edeceklerin ilk mü kültürel politikasındaki rolü belirtilmektedir. racaat edecekleri kitaplardan biridir. Bilhassa Bütün bunlar tabiatiyle askerî kuvvetin geliş İçtimaî bakımdan derli-toplu malûmatın bu mesinde de başta geliyordu. Diğer taraftan, lunuşu; belli-başh kaynak eserlerin gösterilişi timar sisteminin tedricen tereddiye uğramaya esere önem kazandıran hususlardandır. Zikre başlamasına da yer verilmiştir. XIV. Bölüm, Osmanlı İmparatorluğu’nunşâyân diğer bir husus ise eserin tertibinin mü kemmel oluşudur. Türkçemizde böyle bir ça beynelmilel ticaretle olan ilişkisinin anlatıldığı lışmanın yokluğu ise daima hissedilmektedir. yerdir. Moğol istilâsından sonra Anadolu’nun nasıl bir ticaret merkezi olduğu, bâzı mad Mücteba İlgürel delerin —ipek gibi— nasıl ehemmiyet kazan dığı anlatılmaktadır. Bir harita ile de impa KİTABİYÂT. Malazgirt Armağanı. Ankara 1972, Türk Ta rih Kurumu Basımevi, X + 316 s.. 313 resim, harita, kroki ve desen. «Türk Tarih Kurumu Yayınlarından XIX. Seri-Sa. 4» Fiatı 60 TL. Türk Tarihinde eser ve hizmetleriyle ta nınmış, âlim, san’atkâr, devlet adamı, kuman dan gibi değerli kişilerle, tarihe yön vermiş önemli olaylar için zaman zaman özel arma ğan kitapları yayınlanarak kişi ve olayları anmak, o kişi ve olaylan en son araştırmala rın ışığında çeşitli yönleriyle tanıtmak hiç şüphesiz, tarih ve kültürümüz için gerekli ve değerli bir hizmetdir. Türk Tarih Kurumu, Malazgirt meydan savaşının 900. yıl dönümü dolayısiyle büyük komutan Alparslan’ın anısı için «Malazgirt Armağanı» adım taşıyan bir eser yayınlamış bulunmaktadır. Armağan ki tabı, Malazgirt Meydan Savaşı’mn 900. yıl dönümü dolayısiyla 12-14 ekim 1971 tarihleri arasında Ankara’da Türk Tarih Kurumu’nun düzenlediği seminere katılan Türk bilim adam larının, çoğu Selçuklular çağındaki Türk uy garlığını inceleyen 21 bildirisini ihtiva etmek tedir. Seminerde çok büyük bir ilgi ile karşı lanmış olan bu bildirilerin yayınlanması ile, incelenen konulardan pek çok kişinin yarar lanması imkân dahiline girmiş bulunmaktadır. Armağanda yer alan makaleler şunlardır: Prof. Dr. Afet İn a n : Kayseri’de Gevher Nesibe Şifaiyesi (H. 602-M . 1206), s. 1-8. Yazıda eğitim kuruluşları ve öğretim usulleri hakkında genel bir bilgi verildikten sonra Türklerde tıp öğretiminin önemli belirtilerek Orta çağda Türk hâkimiyeti altındaki ülkeler de, hastahane ve tıp kurumu olarak yapılan binaların ve XI. yüz yıldan itibaren Türkiye sınırlan içinde yapıhp ayakta kalabilenlerin bir listesi, yapıhş sırasına göre verilmektedir. Sonra, Türkiye’deki kurumlardan kadınlar ta rafından yaptınlan ve adlarım taşıyanlann en eskiri olan ve Anadolu Selçuk Sultam I. Gıyaseddln Keyhusrev’in anne baba bir kardeş olan Melike Gevher Nesibe Sultanın Şifâiyesi t anıtılmaktadır. 437 Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver: Ana dolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri, s. 9-31. Bildiri, Anadolu Selçuklulannda sağhk ve sosyal yardım hizmetlerinin, ne şekilde ele alındığını belirtmek üzere hekimler, sıhhi ku ruluşlar ve toplum sağlığı konulan, tıbbî eserler, tıbbî ve mistik folklor konularında teferruatlı bir şekilde ve aşağıda zikredilen küçük başlıklar altında bilgi vermektedir. Ana dolu Selçuklulannda hekimler, Selçuk hekim kütüphâneleri, Anadolu Selçuklulannda tıbbî eserler, Selçuklularda Ordu hekimliği, Selçuk lularda tıb öğretimi durumu, 'Selçuk hastahânelerinin kronolojik sırası, Mardin Dârüşşifâsı, Kayseri’de Gıyaseddîn ve Nesibe Sultan kar deşler tıp sitesi (602/1206), Sivas tıb sitesi (1217), Konya hastahâneri (1219 -1236), Div riği hastahânesi (1228), Harput Dârüşşifâsı (1229), Çankın Dârüşşifâsı (1235), Kastomonu hastahânesi (1272), Tokat Dârüşşifâsı (676/ 1277), Sivas Dâriirrâhası 1288), Konya Aksarayı Dârüşşifâsı (XIII. asır), Erzurum ve Erzincan Dârüşşifâsı, Akşehir Dârüşşifâsı (XIII. asır), Amasya Dârüşşifâsı (1308), Kay seri Leprozerisi (XIV. asır), Selçuk hastahânelerinde yılan alâmetleri, Selçuk hastahânelerinin ısınma problemi, ılıca ve kaplıcalar, Selçuklu hamamlan, Selçuklular zamamnda tıbbî folklor, Selçuklularda mistik folklor. Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail G ürkan: Selçuklu hâstahâneleri. s. 33-47. Dr. Ing. Arrian Terzioğlu: Selçuklu hastahâneleri ve Avrupa kültürüne tesirleri, s. 4966. Konu, bildiride, giriş, Selçuklu hastahânelerinin ve tababetinin Avrupa'daki tıbbî Rö nesans'ın doğuşunda oynadığı rol, Selçuklu ordusundaki seyyar hastahâneler, Selçuklular da ilk hastahâne tesisleri, Selçuklu hastahânelerinin mimarî bakımdan Avrupadaki hastahânelere tesirleri adlı bölümler halinde İnce lenmektedir. Von Dr. İng. Arslan Terzioğlu: Vrsprug des bautyps der Seid schukischen krankenhâ user und der kreuzförmigen abendländischen hospitäler, s. 67-74. 438 F. ÇETİN DERİN Dr. Emel E sin: *MuyanIık» Uygur «Bu yanı» yapısından (Vıhâra) Hakanlı Muyanlığına (Rıbât) ve Selçuklu Han ile medresesine geliçine, s. 75-102.' Bildiride, ordug (Kağan veya beyin askeri ile bulunduğu başkent), •Buyan» yapı (Budist rahiplere ikametgâh ve yolculara barınak vazifesini gören külliye), Ribat ve «Muyanhk», Çok kubbeli mescit, tâklı raescid ve minare hakkında ilk devirler den itibaren meydana gelen gelişme incelen miştir. Doğan K uban: Ortaçağ A nadolu-Türk san’atı kavramı üzerine, s. 103-117. Doç. Dr. Şerare Y etkin: Alara kalesinde ki Hamamlı kasr ve XIII. yüzyıl Anadolu mimârisindeki yeri, s. 119-126. Antalya Alan ya-arasında sahilden takriben 10 km içeriye kıvrılan yolun sonunda, Alara çayı ’kenarında bulunan ve Sultan I. Alâeddin Keykubad ta rafından fethedilen Alara kalesi ve Hamamlı kasır san’at tarihi yönünden İncelenmektedir. ' Suud Kemal Y etkin: Selçuklularda resim san’atı, s. 127-129. Semra Ö gel: Ortaçağ çerçevesinde Ana dolu Selçuklu san’atı, s. 131-138; Gönül Ö ney: Anadolu Selçuk mimarisin de avcı kuşlar, tek ve çift başlı kartal, s. 139172. Anadolu Selçuklu mimarîsinde stilize edil miş, en bol taş malzeme ile dolgun kabart ma olarak işlenen kuş, avcı kuşlar, tek ve çift başlı kartal figürlerinin özellikleri ile kul lanıldıkları yerler ve hâlen figürlerin bulundu ğu anıtlar hakkında ayrıntılı bilgi verilmekte dir. Y a z ın ın yan başlıkları şu surette tesbit edilmiştir. I. Kuş, Avcı kuşlar ve kartal, II. Çift başlı kartallar, III. Kartal hayvan mü câdele sahneleri, IV; Burç hayvanı olarak kuş veya kartallar, V. Tek ve çift başlı kartalın, avcı kuşların Selçuk ve genel İslâm san’atına intikali, VI. Anadolu Selçuk kuş, avcı kuş, kartal ve çift başlı kartallarının sembolik iza hı, VII. Sonuç. Doç. Dr. M. Oluş A rık : Başlangıç devr. Anadolu-Türk mimâri tezyinatının karakteri, s. 172-177. Prof. Dr. Abdullah K u ra n : Anadolu’da ahşap sütunlu Selçuklu mimûrisi, s. 179-186. Ömer B akırer: Anadolu Selçuklularında tuğla işçiliği, ş. 187-201. Mahmud A k o k : Anadolu Selçuklu m im i risinde, geleceğin Türk san’atma kaynak olan varlıklar, s. 203-218. Konu, Anadolu’nun iskân tarihi bakımından arkeolojik görünüşü, Anadolu’da kurulmuş Selçuklu mimârîsine ba kış, Hanikah ve türbe binaları; Medreseler, Dârüşşifâlar ve bimarhâneler; Kervansaraylar, Hanlar, Menzilhâneler, n b a t ve köprü tesis leri; Köprüler; Şehir surları, su tesisleri, li man ve tersaneler; Saraylar, köşkler, ve özel ikâmet binaları; Selçuklu yapı ve mimârîsine, san’at ve yapı detayları yönünden bir bakış; Selçuk mimarlığında ağaç işçilik, kaplamacı lık ve boya ile yapılan süsleme, detay san’atı olarak görülen alçı işleri ve malakârî süsle me; Selçuk mimârîsinin ana kuruluşu bölüm lerinde İncelenmektedir. Prof. Dr. Ali Sevim: Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçlan, s. 219-229. Feridun Dirimtekin: Selçukluların Ana dolu’da yerleşmelerini sağlayan iki ¡jafer, s. 232-258. Yazıda, Malazgirt ve Düzbel-Myriocephalon (17 Eylül 1176) meydan muharebe leri, bununla ilgili ön harekât ve savaşların neticeleri ele. alınmıştır. Doç. Dr. Nejat K aym az: Malazgirt sava şı ile Anadolu’nun fethi ve türkleşmesine dair s. 259-268. İbrahim A rtu k ; II. Keyhusrev’in üç oğlu adına kesilen sikkeler, s. 269-286. Çevriye A rtu k : III. Keyhusrev ye şahtı Selçuklu sultanı Cimri adına kesilen sikkeler, s. 287-296. Prof. Dr. Hasibe M azıoğlu: Selçuklular devrinde Anadolu’da Türk edebiyatının baş laması ve Türkçe yazan şâirler, s. 297:316. F. Çetin Derin KİTABİYÂT Antoine Galland, İstanbul’a âit günlük anı lar (1672-1673), şerhlerle yayınlıyan Charles Schefer, II. Cilt (1673), çeviren Nahid S im Örik. Ankara 1973, 178 Sayfa. Türk Tarih Kurumu Yayınlarından II. Seri-Sa. 16 a. Zamanımız doğubilim üstadlanmn atala rından olan A. Galland’m değerli Journarmm çevirisinin ikinci cildine 1949 yılında çıkan ilk cildinden sonra biraz geç de olsa sahip olduk. Fransızca ash çok aranan ve birçok esere ana kaynak olan bu kitabın birkaç sene evvel anastatik yayım yapılmıştı. Bu eser, Türk siyasal hayatı yamnda, uygarlık âlemin den bahseden bir yığın mühim bilgi vermesi bakımından müstesna bir değer taşımaktadır. Türk Tarih Kurumu’nun yüklü programından dolayı ancak sırası geldiği anlaşılan bu ya yın, nefis bir kâğıt üzerine güzel bir baskı düzeni ile yayınlanması ve aslında bulunma yan bir dizin ile beraber olması gecikmeyi mazur görmemize yol açmıştır. H er ne ka dar Fransızca memleketimizde aydınların çoğu tarafından bilinen bir dil ise de, bu çeviri geniş bir topluluğu daha kolay yararlanır hale getireceği gibi, üniversitelerimizin tarih züm resi öğrencileri tarafından dil güçlüğü olma dan ele alınmasını sağlayacaktır. A. Galland yalnız bir sefaret kâtibi de ğil, aynı zamanda kuvvetli bir şark kültürü ile yetiştiği' için, duyduklarını ve gördüklerini süratle değerlendirme fırsatım bulabilmiştir. Bu sayede memleketimizde bulunduğu sene lere ait bir çok konu hakkında fikir sahibi oluyoruz. Türk-Fransız ilişkilerinde ayrı bir yer tutan 1673 andlaşmasımn metnini, devrin Padişahı Mehmed IV’in elinden alabilmek için girişilen faaliyet bütün cildi yeteri kadar dolduruyor. Dizine konulan Kapitülasyon ben dinden kolayca izlenebilir. O tarihlerde, gün lerinin büyük bir kısmım Edirne’de geçiren Padişahı ziyaret bahanesi ile yapılan Fransız elçilik erkânmca yapılan ziyaretleri ve İstan bul ile Edirne şehirleri arasındaki yerler hak kında verilen bilgiler dikkate değer. Birinci 439 ciltte olduğu gibi, bu ciltte de Galland eline geçen doğu dillerinde yazılmış kitapları kay detmiş ve hangi konulara âit kitaplara sahip olduğunu da bir bir haber vermiştir. Arasıra ziyaret etmeği uygun gördüğü İstanbul Bedesten’i h akkında fikir vermesi yamsıra, Fran sız elçiliğinde verilen temsiller de (S. 4, 16, 22, 26) yabancı toplumlann davranışlarını akset tiriyor. İstanbul’dan bahseden haberler, bu şeh rin tarihçileri tarafından ihmal edilmemekte dir. Bu asırda Boğaziçi bir sayfiye yeri ol maya başlamıştı. Gelen heyetlerin zaman za man her iki taraftaki sahillerde yaptıkları ge ziler ve kaleme aldıkları izlenimler, iki ya kayı dolduran binalar hakkında belli başlı •kalmaklardandır. Galland, Tarabya ile Bey koz vesâir yerlere dâir kişisel- izlenimlerini kaydetmiş ve bu arada Galata’daki Katolik cemaâti ile Fransızların giriştiği sıkı işbirli ğini detaylı olarak anlatmıştır. Tarihî Türkİstanbul karşısında kozmopolit hüviyetini uzun zaman korumağa gayret eden bu beldenin, Katolik kiliselerinin davranışına âit değişik bir evreyi kapsayan devir, gene Galland ta rafından canlandınlmıştır. 1673 kapitülâsyo nunun yenilenmesi sırasında Fransız tecimsel çıkarlarını korumak yamnda, Şarktaki Kato lik mezhebine bağlı zümreleri kendi himaye lerine alma, bu arada Kudüs’deki Kutsal Yer lerim muhafazasının İtalyan misyonerlerden alınıp Fransızların himâyesine verilmesine dâir çabalan yoğunlaşıyor. Fermâna bu hu susun konulmasına büyük gayret sarf edil miştir. Bu konunun bu satırlarda daha fazla uzatılmasına gerek yoktur. Elimizdeki çevirinin değerli kısımlanndan olan zeyillerinin beşincisi, Köprülüler ailesi nin mühim fertlerinden olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya ayrılmıştır. Padişahın sık sık Edirne’de bulunmasından dolayı, Sadrâzam Köpriilü-zâde Fazıl Ahmed Paşa’mn güvenini kazandığından, Kaymakamlık gibi önemli bir görevi yüklenen Kara Mustafa Paşamn siya sal hayatının ilk devrelerine dair bilgiler, mer 440 MAHMUT A. ŞAKİROĞLU hum hocam Cavid Baysun tarafından dersle rinde anlatılırdı, ve daima belli başlı bir kay nak olma hüviyetindedir. Yayınlıyanın birçok notlarıyla değerlenen bu kitapta, devrin fikir dünyasının önemli şahıslarına da yer verilmiştir; Ricaut, Comelio Magni gibi Osmanh Tarihine ait eserler ka leme almış yabancı şahıslar yanında, Yahudi azınlığı arasında bir buhran yaratan Sabatay Sevi, Osmanh dış siyasetinde önemli görevler elde etme olanağı bulan Panaioti ve Maurocordato adh Fenerli Rumlar zümresine dahil zevat amlarda zikredilirler. Osmanlılan bir hayli uğraştıran Lehistan savaşları ve Kamaniça kalesinin fethi için OsmanlIlar tara fından girişilen mücadelenin İstanbul’a gelen haberleri ve etkisinin Türk toplumunda ya rattığı sevinç tezahürünün yanında, yabancı topluluklarda meydana gelen şaşkınlığı akıcı bir uslub ile yazılmış çeviride okuyoruz. O sıralarda İstanbul’daki Lehistan elçisinin faali yeti canlı satırlarla anlatılıyor. Muhakkak Venedik Cumhuriyetinin Balyos’u Quirini ve tercümanı G. Tarsia ile Fransız elçisinin de vamlı dostluklarından dolayı meydana gelen samimî hava Lehistan elçisi ile olan ilişkiler de yoktur. Trablusgarp’de büyük olaylara se bebiyet veren zevat kitabın aslında İtalyanca olan rapor ile M. de Nointelle’e arz edilmiş ve haberin yalnız çevirisi verilmiş. İngiliz mümes sillik erkânının faaliyeti de, Galland’ın kay dettikleri arasında bulunmaktadır. Bu eserin değeri zaten bilindiği için, çe virinin de 17. asrı inceleyen her kitaba kay nak olacağı şüphesizdir. Bunun bir tamam layıcısı mahiyetinde olan A. Vandal’m, M ar quis de Nointelle’in faaliyetine dair yazdığı mühim kitabın da bir çevirisinin basılmasını istemek, bu devirle ilgilenenlerin bekliyeceği bir olaydır. Kaldı ki çevirinin yapıldığı ve Türk Tarih Kurumu kitaplığında bulunduğu, 1970 senesinde yayınlanan Tiirk Tarih Kurumu adh broşürün 48. sayfasında yazılıdır. Bu güzel kitabın da bir an evvel dilimize kazan dırılmasını bekliyoruz. Tarih Enstitüsü Dergisi’nin bundan ö n -. ceki iki sayısına verdiğim tanıtmalarda yap tığım daktilo hataları ile, tashih görmediğim için gözümden kaçan bazı hususları açıkla mayı bu vesileyle gerekli gördüm : 1 -2 . Sa yının 345 vd. da tanıttığım San Francesco manastırına âit kitabın başlığındaki 1697 ta rihi 1967 diye çıkmıştır. Kitabın basılış yılı ile karıştığı için, bir hatanın doğmasına sebeb olmuştur. F akat 346. sayfanın birinci sü tunun son paragrafındaki 1967 tarihini gören ler için kusur sayılmıyacağı kanısındayım. Bu arada 1697 senesinde adı geçen kilise «orta dan kaldırılmıştır» diye tanımlanmasıyla bir konuyu eksik bıraktığımı fark ettim. Bu cümle yerine «câmie çevrilmiştir» deseydim daha doğru olacaktı. Padişah Mustafa IL’nın vâldesi Gülnuş Emetullah tarafından kiliseden çevrilen bu câmi’in ismi, Yeni Cami olmuş, yakın bir zamanda yıktırılmıştır (S. Eyice, İA c. V /2 s. 1214/153). 2 -3 . sayının 356-359. sayfalan arasında kısaca tanıttığım altıncı deniz tarihi kollokyumu zabıtlan adh kitaba âit bâzı tertip hatalan olmuştur; 358. sayfanın ikinci sütûnunda R. Mantran’dan bahsederken, Prof. İnalcık’m tanıtmasının künyesinden sonraki pa rantezi erken kapattığım için, o paragraf so nundaki İnalcık tarafından kaleme alınmış değerli makale, M antran’ınmış gibi bir yan lışlığa sebebiyet veriyor. «Capital Formation in the Ottoman Empire» adh değerli makale nin sayın İnalcık’a âit olduğunu bir kere daha tekrardan kaçınmıyorum. 3 - 359. sayfada kollokyumda okunan ve tartışılan diğer tebliğlerin ismini vereceğim büdirildikten sonra, nedense birdenbire bit mektedir. Herhâlde o yaprak matbaada kay bolduğu ve ben de tashih görmediğim için böyle bir boşluk kalmıştır ki, burada tamam lamayı yararlı gördüm: Enrico Cerulli, «La Via delle Indie nella Storia e nel Diritto del Medioevo», S. 3-24 KİTABİYÂT [Ortaçağ tarih ve hukukunda Hindistan yolu]. Italyan doğubilim üstatları arasında ayrı bir yeri olan sayın müellif sintetik bir tarzda bu konuyu işlemektedir. Yukarki sayfalarda her hangi bir dipnotu koymayan müellifin, bâzı yazılarının derlendiği bir kitabında bu makalerini tekrar neşrederken notları ihmâl etme diği görülüyor: İslam di Ieri e di Oggi [Dün kü ve bugünkü İslâmiyet] Roma 1971, S. 21-37. Michel Mollal, «De Lourenço Marques a Venise: Résultats et perspectives», S. 25-38 Gian Fiero Bognetíi, «La Nave e la Navigazione nel Diritto Rubblico Mediterráneo dell’Alto Medioevo», S. 41-55 Guido Astuti, «L’Organizzazione Giuridica del Sistema Coloniale e délia Navigazione Mercantile delle Città Italiane nel Medioevo», S. 57-89. Virginia Rau, «Les Portugais et la Route Terrestre des Indes a la Mediterranee aux XVIe et XVIIe siècles», S. 91-98 Federigo Melis, «Il Fattore Economico nello Sviiuppo délia Navigazione alla Fine del Trecento», S. 99-105 Ruggiero Romano-Alberlo Tenenti-Ugo Tuccii, Un Incontro: Trieste e l’Oceano In diano», S. 141-155 Marian Malowist, «Les Routes du Com merce et les Marchandises du Levant dans la Vie de la Pologne au Bas Moyen Age et au debut de l’epoque moderne», S. 157-175 Paul Gille, «Les Navires des deux Routes des Indes (Venise et Portugal) : Evolution des Types. Résultats Economiques», S. 193-201 Paul Adam, «A Propos des Origines de la Voile Latine», S. 203-229 Jacques Faublée-Marcelle Urbain-Faublêe, «L’Adoption de la Voile Latine a Madagas car», S. 231-241. 441 Jacques le Goff, «L’Occident Medieval et l’Ocean Indien : Un Horizon Onirique», S. 243-263. André Bourde, «Un Comorien Aventurieux au XIX siecle. L’Extraordinaire Voyage du Prince Aboudou», S. 265-290 Mirko Deanovic, «Lingüistica e Storia : L’Atlante Lingüístico Mediterráneo», S. 311316 Henri Charles, «Les Population Maritimes de la Côte Syro-Libanaise et leur Vocabulaire Arabe Nuatique», S. 349-353 Charles Verlinden, «L’Héritage de Venise en Occident», S. 357-374 Frank Spooner, «The Suez Canal and the Growth of the International Economy 1869-1914», S. 393-418 Bu düzeltmeyi hazırladığım sırada tarama fırsatım bulduğum Archivio- Storico Italiano adh derginin CXXIX (1971) cildin [360 vd] de yukarki kitabın 1970 yılında S.E.V.P.E.N yayınlan arasında Gandossi-Cortelazzo tarafın dan tekrar yayınlandığını öğrendim. Başlıklar aym olmakla beraber metinlerde bir değişik liğin yapıhp yapılmadığını, kitabı inceliyemediğim için bilmiyorum. Adı geçen dergiyi ta ramağa devam ederken, sekizinci deniz tarihi kollokiyumunun zabıtlarının Pariste yayınlan dığına dâir haberi gördüm. Bu kitabı da şah sen göremediğim için şimdilik bibliografik künyesini bu satır arasında kaydetmekle yeti: niyorum: Sociétés et Compagnies de Com merce en Orient et dans l’Océan Indien. Ac tes du huitième colloque international d’his toire maritime (Beyrouth 5-10 settembre 1966) preséntés par M. Mollat [Bibliothèque Géné ral de l’Ecole Pratique des Hautes Études] Paris 1970, 732 Sayfa. Mahmut H. Şakiroğlu 442 SEVİM İLGÜREL Mucip Kemalyeri, Çanakkale ruhu nasıl doğdu ve Azerbaycan savayı (1917-1918), İs tanbul 1972 Baha Matbaası, 178 s., Fiatı TL. 12 Mucip Kemalyeri, 8 resim 1 kroki ve 1 harita ihtiva eden bu eserim, iki defa Bele diye Reisliğim yaptığı Rizelilere armağan et miştir. Eser iki bölümden meydana gelmiştir. I. Bölümü, 30 kısımlık Çanakkale harpleri ile 8 kısımlık Türk gücü hakkında söylenen bü yük sözler teşkü etmiştir. II Bölüm, 64 kı sımdan ibarettir. Bu bölümde yazar, eski İs tanbul hayatım, çocukluk hâtıratım, okulunu, kıyafetleri, sık sık konuşan hatipleri ve I. Cihan harbine giriş sebeblerimiz ile Kafkas ve Azerbaycan muharebelerini anlatmıştır. Ki tap, müellifimizin, Rize Belediye reisi iken yaptığı kıymetli çalışmaları ve Rizelilere ka zandırdığı tesisleri, müteakiben de 1954 se çimlerinde İstanbul Belediye meclis üyeliğini, 1957 yılında da İstanbul Millet vekilliğine ka derin yardımı ile seçildiğim zikreden mütevazı anlatımı ile son bulmaktadır. Müellifimiz askerdir. Kitabına konu ola rak aldığı Çanakkale ve Azerbaycan savaşla rına bizzat katılmış ve oralarda düşman as keri ile kahramanca savaşmıştır. Savaşlara ka tılmış bir kişi olarak müellifimizin okuyucu suna doğrudan doğruya verdiği gerçek ma lûmatın değeri bu bakımdan pek büyüktür. Mucip Kemalyeri, bir edebiyatçı rahatbğı içinde, yeri geldikçe kendi biyografisine âit malûmatı gayet rahat nakletmiş ve derleme sine kendi araştırma gücünü de ekleyerek isti fâde ettiği kaynaklan açık bir şekilde belirt miştir. Bazı ufak tefek matbu hatalar hâriç, iyi bir çalışma metodu ile meydana getiril miş eser, büyük bir emek mahsulüdür. Yazar, «felâketlerin doğurduğu seviyesiz siyasî ihtiraslardan samimiyetle uzaklaşan Türk milletinin cibilli şecaati canlanıyor, tatlı biı heyecanla müstakbel Çanakkale ruhu doğu yor» sözü ile kitabına bu ismi vermesinin ne denini açıklamış oluyor. Müellifimiz asteğmen rütbesi ile Gelibo lu’da bulunan piyade 27. Alay ve 12. Bölük takım subaylığına tâyin edilmiştir. Osmanlı devleti o tarihlerde ölüm kalım kaygusu ve mücâdelesi içine tamamen girmiş bulunuyor du. Millet ve hükümet gönülden el ele vere rek istiklâlini ve medenî haklarını koruya bilmek için maddî ve manevî son gayretlerini sarf ediyordu. Türkiye Almanya'nın yanında 31 Ekim 1914’de harbe girdi. Müttefik dev letler İstanbul’u hedef tutmak üzere Gelibolu yarım adaşım ele geçirmek istiyorlardı. Bu sebeble, Gelibolu’ya çıkartma yaparak var güç leri ile buralara mevzilenen Türk ordusunu püskürtmeğe çalışıyorlardı. Ahmet Mucip Bey de 19. Tümen kumandam yarbay Mustafa Kemal Bey’in kumandası altında Çanakkale harplerinde kahramanca döğüşüyordu. Kemal yeri isimli mevzide ilk defa .Atatürk’ü gören Mucip Bey, Atatürk’ün bastığı bu mukaddes yerin ismini bilâhere kendisine soyadı almış tır. Mustafa Kemal’in savaşta göstermiş ol duğu maharetledir ki müttefik ordular perişan olacak ve daha fazla dayanamayacaklardır. Müttefikler 19-20 Aralık 1916 gecesi Anbumu ve Anafartalar, 8-9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir’den bütün kuvvetleri ile çekilip gider ken Çanakkale tarihinin kanlı sayfalan da kapanmış bulunuyordu. Türk Milleti, ondan. daha sonra, tehlikeli bir şeküde tekrar başla yan İstiklâl harbini de şerefle sona erdirdi. 8 Kısımlık Türk gücü hakkında söylenen büyük sözleri müellifimiz Hikmet Aslanoğlu’nun 1950’de Ankara’da basılan kitabından ay nen almıştır. Bu fikirler, aşağıda isimleri ge çen şahıslara âittir: Liman von Sanders (Al man generali), Guron (Fransız generali), Tavshend (İngiliz generali), Bir İngiliz Subayı, F.W.von Herbert (İngiliz subayı) ve Foş (Fransız mareşali). Bunlar, Türklerin harp gücünü öven, Türkleri meth eden kişilerdir. Mucip Kemalyeri’nin bulunduğu diğer bir harp sahası da Kafkas cephesidir. Birinci Cihan harbi sonlarına doğru Rusya’da patlak veren Bolşevik isyanım fırsat telâkki eden KİTABİYÂT Âzeriler, Gürcüler, ve Ermeniler istiklâllerini ilân ettiler. Ordumuz Bolşeviklere karşı Âzerileri korumak üzere Mayıs 1918 sonlarına doğru 9. Kafkas alayım Azerbaycan’a gön derdi. Müellimiz bu alayda 25. Tabur I. Bö lüğe komuta ediyordu. Bir takım harekât ve cesûrâne savaşlarımıza rağmen müttefikleri mizle birlikte mağlûbiyeti kabûl ettik. Mon dros’ta aktedilen mütareke gereğince Osmanlı 443 ordusu Kafkasları derhal boşaltacaktı. Bunun üzerine alayımıza da geri dönmek kalıyordu. Çanakkale ve Azerbaycan muharebeleri ile, eski İstanbul hayatına âit kısımlarını bü yük bir zevkle okuduğumuz hatırat mahiye tindeki bu eserin, her Türk gencinin kütüp hanesinde yer almaşım temenni etmek en bü yük arzumuzdur. Sevim İlgürel