Etik: Ektiğin Bilgi Tohumunu Başkası Biçiyor Ethics
Transkript
Etik: Ektiğin Bilgi Tohumunu Başkası Biçiyor Ethics
Etik: Ektiğin Bilgi Tohumunu Başkası Biçiyor Ethics: Someone Else Reaps The Information Seed You Sowed Yalçın Yalçınkaya1 Öz Bu çalışma, etik üzerine yapılan felsefeye yönelik betimleyici ve tanımlayıcı bir araştırmadır. Bilginin, etik konusundaki kesişim noktalarını ve anayollarını ortaya çıkarmayı ve bunları anlamaya çalışmayı öncelikler. Özellikle, bilgi konusunda etiğin, nerede güç kazanıp nasıl içselleştiğini özgül bir biçimde yorumlamaya çalışır. Aynı zamanda etik değerleri ve değersizlikleri, etiğin varlıkları ya da yoklukları, bireyin bilgiyle ilişkisini kütüphane bağlamında inceler. Etik konusundaki erdemin ve doğruların nasıl kazanılabildiğini, hangi biçimde rol oynadığını ve yol aldığını yapılan araştırmayla çözümler. Anahtar Sözcükler: etik, bilgi, bilim, bilgi yönetimi, kütüphane Abstract This study attempts to describe and identify research on the philosophy about ethics. It prioritizes revealing the junction points and arteries of ethics and trying to understand them. It particularly tries to specify where ethics gains strength and then how it becomes internalized as information. At the same time it studies ethical values and vanities, the existence and the absence of ethics, and the relation of individuals to information in the context of library. This study analyzes how an individual gains virtues and truths about ethics and what sort of a role they plays in how other individuals attain information through a practice research. Keywords: Ethics, information, science, information management, library Giriş Günümüzde etik konusunun giderek daha çok ciddiyet kazandığı ve önem taşır hâle geldiği söylenebilir. Etik, bilgisel yaklaşımların odağında ahlaki eylem(ler)in doğasını soruşturan ve iyi-doğru bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışan en önemli daldır. Değerler için değerin harcanması bunca yaygınlığa sahipken hiç şüphe yok ki bilimsellik çabasının içselleştirilmesi beraberinde etik sorunlara da bakışımı gerektirmektedir. Etik, bilginin doğasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Özellikle bilimin temel amacı olan her zaman bilimsel bilgiye ulaşma isteği ve ereği, söz konusu bilgilerin insanlığın yararına-yarınına yönelik olarak işlenmesini gerekli kılmaktadır. Ancak bağımlı ve bağımsız değişkenlerin ortasında 1 Kütüphaneci, Marmara Üniversitesi S.B.E. İletişim Bilimleri A.B.D. Bilişim Bilim Dalı Yüksek Lisans Mezunudur, yalcin.yalcinkaya@hotmail.com bireyin bilim yaşamında etik dışı davranışlara yönelmesi etiğin, bilgi ve bilim bağlamında detaylı değerlendirilmesini kaçınılmaz hâle getirmektedir. Toplumun var olması, işleyişi, iletişimi ve ilerlemesi için bilim, yaşamsal öneme sahiptir. Bir toplumun, gelecek kaygısını gidermesinde elbette bilim yaşamı ve bilimsel araştırmalarda aldığı rolün niteliği önem taşımaktadır. Bir diğer ifadeyle bilimsel yaşamdayaklaşımda ortaya çıkabilecek yanlış ve yanıltıcı bilgi kullanımı kuşkusuz etik sorunları doğurmaktadır. Etik, bir tür bilgi eylemsel olarak ele alındığında sonuçlarının, kimi zaman bilimsellik kapsamında bilgisizliğe evrildiğini vurgulamaktadır. Bireylerin ait oldukları toplum içerisindeki etkinlikleri, eylemleri ve yaklaşımları şüphesiz bağlı bulunduğu toplumsal normlar kapsamında gerçekleşmektedir. Adeta bireylerin düşün-davranış biçimleri, büyük ölçüde aidiyetlerinin bulunduğu alanın belirleyiciliğinde vücut bulmaktadır. İşte bu bağlamda bilginin özgül içeriğinin temel koşulu olarak yeni bilgi üretiminde daha önce üretilmiş bilgiyi kullanmayı gerektirmesi, amacı bilgiyi edinmek, düzenlemek ve iletmek olan kütüphanenin; eylem-etkinlik alanındaki sahip olunan ayrıntı bilgisini ve çoğaltım faaliyetini daha yaşamsal kılmaktadır. Bireyden topluma ve/veya düşünden eyleme her türlü ve çok yönlü bilgiyi biriktirme ve iletme özelliği kütüphanenin en temel işlevlerinden biri olmaktadır. Bu işlev, bir bakıma zamanın paralelinde; bilginin kayıt altına alınma olasılığının doğmasıyla birlikte kütüphane organizasyonunun daha çok canlılık kazanmasına ve toplumsal bilgi gereksiniminin yanıtlanmasında kütüphanenin çözüm arayışı olarak kabul edilmesine olanak sağlamaktadır. Üst Bakış Perspektifi Etik Etik kavramının tanımı, temel eksende olması gereken gereksinmelere duyulan ilgi şeklinde yapılabilmektedir. Bundan ötürü etik kavramını tanımlamak oldukça güç bir hâl almaktadır. Literatürde birçok farklı etik tanımı bulmak olanaklıdır. Etik sözcük olarak (Pieper, 1999, ss. 30-31; Keseroğlu, 2007, ss. 171-172); Eski Yunanca Ethos’dan türemektedir. Ethos ise, alışkanlık, töre ve gelenek, eylemlerini, antik kentte geçerli olan eğitim yoluyla düzenleyen kişi anlamındadır. Kavramın Latince karşılığı mos, çoğulu mores hem töre, hem karakter anlamına gelmektedir. Ahlak kavramıyla aynı anlamda kullanılan Almanca, Fransızca ve İngilizcedeki moral sözcüğü de mos sözcüğünden üretilmekte olup ahlak ile töre kavramlarını karşılamaktadır. Anlamsal açıdan etik sözcüğü; adetler, alışkanlıklar düşüncesinde kullanılmaktadır. Arapça kökenli ahlak ile Latince ve eski Yunanca kökenli moral ve etik sözcükleri arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Buna göre; ahlak sözcüğü, insanın yaratılışından gelen huylar olarak atalardan gelen tabiata dikkat çekerken, moral ve etik sözcükleri toplumların kabul ettiği adetleri ve alışkanlıkları öne çıkarmaktadır (Köktürk, 2013). Bir diğer yaklaşıma göre ise “etik daha görevsel, daha içsel, dolayısıyla daha evrensel bir kalıptır, moral ise daha toplumsal, daha genel, daha dışsal ve davranışsal” (Tunçay, 2008, s. 2) olarak açıklanmaktadır. Etik, “kökence, töre öğretisi; insanların töresel ya da ahlaksal, başka bir deyişle, töresel ilişkilerini, davranış tarzlarını ve görüşlerini araştıran bir felsefe dalı” (Çalışlar, 1983, s. 135) olarak da değerlendirilebilir. Carbo’ya (2008, s. 11) göre ise etik “ahlaki değerleri ve eylemi sezmeye yöntem ve duyarlılık getirmek isteyen sanat ve bilim” dalıdır. Felsefenin, “insan davranışlarının normlarıyla ilgili ilkelerini, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusundaki ahlaki değer yargılarını, inanç sistemlerini, vb.” (Budak, 2003, s. 277) incelemesi etik bilim dalını öne çıkarmaktadır. Bu bağlamda “etiğin ilgi alanı, insanın bütün davranış ve eylemlerinin temelinin araştırılmasıdır” (Mengüşoğlu, 1965, s. 15). Belirtmek gerekir ki etik ile ahlak özdeş değildir. Etik, ahlak felsefesidir; ahlaksa, etiğin araştırma konusudur (Çalışlar, 1983, s. 135). Feldman’a (2012, s. 11) göre, “etik, ahlakın felsefi düzlemde incelenmesidir”. Bundan ötürü, etiğin ne olduğu netleştirilmek isteniyorsa, daha baştan ahlakın ne olduğu konusunda net bir fikre sahip olunması gerekmektedir. Bir diğer söylemle etik, “felsefenin ahlak alanıyla ilgili soruşturma şubesidir. Ahlak ise, çok genel anlamda, iyi-kötü değerlendirmesine tabi olan her şeyi kapsayan alanı” (Türkeri, 2012, s. 21) ifade etmektedir. Her ne kadar birbirinin yerine kullanılabileceği düşünülse de etik ve ahlak arasında belirgin farklar vardır (Tunçay, 2008). Ancak, “her etiğin bir ahlak, her ahlakın bir etik içerdiği” (Özlem, 2010, s. 237) gerçeği göz önünde bulundurulursa etik ile ahlakın ne kadar birbirini gerektiren şeyler olduğu ortaya çıkacaktır (Türkeri, 2012, s. 242). Bir diğer açıdan ahlak, bireysel veya toplumsal planda fiilen yaşanan bir fenomen iken etik, bu fenomen üstüne kapsamlı bir felsefi düşünmenin gerçekleştirildiği alandır. Bu anlamıyla etiğe ahlak felsefesi de denilebilir. Ahlak felsefesi olarak etik, bir fenomen olarak ahlakı ve tekil ahlaklar çokluğunu teorik bir inceleme ve eleştiri konusu kılan felsefe disiplinidir (Özlem, 2010, s. 233). Etik ya da ahlak felsefesi “felsefenin değerle ilgili olan, normatif disiplinidir. Etiğin tam olarak ne olduğunu ifade edebilmek için, bununla birlikte çoğu zaman ahlak ile etik arasında bir ayrım yapılır. Bunlardan ahlak, toplumlar tarafından, insanların birbirleriyle olan davranışlarını düzenlemek amacıyla geliştirilmiş olan normlar, kurallar ve değerler bütününe karşılık gelir. Etik ise söz konusu ahlak ve ahlaklılık olgusu üzerine felsefi bir düşünüm ya da sorgulama olarak ortaya çıkmıştır. İkisi arasındaki en önemli fark, birincisinin yerel olduğu yerde, ikincisinin, yani etiğin genel veya evrensel olmasıdır” (Cevizci, 2013, s. 17). “Etik’in (ahlak felsefesinin) ayırt edici özellikleri, aynı zamanda, bir davranışı, düşünüşü, konuşmayı, fiili olayı, değerlendirmeyi, kararı, yargıyı, ilişkiyi vb. etik kılan ölçütlerdir” (Türkeri, 2012, s. 22). Pieper’e (1999, s. 29) göre etik, ahlak üretmez yalnızca ahlak üzerine yoğunlaşır ve yorumlanır. Bir diğer deyişle etik; tek tek eylemlere ilişkin ahlaki yargılarda bulunmaz, eylemlere ilişkin ahlaki yargıların nasıl oluştuklarını üst bakış düzeyinde çözümler. Etiğin getirmiş olduğu perspektif “kuramlar, ahlakın özü, kökeni ve toplumsal yaşamdaki işlevinin yanısıra, başlıca belli bir sınıfın, insanların bir arada yaşayabilmesinin gerekleri üstüne, toplumsal yaşamın normları ve değerleri üstüne, kişilerle topluluk arasındaki ilişkiler üstüne bireysel yaşamın anlamı ve amacı üstüne görüşleri dile getirmek” (Çalışlar, 1983, s. 135) üzerine kuruludur. Bu bağlamda TÜBA Etik Kurulu’nun çalışma ilkelerinde şu betimleme yapılmaktadır (Erzan, 2013, s. 2): “Etik, insanların ahlaklı yaşamın temelleri üzerine akıl yordukları ve bu temellerden yola çıkarak doğru ve yanlışı ayırt etmeye, doğru davranış biçimlerini bulmaya ve uygulamaya yarayabilecek kavramsal ve toplumsal araçları geliştirdikleri bir düşün alanıdır”. Changeux’e (2000, s. 115) göre ise etiği, “insanın varlığına ilişkin bütünsel bir tasarım gereksiniminden, ille de kuramsal ve kavramsal olması gerekmeyen, ama yine de geçmiş, şimdiki ya da gelecek yaşamın olası en çok öğesini bir araya getiren, sınıflandıran ve birbirleriyle tutarlı kılan ve böylece, yerleşmiş deyime göre, onlara bir anlam veren bir tasarım gereksiniminden yola çıkarak kavramayı düşünmek” gerekmektedir. Özde, literatürdeki etik kavramını tanımlamanın güçlüğü karşısında Sokrates’ten esinlenerek yapılan tanım şöyledir (Hitt, 1990, s. 98; Aydın, 2002, ss. 8-9): “Etik, her şeyden önce istenilecek bir yaşamın araştırılması ve anlaşılmasıdır. Daha geniş bir bakış açısı ile bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği ya da istenmeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunamayacağının bilinmesidir”. Etik, aynı zamanda “akıl yürütmelerin paylaşılmasının ortamlarının yaratıldığı ve hayata geçirilmeleri için gerekli toplumsal araçların geliştirildiği bir toplumsal iletişim ve eylem alanıdır” (Erzan, 2013, s. 2). Kısacası etik, fiilen var olduğu biçimiyle gerçekliği temel bilgi izdüşümünde yansıtmaya çalışmaktadır. Bilgi özgünlüğü ya da bilgi özgürlüğü sergileyen bir etki alanı olmasından ötürü etik, bilgisel yaklaşımların amaçları ve erekleriyle olan bağını giderek güçlü kılmaktadır. Böylece bilme yordamının, kurallar bütünlüğü kapsamında belirgin bir uzlaşmauyuşma sağlamasında rol oynamaktadır. Özetle yapılacak-uygulanacak işlerde bir birikime, birliğe ve bütüne varma konusunda bilginin onayını ancak etik olası kılmaktadır. Etiğin Rasyonelliği Etiğin rasyonelliği doğru kararlara varmak için bireylerin geliştirdiği bilginin özümsenmesine dayalı kuralların bileşimi-birleşimidir. Bir diğer ifadeyle ahlaksal çıkarımlarda-takdirlerde bulunmaz; bu çıkarımlarda-takdirlerde ne söylenmek istendiğini çözümler. Bu yönüyle etik, bir ahlak yargıları zekâsı olarak da belirir. Fromm’a (1997, s. XXV) göre; bilimde, felsefede bir görüşü bir sistem içinde belli bir anlayışa, düşünceye dayalı olarak oluşturan ve/veya belli bir görüşe dayalı çalışma anlayışının ortaya koyduğu görüşler, ilkeler bütünü olarak açımlanabilecek bir öğretidir, etik. Bu öğretinin temelinde yatan da belli bir anlayışa, düşünceye dayalı olan ilke veya ilkeler dizisidir. İyiliğe ulaşmanın, kötülükten ise kaçmanın insanın temel gayesi olması etiğin ortak görüşü ve anlayışıdır. Birinci anlamda -tözsel bir kurallar toplamı olarak- etik, her türlü ethos’un vazgeçilmez eşlikçisi iken ikinci anlamda etik, tarihsel bir süreç içinde her zaman geç bir aşamada ortaya çıkan bir oluşumdur. Etiğin kökenleri, değişmez biçimde mevcut bir ethos’un çözülmesiyle bağlantılıdır (Adorno, 2012, s. 25). Bir başka kaynağa göre; “etiğin bir özü yoktur, onun özü, deyim yerindeyse, tam da bir özü olmaması, özleri yerlerinden etmesidir. Kimliği tam da bir kimliği olmaması, kimlikleri sökmesidir. Varlığı olmak değil varlıktan daha iyi olmaktır” (Bauman, 2011, ss. 95-96). Etikte mutlak “istenilir iyi kavramı vardır. Bu istenilir iyiler daha evrensel ve genel geçerliliğe sahiptir” (Aydın, 2002, s. 8). Başka bir deyişle “etik, hayattaki her durumda, sayısız kötü seçenek karşısında bir seçeneğin iyi olduğuna hükmedebilir ve edilmelidir varsayımıyla hareket eder; dolayısıyla, aktörler de olmaları gerektiği gibi rasyonel olduklarında eylem rasyonel olabilir” (Bauman, 2011, s. 21). Atabek’in (1999, ss. 134-135) yaklaşımına göre; etik, davranış kuralları olarak tanımlanınca kökenlerinin de bireysel ve toplumsal olmaları gerekiyor. Bireysel davranışlar, kişinin genetiğini de içine alan fizyolojik-psikolojik-sosyolojik gereksinmelerine dayanmaktadır. İnsan, bireysel olarak neleri gereksiniyorsa, davranışları da ona yönelik olmaktadır. Toplumsal davranışlar ise, gereksinmeleri doyurmak isterken toplumun iyi-doğruuygun dediği davranışların benimsemesini istemektedir. Böylece, davranışların bireysel kökeni, gereksinimleri karşılama hedefini gözetirken; davranışların toplumsal kökeni, bu davranışların toplumun iyi-doğru-uygun ölçülerine uygun olmasına dikkatleri çekmektedir. Türkeri’ye (2012, s. 242) göre ise “davranışlar, ilişkiler, sözler, kararlar, değer biçmeler vb. hepsi etik bakımdan değerlendirmeye tabidir. Bu aynı zamanda, her tür ilişkinin, davranışın, kararın, değerlendirmenin vb. etik değer üretme imkânının bulunduğu bir alan olduğu” anlamına gelmektedir. Etikte değerlerin ilişkisel-iletişimsel boyutta oluştuğu savunulabilir. Örneğin bireyin bilgiyle ilişkisi, bir değer üretme alanını ve olanağını ifade etmektedir. Buradan hareketle, ilişkinin-iletişimin kurulmadığı yerlerde değer olanağı bulunmayacağından denilebilir ki orada etik bir durum oluşmamaktadır. Güç olsa da etik olgusundaki bilgi özümsemesi; bireylerin ve bilgilerin daha iyinin döngüsünde tutularak kendi içinde eritilmesi sürecinde bilgi ilişkisinin-iletişiminin yenilenme ve yinelenme durumudur. Etik, bilgisellik üzerine; aklın bağımsız ve kendine özgü durumu olan düşünme ile bilgi sahibi olmak, öğrenmek durumu olan bilgilenmek disiplinidir diye ifade edilebilir. Bir bakıma etik, bilginin ilk gerçekliği, bir başlangıç noktası olarak değerlendirilebilir. Platon’un hocası Sokrates’e göre erdemlerin tümü, bilgeliğe dayanmaktadır. Bilgi, insanları doğru eyleme, bilgisizlik de yanlış eyleme götürmektedir. Bu nedenle, ahlaksal eylemlerin kaynağı bilgi olmaktadır. Bu bilginin içeriği ise iyi aynı zamanda iyi ile doğrunun ne olduğunu bilen kimse ise erdemli olarak değerlendirilmektedir. Bir diğer söylemle, bilgi erdemdir ve erdemli olmak da bilge olmak demektir (Arat, 1987). Bir bilgisel aydınlatma girişimi olan etik esas itibariyle zamanın ruhu olan, bireylerin hangi amaçlar peşinden koşması, hangi değerleri önemsemesi gerektiğini soruşturan filozoflar tarafından oluşturulmuştur denilebilir. “Buna göre, M.Ö. 5. yüzyıldan günümüze kadar teorik bir yapı sergileyen etik ya da felsefi ahlak söz konusu olduğunda, filozoflar şu iki şeyden birini yapmışlardır. Onlar ya insanlara nihai amaçları, peşinden koşacakları değerleri ya da yerine getirmek durumunda oldukları ödev ve yükümlülükleri gösteren normatif teorileri getirmişler ya da ahlaki kavramları, moral yargıları analiz etmişler, insandan bağımsız ahlaki olgular olup olmadığını soruşturmuşlardır” (Cevizci, 2013, s. 18). Şunu belirtmek gerekir ki Aristoteles, ahlak üstüne yansıması olan etiği ilk kez bir sistematik hâle getiren filozoftur. Etiğin akademik bir disiplin olarak filozoflar arasında kabul görmesini başlattığı için ilk etikçi hatta etiğin kurucusudur (Carbo, 2008, s. 5). Ayrıca, felsefi etiğin olabilirliği konusunda Kant, etiğin ana görevlerinden birinin, ahlak alanında sıradan ahlak bilgisinden felsefi bilgiye geçişi sağlamak olduğunu belirtmiştir. Nitekim etiğin konusu, insanın temel yaşama biçimlerinden biri olan ahlaklılıktır. Bu anlamda etik, tarihsel olarak yaşanan bir fenomen diye sayısız ahlaklarda temel olan öğeleri ortaya çıkarmaya yönelik çabayı sürdürmektedir (Özlem, 2010, ss. 166-167). Etiğin görevi, “herhangi bir ahlak geliştirmek, ahlaklar çokluğuna bir yenisini eklemek ve insanlara bu ahlaka uyulmasını öğütlemek değildir. Tam tersine, etik, ahlak denen fenomeni inceleme alanıdır. Başka bir deyişle, etik, pratik bir etkinlik alanı olan ahlakı teorik bir inceleme konusu kılar” (Özlem, 2010, s. 29). Özünde etiğin amacı “yalnızca değerli davranışı arayan özgür bireylere, onun anlamını sorgulayacak ve yollarını gösterecek aydınlatıcı ilkeler sunmaktır” (Örs, 2011, s. 91). Basit bir anlatımla etik, iyi ve kötü ölçütlerini inceler. “Bizim iyi, kötü ve geri kalan kelimeleri kullanmamız hakkındaki en bariz gerçeklerden biri, genellikle iyi diye adlandırılan şeylerin insanların sevdikleri, tercih ettikleri, onayladıkları ya da hayranlık duydukları şeyler olması; kötü diye adlandırılan şeylerin ise sevmedikleri, nefret ettikleri, reddettikleri, onaylamadıkları ya da tiksindikleri şeyler olduğunu görmemizdir” (Feldman, 2012, s. 264). Bu gerçekliğin odağında etik “insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde yer alan değerleri, ahlaki bakımdan iyi ya da kötü; doğru ya da yanlış olanın niteliğini ve temellerini araştıran” (Uzbay, 2006, s. 19) amacını tartışabilmektedir. “Etik ilişkinin yapısını ve sorunlarını araştırmada tek ipucumuz, kişi eylemleridir” (Kuçuradi, 2011, s. 12). “Her uğraş alanında, özellikle de insan-insana ilişkisinin (ve insancanlı doğa ilişkisinin) söz konusu olduğu her durumda” (Örs, 2011, s. 90) etik, ön plana çıkmaktadır. Bu noktada vurgulanması gereken konu şudur. “Hangi alana dâhil olursa olsun o ilişkinin değer vurgusuyla ortaya konulması o ilişkiyi aynı zamanda etik bakımdan değerli kılar. Yanılgıya düşülen nokta şudur. Bir ilişki bir alana girdiğinde o ilişkinin aynı zamanda etik bakımından bir ilişki olduğunun düşünülmemesidir” (Türkeri, 2012, s. 43). Özde, değer bir ilişkiden doğan ilişkisel bir gerçekleşmedir. Nitekim “etik tartışmaların temel konusu, insan eylemlerini ahlaki bakımdan değerli ya da değersiz kılanın ne olduğudur. Eylemi ahlaki anlamda değerli yapan, iyiyi ortaya koyması, iyiyi yaratmasıdır” (Aydın, 2002, s. 5). Çeşitli etik kuramlara göre iyi ise “geniş anlamda işe yarar, ereğine, özüne uygun, doğru yapılmış; doğasına uygun aynı zamanda istenmeye değer olan, değere yönelmiş, değere ilişkin, değerle belirlenmiş, değerli” (Akarsu, 2009, s. 108) demektir. Buradan da anlaşılacağı üzere, ahlak söz konusu olduğunda, insanlar çoğu zaman pasif ve alıcıdırlar. Etik ise bir yanıyla refleksif, yani düşünümsel bir faaliyetten meydana gelir, diğer yanıyla da evrensel ilke ve değerler alanını meydana getirir (Cevizci, 2013, ss. 1718). Bir başka ifadeyle “ahlak bireysel bir soru, bireysel bir değer, bireysel bir yaklaşım olarak ele alınırken, etik (ahlak felsefesi) bireysel olana yönelmez, geneli anlamaya çalışır” (Keseroğlu, 2007, s. 173). Changeux’a (2000, s. 119) göre, “insanın, varlığını, bütünsel dolayısıyla zamanın dışında ve kişisel olmayan bir bakış açısıyla değerlendirmek anlamına gelen bir etik gereksinimi vardır”. Bir diğer söylemle soyut niteliğine karşın etik gereksinimi; bütünsel ve zamansız olan insanın, akla yatkın ve bilgiye yönelik isteklerinden doğmaktadır. Bilginin Özümsenmesi Her bireyin bilgisi elbette kendi mülkiyetidir. Her mülkiyetin ilk temeli de bu olmaktadır. Bundan ötürü de bireye ait bu mülkiyet kutsiyet taşımakta ve izinsiz el sürülemez durumdadır. Bilginin bireyi onurlandıran bir hediye olması, etiğin bireye yönelen bir davranış-ödev olmasını da beraberinde getirmektedir. Bireyin, incelmiş akla dayalı yaşam içerisindeki durumu: insanın özüne ilişkin olan anlamı, etik ile olan ilişkisini yadsınamaz kılmaktadır. Bugün açıktan açığa herkesin kabul ettiği haliyle bilgi, birikimsel olan ve tarihsel çoğalım sağlayan bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla bu durum bilgiyi, sürekli bir akış ve sürekli bir gelişim içinde tutarken bireyin, etik konusundaki özü de taşımasına kaynaklık etmektedir. Vurgulamak gerekir ki insanlığın verimli yaşayışı, her zaman bireysel-bilgisel gücün özgünlüğünü, erkini yansıtmıştır. Özellikle, bilimin toplumsal dokusunun çözümleyiciliği; bireylerin birbirlerinin düşünselliklerine, deneyimlerine ve deneylerine dürüst davranmaları tutumunu yaratmaktadır. Böylesi bir etik zeminde bilgi ve bilim verimli olarak gelişmektedir. Bilimsel yöntem, nesnel bilgiye ulaşmada bireylerin en başat aracı olmaktadır. Bu aracın en yüksek katma değeri yaratması ise bilgilerin, düşüncelerin, deneyimlerin ve değerlerin paylaşılarak açımlanmasına bağlı kalmaktadır. Bir diğer ifadeyle bilginin ve bilimin işlevselliği bu yaklaşım sayesinde gerçekleşmektedir. Etiğin doğrudan amacı bilgidir. Genel olarak etik teorileri etki-ağırlık payını-desteğini bilgi pratiğinde kazanır. Kullanılan, yararlanılan ve paylaşılan değerler kapsayıcı bir paradigma yaratmak için bilgiye gereksinim duyar (Ochollaa, Onyanchab ve Britz, 2010, ss. 492-493). “Canlı olma ve yaşamı sürdürmenin koşulu bilgi ile başlıyor denilebilir. Aristoteles’in, doğal olarak bütün insanlar bilmek isterler yaklaşımı da bilginin yaşamsal önemini ortaya koyar” (Keseroğlu, 2010, s. 686). Bilebilmek, “nasıl yapılacağını bilip yaşamamak değil; bilip, anlayıp, gerçekleştirmektir: hem de özgül bilgiyle” (İnam, 2009, s. 21). McGarry’a (1983, s. 98; Uçak, 2010, ss. 707-708) göre, “bir seçim yapmamız söz konusu olduğunda gereksinim duyduğumuz şey bilgidir. Daha önceden bildiklerimizi değiştiren de bilgidir. Bu nedenle bilgi daha çok etkilerine dayanılarak tanımlanmaktadır”. Bireyin tarihsel olarak oluşan yaşama deneyiminden ve değerlerinden bağımsız bir bilme gücü ve yetisi yoktur. Bireyin dünya karşısındaki tavrı, bilgi edinmeci bir tavır olmaktan çok, sahip olduğu güç ve yetilerin birlikte çalışmasıyla gerçekleşen anlamacıyorumlamacı bir tavırdır (Özlem, 2010, ss. 196-197). Timuçin’e (2013, s. 9) göre, “bilgi hem bir ürün hem de bir üreticidir. Bilinç birbiriyle örülmüş olan ve bütün oluşturan bilgilerin, hep birlikte sürekli olarak dönüşen bilgilerin ortamıdır”. Söz konusu olan temel bilgi, “doğal tutum içinde önceden paketlenmiş bilgi -sahip olduğumuzu bilmeden hepimizin sahip olduğumuz bilgi- öteki insanlarla birlikte olmanın bilgisidir; doğal tutum içinde birlikte olmak tamamen simetrik bir ilişkiyi” (Bauman, 2011, s. 180) belirtmektedir. Bilgi üstüne kurulu olmayan bir disiplin düşünülemez. Her disiplin kendi bilen ve bilineni ile kendi bilgisini üretir. Böylece her bilim alanı kendi ürettiği bilgisi ile düşünür, disiplinlerarası da olsa kendi bilgisi ile gelişir ve kavramlarını kurar (Keseroğlu, 2010, s. 688). Belirtmek gerekir ki felsefe bilgi konusuna ilk ve en çok odaklanan disiplin olmuştur; epistemoloji yani bilgi kuramı bilginin nasıl mümkün olduğu üzerine yoğunlaşarak bilginin akıl yoluyla mı yoksa deney ve gözlemle mi üretildiği sorusuna yanıt aramaya çalışır (Tunçay, 2008). Bilgi üzerine yapılan çalışmalar zamanla bilgi kuramı alanını yaratır. Bilgi kuramında süje ve objeden, onlar arasındaki bağdan ve bu bağın sonucu oluşan bilgiden söz edilir. Bu açıdan bakıldığında bilgi, birbirinden ayrılmayan iki öğeden oluşmaktadır. Bunlardan birisi bilen (insan), öteki ise bilinen, araştırılan (var olan) nesnedir. Her bilgi bu iki öğeye ve bunlar arasında kurulan bağa dayanır (Mengüşoğlu, 1992, ss. 47-48; Uçak, 2010, s. 709). Bilgi kuramı, bilgi edinme olgusunu özneyle nesnenin karşılıklı ilişkisi içinde ele alır ve bilginin oluşum koşullarını inceleyerek felsefenin sağlam toprağa oturmasını sağlar. Felsefe alanında her köklü öğreti bir bilgi araştırması üzerine inşa edilir. Bilgi kuramı öğretiye tutarlılığını ve bütünselliğini kazandırır (Timuçin, 2013, s. 11). Yine Heimsoeth’ün (1986, s. 42; Keseroğlu, 2010, s. 688) deyişiyle, “bilgi kuramı, bilgi yeteneklerini kavramaya ve bilginin olanaklarını yoklamaya çalışır. Bilgi kuramı, bütün bilimlerde elde edilmeye çalışılan bilginin kendisini, bilgi objelerinin birbirinden ayrımlı olmasına karşın bilgide her zaman aynı kalan insan aklını, akıl ve denemeyi, kavrama ve algılamayı inceler”. Nitekim “doğruya ulaşmak sıradan bir usavurmayla gerçekleştirilebilecek bir iş olmadığına göre bilimlerin en büyük dayanaklarından birinin kuram olması doğaldır. Her kuram doğrulanmış değil ama doğrulanmayı bekleyen bir bilgiler bütünüdür” (Timuçin, 2013, s. 14). Kuram her ne kadar belirli bir konudaki düşüncelerin, görüşlerin bütünü ya da sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü olarak açıklansa da düşünce alanında kalan bilgi ve bu nitelikteki bilginin bilimsel temel ve kurallarını açıklamaktadır. Dolayısıyla bilgi kuramı da bilgiyi daha açık ve anlaşılır kılma düzlemi-düzenidir denilebilir. Gerçekte anlaşılır-anlamlandırılır olan, bilginin de bilgi kullanıcısının da bilgi peşinde bulunduğudur. Bilgi, erişim sağlanıp çoğaltıldıkça kullanım alanı yaygınlaştırıldıkça hem bilgi hem de bilgi kullanıcısı bütünsel bilginin parçasıtamamı olmaktadır. “Bireylerin-toplumun bilgiye erişimini sağlama ve bilgi gereksinimlerini karşılamada insanın değerini koruma adına yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin ilke, kural ve normlara dayanak oluşturan değerler” (Yılmaz, 2009, s. 399) bireyin bilgi ile buluşmasındaki, bilgi erişimdeki etik ilkesini ön plana taşımaktadır. Bilginin etik atmosferde yer alması şu şekilde açıklanabilir; bireyin, karar vermede gereksinim duyduğu ve düşüncesini açıklamada seçim yaptığı bilgiyi kullanma biçimi bireyi, içerisinde bulunduğu toplumsal alan kapsamında iyi-doğru tercihlere, değerlendirmelere yönlendirdiğinde; bireyin, edindiği-sahip olduğu bilgileri sunma-sınama biçimi onu etik atmosferin içine alır. Bilginin içselleştirilerek yaşandığı, sorumlulukla kullanıldığı her etkinlik denilebilir ki etik atmosferinin içerisinde gerçekleşmektedir. “Gündelik hayatımızda bir takım değerlendirmelerden kaçamadığımıza ve onlara göre davranışlar ortaya koyduğumuza göre, değer biçmelerimizin etik açıdan isabetli olabilmesi için açık ve seçik bilgiye dayanması gerekmektedir” (Türkeri, 2012, s. 25). İnsan, eninde sonunda, incelmiş akla dayanarak öbür canlıların üstüne çıkmış bir canlıdır. Bir diğer açıklamayla pratik akıl, yaşamanın yardımcısı olan zekânın, en yüksek bir biçiminden başka bir şey değildir (Heimsoeth, 1978, ss. 9-10). Kuçuradi’ye (2011, ss. 180-181) göre, “insanı diğer varlıklardan ayıran olanakların kişilerce gerçekleştirilebilmesinin öznel koşulları olan ve bir kişinin belirli özellikleri ve yaşantıları olarak karşımıza çıkan etik değerler, insana farklı varlık ilişkileri açısından bakıldığında sözü edilebilecek faklı türden değerlerin en temelinde bulunuyor”. Denilebilir ki insan doğası kendi potansiyelidir; en önemlisi bilginin ve bilgi sahiplerinin yardımı alınarak gerçekleştirilebilecek bir potansiyeldir. İnsan gerçekliğini yeniden insan doğasıyla uyumlu hale getirme, insanların düşüncelerine ve eylemlerine bağlıdır (Bauman, 2011, s. 39). Özde her birey, bir şeyi doğru yapmak, iyi olmak ister; bunun için düşünmeyi ileri götürdüğünde iyinin ne olduğunu, kötünün ne olduğunu bilgi yetisiyle kesinlikle bilir (Heimsoeth, 1978, s. 48). Durkheim’e (2010, s. 292) göre, “insan ancak kolektif bir yaşamın içinde yer almak istediğinde ahlaki bir davranış sergiler”. Ona göre bunun için öncelikle toplumun-ortak mülkiyetin sağlanması gerekmektedir. Özellikle de toplumun karmaşık bir bütünden oluşması ve sonrasında bu kolektif varlığa gerçeklik kazandırılması, ahlaki gerçekliğin birey ve bireyin bilgisiyle sınırlanmış olduğunu ispatlar. Bireyde ahlak bilgisi vardır; ama bilgi, iyi ile kötü üzerindeki ahlak bilinci, hiçbir zaman yalın ve bir deyimle düzyüzey değildir. Ayrıca her bireysel yaşama, dünyanın sonsuz zenginliğinden, her zaman yalnızca bir kesiti açık ve seçik olarak görür; işte bu kesit hem gerçek hem katkısızca nesnel bilgiyi oluşturur (Heimsoeth, 1978, ss. 58-59). “Her bilgi, bir ethos içindedir. Ethos, ahlakküre, ahlak alanı, bilginin doğuşunu, kullanılışını, işlenişini, terkedilişini kuşatır. Ahlak bileşeni, bilginin en temel bileşenlerinden biridir” (İnam, 2009, s. 12). Konuya bilginin niteliği açısından yaklaşan Mengüşoğlu’na (1988, ss. 74-91; Uçak, 2010, s. 716) göre, doğal hayat bilgisinin doğrudan bir uzantısı ve aynı zamanda bu bilginin temellendirilmesi anlamını taşıyan bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi, belli yöntemlerle ve araştırmalara dayanarak üretilen ve sistematik olarak ilerleyen bilgi türüdür. Resnik’e (2004, s. 64) göre bilimsel bilgiden dünya hakkında doğrulanmış, doğru inancın anlaşılması gerekir. Buradan yola çıkılarak özellikle “bilimsel bilginin, insanın usu ve duyu verileri aracılığı ile dış dünya ile kurduğu bir tür ilişki biçimi” (Örs, 2011, s. 55) olduğu belirtilebilir. Bilimsel bilgi, insanın toplumsal sorumluluğu ekseninde gerçekleşen bir süreçtir (Arda, 2002a, s. 4). Kuçuradi’ye (2011, s. 23) göre “bir kişinin doğal bilme yeteneklerinin geliştirilmesi, genel temel eğitimiyle ilgilidir. Etik değerlendirme ve değerler konusunda eğitim görmesiyse, insan ilişkileriyle ilgili deney kazanması demektir”. Bilme yeteneklerinin geliştirilmesi kapsamında başka bir düşünce ise, “kişilerarası ilişkileri temelleriyle birlikte anlatan yapıtların uyanık gözlerle okunmasıdır. Çünkü değerler bilgisinin, doğrudan doğruya kaynağının bulunduğu yer, yaşanan insanlararası ilişkilerdir; dolaylılarından biri de, bunları anlatan yapıtlardır” (Kuçuradi, 2011, s. 24). Durkheim’e (2010, s. 296) göre, bilimsel bilginin öğretilmesi bir açıdan entelektüel eğitime katkıda bulunmaktadır. Etik anlayışın görevinin de bundan ibaret olduğu söylenebilir. Etik etkinliğin ereği hiç kuşkusuz bireyüstü olan toplumdur. Toplumlar, doğru entelektüel alışkanlıklara sahip olmaya yardım ederek bireylerin davranışlarını yönlendirmeye katkı sunabilirler. Bu bağlamda “bilimsel yöntem mükemmel olmasa bile, nesnel bilgiye ulaşma çabasında en iyi araçtır. Fakat bu yöntem, bilim adamları bilgileri, fikirleri, teori ve sonuçları paylaşarak açıklığa kucak açtıklarında çalışır” (Resnik, 2004, s. 131). Bilginin Süreci ve Süzgeci Bilim Bilim; araştırma, okuma, yazma alanındaki etik ilkelerin dikkatle üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla geçerli ve güvenilir bilginin kullanımının ve üretiminin söz konusu olmasından ötürü bilimsel bilgiye ulaşmanın yolunu bilimsel araştırmalara çıkarır, bilim. “Bilim özünde bir arayıştır; gerçeği bulmaya, olgusal dünyayı açıklamaya yönelik bilişsel bir arayıştır” (Yıldırım, 1996. s. 3). Bilim, “etik konulara ve karşıt fikirlere açıktır, çünkü bilim, daha geniş sosyo-politik uzantıları olan uzlaştırmacı bir faaliyettir” (Longino, 1990; Resnik, 2004, s. 17). Bilim; insanların kendilerini ve çevrelerindeki diğer varlıkları anlamak ve bu varlıkların birbirleri ile ilişki ve etkileşimlerini inceleyip, oluşan olayları açıklayabilmek için uyguladıkları yöntem ve etkinlikler ile geçmişten günümüze kadar elde edip biriktirerek yeni kuşaklara aktardıkları bilgilerin tümüdür (Uzbay, 2006, s. 19). “21. yüzyıl bilim anlayışı, metodolojik yaklaşımların refleksif, ayrımcı, birbirinden kopuk ve sterilize olmuş bağlantısız bloklaşmalar yerine, tüm metodolojik yaklaşımları, nitelnicel ayrımlarını ya da öznel-nesnel açılımları karşıtlıkçı bir platformdan çıkarıp üst bir platformda bir bütün olarak görme eğilimde olacağının ipuçlarını vermektedir” (Şahin, 2009, ss. 229-230). “Modernite ve modernitenin doğuşuna eşlik eden, bugün anladığımız anlamda bilim, kişisel akıl yürütmeyi, hem ahlak hem de bilgi anlayışının merkezine oturtmuştur” (Erzan, 2011, s. 4). “Bilim her şeyden önce sosyal bir kurumdur. Diğer toplumsal kurumlar gibi bilim de, geniş bir sosyal çevredeki ortak hedeflere ulaşmak için farklı insanların işbirliğine ve düzenine ihtiyaç duyar” (Resnik, 2004, s. 58). “Bilim, insan-insan ve insan-doğa ilişkilerini dönüştürme kapasitesini artırdıkça, bu kapasite ve iktidarın kullanımından doğan etik sorunlar artmaktadır” (Konuk ve Bayram, 2009, s. 42). Bilimsel düşünce, bilimin genel kurallarına uymanın yanı sıra problemlerin çözümüne yönelirken mutlak doğru sonucu elde etme ve uygulamaya koymada etik olmak zorundadır. Bu çerçevede bilim alanında bilim etiği veya bilim ahlakı kuralları söz konusudur. Bilimin amacı, “evrende doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayırarak onu sistematik şekilde insan ve insanlık yararını gözeterek değerlendirmektir” (Uzbay, 2006, s. 19). “Bütün bilimlerin amacı genel doğruların ya da temel yasaların bilgisine ulaşmaktır” (Sevgi, 2014, s. 2). Nesnel bilgiyi aramak ve/veya nesnel yöntemlerle bilgi üretmek bilimin amacıdır (Resnik, 2004, s. 77). Kuşkusuz, bilim tekdüze bir etkinlik değildir ve tek bir amacı ve tek bir hedefi yoktur. Bilgi kuramına yönelik hedefler öncelik kazansa da bilimin asıl amacı evreni anlamaktır. Bu bağlamda bilim, olgu-kuram ilişkisi çerçevesinde bir problem çözme yöntemi diye de açıklanabilir. Daha yaygın bir görüşe göre ise bilim, nitelendirilen anlamda yönteminin yanı sıra ulaştığı sonuçlarıyla da betimlenmelidir. Buna göre bilimin başta gelen özelliği düzenli ve güvenilir bilgi olmasıdır (Yıldırım, 1996, s. 17). Öncesinde de vurgulandığı gibi “bilim, olguları araştırır, nesnel yöntemler kullanır, bilgi ve fikir birliği sağlar. Etik ise, değerleri ele alır, öznel yöntemler kullanır, kanaat üretir ve fikir farklılığı yaratır” (Resnik, 2004, s. 14). Bilim ile etik birbiri üzerine inşa edilir; etik kaçınılmaz olarak insanın akıl yürütme ile elde ettiği kararlarını etkilemekte, bilimin gerçeği arayışındaki esin kaynağı yine etik olmaktadır. Bilim ile etik arasındaki ilişkinin niteliğini daha iyi kavramak adına; bilimsel faaliyeti gerçekliğin tümel bağlamından koparmanın ciddi sonuçlar doğurur olduğunu görmek gerekir (Konuk ve Bayram, 2009, s. 43). Nitekim bilimsel etik “tüm akademisyenlerin oluşturdukları takımın paydaşları arasında en özenle uygulanması gereken temel değerlerdendir. Diğer bir ifade ile araştırma yaparken, yayınlarken gereken ahlaki yolu belirleme yanında, bunu değerlendirme durumunda olanlar için de aynı doğrultuda akademik etiği uygulama zorunluluğunu kapsamaktadır” (Bülbül, 2004, s. 54). Bilim etiğinden anlaşılması gereken; “akademik-uğraşsal etkinliklerin yürütülmeleri sırasında ortaya çıkan her türlü ahlaki değer sorunlarıyla bunlara getirilen çözüm önerilerinin kavramsal-mantıksalanlambilgisel düzeyde tartışıldığı, eleştirel bir biçimde yorumlandığı alan” (Örs, 2011, s. 94) olduğudur. Öte yandan araştırma ve geliştirmenin yani bilim üretiminin, ne olduğu ve nasıl yapıldığını ortaya koyan bilim etiği, kurucu bir unsurdur. Bilim insanlarının bilimsel çalışmalarını gerçekleştirirken yerine getirdikleri, çok çeşitli görevleri yaparken uymaları gereken kuralları kapsar. Ayrıca, yeni bilgilerin toplumsal dolaşıma katılması ve toplumsal pratiklerin eleştirel bir biçimde değerlendirilebilmesi sonucunda; etik ve bilim etiği sürekli olarak gelişme gösteren bir düşün ve eylem dalına dönüşür (Erzan, 2013). Bilimsel etikte temel amaç; “bilimsel çalışmaların nitelik üstünlüklerini korumak, bu platformdaki bireysel edinim ve üretkenliğin üst düzeyde tutulmasını sağlamak, bireyleri güdüleyerek daha üstün değerleri üretmelerini” (Topal, 2002, s. 6; Bülbül, 2004, s. 54) başarıya ulaştırmaktır. Doğru ve yanlış olanı araştırmak için gerçekleştirilen bilim etiği “bir yandan bilimsel bilginin, diğer yandan toplumsal kurumların gelişimi ile sürekli gelişim ve dönüşüm içinde, yeni bir süreç olarak algılanmalıdır” (Erzan, 2013, s. 3). Bilim etiği “kişiye araştırma yaparken ve bulgularını yayınlarken uyması gereken ahlaki yolu gösterir ve bilimcilere bunlarla ilgili yükümlülükler getirir” (Köktürk, 2013, s. 14). Hemen belirtmek gerekir ki bilim etiği, araştırma etiğini içten kapsamaktadır. “Araştırma etiği yalnızca bilimle sınırlı soyut bir kavram olmaktan çok genel ahlak ilkelerinin özel bir alandaki yansımasını oluşturur. Diğer yandan, bilimin doğasının ve bilimsel gelişmelerin devingenliğinin ışığında, bilim etiği konusunda benimsenen düzenlemelerin genel ve değişmez geçerliliğinin olması da beklenemez. Bu düzenlemelerin gelişmelere bağlı olarak zaman içinde yeniden ele alınması gerekebilir” (TÜBA, 2002, s. 43). Ayrıca, bilim etiğinin en içsel konularından biri, bilimsel araştırmalarda dürüstlüktür. Dürüstlük kavrayışı içinde; araştırmada çıkan sonuçların bilim çevrelerinde ilgi çekmesi, çarpıcı olması, kişiye ün ya da maddi kazanç sağlaması gibi bilim dışı amaçlarla saptırılmaması gibi temel beklentiler yer almaktadır (Aydın, 2002, s. 112). Bir diğer deyişle araştırmanın tasarlanması, bilimsel süreçlere uygun olarak yürütülmesi, edinilen sonuçların saptırılmadan-çarpıtılmadan kurgulanması ve bildirilmesi bilim etiği açısından oldukça önem taşımaktadır. Arda’ya (2002b, s. 158) göre, doğrudan araştırmacılar için söz konusu edilebilecek ve bilim etiği açısından son derece ön planda olan dürüstlük ilkesi; bilim insanlarının-çalışanlarının, teorik olarak toplumda entelektüel seçkin bir konumda bulunmalarından ötürü konunun ciddiyetini daha da artırmaktadır. Bilimde “dürüstlük, bilim adamlarına para, saygınlık ya da güç kazandırdığı için değil, bilginin artmasına katkıda bulunduğu için haklı görülür” (Resnik, 2004, s. 66). Bauman’a (2011, s. 85) göre dürüstlük, deyim yerindeyse var olan ihtiyaçların, çıkarların insafına bırakılmamasıdır. Bilimin yöntemi; hem bilimsel araştırma yapılırken hem de mevcut bilgiler popülerleştirilerek paylaşılırken, şüpheciliği ve alçak gönüllüğü elden bırakmamayı gerektirir. Aksi halde bilimin içeriği-niteliği bağlamında dürüstlükten uzaklaşılmış olunur (Erzan, 2011, s. 5). Bilimsel araştırmalar bilinmezi bilinir kılmak, sorunlara çözüm üretmek, sosyal ve kültürel unsurları tanımlayıp açıklamak için yapılır. Sonuçlarının toplum yararına kullanımı esastır. Dolayısıyla bilimsel araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını yayma aşamasında bilerek veya bilmeyerek yapılan hatalar araştırmanın güvenilirliğini zedelediği gibi bilime de zarar vermektedir (Uçak ve Birinci, 2008, s. 188). Bilimsel araştırma-iletişim-işbirliğinin her açıdan nesnel, objektif ve dürüst olması gerekmektedir. Bu ilke, bilimin bir anlamda en önemli-öncelikli kuralı olmaktadır; çünkü eğer bu ilkeye uyulmaz ve/veya varılamazsa, bilimin hedeflerine ulaşması olanaksız hâle gelmektedir. Unutulmamalıdır ki “bilimsel araştırmalar güvene dayalıdır. Gerçek anlamda, araştırıcılar güven ve özgürlük üzerine kurulmuş bir topluluğun üyesidirler. Bu toplulukta doğruluk, dürüstlük ve açıklık temel unsurlardır” (Köktürk, 2013, s. 14). Bilimsel araştırmalar ise “bir bilim insanının veya araştırma grubunun kendi özgün gözlemlerine dayanarak ya da başka araştırıcıların birikmiş bilgilerini kullanarak bir konuda özgün bir düşünceye varmasını gerektirir” (TÜBA, 2002, s. 15). Bilimsel araştırmaların doğasında süreklilik ve daha önceden yapılan araştırmalardan haberdar olunması gereği vardır. Şüphesiz yapılan her bilimsel araştırma daha önce yapılmış araştırmalar üzerine geliştirilir (Uçak ve Birinci, 2008, s. 188). Gerçeği ortaya çıkarmak, doğruya erişim sağlamak için yapılan bilimsel araştırma, gösterilecek bilimsel dürüstlük ile olanaklıdır. Bilimsel araştırma sürecinde bilim insanı, etiksel ilkelere değer verir ve bilgisel bulgulara sorumlu yaklaşım gösterir ise istenmeyen sorunlar giderek azalır. Doğrunun aranmasına dayalı bir yaşam biçimi seçmiş olan bilim insanına ahlak-etik bağlamında çok özel sorumluluklar düşmektedir. Bilim insanı, araştırma konusunu ve yöntemini kendi seçer, elde ettiği bulguları yorumlar, hangi sorulara yanıt gerektiğine ve araştırmanın hangi aşamada tamamlanmış sayılacağına karar verir. Toplumu bilim konusunda bilinçlendirme, genç araştırmacıları eğitme, onları yönlendirme, onlara bir model olma görevlerini üstlenir. Bilim insanı, toplumda etik değerlerin aşındığı dönemlerde de savunduğu ilkeler ve sergilediği yaşam biçimi ile etik değerlerin savunuculuğu yapar (TÜBA, 2002, s. 43). Bununla birlikte bilimsel araştırmanın ruhu; insanın insana sevgi ve saygı beslemesini öngörür. Bilim insanı, yalnız gerçeğe ulaşmak ve kişisel bir kanıya-görüşe varmak istemez; edindiği-eriştiği kanının-görüşün paylaşılmasını, bu gerçeğin ise herkes için apaçık olmasını ister (Bayer, 1999). Gerek geniş anlamda bilim gerekse dar kapsamda bilimsel araştırma açısından asıl olan, bilimsel-bilgisel etkinliğin bir değer vurgusu taşıyor olmasıdır. Bundan dolayı; dürüstlük, sorumluluk, saygıdeğerlik vb. olumlu değerler bilim çalışması-çabası içinde bulunanlar için zorunlu birer yaptırım unsuru olarak değil de gerçeğe ulaşmada birer değerbilirlik ögesi olarak kabul edilmelidir. Özetle etik, belirli bir bütünlükte bir bireyin başka bir bireyle en geniş ya da en dar anlamda bilgisel sınırlarının söz konusu olduğu eylemlerde yaşanmaktadır. Etik, yalnızca bir yapma veya bir yapmama hali değildir. Özde, insanların ilgili ve ilginç buldukları adına giriştikleri entelektüel uğraşılarının kaçınılmazıdır. Bu bağlamda bilginin kullanımına kılavuzluk etmenin en doğal ve uygun yolunun etik olduğu görüşü savunulabilir. Bireyin bilgi kullanımı adına ona nasıl bir tercih yapması gerektiğini örtük ya da açık bir biçimde söyleyen yine etik olur. Etiğin en temel amacı bilgidir. Etik kapsamındaki uygulamanın tümüyle kontrol edilebilirlikten uzak olması kuşkusuz etik konusundaki semantiğin ya da pragmatiğin anlaşılmasını güçleştirebilir. Ancak, burada amaç her ne kadar doğruyu bulma ve doğruya odaklanma ise de doğru birey tercihi etik konusundaki bakışımı geliştirebilir. Belirtmek gerekir ki bireyin hem kendisiyle hem de karşısındakilerle olan bilgisel ilişkisindeiletişiminde-işbirliğinde, gerçekleştirdiği eyleme ilişkin ışık tutması etik konusundaki ne’liği ve nasıl olabilir’liği çözüme kavuşturabilir. Böylece, bilgide ve bilimde etik bir bakış açısının eksikliği sorun olarak karşımıza çıkmaktan uzaklaşabilir. Etiğin ve Bilginin Bağlamı Kütüphane Kütüphanecilik alanı, bilgisel yaklaşımları geliştirme ve bilimsel araştırmaları yönlendirmede önemli rol oynar. Kütüphaneler nesnel bilginin; sağlanması, sınıflandırılması ve sunulması yoluyla bilimsel yöntemin mutlak-merkez kuvvetini güçlendirir. Ayrıca, bilimin hedeflerine ulaşmasında gerekli yetiyi destekleyerek gereksinim duyulan işbirliğini sağlar, güvenin oluşmasına katkı sunar. Kütüphaneler, bir anlamda bilgisel sorumluluk adına bilginin zarar görmesini önler ve toplumsal faydasını önemser. Bireyler ise, etik duyarlılığın gereğinde, bilgiye ve bilime istenilen bilimsel başarının kazanımı için hem saygı duyan hem de saygı gösteren bir tutum içinde olurlar. Kütüphanenin en temel misyonu olan başkalarına açık olma gerçekliği; kolay erişim ve kolay yararlanma kapsamında bilgi yönetiminin temel izdüşümüdür. Bilgi, korunumun ötesinde düzenlenmiş biçimiyle bir ispat görevi görmekte, atıf alarak kullanılmakta, düşüncelere-düşünlere ifade olmaktadır. Etikte, bilimde ve bilimsel araştırmada ilgili sorunların-soruların doğrudan yapılandırılmasının-yanıtlanmasının bilgi yönetimiyle direkt ilişkisi vardır. Her şeyden önce bilginin paylaşımı, erişimi ve kullanımı açık bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır (Froehlich, 2004). Özde bilgi yönetimi; bilgisel kuramları-pratikleri doğru yönde besleyecek biçimde oluşturulabilirse, bilgiye ait etiğe hayat verecek olanağı sağlayacaktır. İnam’a (2009, s. 25) göre bilim; bilgiyi, üretimi, aktarımı, yaşamı, yüksek değer bilinciyle işleyecek, örgütleyecek, yorumlayacak bilgi yönetimlerine gereksinim duyar. Bunu, yine bu konuda araştırma yapan, bilginin nasıl yönlendirilmesi, insan yaşamı için nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda düşünen, bilgi üreten, araştırmacılar ve bu araştırmalara dayanan eylem insanları yapar. Bilgi, yaşamın güncellenmesini sağladığı gibi sürekli gelişim sağlayarak daha anlamlı bir yaşam ortamının kurulacağını bildirmektedir. Bilgi, her ne kadar araştırmanın tarif edildiği gibi yapıldığına ilişkin ispat görevi görse de bilgi yönetiminin sayesinde bildikçe bilememe ironisini de ortadan kaldırmaktadır. Özellikle, bilim insanları kendi çalışmalarını desteklemek ve kendi çalışmalarını kontrol etmek için bilgiye ve bilgi yönetimine ihtiyaç duyarlar. Kolay erişim ve/veya iletim sağlamak için, bilgi iyi düzenlenmelidir. Eğer bir kütüphanenin kitapları bulanamıyor ya da okunamıyorsa bu kütüphanenin pek bir yararı yok demektir (Resnik, 2004, ss. 135-136). Bilgiler, geçmişle ya da gelecekle ilişki kurmayı sağladıklarından en özgün halleriyle erişim sağlamak isteyenlerin kullanımına sunulmalıdır. Bilgiler, bilim insanlarının kötüye kullanmaması gereken bilimsel kaynaklar olduğundan bilgi yönetimi sayesinde bilim insanları arasındaki sorumluluğu artırmakta, güvenilirliği yükseltmekte ve iletişimi-işbirliğini sağlamaktadır. Resnik’e (2004, ss. 137-138) göre; bilim insanları, uzman olmayan kişilerin kazayla bilgileri yok edebileceğinden, muhaliflerin bilgileri çalabileceğinden, düşmanların kasten bilgileri yok edeceğinden veya bilim insanı ya da sıradan kişilerin bilgileri yanlış yorumlayabileceğinden endişe duyulmasından dolayı şeffaflık, dikkat, sağduyu, adalet, saygı ve sorumluluk gibi diğer konu ve değerlere karşı bilgi yönetimini dengeleyici olarak kullanabilirler. Hiç kuşkusuz, insanın var olmasının saklısında duran bilgi, yaşam içerisinde eylemleri-etkileri-engelleri ortaya koyan bir dünya yaratmaktadır. Böylesi bir bilgi alanı, yaşam ortamı, bir bakıma iyiyi-kötüyü ve/veya doğruyu-yanlışı gösteren anlamlar dünyası sunmaktadır. Bu anlamlar dünyasını kuşatan-çevreleyen etik kaygılar; bilgilerin kendi öz nitelikleri etrafında oluşan endişeler anlamına gelmektedir (Mason, 1986, s. 9) Aslında bilgi toplumuna etik denilmektedir ve toplumun bilgisinde de etik bulunmaktadır. Dolayısıyla hızla değişen toplumsal ortamlarda etik sorunlar ile bu sorunların çözümü gündeme gelmektedir. Genel toplumsal çıkarların çok sayıda etik sorunları olsa da ve/veya sorunlar doğursa da kütüphane(ci)ler için asıl önemli olan yaşam döngüsü içerisinde bilgilerle ilgili olanlardır (Carbo, 2008, s. 6). Kütüphanelerin birey, grup ya da daha büyük ölçüde toplumun bilgi gereksinimini karşılaması, işlemesi ve yayımı ile ilgili sorumluluklar taşıması aynı zamanda kütüphanelerin etiğin bir parçası olduğunu yansıtmaktadır (Toplu, 2007, s. 191). Hangi dönemde hangi amaçlarla kurulmuş olursa olsun kütüphane (Keseroğlu, 2005, s. 298); insan duygu ve düşüncesinin yazıya yansıdığı, bu yazılı belgelerin toplanıp, düzenlenip, korunduğu yerdir ve bu nedenle bilgi kavramlarından ayrı, içinde bilgi olmadan düşünülemez. Kütüphanenin ilk maddesi, bir başka söyleyişle tözü bilgidir. Baysal’a (1992, s. 7) göre kütüphane, “belirli ve sınırlı bir çevrenin ya da herkesin yararlanması için; yazılı, basılı, görsel-işitsel her türden yayınları toplayan, düzenleyen, en elverişli yararlanma ortamını yaratacak araçları ve yöntemleri kullanarak çevresindekilere ulaştıran kuruluştur”. UNESCO tarafından 1968’de yapılan evrensel yaklaşımda ise kütüphane için şu açıklama yapılmaktadır: “Kütüphane: adı ne olursa olsun, basılı kitap ve süreli yayınların ya da başka her türden çizgisel, görsel-işitsel yayının düzenli koleksiyonları ile okurların bilgi, araştırma, eğitim, dinlenme amaçları için bunların kullanımlarını sağlayan ve kolaylaştıran elemanlardır” (Baysal, 1992, s. 7). Dolayısıyla kütüphaneler sahip oldukları bilgi potansiyelleri açısından, bilimde kullanılacak olan bilgileri hizmetlerinde bulunduran ve araştırma gereklerini karşılayan yapı olarak aidiyet kazanmaktadır. Dünya tarihinin ilk kütüphane örneklerinden bu yana kütüphaneler iki temel gereğe ve amaca yönelmişlerdir. Bunlar (Baysal, 1992, ss. 7-8): 1. Toplumsal uygulamalar, bilim, eğitim, genellikle her tür uygulama alanları için gerekli bilgileri-belgeleri toplayıp saklamak, uygulamalara yardımcı olmaktır. 2. Her türden düşün, bilgi ürünlerini toplayıp saklamak, insanlar, toplumlar ve çağlar arasında sürekli paylaşılmasını, aktarılmasını gerçekleştirmek ve böylece de insanlığın vardığı en ileri ortak düzeyi, her konuda, bütün bireyler ve toplumlar için ulaşılabilir kılmaktır. Özde, kütüphaneler her türden kayıtlı bilgiyi elde etme, çeşitli tekniklerle düzenleme, koruma ve gereksinim duyanlara sunma işinin ilke ve yöntemlerini oluşturmaya ve geliştirmeye çalışan bir bilgi alanıdır. Bir diğer ifadeyle, bilgi olgusu üzerine temellenmiş bu alanı yine bireyleri kayıtlı bilgiye eriştirerek sağlama ana ilkesi-işlevi biçimlendirmektedir (Yılmaz, 2009). Kütüphaneler bilgi odaklı toplumsal bir köprü olmaktan öte merkez olmaya yönelirken aynı zamanda varlığını-bilgisini bilgiye dönüştüren herkes için yaşamın yaratısı olmaktadır. Kütüphanecilik alanının asıl ve asal varlığı, insan düşüncesinin zaman ve uzam içinde erimini-yayımını sağlayarak bilginin ve düşüncenin taşıyıcıları olarak bilgisel hizmet sunumunu gerçekleştirmektir. “Kütüphane okunan, okunanlar üzerine düşünülen, yeni düşünceler üretilen yalnız kitaplar evi değildir. Kütüphane, bilgi taşıyan her türden belgenin derlenip, toplanıp, düzenlenip, hizmete hazır tutulduğu bir bilgi belge merkezidir” (Keseroğlu, 2004, s. 31). Kütüphanelerin ilk örneklerinden günümüze -bilginin/belgenin belirli bir amaç doğrultusunda seçilip, sağlanıp, nitelenip, düzenlenip hizmete sunulması- bu kurumsal işlev ve özellikleri hiçbir zaman değişmemiştir (Keseroğlu, 2010, s. 697). Bilginin sürekli bir biçimde çoğalım, gelişim ve yayım göstermesine bağlı olarak kütüphane de farklı açılardan birer açılım ortamlarına dönüşmüştür. İşte bu bağlamda “bilgi ve belge yönetimi hizmetini bu hizmetin gerektirdiği tam bilgi ve beceri ile (profesyonelce) yapmak” (Yılmaz, 2009, s. 401) kütüphaneciliğin en temel etik ilkesini ortaya koymaktadır. Kütüphane ve bilgi mesleğinin temel ilkeleri etik ve değerler üzerine kuruluyken (ALA, 2008) aynı zamanda etik, kütüphane ve bilgi bilimi tarafından bir disiplin olarak yıllar içinde büyümüş, birçok farklı diğer disiplinler tarafından benimsendikçe etiğin alan ve ifadesi gelişmiştir (Froehlich, 2004). Öncelikle, etik kütüphaneciliğin sorunlu alanlarından bazıları olan; sansür, gizlilik, bilgiye erişim, koleksiyon geliştirme, telif hakkı, adil kullanım ve yönetim gibi konularda problem unsurlarını dengelemek için ifade edilmiş, bu konularla ilişkilendirilmiştir (Hauptman, 2002). Ancak, kütüphane alanındaki etik yaklaşımları belirleyen temel unsurlar, bilgi hizmetinin üretimi ve sunumu sürecinde ortaya çıkmaktadır. Kullanıcılar tarafından talep edilen ve/veya edilmesi beklenen bilgi hizmetlerinin üretilmesi sürecinde üç boyutlu bir etik yaklaşım söz konusudur. Bunlar (Toplu, 2007, s. 196): i-) Hizmet için gerekli olan altyapı koşullarının, donanımın ve kaynakların sağlanması sürecinde, kütüphanelerin ve yöneticilerinin altyapının gelişimi konusundaki tutum ve davranışları, ii-) Personelin, hizmetlerin üretim sürecinde kurumsal, ulusal hatta uluslararası boyutta hangi ahlaki norm ve değerler ölçüsünde hareket etmesi, iii-) Hizmet talebinde bulunan kullanıcıların, personele karşı tavırları ve kütüphanelerin kaynaklarını kullanma biçimleridir. Kütüphanecilik alanındaki etik ilkelere dikkatleri çeken ve ilgili etik ilkeleri geliştiren-güncelleyen böylece ilkelerin daha çok uygulamaya dönüşmesine katkı sunan uluslararası nitelikteki ALA’nın Mesleki Etik bildirgesi oldukça önemlidir. ALA Konseyi tarafından 1939 Midwinter toplantısında kabul edilen, 30 Haziran 1981 değiştirilmiş olan ve 28 Haziran 1995 son olarak da 22 Ocak 2008’de güncellenen, kütüphane(ci)ler için oluşturulan bu mesleki-profesyonel ilkeler, kütüphane(ci)lere etik kararların alınmasında rehberlik etme amacı taşımaktadır. Mesleki etik ilkeler, bir çerçeve sağlamak üzere hazırlanmış olup belirli durumları kapsayacak şekilde davranış dikteleri bulundurmamaktadırgetirmemektedir. Buna göre (ALA, 2008): 1. Kütüphane(ci)ler, uygun ve yararlı organize edilmiş kaynaklar aracılığıyla tüm kütüphane kullanıcılarına en üst düzeyde hizmet sunmakta; adil hizmet politikaları ve adil erişim sağlamakta; tüm istekleri-gereksinimleri doğru tarafsız ve saygıyla karşılamaktadır. 2. Kütüphane(ci)ler, tüm sansür çabalarına-çalışmalarına karşı kütüphane kaynaklarını ve entelektüel özgürlük ilkelerini korumaktadır. 3. Kütüphane(ci)ler, aranan veya alınan bilgi ile danışılan, ödünç alınan veya iletilen kaynaklarla ilgili her kütüphane kullanıcısının gizlilik ve mahremiyet hakkını korumaktadır. 4. Kütüphane(ci)ler, hak sahiplerinin çıkarları ve bilgi kullanıcıları arasında denge sağlayıcı olarak fikri mülkiyet haklarına saygı göstermektedir. 5. Kütüphane(ci)ler, kurumların tüm çalışanlarının haklarını ve refahını korumak için istihdamın savunucu şartlarını herkes (meslektaşları) için saygı, adalet ve iyi niyetle değerlendirmektedir. 6. Kütüphane(ci)lerin, kütüphane kullanıcıları veya diğer çalışanların içerisinde bulundukları kurumların pahasına özel çıkarları bulunmamaktadır. 7. Kütüphane(ci)ler kişisel vicdan ve mesleki görevleri arasında ayrım yapmaya ve kişisel inançları ile girişime izin vermeyerek, kurumların amaçlarında adil temsil veya kendi bilgi kaynaklarına erişim sağlamada objektif davranmaktadır. 8. Kütüphane(ci)ler, kendi bilgi ve becerilerini artırmalı ve bunu sürdürmeli aynı zamanda meslektaşlarının mesleki gelişimini teşvik ederek ve meslek potansiyeli üyelerinin isteklerini destekleyerek mesleklerinde mükemmellik için çalışmaktadırlar. Kütüphanecilik alanı; bilginin organizasyonunu, bilginin erişimini kapsayan çok güçlü bir entelektüel uğraşıya sahiptir. Dolayısıyla böylesi bir alanın bilim, düşün ve bilgi ürünleri-üretimleri konusundaki toplumsal sorumluluğu ileri düzeyde olasılık kazanmaktadır (Mason, 1986, ss. 5-10). Özellikle kütüphane(ci)leri önemli ölçüde etkileyen bilginin seçimi, organizasyonu, korunması ve yayımının kontrolü göz önüne alındığında; kütüphanecilerin düşünce özgürlüğü ve bilgiye erişim özgürlüğüne adanmış mesleğin üyeleri olarak, gelecek nesillere bilgi ve fikirlerin-ideallerin serbest akışını sağlamak ve sunmak sorumluluğu daha da önem kazanmaktadır (ALA, 2008). Etik, kütüphanelerin özsel ve tözsel betimlemelerinin saklısında aranıp bulunmalıdır. Kütüphanelerin varoluş gerçekliğinden bilgi sunumuna giden süreçte etik yer almaktadır. Gücünü bireyden-bilgiden alan ve hizmet gerçekleştirimini bireye-bilgiye yönelik yapan kütüphane, sahip olduğu bilgisel-belgesel sorumluluğunu kötüye kullanmayacağı ve kaynağından-dinamiğinden en uygun davranışı sergileyeceğinden genel geçer doğruyu en görünür biçimde dışa vurmaktadır. Etiğin geçerlilik kazanma ve uygulamaya yayma sürecindeki dinamiğini kütüphanelerin oluşturduğu söylenebilir. Bir anlamda bilginin bilgi taşıyıcısı olan kütüphaneler, etik konusunda etkin tavırların sergilenmesi ve denetlenmesi içerisinde düşünülebilir. Bir diğer söyleyişle etik birçok iş parçacıklı bir fenomen haline yıllar içinde gelirken ve pek çok ilgili disiplinlerin yakınsaması tarafından kısmen de olsa uyarıldı ve desteklendi. Dolayısıyla bilgiler akan ve bilgilerle gelişen kütüphane; yine bilginin, etiğin, bilimin ve bilimsel araştırmanın eylemi-erimi olmaya devam etmektedir (Froehlich, 2004). Kütüphane sayesinde denilebilir ki her bilgiye dayalı-odaklı tutum ve aksiyonlar bu çerçevede sürekli etiğin yakınsamasına yönelmektedir. Kısacası kütüphaneler her zaman “etik normların bire bir uygulamaya konduğu kurumlar” (Toplu, 2007, s. 202) olarak, taşıdığı bilgi ile bu hammaddenin işlenmesiyle daha ileride taşıyacağı bilginin arasındadır. Denilebilir ki entelektüel özgürlüğün-özgünlüğün sağlanmasında, kütüphaneler mihenk taşı sayılmaktadır. Sonuç Hiç kuşku yok ki kuşatıcı olan, bireyin yaşam idealarının-ideallerinin hep yeniden gözden geçirilip hep yeniden tasarlanacak olmasındaki birikmiş olan gömüsüdür. Bireyin, gerek tek başına bir canlı olarak gerekse toplumun bir parçası olarak; kendini, yaşam biçimini, hep yeni baştan tasarlayıp ortaya çıkarması ve yine gerçekleştirmek istemesi etik için önem taşır. Bireye özgü bu varlık ve yaşam arayışı aynı zamanda, insanca-bilgece yaşamaya ve etik duyuşa birer göndermedir. Kısacası, etiğin derinliği ve düzeyi bireyin yaşamının genelinde ve geçerinde aranıp bulunmalıdır. Bir diğer deyişle etiğin esas-asıl kaynağı, yeryüzündeki insan toplumlarının var olmasında ve gelişmesinde belirmektedir. Bireylerin bilgi alanındaki yetkesi öncesinden ve sonrasından bağımsız değildir. Dolayısıyla, etik en parlağından bir bilgisel görünümdür: bilgi adına ortaya çıkan her şeyin, herkes tarafından bilgi adına kullanılageldiği esaslı bir gerçektir. Bununla birlikte, etik; bireyler arasındaki ortaya çıkışı ve gelişimi bakımından bireye içkin olarak algılansa da özde bireyin bilgisinin yaşama dönüştürülmesi ile açıklanabilir. Geçmişten bugüne gelen ve bugünden yarına kalan bilgi tohumunun kullanımı böyle anlaşıldığında etiğe özgü yaşam da kavranmış olabilir. Bu bağlamda etik, gerçekleşebilen olabildiğince bilgisel yaşam biçimlerinin oluşturduğu bir evrendir. Bu evrende birey, bazı erekleri saptayıp kurallargenelleştirmeler koyan bir canlı varlıktır; oluşturduğu erekler ile kurallar-genelleştirmeler sonradan bireyin kendisini bağlamaktadır. Özde bireyin bu dünyadaki varlığının temel niteliği bilgiseldir; bilgi, varlığın ve insanlığın en evrensel tohumudur. Bireyin anlam ve kavrama varlığını geliştirme öncülü sayılan bilginin, özellikle kayıt altına alınarak kalıcı kılınması ve her toplumsal sürecin başatı olarak kullanılması önemsenmesi gereken bir insanlık etkinliğini ortaya koymaktadır. Nitekim böylesi bir etkinlik-değerlilik alanının güçlü ilkelere dayandırılması; toplumsal kabulün sağlanması ve sorumluluğun ortaklık kazanması adına etik bağlamda değerlendirilmeye gereksinim duymaktadır. Genel anlamda daha iyiye ve daha doğruya ulaşma kavrayışı, bilginin doğru kullanımını ilkeselleştirmektedir. Bilginin doğrultusu, söz konusu bir bütünü anlamayı kolaylaştırmaktadır: etik, bilgi, bilim, bilgi yönetimi ve kütüphane. Ayrıca, birey yönlendirilen bir varlık olmanın ötesinde yönelgen bir varlık olma özelliği taşımaktadır. Bu da bireye doğal eğilimlerin ötesinde bir sorumlulukla donanmış olma zorunluluğunu getirmektedir (Timuçin, 2013, s. 114). Hiç kuşkusuz bireyin gerçekliği, gelişimi ve geleceği; başka bireylerle ilişki-iletişim-işbirliği kurmasına bağlıdır ve onlarla olan birlikteliği-beraberliği-bütünlüğü sürecinde gerçekleşebilmektedir. Dolayısıyla etiğin dayanmış olduğu ilke, insan yaşamının anlamını ortaya koymaktadır. Nitekim insana-bireye ait tüm sorumluluklar, yükümlülükler, değerler, beklentiler ve görevler bir etik atmosferin içerisinde gerçekliğe-niteliğe ulaşmaktadır. Belirtmek gerekir ki etik; entelektüel mülkiyetin güvenliğini ve özgürlüğünü korumak üzere yapılandırıldığı sürece, gerçekte bilgilileri bilgisizlere ya da bilimsel olanları bilimsel olmayanlara karşı savunmak üzere yükümlülüklerini gerçekleştirmeye çalışabilir. Bu kapsamda etik, genel olarak; iyi olma ve/veya doğru yapma beklentisini taşırken, kütüphane yaklaşımı da bilime, bilgiye, bilimsel araştırmaya dayalı bilgi yönetim hizmetlerindesüreçlerinde iyi olmayı ve doğru yapmayı öngörmektedir. Özellikle bilim yaşamında karşı karşıya gelinen etik dışı davranışlarla mücadelenin yolu, ciddi bir eğitim-bilinç sürecinden geçmektedir. Öngörülen, bilimsel yaşamın içindeki her bireye doğru bilgiye nasıl erişebilecekleri, bu bilgileri nerede kullanabilecekleri ve bilgileri nasıl iletebileceklerini öğretebilmektir. Bunun için kütüphaneler; bilimin doğru çalışma laboratuvarları olarak bilgisel çalışmaların-yaklaşımların değerlendirilmesine fırsat sunarak bilimde etik dışı davranışlara yönelmeyi önlemeye yarar sağlayabilmektedir. Etik ve kütüphanenin ortak paydasını oluşturan en önemli özellik; her ikisinin de başka insanların içinde yaşadıkları uzamın-mekânın içinden geçmeleri ve yine başka insanlara içinde yaşadıkları uzam-mekân oluşturmalarıdır. Kütüphaneler, gerek amaç ve erekleri gerekse hizmet ve nitelikleriyle toplumsal kazanımın en değerli yansısıdır. Kütüphanenin, sahip olduğu tüm bilgisel sorumluluğu sınırsız ve koşulsuzdur. Bir diğer ifadeyle, bilginin var olma güvenliğini ya da var olmama tercihinin sakıncalarını aramaz. Bir canlı organizasyon olarak, insanın değer ortaya koyma adına olan tüm bilgisel üretimlerini içeriğine taşımaya ve kullanıma sunmaya hizmet eder. Kaynakça Adorno, T. W. (2012). Ahlak Felsefesinin Sorunları (T. Birkan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları. Akarsu, B. (2009). Felsefe Terimleri Sözlüğü. (11. bs.). İstanbul: İnkılap Kitabevi. ALA. (2008). Core Values, Ethics, and Core CompetencIes. 02 Mart 2014 tarihinde http://www.ala.org/aboutala/governance/policymanual/updatedpolicymanual/secti on2/40corevalues adresinden erişildi. Arat, N. (1987). Etik ve Estetik Değerler. (2. bs.). İstanbul: Say Yayınları. Arda, B. (2002a). Bilim Etiği Açısından Lisenko Örneği. Üniversite ve Toplum: Bilim, Eğitim ve Düşünce Dergisi, 2 (4), 1-5. 21 Ocak 2009 tarihinde http://www.universitetoplum.org/text.php3?id=108 adresinden erişildi. Arda, B. (2002b). Bilim Etiği Üzerine. Anestezi Dergisi, 10 (3), 157-161. Atabek, Erdal. (1999). Hayatımız ve Değerlerimiz. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları. Aydın, İ. P. (2002). Yönetsel Mesleki ve Örgütsel Etik. (3. bs.). Ankara: Pagem A Yayınları. Bauman, Z. (2011). Postmodern Etik (A. Türker, Çev.). (2. bs.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bayer, A. (1999). Bilim Ahlakı (V. Günyol, Çev.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Baysal, J. (1992). Kitap ve Kütüphane Tarihi’ne Giriş. (2. bs.). İstanbul: Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi. Budak, S. (2003). Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Bülbül, T. (2004). Bilimsel Yayınlarda Etik. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 15, 53-61. 08 Ocak 2014 pauegitimdergi.pau.edu.tr/Makaleler/398736680_5-BILIMSEL tarihinde YAYINLARDA ETIK.pdf adresinden erişildi. Carbo, T. (2008). Ethics Education for Information Professionals. Journal of Library Administration, 47 (3-4), 5-25. Cevizci, A. (2013). Uygulamalı Etik. İstanbul: Say Yayınları. Changeux, J. P. (2000). Etiğin Doğal Kökenleri (N. Acar, Çev.). İstanbul: Mavi Ada. Çalışlar, A.(1983). Ansiklopedik Kültür Sözlüğü (A. Çalışlar, Çev. ve Düz.). İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. Durkheim, E. (2010). Ahlak Eğitimi (O. Adanır, Çev.). İstanbul: Say Yayınları. Erzan, A. (2011). Bilimin Raconu. H. Yazıcı (Düzl.). İstanbul Üniversitesi Bilim Etiği Günü (4 Ekim 2011-İstanbul) içinde (ss. 1-8). İstanbul: İstanbul Üniversitesi. 08 Ocak 2014 tarihinde http://www2.istanbul.edu.tr/wp-content/uploads/2013/07/İstanbulÜniversitesi-Bilim-Etiği-Günü-4-Ekim-2011-kitabı.pdf adresinden erişildi. Erzan, A. (2013). Bilim Okuryazarlığı ve Etik. 20 Aralık web.itu.edu.tr/~erzan/erzan_etik_cum.doc? adresinden erişildi. 2013 tarihinde Feldman, F. (2012). Etik Nedir? (F. B. Aydar, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi. Froehlich, T. (2004). A Brief History of Information Ethics. bid: Textos Universitaris de Biblioteconomia i Documentació, (3), Desembre 2004. 10 Şubat 2014 tarihinde http://bid.ub.edu/13froel2.htm adresinden erişildi. Fromm, E. (1997). Erdem ve Mutluluk (A. Yörükan, Çev.). (4. bs.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Hauptman, R. (2002). Ethics and Librarianship. North Carolina: McFarland & Company, Inc., Publishers. Heimsoeth, H. (1978). Ahlak Denen Bilmece: Beş Konuşma (N. Uygur, Çev.). (2. bs.). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. Heimsoeth, H. (1986). Felsefenin Temel Disiplinleri (T. Mengüşoğlu, Çev.). İstanbul: Remzi Kitabevi. Hitt, W. D. (1990). Ethics and Leadership: Putting Theory Into Practice. Columbus: Battelle Press. İnam, A. (2009). Bilgi Ahlakı Üstüne Düşünceler. O. Konuk ve A. K. Bayram (Ed.). Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem içinde (ss. 11-26). Ankara: Adres Yayınları. Keseroğlu, H. S. (2004). Sessiz Serinliklerde Bilgi ya da Kütüphane Üstüne. İstanbul: Mavibulut Yayınları. Keseroğlu, H. S. (2005). Kütüphanenin Tözü: Tarih Öncesi Dönemde Bilgi. Türk Kütüphaneciliği, 19 (3), 297-307. Keseroğlu, H. S. (2007). Bilgi ve Belge Yönetimi Etiği ve Türkiye’de Durum. A. Üstün ve Ü. Konya (Yay. Haz.). I. Uluslararası Bilgi Hizmetleri Sempozyumu: İletişim (25-26 Mayıs 2006 - İstanbul) içinde (ss. 171-183). İstanbul: Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi. Keseroğlu, H. S. (2010). Bilginin Bilgisi: Kütüphane ve Bilgibilim Kuramı Sorunsalı. Türk Kütüphaneciliği, 24 (4), 685-704. Konuk, O. ve Bayram, A. K. (2009). Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem: Bilginin Parçalanması ve Etik Arayışlar. O. Konuk ve A. K. Bayram (Edi.). Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem içinde (ss. 27-45). Ankara: Adres Yayınları. Köktürk, E. (2013). Meslek Etiği ve Harita Sektörü. 11 Aralık 2013 tarihinde http://www.tedmer.org.tr/akademik_makaleler/erol_kokturk.pdf adresinden erişildi. Kuçuradi, İ. (2011). Etik. (5. bs.). Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu. Longino, H. (1990). Science as Social Knowledge. Princeton, NJ: Princeton University. Mason, R. O. (1986). Four Ethical Issues of the Information Age. MIS Quarterly, 10 (1), 5-12. McGarry, K. (1983). Progress in Documentation. Journal of Documentation, 39 (2), 95-122. Mengüşoğlu, T. (1965). Değişmez Değerler ve Değişen Davranışlar. İstanbul: İstanbul Matbaası. Mengüşoğlu, T. (1988). İnsan Felsefesi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Mengüşoğlu, T. (1992). Felsefeye Giriş. İstanbul: Remzi Kitabevi. Ochollaa, D. N., Onyancha, O. B. ve Britz, J. (2010). Can Information Ethics be Conceptualized by Using the Core/periphery Model?. Journal of Informetrics, 4 (4) 492-502. Örs, Y. (2011). Bir Bilimsel Felsefeci olarak Yaman Örs’ün Yaklaşımıyla Etik’in Anlamı ve Anlamsızlığı. Z. Alpınar (Der.). Ankara: Efil Yayınevi. Özlem, D. (2010). Etik: Ahlak Felsefesi. (2. bs.). İstanbul: Say Yayınları. Pieper, A. (1999). Etiğe Giriş (V. Atayman ve G. Sezer, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Resnik, D. B. (2004). Bilim Etiği (V. Mutlu, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Sevgi, L. (2014). Rakamlarla Konuşmak: Bilimde Okur/yazarlık ve Toplumsal Algılama. 08 Ocak 2014 tarihinde http://www3.dogus.edu.tr/lsevgi/LSevgi/Bilim/LS_TUBA_Bilim_K%C4%B1sa.p df adresinden erişildi. Şahin, T. E. (2009). Geçmiş - Şimdi - Gelecek Çizgisinde; Tarih, Tarihçi ve Etik. O. Konuk ve A. K. Bayram (Edi.). Sosyal Bilim, Etik ve Yöntem içinde (ss. 199-233). Ankara: Adres Yayınları. Timuçin, A. (2013). Felsefenin Önceliği Bilgi Sorunu. İstanbul: Bulut Yayınları. Topal, R. Ş. (2002). Etik Değerler mi, Yitik Değerler mi?. 08 Ocak 2014 tarihinde htpp://www.ytukvk.org.tr/arşiv adresinden erişildi. Toplu, M. (2007). Kütüphaneciliğin Etik Sorunu ve Türkiye Yaklaşımı. Türk Kütüphaneciliği, 21 (2), 186-217. Tunçay, M. (2008). Aydınlanma, Etik ve Ahlak. 11 Aralık 2013 tarihinde http://www.obarsiv.com/pdf/MeteTuncay_NB.pdf adresinden erişildi. TÜBA. (2002). Bilimsel Araştırmada Etik ve Sorunları (Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Etiği Komitesi, Yay. Haz.). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi. Türkeri, M. (2012). Etik Bilinç: Kaynak Sizsiniz. Ankara: Lotus Yayınevi. Uçak, N. Ö. (2010). Bilgi: Çok Yüzlü Bir Kavram. Türk Kütüphaneciliği, 24 (4), 705-722. Uçak, N. Ö. ve Birinci, H. G. (2008). Bilimsel Etik ve İntihal. Türk Kütüphaneciliği, 22 (2), 187-204. Uzbay, T. (2006). Bilimsel Araştırma Etiği. Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık 4. Ulusal Sempozyumu (17 Kasım 2006 - Ankara) içinde (ss. 19-25). Ankara: TÜBİTAK ULAKBİM. 07 Kasım 2012 tarihinde http://uvt.ulakbim.gov.tr/tip/sempozyum4/page19-26.pdf adresinden erişildi. Yıldırım, C. (1996). Bilimin Öncüleri. (5. bs.). Ankara: TÜBİTAK Yayınları. Yılmaz, B. (2009). Bilgi ve Belge Yönetiminde (Kütüphanecilikte) Etik: Kuramsal Bir Yaklaşım. Kamu Etiği Sempozyumu (25-26 Mayıs 2009, TODAİE - Ankara) içinde (ss. 395-404). Ankara: TODAİE. 23 Ocak 2014 tarihinde http://www.bby.hacettepe.edu.tr/yayinlar/dosyalar/etiksempozyum.pdf adresinden erişildi. Summary Library science plays an important role in developing informational approaches and conducting scientific research. Libraries strengthen the central power of the scientific methodology by providing, classifying and presenting objective information. In addition, they ensure much needed collaboration and contribute confidence building by invigorating the essential competence for science to achieve its goals. In a sense, libraries prevent information from being damaged for the sake of informational responsibility and take heed of its social benefit. Further, individuals adopt a particular attitude of respect for information and science for the intended scientific success by virtue of ethical sensibility. The social analyticity of science creates an attitude for individuals to act honestly toward each other’s intellectuality, experiences and experiments. On such ethical grounds, information and science develop efficiently. The scientific method becomes the most dominant tool for individuals to access the objective information. For this tool to create the highest added value is contingent upon annotation of information, ideas, experiences and values by sharing them. In other words, the functionality of information and science materializes directly through this approach. Therefore, the importance of libraries, which are the center of information, should be considered. The reality of being accessible to the others, the most basic mission of libraries, is the basic profile of information management as part of ease of access and utilization. Information in its arranged, forms functions as evidence, is used as a reference, and becomes the expression of ideas and thoughts. Moral relation is experienced in actions in a particular wholeness between individuals where there are informational limits in the broadest or the tightest sense. Morality is not just a state of “doing” or “not doing”. The question of morality is essentially inevitable in intellectual pursuits which people undertake. In this sense, it can be argued that ethics is the most natural and proper way of conducting the way information is utilized. Again, it will be ethics which tell an individual implicitly or explicitly how to make a choice regarding the utilization of information. The most basic purpose of ethics is information. Practices within the context of ethics being totally far from control may admittedly complicate the understanding of semantic of pragmatic aspects of ethics. However, although the purpose here is to find the truth and focus on the truth, the correct choice of an individual may develop an ethical prospect. It should be indicated that an ethical setting sheds light on an individual’s action in his or her informational relation –communication–, cooperation, both with him or herself and the ones before him or her, can resolve the questions of “what it is” and “how it can be” regarding ethics. Thus, the lack of ethical approach in information and science drop out of sight as a problem. Naturally, every individual’s information is his or her property. This is also the first foundation of all property. Because of this the property which belongs to individual bears sanctity and cannot be touched without permission. Information being a gift that honors the individual brings with it the obligation of ethical behavior towards the individual. An individual’s state in life is based upon a sophisticated mind: the meaning of human regarding his or her essence makes his or her relation to ethics undeniable. Information, as everyone today openly accepts, has a quality that is cumulative and provides historical propagation. Consequently, while this condition keeps information in a perpetual flow and development, it has become a resource for individuals to carry the essence ethically. This association, which completely bears an individual character, opens the consciousness regarding good and bad up for discussion. This condition, which is neither plain nor flat, is virtually an argument regarding an individual’s information –against the unfavorable line that– so that others cannot get away with it. It should be emphasized that the productive way of humanity’s living has always reflected the originality and authority of informational power. Undoubtedly, the all-encompassing is the treasure that has been accumulated in ever reviewing and ever re-designing of the ideals and the ideas of the life of individual. Individual’s desire to create him or herself by designing him or herself all over again and realizing it again either as a an organism by itself or as a part of society is important to ethics. This quest for existence and life, which is specific to individuals, is a reference concurrently to living humanely and wisely, and ethical perception. In short, the depth and level of ethics should be researched and found all across and validness individual’s life. In other words, the fundamental and real source of ethics appears in the existence and development of the human societies. In brief, the authority of individuals in the field of information is not independent from before and after. So, ethics is an informational appearance of the brightest kind: the fact that everything that emerges in the name of information has been used by everyone in the name of information is a basic truth. On the other hand, although ethics is perceived as something innate to individuals in terms of its emergence between individuals and its development, it can essentially be explained by the transformation of his or her information into life. If the utilization of information is understood as a seed that comes from the past and is transferred to the future, then an ethical life may also be apprehended. In this context, ethics is a universe which is constituted by informational life forms, which can realized as far as possible. In this universe an individual is a living organism which enacts law by determining certain goals, then individuals are confined to those goals and laws.