7. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Transkript
7. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
NEVŞEHİR ÜNİVERSİTESİ KAPADOKYA ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (NEVKAM) 1.Uluslararası NEVŞEHİR TARİH VE KÜLTÜR SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ 16-19 Kasım 2011, Nevşehir 7 Cilt Editör Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER 1. Uluslarası Nevşehir Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri Nevşehir Üniversitesi Yayınları: 2 Editör Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER ISBN: 978-605-4163-02-1 (tk) 978-605-4163-10-6 (7.cilt) 1. Baskı Nisan, 2012 / Ankara Kapak ve Sayfa Tasarımı Grafik-Ofset Matbaacılık Reklamcılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. 1. Cadde 1396. Sokak No: 6 06520 (Oğuzlar Mahallesi) Balgat-ANKARA Tel : 0 312. 284 16 39 Pbx Faks : 0 312. 284 37 27 E-mail : grafiker@grafiker.com.tr Web : grafiker.com.tr Baskı, Cilt Ofset Yayıncılık Ltd. Şti. Kazım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı 85/3 İskitler-ANKARA Tel : 0 312. 384 00 18 Faks : 0 312. 342 16 52 DESTEKLERİ İÇİN Nevşehir Valiliği’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, TÜBİTAK’a, Avanos Belediyesi’ne, Başdere Belediyesi’ne, Çat Belediyesi’ne, Derinkuyu Belediyesi’ne, Göre Belediyesi’ne, Gülşehir Belediyesi’ne, Göreme Belediyesi’ne, Hacıbektaş Belediyesi’ne, Kavak Belediyesi’ne, Mustafapaşa Belediyesi’ne, Uçhisar Belediyesi’ne, Ürgüp Belediyesi’ne TEŞEKKÜRLERİMİZLE İÇİNDEKİLER BİLDİRİLER (Bildiriler Alfabetik Olarak Sıralanmıştır) Roberto BİXİO- Vittoria CALOI-Andrea De PASCALE Kapadokya, Bir Yeralti Yerleşim Bölgesi ............................................................ 5 S. Selhan Yalçın USAL Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri Kapadokya İçin Bir Deneme........................................................................... 33 Saadet BEDÜK- Hatice HRMANKAYA- Selda GÜZEL Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması........................................................ 45 Salih KAYMAKÇI Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) ................................................................. 61 Salih KUŞLUVAN- İbrahim İLHAN Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler ..................... 81 Samettin BAŞOL- Mevlüt ÇAM 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları ....................................................................................... 95 Savaş YILDIRIM Ürgüp Mustafapaşa’da Duvar Resimli İki Ev ................................................. 111 Sebahattin BAYRAM Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir ..................................................... 135 Seha AKSÜ Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi ......................................................... 143 Selahattin DÖĞÜŞ Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı ............................... 159 Selçuk AVDEREN İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri................................................................... 173 Selim KARAHASANOĞLU Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği ..................... 179 Serkan SUNAY Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme ........................................................................... 207 Sevinç ATEŞ- Nurgül TÜREMİŞ Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı ................................ 231 Sinan KOŞAROĞLU- Aydın BÜYÜKSARAÇ Özcan BEKTAŞ- Abdullah ATEŞ Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi ............. 247 Suzan AKKUŞ MUTLU Tabal Krallığı ............................................................................................... 257 Süleyman DEMİRCİ 17. Yüzyıl’da Niğde Sancâğı’nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler .............................................................. 269 Süleyman SOLMAZ Menâkıb-I Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi ....................................... 281 Süreyya AYTAŞ Nevşehir’de Mübadil Kültürü ....................................................................... 291 Şaban ÇETİN Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler ...................... 301 Şakir ÖZÜDOĞRU Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği.......................... 327 Şen YÜKSEL Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi............ 351 Şenay ATAM Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) ........................................................ 359 Şeyma KEÇE- Seher KEÇE TÜRKER Çoban Düzünün Turistik Değeri ................................................................... 399 Talip KARAKAYA Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek ....................................................................... 409 Tugba GÖNEL Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas ............................................... 421 KAPADOKYA, BİR YERALTI YERLEŞİM BÖLGESİ CAPPADOCIA, AN UNDERGROUND DISRICT Roberto BIXIO* - Vittoria CALIO** - Andrea DE PASCALE*** ÖZET Bu tarihi bölgeye dağılmış olan yeraltında kayaya oyulmuş ve çok çeşitliliğe sahip yapıların saptanması, araştırılması ve belgelenmesi amacı ile Genova (İtalya)’da yer alan Centro Studi Sotterranei (Yeraltı Araştırmaları Merkezi) tarafından Kapadokya’da 1991’den 2000 yılına kadar çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışma kapsamında tipolojik bir sınıflandırma öngörülmüş ve seçilmiş bazı yerleşimlerde kentsel analizler yapılmıştır. İncelemeler; aralarında Erciyes Dağı, 3.916 m, Hasan Dağı, 3.268 m gibi 19 büyük volkanik etmen ve yüzlerce küçük monogenetik volkanik merkezin oluşturduğu volkanik kaya yapısında olan yaklaşık 25.000 km²’lik bir alanda gerçekleştirilmiştir. Bunlar, birkaç yüz metre kalınlığında sağlam bir tortu katmanı oluşturmuş ve sınırlandırılmış birkaç noktada tarihöncesi insanlar tarafından kullanılan mağaraların bulunduğu kireçtaşı yatağı ortaya çıkmıştır. Bölgedeki geniş alana yayılmış tüfsü tortuların en önemli özelliği yumuşak olmasıdır ve bu nedene bağlı olarak meteorolojik etkenler (erozyon, deflasyon, korozyon, kriyojenik hareket) tarafından oldukça karakteristik biçimlerde (kanyonlar, tanıktepeler, falezler, dereler, tepeler) oluşmuşlardır. İklim koşulları ve tarihsel olayların etkisiyle, insanlar; çevrenin litolojik ve morfolojik özelliklerinden yararlanarak yüzyıllar boyunca bu kayaların içlerine farklı tiplerde odalar oymuşlar, bir ‘negatif mimari’ (yeraltı konutları, çalışma alanları, kiliseler, mezarlar, sığınaklar, hidrolik tüneller) geliştirmişlerdir. * Centro Studi Sotterranei - Via Avio 6/7 - 16151 Genova (Italy), e-posta:roberto_bixio@yahoo.it ** CRS Egeria - Roma - vittoria.caloi@iasf-roma.inaf.it *** Museo Archeologico del Finale, Istituto Internazionale di Studi Liguri sez. Finalese, e-posta:depascale@museoarcheofinale.it 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 5 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE Yapmış olduğumuz araştırmalar, Kapadokya’nın “yeraltı bölgesinin” özelliklerini farklı açılardan belirlememize olanak sağlamıştır. Bunların ilki, bütün bölgedeki yeraltı yerleşimlerinin coğrafi ve altimetrik dağılımıdır. Ardından, antropik oyukları (kaya ve yeraltı oyukları) doğal mağaralardan ayırmak amacıyla, tipolojik açıdan çeşitlilikleri ele alınmıştır. Ayrıca yerlatı mimarilerinin biçimlerindeki dönüşümleri gösteren ara örnekler belirlenerek tanımlanmıştır (avlu yerleşimler ve atropik müdahalelere uğramış mağaralar). Aynı zamanda, çeşitli hipojelerin kullanım amaçlarındaki farklılıklar göz önüne alınmış; gerçek savaş sığınakları adı altında toplanabilecek belirli yeraltı yerleşimlerinin, savunma amaçlı düzenlemelerindeki neden ve teknikler üzerinde özel olarak durulmuştur. Son olarak; derin erozyon vadilerinde tarıma olanak sağlayan ve suyun tutulması, akıtılması ve taşınması amacıyla oluşturulmuş ve günümüzde de işlevini sürdüren su sistemleri araştırılarak tespit edilmiştir. Yeraltı yerleşimlerinin tarihlendirilmelerine ilişkin tarihsel kaynaklar ve arkeolojik bulguların eksikliği dikkatimizi çekmektedir. Bununla birlikte; söz konusu yeraltı yerleşimlerinin köken ve gelişimlerine yönelik olarak, farklı uygarlıkların (Hititler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular) yüzyıllar boyunca birbirinin ardından bu bölgeye yerleştikleri göz önünde bulundurularak, tarafımızdan bazı hipotezler ortaya konulmuştur. Bu bağlamda; Nevşehir Arkeoloji Müzesi’nden Halis Yenipınar ve Murat Gülyaz’ın da katkıları ile, veriler, bir mağarada bulduğumuz arkeolojik kalıntılar ve Catherine Jolivet tarafından kaya kiliselerdeki resim programları üzerine yapılan önemli analizler ile karşılaştırılmıştır. On yıl süren bu çalışma sonucunda elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak bir “Kapadokya yeraltı yerleşimleri haritası” ve altı bölgeye ayrılmış 183 yerleşimi gösteren bir liste ortaya koymuş bulunmaktayız: Aksaray (59 yerleşim); Kayseri (24 yerleşim); Kırşehir (3 yerleşim); Nevşehir (71 yerleşim); Niğde (22 yerleşim); Yozgat (4 yerleşim). İleride yapılacak araştırmaların bu listeyi daha da genişleteceğinden kuşku duymuyoruz. Aslında burada, Jolivet’in kaya kiliselerin sayısının 600’den fazla fazla olduğunu tahmin ettiğini ve Centro Studi Sotterranei’nin bunları araştırmaların özellikle dışında tuttuuğunu belirtmek gerekmektedir. Bunu yapmamızdaki amaç, çalışmamızda, aynı öneme sahip olan, fakat daha az bilinen yerleşimlere ağırlık vererek Kapadokya’nın kültürel ve doğal mirasının daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır. Anahtar Kelimeler: Yeraltı ve Kaya Yerleşimler, Tipoloji, Kentsel Analizler 6 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi ABSTRACT From 1991 to 2000 the Centro Studi Sotterranei (Centre for Underground Studies), located in Genoa (Italy), performed every year research campaigns in Cappadocia, with the aim of locating, exploring and documenting a large sample of underground and rocky structures scattered in this historical district. A typological classification has been proposed and an urbanistic analysis of some selected underground settlements has been performed. The investigations developed in an area of about 25.000 sq. km, made-up mainly by rocks of volcanic origin produced by 19 great volcanic apparatus, among which the Erciyes dağı, 3.916 m, and the Hasan dağı, 3.268 m, and by hundreds of smaller monogenetic volcanic centres. They originated a powerful deposit, few hundred meters thick, from which, in few circumscribed points, the limestone bedrock emerges; here natural caves used by prehistoric men have been found. The most relevant feature of the district is given by the extended tufaceous deposits that, thanks to their softness, have been deeply modelled by meteorological agents (erosion, deflation, corrosion, cryogenic action) in very characteristic shapes (canyons, buttes, cliffs, calanques, pinnacles). Inside these rocks man has dug, during the centuries, rooms of several types, developing a “negative architecture” (underground dwellings, working spaces, churches, burials, shelters, hydraulic tunnels), exploiting the lithological and morphological characteristics of the environment, pressed by climatic conditions or historical events. The surveys allowed us to outline the features of the “underground district” of Cappadocia according to different aspects. First, from the point of view of the geographic and altimetric distribution of the underground settlements all over the territory. Then, according to their typological variety, to distinguish anthropic cavities (rocky and underground cavities) from natural caves. Also, intermediate specimens representing transition forms of underground architectures have been identified and described (courtyard settlements and caves with anthropic interventions). At the same time, we took into account the differences in the destination of use observed in the various hypogea; special attention has been given to the reasons and the techniques of the defensive organization of some particular underground settlements that can be classified as real war- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 7 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE shelters. Finally, we have studied and described the ancient hydric systems of catching, draining and carrying water, still in function at present, to allow an agricultural use of deep erosion valleys. With regard to the dating, we noted a shortage of historical sources and archaeological evidence concerning underground settlements. Nevertheless, we proposed some hypotheses about their origin and development, which take into account the succession along the centuries and the overlap on the territory of different civilizations (Hittites, Romans, Byzantines, Arabians, Seljucks), comparing the data with the archaeological remains we found out in one cave, in collaboration with Halis Yenipınar and Murat Gülyaz of the Archaeological Museum of Nevşehir, and with the valuable analysis of the painting cycles of the rocky churches elaborated by Catherine Jolivet. Thanks to the data collected in ten years of activity we implemented a “map of the underground sites of Cappadocia” and a list of 183 settlements, divided in six districts: Aksaray (59 sites); Kayseri (24 sites); Kırşehir (3 sites); Nevşehir (71 sites); Niğde (22 sites); Yozgat (4 sites). We are sure that further investigations may substantially increase this list. In fact, let us only mention the rocky churches that Jolivet estimates to be more than six hundred, and that have been deliberately excluded from the researches by Centro Studi Sotterranei, since we intended to devote more attention to less documented, but equally crucial sites for a comprehensive understanding of the cultural and landscape heritage of Cappadocia. Key Words: Underground and Rocky Structures, Typological Classification, Urbanistic Analysis 1. Introduction Cappadocia, in central Turkey (Figs. 1, 2), is one of the most interesting district in a land, the ancient Anatolia, full of historical and artistic testimonies since the Palaeolithic (Esin, 2000). In the 1990s’ years of the past century the Centro Studi Sotterranei (Centre for Underground Studies), located in Genoa (Italy), has been performing research campaigns in the region, riddled with underground and rocky structures of extreme interest, largely unknown both to scholars and to the public. During our pluriannual activity in Cappadocia, started in 1991, we tended to exclude from our investigations hypogea like rocky churches, which were already largely well documented: as a matter of fact, Jolivet (Jolivet- 8 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 9 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE Levy, 1997, p.6) estimates them to be more than six hundred, often of very high artistic quality. We preferred to concentrate on the less documented hypogea, equally crucial for a comprehensive understanding of 10 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi the cultural and landscape heritage of Cappadocia. Figures 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14 show the map of the 183 underground sites that have been identified and explored in large part. We divided them in six districts, named after their main towns: Aksaray (59 sites), Kayseri (24 sites), Kırşehir (3 sites) Nevşheir (71 sites), Niğde (22 sites), Yozgat (4 sites). We point out we are conscious we have located only a part of the huge rupestrian heritage of Cappadocia that, we believe, it might be wider than the double, not considering each single rocky church. Our aim was to locate, explore and document a substantial sample of these structures, in order to achieve an overview of their main characteristics. The main result of our investigations is a typological classification of the structures, together with an urbanistic analysis of some selected underground settlements. A large corpus of photographic documentation on historical sites, landscapes and present every day life accompanies our study. 2. The Investigated Area And The Surveys We covered an area of about 25.000 km2, at a height between 1.000 and 1.500 m on sea level, mostly at about 1.200 m. The area is made-up mainly by rocks of volcanic origin produced by 19 great volcanic apparatus, among which the Erciyes dağı, 3.916 m, and the Hasan dağı, 3.268 m, and by hundreds of smaller monogenic volcanic centres (Fig. 22). They originated a powerful deposit, few hundred meters thick, from which, in few circumscribed points, the limestone bedrock emerges; here natural caves used by prehistoric men have been found (Managlia, Pagano, 1992, p. 101). The most relevant feature of the district is given by the extended tufaceous deposits that, thanks to their softness, have been deeply modelled by meteorological agents (erosion, deflation, corrosion, cryogenic action) in very characteristic shapes (canyons, buttes, cliffs, calanques, pinnacles). Inside these rocks man has dug, during the centuries, rooms of several types, developing a “negative architecture” (underground dwellings, working spaces, churches, burials, shelters, hydraulic tunnels), exploiting the lithological and morphological characteristics of the environment, pressed by climatic conditions or historical events. The surveys allowed us to outline the features of the “underground district” of Cappadocia from different points of view. First, from the point of view of the geographic and altimetric distribution of the underground settlements all over the territory. Then, according to their typological va- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 11 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE 12 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi riety, to distinguish anthropic cavities (rocky and underground cavities) from natural caves. Also, intermediate specimens representing transition forms of underground architectures have been identified and described (courtyard settlements and natural caves with anthropic interventions). At the same time, we took into account the differences in the destination of use observed in the various hypogea; special attention has been given to the reasons and the techniques of the defensive organization of some particular underground settlements, that can be classified as real warshelters. Finally, we have studied and described the ancient hydric systems of tapping, draining and carrying water, still in function at present, to allow an agricultural use of deep erosion valleys. 3. Tipology Of The Settlements In Cappadocia we can distinguish three category of underground spaces: - Natural caves, developed by natural events, sometime with anthropic remains. - Anthropized caves, that is natural caves partly modified by men. We can consider this type of caves like a transition to artificial cavities. - Anthropic cavities, that is artificial cavities fully excavated by men in the living rock. Natural caves are located in carbonates rocks. Enormous and only partially explored karstic systems are inside the Ala Dağlari, the limestone mountains south-east of Niğde, just on the limit of the region. But small caves have been found also in small calcareous rocks, scattered in the heart of Cappadocia, outcropping from the tufaceous deposits. The more important one is the cave of Civelek, north of Gülşehir, where Centro Studi Sotterranei found out prehistoric pottery remains, now in the museum of Nevşehir. In Cappadocia we know only one antropized cave. It is located in the village of Değirmenli, 20 km north-east of Niğde, in the limestone deposits bordering on tufaceous territory. It is matter of a fully natural cave inside which there are some dry-stone built enclosures and, above all, there are defensive devices, exactly the same as the ones defending the artificial underground shelter (millstone doors, with slabs and pilasters) in the northern territory. We can consider this cave as an example of “minimum human intervention” . Artificial cavities are, doubtless, the more developed and widespread cat- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 13 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE 14 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi egory. It concerns simple spaces (tombs, water-tanks, pigeon houses), or more complicated artefacts (churches, monasteries, dwellings); but the cavities may reach the complexity of large villages in rocky walls, or develop the extraordinary labyrinths of underground shelters and towns, either horizontal or on various levels, down until 50 m below ground level, or hydric systems. It is convenient to distinguish between rocky structures and underground structures. The former ones are made up by rooms dug in the portion of rock close to the exterior and above ground level, and are found on the walls of canyons, buttes, pinnacles (rocky cones). The latter ones penetrate deeply into the rock, either directly under ground level, or into a butte or a hillside. 3.1 Rocky Structures Cone dwellings/villages. Erosion has shaped the soft volcanic deposits in a large variety of shapes, among which very remarkable are the rocky cones locally known as «peri bacaları» or «fairy chimneys». Many of these have been dug to obtain hermitages, dwellings, stores. The various cone structures are connected through an external net of roads (Göreme). Cliff (or wall) dwellings/villages (Fig. 17). They consist mostly of dwellings dug into cliffs overhanging the valleys. The rooms inside communicate each other through horizontal tunnels or vertical shafts, and may be arranged on more than one level; rooms on the external surface of cliffs may have small windows. The roads develop outside the settlements, and lead to the cultivated areas (Tatlarin, Acıgöl, Zelve). Sometimes the collapse of large portions of the soft tuff allows to have a look at the interior of the settlements, as to form an architectural cross section. Rocky Castle-villages. These settlements are similar to the wall villages, but with a special location. They are dug inside big rocky towers (Ortahisar, Uçhisar), on overlying levels up to the top. Possibly, they were initially defensive structures. Rocky Courtyard settlements. They are a particular form of rocky structure that we might consider as an intermediate model between the rupestrian and the underground settlements. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 15 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE 16 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi In the most common case, the settlements of this type are arranged around a space bound on three sides by rocky walls, forming a natural or partially dug enclosure inside a hill slope or cliff, open on the fourth side toward the valley (Bixio, 2002). They are often of religious characters (churches, monasteries) as - just to name a few - the case of Hallaç Manastır in Ortahisar, Aynalı Kilise in Göreme, the several courtyard complexes known as Açık Saray near Gülşehir (Rodley, 2010, pp. 11-150) and those of Çanlı Kilise in the district of Aksaray (Ousterhout, 2005, pp. 79-114, 141-155), even though he believes most of them are civil and not ecclesiastic settlements. Less common are the settlements excavated around a courtyard enclosed on all the four sides, like a large shaft, obtained digging in the open from the flat top of a cliff, and going down vertically; a tunnel leads to the outside. We can recall Eski Gümüş near Niğde (Bixio, 2002, p. 203; Rodley, 2010, pp. 103-118), Dulkadirli Inlimurat (Karşıyaka), in Kırşehir district (Bixio, 2002, pp. 201-202) and several cases in Güllükkaya and Yaprakhisar, near Selime at the northern opening of the Peristrema/Ihlara valley (Kalas, 2005; 2006). Rocky monasteries. Likely the most frequent structures in the region are the rocky settlements of religious character, covering a long period, from the fifth to the thirteenth century, some of which remained in use till the sixteenth century (Jolivet-Levy, 1991). They are found inside the pinnacles, on the walls of natural amphitheatres, or under ground level (De Jerphanion, 1925-1942; Thierry, 1971; 1981; Jolivet-Levy, 1991; 2001). Let us remind that, anyway, one finds also masonry churches built on the ground (Derinkuyu, Viranşehir, and so on). Generally, these settlements consist of churches (see later) and of facilities related to cenobitic life (kitchen, refectory, library, monastic cells, pilgrim accommodations). Burials may be found in separated chambers or in graves dug under the pavement of underground rooms. Sometimes the monasteries are provided with interior areas protected by defensive devices (underground shelters, see later), as many other underground settlements. The overall organization of rocky monasteries offers a large variety of forms: most of them are of rocky courtyard type. Rocky churches. Churches and chapels may be found both in monasteries and isolated. They are often associated with cliff villages, underground shelters, under- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE ground towns. The typical architectonic elements of masonry churches are present, but of course as pure ornament and not as structural elements; they can be quite complex, with columns, naves, domes, narthex, iconostasis, and decorated with frescoes and bas-reliefs. Rocky tombs. In Cappadocia there are different types of tombs, of various ages: mounds, masonry tombs, rocky tombs. Rupestrian tombs, that is excavated in solid rock, are, in turn, of three types: chamber tombs, that is room-like excavated in the wall of cliffs or boulders; graves, or hole-tombs, excavated in the horizontal surface of rocky outcrops and on the top of cliffs; floorgraves, excavated under the trampling level inside rupestrian buildings, like churches, chapels, hermitages. Rocky pigeon-lofts (dovecotes). The number of pigeon-lofts dug into the valley slopes is large indeed, testifying the past importance of pigeons in local economy. These structures, of small dimension, are mostly found in the canyons, close to the cultivated areas (Gülyaz, 2000). They are positioned high up above ground level, and generally present great difficulties of access, to protect doves from predatory animals. The pigeon-lofts consist of a series of small windows, often painted with geometric, animal and plant - rarely human - stylized patterns of various colours over a white background; the ornaments on dovecotes, sometimes as carpet motives, represent an interesting examples of Turkish-Ottoman popular paintings of the 18th - 20th century, made with colours derived from mineral (iron oxide) and vegetable resources; they have a side door to allow inspection, a door that can be reached through impervious footpaths or by means of foot-holds dug on the surface of the overhanging walls. The inside of rocky pigeon-lofts is made of one or more rooms, sometimes overlying each other, dug up to man’s height. On the inside walls there are rows of small niches where pigeons nest. From information collected locally, it seems that the main purpose of pigeon breeding was not to get food, but to collect guano. Given the difficulty of reaching the pigeon-lofts, the dove’s manure (guano) was collected only once or twice each year. Apparently, pigeon breeding came to an end with the introduction of chemical fertilizers. Most of the Cappadocian dovecotes are to be found in the valley around Üçhisar and Ortahisar, in Güvercinlik Valley or Çat valley nearby Nevşehir, in Soğanlı valley in the boarders of Kayseri, in Üzengi Valley near Ürgüp, sometimes 18 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi in close proximity to churches and monasteries (Giovannini, 1971; Tuna, Demirdurak, 2010, pp. 160-165). A particular type of underground dovecotes dug in the rock are documented in the Kayseri area in Gesi town. Here dozens of large tower stone structures are the access to cavities each of which accommodates hundreds of niches for dove nests (Imamoğlu et al., 2005; Amirkhani et al., 2010, pp. 48-50). Rocky apiaries. The word apiary indicates an array of beehives. Only very recently the existence of rocky apiaries has been recognized in Cappadocian valleys (Bixio et al. 2002; Bixio et al. 2004), in the area between Ürgüp, Üçhisar, Göreme, Ortahisar and Çavuşin (district of Nevşehir), and in the valley of İhlara (district of Aksaray) and in the valley of Soğanli (district of Kayseri). Today are known more than 50 rocky apiaries, catalogued by Gaby Roussel in 2006 and 2007 (ROUSSEL, 2006; 2008), each of them, despite having its own peculiarities, has general features (apiaries with room fully excavated into the rock), similar to the structures documented by Centro Studi Sotterranei in 2001 and 2003. The study of one of them, still in use even if only partially, allowed to understand their functioning with some certainty. As the rocky pigeon-lofts, they are generally, but not always, located high up on rocky walls. From the outside, one sees vertical rows of small holes (flight holes) and arrays of vertical slits, plus a small door. Figure 21 shows the sketch of one of the most complex of the apiaries: on the shelves, corresponding to the holes, the bees built their honeycombs directly, without others containers, while the compartments without shelves, corresponding to the slits, accommodated superimposed rows of baskets-shaped beehives. These latter ones, being movable, allowed to move the beehives according to blooming. The bees entered the apiary through the holes and the slots. At least two of the apiaries - the bigger ones - appear related to monastic settlements found in the neighbourhood; others, smaller and simpler, were likely part of the economy of one single family. 3.2 Underground Settlements As mentioned before, these are the structures dug directly under ground level or, sometimes, into a butte, a cliff or a hill slope, but extending deeply into the rock. They may develop on one level only or on overlying levels; in the latter case, all the entrances are found on the first level, the one close to the campaign level. The road network and all other facilities 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE are located underground, so that the various rooms are connected by tunnels. A characteristic feature of underground settlements is given by special defensive devices, such as “millstone-doors”, which allowed to isolate and defend large sectors of the underground system. According to their extension and destination, various types of underground structure may be recognized: underground towns, shelters, monasteries and churches, and the special case of underground hydraulic systems. Underground shelters and underground towns. At variance with the rocky structures described before, characteristic of the environment of erosion valleys, these structures are generally located in open zones of the upland, where hiding places are not easily found. The first level may be dug directly under ground level (e.g., Derinkuyu) or into low buttes rising over the ground (e.g., Filiktepe-Ovaören). Most of these structures are better defined as shelters rather than towns, a definition deserved perhaps only by the extraordinary extension and complexity of the structures at Derinkuyu and Kaymaklı. Underground Shelters. The underground shelter relative of Göstesin is adjacent to the village of Göstesin-Ovaören Köy, nearby Gülşehir, which lies close to the southern slopes of a modest butte (Castellani, 1995; 2002a). At ground level, various large hypogea are dug into the tuff, showing signs of use as storehouses and shelters for domestic animals. It is important to remind that in Cappadocia winters are extremely rigid and summers are very hot, so the use of rooms dug into the tuff appears well justified. But these hypogea show the interesting features of narrow tunnels opening in the tuff, leading towards the inside of the butte, and with the entrance always defended by one or more millstone-doors. The investigation of the underground system has shown the presence of a few independent sub-systems (Figs. 15 and 18), each composed by an ensemble of rooms interconnected by tunnels, both defended by millstone-doors, as are defended by similar doors the openings on the outside. Various devices are implemented to reinforce the efficacy of the millstone-doors: right angles in the tunnels, sudden decrease in their height, etc. To be mentioned the presence of wells that reach the water bed. The size of the whole hypogeum is much smaller than that of the so-called underground towns; the structure was likely a temporary hiding place for a small group of humans and animals 20 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi during raids or transits of armies (Fig. 16). The underground system at Filiktepe-Ovaören Köy (Gülşehir) appears much larger and more complex than the one at Göstesin, with the puzzling feature of not being apparently related to any local village (Castellani, Pani, 1995; Castellani, 2002b). The maps in Fig. 15 show the overall plan of the shelter, consisting of many sub-systems, as in the case of Filiktepe. In each sub-system it is possible to distinguish an external layer of rooms, with many entrances, from which one enter a complex system that penetrates deeply into the butte. Many are the large rooms, sometimes equipped to host domestic animals, sometimes with cavities on the walls and on the floor that suggest their use as storage rooms; one finds also many wells, and at least one of the sub-systems develops on more than one level. The shelter develops beyond the limits of the butte, reaching the open fields. The millstone-doors are everywhere (at least 40 of them) and present a variety of devices to face attacks from outsiders. A possible interpretation of such a complex structure is that the community lived in the more external rooms, stored food in the interior, and retired inside the redoubt when peril appeared (Fig. 18). Underground towns. By far the most complex and articulated among the underground settlements is the site of Derinkuyu. A complete investigation of this structure is not yet available, due to its size, depth, number of levels and inter-connections (Demir, 1990; Triolet, 1993; Bixio, 1996; Bixio, Castellani, 2002a; Okuyucu, 2007). A first feature appears evident: the site is composed by many “satellite system” (Fig. 19). The best known of these systems is the one open to the public (Derinkuyu 1 in our notation), that develops in a sort of helicoids around a central shaft, intercepted various times on different levels. By the way, the shaft gives the name to the complex (Derinkuyu = deep shaft). According to Demir (1990), it reached the water bed, while now it is partially filled by the debris deriving from the works of adaptation in the tourist section. Other three systems appear built in a similar way around a central shaft (Fig. 19), but occlusions and destruction prevent a safe conclusion. According to information collected locally, the various systems were connected each other through tunnels, now partially destroyed. An organization of this type allows to move easily from one point to the other, in case of conquest of a section by the enemy, as well as to 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 21 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE counter-attack through hidden exits. Schematically, Derinkuyu develops on three levels (with intermediate levels), down to a depth of about 50 m. In the first one, just below ground level, all the entrances to the underground are located; in this section, no protective device, such as the millstone-doors, is found: likely because the entrances were hidden inside the buildings of the village in the open. From here one goes down, through descending corridors, to the second level, that may be considered as the “residential section”. It is most extended and complex of the system, defended by millstone-doors, sometime multiple ones. Here are found large spaces free from defending devices, shelters for animals, wells for water supply. At a lower level, the deepest section, connected to the previous one by a long, steep and narrow passage, with sudden changes in direction and provided with multiple closing devices: perhaps the last refuge (redoubt) of the besieged. Hydraulic systems. The investigations in the territory of Cappadocia have revealed the presence of other ancient underground structures that testify, as much as the underground settlements, the intelligence and the determination of the population in the exploitation of all the opportunities offered by the environment. Along the walls of many valleys, a large number of entrances to tunnels have been observed, whose origin was unknown to local people. The morphology of the tunnels appear very similar to that of the well known ancient hydraulic tunnels, so common in the volcanic territory in Central Italy (Castellani, 1999). It was decided to perform a thorough study in two of the largest valleys, the Meskendir vadisi and Kılıçlar vadisi (Fig. 20). The first part of each valley consists of a deep canyon, dug by the running waters; advancing in the valley, the bottom does not show any sign of a river bed: it is made up by terraces mostly cultivated with fruit trees. Watering is achieved through small tunnels, dug into the side walls, that reach the water table. A first hydraulic system is given by the main underground channel (main collector), that gathers rainwater and carries them inside tunnels along the walls, keeping them far from the valley bottom. This intervention has cleared the valley floor from running water and from floods, allowing cultivation. The second system is formed by the numerous small tunnels opened inside the walls to tap water from the water table: many of these are still working. 22 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi It is possible to follow the main collector from the valley head to its end, for about 3.5 km. All along, one meets, inside the collector, the mouths of many smaller tunnels that drain rainwater from the side valleys. The whole complex system gives an idea of the quality and the dimension of the impressive work performed by the population to rescue the valleys for agricultural purposes (Castellani, 2002c). Tanks to some very impressive evidences of deepening of the original section of the tunnels, from 180 cm of height up to 4 metres, we note that erosion must have been working for a very long time, suggesting quite an old age for the system, perhaps Byzantine, perhaps older. As a concluding remark, we notice that the incentive for such a complex and hard work of water regulation likely came from the harsh winter climate and scarcity of water in surface. The valleys, protected from the winds and supplied of water through tunnels tapping the water table, allowed a flourishing agriculture, otherwise impossible, probably since a very long time. 4. Defensive Devices A characteristic feature of (almost) all the underground settlements in Cappadocia are the massive stone doors placed as defensive devices both at the entrances and at selected points in the interior, independently of the size of the structure (Bixio, Castellani, 2002b). The most common device is the mill-stone door, found from the south border (Eski Gümüş, Niğde) to the north, in the province of Kırşehir. The largest shelters (Derinkuyu, Filiktepe) have mill-stone doors strategically distributed in the whole system, but also modest systems composed by few rooms exhibit one or more of these devices. This occurrence confirms that underground settlements and stone doors are part of a cultural and technical inheritance common to all the population of the Cappadocia region (Triolet, Triolet, 2002). The door consists of a stone cylinder, with a diameter (100 to 160 cm) about six times the thickness (20 to 30 cm). Once placed vertically, it can be rolled on the floor as a wheel, to block an entrance. Their names derives from their resemblance to mill-stones. These doors appear, in a lot of cases, cut into a material substantially harder than the room where they are placed. So, the builders of the underground structures had to look for a suitable quarry for their doors and had to carry them inside 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 23 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE many underground systems, showing how important were these devices for the safety of the shelters. At the same time, the good matching of the door diameter and the size of the tunnels suggests again that the whole enterprise of building an underground structure was the result of accurate planning. The handling of the millstone-doors required the space necessary to roll the doors in a safe position, that is, such to avoid an easy overturning. To this purpose, the stone doors, once closed, have to be blocked. This can be achieved in various ways, the most common ones being by means of sockets in the walls and pillars and/or slabs. The millstone-doors are generally located either along a tunnel or where a tunnel enters in a larger room. With few exceptions, the millstone-doors have a central hole with a diameter between 10 and 20 cm, on the average. This hole allowed the defenders to keep under control the tunnel and to repel the besiegers by means of arrows and spears. A few millstone-doors have been found without the hole: in this case there are other defence devices, like small holes in the ceiling to allow the defender to stab easily the enemy as soon as he approached the millstone-door. In other cases, the absence of the hole seems to imply a situation of imminent danger and lack of time to complete the defensive works. Other closing systems may be found, such as shield-doors - stone slabs inlaid in frames along a tunnel or on top of shafts - and wood doors. 5. Dating The Underground Structures The long history of human presence in Cappadocia goes back to Lower and Middle Palaeolithic Age, with assemblages in good context in Kaletepe Deresi 3 (Slimak et al. 2004; 2008), a few kilometers on the eastern slopes of Göllü Dağ in Niğde district, the longest open-air Palaeolithic sequence excavated in Turkey, as well as the first in situ Acheulean industry documented in Anatolia with a succession of deposits including microtephra from multiple eruptions, the lowermost of which likely dating to the Lower Pleistocene (780.000 years ago) (Tryon et al. 2009). Cappadocia also retain important findings of the Pre-Pottery Neolithic period with Aşıklı Höyük (Aksaray), a densely clustered settlement type with intramural burials and many burial gifts (Esin, Harmankaya, 1999; 2007). Furthermore are well documented Neolithic, Chalcolithic and Bronze Age 24 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi sites represented by several mounds such as Alişar Höyük (Yozgat), Acemhöyük (Aksaray), Köşkhöyük (Niğde), Kültepe (Kayseri) (Esin, 2000) and the cave of Civelek (Gülşehir) (Managlia, Pagano, 1992; Gülyaz, 2010, p. 8). Well documented are the following historical periods with the presence in Cappadocia of findings related to the Hittites, Phrygians and Assyrians, Cilicians, Romans and Byzantines (Equini Schneider, 1994; Akyürek, 2000; Darga, 2000; Tekin, 2000; Gülyaz, 2010, pp. 10-18). Instead, no historical data are available on the underground settlements in Central Anatolia (Urban, 1973b), not even in relation to the relatively recent Byzantine settlements (Thierry, 1989; Jolivet, 1997). For example, some archaeological findings in the rocky monastery of Eski Gümüş (Niğde) were discovered and studied almost fifty years ago, when medieval archeology was in its infancy and many pottery classes were not still clearly defined (Gough, 1964; 1965), and only a most recent work was performed twenty years ago by the Museum of Niğde with few other finds (Faydalı, 1991; 1992). Today new studies and reviews of materials already known are really necessary. We are left with the archaeological evidence, a useful tool for rocky churches, whose paintings and dedicatory inscriptions give reliable information on the epoch of construction. Unfortunately, no such hints are available for underground settlements, completely empty except for minor finds: few Byzantine ceramic fragments, few jars still in the floor, stone mortar, some animal bones. The underground systems show no deposit to be investigated and have been left totally unguarded for centuries, after the end of their attendance. Since nothing meaningful is found inside the settlements, we can resort to finds in the surroundings. Even in this case, not much can be safely concluded. Three Hittite inscriptions have been found near as many underground systems: Gökçetoprak (the ancient Sivasa), Ağıllı (near Acıgöl, formerly Topada) and Karaburna. Urban (1973a; 1973b; 1973c; 1986) considers possible a connection with these systems, but it is to be noticed that the inscriptions apparently make no mention of the artificial cavities to which they should be related. Again Urban suggests a relation among a few underground structures and the remains of archaic forts in the surroundings. Some more remarks of this kind could be mentioned, but they 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 25 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE result equally fragile. Similarly, the possibility of relations with Phrygians and Assyrians rests on uncertain interpretations of a document on the war among the two powers (Urban, 1986). Among ancient documents, the Anabasis by Xenophon (around 400 B.P.E.) gives important information on underground structures, even if not directly related to Cappadocia settlements. The Greek historian describes underground dwellings in Anatolia which, from a reconstruction of the march of the 10.000 Greek warriors back to their homeland, appear located in Armenia (Urban 1973b), we think near the ancient Ani or modern Kars. These dwellings are described as having an entrance on the soil that looks like a shaft, but with wide rooms inside; men enter by means of ladders, animals through special passages; water and various cereals are stored in appropriate containers. From the text, the dwellings appear as permanent and not as temporary shelters. Let us remind that near Ani are present still today numerous structures dug into the rocks, even if not of the type described by Xenophon. Before, on their trip towards Babilonia, the Greek army passed close to the southern border of Cappadocia but no reference is made to underground structures. A fact to be stressed is that, when Xenophon meets with underground shelters, he recognizes and mention them (in the country of the Taochi and of the Chalybes or Chaldoi, tribes of proto-Georgians). The important point to be inferred from this document is that the technique of digging underground or rocky dwellings was well established in 400 B.P.E. in a region, Armenia, next to Cappadocia, with similar geologic and climatic conditions. Perhaps it is not too bold to assume this date as a plausible term ante quem for the most ancient underground Cappadocian systems. Underground structures are mentioned by other Greek and Roman authors. Varro (116 - 27 B.P.E.) reports of granaries, generically described as in underground cavities, existing in Cappadocia and Thrace (De re rustica, 1, I.57); the fact is mentioned also by Pliny the Elder (Naturalis Historia, III.18). Always Pliny, speaking of pigments, also refers of the “red lands” of Cappadocia, effusa e speluncis, that means extracted within the caves (Naturalis Historia, XXXV.13). Oddly enough, Strabo (63 B.P.E. - 25 P.E.) gives an ample description of Cappadocia, including volcanoes, salty lakes, underground rivers (Geography, 12.2.3; 12.2.5; 12,2,7), but without any mention not only of 26 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi underground structures, but also ignoring the characteristic and often extraordinary landscape of so many places in the region. On the other hand, it is also true that, of all the sites in the heart of Cappadocia, he mentions only the temple dedicated to Zeus near Venasa (Avanos), ignoring many others that, at his time, surely were of some importance (Malagobia-Derinkuyu, Enegobi-Kaymaklı, Zoropassos-Gülşehir, Topada- Acıgöl). More accurate chronological information come from the studies performed by several specialists on paintings and plasters of the rocky churches of the region, which number is considered beyond 600 units (Jolivet, 1997, p. 6). In particular Thierry and Jolivet think the more ancient paintings in rocky churches date back to sixth and seventh century and go on the whole Byzantine time until the thirteenth century, i.e. beyond the conquest of Cappadocia from the Seljuks, occurred at the end of eleventh century. It is an exception Yılanlı kilise of Soğanlı which paintings date until sixteenth century (Thierry, 1971), therefore in full Ottoman time. We believe that in this long period the greater development of the structures excavated in the rock happened, with special concentration, with regard to underground shelters, between eighth and tenth centuries. During this period the Cappadocian region, even though remaining always inside the Byzantine empire, was subject to continuous raids from Arabian bands – with a cadence of two, three times in a year (Canard, 1983) – coming from the nearby Cilicia, that they tore away from Byzantines since the year 703. During the second half of tenth century, Leo the Deacon write, with regard to the expedition of Nicephorus Phocas emperor against the Arabs: ‘Nicephrus [...] arrived in Cappadocia: [people of this region] were then called troglodytes because they went in holes, in clefts and in the labyrinths, as well as in caves and in shelters’ (L. Diacre, quoted by Triolet, 1993). In any case, leaving out of consideration the scarcity and vagueness of specific sources about the origin and evolution of the settlements excavated in the mountains, it is evident that: ‘Cappadocia has been seat of a composite rocky civilization, that had not comparison in the Mediterranean basin, today testified by the presence in the region of a huge number of underground structures, differentiate in types and widely scattered on the territory, such as to represent a phenomenon sole in the world for size, with relevant historical and urbanistic interest.’ (Bixio, De Pascale, 2009, p. 133). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 27 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE Bibliography Akyürek E., 2000, “Fourth to Eleventh Centuries”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 227-395. Amirkhani A., Okhovat H., Zamani E., 2010, “Ancient pigeon houses: remarkable example of the Asian culture crystallized in the architecture of Iran and central Anatolia”, in Asian Culture and History, Vol.2, n.2, Toronto, Canadian Center of Science and Education, pp. 45-57. Bixio R., 2002, “Gli insediamenti a corte. Un modello di passaggio”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 191-206. Bixio R., Castellani V., 2002a, “Derinkuyu, una città nel sottosuolo”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 243-252. Bixio R., Castellani V., 2002b, “Dispositivi di difesa nei sotterranei cappadoci”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 265-278. Bixio et al., 2002 = Bixio R., Dal Cin F., Traverso M., 2002, “Cappadocia: un apiario rupestre”, in Opera Ipogea, 2/2002, Bologna, Società Speleologica Italiana, pp. 17-28. Bixio et al., 2004 = Bixio R., Bologna G., Traverso M., 2004, “Cappadocia 2003. Gli apiari rupestri dell’Altopiano Centrale Anatolico (Turchia)”, in Opera Ipogea, 1/2004, Bologna, Società Speleologica Italiana, pp. 3-18. Bixio R., De Pascale A., 2009, ‘Archeologia delle cavità artificiali: le ricerche del Centro Studi Sotterranei di Genova in Turchia’, in Archeologia Medievale, XXXVI, All’insegna del Giglio, Firenze, pp. 129/154. Canard M., 1983, ‘Bisanzio e il mondo musulmano alla metà dell’XI secolo’, in Storia del Mondo Medievale, vol. II, L’espansione Islamica e la nascita dell’Europa feudale (Gwatkin et al. editors), Garzanti Editore, Milano, pp. 273/311. Castellani V., 1995, “Human underground settlements in Cappadocia: a topological investigation of the redoubt system of Göstesin (NE 20)”, in Bertucci G., Bixio R., Traverso M. (eds.), Le città sotterranee della Cappadocia, Genova, Erga edizioni, pp. 41-52. Castellani V., 1999, Civiltà dell’Acqua, Roma, System Graphic Ed. Castellani V., 2002a, “Il sistema di rifugi di Göstesin”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 209-224. Castellani V., 2002b, “Filiktepe: una fortezza sotterranea”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 225-242. 28 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi Castellani V., 2002c, “I condotti idrici della valle di Meskendir”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 279-290. Castellani V., Pani G., 1995, “Filiktepe: a step toward undergrond towns”, in Bertucci G., Bixio R., Traverso M. (eds.), Le città sotterranee della Cappadocia, Genova, Erga edizioni, pp.53-67. Darga M., 2000, “Second Millennium B.C.: Middle and Late Bronze Age”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 125169. De Jerfanion G., 1925-1942, Une nouvelle province de l’art Byzantine. Les églises rupestre de Cappadoce, Paris. Diacre = see L. Diacre Equini Schneider E., 1994, “Classical Sites in Anatolia: 1993, Archaeological Surveys in Cappadocia”, in 12. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, pp. 15-33. Esin U., 2000, “Palaeolithic Era to Early Bronze age: Prehistoric Cappadocia”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 63-123. Esin U., Harmankaya S., 1999, “Aşıklı”, in Özdoğan M., Başgelen N. (eds.), Neolithic in Turkey. The Cradle of Civilization New Discoveries, Istanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, pp. 115-132. Esin U., Harmankaya S., 2007, “Aşıklı Höyük”, in Özdoğan M., Başgelen N. (eds.), Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı Türkiye’de Neolitik Dönem Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Istanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, pp. 255-272. Faydalı E., 1991, “Eski Gümüş Manastırı 1989 Yılı Kurtarma Kazısı”, in I. Müze Kurtarma Kazıları Semineri (19-20 Nisan 1990 Ankara), Ankara, Kültür Bakanlığı, pp. 225-234. Faydalı E., 1992, “Niğde-Eski Gümüş Manastırı Kurtarma Kazısı”, in II. Müze Kurtarma Kazıları Semineri (29-30 Nisan 1991 Ankara), Ankara, Kültür Bakanlığı, pp. 255-264. Giovannini L., 1971. “Il territorio e gli ambienti rupestri”, in Giovannini L. (ed.), Arte della Cappadocia, Gènéve, Les Éditions Nagel, pp. 67-80. Gough M., 1964, The monastery of Eski Gümüş. A preliminary report, in Anatolian Studies, 14, pp. 147-161. Gough M., 1965, The monastery of Eski Gümüş. Second preliminary report, in Anatolian Studies, 15, pp. 157-164. Gülyaz M., 2000, “Dovecotes of Cappadocia”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 548-559. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 29 Roberto BIXIO - Vittoria CALIO - Andrea DE PASCALE Gülyaz M.E., 2010, Cappadocia. Patrimonio mondiale, Istanbul, Digital Dünyası. Imamoğlu V., Korumaz M., Imamoğlu Ç., 2005, “A fantasy in Central Anatolian architectural heritage: dove cotes and towers in Kayseri”, in Middle East Technical University Journal of the Faculty of Architecture, vol.22-2, Ankara, METU Publications, pp. 79-90. Jerfanion = see De Jerfanion Jolivet-Lévy C., 1991, Les églises byzantines de Cappadoce, Paris, Édition CNRS. Jolivet-Lévy C., 1997, La Cappadoce, memoire de Byzance, Paris, Édition CNRS. Jolivet-Lévy C., 2001, La Cappadoce médiévale, Saint-Léger-Vauban, Zodiaque. Kalas V., 2005, “The 2003 Survey at Selime-Yaprakhisar in the Peristrema Valley, Cappadocia”, in 22. Araştırma Sonuçları Toplantısı, vol.2, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, pp. 59-70. Kalas V., 2006, “The 2004 Survey of the Byzantine Settlement at Selime-Yaprakhisar in the Peristrema Valley, Cappadocia”, in 23. Araştırma Sonuçları Toplantısı, vol.1, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, pp. 253-266. L. Diacre (Leonis Diaconis), Patrologiae Cursius Migne, tome 117. Managlia R., Pagano A., 1992, “Una grotta tra i vulcani”, in Speleologia, 27, Bologna, Società Speleologica Italiana, pp. 100-101. Okuyucu D., 2007, Derinkuyu Yeraltı Şehri (Derinkuyu Underground City), Master Thesis, Atatürk Üniversitesi - Erzurum, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Erzurum. Ousterhout R., 2005, A Byzantine Settlement in Cappadocia, Washington D.C., Dumbarton Oaks. Roussel G., 2006, “Découverte de vieux ruchers en Cappadoce”, in Cahiers d’Apistoria n°5 A, pp. 39-46. Roussel G., 2008, “Ruchers de Turquie”, in Cahiers d’Apistoria n° 7 A, pp. 37-44. Slimak L., Roche H., Mouralis D., Buitenhuis H., Balkan-Atlı N., Binder D., Kuzucuolu K., Grenet M., 2004, “Kaletepe Deresi 3 (Turquie). Aspects archéologiques, chronologiques et paléontologiques d’une séquence Pléistocène en Anatolie centrale”, in Comptes Rendus Palevol de l’Academie des Sciences de Paris, 3, pp. 411-420. Slimak L., Kuhn S., Roche H., Mouralis D., Buitenhuis H., Balkan-Atlı N., Binder N., Kuzucuolu C., Guillou H., 2008, “Kaletepe Deresi 3 (Turkey): archaeological evidence for early human settlement in Central Anatolia”, in Journal of Human Evolution, 54(1), pp. 99-111. Tekin O., 2000, “The Kingdom of Cappadocia during the Hellenistic and Roman Times”, in Sözen M. (ed.), Cappadocia, Istanbul, Ayhan Şahenk Foundation, pp. 195-227. 30 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya, Bir Yeraltı Yerleşim Bölgesi Thierry N., 1971, “Le chiese rupestri”, in Arte della Cappadocia, Gènéve, Les Éditions Nagel, pp.129-171. Thierry N., 1981, “Monuments de Cappadoce de l’antiquité romaine au moyen âge byzantine”, in Le aree omogenee della Civiltà Rupestre nell’ambito dell’Impero Bizantino: la Cappadocia, Galantina (Lecce), Congedo Editore. Thierry N., 1989, “Eski Gümüş, monastère du Vieil Argent”, in Ulysse, 8, Paris, pp. 16-18. Triolet J., Triolet L., 1993, Les villes souterraines de Cappadoce, Editions DMI, Torcy Triolet J., Triolet L., 2002, “L’organizzazione difensiva”, in Bixio R., Castellani V., Succhiarelli C. (eds.), Cappadocia. Le città sotterranee, Roma, Istituto Poligrafico e Zecca dello Stato, pp. 253-264. Tryon C.A., Logan M.A.V., Mouralis D., Kuhn S., Slimak L., Balkan-Atlı N., 2009, “Building a tephrostratigraphic framework for the Paleolithic of Central Anatolia, Turkey”, in Journal of Archaeological Science, 36, pp. 637-652. Tuna T., Demirdurak B., 2010, Cappadocia, Istanbul, BKG Publications. Urban M., 1973a, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Erster Teil: Der Befund”, in Vorland, 6, Pinneberg (Hamburg), A. Beig Verlag, pp. 150-153. Urban M., 1973b, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Zweiter Teil: Geschichtlicher Rahmen und Deutungen”, in Vorland, 7, Pinneberg (Hamburg), A. Beig Verlag, pp. 174-181. Urban M., 1973c, “Das Rätsel der unterirdischen Städte Südostanatoliens. Dritte Teil: Maginotlinie der Frühgeschichte”, in Vorland, 8, Pinneberg (Hamburg), A. Beig Verlag, pp. 205-212. Urban M., 1986, Geschichte unter der Erde, Jahresschrift des Arbeitskreises für Erdstallforschung, Heft 12, Roding, Drukerei Johann Premm. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 31 ALAN MARKALAŞMASINDA BOŞ ZAMAN TASARIM ÜRÜNLERİNİN YERİ –KAPADOKYA İÇİN BİR DENEME IMPORTANCE OF DESIGN PRODUCTS IN PLACE-BRANDING ISSUE –CASE OF CAPPADOCIA S. Selhan YALÇIN USAL* ÖZET Kent ya da daha küçük birimlerin markalaşması konusu akademik olarak yeni bir alan olmasına rağmen, markalaşan kentlerin algılanması ve tüketimi hızla değişmektedir. Alan markalaşması, hem tasarım ürünlerinin (kentsel, mimari, iç mimari, endüstriyel) uygulanması, hem de reklam ve pazarlama yöntemlerinin kullanılmasıyla elde edilmektedir. Ayrıca, alan için belirlenen kimliğin tüm tasarım ve tanıtım konularında birlik içerisinde kullanılması önemlidir. Çalışmanın amacı Kapadokya’nın markalaşması konusunun tasarım ve tüketim açılarından değerlendirilmesi ve öneriler getirilmesidir. Kapadokya bölgesi, sahip olduğu doğal niteliklerle belli bir tanım içermekte ve tanınmaktadır. Bölgenin nitelikleri ile bölgede bulunan boş zaman ürünlerinin/mekânlarının tüketiminin Kapadokya’nın markalaşmasına ne kadar katkı sağladığı konusu irdelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Alan markalaşması, Alan kimliği, Boş zaman tüketimi ABSTRACT Although the place-branding issue is a new branch as academic, perception and consumption of branded cities are changing rapidly. Place-branding is obtained both applying design products (urban, architectural, interior architectural and industrial) and using advertising and marketing techniques. Also, applying determined place / urban identity in all design areas within unity is significant. * Yrd. Doç. Dr., Haliç Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü, e-posta:sselhan@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 33 S. Selhan YALÇIN USAL The aim of this study is to evaluate and propose suggestions about branding issue of Cappadocia in terms of design and consumption patterns. Cappadocia has a certain description and it is known through its natural characteristics. How consumption of leisure products or spaces in this area contributes to place-branding of Cappadocia was researched. Key Words: Place-branding, Place identity, Leisure consumption 1.Giriş Tüketim günümüz toplumunun belirgin ve temel etkinliklerinden biridir. Öyle ki, yaşadığımız kentler veya alanlar da tüketim olgusu bağlamında değerlendirilmekte ve Costa’nın (2009) da deyimiyle “ürün” haline gelmektedir. Kentin veya alanın kendisi başlı başına bir tüketim nesnesidir. Artık kentlerin veya alanların kimliği yeniden tasarlanmakta, sunulmakta ve tüketilmektedir. Tüketim kültürünün yerleşmesiyle kentler veya alanlar da bir boş zaman tüketim ürünü olarak algılanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, kentler veya alanlar tıpkı bir ürün gibi rekabetçi bir ortam içerisinde değerlendirilmektedir. Alan markalaşması; kentin veya alanın küresel ortamda rekabet edebilmesi için tanınırlığının artırılması, kimliği ve sahip olduğu temel faktörlerle anılması ve “tüketilmesi” için strateji geliştirilmesidir (Zhang ve Zhao, 2009). Zhang ve Zhao (2009), başarılı kent markalaşmasının belirgin bir kimlik oluşturmaya ve özellikle kentin sahip olduğu temel özelliklerinin (kentin görünüşü, tarihi, kültürel etkinlikleri, demografik özellikleri, ekonomisi, kentin algılanışı ve insanların deneyimleri gibi) tanımlanmasına bağlı olduğunu belirtir. Artık günümüzde, kent veya alanın sahip olduğu doğal güzelliklerin yanında bir tema dahilinde belirlenen kimliği ve bu kimliğin tüm kentteki öğelerde, boş zaman mekanlarında uygulanması ve tanıtımlarda sunulması ve vurgulanması önem kazanmaktadır. Smidt-Jensen’e göre (2006), kimlik kentin çeşitli karakteristiklerinin sentezlenmesiyle elde edilmeli, tek ve değiştirilemez olarak belirlenmelidir. Zhang ve Zhao (2009), kentlerin halkı tarafından da algılanan belli kimliklerinden bahseder; New York farklılık ve dinamizmi, Paris romantizmi, Milano stili, Tokyo modernizmi simgeleyen kentlerdir. Alan markalaşması terimi son 10 yılda yaygınlaşmaya başlasa da, kentlerin küresel ortamda rekabet edecek ürünler gibi algılanması ve buna yönelik çalışmalar yapılması hızla artmaktadır. Kenti yeniden canlandırma (urban 34 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme revitalization) çalışmaları olarak da nitelenen bu çalışmalar, kent yönetiminin kentin temel faktörlerini de dikkate alarak net bir kimlik belirlemesi ile gerçekleştirilebilmektedir. Kent ve alan markalaşması çalışmaları, sonucu uzun vadede alınabilecek stratejik yapılanmayı sağlamaktadır. Çalışmanın amacı, Türkiye’nin en önemli turizm alanlarından biri olan Kapadokya1 için alan markalaşması çalışmasının önemine dikkat çekmek, bu çalışma içerisinde bölgede bulunan boş zaman ürünlerinin/mekânlarının (müze, alışveriş alanları, konaklama alanları, yeme-içme mekânları, kültürel etkinlik alanları vb) tasarımının yerini irdelemek ve stratejik yapılanma için öneriler sunmaktır. Kapadokya tanınan bir markadır ve önemli ölçüde yabancı ve yerli turisti çeken bir alandır. Ancak, alan markalaşması için uzun vadeli stratejik yapılanma hem bölgeyi farklı yönelimlerden koruyacak, hem de algılanması ve tüketimi konusunda bilinçli bir yaklaşım benimsenmesini -hem yerel yönetimler, hem orada yaşayan halk, hem de ziyaret edenler, ziyaret etmeyi düşünenler tarafından- sağlayacaktır. 2. Alan Markalaşması ve Tasarım Tasarım konusu, alan markalaşması içerisinde geniş bir çalışma alanıdır. Net olarak belirlenen kimlik, kent veya alanın temel özellikleri ve kullanıcı, alan markalaşmasına yönelik tasarım çalışmalarında dikkate alınması gereken temel öğelerdir. Karavatzis (2004), kentin markasına ilişkin birincil iletişimin kentsel/peyzaj stratejileri (kentsel tasarım, mimari tasarım, kamu alanları ve halka açık yerlerde sanatın sunumu), organizasyonel yapı (halkın katılımı, sosyal grup bağlantıları, kamu-özel sektör ortaklıkları), davranış (kent vizyonu, nitelikli hizmet, etkinlikler, finansal teşvikler) ve altyapı (erişebilirlik, kültürel olanaklar ve turizm olanakları) ile sağlanacağını belirtir. İkincil iletişim yolu ise, reklam, halkla ilişkiler, grafik tasarım ve kentin kimliğini ifade eden slogan vb çalışmalar yoluyla elde edileceğini de ekler. Karavatzis (2004) kent/ alan markalaşmasında tasarımın ne kadar etkin olduğunu açıkça ifade eder. Alan markalaşmasında temel kavram olan kimlik oluşturulması konusu, kentin sahip olduğu temel özelliklerin dikkate alınmasıyla oluşturulacak stratejik bir yapılanmadır. Karavatzis ve Ashworth’un (2007) da önemle vurguladığı gibi sadece logo tasarımı ve görsel bir düzenlemeden ibaret değildir. Bu bağlamda tasarım öğelerinin kent veya alan markalaşmasında 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 35 S. Selhan YALÇIN USAL çok önemli olduğu ancak, temelinin daha derin bir çalışma ve pazarlama stratejisi olduğunu ifade etmek gerekir. Alan markalaşmasında net bir kimlik belirlenmesi ne kadar önemliyse belirlenen kimliğin alanın tüm öğelerinde uygulanması da o kadar önemlidir. Bu noktada tasarım çalışmaları önem kazanmaktadır. Kentin görünüşü, kültürel etkinlikleri, kentin algılanışı gibi alanın sahip olduğu temel öğelerin özenle tasarlanması gerekir. Costa (2009), alan/mekân tüketiminin çağdaş görsel kültürden ayrı tutulamayacağını belirtir. Bu bağlamda alan içerisindeki mimari, iç mimari ve peyzaj tasarımlarının, kentin tanıtımına ait görsel malzemelerin aynı zamanda tüketim nesneleri olduğu da düşünülmelidir. Kente veya alana ait her şey, -deneyimler de dahil olarak- kimliğe uygun tasarlandığında kentin veya alanın tüketimi de artacaktır. Alan markalaşmasında kent tasarımı, peyzaj tasarımı, mimari tasarım, kent içi sanat ürünleri ve eylemleri, kentin tanıtımına yönelik reklam, grafik tasarım, tasarım ile ilgili ilk akla gelen konulardır. Ancak alan markalaşmasında ulaşım, herkes için erişebilirlik, halkın veya ziyaretçilerin yaratılan kültürel veya turistik etkinliklere katılımının sağlanması da tasarım konularının parçasıdır. Günümüzde beklenen artık, sadece yukarıda bahsedilen tasarım alanlarının tüketimi değil, aynı zamanda deneyimlerle desteklenmesi, diğer turizm/tüketim alanlarından farklılıklarının sunulmasıdır. Alan markalaşmasında tasarım, kimlik ve alanın sahip olduğu temel özellikler ile birlikte mutlaka kullanıcı da dikkate alınarak yapılmalıdır. Günümüz turizm tüketicisinin ve kentte/alanda yaşayanların beklentileri dikkatle incelenmelidir. Gronow (1997) günümüz tüketicisinin haz odaklı (hedonist) olduğundan bahseder. Tüketilen boş zaman mekânları –müze, alışveriş alanları, konaklama alanları, yeme-içme mekânları, kültürel etkinlik alanları vb- giderek bireyselleşen kullanıcı/tüketicinin kişisel beklentilerine yanıt verebilmelidir. Müzeler, tıpkı mağazalarda ürün ve dekor değişimi gibi yeni sergilerle canlı tutulmalı, oteller farklı beklentiler için farklı stil veya özelliklerde oda sunabilmeli, oteller sadece konaklama mekânı olmaktan çıkıp farklı deneyimler –bölgeye has özelliklerden -gastronomi, dans, el sanatları vd. yararlanılarak- yaşatabilmelidir. Urry (1999), çağımızda toplumsal ve kültürel çoğu alanın ayrımsızlaştırıldığını ifade eder. Urry’ye göre (1999:206) “turizm hiçbir yerdedir, yine de her yerdedir.” Turizm post-modern dönemin bir tüketim eylemi olmaktan çok da farklı değildir. Bu bağlamda tasarlanacak her kültürel eylem ve aktivite (tasarım haftaları, sanat bienali, vb gibi) alanın tamamına yayılabil- 36 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme meli, halkın ve turistlerin katılımı sağlanabilmelidir. Zaten alan markalaşması, sadece turistleri çekmek için yapılan bir çalışma değildir. Yerel halkın katılımının, alan markalaşmasının sürekliliğinin bir parçası olduğu dikkate alınmalıdır. Çağın tüketici beklentileri, haz alma, statü endişesi, deneyimler, bireysellik, simgesel beklentiler ve aidiyettir (Yalçın Usal ve Evcil, 2010). Bu açıdan bakıldığında katılımcının beklentileri ile alan markalaşmasının gerçekleşmesi için gerekli tasarımların uyumu önem kazanmaktadır (Tablo 1). Katılımcıya farklı deneyimler sunulması (algısal, biçimsel özellikler gibi) ve bu deneyimlerin sadece alanın kendisinde değil iletişim araçlarında, alana hiç gelmeden de ulaşılabilir olmasının –sanal olarak- sağlanması günümüzde önem kazanmaktadır. Artık sanal ortamda da bir müzenin gezilebilmesi, alana ait bir özelliğin görsel-işitsel olarak deneyimlenmesi mümkün kılınabilmektedir. Örneğin Kapadokya’da yer altı şehirlerinde -bilgisayar oyunlarının vb yaratılmasıyla- sanal olarak bir gün geçirebilmenin sağlanması gibi deneyimler hem bireysel katılımı sağlar, hem de kişiye farklı deneyimler kazandırır. Günümüz insanı için statü endişesi, tüketime ilişkin önemli bir güdü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alan markalaşmasında bunun da dikkate alınması gereklidir. Alan imajının kişinin statüsüne katkısı yadsınamaz. Kişinin kullanmak üzere tükettiği ürünler kadar turizm amaçlı ziyaret ettiği yerler ve boş zaman geçirdiği alan ya da mekânlar da kişinin kimliğini ifade etmede yardımcı öğelerdir. Boş zaman ürünleri de tüketim nesneleri kadar gösterişçi tüketimin ürünleridir. Ayrıca, mekâna ait düzenlemelerin kişinin gereksinimlerini üst düzeyde karşılaması da önemlidir. Ancak, sadece lüks tüketime yönelik mekânsal özellikler değil, herkesin –tüm farklılıkların (çocuk, yaşlı, bedensel özürlü vb gibi)- dikkate alınması gereksinimleri karşılayacaktır. Alan imajının sunumu da alanın statüsünü belirlemede ve markalaşmasında etkin bir araçtır. Kimliğe katkı sağlayacak slogan belirlenmesi, grafik düzenlemeler, reklam ve halkla ilişkiler çalışmaları alanın doğru ifade edilmesini, katılımcı/tüketiciyi beklentiler bağlamında yönlendirmeyi sağlar. Alanın belirlenen marka imajı ve kimliğinin korunması, alanla ilgili birincil ve ikincil iletişimin sürekliliğine ve taze tutulmasına bağlıdır. Kültürel ve turizm etkinliklerinin sürekliliği, daha önce katılanların bireysel beklentilerinin belirlenmesi ve bu yönde seçeneklerin sunumu, yeni beklenti 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 37 S. Selhan YALÇIN USAL ve deneyimleri karşılayabilme esnekliğinin mekânsal tasarımlarda dikkate alınması –yeşil turizm vb gibi-, iletişim araçlarının ve sosyal medyanın etkin kullanımı gibi faktörler, alan markalaşmasında katılımcıların/tüketicilerin aidiyet duygusunun oluşması için önemlidir. Sonuç olarak sanat ve tasarım, Okano ve Samson’un (2010) da belirttiği gibi kent kimliği oluşturmada ve markalaştırmada tamamlayıcı öğelerdir. Bu bağlamda özellikle alana ait özellikler öne çıkarılmalıdır. “Yaratıcı kent markalaşması” konusunda çalışan Okano ve Samson (2010), Münih kenti için BMW-MINI’nin, Montreal kenti için de Theatre Sans Fil -kukla tiyatrosunun önemini irdelemiştir.2 Kapadokya’da geleneksel çömlek ve halı sanatı da bölgeye ait kültürel miraslardır ve alan markalaşmasında yeri çok değerlidir. Bu nedenle yaratıcılık ile ilgili çeşitli atölye çalışmaları, yaz okulları gibi etkinlikler, uluslar arası sanat ve tasarım yarışmaların organize edilmesi alana ait sanat miras ve kültürünün sürekliliğini sağlayacaktır. Temelde bölgeye has her malzeme ile elde edilecek ürünün sunumu, reklamı ve bu ürünlerin ambalaj tasarımları da alanın kimliğini ifade edecek bir biçimde tasarlanmalıdır. Tablo 1. Turizm tüketicisi/katılımcısı beklentileri ile alan markalaşmasına hizmet eden boş zaman mekânları tasarımının ilişkisi.* Turizm tüketicisi/ katılımcısı beklentileri Haz alma Statü endişesi Deneyimler Bireysellik 38 Boş zaman mekânları tasarımı Farklı deneyimler sunulması (algısal, biçimsel özellikler ile katılımı sağlayan etkinlikler ile ayrışma). -Kişinin gereksinimlerinin üst düzeyde karşılanması. -Alan imajının kişinin statüsüne katkısı. -Alana ait öğelerle birebir ilişki veya simülasyonlar (yerinde veya iletişim araçlarında mekânsal deneyimler). -Doğanın sağladığı olanakların birebir deneyimlenmesi (yeşil ev teması ya da kayalara oyulmuş evler veya oteller). -Alanın geçmiş yaşantısına ait deneyimler (geçmiş yaşantıların canlandırılması, drama çalışmaları). -Kişiye özel turizm hizmetleri sunulması. -Kişisel beklentilerin karşılanabileceği çeşitlilik ve esneklik. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme Simgesel beklentiler Aidiyet -Boş zaman mekânlarında alan imaj ve kimliğinin ifade edilmesi. -Alana ait her ürünün tüketiminde alana ait olduğunun anlaşılır olması. -Alanın marka imaj ve kimliğinin korunması. -Katılımcının alana ilişkin etkinlikler veya kurumlarla interaktif ilişkisinin sağlanması. *Yalçın Usal ve Evcil’in (2010) tüketici beklentileri ve mağaza tasarımı ilişkisi tablosu temel alınarak değiştirilmiştir. 3. Kapadokya ve Boş Zaman Tasarım Öğelerinin Değerlendirilmesi Kapadokya, paleolitik, neolitik ve antik dönem tarihi kalıntıları, Roma, Bizans ve Türk eserleri ile doğal tüf oluşumlarıyla meydana gelen jeolojik yapısıyla tanınan ve dikkat çeken bir bölgedir. Uzun bir geçmişi olması bölgeyi tarihi eserler açısından önemli ölçüde zengin kılmakta ve tanınırlığını uluslar arası boyutta artırmaktadır. Özellikle yer altı şehirleri, peri bacaları denilen doğal tüf oluşumları alan ile ilgili ilk akla gelen imajlardır. Nevşehir Belediyesi’ne ait web sitesinde (www.cappadocia.gov.tr) de Kapadokya’nın öne çıkarılan özellikleri, tarih, sosyo-kültürel yapı, doğal çevre, turizm ve yerleşim yerleridir. Söz konusu alanın markalaşması; temel değerlerinin korunması, korumanın sürekliliğinin sağlanması ve belirlenen kimliğine uygun gelişiminin sağlanmasıyla mümkündür. Alan doğal ve tarihi özellikleriyle tanınmakta ancak bu oluşumların yanı sıra turizm tüketicisi/katılımcısı beklentilerini karşılayabilecek boş zaman ürünleri sunabilmelidir. Kapadokya’da var olan turizm yapıları büyük ölçüde beklentileri karşılasa da mimari, kentsel, grafik vd tasarımların alana ait kimlikle örtüşmesi, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Tabela ve alana ait diğer grafik çalışmalarda bütünlük ve standartlar – ebat, montaj yüksekliği vb konularda- son derece önemlidir. Ayrıca yeni yapılan yapıların bölgeye uyumlu ancak tarihi yapıların taklitleri de olmaması gerekir. Bir diğer önemli tasarım sorunu da taksi ve otobüs durakları, kent aydınlatmaları, banklar, çiçeklikler gibi kent öğeleridir. Bu konuda da yine kimliğe uygun tasarımların seri üretime uygun olması ve erişilebilirlik ölçütleri dikkate alınarak tasarlanması gerekir. Alanda yapılacak mimari ürünlerin (müze, alışveriş merkezi, park düzenlemesi vd) ulusal veya ulus- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 39 S. Selhan YALÇIN USAL lar arası yarışmalarla üretiminin sağlanması hem alana ilgiyi, hem de mimari niteliğini artırır. TBMM kararı Dokuzuncu Kalkınma planında (2006: 82), turizm sektöründe yüksek katma değerli üretime geçişin sağlanması için planlardan biri şöyledir: “Sektörde yeni kapasite yaratmanın yanı sıra mevcut ürünün niteliğinin yükseltilmesine ağırlık verilecek, yeni aktörlerin tanıtım, pazarlama, altyapı, turizm eğitimi ve çevre konularında görevleri ile kamunun turizm sektöründeki rolü yeniden tanımlanacaktır.” Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısı 2000 yılında 10,4 milyon kişiyken 2005 yılında 21,1 milyon kişiye yükselmiştir (Dokuzuncu Kalkınma planı, 2006). Ancak aynı planda bu artışa rağmen “tanıtım ve pazarlama konusunda yapısal bir reform gerekliliği” vurgulanmıştır. Alan pazarlaması konusunda tamamlayıcı öğe olan tasarımın etkin kullanılması gereklidir. Mevcut konaklama tesislerinin, müzelerin, alışveriş ve etkinlik alanlarının, yeme-içme mekânlarının farklılaşması, bu tesislerin ziyaret edilen alanın doğal ve tarihi özellikleri kadar hatırlanır olmasını sağlar. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Turizm İstatistik (2010: 46) verilerine göre 2009’da çıkış yapan ziyaretçilerin (yabancı ve vatandaş) büyük oranda boş zaman etkinliklerine harcama yaptıkları ortaya çıkmaktadır. Bu etkinlikler içinde yer alan yeme-içme (%28,1) ve konaklama (%11,9) ile diğer mal ve hizmetler (%28,2; alışveriş –giyecek ve ayakkabı, hediyelik eşya, halı ve kilim gibi) yüksek oranda olmasına rağmen, spor-eğitimkültür (%0,7) gibi etkinliklere yapılan harcama çok düşük orandadır. Bu oranın artırılması müze ve etkinlik alanlarının, bölgeye uygun spor aktivitelerinin geliştirilmesine, yeni deneyimler sunulmasına, çağın insanının yeni beklentilerini karşılamaya bağlıdır. Dutch Design Week Koordinatörü Hans Robertus, deneyimin önemini bir söyleşisinde (Arna, 2011) “dünya ticaret ekonomisinden deneyim ekonomisine geçti” diyerek vurgular. Tasarım giderek insanların deneyime yönelik gereksinimlerine de yanıt veren bir alan olmaya başlamaktadır. Bu çalışma kimi kez mevcut deneyimleri geliştirmek, kimi kez de kullanıcıya yeni deneyimler önermek, tasarımı bunun etrafında şekillendirmek şeklinde olmaktadır. 40 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme Pekin Çağdaş Sanat Merkezi’nin Direktörü Küratör Jerome Sans da verdiği röportajlarda (Jerome Sans, 2008, Arman, 2011) otellerde farklı deneyimler yaşatabilmenin öneminden bahsetmiştir. Le Meridien otel zincirinin global küratörü olan Sans, otele varıldığında ilk on dakikadaki izlenimi yönlendirmeyi amaçlamıştır. Otel odalarının anahtarlarının modern sanat galerilerine ücretsiz giriş sağlaması, otelin lobi alanının büyük bir sergileme alanı haline getirilmesi, cephenin sanat eserleri ile kaplanması vb ilk izlenim için yarattığı genel temanın eserleri olmuş ve Sans otellerin tanıtımında sanat ve tasarımı vurgulamıştır. İnsanın tüm duyu organlarına hitap edebilmesi bir mekân veya bir ürünün algılanmasını ve akılda kalmasını artırır. Sans (Jerome Sans, 2008, Arman, 2011) da bundan yararlanarak Le Meridien otellerine has koku ve müzik tasarlatarak otelin hafızada yer etmesini sağlamıştır. Sans’ın yaklaşımı Lee’nin (2010) zincir otellerin tekdüzeliğinin tehlikeli olması ve sıkıcılığı konusundaki endişe ve eleştirilerine güzel bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Lee (2010) otellerin diğerlerinden atmosfer, servis, konfor, dekor, tasarım ve yerel kültürel markalaşma yoluyla farklılaşması gerektiğini belirtir. Lee’ye göre (2010), bir otelin benzer çekime sahip başka bir bölgedeki otelden farklılaşması, yerel kültüre ait özellikleri içermesi ile olanaklıdır. Farklı deneyimler içeren, bulunduğu alanın yerel kültürel özelliklerini taşıyan, tasarımı ile farklılaşan oteller bulunduğu alana çekimi artırır ve ilginin sürekliliğini sağlar. Ancak, Lee (2010), otel tasarımının nadiren marka yaratmanın parçası ya da varış yeri pazarlama aracı olarak görüldüğünü belirtir. Ayrıca bölgeye yönelik turist beklentilerinin iyi analiz edilmesi, otel tasarımında farklılaşma getirir (Lee, 2010; Phillips, 2004). Bölgeye yönelik beklentilerin karşılanması ve bu beklentilerin deneyimlerle pekiştirilmesi çok farklı bir mekân, alan tasarımı oluşmasına sebep olacaktır. Günümüzde Kapadokya’da bulunan oteller içerisinde farklı deneyimler sunan HIP otel3, farklı tasarımlarla kişisel beklentilere talep veren butik otel gibi konaklama tesisleri bulunmaktadır. Pehlivanoğlu (2010) Uçhisar’da bulunan Mimar Turgut Cansever’in danışmanlığında yapılan Argos Evleri konaklama tesisini HIP otel olarak belirlemiştir (Resim 1–2). Otelin tüf kayalar içerisine oyulmuş odalar sunması, mobilyalarının kayaların oluşum biçimlerine göre şekillendirilmesi, kendi bahçesindeki üzümlerden şarap 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 41 S. Selhan YALÇIN USAL yaparak konuklarına sunması, eski yerleşim dokusunun otel odalarına ve oteldeki yaşantıya yansıtılması, otel kompleksinin köy yaşantısıyla iç içe olması bu belirlemede etkin faktörlerdir. Kapadokya Türkiye’nin turizm alanında önemli bir markasıdır. Bu markanın sürdürülebilmesi için günümüz insanının gelecekteki beklentilerinin belirlenmesi ve alana katkı sağlayabilecek çeşitli projeler önerilmesi gereklidir. Örneğin: -Yeni deneyimler sunan HIP oteller, eko-turizme hizmet eden sera evler gibi konaklama mekânları, fotoğraf, arkeoloji gibi araştırma gezileri için mobil konaklama araçları; -Mevcut koleksiyonlar dışında yeni sergiler, çeşitli etkinlikler sunan ve katılımı interaktif sağlayan müzeler (gastronomi müzesi vb); -Farklı deneyimler sunan alışveriş alanları, pazarlar (geleneksel ve doğal ürünler ile ilgili pazarlar, sanat pazarları, HIP mağazalar vb); -Alanda izleri bulunan medeniyetlerin mutfaklarını sunan yeme-içme mekânları; -Alanda izleri bulunan medeniyetlerin yaşantılarının dramatizasyonunun yapılabileceği çeşitli etkinlik alanları Kapadokya’nın gelecek yapılanmasına katkı sağlayacaktır. Ancak, bölgede yaşayan halkın, bu çalışmaları kendi yaşam biçimi içerisine yerleştirmesi gerekliliği, markalaşmanın sürekliliği açısından önemlidir. Resim 1: Argos Oteli. (Kaynak: http://www.argosincappadocia.com/TR/ Ziyaret t.: 27 Eylül 2011) 42 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Alan Markalaşmasında Boş Zaman Tasarım Ürünlerinin Yeri –Kapadokya İçin Bir Deneme Resim 2: Argos Oteli, havuzlu oda iç mekan. (Kaynak: http://www.argosincappadocia.com/TR/ Ziyaret t.: 27 Eylül 2011) 4. Sonuç Alan pazarlamasında net bir kimlik belirlenmesi ve bu kimliğin kentin tüm öğelerinde –mevcut olanlar ve yeni yapılacaklar- uygulanabilmesi ve sürekliliğinin sağlanabilmesi en önemli konudur. Kapadokya gibi Türkiye’nin önemli turizm markası için her üretilecek tasarım ürününün markalaşma konusundaki stratejik yapılanmaya uygun olarak üretilmesi gerekir. Alanın kültürel ve doğal mirasının korunması, tasarlanacak her tasarım ürününün (mimari yapıdan sokak lambasına kadar) dikkatle ve özenle –gerekirse yarışmayla veya bir kurulun denetimiyle- yapılması önemlidir. Alanın kimliğinin net olarak algılanması, sahip olduğu temel öğeleri dışında alanda üretilmiş konaklama, etkinlik, alışveriş, gezi, müze gibi boş zaman etkinliklerine de bağlıdır. Alanın sahip olduğu boş zaman alanlarında farklı deneyimler sunulması, aktif katılımın sağlanması, duyulara hitap edecek tasarımlar yaratılması ile çağdaş insanın yeni gereksinimleri karşılanabilmelidir. Ayrıca her tasarım, toplumun her kesimi dikkate alınarak yapılmalıdır. Kaynaklar Arman, A. 2011. Hürriyet Gazetesi, Cumartesi eki, 24 Eylül. http://www.hurriyet. com.tr/yazarlar/18805516.asp?yazarid=12 Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011. Arna, S. 2011. Hürriyet Gazetesi, Pazar eki, 25 Eylül. http://www.hurriyet.com.tr/ pazar/18820614.asp Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011. Costa, X., 2009. Spaces of Consumption. In (eds) Enhancing the City, Urban and Landscape Perspectives 6, G. Maciocco, S. Sereli, pp. 181–185, Springer Science and Business Media. Dokuzuncu Kalkınma planı (2007–2013), Resmi Gazete, sayı: 26215, 1 Temmuz 2006. Gronow, J. 1997. The Sociology of Taste. Routledge, London. Jerome Sans Q&A, Travel, 20 October, 2008. http://www.wallpaper.com/travel/jerome-sansqa/2744 Ziyaret tarihi: 26 Eylül 2011. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 43 S. Selhan YALÇIN USAL Julier, G., 2008. The Culture of Design. Sage Pub, London. Karavatzis, M., 2004. From city marketing to city branding. Place Branding, 1/1, pp.58–73. Karavatzis, M. ve Ashworth, G.J., 2007. Partners in coffeshops, canals and commerce: Marketing the city of Amsterdam, Cities, 24/1, pp.16-25. Lee, T. J., 2010. Role of hotel design in enhancing destination branding, Annals of Tourism Research, 38/2, pp.708-711. Okana, H. ve Samson, D., 2010. Cultural urban branding and creative cities: A theoretical framework for promoting creativity in the public spaces, Cities, 27, pp.S10-S15. Pehlivanoğlu, B., 2010. HIP otel olarak tanımlanan konaklama mekanlarının kavramsal, estetik ve işlevsel analizi, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Tezi, MSGSÜ, FBE. Phillips, P. 2004. Customer-oriented hotel aesthetics: A shareholder value perspective. Journal of Retail and Leisure Property, ¾, pp.365–373. Smidt-Jensen, S., 2006. City branding: lessons from medium sized cities in the Baltic Sea Region. In Medium sized cities in dialogue around the Baltic Sea (ed.). Danish Centre for Forest, Landscape and Planning, KVL. Urry, J. 1999. Mekânları Tüketmek. Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Yalçın Usal, S.S. ve Evcil, A.N., 2010. Mağaza Tasarımında Geçicilik ve Süreklilik, (Temporariness and Permanence in Retail Design), International Architecture_Media_Art (AMA) Symposium, MSGSU, Istanbul, CD, 24-26 Kasım. Zhang, L. ve Zhao, S. X., 2009. City branding and the Olympic effect: A case study of Beijing, Cities, 26, pp.245-254. “Kapadokya’nın tarihi”. http://www.cappadocia.gov.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=165&Itemid=94 Ziyaret tarihi: 9 Eylül, 2011. “Kapadokya’da doğal çevre” http://www.cappadocia.gov.tr/index php?option=com_content&view=article&id=167&Itemid=93 Ziyaret tarihi: 9 Eylül, 2011. Turizm İstatistikleri, 2009. TÜİK, Haziran 2010, Ankara. 44 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR GELENEKSEL KADIN CEKETLERİNİN İNCELENMESİ VE YENİ MODEL TASARIMLARININ OLUŞTURULMASI STUDY OF NEVŞEHIR TRADITIONAL JACKETS FOR WOMEN AND FORMATION OF NEW MODEL DESIGNS Saadet BEDÜK* - Hatice HARMANKAYA** - Selda GÜZEL*** ÖZET Giyim, insanoğlunun bireysel hayat yolculuğunun yanı sıra toplumsal yolculuğunda psikolojik, kültürel, tarihi ve ekonomik faktörlerle şekillenmiştir. Toplumların gelenekleri, tepkileri, mutlulukları, giyim çeşitlerini ve özelliklerini etkilemiştir. Bu kapsamda Nevşehir’e ait geleneksel kadın giysi örneklerinin dönemin özelliklerini yansıtması açısından incelenmesi, fiziksel özelliklerinin, kullanım şekillerinin ve amaçlarının belirlenerek geleceğe sunulması önem taşımaktadır. Araştırmanın örneklemini Nevşehir evlerinde bulunan üç adet geleneksel kadın ceketi oluşturmaktadır. Giysiler kullanılan malzeme ve renkler, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri ile ilgili bilgilerin yer aldığı gözlem fişleri doğrultusunda incelenerek belgelendirilmiştir. Araştırma kapsamındaki giysi örnekleri gözlem ve doküman incelemesi teknikleri ile incelenmiştir. Belirlenen giysi örnekleri tasarım ilkeleri açısından ele alınarak özelliklerinin günümüz giysi modellerine yansıtılması amaçlanmıştır. Giysilerin tarihi süreç içerisinde değişimleri, gelişimleri, kullanım şekilleri, fiziksel özellikleri ve amaçları ile ilgili bulgulardan yola çıkarak günün moda trendlerine uygun kadın ceket modelleri tasarlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Konya, Kültür, Geleneksel Giyim, Kadın Ceketi, Tasarım. ABSTRACT The clothing has been formed with psychological, cultural, historical and economical factors during its social journey as well as the * Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Mes. Eğit. Fak., Giyim San. Eğit. Böl., e-posta:sbedük@selcuk.edu.tr ** Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Sanat ve Tas. Fak., Moda Tas. Böl., e-posta: harmankayahatice@selcuk.edu.tr *** Yrd. Doç. Dr., S.Ü. Mes. Eğit. Fak., Giyim End. Eğit. Böl., e-posta: sguzel@selcuk.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 45 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL humans’ individual journey of life. The traditions, reactions, wellbeing of the societies have affected the dressing variations and characteristics. In this context, the study of traditional women’s dressing samples belonging to Nevşehir in terms of reflecting the characteristics of the era and presentation to the future by designating their physical features, the way they are use and their objectives is of a major importance. Three traditional women’s jackets existed in the Nevşehir houses form the samplings of the study. The dressings have been documented by examining in terms of the observation sheets in which the information such as materials and colors used, model, fashioning, sawing, lining and embroidering are available. The dressing samples which are dealt with under the scope of the study have been researched by means of observation and document examination techniques. The characteristics of the designated dressing samples are intended to reflect to the clothing models of today by handling them in terms of designing principles. Setting out through the findings concerning the changes of the clothing within the historical process, their developments, the way they were used, their physical properties and objectives, the women’s jacket models suitable to the fashion trends of today have been designed. Key Words: Konya, Culture, Traditional Dressing, Jackets for women, Design. 1. Giriş Giyim; örtünmek ve tabiatın etkilerinden korunmak amacı ve süslenmek duygusuyla, medeniyetin ilerlemesi sonucunda toplumlara göre farklı şekillerde olabilen giysilerdir (Güdül ve Karakulah, 1986: 11; Bilki ve Güzel, 2008: 670). Toplumların yaşadıkları coğrafyada yaşam tarzlarının, dini inançlarının ve sosyal normlarının en önemli göstergesi giysileridir (Gökcesu vd., 2008: 583). Bu durum, giyimi ait olduğu topluma özgü kılmakta ve her toplumun kendine ait giyim tarzını oluşturmaktadır (Bilki ve Güzel, 2008: 671). Uygarlık ilerledikçe giyim kadınlar tarafından iffetlerini koruma ve örtünme amacına yönelmiştir. Giyim ve süslemede yüzyıllarca sürekli bir gelişim olmuştur. Bu gelişme kadının yaradılışından gelen süslenme gereği ile çeşitli süslü giyim ürünlerinin yapılmasına yol açmıştır (Özder, 1995: 2–3). Farklı coğrafi konum, politik yapı, ekonomik durum, kültürel etkenler ve tarihsel olaylar her ulusun kendine ait özellikte bir giyim tarzı oluşturma- 46 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması sına neden olmuştur. Bu giysiler çok fazla değişikliğe uğramadan birçok kuşak tarafından uzun yıllar kullanılmıştır. Her ulusun tarihsel evrimi farklı olarak gelişmiş, bu gelişim giysilerine de yansımıştır. Tüm el sanatı ürünleri gibi geleneksel giysiler de kullanıldığı yörenin özelliklerini olduğu gibi koruduğu için önem taşımaktadır (Koç ve Pamuk, 2003: 243). Türk milletinin kültür tarihi incelendiğinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan göç yollarında karşılaştıkları kültürlerden de etkilenerek günümüze kadar uzanan zengin bir giyim- kuşam potansiyeline sahip olduğu görülür (Arlı, 1992: 23) ve giysiler üzerindeki bezemelerin güzelliği geleneksel süsleme kültürümüzün zenginliğini yansıtır (Kılıçkan, 2004: 166). Orta Asya Türklerinde şekillenen Türk giyim tarzı ana hatları ve detayları ile Anadolu’ya kadar gelmiş, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluk devrinde çeşitlenip, zenginleşerek devam etmiştir (Bedük ve Harmankaya, 2010: 681). Her yörede o yöreye ait giyim ve baş bağlama şekli ile birlikte çeşitli giysi parçaları ve giysi aksesuarları ile karşılaşılmaktadır. Türk giyim-kuşamı model, biçim, birleştirme, astarlama tekniklerinin yanı sıra süsleme, işleme teknikleri ve giysi aksesuarları çeşitleri ile çok geniş bir alanı kapsamaktadır (Barışta, 1996: 491). Nevşehir’in ilk çağdaki adı Nissa’dır. Romalıların, İranlıların ve yedinci yüzyıldan itibaren Arapların hâkimiyetine geçen bölge, Malazgirt zaferinden sonra Türklerin eline geçmiştir ve Osmanlı döneminde Muşkara ismiyle anılmıştır. Daha sonra Damat İbrahim Paşa döneminde büyük bayındırlık hareketleri ile geliştiğinden buraya “Yenişehir” anlamına gelen “Nevşehir” ismi verilmiştir (Ekiz, 2006: 5). Nevşehir’de Toplumsal yapının çeşitliliği ve bunlar arasındaki etkileşim giyim-kuşam özelliklerine de yansımıştır. Kozaklı, Hacıbektaş yörelerinde Türkmen giysileri ağırlık taşırken, Avanos, Ürgüp dolaylarında keten dokumalar yaygındır. Ayrıca Bektaşilik ve medreselerin etkisiyle “Derviş giyimi” ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet sonrasında erkek giyim-kuşamının özgün nitelikleri büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Dar çevrede sınırlı yaşam sürdüren kadınların giyiminde ise geleneksel özellikler korunmaktadır (Anonim: 2011). Kadınların daha güzel görünme arzularına bağlı olarak giyim eşyaları ve çeşitleri erkeklere nazaran her devirde ve her yerde daha zengin ve daha ayrıntılı olmuştur. Türk kadınlarının Cumhuriyet dönemine kadar ve bazı yörelerde hâlâ giymekte olduğu kıyafetler genel olarak ortak niteliklere sahiptir (Günay, 1986: 2). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 47 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Geleneksel kadın giysileri içerisinde yer alan ceket yazılı kaynaklarda farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde ceket; bedenin üst kısmını kalçalara kadar saran önden düğmeli kollu giysi; erkeklerin törenlerde giydiği bele oturan, etekleri önden geniş, arkada dize kadar uzanan giysi; XX. Yüzyılın başında kadın tayyörlerinin etekli ve bele oturan üst parçası, Türkçe sözlükte ise dilimize Fransızca’dan geçmiş elbise takımının yelek ve gömlek üstüne giyilen parçası şeklinde tanımlanmaktadır. Türk Ansiklopedisi’nde “erkeklerde elbise takımının, yelek, gömlek üstüne giyilen parçası; kadınlarda da tayyör takımının üst kısmı, modaya göre uzun veya kısa, bedene fazla veya az yapışık olabilir” şeklinde tanımlanan ceket, Çağdaş tarafından “Dış giyim üzerinde giyilen, boyu bel ile diz arasında değişen uzunluklarda olan önden açık veya kapalı, kollu değişik yakaların uygulandığı üst giyim grubu içerisinde yer alan giysi” şeklinde tanımlanmıştır. Üst giyim grubu içinde yer alan ceketin çeşitli örnekleri bulunmaktadır. Osmanlı dönemi kadın giyiminde tek ceketler giyildiği gibi elbise ile takım olan ceketler de kullanılmıştır. Kadın giyiminde yer alan iki etek, üç etek entariler ile giyilen ceketler elbise ile aynı kumaştan yapıldığı gibi süslemeleri de elbise ile uyum içindedir (Esirgenler vd., 2005: 1088). II. Abdülhamit devrinden itibaren ise büyük kentlerde, uzun ceket ve etekten oluşan takımlar kullanılmaya başlanmıştır. Bu kıyafetler, batı tesiri etkisinde kalmıştır (Çelebi vd., 2005: 1185). 2. Yöntem Araştırmada, Nevşehir’e ait geleneksel giysi örneklerinde kullanılan malzeme, renk, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özeliklerinin incelenmesi ve günün moda trendlerine uygun kadın ceket modellerinin tasarlanması amaçlandığından nitel araştırma kapsamında durum çalışması yöntemi kullanılmıştır. Durum çalışması çeşitlerinden ise iç içe geçmiş tek durum deseni uygulanmıştır. Bu desendeki amaç seçilen giysi türüne ait birden fazla alt özelliğin yer almasıdır. Ele alınan konu ile ilgili incelenecek durumlar alt birimlere veya tabakalara ayrıldığında iç içe geçmiş tek durum deseni kullanılır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 291). Araştırmanın evrenini Nevşehir geleneksel kadın giysileri, örneklemini ise Nevşehir evlerinde bulunan üç adet geleneksel kadın ceketi oluşturmaktadır. Örneklem seçiminde kritik durum örnekleme tekniği kullanılmıştır. 48 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması Belirli sayıdaki durumun çalışıldığı örneklem grubunda bu örneklerde bu özellikler varsa benzer örneklerde de aynı özellikler yer alır şeklinde bir yargının varlığı söz konusudur. Bu nedenle araştırmacı konu ile ilgili sınırlı birkaç durumu inceleyebilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 111). Araştırma kapsamında yer alan giysi örnekleri gözlem ve doküman incelemesi teknikleri ile incelenmiştir. Giysiler kullanılan malzeme ve renkler, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri ile ilgili bilgilerin yer aldığı gözlem fişleri doğrultusunda belgelendirilmiştir. Uygulama kapsamında giysilerin resimleri çekilerek kumaş, süsleme ve dikim özellikleri gözlem yöntemi ile kaydedilmiştir. Giysilerin tarihi süreç içerisinde değişimleri, gelişimleri, kullanım şekilleri, fiziksel özellikleri ve amaçları ile ilgili bulguların sonucunda tasarım ölçütleri belirlenmiştir. Geleneksel giysilerdeki özelliklerden yola çıkarak oluşturulan ölçütler doğrultusunda günün moda trendlerine uygun beş kadın ceket modeli tasarlanmıştır. 3. Giysi Örnekleri Bu bölümde Nevşehir yöresine ait üç adet geleneksel kadın ceketi; kullanılan malzeme ve renkler, model, kesim, dikim, astar ve süsleme özelikleri açısından incelenerek belgelendirilmiştir. 3.1. Örnek 1 Model uygulamalı olarak çalışılan ceket bordo renk kadife kumaştan çalışılmıştır. Ön ortası düz olup, yakanın hemen altında agraf ile tutturulmuş ve ceketi bedene oturtmak amacıyla bir pens çalışılmıştır. Arka bedende kup çalışması yapılarak etek ucuna doğru genişletilmiştir. Kol çift parçalı takma kol ve kol üzerinde arka bedene dönük olan yedi adet pili çalışması vardır. Yaka ise şal yaka çalışılmıştır. Ceket makinede düz dikiş ile dikilmiş olup sadece klapa yerleştirilip çevrildikten sonra elde baskı tekniği ile tutturulmuştur. Ceketin süslemesinde ise sarı simli metal iplikli kordonlar desenlere uygun şekilde blonya iğnesi tekniği ile tutturulmuştur. Yine süslemede bitkisel ve geometrik desenler kullanılmıştır. Yaka, ön ortası, önarka etek ucu ve kol ağzına şerit şeklinde desen işlenmiştir. Ön bedenin büyük bir bölümü, arka kuplar ve arka ortası, kol da ise iki parçalı kolun dikişi üzerine ve ön kola süslemeler yapılmıştır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 49 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Resim 1. Örnek 1 Ön Beden Resim 2. Örnek 1 Arka Beden Resim 3. Örnek 1 Kol 3.2. Örnek 2 Mor renkte düz kadife kumaştan uygulanan ceket şömiziye yakalıdır. Model uygulamalı olarak çalışılan giysinin kolları üstü büzgülü ve çift parçalı takma koldur. Ön kol oyuntusu geniş, kol altına ise pens uygulanmıştır. Ön bedende ceketi bele oturtmak amacıyla ön ortasına yakın mesafede iki adet pens çalışması yapılarak bu iki pens arasında aplike cep uygulanmıştır. Arka bedende; arka ortası dikişli ve yanlarda kup çalışılmıştır. Arka ortasında etek ucundan bele kadar pili kaşe çalışılmıştır. Ceket makinede düz dikiş tekniği ile dikilmiş, sadece etek ve kol ucu baskıları elde makine dikişi ile yapılmıştır. Ceketin süslemesinde sim iplikle kordon tutturma tekniği kullanılmıştır. Ön ortası, etek ucu, kol ucu ve yaka kenarlarına kordon tekniği ile lale motifleri yapılmış, aplike cep üzerine ise dairesel motiflerin oluşturduğu geometrik desen işlenmiştir. 50 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması Resim 4. Örnek 2 Ön Beden Resim 5. Örnek 2 Arka Beden Resim 6. Örnek 2 Arka Beden Detay 3.3. Örnek 3 Cekette kırmızı kadife kumaş kullanılmıştır. Model “O” yakalı olup yaka oyuntusuna biye çalışılmıştır. Ön bedende kol oyuntusundan başlayan bir kup çalışılmış ve ön ortası çıt çıt ile kapatılmıştır. Ön kup üzerine üstü ve altı üçgen şeklinde biten, ortası dikişli bir cep çalışılmıştır. Arka ortası dikişli ve kup çalışılması ile birlikte etek ucu genişliğini arttırmak amacıyla yanlarda kuş çalışılmıştır. İki parçalı olan kolun üstünde arka bedene dönük olan altı adet pili yapılmış ve kol altına kuş dikilmiştir. Ceket makinede düz dikiş tekniği ile dikilmiştir. Süslemede sarı simli metal iplikler kullanılmış ve blonya tekniği ile tutturulmuştur. Süsleme konusu olarak bitkisel, geometrik ve nesneli bezeme kullanılmıştır. Ön ortası etek ucu ve kol ağzına şerit şeklinde işleme yapılmıştır. İki parçalı kol dikişinin üzerinden başlayıp arka beden kup dikişi üzerinde devam eden işleme yapılmıştır. Arka ortasında ise bitkisel ve geometrik desenlerin yer aldığı bir desen işlenmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 51 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Resim 7. Örnek 3 Ön Beden Resim 8. Örnek 2 Arka Beden Resim 9. Örnek 3 Kol 4. Model Tasarımları Model tasarımlarına esin kaynağı olarak seçilen Nevşehir geleneksel giysilerinin kullanım şekilleri ve fiziksel özellikleri çerçevesinde kadın ceketi tasarımına yönelik ölçütler belirlenmiştir. Buna göre tasarlanan ceket modelinin; a. Beden boyu kalçaya kadar uzanmalı, b. Bedeni yuvarlak hatlardan oluşmalı ve etek uçları genişlemeli, c. Kolları uzun ve bol olmalı, d. Süslemelerinde nakış işlemeler yer almalı, e. Kumaşı kadife olmalı 52 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması f. Kumaşında ağırlıklı olarak mor ve bordo renklerinin tonları kullanılmalıdır. Kadın ceketlerinde bulunması gereken ölçütler dikkate alınarak tasarlanan modeller sunulmuştur. Şekil 1. Model Çizimi 1 Ceket modeli belden kesikli ve boyu kalçada bitecek şekilde oluşturulmuştur. Modelde bele kadar inen şal yaka tasarlanmıştır. Omuzlarda apolet olarak düşünülen alanlara nakış desenleri uygulanmıştır. Apolet kesiklerine fırfır ile hareket kazandırılmıştır. Arka bedende ise önde apolet şeklinde oluşturulan kesikler roba olarak devam ettirilmiştir. Robanın alt kesiklerine fırfır uygulanmıştır. Kollar uzun ve kol uçlarında daralmaktadır. Kol ucu 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 53 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL kenarlarına apoletlerde olduğu gibi ince tülden fırfır yerleştirilmiştir. Etek uçları oval olarak tasarlanan ceket modelinde, geleneksel giysilerde yer alan işlemelerin tasarımda bütünlük ilkesine uygun olarak oranlı biçimde kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca trendlere uygun biçimde apolet, tül ve fırfırlarla tasarımın estetik görünümüne katkıda bulunulmuştur. Şekil 2. Model Çizimi 2 Simetrik olarak tasarlanan model, hakim yaka formuna sahiptir. Geleneksel giysilerin birçoğunda ortak özellik olarak görülen omuz başındaki büzgülerin heybetli göstermek için uygulandığı düşünülebilir. Bu görüşten yola çıkılarak modelde omuzları vurgulamak amacıyla model uygulamalı raglan kol tasarlanmıştır. Kavisli olarak oluşturulan ön ortası kenarlarına karşılıklı düğmeler yerleştirilmiştir. Arka beden ise arka ortası dikişli düz oluşturulmuştur. Roba şeklinde devam eden raglan kol üzerine işlemeler 54 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması yerleştirilmiştir. Kollar oldukça bol düşünülmesine rağmen dirsek altından kesikli biçimde daralmaktadır. Kesiklerden kol bileklerine kadar dar olarak oluşturulan kola düğmelerle açılıp kapanabilir özellik kazandırılmıştır. Şekil 3. Model Çizimi 3 Yuvarlak yakalı olarak tasarlanan modelde yaka kenarlarına biye düşünülmüştür. Ceket modeli belden kesikli olarak oluşturulmuştur. Bedende omuzlardan etek ucuna kadar devam eden kuplar yer almaktadır. Ön ortasının belden kesik kısmına büzgüler oluşturulmuştur. Bedende yer alan kuplara çapraz olarak uygulanan işlemeler tasarımda denge unsurunu vurgulamaktadır. Kollar omuz başında oldukça büzgülü takma kol olarak tasarlanmış, kol uçlarındaki genişlik yakada kullanılan biye ile büzülmüştür. Yaka ve kol uçlarında biye kullanılması tasarımda devamlılığı temsil etmektedir. Arka beden minimalist bir yaklaşımla düz kesimli olarak tasarlanmıştır. Sağ arka beden etek ucu köşesine ise nakış işleme deseni yerleştirilmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 55 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Şekil 4. Model Çizimi 4 Asimetrik olarak tasarlanan modelin sağ bedeninde omuz genişliğinde başlayarak etek ucuna doğru sıfırlanan şal yaka şeklinde kesik oluşturulmuştur. Sağ bedende kesiğin ön ortasında tamamlandığı noktadan itibaren geniş tarafı yan dikişte olacak şekilde, sol bedene de aynı kesik asimetrik ve daha küçük olarak uygulanmıştır. Bedene yerleştirilen oranlı kesiklerle tasarımda ritim duygusu vurgulanmıştır. “O” yaka formuna sahip ceketin etek uçları kavisli oluşturulmuştur. Geleneksel giysilerde abartılı olarak yer alan bol kollar tasarlanan modele yansıtılmıştır. Kollardaki bolluk bileklerde biye ile toplanmıştır. Arka beden kalıp kurallarına uygun olarak ortadan dikişli tasarlanmıştır. Arka sağ bedenin tümüne nakış işlemeler yerleştirilmiştir. Bedene uygulanan nakış desenleri ile vurgu yapılarak modele çarpıcılık kazandırılmıştır. 56 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması Şekil 5. Model Çizimi 5 Hakim yaka formuna sahip modelin bedeni simetrik olarak tasarlanmıştır. Bedende kup şeklinde oluşturulan kesikler kol ortalarına kadar raglan şeklinde uzatılmış, bel altında ise yuvarlanarak ön ortasında sonlandırılmıştır. Bel kısmında oluşturulan kavislerin altından büzgüler indirilmiştir. Kavislerin devamı şeklinde yanlara cep uygulanmıştır. Kollar kesiklerin altından başlayacak şekilde bileklere kadar dar kesimlidir. Arka beden öndeki kesim özelliklerine sahiptir. 5. Sonuç ve Öneriler Geleneksel giysilerin biçim, form, renk, kumaş ve süsleme özelliklerinin tasarım öğe ve ilkeleri doğrultusunda oluşturulan kadın ceketi modellerine yeni ve özgün nitelikler kazandırdığı görülmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 57 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Koca ve arkadaşları (2010) tasarımın önemli bir faktör olarak dikkate alındığı giyim ürünlerinde, geleneksel giyim öğelerinin gerek biçim ve süsleme gerekse kumaş ve doku özellikleri açısından tasarımcıya yeni bakış açısı kazandırdığını örnek çalışmalarında belirtmektedir. Tasarımlara esin kaynağı olarak ele alınan Nevşehir yöresi kadın ceketleri geleneksel Türk giyim-kuşam özelliklerini yansıtmaktadır. Geleneksel ceketler incelendiğinde yaka ve beden formları açısından farklı özellikler taşıdıkları, giysilerin zengin desen çeşitlerini barındırdıkları görülmüştür. Sahip oldukları nitelikler bakımından yeni tasarımların oluşturulmasında kolaylık sağlayarak giysilerin fonksiyonelliğini ve günün trendlerine uygun olarak kullanılabilirliğini arttırmaktadır. Araştırma kapsamında incelenen ceketlerde mor renklerin hakim olduğu kadife kumaş kullanılmıştır. Bedenlerde şal, şömiziye ve “O” yaka görülmektedir. Beden boyları kalçada bitecek şekilde etek ucuna doğru genişlemektedir. Ceket modellerinde beli bedene oturtmak ve etek ucuna doğru genişlik sağlamak amacıyla kup ve pens çalışmaları yapılmıştır. Kol oyuntu çevresi omuz başı kısımlarında pili çalışmaları ile genişletilmiştir. Kollar çift parçalı takma kol olarak çalışılmış ve kol ucuna doğru daraltılmıştır. Ceket süslemelerinde ortak özellik olarak ön ortası, etek ucu ve kol ağzı çevresinde su şeklinde devam eden işlemeler görülmektedir. Beden süslemelerinde ise motif şeklindeki desenler ön, arka ve kol ortalarına genel olarak yoğun biçimde uygulanmıştır. Ele alınan ceket modellerinden yola çıkarak oluşturulan tasarımlarda ise belirlenen kriterler dikkate alınmıştır. Buna göre modellerde şal, “0” ve dik yaka formları ile beli bedene oturtmak amacıyla pens ve kuplar kullanılmıştır. Giysi boyları kalçada bitecek şekilde etek ucuna doğru genişlemektedir. Geleneksel giysilerin kalıp, renk, desen özelliklerinden esinlenilmesine rağmen tasarımlarda özelliklerin birebir kullanımından kaçınılarak bir bütün içinde yeni yaklaşımlar elde edilmeye çalışılmıştır. Geleneksel ceket modellerinin çeşitli özelikleri bir araya getirilerek her bir tasarımda farklı kompozisyon oluşturulmuştur. Geleneksel nakış desenlerinin oranlı biçimde kullanıldığı tasarımlarda bütünlük, ritim ve denge ilkeleri ile vurgu yapılmıştır. Moda trendlerinin bir döngü içinde yer alması dikkate alındığında benzer tasarım özelliklerinin dönem dönem ortaya çıktığı görülmektedir. Bu amaçla kesim, renk, kumaş, desen yönünden oldukça zengin uygulama- 58 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Geleneksel Kadın Ceketlerinin İncelenmesi ve Yeni Model Tasarımlarının Oluşturulması lara sahip geleneksel giysilerin detaylı olarak incelenerek esin kaynağı oluşturması önem taşımaktadır. Özellikle gizli kalmış maddi kültür öğesi giysilerin araştırılarak incelenmesi, belgelendirilmesi ve farklı boyutlarda kullanıma sunulması gerekmektedir. Geleneksel giysilerden esinlenilerek yeni tasarımlar elde edilebileceği gibi reprodüksiyon çalışmaları ile turizme katkı sağlanılabilir. Koleksiyon çalışmaları ile hazır giyim sektörünün model tasarım bölümlerine kaynak oluşturulabilir. Kaynaklar Anonim, (1969), Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 132. Anonim, (1960), Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Cilt: 10, Ankara. Anonim, (2011), http://www.turkforum.net/423686-nevsehir-ilimiz-gelenekselkiyafetleri.html. Anonim, (1986), Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Ceket Maddesi, Cilt: 5, Milliyet Gazetecilik, İstanbul. Arlı, Mustafa, (1992), “Türk El Sanatları Atlası Üzerine Yöntem ve Öneriler”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, V. Cilt, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara, 23–29. Barışta, H., Örcün, (1996), “Burdur Çeltikçi Arvallı’dan Damat Giyimi”, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, Cilt 9, Sayı: 26, 491-498. Bedük, Saadet, Harmankaya, B., Hatice, (2010), “Konya İli Müzelerinde ve Özel Koleksiyonlarda Bulunan Erkek Entari Örnekleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 27, 679708. Bilki, Hatice, Güzel, Selda, (2008), Giyim Süsleme Tarihi Sürecinde İşlemenin Önemi ve Kullanım Alanları, 38. ICANAS, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Cilt: II, Ankara, 669- 681. Çağdaş, Miyase, (1992), “Konya Müzeleri ve Evlerinde Bulunan 19.-20. Yüzyıl Ceket ve Hırkaları”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya. Çelebi, R., Handan, Çakır, Müşerref, Abanoz, Gülden, (2005), “Bursa İli Keles İlçesi Akçapınar Köyü Kadın Sarkaları ve Çağdaş Giysi Tasarımı”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu, Cilt: 3, 1183-1198. Ekiz, Mehmet, (2006), “Nevşehir’de Türk Dönemi Mimari Eserleri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Esirgenler, Emine, Güzel, Selda, Elibol, Mukaddes, (2005), “Bursa Yöresi Yenişehir İlçe ve Köyleri Geleneksel Kadın Kıyafetleri”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildiri Kitabı, Cilt: 3, 1085–1096. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 59 Saadet BEDÜK - Hatice MARMANKAYA - Selda GÜZEL Gökçesu, Zeynep, Kaynak, Medine, Göngür, Mahmut, Atabek, Gülen, Özpolat, Nihal, (2008), “Beypazarı İlçesi Geleneksel Özel Gün Kıyafetleri”, 38. ICANAS, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, Cilt: II, Ankara, 581–593. Gürül, Z., Güler, K., (1986), Giyim, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul. Kılıçkan, Hüseyin, (2004), Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Bezeme Sanatı ve Örnekleri, İnkılâp Yayınları, İstanbul. Koca, Emine, Koç, Fatma, Çotuk, Seda, (2009), “Geleneksel Giyim Öğelerinin Esin Kaynağı Olarak Giysi Tasarımına Katkıları”, E-Journal of New World Sciences Academy, Vol. 4, No. 3, 88–103. Koç, Fatma ve Pamuk, Beyhan (2003), “Geleneksel Türk Giyim Kuşamının Derlenmesi ve Belgelendirilmesinde Uygulanacak Bir Dokümantasyon Denemesi”, Türkiye’de Halkbilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyumu, Gazi Üniversitesi THBMER Yayınları, Ankara. Özder, Lale (1995), “İç Anadolu Bölgesi Geleneksel Kadın Başlıkları ve Çeşitli Özellikleri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara. Yıldırım, Ali, Şimşek, Hasan, (2008), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin Kitabevi, Ankara. 60 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR’DE ÇANAK ÇÖMLEK KÜLTÜRÜNÜN GEÇMİŞİ (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) “THE HISTORY OF POTTERY CULTURE IN NEVŞEHİR” (Early Bronze Age – B.C. 3200-1800) Salih KAYMAKÇI* ÖZET Kültür; belirli bir insan topluluğunun bireylerinin düşünce, inanç ve yaşama biçimleri, yaptıkları ve kullandıkları aletler ve davranış biçimleridir. Bu açıklama bizim araştırma konumuzun nasıl şekilleneceği açısından önemlidir. Çünkü konu edinilen zaman dilimi Anadolu’da yazının olmadığı bir dönemdir. Bu yüzden kültür farklılıklarını ya da benzerliklerini o zamanda yapılan ve kullanılan materyallerden (yemek kapları, su testileri, yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri) edinebilmekteyiz. Nevşehir bugün olduğu gibi Eskiçağda da önemli bir geçiş noktası özelliğini taşımaktaydı. Bu çalışma ile bölgenin İlk Tunç Çağ kültürünün bir bölümü üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca çevre bölgeler ile olan ilişkiler ya da farklılıklar ile ilgili bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ile ilgili en önemli materyal grubunu bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında ele geçen çanak-çömlek parçaları oluşturmaktadır. Bu materyaller çevre kültürlerin çanak çömlekleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde Nevşehir ve çevresinde halen devamlılığını sürdüren çanak çömlek kültürünün safhaları, üretilen bu çanak çömleklerin hangi yol güzergâhı üzerinden ticaretinin yapıldığı, yapılan bu ticaret ile bölgenin, çevre kültürlerin sosyal ve ekonomik gelişimlerine katkısı değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Kapadokya, İlk Tunç Çağı Kültürleri, Çanak-çömlek * Arş. Gör., Erzincan Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:skaymakci@erzincan.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 61 Salih KAYMAKÇI ABSTRACT Culture is the society’s way of thinking, belief, life and attitude, also it is the tools prepared and used by the individuals. This explanation is of great importance for our study as during the time mentioned here there was no sign of writing. Therefore, we learn the differences or similarities among the cultures thanks to the used tools such as pots, dishware and any kind of pottery. Nevşehir was an important crossing point in ancient times as it is still today. In this study, a part of the culture of the related area in Early Bronze Age was examined. The relationships or differences with the neighbouring areas were also studied. The potteries obtained during the surface survey in the area are the main materials. These materials were compared with the pottery of neighbouring cultures. The phases of the pottery culture which is still on-going in Nevşehir and its neighbourhood, the trade routes of these potteries and the contribution of this trade to the social and economical development to the related area were also evaluated. Key Words: Nevşehir, Cappadocia, Early Bronze Age Cultures, Pottery Giriş Anadolu’nun tarihsel çağlara girmemiş olduğu İlk Tunç Çağı’nın genel siyasi ve sosyo-ekonomik görünümünü ortaya koyabilmek için öncelikle arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarının sonuçlarını değerlendirmek gereklidir. Konu bütünlüğü açısından bakacak olursak kültürün de ne anlama geldiğini burada belirtmek yerinde olacaktır. Kültür; belirli bir insan topluluğunun bireylerinin düşünce, inanç ve yaşama biçimleri, yaptıkları ve kullandıkları aletler ve davranış biçimleridir. Bu açıklama bizim araştırma konumuzun nasıl şekilleneceği açısından önemlidir. Çünkü konu edinilen zaman dilimi Anadolu’da yazının olmadığı bir dönemdir. Bu yüzden kültür farklılıklarını ya da benzerliklerini o zamanda yapılan ve kullanılan materyallerden (yemek kapları, su testileri, yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri) edinebilmekteyiz. Kapadokya Bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Nevşehir bugün olduğu gibi Eskiçağda da önemli bir geçiş noktası özelliğini taşımaktaydı. Orta Anadolu’yu Kilikya’ya bağlayan yolların kavşak noktasında yer alması nedeniyle yerleşim için son derece uygun olan Nevşehir ve çevresi, en eski 62 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) devirlerden günümüze kadar yerleşmenin hiç kesintiye uğramadan geldiği bölgelerden birisini oluşturmuştur. Bu çalışma ile bölgenin İlk Tunç Çağ kültürünün bir bölümü üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca çevre bölgeler ile olan ilişkiler ya da farklılıklar ile ilgili bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışma ile ilgili en önemli materyal grubunu bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında ele geçen çanak-çömlek parçaları oluşturmaktadır. Bu materyaller çevre kültürlerin çanak çömlekleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Jeopolitik değerlerin ortaya konması bakımından yolların konumunun belirlenmesi de önemli bir yer tutmaktadır. Burada yine arkeolojik malzeme ve tarihi doğal yol güzergâhları çevresinden yola çıkarak bölgenin erken dönem yol bağlantıları da incelenmiştir. Günümüzde Nevşehir ve çevresinde halen devamlılığını sürdüren çanak çömlek kültürünün safhaları, üretilen bu çanak çömleklerin ticaretinin ne şekilde yapıldığı, yapılan bu ticaret ile bölgenin çevre kültürlerin sosyal ve ekonomik gelişimlerine katkısı değerlendirilmiştir. 1. Coğrafi Konum Nevşehir coğrafi açıdan oldukça ilginç ve zengin bir yapıya sahiptir. Kızılırmak vadisinin güney yamacına kurulmuştur. Kuzeyinde Delice Irmak vadisi, güney ve güneybatısında Erdaş dağı ve Hodul Dağları ile çevrilidir. Konya kapalı havzasında kalan Derinkuyu ilçesi dışında, bütünüyle Orta Kızılırmak Havzası içinde yer almaktadır. Çalışma alanımızın da içinde bulunduğu Kapadokya Bölgesi Antik dönemde Anadolu’nun, doğuda Fırat, batıda Kızılırmak, kuzeyde Karadeniz, güneyde ise Toroslara kadar uzanan bölümünü içine almaktaydı.1 Bölge M.Ö. 4. y.y. sonlarına kadar bu isimle anılmıştır.2 Kapadokya Antik Çağ’da batıda Galatia ve Lykaonia, kuzeyde Pontos ve güneyde Kilikia ile kuşatılmıştı. Helenistik Dönem’e kadar oluşan sınırlar sonradan çeşitli değişikliklere uğramakla birlikte, temelde aynı kalmıştır.3 1 2 3 Umar 1999: 192; Bahar 2010: 374; Gülçur 1993: 191; Güney 2000: 54. Günaltay 1951: 257. Aydoğan 1997: 946 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 63 Salih KAYMAKÇI Kapadokya sınırları içerisinde bulunan Nevşehir’in doğusunda Kayseri, kuzeyinde Yozgat ve Kırşehir, batısında Aksaray, güneyinde Niğde bulunmaktadır. (Harita 1) Kapadokya Bölgesi’nin jeomorfolojik özelliklerine bakıldığında; İç Anadolu güneybatı ve kuzeydoğu doğrultusunda, genç tersier – kuvarterner yaslı volkanik faaliyet ürünlerinin oluşturduğu bir kuşak üzerinde yer alır. Bölgenin oluşmasına neden olan volkanlar, Hasan Dağı Volkanı, Melendiz Dağı Batı Volkanı, Erciyes Doğu Volkanı ve Nevşehir’in güneybatısında yer alan volkanlar topluluğudur.4 2. Kapadokya’nın Prehistorik Tarihi Yerleşik hayata geçişle birlikte, yerleşim birimleri arasında temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş, temel ihtiyaç maddelerini üreten birimler önemli merkezler haline gelmişlerdir. Kapadokya Bölgesi Prehistorik Dönem kültürlerini en iyi yansıtan yerleşimler; Niğde Köşk Höyük, Aksaray Aşıklı Höyük, Nevşehir Civelek Mağarası5, Yozgat Alişar Höyük ile Konya Çatalhöyük’tür. Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda Neolitik dönemden başlayan birçok yerleşme tespit edilmiştir. Sözgelimi; Ürgüp yakınlarında Avla Tepesi yerleşmesinde Neolitik döneme ait taş aletler bulunmuştur. Ayrıca Aksaray 4 5 64 Emre 1985, 31-32 Esin 1998: 110. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) Acemhöyük kazılarında M.Ö. 6.- 7. Binyıla ait izlere, Tunç Çağı’na ve Hititlere ait eserlere rastlanmıştır.6 Hititler’den önce Kapadokya’da küçük krallıkların olduğu ve bölgedeki halkların da, Luviler ve Hattiler olduğu bilinmektedir. Bölgede M.Ö. III. Binyılın sonlarında Asurlular ticaret kolonileri kurmuşlardır. Anadolu’nun gerçek yazılı tarihini anlatan en eski belgeler Asur ticaret kolonilerinden kalmış olan Kapadokya Tabletleridir.7 3. Nevşehir’in Yakın Çevresinde Yapılan Başlıca Kazılar 3.1 Acemhöyük Anadolu’nun büyük ve önemli höyüklerinden biri olan Acemhöyük8, Aksaray’ın 18 km. kuzeybatısında, Tuz Gölü’nün güneyindeki Yeşilova kasabasında yer almaktadır. 1962-1988 yılları arasında N. Özgüç tarafından yapılan kazılara 1989 yılından itibaren A. Öztan devam etmiştir. S açmasında İTÇ II ve İTÇ III yerleşmelerine rastlanmıştır. Höyük Kalkolitik Çağ’dan itibaren yerleşim görmüştür. İlk Tunç ve Asur Ticaret Kolonileri çağlarına ait 12 tabaka saptanmıştır. Höyük İTÇ II’den itibaren gelişme göstermiş ve en parlak dönemini de Asur Ticaret Kolonileri çağında yaşamıştır.9 Acemhöyük İlk Tunç Çağı yerleşmesinde; yalnızca İç Anadolu Bölgesi değil; Mezopotamya ve Kuzey Suriye tipinde çanak çömlekler de bulunmuştur. Yapılan çalışmalar daha sonraki dönemde de Puruşhanda olarak düşünülen Acemhöyük ile bu yöreler arasındaki ilişkilerin; M.Ö III. binyılda başladığını göstermektedir.10 3.2 Aşıklı Höyük Aksaray ilinin yaklaşık 25 km güneydoğusunda bulunan Aşıklı Höyük11, günümüzden on bin yıl öncesine tarihlenen Orta Anadolu’nun ve Kapadokya’nın en eski köy yerleşmesidir. Orta Anadolu’da avcı ve toplayıcı göçebelerin yerleşik hayata geçtiği bilinen ilk köydür. 6 7 8 9 10 11 Özgüç 1968: 1-28 Bilgiç 1943: 33-43. Özgüç 1968: 1-28; Öztan 1990: 247-258; Harmankaya vd. 2002: Acemhöyük Yakar 2007: 222. Harmankaya 2002: 37. Esin 1992: 131-153. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 65 Salih KAYMAKÇI Aşıklı Höyük Anadolu’nun geleneksel bitişik düzendeki dörtgen planlı kerpiç mimarisinin en eski örneklerindendir. Yerleşme düzeninin zaman içinde korunmasına özen gösterildiği ve yapılar yenilenirken fazla değişiklik yapılmadan çoğu kez olduğu gibi aynı yerde yeniden yapıldığı görülür. Yapılar bir, iki ve seyrek olarak üç mekanlıdır. Yapıların dışarıya açılan kapıları yoktur, ancak odalar arasında geçişi sağlayan kapılar ya da küçük geçitler mevcuttur. Duvarlarda taş temel yoktur; tümüyle kerpiçtendir ve toprak sıvalıdır. Tabanlarda aynı şekilde sulandırılmış kil ile sıvanmıştır. Mekanlarda –tümünde olmamakla birlikte ocaklar bulunmaktadır.12 3.3 Kaman-Kalehöyük Yerleşme eski Ankara-Kayseri Karayolu’nun hemen kenarında ve Kırşehir İli sınırları içerisinde bulunan Kaman Köyü’nün 3 km doğusunda yer almaktadır. Höyük 1986’dan beri T. Mikami ve S. Omura başkanlığında kazılmaktadır. Höyükte dört yapı katı ortaya çıkarılmıştır. Dördüncü kat İTÇ’ye aittir.13 El yapımı Alişar III tipinde boya bezemeli çanak çömlek endüstrisinin IV. tabakanın 4. yapı katında var olduğunu bilinmektedir. Üçgen biçimli kapların dip kesimlerinin ip ile kesilerek yapıldığını gösteren izlerin varlığı açıklanmaktadır. IV. tabakada çark yapımı çanak çömleğin yanında el yapımı seramikler ele geçmiştir. 3.4 Alişar Yozgat il sınırları içinde bulunan höyükte, 1927- 1932 yılları arasında H.Von der Osten tarafından kazılar yapılmıştır. 1993 yılından itibaren de Ronald L.Gorny tarafından kazılara tekrar başlanmıştır. Höyükten GKÇ ve İTÇ I-III’ e ait çanak çömlekler elde edilmiştir.14 4. Nevşehir’de Bazı Önemli İlk Tunç Çağı Yerleşim Alanları Bölgede yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından elde edindiğimiz bilgilere göre Nevşehir İlk Tunç Çağ’da önemli derecede yerleşime sahne olmuştur. Aşağıda sıraladığımız yerleşmeler Nevşehir’de tespit edilen İTÇ yerleşmeleridir. 12 13 14 66 Harmankaya vd. 2002: Aşıklı Höyük Omura 1995: 215-244. Harmankaya vd. 1998: Alişar. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) 4.1 Alayhan Höyük Höyük, Aksaray il merkezinin kuzeydoğusunda; Aksaray-Nevşehir karayolunun kuzeyinde; Alayhanı Köyü’nün yaklaşık 1-2 km batısındadır. Gülçur’un 1996 yılında yapmış olduğu yüzey araştırmalarından edindiğimiz bilgilere göre; höyük yüzeyinden toplanan çanak çömlekler arasında Güvencinkaya yerleşmesindeki çanak çömleklere benzer siyah parlak açkılı mallar ile kırmızı astarlı çanak çömlek parçaları elde edilmiştir.15 Bu durum bize Kalkolitik Çağ’da Nevşehir ve Aksaray arasındaki çanak çömlek ticaretinin varlığını ve ortak bir kültürün oluştuğunu bu kültürün İlk Tunç Çağ’da da devam etmesinin mümkün olabileceğini göstermesi açısından önemlidir. 4.2 Zohul Mevki Güzelyurt İlçesine götüren ana yolun, ilçeye doğru tırmanışa geçmeden önceki düzlüğün sağ kıyısında uzanan tarlalara verilen addır. Bu alanda oldukça yoğun oranda Kalkolitik, İTÇ ve 2. Binyıla tarihlenen çanak çömlekler elde edilmiştir.16 4.3 Ağıllı Höyük Nevşehir İli; Acıgöl İlçesi’nin güneyinde; Ağıllı Köyü’nün 3 km batısında; Çayırlık Mevkii’ndedir. Ian Todd tarafından 1964 yılında saptanan höyük 1997 yılında Şenyurt tarafından tekrar ziyaret edilmiştir. Şenyurt; höyükteki çanak çömlekleri İTÇ; OTÇ-STÇ; Hellenistik-Roma Dönemi olarak tespit etmiştir.17 4.4 Aptal Höyük Nevşehir il merkezinin batı-kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi Gökçetoprak köyünün 3 km kuzeybatısında yer almaktadır. Höyükte Son Kalkolitik Çağ, İTÇ, OTÇ ve STÇ çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır.1997 yılında araştırma yapan Şenyurt Kalkolitik Çağ çanak çömleklerinin çok fazla olduğu bildirilmektedir.18 4.5 Hacıbayram Nevşehir İli; Hacıbektaş İlçesi; Aşağı Barak Köyü’nün 2.5 km kuzeydoğusundadır. 1990 yılında Omura başkanlığında gerçekleştirilen yüzey araştır15 16 17 18 Esin vd. 1998: 234. Gülçur 1995: 161-163; Gülçur vd. 2010: 324. Şenyurt 1998: 456. Şenyurt 1998: 454. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 67 Salih KAYMAKÇI maları sırasında tespit edilmiştir. Çok sayıda kalın kırmızı astarlı ve perdahlı İTÇ çanak çömlek parçası toplanmıştır.19 4.6 Karacaşar Höyüğü Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi’nin 7 km güneybatısında; Karacaşar Beldesi’nin içinde; yerleşmenin hemen kuzeybatı kesimindedir. Şenyurt tarafından 1997 yılında yapılan yüzey araştırması sonuçlarına göre; İTÇ; OTÇ-STÇ; DÇ’ye ait çanak çömleklerin olduğu anlaşılmaktadır.20 4.7 Karayusuf Nevşehir İli; Avanos İlçesi’ndeki Kalaba Köyü sınırları içindedir. Höyük, D. French tarafından tespit edilmiş; 1990 yılında Omura başkanlığında gerçekleştirilen Orta Anadolu yüzey araştırmaları sırasında tekrar ziyaret edilmiştir. Höyük yüzeyinden İTÇ; OTÇ-STÇ ve DÇ çanak çömlek parçaları toplanmıştır.21 4.8 Kızılözün Höyüğü Nevşehir il merkezinin kuzeyinde; Gülşehir yaklaşık 12 km kuzeybatısında Hüyükbükü Mevkii’nde yer almaktadır. Şenyurt tarafından 1997 yılında saptanan yerleşmenin güney kesiminde çukurların olduğu ve yüzeyinden toplanan çanak çömlekler arasında İTÇ; OTÇ-STÇ’ye ait tarihlenmektedir.22 4.9 Sulucakara Höyüğü Nevşehir İli; Hacıbektaş İlçesi’nin güneydoğusunda; Mucur-Gülşehir karayolunun kenarında yer almaktadır. Mellink tarafından kazı yapılan höyükte Balkan da 1967 yılında kurtarma kazısı yapmıştır. Yapılan çalışmalarda İTÇ’ye tarihlenen çanak çömlek olduğu tespit edilmiştir.23 4.10 Terlemez Höyüğü Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir ilçesi, Terlemez Köyü’nün doğu girişinde yer almaktadır. 1997 yılında Şenyurt tarafından saptanan 19 20 21 22 23 68 Omura 1992: 547. Şenyurt 1998: 453. Omura 1992: 547; Seven vd. 1992: 524. Şenyurt 1998: 452. Balkan vd. 1968: 15-39. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) yerleşim yerinde Kalkolitik Çağ; İTÇ; OTÇ; DÇ’ye ait malzemeler elde edilmiştir. İTÇ çanak çömlekleri konusunda ayrıntılı bilgi verilmemiştir.24 4.11 Topakhöyük Höyük, Nevşehir il merkezinin batısında; Gülşehir İlçesi’nin güneybatısında; Ovanören Köyü’nün 3 km güneyinde yer almaktadır. Omura başkanlığındaki Kaman Kalehöyük ekibi tarafından 1996 yılında saptanmıştır. İTÇ yerleşmeleri arasında sayılmaktadır. İTÇ’nin son safhasına tarihlenen Alişar III boyalı mal örnekleri bulunmamıştır.25 1997 yılında Şenyurt tarafından da araştırılmış olan höyük yüzeyinden Şenyurt’a göre Kalkolitik Çağ; İTÇ; OTÇ-STÇ üretimi çanak çömlek parçaları elde edilmiştir.26 4.12 Topaklı Höyük İç Anadolu’nun büyük ve önemli höyüklerinden biri olan Topaklı Höyük Nevşehir il merkezinin ve Avanos İlçesi’nin kuzeyinde; Kırşehir-Kayseri yolu üzerinde Topaklı köyündedir. İç Anadolu’nun büyük önemli höyüklerinden biridir. Kayseri’den batıya giden ana ticaret yolunun üzerinde olmasından dolayı 1966 yılından 1976 yılına kadar başta P. Meriggi daha sonra L. Polacco yönetiminde İtalyan kazı ekibi tarafından kazısı yapılmıştır.27 İTÇ’den Bizans Dönemi’ne kadar 24 tabaka basamaklı açmada bulunmuştur. XXIV-XIX tabakaları Alişar III dönemi yapımı boyalı malından parçalar ile İTÇ sonu- OTÇ başına tarihlenmektedir.28 4.13 Yakatarla/Maltepe Nevşehir il merkezinin kuzeybatısında; Gülşehir İlçesi’nin güneybatısında; Yakatarla Köyü’nün yaklaşık 3 km. güneyinde; Yalıntaş Köyü sınırındaki Gireyme Mevkii’ndedir. 1997 yılında araştırma yapan Şenyurt; İTÇ; OTÇSTÇ; DÇ çanak çömleklerinin bulduğunu ifade etmektedir.29 4.14 Yazıhüyük Nevşehir İli; Derinkuyu İlçesi’nin batı-güneybatısında; Yazıhöyük kasabasındadır. Höyük üzerinde yoğun obsidien parçalarına ve Kalkolitik Çağ; 24 25 26 27 28 29 Şenyurt 1998: 454. Omura 1998: 49-50. Şenyurt 1998: 454. Polacco 1967: 177-184. Şenyurt 1998: 454. Şenyurt 1998: 454. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 69 Salih KAYMAKÇI İTÇ; OTÇ; DÇ; Hellenistik; Roma ve Bizans dönemlerine ait çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır.30 4.15 Yeşilöz Höyüğü Höyük Gülşehir İlçesi, Yeşilöz Köyü’nün 4 km. kuzeybatısında, Ilıman Mevkii’nde, Yeşilöz-Hacıbektaş karayolunun 2 km. batısında yer almaktadır. 1997 yılında Şenyurt tarafından yüzey araştırması yapılan höyükte; araştırmacının değerlendirmesine göre Neolitik Çağ’dan Hellenistik-Roma Dönemi’ne kadar kesintisiz yerleşim olduğu belirtilmektedir.31 4.16 Yoncalı Nevşehir İli; Acıgöl İlçesi’nin güneyinde; Ağıllı Köyü’nün yaklaşık 3 km batısında yer almaktadır. Yerleşmenin 150 m doğusunda Ağıllı Höyük vardır. İlk olarak D. French tarafından tespit edilen yerleşme İTÇ’ye tarihlendirilmiştir.32 4.17 Zank Höyük Nevşehir il merkezinin kuzeydoğusunda; Avanos’a bağlı Sarılar Kasabası’nın yaklaşık 4 km kuzeybatısındadır. Sever33 başkanlığındaki ekip tarafından araştırılmış; yüzeyinden ağırlıklı olarak Assur Ticaret Koloni Devri; MÖ II. binyıl; Demir (Frig) ve Hellenistik dönemlere ait çanak çömlek parçaları toplanmıştır. Höyükte aynı ekip tarafından yapılan kazılarda yine İTÇ’ye ait çanak çömlekler bulunmuştur.34 Höyük Omura başkanlığında da araştırılmıştır. Omura’da İTÇ çanak çömleklerinden söz etmektedir.35 5. Nevşehir ve Çevresi İlk Tunç Çağ Çanak Çömlek Kültürleri Anadolu uygarlık tarihi içerisinde en önemli kullanım eşyaları olan çanak çömlek ve benzeri kaplar İlk Tunç Çağ ve öncesinde önemli bir ticari unsur olmuştur. Bu dönemde çanak çömlek yapımı ve kullanımının önemi son derece önemlidir. İnsanoğlu varoluşundan bu yana hayatını kolaylaştırıcı aletler, besin yapımı ve tüketimi için kaplar üretmeye çalışmıştır. İşte bu varoluş mücadelesi ile Paleolitik Çağ’da (İ.Ö. 1.000.000-10.000) taştan 30 31 32 33 34 35 70 Sever vd. 1992: 525. Şenyurt 1998: 453. Harmankaya vd. 2002: Yoncalı. Sever vd. 1992: 524. Sever 1993: 248. Omura 1992: 547. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) yapılmış kapları kullanan insan Neolitik Çağ’da ( İ.Ö. 8.000-5.500) kili keşfederek kilden yapılmış çanak çömlek yapımını öğrenmiş ve günümüze kadar gelen çanak çömlek kültürünün temelini de oluşturmuştur. Anadolu’nun genelinde ve Nevşehir’de Çanak çömlek kültürünün ilk üretimciliğe geçişi simgeleyen Neolitik dönemden itibaren var olmuştur. Bu kültürün günümüze kadar kesintisiz gelişinin sırrı, şüphesiz ki çanak çömlek yapımındaki devamlılık, toprak ve iklim özelliklerinin bazı özel durumlar dışında değişmemesi olarak gösterilebilir. Konumuzu oluşturan İlk Tunç Çağı (İTÇ) Anadolu’da M.Ö 3200–1800 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu zaman dilimi de kendi arasında İTÇ I, İTÇ II ve İTÇ III diye bölümlere ayrılmaktadır.36 Orta Anadolu’da en önemli İTÇ merkezlerin başında Nevşehir’e komşu olan Çorum’daki Alacahöyük ve Büyük Güllücek, Yozgat yakınlarında bulunan Alişar37 ve Konya’daki Karahöyük gelmektedir. M.Ö 3200-3000 yılları arası Orta Anadolu’da Geç Kalkolitik Çağ’dan İTÇ’ye geçiş evresi olarak kabul edilmektedir. Bu değişim çanak-çömlek buluntuları aracılığıyla orta çıkmaktadır. Çünkü bu evrede GKÇ çanak çömleği arasında yavaş yavaş İTÇ kap grupları da çıkmaya başlamaktadır. İTÇ I çanak-çömlek kültüründe tamamen belirginleşecek olan bazı özelliklerin erken modelleri bu dönemde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde çanak-çömlekler Kilikya Bölgesi hariç hala elde yapılmaktadır. Geç Kalkolitik Çağ’dan İTÇ’ye geçiş evresi Anadolu’nun kültürel gelişim süreci için önemli bir kırılma noktasıdır.38 Orta Anadolu’da, kültür gruplarının yayılım alanları ile ilgili çalışmalar devam etmekte, ve İTÇ’ye ait bir zaman dizini oluşturulmaya çalışılmaktadır. Yapılan çalışmalardan elde ettiğimiz sonuçlara göre; İlk Tunç Çağ’ın karakteristik malzemesi olan testi, fincan ve maşrapalar, Geç Kalkolitik Çağ’da ortaya çıkmaya başlamış ve GKÇ’den İTÇ’ye olan geçiş evresinde daha da gelişerek İTÇ’nin karakteristik kap biçimi olan gaga ağızlı testilerin ilk örneklerini ortaya çıkarmıştır. Sözünü ettiğimiz bu geçiş evresinde siyah açkılı çanak-çömleğin yerini kırmızı açkılı ve astarlı kaplar almıştır.39 36 37 38 39 Sevin 1999: 94. Harmankaya vd. 1998: Alişar. Efe 2003,97. Efe 2003: 103, 104. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 71 Salih KAYMAKÇI İlk yapılan çömleklerin sargı-dolama yöntemiyle elde biçimlendirildiği bilinmektedir. Fırınlama için de açık ateş kullanılmıştır. İlk Tunç III’ün sonlarına doğru çömlekçi çarkı bulununca, çömlekler artık çarkta yapılmaya başlanmıştır. Hacıbektaş ve Gelveri (Güzelyurt) ilçelerinde Kalkolitik ve İlk Tunç Çağına ait çanak-çömleklere rastlanmıştır. İTÇ I’de Orta Anadolu’da ince kenarlı ve oluk bezemeli, kırmızı ve siyah astarlı çanak çömleğin yaygınlaştığı görülmektedir.40 Alayhan Höyük, Hacıbayram Höyük kırmızı ve siyah astarlı ve açkılı çanak çömlek açısından örnek gösterilebilir. İTÇ II kültür bölgesinin sınırını batıda Sivrihisar Dağları’ndan doğuda Kızılırmak kavsinin içine kadar uzanan bölge ile sınırlayabiliriz.41 Bu bölgenin içinde özellikle çanak-çömlek buluntularıyla ayırt edilebilen beş kültür grubu vardır. Bu kültür grupları; batıda Polatlı ve Ankara, Alacahöyük ve çevresi, kuzeyde Karadeniz kıyıları boyunca Filyos, Sinop ve Orta Karadeniz Bölgesi (İkiztepe), güneyde ise Aksaray-Konya Ovası ve Kilikia Kültür Bölgesi yer almaktadır. İTÇ II’de Orta Anadolu’da (Nevşehir’de) çanak-çömlek hala elde yapılmaktadır. Bölgenin en tipik malı ise kırmızı astarlı ve açkılı kaplardır.42 İTÇ III döneminde Anadolu’da yerleşme sayısında gözle görülür bir düşüş olurken buna karşılık büyük yerleşmelerin sayısı da artmıştır. Bu durum insanların giderek şehirlerde toplanmaya başladığı şeklinde yorumlanabilmektedir. Yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından edindiğimiz bilgiler doğrultusunda insanoğlu üretmiş olduğu çanak çömlekleri aynı zamanda artı ürünlerini depolama için de kullanmıştır. Bu da bize o dönem insanlarının toplu yaşama ihtiyaçlarının olduğunu göstermektedir. Toplu yaşama ihtiyacı doğal olarak çanak çömlek yapımında bir artışı da beraberinde getirmiştir. Çanak çömlek yapımında ki bu artış ile çok sayıda yerleşmede atölyeler kurulmuş, bu sayede ise bölgeler arası ticaret de gelişme göstermiştir. Ticaretin bu yöndeki gelişimi çanak çömlek ürünlerinin yapıldığı atölyeleri ticaretin en önemli unsuru haline getirmiştir. 40 41 42 72 Yakar 1979: 1- 61. Efe 2003: 104; Kaymakçı 2011: 7. Yakar 1979: 60. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) İTÇ III hakkındaki bilgilerimiz daha çok Orta Anadolu’nun Batı Anadolu ile ilişkileri ile değerlendirilmektedir. İTÇ III dönemin sonlarında meydana gelmiş olan Luvi göçleri ile, daha önce var olan kültür bölge sınırları ortadan kalkmış ve yerine Troia II uzantılı kültür yerleşmiştir. Bu dönemin özelliği; çömlekçi çarkının kullanılması ve kırmızı-kahverengi boya astarın uygulanmasıdır. Bu döneme örnek Topaklı Höyük çank çömleği gösterilebilir. Yine bu dönemin sonlarına doğru “iyi açkılı” ve yöresel kap biçimleri tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır. Çarkın kullanılması ile kapların kenar konturları basitleşir ve kapların gövdeleri uzun ve oval bir form almıştır. Orta Anadolu’da boya bezeme tekrar ortaya çıkarken, Batı Anadolu’da bezeme daha az kullanılmıştır. Kızılırmak kavisi içinde Kappadokia Boyalıları ve Geçiş Dönemi Boyalıları’ndan (Intermediate Ware) oluşan iki grup ortaya çıkmıştır.43 Kapodokya Seramiği ile Geçiş Dönemi Seramiği (Intermediate) adı takılan boya bezekli çanak çömleklerden Kültepe’de çok sayıda elde edilmiştir. Kapodokya çanak çömleğinin Kuzey Suriye kökenli olduğu ve sarı-portakal renkleri ile kahverengi astar üzerine koyu kahve ve siyah boya ile yapılan bezemeleri ile dikkat çekmektedir. Dönemin tipik biçimleri gaga ağızlı testiler ile yayvan kaselerdir. “Intermediate” adıyla bilim dünyasına giren geçiş çanak çömlekleri ise Nevşehir’in doğusuna yayılmıştır. Yayılım, Konya Karahöyük’e kadar uzanmaktadır.44 İlk Tunç Çağ’da ve günümüzde de Nevşehir’e komşu olan Kayseri ilinde beklenildiğinden daha az sayıda Tunç Çağı höyüğü olduğu görülmektedir. Kayseri’nin 21 km. kuzeyindeki Kayseri Ovası’nda yer alan ve SuriyeMezopotamya’ya giden ve gelen başlıca ticaret yollarına hakim olan Kültepe, çanak çömlek bakımından Nevşehir ile benzer özelliklere sahip olduğunu görmekteyiz. Bunu İTÇ’deki ticaret yolu güzergahında olmaları ile açıklayabiliriz. Kültepe’nin 17.-14. tabakalarındaki yerleşmeler İTÇ II, 13.-11. tabakalardaki yerleşmelerde İTÇ III’ aittir.45 Kızılırmak Kavsi içerisinde bulunan Nevşehir’de ve ona komşu Kırşehir ve Yozgat’ta İlk Tunç Çağı yerleşim alanlarının çok yaygın görülmektedir. Özellikle de İTÇ III’e ait boyalı çanak çömlek türü Çıradere Grubu ile Delice Türleri (Delice Çayı ve civarındaki höyükler) oldukça fazladır. Bu tür çanak 43 44 45 Lloyd-Mellaart 1962: 199 Harmankaya 2002:37. Özgüç 1986: 36-37; Esin 1998: 118; Yakar 2007: 219. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 73 Salih KAYMAKÇI çömlekler Kızılırmak kavsinin güney bölgesindeki (Aksaray ve Niğde) höyüklerde de yaygın olarak görülmektedir.46 Delice ve Çıradere çanak çömlek gruplarında krem astar üzerine kırmızı boya ile özenli bezemeler yapılmıştır. Yiv bezemeli örnekleri de vardır. Bezeme örnekleri olarak da çapraz bantlar, birbiri ile kesişen çizgiler, şevron ve baklava motifleri bulunmaktadır. Bu çanak çömlekler daha çok tek kulplu fincanlar, çift kulplu basık çömlek biçimli kaplar olarak görülmektedir. Kültepe’nin Mezopotamya ve Kuzey Suriye ile M.Ö 3. bin yılın sonunda ticaret ilişkilerinin başladığı, bu yörelerden ithal edilen şişe biçimli kaplar, maden kaplara benzeyen kaseler, silindir biçimli mühürlerin varlığından anlaşılmaktadır. Kültepe’nin batıya yönelik ticaret ilişkileri içinde olduğu da batı kökenli kase, depas, iki kulplu bardak gibi kap tipleriyle belgelenmektedir.47 6. Nevşehir’in Ticaret Yolu Bağlantıları İlk Tunç Çağ’da Nevşehir’in Kayseri ve doğusundan gelen doğal yollardan biri kuzeydeki stepler yoluyla Yozgat ve Kırşehir’e ulaşırken, diğer bir doğal yol da Kızılırmak boyunca Kızıldağ masifinin güneyinden Kırşehir ve Aksaray’a ulaşmaktadır. Diğer taraftan Erdaş ve Hodul Dağları arasındaki doğal güzergah Nevşehir ve buraya gelen yolları Niğde ve Toroslara götür- 46 47 74 Omura 1992: 550. Harmankaya 2002:36. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) mektedir. Kızılırmak Nehri ve kollarının oluşturduğu doğal vadi ve yollar sayesinde Nevşehir ve çevresi, bugün olduğu gibi İlk Tunç Çağ’da da bölgeyi Anadolu’nun hemen bütün diğer yörelerine bağlayan önemli kavşak noktasını oluşturmaktadır.48 (Harita 2) Önemli kavşak noktası üzerinde bulunan Nevşehir ve çevresi İTÇ I dönemindeki (M.Ö 3.200-2.650) yerleşimleri önem kazanmıştır. Önem kazanan bu yerleşmeler İTÇ II döneminde (M.Ö 2.650-2.400) bulundukları jeopolitik konumu nedeniyle giderek büyüyüp genişlemişlerdir. Gelişim gösteren yerleşimler İTÇ III dönemin de ise (M.Ö 2.400-2.000) iklime bağlı olarak artı ürünlerini fazlalaştırıp ticareti geliştirmişler ve zenginleşmişlerdir. 7. Nevşehir’de Çanak Çömlek Yapımı Nevşehir’de Neolitik Çağ’dan itibaren devam eden çanak çömlek yapımı, günümüzde daha çok Avonos bölgesinde yaygınlık göstermektedir. Yapılan çanak çömlekler bugün olduğu gibi olasılıkla İlk Tunç Çağ’da da Avanos’un dağlarından ve Kızılırmak’ın eski yataklarından elde edilmekteydi. İlk yapılan çömleklerin sargı-dolama yöntemiyle elde biçimlendirildiği bilinmektedir. Fırınlama için de açık ateş kullanılmıştır. İlk Tunç III’ün sonlarına doğru çömlekçi çarkı bulununca, çömlekler artık çarkta yapılmaya başlanmıştır. Çark yapımı çanak çömlek örneklerine Hacıbektaş ilçesinde yoğun olarak rastlanmaktadır. Çanak çömlek yapımında kullanılan kil, yumuşak ve yağlı kil toprakların elenmesiyle ve iyice yoğurulmasıyla çamur haline getirilmektedir. Ağır Çark olarak bildiğimiz ve dönüş kuvvetini ustanın ayağı ile sağladığı bir sistem ile tezgah üzerindeki çamurun özenle şekillendirilmesiyle istenilen çanak çömlek yapılmaktadır. Yapılan çanak çömlekler işlik denilen atölyelerde, sonra bekleme odalarında daha sonra güneşte, ve en sonunda da gölgede kurutulduktan sonra, saman ve talaşla yakılan fırınlarda sekiz yüz dereceden başlayıp bin iki yüz derece sıcaklık arasında özenle pişirilmektedir. Çanak çömlekler üzerinde yapılan çalışmalardaki amaç; belli bir çağın kültürünü daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Çanak-çömlek özelliklerine bakılarak, bir bölgenin ya da daha büyük bir merkezin; kültür düzeyini, 48 Şenyurt 1998: 451. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 75 Salih KAYMAKÇI teknolojisini, üretim sistemini, kullanıcıların ürün talebini ve gereksinimi, diğer bölgelerle olan alışverişini yine bu kültürün coğrafi dağılımı daha iyi anlayabilmekteyiz. Çanak çömlek buluntuların en önemli işlevi ise, yazılı kaynakların bulunmadığı veya var olmadığı kültürleri ve çağları anlayabilmede kaynak olarak kullanılmalarıdır. Yüzey araştırmaları ya da kazılarda ele geçen çanak-çömlek parçaları bizlere bir kültürün sosyo-ekonomik yapısı hakkında bilgi verebilmektedir. Çanak Çömlek Özelliklerinin Verdiği Bilgiler Teknik yapı ➞ Teknik düzey ➞ Kap tipi ➞ Gereksinim ➞ Bezeme ➞ Beğeni ➞ Üretim sistemi Coğrafi yayılım ➞ ➞ Sosyoekonomik yapı Sosyopolitik yapı ➞ ➞ Kültürel düzeyi, Kültürel Etkileşim Kültür bölgeleri Yerleşim dokusu Nüfuz alanı, Coğrafi sınırlar49 Sonuç Nevşehir bugün olduğu gibi İlk Tunç Çağ ve öncesinde de önemli geçiş noktaları üzerinde bulunmaktaydı. Bundan dolayı Nevşehir ve çevresi İlk Tunç Çağ yerleşmeleri oldukça fazladır. Nevşehir ve çevresinde yapılan kazı ve yüzey araştırmalarından elde edilen sonuçlara göre bölge; Çanak çömleksiz Neolitik Çağ’dan Osmanlı Dönemi’ne kadar hemen her dönemde yerleşime sahne olmuştur. Bu yerleşim sürekliliği Nevşehir ve çevresinin jeopolitik konumunun doğal bir sonucu diyebiliriz. Bölgede İlk Tunç Çağı yerleşim yerlerinin, Kızılırmak Kavsi içinde (Nevşehir, Kırşehir, Yozgat) çok yaygın görülmektedir. Özellikle de İTÇ III’e ait boyalı çanak çömlek türü Çıradere Grubu ile Delice Türleri (Delice Irmağı ve Kılıçözü yataklarında kurulmuş höyüklerde) temsil edilmektedir. Bu tür çanak çömleğe Kızılırmak kavsinin güney bölgesindeki (Aksaray ve Niğde) höyüklerde fazla rastlanmamaktadır.50 Bölgede gerçekleştirilen yüzey araştırmaları İlk Tunç Çağı yerleşmelerinin sayısını artırmış be hemen her höyükte İlk Tunç Çağı’na tarihlenebilecek çanak çömlek parçasına rastlanmıştır. Bu çanak çömleklerin çoğunun içi siyah, dışı kırmızı iki tarafı da iyi açkılanmıştır. Fakat Nevşehir ve çevresinde aynı çanak çömlek gruplarından farklı örneklerin de var olduğu görül49 50 76 Ökse 2002,1. Omura 1992: 550. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) mektedir. Bu durum bölgenin yerel çanak çömlek üretiminin hala aktif olduğunu göstermektedir. Bölgede yapılan çanak çömlekler Kızılırmak’tan elde edilen, tüflü ve killi topraklar nedeniyle GKÇ ve İTÇ’de olduğu gibi kırmızı hamurlu ve astarlı bir çanak çömlek grubunun devamı gibidir. Yemek kapları, su testileri, kışlık yiyecek saklamak için kullanılan çömlekler ve küpler, su küpleri çanak çömlek yapımının başladığı Neolitik Çağ’dan bu yana Nevşehir’de kullanılan kap türleridir. Gülçur tarafından 2010 yılında yapılan Nevşehir-Aksaray ve Niğde yüzey araştırmalarında, Güzelyurt ilçesindeki çömlekçi ustası ile yapılan görüşmede daha önce çevre bölgelerden yüksek talep gören Gelveri çömleğinin 1960’lardan bu yana üretilmediği bilgisine ulaşılmıştır. Bu konuda çömlekçi ustalarının da parmakla sayılır durumda olduğu bilinmektedir. Çömleklerin yapımında kullanılan kilin bölgedeki yerel kaynaklardan elde edildiği ve yüzeyden açık hava madenciliği ile çıkarılan iki tür toprak kullanılarak (az özlü boz toprak ve özlü siyah toprak/orman toprağı) yapıldığını öğrenmekteyiz. Fakat günümüz çömlek ustaları Gelveri ( Aksaray) çömleği pişirme için uygunken, saklama kabı olarak da Avanos çömleklerinin tercih edildiğini söylemektedir.51 Günümüzde bu şekilde kullanım alanına sahip olan çanak çömlekler çalışma alanımız olan İlk Tunç Çağ’da da muhtemelen aynı kullanımda olup, bu kullanım alanlarının oluşturduğu farklılıklar da bölgeler arası ticaretin kullanım amaçlarına ve elverişliliğine göre yapıldığına örnek olarak gösterilebilmektedir. İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden itibaren var olan çömlekçilik geleneği, şimdilerde yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Günümüzde bu işi yapan usta eller teknolojiye yenik düşen mesleklerini yaşatmak için çaba sarf etmekte, ancak, kendilerinden sonra mesleklerini devredebilecekleri çırak bulamamanın sıkıntısını yaşamaktadırlar. Bu durum yalnız Nevşehir için değil, Konya, Aksaray, Niğde, Kırşehir, Sivas ve daha birçok ilde bu işi yapan ustaların ortak sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Konya’nın Selçuklu İlçesi’nin Sille Mahallesinde ki çömlekçi Yaşar Usta, çömlek yapımı için gerekli olan toprağı Sille ve yakın illerden özellikle de Avanos’tan getirttiğini belirtmiştir. Avonos’tan getirttiği toprağı Sille toprağı ile harmanlayıp çömleklerini yaptığını söylemiştir. Ayrıca 51 Gülçur vd. 2010: 326-327. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 77 Salih KAYMAKÇI her toprağın ayrı bir pişirme tekniğinin olduğunu da sözlerine eklemiştir. Bölgeler arası çanak çömlek ticaretinde toprak türlerinin bu gibi özellikleri de önemli olmuştur. Bu durum da bizim için oldukça önemlidir. Günümüzdeki bu kültürel ve ticari alış veriş İlk Tunç Çağ ve öncesi için de aynı özellikte olmuştur diyebiliriz. Tüm zorluklara rağmen Nevşehir ve Anadolu’nun birçok yerinde çömlekçilik geleneği halen yaşatılmaya çalışılmaktadır. Kaynaklar Aydoğan, S., “Kappadokia”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2, İstanbul, 946, 1997. Arman, N., Nevşehir Tarihi, 1966 Balkan, K.,- O. Sümer, “1967 Yılı Hacıbektaş (Suluca Karahöyük Kazısı) Ön Raporu” Sayı: 16/2, s. 15-39, TAD, Ankara, 1968. Baydur, N., Kültepe (Kaniş) ve Kayseri Tarihi Üzerine Araştırmalar, İstanbul, 1970. Efe, T., " Batı Anadolu Son Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı", Arkeoatlas Dergisi, Sayı 2, 2003 Emre, O., “Ürgüp Avanos Uçhisar (Nevşehir) Arasının Genel ve Uygulamalı Jeomorfolojisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Coğrafya Enstitüsü, İstanbul, 1985. Bilgiç, E., “Kapadokya Tabletlerine Göre Anadolu Kavimleri Üzerinde Araştırmalar , A.Ü D.T.C.F Dergisi, Sayı: I, c: II, s: 33-43, Ankara 1943. 78 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Çanak Çömlek Kültürünün Geçmişi (İlk Tunç Çağı – M.Ö. 3200-1800) Esin, U., “Paleolitik’ten İlk Tunç Çağ’ın Sonuna:Tarih Öncesi Çağların Kapadokyası”, İstanbul, 1998. Esin, U.- Gülçur, S.- M.E. Özel, Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1997 Ortak Yüzey Araştırması, XVI. Araştırma Sonuçları Toplantısı II, Ankara,1999 Esin, U.- Gülçur, S.- H. Kurar, Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1996 Ortak Yüzey Araştırması, XV. Araştırma Sonuçları Toplantısı II, Ankara,1998 Esin, U., “1990 Aşıklı Höyük Kazısı (Kızılkaya Köyü, Aksaray İli) XIII. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 1991. Garelli 1963 P. Garelli, Les assyriens en Cappadoce, Paris 1963. Gülçur, S., Aksaray, Nevşehir, Niğde İlleri 1994 Yüzey Araştırmaları, XII. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, 1994 Gülçur, S., “Some Unknown Aspects of Western Cappadokia”, Halet Çambel için Prehistorya Yazıları, Graphis Yay., 149-173, İstanbul. Güney, E., Nevşehir İli Kapadokya, 1988. Harmankaya, S., “Türkiye İlk Tunç Çağı Araştırmaları Üzerine Bir Değerlendirme” İstanbul. 2002 Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Alişar”, TAY, İstanbul, 1998. Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Acemhöyük”, TAY, İstanbul, 2002. Harmankaya, S. – O. Tanındı – M. Özbaşaran, “Yoncalı”, TAY, İstanbul, 2002. Kaymakçı, S., “Afyonkarahisar’da İlk Tunç Çağı Çanak Çömlek Kültürü”, Tarihin Peşinde, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 5, s. 197214, Konya, 2011 Kınal, F., Eski Anadolu Tarihi, Ankara. 1998 Lloyd, S., Early Highland Peoples of Anatolia, London, 1967. Michel- Garelli 1997 C. Michel-P. Garelli, Tablettes Paleo-Assyriennes de Kültepe Vol. I, (Kt. 90/k), İstanbul 1997. Omura, S., “1990 Yılı Orta Anadolu’da Yürütülen Yüzey Araştırmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı, IX, s. 541-560, Ankara, 1992. Omura, S., “1993 Yılı İç Anadolu’da Yürütülen Yüzey Araştırmaları”, Araştırma Sonuçları Toplantısı, XII, s. 215-244, Ankara, 1995. Ökse,T., “Arkeolojik Çalışmalarda Seramik Değerlendirme Yöntemleri, İstanbul, 2002. Özgüç, T., “New Onservations on the Relationship of Kültepe with Southeast and North Syria during the Third Millennium B.C. in: Canby, J. V. Et al., eds. 1986. Ancient Anatolia: Aspects of Change and Cultural and Cultural Development, s. 31-47, Madison. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 79 Salih KAYMAKÇI Özgüç, N., “Acemhöyük Kazıları” Anadolu Araştırmaları, Prof. Dr. U.B. Alkım Hatıra Sayısı, İÜEFY, s. 1-28, İstanbul, 1968. Öztan, A., “1989 Yılı Acemhöyük Kazıları” Kazı Sonuçları Toplantısı I, XII, s. 247258, Ankara, 1990. Polacco, L., “Topaklı 1967 Kazısı”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVI, s. 177-184. Ramsay, W.M., The Historical Geography of Asia Minor, Royal Geographical Society, Supplementary Papers IV, London 1890. Sevin, V., “Anadolu Arkeolojisi”, İstanbul 1999. Sever, H., “1990 Yılı Nevşehir, Niğde ve Aksaray İlleri Yüzey Araştırması, Araştırma Sonuçları Toplantısı IX, Ankara, 1992. Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1991, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XIV, 247-257, Ankara, 1993. Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1992, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XV, 257-267, Ankara, 1994. Sever, H., “Zank Höyük Kurtarma Kazısı-1996, Kazı Sonuçları Toplantısı I, XIX, 529-541, Ankara, 1998. Summers, G.D., “Chalcolithic Pottery From Kabakulak (Niğde) Collected by İan Todd”, Anatolian Studies, XLI, s. 125-129, London, 1991. Şenyurt, S. Y., Nevşehir İli 1997 Yılı Yüzey Araştırması, XVI. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 1998. Yakar, J., “Troy and Anatolian Early Bronze Age Chronology”, Anatolian Sutudies, XXIX, s. 51-67, London, 1979. Yakar, J., Anadolu’nun Etnoarkeolojisi, Tunç ve Demir Çağlarında Kırsal Kesimin Sosyo-Ekonomik Yapısı, İstanbul, 2007. 80 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR’DE TURİZM GELİŞİMİNİN TEMEL SORUNLARI VE BAZI ÖNERİLER MAJOR PROBLEMS OF TOURISM DEVELOPMENT IN NEVSEHIR AND SOME SUGGESTIONS Salih KUŞLUVAN* - İbrahim İLHAN** ÖZET Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de önemli turizm varış yerlerinden biri olan Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunlarını ortaya koymak ve sorunların çözümüne ilişkin bazı önerilerde bulunmaktır. Bu amaçla Nevşehir’de turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel sektör yöneticilerinden odak grup görüşmesi yöntemi ile bilgi toplanmıştır. Toplanan bilgiler çerçevesinde Nevşehir’de turizm gelişiminin sorunları: (1) Turizm gelişiminin plansız olması, (2) Çevre ve alt-yapı sorunları, (3) Bölge düzeyinde turizm gelişiminde eşgüdüm sağlayacak örgüt eksikliği, (4) Tanıtımda koordinasyon eksikliği ve tanıtım yetersizliği, (5) Hediyelik ve hatıra eşya satışlarından alınan yüksek komisyonlar, (6) Ortalama kalış süresinin düşüklüğü ve ürün çeşitlendirmesinde yaşanan sorunlar, (7) Arz-talep dengesizliğinin yarattığı sorunlar, (8) Turizmde aracı işletmelere bağımlılık, (9) Eğitimli ve nitelikli insan kaynaklarının turizm sektöründe tutulamaması, (10) Halkın turizm gelişimine katılamaması ve turizmin ekonomik faydalarından yeterince yararlanamaması, (11) Yerel halkın ziyaretçilere karşı olumsuz tutum ve davranışları olarak sınıflandırılmış ve bu sorunların çözümüne ilişkin önerilere yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Turizm Gelişimi, Sorunlar ABSTRACT The purpose of this study is to identify major problems of tourism development in Nevsehir, which is one of the most important tourism destinations in Turkey, and to make some suggestions with regard to the alleviation of these problems. In accordance with the purpose * Prof. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü e-posta:skusluvan@nevsehir.edu.tr ** Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü e-posta: ibrahim@nevsehir.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 81 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN of the study, focus group interview technique was used to gather data from the managers of private tourism sector as well as public officials involved in tourism development in Nevsehir. In the light of the gathered data, problems of tourism development in Nevsehir were classified as follows: (1) Unplanned tourism development, (2) Environmental and infrastructural problems, (3) Lack of an organization that co-ordinates tourism development at the regional level, (4) Inadequacy and lack of co-ordination in destination promotion (5) High commissions that are taken from souvenir sales, (6) Low average length of stay and problems faced in product differentiation, (7) Problems created by instability of tourism demand and supply (8) Dependence on intermadiaries in tourism, (9) Inability to retain educated and qualified human resources in the tourism sector (10) Lack of participation of locals in tourism development and inadequate realization of economic benfits of tourism by locals (11) Negative attitudes and behaviours of locals towards visitors. Suggestions were made with regard to the alleviation of these problems. Key Words: Nevsehir, Tourism Development, Problems 1. Giriş Turizm sektörü, tarihi Kapadokya bölgesinin merkezinde bulunan Nevşehir’in ekonomisi için en önemli sektörlerden biridir. Buna ilaveten turizm sektörü bölgenin sosyo kültürel gelişimi ve çevrenin korunması açısından da son derece önemli bir rol oynamaktadır. Erciyes ve Hasandağı gibi volkanik dağların lavlarından ve tüflerinden oluşmuş ve insanlar tarafından oyulmuş şapkalı kaya oluşumları (peribacaları) ve yeraltı şehirlerinin yanı sıra, farklı kültürlerin bıraktığı doğal ve kültürel miraslar, Kozaklı’daki kaplıca suları Nevşehir’in en önemli çekicilikleri arasında yer almaktadır. Türkiye’deki turizm gelişimine paralel olarak 1980 li yıllardan beri Nevşehir’de de turizm sektörü önemli ölçüde büyümüş ve gelişmiştir. Konaklama ve geceleme sayıları incelendiğinde bölgeyi 2009 yılında yaklaşık 1.200.000 kişi ziyaret etmektedir (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Nevşehir’de 2011 yılı itibariyle 8895 turizm işletmesi belgeli, 13088 de belediye belgeli olmak üzere yaklaşık 22.000 yatak bulunmaktadır (Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2011). Ancak turizm gelişimine paralel olarak turizm sektörünü doğrudan ilgilendiren ve sektörün gelişimini olumsuz etkileyebilecek birçok sorun da ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın amacı Nevşehir’e turizm gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek temel sorunların neler olduğunu ortaya koymaktır. 82 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler 2. Araştırmanın Yöntemi Bu çalışma araştırma tasarımı olarak keşifsel nitelikte bir araştırmadır ve Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunlarının neler olduğunu ortaya çıkarmaya yöneliktir. Nevşehir’de turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel sektör yöneticilerinden odak grup görüşmesi tekniği ile veriler toplanmış ve görüşmeler içerik analizi yöntemi ile çözümlenmiştir. Nevşehir’deki turizm gelişimi ile ilgili sorunların en kapsamlı olarak kamu ve özel sektör temsilcileri tarafından bilineceği varsayımı ile kamu ve özel sektör temsilcilerinin oluşturduğu bir odak grup ile görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Odak grup görüşmesi, bir görüşmeci (moderatör) ile sayıları 8 ile 12 arasında değişen katılımcıların, (görüşülenlerin) yüzyüze olduğu, görüşmecinin katılımcılara araştırma konusu ile ilgili sorular sorduğu ve görüşmeyi yapılandırılmamış doğal bir şekilde yönlendirdiği bir görüşme türüdür (Malhotra, 2010). Grup görüşmesi tekniğinde gayri resmi, rahat bir ortamda, demografik ve sosyo-ekonomik olarak homojen katılımcılar hem birbirleriyle hem de moderatörle iletişim içindedirler. Grup tartışmalarının ve etkileşiminin bir sonucu olarak konuyla ilgili derin bir anlayış, içgörü ve kavrayış ortaya çıkar (Malhotra, 2010). Kolay ve hızlı bir şekilde, nispeten düşük maliyetle, derin ve ayrıntılı iç-görüler ve veriler elde edilebilecek bir veri toplama yöntemi olduğu için bu çalışmada bu veri toplama tekniği tercih edilmiştir (Robson, 1993). Odak grup görüşmesine Tablo 1’de listelenen kurumların temsilcileri, o tarihte Nevşehir Valisi olan Sn. Alaattin Turhan’ın daveti ile katılmıştır. Bu çalışmanın yazarlarından Yrd. Doç. Dr. İbrahim İlhan moderatörlüğünde, Tablo 1’de yer alan katılımcılar ile 2005 yılı Mart ayı içerisinde, yaklaşık her biri 2 saat süren iki odak grup görüşmesi gerçekleştirilmiş, tartışmalar ve görüşler yazılı hale getirilmiştir. Tartışmaların içeriği analiz edilerek, Nevşehir’de turizm gelişiminin sorunları onbir ana başlık altında toplanmış ve aşağıda özetlenmiştir. Tablo 1: Odak Grup Görüşmesine Katılan Kamu ve Özel Sektör Kuruluşları ve Temsilci Sayısı Kurum Nevşehir Valiliği Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü Göreme Belediye Başkanlığı Ürgüp Belediye Başkanlığı Katılan Kişi Sayısı 1 1 1 1 1 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 83 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN Ürgüp Kaymakamlığı Avanos Kaymakamlığı Kapadokya Turistik İşletmeciler ve Otelciler Derneği Türsab Bölge Temsilciliği Kapadokya Rehberler Derneği Peri Tower Oteli Müdürlüğü Dedaman Oteli Müdürlüğü 1 1 1 1 1 1 1 3. Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Öneriler Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunları ve çözüm önerileri aşağıda onbir alt başlık ile özetlenmektedir. Turizm Gelişiminin Plansız Olması Nevşehir’de turizm gelişiminin temel sorunu, bölgesel düzeyde bir turizm gelişim planının olmamasıdır. İlgili kamu ve özel kesimlerin biraraya gelerek hazırladığı, üzerinde hemfikir olduğu bir turizmi geliştirme planı yoktur. Bu sebeple turizm gelişimi için çevre analizi, turizm gelişiminin amaçları ve turizm gelişimi için araçlar (stratejiler) ve turizmi geliştirme programı olmadığından; neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiği ve neyin doğru, neyin yanlış yapıldığını tespit etmek mümkün olamamaktadır. Turizm sektörü ile ilgili kamu ve özel örgütlerin turizm gelişimi konusunda birbirinden kopuk mütferit çabaları sözkonusudur. Bölgede turizm gelişiminin plansız olmasından kaynaklanan başka sorunlar da sözkonusudur. Bir destinasyon olarak Kapadokya’nın arazi kullanım planlarını, fiziksel yapılaşmasını daha ayrıntılı bir biçimde ele alan Kapadokya Turizm Gelişimi Planı’na ihtiyaç vardır. Mevcut 1/25000 ölçekli 1981 onanlı Çevre Düzeni Planı günün koşullarına cevap veremediğinden Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskan Bakanlıklarınca 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı çalışmaları yapılmaya çalışılmış ise de henüz bir sonuca ulaşılamamıştır. Günümüzde Kapadokya’nın koruma ve kullanma koşularını taşıyan ciddi bir planı mevcut değildir. Bu ihtiyaca cevap verecek 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı hazırlanmalıdır. Göreme Milli Parkı “Genel İnkişaf Planı” nda birtakım veriler ve notlar paftalar üzerinde işlenmişse de açıklama notu veya uygulama koşulları bulunan bir üst düzey notuna sahip değildir. Daha sonra 2004 yılında Göreme Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı Çevre ve Orman Bakanlığı’nca 84 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler hazırlanmış olup, alanın Turizm Alanı ve Sit Alanları ile birebir çakışması nedeni ile ilgili Bakanlıkların yetkili kurumlarınca planlar incelenmekte olup, bu kurumlarca değerlendirilip görüş verilme aşamasındadır. Ancak plan arazi kullanım planı formatında hazırlanmış olması nedeni ile planın ayrıca idari olarak Bakanlıklar arası değerlendirilmesi de gerekmektedir. Geçiş dönemi yapılanma koşulları sit sınırlarının 1/25000 ölçekte olması, ölçeğinin dışında daha geniş kapsamda ve ayrıntıda yapılması ve alt ölçekli sit sınırların belirlenememiş olması nedenleriyle uygulamada planlama ile ilgili Nazım İmar Planı ile mevcut durumun çakışmaması gibi sorunlar yaratmaktadır. Örneğin; parsellerin bir kısmının sit alanında bir kısmının sit alanı dışında kalabilmesi neticesinde kadastroya ait mülkiyetlerde bölünmeler olmuştur. Bu sorunun çözümü için sit sınırlarının 1/5000 ve 1/1000 ölçekli kadastroya ait haritalara indirgenmesi önerilmektedir. Çevre ve Altyapı Sorunları Ziyaretçileri Kapadokya’ya çeken asıl unsur doğal çevre ve kültürdür. Turizm gelişimi açısından Kapadokya’nın doğal ve kültürel dokusunun korunması bir numaralı öncelik olmalıdır. Son yıllarda çevre ve altyapı ile ilgili önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Hava limanının yapılması, çift yolların hizmete girmesi, reklam panolarının belirli noktalarda toplanması, turizm altyapı hizmet birliğinin kurulması önemli gelişmelerdir. Ancak hediyelik ve hatıra eşya satan yerlerin çirkin görüntüsü, sağlıklı içme suyu yetersizliği, arıtma tesislerinin olmayışı, katı atık toplama ve işleme sistemlerinin yetersizliği sorun olmaya devam etmektedir. Münferit olarak gezmek isteyen ziyaretçilerin hava alanından veya otobüs terminalinden ilçe merkezlerine ulaşımı ve turistik yerler arasında seyahatleri ve otobüs seferleri konusunda yaşanan sıkıntılar giderilmelidir. Turizm alanlarında yeterli sağlık tesisleri ve hizmetlerinin olması gereklidir. Doktor ve diğer sağlık personeli, uygun şekilde donatılmış hastaneler ve sağlık ocakları, uzak alanlar için gezici tıbbi hizmet birimleri ve bu hizmetlerin; yerel halk, turizm personeli ve turistler dikkate alınarak değerlendirilmesi konusunda araştırma ihtiyacı bulunmaktadır. Makul bir düzeyde güvenlik turizm için bir ön koşuldur. Turistler; yerel güvenlik ya da suç sorunları, ne zaman ve nerede korunmak gerektiği konularında bilgilendirilmelidir. Güvenlik hizmetlerinin kapsamı; etkinliği, güvenilirliği, otellerde uygulanan güvenlik ölçütleri, oteller için yangından 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 85 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN korunma hizmetleri, terör kontrolü gibi ölçütlere göre değerlendirilmelidir. Turistlerin ne düzeyde ya da ne ölçüde bilgilendirildiği belirlenmelidir. Güvenlik altyapısı konusunda kamu ve özel sektörün faaliyetlerinin yeterliliği konusunda ayrıntılı araştırma ihtiyacı bulunmaktadır. Bölge Düzeyinde Turizm Gelişiminde Eşgüdüm Sağlayacak Örgüt Eksikliği Turizm ile ilgili kamu ve özel sektör temsilcilerinden oluşan, bünyesinde konu ile ilgili uzmanların bulunduğu, bölgedeki turizm gelişimini planlayan, uygulayan ve denetleyen kamu ve özel sektörü yönlendirecek bir örgütün eksikliği hissedilmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, valilik, belediyeler, kaymakamlıklar, sivil toplum kuruluşları, turizm altyapı hizmet birlikleri, meslek örgütleri (KAPTİD) ve bazı turizm derneklerinin münferit ve birbirinden kopuk çabaları turizm gelişimini yönlendirmede yetersiz kalmaktadır. Çok fazla sayıda kamu kuruluşunun yetki ve görev alanına giren konular turizm gelişimini ilgilendirmektedir. Bu kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Kapadokya Turizm Altyapı Hizmet Birliği’nin kurulması önemli bir gelişmedir ve turizm gelişiminin tek elden yürütülmesi için bir platform olma potansiyeline sahiptir. Ancak altyapı hizmet birliğinde konaklama endüstrisi dışındaki sektörlerin daha fazla temsil edilmesi gerekmektedir. Kapadokyada turizm gelişimini hem arz hem de talep yönüyle analiz edebilmek için bölgede bir turizm bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Turizm işletmelerinin profili, ziyaretçi profili, ziyaretçi memnuniyeti ve şikayetleri, ziyaretçi beklentileri, işgücü profile ile ilgili bilgilerin toplandığı, depolandığı ve analiz edilerek sonuçlarının yorumlandığı, periyodik olarak güncellendiği bir turizm bilgi sistemi kurulması yerinde olacaktır. İstatistiklerinin güvenirliliğini artırmak amacına yönelik olarak bir dizi önlem almak gerekmektedir. Turizm politikalarının oluşturulmasında ve yerine getirilmesinde istatistikler en önemli faktörlerden biridir. İstatistiklerde gerekli asgari standartlara ulaşılması gerekmektedir. İstatistiksel güvenirliliğine ulaşılması için bazı temel prensiplerin bulunması gerekiyor. Bunlar arasında profesyonel özgürlük, kaynakların doğruluğu, objektiflik, 86 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler tarafsızlık gibi faktörler bulunuyor. Turizm işletmelerinin standartlarının korunması konusunda gerekli çabayı göstermesi gerekmektedir. Nevşehir Üniversitesi bünyesinde turizm bilgi sistemi işlevini de yerine getirebilecek bir Kapadokya Turizm Araştırmaları Merkezi kurulabilir. Tanıtımda Koordinasyon Eksikliği ve Tanıtım Yetersizliği Turistlerin bilgilendirilmesi ile ilgili faaliyetler genellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı ya da turizm ile ilgili sivil turizm örgütleri tarafından sağlanmakla birlikte, mevcut basılı materyalin uygunluğu ve türü, bölgeye yapılan seyahat ve seyahatin maliyeti hakkında rehber kitaplar ve bilgilerin varlığının yanı sıra; otellerin, tur operatörlerinin ve seyahat acentalarının sundukları turisti bilgilendirme hizmetleri de araştırılmalıdır. Bu araştırmada yer uygunluğu, ulaşım uygunluğu, yeterlilik, bilgi, nezaket, personelin yabancı dil yeterliliği gibi faktörler ölçüt alınmalıdır. Bölgeye olan turizm talebi ülkelere göre belirlendiğinde, turistleri bilgilendirme hizmetleri, hedef pazar durumundaki ülkelerin dillerinin turizm enformasyon bürolarındaki görevliler tarafından ne ölçüde bilindiği ve bu dillerde hazırlanmış olan broşürlerin varlığı gibi faktörler de değerlendirme konusu olur. Diğer taraftan, eğer çevreye karşı duyarlı ve sorumlu bir turizm gelişimi isteniyorsa, tur operatörleri ve seyahat acentalarının seyahat öncesinde bölgenin doğal, sosyal ve kültürel özellikleri konusunda ziyaretçilere yeterli düzeyde bilgi verip vermedikleri değerlendirme faktörlerinden biri durumuna gelebilir. Bu tür düzenlemeler planlama sürecinin aşamaları arasında bulunması gereken etkin bir geri bildirim mekanizması ile sağlanır. Tanıtım faaliyetleri KAPTİD’in yurtdışı ve yurtiçi fuarlara katılması, valilik ve belediyelerin şenlikleri ve etkinlikleri ile sınırlı kalmakta ve bunların dışında yetersiz gözükmektedir. İç ve dış pazara dönük kamu ve özel sektörün bölgesel olarak ortak reklam kampanyaları yoktur. Ulusal ve uluslarası medyada (tv, gazete, sinema vb. ) kamu ve özel sektörün birlikte finanse ettiği reklam kampanyalarının başlatılması, Kapadokya tanıtım CD’lerinin, Kapadokya’nın resimlerinin basılı olduğu tişörtlerin ve diğer hediyelik eşyaların dağıtımının yapılması, yabancı televizyonlarda tatil programlarının desteklenmesi, Anadolu Turizm Günleri adı altında „Road Show’lara devam edilmesi, ortak bir Kapadokya WEB sayfasının oluşturulması yararlı olabilir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 87 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN Hediyelik ve Hatıra Eşya Satışlarından Alınan Yüksek Komisyonlar Seyahat acentaları ve tur operatörleri düzenledikleri turlar esnasında çeşitli hediyelik eşya satıcılarını tur proğramlarına dahil etmekte ve çeşitli hediyelik eşya ve hizmetlerden (halı, kilim, deri eşya, çanak çömlek, oniks taşı, Türk geceleri v.b) % 50-60’lara varan komisyonlar almaktadırlar. Bu hem fiyatları suni olarak yükseltmekte hem de turistlerin fiyatların dışarıda daha düşük olduğunu öğrenmesiyle turistin tatminsizliğine ve güvensizliğine sebep olmaktadır. Tatmin olmamış ve güven duymayan turistlerin kendi ülkesine döndüğünde, arkadaş ve akrabalarına olumsuz duyurumda bulunacağı açıktır. Seyahat acentalarının alabileceği komisyonlara meslek örgütlerinin bir sınır getirmesi gerekli görülmektedir. Aksi takdirde fazla fiyat ödediklerini anlayan ziyaretçiler bu durumu etrafına yayacaktır ve Türkiye ve Türklerin güven, itibar ve imaj sorununu daha da kötüleştirecektir. Ortalama Kalış Süresinin Düşüklüğü ve Ürün Çeşitlendirmesinde Yaşanan Sorunlar Nevşehir’e gelen turist profili sahil bölgelerine gelen turist profilinden farklıdır. Bölgeye gelen turistler tek bir mekanda günlerce kalmamakta, bölgede zamanlarını doğal ve kültürel çekicilikleri dolaşarak geçirmekte ve iki gün içinde bölgeyi terk etmektedir. Bölgenin çekicilikleri kısa süre konaklama sağlayan türden çekiciliklerdir. Bölgede sadece jeolojik ve tarihsel açıdan öneme sahip çekicilikler tur ile gezildiği için bölgede ortalama kalış ve konaklama süreleri kısadır ve iki günü geçmemektedir. Bu nedenle bölgeye gelen turistlere yeni hizmet alternatifleri yaratmak ve turistlerin daha uzun süre bölgede kalmalarını sağlayacak çözümler bulmak gerekmektedir. Kapadokya’da ziyaretçi sayısını arttırmak yerine kalış süresinin uzatılması daha önemlidir. Çünkü bölgedeki çekiciliklerin bir taşıma kapasitesi vardır ve bu kapasite aşıldığında ziyaretçi deneyimi olumsuz etkilenmekte ve memnuniyetsizlik ortaya çıkmaktadır. Bölgede ortalama kalış süresinin arttırılması için ürün çeşitlendirmesine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda Kozaklı kaplıcaları ve Erciyes kayak merkezi ile Kapadokya gezilerinin birlikte paket olarak pazarlanması yararlı olabilir. Buna ilaveten bölgede kongre turizminin geliştirilmesi ve iç turizm açısından Hacı Bektaş Veli değerinin ön plana çıkarılması gerekmektedir. Yine ziyaretçilerin fiilen katıldığı etkinliklerin (manastır hayatını canlandıran deneyimler, dağ bisikleti, yürüyüş turları, gastronomi ve şarap festivali vb.) arttırılması gerekmektedir. 88 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler Arz-Talep Dengesizliğinin Yarattığı Sorunlar Turizm talebinin mevsimsel yapısından ve ekonomik, siyasi, çevresel ve sosyal istikrarsızlıktan fazlasıyla etkilenen talep dalgalanmaları yaşanmaktadır. Tanıtımdaki yetersizlikler ve ürün çeşitlendirmesindeki eksiklikler mevcut arz- talep dengesizliğini arttırmaktadır. Belirli bir seviyeye gelmiş turizm arzını kısa vadede azaltmak ve arttırmak mümkün değildir. Buna karşın talebin azalması veya artması kısa sürede mümkün olabilmektedir. Genel olarak talep düşüklüğü konaklama işletmecileri arasında bir fiyat rekabetine sebep olmaktadır. Kendi açılarından durumu iyi değerlendiren yerli ve yabacı seyahat acentaları ve tur operatörleri konaklama işletmelerini fiyatları aşağı çekmeye zorlamaktadırlar. Netice itibariyle, hem bölgenin turizm gelirleri azalmakta hem de düşük fiyattan dolayı işletmeler maliyetlerini kısmak için hizmet kalitesinden fedakarlık etmektedirler. Konunun bir arz-talep analizinden sonra ele alınması, tanıtıma ağırlık verilmesi, ürün çeşitlendirilmesine gidilmesi ve işletmelerin dağıtım kanalında bütünleşmeye gitmeleri yararlı olabilir. Yeni çekicilikler ve tesislerin planlanması ve mevcut pazarındaki değişimleri izlemek için bölgeye yönelik talep bakımından şu konularda ayrıntılı araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır: Seyahatin amacı, ulaştırma aracı, harcama miktarları, sosyoekonomik ve psikolojik özellikleri, değişik ürünlere ve tanıtım programlarına tepkileri, zamanları ve paralarını harcama şekilleri, tutumları, düşünceleri, fikirleri, bilgi ihtiyaçları, turistik tesisler ve olanakları değerlendirmeleri, turistik bir yer olarak bölgeyi ve çekiciliklerini nasıl algıladıkları, seyahate çıkma kararını nasıl aldıkları, seyahatleri sürecinde karşılaştıkları engeller. Konaklama ve yiyecek içecek hizmetlerinin belirli standartlar ile niteliğinin belirlenmesi, yiyecek içecek tesislerinin standartlara uygunluğunun araştırılması, bir otele bağımlı ya da bağımsız olsun turistler tarafından kullanılan restoranlar, barlar ve diğer yeme-içme işletmelerinin envanteri çıkarılıp değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede, sunulan mutfak tipi ve çeşidi, yiyecek ve içecek servisinin kalitesi, yiyecek ve içeceklerin fiyat düzeyi, sağlanan temizlik ve hijyen düzeyi, fiziksel çekicilik ve konfor düzeyi, konaklama tesisleri ve tur güzergahlarına göre yeme-içme tesislerin yerleşimi gibi faktörler dikkate alınabilir Seyahat acentacılığı faaliyetleri yerel tur programları, biletçilik, otel rezervasyonları, otomobil, bisiklet ve motosiklet kiralama faaliyetleri, rehberlik 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 89 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN hizmetleri, transfer hizmetleri, yabancı dil yeterliliği gibi faktörlere göre araştırılıp değerlendirilebilir ve ihtiyaçları belirlenebilir. Sunulan yerel turlar, programları ve fiyatlarına göre değerlendirilmeli, tur araçlarının güvenilirliği ve kalitesi incelenmelidir. Seyahat acentalığı için belge alma ve belirli standartlara uymaları gibi mevcut yasal düzenlemeler incelenmelidir. Bölgede düzenlenen ya da düzenlenebilecek olan özel ilgi turları olanakları da değerlendirilebilir. Turizmde Aracı İşletmelere Bağımlılık Kapadokya’yı %90-95 oranında seyahat acentaları ve tur operatörlerinden paket tur satın alarak ve grup olarak seyahat eden turistler ziyaret etmektedir. Kapadokya’daki turizm işletmelerinin çoğu yatay ve dikey olarak ulusal veya uluslararası işletmelerle entegrasyona gitmemiş küçük ve orta büyüklükte işletmelerdir. Bu işletmelerin uluslararası düzeyde finans, insan kaynakları ve pazarlama açısından kaynakları yetersizdir. Özellikle önemli turist pazarlarından turistleri istedikleri ülke, bölge ya da işletmeye yönlendirme gücü olan seyahat acentaları, tur operatörleri ve havayolları ile entegrasyona ve işbirliğine gidilmemesi; işletmelerin pazarlama çabalarının etkisiz kalmasına yol açmakta ve işletmelerin performansını olumsuz etkilemektedir. Özellikle konaklama işletmeleri, aracı işletmeler olan seyahat acentaları ve tur operatörlerine turist getirme konusunda bağımlı hale gelmekte ve onların fiyat düşürme talepleriyle karşılaşmaktadır. Mevcut işletmelerin, özellikle otellerin, hem yatay hem de dikey olarak bütünleşmeleri performanslarını arttırıcı bir faktör olacaktır. Eğitimli ve Nitelikli İnsan Kaynaklarının Turizm Sektöründe Tutulamaması Turizm sektöründeki çalışma şartları eğitimli ve nitelikli personeli sektörde tutacak içerikte değildir. Bu durumun sebepleri arasında turizm sektöründe işlerin stresli olması, uzun çalışma saatleri, işten dolayı aile hayatının olumsuz etkilenmesi, işlerin yıpratıcı (yorucu) ve geçici (mevsimsel ve istikrarsız) olması, düşük ücretler ve yetersiz sosyal haklar, mesleğin sosyal statüsünün düşüklüğü, terfi fırsatlarının yetersiz ve adil olmaması, yöneticilerin düşük niteliği ve personele karşı olumsuz tutum ve davranışları, çalışma arkadaşlarının düşük niteliği ve olumsuz tutum ve davranışları, fiziksel çalışma şartlarının (özellikle personel yemekhane, yatakhane, banyo ve tuvaletlerin şartlarının) iyi düzeyde olmamasıdır. Netice olarak bütün bu unsurların turizm endüstrisinde çalışmaya karşı olumsuz bir değerlen- 90 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler dirmeye ve tutum gelişimine sebep olduğu ileri sürülebilir. Turizm sektöründe bu olumsuz koşulların iyileştirilmesi şarttır. Büyük şehirlerde ve kıyı kesimlerde gençlerin beklentilerini karşılayacak imkanların ve yaşam tarzlarının olması da birçok eğitimli insanın Kapadokya da kalmasını engellemektedir. Yöneticiler eğitimli ve nitelikli gençleri işletmelerinde tutabilmek için yeni politikalar ve stratejiler geliştirmek zorundadır. Buna ilaveten turizm sektöründe sahip-yöneticilerin olması veya işletme sahiplerinin yöneticilere ve yönetime müdahale etmesi turizm işletmelerinin profesyonelce yönetilmesini ve kurumsallaşmasını engellemektedir. Nevşehir’de turizm sektöründe iş kategorilerini, istihdam sayısını ve özelliklerini, istihdam edilen işgücünün niteliğini, sektördeki personel devir hızını, personelin işlerine karşı tutumlarını ortaya koyan bir araştırma mevcut değildir. Turizm sektörünün kamu ve özel kesim yetkilileri her fırsatta nitelikli işgücü ihtiyacını dile getirmektedirler ancak aşağıda belirtilen önem ve kapsamda araştırmaların sağlayacağı somut verilere ihtiyaç bulunmaktadır. Turizmde çalışan mevcut işgücünün araştırılması için bir çalışma başlatılması işgücü planlamasının birinci adımını oluşturmaktadır. Turizmdeki mevcut istihdamın araştırılması turizm ile ilgili kamu ve özel kesimi kapsamalıdır. Turizm sektörünü hangi işlerin oluşturduğu, bu tür bir araştırmada ilk başta karar verilmesi gereken bir konudur ve aşağıdaki faktörleri kapsamalıdır: • Çalışma alanlarının sınıflandırması, • İş yerlerinin yarattığı toplam istihdam, • Bu alanlardaki istihdamın özellikleri (yaş ve cinsiyet profili, eğitim düzeyi ve benzerleri), • Çalışanların eğitimlerinin yeterliliği, • Mevcut işlerdeki insanların nitelikleri, • İşyerlerindeki personel devir hızı, • Çalışanların kendi işlerine karşı tutumları, • İstihdamın mevsimsellik özellikleri, • Alt sektörlere ve iş türlerine göre istihdam oranları, • Mevcut eğitim-öğrenim kurumlarının durumu ve sağladıkları turizm eğitimi programları. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 91 Salih KUŞLUVAN - İbrahim İLHAN Halkın Turizm Gelişimine Katılamaması ve Turizmin Ekonomik Faydalarından Yeterince Yararlanamaması Turizmin gelişiminde yerel halk katılımının sağlanması ve turizmin ekonomik getirilerinden yerel halkın yararlandırılması turizm endüstrisinin sürdürülebilirliği açısından önemlidir. Kapadokya’da her iki açıdan da eksiklikler bulunmaktadır. Bu kapsamda sürdürülebilir turizmin oluşma koşullarının iyi irdelenip kamu politikalarının, planlarının ve uygulamalarının gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na yerel girişimcilerin yerel turizm yatırımlarını ayrıcalıklı olarak destekleyici ve teşvik edici hükümler eklenmelidir. Bölgeye gelen ziyaretçilerin büyük çoğunluğu (%90-95) paket tur satın alarak gelmekte ve oteller, çekicilikler ve alışveriş merkezleri arasında otobüsle dolaştırılmaktadır. Ziyaretçilerin ilçede dolaşmasına ve yerel halkla etkileşimde bulunması ve alışveriş yapmasına neredeyse engel olunmaktadır. Bu durum turizmin ekonomik getirilerinin daha geniş kesimlere yayılmasını engellemektedir. Hem münferit olarak bölgeye gelen yerli ve yabancı ziyaretçi oranının ve sayısının arttırılması hem de turizmin ekonomik getirilerinin yerel halka yayılması için tedbirler alınmalıdır. Yöredeki sermayenin turizm sektörüne yönlendirilmesi, yöre halkının ekonomik refahı için en azından küçük boyutta işletmeler ve pansiyonculuğun yöre halkı tarafından gerçekleştirilmesinin teşviki, yöre halkının iş gücü olarak turizm sektöründe daha fazla katılımını sağlamak için eğitim programları oluşturulması, turizm sektörü ile birlikte yürüyen el sanatları gibi yan iş alanlarında gelişmenin sağlanması, şarapçılığın geliştirilmesi, kaliteli üzüm türlerinin üretilerek şaraba olan katkısının artırılması için bağcılığa önem verilmesinin sağlanması, Kapadokya’ya özgü kaya oyma eğlence merkezlerinin kalitesinin arttırılması ve animasyonlara ağırlık verilmesi gerekmektedir. Yerel Halkın Ziyaretçilere Karşı Olumsuz Tutum ve Davranışları Genel olarak misafirperver olan Nevşehir halkı, ziyaretçilere karşı nazik davranmakta ve yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ancak geçmişten günümüze azalmalar olsa da bazı işletme çalışanlarının tur, hediyelik ve hatıra eşya vb. satabilmek için ziyaretçileri rahatsız edici boyutlara varan davranışları olabilmektedir. Ayrıca ziyaretçilerin sınırlı bilgisinden faydalanarak mal ve hizmetleri olduğundan yüksek fiyatlara satma da zaman zaman görülen olumsuz davranışlar arasındadır. İlgili kamu kurumlarının belirtilen 92 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Turizm Gelişiminin Temel Sorunları ve Bazı Öneriler konularla ilgili olarak denetimlerini arttırması yararlı olacaktır. Turizm bilinci ve olumlu tutum geliştirilebilmesi için turizmin sağladığı sosyokültürel, çevresel ve ekonomik faydalar toplumun her kesimine anlatılmalıdır. Sonuç Nevşeehir’de turizm gelişiminin sorunları onbir temel başlık altında toplanmış ve sorunların çözümüne ilişkin öneriler yine aynı anabaşlıklar altında verilmiştir. Aslında, bu genel sorunlar turizm endüstrisinde daha birçok özel sorunların yaşanmasına da sebebiyet vermektedir. Maalesef çabuk ve basit çözümleri olmayan bu sorunlara; uzun vadeli, gerçekçi ve araştırmalara dayanan çözümler bulunması gerekmektedir. Nevşehir’de turizm gelişiminin sürdürülebilirliğini sağlamak için turizmin mevcut ve gelecekteki ekonomik, sosyo-kültürel, çevresel etkilerini dikkate alan ve ziyaretçilerin, turizm endüstrisinin, ev-sahibi toplumun ihtiyaçlarına cevap veren bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Bölgemizin ve ülkemizin kalkınması için kısıtlı kaynaklarımızın en etkin ve verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bunun en önemli aracı ise kalkınmanın planlanmasıdır. Doğru planlama yapılması ve başarıyla uygulanması şansı; bu işin uzmanlarının katkısının yanı sıra esasen; planlara sahip çıkacak ve planları uygulayacak olan insanların planlama çalışmalarında her düzeyde yer almalarına ve böylece kendi kaderlerini belirleme sorumluluk ve haklarına sahip çıkmalarına bağlıdır. Nevşehir’in kalkınmasına doğrudan katkı sağlayacak ve bundan fayda sağlayacak veya kalkınmamasından zarar görecek olan bu bölgenin ve ülkenin politikacısı, yerel yöneticisi, yatırımcısı, işletmecisi, bir meslek sahibi veya nihayet bir vatandaşı olarak her kesimden insanın planlama çabalarına katılımı gerekir. Kaynaklar Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2011). Nevşehir Turizm İstatistikleri. Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Malhotra, N. K. (2010). Marketing research: An applied orientation. New Jersey: Pearson Education. Robson, C. (1993). Real world research. Oxford: Blackwell Publishing. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 93 19. YÜZYILDA NEVŞEHİR’DEKİ ÇEŞME VE SU YOLLARININ BAKIM, TAMİR VE ONARIMLARI MAINTENANCE, REPAIR AND REPARATION OF FOUNTAINS AND WATERWAYS IN NEVŞEHIR AT 19TH CENTURY Samettin BAŞOL* - Mevlüt ÇAM** ÖZET Osmanlı şehirlerinde yolların yapımı, içme suyu, aydınlanma vb. kamu hizmetleri vakıflar tarafından gerçekleştirilirdi. Şehir halkının su ihtiyacını karşılamak üzere, çevredeki su kaynaklarından su yolları döşenerek şehre su ulaştırılır, şehrin birçok yerine çeşmeler, sebiller inşa edilirdi. Bu sular, kamu yapıları sayılan cami, mescitlerin şadırvan ve çeşmeleri ile hamamlara da dağıtılırdı. Şehirlerdeki su yapıları ve su yolları hayırsever/zengin kişilerin oluşturduğu vakıflar tarafından kurulurdu. Böylece şehrin su şebekesi inşa edilir, halkın su ihtiyacı karşılanırdı. Oluşturulan su yolları, çeşme ve sebillerin bakım, tamir ve onarımları da yine vakıflar tarafından yerine getirilirdi. Bazı kişiler, özel olarak su yolları ile su yapılarının tamir ve bakımı için vakıf kurarlardı veya vakfiyelerinde bu yönde şartlar bildirirlerdi. İşte bu çalışmada 19. yüzyılda Nevşehir’deki çeşme ve su yollarının bakım, tamir ve onarımları ele alınacaktır. Çalışmanın esas kaynağını Nevşehir Şer‘iye Sicilleri’ndeki belgelerle Hurufat Defterleri’ndeki ilgili kayıtlar oluşturacaktır. Konu, ulaşılabilen diğer arşiv belgeleri ile de desteklenecektir. Vakfiye ve şer‘iye sicillerinde yer alan çeşme, su yapıları veya su yolları ile ilgili vakıflar, bilgiler açıklanacak, bunların tamir, bakım ve onarımlarına yönelik belgeler ele alınacak ve değerlendirilecektir. Bu sayede 19. yüzyılda Nevşehir’de varlığını sürdüren çeşmeler, sebiller ve su şebekesi ortaya çıkarılabileceği gibi bunların tamir, bakım ve onarım süreçleri, ne tür tamir ve onarım * Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. e-posta: sametbasol@gmail.com ** Arşiv Uzmanı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi. e-posta:m.cam24@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 95 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM gördükleri, bu tamir ve bakımlara ne kadar harcama yapıldığı ve hangi tarihlerde onarım gördüklerine dair bir dizi bilgiye ulaşılması hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Su Vakıfları, Su Yolları, Çeşme, Bakım ve Onarım ABSTRACT At Ottoman cities, public services such as road construction, drinking water, enlightenment and etc. were undertaken by foundations. In order to meet the water need of citizens, water was supplied from surrounding water resources by means of waterways and plenty of fountains and public fountains were built in the city. The water supplied was distributed to mosques, water-tanks with fountains and fountains of small mosques, as well as Turkish baths, regarded as public buildings. Water constructions and waterways at cities were built by foundations established by benefactors/rich people. Therefore, the water supply network of the city was constructed and the water need was met. The maintenance, repair and reparation of these waterways, foundations and public fountains were undertaken again by such foundations. Some citizens established foundations particularly for the repair and maintenance of waterways and water constructions or pronounced conditions thereof at their foundation charters. In this study, we will deal with the maintenance, repair and reparation of fountains and waterways in Nevşehir at 19th century. The main resource of the study will comprise the relevant documents from Nevşehir Religious Records. The subject matter will be supported by other available archive documents. We will announce the foundations regarding fountains, water constructions or waterways, shown at Religious Records and also deal with and review the “exploration and repair documents” in term of the repair, maintenance and reparations, thereby we could highlight the available fountains, public fountains and water supply network in Nevşehir. Furthermore, we aim to reach a range of information on the repair, maintenance and reparation processes, types of materials used for repair and reparation, expenses of repair and maintenance, as well as dates of reparations. Key Words: Nevşehir, Water Foundations, Waterways, Fountains, Maintenance and Reparation 96 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları Giriş Selçuklu-Osmanlı dönemi Türk şehirlerinin kurulması, gelişmesi ve kurumlaşmasında vakıf müessesesinin önemli tesiri ve rolü olmuştur (Vakıf kurumunun tarihsel gelişimi ve geniş bilgi için bk. Yediyıldız: 1986, 153-172; vakıfların şehirleşmeye etkisi konusunda bk. Ülken: 1971, 13-38; Barkan: 1942, 279-387). Aynı şekilde bu kurum, yerleşim birimlerinde çok çeşitli hizmetleri de üstlenmiş ve yürütmüştür. Şehir, kasaba veya köylerde, din, eğitim, sağlık hizmetleri ile beledi, sosyal ve kültürel işleri vakıflar yerine getirmiş (Vakıfların yürüttüğü hizmetler için bk. Yediyıldız, 1986, 168172; aynı mlf.: 2003, 207-266; Yüksel: 1998, 153-175; Bizbirlik: 1999, 56-63; Demirel: 2000, 146-156), aynı kurum iktisadi sahada da önemli rol oynamıştır (Yediyıldız: 1984, 5-41; Çizakça: 2006, 21-31). 18. yüzyıl başlarına kadar küçük bir köy veya kasaba görünümünde olan Muşkara, Damat İbrahim Paşanın burada yürüttüğü, adım adım uyguladığı planlı ve geniş kapsamlı imar, iskan, vergi kolaylığı ve güvenliği sağlama faaliyetleri sonucunda klasik Osmanlı şehrine dönüşerek Nevşehir adını almıştır. Paşa doğum yeri olan bu yerleşim biriminde –fiziki, ilmi, sosyal ve kültürel yönlerden geliştirme çabaları doğrultusunda- büyük ölçekli imar ve inşa faaliyetleri başlatmış, şehrin ve halkın ihtiyacına yönelik çok çeşitli yapılar kurdurmuş, bunları da vakıf olarak halkın hizmetine sunmuştur. Damat İbrahim Paşa Muşkara’yı büyütmek ve güzelleştirmek gayesiyle orada her biri vakıf eseri olan camiler, mektepler, medreseler, kütüphaneler, imarethaneler, çeşmeler, hanlar hamamlar gibi binalar inşa ettirmiştir (Yediyıldız: 2003, 242). Bu yönüyle Nevşehir, Osmanlı şehirlerinin kurulup gelişmesinde, vakıf müessesesinin tesirini gösteren en güzel örneklerden biri olmuştur. Osmanlı şehirlerinde belediye teşkilatı 1856 tarihinde kurulmuştu. Bu tarihten önce Osmanlı ülkesinde günümüzde belediye teşkilatının şehirlerde yerine getirdiği hizmetlerden büyük bir bölümünü vakıf müessesesi üstlenmişti (Yediyıldız: 2003, 242). Özellikle şehirlerin su ihtiyacının karşılanması ve yerleşim merkezlerinde suyun dağıtımına yönelik su yollarının, şebekelerin ve çeşmelerin yapılması vakıf sistemi sayesinde yürütülmüştü. Yediyıldız vakıfların su ile olan ilişkisini şöyle açıklamıştır (2003, 243): “Her şeyden önce, şehirlerin hatta birçok köyün su ihtiyacının giderilmesi umumiyetle vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir. Gerçekten XVIII. asırda kurulmuş vakıfların vakfiyelerinde, suyu kaynağından yerleşme merkezle- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 97 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM rine kadar götürmek için su kemerlerinin tesisinden söz edilmektedir. Bu amaçla, umumiyetle kurşun ve topraktan yapılmış borular kullanılıyordu. Yerleşme merkezlerine akıtılan suyun herkesin hizmetine sunulabilmesi için vakıf kurucuları, şehirlerin veya köylerin muhtelif mahallelerine çeşmeler ve su kuyuları inşa ettirmişlerdi. Diğer taraftan, söz konusu vakıf kurucularının, hemşehrilerine sırf normal su temin etmekle yetinmeyerek, yaz mevsiminin sıcak günlerinde herkese bedava soğuk su dağıtılan sebiller vakfettiklerini vurgulamak icab eder. Bazı vakıf kurucuları, sebillerinin suyunu soğutmak için buz elde etmek gayesiyle buzluklar inşa ederken, diğerleri bu amaca ulaşmak için kar satın alınmasını şart koşuyorlardı. Bazı vakfiyelerde, vakfın bütün gelirinin sırf bazı medreselerdeki talebelerin soğuk su ihtiyacını gidermeye tahsis edilmiş olduğu gözlemlenmektedir. Bir vakıf kurucu da müslümanların abdest almadaki güçlüklerini düşünerek, kışın sıcak su hazırlamaya elverişli bir abdesthane inşa ettirmişti. Su ile ilgili bu kuruluşlar arasında hamamların da zikredilmesi gerekir.” Vakıf kurucular, yalnızca yerleşim birimlerine uzaktan su sağlamakla kalmamışlar, şehre ulaşan su yollarının, şehir içindeki/mahallelerdeki su şebekesinin, künklerin ve çeşme, sebil gibi su tesislerinin ihtiyaç halinde bakım ve onarımları için de vakfiyelerine şartlar koymuşlardı (Çiftçi: 2002, 57-74; Başol: 2008, 152-156; Karataş: 2008, 386-409). Osmanlı klasik döneminde vakıflara ait su yolları ve tesislerinin bakım ve onarımlarına “su yolcu” denilen görevliler bakardı. Yerleşim birimlerinin içme ve kullanma suyunu sağlamak için yapılan su iletim sistemlerine su-yolları denirdi. Bu tesisler, suyun toplanmasını, şehre taşınmasını ve şehir içinde dağıtılmasını sağlayan ünitelerden oluşurdu. Genel olarak su işleri ve hizmetleriyle uğraşanlara su yolcu adı verilirken bu esnafın oluşturduğu meslek dalına da su yolculuk denilmişti. Su işlerinden söz edildiğinde suyun kaynağından bulunup şehirde düzenli bir şekilde akıtılmasına kadar yapılan tüm çalışmalar bu işe dahil olurdu. Bu doğrultuda su-yolcunun görevini daha belirgin bir biçimde tanımlamak gerekirse; su-yolcu, su yollarının yapım, bakım ve onarım işlerinde çalışır, su yollarını korur, suların yerleşim bölgelerine düzenli bir şekilde akışını ve dağıtılmasını sağlardı (Kılıç: 2004, 178; Martal: 1987, 21). Osmanlı’nın su yollarını sevk ve idarede izledikleri yöntem, şehir ve kasabalarda halkın su ihtiyacını karşılamak için aldıkları önlemlerdir. Kilometrelerce uzaktaki suyun doğal kaynak ve barajlardan künkler ve su kemerleri 98 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları yardımıyla havuzlara ve oradan sırasıyla maslak, maksem ve su terazilerine ulaştırılması ve akabinde şehir ve kasabalardaki sayısız cami, medrese, han, hamam, sebil, çeşme ve evlere tevzii şüphesiz oturmuş ve düzenli bir yönetim sistemi ile ancak gerçekleşebilirdi. Bu sistem çerçevesinde yeni su yollarının inşası veya eskilerininin tamiri için Su Nezareti’nce ve daha sonra on dokuzuncu yüzyılda oluşturulmuş Şehremaneti’nce bir keşif yapılır, gerekli insan gücü, para ve malzeme temin edilirdi (İlhan: 2008, 41). Osmanlı İmparatorluğu’nda XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra, su yollarına yapılan büyük yatırımlar, özellikle Kırkçeşme tesislerinin yapımıyla su işlerinde görülen artış, bu alanda bir kurumsallaşmaya yol açtı. Su yolu nazırlığı kurulmadan önce, su yolcuların bağlı olduğu küçük çapta bir su yolcubaşı veya su yolcu ağalığı bulunuyordu. Bunlar mimarbaşı veya şehremininin kontrolü altındaydılar. Ancak şehirlerdeki imar hareketlerinde görülen artış ve su faaliyetlerindeki büyüme su yolcu esnafının sevk ve idaresinin yetersizliğini ortaya koydu. İşte bu sebeple Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde bir su yolu nazırlığı kuruldu. Martal, incelediği bir belgeye dayanarak ilgili nazırlığın kuruluşunu 1566 yılına tarihlendirmiştir (1987, 45). Suyun kaynağından getirilip çeşmelerden akıtılmasına kadar yapılan bütün işlemlerden su yolu nazırı sorumluydu. Oldukça önemli görev ve sorumlulukları bulunan su yolu nazırlarının emri altında çok sayıda su yolcu çalışırdı (Martal: 1987, 49). Osmanlılarda su yollarının ve tesislerinin inşası, bakımı, onarımı ve suyun tevzii için kurulan Su Nezareti’nin yetki ve görevleri on dokuzuncu yüzyıl ortalarında Şehremaneti’ne devredilmişti (İlhan: 2008, 43). On dokuzuncu yüzyıl arşiv dokümanlarının verdiği bilgilere göre ise başında Şehremini’nin bulunduğu Şehremaneti dairesi, Enderun Hazinesi’nden alınan paralar ile yaptırılan çeşmelerin düzenli akmalarını ve gerektiğinde tamir edilmelerini sağladığı gibi evlerdeki çeşmelere devamlı su verilmesini temin eder, su yolları ile maslakların tamir işlerine bakardı. Su yolları ve çeşmelerin yapımı, tamiri, temizliği ve masraflarının ne şekilde tesviye olunacağına dair Evkaf-ı Hümayun Nezareti’nin iş‘arı (yazısı) ve Şura-yı Devlet Maliye Dairesi’nin mazbatası (kararnamesi) Şehremaneti’ne iletildikten sonra harekete geçilir ve gerekli işlemler yapılırdı. Şehremini’nin emrinde çalışan su yolcubaşı ve su yolcuları bu işlere bakarlar ve işlerin düzenli yürümesi için İstanbul’da muhtelif semtlerde koğuşlarda yatar ve nöbet beklerlerdi (İlhan: 2008, 44). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 99 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM Nevşehir’deki su tesislerinin tamirleriyle ilgili belge ve bilgilere geçmeden önce, burada kurulduğu tespit edilen su yolları ile çeşme ve diğer su yapılarının açıklanması uygun görülmüştür. 1. Nevşehir’deki Su Yolları, Çeşmeler ve Diğer Su Tesisleri İlkçağlardan günümüze yerleşim merkezlerinin en önemli sorunlarından biri şüphesiz su temini meselesiydi. Emrullah Güney, 1950’li yıllarda kendi gördüklerine dayanarak Muşkara Kalesi’nin alt yanında, yer yer yıkıntılaşmış evlerin arasında sellerin yarmasıyla görünen kayalara oyulmuş tünellerin bulunduğunu, bir insanın girebileceği büyüklükteki bu tünellerin su yolları olduğunu, kaya içine oyulmuş bu tünellerin/su yollarının kale ile Göre Çayı arasında uzandığını belirtmiştir. Ayrıca Ortaçağlarda Muşkara’nın su ihtiyacını, bu tüneller aracılığıyla Göre Çayı’ndan karşıladığını dile getirmiştir. Fakat Güney, Damat İbrahim Paşanın Muşkara’yı Nevşehir adıyla yeni baştan kurduğu dönemde bu kaya oyma su yollarının işlevini önceden yitirdiğini ve şehrin su sıkıntısı çektiğini bildirmiştir (Güney: 2010). Nevşehir’in su ihtiyacını karşılamak için İbrahim Paşa tarafından derhal kaya oyma ustaları çağrılır. O dönemde uygun bir su havzası olan Göre Çayı’ndan Nevşehir’e günümüzdeki Nevşehir-Niğde yolunun sağ yamacındaki kayaların içine su yollları oyulur (Güney: 2010) ve böylece yeni şehre su sağlanmış olur. Damat İbrahim Paşanın Nevşehir’den sonra Ürgüp’e de su yolları ve çeşmeler yaptırdığı bilinmektedir. İncelenen bir belgede Paşanın Ürgüp’e vakfedeceği ve akıtacağı suların hangi mahallerden çıktığı ve toplanıp şehre getirildiği açıkça yazılıdır. 17 Haziran 1720 tarihli belgede (VGMA: 27, 1) İbrahim Paşa, kasabaya, Ürgüp’e getirilecek suların orada vakıf olarak icrasını ve ihyasını temin için Seyyid el-Hac Derviş Mehmed Ağa adındaki kişiyi görevlendirmiş ve onu su işlerinin nazırlığına atamıştır. Belgeye göre Ürgüp’e ulaştırılacak sular şu mahallerden/kaynaklardan çıkıyordu: Kavak adlı köyde bir yerle, Büyükçayır denilen mevzinin dört bir yanından çıkan su, Saatbağı demekle bilinen mevziden inen su, Çokumağacı olarak bilinen mahalden doğan su, Damlapınarı denen mevziden inen su, Geçit olarak bilinen yerin güney tarafından inen su, Yalıkavak’tan inen su, Karaçayır’ın güney tarafından Batlaga’dan inen su, Kozpınarı demekle mağruf pınardan inen su, Afran demekle bilinen ve dört bir yanından inen su, Elekbostanı adıyla bilinen mevziden inen su, toplam olarak on bir 100 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları mahalden gelen ve tek bir mahalde toplanıp akan sular... Belgenin devamında, yukarıda belirtilen sular kendi arsalarından/tarlalarından geçen bir grup Kavak köyü ahalisi, bu sularla ilgili tüm haklarını veziriazama hibe ettiklerini bildirmişlerdir. Damat İbrahim Paşa ve eşi Fatma Sultan’ın 1721 (H. 1134) tarihli vakfiye özetini içeren bir belgede adı geçenlerin Nevşehir ve Ürgüp’teki hayrat ve yapıları arasında; Nevşehir su yolları, yirmi altı adet çeşme, bir cami-i kebir, bir cami-i atik, iki adet medrese, bir kütüphane, iki sıbyan mektebi, bir adet imarethane, bir kale ve Ürgüp su yolları sayılmıştır (VGMA: 18) Diğer bir belgede Damat İbrahim Paşanın ahfadından Hüseyin Hilmi adlı kişi, Paşanın Nevşehir, Ürgüp ve Ürgüp’e bağlı Nar köylerinde vakıf hayratını yazdırdıktan sonra vakıf evladı olduğunu dile getirmiş ve evvelce yönetimi ve her türlü işi Hazine-i Evkaf’a devredilmiş olan vakfın yönetiminin kendisine verilmesini talep etmiştir. Zikrolunan belgede, Damat İbrahim Paşanın adı geçen yerleşim yerlerinde toplam beş cami, üç medrese, beş mektep, iki kütüphane, bir imaret, bir hamam ile otuz adet çeşme yaptırdığı kayıtlıdır (14 Mayıs 1904) (BOA: EV.MKT. 2896, 15). Yukarıda açıklanan iki belge birbirini tamamlamakla birlikte, bu belgelerden Damat İbrahim Paşa ve eşinin Nevşehir ve Ürgüp’te su yolları yaptırdığı, getirdiği bu sularla hamam ve sayısı otuzu bulan çeşme inşa ettirdiği açıkça anlaşılmaktadır. Dergâh-ı Âlî gediklilerinden Yeğen İbrahim Ağa’nın amcası Yeğen el-Hâc Ahmed Ağa, Nevşehir kazasına bağlı İnegi/Enigi adlı köyde hayır amacıyla beş adet çeşme yaptırmıştır. Çeşmelerden su akıtabilmek için önce kendi malı ve parasıyla su kuyuları açtırmış, buralardan toplanan tatlı suları künkler döşeterek çeşmelere ulaştırmış ve bu sayede çeşmeleri ve halkı suya kavuşturmuştur (VGMA: 742, 208). İlgili dönemde Nevşehir kadısı olan Müftü Ahmed Hâzım Efendi, Nevşehir’de Damat İbrahim Paşa vakfına ait boş bir arsa üzerinde yeni bir cami, medrese, mektep ve çeşme bina eylemek üzere Paşa vakfı idaresinden izin istemiş, bu isteği vakıf tarafından olumlu karşılanarak arsanın zemin mukataası için yıllık altmış akçe ödemesi şartıyla kendisine izin verilmiştir (VGMA: 741, 144). Bu belgeden de Nevşehir’de yeni bir çeşme daha inşa ettirileceği anlaşılmaktadır. Aslen Nevşehir’li olan ama İstanbul’da Molla Gürani mahallesinde oturan ve önceden İzmir Kadılığı yapmış olan Seyyid Mehmed Efendi, Nevşehir’in 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 101 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM Uçhisar köyünde çeşmeler yaptırmış ve bu tesislerin tamir ve bakımları için de bir vakıf kurmuştur. Belgede çeşmelerin kaç adet yapıldığı açıkça belirtilmemiştir ancak bu çeşmelerin ve vakfın 1762 yılında işlediği anlaşılmaktadır (VGMA: HD. 1152, 3). İncelediğimiz bir başka belgede Padişahın Seccadecibaşı (ser-seccadeci-i Hazret-i Şehriyârî) görevinde bulunan Hasan Tahsin Efendi’nin Nevşehir’de, Zahire Pazarı adlı mahallede bir çeşmeye şiddetle ihtiyaç bulunduğundan kendi malından burada bir çeşme inşa ettirmek istediği, ancak bu çeşme için İbrahim Paşa çeşmeleri suyunun fazlasından bir masura suyun bu çeşmeye akıtılmasını istemiştir (BOA: EV. MKT. 1331, 45). Konuyla ilgili bir başka belgede bu durumun Paşanın çeşmelerine bir zarar getirip getirmeyeceği tahkik edilmiştir. 1886 tarihli belgede, Paşanın şehirde inşa ettirdiği çeşmelerden birinin Tahir Bey mahallesinde, diğerinin ise Kazıkçıoğlu mahallesinde bulunduğunu öğreniyoruz. Devamında iki çeşmenin de teknesi olduğu, bu çeşmelerin suyundan Hasan Tahsin Efendi’nin yaptıracağı çeşmeye bir masura suyun akıtılacağı ve bu durumun Paşa çeşmelerinin eski sularına bir zarar getirmeyeceği belirtilmiştir (BOA: EV. MKT. 1336, 56). Bu bilgiler ışığında kesin olarak tayin edememekle birlikte belge tarihinden bir müddet sonra Hasan Tahsin Efendi’nin de Nevşehir’de bir çeşme bina ettirmiş olduğu düşünülebilir. 1881 tarihli diğer bir belgede de Nevşehir civarında Hasekibaşı el-Hâc Ali Ağa vakfından olduğu bildirilen çeşmeler ile diğer hayrat ve akaratın keyfiyeti ve görevlileri Konya Evkâf Muhasebeciliği tarafından sorulmaktadır. Belgede, Hasekibaşı Ali Ağa’nın biri Nevşehir’e bağlı Uçhisar köyünde Ürgüp yolu ile Göre yolu arasında, ikincisi aynı köyde Tekeoğlu mahallesinde ve diğeri de bahsi geçen köyün yakınlarında Karakum denilen mahalde bağlar arasında olmak üzere toplam üç çeşmesi zikredilmiştir (BOA: EV. MH. 2116, 71). İlgili kayıttan o dönemde Nevşehir’e bağlı bir köy durumunda olan Uçhisar’da üç çeşmenin varlığı tespit edilmiştir. Vakıf davası ile ilgili olan başka bir belgede, Nevşehir kazasına tâbi Nar köyünde Damat İbrahim Paşanın Harem kethüdası Hacı Osman Ağa’nın yaptırdığı beş adet çeşmeden söz edilmektedir. Bu çeşmelerin gelirleri olan değirmen varidatı ve nakit para vakfı gelirlerine hakkı olmadığı halde yabancı birisinin el koyduğu mevzubahis edilmiştir (BOA: EV. MKT. 1879, 35). İstanbul’da, Saray’da çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1779 tarihinde sadrazam olan Silahdar Karavezir Mehmet Paşa (öl.1781) doğum yeri 102 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları olan Nevşehir’e bağlı Arapsun’da cami, imaret, mektep, kütüphane ve hamamdan oluşan bir külliye yaptırmış, beldeye su getirtmiş, köyde altı çeşme inşa ettirerek tüm bu tesislerine vakıflar tahsis etmiştir. Bundan başka, Arapsun’a etraftaki Sarılar Türkmen aşiretini iskân ettirerek Damat İbrahim Paşanın Muşkara’yı Nevşehir yaptığı gibi, o da köy olan Arapsun’u bir kasaba haline dönüştürerek Gülşehri ismini vermiş ve bu yeni adı vakfiyesine kaydettirmiştir (www.nevsehir.pol.tr, erişim tarihi: 10.11.2011). İnşaatı 1779 yılında tamamlanan külliyesinin vakfiyesi ise 28 Ocak 1780 (H. 21 Muharrem 1194) tarihlidir (www.tarihbilinci.com, erişim tarihi: 10.11.2011). Tahkik edilen 1896 tarihli bir arşiv belgesi de Silahdar Mehmet Paşanın Arapsun’da altı mahalde yaptırdığı çeşmelerden bahisle, yukarıda çeşmelerle ilgili nakledilen bilgileri teyit etmektedir (BOA: EV. MKT. 2252). Üsküdar’da Doğancılar semtinde oturan Fehime binti Muhyiddin adlı bir kadın, ceddi olan Hacı Mahmud Ağa’nın Nevşehir ve köyleri caddelerinde çeşmeler inşa ettirdiğini, bu çeşmeleri için de vakıf oluşturduğunu bildirmiştir. Ancak Hacı Mahmud Ağa’nın ölümünden sonra bu vakfın tasarrufunu ve gelirini yabancı bir kişinin ele geçirdiğini iddia ederek tevliyetin kendine verilmesini istemiştir (BOA: EV. MKT. CHT. 2859, 111). Fakat belgede vâkıfın çeşmelerinin nerede bulundu ve kaç adet olduğu belirtilmemiştir. Konunun devamıyla ilgili bir belgede ise Nevşehir’de Hacı Mahmud Ağa’nın çeşme vakfına dair hazinede ve kuyûd-ı hakânî’de bir kayıt bulunamadığı, işlemin yürütülebilmesi için adı geçen kişinin hayratından olduğu belirtilen çeşmelerin hâlâ mâmur olup olmadığı, vakfın şu an kimlerin elinde bulunduğu sorulmakta ve bu bilgilerin mahallinde öğrenilerek Konya Evkâf Muhasebeciliğine gönderilmesi istenmektedir (19 Aralık 1903/H. 6 Kanun-ı evvel 1319) (BOA: EV. MKT. 2858). Bu bölümde, belgelere yansıyan bilgiler doğrultusunda Nevşehir ile buraya bağlı kaza veya köylerinde tespit edilebilen su yolları ve çeşmeler kurucularıyla birlikte zikredilmiştir. Sonraki bölümde ise çeşme ve su yollarının bakım, onarımlarıyla ilgili bilgiler değerlendirilecektir. 2. Su Yolları, Çeşme ve Diğer Su Tesislerinin Bakım, Tamir ve Onarımları Nevşehir ve çevresinde, çoğu vakıf olarak kurulan su yolları, çeşme gibi su tesislerinin bakım ve onarımları (tamir ve termimleri) bağlı bulundukları 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 103 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM vakıflar tarafından yerine getirilmeye çalışılmıştır. Zira su hizmetleriyle ilgili tesis kuran birçok insan, vakfiyesinde su tesislerinin tamir ve bakımlarına da değinmiş, bununla ilgili şartlar koyarak bu iş için vakıf gelirlerinden pay ayırmışlardır. Yine vâkıflar, inşa ettirdikleri su yolları ve yapılarının bakımıyla ilgilenmek üzere, çeşitli görevliler de tayin etmişlerdir. Bazı kişiler de kendileri doğrudan suyla ilgili bir yapı inşa ettirmemiş bile olsalar, şehirde var olan kadim su yolları ve yapılarının bakımına yönelik vakıflar kurmuşlardır. Elde edilen belgelere su yolları ve çeşmelerin tamiriyle ilgili değişik olaylar yansımıştır. Bunlardan bir bölümü aşağıda açıklanacaktır. İncelenen belgelerden biri Nevşehir’de müslümanların ve gayrimüslimlerin ortak ihtiyaçlarının karşılanmasına ve yardımlaşmaya güzel bir örnek teşkil etmektedir. Belgede; “Medîne-i Nevşehir mahallâtından Zımmiyân mahallesi mütemekkinlerinden beyn’n-Nasârâ Küçük Keşiş dimekle ‘ârîf Yori veled-i Yori nâm zımmî, mahfel-i Ahmedîde bâ‘isü’lvesîka Niğdeli Argaldil veled-i Aci Kostandil mahzârında ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüb atyeb-i emvâlımdan kesb-i helalimden [bir bölümünü] gerek nasârâ ve gerek ehl-i İslam mahallesinde cereyân iden mâ-i leziz lağımları tathîrine, ta‘mîr ve termîmine [vakfettim]” denilmektedir. Yani Nevşehir’de Zımmiyan mahallesinde oturan ve gayrimüslim olan Yori oğlu Yori adlı kişi, şer’i mahkemeye gelerek, şehirde Hristiyan ve Müslüman mahallesi ayrımı yapmadan bütün mahallelerden geçen su şebekesinin/su künklerinin temizlenmesi, tamir ve onarımlarının yapılması için bir vakıf kurmuş, bu işler için kendi mülkü olan bahçe içindeki söğüt ve kavak cinsinden ağaçlarını (gelirlerini), ayrıca şehirde inşa ettirdiği bekâr odalarının kirasını ayırmıştır (NŞS: 1, 79). Zımmî Yori’nin 1718 (H. Gurre-i Cemaziyel-ahir 1130) tarihli vakfiyesine bakılırsa şehir içindeki su yolları/su şebekesi zaman zaman temizlenmektedir. Vakfiyeden başka bilgiler de çıkarmak mümkündür. Zira Yori’nin vakfını kurduğu dönemde Damat İbrahim Paşa henüz şehre yeni su getirmemiş ve kent içindeki çeşme ve su yollarını yaptırmamış olmalıdır. Bu yüzden Yori’nin, yerleşim merkezine düzenli su sağlanabilmesi amacıyla şehrin eskiyen ve tıkanan su alt yapı tesislerini temizletmek ve tamir ettirmek için böyle bir uygulama yaptığı düşünülebilir. Diğer bir belgede Nevşehir kazasının Kavak karyesinde İbrahim Paşanın vakfından olan su yollarının keşif, keşif bedeli ve tamiri hakkında bilgiler mevcuttur. Belgeye göre İbrahim Paşanın Kavak köyündeki su yollarının 104 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları bakım ve tamire ihtiyaç duyulduğundan önce keşif yapılmış, bu keşfe göre tesisatın 37072 kuruşa tamir edilebileceği öngörülmüş, su yollarının belirlenen para miktarını aşmamak hatta daha aşağısında kalmak koşuluyla tamirinin gerçekleştirilmesine karar verilmiş, bu paranın Paşanın vakfına borç yazılmak koşuluyla Konya Evkâf Muhasebeciliği tarafından ödenmesi bildirilmiştir. Ayrıca tamiratı işinin ehli olan kimselerin yapması ve bu faaliyete mahallinde teşkil edilecek bir komisyonla evkâf müdürünün nezaret etmesi de 1894 (R. 1310) tarihli belgeye yazılmıştır (BOA: EV. MKT. 2463, 26). İstanbul’da Dikilitaş yakınlarında Atîk Ali Paşa mahallesi sakinlerinden olup dergâh-ı âlî gediklilerinden olan Yeğen İbrahim Ağa ibn el-Hâc İbrahim Ağa, amcasının Nevşehir’e bağlı İnegi karyesinde yaptırdığı çeşmelerin bakım ve onarımları için bir vakıf kurmuş ve vakfına gelir olarak 10 bin kuruş bırakmıştır. Yeğen İbrahim Ağa, vakfının şartlarını 1783 tarihinde vakfiyesine kaydettirmiştir. Vakfiyeye göre (VGMA: 742, 208) vakfın kuruluş amacı ve çeşmelerle ilgili olan şartları şöyledir: “… Accem [Amucem] merhûm Yeğen el-Hâcc Ahmed Ağa’nın Vilâyet-i Anadolu’da Nevşehir Kazâsı’na tâbi‘ İneki nâm karye civârında müceddeden mâl ile hafr itdürdiği âbâr-ı müte‘addideden cem‘ ve tahsîl eylediği mâ-i lezîzi karye-i mezbûrede hasbeten li’llâhi te‘âlâ müceddeden binâ ve ihyâ eylediği beş adet çeşmelere künkler ferşi ile icrâ eyleyüp lâkin çeşmehâ-i merkûme mesârifine bir mahalden nesne ta‘yîn itmemekle ta‘mîr iktizâ iden mahalleri mu‘attal kaldığından mâ‘dâ su yolcusu dahi olmamağla yolları dahi harâb olmağın mahallinde bir üstâd-ı kâmil ve sanâtında mâhir kimesne işbu vakfım mütevellîsi arzı ile çeşmehâ-i mezkûreye su yolcu olup çeşmehâ-i merkûme su yollarının harab olan mahallerini lâyıkı veçhi üzre ta‘mîr ve evkât-ı sâirede dahi hizmeti lâzimesin bi-kusûr edâ ve ikmâl eyliye yevmî yirmi akçe râh-ı âbı vazîfesine mutasarrıf ola ve yevmî yirmi akçe dahi marru’z-zikr çeşmelerin ve su yollarının ta‘mîrâtı mesârifi için yedi mütevellîde cem‘ olup lede’l-iktizâ harc ü sarf olına ve su yolcu olan kimesne fevt oldıkda su yolculuk hizmetini edâya kadîr sanatında mâhir recül-i Kâmil oğlı var ise yine mütevellî arzı ile su yolculuğu oğlına tevcîh itdürilüp cihet-i merkûme kız evlâdına ve âciz ve kâsır sağîr oğlına ve su yolculuk sanâtında behresi olmıyan kebîr oğlına virilmiye ve evlâd-ı evlâd da dahi işbu şurût-ı mer‘î ve mu‘teber ola… Maarru’z-zikr çeşmeler mezkûr İneki Karyesi’nde olmağla mahallinde dahi çeşmehâ-i merkûmeye 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 105 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM nezâret ve iktizâ iden ta‘mîratını rü’yet için mahallinde bir kaymakama muhtâc olmağın mütevellî-i vakfın mu‘temed ve muhtârı olan kimesne irâde ve ihtiyârı ile kaymakam nasb ve ta‘yîn olınub ol dahi mahallinde mütevellî kaymakamlığı hizmetini kemâ-yenbaği rü’yet ve tekmîl eyliye galle-i vakıfdan yevmî beş akçe vazîfeye mutasarrıf ola ve işbu kaymakamlık vekâlet kâbilinden olup evlâda intikâl ider makûleden olmamağla kaymakamın azl ve ihrâcı ve nasb ve ta‘yîni mütevellî-i vakfın irâde ve meşiyyetine menût ve merbût ola…” Diğer bir vesika mündericatından Yeğen İbrahim Ağa’nın, 1794 yılında ikinci bir vakıf kurduğu, bu vakfının gelirlerinden bir bölümünü de yine Nevşehir’de yukarıda zikredilen beş adet çeşmenin gerektiği zaman tamir ve onarımına harcanmasını şart koştuğu anlaşılmaktadır. (BOA: EV. MKT. 405, 55). Merhum Yeğen İbrahim Ağa vakfı hayratından (aslında doğrusu Yeğen Ahmed Ağa hayratından olacak fakat bu çeşmelerin bakım ve onarımlarına yeğeni İbrahim Ağa vakıf kurduğu için bu şekilde de belgelerde geçmektedir.), Anadolu’da Nevşehir’in Eniki köyünde bulunan çeşmelerin akarsu yolları, zamanla bozulup işlevini sürdüremez hale geldiğinden tamir edilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Tamir işinin diğer vakıflarda olduğu gibi o sırada vakfın mütevellisi bulunan Rabia Şahande Hanım tarafından yürütülmesi istenmiştir. Bununla birlikte tamiratın kaç kuruş masrafla gerçekleşeceğini görmek ve daha sonra gereğine bakılmak üzere akarsu yollarının bilirkişi heyeti tarafından mahallinde keşif yapılması, keşif sonucunu ve tahmini masrafı içeren imzalı ve mühürlü bir defterin gönderilmesi emredilmiştir (Nisan 1842/ H. Safer 1258) (BOA: EV. THR. 130, 121). Nevşehir kazasına bağlı Eniki köyünde bulunan Yeğen el-Hâc Ahmed Ağa çeşmeleri ve su yollarının bozulup suyu akmamaya başlayınca, tesisat için keşif yapılmış, tamir için 20 bin kuruşa ihtiyaç olduğu belirlenmiştir. Bu paranın senet karşılığı vakıf mütevellisine verilerek gerekli tamiratın vakfın mütevellisi tarafından, meclis ve evkâf müdürünün nezareti altında yaptırılması kararlaştırılmıştır. Adı geçen çeşmelerin bakımı için kurulan kardeşi oğlu Yeğen İbrahim Ağa vakfı mütevellisinin elinde 13 bin yedi yüz kuruş olduğu anlaşılınca bu paranın tamir için kullanılması, geriye kalan kısmının ise Hazine’den karşılanarak daha sonra vakıf gelirlerinden mahsup edil- 106 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları mesi bildirilmiştir. Ayrıca tamir ve onarım işlemleri bittikten sonra çeşme ve su yollarının tekrar keşfi yapılarak imzalı keşif defterinin gönderilmesi şartıyla tamir ve onarıma izin verilmiştir (1862/ H. 1278) (BOA: EV. MKT. 165/120). Herhalde burada değinilen ikinci kayıt, 1842 tarihli kayıttan ayrı bir tamir belgesi olmalıdır. Zira iki belgenin tarihleri arasında yirmi yıl gibi uzun bir zaman bulunmaktadır. Bu yüzden aynı vakfın su yolları ile ilgili olan iki kaydı ayrı tamir kayıtları olarak ele almak daha doğru görünmektedir. Ancak elimizde, yukarıdaki tamir isteklerinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini gösterecek bir belge bulunmamaktadır. Yeğen Ahmed Ağa’nın Eniki köyünde yaptırdığı çeşmelerin ileriki dönemlerde tekrar onarım ihtiyacı ortaya çıkınca, Yeğen İbrahim Ağa vakfı mütevellisi olan Mahmut Celalettin, bir arzuhalle bu çeşmeleri tamir için Evkâf Nezareti’ne başvurmuş, isteği yerinde görülerek ilgili nezaretçe kendisine 1911 yılı Şubat’ında gereğinin yapılmasını bildiren bir yazı gönderilmiştir (VGMA: 4188, 255). Silahdar Mehmet Paşa’nın 1194 tarihli vakfiyesinden çıkarılan bir kayıtta, Paşa’nın Arapsun köyünde yaptırdığı altı çeşmenin sularının başka mahallere akmaması ve daima muhafaza altında tutulması için iş bilir bir kişinin su nazırı tayin edilmesi, bu kişinin sürekli su mecralarını ve çeşmeleri kontrol altında tutarak gerektiğinde bunları tamir etmesi, yaptığı iş karşılığında da vakıf yönetiminden günlük on akçe yevmiye alması yazılıdır (14 Kasım 1896) (BOA: EV. MKT. 2252). Nevşehir’e bağlı Nar karyesinde, o köyden olan Hacı Veliyüddin Efendi bin Halil adlı bir kişi, mektep yaptırmış, Çan/Çat köyünde de çeşmeler inşa ettirmiştir. Bu yapıların lüzumlu harcamaları için 103 kuruşluk bir gelir ayırarak vakfetmiştir (1771/H. 1185) (VGMA: HD. 1149, 39). Vâkıf, kurduğu çeşmelerin ileriki zamanlarda da hizmet verebilmesini düşündüğünden böyle bir uygulama gerçekleştirmiştir. Ancak vakfın parasıyla çeşmelerin tamir edilip edilmediğini bilmiyoruz. Nevşehir’e bağlı Ürgüp kasabası sakinlerinden Hoca Şaban, sağlığında inşa ettirdiği hamamın gelirinin büyük bir bölümünü, cami yakınında bulunan çeşme ile hamamın su yollarının tamir ve termimi için şart koşmuş ve vakfetmiştir. Yapıların ve vakfiyenin tarihi elimizde yoktur. Ancak, 1771 tarihinde bu çeşme vakfına, vakfın evladından olan Mehmet adlı kişi mü- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 107 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM tevelli ve nâzır olarak atanmıştır (VGMA: HD. 1154, 54). Buna göre hamam ve vakıf, bu tarihten önce kurulmuş olmalıdır. Belgelerde, su yolları ve tesislerinin nezaret ve bakımını üstlenen görevlilerin (su yolcusu) atamasıyla ilgili bilgiler de yer almıştır. Örneğin Uçhisar köyünde Hoca Muhtar adlı kişinin yaptırdığı çeşmenin su yolculuğu görevine Mehmet isminde birisi (VGMA: HD. 1146, 43), Nevşehir’de Damat İbrahim Paşa ve eşi Fatma Sultan’ın bina-kerdeleri olan çeşmelerin su yolculuk hizmeti görevine Mehmet Ali Ağa atanmıştır (1888/ R. 1304) (VGMA: 3723, 62). Sonuç Osmanlı Devleti halka içme ve kullanma suyu sağlayabilmek için şehir, kasaba veya köylere getirilen su yollarına, yerleşim merkezlerinde, mahallelerde döşenen su alt yapı tesislerine ve çeşme, sebil gibi su yapılarına büyük önem vermiş, bu kurumlarla ilgili iş ve işlemleri yakından takip etmiştir. Osmanlı şehirlerinde su hizmetlerinin çoğu kişiler tarafından vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür. Ancak, daha Fatih’ten önce su ile ilgili işler kurumsallaşmaya başlamış, vakıflarda özel su yolcular istihdam edilmiş, Kanunî çağında bir Su Yolu Nazırlığı kurulmuştur. İleriki dönemlerde de bu teşkilat gelişerek ve önemini artırarak varlığını sürdürmüştür. Nevşehir ve çevresinde başta Damat İbrahim Paşa olmak üzere çok sayıda kişi çeşme ve su yolu inşa ettirerek şehri ve halkın su ihtiyacını karşılamaya çalışmışlardır. Vakıf olarak kurulan bu tesislerin bakım ve onarımları için hem su yolcular görevlendirilmiş hem de vakıf gelirlerinden pay ayrılmıştır. Bu paralarla şehirdeki su şebekesinin ve çeşmelerin eskiyen, kırılan bölümleri yenilenmiş, tamir edilmiştir. 19. yüzyılda belgelere yansıyan tamir kayıtlarında, önce onarımı yapılacak su yolu veya çeşmenin keşfinin yapılması istenmiş, bu keşifle tamirin kaç paraya mâl olacağı uzman bir grup tarafından tahmin edilmiş, daha sonra onarıma başlanmasına izin verilmiştir. Onarımlar, varsa su vakfından, yoksa devlet tarafından Hazine’ce karşılanmıştır. Çalışmanın bitiminde de yapılan tamiratın kontrol edilerek bir deftere yazılması ve merkeze gönderilmesi istenmiştir. Su tesisatının tamir bürokrasisi genelde vakıf mütevellisi, beldenin bağlı olduğu evkâf müdürlüğü ile evkâf muhasebeciliği kalemi arasında yürütülmüş, bazen de işin içine merkez İstanbul girmiştir. 108 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 19. Yüzyılda Nevşehir’deki Çeşme ve Su Yollarının Bakım, Tamir ve Onarımları Kaynaklar I. Arşiv Kaynakları a. Başbakanlık Osmanlı Arşivi BOA. EV. MKT. 165, 405, 1331, 1336, 1879, 2252, 2463, 2858, 2896 BOA. EV. MH. 2116 BOA. EV. MKT. CHT. 2859 BOA. EV. THR. 130 b. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi Kullanılan Defterler: 18, 27, 722, 741, 742, 3723, 4188 Hurufat Defterleri (HD). 1149, 1146, 1152, 1154 c. Şer’iye Sicilleri Nevşehir Şeriye Sicili, no: 1 II. Diğer Yayınlar -Barkan, Ö. L. (1942). “Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler-I”. Vakıflar Dergisi, (S. II, s. 278-386). Ankara: Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı. -Başol, S. (2008). Kentleşme, Ekonomi ve Sosyal Hayat Yönleriyle 17. Yüzyıl Bursa Vakıfları. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı (Yayımlanmamış Doktora Tezi). -Bizbirlik, A. (1999). “Osmanlı Toplumunda Vakıfların Sosyo-Ekonomik Boyutları ve Buna Dair Örnekler”. Osmanlı, (c. 5, s. 56-63). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. -Demirel, Ö. (2000). Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. -Çiftçi, C. (2002). “Osmanlı Dönemi Bursa Su Yollarının Bakım ve Onarımında Vakıfların Rolü”. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (c. 3, S. 3, s. 57-74). Bursa. -Çizakça, M. (2006). “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik Boyutları”. Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, (editör: Rana Zincir, Filiz Bikmen,), İstanbul 2006. Güney. E. (2010). “Nevşehir’in Su Yolları”. www.haber50.com (Erişim tarihi 10.11.2011) -İlhan, M. M. (2008). “Osmanlı Su Yollarının Sevk ve İdaresi”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, (c. 27, S. 44, s. 41-66). Ankara. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 109 Samettin BAŞOL - Mevlüt ÇAM -Karataş, A. İ. (2008). “Bursa Suları ve Su Vakıfları”. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (c. 17, S. 2, s. 379-417). Bursa. -Kılıç, S. (2004). “Su Yolları ve Su Yolcu Esnafına Dair Bazı Tespitler”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, (c. 24, S. 37). Ankara. -Martal, A. (1987). XVI. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Su Yolculuk. İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). -Ülken, H. Z. (1971). “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciliği”. Vakıflar Dergisi, (S. IX, s. 13-38). Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları. -Yediyıldız, B. (1984). “XVIII. Asır Türk Vakıflarının İktisadî Boyutu”. Vakıflar Dergisi (S. XVIII, s. 5-41). Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü. -Yediyıldız, B. (1986). “Vakıf”. İslam Ansiklopedisi (c. XII/2, s. 153-172). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. -Yediyıldız, B. (2003). XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi-Bir Sosyal Tarih İncelemesi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. -Yüksel, H. (1998). Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (15851683). Sivas. 110 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u ÜRGÜP MUSTAFAPAŞA’DA DUVAR RESİMLİ İKİ EV TWO HOUSES THAT HAVE WALL PAINTINGS IN URGUP MUSTAFAPASA TOWN Savaş YILDIRIM* ÖZET Mustafapaşa eski adıyla Sinasos, Kapadokya’nın tam ortasında Ürgüp’e 5 km. uzaklıkta, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında Rum azınlığın yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim yeridir. Konutlar, kasabanın tarihi dokusunda önemli yer tutmakta ve özellikle taş, ahşap süslemeleri ve duvar resimleriyle dikkat çekmektedir. Mustafa Paşa kasabasında onüç kadar evde duvar resimlerine rastlanmaktadır. Bunlar arasında ele alınan konu ve bezemeleriyle en önemlileri arasında değerlendirebileceğimiz bu bildiri kapsamında ele alınan Mustafa Savaş ve Ali Sümer Evidir. Mustafa Savaş’a ait ev, Yeni Mahalle semtinde iki katlı olarak düzenlenmiş olup giriş kapısındaki Grekçe kitabesine göre 1910 yılına aittir. Evin alt katındaki pencere çevresinde basit natürmortlar ve karşılıklı kartal tasvirleri yer almaktadır. Burada yırtıcı hayvan tasvirleriyle bir av sahnesi canlandırılmıştır. Bu tür kartal figürleriyle birlikte verilen meyve tabakları o dönemde yöredeki başka pek çok evde de uygulanmış ve moda haline gelmiştir. Evdeki esas zengin bezemeler üst katta başodada yer almaktadır. Burada kuzey duvarda bir madalyon içerisinde, tam ortada Galata Kulesi ve iki yanında birer kadın figürü vardır. Üst katta başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu duvarında ise cennetten kovuluş sahnesi işlenmiştir. Bu sahnenin dışında kalan yüzeylerde doğumdan ölüme kadar olan süreçte insanın geçirdiği çeşitli aşamalar, onar yıllık dönemlere ayrılarak simgesel bir anlayışla tasvir edilmiştir. Resimlerde renk kullanımı ve perspektif son derece başarılıdır. Ali Sümer Evi günümüzde terkedilmiş olup resimsel bezemeler iki katlı evin üst katında doğu ve batı taraftaki odalarda yer almaktadır. * Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik Bölümü, e-posta: savasyildirim76@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 111 Savaş YILDIRIM Bu resimlerdeki konular gözden geçirildiğinde, panoramik Edirne manzarası, ayakta duran kadın portresi ve natürmortlar en başta akla gelen tasvirlerdir. Bu evdeki resimlerin en önemli özelliklerinden biri Edirne’yi ele alan betimlemede tarih ve sanatçı ismine rastlanmasıdır. Her iki evdeki duvar resimleri, teknik, süsleme özellikleri ve stilistik bakımdan çağının karakteristik özelliklerini yansıttığı gibi küçük bir Anadolu kasabasının 20. yüzyıl başlarındaki günlük yaşamı ve bireylerin giyim kuşamı hakkında da bilgiler sunar. Anahtar Kelimeler: Duvar Resimleri, Konut Mimarisi, Mustafa Paşa Beldesi. ABSTRACT Mustafa Paşa, formerly known as Sinasos, places in the middle of Cappadocia, 5 kms from the town of Ürgüp, and a settlement that inhabited by the Greek minority during the 19th and the early 20th century. In Mustafapasa, the town of Ürgüp, houses occupy an important place within historic pattern of the town and especially stone, wood ornaments and wall paintings of the houses are noteworthy. In Mustafapasa Town, murals can be found in about thirteen houses. The two of these, Mustafa Savaş ve Ali Sümer Houses will be examined in the paper, from point of subjects and the richness of their decorations. The home of Mustafa Savaş, places in Yenimahalle and was designed as a two-floors, according to the Greek inscription, on the front door, belongs to 1910. Simple still lifes and depictions of the opposed eagle are found around the window of the sub-floor. A hunting scene and depictions of wild beast are animated. This kind of figures of eagles given with the fruit plates were applied by many other home in the region at that time and become fashion. Mainly rich embellishments located in the empty room, upstairs in the house. There is a medallion, on the north wall, and the Galata Tower and the two female figures are found the center of the medallion. There is a scenery, on the top floor of the east wall of the room that enables the transition of space, describes fall from heaven. Around this scene, various stages of human from birth to death, divided into periods of ten years, are depicted symbolically. The use of illustrations is extremely successful in color and perspective. House of Ali Sumer, abandoned nowadays, has the pictorial decorations on the top floor of a two-storey house, and they are located in the east and west side rooms. When topics of these paintings are 112 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev examined, the view of Edirne portraits, and standing depictions of a women, and still lifes are in the first place that come to mind. One of the most important features of pictures is that the date and the artist name can be seen on the depiction of Edirne. Both technical and decorative features and stylistic aspects of the house wall paintings reflect the characteristic features of their time. Also provide information about the costumes of the early centuries of a small Anatolian town and the daily life of individuals in the beginnings of 20th century. Key Words: Wall paintings, Residential Architecture, Mustafapasa Town. Mustafa Paşa eski adıyla Sinasos, Kapadokya’nın tam ortasında Ürgüp’ün beş km. güneyinde, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında Rum azınlığın yoğun olarak yaşadığı bir yerleşim yeridir. 1924 nüfus mübadelesi ile kasabada yaşayan Rumlar Sinasos’tan ayrılmak zorunda kalmış ve yerlerine Makedonya ve Batı Trakya’dan gelen Türkler yerleştirilmiştir1. Kapadokya’nın diğer bölgelerindeki gayrimüslimlerin aksine Sinasoslular arazilerinin elverişli olmaması sebebiyle tarımla uğraşamamış ve ticarete yönelerek zenginleşmişlerdir. Zenginliklerini kasabalarına evler, büyük boyutlu konaklar, kayaya oyma ya da kagir kiliseler yaparak kullanmışlardır. Kasaba, üçbini aşan nüfusu, özgün mimarisi, sosyal ve ekonomik bakımdan gelişmiş, eğitimli insanlarıyla mübadeleden önce “Doğunun İncisi” olarak anılırken günümüzde üç mahalleden ibaret küçük bir yerleşim haline gelmiştir. Konutlar kasabanın tarihi dokusunda önemli yer tuttuğu gibi bir zamanların görkemini de canlı bir şekilde yansıtır. Bu evlerin önemli bir kısmı bugün de konut olarak kullanılmakta, bir bölümü ise otel olarak hizmet vermektedir. Konutların bazısı da terk edilmiş adeta kaderini beklemektedir Kasabadaki evler, genellikle iki katlı bir düzenlemeye sahip olup üst katta yer alan başoda hem mimarisi hem de süslemeleri bakımından diğer bölümlere göre daha özenli bir işçiliğe sahiptir. Konak ve evlerde dış cephede taş bezeme; iç mekanda aşı boyası ile yapılan duvar resimleri 1 Rumlar, Sinasos’u vatan olarak öylesine benimsemişler ki buradan zorunlu olarak ayrılmadan önce bir fotoğrafçı tutarak kasabayı ayrıntılı olarak belgelemişler ve anılarını ölümsüzleştirmişlerdir. Bu eski fotoğraflar ve mübadeleden önce Sinasos kasabası hakkında bilgi için bkz., Anonim ( Çev. A. Çokana), Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası Resimler ve Anlatılar, (Editör E. Balta), İstanbul 2007; Ayrıca kasabanın gelenek, görenek ve kültürel altyapısına ilişkin monografik bir çalışma için bkz., Z. İlbars- B. Temren, Kültürel Boyutuyla Mustafapaşa, Ankara 2003. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 113 Savaş YILDIRIM ağırlıklı olarak yer almıştır. Özellikle duvar resimlerindeki tasvirlerde ele alınan konular sadece stil ve estetik bakımdan değer taşımaz, ayrıca yöre halkının ekonomik ve kültürel yapısı hakkında da bilgi verir. Örneğin pek çok evde karşımıza çıkan panaromik şehir manzaraları zengin Sinasos halkının İstanbul ve Avrupa şehirlerini tanıdığını gösterir. Çalışmamızda bu konutlardan Mustafa Savaş ve Ali Sümer’e ait iki evdeki duvar resimlerinin ayrıntılı olarak tanıtılması ve karşılaştırmalarla dönemi içerisindeki yerinin ortaya konması amaçlanmaktadır 2. A) Mustafa Savaş Evi Mustafapaşa Kasabası’nın Yeni Mahalle semtinde yer alan ev, beldeye hakim konumda küçük bir avlu içerisinde yer almaktadır3. Avluya giriş basık kemerli bir kapı ile sağlanmaktadır. Avludan geçilerek ulaşılan evin ana giriş kapısı ise doğu cephededir. Basit giriş açıklığının üst kısmında 1891 tarihi okunmaktadır. Üç basamaklı bir merdivenden çıkılarak evin iç mekanına geçilmektedir. Alt katta duvar resimleri doğu cephededir. Bu cephe, biri üstte kareye yakın dikdörtgen biçimi, diğer ikisi ise daha altta kapı açıklığının iki yanında boyuna dikdörtgen formda olmak üzere üç pencere aracılığıyla ışık almaktadır. Üstteki pencerenin iki yanında sepet içerisinde meyvelerden ibaret natürmortlar yer alır (Resim 1). Hasır örgüsü biçimindeki sepetler, çizgisel bir üslupla verilmiş ve ışık gölge etkisi çok başarılı bir biçimde yansıtılmıştır. Sepetlerdeki meyveler birbirinden farklı olup izleyiciye göre sağ taraftakinde üzüm, portakal, armuta yer verilirken, sol yandakinde kiraz, kavun, üzerindeki bıçakla dilimlenmiş karpuz dikkati çekmektedir4 (Resim 2-3). Bu cephedeki bir diğer tasvir, kareye yakın dikdörtgen pencerenin üst kısmına simetrik olarak yerleştirilmiş yırtıcı kuş tasviridir. Bu kuşlardan soldaki, kanatları açık olarak verilmiş olup ayakları arasında avladığı kuş yer almıştır. Kanatları ve kuyruğuyla son derece hareketli bir görüntüsü vardır ve muhtemelen bir av mücadelesinden galip 2 Mustafapaşa evlerinin duvar resimleri hakkında bilgi veren çalışmalar için bkz., S. Rodies, “The Houses of Sinasos”, Sinasos in Cappadocia, London, 1985, s.113-160;Y. Özbek, Mustafapaşa (Sinasos) Evlerinde Duvar Resimleri, Kayseri 2007.O. Yalçın, Nevşehir-Mustafapaşa Beldesi Sivil Mimari Eserleri Üzerindeki Bezemeler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 2007. 3 Evde yaptığım inceleme ve belgeleme çalışması sırasında gösterdiği yakın ilgi ve konukseverlikten dolayı Sayın Mustafa Savaş ve eşine teşekkür ederim. 4 Yalçın, a.g.Yüksek Lisans Tezi, s.37 bu natürmort ile Otel Sinasos restoran kısmındaki natürmortun teknik bakımdan benzerliğini dile getirmekte ve Sinasos Oteli restoran kısmındaki duvar resimlerinin sanatçısı Kostis Malatyades’in bu natürmortu da yapmış olabileceğini düşünmektedir. 114 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev çıkmıştır. Hemen onun karşısında yer alan yırtıcı kuş ise daha sakin ve dingin bir biçimde ifade edilmiştir (Resim 4). Mustafa Savaş Evi’nin üst katına ahşap bir merdiven aracılığıyla çıkılmaktadır. Üst katta evin baş odasına geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde, boyuna dikdörtgen formda yan yana üç pencere açıklığının üst kısmında, birbirinden bağımsız iki farklı konunun işlendiği hayali bir tasvir yer alır (Resim 5). Bu tasvirler günümüzde özellikle örtü sisteminin sıvanması sırasında zarar görmüş ve yüzeyine belli yerlerde kireç ve boya sıçramıştır. Panonun merkezi, yarım daire biçiminde kahverengi bir çerçeve ile sınırlanmış ve cennetten kovuluş sahnesi işlenmiştir. Bu kompozisyonda, ortada avret yerleri yeşil kısa bir elbise ile kapatılmış Adem ile Havva, elma ağacının önünde el ele tutuşmuş vaziyette tasvir edilmiştir. Figürlerin işlenişinde ayrıntıya girilmemiş ve şematik bir anlayışla yansıtılmıştır. Burada konunun anlatımı önemsenmiş, formlar dikkate alınmamıştır. Farklı renklerdeki elmalarla ağaçta bir kontrastlık vurgulanmış ve muhtemelen şeytanı sembolize eden yılan figürü Adem’in belini dolaşarak ağaca sarılmış bir biçimde işlenmiştir. Adem ile Havva’nın iki yanında sıcak memleketlerde yetişen ağaçları andıran bitkiler sazlıklardan yükselmektedir. Geri planda ise yeşil ve mavi tonlarında bir gökyüzü ve dağlar görülmektedir ( Resim 6). Kalın bir konturla çevrelenmiş bu kompozisyonun dışında, insan hayatının çeşitli aşamalarının yaşlar halinde ve sembolik anlatımlarla yansıtıldığı bir betimleme yer alır5. Silinmiş ve tahrip olmuş kısımlardan bu tasvirin de yarım daire çerçeve içerisine alındığı anlaşılmaktadır. Doğumdan ölüme saat yönünde ilerleyen betimlerde insan hayatının onbir ayrı aşaması dile getirilmiş ve her birinin altında da madalyon içerisindeki rakam ile ait olduğu yaş belirtilmiştir. Sol altta 1 ile numaralanmış ilk tasvirde, iki yandan direğe bağlanmış beşik içerisinde bir bebek dikkati çeker. Başındaki yastığı ve kırmızı giysisiyle uzanır vaziyetteki bebeğin elleri ve ayakları hareketlidir. İçinde yer aldığı beşiğin dış yüzlerinde çizgisel bazı motifler yer almaktadır. Burada figürün işlenişinde bir acemilik ve oransızlık hemen göze çarpar. Beşikteki figür, hayatın başındaki bir bebekten çok çocuğa işaret etmektedir. Bu düzenlemenin üzerinde oyuncak at üstünde bir çocuk tasviri yer alır. Hareketli vaziyetteki at, alttaki yay biçimi bir mekanizma aracılığıyla sallanmaktadır. Çocuk, bir elinde silahı, başında şapkası ve mavi giysisi ile tasvir edilmiştir. Altındaki rakam tasvirin bir insanın 10 yaşındaki halinin simgesel 5 Özbek, a.g.,e., s.16. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 115 Savaş YILDIRIM ifadesi olduğunu göstermektedir. Üçüncü tasvir ayakta yer alan bir erkek portresidir. Mavi pantolonu, kahverengi ceketi ve kırmızı fesiyle bir insanın 20 yaşındaki hali simgesel olarak canlandırılmıştır. Figürün altındaki 20 rakamı tahribat nedeniyle zorlukla okunmaktadır. Dördüncü betimleme, insanın 30 yaşındaki durumunun simgesel olarak ifadesidir. Burada bir karıkoca tasvir edilmiş olup kadın figürü mavi renkte yerlere kadar inen eteği ve kırmızı giysisiyle başı hafif yana doğru eğik olarak belirtilmiştir. Erkek ise hemen kadının yanında onun elinden tutmuş, mavi pardesü ve kahverengi pantolon ve kırmızı fesiyle tasvir edilmiş bıyıklı bir figürdür. Her iki figürün de yüzünde donuk bir ifade dikkati çekmektedir (Resim 7). Beşinci tasvirde bir insanın 40 yaş civarları mavi elbisesi, kırmızı fesi ve önlüğüyle çalışan bir usta ile ifade edilmiştir. Sakallı figür kollarını dirseklerine kadar sıyırmış elinde çekici ile önündeki dikdörtgen formlu masa üzerinde çalışmaktadır. İnsan hayatının 50 yaş civarlarını canlandıran altıncı kompozisyon düzenlemenin tam ortasına yerleştirilmiştir. Burada bıyıklı erkek figürü elinde bastonu, başında kırmızı fesi, boğazına kadar uzanan kazağı ve mavi ceketiyle yüksekçe bir platform üzerinde resmedilmiştir. Yedinci figür, insan yaşamının 60 yaş civarlarını anlatmaktadır. Cepheden verilmiş ve baş kısmı bir miktar tahrip edilmiş figür, yeşil pantolonu, alt kısmı nisbeten geniş ve dökümlü mavi ceketi ve yine bir elinde bastonuyla verilmiştir. Sekizinci betimleme 70’li yaşların simgesel olarak ifadesidir. Burada figür başında kırmızı fesi ve yeleği, kahverengi ceketi, ve mavi pantolonuyla tasvir edilmiş olup bir eliyle bastonunu tutarken diğer elini de sakallarına götürmüş, düşünceli bir biçimde yansıtılmıştır (Resim 8). Dokuzuncu tasvirde yaşlı bir çift birlikte verilmiş, erkek figürü ak sakalı, kırmızı fesi ve dizlerinin altına kadar inen mavi paltosuyla tasvir edilmiştir. Başını çevirmiş ileri doğru bakmaktadır. Sol eliyle bastonunu tutarken, sağ eliyle de bir yeri işaret etmektedir. Hemen onun arkasında yer alan ve muhtemelen eşi olduğunu düşündüğümüz kadın figürü ise omuzlarına kadar inen başörtüsü, boyuna çizgilerle verilmiş geniş ve dokümlü eteği ve önlüğüyle geleneksel giysiler içerisindedir. 90 rakamının üstünde yer alan onuncu tasvir, profilden verilmiş, ileri bir yaştaki erkek figürüdür. Ak sakalı, kahverengi yerlere kadar inen paltosuyla dizlerinin üzerine çökmüş ve koltuk değneklerine tutunmaktadır (Resim 9). Onbirinci ve sonuncu tasvirde 100 yaşının simgesel olarak anlatımı, tabut içerisindeki iskelet ile sağlanmıştır İskeletin üzeri tabutun kapağıyla yarıya kadar kapatılmıştır. Kapağın üzerinde de yine sembolik anlatımlar dikkat çekicidir. Siyahla islenmiş bir 116 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev kılıç, kuru kafa ile birlikte verilen ve ölümü sembolize eden X işareti yer almıştır. Tabutun izleyiciye bakan yan yüzünde Grekçe “ruhu şad olsun” ifadesi okunmaktadır6. En altta ise her iki yanda simetrik olmak üzere üç dilimli birer palmet motifi işlenmiştir (Resim 10). İki farklı konunun işlendiği pano günümüzde zarar görmüş, özellikle üst kısımlar yer yer kireç ile kötü bir biçimde sıvanmıştır. Tahribat dolayısıyla kimi figürler zor seçilmekte, fonda yer alan aşı boyasıyla yazılmış bir yazı ise okunamamaktadır. Evin bugün mutfak olarak kullanılan başodası kuzey duvarında ortada oval biçiminde düzenlenmiş bir madalyon içerisinde, İstanbul’un meşhur tarihi anıtlarından Galata Kulesi, ve iki yanında ise birer kadın figürü yer alır (Resim 11). Galata Kulesi tasviri, kahverengi ve sarı ile çerçevelenmiş, ayrıca dıştan yeşil yaprak motifleriyle kuşatılarak adeta yağlıboya resim görünümü kazandırılmıştır. Madalyonun üst kısmında yan yana üç gül motifi, alt kısımda ise ortada düğüm yaparak iki yana doğru ayrılan dekoratif bir şerit yer almaktadır. Oval biçimli panoda Galata Kulesi’nin yer aldığı tarihi sokağın kuşbakışı anlayışla, genel bir görüntüsü canlandırılmıştır. Bir kale burcunu andıran silindirik formlu kule, birbiri üzerine küçülerek yerleşen katlar halindedir. Duvar yüzeyleri açık ve koyu tonlardaki enine çizgilerle gölgelendirilmiş ve kulenin birinci kat seviyesinde çizgisel bir üslupla korkuluklar yer almıştır. Birinci kattan itibaren yer alan pencereler, basit açıklıklar şeklinde belirtilmiş ve kenarları açık renkte bir şeritle çerçevelenerek hacim kazandırılmıştır. Üç katlı kule mavi bir kubbe ile örtülmüş olup, kubbenin yüzeyinde çizgisel bir tarzda süslemelere yer verilmiştir. Kubbe aleminin tepelik kısmında ise göndere çekilmiş bir Türk bayrağı yer alır. Kulenin iki yanında sıralanmış evler dikkati çeker ve evlerde perspektife önem verildiği görülmektedir. Kule, kahverenginin farklı tonlarının kullanıldığı geniş bir sokak dokusu içerisinde yer alır. Yol kenarındaki kaldırımlar ton farklarıyla belirtilmiştir. Günlük hayatın akışı içerisinde bir grup insan figürünün de kulenin önünde tasvir edildiği görülür. Bu figürlerden izleyiciye yakın konumda olan tasvirde tesadüfen karşılaşmış izlenimi uyandıran iki figür karşılıklı konuşurken betimlenmiştir. Yeşil elbiseli fötr şapkalı ve sakallı figür elini uzatmış, kırmızı fesli, mavi elbiseli ve kahverengi pantolonlu figürle sohbet halindedir. Bu tasvirin solunda 6 Evlerdeki Eski Yunanca yazılar Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğr. Gör. Ceyhun Dora tarafından okunmuştur. Yardımları için kendisine teşekkür ederim. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 117 Savaş YILDIRIM oturur vaziyette bir köpek yer alır. Sokağın daha ilerisinde sürücüsü bir gölge halinde belirtilmiş, kuleye doğru hızla ilerleyen bir fayton göze çarpar. Sokağın orta bölümünde ise şapkası, uzun elbisesi ve elinde bastonu ile yine bir gölge gibi belirtilmiş erkek tasviri yolun sağından soluna doğru geçmekte, arkasından ise bir köpek koşarak onu izlemektedir. Sol tarafta kaldırım üzerinde de insanlar dikkati çeker. Gökyüzünde mavi ve gri renk kullanılarak dalgalı çizgilerle bulutlar teşkil edilmiş ve üçüncü boyut etkisi etkisi uyandırılmaya çalışılmıştır. Gökyüzünde Yunanca yazıyla “Galata Kulesi” ifadesi okunmakta ayrıca madalyonun alt kısmında 1885 tarihi verilmektedir (Resim 12). Oval biçimli madalyonun iki yanında ayakta birer kadın figürü yer alır. Bu figürler bir elinde çift kulplu testi tutarken, diğer eliyle de hemen yanda yer alan platformdan destek almaktadırlar. Ağız, yüz, burun gibi detaylar son derece başarılı bir şekilde aktarılmış, saçlar iki yana doğru ayrılarak omuz hizasından aşağıya doğru inmiştir. Kıyafetin üst bölümü kıvrımlı hatlarla son derece zarif ve dökümlü olup, omzundan beline doğru devam etmekte ve bu haliyle Antik Yunan portrelerini anımsatmaktadır. Alt bölümüne ise dikey çizgilerle hareket kazandırılmaya çalışılmış ve katlar halinde ayaklara kadar inmiştir. Elbisede sarı renk kullanılmış ve bunun yanı sıra alt kısımda ortadaki madalyonu kuşatan yapraklarla uyum sağlaması bakımından yeşile de yer verilmiştir (Resim 13). Bu tasvirlerin yukarısında natürmortlardan ibaret kompozisyon bir bordür halinde duvar yüzeyini üç yönden kuşatır. Sarı zeminde yer alan düzenlemede bir vazodan çıkan palmet motifi, C biçimli kıvrım dallar aracılığıyla akantus yaprağına bağlanmış, C formlu kıvrım dallardan çıkan başka dallar akantus yapraklarını iki yandan kuşatmıştır. Kullanılan renkler motiflere göre farklılık göstermektedir. Akantus yaprağı ve palmet motifinde mavi, C biçimli kıvrım dallarda ise kahverengi kullanılmıştır (Resim 14). Mustafa Savaş’a ait evde duvar resimlerinin yanı sıra batı cephedeki pencere ve niş alınlığında istiridye kabuğu biçiminde motiflere de rastlanmaktadır. B) Ali Sümer Evi Bu çalışma kapsamında tanıtacağımız diğer eser, Yeni Mahalle Sümer Sokak’ta Gül Konakları’nın tam karşısında yer alan 7 numaralı Ali Sümer’e ait evdir. İki katlı olarak inşa edilmiş ev, yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun tam ortasındadır. Evin resimleri üst katta doğu ve batı yandaki odaların duvar yüzeylerini kaplamaktadır. Doğu cephedeki başodanın güney 118 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev duvarında, geometrik motiflerden ibaret enine dikdörtgen çerçeve içerisine alınmış tasvirde “Edirne” şehrinin görüntüsü yer almaktadır. Resmin ön düzleminde yer alarak kompozisyonu ikiye bölen Meriç nehri üzerinde onbir gözlü ve yuvarlak kemerlerle dışarı açılan Yeni Köprü (Meriç Köprüsü) üzerinde gözetleme kulesi dikkati çekmektedir. Köprünün sol tarafında, önündeki Türk bayrağı ile muhtemelen bir devlet dairesi yer almıştır. Irmak kenarındaki ağaçlar köprünün peyzajını tamamlayıcı öğelerdir. Yine köprünün izleyiciye göre sağ tarafında belli belirsiz lekeler halinde işlenmiş evler görülmektedir. Köprünün sol tarafında ise beyaz bir at üzerinde, başında fesi ile bir insan figürü göze çarpmakta ve hemen onun önünde ise hareketsiz bir durumda köpek tasviri yer almaktadır. Meriç Köprüsü’nün güney yanında etrafı çevrili avlunun ortasında bir yapı dikkati çeker. Dış cephesi beyaz, çatısı ise kırmızı ile boyanmış binanın örtü sistemi ortasında bir aydınlık feneri görülmektedir. Bir kamu binası olması muhtemel eserin bahçesinde göndere çekilmiş bir Türk bayrağı vardır. Bu tanıttığımız eserlerin etrafındaki evler ise siluet üslubunda işlenmiş, perspektif anlayış gözetilerek geriye doğru gidildikçe giderek küçülmekte ve gözden kaybolmaktadır. Evlerin arasında yer alan ağaçlara ise ışık-gölge etkisi ile derinlik ve hacim kazandırılmıştır. Mavi ve gri tonlarının birlikte kullanıldığı bulutlu gökyüzünde beyaz martılar kompozisyona değişik bir hava katmıştır. Geniş bir açıyla yansıtılmış Edirne görüntüsünden anlaşıldığı kadarıyla düzenlemenin merkezine Selimiye Camii yerleştirilmiştir. Cami, önünde yer alan arastayla birlikte batı yönden resmedilmiştir. Caminin merkezi kubbesinin büyükçe alemi dikkat çekicidir. Merkezi kubbe ve revak kubbelerinde siyah ve grinin değişik tonları kullanılmıştır. Batısındaki arasta üçgen alınlıklı bir giriş kapısına sahiptir ve çatısı basit çapraz çizgilerle oluşturulmuştur. Selimiye Camii’nin kuzeyinde Edirne’nin bir diğer önemli abidesi Üç Şerefeli Camii daha mütevazi bir biçimde yüzeye aktarılmıştır. Cami minarelerinden yalnızca burmalı olanı betimlenmiştir. Üç Şerefeli Camii’nin kuzeydoğusunda Meriç nehri kenarında, ağaçlar arasında üçgen alınlıklı cephesi ve yüksek bir kasnağa oturan kubbesi ile bir başka anıtsal eser daha dikkat çeker. Güneydoğusundaki çan kulesi ve kubbesinin tepesindeki haç işareti ile bir kilise binası tasvir edilmiştir. Kilise ile çan kulesi arasında tek kubbeli mescit hüviyetinde küçük boyutlu bir yapı daha yer almıştır. Enine dikdörtgen panonun üst kısmında ortada Grek ve Arap harfleriyle Edirne ifadesi, iki yanda ise 1910 tarihi okunmakta; ayrıca yine bu üst kı- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 119 Savaş YILDIRIM sımda binanın duvar resimlerini gerçekleştiren K. Malatyades adlı ustanın imzası görülmektedir. Edirne kentini konu alan, bu panonun iki yanındaki simetik kompozisyonda yuvarlak kemerli bir çerçeve içerisine alınmış bir natürmort yer alır. Tasvirde koyu kahverengi, çift kulplu bir vazodan çıkan kırmızı güller görülmektedir. Aynı tarz bir natürmorta üst kısımda tavan ile Edirne tasviri arasında kalan bölümde de rastlanır. Bu natürmortun iki yanında simetrik birer palmet motifi görülmektedir (Resim 15-16). Evin üst katında, batı cephedeki odanın güney duvarındaki yuvarlak kemerli bir niş içerisine alınmış betimlemede ayakta bir kadın figürü yer alır. Kadın bir kolunu hafif kırarak elini beline dayamış, diğer elini ise yandaki platformun üzerine koymuştur. Giysisi son derece ince bir işçilikle süslenmiştir. Kıyafetinin üst kısmında yeleğindeki süslemeler ve daire biçimli çift kemer tokası dikkat çekicidir. Alt kısımda ise özellikle uçtaki püsküllü süslemelerin ayrıntılı işlendiği anlaşılmaktadır. Kollar geniş ve dökümlü olup yine kenarları desenlidir. Kadının başörtüsü boynundan dolanarak sol omzundan arkaya doğru devam etmekte olup saçları tam olarak kapanmamıştır. Alında yan yana dizilmiş altınlar göze çarpmaktadır. Kadının elini koyduğu platform üzerinde çift kulplu bir testi vardır. Nişin üst kısmında katlar halinde işlenmiş kenarları siyah püsküllü, kırmızı bir perdenin aşağıya doğru devam ettiği görülür. Perdede ışık-gölge etkisi bariz bir şekilde hissedilmektedir. Kadının izleyiciye göre sol yanında Grekçe yazıyla Elefsinalı Kadın ifadesi okunmaktadır. Figür duruşu ve yüz ifadesiyle adeta poz verir bir durumda, bakışını belli bir noktaya odaklamıştır. Kadının iki yanında yarısı kadarıyla işlenmiş ağaçlar dolgun bir şekilde verilmiştir (Resim 17). Nişin kenarları kahverengi kalın bir çerçeve ile kuşatılmış, üst kısmında bir madalyon içerisinde 1910 tarihi belirtilmiştir. Madalyonun iki yanında ise simetrik birer rumili kıvrım dal yer almaktadır. Batı cephedeki odada yer alan bir diğer kompozisyon, boyuna dikdörtgen formdaki pencere açıklıklarına ait üç dilimli kemer formundaki alınlıkların aralarında yer alan iki natürmorttur. Simetrik işlenmiş bu natürmortlar, çift kulplu vazodan çıkan sarı, kırmızı, mavi ve yeşil renklerdeki çiçek ve yapraklarla meydana getirilmiştir. Sarı, kahverengi tonlarındaki vazonun dış yüzüne altı kollu bir yıldız motifi işlenmiştir. İki natürmortun tam ortasında ise bir yazı kuşağına sarılmış çiçek demeti vardır. Yazı kuşağında Grekçe “ruhu huzur bulsun” ifadesi okunmaktadır (Resim 18). Batı cephedeki odada küçük bir niş içerisinde, karşılıklı iki kuş figürü görülmektedir. Bu kuşlar ayakları altındaki mektubu iki ucundan tutmaktadır. Mektuptaki 120 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev yazılar günümüzde okunmayacak derecede silinmiştir. Kuşların aralarında at nalı biçiminde bir form üzerinde 1910 tarihi okunmaktadır. Nişin üst kısmına sarı ve kımızı aşı boyası ile kıvrım dallar işlenmiştir (Resim 19). Karşılaştırma ve Değerlendirme Mustafapaşa, Türkler ile Ortodoks Rumların uzun süre birlik, beraberlik içerisinde yaşadığı yerlerden biridir. Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki azınlıklar, hoşgörü ve devleti bir bütünlük içerisinde tutma anlayışı doğrultusunda, pekçok bakımdan ayrıcalıklı ve serbest konumda olmakla birlikte özellikle ev yapımı ve mülk edinme konusunda bazı kısıtlamalara tabi idiler. 1856 Islahat Fermanı ve ardından çıkarılan yabancı uyruklulara taşınmaz mal elde etme hakkı veren kanuni düzenleme bu engeli ortadan kaldırmış ve bu tarihten sonra yabancılar hızla mülk sahibi olmuşlardır. Bu kanunlar çerçevesinde Mustafapaşa beldesindeki gayrimüslim nüfusta pek çok bina yapmış, bu binalardaki duvar resimleri bir yandan sahipleri için bir prestij kaynağı iken diğer yandan da Osmanlı idaresinde barış içerisinde yaşayan Türk ve Rum birlikteliğinin canlı şahitleri olmuşlardır. Ayrıca bu resimler, o dönem halkının sosyal hayatı, giyim ve kuşamı hakkında da bilgi vermeleri bakımından değer taşırlar. Mustafapaşa Kasabası’nda bu çalışma kapsamında tanıttığımız Mustafa Savaş ve Ali Sümer’e ait iki evin resimlerinde de bu anlayışların yansımasını görmek mümkündür. Evlerden Mustafa Savaş’a ait olanı bugün hala konut olarak kullanlırken, Ali Sümer’in evi terk edilmiş virane bir durumdadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda batılı anlayışa yakın duvar resimleri 18. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar7. Yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da görülen duvar resimleri kısa sürede Anadolu’ya doğru bir yayılış gösterir8. Daha önceleri kalemi şi bezemeler yapan ustalar, kendi beğeni ve yetenekleri doğrultusunda daha çok sivil yapılarda duvar resimleri yapmaya başlamış ve Anadolu’nun değişik bölgelerinde farklı üsluplar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda da duvar resmi başkent ve taşra üslubu olmak üzere ikiye ayrılmıştır9. Ancak tüm sanatçıların ortak hareket noktası, başkentte baş7 P. Ş. Tekinalp, “Batılılaşma Dönemi Duvar Resmi”, Türkler, C. 15, Ankara 2002, s.440-448 (s.442). Duvar resimleri başlarda kuru sıva üzerine tutkal veya su ile karıştırılmış kök boyalarla yapılmış resimlerdir. Bu teknik kalem işi süslemelerde de öncede beri bilinen geleneksel bir tekniktir. 8 Batılılaşma Dönemi duvar resimleri hakkında ayrıntılı çalışmalar için bkz, G. Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı (1700-1850), Ankara 1977; R. Arık, Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı, Ankara 1988. 9 Tekinalp, a.g.m, s.443. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 121 Savaş YILDIRIM layan süsleme programını benimsemeleri ve manzara resimlerinde yeni denemelere girişmeleridir10 Batılılaşma dönemi mimari eserlerindeki duvar resimleri gözden geçirildiğinde panoramik kent tasvirlerinin önemli yer tuttuğu görülür. İstanbul tasvirleri gerek Anadolu, gerek Balkanlar ve gerekse imparatorluğun başkentindeki mimari eserlerde sıklıkla uygulanmıştır. Ele aldığımız eserlerde İstanbul tasviri sadece Mustafa Savaş Evi başodası güney duvarında yer alır. Burada geniş açıyla bir İstanbul tasviri yerine sadece Galata Kulesi betimlenmiştir. Mustafa Paşa’daki duvar resimli evlerde İstanbul tasvirlerine başka hiçbir eserde rastlanmaz. Beş km. uzaklıktaki Ürgüp’teki Sucuoğlu Konağı’nda panoramik bir İstanbul tasviriyle karşılaşırız11. İstanbul tasvirleri Anadolu’daki diğer mimari eserlerden Birgi Sandıkeminoğulları Evi’nde 12, Datça Mehmet Ali Ağa Konağı’nda13, Merzifon Kara Mustafa Paşa Camii Şadırvanı’nda14, Kayseri Büyük Bürüngüz Köyü’ndeki bir evde15 Kırkağaç Çiftehanlar Camii Şadırvanı’nda16, Edirne Kaleiçi semtindeki bir konakta17 da karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamıza konu olan Ali Sümer Evi’nin üst kat doğu cephesindeki odada yer alan Edirne tasvirinin benzeri, Ürgüp Sucuoğlu Konağında baş odanın doğu ve batı duvarında görülmektedir18. Mustafa Savaş Evi’nde baş odaya geçişi sağlayan mekanın batı duvarında yarım daire bir çerçeve içerisine alınmış cennetten kovuluş sahnesi, konu bakımından Kapadokya çevresindeki diğer resimli evlerde tercih edilmemiştir. Aynı konuyu ele almamakla birlikte Yozgat’taki Nizamoğlu 10 11 12 13 14 15 16 17 18 Tekinalp, aynı yer. Y. Özbek, “Duvar Resimli Bir Ürgüp Evi: Sucuoğlu Konağı”, Journal of Turkish Studies - Türklük Bilgisi Araştırmaları (Festschrift In Honor Of Orhan Okay),Vol. 30/II, Cambridge 2006, s. 329-336 ( s.329, Resim 5-9). Bkz.,İ. Kuyulu, “Sandıkeminoğulları Evi”, Birgi Tarihi, Tarihi Coğrafyası ve Türk Dönemi Anıtları, Ankara 2001, s.153-155. Bkz., G. Renda, “ Datça’da Eski Bir Türk Evi”, Sanat Dünyamız, S. 2, İstanbul 1974, s.25-26. B. Tanman, “Merzifon, Kara Mustafa Paşa Camii Şadırvanının Kubbesinde Zileli Emin’in Yarattığı ‘Osmanlı Dünyası’ ve Bu Dünyaya Yansıyan Kişiliği”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar / Güner İnal’a Armağan, Ankara 1993, s.492-493; R. Arık, Osmanlı Sanatında Duvar Resimleri, Osmanlı, C.11, Ankara 1998, s.423-436, (s.425). Evin duvar resimleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., G. Renda, “Büyük Bürüngüz’de Bir Türk Evi ve III. Selim Döneminde Süsleme, Türkiyemiz, S. 21, İstanbul 1977, s.41-46. Bkz., İ Kuyulu, “Kırkağaç Çiftehanlar Camii”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi V, İzmir 1990, s.103115 (s.112). M.C. Ülkücü, “Edirne Konakları ve Tavan Resimleri”, Edirne Serhattaki Payitaht , (Yayına Hazırlayan E. N. İşli-S. Koz), İstanbul 1998, s.475-483, (s.479). Özbek, a.g.m., s.332-33, Resim 10-16. 122 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev Konağı’nda Tevrat’tan alınma Hz Süleyman ve Hz. İsa’nın hayatına yönelik dini sahneleri görmek mümkündür19. Ali Sümer Evi üst kat batı cephesindeki odada yer alan niş içerisindeki ayakta duran kadın figürünün en yakın benzeri, Mustafapaşa Yaşar Esen Evi orta sofa doğu duvarında yer almaktadır20. Duvar resimlerini yapan sanatçıların kimler olduğu konusu da önem taşımaktadır. Ele aldığımız eserlerden Mustafa Savaş Evi’nde herhangi bir usta ismine rastlanmamaktadır. Ali Sümer Evi’nde ise Edirne tasvirli panonun sağ üst köşesinde, Yunanca “K. Malatyades” ibaresiyle sanatçı ismi yazılmıştır21. Kendisi yörede son derece tanınmış bir sanatçı olup kasabadaki Galip Özdemir, Murat Tüzen ve Nuri Arı adlı kimselere ait evlerin duvar resimlerini de yapmış22 ayrıca Sinasos Oteli restoran kısmında kubbeli bölümün resimlerinde23 de adına rastlanmıştır. Ünü sadece kasabayla sınırlı kalmamış, Ürgüp’teki Hacı Eftim Evi’ndeki çiçek satan kız figüründe de imzasını koymuştur24. Sonuç olarak ele aldığımız her iki eserdeki duvar resimleri konu, malzeme ve teknik özellikler ile stil bakımından bulunduğu dönemin genel özelliklerini taşır. Ekonomik bakımdan gelişmiş gayrimüslim Sinasoslular’ın imparatorluğun başkentindeki bezemelere özenerek yaptırdıkları bu resimler, küçük bir Anadolu kasabasının sosyal hayatından kesitler sunar. Gerek tanıttığımız bu iki ev ve gerekse Kapadokya’daki diğer resimli evlerde en önemli sorun koruma ve onarımdır. Aşı boyası ile yapılan resimler zamanla bozulmakta, renkleri solmaktadır. Bu duruma bilerek ya da bilmeden insanın yaptığı kötü müdahaleler de eklenince bir döneme adeta belge gibi şahitlik eden resimler yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelmektedir. Burada yapılması gereken resimlerin koruma ve onarımı hakkında halkı bilinçlendirmek ve devletin bu konudaki maddi desteğinin daha geniş kesimlere duyurulmasını sağlamaktır. 19 20 21 Bkz., H. Acun, Bozok Sancağı’nda (Yozgat İli) Türk Mimarisi, Ankara 2005, s.230, Resim 297, 303. Bkz., Özbek, a.g.e, s.35, Resim 25; Yalçın, a.g.Yüksek Lisans Tezi, s.139. Sanatçı hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz ancak Roma ve Venedikte eğitim gördüğü usta bir müzisyen olduğu dile getirilmektedir. Bkz., Roides, a.g.m., s.154; Özbek, a.g.,e., s.61’de kasabadaki Hagios Vasilios Kilisesi’ndeki bazı resimlerde adına rastlandığını ve sanatçının manzara resimlerinde olduğu kadar figürlü anlatımlarda da başarılı olduğunu belirtir. Hatta bazı evlerin kapılarına bilmece niteliğindeki yazıları da kendisi yazmıştır. 22 Özbek, a.g.e., s.60. 23 Yalçın, a.g. Yüksek Lisans Tezi, s.56. 24 M. Kaya, “Ürgüp Evlerinde Duvar Resimleri”, Kültür ve Sanat, S. 17, Ankara 1993, s.48-50, (s.49 ayrıca resim için bkz., Resim 3). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 123 Savaş YILDIRIM Kaynaklar Acun, Hakkı; Bozok Sancağı’nda (Yozgat İli) Türk Mimarisi, Ankara 2005. Anonim ( Çev. A. Çokana); Mübadeleden Önce Bir Kapadokya Kasabası, -Resimler ve Anlatılar, (Editör E. Balta), İstanbul 2007. Arık, Rüçhan; Batılılaşma Dönemi Anadolu Tasvir Sanatı, Ankara 1988. Arık, Rüçhan; Osmanlı Sanatında Duvar Resimleri, Osmanlı, C.11, Ankara 1998, s.423-436. İlbars, Zafer-Temren Belkıs; Kültürel Boyutuyla Mustafapaşa, Ankara 2003. Kaya, Mustafa;“Ürgüp Evlerinde Duvar Resimleri”, Kültür ve Sanat, S. 17, Ankara 1993, s.48-50. Kuyulu, İnci; “Kırkağaç Çiftehanlar Camii”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi V, İzmir 1990, s.103-115. Kuyulu, İnci; “Sandıkeminoğulları Evi”, Birgi Tarihi, Tarihi Coğrafyası ve Türk Dönemi Anıtları, Ankara 2001, s.153-155. Özbek, Yıldıray; Mustafapaşa (Sinasos) Evlerinde Duvar Resimleri, Kayseri 2005. Özbek, Yıldıray; “Duvar Resimli Bir Ürgüp Evi: Sucuoğlu Konağı”, Journal of Turkish Studies - Türklük Bilgisi Araştırmaları (Festschrift In Honor Of Orhan Okay),Vol. 30/II, Cambridge 2006, s. 329-336. Renda, Günsel; “ Datça’da Eski Bir Türk Evi”, Sanat Dünyamız, S. 2, İstanbul 1974, s.25-26. Renda, Günsel; Batılılaşma Döneminde Türk Resim Sanatı (1700-1850), Ankara 1977. Renda, Günsel;“Büyük Bürüngüz’de Bir Türk Evi ve III. Selim Döneminde Süsleme, Türkiyemiz, S. 21, İstanbul 1977, s.41-46 Roides, Stelios; “The Houses of Sinasos” Sinasos in Cappadocia, London, 1985, s.113-160. Tanman, Baha;“Merzifon, Kara Mustafa Paşa Camii Şadırvanının Kubbesinde Zileli Emin’in Yarattığı ‘Osmanlı Dünyası’ ve Bu Dünyaya Yansıyan Kişiliği”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar / Güner İnal’a Armağan, Ankara 1993, s.491-522. Tekinalp, Pelin Şahin; “Batılılaşma Dönemi Duvar Resmi”, Türkler, C. 15, Ankara 2002, s.440-448. Yalçın, Oğuzhan, Nevşehir-Mustafapaşa Beldesi Sivil Mimari Eserleri Üzerindeki Bezemeler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kayseri 2005. 124 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev RESİMLER Resim 1. Mustafa Savaş alt kattaki duvar resmi genel görünüş. Resim 2. Mustafa Savaş alt kat pencere açıklığı sağındaki natürmort. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 125 Savaş YILDIRIM Resim 3. Mustafa Savaş Evi alt kat pencere açıklığı solundaki natürmort. Resim 4. Mustafa Savaş evi alt pencere açıklığı üzerindeki karşılıklı kuş tasviri. 126 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev Resim 5. Mustafa Savaş Evi üst kat başodaya geçisi sağlayan mekanın doğu cephesi duvar resimleri. Resim 6. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde Adem ile Havva tasviri. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 127 Savaş YILDIRIM Resim 7. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde simgesel tasvirler. Resim 8. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde hayali tasvirler. 128 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev Resim 9. Mustafa Savaş Evi başodaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde hayali tasvirler. Resim 10. Mustafa Savaş Evi baş odaya geçişi sağlayan mekanın doğu cephesinde hayali tasvirler. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 129 Savaş YILDIRIM Resim 11. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesindeki duvar resimleri. Resim 12. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde Galata Kulesi tasviri. 130 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev Resim 13. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde ayakta duran kadın figürü. Resim 14. Mustafa Savaş Evi başoda güney cephesinde bordür kompozisyonu. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 131 Savaş YILDIRIM Resim 15. Ali Sümer Evi başoda güney cephesinde yer alan duvar resimleri genel görünüş. Resim 16. Ali Sümer Evi başoda güney cephesinde yer alan Edirne tasviri. 132 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Ürgüp Mustafapaşa'da Duvar Resimli İki Ev Resim 17. Ali Sümer Evi üst kat batı cephedeki odada kadın figürü. Resim 18. Ali Sümer Evi üst batı cephedeki odada natürmort. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 133 Savaş YILDIRIM Resim 19. Ali Sümer Evi üst kat batı cephedeki odada karşılıklı kuş tasvirleri. 134 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u ASUR TİCARET KOLONİLERİ ÇAĞINDA NEVŞEHİR NEVŞEHİR AT THE AGE OF ASSYRIAN TRADE COLONIES Sebahattin BAYRAM* ÖZET M.Ö. II. Binyılın ilk çeyreğinde Asurlu tüccarlar, başlangıcı daha eskiye gittiği anlaşılan bir ticari faaliyete imza atmışlar ve bugünkü Irak toprakları içerisinde bulunan ve bizim Mezopotamya dediğimiz bölgedeki Asur şehrinden hareketle Anadolu’nun en azından iç kısımlarına kadar eşek kervanlarıyla muhtelif mallar getirmek ve onları burada sattıktan sonra yine muhtelif mallar satın alarak Asur’a götürmek esasına dayanan uluslararası alışverişin ilk örneklerinden birini sergilemişlerdir. Ticaretin Anadolu’daki esas merkezi bugünkü Kayseri’nin hemen yakınındaki Kültepe ören yeridir. Ancak Nevşehir ve çevresinin hiç olmazsa bir bölümünün de bu ticaret alanı içerisinde kaldığını yazılı metinlerden anlıyoruz. Biz bu bildiride Asur Ticaret Kolonileri Çağı hakkında genel bir bilgilendirme yapıp Nevşehir ve çevresinin yaklaşık 4000 yıl önceki muhtemel sosyal, siyasal, hukuki, etnik ve ekonomik yapısı hakkındaki veriler üzerinde duracağız. Anahtar Kelimeler: Asur Ticaret Kolonileri Çağı, Ticaret, Eski Anadolu, Eski Nevşehir. ABSTRACT At the first quarter of 2000 BC, Assyrian merchandisers displayed commercial activity which is originally dated back . They traded starting from an Assyrian city, situated in a land currently in Iraq but historically called Mesopotamia to interior of Anatolia by caravan trade which is thought as one of the first simple of international trade. * Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sumeroloji Anabilim Dalı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 135 Sebahattin BAYRAM The main center of trade in Anatolia was Kültepe Ruins near Kayseri. But we understand by historical deeds that Nevşehir also was a part of this trade area. In this article, we will enlighten about Assyrian trade colonies and will emphasize about possible social, politic, jural, ethnic and economic situation of Nevşehir and this area. Key Words: The age of Assyrian trade colonies, Trade, Ancient Anatolia, Ancient Nevşehir. M.Ö. II. Binyılın ilk çeyreğinin yaklaşık olarak 250 yıl süren bir döneminde (1974-1719 arasındaki, ara dönem denen çok kısa bir aralığı hesaba katmazsak, 250 yıl ) Asurlu tüccarlar Anadolu’ya ticari amaçlarla gelmişlerdi. Nevşehir ve çevresinin de içinde bulunduğu gayet geniş bir alanda faaliyet gösteren Asurlu tüccarlar, şehirlerin içlerinde veya kenarlarında 20 kadar küçük (wabartum) ve 30 kadar büyük (kārum) ticaret kolonisi kurmuşlardır. Tüccarlar Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ın da içinde bulunduğu, İç Anadolu’nun kısmen kuzey ve batısını da içine alacak geniş bir kesiminde, özellikle Kızılırmak kavisinin içerisinde yoğun olarak yerleşmişler ve Kayseri’nin 20 km. yakınındaki eski adı Kaneş olan Kültepe’yi merkez yapmışlardır. Nevşehir ve çevresinin bu faaliyet içerisindeki yeri, yâni tarihi-coğrafyası üzerinde meslekdaşımız Y. Doç. Dr. Remzi Kuzuoğlu ayrıntılı bilgi verecektir. Biz burada şunu ifade etmekle yetinelim, metinlerde yüzlerce yer adı geçmesine ve bunların bir kısmının Hititçe metinlerde de kaydedilmesine rağmen bugün bunlardan sadece üç tanesinin bugün neresi olduğu kesin olarak bilinmektedir: Kayseri, Kültepe > Kaneş, Yozgat, Alişar > Am/nkuwa ve Çorum, Boğazköy > Hattuş. Biz bu bildiri ile, Nevşehir ve çevresinin de içinde bulunduğu bölgenin yaklaşık 4.000 yıl önceki ticari, sosyal, siyasal, idari, hukuki ve tarihi yönlerini kısaca ortaya koymaya çalışacağız. Asur Ticaret Kolonileri adı verilen bu faaliyet, bugünkü Irak toprakları içerisinde, Musul’a yaklaşık 100 km. mesafede bulunan ve modern adı Kal’at Şarkat olan Fırat nehrinin kıyısındaki Asur’dan organize ediliyordu. Asur Devleti’nin katkıda bulunduğu bu hareket, Asurluların Orta Asya’dan Elamlılarca Susa’ya ve oradan da Asur’a getirttikleri kalay ile Babil’den temin ettikleri veya kendi ürettikleri kaliteli kumaşları Anadolu’ya getirmek ve orada bu ürünleri doğrudan ya da bakır veya yün aracılığı ile satarak Asur’a gümüş ya da altın götürmek esasına dayanmaktaydı. Bu dönemde ticareti yapılan diğer mallara ilave olarak ev, ticarethane, tarla ve arsalarla 136 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir erkek veyâ kadın kölelerin satıldığına ilişkin belgeler de ele geçmiştir.1.000 km.den daha uzun olan bu yorucu ve tehlikeli yolculuğa Asurlu tüccarlar şüphesiz büyük oranda kâr elde ettikleri için katlanıyorlardı. Nitekim kumaşın Anadolu’da Asur’dakinden 3 veya 4 kat daha pahalı satıldığını metinlerden öğreniyoruz. Asurlu tüccarlar, mal alım satımından başka kendi aralarında aylık ödemeli yıllık % 30 olarak uyguladıkları fâizi yerliler için % 60 olarak tahsil etmişlerdir. Anadolu’daki yerel krallar da özellikle kalay ve kaliteli kumaşlar edinmek, vergi almak ve değişik yönlerden gelir elde etmek amacıyla bu ticarete onay vermişlerdir. Asurlular her biri yaklaşık 80 gram gümüşe mal olan ve 25-30 parça kumaş veya 65 kg. kalay taşıyan eşek kervanları ile yola çıkıyorlardı. Yerel saraylardan veya yerlilerden kiralanmış olması muhtemel arabalar ise Anadolu içerisinde yol şartlarının uygun olduğu bölgelerde ve yaklaşık 600 kg. yük taşımak üzere kullanılmışlardır. Bu ticari faaliyetin en önemli neticesi Anadolu’nun yazıyla tanışması olmuştur. Eski Asur çiviyazısı ve lehçesiyle kaleme alınan Anadolu’nun en eski yazılı belgeleri, sadece ticari amaçlı bir faaliyetin sonucu olarak kaydedilmelerine rağmen, konuları itibarıyla mektuplar, kontratlar, hukuki belgeler, notlar vs. gibi çeşitlilik göstermektedir. Alişar-Amkuwa wabartum’unda ve Boğazköy-Hattuş kārum’unda bulunan toplam 115 tablet dışında Kaniş kārum’unda 23.500 tablet ele geçmiş olup bunların 23.000 tanesi ticaretin yoğun olarak yapıldığı II. tabakaya , 500 tanesi ise, bu yoğun ticarete bir savaşla çok kısa bir süreliğine de olsa ara verilmesinin ardından tekrar başladığı Ib katına âittir. Kırşehir, Kaman Kalehöyük’te ve Sivas-Kayalıpınar’da birkaç tane Eski Asur belgesi ele geçmiştir. Biz bu yazılı belgelerin, birkaç tanesinin Nevşehir ve çevresine âit olduğunu bildiğimiz ve toplam olarak 50 adet olduğunu belirttiğimiz diğer koloni yerleşmelerinden de ele geçmesini beklemekteyiz. Anadolu’da bu zamanda küçük veya büyük şehir devletleri bulunmaktaydı ve bunlar bir kral ya da büyük kral tarafından yönetilmekteydi. Bunların yönetimi altında tabi krallar da bulunmaktaydı. Koloni Çağında kadınların kraliçe yani rubātum olarak metinlerde geçmeleri onların sahip oldukları sosyal mevkileri hakkında bir fikir vermektedir. Ancak, özellikle , ATHE 62 metninde geçen „Kraliçe, Luhuzattia, Hurama, Šalahšua ve kaçakçılığın yapıldığı (kendi) memleketine mesajlar gönderdi ve onların gözetlenme- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 137 Sebahattin BAYRAM sini bildirdi. Hiç bir şey kaçırmayınız!” ifadeleri mahallî idarecilerden hiç olmazsa birinin, o dönemde kadın olduğunu ortaya koymaktadır. Belgelerden ticaretin karşılıklı olarak anlaşılan şu esaslara göre yapıldığını öğrenmiş durumdayız: a. Asurlu tüccarların uymak zorunda olduğu kurallar: 1. Anadolu’daki her krallık sarayına malın cins ve miktarına göre değişen vergiler vermek. Metinlerden, Anadolu sarayının her eşek yükü için 2 kg. kalay ve kumaşların % 5’i oranında vergi aldığı anlaşılmaktadır. 2. Sarayların getirilen bir kısım kaliteli kumaşların üzerindeki % 10 ilk satın alma hakkını kabul etmek. 3. Sarayların bazı özel mallar üzerinde ticarî tekelleri olduğunu kabul etmek ve bunların ticaretini yapmamak. b. Yerli kralların Asurlu tüccarlara verdikleri güvenceler: 1. Tüccarların, kendi resmî kurumları olan k rum‘larda kanunî haklarını saklı tutup, korunmalarını sağlamak. 2. Hukukî ve idarî bakımdan Asur’a bağlı olan Kolonilerin serbest bölgelerdeki bütün haklarını korumak. 3. Krallar tarafından kontrol edilen bölgelerde yolları korumak ve soyguna ve hırsızlığa karşı tedbirler almak. Asurluların, yerli halkla veyâ yerli krallarla olan ilişkilerinde yerli idarecilerin isteklerini yerine getirmekle yükümlü oldukları ve Anadolu’da siyasî ve idarî bakımlardan yerli beyler üzerinde herhangi bir tesirlerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Tahta çıkan bir kralın Asurlu tüccarların idarecilerinden bağlılık yemini istemesi bu hususu ortaya koymaktadır. Yukarıdaki açıklamaların II. kata ait dönemde uygulanan kurallar olduğunu söylemek mümkündür. Ib katında ele geçmesi itibarıyla bu dönemden itibaren uygulanacak olan kuralları belirleyen ve Asur ile Kaniş arasında akdedilmiş olan anlaşmada şunlar kayıtlıdır: - Mallar Asurlulardan ucuza ve zorla alınmayacak. - Anadolu’da bir Asurlu öldürülür ve malı kaybolursa kan parası ödenecek, katil Asurlulara teslim edilecek ve o bizzat onlar tarafından öldürülecek. - Mahkemeye giden Kanişli ve Asurlu için adil karar alınacaktır. - Asurlu ve Kanişli birisi diğerine borçlanırsa borçlu tutuklanmayacak. -Eğer Anadolu’da Asurlu birinin kumaşı kaybolursa kayıp aranıp mal iade edilecek, aksi takdirde kendisine ödenecek. 138 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir -Bir Asurlunun veya dul bir hadının evine Kanişli veya hapiru’nun girmesine izin verilmeyecek. -Bir Asurlunun iyi bir evine, kölesine, cariyesine, tarlasına, evine göz konulmayacak ve alınıp yerli birisine verilmeyecek. -Bir Asurlu bir Kanişliye borçlanırsa ve başka bir ülkeye giderse onun yerine bir başka tüccar, bir başkası veya kardeşi sorumlu tutulmayacak, alacaklı dava açacaktır. -Anadolu’da birisi angarya için çağrıldığında Asurlular bundan muaf tutulacaktır. -Asurlu yemin için çağrıldığında kendi inancına göre yemine edecektir. Eski Asurca belgelerdeki hukuki anlaşmazlıkların büyük çoğunluğunu Asurluların kendi aralarındaki özellikle borçlarla ilgili problemler teşkil ederdi. Az da olsa yerli beyler ve yerli halkla ilgili problemler de vardı. Yerel yöneticiler bu durumda iki farklı hukuk sisteminin kuralları içerisinde meseleyi halletmek zorunda kalmışlardır. Hukuki anlaşmazlık Asurluların kendi aralarında olmuşsa yerel kanunlara ters düşmediği sürece davayı, kendi hukuki kurumları ve prosedürleri içerisinde çözmekte tamamen serbesttiler. Yani bu dönemde ikili, hatta üçlü bir hukuk sisteminden bahsetmek mümkündür: 1. Asurluların kendi aralarındaki problemleri kendi kurum ve görevlileri ile çözümlemeleri, 2. Çok iyi bilemediğimiz yerli halkın kendileri için uyguladıkları sistem ve 3. Yerli idareciler veya halk ile Asurlular arasındaki problemlerin çözümlenmesinde uygulanan sistem. Asurluların faaliyetlerinin yerel kanunlara ters düşmesi durumu ile birkaç olayla karşılaşılmaktadır: Asurluların ticari mal kaçakçılığına kalkışması ve yerli krallardan vergi kaçırması. Ayrıca yerli haydutların Anadolu’yu transit geçen Asur kervanlarına saldırıp mallarını çalması ve hatta tüccarlarını öldürmüş olması da bu kategoriye dahil edilebilir. Bu husuta bir başka örnek, Asurluların meclisinin bir Asurluya olan borcunu ödeyene kadar hiç bir Asurlunun iş yapmasına müsaade edilmeyen yüksek rütbeli bir saray yetkilisine uygulanan ambargoyla ilgili bir davadır. Bir başka belgede ise 15 Asurlunun Buruşhaddum’da buluştukları ve Asurlu tüccarlardan hiç kimsenin adıgeçen yerel bir yetkiliye kumaş satamayacaklarına karar verdikleri kayıtlıdır. Mevsim şartları, savaşlar, dahilî isyanlar ve vebâ gibi yaygın hastalıklarla yol kesen kimselerin olması bu faaliyetlerin kısmen ve geçici olarak aksa- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 139 Sebahattin BAYRAM masına sebep olmuşlardır. Meselâ; Kt n/k 1429 nolu metin Kaniš şehrinde savaş olduğunu ve insanların bu olayı, bir tarihleme olarak kullandıklarını ortaya koymaktadır. Kt n/k 1251 nolu mektupta, yazar muhatabına, o ana kadar Kaniš’te kaldıysa Wašhania’ya geçmesi ve memleket sakinleşene kadar oraya gitmemesi istenmektedir. Yine Kt n/k 1464 nolu mektupta, muhtemelen, bir şehir ve ona tâbi çevresindeki şehir ve kasabaların ifade edilmek istendiği memleketin, isyan hâlinde olduğu belirtilmekte ve ortalık durulduğu zaman çıkıp oraya gitmesi istenmektedir. Kt n/k 1339 nolu belge ise, Burušhattum şehrinde meydana gelen bir salgın hastalıkla ilgilidir ve bu ifade de tarihleme başlangıcı olarak kullanılmıştır. Ayrıca yol kesen haydutların mevcudiyetine işaret eden metinlerle, kralların tüccarları bu tür tehlikelere karşı koruyacakları garantisi, bu durumun da ticareti olumsuz yönde etkilediği söylenebilir. Asurlu tüccarlar getirdikleri malları sattıktan sonra ellerindekileri altın, gümüş veya değerli şeylere yatırıp, yeni mallar almak ve ticarete devam etmek için bunları Asur‘a gönderirlerdi. Ancak, mallarını satarken fiyatların istenen seviyede olmaması hâlinde beklerler ve fiatlar makul bir düzeye gelince satarlardı. Kt n/k 562 nolu belgede geçen “Senin bana yazdığın kalayına gelince, kalayın fiatı düşüktür, senin kalayın şimdilik burada duruyor” ifadeleri geçmektedir. Ayrıca Kt n/k 606 nolu belgede ise, mektubun yazarı, muhatabına gümüşün fiatı üzerinde muvafakat etmeleri halinde bilgilendirilmesini istemektedir. Kt n/k 1689 nolu belge ise, sözkonusu yerde gümüş ve altının bulunmayışından, fakat yeteri kadar kalayın mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Kt n/k 1340 nolu mektupta ise gümüşün altına nisbetle daha değerli olduğundan bahsedilmektedir. Örneklerini artırabileceğimiz bu metinler, bugün yaşadığımız incelikte ve genişlikte olmasa bile ticaretin ulaştığı seviyeyi göstermektedir. Malın piyasada bol olduğu zaman değerinin düşmesi, dolayısıyla mal darlığı esnasında fiatların yükselmesi, ticaret esnasında birtakım spekülatif hareketlerin mevcudiyetine delil olarak kabul edilmelidir. Birkaç nesil boyunca Asurlu tüccarlar yerli kadınlarla evlenmişler, aile kurmuşlar ve hatta bazıları ölünceye kadar Anadolu’da kalmışlardır. Yerli kadınların Asurlularla evlenmesi ve boşanması hakkında ise şunlar söylenebilir: Tüccarlar Anadolu’da ilk defa veya Asur’dakinden sonra ikinci defa evlenmişler ve çocuk sahibi olmuşlardır. Bunlar Asur’a dönmek isterlerse tazminat ödemek zorunda kalırlardı. Çocuklar, tarafların anlaşmasına bağlı olarak bir tarafa bırakılabileceği gibi her iki taraf arasında paylaştırı- 140 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Asur Ticaret Kolonileri Çağında Nevşehir labilirdi. Anadolulu kadın boşandıktan sonra elbette yeniden evlenebilirdi. Kocası ölen yerli kadınların kocasının mallarından yararlandığına dair elimizde belge bulunmamaktadır. Ancak, oturduğu evi muhafaza edebilirdi. Bazı ev satış belgelerinde dul kadınların evde ölene kadar kalabileceklerine dair kayıtlar bulunmaktadır. Metinlerde kayıtlı olmayan hususların mevcudiyeti ihtimalini bir tarafa koyarsak, yerlilere ait mirasla ilgili olarak şunları ifade edebiliriz: Anne ve babaya karşı çocuklar kötü davranırlarsa satarak cezalandırlırdı. Anne ve babanın ölmesi halinde birlikte oturmaları tavsiye edilmekte, ayrılmaları halinde evi ve malları kardeşlerin eşit olarak paylaşacakları belirtilmektedir. Bir metinde, babanın ölmesi durumunda anneye “1 inek, 10 koyun, bir miktar yağ, 2 kg. yün ve bazı eşya ve aletler” verilerek evden çıkarılabileceği kayıtlıdır. Bir başka belgede anne babaya karşı işlenecek kusurların 5 kg. gümüş gibi yüksek bir miktarı ödemekle cezalandırılacağı, annenin veya babanın ölmesi halinde çocukların geride kalana bakmak zorunda olduğu, ancak bu kurallara uyulması hâlinde çocukların mirası eşit olarak paylaşacakları ifade edilmiştir. Bir başka belgede kadının eşiyle evliliği aynı şartlarda yürüteceği, zenginliği ve fakirliği paylaşacağı, boşanırlarsa evi eşit olarak bölüşecekleri, ölmeleri halinde çocukların mülkü paylaşacakları kaydedilmiştir. Bu dönemde Anadolu kadınının sosyal statüsünün Asurlu hemcinslerinden daha aşağıda olmadığı görülmektedir. Eldeki belgelere göre, Anadolu kadını en üst seviyede; ülke yönetiminde kral ile birlikte yan yana hatta bazı durumlarda tek başına görülür. Halk kadını olarak ise; ticaret yapmakta, gayrimenkul ve köle alıp-satmakta, kendi adına senet düzenlemekte, nişanlanma, evlilik ve boşanma durumlarında sosyal haklarını korumaktadır. Anadolulu kadınların tarımsal ve hayvansal işlerle uğraştıkları da bilinmektedir. Yakacak, yiyecek, ev ve tarla işleri kadınların uğraşıları arasındadır. Kt 88/k 275 nolu metnin 11-14. satırlarında: “30 mina bakırı ona verdim. 6 šeqel altını yünün kırpılıp toplanmasına kadar ödeyecek” ifadesi, daha önce geçen “bağ bozumunda, orak tutma zamanına kadar” gibi zirai ve hayvancılık ile ilgili ifadelerin tarihlemede kullanılmasına yeni bir örnektir. Ancak yerli tüccar kadınlara da rastlanmaktadır. Elimizdeki evlenme ve boşanmaya ilişkin belgelerden, Anadolu’nun tarihî devirlere girdiği bu dönemde kadın ve erkeğin aynı haklara sahip olduğunu gösteren bilgiler edinmekteyiz. Kadınların ticarî hayatta yerlerini aldıkları da söylenebilir. Az sayıda ele geçmiş olan ev satış senetlerinde KTS 46 ve Kt 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 141 Sebahattin BAYRAM v/k 52 örneklerinde olduğu gibi satın alanlar yerli bayanlardır. Ayrıca Kt 80/k 25 ve Kt j/k 39 nolu metinler de bayanların ticarî hayattaki faaliyetlerine dair bilgi vermektedirler. Çok kısa olarak belirtmeye çalıştığımız Anadolu’nun en eski yazılı belgelerinde tesbit edilen bu hususlar, Kayseri, Kültepe’de ele geçen buluntulardan elde edilen sonuçlardır. Bunların sadece Kültepe’ye has oduğunu düşünmemek gerekir. Yukarıda sözünü ettiğimiz şehirlerin yakınlarında ya da içlerinde kurulmuş olan ve şimdilik 50 tanesinin adını bildiğimiz küçük ya da büyük ticaret merkezlerinden özellikle bölgede bulunanlarında ve bu arada Nevşehir ve çevresindeki yerleşim yerlerinde de bu bilgilerin geçerli olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bu çevredeki şehirlerde yapılacak arkeolojik kazılarda elde edilecek yazılı belgelerin konuyu daha bilinir hâle getireceği şüphesizdir. 142 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR TURİZMİNDE ALIŞVERİŞİN ÖNEMİ THE IMPORTANCE OF SHOPPING IN NEVŞEHİR TOURISM Seha AKSÜ* ÖZET Turistik tüketime katılım davranışı hangi gelir veya kültür grubundan ve ya hangi fonksiyonla olursa olsun ilk önce düşlerde başlar. Yapılacak tatil hayal edilir. Bu gerçekleşebilme ihtimali yüksek olan düş dünyası çalışanın üzerindeki psikolojik yükü bir anlamda hafifletir. Bu düşler dünyası tatil yerine karar verilmesi hatta ödemesinin yapılması ile daha da güçlenir. Turistik tatilin başlamasına kısa bir süre kala ise fiziksel olarak olamasa da düşsel olarak tatil başlar. Evden hedefe yani tatil yapılacak destinasyona hareket edilmesi ile gerçek tatil başlar. Artık çalışma hayatındaki gerilimlerin, yaşamdaki zorluların ve ekonomik sorunların hepsi arkada kalmıştır. Sanki bir daha hiç geri dönülmeyecekmiş gibi bir zaman tüketimi başlar. Eğer ana ulaşımı hava yoluyla yapıyorsanız ya beyaz bulutlar ya da ay ışığı bu düşünüze eşlik eder. Ama bir düş gibi geçecek olan tatil gerçek anlamda başı ve sonu olan bir süreçtir. Ve tabi ki bir süre sonra son bulur. Sürenin biteceğinin farkında olan birey bu zaman diliminden ve tatil geçirdiği bölgeden somut bir parçayı da yanına alıp düşüne devam etmek ister. Bunun en somut ve en basit örneği dünyanın birçok ülkesindeki buzdolabı kapağına yapıştırılmış magnetlerdir. Birçok batı dilinde “souvenier” denilen hatıra eşyaları turizmin önemli bir öğesidir. Zira bu yolla ulaştırma, konaklama, yeme-içme ve eğlence sektörü dışında bölgesel bir katma değer elde edilmiş olur. Hatıra eşyası denilen bu obje tatilden sonra dönülen monoton çalışma yaşamında geçmişle olan sanal bir bağlantı sağlar. Bu satışlar turizm hareketinin bölgeye sağladığı katma değeri arttıran önemli faktörlerdendir. * Yrd.Doç.Dr., İstanbul Okan Ünv. MYO İkram Hizmetleri Bölümü, Turizm ve Otel İşletmeciliği Programı, e-posta:seha.aksu@okan.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 143 Seha AKSÜ 1970 li yıllardan başlayarak Türkiye’deki turizm hareketinin gelişiminde Nevşehir ili turistik konaklama arzının yanında el sanatlarının satışı ve çeşitliliği ile özel bir yer tutar. Başta halı, kilim, toprak kaplar, mermer, tüf heykelcikler ve bez bebekler önemli yer tutar. Bu çalışmamızda Nevşehir ili ve ilçelerindeki turistik eşya sektörünün oluşumu, gelişimi ve geleceği pozitif ve negatif yönleri ile incelenerek verimliliği arttırmak amacı ile yeni öneriler geliştirilmektedir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir de turizm, Alışveriş turizmi, Turizmde hatıra eşya satışı ABSTRACT The concept of holiday is very important for people who work through out the year. The holiday which has began with an imagination continues psychologially with a gift wich is bought at the end of the holiday. Especially , the Nevşehir region is famous for varios handicrafts and this region increases the value added in tourism. In this study , the importance of this contribution and the development alternatives will be examined. Key Words: Tourism in Nevşehir region, Shopping tourism, Souvenier-gift sales in tourism 1. Giriş Genel anlamda turizm hareketi dünya ölçeğinde yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren anlam kazanan ve özellikle de son çeyreğinde yükseliş kaydeden bir olgudur. Bilindiği gibi geçen yüzyılın ilk yarısı savaşlar ve ekonomik krizlerle geçerken insanların kavramsal olarak böyle bir olguya ihtiyaçları yoktur, ya da ihtiyaçları olduğunun farkına varabilecek yaşam standardına sahip değildir. Başka bir deyişle geçen yüzyılın son çeyreğine kadar çalışma süreleri bütün dünyada haftanın altı günü olup, çalışılmayan tek gün de ya dinsel ibadet amaçlı ya da bedensel istirahat için kullanılmıştır. Refah düzeyinin artması ve buna paralel olarak azalan çalışma süreleri insanların boş zaman kavramını da değiştirmiştir. İnsanlar artık turistik amaçlı tatil kavramı ile tanışmışlardır. Başlangıçta belirli bir sınıfın satın alma gücü içerisinde olan turistik tatil kavramı zamanla bu konudaki taşıma ve konaklama arzının artması ile daha büyük kitleler tarafından istenilir ve satın alınabilir olmuştur. 144 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi Bugün dünya nüfusundan yaklaşık bir milyar kişi turistik tatil kavramını özümsemiş olup, yaşamın bir parçası olarak kabul etmektedir. Artık turistik tüketim çalışan bir insan için bir lüks değil bir ihtiyaç haline dönüşmüştür. Çalışmak ihtiyaçların karşılanması için bir zorunluluk olmakla beraber sıkıcı ve tek düzedir. Bu durum kişinin işgören veya işveren olması ile değişmez. Sektörel disiplin ve zamansal kısıtlamalar her kez için geçerlidir. Özellikle işgören için kazanılan yıllık izinler bu sıkıcı yaşama tarzını tolore edebilmek için önemlidir. Tatil kavramını içselleştirmiş olan insanlar tatile ilk önce düşsel olarak başlarlar. Bu davranış kişinin ekonomik ve kültürel seviyesine göre farklılıklar gösterir. Özellikle bir yıl içerisinde sadece bir kez tatil yapabilen turistik tüketiciler tatili psikolojik olarak sürekli ortamlarından kaçış fonksiyonu olarak görürler. Bunlar genellikle orta ve alt gelir grupları ile alt kültür gruplarıdır. Bir yıl içerisinde birden fazla tatil olanağına sahip turistik tüketicilerde ise tatil psikolojik olarak değişik ortamlara ve hobilere yönelmektir. Ama turistik tüketime katılım davranışı hangi gelir veya kültür grubundan ve ya hangi fonksiyonla olursa olsun ilk önce düşlerde başlar. Yapılacak tatil hayal edilir. Bu gerçekleşebilme ihtimali yüksek olan düş dünyası çalışanın üzerindeki psikolojik yükü bir anlamda hafifletir. Bu düşler dünyası tatil yerine karar verilmesi hatta ödemesinin yapılması ile daha da güçlenir. Turistik tatilin başlamasına kısa bir süre kala ise fiziksel olarak olamasa da düşsel olarak tatil başlar. Bu zaman dilimi aslında işgörenin en verimsiz olduğu ve konsantrasyon eksikliği yaşadığı dönemdir. Ve evden hedefe yani tatil yapılacak destinasyona hareket edilmesi ile tatil başlar. Artık çalışma hayatındaki gerilimlerin, yaşamdaki zorluların ve ekonomik sorunların hepsi arkada kalmıştır. Sanki bir daha hiç geri dönülmeyecekmiş gibi bir zaman tüketimi başlar. Eğer ana ulaşımı hava yoluyla yapıyorsanız ya bulutlar ya da ay ışığı bu düşünüze eşlik eder. Ama düş gibi geçecek olan tatil gerçek anlamda başı ve sonu olan bir süreçtir. Ve tabii ki son bulur. 2. Turizmde Hediyelik Eşya Sürenin biteceğinin farkında olan birey bu zaman diliminden ve tatil geçirdiği bölgeden somut bir parçayı da yanına alıp düşüne devam etmek ister. Bunun en somut örneği dünyanın birçok ülkesindeki buzdolabı ka- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 145 Seha AKSÜ pağına yapıştırılmış magnetlerdir. Birçok batı dilinde “souvenier” denilen hatıra eşyaları turizmin önemli bir öğesidir. Zira bu yolla ulaştırma, konaklama, yeme-içme ve eğlence sektörü dışında bölgesel bir katma değer elde edilmiş olur. Hatıra eşyası denilen bu obje tatilden sonra dönülen monoton çalışma yaşamında geçmişle olan sanal bir bağlantıdır. (Bayraktaroğlu:2009,438) Dünyanın ziyaretçi kabul eden her yöresinde bu tür hatıra eşyaları üretilir ve satılır. Bu tür eşyaları tüketiciler hatıra “souvenier” olarak kendilerine veya hediye “gift” olarak dostlarına alırlar. Sonuç olarak turizm hareketinin bölgeye sağladığı katma değerin içinde bu tür satışlarda özel bir yer tutar. 3. Türkiye’de Turizmin Gelişimi Türk turizmine gelince; 1960 lı yılların içinde çok zayıfta olsa başlayan turizm hareketi hem sektörsel temelde hem de kamusal alanda 1970 li yıllara kadar pek büyük bir farklılık göstermez. 1970 li yılların başında kurulan Turizm ve Tanıtma Bakanlığı yavaş yavaş gelişen turizm hareketlerine hukuksal bir alt yapı hazırlar. Burada dikkat çeken önemli husus hukuksal düzenlemenin ilk örneği 1618 sayılı “Turizm ve Seyahat Acentaları ve Turizm ve Seyahat Acentaları Birliği” kanunu olmasına rağmen turizm pazarlaması desteklenmemiş ve daha sonraki yıllarda bu destek konaklama ve ulaştırma işletmelerine tanınmıştır. Buradaki ikinci çelişki konaklama ve ulaştırma işletmelerine tanınan teşvike rağmen bu alanlarda hukuksal alt yapının ve resmi örgütlenme modelinin hala oluşturulmamış olmasıdır. Turizm hareketinin ülkemizdeki başlangıç yıllarında hem kamu hem de özel sektörün yaptığı ciddi pazar araştırmalarında Türkiye’nin en güçlü turizm ürünü olarak tarihsel ve kültürel alt yapısı öne çıkar. TUSAN ve TURBAN işletmelerinin yatırım araştırmaları ve yöre seçimleri bunun en belirgin ispatıdır. Bu yıllarda deniz, güneş ve kum bileşeninden oluşan dinlenme tatili (sejour) konaklama kapasitesi çok zayıftır ve ulaşım zorlukları mevcuttur. Bu yıllarda ulaşım ve altyapı zorluklarına rağmen gelen veya getirilen turistlerin büyük bir çoğunluğu Anadolu turu dediğimiz organize kültür turlarını tercih ederler ve oldukça mütevazı konaklama işletmelerinde kalarak Türkiye turlarını yaparlar. (Ceylan :2001,169) 80’li yıllara gelindiğinde ise askeri yönetim sisteminin hemen arkasından kurulan sivil hükümetler sırasında ve özellikle rahmetli Turgut Özal za- 146 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi manında turizm amaçlı konaklama, ulaştırma ve kıyı yatçılığı teşviklerine başlanır. Özellikle 49 yılığına tahsis edilen devlet arazilerine uzun vadeli teşvik kredileri açılarak ve bu teşvikler diğer yükümsel kolaylıklarla desteklenerek Türk turizminde büyük bir atağa geçilir. Kısa bir süre sonra Türk turizmini geliştirmek için sadece konaklama teşvikinin yeterli olmadığı görülerek hava taşımacılığı yani charter, yani tarifesiz taşıma yapacak olan hava ulaştırma işletmeleri de teşvik furyasından payını alır. Turistik ürünün konaklama ve ulaştırma gibi iki ana ve önemli öğesi tamamlanmıştı. Eski bir deyişle “İltifat marifete tabidir, ama satılamayan mal zaildir” Yani yeni Türkçe ile “Birine tatlı davranma onun hünerine bağlıdır, ama satılamayan mal ziyandır” Bu deyişten yola çıkarak turizm ürünümüzün gerçek değerine pazarlanmasına ve satışına gelirsek: Türkiye’deki A grubu seyahat acentelerinin ana işlevleri aslında acentecilik yapmaktan ziyade tur operatörü veya yerel operatör olarak düzenlenmiştir. Değişik sebeplerden dolayı bu garabet hala düzeltilebilmiş değildir. Oysa yerel ve uluslararası tur operatörleri toptancı, seyahat acenteleri ise perakendeci işlev gören turistik aracı kurumlardır. Ülkemizde gelişim gösterdiği anlamıyla A grubu seyahat acentelerinin birçoğu hizmet ihracı yapan, yani ülkeye turist getirmek için çaba sarf eden yerel operatörlerdir. Bu girişimciler Türk turistik ürününü dünya turizm piyasasına sunabilmek için oldukça zahmetli ve riskli bir alanda faaliyet göstermek mecburiyetindedirler. Yatırımları belki konaklama işletmeleri gibi somut değildir. Ama ürünün dünya pazarına entegre edilebilmesi için devamlı pazarda bulunmak, yeni yaklaşımları takip etmek ve bu tip ürünlerin uluslararası pazarlama arenası olan fuarlara katılmak zorundadır. Bu eylemler oldukça pahalı ve risklidir. (Kanıbir,Nart,Saydan: 2010,53) Ama maalesef Türk turistik ürününün pazarlama ayağı teşvike uygun görülmemiş, hatta kamu otoriteleri tarafından bir masa bir kasası olan marjinal işletmeler olarak nitelenmişlerdir. 4. Türkiye’de Hediyelik Eşya Sektörünün Gelişimi Talebin zayıflığından dolayı o yıllarda ülkemizde hatıra ve hediye eşya sektörü yok gibidir. Bu zamanlarda ülkemize gelen yabancı ziyaretçilerin kendi inisiyatifleri ile ilgi duydukları alışveriş objeleri kendilerine göre fiyat/ 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 147 Seha AKSÜ ürün ilişkisinde çok cazip gelen el sanatlarıdır ki; bunların başında Türk halı ve kilimler gelmektedir. Anadolu’daki üretim yerlerinde bulunan küçük işletmelerden, İstanbul’da bulunan Nuru-Osmaniye camii çevresi ve Kapalıçarşı deki mağazalara kadar olan bu arzın hiçbiri dışsatım için organize değildir. Hacim olarak oldukça büyük olan ve bir anlamda hatıra-hediye eşyasından daha çok bir ev kullanım eşyası olan halı ve kilimleri ziyaretçiler beraberinde götürmek zorundadırlar. Günümüzden 30-35 yıl öncesinde uluslar arası kargo sistemi de pek gelişmediğinden ziyaretçinin yanında götüremeyeceği kadar büyük olan parçaların tek gönderim yolu postadır. Ürünün içinde aktif olarak görev yapan profesyonel rehberler ’80 li yıllarda hediyelik ve hatıra eşya pazarındaki boşluğu görerek örgütlemişler ve önce kartpostal satışından başlayarak, zamanla hediyelik eşya ve el sanatları satışı için örgütlenmişler ve İstanbul da ticari faaliyete geçmişlerdir. Bu oluşum yine İstanbul da el sanatı ürünleri satışı ile ilgilenen sermaye sahibi ticari kuruluşlar tarafında da benimsenerek gelişmiştir. Pazardaki talep boşluğunu doğru tespit eden sektörün aktif elemanlarının girişimi, zamanla turistik ürünün pazarlanmasındaki zorlukları aşabilmek için hizmet ihracında bulunan aracı kurumlara geri dönüşümlü finansman desteğine girmişlerdir. Tabii ki bu desteğin geri dönüşümü de organize olarak gelen turistlere bu işletmelerin tavsiye edilmesi ile bir karşılıklı bir ilişkiye dönüşmüştür. Yani yabancı ziyaretçilerin alışveriş tercihlerinde aracı kurumlarda aktif olarak rol almaya başlamıştır. Bu ilişki ve destek ‘90lı yıllara kadar kimseyi rahatsız etmeden ve sorgulanmadan orta doğudaki Kuveyt krizine kadar sürmüştür. Krizle beraber iki önemli değişiklik meydana gelmiştir. Bunlardan ilki orta Avrupa’dan Türkiye’ye turist getiren büyük tur operatörlerinin orta doğudaki sıcak gelişmeleri riskli görerek pazardan çekilmeleri ve bu boşluğu o zamana kadar uluslararası işçi taşımacılığı ile ilgilenen bazı müteşebbislerin doldurmasıdır. İkincisi ise ülkemizde el sanatlarını pazarlamak için örgütlenen kuruluşlar hem finansman sorunlarını çözebilmek, hem de nakit akışını verimli kullanabilmek açısından bankacılık sektörüne girmişlerdir. Maalesef bilindiği gibi ülkemizin başından geçen bankacılık krizi geçmişleri ve birikimleri böyle bir krizi aşabilmelerini olanaklı kılmamış ve bu kuruluşlar ciddi maddi yükümlülükler altında bankacılık sektöründen çekilmişlerdir. En yoğun pazarımız olan Avrupa’da Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak algılandığından tabii ki Ortadoğu krizinden etkilenmemesi olanaksızdı. 148 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi 4.1. Turistik Pazarlama Enstrümanı Olarak Hediyelik Eşya Bu durumdaki pazarlama çözümünü yine sektör kendi içinden bulmuştur. Ama maalesef bu buluş pazarlamanın en basit ve riskli yöntemi olan fiyat enstrümanı ile oynanarak gerçekleşmiştir. 90 lı yılların ikinci yarısında bu ilişki yeni bir oluşum yaratarak alışveriş turizminin başlangıcını oluşturmuştur. Başlangıç da İstanbul şehir turizmi türünde olan bu ürün konaklamanın düşük sezonlardaki boşluğun fiyat cazibesinden faydalanılarak oluşturulmuştur. Pazarda tüketiciden talep edilen sadece gidilecek yere olan gidiş-dönüş ana taşıma ücretidir. Destinasyona ayak basan turist için pazardaki tur operatöründen bir ödeme yoktur. 3 veya dört gecelik konaklamalar ve havaalanı-otel-havaalanı taşımacılığı dediğimiz transferler ve rehberler için hiçbir ödeme gelmemektedir. Peki, bu derenin suyu nereden gelmektedir? Başka bir deyişle bu mali riski kim üstlenmektedir? Daha evvelce bahsedilen el sanatları ticareti yapan kuruluşların mali sorunları büyük boyutlardadır. Bu sebeple biraz daha risk almalında bir sakınca yoktur. Çünkü bu yöntemle yönlendirilecek turistin yapacağı alışverişten kaynaklanan nakit akışı mali zorlukları belirli bir süre için itelemektedir ve bu yeni kredi arayışından daha caziptir. Burada özellikle vurgulamamız gereken husus el sanatları diye genellediğimiz emtiaların niceliği ve niteliğidir. Zira ülkemiz pazarında hatıra ve hediyelik eşya üretimi hala kısırdır. Ama pek de hatıra veya hediyelik sayılamayacak halı veya kilim gibi ev eşyaları, kıymetli taşlı ve altın ziynet eşyaları ve deri giyim bunların yerine turistik arz da ön sıralara çıkar. Nicelik olarak durum böyle iken, her şeye rağmen nitelik olarak da bu ürünlerin hepsi ülkemizde üretilmiş, katma değeri yüksek ve fiyat/kalite cazibesi olan ürünlerdir. (Yamamoto,Şekeroğlu K.2011: 7) Bu yeni oluşum özellikle Avrupa pazarında benzer bir tür iş yapanlarda heyecan yaratır. Avrupa’da genellikle günü birlik alışveriş turları düzenlenmekte ve bunlara “café turları” denmektedir. Bedava olarak bir geziye davet edilen özellikle yaşlı kişiler bu gezi sırasında ya bir satış yerine götürülmekte, ya da özel mekânda kendilerine değişik ürünler satılmaktadır. 2000 li yıllara gelindiğinde ise artık İstanbul fiyat cazibesini kaybetmeye başlamıştır. Zira İstanbul’a gelen turist profilinde önemli bir değişme olur. Buda kentin daha çok individuel turistler ve kongre, seminer katılımcıları tarafından tercih edilmesi ve sezonlar arasında fiyat farkının kalkması ile olur. Yeni arayışlarda ki hedef Antalya’nın çevresidir. Kasım-Nisan ayla- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 149 Seha AKSÜ rı arasındaki ölü sezon özellikle Kemer, Belek ve Manavgat bölgesindeki şehir dışı otellerle kış sezonunda otellerini kapatmak yerine inanılmayacak cazip fiyatlarla anlaşma yapılmasına olanak kılar. Ama yörenin coğrafi özelliğinden dolayı sunulan satışlı tatil süresi uzamış ve İstanbul da 3-4 gecelemeli olan paket 7 gecelemeye çıkmıştır. Bu süre içinde tabii ki yabancı pazarlamacıların satış şovları devam etmekte ve ülkemize hiçbir katma değeri bulunmayan ürünler bu yolla satışa sunulmaktadır. Sürenin uzun olması sebebi ile yani arayışlar içine girilir ve Pamukkale gecelemeli yeni bir program oluşturur. Bu operasyonlar ya 6+1 yani 6 gece Antalya yöresi ve 1 gece Pamukkale konaklaması ya da 3+1+3 gibi 3 gece Kemer 1 gece Pamukkale ve 3 gece Manavgat gibi oluşturularak tüketicinin daimi kontrol altında yönetilebilinir halde tutulmasını sağlar. Bu arada İstanbul’daki mağazaların yerini Denizli’nin Tavas ilçesindeki el sanatları merkezleri alır. Süre ilerlerken rekabet daha da kızışır. Başlangıçta sadece Türkiye’deki konaklama riskini yüklenen el sanatları satış işletmeleri zamanla ana taşımacılık riskini de yüklenirler. Yani orijinden (örn. Almanya’dan) destinasyona kadar olan hava taşımacılığı bedelini de Türkiye’de ki el sanatları satıcıları üstlenir. Bu pazardaki satıcıların türünü de kontrolsüz bir şekilde çeşitlendirir. Artık bu ürün çoğunlukla seyahat acenteleri marifetiyle satılmayıp; bazı tatil programları yapan televizyonlar, yayın evleri, büyük kitapçı dükkânları Bu oransal olarak başlangıçta 1 birimlik riskin 6 birime çıkmasına sebep olur. Riskin yükselmesi masraflarda yeniden yapılandırmayı zorunlu kılar. Bölgesel ulaştırma araçları en ucuzundan ve en deneyimsiz yörelerden seçilir ve çalışma süreleri kontrolsüz olarak uzar. Bu durum basına da yansıdığı gibi bazen ölümcül kazalarla sonuçlanır. Rehberler bir günlük resmi ücretleri karşılığında 1 hafta çalışma zorunda bırakılır. Hatta bu ücretlerinin bir kısmını şoförlerle paylaşmaya zorlanır. Ama rekabet hala en sert hali ile devam etmektedir. Yaklaşık 10 seneden beri devam eden bu tür turizmde tekrar eden müşteri sayısı artmaktadır. Bu da organizatörler tarafından hedeflenen satışın düşmesi yani alışverişin yapılmaması demektir. Oluşumun ana felsefesini yakalayan tüketici bunu bir fırsat olarak değerlendirmekte ve alışveriş yapma haricindeki bütün olanaklardan faydalanmaktadır. Aynı zamanda tekrar eden ziyaretçi yöreyi tanımakta, yörede yeni ilişkiler kurmakta, hatta bundan kendine ticari bir kazanç bile elde edebilmektedir. Bu tür organizasyonlarda ki temel hedef getirilen ziyaretçi sayısını çoğaltarak alışveriş yapabilecek müşteri sayısının arttırılmasıdır. Bu sayı operasyon başına yüz binlerle 150 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi ifade edilmek zorundadır. Son on yılın Kasım-Nisan ayları arasındaki Antalya havaalanı yabancı girişlerine bakılırsa bu rahatlıkla görülebilinir. Bu tür organizasyonlar aynı hedef kitlesini kullandığından dolayı bir müddet sonra ürünü çeşitlendirmek ihtiyacı doğmuş ve arayış Türk turistik ürününün en değerli parçası olan Anadolu turlarını da kapsamı içine almıştır. Zira sadece Antalya bölgesine getirilen müşterinin ne kadar çabalanırsa çabalansın, tur satın almadığı müddetçe yönetilmesi ve kontrolü zordur. Oysa Anadolu turlarında müşteri her konaklama yerinde 1 veya en fazla 2 geceleme yapabildiğinden, devamlı yönetilir ve yönlendirilebilinir konumdadır.( Aksü:2011,14) Özellikle son birkaç yıldır yapılan shopping turizm operasyonlarında Kapadokya bölgesi olarak adlandırdığımız Nevşehir ili ve ilçeleri de programa dâhil edilmiştir. Zira bu tür operasyonların finansmanını sağlayan büyük ve organize ve el sanatları satış dükkânlarının yoğunlaştığı bir bölgede Nevşehir ili yani genel tanınan adı ile Kapadokya bölgesidir. 5. Nevşehir İli ve Kapadokya Neresidir Kapadokya? Kapadokya Hititlerden Friglere, Perslerden Makedonyalılara, Romalılardan Bizanslılara, Selçuklulara, Osmanlılardan günümüze ve yarınlara uzanan bir masal kahramanının ta kendisidir Yüzyıllar boyunca birçok medeniyetin din, dil, ırk demeden gelip yerleştiği, barış içinde yaşadığı, Türk misafirperverliğinin derinden hissedildiği bir turizm cenneti olmanın yanında yerli ve yabancı turistlerinde vazgeçilmez tutkusu olmayı başarmış bir vatan parçasıdır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 151 Seha AKSÜ Sadece bölgeye has yöre halkının Peri Bacası ismini verdiği tüf ve andezitten oluşmuş kaya monolitleri, Kızıl ırmağın kollarının nakış işler gibi emek emek oluşturduğu vadileriyle bütünleşmiştir. Binlerce yıllık yer altı şehirleri, kayaya oyulmuş kiliseleri, yüzyılların tanığı renkli fresk oları, insanı bir kartalın kanadında gibi hissettiren hisarları, binlerce yıldır yöre halkının her türlü ihtiyacını sağlayan bağları, ağaçları, tarlaları, mahzenleri, konakları, köyleri, saymakla bitmez bu doğa güzellikleri ile endemik bir toprak parçasıdır. Kaynak: http://www.internethaber.com/masalin-gercegi-guzelatlar-diyarinda-10682y.htm#ixzz1ZFHdTP2e Kapadokya’nın tarihi ve doğal zenginliği çağlar boyunca bölge insanı tarafından doğal malzemelerle yoğrulup bütünleşmiş ve sanata dönüştürülmüştür. Kapadokya halkının geçim kaynağı olan uğraşlarda, bu doğal ve kültürel varlığın mirası önemli bir yer tutmaktadır. Kültürel mirası canlı tutmasını yanında ekonomik bir getirisi de olan el sanatları çok önemli bir yer tutmaktadır. 6. Kapadokya’daki El Sanatları 6.1. Çömlekçilik: Çömlekçiliğin Kapadokya’daki geçmişi Hititlere kadar uzanmaktadır. Anadolu’da çömlek yapımı Neolitik devirde (İ.Ö.7000’li yıllar) Çatalhöyük’te başlamış, İ.Ö.2000’ler de Mezopotamya’dan ticaret için gelen Asurlular Hi- 152 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi titlere çömlek yapımını öğretmişlerdir. Bu el sanatı bölgede yaşayan medeniyetler tarafından bugünlere kadar sürdürülmüştür. Kapadokya’nın toprak kaplarıyla (çömlek) ünlü yöresi Avanos’tur. Volkanik bir arazi üzerine kurulu olan bu ilçe, bir yandan Kızılırmak’ın getirdiği çamur, öte yandan yakın çevredeki elverişli kil yatakları dolayısıyla yoğun bir seramik üretimi için uygundur. Çeşitli işlemlerden geçilerek üstün nitelikli bir seramik hamuru haline getirilen yağlı kırmızı toprak basit görünüşlü atölyelerde şekil kazanır. Yerli halkın “İşlik” ve “çanak hane” adını verdiği atölyeler, güneş almayan, gösterişsiz mekânlardır. Zemini toprak olan bu atölyelerde bir ila dört arasında tezgâh bulunur. Kapıya yakın, ışık alan bir duvar kenarına kurulan tezgâha bölgede “çıkrık” adı verilir. Çamur teknelerinde suyla karıştırılarak bekletilen çamur bir süre sonra kıvamını bulur, elde edildiği yatağın türüne göre silisli, gevşek, yumuşak veya yağlı, sert ya da milli özellikler gösteren çamur türlerine göre üretilecek kap türü de seçilir. Malzemenin zenginliği, çömlek ustasına farklı büyüklükte seramikler hazırlama imkânı tanır. Ayakla çevrilerek hareket ettirilen çark üzerindeki çamur topağı dönmeye başladığında, birkaç dakika içinde incelip yükselmeye başlayan kütle sonunda inanılmaz bir şekil kazanır. Çarkta çekilen formlar ustaca yerinden kaldırılıp “yanalak” adı verilen havadar bir tezgâh üzerinde kurumaya bırakılır. Bu sırada boyama ve cila işlemleri gören kaplar yeterince kuruduktan sonra 600-700 derece civarındaki bir ısıda pişirilen kaplar sertleşerek 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 153 Seha AKSÜ istenen özelliğe kavuşturulur. Formlar ve boyutlar ihtiyaca ve çamur türüne göre şekillenir. Geleneksel üretim, boyları 20 cm. den 1,5 metreye kadar değişen, çömlek, küp, testi ve güveçlerden oluşan işlevsel gereçler üretimidir. Son yıllarda Hitit ve Frig seramikleri başta olmak üzere, Anadolu’nun en eski formlarını tekrarlayan hediyelik eşya üretimi başlamıştır. Günümüzde Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde, hatta Avrupa’nın büyük kentlerinde dekoratif aksesuarlar satan mağazaların vitrinlerini süsleyen Avanos yapımı testiler, antik çanak, çömlek reprodüksiyonları bölgenin en önemli gelir kaynaklarından biri haline gelmiştir. 6.2. Halı-Kilim Dokumacılığı: Kapadokya’da Bizans döneminden bu yana sürdürülen dokumacılık, bir ara eski yaygınlığını yitirmiş ancak yörede turizmin gelişmesiyle yeniden canlanmıştır. Halı dokumacılığı en çok Ürgüp ve Avanos’ta, kilim dokumacılığı ise Kozaklı ve Gülşehir’de yaygındır. Avanos’ta çubuk desenli, parçalı kilim dokumacılığı da yapılmaktadır. Dokuma türlerinin, yer halısı ve kilim, sedir ve divan örtüsü, yastık halısı, seccade olmak üzere çeşitleri mevcuttur. Yörede kök boyası kullanılarak dokunan eski halılarda çoğunlukla Selçuklu motifleri hakimdir. Ama bugünkü motiflerde çevre yörelerin etkisi görülmektedir. Başka bir dokuma türü de “culfa” adı verilen kaba kumaş dokumasıdır. Culfa tezgâhlarında dokunan bu kumaşlar şalvar yapımında ve bele sarılan şal kuşaklar için kullanılır. Çoğunluğu Ürgüp ve Göreme de 154 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi bulunduğu tespit edilen bu tezgâhlarda bugün üretim yapılmamaktadır. Kapadokya’da çok sayıda bulunan halı satış mağazalarında sadece yöreye ait olan halı ve kilim örnekleri sergilenmektedir. Ayrıca bu tür mağazalarda Türkiye’nin hemen her bölgesine ait halı ve kilim türleri bulunmaktadır. 6.3. El Yapımı Bebekler: El yapımı ünlü Kapadokya bebeklerinin yapım merkezi, Ürgüp Soğanlı Köyü’dür. Çok değil, bundan birkaç yıl öncesine kadar fakir bir köy olan Soğanlı, bu bebeklerin yapımı sayesinde gelişerek üretken bir köy olma niteliği kazanmıştır. Tamamen köy kadınlarının aile üretimi şeklinde üretilen bu bez bebekler az bir sermaye ve emek yoğun olarak daha çok aile içi üretim şeklinde üretilmekte ve ilgi çekmektedir. 6.4. Oniks- Taş işlemeciliği Kapadokya’nın günlük yaşamı üzerinde eskiden beri taşların büyük etkisi olmuştur. Taşın konut, ibadethane, mimari dışında kullanıldığı bir başka alan da süs eşyası üretimidir. Özellikle Hacıbektaş çevresinde yoğun olan oniks taşı, sarı, pembe, kırmızı, beyaz renklerdendir. Damarlı taş adı verilen ve birden fazla rengi içeren çeşitleri de bulunmaktadır. Üzerine çeşitli motifler işlenen ve biçimlendirilen oniks taşı kişisel süs eşyası ve ev aksesuarı yapımında kullanılır. Geçmişte, özellikle Hacıbektaş dergâhına bağlı kişiler arasında “Teslime Taşı” olarak bilinen kolyelerin yapımında da kullanılmıştır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 155 Seha AKSÜ 6.5. Mil İşi Örgüler Bu teknikle yörede yünden çoraplar üretilmektedir. Çorap örülürken beş mil kullanılmaktadır. İpler beyaz renk olabildiği gibi değişik renk kombinezonlarından da oluşabilmektedir. Cinslere göre çorapta renkler değişebilmektedir. Erkek çorapları sadece beyaz renkte olmaktadır. Kadın çorapları ise beyaz ve renkli iki türde yapılabilmektedir. Çorap motiflerinde çevresel olayların yansıması gözlenmektedir. Çokça kullanılan motiflerden bazılarının adlarını belirtmek gerekirse; sığır sidiği, sırçan dişi, bıtrak, baklava dilimi gibi motifler zikredilebilir. 6.6. Oyalar Yörede söz konusu alandaki ürünler meydana getirilirken üç ana teknik uygulanmaktadır. 1- Tığ işi oyalar 2- İğne oyaları 3- Mekik Oyaları’dır. Üç teknikle meydana getirilen oyalar kadın başı süsleme öğesi olarak kullanılmaktadır. Yörede oyaların yaygınlık alanı geniştir. Kızların çeyizinde önemli bir yer tutar. Gelin olacak bir kız ortalama 50-60 oyalı yemeni hazırlayarak yeni yuvasına götürür. Yemeniler kendisine özgü bir sandıkta muhafaza edilir. 7. El Sanatları Ürünleri Satış Yerleri: Kapadokya’da satışa sunulan el sanatları ürünleri daha çok halı-kilim, çanak, seramik ve oniks taşından yapılmış aksesuar ağırlıklıdır. El sanatları ürünlerini turistik eşya olarak satan mağazalar Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Nevşehir, Derinkuyu, Çavuşin ve Soğanlı Köyü’ndendir. 156 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Turizminde Alışverişin Önemi Avanos’ta 13 adet halı ve kilim satış yeri, 47 adet çanak ve seramik atölyesi ve bunlara ait satış yerleri bulunmaktadır. Ürgüp’te 32 turistik eşya satış yerinin 24’ünde halı ve kilim satışı yapılmaktadır. Ürgüp’te bir El Sanatları Çarşısı da mevcuttur. Uçhisar’da 6 adet halı satış yeri, 4 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Göreme’de 6 adet turistik eşya satış yeri vardır. Bunların üçünde halı ve kilim satılmaktadır. Nevşehir kent merkezinde 2 adet Derinkuyu’da 1 adet halı ve kilim satış yeri vardır. Çavuşin’de 1 adet oniks taşı satış yeri bulunmaktadır. Soğanlı Köyü’nde köylüler tarafından yol üzerine kurulan tezgâhlarda el yapımı bebekler satılmaktadır 8. Sonuç ve Öneriler Nevşehir ili ve ilçeleri Türk turistik ürününün çekim özelliği açısından en önemli ve en eski bölgelerinden diridir. Bölge bir yandan doğa tarihi olarak tüf erozyonu ile özel bir görünüme sahip olmanın yanında, mimarisi açıdan da kendine has bir görünüm arz etmektedir. Bölgenin turistik geçmişi Türkiye’nin turistik geçmişi ile yaşıttır. Yani başka bir deyiş ile bölge turizm olgusu ile 40 yıldan beri tanışmaktadır. Bu uzun süre özellikle yöre halkının turizmin bölgesel katma değere katkısını algılamak ve özümsemek açısından önemlidir. Bu güne gelindiğinde bölgenin konaklama kapasitesi çok gelişmiş olmasına rağmen geçmiş yıllardaki konaklama kapasite sıkıntısı da bölge insanının misafirperver yaklaşımı ile basit de olsa çözümlenmekte idi. Turistik eşya haricinde bölgenin mutfağı da ayrı bir önem arz etmektedir. Tandırda pişmiş bir kuru fasulye veya desti kebabı yiyenlerin damaklarında hala hoş bir tat olarak anımsanmaktadır. Turistik hediyelik eşya konusunda ise Nevşehir ili ve ilçeleri zaten bölgesel özelliklerinden dolayı turizm talebinin başlamasından öncede el sanatları ile önemli bir merkezdir. Özellikle halı ve kilim dokumacılığı, örgüler ve oyalar ile çömlekçilik ve testicilik bölgede çok eski bir geçmişe sahiptir. Bu el sanatları turistik talebin oluşmasından çok önceleri de yöre halkının kendi ihtiyaçları içinde üretilmekte idi. Bölgede bundan uzun yıllar öncesinde de bu ürünleri üreten ve satan mütevazı küçük ticarethaneler bulunmak idi. Avanos da testi, yine Avanos, Ürgüp ve Nevşehir il merkezinde halı ve kilim atölyeleri ile Kaymaklıda mil işi örgüler uzun yıllardan beri vardı. Günümüzde ki farklılık turistik talep tarafından ilgi gören bu tür el sanatlarının farklı bir pazarlama anlayışı ile sunulmasıdır. Daha evvelki bölümlerde konu ettiğimiz gibi ülkemizde ki turizm pazarlaması ve dolaylı olarak turistik eşya pazarlaması da değişik bir boyut kazanmıştır. Turistlere el sanatları satışı ile ilgilenen işletmeler sergi ve sunuş alanlarını genişlete- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 157 Seha AKSÜ rek, konusunda uzman ve yabancı dil donanımlı personel istihdamına gitmişlerdir. Başlangıç da bölge dışından gelen bu personel yerine zamanla bölge insanının işin değişen yüzü ve donanım gereksinimini kavraması ile bölgesel istihdama dönüşmüştür. Başlangıçta sadece büyük halı mağazalarında uygulanan bu pazarlama yöntemi zamanla çömlekçilik ve oniks taş işlemecileri tarafından da uygulanır hale gelmiştir. Özellikle yabancı turistlerin pek alışık olmadığı bir çay veya yöresel şarap ikramı ile birleşen bu sunum sempatik bir hale dönüştürülmüştür. Bunun yanında her turistik çekim noktasında basit hediyelik eşyalar satan bölge insanları mevcuttur. Sonuç olarak Nevşehir ili turizmin konaklama, ulaştırma ve yeme içme haricinde turizmin dolaylı ekonomik getirilerinden ve dolaylı istihdam etkisinden en verimli faydalanan ve faydalanacak olan ili durumundadır. Özellikle hava ulaşımının turistik canlılık çok önemlidir ve gelecekte daha da önem kazanacaktır. Yalnızca bu önemin verimli ve etkin devamını sağlamak için sistemin kontrol içinde tutulması gerekir. Bölgede yapılan gözlemlerde maalesef bazı turistik eşya işletmelerinde bölgesel hatta ülkesel ürünler dışında uzak doğu menşeli ürünlerinde pazarlandığı gözlenmiştir. Bu bir anlamda gelecekte dolaylı istihdamı negatif etkileyecek bir yaklaşım olarak değerlendirilmelidir. Bunun yanında bölgede çok sayıda bulunan cazibe noktalarındaki mola yerlerindeki basit hediyelik eşya satış tezgâhları hiç de estetik olmayan gecekondu görünümündedir. Bunlar en kısa sürede disipline edilerek en azından Göreme ören yerindeki görünüşe kavuşturulmalıdır. Nevşehir ili ve ilçeleri ne turistik destinasyon olarak, nede sunduğu el sanatları ürünleri ile ucuz bir destinasyon olmamalıdır. Kaynaklar Aksü S. (2011) “Turizmde Alışveriş Önemli, Ama Trol ile Balık Avı gibi Olmamalı” Resort Aylık Turizm ve Seyahat Endüstrisi Dergisi, Temmuz 2011,İstanbul Bayraktaroğlu G. (2009) “Küresel Tüketicilerle İletişim ve Satın alma Davranışı” Küresel Stratejik Pazarlama, Eflatun Yayınevi, Ankara Ceylan T, (2001) “Turizmde Sürdürülebilir Gelişme”, Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, Güz 2001,Ankara Kanıbir H., Nart S., Saydan R. (2010) “Turistlerin Tavsiye Etme Davranışı İlişkisi” Pazarlama ve Pazarlama Araştırmaları Dergisi, Ankara Yamamoto G./ Şekeroğlu K.(2011) Pazarlama Yönetimi, Okan Üniversitesi Yayınları, İstanbul 158 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u SULUCAKARAÖYÜK’TEN ANADOLU’YA HACI BEKTAŞ VELİ İNANCI HADJI BEKTASHI VELI BELIEF OF IN SULUCAKARAOYUK TO ANATOLIA Selahattin DÖĞÜŞ* ÖZET Kapadokya bölgesi Ortaçağlardan beri Anadolu’da inanç kültürünün serpilip geliştiği ve farklı kültlerin sinetrik bir yapıda tek bir inanç halinde tüm Anadolu’da ve Osmanlı hâkimiyeti altındaki topraklarda yayıldığı önemli bir kültür ve inanç sahasıdır. Romalılar zamanında önemli bir Hıristiyan merkezi olan bölge, Selçuklular zamanında Türkmenlerin ve özellikle de Karamanlı unsurların kendilerine has geliştirdikleri evrensel değerleri dikkat çeken bir İslamî inanç bölgesi konumunu kazanmıştır. Hacı Bektaş Veli, 1240 tarihli Babaîler isyanına katılıp daha sonra devlet takibatından kurtularak Kapadokya bölgesinde bugün Hacı Bektaş ilçesi tarihsel adıyla da Sulucakaraöyük adı verilen köye gelerek burada sonradan Bektaşi inancının merkezi konumuna gelen tekkesini kurmuştur. Merkez zamanla Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Müslüman ve gayrimüslim bütün reayanın uğrak yeri olmuştur. Hacı Bektaş Veli ve adı etrafında kurulup gelişen Bektaşî tarikatı Anadolu’nun tüm zamanlarında yaşayan en büyük tarikat olmuştur. Hacı Bektaş Veli tekkesini kurup müritlerini yetiştirdiği Sulucakaraöyük tesadüfen seçilmiş bir yer değildir. Bölge tarihten beri süre gelen özelliğiyle hoşgörü kültürünün geliştiği önemli bir bölgeydi. Farklı dini inanç ve kültürler burada kaynaşmakta ve huzur içinde yaşamaktaydı. 19.yüzyıla gelindiğinde bile Hacı Bektaş Veli makamı yerli ve yabancı Müslüman ve gayrimüslim insanlar tarafından ziyaret edilmekteydi. Müslümanlar Hacı Bektaş Veli türbesini ziyaret ettikten sonra yanı başında Osmanlılar tarafından inşa edilmiş Camide namaz kılarken, * Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta: dogusselahattin@yahoo.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 159 Selahattin DÖĞÜŞ Hıristiyanlar da oradaki kiliseye gidip ayin yaparlardı. Hacı Bektaşi kültü ve Bektaşi inancı yine bu bölgeden Osmanlı topraklarına yayılmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin en önemli müridi Abdal Musa ve Kadıncık Ana Batı Anadolu’ya Osmanlı topraklarına giderek bu inancın yayılmasına vesile olmuşlardır. Osmanlılarla birlikte Balkanlara, Kırım’a, Mısır’a ve Ortadoğu’ya Bektaşi inancı yayılarak İslâm’ın, Hıristiyanlar ve Yahudiler başta olmak üzere bölgelerdeki mahalli inançları ve payan kültürünü de içerisinde uzlaştırarak hoşgörü ortamında rahatlıkla yayılmasına katkıda bulunmuştur. Kadın erkek ayırımı yapmayan ve şüphesiz günümüze kadar gelen İslam’ın bu yorumu asırlarca Pax Otomana denilen Türk barışının ve Osmanlı nizamının temel dinamiği olmuştur. Bölge Hacı Belktaş Veli’den başka Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evren, İbn Arabî ve daha birçok ünlü mistik ve bilgin şahsiyetlerin öğretilerini ve fikirlerini özgürce yayma fırsatı bulduğu bir kültür sahası olmuştur. Anadolu’nun dini ve kültürel tarihi için Kapadokya bir kültür merkezi ve mozaiği olarak dikkat çekerken Sulucakaraöyük bu merkezin çekirdeği konumundadır. Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Anadolu, Hacı Bektaş Veli, Bektaşilik, Sulucakaraöyük, Türkmenler, Selçuklu, Osmanlı ABSTRACT Since the Ottoman rule during the Middle Ages Cappadocia located in the Anatolian region with its cultural beliefs and faith has developed and thrived symmetrically by different cults. During Roman times Cappadocia was important for both Christianity and Christians. During the Seljuk era Turkomens and Karamans have been influenced by the Islamic faith which in return has developed the universal elements and values of Hadji Bektas Veli. Hadji Bektas Veli joined in 1240 Babais revolt and as a result had come to the Sulucakaraöyük village otherwise known today as the Hadji Bektaş; which would then later be the area where the Bektashi dervish convent would be formed. Muslims and non-Muslims alike had found a mutual place of visit. Formed for and in the name of Hadji Bektas Veli this religious dervish convent was the largest of its kind in the Ottoman Empire. The Sulucakaraöyük village had not been picked by chance as Hadji Bektaş Veli had to establish his foundation and train his disciples. Since its development in the region the dervish convent had become known for its tolerance towards the belief and understanding of others. People from all walks of religious and cultural life were able to live in peace and worship as they pleased. 160 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı By the 19th century the Hadji Bektas Veli tekke would be visited by both local and foreign muslims and non-muslims alike. While muslims would visit the tomb of Hadji Bektaş Veli and pray in the adjacent mosque built by the Ottomans, Christians would visit the nearby church and pray as they pleased. From this region, the Hadji Bektashi view would then spread to the Ottoman Empire. Hadji Bektas Veli’s most important disciples Abdal Musa and Kadıncık Ana had spread their faith throughout the Western Anatolian regions. The Ottoman Empire had become increasingly conducive due to to the spread of this belief. The Bektashi belief with the help of the ottomans had spread to the Balkans, the Crimea, Egypt and the Middle East. The tolerance of the Bektashi belief had enabled both Christians and Jews alike to live and believe as they wished. This interpretation of Islam would then later lead to the Pax Otomana; otherwise known as the basic dynamics of the Ottoman Turks. This area would later then be the platform for other religious, cultural and mystical identities such as Yunus Emre, Mevlana, Ahi Evren and Ibn Arabi. If Cappadocia is the religious and cultural center for the Anatolian region then it is safe to say that the Sulucakaraöyük village is its seed. Key Words: Cappadocia, Anatolia, the Hadji Bektas Veli, Bektasilik, Sulucakaraöyük, Turkoman, Seljuk, Ottoman Giriş Türkler Anadolu’ya gelince Ortodoks mezhebine mensup Rumlar, Gregoryan mezhebine mensup Ermeniler ve Yakubi mezhebine mensup Süryanilerle karşılaştılar, ama bunları İslâm’a girmek için zorlamadılar. İslâm hukukuna göre gayrimüslimlerden alınan cizye, devletin finans kaynaklarından birini teşkil etmekte idi ve bu da devletin mali politikasına uygun düşüyordu. Bununla birlikte bir de Anadolu’da özellikle Kapadokya bölgesinde Hıristiyanlaşmış Türkler olan ve “Ortodoks Türkler” olarak tarih literatüründe kendisine yer edinen Karamanlı Türkler vardır ki bunların bir kısmı Hıristiyan olarak varlıklarını Milli Mücadele dönemine kadar sürdürmüşlerdir. Anadolu’da mezheplerin, tarikatların hatta dinlerin kaynaştığı bir devir olarak kabul edilir 13.yüzyıl. Diğer yandan Anadolu’da mutasavvıflarca geliştirilen hoşgörü, Hıristiyanlara karşı cephe almayı önlüyordu. Temelleri sayesinde eski Türk değerlerine bağlı olan Bektaşilik, esneksiz tanrıbilim uzmanları açısından kabul edilemez bir manevi özgürlük gösterip aynı zamanda din bağnazlığını kesinlikle reddedip, bir bakıma “resmi 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 161 Selahattin DÖĞÜŞ ve resmileşmiş mezhep sapkınlığı” kuraldan ayrılışın toplumca kabul edilir seviyesini saptayan sınır taşı, ince karşım ile sentezlerin sınandığı Anadolu Türk uygarlığına yeni bir sima yeni bir şahsiyetin hevesle arandığı laboratuarı tensil etti. Osmanlı devleti Türklerin yeni bedenini oluşturup, Bektaşilik onların ortak ruhunun emellerini açığa vurdu. Hacı Bektaş Veli’den kaynaklanan hareket çok yaygın bir kitleye ulaşmış, çok geniş bir toplumsal yelpazede yankı bulmuş ve faaliyetlerinin bir bölümünü özellikle gayrimüslimlerle temaslara ayırmıştır. 15.yüzyılda kaleme alındığı anlaşılan Vilayetnâme-i Hacı Bektaş’ta anlatıldığı şekliyle Bektaşi hareketinin kökenleri ve kurucusunun hayatı efsanelerle karışmıştır. Ancak Velayetnâme’de Ortaçağda Türkmen Anadolusu’nun toplumsal-dinsel mayalanmasını kavramak isteyenlere yararlı olacak tarihsel bir zemin ortaya konmaktadır. Hacı Bektaş Veli ile zamanının bütün dinsel, mistik ve toplumsal hareketleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi oldukça güç hatta kronolojik açıdan imkânsız olmasına rağmen bu eserde böyle bir bağlantı kurulması önemlidir (Velayetnâme: 2007, çeşitli yerlerde). 13.yüzyılda Horasan’dan gelerek Anadolu’ya yerleştiği anlatılan Hacı Bektaş, 1240 tarihli Babaîler isyanında sonra Kırşehir yakınındaki Sulucakaraöyük’te (bugün Nevşehir Hacıbektaş ilçesinde) yaşadı. Efsaneye göre buraya Orta Asya’nın Şaman geleneklerinde sıkça görülen bir dönüşümle güvercin donunda gelmişti. Bektaşi geleneği onun şeyhi Lokman-ı Perende’den ve en çok da kendisine Anadolu’da halifelik veren Horasan’daki Ahmed Yesevî’ye dayandırır. Ancak Baba İlyas’tan söz etmez; Vilayetnâme’de geçen Baba Resul yahut Resul Baba’un Baba İlyas olabileceği düşünülmektedir. Devrinin kaynaklarında iz bırakmamasına bakılırsa onun göçebe toplumuna mensup basit bir Türkmen babası olmasıyla açıklanabilir (Ocak: 2000, 178). Mevlevi dervişi Eflaki ve Babaî soyundan olan Elvan Çelebi, Hacı Bektaş’ı Babaîler isyanının lideri Baba İlyas’ın halifesi olarak anar (Eflakî: 1959-61, I, 381, Elvan Çelebi: 1995, LXVI). Aşıkpaşazâde, Hacı Bektaş’ın Baba İlyas ile münasebetine işaret etmesine rağmen İbn Bibî, onu Baba İshak’ın halifesi saymıştır (Aşıkpaşazade: 1332, 204; İbn Bibi: 1996, 12, 49-54). Tarihsel anlamda en önemli bilgiyi Aşıkpaşazâde veriyor ki Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’le birlikte Baba İlyas’a intisap ettiğini, sonra birlikte Kırşehir’e geldiklerini, oradan Kayseri’ye geçip Menteş’in buradan Sivas’a giderek orada öldürüldüğünü (Babailer isyanı sırasında vuku bulan savaş- 162 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı ta) bunun üzerine Hacı Bektaş’ın Karayol’a (Sulucakaraöyük’e) gittiğini bildiriyor (Aşıkpaşazâde: 1332, 204). Hacı Bektaş’ın bu bölgeyi seçmesi tesadüfî değildi; bölge bir Türkmen diyarıydı ve burası Fars kültürü etkinliğindeki kozmopolit başkent Konya’ya karşı Türkmen geleneklerinin ve Türkçenin hâkim olduğu önemli bir merkezdi. Vilayetnâme’de verilen bilgiler de bu yöndedir. Burada yarı göçebe hayat süren Türkmen aşiretleri yoğunluktaydı. Hacı Bektaş’ın da içerisinden çıktığı kuvvetle muhtemel olan Oğuz boyu Çepniler bu bölgede yaşadıkları tespit edilmiştir. Moğol hâkimiyeti döneminin karışıklıklarına rastlayan bu dönemde Hacı Bektaş’ın bölgedeki Hıristiyan ve Türkmen oymaklarına İslamiyet’i anlatıp onları etrafında toplaması Velayetnâme’de anlatılan efsanelerle karışık bilgilerle örtüşmektedir. Hacı Bektaş’ın, bazı Moğol otoriteleriyle, Mevlana ve etrafındakilerle ve Ahi Evren’le de münasebeti bulunduğu çağdaş kaynaklarda anlatılmaktadır (Ocak:2000, 181). Ahmed Yesevî’nin popüler tasavvuf geleneğimizde çık sık geçtiği şekliyle Horasan Erenleri (Köprülü: 1993: 39, 47) adı verilen ve Anadolu’ya göçen Türkmen kitleleri arasındaki Türkmen şeyh ve dervişlerinin manevi piri statüsünde olduğu için Hacı Bektaş Veli de Ahmed Yesevi’ye dayandırılmıştır (Horasan Erenleri, Türkistan Erenleri, Rum Erenleri deyiminin her üçü de Vilayetnâme’de çok sık geçmektedir). Ancak kronolojik olarak Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevî’nin gerçek müridi ve halifesi olması imkânsızdır. Ancak Hacı Bektaş’a da Anadolu’daki diğer Türkmen şeyh ve dervişleri gibi Horsan Melametîlik okuluna mensup bir mistik şahsiyet olarak bakılmalıdır. Bu nedenle onun da 13.yüzyıl Moğol istilası sebebiyle Anadolu’ya göçen derviş göçleri arasında Yesevî veya Haydarî dervişlerinden biri olarak değerlendirmek doğru olacaktır (Ocak: 1996, 455). Ahmed Yaşar Ocak, Hacı Bektaş Veli’nin tasavvufî kimliğini, Anadolu’ya bir Haydarî dervişi olarak geldiğini (Haydarîlik, Yesevîlik tarikatı ile Kalenderî geleneklerinin birleştirilmesi suretiyle 12.asırda İran’da kurulmuş heterodoks bir Türk tarikatıdır), bir Vefaî şeyhi olan Baba İlyas’a intisap ettiğini, onun halifesi mevkiine yükselerek bu kimlikle Sulucakaraöyük’e gelip yerleştiği şeklinde açıklar. Onun baba İlyas’a katılması aynı zamanda Babaîler muhitine mensup bulunduğunu da göstermektedir (Babinger-Köprülü: 1996, 65; Ocak: 2000, 183). Gerek Ortaçağ kaynaklarının Hacı Bektaş Veli’den pek söz etmemesi, gerekse hayatı hakkında mitolojik ve efsanevi bilgilerle verdiği karışık bilgile- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 163 Selahattin DÖĞÜŞ rin ölümünden birkaç asır sonra yazıya geçirilmiş olan Vilayetnâme’sinden anlaşıldığına göre Hacı Bektaş yaşadığı dönemde önemli bir veli konumunda değildi. Başta Aşıkpaşazâde’nin meczup bir derviş olduğunu bir tarikat kuracak kadar önemli birisi olmadığı şeklinde verdiği tarihsel bilgiler de bu doğrultudadır (Aşıkpaşazâde: 1332, 205). Aşıkpaşazâde onu aynı zamanda Osman Bey’in çağdaşı alarak anması dikkat çeker. Asıl adı Bektaş olup, muhtemelen ölümünden sonra Hacı Bektaş Veli diye şöhret bulmuştur. 13.yüzyıl Selçuklu Anadolusu’nda Babaîler hareketi mensubu, 14.yüzyılda Yeniçeri ordusunun kuruluşunda adı geçmiş, 16.yüzyılda da kendi adını alacak olan Bektaşîlik tarikatının teşekkülüne adı karışmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin, devrinin kaynaklarında hemen hiçbir iz bırakmamasına rağmen sırf menkıbevî hayatına bakarak onun Anadolu dini-düşünce tarihinin günümüze kadar ulaşan en kutsal ve en güçlü inanç kültüne nasıl ulaştığı, bu denli geniş ve yaygın şöhrete nasıl sahip olduğu düşünülmelidir. Tarihte Anadolu Abdallarının ve günümüze kadar geldiği şekliyle heterodoks Müslümanlığının merkezindeki Hacı Bektaş’ın ulaştığı bu derin sevgi ve saygıya ne Mevlana ne Yunus Emre ne de başka bir sufi yetişebilmiştir. Lamiî Çelebi’nin Nefehat Tercümesi ve Taşköprüzade’nin Şakayık-ı Numaniye’sine bakılacak olursa Hacı Bektaş, Anadolu’nun, Sünni çevrelerince de takdis gören bir velisidir. Ama en doğrusu da Bektaşi hareketinin başından beri aralarında büyük bir dinleyici kitlesi bulacağı kırsal kesimde ve aşiret ortamında etkili idi. Anadolu’daki birçok Türkmen isyanı Hacı Bektaş’ın soyundan gelen kişiler başlatmıştır. Ancak bu Bektaş’ın kentlerde geniş bir kitle bulmadığı anlamına gelmez. Kentlerde etkili olan Ahilerle Bektaşiler arasında bir bağ daima mevcuttur. Ayrıca Eflaki, kentlerde Hacı Bektaş Veli’nin nüfuzunun Mevlana’nın nüfuzu ile rekabet edebildiğini yazmaktadır (Balıvet: 2000, V). 19.yüzyılın sonunda çok sayıda Müslüman ve Hıristiyan her gün Bektaşi tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli’nin türbesini ziyarete geliyor, yerli Hıristiyanlar onu Aziz Haralambos’la özdeşleştiriyor. Bu inanç doğrultusunda türbeye girerken Hıristiyan ziyaretçiler haç çıkarıyor, Müslüman hacılar ise bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. Her iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor (Velayetnâme: 2007, 56-66; Balıvet:2000, V). Hacı Bektaş Veli’nin (ö.1271) gerek Anadolu’nun Türkmen boyları arasında yaygın olan şöhreti ve gerekse Kapadokya’nın yerli Hıristiyan unsur- 164 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı ları arasında diğer Hıristiyan azizleri gibi kutsallaştırılıp derin bir saygıyla anılmasının önemli tarihi ve dini-sosyal nedenleri elbette bulunmalıdır. Hacı Bektaş Veli’nin söz konusu muhitlerde icra ettiği İslâm propagandası faaliyeti, gerek yaşadığı muhit ve tarihin sosyal şartları gereği, gerekse Bektaşîlik ve Alevîliğin klasik tarihi ve aktüel çizgisinin tabii bir gereği olarak İslâm fıkhının sıkı kurallarıyla sınırlandırılan Sünnî bir anlayışı değil Horasan Melametiyyesi’nin kuru zühd karşıtı cezbeci karakteriyle karışık bağdaştırmacı ve mistik bir yorumunu yansıtmaktaydı. Bu yorum Türkmenler arasında hala kuvvetle yaşayan eski İslâm öncesi dini-mistik inançlarla karışık yarı mitolojik ve yerli paganist unsurların mükemmel bir şekilde harmanlanmasıyla meydana gelen senkretik (bağdaştırmacı) bir inancın telkin ve talimini de içeriyordu. Hacı Bektaş Veli’nin Babaîler isyanından sonra kendisine emin ve inancını rahatça yayabileceği bir muhit olarak Kapadokya bölgesinde karar kılmasının önemli nedenlerden biri de Karamanlı Türkleri arasında Türkçe konuşan ve Hıristiyan olarak varlıklarını devam ettiren Türklerin varlığıdır. Türk Ortodoksları olarak bilinen bu Türk aşiretleri Milli Mücadele döneminde Ankara hükümetine yardımcı olmuşlardı. Daha Malazgirt zaferinden önce Tuna nehrini aşarak Balkanlardan Anadolu’ya göçen ve Bizans devletince İslâm saldırılarına karşı sınır boylarına yerleştirilen bu Türkler, Karaman, Kayseri bölgelerine yerleştirilmiş bulunuyorlardı (Ekincikli: 2002, 234). Zeki Velidi Togan, Bizans ordusuna intisap edip Toros, Kapadokya vs. yerlere yerleştikleri görülen Bulgar, Peçenek ve Uz gibi Hıristiyanlığı kabul eden Türklerin Rumlaştırılıp Ermenileştirilemediklerini belirtmiştir (Togan:1981, 207). Selçuklular bölgeye hâkim olduklarında burada Hıristiyan Türkleri bulmuşlardı. Bölgede Hıristiyan olmuş Türkmen köylerinin varlığı sinetrik vasfını koruyan Bektaşi inancına sıcak bakmış olmalarını kolaylaştıran sebepler arasında görüyoruz. Zira bu Türkmenler arasında henüz kavmi yani milli şuur gelişmediği ve aşiret bağlarının yerini alamadığı için bu geçişlerin kolay olduğu düşünülmektedir. Osmanlı idaresinde yaşadıkları süre içerisinde Türk olmalarına rağmen Hıristiyan oldukları için ihmal edilen Gagavuz Türkleri, Anadolu kültürü ile ilişkilerini Karamanlıca adı verilen Grek harfleriyle Türkçe yazılmış kitapları okuyarak sürdürmüşlerdi. Karaman halkının büyük bir bölümünün Müslüman olmasına rağmen, Karamanlılar adı verilen bu Ortodoks cemaatinin Türkçe konuştuğu ve Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Konya çevresi ile daha pek çok yerde Türkçe yazılmış eserlere tesadüf edilmiştir (Ekincikli: 2002, 235). Bu topluluğun 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 165 Selahattin DÖĞÜŞ gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri bu bölgedeki Türklerle aynı olup konuştukları Türkçeye Karamanlı Türkçesi ya da Karamanlıca denilmiştir. Osmanlıların son dönemlerine kadar Karamanlılar adı kullanılmış ve Avrupalı seyyahlar bu Türkmenlere yıllar sonra da Türkçe konuşan Ortodokslar olarak kaydedeceklerdir. Şikarî’nin Karamanoğulları Tarihinde çok sık geçen ve “bize Karamanlı derler” diyerek cesaret ve kahramanlıklarından dem vuran Karamanlılar içerisinde Bulgarlar (Bolkarlar), Yunanlar, Rumlar, Gülnarlar (Gülnar Dağı eteklerinde yerleştirildikleri için) Ortodoks Karamanlılar içerisinde çok sık geçen Türkçe konuşan zümrelerdir (Şikarî: 1940, birçok yerde). Üstelik bunlara Moğol, Tatar, Turgud, Bayburd, Kafkas göçmenleri gibi sonradan Türkleşen gayrimüslim toplulukları da sayabiliriz. Balkan kavimlerinden (Balkan kelimesi de dağ anlamında Türkçe bir sözcüktür) Anadolu’da Toros dağları ve Bolkar dağlarının (Bulgar Dağı) eteklerinde ve geçitlerinde yerleştirilen ve Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanların eski Türkler olduğu genel bir kabul görmüştür (Hayri: 1338 (1922). Dolayısıyla Bektaşi inancındaki Hıristiyan unsurları Hıristiyan din adamlarının misyonerlik faaliyetlerine atfetme alışkanlığının bir tarafa bırakılması gerektiği kanaatindeyiz. Keza ister Hacı Bektaş Veli zamanında olsun ister Bektaşîliğin bir tarikat olarak kurumlaştığı ve Sulucakaraöyük (bugün Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesi) postnişinlerin sürekli Balkanlardan getirildiği Osmanlılar zamanında olsun orijinindeki mistik bağdaştırmacı hoşgörünün bu kaynaşma ve uzlaşmada etkili olduğunu düşünüyoruz. Derviş müritlerin yerleştikleri yer bir Hıristiyan bölgede bulunuyorsa, dervişlerin hoşgörülü, hatta dinler üstü eğilimleri; henüz Şamancı Adetlere yakın bir gelenekle alkollü içkiler içilen hatta haşhaş kullanılan sofralara ve coşkun danslara ilahiler karışan merasimleri, yörede yaşayan veya zaviye hizmetlerinde çalışan Hıristiyanlar üzerinde etkiler uyandıran çekiciliği ile Türk kültürünün ve İslâm’ın bir yayılma merkezi olabiliyordu (Barkan:1942, 279-386). Bu anlayış tasavvufun yapısından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayanmakla beraber, aynı zamanda mühtedileri birden bire kendi kültür çevrelerinden koparıp ürkmelerine sebebiyet vermeden eski inançlarını da kendi içerisinde değerlendiren bağdaştırmacı bir İslâm anlayışıydı (Birge: 1965, 57; Ocak: 1996, 456). Onun bu yöntemi Türk tasavvufunun Anadolu’nun kendine has muhitinin yaratmış olduğu klasik yapısı gereği Müslim ve gay- 166 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı rimüslim toplumlar arasında önemli bir yakınlaşma ortamının doğmasına yol açtığı söylenebilir. Nitekim bölge Hıristiyanlarının da ona büyük bir yakınlık duyduğu ve kendisini Aziz Haralambos adıyla takdis ettiklerini belirtmiştik. Fr. Babinger, D.Jakob, F.V.Hasluck ve J.K.Birge gibi yabancı araştırmacıların Bektaşilikle Hıristiyanlık arasında bağ kurmaya çalışmaları boşuna değildi. Onlara göre birçok Hıristiyan azizi Bektaşilerce de derin saygı görmüş, kutsanmıştır. Annesi Rum olan Balım Sultan’ın Bektaşiliğin bu değişiminde etkili rol oynadığı savı ileri sürülmüştür (Döğüş:1999, 234; Balıvet: 2000, 23). Hacı Bektaş Veli’nin nasıl bir sufi kimliğini temsil ettiğine dair bazı uyarlamalar anakronizmdir. Bu cümleden olarak onun ölümünden sonra Bektaşi çevrelerce sözlü rivayetlere dayanarak kaleme alınan Vilayetnâme’de İmamîye çevresine mensup olarak gösterilmeye çalışılması ve Musa Kazım’ın soyundan geldiğini belirterek onu hem bir seyyid ve hem de böylece bir Şiî bir mutasavvıf olarak lanse edilmesi dikkat çeker. Her şeyden önce Hacı Bektaş’ın yaşadığı dönemde Anadolu’da İmamîye ve İsmailîye mezhebinin mevcudiyetine dair herhangi bir bilgi yoktur. Bu durum 15.yüzyılın sonlarına doğru Vilayetnâme yazıya dökülürken bu çevrelere artık nüfuz etmiş bulunan İmamiye inançlarının bir etkisi olabilir. Hacı Bektaş Veli’nin Makalat adlı bir eserinin bulunduğuna dair verilen bilgilerle onu katıksız bir Sünni gibi göstermeye çalışan çevrelerin yaklaşımları da tarihsel gerçeği yansıtmamaktadır. Konargöçer Türkmen dervişlerinin bu tarz eserler yazıp yazmayacağı tartışılabilir ama bu çevrelerdeki tasavvuf geleneğinin yazılı eserlerden çok sözlü geleneğe dayandığı bilinmektedir. Hacı Bektaş Veli’ye bu ve benzeri başka eserler izafe edilmesi ilmi delillerle dayanmamaktadır (Ocak:1996, 457). Bununla birlikte Hacı Bektaş’ın müritleri, pirleriyle çağdaş olsun olmasın bütün ünlü mutasavvıfları kendilerine mal etmek gibi bağdaştırmacı bir eğilimin etkisiyle Bektaşi adının çok geniş bir manevi kabul görmesine katkıda bulundular. Türk dünyasındaki çok genelleştirilmiş bütün bir evrenselci zihniyet ve bağdaştırmacı görüş açısı bu inancın yaygınlaşmasını tetiklemiş görünüyor. Bektaşî geleneğine göre Hacı Bektaş Veli kültü ve inancının Osmanlı Beyliği topraklarına ve oradan tüm Anadolu’ya yayılmasında Hacı Bektaş Veli’nin önemli müridi Abdal Musa kilit rol oynamıştır (Köprülü: 1973, 198-200; Köprülü: 1995, 35). Bektaşi geleneğinde Abdal Musa’ya geniş yer ayrıl- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 167 Selahattin DÖĞÜŞ mıştır. Hacı Bektaş’ın Sulucakaraöyük’teki tekkesinde yetişen Abdal Musa şeyhinin vefatından sonra Hacı Bektaş kültünü ve Bektaşi inancını menkıbelerle karışık iştirak ettiği Orhan Gazi’nin gazalarında (Aşıkpaşazâde: 1332, 205; Taşköprüzâde: 1989, 31-32; Sadeddin Efendi: 1992, II/436) gazi dervişler ve Türkmen akıncıları arasında anlatarak Osmanlı fütuhatıyla birlikte tüm Anadolu ve Balkanlara yayılmasına öncülük etmiştir. Sonradan gazi ordusundan düzenli Yeniçeri ordusuna geçilirken Bektaşi inancı bu yolla Yeniçeri askeri teşkilatında merkezi bir pir konumu kazanmış, Osmanlı sultanları da bunu tanımıştır (Babinger-Köprülü: 1996, 66; Köprülü:1341, 231). Bu süreç Yeniçeri ordusunun lağvedildiği 1826’ya kadar sürmüş Vaka-yı Hayriye ile birlikte bütün Bektaşi tekkeleri de kapatılarak Mevlevî ve Nakşî dergâhlarına dönüştürülmüştür. 16.yüzyılın başlarına gelindiğinde militan Şiî-Safevî devletinin kurulması ve Safevî propagandası Anadolu’da özellikle göçebe ve yarı göçebe Türkmen muhitlerinde ve özellikle Alevî-Bektaşî zümreleri arasında etkili olmaya başlaması, Osmanlı devletinin bazı tedbirler almasına neden olmuştur. Bu cümleden olarak Rumeli’de postnişin olan Balım Sultan Sulucakaraöyük’teki tekkeye atanarak Bektaşîlik Osmanlı himaye ve gözetimine girerken bir tarikat olarak kurumlaşmasını da tamamlamıştır. Bu zamana kadar Hacı Bektaş Veli’den söz edilebilir ama Bektaşîlik’ten ancak Balım Sultan’ın Sulucakaraöyük’e gelmesinden itibaren bahsedilebilir. Sonuç Ümmi ve geleneksel inançlarla beslenmiş bulunan geniş halk kitleleri, medresenin din ve kültür etkinliklerini almaya hazır bulunmadığından, hayatını Orta Asya gelenek ve göreneklerine göre sürdürmekteydi. Anadolu’da Türk göçleriyle birlikte 12.yüzyıldan başlayarak 13., 14., hatta 15.yüzyıllarda şiddetle devam eden dini ve kültürel kaynaşmalar arasında değişik bir çok mezhep ve tarikatlar gibi Abdalân-ı Rum (Anadolu Abdalları) da Bektaşiliğe dönüşmüştür diyen Köprülü, Bektaşiliği, Babaî, Ahi, Abdal gibi zümrelerin karışımından oluştuğunu belirttikten sonra Kalenderîlik, Haydarîlik, Safevîlik, Kızılbaşlık vs. unsurları da içine alan bir Abdalân-ı Rum taifesi olduğunu öne sürmüştür (Köprülü: 1987, 50-51 vd; Köprülü: 1989, 161, 171; Köprülü: 1980, 249-250). Gerçekte Bektaşiler, Ahmed Yesevi’nin manevi mirasçıları olarak görünmektedir. Kızılbaşlar (Aleviler) kırsal bir çevrede halk temelli özü korurlarken Bektaşiler kentlere yığılarak kurumlaşmış bir tarikat oldular. İlk zamanlar Fuat Köprülü kurumlaşmış 168 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı kentli Bektaşileri diğerlerinden ayırmak için köy Bektaşileri tabirini kullanmıştır. Bu sosyal farklılık giderek biri okumuş ve diğeri hemen hemen ümmi kalacak olan iki zümrenin ayrılışına yol açtı (Melikoff: 2006, 109). “Her Kızılbaş Bektaşîdir, fakat her Bektaşi Kızılbaş değildir” ortak görüşü buradan kaynaklanmaktadır. Bektaşilikte daha belirgin bir İslâmlık ve tasavvufi bir görünüş gözlenir. Bunda halk kitleleri arasında eğitici rol oynayan Bektaşi dervişlerinin etkisi olmuştur. Vilayetnâme’deki rivayetlerde Hacı Bektaş ve müritleri, Anadolu’ya yerleşmiş olmakla birlikte henüz İslâmlaşmamış Orta Asya kökenli aşiretlerin de din değiştirmesinde büyük rol oynadığı gibi, Kapadokya’daki Hıristiyan Rum köylerinin İslamlaşmasına dair bir hayli örnek mevcuttur. Mutasavvıfların yaydığı mistik evrenselciliğin çekiciliği Hıristiyan yandaşlar kazanmalarında etkili olmuştur. Diğer yandan bağdaştırmacı zihniyet birçok ritüelin hatta kimi zaman karma ibadethanelerde fütursuzca yan yana gelmesi şeklinde açıkça betimlenmiştir. Bu dinsel uygulamalar yerel dinin terk edilmesini zorunlu kılmayan ve daha çok yerel geleneğin mistik tamamlayıcısı ve içsel derinleşmesi olarak görülen manevi bir ideolojinin Hıristiyan ortamında başarı kazanmasına katkıda bulundu. Bir Bektaşi, hangi dinden olursa olsun her insana saygı gösterir, onu sevgili kardeşi sayar. Hiçbir dini reddetmez, hepsine saygı duyar. Hiçbir kutsal kitabı ahirete dair hiçbir öğretiyi mahkûm etmez. Bu geniş görüş açısı tarikatın sık sık eski ve saygın şahsiyetleri kendinden saymasına neden olmuştur. Bu şahsiyetler Aya Yorgi’den halk tarafından çok sevilen Yunus Emre gibi en ünlü Türk mutasavvıflarına kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturur. Bektaşîler başlangıçta Kızılbaşların İslam dışı etkileri altında kalmış halk kitlelerini Yavuz Selim ve Şah İsmail arasındaki kardeş kavgalarından önce Anadolu’daki İslamî inanış olan liberal ve hoşgörülü bir Sünnilikten yana çekmek ve onları Tarikat’ta toplamak üzere sultandan gelen yetki ile donanmış bir aracı idiler. Ancak zamanla Anadolu’daki Kızılbaşların Şii-Safevi propagandalarını Anadolu’da sürdürmeleriyle süreç tersine dönmeye başladı. İslam dışı Kızılbaş öğeler tarikatın öğretilerine karmaşık, senkretik bir ruh vererek Bektaşiler arasına sızdılar. Bazen Bektaşilerle Aleviler (Kızılbaşlar) arasında büyük çatışmalar baş gösterdi. Kızılbaş Bektaşiler Tarikatının bozuluşu Yavuz Selim’in saltanatı zamanında onun dergâha kapatmaya zorlayacak kadar ileri gitmiş olacaktır. Devletin takibatına uğrayan birçok zümre çareyi Bektaşi şemsiyesi altına girmekte bulacaktır. Osmanlı koniklerine bakılacak olursa, ilk Osmanlılar zamanında nasıl ki Şeyh Edebali ile 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 169 Selahattin DÖĞÜŞ Osmanlı hükümdarları arasındaki dostluk, akrabalık tesisine kadar vardıysa, Hacı Bektaş Veli de aynı toplumsal kategorinin mensubu olarak aynı iltifata nail olmuştur. Ama 16.yüzyıldan sonra Hacı Bektaş Veli’nin manevi mirası ve Bektaşi dervişleri nasıl marjinalleştiyse eğer Şeyh Edebali de Hacı Bektaş gibi geniş kitlelere mal olsaydı ve adı etrafında bir tarikat kurumlaşıp 16.yüzyıla kadar süren bir etkisi bulunsaydı aynı akıbete uğrayacağı kanaatindeyiz. Kaynaklar Aşıkpaşazâde Tarihi (1332), (Tevârih-i Al-i Osman), Neşr. Ali Beg, İstanbul. Babinger-Fuat Köprülü, Fr. (1996), Anadolu’da İslâmiyet, insan yay, haz. Mehmet Kanar, İstanbul. Balivet, Michel (2000), Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela Güntekin, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul. Bayram, Mikail (1991), Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya. Bayram, Mikail (1994), Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları Teşkilatı), Konya. Barkan, Ö.Lütfü (1942), “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi II, Ankara 1942, 279-386. Baştav, Şerif (1989), Bizans İmparatorluğu Tarihi, Son Devir (1261-1461), Osmanlı Türk-Bizans Münasebetleri, Türk Kültürü Enstitüsü yayınları, Ankara. Birge, J.Kingsley (1965), The Order of Dervishes, London, 1965 Cahen, Claude (1994), Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, E yayınları, İstanbul. Çelebi, Elvan (1991), Menâkıbu’l-Kudsiyye Fi Menasibu’l-Ünsiyye, haz. A.Yaşar Ocak, TTK Ankara. Döğüş, Selahattin (1999), Osmanlı Devleti’nin Doğuşunda Sosyal Kuruluşlar, Erciyes Ün. Sos. Bil. Ens. (basılmamış Doktora Tezi), Kayseri. Eflakî, Ahmed (1959-61), Menakıbu’l-Arifin, neşr. Tahsin Yazıcı, TTK, Ankara 1959-61, I. Ekincikli, Mustafa (2002), “Türk Ortodokslarının Kimliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkler, 6, Ankara. Gölpınarlı, Abdülbaki (1991), Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, İstanbul. Gülşehrî, Ahmed (1957), Mantıku’l-Tayr, nşr. A.Sırrı Levend, Ankara. Hasluck, F.V. (1928), Bektaşilik Tetkikleri, terc. Ragıp Hulusi, İstanbul. Hayri, Dr. Mehmed (1922), Türkiye’nin Sıhhi İçtimai Coğrafyası Niğde Sancağı, Öğüt Matbaası, Ankara, 1338 (M.1922). 170 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sulucakaraöyük’ten Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli İnancı Hoca Sadeddin Efendi (1992), Tacü’t-Tevârih, haz. İ.Parmaksızoğlu, C. II, KB Yayınları. İbn Bibî (1996), el-Evamiru’l-Alaiyye Fi’l-Umuri’l-Alaiyye, I-II, haz. Mürsel Öztürk KB Yay., Ankara. Köprülü, Fuat (1987), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDV Yayınları, Ankara. Köprülü, Fuat (1989), Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, TTK Yayınları, Ankara. Köprülü, Fuat (1980), Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul. Köprülü, Fuat (1341), “Bektaşiliğin Menşeleri”, Türk Yurdu, No.8, Mayıs. Köprülü, Orhan (1973), “Abdal Musa”, TK, Sayı 124, İstanbul. Köprülü, Orhan (1995), Abdal Musa Sultan ve Velâyetnâmesi, haz. Adil A.Atalay, Can Yay., İst. Melikoff, Irené (1994), Uyur İken Uyardılar (Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları), trc. Turan Alptekin, Cem yay., İstanbul. Ocak, A.Yaşar (2000), Babaîler İsyanı (Aleviliğin Tarihsel Altyapısı), dergah yayınları, İstanbul. Ocak, A. Yaşar (1996), “Hacı Bektaş-ı Veli”, TDV İA, C.14 Ostrogosky, George (1986), Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, TTK Ankara. Rumî, Mevlana Celaleddin (1943-46), Mesnevî, 1-6. ciltler, haz. Abdülbaki Gölpınarlı, MEB Yayınları. Şikarî (1940), Karaman Oğulları Tarihi, nşr. Mesut Koman, Konya. Taşköprülüzâde Ahmed (1989), eş-Şakayık-ı Numaniye, Mecdi Mehmed Efendi Tercümesi, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul. Togan, Z.Velidi (1981), Umumî Türk tarihine Giriş, İstanbul. Turan, Osman (1971), Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşr. İstanbul. Uzun Firdevsi (1958), Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli (Vilayetname), haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul. Velâyetname Hacı Bektaş-ı Veli (2007), haz. Hamiye Duran, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 171 İÇ ANADOLU BÖLGESİ’NDEKİ KAPLICA VE TERMAL TESİSLERİN TÜRK SAĞLIK TURİZMİ İÇİNDEKİ YERİ POSITION OF HOT SPRINGS AND THERMAL SPRINGS IN CENTRAL ANATOLIA IN TURKISH HEALTH TOURISM Selçuk AVDEREN* ÖZET Seyahat etmek sureti ile ikamet ettiği yerin dışında konaklayarak tedavi olmayı amaçlayan insanların hareketine sağlık turizmi denilmektedir. Bu çalışmada İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislerin sağlık turizmine ne kadar hazır olduğunun belirlenmesi, ihtiyaçlarının saptanması ve alternatif çözüm önerilerinin sunulması amaçlanmıştır. Bölgedeki kaplıca ve termal tesislerin kuruluş yılları itibariyle, % 21,3’ünün 1990 yılından önce açıldığı, % 78,7’sinin 1990 ve sonrasında hizmete başladığı belirlenmiştir. Bu durum ülkemizde sağlık turizmine 1990 yılından sonra çok daha önem verildiğini ve bu alandaki yatırımların arttığını göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Sağlık Turizmi, Kaplıca, Termal Turizm, İç Anadolu Bölgesi ABSTRACT The work of people who aim to get treatment by accommodating in a different place from their residences by means of travelling is called “Health Tourism”. Determining to what degree hot springs and thermal springs in Central Anatolia are ready for the health tourism, determining the needs and presenting alternative resolutions are aimed in this work. It has been stated that 21,3 % of the hot springs and thermal springs in the area opened before 1990 and 78,7 % of them opened for service in 1990 or after this year. This situation indicates * Hemşirelik Bölüm Öğretmeni, Niğde Atatürk Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, e-posta:savderen@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 173 Selçuk AVDEREN that more importance was given to health tourism and investments in this area increased in our country after 1990. Key Words: Healt Tourism, Spa, Thermal Tourism, Central Anatolian Region Giriş Ülkelerin ekonomik yönden gelişmeleri için faaliyet gösteren ve sürekli gelir sağlayan çeşitli alanlar vardır. Bu alanlardan biriside turizmdir. Türkiye alternatif turizm olanakları açısından oldukça zengin kaynaklara sahip bir ülkedir. Ülkemiz açısından mutlaka değerlendirilmesi gereken bu kaynaklardan birisi sağlık turizmidir. Çünkü katma değeri kitle turizmine göre oldukça yüksektir. Sağlık turizmi geniş bir kavram olmakla beraber pek çok kaynakta termal turizm ve tedavi amaçlı turizm (medikal turizm) olarak iki önemli alt kategoriye ayrılarak değerlendirilir. Araştırmamızın temelini termal amaçlı sağlık turizmi oluşturmakta ve İç Anadolu Bölgesi’nde ne derece önemli bir alternatif turizm potansiyeli olduğu ve ekonomiye katkısı sorgulanmaktadır. 1- Turizm Kavramı Turizm sözcüğünün Latincede dönme, hareket etme, dönüp dolaşma anlamlarını karşılayan “tournus” sözcüğünden türediği anlaşılmaktadır. Fransızca’da dönmek anlamına gelen “tourner” ve “tour” kelimeleri halen kullanılmaktadır. (Dinçer:1993,5) 2- Sağlık Turizmi Sağlık Turizmi; “sağlığı koruma, iyileşme amaçlarıyla belirli bir süre için (genellikle 21 gün) yer değiştiren insanların doğal kaynaklara dayalı turistik bir tesise giderek kür uygulaması, konaklama, beslenme ve eğlence gereksinimlerini karşılaması sonucu doğan hareketlerdir.”(Boz:2004,132) Günümüzde sağlık turizmi denilince akla ilk gelen termal turizm ya da kaplıca turizmidir. Ama sağlık amaçlı turizm hareketi, son on yılda aktif olarak hastane hizmetlerinden faydalanmak için düzenlenen yurt dışı seyahatleri de kapsar hale gelmiştir. Bu değişim sağlık turizminden doğan ekonomik gücün hızla artmasına ve cazip hale gelmesine neden olmuştur. Sağlık turizmi dünyada 100 milyar dolarlık bir hacme ulaşarak, tüm ülkelerin iştahını kabartan bir konuma ulaşmıştır. (İbiş:2009) 2.1 Termal Turizm Termal turizm veya kaplıca turizmi; mineralize termal su banyosu, içme, inhalasyon, çamur banyosu gibi çeşitli türdeki yöntemlerin yanında, iklim 174 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri kürü, fizik tedavi, rehabilitasyon, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi destek tedavilerini de kapsayan turizm hareketi olarak tanımlanır. (Akat:2000,23-24) Nevşehir’in Kozaklı ilçesi kaplıca turizmi alanında çok önemli bir potansiyele sahiptir. Bu bölgede Sağlık Bakanlığı’ndan işletme izin belgesi almış 18 tesis bulunmaktadır. 3- Yöntem ve Gereçler Bölgede hizmet veren kaplıca, içmece ve termal tesislerin yöneticilerine anket soruları araştırmacı tarafında bizzat uygulanmıştır. Toplanan bilgiler doğrultusunda bu tesislerin ülkemiz sağlık turizminde ne derece rol oynadıklarını ve ülke ekonomisine ne kadar etki yapabildiklerini belirlemek amaçlanmıştır. 4-Bulgular Tablo 1 Müşterilerin Kaplıca ve Termal Tesislere Geliş Amaçlarına Göre Dağılımı Geliş Amaçları Sayısı Yüzdesi (%) Tedavi 36 76,6 Dinlenme 11 23,4 Toplam 47 100 Bu soruya işletmelerin % 76,6’sı tedavi amacıyla geldiklerini, % 23,4’ü ise dinlenme amaçlı geldiklerini ifade etmişlerdir. Tablo 2 İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislere Gelen Müşterilerin Konaklama Sürelerinin Dağılımı Süreler Sayı Yüzde (%) 1-4 gün 5-9 gün 10-14 gün 15 gün ve üzeri 16 26 3 2 34,0 55,3 6,4 4,3 Toplam 47 100,0 İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislere gelen yerli ve yabancı müşterilerin konaklama sürelerine baktığımızda 47 tesisin 16’sında (% 34,0) 1-4 gün, 26 tesiste (% 55,3) 5-9 gün, geriye kalan beş tesiste ise 10 gün ve üzeridir. Tesislerin çoğundaki konaklama süresinin 5-9 gün olduğu, müşterilerin uzun süreli konaklamaları tercih etmediklerini söyleyebiliriz. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 175 Selçuk AVDEREN Tablo 3 İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislere Gelen Müşterilerin Günlük Kişi Başı Ortalama Harcaması Harcama miktarı (TL) 0-49 50-99 Toplam Sayı 19 28 47 Yüzde(%) 40,4 59,6 100,0 Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin günlük kişi başı ortalama harcamasını gösteren tabloyu incelediğimizde 19 tesiste 50 TL’nin altında, 28 tesiste 50 TL’nin üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu ücrete yemek+konaklama+banyo kür uygulamalarının dahil olduğunu, bunların dışındaki harcamaların hariç olduğunu belirtelim. Tablo 4 Kaplıca ve Termal Tesislerin Gelir Memnuniyeti Dağılımı Memnuniyet Evet Hayır Toplam Sayı 11 36 47 Yüzde 23,4 76,6 100,0 İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislerin % 23,4’ ü elde ettiği gelirden memnunken, % 76,6’sı memnun değildir. İşletmelerin çoğu beklediği geliri elde edemediğini düşünmektedir. 5-Sonuçlar ve Öneriler Sağlık turizmi, son yıllarda turizm sektöründe oldukça önemli bir konuma gelmeye başlamıştır. Ülkemizin her bölgesinde ayrı ayrı alternatif turizm kaynaklarının olduğunu düşünürsek her bölge bir cazibe merkezine dönüştürülmeli ve ekonomik katkısı en üst düzeye çıkartılmalıdır. Bu çalışmada İç Anadolu Bölgesi’nde bulunan ve Sağlık Bakanlığı tarafında işletme izni verilmiş kaplıca, içmece ve termal tesislerin ülke ekonomisine faydası üzerine anket uygulanmış ve aşağıdaki temel sonuçlara ulaşılmıştır. İç Anadolu Bölgesi’ndeki kaplıca ve termal tesislere gelen yerli ve yabancı müşterilerin konaklama sürelerine baktığımızda 47 tesisin 16’sında (% 34,0) 1-4 gün, 26 tesiste (% 55,3) 5-9 gün, geriye kalan beş tesiste ise 10 gün ve üzeridir. Müşterilerin konaklama sürelerinin çoğunlukla 5-9 gün 176 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u İç Anadolu Bölgesi’ndeki Kaplıca ve Termal Tesislerin Türk Sağlık Turizmi İçindeki Yeri olduğu, çok kısa ve çok uzun süreli konaklamaları tercih etmedikleri görülmektedir. Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin günlük kişi başı ortalama harcaması, 19 tesiste 50 TL’nin altında, 8 tesiste 50 TL’nin üzerindedir. Bu ücretin yemek+konaklama+banyo kür uygulamalarını kapsayan paket ücret olduğu belirlenmiştir. Bu paket ücrette en pahalı kalem konaklama, ikinci sırada yemek, üçüncü sırada banyo kür uygulamaları ve daha sonra eğlence ve masaj gelmektedir. Bu kalemlerin dışındaki harcamalar ekstra harcamalardır. Kaplıca ve termal tesislere gelen müşterilerin % 76,6’sının tedavi amacıyla, % 23,4’ünün ise dinlenme amaçlı geldikleri tespit edilmiştir. Yine bölgedeki kaplıca ve termal tesislerin % 23,4’ünün elde ettiği gelirden memnun olduğu, % 76,6’sının memnun olmadığı tespit edilmiştir. Sağlık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde termal ve kaplıca turizmiyle ilgili birimler kurulmalı ve bölgenin potansiyeli değerlendirilmelidir. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde tanıtım ve pazarlama çalışmaları yapılmalı ve bu çalışmalar devlet tarafından desteklenmelidir. Sağlık turizmi alanında yapılan kongre, fuar ve konferanslara ilgi gösterilmeli ve bu tür organizasyonlar tutundurma faaliyetleri açısından fırsat bilinmelidir. Kaynaklar AKAT, Ömer. Pazarlama Ağırlıklı Turizm İşletmeciliği, Motif Matbaa, 3. bs., Bursa, 2000 BOZ, Mustafa.“Turizmin Gelişmesinde Alternatif Turizm Pazarlamasının Önemi”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, SBE, 2004) DİNÇER, Mithat Zeki. Turizm Ekonomisi ve Türkiye Ekonomisinde Turizm, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993. http://www.kanserhaberleri.com/yazdir.asp?ID=12632 ( 28.5.2010). Sinan İbiş, “ Türkiye’de Medikal Turizm” 17.7.2009. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 177 OSMANLI UYGULAMASINDA MÜSADERE: NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA’YA AİT MUHALLEFAT ZAPTI ÖRNEĞİ THE OTTOMAN PRACTICE OF CONFISCATION: THE ESTATE INVENTORY OF NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PASHA Selim KARAHASANOĞLU* ÖZET Osmanlı tarihi literatüründe çok çeşitli kaynaklar üzerinde çalışılmış; ancak bu kaynakların nitelikleri derinlemesine tartışılmamıştır. Bu kaynak türlerinden biri de muhallefat kayıtlarıdır. Bir şahsın muhallefatı nasıl zaptedilir, muhallefatı içeren belge ve defterler nasıl oluşturulur? Aynı şahsa ait pek çok ayrı mahalden ortaya çıkan mal varlığı kayıtları ne ifade eder? Gayet iyi bilinmektedir ki, herhangi bir şahsın ölümünün ardından mal varlığının dökümüne pek çok farklı noktalarda rastlarız. Bunlar arasında başta Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Baş Muhasebe Muhallefat Halifeliği Defter Tasnifi (D.BŞM.MHF) zikredilebileceği gibi yine aynı arşivde Baş Muhasebe Muhallefat Halifeliği Belge Tasnifi ve Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi içerisinde de kayıtlar mevcuttur. Ayrıca Baş Muhasebe Büyük Ruznamçe kaleminde muhallefat ile ilgili kayıtlar görürüz. Osmanlı Arşivi haricinde Şer’i Siciller Arşivi’nde de tereke defterleri mevcuttur. Nihayet, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde de muhallefat kayıtlarına rastlarız. Peki, bir şahsın mal varlığının sağlıklı bir tespiti nasıl yapılabilir ve bütün bu kayıtlar mal varlığının tespiti noktasında nerede konumlanır? Yukarıdaki soruları cevaplamak üzere bu makalede 1730 (H. 1143) senesinde vuku bulan isyan (Patrona Halil isyanı diye meşhur) neticesinde katl olunan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve ekibi üzerine odaklanacağım. Muhallefat kaynaklarının niteliğini kavrayabilmek için en ayrıntılı örnek İbrahim Paşa ve ekibininki olmalıdır. D.BŞM.MHF belge tasnifi kataloğu incelendiğinde görülür ki; İbrahim Paşa ve arkadaşlarına ait bu tasnifde beş yüzü aşkın belge vardır. Başka hiçbir sadrazam ya da vezire ait bu hacimde dokümantasyona sahip değiliz. * Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:selimkho@yahoo.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 179 Selim KARAHASANOĞLU Bu makalede söz konusu muhallefat kaydı analitik bir biçimde incelenecek; Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın emlakı, evkafı, emtiası bu yolla tespit edilecek/sunulacak ve Osmanlı maliyesinde müsadere sisteminin işleyişine ilişkin genel nitelikli değerlendirmeler yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Müsadere, Muhallefat, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ABSTRACT It is fortunate that an abundant body of material showing the estate of İbrahim Pasha and his faction exists. The documentation of this confiscation is very rich: over five hundred documents, numerous registers. It must be noted that there is a difference between a document and a register. Documents generally indicate an unfinished process while registers, in most cases, can be read as the final forms of recording the estate. In our case, both the documents and the registers are very important since they do not always duplicate each other. In this sense, they complement each other and help to give us a fuller picture of the wealth of İbrahim Pasha and his faction. Here, let me summarize the confiscation process very briefly: First, functionaries appointed by the state go to each property owned by the deceased and record the items in situ. The registers identify specific houses/waterfront homes/palaces, and make a clear description of the buildings inside and outside, citing every single item within. The next stage involves bringing the estate to the Imperial gate (bab-ı hümayun) and auctioning it. The final stage of the confiscation process is when the cash or, sometimes, the goods themselves go to the treasury. Key Words: Confiscation, Estate Inventory, Nevşehirli Damad İbrahim Pasha Osmanlı maliyesinde/hukukunda1/uygulamasında müsadere sistemi üze1 Makale boyunca kullanılan kısaltmalar için kaynakçaya bakınız. Modern hukuk/ceza hukuku perspektifinden müsadere üstüne çalışmalar gerçekleştirilmiştir; ancak bu makalenin konusu ile doğrudan bağlantılı olmamaları münasebetiyle değerlendirmeye alınmamışlardır. Bkz. Zekeriya Yılmaz, Teori ve Uygulamada Müsadere (Zoralım) (Ankara: Seçkin Yayınevi, 1997); Doğan Gedik, Türk Ceza Hukukunda Müsadere (Ankara: Adil Yayınevi, 2001); Abdulkadir Certel, Müsadere (Ankara: Seçkin Yayınevi, 2008); Erdal Yerdelen, Müsadere ve Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi: Konuların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Değerlendirmesi (Ankara: Adalet Yayınevi, 2010). Müsaderenin ceza hukuku terminolojisinde tarifi için bkz. Yerdelen, Müsadere, 31. Ceza hukukçularının konuya ilişkin makale bazında yayınları ve yine hukukçuların yüksek lisans çalışmaları da söz konusudur ki, bunların listesini burada vermiyorum. 180 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği rine bir monografiye sahip değiliz.2 Osmanlı tarihçileri olarak her birimiz muhtelif kaynaklar üzerinde çalışırız da, bu kaynakların nitelikleri3 üzerine yazmayı nadiren tercih ederiz. Tasnifinde dahi profesyonellikten uzak bulunduğumuz kaynakların kullanımının ayrı bir profesyonellik gerektirdiği 2 Konu, ancak makale bazında değerlendirmeye alınmıştır ki, buralarda müsaderenin uygulanış sürecini/muhallefatın zapt aşamalarını bulamıyor; genel nitelikli (İstanbul ve İstanbul-dışı süreci ayırt etmeksizin ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinin bütününü aynı düzlemde ele alıp, dönemsel değişimlere dikkat çekmeksizin) ve çoğu zaman birbirini tekrar eder yargılara erişebiliyoruz: Klaus Röhrborn, “Konfiskation und intermediäre Gewalten im Osmanischen Reich,” Der Islam, 55 (1978), 345-351 [Türkçesi için bkz. “Osmanlı İmparatorluğunda Müsadere ve Mutavassıt Güçler,” I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (İstanbul: Tercüman Gazetesi ve Türkiyat Enstitüsü, 1979), 254-260]; Mehmet Ali Ünal, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müsadere,” Türk Dünyası Araştırmaları, 49 (1987): 95-112 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Osmanlı Devri Üzerine Makaleler-Araştırmalar (Isparta: Kardelen Kitabevi, 1999), 1-16]; M. Cavid Baysun, “Musâdere,” İA, 669-673; F. Müge Göçek, “Musadara: In the Ottoman Empire,” EI2, 653; Tuncay Öğün, “Müsadere: Osmanlılar’da,” DİA, 67-68; aynı yazar, “Osmanlı Devleti’nde Müsâdere Uygulamaları,” Osmanlı, cilt: 6, ed. Kemal Çiçek, Cem Oğuz (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999), 371-383; Mihai Maxim, “The Institution of Müsâdere (Confiscation) in the Ottoman-Romanian Relations: An Inventory of Constantin Brâncoveanu’s (16881714) Property Seized to the Ottoman Public Treasury,” Romano-Ottomanica: Essays&Documents from the Turkish Archives (Istanbul: The Isis Press, 2001), 173-197; Karl K. Barbir, “One Marker of Ottomanism: Confiscation of Ottoman Officials’ Estates,” International Journal of Turkish Studies, 13: 1&2 (2007): 135-145 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Identity and Identity Formation in the Ottoman World: A Volume of Essays in Honor of Norman Itzkowitz, ed. by Baki Tezcan and Karl K. Barbir (Madison: The University of Wisconsin Press&The Center for Turkish Studies, 2007, 135145)]; Sevgi Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici Sınıf Açısından Müsadere Uygulaması,” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12: 1&2 (2008), 389-420. Ayrıca bkz. F. Müge Göçek, “Mukhallefat,” EI2, 517; Tahsin Özcan, “Muhallefat,” DİA, 406-407. Münhasıran müsadere sistemine/müsaderenin işleyişine ilişkin değil de, belirli muhallefatları gündeme alan çalışmalar ise, incelemelere konu malzemeden yola çıkarak sistemin işleyişini ayrıntılarıyla ortaya koymaz. Bir istisna olarak şu çalışma zikredilebilir ki, burada da İstanbul dışında müsaderenin uygulanış sürecinin tarifini bulabiliyoruz: Cahit Telci, “Osmanlı Devletinde 18. Yüzyılda Muhallefat ve Müsâdere Süreci,” Tarih İncelemeleri Dergisi, 22: 2 (2007), 145-166. Osmanlı öncesi İslam devletlerinde, müsadereye ve müsadere uygulamalarına ilişkin bkz. Fedâ Şâmil Arık, “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Müsâdere,” V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, cilt: 1 (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986), 47-64; Beyyumi İsmail Şirbini, Müsaderetü’l-emlak fî’d-devleti’l-İslâmiyye: asru selatine’l-memalik, 2 cilt (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Amme li’l-Kitâb, 1997); Hüseyin Esen, “İslam Hukuku Açısından Müsâdere,” Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15 (2002), 191-225. 3 Kaynakların niteliğinden bahisle, konumuz ile doğrudan bağlantılı, literatürde mevcut bir karmaşaya burada işaret etmeliyim. Askerî kassam kapsamında rastladığımız tereke defterlerinin oluşturulma saikleri ve süreci ile başmuhasebeye bağlı muhallefat halifeliğince üstlenilen müsadere işlemleri ve ürettiği belge türleri birbirinin aynı gibi değerlendirilmemelidir. Söz konusu farka bugüne kadar sadece bir araştırmacının, net biçimde olmasa da, değinmesi dikkat çekicidir. Bkz. Christoph K. Neumann, “Birey olmanın alameti olarak tüketim kalıpları: 18. yüzyıl Osmanlı meta evreninden örnek vakalar,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 8 (2009), 13. Kassamlık müessesesi ile muhallefat halifeliğinin birbirinden ayrı iki teşkilat olarak ele alınmasına ve iki yapının detaylı bir şekilde görev tanımlarının yapılmasına lüzum vardır. Mirasın paylaştırılması saiki ile müsaderenin saikleri birbirine karıştırılmamalıdır -ve elbette iki ayrı saik/süreç neticesinde ortaya çıkan belgelerin de-. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 181 Selim KARAHASANOĞLU ortadadır.4 Bu kaynak türlerinden biri de muhallefat defterleridir. Bir şahsın muhallefatı nasıl zaptedilir; muhallefat belge ve defterleri nasıl oluşturulur ve nasıl değerlendirilmeleri icap eder? Aynı şahsa ait muhtelif mecralarda ortaya çıkan mal varlığı kayıtları ne ifade etmektedir? Muhallefat kayıtları ile karşılaştığımız başlıca yerler: Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Baş Muhasebe, Muhallefat Halifeliği, Defter Tasnifi; Baş Muhasebe, Muhallefat Halifeliği, Belge Tasnifi; Maliyeden Müdevver Defterler Tasnifi ve Baş Muhasebe, Büyük Ruznamçe kalemi.5 Bundan başka, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde de muhallefat kayıtları ile karşılaştığımızı belirteyim. O halde, müsadere evrakı üzerinden bir şahsın mal varlığının sağlıklı bir tespiti nasıl yapılabilir ve bütün bu bahsettiğimiz yerlerdeki kayıtlar nasıl birleştirilmelidir? Bu makalede yapmaya çalıştığım, müsaderenin dokümanter yönünden yola çıkarak sürecin ayrıntılarını tespit edebilmektir. Yukarıdaki soruları cevaplayabilmek için incelememde, 1730 (H. 1143) senesinde vuku bulan (Patrona Halil isyanı diye meşhur) isyan neticesinde katl olunan Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve ekibinin (özellikle iki damadı: Kethüda Mehmed Paşa ve Kapudan Kaymak Mustafa Paşa’nın) muhallefat zaptı üzerine odaklanacağım. Muhallefat kaynaklarının ifade ettiklerini kavrayabilmek için en ayrıntılı örnek, İbrahim Paşa ve damatlarınınki olmalıdır. Diğerleri arasında, özellikle D.BŞM.MHF. belge tasnifi kataloğu incelendiğinde görülür ki, Osmanlı tarihinde mal varlığının müsaderesi meselesinde, devleti en yoğun “uğraştırmış” devlet adamı, İbrahim Paşa’dır: Bu katalogda, İbrahim Paşa ve iki damadına ait altı yüze yakın belge vardır. Başka hiçbir sadrazam ya da vezire ait bu sayıda belgeye sahip değiliz. Bu da demektir ki, Osmanlı uygulamasında müsadereyi, olağan ve olağan olmayan yönleriyle, en iyi anlama imkanı sağlayacak örnek, İbrahim Paşa’nınkidir.6 Mevcut muhallefat çalışmaları, genellikle bir kaç belgeye/ 4 Muhallefatların içerdiği emtianın okunmasında bir birlik sağlanabilmiş değildir. Eşya adlarında birlik/tutarlılık ve gelecekteki çalışmaların bahse konu kaynakları verimli/kolaylıkla kullanabilmesi için, bugüne kadar gerçekleştirilmiş çok sayıda çalışmanın da derlenmesi yoluyla oluşturulacak bir “muhallefat/tereke okuma sözlüğü”ne ihtiyaç vardır. 5 Osmanlı arşivinde, kuyud-ı mühimmat defterlerinde de muhallefata ilişkin kayıtlara rastlarız. Bkz. dipnot 13. Kuyud-ı mühimmat defterleri üstüne bkz. İdris Bostan, “Kuyud-ı Mühimmat Defterleri ve Osmanlı Teşkilat Tarihi, ” Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1995), 143163. 6 Bu makalenin konusu olmamakla beraber İbrahim Paşa’nın muhallefat kayıtlarından yola çıkarak; onun servet birikimine/servetinin cesametine, kullandığı eşyalara [sabah uyandığında kullandığı havlunun cinsinden, katli esnasında üzerinde bulunanlara (bkz. TSMA, D. 2211/1, 1b) kadar] dair çok ayrıntılı bilgi elde edilebilir, dönemine atfedilen “tüketim çılgınlığı” argümanı test edilebilir. 182 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği deftere dayandığı için müsadere sürecinin bütün yönleriyle ayrıntılandırılması/dokümanter boyutundaki karmaşanın ortaya konulması mümkün olmamıştır. İbrahim Paşa’ya ait muhallefat kaydı ise zenginliğiyle/çeşitliliğiyle bu tür bir çözümlemeye imkan veriyor. Muhallefat incelemelerinin çoğunlukla, emtianın dökümünden ibaret kaldığı ve yukarıda da belirttiğim gibi kaynakların ne’liği üzerinde durulmadığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet görevlilerinin malları, azilleri yahut katlleri ardından müsadere edilebilmiştir. İbrahim Paşa ve iki damadı örneğinde, katl sonrası müsadere olayı ile karşı karşıyayız.7 Söz konusu üç üst düzey yönetici, 1730 isyanını müteakip aynı esnada katledildiklerinden muhallefatları da beraber tutulmuştur. Defterleri, “Muhallefat-ı İbrahim Paşa ve Mehmed Kethüda ve Kapudan-ı derya Mustafa Paşa” üst başlığı ile üçüne ait malları kayda geçirmişse de, alt başlıklar ile ayrıştırma söz konusudur; ancak bir kaç yerde, “mahlût” (karışık) notu ile ayrıştırma yapılmaksızın bir arada kayıt görülmektedir. Muhallefat evrakı, üç kişinin kayıtlarını bir arada barındırması münasebetiyle, İbrahim Paşa’ya ait malları ayrıştırmak ve onu ferdî değerlendirmek kolay değildir; ancak bu çalışmada münhasıran İbrahim Paşa’yı mercek altına alıyorum; sistemin işleyişine dair tespitlerimde, gerektiğinde, damatlara ait kayıtları da devreye sokmaktayım. Malzemenin Tarifi: Söz konusu muhallefat zaptının zengin malzeme ortaya çıkardığını söyledim: D.BŞM.MHF. tasnifinde 20/8-27/49 aralığındaki belgeler,8 çok sayıda defter (D.BŞM.MHF. 12423,9 12425;10 7 Yani, bizim örneğimizde tazir cezası yahut emniyet tedbiri olarak değil ölüm (ecelle değil, siyaseten katl yoluyla-siyaseten katl de nihayet bir tür ecel olmalıdır-) sonrası müsadere olayıyla karşı karşıyayız. 8 İlgili bütün belgelerin tasnif numaralarını burada tek tek vermiyor; yeri geldiğinde zikretmekle yetiniyorum. 9 D.BŞM.MHF., 12423 (10 sayfa). İbrahim Paşa ile damatlarının para kayıtlarını gösteren bu defteri krş. KK 1742, 10-15. 10 İbrahim Paşa’nın mallarının kayıtlı bulunduğu bu iki defterden [12423, 12425 (25 sayfa; “Bostancıbaşı ağa tarafından tayîn olunan Haseki Ali Ağa ve Şırahane kâtibi Ahmed Efendi marifetlerile veziriazam-ı sâbık maktûl İbrahim Paşa’nın Beşiktaş’ta vakı‘ Çırağan yalısında mevcud olan eşyanın tahrir olunan müfredat defteridir. Fi 25 R 143”)] başka aynı kodlu (D.BŞM.MHF.), 12424 numarada kayıtlı bir başka muhallefat defteri (19 sayfa) daha vardır ki, bu defter, İbrahim Paşa’ya ait herhangi bir mal kaydını barındırmamakta; dolayısıyla da doğrudan bu makalenin kapsam alanına girmemektedir. İçerisinde, Kethüda Mehmed’in ve Kaymak Mustafa’nın sırasıyla Ortaköy, Rumelihisarı, Anadoluhisarı; Hasan Kalfa (Hasan Halife), Anadoluhisarı yalılarındaki mefruşatı kayıtlıdır. 12424 ve 12425 numaralı defterlerin içeriği bir arada şurada bulunabilir: D.BŞM.MHF. 21/49. Üç defter kelimesi kelimesine uyuşmasa da büyük oranda ilk iki defterdeki kayıtlar üçüncüde bulunabilmektedir. Mehmed Kethüda’nın Anadolu Hisarı yalısındaki mefruşatını gösteren D.BŞM.MHF. 20/11, yine Kethüda’nın Rumeli Hisarı’ndaki yalısına dair D.BŞM.MHF. 20/13, ve Ortaköy’deki mefruşata dair 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 183 Selim KARAHASANOĞLU MAD 921;11 TSMA D. 2210, 2211/1, 2211/2)12 ve muhtelif noktalarda çeşitli başka kayıtlar.13 Müsadere sonucu ortaya çıkan evrak içerisinde, belge ile defterin farkına değinmem icap ediyor. Belgeler, basitçe muhallefatın zaptı esnasında sürecin başlangıcına işaret ederken, defterler zapt sürecinin bir ileri aşaması olarak okunabilir. Burada incelediğim muhallefat örneğinde (başka muhallefat çalışmaları için de geçerli olarak, şüphesiz), hem belgeler hem D.BŞM.MHF. 20/16, Mustafa Paşa’nın Anadolu Hisarı’ndaki mefruşatı D.BŞM.MHF. 20/14 ve son olarak Mustafa Paşa’nın Hasan Kalfa’daki mefruşat ve sair eşyasının toplamını veren D.BŞM.MHF. 20/15’in içerdikleri malzemenin toplamları, 12424 numaralı defterdeki toplamlarla tamamıyla uyuşmaktadır ki, bu malların nakli konusunda güvenli bir ortamın sağlanabilmiş olduğunun göstergesidir. D.BŞM.MHF. 12423, 12424, 12425; TSMA D. 2333 ile mukayeseli okunmalıdır. Gülşenabad, Beylerbeyi ve Ortaköy’den seçilen muhtelif mefruşat Enderun-ı Hümayun’a gönderildi, bkz. D.BŞM.MHF. 20/29. Söz konusu mekanlardan yine Enderun-ı Hümayun’a gönderilen eşya için ayrıca bkz. D.BŞM.MHF. 21/25. Bahse konu mekanlardan başka Çırağan’dan da Enderun-ı Hümayun’a gönderilen eşya için bkz. D.BŞM.MHF. 21/40, 23/117. İbrahim Paşa’nın malından mehterhane-i amire’ye gidenler için bkz. D.BŞM.MHF. 22/75. İbrahim Paşa’dan yeni sadrazam Silahdar Damat Mehmed Paşa’ya aktarılanlar için bkz. D.BŞM.MHF. 21/6, 21/11. Kaptan Kaymak Mustafa Paşa’dan yeni Kaptan, Canım Hoca Mehmed Paşa’ya ise kaydırılanlar için ise bkz. D.BŞM. MHF. 21/11. Örnekler çoğaltılabilir; bu kadarıyla yetiniyorum. 12425 [D.BŞM.MHF. 20/9, bu defterdeki bazı kayıtları içeriyor. 20 Ra 1143/3 Ekim 1730 tarihli bu belge, 12425 nolu defterin üzerindeki tarihten (25 R 1143/7 Kasım 1730) 35 gün öncesine ait olduğuna göre söz konusu belge defter oluşturulurken kullanılmıştır, diyebiliriz. Belge de Çırağan’ın mefruşatına dairdir. 12425, Kaymak Mustafa’nın Beylerbeyi yalısı mefruşatını da içerir. D.BŞM.MHF. 20/10 da Beylerbeyi yalısının mefruşatını içeriyor ki bu bilgiler de defterde tekrar edilmektedir.] 11 114 sayfa. 12 Bir de TSMA D. 2212/1, D. 2212/2 numaralı defterler vardır ki, bu defterler İbrahim Paşa’nın eşi Fatma Sultan’ın mallarına aittir ve değerlendirme dışı tutulmuştur. Zikrettiğim deftelere ilaveten bkz. D.BŞM.MHF. 12428, 12430, 12645; TSMA, 2822. 13 Muhtelif başka kayıtlar ile kuyud-ı mühimmat defterleri ve ruznamçe defterlerini kastediyorum. Bizim dönemimizi ilgilendiren kuyud-ı mühimmat defteri için bkz. MAD 10323. Bu defterde, İbrahim Paşa ve damatlarının mallarına ilişkin, başka noktalarda karşılaşmadığımız bazı bilgilere erişebiliyoruz. Defterdeki kayıtlar gösteriyor ki, muhallefat zaptının tespiti için kuyud-ı mühimmat defterlerinin de incelenmesi zaruridir. Burada, muhtelif harcamaların söz konusu muhallefattan elde edilen gelir ile sağlandığını anlıyoruz. Örneğin Kaymak Mustafa’nın konağındaki pirincin Matbah-ı Âmire’ye nakledildiğini (140), Kethüda Mehmed’in ahırındaki bargirlerin bir kısmının çeşitli kimselere ihsan edildiğini, bir kısmının çeşitli ahırlara aktarıldığını ve diğer bir kısmının ise satıldığını (169), İbrahim Paşa’nın atlarının paylaştırıldığını görüyoruz (182). Defterin ilgili sayfalarını topluca verelim: 139-140, 169, 177, 182, 318, 337-360, 373. Dönemimizle ilgili ruznamçe defterleri için bkz. KK, 1742, 2072, ayrıca bkz. KK 2070 ve 2140. İbrahim Paşa ve damatlarının muhallefatından elde edilen gelirlerin kayıtlarını gösterir örnekler için bkz: KK, 2072: 7, 9-14, 16-21, 35, 45. Ruznamçelerde, İbrahim ve damatlara ilişkin en yoğun kayıtlara şu tarihlerde rastlıyoruz: 24.Z.1143, 1.M.1144 (KK 2072: 6-32), 10.M.1144 (KK 2072: 33-48), 21.M.1144 (KK 2072: 49-58), 10.Ca.1144, 4.Ş.1444. Diğer ruznamçelerde de ilgili kayıtlar için bkz. KK 2140: 45; KK 2070: 345, 547-558. 184 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği defterler ayrı öneme sahip; zira belgeler ve defterler, her zaman tamamıyla, birbirini tekrarlamamaktadır. Dolayısıyla, iki malzeme birlikte değerlendirildiğinde, İbrahim Paşa’nın muhallefatının tama yakın bir tespiti için birbirlerini destekledikleri/tamamladıkları söylenebilir. Herhangi bir belgenin tarihi, defterlerin tutuluş tarihinden eski ise defterlerde bulunma ihtimali fazlalaşıyor. Ancak, defterin oluşumundan sonra ortaya çıkan belgeler, ön/ana muhallefat zaptının tamamlanışının ardından peyderpey ortaya çıkan/bulunan malların dökümünü veriyor ya da müsadere sürecinin devam eden bir aşamasına işaret ediyor olabilir: malların satışı ya da borç-alacak meseleleri gibi. Belgeler sürecin herhangi bir aşamasını besleyebiliyor ki, buna kanıt, üzerlerindeki tarihlerdir. İbrahim Paşa ve damatlarına ait malların müsadere işlemleri, katllerinden sonra derhal başlatıldı ve kısa sürede, büyük oranda tamamlandı. Belgelerin büyük bir kısmı, katlin hemen ardına tarihlenmekte ise de, müsadere sürecine ilişkin iki yıl sonrasına (1145/1732), hatta 1148/1735-6 yıllarına ait belgeler dahi mevcuttur. Bu durum, yeni malların bulunuşu ve kayda geçirilişi olarak açıklanabilir. Belgeler, defterdeki envanterin kapsayıcılığı açısından bir test aracı olarak da önemlidir. Örneğimizde, üç aşamalı kayıt süreci (basitçe, D.BŞM.MHF., MAD ve TSMA), muhallefatın tama yakın tespiti imkanını veriyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.BŞM.MHF. belge tasnifinde dönemin şahıslarına ait ruznamçe-i suret-i hümayunlar da (tahvil tezkereleri) görülür ki, bu suretlerin asılları ise dönemin ruznamçe defterleri üzerindeki incelemelerim sonucu ortaya çıkmıştır. Ruznamçe defterlerinde bu suretler toplu olarak bulunmaz; mukataa gelirleri, avarız gelirleri gibi muhtelif gelir kalemlerinin arasında “an-baha-i muhallefat-ı müteveffa İbrahim Paşa, Kapudan Paşa, Mehmed Kethüda” ifadesiyle karşımıza çıkar. Ruznamçelerde, elimizde suret bulunmayan tarihlere ait kayıtlar da mevcut olduğuna göre, suretlerin tamamı elimizde yoktur.14 Müsaderede İşleyiş: Süreç ve Görevliler Müsadere sürecinin/muhallefat zaptının, bizim örneğimizde, nasıl gerçekleştiğine bakalım: En başta, devletin görevlendirdiği kimseler, muhallefat zaptının gerçekleştirileceği mekanlara bizzat gider; burada her bir emtiayı yerinde kaydederler.15 Defterler; spesifik olarak, evleri, yalıları, sarayları 14 Bütün bu malzeme zenginliğine rağmen, eldeki muhallefat kaydının söz konusu kimselere ait malların tamamının dökümü olamayabileceği yollu metodolojik ikazı yapmalıyım. 15 Örneğimizde, bkz. D.BŞM.MHF. 12423, 12425. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 185 Selim KARAHASANOĞLU içerisi ve dışarısı ile barındırdıkları malzemesi ile ortaya koyarlar. İbrahim Paşa ve damatlarına ait bu tür kayıtlarda; sahip oldukları parayı,16 yalılarında (Kethüda Mehmed’in Ortaköy, Rumelihisarı, ve Anadoluhisarı; Kaymak Mustafa’ın Hasan Kalfa ve Anadoluhisarı17 ve İbrahim Paşa’nın Beşitaş’ta Çırağan ile bitişiğindeki Gülşenabad yalıları18) bulunan mefruşatı ayrıntılarıyla görebiliyoruz. İkinci aşama, malların Bab-ı Hümayun’a getirilişi ve burada açık artırmaya sunulmasıdır.19 Son aşama ise nakdin ya da bazen emtianın da hazineye aktarılmasıdır.20 Muhallefat zaptında görevliler kimlerdir? Kayıt sürecini, yukarıda ifade ettiğim şekliyle üç aşamaya ayırdığımızda, yerinde kayıt esnasındaki görevliler, eşyalar Bab-ı Hümayun’a getirildiğinde (satış esnasında) kayıtla görevli kim16 17 18 D.BŞM.MHF. 12423. D.BŞM.MHF. 12424. Kethüda’nın Ortaköy’deki eşyasına ilişkin krş. D.BŞM.MHF. 21/62.. D.BŞM.MHF. 12425. Mustafa Paşa, Beylerbeyi’nde de bir yalıya sahipti ki, bu yalının eşyalarını da bu defterde bulabiliyoruz. 19 Bkz. MAD 921, 10. Bu defter, İbrahim Paşa ve iki damadına ait kayıtları içeriyor. Defterin, elbette ki, malların tamamını içerdiği iddia edilemez. Zira, bütün malların Bab-ı Hümayun’a getirilmesi söz konusu değildir. Bazı eşya, mahallinde satılmış olabileceği gibi muhtelif kimselere hediye verilmiş, ihsan edilmiş de olabilir (örnek olarak, Eflak Bey’ine hediye edilmek üzere seçilmiş eşyayı örnek verebilirim: MAD 921: 36). Kürkler ise, taraf-ı şehriyariye gönderilmiştir, örneğin: D.BŞM.MHF. 21/28: “Maktul Kapudan Mustafa Paşa’nın kürklerinden taraf-ı hümayun-ı hazret-i şehriyariye irsal olunan...”, “maktul vezir İbrahim Paşa’nın kürklerinden olub taraf-ı hümayuna gönderilen...”. Muhallefatın bu tür bir paylaşımı esnasında, İbrahim Paşa ve iki damadının mallarının bir kısmı kendisine verilen yeni sadrazam Mehmed Paşa, kısa süren sadareti akabinde azledilince aldığı malları geri verecektir: TSMA, D 2211/2, 6b: “Sadr-ı Sabık Mehmed Paşa’nın maktûlân-ı müşarileyhima muhallefatlarından alub bade’l-azl girü alınub darüssaade ağası marifetile gelen eşyadır.” Şüphesiz, yağma faktörünü de dikkate almamız gerekiyor. Üç şahsın muhallefatı müsadere sürecinde yağmaya da maruz kalmıştır: D.BŞM.MHF. 21/28: “Maktul Mehmed Kethüda’nın hanesinde yağma olunandan maada bulunub taraf-ı hümayuna gönderilen...”. Müsaderenin uygulanışında bazı malların doğrudan devlet tarafına aktarımı, bazı malların ise, önce satışı gerçekleştirilerek paraya dönüştürülmesi, Osmanlı’ya özgü olmayan, standart bir usul olarak anlaşılmalıdır. Ming dönemi Çin’inden bir örnek için bkz. Craig Clunas, Superfluous Things: Material Culture and Social Status in Early Modern China (Hawaii: University of Hawaii Press, 2004), 47. Bu referansı, Çin araştırmacısı meslektaşım, Elif Akçetin’e (Durham) borçluyum. 20 Bkz. TSMA, D. 2210, 2211/1 [“Maktul İbrahim Paşa ve Mehmed Kethüda ve Kapudan Mustafa Paşa’nın muhallefatları defteridir. El-vaki sene 1143, Rebiülevvel. Der zaman-ı kethüda-i hazine Yakup Ağa”], 2211/2 [Maktul İbrahim Paşa ve Kapudan Mustafa Paşa ve Mehmed Kethüda’nın, hazine kethüdası Süleyman Ağa vaktinde hazine-i Enderun-ı Hümayun’a alınub, irad kaydolunan eşyaları defteridir. Sene 1143, Receb]. Bu defterler, hazineye aktarılan malları gösteriyor. Şüphesiz, müsadere süreci, malların hazineye aktarımı ile de tamamlanmıyor. Ölenin borçlarının temizlenmesi gibi devam eden işlemler de sürecin bir parçası. Örnek olarak, Sahak veled-i Avram’ın, Kethüda Mehmed’in kendisinden yıllar içerisinde satın aldığı kumaşların parasını talebi için bkz. D.BŞM.MHF. 23/32. Belgenin tarihi 10 Safer 1144/14 Ağustos 1731’dir. Ayrıca, İbrahim Paşa ve damatlarının mallarının satışı da hemen gerçekleşemedi [İbrahim Paşa’nın mallarının satışı sonucu elde edilen gelir (19,093,479 akçe) için bkz. D.BŞM.MHF., 25/83: “Vezîr-i sâbık maktûl İbrahim Paşa’nın füruht olunan muhallefatı bahasıdır.”]; süreç içerisinde satış devam etti. Katlden bir yıl sonra (1144/1731-2) gerçekleşebilmiş satış kayıtları için bkz. D.BŞM.MHF. 23/138. Kethüda’nın satılamayan taşınmazları için ise bkz. D.BŞM.MHF. 24/143: “Sadr-ı sabık müteveffa İbrahim Paşa kethüdası maktûl Mehmed kethüda’nın Asitane’de olan emlâkinin füruht olunamayanlarının defteridir.” 186 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği seler ve hazineye kayıt esnasında görevliler olarak grupları tespit edebiliriz. Yerinde kayıt defterlerimizden biri (D.BŞM.MHF. 12425) bu sıradaki görevlileri açık ediyor: “Bostancıbaşı ağa tarafından tayîn olunan Haseki Ali Ağa ve Şırahane kâtibi Ahmed Efendi marifetlerile veziriazam-ı sâbık maktûl İbrahim Paşa’nın Beşiktaş’ta vakı‘ Çırağan yalısında mevcud olan eşyanın tahrir olunan müfredat defteridir.”21 Bu çaptaki bir muhallefatın kaydına görevli kimselerin burada zikredilenlerden ibaret olduğunu ima ediyor değilim. Söz konusu kişiler işin başındaki kimseler olarak alınmalıdır. Deyiş yerindeyse, işin kontrolörü, sahibi, baş yetkilisi konumundaki kimseler. Söz konusu kayıt sürecinde eşyanın (mefruşatın, örneğin) o denli profesyonel/teknik tarifi gerçekleşir ki, bu iş için eşyanın cinsinden (kumaştan) anlayan bir kimsenin görevlendirildiği açıktır: “Maktul İbrahim Paşa ve Kapudan Mustafa Paşa ve Mehmed Kethüda’nın Boğaziçi’nde vakı‘ yalılardan ba-ferman-ı âli tayin olunan hassa terzibaşısı İbrahim Ağa ve sadr-ı ali ağalarından İsmail Ağa marifetile intihab ve nakl olunan mefruşatdır.”22 Eşyaların Bab-ı Hümayun’a toplandığı esnadaki durumu ise ilgili defterden öğreniyoruz: “Maktûl İbrahim Paşa’nın bâb-ı hümayunda cem‘ olunub Defterdâr Efendi hazretleri ve mârifet-i şer‘ ve ser-gulâm-ı bakı Ahmed Ağa mârifetlerile tahrîr olunan eşyası defteri.”23 Hazineye aktarım esnasında ise eldeki kayıta göre: “Binyüzkırküç senesi rebiülahirinde sâbıka Sadr-ı azam maktûl İbrâhim Paşa muhallefatının bâb-ı hümayunda tahrir olunan defteri mûcibince intihâb olunub defterdar efendi ve rûznamçe-i evvel Mehmed Efendi ve ser-gulâm-ı bakı Ahmed Ağa kulları yedlerinden def‘a def‘a hazine-i Enderûn-ı hümâyûna alınub îrâd kayd olunan eşyadır.”24 21 D.BŞM.MHF. 12425, 2. Tarih: 25 Rebiülahir 1143. Bu defterdeki girdileri de içeren ve defterin iki gün sonrasına tarihlenen bir başka kayıtta, 12425’te sayılan kişilere ilave olarak “defterdar efendi hazretlerinin ağalarından Seyyid Mehmed Ağa” zikredilir, TSMA, D. 2333, 2: “Hassa bostancıbaşısı ağa tarafından tayin olunan haseki Ali Ağa ve şırahane katibi Ahmed Efendi ve saadetlü defterdar efendi hazretlerinin ağalarından Seyyid Mehmed Ağa marifetlerile Sadrazam-ı sabık maktul İbrahim Paşa ve kethudası maktul Mehmed ve kapudan-ı sabık maktul Mustafa Paşa yalılarında mevcud bulunub tahrir olunan eşyalarının ale’linfirad defteridir. Fi 27 Rebiülahir sene 1143” 22 D.BŞM.MHF. 21/40. 23 MAD 921, 10. 24 TSMA, D. 2210, 1b. Defterin ilk sayfasının başında “îrâda kaydoluna” ifadesine rastlıyoruz. Bab-ı Hümayun’da müzayede esnasında çeşitli malların seçilerek hazineye aktarımı için ayrıca bkz. TSMA, D 2211/2, 7a: “Maktûlân-ı müşârileyhimanın eşyalarını Bab-ı Hümayun’da füruht esnasında zuhur itmekle intihab olunub ser-gulam-ı bakı Halil Ağa kulları yedile gelen eşyadır.” 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 187 Selim KARAHASANOĞLU Müsadereye Karşı Bir Korunma Hamlesi Olarak Malların Güvenilir Ellere Kaydırılışı Meselesi Bir şahsa ait para ve sair emtia neden bir başkasının elinde/evinde bulunur? Ümera-i deryadan Eğribozlu Elçizade Osman Paşa, bu sorumuza net yanıt veriyor: “…eyyâm-ı ihtilâlde bir gice müteveffa-yı mezkûr [Kaymak Mustafa Paşa] ile maan saray-ı hümayunda bulunduğum hasebile eşya-i mezkûreyi bana hibe idüb...”.25 Her ne kadar Osman Paşa “hibe” kelimesini kullanıyorsa da belgede geçen ifade, “ala tarîki’l-emanet”26 şeklindedir. Osman Paşa’nın bu kısa açıklaması, müsadere korkusu ile malların neden ve nasıl başka kimselere kaydırıldığına dair ipuçları edinmemizi sağlıyor.27 İsyancılar tarafından yakalanışının akabinde Kürkçü Manol da, Kethüda Mehmed’in bütün faaliyetlerini içeren iki sandık kağıdı kendisine gönderdiğini belirtir.28 Görüyoruz ki; bu ödünçler, isyanın ilk günlerinde büyük oranda bir servet kaybına uğranacağı korkusuyla verildi. İbrahim Paşa’nın iki damadı ile beraber katlinin ardından, mallarının pek çok farklı kimsenin evlerinde ortaya çıktığından hareketle, netameli günlerde malların teslim edildiği kimselerin, bize güven ağlarının tespitinde de (ekiplerin ortaya çıkarılmasında da) yardımcı olacağını söyleyebiliriz. Söz konusu ödünç verme; gulam ve cariyeleri, mücevheratı ve daha başka yüksek değerde kişisel emtiayı içeriyor. Tabiatıyla, malları ödünç alan kimselerin de, Nevşehirli’nin iki damadı ile oluşturduğu has dairenin altında, daha genişletilmiş ikinci bir alt dairenin mensupları olduğunu iddia edebilirim. İbrahim Paşa ve damatlarının katlini müteakip, çeşitli kimseler peyderpey ortaya çıktılar29 ve maktullere ait mal sahipliklerini beyan ettiler. Bu kişilerin isimleri, görevleri ve malların saklandığı mekanlar ayrıntısı ile belgelerde açık edilmektedir.30 Mekanlar arasında; Fatma Sultan Sarayı, 25 26 27 28 29 30 D.BŞM.MHF. 20/59. Emaneten mal teslimine bir başka örnek için bkz. D.BŞM.MHF. 21/35: “Maktûl İbrahim Paşa’nın olmak üzere Üsküdar’da Feyzullah Efendi’nin hanesinde emaneten vaz‘ olunub...” Bir başka örnek için bkz. D.2211/1, 1b: “Maktul İbrahim Paşa’nın katlinden bir gün mukaddem çukadarının “bunda dursun” deyüb bıraktığı...”. A Particular Account of the Two Rebellions which happen’d at Constantinople in the Years MDCCXXX, and MDCCXXXI. At the Deposition of Achmet the Third, and the Elevation of Mahomet the Fifth: Composed from the Original Memorials drawn up in Constantinople: With Remarks, Explaining the Names, Offices, Dignities of the Port (London, 1737), 47-48. Örneğin bkz. D.BŞM.MHF. 21/28: “Maktul Kapudan Mustafa Paşa’nın miftah ağası Ahmed yedile gelen mücevheratdır.” D.BŞM.MHF. 12423 numaralı deftere göre, ölümlerinden sonra üçlümüzün nakdinin bir kısmı şu kimselerin ellerinde bulundu: Kürkçü Manol, vekilharc Mehmed Ağa, Sultan kethüdası, baş yamak Mehmed Ağa, Feyzullah Efendi, Koca Avram, harem kethüdası Mustafa Ağa ve İbrahim Paşa’nın 188 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Üsküdar Salacık’ta Hadice Sultan yalısı,31 Üsküdar’da Feyzullah Efendi’nin evi, Küçükçekmece, Küçüknakkaş’ta çiftliği32 zikredilebilir. Kişilerden ise mühürdarı Abdi,33 matbah emini Halil Efendi (mahal olarak, eminin Üsküdar Doğancılar’daki evi),34 başçukadarı Ebubekir,35 silahdarı Osman Bey,36 iç çukadarı Ali Ağa’yı37 zikretmeliyim. Çeşitli kimseler, sadece üzerinde durduğumuz üç kişiye ait malları ortaya dökmekle kalmadılar; yakınlık içerisinde bulunanlar kendi mallarının müsadere edilmesinin de önüne geçemediler. İbrahim Paşa’nın enderun ağaları, hazine yamağı Çerkes Hasan,38 şamdancısı Mehmed, mühürdarı Abdi Ağa’nın malının bir kısmı, hazinedarı Mustafa Ağa’nın malı39 ve kızı Aişe Hanım’ın malı40 müsadereden kurtulamamıştır. Sonuç Bu makalenin öncelikli/genel amacı, müsadere sürecinin işleyişini kavramaktı. Bunun için de araç olarak, İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu ortaya çıkan malzemeyi değerlendirdim. Çalışmanın, literatüre getirmeyi amaçladığı katkılardan biri de teknik/diplomatik bir konuda idi: Farklı tasniflerde karşımıza çıkan belgelerin/defterlerin karşılaştırılması yoluyla, müsadere sürecine ait evrakın anlamlandırılabilmesinin/ayrıştırılabilmesinin yollarını araştırmak. Bu maksada uygun olarak, farklı lokasyonlardaki malzemenin örtüştüğü, belgelerin görüntüleri de konularak, gösterilmeye çalışıldı. Kaynakları birlikte değerlendirdiğimizde, hangi evrak birbirini önceler; hangisi daha sonra gelir; bunu da tespit ettim. 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 hazinedarı Mustafa Ağa. D.BŞM.MHF. 20/33. D.BŞM.MHF. 21/4, 21/54. D.BŞM.MHF. 20/18. Sultan Sarayı’ndan gelen malları kaydeden daha ayrıntılı şu belge ile krş. D.BŞM.MHF. 20/31, ayrıca krş. D.BŞM.MHF. 21/9. İbrahim Paşa’nın Feyzullah’ın evindeki malları için ayrıca bkz. D.BŞM.MHF. 21/14, 21/35. Fatma Sultan’ın sarayındaki mallar için ayrıca bkz. D.BŞM.MHF. 21/23. İbrahim Paşa’nın Hadice Sultan’ın yalısındaki malları için krş. D.BŞM.MHF. 21/70. Mehmed Kethüda ve İbrahim Paşa’nın mefruşatı: D.BŞM.MHF. 20/21. Mehmed Kethüda ve İbrahim Paşa: D.BŞM.MHF. 20/22, 20/25. İbrahim Paşa’nın Sultan Sarayı’ndaki malları için ayrıca bkz. 20/18. Kethüda’nın Valide Hanı’ndaki malları için krş. D.BŞM.MHF. 21/43. D.BŞM.MHF. 20/31. Krş. D.BŞM.MHF. 21/8, 21/28, 21/35. D.BŞM.MHF. 20/35. D.BŞM.MHF. 20/37. D.BŞM.MHF. 20/46. İbrahim Paşa’nın hazinedarı Mustafa Ağa’nın malları için ayrıca bkz. D.BŞM. MHF. 20/60. D.BŞM.MHF. 21/39. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 189 Selim KARAHASANOĞLU Müsadere sürecinin temel basamakları literatüre sır değil; bilinmezlik ayrıntılarda/istisnalarda: Malların emin ellere kaydırılması, yağmalar, yerinde satışlar. Bir başka deyişle, literatürde standart prosedür bilinmiyor değil; ancak prosedür, ne sürecin işleyişini sorunsuz bir şekilde izaha yetiyor ne de şahsın mal varlığını bütün veçheleriyle tespit (muhallefat kaynaklarından birincil beklentimiz olan) imkanını veriyor. Bu makale, müsaderenin salt mutat işleyişi/yönleri üzerine değil, mutat olmayan yönleri/ayrıntıları üzerinedir de. Nihayet, müsadere sürecindeki görevliler de literatürde net biçimde ortaya konmuş değildir; bu makale söz konusu işlem için kimlerin vazifelendirildiğine de ışık tutmaya çalıştı. Çalışmam, hem müsadere sürecinde ortaya çıkan evrakı anlamlandırmayı, hem de bahse konu evrak üzerinden müsaderenin aşamalarının ortaya konulması ve sürecin aktörlerinin belirlenmesini amaçladı. Bütün bunlarla beraber hedefim, bir devrin zirve adamlarının inkırazının, müsaderenin belki de toplumsal etkileri diyebileceğimiz biçimde, genişçe bir kitleyi nasıl etki sahası içerisine aldığını da göstermekti. Bu çalışma, hemen başta ifade ettiğim üzere, Osmanlı’da müsadere gibi çok boyutlu bir konuda bir boşluğu doldurmak üzere, on sekizinci yüzyıldan bir örnek vaka üzerinden katkı sağlamayı amaçlamıştır. Müsaderenin uygulanış sürecini ele alan birkaç değerli çalışma, ancak İstanbul-dışı örnekler üzerinde durmuşlardı ki, ben İstanbul’da gerçekleşen bir müsadere olayının aşamalarını tespite çalıştım. Müsadereye uğrama tehlikesi altında bulunan kişinin, mallarını güvenilir ellere kaydırması ve müsadereye uğrayan zevatla yakınlığı bilinen kimselerin dahi aynı akıbeti tatmalarını göstermekle yapmaya çalıştığım, bir yönüyle, sadrazam gibi üst düzey bir yöneticinin malının müsaderesinin salt bir kişiye has zapt süreci olmadığını izah etmekti. Bu türlü bir müsadere, söz konusu kişinin ailesi ve dahi geniş çevresi/taallukatı ile beraber kalabalık bir zümreyi kapsamaktadır. Bir başka deyişle, sadrazamın düşüşü ferdin düşüşü değil, yüzlerin düşüşüdür. Müsadere, tazir suçu mu, emniyet tedbiri mi, bir başka deyişle ceza mı, tedbir mi, gibi hukuk tarihi perspektifinden soruların sorulması mümkün. Bu makalenin, konunun toplumsal tarih açısından da ilgi çekici olduğuna dikkat çekebildiğini umuyorum. Müsadere uygulaması Osmanlı-dışı örnekleri ile mukayeseli anlaşılmaya çalışılmalıdır. Şüphesiz, İbrahim Paşa’nın eşitlerinin örneklerinde, müsadere olaylarının incelenmesi de öğretici olacaktır: Kendisinden önceki bir 190 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği örnek olarak Şehid Ali Paşa (eceli ile ölüm/şehadeti sonrası müsadere örneği olarak), kendisinden sonra gerçekleşen bir müsadere örneği olarak ise Hekimoğlu Ali Paşa (azil sonrası müsadere örnekleri olarak). Şüphesiz üç örnek de, müsadere saikleri bakımından farklılık gösterir. Osmanlı tarihyazımındaki en büyük açmazımızı klişelerle yaşadığımızı düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda müsadereye ilişkin yazılanlarda; müsadere, başlarda usulsüz gelir elde edenler için uygulanırken sonraları bir cezalandırma, standart uygulama halini aldı gibi bir klişe tekrarlanagelmiştir. Bu yargının da gerileme paradigması ile bağlantılı olabileceği, akıldan ırak tutulmamalı, “bütün kurumları ile tefessüh geçiren bir imparatorluğun” bu uygulamasının da, bir suistimal boyutuna vardığı ön kabulü ile ilgisi olmalıdır.41 Kaynaklar Arşiv Belgeleri: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) Bâb-ı Defterî Başmuhâsebe Kalemi, Muhallefât Halifesi (D.BŞM.MHF.) Defter Tasnifi: 12423, 12424, 12425, 12428, 12430, 12645 Bâb-ı Defterî Başmuhâsebe Kalemi, Muhallefât Halifesi (D.BŞM.MHF.) Belge Tasnifi: 20/9, 20/10, 20/11, 20/13, 20/14, 20/15, 20/16, 20/18, 20/21, 20/22, 20/25, 20/29, 20/31, 20/33, 20/35, 20/37, 20/46, 20/59, 20/60, 21/4, 21/6, 21/8, 21/9, 21/11, 21/14, 21/23, 21/25, 21/28, 21/35, 21/39, 21/40, 21/43, 21/49, 21/54, 21/62, 21/70, 22/75, 23/32, 23/117, 23/138, 24/143, 25/83 Kamil Kepeci (KK): 1742, 2070, 2072, 2140 Maliyeden Müdevver Defterler (MAD): MAD, 921, 10323 Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) Defter [D.] 2210, 2211/1, 2211/2, 2212/1, 2212/2, 2333, 2822 Basılı Birincil Kaynaklar: A Particular Account of the Two Rebellions which happen’d at Constantinople in the Years MDCCXXX, and MDCCXXXI. At the Deposition of Achmet the Third, and the Elevation of Mahomet the Fifth: Composed from the Original Memorials drawn up in Constantinople: With Remarks, Explaining the 41 Bu makale, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa muhallefatı üzerinde, ön tespitlerim olarak alınmalıdır. Bu muazzam evrakın, tam metin transkripsiyonları ile beraber, ayrıntılı incelemesini yayına hazırlamaktayım. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 191 Selim KARAHASANOĞLU Names, Offices, Dignities of the Port (London, 1737). Çalışmalar: Akyılmaz, Sevgi Gül, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici Sınıf Açısından Müsadere Uygulaması,” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12: 1&2 (2008), 389-420. Arık, Fedâ Şâmil, “Türkiye Selçuklu Devleti’nde Müsâdere,” V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, cilt: 1 (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1986), 47-64. Barbir, Karl K., “One Marker of Ottomanism: Confiscation of Ottoman Officials’ Estates,” International Journal of Turkish Studies, 13: 1&2 (2007): 135145 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Identity and Identity Formation in the Ottoman World: A Volume of Essays Honor of Norman Itzkowitz, ed. by Baki Tezcan and Karl K. Barbir (Madison: The University of Wisconsin Press&The Center for Turkish Studies, 2007), 135-145]. Baysun, M. Cavid, “Musâdere,” İslam Ansiklopedisi [İA], cilt: 8, 3. baskı (İstanbul: MEB, 1979), 669-673. Beyyumi Şirbini, İsmail, Müsaderetü’l-emlak fî’d-devleti’l-İslâmiyye: asru selatine’lmemalik, 2 cilt (Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Amme li’l-Kitâb, 1997). Bostan, İdris, “Kuyud-ı Mühimmat Defterleri ve Osmanlı Teşkilat Tarihi” Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri (İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1995), 143-163. Clunas, Craig, Superfluous Things: Material Culture and Social Status in Early Modern China (Hawaii: University of Hawaii Press, 2004). Esen, Hüseyin, “İslam Hukuku Açısından Müsâdere,” Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15 (2002): 191-225. Göçek, F. Müge, “Mukhallefat,” Encyclopedia of Islam, New Edition [EI2], cilt: 7 (Leiden: Brill, 1993), 517. _____, “Musadara: In the Ottoman Empire,” EI2, cilt: 7 (Leiden: Brill, 1993), 653. Maxim, Mihai, “The Institution of Müsâdere (Confiscation) in the Ottoman-Romanian Relations: An Inventory of Constantin Brâncoveanu’s (1688-1714) Property Seized to the Ottoman Public Treasury,” Romano-Ottomanica: Essays&Documents from the Turkish Archives (Istanbul: The Isis Press, 2001), 173-197. Neumann, Christoph K., “Birey olmanın alameti olarak tüketim kalıpları: 18. yüzyıl Osmanlı meta evreninden örnek vakalar,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, 8 (2009), 7-47. Öğün, Tuncay, “Müsadere: Osmanlılar’da,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi [DİA], cilt: 32, (İstanbul: TDV, 2006), 67-68. _____, “Osmanlı Devleti’nde Müsâdere Uygulamaları,” Osmanlı, cilt: 6, ed. Kemal Çiçek, Cem Oğuz (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999), 371-383. Özcan, Tahsin, “Muhallefat,” DİA, cilt: 30 (İstanbul: TDV, 2005), 406-407. 192 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Röhrborn, Klaus, “Konfiskation und intermediäre Gewalten im Osmanischen Reich,” Der Islam, 55 (1978), 345-351. _____, “Osmanlı İmparatorluğunda Müsadere ve Mutavassıt Güçler,” I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (İstanbul: Tercüman Gazetesi ve Türkiyat Enstitüsü, 1979), 254-260. Telci, Cahit, “Osmanlı Devletinde 18. Yüzyılda Muhallefat ve Müsâdere Süreci,” Tarih İncelemeleri Dergisi, 22: 2 (2007), 145-166. Ünal, Mehmet Ali, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müsadere,” Türk Dünyası Araştırmaları, 49 (1987): 95-112 [aynı makale şurada yeniden basılmıştır: Osmanlı Devri Üzerine Makaleler-Araştırmalar (Isparta: Kardelen Kitabevi, 1999), 1-16]. Yerdelen, Erdal, Müsadere ve Mülkiyetin Kamuya Geçirilmesi: Konuların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Açısından Değerlendirmesi (Ankara: Adalet Yayınevi, 2010). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 193 Selim KARAHASANOĞLU Ek 1: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, D.BŞM.MHF., 12423) 194 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 2: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile Damatlarının Nakdinin Hazineye Aktarımını Gösterir Defterden Örnek Sayfalar, (BOA, KK, 1742) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 195 Selim KARAHASANOĞLU Ek 3: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, D.BŞM.MHF., 12425) 196 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 4: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Evrakından Parça, (BOA, D.BŞM.MHF., 20/9) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 197 Selim KARAHASANOĞLU Ek 5: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2333) 198 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 6: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (BOA, MAD 921) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 199 Selim KARAHASANOĞLU Ek 7: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2210) 200 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 8: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2211/1) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 201 Selim KARAHASANOĞLU Ek 9: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Defterinden Örnek Sayfalar, (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, D. 2211/2) 202 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 10: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye aktarılan parayı gösterir ruznamçe-i hümayun sureti, (BOA, D.BŞM.MHF., 20/91) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 203 Selim KARAHASANOĞLU Ek 11: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye aktarılan parayı gösterir ruznamçe defteri kayıtlarından örnek sayfalar, (BOA, KK 2072) 204 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Osmanlı Uygulamasında Müsadere: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya Ait Muhallefat Zaptı Örneği Ek 12: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın mallarının müsaderesi sonucu hazineye aktarılan parayı gösterir ruznamçe defteri kayıtlarından örnek sayfalar, (BOA, KK 2140) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 205 AKSARAY GÜZELYURT MANASTIR VE KİLİSE BİNALARI HAKKINDA BİR MİMARİ DEĞERLENDİRME MONASTERY AND CHURCH BUILDINGS IN GÜZELYURT-AKSARAY Serkan SUNAY* ÖZET Çalışmamız Aksaray’ın Güzelyurt ilçesindeki manastır ve kilise binalarını kapsamaktadır. Güzelyurt tarihi bir yerleşim merkezi olup, Kapadokya bölgesinin güneybatısı, Hasan Dağı’nın kuzeydoğusunda kalmaktadır. İlkçağ’da Karbala, Ortaçağ’da Gelveri adıyla anılan kent, Ortodoks inancının temellerini atmış ve azizlik mertebesine erişmiş Hagios Gregorios Thelogos’u yetiştirmiştir. Araştırmamızın amacı, Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarının tarih içindeki ve günümüzdeki konumunu, mimari ve süsleme özelliklerini araştırıp detaylarıyla tanıtmak, bu sayede başlıca özelliklerini ortaya koyarak Bizans sanatı ve mimarlık tarihi bakımından değerlendirmektir. Çalışma kapsamındaki eserler, kronolojik açıdan IV. yüzyılın son çeyreğinden XIX. yüzyılın sonlarına dek uzanan geniş bir zaman diliminde inşa edilmiştir. Hagios Gregorios Theologos Kilisesi IV. yüzyılda muhtemelen bir basilikayken Orta Bizans Dönemi’nde quincunx şemasında yeniden yapılmıştır. Hagios Anargyros Kilisesi XI. yüzyıl, Analipheos Manastırı ile Ev Şapeli XIX. yüzyıl sonuna aittir. Tanzimat’ın ilânı, İslahat Fermanı ve Arazi Kanunu ile gayrimüslimler için dinî inşâat kısıtlamalarının yok olması sonucu, Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde de dikkat çektiği üzere Güzelyurt’taki Hıristiyan binalarında da birtakım imâr, inşa ve onarım faaliyetlerinin gerçekleşmiştir. Bu dönemde Hagios Gregorios Theologos Kilisesi’nin aslî karakterinden uzaklaştığı, Analipheos Manastırı Kilisesi’nin yenilendiği ve Hagios Anargyros Kilisesi’ne freskolar yapıldığı tespit edilmektedir. * Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi, e-posta: serkansunay@yahoo.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 207 Serkan SUNAY Manastırların yerleşim düzenine bakıldığında birbirinden farklı özelliklerle karşılaşılmakta ve gözden uzak vadi yamaçlarına veya sarp tepelere inşâ edildikleri görülmektedir. Kiliseler, tipolojik açıdan tek nefli veya kapalı haç şemasındakiler şeklinde sınıflandırılabilir. Bunların plan, dış kütle, iç görünüş ve malzeme bakımından, dönemlerinin karakteristiklerini yansıttığı, aynı zamanda bazı yerel özellikler de ihtiva ettikleri görülmektedir. Özellikle, apsis ve kemer formlarındaki ortak özellikler ve malzemede bütünüyle taş kullanımı yanında kayalıklardan faydalanılması yöreye has vasıflardır. Örtü sistemi bakımından binaların hemen hepsinde müşterek hususiyetler mevcuttur. Kubbeye geçişler pandantiflerle sağlanmış; ayrıca çapraz tonoz ve mahalli özellik taşıyan takviye kemerli beşik tonozlu örtüler yapılmıştır. Malzeme, az miktarda moloz, çoğunlukla düzgün kesme taşlardır. Taş malzemeden plakalarla veya kiremitlerle örtü sisteminin kaplanması da Orta Anadolu’daki kiliselerde görülen geleneklerden biridir. Tuğla kullanımına yer verilmemiştir. Bazen taş yüzeyler boyanarak, dekoratif amaçla bu etkinin yaratılmak istendiği anlaşılmaktadır. Süslemeler, taş, ahşap, metal malzemelerde ve duvar veya kubbe freskoları halindedir. Taş malzemedeki süslemeler, geometrik, figürlü ve bitkiseldir. Figürlü kompozisyonların geometrik ve bitkisel motiflere göre daha fazla tercih edildiği görülmektedir. Bazı geometrik kompozisyonlarda Türk motiflerini çağrıştıran zikzak ve prizmatik üçgenlere yer verilmiştir. Freskoların büyük bir kısmı günümüze gelememekle birlikte, mevcutların da XIX. yüzyıldan kaldığı anlaşılmaktadır. Ahşap süslemeler ise ambon, ikonostasis, vaaz kürsüsü gibi genellikle kilise eşyalarında kullanılmış barok tarzda bitkisel ağırlıklıdır. Metal işçiliği ise Hagios Gregorios Theologos Kilisesi kapı kanatlarının büyük çoğunluğunda tespit edilen halka ve madeni süs ögeleri ile lama veya çubuk demirlerin meydana getirdiği geometrik kompozisyonlara sahip dekoratif görünüşteki pencere şebekeleri halindedir. Güzelyurt’ta her birinin mimari özelliklerini inceleyerek tanıtmaya yöneldiğimiz kilise, keşiş binası, misafirhane, ayazma, parekklesion, domus ecclesiae, sarnıç, depo, üzümlük, fırın işlevlerine göre çeşitli yapı türlerinin zengin bir doku meydana getirdiği tespit edilmektedir. Fakat bu dokuya ait bazı binaların bilinçsiz onarımlar veya tahribatla harap vaziyette kaderine terk edildiği görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Bizans, Mimari, Kilise, Manastır. 208 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme ABSTRACT The subject of this study is monastery and church buildings in the Güzelyurt borough of Aksaray. Güzelyurt is located as a historical settlement which located in southwestern Cappadocia and northeast of Mount Hasan. The city which was knew as the name Karballa in Ancient times and also called Gelveri in Medieval Age and brought up Hagios Gregorios Theologos who reached to sainthood degree and he also set up Ortodox belief in Byzantine Empire. The aim of this study is examining circumstances of monasteries and the church buildings of Güzelyurt from historical periods to present day also make them known with their details by searching architectural and ornamental characteristics on account of Byzantine art and architectural history. The searched buildings in our scope of thesis were builded within a long time period which had began from last quarter of IVth century to the end of XIXth century. Hagios Gregorios Theologos Church probably was a basilica in the end of the IVth century and it was rebuilded in Middle Byzantine Period with quincunx scheme. Hagios Anargyros Church from XIth and Analipheos Monastery and Ev Chapel (domus ecclesiae) belongs to last quarter of XIXth century. During XIXth century a series of reforms undertaken in the Ottoman Empire to modernize society along secular and bureaucratic lines like “Tanzimat”, “İslahat”, brougt abolition for all restrictions of religional construction and also reparing existing churches for non-Muslims. It’s noticable that after this reforms there were some constructional and repairing movements in Güzelyurt which was the same in different geography of Ottoman Empire. In this period Analipheos Monastery Church partially rebuilded; made frescos for Anargyros Monastery Church and Hagios Gregorios Theologos Church was lost her actual plan characteristics. When we look at the layout of the monasteries it’s seen that they builded in valley hillside or step hills. Church buildings can be classified simple aisless and quinqunx type. Its seen that these churches not only exhibit their own building period characteristics with their plan, facades and material but also have some local features. Particularly, common apsis forms, arches and using completely stone in material also taking advantages of rocks are features of the region. There are also common features like using pendentives for domes and making barrel-vaults which have close strengthening arches. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 209 Serkan SUNAY Material is a little rubble and mostly faceted stone. Buildings roofs usually covered with stone-plates or stone-tiles and this is a common feature of Middle-Anatolian Byzantine churches. There is not use any brick but sometimes front face of a stone can be painted like effect of using brick for decorative appearances. Ornaments are made on stone, wooden, metal materials and also there are frescos on the naos walls, surface of domes. Compositions with fıgures have geometrical, herbal and figurative. Figurative compositions are used more than geometrical and herbal ornaments. Some geometrical compositions evocative of Turkish zig zag and prismatic triangels. Most of the frescos can not remain to present day and existings are belogs to XIXth century. Wooden ornaments on ambon and ikonostasis are generally have baroque characteristics. Metal ornaments are seen the doors and grates of Hagios Gregorios Theologos Church. We try to examine each one’s architectural and ornamental characteristics of various building types which function is church, parekklesion, monk building, domus ecclesiae, hagiasmata, cistern, storage and bakehouse constitues a rich historical and architectural tissue in Güzelyurt. However some buildings belongs to this tissue were forsaken by reason of devastations or unconscious repaires. Key Words: Byzantine, Architecture, Church, Monastery. Giriş Günümüzde Aksaray’a bağlı bir ilçe konumundaki Güzelyurt (Gelveri), tarihi belgelerden ve mimari eserlerinden anlaşıldığı üzere, eski çağlardan beri önemini koruyan bir yerleşim merkezidir. Ortodoks Hıristiyanlığı gelişmesine katkı sağlamış Kapadokya’lı kilise babalarından Nazianzos’lu Hagios Gregorios Theologos’un yaşadığı kabul edilen bu yörede, Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren din bilginleri yetişmiş ve dinî ehemmiyetinden dolayı Güzelyurt’ta, çok sayıda kilise ve manastır inşâ edilmiştir. Sanat tarihi açısından Güzelyurt manastır ve kilise binaları, gerektiği gibi incelenerek değerlendirilmemiştir. Sınırlı miktardaki mevcut çalışmalarda, Güzelyurt’a yönelik bilgiler edinebileceğimiz detaylı bir yayın bulunmamakta, şimdiye kadar yapılmış mimarlık ve sanat tarihi araştırmalarında1 1 H. Rott, Kleinasiatische Denkmäler aus Pisidien, Pamphylien, Kappadokien und Lykien, Leipzig 1908; W. M. Ramsay-G. L. Bell., The Tousand and One Churches, London 1909; N. M. Thierry, Nouvelles Eglises Rupestres de Cappadoce Region du Hasan Dağı, Paris 1963; J. Lafontaine-Dosogne, 210 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme ise kısmen fikir verici kısa bilgiler bulunabilmektedir. Güzelyurt’un geçmiş dönemleri hakkında bilhassa önemli seyahatnameler2 kentin coğrafî konumu, genel yapısı ve nüfusla ilgili kısa bilgiler vermekte; buranın eski sakinlerinden bir kısmı tarafından kaleme alınmış birkaç yayın3 ve mahalli tarih yazarları ile arşiv belgeleri4 yörenin tarihçesini öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Mimariye yönelik bazı lisansüstü tezleri5 ise aydınlatı- 2 3 4 5 “Nouvelles Notes Cappadociennes”, Byzantion, Tome XXXIII (1963) Hommage A Bruno Lavagnini, Bruxelles 1963, s. 121-185; G. F. Baggley–J. J. Moseley– H. C. Miller, vd., Göreme Milli Parkı Uzun Devreli İnkişaf Plânı, Ankara 1968; P. Cuneo, (Ed: L. Giovannini), “C:The Architecture”, Arts of Cappadocia, Geneva 1971, s. 85-120 ; S. Kostof, Caves of God, The Monastic Environment of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1972; F. Hild–M. Restle, Tabula Imperii Byzantini Band 2 Kappadokien (Kappadokia, Charsianon, Sebasteia und Lykandos), Wien 1981; L. Rodley, Cave Monasteries of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1985; E. Akyürek, (Ed: M. Sözen), “M.S. IV.XI.Yüzyıllar: Kapadokya’daki Bizans”, Kapadokya, İstanbul 2000, s. 229-395. P. Lucas, Voyage du Sieur Paul Lucas Fait en MDCCXIV,& c. par ordre de Louis XIV dans la Turquie, L’Asie, Sourié, Palestine, Haute et Basse Egypte, & c., Tome I, Amsterdam 1720; W. F. Ainsworth, Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea, and Armenia, Vol. I, London 1842; W. J. Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia; with Some Account of Their Antiquities and Geology, Vol. 2, London 1842. I. A. Ακακιαδου, Καρβαλη Ναζιανζου Και Ό Bıoσ Γρηγοριου Τοy Θεολ0γου Γεωγρaφικη Και Ιστορικη Περιγραφη Μετ’ Αρχαιοτητων Και Των Περιξ Χωριων, Αθηναις 1928. D. Pétropoulos- H. Andréadis, La Vie Religieuse Dans La Région D’Akséray-Ghelvéri, Athenés 1970; H. Caratzas, The Last Hellenism of the Region of Gregory of Nazianzus Akseray-Ghelveri (Carbala), Athens 1982. İ. H. Konyalı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarih, C.1, 2., İstanbul 1974; C.3, İstanbul 1975. S. Er, Güzelyurt (Gelveri) de Yapı Cephelerindeki Mimari Ögelerin Araştırılması (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; C. Can, Güzelyurt (Gelveri) de Tarihsel Dokunun İncelenmesi ve Turizm Amaçlı Kullanım Üzerine Bir Araştırma (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; Y. Ustaoğlu, Güzelyurt (Gelveri) de Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi’nin ve Çevre Dokusunun İncelenmesi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; R. Yüksek, Güzelyurt’un (Gelveri) Sosyal Yapıları (Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; D. Ulusoy, Güzelyurt (Gelveri) de Geleneksel Yapım Sistemleri (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; U. Çetin, Güzelyurt (Gelveri) de Dini Yapıların İncelenmesi, (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; D. Küney, Güzelyurt (Gelveri) de Manastır Vadisi Tarihsel Gelişimi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; H. Çubukçuoğlu, Güzelyurt (Gelveri) de Yöresel Sivil Mimarlık Örnekleri (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1985; A. E. Binoğlu, Güzelyurt (Gelveri) nin Fiziksel Oluşumu ve Tarihsel Gelişimi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1985; M. Z. Akdemir, Güzelyurt (Gelveri) Yukarı Mahalle Yerleşmesi ve Gelişme Alanlarında Yeni Konut Tiplerinin Belirlenmesi (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1989; D.Ulusoy Binan, Güzelyurt Örneğinde Kapadokya Bölgesi Yığma Taş Konut Mimarisinin Korunması İçin Bir Yöntem Araştırması (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1994; B. Çelebioğlu, Aksaray Güzelyurt’ta Büyük Kilise Camii (Yıldız Teknik Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Rölöve Restorasyon Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2001. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 211 Serkan SUNAY cı bilgiler verse de sanat tarihi bakımından doyurucu olmaktan uzaktır. Güzelyurt’taki kiliselerin tümüne yönelik yayınlanmış birbirlerinin devamı niteliğindeki birkaç makalede6 ise yapılardan bazıları hakkında kısmen tanıtıcı bilgiler mevcuttur. Bu nedenle Güzelyurt manastır ve kilise binalarını konu edinerek bir doktora tezi hazırladık7. Tezimizde eserlerin her biri için ayrıntılı mimari tanıtım ve süsleme detaylarını açıklayıcı ifadeler, çizim ve fotoğraflarla desteklenerek sunulmuş, eserler ile ortak özellikler taşıyan binalar ortak ve farklı yanlarıyla ele alınarak kapsamlı bir karşılaştırma yapılmış ve böylece mimari ve sanat tarihi bakımından önemli sonuçlara ulaşılmıştır. Bu bildiride eserlerin mimari özellikleriyle tekrar tanıtılması yerine genel bir değerlendirme sunarak tespit ettiğimiz sonuçları sunmayı konunun sınırlandırılması bakımından daha uygun bulmaktayız. Anadolu’nun Bizans dönemi dinî merkezlerinden Kapadokya’daki Güzelyurt (Gelveri), bu özelliği paralelinde mimari bakımdan da zenginliğe sahne olmuş bir yerleşim alanıdır. Burada dört adet kilise binası ile bir tane şapelin bulunduğu, bunlardan Hagios Gregorios Theologos, Hagios Anargyros8 ve Analipsis Kilisesi’nin birer manastır bünyesinde yer aldığı, ayrıca müstakil bir Anonim Kilise ile bir evdeki mekânlardan birisinin şapel olarak düzenlendiği görülmektedir (Çizim 1, Fotoğraf 1). Güzelyurt’taki ilk yapılaşma, kayaya oyma konut grupları halinde muhtemelen Manastır Vadisi veya Hagios Gregorios Theologos Kilisesi çevresinde ortaya çıkmıştır. Mekânlara bazen yığma bir duvar ilave edilmekte ve bunun ikinci aşamayı gösterdiği anlaşılmaktadır. Son aşamada ise bütünü yığma duvarlar ve örtü sistemiyle inşâ edilmiş binalar ortaya çıkmıştır. Kiliselerden bazılarında Hagios Gregorios’un hatırası yaşatılarak Ortodoks inancının muhafazasına devam sağlanmış manastır yapıları ise dinî fonksiyonları yanında, yöre halkına sağlık ve eğitim hizmetleri vererek adetâ 6 S. Pekak, “Güzelyurt’ta (Gelveri) Bulunan Bizans/Post-Bizans Dönemi Kiliseleri 1”, Hacettepe Üniv. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.10, S.2, Ankara 1993, s. 123-160; aynı müel., “Güzelyurt’ta (Gelveri) Bulunan Bizans/Post-Bizans Dönemi Kiliseleri 2”, Hacettepe Üniv. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.11, S. 1-2, Ankara 1994, s. 177-216; “Güzelyurt (Gelveri) Kiliseleri”, V. Ortaçağ Türk Dönemi Kazıları ve Araştırmaları Sempozyumu, (Hacettepe Üniversitesi 19-20 Nisan 2001-Ankara), Ankara 2001, s. 463-484. 7 S.Sunay, Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008. 8 Bkz., S.Sunay, “Aksaray Güzelyurt Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:13, Sayı:40, Ankara 2009, s. 317-336. 212 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme birer sosyal tesis hüviyetini kazanmıştır. Böylece dini merkez olması ötesinde Güzelyurt, sosyal ve kültürel bakımdan öncü bir yerleşme alanı halinde varlığını sürdürmüştür. Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarından şimdiye kadar az veya çok varlığını sürdürerek günümüze ulaşabilen eserler araştırmamız kapsamında ayrıntılarıyla incelenmiş; rölöve çizimleri ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Çalışmamızla kilise, keşiş binası, misafirhane, ayazma, parekklesion, domus ecclesiae, sarnıç, depo, üzümlük, fırın işlevlerine göre farklı yapı türlerinin Güzelyurt’ta zengin bir doku meydana getirdiği ortaya çıkmaktadır. Ancak bu dokuya ait bazı eserlerin bilinçsiz onarımlar veya bilinçli tahribatla harap ve perişan vaziyette başıboş bırakıldığı da belirlenmektedir. Güzelyurt’taki binalar, kronolojik bakımdan IV. yüzyılın son çeyreğinden XIX. yüzyılın sonlarına kadar uzanan geniş bir zaman diliminde yapılmıştır. Hagios Gregorios Kilisesi ilk inşasında erken dönemde muhtemelen bir basilikayken orta Bizans döneminde kapalı haç şemasında yeniden inşa edilmiş olmalıdır. Hagios Anargyros Kilisesi XI. yüzyıl, Analipsis Manastırı ile Ev Şapeli ise XIX. yüzyıl sonuna aittir ve eserlerden bir kısmının da XIX. yüzyılda inşâ edildiği, diğerlerinin ise aynı dönemde onarıldığı görülmektedir. Tanzimat’ın ilânı (1839), İslahat Fermanı (1856) ve Arazi Kanunu (1858) ile gayrimüslimler için kilise inşâ sınırlamalarının ortadan kalkması sonucu, Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinde de dikkat çektiği üzere Güzelyurt’taki Hıristiyan binalarında da birtakım imâr, inşa ve onarım faaliyetlerinin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemdeki onarımlarla Hagios Gregorios Kilisesi’nin aslî karakterinden uzaklaştığı, Analipsis Manastırı Kilisesi’nin yenilendiği, Hagios Anargyros Kilisesi’ne freskolar yapıldığı tespit edilmektedir. Manastırların arazideki yerleşimi dikkate alındığında birbirinden farklı özelliklerle karşılaşılmakta ve gözden uzak vadi yamaçlarına veya sarp tepelere inşâ edildikleri görülmektedir; fakat binaların konumu itibariyle, herhangi bir geometrik şema gözetilmediği anlaşılmaktadır. Güzelyurt kilise binaları, tipolojik açıdan mevcut durumları itibariyle sınıflandırılabilmektedir. Tek nefli veya kapalı haç şeması ile yapılmış bu eserlerin plan, dış kütle, iç görünüş ve malzeme bakımından, dönemlerine ait karakteristikler taşıdığı ve aynı zamanda bazı yerel özellikler ihtiva ettikleri görülmektedir. Bu tarz binaların Bizans coğrafyasına yayılarak inşa edildiği ve ortak özellikleri yansıtan benzerlikler yanı sıra, değişik bölgelerde bazı farklılıkların da bulunduğu bilinmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 213 Serkan SUNAY Hagios Gregorios Theologos Kilisesi muhtemelen ilk inşasında bir basilika9 iken, IX. yüzyıl sonunda quincunx10 şeması kullanılarak yeniden inşâ edilmiştir (Çizim 2, Fotoğraf 2-5). Yüksek bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbesi ve cephe düzenlemesindeki sathî nişleriyle başkent eserlerini hatırlatmakla -birlikte, haç kolları kubbeli orta hacim ve köşe mekânlarındaki oranlar değerlendirildiğinde, başkentte görülen muntazam geometrik dengeden yoksun, daha taşralı ve Orta Anadolu bölgesine ait yerel özellikler taşıdığı görülmektedir. Hagios Gregorios Theologos Kilisesi’nin XIX. yüzyıldaki onarımlarında, kapalı haç şemasındaki planı değişikliğe uğrayarak üç nefli basilika benzeri bir şekle dönüşmüştür. Bu tarz karma binaların Güzelyurt civarında Helvadere Yeni Camii (XIX. yy.), Derinkuyu Aziz Theodoros Trion Kilisesi (1858)11, Derinkuyu Başmelekler Kilisesi12 (1859– 1860)13, Gülşehir Martir Dimitrius Kilisesi (1889)14, Güzelyurt-Akyamaç Yeni Camii / Hagios Georgios Kilisesi’nde (1894)15 karşımıza çıkmasından dolayı bilhassa XIX. yüzyılda yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Hagios Anargyros Kilisesi ise büyük bir kısmı kayalıklara oyulmakla birlikte, narteks ve güney duvarının bir bölümü kesme taşlarla örülerek inşâ edilmiştir (Çizim 3, 4; Fotoğraf 6, 7). Anlaşıldığına göre, kısmen duvar inşasıyla yapılmış bu tarz kiliseler kayalıklar yetersiz kaldığında veya ilave mekânlar elde edilmek istenildiğinde karşımıza çıkmaktadır. Benzer uygulamalar Güzelyurt Sivrihisar Köyü Kilise Camii’nde (XIX. yy.)16 ve Develi Surp Toros Kilisesi17 (XIX. yy.), Derevenk Surp Haç18 Kilisesi’nde (1842)19 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 Kapadokya’da günümüze ulaşabilmiş üç nefli kilise binaları az sayıdadır. Niğde, Eski Andaval’daki Konstantin-Helena Kilisesi (Rott, a.g.e., s. 104) ilk akla gelen eserdir. Karaman-Karadağ’da 1(Eyice, a.g.e., s. 20-23, Res. 9-23), 4 (Eyice, a.e., s. 24, Res. 27), 5 (Eyice, a.e., s. 36, Res. 87), 6/9 (Eyice, a.e., s. 32, Res. 72), 7 (Eyice, a.e., Res. 55-57), 21(Eyice, a.e., s. 28, Res. 40), 34 No.’lu (Eyice, a.e., Res. 212) basilikalar ve Kayasarnıç Kilisesi (Eyice, a.e., s. 79, Res. 210) ise Orta Anadolu’daki başlıca yapılar arasında sayılabilir. Quincunx dokuz bölümlü şema anlamında olup, Kapalı Yunan Haçı Plan şeması için kullanılan bir terimdir. S. Pekak, “Kapadokya’da Post-Bizans Dönemi Dini Mimarisi 1: Nevşehir ve Çevresi”, XV. Araştırma Sonuçları Toplantısı, (26-30 Mayıs 1997 Ankara), Ankara 1998, s. 7-10. Cumhuriyet Camii Pekak, a.g.m., s.11-12. Pekak, a.g.m., s.19. Pekak, a.g.m., s. 20. S. Pekak, “Aksaray Çevresi Osmanlı Dönemi Hıristiyan Kiliseleri”, 18. Araştırma Sonuçları Toplantısı (İzmir 22–26 Mayıs 2000), C. 1, Ankara 2001, s. 65, 66. Sağır, a.g.m., s. 35-36. Balagasi Kilisesi adıyla da anılmaktadır Sağır, a.m., s. 33. 214 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme de vardır. Hagios Anargyros20 Kilisesi ile plan bakımından Kapadokya’da Göreme’deki Kılıçlar (IX. yy. sonu-X. yy. başı)21, Belisırma'daki Ala ve Direkli (XI-XII. yy.), Niğde’deki Eski Gümüş Manastırı (XI. yy.)22 Kilisesi, kayalıklara oyulmuş23 kiliselerin24 başlıcalarıdır25. Güzelyurt’taki tek nefli kiliselerin planı, doğu-batı doğrultusunda ve enboy ölçüleri yaklaşık ½ oranına sahip dikdörtgen biçimindedir. Anonim Kilise ile Analipsis Kilisesi birbirine yakın boyutlarda, Ev Şapeli ise daha küçük birer binadır (Çizim 9; Fotoğraf 13,14). Kütle itibariyle, Anonim Kilise ve Ev Şapeli tek katlı olarak algılanmaktadır. Analipsis Kilisesi ise, doğu taraftaki daha yüksek ve tek kubbeli kübik, diğeri batı tarafına bitiştik dikdörtgen prizmâl ve beşik çatıyla örtülmüş kütlesinden dolayı iki bölüme ayrılmış gibidir ve bu bakımdan farklılaşmaktadır (Çizim 5-7; Fotoğraf 9-10-11). Anonim Kilise’ye benzer (Çizim 8; Fotoğraf 12) Kapadokya’daki, tek nefli kiliselerin inşa yılı henüz kesinleşmemekle birlikte, V.-VII. yüzyıllara ait olduğu kabul edilen26 Soğanlı Vadisi’ndeki Ak Kilise, Anatepe (Hasandağı), 20 21 22 23 24 25 26 Manastırın hekim azize atfen inşâ edilmesinden ve şifalı otlar yetiştirilen bahçelerinden bir nevi hastane fonksiyonuna sahip bulunduğu anlaşılmaktadır Aynı azize atfedilmiş başka manastırların çeşitli bölgelerde yapıldığı tespit edilebilmektedir. Bunlardan Yunanistan’daki Kastoria (1000) (ZiasChrysochoidis, a.g.e., C.1, s. 96) ve Melissopoto’daki Hagios Anargyros (1857) (Zias-Chrysochoidis, a.e., C.1, s. 112) manastırları farklı dönemlere ait yapı grupları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ötüken, a.g.e., s. 56, 58. A. J. Wharton, “Eski Gümüş”, The Oxford Dictionary of Byzantium, Vol. 1, Oxford 1991, s. 728. Bununla birlikte, kayalıklara oyularak inşa edilen Konya Sille Khariton Manastırı Kilisesi ve Afyonkarahisar kuzeyindeki Ayazin Kilisesi bu tarz yapıların Kapadokya bölgesine özgü olmadığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bkz. S. Eyice, “Türkiye’de Bizans Sanatı”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, C.3, İstanbul 1982, s. 514–564. Kapadokya bölgesinde quincunx şemasının IX. yüzyıl ikinci yarısından itibaren uygulanmaya başlandığı ve Kapadokya bölgesindeki bazı eserlerin İstanbul’daki Nea Ekklesia Kilisesi ile çağdaş olabileceği Krautheimer’ın (a.g.e., s. 398) aktardığı bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu şemanın esâsen X. yüzyılda yaygınlaştığı anlaşılmakla birlikte (Akyürek, “…Kapadokya’daki Bizans...”, s. 277), yapılar plan bakımından sergiledikleri oran çeşitlemeleri ve yerel özellikleriyle başkent yapılarından farklılaşmaktadır (Krautheimer, a.g.e., s. 398). Bölgenin kendine has coğrafi yapısından inşâ edilen kiliselerin büyük bir çoğunluğu kayaya oyularak meydana getirilmiştir. Kapadokya bölgesinde kapalı haç şemasına sahip toplam kırk civarında kilise tespit edilmiştir (Akyürek, “…Kapadokya’daki Bizans...”, s. 278). Bunlardan on dokuz tanesi Ürgüp, on biri Hasan Dağı, üçü Soğanlı, birer tanesi de Niğde ve Güzelyurt’ta olmak üzere toplam otuz beş tanesi kaya kilisesidir. Diğer eserler daha az sayıdadır. Bu eserlerde plan bakımından haç kolundaki oranlar daha değişiktir. Başkent yapılarının aksine kubbeler daha küçük ve bodur yapılmıştır. Taş veya tuğla ile inşâ edilen bir yapıda yapılması imkânsız oranlar mevcuttur. Binanın statiği açısından mutlak gerekli dengeler kaya mimarisinin getirdiği avantajlarla bazen göz ardı edilmiştir. Göreme’de 11a (Ötüken, a.e., s. 42; XI. yy.), Kızlar (1055; Ötüken, a.e., s. 46), 25 No.’lu (XI. yy. ; Ötüken, a.e., s. 55), Elmalı (XI. yy. ortası-XII. yy. başı veya XII. yy. sonu XIII. yy. başı; Ötüken, a.e., s. 47), Karanlık Kilise (XI. yy. ortası veya XII. yy. sonu, XIII. yy. başı) (Ötüken, a.e., s. 55), 32 No.’lu (Ötüken, a.e., s. 59; XI.yy.) Kiliseler plan bakımından benzer diğer yapılardır. Ötüken, a.e., s.26. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 215 Serkan SUNAY Sarıgöl, Yedikapılı ve Viranşehir’deki üç adet anonim kilise bunlardan bazılarıdır. Aynı yüzyıllara tarihlendirildiği görülen, Binbirkilise’deki tek nefli mezar şapelleri ile Asamadi’deki manastır kalıntısı batısındaki kilise27 ve 46 No.’lu Şapel28 de bu grupta sayılabilir29. Çeltik’deki Çanlı Kilise’nin kuzey duvarına bitiştirilen şapel (XI. yy. sonrası)30 bu yapılardan ait olduğu dönem kadar diğerlerine göre büyük boyutu ile farklıdır. Kilise planlarının boyut orantıları, yakın bölgedeki Ak Kilise, Anatepe (Hasandağı), Sarıgöl, Yedikapılı, Viranşehir’deki31 Anonim kiliseler ile Karaman-Karadağ’daki, 33/36 No.’lu’nun Doğusundaki Kilise32 ve 46 No.’lu33 Şapel; ayrıca Doğu Anadolu’da Bayburt Kilisesi34, Gürcistan’da Akaurta35, Batıkyan36 ve Loussakert37 gibi farklı coğrafyalardaki kiliseler dahi, Güzelyurt’taki Anonim Kilise ile ortak plan özellikleri taşımaktadır. Analipsis Kilisesi’yle benzer planlı Kayseri Gesi’deki Efkere (Surp İstapanoz) Kilisesi (1871)38 ve Surp Toros Kilisesi (XIX. yy.)39, coğrafi yakınlığa sahip eserlerdendir. Güzelyurt Ev Şapeli gibi bir konuta ait mekân halindeki düzenlemelerin Hıristiyanlığın yasak olduğu ilk dönemlerden beri inşâ edildiği bilinmektedir. Şimdiye kadar Filistin’de Tell-Hum40 civarındaki Capernaum41 kazılarında42 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 Plan için bkz., S. Eyice, Karadağ (Binbirkilise) ve Karaman Çevresinde Arkeolojik İncelemeler, İstanbul 1971, Res. 209. Plan için bkz., Eyice, a.e., s. Res. 162. Eyice, a.e., s. 131-144. Krautheimer, a.g.e., s. 423. Ötüken, a.g.e., s. 26. Eyice, a.g.e., s. Res. 160. Eyice, a.e., s. Res. 162. Bayram, a.g.e., s. 98, Çizim 41. Bayram, a.e., s. 96, Çizim 22. Bayram, a.e., s. 98, Çizim 40. Bayram, a.e., s. 98, Çizim 45. F. İlter, “Kayseri’de XIX. Yüzyıldan İki Kilise”, Anadolu (Anatolia) Akurgal’a Armağan, Festschrift Akurgal, XXII, 1981/1983, Ankara 1989, s. 363; G. Sağır, “Kayseri’de Osmanlı Döneminde İnşa Edilmiş Bir Grup Ermeni Kilisesi II”, Türk Arkeoloji ve Etnoğrafya Dergisi, Yıl 2005, S. 5, Ankara 2005, s. 29–44, (31–32). Sağır, a.m., s. 29-30. Galilee Denizi’nin kuzeybatı sahilindedir. Cafarnaum/Cafarnao/Kfar Nahum/Kefar-Nahum olarak da anılmaktadır. İlk kazı çalışmaları Corbo tarafından 1968–1972 yılları arasında dokuz kampanya yapıldıktan sonra ve yetmişli yıllar boyunca da sürdürülmüştür. Capernaum kazıları ve sonuçları hakkında yayınlar için bkz., J. F. Strange, “The Capernaum and Herodium Publications”, Bulletin of the American Schools of Oriental Research, No. 26 (April 1977), Houston,1977, s.65-73. 216 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme ortaya çıkarılan43 St. Peter Ev Kilisesi (III. yy) ve Suriye’de44 Dura45-Europos’taki Hıristiyan Evi (256 öncesi)46, tespit edilebilmiş en erken devirlere aittir. Sanat Tarihi’nde domus-ecclesiae47 terimiyle anılan bu tarz ibadet mekânları, nadiren bulunmasına karşılık Kapadokya’da kayalıklara oyularak yapılanlar fazla sayıdadır48. Bu bakımdan Güzelyurt’taki Ev Şapeli bilhassa önemlidir. Yakın çevrede ise Avanos Sarılar Köyü49 civarındaki Erken Hıristiyan Dönemi’nden bir ev kalıntısına50 ait tek kişilik şapel51 ve Madenşehir’de 17 No.lu Şapel’52 arasında fonksiyon53 benzerlikleri vardır. Capernaum, Dura-Europos ve Avanos Sarılar Köyü ile beraber, 1880 yılında yapıldığı anlaşılan Güzelyurt’taki Ev Şapeli düşünüldüğünde, bu tarz yapıların sadece Hıristiyanlığın yasak dönemine mahsus olmadığı; çok daha geniş bir zaman dilimi boyunca özel amaçlarla da inşâ edilebileceği ortaya çıkmaktadır. Güzelyurt’ta bilhassa apsis ve kemer biçimlerindeki müşterek hususiyetler, malzemede tamamıyla taş kullanımı yanında kayalardan yararlanılması bölgeye has özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır. 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 Bkz., A. Grabar, Early Christian Art from the Rise of Christianity to the Death of Theodosius, New York 1968, s.171-172. Salihiye yakınlarında Fırat ırmağının güneybatı kenarındadır. Dura veya Duro biçiminde yazılabilmektedir. Dura-Europos’daki domus-ecclesia ve sinogog için bkz., C. R. Morey, Early Christian Art an Outline of the Evolution of Style and Iconography in Sculpture and Painting from Antiquity to the Eight Century, London 1953, s. 59, 60; F. Van Der Meer- C. Mohrmann (Trans. and Ed: M. F. HedlundH. H. Rowley) Atlas of the Early Christian World, London 1959, s. 51–52, 62, 71, 125 (Foto. 403); F. W. Deicmann, “Late-Antique and Early Christian Art”, Encyclopedia of World Art, Vol. IX, New York-Toronto-London 1960(?), s. 60-161; J. Gutmann, “Dura-Europos”, Reallexikon zur Byzantinischen Kunst, Band I, Stuttgart 1966, s. 1217-1240; A. Grabar, a.g.e., s. 3, 10, 24-25, 60 (Plan), 61-63, 67, 68; J. Beckwith, Early Christian and Byzantine Art, London 1993, s.35-39; D. P. Crouch, History of Architecture Stonehenge to Skyscrapers, New York 1985, s. 114-117, figures 9-1 (vaziyet planı), 9-2 (domus-ecclesiae). Ev Cemaati anlamındadır. Kaya mimarisinin hâkim olduğu bölgede, bazen keşiş hücrelerine bitişik bir şapelin oyulduğu bilinmektedir. Kapadokya bölgesindeki yeraltı şehirlerinde de ibadet etmek için ayrılmış mekânlar vardır. Şapel, keşiş hücresinin bir bölümüyse sadece keşişe, bir hanenin bölümüyse yalnız o aileye özel bir ibâdet mekânıdır. Avanos’un 40 km. kadar kuzeyindedir. Fotoğraf için bkz., Akyürek, “….Kapadokya’daki Bizans…”, s. 231 Sarılar Köyü civarındaki Zank Höyük kazılarında’ne ait bir ev kalıntısı tespit edilmiştir Evin kuzeybatı köşesine yakın konumla, tek kişilik bir şapel yapıldığı anlaşılmıştır. Şapel, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen biçiminde planlı ve muhtemelen ahşap örtüye sahiptir. Şapelin doğu duvarını yekpare bir blok taş meydana getirmektedir. Taşın yüzeyine ise büyükçe bir haç motifi işlenmiştir. Eyice, a.g.e., s. 35. Şapel çevresinde Smirnoff tarafından bazı duvarlar tespit edilmiş ve bu kalıntıların küçük bir manastıra ait olabileceği öne sürülmüştür. Eyice’nin kitabında yayınlanan plana bakıldığında (Eyice, a.g.e., Res 79) şapel ve çevresindeki duvarların kalınlıklarının farklı olduğu, dolayısıyla farklı inşâ evrelerinin varlığı ön görülebilir. Muhtemelen şapel evvel, etrafındaki duvarlar daha sonra yapılmıştır. Şapeli de içerisine alan ve plân itibariyle kare biçimindeki bu tesis bir manastırdan çok konut özellikleri ihtiva etmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 217 Serkan SUNAY Örtü sistemi bakımından binaların hemen hepsinde ortak vasıflar mevcuttur. Kubbe kullanımında geçişler genellikle pandantiflerle sağlanmış; ayrıca çapraz tonoz çeşitlemeleri ve mahalli özellik gösteren sık aralıklı kemerlerle takviyeli beşik tonoz örtüler yapılmıştır. İnşâ malzemesi az miktarda moloz, çoğunlukla düzgün kesme taşlardır. Taş malzemeden plakalarla veya kiremitlerle örtü sisteminin kaplanması da Orta Anadolu’daki kiliselerde karşılaşılan geleneklerden biridir. Tuğla kullanımına yer verilmemekle birlikte, bazen taş yüzeyler boyanarak, dekoratif amaçla bu etkinin yaratılmak istendiği anlaşılmaktadır. Duvar örgüsünde nadiren ahşap hatıl kullanılmıştır. Güzelyurt’taki manastır ve kilise binalarında süslemeler, taş, ahşap, metal malzemelerde ve duvar veya kubbe freskoları olarak görülmektedir. Taş malzemedeki süslemeler, geometrik, figürlü ve bitkiseldir. Figürlü kompozisyonlar, geometrik ve bitkisel motiflere göre daha fazla tercih edilmiştir. Geometrik kompozisyonlarda Türk motiflerini hatırlatan zikzak ve prizmatik üçgenlere yer verilmiştir. Freskoların büyük bir kısmının günümüze ulaşamamakla birlikte, mevcut olanların da XIX. yüzyılda yapıldıkları anlaşılmaktadır. Ahşap süslemeler ambon, ikonostasis, vaaz kürsüsü gibi genellikle kilise eşyalarında kullanılmış barok tarzda bitkisel ağırlıklıdır. Bu eşyaların XIX. yüzyılda Rus Çarı tarafından hediye olarak gönderildiği bilinmektedir. Metal işçiliği ise Hagios Gregorios Kilisesi kapı kanatlarının büyük çoğunluğunda karşılaşılabilen halka ve madeni süs ögeleri ile lama veya çubuk demirlerin meydana getirdiği geometrik kompozisyonlara sahip dekoratif görünüşteki pencere şebekeleri halinde karşımıza çıkmaktadır. Güzelyurt kilise binalarından Anonim Kilise, kazı yapılmadığı takdirde planlarının ortaya çıkarılması dahi mümkün olamayacak haldedir. Nispeten daha iyi durumdaki Analipsis Manastırı ve Hagios Gregorios Manastırı müştemilat binaları acilen bakım gerektirmekle beraber, yapılara uygun birer fonksiyon verilerek kullanıma kazandırılması eserlerin korunması bakımından önem arz etmektedir. Kapadokya bölgesinde daha önce hazırlanmış ve uygulanmış inkişâf plan ve projelerinin, milli park düzenlemelerinin yöreyi kültürel ve turizm amaçlı kalkındırdığı, fakat bu gelişmelerin Göreme ve yakın çevresi için daha efektif olduğu izlenebilmektedir. Güzelyurt için benzer çalışmaların ve restorasyon projelerinin hazırlanarak ehil eller tarafından hayata geçirilmesi, kültürel mirasımıza katkı sağlayacağı gibi mevcut eserlerin korunması bakımından gereklidir. 218 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme ÇİZİMLER ve FOTOĞRAFLAR Çizim 1: Eserlerin Güzelyurt Planındaki Vaziyeti. Fotoğraf 1: Güzelyurt Güneydoğudan Genel Görünüm. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 219 Serkan SUNAY Çizim 2: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Plan (B.Çelebioğlu’ndan). Fotoğraf 2: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Genel Görünüm. 220 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme Fotoğraf 3: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi iç mekân. Fotoğraf 4: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Kubbe. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 221 Serkan SUNAY Fotoğraf 5: Hagios Gregorios Theologos Kilisesi Ambon. Fotoğraf 6: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi. 222 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme Çizim 3: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Plan (S.Sunay-M.Çerkez). Çizim 4: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Plan (S.Sunay-M.Çerkez). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 223 Serkan SUNAY Fotoğraf 7: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi İçmekan. Fotoğraf 8: Hagios Anargyros (Sivişli) Kilisesi Gynaeceum İçmekan. 224 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme Çizim 5: Analipsis Manastırı Vaziyet Plan (S.Sunay-M.Çerkez). Fotoğraf 9: Analipsis Manastırı Genel Görünüm. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 225 Serkan SUNAY Çizim 6: Analipsis Kilise Plan (S.Sunay-M.Çerkez). Çizim 7: Analipsis Kilise Batı Cephe (S.Sunay-M.Çerkez). 226 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme Fotoğraf 10: Analipsis Kilisesi Kuzeydoğudan Bakış. Fotoğraf 11: Analipsis Kilisesi İç Mekan Doğuya Bakış. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 227 Serkan SUNAY Çizim 8: Anonim Kilise Plan (S.Sunay-M.Çerkez). Fotoğraf 12: Anonim Kilise Genel Görünüm. 228 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Aksaray Güzelyurt Manastır ve Kilise Binaları Hakkında Bir Mimari Değerlendirme Çizim 9: Ev Şapeli ve Bulunduğu Konut Planı (S.Sunay-M.Çerkez). Fotoğraf 13: Ev Şapelinin Bulunduğu Konut. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 229 Serkan SUNAY Fotoğraf 14: Ev Şapeli Kuzeydoğu tarafta niş ve haç. 230 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR YÖRESİNDE TARIMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK YAKLAŞIMI AGRICULTURAL SUSTAINABILITY APPROACH IN NEVSEHIR REGION Sevinç ATEŞ* - Nurgül TÜREMİŞ** ÖZET 1950’lerden itibaren tarımsal üretimde verimi arttırmak amacıyla bir takım değişiklikler gerçekleşmiştir. Bu kapsamda tarımsal üretim sistemlerinde, teknolojinin, mekanizasyonun ve sentetik kimyasalların kullanımı önemli bir artış göstermiştir. Ancak geçtiğimiz yüzyılın özellikle son çeyreğinden itibaren Modern Tarım, Yeşil Devrim Tarımı ve Konvansiyonel Tarım gibi verim artışına odaklı tarım sistemleri farklı yönlerden tıkanma göstermiş ve sürdürülebilirliklerini kaybetmiştir. Modernist sistemin gıda ve tarım politikaları gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir sonuçlar sağlamada başarısız olmuştur. Çünkü bu sistemler tarımsal sistemlerin ekolojik, ekonomik ve sosyal kıstaslarla bir örüntü içerisinde olduğunu göz ardı ederek, kısa vadeli, kolay bozulabilecek, yüksek verimli üretim sistemlerini uygulamışlardır. Bugün Nevşehir yöresinde yaygın olarak uygulanmakta olan konvansiyonel tarım sisteminde sentetik kimyasal girdilerin artması verim artışı gibi pozitif etkilerinin yanı sıra birçok olumsuz etkileri de beraberinde getirmiştir. Dünya Sağlık Örgütü verileri ve bazı bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre insanlarda görülen sağlık problemlerinden bazıları; kanser türleri, mutasyon (genlerde değişiklik), alerjik reaksiyonlar, lösemi, doğuştan bozukluklar, akut ve kronik zehirlenmeler, karaciğer hastalıklarıdır. Bu kimyasalların çevre sağlığı ve ekosistem üzerinde yarattığı etkiler ise; iklim değişikliği, toprak, hava ve su kirliliği, biyoçeşitliliğin azalması olarak sıralanabilir. * Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Avanos Meslek Yüksekokulu, Organik Tarım Programı, e-posta: sevincates@nevsehir.edu.tr ** Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, e-posta: nturemis@cu.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 231 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ Bölgemizde patates üretim alanlarında toprakta bulaşık olan patates siğili Synchytrium endobioticum etmeni nedeniyle 200 000 ( iki yüz bin) dekar arazide Patates ve diğer yumrulu bitkilerin ekimi yasaklanarak karantina işlemleri gerçekleştirilmiştir. Konvansiyonel tarım sisteminin yarattığı bu olumsuz etkilerin bertaraf edilmesi için tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması kaçınılmazdır. Sürdürülebilirlik, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için gelecek kuşakların yaşamlarını tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarının karşılanması ilkesine dayanmaktadır. Sürdürülebilir tarım sisteminin tanımı ise şu şekilde yapılabilir; uzun dönemde insanlığın ihtiyacı olan tarımsal ürünlerin ve tarımsal girdilerin, çevre ve insan sağlığını koruyarak, kaliteli ve düşük maliyetle üretilmesini sağlayan bir sistem. Bu bildirinin amacı sürdürülebilir bir tarımsal sisteme ulaşma yönündeki çabalara katkı sağlamak, Nevşehir yöresinde konvansiyonel tarım sisteminin etkileri ile sürdürülebilir tarım sistemlerinin etkilerini kategorize ederek kıyaslama yapmaktır. Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir tarım, Konvansiyonel tarım, Tarımsal kirlilik ABSTRACT Since 1950s, vary of changes have occurred in order to increase efficiency in agricultural production. In this concept, the use of technology, mechanization and synthetic chemicals in agricultural production systems has increased. But, especially since the last quarter of former century; agriculture systems which are based on efficiency increase such as Modern Agriculture, Green Revolution in Agriculture and Conventional Agriculture have come to a deadlock in some ways and have lost their sustainability. Modernist system has failed in providing sustainable results in countries whose food and agriculture politics are being developed. Because, these systems ignored that agricultural systems are in connection with ecologic, economic and social criterions and applied short-term, perishable, highly-efficient production systems. Increase of synthetic chemical inputs in conventional agriculture, which is extensively applied in Nevşehir nowadays, brought positive effects such as efficiency increase as well as many negative effects. According to World Health Organizations’ data and some scientific researches, some health problems seen on people are cancer, mutation (changes in genes), allergic reactions, leukemia, inborn defects, acute and chronic poisoning, and liver diseases. The 232 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı effects of these chemicals on environmental health and ecosystem are; climate changes, air, soil and water pollution, reduction of biodiversity. In this region; because of the potato wart Synchytrium endobioticum, planting potato and other lumpy plants are forbidden in 20000 hectares and it is put in quarantine. Providing sustainable agriculture was inevitable to eliminate negative effects caused by conventional agriculture system. Sustainability is based on the principle of providing today’s demands in order to provide your own demands without risking the life of next generations. The definition of sustainable agriculture system can be defined as: a system that provides producing agricultural products and agricultural inputs, which are needs of human in long term, by protecting environment and human health, and with low cost and high quality production. The aim of this report is to contribute to the efforts for reaching a sustainable agriculture system, to categorize and compare the effects of conventional agriculture system and the effects of sustainable agriculture system in Nevşehir region. Key Words: Sustainable agriculture, Conventional agriculture, Agricultural Pollution. 1. Giriş Kapadokya Bölgesi’nin, özellikle de “İç Kapadokya” olarak tanımlanabilecek Nevşehir ilinin kapsadığı yörenin, jeolojik özelliklerinin bu bölgedeki yerleşimin ilk aşamalarından bu yana ekonomik, politik ve kültürel yaşamında önemli ölçüde belirleyici olduğu anlaşılmaktadır (Görmez: 2002). Volkanik faaliyetler sonucu ortaya çıkan volkanik küller, toprak yapısını ve yeryüzü şekillerini etkilemiştir. Ayrıca bu faaliyetler yörede tarıma uygun geniş düzlüklerin ya da uygun eğimli tarım alanlarının ortaya çıkmasına ve verimli toprakların oluşmasına izin vermemiştir. Bölgede tarımsal amaçlı kullanılan küçüklü büyüklü vadiler ise tarımsal mekanizasyon için pek elverişli değildirler. Yöre halkı verimliliği düşük olan ve ağırlıklı olarak volkan küllerinden oluşan toprağı zenginleştirmek için geleneksel tarım sistemi çerçevesinde hayvan gübresi kullanmışlardır. Tarımsal üretimin yaygınlaşması ve gelişmesiyle beraber yöre halkı sentetik gübreleri yoğun olarak kullanmaya başlamıştır. Yoğun sentetik gübre ve ilaç kullanımı 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 233 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ beraberinde bazı sorunları getirmiştir. Yaşanan olumsuzluklar göz önünde bulundurulduğunda konvansiyonel tarım sisteminin yarattığı bu etkilerin bertaraf edilmesi için tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması gerekmektedir. 2. Nevşehir İlinin Tarımsal Yapısı ve Tarımsal Sorunları 2.1. Nevşehir’in Doğası Kapadokya’nın merkezi olan Nevşehir ili ve çevresinin tarım topraklarının %85’i tınlı, %9’u killi-tınlı, %2’si killi ve %4’ü kumlu yapıya sahiptir. Kozaklı, Gülşehir’in batısı, Derinkuyu ve çevresi, Avanos’un kuzeyi her türlü tarıma uygun 1., 2. ve 3. sınıf arazileri içermektedir. Ürgüp ve çevresi ile il merkezinin büyük bir kısmında 6. sınıf topraklar vardır. Karasal bir iklime sahip olan Nevşehir’deki hakim bitki örtüsü, bozkır bitkilerinden oluşmaktadır. Yüzyıllardır süren olumsuz insan etkileri sonucu yeşil alanlar yok edilmiş, geniş alanlar bozkıra dönüşmüştür. Nevşehir’de geniş ve verimli nitelikte ormanlar bulunmamaktadır, hakim olan ağaç türü meşedir. Bölgede yöre halkının “kaya kertisi” adini verdiği Avrupa’nın ikinci büyük kertenkelesi Agama stellio ve bir gece hayvanı olarak tanınan ve aslında çöllerde yaşayan Arap Tavşanı bu bölgeye özgü hayvanlar arasında yer almaktadır. Araştırmalara göre, Nevşehir kırsalında 100 civarında gündüz kelebeği türü yaşamaktadır. Dünyada sadece Nevşehir’in kırsal alanında ve Kapadokya Bölgesi’nde Zygaena kapadokia adlı kelebek türü bulunmaktadır (Anonim: 2011a). 2.2. Nevşehir’in Tarımsal Yapısı Nevşehir’in nüfusu 280,058 kişi olup, nüfusun %66’sı kırsal kesimde yaşamaktadır. 8 ilçe, 35 kasaba, 36 köy olmak üzere toplam 179 yerleşim yeri mevcuttur. 30,110 çiftçi ailesi mevcuttur. Çiftçi ailesi başına 92 da arazi düşmektedir. Ürün deseni ağırlıklı olarak; Patates, hububat, bağ, kabak çekirdeği, şeker pancarı, ayçiçeği, silajlık mısır, meyvecilik ve sebzecilikten oluşmaktadır (Anonim: 2010). Nevşehir’de 24,676 bin hektar alanda, 911,850 ton patates üretilmektedir (Arıoğlu ve ark.: 2006). 2.3. Nevşehir’de Görülen Tarımsal Sorunlar İnsan var olduğundan beri doğayı etkilemektedir. İnsan gıda, lif ve yakıt (kısmi) ihtiyaçlarını tarımsal üretim vasıtası ile karşılamaktır. Hızla artan dünya nüfusunun gereksinimlerini karşılamak amacıyla birim alandan 234 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı elde edilen verimi arttırma çabaları sürekli olarak devam etmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra verim artışını sağlamak için önemli miktarlarda sentetik tarımsal girdiler kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra, kullanılan bu kimyasal maddelerin önemli düzeyde kaynak israfına ve çevre kirliliğine neden olduğu anlaşılmıştır. Netice de; doğal denge bozulmaya başlamış; tür çeşitliliği azalmış, topraklar hızla kirlenmiş, erozyon, çölleşme ve kuraklaşma başlamış, su kaynaklarının nitelik ve nicelikleri bozulmuş, küresel ısınma başlamış, gıda ürünlerinin besin değerleri düşmüş, kalıntı sorunları görülmeye başlamış, insan sağlığında bozulmalar gözlenmiştir. Nevşehir’de üretilen tarımsal ürünlerin üretim miktarları bakımından en önemlileri patates ve buğday olarak göze çarpmaktadır. Ülkemizde patates ekim alanı 210.000 ha, üretimi 4,95 milyon ton ve verimi ise 23.571 kg/ hektardır (Anonim: 2006). Patates üretim ve ekilişinin en yoğun olarak yapıldığı iller Niğde ve Nevşehir’dir. Bu iki ilin ülke ekim alanındaki payı % 24,31 ve üretimindeki payı ise % 42,44’dür (Anonim: 2006). Yörede tarımsal üretimi gerçekleştiren çiftçilerin üretim, stoklama, pazarlama gibi çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibi sıralanabilir (Anonim: 2005). • Birim alandan alınan verim düşüktür. • Modern tekniklere göre üretim yapılamamaktadır. • Gübre, ilaç ve enerji fiyatları yüksektir. • Gereğinden fazla gübreleme, sulamada yapılan yanlışlıklar ve damlama sulama yönteminin yetersizliği verimi düşürmektedir. • Üretici Birliklerinin olmaması, çiftçilerin pazarlamadaki çözüm bekleyen en önemli sorunudur. Bu genel sorunlara ilave olarak bölgenin önemli ürünlerinden olan patates üretiminde karşılaşılan sorunlar ise şu şekilde sıralanabilir (Anonim: 2005); • Üretilen tohumluk miktarı yetersizdir. Kullanılan tohumluğun yüzde 90’ı ithal edilmektedir. • Maliyetinin yüksekliği ve tüketim alışkanlıklarından ötürü patates sanayi gelişememektedir. • Ürünün yaklaşık 1/4’ü tarlada satılırken, kalan kısmı depolara 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 235 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ kaldırılmaktadır. Yetersiz depolama koşulları ve pazarlama sorunları nedeniyle her yıl üretimin yaklaşık yüzde 20’si telef olmaktadır. • Toplam üretimimizin en fazla yüzde 2.5’i ihraç edilebilmektedir. Standardizasyon eksikliği, ambalajlama ve nakliye sorunlarının çözülememiş olması ihracat artışını engellemektedir. • Üretici, ürününü komisyoncu ve tüccarlara satmakta ve bu alımlarda da ürüne bağlı herhangi bir fiyat standardı söz konusu değildir. Henüz Patates Borsası gibi bir kuruluş da bulunmamaktadır. Üreticinin en önemli sorunlarından birisi olan gereğinden fazla girdi kullanmak maliyeti artırmanın yanı sıra bazı önemli çevresel sorunları da beraberinde getirmiştir. Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen Nevşehir İli 2011 Yılı Yayım Raporunda yapılan tespitlerde patates tarımında girdi maliyetlerinin yüksek olduğu bildirilmiştir. Maliyetin yüksek olmasının nedenleri arasında fazla miktarda azotlu gübre kullanımı bulunmaktadır. Rapora göre Nevşehir ilinde tarımsal kaynaklı nitrat kirliliği görüldüğü bildirilmektedir. Azotlu gübrelerin topraktaki çözünürlüğünü, toprak profili boyunca yıkanmasını bitkilerce alımını etkileyen en önemli faktörlerden biri, toprak tekstürüdür. Yapılan çok sayıdaki araştırmalar hafif bünyeli topraklarda özellikle nitrat formundaki azotlu gübrelerin kolayca yıkanmak suretiyle taban suyu ve içme sularına karıştığını ve potansiyel tehlikeler oluşturduğunu ortaya koymuştur (İlbeyi ve ark.: 1994). Nevşehir ve Niğde illerinde patates ekim alanlarında yapılan araştırmada makro besin elementlerinin (N, P, K, Ca ve Mg) topraktaki konsantrasyonları arasında P (32.1 mg kg-1) kritik sınır değeri üzerinde bulunmuştur. Yumru azot (N) konsantrasyonu da benzer olarak yüksek (% 1.89) çıkmıştır. Orta Anadolu Bölgesi’nde aşırı derecede fosforlu gübre kullanımı topraklarda P birikimi ve Cd kirliliğine neden olmaktadır. Orta Anadolu Bölgesi’nde dekara 20-40 kg saf fosfor kullanılmakta olup toprakların %62’sinde fosfor birikimi ve Niğde-Nevşehir yöresi topraklarının %60’ında Cd biriktirme problemi olduğu bildirilmektedir (Toz: 2002). Tongarlak’ın bildirdiğine göre (2010), tarımsal üretimi artırmak amacıyla aşırı derecede fosfatlı gübre kullanımı ve arıtma çamurlarının tarımsal amaçlı kullanımına bağlı olarak dünya tarım topraklarının bir kısmı az ya da orta düzeyde Cd kirliliği ile karşı karşıyadır. Toprak bitki sisteminde diğer ağır metallere kıyasla daha mobil olması nedeniyle Cd kolaylıkla 236 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı besin zincirine girebilmekte ve insan ve çevre sağlığı açısından risk oluşturabilmektedir. Nevşehir yöresi topraklarının toplam P içeriği 85 ile 328 mg kg-1 arasında değişmekte olup, ortalaması 182 mg kg-1’dır. Aynı şekilde toplam K içeriği 1700 ile 6710 mg kg-1 arasında tespit edilmiş olup ortalaması 3555 mg kg-1’dır (Tongarlak: 2010). Benzer şekilde Derici ve ark. (2002) tarafından Türkiye’de Cd kirlenmesinin boyutunu araştırmak amacıyla değişik yöreleri kapsayan bir dizi çalışmanın sonuçlarına göre; Nevşehir-Niğde yöresi patates yetiştirme alanlarında toprakların Cd konsantrasyonu oldukça farklılık göstermiştir. Örneklenen patateslerin 1999 yılında %69’u, 2000 yılında ise %32’si maksimum izin verilebilir Cd limitini aşmıştır. Araştırmacılar bunun nedenini toprak ve iklim faktörleri yanında kullanılan fosforlu gübrelere bağlamışlardır. Aynı zamanda patates tarımında yoğun olarak kullanılan azotlu ve fosforlu gübrelerin fazla kullanımı taban suyu kirliliğine ve N2O emisyonu ile hava kirliliğine sebep olmaktadır (Hatipoğlu ve ark.: 2006). Bölgede aşırı ve tek yönlü gübreleme sonucu bölge toprağının pH’sında 3.9 değerine kadar düşüşler meydana gelmiş, organik madde içeriğinin ise 0.75’e kadar düştüğü bildirilmiştir (Gezgin: 2005). Son yirmi beş yılda Nevşehir’de toprak pH’sı 2 birime varan düzeyde düşmüş yani asitliği 100 kat artmıştır. Toprak pH’sının bozulması bitkilerin besin elementi alımlarını da etkilemektedir. Topraktaki mevcut element dengesinin bozulması topraklara verilen fazla miktardaki azotlu ve fosforlu gübreler bitkinin ihtiyacından daha fazla potasyum almasına sebep olmaktadır. Neticede potasyumda lüks tüketim ortaya çıkmaktadır. Böylece gerçekte mevcut olmayan bir potasyum noksanlığı meydana gelmektedir. Bu denge bozukluğu topraktan bitkiye intikal ederek bitkinin verim kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Bu olumsuzlukları gidermek için fazladan potaslı gübre uygulaması gündeme gelmektedir. Yine gereğinden fazla azotlu ve fosforlu gübre uygulanması topraktaki mikro besin elementleri dengesini de bozmaktadır. Sonuçta bitkiler ihtiyaçlarından daha fazla mikro besin elementi alarak bunların noksanlığını neden olmaktadır. Asit reaksiyonlu topraklarda pH değerini düşürmek için uygulanan fazla miktarda kireç ve kireçli gübreler topraktaki dengeyi bozmakta, Fosfor, Bor, Demir ve Çinko gibi elementlerin fikse edilmesini sağlamaktadır. Bu olay bir yönden topraktaki dengeyi bozup, birikime sebep olurken, bir yandan da fikse 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 237 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ edilen elementlerin noksanlığını gidermek üzere ilave gübreleme yapmak gerekmektedir (Ceran: 2009). Nevşehir yöresinde patates tarımında gübrelemenin verim ve yer altı suyuna etkilerini belirlemek için İlbey ve ark., (1994), amonyum sülfat gübresinin 0, 20, 40, 60, 80 ve 100 kg N/da dozlarda etiketlenmiş amonyum gübresinin 40 ve 100 kg N/da seviyelerini uygulamışlar ve 2 m derinliğe kadar ki toprak profili ile yer altı suyundaki nitrat konsantrasyonlarını araştırmışlardır. Gübreleme öncesinde, kumlu-tın toprak profilinin 0-2 metresinde nitrat dağılımı 0,25-0,50 mg/lt iken hasat sonrasında 100 kg N/da 15N uygulamasında, 0-20 cm’de 10, 75, 60-80 cm’de 2,25 mg/lt olarak tespit edilmiştir. Nevşehir yöresi patates üretim alanlarında toprakta bulaşık olan patates siğili Synchytrium endobioticum etmeni nedeniyle 200 000 ( iki yüz bin) dekar arazide Patates ve diğer yumrulu bitkilerin ekimi yasaklanarak karantina işlemleri gerçekleştirilmiştir (Anonim: 2006). 2002–2006 Yıllarında yürütülen survey çalışmalarında; Türkiye patates yetiştirme alanları Patates siğil hastalığı açısından taranmıştır. Buna göre Orta Anadolu Bölgesinde sırasıyla Nevşehir ilinde 25.714 da, Niğde ilinde 1.473 da, Kayseri ilinde 318.87 da alanda bulaşıklık tespit edilmiştir (Çakır ve ark.: 2008). Güner (2007), Afyon, Bolu, Nevşehir ve Niğde illerinde patateslerdeki virüs hastalıklarının tanılanması, hastalık oranları ve en yaygın üretilen çeşitlerin bazı virüslere karşı reaksiyonlarının belirlenmesi amacıyla yürüttüğü çalışmada 2003 yılında %26,05 olan hastalık oranı 2004 yılında artış göstermiş ve %29,72 olarak bulunmuştur. Bölgenin önemli tarımsal ürünlerinden bir diğeri ise buğdaydır. 2010 yılı verilerine göre Nevşehir’de 1,330,000 da alanda 413,680 ton buğday üretimi yapılmaktadır (Anonim: 2010). Yörede buğday üretiminde fare ve süne (Eurygaster integriceps, E. maura, E. austriaca) zararı görülmektedir. Nevşehir İli 2011 Yılı Yayım Raporunda (2011) yapılan tespitlerde buğdayda süne probleminden kaynaklanan verim kaybı bildirilmektedir. Buğdayda verim kayıplarına yol açan süne ve fare zararının sebebinin bölgede geniş alanlarda monokültür tarım yapılması ve zararlıların doğal populasyon dengesinin bozulması olarak düşünülmektedir. Zira sünenin önemli doğal düşmanlarından olan bazı kuş türleri (keklik, bıldırcın vb.) ve farenin doğal düşmanı olan tilki ve bazı kuş türlerinin populasyonlarının azaldığı 238 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı düşünülmektedir. Bu populasyon azalmasının nedeni yaşam alanlarının azalması ve tarımsal üretimde kullanılan pestisit ve diğer kimyasallar olarak düşünülebilir. Yıldırım (2000)’e göre zirai mücadele ilaçları, kolay uygulanması ve hızlı sonuç alınabilirliği yönünden bütün dünyada kullanılmasından vazgeçilemeyecek maddeler olarak kabul edilmektedir. Fakat verimin arttırılmasında büyük rol oynayan zirai mücadele ilaçlarının bilinçsiz ve kontrolsüz uygulamaları sonucunda, insan, hayvan ve çevre sağlığı tehdit edilmekte, hava, su, toprak ve yabani hayat olumsuz etkilenmekte, gıda maddelerinde ilaç kalıntıları söz konusu olmakta, hedef alınan zararlılarda direnç oluşmakta, önemli olmayan bazı zararlılar ana zararlı konumuna geçmekte, yararlıların ve doğal hayatın öldürülmesiyle doğal denge bozulmakta ve bitkilerde fitotoksitite görülmektedir. Zararlıları yok etmek, daha rahat bir yaşam ve kaliteli ürünler elde etmek amacıyla kullanılmakta olan pestisitler, hedef organizmaları yok ettiği gibi hedef dışı canlılara da zarar verebilmektedir (Mc Even ve Stephenson: 1989). Uygulanan pestisitlerin ancak % 1-2 kadarı hedef türler üzerine ulaştırılabilmektedir (Anonim: 2007). Geri kalanı hedef olmayan türler, hava, su, toprak ve besinler üzerine gitmektedir. Pestisitlerin geniş alanlara uygulanması bazı hayvanların gereksindikleri besin kaynaklarını yok etmek suretiyle onların aç kalmaları sonucu başka yerlere göçüne yol açabilmektedir. Doğada pestisitlerden zehirlenme besin zinciri yoluyla ilerler, örneğin kuşlar pestisitleri tüketen böcek ve larvaları yediklerinde zarar görebilirler. Bazı pestisitler zaman içinde onları tüketen organizmaların vücutlarında toksik seviyelerde birikebilmektedirler. Özellikle, bu olay besin zinciri üzerinden yüksek türleri etkiler. Diğer yandan pestisit kullanımları ile kuşlar zarar görmektedir. İngiltere’deki çiftlik alanlarında 10 farklı kuş türü populasyonu 1979/1999 arasında 10 milyon azalmıştır ki bu durum kuşların beslendiği bitki ve omurgasız türlerin kaybından kaynaklanmıştır. Avrupa da şimdi 116 kuş türü tehdit altındadır. Kuş populasyonlarındaki azalmalar pestisitlerin kullanıldığı zaman ve alanlarla sınırlı olmuştur. USDA her yıl pestisitlerle 67 milyonun üzerinde kuşun öldürüldüğünü tahmin etmektedir. Pestisitlerin yüzey akışlarıyla çaylara ve ırmaklara ulaşması sucul hayat için yüksek oranda öldürücü olabilir, hatta bazen belirli bir ırmak içindeki tüm balıklar ölür. Örneğin, herbisitler, insektisitler ve fungisitlerin ağır yağmurlardan sonra oluşan akışlardan patates tarlaları yakınındaki Sutherland’s Hole denilen 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 239 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ ırmakta bir yılda 9 balık türü ölümü vuku bulmuş, böylece balıklar, yılanlar ve salyangozlar ölmüştür. Herbisitlerin su yapılarına uygulanması ölmüş bitkilerin çürüyüp suyun oksijenini kullanmaları sonucu balıkları boğarak ölümlerine neden olmaktadırlar (Anonim: 2007). Tarım kimyasalları hedef dışı organizmalara çeşitli yollardan etkimekte ve organizmada sinir sistemi, endokrin sistem, immün sistem, karaciğer, kas, kalp, kan, boşaltım ve diğer sistemleri etkileyebilmektedir (Guest ve ark.: 1991, Ami ve Haim: 1992, Izushi ve Ogata: 1990), Weizman ve Sofer:1992, Blasiak ve ark.: 1991). Tarım kimyasalları çevresel etkilerinin yanı sıra tarımsal üretimde yer alan üreticileri ve bu ürünleri tüketen tüketici gruplarında da önemli sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Pestisitler ve metabolitlerinin genel populasyonda ve mesleksel maruz kalımda biyolojik izlenmesi ile ilgili birçok çalışma bulunmaktadır. Çalışmalar, bu pestisitlerin endokrin bozucu ve non-Hodgkin’s lenfoma, lösemi, beyin kanseri, uterus kanseri, yumuşakdoku sarkoma, Hodgkin’s hastalığı ve düşük sperm konsantrasyonu gibi birçok hastalık için potansiyel risk faktörü olduğunu göstermiştir (Vural: 1996). Pestisitlerin hayvansal menşeli gıdalardaki miktarını daha açık bir şekilde belirten bir diğer araştırmada, yemler vasıtasıyla hayvan vücuduna alınan pestisitlerin ancak %2-10’u sağılan süt vasıtasıyla dışarı atılmakta geri kalan miktarı ise hayvan vücudunda akümüle olmaktadır (Berksan: 1976). Öte yandan sütteki bu pestisit kalıntıları, sütün krema, peynir, tereyağ, gibi konsantre ürünlere işlenmesi sırasında yoğunlaşarak insan sağlığı açısından daha tehlikeli boyutlara ulaşmasına da neden olabilmektedir. Ankara piyasasında satılan süt, beyaz peynir ve tereyağlarında yapılan pestisit kalıntısı araştırmalarında yüksek düzeyde DDT ve BHC’li pestisit kalıntılarına rastlanmıştır (Ceylan: 1977). Yörede tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması için mevcut problemlerin ivedilikle çözüme ulaştırılması gerekmektedir. Sürdürülebilir sistemlerinin; ekolojik, ekonomik ve sosyal olmak üzere 3 boyutu vardır. Sistemlerin bu üç faktörle olan ilişkileri mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır (Thompson ve Scoones: 2009). Ekolojik boyut kapsamında; Tarımın ekolojiye olan etkileri minimize edilmeli ve dünya tarımının geleceğini tehlikeye sokan birçok problemin 240 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı çözülmesine yönelik strateji paketleri oluşturulmalıdır. Yenilenemeyen enerji kaynakları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli kullanımı ve doğaya karşı sorumlu davranılması çevresel sürdürülebilirliğin gereksinmelerini oluşturmaktadır. Çoğu insan, sağlıklı kalmak için temiz hava ve temiz su ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Fakat az sayıda insan, sağlıklı kalmasının koşulunun çevrenin sağlıklı kalmasına bağlı olduğunun farkındadır. Sosyal ve Politik Boyut kapsamında; gıda ve tarım politikaları düzenlenmeli, kırsal toplumun gelişimi desteklenmeli, gıda sistemleri izlenebilir olmalı, ulusal ve bölgesel havzalar oluşturularak uygun proje ve politikalar oluşturulmalı, tarımsal üretimde oluşabilecek riskler azaltılmalıdır. Ekonomik boyut kapsamında; ürün çeşitliliği sağlanmalı, yılda birden fazla ürün alma yolları araştırılmalı, tarım alanlarının tarım dışı kullanımı engellenmeli, tarım dışı kalan alanlar tarıma geri kazandırılmalı, bitkihayvan çeşitliliği sağlanmalı, düşük-girdi kullanım yolları devreye sokulmalıdır. Ekonomik karlılık, sürdürülebilir büyüme ve aynı zamanda yoksulluğun azaltılması yoluyla sağlanabilir. Çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde sürdürülebilir gelişme gerçekleşebilmektedir. Doğal enerjinin verimli kullanımı sonucu ülke ekonomisinde gelişme gözlenir. Ekonomideki kalkınma sürdürülebilir ekonomi kavramını gerçekçi kılmaktadır. Çevreye duyarlı bir yaklaşımla yaşamanın sonucunda sağlıklı toplumlar oluşur. Sağlıklı toplumların ekonomik refah içinde yaşantısı sosyal sürdürülebilirlik olarak adlandırılmaktadır (Anonim: 2011b). Sürdürülebilirliğin boyutlarını da göz önünde bulundurarak Nevşehir Yöresi’nde tarımsal sürdürülebilirliği sağlanmak için, tarımsal ürünlerin ve tarımsal girdilerin, çevre ve insan sağlığını koruyarak, kaliteli ve düşük maliyetle üretilmesini sağlayan bir sistem kurmak gerekmektedir. Sistemin kuruluşu için aşağıda sıralanan iyileştirmeler önerilmektedir. Toprak yapısını iyileştirmek amacıyla organik gübrelemenin arttırılması, topografyaya uygun ekim dikim yapılması, bitki ekim-dikim planlamasında çok yıllık ve iki yıllık bitkilerin yer alması, anız amenajmanı yapılarak toprak yüzeyinin çıplak bırakılmaması, korumalı toprak işlemenin tercih edilmesi, münavebe yapılması, drenaj ve sulama planının gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 241 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ Kimyasal girdiyi azaltmak için hastalık ve zararlılar ile mücadelede mekanik mücadele, fiziksel mücadele, biyoteknik mücadele ve biyolojik mücadele yöntemleri kullanılmalıdır. Doğal kaynakların etkin kullanımını sağlamak amacıyla yenilenemez enerji kaynaklarına olan bağımlılığın azaltılması gerekmektedir. Su kaynaklarının daha verimli kullanılması amacıyla salma sulama yönteminden vazgeçilmesi daha verimli çalışan damla sulama, yağmurlama sulama gibi sistemlerin kullanılması gerekmektedir. Biyoçeşitlilik ve yaban hayatı korumak maksadıyla arazi planlaması yapılmalı, hasatta zaman planlaması yaparak kuşlar için tünek yerlerinin bırakılması, arazi etrafında yaban hayvanları ve böcekler için yaşam alanı olabilecek çok yıllık bitkiler ve çalılıkların bulundurulması, araziye yer yer kuşların ve böceklerin beslenebileceği taneli bitkiler ve baklagillerin ekiminin yapılması gerekmektedir. Çiftlik dışı girdilere olan bağımlılığı azaltmak maksadıyla yerel üretim ve yerel tüketim teşvik edilmelidir. Gıda maddelerinin yerel yörede doğal olarak yetiştirilmesi küresel ısınmayı önemli ölçüde azaltmakta ve aynı zamanda kırsal kalkınmaya büyük ölçüde katkı sağlamaktadır. Yerel olarak üretilen ürünlerin daha iyi tatlara sahip olduğunu daha sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Yerel çeşitler farklı tatları, özellikleri ve olgunlaşma zamanlarıyla besin güvencesini ve çeşitliliğini de sağlamaktadır. Ülkemizde her bölgede, toprak yapısına uyumlu, iklim şartlarına dayanıklı, hastalıklara dirençli, sulamaya, kimyasal gübre ve ilaca gereksinimi az olan yüzlerce tarım ürünü çeşidi yetiştirilmiş ve yetiştirilmektedir. Bu çeşitler ülkemizin gen kaynağı ve zenginlikleridir. Fakat günümüzde çoğu yerel çeşit kentleşme, artan arazi fiyatları, tarım girdilerindeki artış, tarımsal tercihler ve pazarlama zorlukları karşısında yok olma tehdidi altındadır. Nevşehir yöresini de kapsayan bir araştırmada Konya-Ereğli, NevşehirGöreme ve Niğde–Ulukışla’nın Bölgesi’nde yetişen yabani badem tiplerinin Amygdalus graeca Lindley. olma olasılığı bildirilmiştir. Yabani badem tiplerinin taç gelişiminin kontrolü, kendiyle uyuşma, soğuklara, kurak ve sıcak iklim koşullarına, hastalık ve zararlılara dayanıklılık ıslahında kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle son yıllarda biyoteknolojide yaşanan hızlı gelişmeler bu özelliklerden yararlanma olanaklarını artıracaktır. Bu nedenle, Ülkemizde doğal olarak yetişen ve tanımlanan türlere ait tiplerin belirli merkezlerde toplanması ve koruma altına alınması büyük önem 242 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı taşımaktadır. Ayrıca bu materyallerin kurak ve kireçli topraklarda çok rahat yetişiyor olmaları kirece ve kurağa dayanıklılık ıslahı çalışmalarında önemini artırmaktadır. Ülkemiz topraklarının büyük bir kısmını oluşturan kurak ve kireçli arazilerinin değerlendirilmesinde, bu materyallerin doğrudan kullanımı veya ıslah çalışmaları sonucunda elde edilecek genotiplerin kullanımı da önem kazanmaktadır (Bayazıt: 2007). Nevşehir yöresinde de yoğun olarak kullanılan ve çevre kirliliğine yol açan hem yurtdışından ithal edilen ham ve ara ürünler için hem de ülkemizde üretimi yapılan fosforlu gübreler için Cd konsantrasyonu açısından yasal bir sınırlandırma getirilmelidir. Üreticinin karşılaştığı önemli sorunlardan bir diğeri ise su problemidir. Türkiye’de su kullanıcı sektörler içerisinde, tarım en fazla su kullanıcı sektör olarak ilk sırada yer almaktadır. Tarımda mevcut su kullanımının değişmeden devam etmesi durumunda su kıtlığının bir su krizine dönüşme ihtimali yüksektir. Tarım sektörünün su sorununun çözülmesi için önlemler alınmalı ve sulama yönetimine gereken önem verilmelidir (Çakmak ve ark.: 2008). Bu önlemler şu şekilde sıralanabilir; • Suyun verimliliğinin arttırılması ve su dağıtım kayıplarının en aza indirilmesi için açık sistemlerden vazgeçilerek kapalı borulu sistemlerin yaygınlaştırılması, basınçlı sulama yöntemlerine göre sulama sistemlerinin projelendirilmesi, • Alternatif su kaynaklarının (Atık suların geri kazanımı, yüzey sularının suyun kıt olduğu alanlara yönlendirilmesi, su tasarrufu sağlayan sulama yöntem ve tekniklerinin geliştirilmesi, atık sulardan ve drenaj sularından yararlanma olanakları) geliştirilmesi, • Kuru tarım alanlarının geliştirilmesi, • Su kaynaklarının etkin bir şekilde korunması ve kullanılması hususlarında kapsamlı bir su yasasının bir an önce çıkarılması, sulama suyu kalitesinin izlenmesi ve değerlendirilmesi, • Su ücretlendirme politikasının (bitki-alan yerine, su miktarı) yeniden ele alınması ve hacim esasına dayalı fiyatlandırmaya geçiş için altyapı oluşturulması, • Çiftçi eğitimine daha fazla önem verilmesi ve eğitimlerin yaygınlaştırılması gerekmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 243 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ Yoğun kimyasal girdinin kullanıldığı Nevşehir Yöresi’nde monokültür tarım sonucu, önemli fitopatolojik sorunlar yaşandığından, ekim nöbeti prensiplerine uyulması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. 4. Sonuç ve Öneriler Nevşehir Yöresi’nde tarımsal sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla tarımsal üretim esnasında aşağıda sıralanan ilkelerin yerine getirilmesi gerekmektedir. • Toprak yapısı iyileştirilmeli • Kimyasal girdi kullanımı azaltılmalı • Doğal kaynakların etkin kullanımı sağlanmalı • Biyoçeşitlilik ve yaban hayat korunmalı • Yerel üretim ve tüketim tercih edilmeli • Atık yönetimi yapılmalı • İşletmelerde izleme ve denetim gerçekleştirilmeli. Kaynaklar Ami, B.H., Haim, S.A., 1992. Direct Effect of Phosphamidon on Isolated Working Rat Heart Electrical and Mechanical Function. Toxicol Apply Pharmacol, 110(3), 429-439. Anonim, 2005. Patatesteki Tehlike. Radikal Gazetesi. 14 Mart 2005. Anonim, 2006. Patates Yetiştiriciliğinin ve Patates Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/152, 216) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (ss: 895). Anonim, 2007. http://en.wikipedia.org/wiki/Pesticide/Environmental_effects Anonim, 2010. Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü. Anonim, 2011a. http://www.cappadocia.gov.tr/index.php? Anonim, 2011b. http://tr.wikipedia.org/wiki/sürdürülebilirlik Arıoğlu, H., Çalışkan, M.E. ve Onaran, H., 2006. Türkiye’de Patates Üretimi, Sorunları ve Çözüm Önerileri. IV. Ulusal Patates Kongresi. Bildiriler, Niğde. 1-10. Berksan. N., 1976. Tarım Savaş İlaçlan ve Çevre Tarım İlaçlarının Kullanılması Semineri. Gaziantep. Blasiak, J., Walter, Z., Bawronska, M., 1991. The Changes of Osmotic Fragility of Pig Eryrocytes İnduced by Organophosphorus Insecticeds. Acta Biochim Pol, 38(1), 75-80. 244 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Yöresinde Tarımsal Sürdürülebilirlik Yaklaşımı Ceran, Y., 2009. Gübreler. Hammaddeler Ansiklopedisi (ss: 269). Solver Kimya. Adana: Solver Kimya Laboratuarı. Ceylan, S., 1977. Klorlu Hidrokarbon Rezidülerinin Süt, Tereyağı, Peynir ve İç Yağlarında Kramotografik Yöntemlerle Araştırılması. A.Ü.Vet.Fak. Dergisi, 24 (2), 296-318. Çakır, E., Duran, H., Altın, N., Akbaş, H. R., Yeşilova, Ö., Çolak, A., Yazlık, A., Aydın, H., Ozan, S. ve Güler, B. 2008. Ülkemiz Patates Ekili Alanlarında Patates Siğil [Synchytrium endobioticum (Schilb.) Percival] Hastalığının Sürveyi Projesi Sonuç Raporu, Tagem. Derici, R.M., Evliya, H., Ağca, N., Özkutlu, F., Eker, S., ve Öztürk, L., 2002. Çukurova Bölgesinde Toprak ve Bitkilerde Kadmiyum Konsantrasyonunun Araştırılması ve Bitkilerde Kadmiyum Birikimini Etkileyen Faktörlerin Toprak Analizleri ve Sera Denemeleri ile İncelenmesi TUBİTAK Proje No:Togtag/ Tarp2382 Kasım-2002 Adana. Gezgin, S., 2005. Niğde-Nevşehir İlleri Patates Ekim Alanlarında Toprakların Verimlilik Sorunları ve Çözüm Önerileri. 26 Mayıs 2005. Ulusal Patates Kongresi, Nevşehir. Görmez, K., 2002. Kapadokya Mevcut Durum Raporu. Guest, J.A., Copley, M.P., Hormenic, K.L., 1991. Carsinogenic effects of pesticides. Pathol Pharmacol, 71(3), 387-390. Güner, Ü., 2007. Afyon, Bolu, Nevşehir ve Niğde İllerinde Patateslerdeki Virüs Hastalıklarının Tanılanması, Hastalık Oranları ve En Yaygın Üretilen Çeşitlerin Bazı Virüslere Karşı Reaksiyonlarının Belirlenmesi. Doktora Tezi. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Bitki Koruma Anabilim Dalı. Hatipoğlu, F., Alpaslan, M., ve Güneş, A., 1966. Gübre Kullanımı ve Çevre Üzerine Etkileri, TÜBİTAK Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi. Ankara. Izushi, F., Ogata, M., 1990. Hepatic and Muscle Injuries in Mice Treated With Heptachlor. Toxicol Lett, 54 (1), 47-54. İlbeyi, A., Halitligil, M.B. ve Akın, A., 1994. Nevsehir Yöresi’nde Patates Tarımında Gübrelemenin Verime ve Yeraltı Suyuna Etkisi, Tarım ve Köyisleri Bakanlığı, Köy Hiz. Gen. Müd., Aras. Projesi Yıllık Sonuç Raporu, Ankara. McEven, F.L., Stephenson, G.L., 1989. The Use and Significiance of Pesticides in The Environment. John Wiley & Sons Pub, New York. Nevşehir Tarım İl Müdürlüğü, 2011. 2011 Yılı İl Yayım Programı. Form A. Thompson, J., Scoones, I., 2009. Addressing The Dynamics Of Agri-Food Systems: An Emerging Agenda For Social Science Research. Environmental Science & Policy, (12) 386-397. Tongarlak, Ş., 2010. Farklı Buğday ve Arpa Varyetelerinin Kadmiyuma Tepkilerinin Belirlenmesi. Doktora Tezi, Toprak Ana Bilim Dalı, Konya. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 245 Sevinç ATEŞ - Nurgül TÜREMİŞ Toz, S. (2002). Misli Ovası ve Çukurova’da Patates Üretim alanlarının Mineral Beslenme Statülerinin Yumru ve Toprak Analiziyle Belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Toprak Ana Bilim Dalı. Adana. Vural, N., 1996. Toksikoloji, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları, Ankara, s;342-363. Weizman, Z., Sofer, S., 1992. Acute Pancreatitis in Children With Anticholinesterase Insecticide Intoxication. Pediatrics, 90(2), 204-206. Yıldırım, E., 2000. Tarımsal Zararlılarla Mücadele Yöntemleri Ve Kullanılan İlaçlar. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 345s. 246 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u KAPADOKYA BÖLGESİ SIĞ YAPISININ GRAVİTE YÖNTEMİYLE MODELLENMESİ MODELLING OF THE SHALLOW STRUCTURE OF CAPPADOCIA REGİON BY GRAVİTY METHOD Sinan KOŞAROĞLU* - Aydın BÜYÜKSARAÇ** Özcan BEKTAŞ*** - Abdullah ATEŞ**** ÖZET Kapadokya bölgesine ait 2.5-B ve 3-B boyutlu gravite modellerinin oluşturulduğu bu çalışmada, inceleme alanına ait sığ yapının derinlik değişimleri detaylı şekilde ortaya çıkarılmıştır. Düşük yoğunluklu gevşek üst yapı olarak adlandırılan birikimle temel yapı arasındaki yoğunluk farkı –0.7 gr.cm-3 olarak belirlenmiştir. Bu değerin doğruluğu 2.5-B ve 3-B modellerinin birleştirilmesiyle de test edilmiştir. İnceleme alanına ait volkanik çıkışların 3-B gravite modeli ile ilişkilendirilmesinde, bir uyum gözlenmektedir. Bu kapsamda çıkış merkezlerinin yoğunlaştığı alanda bir çöküntü alanının olduğu ve bu kısımlarda yoğunluğu düşük olan sediman yapının daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır. Önceden volkanik etkinliğin aktif olduğu alanlarda alttan gelerek püsküren malzeme sonucu bir çökme bölümü oluşmuş ve bu kısım daha sonra tekrar doldurulmuştur. Daha önceki çalışmalar incelendiğinde alanda kalderaların olduğu, fakat 2.5-B ve 3-B modeller incelendiğinde bu çöküntü alanlarının kalderayla ilişkilendirilemeyecek şekilde büyük alanlar olduğu sonucuna varılmıştır. Bu bölgede gözlenen sediman kalınlığının 2.5-3 km aralığında değiştiği anlaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Gravite, Modelleme, Yoğunluk, Volkanizma ABSTRACT 2.5D modelling and 3D gravity modelling were made belong to Cappadocia region in this study and also depth variations of shal- ** ** AS Çimento San. ve Tic. A.Ş., Bucak BURDUR, e-posta:s_kosaroglu@hotmail.com Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü. e-posta:absarac@comu.edu.tr *** Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü, e-posta:obektas@cumhuriyet.edu.tr **** Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü, e-posta:abdullah.ates@eng.ankara.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 247 Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ low structure of investigated area were described as detailly. Density contrast between sediment as called loose up structure with low density and basic structure is -0.7 gr.cm-3. Reality of this value was tested as combined 2.5 D and 3D models. There is a harmony between 3D gravity model and volcanic out belong to investigated area. It is concluded there is a caldera in the dense volcanic centers and sediment structure with low density is more in this area. In the place where active volcanic area, a caldera was being due to erupted material came from deep and this area was filled again by volcanic sediment. This idea is proper with before information, but 2.5 D and 3D models showed that the areas are very large as not compareble as caldera size. Variation of sediment thickness is 2.5-3 km in the investigated area. Key Words: Cappadocia, Gravity, Modeling, Density, Volcanism 1- Giriş Orta Anadolu’da Nevşehir, Niğde ve Aksaray illeri arasında yer alan, batı sınırında Tuz Gölü fayı, doğu sınırında ise Ecemiş fay zonuyla sınırlandırılmış olan Kapadokya bölgesinin gravite verilerini kullanarak yeraltındaki sığ yapıları modellenmiştir (Şekil 1). Kapadokya bölgesi son 13 milyon yıldan yakın zamana kadar volkanik etkinliğin egemen olduğu bir bölgedir .Özellikle Orta Anadolu’daki Senozoyik volkanizması pek çok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Günümüze kadar Kapadokya bölgesinde yapılan çalışmalarda yüzey jeolojisi çalışmaları ve jeofizik çalışmalar yapılmış fakat hiçbir çalışmada volkanik çökellerin kalınlıkları ve taban derinlikleriyle ilgili bir sonuç ortaya çıkarılamamıştır. Bu durum ise Kapadokya bölgesini oluşturan sığ volkanik çökellerin incelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Şekil 1. Bölgesel tektonizma ve çalışma alanı (Platzman vd., 1998) 248 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi 2- Bölgenin Jeolojisi ve Kaynak Özetleri Kapadokya bölgesinin yüzey jeolojisi bölgenin tektonik özelliklerinden ötürü karmaşa göstermektedir. Kapadokya bölgesinin pek çok bölümü, dasitikten bazaltik forma kadar farklı bileşimindeki volkanik kayaçlarla örtülüdür (Pasquare vd., 1988). Bölgenin temelini Kırşehir Bloğu metamorfik kayaçları temsil eder. Kapadokya bölgesinin birimleri; Polijenetik volkanlar, volkanoklastik depozitler ve cüruf konilerinden oluşmaktadır. Volkanoklastik depozitler, temel olarak yaklaşık 10 ignimbiritik tabakadan oluşur (Pasquare, 1968; Innocenti vd., 1975; Pasquare vd., 1988; Le Pennec vd., 1994). Bölge tektonik olarak, batıda kuzey-batı, güney-doğu uzanımlı, Ecemiş Kırıkları ile çevrilidir. Bu şekliyle aktif bir tektonik sırt görünümündedir (Büyüksaraç, 2002). Temel vd. (1998)’den sadeleştirilerek hazırlanmış bölgenin jeolojik özelliklerini yansıtan harita, Şekil 2.’de görülmektedir. Şekil 2. Kapadokya bölgesinin sadeleştirilmiş jeoloji haritası (Temel vd. 1998’den sadeleştirilerek alınmıştır). (1-Temel kayalar, 2-Önemli MiyosenPliosen volkanik karmaşığı, 3-İgnimbiritler ve eş yaşlı karasal sedimanlar, 4-Başlıca Monojenik Kuvaterner volkanizma, 5-Geniş Kuvaterner volkanlar, 6-Kuvaterner alüvyonlar, 7-Faylar (TGF: Tuz Gölü Fayı, DF: Derinkuyu Fayı, EF: Ecemiş Fayı) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 249 Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ İnceleme alanında yer alan Acıgöl çevresinde ilk kez ayrıntılı olarak çalışan Sassano (1964), bölgedeki volkanitlerin birkaç evrede oluştuğunu belirterek bölgedeki morfolojik yapıların birkaç küçük kalderayı işaret ettiğini öne sürmüştür. Özkuzey ve Önemli (1977), Acıgöl kalderası içindeki volkanik domlarda yer alan perlitik kayaçlarda incelemeler yapmışlar ve toplamda 450 milyon tonluk bir rezerv saptamışlardır. Öngür (1978), yaptığı çalışmada Acıgöl bölgesinde büyük çapta tek bir kalderanın yer aldığını belirterek, kalderanın çevresinde basamaklı çembersel fayların bulunduğunu ve birkaç evrede püsküren tüf ve ignimbiritlerin kaldera oluşmasına neden olduğunu öne sürmüştür. Yıldırım ve Özgür (1981), ise kalderanın elipsoid biçimde ve yaklaşık olarak 8x12 km boyutunda olduğunu ve evriminin 5 evrede tamamlandığını vurgulamışlardır. Ekingen (1982), gravite, manyetik ve derin elektrik sondajları gibi jeofizik çalışmaları ile de kalderanın varlığını ortaya koymuş ve bu çöküntü alanının yaklaşık olarak 150 km2 büyüklükte olduğunu ve 2000 metre derinliğe sahip bulunduğunu belirtmiştir. Yıldırım (1984), ise yaptığı çalışmada Acıgöl kalderasında, kaldera içindeki domlarda yer alan obsidiyenlerle, kaldera çevresindeki basamak faylarla sınırlı olan alanlarda yer alan obsidiyenler arasında büyük bir yaş farkı olduğunu gözlemişlerdir. Kapadokya bölgesinin genel jeolojisinde ise; bölgenin temelini Kırşehir Bloğu metamorfik kayaçları temsil ederler. Büyüksaraç vd., (2005) yaptıkları çalışmada Kapadokya bölgesinin havadan manyetik anomalilerini kullanarak üç boyutlu model oluşturmuşlardır. Bu çalışmada alanın genelinde yaklaşık olarak 5-11 km kalınlıklar arasında bir yapıdan söz edilmektedir. Ancak yüzeyden 5 km’ye kadar olan kesim yüzey kayaçları olarak tanımlanmıştır. Ateş vd., (2005) Kapadokya bölgesinin termal yapısı ile ilgili bir çalışma yapmışlardır. Buna göre çalışma alanında Curie sıcaklık derinliği 8 km’ye kadar sığlaşmaktadır. 3- Materyal ve Yöntem 3-1 Gravite Verisi Kullanılan gravite verileri 2 km grid aralıklı olarak MTA genel müdürlüğünden temin edilmiştir. Bu verilerle ilgili olarak gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve bu çalışmalar sonucu elde edilen gravite değerlerine yapılan 250 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi tüm düzeltmeler MTA genel müdürlüğü jeofizik etütler dairesi tarafından gerçekleştirilmiştir. Şekilde görülen gravite anomali haritası kontur aralığı 5 mgal olacak şekilde çizdirilmiştir (Şekil 3). Gravite anomali haritası incelendiğinde gravite değerlerinin negatif olması alanda düşük yoğunluklu yapıların varlığını göstermektedir. Şekil 3. Çalışma alanına ait gravite anomali haritası (Kontur aralığı: 5 mGal). 3-2 Manyetik Verisi Havadan manyetik verileri radar altimetre kontrolundeki 2 km grid aralıklarla ve yer yüzünden 600 metre yükseklikte olan kuzey güney yönlü profiller doğrultusundaki yer manyetik alanı toplam bileşeni ölçümleri MTA genel müdürlüğü tarafından elde edilmiştir. Şekilde görülen manyetik anomali haritası kontur aralığı 100 nT olacak şekilde çizdirilmiştir (Şekil 4). Manyetik anomali haritası incelendiğinde Kapadokya bölgesinde gelişen volkanik ve tektonik olaylar neticesinde şiddetli anomaliler gözlemlenmektedir. Şekil 4. Çalışma alanına ait havadan manyetik anomali haritası (Kontur aralığı: 100 nT). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 251 Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ 3-3 Yukarı Uzanım Gravite verilerine yüzey etkilerini ortadan kaldırmak ve hedeflenen araştırma derinliğini incelemek için yukarı uzanım işlemi uygulanmıştır. Yukarı uzanım işleminde 1 km den 5 km ye kadar her bir km için 5 ayrı seviyede yukarı uzanım işlemi veriye uygulanmıştır. Ortaya çıkan sonuçlar incelendiğinde çalışmanın amacına en uygun uzanım mesafesinin 2 km olan veri grubunun olduğu anlaşılmıştır (Şekil 5). Şekil 5. Kapadokya bölgesi gravite anomalilerine yukarı uzanım uygulanması (Uzanım mesafesi: 2 km, Kontur aralığı: 5 mGal.) 3-4 2.5-B ve 3-B modeller Kapadokya bölgesine ait gravite anomali haritası incelenerek 8 doğrultuda kesit alınması uygun görülmüştür. Bu kesitlerden 5 tanesi Nevşehir, Niğde ve Aksaray illeri arasında kalan bölgeyi kapsayacak şekilde KB-GD doğrultulu olacak şekilde belirlenmiştir. Kalan 3 adet kesit ise Nevşehir ilinin yaklaşık kuzeyinde kalacak şekilde olup KD- GB doğrultulu olacak şekilde belirlenmiştir (Şekil 6). Şekil 6. Kapadokya bölgesine ait gravite anomali haritası ve 2.5-B kesit yerlerinin gösterimi 252 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi A-A’ olarak adlandırılan profil KB-GD doğrultulu olup yaklaşık 70 km uzunluktadır. Belirlenen A-A’ profili boyunca sayısal yükseklik verilerinden topografyadaki değişim belirlenmiştir. A-A’ profili boyunca oluşturulan 2.5-B gravite modeli ile sayısal yükseklik değerlerinden yüzey topografya görüntüsü gösterilmiştir. Modeli oluşturan yapının içerisindeki değer yoğunluk kontrastı değerini ifade eder. Bu yapı için yoğunluk farkı - 0.7 gr/ cm3 olarak belirlenmiştir. 2.5 boyutlu modeller Cooper tarafından geliştirilen Geomodel bilgisayar programı kullanılarak hazırlanmıştır. Bu programda kesikli çizgilerle gösterilen gerçek gravite değerlerini ifade eder. Düz çizgi ile gösterilen ise araştırmacı tarafından yapı sınırları ve özellikleri belirlenen yapının meydana getirdiği gravite belirtisini ifade etmektedir. Aynı kesit üzerine 3 boyutlu modellerden elde edilen derinlik sınırları düşürülmüş ve modellerin doğrulukları sınanmıştır. Şekil 7. A-A’ profili boyunca oluşturulan 2.5-B gravite modeli, 3-B gravite modeli derinlik sınırı ile sayısal yükseklik değerlerinden hesaplanan yüzey topografya görüntüsü 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 253 Sinan KOŞAROĞLU - Aydın BÜYÜKSARAÇ - Özcan BEKTAŞ - Abdullah ATEŞ G-G’ olarak adlandırılan profil GB-KD doğrultulu olup yaklaşık 50 km uzunluktadır. Bu kesit doğrultusunda da önceki örneklerdeki bütün uygulamalar yapılmıştır. Bu kesitte çökel katmanının kalınlığı değişkenlik göstermektedir. Alanda çökel kalınlığının sığlaştığı kesimlerde yaklaşık kalınlık 1 km düzeyinde iken çökel biriminin kalınlaştığı alanlarda bu derinlik 3 km dolaylarındadır. Şekil 8. G-G’ profili boyunca oluşturulan 2.5-B gravite modeli, 3-B gravite modeli derinlik sınırı ile sayısal yükseklik değerlerinden hesaplanan yüzey topografya görüntüsü 4- Sonuçlar Kapadokya bölgesine ait 2.5-B ve 3-B boyutlu gravite modellerinin oluşturulduğu bu çalışmada, inceleme alanına ait sığ yapının derinlik değişimleri detaylı şekilde ortaya çıkarılmıştır. Düşük yoğunluklu gevşek üst yapı olarak adlandırılan birikim malzemesiyle ana temel arasındaki yoğunluk farkı – 0.7 gr/cm3 olarak belirlenmiştir. Bu değerin doğruluğu 2.5-B ve 3-B modellerinin aynı kesitler üzerinde birleştirilmesiyle de test edilmiştir. 254 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Bölgesi Sığ Yapısının Gravite Yöntemiyle Modellenmesi Kapadokya bölgesi son 13 milyon yıldan yakın zamana kadar volkanik etkinliğin egemen olduğu bir bölgedir. İnceleme alanına ait volkanik çıkışların 3-B gravite modeli ile ilişkilendirilmesinde bir uyum gözlenmektedir. Bu kapsamda çıkış merkezlerinin yoğunlaştığı alanda bir çöküntü alanının olduğu ve bu kısımlarda yoğunluğu düşük olan sediman yapının birikiminin daha fazla olduğu sonucuna varılmıştır. Yani önceden volkanik etkinliğin aktif olduğu alanlarda alttan gelerek püsküren malzeme sonucu bir çökme bölümü oluşmuş ve bu bölümlerin daha sonra tekrar gelişen volkanizma ile doldurulmuş olduğu sonucuna varılmıştır. Daha önceki çalışmalar incelendiğinde alanda kalderaların olduğu, fakat 2.5-B ve 3-B modeller incelendiğinde bu çöküntü alanlarının kalderayla ilişkilendirilemeyecek şekilde büyük alanlar olduğu sonucuna varılmıştır. Kaynaklar Ateş, A., Bilim, F., and Büyüksaraç, A., 2005. Curie point depth inverstigation of Central Anatolia, Turkey, Pure appl. Geophys. 162,357-371. Büyüksaraç, A., Jordanova, D., Ateş, A., and Karloukovski, V., 2005. Interpretation of the Gravity and Magnetic anomalies of the Cappadocia Region, Central Turkey, Pure appl. Geophys. 162,2197-2213. Cooper, G.R.J., 1998. GEOMODEL for Windows, 2.5-D interactive magnetic and gravity data modelling and inversion. Version 1.20. Cordell, L. and Henderson, R.G., 1968. Iterative three-dimensional solution of gravity anomaly data using a digital computer. Geophysics, 33, 596-601. Ekingen, A., 1982. Nevşehir kalderasında jeofizik proskepsiyon sonuçları: Türkiye Jeoloji Kurultayı 1982 bildiri özetleri kitabı. 82. Öngür, T., 1978. Behram kalderası, KB Anadolu: Türkiye Jeoloji Kurultayı 32. Bilimsel ve Teknik Kurultayı Bildiri özetleri kitabı. 43. Özkuzey, S. ve Önemli, Ö.F.. 1977. Acıgöl (Nevşehir) perlitlerinin petrolojisi ve ekonomik jeolojisi: I. Ulusal Perlit Kongresi Bildiriler Kitabı, Türkiye Jeoloji Kurumu, Ankara, 134-147. Pasquare, G., Poli, S., Vezzoli, L. ve Zanchi, A. 1988. Continental arc volcanism and tectonic setting in Central Anatolia, Turkey. Tectonophysics, 146, 217-230. Platzman, E.S., Tapirdamaz, C., Sanver, M. 1998. Neogene anticlockwise rotation of Central Anatolia (Turkey): preliminary palaeomagnetic and geochronological results. Tectonophysics, 299, 175-189. Sassano, G., 1964. Acıgöl bölgesinde Neojen ve Kuvaterner Volkanizması, M.T.A., Rapor No: 6841, Ankara, 41s. Temel, A., Gündoğdu, M.N., Gourgaud, A., LePennec, J.L. 1998. Ignimbrites of Cappadocia (Central Anatolia, Turkey): Petrology and Geochemistry. Journal of Volcanol and Geoth.Research, 85, 447-471. Yıldırım, T., ve Özgür, R., 1981. Acıgöl kalderası, Jeomorf. Dergisi. 10,59-70. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 255 TABAL KRALLIĞI THE KINGDOM OF TABAL Suzan AKKUŞ MUTLU* ÖZET Hitit Devleti’nin yaklaşık olarak MÖ. 1200 yıllarında meydana gelen Egeli Kavimler göçü sonucunda yıkılmasından sonra, Anadolu’nun siyasi yapısı değişmiştir. Hititler güney ve güney-doğu Toroslar’ın dağlık bölgelerine çekilerek birbirinden bağımsız kent krallıkları kurmuşlardır. Bu şehir devletleri içerisinde, en batıda yer alanı Kapadokya’nın güneyinde kurulan Tabal Krallığı’dır. Coğrafi konumu ve sahip olduğu doğal kaynaklar açısından dikkat çeken Tabal Krallığı hem Asurlular hem de Urartular ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Asur kralı III. Salmanassar döneminde pek çok yerel krallıktan oluştuğu anlaşılan Tabal’ın bu siyasi yapısı daha sonra başa geçen Asur krallarının bırakmış oldukları yazılı belgelerde de ifade edilmektedir. Bildirimizde, Tabal Krallığı’nın yerleşim alanları, bölgedeki siyasi ve ekonomik rolü hakkında bilgi verilecektir. Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Asur, Urartu, Tabal Krallığı. ABSTRACT The political situation of Anatolia had been changed after the collapsing of Hittite State as result of Aegan People’s Migration about 1200 BC. Hittites had found independent kingdoms in the mountainous district of Taurus Montains. One of them was Tabal Kingdom which had been found in Cappadocia Region. Tabal Kingdom had made rivals conspicuous with geographic position and underground sources and had had conflicts with Assyrians and The Kingdom of Urartu. It is known that The Kingdom of Tabal had been consisted of regional kingdoms under the reign of Shalmanessar III. In our article, the residential area and the economical-political role of Tabal Kingdom will have been examined. Key Words: Cappadocia, Assyrian, Urartu, The Kingdom of Tabal. * Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı, e-posta:suzan.akkus@nevsehir.edu.tr. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 257 Suzan AKKUŞ MUTLU Giriş İlk kez Anadolu’da tarih sahnesine çıkan Hititler, MÖ. II. bin yılın ilk yarısında geniş çaplı siyasal birliklerini kurmuşlardır. Hitit Devleti’nin MÖ. 1200 yılında meydana gelen Ege Göçleri sonucunda yıkılmasından sonra Anadolu’nun siyasi çehresi değişmiş ve Geç Hitit Beylikleri adı verilen yeni bir siyasi oluşum gerçekleşmiştir. Bu şehir devletleri içerisinde en batıda yer alanı Tabal Krallığı’dır. Tevrat’ta Tubal, Herodot’ta Tibaren olarak anılan Geç Hitit Beyliği’nin MÖ. I. bin yılda geçen Tabal halkı olduğu kabul edilmektedir1. Bu Geç Hitit Beyliğinin tarihini daha çok Asur kaynaklarından öğrenmekteyiz. Ancak bu kaynaklar da yeterli değildir. Bölgede çok sayıda Luwice hiyeroglif yazıt bulunmuş ve bunlar okunup yayınlanmış olsalar da, bunlardan elde edilen bilgiler Asur kaynaklarında olduğu gibi, Tabal’ın tarihini bir bütün olarak ortaya koymaktan uzaktır. Tabal hakkında bilgi veren Asur kaynakları daha çok Asurlular’ın bölgeye yaptığı seferler, Tabal’ın haraca bağlanması ya da doğrudan Asur’a bağlanması ile ilgili kayıtlardır2. Luwice yazılan yazıtlardan3 Tabal Ülkesinin MÖ. IX. yüzyılın son çeyreğinden MÖ. VII. yüzyıl ortalarına kadar bir bütün olarak bilgi edinilemese de tarihi hakkında az çok haberdar olunabilmektedir4. Tabal ülkesinin sınırları ise kesin olarak belirlenememektedir. Pek çok küçük krallıktan oluşan Tabal’ın sınırları sık sık değişmiştir. Bununla birlikte jeopolitik konumu ve zengin doğal kaynakları sebebiyle Asur, Phryg ve Urartu devletlerinin mücadele sahasını oluşturması sınırlarının belirlenmesini güçleştiren bir başka neden olmuştur5. Bu sebeple sınırları belirlemede bölgedeki hiyeroglif yazıtların içeriklerinin incelenmesi gerekmektedir. Ülkenin sınırları tam olarak tespit edilememekle birlikte eldeki yazılı kaynaklara dayanılarak, Asur kaynaklarında Anadolu’nun orta kesimi için kullanılan Tabal Ülkesi sınırları kuzeyde Kızılırmak’tan, güneyde Toroslar’a, doğuda Gürün’e, batıda Tuz Gölü’ne kadar uzandığı görülmektedir. Bir 1 2 3 4 5 -Mehmet Kurt, “Tabal Ülkesi’nin Politik ve İdari Yapısı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23/2010, Konya, 2010, s.128. -Turgut Yiğit, “Tabal”, AÜDTCF Dergisi, 40, 3–4, Ankara, 2000, s.178. -Tabal Yazıtları ile ilgili bilgi için bkz. John David Hawkins, “Inscriptions of the Iron Age”, Corpus of Hieroglyphic Luwian, 1, Berlin, New York: Walter de Gruyter, 2000, s. 433 vd. -John David Hawkins, Hieroglyphic Inscription of the Sacred Pool Complex at Hattuşa (SÜDBURG), (Stbot Beiheft III) With an Rachaelogical by P. Neve, Weisbaden, 1995, s. 65. Benno Landsberger, Sam’al, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1948, s.26. -Kurt, 2010: s.128. 258 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tabal Krallığı başka ifade ile Kayseri, Nevşehir ve Niğde illerini kapsayan bölgedir6. Kayseri ve Nevşehir arasında bulunan 11 tane Hitit Hiyeroglif yazılı kitabesinin bir kaçında Tuwana (Klasik çağda Tyana) kralı Warpalawas’ın adı geçmektedir. Hitit imparatorluk belgelerinden tanıdığımız bu kentte, Geç Hitit dönemine ait en önemli sanat eseri Tuwana kralı Warpalawas’ı Luwi tanrısı Sanda önünde canlandıran İvriz Kaya Anıtı’nın bulunması bu şehrin Tabal Krallığı’nın merkezi olduğunu düşündürmektedir7. Merkezi Niğde yakınındaki klasik Tyana olan Tuwana’nın sınırları, Warpalawas’ın adının geçtiği yazıtların dağılımına göre, Ereğli(îvriz)’den Kilikya kapılarına (Zeyve Höyük, Bolkarmaden) dek uzanan ve kuzeyde Bor, Niğde, Andaval’ı kapsayacak şekilde çizilmek istenmektedir8. Tabal Krallığı’nın Siyasi Tarihi Tabal krallığının tarihi hakkında bir bütün olarak bilgi edinemiyoruz. Ancak MÖ. IX. yüzyılın son çeyreğinden MÖ. VII. yüzyılın ortalarına kadar varlıkları bilinmektedir. Tabal adına ilk kez Asur kaynaklarında MÖ. IX. yüzyılın ikinci yarısında III. Salmanassar (MÖ. 858–824) döneminde rastlanmaktadır9. Bundan sonra III.Tiglatpileser, II. Sargon, Sanherib, Asarhadon ve Asurbanipal zamanlarına ait çiviyazılı belgelerde yer alır. Arkeolojik bulgular ise henüz Tabal’ın tarihini yeteri kadar aydınlatamamaktadırlar10. III. Salmanassar Siyah Obelisk’te 22. ve 31. saltanat yıllarında Tabal ülkesine yaptığı seferlerden bahsetmektedir: “Saltanatımın 22. yılında Tabal topraklarına indim… (Şehirleri) yaktım, yıktım, ateşe verdim…24 Tabal kralının hediyelerini kabul ettim..”11 Bu seferin MÖ. 838 yılında olduğu kabul edilmektedir12. Asur kralının bir heykelinin üzerinde bulunan yazıtta Salmanassar’ın, krallığının 22. yılında 22. kez Fırat’ı geçtiği, Hatti Ülkesi ile Melida Ülkesi’nden haraç aldığı ifade edilmektedir. Yine bu kitabesinde Asur kralı, Timur Dağı’nı (muhtemelen 6 7 8 9 10 11 12 - Kurt, 2010: s. 128. -Bilge Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, C.I.E.Ü. Basın yayın Yüksek Okulu Yayını, İzmir,1982, s. 192. -Yiğit, 2000: s.183. -J. G. Macqueen , Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Çev. Esra Davutoğlu, Arkadaş Yayınları, Ankara, 1999, s. 172. -J. D. Hawkins-J. N. Postgate, “Tribute from Tabal,” SAAB 11/1, 1988, s. 36. -D.David Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol.I (=ARAB, I), Historical Records of Assyria from Earliest Times to Sargon, The University of Chicaqo Press, Chicaqo, 1926, no.579. - Hawkins-Postgate, 1988: s. 36. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 259 Suzan AKKUŞ MUTLU Tahtalı Dağlar) geçerek Tabal Ülkesi’ne indiğini, onların şehirlerini yakıp yıktığını anlatır. Tuatti’nin şehirleri yakılıp yıkılınca, Tuatti ve oğlu Kikki savaşmadan teslim olarak krala haraç vermiştir. Tabal Ülkesi’nin 20 kralı da Salmanassar’a boyun eğerek hediyeler sunmuşlardır. Ardından kral, Tunni Dağı’na, Gümüş Dağı’na, Hubuskia Ülkesi’nin Puhame şehrine ilerlemiştir13. Daha önce ifade ettiğimiz “Siyah Obelisk”te ise 24 tabal kralından bahsedilmekteydi. Her iki belgede geçen ifadelerden, Tabal Ülkesi’nin 20 veya 24 farklı krallıktan oluşan bir konfederasyon olduğu anlaşılmaktadır14. III. Salmanassar’ın hâkimiyetinin 23. yılında yeniden Tabal’a seferler düzenlediğini ve kralların ona hediyeler sunduğunu öğreniyoruz15. Tabal krallıklarının mukavemet etmek yerine, Asur’a boyun eğdiği görülmektedir. III. Salmanassar Krallığının 31. yılında yeniden Tabal üzerine yürüdüğünü anlatan Siyah Obelisk’te bazı yerlere güvendiği bir komutanını gönderdiği ifade edilmektedir. Bununla birlikte III. Salmanassar Urartular üzerine yürüdükten sonra Tabal bölgesini kapsayan seferi bizzat kendisi yürütmüştür. Asur kralının bu seferinde pek çok şehir yakılıp yıkılmıştır16. MÖ. VIII. yüzyıla geldiğimizde Tabal ile ilgili ilk kayıtlar, Asur tahtına çıkarak büyük bir merkezileştirme politikası güden III. Tiglatpileser (MÖ. 744–727) dönemine aittir. Sargonidler döneminin temellerini atan III Tiglatpileser17 dönemine ait anallarda kralın haraca bağladığı yerler sayılmaktadır. Asur kralı kendisine vergi ödeyen 5 kralın ismini şöyle sıralamaktadır: Tabal’lıUassurme(MÖ.738-730)=Wasu-Sarma; Atuna’lı-Uşhitti (MÖ.738-732); Tuhana’lı (Bor)-Urballa (MÖ.738-710)=Warpalawa; Iştunda’lı-Tuhamme (MÖ.738-732); Hubişna’lı (Kybistra, Konya-Ereğli)-Uirime (MÖ.738-732); Şinuhtu’lu (Aksaray) Kiakki (MÖ.718). Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi kralın haraca bağladığı yerler arasında Tabal kralı da bulunmaktadır18. Tabal kralı Uassurme burada III.Tiglatpileser’in çağdaşı olarak görülmektedir. Anallarda olduğu gibi Nimrud Tableti’nde Uassurme haraca bağlananlar arasında sayılır19. 13 14 15 16 17 18 19 -J. Lassqe , “A Statue of Shalmaneser III from Nimrud,” IRAQ 21,1959, s.155. -Kurt, 2010: s.130. -Yiğit, 2000: s.178. -Kurt, 2010: s.130. -Füruzan Kınal , Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1991, s.252. -Yiğit, 2000: s.179. Veli Sevin , Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul, 1997, s.126. -Hawkins-Postgate, 1988: s. 37. Mark Weeden, “Tuwati and Wasusarma: İmitating The Behaviour of Assyria”, IRAQ, Volume LXXII, London, 2010, s.41. 260 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tabal Krallığı III. Tiglatpileser dönemine ait anallar da Tabal’ın pek çok krallıktan oluştuğunu doğrulamaktadır. MÖ. 738 yılı Asur kaynaklarından öğrendiğimize göre Tabal Ülkesi’nde Tuna’nın kralı Ushitti, Tuhana’nın kralı (Tyana/Kemerhisar) Urballa, Istunda’nın kralı Tuhamme ve Hubisna’nın kralı Urimme’dir20. III. Tiglatpileser’in çağdaşı olarak görülen Uassurme, Geç Hitit döneminden günümüze kalan Sultanhan, Kayseri ve Suvasa hiyeroglif yazıtlardan tanıdığımız Topada21 yazıtlarının yazarı ve yazıtlara “büyük kral” olarak geçen Wasusarma’dır22. Bu yazıtların yayılım sahasından Tuhana/Tuwana’nın sınırlarının bir taraftan Ereğli’den Kilikya kapılarına kadar uzanırken diğer taraftan Bor, Niğde ve Andavalı içine aldığı görülmektedir23. Ayrıca Topada yazıtında Wasusarma’nın babası Tuwatis de “büyük kral” olarak geçmektedir. Bu isim III. Salmassar’ın Anadolu seferinde şehirlerini yakıp yıktığı Tabal ülkesi kralı Tuatti’nin adıyla benzerdir24. Tuwana’nın Orta Anadolu bölgesini Que’ye bağlayan Gülek Geçiti’ne yakın olması, önemli bir stratejik konuma sahip olması nedeniyle Kral Warpalawas/Wasusarma bölgede oluşan Frig tehlikesinden dolayı Asur’a bağlı kalmayı devam ettirmiştir25. Kral Wasusarma Tuwana’nın stratejik öneminden dolayı Asur ve Frig tehlikesine karşı bir denge politikası izlemek zorunda kalmıştır. III. Tiglatpileser’in Nimrud tabletinde anlatıldığına göre, Tabal kralı Uassurme, Asur kralına gereken saygıyı göstermemiş, Asur’un başarılarına kayıtsız kalarak kralın huzuruna gelmemiştir. Bunun üzerine III. Tiglatpileser kralı tahttan indirerek yerine muhtemelen MÖ. 730 tarihinde Hulli’yi geçirmiş ve vergiye bağlamıştır26. Hulli, Tiglatpileser’in bir memuru (Rabsaku) aracılığıyla tahttan indirdiği Uassurme (Wasusarma)’nın yerine Tabal tahtına oturttuğu “hiç kimsenin oğlu”dur. Sargon’un anallarındaki anla20 21 22 23 24 25 26 - John Nicholas Posgate, “Assyrian Texts and Fragments”, Iraq, 35,1973, s. 30–35. -Topada yazıtı Nevşehir’in 20 km. güneybatısında yer alan Acıgöl ilçesinin yaklaşık 7 km. güneydoğusunda ağıllı Köyü yakınlarında bulunmuştur. MÖ. VIII. yüzyıla tarihlenen Topada Hitit Yazıtı için bkz. Hawkins, 2000: s.451–461. Kınal, 1998: s. 239. Hitit hiyeroglif yazıtları hakkında bilgi edinmek için bkz. Özkan Savaş, Anadolu (Hitit-Luwi) Hiyeroglif Yazıtlarında Geçen Tanrı, Şahıs ve Coğrafya Adları, Ege Yayınları, İstanbul, 1998. -Yiğit, 2000: s.180. -Hasan Bahar- Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya Araştırmaları 2, Kömen Yayınları, Konya 2004, s.10. -Mustafa Kalaç,“Tabal Ülkesi”, XII. Türk Tarih Kongresi (12–16 Eylül 1994), Kongreye Sunulan Bildiriler, 1, Ankara 1999, s.134. -Posgate,1973: s.28. -Macqueen, 1999: s.172. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 261 Suzan AKKUŞ MUTLU tıma göre Hulli de Tabal tahtından indirilerek Asur’a sürgün edilmiştir27. Ancak metin tam okunamadığı için bu olayın nasıl olduğu, Hulli’nin kim tarafından ve neden sürgüne gönderildiği anlaşılamıyor. Yazıtlardan yola çıkarak Hulli’nin III. Tiglatpileser ya da onun selefi V. Salmanassar’a isyan etmiş olduğu tahmin edilmektedir28. Fakat anallarda geçen ifadelerden Asur kralı Sargon tarafından haklarının iade edildiği ve ölene kadar Asur’a sadık kaldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan III. Tiglatpileser’den daha sonra Asur tahtına geçen II. Sargon yazıtlarında Tabal için Bit-Burutas adı da kullanılmaya başlanılmıştır29. Hulli’nin saltanatı sona erdikten sonra yerine oğlu Ambaris geçmiştir. II. Sargon Ambaris’i kızı ile evlendirerek çeyiz olarak Hilakku’yu vermiştir. Böylece Tabal’ın sınırları güney yönünde büyük ölçüde genişlemiştir. Burada dikkati çeken bir başka husus, Tabal ülkesinin sınırlarının savaş neticesinde değil de evlilik hediyesi olarak verilen bir çeyiz sonucunda değişmiş olmasıdır30. Daha sonra ise Ambaris vefasız çıkmış ve Asur’a karşı isyan etmiştir. Bu dönemde Anadolu’nun güçlü devletleri olan, Batı ve Orta Anadolu’da hüküm süren Muşki (Frig) kralı Mita, Doğu Anadolu bölgesinde hüküm süren Urartu kralı Rusa ile birleşerek Asur’a karşı ittifak kurmuştur. Bunun yanı sıra bir başka Tabal şehri Sinuhti31 kralı Kiakkki, MÖ.718 yılında isyan etmiş ancak II. Sargon tarafından bölge ele geçirilmiştir32. Fakat Frig kralı Midas II. Sargon’a karşı Urartu ile ittifak kurmuş ve bu ittifağa Ambaris de katılmıştır33. MÖ. I. bin yılda bölgedeki büyük güç olan Asur’un Anadolu’daki yayılmacı politikasına karşı engel olmaya çalışan krallıklara Tabal’ın da tam destek verildiği görülmektedir. Ancak Asur kralı II. Sargon MÖ. 714 yılında bu ittifağa büyük bir darbe indirmiştir. MÖ. 713 yılında ise Ambaris’i tüm sülalesi ile birlikte Asur’a sürgün etmiştir34. Daha sonra ise Hilakku ve Tabal’ı Asur’a bağlayarak başına 27 28 29 30 31 -Yiğit, 2000: s.183. - Landsberger, 1948: s.74. -Yiğit, 2000: s. 183. Weeden, 2010: s.43. -Macqueen ,1999: s. 173. Weeden, 2010: s.42. -Eski Asur dönemi şehirlerinden olup Aksaray’a lokalize edilmektedir. Bilgi edinmek için bkz. Emin Bilgiç, “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Yerlerin Tarihi Üzerine İncelemeler”, Belleten, X/37–40, Ankara 1946, s. 381–423. 32 -D.David Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol.II (=ARAB, II), Historical Records of Assyria from Sargon to the End, The University of Chicaqo Press, Chicaqo 1927, s. 8. Weeden, 2010: 42. 33 -M. Mellink,“The Native Kingdoms of Anatolia”, The Cambridge Ancient History, Vol. 3, Part.2,UK 2008, s. 622. 34 -Louis Delaporte, Les Hittites, Paris: L’évolution de Humenité, Editeur Ablin Michel, 1936, s.325. A. Lemaire, “Recherches De Topographie Historique sur Le Pays de Qué (IXe-VIIe siècle av. J. C.”, Anatolia Antiqua, I, 1991, s.273. 262 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tabal Krallığı bir vali tayin edip vergiye bağlamıştır35. Bölgenin idaresi ise Sargon’un kızı ve Ambaris’in karısı olan Ahat-abişa’ya bırakılmıştır36 . Bir başka isyancı ile ilgili olarak Nimrud Yazıtı’nda Sargon’un Tabal kralı Kiakki’ye ait Sinuhtu halkını da sürdüğü ve başkenti Asur’a getirdiği anlatılır37. Frigler ve Urartular da Asur saldırılarından paylarına düşeni almışlardır. II. Sargon kendisine karşı ittifak girişiminde bulunanlara son derece sert davranmıştır. Tüm bu yaşananlar Anadolu’daki devletlerin Asur karşısında duramayacak kadar güçsüz olduklarının da göstergesidir. II. Sargon Anadolu’da büyük bir güç haline gelmiş ancak tamamına hakim olamamıştır. Çünkü bu dönemde Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya giriş yapan ve Anadolu halkaları açısından büyük bir tehlike oluşturan İskit ve Kimmerler Asur için de büyük tehdit unsuru olmuşlardır. Hatta Friglerin bu kavimlere karşı Asur’a yaklaşması tehlikenin ne denli güçlü olduğunun da göstergesidir.38 II. Sargon’nun Kimmerler ile savaşırken ölmesi Melid ve Kummuh gibi yerel Anadolu krallıklarına fırsat vermiş ve bu kralıklar bağımsız olmuşlardır. Bu tarihten itibaren Tabal krallığı da Asur kaynaklarında daha az zikredilmeye başlamıştır. Bu olay Tabal’ın bağımsızlığını kazandığını düşündürmektedir39. Sargonidler döneminde Anadolu’nun tarihine baktığımızda son derece karmaşık bir yapı ile karşılaşmaktayız. Bölgenin stratejik açıdan önemli olan yerleri sürekli olarak el değiştirmiştir. Bu dönemde Asur’un Anadolu politikasında da köklü değişiklikler olmuştur. II. Sargon dönemine kadar almış olduğu vergiler karşılığında Geç Hitit Beyliklerinin siyasi varlıklarına dokunmayarak sadece kendi hakimiyetini kabul ettiren Asur, Sorgon ile beraber hedefini büyüterek Kuzey Mezopotamya, Suriye, Filistin, Mısır ve Anadolu’yu tek bir imparatorluk çatısı altında birleştirmeyi amaçlamıştır. Ancak Asur bölgeye gelen ve Asur’u olduğu kadar diğer Anadolu kavimlerini tehdit eden bozkır kavimlerinden dolayı bu amacına ulaşamamıştır40. 35 36 37 38 39 40 - Richard David Barnett,“Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”, The Cambridge Ancient History, II/2,1975, s. 426. - Postgate, 1973: s. 31. -Lukenbill, 1927: s.137. A. T. Olmstead, “The Assyrians in Asia Minor”, Anatolian Studies Presented to Sir W. M. Ramsay (Edited by. W. H. Buckler, W. M. Calder),1923, s.286. - Erol Sever, Asur Tarihi, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2008, s. 104,105. -Kurt, 2010: s.133. -Mehmet Kurt, “ II. Sargon Devri Kaynakları Işığında Güney Anadolu ve Toros Dağları Bölgesi”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.29, S.48, Ankara 2010, s.70. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 263 Suzan AKKUŞ MUTLU Asur tahtına çıkan Sanherib zamanındaki kayıtlardan sadece bu kralın Tabal sınırındaki Tilgarimmu’ya seferler yaptığını, burayı ele geçirerek yakıp yıktığını öğreniyoruz. Yazıtlar sadece Tilgarimmu seferine kadar Tabal’dan bahsetmektedir. Bu durumda Sargon döneminde Asur’a bağlı olan ve Asur tarafından atanan bir idareci tarafından yönetilen Tabal, artık Asur’a bağlı değildir41. Asarhaddon dönemine (MÖ. 680–669) ait kayıtlarda ise Asur kralının Tabal sınırındaki dağlarda oturan Du’ua halkı üzerine Hilakku halkı ile birlikte aynı seferde, Hilakku’dan sonra yürüdüğü belirtilmektedir. Asarhaddon zamanında Tabal’da bulunan Iskallu Asur’a karşı Milidli Mugallu ile ittifak yapmıştır. Tüm bu gelişmeler bu dönemde de Tabal’ın Asur’a bağlı olmadığını göstermektedir42. Iskallu’nun müttefiği olarak görülen Mugallu ise, Asurbanipal zamanında Tabal kralı olarak karşımıza çıkar. Kaynaklarda Mugallu’nun kızını zengin bir çeyizle Asur kralına gönderdiği belirtilmektedir43. Daha sonraki dönemde Asur tahtına geçen kral Asurbanipal’e ait yazıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla Tabal kralı Mugallu Asur’un egemenliğine boyun eğmiştir. Mugallu ile birlikte artık Tabal’ın siyasi varlığı da sona ermiştir. Çünkü bu tarihten itibaren yazılı kaynaklarda Tabal adına rastlanmamaktadır44. Tabal Ülkesinin Ekonomik Durumu Tabal Krallığının yayılım sahası coğrafi açıdan büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Bununla birlikte ülkede kültürel bir çeşitliliğin de olduğu anlaşılmaktadır. Bölge tarihin ilk dönemlerinden itibaren askeri ve ticaret yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. Maden kaynakları açısından da oldukça zengindir. Anadolu’daki gümüş madenlerinin bir kısmı Tabal sınırları içerisinde yer almaktadır. Asur kaynaklarında geçen Tunni Dağı (Gümüş Dağları) Asurluların ilgi odağını oluşturmaktaydı. Asur Kralı III. Salmanassar’ın anallarında Tabal’ın zengin demir madenlerine sahip olduğu ve Asur’un demir ihtiyacını buradan karşıladığı ifade edilmektedir. Bölgede yapılan tunç eserler eskiçağda oldukça ünlüdür. M.Ö. 8 yüzyılda Tabal bölgesinde üretilen metal eserler Urartu sahasına kadar ulaşmaktadır. Ayrıca Eski 41 -Landsberger, 1948: s.76. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Kalaç, “M.Ö.745–620 Yükseliş Çağında Büyük Asur İmparatorluğunun Anadoluya Yayılışı,” Sümeroloji Araştırmaları 1940–41,İstanbul 1941, s.1011. 42 -Yiğit, 2000: s.185. 43 -Kurt, 2010: s.133. 44 -Yiğit, 2000: s.185,186. 264 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tabal Krallığı Ahitten Tabal işi tunç kaplarının Fenike limanlarında satıldığını öğrenmekteyiz45. Daha öncede ifade edildiği gibi Tabal ülkesinin zengin maden yataklarına sahip olması ve ticaret yolları üzerinde bulunması cazibe kaynağı oluşturmuş ve bu bölgede gözü olan Asurlular ile Urartular ve Frigler’i sürekli olarak karşı karşıya getirmiştir. MÖ. I bin yılın ortalarından itibaren Anadolu’nun orta bölümü için “Kapadokya” adı kullanılmaktadır. Kapadokya adı eski Perçe’de “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen “Katpatuka” teriminden gelmektedir46. Tabal krallığı sınırları da bu coğrafyada yer almaktadır. Kaynaklarda at yetistiriciligi bakımından övgüyle söz edilen Tabal Kralları Assur’a ödedigi verginin büyük bir kısmını “at” olarak ödemekteydi47. Sonuç Hitit Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulan Geç Hitit Beylikleri içerisinde en batıda yer alan Tabal Krallığı hakkındaki bilgilerimizi Asur kaynakları ve hiyeroglif yazıtlar ve bu yazıtların yayılım sahalarından hareketle elde etmekteyiz. Bu kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Tabal ülkesinin sınırları kesin olarak belirlenememekle birlikte, Tabal’ın pek çok krallıktan oluştuğunu öğrenmekteyiz. Asur kaynaklarında geçen “Büyük Kral” ifadesinden bölgede yerel bir güç olduğu gibi krallıklar arasında sürekli olarak siyasi bir mücadele de görülmektedir. Zira Asur kralları ile olan ilişkiler büyük kralın hizmetindeki yerel krallar vasıtasıyla yürütülmektedir. Tabal ülkesinin stratejik öneminin yanı sıra zengin maden yataklarına sahip olması ve at yetiştiriciliğinde ileri seviyede bulunması Asur Devleti’nin bu bölge ile yakından ilgilenmesine neden olmuş, bununla birlikte Urartular ve Frigler’in de mücadele sahasını oluşturmuştur. Siyasi olarak Asur’a bağlı olan Tabal’ın zaman zaman Urartu ve Frigler’in yapmış olduğu ittifaklara katılarak Asur’a karşı isyan ettiği de görülmekedir. Bununla birlikte İskit ve Kimmerler’in Anadolu’da görülmesi Frigleri Asur’a yaklaştırırken Geç Hitit 45 -Veli Sevin, “Demirçagında Anadolu Batı İliskileri”, Zafer Taslıklıoğlu Ar. I, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 1999, s.117. Ayrıntılı bilgi için bkz: Selim Pullu, Tabal Bölgesi Tarihi (MÖ. I. Bin Yılın İlk Yarısında Tabal Krallığı’nın Siyasal ve Ekonomik Tarihi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2006. 46 - Bilge Umar, Kappadokia, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir 1998, s.2. 47 -Pullu, 2010: s.57. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 265 Suzan AKKUŞ MUTLU krallıklarının da kendi aralarındaki mücadeleleri bir tarafa bırakıp ittifaklar kurmasını sağlamıştır. Bu mücadeleler ülkenin sınırlarının sürekli olarak değişmesine neden olmuştur. Ülkenin sınırları sadece siyasi çatışmalar neticesinde değişmemiştir. Aynı zamanda siyasi evlilikler neticesinde çeyiz olarak verilen topraklar da Tabal’ın sınırlarını değiştirmiştir. Tabal-Asur ilişkileri kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla III. Salmanassar döneminde başlamış ve Asur Devleti’nin gücünü kaybetmesine kadar devam etmiştir. Bu süreçte Tabal tamamen Asur egemenliğine alınmak yerine vergi ve haraca bağlanmıştır. Böylece Tabal üzerinde siyasi üstünlük kuran Asur kendi çıkarlarını garanti altına almıştır. Kapadokya’da yer alan Tabal ülkesinde yetiştirilen iyi cins atlar, elbette ki Asur Devleti’nin gözünden kaçmamıştır. Asur’un at ihtiyacını da göz önüne aldığımızda bölge Asurlular için daha da önemli bir hale gelmiştir. Hatta Tabal’ı vergiye bağlayan Asur krallarının bu vergileri at olarak aldıkları kaynaklarda belirtilmektedir. Kaynakça Bahar, Hasan- Koçak, Özdemir (2004), Eskiçağ Konya Araştırmaları 2, Kömen Yayınları, Konya. Bilgiç, Emin (1946). “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Yerlerin Tarihi Üzerine İncelemeler”, Belleten, X/37–40, 381–423. Barnett, Richard David (1975). “Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”, The Cambridge Ancient History, II/2, 417–447. Delaporte Louis (1936), Les Hittites, Paris: L’évolution de Humenité, Editeur Ablin Michel. Hawkins, John David (1995), Hieroglyphic Inscription of the Sacred Pool Complex at Hattuşa (SÜDBURG), (Stbot Beiheft III). With an Rachaelogical by P. Neve, Weisbaden. Hawkins, J.D.-Postgate, J.N. (1988), “Tribute from Tabal,” SAAB II/l, 31–40. Hawkins, John David (2000), Inscriptions of the Iron Age, Corpus of Hieroglyphic Luwian, 1, Berlin New York: Walter de Gruyter. Kalaç, Mustafa (1999). “Tabal Ülkesi”, XII. Türk Tarih Kongresi (12–16 Eylül 1994), Kongreye Sunulan Bildiriler, 1, Ankara, 133–136. _____________(1941),”M.Ö.745–620Yükseliş Çağında Büyük Asurİmparatorluğunun Anadolu’ya Yayılışı,” Sümeroloji Araştırmaları 1940–41, İstanbul, 982-1020. Kınal, Füruzan (1991), Eski Anadolu Tarihi, TTK, Ankara. 266 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Tabal Krallığı Kurt, Mehmet (2010), Tabal Ülkesi’nin Politik ve İdari Yapısı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,23/2010, Konya, 127–136. _____________(2010), “ II. Sargon Devri Kaynakları Işığında Güney Anadolu ve Toros Dağları Bölgesi”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.29, S.48, Ankara,69-88. Landsberger, Benno (1948), Sam’al, TTK, Ankara. Lassqe, J. (1959), “A Statue of Shalmaneser III, from Nimrud,” IRAQ 21,147–157. Lemaire, A. (1991), “Recherches De Topographie Historique sur Le Pays de Qué (IXe-VIIe siècle av. J. C.”, Anatolia Antiqua, I, 265-275. Luckenbill, D. D. (1926), Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol. I (=ARAB, I), Historical Records of Assyria from Earliest Times to Sargon, The University of Chicaqo Press, Chicaqo. _____________(1927), Ancient Records of Assyria and Babylonia, Vol. II (=ARAB, II), Historical Records of Assyria from Sargon to the End, The University of Chicaqo Press, Chicaqo. Macqueen , J. G. (1999), Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, Çev. Esra Davutoğlu, Arkadaş Yayınları, Ankara. Mellink, M. (2008),“The Native Kingdoms of Anatolia”, The Cambridge Ancient History, Vol. 3, Part.2, Cambridge University Press, (Ed.) J.Broadman vd., Second Edition, UK. Olmstead, A. T. (1923), “The Assyrians in Asia Minor”, Anatolian Studies Presented to Sir W. M. Ramsay (Edited by. W. H. Buckler, W. M. Calder), 283–296. Postgate, John Nicholas (1973), “Assyrian Texts and Fragments”, Iraq, 35, 13–36. Pullu, Selim (2006), Tabal Bölgesi Tarihi (MÖ. I. Bin Yılın İlk Yarısında Tabal Krallığı’nın Siyasal ve Ekonomik Tarihi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. Sever, Erol (2008) Asur Tarihi, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul. Sevin, Veli (1997), Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul. _____________ (1999), “Demirçagında Anadolu Batı İliskileri”, Zafer Taslıklıoğlu Ar. I, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 113-121. Savaş, S.Ö. (1998), Anadolu (Hitit-Luwi) Hiyeroglif Yazıtlarında Geçen Tanrı, Şahıs ve Coğrafya Adları, Ege Yayınları, İstanbul. Umar, Bilge (1982), Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, C.I,E.Ü, Basın Yayın Yüksek Okulu Yayını, İzmir. _____________ (1998), Kappadokia, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir. Weeden, Mark “Tuwati and Wasusarma: İmitating The Behaviour of Assyria”, IRAQ, Volume LXXII, London, 2010,39-61. Yiğit, Turgut (2000),Tabal, AÜDTCF Dergisi,40,3–4, Ankara, 177–189. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 267 17. YÜZYIL'DA NİĞDE SANCÂĞI'NIN İDARÎ BİRİMİ OLARAK ÜRGÜB KAZÂSI HAKKINDA GÖZLEMLER ÜRGÜB AS ADMINISTRATIVE UNITS OF NIĞDE SANCAĞI IN THE SEVENTEENTH CENTURY: SOME OBSERVATIONS Süleyman DEMİRCİ* ÖZET 17. Yüzyıl Tahrir defterlerindeki kayıtlara göre Niğde Sancağı idarî taksimat bakımından Ürgüb, Anduğu, Şucaeddin, Koçhisar, Develü, Niğde, Bor ve Çamardı’yi içine alan toplan 8 kazâ merkezinden oluşmaktadır. Ürgüb kazâsı vergilendirilebilir nüfus bakımından Niğde Sancağı içerisinde ikinci büyük kazâ olarak görülmektedir. Yüzyıl içerisinde vergilendirmeye dair nüfus diğer idari birimlerle karşılaştırıldığında Ürgüb kazâsında ciddi artışlar yaşandığını arşiv kayıtlarından görmekteyiz. Bu çalışma 17. Yüzyılın ilk çeyreğinden yüzyılın sonuna kadar olan yaklaşık 80 yıllık bir zaman dilimi içerisinde bölgede yaşanan idari taksimat değişiklikleri ile vergi toplamaya esas teşkil eden “vergi-ünitesi”-hâne sayılarını karşılaştırmalı bir şekilde incelemekte ve böylece incelenen Ürgüb kazâsının sosyo-ekonomik durumu ile ilgili arşive dayalı değerlendirme yapmamıza imkân tanımaktadır. Anahtar Kelimeler: Ürgüb, Nevşehir, Niğde, Niğde Sancağı, Tahrir Defterleri, 17. Yüzyıl. ABSTRACT According to the 17th Century tahrir defters administrative division of Niğde Sancağı consists of 8 kazâs i.e. Ürgüb, Anduğu, Şucaeddin, Koçhisar, Develü, Nigde, Bor and Çamardı. Ürgüb is the second largest kaza as far as “tax-house unit” system is concerned. The kaza experienced the only overall increase in the total number of * Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, e-posta: sdemirci@erciyes.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 269 Süleyman DEMİRCİ avârizhânes in the entire Sancak from first quarter of the seventeenth century to the end. This paper aims to examine changes in the number of taxable population and the administrative division of Niğde Sancağı. By doing this we will be able to comment on the socio-economic situation of Ürgüb in accordance with the archival documents. Key Words: Ürgüb, Nevşehir, Niğde, Sancak of Niğde, Tahrir Defters, 17th Century. Giriş Osmanlı devlet teşkilatı merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Osmanlılar, coğrafi saha olarak genişlemeye başlayınca, merkeze bağlı idari birimler kurmaya ve bunların başına yöneticiler tayin etmeye başladılar. Merkezi idarenin dışında kaldığı için bu bölgelere taşra denildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nde taşra idaresi, küçükten büyüğe doğru köy (karye), nahiye, kaza, sancak (liva) ve eyalet (vilayet) şeklinde teşkilatlanmıştı. Kendisine bağlı köylerle birlikte nahiyelerin birleşmesiyle kazalar meydana getirilmiş. Kazaların birleşmesinden sancaklar, sancakların birleşmesinden ise eyaletler ortaya çıkmıştı. Böyle olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında eyalet, vilayet, liva, kaza ve nahiye tabirlerinin birbirinin yerine kullanıldıkları da görülmektedir (bkz. Tablo 1). Kazaların idaresi ile meydana gelmiş olan sancaklar, sancakbeyi ismi verilen görevliler tarafından idare edilirdi. Sancaklar, merkezi idarenin askeri ve yönetim temsilciliğini üzerinde toplayan bir idari birim olup, sancakbeyi tarafından yönetilirdi. Osmanlı taşra teşkilatında en büyük idari birim olan Beylerbeyilik (eyalet), çeşitli sayıdaki sancaklardan meydana gelir ve idarecisine beylerbeyi (mir-i miran) denilirdi. XIV. yüzyıl boyunca beylerbeyi, taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış sancakbeylerinin amiri durumunda idi. XV. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde üç Beylerbeyilik vardı: Rumeli, Anadolu ve Rum (Sıvas) eyaletleri. XVII. yüzyıl ortalarında toplam 34 Beylerbeyilik vardı. Derece itibariyle en büyük beylerbeyi Rumeli Beylerbeyi olup Anadolu beylerbeyi ikinci sırada yer alırdı. XVI. yüzyılın sonlarına kadar kullanılan “Beylerbeyilik” ve “vilayet” tabiri, bu tarihten sonra yerini, “eyalet”e bırakmaya başlamıştır(bkz.Ünal, 2002:217-232; Halaçoğlu, 1991:73-78)). 270 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler Karaman Eyâleti İdari Taksimat ve Niğde Livası: XV- XVII. Yüzyıllar Niğde’nin Osmanlı hakimiyetine alınması Fatih Sultan Mehmet döneminde Karamanoğulları üzerine yapılan sefer esnasında gerçekleşmiş ve Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra II. Bayezid döneminde Karamanoğulları beyliği hakimiyet alanı esas olmak üzere oluşturulan Karaman eyaletine tabi bir sancak haline getirilmişti. (Oflaz, 2007: 93). XV. Yüzyılda Karaman eyaleti 11 vilayet ve 2 nahiyeden oluşmaktadır. Buradaki idari dağılıma göre Niğde Vilayet olarak listelenmiştir (bkz. Tablo 1). Tablo 1: XV. Yüzyıl Ortalarında (1468) Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı ve ÜRGÜB. Vilâyet Nahiye Konya Karahisar Larende Develu Seydişehri ve Bozkir Beyşehri Akşehir Ilgin Niğde Sücaeddin ve Anduğu Ürgüb Ereğli Aksaray ve Koçhisar Kaynak: Ahmet Akgündüz, “Yavuz Sultan Selim Devrinde Karaman Eyâleti ve Sancaklari.”, Osmanli Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, cilt 3 (İstanbul, 1991), s. 305. Karaman Eyaleti İdarî Taksimat bakımından incelendiğinde 1491 yılı Kuyud-i kadime arşivindeki 565 nolu defterdeki bilgilere göre 14 kazâ, 1513’da 25 kazâ’dan oluşmaktadır. 1518 yılına ait araştırmalar göstermektedir ki Karaman eyalet Niğde’nin de aralarında bulunduğu 6 sancaktan oluşmaktadır (bkz. Tablo 2). Burada dikkatimizi çeken husus 1491 ve 1513 yıllarında Ürgüb ve Niğde’nin kazâ olarak listelenmesidir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 271 Süleyman DEMİRCİ Tablo 2: Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı , 1491-1518. * 1491* Kaza 1513** Kaza 1518 Liva Konya Belviran Çimen Akşehir Ilgun Niğde Anduğu Ürgüb Ereğli Aksaray Koçhisar Kayseriye Ermenek Mut Gülnar Konya Larende (Karaman) Niğde Ereğli Kayseri Karahisar Aksaray Koçhisar Gülnar Akşehir Ishaklı Belviran Beyşehri Ilgun Seydişehri Ermenek Çemeneli Mud Ortaköy Ürgüb Karıtaş Eskiil Turgutili Aladağ Zengicek Konya Larende (Karaman) Beyşehri Akşehir Aksaray Niğde Defter-i Evkaf -i Vilâyet-i Karaman ve Kayseriye ve Ic-il M.1491, Kuyud-i kadime, no; 565; ** M. Akif Erdoğru, "Karaman Vilâyeti'nin Idari Taksimati", OA, 12 (1992), s. 427. XVI. Yüzyılın ilk çeyreğinde tablo 3’den de görüldüğü üzere Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı 8 liva ve 26 kazâ’dan oluşmaktadır. XVI. Yüzyılın sonuna doğru ise liva sayısı mevcudu muhafaza ederken kazâ sayısı ciddi bir artışla 43 olacaktır (bkz Tablo 4) 272 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler Tablo 3: XVI. Yüzyılın İlk Çeyreğinde (1530) Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı. Liva Konya Beyşehri Akşehir Larende Aksaray Niğde Kayseriye Içil Kaza Konya, Eski-il, Turgud, Bayburd Beyşehri Seydişehri Akşehir, Ishaklu, Cimen-ili, Ilgun Belviran, Aladağ, Larende Aksaray Koçhisar, Ereğli Niğde Ürgüb Anduğu, Karahisar-i Develu Kayseriye Ermenek, Mud, Karataş, Gülnar, Selendi • Kaynak: 387 Numarali Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rum Defteri, 937/1530, Konya, Bey-şehri, Ak-şehir, Larende, Ak-saray, Niğde, Kayseriye ve Iç-il Livalari, (Dizin ve Tipki Basim, Defter-i Hakani Dizisi:III, Yayin Nu:32, Başbakanlik Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanli Arşivi Daire Başkanliği, Ankara 1996. Tablo 4: XVI. Yüzyıl Sonlarında (1590) Karaman Eyâleti’nin İdarî Taksimatı ve Niğde Livası. Liva Konya Niğde Aksaray Akşehir Beyşehri Kirşehir Kayseriye Içil Kaza Konya, Belviran, Gafiryad, Aladağ, Bayburt, Turgut, Ereğli, Larende Niğde, Çamardi, Develü Bor, Ürgüb, Develü Karahisar, Sücaeddin, Anduğu Aksaray, Koçhisar, Yüzdeciyan Akşehir, Ishakli, Doğanhisari, Ilgin Beyşehri, Seydişehri, Bozkir, Yenişehir, Kırili Hacibektaş Kirşehiri, Keskun deluk, Selmanlu Kayseriye Sinanlu, Gülnar, Küre, Selindi, Bozdoğan, Mamuriye, Mud, Karitaş, Silifke, Zeyne BOA MAD 457’den naklen, Lütfi Güçer, XVI-XVII Yuzyillarda Osmanli Devletinde Hububat Meselesi ve Hububattan Alinan Vergiler, s. 155-158. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 273 Süleyman DEMİRCİ XVII. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı ve Niğde Çalışmaya esas teşkil eden yıllarda Eyâlet-i Karaman, 8 livâ ve toplam 48 kazâ’dan oluşmaktadır Bağlı bulunan kazâ sayısı bakımından 11 kayıtlı kazâ ile İÇİL livâsı ilk sırayı almakta; İçil’ı 10 kazâ ile Konya sıralamada ikinci sırada takip etmektedir. 7 kazâ ile Niğde Livası 3. sırada yerini alırken; 6 kazâ ile Beyşehir 4. sırada. Kırşehir 5 kazâ ile 5. sırada yerini almaktadır. Bunları Akşehir (4), Aksaray (3) ve Kayseri livaları (2) kazâ ile takip etmektedir. Vergi mükellefi bakımından kayıtlı hâne sayıları dikkate alındığında sıralama şu şekilde olmaktadır: Konya, Niğde, Beyşehri, Kayseri, Akşehir, Aksaray, Kırşehir ve İçil. Tablo 5: XVII. Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Karaman Eyaleti’nin İdarî Taksimatı. Liva Konya [10]* Niğde [7] Akşehir [4] Kirşehir [5] Beyşehri [6] Aksaray [3] Kayseriye [2] Içil [11] Kaza Konya Kureyş Aladağ Pirluganda Belviran Niğde Ürgüb Anduğu, Sücaeddin Akşehir Ilgun Kırşehir Konur Hacibektaş Beyşehir Kucu-i kebir Yenişehir Aksaray Eyüpili Kayseriye Silifke Bozdoğan Sarıkavak Küre-i Nuri Ziyne, Mud Gaferyad Eski-il Insuyu Larende Ereğli Develü, Bor, Çamardı Koçhisar (1660’a kadar kademeli olarak düşüş yaşamış ve bu tarihten sonra tamamen Aksaray’da gözükmeye başlamıştır) Ishaklu Doğanhisarı Süleymanlu-i kebir Keskun Kırili Bozkir Seydişehir Koçhisar (1643 sonrasında Niğde livasından gelmiştir) Karahisar ve Yahyalu Sinanlu Ermenek Selendi Gülnar Karintaş ve Avgadi Kaynak: Demirci, 2009, s. 40. * Parentez içerisindeki rakamlar kazâ sayısını temsil etmektedir. 274 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler Ürgüb kazası ve Vergilendirilebilir Nüfus, 1620-1700 Vergi Ünitesi - Avârızhâne Sayıları: Osmanlı’da belli sayıda gerçek hâne ve/veya nefer (yetişkin vergilendirilebilir Erkek)lerden oluşan “vergi ünitesi” şeklinde tarif etmek mümkündür. 15. ve 16. yy’ın ilk yarılarında bir gerçek hâne veya yetişkin erkek -“nefer”- bir avârızhânesi olarak kabul edilirken bu durum 17. yy’da değişikliğe uğrayarak birden çok gerçek gerçekhâne ve/veya “nefer”’den bir avârızhâne oluşturulmaya başlanmıştır. Bir avârızhânesi içerisindeki gerçek hâne sayısı zaman içerisinde ve bölgenin sosyo-ekonomik durumuna göre farklılıklar arz eder. Bu bağlamda Niğde Sancağı ve Karaman Eyaletin muhtelif yerleşim yerleri için aşağıdaki tabloyu inceleyelim. Tablo 6: 1642 Yılında Karaman Eyâletinde Bir Avârizhânenin Kaç Yetişkin Vergilendirilebilir Nefer’den Oluştuğunu Gösterir (MAD 3074 Mufassal Avârız Tahrir Defterine Göre) YERLEŞİM YERİ Konya kazası Eskiil ve Akcaşehir kazası Insuyu kazası Kureyş mea Berendi Belviran kazası Gaferyad kazası Larende kazası Aladağ kazası Pirluganda kazası Beyşehir kazası Seydişehir kazası Kaşaklu kazası Bozkır kazası Kucu-i kebir Kırili kazası Akşehir kazası Ishaklu kazası Ilgun kazası Aksaray kazası Eyübili kazası Niğde kazası Ürgüb kazası Anduğu kazası Develü kazası Çamardı kazası NEFER SAYISI 11 12 11 12 11 14.5 14 12.5 10.5 12 12 10.5 11.5 11 11.5 13 9 12 11 8 10 10 14 9 10 Kaynak: Demirci, 2009, s. 92. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 275 Süleyman DEMİRCİ Osmanlıda belli sayıda gerçek hânelerden oluşan “vergi ünitesi” şeklinde tarif etmek mümkündür. 15. ve 16. yy’ın ilk yarılarında bir gerçek hâne veya yetişkin erkek -“nefer”- bir avârızhânesi olarak kabul edilirken bu durum 17. yy’da değişikliğe uğrayarak birden çok gerçek hâne ve/veya “nefer”’den bir avârızhâne oluşturulmaya başlanmıştır. Bir avârızhânesi içerisindeki gerçek hâne sayısı zaman içerisinde ve bölgenin sosyo-ekonomik durumuna göre farklılıklar arz eder (Demirci, 2008: 363-385, Demirci, 2009:87-94). İncelediğimiz defterlerde Giresun ve çevresi ile ilgili bir “vergi ünitesi” nin kaç gerçek hâne veya neferden oluştuğuna yönelik bir bilgi ile karşılaşmadık. Bu yüzden Vergilendirilebilir nüfus ile ilgili Osmanlı Türkiyesi’ndeki gerçek hâne/avârızhâne nispetlerinin bilindiği yerler ortalama değer olarak sadece tahmin yürütme bağlamında ihtiyatla kullanılabilir. Aynı şekilde yukarıdaki tablodanda görüldüğü üzere Karaman Eyâletin farklı idarî birimlerinde gerçekhâne/Avârızhâne nispetlerinin 9 ile15 gerçek hâne arasında değiştiğini görmekteyiz (Demirci, 2009). Hemen en yakın eyalet olan Eyalet-i Rum (Sıvas)’a baktığımızda örneğin Canik Livası için 1642 tarihli Canik sancağı tahrir defterinde 1 vergi ünitesi Avârız-hânenin yaklaşık 11 gerçek hâneden oluştuğunu görmekteyiz (bkz. Tablo 7) Tablo 7: Canik Sancağı’nda Hane ve Avarız-hane Sayıları Kaza Kavak Samsun Bafra Meydan Serkiz Çöreği Keşderesi Cevizderesi Satılmış Alaçam Toplam Nefer-Hane 688 798 1121 284 160 110 66 217 200 253 3897 Avarızhane 60.25 70,5 107,25 25,5 14,5 9,5 6,25 18,5 17,5 17,75 347,5 Nefer-avarızhane nisbeti 11.41 11.31 10.45 11,13 11,03 11,57 10,56 11,72 11,42 14,25 11,21 Kaynak: KK2602’den naklen Mehmet ÖZ, Canik Sancağı Avârız Defterleri (1642), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2008, s. XXIV. 276 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler Table 8: Niğde ve Ürgüb kazaları Vergi Ünitesi-Avârızhâne Sayıları. Defter MM2751 MM3862 KK2587 MM3382 MM3845 MM3074 KK2604 BMTC* MM2808 MM3832 MM3835 MM4950 MM2787 MM1980 MM3844 MM2989 KK2623 MM3847 KK2625 MM3850 MM2749 MM3810 MM3836 KK2653 MM7857 KK2651 MM3003 MM2790 MM2412 KK2659 MM2505 KK2665 MM3841 MM3809 MM3837 MM3830 MM9480 MM2805 MM3839 MM2793 MM2471 MM3807 MM3820 Tarih 1621 1628 1640 1640 1641/2 1642 1643 1643 1645 1648 1649 1650 1651 1651 1652 1654 1655 1656 1657 1658 1658 1660 1668 1670 1670 1670 1671 1672 1673 1674 1675 1676 1678 1679 1680 1681 1686 1687 1688 1691 1692 1696 1699 Ürgüb 110 110 106.5 ---106.5 121 123 137.25 137.25 137.25 136.25 121 136.25 136.25 136.25 136.25 134.5 134.75 133.75 129.75 129.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.75 131.5 131.5 129.5 129.5 126.75 124.75 Niğde 277.5 200 194.5 194.5 194.5 146.75 147 163 163 164 163 146.75 163 163 163 163.75 163.75 161.75 160.75 160.75 160.75 159.75 160 160 159.25 160 160 160 160 160 160 160 160 160 160 160 162 161 162 160.5 160.5 160.5 160.75 * Ber muceb-i tahrir-i cedid. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 277 Süleyman DEMİRCİ Tablo 9: Niğde Livası Vergi Ünitesi -Avârızhâne Sayılarının Kazalara Göre Yüzdelik Dağılım, 1620-1700. 1621 1628 1640 1643 1657 1673 1686 1691 1699 % % % % % % % % % Ürgüb 18.2 20.9 23.8 27.8 29.8 32.6 32.2 33.6 32.8 Anduğu 6.8 7.7 7.6 9.1 10 11.1 11 7.7 7.9 Şücaeddin 2.9 3.3 3.4 3.1 2.6 2.9 2.8 3 3 Koçhisar 7.8 8.6 11.3 6.1 2 2.2 --- --- --- Develü 8.3 9.5 10.5 11.8 12.7 13.7 15.1 15.1 14.5 Niğde 46.1 38.1 43.6 33 35.8 39.6 39.6 41.6 42.3 Bor 7.7 8.8 9.4 6.2 4.1 4.5 --- --- --- Çamardı 2.2 2.4 2.9 2.5 2.7 2.7 1.8 1.8 --- Artma /Azalma Durumu Ürgüb Anduğu Şücaeddin Koçhisar Develü Niğde +13.40 -27.71 ? ? 10.5 -42.07 Bor Çamardı ? -60 1621 % 1628 % 1640 % 1643 % 1657 % 1673 % 1686 % 1691 % 1699 % Ürgüb 18.2 20.9 23.8 27.8 29.8 32.6 32.2 33.6 32.8 Niğde 46.1 38.1 43.6 33 35.8 39.6 39.6 41.6 42.3 Kaynak: Demirci, 2009, ss. 58-64. Sonuç Çalışılan zaman dilimi için Niğde kazası Sancak içerisinde vergi mükelleflerinin sayısı bakımından ilk sırada yerini aldı. Niğde sancağında kayıtlı vergi ünitesi - avarızhane sayılarının dağılımı dikkate alındığında kazanın hane sayıları % 33.06 ile %43.6 arasında değişmekte olduğunu görmekteyiz. 1640 sonrasında hane sayılarında ciddi denilebilecek değişiklikler görüldü (krş. Tablo 8). Ürgüb, Niğde kazasından sonra ikinci büyük kazâ olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüzyıl içerisindeki değerler karşılaştırıldığında Ürgüb kazasında 278 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 17. Yüzyıl'da Niğde Sancâğı'nın İdarî Birimi Olarak Ürgüb Kazâsı Hakkında Gözlemler % 13.40’lık bir artış yaşanırken Niğde kazasında % 42.07’lik bir düşüş yaşanmıştır (krş. Tablo 9). Ürgüb kazası vergilendirilebilir nüfus bakımından istikrarlı bir tablo ortaya koymakta ve incelenen dönem içerisinde Niğde sancağı içerisindeki bu konumunu yüzdelik dağılımdan da görüldüğü üzere muhafaza etmektedir. Bu durum Ürgüb kazasında yaşayan vergilendirilebilir nüfus’un (turizm gelirleri olmadan da) ekonomik bakımdan iyi durumda olduğuna işaret olarak kabul edilebilir. Araştırmaya Esas Teşkil Eden Arşiv Kaynakları I. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Dairesi Başkanlığı Yayınlanmamış Arşiv Kaynakları 1. Kamil Kepeci Tasnifi [KK] Avârızhâne Defterleri 2587-1050/1640, 2604-1053/1643, 2623-1065/1655, 2625-1067/1657, 38101070/1660, 3354-1074-75/1665, 2651-1080/1670, 2790-1082/1672, 26591084/1674, 2665-1086/1676, 3809-1089/1679. 2. Maliyeden Müdevver Tasnifi [MM] Avârızhâne Defterleri 2751-1030/1621, 3862-1038/1628, 3382-1050/1640, 3845-1051/1641, 30741051-52/1642, 2808-1055/1645, 3832-1058/1648, 3835-1057-59/1649, 4950-1060/1650, 2780-1061/1651, 1980-1061/1651, 3844-1062/1652, 2989-1064/1654, 3847-1066/1656, 3850-1067-68/1658, 2998-1068/1658, 2749-1068/1658, 2653-1080/1670, 7857-1080/1670, 3067-1073-74/1664, 2783-1075/1665, 3836-1078/1668, 3003-1081/1671, 3834-1081/1671, 2412-1083/1673, 2505-1085/1675, 3841-1088/1678, 3837-1090/1680, 3830-1091/1681, 9480-1096/1686, 2805-1097/1687, 2800-1098/1688, 38391098/1688, 2793-1103/1691, 2471-1104/1692, 2987-1106/1694, 38071108/1696, 3820-1111/1699, 3826-1112/1700 II. Çalışmalar Açikel, Ali, (2008), “Rum Eyâleti”, TDVİA, Cilt 35, İstanbul 2008, ss. 225-226 Demirci, Süleyman, (2006),“Demography And History: The Value of The Avârizhâne Registers For Demographic Research: A Case Study of The Ottoman Sub-Provinces of Konya, Kayseri And Niğde, C.1620s-1700”, Turcica 38 (2006): 181-211. -----------,(2005)“Collection of avâriz and nüzul levies in the Ottoman Empire, 1620- 1700”, Türk Tarih Kurumu BELLETEN, 69/256 (Aralık 2005):897912. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 279 Süleyman DEMİRCİ -----------,(2008) “Osmanlı Klasik Sisteminde Değişim: Diyarbakır Eyâletinde Olağanüstü Vergi Uygulamalarına Yönelik Gözlemler: 1645-1700”, Osmanlıdan Cumhuriyet’e Diyarbakır ed. Bahaeddin Yedıyıldız & Kertsin Tomenendal, cilt 2, Ankara 2008: 363-385. ----------,(2009), The Functioning of Otoman Taxation: An Aspect of the Relationship Between Centre and Periphery. ACase study of the province of Karaman 1621-1700, the ISIS pres, İstanbul. ----------,(2009), “Tax-House Unıt System And The Collectıon Of Ottoman ExtraOrdınary Taxes, C. 1600-1700” International Symposium on Sustainable Development., June 09 - 10, 2009, Sarajevo- Bosnia and Herzegovina, Volume 1, Economy and Management Proceedings, IBU Publication, Sarajevo 2009:446-449. -----------, (2003), “Complaints about avâriz assessment and payment in the avâriz-tax system: An aspect of the relationship between centre and periphery. A case study of Kayseri 1618-1700”, Journal of the Economic and Social History of the Orient JESHO 46.4.(2003): 437-474. -----------, (2012), “17. Yüzyılda Trabzon Eyâletinin İdarî Taksimatı ve Vergilendirilebilir Nüfus:Giresun, Keşap ve Yavabolu (Görele) Kazâları Örneği”, yayınlanacak makale. -----------, (2012), “XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Canik Livasında İdari Taksimat ve Vergilendirilebilir Nüfus” yayınlanacak makale. ----------, (2012), “Osmanlı İktisat Tarihi Araştırmaları Bakımından XVII. Yüzyıl Avârızhâne İcmâl Defterlerindeki Verilerin Kullanımda Yaşanan Problemler Üzerinde Bir Değerlendirme: Karaman, Sivas, Diyarbakır ve Trabzon Eyâletleri Örneği” yayınlanacak makale. -----------, (2012), “17. Yüzyılın İkinci Yarısında Amasya Livâsı: İdarî Taksimat ve Vergilendirilebilir Nüfus” yayınlanacak makale. Demirci, S & C. Ebru Saygı, (2011) “XVII. Yüzyıl Ortalarına Doğru Erzincan Kazâsında İskan ve Toplumsal Yapı”, CIEPO-Comité International des Études Pré-Ottomanes et Ottomanes/ ULUSLARARASI OSMANLI ÖNCESİ VE OSMANLI TARİHİ ARAŞTIRMALARI 6. ARA DÖNEM BİLDİRİLERİ KİTABI (UŞAK / 14-16 NİSAN 2011), Cilt 1, İzmir, Kasım – 2011: 486-510. Halaçoğlu, Yusuf (1991), XIV-XVII Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. İnalcık, Halil (1995), “Eyalet”, İslam Ansiklopedisi, c.XI, İstanbul. Oflaz, Mustafa (2007), “Niğde”, DVİA, Cilt 33, İstanbul, ss.92-95. Öz, Mehmet, (2008),.Canik Sancağı Avarız Defterleri (1642) – Orta Karadeniz Tarihinin Kaynakları VIII, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. Ünal, Mehmet Al, (2002), Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta. 280 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u MENÂKIB-I HACI BEKTAŞ VELİ’DE NEVŞEHİR VE ÇEVRESİ NEVSEHIR AND ITS SURROUNDING IN MENÂKIB-I HACI BEKTAŞ VELİ Süleyman SOLMAZ* ÖZET Türk edebiyatında menâkıpname/ velâyetname türü Türk anlatı geleneğinin önemli halkalarından birisidir. Bir anlamda Türk destan geleneğinin devamı sayılabilecek niteliklere sahip olan menâkıpnameler içinde Hacı Bektaş Veli Menâkıpnamesi’nin önemli bir yeri vardır. Eser gerek kurgu, gerek hacim ve gerekse dönemin algısıyla ilgili bilgiler içermesi bakımından önemlidir. Eserin kültür tarihimiz açısından taşıdığı önemlerden birisi de eserde yer alan yerleşim yerleriyle ilgili bilgiler içermesidir. Eserde yer alan en önemli yerleşim birimi şüphesiz ki Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya geldikten sonra yerleştiği Sulucakarahöyük’tür. Bugün Hacıbektaş adını taşıyan ve Nevşehir’e bağlı bir ilçe konumunda olan Sulucakarahöyük dışında Ürgüp, Sulusaray gibi Nevşehir’e bağlı yerleşim birimleri de velâyetnamede zikredilmektedir. Bu bildiride, Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’nin yerleşim birimlerine atfettiği önemden hareketle eserde zikredilen Anadolu ve Rumeli’deki yerleşim birimlerinin velâyetnamede bulunduğu pozisyon irdelenmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli, Nevşehir, Sulucakarahöyük, Ürgüp, Sulusaray. ABSTRACT Within Turkish literature, menakıpname or velayetname genre is one of the important links of the Turkish narrative tradition. Hacı Bektaş Veli Menâkıpnamesi has a significant place among other menkıpname works which, in a way, have the qualities that can be * Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi e-posta:soylusolmaz@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 281 Süleyman SOLMAZ regarded as the continuation of the Turkish epic tradition. The work is also important in terms of containing information both about plot, capacity and the perception of the period. The work’s one of the importances that it has in terms of our cultural history is that it contains information about the settlements appearing in the work. The most important settlement in the work is undoubtedly Sulucakarahöyük where Hacı Bektaş Veli settled after he came to Anatolia. Besides Sulucakarahöyük which is today called Hacıbektaş and is a district connected to Nevsehir, the other settlements such as Ürgüp, Sulusaray that connected to Nevsehir are mentioned in the velâyetname. In this paper, the position of the settlements in Anatolia and Rumelia within the velâyetname will be examined considering the importance that Hacı Bektaş Veli attributes to the settlements. Key Words: Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli, Nevşehir, Sulucakarahöyük, Ürgüp, Sulusaray. Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl adı Bektâş olup Hacı Bektâş-ı Velî veya Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli ismiyle meşhur olmuştur. Hakkındaki bilgiler tarihî ve menkâbevî olmak üzere iki türlü bir şöhretin veya şahsiyetinin olduğunu bize göstermektedir. Menkâbevî Hacı Bektâş, Anadolu’daki (diyâr-ı Rûm) erenlerin, evliyaların, abdalların, dervişlerin piridir, hatta en büyüklerindendir. Anadoluda İslâmiyet genellikle yüceltilmiş, kendisine kutsallık izafe edilmiş şahsiyetlerin öncülüğünde yayılmış ve yaşanmıştır. Ahmet Yaşar OCAK’a göre, Anadoludaki heterodoks (kabul edilmiş din kurallarına aykırı/ Aykırı düşüncelere veya ilkelere saplanmış) Müslümanlığın merkez şahsiyeti Hacı Bektâş-ı Velî’dir.1 Biz adı geçen araştırmacının bu görüşlerine katılmıyoruz. Hacı Bektaş etrafında bir kümelenme olmuştur, ama bu kümelenme heterodoks bir yapılanma olarak adlandırılamaz. Bu tartışmanın yeri de burası değildir. Hacı Bektâş-ı Velî’nin yaşadığı dönemden, ona dair, elimize geçen bir kaynak yoktur. Ancak ölümünden epeyce bir zaman sonra yazılan kaynaklarda Hacı Bektâş hakkında bilgi verilmektedir. Bu kaynaklardan ilki Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin yazdığı Menâkıbü’l-kudsiyye isimli eserdir.2 1 2 Hacı Bektâş-ı Velî, TDVİA, C.14, s.455 İstanbul, 1999 Ahmet Yaşar Ocak , Menâkıbu’l - Kudsiyye Fi Menâsıbi’l - Unsiyye (Baba İlyas-ı Horasâni ve Sülalesinin Menkâbevi Tarihi) İstanbul Üni. Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul , 1984, 282 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi Ahmet Yaşar OCAK’ın haber verdiği bilgilere göre, bu eserde Hacı Bektâş kısaca anılmış, ama hakkında önemli ipuçları verilmiştir. İkinci kaynak ise Ahmed Eflâkî’nin kaleme aldığı Menâkıbü’l- ârifin’dir.3 Üçüncü eser ise, bizzat Hacı Bektâş Velâyet-nâmesidir. Velâyet-nâme, 14.yy.da halk arasında ve bilhassa mensupları arasında dilden dile dolaşan rivayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. XV. yy.ın sonlarında kaleme alınmıştır. Bu eser üzerine bazı yayınlar yapılmıştır.4 Bu eser, kültür tarihimizde en çok eserlerden biridir. Velâyet-nâme bir nev’i kutsallık kazanmıştır. Eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde elyazması nüshaları tespit edilmiştir. Müellif nüshası elde yoktur. Te’lif eden de belli değildir. Abdülbaki Gölpınarlı eseri Uzun Firdevsi’nin yazmış olabileceğini söylemişse de ispat edilememiştir.5 Velâyet-nâme’nin muhtevası kısaca şöyledir: Hacı Bektâş, İmam Ali er-Rızâ soyundan gelen bir seyyiddir. Horasan’da dünyaya gelmiş, çocukluk dönemi orada geçmiş, tahsilini de aynı yerde yapmıştır. Ahmed Yesevî Hazretlerine intisap etmiş. Bir müddet sonra Hacc’a gitmiştir. Ahmed Yesevî’nin işâreti üzerine Anadolu’ya gelmiş ve Suluca Karahöyük’e yerleşmiştir. Bu durum Velâyet-nâme’de şöyle anlatılmaktadır: “Ahmed-i Yesevî’nin aşında, bir zirâ uzunluğunda bir elifî taç vardı. Bu tâç, hırka, çerâğ, sofra, alem ve seccadeyle, Tanrı’dan Muhammed Peygamber’e gelmişti. O da onları erkânla Murtazâ Ali’ye vermişti. İmam Ali, İmam Hasan’a sunmuştu, ondan İmam Hüseyin’e değmişti. İmam Hüseyn, onları Zeyn-al-Abidîn’e vermişti, o, oğlu İmam Muhammed’e, o, oğlu İmam Ca’fer-al-Sâdık’a, o, oğlu İmam Musâ-al Kâzım’a, o da oğlu İmam Aliyy-al-Rızâ’ya tapşırmıştı. İmam Rızâ, onları doksan dokuz bin Türkistan pîrinin ulusu, Hâce Ahmed-i Yesevî’ye sunmuştu. Hepsi de Şeyh’in Tekkesi’nde dururdu, onları, halifelerinden hiç kimseye vermemişti. Soran olursa, sahibi vardır, gelir derdi. Birisi gelip Şeyh’ten kisve giymek isterse, ne varsa onu giydirirdi. Hattâ bir talip, kurban getirecek olursa onun postundan bir külâh yaparlardı, onu verirdi. 3 Tahsin Yazıcı, Menâkıbü’l-ârifîn ( Ahmed Eflâkî), İstanbul, 1959/1961) 4 Eric Gross, Das Vilâjetnâme des Haggi Bektasch, Leipzig, 1927 / Sefer Aytekin, Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş Velî, Ankara, ts. / Bedri Noyan, Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi, İlk Velâyetnâme, Aydın, 1984, / Vilâyet-nâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, İstanbul, 1995/ Hamiye Duran, Velâyetnâme, Ankara, 2007 5 Abdülbaki Gölpınarlı, Vilâyet-nâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, s. XXVII, İstanbul, 1995 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 283 Süleyman SOLMAZ Bir gün halifeler, toplanalım da dediler, Şeyh’ten onları isteyelim, birimizden birine versin. Sabah çağı, doksan dokuz bin halife, sabah namazını kıldılar. Hâcenin avlusu pek genişti. Hepsi seccade alıp yerli yerine oturdu. Ortaya da büyük bir ateş yakmışlardı. Duadan sonra Şeyh, halifelerinin yüzlerine baktı, gönüllerindekini anladı. Gönlünüzde ne varsa dile getirin, söyleyin dedi. Halifeler dileklerini söylediler. O sıralarda sadık bir muhib, darı getirmişti. Darı, meydanın bir tarafına yığılmıştı. Şeyh, kim dedi, bu darı çeçinin üstüne seccade salar, iki rik’at namaz kılar, hiçbir darı kımıldamazsa, o emanetler o adamın hakkıdır; elifî taç, kendiliğinden uçar, başına konar, hırka egnine gelir, çırağ uyanıp önüne dikilir, sofra varır,yayılır, alem, başının üstünde durur, seccade, altına döşenir. Zahmet çekmeyin, sahibi var onların, çıkar gelir şimdi. Halifeler bu sözleri duyunca utançlarından başlarını yere eğdiler, şaşırıp kaldılar. Derken bir de baktılar ki birisi, selam verip “sabah-al-aşk” deyip geldi, oturanları aralayıp bir yere oturdu. Bu gelen er, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’ydi. Halifelerin, o dört alâmeti, o dört fahri, Hâce’den istedikleri, kendisine malûm olmuştu. Bir an içinde Horasan’dan kalkmış, Türkistân’a, Hâce’nin tekkesine gelmişti. Hâce, Hünkâr’ın selamını ayağa kalkıp aldı. Onun ayağa kalktığını gören halifeler de ayağa kalktılar. Hâce Hünkâr’ı yanına aldı ve halifelere dönüp işte dedi, emanetlerin sahibi geldi. Sonra ey Horasanlı Bektaş dedi, Hacı Bektaş’ı huzuruna çağırdı. Hünkâr ayağa kalktı, seccadeyi eline aldı, darı çeçinin yanına vardı, Bismillâhi ve billâhi deyip seccadeyi yaydı, üstüne çıkıp iki rik’at namaz kıldı, bir tek darı tanesi bile yerinden kımıldamadı. Namazı kıldıktan sonra geçti, yerine oturdu. Elifî taç, yerinden kalktı, uçarak geldi. Bektaş’ın başına geçti. Bunu gören halifeler, birden salavat getirdiler. Hırka da havalanıp sırtına kondu. Çırağ, durduğu yerden kalkıp uyandı, önünde durdu. Peygamberin sancağı da durduğu yerden kopup Hünkâr’ın başı ucunda dikildi, seccade kalkıp altına döşendi. Halifeler, bu halleri görünce eyvah dediler, bu çeşit kuvvetli er, burada kalırsa demimiz oynamaz artık. Ahmed-i Yesevî, hatırlarından geçeni anladı. Hacı Bektaş, o emanetleri, Ahmed-i Yesevî’ye sundu. Hâce, erkâna uygun olarak Hünkâr’ı terâş etti, emânetleri verdi, icâzetini teslim etti, ya Bektaş dedi, tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki kutb-al-abdallık, senindir. Kırk yıl hükmün vardır. Şimdiyedek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rûm Abdallarına seni baş yaptık. 284 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi Rûm’da gerçekler, budalalar, serhoşlar çokdur, artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü”.6 Hacı Bektâş-ı Velî, Sulucakarahöyük’e yerleşmiş ve İslâm’ı yayma ve irşad görevini burada sürdürmüştür. Eserin son tarafında Hacı Bektâş’ın dünyasını değiştirmesi anlatıldıktan sonra tek tek halifelerin durumundan bahsedilmekte ve bunların İslâm’ı yayma çaba ve çalışmaları nakledilmektedir. Ahmet Yaşar Ocak’a göre, “Vilâyetnâme’nin başında yer alan ve Horasan’da geçen olaylar, Hacı Bektâş’ı kâfirlerle cihat eden bir gazi-velî hüviyetiyle takdim ederken, Anadolu’daki menkıbeler onu daha çok kerametleriyle gücünü gösteren bir velî olarak tasvir eder. Esere genellikle dini tebliğ eden dervişlerin havası hakimdir. Nitekim Hacı Bektaş’ın kendisi gibi halifeleri de ateşli birer din yayıcısı sıfatıyla görünürler”.7 Velâyet-nâme’nin dili sade anlaşılır bir dildir. Böyle olması gayet tabii bir hadisedir, çünkü anlatıcı vermek istediği mesajın peşindedir. Sanat ve hüner göstermek gibi bir kaygısı yoktur. Velâyet-nâme’de dinî motiflerin yanı sıra, olağan üstülüklere dayandırılan, daha çok masallarda gördüğümüz anlatım tarzı da kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: Ermişin seccadesini denize serip namaz kılması veya postunu sererek üzerine oturup suyun öbür tarafına geçmesi, yerine göre bir kuş kılığına girmesi, vakti gelince tekrar eski hüviyetine bürünmesi, tayy-i mekân yapması, ihtiyaç duyduğu anda Ka’be’ye gidip, namazını kılıp hemen geri dönebilmesi, ateşin içine girip günlerce kaldığı halde yanmaması, taşa bastığı zaman veya taşı sıktığı zaman taşı un ufak edebilmesi, ölü mahlûkları diriltebilmesi… bunlardan sadece bir kaçıdır. Velîler kısaca zaman içinde zaman, mekân içinde mekân kullanma imkânına sahiptirler. Bu özellikleri onlara olan saygı ve inancı pekiştirmiştir. Bu gün bile anlatılan bu tür olayların bir şahsiyet etrafında teşekkül ettiğini, daha sonra da toplumun veya kültürün ortak bir değeri, bir kültürel bellek unsuru olarak kutsal şahsiyetlere atfedilerek devam ettiğini düşünüyoruz. 6 7 Abdülbaki Gölpınarlı, age, s.16 Ahmet Yaşar Ocak, Hacı Bektaş Velâyetnâmesi, TDVİA, C.14, s.472 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 285 Süleyman SOLMAZ Bu bilgilerden sonra Velâyet-nâme’deki mekânlara geçebiliriz. Bu eserde geçen mekânları merkezler etrafında bir tasnif yaptık. Bu tasnif şöyle oluştu: Orta Asya ve İran merkezli mekânlar: Acem ülkesi, Azerbaycan, Bedehşan, Belh, Deşt-i Kıpçak, Gürcistan, Horasan, Nişabur, Tataristan, Tukan, Tus, Türkistan, Yesu(Yesi). Arabistan veya Hicaz Merkezli Mekânlar: Arabistan, Bağdat, Halep, Hicaz, Irak, Ka’be, Mekke, Necef, Anadolu Merkezli Mekânlar: Açıksaray, Akkapı, Akkubbe, Aksaray, Akşehir, Alacık, Aliler Sırtı( Aliler Beleni), Altuntaş( Altıntaş), Ankara, Armutlu, Aydın, Balıkesir, Balışeyh, Bayamlu Deresi, Bilecik, Bozok,, Bulduk Çayır, Bursa, Çarşamba Suyu, Çorlu, Çorum, Denizli, Devcik ardıç, Develi, Dindekin, Dinek Dağı, Diyarbakır, Edremit, Elbistan, Erzincan, Eski Zağra, Foça, Germiyan, Gölpınar, Gülşehir, Hamid, Harmankaya, Hırka Dağı, İnegöl, İsfendiyar, İznik, Kal’acuk( Kalecik), Kalıgra, Karahisar-ı Kürdî, Karesi, Kayseri, Kayı, Kırşehir, Kızılca Halvet, Kızoğlu Kışlağı, Konya, Kütahya, Kürdistan, Malya, Mucur, Rûm, Saklan Kalesi, Samsam Öyüğü, Sarıgök, Sineson Köyü, Sinop, Sivas, Sivrihisar, Sultanönü, Sulucakarahöyük, Susuz, Tavaz, Tavşanlı, Tekkekaya, Tobruca, Tuz Köyü, Tükelcik, Ucasar, Üçpınar, Üçok, Ürgüp, Yarhisar, Yasinabâd Livası, Yüceırkadca, Zemzem Pınarı, Zülkadirli Bunların dışında Avrupa yakasından Manastır ve genel anlamda Frengistan isimleri yer almıştır. Mekânlarla ilgili birkaç anekdot: Sineson Köyü Hünkâr, Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaştı. Hıristiyanlar çavdar ekmeğini pişirip yemişlerdi. İçlerinden bir kadın, başına bir tekne almış, ekmek götürmedeydi. Hünkâr’ı görünce hemen tekneyi başından indirdi; derviş dedi, lûtfet, bir parça al ye; bizim yerimizde buğday bitmez, ayıplama. Hünkâr, bu sözü duyunca, bereketli olsun, çavdar ekin, buğday biçin, küçük hamur yapın büyük somun alın dedi. Şimdi hâlâ o köyde çavdar eker- 286 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi ler, buğday biçerler. Küçük hamurlar yapıp fırına atarlar, büyük somun çıkarırlar. Buğday ekerlerse çavdar olur, fakat çavdar ekince buğday biçerler. Gene bu yüzden o köydeki Hıristiyanlar, Hünkâr’ın oturduğu makamı ziyaret ederler, her yıl toplanıp gelirler, kurbanlar, adaklar getirip şenlik ederler. Kavgacı Köy Hacı Bektaş, o köyden geçip Ucasar adlı köye vardı, köyün dışında bir yerde eğleşti. Baktı ki köyün içinde kavga gürültü var. Köylülerden birine, bu köyde derviş konuklıyacak bir yer var mı dedi. Köylü, halk dedi, konuk kaygısında mı? Şimdi kabadayılar gelirler, seninle de boş yere kavgaya tutuşurlar. Hacı Bektaş’ın ağzından şu söz çıktı: Boş yere kavgadan, gürültüden kurtulmasınlar. Bu andan itibaren o köylüler, boyuna boş yere kavga eder dururlar. Açıksaray Köyü Hacı Bektaş o köyden de yürüdü. Açıksaray adlı köye geldi. Köyde bir kadına, dervişlere bir yiyecek var mı, varsa getiriver dedi. O da durun, dedi, gideyim, olanından getireyim. Kadın evine geldi, kaynanasına, ana dedi, dervişler geldi, Tanrı için lokma ister; küpte biraz yağ var, Tanrı yerine verir, biraz ekmekle bir parçacık yağ verelim. Kaynanası, yağ az kaldı, dokunma dedi. Gelini, Tanrı için istiyor, ben vereceğim deyip bir ekmek içine biraz yağ koydu, götürüp Hünkâr’a sundu. Hacı Bektâş, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin dedi. Gelin eve dönünce bir de gördü ki küp ağzına kadar yağla dolmuş. Kaynanasını çağırdı, gösterdi. Kadın, bu hali görünce o dervişin sözüyle oldu, gerçek erenlerdenmiş, keşke eline ayağına düşüp himmetini alsaydık; varayım, köyün etrafını arıyayım dedi. Gelinle beraber yola düştü. Kızılırmak’ın kıyısına vardılar. Mevsim ilkbahardı, Kızılırmak, coşup taşmıştı. Baktılar ki Hünkâr seccadesini suya sermiş, üstüne oturmuş, gidiyor. Öte tarafa geçince seccadesini sudan aldı, silkip omzuna vurdu, yürüyüp gitti. Gelin, kaynana dönüp köye geldiler. Bu hali, köylüye bildirdiler. Köy halkı, yazıklar olsun, öyle bir Tanrı dostu, buradan geçti de görmek nasip olmadı, eline ayağına düşemedik, hayır duasın alamadık dediler. Hepsi birden Kızılırmak kıyısına koştular. Bu hal, Hünkâr’a malûm oldu. Hırka Dağı’na 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 287 Süleyman SOLMAZ yöneldi. O dağın tepesinde bir ardıç ağacı vardı, Hünkar ardıç dedi, bir an budaklarına sakla beni, ben de kıyamet günü seni salkıyayım. Ardıç, budağıyla, pürüyle kıbleye karşı eğilim bir çadıra döndü, Hünkâr içine girip ibadete koyuldu. Orda bir çile çıkardı. Şimdi o ağaca, Devcik ardıç derler. Hırka Dağı Hünkâr, Sulucakarahöyük’te, Kadıncık’ın evinde yerleşince kerâmetini işitenler, ziyaretine gemliye başladılar. Fakat huzurunda toplanan muhipler ve halifeler, köyün havasından incindiler. Hünkâr’a bir yolla anlatalım da deniz kıyılarında bir yere gitsinler, biz de bu sayede sıcak bir yerde karar edelim dediler. Bir gün toplanıp Hünkâr’a, burasının yeli pek çok, durmadan esiyor diye söz açtılar. Hünkâr, erenler bizi ziyarete geliyorlar,onun için çok yel esiyor dedi. Gene bir gün, bu Karahöyük’ün karı fazla, soğuğu şiddetli, erenler bir alçak ve deniz kıyısı yerde karar etseler de gelen abdallar, çıplaklar, garipler de rahata kavuşsa dediler. Hünkâr, bu sözlerden incindi. Hakk’a giden hak uğrun hakkıyçin dedi, bu yerden daha yüksek bir yer olsaydı oraya gider, orada yerleşirdim. Halifeler, Hünkâr’ın Sulucakarahöyük’ten gitmiye razı olmadığını anladılar, artık bu işe dair hiçbir sözde bulunmadılar. Hünkârın en ulu halifesi Cemal Seyyid Sultan’dı. Ondan sonra Hünkâr’ın sırrını ondan daha iyi bilen kimse yoktu. Nice defalar Hünkâr, onun arkasını sıvamıştı, Cemâlimdir demişti. Bu halife, öbür halifelerin üst yanında otururdu. Ondan sonra kolu açık Hacım Sultan uluydu. Seyyid Cemal Sultan’ın altında otururdu, Hünkâr batın kılıcını ona sunmuştu. Ondan sonra ulu halife, İsmail Pâdişâh’tı, Hünkâr’ın ibrikdârıydı ve sırrına mahremdi. Ondan sonra Rasûl Baba gelirdi, Hünkâr’ın ferrâşıydı. Bunlar gibi üç yüz altmış halife vardı.Hünkâr, bunlara dönüp elem çekmeyin, odun kaydını görelim dedi. Günlerden bir gün, abdallariyle Hırkadağı tarafına seyre çıktı. Dağın üstüne gelince abdallara, tez varın dedi, ateş yakın. Abdallar, etraftan çer çöp yığdılar, ateşlediler. Hünkâr, ateş yanınca coşup semaa girdi. Abdallar da ona uydular. Kırk kere ateşi dolandılar. Derken Hacı Bektaş hırkasını çıkarıp ateşe attı, çekildi. Hırka tamamıyle yandı, kül oldu. Sonra Hünkâr, o külü aldı savurdu, bu külün düştüğü yerden odun bitsin dedi, dönüp makamına vardı. 288 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Menâkıb-ı Hacı Bektaş Veli’de Nevşehir ve Çevresi Bu andan itibaren o dağın odunu, günden güne çoğaldı. Abdallar gidip keserler, getirip yakarlar, ısınırlardı. Bu yüzden o dağa “Hırkadağı” dendi, odunu kıyamete dek bitmez. Sonuç olarak Hacı Bektâş-ı Velî’nin Menâkıbı’nda yer alan mekânların büyük bir çoğunluğu Anadolu’dadır ve asıl ya da gerçek mekânlardır. İtibarî ya da kurgusal mekân pek yoktur. Fakat Velâyet-nâme’de anlatılan olayların çoğu olağan üstülüklerle bezeli olduğundan gerçek mekânlar da kurgusal hale gelebilmektedir. Sözlü gelenekte asıl mekânlarla kurgusal mekânlar birbirine karıştırılabilmektedir. Bu sebeple bu tür metinleri tarihsel bir belge olarak kabul etmek doğru olmaz. İkinci olarak söylememiz gereken husus Sulucakarahöyük’ün mekân olarak seçilmesi Hacı Bektâş’ın kendi iradesiyle değil, Ahmed Yesevî Hazretleri’nin emri ve tasarrufu iledir. Üçüncü tespitimiz ise Sulucakarahöyük’e kendisinden başka lider olabilecek kimseler gelmemiştir. Mesela Ahî Evren ile hep Kırşehir ile Sulucakarahöyük arasında bir mekânda buluşmuşlar veya görüşmüşlerdir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 289 NEVŞEHİR’DE MÜBADİL KÜLTÜRÜ IMMIGRANT CULTURE IN NEVŞEHİR Süreyya AYTAŞ* ÖZET Lozan antlaşması gereğince 1923’te yapılan mübadeleyle, Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rumlar Yunanistan’a Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türkler Anadolu’nun çeşitli yerlerine istekleri dışında yerleştirilmiştir.Görünüşte basit gibi görünen bu nüfus hareketinde; Nevşehir ve yöresinde yaşayan yüzlerce hatta binlerce kişiyi yerinden etmiş ve yerine aynı oranda Müslüman Türk yerleştirilmiştir. Bildirim de, kısaca mübadeleden, Nevşehir ve yöresine yerleşen mübadillerin yanlarında getirdikleri ve bu gün hala yaşayan Mübadil (Mübadillerde kutlama) kültürünü anlatmaya çalışacağım. Anahtar Kelimeler:Mübadele, Nevşehir Mübadilleri, Kutlama kültürü. ABSTRACT Territory of Lausanne (1923) contains a compulsorypopulationexchange of Turkishnationals of theGreekOrthodoxChristiansestablished in Turkishterritoryand of Greeknationals of theMoslemTurksestablished in Greekterritory. Itseemssimple at firstglance. But thispopulationmovementdisplacedthousandsorevenmillions of peopleliving in differentregions of bothTurkeyandGreece. Thispresentationaimsbrieflytoexplain; populationexchange, propertiesmovedfromGreecetoTurkeybytheimmigrantswhosettledregion of Nevşehir, andlivingimmigrantculture (culture of celebration) in Nevşehir. Key Words: Populationexchange, Balkanicimmigrants of Nevşehir, Culture of celebration. * Araştırmacı Yazar, e-posta: sureyyaaytas@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 291 Süreyya AYTAŞ Nevşehir’de Mübadil Kültürü Yanardağların ve erozyonun bizlere muhteşem bir armağanıdır Kapadokya.Bin yıldır uygarlıkların odağı olan bu büyülü coğrafyada; bir zamanlar Rumlarla Türkler bir arada yaşar, kiliselerin çan sesleriyle ezan sesleri birbirine karışır, kucaklaşırmış. Kapadokya’ya gezmeye gelenler “Peri Bacaları” arasında gezinirken, Güzel Atlar Ülkesinin ruhuna sessizce dokunarak, peri bacalarının yaydıkları tuhaf enerjiyle mutlu olur, Kapadokya’nın sırlarını paylaşırlar. Sokaklarında gezinirken büyülenirler. Kim bilir hangi ellerin, nice sevinçlerle, kederlerle dokunduğu kapı tokmaklarına dokunurlar. Oya gibi işlenmiş taşları, konakları gözlerini alır… Kapadokya’nın doğal atmosferi, alıp götürür onları. Bir daha hiç gelmeyecek olan masallarda kalan o büyülü kokusunu, iyi hissedebildiğimiz yakın tarihimizin derinliklerinde duyumsarlar. Kimseler bilmez; kendi halinde sessizce yatan bu hazineniniçindeki masalı. Kapadokya’dan mübadelede giden ve gelenlerin masallarını… Yüzyıllar boyu yaşamış ve göç edip gitmiş insanların günlük hayatlarını, giyim kuşamlarını, ne yiyip içtiklerini; oldum olası merak etmişimdir. Bu merak ve mübadil köklerim, beni geniş bir coğrafyayı ve zaman dilimini etkilemiş olan mübadil kültürünü araştırmaya yöneltti. Bildirimimde: Mübadelenin yoğun olarak yaşandığı Nevşehir’de mübadeleden ve mübadillerin yaşayan halk kültürünün bir parçası olan kutlamalardan söz edeceğim: Mübadele kelimesi Arapça “Bedel“ sözcüğünden türetilmiş olup, karşılıklı bir etkileşim halini ifade eder. Yani, karşılıklı bir bedel ödeme halini tanımlar.1923 yılında Lozan’da imzalanan antlaşma sonrasında; 1,5 milyon Yunanlı, Anadolu’dan Yunanistan’a, 650 bin civarında Türk, Yunanistan’dan Anadolu’ya; kendi iradeleri dışında yaşadıkları yerleri terk ederek ait oldukları varsayılan yerlere göç etmek zorunda bırakıldılar.Tarihteki ilk zorunlu göçü içeren bu sözleşme ile 2milyon insan, yurtlarından kopartılarak, yeni yerleşim bölgelerinde yaşamaya mecbur edildi. Tarihimizdeki bu kitlesel ve zorunlu göçe kısaca “mübadele” bu insanlara da “Mübadil” deniliyor….(1) Mübadele, Nevşehir merkez ve Nevşehir’e bağlı birçok köy, kasaba ve ilçede yaşayan yüzlerce hatta binlerce kişiyi yerinden etmiş ve yerine aynı oranda Müslüman Türk, Yunanistan’ın Kuzey Bölgesinden, (Kayalar, Kozana ve Kastorya)mübadele öncesi Rum Ortodoksların yaşadığı başta 292 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Mübadil Kültürü Nevşehir merkez olmak üzere,Gülşehir,Ürgüp, Kaymaklı, Derinkuyu, Su vermez, Til Köyü, Ürgüp, MustafapaşaKasabası ve CemilKöyü’ne iskân edilmişlerdir.(2) (3) Görünüşte basit gibi görünen bu nüfus hareketi, mübadeleye katılan insanların hayatlarında derin yaralar açmış. Yıllar yılı dostça ve kardeşçe yaşamış, bütünleşmiş topluluklar birbirlerinden ayrılmışlar. Anılarını, evlerini, mezarlarını ve umutlarını geride bırakmışlardır. Mübadil bir ailenin torunu olarak büyüklerimin yaşadığı dramatik hayatın, yakın tanığıyım. O insanların yaşadıkları her an, Yunanistan’da sürdürdükleri hayatlarının, topraklarının, anılarının sıcaklığı ile doluydu.Maziyle ilgili hatıralar, sanki dün yaşanmış gibi anlatılırdı.Son nefeslerine kadar doğdukları topraklarda yaşamışlardı.O insanların hayatları, hakikaten yaşanmış büyük acılarla anılarla doluydu. ------------------------------------------------1) İskender Özsoy – İki Vatan Yorgunları adlı eseri. Bağlam Yayıncılık 2003,s. 2) Nevşehirlilerin Papa Georgigias Cemiyet itarafından 1912 yılında yayımlanan AnadoluRumlarına mahsus, ilahi, edip, fenni, musavver salnameye gore Nevşehir ve civarında 18000 Rumun yaşadığı belirtilmiştir.) 3) Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi Katoloğu Dosya no. 130-16-13-2, yer no:216,428..209.385…216,427..2,gelenler listesine göre sadeceKastorya İlinden 25.000 Müslüman Türk’ün mübadelede Anadolu’ya göç ettiği belirtilmektedir.) 1924 haziran ayında Yunanistan’dan yola çıkan mübadiller aylarca yaya , at sırtında, trenle ve vapurla bin bir güçlükle Eylül ayının ortalarına doğru Nevşehir’e vardıklarında nüfuslarından üçte biri hastalıktan hayatını kaybetmiş ya da kaybolmuşlardı..(4) Mübadillerin sıkıntıları, çektikleri acılar Nevşehir’e ulaştıklarındadabitmemişti. Aksine, aşılması daha da güç yeni sorunlarla baş başa kalmışlardı. Malı mülkü, varı yoğu terk ettikleri coğrafyada bırakıp, bin bir yokluğa düşmüşlerdi. Mübadiller, yeni coğrafyaların da türlü sorunlarla mücadele etmeleri gerekiyordu. Başta aş ve iş sorunu vardı. Hazırlık sürecinde Anadolu’ya gelecek olan mübadillerin, geldikleri bölgelerin özelliklerine göre nerelere yerleş- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 293 Süreyya AYTAŞ tirilecekleri planlanarak, kimi ilke ve kurallara bağlanmıştı. Ama aslı öyle değildi; her şey biraz da olayların gelişimine ve doğal akışına bırakılmıştı. Yunanistan’da dağlık ve ormanlık bir bölgede odunculuk ve hayvancılık ile geçinen mübadillerin, Nevşehir gibi kurak ve kayalık bir yerde aynı işi yapabilmeleri, ne kadar mümkündü? Çok zor bir süreç başlamıştı. Nevşehir’demübadiller bilsinler yada bilmesinler; buldukları her işi yapmaya soyundular.Kimi çiftçi olmuş sabanın peşinde - Kimi yaslı bir nalbant, çekilir terkisinde - Kimi boyacı olmuş; üç beş kuruş uğruna - Geçmişini aramış fırçanın ucunda - Kimi sıvacı olmuş, geçim öyle buyurmuş-Gözyaşları damlamış, malanın ucuna.(5) Tüm bunlar büyük bedellerin ödenmesi anlamına geliyordu. Mübadiller, açlıkla, yoklukla, perişanlıkla mücadele ediyorlardı. Fakat en kötüsü de dilini bilmediği bir yerde kendini nasıl ifade edecek ve oradaki insanlarla nasıl kaynaşacak olduğuydu. Bunun için büyük bir mücadele gerekiyordu. Dil bilmeden bunların gerçekleşmesi çok zordu çünkü gelen mübadillerin çoğu Türkçe bilmiyordu!.. Mübadillerin dil bilmemesi ve Nevşehir veyöresinde Rumlardan kalan malların mübadillere verilmesi yerli halkta bir tepki yaratmış, mübadiller ile yerli halk arasında aşılmaz duvarlar örülmüştü.İki halkın kaynaşması için aradan onlarca yılın geçmesi gerekiyordu. Bu süreçiçerisinde Mübadillerin dilleri, yemekleri, gelenek ve görenekleri, türküleri, düğünleri hatta yaşadıkları mahalleleri değişikti. Bu yüzden Nevşehir’de Mübadiller kendi içine kapanmış, umarsız ancak genekendi güçleriyle ayakta kalma, yaşama derdine düştükleri için, bildiklerince yaşamayı sürdürmüş, kendi dillerini konuşmuş ve kendi kültürlerini yaşamışlardır… Yunanistan ve Türkiye’de mübadele ile göç eden kitlelerin yaşadıkları sürece baktığımızda: Türkiye’den Yunanistan’a göç edenlerin; kültür, sanat ve folklorik değerlerini korumak için çeşitli etkinlikler yaptıklarını, kendi aralarında dernekler, vakıflar kurarak örgütlendiklerini, kültür ve sanat merkezleri,araştırma enstitüler müzeler kurduklarını görüyoruz.Yunanistan’dan Türkiye’ye göç edenlerin ise yaygın ve etkin bir örgütlenme içine girmedikleri görülmektedir Yakın zamana kadar bir kaç akademisyenin dışında bu konuya pek eğilen de olmamıştır. Oysa göç edenler; bilgi birikimlerini, kültür, sanat ve folklorik değerlerini de beraberinde taşımışlardır. Bizler, bugünkü kültürü- 294 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Mübadil Kültürü müzün oluşumunda önemli etkisi olan değerlerin çok farkında olmasak da bu değerler,Nevşehir Halk Kültürü açısından önemli bir çeşitlilik, özgünlük ve derinlik arzetmektedir. Mübadele gerçeğini çok erken dönemlerde bizzat yaşayanlar, kendi gerçeklerini hayatta iken kayıt altına almamış olduklarından, Türkiye ve tarihi adına istemeyerek de olsa, büyük bir kayba sebebiyet vermişlerdir. Bu konuda devletin geçmişe ait sayfalarını kapatmak istemesi gibi mübadillerin de içine düştükleri hayat mücadelesi dolayısıyla böylesi bir konu ile uğraşacak durumda olmamaları, Türkiye’de mübadele konusundaki araştırmaların kısıtlı kalmasına ve birçok şeyin unutulmasına, unutulmamışsa bile az da olsa zihinlerin bir köşesinde kalmasına sebep olmuştur. ------------------------------------------------4) Kastorya- Jerveni’de Mübadillere düzenlenen TasviyeTalepnamelerine göre 480 kişinin yola çıktığı Nevşehir Mustafapaşa’ya geldiklerind eise 360 kişinin geldiği, kalan 120 kişinin hastalıktan öldüğü ya da kaybolduğu Birinci Kuşak Mübadilleri tarafından bildirilmiştir.T.C.Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Kataloğu,Dosya No: 130...16.13.2,Yer No:216.428...,209.385...,216.427..2, Aytaş, BitmeyenMuhacirlik, İstanbul 2007,s.118-126 5) Bilgiç, Sıla Benim Gurbet Benim,s7 Zihinlerde Kalan ve Yaşananlardan Örnek Olarak Nevşehir’de Mübadillerde Kutlamalar: Mübadillerde Bahar Bayramı Her ülke baharın gelişini kendine özgü kutlarken; Bakın Nevşehir’de mübadiller baharın gelişini nasıl kutluyorlar: Şubat ve Mart ayı her zaman kavga edermiş.Şubat “Ben gitmem!” dermiş. Mart ise “Ben geldim. Hadi, sen git artık!” dermiş... Bu aylarda havanın bir ısınıp bir soğuması bunların kavgalarındanmış. “Şubat ve Mart kavga ede dursunlar; biz kendi bildiğimizce onları yerlerine göndermesini biliriz!” der Mübadiller… Şubat çok sert geçtiği için,“Bu aya güven olmaz, biz onu kandıralım bahar geldidiyelim, gönderelim yoksa gitmeyecek!” Ama ayıları kış uykusundan uyandırmamız için onlara krep yapmamız gerekir. Çünkü ayılar uyanmazsa Şubat ayı, baharın geldiğine inanmaz. Şubat’ın son haftasında her evde mutlaka “krep”yapılır; ceviz- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 295 Süreyya AYTAŞ lisi, pekmezlisi.Konu komşu, davet edilir. Yapılan krepler yenir ve ayıların inlerinin önüne,hazırlanan bu kreplerden konulur ki, ayılar bu kreplerin kokusuna uyansınlar. Kokuyu alan ayılar, kış uykusundan uyanırlar. Ayıların uyandığını gören Şubat ayı, inadı bırakıp gidermiş. Hatta şubat ayının 28 gün olmasını buna bağlarlar mübadiller. Krep günleri bir hafta sürer. Bu süreçte mübadiller bir araya gelirler. Bir iki kişi ayı postuna girerek insanları eğlendirir ve kreplerihazırlayıpŞubat ayını gönderen mübadiller, Mart ayını yanibaharın gelişini kutlamak için, hazırlıklara başlarlar. Mübadiller 14 Martı yılın başlangıcı ve baharın gelişi olarak kabul ederler o günü ve geceyi çok özel kutlarlar.Hazırlıklar bir hafta önceden başlar. Evlerde, dip bucak temizlik yapılır hatta boya badana yapılacaksa aynı günlerdeyapılır. Yufkalar açılır, ekmekler pişirilir. 13 Mart akşamı sofraya, evde ne varsa konur. Yumurtalar kırmızıya boyanır. Özel Mart mısırı kaynatılır. Tüketilen her bir yiyeceğin, ayrı ayrı anlamı vardır: Lahana turşusu yenir ki; yıl boyunca sivrisinek, arı gibi böcekler ısırmasın diye. Sarımsak yenir; yıl boyunca ağzımız kötü kokmasın diye; hem de sarımsağı, büyülerden koruduğunainanılır. Bir sepetin içine ceviz konulur ve aileden herkes sepetin içinden ikişer tane ceviz alır. Cevizler kırılıp bakılır. İçi sağlam ise yıl boyunca sağlık problemi yaşanmayacak anlamına gelir fakat çürük çıkarsa sağlık sorunu olacağına yorulur. Pekmez yenilir yıl boyunca;ağzımızın tadı yerinde olsun diye… “Maznik” dediğimiz fasulyeli börek yapılır ki; böreğin içindeki fasulyeler kadar, ailemiz geniş olsun, çoğalsın diye… Beyaz ve kırmızı ip karıştırılarak adına “Martinka” denilen özel ipler yapılır. Beyaz sağlık ve temizliği, kırmızı ise gücün simgeler. Yıl boyunca sağlıklı ve güçlü olma anlamını taşır. Bu ipler evde ki herkesin bileklerine bağlanır. Ayrıca evdeki tüm eşyaların, mesela çömleklerin testilerin, kulplarına da bağlanır. Evin büyüğü, eline iğne iplik alır ve bir şeyler diker “Ne dikiyorsun?” diye sorduğumuzda “Düşmanların ağzını dikiyorum! Yıl boyunca kötülük gelmesin, hakkımızda dedikodu olmasın…” diye. O gece hayvanlara da özel yiyecekler verilir ve hayvanların o gece konuşabildiklerine inanılır. Ahırların önünde tütsüler yakılır; hayvanların kötülüklerden korunması için. Sabah erkenden kül dolu bir testi evin dışarısında kırılır. Etrafa dağılan kül ile evdeki bit, pire gibi haşaratın gideceğine inanılır. Sabah çok erken kimse sokağa çıkmaz. Herkes pencereden bakar 296 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Mübadil Kültürü ve sokakta ilk gördükleri kişiye “Benim sorunlarım gitti artık. Onları sen aldın!” diyerek, sorunlardan kurtulduklarına inanırlar. O gün kimse banyo yapmaz. Eğer banyo yapılırsa vücudun bazı yerlerinde şişlikler olacağına inanılır. Nişanlılara, sevgililere hediyeler verilir. Gün boyunca eğlenceler düzenlenir. Çocuklar ise kırmızı yumurta almak için her gittikleri eve, ellerine birkaç küçük odun parçası, çalı çırpı götürürler; insanlar çoğalsın, bolluk bereket çoğalsın, diye. Hıdırellez Hıdırellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Hızır günü ya da Hıdrellez Bayramı insanlık tarihinde çok eski zamanlardan beri kutlanmaktadır. Farklı zamanlarda, farklı isimler altında kutlansa da Hıdrellez motiflerine pek çok yerde rastlamak mümkündür. Bakın mübadiller hıdrellezi nasıl kutluyorlar: Baharın Mart ve Nisan aylarında yaşanan belirli soğuk günlerinden, Martın dokuzu = 25-26 Mart “yaşlı Mart” Nisanın 6- 7’si “tek başına yaşlı” ve Nisan ayının ortasına denk gelen koca karı soğukları, mübadillerin baharda en çok korktukları soğuk günler olarak bilinir. Bu günler geçtikten sonra mübadiller; “Artık sırtımız ısındı. Yaz geldi. Bundan sonra, korku yok.’’ derler Ve hıdrelleziçin hazırlıklar yapmaya başlarlar. Bu hazırlıklar: Evin temizliği, üst-baş temizliği, yiyecek-içeceklerle ilgili hazırlıklardı. Hıdrellez gününden önce, evler baştanbaşa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdırellez günü giyilmek üzere, yeni giysiler alınır. Kadınlar saçlarına, ellerine kına yakarlar. Hıdırellez günü yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için, önceden bir şeyler dağıtılır. Adaklar varsa yerine getirilir.. Hıdırellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere bereket vereceği inancıyla, evlerinkapıları, yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır. Ev,bağ-bahçe,araba vs. isteyen kimseler, Hıdrellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini ya da resmini çizerek gül ağacının altına toprağagömerler; sabah erkenden o dileklerini alıp suya bırakırlar ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanırlar. Ayrıca gül ağacının altına, testilerle su konulur. Kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları bu suya atıp o su ile evdeki herkes yıkanır. Bu su ile yıkanıldığında gençleşip güzelleşileceğine inanılır.Yıkanılacak suyun içerisine yumurtakonulur güçlü kuvvetli olunacağına inanılır. Banyodan sonra herkes 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 297 Süreyya AYTAŞ beline ve boynuna yeşil söğüt dalları bağlar ki vücuttaki ağrıları önlesin diye..Hıdırellez’de baharın taze bitkileri, kuzu eti ya da kuzu ciğeri yenilirse sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Mübadiller hıdrellez gününe özel Hıdırellez kurabiyesi yaparlar. Bolluk bereket için. Baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla insanların da talihlerinin açılacağı inanılır ve bahtı açılmamış kızların kısmetlerinin açılmasını isteyenler yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. Orada çeyiz bohçalarını açarlar ve kısmetimiz de açılsın derler ve çeyizinden bir parçayı suya bırakırlar ya da bir ağacın dalına bağlarlar… Hıdrellez günü her evde bayram sevinci ve telaşı yaşanırHıdırellez’de. Mübadiller Hıdırellez’de kırlara, yeşilliğegiderler. Kırlara yeşil alanlara giderek; Hızır’ıngelmesini beklerler. Hızır kim diye sorduğumda ise; “Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getiren kalbi temiz, iyiliksever, insanlara daima yardım edendir. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunan, dertlilere derman, hastalara şifa veren, bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlayan İnsanların şanslarının açılmasına yardım edendir. Uğur ve kısmettir o derler mübadiller. Hıdırellez kutlamaları yeşillik yerde özellikle desu kenarlarındayapılır. Bu kutlamalara büyük- küçük, kadın-erkek herkes katılır. Buralarda salıncaklar kurulur, piknikler eğlenceler düzenlenir… Mantufar Oyunu: Gülşehir Mübadiller tarafından 25 Martta ya daHıdrellezde oynanan bu oyunun oynanma şekli şöyledir: Hıdrellezden bir gün öncesi her ev at ile dolaşılarak çeşitli eşyalar toplanır. Toplanan bu eşyalar bir küpe konur ve sabaha kadar gül ağacının altında bekletilir. Hıdırellez günü küp şenlik yalpan yere getirilir, çömleğin başına bir çocuk, kafasına eşarp bağlanarak oturtulur. Maniler söylenerek küpün içindeki eşyalar çıkartılır. İlk kimin eşyası çıkarsa maniyi o kişi söyler ve bu gün dilediği her neyse olacağına inanılır dileğinin olması için pilav pişirir ve tüm mahalleye dağıtır. Boşalan küpe su konur, o su ile yüz yıkanır. Böylece yıl boyunca hastalıklardan uzak kalınacağı düşüncesi vardır. Bütün bunlardan sonra küp tekrar gül ağacının altına konulur. Küp genç kızlar tarafından açılır. Küpün içerisinden kimin yemenisi ilk çıkarsa o kızın erken evleneceğine inanılır. 298 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir’de Mübadil Kültürü Sonuç: Bugün Nevşehir’de yaşamaya devam eden Mübadil kültürünün, geçmiş yüzyılların izini sürmek, hiçbir şey için değilse, ortak bir mirasın belleklerde hâlâcanlı bir biçimde yaşadığını ortaya koyması bakımından dikkate değer bulunulmalıdır. Tarihi, kültürel ve mimari mirası, hangi toplum ya da kültür tarafından oluşturulursa oluşturulsun, hangi yaşam biçimine göre yaratılırsa yaratılsın, bugün korunması vesürdürülebilmesinden ortak olarak sorumlu olduğumuzu düşündüğümüz miras olarakbenimsenmiştir. Tarih boyunca, sarp kayaları, mağaraları ile bir sığınma korunma yeri olan ilimiz; hızla gelişen ekonomi dünyası içerisinde yeni muhacirlerine de kucak açıyor. Bunların öyküleri de Mübadiller kadar ilginçtir belki... Kaynaklar Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü( Cumhuriyet Kataloğu) Bitmeyen Muhacirlik” - LMV Yayınları (Aytaş- 2007) Yastığım Taş Yorganım Taş Adlı Belgesel LMV Yayınları ( 2007) Ürgüp İçe Merkez, Mustafapaşa Kasabası, Cemil Köyü, Gülşehir İlçe Merkez ve Kaymaklı Kasabası’nda yapmış olduğum araştırmalarda elde ettiğim veriler. Kaynak Kişiler: Şevki Kaplan Selime Pişkin-Mümin Pişkin Selim Aslan Kadime Aslan Mustafa Kaplan Seydali Kaplan Nefika Düzen Asime Düzen Asime Pişkin Saliha Uzun Aliye Özbay Bayram Yoldaş Demir Ali Yakar Kerim Sakarya 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 299 Süreyya AYTAŞ Hatice Akbal Şerife Dur Derviş Korkmaz Cemile Korkmaz Münevver Güller Rukiye Korkmaz Cevdet Salman Nebahat Yaman 300 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u NEVŞEHİR MÜFTÜSÜ SÜLEYMAN VEHBİ VE AHMET TEVFİK EFENDİLER MÜFTİS OF NEVŞEHİR SÜLEYMAN VEHBİ AND AHMET TEVFİK EFENDİ Şaban ÇETİN* ÖZET İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivinde bulunan Ulema Sicil Dosyaları yerel (özellikle şehir tarihi) tarih araştırmaları için çok önemli bir kaynak durumundadır. Bu çalışmada, Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi Efendi ve Nevşehir Kuva-yı Milliye teşkilatının kurucusu Müftü Ahmet Tevfik Efendi tanıtılmaya çalışılacaktır. Çalışma, Müftülerin Meşihat Arşivindeki kişisel dosyalarına dayalı olarak yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Ahmet Tevfik Efendi, Süleyman Vehbi Efendi, Meşihat Arşivi, Ulema Sicil Dosyası ABSTRACT Ulema Sicil Files at İstanbul Müftülüğü Mashikhat Archieve are very important source for local historical research, especially for urban history.In this work, Müftis of Nevsehir Suleyman Vehbi Efendi and Ahmet Tevfik Efendi (founder of Nevsehir National Forces) will be introduced. Our work will be based on the personel files at Mesihat Archieve. Key Words: Ahmet Tevfik Efendi, Süleyman Vehbi Efendi, Müfti, Ulema Sicil Files, Mashikhat Archieve. * Öğr. Gör., Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü, e-posta:saban.cetin@bayar.edu.tr. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 301 Şaban ÇETİN Giriş İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivinde bulunan Ulema Sicil Dosyaları; yerel tarih, Şehir tarihleri, kültür tarihi ve sosyal tarih bakımından çok önemli kayıtlar ihtiva etmektedir. Arşivde, Nevşehir’de görev yapan müftülerden sadece Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendilerin sicil dosyaları mevcuttur. Bunların yanında Meşihata bağlı olarak Nevşehir’de görev yapan, Müderris Ahmet Hamdi Efendi gibi, Nevşehir doğumlu birçok ulema kökenli zatın da sicil dosyaları burada bulunmaktadır1. Kişisel dosyalarına bağlı olarak tanıtmaya çalışacağımız müftülerden Ahmet Tevfik Efendinin dosyası, Süleyman Vehbi Efendi’nin iki adet dosyasına göre daha zengindir. Bu nedenle, Nevşehir Kuva-yı Milliye teşkilatının kurucusu Ahmet Tevfik Efendi üzerinde daha geniş olarak durma imkânımız ortaya çıkmıştır. I-Süleyman Vehbî Efendi A- Doğumu Süleyman Vehbi Efendi, 1242/1825 tarihinde, Nevşehir’de Cami-i Atik Mahallesi 44 numaralı evde dünyaya gelmiştir. Nüfus bilgilerine göre, orta boylu ela gözlüdür2. Bölgede Davutzâde diye şöhret bulmuştur. Babası “Davutzâde” diye şöhret bulan Ulemadan Nevşehir Kürsü Şeyhi Davutzâde Süleyman Efendidir. Babasının Kayserili olması ve Davutzâde diye şöhret oluşu, Süleyman Vehbi Efendinin Kayserili âlim “Dâvûd-i Kayserî”3 sülalesiyle ilişkisini akla getirmektedir. Böyle bir ilişki kanıtlanabilirse Süleyman Vehbi Efendinin Çok köklü bir ulema ailesine mensubiyeti ortaya çıkmış olacaktır. Bu ilişki Kayseri- Nevşehir kültür ilişkisini ortaya sermek bakımından da son derce önem arz etmektedir. B- Eğitimi Süleyman Vehbi Efendinin çocukluk çağında Nevşehir’de “Mekteb-i İptidai” bulunmadığından bu okulda tahsil görememiştir4. 1 2 3 Zerdeci, Hümeyra, Osmanlı Ulema Biyografilerinin Arşiv Kaynakları, s.456. Süleyman Vehbi Efendinin 1044 numaralı sicil dosyasındaki Devlet-i Osmaniye tezkiresi, EK:1 Dâvûd-i Kayserî, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde yaşayan mutasavvıf ve ilk Osmanlı müderrisidir. Orhan Gazi,1336 yılında inşaatı biten İznik’teki ilk Osmanlı medresesinin müderrisliğine 30 akçe maaşla tayin etmiştir. Bkz, Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-i Kayserî” , DİA,9. 4 1044 Numaralı Dosyasında bulunan sicilli Ahval varakası, EK:2 302 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EK-1 EK-2 Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de yaptırdığı Külliye içerisinde yer alan Medresesinde Arapça ve Farsça okumuş, Mehmet Lütfi ve Süleyman Arif Efendilerden “ilm-i hatt” icazeti, Kalavîzâde Mustafa Efendi’den de “ilm-i kırât” tedris ederek, On yedi yaşında Kalavîzâde Mustafa Efendi’den “ilm-i kıraat” icazeti almıştır. 9 Recep1258 / 16 Ağustos 18425. Daha sonra ileri eğitim almak için Nevşehir’den ayrılarak, İstanbul’a gitmiş, Esseyyid Halil Fevzi bin Mustafa Filbevî Efendi’nin derslerine devamla ulûm-u aliye ve âliyye-i Arabiyeden 18 cemaziyülevvel 1270 / 16 Şubat 1854 tarihinde, yirmi dokuz yaşında icazetname almıştır. Süleyman Vehbi Efendinin adı bu icazetnamede, “Süleyman Bahaüddin Vehbî bin Süleyman Kayseriyyevî” olarak geçmektedir6. Bu ifadeden babasının Kayserili olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İstanbul’da tahsil gördüğü esnada Sultan Ahmet Medreselerinde kalır. Burada talebelere “ilm-i kavaid” “ilm-i hat” ve “ulûm-i Arabiye” icazetnameleri verir, ayrıca Ayasofya Cami’inde ulûm-i Arabiye dersleri de vermiştir. 5 6 1044 Numaralı dosyasındaki İcazetname, EK:3 1044 Numaralı dosyadaki İcazetname, EK:4 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 303 Şaban ÇETİN C- Görevleri 1-Müderrisliği 19 Zilkade 1270’de/ 13 Ağustos 1854’de uhdesine tevcih olunan “İbtida-i Hariç Sahn Müderrisliği Ruusu” terakki ede ede Ramazan 1297’de “Hamîse-i Süleymaniye”ye kadar yükselmiştir. Vehbi Efendinin (1270-1297) (1854-1880) yılları arasında 26 yıllık İstanbul Müderrisliği dereceleri ve terfi tarihleri şöyledir7.(Bakınız Tablo.1) Terfi Tarihi 19 Zilkade 1270-13 Ağustos 1854 20 Şaban 1277- 3 Mart 1861 31 Zilhicce 1279- 17 Haziran 1863 2 Rebiulevvel 1282- 26 Temmuz 1865 25 Rebiulevvel 1284-27 Temmuz 1867 25 Recep 1288- 10 Ekim 1871 5 Zilkade 1288- 16 Ocak 1872 25 Recep 1290- 18 Eylül 1873 21 Cemaziyülevvel 1292- 25 Haziran 1875 25 Ramazan 1297- 31 Ağustos 1880 Derecesi İbtidâ-i Hâriç Hareket-i Hâriç İbtidâ-i Dâhil Hareket-i Dâhil Mûsıla-ı Sahn Sahn İbtida-i Altmışlı Hareket-i Altmışlı Mûsıla-i Süleymaniye Hâmise-i Süleymaniye Tablo.1. Süleyman Vehbî Efendinin İstanbul Müderrisliğindeki terfileri 2- Müftülüğü 28 yıllık İstanbul müderrisliğinden sonra, 15 Şevval 1300/ 19 Ağustos 1883’de hasbi olarak Nevşehir Müftülüğü’ne tayin edilmiştir. Sicil dosyasında yer alan Menşur suretinden onun müftülük atamasını öğreniyoruz. “ Nevşehir Kazası Ulemasından Davutzâde El hac Süleyman Vehbi Efendi, Kaza-i mezkur müftüsü Mehmed Said Efendi’nin tebdiline lüzum görülmesinden ve sizin liyakatinizden nâşi yerine intihab kılındığınıza dair idare meclisinden mebûs mazbata arz-ı hâl-i umumî ile beraber gönderildiğinden bilbahs icrây-ı intihabı Konya Vilayet-i celilesinden bâtahrirat inbâ olmasından nâşi mumaileyh Kazay-ı mezbur müftülüğü uhdenize tahsis ve ihale kılınmış olduğundan imzalarınızı Nevşehir Kazası Müftüsü deyu vaz ve tasrih eyelyesiz…fil yevmi’l- hâmise aşara şevvalü’l- mükerrem sene selâsemie ve elf.”8 7 8 1722 nolu dosyasındaki terfi belgesi, EK:5 1722 nolu dosyasında yer alan menşur sureti, EK:6 304 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EK-3 EK-4 Görüldüğü gibi Konya Vilayeti’ninden gelen teklif yazısı üzerine Süleyman Vehbi Efendi, eski müftü “Mehmet Said Efendi’nin yerine Meşihatça, 9 Ağustos 1883’te, 58 yaşında Nevşehir Müftülüğüne atanmıştır. Müftülüğü esnasında, maarif ve evkaf komisyonu başkanlığı da yapmıştır. 3- Kudüs Mevleviyeti Süleyman Vehbi Efendi, mesleğinde hızla yükselişi ve ehliyetinden dolayı Şeyhü’l-İslam Ömer Lütfi Efendi’nin arz ve önerisiyle padişah beratıyla bir yıllığına Kudüs-i Şerif Mevleviyeti tevcih olunmuştur. Tevcihle ilgili Nevşehir kaza Naibinin onayladığı, 9 Zilhicce 1307/ 27 Temmuz 1890 tarihli ferman sureti şöyledir. “Akzâ kuzâtü’l-müslimîn evlâ vülâtü’l-muvahhidîn m’adenü’l-fazl ve’lyakîn ilamu’ş-şeria ve’d-din vâris-i ‘ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürseliîn el- muhtass bi-mezîd-i inâyeti’l- meliki’l-muîn. Hâmise-i Sülymaniye müderrislerinden Kayseriyyevî Davudzâde Mevlana el Hac Süleyman Vehbî Efendi zîdet fazâilühu tevkî-i Refî-i Humâyûnum vâsıl olıcak malûm ola ki, Sen ki Mevlanayı mûma ileyhsin akran ve emsalin beyninde gevher-i ilim u fazl ile mütehalli ve mevsûf olduğunun ve 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 305 Şaban ÇETİN EK-5 sezâdar-ı inâyet şahsiyye-i mükerremet bulunduğun haberiyle 1308 senesi şehr-i rebîulevvel gurresinden itibaren zabtetmek üzere mahreç mevleviyetlerinden Kudüs-i Şerif Kazasının uhde-i liyakatına tevcih ve ihsan kılınması hususu, bilfiil şeyhü’l-islam ve müftiu’l-enâm imtiyâz-ı nişân-ı humâyûnumu ve murassa-i osmanî ve mecidî nişan-ı zişânlarını hâiz olan Mevlana Ömer Lütfi Efendi edâm-allâhu teâla fezâ’ilihu telhîs etmeleriyle hakkında mezîd-i inâyet-i âliye-i şahanem zuhûra gelerek ol babda sudur olan emr-i irâde-i seniyye-i mülûkanem mucibince zikr olunan Kudüs-i şerif Kazasının uhdeyi liyakatine tevcih olunduğunu mutazammın divan-ı humâyûnumuz işbu ferman-ı celîl-i makbun-u padişâhânem istâr ve ita olundu. Sâlifüz-zikr Kudüs-i Şerif kazasına gurre-i merkûmdan itibaren nail olup beynel ahali ahkâm-ı şeriyye-i nebeviyi intizâr…..tahrîren fi’lyevmi’t-tâsi’ min şehr-i zilhicce-şerif sene seba ve selesâmie ve elf” Atandığı mevleviyet dolayısıyla aldığı maaş 3895 kuruştur. 1890’da Kudüs şerif mevleviyetine atanan Vehbi Efendinin görevi için Kudüs’e gidip gitmediği, yerine naip atayıp atamadığı konusu bilinmemektedir. 306 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler 4- Bursa Mevleviyeti Süleyman Vehbî Efendi, 1319 senesi Rebîulevvel gurresinden itibaren 5 Haziran 1317 (18 Haziran 1901) bir sene müddetle zapt etmek üzere bilâd-ı hamseden üç bin sekiz yüz (3800) kuruş maaşla Bursa Mevleviyeti tevcih kılınmıştır. Müftü Süleyman Vehbî Efendi’nin, Bursa mevleviyetinden sonraki hayatı hakkında (1902-1914) malumata sahip değiliz. D- Vefatı 2722 numaralı dosyanın üzerinde yazılan bilgilere göre, Süleyman Vehbi Efendi Nevşehir Müftülüğü sırasında 29 kânunusani 1329 (11 Şubat 1914) tarihinde vefat etmiştir. Vefatından sonra ailesine maaş bağlanmıştır9. EK-6 9 2722 numaralı dosya kapağındaki notlar. Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, 4-5,465. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 307 Şaban ÇETİN II-Ahmet Tevfik Efendi A- Doğumu Ahmet Tevfik Efendi10, sicil dosyasında yer alan 1320 /1904 tarihli Nüfus Tezkeresi örneğine göre; 1290 (1874) yılında, Konya Vilayeti Nevşehir Kazası, Memiş Beğ Mahallesi, 61 numaralı evde dünyaya gelmiştir11. EK-7 Babası Müteveffa Hüseyin Efendidir12. Annesinin adı ve doğum yeri kayıtlı değildir. Mesleği hanesinde “İbtidaiye Muallimi” yazılıdır. Bir zevcesi vardır, fakat eşinin adı belirtilmemektedir. Aynı tezkerede nüfus bilgileri yanında Ahmet Tevfik Efendi’nin eşkâl bilgisi de yer almaktadır. Buradaki bilgilere göre o; uzun boylu, ela gözlü, vücudunda herhangi bir eksikliği bulunmayan, sarı simalı bir Osmanlı vatandaşıydı13. B- Eğitimi Ahmet Tevfik Efendi, Doğum yeri olan Nevşehir’de öncelikle Kur-anı Kerim’i öğrenir ve hafız olur. Sonra aynı şehirde “Nevşehir Rüştiye Mektebi”’ne başlar ve o tarihlerde bu okullarda okutulan bütün dersleri vererek 3 Zi’l-Hicce 1308’de (10 Temmuz 1891) Şehâdet-Name ile mezun olur. Kendisine Nezaret-i Celîle-i Maarif-i Umumi tarafından verilen “Rüştiye Şahadetnamesi”ne göre mezuniyet notu yüz üzerinden 80 puandır. Aldığı dersler ve not dağılımı ise şöyledir. Arapça-10, Farsça-10, Hesap-9, Tarih-10,Coğrafya-8, Hendese-7, Münşeat-9, Resim-8, Hat-914. Notlarına bakıldığında Tevfik Efendi’nin başarılı bir öğrenci olduğu görülmektedir. Diplomasında önceki müftü Süleyman Vehbi Efendi’nin de imzası bulunmaktadır. 10 11 Ahmet Tevfik Efendi, EK:7 Sicill-i Ahval Varakasında, Kaba Camii Şerif Mahallesinde 1291 Cemaziyülevvelinin 22.günü (7 Temmuz 1874 ) yılında doğduğunu ifade etmiştir. EK:8 12 Hüseyin Efendi, Nevşehir’de yetişen âlimlerden Bekirhocazade denilen önceki âlimlerden Medrese hocası merhum Hafız Hüseyin Efendidir. Ulema ailesinden olup, Sülaleleri pek tanınan bir sülale değildir. 13 2631 numaralı Sicil Dosyasında bulunan Devlet-i Osmaniye Tezkeresi, EK:9 14 Nezaret-i Celîle-i Maarif-i Umûmi tarafından verilen “Mekâtib-i Rüştiye Şahadetnamesi”, EK:10 308 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EK-8 Nevşehir Rüştiyesi’nden mezun olduktan sonra, yöredeki İslâm Âlimlerinden ve bilhassa Hoca Yusuf Efendi merhumdan ve bundan başka da birçok Hoca Efendi’den aklî ve naklî ‘ilimleri öğrenmeye devam eder. Hocası Yusuf Efendi’nin vefatından sonra, tahsilini tamamlamak için Merkez Vilâyet olan Konya’ya gider. Bir müddet “Dâru’l-Mu’allimîn” Mektebi’nde tahsiline devam eder. 25 Şevval 1317’de (26 Şubat 1900) “Darü’l- Muallimin Heyeti Mümeyyizsi huzurunda” yapılan sınavı kazanıp, diploma alarak buradan mezun olur. Konya Vilayeti Maarif-i Umumi Müdürlüğünce verilen “Ehliyetname”ye göre, “İptidaî Muallimliği”ne atanabilme hakkı kazanır. Daha sonra ‘Arapsun Kazası Müftüsü Ahmet Nuri Efendi yanında, medreselere sonradan ilâve edilen dersleri de vererek 1900’ün sonlarında İcazetname almaya muvaffak olur. Eğitim hayatı boyunca iyi derecede Arapça öğrenir. Farsçayı da orta derecede bilen Tevfik Efendi’nin, yayınlanmış herhangi bir kitabı yoktur. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 309 Şaban ÇETİN EK-9 EK-10 C- Çalıştığı Kurumlar 1-Arapsun Kazası Mekteb-i İbtidaiye Muallimliği Ahmet Tevfik Efendi, 13 Haziran 1898’de, 27 yaşında, Aylık 200 Kuruş Maaş ile ‘Arapsun Kazası İbtidai Muallimliğine tayin edilir. Burada Emsile, Binâ, Avâmil, Sarf, Nahv gibi Arab Dili’ni, Mantık ve Fıkıh ilimlerini öğretir. Arapsun Kazası’nda, çalıştığı kurumla ilgili Arapsun Kaymakamlığınca verilen hizmet belgesinden çalıştığı yılları öğrenebilmekteyiz. 18 Temmuz 1913 tarihli belge şöyledir. “Şehrî iki yüz kuruş maaşla Arabsun kazası mekteb-i ibtidaî muallimliğine tayin buyrulan Nevşehirli Tevfik efendinin işe mübâşereti tarihi olan 25 Cemazilula 1318, 1 Haziran….tarihinde istifa ve inkıtası olan 7 Ramazan 1325, teşrinievvel 1322 tarihine kadar devam eden yedi sene üç mâh zarfında vazife-i mevduasını hüsnü ifa ve kaza maarif sandığından şehrî almış olduğu maaşından yüzde beşlik bedeli inkıtaının dahi tamamen tesviye ve ita ederek birgûne zimmet ilişkisi olmadığından yerine bir kıta mazbatanın itası maaarif komisyonuna tezkere ifade kılınmış ve şu halde muallim muma ileyhin diğerine zimmet ve ilişkisi olmadığı ve müddet-i memuriyetinde vazife-i 310 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler mevduasını hüsnü suretle ifa eylediği anlaşılmış olmağla işbu mazbata tanzim ita kılındı. 5 temmuz 1329, Arapsun kaymakam vekili İsmail hakkı….” 2- Bursa Muradiye Medresesi Baş Müderrisliği Muallim Ahmet Tevfik Efendi’nin gayret ve çalışmaları Arabsun’daki Kasaba İdare Meclisi tarafından çok beğenilir. Kaza idare Meclisi bir Mazbata hazırlar ve Şeyhülislâmlık Makamı’na müracaat ederek Tevfik Efendi’ye çok daha geniş ve faydalı olabileceği bir vazife verilmesini istemeleri üzerine 28 Ağustos 1904 tarihinde Bursa dışındaki Muradiye Medresesi’nde Baş müderrislik rütbesine sahip olur.Ancak, daha sonra 14 Ekim 1907’de hususi hâlleri sebebiyle bu görevinden istifa eder. 3- İbrahim Paşa Medresesi’nde Gönüllü Muallimlik Bursa’dan Nevşehir dönünce, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Medresesi’nde hiçbir ücret almadan, Allah rızası için bir müddet talebe okutur. 4- Maarif Komisyonu Üyeliği 1909’da oluşturulan Medreseleri Islah Komisyonu tarafından hazırlanan ve yöredeki âlimlerin huzurunda yapılan imtihanda da ikincilik kazanarak, bedeli, aynı medresenin vakfından karşılanmak üzere kâfi bir maaşla vazife verilmiştir. Müftülük seçiminden önce, bu göreve başlatılmadığından, seçim öncesi Nevşehir Maarif Komisyonu’nda çalışmaktadır. D- Müftülüğü 1- Müftülük Seçimi Nevşehir Kaza İdare Meclisi Heyeti 18 Haziran 1329’te (1Temmuz 1913) müftü seçiminin 20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913) Perşembe günü saat beşte yapılacağına dair ilgili kişilere bir imzalı duyuru evrakı çıkarmıştır. İlgili kişiler, bir yoklama kâğıdına seçim hakkında bilgilendiklerine dair adlarının önüne imza atmışlardır. Bu belgeye göre, Müftü seçimine katılarak aday adayını belirleyen kadronun kimlerden oluştuğunu tespit edebilmekteyiz. Bu kadro şu kişilerden oluşmaktadır. Hacı Selûlzâde Hacı Efendi, Hacı Alevzâde Yusuf Efendi, Hacı Hamdi Efendi, Hallûzâde Mehmet Efendi, Hamdi Efendi, Hüseyin Efendi oğlu Tevfik Efendi, Harâmîzâde Rıza Beğ, Hatîb Mehmet Efendi, Dellâlzâde Hamdi 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 311 Şaban ÇETİN EK-11 EK-12 Efendi, Bekir Efendizade Mustafa Efendi, Kıratlıoğlu Hacı Ahmet Efendi, Kösterelizâde Hüseyin Efendi, Sofîzâde Ahmet Efendi, Cami-i Kebir imamı Salih Efendi, Cami-i Kebir Hatibi Mehmet Efendi, Tahta Cami İmamı Adil Efendi, Tahta Cami’ Hatibi [isim yazılmamış] Efendi, İdare Meclisi’nin Müslüman azaları, Belediye Reisi Mehmet Beğ ve azaları Hacı Hüseyin ve Seyyid ve Hacı İbrahim ağalar. Müftülük seçimi, “Kanunu cedidin 38 maddesi” gereği Nevşehir’de fiilen ders veren âlimler, Büyük Camilerin İmam ve Hatipleri, İdare Meclisi ve Belediye meclisi üyelerinden oluşan kurulca, 20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913) perşembe günü, saat beşte, Nevşehir İdare Meclisi Odası’nda gerçekleşmiştir. Ahmet Tevfik Efendi’nin Bâb-ı Meşihat Arşivi’ndeki dosyasında bulunan ve bu seçim sürecine ait oy pusulalarından, Tevfik Efendi’nin kaç oyla Müftü seçildiği, sıralamada başka hangi isimlerin bulunduğu, oy kullananların kimlerden oluştuğu ve bunların hangi adaylara oy verdiğini öğrenmek mümkündür. Bu oy pusulalarındaki detay bilgilerin Nevşehir’in sosyal ve kültürel tarihi açısından çok önemli olduğu unutulmamalıdır. 312 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EK-13 EK-14 Dosyada toplam 19 adet oy pusulası mevcuttur. Oy pusulaları şekil bakımından birbirine benzemektedir. Her oy pusulasının sol üst köşesinde “ Nevşehir Kazası İdare Meclisi”nin bir mührü bulunmaktadır. Bu da, müftü seçiminin “ Nevşehir Kazası İdare Meclisi”nin gözetiminde yapıldığını göstermektedir. Mührün altında seçmence uygun görülen üç müftü adayının ismi yer almaktadır. En sonda, pusulanın sağ alt köşesinde ise, oy sahibinin kimliğine ilişkin bilgiler vardır. Bu bilgiler, seçmenin ismi ve görevi, ya da sadece ismi olarak geçmektedir. İsim zikredildikten sonra bazen imza, bazen ismin yazılı olduğu mühür kullanılmıştır15. Oy pusulalarının ikisinde oyun kullanıldığı 20 Haziran 1329 (3 Temmuz 1913) tarihi de yer almaktadır. Mevcut oy pusulalarına bakıldığında 19 oy pusulasında, üçerden toplam 57 oy bunmaktadır. Bu 57 oyun adaylara dağılımının yapıldığı tabloya bakıldığında onbir adaya oy çıktığı bunlardan en çok oy alan kişilerin, Hüseyin Efendi Oğlu Ahmet Tevfik Efendi’nin ( Muratlızade) 15, Hacı Hamdi Efendi’nin 11, Hallûzade Mehmet Efendi’nin 9 oy almış olduğu görülür. 15 Ahmet Tevfik Efendi’nin kullandığı oy pusulası ve seçtiği adaylar, EK:11 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 313 Şaban ÇETİN Tüm oyların adaylara dağılımı şöyledir (Bakınız Tablo.2). Müftü Adayı Muratlızade Tevfik Efendi Hacı Hamdi Efendi Halluzade Mehmet Efendi Hacı Selül Ağazade Hacı Efendi Dellalzade Hamdi Efendi Kösterlizade Hüseyin Efendi Sofuzade Ahmet Efendi Hatip Mehmet Efendi İsmail Beğ Nefizade Ruhi Efendi Hacı Alevzade Yusuf Efendi Aldığı oy 15 11 9 7 4 4 2 2 1 1 1 Toplam oy 57 Tablo.2 Oyların adaylara dağılımı Seçim süreci şöyle işlemektedir. Her seçmen, önce müftülüğe uygun gördüğü üç din adamının adını, sonra da kendi kimliğini belirtmekte veya adını yazmaktadır. En çok oy alan üç aday, Kaymakamlık tarafından, Livaya, liva da vilayete bildirmektedir. Vilayet de adaylardan birini önererek Bâb-ı Meşihat’a bildirilmekte, Bâb-ı Meşihat de uygun gördüğü adayı müftü olarak atamaktadır. 2-Sonucun Vilayete gönderilmesi Seçim sonuçlarının oy döküm ve dağılım cetveli ve seçimde en çok oy alan Ahmet Tevfik Efendi, Hacı Hamdi Efendi ve Halluzade Mehmet Efendi’nin isimleri ve tercüme-i hal varakaları tanzim edilerek 20 Haziran 1329’da (3 Temmuz 1913) Nevşehir Kaymakamlığınca Niğde Livasına gönderilmiştir16 3- Vilayetin Meşihat Makamına Önerisi Konya Vilayeti, Niğde’den gelen dosyaları incelemiş, en çok oy alan üç adaydan Ahmet Tevfik Efendi’yi tercih etmiş, bu ismin atanması için, Vali Mehmet Hüsnü Bey imzasıyla 28 Ağustos 1913’te meşihata teklifte bulunulmuştur. 16 Müftülük seçiminde oy dağılımını gösterir cetvel, EK:12 314 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EK-13 EK-14 Konya Vilayeti Huzûr-ı Âli-i Cenâb-ı Meşihatpenâhî’ye Hulasa: Nevşehir müftülüğüne ulemay-i mahalliyeden Tevfik Efendi’nin icray-ı memuriyetine dair. Marûz-ı bende-i dirineleridir. Münhal olan Nevşehir Kazası müftülüğü içün ulemay-ı mahalliyeden Tevfik, Hamdi, Mehmet Efendilerin bil-intihab ihraz-ı ekseriyet eylediklerine dair meclisten gelen mazbata ile mumaileyhimin tercüme-i hal evrakı ve bu babda Meclis-i İdare-i Vilayetten tanzim olunan mazbata takdim kılınmış ve eşhası mahalliye nazaran mumaileyhden Tevfik Efendi hulûk ve ehil bir zat olduğu anlaşılmağla mumaileyhin icrây-ı memuriyetine müsaade buyrulması babında emr-u ferman hazret-i veliyyül emrindir. 15 Ağustos 329- 25 ramazan 331-28 Ağustos 1913/ Konya Valisi Mehmet Hüsnü”17 17 Ahmet Tevfik Efendi’nin Nevşehir Müftülüğü’ne atanmasıyla ilgili Konya Valiliği’nin Meşihat makamına teklif yazısı, EK:13 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 315 Şaban ÇETİN EK-17 316 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler 4- Atanması ve Göreve Başlaması Meşihat Konya’dan gelen dosyayı incelemiş, Ahmet Tevfik Efendinin Nevşehir müftülüğüne tayini tensip edilerek, 7 Eylül 1329- 18 şevval 1331- 20 Eylül 1913 tarihli 1273 numaralı kararla atamasını Konya’ya bildirmiştir. Ahmet Tevfik Efendi de, 2 kânunusani 1327 (15 0cak 1912) de vefat eden. Müft-i sabık Tahir Efendi’nin yerine, 10 teşrinievvel 1329 (23 Ekim 1913) tarihinde vazifesine başlamıştır. E-Seçim Sürecine Müdahale Teşebbüsü 9 Ağustos 1913’te Seyyid Hasan Fehmi isimli bir kişi atama sürecinin devam ettiği esnada meşihata bir dilekçe yazarak, seçimin iptal edilmesini ve kendisinin Nevşehir Müftülüğüne atanmasını talep eder. Ancak, Meşihat Konya Vilayetinin yazısı ve önerisini dikkate alır. Göreve Vilayetçe önerilen Tevfik Efendi’yi atayarak, yasal sürece müdahale edilmesine müsaade etmez. Seçim sürecine müdahale teşebbüsünde bulunan Hasan Fehmi’nin dilekçesi şöyledir. “Makâm-ı Âli-i Hazret-i Meşîhatpenâhî’ye Ma’rûz-ı dâ’iyânemdir ki Bir buçuk seneden beri münhal bulunan Nevşehir Müftülüğü bu âna değin gerek ulemâ-i mahliyye ve dolayısıyle ahâlî arasında büyük bir ihtilâf ve imtizâcsızlığa kapular açmış ve günden güne de şiddetini artırmakda ve bu uğurda hayli müşkilât tevâlîsinden sonra mahallinden üç kişi intihâb olunarak mazbatasıyla karîben gelmek üzere ise de herhangisi intihâb buyurulur ise yine nizâ ve münâferetin kat’ olunamayacağı gibi makâm-ı âlîleri de tasdî’den kurtulamayacağını sûret-i muhakkakada bilen eşrâf ve ahâlîden birçokları dâ’îlerini ilhâh ve icbâr etmekde olduklarından acizleri ise bi-lutfihi te’âlâ vazîfe-i tedrîsiyyeyi intihâb ve i’tâ-yı icazete muvaffak olduğumdan bundan böyle de hâl-i harâbiyetde kalan vatanıma maddeten ve ma’nen îfâyı hüsn-i hidmet etmek ve ahâlî beyninde tezyîd-i uhuvvet ve irtibât-ı anâsıra gayret ve izdiyâd-ı umrân-ı memleket husûsunda son derece bir mahabbet-i kalbiyye ve ârzû-yı vicdâniyyem uyandığından ya intihâb-ı vâkı’ın feshiyle tekrâr intihâbât icrâsına ve yahud doğrudan tercîhan ta’yînim husûsunda müsâ’ade-i aliyye-i cenâb-ı meşîhat-penâhîlerini istirhâm eylerim. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i min lehü’l-emrindir. 27 Temmuz 1329 / 6 Ramazan 1331, imza Seyyid Hasan Fehmi”18. 18 Hasan Fehmi’nin dilekçesi, EK:14 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 317 Şaban ÇETİN F-Niğde Kadısının Teftişi ve Sonuçları Niğde Sancağı Kadısı Mehmet Ali Efendi, 12 Aralık 1915, Nevşehir Müftüsü Ahmet Tevfik efendiyi teftiş etmiş, bulgularını bir format raporla Meşihata bildirmiştir. Niğde Kadısının sicil raporu şöyledir. “Nevşehir Müftüsü Mehmet Tevfik Efendi, Malumatı şeriyye vazifesine kati derecede sahiptir. İradesi zararsızdır. Lisan-ı Türkî’den başka lisana vakıf değildir. Evsaf-ı ahlakiyesi Müslüman’ca ahlak sahibidir. Bedeneni Zindedir. Ahali ile münasebatın samimi olmadığı anlaşılmış. Erkan-ı idare ve memurin ile münasebat zararsızdır. İntizar-ı umumide haysiyet ve şerfi pek cüzidir”.19 Meşihata gelen sicil raporu görüşülmüş, gelen raporun sonucuna göre Tevfik Efendiye 17 Ocak 1916 tarihinde “Tenbihnâme-ı âli” verilmesi kararlaştırılmıştır. Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antentli yazı şöyledir. “Huzûr-ı Sâmi-i Fetvapenâhî’ye Niğde Sancağına mülhak kazalar memurin-i şeriyyesinin ahvaliyle mehakim-i şeriyyesi muamelatının teftişine memur buyurulmuş olan Liva-i mezkur Kadısı Mehmet Ali Efendi tarafından Nevşehir Müftüsü Ahmet Tevfik Efendi hakkında tanzim olunan merbut siret varakası mesaisine nazaran mumaileyhin erkan-ı idare ve memurin ile münasebatı zararsız ise de ahali ile münasebatı samimi olmadığı ve intizar-ı umumiyede haysiyet ve şerefi pek cüzî bulunuğu ifade edilmiş ve ahali-i mahalliye ile hüsnü imtizac ve muhafaz-i vakar ve haysiyete itina etmesi hakkında müftü muma ileyhe tenbihname-i ali tastiri münasip mütaala kılınmış olduğuna karin-i tasvib-i ali buyurulduğu takdirde...11 Rebiulevvel 1334…4 kanuni sani1331”20 Görüldüğü üzere Niğde Kadısının teftiş sonuçları meşihatta değerlendirilmiş ve Mehmet Tevfik Efendi “halkla daha iyi ilişkiler içerisinde olması” konusunda yazılı olarak uyarılmıştır. Müftünün halkla ilişkileri gerçekten zayıf mıydı, yoksa onun makamında gözü olan biri tarafından istihbarat toplayan kişi yanıltılmış ve ceza alması mı sağlanmıştır, bilinmez. Ancak, daha önce zikredilen bir belgede müftülük seçiminin iptal edilmesini ve direk kendisinin müftü olmasını isteyen şahsın varlığı ikinci ihtimali güçlendirmektedir. 19 20 “Mehakim-i Şeriyye muamelatının teftişine mahsus fezleke varakası”, EK:15 Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antetli yazı, EK:16 318 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler G- Şeceresi Ahmet Tevfik Efendi’nin torunlarından, İstanbul’da öğretmenlik yapan Sabri Çabukkazan’ın21 yaptığı şecere çalışmasından aldığımız bilgilere göre Tevfik Efendi’nin çocukları Şunlardır: Pembe hanımdan; Hüseyin Hüdayi, Hatice, Şahabettin, Behiye, Nuh Yaşar (Prof),İsmail Enver, Bedriye ; Fatma hanım’dan Saadettin Çabukkazan, Meryam Hanım’dan Yuzuf Ziya ve Necmiye Hanım. H- Vefatı İlmiye Salnamesine22 göre 1916’da Nevşehir müftüsü olan Tevfik Efendi, Dosyasında mevcut izin dilekçesine göre 1919 yıllarının başında hala müftülük görevinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Müftlük görevinin ne zaman sona erdiği, Süleyman Hakkı Efendi’nin hangi tarihte müftü olduğu, görevinin ne kadar devam ettiği bilinmemektedir. Kızının oğullarından Bağkur emeklisi Türker Halıcıdan 27 Haziran 2011’de yapılan telefon görüşmesinden, alınan bilgilere göre Tevfik Efendi 1925 yılında 51 yaşında vefat etmiştir. Mezarı, Hasan Emmi Türbesi’nin haziresinde imiş, orası yıkılınca Yeni Garajın yanındaki Mezarlığa bir “makam mezarı” yaptırılmış taşları dikilmiştir. III-Kuva-yı Milliye Döneminde Ahmet Tevfik Efendi Konuya girmeden önce, Din adamlarının Milli Mücadele dönemindeki tavır ve tutumlarını kısaca gözden geçirelim. Milli Mücadele’de din adamlarının sahneye çıkışları 17 Mart 1919 tarihine kadar götürülebilir23. Bilindiği gibi, Milli Mücadelenin sosyal tarihi henüz yazılmamıştır24. Liva ve Kaza bazında yapılan tarihi çalışmalarda, müftü ve din adamlarının çoğunun Milli mücadele taraftarı oldukları açıkça görülür25. 21 22 23 24 25 Çalışmalarım esnasında Tevfik Efendi Hakkındaki tüm bilgilerini benimle paylaşan torunu Sabri Çabukkazan’a çok teşekkür ederim. İlmiye Salnamesi, Dersaadet, 1334, s.282 Ali Sarıkoyuncu, “Yunan Megalo İdeası ve Batı Anadolu’nun Düşman İşgalinden Kurtarılmasında Din Adamları”, Diyanet İlmi Dergi, , s.33. Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, s.83; Sakallı, Bayram, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, s.319– 321. Çetin, Şaban, “İlmiye Salnamesi’ne Göre Denizli Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, I, s.493-502, Çetin, Şaban, İlmiye Salnamesi’ne Göre Saruhan Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, s.175-199. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 319 Şaban ÇETİN Atatürk Anadolu’da en büyük desteği Müftüler ve din adamlarından almıştır26. Havza’da ulemadan Hacı Mustafa Efendi, Amasya’da müftü Tevfik ve vaiz Abdurrahman Kamil Efendiler, Erzurum’da Raif Hoca, Sivas’da müftü Abdurrauf Efendi, Kayseri’de Müftü Ahmet Remzi Efendi27, Kırşehir’de Müftü Halil Efendi, Ankara’da müftü Rıfat Börekçi ona ilk sahip çıkanlar olmuştur. Din adamları, Milli Mücadele fikrinin doğuşuna katkıda bulunarak, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde başkan ve üye olarak, Milli Mücadele lehinde kamuoyu oluşturarak, Camilerde vaaz, meydanlarda, mitinglerde hatip olarak, Anadolu Kongreleri’ne katılıp yöresini temsil ederek, Dağdaki çete ve zeybekleri Milli Mücadele için ikna çalışması yaparak, Gönüllü müfrezeler oluşturup, cephelerde ateş hattında savaşarak28, Ankara Fetvasını imzalayıp karşı fetva yayınlayarak, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında öncülük yaparak. I.TBMM’de milletvekili olarak, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifasına tepki göstererek kurtuluşa hizmet etmişlerdir. Bilindiği gibi, Milli Mücadelenin iki cephesi vardır. İlki işgal ve parçalanma olgularına karşı protesto ve karşı örgütlenme eylemi, değeri ise silahlı mücadeledir. Sivil örgütlenme ve protestolar, milli mücadelede eylem olarak ilk başvurulan tepkidir29. Kısa sürede tüm yurda yayılan, bir sivil örgütlenme olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Nevşehir’de de Ağustos 1919’da kurulmuştur. Nevşehir Müdaa-i Hukuk Cemiyeti, Reis Eyüp Bey, Müftü Süleyman Hakkı Efendi, Belediye reisi Ahmet Bey ve Hacı Hamdi Efendiden meydana geliyordu. Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde olduğu gibi Nevşehir’de de müftüler faaliyetin odağındadır. Gerçekten Hiçbir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yoktur ki içinde ulemadan bir din adamı olmasın.30 İçerisinde müftü Süleyman Hakkı Efendinin de bulunduğu Nevşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, İzmir’in işgalini ilk protesto edenlerdendir. Cemiyet, 20 Ocak 1920’de Maraş’ın işgalinden dolayı sadarete bir protes26 27 28 29 30 Sarıkoyuncu, Ali, Milli Mücadelede Din Adamları, I,s.29-35 Kars, Zübeyir, Milli Mücadelede Kayseri, s.33 Köstüklü, Nuri, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, s.110-116. Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, s.46 -47. Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s. 108-110. 320 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler to telgrafı çekerek işgal kınamış31, şehirde Maraş ve Urfa hadiselerinden dolayı büyük miting ve protestolar düzenlemiş, Ali Rıza paşa Hükümetinin istifa ettirilmesi üzerine Mustafa Kemal paşanın isteği doğrultusunda 4-9 Mart 1920’de Meclisi Mebusan’a protesto telgrafları gönderilmiştir32. Sonraki tarihlerde Nevşehir’de Kuvaa-yı Milliye teşkilatı kurulmuştur. Müftü Tevfik Efendi başkanlığında kurulan teşkilatta şehrin ileri gelenlerinden Reji memuru saçlı Zeki Bey, Telgrafçı Nuri Bey, tahsildar sadık Efendi, Bankacı Osman Efendi ve emlak memuru Hacı Efendi bulunuyorlardı. Müftü Tevfik Efendinin başkanlığında yürütülen çalışmalar, Milli Mücadele muhaliflerince iyi karşılanmamış ve Kurşunlu Camiinde müftü efendiyi tartaklayıp boğazına sarık dolayarak sokaklarda sürüklemişler, gece olunca da evini kurşunlamışlardır. Tevfik Efendi bunlara aldırmayarak mücadeleye devam etmiştir. Nihayet çalışmalar semeresini göstermiş ve milli Mücadele taraftarlarınca şehirde denetim ele geçirilmiştir. Fransızların Adana’ya girdiği günlerde Müftü Tevfik Efendi, Reji Memuru Saçlı Zeki Bey, telgrafçı Nuri Efendi ve çevresindekiler Fransızlarla savaşmak için Adana’ya gitmişler, Pozantı’da savaşmışlar ve düşmanı püskürttükten sonra geri dönmüşlerdir. Müftü Tevfik Efendinin faaliyetleri Kurtuluş Savaşının sonuna kadar aynı tempoda devam etmiştir.33 Nevşehir’in yetiştirdiği değerli tabip, siyasetçi ve kültür adamı Ragıp Üner (1914-1994) Milli Mücadele hatırlarlarında, Müftü Ahmet Tevfik Efendiyi Şu cümlelerle anlatır: “ Nevşehir cami-i atik Mahallesindeki evimizin önünden geçip giden askerleri daha dün gibi hatırlıyorum. Kurtuluş savaşının coşkunluk günleri… Akşam yemeklerinde birçok kişi bizim evde toplanır, o gün ele geçen gazeteleri okurlar, konuşurlardı. Reji memuru Saçlı Zeki Bey, Müftü Tevfik Efendi... Günlerden bir gün Müftü Tevfik Efendiyi Kurşunlu Camiinde tartaklamışlardı. O gece müftünün evini kurşun yağmuruna tuttular. Müftünün kaynanası Havva Hanım ve eşi Pembe Hanım mavzere sarılıp 31 32 33 Gökbilgin, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, I,s.88, Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I,s.245 Gökçen, Salim, Bozdağ’ın İşgali ve Ali Rıza Paşa Hükümetinin İstifası, s.184. Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, I,s.287-289. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 321 Şaban ÇETİN saldırganlara karşı koydu. Onları içeri sokmadılar. Yiğit oğlu yiğitti Müftü Tevfik Efendi… Her gün elinde kılıç bir beyaz atın üstünde Nevşehir çarşısından geçerdi. Al renkli fes giyer, beyaz sarık sarardı. Tam kuva-yı milliyeciydi…”34 2- Bir Aylık izin meselesi Ahmet Tevfik Efendi İstanbul’daki Hususi işlerini görmek gerekçesiyle 1 Mart 1919’da bir aylık izine ayrılmak ister ve bu isteğini bir dilekçeyle Şeyhülislamlık makamına iletir. İzin talebi 20 Mart 1919’da onaylanır. Dilekçe şöyledir. “Huzur-ı Sâmi-i Cenâb-ı Meşihatpenahi’ye Marûz-ı Dâileridir. Dersaadette bulunan bazı hususât-ı zâtiyemin temini içün bir mâh müddetle mezuniyet ita buyrulmasını istida ve istirham ederim. Ol babda emr u ferman hazret-i menlehu’l-emrindir35. 1 Mart 1335 Nevşehir Müftüsü Ahmet Tevfik” Müftü Ahmet Tevfik Efendinin İstanbul’a gitmek için bir aylık izin talep ediği zaman Milli mücadele ve kurtuluş savaşının zihinsel planlamasının yapıldığı son derece kritik bir dönemdir 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgal tarihine kadar geçen Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs aylarını içeren altı aylık dönem İstanbul ve Anadolu için son derce önemli kararların alındığı bir dönemdir. Milli Mücadele dönemindeki tavırlarını göz önüne alırsak, Ahmet Tevfik Efendinin İstanbul’a gitmek için “özel iş” ifadesinin bahane olduğu, İstanbul’da kurtuluş planlarının yapıldığı bir dönemde, kendilerine danışılmak üzere, İzmir Büyük Kongresinde olduğu gibi, bazı ulemanın İstanbul’a çağırılmış olduğu akıllara gelmektedir. Ahmet Tevfik efendinin teşkilat-ı mahsusa elemanı olduğu, durumu değerlendirmek üzere İstanbul’a davet edildiği ihtimali de düşünülebilinir. 34 35 Üner, Ragıp, Milli Mücadelede Nevşehir, Hayat Tarih Mecmuası, , s.17-18. Tevfik Efendi dosyasındaki izin dilekçesi, EK:17 322 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler Sonuç Kısaca tanıtmaya çalıştığımız müftülerimizi, birkaç yönden karşılaştırdığımızda şu sonuçlara varabiliriz. 1-Süleyman Vehbî Efendi, Ahmet Tevfik Efendiden daha uzun yaşamış, daha çok görev yapmıştır. Vehbi Efendinin(1825-1914) uzun yıl 89 yıl yaşadığı, Ahmet Tevfik Efendinin ise (1874-1925) 49 yaşında vefat ettiği anlaşılmıştır. 2-Her ikisi de eğitimcidir. Vehbi Efendi, almış olduğu klasik eğitimiyle bir tür klasik “müderris-ulema” örnekliği taşımaktadır. Ulemaya ait tedris, iftâ ve kazâ görevlerinin tümünü ifa etmiştir. Tevfik Efendi Tanzimat sonrası Eğitim sistemi ve “Maarifi Umumiye Nizamnamesi”nce düzenlenen Eğitim faaliyetleri içinde yetişmiş ve bu sistemde görev yapmış, yeni bir “muallim-ulema” örnekliği göstermektedir. Bu aynı zamanda Osmanlı Eğitim sistemindeki değişimin Nevşehir’deki yansıması olarak da görülebilir. 3-Her ikisi de köklü bir ulema ailesine mensuptur. Süleyman Vehbî Efendi Davutzâde ailesinden, Tevfik Efendi ise Bekir Hoca zadelerdendir. Özellikle Tevfik Efendinin çocuk ve torunlarının eğitim düzeyleri yüksektir. 4-Her ikisinin de yayınlanmış herhangi bir eseri mevcut değildir. Her şehir, uzun bir tarihi süreçte teşekkül eden birer kimlik ve kişiliğe sahiptir. Onlar, bu kalıcı kimlikleri sayesinde tanınır, sevilir ve aranır hale gelirler. Kimliklerini oluşturan fiziki unsurları herkesle paylaşırken, içinde barındırdıkları asıl kültürel ve manevi kimliklerini ise sadece meraklılarına açarlar. Bu bağlamda; Muşkara, Damat İbrahim Paşa ve Külliyesi, Hasan Emmi Türbesi, Nevşehir Kalesi, Tahta Camii, Meryem Ana Kilisesi, Nar, Saçlı Zeki Bey, Dellalzade Hacı Osman Efendi, Ragıp Üner, Peri Bacaları, yer altı Kentleri, Hacıbektaş Veli, Çömlekçilik, Güvercinlik, Arapsun, Karavezir Mehmet Paşa, Gülşehir, Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi, Muşkara Kaysısı nasıl Nevşehir kültür kimliğinin birer parçaları olmuşlarsa; Davutzâde Süleyman Vehbi Efendi ve Ahmet Tevfik Efendiler de şehre yaptıkları hizmetlerle Nevşehir kimliğinin bir parçası durumundadırlar. Nevşehir kültür tarihinin çok önemli unsurları arsanda yer almış bu isimlerin de, görünür ve bilinir hale gelmesi için Nevşehir âşıklarına çok, ama çok büyük görevler düşmektedir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 323 Şaban ÇETİN Kaynaklar Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, C.4-5, İstanbul 1981. Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-i Kayserî”, Diyanet Vakfı İslam Ansklopedisi, C.9. Bilgi, Nejdet, İstiklal Yolunda Bestekâr Bir Müftü Ahmet Âlim Efendi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa 2008. Çelik, Recep, Milli Mücadelede Din Adamları, I-II, Emre Yayınları, İstanbul Tarihsiz. Çetin, Şaban, “İlmiye Salnamesi’ne Göre Denizli Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, Pamukkale Üniversitesi, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, 6–8 Eylül 2006. Çetin, Şaban, İlmiye Salnamesi’ne Göre Saruhan Liva’sındaki Görevliler ve Bunların Milli Mücadele Yıllarındaki Tutumları”, Celal Bayar Üniversitesi, Milli Mücadelede Manisa ve Kuva-yı Milliye Sempozyumu, 6-7 Kasım 2009. Ergil, Doğu, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Ankara 1981 Gökbilgin, Tayyip, Milli Mücadele Başlarken, I,Ankara 1959. Gökçen, Salim, Bozdağ’ın İşgali ve Ali Rıza Paşa Hükümetinin İstifası, Atatürk Araştırma Merkezi Yay. Ankara 2003. İlmiye Salnamesi, Dersaadet, 1334. İstanbul Müftülüğü, Bâb-ı Meşihat Arşivi 2631 numaralı Tevfik Efendi Dosyası. 1044 ve 2722 numaralı Süleyman Vehbî Efendi Dosyası. Kars, Zübeyir, Milli Mücadelede Kayseri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993. Nuri Köstüklü, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, Ankara 1999. Kutay, Cemal, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1973. Sakallı, Bayram, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, İstanbul 1997. Sarıhan, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993. Sarıkoyuncu, Ali, Milli Mücadelede Din Adamları, I-II, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1999. Sarıkoyuncu, Ali , “Yunan Megalı İdeası ve Batı Anadolu’nun Düşman İşgalinden Kurtarılmasında Din Adamları”, Diyanet İlmi Dergi, C.30, Sayı 3, Temmuz Ağustos- Eylül 1994. Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, I, İstanbul 1976. Üner, Ragıp, Milli Mücadelede Nevşehir, Hayat Tarih Mecmuası, Mart 1975, Sayı 9. Zerdeci, Hümeyra, Osmanlı Ulema Biyografilerinin Arşiv Kaynakları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2008. 324 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Nevşehir Müftüsü Süleyman Vehbi ve Ahmet Tevfik Efendiler EKLER 1-Süleyman EFENDİ EK-1-Süleyman Vehbi Efendi’nin 1044 numaralı sicil dosyasındaki Devlet-i Osmaniye tezkiresi sureti. EK-2- 1044 Numaralı Dosyasında bulunan Sicill-i Ahval varakası EK-3- 1044 Numaralı dosyasındaki İcazetname EK-4- 1044 Numaralı dosyadaki İcazetname EK-5- 1722 Numaralı dosyasındaki terfi belgesi EK-6- 1722 Numaralı dosyasında bulunan müftülüğe atanma menşuru 2-Ahmet Tevfik Efendi EK-7- Ahmet Tevfik Efendi’ni fotoğrafı EK-8- Ahmet Tevfik Efendi’nin Sicilli Ahval Varakası EK-9- Ahmet Tevfik Efendi’nin Devlet-i Osmaniye Tezkeresi sureti EK-10- Nezaret-i Celîle-i Maarif-i Umûmi tarafından verilen “Mekâtib-i Rüştiye Şahadetnamesi” EK-11- Ahmet Tevfik Efendi’nin kullandığı oy pusulası ve seçtiği adaylar EK-12- Müftülük seçiminde oy dağılımını gösterir cetvelEK-13- Ahmet Tevfik Efendi’nin Nevşehir Müftülüğü’ne atanmasıyla ilgili Konya Valiliği’nin Meşihat makamına teklif yazısı EK-14- Hasan Fehmi’nin dilekçesi EK-15- “Mehakim-i Şeriyye muamelatının teftişine mahsus fezleke varakası” EK-16- Encümen-i İntihap Memurin-i Umumi antetli yazı EK-17- Tevfik Efendi dosyasındaki izin dilekçesi 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 325 ULUSLARARASI ÇAĞDAŞ SANAT ETKİNLİKLERİNİN KENTİN KÜLTÜREL DÖNÜŞÜMÜNE KATKILARI: ULUSLARARASI FABRİKARTGRUP ÇAĞDAŞ SANATLAR FESTİVALİ ÖRNEĞİ EFFECTS of the INTERNATOINAL CONTEMPORARY ARTS FESTIVALS in CULTURAL TRANSFORMATION of the CITY: SAMPLE of the INTERNATIONAL FABRIKARTGRUP CONTEMPORARY ARTS FESTIVAL Şakir ÖZÜDOĞRU* ÖZET Festivaller, kentlerin ekonomik, turistik, kültürel ve sosyal yaşamında büyük bir öneme sahiptir. Son yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir gibi kentlerde çağdaş sanatların çeşitli alanlarında düzenlenmeye başlanan uluslararası katılımlı festivaller sanata değişik yaklaşımları bir araya getirmesinin yanında, yerele uluslararası değerleri taşıyarak kentlerin kültürel dönüşümlerine önemli katkılar sağlamaktadır. Bu çalışmada Nevşehir’in Mustafapaşa yöresinde beş yıldır düzenlenen Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali incelenecektir. Festivalin katılımcılarına ve yöre halkına etkilerini ortaya çıkarmak için festivalin organizatörleri, festivale katılan sanatçılar ve yöre halkından kişilerle görüşmelere yapılmış, festivalin olumlu ve olumsuz yönleri ortaya koyulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çağdaş Sanat, Festival, Fabrikartgrup, Fabrikartgrup Uluslararası Çağdaş Sanatlar Festivali, Kapadokya ABSTRACT Festivals have an important role on the economic, touristic, cultural and social life of cities. International participated festivals which are held in various spheres of contemporary art in big cities such as İstanbul, Ankara, İzmir, and Eskişehir gathers various approaches to art, beside this those festivals provide important additives on cultural transformations of cities by carrying international values to local * Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi, Endüstriyel Sanatlar Yüksekokulu Moda Tasarımı Bölümü, e-posta: sakiro@anadolu.edu.tr 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 327 Şakir ÖZÜDOĞRU people. In this study, The International Fabrikartgrup Contemporary Arts Festival, which was being held for five years in the Mustafapaşa region of Nevşehir, is examined. To expose the additives of the festival on participant artists and local people, interviews was made with artists and local people, and positive and negative sides of the festival is introduced. Key Words: Contemporary Art, Festival, Fabrikartgrup, Fabrikartgrup International Contemporary Arts Festival, Cappadocia. 1- Giriş Festival ve benzeri etkinlikler uzun yıllar boyunca turist çekmek, sosyal ve ticari bir değiş tokuş alanı oluşturmak, politik ve askeri gücü göstermek için kullanılmıştır (Arnold, 2000). D. Picard ve M. Robinson, 1960’lardan bu yana bütün kıtalarda yeni festivallerin ortaya çıktığını ve dünyada düzenlenen festival sayısının hızla arttığını belirtmektedirler. Yazarlara göre bir kısmı yeniden keşfedilen bir kısmı ise yeni yaratılan bu festivaller ortaya çıktıkları coğrafyaların birçok sosyal, politik, demografik ve ekonomik gerçeğine birer dönüt işlevi görmektedir. Festivaller değişen sosyal yapının, sosyal hareketliliklerin ve küreselleşme süreçlerinin izlerini taşımaktadır (Picard ve Robinson, 2006: 2). Festival ve benzeri etkinlikler aynı zamanda ülke yönetimleri ve yerel yönetimlerce, şehirlerin ya da ülkelerin imajlarını ulusal ve uluslararası ölçekte güçlendirmek ve tanıtmak için önemli birer unsurdur (Quinn, 2005: 932). Bu etkinliklerin içinde yöre ve şehirlere özgü geleneksel festivallerin yanı sıra kültür ve sanat etkinlikleri önemli bir yere sahiptir. Bunun en önemli örnekleri arasında Almanya’da düzenlenen Bayreuth ve Avusturya’da düzenlenen Salzburg festivalleri gösterilebilir. Bayreuth ve Salzburg festivallerinin ikisi de ünlü bestecilerin onuruna düzenlenen müzik festivalleridir. Bayreuth festivali 1876’da ünlü Alman besteci Richard Wagner’in kendi operalarını sahnelemek için verdiği çabalar ile başlamıştır. İlk festival ekonomik olarak bir başarısızlıkla sonuçlansa da dönemin tanınmış simalarını Bayreuth’a çekmeyi başarmıştır (Large, 1978). İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Nazi yönetimini altında sürdürülen festival, savaşın ardından yenilenmiş ve müzik performansçılarının ve bestecilerin deneysel Wagner yorumlarına açılmıştır. Günümüzde de varlığını devam ettiren Bayreuth festivali, şehir için önemli bir turistik olay ve gelir kaynağıdır. Salzburg festivali ise 1920’lerden bu güne değin Avusturya’nın bir kenti ve aynı zamanda ünlü besteci Wolfgang Amadeus Mozart’ın doğum yeri olan Salzburg’ta düzenlenen bir müzik ve tiyatro 328 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği festivalidir. Festival, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaştan mağlup ayrılan Avusturya için bir Avusturyalı kimliği oluşturma ve bu kimliği kutlama işlevi de görmüştür (Steinberg, 2000). Avrupa’nın büyük geleneksel festivallerinden olan Salzburg festivali yılda 160.000 civarında ziyaretçiye kapılarını açmakta ve 1700 sanatçının gerçekleştirdiği 100’den fazla performans, konser ve tiyatro oyununa ev sahipliği yapmaktadır (Frey, 1986: 27). B. Quinn’in de belirttiği gibi, bu festivaller klasik sanat eserlerine yer vermekte ve elit bir görünüm arz etmektedir. Bayreuth ve Salzburg festivalleri, sosyal elitin varlıklarını gösterdikleri etkinlikler olmuştur; bunun yanında festivallere katılımın teşvik edilmesi ile yüksek kültürün daha geniş kitlelerin ulaşabilirliğine açılması ve bu kültürün değerlerini öğretme işlevi de görmüşlerdir (Quinn, 2005: 934). İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Avignon, Edinburg, Amsterdam gibi Avrupa’nın önemli kentlerinde ortaya çıkmaya başlayan kültür ve sanat festivallerinin sayısı artmıştır. 1960’lar ve 1970’lerde ortaya çıkan kültürel hareketler, insan hakları mücadeleleri, gay ve lezbiyen aktivizmi, yükselen feminizm dalgası olguları festivallerin yapısını da etkilemiştir. Yine bu dönemlerde sanat alanında ortaya çıkan yeni görüş ve akımlar, sanatçıların galerileri ve müze olgusunu sorgulamaya başlaması ve sanat kurumuna doğrudan saldırmaya ya da bu kurumun dinamiklerine eğilerek alternatifler aramaları kültür ve sanat festivallerin yapısını da değiştirmiştir. Avignon ve Edinburg festivalleri gibi festivaller kapalı ya da şehirden yalıtılmış alanlardan taşarak sokaklara yayılmış, izleyicileri de festivalin bir parçası hâline getirmiş, sanat yapma olgusunun içine katmıştır (Quinn, 2005: 936). Bu tarihlerden itibaren çağdaş sanatlar etrafında şekillenen festival ve etkinlikler dünyanın diğer şehirlerine hızla yayılmıştır. Günümüzde çağdaş sanata yön veren ve her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği Venedik Bienali, Documenta, Sao Paulo Bienali, İstanbul Bienali, Art Basel gibi etkinlikler bunların arasında öne çıkanlar olarak sayılabilir. Türkiye’de ilk fuar Osmanlı zamanında, İstanbul’da 1863’te Sergi-i Umumi-i Osmanî adı ile gerçekleştirilmiştir. 1883 yılında Sanayi-i Nefise-i Mektebi Âlisi kurulmuş ve günümüze dek süren öğrenci sergileri düzenlenmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra modern sanatı tanıtmak ve yaymak için 1932 ve 1940 yılları arasında Cumhuriyet Sergileri ve 1938-1944 yılları arasında İnkılâp Sergileri yapılmıştır. Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu’dan oluşan ve modernist bir çizgide çalışmalarını sürdürmüş olan D Grubu, 1933-1951 yılları arasında 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 329 Şakir ÖZÜDOĞRU sergiler düzenlemiştir. 1950’lerde akademi dışındaki sanatçılar tanınmaya başlamış, akademinin sanat alanındaki iktidarı sarsılmıştır. 1970’lerde ise sanatçılar yurtdışında ortaya çıkan gelişmelere paralel arayışlara girmişlerdir. 1977 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, çağdaş sanatı daha iyi kavrayabilmek ve yaygınlaştırmak amacı ile sempozyumlar, sergiler, konserler, film ve tiyatro gösterileri gibi değişik alanları kapsayan Sanat Bayramlarını düzenlemeye başlamıştır. Bu etkinlikler kapsamında yapılan Yeni Eğilimler Sergileri sanat alanında Batı’daki gelişmeleri tanıtması ve Türkiye’de benzer eğilimlere sahip sanatçılara kucak açması bakımından önemli bir yere sahiptir. Diğer ismi anılması gereken çağdaş sanat etkinlikleri ise, ilki 1980 yılında gerçekleştirilen Günümüz Türk Sanatı Sergileri ve 1984 ve 1988 yılları arasında gerçekleştirilen Öncü Türk Sanatından Bir Kesit Sergileri’dir. Uluslararası İstanbul Bienali’nin temellerinin atıldığı ve 1973 yılında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenmeye başlanan İstanbul Festivali’nin isminin anılması da gerekmektedir. Bu festival 1980’lere kadar operadan halk oyunlarına, kukla gösterilerinden çağdaş sanat sergilerine geniş bir etkinlik yelpazesi sunmuştur. 1980’lerden sonra festivaldeki etkinliklerin ayrılmasıyla farklı festivaller ortaya çıkmıştır. 1989 yılında İstanbul Uluslararası Film Festivali ve İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali; 1994’te İstanbul Uluslararası Caz Festivali ve İstanbul Uluslararası Müzik Festivali düzenlenmeye başlanmıştır. Günümüzde İstanbul Festivali caz müzikten, deneysel filme birçok farklı alana açılan festivale bölünmüştür.1 1980’ler Türkiye’de üretilen çağdaş sanat için bir dönüm noktası olmuştur. 1980’lerin ikinci yarısında kendini iyice hissettirmeye başlayan serbest piyasa ekonomisi, bağımsız galerilerin artması, Batı’nın gelişmekte olan ülkelerle ilgilenmesi, medya tarafından yayılan özgürleşme dalgası, özel şirketlerin kültür alanına yatırım yapmaya başlaması gibi olgular bu dönemde üretilen sanatı ve sanat etkinliklerini de etkilemiştir. Sanatçılar geleneksel heykel ve resim tekniklerinden, sanatın kendisini, izleyiciyle kurduğu ilişkileri, alıcı-sergileme-üretim ilişkilerini kapsayan yapısal ortamını sorgulamaya başlamışlardır. Bunun yanında sanat üretimine video, fotoğraf, hazır nesne, tekstil malzemeleri, kişisel anlatılar, kolajlar gibi yeni malzemeler dâhil edilmiştir. Yenilikçi sanatçılar kendi çalışmalarını sergi1 Türkiye’de sanat etkinlikleri ile ilgili kronolojinin oluşturulmasında Sibel Yardımcı’nın Kentsel Değişim ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da Bienal isimli kitabından yararlanılmıştır. 330 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği leme imkânı bulmuş; böylece bu çalışmalar izleyici tarafından tanınmaya başlamıştır. 1987 yılında ilki gerçekleştirilen ve ismi sonradan Uluslararası İstanbul Bienali olacak olan, 1. Uluslararası İstanbul Çağdaş Sanat Sergisi yukarıda özetlenen ortamda gerçekleşmiş ve toparlayıcı bir işlev görmüştür. Yeni Eğilimler Sergileri, Günümüz Sanatçıları Sergisi, Öncü Türk Sanatından Bir Kesit gibi etkinlikler yenilikçi sanatçıların çalışmalarını izleyiciye ve sanat piyasasına sunmalarına yardımcı olmuştur; ancak İstanbul Bienali uluslararası tanınırlığıyla Batı’nın yüzünü Türkiye’de üretilen çağdaş/güncel sanata dönmesini sağlamıştır (Yardımcı, 2005; Çalıkoğlu, 2008). B. Madra, bienalin amaçlarını uluslararası çağdaş sanat ortamını Türkiye’ye getirmek; Türkiye’deki çağdaş sanat ortamını yurtdışına tanıtmak ve sanat alanında uluslararası bir etkileşim kurmak olarak özetlemektedir (Madra, 2003: 32). Bu amaçla bienale Jean Michel Alberola, François Morellet, Gilberto Zorio, Markus Lüpertz gibi önemli sanatçılar çağrılmış; çeşitli Avrupa ülkelerinden sergiler hazırlanmış ve Türkiye’den galeriler davet edilmiştir. Bienal mekânları olarak da Aya İrini, Ayasofya Hamamı, Resim ve Heykel Müzesi, Hareket Köşkü ve Askeri Müze kullanılmıştır. Bu tarihi mekânların sergileme alanları olarak kullanılmasıyla izleyicinin dikkatinin çekilmesi, sanatçılara çekici gelecek tarihsel yapıların değerlendirilmesi, kurum ve kuruluşların sergiye katkıda bulunması, Türkiye’deki sanat ortamının temsilinin sağlanması amaçlanmıştır (Madra, 2003: 17). 1989 yılında gerçekleştirilen bienale ise Sol LeWitt, Sarkis, Daniel Buren, Christos Joachimides gibi isimler özel projeler hazırlamış ve çeşitli ülkeler sergiler düzenlemiştir. Bu bienalde Aya İrini, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet, Süleymaniye Kültür Merkezi, Askeri Müze, MSÜ Resim ve Heykel Müzesi, Dolmabahçe Sarayı Hareket Köşkü, Yıldız Sarayı Sanat Galerisi, Basın Müzesi, Yıldız Üniversitesi Sabancı Kitaplığı ve çeşitli galeriler sergileme mekânı olarak kullanılmıştır. 1995’te düzenlenen 5. Uluslararası İstanbul Bienali ise yabancı bir küratörün seçici olduğu ilk bienaldir ve bu bienalden sonra düzenlenen bütün bienallere yabancı küratörler davet edilmiştir. Ayrıca 2003 yılında düzenlenen 8. Uluslararası İstabul Bienali’nin bir kısmı Diyarbakır’a taşınarak bienalin İstanbul dışına açılması sağlanmıştır. 1987 yılındaki ilk bienali giriş fiyatlarının pahalı olmasına karşın 50.000 kişi ziyaret etmiştir (Madra, 2003: 32) ve bu zamandan günümüze değin ziyaretçi sayısıyla birlikte bienalin uyandırdığı beklenti ve etki ivmelenerek artmıştır. Uluslararası İstanbul Bienali, ‘seçici kurulunun niteliği’, ‘sanatçı seçimleri’, ‘küratörün 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 331 Şakir ÖZÜDOĞRU yerel sanat ortamından kopukluğu’, ‘mekan kullanımı ile ilgili sorunlar’, ‘maddi külfeti’ bakımından düzenlenmeye başlandığı günden beri sanat çevresi tarafından eleştirilmektedir ancak bütün eleştirilere karşın bienal Türkiye’nin uluslararası çağdaş sanat ortamı ile etkileşime girmesini sağlamış ve Batı dışında düzenlenen önemli bienaller arasına girmeyi başarmıştır (Yardımcı, 2005; Madra, 2003). 1990’lı ve 2000’li yıllarda dünyada ve Türkiye’de çağdaş sanat etkinlikleri hızla çoğalmıştır. Bu etkinliklerin Türkiye’de düzenlenen yakın tarihli arasında 2006 yılında düzenlenmeye başlanan ulusal ve uluslararası galerilerin katıldığı Contemporary İstanbul, 2008’de bağımsız bir grup belgeselci tarafından düzenlenmeye başlanan Documentarist, ilki Eylül 2011’de gerçekleştirilen ve sanatçı projeleri ile galerileri birleştiren Artbeat ismi anılması gerekenlerdir. İKSV’nin 2012 yılında uluslararası bir tasarım bienali yapmayı planladığı da belirtilmelidir. Bunların yanında yakın zamanlarda İstanbul dışında gerçekleştirilen çağdaş sanat etkinlikleri de önem kazanmaya başlamıştır. 2007 yılında başlatılan Port İzmir Trienali, İzmir’de ‘sanatın tartışılmasını ve güncel hayata dâhil olmasını hedeflemektedir’ (Anonim1, www.portizmir.org). Eskişehir’de beşincisi gerçekleştirilen Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu ise pişmiş toprağı hem bilimsel hem sanatsal yönleri ile ele alması bakımından önemlidir. Sempozyum kapsamında bilimsel bildiriler sunulmakta, uluslararası boyutta gerçekleştirilen sanat çalıştayında pişmiş toprağı malzeme olarak kullanan sanatçılar eserler üretmekte ve bu eserler şehrin değişik bölgelerinde sergilenerek birer kamusal sanat eserine dönüştürülmektedir. Bu çalışmanın konusu olan Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, 2006 yılından beri, Nevşehir’de bağımsız bir sanat inisiyatifi olan Fabrikartgrup tarafından gerçekleştirilmektedir. Festivalin amacı, ‘toplumların birbirilerinin kültürel-sanatsal zenginliklerini tanıması’ ve yöre halkının da içinde yer alabildiği etkileşimli bir sanat alanı yaratabilmektir (Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup.com/?page_id=39). Bu çalışma kapsamında, 2010 ve 2011 yıllarında FÇSF’ye katılan sanatçılar, festival düzenleyicileri ve yöre halkından kişilerle yarı-yapılandırılmış görüşmeler yapılmış, 2009, 2010 ve 2011 yıllarındaki doğrudan gözlemlerden yararlanılmıştır. Görüşmelerin seyri konuşmanın akışına göre şekillenmiş ancak sırası ile görüşme yapılan kişiye festivalden haberdar olma yolu; festivalin yıllar içindeki ve o yıl içindeki durumu hakkında görüşleri; festivalin yöre halkı ve coğrafyası ile kurduğu ilişki; festivalde yer alan çalışmaların festi- 332 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği valin amaçlarına ve temasına uygunluğu ve son olarak gelecekte yapılması planlanan festivaller için önerileri sorulmuştur. Alınan cevaplar, yapılan gözlemlerle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. 2- Uluslararsı Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali: “Anadolu’da Bir Festival mi?” Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali (FÇSF), Fabrikartgrup tarafından 2006 yılından beri Nevşehir’in Mustafapaşa kasabası ve çevresinde düzenlenen bir çağdaş sanatlar festivalidir. Fabrikartgrup bir sanatçı inisiyatifi olarak sanat eğitimcisi Kaan Sarı, sanatçı Nazile Arda Çakır, sanat eğitimcisi Sibel Payyu ve sanat eğitimcisi Gülhan Sarı tarafından kurulmuştur. İnisiyatifin yurtdışı sorumluluğunu Babayan Kültür Evi sanat direktörü Willemijn Bouman üstlenmiştir. Yıllar içinde inisiyatiften ayrılanlar ve inisiyatife katılanlar olmuştur. Bugünkü haliyle Fabrikartgrup Kaan Sarı, iletişim tasarımcısı Fulya Çalışkan, sanat eğitmeni Gülhan Özdemir, yönetmen ve sinema yazarı Ali Canlar, Esra Korkmaz ve video-art sanatçısı Uğur Karagül’den oluşmaktadır. Festivalin danışmanlığını ise Okan Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. H. Sühendan Kumcu İlal yapmaktadır. Fabrikartgrup, kendini “2006 yılından bu yana faaliyet gösteren, üyeleri farklı kentlerde yaşayıp, aynı duyarlılık, sorumluluk ve bilinçle hareket eden, sanatın evrenselliği ve birleştirici gücüne inanan sanatçılar, eğitimciler, akademisyenler ve sanatseverlerden oluşan çağdaş sanat inisiyatifi” olarak tanımlamaktadır (Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup. com/?page_id=2). Grup kendisini “popüler kültür”ün dışına yerleştirmekte ve müzik, sinema, video, resim, yerleştirme, performans, tekstil sanatı gibi sanatın çok çeşitli alanlarında ürün veren sanatçılarla etkileşim içinde tutmaktadır. Grup üyelerinin farklı ilerde yaşaması ve festival çerçevesinde bir araya gelmeleri de diğer şehirlerdeki çağdaş sanat ortamlarından beslenmelerini sağlamaktadır. FÇSF, ‘Kapadokya dünyanın merkezidir’ sözüyle yola çıkarak, Kapadokya’nın tarihsel serüvenini, coğrafi güzelliğini ve eşsizliğini, kültürel mozaiğini sanatsal bir yolla korumak ve geliştirmek için uğraş vermektedir. Türkiye’de çağdaş sanatın İstabul ve İzmir gibi büyük şehirlerde, dar bir çevre içinde etkin bir dolaşımda olduğu göz önüne alındığında, FÇSF’nin Kapadokya’yı tanıtma işlevinin yanında, Kapadokya’daki sanatseverlere de çağdaş sanatı sunduğu ve sanatçılarla bölge halkı arasında bir köprü olduğu söylenebilir. Fabrikartgrup’un FÇSF’nin amaçlarını ve gerek- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 333 Şakir ÖZÜDOĞRU liliğini ele aldığı “Anadolu’da Bir Festival mi?” isimli metinde belirttikleri gibi, Fabrikartgrup bu sorumluluk bilinci ile hem yerel halkın kültürel gelişimine hem de ülkemizin sanatsal gelişimine katkıda bulunmak amacı ile uluslararası düzeyde kaliteden ödün vermeden, toplumların birbirlerinin kültürel-sanatsal zenginliklerini tanıması amacı ile Kapadokya bölgesini merkez seçerek, sadece sanatçılara açık olan ve belli bir zümreye hitap eden festivallerin dışında, halkın da içerisinde aktif olarak rol aldığı çağdaş sanatlar konseptli paylaşımcı bir sanat festivalinin mimarlığını üstlenmiştir. (Fabrikartgrup, http://www.fabrikartgrup.com/?page_id=39) Festivalin diğer bir amacı da, bölgede festivaller boyunca düzenlenen atölye çalışmalarında sanatçıların ürettikleri eserlerin de içinde yer alacağı bir çağdaş sanatlar müzesi kurmaktır. --Yukarıda sözü edilen amaçlar doğrultusunda festival çağdaş sanatın bütün disiplinlerine açıktır. Festival boyunca resim ve heykel sergileri gerçekleştirilmekte ve ressamlar sokakta halkın içinde çalışmalarını sürdürmekte, çeşitli atölye çalışmaları düzenleyerek halkı da bu çalışmalara dâhil etmektedirler. Performans sanatçıları yöreye özgü mekânlarda, bu mekânların da verimlerini kullanarak festival için hazırladıkları performanslarını izleyici ile etkileşimli biçimde sunmaktadırlar. Yerleştirme (enstalasyon) sanatı örnekleri ise yine mekânsal doku ile ilişki kuracak biçimde tarihi yapılar içinde yerini almaktadır. Çağdaş fotoğraf ve grafik sanatçılarının ürünleri de festivalin sergi salonlarında izleyicilerle buluşmaktadır. Festivalin ilgi çeken başka bir etkinliği de belge-film yönetmeni ve sinema yazarı Ali Canlar’ın çabaları ile gerçekleştirilen kısa film gösterimleridir. Bu etkinlikte kurmaca, belge-film ve deneysel film alanlarında son dönem çekilmiş ve ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödül almış kısa filmler izleyicilere sunulmakta; film gösterimlerinin ardından tartışmalar yapılmaktadır. Bu etkinlikler çağdaş sanat ve sanat eğitimi üstüne yapılan paneller, sanatçıların birbirini tanımasına ve ortak projeler üretebilmesine yönelik gerçekleştirilen sanatçı tanıtımları ve sanatçıların festival süresince, festivale özel olarak tasarladıkları atölye çalışmaları ile desteklenmektedir. Sergileme, gösterim, atölye mekânları olarak Avanos’ta Hacı Nuri Bey Konağı (Kapadokya MYO El Sanatları Uygulama Merkezi), Uçhisar’da Karlık Evi ve Uçhisar Kalesi, İbrahimpaşa’da Babayan Kültür Evi, Göreme’de Seten Kültür Merkezi, Mustafapaşa’da Kapadokya MYO binaları ve yörelerin sokakları kullanılmaktadır. Festivale son yıllarda Kapadokya Meslek Yüksekokulu, Uçhisar Belediyesi, Göreme Belediyesi, Nevşehir Valiliği, Karlık Evi, Argos 334 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği in Cappadocica, Tema Vakfı, Ava Seramik, Kale Konak, Cave Hotel, Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi mekân desteği ve lojistik destek sağlamakta ancak maddi destek sunmamaktadır. İlk festival 2006 yılında, Fabrikartgrup’un girişimleri ile Nevşehir’in Mustafapaşa kasabasında gerçekleştirilmiştir (Resim 1). Bu festivalde belirli bir tema gözetilmemiş, yörenin sanatçılar tarafından tanınması, sanatçıların işbirliği ve yöre halkının çağdaş sanatla tanışması amaçlanmıştır. Sergileme mekânı olarak Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nun tarihi binalarının yanı sıra Mustafapaşa sokakları da kullanılmış; sanatçılar yöre halkının da katıldığı atölyeler düzenlemiştir (Resim 2). 1. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’ne Türkiye, Almanya, Amerika olmak üzere farklı ülkelerden, değişik sanat disiplinlerinde ürün veren 256 sanatçı başvurmuş; festival 84 sanatçının katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu sanatçılarından bazı isimler şunlardır: Metin Üstündağ, Erkan Doğanay, Reha Bilir, Nobert Scmihtt, Deidre Kirk, Soner Sınmaz, Vedat Hazneci, Aynur Pehlivanlı, Charlotte Altuner, Güneş Şahin, Murat Güzeloğlu. Fabrikartgrup’un verilerine göre festivalin ardından yörede belirgin bir turist artışı gözlemlenmiştir. İlk festivalin ardından, bölgede bir çağdaş sanatlar festivalinin yapılabileceği gözlemlenmiş, sanatçıların ilgisi ve desteği gelecek festivaller için umut vaat etmiştir. Aynı zamanda, bu festivalde sanatçıların atölyelerde ürettikleri eserler, Fabrikartgrup’un ileriye dönük bir çıktı olarak planladığı, bölgede kurulacak Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin temellerini atmıştır. Resim 1: Uluslar arası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali açılışı, 2006 (Fabrikartgrup arşivinden) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 335 Şakir ÖZÜDOĞRU Resim 2: Mustafapaşa sokaklarında yapılan atölye çalışmalarından bir görüntü, 2006 (Fabrikartgrup arşivinden) 2. Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, 2007 yılında Mustafapaşa kasabasında gerçekleştirilmiştir. Bu festivalde de belirli bir tema gözetilmemiş, festivalin tanınırlığını ve festival için bölgenin verimini kullanmaya yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu festivale Türkiye, Hollanda, Almanya ve İran’dan sanatın değişik disiplinlerinde ürün veren 60 sanatçı katılmıştır. Bu isimlerden bazıları şöyledir: Ayhan Çelik, Behdad Lahooti, Deniz Gökduman, Engin Bilgin, Katia Beren, Leo Van Velzen, Leyla Kahraman, Mustafa Gürhan Yetkin, Mustafa Özbakır. Sanatçılar bu yılda da festival için özel olarak hazırlanmış atölye çalışmaları gerçekleştirmiş ve ileride kurulması planlanan Çağdaş Sanatlar Müzesi için ürünlerini bağışlamışlardır (Resim 3). Resim 3: 2. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde bir performans görüntüsü, 2007 (Fabrikartgrup arşivi) 336 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği 2008 yılında Fabrikartgrup, Kapadokya bölgesinin UNESCO’nun koruma listesinde yer almasından ötürü bölgeye yönelik projeler ve çalışmalar geliştirmeye karar vermiştir. Bu bağlamda bölgenin sorunları içme suyu yetersizliği, kanalizasyon yetersizliği, açık arazide yol alan atık su sistemleri, çöpün serbestçe vadilerde ve tabiata atılması, açık hava çöplükleri, çevrenin ve vadilerin turistik amaçlı arabalar, motosikletler vs. için açılan yollarla katledilmesi, gelecek için planlanan atık suyu Kızılırmak’a bağlama projesi olarak saptanmış ve 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali “SU!=PIRILTI?” teması çerçevesinde gerçekleştirilmiştir (Resim 4). Festival ile bölgenin sorunlarına dikkat çekilerek yerel halkın ekolojik konularda bilinçlenmesi ve eğitilmesi amaçlanmıştır. Sanatçılara bu tema çerçevesinde ürünlerini sergilemek, atölye çalışmaları gerçekleştirmek ya da performanslar önermek için açık bir çağrı yapılmıştır. Festival Türkiye, Hollanda, Almanya, Amerika, Fransa, İspanya, Kazakistan, Azerbaycan ve Japonya olmak üzere değişik ülkelerden ve değişik sanat disiplinlerinden gelen 89 sanatçının katılımıyla gerçekleşmiştir. Ayrıca, Belge-film yönetmeni Ali Canlar tarafından bu festivalin bir belge filmi çekilmiş, sanatçıların çalışmaları ve festival süreci belgelenmiştir. Festivale katılan bazı isimler şöyledir: S. Arda Soykan, Maria Sezer (Resim 5), Aykan Özener, Rem Dans Project, Delbar Shahbaz, Kaan Canduran, Sabina Shiklinskaya, Teoman Madra, Susan De Kruiff, Philip Geist, İldar Karim, SUBVOID. Resim 4: 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali afişi (Fabrikartgrup arşivinden) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 337 Şakir ÖZÜDOĞRU Resim 5: 3. Uluslar arası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer alan bir çalışma, Maria Sezer, “SU!=PIRILTI?”, Yerleştirme, 2008 (Fabrikartgrup arşivinden) 2009’da gerçekleştirilen 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, Kapadokya’nın ekolojik sorunlarına yönelmiş, bölgenin eskiden bir su bölgesi ve coğrafi güzelliği ve eşsizliğinin nedeninin su olduğu göz önüne bulundurularak festivalin teması “Us ve Su” olarak belirlenmiştir. Sanatçılar bu tema çerçevesinde bölgenin ekolojik sorunlarına işaret etmeye, çözüm önerileri aramaya ya da bölgenin coğrafi yapısı ile bütünleşen performans ve yerleştirmeler yapmaya davet edilmiştir. Festivale Türkiye, Almanya, Hollanda olmak üzere farklı ülkelerden 55 sanatçı katılmıştır. Festival süresince Ali Canlar tarafından festivalin hazırlanışı, çalışmaların yerleştirilme süreci, performanslar kaydedilmiş ve sanatçılarla gerçekleştirdikleri çalışmalar hakkında söyleşiler yapılmıştır. Katılan sanatçılardan bazıları şunlardır: Filiz Çimen, Uğur Karagül, Taylan Akdağ, Ezgi Gökçe, Şakir Özüdoğru (Resim 6), Okan Boydaş, Şaziye Sarıkatipoğu, Gökçe Pehlivanoğlu, Nilay Ertürk, Irmak Bayburtlu, Duygu Özgül (Resim 7) Fırat Mançuhan, Leonie Muller. 338 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği Resim 6: 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nden bir çalışma Şakir Özüdoğru, “Belirlenimler”, yerleştirme, 2009 (Kişisel arşivimden). Resim 7: 4. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nden bir çalışma Nilay Ertürk, Irmak Bayburtlu, Duygu Özgül, “isimsiz”, performans ve yerleştirme, 2009 (Kişisel arşivimden) 2010 yılında yapılan 5. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde tema olarak “Biçimde Aşk” belirlenmiş, sanatçı katılımının çeşitliliği hedeflenmiştir. Sanatçılar, “hangi zamanın aşkları gerçekti? Hangi aşk daha baki? Bir ibadethanede avuçlarımızı açıp ya da birleştirip karşılık beklemeden duyduğumuz aşk mı? Bir insana duyduğumuz uğruna ölü- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 339 Şakir ÖZÜDOĞRU mü bile olarak gördüğümüz aşk mı? Bu en çok dile getirilenlerin dışında olan milyonlarca başka aşk mı?” sorularına yorumlar getirmeye ya da bu sorulara yeni sorular eklemeye davet edilmiştir. Festivale Türkiye, Hollanda, Avustralya, A.B.D. olmak üzere farklı ülkelerden 41 sanatçı ve sanat grubu katılmıştır. Aynı zamanda festival süresince Ali Canlar tarafından Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi’nde kısa film gösterimleri gerçekleştirilmiş, bu gösterimlerde son dönem çekilen ve önemli yarışmalarda ödül olan kısa filmler izleyicilere sunulmuştur. Festivale katılan sanatçılardan bazıları şöyledir: Babayan Culture House (Resim 8), Esra Okyay, Fırat Erdim, Maria Sezer, Rabia Çalışkan, RemDans Project, Utku Atalay, Vildan Işık, Willemijn Bouman, Paul Broekman. Resim 8: 5. Uluslararası Fabrikart Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer alan bir çalışma Babayan Culture House, “isimsiz”, yerleştirme, 2010 (Fabrikartgrup arşivinden) 6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali, 2011 yılında Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nun programının yoğunluğundan dolayı Uçhisar’da gerçekleştirilmiştir. Ana sergileme ve atölye mekânı olarak Karlık Evi kullanılmış, sanatçılar Uçhisar Kalesi’nde ve Uçhisar sokaklarında performans ve yerleştirmeler yapmışlardır. Bu festivalin teması “Toprağın Aidiyet Alegori” olarak belirlenmiş; sanatçılar, “Sınırlara bölünmüş, kır- 340 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği mızıçizgilerle belirlenmiş, tel örgülerle ayrılmış toprağın üzerinde insan, onun efendisi mi yoksa kölesi midir? Toprakta kurmaya çalıştığı hükümdarlığın sahibi mi misafiri midir? İnsan nerenin parçasıdır, aidiyeti nerede başlar, hangi sınırlarla belirlenir? Sahip olduklarıyla mı tanımlanır, yoksa ona sahip olana mı aittir?” soruları ekseninde toprak ve aidiyet kavramları üstüne düşünmeye ve üretim yapmaya davet edilmişlerdir. Festivale paralel etkinlikler olarak, Argos in Cappadocia’da klasik müzik konserleri ve Kale Konak Cave Otel’de film gösterimleri yapılmıştır. Ayrıca, festival Şakir Özüdoğru tarafından organize edilen, daha önce Slovenya’da sergilenen “Sanat Yolda Uluslararası Gezici Posta Sanatı Projesi”ne ev sahipliği yapmıştır (Resim 9). Festivale Türkiye, A.B.D., Yunanistan ve Hollanda olmak üzere değişik ülkelerden 27 sanatçı katılmıştır. Karlık Evi’nin konaklama ve sergileme olanaklarının kısıtlı olmasından ve başka bir konaklama sponsoru bulunamadığından katılımcı sanatçı sayısı diğer yıllara göre azdır. Festivale katılan bazı sanatçı ve sanat grupları şu şekildedir: Ayşegül Türk, Barasinga Sanatçı İnisiyatifi, Burçak Konukman, Christina Svenningsen, Dorion Barill, Ercan Vural (Resim 10), İrfan Dönmez, Gulnara Jorobekova. Resim 9: 6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde yer alan Sanat Yolda Uluslararası Gezici Posta Sanatı Projesi, 2011 (Kişisel arşivimden) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 341 Şakir ÖZÜDOĞRU Resim 10: 6. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar festivali’nde yer alan bir çalışma Ercan Vural, yerleştirme, 2011 (Kişisel arşivimden) 3- Festival Süreci ve Ortamı FÇSF koordinatörü ve Fabrikartgrup üyesi Kaan Sarı, ilk festivali yapma fikrinin Ürgüp’ün Mustafapaşa kasabasına ilk gidişinde bölgenin coğrafyasından, doğal güzelliğinden ve sosyal yapısından etkilenmesi sonucu ortaya çıktığını belirtmiş; bu festivalin eşi ve Fabrikartgrup üyesi Gülhan Özdemir’in desteği ile altı ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirildiğini söylemiştir. Sarı, festivalin başlardaki amacının birlikte üretme, sergileme ve sanatçıların hem kendileri arasında hem de yöre halkıyla samimi biçimde bir arada olması için bir ortam yaratmak olduğunu vurgulamıştır. Sarı’nın üstünde durduğu en önemli nokta festivalden hiçbir maddi kazanç beklemedikleri, festivalin maddi yönünün bölgede kurmayı planladıkları Çağdaş Sanatlar Müzesi için imkân arayışı olduğudur (Kaan Sarı ile görüşme, 2011). Görüşme yapılan sanatçılar festivalin sanatçıları bir araya getirme, sanatçılar arasındaki diyalogu arttırma ve birbirilerinin çalışmalarından haberdar olabilme imkânı sağlandığında hemfikirdir. Video-art sanatçısı Uğur Karagül, genç sanatçılarla deneyimli sanatçıların bir araya gelmesinin genç sanatçılara sanat disiplinini öğretici bir yanı olduğunu vurgulamıştır (Uğur Karagül ile görüşme, 2011). Ressam ve sanat eğitmeni Burhan Yılmaz’a göre festival bölgenin ekolojik sorunlarına dikkat çekerek sanatçıların du- 342 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği yarlığını arttırma işlevi vardır (Burhan Yılmaz ile görüşme, 2011). Bu bağlamda, sanatçılar festival kapsamında bir araya gelmenin ortak projeler üretebilmek için bir basamak oluşturabileceğini düşünmekte; birbirinin çalışmalarından haberdar olarak diğer sanat disiplinleriyle de ilişki kurabilecekleri bir alanda bulunduklarını hissetmektedirler. Yöre halkı ile yapılan görüşmelerde ise festivalin halka açık olan atölyelerine katılımın ve ilginin az olmasına karşın eğitici ve öğretici yanının öne çıktığı görülmüştür. Kapadokya’nın morfolojik yapısının çekiciliği nedeni ile daha önce çağdaş sanat alanları dışında kimi müzik festivallerine, film ve dizi çekimlerine, turistik etkinliklere alışkın olan yöre halkı FÇSF’yi kanıksamış görünmektedir. Ancak, yöre halkı ile kurulan ilişki zayıftır ve geliştirilmesi gerekmektedir. 4- Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali ve Kapadokya Kaan Sarı, FÇSF’nin amacını bölgede bir Çağdaş Sanatlar Müzesi kurmak olarak belirtmiş ve bir sanat eğitmeni olarak ‘öğrencilerimin diğer ülkelerde olduğu gibi burada da bu müzeye gidip bakarak çalışmasını istedim’ demiştir (Kaan Sarı ile kişisel görüşme, 2011). Festival, 2008 yılında itibaren bölgenin ekolojik sorunlarına, morfolojik ve kültürel yapısına eğilen temalar çerçevesinde şekillenmeye başlamıştır. 2010 yılında bu duyarlığı nedeni ile Kaan Sarı, Dünya Genç Liderler ve Girişimciler Federasyonu tarafından “Çevre korumacılığı ve Ahlaki Önderlik” kategorisinde ödüllendirilmiş, Türkiye’nin on başarılı genci arasına girmiştir. Festivale katılan sanatçılardan Birgül Baran’a göre, Kapadokya coğrafyası bir sanatçı için oldukça ilham verici, görsel dünyasını zenginleştirici ve motive edicidir; ancak bunun yanında sanatçılarla yöre halkı arasında kurulan bağ zayıftır (Birgül Baran ile görüşme, 2011). Yapılan diğer görüşmelerde sanatçılar Kapadokya’nın onlar için ilham verici olduğunu vurgulamıştır. 3. Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali’nde sanatçılar halka açık atölyelerde bölgede yaptıkları araştırmalardan yararlanarak farklı disiplinlerde eserler üretmiştir. Bu festivali takip eden yıllarda da atölye çalışmaları ve yörenin coğrafyası ve morfolojik yapısı ile doğrudan bağlantı kuran gösterimler, performanslar vb. devam etmiştir. 2011 yılında yapılan 6. Uluslararası Çağdaş Sanatlar Festivali, Kapadokya Meslek Yüksekokulu’nun konaklama desteğinden yararlanılamadığı için 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 343 Şakir ÖZÜDOĞRU Uçhisar’da gerçekleştirilmiştir. Bu tarihe kadar gerçekleştirilen festivallerde yöre halkının katılımı yeteri kadar sağlanamamış olsa da, yöre halkı atölye çalışmaları ve halka açık gösterimlerle festivalin içine çekilmiştir. Ancak, 2011 yılında festivale katılan sanatçılarla yapılan görüşmeler, Karlık Evi’nin özel bir işletme olmasından dolayı festivalin kapalı bir yapıya doğru eğrildiğini göstermiştir. Performans sanatçısı Burçak Konukman’a göre 6. FÇSF ‘otelin içene hapsedilmiş ve sokağa taşan etkinlikler de festivali karşılamakta yetersizdir’ (Burçak Konukman ile görüşme, 2011). Festivalin ticari bir alanda gerçekleştiriliyor olması halkın ilgisini azaltmıştır. Festivalde ağırlıklı olarak müşterilerini yöre halkının oluşturduğu kıraathanede bir enstalasyon gerçekleştiren sanatçı ve sanat eğitmeni Ercan Vural, yöre halkı ile ortak bir dilde buluşulduğunda çağdaş sanata yönelik ilgilerinin arttığını ve sanat eserlerine değişik yorumlar ve açılımlar getirebildiklerini belirtmiştir (Ercan Vural ile görüşme, 2011). Burhan Yılmaz da izleyici azlığının çağdaş sanatın kendi sorunlarından biri olduğunu ancak halkın doğrudan onların içinde vuku bulan performanslara katılım gösterdiği ve tepki verdiğini eklemiştir. Yapılan görüşmelerin ortak noktası, festivalin halkı daha geniş bir anlamda kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiği, bu haliyle sanatçılar arasında gerçekleşen bir festival izlenimi yarattığıdır. Bunun için yerel yönetimlerin, bölgedeki diğer sanat ve kültür oluşumlarının ve kuruluşların desteğinin önemli olduğu sonucu çıkmıştır. 5- Festivalde Yer Alan Sanatsal Çalışmalar FÇSF, resim, heykel, fotoğraf, kısa film, performans, enstalasyon, grafik tasarımı gibi çağdaş sanatın her alanına açık bir festivaldir. Festival süresince ayrıca atölye çalışmaları, konserler ve çağdaş dans gösterileri gerçekleştirilmektedir. Çalışmaların çeşitliliği sanatçılar açısından çoğunlukla olumlu olarak karşılanmıştır. Sanatçılar diğer disiplinlerden çalışmalar görebildiklerini, diğer disiplinlerde çalışmalar yapan sanatçılarla tanışıp o disiplin hakkında daha detaylı bilgi alabildiklerini söylemişlerdir. Ancak bunun yanında çalışmaların kimi mekânlarda bir kakofoni oluşturabildiğine dikkat çekilmiştir. Ressam Esra Okyay, 2010 yılındaki FÇSF’de yer alan çalışmalar için, güncel sanatı yakalayabilen ve bu nitelikte olan çalışmaların yanında geleneksel sanatların içinde kalan, çağdaş sanatı geriden takip eden çalışmaların da olduğunu söylemiş; sergileme ve çalışmaların genelinde bir rastgelelik 344 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği olduğunu, sanatçıların temaya uygun çalışmalar yerine ellerindeki hazır çalışmaları değerlendirmeyi tercih ettiklerini belirtmiştir (Esra Okyay ile görüşme, 2010). 2010 yılında yapılan görüşmede Uğur Karagül ise, Okyay gibi çalışmaların bir rastgelelik ile bir araya geldiğini, sanatçıların kendi eserlerinin sorumluluğunu almaktan kaçındıklarını, festivale turistik bir etkinlik gözüyle baktıklarına değinmiştir (Uğur Karagül ile görüşme, 2010). 2011 yılında katılım gösteren sanatçıların çoğunlunun bu fikri paylaştığı görülmektedir. Festivale 2011 yılında katılan sanatçıların dikkat çektiği bir diğer nokta ise genellikle çalışmaların ve atölyelerin resim ağırlıklı olmasıdır. Bu durum, kendisini çağdaş sanatlar festivali olarak konumlandıran bir festivalin güncel olanı yakalayamamasına neden olabilmektedir. Sanatçıların işaret ettiği diğer bir eksik de sergileme mekânı azlığı ve sergilenen çalışmaların bölgenin dokusuyla ilişkiye geçememesi, bölgeyi dönüştürücü nitelikte olamamasıdır. Bu eleştirileri bir yana koyarak, FÇSF’nin bir sanat inisiyatifinin çok kısıtlı imkânlarla gerçekleştirdiği unutulmamalıdır. Fabrikartgrup üyesi Fulya Çalışkan yerel yönetimlerden ve üniversiteden hiçbir maddi destek alamadıklarını belirterek, kimi zaman atölye çalışmaları için gerekli malzeme ve teknik desteği dahi bulamadıklarını eklemiştir. Aynı zamanda, festivale başvuru yapan sanatçıların temaya dikkat etmeden ellerindeki çalışmaları gönderdiğini, bunun sonucunda da kimi zaman tema dışı kalabildiklerini kabul etmiştir (Fulya Çalışkan ile görüşme, 2011). Sanatçıların ve festival ekibinin ortak görüşü sanatçıların tema dışı kalmayı göze aldığı, bunun yanında teknik yetersizlikten dolayı festivalde yer alan sanatsal çalışmaların niceliksel ve niteliksel olarak yetersiz olabileceğidir. 6- Festivalin Tanınırlığı Festivale katılan sanatçıların büyük bir çoğunluğu festival hakkındaki bilgiyi Fabrikartgrup üyelerinden, daha önce festivale katılan sanatçı tanıdıkların ya da onların arkadaşlarından edinmiştir. Bunun dışında festival haberi internet aracılığıyla ya da sosyal medyadan katılımcılara ulaşmıştır. Festival haberleri, çağrısı ve festivallerin ardından festival değerlendirmeleri Milliyet, Hürriyet, Radikal gibi büyük ulusal yayınlarda, ayrıca çeşitli popüler internet sitelerinde yer almasına karşın bu kaynaklardan festivali takip eden kişi sayısı sınırlı görünmektedir. Görüşme yapılan sanatçıların 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 345 Şakir ÖZÜDOĞRU da üstünde ortaklaştıkları gibi festival ulusal ve uluslar arası alanda kısıtlı bir çevre tarafından bilinmektedir. Bu da sanat ortamında tanınan sanatçıların festivale katılımına olumsuz yönde etki etmektedir. Mustafapaşa ve çevredeki yörelerde festival bilinmekte ve yöre halkı tarafından beklenmektedir; ancak Nevşehir genelinde festivalin tanınırlığı geniş olmayan bir çevre ile sınırlıdır ya da civar yörelerden katılımın azlığı sanatçıları böyle düşünmeye itmektedir. Bunun yanında festival süresince gerek belediye aracılığıyla, gerekse de çevreye asılan afişlerle festival duyurusu yapılmakta ancak yöre halkının festivale katılımı düşük oranlarda olmaktadır. Başka bir nokta da, festival programında yer alan müzik etkinliklerine ve dans gösterilerine yüksek katılım gözlemlenirken, sergi ve uzun süreli atölyelere katılımın düşük olduğudur. Festivalin uluslararası tanınırlığı, bu kanalda çalışan bir iletişim ekibi olmadığı için zayıftır. Festival, Fabrikartgrup’un verilerine göre yöredeki turist sayısını arttırmasına karşın, bölgenin turistik potansiyeli göz önüne alındığında daha büyük oranlarda turist çekme imkânına sahiptir (Kaan Sarı ile görüşme, 2011). Diğer ülkelerden sanatçıların katılımı Babayan Kültür Evi aracılığıyla sağlanmakta, Babayan Kültür Evi’ne sanatsal çalışmalarını devam ettirmek için gelen sanatçılar, festivalde de çalışmalarını sunmakta ya da kişisel sergilerini açmaktadır. Tek bir kuruluşa bağlı kalmak yabancı sanatçı katılımını azaltmakta, festivalin uluslararası ayağını zayıflatmaktadır. Bu durum festivalin uluslararası tanınırlığını da büyük oranda düşürmektedir. 7- Festivalin Kısıtları FÇSF’nin bir sanat inisiyatifinin samimi çabaları ile gerçekleştirildiği unutulmamalıdır. Fabrikartgrup’un üyeleri yapılan görüşmelerde hiçbir kurum ya da kuruluştan maddi destek almadıklarını belirtilmiştir. Festivalin ilk 5 yılında, Mustafapaşa’da bulunan Kapadokya Meslek Yüksekokulu konaklama ve kahvaltı desteği vermiş, ayrıca kurumun binaları sergileme ve çeşitli atölyeler için kullanılmıştır. Mustafapaşa Belediyesi, T.C. Nevşehir Valiliği ve Uçhisar Belediyesi festivale lojistik destek ve ulaşım desteği sağlamaktadır. Bunların yanında Karlık Evi, Kapadokya Sanat ve Tarih Müzesi, Ava Seramik, Argos in Cappadocia, Kale Konak çeşitli etkinlikler için mekân desteğinde bulunmuş, teknik donanım sağlamıştır. 346 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği Fabrikartgrup üyesi Fulya Çalışkan ile yapılan görüşmede festivalin yerel yönetimlerin maddi desteğine ihtiyacı olduğu ortaya koyulmuş; bu sayede festivalin uluslararası yönünün hem sanatçı katılımı hem de turist çekmesi açısından önemli olduğu vurgulanmıştır (Fulya Çalışkan ile görüşme, 2011). 2011 yılında festival destek ekibinde yer alan Şenay Şen, Aytül Kahraman ve Yasemin Yalın’ın söylediklerine göre yerel yönetimlerle çeşitli sorunlar yaşanmakta, yerel yönetimler başlangıçta neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri için festivali desteklemekten çekinmektedir (Festival destek ekibi ile görüşme, 2011). Kaan Sarı da ilk festivali gerçekleştirdiklerinde bölgedeki sanat ortamı içinde ciddiye alınmadıklarını, bölgede yaşayanların festival hakkında söylediklerine gerçekleşmeyecek bir düş olarak baktıklarını söylemiştir (Kaan Sarı ile görüşme, 2011). Tanınırlık açısından ulusal ve uluslararası basının ilgisizliği ve basın kuruluşlarından kişileri bölgeye getirmenin zorluğu da festivalin kısıtlandığı diğer bir alandır. Ali Canlar’a göre bölgeye daha popüler kişilerin getirilmesi basının ve yöre halkının ilgisini, bununla birlikte festivalin tanınırlığını arttıracaktır; ancak festivalin popülerleşmesinin, festivalde yer alan çalışmaların niteliğinin düşmesine neden olma tehlikesi vardır (Ali Canlar ile görüşme, 2011). Fulya Çalışkan da çağdaş sanat ortamı içinde popüler kişilerin festivale davet edilmesinin festivalin tanınırlığını arttıracağını düşünmektedir; ancak bu kişilerin konaklama, yemek, ulaşım ve yapacakları atölyeler için malzemelerin temininin inisiyatifin altından kalkamayacağı meblağlara ulaştığını belirtmiştir (Fulya Çalışkan ile görüşme, 2011). Maddi ve lojistik sıkıntılar ortaya koyulan çalışmaların niteliğini ve çeşitliliğini de olumsuz yönde etkilemektedir. Heykel gibi ebat olarak büyük işlerin taşınması ve sergilenmesi imkânsızlaşmakta, düzenlenecek atölyeler için malzeme temin edilememektedir. Sanatçıların bölgede çalışmalarına uygun mekânları kullanması ulaşım zorlukları nedeni ile gerçekleşememekte, sanatçılar bölge ile tam bir etkileşim içine girmekte zorlanmaktadırlar. 8- Sonuç ve Öneriler Festivaller ve benzeri etkinlikler, hem turistik hem politik hem ekonomik hem de tanınırlık yönünden kentler ve bölgeler için önemli potansiyeller taşımaktadır. Çağdaş sanatlar festivalleri ve etkinlikleri içinde yapıldıkları kentin güncel hayatına müdahale etmekte, yöre halkı ve kamuoyu üstünde bölge ile ilgili duyarlıklar oluşturmakta, bölgenin ulusal ve ulusla- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 347 Şakir ÖZÜDOĞRU rarası kamuoyunda farklı bir açıdan ele alınmasını sağlamakta, bölgeye ölümsüz eserler bırakmaktadırlar. FÇSF, altı yıllık geçmişi ile Anadolu’da küçük bir ekiple bir çağdaş sanatlar festivali yapılabileceğini, bu festivalin sanat ortamının ilgisini yapıldığı bölgeye çekebileceğini göstermiştir. Aynı zamanda ele aldığı temalar çerçevesinde bölgenin ekolojik sorunlarına işaret etmiş, çağdaş sanatı yöre halkına tanıtma misyon üstlenmiştir. Festival başlangıcında ortaya koyduğu amaç olan bölgede bir çağdaş sanatlar müzesi kurmaya doğru adım adım ilerlemektedir. 2011 yılında bir vadi bu proje için ayrılmış, vadide kurulacak sergileme alanları ve heykel parkı için çalışmalar devam etmektedir. Daha önce de değinildiği gibi FÇSF’ni düzenleyenin bir sanat inisiyatifi olduğu, festivalin bir önceki yıllarda yapılan hatalar gözden geçirilerek deneyimlendiği unutulmamalıdır. Sanatçılarla yapılan görüşmeler sonucu festivalin daha güçlü ve etkili olabilmesi için ortaya koyulan öneriler şöyledir: · Yerel yönetimlerin desteği sağlanmalı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve İl Kültür Müdürlüğü’nün desteği ile festivalin tanınırlığı arttırılmalıdır. · Festivalde yer alan çalışmalardan bir seçki hazırlanmalı ve bölgedeki müze, okul, valilik gibi devlet kurumlarında ve otellerde sergilenmelidir. · Festivale sanat ortamında tanınan sanatçılar davet edilmeli, festivale katılacak sanatçılar tarafsız bir jüri tarafından belirlenmelidir. · Festivale paralel etkinlikler olarak sanat seminerleri düzenlenmeli, yöre halkı çağdaş sanat konusunda bilgilendirilmelidir. · Basın yayın organları daha etkin kullanılmalı, festival için bir veri bankası kurumalı, sanatçılar ve izleyiciler arasında güncel ve aktüel bir iletişim platformu oluşturulmalıdır. · Performans ve atölyeler halkın katılımını motive edecek yönde planlanmalı, coğrafi yapı festivalde daha etkin kullanılmalıdır. · Sanatçıların bölge özelinde geliştirdikleri ortak bir atölyede, ortak üretim imkânları oluşturulmalı, bölge için tasarlanmış yapıtlar ortaya koyulmalıdır. Teşekkür Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali ile ilgili verilere ulaşmamı sağlayan Fulya Çalışkan’a ve 2011 yılında yaptığım görüşmelerde bana yardımcı olan Zeynep Aygül’e teşekkür ederim. 348 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Uluslararası Çağdaş Sanat Etkinliklerinin Kentin Kültürel Dönüşümüne Katkıları: Uluslararası Fabrikartgrup Çağdaş Sanatlar Festivali Örneği Kaynaklar Anonim1 (2007), “Hakkında”, www.portizmir.com, erişim: 26.08.2011. Arnold, N. (2000), “Festival Tourism: Recognizing the Challenges – Linking Multiple Pathways between Global Villages of the new Century”, Tourism in the 21st Century – Lessons from Experience içinde, (Haz.: Faulkner, B., Moscardo, G. ve Laws, E.), Continuum, Londra, İngiltere. Çalıkoğlu, L. (2008), “90’lı Yıllarda Çağdaş Sanat: Kırılma-Gerilim-Çoğulculuk”, 90’lı Yıllarda Türkiye’de Çağdaş Sanat, (Haz.: Çalıkoğlu, L.), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 7-16. Fabrikartgrup (2011), “Hakkımızda”, www.fabrikartgrup.com, erişim: 27.09.2011. Frey, B. S. (1987), “The Salzburg Festival: An Economical Point of View”, Journal of Cultural Economics, 10(2), 27-44. Large, D. C. (1978), “The Political Background of the Foundation of the Bayreuth Festival, 1876”, Central European History, 11(2), 162-172. Madra, B. (2003), İki Yılda Bir Sanat, Norgunk Yayıncılık, İstanbul. Picard, D. Ve Robinson, M. (2006), “Remaking Worlds: Fetivals, Tourism and Change”, Festivals, Tourism and Change içinde, (Ed.: Picard, D. Ve Robinson, M.), Channel View Publications, New York, A.B.D. Steinberg, M. P. (2000), Austria as Theater and Ideology: The Meaning of the Salzburg Festival, Cornell University Press, New York, A.B.D. Quinn, B. (2005), “Arts Festivals and City”, Urban Studies, 42(5-6), 927-943. Yardımcı, S. (2005), Kentsel Dönüşüm ve Festivalizm: Küreselleşen İstanbul’da Bienal, İletişim Yayınları, İstanbul. Görüşmeler Kaan Sarı ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011. Burhan Yılmaz ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 15.07.2011. Uğur Karagül ile Kişisel Görüşme, Eleni Restoran, Mustafapaşa, Ürgüp, Nevşehir, 24.08.2010. Uğur Karagül ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 15.07.2011. Burçak Konukmak ile Kişisel Görüşme, Uçhisar, Nevşehir, 14.07.2011. Ercan Vural ile Kişisel Görüşme, Uçhisar, Nevşehir, 14.07.2011. Esra Okyay ile Kişisel Görüşme, Kapadokya Meslek Yüksekokulu Bahçesi, Mustafapaşa, Ürgüp, Nevşehir, 25.08.2010. Ali Canlar ile Kişisel Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011. 6. FÇSF Destek Ekibi (Şenay Şen, Aytül Kahraman, Yasemin Yalın) ile Görüşme, Karlık Evi, Uçhisar, Nevşehir, 16.07.2011. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 349 KAPADOKYA YEREL MİMARİSİNİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK AÇISINDAN İRDELENMESİ EVALUATION OF KAPADOKYA ARCHITECTURE IN CONTEXT OF THE SUSTAINABILITY Şen YÜKSEL* ÖZET Toplumların kendi kültürlerini oluşturduğu ve yaşattığı yerleşmeler, o bölgenin çevresel özellikleriyle biçimlenirler. Çevresel ve bölgesel özelliklerin değişik olması nedeniyle de, farklı yapıdaki kentler oluşmuştur. Yöresel özellikleri taşıyan bu kentler günümüze kadar gelmiştir. Ancak endüstri çağının etkisiyle, kültürel, ekonomik ve işlevsel faktörlerin değişmesi sonucunda bu yerleşimler, giderek kimliklerini ve özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Çevresel koşullar gözardı edilerek ortaya çıkan yeni yerleşimler, o bölgenin özgün mimarisi olmaktan uzaklaşmış, her bölgede hatta her ülkede uygulanabilecek tek tip yapı ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durum, çevresel sürdürülebilirliği tehdit etmeye başlarken yaşam kalitesinin düşmesi gibi sorunlara da neden olmuştur. Yerel mimaride uygulanmış olan çevre verilerini bugünün teknolojisiyle yeni tasarımlara uygulamak, sorunun çözümü için yeterli olabilir. Anadolu, çağlar boyunca konumu itibarıyla çeşitli uygarlıkları bünyesinde barındırmıştır. Bugün hala bu uygarlıkların izlerini görmek mümkündür. Kapadokya bölgesi de bu özelliklere sahip, yerel mimari örnekleri günümüze kadar koruyabilmiş bölgelerimizden biridir. Çalışmada; Kapadokya yerel mimarisi, çevresel ve bölgesel koşullar bağlamında değerlendirilerek , yeni tasarımlara veri elde edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Yerel Mimari, Sürdürülebilirlik, Çevresel koşullar. * Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, e-posta:senyuksel@gmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 351 Şen YÜKSEL ABSTRACT Settlings where the communities create and keep their own cultures alive, take their shapes with the enviromental characteristics of that region. And because of the environmental and regional characteristics are different, the cities have been formed with different textures. These cities carrying the local characteristics have reached up today. But, in the result of changes in the cultural, economical and functional factors by the effects of industrial period, these settlings have started to lose gradually their identities and caracteristics. New settlings arised by ignoring the environmental conditions, are deviated from the orginal architecture of that region. In the result of this, a uniform structure has started to arise as being applicable in every region, even in every counrtry. Local architectural characteristics are seen in the various cities of Anatolia as they are in many countries of the world. Kapadokya region is one of this cities. In this study, The local Kapadokya architecture will be analysied in context of the environmental and regional conditions and the data will be obtained for new designs. Key Words: Local architecture, Sustainability, Environmental conditions 1- Giriş İnsan varoluşundan beri, istek ve gereksinimleri doğrultusunda çevresini biçimlendirmiştir. İnsanın bilgi birikimiyle gereksinimlerine yanıt araması, teknik olanakların da artmasıyla yerleşim alanlarının gelişip büyümesine neden olmuştur. Toplumların kendi kültürlerini oluşturduğu ve yaşattığı yerleşmeler, o bölgenin çevresel özellikleri doğrultusunda biçimlenirler. Çevresel ve bölgesel özelliklerin değişik olması nedeniyle de, farklı yapıda kentler oluşmuştur. Yerel özellikleri taşıyan bu kentlerin bir kısmı harab edilmiş, bir kısmı da günümüze kadar gelmiştir. Ancak, endüstri çağının etkisiyle kültürel, ekonomik ve işlevsel faktörlerin değişmesi sonucunda bu yerleşimler, giderek kimlik ve özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Çevresel koşullar gözardı edilerek ortaya çıkan yeni yerleşimler, o bölgenin özgün mimarisi olmaktan uzaklaşmışlardır. Bunun sonucunda, bölgenin fiziksel ve toplumsal gereksinimlerine cevap vermeyen, birbirinin benzeri binalar inşa edilmeye başlanmıştır. Her bölgede hatta her ülkede uygulanabilen, tek tip yapı ortaya çıkmıştır. Her bölge için aynı çözümün uygulanması, kullanıcının fiziksel çevreyle ilgili beklentisini tam olarak karşılayamamasına neden olmuştur. Bu durum çevresel 352 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi sorunlara yol açmış, kentlerin bozulmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine neden olmuştur. Doğayla uyumun bozulması, yaşanabilir çevrelerin giderek azalması sürdürülebilirliği tehdit etmeye başladığında, bina çevre ilişkilerinin tekrar ele alınması gerektiği anlaşılmıştır. Bu bağlamda yeni tasarımlar için yerel mimari yapıları önemli bir örnek olarak görülebilir. Mevcut yerel dokunun yararlarının gözetilerek korunması ve uygulanmış mimari ilkelerin günümüz için yorumlanması; mimari, kültürel ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlamak açısından önemlidir. Yerel mimaride, fiziksel çevre ve toplumsal çevre etkileşim halindedir. O bölgenin iklimi, arazi yapısı, arazi örtüsü gibi fiziksel özellikleri, kültür ve geleneksel değerler gibi toplumsal özellikleriyle biraraya gelerek mimari yapıları ortaya çıkarırlar. Yüzlerce yıllık deneyimler sonucu oluşan yerel mimarlık, yaşam kalitesini ve yerel çevre koşullarını dikkate aldığı için kullanıcıların gereksinmelerini karşılamakta oldukça başarılı olmuştur. Ayrıca bu yapılar, yapım ve kullanımları sırasında daha az enerji tüketerek çevreye duyarlı, doğayla uyum içinde kalmıştır. Bu anlamda sürdürülebilir mimarlık ilkeleri ile önemli ölçüde benzerlik gösterir. Yerel mimarideki özelliklerin ve çevre verilerinin değerlendirilmesi ve bu duyarlılığın yeni yapılara taşınması mümkündür. Bu amaca yönelik olarak; Kapadokya bölgesi yerel mimarisinin uyarlanabilir özellikleri değerlendirecek, günümüz yapıları ve kentin sürdürülebilirliği için veriler elde edilecektir. 2- Kapadokya Bölgesi İç Anadolu’da yer alan Kapadokya bölgesi, çeşitli uygarlıkları bünyesinde barındırmıştır. Yapılan araştırmalar yöredeki yerleşmenin paleotik döneme kadar uzandığını göstermektedir. Bölge Hitit, Roma ve Bizans uygarlıklarına tanıklık etmiş, İpek Yolu’nun da önemli kavşaklarından biri olmuştur. Bölgenin jeolojik yapısı, Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ yanardağlarının püskürttüğü lav ve küllerden oluşan yumuşak tabakanın, milyonlarca yıl yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla oluşmuştur. Volkanik yapı gereği, doğal çevre tüf ve kayalardan oluşur. (Resim 1). Tarihsel süreçte, insanlar gereksinimlerine göre kolay işlenebilen tüflerden oluşan bu kayaları oyarak büyük ve güvenli yer altı kentleri, kiliseler, evler gibi mimari mekanlar yapmıştır. (Resim 2). Bu nedenle Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yer haline gelmiştir. Uzun yıllar alttaki yumuşak tabakanın bir çok etkenle aşınıp, üstteki sert tabakanın kalması sonucu oluşan peri bacaları günümüzde turizm için kullanılan bir imge haline gelmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 353 Şen YÜKSEL Bölge şarapçılık ve üzüm yetiştiriciliği açısından da önemli bir yere sahiptir. Kapadokya bölgesi İç Anadolu bölgesinde etkili olan karasal iklimin etkisi altındadır. Kışları oldukça sert ve karlı, yazları ise sıcak ve kurak geçer. Resim 1. Bölgenin jeolojik yapısı lav ve küllerden oluşan yumuşak tabakanın, yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla oluşmuştur. (A.Nilay Evcil arşivi). Resim 2. Tarihsel süreçte, insanlar tüflerden oluşan kayaları oyarak mimari mekanlar yapmıştır. . (A.Nilay Evcil arşivi) 354 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi 3- Kapadokya Bölgesi Yerel Konutları Yerel mimaride bölgenin iklimi, tasarımı yönlendiren önemli etkenlerden biridir. Soğuk iklimlerde binalar daima yüksek ısı yalıtımı sağlayacak biçimdedir. Isı kaybını minimuma indirmek için, pencere gibi açıklıklar küçük tutulur veya hiç yapılmaz. Aynı şekilde yüksek rüzgar alan bölgelerdeki binaların, hakim rüzgar yönünde de önlemler alınmıştır. Kapadokya Bölgesi’nde tarihsel süreçte; tamamı veya bir bölümü kaya içine oyulmuş olan evler ve bağımsız evler gibi farklı tiplerde konutlar görülür. Farklı dönemlerde oluşan bu mekanlar doğal yapıya uyumludur. Tamamı kayalara oyulmuş Kapadokya evleri yöreye özgüdür ve rutubetsiz bir ortam sağlar. (Resim 3). Küçük pencere ve kapı boşlukları görülür. Karasal iklimin hakim olduğu bölgede, bu mağara evlerinin içi yazın serin kışın ılıktır. Bir bölümü kaya içine oyulmuş evlerin cepheleri, kesme taştan yapılmıştır.(Resim 4). Bağımsız evler ondokuzuncu yüzyılda yamaçlara yapılmış ve kesme taştan inşa edilmişlerdir. Ataerkil aile düzenine göre biçimlenen bağımsız evler, sokaktan yüksek duvarlarla ayrılmış bir avlu etrafında dizilmiş farklı işlevli odalardan oluşur. Evlerin yapımında kullanılan taş, yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olan ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşen yerel bir yapı malzemesidir. Bu özelliği Resim 3- Tamamı kaya içine oyulmuş olan evler. Resim 4- Bir bölümü kaya içine oyulmuş evler. .(A.Nilay Evcil arşivi) (Rifat, 1995, 24) 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 355 Şen YÜKSEL nedeniyle yapım ve süslemelerde tercih edilmiştir. Bu taşlar, beyaz, gri, açık kahverengi ve sarı renkte, farklı mekanlardan farklı özellikte çıkmaktadır. Tasarım aşamasında, bu farklılıklar gözönünde bulundurularak, özelliklerine göre yapının değişik bölümlerinde kullanılmıştır. Isı yalıtımı sağlayan bu malzeme, karasal iklim koşullarına uygun mekanlar yaratmada etken olmuştur. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısımları çeşitli motiflerle süslenmiştir. Malzemenin bol olması ve kolay işlenebilmesinden dolayı, taş işçiliği oldukça gelişmiştir. (Resim 5), (Resim 6). Bölgenin topoğrafik durumu nedeniyle evler, eğimli arazide setler halinde yerleşmiştir. Bölgedeki eski yerleşimlerin tümü doğal çevreyle bütünlük sağlamıştır. Resim 5- Kesme taştan inşa edilmiş bağımsız evler. Resim 6- Taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek (A.Nilay Evcil arşivi) halini almıştır. (Rifat, 1995, 26) 4- Sonuç ve Öneriler Kapadokya, tarihi ve doğal değerleri zengin bir bölgedir. Yerel mimarlık örnekleri günümüze kadar gelmiş, ancak tahrib edilmeye başlamıştır. Yerel doku korunmalıdır. Adaptasyon çalışmalarıyla, bu konutları yaşatmak ve kullanmak mümkündür. 356 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya Yerel Mimarisinin Sürdürülebilirlik Açısından İrdelenmesi Günümüzdeki yeni yapılar, yerel çevre koşullarını dikkate almadan yapılmaktadır. Yaşam kalitesini düşüren ve sürdürebilir gelişmeyi tehdit eden bu duruma çözüm getirilmesi gerekmektedir. Bölge insanı için olumlu ve sağlıklı çevreler yaratmaya çalışırken, yerel fiziksel ve sosyal çevre koşulları unutulmamalıdır. Mimari tasarımı etkileyen yerel koşulların evrensel koşullardan daha ağırlıklı olması gerekir. Aksi takdirde iyi niyetle yapılan mimari yapılar istemeden yaşam kalitesini düşürebilir. ‘Yerel mimarinin tasarım ilkeleri yeni yapılar için ipucu olabilir’ ifadesinden, geçmişi birebir kopya etme anlamı çıkarılmamalıdır. Değişen toplumsal yapı ve gelişen teknolojinin, bazı değişiklikleri getirmesi kaçınılmazdır. Ancak fiziksel çevre değişmediğinden günümüz için, tasarım aşamasında yerel mimari ilkelerinin iklim, arazi yapısı, arazi örtüsü gibi çevre bileşenlerine yönelik yorumunun yapılması mümkündür. Kapadokya yerel mimari örneklerindeki ipuçları, fiziksel çevre bileşenleri bağlamında aşağıdaki gibi değerlendirilebilir. İklim-güneşlenme, Yön, Rüzgar, Yağış ve Nem : Karasal iklimin hakim olduğu Kapadokya bölgesinde kışın dondurucu soğuk hava, yazın da kavurucu sıcak hava istenmez. Bu nedenle evlerin pencere kapı gibi boşlukları küçük tutulmuştur. Yöreden çıkan ve evlerde kullanılan taş, ısı yalıtımı sağlayıcı, nemi dağıtıcı özelliği olan bir malzemedir. Yapılar istenmeyen rüzgardan korunmak amacıyla bitişik ve yoğun olarak konumlanmışlardır. Arazi Yapısı-topoğrafya : Topoğrafik yapıya uygun eğime paralel yerleşen evler birbirinin manzarasını kapatmayan az katlı yapılar halindedir. Doğal topoğrafyayı bozmayacak şekilde yerleşmişlerdir. Arazi Örtüsü : Bölgenin doğal örtüsünü büyük oranda kaya ve tüf oluşturur. Yeşil ve ağaç iklim nedeniyle fazla değildir. Kışın karla kaplanan bölgede iklim nedeniyle yeşil ve ağaç pek fazla sayıda değildir. Yaşanabilir çevreler oluşturmak ve yaşam kalitesini arttırmak sürdürülebilir gelişmenin amaçlarındandır. Yerel çevre koşullarını değerlendirerek yapılacak tasarımlar, bu amaca yönelik olacaktır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 357 Şen YÜKSEL Kaynaklar -Fırat, K., Kapadokya, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 1996. -Naumann, R., Eski Anadolu Mimarlığı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1991. -Rifat, S., Seferis Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995. -Sözen, M., (Ed.), Kapadokya, Ayhan Şahenk Vakfı, İstanbul, 2000. -Usman, M., Antik Devir Küçük Asya Evleri, İTÜ, Mimarlık Fakültesi, Doçentlik çalışması, Güven Basımevi, İstanbul, 1958. -Yüksel, Ş., Causes of the Formation of Local Architecture and Examining the Sustainability of Antioch Within These Causes, Saud 2010, Amman, 2010. -http://tr.wikipedia.org/wiki/kapadokya 358 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u SİCİLL-İ AHVAL DEFTERLERİNE GÖRE NEVŞEHİR DOĞUMLU MEMURLARIN SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI (1879-1909) SOCIO-CULTURAL SITUATIONS OF OFFICALS BORN NEVŞEHİR ACCORDING TO SICILL-I AHVAL REGISTERS (1879-1909) Şenay ATAM* ÖZET Sicill-i ahval defterleri kayıtlarına göre yapılmış olan bu çalışmada öncelikli olarak birinci kaynağımızı teşkil eden Sicill-i ahval defterleri ve Osmanlı bürokrasisi hakkında bilgi verildikten sonra bu defterlere dayanarak tespit edilen Nevşehir doğumlu memurlar hakkında elde edilen veriler değerlendirilmiştir. Nevşehir doğumlu olarak kayıt edilen 169 memurun doğum tarihleri, hangi okulları okudukları, kaç yaşında göreve başladıkları, aldıkları maaş miktarları ve yaşam standartları, memuriyetleri esnasında ceza alıp-almadıkları, görev yeri değişikliklerinin nedenleri, aldıkları rütbe ve nişanlar, emekli olduklarında aldıkları maaşları gibi bilgiler detaylı olarak incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Sicill-i Ahval Defterleri, Nevşehir Doğumlu Memurlar, Bürokrasi. ABSTRACT In this study which was carried out according to Sicill-i Ahval registers, first of all, some information was given about our primary source Sicill-i Ahval registers and Ottoman bureaucracy, and then data on the Nevsehir born officials obtained from these registers were evaluated. The information about 169 Nevsehir born officials, such as their birth date, the schools in which they studied, how old they were when they entered office, the amount of salary they received, their living standards, whether they received any punishment during their service, the reasons for changes to their place of duty, the degree and medals they gained and their pension were examined in detail. Key Words: Sicill-i Ahval Registers, Nevşehir Born Officials, Bureaucracy * Arş Gör., Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:skara_79@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 359 Şenay ATAM Giriş Osmanlı Devletinde, memuriyetin bir meslek haline gelmesi Tanzimat dönemindeki modernleşme hareketleri neticesinde olmuştur. Tanzimatla birlikte Osmanlı Devletinde yeni personel politikaları, yeni kanun ve kurumlar oluşmuştur. Osmanlı bürokrasisindeki bu değişim ve dönüşüme bağlı olarak, memur ve büro sayısı gittikçe artmış, II. Abdülhamid devrinde mevcut memur sayısı yaklaşık olarak 35.000´e kadar ulaşmıştır. Bürokrasideki bu büyüme, beraberinde resmi personelin takibi meselesini gündeme getirmiştir.1 Yapılan çalışmalar neticesinde memurları bir kayıt altına alabilmek için II. Abdülhamit dönemi başlangıcında 5 Şubat 1879´da Sicill-i Ahval Komisyonu kurulmuştur.2 Sicill-i Ahval Komisyonu’nun kurulmasından itibaren 1909´a kadar geçen zaman dilimi içerisinde mülki ve adli memurlardan 92.137 devlet memurunun biyografileri 201 adet sicil defterine kaydedilmiştir. Sicill-i Ahval Defterleri’nde tercüme-i hal sahiplerinin ismi, mahlası veya künyesi, babası memur ise memuriyetinin rütbesi, önde gelen bir aileden ise hangi sülaleye mensup olduğu, göreve başlayışları, tahsil durumları, liyakat ve ehliyet dereceleri, varsa azl, tayin ve muhakemeleri gibi bilgilerin yanı sıra, gayr-ı müslim tebaadan olanların ise milliyeti kaydedilmiştir.3 Sicill-i Ahval Defterlerindeki 92.137 memurun kaydı, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahval Defterleri (BOA. DH. SAİD.d) kataloglarında bulunmaktadır. Bu kayıtlar günümüzde dijital ortama aktarılmış ve araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Sicill-i Ahval Defterleri’ndeki verilere dayanarak bugüne kadar kitap, makale ve yüksek lisans tezi gibi bir çok çalışma yapılmıştır.4 Sicill-i Ahval Defterlerinde yer alan kayıtlarda 169 1 Carter Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, Çeviren Gül Çağalı Güven, İstanbul 1996, s. 23; Hüseyin Özdemir, Osmanlı Devletinde Bürokrasi, İstanbul 2001, s. 150-151. 2 Atila Çetin, Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları Hakkında Bir Araştırma, TC Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıflar Dergisi, Cilt: XXIX, Ankara 2005, s. 89. 3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2. Baskı, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2010, s. 237. 4 Bkz. Carter V. Findley, a.g.e.; Mustafa Murat Öntuğ, Serap Sunay, “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar (Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre), Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri 21-25 Mayıs 2007, C. I, Sivas 2007, s. 393-417; Yunus Özger, “Sicil-i Ahvâl Defterlerine Göre Bazı Yahudi Memurların Sosyo-kültürel Durumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4 Sayı: 16, Kış, 2011, s. 381-401; Yunus Özger, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde Yozgatlı Devlet Adamları, İstanbul, 2010; Ahmet Gündüz, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Kırşehir Doğumlu Memurlar (1879-1909), History Studies, Cilt 3, Ocak 2011, s. 131-154; Kemal Daşcıoğlu, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar, Buldan Sempozyumu, 23-24 Kasım 2006, s. 561-570; Serap Sunay, II. Abdülhamid Döneminde Balıkesirli Mülki Görevliler Hakkında Bir İnceleme (Sicill-i Ahval Kayıtlarına Göre 1879- 1909), Afyon Kocatepe Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon 2007. 360 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Nevşehir doğumlu memur tespit edilmiştir.5 Bu memurların sicill-i ahval kayıtları içerisinde verilen bilgilere dayanarak, toplumsal statüleri, eğitim durumları, meslekleri, aldıkları ödüller, işledikleri suçlar ve aldıkları cezalar başlıklar altında detaylı olarak incelenmiştir. 1. Nevşehirli Memurların Toplumsal Statüleri Nevşehirli memurlar dini olarak incelendiğinde 154’ü Müslüman, 15’i gayrimüslim Rum cemaatindendir. Toplumsal köken araştırmalarında kişilerin sahip oldukları ünvanlar büyük önem taşır ve bunlar kişilerin aidiyetleri konusunda bize değerli bilgiler verir. Osmanlı klasik döneminde seyfiye mensuplarına bey, ilmiye mensuplarına da efendi ünvanı verildiği bilinmektedir. Kalemiyenin gelişmesi ile birlikte efendi ünvanı kalemiye personeli için de kullanılmıştır. Böylece efendi kelimesi sadece ilmiye sınıfını değil diğer memurları da tanımlayan bir ünvan haline gelmiştir.6 Nevşehirli memurların baba isimlerinin sonlarındaki sanlarına bakıldığında, 98 tanesi “Efendi”, 59 tanesi “Ağa” 5 tanesi “Bey” ve 1 tanesi de “Çavuş” sanını taşımaktadır. 6 kişinin ise sanı belirtilmemiştir. Nevşehirli memurların 61’inin baba meslekleri belirtilmemiştir. Baba mesleği belirtilenler arasında 13 esnaf, 3 ulema, 7 kaymakam, 10 tüccar, 9 çiftçi, 2 muallim, 4 müderris, 1 müftü, 4 asker, 3 meclis azası, 1 imam hatip, 2 müezzin, 2 kaza naibi, 3 tablakar, 3 katip, 2 telgraf ve posta müdürü, 1 hoca, 2 hafız, 3 düyûn-ı umumiye memuru, 2 kondüktör, 1 şeyh, 1 Konya nahiye müdürü vs. bulunmaktadır. Memurlar, müderrrisler, muallimler vb. için kullanılan efendi ünvanı burada esnaflar için de kullanılmıştır. Bunun sebebi bu kişilerin daha önce memuriyet yapmış olmaları ya da toplumdaki statüleri ile alakalı olabilir. Nevşehirli memurların bazılarının şöhretleri de sicil defterlerine kaydedilmiştir. Buna göre Davudzade El-hac, Ataullah Efendizade, Çuhadarzade, İbazede, İmam oğlu, Katipzade, Danişmendlizade, Tunusoğlu, Nevşehirli Hafızzade, Beşeoğlu, Kayserilizade, Zileli Ahioğlu, Kayıcızade, Bektaşoğlu, 5 Nevşehirli olarak kaydedilen 180 memur gözükmekte ise de bunlardan bazıları mükerrer kaydedilmiş, bazı Nevşehirli olmayan memurlar da sehven özetlerde Nevşehirli olarak belirtilmiştir. Ayrıca Nevşehir doğumlu olmayan fakat babası Nevşehirli olan memurlar bu makalede ele alınmamıştır. 6 Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, Ankara 2005, s. 90101. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 361 Şenay ATAM Efendizade, Nevşehirli Şahinoğlu, Beyzade, Buharalı, Canlı oğlu, Saferzade, Ağazade, Kadirzade, Cafer Efendizade, Camusoğlu, Zampaoğlu, Kara Çavuşoğlu, Uluczade, Kalinoğlu gibi şöhretlere sahip memurların olduğu Sicill-i Ahval kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ayrıca 3 kişi de Damat İbrahim Paşa soyundan gelmektedirler. Bunlar Müskirat ve Zahire Gümrüğü Katibi Halil Efendi; Davudpaşa Muallim-i Evveli Ahmed Necip Efendi ve Ünye Kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Rüsumat Emanet Tahrirat Kalemi Müsevvidliği, Tahrirat Kalemi Muavinliği yapan Hayri Bey’dir. 2. Nevşehirli Memurların Eğitim Durumları Osmanlı Devletinde Tanzimat Döneminde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yenilikler yapılmıştır. Batı tarzında okullar açılmış, 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile de yeni bir düzenlemeye gidilerek tüm okullar öğretim durumuna göre kademelendirilmiş, mekteb-i ibtidai, rüşdiye, idadi, lise ve yüksekokullar daha sistemli hale getirilmeye çalışılmıştır.7 Osmanlı Devleti’nin ihtiyaç duyduğu yetişmiş insan gücü de bu okullarda yetiştirilerek temin edilmeye çalışılmıştır. Nevşehirli memurların eğitim durumlarına bakıldığında 2 kişi hariç hepsinin resmi okullarda veya özel hocalardan ders aldıkları görülmektedir. Herhangi bir eğitimi olmayan memurlar Hasan Ağa ve Muhsin Bey’dir. Müslüman olan 94 Nevşehirli memur Sıbyan mektebinde, 41 memur ise daha yeni usullerle eğitim veren iptidai mektebinde ilk öğrenimlerini tamamlamıştır. Rum olan memurlar ise bulundukları kasaba veya memleketin çeşitli yerlerindeki Rum mekteplerinde eğitim görmüşlerdir. Bu mektepler arasında İzmir Rum Mektebi (Ananyas Kalinoğlu), Sivas Rum Mektebi (Nikolaki Efendi), Fener Rum Mektebi (Kostaki Vayani Efendi) gibi okullar yer almaktadır. İlk öğretimini sıbyan ve ibtidai mekteplerde tamamlayan 149 Nevşehirli memurun 33’ü bir üst eğitim kurumuna devam etmemiştir. Nevşehirli memurlar arasında bir üst eğitim kurumuna devam edip de bazı sebeplerle okulunu terk etmek zorunda olanlar da mevcuttur. Örneğin Çuhadarzade Mehmet Efendi sıbyan mektebinden sonra Harbiye’de eğitim görmeye başlamış, fakat sağlık durumunun askeri göreve müsait olmamasından dolayı tahsilini tamamlamadan okulu bırakmıştır. Bir üst eğitim kurumu olarak rüşdiye mekteplerine devam eden Nevşehirli memur sayısı 61’dir. Bunlardan da 48’i rüşdiye derecesinde mezun olmuşlar ve bir üst eğitim kurumuna devam etmemişlerdir. İdadi derecesinde 7 İsa Halis, Tanzimat Dönemi Eğitim Sistemi ve Yeniden Yapılanma Çabaları, Konya 2005, s. 51-52. 362 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) mezun olan memur sayısı ise 9’dur. Nevşehirli memurlardan bazıları sıbyan veya rüşdiye eğitiminin ardından medrese veya özel hocalardan dersler alarak tahsillerini geliştirmişlerdir. Medresede eğitim alanların çoğunda “Sıbyan mektebinde mukaddeme-i ulum ve medresede bir miktar Arapça ve Farsça okumuştur” ifadesi kullanılmıştır. Medreselerin isimleri ise sicillerde bazen belirtilmiş, bazısı da sadece medresede bir müddet okumuştur şeklinde geçiştirilmiştir. Hacı Ömer Efendinin oğlu Mehmet Hilmi Efendi’nin Nevşehir Medresesinde eğitim aldığı açıkça ifade edilmiştir. Bu şekilde medresede eğitim alan memur sayısı 32, özel hocadan ders alan memur sayısı ise 23’tür. Özel hocalara devam eden memurlar, bu hocalardan daha çok Arapça ve Farsça dersleri almışlardır. Nevşehirli memurların bazıları da yüksekokul seviyesinde eğitim görmüştür. 169 Nevşehirli memurun 21’i yüksekokula devam etmiştir. Bunlardan 19’u eğitimini tamamlayarak diplomalarını almıştır. Yüksekokul mezunları arasında Mekteb-i Hukuk, Mekteb-i Mülkiye, Tıbbiye, Haydarpaşa Eczacı Mektebi, Orman Mektebi, Darülfünun gibi okullardan mezun olanlar bulunmaktadır. Bunların dışında Fahri Efendi Darüşşafaka’yı bitirmiş, bir süre Telgraf ve Posta Nezareti Fen kaleminde çalıştıktan sonra eğitim alması için Paris’e gönderilmiştir. Nikolaki Efendi ise Fransız Cizvit okulundan mezundur. Bu verilere bakıldığında Nevşehirli memurların %22’sinin ilköğretim, %35’inin ortaöğretim ve %13’ünün yüksekokul mezunu olduğu, bunun yanında eski usul eğitim veren medreselerden ders alan memur sayısının da %19 gibi azımsanmayacak bir oranda olduğu göze çarpmaktadır. Nevşehirli devlet adamlarından durumu iyi olanların özel okullarda okuduğu da dikkati çekmektedir. Örneğin Yusuf Besim Efendi Beyrut özel okullarında, Hacı Halil Hilmi Efendi ise Nevşehir’de Süleyman ve Ahmet Efendilerin mekteplerinde ders görmüştür. Tablo 1: Nevşehirli Memurların Mezun Oldukları Okullar Sıbyan/İbtidai Mektebi Mezun Sayısı 35 Rüşdiye 53 İdadi 6 Darülmuallim Darülfünun-u Osmani Tıbbiyesi Darülfünun Özel Hoca 2 Fransız Cizvit 1 Medrese 33 Eczacı Mektebi 1 Mezun Olduğu Okul Mezun Olduğu Okul Mezun Sayısı 5 3 2 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 363 Şenay ATAM Orman Mektebi 1 Özel Okul 1 Mekteb-i Mülkiye 4 Beyrut Mektebi 1 Mekteb-i Hukuk 6 Darüşşafaka 2 Tahsili Olmayan 2 Yurt Dışı 1 Rum Mektebi 10 Günümüzde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de yabancı dil bilmek özellikle Tanzimat sonrası dönemde bir ayrıcalıktı. Nispeten daha iyi eğitim almış olmaları nedeniyle yabancı dil bilmek memurları önemli bir konuma taşımıştır.8 Osmanlı bürokrasisinde geçerli diller Arapça ve Farsça idi. Arapça ve Farsça dışında Batı dillerinden en çok kullanılan dil Fransızca’ydı. Nevşehirli memurların eğitim durumları açıklanırken bildikleri lisanlarla ilgili bilgiler de verilmiştir. Hal tercümelerinde memurların hangi lisanları ne derece bildiği açıkça ifade edilmiştir. Lisan bilgileri deftere “tekellüm eder”, “okuryazar”, “kitabet eder” veya “aşinadır” biçiminde kaydedilmiştir. Bu ifadelerle bildikleri lisanlara ne ölçüde hakim oldukları belirtilmiştir. Şayet memurlar lisanların usul ve lügatini alelade biliyorlarsa o lisanlarla konuşurum yazarım demeyip aşinayım, o dillere alışkanlığım var veya anlarım demeleri istenmiştir. İncelenilen Nevşehirli devlet adamlarının sicil kaydında da bu esasların gözetildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Sıbyan ve Rüşdiye mekteplerinde müfredat dersleri okuyarak eğitimini tamamlamış olan Ahmet Efendi’nin sicil defterinde, Türkçe okuryazar, Arapça ve Farsça tekellüm eder denilerek, Türkçeyi okuyup yazabildiği, Arapça ve Farsçayı ise sadece konuşabilecek seviyede öğrendiğine işaret edilmiştir. Tablo 2: Nevşehirli Memurların Bildikleri Diller Memurların Bildikleri Fransızca Arapça Farsça Rumca Rusça Ermenice İngilizce Diller 15 14 13 11 2 1 1 Memur Sayısı Okuryazar, konuşabilir veya aşina gibi ölçütlerin tümü temel alınarak yapılan istatistikten elde edilen sonuçlara göre mevcut Nevşehirli devlet adam8 Carter V. Findley,a.g.e., s. 175. 364 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) larından 18’i Türkçe’nin dışında en az bir dil bilmektedir. 2 dil bilen sayısı 11, 3 dil bilen sayısı 4, 4 dil bilen sayısı ise 2’dir. 4 dil bilen Mehmed Hayri Efendi’nin sicil kaydında Ankara mekteb-i idadisinden pekiyi derece ile mezun olduğu, Türkçe ve Fransızca tekellüm ve kitabet ettiği, Arapça, Farsça ve Ermenice’ye ise aşina olduğu kayıt edilmiştir. Yine 4 dil bilen Ataullah Efendi’nin mekteb-i iptidai ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiye’ye devam ederek buradan mezun olduğu, Arapça ve Farsça’ya aşina olup Türkçe, Fransızca ve Rumca tekellüm ettiği sicil kaydında mevcuttur. Hal tercümelerinde memurun resmi izinle basılmış bir eseri veya telifi varsa neye dair olduğu, hangi tarihte, nerede basıldığının gösterilmesi de istenmiştir. İncelediğimiz memurlar arasında 3’ünün eseri bulunmaktadır. Bunlardan Damat İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye Kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Hayri Bey, iyi bir eğitimden geçmiştir. Enderun eğitimini tamamladıktan sonra 3 sene kadar Atik Mekteb-i Mülkiye ve bir müddet Darülfünun’a devam etmiştir. Farsçaya aşina olduğu belirtilen Hayri Bey, Güvah-Dil adında bir divan9 ve Farsça kaidelere dair Levhatü’l-Kavaid isimli bir risale yayınlamıştır. Ayrıca bu sicillerin kaydedildiği dönemde henüz basılmamış Adabü’l-Edeba ve Bahre’l-Kafiye adlarında iki eseri daha bulunmaktadır. Bir dönem Üsküdar Rüşdiyesi Müdüriyeti görevinde bulunmuş olan Osman Faik Efendi’nin Zide-i Gülistan isimli Farsçadan çevirerek neşrettiği bir eseri vardır. Tüccar Yorgaki Efendi’nin oğlu Kostaki Vayani Efendi’nin Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye, İlamat-ı Hukukiye’nin Sur-ı Tenkidiyesi, Muhakim-i Nizamiye Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatlarıyla Mukavelat-ı Muharrirlerin Nizamnamesi eserlerinin Rumcaya çevirisi ile Ticaret-i Bahriye Kanunu Şerhi isimli basılmış bir eseri mevcuttur. 3. Nevşehirli Memurların Meslekleri 9 Hayri Bey’in bu eseri Ahmet Emin Güven tarafından hazırlanarak 2007 yılında “Kayserili Şâir Süleyman Hayri Bey ve Güvâh-ı Dil” adıyla yayınlanmıştır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 365 Şenay ATAM Sicill-i Ahval nizamnamesinde memurların hangi meslekleri icra ettiklerinin kaydedilmesi istenmiştir. Bu şekilde sicil kayıtlarında memurun memuriyet hayatı boyunca görev aldığı yerler detaylı bir şekilde tanzim edilmiştir. Araştırma konusunu oluşturan 169 Nevşehir doğumlu devlet memurunun birbirinden farklı pek çok meslek dalında faaliyet gösterdikleri ortaya çıkmaktadır. Başlangıçta mülazımet denilen stajyerlik usulüyle herhangi bir kalemde işe başlayan memurların bir kısmı, sonraki tarihlerde çok daha iyi yerlerde görev alabilmişlerdir. Nevşehirli devlet adamları, ulaşım, sağlık, hukuk, emniyet, borçlar idaresi, eğitim, maliye ve idari alan gibi birbirinden farklı birimlerde çalışmışlardır. Bazı devlet adamları, söz konusu birimlerden birinde memuriyete başlayıp, daha sonra başka bir birimde görev alabilmişlerdir. Fakat özel eğitim gerektiren sağlık, hukuk, ulaşım gibi bazı meslek kollarına mensup memurların memuriyete başladıkları alanda hayatlarını sürdürdükleri ve kendi branşlarında kariyerlerini yükselttikleri görülmektedir. Memur maaşlarının genel olarak 250-400 kuruş civarında olduğu gözlenmektedir. Nevşehirli memurların maaşlarının geçim standartlarının çok altında seyrettikleri, şanslı bir azınlık olan mutasarrıf, tahsil memuru, doktor, mektupçu, kaymakam, Düyûn-ı Umûmiye Başmüdürü gibi kimselerin diğer memurlara oranla yüksek maaşlar aldıkları, aradaki uçurumun da bir hayli yüksek olduğu dikkati çekmektedir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, memurların çalıştıkları alanlar ve buralarda görev yapan memurlar ayrıntılı olarak ele alınacaktır. a. Haberleşme Ulaşım Alanında Görev Alan Memurlar rleşme e ve U lla aşı ş m Al A lan anında da G da örev öre ör ev A lan Nevşehirli M Osmanlı Devl Devleti Tanzimatla birlikte devletin bir yenileşme çalışD evlet etii Ta Tanz nzim imat atlla la b irlilikt ir ktee de devl vlet etin in b ir ççok ok aalanında lanı la nınd ndaa ye yeni nile leşş 366 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) maları içerisine girmesi ile ulaşım ve haberleşme gibi önemli bir konunun bu yenilik hareketinin dışında kalması beklenemezdi. Geçmişi bir hayli eski olan Menzilhane teşkilatında meydana gelen aksaklık ve haksızlıklar üzerine 1830 yılında II. Mahmut döneminde Posta Teşkilatı’nın kurulması yönünde çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmalar neticesinde 1840 yılında Posta Nezareti kurulmuştur. İlk olarak Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanan telgrafla Osmanlı devleti Kırım Savaşı’nda tanışmış, 1855 yılında da Edirne-İstanbul ve Edirne-Şumnu arasına telgraf hattı döşenmiştir. Posta ve telgrafın Osmanlı Devletinde yaygınlaşması ile de 1872 yılından itibaren posta ve telgraf bileştirilmiştir. Haberleşme alanında yapılan bu yenilikler sonucu oluşan yeni kuruma personel istihdamı gerekmiş ve böylece kamu hizmetinde yeni bir iş alanı meydana gelmiştir. Haberleşme alanında bu gibi yenilikler olurken devlet, ulaşımda da bir dizi yenilik çalışmalarına başlamış, 1848 yılında Nafia Nezareti kurulmuş, yollarla ilgili bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler neticesinde yol yapım faaliyetleri artmış ve burada da mühendis, kondüktör gibi yol yapım işlerinde çalışacak personel ihtiyacı doğmuştur.10 Nevşehirli memurlar arasında ulaşım ve haberleşme alanında görev almış olan 29 kişi bulunmaktadır. Bu oran toplam 169 memurun %17,3’üne denk düşmektedir. Konya, Ankara. Trablusgarb gibi çeşitli yerlerde çalışan 29 memurun çoğunluğunu Telgraf ve Posta Muhabere Memurluğu, Telgraf ve Posta Müdürlüğü gibi görevlerde bulunanlar teşkil etmektedir. 2’si ise ulaşım sektöründe nafia kondüktörlüğü yapmaktadır. Tablo 3: Haberleşme ve Ulaştırma Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Görev Yaptığı Birimler Adı Maaşı (Kuruş) Görev Yaptığı Şehirler Abdullah Efendi Telgraf ve Posta Muharrerat Mevsilliği, Telgraf Çavuşluğu, Telgraf Muhabere Memurluğu, 250-500 Telgraf ve Posta Merkezi Müdürlüğü Nevşehir, Adana, Niğde, Akseki, Koçhisar Ahmet Hamdi Efendi Telgraf Merkezi Muhabere Memurluğu Kayseri, İncesu, Ankara 10 400-500 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara 1997, s. 73-78 ve 295-300. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 367 Şenay ATAM İbrahim Hakkı Efendi Telgraf ve Posta Memuriyeti, Nevşehir Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti 400-700 Burdur, Yalvaç, Nevşehir Mehmed Hazım Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru, 400-500 Telgraf ve Posta Merkezi Müdürü İzmir, Burdur, Eğridir, Ankara Ahmed Hulusi Efendi Telgraf Merkezi Muhabere Memuru, Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti 400-500 Sakız, Selanik, Priştine, Aksaray Mehmed Fehmi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Makineciliği 600-900 Yanya, Selanik, İstanbul 400 İstanbul, Nevşehir Osman Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru Nuri Efendi Hacı Mustafa Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru, 300-400 Telgraf ve Posta Müdürü Nevşehir, Kırşehir, Ankara, İncesu İbrahim Derviş Efendi (yeni) Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru 250 Kırşehir, Yozgat, Kayseri Süleyman Subhi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuriyeti 300 Nevşehir Mehmet Rıfat Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuriyeti, Muhaberat-ı Ecnebiye Memuriyeti 175-200 İstanbul Osman Fevzi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Posta kitabeti, Talas Telgraf ve Posta Müdürlüğü 300-400 Kastamonu, Kayseri Ali Rıfkı Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuriyeti, 300-500 Konya Kadınhanı Rule Memurluğu Nevşehir, Konya Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Veli Efendi Memuriyeti, Tırnovacık Telgraf ve Posta müdürü, İstasyon Muhabere Memurluğu 400-500 Kırkkilise, Babaeski, Cisr-i Ergene Ahmet Efendi Telgraf ve Posta Nezareti Muhasebe Memuru 75-100 İstanbul Ahmet Hamdi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuriyeti 300-540 Denizli, Kayseri 368 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Bekir Remzi Efendi Kırkkilise Sancağı Nafia Kondüktörlüğü 500 Kırkkilise, Hüdavendigar Mahmud Vehbi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muharrerat Muvassıllığı, Telgraf ve Posta Muhabere Memuru 200 Şile,İzmir Mehmed Şükrü Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Müdürlüğü 800 Trablusgarb Mehmed Fevzi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Muhabere Memuru 200 Ereğli Mevlüd Efendi Kondüktör 500-800 Beyrut Abdullah Remzi Efendi Telgraf ve Posta Merkezi Posta Memuru 200 Ereğli Fahri Efendi Mekteb-i Sultani Türkçe Muallimliği, Telgraf 400Posta Merkezi Fen Kalemi, Telgraf Mühendisi, 2000Telgraf ve Posta Merkezi Muavinliği, Telgraf 4000 ve Posta Nezareti Muavinliği İstanbul Mustafa Efendi Telgraf Muhabere Memuru 350-400 Ankara, Boğazlıyan, Ürgüb Mehmed Tevfik Efendi Burdur Telgrafhanesi Muhabere Memuriyeti, Telgraf Memuru, Mersin Demiryolu Seyyar Muhabere Memuriyeti, Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti 400-800 Burdur, Isparta, Kayseri, Konya, Nevşehir, Mersin Mustafa Zihni Efendi Telgraf Nezareti Veznedarlığı, Telgrafhane Memurluğu, Telgraf Muharebe Memuriyeti, Telgraf Müdüriyeti 400-990 İstanbul, Kayseri, Tokat, Nevşehir Mehmed Fehmi Efendi İstanbul Postanesi Tahrirat kalemi, İstanbul Postanesi Müfettiş Kitabeti, Trablusgarp Vilayeti Posta ve Telgraf Müdüriyeti Başkitabeti, İstanbul Postanesi Tahrirat Kalemi Mümeyyizi 2001000 İstanbul, Trablusgarb Mehmed Necip Efendi Telgraf Merkezi Muharebe Memuriyeti, Merkez Telgraf Müdüriyeti 400-500 Hınıs, Kırşehir, Erzurum Telgrafhanesi muharebe Memuriyeti, Telgraf ve Ahmed Posta Merkezi Memuriyeti, Telgraf ve Posta 400-900 Fazıl Efendi Merkezi Memuriyeti, Telgraf ve Posta Başmüdürü Acarayı Süfla, Avniye, Samsun, Aydın Halil Rıfat Efendi Konya Konya İstasyonu Mürur Kitabeti 250 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 369 Şenay ATAM Nevşehirli memurlar arasında haberleşme alanında en yüksek seviyeye çıkan Galata Gümrüğü Katibi Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Fahri Efendi’dir. Darüşşafaka’dan mezun, Fransızca okuryazar olan Fahri Efendi, 17 Eylül 1881 tarihinde 300 kuruş maaşla Mekteb-i Sultani Türkçe Muallimliğine, 27 Ekim 1881 tarihinde ise 400 kuruş maaşla Telgraf ve Posta Nezareti Fen Kalemine tayin edilmiştir. Bir süre eğitim için Paris’e gönderilen Fahri Efendi, bu nezarette çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 15 Mayıs 1901 tarihinde Telgraf ve Posta Nezareti Muavinliğine kadar yükselmiştir. Fahri Efendi, Osmanlı Devletinden bir çok rütbe nişan ve madalya aldığı gibi, İran, Fransa ve İtalyan hükümetlerinden nişanlar almıştır. Fahri Efendi’nin 26 Eylül 1909 tarihinde emekliliğine karar verilerek kendisine 2325 kuruş emeklilik maaşı bağlanmıştır. Telgraf ve Posta müdüriyetine tayin olunmak için herhangi bir yüksek okul şartı aranmadığı görülmektedir. Çoğunluğu rüşdiye mezunu olan memurlar arasında sadece sıbyan mektebinden mezun olanlar da bulunmaktadır. Bu göreve atanan Nevşehirli memurların daha çok mülazımetle işe girip, Telgraf ve Posta Müdürlüklerinde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra Telgraf ve Posta Müdüriyetine tayin olundukları anlaşılmaktadır. Telgraf ve Posta Müdüriyetinde bulunan Nevşehirli memurlar Abdullah Efendi (Akseki Telgraf ve Posta Müdüriyeti, Aksaray Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Mehmet Tevfik Efendi (Kozan Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Mustafa Zihni Efendi (Nevşehir Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Mehmed Necip Efendi (Kırşehir Telgraf Müdüriyeti), Ahmed Fazıl (Aydın Telgraf ve Posta baş müdürü), İbrahim Hakkı Efendi (Nevşehir Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Mehmet Hazım Efendi (Eğridir Telgraf ve Posta Müdüriyeti), Ahmet Hulusi Efendi (Aksaray Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Hacı Mustafa Efendi (İncesu Telgraf ve Posta Merkezi Müdüriyeti), Osman Fevzi Efendi (Talas Telgraf ve Posta Müdürü), Veli Efendi (Tırnovacık Telgraf ve Posta Müdürü), Mehmet Şükrü Efendi (Trablusgarb Telgraf ve Posta Merkezi Müdürü)’dir. Çoğunluğu rüşdiye derecesinde mezun olan, Nevşehir, Denizli, İstanbul, İzmir ve Ereğli gibi çeşitli yerlerde Telgraf ve Posta Muhabere memurluğu görevinde bulunanlar ise Ahmet Hamdi Efendi, Mustafa Efendi, Ali Rıfkı Efendi, Osman Nuri Efendi, Süleyman Subhi Efendi, Mehmet Rıfat Efendi, Ahmet Hamdi Efendi, Mahmud Vehbi Efendi ve Mehmed Fevzi Efendi’dir. Telgraf ve Posta nezaretinin çeşitli birimlerinde görev alanlar ise Necati Efendi oğlu Mehmet Fehmi Efendi (Beyoğlu Telgrafhanesi makinecisi), Ah- 370 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) met Efendi (Telgraf ve Posta Nezareti Muhasebe Kalemi), Abdullah Remzi Efendi (Konya Telgraf ve Posta Merkezi Posta Memuru) ve İbrahim Efendi oğlu Mehmet Fehmi Efendi (Trablusgarb vilayeti Telgraf ve Posta müdüriyeti baş kitabeti)’dir. Ulaşım sektöründe istihdam edilen Nevşehirli memurlar ise Bekir Remzi Efendi ve Mevlüd Efendi’lerdir. Bekir Remzi Efendi Nevşehir Mekteb-i Rüşdiyesi ile Edirne Askeri İdadisinde eğitim almış, askerlik vazifesini yerine getirdikten sonra 7 Kasım 1909 tarihinde 500 kuruş maaşla Edirne vilayeti Kırkkilise Sancağı Nafia Kondüktörlüğüne tayin olunmuştur. Diğer bir kondüktör ise Mevlüd Efendi’dir. Rüşdiye’den mezun olan Mevlüd Efendi 19 Kasım 1908 tarihinde 500 kuruş maaşla Beyrut Vilayeti Nafia Kondüktörlüğüne tayin olunmuştur. Haberleşme ve ulaşım sektöründe çalışan memurların ortalama 400 ile 1000 kuruş arasında değişen miktarlarda maaş aldıkları, bunun yanı sıra daha alt seviyede 200 kuruş ya da üst seviyede olarak 4000 kuruş alanlara da rastlandığı görülebilmektedir. b. Hukuk Alanında Görev Yapan Nevşehirli Memurlar Araştırmada incelenilen Nevşehirli devlet memurlarından 15 kişi hukuk alanında istihdam edilmişlerdir. Çoğunluğu bidayet ya da istinaf mahkemelerinde üye olarak görev almışken, müdde-i umum (savcı) muavini ve mahkeme başkanlığı gibi üst yönetimde bulunanlar da olmuştur. Tablo 4: Hukuk Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Mehmet Tahir efendi Mehmed Hilmi Efendi Hasan Fehmi Efendi Divan-ı Ahkam-ı Adliye Mukayyidi, Mahkeme-i Ticaret 2. Meclis Azası, İstinaf Mahkemesi Azası Karantina Memuriyeti, Aksaray Mal Müdüriyeti, Deavi Kitabeti, Bidayet Mahkemesi 1. Kitabetliği İstinaf Mahkemesi hukuk kısmı zabıt kitabeti, Şehrizor Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumi Muavinliği, Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı, Bidayet Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanlığı Maaşı (Kuruş) 250-2520 200-500 14003500 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 371 Şenay ATAM Halil Hilmi Efendi Bağdat Vilayeti Divan Temyizi Kalemi, Bidayet Mahkemesi Müstantik Muavinliği, İstinaf Mahkemesi Hukuk Dairesi Zabıt Kitabeti, Kerbela Sancağı Bidayet Mahkemesi 1. Kitabeti, Bidayet 900-1500 Mahkemesi Müdde-i Umumi Muavinliği, Nablus Sancağı Bidayet Ceza Dairesi Başkanlığı, Ankara Vilayeti İstinaf Mahkemesi Azası Süleyman Şevki Efendi Bafra Kazası Bidayet Mahkemesi Mukavelat Muharriri, Bitlis Vilayeti Bidayet Mahkemesi Müstantikliği, Konya Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi 1.Müstantikliği Ali Naci Efendi Zaptiye Nezareti Meclis Dairesi, Adalar Tahrirat Kitabeti, Şura-yı Devlet İstinaf Müdde-i Umumiliği Kalemi, Eyüb Mektebi Askeri Rüşdiyesi Osmanlıca 100-750 Muallimliği, Bidayet Mahkemesi Birinci Sınıf Mülazımı Bekir Efendi Şehremaneti Kontrato Kalemi, 4. Daire-i Belediye Muhasebe Kalemi, Veznedar, Galata Bidayet 200-600 Mahkemesi Mukayyidliği, Levazım Müdüriyeti Azalığı Ahmed Hazım Efendi Ohri Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı Yusuf Ziya Efendi Bağdad Vilayeti Merkez Bidayet Mahkemesi Azası 1000 Kostaki Vayani Efendi Ticaret Mahkemesi Bahriye Tercümanlığı ve Azalığı,1. Meclis Ticaret Azalığı, Ticaret Mahkemesi Bahriye Başkanlığı 500-4000 Ananyas Kalinoğlu Rodos Ticaret Mahkemesi Başkanlığı, Görice Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumi Muavinliği, 13001500 Bodos Efendi ticaret Mahkemesi Riyaseti, Selanik İstinaf Mahkemesi Müdde-i Umumi Sanisi, Ankara İstinaf Mahkemesi Azalığı, 10001500 Eftim Vayani Efendi Karahisar Bidayet Mahkemesi Azası 1000 Mehmet Sadık Efendi Evkaf-ı Humayun Varidat Kalemi, Evkaf Başkitabeti, Urla Kazası Müdüriyeti, Hüdavendigar Vilayeti Ticaret Mahkemesi Başkanlığı 15003500 372 600-900 1200 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Bu alanda hizmet verenlerden biri Hüseyin Efendi’nin oğlu Hasan Fehmi Efendi’dir. Nevşehir Rüşdiyesi’nden mezun olduktan sonra Hukuk Mektebini bitiren Hasan Fehmi Efendi, Arapça bilmektedir. 1879 senesinde 22 yaşında iken İstanbul Bab Mahkemesi’ne mülazımetle dahil olan Hasan Fehmi Efendi, daha sonra 50 kuruş maaşla İstinaf Mahkemesi Hukuk Kısmı Zabıt Kitabetine memur olmuştur. Bu arada mülazımetle 2 ay müddetle Beyoğlu ve İstanbul Ticaret ve Hukuk Mahkemelerine devam ederek bu alanda kendisini geliştirmiştir. Böylece 21 Aralık 1887 tarihinde 1400 kuruş maaşla Şehr-i Zor Sancağı Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umum Muavinliğine (savcı yardımcılığı) buradan da Taşlıca Sancağı Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı’na tayin olunmuştur. Çeşitli yerlerde bu görevde bulunduktan sonra 11 Temmuz 1895 tarihinde 3500 kuruş maaşla Kosova Vilayeti Bidayet Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanlığı’na yükselmiştir. Ulema Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Tahir Efendi, sıbyan mektebini bitirdikten sonra babasından ve bazı özel hocalardan dersler almıştır. 1870 yılında 27 yaşında iken mülazımetle Divan-ı Ahkam-ı Adliye Mazbata Odası’na dahil olduktan sonra bir süre mukayyidlik görevinde bulunmuştur. Mehmed Tahir Efendi’nin mesleğinde yükselişi devam etmiş, önce Bidayet Mahkemesi İcra Memurluğu Muavinliğine, 16 Ekim 1884 tarihinde de İstanbul Ticaret Mahkemesi azalığına 2000 kuruş maaşla tayin edilmiştir. İstanbul İstinaf Mahkemesi Azalığı görevinde de bulunan Mehmed Tahir Efendi, 14 Eylül 1909 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Mehmed Tahir Efendi görevinde gösterdiği başarı ve gayretine binaen 3. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani ve 3. rütbeden Mecidi nişanları ile taltif edilmiştir. Hukuk alanında istihdam edilenler arasında dikkati çekenlerden biri Osmanlı Devleti’nin Rum milletinden olan Tüccar ve Sarraf Yorgaki Efendi’nin oğlu Kostaki Vayani Efendi’dir. Küçük yaşta İstanbul’a gelmiş ve Fener Rum Mektebinde okumuştur. Buradan mezun olduktan sonra Atina Üniversitesinde Fen ve Hukuk alanında eğitim almış, ancak çeşitli sebeplerden dolayı buradan mezun olamamıştır. Türkçe, Fransızca ve Rumca okuryazar olan Vayani Efendi, yabancı dile hakim olması ve hukuk eğitimi alması nedeniyle 1869 yılında 25 yaşındayken 500 kuruş maaşla Bahriye Ticaret Mahkemesi tercümanlığına atanmıştır. Ancak Vayani Efendi kariyer basamaklarını hızla tırmanmış, 14 temmuz 1876 tarihinde 2500 kuruş maaşla Ticaret Mahkemesi Bahriye azalığına, 20 Mart 1879 tarihinde 4000 kuruş maaşla Ticaret Mahkemesi Bahriye Başkanlığına, 1 yıl sonra da 5000 kuruş maaşla Birinci Meclis Ticaret azalığına tayin edilmiştir. Daha sonra da 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 373 Şenay ATAM çeşitli mahkemelerde ticaret kısmı başkanlıkları yapmış olan Vayani Efendi, başarıları nedeniyle çeşitli rütbeler ve 3. Sınıf mecidiye nişanı almıştır. Ayrıca Bahriye Ticaret Kanunu Şerhi adında bir eser yayınlamıştır. Kostaki Vayani Efendi, 1918’de kurulan Tevfik Paşa Hükümetinde Ticaret ve Ziraat Nazırlığına getirildi.11 16 Mart 1919’da Meclis-i Ayan üyeliğine atanan Kostaki Vayani Efendi, ayrıca Mülkiye, Bahriye ve Hukuk mekteplerinde öğretmenlik te yapmış12, 1919’da vefat etmiştir.13 Koçhisar Naibi Abdurrahman Ruhi Efendi’nin oğlu Ahmed Hazım Efendi, Mekteb-i Hukuk’tan mezun olduktan sonra 4,5 yıl kadar dava vekaletinde bulunmuş, 29 Ağustos 1909 tarihinde 1200 kuruş maaşla Ohri Bidayet Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığı’na tayin edilmiştir. Bu şekilde üst düzey görev alanların yanında Bidayet Mahkemesi Birinci Sınıf Mülazımlığı, Bidayet Mahkemesi Kitabetliği görevinde bulunan Nevşehirli memurlar da mevcuttur. c. Yönetim Kademesinde Yer Alan Nevşehirli Memurlar Nevşehirli devlet adamları arasında üst düzey yönetici kategorisinde 11kişi bulunmaktaydı. Bunlardan 6’sı kaymakam, mutasarrıf veya bunların yardımcıları statüsündeydi. Kalanları ise evkaf müdürü, çeşitli şubelerde müdür ya da orman müfettişi statüsünde olanlar oluşturuyordu. Tablo 5: Yönetim Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Ataullah Efendi Ahmet Sabit Efendi Bulunduğu Görevler Konya Vilayeti Maiyyet Memurluğu, Koçhisar Kazası Kaymakam Vekaleti, Ürgüb Kazası Kaymakamlığı, Karaağaç Kazası Kaymakamlığı, Aziziye Kazası kaymakamlığı, Karaman Kazası Kaymakamlığı Kastamonu Evkav Müdüriyeti, Selanik Evkaf Muhasebeciliği, Gevar Sancağı Mutasarrıflığı, Konya Vilayeti Mutasarrıflığı, çeşitli mutasarrıflıklar Maaşı (Kuruş) 15002500 15005000 11 BOA İ DUİT 9/42, 9 Safer 1337; BOA İ DUİT 9/53, 7 Rebiülevvel 1337; BOA İ DUİT 9/52, 10 Rebiülahir 1337. 12 BOA MF MKT 738/10, 2 Receb 1321. 13 İhsan Güneş, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, II. Cilt, Eskişehir 1996, s. 181. 374 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Hüdavendigar Vilayeti Mektubi Kalemi, Tirilye Hüseyin Nahiyesi Müdüriyeti, Aşar Memuriyeti, Nallıhan Hüsnü Efendi Kaza Kaymakamlığı, Suriye Vilayeti Muhasebe Kalemi Mübeyyizliği, Ahmed Rıfat Eğirdir Kazası Mal Müdürlüğü, Humus Sancağı Efendi Muhasebeciliği, Mutasarrıf ve kaymakamlık vekaleti Onbaşı, Konya Zaptiye Alay Çavuşluğu, çiftlik Mehmed memuriyeti, Emlak-ı Humayun 3. Şube Müdür Vehbi Efendi Muavinliği, Tokat Şubesi Müdür Muavinliği Ahmed Prizren Sancağı Evkaf Müdürlüğü, Bitlis Vilayeti Efendi Evkaf Muhasebeciliği, Evkaf Müdürlüğü Kaza Mal Müdürlüğü, Vilayet Sandık Eminliği, Mihail Efendi Kaymakam Muavinliği Kırşehir Sandık Emaneti, Karamürsel Kazası Yakof Efendi Kaymakam Muavini, Muş Sancağı Mutasarrıf Muavinliği, Şirvan Kazası Kaymakamlığı, Şuhadarzade Mehmet Vilayet Mektupçuluğu, Tahrir ve Vergi Müdürlüğü efendi Süleyman Orman Müfettişi Sıdkı Efendi Mehmet Kaza Kaymakamı, Konya Vilayeti Nüfus Nezareti, Raşit Efendi Darüssade Ağaları Emaneti 600-1250 800-1200 50001100 450-2000 300-600 450-2500 125-2000 800-1000 500-1000 Bilindiği gibi mutasarrıf, vilayetler talimatnamesinde belirtilen, mülki, idari, inzibati ve mali hükümleri yerine getirir, livada valiyi temsil ederdi. Bu sebeple valiyle iletişim halinde olur, ondan gerekli talimatları alırdı. Mutasarrıf, gerektiğinde valiye vekalet ederdi. Sancak yönetimine dahil olan kaza kaymakamları mutasarrıfa tabi idi.14 Maiyetinde bir muhasebeci ve tahrirat müdürü bulunurdu. Mutasarrıflar aynı zamanda “Sancak İdare Meclisi”´ne başkanlık yapmanın yanı sıra “Nafia Komisyonu”, ”Maarif Komisyonu” gibi komisyonlara da başkanlık ederlerdi.15 Nevşehirli devlet adamları arasında mutasarrıflık yapmış olan en önemli kişi Arapsun kazası naibi Mehmed Hilmi Efendi’nin oğlu Ataullah 14 15 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK, Ankara 1995, s. 310. Serap Sunay, a.g.t., s. 69-70. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 375 Şenay ATAM Efendi’dir. 1882 yılında doğan Ataullah Efendi, Mekteb-i Mülkiye’den16 mezun olduktan sonra memuriyet hayatına 24 yaşında 500 kuruş maaşla Konya vilayeti maiyet memuru olarak başlamıştır. Bu görevde iken 250 kuruş ek maaşla Koçhisar kazası kaymakamlık vekaletine bakan Ataullah Efendi, 2 Eylül 1907 tarihinde Rütbe-i Salise ile taltif edilmiştir. 1908 yılında 900 kuruş maaşla Ürgüp kazası kaymakamlığına17 tayin olunan Ataullah Efendi’nin maaşı bu arada 1500 kuruşa yükseltilmiştir. Ataullah Efendi, sırasıyla Karaağaç, Aziziye ve Karaman kazaları kaymakamlıklarında bulunmuş, daha sonra Sivas Vilayet Mektupçusu iken mutasarrıflığa yükseltilerek Nisan 1916’da Yozgat, Ekim 1917’de Maraş Mutasarrıflıklarına atanmıştır.18 Maraş Mutasarrıflığı görevi devam ederken Meclis-i Mebusan’ın dördüncü dönemi için yapılan seçimlerde 36 oy alarak Niğde Milletvekili olmuştur.19 Mutasarrıflık yapmış olan diğer memur Halil Efendi’nin oğlu Yazıcızade Ahmet Sabit Efendi’dir. 1830 senesinde doğan Ahmet Sabit Efendi dini bir eğitimden geçmiş, 19 yaşında iken 5 ay müddetle Üsküdar’da bulunan Bab-ı Müşiri Jurnal Oda’sına mülazımetle devam etmiştir. Hazine-i Hassa ve Ticaret Nazırlıkları yapan Ali Galip Paşa ve Sadrazam Mehmed Rüşdü Paşa’nın yanında çalışan Ahmet Sabit Efendi, bu sayede göze girmiş, 12 Aralık 1864 tarihinde 1713 kuruş maaşla Kastamonu Evkaf Müdüriyetine getirilmiştir. Bundan sonra da çeşitli yerlerde Evkaf Muhasebeciliğinde bulunan Ahmet Sabit Efendi aynı zamanda Saruhan Sancağı Mutasarrıflık Vekaletini yürütmüştür. Ahmet Sabit Efendi’nin yükselişi devam etmiş, çalışmalarındaki başarılarından dolayı Evkaf Muhasebecisi iken kendisine önce Salise, sonra da Saniye Sınıf-ı Sanisi rütbeleri tevcih olunmuştur. 10 Mart 1886 tarihinde ise 4000 kuruş maaş ile Gevar Kaymakamlığına atanmıştır. Fakat Gevar Sancağının ilga edilerek kazaya dönüştürülmesi ile açıkta kalmıştır. Bu arada Aydın Vilayeti Evkaf Muhasebeciliği’nde iken zimmeti ortaya çıkmış ve bunun kendisinden tahsili istenmiştir.20 16 17 18 19 20 Bkz. Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), C. III, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969, s. 1071. 22 Eylül 1908 tarihli yazıda Ürgüp kazası kaymakamı Şerif Efendinin hal ve hareketlerinden halkın şikayetçi olması üzerine görevine son verilerek yerine Mekteb-i Mülkiye-i Şahane mezunlarından Ata Bey’in görevlendirildiği belirtilmiştir. BOA DH MKT 2619/40, 4 Ramazan 1326. Ali Çankaya, a.g.e, s. 1071; İlk Meclis Anketi-Birinci Dönem TBMM Milletvekillerinin Gelecekten Bekledikleri, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 100, Ankara 2004, s. 320. Ahmet Demirel, İlk Meclis’in Vekilleri-Milli Mücadele Döneminde Seçimler, İletişim Yayınları, İstanbul 2010, s. 209; Taha Niyazi Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri), TTK, Ankara 2004, s. 297. BOA DH MKT 1555/78, 12 Safer 1306. 376 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Ahmet Sabit Efendi 8 Ekim 1889 tarihinde 5000 kuruş maaşla Konya Vilayetinin Burdur Sancağına Mutasarrıf tayin edilmiş,21 27 Ocak 1897 tarihinde rütbesi Saniye Sınıf-ı Mütemayizine terfi ettirilmiştir.22 Fakat görevinde iken yaptığı bazı suistimallerden dolayı (bir kişiyi iki ayrı işte çalıştırıp 2 maaş verme, daha önce muhakeme altına alınan bir kişiyi meclis azalığına tayin etme, belediye heyetinin usulsüz değiştirilmesi gibi) 23 29 Ekim 1891 tarihinde azledilmiştir.24 Fakat Ahmet Sabit Efendi haksız yere azl olunduğunu iddia etmiş, yapılan tahkikat neticesinde de zimmet ve diğer hususlardan beraat etmiştir.25 Bundan sonra da 5 Ağustos 1892 tarihinde 4800 kuruş maaşla Kırşehir Mutasarrıflığına tayin edilmiş ve kendisine Rütbe-i Refi’ tevcih olunmuştur. Teke Sancağı Mutasarrıfı iken Rumeli Beylerbeyiliği payesi ve 2. dereceden mecidiye nişanı ile taltif edilmiştir.26 Böylece Paşa ünvanını almıştır. Kaymakamlık mevkiine getirilen Nevşehirli devlet adamlarından biri Yüzbaşı Ahmet Ağa’nın oğlu Hasan Hüsnü Efendi’dir. Sıbyan mektebinde ve medresede eğitim alan Hasan Hüsnü Efendi, 1874 yılında 28 yaşında iken mülazımetle Hüdavendigar Vilayeti Mektubi Kalemine dahil olmuş, daha sonra 630 kuruş maaşla Tirilye Nahiyesi Müdüriyetine atanmıştır. Nahiye müdürlükleri ve aşar memuriyeti görevlerinde bulunan Hasan Hüsnü Efendi, yapılan sınav neticesi 3. Sınıf kaymakamlığa yükselme hakkını elde etmiştir. 23 Haziran 1890 tarihinde 1200 kuruş maaşla Ankara Vilayeti Nallıhan Kazası Kaymakamlığına tayin edilmiştir. Buradan da Mudurnu ve Aksaray kazaları kaymakamlıklarına nakledilmiştir.27 Kaymakamlar arasında Rum milletinden olan Nevşehirli memurlar da mevcuttur. Adana Vilayeti 2. Müstantiki Nikolaki Efendi’nin oğlu Yakof Efendi bunlardan biridir. Kasabadaki Rum mektebinden mezun olan Yakof Efendi, bir süre Nevşehir Mal Kalemi ve Ankara Vilayeti Muhasebesine devam ettikten sonra 400 kuruş maaş ile Kırşehir Sandık Emanetine tayin olu21 22 23 24 25 26 27 Ahmet Sabit Efendi’nin Burdur mutasarrıfı tayinine dair belgeler için bkz. BOA İ DH 1156/90352, 12 Safer 1307 ve BOA DH MKT 1666/139, 13 Safer 1307. BOA İ DH 1167/91265; 5 Cemaziyelahir 1307; BOA DH MKT 1695/88, 14 Cemaziyelahir 1307. BOA DH MKT 1835/91, 15 Şevval 1308; BOA DH MKT 1539/59, 26 Şevval 1308; BOA DH MKT 1842/115, 10 Zilkade 1308; BOA DH MKT 2570/40, 21 Muharrem 1309. BOA İ MMS 125/5370, 25 Rebiülevvel 1309; BOA DH MKT 1877/40, 8 Rebiülahir 1309. BOA Y PRK ASK 77/117, 3 Cemaziyelevvel 1309; BOA ŞD 2951/19, 6 Cemaziyelevvel 1310; BOA BEO 126/9441, 2 Cemaziyelahir 1310. BOA Y MTV 185/104, 25 Şaban 1316. BOA BEO 1856/139139, 20 Safer 1320. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 377 Şenay ATAM narak memuriyet hayatına başlamıştır. Çeşitli yerlerde sandık emanetliği, İstanköy Kazası Kaymakam Muavinliği28, Karamürsel Kazası Kaymakam Muavinliği29, Muş Sancağı Mutasarrıf Muavinliği30 yapmıştır. Muş Mutasarrıfı muavini iken Bitlis Valiliğince halkı meşrutiyet ve hürriyet aleyhine kışkırttığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmış, Yakof Efendi sonuçta Muş Mutasarrıflığı’ndan istifa etmiştir.31 Yapılan soruşturma neticesinde Yakof Efendi aklanmış ve 15 Eylül 1909 tarihinde 2500 kuruş maaşla Şirvan Kazası Kaymakamlığı’na tayin olunmuştur. Fakat görev yerine gitmek istememiş, açıkta başka bir kaymakamlık varsa oraya tayini arzetmiştir. Açıkta başka bir yer olmamasından dolayı bu tarihte 700 kuruş mazuliyet maaşı bağlanması kararlaştırılmıştır. Böylece Yakof Efendi kendisine kaymakamlık görevi verilmesine rağmen, görevini yerine getiremeden emekliye ayrılmıştır. Görüldüğü gibi yönetici kademelerinde yer alan Nevşehirli memurlar 500 ile 5000 kuruş arasında değişen miktarlarda maaşlar almaktaydılar. Nahiye müdürlerinin maaşı 500 kuruş, kaymakam muavinlerinin maaşı 600700 kuruş, kaymakamların ki 2500 kuruş, mutasarrıfların ise 5000 kuruş civarındaydı. Diğer müdürlük ve müfettişliklerin maaşı ise 1000 ile 2000 kuruş arasında değişiyordu. d. Maliye Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar Tanzimat Fermanı ile başlayan her alanda yenilik harekatının en önemli uygulama alanlarından biri, maliye sahası olmuştur. Maliye alanında merkezde ve taşrada bir takım yeni kurumlar tesis edildi. Dolayısıyla da yeni bir memur istihdam alanı oldu. Maliye alanında taşrada en çok memurun tahsis edildiği alan sandık eminliğidir. Nevşehirli memurların da çoğunluğu sandık emini, sandık sarrafı, mal müdürlüğü, mal müdürlüğü vergi tahsildarlığı, vergi kitabeti, aşar emaneti gibi memurluklarda istihdam edilmişlerdir. Maliye alanında istihdam edilen Nevşehirli memurlar 169 memurun 35’i gibi önemli bir oranı teşkil etmektedir. Bu da Nevşehirli memurların %20,8’ine denk düşmektedir. 28 Yakof Efendi’nin İstanköy kaymakam muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA İ DH 1404/1320/Ş-50, 26 Şaban 1320; BOA BEO 1957/146769, 1 Ramazan 1320. 29 Yakof Efendi’nin Karamürsel kaymakam muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA DH MKT 526/50, 12 Rebiülevvel 1320. 30 Yakof Efendi’nin Muş Mutasarrıf muavinliğine atanmasına dair belge için bkz. BOA İ DH 1439/1323/N-27, 1 Ramazan 1323; BOA BEO 2699/202379, 7 Ramazan 1323. 31 BOA BEO 3100/232460, 3 Cemaziyelahir 1325; BOA DH MKT 2631/69, 19 Rebiülahir 1326; BOA DH MKT 2666/42, 28 L 1326; BOA DH MKT 2704/52, 18 Zilhicce 1326. 378 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Tablo 6: Maliye Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Rüsumat Emanet Tahrirat kalemi Müsevvid, Tahrirat Kalemi Muavini Hacı Hasan Maliye Hazinesi Mukayidliği, Tahrir ve Vergi Efendi Müdürrriyeti Vergi Emaneti Tapu Kalemi, Desteyar ve Senedat Mehmet Hilmi Kalemi Arabistan Kitabeti, Mukabele Kısmı Başkitabeti, Desteyar ve Senedat Kalemi 4. Şube Efendi Başkitabeti Meyve Gümrüğü Nezareti, Sebzehane İskelesi Ahmet Efendi Şube Memuriyeti, Zeytin İskelesi Şube Memuriyeti Abdullah Hilmi İzmir Kadı Kalesi Gümrüğü Kitabeti, Meyve Efendi Gümrüğü Nezareti Muhasebe Başkitabeti Galata Gümrüğü Nezareti, İhracat Mukayidliği, 1. Mustafa Efendi Ambar Memuriyeti Rüsumat Muhafaza Memuriyeti, Edirne Kapısı Osman Efendi Muhafaza Memuriyeti Ali Efendi Rüsumat Nezareti, Karamürsel Rüsumat İdaresi Kasım paşa Bahriye Mektebi Ser hademeliği, Mehmet Refik Beylerbeyi Hastanesi Vekil harçlığı, Karamürsel efendi Rüsumat İdaresi Sandık Eminliği Rüsumat Emaneti Muhasebe Kalemi Selanik İbrahim Azmi Mukayidi, Rüsumat Müfettişliği Muavinliği, Efendi Rüsumat Nezareti Muhasebe Baş kitabeti, Ser Tahsildarlık.Defter-i Hakaniye Memuriyeti Kayseri Tahrirat Emlak Memuriyeti, İstanbul Duhan İnhisarı İdaresi,Veznedar Muavvinliği,Tuna Mustafa Bezmi vilayeti Emlak Muharrir-i Saniliği, İstanbul 3. daire Efendi Tahrir ve Vergi Tahsildarlığı, Kırkkilise Hastanesi 2. katipliği, Rüsumat İdaresi Ambar Memuriyeti Hasan Hüsnü Hüdavendigar Vilayeti Muhasebe Kalemi, Bab-ı Efendi ali Hazine-i Evrak kalemi, Bağdat Mektubi Kalemi Nevşehir Aşar İdaresi Muharrirliği, Ağnam Mehmed Rüsumu Tahsilat Memuriyeti, Nevşehir Kazası Çelebi Efendi Tahrir ve Vergi Kitabeti Hayri Bey Maaşı (Kuruş) 1002000 50-2000 2501700 350-400 5001200 150-500 300-900 240 300-700 2001500 300-600 250-750 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 379 Şenay ATAM Mustafa Fahri Efendi Hasan Hilmi Efendi Ali Rıza Efendi Süleyman Lütfi Efendi Mehmed Tevfik Efendi Yusuf Ziyaeddin Efendi Mehmed Hulusi Efendi Mehmed Derviş Efendi Mustafa Vasfi Efendi Mehmed Şükrü Efendi Ahmed Muhiddin Efendi Abdülkadir Efendi Hasan Basri Efendi Ali Şükrü Efendi Tatarzade Hacı İsmail Sabit Efendi Sava Efendi 380 Trablusşam rusumat Müdüriyeti Mübeyyizliği, Yafa Rüsumat Müdüriyeti muhasebeciliği, Kayseri Rüsumat Emaneti Duhan Fabrikası Memur, Kayseri sancağı aşar İdaresi 2. Kitabeti, Kayseri Sancağı Tahrirat Kalemi Müsevvid-i Saniliği, İstanbul Kereste Gümrüğü Nezareti Tahrirat ve İcmal Kitabeti, Müskirat ve Zahire Gümrüğü Nezareti Tahrirat Baş Kitabeti Rüsumat İdaresi Kantarcılığı, Rüsumat Memuriyeti 300 Mukayyid, Muharrir-i Sani, Vergi Kitabeti, Ürgüb 300-600 Mal Müdürlüğü Aşar İdaresi Katib-i Sanisi 500-600 Arabsun Tahsilat Müfredat Kitabeti 200 Buz Fabrikası Tahsil Memuru 400 Mudurnu Sandık Emini, Mudurnu Tahsil Memuru 300-400 Aksaray Sandık Muhasebe Kitabeti 400-500 Anamur Tahsilat Müfredat Kitabeti 250 Aaruhan Sancağı Aşar Müdürü 12501500 Limni Tahsil Memuru 600-750 Zebhiye (kasabalarda kesilen hayvandan alınan vergi) Müfettiş-i Saniliği 800-900 Zahire Gümrüğü İcmal Kaydı Memuru, Kolcu 400 Nevşehir Evkaf Sandık Emini 250 Nevşehir Mal Kalemi, Bereketli Madeni Sandık Sarraflığı, Hacıbektaş Mahallesi Sandık Sarraflığı 300-400 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Simon Beykoz Sandık Emini Müstediliğioğlu Süleyman Mektubi Kalemi, Hersek Askeri İdaresi Muhasebe Efendi Refik-i Evveli, Muhasebat Dairesi 2. Şube 2. Sınıf Muhasebeci İstanbul Zaptiye 4. Sınıf Teftiş Memuriyeti, Derviş Nevşehir Vergi Tahsilat Komisyonu Azalığı, Limni Süleyman Defter-i Hakani Kalemi Baş kitabeti, Defter-i Efendi Hakani Memuriyeti Hasan Basri Rüsumat Nezareti Rüsumat Memuriyeti, Efendi Ali Rıza Efendi Müskirat Nezareti Tahrirat Kalemi Mübeyyizliği Mehmed Avni Nevşehir Duhan Fabrikası Memuriyeti, Nevşehir Efendi Aşar İdaresi, Tahrirat Kitabeti, Anbar Memuriyeti 350-400 600-800 300-600 250-300 300-400 300-400 Maliye alanında çalışmış olan Nevşehirli Memurlar arasında en dikkati çeken Sadrazam Damad İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Hayri Bey’dir. Enderun’da eğitim aldıktan sonra 3 sene kadar Darülfünun ve bir müddet Mekteb-i mülkiyeye devam eden Hayri Bey, babasının nüfuzu dolayısı ile olacak ki, 13 yaşındayken 100 kuruş maaşla Enderun hademeliğine girmiştir. 23 yaşındayken Enderun-u Hümayun Mektebi güzel yazı muallimliğine, buradan da 500 kuruş maaşla Rüsumat Emaneti tahrirat kalemi müsevvidliğine tayin olunmuştur. Maaşı bu görevde iken 1000 kuruşa kadar yükselmiş ve kendisine Rütbe-i Salise tevcih olunmuştur. Hatta görevinde yükselmesini sürdürerek 2000 kuruş maaşla tahrirat kalemi muavini refakatine girmiştir. Hersek meselesi dolayısıyla Basiret gazetesinde kaleme aldığı bir makaleden dolayı Kayseri’ye sürülmüştür. Bir süre burada kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a görevine dönmesine izin verilmiştir. Bu sefer Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi ve 4. Rütbeden Mecidi nişanı ile ödüllendirilmiştir. Nevşehirli memurlar arasında maliye alanında üst kademede yer alan ve mal müdürlüğü yapmış olan Bezzaz Hüseyin Efendi’nin oğlu Süleyman Lütfi Efendi, Antalya Rüşdiye mektebinden mezundur. 16 yaşında iken Antalya Sancağı muhasebe ve tahrirat kalemine mülazımetle girmiş, daha sonra 190 kuruş maaşla Konya Vilayeti seyyar tahrir birinci fırkası muhasebeciliğine atanmıştır. Mukayyidlik, katiplik gibi görevlerin ardından Ürgüb, Nevşehir tahrir ve vergi kitabeti, vergi muhasebeciliğinde bulunmuştur. Bu esnada bazı yerlerde tahrir kaydı yapılırken eksik kalması nedeniyle 26 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 381 Şenay ATAM Ağustos 1902 tarihinde azledilmiş, 26 Mart 1904 tarihinde ise Ürgüb mal Müdürü olarak tayin edilmiştir. Fakat 9 Mart 1909 tarihinde bir memurun maaşının ödenmesi hususunda haksızlık yaptığı anlaşılmış ve azledilmiştir. Sandık eminliği yapan memurlar arasında yer alan Mehmed Refik Efendi, Sıbyan mektebinden mezun olduktan sonra özel hocalardan ders almış, 23 yaşındayken Nevşehir Rüsumat İdaresi kalemine mülazımetle devam etmiştir. Daha sonra burayı terk ederek İstanbul’a gelmiş, 300 kuruş maaşla Kasımpaşa askeri rüşdiyesi serhaddesi olmuştur. Buradan istifa edrek yine aynı miktar maaşla Beylerbeyi hastanesi vekilharçlığına geçmiştir. Buradan da 500 kuruş maaşla Karamürsel Rüsumat Müdüriyeti Sandık eminliğine tayin olunarak buradan da Ayastefanos ve Mersin Rüsumat Müdüriyetlerinde görevini yürütmüştür. Maliye alanında çalışan memurlar kademelerine göre 200 ile 2000 kuruş arasında değişen miktarlarda maaş almışlar ve memleketin çeşitli yerlerinde çalışmışlardır. e. Eğitim Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar Eğitim sektöründe istihdam edilmiş 6 kişi tespit edilmiştir. Bunlardan ilki Meclis-i İdare azası İbrahim Bey’in oğlu ve Damat İbrahim Paşa soyundan olan Ahmet Necip Efendi’dir. İbtidai mektebini bitirdikten sonra Bayezid hocalarından Midillili İbrahim Paşa’dan icazet almış ve Darülmuallim rüşdiyesinden mezun olmuştur. İlk görev yeri 600 kuruş maaşla Hımıs rüşdiyesi’dir. Daha sonra Rumkale ve Davudpaşa rüşdiyelerinde çalışan Ahmed Necib Efendi’nin maaşı 700 kuruşa kadar yükselmiştir. Darulmuallimin idadi kısmından mezun olan Ahmed Hamdi Efendi, 33 yaşındayken 200 kuruş maaşla, muallim-i sani olarak göreve başlamış, Nevşehir ve Ürgüb Mekteb-i Rüşdiyelerinde 300 kuruş maaşla muallim-i sanilik görevlerinde bulunmuştur. Nevşehir Rüşdiyesinde daha sonra Darulmuallim’de eğitim alan Hafız Ahmet Sabri Efendi, Beyazıd Camii hocalarından da ders görerek icazetname almıştır. 35 yaşındayken 425 kuruş maaşla Kırşehir idadisinde Farsça ve Türkçe muallimliğine tayin olunmuştur. Daha sonra kendisine bu okulun malumat-ı medeniye ve ahlakiye ve iktisadiye dersleri de verilmiştir. Maaşı da 700 kuruşa kadar yükselmiştir. Hafız Ahmed Sabri Efendi çalışmalarındaki başarılarından dolayı Maarif Madalyası ile ödüllendirilmiştir. 382 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Tablo 7: Eğitim Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Ahmed Necip Efendi (damat ibrahim paşanın yakını) Ahmed Hamdi Efendi Ahmed Sabri Efendi Ali Efendi Mehmed rüşdü Efendi Osman Faik efendi Bulunduğu Görevler Maaşı (Kuruş) Davudpaşa Rüşdiyesi Muallim-i Evvelisi 600-700 Nevşehir Rüşdiyesi Muallim-i Sanisi İdadi Muallimi Mekteb-i Fünun-ı Harbiye Ketebeliği Maarif Baş Kitabeti Üsküdar Rüşdiyesi Muallim-i Saniliği, Üsküdar Rüşdiyesi Müdüriyeti, Meclisi Maarif Kalemi 300 600-700 400-1250 500-650 450-1000 Babası esnaf olan Ali Efendi ise muallim değil ancak mekteb-i Fünun-ı askeriyede katiplik yapması dolayısı ile bu kategoride değerlendirilmiştir. İbtidai mektepten mezun olan Ali Efendi, 30 yaşında 400 kuruş maaşla bu mektebe tayin olunmuş, maaşı bu görevde iken 1289 kuruşa kadar yükselmiştir. Kendisine ayrıca gayretinden dolayı 5. rütbeden Mecidi nişanı ve Rütbe-i Rabia tevcih olunmuştur. Ayrıca Mehmed Rüşdü Efendi maarif baş kitabetliği ve Osman Faik Efendi bir dönem muallimlik yapmasının yanında Meclis-i Maarif kaleminde istihdam edilmiş olmaları nedeniyle bu kategoride değerlendirilen diğer memurlardır. f. İlmiye Sınıfında Görev Alan Nevşehirli Devlet Adamları İlmiye sınıfından 5 Nevşehirli devlet adamı tespit edilebilmiştir. Tablo 8: İlmiye Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı El- Hac Süleyman Vehbi Efendi Hafız Mehmet Şükrü Efendi Hasan Hüsnü Efendi Halil Efendi Mehmed Şükrü Efendi Bulunduğu Görevler Müderris Bursa Müderrisi Bursa Müderrisi Müderris Müftü Maaşı (Kuruş) 250-3890 300-600 750-900 İlmiye sınıfından olan Nevşehir kürsü şeyhi Davudzade el- hac Süleyman Efendi’nin oğlu da kendisi gibi bu sınıfa dahil olmuştır. El- Hac Süleyman Vehbi Efendi, Sadramazam İbrahim Paşa medresesinde eğitim aldıktan 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 383 Şenay ATAM sonra İstanbul’a gelerek Halil Efendi’nin dersine devam ederek ondan icazetname almıştır. Önce 30 yaşındayken 100 kuruş maaşla Nevşehir müftülüğüne tayin olunmuş, daha sonra kariyerinde yükselişini sürdürerek Kudüs-ü Şerif ve Bursa Mevleviyeti tevcih olunmuş, İstanbul müderrisliğine kadar yükselmiştir. Maaşı da bu arada 3800 kuruşa kadar çıkmıştır. Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu Hafız Mehmet Şükrü Efendi ise önce İbrahim Paşa medresesinde daha sonra İstanbul Beşiktaş’ta Sinan Paşa ve Ayan Kurşunlu medreselerinde dersler görerek icazetname almıştır. 19 yaşındayken 80 kuruş maaşla Matbah-ı Amire Kudüs Emaneti hizmetine girmiş, bu görevdeyken maaşı 300 kuruşa kadar yükselmiştir. Daha sonra görevindeki başarılarından dolayı kendisine 4. rütbeden Mecidi ve 3. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani ile ödüllendirilmiştir. İlerleyen dönemlerde maaşı 620 kuruşa çıkarılmış ve Bursa Müderrisliği tevcih olunmuştur. Nevşehirli Hafızzade İbrahim Efendi’nin oğlu Halil Efendi, Nevşehir’de ibtidai mektebinin bitirdikten sonra medresede eğitim almıştır. 38 yaşındayken 600 kuruş maaşla Ebniye-i Seniyye anbarı mutemedliğine girip, daha sonra padişahın iradesi ile saray-ı hümayun mübayaat ve muayene komisyonu azalığına getirilmiştir. İbtida-i Haric müderrisliği tevcih olunan Halil Efendi, ilmiyede hareket-i dahil derecesine terfi etmiş ve çalışmalarındaki başarılarından dolayı sanayi madalyası ve 4. rütbeden Mecidi nişanı ile ödüllendirilmiştir. Bu arada da ilmiye rütbesinden mülkiyeye geçmiş ve rütbe-i Salise tevcih buyrulmuştur. Babası müderris İbazade Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Şükrü Efendi, İbrahim Paşa medresesi, Kayserili Ahmed Mesud Efendi’den icazetname almıştır. 30 yaşındayken Koçhisar’da ders vermekle meşgul olan Şükrü Efendi, 8 Ağustos 1883 tarihinde buranın müftülüğüne tayin olunmuş, ibtida-i haric âşire-i Sarım Efendi ve Bursa rü’esine nail olmuştur. Tabloda da görüldüğü gibi ilmiye sınıfından olan devlet adamları ortalama 300 ile 900 kuruş arasında alırken içlerinde 3800 kuruş alan da bulunmaktadır. g. Sağlık Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar Sağlık alanında görev almış olan 6 Nevşehirli devlet adamı tespit edilmiştir. Tablo 9: Sağlık Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar 384 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Memurun Adı Halil Efendi Ahmed Efendi Bekir Sıdkı Efendi Ömer Lütfi Efendi Mehmed Hayri Efendi Hafız Yusuf Ziya Efendi Bulunduğu Görevler Cerrah Cerrah-ı sani Cerrah Eczacı Ürgüb Belediye Tababeti Muallim, Aşı Memuru Maaşı (Kuruş) 300-625 300-400 400 400 800 400 Bunların 4’ünü cerrah ve belediye tabipleri teşkil ederken, 1 eczacı ve aşı memuru da bu grup içerisinde değerlendirilmiştir. Aldıkları eğitim nedeniyle doktorların çoğu Fransızca başta olmak üzere yabancı dil biliyorlardı. Mesela Osman Ağa’nın oğlu Halil Efendi Mekteb-i Tıbbiye mezunu olup, Türkçe ve Fransızca okuryazardır. 29 yaşındayken 266 kuruş maaşla Gureba-yı Müslimin hastanesi 3. Cerrahlığına tayin olunmuştur. Burada 1. Cerrahlığa kadar yükselen Halil Efendi’nin maaşı da 325 kuruşa kadar yükselmiştir. Ayrıca gayretinden dolayı önce Rütbe-i Salise ve sonra da Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi tevcih olunmuştur. Nevşehir müftüsü İmamoğlu Ömer Efendi’nin oğlu Bekir Sıdkı Efendi, Mekteb-i Tıbbiye mezunu olup, Fransızca okuryazardır. 32 yaşındayken 400 kuruş maaşla Çanakkale Boğazı Topçu Birinci Alayının Birinci taburu cerrahlığına getirilmiştir. Ancak burada çalışamayarak ilerleyen tarihlerde Maltepe hastanesi cerrahlığına nakledilmiştir. 208 kurulş ek maaşla Eczane-i Humayun cerrahlığına da getirilen Bekir Sıdkı Efendi, 4. rütbeden Mecidi nişanı ile taltif edilmiş ve maaşı Binbaşılık tahsisatına yükselmiştir. Ankara Düyûn-ı Umumiye Muhasebe Refik-i evveli Hafız Mehmet Tevfik efendi’nin oğlu Mehmed Hayri Efendi, Ankara Mekteb-i İdadi-i Mülkiyesinde eğitimini tamamlayarak diplomasını almıştır. Türkçe ve Fransızca okur-yazar olan Mehmed Hayri Efendi, Arapça, Farsça ve Ermenice’ye aşinadır. Hayri Efendi 8 Mayıs 1911 tarihinde 800 kuruş maaşla Ürgüb belediye tababetine atanmıştır. Yusuf Ağa oğlu Ömer Lütfi Efendi, Nevşehir ibtidai ve rüşdiyesini bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiş ve burada Haydarpaşa Hastanesinde bulunan Eczacı Mektebinde Eczalığa ait dersleri alarak diplomasını almıştır. 24 yaşındayken 300 kuruş maaşla 6. Ordu-yu Hümayun Merkez Hastanesi’ne tayin olunmuştur. Ordunun çeşitli kısımlarında görev yaptıktan sonra Yunan Harbi Madalyası ve Mülazım-ı Evvelilik rütbesi tevcih olunarak Haydarpaşa Hastanesine nakledilmiştir. Hayri Efendi’nin çalışmalarındaki ba- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 385 Şenay ATAM şarılarından dolayı askeri rütbesi sağ kolağalığına kadar yükseltilmiş, 4. rütbeden Mecidi nişanı ile taltif edilmiştir. İncelemeye tabi tutulan Nevşehirli doktor ve eczacıların eğitimleri ve işleri ile doğru orantılı olarak maaş almadıkları göze çarpmaktadır. Doktor ve eczacıların maaşları 400 ile 800 kuruş arasında değişmektedir. h. Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde Görev Alan Nevşehirli Memurlar Bilindiği gibi Düyûn-ı Umûmiye, 1881-1928 yılları arasında Osmanlı Devleti´nin dış borçlarını denetleyen ve bunu idare eden birime verilen addır. Düyûn-ı Umûmiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı Devleti’ nin ekonomik ve mali yasamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır. İlk kez, 1854 Kırım Savasından sonra alınan dıs borçlar, zamanla ödenemez hale geldiğinde II. Abdülhamid´in “Muharrem Kanunnâmesi”´ni imzalamasıyla, Maliye Nezareti’nden ayrı bir birim olarak 1881´de Düyûn-ı Umûmiye kurulmuştur.32 Düyûn-ı Umûmiye´nin organizasyonu, imparatorluğun önemli kent ve merkezlerine kadar uzanmış, yerli ve yabancı personel sayısı 5.000’e kadar çıkmıştır. İstanbul´daki genel direktörlüğe bağlı taşrada “baş müdüriyetler”, daha alt bölümde müdüriyetler, bölge müdürleri ve mahalli müdürlükleri teşkil edilmiştir. Ülkenin gelir kaynaklarına ve vergilerin tahsilatına el koyan bu idare, memleketin her yerinde şubeler açarak teşkilatlanmıştır.33 Tablo 10: Düyûn-ı Umûmiye İdaresinde İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Ali Rıza Efendi Mehmed Raif Efendi Nevşehir Rüsumat İdaresi, Duhan Fabrikası Memurluğu, Aşar ve Ağnam İdaresi Baş Kitabeti, Kırşehir Düyûn-u Umumiye Baş Kitabeti Nevşehir Rüsumat İdaresi Baş Katibi, Tütün Tozu Fabrikası Memuru, Düyûn-ı Umumiye Memuru Maaşı (Kuruş) 300-500 300-400 32 Haydar Kazgan, “Düyun-ı Umumiye”, TCTA, İletisim Yayınları, İstanbul, 1985, CIII, s. 691- 708; Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, Ankara 2005, s. 428-437; Haydar Kazgan, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, 1 Cilt Kuruluştan Cumhuriyete, Creative Yayıncılık, İstanbul 1999, s. 331; Şevket Pamuk, Osmanlı’dan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Seçme Eserleri II, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 121. 33 Haydar Kazgan, “Düyun-ı Umumiye”, s. 691- 708; Erdoğan Öner, a.g.e., s. 428-437; Haydar Kazgan, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, s. 331. 386 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Mehmed Said Efendi Ali Osman Efendi Mehmet Asım Efendi Rüsumat İdaresi, Reji Memurluğu, Düyûn-u Umumiye Merkez Memurluğu, Merefte Düyûn-ı Umumiye Katib-i Sanisi, Düyûn-ı Umumiye İdaresi Memurluğu Düyûn-ı Umumumiye İdaresi Memuriyeti 300-500 300-400 350 Düyûn-u Umumiye İdaresi Yasun Mahallesi 350-500 Müdüriyeti Başkatibi İsmail Hakkı Ankara Düyûn-ı Umumiye Nezareti Sekili 125 Efendi Mahallesi Müdüriyeti Anbar Kantarcısı Avraham Nevşehir Düyûn-ı Umumiye İdaresi Katibi, Sandık 400-500 Efendi Emini Sandık Emini, Midilli Düyûn-u Umumiye Nezareti 300-800 Yorgi Efendi Sarmako Mahallesi Müdüriyeti Nikolaki Efendi Düyûn-ı Umumumiye Merkez Memuriyeti Kitabeti 300 Koçhisar Nahiyesi Zabıt Müdürlüğü, Düyûn-u 400-1000 Ömer Efendi Umumiye İdaresi Başhan Mahallesi Müdüriyeti Hayri Efendi Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin taşradaki şubelerinde çalışan 11 Nevşehirli memur tespit edilmiştir. Çoğunluğunu rüşdiye mektebi mezunlarının oluşturduğu bu memurların 3’ü Rum kökenlidir. Danişmendlizade Ali Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi, rüşdiye mektebinde eğitimini tamamladıktan sonra 18 yaşında Nevşehir Rüsumat İdaresi’ne mülazımetle başlayıp, ardından 300 kuruş maaşla Duhan Fabrikası memurluğuna tayin olunmuştur. Görevinden ayrılmasıyla 240 kuruş maaşla Nevşehir Aşar ve Ağnam İdaresi ikinci kitabetine girmiş, daha sonra 400 kuruş maaşla bu idarenin baş kitabetine yükselmesine rağmen memuriyetinin lağvıyla 300 kuruş maaşla Nevşehir Düyûn-ı Umûmiye Merkez memurluğu kitabet sandık emanetine alınmıştır. 400 kuruş maaşla Midilli Düyûn-ı Umûmiye Nezareti tahrirat mübeyyiz-i evveliliğine nakledilmiş, ardından Ayvalık Düyûn-ı Umûmiye Müdüriyeti kitabet-i saniliğine terfi etmiştir. Boyabad kaymakamı Osman Bey’in oğlu Mehmed Said Efendi, sıbyan mektebinde ve medresede eğitim almış, 25 yaşında mülazımetle Nevşehir Rüsumat idaresine girmiş, bir süre devam ettikten sonra 200 kuruş maaşla buraya tayin olunmuştur. Rejilerin teşkiliyle 1000 kuruş maaşla Niğde Reji Acenteliğine terfi ettirilmiştir.Rejilerin kaldırılmasıyla 450 kuruş maaşla Nevşehir Düyûn-ı Umûmiye Merkez memurluğuna tayin edilmiştir. Daha sonra maaşı 500 kuruşa çıkarılmıştır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 387 Şenay ATAM Sicill-i Ahvâllerden, memurların ne zaman hangi görevlerde bulunduklarını tespit edilebildiği gibi, kurumlardaki değişimler de takip edilebilmektedir. Önceleri, dış borçların tahsili için kurulan Rüsûm-i Sitte, 1881´den sonra, Düyûn-ı Umûmiye´ye dönüşmüştür. Bu bilgiyle, daha önce Rüsûmat Müdüriyetinde görev yapan memurların, 1881´den sonra, Düyûn-ı Umûmiye personeli olmalarını anlamak kolaylaşmaktadır.34 Rum milletinden Nevşehirli memurların da Düyûn İdaresinde çalıştıkları görülmektedir. Bunlardan biri olan Mihail Ağa’nın oğlu Yorgi Efendi sıbyan, ibtidai ve Elenika mekteplerinde eğitim almıştır. 19 yaşında 100 kuruş maaşla Sivas vilayeti Düyûn-ı Umûmiye Merkezi Çakrı Mahallesi Sandık eminliği refakatine girmiştir. Buradan da Palas Mahallesi Sandık eminliğine girmiş, 3 yıla yakın burada kaldıktan sonra yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle görevinden alınsa da yapılan incelemede beraat etmiş, 300 kuruş maaşla Çankırı Mahallesi Sandık eminliğine nakledilmiştir. 17 Ekim 1894 tarihinde 800 kuruş maaşla Midilli Düyûn-ı Umûmiye Nezareti’nden Saruhan Mahallesi Müdüriyetine terfi edilmiştir. Tabloda da görüldüğü gibi Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nde çalışan Nevşehirli memurlar genelde 300 ile 500 kuruş arasında maaş almaktadır. 125 kuruş ve 800-1000 kuruş civarında maaş alan memurlar da mevcuttur. i. Ziraat Bankasında Görev Alan Nevşehirli Memurlar Devletin ziraat ve ticaretinin gelişmesine destek amacıyla 15 Ağustos 1888´de Nafia Nezareti’ne bağlı olarak kurulan Ziraat Bankası resmi devlet kurumu hüviyetindeydi ve personeli de devlet memuru sayılmakta idi.35 Tablo 11: Ziraat Bankasında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Hasan Bey Ahmed Nuri Efendi 34 35 Nevşehir Menafi Sandık kitabeti, Ziraat Bankası Sandık kitabeti, Nevşehir Ziraat Bankası Muhasebe Kitabeti, Dahiliye Nezareti Kuyudat Kalemi Mümeyyizliği Maaşı (Kuruş) 400 300-450 Serap Sunay, a.g.t., s. 90. Haydar Kazgan, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk Bankacılık Tarihi, Türkiye Bankalar Birliği, 1997, s. 165-171; Erdoğan Öner, a.g.e., s. 304-311. Ziraat Bankasının kuruluşu ve geçirdiği süreç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Saim Atasağun, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, İstanbul 1939. 388 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Nevşehir Kazası Şer’i Mahkeme Eytam Memuru, Ebubekir Nevşehir Kazası Ziraat Bankası Sandık Muhasebe Mümtaz Efendi Kitabeti, Nevşehir Sandık Muhasebe Kitabeti, Niğde Ahmed Safvet Şubesi Veznedarlığı, Ziraat Bankası Niğde İfrazat Efendi Mukayyidliği Ahmed Arif Avanos Ziraat Bankası Muhasebe Kitabeti Efendi Ahmed Lütfi Arabsun Kazası Ziraat Bankası Sandık Muhasebe Efendi Kitabeti Nikolaki Efendi Ziraat Bankası Sandık Muhasebe Kitabeti 400-600 250-300 200-250 250 250 Nevşehirli memurlardan 7’si Ziraat Bankası personelidir. Bunlardan biri de Rum kökenlidir. Rum kökenli olan Nikolaki Efendi kasaba Rum mektebinden mezun olup, Aziziye ve Keskin Ziraat Bankası Sandık Muhasebe Kitabeti görevinde bulunmuştur. Diğer Nevşehirli ziraat personelinden biri hariç hepsi rüşdiye mektebi mezunu olup, sandık muhasebe kitabeti görevinde bulunmuşlar ve Niğde ve Nevşehir şubelerinde çalışmışlardır. Ziraat Bankası personelinin 250 ile 600 kuruş arasında değişen miktarlarda maaş aldıkları, diğer memurlara göre maaşlarının düşük olduğu görülmektedir. j. Güvenlik Alanında Görev Alan Nevşehirli Memurlar Güvenlik alanında görev Nevşehirli memur sayısı 8’dir. Tablo 12: Güvenlik Alanında İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Ali Efendi Mustafa Remzi Efendi Muhsin Bey Feyzullah Efendi Halil Ağa Yanya 6. Fırka Messahlığı (arazi ölçme) 8. Hamaniye Bölüğü Serkomiseri Saray-ı Humayun Sıhhiye Bekçiliği Saray Baş Baltacısı (Serteberdar) Saray Teberdaran (baltacı) Hademesi Hapishane-i Umumi İhrac-ı Evveli Memuru Vasil Efendi (Zaptiye Nezareti) Budosaki Efendi Sakız sancağı 21. Daire Süvari Tahsildarı Bekir Zühdü Efendi 2. Sınıf Polis Komiseri Maaşı (Kuruş) 300 600-900 200 600 200 400-900 400 300-600 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 389 Şenay ATAM Bu memurlardan ikisi polis komiseri, ikisi saray teberdarı (baltalı askeri grup), birisi Zaptiye Nezareti personeli, biri saray sıhhiye bekçisi, ikisi de komiser ya da bekçi değil ancak teknik personel olarak bu alanda hizmet vermişlerdir. Bu personelin maaşları da 200 ile 900 kuruş arasında değişen miktarlardadır. k. Diğer Alanlarda Görev Alan Nevşehirli Memurlar Nüfus memurları, belediye teşkilatlarında çalışan büro personeli, saray personeli (saray tablekarı, saray-ı humayun erzak anbarı idare kalemi katibi), tersane personeli gibi devletin çok çeşitli kurumlarında çalışan Nevşehirli memurlar da mevcuttur. Tablo 13: Diğer Alanlarda İstihdam Edilmiş Olan Nevşehirli Memurlar Memurun Adı Bulunduğu Görevler Maaşı (Kuruş) Mustafa Zihni Efendi Bab-ı Vala-yı Seraskeri Mektubi Kalemi, Msırlı İlhami Paşa Divan Kitabeti, Şehremaneti Tahsilat Kalemi, Yedikule Gazhanesi Muhasebeciliği, Tahrir-i Nüfus Kitabeti, 6. ve 2. Daire-i Belediye Nüfus Kalemleri 300-500 İbrahim Efendi Dahiliye Nezareti Nüfus Dairesi Kapu Çuhadarı 300-500 Mehmed Efendi Ser Mübeyyiz 500-575 Mehmed Efendi Hatab Anbarı Mülazım-ı Evveli 250-300 Yusuf Besim Efendi Beyrut Rüsum-ı Sitte Nezareti Tahrirat Kalemi müsevvidi, Adana Vilayeti Nüfus Nezareti 400-900 Süleyman Efendi Jandarma Bölüğü Birinci Sınıf Mülazım 400-900 Hacı Veli Efendi Yıldız Matbahı Vekilharc Muavini 400-800 Mehmet Efendi Ebniye-i Seniyye Anbarı Mutemedliği 750-1000 Mehmed Şükrü Efendi Saray Tablekarı 300-400 Mehmed Tevfik Efendi Matbah-ı Amire Katib 300-600 Ali Rıza Efendi Nüfus Memuru 250-300 İsmail Hakkı Efendi Nevşehir Belediye Kitabeti 200-300 390 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Mehmed Said Efendi Karamürsel Kazası Piyade Tahsildarlığı 300 Mehmed Efendi Saray Tablekarı 500-700 Süleyman Ağa Saray Tablekarı 200-650 Hafız Mehmet Tevfik Efendi Matbah-ı Amire Muayene Komisyonu Kitabeti 250-300 Mustafa Nuri Efendi Saray-ı Humayun Erzak Anbarı İdare Kalemi Katibi 60 Hüseyin Hüsnü Efendi Tersane-i Amire Liman Dairesi Kayıkcılar Kalemi 600-800 Ahmed Efendi Tersane Memuriyeti Kalemi Katibi 800-1000 İbrahim Hakkı Efendi Karaman Nüfus Memuru 250-300 İsmail Efendi Matbah-ı Amire Depocusu 300-350 Osman Bey Ahmet Efendi Hazretleri Hademesi 800 Ali Bey Üsküdar Belediyesi Tahkik Memuru 500 Mustafa Nuri Efendi Sakız Sancağı Nüfus Katibi 250-400 Hüseyin Vehbi Efendi Ermenek Kazası Nüfus Memuru 400 Halil Efendi Nevşehir Nüfus Katibi 250-300 Mehmed Avni Efendi Koçhisar Kazası Tahrirat Kitabeti 400 Hasan Ağa Beşiktaş Harem-i Humayun Matbahi Kapucusu 200 Rıza Efendi Harem-i Humayun Kapıcı Hademesi 200 Halil Hamdi Efendi Nevşehir Evkaf Memuru 300 Osman efendi Matbah-ı Amire Tablekarı, Matbah-ı Amire Hademesi (yemek pişirilen yer) 100 İsmail Efendi İstabl-ı Amire Matbahi Kantarcısı, Hazine-i Hassa Depo Kalemi Memuru 300-350 Osman efendi Beyoğlu Belediyesi Aza-yı Kavvas 400 İsmail Efendi 6. Daire-i Belediye Çavuşluğu, 4. Daire-i Belediye Odacılığı, Evkaf Nezareti Evrak Kalemi Kapı Çuhadarlığı 325 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 391 Şenay ATAM 4. Nevşehirli Memurların Aldığı Ödüller Memurlara verilen rütbe nişanlar bir motivasyon aracı olması bakımından mühimdir. Rütbe, devlet memurları ile halktan bazılarına verilen paye ve ünvanlar hakkında kullanılan bir tabi olup, derece anlamındadır.36 Bürokrasinin modernleşmesi ile birlikte memuriyet kadrolarının da düzenlenmesine ihtiyaç duyulmuş, Kalemiye ile Mülkiye sınıfının birleştiği 1833 tarihinde ise ûla, sâniye, salise ve râbia olarak dört sınıf mülkiye rütbesi kabul edilmistir. Böylece, her memuriyetin hangi rütbeye ait olduğu belirlenmiştir. Yukarıdan aşağıya göre sırasıyla mülkiye rütbeleri söyledir: Vezir, Bâlâ, Ûla Evveli, Ûla Sanisi, Saniye Sınıf-ı Mütemayizi, Saniye, Sâlise, Râbia, Hâcegânlık ve Hâmise.37 Sicill-i Ahvallerden takip edilebildiğine göre Nevşehirli memurlara memuriyet hizmetinde göstermiş olduğu, gayret, başarı ve hüsn-ü hizmetine,memuriyet kariyerinde aldığı terfiye ya da İlmiye rütbesinin Mülkiye´ye değiştirilmesi ve vazifesini layıkıyla yapmasına bağlı olarak çeşitli rütbeler verildiği anlaşılmaktadır. Nişanlar, devlet adına gösterilen üstün başarı ve yararlılıklardan dolayı hak eden kişileri onurlandırmak amacıyla, belli sayıda yapılırdı. Nişanlar kişiye özel ve yasamı boyunca kullanmak üzere, ne için verildiğini açıklayan beratlarıyla padişah tarafından törenle takılırdı.38 Osmanlı’da en çok rastlanılan nişan türlerinden biri, Sultan Abdülmecid adına düzenlenmiş olan Mecidi Nişanı’dır. 1852´yapılan bu nişan 5 derece veya rütbeden oluşuyordu. Bu nişan Sultan Abdülaziz, II. Abdülhamid hatta Reşad devirlerinde de verilmeye devam edilmiştir. Mecidi nişanının yanında 1862´de Sultan Abdülaziz devrinde ihdas edilen dört rütbe ve murassâ ´sı olan “Osmanî” nişanı da yine çok kullanılan nişanlar arasında idi.39 Nevşehirli devlet adamları daha çok katıldıkları savaşlar, vazifelerindeki basarılar, yazdıkları eserler ve devlete sağladıkları yararlardan dolayı nişan ve madalya almışlardır. 36 37 Hüseyin Özdemir, a.g.e., s. 274. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt: 3, İstanbul 1993; s. 69; Erdoğan Öner, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, s. 234; Hüseyin Özdemir, a.g.e., s. 275. 38 T. C. Kültür Bakanlıgı Anılar ve Müzeler Genel Müdürlügü, İstanbul 1999, s. 57. 39 Edhem Eldem, İftihar ve İmtiyaz Osmanlı Nisan ve Madalyaları Tarihi, Osmanlı Bankası Arsiv ve Arastırma Merkezi, İstanbul 2004, s. 176-239. 392 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) Sicill-i Ahval Defterlerinde kayıtlı ve araştırmada ele alınan 169 Nevşehirli devlet adamının %26’sı (44 kişi), görevlerinde gösterdikleri başarılar nedeniyle çeşitli rütbe, nişan ve madalyalarla ödüllendirilmişlerdir. Bazılarının sadece rütbeleri yükseltilirken bazıları hem rütbe hem de nişan ya da madalya almışlardır. Nevşehirli memurlar arasında aldığı rütbe, nişan ve madalyalarla dikkati en çok çeken kişi özgeçmişi hakkında yukarıda kısaca bilgi verdiğimiz Telgraf ve Posta Nezareti Muavinliği yapan Fahri Efendi’dir. 13 Ekim 1883 tarihinde 350 Frank geçici maaş verilerek Fransa’ya eğitime gönderilen Fahri Efendi, 2 yıl sonra yurda dönmüş, 9 Aralık 1885 tarihinde kendisine Rütbe-i Salise, 6 Kasım 1888’de Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Mütemayizi, 20 Ağustos 1893’te Rütbe-i Evveli Sınıf-ı Sanisi, 22 Eylül 1902’de terfien Rütbe-i Evveli Sınıf-ı Evveli tevcih olunmuştur. Fahri Efendi çalışma hayatı boyunca rütbelerinin yanında bir çok nişan ve madalya da almıştır. 10 Haziran 1892 tarihinde İran Devleti tarafından 5. rütbeden Şîr ü Hurşid nişanı verilen Fahri Efendi Viyana’da toplanan Posta kongresine Telgraf ve Posta memurlarından liyakatli olan birinin gönderilmesi gerektiğinden bu kongreye katılmak üzere seçilmiş, dönüşünde 10 Ağustos 1892 tarihinde 3.rütbeden Nişan-ı Ali Osmani ile taltif edilmiştir. 15 Kasım 1900 tarihinde Posta komisyonu başkan yardımcısı iken işindeki başarıları nedeni ile 2. rütbeden Mecidi nişanı verilmiştir. Şikago şehri komiserliğinde bulunduğu sırada Fransa hükümeti tarafından Lejyon de Nor nişanının şövalye rütbesi ile Waşington Posta Kongresi münasebeti ile Amerika hükümeti tarafından gümüş madalya, Roma Kongresi münasebetiyle İtalya hükümeti tarafından devlet nişanı ile ödüllendirilmiştir. Hicaz Demiryolu Madalyası (5 Kasım 1903) ve 2. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani (4 Ocak 1907) aldığı diğer nişan ve madalyalardır. Aldığı nişanlarla dikkati çeken bir diğer isim Zileli Ahi oğlu Ömer Ağa’nın oğlu Mehmed Efendi’dir. Mehmed Efendi eğitimini tamamladıktan sonra askere alınmış, Tophane-i amire marangozhanesine tayin edilmiştir. Daha sonra askeri rütbesi üzerinde kalmak üzere hatab anbarı mülazımlığına tayin edilmiş, askeri rütbesi de bu görevde iken binbaşılığa kadar yükselmiştir. Mehmed Efendi, 18 Temmuz 1898’de Yunan Muharebesi Madalyası, 12 Ağustos 1898’de 4. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani, 24 Ekim 1898’de 5. rütbeden Mecidi nişanı, 28 Ekim 1896’da gümüş imtiyaz madalyası, 20 Şubat 1897’de İftihar Madalyası ile taltif edilmiştir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 393 Şenay ATAM Bağcı Mehmed Ağa’nın oğlu Mehmed Vehbi Efendi ise Konya zabtiye alay çavuşluğu, çiftlik memuriyeti, emlak-ı hümayun 3. Şube Müdür Muavinliği ve Tokat şubesi Müdür Muavinliği yapmıştır. Aldığı rütbeler Rütbe-i Salise (29 Eylül 1888), Rütbe-i Saniye Sınıf-ı Sanisi (16 Aralık 1899), Saniye Sınıf-ı Mütemayizi(5 Ekim 1903), aldığı nişan ve madalyalar ise 5. rütbeden Mecidi nişanı (7 Ekim 1886), İftihar Madalyası, 4. rütbeden Mecidi nişanı (21 Ekim 1895), 4. rütbeden Nişan-ı Ali Osmani (13 Mayıs 1902), 3. rütbeden Mecidi (1 Nisan 1903) nişanıdır. 5. Nevşehirli Memurlar Tarafından İşlenen Suçlar ve Alınan Cezalar Araştırmada incelenen Nevşehirli memurların tercüme-i hal varakalarına bakıldığında, işlenen suçlar ve alınan cezalarla beraber memurların azledilme ve işten el çektirilme ya da sürgün sebepleri de ortaya çıkmaktadır. Memurların çeşitli sebeplerle özellikle görev yerini beğenmeme, sağlık sorunları nedeni ile istifa haklarını kullanmaları, görevlerinden ayrılmalarının ana sebebini oluşturmaktadır. Bağlı oldukları idari birim tarafından işten el çektirme, açığa alma veya azletme sebepleri ise birkaç nedene dayandırılabilir. Bunlar arasında işe devamsızlık, amire itaatsizlik veya kendisine bir suç isnat edilmesi gibi memurun kendisinden kaynaklanan nedenlerin yanında memuriyetin lağvedilmesi, idare tarafından asaletin tasdik edilmemiş olması gibi idare kaynaklı nedenler de işten ayrılma gerekçeleridir. Nevşehirli memurlardan 20’si görev yerine gitmeme, görevinde yetersiz olma, zimmetine para geçirme, izin süresini aşma, görevini kötüye kullanma, sarhoşluk, amirinin emrine itaatsizlik gibi sebeplerle bir şekilde azledilmişlerdir. Ancak bunların çoğu yapılan soruşturma neticesinde yeniden görevinin başına dönmüşler, hatta bazen eskisinden daha üst bir makama gelmişlerdir. Mustafa Efendi izin süresini aştığı için azledilen memurlardandır. Boğazlıyan Telgraf Merkezi Muhabere memuru iken 6 Ağustos 1883 tarihinde görev yeri Ürgüb Muhabere Memuriyetine nakledilmiş, ancak kendisine verilen izin süresini aştığından azledilmiştir. Yazıcızade Ahmet Sabit ise görevi kötüye kullanma dolayısı ile azl cezası almıştır. Konya vilayeti Burdur mutsarrıfı olan Ahmet Sabit Efendi bu görevde iken bir memuru hem meclis kitabetine hem de tahrirat kitabetine tayin ederek iki taraftan maaş bağlaması, daha önce istihdamı sakıncalı 394 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) bulunan birinin meclis azalığına tayin edilmesi, belediye heyetinin kasıtsız değiştirilerek haksız yere birinin başkan tayin edilmesi, bir sazlığın ziraate açılması için idare meclisinde usulsüz karar aldırması gibi sıralanan 10 değişik suçtan dolayı hakkında soruşturma başlatılmış ve soruşturma boyunca azledilmiştir. Yapılan inceleme neticesinde bu mutasarrıflığın henüz kendisinin ikinci görevi olduğundan bazı zafiyetleri olabileceğinden tekrar görevine iade edilmesine karar verilmiş ve Kırşehir mutasarrıflığa atanmıştır. Abdullah Efendi, Niğde Telgraf Muhabere memurluğu görevinde bulunduğu sırada nöbet tutarken muhaberatı tatil ettiğinden 29 Mayıs 1894 tarihinde 1 haftalık maaş kesilme cezası almıştır. İbrahim Azmi Efendi, Kırşehir sancağı Defter-i Hakani memuriyetinde iken memuriyeti ile ilgili olarak hakkında şikayet olmasından dolayı soruşturma geçirmiş ve 30 Aralık 1887 tarihinde azledilmiştir. Sadrazam Damad İbrahim Paşa torunlarından olan Ünye kaymakamı Kadri Efendi’nin oğlu Hayri Bey, Rüsumat Emaneti Tahrirat Kalemi Müsevvidliği görevinde iken Hersek meselesi konusunda Basiret Gazetesi’nde kaleme aldığı bir makaleden dolayı Kayseri’ye sürülmüştür. Bir süre burada kaldıktan sonra yeniden İstanbul’a görevine dönmesine izin verilmiştir. Konya vilayeti Tadilat-ı Umumiye Birinci Seyyar Fırkası Muharrire-i Evveliliğinde bulunan Süleyman Lütfi Efendi Kilisre Karyesinde harman mahallerinin tahrir haricinde bırakmasından dolayı azledilmiş, ancak 6 ay sonra Ürgüb Mal Müdürlüğüne atanmıştır. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuç 19. yüzyılda oluşturulmaya başlanan Sicill-i Ahval Defterleri, kişi ve kurumlar hakkında içerdiği bilgiler dolayısıyla pek çok yönden değerlendirilebilecek birincil ve resmi kaynakladır. Bu defterleri sadece devlet memurlarının ismi, eğitim durumu, memuriyet hayatı gibi bilgilerin yazılı olduğu belgeler olarak değerlendirmemek gerekir. Sicill-i Ahval Defterleri, aynı zamanda devletin mali ve idari politikasının takibinin yapılmasına imkan tanıyan temel bir kaynak özelliği de taşımaktadır. Bu defterlerden elde edilen verilere göre Nevşehirli memurların dönemin şartları gereği iyi derecede bir eğitim gördükleri söylenebilir. Birçoğu rüşdiye ya da medrese eğitimi alan memurlar, eğitimlerini tamamladıktan 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 395 Şenay ATAM sonra genelde mülazımetle (stajyer) ya da düşük bir miktar maaşla göreve başladıktan sonra kariyerlerinde yükselmişlerdir. Osmanlı Devletinde memuriyet sisteminde bir takım sıkıntıların yaşanmasına rağmen devletin bunu düzeltme çabaları neticesinde memuriyetin bugünküne yakın bir sistemle işlemeye başladığı görülmektedir. Memuriyette ceza ve ödül sisteminin işlediği Nevşehirli memurların sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nevşehirli memurların usulsüzlük yaptıklarında haklarında soruşturma açıldığı ya da işlerinde başarılı olduklarında madalya, rütbe ve nişanlar verilerek taltif edildikleri görülmektedir. Nevşehir doğumlu memurlar arasında şehrin ileri gelen ailelerin çocukları olduğu gibi esnaf, tüccar, şeyh ve çiftçilerin de çocukları bulunmaktadır. Aynı zamanda Müslüman memurlar yanında Nevşehirli memurlar arasında gayr-i Müslimlerin önemli görevlere getirildikleri dikkati çekmektedir. Bu durum bize kim olursa olsun gerekli şartları taşıdıktan sonra her Osmanlı vatandaşının memur olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Nevşehirli memurların sadece bulundukları bölgede değil Balkanlardan Arap Yarımadası’na kadar ülkenin çeşitli yerlerinde memuriyet görevlerini ifa ettikleri, bugünkü gibi nakil ya da becayiş suretiyle yer değişiklikleri yaptıkları dikkate değer diğer bir sonuçtur. Kaynaklar Arşiv Belgeleri BOA DH SAİD d. ; 1/672; 1/912; 2/356; 2/123; 3/738(4/310);3/772; 6/511; 8/63; 8/113; 8/147; 8/171; 9/581; 9/911; 10/539; 10/697; 10/735; 12/145; 13/13; 15/189; 15/427; 15/493; 17/439; 18/151; 19/437; 20/193; 22/69; 24/251; 25/401; 27/291; 27/301 32/419; 33/351 (180/213); 34/229; 34/263; 34/417; 35/195; 35/477; 36/219; 39/277; 41/327; 42/443; 44/175; 45/115; 49/317; 52/107; 52/111; 53/427; 53/453; 54/113; 54/431; 55/133; 56/367; 57/361; 57/293; 58/241; 61/401; 63/243; 63/459; 64/43; 64/75; 65/69; 65/217; 66/17; 70/137; 71/163; 73/61; 77/175; 77/385; 83/57; 84/39; 86/73; 101/289; 103/83; 104/54; 106/253; 108/191; 109/351; 110/319; 111/173; 112/103; 112/221; 114/227; 114/295; 114/434; 115/53; 115/223; 115/215; 118/283; 118/285; 119/57; 120/213; 120/309; 120/355; 120/445; 122/459; 123/249; 123/273; 125/275; 126/19; 126/383; 127/493; 128/481; 133/297; 135/283; 135/321; 135/357; 136/97; 136/341; 139/41; 140/19; 140/171; 143/115; 144/183; 144/481; 146/65; 146/335; 146/423; 146/443; 147/59; 147/239; 148/1; 149/381; 151/132; 151/159; 151/249; 153/135; 155/335; 157/421; 158/463; 159/87; 160/91; 160/453; 162/261; 164/439; 167/135; 167/489; 169/479; 170/235; 170/371; 171/239; 172/301; 173/95; 174/331; 175/115; 176/325; 396 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sicill-İ Ahval Defterlerine Göre Nevşehir Doğumlu Memurların Sosyo-Kültürel Durumları (1879-1909) 177/27; 177/39; 177/263; 178/103; 178/157; 179/183; 179/211; 181/245; 182/112; 185/45; 186/187; 189/230; 191/33; 191/100; 193/75; 193/497; 194/339; 195/137; 195/147; 195/157; 195/173; 196/59; 196/263; 196/451; 199/233. BOA İ DUİT.; 9/42; 9/52; 9/53. BOA MF MKT.; 738/10. BOA DH MKT.; 526/50; 1555/78; 1666/139; 1695/88; 1835/9; 11539/59; 1842/115; 1877/40; 2570/40; 2619/40; 2631/69; 2666/42; 2704/52. BOA İ DH.; 1156/90352; 1167/91265; 1404/1320/Ş-50; 1439/1323/N-27. BOA İ MMS.; 125/5370. BOA Y PRK ASK.; 77/117. BOA ŞD.; 2951/19. BOA BEO.; 126/9441;1856/139139; 1957/146769; 2699/202379; 3100/232460. BOA Y MTV.; 185/104. Telif Eser ve Makaleler Atasağun, Yusuf Saim, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, İstanbul 1939. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2. Baskı, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2010. Çadırcı, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara 1997. Çankaya, Ali, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (Mülkiye Şeref Kitabı), C. III, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969. Çetin, Atila, Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları Hakkında Bir Araştırma, TC Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıflar Dergisi, Cilt: XXIX, Ankara 2005, s. 87-105. Daşcıoğlu, Kemal, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar, Buldan Sempozyumu, 23-24 Kasım 2006, s. 561-570. Demirel, Ahmet, İlk Meclis’in Vekilleri-Milli Mücadele Döneminde Seçimler, İletişim Yayınları, İstanbul 2010. Eldem, Edhem, İftihar ve İmtiyaz Osmanlı Nisan ve Madalyaları Tarihi, Osmanlı Bankası Arsiv ve Arastırma Merkezi, İstanbul 2004. Findley, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, Çeviren Gül Çağalı Güven, İstanbul 1996, s. 23. Gündüz, Ahmet, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Kırşehir Doğumlu Memurlar (1879-1909), History Studies, Cilt 3, Ocak 2011, s. 131-154. Güneş, İhsan, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyete Geçiş Süreci I. ve II. Meşrutiyet, II. Cilt, Eskişehir 1996. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 397 Şenay ATAM Halis, İsa, Tanzimat Dönemi Eğitim Sistemi ve Yeniden Yapılanma Çabaları, Konya 2005. İlk Meclis Anketi-Birinci Dönem TBMM Milletvekillerinin Gelecekten Bekledikleri, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 100, Ankara 2004, s. 320. Karaca, Taha Niyazi, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, TTK, Ankara 2004. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK, Ankara 1995. Kazgan, Haydar, “Düyun-ı Umumiye”, TCTA, İletisim Yayınları, İstanbul, 1985, CIII, s. 691- 716. Kazgan, Haydar, Toktamış Ateş v.d., Osmanlı’dan Günümüze Türk Finas Tarihi, 1 Cilt Kuruluştan Cumhuriyete, Creative Yayıncılık, İstanbul 1999. _________, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türk Bankacılık Tarihi, Türkiye Bankalar Birliği, 1997, Öner, Erdoğan, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Malî İdare, Ankara 2005. Öntuğ, Mustafa Murat, Serap Sunay, “Sivas Doğumlu Ermeni Memurlar (Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre), Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri 21-25 Mayıs 2007, C. I, Sivas 2007, s. 393-417. Özdemir, Hüseyin, Osmanlı Devletinde Bürokrasi, İstanbul 2001. Özger, Yunus, “Sicil-i Ahvâl Defterlerine Göre Bazı Yahudi Memurların Sosyokültürel Durumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 4 Sayı: 16, Kış, 2011, s. 381-401. _________, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde Yozgatlı Devlet Adamları, İstanbul, 2010. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt: 3, İstanbul 1993 Pamuk, Şevket, Osmanlı’dan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Seçme Eserleri II, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008. Sunay, Serap, II. Abdülhamid Döneminde Balıkesirli Mülki Görevliler Hakkında Bir İnceleme (Sicill-i Ahval Kayıtlarına Göre 1879- 1909), Afyon Kocatepe Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon 2007. T. C. Kültür Bakanlıgı Anılar ve Müzeler Genel Müdürlügü, İstanbul 1999. 398 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u ÇOBAN DÜZÜNÜN TURİSTİK DEĞERİ THE TOURISTIC VALUE OF SHEPHERD’S PLAIN Şeyma KEÇE* - Seher KEÇE TÜRKER** ÖZET Nevşehir’de hayvancılığın en çok yapıldığı ilçe Gülşehir’dir. 1990 sayımına göre toplam nüfusu 34.526 olup, 8499’u ilçe merkezinde, 26.027’si köylerde yaşamaktadır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. En çok koyun ve sığır beslenir. Çobanların, küçükbaş hayvan yetiştirilmesinde yeri önemlidir. Kendine özgü özellikleri, sırları olan mesleğin kolay görülmesine rağmen, insanın yaşamının tamamını etkilemesi bakımından oldukça zor olduğu bilinmektedir. “İyi çoban olmak ne demektir?” sorusuna yanıt ararken; çoban yaşayışından bir kesit olan; çobanın, çoban düzlerinde misafirini ağırlaması konusunu; örneğin “Çoban Ağırlaması” adı altında turizme taşımanın şehre, özellikle Gülşehir’e değer katacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Çoban düzü, Misafir, Turizm, Gülşehir. ABSTRACT The animal husbandry in Nevsehir is mostly held in Gülsehir. According to the 1990 census its total population is 34.526, the 8499 of which live in the town center and the rest, 26.027, live in the villages. Its economy is based on agriculture. Mostly sheep and cattle are fed. Shepherds have an important place in ovine breeding. Although, the profession, which has its own characteristics, secrets, seems * Öğrenci, Halide Edip Adıvar Mah. Halide Edip Adıvar Caddesi No:15 /2 Şişli-İstanbul ** Eğitimci-Yazar, Yahya Kaptan Mahallesi C-2 no:1/1 İzmit, e-posta:seherturker@hotmail.com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 399 Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER easy, it is known to be quite hard in terms of affecting whole human life. Looking for an answer to the question “What does to be a good shepherd mean?” it is thought that the issue of shepherd’s hospitality in plains, which is a part of shepherd’s life; enriches the city, especially Gülsehir, for instance, when it is supported under the name of “Shepherd Honour” in tourism. Key Words: Shepherd’s Plain, Guest, Tourism, Gülsehir Giriş “Çoban Düzünün Turistik Değeri ”başlıklı konu aslında benim bir hayalimdir. Bu hayalimin (projenin) gerçeğe dönüşmesi için ne gibi çalışmaların yapılabilir olduğunu anlatmanın Nevşehir’e ve özellikle Gülşehir’e hayvancılığın gelişmesinde ve turizm alanında katkı sağlayacağını düşünüyorum. Bu iş çoban ve mesleğinin inceliklerini kapsamaktadır. Çobanların küçükbaş hayvan yetiştirilmesindeki yeri önemlidir. Çobanlık mesleğinin işleyişi hakkında bilgilenmek için önce iyi bir çobanın nelere ihtiyacı olduğuna kısaca bakalım; Çoban Eşyaları Aba (kepenek); Eskimez bir çoban giyeceği. Çobanların omuzlarına aldıkları dikişsiz, kolsuz, keçeden üstlüktür. Türkçe sözlükte bu sözcükle ilgili bir de deyim vardır: “Kepenek altında er yatar.” Kaval; Kaval, Anadolu yaşamında köklü bir geçmişe sahiptir. Anadolu insanları tarafından yıllarca öz duyguların anlatım ve iletiminde vazgeçilmez bir çalgı olmuştur. Çağlar önce Anadolu’ ya göç eden insanlar öz kültür değerleri arasında kavalı da getirmişlerdir. Anadolu da çok uygarlıklar döneminde değişik biçimleriyle çalınan kaval, asıl olgusunu çoban ve köylünün yaşamında simgelenmiştir. O dönemlerde kavalın duygulandırıcı sesi, Anadolu halkını mistik bir duyguya da sürüklemiş, böylece çalgının kutsal bir anlama bürünmesine yol açmıştır. Çoban kavalı ve ona has ezgileri sevilen ezgilerdir. Bağırcak İpi; bir ucu çobanın ayağına, bir ucu da bir koyunun ayağına bağlanan kendir, yulardan biraz ince iptir. Çoban uyuduğu zaman sürü hareket ederse; ip bağlı olan koyun da hareket eder ve çobanı uyandırır. Kurt geldiğinde sürünün bağırarak kaçmaya başlaması halinde sürüyle gitmek isteyen bağlı koyunun bağırmasından dolayı adına ‘bağırcak’ denilmiş. 400 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Çoban Düzünün Turistik Değeri Dağarcık (Dağarcuk); çobanın azığını içerisine koyduğu, torbaya “dağarcık” denir. Meşin torba, koyun, keçi derisinin tulum olarak çıkarılıp ağız kısmına kendir ip geçirilerek yapılır. İpin püskülüne mavi boncuk takılır, İçine konulan ekmekler kurumaz. Her deneyimli çoban dağarcık yapmayı bilir. Değnek; insanoğluna ilk atalarından kalmış akıl ürünü, ilkel savunma aracıdır. Çoban doğadaki ağaçların bazılarından yararlanarak değnek yapar. Fındık değneğinin kabuğu soyulmaz. Diğer ağaçlardan yapılan değnekler kabuğuyla kızartılır ve kabuğu soyulur, böylece değnek koyu ve açık renkler alır. Bir de alaca değnek vardır. Fındık değneklerin kabukları, ölçülü bir şekilde dolanarak çizilir ve bir bölümü soyulur. Buna “alaca değnek” derler. Değnek, hatıra etme ve değnek göndererek selam yollama önemlidir. Topuzlu değnekler de yaparlar. Kazgıç; Demirden özel olarak yapılmış ucu sivri, arkasında sapı olan, genelde mal çobanı değneği. Kazgıçla dağda kırda, bırçalık, çiğdem, karnımkavak (kökü yenilen yabani bitkiler) sökülür, çelik oyununda yalak eşerek önemli işler görür: ancak ağır olduğundan çok kullanılmaz. Helki; çoban bakracı ya da çoban helkisi bir çeşit ölçüdür. Küçük ebatta olan bu bakraca sağılan süt, köpüğüyle içildiği gibi çeşitli lezzetlere dönüştürülerek de çobana gıda olur. Keçe; Yapağı ve keçi kılının dokunmadan, yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaştır. Çoban keçesi olarak da geçer. Yere serilen halı, kilim gibi yünlü döşemelik olarak da kullanılır. Çoban Kırklığı; Makastan daha kaba yün kırkmaya yarayan alettir. Adı; “Kırk kırk” sesinden gelir. Yün Tarağı: Yünü taramaya yarayan tahta dişleri olan bir alet. Silah; Çobanın silah bulundurması önemlidir; silah sayesinde birçok tehlikeyi etkisiz hale getirir. Çobanın silahı, bazen bir nacak, bazen bir tüfek, bazen de bir değnektir. Çobanın Giyim ve Kuşamı; kalın giysileri olmalıdır. Yün çorap, su geçirmez ayakkabı, keçe başlık, kepenek, ceket… Çoban, hava durumuna göre giyinir. Çoban Evi; Ağılın bitişiğinde yapılan tek göz odadır. Ağıl, köy dışındaysa “çoban evi” yapılır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 401 Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER Çoban Yardımcılar Azık; Yerleşim biriminden akşama doğru ayrılıp ertesi günü saat on gibi yerleşim birimine dönen çobanın bir azığa ihtiyacı olur. Çobanın kırda, dağda yiyebileceği ve dağarcığında taşıyabileceği, ekmek ve yanında konulan diğer yiyecekler (katık) azıktır. Yumurta ve patates haşlaması, kavurma, süzme yoğurt, fırınkurusu, çökelek gibi evde ve yaylada bulunan şeylerdir. Azıksız çoban olmaz; azık çıkısı ve dağarcık, azık taşımaya yarar. Kimi yerlerde azığı olmayan çoban, zaman zaman bir hayvanı kesip yeme hakkına da sahiptir. Çoban Eşeği; yorulduklarında binerler. Aynı zamanda heybe gözlerinde çobanların azığı olan dağarcığı taşır. Heybenin diğer gözüne su testisi, su kabı veya plastik bidon gibi gerekli eşyaları konulur. Çoban Köpeği; Hayvanların doyması için dağ tepe dolaşan çobanlar, öğlen vakti olunca bir pınar başında, hayvanları dinlendirmeye aldıklarında, kendi karınlarını doyurup, biraz yatarak istirahat ederler. Bayır bir yer olması gereken bu yerde, çobanın en sadık yardımcısı çoban köpeği; alt başı tutarak hayvanların sürüyü bozmalarına, dağılmalarına izin vermez. Bayırın üst başından yaklaşacak olan kurt ise görülecek bir durumda olmuş olur. Boğaz gibi bir yerde veya çökekte sürüyü istirahate çekmiş olan çoban, bu bilgiyi bilmiyor demektir, sürü her an için tehlikeyle karşı karşıyadır. Çoban köpekleri, kurtlarla baş eden boğuşan köpeklerdir. Davaro (Çoban Yardımcısı); genellikle bir çocuktur. Bu çocuk yardımcı, döl dökümü zamanında yeni dölleri köye götürür. Çobana haber götürür ve ondan haber getirir. Mengül; Köpeklerin boynuna takılan iğneli ve baklalı, oynayabilen demirdir. Boğuşan köpeklere takılır. Mengi (Bengi) demir demektir; sonsuzluk anlamı da vardır. Yal; Yal, arpa unu ve buğday unundan yapılır. Suyun içine un katılarak özenen karışımdır. Köpek yerken yalayarak ve “yalk yalk” sesi çıkartarak su içtiklerinden yemeğin adına “yal” denmiştir. (Köpek, sıvı şeyleri içemez, diliyle almaya çalışır.) Dağdaki köpeğe evdeki gibi yal verilme imkânı olmadığından bir çözüm üretilmiş; bu çözümün “köpek topu”dur. Özel olarak köpekler için arpa ve buğdaydan değirmende öğütülerek elde edilen kaba una köpek yeygülü denir. Bu kaba un, kışın yal, yazın top yapılarak kona- 402 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Çoban Düzünün Turistik Değeri rak hayvanın beslenmesi sağlanır. Yoğrulan hamur top haline getirilir ve dağa giden azıkçıyla sürüye gönderilir. Çoban, sürüyü bekleyen köpeklerine topu parçalayarak yedirir. Çobanlar Arası Arkadaşlık Çoban, dağlarda sürekli uyanık olmak sürünün yaylımını planlamak, doğayı izlemek, kavalı konuşturmak gibi birçok uğraşla meşgul olsa da onun köyde, başka yerlerde kendinin yürütmesi gereken birtakım sosyal ilişkileri vardır. Bu durumlar için çoban arkadaşları olur, birbirlerine güvenirler. Sürülerinin durumlarını karşılıklı iyi bilirler ve sürüyü birbirlerine emanet ederler. Çobanlık mesleği yakın tarihlere kadar zor ve önemli meslek olarak algılanırdı. Çobanlar, sürekli dağlarda bulunduğundan sağlam moralli bir ruh halleri vardır. Zorlukları aşmasını bilir, yılgınlığa düşmezler. Çobanın evlenmesi bu yüzden kolaydı. Çobanın Misafir Ağırlaması Yaylalar, meralar ve otlaklar çobanların mekânıdır. Bu mekânlarda onları ziyaret edenlere davarlardan sağdığı sütle, bulguru varsa bir sütlü pilav, sütlü çorba pişirir. Çevrede bulunan dağ meyveleri ikram edilir. Ayrıca patates gömmesi, buğday kavurması gibi yöresine göre yiyecekler ikram edilir. Değnek Kebabı; Koyun, kuzu ya da keçi parçalanır. İnce sağlam bir değneğe çok büyük olmamak kaydı ile parçalanan parça etler dizilir. Önceden yakılıp köz haline getirilen ateşin üstüne çubuk iki ağaçtan çatal aracılığı ile yerleştirilir. Pişen etler değnekten alınır ve tuzlanarak yenilir. Karaharman; Nohutların içlendiği zamanlarda yapılır. Hafif bir ateş yakılır. Yakılan çalılar köze durduğunda yaş nohutlar dallarıyla birlikte közün üzerine konulur. Nohudun kabukları yanmak üzereyken, közden alınır. Pişen nohutlar yenilir. Köremez; Keçiden sağılıp, bir pınarın yalağında buz gibi olana kadar tutulup öylece, çiğ olarak içilen süt... Kimi yerlerde de eşit miktarda süt ile yoğurdun karıştırılmasından elde edilen içeceğe “köremez” demektedirler. Patates Gömmesi; Bahçeden ve tarladan taze patatesler sökülür. Önceden yakılan odunlar köz haline getirilir. Açılan çukurun içine köz serilir. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 403 Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER Patatesler çukurdaki közün arasına konularak çukur kapatılır. Yarım saate, bir saate yakın sürede pişen patatesler tuzlanarak yenilir. Sütlü Çorba; Kış ağzında çobanlar dağda kalır. Köyden çobanın yanına giden arkadaşları olur. Çoban konuklarına bir şeyler ikram etmek ister; o da sütlü çorbadır. Keçiden süt sağılır, yarma karıştırılıp pişirilir. Bu çorbanın yanında yaş üzüm de olursa dünyanın en tatlı sofrası olur. Sütlü Pilav; Sadece süt ve bulgurla yapılan bir pilavdır. Turizme Katkı Sağlayabileceği Düşünülen Çoban Çalışmaları Nevşehir İlinin Gülşehir ilçesinde küçükbaş hayvancılığın yapılan bölgelerinde çoban evleri yapılarak çoban ağırlaması adı altında turizme açılabilir. Bu çalışmanın yapılması için doğanın görselliği; hatta ormana, denize, göle, akarsuya olan yakınlığı göz önünde bulundurularak uygun yerler seçilebilir. Yani hayvancılığın az olduğu yerlerde bile yapılabilir; böylece hayvancılığın teşvik edilmiş olacağı da düşünülmektedir. Bir çoban, misafirlerini dağlarda çoban durduğu düzlüklerde, Süt sağım yerlerinde, ağılların yanında kurulan çoban evlerinde mesleğini icra ederken ağırlarken yaptıkları; günlük yaşamından kesitler gösterebilir. Bunları kabaca şöyle sıralayabiliriz; Çalman; Etrafı çalılarla, dikenli dallarla çevrili yer.(Çit, yemişen dikeni, alıç dikeni ve çoban dikeni denilen çalılarla oluşturulur.) Yuvarlak ve dikdörtgen şeklinde olabilir. Çoğunlukla yuvarlak yapılır. Koyunlar, keçiler ve inekler çalmanda gecelemez. Daha çok malların sağım işinin yapıldığı yer olarak kullanılır. Yani sağılacak malı sürüsünden alıp kaçamayacağı ve rahatsız edilmeyeceği bir yere koyma anlamı vardır. Çoban Evi ve Çalman; Köyün dışındaki ağılların yanında bir göz çoban evi olur. Ayrıca ağılların önünde kuzuların emiştirilmesi için çalman yapılır. Ağılın içinde bir kıyısında da döllük olur. Sabah akşam döller buradan bırakılıp emiştirilir. Çoban Yarenliği; Yarenlik, yazları açık havada yapılan sohbet toplantılarıdır. Çobanlığın bitmesiyle kayıplara karışmıştır. Bu gelenek yeniden hayata geçirilebilir. Sohbetler sırasında bilmeceler, maniler, efsaneler dile getirilir. Bilmece örnekleri; “Yapılmamış duvar üstünde, doğmamış çocuk, ekilmemiş tarlaya “basma” diye bağırıyor.- Altı taş, üstü demir, sekiz ayak iki baş, ha dolaş, ha dolaş.- Ak konakta sarı kız oturur.- Bir finki finki kuyruğu, iki bakı bakı gözü, dört takı takı ayağı, iki diki diki kulağı var. 404 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Çoban Düzünün Turistik Değeri Davar Takımları; Kaval çalabilen bir çoban, sürüde davar takımları (orkestra) kurar. Koyun ve keçiler otlarken boyunlarına takılan kelek, tıkırdak, humı ile otlanırken, suya inerken bir ritim tutturur. Bu ritim sürünün durumdan memnun olup olmadığını haber verir. Sürü takımı kurmak çobanların tutkusudur. Onların kayışını ayarlama, yeni takımlar kazandırma tatlı uğraşısıdır. Bu müzik gurupları başka sürülerin müzik gurupları ile atışırlar. Telez, tel gibi ince genellikle ağustos aylarında yaylalarda yetişen ve koyunların çok sevdikleri bir ot çeşididir. Koyunlar çok sevdikleri bu otu yerlerken adeta neşe ile oynarlarmış. Çobanlarda bu olaydan etkilenerek çaldıkları, havaya ’telez otlatması havası’ adını vermişlerdir. Telez yerken sürü hareketli ve neşelidir. Dölcü; Dölleri güden, otlatan genelde bir çocuktur. Döller, belli bir dönem sürekli emiştirilir. Sağım için süt bırakması düşünülmez. Belli bir süreden sonra da analarından ayrılan döller, dölcü tarafından otlaklarda güdülür. Dölcünün görevi döllere sahip çıkmak ve onları gütmektir Eğreklerde (eğlek) Dinlenme; Mal ve davar sürüsünün öğlen sıcağında dinlendiği genellikle gölgelik yerlerdir. Subaşı ve gölgeli yerlerdir. Koç Katma; Ağustos – Eylül ayları koç katma aylarıdır. Bu aylarda boyalanan süslenen çok iyi bir besiden geçirilmiş koçlar ve tekeler sürüye katılarak çiftleşmesi sağlanır. Bu koç ve tekelerin sayısı sınırlıdır. 3-5 tane olur. Çok güçlü ve çok iyi beslenmişlerdir. Koç katım zamanı bayram havası olur. Koyun Yıkama Yerleri ve Mevsimi; Koyunlar yaylaya çıkıl dıktan sonra Kırkım öncesi yıkanır. Koyun yıkama işleri, derinliği olan çaylarda, göllerde, eğrek yakınlarındaki sularda yıkanır. Koyun Kırkma; Kış soğukları geride kalıp doğa tam anlamıyla yeşillenip ortalık ısınınca koyunlar mayıs sonlarında kırkılır. Kırkmak; tıraş etmek demektir. Kırkım işi, gündüz, örüm yerinde olur. Kırkılan koyunun yünleri yapağı halinde saklanır. Yapağı; Bir koyundan çıkan yünü anlatır. Koyunun yünü bir bütün olarak kırkılır. Post gibi çıkarılır. Türkçe sözlükte: İlkbaharda kırkılan koyunyünü olarak geçer. Yün; Kırkım zamanı elde edilen yün biriktirilip çuvallanır ve köye getirilir; satılacaksa kirli satılır. Evde yatak yapımında, minder yapımında kullanılacaksa yıkanıp günletilir ve çubukla kabartılır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 405 Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER Çoban Kırklığı; Makastan daha kaba yün kırkmaya yarayan alet. Adı;“Kırk kırk” sesinden gelir. Sağım; Sürünün yaylaya çıkmasından sonra döller büyüyünceye kadar sağım olmaz. Keçi ve koyunlar genelde mayıs ayının son haftasında sağılmaya başlanır. Sevin; Yayla kenarlarındaki gölgeliklere saat yirmi iki, yirmi üçe doğru davarı dinlendirmeye ve sağıma getirme işidir. Davarlar örüm vakti birbirine sokulur, künleşir. Bu birbirine sokulma işine kimi yerlerde ‘örüme gelme’ de denir. Sürünün gece veya sabaha karşı otlamasıdır. Tuzlaklara Gidilmesi; Koyunlara, eti lezzetli, iyi yayılıp besi alsın diye yaz dö nemlerinde tuz yalatılır. Tuz yalatılan yerlere tuzla denir. Tuzlalar genelde düz, çukur yerlerde bulunur. Buralarda düz taşlar vardır; taşların üzerine tuz dökülür. Davarlar bu tuzu yalar. Tuzladan seslenen çobanın sesini duyan davarlar, oraya çıldırmış gibi koşarlar. Nevşehir Ve Yöresinde Anlatılan Efsaneler Amaz Köyü Göçü Efsanesi, Ağ Gelin Kayası Efsanesi -Ürgüp-Yeşilöz köyü, Arzu ile Kamber Efsanesi (Üç Güzeller) /Ürgüp, Gelin Kayası Efsanesi -Çat kasabası, Gelin Kayası Efsanesi -Ürgüp-Avanos yolu üzeri, Talihsiz Belha Efsanesi, Emirbağ Efsanesi Hep Büyük Kuşu Efsanesi, İsmail Sivrisi Efsanesi Yöresel efsaneler arasında en önemlisi Hacı Bektaş-ı Veli’ye ilişkin efsanelerdir. Hacıbektaş ilçesinin etrafında bulunan bütün tarihi yapılar için efsaneler mevcuttur. Başka bir efsane yeraltı şehirleri ve peribacalarını anlatır. Sonuç Çobanlık mesleği genellikle sülaleden gelir, soylu, mitolojik bir meslektir. Zamanımızda fakirlikten çoban durulduğu sanılmaktadır; oysa çobanlık, önemli bir iştir ve mesleği icra edenlere ihtiyaç vardır. Çoban, sürüyü iyi otlatmalı ki sürüden iyi verim alınsın; çobanlık, küçükbaş hayvancılığın kilit noktasıdır ve verimde en etkili unsur çobanlardır. Çoban kavalını yeniden canlandırmak için sürülerin olduğu yörelerde, çobanlık mesleği cazip hale getirilmeli, kavalın çalınması yeniden başlatılmalıdır. Küçükbaş hayvancılıktaki sıkıntılardan biri de çobanların azlığı ve eğitimsizliğidir. İyi yetişmiş bir çoban çok tecrübeli ve bilgilidir. Koyun kırkmayı, koyun yıkamayı ve yerlerini, tuzlaları (subaşı ve gölgeli yerleri), örüme gelmeyi, köpek yalı yapmayı, yaylada güdümü, keçilere karda yol açmayı, hırsızlıya karşı ön- 406 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Çoban Düzünün Turistik Değeri lem almayı da bilir. Çobanın bilmesi gerekenler bu konularla da sınırlı değildir. Gezdikleri dağları karış karış bilirler. Kurt yollarını, kurdun nereden geleceğini, döl dökme, koç, teke katmayı bilirler. Bulutların ne anlama geldiğini; köpeklerin hareketliliği neyi ifade eder; doğum anı ve doğum sonrası kuzuya ve oğlağa neler yapılacağını öğrenmişlerdir. Sürünün mutluluğunu, iyi doyduğu otlakları anlamışlardır. Sürüyle iletişimi bilmeden onları bir adım götüremeyeceği inceliğini de bilirler. İyi bir çoban, kaval çalmayı da bilir. Kaval, çobana kaliteli eğlence olduğu gibi sihirli sesini dinleyen sürü, iştahla yayılır, suyunu istekli içer. “Sürüyü, suya Kaval indirir,” derler, sürüyü kaval, besler. Bu nedenlerle kaval çalmaya özendirmek için çobanlar arasında kaval çalma ve beste yapma yarışmalarının düzenlenmesi faydalı olur düşüncesindeyim. Usta çırak ilişkisi içinde yetişen iyi bir çoban, o kadar çok bilgiye sahiptir ki; bu bilgiler bilim adamlarının ilgisine sunulmalıdır. Konuyla ilgili akademisyenler sayıları az olan gerçek çobanlardan yararlanarak yetiştirilmeli; genç akademisyenleri yetiştiren bölümün adı; “Çobanlık Mühendisliği” olmalıdır. Eğitimli çobanların yaptıkları işler, çoban düzlerinde kurulan ağıllar ve çoban evleriyle göz önüne çıkarılmalıdır. “Çoban Ağırlaması” adı altında; kurulacak olan keçe çoban çadırlarında, ağıllarda (tesislerinde) sözü edilen çalışmalar yapılarak yöreye fayda sağlanması mümkündür. Kim istemez kaval dinleyerek otlayan, dinlenen sürüyü görmek, kim istemez doğal yiyecekleri yemenin keyfini çoban düzlüğünde, bir su kenarında, davar takımlarını (orkestrası) dinleyerek çıkarmak; sonra da yediği peynir, çökelik, bulgur, buğday, dağda yetişen yemişlerden vb. alıp evine götürmek... Kim istemez eşekle dağ bayır dolaşmayı, çobanla yumurta tokuşturmayı, çobanla yarenlik ederken bilmeceler, efsaneler dinlemeği… Bu çalışmalara renk katmak, heyecan oluşturmak için Yöreye gelen turistler, konaklama yerlerine götürülürken; “kurtların kuzu çalması” olayı gerçekmiş gibi doğal ortamda oynanabilir. Yöresel giysiler içinde sağıma giden kadınlar önlerine çıkabilir. Daha ileride sağım yapılan alan görülebilir. Sürüde her hanenin koyunu üzerindeki renkli işaretlerden anlaşılır. Bu renk ve işaretlere önem verilerek dikkat çekilmesi sağlanabilir. Ayrıca çoban efsanelerini, basit olarak hazırlanmış sunumları seslendirilip perdeye yansıtarak izlenmesi sağlanabilir; hatta uygun efsaneler canlandırılabilinir. Derlediğim, resimlediğim birkaç çoban efsanem bulunmaktadır. Çobanla ilgili olarak 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 407 Şeyma KEÇE - Seher KEÇE TÜRKER her yörenin ayrı geleneği göreneği var ve hepsi birbirinden ilginçtir. Bazı yörelerimizde olduğu gibi çeşitli adlar altında festivaller, bayramlar düzenlenebilir. Örneğin Ermenek’te “saya“ geleneği sürdürülmektedir. Birlikteliği ve dayanışmayı gerektiren faktörlerden biri de geleneklerimizdir. Geleneklerden uzak kalmak benliğimizden kaybetmek demektir. Yani geleneklerle yaşamak, bir yüzümüzün onlara dönük olması insanın kendisini bilmesi demektir, millet olgusu içinde bu değerler önemlidir. Bu fikrin; hayvancılığın ve hayvansal ürünlerin gelişmesine katkı sağlarken turizmin yeni bir yüzü olacağına inancım tamdır. Geleneksel halıcığın canlanacağını düşünmekteyim. “Çoban düzü” değerlendirilirse Gülşehir’e turistik değer katacaktır. Kaynaklar Gazimihal, Mahmut Ragıp, Türk Ötkü Çalgıları, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları 12,Ankara1975,Ankara Üniversitesi Basımevi. Özergin, Muammer, Türklerde Musiki Aletleri, İstanbul 1967,Akbank Yayınları. Ataman, Sadi Yaver, Anadolu Halk Sazları, İstanbul 1 Yalman, Ali Rıza, Cenupta Türkmen Çalgıları, Ankara 1938 Öğel, Bahattin, Prof. Dr. Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Folklor, Araştırma Dairesi yayınları 12 Emnalar, Dr. Atınç, Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı, Ege Üniversitesi İzmir 1998 (türküler.com.) Türkiye Ansiklopedisi- HAYAT-www.kultur. gov.tr/ Gazimihal, Mahmut Ragıp, Türk Ötkü Çalgıları, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları 12,Ankara1975, Ankara Üniversitesi Basımevi Özergin, Muammer, Türklerde Musiki Aletleri, İstanbul 1967,Akbank Yayınları Ataman, Sadi Yaver, Anadolu Halk Sazları, İstanbul 1 Yalman, Ali Rıza, Cenupta Türkmen Çalgıları, Ankara 1938 Öğel, Bahattin, Prof. Dr. Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Folklor, Araştırma Dairesi yayınları 12 Emnalar, Dr. Atınç, Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı, Ege Üniversitesi İzmir 1998 (türküler.com.) Türkiye Ansiklopedisi- HAYAT-www.kultur. gov.tr/ Çobanlık Keçe, Fatma,özel görüşme, Şebinkarahisarlı eski çoban (yaş 80) Ay, Hidayet, özel görüşme Şebinkarahisarlı eski çoban (yaş 82) Satıcı, Esme, özel görüşme ev kadını (79 yaşında). 408 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u SOSYOLOJİK BOYUTTAN AHİLİK VE TOPLUMSAL SORUNLAR AÇISINDAN İLKELERİNİ YENİDEN DÜŞÜNMEK AKHISM IN TERMS OF SOCILOGY AND TO RETHINK ITS PRINCIPLES OF IT IN TERMS OF SOCIOLOGICAL PROBLEMS Talip KARAKAYA* ÖZET Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bağlı bulunduğu ve yetişmesinde önemli bir yer tutan, sosyal, kültürel, dinî ve millî birliğin korunmasında önemli bir teşkilat olan Ahilik, büyük mutasavvıf, bilge ve ahlak öğreticisi Ahi Evran tarafından kurulmuştur. Kendine özgü yaşam ve ahlak ilkelerine sahip olan bu teşkilat yüzyıllarca bu ilkelerle yaşamış ve topluma büyük yarar sağlamıştır. Ahilik başta sosyal sorunlar olmak üzere onların iyileştirilmesini, insanların daha çalışkan ve ahlaklı olmalarını amaçlamıştır. Ahiliğin ilkeleri arasında toplumda kökleştirdiği dürüstlük, hoşgörü, sevgi ve saygının yanında toplumsal sorumluluk da önemli özellikleri arasında yer almıştır. Çağımızda küreselleşmeyle birlikte sosyal sorunlar her gün daha da artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında güven azalmakta, hırs, rekabet ve insanlık duyguları gittikçe azalmaktadır. Günümüzün yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve prensiplere oldukça muhtaçtır. Sunumun sosyolojik boyuttan Ahilik, sosyal sorunlar ve bütünleşme açısından Ahiliğin ilkelerini yeniden düşünmenin önemi hakkında olacaktır. Anahtar Kelimeler: Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Ahilik, Toplum, Yozlaşma. ABSTRACT Akhism, which has an important place in Hacı Bektaş-ı Veli’s life and in his educationalal period, is very important in protecting social, cultural, religious and national solidarity. It was established by a sapient and moralist man, Ahi Evran. Akhism, which has special life standard and ethical principles has lived for many centuries and been * Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi e-posta:talipkarakaya@hotmail. com 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 409 Talip KARAKAYA beneficial to community. Akhism aimed to solve social problems, to improve morality and hard working capacity of the people. Honesty, tolerance, amity, consideration and social responsibility are important characteristics of Akhism. In our century, social problems which result from globalization are increasing everyday and community becomes degenerated. People have lost their confidence to each other; ambition and competition are becoming common characteristics in society and humanistic feelings are decreasing day by day. Nowadays, degenerated communities desperately need the principles of Akhism. This presentation is about akhism and its principles and its importance in social integration in terms of social issues. Key Words: Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Akhism, Society, Degeneration. Giriş Yaşadığımız çağın en önemli toplumsal sorunlarından güvensizlik ve yozlaşma ilk sırayı almaktadır. Özellikle kültür, dil, eğitim, ekonomi, medya, sanat, siyaset ve değerler başta olmak üzere kişiler ve toplum hem yozlaşma hem de güven bunalımı içerisindedirler. Günümüzde özellikle bilimde ve teknolojide çok önemli gelişmeler olmasına karşın dünyada pek çok insan açlık, sefalet ve yoksulluk içinde hayatlarını sürdürmektedirler. Bunların çoğu açlık sınırında veya bu sınırın altında bulunmaktadır. Küreselleşme şemsiyesiyle kapitalizm toplumsal yaşamın tüm boyutlarını metalaştırmaktadır. Başta doğal çevre olmak üzere sağlık, eğitim, bilim, teknoloji, kültür, sanat, medya kısaca insan yaşamını ve onu çevreleyen, ona anlam ve değer katan ne varsa her şey metalaşmakta, soysuzlaşmakta, anlamsızlaşmakta bunun da ötesinde yozlaşmaktadır. Değerler ve farklılıklar karşı konulamaz tek bir biçimlendirilmeye zorlanmakta ve yok edilmektedir. Yozlaşma küreselleşmekte, küreselleşme ise her geçen gün daha da yozlaşmaktadır. Bu durum hem bireyi hem toplumu hem de devleti tehdit etmektedir. Bir toplumun millet olup varlığını devam ettirebilmesi sahip olduğu her türlü kurum ve kuruluş yapılarının sağlam olmasıyla ve halktan gördüğü destekle yakından ilgilidir. Milletin kurumsallaşmış şekli olan devlet, her zaman birey ve toplum için gerekli olan her işi yapmaya muktedir olamamaktadır. Tarihimiz boyunca devletin yapmakta zorlandığı veya eksik bıraktığı hizmetler, gönüllülük esasına dayanan sivil toplum kuruluşları tarafından devlete yardımcı olmak amacıyla yerine getirilmiştir. Bunun sayısız örnekleri bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bunların başında Ahilik yer almaktadır. 410 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek Selçuklu Türklerinde dinî, ahlaki ve millî birliğin korunmasında önemli bir toplumsal ve sosyal bir teşkilat olan Ahilik büyük bir mutasavvıf, ilim ehli, ahlak öğreticisi Ahi Evran (Şimşek, 2002: 28) tarafından kurulmuştur. Ona ve Ahiliğe göre insanlar cömert olmalı, yoksullara yardım etmeli, yalan söylememeli, insanları sevmeli, dürüst, mütevazı ve alçak gönüllü olmalı, eline, diline, beline sahip olmalıdır. Ahiliğin temel prensiplerini içeren Fütüvvet ilkeleri arasında özellikle müslüman kardeşiyle rekabet etmeyip ona yardımda bulunmak, hata ve kusurlarını affedip, husumet ve düşmanlık beslememek, ayıp ve kusurlarını örtmek, kendisini başkasından üstün görmemek, musibete uğrayan düşman bile olsa sevinmemek (Torun, 1998: 102) başta gelmektedir. Ayrıca bu insan tipinin temel özelliklerinden şunları da belirtebiliriz: Nefisle mücadele etmek, ilahî buyruklara uymak, yasaklarından kaçınmak, pirin öğütlerinden yararlanmak, kendini toplum hizmetine adayıp herkese iyilik etmek, cömert ve konuksever olmak, din ve mezhep ayrıcalığı gözetmeksizin bütün insanlara saygı ve sevgi beslemek (Çağatay, 1990: 98). Bu ilkeler Ahiliğin temel prensipleri olarak benimsediği aynı zamanda sosyal kurumların asli amaçları olan toplumun dağılmış halde yaşayan üyelerini bir araya getirme, ortak amaca yönelme, birliği sağlama, sosyal sorunların çözümüne katkıda bulunma gibi pek çok işlevleri arasında yer almıştır. Önce halka daha sonra da devlete hizmet eden Selçuklu ve Osmanlı esnaf ve sanatkârlar zümresinin en önemli örgütü olan Ahilik, onu doğuran dinî, ahlaki, sosyal ve ekonomik şartları bilmeden anlaşılmayacak bir harekettir. Söz konusu koşullar bir yandan İslamiyet’in ortaya çıktığı çağlardaki İslam toplumlarının yapısına, bir yandan Roma ve Bizans toplumlarına diğer bir taraftan da Orta Asya Türk toplumunun yapısına kadar uzanmaktadır (Güllülü, 1992: 16). Ahiliğin Türkçedeki cömert, eli açık anlamını taşıyan akı veya Arapçadaki kardeş anlamına gelen ahi kelimelerinin terimleşmiş şekli olabileceği bilinir. Ahilik anlayış ve geleneğinin, Orta Asya’dan beri Türk toplulukları arasında görülen cömertlik felsefesinin İslami fütüvvet geleneğiyle kaynaşması sonucunda ortaya çıktığı da söylenebilir (Güneş, 2011: 3). Mutasavvıflar arasında çok kullanılan ahi kelimesine Arapça fütüvvet-namelerde de sıkça kullanılmıştır. Çağın siyasi ve sosyal şartları gereği, sosyal bir teşkilat halinde çok yönlü fonksiyonlar icra eden Ahiler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında bir kısmı bilgin ve kadı olarak bilim ve eğitim alanında; bir kısmı vali, komutan olarak askeri alanda; bir kısmı da ticaret ve sanatla meşgul olarak iktisa- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 411 Talip KARAKAYA di alanlarda önemli hizmetler üstlenmişlerdir (Döğüş, 2001: 133). Ahilik geleneğinde insanın dünya ve ahirette mutlu olabilmesi hedeflenmiş ve buna bağlı olarak “insan-ı kâmil” dediğimiz bir mükemmel tip ortaya konulmuştur. Ahilik sahip olduğu ahlak ve görgü kurallarıyla da sosyal hayatı düzenlemiştir (Ekinci, 1993: 229). Ayrıca medeniyetimizin ideal insan tiplerinden birisi olan Ahiliğin insan modelinin, medeniyetimizi Batı medeniyetinden ayıran en önemli bir özellik olduğu söylenebilir. Türk-İslam medeniyetinin ideal insan tiplerinden birini yetiştiren Ahilik Kurumu başta birey olmak üzere ailevi, sosyal, ahlaki, kültürel, eğitim ve iktisadi hayatta kendini göstermiştir. Toplumsal hayat insan vücudu gibidir. Toplumdaki bir meslek grubu yolundan çıksa bu rahatsızlık toplumun diğer kesimlerine de yansır. Aynı şekilde iyilik de olumlu yönde etkileyici bir özellik taşır. Ahiliğin misyonlarını sırayla şöyle belirtebiliriz: 1-Ahiliğin Sosyal Boyutu Ahiliğin ferdi boyutunun yanında sosyal boyutunun da çok önemli özelliklere sahip olduğunun öncelikle altını çizmeliyiz. Çünkü her şeyden önce ahilik, sosyal ve ekonomik yönden işleyen ve siyasal, askeri ve kültürel yönleri de bulunan bir teşkilattır. Diğer taraftan ahilik, sosyal yaşam kadar ekonomik hayatı da yönlendiren, günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün koşullarında bile bir çok ülkede sağlanamamış verimli, adaletli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültürdür denilebilir. Günümüzde küreselleşen dünyada toplumsal sorunlar her gün daha da artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında güven ortadan kalkmış, hırs, rekabet, insani duygular körelmiş durumdadır. Günümüzün her boyutuyla yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve prensiplere oldukça muhtaçtır. Çünkü toplum, sosyal, kültürel, ekonomik bir bütünlük içermektedir. Ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma ve işbirliğini önemli bir değer olarak görmüş Ahiliğin ilkeleri arasında toplumsal görev ve sorumluluğun da önemli yeri olmuştur. Toplumda kökleştirdiği dürüstlük, hoşgörü, sevgi, saygı, işbirliği, toplumsal sorumluluk yine onların önemli misyonları arasında olmuştur. Bu ilkelere günümüzde çok daha muhtacız. Eğer toplum olarak bu ilkeleri yeniden düşünebilirsek, yaşadığımız pek çok toplumsal sorunlardan kurtulmak mümkündür. Çünkü Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yaklaştırmak ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır. 412 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek Toplumbiliminin kurucularından sayılan İbn-i Haldun, bir toplumu toplum kılan esas unsur olarak asabiyeyi göstermektedir. Asabiye; toplumsal bilinç, ortak duyu, dayanışma ve birliktelik duygusu anlamları içermektedir. Ona göre toplumlar asabiye sayesinde vardırlar ve her toplumun asabiyesi farklıdır (İbn Haldun, 1977: 405-410). Bir toplumda birlik ve dayanışmayı sağlayan en önemli unsur müşterek değerlerin korunması ile mümkündür. Türklerin Anadolu’da bin yıldan beri varlığını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir. Ahilik, ferde yönelik öğüt ve yaptırımları da bulunmakla birlikte esas itibariyle ferdi değil toplumsaldır. Çekememezlik ve dedikodudan kaçınmak, cömert, şefkatli ve merhametli olmak herkese iyilik yapmak ve iyiliklerini istemek vs. gibi onlarca prensip, esasta ferdi olmaktan ziyade toplum hayatını düzenleyen prensiplerdir. Burada kişi ne topluma ne de toplum kişiye ezdirilmiştir. Ahiliğin sosyal dayanışma ruhu sayesinde devletin hiçbir tesiri olmadan, toplum kendi kendisini idare ediyor, yolsuzluğa fırsat verilmiyordu. Toplumu kendi yapısı ve kendi düşünce sistemi içerisinde şekillendirmek, benimsediği normları topluma telkin etmek olan Ahilik teşkilatının bir diğer amacı toplumu eğitmektir. Toplumu meydana getiren bütün katmanlara mensup insanları, sanatkâr, esnaf, öğretmen, hatip hatta emir ve hükümdarları da eğitimden geçirmek ve insanın kendi nefsinin hiçbir zaman üstün tutmadan halka hizmet etmeyi ve yararlı olmayı sağlamaktır. Toplumun katmanları arasındaki dengenin korunmasını sağlamak, kişiye eğitim ve öğretim yoluyla üretici kılmak ve nihayet iyi ahlakla ahlaklandırılmış bir toplum yaratmak asıl amaçtır. Ahiler ve ahilerin organize olduğu birlikler, bu amaçlarını gerçekleştirmek için eğitim ve öğretim faaliyetlerini çeşitli şekillerde ortaya koymuşlardır. Sözkonusu eğitim ve öğretim faaliyetleri örgün ve yaygın eğitim vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Diğer taraftan Ahilik, bir yönüyle dini bir müessese sayılırken bir yönü ile de sosyo-kültürel ekonomik yapıyı düzenleyen bir kurumdur. Günümüzde bir esnaf birliği şeklinde olduğu kabul edilen ahilik, insanın öncelikle meslek sahibi olmasını esas alır. Ahilik, insanın çalışmasını, üretmesini ve kendi emeği ile geçinmeyi temel prensiplerinden kabul eder. Ahi eğitiminde ihtiyaca göre üretimi temin etmek ve bu yönde eğitim vermek gerekmektedir. Bu prensip, ahilerin ahlak temeline oluşturan İslam ahlakından gelmektedir. Zira din, toplumun kültürel ve ekonomik hayatından ayrı dü- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 413 Talip KARAKAYA şünülmemektedir ( Yücel, 1999: 316). Toplumsal boyutuyla Ahilik, günümüz dünyasında birlikte yaşamak, barış içinde yaşmak, örgütlü yaşamak gibi hayati önemdeki sosyal hayat unsurlarını önümüze sunan bir değerler bütünüdür. Ahilik bu misyonunu yüzyıllarca devam ettirmiştir. 2-Ahiliğin Ahlaki Boyutu Ahiliğin en önemli özelliklerinden biri ahilerin, ahlaki ve dürüst özelliklere sahip olmalarıdır. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. Ahilik çalışmayı temel esas kabul edip halkın sırtından geçinenlere şiddetle karşıdır. Ahilikte iş ve meslek ahlakı, kabul edilmesi mecburi kurallar haline gelmiştir. Kendinden önce başkalarını düşünmek ve kollamak, hak ettiğinden fazlasını istememek, kanaat ve tevazu ölçüleri içerisinde hırs ve tamadan uzaklaşmak, kendi yeteneğine uygun bir işle meşgul olmak, sanatını mutlaka iyi bir ustadan öğrenmek ve birliğin, beraberliğin korunması için dayanışma içerisinde bulunmak (Köksal, 2008: 135-6) ahiliğin mutlaka uyulması şart olan ahlak ilkeleridir. Ahlak ilkeleri hem fert hem de toplum için önemlidir. Milli kültürün unsurları olan örf, adet, gelenek ve görenekler, sosyal düzenin kurulmasını sağlayan manevi değerlerdir. Kültür unsurları olarak nitelendirilen bu değerler, sosyal gruplarda insanlar arası ilişkileri kurallara bağlar. Kültürlerin sahip oldukları özelliklere göre oluşan ve varlıklarını sürdüren sosyal gruplar, insanları yalnızlıktan kurtarır; lüzumsuz endişelerden, korkulardan uzaklaştırır; sosyal çevre içinde insanların birbirlerine karşı uygunsuz davranışlarda bulunmalarını önler. Her toplum, varlığını sürdürebilmek için bazı görevleri yerine getirmek zorundadır. Mal ve hizmet üretiminin yanında, sosyal beraberlik ve dayanışma gibi manevi unsurlar, toplumun ayakta durmasını sağlayan değerlerdir. Bu sebeple, adet, gelenek ve görenekler, sosyal grupların dinamik merkezler olmalarına hizmet ederler; aynı zamanda, sosyal organizasyonların teşekkülüne de yardımcı olurlar. Sosyolojik açıdan normlar tarafından şekillendirilen sosyal grup kavramı, insanlık tarihiyle var olmuş bir olgudur. Sosyal bir varlık olan insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri, kişinin toplumdaki diğer üyelerle birlikte yaşayabilmesidir. Sosyal değerleri kazanmada çok önemli görevler üstlenen örf, adet, gelenek ve görenekler, insanların duygu, düşünce ve davranışlarına doğrudan etkisi olan kültür unsurlarıdır. Sosyal grupları yaratma ve yaşatma niteliğine sahip olan bu değerler, sosyo-kül- 414 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek türel yapının oluşmasını sağlar (Fichter, 2000: 205). Bu iletişim ağı içinde Ahilik, Türk kültüründe, insanlar arası dayanışma ve ilişkileri pekiştirmede önemli bir sosyal kurum özelliği taşımaktadır. Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinde önemli rol oynayan Ahilik aynı zamanda tüketicinin korunmasına da çok dikkat etmiştir. İşlerinde son derece dürüst, ürettikleri mallar son derece kaliteli olan meslek sahibi ve sanatkâr ahiler, aynı zamanda gereğinde yurt savunmasında da bulunmuşlardır. Türk İslam kültür ve medeniyetini Batı’dan ayıran en önemli özelliklerin Ahilikten kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Batı medeniyetini ve kapitalizmi yaratan zihni faktör burjuva zihniyeti iken bizim özgün bir kültür ve medeniyet oluşturmamızın temelinde Ahi zihniyeti vardır ve bu zihniyet Türk toplumunun kapitalizme karşı direnebilmesinin de en önemli sebebidir (Köksal, 2008: 136). Değerlerin sık sık değiştiği günümüz dünyasında, önümüze bencil, prakmatist ve solipsist değil, başkalarını ve toplumun diğer fertlerini en az kendisi kadar düşünen, en az kendisi kadar onların da hak ve hukuklarını kollayan bir insan modeli koyan Ahiliği bugün her zamankinden daha iyi anlamaya mecburuz. 3-Ahiliğin Bireye Bakışı, Yardımlaşma ve Dayanışma Günümüz toplum yapısına baktığımızda çarpık şehirleşmeler fert açısından hiç de iç açıcı değildir. Özellikle büyük şehirlerde sosyal ve ekonomik sorunlar başta olmak üzere insanlar büyük bir koşuşturma ve mücadele içerisinde olduklarından buralarda yaşam diğerlerine göre daha zor ve acımasızdır. Toplumda kaybolmuş benlikler, yaşam mücadelesi veren kişiler, komşusundan haberi olmayanlar, gittikçe azalan güven ve dostluklar. Kısaca günümüz toplumunun genel durumu böyle. Yine günümüz bir kitle toplumu haline gelmiş ve bireyler buralarda yitip gitmektedirler. Özellikle Avrupa’da İki Dünya savaşı ve onun getirdiği yıkımlar insanları oldukça etkilemiş ve kaybolan insanlığı yeniden kurtarmak üzere varoluşçuluk (Karakaya, 2010: 17) başta olmak üzere pekçok felsefi yeni akım ortaya çıkmıştır. Bu dalga bugün toplumumuzu da etkilemiş durumdadır. Her gün insanlığa yakışmayan suç haberlerini duymaktayız. İnsanlar birbirlerine ihanet etmekte, aileler yıkılmakta, adi vakalar her gün daha da artmaktadır. Toplum her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Temelde ahlakı ve dürüstlüğü esas alan Ahilerin hayat anlayışı günümüzün hayat anlayışından farklıydı. Ahilikteki ‘’dayanışma’’ günümüzdeki kimi meslek kuruluşları gibi bir ‘’çıkarcı ve faydacı’’ bir temel ve amaca dayan- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 415 Talip KARAKAYA mıyor, aksine ‘’birlikte yükselmek, ezmeden büyümek, haksızlık etmeden dayanışmak’’ prensiplerini esas alıyordu. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız edeceğine inanılırdı. Daha şed kuşanırken ‘’yol atası’’nı ve ‘’yol kardaşları’’(Köksal, 2008: 137) nı seçen Ahi için sosyal adalet ve dayanışmanın önemli bir yeri vardır. Nitekim günümüz insanı ve dünyasının ihtiyacı olan dayanışma ve rekabet anlayışı da budur . Şunun altını özellikle çizmeliyiz ki yardımlaşma ve dayanışma, Türk toplum değerleri arasında en önemlilerindendir. Bunlar da Ahi Birliklerinin ahlaki işlevleri arasında yer almıştır. Yardımlaşma, düğün, ölüm, harman zamanı, yoksulluk gibi yaşamın her anında geçerlidir. Çünkü Ahilerce istikrarı, düzeni bozacak birçok davranışlardan sakınılması gerektiği kabullenilmiştir. Örneğin gayri meşru ilişkilerden sakınma, dedikodudan, boş laftan ve iftiradan sakınma, görülmemesi ve duyulmaması gereken şeyleri görmekten ve duymaktan sakınma, kötülük etmekten sakınma, dünya nimetlerine bağlanmaktan sakınma gibi. Diğer taraftan Ahiler dayanışma konusunda ahlak kaidelerine daima sadık kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu engellemelerden dolayı bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkârların kazancı tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında toplanan bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde alınmakta, tezgâhlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım edilmekteydi (Köksal, 2008: 137). Ahiliğin ilkeleri arasında; cömertlik, tevazu, alçakgönüllülük, merhamet, bağışlayıcılık, bencil olmama gibi özellikler de benimsenmiş değerler arasında yer almıştır. Ahilik dirlik ve düzenden yanadır. O yıkıcı olmayıp, yapıcıdır. Bu hususta mevcut düzenin korunması ve istikrarı sağlayan, yerleşik kuralları sürdüren bir tutumu ifade eder. Ahilikte Türk kültürünün temel taşları, onun bir yan kuruluşu olan “ yaren” e de yansımıştır. Burada, genç yarenlerin büyüklere yaşlı yarenlere saygı duymaları ve bunu davranışlarıyla göstermeleri başta gelmektedir. Yarenlerin bulundukları çevrede sosyal etkinliklere katılması, düğünlere katılarak düğünleri şenlendirmeleri, kimsesizlere yardım etmeleri, onların temel fonksiyonları arasındadır. Dirlik 416 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek düzenliği korumak, gelenekleri sürdürmek ( Tezcan, 1999: 286) de yine onların işlevleri arasındadır. 4- Ahilik, Ekonomi ve Kalite Başta fert olmak üzere toplumsal sorumluluk bilincinde olan Ahilik, iktisadi alanda da önemli sorumluluğa sahiptir. Ahilikte mal, servet ve sadece kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi başına bir anlam taşımaz. Bunlar ancak kendinden üstün bir gayenin gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler. Para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik düşüncesine terstir. Çünkü vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye olan ahlaki değerler de vasıta haline gelir ki bu durum son derce ahlaksız bir dünya görüşünün temeli olur. Modern toplumlarda ve ülkemizde önemi yeni yeni kavranmaya başlayan ‘’tüketicinin korunması’’ kavramı Ahiliğin temel ilkelerindendi. Ayıplı mal satan veya müşteriyi bir şekilde aldatan esnaf ‘’yolsuz’’ ilan edilir, ona türlü yaptırımlar uygulanırdı. ‘’Sahte ve yanıltıcı reklam’’ vb. usullerle haksız rekabete yol açmak zaten mümkün değildi. Çünkü bugün ‘’yalancı reklamcılar’’ diye çevirebileceğimiz ‘’boş yere bağırıp çağıran tellallar’’ (Köksal, 2008: 138) zaten Ahiliğe giremeyen, girişi kabul edilmeyen zümreler arasındaydı Ahilikte, esnaf ve zanaatkârlar için gereken hammadde ve malzemelerin alımı, dağıtımı, bölüşümü, kullanımı ve üretimin her evresi belli kural ve yöntemlere bağlanmıştı. Hiçbir esnaf istediği gibi mal ya da hizmet üretemezlerdi. Ahilikte her esnaf, belirli bir kalitedeki hammaddeyi kullanmak ve üretimini standartların altına düşürmeden gerçekleştirmek zorundadır. Bu konuda değişik usullere başvurmak affedilmez bir hata olarak nitelendirilmektedir. Belirli bir kalite standardının altına düşmek, ahlaki ve vicdani açıdan doğru kabul edilmemektedir. Yolsuz ilan edilme bir esnaf için hem ağrı, hem de yüz kızartıcı bir suçtu. Yolsuz ilan edilen kişi, sanatı için gerekli olan ham maddeyi piyasadan alamaz, kimse ona mal satmaz, imal ettiği ürünü piyasaya süremezdi. Kahvehanelerde kabul edilmez, toplantı yerlerine giremez kısacası herkes onunla irtibatı keser, kişi bir nevi sosyal tecride tabi tutulur yani pabucu dama atılırdı. Ahilik teşkilatı incelendiğinde adına ‘’kalite’’ denmese de ‘’toplam kalite yönetimi’’(Köksal, 2008: 139) nin temel prensiplerini uyguladığı göze çarpmaktadır. Her şeyden önce felsefe olarak yakın benzerlik içindeki top- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 417 Talip KARAKAYA lam kalite yönetimi ve Ahilik teşkilatındaki uygulamalar, insana bakış noktasında paralel bir düşünceye sahiptir. İmalatın standartların altına düşmesi, sahte malın gerçek gibi piyasaya sürülmesi hususları esnaf arasında tepkiyle karşılanırdı. Bu gibi suçları işleyenlerin dükkânları kethüdalar tarafından kapatılıyor daha ileri gittikleri takdirde esnaflıktan ihraçlarına karar alınabiliyordu. Günümüzün ekonomik sistemi olan kapitalizmin özü, kar peşinde koşma ve devamlı surette karı arttıracak yeni alanlar bulma şeklinde özetlenebilir. Kapitalist pratiğin altında bir dizi fikirler, ahlaki ilkeler ve değerlerden oluşan kapitalizmin ruhu yatmaktadır. Kapitalizmin, evrensellik iddiası taşıyan kuramsal çerçevesinde, kültürel, toplumsal ve siyasal bağlamından koparılarak tamamen bireyin maddi çıkarını maksimize etmeye çalışan davranış kalıplarına sahip olduğu iddia edilmiştir. Böylece girişimcilerin davranışlarını belirleyen tek değişken olarak rasyonalizm öne çıkarılmıştır. Ancak serbest piyasa ekonomisinin değişik siyasi yapılarla ve kültürlerle bir arada varlığını sürdürebildiği tarihsel geri planından anlaşılmaktadır. Bu bakımdan ekonomiye toplumsal bağlamından soyutlayan analizlerin, ekonomik gelişmeyi açıklamada yetersiz kalıcı söylenebilir. Özellikle ahlaki gelişmeyi hesaba katmayan bu anlayış, bugün sanayileşmiş ülkelerde karşılaşılan problemlerin çoğunun nedeni olarak görülmektedir (Bodur,1999: 63-68). Böylece başarma arzusu, kararlılık, çok çalışma, disiplin gibi girişim kültürünün önemli değerleri girişimcilik ruhunun yaratılmasında hayati bir öneme sahip olacaktır. İnsanlara düşük maliyetle üretim yapma ve hizmeti sunma, Ahilik kültür ve prensiplerinden sadece bazılarıdır. Bu prensip ve kültürlerin günümüzde değişik kavramlarla ifadelendirilmesi yani toplam kalite, müşteri odaklı olma, öğrenen organizasyonlar, kayıt dışılığın denetimi, etkili denetim, sermayenin dağılımı ve dolaşımı yeni yaklaşımlarla bunların yeniden değerlendirilmesi açısından önemli ve yararlı olmaktadır. Ahilik teşkilatının vazgeçilmez temel değerlerinden olan hizmette mükemmellik ise asırlarca bütün hizmet çeşitlerinde kullanılmış, bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal üretenin meslekten ihraç edilmesine yol açmıştır. Eğer Ahiliğin bu özelliği günümüz kalite sistemlerine uygulanabilirse üretimde mükemmeli yakalamak da mümkün olabilir. Teknoloji ve modernizm hangi noktaya ulaşırsa ulaşsın, hangi sınırları zorlarsa zorlasın, insan olgusu var oldukça değişmeyen, değişmesi mümkün 418 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Sosyolojik Boyuttan Ahilik ve Toplumsal Sorunlar Açısından İlkelerini Yeniden Düşünmek olmayan değerler vardır. Bu değerler manzumesi şu veya bu din, o veya bu millet, şuradaki veya buradaki devlet farkı olmaksızın topyekûn insanlığın müşterek değerleridir. Dürüst olmak, çevreye faydalı olmak, iyi huylu olmak, doğru sözlü olmak, adil olmak, merhametli olmak gibi insani vasıflar ilk sıralarda yer almaktadır. Zamanın, ortamın ve türlü şartların tesiriyle bu değerler kimi devirlerde zayıflayabilir hatta toplum nezdinde değersiz ve gereksiz şeyler olarak algılanmaya da başlanabilir. Bu durum, o değerlerin işlevini yitirdiğinin değil, o zihniyetteki toplumlarda bir sorun olduğunun göstergesidir. Bugün sanayileşmiş toplumlarda iş gücünü, iş ve çalışmaya karşı daha az yabancılaştıran formlar üzerinde ciddiyetle durulmaktadır. Oysa Ahilik, ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında dayanışma ve iş birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları arasında saymıştır. Cömertliği, paylaşmayı sosyal içerikli harcamayı toplumsal refahın gerekli şartları arasında görmüştür. Toplumun refahı ve sosyal sorumluluk ön plana çıkarıldığından kişisel ihtiyaçların karşılanması yeterli görülmemiş ve üretim teşvik edilmiştir. Ekonomik faaliyet kendi içinde amaç olmayıp, bireyin ruhsal gelişimi ve toplumsal refah için bir araç olarak görülmüş, üretim ahlakı bir görev olarak değerlendirilmiştir. Üretimde kaliteyi arttırmak bir erdem olarak algılanmış, hayatın anlamının üretimle mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Kişisel güven ve beceri kazanma arzusu, kabiliyetin geliştirilmesinde ve iş hayatında ilerlemede önemli motivasyon kaynağıdır. Herhangi bir iş ve meslekte ehliyetli ve liyakatli olma, yani zanaatta kemale erme, zirveye ulaşma ilerlemenin şartı olarak görülmüştür (Bodur, 1999: 63-68). Sonuç olarak çağımızda küreselleşmeyle birlikte sosyal sorunlar her gün daha da artmakta ve toplum gittikçe yozlaşmaktadır. İnsanlar arasında güven azalmakta, hırs, rekabet ve insanlık duyguları gittikçe azalmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumun organize olmasını, organize olmak suretiyle bir arada yaşamasını sağlayan ahilik, dönemi içinde sağlam temele dayanan düşünce sistemidir. Türk toplumunda ağırlığı olan ahilik kültürü, dini amaçlı organizasyonlardan ayrı, sosyal sektör kuruluşları için önemli girdi sağlayabilecek potansiyeli bünyesinde taşımaktadır. Çünkü günümüzün yozlaşan toplumu Ahiliğin sergilediği ilkelere ve prensiplere her gün daha da muhtaçtır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 419 Talip KARAKAYA Kaynaklar Bodur, H. Ezher. “ Ahilik ve Türk Girişimcilik Kültürünün Oluşumuna Katkıları”, II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 , Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 58-76. Çağatay, Neşet. Ahilik Nedir ? Kültür Bakanlığı Yay., Ankara. 1990. Çetin, İsmet. “ Bir Fikir Sistemi Olarak Ahilik”, II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 88-112. Döğüş, Selahattin. “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunda Ahilerin Rolü” , Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 133, 2001. Ekinci, Yusuf. Ahîlik ve Meslek Eğitimi. 4. b., Milli Eğitim Bakanlığı Yay. , Ankara, 1993. Ficther, Joseph. Sosyoloji Nedir? Çev. Nilgün Çelebi, 4.b., Ankara: Attila Kitabevi, 2000. Güllülü, Sabahattin. Ahi Birlikleri. İstanbul, 1992. Güneş, Mustafa. “Geçmişten Günümüze Sosyal Bir Kurum Olarak Ahilik”, Uluslar arası Ahilik, Kalite Merkezli Bir Yaşam Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 20-22 Eylül 2011, (Yayın aşamasında sunulan bildiri). Haldun, İbn. Mukaddime-1. Çev. Z. Kadiri Ugan, İstanbul: Meb. Yay., 1977. Karakaya, Talip. Jean-Paul Sartre ve Varoluşçuluk. 2. b., Ankara: Bizim Büro Yay., 2010. Köksal, Fatih. Ahi Evran ve Ahilik. 2. b., Kırşehir.Kırşehir Valiliği Kültür Yay., 2008. Köprülü, Fuat. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 1991. Şimşek, Muhittin. Ahilik. İstanbul: Hayat Yay., 2002. Tezcan, Mahmut. “Ahilik Çerçevesinde Oluşan Türk Kültürünün Temel Taşları”, II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 , Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 284-288. Torun, Ali. Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nameler. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1998. Yücel, Ayşe. “ Ahilikte Eğitim ve Amaçları”. II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, 13-15 Ekim 1999 , Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1999, 315-320. 420 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u KAPADOKYA’DA YAŞAMIŞ BİR AZİZ: AZİZ MAMAS ONE OF THE SAINTS LIVED IN KAPADOKYA: SAINT MAMAS Tugba GÖNEL* ÖZET Aziz Mamas, tahminen 3. yüzyılda yaşamış Kapadokyalı bir azizdir ve hakkında çeşitli sözlü anlatmalar mevcuttur. Aziz Mamas’ın mezarı ve kendi adıyla anılan kilise Aksaray’a bağlı eski adı Mamasun olan Gökçeköy’dedir. Köy, Aksaray–Nevşehir yolunun 15. km’si civarındadır. Hristiyanlık döneminde Aziz Mamas adıyla anılan ve ona ait olduğu bilinen bu mezar üzerine daha sonra kilise yaptırılmıştır. Ancak günümüzde Müslümanlar tarafından Şemmas Baba Türbesi olarak bilinmektedir. Türbe çeşitli değişiklikler yapılarak İslami biçime dönüştürülmüş ve bugünkü şeklini almıştır. Köyün Mamasun olan eski adının Aziz Mamas kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile erenler tekkesi de kapatılmış ve Aziz Mamas’ın kemikleri bir sanduka ile Ankara’ya götürülmüştür. Ancak daha sonra kemikler sandukasız ve tahrip edilmiş şekilde geri gönderilmiştir. Bu nedenle mezarın içerisinde sadece iki bacak kemiği kalmıştır. Türk Yunan dostluk festivalleri kapsamında son yıllarda 2 Eylül “Aziz Mamas Günü” olarak anılmaktadır. Bildirimizde, Aziz Mamas’ın hayatı, mezarı ve bu mekân çevresinde oluşturulmuş inanışlar ve uygulamalar tanıtılıp değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Aziz Mamas, Halk İnanışları, Halk Hekimliği ABSTRACT St. Mamas is a saint from Kapadokya who lived in 3rd century by guess and there are certain stories about him. The grave and the church known with his name of St. Mamas is in Gökçeköy with old name Mamasun, Aksaray. The village is on the 15th km of Aksaray-Nevşehir road. During the Christian Age a church built onto the grave named St. Mamas and is thought belong to him. But * Öğr. Gör., Nevşehir Üniversitesi, USET MYO, Turizm Animasyonu Böl., e-posta: Tuba_Gonel@hotmail.com. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 421 Tugba GÖNEL this grave is today named Semmas Baba Tomb which built by the Muslims. The tomb converted the Islamic format as doing some changes and formed as today’s. It is thought that the old name of the village (Mamasun) is come from St. Mamasun. Erenler Lodge also closed because had been closed all of the lodges and the bones of St. Mamas brought away Ankara with in a sarcophagus. But the bones remanded without sarcophagus and battered. So there was only two bones belong to his leg in the grave. 2nd September is being celebrated and named as The Day of St. Mamas to growing friendship of Turks-Greeks. In this article we emphasize and analysis the life and the grave of St. Mamas and the beliefs also the practices occured arround of the that place. Key Words: St. Mamas, Folk Beliefs, Folk Medicine İnsanın Tanrıya ulaşma arzusu ve bu uğurda verdiği duygusal savaş veya Tanrıya ulaşmak için kat etmesi gereken yol gibi hususlar, veli kavramını yaratmış ve bu uğurda savaşan ve başarıya ulaşan kişi “Veli” (Tanrı Dostu, Tanrıya en yakın kişi) olarak nitelendirilmiştir.1 Veli kültü; olağanüstü güçlerle donatılmış ve Tanrıya yakın olduğu varsayılan bir kimliğin, Tanrıya ulaşmadan kişisel yardım taleplerine kadar varan, geniş bir mistik alanda yardımının olacağına inanılması ve bunu sağlamak için de çeşitli ritüellere başvurulmasıdır, denebilir. Bu anlayış, velinin kutsanmasıyla da sonuçlanmaktadır. Veli kültünün, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi inançların hâkim olduğu alanlarda benzerlikler gösterdiği açıktır. Aziz kelimesi ise Hıristiyanlığın kabul edildiği yıllarda, bütün din yoldaşları için kullanılmış ve din uğrunda şehit olanların (martirlerin) ölüm yıldönümleri, dini törenlerle anılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık uğruna ölen ya da kusursuz bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek, Tanrısal dünya ile yakın ilişkiler kurduklarına inanılan kişiler, azizlik derecesine yükseltilerek büyük saygı görmüşlerdir. Onlara Tanrı tarafından insanüstü güçler bağışlandığına ve onların çeşitli mucizeler gerçekleştirebildiklerine inanılmıştır. Araştırmacılar, gerek Hıristiyanlıktaki aziz, gerekse Müslümanlıktaki veli kültünün kökenini, bu dinlerin ortaya çıktığı ve yayıldığı bölgelerde es1 A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yayınları, Ankara 1992, s.6. 422 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas kiden var olan bir takım kültlere bağlarlar. Aziz kültünün genellikle, eski çağdaki doğa kültleriyle, mitolojik tanrı ya da kahraman kültlerinden geliştiği anlaşılmaktadır. Müslümanlıktaki veli kültünün kökeni de İslamiyet’ten önceki putperest kültlere dayanmaktadır.2 Hıristiyan mistisizmindeki “Saint” (Aziz) anlayışıyla Alevilik ile Hıristiyan ve İslam tasavvufundaki “Veli” düşüncesi arasında benzer noktalar bulunmaktadır; buradaki “Saint”, (Allah Adamı, Allah dostu)’dur. Allah dostu olan “Saint” bütün dünyevi zevk ve bağlardan kurtularak bir takım riyazet ve mücadele yöntemleriyle kendini Allah’a adayan Hıristiyan’dır. Hıristiyan mistisizmindeki bu anlayış Alevilik ve tasavvuftaki Velayet-i Amme (Bütün Müslümanların genel manada veli olduğu) ve Velayet-i Hassa (Özel anlamıyla veli) anlayışına uymaktadır. Ayrıca Alevilik ve tasavvufta olduğu gibi Saint’in “Keramet” olgusuyla da sıkı ilişkisi bu benzerliğin diğer bir aşamasını oluşturur.3 Müslümanlıktaki veli kültünün kaynak itibariyle İslamiyet ile doğrudan bir bağlantısının olmadığı açıktır. Müslümanlık anlayışı içine de bu anlayışın putperest kültlerden girdiği söylenebilir. Veli düşüncesini zamanla içine alan sünni doktrin teolojik söyleminde, kü1t anlamlı ve içerikli bir veli anlayışını reddeder. Ancak yardımı Allah’tan bilmek ve istemek şartıyla evliyaya saygının caiz olduğunu da savunur.4 İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türklerin yatırlara gitmesi, veliden; hastalıklara şifa, iş, kısmet gibi konularda yardım dilenmesi durumu “Allah’ın sevgili kulları olan ve Allah’a sözü ve nazı geçebilen evliyanın yardımını dilemek” şeklinde açıklanmaya çalışılmıştır.5 Anadolu’daki veli kültünün kaynağını İslam öncesi eski Türk inançlarının içinde aramak doğru olacaktır. İslam ve Anadolu’da İslami süreçte gelişen tasavvuf da buna iyi bir örtü görevi görmüştür. Türkler, İslamlaşma süreci içine girmeden önce ilişkide bulundukları çeşitli kültür çevrelerinde Şamanizm, Hinduizm, Taoizm, Budizm, Maniheizm, Mazdeizm, Zerdüştlük ve Hıristiyanlık gibi inançlardan etkilenmişler, inancı tam anlamıyla benimsemeseler de bu inançlardan kendi yaşam biçimlerine uygun olan motifleri, 2 3 A. Yaşar Ocak, age, s.6. Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, s. 220. 4 A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yay., Ank. 1992, s.6. 5 Mehmet Eröz, Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, TDAV, İstanbul 1992, s. 103. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 423 Tugba GÖNEL alt yapılarında her zaman var olmuş olan Gök Tanrı-Doğa Kültleri ve Ata Kültleri temel inancı içine raptetmişlerdir.6 Bunlardan atalar kültünün çeşitli eski Türk zümreleri arasında en köklü ve en eski inançlardan birisi olduğu söylenebilir. Atalar kültü, atanın öldükten sonra ailesine yardım edeceği inancından doğan, korku ve saygıyla karışık bir anlayıştan müteşekkildir.7 Anadolu’daki İslami süreç içerisindeki veli kültü uzun bir serüvenin sonucudur. Türklerdeki veli kültünün temelinin Gök Tanrı inancının önemli bir ayağını oluşturan Atalar Kültü8 olduğu söylenebilir. Türk Kamlarının (Şaman) Türk veli tipine çok benzediği açıktır. Kam; iyi ve olağanüstü bir varlıktır. Ruhlar ve gizemli güçlerle ilişki kurar, Gök Tanrı ile temasa geçip ondan haberler getirir. Bunu yapmak için de İslami süreç içerisindeki veli tipolojilerinde gördüğümüz inziva ve riyazata başvurur.9 Gelecekten haber veren, doğa olaylarını etkileyen veya değiştirebilen, felaketleri önleyen, düşmanlara kötülükler getirebilen, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk kamlarının bu özellikleri bir süreci ifade etmektedir.10 XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye gelen ve çoğunluğunu Oğuzlara mensup boyların oluşturduğu çeşitli Türk toplulukları kendileriyle birlikte bu anlayışı ve kültü de taşırlar. Özellikle XIII. yüzyılda Moğol istilasının önünden kaçarak Anadolu ‘ya gelen şeyh ve dervişler bu konuda başrolü oynarlar. Selçuklu otoritesi birçok ekonomik, sosyal, kültürel ve dinî sebeplerden birtakım imtiyazlar tanıyarak yerleşmelerini ve tekkelerini kurmalarını sağlar. 6 7 8 9 10 Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, s.220. Erman Artun, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002, s. 6. Atalar Kültünün özü, ataların takdis edilmesine, kutsanmasına dayanır. Ancak bu anlayışta atanın kendisine tapılmaz, ata bir simgedir ve onun öldükten sonra dünyadaki yol göstericiliği, diğer dünyada da devam ettiğinden, ondan yine yardım isteme esasına dayanan bir sistematik söz konusudur. Bu yardımı, şefaati sağlamak için de onların bu simgesel ruhlarına kurbanlar adanır ve kesilir. Böylece kutsallaşan eşyalara ve mezarlara sahip bir ata kültü oluşur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK Yayınları, Ankara 2006.; Mircae Eliade, Şamanizm, İlkel Esrime Teknikleri, (Çev: İsmet Birkan), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2006. A. Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983, s.95-97. A. Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yay., Ank. 1992, s.6 424 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas X. yüzyılla XII. yüzyıl arasındaki dönemde İslam, Orta Asya steplerinde yayılırken tekkelerin çoğu, eski Budist manastırlarının yerine veya onların yakınına inşa edilmiş, zamanla bu manastırlar ve özdeşleştiği aziz ile birlikte Müslümanlaşmıştır. Aynı süreç ve kurgu Anadolu’da da yaşanmış; şeyh ve dervişler, tekkelerini terkedilmiş, savaşlar nedeniyle yıkıntı haline gelmiş veya işler durumdaki kilise ve manastırların yerine veya yakınına yapmıştır. Buradaki temel düşünce, arkada saklanan diğer inançların yok sayılmadığı, onların devamı olunduğu, birçok konuda onlardan yararlanıldığı ve önemli simgelerin alındığı gibi tezler olmakla birlikte, onların kullandığı araçları aynen kullanıp bu inançların etkilerini zamanla zayıflatarak onların yerine geçme isteği de olabilirdi. Önceki inançlarla kaynaşma, devam etme olgusu, Anadolu’daki aziz kültü ile de açıkça görülmektedir. Başlangıcı Hıristiyanlık öncesine giden, Hıristiyanlığın da kullandığı aziz kü1t1eri sadece isimler değiştirilerek adeta olduğu gibi alınmıştır. Böylece Hıristiyanlıktan alınan ve yüzeysel de olsa Müslümanlaştırılan aziz kültleri ile Orta Asya merkezli Türk veli tipi, İslami bir kıyafet içinde devam ettirilmiştir. Buna en iyi örnekler; Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Elvan Çelebi, Baba İlyas ve Battal Gazi kült kimlikleridir. Hacı Bektaş’ın XIII. Yüzyılda Sulucakaraöyükte kurduğu tekke, bu bölge Hıristiyanlarının da kutsadığı Saint Charalambus kültünü Müslümanlaştırarak kendisine mal etmiş, böylece Hacı Bektaş Hıristiyanlarca da benimsenmiştir.11 Kültü konu olan kimliklerin (Veli), ait oldukları toplumun sosyal, dini ve ahlaki değerlerinin tamamının veya bir kısmının temsilcisi ve simgesi olduğuna inanılır. Söz konusu topluluk, ona yüklediği misyon ile temsil yetkisini verdiği bu simgesel varlığı kendi topluluğu ile özdeşleştirir. Simgeleşen ve söz konusu toplum ile özdeşleşen kimlik, ancak veli olacak ve bu süreç de aynı zamanda beraberinde yeni yeni ilavelerle o topluluğun yaşam biçimini ve yaşamı anlamlı kılacak olan “Kült”ü oluşturur. Üçüncü aşamada, o veli o topluluk için artık bir insan değil, olağan ve olağanüstünün bir arada bulunduğu, inanılan değerler bütününün toplamıdır. Veli kavramının bir diğer boyutunda “Keramet” olgusu bulunmaktadır. Veli hayattayken, bu dünyadakinden farklı, olağanüstü olaylarla süslü bir soyut dünya ile kuşatılır ve öldükten sonra, kendisi hayattayken sahip olduğuna inanılan insanüstü kimliğinin, güç ve kudretinin devam ettiğine inanılır. Hatta bu 11 A. Yaşar Ocak, age, s. 15-17. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 425 Tugba GÖNEL varsayılan güç, mistik bir gizemle süslenerek daha da artar. Artık o veli etrafında kerametlerden oluşan bir menkıbeler sistemi oluşur ve giderek büyür. Veli, olağanüstü ruhani güçlere sahip olduğu için, toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar. Ona karşı yapılacak saygısızlığın çarpılma, ölme veya amansız bir hastalığa tutulma şeklinde ceza ile karşılık bulacağına inanılır. Bunun yanında, velinin varsayılan bu ruhani gücünden iyilik elde etme ve kötülük giderme arzusu doğar. Son aşamada da dünyada kendisinden bu tarzda yararlanılacak olan velinin öbür dünyada da insanlara yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ki bu da kişisel tatminin önemli bir aşamasıdır. Velileşen kü1t kimliğin toplumdaki sürekliliğini sağlamak için de topluluk çeşitli önlemler alır. Bu önlemler hem maddi hem manevi olarak kendini göstermektedir. Toplumsal yapıyı, toplumsal barışı, inançları, ahlaki değerleri vb. ögeleri temsil eden veli, bu özelliklerini kalıcı, sürekli, topluluğun günlük yaşantısında her an görebildiği kişisel ritüel ve kurumsal yapılarla kendi varlığını ve önderliğini güçlendirir. Tabii ki bu misyonu ona topluluk vermiş ve onu bu değerler bütünü içinde aşmak yerine, bu değerlerin temsilcisi, önderi ve devam ettiricisi konumuna da o topluluk getirmiştir. Bu yapılanmayı sağlamlaştırmak ve devam ettirmek adına topluluk ritüele ve günlük yaşamın anlamına konu olacak bazı simgeler veya simgesel yapılar oluşturur; veli adına yapılmış bir mezar veya türbe, ondan kaldığına inanılan bazı eşyalar topluluk için çok önemli, hatta vazgeçilmez öge ve simgelerdir artık. Bu mezar, türbe veya eşyanın uhreviyetinden yardım dileme, günahlardan arınma, hastalıkların tedavisinde onları kullanma ve bu uhreviyete sahip olmak için adak ve kurban kesme gibi bir üst aşama yaşanır ki bu da topluluk içindeki veli anlayışının devamını ve gücünü sağlamlaştıran, kişiye iç tatmini veren çok önemli bir yapılanmadır. Son aşamada ise kişilerin veya toplulukların inançlarının içinde olmamasına rağmen, Tanrıya ulaşmada bir başka önemli olguyu da onun adının zikredildiği dualar alır. Kişiler artık o velinin adını dualarında zikrederken bir başka taraftan da onun için de söylenen dualar, inancın içine girmiş ve inanç artık yeni katılımlarla, yeni bir aşamaya ulaşmıştır.12 Bildirimizin asıl konusunu oluşturan Aziz Mamas’ın Kapadokya’da yaşamış bir aziz olduğu bilinmektedir. Bugün Aksaray iline bağlı Gökçeköy’deki13 mezarı, hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilip 12 Yağmur Say, “Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü”, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2, Sayfa: 222. 13 Köyün “Mamasun” olan eski adının “Aziz Mamas”ın adından kaynaklandığı düşünülmektedir. 426 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas ziyaret edilmektedir. Hıristiyanlık döneminde Aziz Mamas adıyla anılan ve ona ait olduğu bilinen bu mezarın üzerine daha sonra kilise yaptırılmıştır. Ancak günümüzde bu yapı Müslümanlar tarafından “Şemmas Baba” türbesi olarak bilinmektedir. Kilise, çeşitli değişiklikler yapılarak türbe biçimine dönüştürülmüş ve bugünkü şeklini almıştır. Bu mekânın hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından kabul görmesinde, azizin mezarını ziyaret edenlerin şifa bulacağına inanılmasının payı büyüktür. Müslüman veya Hıristiyan zihinsel, bedensel engelli (genellikle felçli, kekeme, akıl hastası ve sakat olan kişiler) birçok hasta bu mezarı ziyaret edip lahitin içinde bulunan ve Hıristiyanlara göre Aziz Mamas’a (Ayios Mamas), Müslümanlara göre Şemmas Baba’ya (Şambaz Baba) ait kemikleri yüzlerine sürmekte, burada aileleriyle birlikte en az bir gece geçirerek hastalıklarına şifa dilemektedirler. Hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar tarafından “kutsal” kabul edilen bu türbenin, öncelikle içinde bulunduğu Gökçeköy bağlamında, “Şemmas Baba” anlatıları ve hakkında oluşturulmuş inanışlar dairesinde değerlendirilip ardından “Aziz Mamas” kült kimliğinin ele alınmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz. 1. Şemmas Baba Şemmas Baba çobanlık yaparak geyik, koyun ve keçi besleyen, bu hayvanlardan elde ettiği sütü ihtiyacı olanlara dağıtan, vaktini Müslümanlara ve Hıristiyanlara ders vererek geçiren âlim bir zat, birçok savaşa katılmış, vatanı için mücadele etmiş biridir. Öyle ki Hüseyin Gazi ile birlikte Müslümanlığı yaymak için savaştığı anlatılmaktadır. Şemmas Baba vefat ettiğinde öğrencilerine ders verdiği bu tekkeye defnedilmiştir. Daha sonraki dönemde, özellikle zihinsel ve bedensel özürlülerin ve çocuk sahibi olmak isteyenlerin ziyaret ettiği ve “şifa” bulduklarına inandıkları bir makam haline gelmiştir. Şemmas Baba türbesi iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında türbeye şifa bulmak için gelen hastaların ailelerinin ve yakınlarının konaklayabileceği, yatakların ve mutfak araç-gereçlerinin yer aldığı, tabanı halı ile kaplanmış, demir kapılı kemerli bir oda bulunmaktadır. Bu bölme uzun süre köy düğünlerinde köy halkı tarafından toplanmak için kullanılmıştır. Ayrıca düğünler türbenin önündeki meydanda yapılmaktadır. Bu giriş kısmının ardından içerideki bölümde Şemmas Baba’nın makamı nişi andırır biçimde yeşil örtü ile örtülmüş her iki ucuna sarıklar takılı olarak bulunmaktadır. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 427 Tugba GÖNEL Önceleri lahitin içerisinde kol, bacak kemiği ve bir geyik boynuzu var olsa da daha sonra kemikler ve boynuz kaybolmuştur (K.K. 3). İçerideki büyük bölmeye de yine ziyaretçilerin kullanması için yataklar yerleştirilmiştir. Şemmas Baba’nın makamının her iki tarafında küçük odacıklar bulunmakla birlikte sağ taraftaki tavanı kubbe şeklinde, basık, dar ve duvarlarında çeşitli halkaların, demirlerin ve “dilek kutusu” olarak adlandırılan kare şeklinde bir oyuğun bulunduğu odacıkta hastalar, boyunlarına ip geçirilip bu halkalara bağlanmak suretiyle en az bir gece geçirmekte; böylelikle Şemmas Baba’nın vesilesi ile şifa bulunacağına inanılmaktadır (K.K. 1, 3, 2, 4, 5). Makamın sol tarafındaki biraz daha geniş odacığın üst kısmında geçide benzer bir kısım bulunmaktadır ki bu geçidi Şemmas Baba’nın atı ile çıkmak için kullandığına inanılmaktadır (K.K. 3). Bahsi geçen geçidin alt kısmındaki duvarın sonradan sıva ile kapatıldığı dikkat çekmektedir. Buranın sonradan yapıldığını fark edenler duvarı daire şeklinde oymuştur. Bu oyuktan içeri bakıldığında sağ ve sol taraftan yukarıya çıkan merdivenlerin varlığı dikkati çekmektedir. Bu delikten geçilip merdivenlerden çıkıldığında, burada kiliseye bağlı bir geçit olduğu bilinmektedir (K.K. 3). Köydeki yaygın inanışa göre odanın bu kısmı kiliseyi kullanmak istemeyen Şemmas Baba tarafından kapatılmış ve içeride kalan kısım tekke haline getirilmiştir. Yine Şemmas Baba’nın hem Müslüman hem Hıristiyan çocuklarına farklı zamanlarda ders verdiğine, Hıristiyan çocuklara ders verirken onlara görünmeyerek bu odadan onlara hitap ettiğine inanılmaktadır (K.K. 2). Türbe içerisinde dikkati çeken bir diğer husus ise köy halkının burada Cuma namazlarını kılmasıdır ki türbe içerisine sonradan namaz kılmak için mihrap yapılmıştır. Ayrıca bayanlar burada teravih namazlarını da kılmaktadırlar (K.K. 5). Türbenin avlusunda abdest almak için çeşme ve bunun yanında ziyaretçilerin adak kurbanlarını kestikleri beton bir bölme bulunmaktadır. Avluya bu çeşme yapılmadan önce türbe içerisinde abdest almak için ibrikler bulunurmuş; öyle ki Şemmas Baba’nın makamının başına akşam dolu olarak konulan ibrikler sabah boş olarak alınır, Şemmas Baba’nın her gün bu şekilde abdest aldığına inanılırmış. Çeşme yapıldıktan sonra ise ibriğe gerek duyulmamış. Türbenin kapısı da uzun süredir kilitlenmemektedir. Rivayete göre daha önceki ağaç kapının, demir kapı ile değiştirilmesinden sonra köyün muhtarının kapıyı üç kez kilitlemeye çalışması ancak kapının her seferinde kendiliğinden açılması üzerine Şemmas Baba’nın kapının açık olmasını istediği kanaatine varılarak bu kapı bir daha kilitlenmemiştir (K.K. 3, 5). 428 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas Türbenin bekçisi ya da ücretle bakmakla yükümlü görevlisi bulunmamaktadır; ancak bizlere de kaynaklık eden Müşteba ve Bayram Konuk gönüllü olarak türbenin bakımını üstlenmiştir. Rivayete göre; türbenin son bekçisi, gece ranzasında yatarken sabaha karşı üç at ve atların üzerinde iki kişi görür; atların bir tanesinin üzerinde kimse yoktur. Atlılar türbeye doğru ilerleyerek “Hey Şemmas Baba daha ne yatıyorsun kalksana vatan elden gidiyor” der. Korkudan yorganın altına saklanan bekçi atlıların türbe içerisinden birini alarak çıktığını hisseder ve kapıda nal seslerinin uzaklaştığını duyar daha sonra eşyalarını toplayarak köylüye “Buranın korunmaya ihtiyacı yok; buranın zaten sahibi var” diyerek köyü terk eder (K.K. 3, 4). 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 429 Tugba GÖNEL Müşteba Konuk, türbenin bakımını neden gönüllü olarak üstlendiğini şöyle anlatmaktadır: “Türbeyi ziyaret etmek için bir grup turist gelmişti. Ben de grup rehberi eşliğinde onlara türbe hakkında bilgi vermiştim. Rehber, gruba benim türbeye gönüllü olarak hizmet ettiğimi söylemiş. Onlar da ziyaret bitiminde bana bir miktar para bıraktılar ve yaptığım işi devam ettirmem için ricada bulundular. Parayı aldıktan sonra bir iki hafta türbeye uğramadım, bir gece rüyamda Şemmas Baba gelip beni korkuttu, sözümü tutmamı istedi. Ertesi sabah kalkar kalkmaz türbeyi temizledim ve o günden sonra bu işi kendime görev edindim” (K.K. 3). Köydeki yaygın inanışa göre, Şemmas Baba isterse türbeden bir şeyler götürülmekte; ancak istemezse kesinlikle götürülememektedir. Nitekim çok önceleri var olan sarı renkli şamdanlar kaybolmuş, birileri tarafından götürülmüştür. O buna rıza gösterdiği için bir şey olmamıştır. Jandarmalar buradaki Şemmas Baba’ya ait olduğu düşünülen kemikleri ve geyik boynuzunu götürmek istediğinde ise kemikleri taşıyan jandarma yolda düşerek kör olmuş ve kaçmıştır. Daha sonra Şemmas Baba köyden birinin rüyasına girmiş ve kemiklerin yerini ona göstermiş; o da gidip kemikleri getirmiştir. Ancak daha sonra kemikler ve boynuz yine kaybolmuş ve halen bulunamamıştır (K.K. 1). Diğer bir inanışa göre burada verilen her söz yerine getirilmelidir. Nitekim zamanında türbeye erkek çocuk dilemek için yakın köylerden birisi gelmiş. 430 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas Türbede dua etmiş ve çocuğu erkek olursa ahırındaki danasını kurban edeceğini söylemiş. Zaman geçmiş adamın duası kabul olmuş ve bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş. Ancak adamın danası o kadar bakımlı, kuvvetli bir boğa haline gelmiş ki adam kıyıp kurban edememiş. Bir gün boğa bir hastalığa yakalanmış ve hızla köyden uzaklaşmaya, kaçmaya başlamış, kimse durduramamış. Boğa Gökçeköy’e gelip Şemmas Baba’nın türbesinin üstündeki boşluktan buranın avlusuna kendini atıvermiş ve burada kurban etmişler (K.K. 5, 3, 1, 2). 2. Aziz Mamas Azizler ve kutsal kişiler Geç Antik Çağ’dan başlayarak Bizanslıların toplumsal ve bireysel yaşamlarında önemli bir rol oynamışlardır. Bizanslılar, günlük yaşamları içerisinde azizlerle çevrelenmişler, yaşamlarının her alanında onların varlıklarını hissetmişlerdir. Hıristiyanlık uğruna ölen ya da kusursuz bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek, Tanrısal dünya ile yakın ilişkiler kurduklarına inanılan kişiler, azizlik derecesine yükseltilerek büyük saygı görmüşlerdir. Onlara Tanrı tarafından insanüstü güçler bağışlandığına ve çeşitli mucizeler gerçekleştirebildiklerine inanılmıştır. Kutsal kişiler ya da azizler Bizans kültüründe insanların, her biri tek tek bireysel olan istek ve gereksinimlerini, yüceliği gereği bu özel isteklere uzak olan Tanrı’ya iletmek yükünü üstlenmişlerdir. Azizler insan olmak niteliği ile insanlara, kutsallıkları nedeniyle de Tanrı’ya yakın olan kişilerdir. Kısacası, Bizanslılar hem dünyasal hem de tinsel gereksinmeleri için doğrudan azizlere baş- 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 431 Tugba GÖNEL vurmuşlardır. Aziz öldükten sonra onun işlevini, bedeninden arta kalan kemikleri, kullandığı eşyaları ve bunların parçaları yani rölikleri ile o azizin fiziksel varlığının yerine geçen betimleri yani ikonası gerçekleştirmiştir. İkona ve rölikler, azizlerin görünmez dünyasını görünür, fiziksel temas ve iletişim kurulabilir, yani “gerçek” kılan araçlardır. Onların röliklerine gösterilen saygı aslında azizin bu parçalarda var olan fiziksel varlığınadır. 14 14 Engin Akyürek, “Bizanslılar, Azizleri ve Khalkedon’lu Azize Euphemia”, Sanat Dünyamiz (Bizans Özel Sayısı), 1998, s. 175. 432 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas Mamas tahminen 3. yüzyılda yaşamış ve Çankırı’da doğmuştur. Kayseri hipodromusta putperestler tarafından genç yaşta bir mağarada öldürülmüş ve bu olaydan sonra Hıristiyan dünyası tarafından aziz olarak kabul edilmiştir (K.K.6). Bayram günü 2 Eylül olan aziz, Büyük Basileios ve Nazianzos’lu Gregorius tarafından yazılarında övülmekle birlikte yaptıkları hakkında bilgi verilmemiştir. Her ikisi de Mamas’ı geyik sütü içen ve bir metropolitin hayvanlarını otlatan fakir bir çoban olarak tanıtır.15 Mamas yaşamı boyunca dağlarda çobanlık yapıp geyik beslemiş, elde ettiği süt ve peyniri fakirlere dağıtarak onlara yardım etmiştir (K.K.6). Mamas’ın pastoral yaşamının konuları arasında hayvanlar da yer almaktadır. Mamas’ın vahşi hayvanları yakaladığı, aslanların ve leoparların onun önünde diz çöktüğü rivayet edilmektedir. Mamas’ın hayatı, yaşadığı yer ve zaman kesin olarak bilinmemekle birlikte; sadece 17 yaşında iken Aurelian döneminde (270-275) infaz edildiği bilinmektedir. Ayrıca azizlerin hayatını anlatan Yunanca hikâyelerden birinde Mamas’ın Gangra’da (Çankırı), 15 Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler. html. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 433 Tugba GÖNEL senatör Theodotos’un oğlu olarak doğduğu ve 15 yaşında martir olduğu belirtilmektedir.16 Mamas’ın çok farklı şekillerde tasvirleri bulunmaktadır. Bazı tasvirlerde kısa bir tunik üzerine uzun bir pelerin giyer, elinde çoban asası veya bıçak tutar. Bazılarında koyunların arasında ayakta durur. II. Basileios Menologyası’nda ve diğer takvimlerde ise karnından mızraklanıp martir oluşunu gösteren tasvirler tercih edilmiştir. Nazianzos’lu Gregorius’un homilyesinde çoban olarak; diz çökmüş geyiklerle ya da hayvanların arasında bir tepenin üzerinde otururken tasvir edilmiştir.17 Mamas çoğu zaman kucağına aldığı geyik ve kuzu ile tasvir edilmiştir. Bunun yanı sıra aslan üstünde tasvirleri de bulunmaktadır. Mamas’ın aslan ile birlikte betimlen16 Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler. html. 17 Meryem Acara, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler. html 434 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas mesi Hıristiyanlıktan önce Kapadokya’da “Ma” 18 Mısır’da “Min” şeklinde adlandırılan bereket tanrısının Aziz Mamas dairesinde sembolize edilmiş olması ihtimalini düşündürmektedir. Mamas adının kökeni hakkındaki rivayet şöyle anlatılmaktadır: “mama” Rumca “anne” anlamında olup çocuk yaşta öksüz kalan Mamas bir aile tarafından evlatlık alınmıştır ve bildiği tek kelime “mama” (anne) olup sürekli bu kelimeyi tekrar etmektedir. Bunun üzerine adı “Mama” konulmuştur (K.K. 6). Gökçeköyde bulunan Aziz Mamas manastırının Mamas’ın ölümünden sonra onun adına Hıristiyanlar tarafından ikonoklazm devrinden yani 8-9. yy’dan sonra yaptırılmış olması muhtemeldir. Kapalı Yunan haçı planlı yapı, bir kaya kilisesidir. Orta mekanı kubbe, diğerleri beşik tonoz ile örtülüdür.19 Kilisenin ve Azizin röliklerinin 19.yy.’da bir köylünün ahırında meydana gelen garip olaylar neticesinde buranın kazılarak bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu olaydan sonra kilise kısa sürede Türk, Ermeni ve Rum’ların ziyaret yeri olmuştur. Özellikle hastalıklarına şifa bulmak amacıyla gelenler azizin kemiklerinden medet ummuşlardır. Röliklerin bulunduğu gümüş kutu kemiklerin üzerindeki kaplamalarla birlikte bu yüzyılda kaybolmuştur. Bugün Pir Şemmas Tekkesi olarak da tanınan yapıdaki kemiklerin kime ait olduğu bilinmemektedir. 19.yy.’da burayı ziyaret eden Carnoy ve Nicolaides’in röliklerin Aziz Mamas’a ait olduğunu belirtmesine rağmen, Lebides ve Hasluck azizin Kayseri’de gömüldüğünü söyleyerek bu görüşü reddetmişlerdir.20 Hıristiyanlıkta azizlerin kemikleri kutsal sayılması, uğur ve şifa getirdiğine inanılması sebebiyle mübadele sırasında Hıristiyanlar Aziz’in kemiklerini beraberlerinde götürmek istemişlerse de Müslümanlar bu duruma rıza göstermeyince kemiklerin bir kısmını alarak İstanbul Beşiktaş’ta Aziz Mamas adına bir kilise yaptırıp bu kiliseye nakletmişlerdir. Kemiklerin büyük bir kısmı Kıbrıs Güzelyurt’a götürülmüştür (K.K. 6). Diğer bir rivayete göre ise tekke ve zaviyelerin kapatılması ile o dönemdeki adı Erenler Tekke18 Tanrıça “Ma” hakkında geniş bilgi için bkz. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark IV. II. Bölüm Romalılar Zamanında Kapadokya, Pont ve Artaksiad Kırallıkları, 2.bsk. 1987 Ankara, s. 459-460. 19 S. Ötüken, Mamasun’daki Pir Semmas Tekkesi veya Hagios Mamas Kilisesi, Yeni Adam, 1983, s. 9-12. 20 S. ötüken, age, s. 9-12. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 435 Tugba GÖNEL si olan tekke de kapatılmış ve Aziz Mamas’ın kemikleri bir sanduka ile Ankara’ya götürülmüştür. Ancak daha sonra kemikler sandukasız ve tahrip olmuş şekilde geri gönderilmiştir. Bu sebeple mezar içerisinde sadece iki bacak kemiği kalmıştır.21 Dikkati çeken diğer bir husus ise 50 yıl öncesine kadar, her yıl 21 Mayıs’ta sadece Aksaraylıların (Gelverililer)’in Gökçeköy’e gelerek burayı ziyaret etmesidir. Bu geleneğin kökeni araştırıldığında Aksaray’dan gelen ziyaretçilerin aslında Hıristiyan oldukları, Müslümanlığı kabul etmek istemedikleri için Nevşehir’i terk ederek Aksaray’a yerleştikleri ve bu ayinsel geleneği her yıl devam ettirdikleri, Gökçeköy halkının aslında bu ziyaretçilerin Hıristiyan olduklarını bildikleri halde onlara hoşgörü ile yaklaştıkları anlatılmaktadır (K.K. 6). Günümüzde gerek Hıristiyanlar gerekse Müslümanlar burayı hastalıklara şifa bulmak, çocuk sahibi olmak gibi nedenlerle buraya gelmekte ve Hıristiyanlığın sembolik rakamı olduğu için en az üç gece burada kalmaktadırlar. Hıristiyanların buradaki uygulamalarının Müslümanların uygulamaları ile paralel olduğu görülmektedir. Onlar da akıl hastası, özürlü, sakat, felçli vb. hastalarını lahitin sağ tarafındaki odacığa boyunlarından ve ellerinden bağlamakta; dileklerinin kabul olması için avluda kestikleri kurbanın etini bulgur ile kaynatarak Müslümanların mutfağında “keşkek” Hıristiyanların mutfağında ise “herse” olarak adlandırılan yemeği yaparak ziyaretçilere ikram etmektedirler. Hıristiyanların dikkati çeken bir geleneği ise buraya gelen ziyaretçilerin adlarını ve ziyaret tarihlerini duvarlara kazımalarıdır. Bu uygulamanın amacı yapılan ziyaretin Tanrı tarafından unutulmaması arzusudur (K.K. 6). Sonuç olarak Şemmas Baba ve Aziz Mamas etrafında oluşmuş inanış ve uygulamaların birebir paralellik gösterdiği söylenebilir. Nasıl ki İslamiyet öncesi inanışlardan olan Atalar kültü, yüzyıllar sonrasında İslamiyet içerisinde eriyerek veli kültüne dönüşmüşse, Hıristiyanlıkta da benzer bir tarihi süreç söz konusudur. Bugün her iki dine mensup kişilerce kutsal kabul edilen Aziz Mamas ya da Şemmas Baba inanışı ortak bir mekânda, farklı hüviyetlerde ve aynı uygulamalarla varlığını sürdürmekte; Hıristiyan ve Müslüman halkın muhayyilesinde o dine özgü olarak yerini korumaktadır. 21 Yavuz İşçen, “Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi”, Peribacası Dergisi, S.10, 2009 Ankara, s. 22. 436 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u Kapadokya’da Yaşamış Bir Aziz: Aziz Mamas EKLER: Ek. 1. Şemmas Baba-Aziz Mamas Türbesi Girişi Ek. 2. Şemmas Baba-Aziz Mamas Makamı Ek. 3. Hastaların bağlandığı halka Ek. 4. Aziz Mamas Ek. 5. Aziz Mamas-Şemmas Baba’ya ait olduğu düşünülen kemikler22 Ek. 6. Hıristiyan ziyaretçilerin adlarını ve ziyaret tarihlerini kazıdıkları bir taş. Kaynaklar Sözlü Kaynaklar K.K. 1. Şaban Kılıç, 1968 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu. K.K. 2. İbrahim Ulu, 1973 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu. K.K. 3. Müşteba Konuk, 1969 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu. K.K. 4. Bayram Konuk, 1964 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu. K.K. 5. Ramazan Erginer, 1965 doğumlu, Gökçeköylü, evli, ilkokul mezunu. K.K. 6. Dimitrios Katsikas- Kappadokis, 1958 doğumlu, Selanikli, Selanik Aristoteles Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Bölümünde Araştırıcı. Yazılı Kaynaklar Akyürek Engin, Bizanslılar, Azizleri ve Khalkedon’lu Azize Euphemia, Sanat Dünyamız (Bizans Özel Sayısı), Sayı: 69-70, 1998. Artun Erman, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara 2002. Eliade Mircae, Şamanizm, İlkel Esrime Teknikleri, (Çev: İsmet Birkan), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2006. Eröz Mehmet, Eski Türk Dini ve Alevilik Bektaşilik, TDAV, İstanbul 1992. Günaltay Şemsettin, Yakın Şark IV. II. Bölüm Romalılar Zamanında Kapadokya, Pont ve Artaksiad Kırallıkları, 2.bsk. 1987 Ankara. İnan Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, TTK Yayınları, Ankara 2006. İşçen Yavuz, Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi, Peribacası Dergisi, Sayı: 10, Ankara 2009. Ocak A. Yaşar, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983. 22 Yavuz İşçen, “Aziz Mamas Mezarı ve Kilisesi”, Peribacası Dergisi, S.10, 2009 Ankara. 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u 437 Tugba GÖNEL Ocak A. Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnameler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yayınları, Ankara 1992. Ötüken S., Mamasun’daki Pir Şemmas Tekkesi veya Hagios Mamas Kilisesi, Yeni Adam, 1983. Say Yağmur, Anadolu İnanç Yapılanmaları Temelinde Gazi-Veli Kültü, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2004, Cilt: 2, Sayı: 1-2. Acara Meryem, Anadolulu Azizler, http://turkeireiseleiter.com/turkce/turkce-anadolulu-azizler.html e.t: 05.09.2011 438 1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u